Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Plan
ve Bütçe Komisyonu
Esas
No.: 1/1252 6.12.2006
Karar
No.: 112
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA
Anayasanın 162 nci maddesi
uyarınca, 17.10.2006 tarihinde 59. Hükümet
tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunulan
“2007 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı” ile “2007 Yılı
Milli Bütçe Tahmin Raporu” Başkanlıkça aynı tarihte Komisyonumuza
havale edilmiştir.
Bilindiği gibi, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi
ve Kontrol Kanununun 16 ncı maddesi hükmü gereğince:
- Kalkınma planları, stratejik planlar ve
genel ekonomik koşulların gerekleri doğrultusunda üç yıllık dönemde
üzerinde yoğunlaşılacak makro politikaları, ilkeleri, hedef ve
gösterge niteliğindeki temel ekonomik büyüklükleri de kapsayan
ve Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığınca hazırlanarak Bakanlar
Kurulu kararıyla Mayıs ayı sonuna kadar Resmi Gazetede yayımlanması
öngörülen orta vadeli program,
- Orta vadeli program ile uyumlu olmak üzere,
gelecek üç yıla ilişkin toplam gelir ve gider tahminleri ile birlikte
hedef açık ve borçlanma durumu ile kamu idarelerinin ödenek teklif
tavanlarını içeren ve Maliye Bakanlığı tarafından hazırlanarak
Haziran ayının onbeşine kadar Yüksek Planlama Kurulu tarafından
karara bağlanarak Resmî Gazetede yayımlanması öngörülen orta vadeli
malî plan,
hazırlanmaktadır.
Çok yıllı bütçe sistemi çerçevesinde, temel
politika öncelikleri ile hedef ve gösterge niteliğindeki temel
ekonomik büyüklükleri içeren orta vadeli program ve bu program ile
uyumlu orta vadeli malî plan doğrultusunda, kamu idarelerinin bütçe
tekliflerini ve yatırım programını hazırlama sürecini yönlendirmek
üzere; bütçe çağrısı ve eki bütçe hazırlama rehberi Maliye Bakanlığınca,
yatırım genelgesi ve eki yatırım programı hazırlama rehberi ise
Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığınca hazırlanarak Haziran
ayının sonuna kadar Resmî Gazetede yayımlanmaktadır. Orta Vadeli
Mali Planın kapsamına 5018 sayılı Kanun uyarınca genel bütçe kapsamındaki
kamu idareleri ile özel bütçeli idareler girmektedir. Merkezi yönetim
bütçesi, bu çerçevede hazırlanarak Türkiye Büyük Millet Meclisine
sunulmaktadır.
2006 yılında yapılan yasal düzenlemeler
ile 5018 sayılı Kamu Mali Yönetim ve Kontrol Kanununa ekli (I) sayılı
Cetvelde genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri arasında yer
alan Orman Genel Müdürlüğü özel bütçeli idareleri gösteren (II) sayılı
Cetvele, özel bütçeli idareler arasında yer alan Sosyal Güvenlik Kururumu
ise Sosyal Güvenlik Kurumlarını gösteren (IV) sayılı Cetvele alınmıştır.
Ayrıca, 1.3.2006 tarihli ve 5467 sayılı Kanunla kurulan 15 adet üniversite,
21.9.2006 tarihli ve 5544 sayılı Kanunla kurulan Mesleki Yeterlilik
Kurumu ile 28.9.2006 tarihli ve 5548 sayılı Kanunla kurulan Kamu Denetçiliği
Kurumu (II) sayılı Cetvele eklenmiştir. Yeni kurulan kamu kurumları
ile birlikte, 5018 sayılı Kanuna göre merkezi yönetimi oluşturan
(I), (II) ve (III) sayılı Cetvellerdeki kamu kurumlarının sayısı
159’a çıkmıştır.
Bu çerçevede, 2007 Yılı Merkezi Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısına bağlı (A) işaretli cetvellerde gösterildiği
üzere (I) sayılı Cetvelde 50 genel bütçeli idare, (II) sayılı Cetvelde,
kuruluşları henüz tamamlanmayan Mesleki Yeterlilik Kurumu ile
Kamu Denetçiliği Kurumu bütçeleri hariç, Yükseköğretim Kurulu
ve 2006 yılında kurulan 15 üniversite dahil 68 üniversite yanında
diğer özel bütçeli 30 idare ile birlikle 99 özel bütçeli idare ve
(III) sayılı Cetvelde 8 düzenleyici ve denetleyici kurum olmak
üzere toplam 157 kurum ve kuruluş bütçesi, Türkiye Büyük Millet Meclisinde
görüşülecektir.
BİRİNCİ BÖLÜM
MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISININ
GENEL ÇERÇEVESİ
1.1. ORTA VADELİ PROGRAM VE ORTA
VADELİ MALİ PLAN (2007-2009)
1.1.1. Orta Vadeli Program
(2007-2009)
Orta Vadeli Program, 5018 sayılı Kamu Mali
Yönetimi ve Kontrol Kanunu doğrultusunda hazırlanarak Bakanlar
Kurulunun 2006/10508 kararı ile13.6.2006 tarihli Resmi Gazetede yayımlanmıştır.
(2007-2009) dönemini kapsayan Orta Vadeli Program; 2007 Yılı Merkezi
Yönetim Bütçe sürecini başlatarak stratejik amaçlar temelinde kamu
politikaları ve uygulamalarını şekillendirerek kaynak tahsisini
yönlendirecek, son yıllarda sosyal ve ekonomik alanda sağlanan gelişmelerin
daha sağlam bir zeminde sürdürülmesi suretiyle güven ve istikrara
katkıda bulunacak ilke ve esasları kapsamaktadır.
Çeşitli alanlarda birbirleriyle tutarlı
bir amaç, politika ve öncelikler seti sunan Orta Vadeli Program,
makro politikaların yanı sıra, temel gelişme eksenlerini ve ana
sektörleri kapsayarak uzun vadeli amaçlara katkıda bulunacak şekilde,
üç yıllık dönemde üzerinde yoğunlaşılacak öncelikler tespit etmiştir.
Bakanlık ve kurum bütçelerinin hazırlanmasında, idari ve yasal düzenlemelerin
gerçekleştirilmesinde, kurumların karar alma ve uygulama süreçlerinde
bu Programın amaç ve öncelikleri esas alınacaktır.
Üç yıllık perspektife sahip olan ve yıllık
uygulamaların sonuçları ve genel şartlardaki değişmeler dikkate
alınarak, her yıl yenilenen Programın temel amacı, makroekonomik
politika ve hedefler, program dönemi gelişme eksenleri ile sektörel
politikalar kısaca aşağıda açıklanmıştır:
a) Programın temel amacı; Avrupa Birliğine
üyelik yolunda, toplumun bütün kesimlerinin gözetildiği ve ülkemizin
ekonomik ve sosyal kalkınmasının hızlandırıldığı bir ortamda, insanımızın
yaşam kalitesini yükseltmek olarak belirlenmiştir. Bu çerçevede;
sürdürülebilir büyümenin sağlanması, rekabet gücünün artırılması,
insan kaynaklarının geliştirilmesi, sosyal içermenin güçlendirilmesi,
bölgesel gelişmişlik farklarının azaltılması, kamuda iyi yönetişimin
yaygınlaştırılması, fiziki alt yapının iyileştirilmesi alanlarında
gelişme sağlanması ve sürdürülmekte olan yapısal reformların tamamlanması
öncelikli hedef olarak belirlenmiştir.
b) Makroekonomik politika ve hedefler:
Ekonomide sağlanan güven ve istikrarı korumak, ekonomik büyümeyi
yüksek ve sürdürülebilir kılmak, istihdamı artırmak, fiyat istikrarını
sağlamak, kamu kesimi borçlanma gereğini sıfırlamak ve kamu borç
stokunun milli gelire oranındaki düşüş eğilimini devam ettirmek
Orta Vadeli Programın makroekonomik öncelikleri olarak tespit
edilmiştir. Bu kapsamda Program Döneminde:
- Yıllık ortalama yüzde 7.0 civarında
ekonomik büyüme yanında 1.6 milyon yeni istihdam yaratılması öngörülmektedir.
- 2006 yılında yüzde 0.9 olacağı tahmin
edilen kamu kesimi fazlasının GSYİH’ya oranının 2009 yılında da aynı
seviyede olması; 2006 yılında yüzde 45.1 olması beklenen genel devlet
harcamalarının GSYİH’ya oranının 2009 yılında yüzde 41.5’e düşürülmesi;
2006 yılında yüzde 36.9 olacağı tahmin edilen genel devlet faiz dışı
harcamalarının GSYİH’ya oranının 2009 yılında yüzde 37 olması; 2006
yılında yüzde 8.2 olması beklenen genel devlet faiz harcamalarının
GSYİH’ya oranının 2009 yılında yüzde 4.5’e düşürülmesi ve 2006 yılında
yüzde 45.5 olacağı tahmin edilen genel devlet gelirlerinin GSYİH’ya
oranının 2009 yılında yüzde 42.2 olması hedeflenmiştir.
- Kamunun; hava ve deniz ulaşımı ile lokomotif
ve vagon üretimi, tütün ürünlerinin işlenmesi, petrokimya sanayii,
elektrik dağıtımı faaliyet alanlarından tamamen çekilmesi; bunun
yanı sıra, elektrik ve şeker üretimi, doğal gaz piyasası, kömür ve
diğer maden işletmeciliğindeki payını azaltması, 2006 yılında
5.5 yıl olacağı tahmin edilen yatırım programı kapsamındaki yatırım
stoku ortalama tamamlama süresinin 2009 yılında 5 yılın altına
indirilmesi öngörülmüştür.
- Kamu net borç stokunun GSYİH’ya oranında,
Program dönemi sonunda 2006 yılına göre 14.9 puanlık bir düşüş hedeflenmektedir.
- İhracatın yıllık ortalama yüzde 13 oranında
artarak Program dönemi sonunda 120 milyar dolara, ithalatın ise
yıllık ortalama yüzde 11 oranında artarak 2009 yılında 182 milyar
dolara ulaşacağı; 2007 yılında 21.5 milyar dolar olarak öngörülen
turizm gelirlerinin 2009 yılında 25 milyar dolara çıkacağının tahmin
edildiği, bu tahminler doğrultusunda cari işlemler açığının
GSYİH’ya oranının orta vadede mevcut seviyesini koruyacağı öngörülmüştür.
- 2006, 2007 ve 2008 için, yıl sonu Tüketici
Fiyat Endeksi’nin yıllık yüzde değişimi ile hesaplanan yıl sonu enflasyon
hedefi, sırasıyla, yüzde 5 yüzde 4 ve yüzde 4 olarak belirlenmiştir.
2009 yıl sonu enflasyon hedefi ise Hükümet ve Merkez Bankası tarafından
belirlenerek kamuoyuna duyurulacaktır.
c) Program döneminin gelişme eksenleri:
İnsan kaynaklarının geliştirilmesi ve istihdam edilebilirliğin
artırılması, sosyal içerme ve yoksullukla mücadele, işletmelerin
rekabet gücünün geliştirilmesi, bölgesel gelişme ve bölgesel gelişmişlik
farklarının azaltılması ve kamuda iyi yönetişim olarak tespit edilmiştir.
d) Sektörel politikalar: Eğitim, sağlık,
çevre ve kentsel altyapı, bilim ve teknoloji, tarım, imalat ve madencilik,
enerji, ulaştırma ve haberleşme ile turizm sektörleri ana başlıkları
altında belirlenmiştir.
1.1.2. Orta Vadeli Mali Plan
(2007-2009)
Orta vadeli program ile uyumlu olmak üzere,
gelecek üç yıla ilişkin toplam gelir ve gider tahminleri ile birlikte
hedef açık ve borçlanma durumu ile kamu idarelerinin ödenek teklif
tavanlarını içeren ve (2007-2009) dönemini kapsayan Orta Vadeli Mali
Plan, Yüksek Planlama Kurulunun 2006/36 sayılı Kararına ekli olarak
15.07.2006 tarihli Resmi Gazetede yayımlanmıştır.
Orta Vadeli Programa uyumlu olarak hazırlanan
ve (2007-2009) dönemini kapsayan Orta Vadeli Mali Planda; ekonomide
sürdürülebilir büyüme ortamının devam ettirilmesi ve ekonomik
istikrarın güçlendirilmesi hedeflenmektedir. Bu dönemde; makroekonomik
göstergelerdeki iyileşmenin süreceği tahmin edilmektedir. Ayrıca,
Avrupa Birliği ile yapılacak tam üyeliğe ilişkin müzakere sürecinde
uyum çalışmalarında önemli bir mesafenin alınması ve buna bağlı
olarak doğrudan yabancı sermaye yatırımlarında belirgin bir artış
kaydedilmesi, Avrupa Birliği müktesebatının gereklerine uygun
olarak kamu mali yönetimindeki reform çalışmalarının tamamlanması
ve 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununun öngördüğü
yeni kamu mali yönetimi ve kontrol sisteminin etkin bir şekilde işletilmesi
için gerekli önlemlerin alınması hedeflenmektedir.
Bütçe hazırlık sürecini ve çok yıllı bütçeleme
anlayışını yönlendiren ikinci önemli belge olan orta vadeli mali
plan kapsamındaki kamu idareleri ile özel bütçeli idareler; Orta
Vadeli Program ile Orta Vadeli Mali Planda yer alan politika önceliklerini,
makroekonomik göstergeleri ve ödenek tavanlarını esas almak suretiyle,
çok yıllı bütçeleme anlayışına uygun olarak kendi kurumsal önceliklerini
saptayarak bütçe tekliflerini 2007, 2008 ve 2009 yılları için hazırlamaları
öngörülmüştür.
a) Merkezi yönetim bütçe ödenek teklif tavanları
Orta Vadeli Mali Planda, 5018 sayılı Kanunun
2’nci maddesi gereğince, söz konusu Kanuna ekli (I) ve (II) sayılı
cetvellerde yer alan genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri ve
özel bütçeli idarelere ait ödenek teklif tavanları belirlenmiştir.
Bu kapsama, anılan Kanuna ekli (III) sayılı cetvelde yer alan düzenleyici
ve denetleyici kurumlar alınmamıştır.
5018 sayılı Kanunun (I) ve (II) sayılı cetvellerinde
yer alan kurumlara ilişkin ödenek teklif tavanları; Orta Vadeli
Programda tespit edilen politika öncelikleri ile makroekonomik
göstergeler, ulusal ve uluslararası piyasalardaki gelişmeler,
söz konusu idarelerin geçmiş yıl giderlerinde görülen artış eğilimi
ile yürüttükleri önemli faaliyet ve projeler esas alınarak belirlenmiştir.
Bu doğrultuda:
- 2007-2009 döneminde, merkezi yönetim
bütçe giderlerinin 2007, 2008 ve 2009 yıllarında sırasıyla; 189 milyar
877 milyon, 199 milyar 27 milyon ve 205 milyar 732 milyon; faiz dışı giderlerin
ise 2007, 2008 ve 2009 yıllarında sırasıyla; 145 milyar 777 milyon, 157
milyar 267 milyon ve 167 milyar 82 milyon Yeni Türk lira olarak hesaplanmıştır.
- 2007-2009 döneminde, merkezi yönetim
bütçe giderlerinin GSYİH’ya oranının azalan bir seyir izlemesi ve
2007, 2008 ve 2009 yıllarında sırasıyla yüzde 30,5, yüzde 28,6 ve yüzde
26,7 olması öngörülmüştür.
- Faiz giderlerinin bu dönemde de azalma
eğilimini sürdürerek, 2009 yılında GSYİH’ya oranının yüzde 5’e düşmesi
ve faiz giderlerinin bütçe üzerindeki baskısının büyük ölçüde
azalması ve bütçenin esnekliğinin artması planlanmaktadır.
- Sosyal güvenlik ve genel sağlık sigortası
reformunun 2007 yılından itibaren uygulamaya konulması ile sosyal
güvenlik kurumlarına ödenen Devlet primi giderlerinde önceki yıllara
göre öngörülenin ötesinde önemli oranda bir artış meydana geleceği
düşünülmektedir.
5018 sayılı Kanunun (I) ve (II) sayılı cetvellerinde
yer alan kamu idarelerinin 2007, 2008 ve 2009 yıllarına ilişkin bütçe
ödenek tekliflerini;
- 5018 sayılı Kanunun tüm unsurlarıyla
birlikte etkin bir şekilde uygulanmasının sağlanması,
- 2007-2009 döneminde çok yıllı bütçeleme
anlayışının uygulanmasında elde edilen tecrübeler de göz önüne
alınarak kaynak tahsisinde etkinliğin artırılması,
- Kamu idarelerinin karar verme süreçlerini
güçlendirmek, mali saydamlık ve hesap verilebilirliği artırmak
amacıyla devam etmekte olan stratejik planlama ve performans esaslı
bütçeleme çalışmalarının yaygınlaştırılması,
öncelikli hedefleri doğrultusunda, Orta
Vadeli Programda öngörülen makroekonomik göstergeleri esas alarak
hazırlamaları öngörülmüştür.
b) Merkezi Yönetim Bütçe Gelir Tahminleri
2007-2009 döneminde izlenecek kamu gelir
politikası hedef ve öncelikleri, Orta Vadeli Programla uyumlu
olarak;
- Kayıt dışı ekonominin azaltılması, vergi
yükünün tabana yayılarak kayıtlı mükellefler üzerindeki yükün
zaman içinde düşürülerek vergi gelirleri performansının artırılması
amacıyla kayıt dışı ekonomiye karşı yürütülen mücadelenin sürdürülmesi
ve bu kapsamda vergi idaresinin teknolojik altyapısının güçlendirilmesi,
- Kayıt dışı ekonominin azaltılarak kayıtlı
ekonomiye geçişin ve sermaye birikiminin artırılması amacıyla
uygulanmakta olan vergi oranlarının düşürülmesi politikasına
2007-2009 yıllarını kapsayan dönemde de devam edilmesi,
- Vergi yoluyla üretim ve istihdamın teşvikine
yönelik uygulamalar sürdürülürken, bu amaçla öngörülen teşviklerin
vergi performansını olumsuz bir şekilde etkilemesine meydan verilmemesi,
- Hazineye ait ve bir kamu hizmetine tahsisli
olmayan taşınmazların, izlenmekte olan ekonomi politikası çerçevesinde
ekonomiye kazandırılması ve bütçeye kaynak sağlamak üzere etkin
bir şekilde değerlendirilmesi,
amaçları doğrultusunda, merkezi yönetim
bütçe gelirleri Orta Vadeli Programda yer alan makroekonomik göstergeler
ile gelir politikalarının bütçe gelirlerine etkileri, ulusal ve
uluslararası piyasalardaki gelişmeler ve gelirlerin geçmiş yıllarda
gösterdiği eğilim hesaba katılarak tahmin edilmiştir.
Bu kapsamda:
- 2007-2009 döneminde merkezi yönetim bütçe
gelirleri 2007, 2008 ve 2009 yıllarında sırasıyla; 181 milyar 111 milyon,
196 milyar 263 milyon ve 210 milyar 143 milyon, vergi gelirleri ise
2007, 2008 ve 2009 yıllarında sırasıyla; 155 milyar 248 milyon, 169 milyar
264 milyon ve 182 milyar 212 milyon Yeni Türk Lirası olarak tahmin edilmiştir.
- Merkezi yönetim bütçe gelirlerinin
GSYİH’ya oranı; 2007, 2008 ve 2009 yıllarında sırasıyla; yüzde 29.1,
yüzde 28.2, yüzde 27.2 , vergi gelirlerin GSYİH’ya oranı; 2007, 2008 ve
2009 yıllarında sırasıyla; yüzde 24.9, yüzde 24.3, yüzde 23.6 olarak
hesaplanmıştır.
c) Merkezi Yönetim Bütçe Dengesi
Merkezi yönetim bütçe gelir ve giderleri
konusunda yapılan tahminler çerçevesinde tespit edilen merkezi
yönetim bütçe dengesi ve faiz dışı fazla hedefleri, son yıllarda
oluşturulan mali disiplinin kararlılıkla sürdürülerek bütçe açığını
sorun olmaktan çıkararak sağlıklı bir bütçe yapısının oluşturulması
ana amacı doğrultusunda belirlenmiştir. Bu doğrultuda; orta vadede
bütçe açığındaki düşüş eğiliminin devam ederek 2008 yılı sonunda
bütçe açığının GSYİH’ya oranının yüzde 0.4’e düşmesi, 2009 yılında
ise merkezi yönetim bütçesinin GSYİH’nın yüzde 0.6’sı oranında fazla
vermesi amaçlanmıştır.
Bu hedef ve amaçlar doğrultusunda:
- 2007-2009 döneminde merkezi yönetim bütçe
dengesi; 2007 ve 2008 yıllarında sırasıyla; 8 milyar 766 milyon ve 2
milyar 764 milyon Yeni Türk Lirası bütçe açığı ve 2009 yılında 4 milyar
411 milyon Yeni Türk Lirası bütçe fazlası oluşacağı, faiz dışı fazlanın
ise 2007, 2008 ve 2009 yıllarında sırasıyla; 35 milyar 334 milyon, 38
milyar 996 milyon ve 43 milyar 61 milyon Yeni Türk Lirası olarak gerçekleşeceği
tahmin edilmektedir.
- Merkezi yönetim bütçe dengesinin
GSYİH’ya oranı; 2007, 2008 ve 2009 yıllarında sırasıyla; yüzde (-)1.4,
yüzde (-) 0.4, yüzde 0.6, faiz dışı fazlanın GSYİH’ya oranı ise; 2007,
2008 ve 2009 yıllarında sırasıyla; yüzde 5.7, yüzde 5.6, yüzde 5.6 olarak
hesaplanmıştır.
d) Merkezi Yönetim Bütçe Açığının Finansmanı
Kamu borç ve risk yönetiminin; makroekonomik
dengelerin gözetilerek para ve maliye politikaları ile uyumlu
sürdürülebilir, saydam ve hesap verilebilir bir borçlanma politikasının
izlenmesi; finansman ihtiyaçlarının, iç ve dış piyasa koşulları
ve maliyet unsurları göz önüne alınarak belirlenen risk düzeyi çerçevesinde,
orta ve uzun vadede mümkün olan en düşük maliyetle karşılanması gözetilerek
belirlenen temel ilkeler doğrultusunda 2007-2009 yıllarını kapsayan
dönemde:
- Kamu net borç stokunun GSYİH’ya oranında
sağlanan düşüş devam ederek 2007’de yüzde 44.1, 2008’de yüzde 39.1,
2009’da ise yüzde 34.4 olarak gerçekleşeceği tahmin edilmektedir.
- Kamu kesimi borçlanma gereğinin
GSYİH’ya oranının 2007 yılında yüzde 0.1 olacağı, 2008 ve 2009 yıllarında
ise kamu kesiminin sırasıyla yüzde 0.2 ve yüzde 0.9 oranında fazla
vereceği tahmin edilmektedir.
1.2. TASARI VE GEREKÇESİ ÜZERİNDE
YAPILAN ANALİZLER
1.2.1. 2007 Yılı Merkezi Yönetim
Bütçesinin Hedef, Amaç ve Özellikleri
2007 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı ve gerekçesi incelendiğinde; Milli Bütçe Tahmin Raporunda
belirtilen 2007 Yılı Programının; borç stokunu azaltacak bir faiz
dışı fazlanın elde edilmesi; mali disiplinin güçlendirilerek yıl
sonu enflasyon hedefi ile uyumlu bir kamu maliye politikası ve sürdürülebilir
bir büyüme ortamının devam ettirilmesi; 2007 yılında toplam kaynakların
sabit fiyatlarla yüzde 4.1 oranında, sabit sermaye yatırımlarının
ise yüzde 5.9 oranında artması; kamuda yüzde 6, özelde yüzde 3.3 olmak
üzere sabit fiyatlarla toplam tüketimin yüzde 3.7 oranında artması
hedef, amaç ve öngörülerine uygun olarak hazırlandığı anlaşılmaktadır.
Bu çerçevede uygulanan ekonomik programın ilke ve hedeflerine uygun
olarak, kamu kesimi açıkları ile enflasyonun düşürülmesi ve reel
ekonomideki canlanmanın sürdürülmesine katkıda bulunulması
başta olmak üzere bütçe hedeflerinin gerçekleştirilmesini sağlayacak
şekilde belirlenmek suretiyle kamu idarelerine hizmet öncelikleri
dikkate alınarak gerekli kaynak tahsis edilmiştir.
a) 2007 Yılı Bütçe Hedefleri
2007 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesinin temel
hedefleri;
- Enflasyonla mücadele politikasının
desteklenmesi,
- Kamu sektörünün bütünü için belirlenen
faiz dışı fazla hedefine merkezi yönetim bütçesinin azami derecede
katkı yapmasının sağlanması,
- Etkin bir borçlanma politikasının izlenmesi
ve mali disiplinin sağlanması yoluyla faiz giderlerinin bütçe
üzerindeki baskısının hafifletilmesi,
- Bütçe harcamalarının sağlam gelir kaynaklarıyla
karşılanması ve kaynak-harcama dengesinin göz önünde bulundurulması,
- Bütçelerin hazırlanması ve uygulanmasında,
makroekonomik istikrarla birlikte sürdürülebilir kalkınmanın
sağlanması,
- Hesap verebilirliğin ve mali saydamlığın
güçlendirilmesi,
- Tesis edilen mali disiplinin devam ettirilmesi,
- Yatırıma ayrılan kaynakların öncelikli
ve kısa sürede sonuç alıcı projelere yönlendirilmesinin temin
edilmesi,
- Verimliliği ve üretimi teşvik edici
bir tarımsal destekleme politikasının oluşturulması,
şeklinde özetlenebilir.
b) Bütçe Hedeflerine Ulaşılabilmesi
İçin Alınan Temel Önlemler
2007 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısında öngörülen hedef ve amaçlara ulaşılabilmesi amacıyla;
- Taşıt alımının ancak çok acil ve zorunlu
hallere mahsus olmak üzere ve Bakanlar Kurulu kararıyla gerçekleştirilebilmesine,
- Merkezi yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin,
aktarma yapılacak tertipteki ödeneğin yüzde yirmisine kadar kendi
bütçeleri içinde ödenek aktarması yapabilmesine,
- 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararname
kapsamındaki kamu idare, kurum ve kuruluşlarının, serbest memur
kadrolarına 2006 yılında emeklilik, ölüm, istifa veya nakil sonucu
ayrılan memur sayısının yüzde ellisini geçmeyecek şekilde açıktan
veya diğer kamu idare, kurum ve kuruluşlarından nakil suretiyle
atama yapabilmesine, bu sınırlar içinde memur ihtiyacını karşılayamayan
idare, kurum ve kuruluşlar için ise ilave 23.000 adet atama izni verilebilmesine,
- Yükseköğretim kurumlarının, öğretim
üyesi dışındaki boş öğretim elemanı kadrolarına, 2006 yılında
emeklilik, ölüm, istifa, nakil, eğitimin tamamlanması veya başarısızlık
sonucu kurumlarından ayrılan öğretim elemanı sayısının yüzde ellisini
(Araştırma görevlisi kadroları için yüzde yüzünü) geçmeyecek şekilde
açıktan veya yükseköğretim kurumları ile diğer kamu idare, kurum
ve kuruluşlarından naklen atama yapabilmesine, bu sınırlar içinde
öğretim elemanı ihtiyacını karşılayamayacak yükseköğretim kurumları
için ise ilave 2.000 adet atama izni verilmesine,
- 2007 yılı içinde, 4749 sayılı Kamu Finansmanı
ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanuna göre sağlanacak
garantili imkan limitinin 3 milyar ABD Doları ile sınırlanmasına,
c) Temel Ekonomik Büyüklükler
2007 Yılında Temel Ekonomik Büyüklükler;
- GSMH 631 milyar 393 milyon YTL,
- GSMH’daki büyüme yüzdesi 5,
- GSMH deflatörü (yüzde artış) yüzde 7,
- Üretici Fiyat Endeksi (ÜFE) yıl sonu yüzde
4,
- Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) yıl sonu
yüzde 4,
- İhracat (FOB değeriyle) 95 milyar Dolar,
- İthalat (CİF değeriyle) 149.7 milyar Dolar,
olarak belirlenmiştir.
1.2.2. 2007 Yılı Merkezi Yönetim
Bütçe Büyüklükleri
a) 2007 Yılı Bütçe Ödenekleri
2007 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı ile; genel bütçeli kamu idarelerine 200.815.783.401 YTL,
özel bütçeli kamu idarelerine 12.719.864.000 YTL, düzenleyici ve denetleyici
kurumlara 1.437.179.058 YTL ödenek tahsis edilmesi öngörülmüştür.
Özel bütçeli idareler için öngörülen 9.288.131.401 YTL Hazine yardımı
ile 782.432.486 YTL gelirden ayrılan paylar düşüldüğünde konsolide
edilmiş Merkezi Yönetim Bütçesinin büyüklüğünün 204.902.262.572 YTL
olduğu anlaşılmaktadır.
2007 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi ödeneklerinin
ekonomik ayrımı incelendiğinde;
- 43 milyar
669 milyon 999 bin 235 YTL’sinin personel giderlerine,
- 10 milyar
101 milyon 778 bin 358 YTL’sinin sosyal güvenlik kurumlarına Devlet
primi giderlerine,
- 15 milyar
584 milyon 253 bin 014 YTL’sinin mal ve hizmet alım giderlerine,
- 52 milyar
946 milyon 024 bin YTL’sinin faiz giderlerine,
- 68 milyar
701 milyon 431 bin 652 YTL’sinin cari transferlere,
- 12 milyar
079 milyon 500 bin 100 YTL’sinin sermaye giderlerine,
- 5 milyar
878 milyon 621 bin 100 YTL’sinin sermaye transferlerine,
- 3 milyar
694 milyon 600 bin YTL’sinin borç vermelere,
- 2 milyar
316 milyon 619 bin YTL’sinin yedek ödeneğe,
tahsis edildiği görülmektedir.
Bütçe ödeneklerinin fonksiyonel dağılımı
incelendiğinde ise;
- 92 milyar
506 milyon 117 bin 606 YTL’sinin genel kamu hizmetlerine,
- 13 milyar
131 milyon 428 bin 084 YTL’sinin savunma hizmetlerine,
- 12 milyar
761 milyon 486 bin 738 YTL’sinin kamu düzeni ve güvenlik hizmetlerine,
- 21 milyar
182 milyon 254 bin 700 YTL’sinin ekonomik işler ve hizmetlere,
- 244 milyon
624 bin 210 YTL’sinin çevre koruma hizmetlerine,
- 4 milyar
223 milyon 968 bin 700 YTL’sinin iskan ve toplum refahı hizmetlerine,
- 7 milyar
392 milyon 232 bin 402 YTL’sinin sağlık hizmetlerine,
- 3 milyar
189 milyon 279 bin 092 YTL’sinin dinlenme, kültür ve din hizmetlerine,
- 26 milyar
723 milyon 370 bin 395 YTL’sinin eğitim hizmetlerine,
- 33 milyar
618 milyon 064 bin 532 YTL’sinin sosyal güvenlik ve sosyal yardım hizmetlerine,
ayrıldığı görülmektedir. 2006 Yılı Merkezi
Yönetim Bütçe Kanununda174 miyar 309 milyon 617 bin 202 YTL olan ödeneğin,
2007 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısında yüzde 17.57 oranında
artacağı öngörülmektedir. Merkezi yönetim bütçe giderlerinin
GSMH’ye oranının ise 2007 yılında yüzde 32.5 olarak gerçekleşeceği
hesap edilmektedir.
b) 2007 Yılı
Bütçe Gelirleri
2007 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesinin gelirleri;
- 184 milyar
242 milyon 515 bin YTL’si net genel bütçe gelirleri,
- 3 milyar
263 milyon 692 bin 290 YTL’si özel bütçeli kurumların öz gelirleri,
- 1 milyar
435 milyon 179 bin 058 YTL’si düzenleyici ve denetleyici kurumların
öz gelirleri,
olmak üzere, toplam 188 milyar 941 milyon
386 bin 348 YTL’dir. Bu gelirden, düzenleyici ve denetleyici kurumlardan
genel bütçeye aktarılan 782 milyon 432 bin 486 YTL’lik pay düşüldüğünde
net 188 milyar 158 milyon 953 bin 862 YTL olarak hesaplanmaktadır.
Genel Bütçenin, red ve iadeler dahil 200
milyar 131 milyon 515 bin YTL tutarındaki gelirlerinin dağılımı incelendiğinde;
- 173 milyar
861 milyon 616 bin YTL’sinin vergi gelirlerinden,
- 7 milyar
826 milyon 459 bin YTL’si teşebbüs ve mülkiyet gelirlerinden,
- 480 milyon
118 bin YTL’si alınan bağış ve yardımlar ile özel gelirlerden,
- 15 milyar
394 milyon 39 bin YTL’si diğer gelirlerden,
- 2 milyar
569 milyon 283 bin YTL’si sermaye gelirlerinden,
- 15 milyar
889 milyon YTL’si red ve iadelerden,
oluştuğu anlaşılmaktadır. 2006 yıl sonu
gerçekleşme tahminine göre merkezi yönetim bütçe gelirlerinin
yüzde 9.3 oranında artacağı tahmin edilmektedir. Merkezi yönetim
bütçe gelirlerinin GSMH’ye oranının 2007 yılında yüzde 29.8 olarak
tahmin edilmektedir.
c) Bütçe Dengesi: Bütçe Açığı ve Faiz Dışı
Fazla
2007 yılında merkezi yönetim bütçe dengesi
ve faiz dışı fazla program hedeflerine uygun olarak belirlenmiştir.
Bu çerçevede, 204 milyar 902 milyon 262 bin 572 YTL olarak hesaplanan
merkezi yönetim giderleri ile net 188 milyar 158 milyon 953 bin 862
YTL olarak (gelirden ayrılan paylar hariç) belirlenen merkezi yönetim
gelirleri arasındaki 16 milyar 743 milyon 308 bin 710 YTL tutarındaki
fark borçlanma yoluyla karşılanacaktır. Faiz dışı fazlanın GSMH’ye
oranının yüzde 5.73 olarak gerçekleşeceği beklenmektedir.
d) 2008 ve 2009 Yılları Bütçe Tahminleri
2008 ve 2009 Yılları Bütçe tahminlerine
bakıldığında:
- 2008 yılı
merkezi yönetim bütçe ödeneklerinin (Hazine Yardımı ve DDK’lardan
genel bütçeye ayrılan paylar hariç) 2007 yılına göre yüzde 2.3’lük
bir artışla 209 milyar 579 milyon 53 bin 829 YTL, bu ödenek içinde genel
bütçe kapsamındaki kamu idarelerine 205 milyar 410 milyon 366 bin
608 YTL, özel bütçe kapsamındaki kamu idarelerine 13 milyar 208 milyon
673 bin 197 YTL ve düzenleyici ve denetleyici kurumlara ise 1 milyar
472 milyon 358 bin 618 YTL ödenek ayrılmasının,
- 2009 yılı
ödeneklerinin (Hazine Yardımımı ve DDK’lardan genel bütçeye ayrılan
paylar hariç), bir önceki yıla göre yüzde 3.5’lik artışla 216 milyar
846 milyon 674 bin 978 YTL, bu ödenek içinde genel bütçe kapsamındaki
kamu idarelerine 212 milyar 534 milyon 703 bin 856 YTL, özel bütçe kapsamındaki
kamu idarelerine 13 milyar 592 milyon 683 bin 891 YTL ve düzenleyici
ve denetleyici kurumlara ise 1 milyar 502 milyon 775 bin 101 YTL ödenek
ayrılmasının,
- 2008 yılı
bütçe gelirlerinin; 200 milyar 140 milyon 83 bin YTL’si net genel bütçe
geliri, 3 milyar 423 milyon 577 bin 622 YTL’si özel bütçeli idarelerin
öz gelirleri, 1 milyar 483 milyon 125 bin 374 YTL’si, düzenleyici ve
denetleyici kurumların öz gelirleri olmak üzere, toplam (DDK’lardan
genel bütçeye ayrılan paylar dahil) 205 milyar 46 milyon 785 bin 996
YTL olarak,
- 2009 yılı
bütçe gelirlerinin; 219 milyar 372 milyon 10 bin YTL’si net genel bütçe
gelirleri, 3 milyar 575 milyon 120 bin 614 YTL’si özel bütçeli idarelerin
öz gelirleri, 1 milyar 527 milyon 60 bin 895 YTL’si, düzenleyici ve denetleyici
kurumların öz gelirleri olmak üzere, toplam (DDK’lardan genel bütçeye
ayrılan paylar dahil) 224 milyar 474 milyon 191 bin 509 YTL olarak,
planlandığı anlaşılmaktadır.
2008 yılında bütçe açığının 5 milyar 436
milyon YTL olacağı tahmin edilmektedir. 2009 yılında ise, merkezi yönetim
bütçesinin 6 milyar 683 milyon YTL fazla vermesi programlanmıştır.
Faiz dışı bütçe fazlası ise 2008 yılında 43 milyar 544 milyon YTL,
2009 yılında 56 milyar 888 milyon YTL olarak tahmin edilmektedir.
1.3. MALİYE BAKANININ BÜTÇE SUNUŞ
KONUŞMASI
2007 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı ile 2005 Mali Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu
Tasarılarının görüşmelerine, Komisyonumuzun 19.10.2006 tarihinde
yaptığı 3 üncü birleşiminde, Maliye Bakanı Kemal UNAKITAN’ın bütçe
ve kesinhesap kanunu tasarılarını Komisyona sunuş konuşması
ile başlamıştır. Maliye Bakanı, sunuş konuşmasında aşağıda özetlenen
konularda görüş ve değerlendirmelerde bulunmuştur.
1.3.1. Bütçenin Genel Çerçevesi
ve Dünyadaki Gelişmeler:
- Uluslararası standartlarla uyumlu, yeni
kamu mali yönetim sisteminin amacı ve felsefesi doğrultusunda titiz
çalışmalar sonucu hazırlanarak Türkiye Büyük Millet Meclisine
sunulan 2007 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesinin, “bütçe hakkı” nın bir
gereği olarak Plan ve Bütçe Komisyonunda bütçenin mali yönleri yanında
ekonomik ve sosyal yönleri doğrultusunda ele alınarak değerlendirileceği,
- Ekonomideki ağırlıkları ölçüsünde
ekonominin gidişatını belirleyen bütçelerin, mali disiplinin
sağlanması ve sürdürülmesi açısından önem arz ettiği, güçlü bütçelerin
güçlü ekonominin bir sonucu olduğu,
- Bütçelerin, küresel rekabet dikkate
alındığında, etkin kaynak kullanımı düzenleyen bir maliye politikası
unsuru olduğu, bu nedenle bütçenin iyi idare edilmesi gerektiği,
geçmişte bütçelerin iyi idare edilmemesi sonucu aşıra bütçe açığı
ve bunun sonucu olan kamu borç yükü nedeniyle mali krizlerin meydana
geldiği,
- Geçmişte yaşanan mali krizlerin olumsuz
sonuçları olarak vergi ve faiz giderlerinden kaynaklanan yükü halkın
üstlendiği, 59. Hükümet bütçelerinin öncelikli hedefinin bu yükün
hafifletilerek bütçelerin halka hizmet eden bir yapıya kavuşturulması
olduğu,
- Son yıllarda mali disiplini sağlamaya
yönelik bütçeler sayesinde; yüzde 14.6 düzeyinde olan bütçe açığının
GSMH’ye oranının 2006 yılında yüzde 1’lere kadar düştüğü, kamu net
borç stokunun GSMH içindeki payının
yüzde 90.4’ten yüzde 49.6’ya kadar düştüğü,
- Yıl sonunda
bütçe gelir ve giderlerinin tahminler çerçevesinde gerçekleştiği,
bütçe açığı hedefinin daima öngörülenden daha iyi oranda olduğu,
son yıllarda bütçe tahminlerinde sağlanan isabet sayesinde bütçenin
güvenirliğinin arttığı,
- 2007 Yılı Bütçesinin, bütçe istikrarının
devamının sağlanması, güvenirliğinin artırılması ve Türkiyenin
kalkınması amacıyla hazırlandığı, bu Bütçede mali disiplinin öncelikli
hedef olarak belirlendiği,
- 2005 yılında dünya ekonomisinin, artan
emtia fiyatları ile yaşanan doğal afetlere rağmen yüzde 4.9 oranında
büyüdüğü, aynı yıl gelişmiş ülkelerde büyümenin yüzde 2.6; gelişmekte
olan ülkelerde ise yüzde 7.4 olarak gerçekleştiği; gelişmekte olan
piyasalardaki bu gelişmenin küresel likidite imkânlarındaki artıştan
kaynaklandığı,
- 2005 yılı genelinde ve 2006 yılı başlarında
ABD ve Çin’den güçlü talebin geldiği, buna karşılık kapasite imkânlarının
sınırlı olması nedeniyle başta petrol olmak üzere emtia fiyatlarında
artış yaşandığı, buna rağmen aynı dönemde küresel piyasalardaki
olumlu koşulların devam ettiği,
- Ağustos ayında 78 dolara ulaşan petrol
fiyatlarının Eylül ayı ile birlikte arzla ilgili kaygıların azalmasının
etkisiyle tekrar düşüş eğilimine girdiği, petrolün varil fiyatının
17 Ekim itibariyle 60,94 dolar seviyesine gerilediği, dünyada petrol
fiyatlarının büyük ölçüde petrol ihraç eden ülkelerin alacakları
arz yönlü kararlara bağlı olması nedeniyle petrol fiyatlarının
artma olasılığının bulunduğu, bu artıştan Türkiye ekonomisinin de menfi olarak etkilemesinin
kaçınılmaz olduğu,
- 2006 yılında yükselen bir seyir izleyen
altın fiyatlarının, Nisan ayında bir ons altının 650 dolar seviyesini
aşması ile birlikte rekor seviyeye ulaştığı, ABD Merkez Bankasının
yaptığı faiz artırımı sonrasında altın fiyatlarının gerilediği,
17 Ekim itibariyle bir ons altın fiyatının 589.90 dolar seviyesinde
seyrettiği,
- Tüm bu gelişmeleri, fiyat istikrarı
açısından risk unsuru olarak değerlendiren gelişmiş ülke merkez
bankalarının faiz artırımları yoluyla para politikalarını sıkılaştırdıkları,
- 2006 yılında dünya ekonomisindeki olumlu
görünümün devam etmesi sonucu büyüme hızının gelişmiş ekonomiler
için yüzde 3.1, gelişmekte olan ekonomiler için yüzde 7.3 ve dünya ekonomisi
için ise yüzde 5.1 olmasının beklendiği, küresel ekonomide 2006 yılında
yaşanan bu olumlu görünümün 2007 yılında bir miktar tersine döneceği,
- 2007 yılı ve sonrasında küresel likidite
koşullarının nasıl bir seyir izleyeceği konusunun bütünüyle küresel
büyüme sürecine bağlı olduğu, AB, Japonya ve Çin gibi ülkelerden
gelmesi muhtemel yüksek büyüme hızlarının bu süreci doğrudan etkileyeceği,
böyle bir gelişmenin, belli başlı ekonomilerin enflasyon ile mücadele
amacıyla sıkı para politikası uygulamasına neden olabileceği,
- 2007 yılında ekonomik büyümenin, gelişmiş
ekonomiler için yüzde 2.7, gelişmekte olan ekonomiler için yüzde 7.2
ve dünya ekonomisi için ise yüzde 4.9 seviyelerinde gerçekleşmesinin
tahmin edildiği,
1.3.2. Türkiye Ekonomisindeki Gelişmeler;
Büyüme, Fiyatlar, İstihdam, Dış Ticaret ve Kamu Borçları:
- Dünyanın önemli bir coğrafyasında stratejik
önemi haiz bulunan Türkiyenin, sürekli istikrarın sağlandığı örnek
bir ülke konumuna gelmesinin büyük bir önem arz ettiği,
- Ülkemizde istikrarın kalıcı hale getirilmesi
amacıyla ekonomiden hukuka toplumsal hayatın her alanında reform
niteliğinde yapısal değişimlerin gerçekleştirildiği,
- Türkiye ekonomisinin 2002 seçimlerinden
sonraki yıllarında hedeflenenin üzerinde büyüdüğü, 2005 yılında
büyümenin yüzde 7.6 düzeyinde gerçekleştiği, bu büyüme trendinin
2006 yılında da devam ederek yılın ilk çeyreğinde yüzde 6.4, ikinci
çeyreğinde ise yüzde 8.5 oranında büyüdüğü, Türkiye ekonomisi tarihinde
ilk kez 18 çeyrek aralıksız büyüdüğü,
- 2006 yılı sonu itibariyle de yüzde 5’lik
büyüme hedefinin aşılacağı, böylece son dört yılda ortalama yüzde
7.4 oranında gerçekleşen büyüme hızına ulaşılmış olunacağı,
- 2002 yılında 181 milyar dolar olan
GSMH’nın, 2007 yılında 410 milyar dolar olacağı, bunun üretim, istihdam
ve ihracat artışlarıyla birlikte ülkemiz ekonomisinin sağlam temeller
üzerinde yoluna devam ettiğinin bir göstergesi olarak kabul edilmesi
gerektiği,
- 2002 yılında 2.598 dolar olan kişi başına
milli gelirin 2007 yılında 5.550 dolara ulaşacağı, satın alma gücü
paritesine göre ise kişi başına milli gelirin 9 bin dolar seviyesine
yükseldiği,
- Enflasyonda 2006 yılının ilk yedi ayında
arz yönlü unsurlar ve dışsal koşullardan kaynaklanan bir artış eğilimi
gözlendiği, bu dönemde enflasyonu olumsuz yönde etkileyen en önemli
unsurun ham petrol fiyatlarında yılın ilk çeyreğinden itibaren gerçekleşen
artışlar olduğu, bununla birlikte Mayıs ve Haziran aylarında mali
piyasalarda yaşanan dalgalanma sonucu ithal malların fiyatlarındaki
artışların enflasyonu artıran diğer önemli unsur olarak ortaya
çıktığı,
- 2006 yılı Ağustos ayına gelindiğinde
enflasyondaki bu artış eğiliminin tersine döndüğü; Eylül ayı itibariyle
ise TÜFE’deki yıllık artışın yüzde 10.55; ÜFE’deki yıllık artışın ise
yüzde 11.19 düzeyine gerilediği, mevsimsel etkilerin de azalmasıyla
birlikte 2006 yılı sonunda enflasyonun yüzde 10’un altına düşmesinin
beklendiği,
- 2001 yılında yaşanan kriz sonrasında istihdamda
düşüş ve işsizlik oranında artışla ortaya çıkan olumsuz tablonun,
2004 yılından itibaren düzelmeye başladığı, bu krizden sonra ülkemiz
ekonomisinde bir yapısal dönüşümün yaşanmakta olduğu,
- Tarım dışındaki sektörlerde istihdam
artışının devam ettiği, tarım sektöründe istihdamının toplam istihdam
içerisindeki payının 2002 yılında yüzde 34.9’den 2006 Haziran ayında
yüzde 29.2’ye gerilediği, bu dönemde toplam istihdamın, geçen yılın
aynı dönemine göre, Türkiye genelinde 142 bin kişi artış gösterdiği,
2005 yılı Haziran döneminde yüzde 9.1 olan işsizlik oranının, 2006
yılının aynı döneminde yüzde 8.8’e düştüğü,
- 2006 yılının Ocak-Ağustos döneminde, bir
önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 16.8 artarak 142.1 milyar Dolar
olan dış ticaret hacminin, 2006 yıl
sonu itibariyle 219 milyar Dolara ulaşmasının beklendiği, 2007 yılı
hedefinin ise 244,7 milyar dolar olduğu,
- 2006 yılının Ocak-Ağustos döneminde ihracatın,
YTL’nin güçlü konumuna rağmen, verimlilik artışının getirdiği rekabet
avantajı ile 2005 yılının aynı dönemine göre yüzde 14,1 oranında artarak
53,3 milyar dolara yükseldiği, yıl sonu itibariyle ihracatın 83.5
milyar dolar, 2007 yılı ihracatının ise 95 milyar dolar olmasının
beklendiği,
- Yurt içi sanayi üretimindeki ve ihracattaki
artışın gerektirdiği ithal girdi ihtiyacı ve artan petrol fiyatları,
söz konusu dönemde ithalatın ihracattan daha hızlı büyümesine
neden olduğu; 2006 yılı Ocak-Ağustos döneminde ithalatın yüzde 18.5
oranında artarak 88.9 milyar dolara ulaştığı, ithalatın 2006 yılı
sonunda 135.5 milyar dolar, 2007 yılı sonunda ise 149.7 milyar dolar
olarak gerçekleşmesinin tahmin edildiği,
- 2000 ve 2001 yıllarında yaşanan krizlerin
ardından yakalanan hızlı büyüme trendine paralel olarak artan dış
ticaret açığının, cari işlemler açığının artmasındaki en temel etken
olduğu, cari açığın, Ocak-Ağustos döneminde 22.4 milyar dolar düzeyinde
gerçekleştiği,
- Cari açığın, Merkez Bankası tarafından
uygulanan dalgalı kur rejimi, makro ekonomik temellerdeki sağlamlaşma,
mali ve parasal disiplin ile enflasyonla mücadeledeki kararlılığın
sürdürülmesi ve popülist politikalardan uzak durulması sonucu
sürdürülebilirliğinin arttığı,
- Cari açığın sürdürülebilmesinde ve
risk olarak algılanmamasında finansman kalitesinin de çok büyük
öneme sahip olduğu, Ocak-Ağustos döneminde 12.4 milyar dolar doğrudan
yatırım ile 32.1 milyar dolar uzun vadeli kredi kullanıldığı, bunun
ülkemizde cari açığın sağlıklı ve kalıcı bir finansman yapısına
sahip olduğunun bir göstergesi olduğu,
- Sürekli cari açığın bir risk olduğu, cari
açığın bir risk olarak ortaya çıkmaması için önlemlerin alınacağı,
bu kapsamda, mikro ekonomik tedbirlerin alınması, istihdamın esnek
bir yapıya kavuşturulması, ar-ge faaliyetlerinin teşvik edilmesi
ve üretim yapısının değiştirilerek yüksek teknolojiye dayalı,
katma değeri yüksek ürünlere yönelmek dâhil gerekli önlemlerin alınacağı,
- 2001 yılında yaşanan krizin ardından
yüzde 90.4 olan kamu net borç stokunun GSMH’ya oranının 2006 yılı sonunda
yüzde 49.6’ya düşmesinin beklendiği,
- Merkezi yönetim toplam borç stokunun yapısında
YTL lehine yaşanan önemli değişimin 2006 yılında da devam ettiği,
2002 yılı sonunda borç stokunun yüzde 42’si YTL cinsinden oluşurken,
Ağustos 2006 sonu itibariyle bu oranın yüzde 62 seviyesine yükseldiği,
YTL cinsi ıskontolu Devlet İç Borçlanma Senetlerinin kümülatif faiz
oranının 2002 yılı sonunda yüzde 62.7’ den 2006 yılının Eylül ayında
yüzde 17.2’ye gerilediği,
1.3.3. Sosyal ve Ekonomik Politikalar:
Çalışanlar ve Emekliler, Eğitim, Sağlık, Sosyal Güvenlik, Sosyal Hizmetler,
Sosyal Yardımlar, Çiftçi ve Esnafa Sağlanan Destekler, Ar-Ge, Ulaşım,
Köy-Des, Bel-Des, Konut ve Özelleştirme;
- Çalışan, emekli ve diğer dar gelirli vatandaşlarımızın
durumlarının 2002 yılına göre iyileştiği, gelirlerinde reel artışlar
olduğu,
- Son dört yıllık dönemde TÜFE’deki kümülatif
değişmenin yüzde 53 dolayında olmasına rağmen; söz konusu dönemde
aynı bazlı en düşük memur maaşında yüzde 95.2, net asgari ücrette
yüzde 106.5, en düşük SSK emekli aylığında yüzde 85.6, en düşük BAĞ-KUR
çiftçi emekli aylığında yüzde 235.8, 65 yaş aylığında yüzde 183.2 ve
muhtar aylığında yüzde 174.1 oranında artışın gerçekleştirildiği,
- 2002-2006 döneminin, eğitime en yüksek
payın ayrıldığı bir dönem olduğu, bu dönemde 3 bin 870 yeni okulun
hizmete açıldığı, 85 bin dersliğin inşa edildiği,
- 2003- 2004 eğitim-öğretim yılında başlayan
ilköğretim öğrencilerine ücretsiz ders kitabı dağıtımı uygulaması
kapsamında bugüne kadar toplam 375.6 milyon kitap dağıtımının yapıldığı,
2006-2007 eğitim-öğretim yılında ortaöğretim öğrencileri için de
ücretsiz kitap dağıtımının gerçekleştirildiği,
- 2002 yılında 451 bin üniversite öğrencisi
öğrenim kredisi alırken 2006 yılında bu haktan yararlanacak olan öğrenci
sayısının 569 bine yükseltildiği, 2002 yılında 45 YTL olan kredi tutarının
1 Ocak 2007’den itibaren, yaklaşık üç kat artışla 150 YTL olacağı,
- “Sağlıkta Dönüşüm Programı” kapsamında
sağlık sisteminin temel sorunlarının çözümlenmesine yönelik olarak
milletin sağlık düzeyinin yükseltilmesi için koruyucu sağlık hizmetlerine
özel önem verildiği, sağlık ocakları ve sağlık evlerinde koruyucu
sağlık hizmetlerinin verilmeye başlandığı, bağlı olduğu sigorta
kurumuna bakılmaksızın vatandaşlarımızın istediği hastaneye
gidebilmesine imkan sağlandığı, yeşil kart sahibi vatandaşların
ayakta tedavi giderleri yanında ilaç giderlerinin de Devlet tarafından
karşılanma imkanının getirildiği,
- Koruyucu sağlık hizmetleri kapsamında
aşı harcamalarının 2002 yılında 10 milyon YTL’den 2006 yılı sonu itibariyle
100 milyon YTL’yi yükseldiği, sıfır yaş grubunda bulunan bebeklerin
2002 yılında ancak yüzde 69’u aşılanırken 2007 yılında bu oranın yüzde
90’ları aşmasının beklendiği,
- 2003 yılı başında 5.840 sağlık ocağı bulunurken
bu sayının 2006 yılı başlangıcı itibariyle toplam 6.191’e ulaştığı,
bunlara ilave olarak 6.129 sağlık evinde de sağlık hizmetinin verildiği,
- Sosyal güvenlik kurumlarının genel bütçe
üzerindeki yüklerinin azaltılarak sistemin kendi kendine yeter
hale gelmesi için uluslararası normlara uygun bir sosyal güvenlik
sisteminin oluşturulmasına yönelik köklü ve çok aşamalı bir reform
sürecinin başlatıldığı,
- Reform kapsamında sağlık hizmetlerinin
sunumu ile finansmanının birbirinden ayrılması, Genel Sağlık Sigortası
Sisteminin kurulması, bütünleştirilmiş bir sosyal güvenlik ve hizmet-yardım
ağının oluşturulması ile sosyal güvenlik kuruluşlarında norm ve
standart birliğinin sağlanmasının amaçlandığı; sosyal güvenlik kurumlarını
tek bir çatı altında birleştirmeyi öngören 5502 sayılı Sosyal Güvenlik
Kurumu Kanunu ile birlikte; adil, kolay erişilebilir, yoksulluğa
karşı daha başarılı bir koruma sağlayan, mali açıdan sürdürülebilir
bir sosyal güvenlik sisteminin oluşturulmasına yönelik 5510 sayılı
Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun çıkarıldığı,
- Korumaya muhtaç çocuklar ile özürlü vatandaşların
hayat koşullarının iyileştirilmesi amacıyla önemli düzenlemeler
yapıldığı, bu kapsamda sosyal güvenlik kurumlarına tabi olmayan,
bakıma muhtaç özürlülerden ailesini kaybetmiş olanlar ile ailesi
ekonomik yoksunluk içerisinde bulunan vatandaşlara yönelik bakım
hizmetinin resmi veya özel bakım kurumlarında ya da ikametlerinde
verilmesine yönelik kanuni düzenlemeler yapıldığı,
- 2007 yılında yapılacak çalışmalar ile
Devletin hizmet sunduğu bakıma muhtaç özürlü sayısının hızla artarak
65.000’e yükseleceği, bu amaçla 2007 bütçesinde öngörülen ödenek tutarının
336 milyon YTL olarak belirlendiği,
- Bakım altında bulunan özürlülerin yaşamlarını
daha rahat bir ortamda sürdürebilmeleri amacıyla “Engelsiz Yaşam
Merkezi projesi”nin geliştirildiği, bu proje kapsamında 35 Engelsiz
Yaşam Merkezi inşaatı ile 105 adet Engelsiz Yaşam Merkezleri yapımıyla
ilgili proje çalışmalarının başlatıldığı,
- Geçmişte Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme
Kurumu yurtlarında kalan 8.044 çocuğa sıcak aile ortamında kalabilmeleri
için destek sağlandığı, bu yurtlarda kalan çocukların, koğuş sisteminin
getirdiği olumsuzluklara maruz kalmaması ve bir aile ortamında
bulunmaları için başlatılan sevgi evleri projesi kapsamında 21
sevgi evinin açıldığı, 120 sevgi
evininin açılmasına yönelik çalışmaların ise devam ettiği,
- Hükümet politikalarının en temel yönünü,
ekonomi politikalarının oluşturulmasına paralel olarak sosyal
politikaların geliştirmesinin teşkil ettiği, bu amaçla ihtiyaç
sahibi vatandaşların yüklerinin hafifletilmesi için bazı sosyal
yardım uygulamalarının başlatıldığı, bütçeye herhangi bir yük getirmeksizin
üretilen kaynaklar çerçevesinde sağlanan bu yardımların, zor durumdaki
vatandaşlarımızın acil ihtiyaçlarının giderilmesinde önemli
katkılar sağladığı,
- Sosyal Yardımlaşmayı ve Dayanışmayı
Teşvik Fonu ve benzeri kuruluşlar aracılığıyla bugüne kadar yapılan
toplam yardım tutarının 3 milyar YTL’yi aştığı, ihtiyaç sahibi vatandaşlara
yapılan kömür yardımlarının 2003 yılında 1,1 milyon aileye olmak
üzere 650 bin tona, 2004 yılında 1,6 milyon aileye olmak üzere 1,1 milyon
tona, 2005 ve 2006 yıllarında üst üste 1,8 milyon aileye olmak üzere
1,3 milyon tona ulaştığı,
- 59. Hükümet döneminde çiftçilere doğrudan
gelir, mazot, gübre ve hububat prim desteklerinin sağlandığı, ayrıca
çiftçi borçları ile sulama borçlarının yeniden yapılandırıldığı,
2002 yılında yapılan toplam tarımsal destek ödemesinin 1.8 milyar
YTL iken, 2,8 milyar YTL’si doğrudan gelir desteği, 1,5 milyar YTL’si
ürün desteği ve 660 milyon YTL’si hayvancılık olmak üzere 2006 yılında
toplam 5 milyar YTL’ye ulaştığı,
- 2007 yılında ise 1,9 milyar YTL’si doğrudan
gelir desteği, 492 milyon YTL’si mazot, 363 milyon YTL’si gübre, 1,7 milyar
YTL’si ürün desteği ve 710 milyon YTL’si hayvancılık olmak üzere toplam
destek miktarının 5 milyar 250 milyon YTL’ye ulaşmasının öngörüldüğü,
- Ekonomimizin ve sosyal hayatın temel
dinamiği, omurgası olan esnaf ve sanatkârların desteklenmesine yönelik
olarak 2002 yılında 153,8 milyon YTL olan esnaf ve sanatkârlara kullandırılan
toplam kredi hacminin, 2005 yılı itibariyle 23 kat artışla 3,5 milyar
YTL’ye ulaşmasının sağlandığı,
- Esnaf ve sanatkârlara kullandırılan kredi
miktarları artırılırken uygulanan faiz oranlarının da hızla aşağı
çekildiği, 2002 yılında yüzde 52 olan faiz oranının, 2003 yılında
yüzde 30’a ve 2004 yılında yüzde 25’e, 2005 yılında yüzde 15’e kadar gerilediği,
- 59. Hükümet döneminde KOBİ’lere verilen
desteğin arttığı, 2002 yılı itibariyle 7.3 milyon tutarında olan
destek tutarının 2005 yılı itibariyle 193 milyon YTL, 2006 ve 2007 yılları
itibariyle ise 200 milyon YTL’yi aştığı,
- Çağdaş dünyanın bir gereği olan bilgiye
dayalı üretim, yönetim ve eğitim anlayışı çerçevesinde araştırma
ve geliştirme projelerine Cumhuriyet tarihinin en büyük kaynağının
ayrıldığı, 2010 yılına kadar ar-ge harcamaları bakımından gelişmiş
ülkeler seviyesine ulaşma temel hedefi doğrultusunda bütçelerden
gerekli kaynağın ayrılmasının öngörüldüğü,
- 2002 yılında araştırma projelerine yapılan
toplam kamusal desteğin, 2005 yılı sabit fiyatlarıyla, 277.3 milyon
YTL’den 2003 yılında 543 milyon YTL’ye, 2004’de 560 milyon YTL’ye, 2005 yılında
1 milyar 100 milyon YTL’ye ve 2006 yılına ise 1 milyar 281 milyon YTL’ye
yükseltildiği,
- Trafik yoğunluğundan dolayı karayollarının
kapasitesinin arttırılması için 2002 yılı sonu itibariyle bölünmüş
yol yapım çalışmalarına başlanması ile karayollarında meydana
gelen ölümlü kazalarda yüzde 50-70 arasında bir azalmanın olduğu,
- Ülkemizde 2003 yılı öncesinde 3.859 km
Devlet yolu, 467 km il yolu ve 1.775 km’de otoyol olmak üzere toplam
6.101 km bölünmüş yol mevcut iken, bugüne kadar 8.000 km yol güzergâhında
çalışma yapılarak Ekim ayı itibariyle 6.359 km bölünmüş yolun hizmete
sunulduğu,
- Köylerimizin alt yapısının desteklenmesi
amacıyla köylerde yaşayanların; yol, içme suyu, kanalizasyon ve
tarımsal sulama ihtiyaçlarının karşılanmasını teminen 2005 yılında
Köy-Des Projesinin uygulamaya konulduğu,
- Köy-Des Projesi kapsamında 2005 yılında
il özel idareleri ile köylere hizmet götürme birliklerine 201 milyon
YTL aktarıldığı, 2006 yılı bütçesinde bu rakamın 2 milyar YTL’ye çıkarıldığı,
bu miktarın Cumhuriyet tarihinde köylere yönelik olarak ayrılan
en büyük kaynak olduğu, 2007 yılında da 2 milyar YTL ödenek ayrılmasının
öngörüldüğü,
- 2006 yılının ilk dokuz ayında 15.987 km
köy yolunun asfaltlandığı, 9.625 km köy yolunun stabilize malzeme
ile kaplandığı, 1.216 km yolun onarımının yapıldığı, bunlara ilave
olarak 2.854 adet köprü ve sanat yapısının inşa edildiği,
- 1923 yılından 2005 yılına kadar köy yollarından
asfaltlanan toplam miktarın 93.109 km olduğu, 82 yılda yapılan toplam
köy yolu asfaltının yüzde 17’si kadar köy yolu asfaltının 2006 yılının
ilk dokuz ayında gerçekleştirildiği, yıl sonuna kadar 17.000 km köy
yolunun asfaltlanmasının hedeflendiği,
- Türkiye genelinde 2006 yılının Ekim ayı
itibariyle 4.153 içme suyu projesi ile 665 köy veya yerleşim yerinin
kanalizasyonunun bitirildiği, yıl sonuna kadar 7.747 içme suyu
projesi ile 1.182 köy veya yerleşim yerinin kanalizasyonunun tamamlanmasının
hedeflendiği, böylece şehirlerde yaşayan vatandaşlara sunulan
altyapı hizmetlerinden, köylerde yaşayanların da yararlanmasının
amaçlandığı,
- Köylülerin tarımsal üretimden daha fazla
pay alabilmesini sağlamak amacıyla 356 tarımsal sulama projesinin
2006 yılının Ekim ayı itibariyle tamamlandığı, yıl sonuna kadar bu
sayının 582’ye çıkarılacağı,
- Maddi durumu yetersiz olan belediyelerin
acil içme suyu ve yol işlerinin yapılması için 2007 yılı bütçesinde
ilk defa nüfusu 10.000’in altında olan belediyelere Bel-Des Projesi
kapsamında 300 milyon YTL ödenek öngörüldüğü,
- 59. Hükümet döneminde Toplu Konut İdaresince
Planlı Kentleşme ve Konut Üretimi programı kapsamında konut seferberliğinin
başlatıldığı, 2003-2006 döneminde toplam 538 şantiyede 203.846 adet
konut sayısına ulaşıldığı, 110 belediye ile gecekondu dönüşüm
Protokollünün imzalandığı, bunun Cumhuriyet tarihinin en kapsamlı
gecekondu dönüşüm çalışması olduğu, ayrıca, 60 belediye ile
70.000 konutluk uygulamanın başlatıldığı,
- 2003-2006 döneminde önemli özelleştirmelerin
yapıldığı, 1985 yılından 2002 yılına kadar geçen 17 yıllık süre içinde
toplam 8 milyar dolar düzeyinde özelleştirme uygulaması yapılırken,
2003 yılından 2006 yılı Eylül ayına kadar 17.7 milyar dolar seviyesinde
özelleştirme uygulamasının yapıldığı,
1.3.4. 2006 Yılı Ocak-Eylül Dönemi
Uygulama Sonuçları ile Yıl Sonu Tahminleri
- Merkezi yönetim bütçe gelirlerinin
yıl sonu bütçe hedefinin yüzde 79.9’unun Ocak-Eylül döneminde tahsil
edildiği, geçen yılın aynı döneminde söz konusu oranın yüzde 69.6
olduğu dikkate alındığında gelir performansında dikkate değer
bir artışın sağlandığı,
- Eylül sonu itibarıyla 2005 yılında toplam
faiz dışı fazlanın yüzde 72.6’sı gerçekleştirilmişken, 2006 yılında,
yıl sonu toplam faiz dışı fazla hedefi aşılarak yüzde 112.3’üne ulaşılacağı,
- Ocak-Eylül 2006 bütçe uygulama sonuçları
incelendiğinde, Hükümetin dikkate değer bir performans gösterdiğinin
ortaya çıktığı, bu dönemde merkezi yönetim bütçe giderlerinin
129.4 milyar YTL, gelirlerin ise 128 milyar YTL olduğu, merkezi yönetim
bütçe giderlerinin geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 14.5; merkezi
yönetim bütçe gelirlerinin ise yüzde 20.5 oranında artış gösterdiği,
- 2006 yılı sonu itibariyle merkezi yönetim
bütçe giderlerinin 175.2 milyar YTL, gelirlerin ise 172.2 milyar YTL
olarak gerçekleşeceğinin tahmin edildiği,
- Bütçe açığının düşürülmesi konusunda
önemli bir mesafenin alındığı, Ocak-Eylül 2006 döneminde bütçe açığının
1.4 milyar YTL, faiz dışı fazlanın ise 36.2 milyar YTL olarak gerçekleştiği;
2006 yılı sonu itibariyle bütçe açığının 3 milyar YTL, faiz dışı fazlanın
ise 43.2 milyar YTL olarak gerçekleşmesinin tahmin edildiği,
- 2006 yılı sonu itibariyle faiz giderlerinin
GSMH’ya oranının yüzde 8.2 olarak gerçekleşmesinin tahmin edildiği,
yüzde 8.2’lik oranın, 2002 yılında faiz giderlerinin GSMH’ya oranının
yüzde 18.8 olduğu dikkate alındığında, büyük bir başarı olarak değerlendirilmesi
gerektiği,
1.3.5. 2007 Yılı Bütçe Hedef ve Büyüklükleri
- 5018 sayılı Kanuna ve çok yıllı bütçeleme
anlayışına uygun olarak hazırlanan 2007 yılı merkezi yönetim bütçesinde,
kamu borç stokundaki düşüş eğiliminin devam etmesi amacıyla faiz
dışı fazla hedefine büyük önem verildiği,
- Sağlanan ekonomik ve siyasi istikrarın
sürdürülmesi ana hedefi çerçevesinde belirlenen 2007 yılı makroekonomik
büyüklüklerinin; GSMH 631.4 milyar YTL, GSMH büyüme hızı yüzde 5,
GSMH deflatörü yüzde 7, TÜFE yıl sonu yüzde 4, ihracat 95 milyar dolar
ve ithalat 149.7 milyar dolar olarak tahmin edildiği,
- 2007 Bütçesinde bütçe giderlerinin
204.9 milyar YTL, bütçe gelirlerinin 188.2 milyar YTL, bütçe açığının
16.7 milyar YTL ve Faiz dışı fazlanın ise 36.2 milyar YTL olarak tahmin
edildiği,
- 2006 yıl sonu gerçekleşme tahminlerine
göre; 2007 bütçe giderlerinin yüzde 16.9, bütçe gelirlerinin ise
yüzde 9.3 oranında artış gösterdiği,
- 2007 yılında, 2006 yıl sonu gerçekleşme
tahminlerine göre; bütçe giderlerinin GSMH’ye oranının yüzde
31.2’den yüzde 32.5’e çıktığı, bütçe gelirlerinin GSMH’ye oranının
yüzde 30.6’dan yüzde 29.8’e düştüğü,
- Kamu hizmetlerinin gereklerine uygun
olarak belirlenen 2007 Yılı Bütçe ödeneklerinden; personel giderleri
için 43.7, sosyal güvenlik kurumlarına Devlet primi için 10.1, mal ve
hizmet alımları için 15.6, faiz giderleri için 52.9, cari transferler
için 60.9, sermaye giderleri için 12.1, sermaye transferleri için
3.6, borç verme için 3.7 ve yedek ödenekler için 2.3 milyar YTL ödenek ayrıldığı,
- 2007 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısının başlıca transfer kalemlerinden; sağlık, emeklilik ve
sosyal yardım giderlerine 31.6, mahalli idare ve fon paylarına 17,
tarımsal desteklemeye 5.3, KİT’lere sermaye desteği olarak 1.4 ve
öğrenim kredilerine 1.1 milyar YTL ödenek tahsis edildiği,
- Türkiye’de yatırım ikliminin ve hayat
kalitesinin artması için altyapı yatırımlarına önem veren 59. Hükümetin;
sürdürülebilir ekonomik büyüme için nitelikli beşeri sermayenin
önemini dikkate alarak 2007 bütçesinde eğitim, sağlık ve altyapı yatırımlarına
yeterli kaynağın ayrılmasına gayret gösterdiği,
1.3.6. 2007 Yılı Gelir Bütçesi
- Vergi iadeleri dahil 204 milyar YTL olarak
tahmin edilen 2007 yılı Merkezi Yönetim Bütçe gelirleri içinde en
büyük payı 173.9 milyar YTL ile vergi gelirlerinin aldığı, bunu 26.3
milyar YTL ile vergi dışı diğer gelirler, 3.3 milyar YTL ile özel bütçeli
idarelerin öz gelirleri ve 0.7 milyar YTL ile düzenleyici ve denetleyici
kurumların gelirlerinin takip ettiği,
- Merkezi yönetim bütçe gelirleri içinde
net 188.2 milyar YTL ile en büyük orana sahip genel bütçe gelirleri
içinde vergi gelirlerinin 173.9, teşebbüs ve mülkiyet gelirlerinin
7.8, alınan bağış ve yardımlar ile özel gelirlerin 0.5, diğer gelirlerin
15.4, sermaye gelirlerinin 2.6 ve red ve iadelerin ise 15.9 milyar
YTL olarak gerçekleşmesinin tahmin edildiği,
1.3.7. Memur Aylıkları, Vergi Sistemi
ve Hazine Taşınmazları
- Devlet memurlarına 2006 yılında verilen
zamlara ilave olarak Temmuz ayından itibaren enflasyon farkı olarak
yüzde 2.32 oranında zam yapıldığı, 2006 yılının ikinci altı aylık döneminde
enflasyonun yüzde 2,5’i aşması halinde, 2007 yılı Ocak ayında da enflasyonu
telafi edecek şekilde Devlet memurlarının maaşlarında bir artışın
yapılacağı,
- 2007 yılında Devlet memurlarının aylıklarına,
düşük maaş alana daha yüksek, yüksek maaş alana ise daha düşük oranda
yansıyacak şekilde bütçe imkânları ve enflasyon hedefleri dikkate
alınmak suretiyle artış yapılmasının öngörüldüğü,
- 2007 yılı Ocak ve Temmuz aylarında düşük
maaş alan devlet memurlarına yüzde 4 + yüzde 4 ve yüksek maaş alan
devlet memurlarına yüzde 3 + yüzde 3 oranlarında maaş artışı sağlanacağı,
böylece, 2006 yılı Temmuz ayında aile yardımı ödeneği dâhil en düşük
dereceli Devlet memurunun 748 YTL olan net maaşının, yüzde 13.2 oranında
artarak 2007 yılı Temmuz ayında 847 YTL’ye yükseleceği,
- Ülkemizin önemli sorunlarından birisi
olan kayıt dışı ekonominin kayıt altına alınması, vergi kaçağının
azaltılarak verginin tabana yayılması ve mükelleflere sunulan
hizmetin kalitesinin yükseltilmesi amacıyla etkin bir gelir idaresi
oluşturulmasına yönelik olarak Gelir İdaresi Başkanlığının kurulduğu,
- Kayıt dışı ekonomiyi kayıt altına almak
amacı ile Gelir İdaresi Başkanlığı bünyesinde “Veri Ambarı” projesinin
başlatıldığı, bu proje ile vergi mükelleflerinin bütün mali bilgileri
ile yapmış olduğu işlemlerin gelir idaresi tarafından alınarak beyanname
bilgileri ile karşılaştırılmasının yapılacağı,
- Vergi mükelleflerine sunulmuş olan hizmetin
kalitesini arttırmak amacıyla uygulanmasına başlanan e-Beyannameye
ilave olarak vergi tahsilatlarının
bankalar aracılığı ile yapılmasına yönelik altyapı çalışmalarının
tamamlanarak zaman ve işgücü kaybının önüne geçilerek mükelleflere
sunulan hizmetin kalitesinde de belirgin bir iyileşmenin sağlandığı,
- İmkânlar dahilinde mevcut vergi yüklerinin
azaltılması amacıyla 03.06.1949 tarihinden beri yürürlükte bulunan
5422 sayılı Kanunun, 5520 sayılı yeni Kurumlar Vergisi Kanunu ile
yürürlükten kaldırıldığı, bu Kanun ile kurumlar vergisi oranının
yüzde 30’dan yüzde 20’ye indirildiği, böylece yüzde 65 olan kurumlar
vergisi yükünün yüzde 35 düzeyine çekilerek kurumların üzerindeki
vergi yükünün OECD ortalamasının da altına düşürülmesinin sağlandığı,
- Sağlık ve eğitim sektörlerindeki hizmet
ve ürünlere ait katma değer vergisi oranlarının yüzde 18’den yüzde
8’e indirildiği, bu indirimle birlikte tekstil sektörüne yönelik
olarak katma değer vergisi oranlarında bu yılın başlarında yapılan
indirimler sonucu tekstil sektöründeki vergi yüklerini azaltılarak
sektördeki kayıt dışılığın azalmasına katkıda bulunulduğu,
- Kasım 2002 seçimleri sonrasında ülkemizde
tesis edilen siyasi ve ekonomik istikrar ile birlikte canlanmaya
başlayan ticari hayat sayesinde kurulan şirket sayısında artış
sağlandığı, 2002 yılında kurulan toplam şirket sayısının 30.842
adet, kapanan şirket sayısının ise 3.667 olduğu, bu rakamların 2006
yılının Ocak-Eylül döneminde sırasıyla, 40.903 ve 7.048 adet olduğu,
-Hazineye ait taşınmazların, işsizlik,
konut açığı, çarpık kentleşme, bölgelerarası ekonomik ve sosyal
dengesizlik gibi ülkenin önemli sorunlarının çözümlenmesine yönelik
olarak etkili ve verimli bir şekilde kullanılarak ekonomiye kazandırılması
amacıyla ve yatırımcı açısından cazip hale getirilmesi için taşınmaz
satışlarından KDV alınmaması, taşınmazların emlak vergisinden 5
yıl süreyle istisna edilmesi ve satış bedellerinin taksitle ödenebilmesine
imkân sağlandığı,
- Bu kapsamda 5084 sayılı Yatırımların
ve İstihdamın Teşviki ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun uyarınca, 71 adet ve 6.570.000 m² yüzölçümlü taşınmazın
yatırımcılara bedelsiz devredildiği, bu sayede 6.104 kişiye iş
imkanı sağlanarak 1.3 milyar YTL tutarında yatırım yapılmasının
öngörüldüğü,
- Toplu yapılaşma bulunan Hazineye ait
taşınmazların belediyelere devredilerek hak sahiplerine satışına
imkan tanındığı, böylece uzun yıllardır çözülemeyen gecekondu sorununun
çözümlenmesine çalışıldığı,
1.3.8. Sonuç
- Maliye politikalarında temel önceliğin,
mali disiplin sağlanarak borç stokunun makul seviyeye indirilmesi
ve makro ekonomik istikrarı koruyacak faiz dışı fazla verilmesi
olduğu, 2007 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısının bu çerçevede
hazırlandığı,
- 2007 yılının seçim yılı olduğu, ancak
2007 yılı bütçesinin bir seçim bütçesi olarak hazırlanmadığı, 2007
yılı bütçesinin istikrar, büyüme ve refahın artırılmasını dikkate
alan bir bütçe olduğu,
- Ülke ihtiyaçlarına ve gerçeklerine uygun
olarak hazırlanan 2007 yılı Bütçesinin şeffaf, samimi ve gerçekçi
olduğu,
Maliye Bakanı Kemal UNAKITAN tarafından
ifade edilmiştir. Maliye Bakanının sunuş konuşmasından sonra, Komisyon
üyelerinin bütçe üzerinde değerlendirme çalışmaları yapabilmelerine
imkan sağlamak üzere 02.11.2006 tarihine kadar görüşmelere ara verilmiştir.
Komisyonumuzun 31.10.2006 tarihinde yaptığı
4 üncü Birleşimde 2007 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı
ile 2005 Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısının görüşülmesine ilişkin
usul ve esaslar belirlenmiştir. Bu çerçevede;
- Görüşme
programında meydana gelebilecek değişiklikler konusunda Başkanlığa
yetki verilmesi,
- Görüşmelerde tam tutanak tutulması,
- Komisyon
üyelerinin ve diğer milletvekillerinin konuşma sürelerinin belirlenmesi,
- Gerekli
hallerde ivediliği olan kanun tasarı ve tekliflerinin de gündeme
alınıp görüşülebilmesi,
gibi hususlar karara bağlanmıştır.
1.4. BÜTÇENİN GENELİ ÜZERİNDE YAPILAN
GÖRÜŞMELER
Komisyonumuz, 02.11.2006 tarihinde Hükümeti
temsilen Maliye Bakanı Kemal UNAKITAN ile Maliye Bakanlığı, Devlet
Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı ve Hazine Müsteşarlığı temsilcilerinin
katılımlarıyla yaptığı 6 ncı Birleşimde; 2007 Yılı Merkezi Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2005 Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısının
geneli üzerindeki müzakerelerini tamamlamıştır.
Bu müzakerelerde:
- 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol
Kanununun 18 inci maddesinde sayılan ve Parlamentonun “bütçe hakkı”nı
gereği gibi kullanabilmesine yönelik olarak merkezi yönetim bütçe
kanunu tasarısı ile birlikte Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulacak
dokümanlar arasında yer alan kamu borç yönetimi raporu, genel yönetim
kapsamındaki kamu idarelerinin son iki yıla ait bütçe gerçekleşmeleri
ile izleyen iki yıla ait gelir ve gider tahminleri ve sosyal güvenlik
kurumlarının bütçe tahminlerinin 2007 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe
Kanunu Tasarısı ile birlikte TBMM Başkanlığına sunulmadığı,
- 2007 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısının, Tasarı ile birlikte sunulması gerekli belgelerin
eksikliğinden dolayı 5018 sayılı Kanunda ayrıntılarıyla temel
unsurları tanımlanan Parlamentonun “bütçe hakkı” kavramına uygun
düşmediği,
- Anayasaya uygun olarak 2007 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ve eklerinin TBMM’ye sunulduğu, Bütçe
Kanunu Tasarısını gerekçesiyle, ekleriyle bir bütün olarak değerlendirmek
gerektiği, 5018 sayılı Kanunun 18’inci maddesinde bütçe tasarısına
nelerin ekleneceğinin tadat edildiği, 2007 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının
bu çerçevede ilgili ekler ve gerekçesiyle birlikte Parlamentoya
takdim edildiği,
- Eylül
2006 tarihli Kamu Borç Yönetimi Raporunun, 2007 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile aynı dönemde TBMM’ye ek olarak sunulduğu,
ayrıca, kamu borç yönetimiyle ilgili ayrıntılı bilgilerin DPT tarafından
hazırlanan 2007 Yılı Programı ile 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı ile birlikte sunulan 2007 Yılı Bütçe Gerekçesinde de yer
aldığı,
- Genel yönetim kapsamındaki kamu idareleri
ile sosyal güvenlik kurumları hakkındaki gerekli bilgilere 2007
Yılı Bütçe Gerekçesinde yer verildiği,
- 2007 Bütçesinin bir seçim bütçesi olduğu,
bütçe büyüklüklerinin bu doğrultuda hazırlandığı,
- Bütçenin geneli üzerinde yapılan görüşmelerin
bütçenin makro büyüklüklerinin ele alındığı bir toplantı olması
açısından önemli olduğu, bu toplantıda ifade edilen görüş ve değerlendirmelerin
Hükümetin bir yıllık icraatları ile gelecek yıl yürütmeyi planladığı
kamu politikaları hakkında kamuoyunun bilgilendirilmesine yönelik
olduğu, bu nedenle gereken hassasiyetin gösterilmesi gerektiği,
- TOKİ gibi önemli oranda kamu kaynağı
kullanan kurumlar ile KÖY-DES projesi çerçevesinde yerel yönetimlere
aktarılan bütçe kaynaklarının TBMM’nin denetim alanında olması gerektiği,
- 5018 sayılı Kanun ile üç yıllık bir bütçe
perspektifi doğrultusunda orta vadeli program ile orta vadeli mali
plan kavramlarının tanımlandığı, bu çerçevede ilki geçen yıl olmak
üzere söz konusu program ile mali planın hazırlanmasına başlandığı,
bu belgelerin ilgili bütün kişi ve kurumlara ülke ekonomisinin
geleceğine yönelik öngörü yapabilmesine imkan sağladığı, ancak
2007 yılı ile ilgili olarak orta vadeli mali planda öngörülen bütçe
büyüklüklerinin 2007 yılı Bütçesinde önemli ölçüde değiştiği, bu
durumun 5018 sayılı Kanunda öngörülen bütçe anlayışına uygun düşmediği,
- Bütçenin büyük kısmının zorunlu giderlerden
oluştuğu, bu nedenle bütçe esnekliğinin kaybolduğu, Hükümetin
bütçe rakamları üzerinde oynama imkanının bulunmadığı, faiz dışı
fazla hedefinin ve faiz giderlerinin, bütçe tartışmalarını neredeyse
gereksiz hale getirdiği,
- Faiz dışı fazla hedefinin tutturulabilmesi
için yatırımlara, mal ve hizmet alımları ile sağlık ve eğitime ilişkin
ödeneklerde kısıntıya gidildiği,
- 2007 yılı bütçesinin esas itibarıyla
toplumun refahını artıracak bir politika aracı olmadığı, ekonomideki
olumlu gelişmelerin geniş halk kitlelerinin ekonomik durumlarına
yeterince yansımadığı,
- 2003, 2004, 2005, 2006 bütçelerinin devamı
olarak ikame edilen hizmetlerin sürdürülmesi için hazırlanan 2007
bütçesinin, genel anlamda, temel önceliklere ve kamu hizmetlerinin
gereklerine uygun olarak hazırlandığı, Anayasada belirtilen
“bütçe hakkı”na uygun olarak görüşülmesine başlandığı,
- 2002 yılında 15.5 milyar dolar olan dış ticaret
açığının, 2006 yıl sonunda iyimser tahminle 55 milyar dolar seviyesinde
gerçekleşeceği, 2007 yılında bu rakamın daha da artmasının beklendiği,
- Cari işlemler açığının bir risk olarak
ortaya çıktığı, 2002 yılında 1.5 milyar dolar olan cari işlemler açığının,
2006 yılı sonunda 30.7 milyar dolar olarak gerçekleşmesinin tahmin
edildiği,
- İç ve dış borç stokunda ülke ekonomisinin
geleceği açısından önemli artışlar olduğu, 2002 yılı sonu itibariyle
130 milyar dolar olan dış borç stokunun 2006 yıl sonu itibariyle 193
milyar dolara, 2002 yılı sonu itibariyle 150 milyar YTL olan iç borç
stokunun 2006 yılı sonu itibariyle 252 milyar dolara ulaşmasının
beklendiği,
- 2002 yılı sonunda kişi başına milli gelirin
cari fiyatlar ile 2638 dolardan 2006 yılında 5341 dolara çıktığı; bu
gelişmenin 59. Hükümet döneminde yüzde 102’lik bir artış anlamına
geldiği, ancak, düşük kur ve yüksek faiz politikası çerçevesinde
hesaplanan milli gelir rakamlarının gerçeği yansıtmadığı, milli
gelir rakamlarının sabit fiyatlara dönüştürülmüş YTL değerleri
üzerinden hesaplanması gerektiği,
- Son yıllarda ekonomideki büyümeye rağmen
GSMH artışlarının tabana yayılmadığı, başka bir ifade ile sade vatandaşın
refahının artmadığı,
- Ekonomik büyümenin dış borçla finansa
edildiği, bu nedenle ülke içinde üretilen gelirin önemli bir kısmının
yurtdışına aktarıldığı,
- 2002-2005 döneminde gerçekleşen büyüme
oranının, 1999 yılı fiyatlarıyla yani sabit fiyatlarla hesaplandığında
yüzde 102 değil, yüzde 21 düzeyinde olduğu,
- 2006 yıl sonu TÜFE’de enflasyon hedefinin
yüzde 5 olarak öngörüldüğü, 2007 yılında ise yüzde 4 olarak belirlendiği,
oysa 2006 yıl sonu gerçekleşmesinin yüzde 10 civarında olacağı, bu
nedenle 2007 yılı enflasyon hedefinin gerçekçi belirlenmediği,
- 2003-2005 döneminde cari açık hedefleriyle
gerçekleşmeleri arasındaki sapmanın yüzde 117 olduğu, bu dönemde
Hükümetin gerek dış ticaret açığı gerekse cari açık için somut politikalar
üretemediği,
- Haziran ayında hazırlanan 2007 yılı Orta
Vadeli Mali Planda bütçe açığının 8.8 milyar YTL olarak belirlendiği,
ancak bu rakamın 2007 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Tasarısı ile revize
edilerek 16.7 milyar olarak belirlendiği, yüzde yüzlük bir artış anlamına
gelen bu durumun nedenlerinin açıklanması gerektiği,
- 2006 yılında faiz giderlerinin 2.3 milyar
YTL sapma ile 46.3 milyar YTL olarak gerçekleşmesinin tahmin edildiği,
bu rakamın 2007 yılında 53 milyar YTL olarak öngörüldüğü, 2006’ya göre
yüzde 20 artış anlamına gelen 2007 faiz giderlerinin mayıs ve haziran
aylarında yaşanan mini ekonomik krizden kaynaklandığı,
- 2007 yılı deflatörünün yüzde 7 olarak
belirlendiği, bunun reel harcamalarda bir artış anlamına geldiği,
- 2007 yılı Bütçesinden faiz harcamaları
ile personel ödemelerine yaklaşık 107 milyar YTL ödenek ayrıldığı,
bunun bütçenin yüzde 52’sine tekabül ettiği, 60.8 milyar YTL’lik cari
harcamalar dikkate alındığında kamu politikalarını yürütmek
için Hükümetin elinde kalan ödeneklerin yetersiz olduğu, bu nedenle
2007 yılı Bütçesinin halkın refahını artıracak bir bütçe olarak değerlendirilemeyeceği,
- Sermaye giderleri ve sermaye transferlerinden
oluşan yatırım harcamalarının 2007 yılı bütçesi içindeki payının
yaklaşık yüzde 7.7 olduğu, yüzde 25.5’lik faiz harcamaları dikkate
alındığında bütçenin ülkenin işsizlik ve gelir dağılımındaki
eşitsizlik gibi önemli sorunlara çözüm bulmasının mümkün olmadığı,
- 2007 yılı bütçesinin 16.7 milyar YTL açık
vereceği, bunun 2006 yılında bütçe tahminlerinde öngörülenden
5.5 kat fazla olduğu, özelleştirme gelirlerindeki azalma ile cari
işlemler açığı dikkate alındığında 2007 yılında önemli miktarda
dış kaynağa ihtiyaç duyulacağı, Dünya piyasalarında 2006 yılında
yaşanan olumsuzluklar nedeniyle Türkiye gibi yükselen piyasalara
fon akımlarının azalma ihtimalinin belirdiği, bu nedenle dış finansman
maliyetlerinin artabileceği,
- Türkiye’nin bütçelerinin 2003 yılından
sonra da bir faiz ödeme bütçesi olma karakterini koruduğu, artan
finansman ihtiyacından dolayı büyümenin gittikçe artan dış âlem
gelirleriyle finanse edildiği, 2006 yılında uluslararası mali piyasalarda
yaşanan olumsuz ekonomik gelişmeler dikkate alındığında 2007 yılında
kamu açıklarının dış alem gelirleriyle finansmanın çok riskli hale
gelebileceği,
- 2003 yılında 1.96 milyar dolar öngörülürken
8 milyar dolar, 2004 yılında 7.6 milyar dolar tahmin edilirken 15.6
milyar dolar ve 2005 yılında 10.6 milyar dolar öngörülürken 23.2 milyar
dolar olarak gerçekleşen cari işlemler açığının 2006 yılında 22 milyar
dolar hedefinden önemli miktarda saparak 30.7 milyar dolar olarak
gerçekleşmesinin tahmin edildiği, bu gelişmelerin Türkiyenin sağlıklı
bir bütçe finasman yapısına sahip olmamasından kaynaklandığı,
- Türkiye İstatistik Kurumunun 2006 yılı
Temmuz ayı verilerine göre işsizlik oranının Türkiye genelinde
yüzde 8.8, kentlerde yüzde 15.5, Türkiye genelinde tarım dışı işsizlik
oranının yüzde 11.7 ve genç nüfusta işsizlik oranının ise yüzde 17.1
düzeyinde olduğu, bu rakamlar dikkate alındığında Türkiye’de işsizliğin
ciddi bir sorun olma özelliğini koruduğu,
- Kamu borç stokunun GSMH’ye oranı ile kamu
sektörü borçlanma gereğinin azaldığı, bu çerçevede 18 çeyrektir
Türkiye ekonomisinde bir büyümenin yaşandığı, ancak kamu borç stokundaki
artış miktarına bakıldığında bu dönemde yapılan kamu borçlanmasının
önceki dönemlerden fazla olduğu,
- Türkiye açısından cari açığın önemli
bir problem olduğu, yüzde 14’ler düzeyinde reel faiz ödenerek dış
kaynağın ülkeye girişinin teşvik edildiği, mali istikrar için en
önemli risk olan cari açık için yapısal önlemlerin alınması gerektiği,
- 1998 fiyatlarıyla hesaplandığında
GSMH’nin 1998’den bu yana yüzde 21 oranında büyüdüğü, bu büyümenin
sağlanması için dış kaynağa çok yüksek oranda faiz ödendiği,
- İhracattaki artışın esas itibarıyla
ithal girdilerle sağlandığı, bu durumun sürdürülebilir bir ihracat
politikası olmadığını gösterdiği, böyle bir politikanın sonuçta
ithalatın daha hızlı artmasına yol açtığı, dolayısıyla ihracata
dayalı bir büyüme politikasının bu şekilde sürdürülemeyeceği,
- Türkiye’ye giren yabancı sermayenin,
esas itibarıyla yüksek reel faiz oranlarından yararlanmak amacıyla
hareket ettiği, nitekim gelen yabancı sermayenin büyük kısmının
borç olarak alındığı, ancak çok küçük bir kısmının sabit sermaye yatırımlarına
ayrıldığı, böyle bir gelişme sonucunda istihdamın artmasının mümkün
olamayacağı,
- Ekonomideki olumsuzlukların büyük ölçüde
önceki hükümetin yanlış politikalarından kaynaklandığı, ancak
son yıllarda Hükümetin ekonomik ve mali alanda önemli gelişmeler
sağladığı; örneğin bütçe açığının 2002 yılında GSMH’nın yüzde 11’i
düzeyinde iken, 2006 yılında yüzde 2.7’e düşmesinin tahmin edildiği,
aynı şekilde faiz giderlerinde de önemli bir azalma sağlandığı,
- Sabit sermaye yatırımlarının 2003 yılında
GSMH’ya oranı yüzde 16.1 iken, bu oranın 2006 yılında yüzde 21.6’ya yükseldiği,
özellikle özel sektör yatırımlarında yüzde 50’yi geçen bir artışın
yaşandığı; 2000, 2001, 2002 ve 2003 yıllarında istihdamda bir azalış
söz konusu iken 2004, 2005 ve 2006 yıllarında istihdamda artışın meydana
geldiği,
- Hükümetin uyguladığı politikalar sayesinde
Türkiye ekonomisinin ilk defa dört yıllık kesintisiz bir büyüme sürecine
girdiği, Türkiye ekonomisinin 18 çeyrektir büyüdüğü, Merkez Bankasının
döviz rezervlerinin rekor seviyelere ulaştığı,
- Hükümetin sağladığı güven ortamı dolayısıyla
ülkeye önemli miktarlarda sermaye girişinin gerçekleştiği, yine
bu güven sayesinde özel sektörün yabancı kuruluşlardan kolaylıkla
kredi temin edebildiği,
- Hükümetin uyguladığı bütçe disiplini
sayesinde bütçe açığının önemli bir sorun olmaktan çıktığı, geçmişte
bütçe açıklarının ekonomik krizlerin tetikleyicisi olduğu hatırlandığında
sağlanan başarının öneminin daha da iyi anlaşılacağı,
- 2002-2006 döneminde kamu yatırımlarının
sabit fiyatlarla yüzde 22.7 oranında, özel sektör yatırımlarının
ise yüzde 45 oranında arttığı, bu dönemde sabit sermaye yatırımlarının
kamu ve özel olmak üzere toplam yüzde 155 oranında arttığı,
- Kamu borçlarının 2005 yılı sonuna kadar
kümülatif olarak artma eğiliminde olduğu, ancak bu eğilimin 2006
Temmuz ayı itibariyle reel anlamda azalmaya başladığı, toplam net
kamu borcunun 2005 yılında 269.1 milyar YTL’den, 2006 yılının Temmuz
ayında 261.7 YTL’ye indiği, Kamu borç stokunun GSMH’ya oranının yüzde
78’den 2006 yılı sonu itibariyle yüzde 47’e gerileyeceğinin tahmin
edildiği,
- KÖY-DES ve BEL-DES gibi projelere önemli
oranda kaynak aktarıldığı, bu kaynakların vatandaşın yararına
hizmetlere kanalize edilmesi gerektiği, ayrıca bu projelerden
yapılan harcamaların açıklık ve alenilik ilkelerine uygun olarak
yapılmasının mali şeffaflığa uygun düşeceği,
- Yerel yönetimlere vergi dışı kaynaklardan
gelir yaratılmasının doğru bir yaklaşım olmadığı, bunun yerine
merkezi yönetim vergi gelirlerinden pay ayrılması gerektiği, başta
İskandinav ülkeleri olmak üzere gelişmiş ülkelerde yerel yönetimlerin
merkezi yönetim vergi gelirlerinden aldıkları payın yüzde 35-40
civarında olduğu,
- Kurtuluş Savaşı döneminde gerek cephede
görev alanlardan ve gerekse Sivas Kongresi gibi çalışmalara katılanlardan
hayatta kalanlara verilen aylıkların çok düşük olduğu, bu aylıkların
Türkiye Cumhuriyetinin büyüklüğüne yakışır şekilde artırılması
gerektiği,
- Sabit sermaye yatırımlarının sektörel
dağılımına baktığımızda, ekonomi açısından büyük önem taşıyan
imalat sanayi yatırımlarının düşük bir pay aldığı, özel sektörün
imalat sanayiindeki sabit sermaye yatırımlarındaki artış oranının
cari fiyatlarla 2006’da yüzde 27.3’ten 2007’de yüzde 14.5’e gerilediği,
bu gerilemenin, kamu yatırımlarının yetersizliğinden kaynaklandığı,
- Kamu net borç stokunun GSMH’ye oranının
2001’de yüzde 90.4’ten, 2006’da yaklaşık yüzde 50’ye düştüğü, Devlet iç
borçlanma senetlerinin kümülatif faiz oranlarının yüzde 63’lerden
yüzde 17’lere indiği; çalışanlar ve
emekliler ile asgari ücrette reel anlamda, son dört yılın içerisinde
yüzde 74 ile yüzde 236 oranında artışlar sağlandığı,
- 2002’de 450 bin öğrenciye öğrenim kredisi
verilirken, 2006’da bu sayının 570 bine yükseltildiği, 2002’de 45 YTL
olan öğrenim kredilerinin ise 150 YTL’ye çıkarıldığı, Yükseköğrenim
Kredi ve Yurtlar Kurumu tarafından 135 bin öğrenciye burs verildiği,
- 2002’de toplam tarımsal desteklemelere
1.8 milyar YTL ayrılırken, 2007’de 5 milyar YTL’yi aşmasının öngörüldüğü,
tarımsal kredi faiz oranlarının yüzde 60’lardan ortalama yüzde
10’lara kadar indiği,
- 2002 yılında esnaf ve sanatkârların kullandığı
toplam kredi miktarının 154 milyon YTL’den, 2005 yılında yirmi üç kat
artarak 3.5 milyar YTL’ye ulaşığı, kredi faiz oranları 2002’de yüzde
52 iken, 2006’da yüzde 15’lere kadar indiği, KOBİ’lere 2002’de sağlanan desteğin 7.3 milyon
YTL’den, otuz kat artarak 2006’da 200 milyon YTL’ye ulaştığı,
- 2002-2006 döneminde sürekli olarak Cumhuriyet
tarihinin büyüme rekorunun kırıldığının iddia edildiği, oysa
Türkiyenin 1924-1929 arası dönemde ortalama yaklaşık yüzde 10 büyüdüğü,
bu dönemde GSMH’deki artışın, sanayide yıllık ortalama yaklaşık
yüzde 8, tarımda yaklaşık yüzde 16.2 olarak gerçekleştiği,
- Son beş yıl içinde işgücüne katılım oranının
ortalama yıllık bazda 925 bin düzeyinde olduğu, 2005 yılında ortalama
925 binlik işgücü artışından 643 binine istihdam sağlanamadığı,
- Avrupa Birliğinde iş gücünün yüzde
70’i istidam edilirken Türkiyede bu oranın 47-49 düzeyinde olduğu,
son yıllarda yaşanan yüksek büyüme hızına rağmen çalışabilecek
nüfusun önemli bir kısmına iş imkânı sağlanamadığı,
- Vatandaşların kredi kartı ve tüketici
kredisi borçlarında son yıllarda önemli artışların meydana geldiği,
2002 yılı başında 65 dolar olan kişi başına kredi kartı ve tüketici
kredisi borç miktarının 2006 yılı Eylül ortasında 648 dolara yükseldiği,
- 2006 Yıllık Ekonomik Raporda tarım sektörü
1998 fiyatlarıyla 2002 yılında yüzde 6.9 oranında büyüme hızına sahipken,
bu oran 2004 yılında yüzde 2 ve 2006 yılında yüzde 0.5 seviyesine düştüğü,
oysa aynı tarihlerde GSMH’deki büyümenin ise ortalama yüzde 7 düzeyinde
gerçekleştiği,
- Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği rakamlarına
göre, 2006 yılının ilk sekiz ayında açılan şirket sayısında yüzde
14’lük bir artışa karşılık, kapanan şirket sayısında yüzde 28’lik
bir artışın söz konusu olduğu,
- Esnaf ve sanatkarların kullandığı kredi
faiz oranlarının enflasyonun üzerinde olduğu, geçmiş dönemlerde
kredi faiz oranları yüzde 50-60 iken enflasyon oranının yüzde 70 düzeyinde
olduğu, bu nedenle geçmiş dönemde kredi faiz oranlarının yüksek olduğunun
söylenemeyeceği,
- Orta Vadeli Planda 2007 yılı vergi gelirleri
hedefinin 156 milyar YTL olarak belirlendiği, bu rakamın 2007 yılı
Bütçesinde 173 milyar YTL civarında belirlendiği, Mali Plana göre
sapmanın 17 milyar YTL olarak hesaplandığı, vergi gelirlerinde öngörülen
bu artışın dolaylı vergi oranlarında yapılan artışlarla vatandaşa
yansıtılacağı,
- Tarımsal ürünlerin taban fiyatlarının
önemli ölçüde gerilediği, bir yıl önce 400 kuruş olan buğday fiyatının
bir yıl sonra 275-300 kuruş olduğu, pancar ve fındık gibi diğer tarım
ürünlerinin fiyatlarında da aynı sorunun yaşandığı,
- KÖY-DES ve BEL-DES gibi projelere yüzde
40-42’ye kadar varan ödenek artışı sağlanmasının 2007 yılı Bütçesinin
bir seçim bütçesi olduğunu ortaya koyduğu,
- 2006 yılında sosyal güvenlik kurumlarına
bütçeden aktarılan kaynağın GSMH’ye oranının yüzde 4.1 düzeyinde
gerçekleşeceği, bu oranın 2007 yılı Bütçesinde yüzde 5 olarak öngörüldüğü,
bu artışın yetersiz olduğu,
- 2002-2006 döneminde yapılan sosyal güvenlikle
ilgili yasal düzenlemelerin sosyal güvenlik sistemine yönelik
kalıcı çözümler üretemediği,
- Tarımsal desteklemedeki artış oranlarının
nominal olarak verildiği, 2002’de yüzde 0.8 düzeyinde olan tarımsal
desteklerin GSMH’ye oranının 2007 yılında da aynı seviyede kaldığı,
- Gelir tahminlerinin gerçekçi yapılmadığı,
gelir kalemleri için öngörülen artış oralarının GSMH artışından
daha fazla belirlendiği, gelir kalemlerinde öngörülen artışların,
şayet vergi oranlarında bir artış yapılmayacaksa nasıl sağlanacağının
açıklanması gerektiği,
- 2006 yılı bütçesinin gelir hedeflerinin
gerçekleştirilebilmesi için vergi dışı gelirlere ağırlık verildiği,
kamu bankalarının temettü gelirleri ile özelleştirme gelirlerinin
faiz dışı fazla hedefinin tutturulmasında önemli rol oynadığı,
2007 yılında ise bu gelir kalemleri için öngörülen rakamların bir
önceki yıla göre daha az belirlendiği, 2007 yılı için öngörülen gelir
hedefinin tutturulması için doğalgaz ve akaryakıt başta olmak üzere
halkın tükettiği temel ürünlerden alınan ÖTV oranlarının artırılacağı,
- Ekonomideki yüksek büyüme hızı sonucunda
sağlanan refah artışından kamu ve özel sektör çalışanlarının yeterince
pay alamadığı; öte yandan, vergi sisteminin giderek adaletsiz bir
yapıya büründüğü, dolaylı vergilerin bütçe gelirleri içindeki
paylarının artırılması suretiyle gelir dağılımının daha da bozulmasına
neden olacağı,
- Kayıt dışılığın önlenememesi nedeniyle,
vergi ödeyen kesimlerin vergi yükünün arttığı, ücretler üzerindeki
vergi yükü artarken Kurumlar Vergisinin oranının düşürülmesinin
sosyal devlet ilkesi ile bağdaşmadığı,
- Gelişmiş ülkelerde dolaysız vergiler,
toplam vergi gelirlerinin ağırlıklı kısmını oluştururken ülkemizde
tersine bir gelişmenin yaşandığı; dolaylı vergilerin payının toplam
vergi gelirleri içindeki oranının yüzde 75’ler seviyesine ulaştığı,
bu durumun vergilemede adalet ilkesine uygun düşmediği,
- Tarım ürünlerinin fiyatlarında önceki
yıllara göre belirgin bir artış yaşanmazken, mazot ve gübre gibi temel
girdilerin fiyatlarında iki kata ulaşan artışlar yaşandığı, bu durumun
çiftçinin refah düzeyinin gerilemesine yol açtığı,
- Geçmiş dönemlerde çiftçiye kullandırılan
kredilerin faiz oranlarının enflasyonun altında belirlendiği,
çiftçilerin halen kullandıkları kredilerin faiz oranının ise enflasyonun
üzerinde seyrettiği, nominal olarak faiz oranının düşmesinin bir
önem arzetmediği,
- Faiz giderlerinin ve sosyal güvenlik
açıklarının bütçe üzerinde baskı oluşturan en önemli iki unsur olduğu,
faiz giderlerinin yükünün azaltılmasında kayda değer başarıların
kazanıldığı, ancak, sosyal güvenlik açıklarının artmaya devam ettiği,
2006 yılında sosyal güvenlik sistemine yönelik yapılan yasal düzenlemeler
sayesinde sosyal güvenlik açıklarının azalma eğilimine girmesinin
beklendiği,
- Son yıllarda uygulanan politikalar sayesinde
Türkiyede yoksulluğun önemli ölçüde azaldığı, örneğin, 2002-2004
döneminde hane halkı yoksulluk oranının yüzde 22.5’den yüzde 20.6’ya
düştüğü, fert başına ise yüzde 26.96’dan yüzde 25’e gerilediği, milli
gelirden yüzde 20’lik birinci dilimin aldığı payın yüzde 5.3’den yüzde
6’ya çıktığı, gelir dağılımında adaletin sağlandığı,
- Hükümetin bütçeden AR-GE faaliyetlerine
ayırdığı ödeneğin her yıl yüksek oranlarda artmasının memnuniyet
verici olduğu,
- Hükümetin sosyal politikalara öncelik
verdiği, uygulanan bu politikalar sayesinde GSMH içinde toplam
sosyal koruma için yapılan harcama oranının yüzde 7.9’dan yüzde
9.7’ye çıktığı, çalışanların milli gelirden aldıkları payın yüzde
24’den yüzde 26.5’e yükseldiği,
- Sosyal Sigortalar Kurumunun aktüeryal
dengelerinde son yıllarda olumlu gelişmeler yaşandığı, bu gelişmenin
2002-2006 döneminde sigortalı sayısındaki yüzde 42 artıştan kaynaklandığı,
- KÖY-DES projesi ile yıllardır ihmal edilen
köylerin altyapı ve yol sorunun giderilmeye çalışıldığı, proje
kapsamında yapılan harcamaların Anayasaya göre Sayıştayın denetiminde
olduğu, bu nedenle harcamalara denetim dışı demenin doğru olmadığı,
- 2002 yılında OECD ülkeleri arasında en
yüksek vergi yükü oranına sahip ülkemizde son dört yıl içinde Hükümetin
uyguladığı vergi politikaları ile bu yükün OECD ortalamasının
altına düştüğü,
şeklindeki değerlendirmelerden sonra,
Maliye Bakanı tarafından yapılan tamamlayıcı açıklamalarda;
- 59. Hükümetin kurulduğu yıl IMF’ye toplam
23 milyar dolarlık bir kamu borcunun bulunduğu, bu borcun 11 milyar
dolara indirildiği,
- Hükümetin bütçe disiplinini sürdürmeye
kararlı olduğu, 2002 yılında bütçe açığının GSMH’ye oranının yüzde
14.5 ve 40 milyar YTL olduğu, 2005 yılında ise yüzde 2 ve 4 milyar
YTL’ye indirildiği, bu eğilimin önümüzdeki yıllarda da devam etmesi
için gerekli önlemlerin alındığı,
- Yüzde 6.5’lik faiz dışı fazla hedefinin,
mali disiplinin bir unsuru olarak son beş yıldır özenle takip edildiği,
bu hedef doğrultusunda 2007 yılı Bütçe büyüklüklerinin belirlendiği,
- Cari açığın bugüne kadar ülke ekonomisi
için ciddi bir sorun olmadığı, bundan sonra da olmaması için gerekli
önlemlerin alındığı, bu önlemlerin temel felsefesinin sürdürülebilir
bir cari açık yaratılmasına yönelik olduğu,
- Son yıllarda kamu mali sisteminde yapılan
reformlar sayesinde harcamalarda şeffaflığın sağlandığı, bu çerçevede
yolsuzlukların büyük ölçüde önlendiği, Dünyada yolsuzlukla mücadele
sıralamasında Türkiyenin 12 kademe birden atladığı,
- Yabancı sermayenin yüksek reel faiz
ödendiği için Türkiyeye gelmediği, geçmiş yıllarda yüzde 35’leri
bulan reel faize rağmen, ancak 1 milyar dolarlık yabancı sermaye girişinin
gerçekleştiği, esasında yabancı sermayenin sağlanan istikrar sayesinde
ülkeye geldiği, 2005 yılında 9.7 milyar dolar olan yabancı sermaye
miktarının 2006 yılında 20 milyar dolar seviyesinde gerçekleştiği,
- Geçmiş yıllarda büyümenin ancak enflasyondaki
artış sayesinde gerçekleşeceğine inanıldığı, 59. Hükümet döneminde
ise enflasyondaki düşüşe rağmen yüksek büyüme hedeflerine ulaşıldığı,
son beş yıldır ortalama 7.8 oranında büyümenin gerçekleştirildiği,
Türkiyenin tarihinde ilk defa üst üste 18 çeyrektir büyüdüğü, bu
gelişmenin Dünyada örnek gösterildiği,
- Türkiye’nin sürekli ve istikrarlı büyüme
eğilimini sürdürmesi durumunda 2013 yılında kişi başına milli gelirin
10.000 dolar seviyesine ulaşacağı, bu gelişmenin Türkiye’nin uluslararası
ilişkilerdeki konumunu güçlendireceği,
- KÖY-DES Projesi kapsamında yerel idarelere
aktarılan paranın il valisinin kontrolünde harcandığı, bu harcamaların
mülkiye müfettişleri tarafından denetlendiği,
- KÖY-DES Projesi kapsamında 15.987 km köy
yolunun asfaltlandığı, 9.625 km köy yolunun stabilize malzeme ile
kaplandığı ve 4.153 adet köy içme suyu projesinin tamamlandığı,
- 2002 yılında 1.9 milyar YTL tarımsal desteklemeye
kaynak ayrılırken bu rakamın 2007 yılı Bütçesinde 5.250 milyar
YTL’ye çıkmasının hedeflendiği, ayrıca çiftçiye tarım kredilerinde
sübvansiyon uygulandığı, tarımsal ürün ihracatına bütçeden destek
sağlandığı, çiftçi borçlarının bir kısmı silinmek suretiyle yeniden
yapılandırıldığı,
- Avrupa Birliğinde dolaylı-dolaysız
vergi ayrımının kalmadığı, asıl olanın ekonomik büyümeyi sağlayacak
kaynakların yaratılması olduğu, akaryakıt gibi tüketim maddelerinden
alınan ÖTV’nin büyük ölçüde Avrupa ülkeleriyle uyumlu olduğu, örneğin
kurşunsuz benzine İngilterede yüzde 64, Almanyada yüzde 63 ve Fransada
yüzde 62 oranında ÖTV uygulanırken Türkiyede bu oranın yüzde 60.5
olduğu,
- Mali disiplinin devamını sağlayan bir
bütçe olan 2007 yılı bütçesinin Türkiye’nin istikrarını sağlamaya
yönelik olduğu, Türkiye’nin güvenliğini artıran önlemleri ihtiva
ettiği,
- Vergi gelirlerinde önemli bir artış öngörülmekle
birlikte, bu artışın vergi oranlarını artırmakla değil, ekonominin
büyümesi ve kayıt dışılığın azaltılmasıyla sağlanacağı,
- İthalattaki beklenmeyen artışın ağırlıklı
olarak yatırım malları ithalatındaki artıştan kaynaklandığı, aslında
bu gelişmenin yatırımlardaki artışı gösterdiği, bu nedenle olumlu
karşılanması gerektiği,
- Türkiye’deki işsizlik oranlarının Avrupa
ülkeleri ile paralellik gösterdiği, hatta genç nüfustaki işsizlik
oranının bazı AB üyesi ülkelerdekine göre düşük olduğu, ortalama
oranların da AB ortalamasına yakın düzeylerde bulunduğu, üstelik
ülkemizdeki nüfus artış hızının yüksekliğinin de göz ardı edilmemesi
gerektiği,
- Tarımda verimlilik artışı sağlanmadan
ve tarım kesiminde çalışan sayısını azaltmadan sadece destekleme
ödemeleri yoluyla tarım kesiminin refahının artırılmasının
uzun vadede mümkün olamayacağı, bu nedenle Hükümetin tarımda verimliliği
artırmaya önem verdiği,
- Hükümetin eğitime mümkün olduğunca
fazla kaynak ayırmayı hedeflediği, nitekim 2007 bütçesinde savunma
hizmetlerinin iki katı tutarında eğitim ödeneğinin öngörüldüğü,
ifade edilmiştir.
