Dönem: 22 Yasama Yılı: 3
T.B.M.M. (S. Sayısı: 900)
16.3.2005 Tarihli ve
5317 Sayılı Bankalar Kanunu ile Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları
Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ve Anayasanın 89 uncu ve 104 üncü Maddeleri Gereğince Cumhurbaşkanınca
Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ile Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/999)
Not: Kanun, Başkanlıkça Anayasa ile Plan ve Bütçe
komisyonlarına havale edilmiştir.
T.C.
Cumhurbaşkanlığı 31.03.2005
Sayı:
B.01.0.KKB.01-18/A-2-2005-248
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET
MECLİSİ BAŞKANLIĞINA
İLGİ: 17.03.2005 günlü,
A.01.0.GNS.0.10.00.02-8820/27424 sayılı yazınız.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel
Kurulunca 16.03.2005 gününde kabul edilen 5317 sayılı "Bankalar Kanunu ile
Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun" incelenmiştir.
1- 18.06.1999 günlü, 4389 sayılı Bankalar
Yasasının 15. maddesinin 7. fıkrasının
(a) bendinin, incelenen Yasanın 1. maddesiyle değiştirilen ikinci paragrafının
ondört ve onbeşinci tümcelerinde,
".... Satışın Fon Kurulu tarafından
iptal edilmesi hali hariç olmak üzere, ihalenin feshi halinde alıcısına teslim
edilmiş olan mal, hak ve varlıkların iadesi istenemez. Ancak, ihale bedeli ve
bu bedelin ödeme tarihinden itibaren 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt
Faizine İlişkin Kanun hükümleri uyarınca işleyecek faiz tutarı toplamı ile
sınırlı olmak kaydıyla hak sahiplerinin tazminat hakları saklıdır...."
düzenlemesine yer verilmiştir.
Düzenlemede, yönetimi ve denetimi Tasarruf
Mevduatı Sigorta Fonuna geçen hak ve varlıkların 6183 sayılı Amme Alacaklarının
Tahsil Usulü Hakkında Yasa uyarınca haczedilenlerin, ticari ve iktisadi
bütünlük içinde bir araya getirilerek alıcısına geçişini sağlayacak biçimde
ihale yoluyla satışında,
- Satışın Fon Kurulunca iptal edilmesi
ayrık olmak üzere, ihalenin feshi durumunda, alıcısına teslim edilmiş olan mal,
hak ve varlıkların geri verilmesinin istenemeyeceği,
- Ancak, ihale bedeli ve bu bedelin ödeme
gününden başlayarak işleyecek yasal faizi toplamıyla sınırlı olmak koşuluyla
ilgililerin tazminat haklarının saklı tutulduğu,
belirtilmiştir.
a- Yapılan düzenlemeye göre, satışın Fon
Kurulunca iptaline karar verilmesi durumunda, alıcıya geçmiş olan ihale konusu
mal, hak ve varlıklar geri alınacak; ihalenin feshi durumunda ise, alıcısına
teslim edilmiş olan mal, hak ve varlıkların geri verilmesi istenilemeyecektir.
İhalenin feshi kavramı, bir ihale
işleminin, ihale sürecine ilişkin aykırılıkların sonradan ortaya çıkması
nedeniyle yargı kararıyla ortadan kaldırılması durumunu kapsamaktadır. Nitekim,
4389 sayılı Bankalar Yasasının 15. maddesinin 7. fıkrasının (a) bendinin
incelenen Yasayla değiştirilen ikinci paragrafının onaltıncı tümcesinde,
"Bu hüküm uyarınca yapılan satışlarla
ilgili ihalenin feshi davaları, Fonun merkezinin bulunduğu yer idare
mahkemelerinde görülür."
denilerek, feshin yargı kararıyla
yapılacağı kurala bağlanmıştır.
Getirilen kurala göre, ihalenin feshi için
açılan idari dava sonunda yargı yerince ihalenin iptaline karar verilse de,
alıcısına teslim edilmiş olan ihale konusu mal, hak ve varlıkların geri
verilmesi istenilemeyecektir.
Böylece, yasaya ve hukuka aykırılığı yargı
yerince saptanarak iptal edilen ihalenin konusu olan mal, hak ve varlıklar
yönetimin elinden çıkmış olacağından, ihalenin yeniden yapılması olanağı
ortadan kalkmaktadır.
Bu durumun, çoğu kez ihalenin yeniden
yapılmasını gerektirecek yargı kararını etkisiz kılacağı, iptal davasından elde
edilmek istenen sonucu engelleyeceği, başka bir deyişle iptal kararını hükümsüz
bırakacağı açıktır.
Anayasanın 2. maddesinde, Türkiye
Cumhuriyetinin bir hukuk devleti olduğu belirtilmiştir. Hukuk devleti, toplum
yaşamında adalete ve eşitliğe uygun bir hukuk düzeni kuran, bu düzeni
sürdürmekle kendini yükümlü sayan, hukuk güvenliğini sağlayan, tüm
davranışlarında hukuk kurallarına uyan, işlem ve eylemleri yargı denetimine
bağlı olan, hukukun üstünlüğünü benimseyip uygulayan devlettir.
Hukukun üstünlüğü ilkesi, yönetimin tüm
eylem ve işlemlerinin yargı denetimine bağlı olmasını ve yargı kararlarının tüm
sonuçlarıyla, geciktirilmeksizin uygulanmasını gerektirmektedir.
Anayasamızda her iki konuda da düzenleme
yapılarak hukukun üstünlüğü kabul edilmiştir. Anayasanın 125. maddesinde,
yönetimin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu
belirtilmiş; 138. maddesinde de, yasama ve yürütme organları ile yönetimin
yargı kararlarına uymak zorunda olduğu, bu organlar ve yönetimin yargı
kararlarını hiçbir biçimde değiştiremeyeceği ve bunların yerine getirilmesini
geciktiremeyeceği vurgulanmıştır.
Bu kurallar uyarınca yönetim, yargı
kararlarının tüm gereklerini yerine getirmek, bunun için gerekli işlem ve
eylemi yapmak zorundadır.
Oysa, incelenen Yasanın yukarıda açıklanan
sözkonusu düzenlemesi, yönetimin yargı kararlarını tüm sonuçlarıyla yerine
getirme yükümlülüğünü ortadan kaldırmaktadır. Bu nedenle ve yargı kararlarını
etkisiz ve hükümsüz kılan içeriğiyle sözkonusu düzenleme, Anayasanın 2.
maddesindeki hukuk devleti ve 138. maddesindeki yargı kararlarının
bağlayıcılığı ilkelerine uygun düşmemektedir.
b- 4389 sayılı Bankalar Yasasının 15.
maddesinin 7. fıkrasının (a) bendinin incelenen Yasayla değişik ikinci
paragrafının onbeşinci tümcesinde,
".... Ancak, ihale bedeli ve bu
bedelin ödeme tarihinden itibaren 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine
İlişkin Kanun hükümleri uyarınca işleyecek faiz tutarı toplamı ile sınırlı
olmak kaydıyla hak sahiplerinin tazminat hakları saklıdır...."
düzenlemesine yer verilmiştir.
Böylece, tazminat davasında yargı yerinin
hükmedeceği tazminat tutarına, ihale bedeli ve bunun yasal faizini geçemeyeceği
belirtilerek, üst sınır getirilmiştir.
İncelenen Yasaya göre ihale konusu mal,
hak ve varlıkların "muhammen bedeli", Satış Komisyonunun raporu
üzerine Fon Kurulunca, bir başka deyişle yönetimce belirlenmektedir. Getirilen
düzenlemeyle, bu bedel üzerinden başlayan ihale sonunda elde edilen bedel,
ihalenin feshi durumunda hak sahibinin isteyebileceği tazminat tutarının üst
sınırı olarak kabul edilmektedir. Oysa, bu bedelin, ihalenin feshinin sözkonusu
olduğu durumlarda, çoğu kez, fesat karıştırılmış bir ihale sonunda
oluştuğundan, ihale konusu mal, hak ve varlıkların gerçek değeri olup olmadığı
da tartışmalıdır.
Ayrıca, tazminat davasını açan kişinin
Yasada belirtilenden daha fazla zarara uğradığını kanıtlayabilmesi olanaklıdır.
