Dönem : 21 Yasama Yılı : 3
T.B.M.M. (S. Sayısı : 723)
Türk Medeni Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenisinde
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner’in;
Ankara Milletvekili Esvet Özdoğu ve Dört Arkadaşının; Aynı Kanunda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve Adalet Komisyonu
Raporu (1/611, 1/425, 2/361, 2/680)
|
T.C. |
|
|
Başbakanlık |
30.12.1999 |
|
Kanunlar ve Kararlar |
|
|
Genel Müdürlüğü |
|
|
Sayı :
B.02.0.KKG.0.10/101-514/6664 |
|
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET
MECLİSİ BAŞKANLIĞINA
Adalet Bakanlığınca hazırlanan ve Başkanlığınıza arzı
Bakanlar Kurulunca 8.10.1999 tarihinde kararlaştırılan “Türk Medeni Kanunu Tasarısı”
ile gerekçesi ilişikte gönderilmiştir.
Gereğini arz ederim.
Bülent Ecevit
Başbakan
GENEL GEREKÇE
Türk hukuk devriminin
temel taşlarının en büyüğü olarak nitelendirilebilecek olan "Türk Kanunu
Medenîsi", Türkiye Büyük Millet
Meclisi tarafından 17 Şubat 1926
tarihinde kabul edilmiş,
4 Nisan 1926 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanmış ve Borçlar Kanunu ile
birlikte 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Türk Kanunu Medenisinin ve
onun yerini alacak olan Yeni Türk Medeni Kanununun amacını ve işlevini iyice
kavrayabilmek, özellikle Türk Ulusu için arzettiği önemi belirtmek üzere,
dönemin Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt imzasını taşıyan ve o günün diliyle
ve mükemmel bir üslupla kaleme alınmış olan gerekçenin yeni kuşakların
anlayabileceği şekilde sadeleştirilmiş hâlinden özetle aşağıya alınmıştır.
"Günümüzde Türkiye
Cumhuriyetinin tevdin edilmiş bir Medenî Kanunu yoktur. Yalnız, sözleşmelerin
küçük bir kısmına değinebilen Mecelle vardır. 1851 maddedir. 20 Nisan 1869
tarihinde yazılmaya başlanmış ve 16 Ağustos 1876 tarihinde tamamlanarak
yürürlüğe konulmuştur. Denilebilir ki: bu kanunun günümüz ihtiyaçlarına uyan
ancak 300 maddesidir. Geriye kalanı Ülkemizin ihtiyaçlarını ifade edemeyecek
kadar ilkel bir takım kurallardan oluştuğundan uygulanamamaktadır....
Ulusal toplum yaşamının
düzenleyicisi olan ve yalnız ondan esinlenilmesi gereken tedvin edilmiş bir
medenî kanundan Türkiye Cumhuriyeti'nin yoksun kalması ne yüzyılımızın uygarlığının
gerekleriyle ne de Türk devriminin hedeflediği anlam ve kavramla
bağdaştırılabilir. Yüzyılımızın devletini ilkel siyasal kuruluşlardan ayıran
niteliklerin birisi de, toplumun kaderine uygulanan kanunların akılcı bir
zihniyetle hazırlanıp tedvin edilerek konulmasıdır. Göçebe dönemlerde hükümler
tedvin edilmiş değildir. Hâkim gelenek ve göreneklere dayanarak hüküm verir.
Mecelle'nin anılan 300 maddesi bir yana bırakılmak koşulu ile Medenî Kanun
içine giren sorunları çözmek için Türkiye Cumhuriyeti Hâkimleri derme çatma
eski hukuk kitaplarından ve din esaslarından çıkartılan bilgilerle yargı işini
görmektedirler. Türk Hâkimi hükümlerinde belli bir içtihat, bir söz ve bir
esasla bağlı değildir. Bundan dolayı herhangi bir sorunu çözmek için Ülkemizin
bir yerinde verilen bir hüküm ile aynı koşullar altında doğan aynı sorunda
diğer bir yerde verilen hükümler ekseriya birbirinden farklı ve çelişkili
bulunmaktadır. Sonuç olarak Türkiye halkı, adaletin uygulanmasında kuralsızlık
ve sürekli kargaşa karşısındadır. Halkın kaderi belli ve yerleşmiş bir adalet
esasına değil, rastlantı ve talihe bağlı, birbiriyle çelişkili ortaçağ fıkıh
kurallarına bağlı bulunmaktadır. Cumhuriyet, Türk adaletinin bu karışıklıktan,
yokluktan ve pek ilkel durumdan kurtarılmasını devrimin ve yüzyılımız
uygarlığının gereklerine uyan yeni bir Türk Medenî Kanununun hızla vücuda
getirilmesini ve uygulamaya konulmasını zorunlu kılmıştır. Bu amaçla hazırlanan
Türk Medenî Kanunu, medenî kanunlar içinde en yeni, en eksiksiz ve halkçı olan
İsviçre Medenî Kanunundan alınmıştır. Bu görevi Adalet Bakanlığı tarafından
verilen direktifler içinde Ülkemizin seçkin uzman hukukçularından oluşan özel
bir komisyon yerine getirmiştir.
Yüzyılımızın uygarlık
ailesine mensup olan ulusların ihtiyaçları arasında esaslı bir fark yoktur.
Toplumsal ve ekonomik sürekli ilişkiler insanlığın büyük bir uygar bölümünü bir
aile durumuna getirmiştir ve getirmektedir. İlkeleri yabancı bir ülkeden
alınmış olan Türk Medenî Kanunu Tasarısının yürürlüğe konulmasından sonra yurdumuzun
ihtiyaçları ile bağdaşmayacağı savı geçerli görülmemiştir. Özellikle İsviçre
Devleti'nin çeşitli tarih ve geleneklere mensup Alman, Fransız ve İtalyan
ırklarını içerdiği bilinmektedir. Bu kadar, hattâ kültür bakımından bile
birbirinden farklı bir ortamda uygulanma esnekliğini gösteren bir kanunun
Türkiye Cumhuriyeti gibi yüzde doksanı bakımından aynı ırka sahip bir devlette
uygulanma yeteneğini bulabilmesi kuşkusuz görülmüştür. Bundan başka, uygar bir
ulusun gelişmiş, ileri bir kanunun Türkiye Cumhuriyetinde uygulanma ortamı
bulamayacağı düşüncesi sakat görülmüştür. Bu tez, Türk ulusunun uygarlık
yeteneğine sahip bulunmadığını belirten bir mantık dizisine varılmasıyla
sonuçlanabilir. Halbuki olayların gerçeği, durum ve tarih bu savın tamamen
tersidir. Türk yenileşme tarihi tanık tutularak denilebilir ki: Türk ulusu
yüzyılımızın gereklerine uygun olarak vücuda getirilen kabul edilebilir ve
sağlam ve akıl ve zekâ ile yoğrulmuş yeniliklerden hiçbirine karşı çıkmamıştır.
Bütün bir yenileşme tarihimiz sürecinde kamunun yararı düşüncesiyle vücuda
getirilen yeniliklerle yalnız çıkarları bozulmuş olan gruplar mücadele etmek
durumunda kalmışlar ve halkı din adına, yanlış ve geçersiz inançlar adına
kandırıp düzensizliğe sürüklemişlerdir. Unutmamak gerektir ki Türk ulusunun
kararı çağdaş uygarlığı kayıtsız ve koşulsuz bütün ilkeleri ile kabul etmektir.
Bunun en açık ve canlı kanıtı devrimimizin kendisidir. Çağdaş uygarlığın Türk
toplumu ile bağdaşmayan noktaları görülüyorsa bu, Türk ulusunun beceri ve
yeteneğindeki eksiklikten değil, onu gereksiz bir biçimde sarıp sarmalamış
ortaçağ örgütü ve dinsel bazı düzenlemeler ve kurumlardandır.
Gerçekten çağdaş
uygarlıkla Mecelle hükümleri kuşkusuz bağdaşamaz. Fakat Mecelle ve buna benzer
diğer düzenlemeler ile Türk yaşamının uyuşmadığı da açıktır. Adalet Bakanlığı
en yeni ve en gelişmiş olan İsviçre Medenî Kanununu ulusumuzun şimdiye kadar
bağlı kalan geniş zekâ ve yeteneğini doyuracak ve ona gerçek bir yarış yeri ve
alan olabilecek bir uygarlık yapıtı olarak görmektedir. Bu Kanunda ulusumuzun
duygularına ters düşecek hiç bir nokta düşünmemektedir.
Şu yanı da belirtmek
gerektir ki: çağdaş uygarlığı almak ve benimsemek kararıyla yürüyen Türk ulusu,
çağdaş uygarlığı kendisine değil, kendisi çağdaş uygarlığın gereklerine her
neye mal olursa olsun ayak uydurmak zorundadır. Yaşamak kararında olan bir ulus
için bu şarttır. Hazırlanan Tasarı bu gereklerin önemli bölümlerini
içermektedir. Gelenek ve göreneklere kesin olarak bağlı kalmak davası,
insanlığın en ilkel durumundan bir adım dahi ileri götüremeyecek kadar
tehlikeli bir kuramdır. Hiç bir uygar ulus böyle bir inanç çevresinde kalmamış
ve yaşamın gereklerine uygun hareketle zaman zaman kendini bağlayan gelenek ve
görenekleri yıkmakta duraklamamıştır. (Gerçekler karşısında babalardan ve
atalardan gelen inançlara her ne olursa olsun bağlı kalmak akıl ve zekâ
gereklerinden değildir). Aslında devrimler bu konuda en etkili bir araç olarak
kullanılmışlardır....
Yüzyılımızın uygar
uluslara tanıdığı bütün hukuku uygarlık dünyasından kayıtsız koşulsuz isterken,
bu hukukun yerine getirilmesi gereken uygarlık görevlerini de Türk ulusu kendi
eliyle kendisine yüklemiş bulunuyor. Bu kanun tasarısının anlamlarından birisi
de budur.
Türk ulusunun yüksek
temsilcisi olan büyük Meclis'in uygun bulunmasına ve onayına sunulan Türk
Medenî Kanunu Tasarısı yürürlüğe konulduğu gün ulusumuz on üç yüzyılın
kendisini çeviren hastalıklı inançlarından ve kargaşadan kurtulmuş, eski
uygarlığın kapılarını kapayarak yaşam ve verimlilik getiren çağdaş uygarlığın
içine girmiş bulunacaktır."
İşte bu gerekçe ile kabul
edilmiş olan ve Türk hukuk hayatında fevkalâde önemli bir yeri ve işlevi olan
Türk Kanunu Medenîsi -kısaca Medenî Kanun- yürürlükte bulunduğu 74 yıllık
uygulama sürecinde, ilki 1938 yılında olmak üzere çeşitli tarihlerde pek çok
değişiklikler geçirmiştir.
Canlı varlıkların,
organizmaların zamanla yaşlanması ve beklenen
performansı göstermekten yavaş yavaş uzaklaşması gibi, sosyal varlıklar
olan kanunlar da zamanla yaşlanmakta ve günün ihtiyaçlarına gereği gibi cevap
vermekte zorlanmaktadırlar. Bu sebepledir ki kanunların, özellikle Medenî
Kanun, Ceza Kanunu, Ticaret Kanunu ve Usul
Kanunları gibi temel kanunların belli bir süre geçtikten sonra baştan
aşağıya yeniden gözden geçirilmesi ve yaşanan çağın ve gelişen teknolojinin
ihtiyaçlarına cevap verebilir hâle
getirilmesi kaçınılmazdır. Nitekim son yıllarda Almanya ve İsviçre'de bu yola
gidilmiş, Alman Medenî Kanunu (BGB) ve Medenî Kanunumuzun kaynağını oluşturan
İsviçre Medenî Kanununda (ZGB) yapılan köklü değişikliklerle bazı kurumlar
geliştirilerek yeni sosyal görüşlere ve ihtiyaçlara cevap verebilir duruma
getirilmişlerdir.
Türk Medenî Kanununun bu
gelişmelerden uzak kalması düşünülemeyeceğinden, Adalet Bakanlığı, yürürlükteki Kanunu baştan sona gözden geçirmek ve günümüzün ihtiyaçlarına
cevap verecek yeni bir tasarı
hazırlamak üzere bilim adamları ve uygulayıcılardan oluşan bir "Medenî
Kanun Komisyonu"nun kurulmasına karar vermiştir.
Oluşturulan Medeni Kanun
Komisyonu, 4 yıl gibi oldukça uzun sayılabilecek bir sürede hazırladığı
"Türk Medenî Kanunu Tasarısı"nda yürürlükteki Türk Kanunu Medenîsinin
genel yapısını ve sistematiğinin bozulmamasına gayret göstermiş ve böylece,
bazı küçük değişiklikler dışında mevcut yapı ve sistematik aynen korunmuştur.
Gerçekten Tasarı, aynen
yürürlükteki Kanunda olduğu üzere, "Başlangıç" ile "Kişiler
Hukuku" başlığını taşıyan Birinci Kitap, "Aile Hukuku" başlığını
taşıyan İkinci Kitap, "Miras Hukuku" başlığını taşıyan Üçüncü Kitap
ve "Eşya Hukuku" başlığını taşıyan Dördüncü Kitap olmak üzere dört
kitaptan oluşmaktadır. Kitaplar "kısımlara", kısımlar
"bölümlere", bölümler de "ayırımlara" ayrılmıştır.
Kitapların olduğu gibi, bölümlerin ve ayırımların da başlıkları vardır. Ancak,
bölümlere numara verilirken yürürlükteki Kanundan farklı bir yol izlenmiştir.
Yürürlükteki Kanun bölümlerin numaralarını her kısım içinde ayrı ayrı vermemiş,
sonuna kadar devam ettirmiş, böylece de "yirmibeş" bölümden (Bab'tan)
oluşmuştur. Oysa Tasarıda her kısıma ait bölümlere yeni baştan numara verilmiş,
böylece o kısmın kaç bölümden oluştuğu belirtilmek istenmiştir. Örneğin Aile
Hukuku Kitabının Birinci Kısmı olan "Evlilik Hukuku" dört bölümden
oluşmuş, onu izleyen ve "Hısımlık" başlığını taşıyan İkinci Kısmın
ilk bölümü “Beşinci Bölüm” şeklinde değil fakat "Birinci Bölüm"
olarak isimlendirilmiştir. Oysa aynı bölüm yürürlükteki Kanunda "Yedinci
Bab (Bölüm) olarak numaralandırılmıştır. Her kısmın ilk bölümünün baştan beri
gelen numarayı izleyeceği yerde, tekrar birden başlayarak numaralandırılması, sistematiğe
daha uygun görülmüştür. Böylece her kısma ait bölümler bir bütün olarak ele
alınmış olmaktadır.
Alışılmış olması
bakımından yürürlükteki Kanunun madde numaralarının aynen korunması, yeni
maddelere a, b, c gibi harfler verilmesi düşünülmüş ise de, zorunluluk
karşısında bu düşüncenin gerçekleştirilmesi maalesef mümkün olamamıştır.
Böylece madde numaralarında da yürürlükteki Kanundan ayrılınmak zorunda
kalınmıştır. Çünkü yürürlükteki Kanun 937 maddeden oluştuğu hâlde, Tasarı 1027
esas madde ile yürürlüğe ait 3 maddeden oluşmaktadır. Tasarıya eklenen yeni
maddeler o kadar çoktur ki, neredeyse alfabenin harfleri bunları belirtmeye
yetmeyecektir. Kaldı ki, yürürlükteki Kanunun pek çok maddesi Tasarıya
alınmayarak yürürlükten kaldırıldığı için, metinde bir hayli boş madde
kalmaktadır. Bu sakıncalar dikkate alınarak madde numaralarının yeni baştan
birbirini izler biçimde düzenlenmesi yoluna gitmek zorunlu olmuştur.
Komisyonu bu yolu seçmeye
yönelten bir diğer sebep de, Tasarının Türkiye Büyük Millet Meclisinde
görüşülmesindeki yöntemle ilgilidir. Tasarı yürürlükteki Kanunun bazı
maddelerinin değiştirilmesi, Kanuna bazı yeni maddeler eklenmesi şeklinde
düzenlenecek olursa, Tasarının tamamının görüşülerek oylanması mümkün
olmayacak, her madde tek tek görüşülerek oya sunulacaktır. Bu ise yapılacak
çeşitli değişiklik önerileriyle Tasarının bütünlüğünü ve sistematiğini
bozabilecektir.
Maddelerin konu ve kenar başlıkları yürürlükteki
Kanunda olduğu gibi aynen korunmuştur. Ancak madde metinleri kaynak İsviçre Medenî
Kanununa uydurulmak ve ifadeler günümüzde geçerli Türkçeye uygun şekilde
arılaştırılmak suretiyle maddelerin daha kolay anlaşılır hâle gelmesi
sağlanmıştır.
Tasarı hazırlanırken
Adalet Bakanlığının daha önce oluşturduğu komisyonlar tarafından hazırlanarak
Bakanlıkça 1971 ve 1984 tarihlerinde yayımlanmış bulunan iki Öntasarı ile
kaynak İsviçre Medenî Kanunu, Alman Medenî Kanunu, Fransız Medenî Kanunu ve
kısmen de İtalyan Medenî Kanunundan yararlanılmıştır. Ayrıca gerek İsviçre
gerek Türk doktrin ve yargı içtihatlarında ileri sürülen görüşler ile sayılan
ülkelerdeki gelişmeler de gözden geçirilmiş ve bunlar olanak bulunduğu ölçüde
maddelere yansıtılmıştır. Böylece yürürlükteki Kanundan farklı pek çok yeni
hükümleri içeren, özellikle kadın-erkek eşitliğine her alanda yer veren çağdaş
bir Tasarı ortaya çıkarılmıştır.
I- ŞEKLE VE İFADEYE
İLİŞKİN YENİLİKLER
Yukarıda da açıklandığı
üzere Tasarıda yürürlükteki Kanunun bölüm ve madde numaralarından ayrılınmış,
bölüm ve maddelere birbirini izleyen yeni numaralar verilmiştir.
Tasarıda kullanılan dil
oldukça arılaştırılmış, yürürlükteki Kanunun günümüzde geçerli olan dile oranla
eskimiş olan ifadeleri kolay anlaşılabilir bir ifadeye dönüştürülmüştür. Daha
önceki Öntasarıda olduğu gibi bu Tasarıda da genellikle Anayasada kullanılan
dil esas alınmıştır.
Tasarıda kullanılan
kavram, deyim ve terimler olanak bulunduğu ölçüde arılaştırılmış ve Tasarının
tümünde "terim birliği"nin sağlanmasına büyük çaba harcanmıştır. Bir çok
kavram, deyim ve terim günümüzde yerleşmiş olan yeni karşılıkları ile
değiştirilmiştir. Ancak, bütün uğraşılara karşın bazı kavram, deyim ve
terimlere uygun arı Türkçe karşılık bulunamamış, bunları aynen kullanmak
zorunda kalınmıştır.