Geneli üzerinde yapılan görüşmelerden
sonra, 2007 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı Komisyonumuzca
da benimsenerek maddelerinin görüşülmesine geçilmiş ve Tasarının
“Gider” başlıklı 1 inci maddesi okunarak, Merkezi Yönetim Bütçesine
dahil olan kamu idarelerinin bütçelerinin ayrı ayrı görüşülmesine
başlanmıştır.
2007 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısı kapsamındaki kamu idarelerinin bütçeleri üzerindeki
görüşmeler 2.11.2006 ile 30.11.2006 tarihleri arasında toplam 20 iş günü
sürmüştür.
İKİNCİ BÖLÜM
5018 SAYILI KANUNA EKLİ (I) SAYILI
CETVELDE YER ALAN GENEL BÜTÇELİ İDARELER
2.1. GENEL BÜTÇE KAPSAMINDAKİ İDARELERİN
BÜTÇELERİNİN ANALİZİ
Genel bütçeli kamu idarelerine; özel bütçeli
kamu idarelerine transfer edilecek 9.288.131.401 YTL Hazine yardımı
dahil, toplam 200.815.783.401 YTL ödenek tahsis edilmiştir. Genel bütçeli
kamu idareleri bütçe toplamının Merkezi Yönetim Bütçesi toplamına
oranı, Hazine yardımı dahil %98, Hazine yardımı hariç %93,4’tür.
2.1.1. Genel Bütçeli Kamu İdarelerinin
Ekonomik Sınıflandırmaya Göre Ödeneklerinin Dağılımı ve Toplam İçerisindeki Payları
Personel Giderleri 38.944.094.000 %
19,39
Sosyal Güvenlik Devlet Primi Giderleri 9.057.848.000 % 4,51
Mal ve Hizmet Alım Giderleri 13.196.006.000 % 6,57
Faiz Giderleri 52.946.000.000 %
26,36
Cari Transferler (Hazine yardımı hariç) 67.039.558.301 %
33,38
Sermaye Gideri 9.341.637.000 % 4,65
Sermaye Transferi (Hazine yardımı hariç) 5.420.021.100 % 2,69
Borç Verme 2.554.000.000 % 1,27
Yedek Ödenek 2.316.619.000 % 1,15
Cari transfer niteliğindeki Hazine yardımı
7.056.410.301 YTL, sermaye transferi niteliğindeki Hazine yardımı
2.231.721.100 YTL’dir.
2.1.2. Genel Bütçeli Kamu İdarelerinin
Fonksiyonel Sınıflandırmaya Göre Ödeneklerinin Dağılımı ve Toplam
İçerisindeki Payları
Genel Kamu Hizmetleri (Hazine yardımı
hariç) 81.209.350.986 %
40,43
Savunma Hizmetleri 13.098.917.306 % 6,52
Kamu Düzeni ve Güvenlik Hizmetleri 11.932.439.756 % 5,94
Ekonomik İşler ve Hizmetler 18.974.066.327 % 9,44
Çevre Koruma Hizmetleri 223.386.410 %
0,11
İskan ve Toplum Refahı Hizmetleri 4.201.386.040 % 2,09
Sağlık Hizmetleri 6.570.629.860 % 3,27
Dinlenme, Kültür ve Din Hizmetleri 2.217.091.875 % 1,10
Eğitim Hizmetleri 9.603.341.750 %
9,76
Sosyal Güvenlik ve Sosyal Yardım Hizmetleri 33.497.041.690 %16,68
Genel kamu hizmetlerinden yapılan Hazine
yardımı 9.288.131.401YTL’dir.
2.1.3. Genel Bütçeli Kamu İdareleri
içinde en fazla ödeneğe sahip ilk beş kuruluşun ödenekleri
1. Hazine
Müsteşarlığı 58.293.458.000 YTL
2. Maliye
Bakanlığı 45.942.521.401 YTL
3. Milli
Eğitim Bakanlığı 21.355.534.000 YTL
4. Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 15.542.140.000 YTL
5. Milli
Savunma Bakanlığı 13.052.398.000 YTL
olarak sıralanmaktadır.
- Hazine Müsteşarlığı bütçe tasarısının
ekonomik sınıflandırmaya göre en fazla tahsis ettiği ödenek
52.946.000.000 YTL ile faiz giderleridir.
- Maliye Bakanlığı bütçe tasarısının
ekonomik sınıflandırmaya göre en fazla tahsis ettiği ödenek, Hazine
yardımı dahil, 39.411.122.301 YTL ile cari transferlerdir.
- Milli Eğitim Bakanlığı bütçe tasarısının
ekonomik sınıflandırmaya göre en fazla tahsis ettiği ödenek
13.488.829.000 YTL ile personel giderleridir.
- Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı
bütçe tasarısının ekonomik sınıflandırmaya göre en fazla tahsis
ettiği ödenek 15.447.001.000 YTL ile cari transferlerdir. Bu ödeneğin
15.444.860.000 YTL’si Sosyal Güvenlik Kurumuna yapılan transferlerden
oluşmaktadır.
- Milli Savunma Bakanlığı bütçe tasarısının
ekonomik sınıflandırmaya göre en fazla tahsis ettiği ödenek
6.684.000.000 YTL ile mal ve hizmet alım giderleridir. Bu ödenek içinde
uluslararası sınıflandırma standartlarında da “cari gider” olarak
kabul edilen savunma harcamaları, sermaye için belirlenen gideri
geçse dahi yatırım programlarında yer almamakta, mal ve hizmet alım
giderlerine dahil edilmektedir. Ancak, askeri lojmanlar sermaye
bölümünde sınıflandırılmakta ve yatırım programına dahil edilmektedir.
Ayrıca, askeri lojmanlar dışında kalan inşaatlar, askeri amaçlı
dayanıklı ve dayanıksız mallar ve ekipmanlar da bu bölümde yer almaktadır.
- Genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerinin
bütçe teklifleri, Hazine yardımı dahil, 2007’de 2006 yılına göre
%18,2; 2008 ve 2009 yıllarında ise bir önceki yıla göre sırasıyla
%2,3 ve % 3,4 oranında artış göstermektedir.
2.1.4. Genel Bütçe Gelirleri
Vergi Gelirleri 173.861.616.000
Teşebbüs ve Mülkiyet Gelirleri 7.826.459.000
Alınan Bağış ve Yardımlar ile Özel gelirler 480.118.000
Diğer Gelirler 15.394.039.000
Sermaye Gelirleri 2.569.283.000
Red ve İadeler
(-) 15.889.000.000
TOPLAM GELİRLER (NET) 184.242.515.000
2.2. GENEL BÜTÇE KAPSAMINDAKİ İDARELERİN
BÜTÇELERİ ÜZERİNDE YAPILAN GÖRÜŞMELER
2.2.1. 3.11.2006 tarihinde Başbakanlık,
Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı, Milli Güvenlik Kurulu
Genel Sekreterliği, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu ve Devlet
Personel Başkanlığı bütçeleri üzerinde yapılan görüşmelerde;
- Sosyal güvenlik reformunun istenilen
sonuçları tam olarak vermesi için kamu personel rejiminde de reform
yapılmasının gerekli olduğu, ancak kamuoyunda sürekli gündemde
tutulmasına rağmen personel reformunun henüz gerçekleştirilemediği,
- Son yıllarda geçici ve sözleşmeli personel
istihdamına ağırlık verildiği, oysa kamu hizmetlerinin esas itibariyle
kadrolu personelle yürütülmesi gerektiği,
- Kamu kurumlarına üst düzey yönetici
atanırken öncelikle o kurumun yetişmiş personelinin değerlendirilmesi
gerektiği, oysa son yıllarda kamu kurumları arasında aşırı personel
hareketliliğinin yaşandığı, ayrıca, pek çok üst düzey görevin vekaleten
yürütülmesinin kamu kurumlarının etkinliğini azalttığı,
- Türkiye’de kamu personel rejiminde İngiltere,
Fransa, Almanya gibi pek çok Avrupa ülkesinde benimsenmiş olan kariyer
sisteminin esas alındığı, bu sistemde kamu personelinin devamlı
statüde çalıştığı ve iş güvencesinin bulunduğu, işe almada ve yükselmede
sınav esasının uygulandığı; ABD, Kanada Yeni Zelanda gibi ülkelerde
ise yapılan işe göre personel alındığı ve ülkemizdeki anlamda bir
iş güvencesinin ve memuriyette
sürekliliğin bulunmadığı, performansa göre değerlendirme yapıldığı,
- Devlet
Memurları Kanunu ile oluşturulan kariyer sisteminin zaman içerisinde
amacından uzaklaştığı, performans değerlendirmesinin gözardı
edilmesi nedeniyle sadece güvenceden ibaret bir sisteme dönüştüğü,
- Hükümetin 2003 yılında Acil Eylem Planında
ilan etmesine rağmen kamu personel reformunu bir türlü gerçekleştiremediği, bunun yerine farklı kanunlarla kamu
personelinin ücretlerinde düzenleme yapmayı tercih ettiği,
- Merkezi sınavla kamu personeli almanın,
objektifliğin sağlanması, kayırmacılığın önlenmesi gibi son derece
önemli yararlar sağladığı; ancak, pek çok görevlinin aldığı eğitimin
dışında bir alanda çalışması gibi olumsuz sonuçlar da doğurduğu,
bu nedenle belirli yönlerden sisteme müdahale edilmesinin gerekebileceği,
şeklindeki görüş ve eleştirileri müteakip,
Hükümet adına yapılan tamamlayıcı açıklamalarda;
- Ana hizmet, yardımcı hizmet ve danışma
ve denetim olmak üzere toplam 23 birimden oluşan Başbakanlığın bütçesinin
2007 yılında bir önceki yıla oranla yüzde 17 oranında artış gösterdiği,
Başbakanlık merkez teşkilatı bütçesinde ise yüzde 73 oranında artış
öngörüldüğü, bu artışın esas itibariyle yurt dışına göreve gönderilen
askeri birlikler ve yeni kurulan Türkiye Yatırım Destek ve Tanıtım
Ajansı için ayrılan ödeneklerden kaynaklandığı,
- Doğu Anadolu’da Ermeniler tarafından
gerçekleştirilen katliamlara ve Ermeni isyanlarına ilişkin Devlet
arşivlerinin araştırmacıların hizmetine açıldığı, ayrıca, Ermenileri
kışkırtan devletlerin Ermenilerle ilişkilerini ortaya koyan kitapların
yayınlandığı, böylece asılsız Ermeni iddialarına karşı bilimsel
nitelikte cevaplar verilmesinin sağlandığı,
- Bilgi Edinme Hakkı Kanununun yayımlanmasını
müteakip kurulan ve telefonla hizmet veren (Alo 150) Başbakanlık
İletişim Merkezinin (BİMER) kurumlar arasında 190 bin civarında evrakın
dolaşımını sağladığı, bu hizmetin daha da geliştirileceği,
- Başbakanlığın iç ve dış güvenlik ve terörle
mücadele konusunda görevli kuruluşlarla ilişkilerini yürütmek,
bu alanlarda araştırmalar yapmak, toplantılar düzenlemek, sıkıyönetim
ve olağanüstü hal ilan edilen bölgelerde bu duruma esas olan konularda
gerekli bilgileri derlemek amacıyla Başbakanlık bünyesinde Güvenlik
İşleri Genel Müdürlüğünün kurulduğu, yatırımları artırma politikası
doğrultusunda da Türkiye Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansının kurulduğu,
- Kamu yönetiminde yeniden yapılanma
çerçevesinde bürokraside kırtasiyeciliğin önlenmesine yönelik
çalışmalara devam edildiği, ayrıca, kapsamlı bir inceleme yapılarak
güncelliğini yitirmiş bulunan ikincil mevzuatın belirlendiği ve
bunların yürürlükten kaldırıldığı, 118 adet kanunun yürürlükten
kaldırılması için bir kanun tasarısı hazırlanarak TBMM’ye sunulduğu,
kuruluşundan itibaren Resmi Gazetenin bütün sayılarının internet
ortamına aktarılması çalışmalarının da sürdürüldüğü,
- Yüksek Denetleme Kurulunun 2006 yılında
130 kurum ve kuruluşun mali, idari ve hukuki yönden rutin teftişini
gerçekleştirdiği, bunun yanı sıra beş özel inceleme ve ivedi durum
raporunu hazırladığı,
- Kamuya personel alımında merkezi sınav
sisteminin titizlikle uygulandığı, ayrıca, çalışmaları sürdürülen
Devlet Memurları Kanunu Tasarısında bu sistemin daha da güçlendirildiği,
- Devlet Personel Başkanlığı bünyesinde
başlatılan ve kamu personeline ilişkin sayısal verilerin en kısa
sürede ve sağlıklı olarak edinilebilmesini amaçlayan PER-NET projesinin
2007 sonunda bitirileceği,
- Devlet Personel Başkanlığının 2006 yılında
yaklaşık 5 bin kamu personeline hizmet içi eğitim verdiği, 2007 yılında
9 bin personele eğitim verilmesinin planlandığı,
- Kamu personel reformuna ilişkin kapsamlı
bir yasa taslağının hazırlandığı, ancak, başta sendikalar olmak
üzere ilgili sivil toplum kuruluşlarıyla görüşmelerin devam ettiği,
bu görüşmelerden sonra taslağa son şeklinin verilerek Bakanlar Kurulunda
imzaya açılmasının düşünüldüğü, yakın bir zamanda taslağın tasarı
olarak TBMM’ye sunulacağı,
ifade edilmiştir.
2.2.2. 6.11.2006 tarihinde Diyanet
İşleri Başkanlığı, Türkiye İstatistik Kurumu Başkanlığı, Basın
Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma
Genel Müdürlüğü, Gümrük Müsteşarlığı,
Dış Ticaret Müsteşarlığı
bütçesi üzerinde yapılan görüşmelerde;
- ABD’de 11 Eylül 2001 tarihinde yaşanan
olay ve sonrasında ortaya çıkan gelişmeler neticesinde, dünyada
İslam dini ve Müslümanlar hakkında olumsuz bir imajın oluşturulmaya
çalışıldığı, uygulamadaki yanlışların
İslam dinine karşı olanlar için fırsat oluşturduğu, bu olumsuz imajın
ortadan kaldırılmasında Türkiye’nin de kendi üzerine düşeni yapması
gerektiği, esasen İslamiyet’in doğru öğrenilmesi, doğru değerlendirilmesi
ve doğru uygulanması bakımından Diyanet İşleri Başkanlığına
önemli görevlerin düştüğü,
- Diyanet İşleri Başkanlığının kadro ihtiyacından
söz edilirken kurumdan iki bine yakın personelin başka kamu kuruluşlarına
geçmelerine izin verilmesinin anlaşılabilir bir durum olmadığı;
öte yandan, Diyanet İşleri Başkanlığı Teşkilat Kanununun bir an önce
çıkarılması ve bu çerçevede din görevlilerinin hukuki statülerinin
yeniden düzenlenmesi gerektiği,
- Türkiye’ye çeşitli ülkelerde oluşturulmuş
İslamiyet yorumlarının ithaline çalışıldığı, Diyanet İşleri
Başkanlığının ülkemizde bin yıldır uygulanan İslamiyet anlayışına
sahip çıkması gerektiği, ayrıca, başta resmi nikahın özendirilmesi
olmak üzere, kadının toplum içindeki statüsünün iyileştirilmesi
konusunda çalışmalar yapılmasının yararlı olacağı,
- Diyanet İşleri Başkanlığının son dört
yıl içerisinde toplumun bütün kesimleriyle iletişim kurarak başarılı
hizmetler sunduğu, böylece toplumsal birleşme ve bütünleşmeye katkıda
bulunduğu; başta Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri olmak üzere,
kırsal alanda resmi nikahın yaygınlaştırılması için kampanyaların
yürütüldüğü, bu kapsamda binlerce resmi nikah kıyılarak kadınlarımızın
aile ve toplum içerisindeki konumlarının güçlendirildiği, Başkanlığın
bu yöndeki çabalarının takdire değer bulunduğu,
- Diyanet İşleri Başkanlığı personelinin
diğer kamu kuruluşlarına yönelmesinin başlıca nedeninin ücret
dengesizliği olduğu, nitekim ücretlerde iyileştirme yapılınca
nakil taleplerinin de hızla azaldığı,
- Türkiye İstatistik Kurumunun güvenilir
veriler üretmesi gerektiği, son zamanlarda özellikle milli gelir
ve işsizlik rakamlarında kamuoyunda tereddütlere yol açacak farklılıkların
ortaya çıktığı, milli gelir ve işsizlik
oranları hesabında kullanılan modelin açıklanması gerektiği, işgücüne
katılım oranının düştüğüne ilişkin rakamların tartışmalı olduğu,
Avrupa Birliği ile birlikte yürütülen projenin de bir an önce tamamlanmasının
zorunlu olduğu,
- Sektörel ilişkiler konusunda güncel veri
bulmakta sıkıntı çekildiği, 1998 tarihli verilerin mutlaka güncellenmesi
gerektiği, ayrıca, yeni TÜFE ve ÜFE serilerinin geriye dönük olarak
da verilmesinin yararlı olacağı; ekonomik verileri üreten kuruluşların
aynı konuya ilişkin olarak açıkladıkları veriler arasında büyük
farklılıkların bulunduğu, bunların bir standarda kavuşturulmasının
zorunlu olduğu,
- TÜİK’in hizmet kalitesinde son üç yıl
içerisinde gözle görülür bir iyileşme izlendiği, hizmet çeşitliliğinin
arttığı, özellikle resmi istatistik programı ve adrese dayalı kayıt
sisteminin uygulamaya konulmasının memnuniyet verici olduğu,
işsizlik rakamları konusunda Kuruma yöneltilen eleştirilerin
gerçekçi olmadığı, çünkü ILO standartları çerçevesinde işsizlik
verilerinin elde edildiği, bununla birlikte TÜİK’in yarı zamanlı
çalışanlara ilişkin verileri de derleyerek istatistik oluşturmasının
yararlı olacağı,
- Sosyal yardımların hala Sosyal Yardımlaşma
ve Dayanışmayı Teşvik Fonunun kurulduğu 1987 yılındaki sistemle
dağıtılmaya çalışıldığı, sistemin işleyişine ilişkin özel bir denetim
mekanizmasının kurulamadığı, gelişmişlik düzeyine bakılmaksızın
illere para gönderildiği,
- Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel
Müdürlüğünün kaldırılarak sosyal yardımların da Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığı tarafından yapılmasının daha uygun olacağı,
- Belirli gelir düzeyinin altında bulunan
bütün vatandaşlara cüz’i bir aylık bağlanmasının sosyal yardımlarda
objektifliği sağlayacağı, bu yöntemin bazı Güney Amerika ülkelerinde
uygulandığı, ILO’nun da söz konusu yöntemi tavsiye ettiği,
- 59 uncu Hükümet döneminde sosyal yardımların
ve sosyal güvenlikte primsiz ödemelerin önemli ölçüde arttığı, sosyal
korumaya GSMH’dan aktarılan payın yüzde 6-7 oranından yüzde 9,7’ye
ulaştığı, sosyal yardımların vatandaşların vicdanlarıyla ilgili
bir mesele olmaktan çıkarılarak yasalardan kaynaklanan bir hakka
dönüştürüldüğü,
- Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel
Müdürlüğünün yalnızca nakdi ve ayni yardım yapmakla yetinmeyip ihtiyaç
sahiplerini iş edindirmeye de çalıştığı, kırsal kalkınma projeleri,
hayvancılık projeleri gibi projelerle vatandaşlarımızın kendi
geçimini sağlayacak meslekleri ve imkânları kazandıkları,
- Cari işlemler açığının kaygı verici boyutlara
ulaştığı, bu açığın esas itibariyle dış ticaret açığından kaynaklandığı,
ancak Hükümetin cari açığa ilişkin öngörülerinin gerçekçi olmadığı,
nitekim geçtiğimiz birkaç yılda da cari açığın hedeflenenin iki katı
olarak gerçekleştiği, her yıl 8-10 milyar dolar artan cari açığın
2007 yılında azaltılmasının öngörüldüğü, ancak cari açığın azaltılmasına
ilişkin önlemlerin 2007 yılı programında açıkça yer almadığı, dış
kaynak girişinin ve toplam tüketimin azalmasının varsayıldığı,
ancak bu varsayımların gerçekçi olmadığı, kamu harcanabilir gelirinden
yapılacak sosyal transferlerin düşük gelirlilere yapılacak olması
nedeniyle bunların doğrudan tüketime yöneleceği, ihracatın ithalatı karşılama oranının
giderek düştüğü, aynı şekilde 2007 yılında ihracatın ithalatı
karşılama oranının yükseleceğine ilişkin öngörünün da gerçekçi
bulunmadığı,
- İhracatımızın önemli bir kısmının ithalatla
karşılandığı, yani ihraç mallarımızda ithal girdi oranının çok
yüksek olduğu, ihraç mallarımızda yerli katkı oranını mutlaka yükseltmemiz
gerektiği,
- Her yıl enerji ithalatına 20 milyar doların
üzerinde kaynak harcandığı, Türkiye’nin enerjide dışa bağımlılığı
sürdükçe cari açık tehlikesinin de süreceği; cari açığın sadece
bir ödemeler dengesi meselesi olarak görülmemesi gerektiği, bunun
aynı zamanda bir yatırım, istihdam ve üretim meselesi de olduğu,
- İhracat geleneği olmayan illerimizde
eğitim ve teknik destek verilerek
bu illerimizin de ihracatımıza katkı yapmalarının sağlanması
gerektiği,
- Gümrüklerimizin yolsuzlukla anılır olmaktan
çıkarılması gerektiği, TBMM’nin de bu yönde atılacak her türlü adımı
destekleyeceği,
- Petrole uygulanan yüksek vergilerin
akaryakıt kaçakçılığını karlı hale getirdiği ve körüklediği,
akaryakıt kaçakçılığıyla mücadelede başarılı olunabilmesi
için gümrüklerdeki sıkı denetim uygulamalarının yanı sıra yüksek
vergi oranlarının da aşağıya çekilmesinin gerekli olduğu,
- Dahilde işleme rejiminde büyük miktarlarda
vergi kaçırıldığı, buna ilişkin önlemlerin bir an önce alınmasında
yarar bulunduğu,
şeklindeki görüş ve eleştirileri müteakip,
Hükümet adına yapılan tamamlayıcı açıklamalarda;
- Diyanet İşleri Başkanlığının Türkiye’nin
birlik ve bütünlüğüne katkıda bulunacak çalışmalar yaptığı, başta
Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri olmak üzere, ülke çapında
özel irşat programlarının uygulandığı, hutbelerin merkezden belirlenmesi
uygulamasına son verildiği, yaz Kur’an kurslarında kur sistemine
geçildiği, toplumun sosyal ve kültürel yapısı göz önünde bulundurularak
halka, çocuklara, gençlere, kadınlara, akademisyenlere yönelik
ayrı yayınların hazırlandığı,
- Diyanet İşleri Başkanlığının 88.564
kadrosunun 79.652’sinin dolu olduğu, 77.777 camide 59.500 imam-hatiple
9.853 müezzin-kayyımın görev yaptığı, 9.822 caminin kadrosunun bulunmadığı,
ayrıca kadrosu bulunan kimi camilerde din görevlisinin olmadığı,
mevcut hizmet gereğine göre 13.228 ilave din görevlisine ihtiyaç
duyulduğu, Başkanlıkta bayan personel istihdamına da önem verildiği,
nitekim hali hazırda 5.485 bayan personelin görevde bulunduğu,
yurt dışına gönderilecek personelin
yabancı dil konusunda ve gidecekleri ülkeye ilişkin olarak
ciddi bir eğitimden geçirildiği, ayrıca ön lisans, lisans, lisansüstü
eğitimin teşvik edildiği, mahalli din görevlisi yetiştirme çalışmalarının
devam ettiği, Kurumun görevli eksikliğinin
bir kısmının kadro yetersizliğinden, bir kısmının da açıktan atama sayısının her yıl sınırlandırılmasından
kaynaklandığı,
- Başkanlık personelinden diğer kamu kuruluşlarına
yapılan nakillerin önemli bir kısmının önceki yıllarda talep edilen
ve mahkeme kararlarına rağmen yapılmamış olan nakillerden oluştuğu,
bunların çoğunluğunu Başkanlıkta çalışırken iktisat, işletme,
mühendislik gibi dört yıllık bir fakülteyi bitirerek meslek değiştirenlerin
oluşturduğu, bir kısım personelin de sağlık nedenleriyle din hizmetlerinde
çalışamayacaklarına ilişkin heyet raporu getirerek naklini istediği,
bunların nakillerinin mecburen yapıldığı,
- Diyanet İşleri Başkanlığının Teşkilat
ve Görevleri Hakkında Kanun Taslağının Başbakanlığa sunulduğu,
söz konusu Taslağın bir an önce TBMM’ye sunularak yasalaştırılmasının
hayati önem taşıdığı,
- Türkiye İstatistik Kurumunun yeni teşkilat
yasasıyla güçlü bir hukuki ve idari yapıya kavuştuğu, yasa gereği
2007 yılından itibaren resmi istatistik programının uygulanacağı,
bu kapsamda diğer kamu kurum ve kuruluşlarının resmi istatistik
üretimleri için bir çerçeve oluşturulacağı, kamu kurum ve kuruluşlarının
tuttuğu idari kayıtların bir standarda kavuşturulacağı, resmi istatistik
programında yer alamayan verilerin hiçbir yerde kullanılmayacağı,
- Resmi İstatistik Programında hangi verinin
hangi kamu kuruluşu tarafından hangi yöntem, sınıflama ve tanım
kullanılarak hangi kapsamda, hangi sıklıkta derleneceği ve ne zaman
kim tarafından yayınlanacağına açıklık getirildiği, ayrıca, ulusal
veri yayımlama takviminin TÜİK koordinasyonunda hazırlanacağı
ve her yılın başında kamuoyuna açıklanacağı,
- Nüfus hareketlerinin izlenebilmesi
amacıyla başlatılan e-devlet uygulamasıyla sokak ve mahalleden
başlayarak Türkiye düzeyinde illerin ve ilçelerin nüfuslarının
sağlıklı olarak belirleneceği, nüfus ve konut değişiminin devamlı
olarak takip edileceği; bu amaca yönelik olarak T.C. kimlik numarasına
dayalı yeni bir idari kayıt sisteminin kurulmakta olduğu, artık
nüfus sayımında sokağa çıkma yasağının uygulanmayacağı, ülkemizde
altı aydan fazla kalacak yabancılar için de ayrı bir veri tabanı
oluşturulacağı, aynı şekilde yabancı ülkelerdeki vatandaşlarımızın
da ikamet durumlarının yaşadıkları ülke ve il ayrıntısında kayıt
altına alınacağı,
- TÜİK’in teşkilat kanununun çıkarılarak
yeniden organize edilmesi sonucunda uluslar arası alanda güvenilirliğinin
hızla arttığı, Kanun tasarısının
hazırlanmasında Avrupa Birliği İstatistik Ofisinin katkılarından
da yararlanıldığı, sonuçta daha özerk ve uluslararası standartlara
uygun bir kuruluşun oluşturulduğu, dolayısıyla TÜİK istatistiklerinin
genel bir güvenilirlik sorununun bulunmadığı, Kurumda nitelikli
personel istihdamına büyük önem verildiği, nitekim üç yılda 400 uzman
yardımcısı alınarak personel niteliğinin yükseltilmeye çalışıldığı,
- İşgücüne katılım oranındaki düşmenin
esas itibariyle tarımdaki çözülme sonucunda tarımsal işgücünün
önemli bir kısmını oluşturan kadınların kent yaşamında iş aramaktan
vazgeçmelerinden kaynaklandığı,
- TÜFE ve ÜFE verilerinin elde edildiği
sepetlerin her yıl yenilenerek güncelleştirildiği, böylece enflasyon
sepetinin güncelliğine ilişkin eleştirilerin giderilmiş olacağı,
- Hükümetin sosyal yardımlaşma ve dayanışmaya
ilk günden beri büyük önem verdiği, bu nedenle etkili bir sosyal yardım
programı yürüttüğü, hedef kitlenin özelliklerine ve ihtiyaçlarına
odaklı bir sosyal yardım politikasının uygulandığı, ayrıca, vatandaşın
sürekli yardım alan konumundan çıkarılarak kendi geçimini sağlamasına
yönelik projelerin yürütüldüğü, yardıma muhtaç vatandaşlarımızın
tespiti konusunda kayda değer gelişmelerin sağlandığı, il ve ilçe
sosyal yardımlaşma vakıfları aracılığıyla sağlıklı bir envanterin
oluşturulduğu,
- Sosyal yardımların dağıtılmasında objektifliğin
sağlanması için Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğünde
uzmanlaşmaya önem verildiği, valilerle sık sık toplantıların yapıldığı,
mütevelli heyetlerinin yeniden yapılandırıldığı, valilerin ve
kaymakamların heyet başkanı olarak öngörüldüğü, ayrıca muhtarların
da mütevelli heyetlerine biri köy muhtarlarından diğeri de mahalle
muhtarlarından olmak üzere iki temsilci vermelerinin sağlandığı,
- Geçmişte sosyal yardım amacı dışında da
kullanılmış olan kaynakların yalnızca bu amaçla kullanılmasının
sağlandığı, 2002 yılında yaklaşık 600 trilyon TL ( 600 milyon YTL)
olan ödeneğin 2006 yılında 1,5 milyar YTL’ye ulaşmış olduğu,
- Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi çerçevesinde
dağıtılan formlara vatandaşın gelir durumunun da eklendiği, böylece
sosyal yardımların daha sağlıklı planlanabileceği, bu sistemin
genel sağlık sigortasının işlemesine de katkıda bulunacağı,
- Sosyal yardım amacıyla ayrılan kaynakların
kullanımında denetimsizliğin söz konusu olmadığı, esasen yeni
yasayla Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü uzmanlarına
da denetim yetkisinin verildiği,
- Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğünün,
kurulduğu 1927 yılından bu güne kadar başarıyla hizmet verdiği, Genel
Müdürlüğün hazırladığı tanıtım kitapçıklarının yurt dışında
ödüller aldığı,
- Dünya ticaret hacminin 2004 ve 2005 yıllarında
sırasıyla yüzde 10,6 ve 7,4 oranında arttığı, 2006 yılında bu artışın
yüzde 8,9 olmasının beklendiği, öte yandan Dünya Ticaret Örgütü
sisteminin giderek güçlendiği, bölgesel işbirliklerinin önem kazandığı,
önümüzdeki yirmi yıl içerisinde dünya gayri safi hasılasının üçte
ikisine gelişmekte olan ülkelerin sahip olmasının tahmin edildiği,
nitekim Türkiye’nin de dünyanın en büyük yirmi ekonomisi arasında
yer aldığı,
- 2002-2005 döneminde ihracatımızın yüzde
104 oranında artışla 73,5 milyar dolara ulaştığı, ihracatçı firma
sayısı 2002 yılında 32 bin civarında iken, bu rakamın 2005 yılında
42 bine yükseldiği, 2006 yılı programında ihracat rakamı 79 milyar
dolar olarak öngörülmüşken gerçekleşmenin 83 milyar doların üzerinde
olacağı,
- Ülkemizde ihraç malları yapısında da
önemli değişikliklerin yaşandığı, emek yoğun sektörlerden sermaye
yoğun sektörlere doğru bir dönüşümün gerçekleştiği, artık Türkiye’nin
kalite, marka ve know-how satan bir ülke haline geldiği, nitekim ihraç
mallarımızda 2000 yılında yüksek ve orta kaliteli teknolojik ürünlerin
oranı yüzde 26 iken, bu oranın 2005 yılında yüzde 35 olarak gerçekleştiği,
giderek sanayileşmiş ülkelere benzeyen bir ihracat yapısının
oluştuğu,
- Ekonomideki büyüme doğrultusunda ithalatın
da önemli ölçüde arttığı, Türk Lirasındaki aşırı değerlenmenin ihracatçımızın
nisbi fiyat avantajını azalttığı, ara malı ithalatını teşvik ettiği,
bu durumun üretimi, istihdamı ve cari işlemler dengesini de olumsuz
yönde etkilediği, nitekim 2005 yılında YTL’nin ABD Doları karşısında
reel olarak yüzde 38 değer kazandığı, TL’nin reel olarak yüzde 10 değerlenmesinin
ithalatı yüzde 4 oranında artırdığı,
- 2006 yılının ilk altı ayında dış ticaret
açığının geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 25,2 artarak 39,8 milyar
dolara ulaştığı, bu dönemde ithalatın yüzde 11,9 unun tüketim mallarından,
yüzde 87,6’sının sermaye ve ara mallarından oluştuğu, 2006 yılı sonunda
ithalatın 135 milyar dolara ulaşmasının beklendiği, ihracatın ithalatı
karşılama oranının düşmesinde petrol ve hidrokarbon ithalatının
belirleyici olduğu,
- Hükümetin çevre ve komşu ülkelerle
ilişkileri geliştirmesi sonucunda bu ülkelerle yapılan ticaretin
dış ticaretimiz içerisindeki payının yüzde 3-4’lerden yüzde 32,8’e
ulaştığı,
- Yerli sanayinin artan ithalata ve haksız
dış rekabete karşı korunması için dampinge karşı vergi ve koruma
önlemlerine önem verildiği, halen 90 adet kesin önlemin yürürlükte
olduğu,
- Türkiye’nin dış ticareti yüzde 15-16 düzeyinde
artarken, serbest bölgelerde yapılan ticaretteki artışın yüzde
3,8’de kaldığı, vergi uygulamalarının hem yerli hem de yabancı firma
sayısının azalmasına yol açtığı,
- Gümrük Müsteşarlığının 2.949 km kara,
8.333 km deniz sınırında dahilde işleme rejimi, transit ve benzeri
kalemler de eklenince 300 milyar dolarlık bir işlem hacmini denetlemekle
görevli olduğu, buna karşılık personel sayısının 9 binden 7 bin
700’e düştüğü, halbuki 1,5 trilyon dolarlık dış ticaret hacmine sahip
Almanya’da gümrük kapıları kaldırılmasına rağmen gümrük idaresinde
37 bin 486 gümrükçünün çalıştığı, bu sayının Fransa’da 20 bin, İngiltere’de
ise 24 bin civarında olduğu,
- Türkiye’de 19 kara, 7 demiryolu, 39 hava,
46 deniz hudut kapısının bulunduğu, ülkemizin coğrafi konumu nedeniyle
bir kesişme yerinde olması ve köprü görevi yapmasının işleri daha
da zorlaştırdığı,
- Gümrük idaresinde teknolojik yatırımlara
büyük önem verildiği, bu kapsamda e-gümrüğe geçiş projesinin başlatıldığı,
Türkiye’de ilk defa sayısal imza uygulamasına geçildiği, 2002 yılına kadar 56 gümrük idaresinin
otomasyonu yapılmışken, 2006 yılında 93 gümrük idaresinde işlemlerin
yüzde 99,9’unun elektronik ortamda yapıldığı,
- İlgili kuruluşlarla yapılan işbirliği
sonucunda bilgi akışının hızlandırıldığı, böylece işlem süresinin
kısaltıldığı, işlemlerin 24 saat içerisinde tamamlandığı, kamusal
ve sivil kuruluşlarla bilgisayar programlarının paylaşımına gidildiği, yasadışı sevkiyatın önlenmesi amacıyla
Gümrük Kapıları Güvenlik Sistemleri Projesinin geliştirildiği,
sistemin Ankara’dan kontrol edildiği, kapalı devre televizyon sistemiyle
gümrük kapılarının 24 saat boyunca izlendiği, Yap-İşlet-Devret modeliyle
gümrük kapılarının yenilendiği, X-ray sistemlerinin bütün kapılara
yaygınlaştırılacağı,
- Uluslararası paylaşıma açık Gümrük Veri
Ambar Sisteminin kurulduğu, burada toplanan verilerden sorgu ve
analizlerin yapıldığı, 2006 yılından itibaren A tipi antrepolarda
kamera sisteminin kurulduğu, akaryakıt antrepolarında bilgisayara
bağlı elektronik akaryakıt seviye ölçüm cihazlarının zorunlu hale
getirildiği,
- Akaryakıt kaçakçılığının önlenmesi
için yoğun bir gayret gösterildiği, ancak vergi oranlarında yeniden
bir düzenlemeye gidilmesinin de gerekli olduğu, ayrıca, kaçakçılıkla
mücadele amacıyla mevzuat çalışmalarının sürdürüldüğü,
ifade edilmiştir.
2.2.3. 7.11.2006 tarihinde Sosyal
Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu
Genel Müdürlüğü, Özürlüler İdaresi Başkanlığı, Aile ve Sosyal Araştırmalar
Genel Müdürlüğü, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü bütçeleri üzerinde
yapılan görüşmelerde;
- Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu
Genel Müdürlüğünün sunduğu hizmetlerde uzmanlaşmaya önem verilmesi
gerektiği, bu nedenle diğer kamu kurum ve kuruluşlarından personel
naklinin en aza indirilmesinin yararlı olacağı,
- Türkiye’de emekli aylıkları ve doğrudan
gelir desteği ödemeleri dahil sosyal koruma harcamalarının gayrisafi
yurt içi harcamaya oranının 2003 yılında yüzde 9,1 olarak gerçekleştiği,
2006 ve 2007 yılları öngörülerinin de yüzde 9,7 olduğu, oysa aynı
oranın 25 AB ülkesinde ortalama yüzde 19,7 düzeyinde bulunduğu,
kişi başına sosyal koruma harcaması Türkiye’de 215 euro düzeyinde
iken 15 AB ülkesinde bu rakamın ortalama 4579 euro olduğu, hatta kamu
dışındaki kurumların katkıları da dahil edildiğinde rakamın
6.748 euroya ulaştığı,
- Emekli aylıkları ve doğrudan gelir desteği
ödemeleri bir kenara bırakıldığında sosyal yardımların ve primsiz
ödemelerin gayrisafi yurt içi hasılaya oranının 1999 yılında yüzde
0,5 olarak gerçekleştiği, 2006 ve 2007 yılları öngörülerinin yüzde
0,6 düzeyinde bulunduğu, istikrar programları nedeniyle aradan
geçen yıllara rağmen önemli bir artışın yaşanamadığı, çocuklara
yönelik sosyal harcamaların oranının AB’de gayrisafi yurt içi harcamaya
oranı yüzde 2,2 iken Türkiye’de bu oranın onbinde 4 olarak hesaplandığı,
20 milyonun üzerinde çocuk nüfusa sahip bir ülke için bu rakamların
son derece yetersiz olduğu ve mutlaka artırılması gerektiği,
- Sosyal koruma harcamalarına yönelik
bir toplumsal talebin örgütlenemediği, toplumsal tepki ve beklentilerin
münferit olaylara göre şekillendiği, ancak bir türlü süreklilik
kazanamadığı, bu nedenle sosyal korumaya ayrılan kaynakların yetersiz
kaldığı, ayrıca, sosyal harcamaları finanse eden fonların kapatılması,
kaynaklarının bütçeleştirilmesi ve mali disiplin nedeniyle de
bu alana yeterince kaynak ayrılamadığı,
- Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu
Genel Müdürlüğü bütçesinin 2006 yılına göre yüzde 54,6 oranında artırılarak
791,6 milyon YTL’ye çıkarılmasının memnuniyet verici bulunduğu,
bununla birlikte bu rakamın da yeterli görülmemesi gerektiği, ayrıca,
kurumun yönetsel sorunlarını bir an önce gidermesi gerektiği, çocuk
yuvalarının ve yurtların fiziki koşullarının yetersiz olduğu,
bunların bir an önce gözden geçirilerek iyileştirilmeleri gerektiği,
- Kadının toplumsal yaşamdaki konumuna
ve rolüne ilişkin resmi verilerin yetersiz olduğu, bu alanda istatistiki
veri üretimine önem verilmesi gerektiği,
- Bakıcı anne uygulamasında hizmet alımına
gidildiği, ancak özel şirketlerin temel sosyal haklardan mahrum bırakarak
istihdam ettikleri ve çocuk yuvalarında görevlendirdikleri bakıcı
annelerin sosyal ve mali durumları iyileştirilmedikçe söz konusu
çalışanlardan özverili bir çalışma beklenemeyeceği, Devletin
bu alanda maliyet hesabı yapmaması gerektiği,
- Hükümetin gerek yasal düzenlemeler gerekse
uygulamalarla sosyal yardım konusuna ve özürlülerin durumlarının
iyileştirilmesine verdiği önemi gösterdiği, özürlülerin ekonomik
hayata katkı yapabilmeleri ve iş kurabilmeleri amacıyla teşvik
içeren pek çok önemli düzenleme yapıldığı,
- 2002 yılında sosyal yardımların ve primsiz
ödemelerin gayrısafi yurtiçi hasılaya oranı yüzde 0,3 iken 2006 yılında
bu oranın yüzde 0,6’ya yükseldiği, 2002-2007 döneminde GSMH reel olarak
yüzde 32 büyürken sosyal yardımların ve primsiz ödemelerin yüzde
100 oranında artmasının Hükümetin bu konuya verdiği önemi gösterdiği,
öte yandan Hükümetin özürlü aylıklarında da yüzde 200-250 oranında
artış yaptığı,
- Çalışan kadınlara yapılan doğum yardımının
50 YTL’den 1.060 YTL’ye çıkarıldığı, ayrıca doğum izninin süresinin
artırıldığı,
- Kadınlarımızın eğitim düzeyi arttıkça
işgücüne katılma oranlarının da yükseldiği, 2005 yılında okuma
yazma bilmeyen kadınların işgücüne katılım oranının yüzde 17,5;
lise altı eğitim görenlerin işgücüne katılma oranının yüzde 21,8;
lise ve dengi okul mezunları için bu oranın yüzde 30,9 ve üniversite
mezunları için yüzde 70 olduğu; bu nedenle kadınların eğitimine
önem verilmesi gerektiği,
- Türkiye’nin nüfusuyla kıyaslandığında
çocuk, yaşlı ve özürlü bakımevlerinin sayısının oldukça yetersiz
kaldığı, mevcut tesislerin de büyük ölçüde eskimiş olduğu, bu hizmetlerde
çalışan personel sayısının da yeterli olmadığı, örneğin bir bakıcının
dört özürlüye bakması gerekirken 30-35 özürlüye baktığı, yine bir
bakıcının 6-8 çocuğa bakması gerekirken 20-25 çocuğa baktığı, esasen
bakıma muhtaç çocuk, yaşlı ve özürlü sayısının da tam olarak tespit
edilemediği, bakıma muhtaç vatandaşların tespiti için etkili bir
bilgi toplama mekanizmasının kurulması gerektiği,
- Sosyal koruma hizmetlerine vergilerden
belirli payların ayrılması suretiyle bu hizmetlerin sürekli gelir
kaynaklarına sahip kılınmasının büyük önem taşıdığı,
- Özürlülerin bakımının Devlet tarafından
üstlenilmesi için muhtaçlık şartının arandığı, ancak, sadece çalışıyor
oldukları için asgari ücretle çalışan vatandaşların özürlü çocuklarının
muhtaçlık kapsamında değerlendirilmediği, oysa asgari ücretle
geçinmenin zorluğunun herkesçe kabul edildiği, üstelik özürlülerin
bakım masraflarının daha yüksek olduğu, bu nedenle muhtaçlık şartlarının
yeniden belirlenerek iş sahibi olup olmama kriteri yerine gelire
dayalı bir kriter oluşturulmasının daha doğru olacağı,
- Koruyucu aile uygulaması kapsamında
ailelere verilen paraların amacına uygun olarak kullanılması
için etkili bir denetim mekanizmasının kurulması gerektiği,
- Sosyal koruma hizmetlerinin yetersizliğinin
herkesçe kabul edildiği, ancak bu alanda sağlanan gelişmeleri de
görmek gerektiği, nitekim 416 olan bina sayısının 560’a, hizmetten
yararlanan kişi sayısının 26 binden 30 bine çıktığı, koğuş sisteminden
oda sistemine geçildiği, bunların yetersiz olmakla birlikte sevindirici
gelişmeler olarak görülmesi gerektiği, neticede söz konusu hizmetlerin
büyük mali kaynak, alt yapı ve personel gerektirdiği,
- Kadına yönelik aile içi şiddetin ve töre
cinayetlerinin önlenmesi için etkin önlemlerin alınması gerektiği,
bütün çabalara rağmen kadına yönelik ayrımcılığın devam ettiği,
- Çocukların çocuk yuvalarında bakılmaları
kadar onların kendi aile ortamlarında huzuru sağlamaya yönelik
çabaların da gösterilmesi gerektiği, devletin bu konuda yönlendirici
bir rol üstlenmesinin zorunlu olduğu,
- Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünün
bütçesinin yetersiz kaldığı, mutlaka artırılması gerektiği,
- Primsiz sosyal güvenlik olarak adlandırılan
sosyal yardım ve sosyal hizmetin anayasal bir hak haline getirilmesi
gerektiği,
şeklindeki görüş ve eleştirileri müteakip,
Hükümet adına yapılan tamamlayıcı açıklamalarda;
- Türkiye’de yakın zamanlara kadar korunmaya
muhtaç bireylere verilen hizmetler kurum bakımında yoğunlaşmışken,
Hükümetin aile birliğinin korunması yaklaşımıyla ve aile odaklı
hizmet anlayışıyla, sağladığı sosyal destekler sonucunda çocuğun
öz ailesinin yanında bakım, koruyucu ailede bakım, evlat edinme
yoluyla aile yanında bakım gibi yeni hizmet modellerinin geliştiği,
çok acil durumlarda ve çeşitli nedenlerle aile yakınları yanında
bakılamayacak durumda olan çocuklarımız için ise kuruluş bakımının
ilk seçenek olmaktan çıkartılıp son seçenek haline getirildiği,
- Ekonomik nedenlerle korunma altına
alınan çocukların aileye dönüşünü sağlamak amacıyla 2005 yılında
başlatılan aileye dönüş ve aile yanında destek kapsamında ailelere
yapılacak nakdi yardım miktarının yüzde 100 artırıldığı, bu projeyle
2005 yılından bugüne kadar 2.822 çocuğun kendi öz ailesinin yanında
bakıma kavuşturulduğu, toplam 14.447 çocuğun da koruma kararı
alınmadan ailesinin yanında desteklendiği, bugüne kadar korunmaya
muhtaç statüsünde bulunan 8.666 çocuğun da evlat edindirme hizmetinden
yararlandırıldığı, çocukların dışındaki çeşitli nüfus gruplarından
35.467 kişiye 2005 yılından günümüze kadar ayni ve nakdi yardım hizmetinin verildiği,
- Uzun yıllar yurtta kalmış çocukların sosyal
hayata uyum sağlamakta zorlandıkları, bu nedenle AB ülkelerinde
çocuğun en kısa sürede bir koruyucu aileye kavuşturulmasına
önem verildiği, aynı şekilde ülkemizde de koruyucu aile uygulamasına
ağırlık verilmeye çalışıldığı, halen 767 çocuğun koruyucu aile
bakımından yararlandığı, bu hizmet modelini yaygınlaştırmak üzere
de profesyonel koruyucu aile uygulamasına geçilmesi amacıyla
eğitim programlarının düzenlendiği,
- Öz ailesinin yanında bakılamayacak
durumda olan çocuklarla dezavantajlı gruplara sunulan kurum bakım
hizmetinin günümüz şartlarına uygun fiziksel mekanlarda verilmesi
amacıyla, halen hizmet vermekte olan yurt ve yuvaların hemen hemen
tamamında koğuş sisteminden oda sistemine geçildiği, odalarda kalan
çocukların sayılarının odaların büyüklüğüne göre iki ile sekiz
arasında değiştiği,
- Kurum bakımında olan çocukların ev ve
aile ortamından yararlanabilmeleri için en fazla on iki çocuğun
barınacağı sevgi evleri projesine hız verildiği; bu kapsamda valilikler,
yerel yönetimler, sivil toplum örgütleri ve hayır severlerle işbirliğinin
sağlandığı,
- 2005 yılında başlatılan ve çocuklarımızın
sosyal hayata daha rahat katılabilmelerini sağlamak amacıyla
tercihen il merkezlerinde ve okullara, hastanelere daha yakın merkezlerde
çocukların apartman dairelerinde veya müstakil binalarda kaldığı
0-18 yaş grubu altı ile sekiz çocuğun bir arada barındığı ve halen sayıları
20 olan çocuk evleri uygulamasının yaygınlaştırılmasına çalışıldığı,
- SHÇEK’in sokakta yaşayan ve çalıştırılan
çocuklara yönelik hizmetlere de büyük önem verdiği, esasen bu konuya
Hükümetin de hassasiyetle yaklaştığı, Genel Müdürlükçe hazırlanan
yeni hizmet modeliyle son yıllarda başta büyükşehirler olmak üzere,
yoğun göç alan kentlerde sokakta yaşayan ve çalıştırılan çocukların
sorunlarına çözüm üretmek amacının güdüldüğü,
- Çocuk Koruma Kanunuyla suça sürüklenen
çocuklara ilişkin olarak SHÇEK’e yeni görevlerin yüklendiği, bu kapsamda,
öncelikle nüfusu büyük illerde sosyal rehabilitasyon merkezleri
çalışmaları başlatıldığı,
- Özürlüler için çıkarılan kanunla özürlüler
konusunda yeni bir destekleme yaklaşımının benimsendiği, sosyal
güvenlik kurumlarına tabi olmayan, muhtaç özürlülerden ailesini
kaybetmiş olanlarla, ailesi ekonomik ve sosyal yoksunluk içerisinde
bulunanlara bakım hizmetinin resmi ve özel bakım kurumlarında ya
da ikametlerinde verilmesi imkanının getirildiği, 2007 yılında
65 bin bakıma muhtaç özürlünün bakımının sağlanacağı, bakım altında
bulunan özürlülerimizin yaşamlarını daha rahat bir ortamda sürdürebilmeleri
amacıyla engelsiz yaşam merkezi projesinin geliştirildiği, bu
kapsamda ülke genelinde 35 engelsiz yaşam merkezinin de inşaatına
başlandığı, 105 engelsiz yaşam merkezi yapımıyla ilgili projelerin
de sürdürülmekte olduğu,
- Nüfusumuzun yüzde 7,14’ünü oluşturan
altmış yaş üzerindeki yaşlılarımıza da önemli hizmetlerin verildiği,
huzur evlerinde 5.518 yaşlıya hizmet sunulduğu, Hükümetin yaşlı
ve yaşlılık sorunlarını araştıracak bir enstitü kurulması yönündeki
çalışmalarının da tamamlanma aşamasına geldiği,
- SHÇEK’in sunduğu hizmetlerden öz bakım
hizmetleriyle temizlik hizmetlerinin birbirinden ayrıldığı, önceden
yirmi - otuz çocuk ya da özürlüye bir bakım elemanı ve bir temizlik
elemanı düşmekteyken, bugün, üç vardiya olarak her vardiyada sekiz
çocuğa bir, altı özürlüye bir bakım elemanı, ayrıca, on beş kişilik
bir gruba da bir temizlik elemanı uygulamasının başlatılarak hizmette
standardizasyona gidildiği,
- Kamuoyuna yansıyan taciz ve şiddet iddialarının
fazlasıyla tartışılır hale gelmesinin yetiştirme yurtlarında büyüyen
çocukların ileriki yaşamlarını da olumsuz etkilediği, çocukların
yurtta büyüdüklerini gizleme eğilimine girdikleri, bu nedenle
çocuk yurtlarında yetişen insanlara bakış açısının mutlaka değişmesi
gerektiği,
- 18 yaşını tamamlamış olan çocuklardan
2006 yılına kadar 26.500’ünün işe yerleştirildiği, ayrıca Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile birlikte meslek edindirme kurslarının
düzenlendiği,
- Kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin
ve töre cinayetlerinin önlenmesine ilişkin olarak TBMM’de kurulmuş
olan komisyonun önerilerinin Başbakanlık genelgesiyle bütün kamu
kuruluşlarına deklare edildiği, ayrıca bu konuda Birleşmiş Milletler
Nüfus Fonuyla birlikte kampanyaların yürütüldüğü,
- Özürlüler İdaresi Başkanlığının, özürlülere
yönelik hizmetlerin düzenli, etkin ve verimli bir şekilde yürütülmesi
amacıyla ulusal ve uluslararası kurum ve kuruluşlar arasında işbirliği
ve koordinasyonu sağlamak, özürlülerle ilgili ulusal politikanın
oluşturulmasına yardımcı olmak ve özürlülerin problemlerini tespit
ederek çözüm yollarını araştırmakla görevli olduğu,
- Özürlü vatandaşlarımızın toplumsal hayatın
her alanındaki haklardan diğer kişilerle eşit olarak yararlanmalarını
sağlamak, kapasitelerini geliştirmek, üretken olmalarını sağlayarak
istihdamlarını artırmak, yaşam koşullarını iyileştirmek, toplumsal
gelişmelerden pay almalarını sağlamak, bağımsızlaşmalarına imkan
verecek hizmetlerden yararlanmaları ve bakım hizmetlerinin karşılanması
amacıyla örgütlenmelerini gerçekleştirmek gibi hedeflerin özürlülük
politikasının özünü oluşturduğu,
- Sosyal yardım alanında özürlülere bağlanan
aylıkların yüzde 200 ila yüzde 300 oranında artırıldığı ve kapsamının genişletildiği, bu çerçevede 18 yaşından
küçük özürlü çocuğu olan muhtaç ailelere, her ikisi de özürlü olan
çiftlerin her birine özürleri oranında maaş bağlandığı, ayrıca,
yönetmelik gereği uygun görülmesi halinde, bakımı aile yanında
veya bir yakını tarafından karşılanan özürlüler için de, bakımı yapan
kişiye asgari ücret tutarında ödeme yapılacağı, bu kapsamda 2007
yılı için 65 bin özürlüye bakım hizmeti verilmesinin planlandığı,
- Türkiye’de eğitim çağındaki 300 bin özürlü
çocuktan 24 bininin kaynaştırmalı eğitim gördüğü, özel eğitim ve rehabilitasyon
desteği alan çocukların sayısının da 83 bine ulaştığı, özel eğitime
gereksinim duyan çocukların okullara erişiminin de ücretsiz olarak
sağlandığı, Milli Eğitim Bakanlığı ile işbirliğine gidilerek
özürlülere yönelik taşımalı eğitim uygulamasına başlandığı,
- Eğitim ve istihdamın özürlü politikalarının
iki önemli ayağını oluşturduğu, bu nedenle ülkemizde kamu kurum ve
kuruluşları ile bazı sivil toplum kuruluşları tarafından verilen
yetersiz düzeydeki mesleki rehabilitasyon hizmetlerinin özel girişimciler
kanalıyla da verilebilmesinin sağlandığı,
- Ülkemizde istihdamı sağlanmış özürlülerin
çoğunun özür oranlarının yüzde 40-60 arasında yığıldığı, özür oranı
yüzde 60’ın üzerinde olanların işveren tarafından tercih edilmediği,
bu sorunu ortadan kaldırabilmek için ağır özürlü çalıştıran işyerlerine
“korumalı işyeri” statüsünün verileceği ve bunların devletçe
destekleneceği, yeni özürlüler yasasında da bu amaca yönelik bir
düzenlemenin yapıldığı,
- Gerek 58 inci Hükümetin acil eylem planında,
gerekse 59 uncu Hükümet programında aile merkezli politikalara
öncelik verileceğinin, bu politikaların hangi temel kıstaslarla
yürütüleceğinin ve hangi önceliklerle ele alınacağının ilan edildiği;
öte yandan, aile kurumunun ihmal edilmesi ya da yeterince desteklenmemesi
nedeniyle temel işlevlerini yerine getiremez hale geldiği, oysa
aile kurumundaki bozulmanın sosyal yardım ve hizmetlerde devlete
ciddi bir yük getirdiği, bu nedenle, aile yapısının bütünlüğünün
korunması ve güçlendirilmesi ve sosyal refahın artırılmasına yönelik
ulusal ve uluslararası çalışmalar yapmakla görevli Aile ve Sosyal
Araştırmalar Genel Müdürlüğünün kurulduğu,
- Gerek Aile ve Sosyal Araştırma Genel Müdürlüğünün
gerekse aile alanında çalışmalar yapan tüm kamu kurum ve kuruluşlarının
Türk aile yapısına ilişkin sağlıklı, yeterli ve güncel veri bulmakta
zorlandığı, bu nedenle, aile politikalarına ilişkin düzenlemelerde
esas alınacak temel verileri sağlamak üzere 2005 yılında TÜİK’le işbirliğine
gidilerek başlatılan Türk Aile Yapısı Araştırmasının sonuçlanmak
üzere olduğu,
- Aile sorunlarının giderilmesine yardımcı
olmak üzere, aile içi eğitime ve aile eğitimine büyük önem verildiği,
bu amaçla başlatılan aile eğitim seminerlerinin yaygınlaştırılacağı,
- Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünün,
araştırma, politika oluşturma ve bir koordinasyon kuruluşu olarak
kadının insan haklarının korunmasına ve geliştirilmesine, sosyo-ekonomik,
kültürel ve siyasal yaşamdaki konumlarının güçlendirilmesine
yönelik çalışmalarını büyük bir gayretle sürdürdüğü; bu çerçevede
bütünleştirilmiş hizmet modeli projesinin ilk örneğinin Amasya
ilinde hayata geçirildiği, bütünleştirilmiş hizmet modeliyle
bir yandan yerel yönetimlerin kadına yönelik hizmetlerinde yol
gösterici olunacağı, diğer yandan da söz konusu hizmetlerin bir
standarda kavuşturulacağı,
ifade edilmiştir.
2.2.4. 7.11.2006 tarihinde Milli Savunma
Bakanlığı bütçesi üzerinde yapılan görüşmelerde;
- Türkiye’nin güneydoğu bölgesini kısa
vadede özerkliğe, orta vadede önce federasyona daha sonra bağımsızlığa
götürecek iç ve dış destekli projelerin Türkiye açısından öncelikli
tehdit haline geldiği, bu projenin ülkemize dost ve müttefik gibi
görünen kimi ülkelerce de desteklendiği, söz konusu tehdidin bir
bütünlük içinde stratejik bir yaklaşımla değerlendirilmesi ve etkin
bir politika uygulanması gerektiği,
- Kuzey Irak’taki gelişmelerin de terör
örgütlerine moral ve motivasyon sağladığı, bu nedenle Doğu ve Güneydoğu
Anadolu’ya yönelik ekonomik, sosyal ve kültürel boyutları bulunan
bir bölgesel kalkınma planının devreye sokulması gerektiği,
- İlgili ilgisiz her vesileyle Türk Silahlı
Kuvvetlerinin kamuoyundaki itibarını zedeleyecek davranışlar
içerisine girildiği, özellikle AB ile ilişkiler çerçevesinde ordumuza
son derece haksız eleştirilerin yöneltildiği, Hükümetin bu eleştirilere
gerekli cevabı vermesinin ülke yönetimi açısından büyük önem taşıdığı,
- Ülkemize ve devletimize yönelen iç ve
dış tehditler karşısında Türk Silahlı Kuvvetlerinin en gelişmiş
harp silah ve teknolojilerine sahip olmasının hayati önem taşıdığı,
ayrıca, ordumuzun günlük politikaya ilişkin tartışmalara da konu
edilmemesi gerektiği,
- Henüz yasalaşmamış olmakla birlikte
Sayıştay Kanunu Teklifinin Türk Silahlı Kuvvetlerinin Sayıştay
denetimine alınmasına imkan sağladığı, esasen Anayasanın 160’ıncı
maddesinden Türk Silahlı Kuvvetlerinin Sayıştay denetiminin dışında
bırakan hükümlerin çıkarıldığı, böylece söz konusu denetimin
önünde anayasal bir engelin kalmadığı, çıkarılacak bir yönetmelikle
denetimin usul ve esaslarının belirlenmesi gerektiği,
şeklindeki görüş ve eleştirileri müteakip,
Hükümet adına yapılan tamamlayıcı açıklamalarda;
- Günümüz
güvenlik ortamının en önemli tehdit algılamalarından birisini,
son derece organize bir yapıya sahip terörist örgütlerin oluşturduğu,
terör örgütlerinin, gelişen ve ulaşılması daha da kolay bir hale
gelen teknolojiler sayesinde, herhangi bir zamanda dünyanın herhangi
bir yerinde ortaya çıkarak saldırıda bulunabilme imkan ve kabiliyetine
ulaştıkları, ulusal ve uluslararası güvenliği etkileyen çok boyutlu, çok
yönlü, öngörülmesi güç ve sınır tanımayan, asimetrik tehdit ve risklerin
oluşturduğu istikrarsızlıkların merkezinde kalan ülkemizi, iç
ve dış tehditlere karşı savunmakla yükümlü olan Türk Silahlı Kuvvetlerinin
caydırılıcılık gücünü idame ettirmesinin büyük önem taşıdığı,
- Türkiye'nin öncelikle kendi bölgesinde
olmak üzere, uluslararası alanda
da barış, güvenlik ve istikrarın sağlanması yönünde tarihten kaynaklanan
sorumluluklarının bulunduğu, 2000’li yılların yeni jeostratejik
yapısı ve bölgemizdeki yansımaları dikkate alındığında, Türkiye’nin,
içinde bulunduğu çağa uyum sağlayarak, yeni dünya düzeninde üzerine
düşen her türlü görevi icra etmesi gerektiği, Türkiye'nin savunma
stratejisinin temelini caydırıcılığın, kolektif güvenliğin ve
kriz yönetiminin oluşturduğu,
- Ülkemizin Kore harekatıyla başlayan
uluslararası harekat vizyonunun, halen Birleşmiş Milletler şemsiyesi
altında Lübnan; NATO şemsiyesi altında Kosova ve Afganistan; Avrupa
Birliği şemsiyesi altında Bosna-Hersek’te yürütülen barışı destekleme
görevlerine katkılarla devam ettiği,
- Birleşmiş Milletler faaliyetleri kapsamında
oluşturulan Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Gücü (United Nations
Interim Force in Lebanon-UNIFIL)’ne TBMM’nin verdiği karar doğrultusunda
dahil olan ve 260 personel ile 63
araçtan oluşan bir İstihkam İnşaat Bölüğünün Ekim ayında göreve başladığı,
ayrıca, aynı maksatla oluşturulan deniz görev gücünde 234 personele
sahip bir fırkateynin görevlendirildiği, halen toplam 494 personelin
Lübnan’da görevde bulunduğu,
- NATO’nun Afganistan’daki faaliyetleri
kapsamında Türkiye’nin son derece önemli görevleri yürüttüğü, askeri
görevlerin yanı sıra imar faaliyetlerinde bulunmak üzere ülkemiz
tarafından Kabil yakınlarında
Bölgesel İmar Ekibinin oluşturulduğu, Kosova’da yürütülen
ve KFOR olarak adlandırılan Kosova Harekâtında, Türkiye’nin, Almanya
ve Avusturya ile birlikte oluşturduğu KFOR Güney Çokuluslu Görev
Kuvvetine bir manevra taburuyla katkıda bulunduğu,
- NATO’nun Irak eğitim misyonunda Irak güvenlik
güçlerine verdiği eğitim desteğine Türkiye’nin de gereken yardım
ve desteği sağladığı, Irak’a yönelik eğitim desteği kapsamında,
Irak güvenlik güçlerine (özellikle lider personele) ülkemizde de
eğitim imkanı sağlandığı,
- Türkiye’nin Avrupa güvenlik ve savunma
politikası içerisinde yer alabilmesinin, stratejik bir öneme ve
önceliğe sahip olduğu, ülkemizin
Avrupa’nın savunma ve güvenliğiyle doğrudan veya dolaylı ilgisi
bulunan tüm çok uluslu operasyonlarda fiilen ve etkin olarak yer aldığı,
bu kapsamda, Avrupa Birliğinin, Bosna-Hersek’te, başlattığı EUFOR-ALTHEA
Harekatı ve Haziran 2006’da Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nde başlattığı
EUFOR RD CONGO Harekatına katkı sağladığı,
- Ülkemizin Avrupa Birliği tarafından
geliştirilmekte olan Muharebe Grupları Konseptini memnuniyetle
karşıladığı ve bu projeyi Avrupa güvenlik ve savunma politikasının
daimi yapılandırılmış iş birliği projesinin ilk örneği olarak değerlendirdiği,
2010 yılının ikinci yarısı için operasyonel olması planlanan Kara
Muharebe Grubunun teşkiline ilişkin çalışmaların halen devam ettiği,
- Karadeniz’in artan önemi dolayısıyla
Türkiye’nin, bölgesel ve küresel güvenlik ortamının iyileştirilmesi
açısından üzerine düşen sorumluluğun bilincinde olarak, Karadeniz’de
güvenlik girişimine öncülük ettiği, bu çerçevede, Türkiye'nin
inisiyatifi ile 2001 yılında Karadeniz’de başlatılan ve Bulgaristan,
Gürcistan, Romanya, Rusya Federasyonu ve Ukrayna’nın deniz kuvvetlerinden
sağlanan birer gemiyle oluşturulan Karadeniz Deniz İşbirliği Görev
Grubu (BLACKSEAFOR)’nun ülkeler tarafından ortak olarak yapılan yıllık
planlama dahilinde faaliyetlerine devam etmekte olduğu,
- Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattının
resmen hizmete girmesiyle, Mersin ve İskenderun bölgelerinin, bölgesel
ve küresel enerji güvenliği açısından büyük bir önem kazandığı, buna
paralel olarak Ceyhan Terminalinin bir enerji düğüm noktası haline
geldiği, ayrıca, bu bölgenin gelecekte Samsun-Ceyhan hattının da
inşası suretiyle küresel açıdan daha büyük bir önem kazanacağı,
bu gelişmelerin Ceyhan’da dolum yapacak petrol tankerlerinin Batı
ve Güney Akdeniz istikametindeki deniz ulaştırma yollarında da
güvenlik tedbirlerinin alınmasını zorunlu kıldığı, bu nedenle,
Deniz Kuvvetleri Komutanlığı tarafından, bölgede bulunan Hava
Kuvvetleri Komutanlığı, Sahil Güvenlik Komut- anlığı ve Denizcilik
Müsteşarlığı unsurlarının da katılımıyla “Akdeniz Kalkanı” olarak
adlandırılan bir deniz güvenlik girişiminin başlatıldığı,
- Askeri alanlarda ikili ilişkilerin geliştirilmesine
büyük önem verildiği, bugüne kadar 46 ülke ile Savunma Sanayii İş
Birliği, 43 ülke ile Askeri Eğitim İş Birliği, 49 ülke ile Çerçeve
Antlaşmasının imzalandığı, halen 9 ülke ile Askeri Eğitim İş Birliği,
24 ülke ile de Çerçeve Antlaşması yapma çalışmalarının devam ettiği,
bugüne kadar 16 ülkeye Türk Silahlı Kuvvetleri envanterinden çoğunlukla
giyim, kuşam ve teçhizatlardan oluşan 237 milyon ABD Doları tutarında
askerî malzemenin hibe edildiği, 1998 yılından itibaren ise Azerbaycan,
Gürcistan ve Arnavutluk ağırlıklı olmak üzere 11 ülkeye dış yardım
kapsamında, bütçeden 100 milyon 27 bin ABD Doları tutarında kaynak
aktarıldığı,
- 2006-2007 eğitim-öğretim yılında toplam
27 ülkeden 1.055 misafir askeri personele eğitim-öğretim ve kurs verilmesinin
planlandığı, Türkiye'deki askeri
okullardan mezun bir kısım yabancı subayın halen ülkelerinde önemli
komuta mevkilerinde görev yapmakta oldukları,
- Harp silah, araç ve gereçleri açısından
savunma sanayii alanında dışa bağımlılığın en aza indirilmesi,
Türk Silahlı Kuvvetlerinin günümüz teknolojisinin gerektirdiği
ana silah sistemlerine sahip olabilmesi, teknolojik gelişmelerin
yakından takibi ve Silahlı Kuvvetlerimize yansıtılması ile Silahlı
Kuvvetlerimizin ulaştığı caydırıcı gücün korunması ve daha da artırılarak
devamının sağlanmasının mümkün olacağı, bu nedenle, yurt içinde
üretilmesi düşünülen kritik silah sistemlerinin tespiti çalışmalarının
sürdürüldüğü, yurt dışından alımında zorunluluk bulunan silah,
araç ve gereçlerin doğrudan alımı yerine, yerli firmaların da katılımıyla
konsorsiyumlar yoluyla tedarik edilmesinin ve milli sanayiinin
teşviki ilkesinin benimsendiği,
- 2007-2016 dönemine ait olan ve milli bütçeden
karşılanacak toplam 41 adet ARGE (Araştırma-Geliştirme) projesinin;
TÜBİTAK, üniversiteler, sanayi kuruluşları ile müştereken yıllara
sari olarak yürütülmekte olduğu,
- Asker alma işlemlerinde vatandaşlarımıza
verilen hizmetin daha hızlı, daha etkin ve daha az iletişim maliyetiyle
yapılabilmesi ve internet kanalıyla vatandaşlarımızın askerlik
şubelerine gitmeden evlerinden veya işyerlerinden askerlik işlemlerini
yaptırabilmelerini sağlamak amacıyla
Asker Alma (ASAL) Teşkilatının web tabanlı, on-line çalışan
merkezi bir yapıya kavuşturulması çalışmalarına başlandığı,
projenin 2008 yılında uygulanmasının planlandığı, anılan proje
ile aynı zamanda e-Devlet Projesi kapsamında diğer kurum ve kuruluşlarla
entegrasyonun da sağlanmış olacağı,
ayrıca, vatandaşlarımızın yedeklik döneminde askerlik hizmetlerini
askerlik şube başkanlıklarına gitmeden çağın teknolojilerinden
istifade ederek yürütülebilmesi maksadıyla e-Devlet uygulamalarına
paralel olarak Seferberlik Otomasyon Projesinin başlatıldığı,
projenin 2007 yılından itibaren uygulamaya geçirileceği,
- Makine Kimya Endüstrisi Kurumunun iktisadi
devlet teşekkülleri kapsamından çıkarılarak başta ihale mevzuatı
olmak üzere Kurumun faaliyetlerini gereği gibi yürütmesine imkan
sağlayan elverişli bir mevzuata tabi tutulmasının zorunlu olduğu,
- Bedelli askerliğin esas itibariyle askerlik
çağında bulunan nüfusun asker ihtiyacının üzerinde olması durumunda
söz konusu olduğu, mevcut planlamaya göre asker ihtiyacında bir
azalmanın beklenmediği, dolayısıyla bedelli askerliğin en azından
önümüzdeki birkaç yıl için söz konusu olamayacağı, esasen 2004 yılında
Bakanlar Kurulu kararıyla askerlik süresinin kısaltılması suretiyle
asker mevcudunun yüzde 17 oranında azaltıldığı, böylece fazla potansiyelin
eritilmesine imkan sağlandığı,
- Türk Silahlı Kuvvetlerinin mali denetiminin
yapılabilmesi için Sayıştay Genel Kurulundan görüş alınarak bir
yönetmeliğin hazırlandığı ve yürürlüğe konulduğu, ancak 832 sayılı
Sayıştay Kanunu gereğince sorumluluğun saymanlarda bulunduğu,
oysa 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile saymanlıkların
kaldırıldığı ve ita amirinden gerçekleştirme görevlisine kadar
sistemdeki bütün yetkililerin sorumluluğunun düzenlendiği, bu
durumun uygulamada sorun yarattığı, esasen bu sıkıntının diğer
kamu kurum ve kuruluşları için de geçerli olduğu, Sayıştay Kanunu
teklifiyle bu çelişkinin giderilmesinin öngörüldüğü,
ifade edilmiştir.