Bu olanağın davacının elinden alınması hukuka uygun düşmemektedir.
Öte yandan, getirilen düzenlemeyle
yargıcın takdir hakkı da sınırlandırılmış ve kanıtlanan gerçek zararın
tazminine karar verme olanağı elinden alınmıştır.
Anayasanın "Cumhuriyetin
nitelikleri" başlıklı 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin bir hukuk
devleti olduğu belirtilmiş; "Hak arama hürriyeti" başlıklı 36.
maddesinde, herkesin, meşru vasıta ve yollardan yararlanarak yargı yerleri
önünde davacı ya da davalı olarak sav ve savunma ile adil yargılanma hakkına
sahip olduğu vurgulanmış; "Yargı yolu" başlıklı 125. maddesinde,
yönetimin, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu
kabul edilmiş; "Mahkemelerin bağımsızlığı" başlıklı 138. maddesinde
de, yargıçların görevlerinde bağımsız olduğu, Anayasaya, yasaya ve hukuka uygun
biçimde vicdani kanaatlerine göre hüküm verecekleri, hiçbir organ, makam, merci
ya da kişinin, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve yargıçlara emir
ve talimat veremeyeceği, genelge gönderemeyeceği ve telkinde bulunamayacağı
kurala bağlanmıştır.
İncelenen Yasayla yapılan sözkonusu
düzenleme, Anayasanın yukarıda belirtilen kurallarıyla bağdaşmamaktadır.
Nitekim, 3984 sayılı Radyo ve
Televizyonların Kuruluşu ve Yayınları Hakkında Yasanın 28. maddesinde 4756
sayılı Yasayla yapılan değişiklikle getirilen, gerçek ve tüzel kişilik
haklarına saldırı oluşturan yayınlar ile gerçeğe aykırı yayınlar nedeniyle
açılan tazminat davalarında uygulanacak on milyar liralık alt sınıra ilişkin
kuralın yürürlüğü, Anayasa Mahkemesinin 12.06.2002 günlü, E.2002/97, K.2002/9
(YD) sayılı kararıyla durdurulmuş ve anılan kural, gerekçeli kararı henüz
yayımlanmamakla birlikte, Yüksek Mahkemenin 21.09.2004 günlü, E.2002/100,
K.2004/109 sayılı kararıyla iptal edilmiştir. Sözkonusu kuralın yürürlüğü,
Yüksek Mahkemenin 21.09.2004 günlü, E.2002/100, K.2004/9 (YD) sayılı kararı
ile, iptal kararının sonuçsuz kalmaması için, kararın Resmî Gazetede
yayımlanacağı güne kadar yeniden durdurulmuştur.
2- İncelenen Yasanın 2. maddesiyle
değiştirilen, 13.04.1994 günlü, 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve
Yayınları Hakkında Yasanın 29. maddesinin (h) bendinde,
"h) Bir ulusal radyo ve televizyon
yayın kuruluşunda yabancı sermaye payı, bu Kanunun ilgili diğer hükümleri saklı
kalmak kaydıyla herhangi bir sınırlamaya tabi değildir.
% 50'den fazla yabancı sermaye payı
bulunan toplam radyo ve televizyon yayın kuruluşu sayısı ulusal yayın yapan
kuruluş sayısının dörtte birinden fazla olamaz.
Bölgesel ve yerel radyo ve televizyon
yayın kuruluşlarında yabancı sermaye hisse sahibi olamaz."
düzenlemesine yer verilmiştir.
a- Yapılan düzenleme ile ulusal radyo ve
televizyon yayın kuruluşlarının yabancılara satışına olanak sağlanmakta, bu
bağlamda, yönetimi ve denetimi Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilen
şirketlerden radyo ve televizyon yayıncılığı yapanların tüm payının yabancılara
satışının da yolu açılmaktadır.
Yönetimi ve denetimi Fona devredilen radyo
ve televizyon yayıncılığı yapan şirketlerin tüm payının yabancılara satışının
gerçekleştirilmesi için; önce, incelenen Yasanın 1. maddesiyle, bu
şirketlerdeki geçici frekans ve kanal kullanımı izinlerinden doğan haklar,
yabancı gerçek ve tüzel kişilere yapılacak satışa konu olacak hak ve varlıklar
kapsamına alınmış; sonra da, incelenen Yasanın 2. maddesiyle, yönetimi ve
denetimi Fona geçen yayın kuruluşunun paylarının tümünün yabancı gerçek ya da
tüzel kişilere satışı olanaklı kılınmıştır.
Ne var ki, incelenen Yasanın 2. maddesiyle
yapılan düzenleme, yalnızca yönetimi ve denetimi Fona devredilen yayın
kuruluşları ile sınırlı değildir. Diğer ulusal radyo ve televizyon yayın
kuruluşları da, öngörülen sınırlar çerçevesinde yabancı gerçek ve tüzel
kişilere satılabilecektir.
Başka bir anlatımla, incelenen Yasanın 2.
maddesiyle yapılan düzenleme ile, radyo ve televizyon kuruluşlarındaki yabancı
sermaye payının oranıyla ilgili sınırlama, ulusal ölçekte yayın yapan radyo ve
televizyon kuruluşlarının dörtte biri yönünden kaldırılmakta ve bu
kuruluşlardaki yabancı sermaye payının % 25'ten % 100'e çıkarılmasına olanak
sağlanmaktadır.
b- Anayasanın 25. maddesinde, herkesin
düşünce ve kanaat özgürlüğüne sahip olduğu; 26 . maddesinde, herkesin düşünce
ve kanaatlerini söz, yazı, resim ya da başka yollarla tek başına ya da toplu
olarak açıklama ve yayma hakkının bulunduğu belirtilmiştir.
Anayasanın 28. maddesinde ise, basın
özgürlüğü düzenlenmiş; Devlete, basın ve haber alma özgürlüğünü sağlayacak
önlemleri alma görevi verilmiştir.
Düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile
basın özgürlüğü birbirini tamamlayan özgürlüklerdir. Nitekim, Anayasanın 26.
maddesinde, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün Resmî makamların karışması
olmaksızın haber ya da düşünce almak ya da vermek serbestliğini de kapsadığı
belirtilmiştir.
Yine Anayasanın 26 ve 28. maddelerine
göre, her iki özgürlüğün kullanılması da, ulusal güvenlik, kamu düzeni, kamu
güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri, Devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmez
bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet
sırrı olarak yöntemince belirlenmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının
şöhret ya da haklarının özel ve aile yaşamlarının yahut yasanın öngördüğü
meslek sırlarının korunması ya da yargılama görevinin gereğine uygun biçimde
yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlandırılabilmektedir.
Ayrıca, basın özgürlüğü, Anayasanın 1, 2
ve 3. maddeleri kurallarının değiştirilmesini sağlamak amacıyla da
kullanılamayacaktır.
Bu kurallar, Anayasa koyucunun kimi
kavram, ilke ve değerlere verdiği önemi, bunların korunması için Devletin
gerekli özeni gösterip önlemleri alması gerektiğini göstermektedir.
Günümüzde düşüncenin, kültürün ve bilimin
toplum içinde yayılmasını sağlamakta en etkili aracın radyo ve televizyon
yayınları olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Bu gerçek, yayın hizmetleri ile
temel hak ve özgürlükler arasında yakın ilişki olduğunu ortaya koymaktadır.
Yazılı basının yanı sıra görsel ve işitsel
medya, düşünce ve kanaat özgürlüğünü önemli derecede etkileme gücüne sahiptir.
Medya kuruluşları ve medya yayınları bir toplumda demokrasinin yerleşmesi,
gelişip güçlenmesi, özgün biçimde düşünce ve kanaatlerin oluşması, ülke ve ulus
bilincinin yerleşip geliştirilmesi yönünden önemli bir güce ve etkiye sahiptir.
Bu nedenle, ülkemizde radyo ve televizyon
yayınları kamu hizmeti yayıncılığı ilkesine göre düzenlenmiş, radyo ve
televizyon yayınları çeşitli yönlerden yasal sınırlamalara ve kamusal denetime
bağlı tutulmuştur.