A) Yenileştirilen kavram,
deyim ve terimler
Hüsnüniyet
(objektif)=Dürüst davranma; Hüsnüniyet (sübjektif) =İyiniyet, Beyyine
külfeti=İspat yükü; Nısfet= Hakkaniyet; Şahıs=Kişi; Şahsiyet=Kişilik; Şahsın
Hukuku=Kişiler Hukuku; Medenî haklardan istifade=Hak ehliyeti; Medenî hakları
kullanma=Fiil ehliyeti; Temyiz kudreti=Ayırt etme gücü; Rüşt= Erginlik;
Reşit=Ergin; Kazaî rüşt=Ergin kılınma; Mahcur=Kısıtlı; Hacir=Kısıtlama; İvazsız
iktisap=Karşılıksız kazanma; Şahsa merbut haklar=Kişiye sıkı sıkıya bağlı
haklar; Kanunî mümessil
= Yasal temsilci; Usul=Üstsoy;
Füru = Altsoy; Usul-füru hısımlığı=Üstsoy-Altsoy hısımlığı;
Civar hısımlığı=Yan soy hısımlığı; Sıhrî Hısımlık=Kayın hısımlığı;
İkametgâh=Yerleşimyeri; Mesken=Konut; Tecavüz=Saldırı; Ahvali şahsiye
sicilleri=Kişisel durum sicili; Şahsî hâl=Kişisel durum; Hükmî şahıs=Tüzel
kişi; Cemiyet=Dernek; Nizamname=Tüzük; İstifa=Çıkma; İhraç=Çıkarılma;
Hata=Yanılma; Hile=Aldatma; Tehdit=Korkutma; Müşterek ev=Aile konutu; Evlenme
mukavelesi=Mal rejimi sözleşmesi; Nesep=Soybağı; Kanunî mirasçı =Yasal mirasçı;
Mahfuz hisse=Saklı pay; Tasarruf nisabı=Tasarruf edilebilir kısım; Mirasçı
nasbı=Mirasçı atama; Teberru=Karşılıksız kazandırma; Mirastan
ıskat=Mirasçılıktan çıkarma; Alalâde ikame=Yedek mirasçı atama; Fevkalâde
ikame= Artmirasçı atama; Muayyen mal vasiyeti= Belli mal bırakma; Vasiyeti
tenfiz memuru= Vasiyeti yerine getirme görevlisi; Mirasta iade= Mirasta
denkleştirme; Mirastan Mahrumiyet= Mirastan yoksunluk; Taksim= Paylaşma;
Gayrimenkul =Taşınmaz; Menkul= Taşınır; Mütemmim cüz= Bütünleyici parça;
Teferruat= Eklenti; Müşterek mülkiyet= Paylı mülkiyet; İştirak hâlinde
mülkiyet= Elbirliği mülkiyeti; Tabiî semere= Doğal ürün; Lükata= Bulunmuş eşya; İştira hakkı= Alım
hakkı; Şuf'a hakkı=Önalım hakkı; Vefa hakkı= Geri alım hakkı; Hukukî tağyir= İşleme; Gayrimenkul mükellefiyeti=
Taşınmaz yükü; Sükna hakkı= Oturma hakkı; temettü=kâr payı gibi.
B)Aynen korunması zorunda
kalınan kavram ve terimler
Aşağıdaki kavram, deyim
ve terimlerin arı Türkçe tam karşılığı bulunamadığından aynen korunması zorunda
kalınmıştır:
Ehliyet, velâyet, veli,
vasi, kayyım, nafaka, tazminat, vakıf, irat, tasfiye, ret, miras, tereke,
vasiyet, vasiyetname, mirastan feragat, iptal, tenkis, miras sebebiyle istihkak
davası, aynî hak, mülkiyet, istihkak davası, define, zilyetlik, irtifak, intifa
hakkı, üst hakkı, mecra, rehin, ipotek, ipotekli borç senedi, irat senedi,
hapis hakkı, tescil, şerh, beyan, terkin, ihraz.
C) Arı Türkçe olarak
karşılığı bulunamayan sözcükler
Feragat, temlik, tevdi,
tasarruf, intifa, muacceliyet, gaip, menfaat, takyit, müteselsil, miktar,
ıslah, usul, ihbar, halefiyet, zanaatkâr, ibraz, rücu, mahsup, gasp, fer'i,
fiilî hâkimiyet, ihtar, tahsil, tebliğ, takip, emtia, gibi.
II- ESASA İLİŞKİN
YENİLİKLER
Tasarıda yürürlükteki
Kanuna oranla çeşitli kurumlarda oldukça önemli ve köklü değişiklikler
yapılmıştır. Bunlardan bir kısmı, günümüzde ortaya çıkan bir takım yeni
ihtiyaçlara cevap vermek amacıyla; diğer bir kısım ise, yabancı hukuk
sistemlerinde, özellikle İsviçre ve Alman hukuklarında gerçekleşen
değişiklikler ve gelişmelerden esinlenmek suretiyle yapılmıştır.
Değişikliklerin önemli ve
oldukça büyük bir kısmı aile hukuku alanında ve özellikle kadın-erkek
eşitliğini zedelediği iddia edilen hükümlerde yapılmış, böylece bütün modern
hukuk sistemlerinde benimsenmiş olan ve yürürlükteki Kanunda da büyük ölçüde
yer verilmiş bulunan "eşitlik ilkesi", yeni düzenlemeyle daha da
pekiştirilmiş, bu ilkeye ters düşen düzenlemelerin hepsi değiştirilmiştir.
Aşağıda bu değişiklikler yeri geldikçe açıklanacaktır.
A) BAŞLANGIÇ
Yürürlükteki Kanunda
"Başlangıç" başlığını taşıyan kısımda yedi madde hâlinde düzenlenen
konular, Tasarıda da aynen korunmuştur. Bu kısımda "Medenî hukukun
kaynakları ve uygulanması"; "hakların kullanılması ve yükümlerin
yerine getirilmesinde uyulması gereken davranış biçimi" (objektif
hüsnüniyet); "hakların kazanılmasında aranılan iyiniyet (sübjektif
hüsnüniyet)"; "hâkimin takdir
yetkisi"; "Borçlar Kanununun genel hükümlerinin medenî hukukun diğer
alanlarında da uygulanması şartları"; "ispat yükü" ile
"resmî sicil ve senetlerin ispat işlevi" düzenlenmektedir.
Bu konularda önemli
değişiklikler yapılmıştır. Öncelikle birinci maddenin kenar başlığı ile içeriği
uyumlu hâle getirilmiş "Kanunu medenînin tatbiki" biçimindeki başlık,
maddenin içeriğini yansıtır şekilde "Hukukun uygulanması ve
kaynakları" olarak değiştirilmiştir.
İkinci ve üçüncü
maddelerde geçen "Hüsnüniyet" terimi karışıklığa yol açtığından
farklı konulara ilişkin olmaları dikkate alınarak "Dürüstlük kurallarına
uymak" ve "İyiniyet" terimlerine dönüştürülmüştür.
Dördüncü maddedeki
"hak ve nısfetle" deyimi "hukuka ve hakkaniyete" şekline
dönüştürülmüştür.
Beşinci maddenin ifade
biçimi değiştirilerek Medenî Kanun ile Borçlar Kanununun genel nitelikteki
hükümlerinin uygun düştükleri ölçüde "tüm özel hukuk ilişkilerine"
uygulanacağı hükme bağlanmış, böylece maddenin uygulama alanı genişletilmiştir.
B) KİŞİLER HUKUKU
Yürürlükteki Kanunda
olduğu gibi Tasarıda da birinci kitap "Kişiler Hukuku"nu
oluşturmaktadır. Bu kitap iki bölüme ayrılmış olup birinci bölümde "Gerçek
Kişiler", ikinci bölümde "Tüzel Kişiler" düzenlenmiştir.
1) Gerçek Kişiler Bölümü
Bu bölüm biri
"Kişilik", diğeri "Kişisel Durum Sicili" başlığını taşıyan
iki ayırımdan oluşmaktadır.
"Kişilik" başlığını
taşıyan birinci ayırımda kişilere tanınan hak ve fiil ehliyetleri, hısımlık,
yerleşimyeri, kişiliğin korunması, kişiliğin başlangıcı ve sonu gibi konular
düzenlenmiştir.
Bu ayırımda yer alan
hükümlerde terim, deyim ve ifadenin arılaştırılmasından başka esasa ilişkin
önemli değişiklikler yapılmıştır.
Hak ehliyetini düzenleyen
8 inci maddenin birinci fıkrasındaki "Her şahıs.." deyimi "Her
insan.." şeklinde değiştirilerek bu maddede düzenlenen ehliyetin gerçek
kişilerle ilgili olduğu vurgulanmıştır.
Ergin kılınmayı
düzenleyen 12 nci maddede vasinin dinlenmesi şartına yer verilmemiştir.
Tasarının 463 üncü maddesi uyarınca, vesayet altındaki küçüğün ergin
kılınmasında vesayet ve denetim makamlarının izni gerekli olduğundan, ayrıca
vasinin dinlenmesine gerek görülmemiştir.
Yürürlükteki Kanunun
ikametgâhı düzenleyen 21 inci maddesinin "Kanunî ikametgâh"
biçimindeki kenar başlığı arılaştırılarak "Yasal yerleşimyeri"
şeklinde değiştirilmiş, ancak kadın-erkek eşitliğinin sağlanması amacıyla
"Kocanın ikametgâhı karının ikametgâhı addolunur" hükmü Tasarıya
alınmamıştır.
Kişilerin kısmen bile
olsa vazgeçemeyecekleri hususun haklar değil, hak ve fiil ehliyetleri olduğu 23
üncü maddenin birinci fıkrasında açıklığa kavuşturulmuştur.
Saldırının hukuka
aykırılık niteliğini ortadan kaldıran sebeplerden bazıları 24 üncü maddenin
ikinci fıkrasında örnek olarak belirtilmiş, bütün sebeplerin sayılması yoluna
gidilmemiştir.
Yürürlükteki Kanunun
gaiplik kararının verilmesinde yetkili mahkemeyi düzenleyen 31 inci maddesinin ikinci
fıkrasında geçen "pederinin mukayyet olduğu mahal" deyimi,
kadın-erkek eşitliğini sağlayacak şekilde "anasının veya babasının kayıtlı
olduğu yer" biçiminde değiştirilmiştir.
"Kişisel Durum
Sicili" başlığı altında düzenlenen ikinci ayırımda sicillerin
tutulmasından doğan zararlardan doğrudan doğruya görevli memurların sorumlu
olacağını öngören Yürürlükteki Kanunun 37 nci maddesi hükmünün Anayasanın 129
uncu maddesindeki ilkeyle çeliştiği dikkate alınarak, maddeye sorumluluk
konusunda "Kişisel durum sicilinin tutulmasından doğan zararlar kusurlu
memura rücu edilmek kaydıyla Devletçe tazmin edilir." hükmü konulmuş,
böylece medenî hukukta sorumluluk konusunda vesayet organları ve tapu memurları
ile nüfus memurları arasındaki farklılık da ortadan kaldırılmıştır.
Yürürlükteki Kanunun 29
uncu maddesine sonradan 3444 sayılı Kanunla eklenen ve cinsiyet değişikliği
konusunu düzenleyen hükmün yerine Tasarıya 40 ıncı madde olarak yeni bir madde
eklenmiş ve bu önemli konu yeniden düzenlenmiştir. Bu düzenleme ile cinsiyet
değiştirebilme bazı şartlara bağlanmıştır. Bunlar, on sekiz yaşını tamamlamış
olma, bekâr olma, transseksüel yapıda olup cinsiyet değiştirmenin ruh sağlığı
açısından zorunluluğunu ve üreme yeteneğinden sürekli olarak yoksunluğunu
uzmanlardan oluşan resmî sağlık kurulu raporuyla belgeleme ve mahkemece izin
verilmiş olma şartlarıdır.
2) Tüzel Kişiler Bölümü
Bu bölüm üç ayırımdan
oluşmaktadır. Bunlar "Genel Hükümler", "Dernekler" ve
"Vakıflar" başlıklarını taşıyan bölümlerdir.
Birinci ayırımda tüzel
kişilerle ilgili genel kurallara yer verilmiştir. Bu ayırımda yapılan önemli
değişiklik, tüzel kişiliğin sona ermesi durumunda tasfiyenin "terekenin
resmî tasfiyesi" hükümlerine göre yürütüleceğidir. Bu değişiklik
yürürlükteki Kanunun tasfiyeyi tabî tuttuğu hükümlerin dernek ve vakıflara
uygulanmasının isabetli olmaması gerekçesiyle yapılmıştır.
Yürürlükteki Kanunun
ikinci ayırımda derneklere ilişkin hükümler, ayrıntılı biçimde
düzenlenmemektedir. Buna karşılık vakıflar oldukça ayrıntılı biçimde
düzenlenmiştir. Bu durum dikkate alınarak Tasarıda derneklerle ilgili hükümler
daha ayrıntılı şekilde düzenlenmiş böylece de düzenleme bakımından dernekler
ile vakıflar arasında bir denge sağlanmıştır.
Tasarının 80 inci
maddesinin ikinci fıkrasında genel kurulun diğer organları haklı sebeplerle her
zaman görevden alabileceği hükme bağlanmıştır. Pek tabiîdir ki, haklı sebeple
olsa bile görevden alınan diğer organların, sözleşmeden doğan hakları saklı
olacaktır. Tabiî olan bu durumun fıkrada ayrıca ifade edilmesine gerek
görülmemiştir.
89 uncu madde uyarınca,
amacı kanuna ve ahlâka aykırı hâle gelen bir derneğin feshi, Cumhuriyet savcısı
tarafından resen veya bir ilgilinin ihbarı üzerine açılacak bir dava ile
istenebileceği gibi, bir ilgilinin de doğrudan doğruya açacağı bir dava ile
istenebilecektir.
Vakıflara ayrılmış
bulunan üçüncü ayırımda vakfa özgülenecek olan malların ve hakların
"yeterli" olması şartı eklenerek açıklık sağlanmıştır. Yürürlükteki
Kanunda Vakıflar Genel Müdürlüğüne tanınan temyiz süresi iki aydan bir aya
indirilmiştir. Ayrıca eklenen yeni bir maddeyle Vakıflar Genel Müdürlüğüne ve
diğer ilgililere, vakfın kurulmasını engelleyen sebepleri göstermek suretiyle
iptal davası açma hakkı tanınmıştır. Tasarının 110 uncu maddesinin kenar
başlığı yürürlükteki Kanunda yeralan "istihdam edilenler" ifadesi
"çalıştırılanlar" şeklinde değiştirilmiştir.
Tasarıya yürürlükteki
Kanunda mevcut olmayan bir hüküm 115 inci madde olarak konulmuştur. Bu hüküm
vakfın geçici olarak faaliyetten alıkonulmasını düzenlemektedir. Madde vakıf
kurma özgürlüğüyle yakından ilgili olduğundan, Anayasanın 23.7.1995 tarih ve
4121 sayılı Kanunla değişik 33 üncü maddesinin dördüncü ve sonuncu fıkraları
esas alınmak suretiyle kaleme alınmıştır.
C) AİLE HUKUKU
Yürürlükteki Kanunda
olduğu gibi Tasarıda da ikinci kitap "Aile Hukuku"nu düzenlemektedir.
Bu kitap "Evlilik Hukuku", "Hısımlık" ve
"Vesayet" başlıklarını taşıyan üç kısıma ayrılmıştır.
1) EVLİLİK HUKUKU KISMI
Tasarı bu kısımda önemli
ve köklü değişiklikler getirmektedir. Bu değişiklikler her şeyden önce,
günümüzde modern hukuk sistemlerinin istisnasız hepsinde temel ilke olarak
kabul edilen "kadın-erkek eşitliği" ilkesinin hukukumuzda da eskiden
olduğu gibi sürdürülmesi, bu eşitliğe ters düşen hükümlerin kanundan
çıkarılması veya eşitliği sağlayacak şekilde düzenlenmesi düşüncesine
dayanmaktadır.
Evlilik Hukuku Kısmı
"Evlenme","Boşanma","Evliliğin Genel Hükümleri"
ve "Eşler Arasındaki Mal Rejimi" başlıklarını taşıyan dört bölümden
oluşmaktadır.
a) Evlenme Bölümü
Evlilik Hukuku Kısmının birinci
bölümü olan "Evlenme" bölümü dört ayırımdan oluşmaktadır. Bunlar
"Nişanlılık", "Evlenme Ehliyeti ve Engelleri","Evlenme
Başvurusu ve Töreni" ile "Batıl olan evlenmeler"den ibarettir.
"Nişanlılık"
başlığını taşıyan birinci ayırımda 123 üncü maddede yürürlükteki Kanunda
kullanılan "nişanlanmaktan mütevellit davalar" ifadesi yerine
"nişanlılığın sona ermesinden doğan dava hakları" ifadesi tercih
edilmiştir. Böylece madde, nişanlılığın sadece bozulması hâlini değil, fakat
ölüm ve gaiplik gibi diğer sona erme sebeplerini de kapsayacak biçimde kaleme
alınmıştır. Ayrıca manevî tazminatı düzenleyen 121 inci madde de, tazminatın
"uygun bir miktar para" olarak ödenmesi şeklinde kaleme alınarak
açıklığa kavuşturulmuştur.
"Evlenme Ehliyeti ve
Engelleri" başlığını taşıyan ikinci ayırımda yapılan en önemli değişiklik,
evlenme yaşının hem erkek hem kadın bakımından yükseltilmesidir. Gerçekten,
1984 tarihli Öntasarıda kabul edilmeyen yaşları yükseltme konusu, Komisyonca
küçük yaştaki kişilerin, özellikle kızların evlenmesine imkân tanınmış
olmasının gerek biyolojik, gerek psikolojik açıdan olumsuz etkiler gösterdiği
gerekçesiyle kabul edilmiştir. Bu değişiklikle normal evlenme yaşı kadın-erkek
farkı da kaldırılarak on yedi yaşın doldurulması, yani on sekizinci yaşa girilmiş
olması biçiminde düzenlenmiştir. Olağanüstü evlenme yaşı ise, aynı şekilde
kadın-erkek farkı kaldırılarak on altı yaşın doldurulması, yani on yedinci yaşa
girilmiş olması biçiminde düzenlenmiştir.
Yürürlükteki Kanunun 89
uncu maddesinin ikinci fıkrasındaki "Akıl hastalıklarından birine müptelâ
olan kimse asla evlenemez" hükmü metinden çıkarılmış, daha sonra 133 üncü
madde olarak düzenlenen yeni maddeyle "Akıl hastaları evlenmelerinde tıbbî
sakınca bulunmadığı resmî sağlık kurulu raporuyla anlaşılmadıkça
evlenemez." hükmü getirilmiştir. Bu değişiklikle evlenmeleri tıbbî açıdan
sakınca doğurmayacak olan bazı önemsiz akıl hastalarının evlenmelerine imkân
tanınmıştır.
Bu değişiklik, Komisyona
davet edilen adlî tıp uzmanı öğretim üyelerinin akıl hastalıkları konusunda
yaptıkları açıklamalara dayanmaktadır. Bu açıklamalarda bazı akıl hastalarının
tedavi sonucunda iyileşebilecekleri, bu gibi akıl hastalıklarının hepsinin aynı
mahiyette olmadığı, bunların bu sebeple aynı düzenlemeye tâbi tutulmasının
isabetli olmayacağı sonucu ortaya çıkmıştır.