2.2.5. 8.11.2006 tarihinde Tarım ve
Köyişleri Bakanlığı ile Tarım Reformu Genel Müdürlüğü bütçeleri
üzerinde yapılan görüşmelerde;
- Tarım ürünleri ihracatında kayda değer bir artışın söz konusu olduğu, özellikle
son iki yılda fındıktaki yüksek fiyat nedeniyle tarım ürünlerinin
dış satımında ciddi bir artışın görüldüğü, ancak narenciyede ihraç
primlerinin düşürülmesi nedeniyle narenciye ihracatının gittikçe
azaldığı,
- İhracatta tarım sektöründe rekabet gücünün
artırılması amacıyla, ihracat sübvansiyonlarının katma değeri
yüksek, markalı ve nihai tüketiciye yönelik tarımsal ürünlere yönlendirilmesi
ihtiyacının halen devam ettiği,
- Tarımsal
kredi faizleri düşürülmekle beraber, asıl önemli olanın faiz oranlarının
enflasyon oranının altında kalmasını sağlamak olduğu, oysa hali
hazırda faiz oranlarının enflasyon oranın üstünde gerçekleştiği,
- Ekim
ayı itibariyle TEDAŞ’ın 360 bin köylü abonesinin bulunduğu, bunların
yaklaşık 125 bininin TEDAŞ’a 1 milyar
100 milyon YTL borcunun olduğu; bu
borcun ödenmesinin bu koşullarda hiçbir şekilde mümkün olmadığı, borçları nedeniyle elektriği kesilen
sulama kooperatifleri ve sulama birliklerinin sulama yapamadığı,
bu nedenle çiftçinin enerji borçlarının yeniden yapılandırılması
gerektiği,
- Doğrudan
gelir desteği uygulamasının tarım sektörünün geliştirilmesi
açısından doğru bir uygulama olmadığı,
- Dünyanın hiçbir ülkesinde, tarım sektörünün
tamamen serbest piyasa koşullarına terk edilmediği, bu nedenle
Devletin tarım sektörüne desteğinin büyük önem taşıdığı, çiftçinin
satın alma gücünün temel tüketim mallarında yüzde 45, girdilerde
yüzde 35 azaldığı, öte yandan tarımsal desteklerin, rakamsal olarak
yıldan yıla artmış olmakla beraber gayri safi milli hasılaya oran
olarak gittikçe azaldığı; Tarım Kanununda, gayrisafi milli hasılanın
en az yüzde 1’inin tarıma destek olarak ayrılmasının öngörülmesine
rağmen, hali hazırda tarıma sağlanan desteğin gayrısafi milli hasılanın
yüzde 0,83’ü düzeyinde kaldığı; öte yandan, Bakanlığın sağlanan destekler
konusunda çiftçinin bilgilendirilmesine önem vermesi gerektiği,
- Türk tarımında uygulanan politikalar
nedeniyle sıkıntılı dönemlerin yaşandığı, IMF’yle imzalanan 9
Aralık 1999 tarihli Stand-By Anlaşması ve Dünya Bankasıyla 2001 yılında
imzalanan Tarım Reformu Uygulama Projesi çerçevesinde yapılan
çalışmaların tarım sektörü için olumlu sonuçlar vermeyeceği,
- Bütçeden
tarım sektörüne yapılan devlet desteğinin oldukça yetersiz olduğu,
gerek ABD ve gerekse Avrupa Birliği ülkelerinde tarım sektörünün
yoğun olarak desteklendiği, bu nedenle Avrupa Birliği ülkelerinin
çiftçileri karşısında, çiftçilerimizin rekabet güçlerinin gittikçe
azaldığı, gelişmiş ülkelerin gıda güvenliğini garanti altına almak
için tarım sektörünü öncelikli sektörler arasına alarak desteklediği,
- Hayvancılıkla geçinen, besicilik yapan,
süt üreten çiftçilerin koşullarında önemli gelişmelerin kaydedilemediği,
Et ve Balık Kurumu kombinaları kapatıldığından hayvan satışlarından elde edilen kazancın oldukça düştüğü,
aynı şekilde Süt Endüstrisi Kurumunun kapatılıp fabrikaları
özelleştirildiğinden aynı sorunun süt ve süt ürünlerinin satışında
da yaşandığı,
- Türkiye’de
zeytinciliğin geliştirilmesi amacıyla üretilen fidanların çeşitliliğinin
artırılması yanında, adaptasyon durumlarına bakılmaksızın da fidan
dikilmemesi gerektiği, tarım il müdürlüklerinin bu konuda gerekli
çalışmaları yapmasının yararlı olacağı,
- Mera konusundaki sorunların bir türlü
çözülemediği, meraların kullanılması konusundaki anlayışın
değişmesi gerektiği,
- Fındık konusunda üreticilerinin beklentilerinin
tam olarak karşılanmadığı, dünya
fındık üretiminde birinci sırada yer alan ülkemizde fındık üretiminin
ve ihracatının artırılması için fındık üreticilerinin desteklenmesinin
bir zorunluluk arzettiği, FİSKOBİRLİK’in bu konudaki deneyimlerinden
yararlanılması gerektiği, FİSKOBİRLİK yerine Toprak Mahsulleri
Ofisi’nin fındık alımıyla görevlendirilmesinin
doğru bir yaklaşım olmadığı,
- Fındıkta üretim fazlasının fiyatlar
üzerindeki olumsuz etkisi nedeniyle taban fiyatı ve destekleme
alımı uygulamasının zorunlu olduğu, ancak, bu konuda rasyonel politikaların
uygulanmasının da büyük önem taşıdığı,
- Mazot desteği konusunda uygulamada
aksaklıkların ortaya çıktığı, bu desteğin gittikçe azaldığı ve
2006 yılında böyle bir desteğin yapılmadığı, 2007 yılında ise ödeme yapılıp yapılmayacağı konusunun
açıklığa kavuşturulması gerektiği,
- Tarım Bakanlığının 2007 yılı bütçesinde
bir önceki yıla göre yüzde 28,9 oranında ödenek artırımı yapılmasının
tarım sektörünün gelişmesi açısından çok önemli bir gelişme olduğu,
- Üretim artışlarının tarım sektöründeki
nüfus artış hızının gerisinde kaldığı, bazı alt sektörlerde üretimde
düşüşlerin yaşandığı, gümrük vergilerinde yapılabilecek bir indirimin
Türkiye tarım iç piyasasını tamamen korumasız bırakabileceği,
- Sürdürülebilir ve rekabet edebilir
bir tarım sektörü oluşturulmasının önemli olduğu, ancak tarım sektörünün
henüz bu niteliğe ulaşamadığı,
bu nedenle tarım sektörünün diğer ülkelerle rekabet edilebilmesi
için öncelikle korunması gerektiği,
- Su ürünlerinin üretiminde balıkçı barınaklarının
çok önemli olduğu, ancak bunların faaliyette bulundukları alanın
bir çok bakanlığın görev alanına girdiği, bu nedenle oluşan koordinasyon eksikliğinin
giderilmesi gerektiği,
- Tarım ve hayvancılıkta gerçek üretim potansiyelimizi
ortaya çıkaracak ciddi bir tarımsal ürün planlamasına bir an önce
başlanması gerektiği, bu tarımsal ürün planlaması çerçevesinde
yeni bir kooperatifçilik modeli ve yeni bir destekleme anlayışının
zorunlu olduğu, bu politika açılımlarının uygulama projelerine
dönüştürülmesi gerektiği,
- Türkiye’nin hem bitkisel üretim alanlarında
hem de hayvancılıkta, geleceğin dünyasının yeni sanayi dallarından
birisi olan biyoteknoloji konusunda gerekli atılımı gerçekleştiremediği,
daha fazla zaman kaybedilmeden Türkiye’nin bu alandaki doğal üstünlüğünün
değerlendirilmesi gerektiği,
- Tarım
Bakanlığının Avrupa Birliği uyum sürecinde tarım ve kırsal kalkınma
faslı için kırsal kalkınmayı tarımsal sanayiyle entegre edecek bir
yeni stratejiyi yaşama geçirmek zorunda olduğu,
- Avrupa Birliği’ne uyum sürecinde hayvancılığın
öncelikli sektör olarak ele alınmasının tarımda hayvancılık lehine
hızlı bir yapısal dönüşümü sağlayacağı, ancak Bakanlığın, Avrupa
Birliği’ne uyumda su ürünleri faslına ek olarak kırmızı ve beyaz et
üretimi ile süt ve süt ürünleri adıyla yeni bir faslın da sorumluluğunu
üstlenmesi gerektiği,
- Tarımda yeniden yapılanmayı ve verimliliği,
kalibrasyonu, modernizasyonu sağlamak üzere son derece önemli kanunların
çıkarıldığı, ancak bu kanunların uygulanması konusunda zamana
ihtiyaç duyulduğu,
- Arazi
dağıtımı ve arazilerin kırsal kalkınma destek projeleriyle toplulaştırılması
konusundaki çalışmaların yeterli olmadığı, arazi toplulaştırmasının
daha hızlı bir şekilde devam etmesi gerektiği, toprak reformu konusunda
yıllardır gerekli çalışmaların yapılmadığı,
- KÖYDES Projesinin tarımsal üretimin sulama
projeleriyle daha verimli bir şekilde kullanılması ve ödeneğin
artırılması gerektiği, tarım alanlarındaki kuru tarımdan sulu
tarıma geçilmesiyle, hem ürün çeşitliliğinin hem de üretimin artacağı,
-Kooperatif desteklerinin tarım sektörünün
gelişmesi açısından büyük önem taşıdığı, 1990 ile 2000 yılları arasında doksan kooperatife
destek verilmiş iken, 2003 ila 2005 yılları arasında 914 kooperatife
destek verildiği, ancak bunların
denetlenmesinin önemli bir husus olduğu, öte yandan üretilen ürünlerin
pazar payı bulması için de çalışmaların yapılması gerektiği,
- Tarım sigortası uygulamasının bu yıl
yürürlüğe girdiği, bunun sevindirici bir gelişme olduğu, son yıllarda
yaşanan felaketlerin bu konunun önemini ortaya koyduğu, Türkiye’de
sel olaylarının giderek çoğaldığı, bu nedenle tarım sigortasında
selin teminat kapsamı dışında tutulmasının doğru bir uygulama olmadığı,
- TİGEM’in
özelleştirilmesinin bu kurumun tarım ekonomisine kazandırılması
ve Bakanlık bütçesi üzerindeki yüklerinin azaltılması bakımından
önemli bir adım olduğu, bugüne kadar TİGEM’in işletme bazında yüzde
35’inin, arazi büyüklüğü bazında da yüzde 3,5’inin özelleştirildiği,
- Hayvancılık alanında da özel sektöre dayalı
iyileşmelerin söz konusu olduğu, ancak bu konuda özel sektöre yeterli
imkanın sağlanmadığı, bu nedenle sektördeki girişimcilerin teşvik uygulayan yabancı ülkelere yatırım
yaptığı,
- Sertifikalı tarım danışmanlığı veya
suni tohumlamada özel sektörden yararlanmanın faydalı olacağı,
- TARET adıyla Sözleşmeli Besi Sığırcılığı
Projesi’nin hazırlandığı, bu projenin hayvan yetiştiriciliğiyle
uğraşan kesimlerin ve bölgelerin önünü açacak çok önemli bir kalkınma
hamlesi olacağı,
şeklindeki görüş ve eleştirileri müteakip,
Hükümet adına yapılan tamamlayıcı açıklamalarda;
- Türkiye’de
tarımın, ekonomik ve sosyal açıdan önemli bir sektör olma özelliğini
sürdürdüğü, tarımın milli gelir içerisindeki payının giderek
azalmasına rağmen, halen yüzde 10 civarında bir paya sahip olduğu,
çalışan nüfusun yaklaşık yüzde 30’unun tarım sektöründe istihdam
edildiği, tarımın, zenginlik üreten bir sektör olarak ülkelerin sanayileşmesinde
büyük rol oynadığı, gelişmiş ülkelerin günümüzde ulaştıkları sosyal
ve ekonomik refahın temelinde tarım alanında kaydettikleri gelişmelerin
yattığı,
- Küreselleşen dünyaya entegre olamamış
bir tarım sektörünün varlığını devam ettirmesinin mümkün olamayacağı,
tarım sektörünün Dünya Ticaret Örgütü kurallarıyla uyumlu bir hale
getirilmesinin ülkemiz açısından büyük önem taşıdığı, Avrupa Birliği
sürecinde ülkemizin uygulayacağı tarımsal programların, Dünya
Ticaret Örgütü ve Avrupa Birliği ortak tarım politikası merkezli
olmasının kaçınılmaz olduğu, bu bağlamda, sektörün yapısal dönüşümünün
sağlanmasına yönelik olarak tarımsal altyapıların iyileştirilmesi,
işletmelerin modernizasyonu, daha etkin bir kurumsal ve idari yapının
oluşturulmasının bir zorunluluk olarak ortaya çıktığı,
- Dünya
Ticaret Örgütü kuralları ve Avrupa Birliği uyumunun da esas alındığı
2006-2010 yılları arasında uygulanacak tarım strateji belgesinde,
desteklemeler ile üretimin yönlendirilmesi, tarımsal piyasa ve
pazarların şekillendirilmesi, kaynakların azami ölçüde korunması,
kırsal kalkınma ve gıda güvenliğinin sağlanması ve tarımsal sigorta
sisteminin hayata geçirilmesinin hedeflendiği,
- Yürürlüğe giren Tarım Kanunuyla sektörün
belli bir plan ve strateji doğrultusunda geliştirilmesi ve desteklenmesi
için gerekli politikaların belirlenmesinin ve günübirlik politikalar
ve kişisel tercihler yerine, tarımsal politikaların kurumsallaşmasının
sağlandığı,
- Tarımsal hasılanın toplam üretim değerinde
önemli bir artışın sağlandığı, 2002 yılında tarımsal gayri safi milli
hasıla 21,8 milyar ABD doları iken, 2002 yılından sonra bu rakamın sürekli
olarak arttığı, nitekim 2005 yılında bu miktarın yüzde 73 oranında
artarak 37,8 milyar ABD dolarına ulaştığı,
- Tarım ürünlerinin ihracatında önemli
artışların kaydedildiği, 2002 yılında tarım ürünleri ihracatı 4
milyar 52 milyon ABD doları iken, 2005 yılında 8 milyar 309 milyon ABD
dolarına yükseldiği, 2006 yılı ekim ayı itibariyle ise bu rakamın 9
milyar 580 milyon ABD dolarına ulaştığı; 2002 yılında tarım ürünleri
ithalatı 3 milyar 995 milyon ABD doları iken, 2005 yılında bu rakamın
6 milyar 469 milyon ABD doları olarak gerçekleştiği, böylece, ülkemizin
2005-2006 yıllarında da net tarım ürünleri ihracatçısı ülke konumunu
artırarak sürdürdüğü,
- Traktör
satışlarında çok önemli artışların görüldüğü, 2002 yılında 6.300
traktör satışı yapılmış iken, 2005 yılında 39.571 traktörün satıldığı,
söz konusu rakamın 2006 yılının ilk on ayında 32.615 adet olarak gerçekleştiği
ve 2006 yılı sonunda ise bu rakamın 40 bini aşmasının beklendiği,
- 2002 yılından sonra tarım sektöründe
karşı karşıya kalınan sorunların çözümü için acil birtakım tedbirlerin
alındığı, 2002 yılında biriken çiftçi borçlarının yeniden yapılandırıldığı,
Ziraat Bankası ve tarım kredi kooperatiflerinden alınan kredileri
ödeyemeyen 765 bin üreticinin 2,7 milyar YTL’yi bulan borcunun 1,5
milyar YTL’sinin silindiği ve geri kalanının da üç yılda ödenecek
şekilde yeniden yapılandırıldığı; tarımsal kredi faizleri 2002
yılında yüzde 59 iken, bu oranın 2006 yılında yüzde 17,5’e düşürüldüğü,
cari tarımsal faiz oranında yüzde 30 ila 60 oranında indirim yapılarak,
tarımsal kredi faiz oranlarının yüzde 7 ila 13 seviyelerine çekildiği,
- Tarımsal kredilerin kullanımında önemli
bir artışın sağlandığı, 2004 yılında başlatılan uygulama çerçevesinde
çiftçilerimize sübvansiyonlu kredi kullanma imkânının getirildiği,
Ziraat Bankasından alınan tarımsal kredilerin yüzde 91’inin sübvansiyonlu
selektif krediler kapsamında kullandırıldığı, Türkiye Cumhuriyeti
Ziraat Bankası tarafından 2002 yılında
83 bin çiftçiye 227 milyon YTL kredi kullandırılmış iken, 2006 yılının
ilk on ayı itibariyle 261 bin çiftçiye 3 milyar 132 milyon YTL kredi
kullandırıldığı,
- Sulamada kullanılan elektrik borçlarını
zamanında ödeyen üreticiler için elektrik fiyatlarında yüzde
15’lik indirim sağlanarak kilovat başına 1,7 yeni kuruş destek verildiği,
tarımsal girdilerde katma değer vergisi indirimi yapıldığı,
1990’lı yıllarda fabrikalar ve bayiler aracılığıyla yapılan ve
2000 yılında da tamamen kaldırılan gübre desteklerinin günümüzde
doğrudan çiftçiye verilerek daha etkin bir hale getirildiği,
- 2002 yılında toplam olarak tarım sektörüne
ayrılan desteğin miktarının 2 milyar 188 milyon YTL iken, 2006 yılı
sonu itibariyle yaklaşık 5 milyar YTL’ye ulaşmasının beklendiği,
toplam tarımsal destekler içerisinde yer alan mazot ve gübre gibi
alan bazlı desteklerin payının toplumdan gelen istek üzerine yüzde
85,8’den yüzde 45’e düşürülerek, ürün bazlı desteklerin oranının artırıldığı,
bu şekilde doğrudan gelir desteği kapsamında 2006 yılında 2 milyar
639 milyon YTL ödemenin yapıldığı,
- Dünya piyasalarında ham petrol fiyatlarında
meydana gelen astronomik artışın üreticiye yansıtılmaması için,
ilk defa çiftçilere mazot desteği verilmesi uygulamasının başlatıldığı,
bu kapsamda, 2003 yılında 311 milyon YTL, 2004 yılında 324 milyon YTL,
2005 yılında 407 milyon YTL ödeme yapıldığı, 2006 yılında ise cari fiyat
dikkate alınarak, 492 milyon YTL’nin 2007 yılı nisan ayı ve haziran
ayında ödemesinin öngörüldüğü, bu dönemde üretici fiyatları endeksi
yıllık ortalama yüzde 9,2 artarken mazot fiyatlarının yüzde 14,5
arttığı, bu dönemde mazota her yıl ortalama yüzde 15,7 destek sağlandığı,
- Ülkemizde
arz açığı bulunan stratejik ürünlerden olan kültlü pamuk, yağlık ayçiçeği,
soya fasulyesi, kanola ve zeytinyağı için 2002 yılında toplam 186
milyon YTL prim ödemesi yapılmış iken, 2006 yılı içerisinde, 2005 yılı
ürünü için 924 milyon YTL prim ödemesi yapıldığı, yıl sonu itibariyle
bu rakamın 944 milyon YTL’ye ulaşmasının beklendiği,
- Hayvancılığın Hükümet tarafından öncelikli
sektör olarak ele alındığı ve hayvancılığa verilen desteğin yıllar
itibariyle önemli ölçüde artırıldığı, 2002 yılında 83 milyon YTL
toplam hayvancılık desteği verilmişken, 2006 yılında bu rakamın
660 milyon YTL’ye çıkarıldığı, son üç yılda yem bitkileri ekim alanının
1 milyon 153 bin hektardan 1 milyar 707 bin hektara çıkarıldığı, bu
kapsamda yem bitkileri ekim alanlarının toplam ekim alanları içerisindeki
payının yüzde 4,4’ten yüzde 6,5 seviyesine yükseltildiği, 2002 yılında
39 milyon YTL olan yem bitkileri desteğinin, 2006 yılında 380 milyon
YTL’ye yükseltilerek yaklaşık 10 katlık bir artış sağlandığı,
- Son üç yılda kooperatif projelerine
Cumhuriyet tarihinin en yüksek desteğinin sağlandığı, kooperatiflere
kullandırılan kredi miktarının 2002 yılında 26,3 milyon YTL olduğu,
2006 yılında kırsal alanda sosyal destek projesi de dahil olmak üzere
bu rakamın 194 milyon YTL’ye ulaşacağının tahmin edildiği,
- Sertifikalı tohum ve fidanın ilk kez
2005 yılında destekleme kapsamına alındığı ve üreticilerimize
toplam 18 milyon YTL ödeme yapıldığı,
2006 yılında ise, sertifikalı meyve fidanı, nohut, kuru fasulye
ve mercimeğin de destekleme kapsamına alındığı,
- Kuş gribi ile tüm dünyanın takdir ettiği
başarılı bir mücadelenin yürütüldüğü ve bu amaçla 22 milyon YTL
tazminat ödemesi yapıldığı, halk sağlığının korunması ve gıda güvenliğinin
sağlanması amacıyla gıda üretim ve satış yerlerinde denetimlerin
artırıldığı,
- Hayvan ırklarının ıslah edilebilmesi
amacıyla suni tohumlama hizmetlerinin ülke genelinde yaygınlaştırılmasının
sağlandığı, bu hizmetlerde özelleştirmeye
gidildiği ve yetkilendirilmiş serbest veteriner hekimler tarafından
suni tohumlamanın yapılmaya başlandığı, bunun sonucunda 2002 yılında
Türkiye’de 624 bin baş olarak uygulanan suni tohumlama çalışmasının
2006 yılında 2 milyon başa ulaşmasının hedeflendiği,
- Su ürünleri
avcılığının tamamen özel sektöre ait tekneler tarafından yapıldığı,
av teknolojisinin ve teknelerin donanımının yetersiz olması nedeniyle
açık deniz balıkçılığının ülkemizde gelişemediği, balıkçı gemilerine
1 Ocak 2004 tarihinden itibaren özel tüketim vergisi alınmadan akaryakıt
temin edilmesi imkanının sağlandığı,
- Çay işletmeleri Genel Müdürlüğünün,
yıllara göre değişmekle birlikte, yaklaşık 900 bin ile 1 milyon ton
olan yaş çay rekoltesinin yüzde 55 ila 60’ını 46 adet yaş çay fabrikasında
işlemekte olduğu, ÇAYKUR’un yaş çay alımları 2002 yılında 552 bin ton
iken, bu rakamın 2006 yılında 627 bin ton olarak gerçekleşeceği,
- Et ve
Balık Kurumunun, 1990’ların başında özelleştirme kapsamına alındığı, bu süreç içerisinde özelleştirilemediği,
halen Van, Erzurum, Ağrı, Bingöl,
Diyarbakır, Sincan ve Adapazarı’ndaki kombinaların faaliyette olduğu,
nitekim, sektörün ihtiyaçları doğrultusunda özelleştirme kapsamından
çıkarılarak Bakanlığın ilgili kuruluşlarından biri haline getirildiği,
böylece söz konusu Kurumun, tekrar ülkemizdeki et piyasasını düzenlemesi
ve piyasada oluşabilecek tekelleşmenin önüne geçmesi yönünde
önemli bir adımın atıldığı,
-Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerindeki
28 ilde hayvancılığın tekrar canlandırılması amacıyla TAR-ET projesinin
geliştirildiği, proje kapsamında sözleşmeli besicilik yapan işletmelerin
bölgesel bazda destekleneceği ve elde edilecek ete teşvik primi verileceği,
böylece Et ve Balık Kurumunun üretilecek kaliteli kırmızı eti,
oluşturacağı bayilik sistemiyle tüketiciye sunarak piyasayı
düzenleyici rol üstleneceği,
- Ülkemizin başta kuraklık olmak üzere
sel, dolu, don gibi doğal afetlerin sık sık vuku bulduğu bir coğrafyada
yer aldığı, tarımsal faaliyetlerin doğası gereği bu afetlerden etkilendiği,
üreticilerin doğal afetler karşısındaki mağduriyetlerinin giderilmesi
amacıyla yıllardır çıkarılamayan Tarım Sigortaları Kanununun
yürürlüğe girdiği,
- Türkiye’nin tarımsal üretim bakımından
farklı toprak, iklim ve coğrafi özelliklere sahip bir ülke olduğu,
ülke genelinde, değişik ekolojik özelliklere sahip 24 ana havza,
80 adet de mikro havza bulunduğu, bu havzalarda, ülkemize özgü ve
dünya piyasalarında değeri olan stratejik ürünlerin yetiştirilmesinin
mümkün olduğu, ülkemiz kaynaklarının rasyonel kullanımı açısından,
hangi havzada hangi temel ürünün ya da ürünlerin yetiştirilmesine
karar verilmesi ve teşviklerin bu şekilde düzenlenmesinin çok büyük
önem arz ettiği,
- Ülkemizde ortalama parsel büyüklüğünün
bir hektara kadar düştüğü, bu durumun tarımsal yapıyı ve üretimi
olumsuz yönde etkilediği, bu nedenle tarım işletmelerinin ve arazilerin
mirasa konu olmaktan çıkarılarak bölünmelerinin önlenmesi ve
bu konuda uygulamaya yönelik sıkıntıların giderilmesi amacıyla
Tarım Bakanlığı, Adalet Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığıyla müştereken
mevzuatta değişiklik çalışmalarının başlatıldığı,
- Avrupa Birliğinin hibe destekleri ve
ulusal kaynaklarla tarım sektörünün sürdürülebilir gelişmesine,
Avrupa Birliğinin ortak tarım politikası, gıda güvenliği, veterinerlik
ve bitki sağlığı politikalarıyla ilgili müktesebatının uygulanmasına
ve ayrıca kırsal alanların sürdürülebilir kalkınmasına yönelik
destek sağlanacağı; Avrupa Birliği fonlarının kullanılmasına
yönelik olarak, Kırsal Kalkınma Planının hazırlanmakta olduğu,
projeye dayalı olarak hibe yoluyla elde edilen kaynakları yönetmek
üzere Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumunun kurulacağı,
bununla ilgili kanun tasarısının Türkiye Büyük Millet Meclisi komisyonlarında
halen görüşülmekte olduğu,
- Ülkemizin meyve üretimi açısından önemli
bir potansiyele sahip olduğu, ancak dış pazarların istediği çeşit
ve kalitede üretim yapılamadığından bu potansiyelin yeterince
değerlendirilemediği,
- Amerika Birleşik Devletleri, Kanada
gibi bazı ülkelerde de uygulanan sıfır işlemeli tarım uygulamasına
bizim ülkemizde de geçilmekte olduğu, gelecek beş yıl içerisinde
ülkemizde bulunan 5 milyon hektar nadas alanının yüzde 50’sinde sıfır
işlemeli tarım uygulamasına geçileceği,
ifade edilmiştir.
2.2.6. 9.11.2006 tarihinde Sanayi
ve Ticaret Bakanlığı bütçesi üzerinde yapılan görüşmelerde;
- 2001 yılında yaşanan ekonomik kriz sonucunda
Türk imalat sanayiinin rekabet gücünün azaldığı, imalat sanayiinin
ara malı ve girdi kullanımı yönünden dışa bağımlı hale geldiği, toplam
ithalat içinde ara malları tutarının 2002 yılındaki 37.4 milyar dolar
düzeyinden 2006 yılı Eylül ayı itibarıyla 72,3 milyar dolara çıktığı,
sanayi üretiminin ara mal ve girdi kullanımı yönünden dışarıya bağımlılığının
artıyor olmasının Türk sanayisinin en büyük sorunu olduğu, son on
sekiz çeyrekte büyüdüğü söylenen Türk ekonomisinin sürdürülebilir
büyümesinin imalat sanayiinin dışa bağımlılığının azaltılmasına
ve rekabet gücünün artırılmasına bağlı olduğu,
- Sanayi
ve Ticaret Bakanlığı bütçesinin Sanayi ve Ticaret Bakanlığının
rutin faaliyetlerini yürütecek büyüklükte olduğu, ancak Bakanlığın
öngörülen ödeneklerle, Devlet Planlama Teşkilatıyla işbirliği
içerisinde bir sanayi stratejisi oluşturamayacağı, nitekim Bakanlığın
bütçesinde 2006 yılına göre ancak yüzde 1,8 oranında bir artışın öngörüldüğü,
milli gelirin 2007’de nominal olarak yüzde 12,3 oranında artacağı
öngörüsüyle birlikte düşünüldüğünde, yüzde 1,8 oranındaki artışın,
gerçekte 2007 yılında yüzde 10’un üzerinde bir reel düşüş manasına
geleceği,
- Sanayi
ve Ticaret Bakanlığının esnafa ve organize sanayi bölgelerine
yönelik olarak memnuniyet verici
çalışmalar yaptığı, ancak bu hizmetlerde bir küçülmenin olacağının
bütçe büyüklüklerinden anlaşıldığı,
- İstihdamdaki
artış oranlarının 2003 yılında 2,7, 2004’te 3,7, 2005’te ise 7,3 olduğu, buna karşın Türkiye’de
aktif nüfusun yüzde 1,3; çalışabilir nüfusun yüzde 1,7 oranında arttığı, bu durumun, sanayinin bütün eleştirilere
rağmen gelişme seyrinde olduğunu gösterdiği,
- Sanayi
sektörünün asıl sıkıntısının yüzde 30’lara varan kayıtdışılık olduğu,
ayrıca kayıtdışılığın giderek artma eğilimi gösterdiği,
- Ülkemizde
birçok şehirde büyük ortaklıklar şeklinde örgütlenen alışveriş
merkezlerinin yaygınlık kazandığı, bu nedenle Sanayii ve Ticaret
Bakanlığının küçük ölçekli firmaları korumak amacıyla düzenlemeler
yapmasının gerekli olduğu,
- Küçük
ve orta büyüklükteki işletmeler açısından enerji girdisinin en
önemli maliyet unsuru olduğu, söz konusu maliyetin bu işletmelerin
özellikle AB ülkelerine karşı rekabet gücünü olumsuz etkilediği,
- Üretici
birliklerine kullandırılan kredilerin faiz oranlarında belirli
bir düşüş yaşanmakla birlikte enflasyondaki düşüş karşısında faiz
oranlarındaki düşüşün oldukça yetersiz olduğu, nitekim enflasyon
yüzde 70-80 düzeyinde iken söz konusu faiz oranlarının yüzde 37’ler
düzeyinde bulunduğu, ancak enflasyonun yüzde 10’lara düştüğü bir
ortamda faiz oranlarının yüzde 13’ün üzerinde olmasının haklı görülecek
bir yanının bulunmadığı,
- Cari
açığın; ithalat ve ihracat arasındaki farkın döviz gelirleriyle
kapatılmayan kısmı olduğu için ihracatın daha hızlı artırılması
ve diğer yandan ithalatın frenlenmesinin gerekli olduğu, 2006 yılında
ocak-eylül döneminde cari açığın bir önceki yılın aynı dönemine göre
yüzde 59 oranında artış göstererek 25,3 milyar dolara ulaştığı, cari
açığın sadece bir ödeme ve denge sorunu
olarak düşünülmesinin son derece yanlış olduğu, bu tarz bir bakış
açısının ülke ekonomisini uzun vadede büyük krizlere götüreceği,
- Son yıllarda
ekonomik canlanma sonucunda tarım sektöründen sanayii sektörüne
önemli ölçüde işgücü kaymasının görüldüğü, tarımdaki çözülmenin
sanayide kapasite kullanımının artırılması ve yeni yatırımlarla
karşılandığı, Sanayi ve Ticaret Bakanlığının yapmakta olduğu çalışmalar sonucunda
işsizlik oranlarının düşmesinin beklendiği,
- Ülkemizde
KOBİ’lerin en çok pazarlama, planlama ve finansman faaliyetlerinde
sıkıntı yaşadığı, bilimsel olmayan çalışma yöntemleri, finansman
sıkıntıları, teknolojik yetersizlikler ve pazarlama sorunlarıyla
karşı karşıya bulunan KOBİ’lerin bu sorunlarının çözümü için Bakanlığın
yürüttüğü çalışmaların desteklenmesi gerektiği,
- Organize
sanayi bölgelerinin ve küçük sanayi sitelerinin Bakanlık tarafından
yönlendirilmesi ve desteklenmesiyle
buralarda planlı ve şehir bütünlüğüne uygun bir kalkınma modelinin yaşama geçirilebileceği,
böylece Türk sanayiinin gelişmiş ülkeler düzeyine çıkacağı,
- Özellikle
son yıllarda ülkemizde de üretimi yaygınlaşan bio-dizel yakıtın sanayide
kullanımının yaygınlaştırılması gerektiği, bu nedenle ülkemizde
ekilebilir arazilerde bio-dizel üretiminde hammadde olarak kullanılan
bitkilerin ekiminin teşvik edilmesinin yararlı olacağı,
- Yüksek
KDV ve ÖTV oranlarının sanayi üretimini ve sanayi sektörünü olumsuz
etkilediği, Sanayi ve Ticaret Bakanlığının gerekli çalışmaları
yaparak sanayi kesiminde faaliyet gösteren firmalar açısından bazı
kolaylıklar getirmesinin yerinde olacağı,
- Ülkemizde
özellikle son yıllarda sanayi sektöründe yaşanan atılımın devam
etmesi için KOBİ’lerin desteklenmesi gerektiği, Sanayi ve Ticaret
Bakanlığının bu yönde başlattığı uygulamaların devam etmesinin
son derece önemli olduğu,
şeklindeki görüş ve eleştirileri müteakip,
Hükümet adına yapılan tamamlayıcı açıklamalarda;
- Türkiye’nin,
son 4 yılda sağlamış olduğu siyasi istikrarla birlikte ekonomide
de dünyada örnek gösterilen bir performans sergilediği, gayrisafi
milli hasılanın 18 çeyrektir araklıksız büyüdüğü ve kişi başına
milli gelirin 5 bin dolar seviyesine çıktığı, yaşanan istikrar ortamıyla
birlikte enflasyonun tek haneli rakamlara ulaştığı, özelleştirme
ve doğrudan yabancı yatırım girişlerinde rekor denilebilecek artışlar
elde edildiği, bütün bu gelişmelerin odağında ise sanayi sektörünün
bulunduğu,
- Özellikle
1980 sonrasında ithal ikameci politikanın terk edilmesini müteakip
uygulamaya konulan ihracata yönelik büyüme politikalarıyla
rekabete açık piyasa ekonomisinin geliştirilmesi yönünde önemli
gelişmelerin kaydedildiği,
- Ortalama
yıllık büyüme oranı 1980-1990 döneminde yüzde 6,6 iken 1990-2001 döneminde
yüzde 3,7’lere gerilediği, ancak 2002-2006 döneminde ortalama yüzde
8,2 olarak gerçekleşen bu büyümenin yanı sıra; sanayinin gayrisafi
milli hasıla içindeki payının 1980'de yüzde 18,3 olduğu, bu payın
2002 yılında yüzde 25,6'ya, 2006 yılının ilk yarısında ise yüzde
27,6'ya ulaştığı,
- Büyümenin
en önemli yansımasının dış ticarette gözlemlendiği, toplam ihracat
içerisindeki imalat sanayii mallarının payının sürekli arttığı,
2000 yılında 25,5 milyar dolar olan payın, 2002 yılında 33,3 milyar dolara
ve 2005 yılında 68,8 milyar dolara ulaştığı ve imalat sanayii mallarının
toplam ihracatın yüzde % 93,7’sini oluşturduğu,
- Ekonomideki
büyümenin bir sonucu olarak, ithal edilen yatırım ve ara mallarının
hacminin de arttığı, toplam ithalatın 1980-2002 yılları arasında
7,5 milyar dolardan 51,5 milyar dolara yükseldiği, 2006 yılının ilk
dokuz ayında ise 100 milyar dolar olarak gerçekleştiği,
- Hazırlanan
sanayi politikalarının temel amacının; artan dünya rekabet şartları
altında, sanayinin rekabet gücünü ve verimliliğini artırarak,
özel sektör öncülüğünde dışa dönük bir yapı içinde, sürdürülebilir
büyümeyi devam ettirmek ve markalaşmak olduğu, bu çerçevede, sanayi
politikalarının tüm firmalara yönelik olarak yatırım ve iş yapmanın
önündeki engellerin kaldırılmasına ve verimliliğin arttırılmasına
yönelik tedbirleri de içinde barındırdığı,
- Ülke
kalkınması ve dünya pazarlarında rekabetçi olunabilmesi için sanayinin
geliştirilmesi, sanayinin gelişmesi için de uygun üretim ve gelişim
alanlarını temininin şart olduğu, bu bakımdan, Ar-Ge çalışmalarına
fevkalade önem verildiği, bu itibarla bölgesel kalkınma hedefleri
doğrultusunda geri kalmış bölgelerin kalkınmalarını teşvik ederek,
gelir dağılımındaki bozulmanın önüne geçilmeye çalışıldığı, bu
bağlamda sanayi yatırımlarının geri kalmış bölgelere çekilmesinin
amaçlandığı,
- Toplam
19.587 hektar büyüklüğünde, 87 adet organize sanayi bölgesi projesinin
alt yapı inşaatının tamamlanarak sanayicilerin hizmetine sunulduğu,
bunun yanı sıra 87.345 işyerinden
oluşan 393 adet küçük sanayi sitesinin üst yapı ve alt yapı inşaatının
tamamlandığı, bu bölgelerde 29.240 adet tesisin üretime geçtiği,
üretime geçen bu tesislerde 628.000 kişiye doğrudan iş imkanının
sağlandığı, söz konusu bölgelerde tam kapasiteyle üretime geçildiğinde
toplam 986.000 kişilik doğrudan istihdamın sağlanacağı,
- 2006 yılı
yatırım programında 107 adet OSB, 65 adet küçük sanayi sitesi projesinin
yer aldığı, bu projeler için ayrılan toplam 124.139.000 YTL’lik ödeneğin
02.11.2006 tarihi itibariyle 70 trilyon lirasının fiilen kullanılarak
projelerin hızla tamamlanmaya çalışıldığı,
- Sanayi
sektöründe rekabet gücünün artırılabilmesi için bir yapısal dönüşümün
sağlanmasının, emek yoğun teknolojilere dayalı sektörler ve yatırım
konuları yerine, ileri teknolojilere dayalı sektörler ve yatırım
konularının ön plana çıkarılmasının ve sınai Ar-Ge projelerinin
desteklenmesinin büyük önem arz ettiği, bu dönüşümün gerçekleştirilebileceği
yegane yerin, uygulamaya konulan teknoloji geliştirme bölgeleri
olduğu,
- Ülkemizde
üniversite-sanayi-kamu işbirliğinin güçlendirilmesi, sanayide
teknoloji ve Ar-Ge kültürünün yaygınlaştırılması ve Türk sanayinin
uluslararası pazarlarda rekabet edebilir bir seviyeye getirilmesi
amacıyla kısa adı San-Tez olan sanayi tezleri projesinin başlatıldığı,
söz konusu tezlerde, sanayicilerin ve ekonomik hayatın ihtiyacı
olan konuların seçildiği ve bu projelerin ilim heyetleri tarafından
değerlendirilerek desteklendiği,
- 01/10/2006
tarihi itibariyle Türkiye genelinde toplam 6.763 akaryakıt ve otogaz
istasyonunun denetlendiği, bunlardan lisanssız faaliyet gösterdiği
tespit edilen 503 adedinin Bakanlıkça mühürlenerek faaliyetlerinin
durdurulduğu,
- Sanayi
ve Ticaret Bakanlığı ile Bayındırlık ve İskan Bakanlığı arasında
yapı malzemelerinin denetlenmesi amacıyla protokol imzalandığı,
bu protokol ile; deprem kuşağında olan ülkemizde yaklaşık 600 yapı
malzemesinin standartlara uygun hale getirilmesinin sağlanmasının
hedeflendiği, bu amaçla 1'nci derecede deprem bölgesi sayılan 18
ilde denetimlerin hızla sürdürüldüğü,
- Avrupa
Birliği teknik mevzuatının uyumlaştırılması konusunda gerek direktif
sayısı, gerekse bu direktiflerin niteliği açısından ülkemizde
en büyük sorumluluğun Sanayi ve Ticaret Bakanlığına düştüğü, malların
serbest dolaşımı kapsamında; toplam 162 adet Avrupa Birliği mevzuatından
159 adedinin; "CE" işareti gerektiren konularda da 17 direktiften
16'sının uyumlaştırıldığı ve yürürlüğe konulduğu,
- 2006 yılının
ilk dokuz ayında toplam 40.903 şirketin ve firmanın açıldığı, geçen
yılın aynı dönemine göre artışın yüzde 13,1 olduğu, söz konusu dönemde
7 bin şirketin ve firmanın kapandığı,
bu kapanışların çoğunun da 2001 yılında yaşanan kriz dolayısıyla
mahkemelere intikal eden tasfiye olaylarından kaynaklandığı,
- 54 ilde
ve 23 ürün konusunda yaklaşık 700 bin ortağa hizmet sağlayan tarım
satış kooperatifleri ve birliklerinin de Bakanlığın bir diğer
önemli görev alanını oluşturduğu, geçmişte yaşanan uygulamalar
sonucunda bu kooperatif ve birliklerin, kuruluş amaçlarından oldukça
uzaklaştığı; ancak Dünya Bankasının finansman katkısıyla başlatılan
tarım reformu uygulama projesi olan (ARİP) çerçevesinde, birliklerin
yönetimlerinin özerkleştirilmesi, mali yapılarının güçlendirilmesi
ve demokratik kooperatifçilik ilkelerine göre hareket edebilen
bir seviyeye getirilmesi amacıyla yürütülen yeniden yapılandırma
faaliyetlerine hızla devam edildiği,
- Yeniden
yapılandırma konusunda başarı gösteren FİSKOBİRLİK, Gülbirlik,
Kozabirlik ve Tiftikbirlik’e ilişkin yeniden yapılandırma sürecinin
tamamlanmasına, 8 birliğe; teknik, mali, ticari, insan kaynakları
ve hukuki konularda destek sağlanmasına yönelik çalışmalara devam
edildiği, 2003-2006 döneminde, Destekleme ve Fiyat İstikrar Fonundan
ayçiçeğine 239, pamuğa 863, zeytin ve zeytinyağına 319, üzüme 317,
incire 47, kayısıya 41 ve Antep fıstığı ve kırmızı bibere de 41 milyon
YTL olmak üzere birliklere toplam 1,867 milyon YTL kredi sağlandığı,
-
2002-2006 (ağustos) döneminde 828.270 esnaf ve sanatkârın yeniden iş hayatına
başladığı, bunun yanı sıra sicil affından 825 bin kişinin yararlandığı,
yürürlüğe giren 5362 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar Meslek Kuruluşları
Kanunuyla ilgili yönetmeliklerin ve ana sözleşmelerin tamamlandığı,
uygulanmakta olan e-esnaf projesi ile artık bütün esnafın bilgisayar
ortamında takip edilebildiği,
- KOBİ
olarak tabir edilen küçük ve orta büyüklükteki işletmelerin, sosyal,
siyasal ve ekonomik dengeler üzerinde tartışılmaz önem ve etkinliklerinin
olduğu, bu nedenle KOBİ’lerin gelişmeleri
için her türlü desteğin sağlandığı, KOBİ’lere en fazla desteğin Sanayi
ve Ticaret Bakanlığına bağlı KOSGEB
İdaresince sağlandığı, bu bağlamda KOSGEB’in destek, politika ve
stratejisinin de yeniden belirlendiği ilk defa hedefe dayalı destekleme
sisteminin geliştirildiği,
- Türkiye
Şeker Fabrikaları A.Ş. tarafından, 2005-2006 kampanya döneminde;
22 fabrikada 253 bin çiftçi tarafından üretilen toplam 9 milyon 603
bin ton pancarın satın alındığı, 1 milyon 332 bin ton şeker üretildiği,
bunun yanı sıra şeker piyasasında dengelerin korunması için çalışmaların
yapıldığı,
- Sanayi
ve Ticaret Bakanlığınca, sanayi işbirliğinin geliştirilmesi ve
2010 yılına kadar Akdeniz Bölgesinde bir serbest ticaret alanının
oluşturulmasının hedeflendiği, bunun yanı sıra iç piyasada Enerji
Piyasası Düzenleme Kuruluyla yapılan protokoller çerçevesinde
başta akaryakıt olmak üzere diğer konularda da çalışmaların sürdürüldüğü,
ifade edilmiştir.
2.2.7. 16.11.2005 tarihinde Enerji
ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Petrol
İşleri Genel Müdürlüğü ile Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü bütçeleri üzerinde yapılan görüşmelerde;
-Ham petrol varil fiyatında görülen her
bir dolarlık artışın, Türkiye’nin toplam enerji maliyetine 455 milyon
dolarlık ek yük getirdiği, enerji hammaddesi kullanımımızda petrolün
ilk sırada yer aldığı, Türkiye’nin enerjide dışa bağımlı bir ülke
olma konumundan çıkarılması gerektiği,
- Alternatif
enerji kaynakları arama faaliyetinin büyük miktarda sermaye gerektirdiği,
yerli sermaye temin edilemediği için arama faaliyetlerinin yabancı
sermaye tarafından yürütüldüğü, Türkiye’de enerji yatırımlarının
toplam sabit sermaye yatırımları içindeki payının 2005 yılında
yüzde 4,7 olarak gerçekleştiği, 2006 yılında ise yüzde 4,6 olarak tahmin edildiği ve 2007 programında
da 4,9 olarak öngörüldüğü, bu durumun enerjide dışa bağımlılığı
azaltma hedefiyle örtüşmediği,
- Enerji
talebinin her yıl arttığı, buna karşın enerji arzının yeterince artırılamadığı,
öte yandan enerjideki kayıp-kaçak oranının en aza düşürülmesi için
gerekli tedbirlerin alınmasının büyük önem taşıdığı,
- Türkiye’de
enerji tüketiminin dünya ortalamasının ve gelişmekte olan ülkeler
ortalamasının üzerinde arttığı, yıllık programda yer alan rakamlara
göre, Türkiye’de enerji tüketiminin, son yıllarda, bir önceki yıla
göre yüzde 6’nın üzerinde arttığı, bu artışın ise öncelikle yerel
ve yenilenebilir enerji kaynaklarından karşılanması gerektiği,
enerji alanında dış kaynak kullanımının, ancak yerel kaynakların
sonuna kadar değerlendirilmesinden sonra gündeme getirilmesinin
uygun olacağı,
- Nükleer
enerji santrallerinin ülkemiz için aciliyet teşkil etmediği; öncelikle
rüzgar ve güneş enerjisi gibi yerli ve yenilenebilir kaynakların
kullanımının amaçlanması gerektiği,
- Türkiye’de
kurulu santrallerin önemli bir bölümünün yap-işlet-devret veya
yap-işlet modeliyle kurulduğu, bu
santrallerin ürettikleri elektrik enerjisinin belirli bir fiyattan
ve kamu tarafından satın alınması zorunluluğunun enerji alanında
serbest piyasa oluşumunun önündeki en büyük engellerden birisi olduğu,
bu alanda kamunun üzerindeki yükün kaldırılmasının bir gereklilik
olduğu,
- Ülkemizde
yüzde 30’lara varan bir enerji tasarrufu potansiyelinin mevcut olduğu
ve bu potansiyelin de yüzde 10-15’inin herhangi bir masraf gerektirmeden,
sadece bilinçlendirme, eğitim ve yönlendirmeyle kullanılabileceği,
Bakanlığın halkın enerji tasarrufu
konusundaki eksikliğini de göz önüne almasının faydalı olacağı,
- Avrupa’nın
birçok ülkesinde elektrik üretiminde nükleer enerjinin payının
yüzde 34 civarında olduğu, ilerleyen yıllarda potansiyel kaynakların
tümünün kullanılması halinde bile Türkiye’nin nükleer enerjiye
ihtiyaç duyacağı, bu nedenle Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının
bu yönde çalışmalar yapması gerektiği,
- Yenilenebilir
ve yerli enerji kaynakları olarak biodizel ve biobenzin üretimiyle
ilgili çalışmaların ülkemiz açısından son derece önemli olduğu,
bu çalışmaların hem üniversitelerce hem de Bakanlıkça desteklenmesi
gerektiği,
- Devlet
Su İşleri Genel Müdürlüğünün, su ve toprak kaynaklarının geliştirilmesinden
sorumlu ana kuruluş olduğu, bu anlamda bir ayağı tarım sektöründe
diğeri de enerji sektöründe olan bu kuruluşa 2007 yılında yatırım
miktarı olarak 2,640 milyon YTL ayrıldığı, bu denli önemli fonksiyonları
olan bir kuruluşa 2007 yılı bütçe ödenek teklif toplamı içerisinde
yaklaşık yüzde 2’ye tekabül eden payın yeterli gelmeyeceği,
- Petrol
yönünden zengin komşu ülkelerin pek çoğunun Türkiye kadar zengin
su kaynaklarına sahip olmadığı, bu durumun önemli bir ayrıntı olduğu,
Türkiye’nin sahip olduğu su kaynaklarını en iyi şekilde kullanabilmesi
için öncelikle barajların verimli kullanılması, su tasarrufu sağlayan
sulama tekniklerinin yaygınlaştırılması gibi tedbirlerin alınması
gerektiği, bu alanlarda yapılacak çalışmaların hem tarım hem de
enerji sektörüne katkı sağlayacağı,
- Güneydoğu
Anadolu Projesi çerçevesinde yürütülen sulama faaliyetlerinde
son yıllarda kayda değer bir ilerlemenin gerçekleştirilemediği,
bölgenin ekonomik yapısı ve geçim kaynakları da dikkate alındığında
güneydoğuya yönelik bu projenin desteklenmesinin öneminin açıkça
ortada olduğu,
- Devlet
Su İşleri Genel Müdürlüğünün, özellikle baraj yatırımlarıyla ilgili
ödeneklerinin sınırlanmaması gerektiği, tamamen yerli kaynaklarla
elektrik üretimine katkı sağlayan baraj yapımlarının hızlandırılmasının
ülke ekonomisine ve enerji sektörüne katkı sağlayacağı,
- Doğal gazın
sanayide, konutta ve elektrik üretiminde giderek daha yoğun bir biçimde
kullanılmakta olduğu, doğal gaz fiyatının şeffaf bir yöntemle belirlenmesi
gerektiği, dünyada petrol ve petrole bağlı ürünlerin fiyatları düşerken,
Türkiye’de doğal gaza yapılan zammın yüzde 27’nin üzerine çıkmış olmasının
sanayi ve enerji sektörünü olumsuz etkilediği,
- Devlet
Su İşleri Genel Müdürlüğünün içme suyuyla ilgili olarak, nüfusu
yüz bini aşan on altı şehirde çalışmalar yaptığı, bunların büyük
bir kısmının tamamlandığı ve hizmete sunulduğu; ancak, nüfusu yüz
binden fazla olan şehirlerde belediyelerin küçük belediyelere
göre ekonomik imkanlarının daha fazla olduğu, bu nedenle küçük illerin
içme suyu projeleri bakımından Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü
tarafından desteklenmesinin daha uygun olacağı,
- Enerji
ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının bir önceki döneme göre kaynakların
etkin kullanımı ve verimlilik hususunda başarılı bir tablo çizdiği,
bu dönemde elektriğe zam yapılmadığı gibi zaman zaman fiyatlarda
indirimlerin söz konusu olduğu, bu durumun tüketici açısından
olumlu sonuçlar doğurduğu,
- Enerji
ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının maden yataklarının tespiti ve madenlerin
çıkarılması konusunda başarılı çalışmalar yaptığı; ancak fosfat
madeninin hiç gündeme getirilmediği, oysa ülkemizde gübre olarak
kullanılan fosfat madeninin çıkarılmasını hızlandıracak çalışmaların
tarım sektörüne de katkı sağlayacağı,
- Doğalgaz
fiyatlarında yaşanan zamların başlıca sebebinin BOTAŞ’ın doğalgaz
kullanan kamu kurumlarından alacaklarını tahsil edememesi olduğu,
bu sorunun bir an önce çözülmesi gerektiği, öte yandan BOTAŞ’ın doğalgaz
alımına ilişkin pazarlıklarda yeterince başarılı olamadığı,
şeklindeki görüş ve eleştirileri müteakip,
Hükümet tarafından yapılan tamamlayıcı açıklamalarda;
- Ülkemizin
kalkınması açısından büyük öneme sahip olan enerji sektörünün strateji
ve planlarının belirlenmesine yönelik çalışmaların hızla netleştirildiği,
bununla ilgili olarak, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının; yeni
ve yenilenebilir kaynaklara önem veren, dışa bağımlılığı en az düzeye
indirmeyi hedefleyen, jeopolitik konumumuzu bir enerji terminali
olma yönünde değerlendiren, kamu yararı ve tüketici haklarını
gözeten, serbest piyasa uygulamaları içinde kamu ve özel kesim
imkânlarını harekete geçirerek bir enerji politikası izlediği,
- Enerji
ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının yerine getirdiği hizmetler itibariyle
bir yatırım, işletme ve servis bakanlığı olduğu, bu nedenle hizmet
kalitesinin en üst seviyelere çıkarılmaya çalışıldığı, Bakanlık
bünyesinde 65-70 milyar dolarlık bir portföyün bulunduğu, bu kadar
büyük ölçüde portföyü yönetirken izlenecek politikaların uzun
vadeli olarak belirlenmesinin gerekli olduğu,
- Bakanlığın
ana enerji politika ve stratejilerinin; enerji kullanımında verimliliğin
ve yakıt esnekliğinin arttırılması, üretimde alternatif enerji
kaynağı kullanımına olanak sağlanması, Ortadoğu ve Hazar petrol
ve doğalgazının piyasalara ulaştırılması sürecine her aşamada
katılımın sağlanması ve enerji sektörünün işleyen bir piyasa olarak
şeffaflığı esas alacak şekilde yapılandırılması
olduğu, yapılan çalışmaların bu sayılan politika ve stratejilere
uygun olarak yürütüldüğü,
- Avrupa
Birliği müktesebatına uyumun sağlanması ve enerji sektöründe piyasa
mekanizmasının oluşturulmasına yönelik önemli adımların atıldığı,
bu amaçla yurtdışında incelemelerde bulunulduğu, konuyla ilgili
taramaların yapıldığı, öte yandan diğer pek çok sektörle mukayese
edildiğinde, enerji sektörünün Avrupa Birliğine uyumu daha önceden
tamamladığı,
- Enerji
planlaması, yerli kaynak kullanımının artırılması, arama ve üretim
seferberliği ile yatırımlar konusunda önemli adımların atıldığı,
toplam yirmi sahada devam eden kömür arama seferberliği sonucunda
800 milyon ton linyit kömürünün tespit edildiği, bu miktarda bir rezervin
16 milyar dolar değerinde olduğu, yapılan çalışmaların ülke ekonomisine
katkı sağlamasının sevindirici olduğu,
- Enerji
maliyetlerinin düşürülmesinin öncelikli hedef olduğu, yapılan
çalışmalar sonucunda dört yıldır elektrik fiyatlarının artmamasının
sağlandığı, aksine fiyatların zaman zaman düşürüldüğü; bu düşüşün
konutlarda yüzde 1,5, sanayide yüzde 6,5 oranında gerçekleştiği,
elektrik fiyatlarında görülen bu düşüşün temelinde yerli kaynaklara
verilen önemin ve kayıp kaçakla yapılan mücadelelerde elde edilen
başarılı sonuçların yattığı,
- Enerji
sektöründe, uluslararası bölgesel girişimler ve uluslararası
projelerde çok önemli adımların atıldığı; Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanlığı olarak, ülkemize mukayeseli bir üstünlük kazandıran
bazı ana faaliyetlerin ve uluslararası çalışmaların da yürütüldüğü,
Türkiye, Bulgaristan, Romanya, Macaristan’dan Avusturya’ya gidecek
boru hattının yapımını amaçlayan Nabuko Projesinin başarıyla
sürdürüldüğü,
- Günümüzün
en önemli projelerinden biri olan Bakü-Tiflis-Ceyhan Projesinin tam
zamanında bitirildiği, Türkiye’nin bu projenin üçte ikilik bir kısmını
gerçekleştirdiği, bu kısım gerçekleştirilirken Hazineden proje
için ayrılan kısmın kullanılmadığı, bunun yanı sıra Hazineye 338
milyon dolar da gelir sağlandığı,
- Elektrik
İşleri Etüt İdaresinin atıl bir kurum olmaktan çıkarıldığı, işlevini
etkin bir şekilde yerine getiren bir kurum haline getirildiği,
önümüzdeki günlerde iki senedir çalışmaları süren Türkiye’nin rüzgar
etüdünün açıklanacağı, bu çalışmaların rüzgar girişimcilerinin
yatırım yapmak istedikleri noktaları rahatça seçebilmelerine
olanak sağlayacağı,
- Geçmiş
yıllarda Türkiye’nin bor rezervinde birinci; ancak bor piyasasında
ikinci olduğu, yapılan çalışmalar sonucunda günümüzde bor rezerv
ve piyasasında Türkiye’nin birinci sıraya yükseldiği, araştırmalar
sonucunda borun artık çimento üretiminin yanı sıra, gübre olarak
da kullanılmaya başlandığı, böylece inşaat ve tarım sektöründeki
katkılarının da gözlemlenmeye başlandığı,
- Türkiye
Petrolleri Anonim Ortaklığının petrol aramaya ağırlık verdiği,
2002 yılına göre 2007 yılında petrol alanına yapılan yatırımların
yüzde 800 artış gösterdiği,
- Bütçeden
gerek Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığına, gerekse Devlet Su İşleri
Genel Müdürlüğüne ayrılan ödeneğin yeterli olmadığı; ancak cari
açığın azaltılması hedefinin de önümüzdeki yıllar açısından büyük
önem taşıdığı, bu nedenle söz konusu kuruluşların ödeneklerini
en etkili ve verimli bir şekilde kullanarak hizmetlerini sürdürecekleri,
hayati önem taşıyan yatırımlara öncelik tanınacağı,
- 2002 yılından
önce Türkiye’de sadece 6 ilde doğalgazın kullanıldığı, günümüzde
ise 40 ile doğalgazın ulaştırılmış olduğu, bu projelerin tamamının
BOTAŞ tarafından gerçekleştirildiği, Türkiye’nin enerji meselesinin bir milli mesele
olarak görüldüğü, bu konunun siyasi yönünden önce ekonomik ve kamusal
yönlerinin ele alınması gerektiği, Türkiye’nin geleceğini şekillendiren
enerji politikalarında BOTAŞ’ın da üzerine düşen görevleri yerine
getirdiği, doğalgaz alımı konusunda en çok üzerinde durulan ve
özen gösterilen aşamanın pazarlık aşaması olduğu, BOTAŞ’ın verimli
ve karlı bir kuruluş olduğu,
ifade edilmiştir.
2.2.8. 13.11.2006 tarihinde Türkiye
Büyük Millet Meclisi bütçesi üzerinde yapılan görüşmelerde;
- Özellikle uzun yıllar milletvekilliği
ve bakanlık yapmış olanların tüm zamanlarını devlet işine ayırdıkları,
bu süre içinde başka işle meşgul olamadıkları, bu nedenle emeklilikte
geçim sıkıntısı çektikleri, ülkemize değerli hizmetler sunmuş
olan emekli milletvekillerinin özlük haklarının iyileştirilmesi
gerektiği,
- Son yıllarda pek çok yasanın temel yasa
olarak görüşüldüğü, istisnai bir uygulama olması gereken temel
yasa uygulamasının uygulamada neredeyse kural haline getirildiği,
oysa bu uygulamanın yasaların gereği gibi tartışılmasına imkan
vermediği, öte yandan muhalefetin önerge verme hakkını bile kullanmaya
fırsat bulamadığı, TBMM Başkanlığının bu durumu tarafsız ve titiz bir şekilde değerlendirmesi
ve iktidar ve muhalefet arasında bir denge kurması gerektiği, müzakereci
demokrasinin beşiği olan TBMM’nin bu niteliğinin korunması konusunda
TBMM Başkanlığına önemli görev düştüğü,
- Son dört yılda TBMM’nin harcama yönetimi
konusunda genel bütçenin üzerinde bir performans gösterdiği, daha
az harcamayla daha çok ve verimli hizmet ürettiği, ayrıca 22 nci dönemde
TBMM’nin yurt içinde ve yurt dışında itibarının ve güvenilirlik düzeyinin
arttığı, bu durumun TBMM’nin kurumsal yetkinliğinin artmasından ve
milletvekillerinin tutum ve davranışlarından kaynaklandığı,
- Milletvekili dokunulmazlığının, haklarında
suç isnadı bulunan milletvekillerinin yargılanmasını önleyerek
söz konusu milletvekillerinin aklanma imkanını ortadan kaldırdığı,
bu nedenle yasama dokunulmazlığının eskiden olduğu gibi kürsü
dokunulmazlığıyla sınırlandırılması gerektiği, hiç olmazsa dokunulmazlığının
kaldırılmasını isteyen milletvekillerine bu imkanın sağlanması
gerektiği,
- Milletvekili dokunulmazlığının kamu
personelinin yargılanma usulüyle birlikte ele alınmasının ve buna
göre sınırlandırılmasının daha uygun olacağı, aksi takdirde kamu
personelinin yargılanmasının milletvekillerine oranla daha zor
hale geleceği, bu durumun demokrasiyle bağdaşmayacağı,
- Yürütme organının Meclis Araştırma Komisyonlarının
raporlarında yer alan önerileri dikkate almadığı, bu durumda söz
konusu çalışmaların zaman ve kaynak israfından öte bir anlam taşımayacağı,
TBMM Başkanlığının bu soruna bir çözüm bulması gerektiği,
- TBMM’nin gerek idari gerekse siyasi bakımdan
gerçekleştirdiği atılımların göz ardı edilmemesi gerektiği, son
yıllarda TBMM’de sunulan hizmetlerin kalitesinin hızla arttığı,
kurumsal bir kimlik oluşturulduğu, AGİT, NATO, BM, AP gibi platformlarda
başarılı bir parlamenter diplomasinin yürütüldüğü, TBMM’nin halka
açılarak halkla bütünleştiği,
- Milletvekillerinin ve bakmakla yükümlü
oldukları kimselerin tedavilerinin genel sağlık sigortası kapsamına
girip girmediği hususunun tereddütlere yol açtığı, bu konunun
açıklığa kavuşturulmasında yarar görüldüğü,
şeklindeki görüş ve eleştirileri müteakip,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı tarafından yapılan tamamlayıcı
açıklamalarda;
- 2003, 2004 ve 2005 yıllarında olduğu gibi
2006 yılında da Türkiye Büyük Millet Meclisi harcamalarında tasarrufa
büyük önem verildiği ve başlangıç ödeneğinin altında harcama yapıldığı,
nitekim 340 milyon 866 bin YTL olan
2006 yılı bütçesinden ekim 2006 itibariyle 225 milyon 316 bin 827
YTL’nin harcanmış olduğu,
- TBMM’nin sağlık, ısı ve telefon giderlerinde
önemli tasarrufların sağlandığı, örneğin 2004 yılında telefon giderleri
7,2 milyon YTL iken, 2006 yılında bu giderin 5,3 YTL olmasının beklendiği,
aynı şekilde tedavi kurumlarıyla yapılan sözleşmeler ve fatura incelemesi sonucunda sağlık harcamalarından
önemli ölçüde tasarruf edildiği, önceki yılların aksine 2006 yılı
sonunda sağlık harcamalarının başlangıç ödeneğinin altında kalacağının
anlaşıldığı,
- Kalite Yönetim Sistemi uygulamasıyla
TBMM’nin daha verimli ve kaliteli işleyen bir kurum olmasının sağlandığı, nitekim TBMM’nin ISO 9001 Kalite Yönetim
Sistemi Belgesi almaya hak kazandığı,
- 2007 yılında yeni kütüphane, arşiv ve
milletvekili çalışma ofisleri, milletvekili odalarındaki telefon
sistemlerinin yenilenmesi, TBMM televizyonu için görüntülü arşiv
ve otomasyon sistemi alımı, TBMM televizyonunun arşiv kapasitesinin
artırılması, komisyonlarda ve toplantı salonlarında ses sistemlerinin
yenilenmesi gibi yatırımların gerçekleştirileceği; TBMM’ye bağlı
milli saraylara ilişkin olarak ise, CCTV (kapalı devre) güvenlik sisteminin
kurulması, elektronik rehber, obje ve envanter takip sistemi, depo
ve müze binası iklimlendirme projesi gibi yatırımların yapılacağı,
-TBMM’nin kamuoyu nezdinde saygınlığının
hızla arttığı, sivil toplum kuruluşlarıyla yakın ilişki içerisinde
olunarak sosyal ve sanatsal faaliyetler ve bu amaçla gelen ziyaretçi
sayısında önemli artışların sağlandığı, TBMM’nin dış dünyada da ilgi
odağı haline geldiği, gelen yabancı heyet sayısında iki kata varan
artışların yaşandığı, nitekim TBMM’nin Birleşmiş Milletler, Avrupa
Parlamentosu gibi pek çok platformda başarılı bir örnek olarak değerlendirildiği,
- Milletvekili dokunulmazlığı konusunda
siyasi partilerin uzlaşarak bir çözüm bulabileceği, ancak bu konudan
doğrudan doğruya TBMM Başkanlığının sorumlu tutulamayacağı, bununla
birlikte milletvekillerinin yargılanıp aklanma hakkından mahrum
bırakılmaması gerektiği,
- TBMM’de yasama faaliyetinin etkili ve
verimli bir şekilde yürütülebilmesi için gerekli çabanın gösterildiği,
iktidar ve muhalefet arasında bir uzlaşma sağlanabilmesi için
TBMM başkanlığının her türlü girişimde bulunduğu, ancak bu çabalardan
her zaman tatminkar netice alınamadığı, esasen tamamıyla İçtüzük
hükümlerine göre işlem yapıldığı,
- Emekli milletvekillerinin maaşlarında
yapılacak iyileştirmenin siyasi partilerin uzlaşarak hazırlayacakları
bir kanun teklifinin yasalaşmasıyla olabileceği,
- Genel Sağlık Sigortası Kanununun milletvekillerinin
ve bakmakla yükümlü oldukları kimselerin tedavilerine ilişkin
3671 sayılı Kanunu açıkça yürürlükten kaldırmadığı, bu nedenle
söz konusu Kanunun yürürlükte olduğu, dolayısıyla bu kapsamda yapılan
tedavi yardımının yapılmasına devam edileceği, esasen bütçeye
buna ilişkin ödeneğin de konulmuş olduğu,
ifade edilmiştir.
2.2.9. 13.11.2006 tarihinde Cumhurbaşkanlığı
bütçesi üzerinde yapılan görüşmelerde;
- Cumhurbaşkanlığının politik bir makam
olmadığı, bir uzlaşma ve denge makamı olduğu, bu nedenle Cumhurbaşkanlığı
seçimi konusunda toplumsal mutabakata önem verilmesi gerektiği,
toplumsal mutabakat aranmaksızın parlamento çoğunluğuna dayanılarak
Cumhurbaşkanının seçilmesi halinde Cumhurbaşkanlığının tartışılan
bir makam haline geleceği, bu nedenle
seçilecek Cumhurbaşkanının halkın mümkün olduğunca geniş bir kesimi
tarafından benimsenmesi gerektiği,
- Cumhurbaşkanının Devletin başı olarak
başta anayasal ilkelerin gözetilmesi olmak üzere görevlerini titizlikle
yürüttüğü, nitekim Cumhurbaşkanlığının
toplum nezdinde en fazla güvenilirliğe ve saygınlığa sahip makam
haline geldiği, Cumhurbaşkanının kamu kaynaklarının etkin kullanılması,
saydamlık ve hesap verebilirlik konularındaki düşünce ve uygulamalarının
son derece doğru ve uygun bulunduğu,
- Cumhurbaşkanının Anayasada yer alan görev ve yetkilerine ilişkin
hükümleri yorumlama biçiminin ve kimi uygulamalarının zaman zaman tartışmalar yarattığı,
Cumhurbaşkanının seçimi sırasında sağlanacak toplumsal desteğin
ileriki yıllarda değişebileceği, nitekim geçmişte bunun örneklerinin
de görüldüğü,
- Cumhurbaşkanını, halen görevde bulunan
22 nci Dönem TBMM’nin İçtüzüğe ve teamüllere uygun olarak seçeceği,
bu konuda herhangi bir tereddüte ve endişeye gerek bulunmadığı,
TBMM’nin iradesinin halkın iradesinin yansıması olduğu, bu nedenle
meşruiyetinin tartışılamayacağı, Cumhurbaşkanlığı seçimine
farklı anlamların yüklenmesinin de doğru olmayacağı,
şeklindeki görüş ve eleştirileri müteakip,
Cumhurbaşkanlığı adına yapılan tamamlayıcı açıklamada;
- Bütçelerle Cumhurbaşkanlığına ayrılan
ödeneklerin tasarruflu ve verimli bir şekilde kullanılmasına
önem verildiği, ödeneklerin kullanılmasında ülkemizin ekonomik
koşullarının da gözetildiği, 1998-2005 döneminde Cumhurbaşkanlığı
bütçesinin reel olarak sürekli azaldığı,
ifade edilmiştir.
2.2.10. 13.11.2006 tarihinde Sayıştay
bütçesi üzerinde yapılan görüşmelerde;
- Sayıştayda boş bulunan üyelikler için
bir an önce seçim yapılması gerektiği, yeni Sayıştay Kanununa
ilişkin çalışmaların devam ediyor olmasının mevcut kanun hükümlerine
göre seçim yapılmasının önünde bir engel oluşturmadığı, bununla
birlikte yeni Sayıştay Kanununun da bir an önce çıkarılmasında yarar
bulunduğu, ancak Sayıştayda yapılacak önseçimin kaldırılarak
üyelerin doğrudan TBMM tarafından seçilmesinin, Sayıştayın tarafsızlık
niteliğine gölge düşürebileceği,
- TBMM adına denetim yapan Sayıştayın hazırladığı
raporların TBMM tarafından titizlikle değerlendirilmesi ve yürütme
organına gereğinin yapılması için uyarıda bulunulmasının kamu
kaynaklarının etkin ve verimli kullanımı bakımından büyük önem taşıdığı,
bu nedenle Sayıştay raporlarının görüşülmesine TBMM tarafından
daha fazla zaman ayırmasının ve bu
amaçla söz konusu raporların nasıl görüşüleceğine ilişkin olarak
İçtüzükte gerekli düzenlemenin bir an önce yapılmasının yararlı
olacağı,
- Sayıştay Kanun Teklifinde en çok tartışılan
konulardan birisinin üyelerin seçim yöntemine ilişkin düzenlemeler
olduğu, Sayıştay üyelerinin 1990 yılına kadar doğrudan TBMM tarafından
seçildiği, 1990 yılında yapılan düzenlemeyle Sayıştayın kendi
içinde bir ön seçim yapılması usulünün getirildiği, ancak, ön seçim
aşamasında zaman zaman sıkıntılar ve tıkanıklıklar yaşandığı, bu
nedenle Sayıştay üyelerinin eskiden olduğu gibi doğrudan TBMM tarafından
seçilmesinin en doğru uygulama olacağı, kendisi adına denetim yapan
Sayıştayın üyelerini doğrudan TBMM’nin seçmesinin gayet tabii olduğu,
şeklindeki görüş ve eleştirileri müteakip,
Sayıştay Başkanı tarafından yapılan tamamlayıcı açıklamalarda;
- Dünyada yaşanan gelişmelere paralel
olarak 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile Sayıştayın
denetim alanı, denetimin kapsamı, sorumlulukları, TBMM’ye rapor
sunma, uluslararası denetim standartlarına uygunluk gibi temel
konularda köklü değişikliklerin yapıldığı; Sayıştay denetiminin,
dolayısıyla TBMM denetiminin de kapsamının genişlediği, bu bağlamda
kamu kaynaklarını kullanan kamu idarelerinin hesap verme sorumlulukları
çerçevesinde performans denetimlerinin de Sayıştayın görev ve
yetkileri arasında düzenlendiği, Anayasanın Sayıştay denetimini
düzenleyen 160 ıncı maddesinde de Sayıştayın denetim alanını genişleten
düzenlemelerin yapıldığı, denetim kapsamında yer alamayan kimi
merkezi yönetim kuruluşlarının yanı sıra sosyal güvenlik kuruluşları
ile mahalli idarelerin de Sayıştay denetimine tabi tutulduğu,
- Sayıştayın görev alanındaki genişlemeye
ve denetimin niteliğinin geliştirilmesine paralel olarak, Anayasada
yer alan ilkelere ve uluslararası denetim standartlarına uygun
bir denetim anlayışına yasal zemin oluşturulması, tüm kamu kurumlarını
kapsayacak şekilde denetim alanının genişletilmesi, Parlamentoya
tarafsız, güvenilir ve etkin denetim raporlarının sunulması, Sayıştayın
yeni görevlerini etkin bir şekilde yerine getirecek organizasyon
yapısına kavuşturulması ve bunların yanı sıra yargı yetkisinin
kullanılmasına işlerlik kazandırılması amacıyla mevzuatta değişikliğe
ihtiyaç bulunduğu,
- 1050 sayılı Muhasebei Umumiye Kanununun
yürürlükten kaldırılması nedeniyle Sayıştayın denetim ve yargılama
faaliyetlerinde bazı boşlukların meydana geldiği, benzer şekilde
mahalli idarelerin denetiminde de mevzuat boşluğunun oluştuğu,
5018 sayılı Kanunun da bu konudaki düzenlemeleri Sayıştayın kendi
kanununa bıraktığı, bu nedenlerle hazırlanan Sayıştay Kanunu
Teklifinin halen TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunun gündeminde bulunduğu,
söz konusu teklifin bir an önce yasalaşmasının hayati önem taşıdığı,
nitekim AB tarafından da başta İlerleme Raporu olmak üzere çeşitli
vesilelerle bu hususa işaret edildiği,
- Sayıştayın performans denetimine ilişkin
çalışmalarının devam ettiği, performans denetiminin; hesap verme
sorumluluğu çerçevesinde, kamu idarelerinin iyi yönetim ilkeleri
esas alınarak, kaynaklarının ekonomik ve verimli kullanımı ile faaliyetlerinin
kurum hedeflerine ulaşmadaki etkinliğinin değerlendirilmesi
ve TBMM’ye tarafsız ve objektif bilgi sunmak amacını güttüğü, bugüne
değin 11 adet performans denetimi raporunun tamamlanmış olduğu ve
2007 yılı içerisinde iki çalışmanın daha tamamlanmasının planlandığı,
- Sayıştay denetiminin etkin olabilmesi
için TBMM’nin Sayıştay raporlarını etraflıca değerlendirebilmesine
imkan sağlanması gerektiği, bu amaçla İçtüzükte gerekli değişikliklerin
yapılmasının ve Sayıştayın denetim raporlarını görüşecek özel
bir ihtisas komisyonu kurulmasının
yararlı olacağı,
ifade edilmiştir.
2.2.11. 14.11.2006 tarihinde Dışişleri
Bakanlığı bütçesi üzerinde yapılan görüşmelerde;
- Dış politikada ortaya çıkan büyük problemlerin
altından Bakanlığa ayrılan bütçeyle kalkmanın mümkün olmadığı,
bu nedenle Bakanlığın bütçesinin mutlaka artırılması gerektiği,
- Türk dış politikasının güçlü olması
için Türk ekonomisinin ve iç politikasının da güçlü ve istikrarlı
olması gerektiği, ayrıca bir ülkenin dış politikadaki etkinliğinin
artırılması için sadece ekonomik
gücün yeterli olmadığı, kuvvetli ve etkili bir askeri gücün de gerekli
olduğu,
- Dış politika konularının iç politika
malzemesi haline getirilmemesi gerektiği; dış politikanın, iktidar ve muhalefet
partileriyle devletin tüm kurum ve kuruluşlarının işbirliği yapması
gereken bir alan olduğu,
- Dış politikanın bir ülkenin uluslararası
camiadaki konumunu belirleyen en önemli araç olduğu, bir ülkenin
itibarının büyük ölçüde bu alanda kaydedilen başarılara bağlı olduğu,
Türkiye’nin kendi kültürel değerleri içerisinde demokrasi, insan
hakları, hukukun üstünlüğü gibi evrensel değerleri başarıyla
özümsemesinin ülkemizi benzersiz bir konuma taşıdığı, gerek bölgemizde
gerek çok daha geniş bir coğrafyada Türkiye’nin etkinliğinin artırıldığı,
- Türkiye’nin hem İslam Konferansı Örgütü
ve NATO’ya üye olması hem de Avrupa Birliğine katılım sürecinde bulunan
dünyadaki tek müslüman ülke olmasının ülkemize ciddi sorumluluklar
yüklediği, özellikle medeniyetler çatışması yönündeki tezlerin
dünya gündemini giderek daha fazla meşgul ettiği bir dönemde, ülkemizin
bu bakımdan sunduğu fırsatların küresel barış açısından da önem kazandığı,
- Dış politikada bütün ülkelerle dostane
ilişkilerin kurulduğu, Türkiye’nin dış politikada saygınlığının
giderek arttığı, nitekim dünyanın değişik bölgelerinde yapılan
anketlerde güvenilirlilik konusunda ülkeler arasında yapılan
sıralamada ülkemizin 65’inci sırada yer aldığı, güvenilirliğin
artırılması yolunda her türlü çabanın sarf edilmesi gerektiği,
- Avrupa Birliğinin son ilerleme raporunda
Türkiye’ye yönelik birçok eleştirinin yer aldığı, hükümetin ilerleme
raporunda belirtilen hususları çözmesi için çaba sarf etmesi gerektiği,
ancak raporda yer alan haksız talepler ve iddialar karşısında gerekli
tepkinin de gösterilmesi gerektiği,
- AB’ye uyum konusunda gerçekleştirilen
reformlara rağmen AB üyesi bazı ülkelerde
Türkiye’nin AB üyeliği doğrultusunda siyasi iradenin henüz oluşmadığı,
bu durumun Türk kamuoyunda da AB’ye üyelik konusunda kuşkulara yol
açtığı,
- Medeniyetler ittifakı projesinin kutuplaşmaların
ortadan kaldırılması anlamında
21’inci yüzyılın küresel barış projesi olduğu, bu projenin
esas itibariyle kültürler ve milletlerarası diyaloğun artırılmasını
hedeflediği, Türkiye’nin AB’ye üyeliğinin bu çabaya son derece
olumlu katkıda bulunacağı,
- Türkiye’nin geçiş döneminde ekonomik
ve sosyal açıdan AB üyeliğine gerektiği gibi hazırlanmadığı, ancak AB’nin Türkiye’ye karşı hukukun
üstünlüğünü ve uluslararası anlaşmaları gözardı ederek ve kazanılmış hakları yok sayarak çifte
standart uyguladığı, uzlaşmadan uzak bir tutum takındığı; nitekim
Kıbrıs sorununu çözümsüzlüğe itenin de AB olduğu, Türkiye-AB ilişkilerinde
bu hususun göz ardı edilmemesi gerektiği,
- Kıbrıs konusunda Türkiye’nin üzerindeki
baskının giderek arttığı, Kıbrıs’ta iki tarafın egemen eşitliğine
dayanan bir çözüm yoluna gidilmesi gerektiği, hükümetin baskılar karşısında taviz
vermeksizin direnmesi gerektiği,
- Türkiye’nin vakit geçirmeden Irak, İran,
Suriye, Suudi Arabistan, Kuveyt, Ürdün, Katar, Bahreyn, Mısır, ABD ve
AB’nin katılımı ile Irak’a komşu ülkeler platformunu genişleterek
canlandırması gerektiği; bölgedeki konumu, bölge ülkeleriyle
ilişkileri, daha önce Irak’a komşu ülkeler platformunu örgütlemiş
bulunması ve AB’ye katılım müzakereleri aşamasında bir ülke olması
nedenleriyle, Türkiye’nin böyle bir konferansın düzenlenmesine
öncülük etmesinin son derece isabetli olacağı,
- Türkiye’nin hali hazırda ve gelecekte
en büyük probleminin bölücü terör ve Kuzey Irak’taki olumsuz gelişmeler
olduğu, Irak’taki bölünmenin Türkiye’yi tehdit eder nitelikte olduğunun
herkesçe kabul edilmesi gerektiği,
- ABD’de Demokrat Partinin son seçimlerde
kazandığı başarıyla Türkiye-ABD ilişkilerinde yeni bir dostluk ve
işbirliği sayfası açmak için elverişli bir ortamın oluştuğu, Irak
konusunda Türkiye’nin çıkarlarının, Demokrat Partiyle ilişkileri
derhal canlandırmaktan ve Irak’tan en az zararla çıkış yolunu ABD’ye
göstermek için çaba sarf etmekten geçtiği,
- Ermeni iddialarına meşruiyet kazandırma
amacıyla ABD Kongresinden soykırım kararı çıkmasının Türkiye-ABD
ilişkilerini zedeleyeceği, böyle bir gelişmenin önlenmesi için
Türkiye’nin olağanüstü çaba sarf etmesi gerektiği, Türkiye’nin sözde
soykırıma ilişkin tartışmayı avantajlı bir konumda bulunduğu hukuki
zemine çekerek 1915 olaylarının BM Soykırımı Önleme ve Cezalandırma
Sözleşmesi hükümleri uyarınca değerlendirilmesini talep etmesi
ve bu amaçla uluslararası tahkim yoluna başvurmasının gerektiği,
şeklindeki görüş ve eleştirileri müteakip,
Hükümet adına yapılan tamamlayıcı açıklamalarda;
- Türkiye’nin
komşu ülkelerle her alanda kayda değer ilerlemeler sağladığı,
nitekim ülkemizin komşu ülkelerle ticaret hacminde sağlanan artışın
tüm dış ticaretimizin artış oranından yüksek olduğu,
- Son dört yılda Avrupa Birliği’ne tam üyelik
hedefi doğrultusunda gerçekleştirilen reformların kırk yılda yapılanlardan
daha fazla olduğu, reform süreci bağlamında insan hakları alanındaki
uluslararası sözleşmelere taraf olunmasında sağlanan ilerlemelerin
2006 yılında en ileri seviyelere ulaştığı,
- Türkiye’nin küresel sorunlarla yakından
ilgilendiği, ülkemizin ihtiyaç sahibi ülke ve toplumlara yapmakta
olduğu insani ve teknik nitelikli dış yardımların ve kaynak aktarımlarının
süratle artmakta olduğu, Türkiye’nin 2005 yılında gerçekleştirdiği
resmî kalkınma yardımlarının tutarının 600 milyon doları aşarak,
gayri safi milli hasılamızın binde 17’si gibi bir düzeye ulaştığı ve dolayısıyla kalkınmış ülkelerin yardım
düzeylerine yaklaştığı, ülkemiz tarafından yapılan resmî ve özel
kalkınma yardımlarının tutarının da 1 milyar dolara ulaştığı, bu
yöndeki çabaların istikrarlı bir şekilde sürdürüleceği,
- Güçlü bir ekonomi, güçlü bir demokrasi
ve güçlü bir silahlı kuvvetlerin bir ülkenin dış politikasının temel
unsurları olduğu, özellikle demokraside daha olgun, daha güçlü
hale gelmesinin Türkiye'yi bölgesinde tek örnek haline getirmekte
olduğu,
- Türkiye’nin uluslar arası alanda etkinliğinin
ve saygınlığının giderek arttığı, nitekim 2009-2010 dönemi için ülkemizin
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine adaylığına
yönelik yoğun girişimlerin sürmekte olduğu,
- Avrupa
Birliği’yle tam üyelik müzakerelerinin 3 Ekim 2005 tarihinde başladığı,
müzakere sürecinin ilk aşamasını oluşturan ve 20 Ekim 2005 tarihinde
başlanan tarama sürecinin 13 Ekim 2006 tarihinde hiçbir gecikme yaşanmaksızın
başarıyla tamamlandığı, Avrupa Birliği müktesebatına uyum çalışmalarının
müzakerelerin açılmasıyla birlikte daha da yoğunlaştığı, siyasi
kriterlere uyum amacıyla dokuzuncu reform paketinin büyük bölümünün
hayata geçirildiği,
- Avrupa Birliğine tam üyeliğin halkımızın
en yüksek çağdaş standartlara ulaşması bakımından stratejik bir hedef
olarak görüldüğü, bu anlamda Türkiye’nin demokrasi, insan hakları
ve hukukun üstünlüğü alanlarında en yüksek norm ve standartlara kavuşturulmasının
temel amaç olduğu,
-Kıbrıs’ta Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin
iyi niyet misyonu çerçevesinde kapsamlı ve adil bir çözüme yönelik
çabaların kararlılıkla sürdürüldüğü, Türkiye’nin siyasi eşitliğe
ve iki kesimliliğe dayalı olmayan hiçbir çözümün netice vermeyeceğini
düşündüğü, adadaki tüm kısıtlamaların eş zamanlı olarak kaldırılmasını
öngören ve Ocak 2006’da kamuoyuna açıklanan eylem planının bu amaca
yönelik olduğu, bununla birlikte Kıbrıs Rum yönetiminin BM Genel
Sekreterinin ve uluslararası toplumun çağrılarına rağmen Kıbrıslı
Türklerle yetki paylaşımına dayanan bir çözüm modelini kabul etmeyerek
Kıbrıs meselesini BM zemininden AB zeminine çekmek suretiyle Türkiye’nin
AB’ye üyelik sürecinde tek taraflı tavizler elde etmeye çalıştığı,
ancak Türkiye’nin bunu kabul edemeyeceği,
- Son dört yılda izlenen kararlı politikalar
ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin ekonomik ve sosyal bakımdan
güçlenmesine önemli katkılarda bulunulduğu, KKTC’nin bütün kurum
ve kuruluşlarıyla güçlendirilmesi suretiyle Kıbrıs davasındaki
ağırlığının artırıldığı,
- Farklı yaklaşım ve yöntemler zaman zaman
söz konusu olsa da ABD ile işbirliğinin çok geniş bir yelpazede ve
benzer hedefler doğrultusunda sürdürülmekte olduğu, her iki tarafın
da ortaya çıkabilecek zorlukları yapıcı diyalogla aşmak kararlılığını
gösterdikleri, bu nedenle Türkiye-ABD ilişkilerinin stratejik ortaklık
olarak nitelendirilmesinin de bir rastlantı olmadığı, 5 Temmuz
2006 tarihinde imzalanan ortak vizyon ve yapılandırılmış diyalog
belgesinin ilişkilerin siyasi ve güvenlik boyutları dışında da
geliştirilmesi iradesini ortaya koyması bakımından önemli olduğu,
- Irak’a ilişkin dış politikanın gündemin
en öncelikli konusu olduğu, toprak bütünlüğünü ve siyasi birliğini
koruyan, demokratik ve iyi yönetilen, bölge istikrarına katkıda
bulunacak bir Irak hedefi doğrultusunda Türkiye’nin büyük çaba
sarf ettiği, ancak mezhebe dayalı
şiddet eylemlerindeki artış ve genel güvenlik durumunun kötüye
gitmesinin kaygı verici olduğu,
bazı çevrelerde, Irak’ın bölünmesinin bir çıkış yolu olarak
gösterilmeye çalışılmasının yanlış olduğu, böyle bir gelişmenin
ülkeyi kaosa sürükleyeceği,
- Kerkük’ün gelecekteki statüsü konusunda
sürdürülen dar bakışlı ve ihtiraslı politikaların son derece tehlikeli
olduğu, tarafların akılcı politikalar çerçevesinde sorumluluklarını
üstlenmesi ve tehlikeli niyetlerden uzak durması gerektiği,
Irak’ın bütün etnik köken ve mezheplerin kardeşçe yaşayabileceği bir ortamda
esenliğe kavuşacağı, bunun da esasının
herkesin birbirinin hak ve hukukuna saygı göstermesi ve petrol başta
olmak üzere kaynakların adilce dağıtımından geçmekte olduğu,
- İran’ın nükleer programıyla bağlantılı
olarak yaşanan gelişmelerin çok yakından izlendiği, bu sorunun
diplomatik yolla çözümü için Türkiye’nin üzerine düşeni yapmaya
devam edeceği,
- Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile büyük
önem taşıyan ilişkilerin ve işbirliğinin güçlendirildiği, Türkiye’nin söz konusu
ülkelerin bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüklerine, uluslararası
toplumlarla bütünleşmelerine ve reform süreçlerini en verimli
şekilde tamamlayabilmelerine önem verdiği,
- Güney
Kafkasya politikasının bağımsız, siyasi ve ekonomik istikrara
sahip, kendi aralarında barış ve işbirliği içinde yaşayan, çağdaş,
demokratik değerleri benimsemiş ülkelerin desteklenmesi temeline
dayandığı; doğu-batı enerji ve ulaştırma koridorlarının temel eksenini
oluşturması ve temmuz ayında Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattının resmen
faaliyete geçmesinin bölgenin stratejik önemini daha da artırdığı,
- Türkiye’nin Ermenistan’la ilişkilerini
iyi komşuluk ilişkileri, karşılıklı yarar ve toprak bütünlüğüne
saygı çerçevesinde normalleştirmeye çalıştığı, sözde Ermeni soykırımı
iddiaları konusundaki gerçeklerin anlaşılması amacıyla sürdürülen
yoğun diplomatik girişimlerin ve çok yönlü çalışmaların genişletilerek
devam ettirileceği, haksız ve tarihi
dayanaktan yoksun Ermeni iddialarının ve bu iddiaların üçüncü ülkelerle
ilişkilerimizi bozma ihtimalinin
önümüzdeki on yılın en başta gelen meselelerinden biri olacağı,
Ermenilerin soykırım iddialarına karşılık Türkiye’nin ilk defa
ortak tarih komisyonu fikrini ortaya attığı, birçok ülkenin Türkiye’nin
bu tezini desteklediği,
- Yurt dışındaki vatandaşlarımıza ve
soydaşlarımıza etkin bir hizmetin sunulmasının ve Türkiye’yle bağlarının
güçlendirilmesinin Dışişleri Bakanlığının öncelikli hedefleri
arasında yer aldığı, bunların ülkemizle bütünleşmeleri ve yaşadıkları
ülkelerle ülkemiz arasında birer dostluk köprüsü oluşturmalarının
hem ülkemizin çıkarları hem de vatandaş ve soydaşlarımızın kendi
mutlulukları bakımından büyük önem taşıdığı,
ifade edilmiştir.
2.2.12. 15.11.2006 tarihinde Bayındırlık
ve İskan Bakanlığı, Karayolları Genel Müdürlüğü ile Tapu ve Kadastro
Genel Müdürlüğü bütçeleri üzerinde yapılan görüşmelerde;
- Bayındırlık Bakanlığının kısıtlı ödeneklerle
gerçekleştirdiği çalışmalarının takdirle karşılandığı,
- Şehirlerin altyapı eksikliği, modern
şehircilik anlayışına uymayan uygulamalar, planlamadaki ve yapılaşma
kontrolündeki yetersizlikler, şehirlere
yoğun göç karşısında belediyelerin yetersiz kalması gibi olguların
Bayındırlık ve İskan Bakanlığının sunduğu hizmetlerin önemini artırdığı,
- Şehir planlarının objektif ölçülere
göre şehrin ihtiyacı ve kamu yararı gözetilerek hazırlanması ve
uygulanması gerektiği, oysa uygulamada imar planlarının rant yaratma
amacıyla kullanıldığı konusunda ciddi kaygıların bulunduğu,
- Çarpık kentleşme sonucunda ortaya çıkan
alt yapı yetersizlikleri nedeniyle başta sel felaketi olmak üzere
son yıllarda artış gösteren doğal afetlerin olağanüstü zararlara
yol açtığı, yerel yönetimlerin gerek planlama gerekse uygulama
bakımından sellerin vereceği zararları önlemede yetersiz kaldığı,
- Hazine arazilerinin satılmasının
uzun vadede kamu hizmetlerinin maliyetini artıracağı, idarenin
sattığı arazileri bir süre sonra tekrar kamulaştırmak zorunda kalacağı,
bu nedenle gelişmiş ülkelerde devletin
hazine arazilerini mümkün olduğunca elinde tutmaya çalıştığı,
-Yapı denetimine ilişkin yasal düzenlemenin
son derece yerinde olduğu, ancak
düzenlemenin işlerliği konusunda aksaklıkların yaşandığı, uygulamaya işlerlik kazandırılabilmesi
için mesleki sorumluluk sigortasının getirilmesi gerektiği, yapı denetiminin kurumsallaştırılması
için yapı denetim şirketlerinin kurucularının inşaat mühendisi
olması şartının kaldırılmasının yararlı olacağı, ayrıca mesleki
yeterliliğin yeniden düzenlenmesi ve denetim elemanlarının yetki
ve sorumluluklarının açıklığa kavuşturulması gerektiği, öte yandan
Kanunun kapsamının da yeniden belirlenerek kapsam dışı kalmış deprem
bölgelerinin kapsama dahil edilmesinin zorunluluk arzettiği,
- Müteahhidin sorumluluğunun mutlaka
sağlanması ve sigortayla ilişkilendirilmesi gerektiği, böylece
sigorta şirketinin denetim faaliyetine önem vereceği, aksi takdirde
yapı denetiminin sağlıklı işlemeyeceği,
- Depreme ilişkin olarak alınan önlemlerin
yetersiz olduğu, ancak depremin bütün sorumluluğunun devlete ve
kanunlara yüklenemeyeceği, vatandaşların da bu konuda daha duyarlı davranması gerektiği,
- Zorunlu Deprem Sigortasına Dair Kanun
Hükmünde Kararnamenin 1999 yılında yürürlüğe girmiş olmasına rağmen, bazı binaların kapsam dışına çıkarılması,
sigorta yaptırmayanlara yönelik yaptırımların yetersiz olması
ve depremler sonrasında çıkarılan özel kanunlarla kamunun afet konutu
yapımını tekrar üstlenmesi nedeniyle sistemin kendi başına işleyemediği,
bu durumun Bakanlığın yükünü daha da artırdığı,
- Deprem konusunda kamu kurumu ve kuruluşları
arasında koordinasyon eksikliğinin görüldüğü, bu nedenle bir koordinasyon
bakanlığının kurulmasının yararlı olacağı,
- Afet öncesi ve sonrasına ilişkin kurumsal,
idari ve yasal sorunların bulunduğu, bu alanda faaliyet gösteren
kurumların görev ve yetkilerinin yeniden düzenlenmesi ve afet yönetiminin
bütüncül bir yapıya kavuşturulması gerektiği, yargı denetimi ve
zorunlu sigorta, deprem sigortası gibi uygulamalar başlatılmış
olunmakla birlikte risk yönetimi ve imar sisteminin iyileştirilmesi
konularında henüz yeterli düzeyde gelişme sağlanamadığı,
- Afet İşleri Genel Müdürlüğünün hem teknik
eleman hem de teknik cihaz, alet ve ölçüm istasyonlarıyla daha da güçlendirip,
çeşitli bilimsel kuruluşlarla işbirliği içerisinde çalışmasının
sağlanması gerektiği,
- Geçmiş yıllarda yapılmış olan kadastro
paftalarının güncelliğini yitirmesi ve teknolojiden yeterince
yararlanılamaması gibi nedenlerle
kadastro çalışmalarının istenilen şekilde yürütülemediği,
- Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün çalışmalarının
memnuniyet verici olduğu, nitekim kadastronun tamamlanması projesiyle
2004 yılına kadar yıllık ortalama 350 mahalle ya da köyde kadastro
çalışması yapılırken, özel sektörden de hizmet alınarak bu miktarın
2004 yılında 1.200, 2005 yılında 4.032, 2006 yılı Eylül ayı itibariyle
de 2.700 mahalle ve köye ulaştırıldığı, Türkiye’nin yüzde 90’ından
fazlasının kadastrosunun gerçekleştirilmiş olduğu,
- Türkiye’de yolcu ve yük taşımacılığının
yüzde 90’a varan oranda karayoluyla gerçekleştirildiği, buna karşın
ağır taşıt trafiğine uygun karayolunun toplam karayollarının ancak
yüzde 13,9’unu oluşturduğu, öte yandan
ülkemizde kilometrekare başına kara yolu yoğunluğunun AB ortalamasının
(0,474 km) yarısı (0, 201 km) düzeyinde bulunduğu, otoyol yoğunluğunun
da AB’de 0,015 kilometre, Türkiye’de ise 0,002 kilometre olduğu,
- Ağır taşıt trafiğine uygun Bitümlü Sıcak
Kaplama yolların payının ülkemizde düşük olmasına rağmen, yük taşımacılığının
yüzde 90’nın karayoluyla gerçekleştirilmesinin trafik güvenliğini azalttığı, Türkiye’de
ortalama günlük trafik yoğunluğu AB değerlerine göre oldukça düşük
olmasına rağmen, trafik kazalarında 100 kilometrelik yola düşen
ölü sayısının Avrupa Birliği ortalamasının yaklaşık 5 katı düzeyinde
olduğu,
- Karayolları Genel Müdürlüğünün kaynakları
verimli kullanmak ve maliyetleri düşürmek suretiyle sınırlı ödeneklerle
büyük işler başardığı, ancak Türkiye’nin öncelikle asgari standartta
da olsa, iller ve bölgeler arası yol sorununu çözmesi gerektiği,
- Karayolu yatırımlarının zamanında
bitirilememesi nedeniyle başta yolun inşa maliyeti olmak üzere
maliyetlerin yükseldiği, bakım ve onarım maliyetlerinin arttığı,
bu nedenle başlanan işlerin kısa sürede bitirilmesinin büyük
önem taşıdığı, oysa karayolu yatırımlarına bütçeden ayrılan ödeneğin
azaltıldığı, bu alana ayrılan ödeneklerin ek ödeneklerle takviye
edilmesi yönteminin karışık ve belirsiz bir yöntem olduğu, uygulamada
aksaklıklara yol açtığı,
- Kamulaştırmaya ayrılan ödeneklerin
yetersiz olduğu, üstelik bir önceki yıla göre de azaltıldığı, kamulaştırma
işlemleri tamamlanmadan karayolu inşaatının başlayamayacağı,
bu nedenle kamulaştırmaya ayrılan ödeneklerin artırılmasının
zorunluluk arzettiği,
- Duble yolların ulaşımı rahatlatmakla
birlikte kalitesi konusunda kuşkulara yol açıldığı, yapılan işlerin
denetlenmesi konusunda daha titiz ve dikkatli olunması gerektiği,
- Karayollarının finansmanında yeni
bir modelin geliştirilmesi gerektiği, aksi takdirde, genel bütçeden
ayrılan ödeneklerle karayolu altyapısının tamamlanmasının uzun
yıllar alacağı,bu bağlamda yap-işlet-devret modelinin kullanılmaya
başlanmasının olumlu karşılandığı, ancak bu gelişmenin yeterli
olmadığı, hazırlanacak projelerle karayollarının işletmeci
açısından daha fizibil hale getirilmesinin zorunlu olduğu,
- Finansman imkânlarının artırılması bakımından
özel sektörden hizmet satın alınmasının yaygınlaştırılması gerektiği, halihazırda inşaat aşamasında hizmet
satın alınması yaygınken kontrol ve denetim hizmetlerinin kamu
ağırlıklı yürütüldüğü, oysa kimi gelişmiş ülkelerde öncelikle
kontrollük ve bakım işlerinin ondan sonra da yapım işlerinin ihale
edildiği,
- Bakanlığa, Karayolları Genel Müdürlüğüne
ve Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğüne ayrılan toplam ödeneğin 2006
yılına göre nominal olarak yüzde 11, reel olarak ise yüzde 20 azaltıldığı,
bu azalmanın büyük ölçüde Karayolları
Genel Müdürlüğü bütçesinde görüldüğü,
söz konusu kuruluşun bütçesinin nominal olarak yüzde 14, reel olarak da yüzde 25 civarında
azaldığı, bu durumun olumlu karşılanamayacağı,
- İller bankası uygulamalarında partizanlığın
ortadan kaldırıldığı, objektif esaslarla ödeneklerin belediyelere
dağıtıldığı,
şeklindeki görüş ve eleştirileri müteakip,
Hükümet adına yapılan tamamlayıcı açıklamalarda;
- Karayolları Genel Müdürlüğünün 2.069
kilometresi otoyol, 31.325 kilometresi devlet yolu ve 30.345 kilometresi
de il yolu olmak üzere toplam 63.739 kilometrelik yol ağında hizmet
verdiği,
- Son yıllarda trafik güvenliğini artırıcı
önlemler üzerinde titizlikle durulduğu, reflektif özelliği azalan
tüm levhalar ile görünürlüğü kaybolmuş yol çizgilerinin yenilendiği,
kaza kara noktaları ile kaza riski yüksek yerlerde otomatik bariyer
sisteminin kurulmasına başlandığı; üç yıllık gözlem sonuçlarına
göre iyileştirilen kaza kara noktalarındaki trafik kazası sayısında
yüzde 64, ölü sayısında yüzde 89, yaralı sayısında yüzde 73 ve maddi
hasarlı araç sayısında yüzde 65 azalma sağlandığı,
- İstanbul Boğazı geçişlerindeki mevcut
ulaşım sistemlerinin kapasite yetersizliğinin önemli ekonomik
kayıplara yol açtığı, bu nedenle İstanbul Boğazı 3’üncü Karayolu
Geçişi Projesi çalışmalarına başlandığı,
- 2003 ve 2005 yıllarında muhtelif bölgelerimizde
meydana gelen depremler sonrası, toplam 71 bin konutun ve işyerinin
hasar tespitlerinin kısa sürede yapıldığı, hak sahiplerinin ve
konut yerlerinin belirlendiği ve geçici konuta ihtiyaç duyulmaksızın
20.548 konut ile 1.319 ahırın yılı içerisinde inşa ettirilerek hak
sahiplerine teslim edildiği; ayrıca, 1966 – 2002 yılları arasında
ülkemizde meydana gelen doğal afetlerden kalan ve yıllardır yapılamamış
olan 19.746 konut ve işyerinin 11.707 adedinin Hükümetin öncelik vermesiyle
tamamlanarak hak sahiplerine teslim edildiği,
- Ulusal sismik ağın geliştirilmesi amacıyla
Bakanlığın veri kalitesi yüksek gerçek zamanlı 19 adet geniş-bant
istasyonu alarak Türkiye'nin ilk uydu iletişimli Türkiye Ulusal
Sismik Ağ Sisteminin Geliştirilmesi Projesini başlattığı, böylece
Türkiye ve çevresindeki deprem aktivitesinin 24 saat süreyle izlendiği,
2006 yılında 20 adet istasyonun bu ağa eklenmesinin planlandığı,
- Deprem dahil riskli alanların belirlenmesi
ve gerekli önlemlerin alınması için bütünleşik afet tehlike haritalarının
hazırlanmakta olduğu, deprem riski yüksek bölgelerdeki konut yapılarının
incelenerek depreme dayanıklı olup olmadıklarının incelendiği,
ülke genelinde güvenli yapılaşmayı sağlamak için temel-zemin araştırmalarını
disipline edecek olan zemin ve temel etüt formatının yürürlüğe konulduğu,
81 ilde ağırlıklı olarak beton ve betonarme demir standartlarının
kontrolü çalışmalarının sürdürüldüğü, yapılarda teknik şartnamesine
uygun, güvenli yapı malzemelerinin kullanılmasının sağlanması
amacıyla piyasa gözetimi ve denetimi faaliyetlerinde rol alacak,
Yapı Malzemeleri Denetim Gruplarının oluşturulduğu,
- Gecekondulaşmanın önlenmesine yönelik
olarak 2006 yılında çalışmalara hız verildiği, Gecekondu Kanunu
kapsamında oluşturulan sağlıklı, altyapılı ve planlı gecekondu
önleme bölgelerinde dar gelirli ve evsiz vatandaşların ev sahibi
olmalarını sağlamak amacıyla 10 yıl taksitle faizsiz arsa tahsisine
devam edildiği,
- Belediyelerin sorunlarının çözümüne
katkı sağlamak amacıyla İller Bankasınca verilen kredilerin faiz
oranlarının düşürüldüğü ve vadelerinin uzatıldığı, belediye
hisselerinin gönderilmesinde, tüm belediyelere en az yüzde 60 oranında pay gönderilmesi uygulamasına
devam edildiği,
- Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün ülkemizin
kadastrosunun tamamlanması amacıyla yoğun bir şekilde çalıştığı,
özel sektörden hizmet alınması yoluyla yıllık kadastro üretiminin
on kata varan ölçülerde artırıldığı, ayrıca, üretimde parsel maliyetinin
önemli ölçüde düşürülerek üretim maliyetlerinden önemli tasarrufların
sağlandığı,
- Ülke genelinde mülkiyet bilgilerinin
bilgisayar ortamına aktarılıp, her türlü sorgulamanın yapılabilmesini
amaçlayan TAKBİS (Tapu ve Kadastro Bilgi Sistemi) projesinin, yıl
sonu itibariyle çoğu il merkezi olmak üzere 120 tapu müdürlüğüne
yaygınlaştırılacağı, 2007 yılı sonunda bu projenin tamamlanmasının
planlandığı, ayrıca, Osmanlı döneminden beri korunan ve o gün için
Osmanlı coğrafyası içinde kalan, şu an bağımsızlığını kazanmış 25
ülkenin tarihi ve stratejik önemi haiz taşınmaz mal kayıtlarının
yok olmaktan kurtarılıp, bilgisayar ortamında her türlü sorgulamalarının
yapılmasını amaçlayan TARBİS (Tapu Arşiv Bilgi Sistemi) projesinin
de 2007 yılı sonunda bitirilmesinin hedeflendiği,
- Karayolları Genel Müdürlüğü ödeneklerindeki
azalmanın yıl içerisinde başka kaynaklardan telafi edileceği, zira
mevcut ödenekle planlanan işlerin zamanında bitirilemeyeceğinin
ortada olduğu,
ifade edilmiştir.