Radyo ve televizyon yayın kuruluşlarının
toplumu oluşturmaktaki etkileme gücü yayın izni verilmesinde yerli ve yabancı
tüm yayıncılar yönünden çok seçici davranılmasını, ülke çıkarlarının gözetilip
kollanmasını gerektirmektedir.
Geçmiş deneyimler, yayıncılığın kimi
ticari ve öznel nedenlerle nasıl kullanıldığının örnekleriyle doludur. Bu
deneyimler ortada iken yabancı gerçek ve tüzel kişilere ulusal radyo ve
televizyon yayın kuruluşlarının tüm payına sahip olma olanağının sağlanması
ulusal çıkarlarla ve kamu yararıyla bağdaşmamaktadır.
c- Anayasanın 133. maddesinde, Devletçe
kamu tüzelkişiliği olarak kurulan tek radyo ve televizyon kurumu ile kamu
tüzelkişilerinden yardım gören haber ajanslarının özerkliği ve yayınlarının
yansızlığının esas olduğu belirtilirken, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü
kapsamında bulunan haber almak ya da vermek özgürlüğü korunmak istenmiştir.
Anayasanın aynı maddesinde, 08.07.1993
günlü, 3913 sayılı Yasayla yapılan değişiklikle, radyo ve televizyon
istasyonları kurmak ve işletmek, yasayla düzenlenecek koşullar çerçevesinde
serbest bırakılmıştır.
Anayasanın 26. maddesinde ise, düşünceyi
açıklama ve yayma özgürlüğünün, radyo, televizyon, sinema ya da benzeri
yollarla yapılan yayınların izin sistemine bağlanmasına engel olmadığı
belirtilmiştir. Madde gerekçesinde de, radyo, televizyon ve sinema yoluyla
yapılan yayınlarda "serbesti sistemi" yerine "izin
sistemi"nin kabul edildiği açıklanmıştır.
Bu ilke ve kurallar, radyo ve televizyon
yayıncılığının özelleştirilmesine karşın "ticari yayıncılık modeli"ne
geçilmediğini, yayıncılığın "kamu hizmeti anlayışı" içinde yapılması
gerektiğini göstermektedir.
Nitekim, Anayasa Mahkemesinin, TRT
Kurumuna ilişkin verici tesislerinin PTT Yönetimine devriyle ilgili 3517 sayılı
Yasanın iptali istemiyle açılan dava sonunda verdiği 18.05.1990 günlü,
E.1989/9, K.1990/8 sayılı kararında,
"....Anayasanın, radyo-televizyon
yayını gibi çağın en ileri teknolojik aşamasını yapmış bir kamu hizmeti için
öngördüğü yönetim biçimi, yine Anayasada belirtilen nitelikleri
taşımalıdır...."
denilerek, radyo ve televizyon yayıncılığı
"kamu hizmeti" olarak nitelendirilmiştir.
Yayıncılığın devlet tekelinden
çıkarılmasına karşın, kamu ve özel tüm yayınların özerk bir kamu otoritesinin
gözetim ve denetimi altında tutulması, yayınların yasayla düzenlenecek ilkelere
uygun olma koşulunun öngörülmesi, kamunun yansız ve özgür haber alma hakkının
korunması ve yayınların kamuoyunu etkilemekteki olağanüstü gücü nedeniyledir.
Bu niteliği nedeniyle radyo ve televizyon
yayıncılığında tekelleşmenin önlenmesi de büyük önem taşımaktadır. Bu alanda
tekelleşmenin önlenmesinin amacı, bağımsız ve yansız yayıncılığı sağlamaktır.
Çünkü, bağımsız ve yansız yayıncılık eşitlikçi, dengeli, doğru ve çoğulcu yayın
anlayışının, dolayısıyla kamu hizmeti niteliğinin olmazsa olmaz koşuludur.
Öte yandan, geleneksel elektronik
yayıncılık teknolojisi çerçevesinde, tüm telekomünikasyon iletileri gibi radyo
ve televizyon iletileri de havadaki elektromanyetik dalgalar yoluyla
taşınmaktadır. Bu dalgalar çeşitli frekanslara sahiptir ve radyo ve televizyon
sinyalleri ancak belirli frekanslar üzerinden iletilebilmektedir.
Elektromanyetik dalga ortamı kamu malıdır;
kullanımı izne bağlıdır. Bir kamu hizmeti olarak düzenlenen yayıncılık hizmeti
için gereken kamu malı, özerk bir kamu tüzelkişisince, yasada yer verilen
koşullar çerçevesinde "tahsis" edilerek kullanılabilmektedir.
Bu sinyalleri taşıyan elektromanyetik
dalgalar aynı zamanda doğal kaynaklardır ve Anayasanın 168. maddesi uyarınca
Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır.
Bu nedenlerle, yabancı gerçek ya da tüzel
kişilerin ulusal radyo ve televizyon yayın kuruluşlarına sahip olmaları,
bağımsız ve yansız yayıncılık ilkeleri ve kamu hizmetinin gerekleriyle de
bağdaşmamaktadır.
d- Anayasa Mahkemesinin, 3987 sayılı
"Özelleştirme Uygulamalarının Düzenlenmesi ve Özelleştirme Sonucunda
Doğabilecek İstihdamla İlgili Sorunların Çözümlenmesine İlişkin Kanun Hükmünde
Kararnameler Çıkarılması Amacıyla Yetki Verilmesine Dair Kanun"un iptali
istemiyle açılan dava sonunda verdiği, 07.07.1994 günlü, E.1994/49, K.1994/45-2
sayılı kararında, yabancı sermayeye ilişkin ortaya koyduğu ilkelerden biri de,
ülkenin bağımsızlığı, güvenliği ve ulusal çıkarlar yönünden, özelleştirmenin
yabancılaştırmaya dönüştürülmemesi zorunluluğudur.
Yüksek Mahkeme bu kararında,
- İçerdiği temel görüş ve ilkeler, öbür
kurallarla eşdeğer olan Anayasanın başlangıç kısmının beşinci paragrafında,
hiçbir düşünce ve mülahazanın Türk ulusal çıkarları karşısında korunma
göremeyeceği ilkesinin, Anayasanın öngördüğü hukuk düzeni içinde ulusal
çıkarların herşeyin üzerinde tutulmasını gerektirdiğini,
- Anayasanın 2. maddesinde,
"....toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı ....içinde insan
haklarına saygılı...." olunacağına yer verilerek devlet ve toplum
çıkarlarına öncelik tanındığını,
- Anayasanın 5. maddesinde yer verilen
"Türk Milletinin bağımsızlığı" ilkesinin siyasal ve ekonomik
bağımsızlığı birlikte içerdiğini, bu kavramların yalnız başına bir anlam
taşımadıklarını, birbirlerini tamamlayan kavramlar olduklarını,
- Anayasanın 16. maddesinde, Anayasanın
12. maddesinde herkese tanınan temel hak ve özgürlüklerin, yabancılar için,
uluslararası hukuka uygun olarak yasayla sınırlandırılabileceğinin kurala
bağlandığını, yabancıların temel hak ve özgürlüklerin kimilerinden yurttaşlar
gibi yararlandırılmamasının, bu hakların kimi sınırlama ve kısıtlamalara bağlı
tutulmasının nedenlerinin, Devleti korumak, onun sürekliliğini sağlamak gibi
düşüncelerde aranması gerektiğini, Devletin geleceği üzerinde doğrudan etkisi
olan yaşamsal önemdeki konularda yabancıların ağırlığını önleyici kuralların
getirilmesinin bağımsızlığın korunması yönünden zorunlu olduğunu,
belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi yine aynı
kararında,
- Kalkınmayı hızlandırmak için dış
borçlanma, yabancı sermaye ve yabancı ortaklıklardan yararlanmak gerektiğini,
ancak özelleştirme yoluyla giderek yabancıların nüfuzuna yol açılmasının ülke
bağımsızlığı yönünden kabul edilemez olduğunu, bu gerçeğin özelleştirme
politikası uygulayan gelişmiş kimi ülkeleri bile önlem almak zorunda
bıraktığını,
- Türk Ulusunun çıkarlarının, ülke
bağımsızlığının ve güvenliğinin gözetilmesini, özelleştirmenin
yabancılaştırmaya dönüşmemesi yönünden getirilecek kuralların öneminin büyük
olduğunu ve uygulamaların karşılıklılık ilkesi gözetilerek yapılması
gerektiğini,
- Telekomünikasyon, elektrik üretimi,
iletimi, dağıtımı gibi stratejik önemi olan alanlara yabancıların, girmesinin
ötesinde egemen olmasının, güvenlik, bağımsızlık ve ekonomik yönlerden çok
sakıncalı olabileceğini, çünkü bu tür kamu hizmetlerinin ülke güvenliği ile çok
yakından ilgili olduğunu, düzenlemelerin bu tür durumları önleyecek biçimde
yapılmasının gerektiğini,
- Özelleştirmenin stratejik konumda olan
bölgelerde yabancılara taşınmaz mal satışına neden olmaması gerektiğini,
vurgulamıştır.