Tasarıya yasal
temsilcilerin izni konusunda yürürlükteki Kanunda mevcut olmayan yeni bir madde
(m.128) konulmuştur. Bununla yasal temsilcilerin, evlenme yaşına erişmiş olan
kişilerin evlenmelerine hiç de haklı olmayan sebeplerle engel olmaya kalkmaları
hâlinde, özellikle kız kaçırma ve kocaya kaçma gibi olaylar yüzünden aileler
arasında kavgalara sebebiyet verecek sonuçların doğmasını önlemek amacıyla
hâkimin evlenmeye izin verebilmesi imkânı getirilmiştir.
"Evlenme Başvurusu
ve Töreni" başlığını taşıyan üçüncü ayırımda 134 üncü maddeyle birbiriyle
evlenecek erkek ve kadının içlerinden birinin oturduğu yerdeki evlendirme
memuruna birlikte başvurabilmeleri imkânı getirilmiştir. Yürürlükteki Kanunun
98 inci maddesi ise başvurunun evlenecek erkeğin ikametgâhındaki evlendirme
memuruna yapılması gerektiğini öngörmektedir. Bu değişiklikle de kadın-erkek
eşitliği sağlanmış olmaktadır.
"Batıl olan
evlenmeler" başlığını taşıyan dördüncü ayırımda evlenmenin mutlak butlanı
yanı sıra nisbî butlanı da düzenlenmektedir. Yürürlükteki Kanunun evlenmenin
nisbî butlanını düzenleyen 115, 116, 117 ve 118 inci maddelerinde geçen
"evlenmenin feshini" deyimi, Tasarıda doğru olarak "evlenmenin
iptalini" şekline dönüştürülmüştür. Çünkü bu maddelerde, geçerli olarak
doğmamış olan bir evliliğin iptal yoluyla ortadan kaldırılması
düzenlenmektedir. Fesih ise baştan geçerli olan bir evliliğin sonradan belli
bir sebebe dayanılarak ortadan kaldırılması yoludur. Bunun en güzel örneği de
Tasarının 119 uncu (yürürlükteki Kanunun 94 üncü) maddesinde düzenlenmiş olan
gaiplik hâlinde evliliğin feshidir.
Yürürlükteki Kanunun 119
uncu maddesi fesih (doğru olarak iptal) davasının altı ay ve beş yıllık
sürelerin geçmesiyle zamanaşımına uğrayacağını düzenlemektedir. Doktrin ve
yargısal içtihatlarda öne sürülen görüşlere göre, yenilik doğuran hak olan
iptal davası açma hakkına ilişkin süre zamanaşımı değil, hak düşürücü süredir.
Bu sebeple Tasarının bu maddeyi karşılayan 152 nci maddesinin kenar başlığı ve
metni bu şekilde düzeltilerek kaleme alınmıştır.
b) Boşanma Bölümü
"Boşanma"
başlığını taşıyan ikinci bölümde boşanma sebepleri ve boşanmanın sonuçlarıyla
ilgili bazı değişiklikler yapılmıştır.
Komisyon çalışmaları
sırasında Medenî Kanunda ayrı ayrı özel boşanma sebeplerine yer verilmeyerek
bunların yerine Alman Medenî Kanununda (BGB) olduğu gibi, genel bir sebep
olarak sadece "temelden sarsılma" ilkesine dayanan bir boşanma
sebebinin kabul edilip edilmemesi konusu uzunca süre tartışılmış, ancak
yürürlükteki Kanunun 134 üncü maddesinde 3444 sayılı Kanunla yapılan
değişikliğin genel bir boşanma sebebi olarak Alman Medenî Kanununun 1555 ve
1567 nci maddelerine benzer bir hüküm içerdiği, bu genel boşanma sebebi dışında
Tasarının 161 ilâ 165 inci maddelerinde öngörülen özel boşanma sebeplerinin
uygulamada bugüne kadar herhangi bir sorun yaratmamış olmaları ve özellikle
"zina"nın özel bir boşanma sebebi olmaktan çıkartılıp genel boşanma sebebi olarak "evlilik birliğinin
temelden sarsılması" sebebi içinde değerlendirilmesinin Türk toplumunda
yanlış yorumlara yol açabileceği düşüncesiyle, mevcut durumun aynen korunması
görüşü ağırlık kazanmıştır.
Böylece boşanma sebepleri
konusunda yürürlükteki Kanunda mevcut düzenlemeden farklı bir düzenlemeye
gidilmemiş, sadece kaynak Kanun olan İsviçre Medenî Kanununun 138 inci
maddesinde öngörülmüş iken yürürlükteki Kanunumuza her nedense alınmamış olan
"onur kırıcı davranış"
(Ehrenkraenkung) sebebi, Tasarının 162 nci maddesinde mevcut
"hayata kast" ve "pek kötü davranış" sebeplerine üçüncü bir
sebep olarak eklenmek suretiyle doktrin ve yargısal içtihatlarda ortaya atılan
görüşlere yer verilmiş olmaktadır.
Tasarının 163 üncü
maddesinde düzenlenen "suç işleme" sebebiyle boşanmaya
"çekilmezlik şartı" eklenmiş, böylece aynı madde içinde düzenlenen
"haysiyetsiz hayat sürme" sebebi ile uyum sağlanarak her iki
sebep "nisbî" boşanma sebebi
hâline getirilmiştir.
Tasarının 164 üncü
maddesinde düzenlenen "terk" sebebiyle boşanmada yürürlükteki Kanunun
öngördüğü üç aylık terk süresi altı aya çıkarılmıştır. Sürenin uzatılmasının
dayandığı düşünce, eşlerin barışma ve bir araya gelme ihtimalinin daha uzunca
bir sürede gerçekleşebileceğidir. Terkeden eşe dördüncü ayın sonunda ihtarda
bulunularak iki ay içinde ortak konuta dönmesi gerektiği hususunda uyarılacaktır.
Yürürlükteki Kanunun 134
üncü maddesinde 3444 sayılı Kanunla yeniden düzenlenmiş olan "evlilik
birliğinin sarsılması" adlı genel boşanma sebebi aynen korunmuştur.
Boşanma davalarında yetki
konusunu düzenleyen 168 inci madde yeniden kaleme alınmış ve yetkili
mahkemenin, eşlerden birinin yerleşimyeri veya eşlerin davadan önce son defa
altı aydan beri oturdukları yer mahkemesi olması uygun görülmüştür.
Boşanan kadının kişisel
durumuyla ilgili olarak yürürlükteki Kanundan ayrılınmak suretiyle Tasarının
173 üncü maddesi, boşanan kadının "evlenmeden önceki soyadını yeniden
alabilmesi"ne imkân verecek şekilde kaleme alınmıştır. Çünkü yürürlükteki
Kanunun aynı maddeyi karşılayan 141 inci maddesinde öngörülen "bekârlık
soyadını yeniden alması" hükmünün çoğu kez boşanan kadının menfaatine ters
düşeceği kabul edilmiştir.
Boşanmada maddî tazminatı
düzenleyen 174 üncü madde yürürlükteki maddeden farklı olarak daha az kusurlu
tarafın da dava açabilmesi imkânını getirmiştir. Yoksulluk nafakasını
düzenleyen 175 inci madde yeniden kaleme alınmış ve yürürlükteki Kanunun 144
üncü maddesinde öngörülen "Ancak, erkeğin kadından yoksulluk nafakası
isteyebilmesi için, kadının hâli refahta bulunması gerekir." hükmü
kadın-erkek eşitliği ilkesini zedelediği için metinden çıkartılmıştır.
Tasarıyla yeni getirilen
178 inci madde, boşanma sebebiyle açılacak davaların boşanma hükmünün
kesinleşmesinin üzerinden bir yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrayacağını hükme
bağlamıştır. Yürürlükteki Kanunda böyle bir hüküm mevcut değildir. Aynı şekilde
yeni getirilen 177 nci maddeyle de boşanmadan sonra açılacak davalarda yetkili
mahkemenin, nafaka alacaklısının yerleşimyeri mahkemesi olduğu hükme
bağlanmıştır. Yürürlükteki Kanunda bu konuda da bir hüküm mevcut değildir.
Tasarıyla yeni getirilen
181 inci maddenin ikinci fıkrası, boşanma davası devam ederken davacı eşin
ölümü hâlinde diğer eşin mirasçı olup olamayacağının şartını düzenlemektedir.
Buna göre, mirasçılardan herhangi birinin davayı devam ettirmesi ve davalı eşin
kusurlu olduğunun sabit olması hâlinde, davalı eş ölmüş olan davacı eşe mirasçı
olamayacaktır. Bu durumda mirasçıların devam ettirdikleri dava, artık boşanmaya
yönelik olmayacak (zira ölümle evlilik zaten sona ermiştir), bu davada
davalının boşanmada kusurlu olup olmadığı karara bağlanacaktır. Başka bir
deyişle, bu durumda devam eden dava, boşanmada hangi eşin kusurlu olduğunun
saptanmasına yönelik olacaktır.
c) Evliliğin Genel
Hükümleri Bölümü
"Evliliğin Genel
Hükümleri" başlığını taşıyan üçüncü bölümde yapılan değişikliklerin büyük
bir çoğunluğu kadın-erkek eşitliğinin sağlanması amacına yöneliktir.
Konutun seçimi, birliğin
yönetimi ve giderlere katılma konularını düzenleyen 186 ncı maddeyle
yürürlükteki Kanunun konutun seçimini kocaya tanıyan hükmü değiştirilmiş ve
eşlerin beraberce oturacakları ortak konutu birlikte seçmeleri ilkesi
getirilmiştir. Böylece konutun seçiminde kadına nazaran üstün konuma getirilmiş
bulunan kocanın tek başına konutu seçmesi imkânı ortadan kaldırılmıştır. Aynı
şekilde, eşitliği sağlamak amacıyla yürürlükteki Kanunun "koca birliğin
reisidir" hükmü kaldırılmış, böylece konut seçiminde olduğu gibi evlilik
birliğinin yönetiminde de eşlere eşit söz hakkı tanınmış, eşlerin evlilik
birliğini beraberce yönetmeleri ilkesi kabul edilmiştir.
Aynı maddenin üçüncü
fıkrasında, eşlerin evlilik birliğinin giderlerine katılmaları
konusunda da eşitlik ilkesine yer verilmiştir. "Karı
ve çocukların infak ve iaşesinin" kocaya ait olduğuna ilişkin hüküm
değiştirilerek, bu konuda her iki eşin de giderlere katılma zorunluluğu kabul
edilmiş, fakat giderlere katılmada ölçü olarak eşlerin malî güçleri, emek ve
malvarlıkları esas alınmıştır.
Kadının soyadı konusunda
yürürlükteki Kanunun 153 üncü maddesinde 4248 sayılı Kanunla yapılan ve kadının
kocasının soyadının önünde "önceki" soyadını da taşımasına imkân
sağlayan değişiklik, tasarının 187 nci maddesinde aynen korunmuştur.
Evlilik birliğinin
temsilinde de kadın-erkek eşitliğini sağlayacak biçimde esaslı değişiklik yapılmıştır.
Buna göre 188 inci madde uyarınca eşlerden her biri, ortak yaşamın devamı
süresince ailenin sürekli ihtiyaçları için evlilik birliğini temsil etme
yetkisine sahip olacaklardır. Eşler aynı zamanda birliğin temsili yetkisini
kullandıkları hâllerde, üçüncü kişilere karşı müteselsilen sorumlu
tutulacaklardır. 189 uncu maddede düzenlenen bu hükümle, bu tür borçlardan
sadece kocanın şahsen sorumlu olmasını öngören ilke değişmiş olmakta ve sonuçta
kadın-erkek eşitliği sağlanmaktadır.
Temsil yetkisinin kaldırılması,
sınırlanması ve kaldırılan yetkinin geri verilmesi konularında da kadın-erkek
eşitliğini sağlayan yeni düzenlemeler yapılmıştır.
Yürürlükteki Kanunun
"Karının meslek veya san'atı" kenar başlığını taşıyan 159 uncu
maddesi, eşitlik ilkesine aykırı bulunarak Anayasa Mahkemesi tarafından
29.11.1990 tarih ve 30/31 sayılı kararla iptal edilmiştir. Komisyon bu maddeyi
kadın-erkek eşitliğine uygun şekilde yeniden kaleme alarak Tasarıya 192 nci
madde olarak dahil etmiştir. Bu maddeyle eşlerden her birinin meslek veya iş
seçiminde diğerinin iznine bağlı olmadığı, dilediği meslek ve işi seçmekte ve
yürütmekte tamamiyle özgür olduğu açıkça dile getirilmiştir.
Tasarıya konulan yeni 194
üncü maddeye göre, aile konutuyla ilgili hukukî işlemler söz konusu olduğunda,
örneğin konutla ilgili kira sözleşmesinin feshedilmesi, konutun devredilmesi
veya konut üzerindeki hakların tamamen veya kısmen sınırlandırılması gibi
işlemlerde eşlerden her biri, diğerinin açık rızasına muhtaç olacaktır. Rıza
verilmedikçe bu işlemler yapılamayacaktır. Bu hüküm, bir önceki maddede kabul
edilen "eşlerden her birinin diğeri ve üçüncü kişilerle her türlü hukukî
işlemi yapabilme" ilkesine getirilmiş bir istisnadır. Aynı maddeyle, aile
konutu olarak özgülenen taşınmazın
maliki olmayan eşe, tapu kütüğüne konutla ilgili gerekli şerhin
verilmesini isteme hakkı tanınmaktadır. Eğer bu taşınmaz,
eşlerden biri tarafından kira yoluyla sağlanmışsa, kira sözleşmesinin tarafı
olmayan eş, kiralayana yapacağı bildirimle taraf haline gelecek, konut da bu
bildirimle aile konutu niteliğini kazanacaktır. Bu hükümlerle eşlerin
menfaatini koruma amacı güdüldüğü açıktır.
"Birlikte yaşamaya
ara verilmesi" kenar başlığını taşıyan yeni 197 nci madde, ortak yaşam
nedeniyle eşlerden birinin kişiliği, ekonomik güvenliği veya ailenin huzuru
tehlikeye düştüğü sürece, o eşe ayrı yaşama hakkı tanımaktadır. Bu hükmün
düzenlenmesinde kaynak Kanunun 175 inci maddesinden esinlenilmiştir.
Tasarının 199 uncu
maddesiyle İsviçre Medenî Kanununun 178 inci maddesine uygun olarak özel bir
önlem mahiyetinde olmak üzere hâkime eşlerden birinin tasarruf yetkisinin
sınırlanmasına karar verme yetkisini tanımaktadır. Bu hükümle, boşanmaya
kararlı olan kocanın sırf kadına nafaka veya tazminat ödememek için mevcut
mallarını başkalarına devretme imkânı önlenmekte ve bu yolla kadın korunmuş
olmaktadır. Aynı maddenin üçüncü fıkrasında, hâkimin eşlerden birinin
taşınmazlarıyla ilgili olarak tasarruf yetkisini kaldırması hâlinde, tasarruf
yetkisinin kaldırılmasına ilişkin önlemin tapuya şerh edilmesine re’sen karar
vermesi imkânı getirilmekte ve böylece eşlerin birbirlerinden mal kaçırmaları
yolu da kapatılmış olmaktadır.
Yürürlükteki Kanunun karı
koca arasında cebrî icra yasağını ve karının koca lehine yapacağı bazı
işlemlerin geçerliliğini hâkimin onayına tâbi tutan 167, 168 ve 169 uncu maddeleri kadın-erkek eşitliğine aykırı
görüldüğü ve aynı zamanda günümüz
şartlarında hiç de gerekli bulunmadığından Tasarıya alınmamıştır.
d) Eşler Arasındaki Mal
Rejimi Bölümü
Dördüncü Bölüm
"Eşler Arasındaki Mal Rejimi" başlığı altında ve beş ayırım hâlinde
eşler arasındaki mal rejimlerini düzenlemektedir.
Yürürlükteki Kanuna göre
eşler, evlenmeden önce veya evlilik devam ederken Kanunda belirlenen mal
rejimlerinden birini evlenme mukavelesi yapmak suretiyle seçebilirler. Eşler bu
konuda bir seçim yapmazlarsa, aralarında Kanundan ötürü "mal
ayrılığı" rejimi geçerli olacaktır. Kanun "yasal rejim" olan bu
rejimin yanında "akdî rejim" olarak "mal ortaklığı" ve
"mal birliği" rejimlerini de düzenlemiştir.
Kaynak Kanun olan İsviçre
Medenî Kanunu yasal rejim olarak
"mal birliği" rejimini benimsemiş idi. Ancak, İsviçre'de
Medenî Kanununun eşlerin mal rejimini düzenleyen altıncı bölümü (Sechster
Titel) 1 Ocak 1988 tarihinde
yürürlüğe giren 5 Ocak 1984 tarihli bir Kanunla yeni baştan düzenlenmiş, mal birliği
olarak geçerli olan yasal mal rejimi bu değişiklikte "Edinilmiş Mallara
Katılma" (Errungenschaftsbeteiligung) olarak kabul edilmiştir.
Uygulamada hakkaniyete aykırı sonuçlar
doğurduğu gözden kaçırılmayarak Ülkemizde geçerli olan “mal ayrılığı” rejiminin
değiştirilmesi cihetine gidilerek bunun yerine Tasarıda “Edinilmiş Mallara
Katılma” rejimi yasal rejim olarak kabul edilmiştir. Bunun yanında eşler
dilerlerse akdî rejim olarak “Mal Ayrılığı”, “Paylaşmalı Mal Ayrılığı” ve “Mal
Ortaklığı” rejimlerinden birini seçebileceklerdir. Bunun için yapacakları tek
şey, 205 inci madde uyarınca noterde bir mal rejimi sözleşmesi yapmaktan veya
aralarında yapacakları yazılı sözleşmeyi notere onaylatmaktan ibarettir.
Edinilmiş Mallara Katılma rejimi 24 madde
halinde ayrıntılı biçimde İkinci Ayırımda düzenlenmiştir.
Bu rejimde iki türlü mal vardır :Eşlerin
kişisel malları ve edinilmiş mallar.
Kişisel malların nelerden oluştuğu 220 nci
maddede bentler halinde sayılmıştır. Bu mallar kanundan ötürü kişisel mal
sayılır. Ayrıca eşler mal rejimi sözleşmesiyle bir mesleğin icrası veya
işletmenin faaliyeti sebebiyle doğan edinilmiş mallara dahil olması gereken
malvarlığı değerlerini kişisel mal sayılacağını kabul edebilirler. Tasarının 221
inci maddesi eşlere bu imkânı tanımaktadır.
Edinilmiş malların nelerden oluştuğu ise,
219 uncu maddede beş bent halinde sayılmaktadır. Aynı maddeye göre edinilmiş
mal, her eşin bu mal rejiminin devamı süresince karşılığını vererek elde ettiği
malvarlığı değerleridir. Böylece bir eşin çalışmasının karşılığı olan
edinimleri, çalışma gücünü kaybetmesi sebebiyle kendisine ödenen tazminatlar,
kişisel mallarının gelirleri, sosyal güvenlik ve sosyal yardım kurumlarının,
sandık ve benzerlerinin yaptığı ödemeler ve nihayet edinilmiş malların yerine
geçen değerler, bir eşin edinilmiş malı sayılacaktır. Bir eşin bütün malları
aksi ispat edilinceye kadar edinilmiş mal olarak kabul edilecek, eşlerden
hangisine ait olduğu ispat edilemeyen mallar, onların paylı mülkiyetinde
sayılacaktır. (m. 222)
Tasarının 223 üncü maddesine göre, her eş
yasal sınırlar içinde kişisel malları ile edinilmiş malları yönetme, bunlardan
yararlanma ve bunlar üzerinde tasarrufta bulunma hakkına sahiptir. Ancak bir eş
diğerinin rızası olmadıkça paylı mülkiyet konusu maldaki payı üzerinde
tasarrufta bulunamaz.