2.2.13. 16.11.2006 tarihinde Kültür
ve Turizm Bakanlığı bütçesi üzerinde
yapılan görüşmelerde;
- Kültür
ve Turizm Bakanlıklarının zaman zaman birleştirilip ayrıldığı,
ancak turizm ve kültür gibi iki önemli alana ilişkin görevlerin tek
bir bakanlıkta birleştirilmesinin doğru olmadığı, şu andaki uygulamanın
problemlerin çözümüne olumlu bir katkıda bulunmadığı,
- Kültür ve Turizm Bakanlığının taşrada
yapmış olduğu çalışmalar sonucunda birçok ilin, kendi özelliklerini
yalnızca Türkiye’de değil dünyada da tanıtma fırsatı bulduğu, bu
durumun illerin ekonomik gelişmelerine katkı sağlamasının beklendiği,
- Türkiye’de yüz binlerce kişinin geçimini
el sanatlarından kazanmakta olduğu, ancak pazarlamadan finansmana,
eğitimden tanıtıma kadar birçok alanda sorunların yaşandığı, bu
sorunların çözümüyle ilgili olarak Kültür ve Turizm Bakanlığına
büyük görevlerin düştüğü,
- Dünya Turizm Örgütü verilerine göre,
Türkiye’de turizm sektörünün doğrudan veya dolaylı olarak 32 faaliyet
alanında istihdam yarattığı, turizm sektörünün ekonomik boyutunun
yanında turistik bölgelerde yaşayan halkın sosyal gelişmişlik düzeyini
de artırdığı, bu nedenle Bakanlığın
diğer bakanlıklarla koordineli bir şekilde çalışması gerektiği,
- Turizm sektörü ile ilgili olarak, mesleki
eğitimde belgelendirme ve standardizasyonun sağlanması ve verimlilik
ile iş kalitesinin uluslararası kriterler doğrultusunda artırılması
çalışmalarının takdirle karşılandığı,
- Turizm alanında uzmanlaşan yörelerimizde,
özellikle kıyılarda turizmi orta vadede olumsuz etkileyecek yapılaşmaların
görüldüğü, bu yapılaşmalara müdahale edilmesi gerektiği, esasen
turizmin serbest piyasanın işleyişine bırakılamayacak kadar
önemli bir sektör olduğu,
- Türkiye’nin tanıtımında son birkaç yılda
büyük ilerlemeler kaydedildiği; ancak tanıtım kaynaklarının hala
yetersiz düzeyde bulunduğu, ayrıca
tanıtım için harcanan kaynakların daha verimli kullanılması için
pazar araştırmalarına dayanan Ar-Ge çalışmalarına önem verilmesi
gerektiği,
- Kültür ve Turizm Bakanlığının üretilen
sanat eserlerine destek vermesinin olumlu bir uygulama olarak görüldüğü;
ancak bu desteğin yanı sıra sanata ilgi duyan gençlerin de teşvik
edilmesi gerektiği,
- Vatandaşlarla devletin kaynaşmasına
imkan tanıyan kültürel faaliyetlerde, çalışmaların kamu kesiminin
yanı sıra sivil inisiyatife de fırsat tanınarak yürütülmesinin
yerinde olacağı,
- Edebiyat alanında özellikle 2005 yılından
başlayarak dışa açılım atağının gerçekleştirildiği, bu çerçevede
Bakanlığın desteğiyle 108 eserin tercümesinin yapıldığı, şiir ve
öykü alanında ilk defa 2007’de yapılması düşünülen “ilk eser yarışması”
adlı projenin, yarışma sonucunda genç yeteneklerin keşfedilecek
olması bakımından son derece faydalı bir çalışma olacağı,
- Bir ülkenin tarihsel kültürünün yansıması
olan sit alanlarının imara açılmasının son derece yanlış olduğu, bu
alanlarda imar izni verilmesinin daha sıkı kurallara bağlanması
gerektiği,
- Turizm gelirlerinin 2003 yılında 13,2
milyar dolar; 2004 yılında 15,8 milyar dolar; 2005 yılında 18,1 milyar
dolar olarak gerçekleştiği; 2006 yıl sonu hedefinin ise yine 18,1
milyar dolar olduğu, dolayısıyla ülke ekonomisi için büyük önem taşıyan
turizm gelirlerinin özellikle son yıllarda kayda değer bir artış
göstermediği, bu konuda Bakanlığa önemli görevlerin düştüğü,
- Tiyatroya olan ilginin artırılması
için Bakanlığın tanıtım ve destekleme faaliyetlerine ağırlık vermesi
gerektiği, özellikle özel tiyatrolara olan devlet yardımlarının
zamanında ödenmesini sağlayacak mevzuat çalışmasının yapılmasının
zorunlu olduğu,
- 2001 yılında ülkemize gelen turist sayısının
11 milyon kişi olduğu, bu sayının 2005 yılına gelindiğinde 21 milyona
ulaştığı, 2006 yılında yaşanan bir takım olumsuz gelişmeler sonucunda
turist sayısında düşüş olduğu, ancak, gelen turist sayısına kıyasla
turizm gelirlerinin istenilen düzeyde olmadığı,
- Turizm konusunda kamu kuruluşları arasında
bir yetki ve görev karmaşasının yaşandığı, diğer Bakanlık ve kuruluşların
turizmle ilgili yetkilerinin Kültür ve Turizm Bakanlığında toplanması
gerektiği, uygulamada karşılaşılan güçlüklerin ancak bu şekilde
çözülebileceği,
- Bakanlığın
2007 yılı ödeneklerinin yetersiz bulunduğu, ödeneklerde yüzde
13,6 oranında bir artış görülmekle birlikte bu artışın esas itibariyle
yeni sosyal güvenlik sistemi gereği bütçeye konulan prim giderlerinden
kaynaklandığı, bu nedenle kültür ve turizm gibi iki önemli alanda
hizmet gören Bakanlığın bütçesinin artırılması gerektiği,
şeklindeki görüş ve eleştirileri müteakip,
Hükümet adına yapılan tamamlayıcı açıklamalarda;
- Kültür alanında yapılan çalışmalarda
sadece Kültür ve Turizm Bakanlığının rol almadığı; Bakanlığın yanı
sıra il özel idareleri, belediyeler ve Vakıflar Genel Müdürlüğünün
de yapılan çalışmalara katılımlarının sağlandığı,
- Bakanlığın
gerçekleştirdiği mevzuat çalışmaları sonucunda işlerin sadece
hukuki boyutunun çözülmekle yetinilmediği, finans kaynakları
da temin edilerek, çıkarılan yasaların uygulanmasına işlerlik
kazandırıldığı, bu kaynakların çoğunluğunu turizm bölgelerine
tahsis edilen alanlardan elde edilen altyapı katılım payları gibi
bütçe dışı imkanların oluşturduğu, bu durumun Bakanlığa kazandırılan
işlerliğin bir örneği olduğu,
- Bakanlığın
faaliyetlerini daha çok alt yapı, restorasyon çalışması ve kültürel
alanlarda yoğunlaştırdığı, Türkiye’de bilinmeyen bir çok kültürel
ve turistik değerin gün ışığına çıkarıldığı,
- Türkiye’nin
2004 ve 2005 yıllarında yüzde 50’ye varan turizm gelirleri artışıyla
dünyanın birçok ülkesinden daha yüksek bir artış rakamını yakaladığı,
anılan yıllarda yaşanan turizm gelirleri artışının özellikle cari
açığın finansmanındaki rolünün
ve ülke ekonomisine olan katkısının sevindirici boyutlara
ulaştığı,
- Günümüzde
tercihlere bağlı olarak çeşitlenen turistik faaliyetlere uyum sağlanması
amacıyla Bakanlığın çalışmalar yaptığı, özellikle son yıllarda şehirlerin
tarihi merkezlerini kapsayan kültür turizmine ağırlık verildiği,
bu çerçevede İstanbul’un kültür turizmi bakımından bir cazibe merkezi
haline getirildiği,
- Bakanlığın,
üzerinde uzun yıllardır çalışılan Master Planını uygulamaya koyduğu,
ilgili sektör temsilcilerinden de olumlu tepkiler alan bu çalışmanın;
artık tüm sektörün önünü aydınlatan bir yol haritası haline geldiği,
- Türkiye’nin
turizm merkezlerinden biri haline gelen Antalya ilinde yerel yönetimlerle
birlikte gerçekleştirilen faaliyetler çerçevesinde atık suların
denize dökülmesinin engellendiği, bu çalışmaların Antalya’ya
olan turist talebini arttıracağı; ancak bütün illerimizde kanalizasyon
arıtma sorununu çözmeden dünya çapında mas turizm rekabetiyle mücadele
etmenin zor olduğu,
- Avrupa
Birliğinin 3 Ekim 2005 tarihinde Türkiye ile resmen başlattığı katılım
süreci müzakere çalışmalarının devam ettiği, Müzakere Çerçeve
Belgesinde yer alan “35 Müktesebat başlığından Kültür ve Turizm Bakanlığıyla
ilgili olan 14 fasıldaki tarama sürecinin başarıyla tamamlandığı,
tarama sürecinde ilgili kamu kurumlarına ve sivil toplum kuruluşlarına
yönelik bilgilendirme çalışmaları yapıldığı,
- Kültür
varlıklarının envanteri çalışmalarının uzun yıllardır tamamlanamadığı;
ancak yapılan çalışmalar çerçevesinde son aşamaya gelindiği, envanter
çalışmalarının restorasyon ve restüte işlemlerine de yardımcı
olacağı,
ifade edilmiştir.
2.2.14. 20.11.2006 tarihinde Ulaştırma
Bakanlığı ve Denizcilik Müsteşarlığı bütçeleri üzerinde yapılan
görüşmelerde;
- Ulaştırma
sektörüne ayrılan kaynakların esas itibariyle karayollarının bakım
ve onarımına harcandığı, diğer ulaşım şekillerine yeterli kaynağın
tahsis edilemediği, esasen bu konuda tam bir kısır döngüye girildiği,
zira karayollarına yatırım yapılmadığı takdirde bu yolların verimlerinin
düşeceği, ulaştırma maliyetlerinin daha da yükseleceği, ancak
yine de kara, deniz, hava ve demiryolu ulaştırması arasında bir dengenin
kurulması gerektiği, çünkü ulaştırma sektöründeki olumsuzlukların
diğer sektörleri de doğrudan etkilediği,
- Ulaştırma Bakanlığına ayrılan ödenekler
son dört yılda 4,5 kat artmakla birlikte ödeneklerin yarıya yakınının
kullanılmamış olduğu, üstelik dengeli bir yatırım programının da
izlenmediği, yatırımların daha çok hızlı tren projesinde yoğunlaştığı,
yeni demiryolları yapılamadığı gibi hat yenileme çalışmalarının
da yetersiz kaldığı, mevcut demiryolu uzunluğu ve bunların ray ömrü
dikkate alındığında yılda 450-500 km’lik hattın yenilenmesi gerekirken
2003’de 55 km, 2004’de 101 km, 2005’de 69 km ve 2006’da 192 km’lik hattın yenilendiği,
- Demiryolu işletmeciliğinde teknoloji
ve hizmet standardının yükseltilmesi halinde yolcu sayısının hızlı
bir artış göstereceği, öte yandan 2004-2006 döneminde havayolu taşımacılığında
yolcu artışı yüzde 50 iken karayolunda bu artışın yüzde 9’da kaldığı,
bu durumun vatandaşların alternatif ulaşım biçimleri aradığının
ispatı olduğu,
- Denizcilik Müsteşarlığının liman, bayrak
ve kıyı devleti uygulamalarında kayda değer işler başardığı, ancak
bunların yeterli olmadığı, uluslararası deniz taşımacılığından
ve navlundan daha fazla pay alınmasını sağlayacak, kabotaj taşımacılığını
geliştirecek, özel sektörün önünü açacak tedbirlerin bir an önce
alınması gerektiği,
- Hükümetin demiryollarına verdiği önemin
memnuniyet verici bulunduğu, ancak bu alanda büyük yatırımların
yapılabilmesi için yeni finansman modellerinin geliştirilmesinin
zorunlu olduğu, öte yandan gemi yapımındaki artışın da gerek istihdam,
gerekse ekonomiye diğer katkıları
bakımından oldukça sevindirici olduğu,
- Bakü-Ceyhan boru hattı ve benzeri projelerin
deniz taşımacılığının önemini daha da artırdığı, Kıbrıs Rum Kesiminin
limanlarımızı kullanma konusundaki ısrarlarının da esas itibariyle
bundan kaynaklandığı, ancak limanlara kadar getirilmiş olan petrolün
taşınması için Türkiye’nin yeterli tanker filosuna sahip olmadığı,
kamu ya da özel sektör eliyle bir an önce bu alanda gerekli yatırımların
yapılması gerektiği,
- Deniz yolu taşımacılığında kullanılan
akaryakıttan alınan ÖTV’nin kaldırılmasının özellikle yolcu taşımacılığına
olumlu yansıdığı, ancak yük taşımacılığında beklenen gelişmenin
sağlanamadığı, diğer yandan şirketlere kayıtlı ancak özel amaçla
kullanılan yatların da ÖTV muafiyetinden yararlandırılmasının
doğru olmadığı,
şeklindeki görüş ve eleştirileri müteakip,
Hükümet adına yapılan tamamlayıcı açıklamada;
- Türkiye’nin coğrafi konumunun bütün
ulaşım türlerine imkan verdiği, bunların bütüncül bir bakış açısıyla
birbirini tamamlayacak şekilde ele alınması gerektiği, ancak yıllardır
uygulanan politikalar sonucunda Türkiye’nin yolcu ve yük taşımacılığında
tümüyle karayollarına bağımlı hale geldiği, nitekim karayollarının
yolcu ve yük taşımacılığındaki payının yüzde 94’e ulaştığı, deniz,
hava ve demiryolu taşımacılığının payının ise yüzde 6 olduğu,
- Bakanlığın öncelikle ulaşım ana planını
hazırlayarak yürürlüğe koyduğu, bu planla kara, deniz, hava ve demiryolu
taşımacılığının birlikte ve birbirine paralel gelişmesinin ve
otuz yıl içerisinde karayolu ağırlıklı ulaşım yapısının dönüştürülmesinin
amaçlandığı, Hükümetin demiryollarını geliştirmeyi bir Devlet
politikası olarak ele aldığı, 2002-2005 döneminde demiryolu yatırımlarının
4,5 kat arttığı,
- Mevcut 8.697 km’lik ana demiryolu hattının
büyük kısmının sinyalizasyonu dahi olmayan tek hat şeklinde olduğu,
çift yolun yalnızca 400 km’lik bir kısmı teşkil ettiği, oysa çağdaş demiryolu
işletmeciliğinde tek hat uygulamasının terkedildiği, sinyalizasyonun
büyük önem taşıdığı, ülkemizde demiryollarının ancak yüzde 24’ünü
oluşturan 2.665 km’lik kısmında sinyalizasyon bulunduğu, ayrıca gelişmiş ülkelerde elektrikli
hatlara önem verilirken ülkemiz
demiryollarının yüzde 21’ini oluşturan 2.300 km’lik bölümünün elektrikli
olduğu,
- Hükümetin hızlı tren işletmeciliğine
büyük önem verdiği, Ankara- Eskişehir-İstanbul ve Ankara- Konya
hattının yapım çalışmalarının büyük bir gayretle sürdürüldüğü,
buna paralel olarak vagonların kalitesinin
yükseltilmesi çalışmalarının da devam ettiği, hızlı demiryolu
araçlarını üretecek bir fabrikanın temelinin atıldığı, ayrıca,
Ankara-Kırıkkale, Mersin-Adana gibi yakın şehirlerde raybüs sisteminin
devreye sokulacağı, demiryolu işletmeciliğinde dizel trenlerle
elektrikli trenlere ağırlık verileceği,
- 2002-2006 döneminde demiryolu işletmecilik
anlayışının değiştirilmesi ve hizmet kalitesinde yapılan iyileştirmelerle
taşınan yolcu sayısında yüzde 6 artış sağlandığı, yük taşımacılığında
özellikle blok tren işletmeciliği sayesinde sağlanan artışın ise
yüzde 34 düzeyinde olduğu, bu oranların demiryolu tarihimizde
rastlanmayan artış oranlarını ifade ettiği, ancak demiryolu uzunluğuna
oranla taşınan yolcu ve yük sayısının oldukça yetersiz kaldığı,
- Trafik güvenliğinin sağlanması amacıyla,
Bakanlığın sorumluluğunda olmamasına rağmen bu güne kadar 247
kontrolsüz hemzemin geçidin kontrollü hale getirildiği, bu konudaki
çalışmaların halen devam ettiği,
- Lojistik taşımacılığın artan önemi dolayısıyla
muhtelif yerlerde lojistik köylerinin kurulmasına başlandığı, ayrıca,
demiryolu bağlantılı limanların geliştirilmesine çalışıldığı,
çağdaş gelişmelere paralel olarak Türkiye-Avusturya arasında
RO-LA taşımacılığının başlatıldığı,
- Karayolu Taşıma Kanunu ile taşımacılıkta
belgelendirme sistemine geçildiği, böylece sektörde bir standardın sağlanabileceği, ayrıca
AB mevzuatına uygun taşımacılığın yapılabileceği, bu düzenlemenin
AB ile ticaretimize olumlu katkıda bulunacağı, uluslararası taşımacılıktan
alınan payın artırılması konusunda oldukça önemli gelişmelerin
kaydedildiği, çok taraflı ve ikili geçiş belgesi sayısının iki katına
çıkarıldığı,
- Karayolu yolcu taşımacılığında hem
firma hem de otobüs sayısının giderek arttığı, ancak doluluk oranının
yüzde 35’i geçmediği, bu durumun kaynakların israf edilmesine yol
açması yanında çevreye verilen zararı da artırdığı,
- Türkiye’de havaalanlarının çoğunun
sertifikasız çalıştığı, ancak bunların sertifikalandırılmasının
önemli olduğu, bu yöndeki çalışmalara devam edildiği, denetim altyapısının
oluşturularak yabancı uçaklara ilişkin SAFA denetimiyle havayolu
güvenliğinin artırıldığı, denetim
sayısının her geçen yıl arttığı, 2006 yılında 163 yabancı ve 100 yerli
uçağın denetlendiği,
- Bölgesel havacılıkta 2002 de 150 olan
uçak sayısının 2006’da 259’a ulaştığı, yolcu ve yük taşımacılığında
önemli artışların sağlandığı, özellikle iç hat yolcu taşımacılığında
2,5 kat artış görüldüğü, bunda uçuş ücretlerindeki düşüşün de etkili
olduğu, havaalanlarının tam kapasite kullanımına önem verildiği,
atıl tesislerin de değerlendirildiği, bu kapsamda bazı askeri havaalanlarının
da kısmen sivil uçuşa açıldığı, seyrüsefer güvenliği için gerekli
teknolojik yatırımların yapılmakta olduğu,
- Denizcilik sektöründe gemi denetim
elemanı sayısının artırılarak denetimlerin çoğaltıldığı, 2001
yılında yabancı limanlarda denetlenen 800 civarındaki gemimizin
211’inin eksiklikleri nedeniyle alıkonulduğu, alınan önlemlerle
2006 yılında bu sayının 36’ya düşürülebildiği, öte yandan gemi üretiminde
kayda değer artışların sağlandığı, 2003 yılında dünya gemi üretiminde
23 üncü sırada yer alan ülkemizin
2006 yılında 8 inci sıraya yükseldiği,
- Sahillerimizin otomatik tanıma sistemiyle
kontrol edildiği, sistemi oluşturan cihazların ülkemizde üretildiği,
uydu aracılığıyla arama-kurtarma çalışmalarının yapılabildiği,
- 2002 yılında 23 milyon olan mobil telefon
abonesi sayısının 2006’da 51 milyona ulaştığı, yoğunluğun yüzde 70
olduğu, sabit telefon abone sayısında ise kayda değer bir artışın
yaşanmadığı, yoğunluğun yüzde 26 olarak gerçekleştiği, 2002 yılında
4,3 milyon internet kullanıcısı söz konusu iken 2006 yılı sonunda
bu rakamın 19 milyona ulaşmasının beklendiği, böylece yoğunluğun
yüzde 6,2’den yüzde 26’ya çıkacağı, bilgisayar sayısının da 3 milyondan
5,5 milyona ulaşacağı,
ifade edilmiştir.
2.2.15. 21.11.2006 tarihinde Milli
Eğitim Bakanlığı bütçesi üzerinde yapılan görüşmelerde;
- Yapılan
büyük yatırımlara rağmen ülkemizin pek çok yöresinde okulların fiziki
altyapısının iyileştirilemediği, sınıfların sağlıklı eğitim öğretim
yapılmasına imkan vermeyecek şekilde kalabalık olduğu, çoğu köy
okulunda öğretmen lojmanının bulunmadığı, bu nedenle öğretmenlerin
zamanlarının önemli bir kısmını yollarda geçirdiği,
- Okullardaki bilgisayarların atıl kalmaması
için her okulda en az bir bilgisayar öğretmeninin görevlendirilmesinin
gerekli olduğu,
- Yüzde 20 düzeyindeki okul öncesi okullaşma
oranını yüzde 85 düzeyindeki AB ortalamasına yaklaştırmak için
gerekli çabaların mutlaka gösterilmesi gerektiği, kız çocuklarının
okullaşmasında hala istenilen düzeye ulaşılamadığı, hiç okula
gitmeyen çocukların yüzde 72’sini kızların oluşturduğu,
- 2006 yılında eğitime ayrılan kaynakların
gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 4, 33’ü düzeyinde tahmin edildiği,
oysa AB’de bu oranın yüzde 5,24 olduğu,
eğitime ayrılan kaynakların öncelikle eğitime erişim imkanlarının
artırılmasına harcandığı, bu nedenle eğitim kalitesinin artırılmasına
yönelik çalışmalara kaynak ayrılamadığı, ancak eğitimden beklenen
yararın sağlanabilmesi için kalitenin de yükseltilmesi gerektiği,
- Meslek
liselerinin ülkemiz ekonomisinin geleceği açısından büyük önem
taşıdığı, ancak üniversiteye giriş sınavında yapılan isabetsiz
düzenlemeler nedeniyle söz konusu okullardan mezun olan gençlerin
yükseköğrenim görme imkanlarının giderek daraldığı,
- Okullarda şiddet olaylarının giderek
kaygı verici boyutlara ulaştığı, okulların yönetilemeyecek kadar
büyük ve kalabalık olmasının da bu durumun ortaya çıkmasında rol
oynadığı, bu nedenle hem kolay yönetilebilecek hem de kaynak israfını
önleyecek büyüklükte okulların yapılması gerektiği, okul içerisinde
ve çevresinde şiddet olaylarını önleyecek, gençlerimize zararlı
alışkanlıklar aşılayanlara engel olacak tedbirlerin mutlaka alınması
gerektiği,
- Okullarda yaşanan şiddetin aynı zamanda
bir asayiş sorunu olduğu ve yalnızca Milli Eğitim Bakanlığının alacağı
tedbirlerle önlenmesinin mümkün olmadığı, sorunun ailelerden ve
olumsuz toplumsal gelişmelerden kaynaklanan çok daha geniş boyutları
bulunduğu,
- Hükümetin mesleki eğitime verdiği
önem olumlu karşılanmakla birlikte, istihdam yaratılmadıkça mesleki
eğitimin de geliştirilemeyeceği, bu nedenle istihdam artışı sağlayacak
politikalara öncelik verilmesinin daha yararlı olacağı,
- Eğitimin devamlılık arz eden bir hizmet
olduğu, ayrıca hizmetin özelliği gereği motivasyonun büyük önem
taşıdığı, bu nedenle geçici statüde sözleşmeli öğretmen çalıştırılmasının
doğru olmadığı,
- Bakanlığın 2007 bütçesindeki artışın
esas itibariyle fon harcamalarının
bütçe kapsamına alınmasından, Yükseköğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumuna
yapılan transferlerin Bakanlık bütçesinde yer almasından ve sosyal
güvenlik primi giderlerinin de bakanlık bütçesine alınmasından,
kısmen de ek ders ücretlerinde yapılan artıştan kaynaklandığı, esasen
2003-2005 döneminde eğitim harcamalarının reel olarak azaldığı, nitekim
toplam kamu eğitim harcamalarının gayrisafi milli hasılaya oranı
1999 yılında yüzde 4,5 iken 2002 yılında yüzde 4,3 olduğu, söz konusu
oranın 2003, 2004 ve 2005 yıllarında da düşerek 2006 yılında yüzde 4,
1 olarak gerçekleştiği, üstelik daha önce bütçe dışında yer alan
fon harcamalarının da bu dönemde bütçe içerisinde yer aldığı, gelecek
üç yıllık döneme ilişkin program hedeflerinin de yetersiz olduğu,
- Son dört yıl içerisinde milli eğitime
bütçeden ayrılan payın sürekli olarak artırıldığı, altyapı sorunlarının
çözümünde kayda değer ilerlemelerin sağlandığı, okullarda ezberciliğe
dayanan sistem yerine düşünmeyi ve muhakeme yürütmeyi esas alan
bir sisteme geçildiği, önemli eksiklikler bulunmakla birlikte bütün
bu gelişmelerin takdir edilmesi, Bakanlığın da teşvik edilmesi gerektiği,
- Eğitimde fırsat eşitliğinin toplumsal
barış ve gelişme bakımından göz ardı edilemeyecek bir husus olduğu,
oysa eğitim sektörünün tümüyle özel sektöre bırakılmasının fırsat
eşitsizliğini artıracağı, bu nedenle eğitimin esas itibariyle
Devlet tarafından yürütülmesinin zorunlu olduğu,
- Kamuoyunda Milli Eğitim Bakanlığı tarafından
tavsiye edilen kitaplar konusunda tam bir karmaşanın yaşandığı,
farklı içerik ve kalitede pek çok kitabın öğrencilere tavsiye edildiği,
öğretime esas alınan kitaplar konusunda bir standardın mutlaka
oluşturulması gerektiği,
- Hükümetin öğretmen açığının kapatılması
amacıyla yürüttüğü çalışmaların memnuniyet verici olduğu, sözleşmeli
öğretmen, mecburi hizmet ve norm kadro uygulamasının titizlikle
yürütülmesinin ülkemizin ücra yörelerinde yaşanan öğretmen eksikliğini
önemli ölçüde giderdiği,
- Bakanlığın eğitimin fiziki ve teknolojik
alt yapısının geliştirilmesine, okullarda bilgisayar kullanımının
artırılmasına yönelik çabalarının takdirle karşılandığı, milli
eğitime her geçen yıl artan oranda kaynak ayrılmasının, müfredatın
çağdaş eğitim ve öğretim tekniklerine uyumlu hale getirilmesinin
sevindirici gelişmeler olduğu,
- İstihdam politikaları ile eğitim arasında
mutlaka ilişki kurulması gerektiği, oysa Türkiye’de eğitimin işgücü
piyasasındaki taleplere duyarlı olmadığı, ekonominin bir çok
sektöründe ara eleman ihtiyacı duyulurken, meslek lisesi mezunları
arasındaki yüksek işsizlik düzeyinin kabul edilebilir bir durum
olmadığı,
- Halk eğitim merkezlerindeki usta öğreticilerin
sağlık giderlerine, sigorta primleri, emeklilik ve diğer sosyal
haklarına ilişkin sorunlarının bir an önce çözümlenmesi gerektiği,
özellikle sigortalı sayıldıkları gün sayısının az olması nedeniyle
sağlık hizmetlerinden yararlanamadıkları,
- Taşımalı eğitimde olumlu gelişmeler
görülmekle birlikte eksikliklerin de bulunduğu, taşıma mesafelerinin
uzak olmasının özellikle güneydoğu bölgemizde kız çocuklarının
okula gönderilmesinin önündeki engellerden birisini oluşturduğu,
ailelerin uzak mesafelere kız çocuklarını göndermek istemedikleri,
şeklindeki görüş ve eleştirileri müteakip,
Hükümet adına yapılan tamamlayıcı açıklamalarda;
- Milli Eğitim Bakanlığının 21 milyar 355
milyon YTL’lik bütçesinin 2007 yılı merkezi yönetim bütçesinin yüzde
10,42’sine tekabül ettiği, söz konusu oranın 2002 yılında yüzde 6,9;
2006 yılında ise yüzde 9,50 olduğu, 2007 yılında bir önceki yıla oranla merkezi yönetim bütçesinden kamu yatırımlarına
ayrılan payın yüzde 3 azaldığı, buna karşın Milli Eğitim Bakanlığı
yatırımlarının bir önceki yıla göre yüzde 20 oranında arttığı, Bakanlığın
yatırım bütçesinin bütün kamunun yatırım bütçesi içerisindeki
payının ise yüzde 16 olarak gerçekleştiği,
- Eğitime ayrılan kamu kaynaklarının
yalnızca merkezi yönetim bütçesinde yer almadığı, il özel idarelerinin
de bütçelerinin yüzde 20’sini eğitim yatırımlarına aktarmak zorunda
oldukları, söz konusu idarelerin 2006 yılı bütçelerinin 6 milyar
YTL civarında bulunduğu,
- 2003 yılından bu güne kadar fiziki altyapı
konusunda büyük mesafelerin katedildiği, dört yılda 100 binin üzerinde
dersliğin yapıldığı, bunlardan 20 bininin Eğitime Yüzde Yüz Destek
Kampanyası çerçevesinde gönüllüler tarafından diğer bir kısmının
da kamu kurum ve kuruluşları ile belediyeler tarafından yaptırıldığı,
nüfus hareketlerine uyumun sağlanması amacıyla taşınabilir okul
modelinin geliştirildiği,
- Okullarda
internet erişiminin ve bilgisayar kullanımının yaygınlaştırıldığı,
bu kapsamda ilgili kamu kurum ve kuruluşlarıyla işbirliğine gidildiği,
bilgisayarların atıl kalmaması için 8 ve daha fazla sayıda dersliği
olan okulların birer bilgisayar laboratuarına kavuşturulmasına
çalışıldığı, 50 bin öğretmene bilgisayar eğitimi verildiği, ayrıca
öğretmenlerin ucuz bilgisayar edinebilmesi için kampanyalar düzenlendiği,
- 1967 yılında hazırlanmış olan ve artık
güncellenmesi gereken müfredatın, Türkiye’nin ihtiyaçlarına cevap
verecek şekilde değiştirildiği, pilot bölge seçilen yerlerde uygulamalara
başlandığı, esasen eski müfredatın ortaokullar ile ilkokulların
birleştirilmesi nedeniyle geçerliliğini
yitirmiş olduğu, yeni müfredatın öğrenci, öğretmen ve velilerin
memnuniyetini esas aldığı,
- İmam-Hatip Liseleri dışında kalan ve
mesleki ve teknik eğitim veren liselerin kontenjanlarının 195 bin kişi artırıldığı,
son sınıfta öğrencilerin meslekler ve yükseköğretim imkanları
hakkında bilgilendirildiği, bu uygulamanın meslek liselerine
olan talebi artırdığı,
- Öğretmenlikte kariyer sistemine geçildiği,
öğretmenlerin özlük haklarında bütçe imkanları çerçevesinde azami
ölçüde iyileştirmeler yapıldığı, 1998 yılından bu güne kadar artırılmamış
olan ek ders ücretlerinin yüzde
40’ın üzerinde artırıldığı, ayrıca öğretmenlerin de ek ödemesi olmayan
diğer devlet memurlarına seyyanen yapılan zamdan yararlandırıldığı, böylece
2006 yılında enflasyon yüzde 10 civarında beklenirken öğretmen maaşlarına
yapılan toplam zammın yüzde 20 düzeyine ulaştığı, esasen son dört
yılda öğretmen maaşlarındaki artışın hep enflasyonun üzerinde
gerçekleştiği, aynı şekilde eğitime hazırlık ödeneğinin de enflasyonun
bir hayli üzerinde artırıldığı, ayrıca öğretmenlere konut edindirmeye
yönelik çalışmaların devam ettiği,
- Öğretmenlik mesleğinin ortaöğretim
düzeyinde özendirilmesi için, 56 yeni Anadolu öğretmen lisesi açılarak,
98 olan Anadolu öğretmen lisesi sayısının 154’e çıkarıldığı,
- Yurt ve pansiyon yapımına ağırlık verildiği,
özellikle müstakil yurtların yapılmasıyla kırsal alandan şehirlere
öğrenim görmeye gelen çocuklarımızın ve gençlerimizin barınma
ihtiyaçlarının karşılanması konusunda kayda değer ilerlemelerin
sağlandığı,
- Taşımalı eğitimin sadece mali kaynaklarla
ilgili bir mesele olmadığı, yapılan her okula, standartlara göre
belli sayıda öğretmenin de atanması gerektiği, bu nedenle uygun
büyüklükte olmayan okulların yapılmasının yarar sağlamayacağı,
ifade edilmiştir.
2.2.16. 22.11.2006 tarihinde Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bütçesi üzerinde yapılan görüşmelerde;
- Çalışma hayatında ve istihdam politikalarında
dünya ölçeğinde hızlı bir değişimin yaşandığı, ülkemizde de çalışma
standartlarının yükseltilmesi amacıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığının hizmet alanıyla ilgili olarak mevzuatta ve uygulamada
eksikliği duyulan idari ve kanuni düzenlemelerin gerçekleştirildiği,
- 2002 yılında
asgari ücretin brüt olarak 250,88 YTL, net olarak 190,53 YTL olduğu,
2006 yılına gelindiğinde asgari ücretin brüt olarak 531,00 YTL, net
olarak da 380,46 YTL’ye ulaştığı, asgari ücrette yaşanan net artışın
yüzde 100, aynı dönemde enflasyon artış oranının ise bileşik bazda
yaklaşık yüzde 55 olduğu,
- Yabancıların
Çalışma İzinleri Hakkında Kanunun yürürlüğe girmesinden bu yana 26.097 yabancıya çalışma izninin verildiği,
yabancı işçi çalıştıran firmalarda yabancı uyruklu işçi sayısı
kadar Türk işçinin de çalıştırılmasının zorunlu tutulduğu,
- Çalışma
ve Sosyal güvenlik Bakanlığının, ülkemizin en önemli sosyal sorunlarından
birisi olan çocuk işçiliğine karşı aktif mücadele verdiği, çocuk
işçiliği konusunda çalışma yapan kamu kurum ve kuruluşları, işçi-işveren
kuruluşları ve sivil toplum örgütleri arasında koordinasyon ve
işbirliğinin sağlandığı,
- Sosyal
tarafları, üniversiteleri, sivil toplum kuruluşlarını, diğer ilgili
kurum ve kuruluşları bir araya getirerek, iş sağlığı ve güvenliği
konusunda ihtiyaç, öncelik, politika ve stratejileri belirlemek,
bunun yanı sıra tarafların görüş ve düşüncelerini açıklamalarını
sağlayan bir platform oluşturmak üzere 2005 yılında İş Sağlığı ve Güvenliği
Konseyinin kurulduğu,
- 3 milyonu
AB üyesi ülkelerde olmak üzere, yurt dışındaki Türk vatandaşları
ile Türk asıllı yabancı uyrukluların sayısının 5 milyonu aştığı,
2006 yılında yurt dışında ikamet eden ve Türkiye'ye kesin dönüş yapmış
olan vatandaşlarımızın, bulundukları ülkelerin ikamet, çalışma
ve sosyal güvenlik mevzuatından kaynaklanan sorunlarının çözümlenmesi,
hak ve menfaatlerinin korunması amacıyla çeşitli çalışmaların
yapıldığı,
- Kayıtdışı
istihdamın ve kaçak çocuk işçiliğinin önlenmesi amacıyla uygulamaya
konulan KADİM projesi çerçevesinde Kayıt Dışı İstihdamla Mücadele
Koordinasyon Kurulunun kurulduğu, sosyal güvenlik sisteminin yeniden
yapılandırılmasının kısa dönemde kayıt dışılığı bir ölçüde azaltabileceği,
bu kapsamda yaptırım gücü yüksek yasal düzenlemelere yer verilmesi,
denetim kapasitesinin genişletilmesi ve kendi primini ödeyen
serbest çalışanlar için kolay ve alternatif ödeme yöntemlerinin geliştirilmesiyle kayıt dışılığın azaltılmasının hedeflendiği,
- Sosyal
güvenlik sisteminin mali ve kurumsal yapısından kaynaklanan sorunların
giderilmesine yönelik olarak sistemin amaç, araç ve yöntem tutarlılığını
sağlayacak tarzda, bütüncül bir bakış açısıyla tek bir emeklilik sistemi,
tek bir sağlık sistemi, tek bir sosyal yardım sistemi ve bu yapıyı yürütmek
üzere tek bir kurumsal yapının oluşturulduğu,
- 2003 yılından
bugüne kadar SSK sigortalılarının sayısının yüzde 36 oranında
arttığı ve 7.641.174 kişiye ulaştığı, bu sayının artmasına bağlı
olarak 2006 yılında SSK kapsamındaki nüfusun ülkemiz genel nüfusuna
olan oranının da arttığı ve yaklaşık olarak yüzde 57'ye yükseldiği,
- 5283 sayılı
Kanun'la 19 Şubat 2005 tarihinden itibaren SSK sağlık tesislerinin
Sağlık Bakanlığına devredildiği, bu Kanun gereği SSK'na ait taşınır,
taşınmaz ve taşıtların bedelinin tespit edilerek on yıl içinde ödeneceği,
bu kapsamda oluşturulan komisyonlarca tespit edilip ilgili birimlerle
mutabık kalınan bedelin 4 Milyar 233 Milyon YTL olduğu, bu karşılığın
alınması için gereken işlemlerin yapılmakta olduğu,
- Hızla değişen
teknoloji, bilgi ekonomisi, küreselleşme ve artan uluslararası
rekabet nedeniyle işgücünün yalnızca tek bir alanda eğitiminin yeterli
olmadığı, bunun yerine değişen işgücü piyasasının gereklerine
kısa sürede uyum sağlayabilecek niteliklere sahip işgücünün yaşam
boyu eğitiminin öngörüldüğü, bireyin sürekli istihdamda kalmasının
yaşam boyu eğitim alması ile mümkün hale geldiği, bu nedenle Bakanlığın
işgücü eğitimine özel önem verdiği,
- Mevzuatta
yapılan değişiklikle özel istihdam bürolarının kurulmasına
imkân sağlandığı, uygulamanın başladığı 21 Mart 2004 tarihinden bugüne
kadar 192 özel istihdam bürosunun açılmasına izin verildiği, özel
istihdam bürolarından alınan verilere göre, Mart 2004-Eylül 2006 döneminde;
özel istihdam bürolarına 2 milyon 616 bin 257 kişinin başvuruda bulunduğu,
bu kişilerden toplam 25 bin 362'sinin işe yerleştirildiği,
- İŞKUR tarafından
2006 yılı Ocak-Eylül döneminde toplam 5 bin 675 kişinin katıldığı
323 iş gücü yetiştirme kursunun düzenlendiği, 2 bin 563 kursiyerin
istihdam edildiği, öte yandan, İŞKUR'un 40 ilde faaliyet gösteren 43
Meslek Danışma Merkezinden, 2006 yılı Ocak-Eylül döneminde 35 bin
960 kişinin yararlandığı,
- Tarımsal
istihdamın toplam istihdamın yüzde 29,5’ini oluşturduğu, bu oranın
gelişmiş ülkelerdeki seviyelere düşürülmesi gerektiği, Bakanlığın
tarımdan kopan çalışanların kentsel işgücüne kazandırılması
için aktif olarak çalıştığı, 2001-2005 döneminde yıllık ortalama istihdam
artışının yüzde 0,4 olduğu, işsizlik oranının 2005 yılı itibarıyla
yüzde 10,3 seviyesine ulaştığı, bu gelişmede 2001 yılında yaşanan
krizin ve tarım istihdamındaki çözülmenin belirleyici olduğu,
2001-2005 döneminde tarım istihdamının yıllık ortalama yüzde 3,3
oranında azaldığı, buna karşın tarım dışı istihdamın yüzde 2,5 oranında
arttığı, tarım dışı sektörlerdeki istihdamda, özellikle 2003 yılı
sonrasında ciddi artışların meydana geldiği,
- İşsizlik
Sigortasında kapsam, ödenek miktarı ve hak kazanma koşulları yönünden
iyileştirmeler öngören bir Kanun Tasarısı taslağının hazırlandığı,
- TÜİK’in,
işsizlikle ilgili veri ve istatistikleri hesaplarken Avrupa İstatistik
Kurumunun evrensel hesaplama yöntemine bağlı kaldığı, bu nedenle
işsizlikle ilgili verilerde Avrupa ülkelerinden farklı bir yöntemin
izlenmediği, verilerin ülkede yaşanan gerçek işsizlik oranlarını
yansıttığı,
- Kayıtdışı istihdamın azaltılması konusunda
sosyal güvenlik prim oranlarının düşürülmesi yolunun geçmişte denendiği;
ancak bu yolla toplam prim hasılatında kayda değer bir artışın görülmediği,
ayrıca ülkemizde uygulanan prim oranlarının iddia edildiği gibi
yüksek olmadığı, kayıtdışı istihdamla mücadelede Bakanlığın
esas politikasının etkin denetimin sağlanması olduğu,
ifade edilmiştir.
2.2.17. 22.11.2006 tarihinde Çevre
ve Orman Bakanlığı, Orman Genel Müdürlüğü, Devlet Meteoroloji İşleri
Genel Müdürlüğü bütçeleri üzerinde yapılan görüşmelerde;
-Orman idaresinin, orman köylüsüyle ilişkilerini
geliştirmesi sonucunda orman suçlarında gözle görülür bir azalmanın
gerçekleştiği, öte yandan, ormanlık alanlarda yer alan yaşlı ağaçlar
için tıraşlama yerine seyreltme yoluna gidilmesinin son derece
olumlu bulunduğu,
- Kamuoyunda
2/B olarak adlandırılan orman vasfını yitirmiş araziler konusunda
uygulanacak politikaların illerin gelişmişlik düzeylerine göre
farklılaştırılmasının yararlı olacağı, İç Anadolu bölgesinde
yer alan arazi ile İstanbul sınırları içerisinde yer alan arazinin
aynı uygulamaya tabi tutulmasının olumsuz sonuçlar doğuracağı,
ayrıca 2/B arazilerinden yararlanacak kişilerin o bölgede yaşıyor
olmalarının bir ön şart olarak belirlenmesinin faydalı olacağı,
- Çevre bilincinin
artırılması konusunda Çevre ve Orman Bakanlığının yanı sıra, sivil
toplum kuruluşlarına, üniversitelere, belediyelere ve basın yayın
kuruluşlarına da önemli görevlerin düştüğü,
- Anayasamızda
herkesin sağlıklı bir çevrede yaşamaya hakkı olduğunun belirtildiği,
ancak Çevre ve Orman Bakanlığına ayrılan ödeneklerin söz konusu
Anayasa hükmünün hayata geçirilmesi açısından yeterli miktarda
olmadığı, bu nedenle Bakanlığa
ayrılan ödeneklerin artırılması gerektiği,
- Çevreye
ilişkin mevzuatta yapılan değişikliklerin önemli olmakla birlikte
tek başına yeterli olmayacağı, mevzuatın kararlılıkla ve dikkatle
uygulanmasının da son derece önemli olduğu,
- Özellikle
Ege denizinde yoğunlaşan balık çiftliklerinin çevreyi ve turistik
faaliyetleri son derece olumsuz etkilediği, balık çiftlikleri konusunda
bir yasal düzenlemenin bir an önce yapılmasında yarar bulunduğu,
- Yapılan
araştırmalara göre kullanılabilir su kaynaklarının, son 30-40 yılda
dörtte bir oranında azaldığı, ülkemizin su kaynakları bakımından
oldukça zengin olduğu, Çevre ve Orman Bakanlığının, suyun stratejik
önemini de göz önüne alarak su kaynakları
konusunda politikalar geliştirmesi gerektiği,
- Çevre ve
Orman Bakanlığının bütçesinde geçen yıla göre yaşanan ödenek artışının
son derece sevindirici olduğu, Türkiye gibi hızla gelişen bir ülkenin
çevre sorunlarının da giderek büyümesinin beklenen bir durum olduğu,
Bakanlığın çevre sorunlarının giderilmesine yönelik çalışmalarının
kamuoyunda takdirle karşılandığı,
- Katı
atıklar ve tıbbi atıkların depolanmasının son derece önemli bir konu
olduğu, gelişmiş ülkelerde uygulanan geri dönüşüm yöntemlerinin
ülkemizde de uygulanması gerektiği, atıkların depolanması konusunda
Bakanlığın yerel yönetim kuruluşlarıyla eşgüdüm halinde çalışmasının
yararlı olacağı,
- Türkiye’nin
verimli orman arazisi miktarının yeterli olmadığı, bu nedenle
ekonomik bakımdan verimli ormanların artırılmasının zorunlu olduğu,
- KÖYDES
projesine bağlı olarak yapılmakta olan köy yollarında yanık yağ kullanıldığının
görüldüğü, yapılan yol uzunluğu da dikkate alındığında, bu kadar
uzun yol yapımı için tonlarca yanık yağ kullanıldığının anlaşıldığı,
bu uygulamanın bir sonucu olarak çevreye verilen zararın da hesaplanması
gerektiği; ayrıca yollarda kullanılan malzemelerin çevreye verebilecekleri
muhtemel zararları denetleyecek bir birimin Bakanlık bünyesinde
oluşturulmasının yararlı olacağı,
- Türkiye’nin
15-20 yıldır gündemde olan atık yönetimi konusunda hala bir ilerleme
sağlayamadığı, ancak, bu konuda daha fazla gecikmenin telafisi
imkansız sonuçlar doğurabileceği,
şeklindeki görüş ve eleştirileri müteakip,
Hükümet adına yapılan tamamlayıcı açıklamalarda;
- 2006 yılında
yasal ve idari mevzuatta yapılan değişiklerle çevre ve ormancılık
alanlarında sunulan hizmetlere işlerlik kazandırılması yönünde
son derece önemli adımların atıldığı,
- Çevre konusundaki
sorumluluğun sadece Çevre ve Orman Bakanlığının sorumluluğuyla
sınırlı olmadığı, başta sanayi, tarım, ulaşım ve enerji sektörleri
olmak üzere bütün ekonomik sektörlerin çevreyle yakın bir ilişki
içerisinde olduğu,
- Avrupa
Birliğiyle uyum çalışmalarında Çevre ve Orman Bakanlığının görev
alanına giren konularda yüzde 50 oranında uyumun sağlandığı, 300
adet direktiften 150 adedinin uyumlaştırıldığı,
- 2003 yılında
15 ilde düzenli depolama tesisinin bulunduğu, sonraki yıllarda 31 ilde daha düzenli depolama tesisinin
temelinin atıldığı, 2007 yılında da bu alanda çalışmaların devam
edeceği,
- İzlenen
kararlı politikalar sonucunda Türkiye’ye sanayi atığı gönderilmesinin
önüne geçildiği, ayrıca, ülkemizde bulunan bazı atıkların ait oldukları
ülkelere iade edildiği, bu konuda denetimlerin artarak devam edeceği,
- 2003 yılında
Türkiye’de sadece 3 ilde hava kalitesini izleme imkanının olduğu,
bu sayının 2005 yılında 36’ya çıkarıldığı, 2006 yılı sonu itibariyle
81 ilde izleme tesisi kurulmasının amaçlandığı, ancak ihale prosedürünün
henüz tamamlanamadığı,
- Sanayi
tesislerinin emisyon izin işlemleri konusunda valiliklere yetki
verilmek suretiyle hem Bakanlığın hem de sanayicilerin işlerinin
kolaylaştırıldığı,
- Devlet
Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğünün, yapmış olduğu çalışmalar
doğrultusunda, meteoroloji tahminlerinde Avrupa ve Dünya ortalamasını
yakaladığı, nitekim 2006 yılının ilk dokuz ayında yapılan sıcaklık
tahminlerinde yüzde 84.4, yağışta ise yüzde 88.5 oranında isabet sağlandığı,
- Türkiye’nin
ormancılık politikaları alanında gelişmiş ülkelerle yarışabilecek
konumda olduğu, ormanlarımızın geliştirilebilmesi ve korunabilmesi
için orman ve vatandaş arasında duygusal bir ilişkinin kurulması gerektiği,
ormanı sevdirmeye ve ormanların korunması konusundaki toplumsal duyarlılığın
artırılmasına yönelik çalışmalar sonucunda bu alanda önemli gelişmelerin
sağlandığı,
- Orman
köylüsünün kadastro işlemlerini tamamlayamamasından kaynaklanan
birçok uyuşmazlığın mahkemelerde devam ettiği, kadastro çalışmalarının
sadece Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün bünyesinde yapılması
gerektiği, Bakanlığın yapmış olduğu kadastro çalışmalarının tescili
aşamasında zorluklarla karşılaşıldığı,
- Orman
yangınlarında kullanılmak üzere helikopter ve uçak temin edildiği,
bunun yanı sıra yanan ormanların yılı içerisinde tekrar ağaçlandırıldığı,
yangınların önlenmesine yönelik olarak ise eğitim çalışmalarının
devam ettiği,
- Bakanlığın
atık su konusu üzerinde hassasiyetle durduğu, Çevre Kanununa göre bütün sanayi kuruluşlarının 2 ila 5
yıl içerisinde atık su arıtma tesislerini tamamlamak zorunda oldukları,
- Bakanlığın
denizlerimizin kirlilik haritasını çıkarmaya yönelik çalışmalar
yaptığı, Karadeniz’de, önceki yıllarda sadece 6 noktada izleme
yapılırken, yapılan çalışmalarla izleme noktalarının sayısının
69’a ulaştığı, Akdeniz’de, Ege’de ve Marmara’da kritik noktalarda izleme
ağının tamamlandığı,
- Toplu taşıma
araçlarında kullanılan yakıtların çevre kirliliğine neden olduğunun
bilindiği; ancak bu konularda öncelikle yerel yönetim kuruluşlarına
büyük görevlerin düştüğü, Çevre ve Orman Bakanlığının, bazı yerel
yönetim kuruluşlarıyla kullanılan yakıtların niteliği konusunda
görüşmeler yaptığı, bunun yanı sıra konutlarda, toplu taşıma araçlarında
kullanılan yakıtın Avrupa standartlarında üretilebilmesi için TÜPRAŞ’la çalışmaların
sürdürüldüğü,
- Türkiye’nin,
çevresel performans açısından 2005 yılı içerisinde 146 ülke arasında
91’inci sırada olduğu, 2006 yılında ise izlenen politikalar sayesinde
49’uncu sıraya gelindiği,
- Yerel yönetim
kuruluşlarının çevre ve orman konusunda yeterince hassas davranmadıkları, bu durumun
mevzuattan kaynaklanan eksikliklerin de etkisiyle Bakanlığın
işini zorlaştırdığı,
- Balık
çiftliklerinin çevreye ve turizme zarar verdiğinin anlaşılmasından
sonra yenilerinin açılmasına izin verilmediği, mevcut
çiftliklerin de etkili bir şekilde denetlenmekte olduğu,
ifade edilmiştir.
2.2.18. 23.11.2006 tarihinde Sağlık Bakanlığı
bütçesi üzerinde yapılan görüşmelerde;
- Sağlık harcamalarının yaşam kalitesini
artırdığı; ayrıca, verimliliğe ve ekonomik büyümeye doğrudan etkide
bulunduğu,
- Sağlık sektörünün temel sorunlarının;
fiziki altyapı ve sağlık personelinin yetersizliği, personelin
bölgeler ile il ve ilçe merkezleri arasındaki dengesiz dağılımı,
koruyucu sağlık hizmetlerinin yeterli düzeye ulaşmamış olması,
hizmete erişim ve finansmanına ilişkin sorunlar ile etkili bir sevk
zincirinin oluşturulamaması olduğu,
- Kamunun sağlık sektörüne müdahalesinin
başlıca iki nedenden kaynaklandığı; herkese ihtiyaç duyduğu ölçüde
ve kalitede sağlık hizmetinin piyasa koşullarında sağlanamayacak
olmasının devletin sağlık sektörüne müdahalesinin birinci temel
nedeni olduğu, bireyler arasındaki gelir eşitsizliğinin ise devletin
sağlık hizmetlerini üstlenmesinin ikinci gerekçesini oluşturduğu,
sosyal devlet anlayışının bunu gerektirdiği,
- 2000’li yılların başından itibaren uygulanan
istikrar programları çerçevesinde kamu harcamalarının azaltılması
eğilimine rağmen sağlık harcamalarının diğer harcamalardaki azalışın
aksine küçük de olsa bir artış eğilimi gösterdiği,
- 1999 yılında sağlık harcamalarının gayri
safi millî hasılaya oranı yüzde 3,9 iken, 2002 yılında bu oranın yüzde
4,7'ye çıktığı, 2004 yılından itibaren özellikle sosyal güvenlik kurumlarındaki
harcama artışının etkisiyle söz konusu oranın 2006 yılında yüzde
5,5'e kadar yükseldiği, buna rağmen koruyucu sağlık hizmetleri ve
halk sağlığı hizmetleri alanında bir iyileşmenin sağlanamadığı,
özellikle koruyucu sağlık hizmetlerine ayrılan payın mutlaka artırılması
gerektiği,
- Bakanlık bütçesinde sağlık yatırımı
harcamalarına ayrılan ödeneğin yeterli olmadığı, esasen Bakanlığın bütçesinin tümüyle
yetersiz olduğu, ayrıca bütçe uygulama talimatlarıyla devlet
hastanelerinin ve tıp fakültelerinin gelirlerinin dolaylı olarak
azaltıldığı, öte yandan 2006 yılında Bütçe Kanununa konulan bir hükümle
üniversite hastanelerinin kendi özel gelirlerini yatırımlarda
kullanma imkanına son verildiği, bu hususun sağlık yatırımlarının
daha da azalmasına yol açacağı, oysa bu alanda yapılacak kısıntının
toplumun geleceğinden fedakarlık etmek anlamına geldiği,
- Performansa dayalı ücret sisteminin
çalışma barışını olumsuz etkileyen kimi yönlerinin bulunduğu,
bu nedenle yeniden değerlendirilmesi gerektiği, salt nicelik üzerine
kurulan performansa dayalı ücret sisteminin kamu sağlık birimlerinin
hizmet niteliğini de düşürdüğü,
- İşletme modeliyle kamu hizmetinin gerektirdiği
yapıyı kaybeden hastanelerin tıbbi ve bilimsel gerekliliklerin
dışına çıkmak zorunda kaldığı, bu durumun halkımızın sağlık birimlerinden
aldıkları hizmetin niteliğini düşürdüğü,
- Sağlıkta sosyal devlet anlayışının giderek
terk edildiği, sağlık hakkı Anayasayla güvence altına alınmış olmasına
rağmen kamunun sağlık hizmeti üretme yerine hizmetin satın alınması
uygulamasıyla özel sağlık kuruluşlarının sayısını artırdığı,
bu durumun uzun vadede sağlık harcamalarının daha fazla artmasına
yol açacağı,
- Sağlık Bakanlığının yaşam kalitesini
olumsuz etkileyen, anne ve çocuk ölümlerine yol açabilen sağlık
problemlerinin çözümüne ve toplumun bu konuda bilinçlendirilmesine
yönelik çeşitli çalışmaları başarıyla yürüttüğü,
- Gelişmiş AB ülkelerinde 100 bin kişiye
360 hekim düşerken, Türkiye’de aynı rakamın 140 olduğu, bu nedenle
hekim sayısının mutlaka artırılması gerektiği,
- 2007 yılından itibaren kalça çıkığı,
aşılama, işitme kaybı, diş taraması gibi koruyucu sağlık hizmetlerinden katkı
payının alınmayacağı, böylece koruyucu sağlık hizmetlerinin etkinliğinin
artacağı,
- Yeni sevk zinciri uygulamasının hastane
hizmetlerinde ve polikliniklerde verimliliği artıracağı,
- Sağlık ocaklarının donanım ve hekim yönünden
önemli yetersizliklerinin bulunduğu, söz konusu eksikliklerin
giderilmesi durumunda hastanelerin iş yükünün de büyük ölçüde
azalacağı,
- Yardımcı sağlık personeli yetiştirmek
amacıyla kurulmuş olan sağlık meslek yüksek okullarının eğitim kalitesinin
mutlaka artırılması gerektiği,
- Döner sermaye uygulamalarının olumlu
kimi yönleri bulunmakla birlikte ücretlerdeki farklılıklar nedeniyle
personelin büyük hastanelerde yığılmaya neden olduğu, bu sorunun
mutlaka giderilmesi gerektiği,
- SSK hastanelerinin Sağlık Bakanlığı
sistemine dahil edilmesi, mevcut sağlık kurumlarının hem koruyucu
sağlık hizmetleri, hem de ikinci ve üçüncü basamak sağlık hizmetleri
bakımından daha kaliteli hale getirilmesi, yeni klinik ve polikliniklerin
açılması gibi uygulamalarla sağlık hizmetlerinin yürütülmesinde
büyük mesafelerin kat edildiği,
şeklindeki görüş ve eleştirileri müteakip,
Hükümet adına yapılan tamamlayıcı açıklamalarda;
- Sağlıkta Dönüşüm Programının sağlık
hizmetlerine vatandaşlarımızın erişiminin kolaylaştırılması
ve hizmet kalitesinin artırılması gibi iki ana hedefinin bulunduğu,
- Sağlık hizmetlerinin en önemli sorunlarının
temel sağlık hizmetleri alanında yoğunlaştığı, bu kapsamda 112
acil servis hizmetlerinin geliştirilmesi yönünde büyük çaba sarf
edildiği, istatistiklere bakıldığında 112 ambulanslarıyla taşınan
hasta sayısı 2002 yılında 350 bin iken, 2006’nın sonunda 900 bine ulaşılacağının
tahmin edildiği, bu verilerin Sağlık Bakanlığının konuya verdiği
önemin bir göstergesi olduğu,
- Avrupa’nın en büyük medikal kurtarma
ekibinin ülkemizde kurulduğu,
çok sayıda sağlık personelinden
oluşan ekibin bir doğal afetin meydana gelmesi durumunda iki saat
içerisinde hazırlanabileceği,
- Kuş gribi ile mücadele konusunda çok büyük
başarıların elde edildiği, bu amaçla bir salgın hastalık planının
hazırlandığı, verem vakalarının teşhisi ve kaydedilmesi konusunda
da dünya ortalamalarının üzerinde gelişmelerin sağlandığı,
- 2002 yılı sonunda sağlık ocaklarında muayene
odası sayısı 6.300 iken bu rakamın hali hazırda 13.500’e ulaşmış olduğu,
sağlık ocaklarında her hekime bir muayene odası prensibiyle hareket
edildiği, halen hekimlerin yüzde 95’inin bir muayene odasına sahip
olduğu, sağlık ocaklarından hastanelere sevk oranının yüzde 20’den
yüzde 9’a düşmüş bulunduğu, bu oranın sağlık ocağı hizmetlerinin kalitesini
gösterdiği,
- Kırsalı yoğun bir ülke olan Türkiye’de
kırsalda gezici sağlık hizmetlerine öncelik verilmesinin koruyucu
sağlık hizmetleri açısından büyük önem taşıdığı, 1999 yılında kırsalın yüzde 5’ine gezici
sağlık hizmeti götürülürken, 2002’de bu oranın yüzde 10’a, 2006 yılı
kasım ayı itibariyle de yüzde 76’ya çıktığı, 2007 yılı sonu itibariyle
gezici sağlık hizmetlerinin kırsalın yüzde 100’üne sağlanmasının
hedeflendiği,
- Temel sağlık hizmetleri açısından çocukların
aşılanmasının hayati önem taşıdığı, 1999 ve 2002 yıllarında aşılama
oranları yüzde 79’larda iken, 2006 aşılama oranının yüzde 93 olduğu,
2007 hedefinin ise yüzde 95 olarak belirlendiği, bu hedefin ülkemiz
açısından oldukça yüksek bir hedef olduğu,
- Anne ve çocuk sağlığının korunmasına
yönelik önemli programların başlatıldığı, Türkiye’de demir eksikliğinin
aşağı yukarı her iki çocuğun birinde görüldüğü, bu nedenle bütün
çocuklara ücretsiz demir damlaları ve D vitamini eksikliğini önlemek
için de ücretsiz D vitamininin dağıtıldığı, yeni doğan canlandırma
eğitimi almış personelin bulunmadığı hastanelerde doğum yaptırılmadığı,
- Aile hekimliğinin temel felsefesinin
bireyin sağlık hizmetini kendi seçtiği ve güvendiği hekimden özgürce
alması olduğu, sağlık ocaklarında sunulan hizmetlerin aile hekimliğiyle
destekleneceği, bu alanda yapılan pilot çalışmaları takiben bazı
illerde aile hekimliği uygulamasının başlatıldığı,
- Hastanelerde daha çok çalışanın daha
çok ödüllendirildiği performansa dayalı bir ek ödeme sisteminin başlatıldığı,
bunun sonucunda hekimlerin tam zamanlı olarak çalışmayı talep
eder hale geldikleri, döner sermayeli kurumlarda dağıtılan net ek
ödemenin tahsilat içindeki oranının yüzde 30’ların üzerine çıktığı,
bu sistemle hem vatandaşa iyi hizmetin sunulmasının amaçlandığı,
hem de hastanelerde çalışan sağlık personelinin motivasyonun artırıldığı,
- Sağlıkta dönüşüm programının önemli bileşenlerinden
biri olan hekim seçme hakkı konusunda da önemli mesafelerin alındığı,
2006 yılının sonunda, hastanelerinin büyük bir bölümünde de vatandaşa
hekim seçme hakkının verileceği,
- Hastanelerin kamuya ait özerk işletmelere
dönüştürülmesi için gerekli kanuni hazırlıkların yapıldığı, böylece
hastanelerin hizmet kapasitesinin
artırılmış olunacağı, sistemin daha kolay erişilen bir hastanecilik
hizmetine dönüştürüleceği,
-İlaç politikasında yapılan değişikliklerle
yılda 1 milyar dolara yakın bir ilaç tasarrufunun sağlandığı,
SSK’lı hastaların eczanelerden ilaç alabilmesine imkan sağlanmasına
rağmen, tasarruf politikaları neticesinde kamu ilaç harcamalarının
son dört yılda yalnızca yüzde 20 arttığı,
- Türkiye’nin tüm bölgelerinde uzman hekimlerin
çalıştırılması ve uzman hekimlerin illerin ihtiyacı göz önünde
bulundurularak görevlendirilmesi amacıyla mecburi hizmet uygulamasının
getirildiği,
- 1999-2002 yılları arasında 5 bin yeni yatak
sağlık hizmetine kazandırılmışken, 2002 döneminden sonra 17 bin yeni
yatağın hizmete sokulduğu, banyo ve tuvalet bulunan hasta odasının
toplam hasta odası içindeki payının da yüzde 19’dan 31’e çıkarıldığı,
her hastanın odasında mutlaka banyo bulunmasının hedeflendiği,
- Vatandaş memnuniyetinin artırılması
için bütün hastanelerde hasta hakları birimlerinin kurulduğu, vatandaşların
sağlık hizmetlerine ilişkin problemlerinin çözümü için buralara başvurabildikleri,
- Türkiye
İstatistik Kurumu verilerine göre sağlık hizmetlerinden memnuniyet
oranı 2003’te yüzde 39,5 iken, bu oranın
2004’te yüzde 46,9’a, 2005’te ise yüzde 55,2’ye yükseldiği,
ifade edilmiştir.
2.2.19. 24.11.2006 tarihinde Adalet
Bakanlığı, Anayasa Mahkemesi Başkanlığı, Yargıtay Başkanlığı, Danıştay Başkanlığı
bütçeleri üzerinde yapılan görüşmelerde;
- Yargılama süresinin uzun olmasının
Türkiye’de yargının en başta gelen problemi olduğu, yargılamanın
mevzuattan ve iş yükünün fazlalığından dolayı uzun yıllar sürmesi
ya da buna benzer nedenlerle insanların hak aramaktan vazgeçebildikleri
veya hukuk dışı arayışlara yönelebildikleri, bu nedenle yargılama
süresinin kısaltılmasına yönelik tedbirlerin bir an önce alınması
gerektiği,
- Geçmişte hâkim ve savcı atamalarının tümüyle
yargı mensuplarından oluşan Yüksek Hâkimler Kurulu tarafından yapıldığı,
ancak bu dönemde de yargı bağımsızlığının bulunmadığı yönünde şikayetlerin
yapıldığı, esasen yargıç bağımsızlığının uygulamada zaman zaman
amacının dışında yorumlanabildiği, dolayısıyla Hâkimler ve Savcılar
Yüksek Kurulundan Adalet Bakanının ve Müsteşarının çıkarılmasının
yargı bağımsızlığının teminatı olamayacağı, yargının bağımsızlığına
ilişkin sorunların eğitimden ekonomiye uzanan çok daha köklü nedenlerinin
bulunduğu,
- Hâkim ve savcıların terfi sistemlerinin
yeniden düzenlenmesi gerektiği, sonuçlandırılan dava sayısına
odaklı terfi sisteminin objektif olmadığı, davaların içeriğinin
de göz önüne alınması gerektiği, yargıçların olumlu not alabilmek
kaygısıyla Yargıtayın görüşlerine uymayı tercih ettiği, bu durumun
yargı içtihatlarının gelişmesini engelleyici nitelikte olduğu,
- Hâkim ve savcıların maaşlarında kayda
değer bir iyileşmenin sağlandığı, ancak yardımcı personelin özlük
haklarında herhangi bir iyileştirmenin yapılmadığı, bu durumun
söz konusu personelin motivasyonunu son derece olumsuz etkilediği,
- Ülkemizde suç ve suçlu sayısının hızla
arttığı; ancak yargılama sürecinin yavaş işlemesi, adil yargılama
ilkesine tam olarak uyulamaması, hukuk kurallarının oluşturulmasında
çağdaş gelişmelerin yeterince takip edilememesi, hukuk eğitiminde
istenilen standarda ulaşılamaması, yargının insan kaynaklarına
ilişkin nicelik ve nitelik sorunları ile fiziki ve teknik alt yapı
eksikliklerinin giderilememiş olunması gibi nedenlerden dolayı
yargının etkili ve hakkaniyete uygun olarak işletilemediği,
- Türkiye’de Eylül 2006 itibarıyla, hakim
ve cumhuriyet savcısı sayısının 9.048 olduğu, bu sayının genel olarak
Avrupa Birliği üyesi ülkelerdeki ortalamanın altında kaldığı,
örneğin, Almanya’da 100 bin kişiye 25 hakim ve 6 savcı düşerken, Türkiye’de
bu rakamların sırasıyla 8 ve 4 olduğu, öte yandan Türkiye’de bir yılda
açılan dava sayısının Almanya’dakinin iki katından fazla olduğu,
dolayısıyla Türkiye’de bir hakimin Almanya’daki hakimin sekiz katı
dosyaya baktığı, üstelik açılan dava sayısının hızla artması nedeniyle
hakim başına düşen dava sayısının da giderek arttığı, hakim başına
düşen dava sayısı 1995 yılında 608 iken, söz konusu rakamın 2004 yılı
itibariyle 917’ye yükseldiği, bu durumda adalet hizmetlerini hızlandırmanın
mümkün olamayacağı,
- Danıştayın, bir yüksek mahkeme olarak
kurulmasına rağmen görev alanının genişlemesiyle giderek ilk derece
mahkemesi haline dönüştüğü, Danıştayın iş yükünün mutlaka azaltılması
gerektiği, bu noktada idareye de önemli görevlerin düştüğü, idarenin
keyfi uygulamaları nedeniyle son yıllarda idari dava sayısının
hızla arttığı, keyfiliğin önlenmesi bakımından belli idari işlemler
nedeniyle ortaya çıkan kamu zararında ilgili kamu görevlisine
rücu edilebilmesi gerektiği,
- Son yıllarda adalet hizmetlerinin fiziki
ve teknolojik altyapı ihtiyaçlarının büyük ölçüde giderildiği,
kısıtlı kaynaklarla oldukça başarılı hizmetler yürüten Bakanlığın
çalışmalarının takdirle karşılandığı,
- Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun
ayrı bir bütçeye, ayrı bir teşkilata ve personele sahip olmasının
yararlı olacağı,
- Bakanlığın 2007 yılı bütçesinin bir önceki
yıla göre yüzde 50’nin üzerinde artışla bağlanmış olmasının memnuniyetle
karşılandığı,
- Aynı anda birbiriyle ilgisiz birden
çok kanunun değiştirildiği torba yasa uygulamalarıyla hukuk düzeninin
tam bir karmaşaya sürüklendiği, mevzuatın adeta içinden çıkılmaz
bir hal aldığı, bu durumun önlenmesinde
Adalet Bakanlığına son derece önemli görevlerin düştüğü,
- Hükümlü ve tutuklu sayısının her geçen
yıl artmakta olduğu, yakın gelecekte cezaevlerinin yetersiz kalabileceği,
bu nedenle yeni cezaevlerinin yapılması gerektiği,
şeklindeki görüş ve eleştirileri müteakip,
Hükümet adına yapılan tamamlayıcı açıklamalarda;
- Adaletin, devletin varlığı ve devamlılığı
bakımından ihmal edilemeyecek bir değer olduğu, Hükümetin göreve
başlar başlamaz öncelikle adalet sisteminin aksayan yönlerini
tespit ettiği, esasen yapılan çeşitli çalışmalarda da benzer sorunların
tespit edildiği, Hükümetin uzun vadeli bir yaklaşımla, stratejik
bir plan çerçevesinde tam bir siyasi kararlılıkla sorunların çözümüne
giriştiği,
- Yıllardır yargı reformundan bahsedilmekle
birlikte hangi alanlarda reform yapılması gerektiği konusunda somut
önerilerin ortaya konulamadığı, bu kapsamda Hükümetin öncelikle
mevzuatın güncelleştirilmesi konusuna eğildiği, daha sonra uygulamanın
iyileştirilmesine yönelik tedbirlerin alındığı, bu çerçevede uygulamaya
yönelik mevzuatın sadeleştirildiği, personel kalitesinin yükseltilmesi
için her düzeyde hizmet içi eğitim faaliyetlerinin artırıldığı, yabancı
dil eğitimine önem verildiği, personelin özlük haklarında da son
derece önemli iyileştirmeler yapıldığı,
- Mahkeme ve personel sayısının artırılmasının
yanında, alternatif uyuşmazlık çözüm yollarının da uygulamaya konulduğu,
bu yöndeki çalışmaların sürdürülmekte olduğu,
- Türkiye’nin itibarına yaraşır adalet
saraylarının yapımına büyük önem verildiği, böylece uygun olmayan
mekanlarda yürütülmeye çalışılan adalet hizmetlerinin uygun fiziki
mekanlarda yerine getirilmiş olacağı, buna paralel olarak lojman
yapımına da önem verildiği,
- Ceza infaz kurumlarının koşullarının
iyileştirilmesi konusunda da önemli ilerlemelerin sağlandığı,
esasen Türkiye’deki ceza infaz kurumlarının Avrupa’nın pek çok gelişmiş
ülkesine kıyasla daha sağlıklı koşullara sahip olduğu, geçmişte
cezaevlerinin sağlıklı bir planlamayla yapılmamış olduğu, verimli
olmayacak şekilde her ilçeye bir cezaevinin yapıldığı, bu nedenle
artık az sayıda hükümlünün bulunduğu cezaevlerinin kapatılması
yoluna gidildiği, 100’ün üzerinde cezaevinin kapatılmasına rağmen
halen 434 cezaevinin bulunduğu, oysa bu rakamın İngiltere’de 139,
Fransa’da 182, Almanya’da 248 olduğu,
- Bakanlık hizmetlerinin teknolojik altyapısının
hızla geliştirildiği, Ulusal Yargı Ağı (UYAP) Projesinin yabancı
ülke ve uluslararası kuruluşlar tarafından da oldukça beğenildiği,
sistemden yararlanabilmeleri için bütün hakim ve savcılara bilgisayar
temin edildiği,
- Yargı bağımsızlığının üzerinde önemle
durulduğu, dünyada değişik yargı bağımsızlığı modellerinin bulunduğu,
hakimlerin halk, parlamento, yürütme organı ya da yargı organları
tarafından seçilebildiği, bazı ülkelerde de karma sistemin uygulandığı,
esasen Türkiye’de yargı bağımsızlığına ilişkin sorunların atanma
usulünden çok zihniyet değişimiyle giderilebileceği,
- Cezaevlerindeki hükümlü sayısının
artış nedenlerinden birisinin de değişen ceza infaz sistemi nedeniyle
hapiste kalma süresinin uzaması olduğu, bu sorunun çözümü için cezaevi kapasitesinin artırılmasına çalışıldığı,
ifade edilmiştir.
2.2.20. 27.11.2006 tarihinde İçişleri
Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı
ve Sahil Güvenlik Komutanlığı bütçeleri üzerinde yapılan görüşmelerde;
- Türkiye’de terör olaylarının geçmiş yıllarda
gerçekleştirilen operasyonlar sonucunda bitme noktasına geldiği,
bu durumun oldukça sevindirici olduğu; ancak, son yıllarda terör
olaylarında belirgin bir artışın görüldüğü, bu durumun ciddiyetle
değerlendirilmesi gerektiği, terörün iç ve dış kaynaklarının ve
desteklerinin tam olarak belirlenmesinin terörle mücadele bakımından
büyük önem arz ettiği,
- İstanbul’da uygulanan MOBESE sisteminin
adi suçları engellemekte oldukça başarılı olduğu, bu sistemin diğer
illerde de uygulanmasının bir gereklilik arz ettiği, Emniyet teşkilatının
bu konuda çalışmalarını hızlandırması gerektiği,
- Hızlı nüfus artışı ve göç nedeniyle,
son yıllarda büyükşehirlerde Jandarma ve Emniyet güçlerinin görev
alanlarının birbirine karıştığı, bu kurumların görev alanlarının
Büyükşehir Belediyesi Kanunu çerçevesinde yeniden belirlenmesi
gerektiği,
- Son yıllarda
özellikle ruhsatsız silah sayısında hızlı bir artışın yaşandığı,
ruhsatsız silah kullanma suçunun cezasının mutlaka arttırılması
gerektiği, bunun yanı sıra ruhsatlı silah sahiplerinin suç işleme
oranları da dikkate alınarak silah ruhsatı alımında izlenen prosedürün
daha kolay hale getirilmesinin bir gereklilik olduğu,
- KÖYDES
projesinde kontrolör mekanizmasının hala kurulamadığı, bu eksikliğin
bir an önce giderilmesi gerektiği,
- KÖYDES
ve BELDES projelerinin sosyal adaletsizliğin giderilmesinde önemli
rol oynadıkları, ancak, söz konusu projelerin sonuçlarının alınmasında
diğer bakanlıklara da önemli görevlerin düştüğü,
- Son dönemde
Türkiye Cumhuriyetinin beraberlik ve bütünlüğüne yönelik tehditlerin
artış gösterdiği, bu tehditlerin arkasındaki güçlerin ortadan
kaldırılması gerektiği,
- Geçen
yıllarda bölücü terör örgütüne karşı geçici köy koruculuğu uygulamasıyla
başarılı sonuçlar alındığı, bugün geçici köy korucularının görevlerinden
ayrıldıklarında herhangi bir sosyal güvencelerinin olmamasının
olumsuz sonuçlar doğurduğu,
- İl Özel
İdaresi ve Belediye Kanunu tasarılarının yasalaşmaları halinde,
emlak vergilerinde yüzde 100’e yakın bir artışın sağlanacağı, oysa
emlakın gerçek değerinin belirlenmesinin daha adil olacağı,
şeklindeki görüş ve eleştirileri müteakip,
Hükümet adına yapılan tamamlayıcı açıklamalarda;
- 2007 yılında
bütçeden İçişleri Bakanlığı ve bağlı kuruluşlarına ayrılan payın
10 milyar 700 milyon 981 bin YTL olduğu, bu miktarın 2007 yılı bütçesi
içerisindeki payının yüzde 5.20’ye karşılık geldiği, Bakanlığın
ve bağlı Kuruluşların yerine getirdikleri hizmetler dikkate alındığında
bu miktarın yeterli olmayacağının anlaşılacağı; ancak hizmetler
yerine getirilirken ödeneklerin etkin olarak kullanılmasına çalışılacağı,
- 2002 yılından
bu yana İçişleri Bakanlığında; vatandaşların günlük hayatlarını
da etkileyen çağdaş ve katılımcı demokrasi anlayışı çerçevesinde
idarenin hukuka bağlılığının temel alındığı önemli reform ve çalışmaların
gerçekleştirildiği,
- Sivil
toplum anlayışını geliştirmek, toplumsal örgütlenmeyi ve toplumsal
bilinci arttırmak amacıyla İçişleri Bakanlığı bünyesinde e-dernek
adlı projenin uygulamaya konulduğu, böylece derneklere yönelik
geniş bir veri tabanının oluşturulduğu,
- Jandarma
Genel Komutanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde insan
hakları ihlallerini incelemek amacıyla kurulan birimler sayesinde insan hakları ihlallerinin ciddiyetle
ele alındığı, gözaltı uygulamasında ve mevzuatta yapılan iyileştirmelerin de etkisiyle Türkiye
aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvuru sayısında
gözle görülür bir azalmanın yaşandığı,
- Bazı kamu
hizmetlerinin yerel yönetimlere aktarılmasının bu hizmetlerin
daha etkin ve verimli bir şekilde yürütülmesini sağlayacağı, bu
nedenle Hükümetin yerel yönetimlerin yetki ve görevleriyle mali
imkanlarının artırılmasına büyük önem verdiği, genel bütçe vergi
gelirlerinden yerel yönetimlere aktarılan payın dağıtımında nüfus
kriterine ilave olarak performans ve gelişmişlik endeksi gibi yeni
kriterlerin eklendiği,
- KÖYDES
projesinin, devletin köye ve köylüye dönük vizyonunu ortaya koyan
bir dönüşüm projesi olduğu, bu proje kapsamında köylerin yol ve içme
suyu ihtiyaçlarını karşılamak üzere 2005 yılında genel bütçeden
200 milyon YTL pay ayrıldığı, bu miktarın 2006 yılında ise 2 milyar
YTL’ye çıkarıldığı, köylere hizmet götürme birliklerinin köylüye
en yakın idari birimler olduğu, bu nedenle KÖYDES Projesine ilişkin
yatırımların planlanması ve uygulanması aşamasında muhtarların
ve il genel meclisi üyelerinin de katıldığı birlik encümenlerinin
karar mekanizmalarına dahil edildiği,
- Vatandaşların
en çok etkilendiği zabıta olaylarının şahsa ve mala karşı işlenen
suçlar olduğu, bu suçların önlenmesine yönelik olarak Emniyet güçleri
ve Jandarma Genel Komutanlığı bünyesinde kurulan birimlerde suç
analizlerinin yapıldığı, bu analizler sonucunda suçluların yaşı,
ekonomik durumları, eğitim seviyeleri gibi bilgilere ulaşıldığı,
bu bilgilerin önleyici kolluk hizmetlerinde önemli yararlar sağlayacağı,
ayrıca, Devlet ve vatandaş arasındaki güven bağını zedeleyen organize
suç örgütleri ve her türlü kaçakçılık suçlarıyla kararlılıkla mücadele
edildiği,
- Jandarma
Birliklerinin bilgiye süratle ve zamanında ulaşmasını sağlamak,
koordinasyonu hızlandırmak, emniyet ve asayiş hizmetlerinin aksatılmaksızın
ve insan haklarına saygılı bir biçimde yerine getirilmesinin sağlanması
amacıyla, Jandarma Entegre Muharebe ve Bilgi Sistemi (JEMUS) projesinin
uygulamaya konulduğu, bir çok ilde gerekli altyapının sağlandığı,
- Trafik
kazalarının önlenmesine yönelik yasal ve idari mevzuat çalışmalarının
devam ettiği, ayrıca toplumsal duyarlılığın artırılması amacıyla
sivil toplum kuruluşlarının destek ve katılımına önem verildiği,
- Vatandaşlara
e-devlet anlayışı kapsamında hizmet vermeyi amaçlayan İçişleri Bakanlığına
bağlı kuruluşlarda e-devlet projesine uyumun sağlanması için çalışmaların
hızla devam ettiği, bu kapsamda MERNİS projesiyle şu anda 923 il ve
ilçe nüfus müdürlüğünün Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğüyle
ve birbirleriyle bilgisayar bağlantılarının sağlandığı,
- Uygulamaya
konulan Türkiye Cumhuriyeti Kimlik Numarası uygulamasının, kişileri
tanımlayan tek numara olmasına yönelik çalışmaların devam ettiği,
kimlik numaralarının emniyet, sosyal güvenlik, sağlık, tapu, adli
sicil gibi birçok konuda kullanılmaya başlanmasıyla vatandaşların
ve ilgili kamu kurumlarının işlerinin hızlanmasının beklendiği,
- Gerek
ekonomik nedenlerle gerekse güvenlik nedenleriyle yaşadıkları
yerleri terk etmek zorunda kalan vatandaşların güç yaşam şartlarını
iyileştirmek amacıyla Köye Dönüş ve Rehabilitasyon Projesinin yürütüldüğü,
2.2.21. 28.11.2006 tarihinde Devlet
Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı, Hazine Müsteşarlığı ve Avrupa
Birliği Genel Sekreterliği bütçeleri üzerinde yapılan görüşmelerde;
- 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol
Kanunu ile sistemimize girmiş olan orta vadeli mali planın öngörülerinin
2007 bütçesinin hazırlanmasında ölçüt alınmadığı, bugüne kadar
iki orta vadeli mali planın ilan edildiği, DPT’nin uygulamada tutarlı
davranması ve kuruma olan güveni sarsmaması gerektiği,
- KİT dengesinin olağanüstü ölçüde bozulduğu,
özellikle enerji KİT’lerinde durumun kritik bir hal aldığı, maliyetlerin
fiyatlara yansıtılmaması nedeniyle piyasanın oluşmasının mümkün
olamadığı, oluşmayan enerji piyasası nedeniyle de özel sektörden
beklenen enerji yatırımlarının yapılamadığı, bu nedenle Türkiye’nin
yakın gelecekte bir enerji darboğazıyla karşı karşıya kalabileceği,
- KİT’lerin
artan finansman açığının bütçe ve özelleştirme fonunun katkılarıyla
2006 yılında fazlaya dönüştürüldüğü, KİT sisteminden gerekli yenileştirme
ve rehabilitasyon yatırımlarının yıllardan bu yana esirgenmekte
olduğu, böylece KİT sisteminin yapılan transferlere giderek daha
da bağımlı hale getirildiği, öngörülen zamlar yapılmaz veya özelleştirme
fonundan transferler mümkün olamaz ise 2007’de KİT’lerin finansman açığının
daha da artacağı, bu nedenle yüzde 6,5’luk faiz dışı fazla hedefinin
tutturulmasının mümkün olamayacağı,
- Hükümetin kimi uygulamalarıyla mali
disiplinden uzaklaştığı, bütçeye yansıtılmayan harcamalar, ertelenen
yükümlülükler, müteahhitlere yapılmakla birlikte bütçeye yansıtılmayan
borçlar nedeniyle gerçekte faiz dışı fazlanın ve diğer verilerin
açıklanandan farklı gerçekleştiği,
- KÖYDES projesinin bölgesel dengesizlikleri
giderme amacını taşıdığı, ancak
uygulamada köylere içme suyu sağlamak ve köy yolu yapmakla yetinildiği,
esasen KÖYDES projesinde yer alan tarımsal altyapı ve kanalizasyon
çalışmalarının sonradan alınan bir kararla projeden çıkarıldığı,
- 2002 yılından 2006 eylülüne kadar toplam
kamu borcunun yüzde 50, toplam özel sektör borcunun ise yüzde 148 arttığı, dolayısıyla kişi başına toplam kamu
borcu 2002 yılında 2.241 dolar iken 2006 eylülünde bu rakamın 3.213 dolara çıktığı, artışın yaklaşık yüzde 43 olduğu,
öte yandan, özel sektörde finans dışı kesimin borcu 2002’de 33,5 milyar
dolar iken, 2006’da 69,8 milyar dolara yükseldiği, İMKB’deki 28,4 milyar
doların da eklenmesi ile bu rakamın toplam 98,2 milyar dolar olacağı,
bu durumun dikkatle izlenmesi gerektiği,
- Sayıştayın Hazine işlemleri raporunda
muhasebe kayıtlarına ilişkin eksikliklere yer verdiği, kamu hesaplarının
sağlıklı bir şekilde izlenebilmesi için en kısa sürede bu eksikliklerin
giderilmesi gerektiği,
- Avrupa Birliğine üyelik süreciyle ilgili
çalışmaların sadece yasaların çıkarılmasıyla sınırlı olmadığı,
bu süre içinde Avrupa Birliği mevzuatının Türkçe’ye çevrilmesi,
Türkiye’de AB fikrinin yerleşmesi için sivil toplum kuruluşlarıyla
diyaloğa girilmesi gibi çok önemli konular üzerinde de önemle durulması
gerektiği, oysa Avrupa Birliği Genel Sekreterliğinin az sayıda
personelle bu güç işin altından kalkamayacağı,
bu nedenle kurumun nitelikli personel yönünden desteklenmesi gerektiği,
şeklindeki görüş ve eleştirileri müteakip,
Hükümet adına yapılan tamamlayıcı açıklamalarda;
- 2006 yılı programının makro ekonomik
bağlamda güven ve istikrarı sürdürmeyi, büyüme sürecini devam ettirmeyi,
istihdamı artırmayı, enflasyonu daha da aşağıya çekmeyi, kamu kesimi
borçlanma ihtiyacını ortadan kaldırmayı ve kamu borcunun milli
gelire oranındaki düşüş eğilimini devam ettirmeyi amaçladığı,
2006 yılı Mayıs ve Haziran döneminde uluslararası piyasalardan
kaynaklanan dalgalanmalara rağmen programın kararlılıkla uygulanmasıyla
bu hedeflere önemli ölçüde yaklaşıldığı,
- 9. Kalkınma Planının vizyonunda; sürdürülebilir
büyüme, rekabetçi bir yapı, bilgi toplumuna geçiş, gelir dağılımı
adaleti ve AB uyum sürecinin tamamlanmasının yer aldığı, planların
etkili bir şekilde uygulanması için tüm ilgili kurumların sahiplenmesi
ve katılımının son derecede önemli olduğu, bu anlayış çerçevesinde
2007 yılından başlayarak ilgili tüm kamu kurumlarının planda yer
alan temel eksenlere ve önceliklere uygun olarak kendi kurumsal
programlarını hazırlayacakları, bu programların planın önceliklerini
somutlaştıran tedbirleri içereceği ve plan-bütçe bağlantısını
güçlendireceği,
- DPT’nin yürüttüğü önemli faaliyetlerden
birisinin Kamu Yatırım Programının hazırlanması olduğu, kısıtlı
kaynakların bitme aşamasına gelmiş projelere tahsis edilmesi suretiyle
bu projelerin kısa sürede ekonomiye kazandırılmasının ve hizmete
geçirilmesinin amaçlandığı, bu uygulama sonucunda 2001 yılı krizi
sonrasında 12,5 yıla kadar çıkan kamu yatırım stokunun ortalama
tamamlanma süresinin 2006 yılı ödenekleri itibarıyla yaklaşık 5
yıla kadar düşürüldüğü, sıkı maliye politikası hedeflerinden
taviz vermeksizin yatırımlara ayrılabilen kaynakların imkanlar
dahilinde artırılması için de her türlü gayretin gösterilmekte olduğu,
- Devletin alt yapı hizmetlerine yeterli
finansman ayıramaması, teknolojide yaşanan gelişmeler, ekonomi
alanındaki değişim eğilimleri, kamu işletmeciliğinden istenilen
verimin elde edilememesi gibi nedenlerle kamu- özel sektör işbirliğinin
gerekliliğinin her geçen gün daha da artmakta olduğu, bu çerçevede
kamu yatırımlarının ve kamusal hizmetlerin gerçekleştirilmesinde
kamu-özel sektör işbirliğinin sağlanması
amacıyla DPT’nin koordinatörlüğünde bir çerçeve yasa taslağının
hazırlandığı, ilgili kamu ve özel kesim temsilcilerinin de dahil olduğu katılımcı çalışmaları müteakiben
taslağın TBMM’ye sunulacağı,
- DPT’nin Bölgesel Gelişme kapsamında
2004-2006 döneminde yürüttüğü, toplam 42 ili kapsayan ve 11 bölgede
uygulaması başlatılan veya hazırlıkları devam eden bölgesel kalkınma
programlarının toplam bütçesinin; 220 milyon Euro’su AB hibesi ve
39 milyon Euro’su Türkiye katkısı olmak üzere toplam 259 milyon Euro’ya
ulaştığı,
- Adana İli merkez olmak üzere, Adana ve
Mersin illerini kapsayan Çukurova bölgesi ve İzmir ilini kapsayan
Düzey 2 bölgelerinde iki ayrı kalkınma ajansının kurulduğu, söz konusu
ajansların kurumsallaşma çalışmalarının halen devam ettiği, gerekli
hazırlıklar tamamlandıktan sonra diğer Düzey 2 bölgelerinde de
ajansların kurulmasına devam edileceği,
- Bölgesel gelişmişlik farklarını azaltmak
amacıyla geliştirilen ve ilk defa 2005 yılında başlatılan Köy Altyapısını
Destekleme Projesi (KÖYDES) uygulamalarına 2006 yılında olağanüstü
bir hız verildiği, bu proje ile bugüne kadar çeşitli nedenlerle içme
suyu ve yol sorunu çözüme kavuşturulmamış köylerin altyapı sorunlarının
il özel idareleri ve köylere hizmet götürme birlikleri aracılığıyla
büyük oranda çözüme kavuşturulduğu, ayrıca, nüfusu 10.000’den az
olan belediyelerin altyapı yatırımları için ayrılan 300 milyon
YTL ödenek ile, benzer şekilde Belediye Altyapısını Destekleme
Projesinin (BELDES) hayata geçirilmesinin planlanmakta olduğu,
- DPT Müsteşarlığının, AB'ye katılım müzakerelerinin koordinasyonu ve
yönlendirilmesi amacıyla oluşturulan İzleme ve Yönlendirme Komitesinin
bir üyesi olarak müzakere sürecinde aktif bir rol aldığı, bu kapsamda,
Başbakanlık, Dışişleri Bakanlığı ve Avrupa Birliği Genel Sekreterliği
ile birlikte yoğun bir çalışmanın gerçekleştirildiği,
- 2007-2013 döneminde AB'den sağlanacak mali
yardımların kullandırılmasında DPT Müsteşarlığının, Bölgesel
Kalkınma ve İnsan Kaynaklarının Geliştirilmesi bileşenlerinin
koordinasyonunu yürütmek üzere Sektörel Koordinatör olarak belirlendiği,
bu kapsamda gerekli olan strateji ve programların ilgili kuruluşlarla
işbirliği içinde hazırlanmakta olduğu, Kurumlarda eksikliği hissedilen
proje ve program geliştirme kapasitesini artırmaya yönelik olarak,
“Katılım Öncesi Mali Yardım Aracı ile İlgili Doküman ve Projelerin
Hazırlanması için Teknik Yardım Projesi”nin başarıyla uygulandığı,
- Türkiye’de özellikle 1990’lı yılların
ikinci yarısından itibaren yoğunlaşan ve farklı kurumlar tarafından
yürütülen bilgi toplumuna dönüşüm faaliyetlerini tek çatı altında
toplamak amacıyla Acil Eylem Planında e-Dönüşüm Türkiye Projesine
yer verildiği, projenin etkin bir şekilde uygulanabilmesi için
2003 yılı başından itibaren e-Dönüşüm Türkiye İcra Kurulu; kamu kurumu
ve sivil toplum kuruluşları temsilcilerinden oluşan Danışma Kurulu
ve Devlet Planlama Teşkilatı bünyesinde Bilgi Toplumu Daire başkanlığını
kapsayan kurumsal bir yapının oluşturulduğu,
- Türkiye ekonomisinin 2002-2005 döneminde
yılda ortalama yüzde 7,8 oranında büyüdüğü, 2006 yılında da dünya
ekonomisinde yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen, yüksek ve istikrarlı
büyüme performansının devam ettiği ve yıl bütününde yüzde 6 oranında
bir büyümenin gerçekleşmesinin beklendiği; makro ekonomik göstergelerin
iyileşmesinde mali disiplinin sağlanarak, kamu açıklarının ve
borç yükünün düşmesinin önemli bir etken olduğu, faiz dışı fazlanın
2006 yılında yüzde 6,5 olarak belirlenen hedefin de üzerinde gerçekleşmesinin
beklendiği, son dört yılda elde edilen yüksek faiz dışı fazla ve risk
priminin azalması sayesinde faiz oranlarının gerilediği, faiz
harcamalarının gerek bütçe içindeki payının gerekse milli gelire
oranının önemli ölçüde azaldığı,
- Kamu dengesinde sağlanan iyileşme ve
istikrarlı büyüme sayesinde borç yükünde önemli oranda gerileme
kaydedildiği, Kamu net borç stokunun milli gelire oranı 2001 yılında
yüzde 90,4 seviyesinde iken, dört yıllık dönemde 35,1 puan azalarak
2005 yılı sonunda yüzde 55,3 seviyesine gerilediği, bu oranın 2006
yılı sonunda yüzde 50 civarına düşmesinin beklendiği,
- Etkin borç yönetimi uygulamalarının
önemli bir unsuru olarak, borç servisinin dönemler arası dengeli dağılımının
sağlanması ve borç stokunun vadesinin uzatılması amacıyla 2006 yılı
içerisinde yurtiçi piyasalarda geri alım ve değişim ihaleleri
gerçekleştirildiği, dış borçlanmada da ilk defa gerçekleştirilen
borç değişimi işlemiyle 2006-2010 vadeleri arasındaki yaklaşık
1,1 milyar dolarlık tahvilin, yeni ihraç edilen 2016 vadeli tahville
değiştirildiği, söz konusu aktif borç yönetimi uygulamaları ile
itfa profilinin daha sağlıklı bir yapıya kavuşturulduğu ve stokun
vadesinin uzatılmasının sağlandığı,
- Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası
ile ilişkilerin ülkemiz önceliklerini esas alan ilkeler çerçevesinde
yürütüldüğü, ülkemizin son yıllarda göstermiş olduğu güçlü ekonomik
performansın da katkısıyla 184 üye ülke içerisinde Çin, Kore ve Meksika
ile birlikte Uluslararası Para Fonu nezdindeki kotasında artış
yapılan dört ülkeden birisi olduğu, kota artırımının bir bakıma
Türkiye’nin dünya ekonomisindeki yerinin daha da yükseldiğinin
somut bir göstergesi olduğu,
- Uluslararası Para Fonuna olan toplam
borç, 2002 yılı sonunda 16,2 milyar SDR seviyesinde iken, 24 Kasım
2006 itibarıyla 6,5 milyar SDR düzeyine gerilediği, 24 Kasım 2006
kurlarıyla Uluslararası Para Fonuna olan toplam borcumuzun 9,8
milyar dolar seviyesinde olduğu, 2003 yılı başından itibaren devam
etmekte olan Uluslararası Para Fonuna net borç geri ödeyicisi konumumuzun
önümüzdeki dönemde de sürdürüleceği,
- Yapısal reformların desteklenmesi ve
AB’ye uyum sürecinde deneyimlerinden yararlanılması amacıyla Dünya
Bankası ile ilişkilerin sürdürüldüğü, Bankadan, Ülke Destek Stratejisi kapsamında
2003-2007 döneminde toplam 6,6 milyar dolar finansman sağlandığı, bugüne
kadar taahhüde bağlanan tutarın 5,3 milyar dolar olduğu, 2006 yılında
Dünya Bankasından Üçüncü Program Amaçlı Mali ve Kamu Sektörü Uyum
Kredisinin ikinci dilimi ile Program Amaçlı Kamu Sektörü Kalkınma
Politikası Kredisi kapsamında toplam 1 milyar dolar tutarında
program finansmanının sağlandığı,
- Halk Bankası’nın 11 Ağustos 2006 itibarıyla
özelleştirme programı kapsamına alındığı, özelleştirme çalışmalarının
kısa bir süre içinde tamamlanmasının hedeflendiği, Halk Bankası
tarafından 2003 yılından beri sürdürülmekte olan esnaf ve sanatkarlara
düşük faizli kredi verilmesi uygulamasına 2006 yılında da devam
edildiği,
- Ziraat Bankası ve Tarım Kredi Kooperatifleri
tarafından 2004 yılından beri sürdürülmekte olan tarımsal üreticilere
düşük faizli kredi uygulamasına da devam edildiği, 30 Kasım 2006
itibarıyla düşük faizli kredi bakiyesinin Ziraat Bankası için
3,1 milyar YTL, Tarım Kredi Kooperatifleri için ise 1,8 milyar YTL olmak
üzere, toplam 4,9 milyar YTL olduğu, söz konusu uygulamadan yaklaşık
400 bin üreticinin faydalandığı,
- Kamu bankalarının Hazineye yük olmaktan
çıkarıldığı, başarılı performansları sayesinde kar elde eden ve
kamu maliyesine pozitif katkı sağlayan bir yapıya kavuşturulduğu,
- 2006 yılında sigortacılık ve özel emeklilik
konusunda da önemli düzenlemelerin yapıldığı, bu düzenlemelerin sigorta şirketlerinin mali yapılarının
daha güçlü hale getirilmesine ve sağlıklı büyümelerine de katkı
sağlayacağı,
- Son üç yıl içerisinde toplam 11 bin 309
adet yatırım projesinin teşvik belgesine bağlandığı, bu kapsamda
öngörülen sabit yatırım tutarının 67,5 milyar YTL olduğu, söz konusu
projelerin tamamlanması halinde yaklaşık 350 bin kişilik istihdamın
yaratılmış olacağı,
- Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinde
3 Ekim 2005 tarihinde başlayan müzakere sürecinin bugün nihai aşamaya
biraz daha yaklaştığı, gerek AB gerek Türkiye açısından tarihi nitelikte
kararların alındığı bu sürecin sağduyu ile şekillendirildiği,
tam üyelik hedefi çerçevesinde müzakerelerin gereklerinin yerine
getirilmekte olduğu,
- Avrupa Birliği ile olan ilişkilerimizin
önemli bir boyutunu da mali yardımların oluşturduğu, Daha önce Avrupa Birliğinin Akdeniz
ülkelerine yönelik destek programlarından faydalanan Türkiye’nin
aday ülke statüsü kazanmasıyla birlikte 2002 yılından itibaren “Katılım
Öncesi Mali Yardım” adı altında hibe nitelikli fonları kullanma
imkânına kavuştuğu, Katılım Öncesi Mali Yardımın ülkemizin Avrupa
Birliğine üyelik perspektifi doğrultusunda, AB mevzuatına uyum
sağlanması ve uygulamaların güçlendirilmesi amacıyla hazırlanan
projelere aktarılarak, etkin bir şekilde kullanılmakta olduğu,
- Avrupa Birliği Genel Sekreterliğinin,
mali yardım mekanizmasının genel koordinasyonunun sağlanmasında
kilit rol oynayan kurum olduğu, Ulusal Mali Yardım Koordinatörü
sıfatıyla proje önerilerinin adaylık sürecinin öncelikleri doğrultusunda
değerlendirilmesi, proje hazırlık çalışmaları için kurumlarımıza
destek sağlanması ve uygulamanın izlenmesi görevlerini diğer kurumların
katkılarıyla yürütmekte olduğu,
- Özel sektörün dış borcunun 2002’de 44 milyar
dolar, 2003’te 51 milyar dolar 2006’nın ikinci çeyreği sonu itibariyle
110 milyar dolar olduğu, özel sektör borçlarının gayrisafi milli hasılaya
oranının 2002’de yüzde 24, 2003’te yüzde 21, 2004’de yüzde 22, 2005’te yüzde
24, 2006’nın ikinci çeyreği itibariyle yüzde 28 olduğu, özel sektörün
dış borcunun ekonomik faaliyetteki büyümeye paralel olarak arttığı,
bu sebeple riskli bir durumun söz konusu olmadığı,
ifade edilmiştir.