Ayrıca, burada önemle belirtmek gerekir
ki, Anayasa Mahkemesi, ülkemizdeki sermaye birikimi düzeyinin, özelleştirmenin
yabancılaştırmaya dönüşmesi olasılığını yükselteceğini, telekomünikasyon ve
elektrik gibi stratejik öneme sahip kamu hizmetlerinin yabancılaşmasının, ülke
savunması, güvenliği ve bağımsızlığı yönünden sakıncalı olacağının altını
yeniden ve önemle çizmekte, devletleştirme olanağının bu riski ortadan
kaldırabileceği düşüncesinin ise, ulusal ve uluslararası hukuk yönünden pek
geçerli görülemeyeceğini de belirtmektedir.
Anayasa Mahkemesinin yukarıda değinilen
kararıyla ortaya konulan ilkeler, kamuoyunu etkilemekteki olağanüstü gücü,
bugüne kadar yaşanan bir çok olay nedeniyle tartışılamayacak bir gerçek olan
radyo ve televizyon yayıncılığı için de geçerlidir.
Yabancılara tanınacak hakların kimi
sınırlama ya da kısıtlamalara bağlı tutulmasını Devleti korumak, onun
sürekliliğini sağlamak gibi düşüncelerde aramak gerekir. Devletin geleceği
üzerinde doğrudan etkisi olan, yaşamsal önemdeki konularda yabancıların
ağırlığını önleyici gerçekçi sınırlamalar getirilmesi, bağımsızlığın ve ulusal
çıkarların korunması yönünden zorunludur.
e- İncelenen Yasanın 2. maddesiyle yapılan
düzenleme ile özel radyo ve televizyon kuruluşlarında yabancıların ağırlığının
önlenmesi amacıyla kimi sınırlamalara yer verildiği görülmektedir. Gerçekten,
yapılan düzenlemede,
- Yabancı sermayenin bölgesel ve yerel
radyo ve televizyon yayın kuruluşlarında pay sahibi olması yasaklanmış,
- % 50'den fazla yabancı sermaye payı
bulunan toplam radyo ve televizyon yayın kuruluşu sayısının, ulusal yayın yapan
kuruluş sayısının dörtte birinden fazla olamayacağı belirtilmiş,
- 3984 sayılı Yasanın ilgili diğer
sınırlayıcı kuralları saklı tutularak, bir özel radyo ve televizyon kuruluşunda
ortak olan gerçek ya da tüzel yabancı kişinin bir başka radyo ve televizyon
kuruluşuna ortak olması önlenmiştir.
Önemle vurgulamak gerekir ki, yukarıda
sözü edilen sınırlamalar, yabancıların bu alanda oluşacak etkinliklerini
önleyecek nitelik taşımamaktadır.
Bir kez, kendi devletleri ve şirketlerinin
desteğiyle, bir televizyon kanalının tüm payını satın alan yabancı yayıncılara
karşı Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun etkili bir denetim ve sınırlama
uygulaması, uluslararası siyasal nedenlerden dolayı son derece güçtür. Böyle
bir uygulamanın Türkiye’ye ciddi sorunlar yaşatması güçlü olasılıktır.
İkinci olarak, incelenen Yasanın Türkiye
Büyük Millet Meclisinde görüşülmesi sırasında, Hükümet adına konuşan Devlet
Bakanı ve Başbakan Yardımcısınca belirtildiğine göre, bugün yurdumuzda ulusal
yayın yapan 24 yayın kuruluşu vardır. Getirilen kurala göre, yabancı gerçek ya
da tüzel kişiler, 6 yayın kuruluşunun tümüne, geri kalanlara da % 50 oranında
sahip olabilecektir.
Kamuoyu oluşturmakta, toplumun bilgi
almasında en etkili ve izlenme payı % 50'nin üzerinde olan 6 televizyon
kanalındaki yabancı sermaye payının % 100'e çıkmasıyla Türkiye’nin en kritik
sorunlarında nasıl bir tabloyla karşılaşacağını görmek güç değildir.
Yabancı sermaye payı % 50'den fazla,
gerektiğinde % 100'e ulaşacak ulusal radyo ve televizyonların sayısal olarak
belirlenmesi, yapılan düzenlemenin hukuka ve kamu yararına aykırılığını ve
yaratacağı sakıncaları azaltmamakta ya da ortadan kaldırmamaktadır. Çünkü,
radyo ve televizyonların kamuoyu oluşturmaktaki, haber ve bilgilendirme
programları yoluyla tüm toplumu etkileme ve koşullandırmaktaki güç ve etkileri
inanılmaz boyuttadır. Yazılı ve görsel basının demokrasilerde "dördüncü
güç" olarak nitelendirilmesinin nedeni de budur.
Yazılı, görsel ve işitsel medya ve
özellikle de radyo ve televizyonların toplum üzerindeki etkinlikleri yaptıkları
yayınların dinlenmesi ve izlenmesiyle doğru orantılıdır.
TRT Genel Müdürlüğünce kitaplaştırılan,
2004 yılı "Televizyon Yayınları Kamuoyu Araştırması"na göre, ulusal
ölçekte yayın yapan 6 televizyon kanalının toplam izlenme payı % 59'un
üstündedir.
Araştırma sonuçlarına göre, TRT kanallarının (TRT 1, 2, 3, 4 ve GAP)
toplam izlenme payı % 23.58, diğer kanalların izlenme payı
% 13.73, yerel televizyon kanallarının izlenme payı ise % 0.55'tir.
Görüldüğü gibi 24 ulusal kanaldan 6'sının
yabancıların eline geçmesi Türkiye’nin kültür yaşamını, demokrasisini, ulusal
çıkarlarını, kamu düzenini ve kamu güvenliğini yabancıların etki alanına açık
duruma getirecektir. Görsel medyanın, toplumun en küçük birimlerinin günlük
yaşamına girdiği ve insanları ve toplumları derinden etkilediği, davranışlarını,
düşünce ve yaşam biçimlerini önemli ölçüde yönlendirip değiştirdiği gözönünde
bulundurulduğunda, incelenen Yasa ile yapılan değişikliğin kamu yararına uygun
bulunmadığı açıkça görülecektir.
Ayrıca, getirilen düzenlemeye göre, ulusal
ölçekte yayın yapan 6 televizyon kanalının tümünün yanı sıra diğer 18
televizyon kanalının % 50'sinin de yabancılara geçebileceği gözden uzak
tutulmamalıdır.
Öte yandan, bugün için 24 olan ulusal
ölçekli televizyon yayınlarının, kanal ve uydudan yayın olanaklarının artmasıyla
çok yüksek sayılara ulaşması uzak bir olasılık değildir. Televizyonlarla ilgili
bu gerçeklere ulusal ölçekte yayın yapan radyolar da eklendiğinde durumun ülke
yönünden sakıncaları daha da belirginleşmektedir.
Kaldı ki, yabancı sermayeye yerel ve
bölgesel yayın yapan radyo ve televizyon kuruluşları için getirilen yasağın,
kamuoyunu etkileme gücü çok daha yüksek olan ulusal yayın yapanlar yönünden
kaldırılmasının haklı bir gerekçesi de yoktur ve bu çelişki yaratmaktadır.
Ulusal radyo ve televizyonlarda yabancı
sermaye payına ilişkin % 25'lik sınırın kaldırılmasının Avrupa Birliğine uyum
süreciyle de bir ilgisi bulunmamaktadır. Bu yönden bakıldığında, AB üyesi
ülkelerde farklı uygulamalar ve düzenlemeler olduğu görülmektedir.