Tasarının 224 üncü maddesi eşlerden her
birinin kendi borçlarından dolayı üçüncü kişilere karşı bütün malvarlığıyla
sorumlu olmasını öngörmektedir.
Tasarının 225 ve devamı maddelerinde
rejimin sona ermesi halleri ile bu durumda tasfiyenin nasıl yapılacağı, eşlerin
paylarının nasıl hesaplanacağı, eklenecek değerler, kişisel mallar ile
edinilmiş mallar arasında denkleştirme, artık değer ve artık değerin
paylaştırılması, aile konutu ve ev eşyası üzerinde sağ kalan eşe tanınan haklar
düzenlenmektedir.
Edinilmiş mallara katılma rejiminin
düzenlenmesinde kaynak İsviçre Medenî Kanununun 196 ilâ 220 nci maddeleri
hükümlerinden geniş ölçüde yararlanılmıştır. Hatta birkaç istisna dışında bu hükümlerin
tamamen adı geçen Kanundan alındığı da söylenebilir.
Yürürlükteki Kanunda yasal mal rejimi
olarak kabul edilen “mal ayrılığı” rejimi, Tasarıda akdî rejim olarak üçüncü
ayırımda düzenlenmiştir.
Dördüncü ayırımı oluşturan paylaşmalı mal
ayrılığı rejimi mal ayrılığı rejiminin sakıncalarını gidermek amacıyla kısmen
edinilmiş mallara katılma rejimine benzeyen yeni bir rejim olarak
düzenlenmiştir.
Paylaşmalı mal ayrılığı
rejiminde, eşlerden her biri yasal sınırlar içinde kendi malvarlığı üzerinde
yönetim, yararlanma ve tasarruf hakkına sahiptir. Bu husus 244 üncü maddede
gayet açık bir ifadeyle dile getirilmiştir. 246 ncı madde uyarınca eşlerden her
biri, kendi borçlarından bütün malvarlığıyla bizzat sorumlu olacaktır.
Paylaşmalı mal rejimi,
eşlerden birinin ölümü, başka bir mal rejiminin kabulü, mahkemece evliliğin
iptaline, boşanmaya veya mal ayrılığına geçilmesine karar verilmesi hâllerinde
sona erecektir. Bu durumda rejimin tasfiyesine geçilecektir.
Tasarının 250 nci maddesi
uyarınca, eşlerden biri tarafından bu rejimin kurulmasından sonra edinilmiş
olup da ailenin ortak kullanım ve yararlanmasına özgülenmiş olan mallar ile
ailenin geleceğini güvence altına alma amacıyla yapılan yatırımlar veya
bunların yerine geçen değerler, mal rejiminin sona ermesi hâlinde eşler
arasında eşit olarak paylaşılacaktır. Ancak, manevî tazminat alacakları ve
miras yoluyla edinilen mallar ile karşılıksız kazandırmada bulunanın
iradesinden açıkça anlaşılmadıkça, sağlararası veya ölüme bağlı tasarruflarla
edinilen mallar eşler arasında paylaşılmayacaktır.
Getirilen 251 inci madde,
eşlerden birinin diğer eşin payını azaltmak kastıyla paylaşmadan önce bir malı
karşılıksız olarak elden çıkarması hâlinde hâkime, diğer eşin alacağı
denkleştirme bedelini hakkaniyete uygun biçimde belirleme yetkisi vermektedir.
Paylaşmanın açıkça
hakkaniyete aykırı olduğunun veya istemde bulunan eşin mirasçılıktan
çıkarılmasını (ıskatını) gerektirecek davranışlarda bulunduğunun anlaşılması
hâlinde hâkim, 252 nci madde uyarınca paylaştırma istemini reddedecektir.
Paylaştırma yöntemi 253
üncü maddede; "Paylaştırmanın aynen yapılmasına olanak yoksa, malın maliki
eş diğer eşin payını parayla ödeyebileceği gibi malı ona vererek kendi
payına düşen bedelin parayla ödenmesini isteyebilir. Paylaştırmada, paylaşım
konusu olan malın edinilmesinden doğan borçlar indirilir." şeklinde
düzenlenmiştir.
Tasarı eşlerden birinin
katkısından doğan hakkını da düzenlemektedir. Buna göre, eşlerden biri diğerine
ait olup paylaştırma dışı kalan bir malın edinilmesine, iyileştirilmesine veya
korunmasına hiç ya da uygun bir karşılık almaksızın katkıda bulunmuşsa, mal
rejiminin sona ermesi hâlinde, katkısı oranında hakkaniyete uygun bir bedel
ödenmesini isteyebilecektir.
Tasarı, paylaşmalı mal
ayrılığı rejimi sona erdiğinde, eşlerden her birine, paylı mülkiyetteki bir
malın kendisine özgülenmesinde üstün yararı olduğunu ispat ederek eşine
karşılığını ödemek suretiyle bu malın kendisine özgülenmesini isteme hakkı
tanımaktadır.
Tasarının 254 üncü
maddesinde ekonomik ve sosyal açıdan korunması gereken eşi koruma amacını
taşıyan bir hüküm getirilmektedir. Buna göre, evliliğin iptal veya boşanma
kararıyla sona erdirilmesi hâlinde, taraflardan birine ait olmakla beraber
paylaşım konusu olan konutta paylaşmadan sonra da hangisinin kalmaya ve ev
eşyasını kullanmaya devam edeceği konusunda
tarafların anlaşmaları mümkündür. Eğer taraflar bu konuda anlaşamazlarsa, hâkim hakkaniyet
gerektiriyorsa iptal veya boşanma kararıyla birlikte bu hakka hangisinin sahip
olacağına kendiliğinden, yani bir istem olmaksızın karar verecektir. Hâkim
karar verirken, olayın özelliklerini, tarafların ekonomik ve sosyal durumlarını
ve varsa çocukların menfaatlerini göz önünde bulunduracaktır.
Anlaşma sonucunda bu
hakkı elde eden eş veya anlaşmazlık hâlinde karar veren hâkim, bu hakkın şerh
edilmesini sağlamak üzere tapu idaresine bildirimde bulunacaklardır. Şerh
süresinin sonunda bu hak kendiliğinden sona erecektir.
Aile konutunda
kalmaya ve ev eşyasını kullanmaya devam etmesine mahkemece karar verilmiş
olan tarafın durumunda değişiklik olması, örneğin ekonomik durumunun iyileşmiş
veya bu arada kendisine miras yoluyla yeterince mal varlığı değeri kalmış
olması durumunda, diğer taraf hâkimden kararını yeniden gözden geçirmesini
isteyebilecektir. Hâkim, şartlar gerektiriyorsa, kararını değiştirebilecektir.
Eşlerden birinin ölümü
hâlinde, tereke malları arasında ev eşyası veya birlikte yaşanmış konut varsa,
sağ kalan eş bunlar üzerinde kendisine, miras ve paylaşmadan doğan hakkına
mahsup edilmek ve yetmezse bir bedel
eklenmek suretiyle mülkiyet hakkı tanınmasını 255 inci maddenin birinci
fıkrasına dayanarak isteyebilecektir. Bu hüküm sayesinde sağ kalan eşin birlikte yaşadıkları ve acı
tatlı hatıralarla dolu olan aile konutunda yaşantısını sürdürmesi mümkün olacaktır.
Beşinci bölümde
düzenlenen "mal ortaklığı"na ilişkin hükümler büyük ölçüde
İsviçre Medenî Kanununun 221 ilâ 246
ncı maddelerinden yararlanılarak kaleme alınmıştır.
2) HISIMLIK KISMI
Yürürlükteki Kanunda aile
hukuku kitabının ikinci kısmının başlığı "Hısımlar" biçimindedir. Bu
kısımda hısımlardan çok hısımlığın nasıl doğacağı veya kurulacağı ve hısımlık
ilişkisinin hukukî sonuçları düzenlenmekte olduğundan, başlık kaynak Kanuna da
uygun olarak "Hısımlık" şeklinde değiştirilmiştir.
Yürürlükteki Kanunun bu
kısmı, "Nesebi Sahih Çocuklar", "Nesebi Sahih Olmayan
Çocuk" ve "Aile"
başlıklarını taşıyan üç bölümden (babtan) oluşmakta iken, Tasarıda iki bölüm
hâlinde düzenlenmiştir. Zira bu sistematik aynen İsviçre'de 1 Ocak 1978
tarihinde gerçekleşen değişiklikle uyumlu olarak "sahih nesep",
"sahih olmayan nesep" ayrılığına son vermektedir. Bu itibarla birinci
bölümün başlığı "Nesebi Sahih Çocuklar" yerine "Soybağının
Kurulması" şeklinde değiştirilmiştir. Nesep terimi çok eskimiş olduğu ve çoğu
kez "mezhep" terimiyle karışıklığa sebep olduğu için, Tasarıda arı
Türkçe bir sözcük olan "soybağı" şekline dönüştürülmüştür. İkinci
bölüm "Aile" başlığını taşımaktadır.
a) Soybağının Kurulması
Bölümü
Bu bölüm "Genel Hükümler",
"Kocanın Babalığı", "Tanıma ve Babalık Hükmü", "Evlât
Edinme", "Soybağının Hükümleri", "Velâyet" ve
"Çocuk Malları" olmak üzere yedi ayırım şeklinde düzenlenmiştir.
"Genel Hükümler" başlığını taşıyan ve
yürürlükteki Kanunda olmayan birinci
ayırımda çocuk ile ana ve çocuk ile baba arasında soybağının kurulmasına
ilişkin genel kurallara yer verilmiştir.
Bu ayırımda 282 nci
maddenin birinci fıkrası, aslında doğal ve hukukî bir gerçeği dile getirmekle
birlikte, Medenî Kanunun soybağını düzenleyen hükümlerinde çocuk ile
baba arasında olduğu gibi, çocuk ile ana arasındaki soybağının da nasıl
kurulduğunu açıklayan bir hükmün bulunması gereğini yerine getirmektedir.
İkinci fıkrada, çocuk ile baba arasında soybağının kurulmasını sağlayan
hukukî olaylar sayılmaktadır. Buna
göre, çocuk ile baba arasında soybağının kurulmasına kaynaklık eden hukukî
olaylar, seçenek olarak evlilik, tanıma
veya hâkim kararıdır. Üçüncü fıkrada da soybağının kurulmasını sağlayan
"evlât edinme" belirtilmektedir.
Yürürlükteki Kanunda
mevcut olmayan 282 nci madde kaleme
alınırken kaynak İsviçre Medenî Kanununda yapılan ve 1978 yılı başında
yürürlüğe giren değişiklik örnek alınmıştır.
İkinci ayırım
"Kocanın Babalığı" başlığını taşımaktadır. Bu ayırımda evliliğe
dayalı "babalık karinesi" ile bunun sonuçları düzenlendikten hemen
sonra, "sonradan evlenme" sayesinde evlilik içinde doğan
çocuklara ilişkin hükümlere
kendiliğinden tâbi olma, yani
koca ile çocuk arasında soybağının kurulması, kocanın babalığının bu sayede
hukuken kabullenilmesi olanağı da yer almakta ve yürürlükteki Kanunun ikinci
fasılında olduğu gibi "Nesebin Tashihi" şeklinde bir başlık altında
bağımsız bir ayırıma yer verilmemektedir.
Bu ayırımın başlığı,
çocuk ile soybağı ilişkisi kurulan kişinin, çocuğu doğuran kadın ile evli olan
kişi olması hâline işaret etmek üzere "Kocanın Babalığı" şeklinde belirlenmiştir. Bu ayırımda çocuğu
doğuran kadın ile evli olan veya evliliği sona ermiş bulunan kişinin çocuk ile
olan soybağı düzenlenmektedir.
Soybağının reddi konusunu
düzenleyen 286 ncı maddenin ikinci fıkrasında, ilgili olan çocuğa da dava
hakkının tanınması gerektiği görüşü benimsenmiştir.
Tasarının 288 inci
maddesinin birinci fıkrasında, yürürlükteki metinden farklı olarak "yüz
seksen günlük süre" bir ölçü olarak zikredilmemiş, sadece "evlenmeden
önce...ana rahmine düşmüşse" deyimi kullanılmıştır. Çünkü evlilik içinde
ana rahmine düşmüş olma olgusunun hangi durumda kabul edileceği, yüz seksen
günlük süre ölçüsü de zikredilmek suretiyle zaten bir önceki maddede
düzenlenmiştir ki, o maddenin zıt anlamı, evlenmeden önce ana rahmine düşmenin
ne zaman söz konusu olacağını da ortaya koymaktadır.
Tasarının 289 uncu
maddesiyle yürürlükteki Kanunda öngörülen bir aylık dava açma süresi bir ve beş
yıllık süreler hâline getirilmiştir.
"Karinelerin
çakışması" kenar başlığını taşıyan 290 ıncı madde ile yürürlükteki Kanunda
düzenlenmemiş olan önemli bir konu hükme bağlanmaktadır. Kaynak Kanundan
esinlenerek kaleme alınan bu maddeye göre, çocuk evliliğin sona ermesinden başlayarak üç yüz gün
geçmeden önce doğmuş ve ana da bu arada, yani çocuk doğmadan önce
yeniden evlenmiş olursa, ikinci evlilikteki koca baba sayılacaktır.
Ancak bu karine âdi bir karine mahiyetindedir, yani aksi ispatlanarak
çürütülebilir. Bu durumda ise, sona eren birinci evlilikteki koca baba
sayılacaktır.
Diğer ilgililerin dava
hakkının düzenlendiği 291 inci maddenin ikinci fıkrasıyla, ergin olmayan
çocuğun dava hakkı hükme bağlanmaktadır. Davayı çocuk adına kayyım açacaktır.
Kayyım, atanma kararının kendisine tebliğinden itibaren bir yıl içinde
soybağının reddi davasını açabilecektir.
292, 293 ve 294 üncü
maddeler yürürlükteki Kanunun "Nesebin Tashihi" başlığını taşıyan 247
ve devamı maddelerini karşılamaktadır. Madde sonradan evlenme yoluyla çocuk ile
koca arasında soybağı kurabilme imkânını düzenlemektedir. Bu durumda çocuk
kendiliğinden evlilik içinde doğan çocuklara ilişkin hükümlere tâbi olacaktır.
Üçüncü ayırım
"Tanıma ve Babalık Hükmü" başlığı altında çocuk ile babası arasındaki
soybağının "tanıma" ve "babalığa mahkemece karar verilmesi"
yoluyla kurulmasını düzenlemektedir.
Tasarıda "sahih nesep -sahih olmayan nesep" farklılığı kaldırıldığı için tanıma ve
babalık hükmü, yürürlükteki Kanunun sistematiğinden farklı olarak, soybağının
hükümlerinden önce düzenlenmiştir. Tanıma ve babalık hükmü çocuk ile baba
arasında "sahih olmayan (gayri sahih)
nesep" değil, normal bir soybağı kurmaktadır.
Tanımanın koşullarını ve
şeklini düzenleyen 295 inci maddede, şartları varsa tanımanın babanın babası
tarafından da yapılmasına imkân tanıyan yürürlükteki hükme yer verilmemiştir.
Şekil konusunda yürürlükteki Kanundan farklı olarak, tanımanın resmî senet veya
vasiyetname ile yapılabilmesi yanında, nüfus memuruna veya mahkemeye yazılı başvuruda bulunmak suretiyle de
yapılmasına imkân sağlanmıştır.
Dördüncü ayırımda
"Evlât Edinme" düzenlenmektedir. Tasarıyla getirilen yeni düzenleme,
evlât edinme konusunda büyük değişiklikleri içermektedir. Bu değişiklikler
aşağıda ilgili maddelerde açıklanacaktır.
Küçüklerin, yani henüz
ergin olmamış bulunan kişilerin evlât edinilmesi, onların evlât edinen
tarafından iki yıl süreyle bakılmış ve
eğitilmiş olmaları koşuluna
bağlanmıştır. (m.305) Bir
sonraki 306 ncı madde uyarınca, evli
olmayanların birlikte evlât edinmeleri mümkün olmayacak, ancak eşler birlikte
evlât edinebileceklerdir. Ancak eşlerden biri en az iki yıldan beri evli
olmaları veya otuz yaşını doldurmuş bulunması koşuluyla diğer eşin önceki
evliliğinden olan çocuğunu evlât edinebilecektir. Bu hüküm, birinci fıkra
hükmünün istisnasını oluşturmaktadır.
Eşlerin bir kimseyi
birlikte evlât edinebilmeleri için, en az beş yıldan beri evli olmaları veya
otuz yaşını doldurmuş bulunmaları gerekecektir. Böylece yürürlükteki Kanunun öngördüğü yaş, otuz beşten
"otuza" indirilmiş olmaktadır. Yapılan bu yeni düzenlemeyle örneğin
iki yıldan beri evli olmakla birlikte otuz yaşını doldurmuş bulunan eşler evlât
edinebilecekleri gibi, henüz otuz yaşını doldurmamış olmakla beraber en az beş
yıldır evli olan eşler de evlât edinebileceklerdir.
Tek başına evlât
edinmenin düzenlendiği 307 nci maddeye
göre, evli olmayan bir kimse otuz yaşını doldurmuş olduğu takdirde tek başına
evlât edinebilecektir.
Aynı madde uyarınca, otuz
yaşını doldurmuş olan eş, diğer eşin ayırt etme gücünden sürekli olarak
yoksunluğunu veya iki yılı aşkın süreden beri nerede olduğunun bilinmemesi ya
da iki yıldan beri mahkeme kararıyla eşinden ayrı yaşamakta olması yüzünden
birlikte evlât edinmesinin mümkün olmadığını ispat ederse, tek başına evlât
edinebilecektir. Bu hüküm bir önceki maddeyle getirilen "eşlerin ancak
birlikte evlât edinebilecekleri" kuralının istisnasını oluşturmaktadır.
Tasarıyla yeni getirilen
312 nci maddenin birinci fıkrası, küçüklerin evlât edinilmek amacıyla bu
işlerle görevli bir kuruma yerleştirilmesi ve ana ve babadan birinin rızasının
bulunmaması hâlinde, kural olarak küçüğün yerleştirilmesinden önce, evlât
edinen veya evlât edinmeye aracılık yapan kurumun istemi üzerine, hâkimin bu
rızanın aranıp aranmamasına karar verebilmesini düzenlemektedir. Üçüncü fıkra ise, ana ve babadan birinin küçüğe
karşı özen yükümlülüğünü yeterince yerine getirmemesi sebebiyle rızasının
aranmaması kararının kendisine yazılı olarak bildirilebileceğini hükme
bağlamaktadır.