2.2.22. 29.11.2006 tarihinde Maliye
Bakanlığı ile Gelir İdaresi Başkanlığı bütçeleri üzerinde yapılan
görüşmelerde;
- Kayıtdışı ekonomiyle mücadele amacıyla
denetimlerde kesilen cezaların artırılmasının kayıtdışı ekonomiyi
önlemeye yeterli olmayacağı, mükelleflerin ceza ve denetimlerle
korkutulmaları yerine eğitim ve bilgilendirme yoluna gidilmesinin
daha yararlı olacağı,
- 2004 yılında
dondan zarar gören fındık üreticilerinin 252 milyon YTL’lik alacaklarının
2005 ve 2006 bütçelerinde olduğu gibi
2007 bütçesinde de yer almadığı, bu durumun fındık üreticilerinin
mağduriyetine yol açacağı,
- 2006 yılı
genel bütçe gelirlerinin on aylık sonuçlarına göre, 156,8 milyar
YTL olan 2006 yılı toplam gelir hedefinin yüzde 88’inin ilk on ayda tutturulduğu,
toplanan gelirlerin yüzde 82’sinin vergilerden oluştuğu, Avrupa
Birliği ülkelerinde vergilerin toplam gelirdeki payının yüzde
35 olduğu göz önüne alınırsa, Türkiye’de vergi yükünün ne derece
yüksek olduğunun daha iyi anlaşılacağı,
- Ücretliler
üzerindeki vergi yükünün çok yüksek olduğu, kurumlar vergisinin
yüzde 30’dan yüzde 20’ye indirilmesinin olumlu bulunduğu; ancak bu
indirimin ücretliler için de yapılmasının bir gereklilik olduğu,
diğer yandan asgari ücretliler için bazı özel düzenlemelerin ve kolaylıkların
yapılmasının sosyal devlet anlayışının bir gereği olduğu,
- Geçmiş
dönemlerde bütçe açıklarının en büyük nedenlerinin KİT’lerin bütçeden
aldıkları pay olduğu, yapılan çalışmalar ve başarılı özelleştirme
uygulamaları sayesinde bütçeden KİT’lere ayrılan payın son derece
azaldığı, ancak sosyal güvenlik primlerinin bütçe açıklarını yeniden
artırabileceği, bu nedenle prim tahsilatının etkin bir kontrol mekanizmasıyla
yürütülmesi gerektiği,
- TÜİK’in
yaptığı çalışmalara göre aralık 2003’de güven endeksinin 97,7 olduğu,
bu rakamın 2004’e gelindiğinde 108,8 e çıktığı, diğer yandan memur
maaşlarının 2002 sonunda ortalama 508 YTL olduğu, 2006 yılının temmuz
ayında yapılan çalışmalar sonucunda
ortalama memur maaşının 962 YTL’ye çıktığı, bütün bu gelişmelerin
izlenen maliye politikasının sonuçları olduğu,
- KÖYDES
projesi kapsamında bazı illerin, ihtiyaç duymadıkları için kendilerine
tahsis edilen ödeneklerin tamamını kullanmadıkları, buna karşılık
bazı illerin de ödenek yetersizliği içerisinde oldukları, bu nedenle
ödeneklerin iller arasında aktarılması gerektiği,
şeklindeki görüş ve eleştirileri müteakip,
Hükümet adına yapılan tamamlayıcı açıklamalarda;
- Maliye Bakanlığının, maliye politikalarının
belirlenmesi, uygulanması ve sonuçlarının takibi ile görevli olduğu,
görevleri bakımından en geniş kapsamlı Bakanlık olan Maliye Bakanlığının
başarıyla hizmet verdiği,
- 1971 yılından
bu yana her türlü mali sorunun temelinde yatan bütçe açıklarına
ilişkin olumsuz gidişatın son yıllarda izlenen sıkı maliye ve para
politikası sayesinde olumluya çevrildiği,
- Bütçe
açıklarının düşürülmesi ve kamunun borç yükünün azaltılması politikasının
en önemli sonucunun, düşen kamu tasarruf açığı nedeniyle özel sektörün
yatırım imkanlarının artırılması olduğu, bu durumun sonucunda,
özel sektör yatırımlarında önemli artışlar olduğu, 2006 yılı gerçekleşme
tahmini dikkate alındığında, özel sektör yatırımlarında sabit fiyatlarla
2002 yılına göre 2,5 misli artış olduğu,
- 2004 yılından
itibaren merkezi yönetim kapsamındaki idarelerde, uluslararası
standartlarla uyumlu analitik bütçe sınıflandırmasına geçildiği,
yeni bütçe sınıflandırmasının, devlet faaliyetlerinin ekonomi
üzerindeki etkisinin analizine ve uluslararası verilerle karşılaştırma
yapılmasına imkan sağlayacağı, aynı yıl tahakkuk esaslı muhasebe
sistemi uygulamasına da başlanıldığı, yeni bütçe sınıflandırması
ve tahakkuk esaslı muhasebe sisteminin, 2006 yılından itibaren mahalli
idareleri de kapsayacak şekilde uygulanmaya başlandığı,
- Kamu mali yönetim sistemimizi uluslararası
standartlara uygun bir şekilde yapılandıran 5018 sayılı Kamu Mali
Yönetimi ve Kontrol Kanununun 2006 yılından itibaren bütün maddeleriyle
birlikte yürürlüğe girdiği, bu kapsamda, kanunun ikincil mevzuatının
oluşturulduğu, diğer yandan geçiş aşamasında birtakım sorunlar yaşayan
kamu idarelerinin bu sorunlarının bir an önce çözüme kavuşturulması
hususunda azami gayret gösterildiği, 5018 sayılı Kanunun bir gereği
ve şeffaflığın ve hesap verebilirliğin bir yansıması olarak ilk defa
"2006 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Gerçekleşmeleri ve Beklentiler"
raporunun yayımlandığı,
- Merkezî
yönetim kapsamındaki kamu idarelerinde çalışanların maaş ve ücretlerinin
daha kolay ve etkili bir şekilde ödenmesini sağlamak amacıyla başlatılan
"Maaş Otomasyon Projesi"nin ilk aşamasının, 15 Haziran 2006
tarihinden itibaren uygulamaya konduğu, genel bütçeli idarelerde
istihdam edilen memurların maaşlarının Maliye Bakanlığına bağlı
muhasebe birimlerinde hesaplanmaya başlandığı,
- Hazineye
ait taşınmazların yönetimine özel önem atfedildiği, bu bağlamda
Hazineye ait taşınmazların yönetiminde yeni ve stratejik bir anlayışın
hakim kılındığı, Devlete ait taşınmazların ekonomiye kazandırılması
için idari ve yasal düzenlemelerin yapıldığı, yapılan yasal düzenlemelerle
Hazineye ait taşınmazların satın alınmasının yatırımcı açısından
cazip hale getirildiği, çarpık kentleşmenin önlemesi ve konut açığının
kapatılması ve ucuz konut üretebilmesi için TOKİ’ye bedelsiz arsa ve arazi verildiği,
- Bakanlığın
hazırladığı “Şüpheli İşlem Bildirim Rehberi” sonucunda 2006 yılının
ilk 10 ayında şüpheli işlem bildirim sayısında yüzde 106,5'lik bir artış
sağlandığı, yükümlülük denetimi faaliyetleri çerçevesinde ise
2005 ve 2006 yıllarında; 30 banka, 11 sigorta şirketi, 257 yetkili müessese,
104 aracı kurum olmak üzere toplam 402 yükümlünün denetlendiği, suç
araştırması kapsamında ise 2002 ve 2006 yılları arasında 1.018 Ön İnceleme,
410 Araştırma ve İnceleme olmak üzere toplam 1.428 incelemenin tamamlandığı,
- Vergi denetiminin
temel amacının kişileri yasalara uygun davranmaya yöneltmek olduğu,
mükelleflerin bir gün denetlenebilecekleri düşüncesinin yasalara
uygun davranma eğilimini arttırdığı, vergi denetiminin caydırıcı
etkisi olarak ifade edilen bu işlevi rakamlarla ölçmenin mümkün olmadığı,
aynı şekilde denetimlerin mükellefler üzerindeki eğitici işlevinin
sonuçlarının da parasal büyüklük olarak hesaplanamayacağı,
- Önümüzdeki
on yılda Gelir İdaresi Başkanlığının kayıtdışı ekonomiyi gelişmiş
ülkelerdeki seviyeye indireceği, bu amaca ulaşabilmek için; ekonomide
nakit kullanımının daraltıldığı, ödemelerin bankacılık sistemi
aracılığı ile gerçekleştirilmesinin zorunlu hale getirildiği,
hamiline yazılı olan çeklerin izlenebilmesi için gerekli yasal
düzenlemelerin hazırlandığı, benzin istasyonlarında kullanılan pompalara yazar kasa bağlanmasının
mecburi hale getirildiği, bu uygulamaların olumlu sonuçlarının
alınmaya başlandığı,
- Kayıt dışı
ile mücadelenin Bakanlığın en önemli önceliklerinden birisi olduğu,
bu amaçla Gelir İdaresi Başkanlığı bünyesinde sürdürülmekte olan
veri ambarı projesiyle tam otomasyona geçildiği, bu çerçevede
merkezde bir veri ambarı oluşturulduğu, geliştirilen standart
formlar sayesinde mükellef beyanları üzerinde elektronik ortamda
çapraz kontrollerin yapılmaya başlandığı, kayıt dışı ekonominin
büyük bir kısmının önümüzdeki yıllarda kayıt altına alınacağı,
- Dünyada
son yıllarda görülen eğilim çerçevesinde; ülkelerin artık iletişim
ve bilgi teknolojilerini geliştirdiği, mevcut yasal düzenlemeleri
gevşetme yoluna gittiklerinin görüldüğü, bunun bir sonucu olarak
sermayenin uluslararası alanda hareket kabiliyetinin önemli ölçüde
arttığı, dünyada yaşanan bu gelişmelere paralel olarak, Türkiye’de
de vergi oranlarında ve cezalarında indirime gidildiği, vergi
mevzuatının vergi uygulamalarında açıklık, bütünlük ve kolaylık
sağlayacak şekilde yeniden yazıldığı,
ifade edilmiştir.
2.3. GENEL BÜTÇELİ İDARELERİN GELİR
VE GİDER CETVELLERİNDE YAPILAN DEĞİŞİKLİKLER
a) Türkiye Büyük Millet Meclisi
- Türk Parlamenterler Birliği'nin, İslam
Konferansı Örgütü çerçevesinde oluşturulan Ortadoğu Parlamenterler
Platformu, Türk Cumhuriyetleriyle ilişkiler çerçevesinde oluşturulan
Orta Asya ve Kafkaslar Parlamenterler Platformu, KEİPA Parlamenterler Platformu ve Balkan Ülkeleri
Parlamenterler Platformu faaliyetleri çerçevesinde gerçekleştireceği organizasyonlar
ile Türkiye'deki üniversitelerin öğrencileri için düzenlenen ve
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde ve siyasi partilerde yürütülecek
staj programında kullanılmak üzere (02-00-00-02-01-1-1-00-1-05-3) tertibine
400.000 YTL ödenek eklenmiştir.
b) Bayındırlık ve İskan Bakanlığı
- Üst yönetim mensupları ile makam onayına
istinaden görevlendirilen diğer personelin 6245 sayıl Harcırah
Kanunu çerçevesinde yapılan yurt içi görevlendirmeleri, AB uyum
süreci kapsamında yapılan görevlendirmeler ve Hükümeti ya da Bakanlığı
yurt dışında temsil amacıyla yapılan görevlendirmeler için Özel Kalem
Müdürlüğü, Yüksek Fen Kurulu Başkanlığı, Teknik Araştırma ve Uygulama
Genel Müdürlüğü ve il müdürlükleri tarafından kullanılmak üzere
(14-00-00-02-06-1-0-00-1-03-3), (14-01-00-27-04-4-3-00-1-03-3),
(14-01-00-62-04-4-3-00-1-03-3) ve (14-01-32-00-06-1-0-00-1-03-3) tertiplerine
toplam 1.558.000 YTL ödenek eklenmiştir.
- Bakanlığın
4703 ve 4708 sayılı Kanunlar gereğince AB müktesebatı çerçevesinde
yapı malzemeleri piyasa gözetimi ve denetimi faaliyetlerini
gereği gibi yürütebilmesini teminen gerekli olan laboratuar binasının
yapılabilmesi için (14-01-00-62-04-4-3-00-1-06-5) tertibine 2.950.000
YTL ödenek ilave edilmiştir.
- Kurumsal bilgi teknolojisi altyapısının
güçlendirilmesi, İş Süreçleri Otomasyonu Projesi bilişim ağı altyapısının
ve sistem yönetim merkezinin iyileştirilmesi ve güvenlik yazılımlarının
güncelleştirilmesi amacıyla (14-01-32-00-06-1-0-02-1-06-1) ve
(14-01-32-00-06-1-0-02-1-06-3) tertiplerine toplam 120.000 YTL ödenek eklenmiştir.
- (14-01-00-04-01-3-9-00-1-03-5) tertibinde Bakanlığın
merkez, Yapı İşleri Genel Müdürlüğü ve Teknik Araştırma ve Uygulama
Genel Müdürlüğünde ihtiyaç duyulan taşıtların kiralanabilmesini
teminen 1.000.000 YTL ödenek artışı yapılmıştır.
c) Kültür ve Turizm Bakanlığı
- Bakanlığın bazı kültür merkezi inşaatlarının
tamamlanabilmesini teminen (21-01-34-00-08-2-0-00-1-06-5) tertibine
7.000.000 YTL ödenek ilave edilmiştir.
d) Ulaştırma Bakanlığı
- Afyon’da bulunan askeri hava meydanının
sivil hava trafiğine açılabilmesi amacıyla pat sahaları, üst yapılar
ve müteferrik işler inşaatı için (16-01-30-00-04-5-6-00-1-06-5) tertibine
3.000.000 YTL ödenek ilave edilmiştir.
- Samsun Alaçam Göçkün Doyuran Balıkçı barınağı
inşaatı için 2.000.000 YTL, Yalova Armutlu balıkçı barınağı için
1.000.000 YTL, Sinop Demirci Köy Balıkçı Barınağı ve tersane alanı
için 2.000.000 YTL, Trabzon Akçaabat Akçakale Çekek Yeri ikmal inşaatı
için 1.000.000 YTL, Bitlis Adilcevaz İskelesi için 400.000 YTL, Balıkesir
Ekinlik Adası Mendirek inşaatı için 1.500.000 YTL, İzmir Eski Foça Balıkçı
Barınağı için 1.000.000 YTL, Hatay Samandağ Balıkçı Barınağı ikmal
inşaatı için 1.100.000 YTL, Mersin Erdemli Balıkçı Barınağı için
1.000.000 YTL, Adana Karataş Balıkçı Barınağı için 1.000.000 YTL olmak
üzere toplam 12.000.000 YTL’lik ödenek (16-01-30-00-04-5-3-00-1-06-5) tertibine
eklenmiştir.
e) Milli Eğitim Bakanlığı
- Özel bütçeli bir kuruluş olan Yüksek Öğrenim
Kredi ve Yurtlar Kurumu Genel Müdürlüğü bütçesinde yapılan artışa
paralel olarak ve söz konusu kuruluşa Hazine yardımlarının Milli
Eğitim Bakanlığı bütçesinden yapıldığı dikkate alınarak, Bakanlık
bütçesinin (13-01-39-00-01-6-2-13-1-07-1) tertibine 100.000 YTL’lik Hazine
yardımı ödeneği eklenmiştir.
f) Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı
- Meslek hastalıklarının erken teşhisini
sağlayabilmek, iş sağlığını koruyucu ve önleyici sağlık hizmetlerini
verebilmek ve çalışanların Kanun gereği yapılması gereken periyodik muayenelerini
yapabilmek amacıyla, İSAG Projesindeki teknik şartnameye uygun cihazlarla
donatılmış sekiz adet numune toplama aracının yatırım programına
alınmasını sağlamak üzere, (18-01-32-61-04-1-2-00-1-06-1) tertibinin
ekonomik kodunun Bütçe Kanununa ekli ödenek cetvellerinde görülmeyen
üçüncü ve dördüncü düzeylerinde değişiklik yapılarak, (06-1) Mamul
Mal Alımları içerisinde yer alan Laboratuar Cihazı Alım ödeneğinden
342.000 YTL’lik ödenek Kara Taşıt Alımı ödeneğine aktarılmıştır.
g) Sağlık Bakanlığı
- Sağlıkta Dönüşüm Projesinin Refik Saydam
Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığıyla ilgili insan kaynakları kapasitesinin
güçlendirilmesi bileşeninin ayrı bir fonksiyonel kodda takip edilebilmesini
teminen (15-01-00-04-07-9-9-02-1-06-9), (15-01-00-04-07-9-9-02-7-06-9),
(15-01-00-23-07-9-9-07-7-06-9) ve (15-01-30-00-07-9-9-07-7-06-9) tertiplerinden
toplam 2.600.000 YTL, (15-67-00-00-07-9-9-08-1-06-1),
(15-67-00-00-07-9-9-08-1-06-3), (15-67-00-00-07-9-9-08-7-06-1),
(15-67-00-00-07-9-9-08-7-06-3) ve (15-67-00-00-07-9-9-08-7-06-9) tertiplerine aktarılmıştır.
h) Adalet Bakanlığı
- Samsun Havza Adalet Sarayı inşaatının
2007 yılında tamamlanabilmesi için (08-01-00-13-01-3-9-00-1-06-7) tertibinden
500.000 YTL tutarında ödenek, (08-01-00-13-01-3-9-00-1-06-5) tertibine
aktarılmıştır.
- Geçici personelin aylık katsayısı artışının karşılanabilmesini teminen
Yüksek Seçim Kurulunda personel giderleri ve sosyal güvenlik kurumlarına
devlet primi giderleri ödeneklerinin memurlara ilişkin
(08-69-00-04-01-9-9-00-1-01-1) ve
(08-69-00-04-01-9-9-00-1-02-1) tertiplerinden toplam 90.000 YTL tutarındaki
ödenek (08-69-00-04-01-9-9-00-1-01-4) ve
(08-69-00-04-01-9-9-00-1-02-4) tertiplerine aktarılmıştır.
ı) Yargıtay Başkanlığı
- Yargıtay Başkanlığının özelleştirilmiş
bulunan temizlik hizmetlerinin önemli bir kalemini oluşturan işçilik
giderlerinin maliyetleri yükseltmesi nedeniyle, ödeneğin yetersiz
olduğu anlaşıldığından, yıl içerisinde harcanmayacağı anlaşılan
(04-03-00-0-03-3-1-00-1-06-7) tertibinde yer alan hizmet binası onarım
giderinden 440.000 YTL tutarındaki ödenek (04-03-00-0-03-3-1-00-1-03-5)
tertibine aktarılmıştır.
i) Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı
- Avrupa Birliği Eğitim ve Gençlik Merkezi
Başkanlığının cari nitelikli ödemelerine katkı amacıyla yapılan
transferler Cari Transferler altında yer alan Kar Amacı Gütmeyen Kuruluşlara
Yapılan Transferler ekonomik kodunda yer alması gerektiğinden,
(07-81-30-00-09-9-9-00-1-05-2) tertibinden 44.925.000 YTL tutarındaki
ödenek (07-81-30-00-09-9-9-00-1-05-3) tertibine aktarılmıştır.
k) Maliye Bakanlığı
- Bazı kamu kurum ve kuruluşlarının mal
ve hizmet alımları, sermaye giderleri ve diğer ihtiyaçlarının giderilmesi
amacıyla (12-01-31-00-01-1-2-00-1-09-6) yedek ödenek tertibine
58.000.000 YTL tutarında ödenek eklenmiştir.
- Üniversitelere yapılan Hazine yardımı
ödenekleri Maliye Bakanlığı bütçesinde yer aldığından Niğde, Aksaray,
Balıkesir ve Fırat Üniversitelerinin bütçelerinde yapılan değişikliklere
uygunluğun sağlanması amacıyla (12-01-31-00-01-6-1-47-1-07-1) ve
(12-01-31-00-01-6-1-38-1-05-2) tertiplerinden toplam 255.000 YTL düşülmüş,
(12-01-31-00-01-6-1-63-1-07-1), (12-01-31-00-01-6-1-26-1-05-2) ve
(12-01-31-00-01-6-1-38-1-07-2) tertiplerine toplam 410.000 YTL ödenek eklenmiştir.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
5018 SAYILI KANUNA EKLİ (II) SAYILI
CETVELDE YER ALAN ÖZEL BÜTÇELİ İDARELER
3.1. ÖZEL BÜTÇE KAPSAMINDAKİ İDARELERİN
BÜTÇELERİNİN ANALİZİ
Özel bütçeli kamu idarelerine toplam
12.719.864.000 YTL ödenek tahsis edilmiştir. Bu ödenek toplamının merkezi
yönetim bütçesi içerisindeki payı ise yüzde 6’dır.
3.1.1. Özel bütçeli kamu idarelerinin
ekonomik sınıflandırmaya göre ödenekleri ve özel bütçe toplamı
içindeki oranları
a) Yükseköğretim kurumları:
Personel giderleri 3.419.635.000 YTL %26,88
Sosyal güvenlik kurumları devlet primi
giderleri 770.316.000
YTL %6,06
Mal ve hizmet alımı giderleri 1.026.344.000
YTL %8,07
Cari transferler 85.629000
YTL %0,67
Sermaye giderlerine 1.284.613.000
YTL %10,1
Toplam 6.586.537.000
YTL %51,78
b) Diğer özel bütçeli kamu idareleri:
Personel giderleri 1.131.146.000
YTL %8,89
Sosyal güvenlik kurumları devlet primi
giderleri 235.842.000
YTL %1,85
Mal ve hizmet alımı giderleri 1.125.950.000
YTL %8,85
Cari transferler 765.523.000
YTL %6,02
Sermaye giderleri 1.275.666.000
YTL %10,02
Sermaye transferleri 458.600.000 YTL %3,60
Borç verme giderleri 1.140.600.000
YTL %8,97
Toplam 6.133.327.000
YTL %48,2
3.1.2. Özel bütçeli kamu idarelerinin
fonksiyonel sınıflandırmaya göre ödenekleri ve özel bütçe toplamı
içindeki oranları
a) Yükseköğretim kurumları:
Genel kamu hizmetleri giderleri 583.498.588
YTL %
4,587
Savunma hizmetleri giderleri 4.042.145
YTL %
0,031
Kamu düzeni ve güvenlik hizmetleri giderleri
79.771.982 YTL %
0,627
Ekonomik işler ve hizmetler giderleri 40.000
YTL %
0,00003
Sağlık hizmetleri giderleri 686.178.912
YTL %
5,394
Dinlenme, kültür ve din hizmetleri giderleri 80.732.248 YTL % 0.63
Eğitim hizmetleri giderleri 5.152.273.125
YTL %
40,505
b) Diğer özel bütçeli kamu idareleri:
Genel kamu hizmetleri giderleri 1.188.924.698
YTL %9,346
Savunma hizmetleri giderleri 26.146.783
YTL %0,25
Kamu düzeni ve güvenlik hizmetleri giderleri 717.186.000 YTL %5,638
Ekonomik işler ve hizmetler giderleri 1.162.927.098
YTL %9,1
Çevre koruma hizmetleri giderleri 21.237.800
YTL %0,16
İskan ve toplum refahı hizmetleri giderleri
22.582.660
YTL %0,17
Sağlık hizmetleri giderleri 135.394.630
YTL %1,064
Dinlenme, kültür ve din hizmetleri giderleri 770.148.969 YTL %6,054
Eğitim hizmetleri giderleri
1.967.755.520 YTL %15,469
Sosyal güvenlik ve sosyal yardım hizmetleri
giderleri 121.022.842 YTL %0,95
3.1.3. Özel Bütçe Kapsamındaki Kamu
İdarelerinin Gelirleri
Yükseköğretim kurumlarının 2007 yılı gelirleri;
5 milyar 386 milyon 637 bin 901 YTL’si Hazine yardımı, 1 milyar 156 milyon
631 bin 290 YTL’si öz gelir olmak üzere
6 milyar 543 milyon 269 bin 191 YTL olarak öngörülmektedir. Ödenek
toplamı ise 6 milyar 586 milyon 537 bin YTL olarak belirlenmiştir ve
bunun 43 milyon 267 bin 809 YTL’lik kısmının net finansmanla karşılanması
öngörülmüştür. Öz gelirlerin ödenekleri karşılama oranı ise yüzde
18’dir. Bu kurumların merkezi yönetim bütçe giderleri içindeki payı
ise yüzde 3’tür.
Diğer özel bütçeli kamu idarelerinin;
2007 yılı gelirleri; 3 milyar 901 milyon 493 bin 500 YTL’si Hazine yardımı,
2 milyar 107 milyon 61 bin YTL’si öz gelir olmak üzere; 6 milyar 8 milyon 554 bin 500 YTL olarak
öngörülmektedir. Ödenek toplamı ise 6 milyar 133 milyon 327 bin olarak
belirlenmiştir ve bunun 179 milyon 466 bin 500 YTL’lik kısmının net finansmanla
karşılanması öngörülmüştür. Öz gelirlerin ödenekleri karşılama
oranı ise yüzde 34’tür. Bu idarelerin merkezi yönetim bütçe giderleri
içindeki payı ise yüzde 3’tür.
3.1.4. Özel Bütçe Kapsamındaki Kamu
İdarelerinin 2008 ve 2009 Yılları Ödenek Tahminleri
Özel bütçeli kamu idarelerinin 2008 yılı
ödenek toplamı 13 milyar 208 milyon 673 bin 197 YTL olarak tahmin edilmektedir.
Bu toplam ödeneğin 6 milyar 961 milyon 620 bin 279 YTL’lik kısmını yükseköğretim
kurumlarının, 6 milyar 247 milyon 52 bin 918 YTL’lik kısmını ise diğer
özel bütçeli idarelerin ödeneklerinin oluşturacağı tahmin edilmektedir.
Özel bütçeli kamu idarelerinin 2009 yılı
ödenek toplamı 13 milyar 592 milyon 683 bin 891 YTL olarak tahmin edilmektedir.
Bu toplamın 7 milyar 144 milyon 106 bin 760 YTL’lik kısmını yükseköğretim
kurumlarının, 6 milyar 448 milyon 577 bin 131 YTL’lik kısmını ise yükseköğretim kurumları hariç özel
bütçeli kamu idarelerinin ödeneklerinin oluşturacağı tahmin
edilmektedir.
3.2. ÖZEL BÜTÇELİ İDARELERİN BÜTÇELERİ
ÜZERİNDE YAPILAN GÖRÜŞMELER
3.2.1. 03.11.2006 tarihinde Başbakanlığa
bağlı Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanlığı, Türkiye
Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu Başkanlığı (TÜBİTAK), Türkiye
Bilimler Akademisi Başkanlığı (TÜBA), Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü
ve Vakıflar Genel Müdürlüğü bütçeleri üzerinde yapılan görüşmelerde;
- Sporla ilgili olumlu gelişmeler olmakla
beraber, millî formayı giyenlerin doping yapmasını spor ahlakıyla
bağdaştırmanın mümkün olmadığı, millî takıma seçilme şartlarının
mutlaka düzenlenmesi gerektiği,
- Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumunun
son dönemde öneminin daha da arttığı,
Kurumun asılsız, dünyayı adeta ayağa kaldıran, bazı Avrupalı dost
bilinen ülkelerin parlamentolarından çok olumsuz kararların çıkmasına
sebep olan ermeni iddiaları karşısında en vakur duruşu bilimsel
çalışmalarıyla ortaya koyduğu, hem ulusal hem de uluslararası zeminde
daha güçlü tanıtım faaliyetlerinin yapılmasını teminen bütçe
ödeneklerinin güçlendirilmesi gerektiği,
- Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü tarafından
gençlik ve spor alanlarına aynı ağırlığın verilmesi gerektiği, örneğin,
futbol dışındaki spor alanlarına da gereken önemin verilmesinin
doğru bir yaklaşım olacağı,
- Vakıflar Genel Müdürlüğünün hizmetlerinin
verimli ve düzenli bir şekilde yürütüldüğü, bununla birlikte, vakıf
eserlerine ait envanterin acil olarak çıkarılması gerektiği, vakıf
eserlerinin onarımlarıyla ilgili olarak bölge müdürlüklerinin
daha aktif çalışmasının bir zorunluluk arz ettiği,
- Sağlık hizmetleri açısından Vakıflar
Genel Müdürlüğüne bağlı Vakıf Guraba Hastanesinin modern bir sağlık
kurumuna dönüştürülme çalışmalarının önemli bir gelişme olduğu,
sadece fizikî yapı olarak değil, teknik donanım itibariyle de Ortadoğu
Bölgesinin en iyi hastanelerinden biri haline gelmesinin ve fakir
fukaraya hitap ediyor olmasının takdire şayan bir husus olduğu,
- Vakıflar Genel Müdürlüğünün genel bütçeden
yardım almaksızın yatırım yapmakta ve hizmet vermekte olduğu,
- “Uluslararası
Kış Olimpiyatları” organizasyonu çerçevesinde İstanbul Ticaret
Odası tarafından 2000 yılında bir çalışmanın yapıldığı, Doğu Anadolu
Bölgesi’nde Erzurum’un Pasinler, Kars’ın Sarıkamış ilçeleri ve Erzincan’ın
Ergan bölgesindeki kayak merkezlerinin incelendiği, 2014 yılı
için başvuru yapılmasının gerekli olduğu, Kış Olimpiyatları’nın
3-4 milyar dolarlık bir yatırım gerektiren ve aşağı yukarı bunun yarısının
sponsor gelirleriyle karşılandığı bir yatırım olduğu, bu yatırımın
bölgede, tarım ve hayvancılığın dışındaki potansiyeli harekete
geçirebilecek çok önemli bir proje olacağı,
- Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün, Türk Milletinin
kendisine yüklediği sorumluluk çerçevesinde, Selçuklu Devletinden,
Osmanlı Devletinden ve Türkiye Cumhuriyetinden aldığı mirası
ilelebet yaşatma gayreti içerisinde olan bir kurum olduğu; Anayasamızın
63 üncü maddesindeki “Devlet, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının
ve değerlerinin korunmasını sağlar, bu amaçla, destekleyici ve
teşvik edici tedbirleri alır.” ifadesiyle vakıf anlayışına sahip
çıkıldığı, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün
vakıf eserlerinin korunabilmesi, restore edilebilmesi ve insanlığın
hizmetine sunulması için teknik personel yönünden de takviye edilmesinin
gerekli olduğu,
-Özel bütçeli kurumlar toplamı içerisinde
yüzde 3,5 olan başlangıç ödeneğinin, 2007 yılı bütçe teklifinde yüzde
3,1’e gerilediği,
- Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü’nün ülkemizde
çok önemli görevler ifa etmek amacıyla kurulduğu; Genel Müdürlüğün,
Türk sporunu geliştirmeye yönelik bir görev yelpazesine sahip olması
yanında, aynı zamanda gençlerin sosyal katılımlarının geliştirilmesi
ve serbest zamanlarını en iyi şekilde değerlendirebilmelerinin
sağlanması yönünden de bir fonksiyon icra etmekte olduğu, Türkiye İstatistik Kurumu verilerine
bakıldığında 15-24 yaşındaki genç nüfusun toplam nüfusa oranının
2006 yılı için yüzde 17,6, 2010 için yüzde 17 ve 2020 yılı için yüzde 16,2
olacağının görüldüğü; bu rakamların, Türkiye’nin daha uzun yıllar
genç nüfusun önemli bir paya sahip olduğu bir ülke konumunu koruyacağını
gösterdiği, TÜİK’in verilerine göre genel işsizlik oranının Temmuz
2006 tarihi itibarıyla yüzde 8,8 olduğu bir ortamda genç nüfus arasındaki
işsizlik oranının yüzde 17,1 gibi yüksek bir düzeyde seyretmesinin, Genel Müdürlük eliyle sağlanması gereken
yararları da ön plana çıkardığı,
şeklindeki görüş, eleştiri ve temennileri
müteakip Hükümet adına yapılan tamamlayıcı açıklamalarda ise;
- Sosyal bünyemizde daima birleştirici
ve kaynaştırıcı bir rol oynayan vakıflarda, toplum yararı, yurdun
imarı ve tabiatın korunması gibi yüce gayelerin her zaman ön planda
tutulduğu, uzun ve itibarlı bir geçmişe sahip olan vakıfların, Türk
kültürüne, ekonomisine ve sosyal yaşantısına çok yönlü hizmetlerde
bulunduğu, devlete destek olma yönünde öncü olduğu, Türk düşünce
ve hayat tarzının oluşturduğu vakıflar, çağdaş kültür ve medeniyete,
özveri, yardımlaşma, dayanışma, ırk, dil, din, mezhep ve görüş ayrılıkları
olmaksızın birlikte yaşama, acıyı ve tatlıyı birlikte paylaşma gibi
insanlığın ve insanca yaşamanın vazgeçilmez kriterlerini kazandırdığı;
bu nedenle vakıfların, tarihimizin derinliklerinden gelen ve atalarımızla
aramızdaki en sağlıklı köprüleri oluşturan kurumlarımızın başında
geldiği,
- Günümüzde, 41.720 adet mazbut, 297 adet
mülhak, 4.450 adet yeni ve 161 adet cemaat ve esnafa mahsus vakfın iş
ve işlemleri, ecdat yadigarı 18.500 adet tarihi eserin bakımı, onarımı
ve yaşatılması ile vakıfların, vakfiye amaçlarını gerçekleştirme
faaliyetlerinin denetiminin Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından
yürütüldüğü, Genel Müdürlüğün 24 bölge müdürlüğü, 15 il şube müdürlüğü,
2 işletme müdürlüğü ve Sağlık Bakanlığından devralınan Bezm-i Alem
Vakıf Gureba Hastanesinin işletilmesi ile kanunlarla kendisine
verilen görevleri yürütmekte olduğu, 2007 mali yılında Genel Müdürlüğün
bütçesinin 393.585.000 YTL olduğu, bütçe gelirlerinin tamamının özkaynaktan
karşılanacağı, Genel Müdürlükte merkez ve taşra teşkilatında toplam
2174 personelin çalışmakta olduğu,
- Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait imaretlerin
sayısı 2002 yılında toplam 57 iken, 2003 yılında 66’ya yükseldiği,
2004-2005 yılları içerisinde 81 ilde 94 imaretin açılmasıyla 51.000
kişiye, evlerine servis edilmek suretiyle sıcak yemek verildiği,
2006 yılında bu hizmetlerden yararlanan kişi sayısının 82.000’e çıktığı,
muhtaç maaşından yararlanacak kişi sayısının ise 5000’e yükseldiği,
- TÜBİTAK’ın, ülkemizde bilgi ve teknolojinin
yerleştirilmesi, geliştirilmesi ve benimsenmesi bakımından çok
önemli bir kuruluş olduğu, hükûmetin araştırmaya, yeniliğe, bilim
ve teknolojiye verdiği önemin bir göstergesinin bu alana ayrılan
kaynaklardan belli olduğu, dünyayla rekabet ederek, etkileşerek,
işbirliği yaparak, bununla birlikte, kendi hedef ve gücümüze yönelik
olarak bilimi, teknolojiyi, yeniliği desteklemenin hepimizin
görevi olduğu, bu alana ayrılan
kaynağın geleceğin de güvencesi olduğu,
- TÜBİTAK’ın 2006 yılı bütçe ödeneğinin
965 milyon 158 bin YTL, 2007 yılı ödeneğinin ise 938 milyon 335 bin YTL
olduğu, azalış nedeninin Avrupa Birliği çerçeve programları için
TÜBİTAK tarafından Avrupa Birliği'ne ödenmekte olan ulusal katkı
payının, diğer aday ülkeler de olduğu gibi, 7. Çerçeve Programı’nda
teşvik amacıyla düşük öngörülmesinden kaynaklandığı, TÜBİTAK’ın
2005-2010 yıllarını kapsayan Ulusal Bilim ve Teknoloji Stratejisi
Programını onayladığı ve uygulamaya başladığı,
- Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinin
önemli konularından birinin de “araştırma alanı” olduğu, bilim ve
araştırmanın entegrasyonun en önemli araçları olarak kabul edildiği,
müzakerelerde ilk kapatılan faslın bilim ve araştırma faslı olduğu,
- 2006 yılında yürütülen faaliyetlerin
2007 yılında da ulusal bilim ve teknoloji politikalarının hayata
geçirilmesini sağlayacak şekilde etkinliğinin ve yaygınlığının
artırılarak sürdürülmesinin TÜBİTAK’ın hedefleri arasında yer
aldığı,
- Türkiye Bilimler Akademisinin (TÜBA)
Türkiye’de tüm bilim alanlarındaki araştırmaları, bilimci kişiliğini
ve araştırmacılığı özendirmek ve bu alanlarda emeği geçenleri onurlandırmak,
gençleri bilim ve araştırma alanında yönetmek ve yönlendirmek, Türkiye’deki
bilimcilerin ve araştırmacıların toplumsal statülerinin yükseltilmesine
ve korunmasına çalışmak, bilim ve araştırma standartlarının uluslararası
düzeye çıkarılmasına yardımcı olmak gibi görevleri olduğu,
- TÜBA’nın 2006 yılı bütçe ödeneğinin
4.641.000 YTL, 2007 yılı ödeneğinin ise 6.275.000 YTL olduğu, artış oranının
%35,2 olduğu, artış gerekçesinin İstanbul’daki Süleymaniye Külliyesi’nde
yer alan Rabi Medresesinin restore edilerek bir bölümünün bilim tarihi
ve kültür merkezi ile akademi kitaplığı haline dönüştürülmesi
ile yeni hizmet binasına taşınan kurumun işletme ve kira giderlerinden
kaynaklandığı,
- TÜBA’nın
üstün bilimsel liyakat esasına göre seçilmiş 121 üyesi bulunduğu,
2001 yılından beri 37 yaş altı en başarılı bilim insanlarının araştırmalarına
ödül biçiminde destek sağlandığı, 2006 yılı itibarıyla bu ödül sahibi
bilim insanlarının sayısının 144’e ulaştığı,
- Akademinin
sürdürdüğü burs, destek ve ödül programlarının yanı sıra çok sayıda
ulusal ve uluslararası projenin de yürürlüğe sokulduğu, bu projeler
arasında Türkiye Kültür Envanteri Girişimi, Türkçe Bilim Terimleri
Sözlüğü Projesi, Bilim Politikaları Öngörü Projesi, Yabancı
Ders Kitaplarının Türkçeye Çevrilmesi Projesi, Nüfus ve Kalkınma
Stratejilerinin sayılabileceği,
- Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumunun
2006 yılı bütçesinin 27.464.000 YTL, 2007 yılı bütçesinin ise
30.464.000 YTL olduğu, 2007 bütçesinin artış oranının yüzde 10,9 olduğu;
bilim, tarih ve kültür temellerine dayanan geniş kapsamlı çalışmaların
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu bünyesinde yürütüldüğü,
- 2007 yılında, Kurumun 38 inci Uluslararası
Asya ve Kuzey Afrika Çalışmaları Kongresini, Atatürk Araştırma
Merkezinin ise Atatürk Kongresini düzenleyeceği,
- Türk Dil Kurumunun yürüttüğü projelerden
“Türk Dünyası Destanlarının Tespiti, Türkiye Türkçesine Aktarılması
ve Yayınlanması Projesi” kapsamında 71 adet destan ve halk hikayesinin
eser olarak çalışmalarının yapılarak 2007 yılında tamamlanacağı,
- Türk dili ile ilgili yabancı dillerdeki
eserlerin tercüme edilmesi projesi çerçevesinde 17 adet eserin tercümesi
yapılıp yayına hazır hale getirilerek 2007 yılında tamamlanacağı,
- Anayasanın 58 ve 59. maddelerinde yer
alan hükümlerin sporun kitlelere yayılmasının teşvik edilmesi görevini
devlete verdiği, bu görevi ifa eden kuruluşun Gençlik ve Spor Genel
Müdürlüğü olduğu, Genel Müdürlüğün merkez ve taşra teşkilatı olarak
toplam 6.172 personeli ile hizmet vermekte olduğu,
- 2002 yılında 278.047 olan lisanslı sporcu
sayısının, bugün itibarıyla 1.099.438’e ulaştığı, 2006 yılında spor
kulübü sayısının 7396, okul spor kulübü sayısının 587 olduğu, 2006
yılında antrenör sayısının ise 31.963’e çıktığı,
- Ülke genelinde 129 gençlik merkezinin
bulunduğu, yürütülen etkinliklere 40.000 gencimizin katıldığı,
yaz aylarında düzenlenen gençlik kampları faaliyetlerine katılan
gençlerle birlikte bu sayının 50.000’e ulaştığı, bugün itibarıyla
256 tescilli gençlik kulübünün bulunduğu, gençlik alanındaki çalışmaları
gözönünde bulundurularak 2006 yılı bütçesinden kulüplere yapılacak
olan yardım miktarının toplam 353.000 YTL olduğu, 2007 yılı destekleri
için ise 372.000 YTL ödenek öngörüldüğü,
- Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü’nün 2007
yılı bütçe ödeneğinin 347.830.000 YTL olduğu, 2006 mali yılı başlangıç
ödeneğine göre artış oranının % 8,76 olduğu, bütçenin % 37’sinin
personel giderleri, % 32’sinin yatırım giderleri, % 25’inin cari
transferler ve % 6’sının mal ve hizmet alım giderlerinden oluştuğu,
ifade edilmiştir.
3.2.2. 6.11.2006 tarihinde Türk İşbirliği
ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı (TİKA) ve İhracatı Geliştirme Etüt
Merkezi bütçeleri üzerinde yapılan görüşmelerde;
- TİKA tarafından 550 projenin yürütülmekte
olmasının olumlu bir gelişme olduğu,
- TİKA’ nın çeşitli dillerde yaptığı yayınlarla
Türkiye’yi tanıtmasının önemli olduğu, Ermeni meselesi ve Kıbrıs
sorununu açıklayıcı yayınların da yapılması gerektiği,
- TİKA’ nın çalışmalarının dış politikamız
açısından da son derece faydalı olduğu,
şeklindeki görüş, eleştiri ve temennileri
müteakip, Hükümet adına yapılan tamamlayıcı açıklamalarda ise;
- Modern diplomasi anlayışında, bir ülkenin
teknik yardım faaliyetlerinin yaygınlığı ve kalitesinin, o ülkenin
dünya genelindeki prestijine büyük bir katkı sağladığı, özellikle
İkinci Dünya Savaşından itibaren Batılı devletlerin barış zamanında
yaptığı büyük ve önemli dış politika hamlelerinin teknik yardım politikaları
çerçevesinde gerçekleştirilmiş olduğu, TİKA’nın, Doğu Bloku ve
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinin dağılması sonucunda,
Orta Asya, Kafkaslar ve Balkanlarda ortaya çıkan yeni şart ve ihtiyaçların
Türkiye’ye yüklediği yeni görev ve sorumlulukları sürat ve etkinlikle
yerine getirmek üzere 1992 yılı başında kurulduğu, TİKA’ nın 18 ülkede
koordinasyon ofisi bulunduğu, Azerbaycan, Gürcistan, Özbekistan,
Kırgızistan, Türkmenistan, Kazakistan, Moldova, Bosna-Hersek, Ukrayna,
Arnavutluk, Moğolistan, Tacikistan, Etiyopya, Kosova, Afganistan,
Filistin, Sudan ve Makedonya’da faaliyet gösterildiği, başlıca Orta
Asya, Kafkaslar, Balkanlar, Ortadoğu
ve Afrika’da faaliyetlerini sürdürdüğü,
- Dış politikada Avrupa Birliği ağırlık
merkezi olarak muhafaza edilirken çok yönlü politikaların geliştirilmesine
büyük özen gösterildiği, 2003 yılından beri TİKA’ nın bütçesinin
önemli ölçüde artırıldığı, yurt dışındaki bütün koordinasyon binalarının
Türkiye’yi daha iyi temsil eder hale getirildiği, Proje bütçesinin artırıldığı, faaliyetlerinin
tamamen dış politikamızla paralel yürütüldüğü, muhtaç durumdaki
diğer gelişmekte olan ülkelere de özel bazı durumlarda hibe taahhütlerinde
bulunulduğu, Gürcistan ve Afganistan gibi ülkelere taahhütlerimizin
olduğu, bu taahhütlerimizin de artık proje bazında ve TİKA tarafından
o ülkede yürütülmesi yönünde biçim değiştirdiği, Afganistan’da
en nitelikli faaliyetlerin Türkiye tarafından yürütüldüğü, özellikle
okulların yeniden açılması, hastanelerin yeniden faaliyete geçirilmesi
için çalışıldığı, bu çalışmalar için Türkiye’nin Afganistan’a 100
milyon dolarlık hibe taahhüdünde bulunduğu, bunun kullanımının
TİKA tarafından kalıcı hizmetlerin gerçekleştirilmesi için proje
bazında gerçekleştirildiği,
- Türkiye’nin dış yardımlarının envanterinin
uluslararası standartlara uygun olarak ilk defa 2004 yılında yapıldığı,
envanter öncesinde 2003 yılı için OECD’ye Türkiye’nin dış yardımlar
olarak bildirilen miktarın 63 milyon ABD doları olduğu, 2004 yılı
için ise OECD’ye bildirilen miktarın 339 milyon ABD dolarını bulduğu,
bu yardımların 2003 yılında da yapılmasına rağmen envanterinin bulunmadığı
için düşük bildirildiği, 2005 yılında bu rakamın 601 milyon ABD dolarına
yükseldiği,
- Tacikistan’da Müminabat Devlet Ekim ve
Deneme İstasyonu Projesinin yürütüldüğü, Afganistan’da imar ve
içme suyu projeleri ile ilköğretim okulları ve hastanelerin yapılmasına
çalışıldığı, Moldova’ da içme suyu projeleri ile Gagavuz veya Gökoğuz
Türklerinin şehirlerinin içme suyu çalışmalarının devam ettirildiği,
Azerbaycan’da büyük bir organize sanayi bölgesinin fizibilite çalışmasının
yürütüldüğü, Moğolistan’da Orhun Abidelerine giden yolun yapıldığı,
Kırım Tatarlarına 1.000 konutluk projenin bitirilerek bu yıl sonunda
teslim edileceği,
- Kosova Yeni Dönem Televizyonuna destek
verildiği, Kosova’ da Türkçe yayın yapan bir televizyonun faaliyete
geçtiği, soydaşlarımızın kendi dillerini sürdürmeleri açısından bunun önemli olduğu, Sultan Sancar Türbesinin
Türkmenistan’da restore edildiği, Kırım Zincirli Medrese ve Hacı
Giray Türbesi restorasyonunun yapıldığı, Kırgız Türk Kemik İliği
Nakil Merkezinin geçen ay açıldığı, 2005 yılı faaliyet çalışmalarında
yaklaşık 550 projenin olduğu,
- İhracatı Geliştirme Etüt Merkezi’nin 2006 yılında 12,3 milyon YTL olan başlangıç
ödeneğinin yüzde 10,1 düzeyinde bir artışla 2007 yılında 13,5 milyon
YTL’ ye çıkarıldığı,
- İhracatı Geliştirme Etüt Merkezinin,
özellikle KOBİ’lerin ihracat performanslarının kuvvetlendirilmesi
yönünde KOSGEB ve KOBİ’lerle yakın işbirliği içinde olmasına çalışıldığı,
- Tekstil-konfeksiyon sektörlerinin giderek
moda ve marka yaratan, katma değeri yüksek ürün ihracatına yönelmekte
olduğu,
- Son dönemde ihracatta sağlanan başarıyı
sürdürebilmek için belli bir coğrafyayı, kültürü ve geleneği paylaştığımız
birçok ülkeyle defalarca temaslar yapıldığı, ticaret heyetleri,
alım heyetleri, karma ekonomik komisyon toplantıları, fuarlar, anlaşmalar
gerçekleştirildiği, bununla birlikte komşu ve çevre ülkeler stratejisi
doğrultusunda komşu ve çevre ülkelerin payının Türkiye’nin toplam
dış ticaretindeki oranının yüzde 32,8’e yükseldiği,
- 2003 yılında Afrika ülkeleriyle ticari,
ekonomik ilişkileri geliştirme stratejisinin; 2005 yılında Asya
ve Pasifik ülkeleriyle ekonomik ve ticari ilişkileri geliştirme
stratejisinin ve son olarak da 2006 yılından itibaren Amerika ülkeleri
stratejisinin uygulamaya konulduğu,
- Tekstil ve konfeksiyon sektöründe moda
enstitüsünün kurulmakta olduğu, araştırma, geliştirme, danışmanlık
ve küme koordinasyon merkezlerinin oluşturulmaya çalışıldığı,
moda ve tekstil iş kümesinin 2005 yılı Ocak ayında başlatıldığı, Avrupa
Birliği tarafından bu projeye destek verildiği, 9 Temmuz 2007’ye kadar
bunun tamamlanacağı, keza, kümeleme politikası kapsamında bir
projenin mevcut olduğu, 36 milyon euro’luk bir bütçe ile üç yıllık bir
sürede 10 adedi öncelikli olmak üzere 20 adet kümenin belirleneceği,
- Fındık, antepfıstığı, deri, yazılım,
seramik gibi birçok sektörde tanıtım ve çalışma gruplarının oluşturulduğu,
- Türk markalarının uluslararası platforma
taşınması ve bu arenada var olmalarını sağlamak amacıyla TURQUALITY®
Projesinin tüm sektörlere açıldığı, 10 yılda 10 dünya markası yaratmaya
çalışıldığı, TURQUALITY® projesinin özgün bir marka oluşturma ve
destekleme sistemi olarak dünyada ilk defa yapıldığı, iş dünyasında
marka kültürünün geliştirilmesine çalışıldığı,
- Doğal olarak “Türk” ve “Türkiye” imajının,
ürün imajıyla iç içe kavramlar olduğu, pozitif ulusal imajların oluşturulması
ve yerleştirilmesinin bu bağlamda büyük önem arzettiği, ürün imajlarının
tutundurulması açısından önümüzdeki dönemlerde maliyet düşürücü
bir ulusal altyapı fonksiyonunun üstlenileceği,
- Küreselleşme ve inovasyonun kırk yılda
dünya ekonomisine damgasını vurmuş trendler olduğu, Türkiye’nin
muasır medeniyet seviyesine ulaşması, küresel bir aktör haline
gelmesi ve emniyet içerisinde kalkınması için bu trendlerin içselleştirilmesi
gerektiği, özgün inovasyon kabiliyeti üzerine çalışmalar yapıldığı,
- İhracatı Geliştirme Merkezinin; enformasyon
çağının gereklerini yerine getiren, bilgi üreten, sofistike pazarlara
giriş teknikleri geliştiren ve bu birikimlerini iş dünyasına profesyonelce
aktaran bir kuruluş haline geldiği; 44 adet sektör ve ürün konulu
araştırma çalışmasının yayımlandığı, 62 adet ürün, 67 adet ülke profilinin
oluşturulduğu, söz konusu bilgilerin, güncelleştirilmiş web sitesinden
her an izlenebildiği,
- 2004 yılından bu yana iş adamlarına yeni
pazarlarla ilgili rehber olabilecek bilgileri derlemek amacıyla
yerinde pazar araştırma çalışmalarının yapıldığı, 18 ülkede pazar
araştırmasının gerçekleştirildiği,
- Dış ticaret eğitim programlarının yapıldığı,
2004-2006 döneminde 313 eğitim programında 21 bin katılımcıya eğitim
hizmeti verildiği, 2006 yılında eğitim verilen katılımcı sayısının
bugüne kadar 4 binin üzerinde olduğu,
ifade edilmiştir.
3.2.3. 7.11.2006 tarihinde Milli Savunma
Bakanlığına bağlı Savunma Sanayii Müsteşarlığı bütçesi üzerinde
yapılan görüşmelerde;
- Savunma Sanayii içerisindeki yerli
üretim payının giderek yükseldiği, hava araçları projeleri, deniz
araçları projeleri, kara araçları projeleri ile sağlanan gelişmelerin memnuniyet verici olduğu,
- Savunma Sanayii Müsteşarlığının yaptığı
offset anlaşmalarının da hizmet üretimine yönelik önemli bir pazar
oluşturduğu, yaklaşık 5,5-6 milyar dolar seviyesine ulaştığı,
şeklindeki görüşleri müteakip, Hükümet
adına yapılan tamamlayıcı açıklamalarda;
- Savunma Sanayi Müsteşarlığı’nın 3238
sayılı Kanun ile 1985 yılında kurulduğu, Kanunda, Savunma Sanayii
Müsteşarlığına tevdi edilen görevlerin yerine getirilmesinde
ihtiyaç duyulacak kaynağın, istikrarlı, geniş tabanlı finansman
modeli çerçevesinde temini maksadıyla Müsteşarlığın emrinde ve
T.C. Merkez Bankası nezdinde Savunma Sanayii Destekleme Fonunun
kurulduğu, Fonun gelirlerinin 3238 sayılı Kanunun amacına uygun
olarak yürütülen Türk Silahlı Kuvvetleri projelerinin ve savunma
sanayi firmalarına sağlanan krediler ile ar-ge projelerinin finansmanında
kullanıldığı, bu projeler kapsamında
yurt dışından temin edilen 1,6 milyar ABD Doları kredi hariç, Kanunda
belirtilen haliyle SSDF’de bugüne kadar yaklaşık 17 milyar ABD Doları
gelirin toplanmış olduğu,
- Stratejik amaçların; kullanıcı ihtiyaçlarına
ve endüstriyel hedeflere uygun olarak tedarik faaliyetlerinin etkinleştirilmesi,
savunma sanayiinin özgün yurtiçi çözümler sunabilecek ve uluslararası
alanda rekabet edebilecek şekilde yapılandırılması, uluslararası
işbirliğini gözeten çok taraflı sanayi, savunma ve güvenlik projelerine
aktif katılımın sağlanması, kurumsal yapının etkinleştirilmesi
olarak tanımlandığı, stratejik plan ve performans programı çalışmalarında
son aşamaya gelindiği,
- Savunma Sanayii Müsteşarlığı personel,
mal alımları, cari transferler gibi idari işlerle ilgili harcamalarının
Müsteşarlığın bütçesinde gösterildiği, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin
projeleri kapsamında yapılacak harcamaların ise Savunma Sanayii
Destekleme Fonu giderleri içinde yer aldığı, 3238 sayılı Kanunun
9 uncu maddesinde yer alan “Müsteşarlığın bütçesi Savunma Sanayii
Destekleme Fonunun yüzde 2’sini aşmayacak miktardan meydana gelir”
hükmü gereğince, hazırlanan Savunma Sanayii Müsteşarlığı 2007
Malî Yılı Bütçe Teklifi, SSDF’nun yaklaşık yüzde 1’inden oluştuğu, Savunma
Sanayii Müsteşarlığı’nın bütçe gelirlerinin yüzde 93’ünün Savunma
Sanayi Destekleme Fonundan aktarılan kaynaklardan karşılandığı,
kalan kısmını ise iştirak, faiz ve kira gelirlerinin oluşturduğu,
- Yüksek Planlama Kurulu tarafından tespit
edilen tavanlar ve Müsteşarlığın Stratejik Planı dikkate alınarak
hazırlanan 2007 yılı toplam bütçe teklifinin, 27.527.000 YTL olduğu,
bütçenin yüzde 36’sının personel giderleri, yüzde 10’unun sosyal güvenlik
kurumlarına devlet primi giderleri, yüzde 33’ünün mal ve hizmet alımı
giderleri, yüzde 1’inin cari transferler, yüzde 20’sinin ise sermaye
giderlerinden oluştuğu,
- Günümüzde, dünyada toplam 1 trilyon ABD
Dolarına yakın bir savunma harcamasının yapıldığı, savunma sanayii
sektörünün durumunun diğer sektörlerden farklı bir yapı arz ettiği;
savunma sanayii alanında gelişmiş ülkelerin, ürettikleri silah,
araç ve gereçlerin satışında dış politikalarının öncelikleri
çerçevesinde çeşitli kısıtlamalar uygulayabildikleri,
- Ulusal savunma sanayiinin oluşumunu
ülkenin stratejik gereksinimlerinin belirleyeceği gerçeğinden
hareketle, Türkiye’nin olabildiğince kendi imkânları ile savunma
ihtiyaçlarını gidermesi gerektiği, ülkenin imkân ve kabiliyetlerini
kullanarak özgün teknolojisini üretir hale gelmesinin büyük önem
arz ettiği,
- Savunma Sanayii Müsteşarlığı’nın, Türk
Silahlı Kuvvetlerinin modernizasyonu ve savunma sanayiinin geliştirilmesi
amacıyla ülkenin millî menfaatleri doğrultusunda görevler yerine
getirdiği, yürütülen projelerde ortalama yüzde 40 yerli katkı
oranına ulaşıldığı, bu oranın yüzde 50 seviyesine çıkarılmasının
hedeflendiği,
- Yabancı ülkelerde aynı işi yapan benzer
kurumlarla karşılaştırıldığında, Savunma Sanayii Müsteşarlığı
bütçe teklifinin oldukça mütevazı olduğunun görüleceği,
- Savunma Sanayi Müsteşarlığı tarafından
uygulamaya aktarılan hemen her projede belirli bir teknolojik
altyapının hedeflendiği, Savunma Sanayii Müsteşarlığı tarafından
kara-hava elektronik sistemleri, deniz araçları, elektronik harp ve
algılayıcıları, roket-füze ve mühimmat ve AR-GE çerçevesinde yaklaşık
100 projenin yürütüldüğü,
- Savunma sanayiimiz tarafından 2005 yılı
içinde gerçekleştirilen ihracatın yüzde 63’e yakınının Müsteşarlığın
yürüttüğü offset projeleri çerçevesinde sağlandığı, Savunma Sanayii
Müsteşarlığı tarafından yürütülmekte olan projelerde ihracat
imkânları yaratacak offset uygulamalarına önem verileceği,
- Kuruluşundan bugüne kadar imzalanarak
yürürlüğe girmiş olan 58 offset sözleşmesinden 20 adedinin tamamlandığı,
imzalanmış sözleşmeler kapsamında toplam 5,6 milyar ABD Doları tutarında
offset taahhüdünün alındığı, Eylül 2006 itibarıyla toplam offset
taahhütlerinin yaklaşık yüzde 54’ünün gerçekleştirildiği, bakiye
taahhütlerin gerçekleştirilebilmesi için firmaların ortalama
7 yıllık sürelerinin bulunduğu,
- Bugüne kadar 16 ülkeye Türk Silahlı Kuvvetleri
envanterinden çoğunlukla giyim, kuşam ve teçhizatlardan oluşan
237 milyon ABD Doları tutarında askerî malzemenin hibe edildiği,
1998 yılından itibaren ise Azerbaycan, Gürcistan ve Arnavutluk ağırlıklı
olmak üzere 11 ülkeye dış yardım kapsamında, bütçeden 100 milyon 27
bin ABD Doları tutarında kaynak tahsis edildiği; tahsis edilen bu
kaynaklarda, Türkiye'ye geri dönüşümü sağlayan, ilgili ülkenin
taleplerini de dikkate alan ve Türk Savunma Sanayii ürünlerinin bu
ülkelerde yaygınlaştırılmasını gözeten bir yaklaşımın izlendiği,
ifade edilmiştir.
3.2.4. 09.11.2006 tarihinde Sanayi
ve Ticaret Bakanlığına bağlı Milli Prodüktivite Merkezi, Küçük
ve Orta Ölçekli Sanayi Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı
(KOSGEB), Türkiye Akreditasyon Kurumu, Türk Standartları Enstitüsü
Başkanlığı ve Türk Patent Enstitüsü Başkanlığı bütçeleri üzerinde
yapılan görüşmelerde;
- Bütçede organize sanayi bölgeleri ve
küçük sanayi siteleri yapım işi için ayrılan ödeneklerin azaldığı,
bu ödenekler 2006 yılı bütçesinde 118 milyon YTL iken, 2007 bütçe teklifinde
99 milyon YTL olduğu,
- KOBİ’lerin, ölçek ekonomisinin avantajlarını
kullanamamakla birlikte, değişen şartlara hızla uyum sağlama yetenekleri
ve esnek üretim yapılarının bulunduğu, bölgesel kalkınmaya katkılarının
önemli olduğu, KOBİ’lere, ekonominin büyümesi ve rekabet gücünün
geliştirilmesi açısından daha fazla kaynak ayrılması gerektiği,
- Türkiye’de, KOBİ sayısında ciddi bir artış
olduğu, 2002 ila 2006’nın altıncı ayı arasında, 250 kişinin altında
çalışan işyeri sayısının yüzde 39 civarında arttığı, sigortalı
sayısındaki artışın ise yüzde 49,7 olduğu, KOBİ olmayan işyerlerinin 250 kişinin
üzerinde çalışan yerler olduğu düşünüldüğünde, işyeri sayısının
yüzde 25 civarında artış gösterdiği, sigortalı sayısının ise yüzde
25 arttığı, genel toplamda ise işyeri sayısının yüzde 39; sigortalı
sayısının yüzde 44 civarında arttığının görüldüğü,
- Dokuzuncu Kalkınma Planında kamu sektörü
imalat sanayi yatırımlarının cari fiyatlarla yüzde 40 oranında
azalmasının öngörüldüğü, söz konusu yatırımların reel olarak daha
yüksek oranda azalması anlamına geldiği, KOBİ’lere dayalı bir kalkınma hedefinden söz edildiği, ancak uygulanan politikaların
bu hedeflerle tutarlı olmadığı, özel sektör ve kamu kuruluşlarının
ileri teknoloji kullanmasını teşvik eden bir politika çerçevesinde
KOBİ’lerin desteklenmesi gerektiği,
- Bir ülkede ekonomik gelişmeyi hızlandırmanın
en etkili yolunun o ülkedeki küçük ve orta ölçekteki işletmelerin
gelişmişlik düzeyini yükseltmek olduğu, KOBİ’lerin sadece ekonomik
hayatımıza değil, sosyal hayatımıza da büyük bir ivme kazandırdığı,
Türkiye’de geniş bir alana yayıldıkları için, KOBİ’lerin bölgesel
farklılıkların giderilmesinde, mülkiyetin tabana yayılmasında,
istihdam yaratılmasında ve özellikle demokratik yaşamın desteklenmesinde
büyük bir önem taşıdıkları,
- KOBİ’ lerin çoğunlukla ana kuruluşların
yan sanayi olarak çalıştığı, KOBİ’nin başarılı olabilmesi için iç
pazarda ana şirketle sıkı bir işbirliği içerisinde bulunmasının
gerektiği, yaklaşık 150-200 bin dolarlık
bir yatırım sermayesine ve 50 ila 100 bin dolarlık bir işletme sermayesine
sahip olması gerektiği, bununla birlikte yan sanayisi olarak ana
şirkete bağlılığın doğrudan ve dolaylı bazı sorunlar da yarattığı,
ana şirkete bağımlılık nedeniyle ürün geliştirme fonksiyonunun
aksadığı,
- KOBİ yöneticilerinin yüzde 19’unun ilkokul,
yüzde 42’sinin ortaokul, yüzde 21’inin lise, yüzde 18’inin de yükseköğrenimli
olarak tespit edildiği, KOBİ’lerin ancak yüzde 1’inin kendilerine
ait web sitelerinin ve yüzde 3,5 oranında da e-mail adreslerinin bulunduğu,
- Devlete düşen görevlerin; KOBİ’ ler
için geliştirilen desteklere yönelik bürokrasiyi en aza indirmek,
kaynak sürecini hızlandırmak, yurt dışından KOBİ’ lere yönelik kaynakların
temini için gerekli girişimlerde bulunmak, ana şirket ve sektörlerin
KOBİ’ler üzerindeki baskısını azaltmak, haksız rekabet koşullarını
gidermeye çalışmak olduğu,
- Ülkemizde KOBİ’lerin en çok pazarlama,
planlama ve finansman alanlarında sorunlarla karşılaştığı, KOBİ’lerin
bilimsel olmayan çalışma yöntemleri, finansman sıkıntıları, teknolojik
yetersizlikleri ve pazarlama sorunlarıyla karşı karşıya oldukları,
eğitim sorunlarının bulunduğu, yeterli organizasyon ve yönetim
eksikliği nedeniyle KOBİ’lerin yurt dışı ve yurt içi pazarlara girmekte zorlandığı,
- Türkiye’de patent konusunda bilinçsizliğin
bulunduğu, uzun yıllardır bu konunun ihmal edildiği, bilginin hızla
ticari bir meta haline dönüştüğü bir dönemin patent bilincinin geliştirilmesini
zorunlu kıldığı, TÜBİTAK’ın patent başvuruları için kredi açmasının
olumlu bir gelişme olduğu, bu kaynakların artırılması gerektiği,
şeklindeki görüş, eleştiri ve temennileri
müteakip, Hükümet adına yapılan tamamlayıcı açıklamalarda ise;
- KOBİ olarak tabir edilen küçük ve orta
boy işletmelerin, sosyal, siyasal ve ekonomik dengeler üzerindeki
tartışılmaz önem ve etkinlikleri nedeniyle gelişmeleri için her
türlü desteğin verildiği, KOSGEB’in destek, politika ve stratejisinin
de yeniden belirlendiği, ilk defa hedefe dayalı destekleme sisteminin
geliştirildiği, buna bağlı olarak da KOBİ'lerin geleceğe yönelik
belirledikleri hedefleri içeren stratejik yol haritası kapsamında
desteklerin verilmeye başlandığı,
- KOSGEB veri tabanına 54.838 KOBİ’nin kaydının
yapıldığı, bu rakamın 2002 yılının sonunda 4.400 civarında olduğu,
2007 yılı sonuna kadar ise 200.000’e ulaşacağı, nitelikli ve kayıtlı
işgücü istihdamının artırılmasına yönelik sıfır faizli istihdam
kredisinin sağlandığı, bu çerçevede
toplam 708 KOBİ'ye 54.237.500 YTL'lik istihdam kredisinin verildiği,
2305 kişiye istihdam imkânının böylece sağlandığı, aynı şekilde sıfır
faizli ihracat destekleriyle KOBİ’lerin dünya pazarlarına taşınmasının
hedeflendiği, KOBİ’lerin Basel 2 şartlarına uyumlaştırılmasına
çalışıldığı,
- Gümrük duvarlarının yıkıldığı, ticari
sınırların kalktığı bir dönemde
standartların fevkalade önem taşıdığı, Avrupa Birliği standartlarına
uyum bakımından şu anda Türk Standartları Enstitüsünün, uluslararası
standart organizasyonuna bağlı olarak hazırladığı 20.853 standardının
bulunduğu, 13.000 standardın Avrupa normlarına yüzde 95 oranında
uyumlaştırıldığı,
- Akreditasyon Kurumunun şu ana kadar
139 kuruluşu inceleyerek akredite ettiği,
- Millî Prodüktivite Merkezinin yeniden
yapılandırılarak verimlilik çalışmalarını, işçi, işveren ve kamu
kesiminin ortak yönetimiyle yürüttüğü,
- Patent başvuru sayılarının artırılmasını
sağlamak amacıyla TÜBİTAK ile yapılan teşvik sistemi anlaşmasının
yürürlüğe girdiği ve bunun geliştirilmesine çalışılacağı,
- Türk Standartları Enstitüsünün gelişme
hedeflerinin yirmi yıllık bir perspektifle yeniden ele alındığı,
- Rekabet ve akreditasyon bilincinin artırılmasına
yönelik çalışmaların devam ettiği,
- KOBİ’ lerin teknoloji ihtiyacının karşılanması
amacıyla yirmi yerde TEKMER adı verilen
teknoloji merkezlerinin kurulduğu, bunların organize sanayilerin
ve üniversitelerin içinde olduğu,
ayrıca, ORTKA adı verilen ortak atölyelerin ve ortak laboratuarların
kurulduğu,
ifade edilmiştir.
3.2.5. 10.11. 2006 tarihinde Enerji
ve Tabii Kaynaklar Bakanlığına bağlı Ulusal Bor Araştırma Enstitüsü,
Elektrik İşleri Etüt İdaresi Genel Müdürlüğü, Türkiye Atom Enerjisi
Kurumu ve Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü bütçeleri üzerinde
yapılan görüşmelerde;
- Elektrik enerjisi üretimi içinde hidrolik
enerjinin 1990 yılındaki payı yüzde 40,2 iken, 2007 yılı sonunda yüzde
24,1’e gerilediği, aynı dönem itibariyle doğal gazın payının yüzde
17,7’den yüzde 45,4’e çıktığı, hidrolik enerjide olduğu gibi, taş kömürü
ve linyitin de bu süreçte payının düştüğü, bunun sonucu olarak Türkiye’nin
enerji kaynakları açısından gittikçe daha fazla dışa bağımlı bir
duruma geldiği, bunun Türkiye’nin stratejik hareket imkanlarını
daraltabileceği,
- Elektrik Mühendisleri Odasının hazırladığı
bir rapora göre, Türkiye Elektrik Kurumunun faaliyette bulunduğu
1970-1990 arasında elektrik enerjisi üretiminin 7,2 kat arttığı, buna
karşılık 1990’dan 2005 sonuna kadar ise bu artışın 2,8 kat olduğu,
- Yenilenebilir enerji olarak ifade edilen
biodizel, biobenzin üretiminin, ülkemiz için önemli bir imkân oluşturduğu,
bu konuda Elektrik İşleri Etüd İdaresinin önemli çalışmalar yaptığı, tarımın desteklenmesine yönelik önemli
bir potansiyel oluşturacağı,
şeklindeki görüş ve eleştirileri müteakip,
Hükümet adına yapılan tamamlayıcı açıklamalarda ise;
- 800 milyon ton linyitin varlığının tespit
edildiği, bu rakamın daha da artırılmasına çalışıldığı, bu başarının
MTA, TKİ, Elektrik İşleri Etüt İdaresi, TPAO ve TTK’nın koordinasyon
içinde çalışmaları sonucunda ortaya çıktığı, bu potansiyelin
yaklaşık olarak 16 milyar dolar civarında
bir kaynağa tekabül ettiği,
- Dört yıldır elektrik fiyatlarının artırılmadığı,
aksine konutlarda yüzde 1,5, sanayide yüzde 6,5 düşürüldüğü, zam
yapılmaksızın geçen dört yıllık bir dönemin cumhuriyet tarihinde
olmadığı, bu imkanın verimi artıran, maliyetleri düşüren çalışmalar
sonucu oluşturulduğu,
- Elektrik İşleri Etüt İdaresi’nin ilk defa
bir rüzgâr haritası oluşturduğu, nokta nokta rüzgârın kaç metre/saniye
ile estiği, hangi yükseklikte ne düzeyde olduğu konusunda bütün detaylarıyla bilginin üretilmiş olduğu,
keza MTA’nın yaptığı jeotermal haritanın yatırımcılar açısından
önemli yararlar sağlayacağı,
- Borda, piyasada ülkemizin dünya ikinciliğinden
birinciliğe yükseldiği, dolayısıyla hem rezervde hem piyasada
birinciliğin elde edildiği, Bor Araştırma Enstitüsü’nün, Eti Madencilik
Genel Müdürlüğü ile birlikte önemli projeler yürütmekte olduğu,
özellikle çimentoda borun kullanımı konusunda son aşamaya gelindiği,
böylece hem maliyet düşüşü sağlayacak
hem de çimentoda mukavemeti artıracak önemli bir gelişmenin yaşanacağı,
- Elektrik İşleri Etüt Dairesi Genel Müdürlüğüne
3,3 milyon YTL’si yatırım olmak üzere toplam 32,3 milyon YTL, MTA Genel
Müdürlüğüne 70 milyon YTL’si yatırım olmak üzere toplam 178 milyon
YTL, TAEK Başkanlığına ise 20 milyon YTL’si yatırım olmak üzere toplam
65 milyon YTL ödenek öngörüldüğü,
ifade edilmiştir.
3.2.6.
16.11.2006 tarihinde Kültür ve Turizm Bakanlığına Bağlı Devlet Opera
ve Balesi Genel Müdürlüğü ile Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü
bütçeleri üzerinde yapılan görüşmelerde;
- Kültür Bakanlığınca 1982 yılından beri
özel tiyatrolara verilen mali desteğin kesildiği, Türk tiyatrosunu
ve kültürümüzü dünya ölçeğinde tanıtmakta olan bu tür çalışmalara
gerekli katkının yapılması gerektiği, özel tiyatrolara kullandırılan
devlet tiyatroları sahnelerinin kiralama ücretlerinin yüksek
olduğu,
- Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü
ve Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasının Cumhuriyetin temel kurumları
arasında olduğu, gerekli desteklerin yapılması gerektiği, Avrupa
Birliği ülkelerinde de tiyatro, opera ve balenin topluma mal olmuş
evrensel sanat dalları olduğu, devletlerin bu tür sanat kurumları
bulunduğu,
- Hükümetlerin Anayasanın 64 üncü maddesinde
“Devlet sanat faaliyetlerini ve sanatçıyı korur. Sanat eserlerini
ve sanatçının korunması, değerlendirilmesi, desteklenmesi ve sanat
sevgisinin aşılanması için, yayılması için gereken tedbirleri
alır.” hükmünün yerine getirilmesi konusundaki hassasiyeti göstermesi
gerektiği,
şeklindeki görüş, eleştiri ve temennileri
müteakip Hükümet adına yapılan tamamlayıcı açıklamalarda ise;
- Atatürk döneminden sonra yapılmasına
ara verilen Türk tarihine dayanarak opera bestesi ve librettoları
yazılmasının ilk defa bu dönem gerçekleşeceği,
- Özel tiyatrolara yardımların 350 milyar
liradan 1 trilyon 750 milyar liraya çıkarılmasına rağmen mevzuattan
kaynaklanan kısıt nedeniyle kullanımının gerçekleşemediği,
- Kültürel anlayışın, küreselleşme ve
Türkiye’nin AB üyeliği perspektifi çerçevesinde ele alındığı, Türkiye’nin
içinde bulunduğu kalkınma sürecinin vatandaşlarımızın entelektüel
ve moral varlıklarını gerçekleştirmelerinin bir aracı olarak da
görülmesi gerektiği,
ifade edilmiştir.
3.2.7. 20.11.2006 tarihinde Ulaştırma
Bakanlığına bağlı Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü bütçesi üzerinde
yapılan görüşmelerde;
- Hava ulaşımında gerçekleşen serbestleşmenin
sivil havacılık sektörünün oluşmasını sağladığı, rekabetin
ve hizmetlerin niteliğinin önemli
ölçüde arttığı,
- Havayolu ulaşımında her geçen gün yeni
uçuş noktalarının belirlendiği, çalışmayan hava alanlarının çalışır
hale getirildiği, yolcu sayısında önemli artışların yaşandığı,
ayrıca, Türk Hava Yollarının dünyanın en genç hava yolu filosuna
sahip olmasının hava yollarına olan güveni de artırdığı, havayolu
şirketlerinin kâr elde eder hale geldiği,
şeklindeki görüşleri müteakip, Hükümet
adına yapılan tamamlayıcı açıklamalarda ise;
- Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü bütçesinin
ilk defa sunulduğu, Genel Müdürlüğün 2007 yılı için 17,2 milyon YTL
giderinin olacağının öngörüldüğü, Genel Müdürlüğün yatırımcı
bir kuruluş olmadığı, düzenleme ve denetleme yapan, gerektiğinde
müdahale eden, denetleme sonuçlarını takip eden bir yapıya sahip
olduğu,
- Sivil havacılık alanında hizmet veren
havaalanlarının hepsinin bir takvime göre sertifikalandırıldığı,
A grubu, B grubu, C grubu olmak üzere yirminin üzerinde havaalanının
ruhsatlandırıldığı, denetimlerinin yapıldığı,
- Uçuş güvenliğinin temel öncelik olduğu,
bu çerçevede hava taşıma araçları ve havaalanları güvenliği konusunda
titiz çalışmaların yapıldığı, yabancı uçakların 2003 yılına kadar
altyapı eksikliği nedeniyle denetlenemediği, ancak oluşturulan
nitelikli ekip ve kurumsal bir yapı ile 2004’te 17 denetim, 2005’te 33
denetim ve 2006’ da 112 denetimin yapıldığı,
- Bölgesel Havacılık Projesi çerçevesinde
2002’den 2006 Ekim sonuna kadar 150 olan yolcu ve yük uçağı sayısının
259’a çıkarıldığı, bu rakamın içinde sadece büyük ve orta gövdeli
uçakların bulunduğu,
- THY ve diğer özel havayolu şirketleri
ile birlikte, koltuk kapasitesinin 25.000’ten 42.500’e çıktığı, taşınan yolcu sayısının 2002’de 33,5
milyon iken, 2005’te 55,5 milyona çıktığı, iç hatlarda taşınan yolcu
sayısının aynı dönemde 2,5 katlık bir artış gerçekleştirdiği,
- İç ve dış hatlardan, üst geçişler hariç
olmak üzere, trafiğin önemli ölçüde arttığı, iç hatlarda
2002-2003’de yüzde 5, 2003-2004’de yüzde 58, 2004-2005’te yüzde 42, kümülatif
bazda ise yüzde 125 artışın gerçekleştiği, dış hatlarda ise artışın
2000’den 2003’e yüzde 1, 2003-2004 arası yüzde 21, 2004-2005 arası yüzde
15, kümülatif bazda ise yüzde 39 olarak sağlandığı,
- Bölgesel Havacılık Projesinin başlamasıyla
birlikte kapasite kullanımının arttığı, 2002 yılında havaalanlarının
yüzde 50’si kullanılır iken, bugün itibariyle kapasitenin yüzde
82’sinin kullanır hale geldiği,
- Türk Hava Yolları’nın 2002’deki pazar payı
yüzde 99 olmakla birlikte, taşıdığı yolcu sayısının 8,6 milyona
ulaştığı, 2005’te ise pazar payının yüzde 62’ye düştüğü, ancak taşıdığı
yolcu sayısının 12 milyonu aştığının görüldüğü, böylece pazar payı
düşmüş olmakla birlikte, yolcu sayısında bir artışın yaşandığı,
bu nedenle talebi karşılayacak arz imkânlarını oluşturulmasının
çok önemli olduğunun görüldüğü,
ifade edilmiştir.
3.2.8. 21.11.2006 tarihinde Öğrenci
Seçme ve Yerleştirme Merkezi, Yükseköğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu
Genel Müdürlüğü, Yükseköğretim Kurulu ve Üniversitelerin bütçeleri
üzerinde yapılan görüşmelerde;
- Kredi ve Yurtlar Kurumuna bağlı yüksek
öğrenim yurtlarının artırılması gerektiği,
- Üniversitelerde çözülmesi gereken
çok önemli sorunların bulunduğu, sorunların giderilmesi için zaman kaybedilmemesi
gerektiği,
- YÖK’ün yüksekokul ve üniversite camiasını
yöneten özerk bir kurum olduğu ve bu özerkliğin korunmasının büyük
önem arz ettiği,
- Üniversitelerdeki Türkçe dersi sayısının yetersiz olduğu
ve Türkçe anlatma, yazma yeteneklerinin geliştirilmesi hususunda
yeni düzenlemelerin yapılması gerektiği,
- Üniversite ödeneklerinin artırılması
gerektiği, mevcut ödeneklerle nitelikli akademik çalışmaların
yapılmasının beklenemeyeceği,
- Devlet üniversitelerinin toplam araştırma
görevlisi sayısı 2002 yılı sonunda 20.650 iken, 2005 yılı sonunda
20.736’ya ulaştığı, aynı dönemde öğrenci sayısında yüzde 22’lik bir
artış olmasına rağmen, araştırma görevlisi sayısındaki artışın
binde 4’te kaldığı,
- Eğitimin özel üniversitelere bırakılması
anlayışının kabul edilemeyeceği, vakıf üniversitelerinin payının
artırılmasına ve özel üniversite kurulmasına yönelik çabaların
üniversitelerin bir bilim yuvası olmaktan ziyade bir ticari işletmeye
dönüşmesine yol açacağı,
- Üniversitelere ayrılan kaynakların
gayrisafi millî hasılaya oranlarına bakıldığında, 1999 yılında
yüzde 1,03, 2002 yılında yüzde 1,04, 2003 yılında yüzde 0,96, 2005 yılında
yüzde 0,84, 2006 bütçesinde yüzde 0,88; 2007’de ise 2006 yılı düzeyinin
muhafaza edilmesinin hedeflendiği, görüldüğü üzere gerçek bir artıştan
bahsedilemeyeceği,
- Türkiye’de ortaöğretimin Avrupa’dan
iyi olmasının yanısıra, üniversite eğitiminin de Avrupa standartlarına
yükseltilmesi gerektiği,
- Üniversitenin insan eğitiminin son basamağı
olduğu, üniversitenin ekonomi ve sanayileşmenin önceliklerine
ve günümüzün ihtiyaçlarına göre bir eğitim programı uygulamasının
gerektiği, yükseköğrenimin toplumdaki gelişmeleri izlemesi ve
ülkenin gelişimi konusunda projelere öncelik vermesi gerektiği,
- Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu
tarafından açılan yurtların her geçen gün arttığı ve öğrencilere
verilen bursların iyileştirildiği, yıl başından itibaren öğrenci
burslarının 150 YTL’ye çıkarılacağı,
- Bütçe ödeneklerinin, mesleki ve teknik
öğretim ile yüksek öğretimin gereksinimlerini karşılamaktan
uzak olduğu,
- Meslek yüksek okullarından beklenen sonuçların
elde edilemediği, bu okulların,
kendilerine yüklenen misyonun gereğini yeterince yerine getiremediği,
- Üniversite öğretim üyelerinin maaş düzeylerinin
yetersiz olduğu, öğretim üyelerinin özlük haklarının iyileştirilmesi
yolu ile akademisyenliğin cazip hale geleceği,
şeklindeki görüş, eleştiri ve temennileri
müteakip, Hükümet adına yapılan tamamlayıcı açıklamalarda ise;
- Halen üniversitelerde 82.250 öğretim
elemanının görev yapmakta olduğu, öğretim üyesi sayısı toplamının
32.095 olduğu, öğretim üyeleri içerisinde de büyük çoğunluğun yardımcı
doçentlerden oluştuğu, kamu üniversitelerinde 11.668 profesör,
5.556 doçent, 14.871 yardımcı doçent unvanlı öğretim üyesinin görev
yaptığı,
- 2007 yılı Merkezi Yönetim Bütçesinden Yükseköğretim Kurumu ve üniversitelere
ayrılan bütçenin 6 milyar 586 milyon 537 bin YTL olduğu, geçen yıla
oranla artış oranının yüzde 12,65 olarak gerçekleştiği, üniversite
yatırım ödeneklerinin Millî Eğitim Bakanlığı bütçesinin yatırım
ödeneklerinden fazla olduğu,
- Üniversitelerde, cari fiyatlara göre
öğrenci başına yapılan harcamaların 2002’de 1.463 dolar olduğu, 2005 yılı sonu itibariyle bu rakamın
3.072 dolara yükseldiği,
- Bu Hükümet döneminde 15 yeni devlet üniversitesi
ve 2 vakıf üniversitesinin kurulduğu, ayrıca 5 vakıf üniversitesinin
kuruluş çalışmalarının sonuçlandırılmak üzere olduğu,
- Yurt dışında yüksek lisans ve doktora
yaptırılması için 1.000 öğrencinin gönderilmesi ile ilgili sınavların
yapıldığı ve prosedürün devam ettiği,
- Kredi ve Yurtlar Kurumunun, halen 77 ilde yurdunun olduğu, son dönemde standartları
çok yüksek olan 24 büyük yurdun bitirildiği, 2006 yılı yatırım programı
kapsamında 35 bin yeni kapasite oluşturacak şekilde 40 yurdun inşaatının devam etmekte olduğu, 2007 yılında ise
bunların önemli bir kısmının bitirileceği,
- Kurulan 15 yeni üniversitede ortaya
çıkacak talebin karşılanması amacıyla 15 ildeki yurt yapımlarına
öncelik verileceği,
- Kredi ve Yurtlar Kurumunun kuruluşundan
(1962) 2003 yılı sonuna kadar gerçekleşen kredi geri ödemelerinin
yaklaşık 23 trilyonu bulduğu, bununla birlikte, 2003 yılından
2006’ya kadar olan geri ödemelerde de aynı rakama ulaşıldığı,
- Yeni açılan on beş üniversite hariç olmak
üzere, 2006 ve 2007 bütçeleri karşılaştırıldığında, artış oranının
yüzde 8 civarında olduğu, ayrılan ödeneklerin gayrisafi millî hasıla
ve bütçe içindeki paylarında bir düşüş yaşandığı,
- Üniversite gelirlerinin yaklaşık üçte
ikisinin bütçeden, üçte birinin ise döner sermayeden karşılandığı,
son yılda özellikle, döner sermaye gelirlerine yönelik uygulamalar
sonucu yüzde 53 oranında bir gelir kaybının yaşandığı, bu durumun
özellikle bünyesinde hastanesi olan üniversitelerde büyük sorunlara
yol açtığı,
- 15 üniversiteye ait 1.080 kadroya henüz
atamaların yapılamadığı,
- Türk üniversiteleri toplam makale sayısı
bakımından 1990’da dünyada 41 inci sırada iken, 2005 yılında 20 nci
sıraya, bu yıl itibariyle de 19 uncu sıraya yükseldiği, AB ülkeleri
arasında da 8 inci sırada olduğu,
- Halen 600’ün üzerinde meslek yüksek okulunun
bulunduğu, bunlardan 485’nin açık olduğu, bu okullarda 260 program türünün uygulandığı,
meslek yüksek okullarının desteklenmesi gerektiği,
- Meslek yüksek okulları için en büyük sorunun
öğretim elemanı sorunu olduğu, orta öğretimde 13 öğrenciye bir
öğretmen, yüksek öğretimde 27 öğrenciye bir öğretim elemanı düşer
iken, meslek yüksek okullarında 59 öğrenciye bir öğretim elemanının
düşmekte olduğu, acilen 7-8 bin öğretim
elemanına ihtiyaç bulunduğu,
- Araştırma görevlisi sayısının yaklaşık
olarak Belçika’da 60 bin, Danimarka’da 42 bin, Almanya’da 480 bin, İspanya’da
134 bin, Finlandiya’da 55 bin, Romanya’da 32 bin 789, Japonya’da 85 bin,
Türkiye’de ise 28 bin olduğu, üniversitelerin öğretim üyesi kaynağını
oluşturan ve bilimsel araştırmaların lokomotifi durumunda olan
araştırma görevliliğinin büyük önem arz ettiği, öğretim üyesi yetiştirilmesi
amacıyla Yüksek Öğretim Stratejisi Raporunda da belirtildiği gibi
daha fazla araştırma görevlisi kadrosunun verilmesi gerektiği,
ifade edilmiştir.
3.2.9. 22.11.2006 tarihinde Çevre
ve Orman Bakanlığına bağlı Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı ve
Orman Genel Müdürlüğü bütçeleri üzerinde yapılan görüşmelerde;
- Belediyelerin yurt dışından ağaç getirtmek
suretiyle kentleri ağaçlandırma çalışmalarının yurtdışına döviz
çıkışına yol açtığı, Orman Genel Müdürlüğünün olanakları dahilinde
bu tür belediyelerin taleplerini karşılayabileceği,
- Orman Genel Müdürlüğü ile Özel Çevre Koruma
Kurumunun 2007 yılı bütçelerinde 2006 yılı başlangıç ödeneklerine
göre önemli artışların öngörüldüğü,
şeklindeki görüş ve eleştirileri müteakip,
Hükümet adına yapılan tamamlayıcı açıklamalarda ise;
- Türkiye’nin korunan alanlarının ülke
topraklarının yüzde 10-15’ine ulaştığı takdirde, korumacılık ve
sürdürülebilir kalkınma hedeflerinin birlikte gerçekleşebileceği,
- Özel Çevre Koruma Kurumu’nun, spesifik
yanı olan bir korumacılığı gerçekleştirdiği, ağırlıklı olarak doğal
ve arkeolojik SİT’lere ve ne pahasına olursa olsun korunması gereken
alanlara yönelik koruma ve uygulama planlarını yaptığı ve uygulamayı
izlediği,
- Baltalıkların koruya tahvil edilmesi
sonucu, yaklaşık olarak 1.5 milyon hektarlık yeni koru ormanının
kazanıldığı, bununla birlikte baltalık ormanlardan istifade
eden orman köylülerinin herhangi bir ekonomik kayba uğramamaları
için OR-KÖY Genel Müdürlüğü ve Orman Genel Müdürlüğü tarafından çalışmaların
yapıldığı,
- Avrupa Birliğinin çevreyle ilgili yetmiş
ana direktifine yüzde 45 oranında uyum sağlandığı, Ulusal Çevre Eylem
Stratejisinde belirtildiği gibi, çevre koruma konusunda Avrupa
Birliğine uyum için on yedi yılda 61 milyar Euro’luk yatırımın yapılması
gerektiği ve bu miktarın 30-35 milyar Euro’luk kısmının atık su ve şebeke
suyu çalışmaları için kullanılmasının öngörüldüğü,
- Ülkemizdeki 1937’den 2003 yılına kadar
yapılan tapu ve kadastro çalışmaları sonucu yüzde 75’inin işlemlerinin
tamamlandığı, 2003-2006 döneminde ise bu oranın yüzde 95’e çıkarıldığı,
ifade edilmiştir.
3.2.10. 24.11.2006 tarihinde Adalet
Bakanlığına bağlı Ceza ve İnfaz Kurumları ile Tutukevleri İşyurtları
Kurumu ve Türkiye Adalet Akademisi Başkanlığı bütçeleri üzerinde yapılan görüşmelerde;
- Türkiye’deki cezaevleri ile Avrupa ülkeleri
cezaevleri karşılaştırıldığında, ülkemizdeki koşulların insani
açıdan çok daha iyi bir düzeyde olduğunun görüleceği,
- Ceza infaz kurumları ile tutukevlerinin
ülkemizdeki sayısında ve kapasitesinde yetersizliklerin bulunduğu,
Eylül 2006 itibarıyla, ceza infaz kurumları ve tutukevleri sayısının
toplam 436 olduğu, toplam kapasitenin ise 73.681 kişi olduğu, ceza
ve tutukevlerinde Eylül 2005 tarihinde 54.842 hükümlü ve tutuklu
bulunurken, bu sayının Eylül 2006’da 66.917’ye yükseldiği, dolayısıyla
son bir yılda hükümlü ve tutuklu sayısındaki artışın 12.075 olduğu,
- Türkiye Adalet Akademisi’nde yargıç ve savcıların yanı sıra avukatlar
için de olanaklar yaratılması gerektiği, bunun adalet sisteminin
bir bütün olarak değerlendirilmesinin tabii bir sonucu olacağı,
şeklindeki görüş ve eleştirileri müteakip,
Hükümet adına yapılan tamamlayıcı açıklamalarda ise;
- Kopenhag siyasi kriterleri doğrultusunda
İnfaz Kanununun yeni bir anlayışla
ele alınması gerektiği,
- Türkiye Adalet Akademisinin kurulmasının
bu dönemin en önemli kazanımlarından birini oluşturduğu, Avrupa
Birliği ülkelerinde de benzer kuruluşların olduğu, Akademinin eğitim kurumu olmasının
yanı sıra; araştırma, dokümantasyon, işbirliği ve koordinasyon
merkezi olma özelliğinin de bulunduğu,
- Türkiye’deki ihtilafların çözüm yolları
arasına; alternatif uyuşmazlık çözümleri denilen ve bazı sorunların
yargı önüne gelmeksizin çözümüne imkan veren başka yöntemlerin de
dahil edilmesi gerektiği,
- Ceza İnfaz Kurumlarında çalışan personelin
mali durumlarına yönelik yan ödeme kararnameleriyle bazı iyileştirmelerin
yapıldığı,
- Ceza infaz kurumlarının yargı hizmetlerinin
önemli bir parçasını teşkil ettiği, infaz kurumlarının fiziki koşullarının
düzeltilmesi amacıyla 662 bin metrekarelik 16 ceza infaz kurumu,
3 tane de personel eğitim merkezinin yapıldığı, 25 bine yakın ceza
infaz kurumlarındaki personelin eğitimi için 19 tane tesisin yapıldığı,
halen 29 ceza infaz kurumuyla ilgili olarak 1 milyon 250 bin metrekarelik
bir inşaat projesinin sürdürüldüğü,
- Geçmişte her ilçeye bir cezaevi yapılmış
olmasının, hükümlü sayısının az olması nedeniyle rasyonel olmadığı,
bu tür infaz kurumlarının modern infaz sisteminin amaçlarından
uzak bir işlev gördüğü, bu tür cezaevlerinin belli yerlerde toplulaştırılması
gerektiği, hükümlülerin ve tutukluların topluma kazandırılması için ayrılan
kaynakların en verimli şekilde kullanılması açısından bunun gerekli
olduğu,
ifade edilmiştir.
3.2.11. 27.11.2006 tarihinde GAP Bölge
Kalkınma İdaresi Başkanlığı bütçesi üzerinde yapılan görüşmelerde;
- GAP İdaresinin, bölgesel gelişmişlik
farklılıklarını azaltmak amacıyla kurulduğu, üstlendiği görevleri tam olarak yerine
getirmesi için kendisine yeterli olanakların sağlanmadığı, kalkınma
ajanslarının GAP İdaresinin yerini tutmasının mümkün olmadığı, GAP gibi önemli projelerin yerel inisiyatifi
harekete geçirmekle yetinen ve bunları izleyerek sonuçlandırmaya
çalışan yapılara bırakılamayacağı,
- GAP’ın amacının, bölgenin sahip olduğu
kaynakları değerlendirerek bölgede yaşayan insanların gelir düzeyini
ve yaşam kalitesini yükseltmek olduğu, Dicle-Fırat arasında kalan
havzanın bunu sağlayacak potansiyeli sunduğu,
- GAP’ın tamamlanması sonucu bölgede
1,82 milyon hektar alanın sulamaya açılacağı, yılda 27 milyar kilovatsaat
elektrik üretiminin sağlanacağı, kişi başına gelirin yüzde 209
oranında artacağı, 3,8 milyon kişinin iş imkânına kavuşacağı,
- Bugün itibarıyla GAP’ta nakdî gerçekleşmenin
yüzde 56,4 düzeyinde olduğu, geçmiş iktidarlar dönemindeki gerçekleşme
oranının ise yüzde 52 olduğu, dolayısıyla dört yılda ancak 4,4 gibi
bir nakdi gerçekleşmenin sağlandığı,
- GAP’ın sadece tarım ve enerji sektörlerini
içermediği, haberleşme, sınır ticareti, organik tarım, sanayi,
eğitim, sağlık gibi geniş bir alanda değerlendirilmesi gerektiği,
şeklindeki görüş ve eleştirileri müteakip,
Hükümet adına yapılan tamamlayıcı açıklamalarda ise;
- Güneydoğu Anadolu Projesinin ülkemizin
güneydoğusundaki 9 ilimizde uygulanan baraj ve hidroelektrik santrallerin
yapımı ile diğer sektörlerdeki yatırımları içine alan çok kapsamlı
bir proje olduğu,
- Proje kapsamında, 2005 yılı sonuna kadar
21 milyar YTL harcama yapıldığı ve nakdî gerçekleşmenin yüzde 56,4
düzeyine ulaştığı, 13 baraj ile 8 hidroelektrik santralının tamamlanarak
işletmeye açıldığı,
- 2005 yılı sonuna kadar toplam 253 milyar
kilovatsaat elektrik enerjisinin üretildiği ve ülkemizin enerji
ihtiyacının önemli bir bölümünün buradan karşılandığı, üretilen
bu enerjinin parasal değerinin 15,2 milyar dolar olduğu,
- Türkiye’de 2005 yılında üretilen 39,6
milyar kilovatsaatlik hidroelektrik enerji içinde GAP’ın 18,7 milyar
kilovatsaatlik hidroelektrik üretimiyle yüzde 47,2’lik bir paya sahip
olduğu, diğer yandan, GAP bölgesinde 2006 yılı itibarıyla 258.425
hektar alanın sulamaya açıldığı, 114.067 hektar alanda halen sulama
şebekesi inşaatının devam ettiği, toplam 161.413 hektar alanda, arazi
toplulaştırması çalışmalarının tamamlandığı, 156.094 hektar alanda
ise çalışmaların devam etmekte olduğu,
- Şanlıurfa-Harran Ovalarında 50 hektar
alanda aşırı sıcaklık ve bilinçsiz sulama nedeniyle taban suyu yüksekliği
ve tuzlanma riskinin ortaya çıktığı, bunun üzerine, problemli alanlarda
gerekli tedbirlerin hızla alınmaya başlandığı, bu çalışmalar sonucu
36.775 hektar alanın etüdünün yapıldığı, 19.975 hektar alan için ihale
çalışmalarının tamamlandığı,
7.349 hektar alanın ise kapalı drenaj çalışmalarının sonuçlandırıldığı,
- 1989 yılında GAP Bölge Kalkınma İdaresi
Teşkilatının 15 yıllık bir süre için kurulduğu, İdarenin görev süresinin
5254 sayılı Yasa ile 6 Kasım 2004 tarihinden itibaren 3 yıl daha uzatılmış
bulunduğu, kalkınma ajanslarının kuruluşuna yönelik 5449 sayılı
Kanun ile GAP İdaresinin görevlerine, bölgede kurulacak üç kalkınma
ajansı üzerinde koordinasyonu sağlama görevinin de eklendiği,
- Bölgede GAP kapsamında 40 farklı kamu
kurum ve kuruluşu tarafından 270’e yakın yatırım projesinin yürütüldüğü;
kamu kurumları, özel kesim, yerel yönetimler, sivil toplum örgütleri
ve üniversitelerle beraber bölgede gerçekleşen tüm yatırım ve faaliyetlerin
sektörler itibariyle izlenmesi ve değerlendirilmesi çalışmalarının
yürütülerek, sorun ve darboğazların kurumlarla işbirliği içinde
belirlendiği, öncelikli ve koordinasyon gerektiren konuların
GAP Yüksek Kurulunda görüşülerek karara bağlanmakta olduğu, GAP
Yüksek Kurulunun son üç yılda toplam beş defa toplandığı, Yüksek Kurulun
GAP’ın son durumunu ve koordinasyon gerektiren öncelikli ve stratejik
konuları görüştüğü,
- GAP İdaresinin, tarım sektöründe de
önemli faaliyetler sürdürdüğü, suyun iletim, dağıtım ve kullanım
yöntemleri belirlenerek, çiftçilerin bu yönde bilinçlendirilmesi
için eğitim çalışmalarının yürütüldüğü, GAP Bölgesinde hayvancılığın
geliştirilmesi, sulama dışı alanlarda halkın gelir düzeyinin artırılması,
ağaçlandırma ve erozyon kontrol çalışmalarının GAP Bölge İdaresi
tarafından sürdürülen faaliyetler arasında olduğu; bölgenin sahip
olduğu potansiyel ve dinamikleri harekete geçirerek, özel sektörü
bölgede yatırım yapmaya yönlendirecek ve bölgesel gelişmeyi sağlayacak
çabaların sürdürüldüğü; GAP bölgesinde girişimciliğin geliştirilmesi
ve yatırımların artırılması amacıyla Şanlıurfa, Mardin, Adıyaman
ve Diyarbakır İllerinde kurulmuş olan Girişimci Destekleme Merkezlerinin
faaliyetlerine 2002 yılından itibaren Avrupa Birliği finansmanıyla
devam ettiği, GAP İdaresinin, bölgedeki yatırım potansiyelinin
bölge içi ve dışı yatırımcılara anlatılması, ortak yatırım
imkânlarının araştırılması, karşılıklı
ticari ilişkilerin kurulabilmesi ve geliştirilmesi amacıyla
çalışmalarda bulunmakta olduğu,
- Bölgede ekonomik kalkınmanın desteklenmesiyle
birlikte sosyal altyapının geliştirilmesine, belirli nüfus kesimlerinin
toplumsal kalkınmaya entegrasyonlarını sağlamaya yönelik proje
ve programların da geliştirilmekte olduğu; 30 Çok Amaçlı Toplum Merkezinin
9 ilde faaliyetlerini sürdürdüğü, bölgede 9 gençlik ve kültür evinde
sosyal, eğitsel ve kültürel faaliyetler ile kapasite artırıcı etkinliklere
devam edildiği; Temmuz 2006’da sona eren sokakta çalışan çocukların
rehabilitasyonu projesi kapsamında çocuklara yönelik eğitim ve
etkinliklerin gerçekleştirildiği; “Velim Olur Musun” kampanyası,
çocuk okuma odaları, topluma dayalı ana çocuk sağlığı projelerinin,
GAP Bölge Kalkınma İdaresinin öncülüğünde sürdürülen faaliyetler
arasında olduğu; kadının sosyoekonomik
açıdan güçlendirilmesi projesi yanında; biri Birleşmiş Milletler
Kalkınma Programı (UNDP), diğeri de Avrupa Birliği ile işbirliği
içerisinde iki dış kaynaklı projenin de bölgede yürütüldüğü; sürdürülebilir
kalkınma programının bu çerçeve içerisinde 33 alt başlıktan oluştuğu
ve bugüne kadar 15 projenin tamamlanmış bulunduğu,
- GAP İdaresi için yılı fiyatları ile 2005
yılında 20 milyon 347 bin YTL’nin tahsis edildiği, 2006 yılında GAP İdaresinin
bütçesinin 21 milyon 886 bin YTL olduğu,
İdarenin 2007 yılı bütçesinin ise 23 milyon 814 bin YTL olarak
belirlendiği,
- 2006 yılında GAP’ın yatırımlarının tamamının
989 trilyon Türk Lirası olduğu, GAP’ta sulanabilecek arazinin
1.800.000 hektarı bulduğu, bunun 258 bin hektarının sulandığı, 1 hektarın
10 bin dolardan tamamlanacağı düşünüldüğünde, kalan kısım için 15
milyar dolarlık bir yatırıma ihtiyaç bulunduğu,
- İstihdam ve işletme sayısıyla ilgili
rakamlara da bakıldığında, son yıllarda GAP’ta önemli gelişmelerin
olduğunun görüldüğü, güney ve doğu komşularımızla sorunların giderilmesi
ve bölgede huzur ortamının tesis edilmesi ile ticaret bağlantılarının
çok artacağı, GAP bölgesinin bu konuda büyük avantajlar elde edeceği
ve büyük bir ekonomik gelişme yakalayacağı,
- GAP projesi çerçevesinde eğitim, sağlık,
iletişim, ulaşım, kültür, turizm ve diğer sektörler için bugüne kadar
toplam 15,8 milyar dolar harcandığı ve bu harcamalardan tüm illerin
de yararlandığı,
- Hasankeyf’deki tarihi yapıların ilçenin
taşınacağı yeni yerleşim yerinde düzenlenecek kültür parkına
nakledileceği, bu iş için DSİ’nin 30 milyon dolar kaynak tahsis ettiği,
GAP İdaresince Hasankeyf kazı ve kurtarma çalışmaları için bugüne
kadar toplam 2000-2006 arasında 4 trilyon TL tahsis edildiği, 2007 yılı
ödeneğinin ise 1 trilyon 224 milyar Türk lirası olduğu,
- 8.600 hektarlık Nusaybin sulaması ile
1.860 hektarlık Derik-Dumluca sulamasının tamamlandığı, Nusaybin-Cizre-İdil
sulamasının 89 bin hektarının ön inceleme aşamasında olduğu, henüz
yatırım programında yer almadığı, 211 bin hektarlık Mardin-Ceylanpınar
sulamalarının ise Aşağı Fırat II. Merhale Projesi kapsamında yer
aldığı ve 1997 yılında yatırım programına alındığı, finansman yetersizliği
nedeniyle 2007 yılı yatırım programında bin YTL iz ödenekle takip
edildiği, toplam proje tutarının 2,5 milyar yeni Türk lirası olduğu,
ifade edilmiştir.