Bu nedenlerle, ulusal radyo ve televizyon
yayın kuruluşlarının dörtte birinde yabancı gerçek ve tüzel kişilerin sahip
olacakları payın yüzde yüz oranına çıkmasına, diğerlerinde % 50'ye ulaşmasına
olanak sağlayan ve böylece bu alana yabancıların egemen olmasının yolunu açan düzenleme
anayasal kurallar, ulusal çıkarlar ve kamu yararı ile bağdaşmamaktadır.
Yayımlanması yukarıda açıklanan
gerekçelerle uygun görülmeyen 5317 sayılı "Bankalar Kanunu ile Radyo ve
Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun", Türkiye Büyük Millet Meclisince bir kez daha görüşülmesi
için, Anayasanın değişik 89 ve 104. maddeleri uyarınca ilişikte geri
gönderilmiştir.
Ahmet Necdet SEZER
Cumhurbaşkanı
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
Türkiye Büyük Millet
Meclisi
Plan ve Bütçe
Komisyonu
Esas No.: 1/ 999 16.5.2005
Karar No.: 36
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET
MECLİSİ BAŞKANLIĞINA
Türkiye Büyük Millet
Meclisince 16.3.2005 tarihinde kabul edilen ve yayımlanmak üzere
Cumhurbaşkanlığı Makamına sunulan 5317 sayılı Bankalar Kanunu ile Radyo ve
Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun, Sayın Cumhurbaşkanınca Anayasanın 89 uncu ve 104 üncü
maddeleri gereğince yayımlanması uygun
bulunmayarak bir daha görüşülmek üzere 31.3.2005 tarihinde Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına geri gönderilmiş ve Başkanlıkça 4.4.2005 tarihinde gerekçeli geri gönderme tezkeresi
ile birlikte tali komisyon olarak Anayasa Komisyonuna, esas komisyon olarak
Komisyonumuza havale edilmiştir.
Komisyonumuzun 12.5.2005
tarihinde yaptığı 52 nci birleşiminde anılan Kanun ile geri gönderme tezkeresi,
Hükümeti temsilen Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener ile
Maliye Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, Hazine Müsteşarlığı, Devlet Planlama Teşkilatı
Müsteşarlığı, Telekomünikasyon Kurumu, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu,
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu, Sermaye Piyasası Kurulu, Tasarruf
Mevduatı Sigorta Fonu, Türkiye Bankalar Birliği temsilcilerinin de
katılımlarıyla incelenip görüşülmüştür.
Sayın Cumhurbaşkanının
geri gönderme tezkeresinde;
- Kanunun 1 inci
maddesine ilişkin olarak; fon bünyesindeki şirketlerin ihalesinin feshi için
açılan idari dava sonunda yargı yerlerince ihalenin iptaline karar verilse de
alıcısına teslim edilmiş olan ihale konusu mal, hak ve varlıkların geri
verilmesinin istenilemeyeceğine ilişkin düzenlemenin ihalenin yeniden yapılması olanağını ortadan kaldırdığı, bu
durumun ihalenin yeniden yapılmasını gerektirecek yargı kararlarını etkisiz kılacağı, iptal davasından
elde edilmek istenen sonucu engelleyeceği, başka bir deyişle, iptal kararını
hükümsüz bırakacağı, bu düzenlemenin Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk
devleti ilkesine, 125 inci maddesindeki idarenin her türlü eylem ve işlemlerine
karşı yargı yolunun açık olduğu hükmüne ve 138 inci maddesindeki yargı
kararlarının bağlayıcılığı ilkesine uygun düşmeyeceği,
- Öte yandan, Bankalar
Kanununun 15 inci maddesinin (7) numaralı fıkrasının onbeşinci cümlesindeki
hüküm ile tazminat davasında yargı yerinin hükmedeceği tazminat tutarına, ihale
bedeli ve bunun yasal faizini geçemeyeceği şeklinde üst sınır getirildiği, bu
durumda çoğu kez ihalenin feshinin fesat karıştırılmış bir ihale sonunda
oluştuğundan, ihale bedelinin ihale konusu mal, hak ve varlıkların gerçek değeri
olup olmadığının tartışmalı olacağı, tazminat davasını açan kişinin yasada
belirtilenden daha fazla zarara uğradığını kanıtlayabilmesinin olanaklı olduğu,
bu olanağın davacının elinden alınmasının hukuka uygun düşmeyeceği, bu
düzenlemenin Anayasanın hak arama
hürriyetine ilişkin 36 ncı maddesi, "Yargı yolu" başlıklı 125 inci
maddesi ve "Mahkemelerin bağımsızlığı" başlıklı 138 inci maddesi ile
bağdaşmadığı,
- Kanunun 2 nci maddesi
ile ulusal radyo ve televizyon yayın kuruluşlarının yabancılara satışına olanak
sağlandığı,
- Anayasanın 25 inci
maddesinde herkesin düşünce ve kanaat
özgürlüğüne sahip olduğu, 26 ncı maddesinde herkesin düşünce ve kanaatlerini
söz, yazı, resim ya da başka yollarla tek başına ya da toplu olarak açıklama ve
yayma hakkının bulunduğu, 28 inci
maddesinde ise basın özgürlüğü açısından Devlete basın ve haber alma
özgürlüğünü sağlayacak önlemleri alma görevi verildiği, keza 26 ve 28 inci
maddelerde yer alan özgürlüklerin sınırlandırılmasının belirli amaçlar
doğrultusunda olabileceği, toplumsal yaşam içinde radyo ve televizyon yayın
kuruluşlarının önemi ile Anayasal düzenlemeler dikkate alındığında yabancı
gerçek ve tüzel kişilere ulusal radyo ve televizyon yayın kuruluşlarının tüm
payına sahip olma olanağının sağlanmasının ulusal çıkarlarla ve kamu yararıyla
bağdaşmadığı,
- Anayasanın 26 ncı
maddesinin gerekçesinde radyo, televizyon ve sinema yoluyla yapılan yayınlarda
"serbesti sistemi" yerine "izin sistemi" nin kabul
edildiğinin belirtildiği, radyo ve televizyon yayıncılığının özelleştirilmesine
karşın "ticari yayıncılık modeline" geçilmediği, yayıncılığın "kamu hizmeti anlayışı" içinde yapılması gerektiği, radyo ve
televizyon yayıncılığında tekelleşmenin önlenmesinin önemli olduğu, öte yandan
elektromanyetik dalga ortamının kamu malı olduğu ve kullanımının izne bağlı
olduğu, elektromanyetik dalgaların aynı zamanda doğal kaynaklar olarak
Anayasanın 168 inci maddesi uyarınca Devletin hüküm ve tasarrufu altında
olduğu, yabancı gerçek ya da tüzel kişilerin ulusal radyo ve televizyon yayın
kuruluşlarına sahip olmalarının bağımsız ve yansız yayıncılık ilkeleri ve kamu
hizmetinin gerekleriyle bağdaşmadığı, Anayasa Mahkemesinin bu konulara ilişkin
kararları bulunduğu,
- Kanun ile özel radyo ve
televizyon kuruluşlarında yabancı ağırlığının önlenmesine yönelik
sınırlamaların, yabancıların bu alanda oluşacak etkinliklerini önleyecek
nitelik taşımadığı,
Şeklindeki
değerlendirmeleri sonucunda, 5317 sayılı Bankalar Kanunu ile Radyo ve
Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun, bir daha görüşülmesi için Anayasanın 89 uncu ve 104 üncü maddeleri
gereğince Türkiye Büyük Millet Meclisine iade edilmiştir.