Tasarı, küçüklerin evlât
edinilmesinde yürürlükteki Kanundan ayrılarak, evlât edinenin "nesebi
sahih füruunun bulunmaması" şartını benimsememiş, böylece altsoyu bulunsa
dahi bir kimsenin bir veya birden fazla
küçüğü evlât edinebilmesine olanak tanımıştır. Oysa Tasarıda erginlerin ve
kısıtlıların evlât edinilmesi, evlât edinenin altsoyunun bulunmaması koşuluna
bağlanmıştır. Böylece küçükler ile erginlerin ve kısıtlıların evlât
edinilmelerinde farklı bir yol izlenmiştir. Erginlerin ve kısıtlıların evlât
edinebilmeleri 313 üncü maddede üç bent hâlinde şu hâllere indirgenmiştir:
1. Bedensel veya zihinsel
özrü sebebiyle sürekli olarak yardıma muhtaç ve evlât edinen tarafından en az
beş yıldan beri bakılıp gözetilmekte ise,
2. Evlât edinen
tarafından, küçükken en az beş yıl süreyle bakılıp gözetilmiş ve eğitilmiş ise,
3. Diğer haklı sebepler
mevcut ve evlât edinilen, en az beş yıldan beri evlât edinen ile aile halinde
birlikte yaşamakta ise.
Evlât edinme kararının,
evlât edinenin oturmayeri; birlikte evlât edinmede eşlerden birinin oturmayeri
mahkemesince verileceği 315 inci
maddeyle öngörülmüştür. Bunu izleyen maddede, evlât edinmeye ancak esaslı sayılan her türlü durum ve
koşulların kapsamlı biçimde araştırılmasından ve gerektiğinde uzmanların
görüşünün alınmasından sonra karar verileceği vurgulanmaktadır. Bu aşamada,
evlât edinenin altsoyu varsa onların evlât edinmeyle ilgili tavır ve
düşüncelerinin de değerlendirilmesi gerekecektir.
Tasarının 320 nci maddesi
yürürlükteki Kanunda düzenlenmemiş olan "evlâtlık işlemlerinde
aracılık" kurumunu hükme bağlamaktadır. Uygulamada çoğu kişiler evlât
edinmeyi, bir çok aileler de kendi çocuklarının evlât edinilmesini
arzuladıkları hâlde, bunları bir araya getiren kurumlar ve bu kurumların yasal
statülerini düzenleyen hükümler mevcut olmadığı için, Ülkemizde evlât edinme işlemleri
sağlıklı ve etkin biçimde gerçekleştirilememektedir. Yeni getirilen bu madde, Ülkemizde bu alanda mevcut olan
söz konusu eksikliği gidermek amacını
taşımaktadır. Bu yeni hükme göre, evlât edinme işlemlerinde aracılık sadece
Devletin kendi yetkili kurumları tarafından yapılabilecek, gerçek kişiler ve
özel hukuk tüzel kişileri bu faaliyetleri yürütemeyeceklerdir.
Küçüklerin evlât
edinilebilmeleri için, ayırt etme gücüne sahip bulunan küçüğün rızası gerekli olduğu gibi, ana ve
babasının rızası da gerekecektir. Rıza, küçüğün veya ana ve babasının
oturdukları yer mahkemesinde sözlü veya yazılı olarak açıklanmak suretiyle
tutanağa geçirilecektir (m.309). Ancak, rıza küçüğün doğumunun üzerinden altı
hafta geçmeden önce verilemeyecektir. Ana ve babaya, verdikleri rızayı bir defa
geri alabilmeleri imkânı tanınmıştır. Ancak, geri almadan sonra verilecek rıza
kesin rıza sayılacaktır (m.310).
Beşinci ayırım
"Soybağının Hükümleri" başlığını taşımakta ve yürürlükteki Kanunun
259 ilâ 261 inci maddelerinin yer aldığı "Nesep Sıhhatinin Umumî
Hükümleri" başlıklı dördüncü faslını karşılamaktadır.
Çocuğun soyadı konusunun
düzenlendiği 321 inci maddeye göre çocuk, ana ve baba evliyse ailenin soyadını
taşıyacaktır. Eğer ana ve baba evli değilse, yani çocuk yasal olmayan bir
birleşme sonucunda dünyaya gelmişse,
ananın soyadını taşıyacaktır. Ancak, ana
önceki evliliğinden dolayı çifte soyadı taşımakta ise, o zaman çocuk
onun bekârlık (kızlık) soyadını taşıyacaktır.
Tasarıyla yeni getirilen
323 üncü madde ana ve babanın, kendi velâyetleri altında bulunmayan, örneğin
ana ve babadan alınarak başka bir kimsenin koruma ve gözetimine bırakılmış olan
çocuk ile uygun bir biçimde kişisel ilişki kurulmasını isteme haklarını
düzenlemektedir. Bir sonraki 324 üncü madde ise, ana ve babanın bir önceki
madde uyarınca çocuk ile kurabilecekleri kişisel ilişkinin sınırlarını
belirlemektedir. Buna göre, ana ve babadan herbiri diğerinin çocuk ile kişisel
ilişkisini zedelemekten, çocuğun eğitilmesini ve yetiştirilmesini engellemekten
kaçınmak zorundadırlar. İkinci fıkrada belirlenen hâllerde kişisel ilişki kurma
hakkının reddedilmesi veya onlardan geri alınması söz konusu olacaktır.
Yeni getirilen 325 inci
madde ise olağanüstü hâllerin mevcut olması durumunda çocuğun menfaatine uygun
düştüğü ölçüde çocuk ile kişisel ilişki kurulmasını isteme hakkının diğer
kişilere, özellikle hısımlara da tanınabilmesini hükme bağlamaktadır. Bu ilişkilerin kurulmasıyla ilgili bütün
düzenlemelerde çocuğun oturduğu yer mahkemesi yetkili kılınmıştır. (m.326)
Ancak, aynı madde uyarınca, çocuk ile kişisel ilişkiye yönelik bir düzenleme
yapılıncaya kadar, velâyet hakkına sahip veya çocuk kendisine bırakılmış olan
kimsenin rızası dışında kişisel ilişki
uygulanması mümkün olmayacaktır. Örneğin çocuğun korunması ve gözetimi bir
başka kimseye bırakılmışsa, mahkemece düzenleme yapılıncaya kadar ana ve baba,
çocuğun kendisine bırakıldığı bu kimsenin rızası olmadıkça çocukları ile
kişisel ilişki kuramayacaklardır.
Çocuğun bakımıyla ilgili
olarak getirilen yeni 328 inci madde, ana ve babanın bakım borcunun çocuğun
ergin olmasına kadar devam edeceğini, ancak çocuk ergin olmuş olsa bile bakım
borcunun çocuğun eğitiminin sona ermesine kadar ana ve babadan durum ve
koşullara göre beklenebilecek ölçüde olmak üzere devam edeceğini hükme
bağlamaktadır.
Tasarının 329 uncu
maddesi yürürlükteki Kanunda mevcut olmayan "nafaka davası açma
hakkı"nı düzenlemektedir. Buna göre, küçüğe fiilen bakan ana veya baba
diğerine karşı doğrudan doğruya kendi
adına nafaka davası açabilecektir. Küçük de ayırt etme gücüne sahip ise
nafaka davası açabilecek, sahip değilse onun adına bu davayı atanacak kayyım
veya vasi açabilecektir. Nafaka miktarı çocuğun ihtiyaçları ile ana ve babanın
hayat koşulları ve ödeme güçleri dikkate alınarak belirlenecek ve her ay peşin
olarak ödenecektir. Durumun değişmesi hâlinde hâkim, istem üzerine nafaka
miktarını yeniden belirleyecek veya kaldıracaktır.
Babalık davası ile
birlikte nafaka istenir ve hâkim, babalık olasılığını kuvvetli bulursa,
hükümden önce çocuğun ihtiyaçları için uygun bir nafakaya karar
verebilecektir. Soybağı tespit edilirse davalı uygun nafaka miktarını
depo etmeye veya geçici
olarak ödemeye mahkûm edilebilecektir.
Yürürlükteki Kanunda
bulunmayan yeni bir maddede (m.334) ana ve babanın nafaka yükümlülüklerini
ileride de yerine getirmeyeceklerine
dair veri oluşturan bazı hâller sayılmakta ve bunların varlığı hâlinde
hâkimin, ana ve babayı uygun bir güvence sağlamaya mahkûm edebileceği yahut
başka önlemlerin alınmasına karar verebileceği hükme bağlanmaktadır.
Altıncı ayırım
"Velâyet" konusunu düzenlemektedir. Bu ayırım yürürlükteki Kanunun
yedinci babının beşinci faslını karşılamaktadır. Bu ayırımda yer alan
maddelerin bazıları İsviçre Medenî Kanununun 1976 tarihli değişikliğinden
esinlenilerek düzenlenmiş, bazıları yürürlükteki Kanundan, bazıları ise 1984
tarihli Öntasarıdan alınmıştır.
Tasarının 335 inci
maddesinde ergin olmayan çocuklar üzerinde velâyet hakkının ana ve babaya ait
olduğu kuralı tekrarlandıktan sonra, 336 ncı maddede evlilik devam ettiği
sürece ana ve babanın velâyeti birlikte kullanacakları vurgulanmaktadır.
Yürürlükteki Kanunun velâyetin yürütülmesinde ana ve babanın anlaşamamaları
hâlinde babanın oyuna üstünlük tanıyan 263 üncü maddesindeki hüküm, kadın-erkek
eşitliğini bozmakta olduğundan Tasarının bu maddesine alınmamıştır.
Tasarıya yeni konulan 337
nci maddeyle, ana ve baba evli değilse velâyetin anaya ait olduğu hükme
bağlanmıştır. Ancak, aynı maddede ananın küçük, kısıtlı veya ölmüş olması ya da
velâyetin kendisinden alınmış olması durumunda, hâkimin çocuğun menfaatine göre
çocuğa vasi atama ya da velâyeti babaya verme konusunda yetkili olduğu
açıklanmaktadır.
Yürürlükteki Kanunda
düzenlenmemiş olan bir başka konu da yeni 338 inci maddeyle hükme bağlanmıştır.
Buna göre, eşler ergin olmayan üvey çocuklarına da özen ve ilgi göstermekle
yükümlüdürler. Bir eş, kendi çocuğu üzerinde velâyeti kullanan eşine uygun bir
şekilde yardımcı olacak, hatta durum ve koşullar zorunlu kılarsa çocuğun
ihtiyaçları için onu temsil edecektir. Bu madde hükmü, bir sosyal ahlâk
gerekliliğini, Medenî Kanunda yer alan bir özel hukuk kuralı düzeyine
çıkarmaktadır.
"Çocuk Malları"
başlığını taşıyan yedinci ayırımda düzenlenen maddelerde yürürlükteki Kanuna
nazaran büyük ve önemli değişiklik olmamıştır.
Değişiklik getiren bir
hüküm 354 üncü maddededir. Yürürlükteki Kanun çocuk malları üzerinde istifade
(yararlanma) hakkı tanırken, Tasarı daha sınırlı bir anlamı olan
"kullanma" deyimini tercih etmiş, böylece de çocuğu korumak amacıyla,
ana ve babanın çocuk mallarını sadece kullanabilecekleri, onlardan
yararlanamayacakları hükme bağlanmıştır.
355 inci maddeyle
getirilen değişiklik, çocuk mallarının gelirlerinin çocuğa sarfedilmesinden
sonra artan kısmın aile ihtiyacına sarfedileceği, kalanın ise çocuğun mallarına
katılacağı şeklindedir.
Kısmen kaynak Kanunun 320
nci maddesinden alınan yeni 356 ncı maddede, çocuğa yapılan sermaye biçimindeki
ödemelerin, tazminat ödemelerinin ve
maddî değeri olan benzeri edimlerin, olağan ihtiyaçlar gerektirdiği ölçüde
çocuğun bakımı için kısmen kullanılabileceği hükme bağlanmaktadır. İkinci
fıkra, çocuğun bakımı, eğitimi ve yetiştirilmesi için zorunluluk varsa, hâkimin
ana ve babaya, belirlediği miktarlarda çocuğun diğer mallarına da başvurma
yetkisi tanıyabileceğini belirtmektedir.
Tasarının 359 uncu
maddesinde yürürlükte olan Kanundaki "küçüğün kazancının, yanlarında
yaşadığı sürece, ana ve babaya ait olduğuna" ilişkin hükme yer verilmemiş,
ancak ana ve baba ile birlikte yaşayan çocuğun kendi bakımı için uygun bir
katkıda bulunması esası getirilmiştir. Bir önceki 358 inci maddede de yeni bir
hüküm olarak ölüme bağlı tasarruf yoluyla çocuğun saklı payının ana ve babanın
yönetimi dışında bırakılabileceği hükme bağlanmıştır.
Çocuk mallarının geri
verilmesinde ana ve babanın sorumluluğu yürürlükteki Kanundan farklı biçimde
düzenlenmiştir. Yürürlükteki Kanun onların intifa hakkı sahibi gibi sorumlu
olacaklarını öngörmüş iken, Tasarı onları "vekil" gibi sorumlu
tutmaktadır.
b) Aile Bölümü
Bu bölüm "Nafaka
Yükümlülüğü", "Ev Düzeni" ve "Aile Malları"
başlıklarını taşıyan üç ayırımdan oluşmaktadır.
Ayırımın başlığında yer
alan "Nafaka" terimi eski bir terim olmakla beraber, uygulamada geniş
ölçüde alışılmış ve anlamı herkes tarafından bilinmekte olduğundan,
değiştirilmesi yoluna gidilmeyerek aynen korunmuştur.
Birinci ayırımda 364 üncü
maddeye eklenen üçüncü fıkrayla eşin ve ana ve babanın bakım borçlarına ilişkin
hükümlerin saklı olduğu vurgulanmıştır.
Kaynak Kanundan
esinlenerek kaleme alınan yeni 366 ncı
madde, korunmaya muhtaç kişilerin bakımının bununla yükümlü kurumlar tarafından
sağlanacağını öngörmektedir. Esasında bu hükümle korunmaya muhtaç kişilere
ilişkin özel kanunlara yollama yapılmaktadır. Maddede özellikle "korunmaya
muhtaç çocuklardan" değil, fakat "korunmaya muhtaç kişilerden"
söz edilmektedir. Bu kurumlar, söz konusu kişiler için yaptıkları giderleri
nafaka yükümlüsü hısımlarından isteyebileceklerdir.
İkinci ayırımda "Ev
Hakimiyeti" düzenlenmektedir.
367 nci madde, sadece
"aynı çatı altında" sözcüklerinin çıkarılması suretiyle, yürürlükteki
Kanundan aynen alınmıştır. 368 inci maddede yapılan tek değişiklik, ev
başkanının göstermesi gereken özenle ilgilidir. Yürürlükteki metinde bu özen,
ev başkanının kendi eşyasına göstereceği özen ile aynı iken, maddede bu ölçüden
ayrılınmış ve somut olayın özelliğine göre gösterilmesi gereken objektif bir
özen aranmıştır.
Ev başkanının sorumluluğunu düzenleyen 369 uncu
maddeye, yürürlükteki Kanunun 320 nci maddesindeki hükme ilâveten, "bu
dikkat ve özeni gösterseydi dahi zararın meydana gelmesini
engelleyemeyeceğini" deyimi konulmuş, böylece ev başkanının Borçlar
Kanununun 55 ve 56 ncı maddelerinde
olduğu gibi sorumluluktan kurtulabilmesi olanağı kabul edilmiştir.
Tasarıya konulan yeni 370
ve 371 inci maddeler uyarınca talep edilebilecek denkleştirme bedelinin
istenmesi zamanı düzenlenmektedir.
"Aile Malları"
başlığını taşıyan üçüncü ayırımda yer alan hükümlerde esasa ilişkin önemli
değişiklik yapılmamış, sadece bazı deyim ve terimler arılaştırılmıştır.
"Aile şirketi emvali" eskimiş bir terim olduğundan "Aile malları
ortaklığı" şeklinde; "Hissei temettü şartiyle şirket" terimi ise
"Kazanç paylı aile malları ortaklığı" şeklinde değiştirilmiştir.
3) VESAYET KISMI
Aile hukuku kitabının
üçüncü kısmında düzenlenen vesayet, "Vesayet Düzeni", "Vesayetin
Yürütülmesi" ve "Vesayetin Sona Ermesi" başlıklarını taşıyan üç
bölümden oluşmaktadır.
Vesayet kısmında
düzenlenmekte olan kurumlarda ve bunlara ilişkin hükümlerde önemli ve esaslı
değişiklikler söz konusu değildir. Daha çok şekle ilişkin olarak bazı terim ve
deyimler arılaştırılmış, bu suretle maddelerin içerikleri ile uyum sağlanmış ve
hükümlerin daha kolay anlaşılması mümkün hâle getirilmiştir. Örneğin alışılmış
olmaları sebebiyle vesayet, vasi, vesayet makamı, aile meclisi ve kayyım
terimleri aynen korunurken, "kanunî müşavir" yerine "yasal
danışman" terimi tercih edilmiştir. Aynı şekilde "vesayet
teşkilâtı" yerine "veyaset düzeni"; "vesayet uzuvları"
yerine "vesayet organları"
terimlerine yer verilmiştir.
a) Vesayet Düzeni Bölümü
Özel vesayetin
kurulmasında istemde bulunacakları belirleyen 399 uncu maddeye, yürürlükteki
metinde geçen "vesayet altındaki kimsenin yakın kan veya sıhrî
hısımlarından iki reşidin" deyimi yerine, "vesayet altına alınan
kişinin fiil ehliyetine sahip iki yakın hısımının" deyiminin konulması
tercih edilmiştir.
"Vesayeti Gerektiren
Hâller" başlığını taşıyan ikinci ayırımda istek üzerine kısıtlanmayı düzenleyen 408 inci maddede sayılan hâllere
"ağır hastalık" hâli de eklenmiştir.
Yürürlükteki Kanunun 356
ncı maddesini karşılayan 406 ncı maddenin kenar başlığı arılaştırılmış, ayrıca
hem kenar başlığında, hem de madde
metninde "ayyaşlık" yerine
"alkol veya uyuşturucu madde bağımlılığı" deyiminin kullanılması
uygun görülmüştür. Bu suretle ayyaşlığın sadece alkol bağımlılığını ifade
etmediği vurgulanmıştır.
409 uncu maddede akıl
hastalığı veya akıl zayıflığı sebebiyle kısıtlamaya ancak resmî sağlık kurulu
raporu üzerine karar verilebileceği hükmü getirilmiş, bu suretle herhangi bir
hekimin raporuyla karar verme imkânı ortadan kaldırılmıştır.
"Vasinin
atanması" başlıklı dördüncü ayırımda vasiliği kabul yükümlülüğünü
düzenleyen maddede yapılan değişiklikle, bu yükümlülüğün sadece erkekler için
değil, fakat kadınlar için de öngörüldüğünü vurgulamak üzere yürürlükteki
Kanunda yer alan "erkekler"
sözcüğü "vasiliğe atananlar" şekline dönüştürülmüştür. Böylece
erkekler aleyhine bozulan eşitlik de giderilmiş olmaktadır.
Vasilikten kaçınma
sebeplerini düzenleyen 417 nci maddeye yürürlükteki metinde sayılanlardan başka
Cumhurbaşkanı, Bakanlar Kurulu üyeleri, hâkimlik ve savcılık mesleği mensupları
da eklenmiş, böylece kaçınabileceklerin alanı bir ölçüde genişletilmiştir.
Beşinci ayırımın başlığı
yürürlükteki Kanunda "Kayyımlık" iken Tasarıda bu başlığa "Yasal
Danışmanlık" da eklenmiştir. Zira bu ayırımda aynı zamanda yasal
danışmanlık da düzenlenmektedir.