3.2.12. 28.11.2006 tarihinde Türkiye
ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü bütçesi üzerinde Hükümet adına
yapılan açıklamalarda;
- TODAİE’nin, yüksek lisans düzeyindeki
yönetici yetiştirme programı ve kamu idarelerinin ihtiyaç duyduğu,
yönetim alanlarına yönelik çok sayıdaki kısa süreli kurs, seminer
ve benzeri eğitim etkinliklerini yürüttüğü, yönetimde verimliliği
ve hizmetin niteliğini artırma çabalarına destek olmayı sürdürdüğü,
- 2 Şubat 2006 tarihinde İçişleri Bakanlığı
ile Türkiye ve Orta Doğu Amme idaresi Enstitüsü arasında imzalanan
protokolle, Vali ve Kaymakamların Bireysel Performans Ölçümü Araştırma
Projesinin başlatıldığı, projenin amacının; hedef kitle olan vali
ve kaymakamların çalışmalarının objektif ölçütlere göre değerlendirilmesi
için performans ilke ve ölçütlerini geliştirme yönünde gerekli
araştırmanın yapılması olduğu,
- TODAİE'nin, çalışmaları devam eden devlet
personel rejiminin yeniden düzenlenmesi konusunda da önemli katkıları
olduğu,
ifade edilmiştir.
3.2.13. 29.11.2006 tarihinde Maliye
Bakanlığına bağlı Özelleştirme İdaresi Başkanlığı bütçesi üzerinde
yapılan görüşmelerde;
- Ekonomide ağırlığı olan tekel durumundaki
TÜPRAŞ, Ereğli Demir-Çelik, Türk Telekom gibi tesislerin özelleştirilmesi
ile özel veya yabancı şirketlerin kontrolünde tekelci bir piyasanın
oluşturulduğu, dolayısıyla özelleştirmenin tekellerle mücadele,
rekabet ve etkinlik hedefleri ile bağdaşmadığı,
- Bazı KİT’leri ekonomi yararına daha verimli
hale getirmek yerine, dövizle satmak suretiyle elde edilecek gelirlerle
cari açığı kapatmanın hedeflendiği, bunun ülkemizdeki varlık mülkiyetinde
önemli bir değişim meydana getirdiği,
- Özelleştirme uygulamalarının kayıt
dışı ekonominin boyutlarını artırdığı, özelleştirilen kuruluşların
kayıt dışına çıkmak suretiyle Özelleştirme İdaresine olan borçlarını daha rahat ödediklerinin
görüldüğü, bu durumu ortaya koyan önemli bir örnek olarak sigara
ve içki tüketimi rakamlarının verilebileceği,
- Özelleştirilen kuruluşlarda, satılan
ya da devredilen arazilerde gelecek kuşakların da haklarının bulunduğu,
şeklindeki görüş ve eleştirileri müteakip,
Hükümet adına yapılan tamamlayıcı açıklamalarda ise;
- Hisselerinin önemli bir bölümü devlete
ait olan, ancak karlılık, verimlilik ve ürettikleri ekonomik değer
bakımından anlamlarını kaybeden ve işlevlerini yitirdikleri
için bütçe üzerinde giderek büyüyen
bir yük olma niteliği kazanmış kamuya ait mal ve hizmet üretim tesislerinin
özelleştirilmesi çalışmalarının 1980'li yıllarda başladığı,
- Özelleştirme İdaresi Başkanlığının
2007 yılı bütçesinin 18,9 milyon YTL olduğu, giderlerin tamamına yakınının Özelleştirme
Fonundan yapılacak aktarmalarla karşılanacağı, bütçenin yüzde 79' unun personel giderlerinden,
yüzde 18'inin mal ve hizmet alımlarından kalanının ise cari transferlerden
oluştuğu,
- Özelleştirme fon gelirlerinden yapılan
aktarmaların fonun toplam gelirlerine oranının 2002 yılında yüzde
0,68; 2003 yılında yüzde 1,1; 2004 yılında yüzde 0,43; 2005 yılında yüzde
0,3; 2006 yılı Ekim ayı sonu itibariyle ise yüzde 0,01 olarak gerçekleştiği,
- Hükümetin yapısal ekonomik reform programının
en önemli unsurlarından biri olan özelleştirme programının kararlılıkla
uygulanmakta ve yürütülmekte olduğu, ayrıca 2003-2006 yılları arasında
gerçekleşen özelleştirme ihalelerine yabancı yatırımcıların önceki
yıllara oranla daha yoğun bir şekilde katılmasının, dışa yansıyan
istikrar açısından da olumlu bir gelişme olarak değerlendirildiği,
- 2003-2006 yılları arasındaki özelleştirmelere
bakıldığında 46 şirketteki kamu hisselerinin tamamının, 3 kuruluştaki
kamu hisselerinin bir bölümünün, 37 işletme, 6 liman, 3.000'in üzerinde
varlık ve gayrimenkulün satış ve işletme hakkı devrinin gerçekleştirildiği;
böylelikle son dört yılda yapılması öngörülen özelleştirme ihalelerinin
tamamına yakın kısmının sonuçlandırıldığı, 2003 yılına kadar 8
milyar ABD Doları tutarında özelleştirme uygulaması gerçekleştirilmiş
iken, 2003 yılından itibaren sağlanan ivme ile toplam 17,7 milyar ABD
Dolarına ulaşıldığı,
- Halen özelleştirme kapsamında 15 kuruluşun
bulunmakta olduğu, bu kuruluşların 11 tanesinde yüzde 50'nin üzerinde
kamu payının bulunduğu, 3 kuruluşun ise programa alınması yönündeki
çalışmaların devam ettiği,
- 2006 yılının ilk 9 aylık döneminde Başak
Sigorta A.Ş., Başak Emeklilik A.Ş., TÜPRAŞ ve ERDEMİR'deki kamu hisselerinin
blok satışı ile Türk Hava Yolları A.O.'daki kamu hisselerinin bir bölümünün
halka arzının gerçekleştirildiği, bunların yanı sıra TEKEL'e ait
İkiz Kuleler, Büyük Ankara Oteli, Büyük Efes Oteli, Büyük Tarabya
Oteli ile yine TEKEL'e ait Kaldırım, Kayacık ve Yavşan Tuzlaları ve
Emekli Sandığı'na ait Kızılay Emek İşhanı'nın satış devir işlemlerinin
tamamlandığı,
- 22.09.2006 tarihi itibariyle gerçekleştirilen
tüm özelleştirme uygulamalarından cari yıl satış gelirleri ile
geçmiş yıl satış taksitleri toplamından 8 milyar ABD Doları gelir
elde edildiği ve 5,3 milyar ABD Doları tutarında Hazine'ye kaynak
aktarıldığı, ayrıca, Türk Telekomünikasyon AŞ'nin satışından peşinat
ve bir taksit olmak üzere toplam 2,74 milyar ABD dolarının alıcı firma
tarafından Hazinenin hesabına yatırıldığı,
- Halihazırda TCDD'ye ait İzmir Limanı'nın,
Başkent, Sakarya ve İstanbul Anadolu Yakası Elektrik Dağıtım AŞ'lerinin
özelleştirilmelerine ilişkin sürecin devam etmekte olduğu,
- Önümüzdeki dönemde; Türkiye Şeker Fabrikaları
A.Ş'ye ait şeker fabrikalarından oluşacak portföy grupları, TEDAŞ'a
ait dağıtım bölgeleri, Sümer Holding, Türkiye Demir Çelik İşletmeleri,
Denizcilik İşletmeleri, TEKEL, PETKİM, Karadeniz Bakır İşletmeleri,
Türk Hava Yolları, Mardin Mazıdağ Fosfat Tesisleri, Türkiye Halk
Bankası A.Ş, Karayolları Zincirlikuyu Arsası gibi özelleştirme
portföyünde yer alan kuruluş/varlıkların özelleştirilmelerinin
hedeflendiği, ayrıca, özelleştirilmeleri için uygun şartların
oluştuğuna inanılan diğer kurum ve kuruluşların da özelleştirme
kapsam ve programına alınarak özelleştirilmeleri yönünde gerekli
çalışmaların yapılacağı,
- Ülkemizde gerçekleştirilen özelleştirme
uygulamalarındaki önemli bir hususun da, bu kuruluşlarda çalışan
işçilerin ve ailelerinin mağdur edilmemesi ve özelleştirme çalışmalarının
toplumun sosyal dengeleri üzerinde olumsuz yansımalara neden olmaması
olduğu, bu bağlamda 2004/7898 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı eki
Esaslar ile 1992 yılından sonra özelleştirilen kuruluşlarda çalışan
ve işini kaybedenlerin diğer kamu kurum ve kuruluşlarında geçici
personel statüsünde işe yerleştirilmelerine karar verildiği, bu
kapsamda durumu uygun görülen 15.738 işçinin teklifleri yapılmak
üzere Devlet Personel Başkanlığına gönderildiği,
- Özelleştirmenin istihdam ve sosyal boyutuna
ilişkin çalışmalar içerisinde yer alan Özelleştirme Sosyal Destek
Projesi kapsamında Aralık 2000'den bugüne kadar yapılan çalışmalardan
toplam 28.894 kişinin faydalandığı, bunların 14.117’sinin istihdam
imkânına kavuştuğu, gerçekleştirmekte olunan bütün özelleştirme
uygulamalarında yerli ve yabancı sermaye ayrımı yapılmaksızın,
gerekli kriterlere sahip bütün yatırımcılara eşit mesafede durulduğu,
özelleştirme uygulamalarında tesis edilen güven ortamının özelleştirmedeki
başarının önemli faktörlerinden biri olduğu,
ifade edilmiştir.
3.3. ÖZEL BÜTÇELİ İDARELERİN GELİR,
GİDER VE FİNANSMAN CETVELLERİNDE YAPILAN DEĞİŞİKLİKLER
a) Yükseköğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu
Genel Müdürlüğü bütçesinin; Kocatepe Üniversitesi öğrenci sayısının
hızlı artması nedeniyle ortaya çıkan yurt ihtiyacının karşılanmasını
teminen ilgili projenin 2007 yılı yatırım programına alınması amacıyla
(40.13.00.61-09.6.0.00-2-06.7) tertibine 100.000 YTL ilave edilmiştir.
Bütçe dengesini teminen B işaretli cetvel redaksiyona tabi tutulmuştur.
b) Aksaray Üniversitesi bütçesinin; Niğde
Üniversitesinin 2007 yılı Teknolojik Araştırmalar Sektöründe İleri
Araştırma Projelerinde yer alan 2003K120880 Proje numaralı “Aksaray
Bölgesi Su Kaynaklarında Pestisit Kirliliği ve Pestisitlerin Biyolojik
olarak parçalanabilirliği” projesinin Aksaray Üniversitesince
yürütülmesini teminen (38.63.00.02-09.8.8.00-2-06.01) tertibine
55.000 YTL ilave edilmiştir. Aynı zamanda bütçenin denkleştirilmesini
teminen B cetvelinin (04.2.2.01) gelir koduna da 55.000 YTL ilave edilmiştir.
Niğde
Üniversitesi bütçesinin; Aksaray Üniversitesine aktarılan proje
nedeni ile (38.47.00.02-09.8.8.00-2-06.1) tertibinden 55.000 YTL düşülmüştür.
Diğer taraftan, giderlerin denkleştirilmesini teminen B cetvelinin
(04.2.2.01) gelir kodundan 55.000 YTL düşülmüştür.
c) Balıkesir Üniversitesi bütçesinin;
Balıkesir Üniversitesine tahsis edilen Milli Eğitim Bakanlığına
ait tesislerin, Burhaniye Yüksekokulu olarak hizmete hazır hale
getirilmesine yönelik projenin yatırım programına alınması amacıyla
(38.38.02.04-01.3.9.00-2-01.1) tertibinden 200.000 YTL düşülerek
(38.38.02.11-09.4.1.12-2-06.7) tertibine eklenmiştir. B cetvelinde yapılan
aktarmaya paralel olarak (04.2.1.01) gelir kodundan 200.000 YTL
(04.2.2.01) gelir koduna aktarılmıştır.
d) Harran Üniversitesi bütçesinin; Tıp
fakültelerine bağlı araştırma ve uygulama hastaneleri bakımından
büyük önem taşıyan MRG cihazının alımı ve bütçe hazırlanması sürecinde
rektörlük, fakülteler, yüksekokullar ve enstitülerin büyük onarımları
için ayrılan ödeneğin ait olduğu tertibin yanlış kodlanmasının düzeltilmesi
amacıyla (38.32.38.30-07.3.1.00-2-06.5) tertibinden 2.000.000.000 YTL ve
(38.32.38.30-07.3.1.00-2-06.7) tertibinden 500.000.000 YTL düşülmüş;
(38.32.38.30-07.3.1.00-2-06.1) tertibine 2.000.000.000 YTL,
(38.32.02.11-09.4.1.00-2-06.7) tertibine 500.000 YTL ilave edilmiştir.
e) Fırat Üniversitesi bütçesinin; fakülte
binasında 24 saat hizmet vermesi öngörülen 2 kontrol noktasında 9
adet güvenlik görevlisinin yerine getirecekleri güvenlik hizmetlerinin
karşılanmasını teminen (38.26.52.52-03.1.4.00-2-03.5) tertibine
155.000 YTL ilave edilmiştir.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
5018 SAYILI KANUNA EKLİ (III) SAYILI
CETVELDE YER ALAN DÜZENLEYİCİ VE DENETLEYİCİ KURUMLAR
5018 sayılı Kanunun 18 inci maddesi; Kanuna
ekli (III) sayılı Cetvelde sayılan; Radyo ve Televizyon Üst Kurulu,
Telekomünikasyon Kurumu, Sermaye Piyasası Kurulu, Bankacılık
Düzenleme ve Denetleme Kurumu, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu,
Kamu İhale Kurumu, Rekabet Kurumu ve Tütün, Tütün Mamulleri ve Alkollü
İçkiler Piyasası Düzenleme Kurumu, bütçelerini Eylül ayı sonuna
kadar doğrudan Türkiye Büyük Millet Meclisine, bir örneğini de Maliye
Bakanlığına göndermelerini hükme bağlamıştır. Bu hüküm çerçevesinde,
yukarıda anılan Kurul ve Kurumlar, Kanunda belirtilen süre içinde
bütçelerini Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunmuşlardır.
4.1. DÜZENLEYİCİ VE DENETLEYİCİ
KURUMLARIN BÜTÇELERİNİN ANALİZİ
2007 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısıyla Düzenleyici ve Denetleyici Kurumlara 1.437.179.058
YTL ödenek tahsis edilmiştir. Bu ödeneğin 782.432.486 YTL’sinin gelirden
ayrılan paylar adı altında ödenekleştirilmesi ve genel bütçeye Düzenleyici
Denetleyici Kurumlardan alınan paylar adı altında gelir yazılması
öngörülmüştür. Düzenleyici ve Denetleyici Kurumlar bütçe toplamının
Merkezi Yönetim Bütçesi Toplamına oranı, gelirden ayrılan paylar
dahil % 0.70, gelirden ayrılan paylar hariç % 0.32’dir.
4.1.1. Düzenleyici ve Denetleyici
Kurumların Ekonomik Sınıflandırmaya Göre Ödeneklerinin Dağılımı ve Oranları
Personel giderleri 175.124.235
YTL % 12.19
Sosyal güvenlik kurumları devlet primi
giderleri 37.772.358
YTL % 2.63
Mal ve hizmet alımı giderleri 235.953.014
YTL % 16.42
Faiz giderleri 24.000
YTL % 56.41
Cari transferler 810.721.351
YTL % 12.36
Sermaye giderleri 177.584.100
YTL % 0.002
4.1.2. Genel Bütçeli Kamu İdarelerinin
Fonksiyonel Sınıflandırmaya Göre Ödeneklerinin Dağılımı ve Oranları
Genel kamu hizmetleri 236.211.933
YTL % 16.43
Savunma hizmetleri 2.321.850
YTL % 0.16
Kamu düzeni ve güvenlik hizmetleri 32.089.000
YTL % 2.23
Ekonomik işler ve hizmetler 1.045.221.275
YTL % 72.72
Sağlık hizmetleri 29.000
YTL % 0.002
Dinlenme, kültür ve din hizmetleri 121.306.000
YTL % 8.44
4.1.3. Düzenleyici ve Denetleyici
Kurumların 2006 yılı gelirleri;
Tamamı öz gelir olmak üzere; 1 milyar 435
milyon 179 bin 58 YTL olarak öngörülmektedir.
Düzenleyici ve Denetleyici Kurumların
giderleri toplamı olan 1 milyar 437 milyon 179 bin 58 YTL ile gelirleri
arasındaki 2 milyon YTL’lik farkın net finansmanla karşılanması öngörülmüştür.
4.1.4. Düzenleyici ve Denetleyici
Kurumların (2008 –2009) Dönemi Ödenek ve
Gelir Tahminleri
Düzenleyici ve Denetleyici Kurumların
2008 yılı ödenek toplamı 1 milyar 472 milyon 358 bin 618 YTL olarak tahmin
edilmektedir. 2008 yılı gelirleri ise; tamamı öz gelir olmak üzere
1 milyar 483 milyon 125 bin 374 YTL olarak tahmin edilmektedir. 2008 yılında
giderleri ile gelirleri arasındaki 2 milyon 100 bin YTL’lik farkın
net finansmanla karşılanması öngörülmektedir.
Bu Kurumların 2009 yılı ödenek toplamı 1
milyar 502 milyon 775 bin 101 YTL olarak tahmin edilmektedir. 2009 yılı
gelirleri ise; tamamı öz gelir olmak üzere toplam 1 milyar 527 milyon
60 bin 895 YTL olarak tahmin edilmektedir. 2009 yılında giderleri ile
gelirleri arasındaki 2 milyon 200 YTL’lik farkın net finansmanla karşılanması
öngörülmektedir.
4.2. DÜZENLEYİCİ VE DENETLEYİCİ
KURUM BÜTÇELERİ ÜZERİNDE YAPILAN GÖRÜŞMELER
4.2.1. 9.11.2006 tarihinde Rekabet
Kurumu bütçesi üzerinde yapılan görüşmelerde;
- Rekabet Kurumunun ülkede rekabet ortamının
sağlanması adına önemli çalışmalar yürüttüğü, Kurumun yüksek pazar
payına sahip firmaların, diğer şirketlerin pazara girmesine engel
olacak anlaşmalar yapmasının önüne geçmek için yeni bir düzenleme
hazırlığı içinde bulunmasının önemli bir gelişme olduğu, pazara
hakim firmaların, yeni firmaların pazara girmesini engelleyecek
bir yapıya sahip olmasının engellenmesine yönelik olarak yürütülen
çalışmaların bir an önce tamamlanması gerektiği,
- Kurumun, tröst ve kartel hareketlerini
önleyen önemli bir kuruluş olduğu,
- Yürütülen yasa hazırlık çalışmalarında
Kurum ve Hükümet arasında sıkı bir işbirliğini tesis etmek gerektiği
ve yapılacak düzenlemelerde Kurumun görüşlerinin büyük önem arz
ettiği,
- Rekabet Kurumunun idari ve mali özerkliğinin,
görevlerini tarafsız ve etkin bir şekilde yerine getirmesinde
önemli bir unsur olduğu,
- Gelişmiş ülkelerde yerleşen rekabet
kültürü sayesinde, üretilen mal ve hizmetlerin rekabet ortamında
oluştuğu, böylece kalite ve fiyat açısından tüketicilerin fayda
sağladığı,
- Türkiye'de rekabeti koruyacak yasanın
1994 yılında yürürlüğe girdiği ve 1997 yılından beri uygulandığı,
ancak rekabet kültürünün toplumda hala tam olarak yerleşmediği,
bunun sonucu olarak da birçok sektörde rekabet ihlallerinin yapıldığı,
- Rekabet ihlallerinin ekonomide olumsuz
sonuçlara yol açtığı, hemen hemen tüm sektörlerde yaşanan rekabet
ihlallerinin topluma büyük yük getirdiği,
- Rekabet ihlallerinin suç olduğu ve bundan
tüm toplumun zarar gördüğü, bu nedenle bu tür ihlallerin takibinden
de tüm toplumun sorumlu olduğu,
- İdari ve mali özerkliğe sahip olan Rekabet
Kurumunun, rekabet kültürünün gelişmesine katkı sağlamayabilmesi
ve diğer tüm görevlerini tam olarak yerine getirebilmesi için
özerkliğin gereği olarak her türlü olumsuz etkiden uzak tutulması
gerektiği,
- Rekabet Kurumunun aldığı kararların
uygulanmasının rekabet ortamının oluşmasına büyük katkı sağladığı,
böylece toplum yararının en üst seviyeye çıkmasına katkıda bulunduğu,
- Kamunun elinde olan tekellerin özelleştirme
sonrasında özel tekellere dönüşmesi olanağı yaratıldığı, Rekabet
Kurumunun bu durumu engelleyici kararlar almasının yerinde olacağı,
şeklindeki görüş ve eleştirileri müteakip,
Hükümet ve Kurum adına yapılan tamamlayıcı açıklamalarda ise;
- Rekabet Kurumunun asli görevinin 4054
sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanunun uygulanması olduğu,
bu çerçevede, mal ve hizmet piyasalarında rekabetin korunması,
tesisi ve geliştirilmesi amacına uygun olarak rekabeti sınırlayıcı
anlaşma ve kararların, pazar gücüne sahip olan teşebbüslerin bu
güçlerini kötüye kullanmaları ve teşebbüslerin rekabeti kısıtlayıcı
sonuç doğuracak şekilde birleşme veya devralma işlemlerinde bulunmalarının
engellenmesinin Rekabet Kurumunun asli görev alanına giren başlıca
konuları oluşturduğu,
- Rekabet Kurumunun, serbest piyasa ekonomisinde
ortaya çıkabilecek aksaklıkların önüne geçebilmek amacıyla görevini
hızla geliştirdiği,
- Piyasa ekonomisinin, teşebbüsler arası
rekabet anlayışına dayandığı; bu modelde, devletin fiyat oluşumuna
herhangi bir müdahalesi olmadığı, arz ve talebin piyasada fiyat
mekanizması aracılığıyla oluştuğu ve serbest rekabet anlayışı
içerisinde teşebbüslerin en kaliteli mal veya hizmeti en uygun fiyata
tüketicilere sunduğu,
- Piyasa ekonomilerinde dinamik rekabet
koşullarının piyasada bulunan teşebbüsleri başarı yönünde teşvik
ettiği, ancak piyasanın tamamen kendi dinamiklerine bırakılması
halinde, piyasa mekanizmasının kaynakların etkin dağılımında
yetersiz kaldığı,
- Devletin hiçbir düzenleme ve müdahalesinin
olmamasının, piyasada toplum aleyhine sonuçlar doğuracak şekilde
tekelleşme ve kartelleşmeye yol açabileceği, tekelleşme ve kartelleşmenin piyasanın
etkinliğini bozarak ekonomi ve kalkınmayı olumsuz etkileyeceği,
bu olumsuzlukların önüne geçmenin en önemli yolunun bunlarla mücadele
amacıyla kabul edilen ve uygulanan kuralları içeren Rekabetin Korunması
Hakkında Kanun olduğu,
- Uygun rekabet kurallarını içeren bir
rekabet politikasına sahip olmayan ekonomilerin ayakta durabilmesinin,
ancak kendi halklarının refahından yapacakları fedakarlıklarla
mümkün olabildiği,
- Anayasanın 167 nci maddesinin devlete,
piyasaların sağlıklı işleyişini gerçekleştirmek ve bu çerçevede
fiilî veya anlaşma sonucu ortaya çıkan kartel ve tekelleşmeyi önlemek
görevini yüklediği, böylece Devlete aktif bir rekabet politikası
oluşturma görevinin verildiği,
bu görevin yerine getirilmesinde en etkin aracın 4054 sayılı
Rekabetin Korunması Hakkında Kanun olduğu,
- Yaklaşık on yıldan beri faaliyet gösteren
Rekabet Kurumunun, aldığı kararlar ve verdiği görüşler ile ülke
ekonomisinde önemli bir rol üstlendiği, OECD tarafından hazırlanan
Türkiye Rekabet Hukuku ve Politikası Gözden Geçirme Raporunda
da bu hususun, Kurumun etkinliği ve iyi yönetildiği gibi konulara
vurgu yapılarak açıkça ifade edildiği,
- Avrupa Birliği uyum sürecinde, rekabet
politikası alanında Kurumun antitröst kuralları bakımından doğrudan
sorumlu olduğu; müzakereler kapsamında yapılan tarama toplantıları
sonucunda Rekabet Kurumunun sorumlu olduğu antitrörst kuralları
bakımından Türkiye’nin mevzuat, kurumsal kapasite ve uygulama
alanında çok önemli bir mesafe kat etmiş olduğunun ifade edildiği,
- Kurumun, 1 Ocak-30 Eylül 2006 tarihleri
arasında kartellerle mücadele, pazar gücüne sahip olan teşebbüslerden
kaynaklanan giriş engellerini ortadan kaldırma ve özelleştirmeler
dahil olmak üzere pazarlarda yoğunlaşma riski doğuran işlemlerle
mücadele alanında oldukça yoğun bir gündeme sahip olduğu,
- Başta özelleştirme işlemleri olmak üzere,
devletin mal ve hizmet piyasalarındaki rekabet koşullarını olumsuz
etkileyebilecek işlem ve uygulamaları hakkında ilgili kamu otoriteleriyle
görüş alışverişinde bulunulduğu,
- Toplantı, medya ve elektronik iletişim
araçları vasıtasıyla toplumun geniş kesimlerinde rekabet kültürünü
yaygınlaştırmak için bilgilendirme yapıldığı,
- Rekabet Kurumunun en önemli önceliğinin,
on yıllık uygulama ve Avrupa Birliği müktesebatından kaynaklanan
yükümlülükler dikkate alınarak 4054 sayılı Rekabetin Korunması
Hakkında Kanunda köklü değişiklikleri yapmak olduğu, böylece hem
Kanunun hem de Kurumun mal ve hizmet piyasalarında etkin rekabetin
tesisi ve geliştirilmesi amacına yönelik olarak daha etkin ve dinamik
çerçeveye oturtulmasının mümkün olabileceği,
- Kanun değişikliğine paralel olarak ülke
ekonomisine ve toplumsal refaha ciddi ölçüde zararlar veren kartellerle
mücadeleye özel önem verilmesinin ve kaynakların buna göre dağıtılmasının
planlandığı,
- Pazarda hâkim durumda olan teşebbüslerin
yapmış oldukları dağıtım ve satış anlaşmalarıyla ilgili piyasayı
kapatıcı, başka teşebbüslerin girişini engelleyici anlaşma yapmalarını önleyici
düzenlemeler içeren yeni bir tebliğin hazırlandığı, bu tebliğ hakkında
ilgili kesimlerin görüş ve önerileri alındıktan sonra, tebliğe
son şekli verilerek yürürlüğe konulacağı,
- 2007 yılının başından itibaren yürürlüğe
girmek üzere, özellikle otomotiv sektöründe dağıtım ve servis işlerini
düzenleyen ve çok radikal değişiklikler içeren bir tebliğin hazırlandığı,
böylece artık, şovrumlarda sadece tek bir markanın değil, bir çok
markanın da görülebileceği,
- Piyasada tekel yaratacak uygulamalara
ilişkin önlemlerin alındığı, pek çok firmaya tekel yaratacağı gerekçesiyle
birleşme izninin verilmediği, bu
tarz teşebbüsler söz konusu olduğunda gerekli soruşturmaların
açıldığı ve cezaların verildiği,
- Rekabet Kurumu ve rekabet hukukunun
Türkiye’de yeni olduğu, rekabet kültürünün gelişmesi yolunda da
Rekabet Kurumunun çok yoğun bir çaba harcadığı,
- Rekabet Kurumunun idari ve mali özerkliğinin
gereklerini yerine getirdiği ve hiçbir kurum veya kuruluşun tesiri
altında bulunmadığı, nitekim OECD’nin yaptığı inceleme sonucunda,
Rekabet Kurumunun kısa sürede almış olduğu mesafenin, sahip olduğu
idari ve mali özerklik sayesinde olduğunun altının çizildiği,
- Hukuki, fiziki ve iktisadi olarak bölünme
ihtimali bulunmayan kamu tekellerinin özelleştirilmesi esnasında
özel tekele dönüşmelerinin kaçınılmaz olduğu, fakat, özel tekele
dönüştürülürken, Rekabet Kurumunun özelleştirme sonucu ortaya
çıkacak piyasa yapısının, rekabet karşıtı ve tekelci bir yapılanmaya
yol açmaması için, özelleştirmenin hangi hususlar gözetilerek yapılması
gerektiği konusunda, ihaleleri düzenleyen kamu kuruluşlarına
4054 sayılı Kanunun verdiği yetki doğrultusunda görüş bildirdiği,
ifade edilmiştir.
4.2.2. 10.11.2006 tarihinde Enerji
Piyasası Düzenleme Kurumu bütçesi üzerinde yapılan görüşmelerde;
- 2001 yılından bu yana enerji piyasasını
düzenleyen temel kanunların çıkarıldığı; 2001 yılında Elektrik Piyasası Kanunu
ve Doğalgaz Piyasası Kanunu, 2003 yılında Petrol Piyasası Kanunu,
2005 yılında da LPG Piyasası Kanununun sistemimizde yerini aldığı,
- Bu düzenlemelerin sonucu olarak yeterli
miktarda enerji sağlanacağı, enerjide arz güvenliği olacağı, sağlanacak
olan enerjinin çevreye duyarlı olacağı ve enerjinin serbest piyasada
rekabet ortamında oluşan uygun bir fiyattan tüketicilere ulaştırılacağı,
ilkesinin yapılan düzenlemelerin hepsinin ortak ilkesi olduğu,
- Enerji piyasasında rekabetin sağlanmasıyla
enerji fiyatlarının düşeceği, böylece tüketicilerin ve sanayi
sektörünün en fazla yararı sağlayacağı, tüm bunların sonucunda
tüketici refahında bir artış sağlanacağı,
- Enerji dağıtım bölgeleri özelleştirildikten
sonra, yatırımların denetlenmesi ve bu çerçevede düzenlemeye tabi
tarifelerin belirlenmesi işlemlerinin önem kazandığı, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunun
(EPDK) gerek personeli gerekse diğer çalışmalarıyla hazırlıklarını
tamamlayarak tarifelerin belirlenmesi işlemlerini titizlikle
yürütmesi gerektiği,
- Doğal enerji kaynakları açısından zengin
olan alanlarda aramalara girişmek gerektiği, ancak, bu tür yatırımların
güçlü bir sermaye yapısını gerektirmesi nedeniyle Türkiye’nin bu
alanda ciddi kısıtlamalarının bulunduğu, bu kısıtlamaların ilgili
ülkelerle ortaklık yapılarak aşılabileceği,
- Enerji konusunun, Türkiye için hayati
bir öneme sahip olduğu, buna rağmen toplam sabit sermaye yatırımları
içindeki enerji yatırımlarının payının 2005 yılı için yüzde 4,7;
2006 yılı gerçekleşme tahmini açısından yüzde 4,6 olduğu ve 2007
programında da yüzde 4,9 ile sınırlı olduğu,
- Enerji yatırımları içinde kamunun payının
2005 yılı için yüzde 66,1; 2006 yılı gerçekleşme tahmini açısından
yüzde 53,5 olduğu ve 2007 programında da yüzde 56,4 olarak öngörüldüğü,
özel sektöre öncelik verilmiş olmasına karşın bu sektörde kamunun
halen önemli bir paya sahip bulunduğu, dolayısıyla bu gibi stratejik
alanlarda kamunun her zaman önemli bir yeri olacağı,
- Enerji dağıtım ihalelerinin, şartnamelerinin
ve altyapısının çok dikkatli bir şekilde yeniden ele alınıp değerlendirilmesinin
kamu yararı ve ulusal çıkarlar açısından yararlı olacağı,
- Doğalgaz dağıtım işinde önemli bir tekelleşmenin
söz konusu olduğu, tekelleşmenin rekabet şansını ortadan kaldırarak
hem tüketici hem de devlet açısından pek çok sakıncalar ortaya çıkaracağı,
bu nedenle tekelleşmenin önündeki sınırların gerçekçi bir düzeyde
tutulması ve sıkı bir biçimde uygulanması;
şirketlerin iştirak, ortaklık yapma gibi yöntemler uygulayarak konulan sınırları aşmalarına da fırsat
verilmemesi gerektiği,
- Doğalgaz Kanunu kapsamında, doğalgaz
dağıtım şebekelerinin yerleşim alanlarındaki dağıtımlarının
EPDK tarafından yapıldığı, bugüne kadar pek çok ihalenin gerçekleştirildiği,
ancak ulaşılan sayının yetersiz olduğu, EPDK’nın Türkiye’deki toplam
yerleşim alanlarına gaz dağıtımının tamamlanması konusunda bir
takvim yaparak bu çerçevede ihaleleri hızlandırmasının faydalı
olacağı,
- Türkiye’de önemli miktarda petrol kaçakçılığının
söz konusu olduğu, bunun temel nedeninin ise petrol üzerinden alınan
yüksek vergi olduğu, kaçakçılığın önüne geçmek için vergileri makul
düzeye indirmek gerektiği,
- Akaryakıt dağıtım şirketlerinin sayısında
büyük artış yaşandığı, bu artışın beraberinde bir denetim sorununu
da ortaya çıkardığı, hem istasyonların denetlenmesinin, hem de
akaryakıt dağıtım şirketlerine lisans verilirken standartların
ciddiyetle gözden geçirilmesinin zorunluluk arz ettiği, geçmişte
bu işi yapan Petrol İşleri Genel Müdürlüğünün birikimlerinden yararlanılabileceği,
- Akaryakıt alanında kısa zamanda marker
uygulamasına geçileceği, marker
kullanılmaya ve denetimler sıkı bir şekilde yapılmaya başlanıldıktan
sonra ülkemizin en az 5 milyar dolar civarında kayıptan kurtulacağı,
- EPDK’nın görevleri arasında, akaryakıt
kaçakçılığını önleyecek politikalar geliştirmesinin yer aldığı,
lisans almayan petrol istasyonlarına cezaların kesildiği, bu istasyonların
takibinin sürdürülmesinde de fayda bulunduğu, lisans almamakta
direnen istasyonlar hakkında
EPDK’nın ciddi tedbirler almasının kaçakçılığın önlenmesi
açısından önemli bir adım olacağı,
- Özellikle akaryakıtta EPDK tarafından
kesilen cezaların tahsilindeki
yasal boşlukların bir önce doldurulması gerektiği, kaçakçılığın
önlenmesi konusunda dünyada uygulanan modellerin araştırılarak
en etkin çözüme ulaşılmasının yararlı olacağı,
- Hidro Elektrik Santrallerinin (HES) su
haklarının kiralanması yöntemiyle özelleştirilmesinin fevkalade
önemli bir adım olduğu, bunun hidrolik
santraların inşasındaki finansman ihtiyacını çözecek çok önemli
bir model olduğu, bu konuda hem Bakanlığın hem de EPDK’nın başarılı
bir çalışma yürüttüğü,
şeklindeki görüş ve eleştirileri müteakip,
Hükümet ve Kurum adına yapılan tamamlayıcı açıklamalarda ise;
- Enerji sektöründe dünyadaki gelişmelere paralel olarak
ülkemizde de kapsamlı bir yeniden yapılanma sürecinin yaşandığı,
Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunun, enerji sektörünün serbest
rekabet ortamında düzenlenmesi ve denetlenmesi konusunda kendisine
verilen görevi yerine getirmek için çalıştığı,
- İkincil mevzuatın, şeffaflık ve katılımcılık
ilkeleri doğrultusunda kamuoyunun görüş ve önerilerine sunularak
ve Avrupa Birliği müktesebatı da dikkate alınarak hazırlandığı,
- Piyasa katılımcılarının elektrik piyasasında
faaliyet gösterilebilmesi için yasal zorunluluk olarak lisans alması
gerektiği, bu bağlamda 8 Kasım 2006 tarihi itibariyle verilen ve
halen yürürlükte olan 638 lisansın bulunduğu,
- 1 Ağustos 2006’dan itibaren “Dengeleme
ve Uzlaştırma Yönetmeği” hükümleri uyarınca nakdi uygulamaya geçildiği,
bu sayede, sistem dengesizlik fiyatlarının piyasada arz-talep durumuna
bağlı olarak serbestçe oluşmaya başladığı, bu çerçevede, serbest
piyasadaki arz kapasitesinin artırılmasına katkı sağlamak üzere,
otoprodüktör ve otoprodoktür grubu lisansı sahibi tüzel kişilerin
rekabet ortamında satabileceği elektrik enerjisi miktarının yüzde
25’ten, 2006 yılı da dahil olmak üzere, 2008 yılı sonuna kadar yüzde
30’a çıkarıldığı,
- Elektrik Piyasası Kanunu uyarınca, 9
milyon kilovat/saat olarak başlatılan tedarikçilerini seçme serbestisine
sahip tüketicilerin yıllık tüketim eşiğinin 6 milyon kilovat/saate
indirildiği, bu değerin yaklaşık yüzde 32’lik piyasa açıklığına
tekabül ettiği ve bu kapsamda elektrik enerjisini serbest piyasadan
karşılayan tüketicilerin oranının yüzde 15 civarında olduğu,
- Özelleştirme stratejisi kapsamında TEDAŞ
bünyesindeki bağlı ortaklık ve müesseselerin yeniden yapılandırılması
sonucunda oluşturulan 20 dağıtım şirketine Kurum tarafından dağıtım
ve perakende satış lisansları verildiği ve 31 Aralık 2010 tarihine
kadar geçerli olacak tarifelerin onaylandığı,
- Elektrik piyasasında olduğu gibi, doğal
gaz piyasasında da Avrupa Birliği müktesebatıyla uyum gözetilerek
ikincil mevzuat çalışmalarının yürütüldüğü, bu kapsamda 8 adet yönetmelik
ve 9 adet tebliğin yürürlüğe sokulduğu,
- Ülke sanayisinin rekabet edebilir bir
yapıya kavuşması açısından önemli bir gelişme olarak ülkemizin
birçok yerinde doğal gaz kullanılmaya başlanıldığı,
- 6 Kasım 2006 tarihi itibariyle doğal
gaz piyasasında 138 lisans ve 781 adet yapım ve hizmet sertifikasının
verildiği,
- EPDK tarafından bugüne kadar 46 adet doğal
gaz dağıtım bölgesinin ihalesinin gerçekleştirildiği, halen 7 dağıtım
bölgesi için de ihale ilanına çıkıldığı ve yeterlilik başvurularının
alındığı, gelecek dönemde; Aydın, Nazilli, Söke, Kuşadası, Zonguldak
ve Bartın dağıtım bölgelerinin ihalelerinin yapılmasının planlandığı,
- Petrol piyasasının düzenlenmesi ve denetiminin
de EPDK’nın görev kapsamında olduğu, 5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu
çerçevesinde 8 adet yönetmelik yayımlandığı ve Kanun gereği toplam
18.374 adet lisans verildiği,
- 5015 sayılı Kanun ile kaçak akaryakıt girişinin
ve kullanılmasının önlenmesi için ulusal marker uygulamasının getirildiği;
akaryakıtın özelliğini bozmayan bir kimyasal ürün olan ulusal markerin,
akaryakıta rafineri çıkışında, gümrük girişinde, sanayide yan
ürün olarak kullanılan ve diğer şekillerde üretilen akaryakıta ise
ticari faaliyete konu edilmeden önce ekleneceği; ulusal markerın
taklit edilemeyecek, eklendiği akaryakıt içerisinde çıplak gözle
görülemeyecek ve akaryakıtın rengini değiştirmeyecek özelliklerde,
ülkemiz için özel olarak üretildiği,
- Marker uygulamasının bölgesel test çalışmalarının,
planlamalara uygun olarak başarıyla Kasım ayı başından itibaren
genişletilerek sürdürüldüğü, 1 Ocak 2007’den itibaren ise ülke genelinde
uygulanmaya başlanabileceği, böylece kaçak akaryakıtı önlemede
çok önemli mesafelerin kat edilebileceği,
- Piyasalarda, spekülatif hareketlerin
önlenmesi için sağlam bir enformasyon altyapısına ve piyasaların
doğru bilgilendirilmesine ihtiyaç duyulduğu, petrol piyasasında
istikrar, rekabet ve güvenin gelişmesine yönelik çalışmalar kapsamında
sağlıklı ve güvenilir bilgi alt yapısının oluşturulmasına çalışıldığı,
bunun için Petrol Piyasası Bilgi Sistemi Yönetmeliği çerçevesinde,
bildirim formları ile beyan ve çizelge formlarının Kurul kararı
ile nihaî hale getirildiği, formüller, açıklama formatı ve sunum
takvimi hazırlıklarının sürdüğü,
- Akaryakıtta
“Numune Toplama Hizmet Alımı” ve “Numune Ulaştırma Hizmet Alımı” işlerinin
genel gözetim ve denetim faaliyetleriyle birleştirildiği, bu konuda
Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil Güvenlik
Komutanlığı ve Sanayi ve Ticaret Bakanlığıyla protokol imzalanarak
sahada kontrol ve denetim çalışmalarının başlatıldığı,
- 13 Mart 2005 tarihinde 5307 sayılı Sıvılaştırılmış
Petrol Gazları Piyasası Kanununun yürürlüğe girmesinden itibaren,
Kanunun öngördüğü düzenleme çalışmalarına süratle başlandığı,
Kurum tarafından bu piyasayla ilgili olarak 7 Kasım 2006 tarihi
itibariyle 53 adet LPG dağıtıcı lisansı, 78 adet depolama lisansı,
31 adet taşıma lisansı, 14 adet LPG tüpü imalatı lisansı, 5563 adet
LPG oto gaz bayilik lisansı, 101 adet LPG tüpü muayenesi tamiri ve bakımı
lisansı, ilave olarak 5522 sayılı Sıvılaştırılmış Petrol Gazları
Piyasası Kanunu ve Elektrik Piyasası Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanunda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun kapsamında 249
adet geçici bayilik lisansı olmak üzere toplam 6089 adet lisans verildiği,
- Elektrik piyasasında 2003 ve 2004 yıllarında
toplam 18 adet elektrik üretim ve otoprodüktör grubu şirketin denetime
tabi tutulduğu; doğalgaz piyasasında ise 10 adet doğalgaz dağıtım
ve toptan satış şirketinin denetime tabi tutulduğu, bu çerçevede
bu şirketlerden ikisi hakkında denetim sonucunda soruşturma başlatıldığı,
- Enerji Piyasasında Faaliyet Gösteren
Gerçek ve Tüzel Kişilerin Bağımsız Denetim Kuruluşları Tarafından
Denetlenmesi Hakkında Yönetmelik ve ilgili tebliğler çerçevesinde
Kuruma başvuruda bulunan 69 bağımsız denetim kuruluşuna Kurul
kararıyla bağımsız denetim yetkisinin verildiği,
- Petrol piyasasına ilişkin olarak, Petrol
Piyasası Kanununda yer alan hükümler
uyarınca ve Kurul kararlarıyla, Kurum
ile Sanayi ve Ticaret Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı arasında
petrol piyasasında yapılacak denetimlere ilişkin işbirliği protokollerinin
imzalandığı, 2006 Haziran ayı içerisinde
de, bu protokollerin sıvılaştırılmış petrol gazları piyasasını
kapsayacak şekilde genişletildiği,
- Doğalgaz Piyasası Kanununun, dağıtım
şirketlerinin yurt çapında sadece iki şehirde lisans sahibi olabileceği
ve bu sayının şehirlerin gelişmişlik durumu, tüketim kapasitesi
ve kullanıcı sayısı gibi hususlar dikkate alınarak Kurul kararıyla
artırılabileceğine yönelik hükmü
gereği, şehir doğal gaz dağıtım ihalelerinde şehir sayısının Kurul
kararıyla artırılabildiği, sayının ihale aşamasında rekabeti
sağlamak amacıyla yüksek olabildiği, aslında bir şirketin ancak
bir yerde dağıtım lisansı sahibi olabildiği, iştirak ilişkisi bakımından
bakıldığında sayının yükselmiş gibi göründüğü,
- Bir bölgede yalnızca bir doğalgaz dağıtım
şirketinin bulunabildiği, bu şirketlerin görev bölgesindeki uygulamalarının
da tamamen belli bir düzenlemeye tabi olduğu ve Kurul onayını gerektirdiği,
herhangi bir keyfî uygulama yapılmasının söz konusu olmadığı,
- Doğal gaz dağıtım hatlarının kontrolünün,
EPDK’dan sertifika almış kontrol şirketleri tarafından gerçekleştirildiği,
meydana gelecek hasar, zarar ve ziyandan dağıtım şirketlerinin sorumlu
olduğu,
- Doğal gaz dağıtım ihalelerini tamamlama
tarihinin iletim hattının tamamlanmasına bağlı olarak gerçekleştirildiği, iletim hattı yapıldıktan sonra ihale
sürecinin bir kaç ay gibi kısa bir zamanda sonuçlandığı; ihale sonuçlandıktan
sonra altı ay içerisinde ilgili şirketin lisans almak zorunda olduğu,
lisansı müteakip de on sekiz ay içerisinde o bölgeye gaz vermek mecburiyetinde
bulunduğu,
ifade edilmiştir.
4.2.3. 13.11.2006 tarihinde Radyo
ve Televizyon Üst Kurulu bütçesi üzerinde yapılan görüşmelerde;
- Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun
(RTÜK) icra ettiği fonksiyonlar itibariyle çok önemli kurumlardan
biri olduğu, Kurumun esas amacına yönelik çalışmaları da başarılı bir şeklide yaptığı,
- Yayınların içeriği ve kalitesini belirleme
yetkisinin RTÜK’te bulunduğu, bu
çerçevede yapılan denetim faaliyetlerinin kanallar için yol gösterici
nitelik kazanmasının önemli bir gelişme olduğu,
- Çocukların daha bilinçli izleyici olmalarına
yönelik yürütülen çalışmaların büyük etki gösterdiği, bu doğrultuda,
yayın kuruluşlarının da ülkenin geleceği olan gençler için daha duyarlı,
onları tamamlayıcı, gelecek döneme hazırlayıcı programlar yapmaları
konusunda daha özenli hareket etmeleri gerektiği,
- RTÜK’ün “akıllı işaretler görsel işitsel
uyarı sistemi”ni uygulamaya geçirmiş olmasının çok doğru bir yaklaşım
olduğu, böylece izleyicilerin programlar hakkında bilgi sahibi
olabildiği,
- Bir toplumun aydınlanması ve geleceğe
umutla bakabilmesi adına haber
programlarına, yerli dizilere, eğlence ve güldürü programları
ile belgesellere ağırlık verilmesinin yerinde olacağı,
- RTÜK’ün izleyici profilinin çıkarılması
ve izleyicinin bilinçlendirilmesi amacıyla yaptığı anket çalışmalarının
olumlu olduğu ve sonuçların daha iyi analiz edilerek yürütülen çalışmaların
kapsamının genişletilmesi gerektiği, böylece anket sonuçlarının
bundan sonra yapılacak çalışmalara da ışık tutacağı,
- Yayınların izlenme oranlarında coğrafi
bölgelere göre değişikliklerin olduğu, bu hususun iyi değerlendirilerek,
ülkenin millî birlik ve beraberliğini
sağlayıcı yayınlara daha geniş yer verilmesinin faydalı olacağı,
- Televizyonlarda yüzde 70 civarında
yerli dizi ağırlığının bulunduğu, bu gelişmenin son derece sevindirici
olduğu, ancak yerli dizilerde ülkenin vizyonunun sunulduğu bir konseptin olması gerektiği; bu vizyon içinde, aile birliğini, beraberliğini,
millî kültürü, şuuru, dayanışmayı, sosyal yardımlaşmayı sağlayan
ve teşvik eden, hatta bilinçaltına yerleştiren yayınların olmasında
fayda bulunduğu,
- Çocukları şiddete özendiren yayınlar
konusunda özel önlemler alınması ve çocukların bu tür zararlı yayınların
etkisinden mutlaka korunması gerektiği,
- Türk tarihinin, millî kültürün ve milli
kahramanların yer aldığı, kültür
birikimimizin, mirasımızın çocuklara aktarımına katkıda bulunan
çizgi filmlere yer verilmesinin ve bunlarla ilgili teşviklerin yapılmasının
gerektiği,
- Sadece belli bölgelere has müziklere
değil bütün yörelerin müziğine aynı önemin verilmesinin doğru
bir yaklaşım olacağı, ülkenin bütünlüğünü, varlığını tehlikeye
düşürmeyecek tarzda yayın yapmaya özen göstermenin ulusal bir yükümlülük
olduğu,
- 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların
Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunun 4 üncü maddesinin objektiflik,
tarafsızlık, fırsat eşitliği gibi yayın ilkelerini belirlediği,
ancak bu yayın ilkelerinin tam olarak yaşama geçirildiğinin söylenemeyeceği,
- Ülkede ciddi bir kültür yozlaşmasına
yol açan, pek çok olumsuzluğu olumlu bir tabloymuş gibi sunan ve ülkenin
kültürel değerleriyle bağdaşmayan yayınların önlenebilmesi
için gerekiyorsa acilen yasal önlemler de dahil olmak üzere kanalların
yayın akışını disipline edici ciddi önlemlerin alınması ve RTÜK’ün
müdahale yetkilerinin artırılması gerektiği,
- Yayıncılıkta Türkçe’nin düzgün kullanımının
çok önemli olduğu, dilin en önemli kültür aktarım aracı olduğu, Türkçe
konusunda gereken hassasiyetin gösterilmesi gerektiği, RTÜK’ün bu konuyu hassasiyetle takip
etmesinin ve gerekli tedbirleri almasının faydalı olacağı,
şeklindeki görüş ve eleştirileri müteakip,
Kurum adına yapılan tamamlayıcı açıklamalarda ise;
- Radyo ve televizyon yayınlarının, Anayasayla
güvence altına alınmış olan haberleşme özgürlüğü çerçevesinde,
kamu hizmeti anlayışından sapmadan büyük fedakarlıklarla yüksek
maliyetlere katlanılarak kamuoyuna sunulduğu, özel radyo ve televizyon
yayıncılığının ülke ekonomisine, teknolojisine ve kültürüne
katkılarının azami düzeye çıkarılmasının, yayıncılık alanında
yaşanan sorunların çözümlenmesinin, çağdaş bir yayıncılık mevzuatı
oluşturulmasının, yayın kalitesinin yükseltilmesinin en önemli
hedeflerden biri olduğu,
- Ülkemizde karasal ortamın radyo ve televizyon
yayıncılığı için yoğun şekilde kullanıldığı, karasal ortamdan yapılacak
radyo ve televizyon yayınlarına ilişkin radyo/televizyon analog
ve sayısal frekans planlarının 29 Mart 2005 tarihinde toplanan Haberleşme
Yüksek Kurulunda ele alınarak değerlendirildiği, teknolojik gelişmeler
dikkate alınarak sayısal televizyon frekans planına uygun olarak
deneme amaçlı karasal sayısal televizyon yayıncılığına geçilmesine
karar verildiği,
- Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun kurulduğu
1994 yılından bugüne kadar geçen 12 yıllık süre zarfında çeşitli nedenlerle
çözülemeyen sorunların başında yayıncıların karasal frekanslarının
bedelsiz kullanımı sorununun geldiği, bu sorunun çözümü amacıyla
Haberleşme Yüksek Kurulunda karar alınmasıyla ilgili olarak
RTÜK’ün başkanlığında Telekomünikasyon Kurumu, TRT ve Ulaştırma
Bakanlığının da katılımlarıyla somut önerilerin geliştirildiği,
bu önerilerin 7 Ekim 2005 tarihinde toplanan Haberleşme Yüksek Kurulunda
karara bağlandığı, bu kararlar arasında analog radyo ve televizyon
yayını yapan kuruluşlardan 2006 yılından itibaren kanal/frekans
yıllık geçici kullanım bedelinin alınmasının da yer aldığı,
- Faaliyetleri devam eden tüm radyo ve televizyonların
yayınlarının denetim altına alınmasının önemli bir problem olduğu,
Kurulca radyo ve televizyon yayınlarının izlenmesi amacıyla, merkez
teşkilat ile İstanbul, İzmir, Diyarbakır ve Adana Bölge Müdürlüklerinde
kayıt sistemlerinin mevcut olduğu, ancak, bu sistemlerin günümüz
teknolojisinin gerisinde kaldığı ve sık sık arızalandığı, bu nedenle
sistemin güncelleştirilmesinin planlandığı ve bu doğrultuda, radyo
ve televizyon yayınlarının sayısal ortamda kayıt edilmesi, arşivlenmesi
ve izlenmesi amacıyla Sayısal Kayıt ve Arşiv Sistemi Projesi (SKAAS)
çalışmalarının başlatıldığı, projenin 2007 yılının Eylül ayında
tamamlanmasının planlandığı, proje tamamlandığında, Ankara merkezde
uydu, kablo ve karasal ortamdan alınan 100 televizyon ve 100 radyo
yayını ile tüm il ve ilçelerdeki yaklaşık 950 yerel ve bölgesel radyo,
210 yerel ve bölgesel televizyon yayınının, sayısal ortamda kaydedilip
izlenebileceği, sistem sayesinde, data hatları vasıtasıyla merkeze
uydu üzerinden ulaşmayan radyo ve televizyon yayınlarının iletiminin
ve tüm yayınların kurulacak bir arşiv sistemine kaydedilmesinin
mümkün olacağı,
- Radyo ve televizyon yayınlarının daha
kaliteli hale getirilmesi ve olumsuz etkilerinin azaltılmasında
izleyicilerin ve dinleyicilerin de sorumluluğu olduğu, bu bakımdan hem yayınların denetimi
aşamasında, hem de düzenleyici faaliyetlerde, kamuoyunun hassasiyetleri
ve beklentilerinin göz önünde bulundurulduğu, 1998 yılında hizmete
giren ve zaman içerisinde teknolojik açıdan eskiyen ve ihtiyacı
karşılayamayan “178 Alo RTÜK” sisteminin revize edilerek “444 1 178
RTÜK İletişim Merkezi”nin kurulduğu, vatandaşların 444 1 178 numaralı
RTÜK İletişim Merkezini Türkiye'nin her yerinden arayarak, radyo ve
televizyon yayınlarına ilişkin görüş, öneri ve şikayetlerini doğrudan
Üst Kurula iletebildikleri,
- İzleyicilerin şikâyetlerini çok daha
hızlı, çabuk ve etkili bir şekilde ulaştırmalarını sağlayacak bir
sistemin uygulamaya sokulduğu, gelen şikayetlerin asistanlar
aracılığıyla tek tek kaydedildiği, televizyon kanalının isminin,
programın isminin, programdaki içerikle ilgili şikâyetlerin kayda
geçirilerek deşifre edildiği, kayıtların uzmanlar tarafından çeşitli
sınıflandırmalara tabi tutulduktan sonra, yayın ihlali yapılıp
yapılmadığı açısından değerlendirildiği,
- Yayıncı kuruluşların kendi öz denetim
mekanizmalarını kurmalarının ve geliştirmelerinin yayıncılık
sektöründe yayın içerikleriyle ilgili sorunların çözümüne büyük
katkı sağlayacağı düşüncesiyle, ulusal televizyon kanallarının
işbirliği ile "izleyici temsilciliği" uygulamasının
başlatıldığı, bu uygulama sayesinde, televizyon izleyicilerinin,
izledikleri programlarla ilgili şikâyetlerini bildirmek üzere televizyon
kanallarına ulaşıp muhatap bulabildikleri, uygulamanın, aynı
zamanda televizyon izleyicilerinin televizyon kanalıyla ilgili
görüşlerinin, tepkilerinin, şikâyetlerinin ve önerilerinin kanal
yönetimi tarafından düzenli olarak takip edilmesine imkân sağladığı,
- RTÜK’ün özel radyo ve televizyon yayınlarını
düzenlemek ve denetlemekle görevli olduğu ve yayın ihlalinde bulunan
kuruluşlara Kanunda öngörülen yaptırımları uygulama yetkisinin
bulunduğu, ancak, sadece yaptırım uygulamakla sorunların çözülmesinin
mümkün olmadığı, RTÜK’ün, düzenleyici otorite fonksiyonunun bir
gereği olarak, yayıncılık alanında karşılaşılan sorunların çözümünde
karşılıklı diyalog ve uzlaşma yollarını açık tutmayı misyon edindiği,
bu amaçla, yayın kuruluşlarının temsilcileri ile Üst Kurulun bütün
üyelerinin katıldığı toplantılar yapılarak sorunların ve çözüm
önerilerinin karşılıklı olarak dile getirildiği,
- Yayıncı kuruluşlarla diyaloga geçilmesi
sayesinde birçok olumsuz yayının daha başlamadan yayından kaldırılması
imkânının doğduğu, ancak özellikle kuşak programlarındaki yayınların
seviyesinin çok düşük olduğu, bu çerçevede özellikle daha etkin
bir müeyyide sisteminin oluşturulabilmesi için Kanunda birtakım
düzenlemelerin yapılması gerektiği, bu konuda Türkiye Büyük Millet
Meclisinin desteğinin beklendiği,
- 3984 sayılı Kanunun 8 inci maddesinin
(e) bendine göre, radyo ve televizyon yayınları ile ilgili olarak
kamuoyunda doğan tepki, beğeni ve hassasiyetleri sürekli olarak
izlemek ve gerekli yönlendirmelerde bulunmak amacıyla gerekli kamuoyu
araştırmalarını yapmanın/yaptırmanın RTÜK’ün görevleri arasında
yer aldığı, bu çerçevede Kurum tarihinde ilk kez, örneklemi ülke
genelini temsil eden "Televizyon İzleme Eğilimleri" konulu
kamuoyu araştırmasının gerçekleştirildiği, bu kapsamda izleyicilerin
televizyon izleme süreleri ve saatleri, en çok izledikleri program
türleri, kitle iletişim araçlarına olan güven düzeyleri, rahatsızlık
duydukları televizyon yayınları, reklamların izlenme düzeyi ile
RTÜK’ün bilinme düzeyinin tespit edildiği,
- Yapılan diğer bir araştırmanın ise “İlköğretim
Çağındaki Çocukların Televizyon İzleme Alışkanlıkları” kamuoyu
araştırması olduğu, araştırmanın
televizyon ve çocuk temalı Türkiye genelini kapsayan ilk
araştırma olma özelliğini taşıdığı,
- Yayınlar karşısında en korunmasız kitlenin
çocuklar olduğu, RTÜK’ün, çocukların televizyon yayınlarının olumsuz
etkilerine karşı bilinçlendirilmesi amacıyla “Akıllı İşaretler
Görsel-İşitsel Uyarı Sistemi” ve “Medya Okuryazarlığı Projesi”ni
başlattığı,
- Akıllı İşaretlerin, çocuk ve gençleri
cinsellik, şiddet, olumsuz örnek oluşturabilecek davranışlar, kötü
dil kullanımı, sigara, alkol, kumar ve madde bağımlılığına özendirme,
her türlü ayrımcılık ve intihar sahnelerinin gösterilmesi gibi
zararlı yayın içeriğine karşı korumak için geliştirilmiş olan görsel-işitsel
bir uyarı sistemi olduğu,
- Akıllı işaretler uygulaması aracılığıyla
izleyicinin yayın öncesinde yayın içeriğiyle ilgili olarak önceden
bilgilendirildiği ve ekran başındaki izleyicinin yaş grubu dikkate
alınarak yayın akışlarının planlandığı,
- Medya Okuryazarlığı Projesinin, RTÜK
ile Millî Eğitim Bakanlığı arasında işbirliği protokolü imzalanarak,
İlköğretim Seçmeli Medya Okuryazarlığı Dersi Öğretim Programının,
7 nci sınıflarda "Medya Okur Yazarlığı Dersi" adı altında
2006-2007 öğretim yılında Millî Eğitim Bakanlığı tarafından belirlenen
beş pilot ilköğretim okulunda zorunlu seçmeli ders olarak okutulmaya
başlandığı,
- RTÜK’ün, çocukların radyo ve televizyon
yayınları konusunda bilinçlendirilmeleri, eleştirel, seçici,
sorgulayıcı birer izleyici olarak yetişmeleri amacıyla hayata
geçirdiği diğer bir çalışmanın çocuklara yönelik bir web sayfası
olduğu, web sayfasında çocukların ilgisini çekebilecek oyunlar,
fıkralar, bilmeceler, tekerlemelerin yanı sıra ödev yaparken yararlanabilecekleri,
bilim ve teknik, spor, dostumuz hayvanlar, çevre, ansiklopedik bilgiler
bölümleri ve özellikle televizyonun hayatlarında kapladığı yer
konusunda görüşlerini yazabilecekleri "Arkadaşım TV"
ve televizyon programlarıyla ilgili eleştirilerini yazabilecekleri
"TV Okuru" bölümlerinin yer aldığı,
- Türkçenin güzel ve doğru kullanımının
üzerinde titizlikle durulan hususların başında geldiği, bu amaçla
tüm yayınların denetlendiği ve bir ihlal görüldüğünde gerekli müeyyidelerin
uygulandığı, ancak, Türkçe’nin güzel kullanımını cazip hale getirebilmek
ve bu konuya ilgiyi çekebilmek için RTÜK tarihinde ilk kez bir ödül
ihdas edildiği, Türkçe’nin daha etkin,
doğru kullanımını sağlayacak ve Türkçe’ye ilgiyi artıracak bu çalışmanın, yayıncılar arasında da ilgiyle karşılanacağı,
- Avrupa Birliğine uyum süreci kapsamında
mevzuatta yapılan düzenlemelere paralel olarak, Mart 2006’dan itibaren,
özel radyo ve televizyonlarda Türk vatandaşlarının günlük yaşamlarında
geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerde yayınların
başlamış olduğu,
- Çizgi film konusunda yapılan değerlendirmeler
yerinde olmakla birlikte, son derece gelişmiş durumda olan uluslararası
film endüstrisinin çok ucuz bir şekilde bu pazarlamayı gerçekleştirebildiği,
bu etkinin belli ölçüde kırılabilmesi ve bu sektörün ülkemizde
de gelişmesini ve değerlerimizin çocuklara kendi anlayacakları
dilde aktarılmasını sağlamaya yönelik olarak, yerli çizgi film
üretimini destekleyecek bir kota çalışmasının yapıldığı,
- Yayın içerikleri konusunda çok fazla
eleştirinin yapıldığı; yayın faaliyetinin izleyiciler, yayıncılar
ve RTÜK olmak üzere üç tarafının bulunduğu; RTÜK’ün yayın içeriklerinin
iyileştirilmesi konusunda ciddi bir kanun çalışması yaptığı, çalışmanın
sonuçlandırılmak üzere olduğu, çalışmanın, tarafların tartışmasına
açılacağı ve tarafların görüşleri, katkıları alındıktan sonrada
Başbakanlığa ve Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulacağı,
ifade edilmiştir.
4.2.4. 20.11.2006 Tarihinde Telekomünikasyon
Kurumu bütçesi üzerinde yapılan görüşmelerde;
- Ülkeye kaçak olarak girmiş olan cep telefonlarının
5 YTL karşılığında kayıt altına alınmasının olumlu bir gelişme olduğu,
ayrıca yapılan düzenlemeler sonucunda kaçak telefon kullanımının
engellenmiş olmasının da yerinde olduğu,
- Telekomünikasyon sektörünün serbestleşmiş
ve Avrupa Birliği mevzuatıyla büyük ölçüde uyumlu hale gelmiş olduğu,
ancak bu sektörde altyapı ve hizmetlere dayalı rekabetin oluşması
açısından istenen düzeye erişilemediği, nitekim Eylül 2006 dönemine
kadar 45 operatörün yetkilendirilmiş olmasına karşın ara bağlantı
fiyatlandırmasındaki sorunlar nedeniyle 10 operatörün pazardan
çekildiği,
- Türkiye’de sabit telefon abone sayısının
doyuma ulaşmış olduğu, 2004 yılında 19.1 milyon kişi olan abone sayısının
2006 yılında 18.9 milyona gerilemesinin beklendiği, aynı dönemde
mobil telefon abone sayısında büyük bir artış yaşandığı ve abone
sayısının 34.7 milyondan 51 milyona çıkmasının beklendiği, bu gelişmenin teknolojinin değişmesi
ve cep telefonu kullanımının esnek ve kolay olması sayesinde gerçekleştiği,
- Mobil telefon görüşmelerinin üzerinde
ağır vergi yükü bulunduğu, bizim gibi bilgi toplumuna dönüşme hedefi
olan ülkelerde bilgi teknolojilerini yoğun bir şekilde kullanma eğilimi içinde olan işletmeler
açısından haberleşme maliyetlerinin azalmasının gereklilik arz
ettiği,
- Deprem nedeniyle geçici bir dönem için
ihdas edilmiş olan özel iletişim vergisinin vatandaşa yük getirdiği
ve bir an önce kaldırılması gerektiği,
şeklindeki görüş ve eleştirileri müteakip,
Hükümet ve Kurum adına yapılan tamamlayıcı açıklamalarda ise;
- İnternet kullanımı konusunda çarpıcı
bir gelişme yaşandığı, 2002’de 4.3 milyon olan kullanıcı sayısının,
2005’te 16 milyona çıktığı, bu yıl sonu itibariyle de 19 milyona ulaşacağının
tahmin edildiği; 2003’ten itibaren geniş bant uygulamasının (ADSL)
başladığı ve bu alanda da süratli bir artış olduğu, abone sayısının
2.5 milyonu aştığı, abone yoğunluğunun
yüzde 3.5’lar civarında olduğu ve dokuzuncu kalkınma planında bu
alanda yüzde 15’lik bir yoğunluğun
hedeflendiği,
- Bilgi iletişim teknolojilerinin geliştiği
bu dönemde artık halkımızı bilgisayar okuryazarı yapmanın ve ülkemizi
bilgi toplumuna dönüştürmenin herkesin görevi olduğu, bu amaçla ciddi çalışmalar yapılmaya
başlandığı, 2002 yılında bilgisayar sayısı 3 milyon iken, 2005’te 5
milyona ulaştığı ve 2006 sonunda da 5.5 milyona çıkacağının tahmin
edildiği,
- İletişimdeki vergi yükünün azaltılmasının
önemli olduğu, 2007’den itibaren iletişimdeki vergi yükünü azaltacak
çalışmalara fiilen başlanacağı,
- Telekomünikasyon sektöründe pek çok
üretici olmasına rağmen, Türkiye gibi 70 milyonu aşkın bir ülkede
hiçbir kuruluşun CE (Confirmity of Europe) verme yetkisinin olmadığı,
Avrupa’da hemen hemen tüm ülkelerde bu yetkinin verildiği, bu amaçla,
bir piyasa gözetim laboratuarı kurulmasının planlandığı, bu projenin Türkiye-AB
malî işbirliği kapsamında AB’den destek gördüğü, 4.8 milyon euroluk
bütçesi olan bu projenin 3.6 milyon eurosunun AB fonundan karşılandığı,
bu laboratuarın son aşamada olduğu ve Türkiye’de akredite faaliyetlerinin
önümüzdeki yıldan itibaren başlayacağı,
- Elektronik imzaya ilişkin yasal düzenlemenin
6 Ocak 2005 tarihinde yapıldığı ve bu düzenlemeyle Telekomünikasyon
Kurumuna da güvenlik elektronik sertifika sağlayıcılarının niteliklerinin
belirlenmesi ve denetimlerinin yapılması yetkisinin verildiği,
Türkiye’de 4 tane elektronik sertifika sağlayıcısı bulunduğu,
bunlardan birinin kamu kuruluşlarına sertifika veren TÜBİTAK olduğu,
diğer 3 tanesinin de özel kuruluşlara sertifika verdiği,
- 12 Temmuz 2005’te Telekomünikasyon Kurumu
kayıtlarında 38 milyon cep telefonunun gözüktüğü ve bunun yaklaşık
18.5 milyonunun kayıt dışı olduğu, 5392 sayılı Telsiz Kanununda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanunun vermiş olduğu yetkiyle bu telefonların
5 YTL karşılığında kaydedildiği, bugün itibariyle, Türkiye’deki
kayıtlı telefon sayısının 68 milyona ulaştığı, yaklaşık 16 aylık
bir süreç içinde 30 milyon telefonun kaydedilmiş olduğu, böylece Türkiye’ye yaklaşık 6 milyar dolarlık bir ekonomik değerin kazandırıldığı,
- Cep telefonunda numara taşınabilirliği
konusunda hukuki düzenleme çalışmalarının yürütüldüğü, böylece
numara değiştirilmeden operatör değiştirmenin mümkün olacağı,
ifade edilmiştir.
4.2.5. 27.11.2006 tarihinde Sermaye
Piyasası Kurulu bütçesi üzerinde yapılan görüşmelerde;
- İzinsiz halka arz yapan ve yatırımcıların
mağduriyetine yol açan şirketler hakkında Sermaye Piyasası Kurulu
(SPK) tarafından gerekli işlemlerin yapıldığı, ancak mağduriyetlerin
giderilmesine yönelik daha kapsamlı çalışmaların yapılması gerektiği,
aksi takdirde sermaye piyasasının arzu edilen şekilde gelişemeyeceği,
- Sermaye Piyasası Kanununun amacının,
tasarrufların menkul kıymetlere yatırılarak halkın iktisadi kalkınmaya
etkin ve yaygın bir şekilde katılımının sağlanmasını teminen, sermaye
piyasasının güven, açıklık ve kararlılık içinde çalışmasının sağlanması
ve tasarruf sahiplerinin hak ve yararlarının korunmasının düzenlenmesi
ve denetlenmesi olduğu,
- SPK’nın web sayfasına göre Ekim 2006 tarihi
itibarıyla yaklaşık 610 şirketin SPK listelerinde yer aldığı, ancak
ülkemizde 100 binlerin üzerinde anonim şirket bulunduğu, yeterli güven ortamının sağlanmasıyla
SPK’ya kayıtlı şirket sayısının artabileceği, güvenin tesis edilmesi
görevinin de SPK’ya ait olduğu,
- Tasarruf sahiplerinin, dalgalanmalardan
ve manüplasyonlardan çekindiği, zarar gördükçe sermaye piyasasından
ve borsadan uzaklaştığı, 2000’lerin başlarında 2 milyon civarında
olan yatırımcı sayısının, 2006’nın Ekim ayında 1 milyon civarına indiği,
bu gelişmelerin iyi tahlil edilerek gereken önlemlerin alınması
gerektiği,
- SPK’nın şeffaflığının daha da artırılması
gerektiği, böylece kamuoyunun bu kuruma olan güveninin daha
da artacağı,
- Kurulun çalışmalarını sağlıklı bir
şeklide yürütebilmesi için görev süresi dolan başkanın yerine yeni
başkanın bir an önce atanması gerektiği,
şeklindeki görüş ve eleştirileri müteakip,
Hükümet ve Kurum adına yapılan tamamlayıcı açıklamalarda ise;
- SPK’nın, görev alanı içerisinde olan mevcut
tasarrufların etkin kullanımını ve uzun vadeli finansal kaynakların
artırılmasını sağlamak suretiyle, milli ekonomiye en temel katkıyı
yapmış olacağı, bu anlamda 2006 yılı
Kasım ayı sonu itibariyle dönem içinde halka açılan 14 şirketin sermaye
piyasasından 1.2 milyar YTL kaynak temin ettiği, diğer taraftan 2
özel şirketin yaptıkları 120 milyon YTL’lik tahvil ihracıyla 15 yıl
aradan sonra ilk kez sermaye piyasasında borçlanabilme imkanının
elde edildiği,
- Kamuya dünya standartlarında finansal
bilgi sunumunu sağlamanın ve mali tabloların güvenilirliğini
artırabilmenin uluslararası fonlardan yüksek pay alabilmek açısından
önemli olduğu, bu amaçla Ocak 2005’ten itibaren AB ülkeleriyle eş zamanlı olarak, şeffaflığın göstergesi
olan Uluslararası Finansal Raporlama Standartları (UFRS) sistemine
geçildiği,
- SPK’nın AB’ye üyelik sürecinde üstlenilen
yükümlülükleri yerine getirmek ve sermaye piyasalarının AB sermaye
piyasalarına hukuki ve teknik entegrasyonunu sağlamak amacıyla
mevzuatın AB’ye uyumlu hale getirilmesine yönelik çalışmalarını
sürdürdüğü,
- Kasım 2006 tarihi itibariyle İMKB’de işlem
gören 72.7 milyar YTL’lik hisse senedinin %66’sının yabancı yatırımcıların
elinde bulunduğu, 2000 yılında bu oranın %41 olduğu, artış oranının
yabancı yatırımcıların ülkemiz ekonomisine olan ilgisini gösterdiği
ve bu durumun sevindirici bir gelişme olduğu,
- Gayrimenkul finansmanına yönelik bir
sistem kurulmasının sermaye piyasalarının gelişmesi açısından
önemli olduğu, gayrimenkul piyasasının ülke ekonomisi için önemli
sektörlerden biri olmasına rağmen ülkemizde organize bir piyasanın
kurulamamış olduğu, bu sistemin kurulması ile birlikte uzun vadeli
ödenebilir taksitlerle konut sahibi olmanın mümkün hale geleceği,
- Mortgage sisteminin işlerlik kazanmasıyla
başta inşaat olmak üzere sanayi ve hizmetler sektöründe olumlu gelişmelerin
yaşanacağı, bu yöndeki yasa çalışmalarının TBMM’de sürdüğü, sistemin
faizlerin yüksek olması nedeni ile ölü doğacağı yönündeki eleştirilere
katılmanın mümkün olmadığı, dünya uygulamalarında da mortgage sisteminin yürürlüğe girmesinden
sonra konut kredisi faiz oranlarında
düşüşlerin yaşandığı,
- Finans kesiminin çok dinamik olduğu ve
kısa bir süre önce dahi yapılan değişikliklerin günün koşullarını
ve ihtiyaçlarını karşılayamadığı, dünyada çok çeşitli platformlarda
finansal ürün çeşitliliği dahil bir çok değişiklik ve yeniliğin ortaya
çıktığı, küresel sistemin bir parçası
olmanın gereği olarak, sermaye piyasalarındaki gelişmelerin
Sermaye Piyasası Kanununa yansıtılması gerektiği, bu nedenle
yaklaşık 25 yıllık sermaye piyasası mevzuatının AB normları doğrultusunda
yenilenmekte olduğu,
- İzinsiz halka arz yapan şirketler hakkında
SPK’nın elinde gerekli yaptırımları uygulama yetkisinin bulunduğu
ve Kurulun üzerine düşen görevi yerine getirdiği, izinsiz halka
arz nedeniyle yatırımcıların mağduriyetini azaltmak ve işlemleri
kayıt altına almak amacıyla, söz konusu şirket hisse senetlerine
borsada işlem görme şartının getirilmesi yönünde çalışmaların
yapılacağı,
- SPK başkanına ilişkin teklifin
13.11.2006 tarihinde Başbakanlığa gönderildiği, resmi prosedürün
tamamlanmasıyla başkanın kısa süre içinde atanacağı,
ifade edilmiştir.
4.2.6. 27.11.2006 tarihinde Bankacılık
Düzenleme ve Denetleme Kurumu bütçesi üzerinde yapılan görüşmelerde;
- Bankacılıkta yabancı payının % 31’lerle
tehlikeli boyutlara ulaştığı, bu oranın çok yüksek olduğu, gelişmiş
ülkelerde bu payın çok düşük düzeylerde kaldığı, Türkiye’nin bölgesinde
iddialı bir ülke olduğu, bu iddiasını da kamu ve özel sektör eliyle
desteklemesi gerektiği, reel sektörün can damarı olan bankacılıkta
yabancı payının yüksek olmasının olumsuz sonuçlar doğuracağı,
- Çeklere artık ödeme aracı olarak çok itibar
edilmediği, BDDK’nın bu konu üzerine eğilerek gerekli tedbirleri
alması ve yapacağı düzenlemelerle bankaların verdikleri çek yapraklarından
oransal veya maktu olarak sorumluluğunun bulunduğu hususuna açıklık
getirmesi gerektiği,
- Bankacılık kesiminin disipline girmiş
olduğu ve kâr ettiği, tüketici kredilerinin arttığı, bu durumun ekonomiye olan güvenin bir
göstergesi olduğu,
- Bankacılık sisteminin reel sektörün
finansmanı konusunda üzerine düşeni yaptığı, sisteme olan güvenin
artmasıyla finansman sorunlarının daha da azalacağı,
şeklindeki görüş ve eleştirileri müteakip,
Hükümet ve Kurum adına yapılan tamamlayıcı açıklamalarda ise;
- 2003 yılında çıkarılan Yabancı Sermaye
Yasasıyla, yerli-yabancı ayrımının ortadan kalktığı; yerli-yabancı ayrımı yapmanın bankacılık
sektöründe hiçbir yasal zemininin kalmadığı, Türkiye’de kurulan
bir şirketin, ortakları kim olursa olsun, Türkiye Cumhuriyetinin
bir şirketi olarak kabul edildiği,
- Türkiye’de ekonominin büyüyebilmesi
için bankacılık sektörünün büyümek zorunda olduğu, büyüyen sektörün
sermaye ihtiyacını karşılayacak yeterli sermaye birikiminin
ülkemizde olmadığı, bu nedenle yabancı sermayeye ihtiyaç bulunduğu,
- Türkiye’deki piyasa yapısının yerli ve
yabancıların birlikte hareket etmesini gerektirecek nitelikte
olduğu, dolayısıyla, kısa ve orta vadede, bankacılık sektöründeki
uluslararası sermayenin oranının hiçbir zaman korkulan noktalara
gitmeyeceği,
- Son yıllarda sağlanan makro ekonomik istikrar
ile uluslararası standartlara uygun olarak gerçekleştirilen denetim
ve düzenlemeler çerçevesinde Türk Bankacılık Sisteminin (TBS)
önemli bir ilerleme kaydettiği, bu ilerlemede BDDK’nın; güvenli, istikrarlı,
etkin ve rekabetçi bir finansal piyasa ile etkili ve etkin denetim
sistemi hususlarındaki ısrarlı tutumunun ve tüm bankalara eşit
mesafedeki duruşunun önemli payı olduğu,
- TBS’nin aktif büyüklüğünün Aralık
2003’te 249 milyar YTL, Aralık 2005’te 397 milyar YTL iken Eylül 2006’da
ise 460 milyar YTL düzeyine ulaştığı,
- 2006 yılının
9 aylık döneminde; Kamu bankalarının YTL bazında %10.8, özel
bankaların % 17.2, yabancı bankaların %33.5 ve kalkınma-yatırım bankalarının
%14.2 oranında büyüdüğü, TBS’nin aktif toplamının ise ülke milli gelirinin
% 85’ine tekabül ettiği,
- TBS’de aktiflerde temelde krediler ve
menkul değerler olmak üzere 2 ana kalemin dikkat çektiği, 2006 yılı
Eylül ayı sonu itibariyle Banka aktiflerinin % 43.4’ünü kredilerin,
% 34.2’sini ise menkul değerlerin oluşturduğu,
- Aralık 2003’te 66 milyar YTL olan toplam
kredilerin, Aralık 2004’de % 50 artışla 99 milyar YTL’ye, Aralık
2005’de % 51 artışla 159 milyar YTL’ye ve Eylül 2006’da ise % 33.3’lük artışla
200 milyar YTL’ye ulaştığı,
- Bankacılık sistemimizin bireysel krediler
ağırlıklı bir müşteri yapısına sahip olduğu, 17 Kasım 2006 tarihi itibariyle 64.4 milyar YTL olan toplam
bireysel kredilerin 43.8 milyar YTL’sini tüketici kredilerinin (%
68.1), 20.5 milyar YTL’sini ise kredi
kartlarının (% 31.9) oluşturduğu, tüketici kredileri içerisinde
birinci sırayı 21.2 milyar YTL ile konut kredilerinin aldığı,
- Pasifte en önemli kalemin mevduat olduğu,
Eylül 2006 sonu itibariyle toplam
mevduatın 285 milyar YTL olduğu, bunun 108 milyar YTL’sinin yabancı
para (DTH) şeklindeki olduğu, beş
sene önce DTH ağırlıklı olan mevduatın YTL ağırlıklı hale dönüştüğü,
ancak, Mayıs ve Haziran aylarındaki dalgalanma sonrasında gerçek kişilere ait DTH’larda artış gözlendiği,
Nisan 2006 da 45 milyar dolar olan gerçek kişi DTH’nın Eylül 2006 sonunda
48 milyar dolara ulaştığı,
- Arzu edilmesine rağmen mevduatın vadesinin uzamadığı, Aralık 2005’te 69 gün olan mevduatın
ortalama vadesinin, Nisan 2006’da 63 gün ve Eylül 2006’da 55 gün olarak
gerçekleştiği,
- Bankaların özkaynaklarının Nisan 2006
ve Eylül 2006’da 56 milyar YTL olarak gerçekleştiği, Haziran, Temmuz
ve Ağustos aylarında yaşanan dalgalanmanın
getirdiği aşınmanın giderilerek aynı özkaynak seviyesine ulaşıldığı,
- Bankacılık sisteminin karlılığının,
Aralık 2003’te 5.6 milyar YTL, Aralık 2004’te 6.4 milyar YTL, Aralık
2005’te 5.7 milyar YTL ve Mayıs ve Haziran
dalgalanmalarına karşın Eylül 2006’da 8.4 milyar YTL olarak gerçekleştiği,
- Kurumun harcamalarının, temel olarak
denetim alanında yer alan kuruluşların bir önceki yıl sonu bilanço
toplamları üzerinden alınan harcamalara katılma payı ile finanse
edildiği,
- 2007 yılında Kurumun toplam gelirlerinin
93 milyon YTL olarak öngörüldüğü, bu tutarın % 91’ini teşkil eden 84.5
milyon YTL’lik bölümün harcamalara katılma paylarından, geriye kalan
8,5 milyon YTL’lik bölümün ise büyük ölçüde faiz gelirlerinden ve diğer
gelirlerden oluştuğu,
- 93.000.000 YTL olarak öngörülen Kurum toplam
ödeneğinin en önemli kalemlerini 31.663.100 YTL ile sermaye giderlerinin,
27.408.800 YTL ile mal ve hizmet alım giderlerinin ve 25.532.200 YTL
ile personel giderlerinin oluşturduğu,
ifade edilmiştir.
4.2.7. 27.11.2006 tarihinde Tütün,
Tütün Mamulleri ve Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme Kurumu
bütçesi üzerinde yapılan görüşmelerde;
- AB ilerleme raporunda Tütün Fonunun
kaldırılmasının istendiği, ancak ülkenin menfaatleri açısından
bu isteğin uygun olmadığı, bu Fon aracılığıyla yürütülen pek çok
hizmet bulunduğu, ayrıca Fon’un gelirlerinin 2001 yılında yapılan
düzenlemeyle genel bütçeye aktarılmaya başlanılmış olunması nedeniyle
de Fonun işlevini tam olarak yerine getiremediği,
- 4733 sayılı Yasanın emrettiği açık artırmayla
tütün satışına ilişkin kalıcı düzenlemenin hâlâ yapılamamış olduğu,
bu nedenle üreticinin tüccar karşısında zayıf durumda kaldığı ve
sürekli mağdur olduğu, bu mağduriyetin giderilmesi amacıyla en
kısa sürede düzenleme yapılmasının yerinde olacağı,
- Tütün üreticisinin sayısındaki azalmanın
sosyal yönden çok ciddi sonuçlar meydana getirdiği, bu üretici kitlesinin
ekonomik anlamda aynı getiriyi sağlayan ürünü üretemedikleri,
bu konunun dikkatli bir şeklide ele alınıp değerlendirilmesi gerektiği, nitekim Avrupa Birliği de tütündeki
desteğini kaldırmayı düşünürken, ortaya çıkması muhtemel sosyal
sorunlar nedeniyle 2001 yılında tütüne verdiği desteği artırdığı,
- Tütün mamulleri ve alkollü içkiler üzerine
konan ÖTV’lerin çok yüksek olduğu, Avrupa ile kıyaslandığında da bu
oranların kabul edilemeyecek düzeylere ulaştığı, bu durumun kayıp
ve kaçağı artırarak halkın sağlığını ciddi şekilde tehdit ettiği
ve sektörü olumsuz yönde etkilediği,
- ÖTV oranları hesaplanırken Avrupa Birliği
normlarına uygun olarak hareket edilmesi ve kişi başına düşen gayrisafi
millî hasıladaki payın dikkate alınarak daha adil bir oranın tespit edilmesi gerektiği,
şeklindeki görüş ve eleştirileri müteakip,
Hükümet ve Kurum adına yapılan tamamlayıcı açıklamalarda ise;
- 2002 yılında kurulan Tütün Tütün Mamulleri
ve Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme Kurumunun (TAPDK) teşkilatlanmasını
henüz tamamlayamadığı ve yetersiz sayıda personelle görevlerini
yerine getirmek durumunda kaldığı,
- Kurumun, düzenleme ve denetim kapsamında
yer alan ürünlerin, bünyelerindeki dolaylı vergilerin yüksekliği
nedeniyle yaygın şekilde piyasaya kaçak ve sahte olarak sürülerek
halk sağlığını, kamu otoritesini ve kamu güvenliğini ciddi şeklide
tehdit eden ve kamu gelirleri açısından da büyük kayıplara yol açan
stratejik ürünler olduğu,
- Serbest piyasaya geçildikten sonra piyasadaki
ürün çeşidinin çok fazla artmış olmasına karşın tüketimin ve buna
bağlı olarak piyasaya arz edilen miktarın aşırı ölçüde azaldığı,
bunun sonucunda da kayıt dışılığın gündeme geldiği, kayıt dışılık
kuşkusunun yoğunlaştığı ürünlerden başlıcalarının şarap, viski
ve rakı olduğu,
- Geçen yıllarda, dünya uygulamaları
ile Türkiye’de sektörün tarihsel gelişimi ve hassasiyetleri incelenerek,
ülkenin ihtiyaçlarına yanıt veren ikincil düzenlemelerin yapıldığı
ve uygulanmakta olduğu,
- Kurum tarafından hazırlanan veri tabanının
bir kısmının Kurum internet sayfasında yayınlandığı, böylece sektörün
şeffaflığının ve bu şeffaflığın getireceği otokontrol imkanının
piyasaya kazandırıldığı,
- Yeni bir “Alkol ve Alkollü İçkiler Kanunu
Tasarısı Taslağı” hazırlandığı ve taslağın sektörün görüşüne
açılması için izin alınmak amacıyla ilişkili bakanlığa sunulduğu,
- 2002 yılında 406.000 üreticinin 160.000
ton, 2005’te ise 252.000 üreticinin 135.000 ton tütün ürettiği, bu rakamların üretici ve üretim daralmasını
gösterdiği, ancak üretici sayısındaki % 38’lik azalmaya karşın üretim
azalışının sadece % 15 olduğu, tekel stoklarındaki azalma da dikkate
alındığında yerli sigara üretiminde kullanılabilir ve ihraç edilebilir
nitelikteki kaliteli tütün çeşitlerini üreten üreticilerin piyasada
kaldığının gözlemlendiği,
- Ülkemizde alkollü içkilerin 3.5-4 milyar
dolar, alkolün ise 200 milyon dolar civarında bir ciroya sahip olduğu,
-
TAPDK’nın tütün piyasalarında kullanılacak tip sözleşmenin
hazırlanıp gelişmelere göre şekillendirilmesinde ve dağıtımında
3 yıldır görev yaptığı, 2450 adet ihtilafın tümünün uyuşmayla sonuçlandırıldığı
ve tarafların uzlaştırıldığı, 3 yılda yaklaşık 875.000 adet sözleşmenin
kayıt ve tescil edildiği,
- Kurumun 2005 yılında 33.4 milyon YTL gelir
elde ettiği, 6.1 milyon YTL gideri olduğu ve Hazineye 29.4 milyon
YTL aktardığı; 2006 yılı Ekim ayı sonu itibariyle gerçekleşme rakamlarının
37.3 milyon YTL gelir ve 6.5 milyon YTL gider şeklinde olduğu ve Hazineye
30.7 milyon YTL aktarıldığı; 2007 yılı için ise 43.804.218 YTL gelir,
28.425.732 YTL gider ve Hazineye aktarılacak gelirin ise 15.378.486
YTL olarak öngörüldüğü,
ifade edilmiştir.
4.2.8. 29.11.2006 tarihinde Kamu
İhale Kurumu bütçesi üzerinde yapılan görüşmelerde;
- Kamu kaynaklarının etkin ve verimli
kullanılması açısından Kamu İhale Kanununun büyük önem taşıdığı,
Kanunun kapsamının daraltılmasına yönelik yapılmak istenilen
değişikliklerin doğru olmadığı, ihalesiz yapılabilecek işlere
ilişkin tutarların da daha dikkatli ve düşük belirlenmesi gerektiği,
- İhaleyi kaybeden firmaların şikayet
dilekçesi üzerine Kurumun harekete geçtiği, ardından Kurumun şikayet
konusu ihale sürecine ilişkin tüm belgeleri istediği, inceleme
nedeniyle işlerin yavaşladığı ve işin neticelenmesinin çok uzun
zaman aldığı, bu sürecin kısaltılması gerektiği,
- Kamu ihalelerinin, toplam gayrisafi
millî hasılanın yüzde 10’u gibi büyük bir rakama ulaştığı, yıl bazında
22 milyar YTL’lik ihalenin, Kamu İhale Kurumunun denetimine girdiği,
bu ağır yüke rağmen Kurumun görevini başarıyla yürüttüğü,
- İhalelerdeki süre kaybına ilişkin tespitin
doğru olduğu, gecikme nedeniyle hem ihalenin tarafının hem de kamunun
zarara uğradığı, sonuca itiraz eden bazı firmaların bu tutumu
alışkanlık haline getirdikleri ve bu hakkın suistimal edilmekte
olduğu, bir sicil tutularak bu hakkı suistimal eden firmaların tespit
edilebileceği, bu gibi firmalara bir takım müyyedilerin uygulanabileceği,
böylece bazı ihalelerde sürenin uzamasının önüne geçilebileceği,
şeklindeki görüş ve eleştirileri müteakip,
Hükümet ve Kurum adına yapılan tamamlayıcı açıklamalarda
ise;
- Kamu alımlarının yıllık tutarının
GSMH’ın %10’undan daha fazla olduğu, bu durumun, kamu alımları alanının
etkin bir şekilde düzenlenmesinin ülke kalkınması açısından büyük
bir önem taşıdığını ortaya koyduğu, kamu alımları alanında düzenleyici
denetleyici bağımsız bir otorite olan Kamu İhale Kurumunun da bu
önemin bilincinde olarak kamu kaynaklarının etkili ve verimli bir
şekilde kullanılmasına, alımların
şeffaf ve güvenilir bir ortamda yapılabilmesine yönelik çalışmalarını
sürdürdüğü,
- Kurumun denetim fonksiyonu kapsamında,
ihale sürecinde ihaleyi yürüten idareye yapılan şikayet başvurusu
üzerine idarece alınan kararlara karşı Kuruma yapılan itirazen
şikayet başvurularını ve Kanun ve ilgili diğer mevzuat hükümlerine
aykırılık bulunduğuna yönelik ileri sürülen iddiaları inceleyerek
sonuçlandırdığı, bu kapsamda 13.11.2006 tarihine kadar yapılan
3182 adet şikayet başvurusu üzerine 2720 uyuşmazlık kararı ve 1455
ara karar olmak üzere toplam 4175 adet kararın verildiği,
- Kamu İhale Bülteninin Kurumca hazırlandığı,
yaklaşık maliyeti belli bir tutarı aşan ihale ilanlarının yayımlandığı
bültenin, ilgililer tarafından hem elektronik hem de basılı ortamda
kolaylıkla takip edilebildiği,
- Yeni bir kurum olmasına karşın Kamu İhale
Kurumunun bilişim teknolojisini en iyi kullanan kurumlardan biri
olduğu, bu sayede ülke çapında ilk defa tüm kamu alımlarının elektronik
ortamda tek merkezde kayıt altına alındığı, kamu alımlarına ilişkin
gerçek verilere ulaşıldığı, bu veriler ışığında kamu alımları konusunda
bir harita çıkarıldığı ve ihale onayından sözleşmenin imzalanmasına
kadar ihale sürecinin takip edilebildiği,
- Kurumun gelirlerinin; 4734 sayılı Kamu
İhale Kanunu kapsamında yapılan ihalelere ilişkin olarak imzalanan
sözleşmelerden alınan on binde beş kurum payından, ihaleye ilişkin
şikayette bulunan isteklilerden alınan bedelden, ihale ilanları,
yayın ve Kamu İhale Bülteni abonelik gelirlerinden, kurs, toplantı,
seminer, eğitim vb. faaliyetlerden elde edilen gelirlerden oluştuğu,
- 2007 yılı için 66.313.000 YTL gelir öngörüldüğü,
bu gelirin 57.759.000 YTL’sinin kurum giderleri için harcanacağı, bu
tutarın 16.100.000 YTL’sini personel giderleri, 6.400.000 YTL’sini sosyal
güvenlik kurumlarına devlet primi giderleri, 23.118.000 YTL’sini
mal ve hizmet alım giderleri, 9.365.000 YTL’sini cari transferler,
11.330.000 YTL’sini sermaye giderlerinin oluşturduğu; 8.554.000
YTL’sinin ise gelir fazlası olarak Hazineye aktarılmasının öngörüldüğü,
ifade edilmiştir.
4.3. DÜZENLEYİCİ VE DENETLEYİCİ
KURUM BÜTÇELERİNİN GELİR VE GİDER CETVELLERİNDE YAPILAN DEĞİŞİKLİKLER
a) Tütün, Tütün Mamulleri ve Alkollü İçkiler
Piyasası Düzenleme Kurumu
Tütün, Tütün Mamulleri ve Alkollü İçkiler
Piyasası Düzenleme Kurumunun (B) gelir cetvelinin gelir kodları,
toplam gelir tahmini değişmemek üzere, Kurum gelirlerinin daha ayrıntılı
izlenebilmesi için detaylandırılmıştır.