Komisyonumuzda, 5317
sayılı Bankalar Kanunu üzerine yapılan müzakerelerde;
- Geri gönderme tezkeresinde
yer alan hususlar doğrultusunda Kanunda
gereken değişikliklerin yapılmasının olumlu olacağı,
- Kanunun Anayasal
haklara ilişkin gereklerle tam örtüşmediği, geri gönderme gerekçesinde belirtilen hususlar düzeltilse
de sorunlu bir düzenleme olmayı sürdüreceği,
Şeklindeki görüş ve
eleştirileri müteakip Hükümet adına yapılan tamamlayıcı açıklamalarda ise;
- Kanuna ilişkin hukuki
değerlendirmelerin çeşitli olduğu, fiili imkânsızlığın hukukileştirilmesi
şeklinde görüşler bulunduğu, Anayasaya aykırılık yönündeki
değerlendirmelerin tartışmalı olduğu,
- Yine de Kanunun geri gönderme gerekçesi doğrultusunda
değiştirilmesinin uygun olacağı,
İfade edilmiştir.
Kanunun;
- 1 inci maddesi;
ihalenin feshi halinde alıcısına teslim edilmiş olan mal hak ve varlıkların
iadesine ilişkin düzenleme ile tazminat hususunu düzenleyen hükmün madde
metninden çıkarılması suretiyle,
- 2 nci maddesi; geri
gönderme tezkeresinde yer alan görüşler doğrultusunda metinden çıkarılması
suretiyle,
- Yürürlük ve yürütmeye
ilişkin 3 ve 4 üncü maddeleri; 2 ve 3 üncü maddeleri olarak aynen,
Kabul edilmiştir.
Ayrıca, Kanun başlığı
Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunda değişiklik
öngören 2 nci maddenin çıkarılması nedeniyle "Bankalar Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun" olarak değiştirilmiştir.
Raporumuz, Genel Kurulun
onayına sunulmak üzere Yüksek Başkanlığınıza saygı ile arz olunur.
|
|
Başkan |
Başkanvekili |
Sözcü |
|
|
Sait Açba |
M. Altan Karapaşaoğlu |
Sabahattin Yıldız |
|
|
Afyonkarahisar |
Bursa |
Muş |
|
|
Kâtip |
Üye |
Üye |
|
|
Mehmet Sekmen |
Halil Aydoğan |
Mehmet Zekai Özcan |
|
|
İstanbul |
Afyonkarahisar |
Ankara |
|
|
Üye |
Üye |
Üye |
|
|
M. Mesut Özakcan |
A. Kemal Deveciler |
Ali Osman Sali |
|
|
Aydın |
Balıkesir |
Balıkesir |
|
|
(Ayrışık oy yazısı ektedir) |
(Ayrışık oy yazısı ektedir) |
|
|
|
Üye |
Üye |
Üye |
|
|
Ahmet İnal |
Osman Nuri Filiz |
Alaattin Büyükkaya |
|
|
Batman |
Denizli |
İstanbul |
|
|
Üye |
Üye |
Üye |
|
|
Birgen Keleş |
Kemal Kılıçdaroğlu |
Fazıl Karaman |
|
|
İstanbul |
İstanbul |
İzmir |
|
|
(Karşı oy yazısı ektedir) |
(Ayrışık oy yazısı ektedir) |
|
|
|
Üye |
Üye |
Üye |
|
|
Y. Selahattin Beyribey |
Mustafa Elitaş |
Muzaffer Baştopçu |
|
|
Kars |
Kayseri |
Kocaeli |
|
|
Üye |
Üye |
Üye |
|
|
Hasan Fehmi Kinay |
O. Seyfi Terzibaşıoğlu |
Osman Seyfi |
|
|
Kütahya |
Muğla |
Nevşehir |
|
|
Üye |
Üye |
Üye |
|
|
Cemal Uysal |
İmdat Sütlüoğlu |
Musa Uzunkaya |
|
|
Ordu |
Rize |
Samsun |
|
|
Üye |
Üye |
|
|
|
Enis Tütüncü |
Faruk Nafiz Özak |
|
|
|
Tekirdağ |
Trabzon |
|
|
|
(Karşı oy yazısı ektedir) |
|
|
AYRIŞIK OY
Daha önce yasalaşan
teklif sayın Cumhurbaşkanı tarafından tekrar görüşülmek üzere TBMM’ye
gönderilmiş ve iade gerekçeleri Hükümet tarafından uygun görülerek düzeltilmiştir.
Yasalaşan teklifin,
öncelikle bir Hükümet tasarısı olarak değil de, bir kanun teklifi olarak
gelmesini daha önce de belirttiğimiz gibi etik bulmuyoruz. Çünkü, özünde çok
ciddî değişiklikler öngören bir Bankalar Yasası değişikliğinin, Hükümet
tasarısı olarak Parlamentoya gelmesi daha uygun olurdu.
Yasada her ne kadar sayın
Cumhurbaşkanının geri gönderme gerekçeleri dikkate alınmışsa da, birinci madde
bu haliyle de Anayasanın sosyal devlet ilkesine aykırıdır. Çünkü TMSF, Yasanın
kendisine verdiği yetkileri kullanıp, çeşitli şirketlerin aktifinde yer alan
malları “ticarî ve iktisadî bütünlük” içinde satması halinde, aktifinden
varlıklarının çıkması nedeniyle faaliyet alanını kaybeden şirketlerin ve
özellikle de bu şirketlerdeki çalışanların durumunun ne olacağı yasada
düzenlenmemiştir. Oysa, çalışanların haklarını korumak, “sosyal devlet”in temel
görevlerinden birisidir. Yasa ile bu temel görev açıkça ihmal edilmiştir.
|
|
Birgen
Keleş |
Kemal
Kılıçdaroğlu |
A. Mesut
Özakcan |
|
|
İstanbul |
İstanbul |
Aydın |
|
|
Enis
Tütüncü |
A. Kemal
Deveciler |
|
|
|
Tekirdağ |
Balıkesir |
|
ANAYASANIN
89 UNCU VE 104 ÜNCÜ MADDELERİ GEREĞİNCE CUMHURBAŞKANINCA BİR DAHA GÖRÜŞÜLMEK
ÜZERE GERİ GÖNDERİLEN KANUN
BANKALAR KANUNU İLE RADYO
VE TELEVİZYONLARIN KURULUŞ VE YAYINLARI
HAKKINDA KANUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN
MADDE 1.- 18.6.1999 tarihli ve 4389 sayılı Bankalar
Kanununun 15 inci maddesinin (7) numaralı fıkrasının (a) bendinin ikinci
paragrafı aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
Fonun yönetim ve denetimine sahip olduğu şirketlerin ve/veya
bu fıkra uyarınca yönetimini ve denetimini devir aldığı şirketlerin, Fon
tarafından atanan yönetim ve denetim kurulu üyeleri ve müdürleri ile Fonun
atadığı bu yöneticiler tarafından şirketi temsil ve ilzam ile yetkili kılınan
genel müdür, genel müdür yardımcısı ve müdür gibi şirket çalışanları veya Fon,
bu bentte sayılan gerçek veya tüzel kişilere ait şirket hisselerinin ve/veya bu
şirketlerdeki lisans, ruhsat, 13.4.1994 tarihli ve 3984 sayılı Kanunun geçici 6
ncı maddesi hükmü kapsamında geçici frekans ve kanal kullanımı ve imtiyaz
sözleşmelerinden doğan hakları dahil olmak üzere diğer tüm hak ve varlıklarının
ve/veya bu hisselerle orantılı aktiflerinin satışını gerçekleştirmeye ve bu
satışlardan elde edilen tutarları Fon alacaklarına mahsup etmeye veya
şirketlerin kamu borçları ve/veya Sosyal Sigortalar Kurumuna borçları ile sair
borçlarını ödemede kullanmaya ve bu işlemler ile ilgili kararlar almaya 6762
sayılı Türk Ticaret Kanununun 324 üncü maddesi ile bağlı kalmaksızın
yetkilidirler. Bu şirket ve iştiraklerin % 49'undan fazlası ile bunlara ait her
türlü mal, hak ve varlıklar, gayrimenkullerle ilgili özel kanunlarındaki
kısıtlamalar saklı kalmak kaydıyla yabancı gerçek ve tüzel kişilere satılabilir. Fon alacaklarının tahsilini
teminen 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümleri
uyarınca haczedilen aktif değerler ile lisans, ruhsat ve imtiyaz
sözleşmelerinden doğan haklar ve bu varlıkların feri veya mütemmim cüzü