429 uncu maddenin kenar
başlığı yürürlükteki Kanunda "Mahdut ehliyet" tir. Oysa bu maddede ehliyet konusu değil, "yasal
danışmanlık" düzenlenmektedir. Bu sebeple başlık "Yasal danışmanlık"
olarak değiştirilmiştir. Ayrıca madde içerisinde de "reyi alınmak üzere
müşavir" yerine "yasal danışmanı" deyimi kullanılmıştır.
Maddenin birinci bendinde
"husumet" deyimiyle
kastedilen, "dava açma"dır. Bu sebeple "dava açma" şeklinde
terim değişikliği yapılmıştır.
Yürürlükteki Kanunda beş
ayırımdan (fasıldan) oluşan birinci bölüm (bab), Tasarıda "Koruma Amacıyla
Özgürlüğün Kısıtlanması" başlıklı yeni bir ayırımın eklenmesiyle altı
ayırımdan oluşur duruma gelmiştir.
Yürürlükteki Kanunda ve
1984 tarihli Öntasarıda mevcut olmayan bu altıncı ayırım, İsviçre Medenî
Kanununda 1 Ocak 1981 tarihinde yürürlüğe girmiş bulunan yeni düzenlemeden
esinlenerek ve aynı düzenlemenin Ülkemiz için de gerekli ve yararlı olduğu
düşünce ve inancıyla Tasarıya alınmıştır.
Nitekim aynı ihtiyaç Anayasamızın 19 uncu maddesinde de açıkça ifade
edilmiştir.
432 nci madde ve onu izleyen maddelerde, kişinin korunması
amacıyla özgürlüğünün kısıtlanması söz konusu olup, bu denli önemli bir konunun
koşulları, hüküm ve sonuçları, bir takım özel hükümlerin konulmasını
gerektirmiştir.
432 nci maddede kişinin bir kuruma yerleştirilmesi veya
alıkonulması belli sebeplere bağlanmıştır. Bunlar toplum için tehlike oluşturan
akıl hastalığı, akıl zayıflığı, alkol veya uyuşturucu madde bağımlığı, ağır
tehlike arzeden bulaşıcı hastalık veya serserilik hâlleridir. Ağır tehlike
arzeden hastalıkların neler olduğunun belirlenmesi tıp biliminin işi olmakla
beraber, buraya AIDS, ilerlemiş verem, kolera ve veba gibi bulaşıcı
hastalıkların gireceği düşünülebilir. Madde sadece ergin kişilerin bir kuruma
yerleştirilmesini veya kurumda alıkonulmasını öngörmektedir. Ergin olmayan
kişiler, yani küçükler bu maddenin kapsamına girmemektedir. Bu kişilere ilişkin
koruma önlemleri daha önceki maddelerde hükme bağlanmıştır. Ergin kişinin bu
madde uyarınca bir kuruma yerleştirilmesi veya kurumda alıkonulması için,
kısıtlı olup olmaması önemli değildir. Kısıtlı olmamasına karşın eğer maddede
sayılan sebeplerden biri söz konusu ise, yani kişi toplum için bir tehlike oluşturuyor
ise, bu kişi bir kuruma yerleştirilebilecek ya da kurumda alıkonulmaya devam
edilecektir.
433 ve devamı maddelerde
bu konuda karar vermeye yetkili vesayet makamı, bildirim yükümlülüğü, itiraz,
usul ve yargılama usulü konuları düzenlenmektedir.
b) Vesayetin Yürütülmesi
Bölümü
Bu bölüm "Vasinin
Görevleri", "Kayyımın Görevleri", "Vesayet
Dairelerinin Görevleri" ve
"Vesayet Organlarının Sorumluluğu" başlıklarını taşıyan dört
ayırımdan oluşmaktadır.
Birinci ve daha sonraki
ayırımlarda esasa ilişkin olarak büyük ve
önemli değişiklik yapılmamış, bazı küçük değişikliklerle yetinilmiştir.
Örneğin yürürlükteki Kanunun 392 nci maddesinde vasinin bağış yapamayacağı
öngörülmüş iken, Tasarının bu maddeyi karşılayan 449 uncu maddesinde yapılması
yasak olan bağışın "önemli" olması şartı getirilmektedir.
454 üncü maddenin
kenar başlığı "malların
idaresi" yerine "malvarlığının yönetilmesi" şeklinde
değiştirilmiştir. Çünkü burada mallar değil, malvarlığının kül hâlinde
yönetilmesi söz konusudur. Aynı şekilde 451 inci maddenin kenar başlığı da
içeriğiyle uyumlu olmak üzere "vesayet altındaki kişinin yapabileceği
işler" şeklinde kaleme alınmıştır. Yürürlükteki maddenin kenar başlığı ise
"Küçüğün tasarrufu" şeklindedir.
Vasilik süresi
yürürlükteki Kanunda dört yıl iken, yeni düzenlemede bu süre kaynak Kanuna da
uygun olarak iki yıla indirilmiştir.
Vesayet organlarının
sorumluluğunun düzenlendiği dördüncü ayırımda, vesayet ve denetim makamı gibi
organlarda görevli olanların haksız
fiilleriyle verdikleri zararlardan dolayı Devlet'in doğrudan doğruya
sorumlu olması esası getirilmiştir. Aynı maddede Devlet, vasi, kayyım ve yasal danışmanların verdikleri zararlardan
da sorumlu tutulmuştur. Ancak, burada Devletin sorumluluğu, bu kişilerin zararı
ödeyememeleri hâlinde ikinci derecede bir sorumluluk olarak düzenlenmiştir.
c) Vesayetin Sona Ermesi
Bölümü
Bu bölüm "Vesayeti
Gerektiren Hâllerin Sona Ermesi", "Vasilik Görevinin Sona
Ermesi" ve "Vesayetin Sona Ermesinin Sonuçları" olmak üzere üç
ayırımdan oluşmaktadır.
Bu ayırımlarda esasa
ilişkin önemli değişiklik yapılmamıştır. Değişiklikler daha çok şekil ve
ifadenin arılaştırılması yönünde olmuştur.
Esasa ilişkin bir
değişiklik, yürürlükteki Kanunun 429 uncu maddesinde hafif yolsuzlukta sulh
mahkemesi tarafından vasiye verilmesi
öngörülen yirmi beş liralık para cezasının, bu maddeyi karşılayan 485
inci maddeden kaldırılması olmuştur. Zira Medenî Kanunda para cezasına ilişkin
bir hükmün yer alması söz konusu olmamak gerekir.
D) MİRAS HUKUKU
Tasarının "Miras
Hukuku" başlığını taşıyan üçüncü kitabı iki kısımdan oluşmaktadır. Bunlar
"Mirasçılar" ve "Mirasın Geçmesi" başlıkları altında
düzenlenmektedir.
1) MİRASÇILAR KISMI
Bu kısım biri "Yasal
Mirasçılar" diğeri "Ölüme Bağlı Tasarruflar" olmak üzere iki
bölüme ayrılmıştır.
a) Yasal Mirasçılar
Bölümü
Tasarının 497 nci
maddesine eklenen yeni bir hükümle, büyük analar ve büyük babaların kendi
çocukları yani mirasbırakanın amcası, halası, dayısı veya teyzesi hayatta
iseler, mirasbırakandan önce ölmüş olan büyük analar ve büyük babalara düşen
miras paylarının onların çocuklarına, yani yukarıda sayılan kişilere geçmesi
imkânı sağlanmıştır. Yürürlükteki Kanunun 441 inci maddesinde 14.11.1990
tarihli ve 3678 sayılı Kanunla yapılmış olan değişiklik, söz konusu miras
paylarının bu kişilere geçmesini önlemektedir. Bu ise, Türk toplumunun aile
yapısı ve amca, hala, dayı ve teyze ile yeğenleri arasındaki aile bağlarına
ters düşmektedir. Bu sebeple, yapılan değişiklik sayesinde sağ kalan eş varsa,
büyük analar ve büyük babalardan birinin mirasbırakandan önce ölmüş olması
hâlinde, ona düşen pay kendi çocuğuna, yani mirasbırakanın amca, hala, dayı
veya teyzesine geçecektir.
500 üncü maddede,
yürürlükteki 447 nci maddede geçen "kendisini evlât edinen kimseye, nesebi
sahih füruu gibi mirasçı olurlar" ifadesi tamamen çıkarılmış, bunun yerine
evlâtlığın "evlât edinene kan hısımı gibi mirasçı olurlar" ifadesi
konulmuştur. Zira yeni düzenlemeyle sahih- sahih olmayan nesep ayırımı
kaldırılmış bulunmaktadır.
501 inci maddeye, bunu
karşılayan 448 inci maddede "Hazine" sözcüğü yerine daha doğru olan
"Devlet" sözcüğü konulmuştur. Zira mirasçı olan Devlettir.
b) Ölüme Bağlı
Tasarruflar Bölümü
Bu bölüm "Tasarruf
Ehliyeti", "Tasarruf Özgürlüğü", "Ölüme Bağlı Tasarrufların Çeşitleri", "Ölüme
Bağlı Tasarrufların Şekilleri", "Vasiyeti Yerine Getirme
Görevlisi", "Ölüme Bağlı Tasarrufların İptali ve Tenkisi" ve "Miras Sözleşmesinden Doğan
Davalar" başlıklarını taşıyan yedi ayırımdan oluşmaktadır.
Birinci ayırımda yer alan
ve yürürlükteki Kanunun 450 nci maddesini karşılayan 503 üncü maddeye, miras
sözleşmesi yapabilmek için, tasarrufta bulunanın "kısıtlı olmaması"
koşulu da eklenmiş, böylece bilimsel ve yargısal içtihatlardaki görüşlerle uyum
sağlanmıştır.
Yürürlükteki 451 inci
maddenin "Batıl tasarruflar" şeklindeki kenar başlığı, bunu
karşılayan 504 üncü maddede doğru ve içeriğine uygun olarak "İrade
sakatlığı"na dönüştürülmüştür. Zira maddede bu konu düzenlenmektedir.
"Tasarruf
Özgürlüğü" başlığını taşıyan ikinci ayırımın saklı payları düzenleyen 506
ncı maddesinde, mirasbırakanın tasarruf özgürlüğünün genişletilmesi yönündeki
eğilimler göz önünde tutularak saklı pay oranları yeniden belirlenmiştir. Saklı
paylı mirasçılarda değişiklik yapılmamış, sadece onların alacakları saklı
payların azaltılması yoluna gidilmiştir. Maddenin dördüncü bendinde sağ kalan
eşin saklı payı belli miktarda artırılmıştır. Yürürlükteki Kanunun 453 üncü
maddesinin ikinci fıkrası, indirilmiş saklı pay oranlarıyla ilgilidir. Sağ
kalan eş dışındaki saklı pay sahibi mirasçıların saklı pay oranları oldukça
düşürülmüş olduğundan, bu fıkra hükmü yeni düzenlemede maddeye alınmamıştır.
Yürürlükteki Kanunun 457
nci maddesinde mirasçılıktan çıkarma sebebi olarak "ağır bir cürüm" öngörülmüş
iken, Tasarının bunu karşılayan 510 uncu maddesinde bunun yerine "ağır bir
suç" deyimi kullanılmıştır. Kaynak Kanun da "cürüm" yerine
"suç" sözcüğünü kullanmaktadır.
Tasarının 513 üncü
maddesinde yürürlükteki metinde geçen "keenlemyekün" sözcüğü yerine
"iptal olunur" deyimi kullanılmıştır. Bu suretle genel ilkeye uygun
olarak mirasçılıktan çıkarma tasarrufunun kendiliğinden hükümsüz kalması
yerine, iptal edilmesi gereği kabul edilmiştir. Bunun sonucu olarak buradaki
iptal davası da ölüme bağlı tasarrufların iptaline ilişkin 557 nci madde
hükümlerine tâbi tutulmuştur.
Üçüncü ayırımda ölüme
bağlı tasarrufların çeşitleri düzenlenmektedir. Yürürlükteki Kanunun 464 üncü
maddesinin kenar başlığı "Muayyen bir malda tasarruf" şeklindedir.
Bunun yerine 517 nci maddenin kenar başlığında "belirli mal bırakma"
deyimi kullanılmış, böylece konunun daha iyi anlaşılması sağlanmıştır.
Mirasbırakanın belli bir malını bir başkasına bırakması, bu hükme göre o
kimsenin mirasbırakan tarafından mirasçı olarak atandığı anlamına gelmez.
520 nci maddenin kenar
başlığı, yürürlükteki 467 nci maddedeki "Alelâde ikame" yerine
"Yedek mirasçı atama"; 468 inci maddenin kenar başlığı olan
"Fevkalâde ikame" yerine de 521 inci maddenin kenar başlığı
"Ardmirasçı atama" şekline dönüştürülmüştür.
Yürürlükteki Kanunun 473
üncü maddesini karşılayan 526 ncı maddeye eklenen ikinci fıkrayla, ölüme bağlı
tasarrufla kurulması öngörülen vakfın, mirasın açılması anında değil, ancak
bundan sonraki yasal koşulların gerçekleşmesiyle tüzel kişilik kazanacağı
vurgulanmıştır.
Dördüncü ayırımda ölüme
bağlı tasarrufların şekilleri düzenlenmektedir.
Yürürlükteki Kanunun 482
nci maddesinde geçen "okuyamama
veya imza edememe" yerine bu maddeyi karşılayan 535 inci
maddede "bizzat okumaz veya
okuyamazsa ve bizzat imzalamaz veya imzalayamazsa" ifadesi kullanılmıştır.
Zira bu madde sadece okuyup yazamayan kişilerin vasiyetnamesini
düzenlememektedir. Burada okuyup yazma bildiği hâlde, bedensel bir özrü
nedeniyle imza yeteneğine sahip olmayan kişilerin vasiyeti de söz konusudur.
536 ncı maddenin kenar
başlığı maddenin içeriğine uygun olarak "Düzenlemeye katılma yasağı"
şeklinde değiştirilmiştir. Maddeye kaynak Kanunun 503 üncü maddesinin ikinci
fıkrasına paralel olarak ikinci fıkra eklenmiş, böylece bize alınmamış olan ikinci fıkranın
yarattığı tereddütler de giderilmeye çalışılmıştır.
El yazılı vasiyetnamenin
düzenlendiği 538 inci maddede "yer" koşulu metinden çıkarılmıştır.
Yer koşulu Fransız Medenî Kanununda da bulunmadığı gibi, daha önce hazırlanan
1971 ve 1984 tarihli Öntasarılar da yer koşulunu metne almamışlardır.
Sözlü vasiyetin
düzenlendiği 539 uncu maddede, yürürlükteki metinde geçen "salgın
hastalık" yerine sadece "hastalık" deyimine yer verilmiş,
böylece sadece hastalık durumu, sözlü vasiyet için yeterli görülmüştür. Üçüncü
fıkrada, tanıkların okur yazar olması şartı
aranmamıştır. 540 ıncı
maddeye eklenen yeni üçüncü
fıkra ile ülke dışında seyreden bir ulaşım aracında yapılan sözlü vasiyetin
sorumlu yöneticiye; sağlık kurumlarında tedavi edilmekte olanların vasiyetinin
sağlık kurumunun en yetkili yöneticisine tevdi edilmesi imkânı getirilmiştir.
546 ncı maddenin ikinci
fıkrasında, mirasbırakanın miras sözleşmesinden tek taraflı olarak dönebilmesi
için öngörülen davranışların, miras sözleşmesinin yapılmasından sonra olması
koşuluna yer verilmiştir.
Yürürlükteki Kanunun 495
inci maddesi, ölenin mirasçılarının ölüm tarihinde elde kalan miktarı geri
vermekle yükümlü olduklarını öngörmüştür. Bu hüküm haksızlıklara yol açtığından
yeni düzenlemede 548 inci maddede
"ölüm tarihindeki zenginleşmeyi geri isteyebilirler" şeklinde
düzeltilmiştir.
"Vasiyeti Yerine
Getirme Görevlisi" başlıklı beşinci ayırımda bazı değişiklikler
yapılmıştır. Bu ayırımda yer alan yürürlükteki hükümlerin yetersizliği bilimsel
içtihatlarda eleştiri konusu olmuştur. Bu eleştiriler dikkate alınarak Alman
Medenî Kanununun 2197 ilâ 2228 inci maddeleri ile İtalyan Medenî Kanununun 700
ilâ 711 inci maddeleri göz önünde tutularak bu ayırıma yedi madde tahsis
edilmiştir.
Bu maddelerde birden çok
atanma hâlinde uyulacak esaslar, vasiyeti yerine getirme görevlisinin görev ve
yetkileri, tereke malları üzerinde hangi koşullarda tasarrufta bulunabileceği,
görevinin sona ermesi, denetlenmesi, sorumluluğu gibi konular düzenlenmektedir.
Altıncı ayırım
"Ölüme Bağlı Tasarrufların İptali ve Tenkisi" başlığını taşımaktadır.
Yürürlükteki 499 uncu maddede yer alan ilk üç bentte değişiklik yapılmamış, bu
maddeyi karşılayan 557 nci maddeye eklenen yeni dördüncü bentle şekle
aykırılığın da iptal sebebi oluşturduğu hükme bağlanmıştır. 558 inci maddenin
üçüncü fıkrasında yürürlükteki 500 üncü maddeden farklı olarak
"vasiyetnamenin tanzimine iştirak edenlere veya aileleri efradından birine" ifadesi yerine "ölüme
bağlı tasarrufla kendilerine, eşlerine veya hısımlarına" ifadesi
kullanılmıştır.
Yürürlükteki 501 inci
madde iptal davaları için belirtilen süreleri zamanaşımı olarak öngörmektedir.
Oysa bu sürelerin zamanaşımı değil, hak düşümü süresi olduğu görüşü ağır
basmaktadır. Bu sebeple süreler 559 uncu maddede hak düşümü süresi olarak
düzenlenmiştir. Yürürlükteki maddede öngörülen otuz yıllık süre 713 üncü
maddede olduğu gibi kaynak Kanundan ayrılmak suretiyle iki madde arasında
paralellik sağlamak amacıyla 559 uncu maddede yirmi yıla indirilmiştir.
Yürürlükteki 506 ncı
maddenin "Muayyen bir şeyin vasiyeti" şeklindeki kenar başlığı 564
üncü maddenin kenar başlığında "Bölünmez mal vasiyetinde" şeklinde
değiştirilmiştir. Yürürlükteki madde bu konuyu ölüme bağlı tasarruf açısından
düzenlemekte ise de, Yargıtay içtihatları bunun belirli mala ilişkin
sağlararası kazandırmaların tenkisinde de uygulanmasını kabul etmektedir. İşin
mahiyetine uygun olan bu çözüm kabul edilerek maddeye yeni ikinci fıkra
eklenmiştir.
Yürürlükteki 511 inci
maddede geçen "batıldır" sözcüğü bu maddeyi karşılayan 569 uncu
maddeye alınmamıştır. Burada butlan değil, tasarrufun tenkisi söz konusudur.
Madde buna uygun olarak kaleme alınmıştır.
513 üncü maddede
öngörülen süreler zamanaşımı süresi olarak düzenlenmiştir. Oysa bilimsel
görüşler ve İsviçre Federal Mahkemesi bu sürenin hak düşümü süresi olduğunu
kabul etmektedir. Bu sebeple bunu karşılayan 571 inci madde hem kenar başlığı,
hem de içeriği itibarıyla değiştirilerek, bu sürenin hak düşürücü süre olduğu
hükme bağlanmıştır.