BEŞİNCİ BÖLÜM
TASARININ MADDELERİ ÜZERİNDE YAPILAN
GÖRÜŞMELER
5.1. TASARININ MADDELERİ ÜZERİNDE
YAPILAN GÖRÜŞMELER
2007 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısının;
1) Giderlere ilişkin 1 inci maddesi; genel
bütçe kapsamındaki kamu idarelerinin ödenek toplamına ilişkin
(a) bendinde yer alan ödenek tutarının 200.902.066.401 YTL olarak ve
özel bütçeli idarelerin ödenek toplamına ilişkin (b) bendinde yer
alan ödeneğin ise 12.720.119.000 YTL olarak değiştirilmesi suretiyle,
2) Gelirlere ve Finansmana ilişkin 2 nci
maddesi;
a) 2007 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu
Tasarısına ekli (B) işaretli cetvelin;
- (01) Vergi Gelirleri bölümünün, (6)
Harçlar kısmının, (9) Diğer Harçlar maddesinde yer alan (01) Yurt Dışı
Çıkış Harcının 2007, 2008 ve 2009 yılları için öngörülen teklif rakamlarının
140.276.500 YTL, 154.193.550 YTL ve165.988.550 YTL olarak ve (99) Diğer Harçların
2007, 2008 ve 2009 yılları için öngörülen teklif rakamlarının ise
240.474.000 YTL, 264.331.800 YTL, 284.551.800 YTL olarak,
- (01) Vergi Gelirleri bölümünün; Gelir
Vergisinin 8.371.227.211 YTL, Beyana Dayanan Gelir Vergisinin
298.556.747 YTL ve Basit Usulde Gelir Vergisinin 74.377.250 YTL olarak
Tahmin Gerekçelerinde yer alan bir önceki yıla göre değişim rakamları
yanlış yazıldığından, bu rakamların sırasıyla 4.796.027.000 YTL,
63.858.000 ve 55.424.000 YTL olarak,
- (03) Teşebbüs ve Mülkiyet Gelirleri bölümünün,
(1) Mal ve Hizmet Satış Gelirleri kesiminin, (1) Mal Satış Gelirleri
maddesinde yer alan (3) Banka Çekleri Değerli Kağıt Bedelleri yerine
(4) Diğer Değerli Kağıt Bedellerine, Diğer Değerli Kağıt Bedelleri
yerine ise Banka Çekleri Değerli Kağıt Bedellerine sehven yazılan
rakamların (3) Banka Çekleri Değerli Kağıt Bedellerinin 2007, 2008
ve 2009 yılları için 101.310.000 YTL, 107.975.000 YTL ve 114.638.000 YTL olarak
ve (4) Diğer Değerli Kağıt Bedellerinin ise 2007, 2008 ve 2009 yılları
için 653.346.000 YTL, 710.159.000 YTL ve 766.972.000 YTL olarak,
toplam bütçe gelir teklif ve tahminlerinde
herhangi bir değişikliğe neden olmaksızın, düzeltilmesi,
b) Birinci fıkrasının (b) bendinde yer
alan özel bütçeli idarelere yapılacak Hazine yardımı rakamının,
özel bütçeli idare bütçelerinde Plan ve Bütçe Komisyonunda yapılan
değişiklikler nedeniyle 9.288.386.401 YTL ve bu değişiklik doğrultusunda
toplam özel bütçeli idarelerin gelirlerinin ise 12.552.078.691 YTL
olarak değiştirilmesi,
suretiyle,
3) 3 üncü maddesi aynen,
4) Bölüm düzeni ve deyimlere ilişkin 4 üncü
maddesi; birinci fıkrasında sehven (e) olarak yazılan bent harfinin
(d) olarak düzeltilmesi suretiyle,
5) Bağlı cetvellere ilişkin 5 inci maddesi;
a) Bağlı (A) işaretli cetvelin kurum ve kuruluşların
ödenek cetvellerinde yapılan değişiklikler doğrultusunda yeniden
düzenlenmesi;
b) Orman Genel Müdürlüğünün, 5018 sayılı
Kanuna ekli merkezi yönetim kapsamındaki kamu idarelerine gösteren
(I) sayılı cetvelden, aynı Kanuna ekli özel bütçeli idareleri gösteren
(II) sayılı listeye alınması nedeniyle Orman Genel Müdürlüğünün
gelirlerine dayanak teşkil eden 31/10/1985 tarihli ve 3234 sayılı Orman
Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin
Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanunun, merkezi yönetim kapsamındaki
kamu idareleri gelirlerine dayanak teşkil eden temel hükümleri
gösteren (C) Cetvelinin “(II) Sayılı Özel Bütçeli İdareler” bölümüne
eklenmesi,
c) Bazı ödeneklerin kullanımına ve harcamalara
ilişkin esasları belirleyen ( E ) işaretli cetvelin,
- 1 sırasına; 15.09.2006-20.11.2006 tarihleri
arasında meydana gelen sel felaketi nedeniyle zarar gören çiftçilerin
mağduriyetlerinin önlenmesini teminen T.C. Ziraat Bankasına
olan tarımsal kredi borçlarının faizsiz olarak ertelenmesine ilişkin
2006/11199 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile verilen görev nedeniyle
Bankanın oluşacak gelir kayıplarının önlenmesine yönelik bir hükmün
ikinci fıkra olarak eklenmesi,
- 10 uncu sırasında, sehven (2) olarak yer
alan tertibin finansman tipinin (1) olarak değiştirilmesi,
- 25 inci sırasına, Kurum bütçelerinin
“(06) Sermaye Giderleri” tertiplerinde yer alan proje ödeneklerinin
ödenek gönderme belgesi ile taşra teşkilatı birimlerine dağıtımı
sonrasında tutarların küçülmesinden dolayı projelere ait harcamalarda
limitler nedeniyle ortaya çıkan sıkıntıların giderilmesi amacıyla
limitlerin uygulanmasında toplam proje ödeneğinin esas alınmasına
yönelik bir ifadenin eklenmesi,
d) Çeşitli kanunlara göre bütçe kanununda
gösterilmesi gereken parasal sınırları gösteren ( İ ) işaretli
cetvelin (h) fıkrasına; 31/10/1985 tarihli ve 3234 sayılı Orman Genel
Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin
Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanunun 36 ncı maddesi gereğince
her yıl bütçe kanunlarında tespit edilmesi gereken parasal sınırların
bir kısmının 2007 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunun Tasarısına
sehven yazılmaması nedeniyle 2007 yılı içinde anılan Kanunun 36
ncı madde çerçevesinde uygulanması gereken bazı parasal sınırların
eklenmesi,
e) Ek ders, konferans ve fazla çalışma ücretleri
ile diğer ücret ödemelerini gösteren (K) işaretli cetvelin,
- III. Fazla Çalışma Ücreti başlıklı bölümünün
(A) fıkrasının 2 numaralı bendinin (i) alt bendinden sonra gelmek
üzere, Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğünün analiz laboratuarlarında
mesai saatleri dışında çalışan personel ile 5253 sayılı Dernekler
Kanunu uyarınca kurulan derneklerin denetimi amacıyla mülki idare
amirlerince görevlendirilen ve fazla mesai yapan personele, ilgili
kurumun talebi üzerine yıllık olarak Maliye Bakanlığınca tespit
edilecek azami fazla mesai saatleri içinde kalınmak şartıyla saati
85 Yeni Kuruştan ve ayda 90 saati aşmamak üzere fazla çalışma ücreti
ödenmesine yönelik düzenlemelerin (j) ve (k) bentleri olarak eklenmesi,
- III. Fazla Çalışma Ücreti başlıklı bölümünün
(B) fıkrasının 2 numaralı bendinin ikinci paragrafından sonraki
bölümünün; aynı büyükşehir belediyesinin sınırları içinde bulunan
alt kademe belediyelerinde görevli personelin fazla çalışma ücreti
ödenmesindeki mevcut farklılıkların ortadan kaldırılması amacıyla
fazla çalışma ücretlerinin belediyelerin nüfusuna göre yeniden
düzenlenmesi,
- VI. Diğer Ödemeler bölümünün 3 numaralı
bendinde yer alan “(Bakanlığın kendi personeline yönelik yaptığı
sınav hizmetleri hariç)” ibaresinin, Milli Eğitim Bakanlığının
kendi personeline yönelik birden çok il merkezinde yapılan sınavlarda
görevlendirilenlere de ödeme yapılabilmesini teminen “(Bakanlığın
kendi personeline yönelik sadece bir il merkezinde yaptığı sınav
hizmetleri hariç)” şeklinde değiştirilmesi,
- VI. Diğer Ödemeler bölümünün 5 numaralı
bendinden sonra gelmek üzere, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığınca
Dokuzuncu Kalkınma Planının hazırlanması amacıyla oluşturulan
Özel İhtisas Komisyonlarında raportör olarak fiilen görevlendirilen
personele, bir defaya mahsus olmak üzere diğer mevzuatta bulunan
kısıtlamalara tabi tutulmaksızın (65000) gösterge rakamının memur
aylık katsayısı ile çarpımı sonucu bulunacak tutarda ödeme yapılmasına
yönelik bir hükmün (6) numaralı bent olarak eklenmesi,
f) 5018 sayılı Kanuna ekli (I) ve (II) sayılı
cetvellerde yer alan idarelerin Taşıt Kanununa göre 2007 yılında
edinebilecekleri taşıtları gösterir (T) İşaretli Cetvelin genel
bütçe kapsamındaki kamu idarelerine ait kısmına, 89 adedi hibe,
51 adedi ise bütçe kaynaklarından olmak üzere çeşitli cinsten toplam
140 adet taşıt; özel bütçeli idarelere ait kısmına, 29 adedi hibe, 14
adedi ise bütçe kaynaklarından olmak üzere çeşitli cinsten toplam
43 adet taşıtın ve bunlara ilave olarak (T) İşaretli Cetvelin genel
bütçe kapsamındaki kamu idarelerine ait (I) sayılı Cetvelin Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bölümüne 14 adet taşıtın ilave edilmesi,
suretiyle,
6) 6, 7, 8, 9 ve 10 uncu maddeleri aynen,
7) Aktarma ve ekleme işlemlerine ilişkin
11 inci maddesi; genel bütçe kapsamındaki idareler ile özel bütçeli
idarelerin bütçelerinin "Personel giderleri" ile
"Sosyal güvenlik kurumlarına Devlet primi giderleri" hariç
diğer ekonomik kodlarda yer alan tertiplerde bulunan ödenekleri,
5018 sayılı Kanunun 21 nci maddesinin “Personel giderleri tertiplerinden,
aktarma yapılmış tertiplerden ve yedek ödenekten aktarma yapılmış
tertiplerden, diğer tertiplere aktarma yapılamaz.” şeklindeki
üçüncü fıkrasındaki sınırlamalara tabi olmaksızın Maliye Bakanlığı
bütçesinin "Yedek Ödenek" tertibine Maliye Bakanı tarafından
aktarma yapılmasına yönelik bir ifadenin birinci fıkrasına eklenmesi
suretiyle,
8) 12 ve 13 üncü maddeleri aynen,
9) Mahalli idarelere yapılacak Hazine
yardımlarına ilişkin 14 üncü maddesi;
a) 2007 yılında ilk defa uygulanacak olan
BELDES Projesi ile ilgili ödemelerin il özel idareleri ve/veya köylere
hizmet götürme birlikleri yerine doğrudan nüfusu 10.000’in altında
olan ilgili belediyelere aktarılarak kullandırılmasına yönelik
bir düzenlemenin birinci fıkraya (c) bendi olarak eklenmesi,
b) KÖYDES ve BELDES Projeleri için öngörülen
ödeneklerin, 2007 Yılı Yatırım Programında belirlenmesini müteakip
il ve belediye bazında dağılımı, kullandırılması, izlenmesi ve
denetimine ilişkin esas ve usullerin Yüksek Planlama Kurulu tarafından
belirlenmesine yönelik bir hükmün ikinci fıkra olarak metne eklenmesi,
suretiyle,
10) 15 inci maddesi aynen,
11) Fonlara ilişkin işlemleri düzenleyen
16 ncı maddesi; Destekleme ve Fiyat İstikrarı Fonundan yapılan ödemelerle
ilgili olarak, anılan Fona ikrazen verilen özel tertip Devlet tahvili
ile ilgili açık bulunan 1995 ve 1996 yıllarına ilişkin hesabın kapatılması
işlemlerinin gerçekleştirilmesi nedeniyle bu hükmü düzenleyen
birinci fıkranın metinden çıkarılması suretiyle,
12) 17 nci maddesi aynen,
13) Bağış, hibe ve yardımlara ilişkin işlemleri
düzenleyen 18 inci maddesi; dördüncü fıkrasının, anlama açıklık
kazandırılması amacıyla yeniden düzenlenmesi suretiyle,
14) Muhtelif gelirlere ilişkin hususları
düzenleyen 19 uncu maddesi;
a) Birinci fıkrası, Devlet Meteoroloji
İşleri Genel Müdürlüğünün yabancı ülkelere verdiği meteorolojik
ürünlerle ilgili hususlara açıklık getirilmesi ve 5018 sayılı Kanunla
muhasebe birimi olarak değişen saymanlık ibarelerinin muhasebe
birimi olarak değiştirilmesi,
b) İkinci fıkrasının özne-yüklem uyumunun
sağlanması amacıyla yeniden düzenlenmesi,
suretiyle,
15) 20, 21, 22, 23, 24, 25, 26, 27 ve 28 inci
maddeleri aynen,
16) Tahsil edilmeyecek alacaklara ilişkin
29 uncu maddesi; Emekli Sandığı tarafından haklarında 2330 sayılı
Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun ve 3713 sayılı Terörle
Mücadele Kanunu hükümlerinin uygulanmasına karar verilerek
kendilerine vazife malullüğü aylığı bağlananlardan, Emekli Sandığı
Sağlık Kurulu tarafından sonradan malul olmadıklarına karar verilmesi
nedeniyle vazife malullüğü ve emekliye sevk onayı iptal edilerek
1.9.2006 ila 31.12.2006 tarihleri arasında görevlerine başlatılanlara,
5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununun ek 79 uncu
maddesi kapsamında yapılan ek ödeme ve eğitim öğretim yardımı ile
aynı Kanunun geçici 139 uncu maddesi kapsamında karşılanan muayene
ve tedavi giderleri ve 2330 sayılı Kanun kapsamında yapılan Nakdi
Tazminat ödemelerinin geri alınmaması; 5434 sayılı Kanun ile 3713
sayılı Kanun kapsamında ödenen emeklilik ikramiyelerinin tahsil
edilmeyerek sonradan mahsubunun yapılması; sonradan ödenecek
emeklilik ikramiyesinin önceden ödenen emeklilik ikramiyesinden
az olması halinde, sonradan hak kazanılan miktar kadar mahsup işlemi
yapılıp, fazla tutarın geri alınmaması ile 2985 sayılı Toplu Konut
Kanununun ek 2 nci maddesine göre faizsiz konut kredisi verilenlerin,
faizsiz konut kredisi haklarından aynen yararlanmaya devam etmelerine
yönelik bir düzenlemenin ikinci fıkra olarak eklenmesi suretiyle,
17) Kısmen veya tamamen uygulanmayacak
hükümlere ilişkin 30 uncu maddesi;
a) 2813 sayılı Telsiz Kanununa göre, ön
ödemeli cep telefonu aboneleri hariç olmak üzere, cep telefonu faturalı
abonelerin ödemek zorunda oldukları ruhsatname ve yıllık kullanım
ücretlerinin, 2007 yılında işletmecinin sistemine abone olunan
ay itibarıyla, geriye kalan aylar için yıl sonuna kadar eşit taksitlere
bölünerek alınmasını öngören bir düzenlemenin üçüncü fıkra olarak
eklenmesi,
b) 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli
Sandığı Kanununun;
- 56 ncı maddesinin birinci fıkrasında
belirtilen muvazzaf, yedek ve gönüllü erler ile yedek subaylardan,
5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile
yürürlükten kaldırılan maddeleri dahil 5434 sayılı Kanuna göre
vazife veya harp malulü sayılması gerekenler ile Türk Silahlı Kuvvetleri
tarafından görevlendirilen ve görevlendirildiği tarihte sigortalı
olmayan kişilerden 5510 sayılı Kanunla yürürlükten kaldırılan
maddeleri dahil 5434 sayılı Kanuna göre harp malulü sayılması gerekenlerin;
kendileri ile bunların dul ve yetimlerine bağlanacak aylıklar hakkında
2007 yılından önceki hükümlerin uygulanmasına devam olunmasına
imkan sağlayan bir düzenlemenin dördüncü fıkra olarak maddeye eklenmesi,
- Ek 77 nci maddesinin birinci fıkrası
ile 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun
47 nci maddesinin ikinci fıkrasında sayılan subay (yedek subay dahil),
astsubay, uzman jandarma, uzman erbaş ile Türk Silâhlı Kuvvetlerince
görevlendirilen ve 5510 sayılı Kanun kapsamında bulunan sigortalılar
ile bunların dul ve yetimlerine, 2007 yılında, ilgili kanunları ve
5510 sayılı Kanun çerçevesinde bağlanacak gelir ve/veya aylıkları
toplamının, emsallerinin 5434 sayılı Kanunun ek 77 nci maddesine
göre yükseltilerek hak kazandıkları aylıklardan düşük olması halinde,
aradaki farkın ayrıca ödenmesini hükme bağlayan bir düzenlemenin
beşinci fıkra olarak eklenmesi,
- Ek 79 uncu maddesine göre harp malullerine,
şehit dul ve yetimlerine, her yıl ekim ayında verilmesi öngörülen
eğitim ve öğretim yardımının eylül ayında ödenebilmesine yönelik
olarak ek 79 uncu maddenin altıncı fıkrasının son cümlesini değiştiren
bir düzenlemenin altıncı fıkra olarak eklenmesi,
d) 1005 sayılı İstiklal Madalyası Verilmiş
Bulunanlara Vatani Hizmet Tertibinden Şeref Aylığı Bağlanması
Hakkında Kanun, 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında
Kanun, 2629 sayılı Uçuş, Paraşüt, Denizaltı, Dalgıç ve Kurbağa Adam
Hizmetleri Tazminat Kanunu ve 926 Sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri
Personel Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun, 2913 sayılı
Dünya Olimpiyat ve Avrupa Şampiyonluğu Kazanmış Sporculara ve Bunların
Ailelerine Aylık Bağlanması Hakkında Kanun, 3160 sayılı Emniyet
Teşkilatı Uçuş Hizmetleri Tazminat Kanun, 3292 sayılı Vatani Hizmet
Tertibi Aylıklarının Bağlanması Hakkında Kanunu, 3713 sayılı Terörle
Mücadele Kanunu ile yılı bütçe kanunlarına ekli cetveller kapsamına
giren kişilere ve diğer kanunlarda yapılan atıflar sebebiyle 2330
sayılı Kanun esas alınarak ilgililerine ödenmesi gereken aylık,
tazminat ve yardım işlemleri hakkında, 5510 sayılı Kanunla yürürlükten
kaldırılan maddeleri dahil 5434 sayılı Kanunun ilgili hükümlerinin
uygulanmasına, 5510 sayılı Kanunun 47 nci maddesinde sayılan subay
(yedek subay dahil), astsubay, uzman jandarma, uzman erbaş ile Türk
Silâhlı Kuvvetlerince görevlendirilen ve 5510 sayılı Kanun kapsamında
bulunan sigortalılar ile bunların dul ve yetimler hariç; 2007 yılında
da devam edilmesine yönelik düzenlemenin yedinci fıkra olarak eklenmesi,
e) 2022 sayılı 65 Yaşını Doldurmuş Muhtaç,
Güçsüz Ve Kimsesiz Türk Vatandaşlarına Aylık Bağlanması Hakkında
Kanunun 8 inci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “bir sağlık kurulunca”
ibaresinin, “sağlık kurullarınca” şeklinde uygulanmasına yönelik
bir düzenlemenin sekizinci fıkra olarak metne eklenmesi,
f) 5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanununun
28 inci maddesinin üçüncü fıkrasının ikinci cümlesinin, Kurumda
bilişim hizmetlerini yürütmek ve 50 kişiyi geçmemek üzere sözleşmeli
çalıştırılacak olanlardan Kurumca belirlenecek en fazla beş kişiye
ödenecek ücretin, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 4 üncü
maddesinin (B) bendine göre istihdam edilenlerin sözleşme ücreti
tavanının beş katını, diğer beş kişiye dört katını, geri kalanlara
ise iki buçuk katını geçememesine ve bunlara öngörülen ücret dışında
herhangi bir ödeme yapılamamasına yönelik olarak yeniden düzenlenmesiyle
ilgili hükmün dokuzuncu fıkra olarak metne eklenmesi,
g) 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel
Sağlık Sigortası Kanununun; anılan Kanununun 1.1.2007 tarihinde
yürürlüğe girecek olması nedeniyle ortaya çıkabilecek tereddütler
ile sorunların giderilmesi amacıyla:
- 16 ncı maddesinin üçüncü fıkrasında yer
alan “üçte biri” ibaresinin, sigortalı kadına veya sigortalı olmayan
karısının doğum yapması nedeniyle sigortalı erkeğe, çocuğun yaşaması
şartıyla doğumdan sonraki altı ay süresince her ay, doğum tarihinde
geçerli olan asgarî ücretin üçte biri tutarında emzirme ödeneği
verilmesinin bütçeye önemli oranda yük getireceği hesaplandığında
emzirme ödeneğinin 2007 yılı içinde “onda biri” olarak uygulanmasıyla
ilgili düzenlemenin onuncu fıkranın (a) bendi olarak,
- 68 inci maddesinin ikinci fıkrasının
son cümlesinin, sağlık hizmetlerinden alınacak katılım payının,
birinci basamak sağlık hizmet sunucularında yapılan muayenelerde
almama ya da daha düşük tutarlarda belirleme veya tekrar maddede
belirlenen tutara getirme, ikinci ve üçüncü basamak sağlık hizmet
sunucularında yapılan muayenelerde ise önceki basamaklardan
sevkli olarak başvurulup başvurulmadığı dikkate alınmak suretiyle
yarısına kadar indirme veya beş katına kadar artırma, gerektiğinde
bu tutarları kanuni tutarlarına getirme veya indirme konularında
Sosyal Güvenlik Kurumuna yetki verilmesine yönelik olarak yeniden
düzenlenmesiyle ilgili hükmün onuncu fıkranın (b) bendi olarak,
- 80 inci maddesinin birinci fıkrasının
(c) bendinin; 5510 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının
(c) bendine tâbi (kamu görevlisi) sigortalılarının prime esas kazançlarının
kapsamına açıklık getirilmesi amacıyla bulunulan kadro veya pozisyon
itibarıyla ilgili mevzuatına göre kamu idarelerince döner sermaye
katkı payı, ek ders ücreti, fazla çalışma veya mesai ücreti, teşvik
primi, prim, her türlü ikramiye, ek tazminat, avukatlık vekalet ücreti,
ek ödeme gibi değişik adlar altında yapılan her türlü ödemeler toplamının
en yüksek Devlet memuru aylığının (ek gösterge dahil) %200'ünü aşan
kısmının prime esas kazanca tâbi tutulmaması, bu çerçevede prime
esas kazanç dışında kalan tutarların ödemenin yapıldığı ay dışındaki
ayların prime esas kazancına ilave edilmemesi, bir başka kadro ya
da görevin ödeme unsurları esas alınmak suretiyle aylık veya ücret
ödenenlerinin sigorta primine esas kazançların tespitinde, esas
alınan kadro veya görev açısından kısmen veya tamamen prime esas kazanca
dahil edilmeyen tutarların prime esas kazanca dahil edilmemesine
ve aynı maddenin ikinci fıkrasının; 5510 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin
birinci fıkrasının (c) bendine tâbi (kamu görevlisi) sigortalılara,
yönetim, denetim, tasfiye kurulu ile diğer kurul veya komite üyeliği
ücretleri, her türlü kaçakçılıkla mücadele kapsamında yapılmakta
olan çeşitli ödemeler, huzur ücreti, huzur hakkı, bilirkişi ücreti
ve benzeri kazançlar gibi 4 üncü madde kapsamında münhasıran sigortalı
olunmasını gerektirmeyen görev veya çalışmalar karşılığında kendilerine
yapılan ödemeler ile bu kapsama dahil sigortalılara ödenen fark
tazminatlar ile 5510 sayılı Kanunun 80 inci maddesinde yer alan ödeme
türü veya tutar olarak belirtilen istisnalar dışında, her ne adla
yapılırsa yapılsın tüm ödemelerin prime esas kazancın hesabında
dikkate alınmasına yönelik olarak yeniden düzenlenmesiyle ilgili
hükümlerin onuncu fıkranın (c) bendi olarak,
- 88 inci maddesinin üçüncü fıkrasının;
5510 sayılı Kanunun 60 ıncı maddesinin birinci fıkrasının (b),
(c), (d) ve (g) bentleri gereği genel sağlık sigortalısı sayılanlar
için her ay otuz tam gün genel sağlık sigortası primi ödenmesi zorunluluğunun,
60 ıncı maddenin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamına giren ve
yeşil kart verilen kişiler, vatansızlar ve sığınmacılar, 65 yaşını
doldurmuş muhtaç, güçsüz ve kimsesiz Türk vatandaşları, şeref aylığı
alan kişiler, işsizlik ödeneğinden yararlandırılan kişiler, harp
malûllüğü aylığı alanlar ile Terörle Mücadele Kanunu kapsamında
aylık alanlar için prim ödeme yükümlülerinin ödeyecekleri genel
sağlık sigortası priminin, primin tahakkuk ettirileceği ay itibarıyla
bu kapsamda genel sağlık sigortalısı sayılan toplam kişi sayısının
dörde bölünmesi suretiyle bulunacak kişi sayısı esas alınmak suretiyle
hesaplanarak ödenmesine yönelik olarak yeniden düzenlenmesiyle
ilgili hükmün onuncu fıkranın (d) bendi olarak,
- Geçici 4 üncü maddesinin dokuzuncu
fıkrasının; 5510 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının
(c) bendi kapsamına giren (Kamu görevlileri) sigortalıların,
5510 sayılı Kanuna göre hesaplanacak sigortalıya ait sigorta
prim tutarının, 5510 sayılı Kanunla mülga edilen hükümleri dahil
5434 sayılı Kanuna göre aynı kadro, görev veya pozisyon esas alınarak
hesaplanan kesenek tutarından fazla olması halinde, aradaki farkın
ödemelerin yapıldığı bütçeden karşılanmasına, 5510 sayılı Kanunun
yürürlüğe girdiği tarihten sonra ihdas edilen ödeme unsurlarının
sigorta prim farkı hesabında dikkate alınmamasına, 31.12.2006 tarihi itibarıyla 5434 sayılı
Kanun kapsamına giren kamu görevlilerinden, 1.1.2007 tarihinden
sonra göreve başlayanlar ile sürekli görevle yurtdışında bulunanların
emsal katsayı uygulanmak suretiyle hesaplanan yurt dışı aylıklarına
esas aylıkları hariç, aylık ve ücretlerine ilişkin olarak 5510 sayılı
Kanunun primle ilgili hükümlerinin uygulanmasına 15.1.2007 tarihinden
itibaren başlanmasına yönelik olarak yeniden düzenlenmesiyle ilgili
hükmün onuncu fıkranın (e) bendi olarak,
metne eklenmesi,
h) 4706 sayılı Hazineye Ait Taşınmaz Malların
Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik
Yapılma Hakkında Kanunun 4 üncü maddesinde, Vakıflar Genel Müdürlüğü
veya mazbut vakıflar ile kamu kurum ve kuruluşlarına ait taşınmaz
malların Hazineye ait taşınmaz mallarla trampa edilmesinin düzenlendiği,
bu düzenlemede trampa edilecek taşınmazların değerinin tespitinde
rayiç bedelinin esas alınmasının hükme bağlandığı, ancak, uygulamada
rayiç bedel konusunda kuruluşlar arasında hukuki ihtilafların
çıktığı, bu ihtilafların giderilebilmesi amacıyla 4706 sayılı
Kanunun geçici 4 üncü maddesinde yer alan “rayiç değerleri” ibaresinin,
“492 sayılı Harçlar Kanununun 63 üncü maddesinin birinci fıkrasına
göre hesaplanacak değerlerinin yüzde yirmi fazlası ” olarak değiştirilmesine
yönelik hükmün on birinci fıkra olarak metne eklenmesi,
suretiyle,
18) Yürürlük ve yürütmeye ilişkin 31 ve 32
nci maddeleri aynen,
kabul edilmiştir.
Raporumuz, Genel Kurulun onayına sunulmak
üzere, Yüksek Başkanlığa saygı ile arz olunur.
RAPORA EKLİ TABLOLAR
1) Merkezi Yönetim kapsamında yer alan genel
bütçeli, özel bütçeli ve düzenleyici ve denetleyici kurumların
2006 ve 2007 yıllarına ilişkin ödenek ve gelir mukayeseleri,
2) Genel Bütçeli idarelerin, özel bütçeli
idarelerin ve düzenleyici ve denetleyici kurumların ödeneklerinde
Komisyonumuzca yapılan ekleme ve kesintiler,
3) Genel Bütçeli idarelerin, özel bütçeli
idarelerin ve düzenleyici ve denetleyici kurumların ödeneklerinin
fonksiyonel dağılımı,
4) Genel Bütçeli idarelerin, özel bütçeli
idarelerin ve düzenleyici ve denetleyici kurumların ödeneklerinin
ekonomik dağılımı,
5) Genel Bütçeli idarelerin, özel bütçeli
idarelerin ve düzenleyici ve denetleyici kurumların 2006 yılı
başlangıç ödenekleri ile 2007-2009 dönemi bütçe teklifleri ve artış
oranları.
Başkan Başkanvekili Sözcü
Sait
Açba M.
Altan Karapaşaoğlu Sabahattin
Yıldız
Afyonkarahisar Bursa Muş
Kâtip Üye Üye
Mehmet
Sekmen Halil
Aydoğan Mehmet
Zekai Özcan
İstanbul Afyonkarahisar Ankara
Üye Üye Üye
M.
Mesut Özakcan A.
Kemal Deveciler Ali
Osman Sali
Aydın Balıkesir Balıkesir
(Ayrışık oy yazısı ektedir) (Karşı oy
yazısı ektedir)
Üye Üye Üye
Ahmet
İnal Osman
Nuri Filiz Alaattin
Büyükkaya
Batman Denizli İstanbul
Üye Üye Üye
A.
Kemal Kumkumoğlu Birgen
Keleş Kemal
Kılıçdaroğlu
İstanbul İstanbul İstanbul
(Karşı oy yazım ektedir) (Karşı
oy yazısı ektedir) (Ayrışık
oy ektedir)
Üye Üye Üye
M.
Mustafa Açıkalın Bülent
Baratalı Fazıl
Karaman
İstanbul İzmir İzmir
(Karşı
oy ektedir)
Üye Üye Üye
Selami Yiğit Y. Selahattin Beyribey Mustafa Elitaş
Kars Kars Kayseri
(İmzada bulunamadı)
Üye Üye Üye
Taner Yıldız Mikail
Arslan Muzaffer
Baştopçu
Kayseri Kırşehir Kocaeli
Üye Üye Üye
Mustafa
Ünaldı Hasan
Fehmi Kinay Mustafa
Özyürek
Konya Kütahya Mersin
(Ayrışık
oy yazısı ektedir)
Üye Üye Üye
Gürol
Ergin O.
Seyfi Terzibaşıoğlu Osman
Seyfi
Muğla Muğla Nevşehir
(Ayrışık oy yazısı ektedir)
Üye Üye Üye
Cemal Uysal Kâzım Türkmen İmdat
Sütlüoğlu
Ordu Ordu Rize
(Ayrışık
oy ektedir)
Üye Üye Üye
Musa
Uzunkaya Sabahattin
Cevheri Enis
Tütüncü
Samsun Şanlıurfa Tekirdağ
(Ayrışık
oy yazısı ektedir)
Üye Üye
M.
Ergün Dağcıoğlu M.
Akif Hamzaçebi
Tokat Trabzon
(Ayrışık
oy yazısı ektedir)
2007
MALİ YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇESİ KARŞI OY YAZISI
I. 2007 Mali Yılı Merkezi Yönetim
Bütçe Kanun Tasarısı Eki Belgelerle Birlikte 5018 Sayılı Kamu Mali
Yönetimi ve Kontrol Kanununun 18 inci ve Geçici 11 inci Maddelerine
Uygun Bir Şekilde Parlamentoya Sunulmamıştır.
5018
sayılı Kanunun 18 inci maddesi, Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Tasarısının
TBMM’de görüşülmesi sırasında bir bütçe paketi yaklaşımı çerçevesinde
dikkate alınmak üzere tasarıya eklenmesi gereken dokümanların
neler olacağını maddeler halinde sıralamaktadır. Buna göre bütçe kanun tasarısına eklenecek
belgeler arasında;
“.....
e) Genel
yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin son iki yıla ait bütçe gerçekleşmeleri
ile izleyen iki yıla ait gelir ve gider tahminleri,
f) Mahalli
İdareler ve sosyal güvenlik kurumlarının bütçe tahminleri,
...”
17
Ekim tarihinde TBMM’ye sunulan Bütçe Tasarısı ve eki olan belgeler
incelendiğinde;
• Kanunun 18 inci maddesinin “e”
fıkrasındaki izleyen iki yıla ait gelir ve gider tahminlerinin mahalli
idareler ve sosyal güvenlik kurumları için bulunmadığı,
• Yine “f” fıkrasına göre mahalli
idare ve sosyal güvenlik kurumlarının bütçe tahminlerinin gerek
bu kanunun gerekse belediyeler kanununun öngürdüğü şekilde yer
almadığı tespit edilmiştir.
2007
yılı bütçe gerekçesinde sosyal güvenlik kurumlarının sadece
2004-2005 gerçekleşen, 2006 ise program ve gerçekleşme tahminlerinin
olduğu görülmüştür. İzleyen iki yıla ait tahminler ile bütçe tahminlerine
hiçbir ekli dokümanda rastlanmamıştır.
Mahalli
idarelerde ise sorun kendisini iki noktada göstermektedir; birincisi,
bütçe yılını izleyen iki yılın gelir ve gider tahminleri hiçbir ekli
dokümanda yer almamıştır. İkinci olarak ise bütçe gerekçesinin 279
uncu sayfasında yer alan bütçe tahmini 5018 sayılı Kanunun öngördüğü
mahalli idare tanımına uymaması yanında 5393 sayılı Belediye Kanunu
hükümlerine göre İçişleri Bakanlığının mahalli idare gelir ve gider
tahminlerini Ağustos ayı sonuna kadar toplayıp Eylül ayı sonuna kadar
Maliye Bakanlığına göndermesi, Maliye Bakanlığının da bu şekilde gelen gelir ve gider tahminlerini
5018’in 18 inci maddesine göre bütçeye eklemesi sistematiğine uygun
nitelik taşımamaktadır.
Bütçe
gerekçesinde yer alan tablo resmi bir belge, doküman olma niteliğinden
uzak, istatistiki amaçla hazırlanmış tablo niteliğindedir. Ayrıca
yukarıda belirttiğimiz gibi bu tablodaki mahalli idare tanımı
ile 5018 sayılı Kanunun öngördüğü mahalli idare tanımı aynı değildir,
kapsam farkı bulunmaktadır.
Bütçe
Parlamentoya sunulduktan bir hafta sonra Parlamentoya gönderilen
Ekonomin Genel Dengesi ve Kamu Yatırımları Raporundaki ilgili
tabloların sadece bütçe yılını kapsaması yanında bu raporun bütçeye
ekli bir doküman niteliği açık değildir.
Sonuç
olarak, bütçe kanunu tasarısı ve eki belgeler 5018 sayılı Kanunun
18 inci maddesinde öngörülen şekilde Parlamentoya sunulmamıştır.
Bütçenin bu çerçevede eksikliklerinin tamamlanarak görüşmelere
geçilmesi gerekmekteydi. Aksi durumda gerek Parlamentonun bütçe
hakkı gerekse kamuoyunun bilgiye tam olarak ulaşması bir boyutuyla
engellenmiş olacaktır.
5018
sayılı Kanunun geçici 11 inci maddesinin ilk fıkrası çok açık bir
şekilde genel yönetim kapsamındaki kamu idarelerine bağlı olarak
kurulan döner sermaye işletmeleri ve fonların bütçelerinin ilgili
idarelerin bütçeleri içinde yer alacağını düzenlemektedir. Bunun
anlamı, fonların ve döner sermayeli işletmelerin ilgili olduğu
idarenin bütçesi içinde bütçenin tabi olduğu mali raporlama ve sınıflandırma
esaslarına göre yer almasıdır.
2007
yılı bütçesi, kanunun bu hükmüne uygun bir şekilde hazırlanmamıştır.
Sadece bütçe gerekçesinin 278 inci sayfasına bu kurumların gelir
ve gider toplamlarını gösteren iki tablo konmuştur. Tablolar hem
bütçe sistematiğinden uzak hem de kapsam olarak eksik hazırlanmıştır.
Sonuç
olarak 2007 yılı merkezi yönetim bütçe kanun tasarısının döner sermayeler
ve bütçe dışı fonları bütçe sistematiği içinde kavrayacak şekilde
hazırlanarak getirilmesi ve bütçe
görüşmelerinin bundan sonra başlaması gerekmekteydi.
II. 2007 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesinin
Makro Çerçevesine Yönelik Değerlendirme
2007
yılı merkezi yönetim bütçesi yüzde 5 sabit fiyatlarla büyüme, yüzde
4 enflasyon ve toplam mal ve hizmet üretimine oran olarak yüzde 7’yi
aşan cari açık beklentisine dayanan makro çerçeve içinde Parlamentoya
sunulmuştur.
2007
yılı programında yer alan ekonominin kaynaklar-harcamalar dengesine
baktığımızda, özel sektör tüketiminin toplam GSMH içindeki payının
2006 yılı için beklenen yüzde 71,1 den 2007 yılında yüzde 69,9 oranına
düşmesinin öngörüldüğü görülmektedir. Kamu tüketimi uygulanan
maliye politikası tedbirleriyle belirlenebilirken özel sektör
tüketiminin GSMH içindeki payının hangi tür gelişmeler sonucu düşeceğinin
açıklanması gerekmektedir. Özellikle kamu kesimi açığının ve
transfer harcamalarının arttığı
bir dönemde özel tüketimin göreli olarak gerilemesi ekonominin
dengesi içinde tutarlı bir tahmin olarak görülmemektedir.
Tablo 1. Temel Makro Büyüklükler
Mayıs
sonrası faizlerin artışı başta olmak üzere ekonomideki temel parametrelerde
Mayıs öncesine bir dönüş olmamıştır. IMF gibi uluslararası kuruluşların
hazırlamış olduğu son raporlarda başta Amerikan ekonomisi olmak
üzere global ekonomide yavaşlama ve yükselen piyasaları etkileyebilecek
dalgalanmalara yönelik riskler açıkça ifade edilmeye başlanmıştır.
Yine bu raporlarda cari açık düzeyi ve borç stoku yüksek olan ülkelerin
bu yaşanacak olumsuz gelişmeleri çok daha ağır geçireceği vurgulanmıştır.
Bu anlamda
Türkiye, gerek cari işlemler açığının yüksek olması, gerekse borç
stokunun göreli yüksekliği nedeniyle bu raporların bir kısmında
riskli ülke olarak gösterilen bir döneme girmiştir. Eylül ayına girilmesiyle
birlikte bu tespitler doğruluğunu göstermeye başlamıştır. Eylül
ayının ortasında gelişmekte olan ülke piyasalarında başlayan dalgalanmayı
en olumsuz hisseden ülkelerin içinde Türkiye de bulunmaktadır. Hükümet
ortaya çıkan son dalgalanmalarda sorunlara hem siyasi açıdan hem
de başta Merkez Bankası olmak üzere ekonomi yönetimi açısından hızlı
ve ne yaptığını bilen kararlı bir yönetim anlayışı ile yaklaşamamıştır.
Bu ise sorunların birikmesine ve olumsuz algılamanın yükselmesiyle
birlikte ekonomideki dalgalanmanın kalıcı olmasına yol açmaktadır.
Bundan sonra gerek dış piyasalarda gerekse içerde yaklaşan seçim
ve siyasi nitelikli belirsizlikler açıktır ki ekonomide hükümetin
yönetememe zafiyeti ile birlikte çok daha büyük dalgalanmalara
neden olabilecektir.
Büyüme ve İşsizlik
2006
yılı büyümesi hedefleninin bir puan üzerinde yüzde 6 olarak program
çalışmalarında yukarı yönlü revize edilmiştir. Ekonomi 2002 yılından
beri sürekli büyümekte ama bu büyüme geçmiş dönem büyümelerinden
farklı olarak istihdam yaratmamaktadır.
Türkiye’de
her yıl çalışabilir nüfus son beş yılın ortalamasında 925 bin kişi
artmaktadır. Bunun anlamı, potansiyel olarak her sene yaklaşık 1
milyona yakın insanın çalışabilir nüfus içine girmesidir. 2001
krizi öncesi dönemde yüzde 6-7 düzeyindeki işsizlik oranı ekonomide
yaşandığı ifade edilen tarihi büyümeye rağmen (2003-2005) döneminde
istikrarlı bir şekilde ortalama olarak yüzde 10’lara çıkmıştır.
Tablo 2. Yıl Sonu Hane Halkı İş gücü
Gerçekleşmeleri
2001
yıl sonuna göre bakıldığında, 2005 yıl sonu verileri ekonomide işsiz
sayısının net olarak 531 bin kişi arttığını bize göstermektedir.
Kriz öncesi olan 2000 yılına göre ise
işsiz sayısındaki artış 1 milyon kişidir. Ekonomide her şeyin
iyiye gittiği söylemlerinin aksine işsiz sayısı azalmamış aksine
makyaj niteliğindeki tüm müdahalelere rağmen artmıştır. Bu durum, ekonomide özellikle büyüme
yönünde yapısal nitelikli bir sorunun varlığını bize açıkça göstermektedir.
Ekonomide
son üç yıl içinde yaşandığı iddia edilen reel yüzde 25,2 oranındaki
kümülatif büyüme, 2002 yılına göre işsiz sayısını 56 bin kişi artırırken,
toplam net istihdamı ise sadece 692 bin kişi artırmıştır. Aslında işsizlik oranı açıklanan rakamlardan
çok daha yüksektir. Bunu anlamak için sadece işgücüne katılma oranındaki
değişime bakmak yeterlidir. 15 yaş ve üstü çalışabilir nüfusun
yüzde kaçının aktif işgücü piyasasında olduğunu gösteren bu
oran, 2004 yılında OECD ülkelerinde ortalama olarak yüzde 70,1 iken
Türkiye’de yüzde 48,3 (OECD kıyaslamasında yüzde 51,3’tür).
Bunun
anlamı, OECD ülkelerinde 15-64 yaş arası nüfusun yüzde 70’i iş gücü
piyasasında iken bu oranın bizde yüzde 50’nin bile altına düşmesidir.
Aradaki farkın 20 puandan yüksek olması Türkiye’de veri kalitesi
problemi yanında işgücü piyasasında yapısal nitelikli sorunların
varlığını da bize açıkça göstermektedir.
Enflasyon, GSMH Deflatörü ve Kamu
Tasarruf Yatırım Farkı
2007
yıl sonu TÜFE enflasyon hedefi yüzde 4 düzeyinde tutulmuştur. 2006
yıl sonu hedefinin yüzde 10 civarında olduğu düşünüldüğünde bu
hedefe ulaşılma ihtimali makro çerçevede ortaya konan politikalar
çerçevesinde mümkün görülmemektedir. Genel Ekonomik Hedefler ve
Kamu Yatırımları Raporunda geçmiş yıl raporlarından farklı olarak
ÜFE tahminleri ile TÜFE ortalama tahminleri yer almamıştır. Hükümetin
YPK’da nihai hale getirdiği ekonomik senaryo içinde bu oranların
mutlaka yer almış olması gerekirdi. Bunun hükümet ve DPT yetkilileri
tarafından açıklanması gerekmektedir.
GSMH
deflatörü (yıllık ortalamayı verir) ile yıl sonu enflasyon arasındaki
farklılık 2007 yılında açılmaktadır.
Aradaki fark yüzde 75 oranına çıkmıştır. Bunun Merkez Bankasının
enflasyon hedeflemesine geçildiği bir dönemde iyi açıklanması gerekmektedir.
GSMH
deflatörü (yıllık ortalamayı verir) ile yıl sonu enflasyon arasındaki
farklılık 2007 yılında açılmaktadır.
Aradaki fark yüzde 75 oranına çıkmıştır. DPT tarafından 2007
yılı tahminlerinde üzerinde en fazla değişiklik yapılan ekonomik
parametre GSMH deflatörü olmuştur. Ekim ayı başında yüzde 5-5,5 oranında
ilk tahminlerde öngörülen deflatör daha sonra yüzde 6,5’e son anda
da yüzde 7’ye çıkarılmıştır. Yıl sonu enflasyonun yüzde 4 olduğu,
ortalama enflasyon rakamlarının ilk defa açıklanmadığı bir ortamda
deflatörün yüzde 7 olması oldukça tartışmalıdır.
Deflatörün
artırılması, kamu harcamalarının çeşitli tedbirlerle düşük tutulduğu
bir ortamda vergi gelirlerini artırma yönlü bir etki ortaya koymaktadır.
Bu ise açıktır ki harcama ve gelir varsayımlarının farklılaşmasına
yol açmaktadır.
Enflasyon
ve deflatör oranlarının ekonomik model içinde içsel tutarlılıktan
uzaklaşmasının göstergelerinden bir tanesi de, ekonominin genel
dengesi tablosunda ortaya konan yatırım tasarruf farkının nominal
ve sabit fiyatlarla olan tutarlarında açıklanması mümkün olmayan
farklılıktır.
Yıllık
programın 17 nci sayfasında yer alan Tablo II.10’da 2007 yılı için cari
fiyatlarla kamu yatırım tasarruf dengesi açık verecek şekilde 8,3
milyar YTL düzeyinde tahmin edilmiştir (tasarruf 22,3 milyar YTL, yatırım
30,6 milyar YTL). 2007 yılında kamu tasarruf yatırım açığı vermektedir.
Sabit fiyatlarla Ekonominin Genel Dengesini gösteren Tablo
II.11’e bakıldığında kamu sektörü tasarruf yatırım açığının 0,15
milyar YTL fazla verdiği görülmektedir. Toplam kamu yatırımlarının
yüzde 27’si tutarındaki tasarruf yatırım açığının sabit fiyatlarla
fazlaya dönmesi fiyatlar ve deflatör arasındaki ilişkinin anlamsızlaşmaya
başladığını da bize göstermektedir. Ama ne olursa olsun bu farklılık
açıklanabilir görülmemektedir.
Kişi Başına Gelir, YTL’nin Değerlenmesiyle
Artmakla Birlikte, Kişi Başına Vatandaşın Borçluluğundaki Artış
Bunun Çok Üzerine Çıkmaktadır
Hükümetin
en övündüğü ekonomik göstergelerin başında ABD doları cinsinden
kişi başına gelir düzeyinde yaşanan gelişme gelmektedir. Nüfusun
2003-2006 arasında 3,7 milyon, ekonominin ise aynı dönemde sabit fiyatlarla
yüzde 32,7 oranında büyüdüğü bir ortamda kişi başına gelir düzeyi
nasıl yüzde 100 oranında artmaktadır? Aslında sabit fiyatlarla
(1998 yılı fiyatlarıyla) bakıldığında, 2002 yılı düzeyine göre kişi
başına gelir düzeyindeki artış yüzde 100 değil yüzde 24,5 oranında
çıkmaktadır. 2002 yılına göre kişi başına gelirde büyüme gibi görünen
artışın önemli bir kısmı kurun YTL değerlenmesinden başka bir şey değildir.
1998
yılına göre bakıldığında ise kişi başına gelirdeki artış daha da
düşerek yüzde 19 oranında çıkmaktadır.
Dolayısıyla başta başbakan olmak üzere hükümet temsilcilerinin
ekonomiyi yüzde 100 büyüttük açıklamaları gerçeği yansıtmamaktadır.
2002
yılı sonunda 2.638 dolardan yüzde 102 oranındaki artışla 2006 yılında
5.341 dolara çıkarken, vatandaşın kredi kurumlarına olan borcu ise
aynı dönemde yüzde 1000’e yakın artışla
64 dolardan 648 dolara çıkmıştır. Kaldı ki, kişi başına gelirde yaşanan
büyümeye 1998 yılı sabit YTL fiyatlarıyla baktığımızda artış oranını
yüzde 21 oranında görmekteyiz.
AKP döneminde
vatandaşın yapmış olduğu kredi kullanımları sonucu borçluluk düzeyi
tam bir sıçrama içinde olmuştur.
2002 yılı sonunda vatandaşın kişi başına 64 dolar olan tüketici
kredisi ve kredi kartı borcu, 2006 Ekim ayı ortası itibarıyla yüzde
861 oranındaki artışla 613 dolara sıçramıştır. Vatandaşın kullandığı
konut edinme amaçlı krediler ile taşıt kredileri ayıklandığında bu
tutarlar 2002 yılı için 53 dolar, 2006 Ekim ayı için ise 350 dolar olmaktadır.
Bunun anlamı, vatandaşın doğrudan asgari yaşam standardını korumak
için kullandığı kredilerin, AKP döneminde artış oranının yüzde 557
olmasıdır.
Tablo 3. Kişi Başına Düşen Tüketici
Kredileri
Kişi
başına tüketici kredisi ve kredi kartı borcundaki gelişme esas
olarak vatandaşın günlük yaşantısını sürdürmek için borçlanmaya
başvurduğunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Yani, vatandaş
geçimini sağlamak amacıyla artan oranda bir borç yükü içine girmiştir.
Bu ise doğal olarak düzenli gelirinin azalmasının bir sonucudur.
Bu tercihin ise sürdürülebilir olduğunu söylemek mümkün değildir.
Gelinen noktada, vatandaş, gerek tüketim gerekse yatırım niteliğindeki
tüm ekonomik kararlarını borçlanmayla sağlamaktadır.
Faizlerin
yükselmesi sonucu gelecek dönemde faiz artışları doğrudan kredi
kartı kullanıcılarının üstlendiği reel maliyetin daha çok yükselmesine
yol açacak, zaten faiz maliyetleri oldukça yüksek olan bu kesimleri
bir bakıma ödeyememe sorunu ile karşı karşıya bırakabilecektir.
Faiz oranları daha düşük olan tüketici kredilerinde hesaplama
farkı nedeniyle daha önce bağıtlanan tüketici kredilerindeki
maliyet artışları bankanın zararı olacak, ama her sene tüketici
kredisi kullanımın arttığı dikkate alındığında, tüketici kredilerini
kullanmak zorunda olan kesimler için maliyet artmış olacaktır. Yaşanacak
olan ödeyememe sorunu bankacılık kesimi ile vatandaşın refahını
doğrudan etkileyecek ve sorun sistemik bir sorun haline hızla dönüşebilecektir.
Kamunun ve Özel Sektörün Borcu
2007 Yılında Öngörülen Makro Çerçeve ile Artışını Devam Ettirecektir
Ağustos
sonu itibarıyla ülkenin kamu iç ve dış, özel sektör dış borçları toplamı
350 milyar doları aşmıştır. İMKB’deki yabancı portföy yatırımları
da eklendiğinde bu tutar 390 milyar dolara çıkmıştır.
2002
yıl sonunda bu tutarın toplamda 225 milyar dolar düzeyinde olduğu
hatırlanırsa ülkenin ne düzeyde bir borç yükümlülüğü altına sokulduğu
daha iyi anlaşılacaktır.
AKP hükümetinin
ülkeyi bir borç sarmalına sokmasının temel göstergelerinden bir
tanesi de kişi başına düşen kamu toplam ve özel sektör dış borçlarındaki
dönemsel gelişmedir. AKP iktidara geldiğinde kriz sonrası realize
olan ilave borçlarla birlikte kişi başına düşen toplam kamu ve özel
sektör dış borcu 2.885 dolardan 2006 Ağustos sonu itibarıyla yüzde 66
oranında artarak 4.789 dolara sıçramıştır. YTL olarak ise kişi başına
borçlar 4.715 milyon YTL’den, 7.031 YTL’ye çıkmıştır. Özel sektör dış borçlarının
kişi başına düşen miktarındaki artış bu dönemde dolar cinsinden
yüzde 136,4’e kadar çıkmıştır.
Tablo 4. Kişi Başına Kamu ve Özel
Sektör Borç Yükündeki Gelişme
Dış Açık
AKP hükümetlerinin
açıklamış olduğu ekonomik programlarda en fazla revizyon yaptığı
veya yapmak zorunda kaldığı konuların başında cari işlemler hedefi
gelmektedir. 2003-2005 yıllarında hedeflerle gerçekleşmeler arasındaki
sapma oranı yüzde 117 oranındadır. Bunun anlamı, AKP hükümetinin
2003-2005 yıllarını kapsayan üç yıllık hükümet döneminde gerek dış
ticaret açığı gerekse cari işlemler açığına yönelik olarak somut
politika geliştirme ve uygulama başarısını gösterememiş olmasıdır.
Örneğin
2005 yılında 10,6 milyar dolar hedefi ile başlayan cari işlemler açığı
yapılan yıl içinde çeşitli kereler yapılan revizyonları da aşarak
23,1 milyar dolar düzeyinde gerçekleşmiştir. Yine 2006 yılı için GSYİH’ya oran olarak
orta vadeli ekonomik programda yüzde 4 olarak belirlenen hedef bugün
yapılan revizyonlarla yüzde 7,9’a çıkarılmıştır.
AKP döneminde
verilen aylık cari açık düzeyi 2002 yılı da dahil olmak üzere geçmişte
birçok yıl verilen yıllık cari açık düzeyinin üstündedir. Ağustos
ayı itibarıyla geriye dönük bir yıllık cari işlemler açığı 30 milyar
dolar düzeyini aşmıştır. Bu gerçekleşme 2006 yılı program tahmininin
tutmayacağını daha şimdiden bize göstermektedir.
Özellikle
dahilde işleme rejimi uygulaması nedeniyle toplam ihracat miktarının
bir kısmının fiktif olduğu (gerek gümrüksüz malı içerde kullanmak,
gerek bunun karşılığında kredi kullanmak, gerekse dışarıdaki kara
paranın kredi kullanıyormuş gibi bir şekilde içeriye girişini
sağlamak gibi amaçlarla) ve kaçak akaryakıtta olduğu gibi kaçak ithalatın
varlığı dikkate alındığında cari işlemler açığının çok daha yüksek
düzeyde olduğunu söyleyebiliriz.
Aslında
bu durum son dört yılın pratiğinde bir algılama ve beceriksizlik
probleminin ötesine geçmiştir. İzleyen tabloda cari işlemler açığına
yönelik program rakamlarıyla gerçekleşmeler arasındaki sapma oldukça
ilgi çekicidir. Kimi yıllar için program rakamı (projeksiyon) ile
gerçekleşme arasındaki fark yüzde 300’leri bulmaktadır.
Tablo 5. Cari İşlemler Açığına Yönelik
Program Tahminleri ve Sapmalar (YPK) – 2003-2006
Ekonomik
modelin kurgusundaki ezbere yaklaşım ve ortaya çıkan makro sorunların
çözümüne yönelik çabaların zamanında ve içten gelen inisiyatiflerle
ortaya konamaması bu duruma sebep olan temel gelişmelerdir.
Son dönemde
ekonomiden sorumlu siyasi sorumlular, cari açığın yıllarca yüksek
kalacağını ve buna alışmamız gerektiği hatta bu konuyu konuşmanın
artık sıkıcı olacağı gibi sorumlu bir ekonomi yönetimi açısından
anlaşılması zor açıklamalarda bulunmuşlardır. Bu açıklama, tıpkı
1990’lı yılların ikinci yarısında Arjantin ve Brezilya deneyimlerinde
olduğu gibi (kriz ve ekonomik daralma öncesi) yaşanan gelişmelerin
ekonomi yönetimi tarafından seyredildiği anlamına gelmektedir.
Bu
açıklamalar, dünya ekonomisinde yakın geçmişte yaşanan krizlerden
ekonomi yönetiminin gerekli dersleri çıkarmadığı anlamına gelmektedir.
Bu konuda en iyi örneklerin başında Arjantin gelmektedir; Arjantin’e
1992-99 arasında 100 milyar doların üstünde net kümülatif sermaye girişi
olmuştur. 1995 sonrası dönemde doğrudan yabancı sermaye girişi
hızlanmış ve 60 milyar doları aşmıştır (IMF, International Financial
Statistics 2004). Bu düzeyde yabancı sermaye girişi hatta ağırlıklı
olarak doğrudan yabancı sermaye niteliğinde olan kaynak girişi Arjantin’in
yapısal nitelikli ekonomik sorunlarının çözümüne yardımcı olmamış,
aksine sorunların daha da derinleşmesine, bir anlamda kanamanın
daha da artmasına yol açmıştır. Nitekim, Arjantin’in 2000’li yılların
başında yaşadığı krize yönelik değerlendirmelerde IMF kendine
yönelik şöyle bir eleştiri getirmiştir (The IMF and Argentina,
2004):
“Döviz
kuruna yönelik politika tercihi ülke otoritelerinin bir tercihi
ise IMF bunun diğer politikalar ve kısıtlarla tutarlığından emin
olmak için ciddi olarak gözetecek çalışmalar yapmalıdır.”
IMF günah
çıkartmak anlamında da olsa ekonomik programın da bir sonucu olan
kur politikasının ülkeyi artan bir risk algılaması altına soktuğunu
kabul etmektedir.
Bu iki
ülke deneyiminin Türkiye açısından önemi, bu ülkelere bugün Türkiye’nin
yaşadığı gibi bir dış kaynak akışının yaşanmış olmasıdır. Türkiye
açısından rehaveti, dolayısı ile riski artıran bir diğer faktör
de, uluslararası likiditenin bol olduğu bir dönemde Türkiye’nin
reel faiz ve reel kur ödemelerinin diğer gelişmekte olan piyasalara
göre oldukça yüksek olması sonucu yabancı kaynakların ülkeye girişinin
daha da artmış olmasıdır.
III. 2007 Mali Yılı Bütçe Tasarısının
Genel Büyüklüklerinin Değerlendirilmesi
Bütçe Dengesi
2007
mali yılı Merkezi Yönetim Bütçesi 204,9 milyar YTL toplam harcama,
188,2 milyar YTL gelir tahmini ile parlamentoya sunulmuştur. Bu çerçevede,
bütçe açığı 16,7 milyar YTL düzeyinde belirlenmiştir. Bununla birlikte, bütçe tasarısının
üçüncü maddesinde yer alan bütçe dengesi maddesi bu açık düzeyini
vermemektedir.
2007-2009
Orta Vadeli Mali Planda (OVMP) merkezi yönetim bütçe açığı 2007 yılı
için 8,8 milyar YTL düzeyinde öngörülmüştü. Ekim ayında yapılan YPK
toplantısı ile nihai hali IMF gözetiminde ve denetiminde verilen
bütçe tasarısı ile bu açık düzeyi yüzde 90 oranında revize edilerek
16,7 milyar YTL düzeyine çıkarılmıştır.
Bütçe
açığı 2007 yılında 2006 ve 2005 yıllarına göre artmaktadır. 2007 yılında
hedeflenen bütçe açığı revize 2006 tahmininin beş katından daha
fazladır. Haziran ayına kadar bu düzeyde öngörülmeyen bütçe açığındaki
sıçrama aslında bütçenin bu dönemde ne kadar hassas bir noktada olduğunu
göstermesi açısından önemli görülmelidir.
2006
yılına göre 2007 yılında bütçe açığındaki artışı belirleyen temel
faktörlerin başında faiz ödenekleri başta olmak üzere toplam giderlerde
öngörülen artış ile vergi dışı gelirlerin reel olarak düşmesi gelmektedir.
Bununla birlikte, 2006 yılı bütçe tahmininde ise harcamalar artmasına
rağmen gelirdeki artışın harcamadaki artışın çok üzerinde olması
nedeniyle bütçe açığı 14 milyar YTL’den 3 milyar YTL’ye revize edilmiştir.
Buradaki aşağı doğru revizyonu belirleyen yukarıda ifade ettiğimiz
gibi 2006 yılında vergi dışı gelirlerde yaşanan artış olmuştur.
2006 yıl sonu tahmini vergi dışı gelirlerde hedefin yüzde 26,7 oranında
üzerine çıkılmıştır. Bu artışı belirleyen faktörler ise TELEKOM
nakit tahsilat ile geçmiş yıllar GSM paylarının ceza ve faiziyle birlikte
tahsil edilmesidir.
TEPAV
Mali İzleme Raporlar, kapsamında bütçe uygulamalarına ilişkin
benzer değerlendirmeler de yapılmaktadır. Bu konuda TEPAV Mali İzleme
Raporlarına bakılabilir.
Harcamalarda
ise bütçe ödeneklerinin hedefin, yaklaşık 1 milyar YTL üzerinde kalmasına;
gelirlerde olduğu gibi bir defalık tedbir niteliğinde sayılacak
sosyal güvenlik kurumları prim affı (özellikle Bağ-Kur) nedeniyle
sosyal güvenlik açığının azalması ile IMF’nin gelmesi ile başta yatırımlar
olmak üzere bazı harcama kalemlerinde yapılan kesintiler sebep
olmuştur.
2007
yılında yukarıda sıralanan uygulamaların daha sınırlı olacağı
dikkate alındığında öngörülen bütçe hedeflerine tutturmak çok daha
güç olacaktır.
Tablo 6. Merkezi Yönetim Bütçe
Dengesi (2006-2007)
Aslında
2006 yılı bütçe açığı tahmini tutsa bile gerçek rakam bu düzeyin üzerinde
olacaktır. Bütçe açığı bütçe prensiplerine aykırı bazı uygulamalarla
olduğundan daha düşük gösterilmeye çalışılmaktadır. Bütçe açığını
düşük gösteren temel uygulamalar, kamunun biriken yükümlülüklerinin
gizlenmesi ile mali raporlama standartlarını idarenin belli bir
keyfiyette kullanmasıdır.
Mali
raporlama keyfiyetine en iyi örnek yerel yönetim ve fon payı ile
emeklilere vergi iadesi uygulamasıdır. 2006 yılında gayri safilik
prensibi çerçevesinde yerel yönetim ve fon paylarının bütçede gösterilmeye
başlanmıştır. 2006 yılında bütçe hesaplarında yerel yönetim ve fonlara
aktarılan paylar uluslararası mali raporlama standartlarına aykırı
şekilde bir ay eksik gösterilmektedir. Yaklaşık olarak 1,2 milyar
YTL (GSMH’ya oran olarak yüzde 0,2) tutarında bir pay aktarımı 2006 yılı
bütçe rakamlarında gösterilmemek suretiyle bir anlamda gizlenmiş,
bütçe açığı da düşürülmüş olmaktadır. 2005 yılında torba yasalar
kapsamında yapılan düzenlemeyle emeklilere vergi iadesi bütçe
dışında gösterilmeye başlanmıştır. Bu ise hem bütçe harcamalarının
düşük gösterilmesine hem de geçen yıllardan farklı bir bütçe bazı
oluşmasına yol açmıştır. Yerel yönetimlere ve fonlara yapılan
transferlerin tam gösterimi ile emeklilere vergi iadesi ödemelerinin
bütçe içinde gösterimi yapılarak bakıldığında, bütçe harcamalarının
dolayısı ile bütçe açık düzeyinin açıklanana göre yaklaşık olarak
2,5 milyar YTL daha yüksek olduğunu görülecektir.
Yine,
faiz dışı fazla hedefini tutturmak için gizlenen KİT ve Döner Sermaye
Bilançoları ile müteahhit ve özel sağlık kurumlarına olan kamu yükümlülükleri
dikkate alındığında harcama düzeyi bugünkünden çok daha yukarılara
çıkmaktadır. Kamunun bu şekilde biriken yükümlülüklerine kısaca
bakarsak:
2004
yılından itibaren yoğun bir şekilde başlayan bütçe dışı gizli yükümlülük
yaratılması uygulaması 2006 ve 2007 yıllarında da devam ettirilmektedir.
Aslında bütçe dengelerinde görünün iyileşmenin bir kısmı muhasebe
ve mali raporlama uygulamalarındaki mali numaralar yoluyla sağlanmıştır.
Bu uygulamalara kısaca bakarsak:
1. Başta
sosyal güvenlik kurumları ve bütçe kurumları olmak üzere kamu kurumlarının
devlet hastanelerine olan birikmiş 3,5-4 milyar YTL tutarındaki yükümlülüğü
mali raporlarda tahakkuk etmiş bir gider olarak görülmemektedir.
Üniversite hastaneleri de bu toplama dahil edildiğinde tutar 5
milyar YTL’ye yaklaşmaktadır. Hükümet ve ekonomi yönetimi ise 2006
yılında çıkardığı iki yasal düzenleme ile bu tutarın 2,5 milyar
YTL’sini silmiş bir anlamda kamu hesaplarından buharlaştırmıştır.
Sonuç
olarak bu harcamaların görünmemesi yanında gelirlerin önceden
döner sermaye bilançolarında görünmesi nedeniyle geçmiş dönemde
mali dengeler daha iyi çıkmıştır. Nitekim 2006 Eylül ayı sonu itibarıyla
merkezi yönetim bütçe sağlık harcamalarının ödeneğin yüzde
100’ünü aşması, yeşil kartta yüzde 150’yi aşması bu durumun bir başka
göstergesidir.
2. Devlet
hastaneleri yanında eczaneler, medikal firmalar, üniversite hastaneleri
ve özel sağlık kurumlarına olan birikmiş ama kamu hesaplarında yer
almayan borçları artmaktadır. Son günlerde eczacı odaları tarafından
yapılan açıklamalar bunun bir yansımasıdır.
3.
KİT’lere kamu politikası uygulaması nedeniyle verilen görevlerden
kaynaklanan görev zararları ilgili
KİT’in hesaplarında tahakkuk etmesine rağmen bütçeye tam olarak
yansıtılmamaktadır. Başta Toprak Mahsulleri Ofisi, TCDD ve TŞFAŞ bu
uygulamaya en iyi örnek verilecek KİT’lerdir.
2004
yılı sonunda Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu’nun 2004 yılı raporlarına
bakılarak yapılan araştırmada, 2,6 milyar YTL’ye ulaşan Hazineden
alacağın 2006 yılında 2 milyar YTL’ye yakın bir düzeyde olduğu tahmin
edilmektedir.
4. Başta
karayolu olmak üzere ulaştırma sektöründen kaynaklı birikmiş müteahhit
alacakları artmaktadır.
Sonuç
olarak 2006 yılı bütçe açığı doğrudan ve dolaylı etkilerle olması
gerekenin yaklaşık üçte biri düzeyinde gösterildiği tahmin edilmektedir.
Bu düzeydeki eksik raporlama kısmen etkisini 2007 yılında da gösterecektir.
Kamu
kesimi genel dengesi rakamlarını hazırlayan ve konsolide eden kurum
DPT’dir. Ama son 3-4 yıldır kamu maliyesine ilişkin yaşanan gelişmeler
DPT’nin bu sorumluluğunu tıpkı 1990’ların ikinci yarısına benzer
bir şekilde yerine getiremediği izlenimini uyandırmaktadır.
Tıpkı o yıllarda özellikle görev zararları oluşturularak kamu bankalarının
bilançolarında gizlenen açık bugün yine benzer şekilde ama ek olarak
çeşitli mali raporlama numaralarıyla tekrar edilmektedir.
Kamu
Kesimi Genel dengesi Hesaplarına Yönelik Olarak yukarıda yaptığımız
açıklamalar çerçevesinde aşağıdaki konuların başta Hazine Müsteşarlığı,
Maliye Bakanlığı ve DPT Müsteşarlığı olmak üzere ilgili kurumlar
tarafından açık bir şekilde yanıtlaması gerekmektedir:
1. Sağlık
Bakanlığı’na bağlı olan hastanelerin 2,5 milyar YTL tutarındaki
2004 ve öncesi döneme ait alacaklarının silinmesi sonucunda bu silinme
kamu kesimi genel dengesine yansımadığı görülmektedir. Aslında
işlemin doğduğu dönemde sağlık harcamalarının eksik raporlanması
kamu hesaplarında iki türlü avantaj sağlamıştı. Bunun birincisi
gelir tahsil edilmese de bu gelir alacak olarak döner sermaye dengesine
girdiği için döner sermaye dengesi bu gelir tutarı kadar iyi çıkmıştır.
Sağlık hizmetinden yararlanan kurumlar ise başta sosyal güvenlik
kurumları olmak üzere bu harcamayı gider olarak mali raporlarına
yansıtmadıkları için bu kurumsal yapıların dengesi de eksik gösterilen
tutar kadar iyi çıkmıştı. Sonuç olarak öncesinde mali raporlara eksik
giren sağlık harcamalarının silinmesi kamu kesimi genel dengesinde
düzeltme yapılmadığı için dengeyi iki defa olumlu etkilemiştir.
Yapılması gereken bu düzeltmenin kamu kesimi genel dengesine yansıtılmasıdır.
2. Başta
sosyal güvenlik kurumları ve bütçe kurumları olmak üzere kamu kurumlarının
üniversite ve devlet hastanelerine olan birikmiş borçları 5 milyar
YTL’yi geçmiştir. DPT yıllık programında 2005 ve sonrasında Sağlık bakanlığı’na
bağlı döner sermaye rakamlarının nakit bazında gösterilmeye başlandığı
ifade edilmektedir. Döner sermaye dengesindeki rakamlara bakıldığında
tutarların muhasebat genel müdürlüğünün bilanço ve gelir tablosu
rakamlarıyla uyumlu olduğunu söylemek zor. DPT’nin biriken alacakları
tam olarak dikkate almadığı düşünülmektedir. DPT ayrı bir şekilde
komisyona sağlık bakanlığı döner sermaye rakamlarını vermelidir.
Ayrıca, üniversite hastanelerinin rakamlarının nakit bazda alınmaması
da bir eksikliktir. Bu anlamda mali rakamlar aynı bazda olmaktan
uzaklaşmaktadır.
3.
KİT’lere kamu politikası uygulaması nedeniyle verilen görevlerden
kaynaklanan görev zararları ilgili
KİT’in hesaplarında tahakkuk etmesine rağmen bütçeye Hazine hesaplarına
yansıtılmamaktadır. Başta Toprak Mahsulleri Ofisi, TCDD ve TŞFAŞ bu
uygulamaya en iyi örnek verilecek KİT’lerdir.
2004
yılı sonunda Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu’nun 2004 yılı raporlarına
bakılarak yapılan çalışmada, 2,6 milyar YTL’ye ulaşan Hazineden
alacağın 2006 yılında 2 milyar YTL’ye yakın bir düzeyde olduğu tahmin
edilmektedir. Bu tutar kamu kesimi genel dengesi tablolarının bütçe
tarafına yansıtılmamakta ya da eksik yansıtılmaktadır. KİT bilançosunda
alacak olarak görünen tutarların Hazine hesaplarında gider olarak
tahakkuk etmemesi ya da gecikmeli tahakkuk etmesi kamu kesimi genel
dengesinin olması gerekenden iyi görünmesine yol açmaktadır.
Sonuç
olarak, kamu kesimi genel dengesi rakamlarının kamu kesiminin
gerçek resmini verdiğini söylemek mümkün değildir.
Yine
2007 yılı programında KİT’ler için öngörülen dengenin tutturulması
elektrik ve doğal gazda fiyat artışlarının yapılmasına bağlı görülmüştür.
Programda açık bir şekilde, eğer zamlar ve düzeltmeler yapılmazsa
KİT’lerin öngörülenin aksine açık vereceği söylenmektedir. Hükümet
temsilcileri ise başta başbakan olmak üzere çeşitli dönemlerde
yapmış olduğu açıklamalarda çelişkili bir tablo ortaya koymasalar
da zam yapmayacakları sinyalini vermeye başlamıştır. KİT dengesi
eğer bu zamlar dikkate alınarak yapıldıysa zamların gerçekleşmemesi
durumunda KİT’lerin önemli düzeyde açık vermesi yanında hükümetle
programın birbiriyle çelişmesi açıklanabilecek bir durum değildir.
2006
yılı için Maliye bakanlığı tarafından sunulan bütçe tahmininde
bütçe açığı 3 milyar YTL düzeyinde öngörülmekle birlikte Ekim sonunda
açık 3,8 milyar YTL düzeyinde gerçekleşmiştir. Bu durum 2006 yıl sonu
hedefine ulaşılamayacağını bize göstermektedir.
Bütçe Giderleri
2007
yılı Merkezi Yönetim Bütçesi 175, 2 milyar YTL toplam harcama büyüklüğü
ile parlamentoya sunulmuştur. 2006 yılı bütçe ödeneklerine göre
artış oranı yüzde 17,5, gerçekleşme tahminine göre ise yüzde
16,9’dur. GSMH’ya oran olarak yüzde 31,2’den yüzde 32,5’e çıkmak suretiyle
bütçe harcamaları reel olarak bu dönemde 1,3 puan artmaktadır.
Faiz
dışı harcamaların artış oranı 2006 yılı tahminine göre yüzde 17,8
düzeyindedir. GSMH büyümesinin yüzde 5, enflasyonun yüzde 4, GSMH
deflatörünün ise yüzde 7 olduğu bir ortamda harcama ve gelirlerdeki
artışın ortalama yüzde 9,2 oranında olması beklenirken, deflatöre göre ise yüzde
12,3 harcamalardaki artış yüzde 20’ye yaklaşmıştır.
Toplam
giderler Haziran ayında hazırlanan 2007 yılı OVMP’sine göre 15 milyar
YTL düzeyinde revize edilmiştir. Bütçe harcamalarındaki artışı
belirleyen temel kalemler; faiz giderleri, personel giderleri,
ve cari transferlerdir. Bu artışın yüzde 41’i faiz ödeneklerinde yapılan
revizyondan, yüzde 22’si ise personel harcamalarından kaynaklanmıştır.
Tablo 7. Merkezi Yönetim Bütçe Giderleri
(2006-2007)
Bütçe
ödeneklerinde ortalamanın üstünde reel artış, personel giderlerinde, sosyal güvenlik
prim ödemelerinde, cari transferler ile sermaye transferlerinde
kendisini göstermektedir. Bunlar sırasıyla ele alırsak:
• Personel giderleri 2006 yılı tahminine
göre yüzde 16,5 oranında bir artış göstermektedir. Personel harcamaları
açısından ayırt edici olan memur ve işçi ödeneklerinden farklı olarak
geçici ve sözleşmeli çalışanlardan oluşan gruba yapılan ödemeler
için bütçeye konan ödeneğin yüzde 23,7 oranında artmasıdır. Bunun
anlamı, hükümetin gelecek yıl kamuda yeni istihdam yaratmak için
sözleşmeli ve geçici personel uygulamasını yaygınlaştırmayı
planlamaktadır.
• Yeni sosyal güvenlik ve genel sağlık
sigortası yasasının uygulamaya girmesiyle kamunun gerek kendi
çalışanları için gerekse sosyal güvenlik ve sağlık sigortası kapsamında
olmayan kişiler için prim yükümlülüğü artmaktadır. Sosyal güvenlik
kurumlarına prim gideri kaleminde ortaya çıkan yüzde 100 oranındaki
artışın yaklaşık yüzde 60-70’i primlerdeki ilave artıştan kaynaklanmaktadır.
• Yine aynı yasanın uygulaması sonucunda
cari transferler kalemi altında yer alan sosyal güvenlik kurumuna
ödemeler reel olarak artmaktadır (artış oranı yüzde 36,8’dir). Sosyal
güvenlik kurumu finansman açıkları
yanında 2007 yılından itibaren genel sağlık sigortası ödemesi ile
sosyal güvenlik şemsiyesi altında olmayan prim giderleri bu kalem
altında yer alacaktır.
Geçmiş
yıllar bazında düzeltilmiş olarak bakıldığında, sosyal güvenlik
kurumlarına yapılan transferler 2007 yılında aslında yüzde 11 oranında
artmaktadır (2006 yılı bütçe sağlık harcamalarının cari transferler
içinde gösterilmesi sonucu). Emeklilik ve faturalı ödemeler toplamında
yüzde 1‘in altında küçük bir azalmaya gerçekleşirken aradaki farkın
genel sağlık sigortası transferi ve sosyal güvencesi olmayanlara
yönelik prim giderleri ile karşılanmasının öngörüldüğü anlaşılmaktadır.
Kamu personel sağlık harcamaları ile yeşil kart ödemeleri ile 2006
prim affından gelecek ilave kaynağın olmayacağı dikkate alındığında,
yapılan bu transferlerin yetersiz kalacağını söyleyebiliriz.
2007 yılı sosyal güvenlik kurumlarına ayrılan kaynağın içine sığılması
ancak alınacak ilave tedbirlerle mümkün görülmektedir. Bu ise sağlık
harcamaları başta olmak üzere vatandaşın sağlık ve sosyal güvenlik
haklarında bir aşınmaya yol açacaktır.
• Mal ve hizmet alımları harcama kaleminde
2007 yılında 2006 yılına göre yaşanan düşme başta yeşil kart olmak
üzere sağlık harcamalarının yeni genel sağlık sigortası düzenlemesi
kapsamında bütçenin mal ve hizmet giderleri kaleminden çıkarılmış
cari transferlere aktarılmıştır.
• Merkezi
yönetim bütçesi yatırım harcamaları 2007 yılında GSMH’ya oran olarak
yüzde 1,87 oranında öngörülmüştür.
2006 yılında 12,5 milyar YTL düzeyinde belirlenen kamu yatırımları
IMF ile yürütülen program çerçevesinde sunulan bütçe tasarısı ile
10,8 milyar YTL’ye düşürülmüştür.
AKP iktidarı
öncesi 2002 yılında konsolide bütçe yatırımlarının GSMH’ya oran
olarak yüzde 3 oranında olduğu dikkate alındığında, yatırımlardaki
düşmenin reel boyutu daha iyi anlaşılacaktır. Üstelik burada
2003 dahil yatırımların sürekli düşük tutulması, yatırımların
sektörel dağılımındaki problemlerin varlığı (duble yol gibi) dikkate
alındığında yatırımlardaki düşmenin çeşitli sektörler üzerindeki
olumsuz etkisi çok daha yüksek olmaktadır.
Grafik 1. Merkezi Yönetim Yatırım
Harcamaları ile Yerel Yönetim Yatırım Harcamalarının Gelişimi
Yatırım
harcamalarının kurumsal dağılımına bakıldığında, yerel yönetimlerin
almış olduğu paydaki artış dikkat çekicidir. 2007 yılı programı
çerçevesinde ilk defa kamu yatırımları içinde yerel yönetimlerin
payı birinci sıraya yükselmiştir. Özellikle kamu yatırımlarının
reel olarak düştüğü bir dönemde yerel yönetim yatırımlarının reel
olarak artması hükümetin tercihini yansıtması açısından önemlidir.
Ama bu tercih yatırımların düştüğü ve her bir birim yatırımın önemli
olduğu bir dönemde yatırımların etkinliğinin azalmasına yol açmaktadır.
Tablo 8. Kamu Yatırım Harcamalarının
Kurumsal Gelişimi
Sekörel
olarak bakıldığında, yatırımlardaki düşmeden en olumsuz etkilen
sektörlerin başında, tarım, enerji, imalat, eğitim ve sağlık gelmektedir.
Kamu yatırımları reel olarak düşerken ulaştırma sektörü olumsuz
etkilenmenin en düşük olduğu sektör olurken, yerel yönetim harcamalarından
dolayı ise diğer kamu hizmetlerindeki yatırım harcamaları bu dönemde
reel olarak artmıştır.
Tablo 9. Kamu Yatırım Harcamalarının
Sektörel Gelişimi
Özellikle enerji ve eğitim sektörüne
ilişkin yatırımlardaki düşme orta ve uzun vadeli etkileri açısından
önemli görülmelidir. Ayrıca, her yıl kamu yatırımlarının öngörülenin
altında gerçekleştiği dikkate alındığında 2007 yılı yatırımlarının
da öngörüldüğü düzeyde gerçekleşmeyeceği ihtimali de geçen yıl
değerlendirmelerinde altını özellikle çizdiğimiz gibi göz önünde bulundurulmalıdır.
Grafik. 2. Seçilmiş Sektörlerde
Kamu Yatırımlarının Gelişimi
• Hükümetin seçim yılı olması nedeniyle
kamu yatırımlardan kestiği kaynağı aktardığı alan sermaye transferleri
kalemidir. Bu kalemdeki artış oranı yüzde 42’dir. Hükümet kaynakların
etkin kullanımı prensibine aykırı olarak ve gerekli kontrol mekanizmalarını
kurmadan KOYDES (2 milyar) ve BELDES (0,3 milyar) projeleri kapsamında
2,3 milyar YTL büyüklüğünde bir kaynağı yatırımları desteklemek
için sermaye transferleri kaleminden 2007 yılında yerel yönetimlere
aktarmayı planlamaktadır. Bu kaynak transferinin maliyeti bütçenin
yapmaktan vazgeçtiği enerji, eğitim ve sağlık yatırımlarıdır.
• Bütçeden yapılan tarımsal destekleme
ödemeleri 2007 yılında reel olarak 2006 yılı tahminine göre düşmektedir.
2007
yılının bütçe açısından zor bir yıl olacağı ve belki yatırım harcamalarında
son yıllarda olduğu gibi ödeneklerin tam kullanılamayacağı düşünüldüğünde
2006 yılına göre reel düşmenin çok daha yüksek olacağını söyleyebiliriz.
Burada altı çizilmesi gereken nokta 2003 ve öncesinde tarımsal
desteklemeye yönelik bütçe dışı kaynaklarının (başta fonlar ve
KİT’ler olmak üzere) yok denecek düzeyde azaltıldığı bir ortamda bütçeden
yapılacak tarımsal destekleme ödemelerinin artması gerekirken
azalmasıdır.
Tablo 10. Merkezi Yönetim Bütçe
Tarımsal Destekleme Ödemeleri (2002-2007 Maliye Bakanlığı Verileri)
Tarımsal
destekleme verileri konusunda önemli bir sorunda, Maliye Bakanlığı
verileri ile DPT ve kurum verileri arasındaki mali uyumsuzluktur.
DPT ve kurum verileri aslında o dönem ödemeye konu olan gerçek rakamı
yansıtırken, Maliye Bakanlığı rakamları sadece nakit bazlı gerçekleşmeyi
göstermektedir. 2002 yılında DPT tablosunda bütçeden yapılan toplam
tarımsal destekleme ödemesi 2.276 milyon YTL (GSMH’ya oran olarak yüzde
0,83), 2003 yılında 3.015 milyon YTL düzeyinde (GSMH’ya oran olarak yüzde
0,85) yer alırken bu rakam ve oranlar Maliye Bakanlığı tablolarında
daha düşük düzeydedir. Nitekim, 2002 yılı kesin hesabına ekli Sayıştay
Başkanlığı Hazine İşlemleri Raporlarına bakıldığında DPT’nin rakamlarının
teyit edildiği görülmektedir.
TABLO: III. 1- Tarımsal Destekleme
Ödemeleri (1) (DPT Tablosu)
• Son olarak harcamalar kısmında
faiz giderlerine bakarsak. 2007 yılı bütçesinde öngörülen faiz
ödeneği 52,9 milyar YTL’dir. Haziran ayında açıklanan OVMP’de faiz giderleri
44,1 milyar YTL olarak öngörülmüş ve bu öngörünün son faiz artışların
dikkate alınarak hesaplandığı plan metninde belirtilmişti. Ekim
ayında YPK toplantıları sonucu ortalama nominal faizin yüzde
18-19 oranında alındığı kabul edilirse 44,1 milyar YTL olan orijinal
tahmin yüzde 20 oranında 2007 yılı için revize edilerek 52,9 milyar YTL’ye çıkarılmıştır.
Ortalama
iç borçlanma nominal faiz oranının bugün çıkmış olduğu düzeyi (yüzde 21-23) Nisan ayına kadar devam ettirmesi
durumunda 2007 yılı için faiz giderleri toplamının yaklaşık 55 milyar
YTL düzeyini aşacağını tahmin ediyoruz. Bunun bize gösterdiği faiz
oranlarındaki yükselmenin bir anda faiz giderlerini 2007 yılı
için yüzde 20-30 oranında hızla yukarıya çektiğidir. Artış 8,9-13
milyar YTL arasında değişmektedir. Bu tutar toplam merkezi yönetim
ortalama olarak bütçe yatırım harcamaları toplamı düzeyindedir.
Bu hesaplamada kur riski ve 2008 yılına sarkan ilave faiz ödemeleri
dikkate alınmamıştır. Bunlar dikkate alındığında gelen yük çok daha
artmaktadır.
Grafik 3. 2007 Faiz Ödeneklerindeki
Gelişme
Faiz
oranlarındaki bu artışın ekonomi üzerinde üç farklı etkisi söz konusudur;
Bunlardan ilki, brüt borç yükü GSMH’ya oran olarak 2005 sonunda yüzde
71,6 olan Hazinenin borçlanma maliyetini artırmakta ve faiz giderlerini
artırmak suretiyle bütçe dengesini bozmaktadır. İkincisi finans
kurumlarından önemli düzeyde borç kullanan vatandaşın ve işletmelerin
gelecek dönemde ödeyeceği faiz maliyetinin önemli düzeyde artırmakta..
Son olarak ise yarattığı belirsizlik ile bankacılık sistemini olumsuz
etkilemektedir.
Mayıs
ve Haziran aylarında yaşanan dalgalanmanın devamında Eylül ayının
ikinci yarısında başlayan ve kısmen de olsa hala devam eden son dalgalanma
borsanın düşmesi ve kurun yükselmesi yanında kendisini en olumsuz
şekilde faiz oranlarının artışında göstermiştir. Hazine referans
kağıdının faiz oranı ilk dalgalanmanın başladığı Mayıs ayının başına
göre oldukça yüksek bir oranda yaklaşık yüzde 70’e oranında artarak
yüzde 13,76’lerden Ekim ayı içinde yüzde 23,30’lar seviyesine kadar
çıkmıştır.
Hedef
enflasyonun 2007 yılı için yüzde 4 olduğu bir ortamda faizlerin bu
oranda artması ve yüzde 23’lere çıkması ekonomiyi hedef enflasyonun
neredeyse beş katı düzeyinde bir reel faiz yükü altına sokmaktadır.
Reel
Faiz hesaplaması, fiyatlar genel seviyesindeki gelişmeler sonucu
alım gücündeki gelişmeleri esas alarak enflasyon üzerindeki getiriye
odaklanır ve ülkenin sahip olduğu risklerin bir sonucu olarak görülür.
Bu anlamda bakıldığında;
• Toplam iç borç stokunun reel faiz
oranı % 10,9 (Temmuz sonu) çıkmaktadır, Ağustos ve Eylül ayındaki gelişmelerle
bu oran yüzde 12’ler düzeyine çıkmıştır.
• 2006 yılında yapılan borçlanmalarda
ortalama faiz beklentisi ile 2007 sonu enflasyon hedefine göre reel
faiz oranı % 15,1 oranında çıkmaktadır,
• 2006 Eylül ayı enflasyon ve faiz
beklentilerine göre ise reel faiz oranı % 13,4 olmaktadır,
• 2007 yılı enflasyon hedefinin % 4
olarak alınması durumunda ise 2006 yılı sonunda yapılan son borçlanmalarda
reel faiz oranı % 17,3 oranında hesaplanmaktadır.
Sonuç
olarak reel faiz düzeyi yüzde 12 ile yüzde 17 arasında değişmektedir.
Borç stokun reel faiz hedeflenen enflasyonun üç katı büyüklüğüne,
yeni borçlanmaların reel faiz oranı ise 4 katın üzerine çıkmıştır.
Yabancılar açısından faiz yanında oluşan kur kazancı ile oranlar
son dört yılda daha da yüksek düzeylere çıkmıştır
Sonuç
olarak hükümet IMF ile anlaştığı taslak niyet mektubu çerçevesinde
bütçeyi parlamentoya getirmiştir. Ama, gerek parlamento gerekse
kamuoyu taslak niyet mektubu üzerinde anlaşılan harcama politikaları
konusunda son iki yıldır olduğu gibi gerekli bilgiyi alamamıştır.
Bütçe Gelirleri
Toplam
bütçe gelirleri Ekim ayında YPK’da yapıla revizyonuyla 188, 2 milyar
YTL düzeyine çıkarılmıştır. 2006 yılı tahminine göre bütçe gelirlerindeki
artış yüzde 9,3 oranındadır. Toplam vergi gelirleri ise 2007 yılı
için yüzde 14,9 oranında artırılarak 158,2 milyar YTL olarak hedeflenmiştir.
Büyümenin
sabit fiyatlarla yüzde 5, TÜFE yıl sonu enflasyonun yüzde 4 (deflatörün
ise yüzde 7) oranında hedeflendiği dikkate alındığında vergi yükünün
2007 yılında artırıldığı görülmektedir. Toplam vergi tahsilatının içinde TÜFE’den
etkilenen kalemlerin payının yüzde 50’den fazla olması nedeniyle
reel artış aslında çok daha yüksek düzeye çıkmaktadır. Nitekim vergi
gelirlerinin GSMH’ya oranı yüzde 24,5’den yüzde 25’e çıkmaktadır.
2006 yılında KDV ve gelir vergisi tahsilat tahminlerinin hedefin
altında kalması durumunda vergi yükündeki artış GSMH’ya oran olarak
bir puanı aşmaktadır.
Tablo 11. Merkezi Yönetim Bütçe
Gelirleri (Hedef ve Revizyonlar)
Aslında
2006 yılında bütçe vergi gelirlerinin bütçenin orijinal tahminine
göre yaklaşık 5,5 milyar YTL artması vergi tahsilatındaki performans
artışından değil esas olarak büyüme ve enflasyonun hedeflerin üzerinde
gerçekleşmesinden kaynaklanmaktadır. GSMH’ya oran olarak 2006 yılı
için öngörülen vergi tahsilatı hedefine yapılan revizyonla aslında
ulaşılması öngörülmektedir.
2006
yılında gelir performansını belirleyen bir defaya özgü gelirlerde
öngörülenin üzerinde tahsilat yapılması (TELEKOM nakit tahsilatı)
ya da aslında özelleştirme geliri niteliğinde olan gelirlerin (gecikmiş
GSM payların tahsil edilmesi) bütçede gelirleri içinde gösterilmesinden
kaynaklanmaktadır. Bu etki 2007 yılında söz konusu olmayacaktır. Nitekim, vergi dışı gelirlerin
toplamı 2007 yılında mutlak olarak 4,3 milyar YTL GSMH’ya oran olarak
ise 1,3 puan gibi oldukça yüksek bir oranda düşmektedir.
2006
yılında vergi tahsilatında ortaya çıkan artışı belirleyen bir diğer
önemli faktörde ithalat faturasının hedefin üstünde gerçekleşecek
olmasıdır. 2006 yılında dış ticaret açığı hedeflenen 45 milyar dolar
yerine 52 milyar dolar düzeyinde DPT tarafından tahmin edilmektedir.
Kur ve son üç aydaki ithalat artışı açığın 55 milyar dolara (Cumhuriyet
tarihi rekoru) ulaşacağını bize göstermektedir.
Toplam
vergi yükü GSMH’ya oran olarak 0,5 puan artmaktadır. Vergi yükündeki
artış vergi kalemleri açısından farklı bir dağılım ortaya koymaktadır.
KDV tahsilatı başta olmak üzere dolaylı vergilerin 2007 yılında artacak
olması vergi yükünün daha çok vatandaşın üzerinde kalacağını bize
göstermektedir.
Tablo 12. Merkezi Yönetim Bütçe
Vergi Gelirleri (Bütçe Hedefleri, Artış Oranları)
Temel
vergi kalemleri açısından 2007 yılı hedeflerine baktığımızda vergi
gelirlerinde bir önceki yıl bütçe hedefine göre ortaya çıkan artışa
katkı esas olarak dört vergi grubundan gelmektedir.
• Bunlardan ilki, gelir vergisinin
bir önceki yıl bütçe tahminine göre yüzde 18,7 oranında artmasıdır.
2006 yılı gelir vergisi tahsilatının beklenenin altında kalması
durumunda artış oranı yüzde 20’ye ulaşabilecektir. Bu hedefin anlamı
gelir vergisi tahmininin iyimser yapılmış olmasıdır.
• 2007 yılı kurumlar vergisi tahsilatı hedefi
2006 bütçesi orijinal hedefinin de nominal olarak altında kalmaktadır.
Bu gelişme hükümetin aslında kurumlar vergisinde oran indirimi
yoluyla beklediği vergi matrahı genişlemesine ulaşamadığını
bize göstermektedir. Aksine bankacılık ve finans kesiminin ödemesi
gereken vergi yükü yüzde 30’un üzerine azalmıştır. 2006 yılında bankacılık
ve finans kesiminin kurumlar vergisi oranı düşmesi nedeniyle elde
ettiği vergi kazancının 1,5 milyar YTL’nin üstünde olduğu tahmin
edilmektedir. GSMH’ya oran olarak finans kurumları için yaklaşık yüzde
0,30 oranında bir vergi avantajı söz konusu olmuştur. İmalat sektörü
başta olmak üzere sanayi sektörünün yatırım indirimi nedeniyle
vergi kazancının olmadığı dikkate alındığında, son yasal değişiklik
bir politika olarak finans sektörünün yasal yükümlülüğün azalmasından
başka bir mali sonuç ortaya koymamıştır.
Faiz
kazançlarına yönelik olarak stopaj oranlarının yabacılar için sıfırlanması,
yerliler için ise düşürülmesi de dikkate alındığında, vergi yükünün
toplum kesimleri arasında ki dağılımında faiz kazancı elde edenlere
yönelik bir olumlu politikanın ücret geliri elde edenler açısından
ise vergi yüklerini artıran bir politik tercihin hükümet tarafından
uygulamaya konduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
• Dahilde alınan KDV tahsilatı 2007 yılında
reel olarak artmaktadır. 2006 bütçesine
göre artış oranı yüzde 23’dür, gerçekleşme tahminine göre ise
bu oran yüzde 15,8’dir. 2004-2005 yıllarında son üç ay toplam dahilde
alınan KDV tahsilatının ortalama yüzde 25’inin tahsil edildiği görülmektedir.
Bu sene de aynı eğilimin devam edeceği varsayımında KDV tahsilatı
yıl sonu için 16,5 milyar YTL düzeyinde hesaplanmaktadır. Bu durumda 2007 yılı için öngörülen artış
oranı yüzde 22,4 olmaktadır. Bu düzeydeki bir artışın ancak çeşitli
muafiyetlerin kaldırılması ve veya KDV oranlarının artırılmasıyla
mümkün olabileceğini söyleyebiliriz. Bu ise ortalama vatandaşın
alım gücünün vergi yüküne daha fazla katılımı nedeniyle düşürecektir.
Bunun dışındaki diğer bir alternatifte KDV tahminin oldukça iyimser
yapılmış olmasıdır.
• Dış ticaret
açığının ithalattaki artış ile devam edeceği varsayımında ithalde
alınan KDV tahsilatı da yüzde 16 oranında artırılmaktadır. İthalde
alınan KDV art dahilde alınan KDV toplamı toplam vergi tahsilatının
yüzde 31,4’üne çıkmaktadır.
• Banka
ve sigorta muameleleri vergisi yıl sonu tahsilat tahminine göre
2007 yılında yüzde 22 oranında artmaktadır. Finansman koşullarına
duyarlı kredi talebinin 2007 yılında düşeceği varsayımı altında
bu artış gerçekçi görülmemektedir.
Memur Aylıklarına Uygulanan Katsayı
Artışı
2006
yılı MYBK ile memurların aylıklarına uygulanan katsayı %2.5 oranında
artırılarak yılın ilk yarısında 0.04265 olarak belirlenmişti. 2006
yılı MYBK 22. Maddesinde, 1.7.2006 tarihinden itibaren memurların aylıklarına uygulanan
katsayının yine %2.5 oranında artırılması, yani katsayının
0.04373 olması öngörülmüştü.
Memur
sendikaları ile Hükümet arasında yapılan toplu görüşmeler sırasında;
memurlara yılın ilk yarısında % 2.5 oranında zam verildiği, yılın
ikinci yarısında da memurların aylıklarına uygulanacak katsayının
% 2.5 oranında artırılmasının öngörüldüğü, ancak 1.1.2006 ile
1.7.2006 tarihleri arasında enflasyonun yüzde 4.88 olarak gerçekleştiği
saptaması yapıldı. Ortaya çıkan bu olumsuzluğun giderilmesi
için, 15/9/2006 tarihli ve 2006/10971 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının
1 inci maddesiyle; 1/7/2006 tarihinden geçerli olmak üzere, memurların
aylıklarına uygulanan katsayı, 0,04475 olarak belirlendi.
Böylece
yılın ikinci yarısından itibaren memur aylıklarına uygulanan katsayı artış oranı 2006 yılı MYBK da öngörüldüğü
gibi %2.5 oranında değil, enflasyondaki
%2.5 den fazla gerçekleşen artışı da kapsayacak şekilde 2006/10971
sayılı Bakanlar Kurulu Kararında öngörüldüğü gibi %4.80 oranında
gerçekleşti.
TABLO 13 2006 VE 2007 YILI MEMUR MAAŞ
KATSAYILARI VE ARTIŞ ORANLARI
TABLO 14. 2006 VE 2007 YILININ İLK
VE İKİNCİ YARILARI MEMUR AYLIK KATSAYILARI VE ARTIŞ ORANLARI
2007
yılı MYBK ile memurların aylıklarına uygulanacak katsayının yılın
ilk yarısında 0.04605, yılın ikinci yarısında 0.04739 olması öngörülmektedir.
Bu rakamlar memurların aylıklarının yılın ilk yarısında %3, yılın
ikinci yarısında da %3 oranında artırılmasının öngörüldüğünü
göstermektedir.
2006
yılının ikinci yarısının ilk üç ayında enflasyondaki artış oranı
%1.8 olarak gerçekleşmiştir. Bakanlar Kurulu Kararı ile gerçekleştirilen
katsayı artışı, memurların yılın ilk yarısındaki kayıplarını ancak
karşıladığından memur aylıkları 2006 yılının Temmuz ayından itibaren
erimeye başlamış ve bu erime resmi rakamlara göre Eylül ayının başında
yaklaşık %2 oranına erişmiştir. Enflasyon artışındaki trend, bu erimenin,
yıl sonunda en az %4 oranına ulaşacağını göstermektedir.
2007
yılının ilk yarısında memurların aylıklarına uygulanan katsayının
%3 oranında artırılması Ocak 2007 de ortaya çıkacak olan %4’lük kaybı
bile karşılamayacaktır. Bu kayıp, 2007 yılının ilerleyen aylarında
artarak büyüyecektir.
Ortaya
çıkacak olan kayıp o kadar açıktır ki bu yüzden Hükümet, bu kaybın telafi
edileceğini açıklamak zorunda kalmıştır. Bu nedenle 2007
MYBK’na bir hüküm koyarak, 2006 Aralık
ayı ile 2007 Haziran ayı arasındaki enflasyon artış oranı %2.5’i aşarsa,
aşan kısmın telafi edilmesi için birinci
altı aylık döneme ait katsayının Bakanlar Kurulunca belirlenmesi
ilkesi benimsenmiştir.
Ancak
belirtmek gerekir ki, enflasyon artışlarının katsayı artışlarından
daha yüksek oranlarda gerçekleşmesi nedeniyle ortaya çıkacak
olan kayıpları telafi etmek gerekçesiyle öngörülen bu uygulamalar,
zaten zor koşullar altında geçimlerini sürdüren memurları koruyan,
kollayan uygulamalar değildir.
Zaten
düşük ücretle çalıştırılan insanların
önce enflasyona karşı kayba uğramaları beklenmekte, sonra kayıpları
telafi edilmektedir. Ama bu telafi etme işlemi o şekilde yapılmaktadır
ki, geçmişteki kayıpların telafi edildiği noktada, yeni enflasyon
artışından kaynaklanan kayıplar başlamakta ve bu kayıplar her ay
daha da büyümektedir.