niteliğindeki sözleşmelerden doğan, ancak başlı başına iktisadî değeri
olmayanlar da dahil olmak üzere diğer tüm hak ve varlıkları bir araya getirerek
ticarî ve iktisadî bütünlük oluşturarak alıcısına geçişini sağlayacak şekilde
satışına, hacizli malların birden fazla borçluya ait olması ve/veya birden fazla
alacaklının haczi olması halinde de satışı yaptırmaya, ihale bedelinin ödenme
şeklini, para birimini, alıcıların sahip olması gereken şartları, ödeme
tarihini ve ihalenin sair usûl ve esasları ile satış şartlarını 6183 sayılı
Kanun hükümlerine bağlı olmaksızın belirlemeye, satışa konu ticarî ve iktisadî
bütünlüğü alacağına mahsuben satın almaya, satışa konu varlıkların ait olduğu
şirketlerin teknik bilgi, yazılım, donanım, ekipman, mal ve hizmet alımından
doğan geçmiş dönem borçlarını ihale bedelinden ödemeye veya ihale alıcısına
ödetmeye Fon Kurulu yetkilidir. Fon Kurulu, satış kararıyla birlikte, bu satışı
gerçekleştirmek üzere en az üç kişiden oluşan bir Satış Komisyonu oluşturur ve
başkanını belirler. Satış Komisyonu, toplam üye sayısının salt çoğunluğu ile
toplanır ve toplam üye sayısının salt çoğunluğu ile karar alır. Ticarî ve
iktisadî bütünlüğün muhammen bedeli, Satış Komisyonu tarafından, uzman gerçek
veya tüzel kişilerin kıymet takdiri raporu dikkate alınarak, daha önce
bütünlüğü oluşturan varlıkların ayrı ayrı kıymet takdirlerinin yapılmış olması
ile bağlı olmaksızın düzenlenecek rapor çerçevesinde Fon Kurulu tarafından
belirlenir. Ticarî ve iktisadî bütünlük oluşturan mahcuzlar üzerinde birden
fazla kişinin aynî veya şahsî hakkının bulunması veya bunların mülkiyetinin
birden fazla kişiye ait olması durumunda, bu mal, hak ve/veya varlıkların
değeri ayrı ayrı tespit edilir. Bu madde hükümleri uyarınca yapılacak satış
sürecinde, satış ilânının Resmî Gazetede yayımlanması ilgililere yapılacak tebliğ
hükmündedir. Ticarî ve iktisadî bütünlük oluşturduğuna karar verilen
mahcuzların satışı, kapalı zarf veya açık artırma usullerinden biri veya ikisi
birlikte uygulanmak suretiyle yapılır. Bundan sonra, Fon Kurulunun gerekli
görmesi halinde ihalelere, pazarlık usulü ile devam edilebilir. Bu usullerden
hangisinin uygulanacağına, ticarî ve iktisadî bütünlük oluşturan mal, hak ve
varlıkların nitelikleri dikkate alınarak Fon Kurulu tarafından karar verilir.
İhale bedelinin dağıtımına esas sıra cetveli Satış Komisyonu tarafından
düzenlenir. İhalenin sonuçlanması, Fon Kurulunun onayına bağlıdır. Satışın Fon
Kurulu tarafından iptal edilmesi hali hariç olmak üzere, ihalenin feshi halinde
alıcısına teslim edilmiş olan mal, hak ve varlıkların iadesi istenemez. Ancak,
ihale bedeli ve bu bedelin ödeme tarihinden itibaren 3095 sayılı Kanuni Faiz ve
Temerrüt Faizine İlişkin Kanun hükümleri uyarınca işleyecek faiz tutarı toplamı
ile sınırlı olmak kaydıyla hak sahiplerinin tazminat hakları saklıdır. Bu hüküm
uyarınca yapılan satışlarla ilgili ihalenin feshi davaları, Fonun merkezinin
bulunduğu yer idare mahkemelerinde görülür. Ticarî ve iktisadî bütünlük
oluşturulmasına karar verilmesinden itibaren iki yıl içerisinde ticarî ve
iktisadî bütünlük oluşturan mahcuzların, Fonun izni olmaksızın imtiyazlı
alacaklılar dahil üçüncü kişiler tarafından muhafaza altına alınması ve satışı
talep edilemez, mahcuzların maliklerinin iflasına karar verilemez, ilgili
takyidatlar hakkında zamanaşımı ve hak düşürücü süreler işlemez. Yukarıdaki hüküm
çerçevesinde telekomünikasyon, enerji, ulaşım, radyo, yazılı ve görsel medya ve
diğer sektörlerdeki, yönetim ve denetimi veya hisseleri Fon tarafından devir
alınan şirketlere tanınmış imtiyaz sözleşmesi, lisans, ruhsat, işletme izni, ön
izin, yayın izni, 3984 sayılı Kanunun geçici 6 ncı maddesi hükmü kapsamında
geçici frekans ve kanal kullanımı ve benzeri izinlerin yeni alıcıları adına
devri ve tescili işlemleri, Fonun bildirimi üzerine ilgili kurum, kuruluş ve
üst kurullarca, gerekli bilgi ve belgelerin tamamlanmasını müteakip başkaca bir
işleme gerek kalmaksızın en fazla bir ay içinde tamamlanır. Bu hüküm uyarınca
yapılacak satışlara ilişkin diğer esas ve usûller Fon tarafından çıkarılacak
yönetmelikle tespit edilir. Fon tarafından atanan yöneticilerin, şirketlerin
sermayesini kaybetmesinden ve/veya borca batık olmasından dolayı mahkemeye
bildirimde bulunma yükümlülükleri yoktur. Bildirimde bulunmamaktan dolayı bu
şahıslar hakkında İcra ve İflas Kanununun 179, 277 ve devamı maddeleri ile
345/a maddesi hükümleri uygulanmaz ve Türk Ticaret Kanununun 341 inci maddesi
uyarınca şahsî sorumluluk davası açılamaz. Yönetim ve denetimi Fon tarafından
devir alınmamış şirketlere Fon tarafından atanan yönetim ve denetim kurulu
üyeleri ile müdürler, ortaklar genel kurulunca görevden alınamayacağı gibi ibra
edilmeyerek haklarında görev yaptıkları dönem veya dönemler dışında şahsî
sorumluluk davası da açılamaz. Bu bentte yer alan hükümler çerçevesinde,
varlıkları ticarî ve iktisadî bütünlük kapsamında satılan şirketlerin kamu
kurum, kuruluşları ve üst kurullara olan ve satış tarihine kadar tahakkuk etmiş
borçları satış bedelinden garameten tahsil edilir. Garame ile dağıtım
sonrasında bakiye borç kalması, lisans, ruhsat, imtiyaz sözleşmesi, geçici
frekans ve kanal kullanımı ve benzeri hakların devri ve yeni alıcısı tarafından
işletilmesi için gereken ve kamu kurum, kuruluşları ve üst kurullarca yapılması
gereken devrin tescil ve naklî işlemine engel teşkil etmez.
MADDE 2 .- 13.4.1994 tarihli ve 3984 sayılı Radyo ve
Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunun 29 uncu maddesinin (h)
bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
h) Bir ulusal radyo ve televizyon yayın kuruluşunda yabancı
sermaye payı, bu Kanunun ilgili diğer hükümleri saklı kalmak kaydıyla herhangi
bir sınırlamaya tâbi değildir.
% 50'den fazla yabancı sermaye payı bulunan toplam radyo ve
televizyon yayın kuruluşu sayısı ulusal yayın yapan kuruluş sayısının dörtte
birinden fazla olamaz.
Bölgesel ve yerel radyo ve televizyon yayın kuruluşlarında
yabancı sermaye hisse sahibi olamaz.