"Miras Sözleşmesinden
Doğan Davalar" başlığını taşıyan yedinci ayırımda düzenlenen 572 nci madde
kaynak Kanuna uygun olarak üç fıkra hâline getirilmiş, yürürlükteki metinde
geçen "mallarını teslim eylediği" sözcüğü yeni düzenlemede
"malvarlığını miras sözleşmesiyle atadığı mirasçıya devretmişse"
olarak kaleme alınmıştır.
Yürürlükteki 515 inci
maddenin kenar başlığı "B. Tenkis I. Geri verme"dir. Bu başlık
isabetli değildir. Zira bu madde mirastan feragat durumunda tenkis; bunu izleyen 516 ncı madde ise geri verme konularını
düzenlediğinden, kenar başlıklar bu maddeleri karşılayan 573 ve 574 üncü
maddelerde düzeltilmiştir. Ayrıca 515 inci maddede geçen "mallar"
sözcüğü yerine, daha üst ve geniş bir kavram olarak kaynak Kanunun 535 inci
maddesinde de kullanılan "edimler" deyimine 573 üncü maddede yer
verilmiştir.
Yürürlükteki 516 ncı
maddenin "Muhayyerlik" şeklindeki kenar başlığı, bu maddeyi
karşılayan 574 üncü maddenin kenar başlığında "Geri verme" şekline
dönüştürülmüştür.
2) MİRASIN GEÇMESİ KISMI
Bu kısım "Mirasın
Açılması", "Mirasın Geçmesinin Sonuçları" ve "Mirasın
Paylaşılması" başlıklarını taşıyan üç bölümden oluşmaktadır.
a) Mirasın Açılması
Bölümü
Bu bölümdeki hükümlerde
de bir takım değişiklikler yapılmıştır.
Yürürlükteki 517 nci
maddenin kenar başlığı "A. Açılma sebebi" şeklindedir. Oysa burada
mirasın hangi anda açıldığı ve terekenin hangi andaki değerinin esas alınacağı
hususları düzenlenmekte olduğundan, bu maddeyi karşılayan 575 inci maddenin
kenar başlığı "Açılma ve değerlendirme anı" şeklinde değiştirilmiştir.
576 ncı maddenin birinci
fıkrasında, miras malları nerede bulunursa bulunsun miras işlerinin tek elden,
yani aynı mahkeme tarafından yürütülmesinin uygun olacağı düşüncesiyle, mirasın
malvarlığının tamamı için mirasbırakanın yerleşim yerinde açılacağı
düzenlenmiş, yürürlükteki metinde yer alan "mahkeme" sözcüğü yeni
metne alınmamıştır. Çünkü mahkeme sözcüğü, mirasın mutlaka bir dava veya mahkemeye yapılacak bir
başvuru ile açılacağı izlenimini yaratmaktadır.
Yürürlükteki 519 uncu
maddenin "Ehliyet" şeklindeki konu başlığı bu kez 577 nci maddenin
konu başlığında "Mirasa ehliyet" şeklinde ifade edilmiştir. Zira
burada söz konusu olan, genel anlamda fiil ehliyeti değil, mirasçı olabilme
ehliyetidir.
581 inci maddenin ikinci
fıkrasının yeni düzenlemesinde, mirasbırakandan önce ölmüş olan vasiyet
alacaklısının vasiyet alacağı hakkının mirasçılarına geçmeyeceği hükme
bağlanarak, mirasçının haklarının kendi mirasçılarına geçeceğine ilişkin hükmün
aksine bir hüküm getirilmiş olmaktadır. Bu durumda vasiyet alacağı vasiyet
alacaklısının mirasçılarına geçmeyecek, vasiyeti yerine getirmekle yükümlü olan
mirasçılar lehine ortadan kalkacaktır. Ancak, bu düzenleme emredici nitelikte
değildir, mirasbırakan dilerse aksini kararlaştırabilir.
b) Mirasın Geçmesinin Sonuçları
Bölümü
"Mirasın Geçmesinin
Sonuçları"nın düzenlendiği bu bölüm, "Koruma Önlemleri",
"Mirasın Kazanılması", "Resmî Defter Tutma", "Resmî
Tasfiye" ve "Miras Sebebiyle İstihkak Davası" ayırımlarından
oluşmaktadır.
Birinci ayırımın
"İhtiyatî Tedbirler" şeklindeki başlığı yeni düzenlemede "Koruma
Önlemleri" şeklinde değiştirilmiştir.
589 uncu maddeye yeni
eklenen bir fıkrayla, koruma önlemleriyle ilgili giderlerin, ileride terekeden
alınmak üzere, istemde bulunan kişi tarafından; eğer önleme hâkim re’sen karar
vermişse Devlet tarafından karşılanması esası
kabul edilmiştir.
598 inci maddenin kenar
başlığı, yürürlükteki 538 inci maddenin "Malların itası" şeklindeki
kenar başlığının içeriğiyle uyumlu olmaması sebebiyle "Mirasçılık
belgesi" şeklinde ifade edilmiştir. Yürürlükteki madde sadece atanmış
mirasçılara mirasçılık belgesi
verilmesini öngörmektedir. Oysa yasal mirasçıların da böyle bir belgeye ihtiyaç
duyduklarına şüphe yoktur. Bu sebeple yeni düzenlemede yasal mirasçılara da yer
verilmiştir.
İkinci ayırımda mirasın
kazanılması düzenlenmektedir.
Yürürlükteki Kanunun 549
uncu maddesini karşılayan 609 uncu maddeye eklenen yeni iki fıkra ile reddin
şekli ve ret iradesinin açıklanması üzerine yapılacak işlemlere açıklık
getirilmiştir.
Yürürlükteki Kanunun 553
üncü maddesini karşılayan 613 üncü madde yeniden kaleme alınarak altsoyun
tamamının mirası reddetmesi hâlinde, bunların payının sağ kalan eşe kalacağı
hükme bağlanmış ve böylece sağ kalan eş daha fazla korunmuştur.
Üçüncü ayırımın başlığı
"Resmî Defter Tutma" şeklinde değiştirilmiştir. Bu ayırımda yer alan
maddelerde esasa ilişkin önemli değişiklik yapılmamıştır.
Dördüncü ayırımda
"Resmî Tasfiye" başlığı altında terekenin resmen tasfiyesi
düzenlenmektedir. Bu ayırımda yer alan hükümlerde de esasa ilişkin değişiklik
yapılmamıştır.
Beşinci ayırımda
"Miras Sebebiyle İstihkak Davası" düzenlenmektedir. Bu davanın adının
1971 tarihli Öntasarıda önerildiği gibi "Mirasçılık Davası" şeklinde
arılaştırılması düşünülmüş ise de, bu terimin söz konusu davayı tam anlamıyla
ifade etmediği ve ayrıca hâlen kullanılmakta olan terimin uygulamada yerleşmiş
olduğu dikkate alınarak değiştirme yoluna gidilmemiştir.
637 nci maddeye eklenen
yeni bir fıkra ile, miras sebebiyle istihkak davası vesilesiyle mirasçılık
sıfatı tartışmalı ise, hâkimin bunu da çözmesi hükme bağlanmıştır.
Yürürlükteki Kanunun 579
uncu maddesinde zamanaşımı iyiniyetli olmayanlara karşı otuz yıldır. Mülkiyetin
olağanüstü zamanaşımıyla kazanılmasına ilişkin yirmi yıllık süre ile miras
sebebiyle istihkak davası arasında paralellik sağlamak üzere bu süre Tasarının
639 uncu maddesinde yirmi yıla indirilmiştir.
c) Mirasın Paylaşılması
Bölümü
Bu bölüm
"Paylaşımdan Önce Miras Ortaklığı", "Paylaşmanın Nasıl
Yapılacağı", "Mirasta Denkleştirme" ve "Paylaşmanın Tamamlanması
ve Sonucu" başlıklarını taşıyan dört ayırımdan oluşmaktadır.
Birinci ayırımda
"Paylaşımdan Önceki Miras Ortaklığı" düzenlenmektedir.
Yürürlükteki Kanunun 581
inci maddesini karşılayan 640 ıncı maddeye eklenen yeni bir fıkra ile, mirasçılardan
her birinin hakkını korumak için tek başına dava açmasına imkân sağlanmıştır.
641 inci maddenin ikinci
fıkrasında yapılan yeni düzenlemeyle, maddede belirtilen çocuklar ile torunlara
verilecek uygun tazminat, terekenin paylaşılmasından önce hak sahiplerine
ödenecek, bundan sonra geri kalan tereke değerleri mirasçılar arasında
paylaşılacaktır.
Mirasbırakanın ölümünde
onunla birlikte yaşayan ve onun tarafından bakılan kimselerin geçim
masraflarının terekeden sağlanması süresi, yürürlükteki Kanunda bir ay iken 645
inci maddede Ülkenin koşulları da göz önünde bulundurularak üç aya
çıkarılmıştır.
İkinci ayırımda
"Paylaşmanın Nasıl Yapılacağı" hükme bağlanmıştır.
652 nci maddedeki yeni
hüküm, sağ kalan eşin korunması amacıyla getirilmiştir. Bu hükmün kaleme
alınmasında İsviçre Medenî Kanununa 1984 yılında eklenen 612 a maddesinden
esinlenilmiştir. Getirilen yeni hüküm, eşler arasındaki mal rejimiyle ilgili
240 ıncı maddeyle aynı yöndedir. Burada, sağ kalan eşe konut ve ev eşyasıyla
ilgili olarak mülkiyet ya da haklı sebeplerin varlığı hâlinde talep üzerine
intifa veya oturma (sükna) hakkının tanınması olanağı getirilmektedir.
656 ncı maddenin
yürürlükteki Kanunda karşılığı yoktur. Bu yeni madde, mirasın paylaşılması
sırasında, taşınmazların bölünmelerine kısıtlama getiren özel kanunların
dikkate alınacağını vurgulamak için konulmuştur.
Tarımsal işletmelerin
varlık ve bütünlüğünü korumaya yönelik olan 662 nci madde hükmü Tasarıya yeni
konulmuş bir hükümdür. Bu hükmün Ülkemiz açısından yararlı olacağı düşünülmüştür.
Yeni getirilen 663 üncü
maddeyle, mirasçılar arasında ergin olmayan, fakat ayırt etme gücüne sahip
bulunan altsoy hısımların bulunması hâlinde, bunların ergin olmalarına kadar
paylaşmanın ertelenmesi kabul edilmiştir.
667 nci maddenin ikinci
fıkrasında tarımsal işletmenin gelir değeriyle, sınaî işletmenin ise sürüm
değeriyle özgüleneceği ilkesi kabul edilerek, yine tarımsal işletmenin
varlığının korunması amaçlanmıştır. Maddenin kenar başlığı da içeriğine uygun
olarak "Yan sınaî işletme" şeklinde kaleme alınmıştır.
668 inci maddenin
yürürlükteki Kanunda karşılığı yoktur. Bu yeni madde İsviçre Medenî Kanununa
eklenen 625 bis maddesinden alınmıştır. Burada, işletmenin bir bütün olarak
özgülenmesini mirasçılardan hiç birisi istemez ya da böyle bir istekte
bulunmasına karşın bu istek reddedilirse, mirasçılardan her birinin işletmenin
bir bütün hâlinde satılmasını isteyebileceği kabul edilerek, işletmenin
varlığının ve bütünlüğünün korunması amaçlanmıştır.
Üçüncü ayırım
"Mirasta Denkleştirme"
başlığını taşımaktadır. Bu ayırımın başlığı yürürlükteki Kanunda
"Mirasta İade" şeklindedir. Bu başlık, düzenlenen kurumu daha iyi
açıklaması bakımından "Mirasta Denkleştirme" şeklinde
değiştirilmiştir. Zira burada, alınanı fiilen geri verme anlamında bir
"iade" değil, terekeye geri verilmiş gibi kâğıt üzerinde değerinin
terekenin hesabında göz önünde tutulması ve paylaşma sonucu mirasçıya düşecek
paydan indirilmesi söz konusudur. Bu ise "iade" değil, bir
"denkleştirme"dir.
669 uncu maddenin ikinci
fıkrasına yürürlükteki Kanunda bulunmayan, fakat İsviçre Medenî Kanununun 626
ncı maddesinde yer alan "bir malvarlığını devretme" hususu da
karşılıksız kazandırmalar arasına eklenmiştir.
673 üncü maddenin kenar
başlığı kaynak Kanuna uygun olarak "Denkleştirme değeri" şeklinde
değiştirilmiştir. İkinci fıkrayla getirilen yeni hüküm, maddenin amacına uygun
olarak yarar ve zarar ile gelir ve giderler hakkında mirasçılar arasında
sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre işlem yapılacağını düzenlemektedir. Oysa
yürürlükteki madde mirasçıların sorumluluğu konusunda "zilyedin
haklarına" ilişkin hükümlere yollama
yapmaktadır.
Dördüncü ayırım
"Paylaşmanın Tamamlanması ve Sonucu"nu düzenlemektedir.
Yeniden kaleme alınan 676
ncı maddenin ikinci fıkrasıyla, paylaşmanın tereke mallarının tamamını
kapsamasının zorunlu olmadığı ifade edilmiştir. Mirasçılar, tereke mallarının
tamamı veya bir kısmıyla ilgili olarak
elbirliği mülkiyetinin paylı mülkiyete dönüştürülmesini kabul edebilirler.
Böylece paylaşmanın paylı mülkiyete dönüşüm şeklinde gerçekleşmesine de olanak
sağlanmış olmaktadır.
677 nci maddenin birinci fıkrasına, miras payının devrinin
terekenin tamamı veya bir kısmı üzerinde olabileceği hükmü eklenmiştir. Böylece
doktrinde ve yargı kararlarında kabul edilen, payın devrinin terekenin tamamı
üzerindeki payı kapsamasının zorunlu olmadığı yolundaki görüşe yasal dayanak
sağlanmak istenmiştir.
E) EŞYA HUKUKU
Medenî Kanunun dördüncü
kitabını oluşturan "Eşya Hukuku", "Mülkiyet", "Sınırlı
Aynî Haklar", "Zilyetlik ve Tapu Sicili" başlıklarını taşıyan üç
kısımdan oluşmaktadır.
1- MÜLKİYET KISMI
Bu kısım, "Genel
Hükümler", "Taşınmaz Mülkiyeti" ve "Taşınır Mülkiyeti"
bölümlerini içermektedir.
a) Genel Hükümler Bölümü
Yürürlükteki 621 inci
maddeyi karşılayan 686 ncı maddenin birinci fıkrasında, yürürlükteki metinde
geçen "temlikî tasarruflar" deyimi taahhüt işlemlerini hariç
bıraktığından sadece "tasarruflar" şekline getirilmiştir.
Yürürlükteki Kanunun 623
üncü maddesinin "Birden ziyade kimselerin bir şey üzerinde mülkiyeti"
ve "Müşterek mülkiyet" şeklindeki konu ve kenar başlığı, bu maddeyi
karşılayan 688 inci maddede "Birlikte mülkiyet" ve "Paylı
mülkiyet" şeklinde değiştirilmiştir. Konu başlığı olarak seçilen
"Birlikte Mülkiyet" terimi her iki tür mülkiyeti de daha iyi şekilde
ifade etmektedir. Doktrin ve uygulamada
da "müşterek mülkiyet" yerine "paylı mülkiyet" terimi
kullanılmaktadır. İsviçre Medenî Kanununun paylı mülkiyete ilişkin hükümleri
1965 yılında yürürlüğe giren kanunla esaslı bir değişikliğe uğramıştır. Yeni
düzenlememizde İsviçre'deki bu değişiklikler de göz önünde tutularak bu
mülkiyet türü günün şartlarına uygun hâle getirilmiştir. Paylı mülkiyet yeni
bir düzenlemeye tâbi tutulduğu için, yürürlükteki maddenin "1. Hissedarlar
arasındaki münasebetler" biçimindeki kenar başlığı, "l. Genel
kurallar" şeklinde değiştirilmiştir.
Yeni getirilen 689 uncu
maddeyle, paydaşların kendi aralarında oybirliğiyle anlaşarak yararlanma, kullanma ve yönetime ilişkin
olarak kanun hükümlerinden farklı düzenleme yapmalarına imkân tanınmıştır.
Tasarının 693 üncü
maddesini tamamen karşılayan bir hüküm yürürlükteki kanunda mevcut değildir.
Yeniden düzenlenen bu madde, paylı mala ilişkin yararlanma, kullanma ve koruma
esaslarını belirlemektedir.
695 inci madde kaynak
Kanunun 647 nci maddesinden alınmıştır. Paydaşların yararlanma, kullanma ve
yönetime ilişkin konularda yaptıkları düzenleme ve aldıkları kararlar ile
mahkemece verilen kararların, sonradan paydaş olanları veya pay üzerinde aynî
hak kazananları bağlayacağı, bunun için taşınmazlarda, yararlanmaya, kullanmaya
ve yönetime ilişkin kararların tapu kütüğüne şerh edilmesi gerektiği esası
getirilmiştir.
Yürürlükteki Kanunun 627 nci maddesini
karşılayan 698 inci maddenin ikinci fıkrası ile, taşınmazlarda paylı mülkiyetin
devamına ilişkin sözleşmelerin resmî
şekilde yapılması ve bunun tapu kütüğüne şerh
edilebilmesi öngörülmüştür. Böylece, söz konusu sözleşmelerin sonraki
paydaşlara etkili olmasının nasıl sağlanacağı hususunda yürürlükteki Kanun
döneminde ortaya çıkan tereddütlere son verilmek istenmiştir.
Yürürlükteki Kanunda
Tasarının 700 üncü maddesini karşılayan bir madde yoktur. Yeni getirilen bu
madde, bir pay üzerinde intifa hakkı kurulması hâlinde, diğer paydaşlardan biri
üç ay içinde paylaşma isteminde bulunursa,
satış yoluyla yapılacak paylaşmada pay üzerinde intifa hakkı bulunmaksızın
satışın yapılması ve intifa hakkının söz konusu paya düşen bedel üzerinde devam
etmesi esasını öngörmektedir. Üç ay geçtikten sonra yapılacak paylaşma
istemleri ise, intifa hakkını etkilemeyecektir.
701 inci maddenin kenar
başlığı yürürlükteki maddede kullanılan "İştirak hâlinde mülkiyet"
yerine "Elbirliği mülkiyeti" şeklinde değiştirilmiştir.
702 nci maddeye eklenen dördüncü fıkra ile,
ortaklardan her birinin, topluluğa giren hakların korunmasını sağlayabileceği,
bu korumadan da bütün ortakların yararlanacağı öngörülmüştür.
b) Taşınmaz Mülkiyeti
Bölümü
Bu bölüm, "Taşınmaz
Mülkiyetin Konusu, Kazanılması ve Kaybı" ve "Taşınmaz Mülkiyetinin
İçeriği ve Kısıtlamaları" başlıklarını taşıyan iki ayırımdan oluşmaktadır.
Birinci ayırımda 704 üncü
maddeye üçüncü bent olarak "kat mülkiyeti
kütüğüne kayıtlı bağımsız bölümler" eklenmiş, yürürlükteki üçüncü
bentte yer alan "madenler" maddeye alınmamıştır.