MADDE 3.- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
MADDE 4.- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
PLAN
VE BÜTÇE KOMİSYONUNUN KABUL ETTİĞİ METİN
BANKALAR KANUNUNDA
DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN
MADDE 1.- 18.6.1999 tarihli ve 4389 sayılı Bankalar
Kanununun 15 inci maddesinin (7) numaralı fıkrasının (a) bendinin ikinci
paragrafı aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Fonun yönetim ve denetimine sahip olduğu şirketlerin
ve/veya bu fıkra uyarınca yönetimini ve denetimini devir aldığı şirketlerin,
Fon tarafından atanan yönetim ve denetim kurulu üyeleri ve müdürleri ile Fonun
atadığı bu yöneticiler tarafından şirketi temsil ve ilzam ile yetkili kılınan
genel müdür, genel müdür yardımcısı ve müdür gibi şirket çalışanları veya Fon,
bu bentte sayılan gerçek veya tüzel kişilere ait şirket hisselerinin ve/veya bu
şirketlerdeki lisans, ruhsat, 13.4.1994 tarihli ve 3984 sayılı Kanunun geçici 6
ncı maddesi hükmü kapsamında geçici frekans ve kanal kullanımı ve imtiyaz sözleşmelerinden
doğan hakları dahil olmak üzere diğer tüm hak ve varlıklarının ve/veya bu
hisselerle orantılı aktiflerinin satışını gerçekleştirmeye ve bu satışlardan
elde edilen tutarları Fon alacaklarına mahsup etmeye veya şirketlerin kamu
borçları ve/veya Sosyal Sigortalar Kurumuna borçları ile sair borçlarını
ödemede kullanmaya ve bu işlemler ile ilgili kararlar almaya 6762 sayılı Türk
Ticaret Kanununun 324 üncü maddesi ile bağlı kalmaksızın yetkilidirler. Bu
şirket ve iştiraklerin % 49'undan fazlası ile bunlara ait her türlü mal, hak ve
varlıklar, gayrimenkullerle ilgili özel kanunlarındaki kısıtlamalar saklı
kalmak kaydıyla yabancı gerçek ve tüzel kişilere satılabilir. Fon alacaklarının
tahsilini teminen 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun
hükümleri uyarınca haczedilen aktif değerler ile lisans, ruhsat ve imtiyaz
sözleşmelerinden doğan haklar ve bu varlıkların feri veya mütemmim cüzü
niteliğindeki sözleşmelerden doğan, ancak başlı başına iktisadi değeri
olmayanlar da dahil olmak üzere diğer tüm hak ve varlıkları bir araya getirerek
ticari ve iktisadi bütünlük oluşturarak alıcısına geçişini sağlayacak şekilde
satışına, hacizli malların birden fazla borçluya ait olması ve/veya birden
fazla alacaklının haczi olması halinde de satışı yaptırmaya, ihale bedelinin
ödenme şeklini, para birimini, alıcıların sahip olması gereken şartları, ödeme
tarihini ve ihalenin sair usul ve esasları ile satış şartlarını 6183 sayılı
Kanun hükümlerine bağlı olmaksızın belirlemeye, şatışa konu ticari ve iktisadi
bütünlüğü alacağına mahsuben satın almaya, satışa konu varlıkların ait olduğu
şirketlerin teknik bilgi, yazılım, donanım, ekipman, mal ve hizmet alımından
doğan geçmiş dönem borçlarını ihale bedelinden ödemeye veya ihale alıcısına
ödetmeye Fon Kurulu yetkilidir. Fon Kurulu, satış kararıyla birlikte, bu satışı
gerçekleştirmek üzere en az üç kişiden oluşan bir Satış Komisyonu oluşturur ve
başkanını belirler. Satış Komisyonu, toplam üye sayısının salt çoğunluğu ile
toplanır ve toplam üye sayısının salt çoğunluğu ile karar alır. Ticari ve
iktisadi bütünlüğün muhammen bedeli, Satış Komisyonu tarafından, uzman gerçek
veya tüzel kişilerin kıymet takdiri raporu dikkate alınarak, daha önce
bütünlüğü oluşturan varlıkların ayrı ayrı kıymet takdirlerinin yapılmış olması ile
bağlı olmaksızın düzenlenecek rapor çerçevesinde Fon Kurulu tarafından
belirlenir. Ticari ve iktisadi bütünlük oluşturan mahcuzlar üzerinde birden
fazla kişinin aynî veya şahsî hakkının bulunması veya bunların mülkiyetinin
birden fazla kişiye ait olması durumunda, bu mal, hak ve/veya varlıkların
değeri ayrı ayrı tespit edilir. Bu madde hükümleri uyarınca yapılacak satış
sürecinde, satış ilanının Resmi Gazetede yayımlanması ilgililere yapılacak
tebliğ hükmündedir. Ticari ve iktisadi bütünlük oluşturduğuna karar verilen
mahcuzların satışı, kapalı zarf veya açık artırma usullerinden biri veya ikisi
birlikte uygulanmak suretiyle yapılır. Bundan sonra, Fon Kurulunun gerekli
görmesi halinde ihalelere, pazarlık usulü ile devam edilebilir. Bu usullerden
hangisinin uygulanacağına, ticari ve iktisadi bütünlük oluşturan mal, hak ve
varlıkların nitelikleri dikkate alınarak Fon Kurulu tarafından karar verilir.
İhale bedelinin dağıtımına esas sıra cetveli Satış Komisyonu tarafından
düzenlenir. İhalenin sonuçlanması, Fon Kurulunun onayına bağlıdır. Bu hüküm
uyarınca yapılan satışlarla ilgili ihalenin feshi davaları, Fonun merkezinin
bulunduğu yer idare mahkemelerinde görülür. Ticari ve iktisadi bütünlük
oluşturulmasına karar verilmesinden itibaren iki yıl içerisinde ticari ve
iktisadi bütünlük oluşturan mahcuzların, Fonun izni olmaksızın imtiyazlı
alacaklılar dahil üçüncü kişiler tarafından muhafaza altına alınması ve satışı
talep edilemez, mahcuzların maliklerinin iflasına karar verilemez, ilgili
takyidatlar hakkında zamanaşımı ve hak düşürücü süreler işlemez. Yukarıdaki
hüküm çerçevesinde telekomünikasyon, enerji, ulaşım, radyo, yazılı ve görsel
medya ve diğer sektörlerdeki, yönetim ve denetimi veya hisseleri Fon tarafından
devir alınan şirketlere tanınmış imtiyaz sözleşmesi, lisans, ruhsat, işletme
izni, ön izin, yayın izni, 3984 sayılı Kanunun geçici 6 ncı maddesi hükmü
kapsamında geçici frekans ve kanal kullanımı ve benzeri izinlerin yeni
alıcıları adına devri ve tescili işlemleri, Fonun bildirimi üzerine ilgili kurum,
kuruluş ve üst kurullarca, gerekli bilgi ve belgelerin tamamlanmasını müteakip
başkaca bir işleme gerek kalmaksızın en fazla bir ay içinde tamamlanır. Bu
hüküm uyarınca yapılacak satışlara ilişkin diğer esas ve usuller Fon tarafından
çıkarılacak yönetmelikle tespit edilir. Fon tarafından atanan yöneticilerin,
şirketlerin sermayesini kaybetmesinden ve/veya borca batık olmasından dolayı
mahkemeye bildirimde bulunma yükümlülükleri yoktur. Bildirimde bulunmamaktan
dolayı bu şahıslar hakkında İcra ve İflas Kanununun 179, 277 ve devamı
maddeleri ile 345/a maddesi hükümleri uygulanmaz ve Türk Ticaret Kanununun 341
inci maddesi uyarınca şahsi sorumluluk davası açılamaz. Yönetim ve denetimi Fon
tarafından devir alınmamış şirketlere Fon tarafından atanan yönetim ve denetim
kurulu üyeleri ile müdürler, ortaklar genel kurulunca görevden alınamayacağı
gibi ibra edilmeyerek haklarında görev yaptıkları dönem veya dönemler dışında
şahsi sorumluluk davası da açılamaz. Bu bentte yer alan hükümler çerçevesinde,
varlıkları ticari ve iktisadi bütünlük kapsamında satılan şirketlerin kamu
kurum, kuruluşları ve üst kurullara olan ve satış tarihine kadar tahakkuk etmiş
borçları satış bedelinden garameten tahsil edilir. Garame ile dağıtım
sonrasında bakiye borç kalması, lisans, ruhsat, imtiyaz sözleşmesi, geçici
frekans ve kanal kullanımı ve benzeri hakların devri ve yeni alıcısı tarafından
işletilmesi için gereken ve kamu kurum, kuruluşları ve üst kurullarca yapılması
gereken devrin tescil ve nakli işlemine engel teşkil etmez."
MADDE 2.- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
MADDE 3.- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.