706 ncı maddenin kenar
başlığı "Mülkiyeti nakleden akitler" yerine "Hukukî işlem"
şeklinde kaleme alınmıştır. Çünkü devir tek taraflı işlemle, örneğin vasiyet
yoluyla da gerçekleşmektedir.
Yeni arazi oluşmasını
düzenleyen 708 inci maddeye eklenen bir fıkra ile, yeni oluşan ve Devlete ait
olan arazinin, kamusal bir sakınca bulunmayan hâllerde öncelikle arazisi kayba
uğrayan veya bu araziyle bitişik olan arazi sahibine devredilebilmesine olanak
sağlanmıştır. Üçüncü fıkra, yeni arazi oluşumunda toprak parçalarının kendi
arazisinden koptuğunu kanıtlayan kişiye, bunu öğrenme tarihinden itibaren bir
yıl ve her durumda bu arazi oluşumunun gerçekleşmesinden itibaren on yıl içinde
geri alabilme olanağını vermektedir.
710 uncu madde İsviçre
Medenî Kanununun 660 a maddesinden alınan yeni bir maddedir. Ülkemizde sık sık
karşılaşılan heyelân (akı) olayları göz önünde tutularak bu hükmün bizde de
büyük bir ihtiyacı karşılayacağı kabul edilmiştir. Bu hükümle, arazi kaymasının
sınır değişikliğine yol açmayacağı ilkesinin, yetkili makamlar tarafından
heyelân bölgesi olduğu belirlenen yörelerde uygulanmayacağı kabul edilmiştir.
Üçüncü fıkra ile bir yörenin heyelân yöresi olduğu hususunun o taşınmazın
kayıtlı bulunduğu tapu kütüğünün beyanlar hanesinde gösterilmesi zorunluluğu
getirilmiş ve böylece tapuya güven ilkesi korunmak istenmiştir.
Yeni 711 inci madde ile
bir sınırın arazi kayması sebebiyle artık gerçeği yansıtmaması durumunda,
ilgili taşınmazın maliklerinin sınırın yeniden belirlenmesini isteyebilecekleri
hükme bağlanmıştır.
Yürürlükteki 638 inci
maddede geçen "nizasız" deyimi, bu maddeyi karşılayan 712 nci maddede
"davasız" şeklinde ifade edilmiştir. Bu suretle taraflar arasında her
türlü niza değil, ancak dava şeklindeki nizaların kazanmayı engelleyeceği
vurgulanmıştır. Dava dışı nizalar mülkiyeti kazanacak kişinin iyiniyetini ortadan
kaldırmayacaktır.
Yürürlükteki Kanunun
"Fevkalâde müruruzaman" başlığını taşıyan 639 uncu maddesi,
Tasarının bu maddeyi karşılayan 713 üncü maddesinde kısmen hüküm değişikliği
yapılmak suretiyle yeniden kaleme alınmıştır. Birinci fıkrada belirtilen yolla
kazanmanın taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerinde de olabileceği
kabul edilmiştir. Doktrinde kazanmanın taşınmazın bir parçası üzerinde de
olabileceği savunularak yürürlükteki madde eleştirilmektedir. Maddenin üçüncü
fıkrasında yapılan değişiklikle, tescil davasında sadece Hazine ve ilgili kamu
tüzel kişilerinin değil, varsa tapuda malik görünen kişinin mirasçılarının da
davalı (hasım) gösterilmesi zorunluluğu getirilmiştir. Üç kez gazeteyle ilân
koşulu, bir kez ilân şeklinde değiştirilmiş, buna karşılık gazete dışında uygun
araçlarla ilânda üç kez ilân koşulu değiştirilmemiştir. Beşinci fıkrayla
doktrinde ve uygulamada uzun süredir tartışmalı olan bir konu açıklığa
kavuşturulmuştur. Gerçekten, mülkiyet hakkının hangi anda kazanılmış olacağı
sorusunu cevaplayan bu yeni hükme göre, mülkiyet birinci fıkrada öngörülmüş
olan bütün şartların gerçekleştiği anda kazanılmış olacak, yani hâkimin
vereceği tescil kararı geriye dönük (makable şamil) sonuç doğuracaktır. Yedinci
fıkrası, ilgili taşınmazın "uzmanlarca düzenlenen teknik bilgileri içeren
krokisinin eklenmesi" koşulunu getirmektedir.
714 üncü maddede yapılan
değişiklikle, sürelerle ilgili olarak Borçlar Kanununun zamanaşımına ilişkin
hükümlerinin kıyas yoluyla uygulanacağı belirtilmiştir.
İkinci ayırımın başlığı
yürürlükteki Kanunda "Gayrimenkul Mülkiyetinin Hükümleri"
şeklindedir. Bu başlık Tasarıda ayırımın içeriğine ve kaynak Kanuna uygun
olarak "Taşınmaz Mülkiyetin İçeriği ve Kısıtlamaları" şeklinde
değiştirilmiştir.
Yürürlükteki Kanunun 650
nci maddesini karşılayan 724 üncü maddede yapılan değişiklikle malzeme sahibine
yapının ve arazinin tamamının veya yeterli bir kısmının verilebileceği kabul edilmiş, böylece uygulamada kısmî
devrin mümkün olup olmayacağı konusundaki tereddüt ortadan kaldırılmıştır.
725 inci maddede yapılan
değişiklikle, bir irtifak hakkına dayanarak yapılan taşkın yapılar ile böyle
bir irtifaka dayanmadan yapılanlar ayrı fıkralarda düzenlenerek konuya açıklık
getirilmiştir.
Taşınmaz malikinin
sorumluluğunu düzenleyen 730 uncu maddeye eklenen yeni bir fıkra ile, iki
koşulun bir arada bulunması hâlinde, taşınmaz malikinin taşkınlıklardan doğan
sorumluluğunda çatışan yararların denkleştirilmesine olanak sağlanmıştır.
Aranan koşullardan birincisi taşkınlığın "yerel âdete uygun olması",
ikincisi bu taşkınlığın "kaçınılmaz olması"dır. Böylece bu maddede
mevcut olan bir boşluk doldurulmuştur.
Önalım (şufa) hakkının
düzenlediği maddeleri karşılayan İsviçre Medenî Kanununun 681 ilâ 683 üncü
maddelerinde Ocak 1965'de yürürlüğe giren Kanunla esaslı ve önemli değişiklik
yapılmıştır. Bu değişiklikler göz önünde tutulmak suretiyle Tasarının bu
kısmında gerekli değişikliklere yer verilmiş, bu amaçla iki yeni madde (733 ve
734) kaleme alınmıştır.
732 nci maddede, paylı
mülkiyette herhangi bir paydaşın kendi payını ister tamamen, ister kısmen bir başkasına satması hâlinde,
diğer paydaşların önalım haklarını kulanabilecekleri hükme bağlanmıştır.
Böylece önalım hakkının, üçüncü kişiye payın tamamen veya kısmen satılması
hâlinde de kullanılabileceği kanuna konulmuştur.
Yeni 733 üncü maddenin
birinci fıkrasında, önalım hakkının paylı mülkiyetteki payın cebri icrayla
satışında kullanılmayacağı belirtilmiştir. İkinci fıkrada, önalım hakkından
feragatın resmî şekilde yapılması ve tapuya şerh verilmesi zorunluluğu
getirilmiştir. Buna karşılık, böyle bir haktan feragatı içermeyen, sadece
belirli bir satışta önalım hakkını kullanmaktan vazgeçmenin yazılı şekilde
yapılabileceği, bu vazgeçmenin satıştan önce veya sonra verilebileceği kabul
edilmiştir. Üçüncü fıkra, satışın alıcı veya satıcı tarafından diğer paydaşlara
noter aracılığıyla bildirilmesini, dördüncü fıkra ise önalım hakkının satışın
hak sahibine bildirildiği tarihten itibaren bir ay ve her hâlde satıştan
itibaren beş yıl geçmekle düşeceğini hükme bağlamaktadır. Bu son fıkrada
yürürlükteki maddede öngörülen on yıllık süre oldukça uzun görülerek beş yıla
indirilmiştir.
Yürürlükteki Kanunda
karşılığı olmayan yeni 734 üncü maddeyle, önalım hakkının dava açılması suretiyle
kullanılması esası getirilmiştir. Yürürlükteki hükümler uyarınca önalım
hakkının dava dışı bir beyanla (açıklamayla) kullanılabilmesi mümkündür. Ancak
buna karşın sonuçta bu beyan ile istenilen sonucun elde edilebilmesi bir dava
açılmasını gerektirmektedir. Bu sebeple bu durum bir kanun hükmü hâline
getirilmiştir. Maddenin ikinci fıkrası, önalım bedelinin depo edilmesi konusunda uygulamada kabul
edilen esası, kanun hükmü hâline getirmektedir.
748 inci maddesinin
birinci ve ikinci fıkraları, yürürlükteki Kanunda mevcut değildir. Bu
fıkralarda zorunlu geçit dışında kalan geçici nitelikteki geçitler ile kırsal
alanlarda ihtiyaç duyulan diğer geçitlerin özel kanunla düzenleneceği, özel
kanun hükmü yoksa yerel âdetin uygulanacağı belirtilmiştir. Yürürlükteki
Kanunun 672 nci maddesini karşılayan, fakat yeniden kaleme alınan üçüncü fıkra
ile, doğrudan doğruya kanundan kaynaklanan geçit haklarının tescilsiz olarak
doğduğu kabul edilmiş, bunlar arasında sürekli nitelikte olanların ise tapu
kütüğünün beyanlar sütununda gösterilmesi öngörülmüştür.
Tasarının 754 üncü
maddesinin karşılığı yürürlükteki Kanunda mevcut değildir. Medenî Kanunun
İsviçre'den alınması sırasında bir unutkanlık eseri olarak alınmadığı kabul
edilen kaynak Kanunun 702 nci maddesi
göz önünde tutularak bu yeni madde kaleme alınmıştır. Bu maddede sayılan
kısıtlamaların özel kanun kurallarına tâbi olduğu vurgulanmıştır. Nitekim eski
eserlere ilişkin olmak üzere bazı kanunlarımız mevcuttur.
Tasarının 760 ıncı
maddesini karşılayan bir hüküm yürürlükteki Kanunda mevcut değildir. Madde 1984
tarihli Öntasarıdaki düzenleme de göz önünde tutularak kaleme alınmıştır.
Maddede özel mülkiyete tâbi arazide
bulunan kaynak, kuyu veya derelerden komşuların ve diğerlerinin
yararlanmalarının özel kanun hükümlerine tâbi olduğu, özel kanun hükmü yoksa
yerel âdetin uygulanacağı belirtilmektedir.
c) Taşınır Mülkiyeti
Bölümü
767 nci maddenin konu
başlığında kullanılan “ihraz” terimi aynen korunmuştur.
769 uncu maddenin kenar
başlığı, yürürlükteki 693 üncü maddenin kenar başlığında kullanılan
"Lükata" teriminin eskiliği ve herkes tarafından kolaylıkla
anlaşılamayacak olması sebebiyle arılaştırılarak "Bulunmuş eşya"
şekline dönüştürülmüştür. Yürürlükteki maddede geçen "zabıta
memurları" yerine "kolluk kuvvetleri" deyimi kullanıldığı gibi, bildirimin köylerde
"muhtara" da yapılabileceği birinci fıkrada düzenlenmiştir. İkinci
fıkrada, bulunan şeyin önemli ölçüde değerli olması hâlinde, bildirme kanunî
bir zorunluluk durumuna getirilmiştir. Yürürlükteki maddenin üçüncü fıkrasında
öngörülmüş olan "bir liralık" değer yerine konulacak miktar ölçüsünün
her zaman sübjektif olabileceği ve zaman içinde değersiz hâle gelebileceği
düşünülerek miktar belirtme yerine, "önemli ölçüde değerli olma"
ölçüsü getirilmiştir.
773 üncü maddede,
bilimsel değeri olan eşya Ülkemizde bu alanda çıkarılan, örneğin Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu gibi, özel kanunlarla korunduğundan, özel
hükümlere yollama yapılmıştır.
2) SINIRLI AYNÎ HAKLAR
KISMI
Bu kısım "İrtifak
Hakları ve Taşınmaz Yükü", "Taşınmaz Rehni" ve "Taşınır
Rehni" başlıklarını taşıyan üç bölümden oluşmaktadır.
a) İrtifak Hakları ve
Taşınmaz Yükü Bölümü
Bu bölüm "Taşınmaz
Lehine İrtifak Hak", "İntifa Hakkı ve Diğer İrtifak Hakları" ile
"Taşınmaz Yükü" ayırımlarından oluşmaktadır.
Birinci ayırımda 790 ıncı
maddenin birinci fıkrasında, kaynak Kanun göz önünde tutulmak suretiyle,
irtifak hakkının kullanılması için gerekli tesislerin bakımının kime ait
olacağı düzenlenmiştir.
İkinci ayırımda yer alan
ve intifa hakkının sona ermesini düzenleyen 796 ncı madde, Tasarıda kanunî
intifa hakkına yer verilmediği göz önünde tutularak yeniden yazılmış ve
yürürlükteki 720 nci maddenin son fıkrası aynı gerekçeyle bu maddeye
alınmamıştır.
814 üncü maddenin kenar
başlığı içeriğine uygun hâle getirilmek amacıyla "Bir mamelekin
borçlarının faizi" yerine "Malvarlığı intifaında borçların
faizi" şeklinde ifade edilmiştir.
Ormanlar üzerindeki
intifa hakkının düzenlendiği ve yürürlükteki Kanunun 742 nci maddesini
karşılayan 818 inci maddede intifa
hakkı sahibinin ormandan yararlanabilmesinin ancak özel kanun hükümlerine uygun
bir işletme plânı çerçevesinde mümkün olabileceği esası vurgulanmıştır.
Üçüncü ayırımda
düzenlenen "Taşınmaz Yükü"ne ilişkin maddelerde hüküm değişikliği
yapılmamıştır.
b) Taşınmaz Rehni Bölümü
Bu bölüm, "Genel
Hükümler", "İpotek", "İpotekli Borç Senedi ve İrat
Senedi" ile "Taşınmaz Rehni ile Güvence Altına Alınan Ödünç
Senetleri" başlıklarını taşıyan dört ayırımdan oluşmaktadır.
Birinci ayırımda 857 nci
maddeye yeni bir fıkra eklenmiş ve bu yeni hükümle, bir veya bir kaç pay
üzerine rehin kurulduktan sonra, o taşınmazın tümü üzerinde rehin kurulması
yasaklanmıştır.
İkinci ayırımda
düzenlenen "İpotek" konusunda, üçüncü ayırımda düzenlenen
"İpotekli Borç Senedi ve İrat Senedi" konusunda yürürlükteki Kanunun
hükümleri esas alınmış, kaynak Kanunun hükümleri dikkate alınarak bazı düzeltme
ve değişikliklere yer verilmiştir.
Dördüncü ayırımın başlığı
"Taşınmaz Rehni ile Güvence Altına Alınan Ödünç Senetleri" şeklinde
kaleme alınmıştır. Yürürlükteki başlık ise "Gayrimenkul Karşılık
Gösterilerek Senet İhracı"dır.
c) Taşınır Rehni Bölümü
Bu bölüm, "Teslime
Bağlı Rehin ve Hapis Hakkı", "Alacaklar ve Diğer Haklar Üzerinde
Rehin", "Rehin Karşılığında Ödünç Verme İşi ile Uğraşanlar" ve
"Rehinli Tahvil" ayırımlarından oluşmaktadır.
Bu ayırımlarda
yürürlükteki Kanunun hükümleri esas alınmış,
kaynak İsviçre Medenî Kanununun ilgili hükümleri göz önünde
bulundurularak bazı değiştirme ve düzeltmeler yapılmıştır.
3) ZİLYETLİK VE TAPU
SİCİLİ KISMI
Bu kısım biri
"Zilyetlik", diğeri "Tapu Sicili" olmak üzere iki bölüme
ayrılmıştır.
a) Zilyetlik Bölümü
Yürürlükteki Kanunda ve
İsviçre Medenî Kanununda karşılığı olmayan yeni 975 inci madde ile,
"dolaylı ve dolaysız zilyetlik" tanımları yapılmaktadır.
Gasp ve saldırıdan doğan
dava hakkının, zilyedin fiili ve failini öğrendiği tarihten itibaren iki ay
geçmekle düşeceği, yürürlükteki Kanundan farklı olarak 984 üncü maddede
düzenlenmiştir.
Yürürlükteki Kanunun 901
inci maddesini karşılayan 988 inci maddenin kenar başlığında "istihkak
davası" terimi yerine "taşınır davası" terimine yer verilmiştir.
Zaten bu davaya doktrinde "menkul davası" adı verilmektedir.
Bu bölümde yer alan
maddelerde değişiklik yapılmamıştır.
b) Tapu Sicili Bölümü
Yürürlükteki Kanunun 910
uncu maddesini karşılayan 997 nci maddenin yeni ikinci fıkrası, tapu sicilinin
unsurlarını düzenlemektedir. Bu unsurlar arasında kat mülkiyeti kütüğü de yer
almaktadır.
Tapu siciline taşınmaz
olarak kaydedilecek taşınmazların belirtildiği 998 inci maddede esaslı
değişiklik yapılmıştır. Bir defa, madenler madde metnine alınmamıştır. Zira
madenler 3213 sayılı Maden Kanunu ile özel mülkiyet konusu olmaktan
çıkarılmıştır. Buna karşılık maddeye "kat mülkiyetine konu olan bağımsız
bölümler" alınmıştır. Üçüncü fıkrada, bağımsız ve sürekli hakların
taşınmaz olarak kaydedilmesi için hakkın süresiz veya en az otuz yıl süreli
olması koşulu getirilmiştir.
1000 inci maddenin konu
ve kenar başlığı "3. Sicilin unsurları" "a.Tapu kütüğü"
şeklinde kaleme alınmış, birinci fıkrada yürürlükteki Kanunda yer verilmeyen,
tapu sicili sisteminin temelini oluşturan ve taşınmaza sayfa açılması ilkesini
belirleyen hükme yer verilmiştir. Maddede ayrıca kütüğün her sayfasındaki özel
sütunlara nelerin tescil edileceği belirtilmiştir.
Yürürlükteki Kanunda
karşılığı olmayan yeni 1001 inci maddede "kat mülkiyeti kütüğü"ne
yazılacaklar düzenlenmiştir.
Yürürlükteki Kanunda
karşılığı bulunmayan yeni 1002 ve 1003 üncü maddelerde yevmiye defteri ve
belgeler ile plân düzenlenmektedir.
Yürürlükteki Kanunun 919
uncu maddesini karşılayan 1009 uncu maddede şerh verilebilecek haklar arasına
"taşınmaz satış vaadi sözleşmesi" ile "arsa payı karşılığı
inşaat sözleşmesi" de eklenmiştir.
1010 uncu maddenin (1)
numaralı bendinde, yürürlükteki Kanunun bu maddeyi karşılayan 920 nci
maddesindeki "icraî iddia zımnında müttehaz resmî kararlar" deyimi
yerine "çekişmeli hakların korunmasına ilişkin mahkeme kararları"
ifadesine yer verilmiştir.
Son üç maddede 17 Şubat
1926 tarihli ve 743 sayılı Türk Kanunu Medenîsinin yürürlükten kaldırıldığı,
yeni kanunun yürürlük tarihi ve kanunu yürütecek makam belirtilmiştir.