Durum
böyle iken yetkililer, çeşitli yanıltıcı hesaplama yöntemlerini
kullanarak, gerçekleri saptırmaktadırlar. Örneğin, 2006 yılında
Maliye Bakanlığı, Toplu Konut İdaresi'nin, kredili konut satışlarında
uygulayacağı faiz oranını belirlemek için yılın ilk yarısında memur
maaş zammıyla ilgili sorusuna verdiği yanıt yazısında, 2006
Ocak-Haziran döneminde memur maaşlarına ilk aşamada yüzde 2.5 oranında
artış yapıldığı, daha sonra bu artışa ilave olarak 40 YTL ek ödeme
yapıldığı ve bu ödemenin memur maaşlarını ortalama yüzde 3.7 artırarak
zam oranını yüzde 6.3'e yükseltildiğini belirtti.
Bunun
üzerine, TOKİ de yılın ikinci yarısı için kredili satışlarına yüzde
6.3 oranında faiz uygulama kararı aldı.
Hükümet
rakamlarla oynayarak, en yüksek artışın yüzde 13,2, ortalama artışın
yüzde 12,2 olduğunu ileri sürmektedir. Güya istatistiksel değerlendirmeler
yaparak kümülatif artışlara ilişkin başka rakamlar da ortaya serilmektedir.
Kümülatif artış hesabı yapanlar kümülatif kayıp hesabı da yapmalıdır.
Bu yüzden 200’li yıllarda çalışanların kayıplarının giderilmesi
gerekmektedir. Bu tespit ekonominin büyüdüğü söylemlerinde daha
doğru olmaktadır.
2006
ve 2007 yılı MYBK’ da yer alan rakamlar, 2007 yılının birinci ve ikinci
yarısında memurların aylıklarına uygulanan katsayı artışının,
aylık katsayısında %3, %3, taban aylığında %5, %5, yan ödeme katsayısında
%3, %3 oranında olduğunu göstermektedir.
Tablo 15. Net Ele Geçen Ücretlerdeki
Gelişmeler
Net
Ele Geçen Ücretlerdeki gelişmeler incelendiğinde kamu işçisinin
reel ücret endeksinin 2002 yılında 89,2 olan seviyesinden 2005 yılında
95’e, özel sektör işçi ücretlerinin aynı dönemde 94,3’den 97,7’ye ve
memur maaşlarının da 110,8’den 115,7 düzeyine çıktığı görülmektedir.
Bu veriler
ışığında reel net ele geçen endeks değerlerindeki artışların 3.4
puanla 5.8 puan arasında olduğu görülmektedir. İşte Sayın Başbakan
da bu artış nedeniyle övünmektedir. Fakat biraz daha dikkatli bakıldığında
ücretler üzerindeki baskı açıkça görülebilmektedir; 1998 yılı sonundan
1999 yılının sonuna kadar geçen bir yıllık dönemde kamu işçisinin
reel kazanç endeks değeri 30,7, özel kesim işçisininki 12,3 ve memur
maaşınınki de 5,3 puan artış göstermiştir. Düzey olarak bakıldığında,
üzerinden ciddi bir ekonomik kriz ve bir adet AKP iktidarı geçmeden
önceki reel kazanç endeks değerleri 1999 yılında, şimdiki değerlerin
en aşağı 7.4 puan üzerinde olduğu görülmektedir. Hele ki özel sektör
işçisinin eline geçen net gelirin 20.5 puan gerilemiş olduğu görülmektedir.
Bu veriler
ışığında AKP İktidarı Türk emekçisinin değil yabancı emekçilerin
iktidarıdır. Çünkü kendi emekçisinden esirgediği iş olanaklarını
yabancı işçilere kullandırmaktadır. Öte yandan uzun vadede teknolojiyi
geliştirecek politikalar da izlenemediğinden rekabet ücretler
yoluyla yapılmaya çalışılmaktadır bu İktidar döneminde. Tabii
emek piyasasındaki bu duruma ek olarak bir de yabancı işçiler sorunu
vardır ki Türkiye sınırları içinde çalışmalarına müsaade edilen
kaçak işçilerin tam sayısı dahi İktidarca bilinememektedir.
IV. Sağlık Bakanlığı Bütçesi ve
Koruyucu Sağlık Hizmetlerinin Yetersizliği
Sağlık
harcamaları özellikle dışsallıklar nedeniyle ekonomide büyüme ve
verimliliği doğrudan etkileyen harcamalar olarak değerlendirilmektedir.
Sağlık harcamalarının sunum düzeyi ve kalitesi insan yaşamının
süresini uzatması yanında özellikle koruyucu sağlık hizmetleri
yoluyla negatif dışsallıkları azaltması nedeniyle de büyümeyi
olumlu yönde etkilemektedir. Devletin veya geniş anlamda kamunun
sağlık sektöründe faaliyette bulunmasını açıklayan iki grup neden
bulunmaktadır. Bunlardan ilki, sağlık hizmetinin diğer hizmetlerden
farklı bir yapıda olması ile birlikte dışsallıkların varlığında
piyasa başarısızlığıdır. Devletin müdahalesini açıklayan ikinci
grup neden ise gelir eşitsizliğidir. Devletin sağlık hizmeti sunmak
için piyasaya müdahalesini açıklayan en önemli faktörlerin başında
gelir eşitsizliğinin varlığı gelmektedir. Geliri yetersiz diye
hiç bir kişi ihtiyacı olan sağlık hizmetinden mahrum edilemez. Bu
yaklaşım, tıbbi nitelikteki hizmetlerin bireyler üstündeki giyecek,
sinema, otomobil gibi mal ve hizmetlerden olan farkına dayanmaktadır
(Yılmaz 2006) .
Sağlık
harcamalarının büyümeye katkısı ve kalitesi konusunda değerlendirilmesi
gereken bir husus bizzat bu sektörün içindeki önceliklendirme meselesidir.
Özellikle önleyici ve temel sağlık hizmetleri ile daha yüksek maliyetli
tedavi edici sağlık hizmetleri arasındaki tercih, birincisinin
sosyal faydasının maliyetinden daha yüksek olmasının beklendiği
bir ortamda daha bir önem kazanmaktadır. Bu çerçevede kamunun sektöre
müdahalesinde ve kaynak dağıtımında önceliğin tartışmasız olarak
koruyucu sağlık hizmetlerine yönelik olması gerekmektedir.
Sağlık
bakanlığı bütçesi ve koruyucu sağlık hizmetlerinin bu dönemde reel
olarak düşmektedir. Aksine tedavi hizmetleri ve ilaç giderleri uygulanan
yanlış ve ezbere politikalarla artmıştır. Nitekim, son dönemde
ilaç başta olmak üzere sağlık harcamalarına yönelik tedbir uygulamaları
etkinlikten uzak kullanılan kaynakların çeşitli bürokratik yöntemlerle
azaltılması çabasıdır. Ama bu uygulamadan düşünüldüğü gibi kaynakları
kötü kullanan kesimler değil sağlık hizmetine ihtiyaç duyan yoksul
kesimler doğrudan olumsuz etkilenmektedir.
Son 10
yıllık dönemde Sağlık Bakanlığının harcamaları için kullandığı
kaynaklara bakıldığında, şu üç temel kaynağın kullanıldığı görülmektedir;
• konsolide
bütçeden aldığı ödenek,
• ve
2002 yılından itibaren bütçe içine alınan ve daha sonra sıfırlanan
3418 sayılı Eğitim, Gençlik Spor Vergisi payı
• ve döner
sermaye kaynakları kullanılmak suretiyle yarattığı kaynak
Bu yaklaşımla
Sağlık Bakanlığı bütçesi ele alındığında, bakanlığın toplam sağlık
harcamalarını ve gelirlerini bir bütün olarak görmek mümkün olmaktadır.
Son 5-6 yıllık dönem içinde Sağlık Bakanlığının kullandığı kaynağın
gelişimini anlamak açısından böyle bir yaklaşıma dayanan analiz
yapmak kaçınılmaz görülmektedir. Aksi takdirde resmin tamamı görülmeyecektir.
Bu çerçevede,
Sağlık Bakanlığının 2002 ve öncesi bütçeleri ile 2002 ve sonrası
bütçelerini aynı baza oturtmak için -karşılaştırabilir olmak
için- kapsam konusuna dikkat etmek gerekmektedir. 2002 öncesi dönemde
Sağlık Bakanlığı bütçesinde yer almayan bazı harcama kaynakları
daha sonraki yıllarda hazırlanan bütçelerin içine aktarılmış daha
sonra bu kaynaklar bütçeleştirmek suretiyle bütçe içinde gösterilmeye
başlanmıştır.
Dolayısı
ile Sağlık Bakanlığının bütçesinin
geçmiş dönemlere göre gerçekten artıp artmadığını anlamak için bu
türden geçişmeleri ortaya koyarak bakanlığın bütçesini analiz
etmek gerekmektedir. Sağlık Bakanlığının bütçesini esas olarak
3418 sayılı kanun kapsamında kullanılan kaynak ilave edilmek suretiyle
bakıldığında, bakanlığın gerçekten bütçe yoluyla daha az veya daha
fazla kaynak kullanıp kullanmadığını anlamak mümkündür.
Benzer
şekilde 2007 ve sonrası bakanlığın bütçesi dışına çıkartılan ve
bakanlığın kamuya sunduğu hizmetle doğrudan ilişkisi olmayan yeşil
kart harcamalarının da bakanlık bütçesinden düşülmesi gerekmektedir.
Yine 5283 sayılı kanunla Sağlık Bakanlığına devredilen SSK hastanelerinin
personel ve diğer giderlerini de ayıracak şekilde toplam bakanlık
harcamasına bakma bütçe gelişimini anlamak açısından gereklidir.
Bütçe
kaynaklarının gelişiminin değerlendirilmesinde döner sermayeler
dikkate alınmamıştır. Döner sermayeler izleyen başlıklarda ayrı
bir şekilde değerlendirilmektedir. Sağlık Bakanlığının bütçesi
fonlar eklenmiş ve yeşil kart harcamaları düşülmüş olarak ele alındığında,
1997-2006 arasında kurum bütçesinin reel olarak bir düşme eğilimi
içinde olduğu görülmektedir.
Tablo 16. Sağlık Bakanlığının Bütçe
Büyüklüklerinin Gelişimi
2002
yılında GSMH’ya oran olarak yüzde 0,99 olan bakanlık bütçe harcamaları
izleyen iki yıl önemli oranda düşerek yüzde 0,86’ya inmiştir. 2005 ve
sonrası bakanlığın bütçesi yüzde 1’in üzerine çıkmakla birlikte
bu artışta belirleyici olan esas olarak 5283 sayılı yasa ile SSK hastanelerinin
bakanlığa devredilmesiyle ortaya çıkan ilave harcama genişlemesidir.
Belli varsayımlarla bu ilave harcama ayıklandığında, bakanlık harcamalarının
1997 yılı düzeyinin bile altına düştüğü görülmektedir. Nitekim
Sağlık Bakanlığının toplam sağlık harcamaları içindeki payı
1990’lı yılların sonundaki yüzde 30 düzeyinden 2004 yılında yüzde
15’e, 2006 yılı sonunda ise SSK hastanelerinin devri ile yüzde 18’e
çıkmıştır. SSK ayıklandığında bu oran tekrar yüzde 15’lere düşmektedir.
Sağlık harcamaları reel olarak yüzde 50’ye yakın oranda artarken
Sağlık Bakanlığının kullandığı (döner sermaye hariç) kaynakların azalması sağlık hizmetlerinin
kalitesini ve etkinliğini doğrudan olumsuz etkilemektedir.
Sağlık
Bakanlığı bütçesinde özellikle diğer cari harcamalarla, yatırımlardaki
düşme önemli görülmelidir. Bu iki kalemde reel olarak yaşanan düşme
sağlık hizmetlerinin kalitesini düşürmektedir.
Grafik 5. Sağlık Bakanlığı Mal Ve
Hizmet Alımları ve Yatırım Harcama ve Ödeneklerinin Gelişimi
2006
bütçesinde diğer cari harcamaların ödenek kullanımı açısından düşeceği
(yeşil kart ayıklanmış) ve 2007-2009 arasında öngörülen diğer cari nitelikli
mal ve hizmetlerin azalması Sağlık Bakanlığının üstlendiği fonksiyonları
yerine getirememesine yol açacaktır. Yatırımlarda ve diğer cari
harcamalarda bütçe kaynaklı desteğin azalması aslında bugünkü hükümetin
geleceğe bumerang etkisi yaratacak bir harcama ertelemesi yapmaktan
başka bir şey değildir.
Sağlık
Bakanlığın farklı kurumsal yapılar tarafından sunulan sağlık hizmetlerini
ne düzeyde koordine ettiği önemli bir sorundur. GSMH’nın yüzde 5’ine
ulaşan bir mali büyüklüğün ekonomide kaynakların etkin kullanılması
çerçevesinde Sağlık Bakanlığı tarafından nasıl yönlendirildiği,
hizmetin gerçekten ihtiyacı olanlara sunulması konusunda ne tür
stratejiler geliştirildiği, somut olarak neler yapıldığı açık değildir.
Aslında bakanlık bu anlamda sektörün beyni olarak koordinasyon işlevini
geliştirmek yerine özellikle döner sermayeler aracılığı ile sektörü
kendisine kaynak sağlayan bir faaliyet alan olarak görmektedir. Bakanlık
hem kamu parasını hem de vatandaşın parasını kamunun sektöre müdahalesini
açıklayan temel nedenlerin dışında kullanmakta, bir anlamda kendisine
ve ilgili diğer taraflara rant aktarmak suretiyle etkinsiz kullanmaktadır.
Hükümet
önce 2006 mali yılı merkezi yönetim bütçe kanununa, sonra ise başka
bir kanuni düzenleme ile Sağlık Bakanlığına bağlı döner sermayelerin
(devredilen SSK hastaneleri dahil) yaklaşık 2,2-2,5 milyar YTL düzeyindeki
alacağını silmiştir. Bu şekilde 2004 ve öncesine ait olan ve başta
sosyal güvenlik kurumları olmak üzere kamu kurumlarının döner sermayelere
olan borcunun bir kısmı silinmiştir. Bu işlem ile özellikle faiz dışı
fazla hedefine ulaşmak amacıyla kamu harcamalarının olması gerekenden
düşük gösterilmesi de sağlanmıştır.
Sağlık
harcamaları aslında GSMH’ya oran olarak yüzde 5’in üzerindeyken, Sağlık
Bakanlığına bağlı döner sermayelerin alacaklarının silinmesi
dolayısı ile borçlu olan kurumların gider göstermemesi nedeniyle
bu oran yüzde 5’in altına indirilmeye çalışılmıştır. Üniversitelere
bağlı sağlık döner sermayelerinin alacakları için henüz silme işlemi
yapılmamakla birlikte bu kurumların alacaklarının karşılığının
yüzde 80’den fazlası kurumların giderleri arasında hala gösterilmemektedir.
Tablo 17. Sağlıkla İlgili Döner
Sermaye Bilançolarındaki Ticari Alacak Tutarları
Kaynak:
Yılmaz (2006)
Yukarıdaki
tablodan görüleceği şekilde sağlıkla ilgili döner sermayelerin
kamudan alacakları toplamı son iki yılda hızla artarak yaklaşık 5
milyar YTL düzeyine, 2006 Eylül sonu itibarıyla ise yaklaşık 5,5 milyar
YTL düzeyine çıkmıştır (2005 ve 2006 rakamlarına SSK hastaneleri
dahildir). 2000 yılına göre artış oranı reel olarak dört kattır. Sağlıkla
ilgili döner sermayelerin kurumlardan olan alacaklarının brüt satışlarına
oranı yüzde 20’lerden 2005 yılında yüzde 40’a sıçramıştır. GSMH’ya
oran olarak ise alacaklar yüzde 0,20’lerden yüzde 1’lere çıkmıştır.
Tüm
bunların anlamı hastanelerin cari giderlerini, yatırım giderlerinin,
bakım onarım giderlerinin yapıldığı personel ek ödemelerin döner
sermayelerdeki kaynakla sağlandığı bir ortamda döner sermayelerin
hızla ödeme güçlüğü bir süre sonra ödeme imkansızlığına çekilmesi
sağlık sisteminin de çökmesine yol açacaktır. Sağlık hizmetlerinin
kalitesindeki düşme ve aşınma bunun günümüze yansıyan görüntüsüdür.
Sağlık
Bakanlığının özellikle SSK hastanelerinin devri yoluyla görev tanımı
tedavi hizmetlerinde artmakla birlikte bütçeden aldığı kaynak yukarıdaki
tablodan açık bir şekilde görüldüğü üzere reel olarak azalmaktadır.
Kaynakların azalması bakanlık karar alma sürecinde daha az etkin
olan koruyucu sağlık birimlerinin kullandığı kaynağın azalmasına
dolayısı ile halk sağlığının ihmal edilmesine yol açmaktadır.
Yukarıdaki
tespitin, sağlık politikası geliştirme ve uygulama konusundaki
yetersizliği en somut göstergesi koruyucu nitelikteki sağlık
harcamalarının toplam sağlık harcamaları içindeki payının sürekli
düşmesi ve sağlık harcamaları artarken koruyucu sağlık harcamalarının
reel olarak azalmasıdır. Nitekim merkezi yönetim bütçesinden halk
sağlığına ayrılan kaynağın her sene azalması bunun temel göstergesidir.
Zaten oldukça yetersiz olan koruyucu sağlık harcamalarının düzeyi
1990’ların sonunda GSMH’ya oran olarak yüzde 0,15’ler düzeyinden 2005
yılında yüzde 0,11’lere kadar düşmüştür. Toplam sağlık harcamaları
içindeki payı da benzer şekilde düşerek yüzde 4’lerden yüzde 2,5’lere
gerilemiştir.
Koruyucu
sağlık harcamalarındaki gelişmeyi gösteren tabloların başında
bütçeden yapılan halk sağlığı harcamalarının gelişimi gelmektedir.
Halk sağlığına ayrılan bütçe kaynaklarının sağlık harcamaları
içindeki payı yüzde 1,1’lere kadar düşmüştür. Burada iki temel faktör
belirleyici olmuştur; birincisi, Sağlık bakanlığın bütçesindeki
reel gerileme, ikincisi Sağlık bakanlığının tasarruf yapma zihniyetinin
doğrudan bu harcamaları olumsuz etkilemesi. Aslında en son tasarruf
edilecek kalemlerin başında halk sağlığı harcamaları gelirken bakanlık
tedavi harcamaları başta olmak üzere diğer harcama kalemlerinde
ödeneğin çok üstünde harcayıp buradan tasarruf etmeye çalışmaktadır.
Tablo 18. Halk Sağlığı Sağlık Harcamalarının
Gelişimi
OECD
verilerine (2005) göre kişi başına koruyucu nitelikte halk sağlığına
yönelik yapılan harcamaların düzeyinin en düşük olduğu ülke Türkiye
çıkmaktadır. 1999 yılında kişi başına 5 dolar düzeyinde olan koruyucu
sağlık harcaması 2003 yılında 4,8 dolara düşmüştür. İzleyen tablodaki
ülke ortalamalarının yaklaşık onbeşte biri düzeyinde kişi başına
koruyucu sağlık harcamasını Türkiye yapıyor gözükmektedir.
Tablo 18. Seçilmiş Ülkelerde Kişi
Başına Koruyucu Sağlık Hizmetleri (ABD Doları)
Kaynak:
OECD 2005 ve CHP Grup Ekonomi Danışmanlığı (2006)
Sağlık
Bakanlığının bu konuda hesap vermesi gerekmektedir. Vergi mükellefinin
parasıyla karşılanması gereken sağlık hizmetlerinin başında koruyucu
sağlık hizmetleri gelmektedir. Özellikle yoksulluğun arttığı, alt
yapı problemlerinin hala sorun olduğu bir ülkede bu tespit daha
doğru olmaktadır. Türkiye kişi başına koruyucu sağlık harcaması
bakımından aslında gelişmiş ülkelerden çok daha fazla harcaması
yapması gerekirken daha az harcama yapmaktadır.
2006-2008
dönemini kapsayan Orta Vadeli Programda ise “Sağlık” başlıklı bölümde
koruyucu sağlık hizmetlerine öncelik verileceği ve koruyucu
sağlık hizmetlerinin etkinleştirilerek yaygınlaştırılacağı
açık bir şekilde yer almıştır. Ancak, sağlık alanında ortaya konan
bu politika önceliğinin Orta Vadeli Mali Programda nasıl bir kaynak
tahsisi süreciyle yerine getirileceği ve bu alana ne kadar kaynak
aktarılacağı belli değildir.
Koruyucu
sağlık hizmetlerine yönelik olarak ayrılan kaynağın yetersizliği
ve reel olarak düşmesi, özellikle aşılama konusundaki problemler,
gelecek dönemde yaşanacak bir çok bulaşıcı nitelikteki hastalığa
karşı ülkeyi aslında bir anlamda hazırlıksız bir noktaya taşımaktadır.
Kamu
ilaç harcamaları ise 1990’lı yılların sonunda GSMH’ya oran olarak yüzde
1,3’ler düzeyindeyken, bu oran dönem içinde yüzde 2’ye kadar çıkmıştır.
Sağlık harcamalarındaki artışa paralel ilaç harcamaları da dönem
içinde KDV oranlarının düşürülmesine rağmen yaklaşık yüzde 50 oranının
üzerinde reel olarak artış göstermiştir.
Kamu
ilaç harcamaların toplamı 2005 yılı sonunda (düzeltilmiş rakamlar
çerçevesinde) 9,5 milyar YTL’ye çıkmıştır (7 milyar dolar). Toplam
harcamaların yüzde 40’ı doğrudan ilaç alımına gitmektedir. Tedavi
harcamaları içindeki ilaç tüketimi ile düşünüldüğünde bu tutarın
8 milyar dolara yakın olduğunu söyleyebiliriz.
Kamunun
ilaç harcamaları nakit olarak ödenen toplam ilaç harcamalarını göstermektedir.
Bu tespit özellikle son iki yıldır önem kazanmıştır. Hükümet faiz dışı
fazla hedefine ulaşmak ve sağlıkla ilgili politikalarının yanlışlığını
gizlemek gayretiyle sağlık giderlerini özelde ise ilaç harcamalarını
dönemsel kaydırmalar ve eksik tahakkuk ettirmek suretiyle düşük
göstermeye çalışmaktadır.
Grafik 6. Kamu İlaç Harcamaları
(GSMH’ya Oran Olarak)
Kaynak:
H.Hakan Yılmaz, Türkiye’de 2000 Sonrasi
Dönemde Uygulanan İstikrar Programlarinda Mali Uyumda Kalite Sorunu,
2006
İlaç
harcamalarındaki artışa en iyi kurumsal örnek SSK’dır. SSK’nın ilaç
alım politikasını değiştirmesi sonucu kurumun ilaç maliyetlerinde
gerek ilaç fiyatlarındaki artışın gerekse enflasyonun çok üzerinde
bir artış olmuştur. 2005-2006 yıllarında ortalama enflasyon 10’un altındayken
kurumun ilaç maliyetlerindeki artış yüzde 25-32 arasında değişmiştir. En iyimser senaryoda bile SSK’ya bu politika
değişikliğinin üç yıllık maliyetinin 2,5 milyar dolara yakın olduğu
tahmin edilmektedir .
Tablo 19. SSK Sağlık ve İlaç Harcamalarının
Gelişimi
Çeşitli Yasal Düzenlemeler
AKP hükümetinin
iş başına geldiğinden bu yana en çok mevzuat değişikliği yaptığı
alanlardan biri de, sağlık alanıdır. AKP, sağlıkla ilgili yasal düzenlemelerde
ve diğer idari tasarruflarda kamunun verdiği sağlık hizmetlerinin
etkinsizleştirilmesi planını büyük bir kararlılıkla uygulamaktadır.
Kamu hastaneleri etkisiz hale getirilmekte, temel sağlık hizmetlerine
bütçeden yeterli kaynak ayrılmamakta, yatırımlar kısılmakta, harcamalar
artmaktadır.
AKP,
sağlık hizmeti veren kamu kesimini yani; devlet hastanelerini,
üniversite hastanelerini ve sağlık ocaklarını iş yapamaz hale getirip
sağlık hizmetlerinin sadece özel kesim eliyle verilmesine yönelik
politikalar uygulamaktadır. Hükümet,
IMF'nin sağlık harcamalarınızı azaltın şeklindeki yönlendirmesi
ile paket fiyat” uygulamasını başlattı. 1 Temmuz 2006 tarihli Resmi
Gazetede yayımlanan Tedavi Yardımları Uygulama Tebliği, birinci
basamak resmi ve özel sağlık kuruluşlarına başvuran hastalar için,
vaka başına ödemede bulunulması öngörüyordu. Vaka başına ödeme,
resmi sağlık kuruluşlarında 11 YTL, özel sağlık kuruluşlarında
13.2 YTL. olarak öngörülüyordu.
Devlet
ve Üniversite hastanelerinin döner sermaye gelirleri azaldığında,
sağlık hizmetlerinin kalitesinin düşmesi, kuyrukların uzaması
ve yaşamsal risklerin artması kaçınılmaz hale gelecektir. Bu tebliğin
amacı, harcamaları kısma bahanesi altında Devlet ve Üniversite
hastanelerinin döner sermaye gelirlerini azaltmaktır.
Maliye
Bakanlığı, kamu hastanelerini hizmet sunamaz hale getirecek
olan 1 Temmuz tarihli tebliğin ardından, 120 kalem ilacı, bedeli ödenecek
ilaçlar kapsamından çıkaran tebliği yayınlandı. Türk Tabipler Birliği,
Maliye Bakanlığının sağlıkla ilgili çeşitli tebliğleri hakkında
dava açtı. Danıştay, Türk Tabipleri Birliği’nin ve Ankara Ticaret
Odasının başvurusu üzerine 13. Ekim 2006 tarihinde Maliye Bakanlığı'nın
1 Temmuz'da yürürlüğe giren ve kamu ya da özel tüm sağlık kurumlarında
verilecek sağlık hizmetlerine ilişkin olarak vaka başı ödeme sistemini
başlatan tebliğini Anayasa'nın 56. maddesine aykırı bularak yürütmesini
durdurdu.
Danıştay
Kasım 2006 da da Maliye Bakanlığı tarafından yayımlanan 29.04.2006
ve 31.05.2006 tarihli Tedavi Yardımına İlişkin Uygulama Tebliğlerinin
hastaların sağlık hizmetlerine erişimini kısıtlayan ve hekimlerin
tedaviyi tayin hakkına sınırlama getiren maddelerinin yürürlüğünü
durdurdu.
Bu Tebliğde:
Reçetelere yedi günlük tedavi dozunu aşmayacak şekilde ilaç yazılmasını;
antibiyotiklerin 5-7 günlük dozunun reçete edilmesini; ilaçların Sağlık Bakanlığı'nca izin verilen
endikasyon ve kullanım dozu dışında kullanımını öngören düzenlemeleri;
yeni nesil antidepresanları ve
yeni nesil antiepileptikleri reçete edebilecek uzmanlık alanlarını
sınırlı ve eksik biçimde ifade eden hükümleri ve ilaçların reçete
edilmesinde uzman hekimler arasında ayrım yapan ve pratisyen hekimlerin
reçete yazma yetkilerini kısıtlayan hükümler vardı. Danıştay, bu
hükümlerin yürürlüğü durdurdu.
V. Milli Eğitim Bakanlığı ve Üniversiteler
Bütçeleri
Sosyal
faydasının sosyal maliyetinden yüksek olması ve beşeri sermayeyi
geliştirerek ekonomide verimliliği artırması kamu harcamaları
içinde eğitim harcamalarını diğer sektör harcamalarından ayırmaktadır.
Eğitim harcamalarının önemli bir kısmının fırsat eşitliğini sağlamaya
yönelik sosyal adalet niteliğindeki harcamalar içinde görülmesi,
pozitif dışsallığının yüksek olması ve özellikle ilköğretimin erdemli
hizmetler arasında sayılması nedenleriyle kamu bu sektöre müdahale
etmektedir. Eğitim harcamaları ile ekonomideki verimlilik arasındaki
ilişki bugüne kadar yapılan bir çok ampirik çalışmayla ortaya konmuştur.
Eğitim harcamalarındaki artış ekonomideki insan gücünün verimliliğini
artırmakta dolayısıyla ülkenin üretim gücünü dolayısıyla büyümeyi
olumlu etkilemektedir (Yılmaz 2006).
1998
yılında sekiz yıllık zorunlu eğitim ile birlikte kaynak yapısı reel
artışlarla güçlenen eğitim sektörünün kullandığı kamu kaynağı
özellikle 2003-2005 döneminde önceki yıllara göre hissedilir düzeyde
düşmüştür. 2002 yılında GSMH’ya oran olarak yüzde 4,3 oranında olan kamu
eğitim harcamaları 2004 ve 2005 yıllarında yüzde 4 oranına düşmüştür.
Bu dönemde MEB bünyesindeki okullarda örgün eğitim alan öğrencilerin
sayısının bir milyona yakın arttığı dikkate alındığında, düşmenin
gerek reel etkisi gerekse öğrenci başına reel düşüş hızındaki artış
daha iyi anlaşılacaktır.
Tablo 20. Kamu Eğitim Harcamalarının
Gelişimi
Eğitim
harcamalarında bu dönemde yaşanan düşmeden en çok etkilenen kurum
eğitim harcamaları toplamının ortalama yüzde 65’ini yapan Milli
Eğitim Bakanlığı olmuştur. Milli Eğitim Bakanlığı bütçesinde yaşanan
reel düşmeyi bu dönemde gizleyen gelişme 2002 öncesinde fon hesaplarında
görülen 3418 sayılı Eğitim, Sağlık fonu gelir ve harcamalarının
2002 yılından itibaren bütçe içinde gösterilmesi ile Kredi ve Yurtlar
Kurumuna yapılan bütçe transferinin 2004 yılından itibaren bakanlık
bütçesine alınmasıdır.
2006
yılı bütçe ödenekleri çerçevesinde kamu eğitim harcamaları artmaya
başlamıştır. 2007 yılı bütçesi çerçevesinde GSMH’ya oran olarak kamu
eğitim harcamaları önceki dönemin aksine MEB’nın ödeneklerindeki
artışın etkisiyle yüzde 4,5’e çıkmıştır. MEB bütçe kaynaklarındaki
artış ise personel ödeneklerinde öngörülen yükselmeden kaynaklanmıştır.
Hükümetin
orta vadeli mali planda çerçevesini çizdiği 2007 bütçe tasarısı
ile şekillendirdiği 2008 ve 2009 yılı harcama tahminlerine bakıldığında
ise eğitime ayrılan kaynağın tekrar reel olarak düşüşe geçtiği ve
2009 yılında bir anlamda 1998 öncesi düzey olan yüzde 4’lere çekildiği
görülmektedir. Özellikle 2009 yılı için harcamaların GSMH’ya oranının
yüzde 4 olması gerçekçi görülmemektedir. 2009 yılında öğrenci sayısının
artacağı, yeni okul ve dersanelerin başta işletme ve donatım harcamaları
olmak üzere operasyonel harcamaları yukarı çekeceği ve ortaöğretimin
dört yıla çıkması nedeniyle ortaöğretimde öğrenci sayısının artması
nedeniyle ilave harcama ihtiyacı dikkate alındığında eğitimin
bu kaynak düzeyine sığması olasılıktan bile uzaktır.
Sonuç
olarak, Türkiye’de AKP döneminde kamu eğitim harcamaları GSMH’ya
oran cinsinden düşmüştür. 1999-2002
dönemini kapsayan dört yılda kamu eğitim harcamaları ortalama
yüzde 4,34 oranında gerçekleşmişken bu oran AKP döneminde 2003-2006
arasında yüzde 4,1 oranında çıkmıştır.
MEB
bütçesi 2007 yılı için bütçe tasarısı ile 2006 yılı bütçesine göre
yüzde 28,9 oranında bir artışla 21.356 milyon YTL düzeyinde Parlamentoya
sunulmuştur. Genel bütçe kapsamındaki kuruluşların ortalama olarak
bütçe ödeneklerinin yüzde 18,3, merkezi yönetim faiz dışı bütçe
ödeneklerinin ise yüzde 18,6 oranında arttığı dikkate alındığında
bakanlık bütçesi 2007 yılında ortalamaların oldukça üstünde bir
artış göstermektedir. Diğer yandan, 2006 yılında MEB bütçesinin personel
harcamalarındaki artış nedeniyle ödenek aşımının en fazla olacağı
kurumlardan birisi olması nedeniyle artış oranının yüzde 20’lere
düşeceğini söyleyebiliriz. Buna rağmen, büyüme ve enflasyonun
yüzde 12,3 olduğu bir yılda harcamaların yüzde 20’nin üzerinde artması
kurum bütçesinin reel olarak arttığını bize göstermektedir.
Tablo 21. Milli Eğitim Bakanlığı
Bütçesinin Gelişimi (2004-2009)
Operasyonel
harcama niteliğindeki mal ve hizmet alımlarının ve transfer harcamalarının
düştüğü, yatırımların reel olarak hemen hemen aynı kaldığı bir dönemde
MEB’nın harcamalarındaki artışı belirleyen personel ödeneklerinde
yaşanan yüzde 36,6 oranındaki (reel olarak yüzde 16) artış olmuştur.
Personel giderleri ise iki faktörden dolayı artmıştır;
• Birincisi, yeni sosyal güvenlik
yasası ve genel sağlık sigortası uygulaması nedeniyle prim giderlerinin
artması ve ilk yıl prim farkının devlet tarafından ödenmesi.
• İkincisi ise 2006 yılında ek ders
ücretlerine yapılan zamdır.
Personel
giderleri artarken mal ve hizmet alımları ise dikkati çekeceği üzere
düşmektedir. Bu ise personel için yapılan tedavi ve ilaç giderlerinin
artık kurum bütçelerinden çıkarılıp genel sağlık sigortasına aktarılmasından
kaynaklanmıştır. Geçmiş dönemde sağlık giderlerinin eğitim gideri
olarak fonksiyonel bazda MEB harcamaları içinde yanlış gösterilmesi
bu şekilde de giderilmiştir.
MEB
bütçesini eğitim harcamaları açısından doğru analiz etmek için kurumun
fonksiyonel bazda eğitim harcamalarına bakmak gerekmektedir. Yine
MEB’in eğitime yönelik yapmış olduğu harcamaların gelişimini doğru
ölçmek için kurumun geçmişten günümüze kullanım olduğu kamusal
kaynakların bütününe bakmak gerekmektedir. Ayrıca, MEB’in Kredi
Yurtlar kurumu gibi eğitim kurumlarına yapmış olduğu transferlerin
kendi harcaması olmaması ve ver verilerin geçmişle uyumlu olması
açısından ayıklanması gerekmektedir. İzleyen tabloda yukarda
özetlenen eklemeler ve ayıklamalar yapılmak suretiyle MEB rakamları
2007 yılı bazına getirilmiş ve kurumun bütçesinin gelişimine bakılmıştır.
Bu düzeltmelerle
bakanlık bütçesi yıllar arasında karşılaştırılabilir ve değerlendirmeye
uygun bir şekil almıştır. Buna göre 2003-2006 AKP döneminde önceki
yıllara göre bakanlık eğitim harcamaları önemli ölçüde düşmüştür.
1999-2002 döneminde GSMH’ya oran olarak ortalama 2,9 olan oran 2003-2006
döneminde 2,7’ye düşmüştür.
Tablo 22. Düzeltilmiş Milli Eğitim
Bakanlığı Eğitim Harcamalarının Gelişimi
2007
yılında personel ödeneklerinin artışıyla önemli oranda yükselen
bakanlık eğitim harcamaları 2008 ve 2009 yılları için tekrar düşme
eğiliminde programlanmış ve 1999 yılı düzeyinin altına çekilmiştir.
AKP döneminde
(2003-2006) bakanlığın kullandığı kaynaklarındaki reel gerileme
ortalama yüzde 10 oranında gerçekleşmiştir. Bu düşmede belirleyici
olan faktörlerden başında uygulanan istikrar programı çerçevesinde
fon kaynaklarının bütçeleştirilmesi sonucunda bütçeden yeterli
kaynağın bakanlığa aktarılmaması gelmektedir.
Grafik 7. Kamu Sektörü Eğitim Harcamalarının
Dönemler Arası Gelişimi
İstikrar
programlarının maliyetini çeken kamu hizmetlerinin başında eğitim
sektörü gelmiştir. Halbuki, maliye politikasının kalitesi anlamında
harcamalardaki düşmeden en az etkilenmesi gereken sektörün eğitim
olması gerekmekteydi. Hükümetin ekonomik programı uygulamadaki
kolaycılığı ülkenin orta vadeli geleceği açısından önem taşıyan
eğitim sektörünü olumsuz etkilemiştir. 2007 yılında yaşanan artışın
personel ödeneklerindeki artıştan kaynaklı olduğunu yukarda söylemiştik.
Bu artış personel harcamalarının toplam giderleri içindeki payını
yüzde 84 gibi oldukça yüksek bir orana çıkarmıştır. Personelin ek
ücretlerinin artması şüphesiz ki son derece önemlidir. Ama bu artış
işletme giderlerindeki artış ve donatım ağırlıklı yatırım harcamaları
ile birleşmezse eğitim harcamalarında kaliteden söz etmek mümkün
değildir.
Nitekim,
yatırım harcamaları AKP döneminde dersane sayısındaki rekor artış
söylemlerine rağmen reel olarak önemli oranda düşmüştür. İzleyen
grafikte bunu açık bir şekilde görebiliriz. 200’li yılların başında
yüzde 0,5 olan kamu yatırımların GSMH’ya oranı bugün yarı yarıya azalarak
yüzde 0,20’lere düşmüştür.
Grafik 8. MEB Yatırım Harcamalarının
GSMH’ya Oranının Gelişimi
MEB
bütçe rakamlarında ortaya çıkan bir diğer tuhaf gelişmede öğrenci
ve dersane sayısının arttığı yatırımların tamamlandığı bir ortamda
mal ve hizmet alımlarının reel olarak çok fazla değişim içinde olmamasıdır.
Halbuki eğitimin kalitesini doğrudan etkileyen harcama kalemlerinin
başında burası gelmektedir. Yapılan yatırımların etkin bir şekilde
uygulamaya geçmesi veya eldeki insan gücü dahil varlıkların etkin
kullanımı operasyonel harcamalardaki artışa bağlıdır. Bu anlamda
gelecek dönemde bu harcamaların artması beklenirken düşmesi kaliteden
yakın gelecekte çok daha fazla ödün verileceğini bize göstermektedir.
Bir diğer
önemli konu da, yeni okullar yaptırmak veya var olan okulların kapasitesinin
genişletmek suretiyle artan dersane stokunun MEB’nın özellikle iki
nedenden dolayı kaynak ihtiyacını artırmasıdır:
• Bunlardan ilki mevcut okulların
ve yeni biten dersliklerin donatım ihtiyacıdır. MEB’in sahip olduğu
özellikle orta eğitime ilişkin okulların önemli bir kısmının 20 seneyi
aşan okullar olması ve gelişen teknolojiyle birlikte meslek okullarının
acil modernizasyon ihtiyacı donatım harcamalarına yönelik talebi
artırmaktadır. Yine her sene yapımı tamamlanan yeni dersane, pansiyon,
spor salonu, atölye otel gibi uygulama alanları inşaatı tamamlanan
yatırımların hizmete açılması için ciddi bir donatım ihtiyacını
gündeme getirmektedir.
• İkinci olarak ise donatımı yapılabildiğince
hizmete açılan dersanelerin gerektirdiği ilave işletme maliyetleri
ve başta öğretmen olmak üzere ilave personel ihtiyacıdır.
Uygulanan
ekonomik programın hedeflediği faiz dışı fazlaya ulaşmak için özellikle
2003-2007 döneminde Bakanlığın yatırım bütçesinin reel olarak azalması
yeni dersanelerin gerektirdiği eğitim donatımının yapılamaması,
var olan dersanelerin yenilenememesi nedeniyle eğitimin kalitesini
oldukça olumsuz yönde etkilemektedir.
Donatım
harcamalarının yetersizliği yanında eğitim sektöründe öne çıkan
bir diğer problemde bakım onarım türündeki idame ve tamamlama yatırımlarının
harcama tedbirlerinden kaynaklı olarak sürekli azaltılmasıdır.
Bu duruma, mevcut sermaye stokunun ne düzeyde olduğu konusundaki
bilgisizlik ve bu konuya yönelik olarak yapılması gereken çalışmaların
sistemik bir sorun olarak yapılmaması eklendiğinde ne düzeyde bir
varlık aşınması ile karşı karşıya kalındığı önemli bir sorun olarak
karşımıza çıkmaktadır.
Çeşitli Yasal Düzenlemeler
Milli
Eğitim Bakanlığı, hazırladığı bir yönetmelikle Talim Terbiye Kurulu’nun
en önemli görevlerinden birisi olan ders kitaplarının inceleme
işini İlk, Orta, Mesleki ve Teknik Öğretim Genel Müdürlüklerine
devretmek istemektedir.
2003
yılında göstermelik müfettiş raporlarıyla Talim Terbiye Kurulu’nun
üyelerini sürgüne gönderen, eğitim araçlarını Talim Terbiye Kurulu’nun denetiminden çıkartan Milli Eğitim Bakanlığı
şimdi de ders kitaplarını inceleme işini Genel müdürlüklere vermek
istemektedir.
AKP’nin
iktidarda olduğu dönem boyunca Milli Eğitim Bakanlığı’nda yoğun
bir kadrolaşma yaşandı. Örneğin, Talim Terbiye Kurulu’nun tümünü
görevden alıp kendi anlayışlarına uygun kadroları getirdiler. Bütün
milli eğitim müdürleri ve ilköğretim okullarının müdürleri değiştirildi.
Bu dönemde üniversiteleri kontrol altına alma çabaları hiç hız
kesmedi. Gündeme sık sık getirilen türban ve imam hatip sorunu, eğitimin
gerçek sorunu imiş gibi gösterildi. Bu yapay sorunlar, demokrasi
ve özgürlük sorunu olarak takdim edildi.
AKP’nin
en çok yasa değişikliği yaptığı alanlardan bir diğeri de Milli Eğitim
alanıdır. Yönetici kadrosunun içinden geldiği milli görüş tabanına
özellikle bu alan üzerinden mesaj verildi. Gerçekleştirmek istediklerini
uygulamaya aktaramayınca hayal kırıklığına uğrayan tabana:
“Sabırlı olun daha işin başındayız. Bu yol ince uzun bir yol” diyerek,
başarısızlığa uğrayan girişimlerin günü geldiğinde tekrarlanacağını
ve bu günlerin o kadar uzakta olmadığını ima ettiler.
Milli
Eğitim Bakanlığı, güvencesiz personel istihdamı konusuna da öncülük
etti. Bu konuda Sağlık Bakanlığı’nı geride bırakarak personel ihtiyacını
kısmi zamanlı geçici personel olarak adlandırılan istihdam yolu
ile karşılama yolunu seçti. Sağlık Bakanlığı’nda başlatılan doktor
ve hemşire gibi sağlık personelini “hizmet satın alma” yoluyla istihdam
etme anlayışının Milli Eğitim Bakanlığı’nda da uygulanacağı anlaşılmaktadır.
2005
yılında Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı eğitim kurumlarının öğretmen
ihtiyacının karşılanması amacıyla "bir öğretim yılında 10
ayı geçmemek üzere kısmi zamanlı geçici öğretici çalıştırılabilmesine
ilişkin” Bakanlar Kurulu Kararı çıkarıldı. Danıştay 12. Dairesi,
Türk Eğitim-Sen’in, Milli Eğitim Bakanlığı’nın "Kısmi zamanlı geçici
öğreticilik" konulu genelgesinin iptali ve yürürlüğünün
durdurulması istemiyle açtığı davada söz konusu genelgenin yürütmesini
durdurdu. Kararın gerekçesinde, öğretmenlik mesleğine nasıl başlanacağının
yasalarda bulunduğuna ve öğretmenliğin bir kariyer mesleği olduğuna
işaret edilerek, öğretmenliğin, Devlet Memurları Yasası’na göre
asli ve sürekli görevlerden olduğu belirtildi.
Bunun
üzerine Hükümet, 5473 sayılı Kanunla 657 sayılı Devlet Memurları
Kanununun 4 üncü maddesinin (B) bendinde değişiklik yaptı. Yapılan
değişiklikle, Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı eğitim kurumlarında
öğretmen ihtiyacının kadrolu öğretmenlerce karşılanamadığı durumlarda
sözleşmeli öğretmen istihdamına imkan sağlandı.
Üniversitelerin Özel Gelirlerinin
Öz Gelir Olarak Kullanılması
Hükümet
2004 yılında 2517 sayılı Yasa ile özel gelir ve ödenek kaydı uygulamasına
büyük ölçüde son verirken bazı kamu idarelerinde bu uygulamayı
devam ettirdi. 5217 sayılı Yasa, özel ödenek ve özel gelir kaydına
olanak veren uygulamaları tümüyle ortadan kaldırmadı. Hatta,
5217 sayılı yasa, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununa eklenen Ek
25. madde ile üniversitelerin özel gelir ve ödenek kaydı uygulamasının
alanını genişletti. İki ay sonra çıkarılan 5234 sayılı yasa ile
2547 sayılı yasaya Ek 26 ve Ek 27. maddeler eklenerek üniversitelerin
özel gelir ve ödenek kaydı uygulamasının alanı daha da genişletildi.
5217
sayılı yasanın Geçici 2. maddesine “10.12.2003 tarihli ve 5018 sayılı
Kanuna ekli (II) sayılı Cetvelde sayılan özel bütçe kapsamındaki
idarelerin ilgili mevzuatında gerekli düzenlemeler yapılıncaya
kadar, devam eden özel gelir ve özel ödenek uygulamaları 2005 yılında
da 2004 yılında olduğu gibi uygulanmaya devam olunur” hükmü konmuştu.
5279
sayılı 2005 yılı Katma Bütçe Kanununun 7. maddesine de hüküm konarak
hem özel gelir kaydetmek hem kullanılmayan ödeneği ertesi yıla devretmek
için Maliye Bakanı yetkili kılınmıştı.
Üniversiteler,
5217 sayılı Yasanın Geçici 2. maddesindeki ve 2005 yılı Katma Bütçe
Kanununun 7. maddesindeki düzenleme nedeniyle 2547 sayılı Yasa
gereği elde ettiği gelirlerini 2005 yılında da özel ödenek ve özel
gelir kaydetmeye devam ettiler.
Üniversite
ile çatışma içine giren hükümet, üniversiteleri parasal olarak
zor durumda bırakmak için, 2006 bütçesinin kısmen veya tamamen uygulanmayacak
hükümler başlıklı 35. maddesinin (a) bendindeki hüküm, üniversitelerde
özel gelir ve ödenek kaydının yapılmayacağını hükme bağlarken, 15.
maddesinin (b) bendindeki hükümle bu gelirlerin ilgili yüksek öğretim
kurumu bütçesine öz gelir olarak kaydı ve gerçekleşmelere göre
ödeneğin kullandırılması hükme bağlandı.Özel gelirlerin öz gelir
olarak uygulanması, doğrudan üniversiteleri hedef almaktadır.
Böyle bir usul değişikliği ile üniversitelere tahsis edilen ödenekler
görünüşte artırılırken gerçekte azaltılmıştır.
Bu uygulama,
2007 MYBK’na konulan benzer hükümlerle 2007 yılında da devam ettirilecek.
Yani, geçmiş yıllarda yatırım ve cari giderlere ek olarak yine üniversitelerin
yatırım ve cari harcamalarında kullanılan özel gelirleri ve döner
sermaye hasılatından kesilen %5 payları, artık öz gelir olarak kabul
edildiği için 2006 yılında olduğu gibi 2007 yılında da üniversitelere
ödenek tahsisi bu öz gelir miktarı kadar düşük miktarda yapılacak.
Hükümet,
bu usul değişikliği ile genel bütçeden üniversitelere tahsis edilen
ödenek tutarlarını öz gelir olarak kabul edilen tutarlar kadar azaltarak
tahsis ediyor. Tahsis edilen tutar artmış gibi görünmesine karşın,
üniversiteler özellikle yatırımlarda geçmiş yıllardan daha az tutarda
harcama yapmak durumuyla karşı karşıya kalıyor. Yatırım ödeneklerinde
meydana gelen azalma özellikle bünyelerinde Tıp Fakültelerini barındıran
Üniversiteleri zor durumda bırakmaktadır.
Öz gelir
uygulamasının 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun
gereği olduğu ileri sürülmekte ise de bu sav, gerçekleri yansıtmamaktadır.
Çünkü, 5217 ve 5234 sayılı yasalar, 5018 sayılı kanundan sonra yasalaşmıştır
ve bu yasalar 5018 sayılı yasanın nasıl bir mali sistem öngördüğü
bilinerek yapılmış yasal düzenlemelerdir. O zaman sakıncalı olmayan
şey bugün neden sakıncalı olmuştur? Kaldı ki, bu sav doğru olsa bile
üniversitelerin toplamda kullanacakları para tutarını azaltmadan,
hatta artırarak uygulama yapma olanağı varken, fırsattan yararlanıp
harcanacak para tutarını azaltmanın hiçbir makul gerekçesi yoktur.
Üniversitelerde Açıktan ve Naklen
Atamalar
Anayasamızda
yüksek öğretim üst kuruluşları ve yüksek öğretim kurumları kendilerine
verilen görev ve yetkiler çerçevesinde özerkliğe sahip kamu tüzel
kişileri olarak düzenlenmiş olup, öğretim elemanlarının görevleri,
unvanları, atama, yükselme, emeklilik ve diğer özlük haklarının kanunla
düzenleneceği öngörülmüştür. 2547 sayılı Kanun bu konudaki ilke
ve kuralları tespit ederek öğretim elemanlarının nasıl ve hangi makamlar
tarafından atanacağını belirlemiştir.
Üniversitelere
yüksek düzeyde bilimsel çalışma ve araştırma yapmak, bilgi ve teknoloji
üretmek, bilimsel verileri yaymak, evrensel ve çağdaş gelişmeye
katkıda bulunmak amacıyla bu kurumların mali ve idari özerkliğinin
sağlanması gerektiği kuşkusuzdur. Yüksek öğretim kurumlarına
tahsis edilen akademik kadrolardan boş ve dolu olanlarının kullanım
şekli 78 sayılı KHK ile belirlenmiştir. 78 sayılı KHK’ nin 5. maddesinde herhangi bir şekilde boşalacak
kadrolara Yüksek Öğretim Kurulu’nun izni olmadıkça atama yapılamaz
kuralı getirilmiştir.
AKP iktidarı
döneminde önce 2003 yılı Bütçe Kanunu ile, Anayasa’ya aykırı bir şekilde üniversitelerde görevli personelin
açıktan atamaları ile nakilleri Maliye Bakanlığının iznine tabi
kılındı. 2004 yılı Bütçe Kanunu ile aralarında üniversitelerinde
bulunduğu kurumların açıktan atama ve memur nakillerine 40 bin
adetlik sınırlama getirildi ve açıktan atama ve memur nakillerine ilişkin hususların Başbakanlık tarafından
belirlenmesi hükme bağlandı.
2005
yılı Bütçe kanunu, açıktan atama ve memur nakillerine getirilen kısıtlamayı 48 bine çıkardı
ve yine açıktan atama ve memur nakillerine ilişkin
esasların Başbakanlık tarafından belirlenmesi hükme bağlandı.
YÖK
Başkanlığı, Başbakanlık tarafından 28 Mart 2005 tarihinde yayınlanan
ve öğretim görevlisi, okutman, uzman, araştırma görevlisi, çevirici
ve eğitim-öğretim planlamacıları kadrolarına açıktan veya naklen
atamalarda Başbakanlıktan izin alınması kuralını getiren 20005/8
sayılı Genelge’nin Genelgenin iptali ve yürütülmesinin durdurulması
için Danıştay’da dava açtı. Danıştay Sekizinci Dairesi, 5.7.2005 tarih
ve 2005/1410 Esas sayılı Kararı ile Genelgenin Başbakanlıktan izin
alınmasını öngören Başbakanlık işleminin yürütülmesinin durdurulmasını
karar bağladı. Danıştay Sekizinci Dairesi, 24.8.2005 tarih ve
2005/1738 Esas sayılı Kararı ile 2005/8 sayılı Genelge’nin de yürütülmesinin
durdurulmasını karara bağladı.
2006
yılı Bütçe Kanunu, açıktan ve naklen atama sayısının 2005 yılında
ayrılanların %80’inini aşamayacağı, araştırma görevlisi kadrolarına
yapılacak atama sayısının ise,
2005 yılında ayrılan (TUS ve DUS eğitiminden ayrılanlar hariç)
araştırma görevlilerinin yüzde 100’ünü aşamayacağını hükme bağladı
ve bu sınırlar içinde personel ihtiyacını karşılayamayacak idareler
için ilave 21.000 adet açıktan atama izni verilebileceğini, bu konu
ile ilgili hususların Başbakanlık tarafından belirlenmesi hükme bağlandı.
Bu düzenleme
ile özerk üniversiteler ile diğer kamu kurumları aynı kaba kondu ve
aynı prosedüre tabi tutuldu. 2006 yılı MYBK’nun bu hükmü CHP tarafından
Anayasa Mahkemesine götürülmüştü.
Şimdi
2007 yılı MYBK’na konulan farklı bir hükümle sanki yine hükümetten
izin alma gerekliliği varmış izlenimi yaratılmıştır. Bu kez bütçe
yasasındaki hüküm; “öğretim elemanı ihtiyacını karşılamayacak
yüksek öğretim kurumlarının için ek 2000 adet atama izni verilir”
şeklindedir. Atama izni YÖK tarafından mı verilecektir yoksa yaratılan
belirsizlik yüzünden yine yayınlanacak genelgeler yoluyla Başbakanlık’tan
izin alma zorunlu hale mi getirilecektir.
Yasaların
belirgin ve anlaşılır olması hukuk devleti ilkesinin temel özelliğidir.
Yaratılan bu belirsizlik hükümetin YÖK ile olan kavgasının yeni
bir görünümü niteliğindedir.
VI. SOSYAL YARDIMLAŞMA VE DAYANIŞMA
GENEL MÜDÜRLÜĞÜ : SOSYAL KORUMAYA YÖNELİK HARCAMALARIN DÜŞÜKLÜĞÜ
2005
ve 2006 yılı sosyal yardımlaşma ve dayanışma fon gelirlerinin kullanımı
ve ödenek tahminlerine bakıldığında bu kurum eliyle yürütülen sosyal
harcamaların reel olarak düştüğünü görmekteyiz. Özellikle yoksullara
yönelik doğrudan kaynak aktarımı niteliğinde olan fonun kaynaklarının
azalması kısmen yeşil kart harcamalarının bütçeye aktarılmasıyla
ilgili görülse de, sonuç itibarıyla fonun kaynakları bu dönemde
reel olarak düşürülmektedir.
2007
yılında fon ve bütçe kaynağı olarak kurumun kullandığı kaynak
GSMH’ya oran olarak yüzde 0,21 iken bu oran 2004 yılında yüzde 30 oranındaydı.
Kurumun kullandığı kaynak izleyen tablonun da açık bir şekilde ortaya
koyduğu gibi azalmaktadır.
Tablo 23. Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma
Genel Müdürlüğünün Kullandığı Toplam Kaynakların Gelişimi
(2004-2007)
2007
yılı merkezi yönetim bütçe kanunda sosyal korumaya yönelik ödeneklerin
toplam ödenekler içindeki oranı yüzde 16 düzeyindedir. Sosyal güvenlik
kurumlarına yapılan transferler ayıklandığında bu oran yüzde birin
altına 0,98’e düşmektedir.
Türkiye
kamusal hizmetler içinde öncelikli gelen sosyal destek ve sosyal korumaya
yönelik harcamaların toplam harcamalar içindeki payı açısından
AB ülkeleri ile karşılaştırılmayacak kadar kötü bir noktadadır.
Burada durumun vahametini artıran yoksulluk sınırındaki nüfusun
20 milyona ulaştığı bir ortamda bu nitelikteki harcamaların kamu
harcamaları arasında bırakın öncelik almasını sosyal güvenlik
kurumlarına yapılan transferler çıkarıldığında son sırada yer almasıdır.
AB ülkelerine bakıldığında, bütçede öncelikli
harcamaların esas olarak sosyal koruma niteliğindeki alanlara
gittiği görülecektir. AB ülkelerinde toplam genel yönetim harcamaları
toplamı içinde sosyal korumaya ayrılan kaynak ortalama yüzde 40
düzeyi ile ilk sırayı almaktadır. Bizde ise genel yönetim harcamaları
içinde payı açısından bu oran sosyal güvenlik kurumlarının harcamaları
dahil olmak üzere yaklaşık yüzde 18 düzeyindedir.
Bütçe
hazırlık süreci ve parlamentonun bütçe hakkını etkin kullanması
açısından bir diğer önemli nokta da; parlamentoya sunulan bütçe dokümanlarınım
ilgili yasal düzenlemelerin gerektirdiği kapsamda olmasıdır.
Bu anlamda, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol kanunun geçici
11 inci maddesinin ilk fıkrası hükümleri çerçevesinde fon hesaplarının
gelir ve gider ayrıntı detayında parlamentoya sunulması ve kurum
bütçesi ile ilişkilendirilmesi gerekmektedir.
Geçici
11 inci maddenin ilk fıkrası çok açıktır;” Genel yönetim kapsamındaki
kamu idarelerine bağlı olarak kurulan döner sermaye işletmeleri
ile fonların bütçeleri ilgili idarelerin bütçeleri içinde yer
alır.”
Bu hükme
göre kurum bütçesinin fon gelir ve gider detayını kapsaması gerekmektedir.
Aslında 2006 yılı bütçe hazırlıkları çerçevesinde analitik bütçe
bazında fon gelir ve giderleri de hazırlanmış bulunmaktadır. Bunun
neden parlamentoya sunulmadığının açıklanması gerekmektedir.
Bu
önemlidir çünkü parlamentoya gelen kurum bütçesi kurumun toplam
öngörülen harcamalarının ancak yüzde 0,27’sine karşılık gelmektedir.
Maliye Bakanlığı tarafından bütçe gerekçesinde sunulan fon tablosu
ise toplam gelir ve gider büyüklüğünü vermenin dışında başka ilave
bir bilgi sunmamaktadır.
VII. KÖYDES ve BELDES Projeleri,
Yerel Yönetim Harcamaları Ve Parlamentonun Denetimi Dışına Çıkma
İçişleri
Bakanlığınca 2005 yılında köylerin yatırım programına alınmayan içme
suyu ve yol sorunlarının Vali ve Kaymakamlar önderliğinde İl Özel
İdareleri ve Köylere Hizmet Götürme Birlikleri aracılığı ile çözülmesi
amacıyla KÖYDES (Köy Altyapısını Destekleme Projesi) başlatılmıştır.
2006
yılında KÖYDES Projesi kapsamında Yüksek Planlama Kurulunun
15.02.2006 tarih ve 2006/3 sayılı kararı ile köylerin yol, içmesuyu,
küçük su kaynakları ve kanalizasyon işleri için iller itibariyle
ödenek dağılımları yapılmıştır.
2006
Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanununun; 14 üncü maddesinin (b) ve
(c) bentlerinde belirtilen ve 2006 Yılı Yatırım Programında alt hizmet
programları itibarıyla dağılımı gösterilen 600 milyon YTL tutarındaki
ödenek 11/e maddesi çerçevesinde yıl içinde köye yönelik altyapı
yatırımlarına aktarılması konusunda Maliye Bakanına verilen
yetki çerçevesinde ödenekler illere tahsis edilmiştir.
Tahsis
edilen ödenekler Köylere Hizmet Götürme Birlikleri (KHGB) aracılığıyla
kullandırılmaktadır. Söz konusu
ödeneklerin KHGB’ler ve projeler itibarıyla dağılımı, Valinin başkanlığında,
İl Genel Meclisi Başkanı, ilgili Vali yardımcısı, İl Özel İdaresi
Genel Sekreteri ve Kaymakamlardan oluşan tahsisat komisyonu tarafından
tespit edilmektedir.
Tahsisat
komisyonu tarafından tespit edilen ödenek dağılımları, Valinin
onayı ile kesinleştirilerek İçişleri Bakanlığı Mahalli İdareler
Genel Müdürlüğüne gönderilmekte, Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü,
hangi köylere hizmet götürme birliği veya il özel idaresi hesabına
ne kadar miktarda kaynak aktarılacağına ilişkin bilgiler ile tahakkuk
için gerekli bilgileri de içeren icmal listeyi hazırlayarak Maliye Bakanlığına göndermekte ve Maliye
Bakanlığı kaynak aktarımını gerçekleştirmektedir.
2006 yılında
YPK’nın 08.06.2006 tarih ve 28 sayılı kararı ile Köye Yönelik Alt Yapı
Yatırımlarında, toprak ve küçük su kaynaklarının geliştirilmesi
ve kanalizasyon yatırımlarından ziyade içme suyu ve yol projelerinin
öncelik kazandığı, bu itibarla toprak ve küçük su kaynakları geliştirme ve kanalizasyon için tahsis
edilen ve ihaleye bağlanmayan projelere
ait ödeneklerin köy yolları ve içme
suyu projelerine aktarılması öngörülmüştür.
2006
yılı sonunda KÖYDES projesinin toplam ödeneği TMSF'nin kaynak aktarımı ile 2 milyar YTL' ye yükselecektir.
2007
yılında ise küçük belediyelerin alt yapısını geliştirmek amacıyla
BELDES adı verilen projenin de uygulamaya gireceği belirtilerek
2007 yılı MYBK’na köylerin ve küçük belediyelerin altyapılarının
desteklenmesini amaçlayan KÖYDES ve BELDES projeleri için 2,3 milyar
YTL ödenek ayrıldı.
İçişleri
Bakanlığı Mahalli İdareler Genel Müdürlüğünün yayınladığı verilere
göre KÖYDES Projesi kapsamında toplam 21.881 adet içme suyu, kanalizasyon,
sulama ve yol işi vardır. Bunların 12.978’i bitmiş, diğerleri devam
eden ve başlamayan işlerdir.
Kamu
İhale Kurum’unun 2005 yılı faaliyet raporunda yer alan verilere göre,
2005 yılında gerçekleşen İhale tutarları, kurumlara göre değerlendirildiğinde
belediyeler (%20.0) oranı ile birinci sırada KİT’ler (%19.9) oranı
ile ikinci sırada, Sağlık Bakanlığı (%10.5) oranı ile üçüncü sırada,
Milli eğitim Bakanlığı (%6.3) oranı ile dördüncü sırada yer almaktadır.
Belediyelerin
ihalelerde ön sırada olma konumunun 2006 ve 2007 yılında artarak
devam edeceği anlaşılmaktadır. AKP, Hükümet kurulur kurulmaz Kamu
İhale Kanunu ile ilgili şikayetlerini dile getirmeye başlamış,
yasayı delmek için her fırsatı kullanmıştır. AKP, kendi yandaşlarını
koruyup kollamak için öncelikle, karayolları ile belediyelerin
ihalelerini yasa kapsamı dışında tutmak için kamuoyu oluşturmaya
çalıştı. Yükselen tepkiler nedeniyle tasarıyla getirdikleri bir
kısım düzenlemelerden vazgeçmek zorunda kaldılar ancak yine de,
KİT’lerin 3 trilyona kadar olan mal ve hizmet alımları ile enerji, telekomünikasyon
sektöründe faaliyet gösteren KİT’ler ihale yasası kapsamı dışında
tutuldu. İdarelerin kurdukları şirketlerin o idarelerin ihalelerine
katılmaları olanaklı hale getirildi. Pazarlık usulünün temel ihale
usulü olmasının yolu açıldı.
Daha
sonra AKP’nin Anayasaya ve üniter devlet yapımıza aykırı olan düzenlemelerle
merkezi yönetimi genel yetkili olmaktan çıkarıp özel yetkili kılma
çabalarını gördük. Bundaki amacın yerel yönetimlere daha fazla
kaynak ve yetki aktarmak olmadığı merkezi yönetimi etkisizleştirip
yerel yönetimleri güçlendirmedeki asıl amacının ihaleler yoluyla
rant kanallarını yerel yandaşlarına aktarmak olduğu daha sonra
“Ali Dibo” vakaları ile ortaya çıktı.
KÖYDES
Projelerinde de işlerin Ali Dibo dayanışmasıyla paylaşıldığına
ilişkin iddialar yaygınlık kazanmıştır. Özellikle ihale konusu
olan işlerin parlamentonun gözetim ve kontrolünden uzak tutulmaya
çalışılması AKP iktidarının temel özelliği haline geldi.
Bilindiği
gibi geçen yıl 5018 sayılı Kanun değiştirilerek TRT, TMSF ve TOKİ gibi
kuruluşlar merkezi Yönetim Bütçesinin kapsamı dışında tutuldu.
Bunun anlamı TOKİ’nin, TMSF’nin, TRT’nin
bütçesinin parlamentoda ele alınıp incelenememesi, kurum
yetkililerinin geçen yıl yaptıkları işler ve gelecek yıl yapacakları
işler hakkında hesap vermemesidir.
Parlamentonun
gözetiminden kaçırma o kadar açıktır ki, TMSF bu konuda verilebilecek
en iyi örnektir. Yapılan yasal düzenlemeler nedeniyle TMSF, Sayıştay
denetimine tabi olacak ancak milletvekilleri bu kurumun bütçesi
dolayısı ile faaliyetlerini irdeleyemeyecek. Aslında AKP’nin
tercihi olarak ortaya çıkan, işlerin merkezi yönetim kuruluşları
yerine yerel yönetim kuruluşları tarafından yapılmasının da Ali
Dibo dayanışması ve özellikle ihaleli işleri parlamentonun bilgisinden
uzak tutma amacı ile yakından ilgili olduğu biliniyor.
İşleri
yerel yönetimlere transfer edilecek kaynaklarla yapmanın doğal sonucunda
da parlamento sadece transfer edilecek kaynakların tutarı konusunda
bilgi sahibi olmaktadır. Yerel yönetimlerin Sayıştay tarafından
denetlenmesi bu konularda parlamento denetiminin de olduğunu
göstermemektedir. Kaldı ki yerel yönetimler konusundaki Sayıştay
denetiminin ne tür kısıtlarla karşı karşıya olduğu herkesin bildiği
bir gerçektir.
Sayıştay’ın
henüz çok sayıdaki küçük ilçe ve belde belediyelerinin hesaplarını
bile denetime tabi tutamadığı bilinmektedir. Bu bilinen bir durum
iken KÖYDES projeleri, Köylere Hizmet Götürme Birlikleri aracılığı
ile yürütülmektedir. BELDES projesi kapsamındaki harcamalar ise
küçük belediyeler aracılığı ile harcanacaktır.
Bütün
bu gelişmeler karşısında Sayıştay bu yıldan itibaren KÖYDES VE BELDES
projeleri hakkında incelemelere
öncelik vermelidir. Sayıştay ayrıca Merkezi Yönetim Bütçesinden
yerel yönetimlere aktarılan kaynaklardan önemli harcamaları da
denetim programına almalıdır. Özellikle Belediye şirketleri etkin
bir denetime tabi tutulmalıdır.
İktidarın
kamu fonlarını parlamentonun gözetiminden kaçırma girişimi karşısında
Parlamento adına denetim yapan bir kuruluş olan Sayıştay bu alanları
performans denetimi yoluyla mercek altına almalı ve denetim sonuçlarını
raporlarla kamuoyuna ve parlamentoya bilgi olarak sunmalıdır
VIII. Performans Bütçe ve Kamu Mali
Yönetiminde Başarısızlık
AKP artık
performans bütçeden ve kamu mali yönetimi ve kontrolündeki reformlardan
mahcup bir şekilde söz eder oldu. Reform
yapıyoruz sözlerinin üzerinden dört yıl geçti. 2007 yılında bu konuda
konuşulması gerekenlerin hiçbiri konuşulmuyor. Çünkü bu konudaki
başarısızlık artık gizlenemeyecek kadar açık hale geldi. AKP; kamu
mali yönetiminin yapısını değiştiren yasalarla yeni sistemin
etkin işlemesi için zorunlu olan araç ve mekanizmaları oluşturamadı.
Mali kontrol ve denetimi köreltti.
Performans
bütçe, stratejik plan, şeffaflık ve hesap verme sorumluluğu bakımından
daha başarılı sonuçlar alan Anglo-Sakson ülkelerinde uygulanan
kamu mali yönetim sistemini getirmek amacıyla Kıta Avrupa’sı ülkelerinde
uygulanan sisteme uygun olan 1050 sayılı Muhasebe-i Umumiye Kanunu
yürürlükten kaldırıldı. Eski mali sistemin içine performans bütçe,
stratejik plan, şeffaflık ve hesap verme sorumluluğu gibi yeni kavramları
katacak yollar aranmak yerine, eski sistem tümden kaldırılmaya, yeni
bir sistem oluşturulmaya çalışıldı.Ancak yeni sistemin etkin bir
şekilde işlemesine uygun bir idari ve mali yapı oluşturulmadı.
Performans bütçe, stratejik plan, şeffaflık ve hesap verme sorumluluğu
gibi kavramları hayata geçirecek araçlar ve mekanizmalar oluşturulmadı.
Mali sistemin en önemli unsuru olan kontrol ve denetim işlevsiz hale
getirildi.
Mali
sistemin etkili bir şekilde işlemesi için gerekli olan kurumların
bilgi birikimine ve deneyimine önem verilmedi. Yüz yıllık teftiş
kurulları feshedilmek istendi. Teftiş kurullarının yerine oluşturulmak
istenen iç denetime soruşturma yetkisi verilmedi. Kurumlarda iç
denetim organları hala oluşturulamadı. Mali kontrolde çok önemli
rolleri olan saymanların nerdeyse tüm yetkileri budandı. Hiç gereği
yok iken Sayıştay Kanunu’nu da baştan aşağı yeniden değiştiren kanun
teklifi hazırlandı.
5018
sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu, birkaç istisna dışında
1.1.2005 tarihinde yürürlüğe girecek şekilde yasalaştırıldı.
2005 yılına yaklaşıldığında Kanunun uygulanması mümkün görülmediğinden
2005 yılı Bütçe Kanunu’na konan bir hükümle Kanun’un yürürlüğü
1.1.2006 yılına ertelendi.
Kamu
Mali Yönetim ve Kontrol Kanunu daha işin başında o kadar hatalı hazırlanmıştı ki, bu kanunda değişiklik
yapmak kaçınılmaz hale geldi. Yasa daha uygulamaya girmeden yeni
bir yasa hazırlandı. 5018 sayılı Kanun, 83 asıl ve 14 geçici maddeden
oluşmakta idi. 19 asıl ve 3 geçici maddeden oluşan 5436 sayılı Kanun,
5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun 9 maddesini tamamen,
27 maddesini kısmen değiştirdi, 11 maddesine ek hükümler getirdi,
12 madde ve fıkra hükmünü yürürlükten kaldırdı ve ekli cetvellerde
değişiklik yaptı.
Çok sayıda
teknik hatayı düzeltmek amacıyla hazırlanan Kanun, hem gerekli düzeltmeleri
tam olarak yapamadı hem, bu düzenlemenin özünü oluşturan ilkeleri
uygulamaya sokacak gerekli değişiklikleri uygulamaya sokamadı.
AKP’nin
asıl amacının, kamu mali yönetiminde hesap verme sorumluluğu, şeffaflık,
katılımcılık, performans ölçümü gibi ilkeleri yerleştirmek olmadığı,
bu konulara odaklanmadığı, tam tersi asıl odaklandığı yerin denetimsizlik
ve kontrolsüzlük olduğu, şeffaflık istemediği, daha sonra ortaya
çıktı. Örneğin; TOKİ ve TMSF gibi önemli tutarda harcama yapan kuruluşlar
hesap verme sorumluluğu ve şeffaflık getirdiği varsayılan sistemin
dışına çıkartıldı. Bütçenin şeffaflığı açısından önemli olan bazı
gelir ve giderlerin bütçenin gelir ve gider kalemleriyle ilişkilendirilmeksizin
özel hesaplarda takibi için torba yasalara hükümler konuldu.
Sonuç
olarak; kontrol ve denetim etkisizleştirildi, hesap verme sorumluluğuna,
performans ölçümüne, stratejik plan yapmaya uygun bir mali ve idari
yapı oluşturulamadı. Bu yüzden, DPT ve Maliye Bakanlığı gibi en birikimli
kurumlar performans esaslı bütçe ve stratejik plan konusunda (beş
yıldır pilot projeler uygulanmasına karşın) hiçbir ciddi gelişme
sağlayamadılar. Hal böyle iken, her şey yolunda imiş gibi yerel yönetimlerin
de stratejik plan hazırlaması öngörüldü.
5018
sayılı Kanundan geriye kalan tek olumluluk, bütçe süreci dışındaki
kurumların kapsam içine alınması oldu. Ayrıca, bu kanun dolayısı
ile yapılan tartışmalarda hesap verme sorumluğu, şeffaflık gibi
kavramlarla geniş halk yığınları tanışmış oldu ve parlamento adına
yapılan denetimin ve parlamentonun bütçe değerlendirmelerinin
önemi fark edildi.
IX. Bütçe Ödeneklerinin Aktarma
ve Muhasebeleştirilmesi
Bütçeye Aktarma ve Ekleme İşlemleri
2006
Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın “Aktarma ve ekleme
işlemleri” başlıklı 11. maddesinin
(e) bendinde, Genel bütçenin (B) işaretli cetvelinde Tasarruf Mevduatı
Sigorta Fonu tarafından yönetim ve denetimi devralınan kuruluşların
kesinleşmiş vergi, harç, ceza, gecikme zammı ve faizi ile GSM Hazine
payı borçlarına karşılık tahsil edilecek gelir tahminini aşan kısmın;
Maliye Bakanlığı bütçesinin çeşitli tertiplerine ve Yusufeli
HES projesi ile Temel Eğitim II. Faz projesine ödenek kaydı için Maliye
Bakanı yetkili kılınmıştı.
Maliye
Bakanına verilen bu yetki ile 2.5 milyar
Yeni Türk Lirası tutarındaki gelir ve ödenek, yıl başında bütçe
gelir ve gider rakamları içinde görünmedi. Yıl sonunda bunların gelir
ve ödenek kayıtları yapılsa bile çok büyük miktardaki bir ödenek
bütçe yılının başında bütçe içinde görünmedi.
Bu düzenlemeler
bütçenin saydamlığı ilkesine aykırıdır. Eğer bu tutarlar saydamlık
ilkesine uygun olarak bütçeye konmuş olsaydı, bütçe büyüklüğü Parlamentoya
sunulandan 2.5 milyar YTL daha fazla olacaktı.
Benzer
uygulama 2007 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nda devam
ettirilmektedir. Örneğin, 2007 MYBK’na bağlı E Cetvelinin 62 nolu
bendinde yer alan düzenlemeye göre; 5018 sayılı Kanuna ekli (I) ve
(II) sayılı cetvellerde yer alan idareler ile 18/6/1992 tarihli ve
3816 sayılı Kanun kapsamındaki hak sahipleri tarafından ilgili
mevzuatına uygun olarak sağlık kurum ve kuruluşlarından alınmış
olan tedavi hizmeti faturaları ve yukarıda belirtilen idare ve
kişiler için serbest eczanelerden alınmış olan ilaçlara ilişkin faturalar
ile mevzuatı uyarınca doğrudan hak sahiplerine ödenmesi gereken
tedavi yardımına ilişkin faturalardan, 31/12/2006 tarihine kadar
düzenlenmiş olmakla birlikte 2006 yılı sonuna kadar ödenememiş
olanlara ilişkin giderleri karşılamak üzere Maliye Bakanlığı bütçesinde
yer alan 12.01.31.00-01.1.2.93-1.09.9 tertibindeki ödenekten ilgili idarelerin
bütçelerinde yeni açılacak tertiplere aktarma yapmaya ve öngörülen
ödeneğin bir katını aşmamak üzere karşılanamayan kısım kadar ilgili
tertiplere ödenek eklemeye Maliye Bakanı yetkili kılınmıştır.
Bu düzenleme
2006 yılında yapılmış olan sağlık giderlerine ilişkin yüklü bir tutarın
2006 yılı bütçesi içinde gösterilmemesine olanak sağlamaktadır.
Böylece 2006 yılı bütçe gerçekleşme rakamı gizlenen rakam kadar düşük
gösterilmiş olacaktır.
Yine,
2007 MYBK’na bağlı E Cetvelinin 59 nolu bendinde yer alan düzenlemeye
göre; 16/6/2005 tarihli ve 5369 sayılı Kanunun 6 ncı maddesinin son
fıkrası uyarınca öngörülen ödeneği, hizmet gelirlerinin yıl içi
gerçekleşme tutarına göre Ulaştırma Bakanlığı bütçesinin ilgili
tertiplerine ödenek eklemek suretiyle tamamlamaya Maliye Bakanı
yetkilidir.
Bir
başka örnek, 2007 MYBK’nun 11. maddesinin (5) nolu bendindeki düzenlemedir.
Getirilen kural ile, hazine adına tescilli bulunan araziler ile
Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunup da tescil edilmeye elverişli
olan taşınmazların ve Karayolları Genel Müdürlüğünün mülkiyetinde
iken 5018 sayılı Kanunun geçici 12 nci maddesi gereğince Hazine
adına tescil edilmesi gereken taşınmazların satışından elde edilecek
gelirlerin genel bütçenin (B) işaretli cetveline gelir, diğer taraftan
bölünmüş yol veya Devlet ve il yolları yapım, bakım ve kamulaştırma
hizmetlerinde kullanılmak üzere Karayolları Genel Müdürlüğü bütçesine
ödenek kaydetmeye Maliye Bakanı yetkili kılınmaktadır.
Bu hüküm
dolayısı ile satılan hazine arazilerinden elde edilecek gelirler
ve bu gelirlerin bölünmüş yol veya
Devlet ve il yolları yapım, bakımında kullanılması dolayısı ile
yapılacak harcamalar gizlenmiş olmaktadır. Yıl sonunda bunların
gelir ve ödenek kayıtları yapılsa bile çok büyük miktardaki bir ödenek
bütçe yılının başında bütçe içinde görünmemektedir.
Zaten
Bayındırlık ve İskan Bakanı bütçe görüşmeleri sırasında, karayollarına
verilen ödeneğin az olduğunu bunun artırılması gerektiğini belirten
çok sayıdaki milletvekiline teşekkür ederken, geçen sene yatırımlar
için 3.250 milyon YTL ödenek verildiğini bu sene yatırım rakamının
2,100 milyon YTL’ye indirildiğini, ancak yapılan görüşmelerde kurum
hedefinin gereği olan 4,500 milyon YTL’nin özelleştirmeden, arsa satışından
gelecek paralarla tamamlanacağının ifade edildiğini söyledi.
Kısacası
Karayolları Genel Müdürlüğü’nün bütçesi içinde yer alması gereken
2.400 Milyon YTL tutarındaki para, bütçe yılının başında bütçe içinde
görünmemektedir. Öte yandan, ödenek eklemeye ilişkin olarak Maliye
Bakanına verilen yetkiler, yasama
organınca kullanılması ve devredilmemesi gereken yetkilerdir.
Yasama yetkisinin devri niteliğindeki bu düzenlemeler Anayasa’ya
da aykırıdır.
Bazı Gelir ve Giderlerin Özel Hesaplarda
Takibi
Bazı
gelir ve giderlerin özel hesaplarda takibi için 2007 MYBK’na bağlı E
Cetvelinde düzenleme yapılmıştır. Bu Cetvelin 45 nolu bendinde;
Milli Eğitim Bakanlığı tarafından ilköğretim öğrencilerine ücretsiz
olarak dağıtılacak ders kitapları için 209 Milyon Yeni Türk Lirası,
taşımalı ilköğretim kapsamındaki öğrencilerin öğle yemeği için
de 160 Milyon Yeni Türk Lirası olmak üzere toplam 369 Milyon Yeni Türk
Lirasına kadar yapılacak harcamalar karşılığı tutarın, Başbakanlık
Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonuna 4842 ve 3294sayılı
Kanunlar uyarınca aktarılacak tutardan keserek Milli Eğitim Bakanlığı
adına açılmış olan özel hesaplara aktarmak için Maliye Bakanı yetkili
kılınmıştır.
Bu uygulama
da şeffaflık ilkesine aykırıdır. İlköğretim öğrencilerine ücretsiz
olarak dağıtılacak ders kitapları için 209 Milyon Yeni Türk Lirası,
taşımalı ilköğretim kapsamındaki öğrencilerin öğle yemeği için
de 160 Milyon Yeni Türk Lirası olmak üzere toplam 369 Milyon Yeni Türk
Lirasının yıl sonunda kayıtları yapılsa bile bu miktardaki bir
harcama tutarı bütçe yılının başında bütçe içinde görünmeyecektir.
Ayrıca Başbakanlık Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonundan
kesilerek aktarılacak bu tutar
özel hesaplarda izleneceği için bunun bütçe harcamaları
içinde görünmesi dolayısı ile denetlenmesinde sorunlar ortaya
çıkacaktır.
Bütçenin Gelir ve Gider Kalemleriyle
İlişkilendirilmeksizin Muhasebeleştirme
Bazı
gelir ve giderlerin bütçenin gelir ve gider kalemleriyle ilişkilendirilmeksizin
muhasebeleştirilmesi uygulaması, 2005 yılına kadar bütçe kanunlarına
konulan hükümlerle hayata geçiriliyordu.
Bütçenin
şeffaflığı ilkesine aykırı olan bu uygulamaya ilişkin kurallar
başka yasalara kalıcı biçimde taşındığı için artık bütçe yasalarındaki
bu tür düzenlenmelerin sayısı önemli ölçüde azaldı.
17.9.2004
tarihinde kabul edilen 5234 sayılı Kanunun çeşitli maddelerinde,
bütçenin gelir ve gider kalemleriyle ilişkilendirilmeksizin muhasebeleştirmeyle
ilgili düzenlemelere yer verilmiştir. Örneğin, 5234 sayılı Kanunun
7., 16., 18., 21., 23 üncü maddelerinde belirtilenlerin, bütçenin
gelir ve gider hesaplarıyla ilişkilendirilmeksizin mahiyetlerine
göre ilgili Devlet hesaplarına kaydettirmeye Maliye Bakanı yetkili
kılınmıştır. Örneğin:
KİT’ler,
kamu bankaları, büyükşehir belediyeleri, belediyeler, il özel
idareleri ve bunlara ait tüzel kişilerin Devlete ait olan ve bu Kanun
kapsamına giren borçlarına karşılık, mülkiyeti bu idarelere ait
ve üzerinde herhangi bir takyidat bulunmayan taşınmazlarından genel
bütçeye dahil daireler ve katma bütçeli idarelerce ihtiyaç duyulanlar
oluşturulacak komisyon tarafından takdir edilecek değeri üzerinden,
borçlu kurumun da uygun görüşü alınarak bütçenin gelir ve gider hesaplarıyla
ilişkilendirilmeksizin Maliye Bakanlığınca satın alınabilir.
Türkiye
İhracat Kredi Bankası Anonim Şirketinin bir önceki yıla ait kâr paylarından
Hazineye isabet eden tutarı, Hazineden olan politik risk alacaklarına
mahsup etmeye Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakan; bu işlemleri
anılan Müsteşarlığın teklifi üzerine gelir ve gider hesapları ile
ilişkilendirilmeksizin mahiyetlerine göre ilgili Devlet hesaplarına
kaydettirmeye Maliye Bakanı yetkilidir.
Türk
Telekomünikasyon Anonim Şirketinin bir önceki malî yıl sonu itibarıyla;
Hazineye (28.3.2002 tarihli ve 4749 sayılı Kanun kapsamındaki Hazine
alacakları hariç) ve fonlara olan borçları ile geçmiş yıllar bütçe
kanunlarının "Kurumların hasılatından pay" başlıklı maddeleri
uyarınca doğan ve Maliye Bakanlığı Merkez Saymanlığına ödenmesi
gereken vadesi geçmiş borçlarını, Hazineden ve fonlardan olan alacaklarına
veya ödenmemiş sermayelerine mahsup etmeye Hazine Müsteşarlığının
bağlı olduğu Bakan; bu işlemleri anılan Müsteşarlığın teklifi üzerine
gelir ve gider hesapları ile ilişkilendirilmeksizin mahiyetlerine
göre ilgili Devlet hesaplarına kaydettirmeye, Maliye Bakanı yetkilidir.
Türkiye
Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi ve Türkiye Halk Bankası
Anonim Şirketinin ve Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası aracılığıyla
Tarım Kredi Kooperatiflerinin avans olarak tasfiyesi yapılan görev
zararı ve/veya gelir kayıplarının kesin tespitini teminen yapılacak
nihaî inceleme sonuçlarına göre; Hazine aleyhine bir farkın doğması
halinde, söz konusu farkın ilave faiz yürütülmeksizin ilgili harcama
kaleminden nakden ödenmesine veya anılan Bankaların önceki yıllara
ait kâr paylarından Hazineye isabet eden tutarlarını, Hazineden
olan görev zararı veya gelir kaybı alacaklarına mahsup etmeye Hazine
Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakan; mahsup işlemlerini Müsteşarlığın
teklifi üzerine bütçenin gelir ve gider hesaplarıyla ilişkilendirilmeksizin
mahiyetlerine göre ilgili Devlet hesaplarına kaydettirmeye Maliye
Bakanı yetkilidir.
233 sayılı
Kanun Hükmünde Kararnameye tâbi kuruluşlar ile Türkiye Şeker Fabrikaları
Anonim Şirketinin geçen yıldan daha önceki yıllara ait kâr paylarından
Hazineye isabet eden tutarları Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu
Bakanın talebi üzerine bütçenin gelir ve giderleri ile ilişkilendirmeksizin
kuruluşların görev zararı alacakları veya ödenmemiş sermayelerine
mahsup etmeye ilişkin işlemleri yapmaya, Maliye Bakanı yetkilidir.
Kamu
iktisadi teşebbüsleri ve bağlı ortaklıklarının bir önceki yıl sonu
itibarıyla Hazineye (28.3.2002 tarihli ve 4749 sayılı Kanun kapsamındaki
Hazine alacakları hariç) ve fonlara olan borçları ile geçmiş yıllar
bütçe kanunlarının "Kurumların Hasılatından Pay" başlıklı
maddeleri uyarınca doğan ve Maliye Bakanlığı Merkez Saymanlığına
ödenmesi gereken vadesi geçmiş borçlarını, Hazineden ve fonlardan
olan alacaklarına veya ödenmemiş sermayelerine mahsup etmeye Hazine
Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakan; bu işlemleri anılan Müsteşarlığın
teklifi üzerine, gelir ve gider hesapları ile ilişkilendirilmeksizin
mahiyetlerine göre ilgili Devlet hesaplarına kaydettirmeye Maliye
Bakanı yetkilidir.
5234
sayılı yasadaki ve başka bazı yasalardaki düzenlemelere rağmen
hala Bütçe yasalarında bu nitelikteki düzenlemelere yer verilmektedir.
Nitekim, 2007 yılı MYBK’nun “ Fonlara İlişkin İşlemler” başlıklı 16.
maddesinde, “Bağış Hibe ve Yardımlara
İlişkin İşlemler” başlıklı 18. maddesinde, Görev Zararları başlıklı
21. maddesinde bütçenin gelir ve gider hesaplarıyla ilişkilendirilmeksizin
mahiyetlerine göre ilgili Devlet hesaplarına kaydettirmek için
veya gereğine göre bütçeye gelir ve gider kaydetme için Maliye Bakanına
yetki verilmiştir.
X. 2007 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe
Kanunu Tasarısı’nın Anayasaya Aykırılıkları ve Son Dakika Düzenlemeleri
2007
Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın 30 uncu maddesinde
2007 mali yılında “uygulanmayacak bazı hükümlere yer verilmiştir.
Bilindiği
gibi, Anayasanın 161 inci maddesinin son fıkrasında, "Bütçe kanununa,
bütçe ile ilgili hükümler dışında hiçbir hüküm konulamaz" denilmekte;
gerekçesinde de, bütçe kanunlarına bütçe dışı hüküm konulmaması,
mevcut kanunların hükümlerini açıkça veya dolaylı değiştiren veya
kaldıran hükümler getirilmemesi ilkelerine anayasal kuvvet ve
hüküm tanındığı belirtilmektedir.
Anayasa
Mahkemesinin birçok kararında yinelenip vurgulandığı gibi, başlıca
ereği, bütçe yasalarını yapısına ve amacına aykırı kurallardan
ayıklamak ve bir sıkı düzene bağlayarak yalnızca bütçeye ilişkin
bütçeyle ilgili konuları içermesini sağlamak olan Anayasanın 161
nci maddesi, öbür yasa kurallarını değiştiren, onların alanına ve
konularına el atan bütçe yasası kurallarına açık ve kesin engeldir.
(Anayasa Mahkemesi’nin 02.07.1991 gün ve E.1991/16, K.1991/19 sayılı Kararı,
R.G. 02.07.1991, sa.27).
Bu nedenle,
söz konusu düzenlemeler Anayasa’nın 161 inci maddesine açıkça aykırıdır.
Öte
yandan yine Anayasa Mahkemesinin bir çok kararında belirtildiği
üzere (Örneğin, 30.01.1992 gün ve E.1991/8, K.1992/5; 15.02.1995 gün ve
E.1994/69, K.1995/8; 13.06.1995 gün ve E.1995/2, K.1995/12 sayılı kararları);
“Anayasanın
87 nci maddesinde Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin görev ve yetkileri
belirtilirken bütçe yasa tasarısını görüşmek ve
Ayrıca Tasarının son gün görüşmelerinde bir AKP
li milletvekili tarafından verilen ve CHP nin itiraz ve eleştirilerine
rağmen kabul edilen bir önerge ile 01.01.2007 tarihinde yürürlüğe girecek
olan 5510 Sayılı Sosyal Sigorta ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun
doğum yapan kadınlara verilmesi öngörülen “emzirme yardımı”nın
miktarı önemli ölçüde azaltılmıştır.
Aynı önerge ile bazı devlet memurlarının sigorta
prim matrahı daraltılmıştır. Bu uygulama söz konusu memurların
alacağı emekli aylığını azaltacaktır.
Önerge kapsamında çeşitli yasalarda değişiklik
yapılmıştır.
Önerge ile getirilen düzenlemeler, içerik olarak
doğru olmadığı gibi Anayasa’ya da aykırıdır.
Yukarıda yapmış olduğumuz açıklamalar çerçevesinde
2007 mali yılı Merkezi Yönetim Bütçe tasarısı ülkenin biriken sorunlarına
ve halkımızın ihtiyaçlarına çare olmaktan uzaktır. AKP toplumun
kendisine vermiş olduğu fırsatı hükümet olmasından bu yana dört
yıl geçmesine rağmen iyi kullanamamıştır.
M. Akif Hamzaçebi Kemal Kılıçdaroğlu Birgen Keleş
Trabzon İstanbul İstanbul
M. Mesut Özakcan A. Kemal Deveciler A. Kemal Kumkumoğlu
Aydın Balıkesir İstanbul
Mustafa Özyürek Bülent Baratalı Gürol Ergin
Mersin İzmir Muğla
Kâzım
Türkmen Enis
Tütüncü
Ordu Tekirdağ
HÜKÜMETİN TEKLİF
ETTİĞİ METİN
2007 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI
BİRİNCİ KISIM
Genel Hükümler
BİRİNCİ BÖLÜM
Gider, Gelir, Finansman ve Denge
Gider
MADDE 1- (1) Bu Kanuna
bağlı (A) işaretli cetvellerde gösterildiği üzere, 10/12/2003 tarihli
ve 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununa ekli;
a) (I) sayılı
cetvelde yer alan genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerine
200.815.783.401 Yeni Türk Lirası,
b) (II) sayılı
cetvelde yer alan özel bütçeli idarelere 12.719.864.000 Yeni Türk Lirası,
c) (III) sayılı
cetvelde yer alan düzenleyici ve denetleyici kurumlara
1.437.179.058 Yeni Türk Lirası,
ödenek verilmiştir.
Gelir ve finansman
MADDE 2- (1) Gelirler:
Bu Kanuna ekli
(B) işaretli cetvellerde gösterildiği üzere, 5018 sayılı Kanuna
ekli;
a) (I) sayılı
cetvelde yer alan genel bütçenin gelirleri 184.242.515.000 Yeni Türk
Lirası,
b) (II) sayılı
cetvelde yer alan özel bütçeli idarelerin gelirleri 3.263.692.290 Yeni
Türk Lirası öz gelir, 9.288.131.401 Yeni Türk Lirası Hazine yardımı
olmak üzere toplam 12.551.823.691 Yeni Türk Lirası,
c) (III) sayılı
cetvelde yer alan düzenleyici ve denetleyici kurumların gelirleri
1.435.179.058 Yeni Türk Lirası,
olarak tahmin
edilmiştir.
(2) Finansman:
Bu Kanuna ekli
(F) işaretli cetvellerde gösterildiği üzere, 5018 sayılı Kanuna
ekli;
a) (II) sayılı
cetvelde yer alan özel bütçeli idarelerin net finansmanı 222.734.309
Yeni Türk Lirası,
b) (III) sayılı
cetvelde yer alan düzenleyici ve denetleyici kurumların net finansmanı
2.000.000 Yeni Türk Lirası,
olarak tahmin
edilmiştir.
Denge
MADDE 3- (1) Bu Kanunun
1 inci maddesinin (a) bendinde belirtilen ödenekler toplamı ile 2
nci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde yer alan tahmini gelirler
toplamı arasındaki fark, net borçlanma hasılatı ile karşılanır.
İKİNCİ BÖLÜM
Bütçe Düzenine İlişkin Hükümler
Bölüm düzeni ve deyimler
MADDE 4- (1) Gider cetvelinin
bölümleri, analitik bütçe sınıflandırmasına uygun olarak fonksiyonlar
şeklinde düzenlenir. Fonksiyonlar; birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü
düzeyde alt fonksiyonlara ayrılır.
(2) Bu Kanunda
ve diğer kanunlarda giderlere ilişkin yer alan;
a) "Fasıl ve
bölüm" deyimleri, fonksiyonel sınıflandırmanın birinci düzeyini,
b) "Kesim"
deyimi, fonksiyonel sınıflandırmanın ikinci düzeyini,
c) "Madde"
deyimi, fonksiyonel sınıflandırmanın üçüncü düzeyini,
ç) "Tertip"
deyimi, kurumsal, fonksiyonel ve finansman tipi kodların bütün düzeyleri
ile ekonomik sınıflandırmanın ilk iki düzeyini,
d) Borç ödemeleri
yönünden "ilgili hizmet tertibi" deyimi, borç konusu hizmetlerin
yürütüldüğü ilgili tertipleri,
ifade eder.
(3) Tahakkuk ettirilecek
giderler Devlet muhasebesi kayıtlarında ekonomik sınıflandırmanın
dördüncü düzeyini de kapsayacak şekilde gösterilir; kesinhesap
kanunu tasarısı ise ikinci düzeyde hazırlanır.
(4) İlgili mevzuat
hükümleriyle analitik bütçe sınıflandırması arasında gerekli
uyumu sağlamaya ve ortaya çıkabilecek sorunları gidermeye yönelik
düzenlemeler yapmaya Maliye Bakanı yetkilidir.
Bağlı cetveller
MADDE 5- (1) Bu Kanunun
1 inci maddesi ile verilen ödeneklerin dağılımı (A),
(2) Merkezi yönetim
kapsamındaki kamu idareleri tarafından ilgili mevzuata göre tahsiline
devam olunacak gelirler (B),
(3) Merkezi yönetim
kapsamındaki kamu idareleri gelirlerine dayanak teşkil eden temel
hükümler (C),
(4) Bazı ödeneklerin
kullanımına ve harcamalara ilişkin esaslar (E),
(5) 5018 sayılı
Kanuna ekli (II) ve (III) sayılı cetvellerde yer alan idare ve kurumların
nakit imkanları ile bu imkanlardan harcanması öngörülen tutarlar
(F),
(6) 10/2/1954 tarihli
ve 6245 sayılı Harcırah Kanunu hükümleri uyarınca verilecek gündelik
ve tazminat tutarları (H),
(7) Çeşitli kanunlara
göre bütçe kanununda gösterilmesi gereken parasal sınırlar (İ),
(8) Ek ders, konferans
ve fazla çalışma ücretleri ile diğer ücret ödemelerinin tutarları
(K),
(9) 11/8/1982 tarihli
ve 2698 sayılı Milli Eğitim Bakanlığı Okul Pansiyonları Kanununun
3 üncü maddesi gereğince Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yönetilen
okul pansiyonları öğrencilerinden alınacak pansiyon ücretleri
(M),
(10) 7/6/1939 tarihli
ve 3634 sayılı Milli Müdafaa Mükellefiyeti Kanunu uyarınca milli
müdafaa mükellefiyeti yoluyla alınacak;
a) Hayvanların
alım değerleri (O),
b) Motorlu taşıtların
ortalama alım değerleri ile günlük kira bedelleri (P),
(11) 5018 sayılı
Kanuna ekli (I) ve (II) sayılı cetvellerde yer alan kamu idarelerinin
yıl içinde edinebilecekleri taşıtların cinsi, adedi, hangi hizmetlerde
kullanılacağı ile 5/1/1961 tarihli ve 237 sayılı Taşıt Kanununa tabi
kurumların yıl içinde satın alacakları taşıtların azami satın alma
bedelleri (T),
(12) Kanunlar ve
kararnamelerle bağlanmış vatani hizmet aylıkları (V),
işaretli cetvellerde
gösterilmiştir.
Yeni tertip, gider ve gelir kalemleri açılması
MADDE 6- (1) İlgili mevzuatına
göre, yılı içinde hizmetin gerektirdiği hallerde Maliye Bakanlığınca
belirlenecek esas ve usuller çerçevesinde merkezi yönetim kapsamındaki
kamu idarelerinin ekli (A) işaretli cetvellerinde yeni tertipler,
(B) işaretli cetvellerinde yeni gelir kodları ve (F) işaretli cetvellerinde
yeni finansman kodları açılabilir.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Mali Politikaya İlişkin Hükümler
Gerektiğinde kullanılabilecek ödenekler
MADDE 7- (1) Personel Giderlerini
Karşılama Ödeneği:
Genel bütçe kapsamındaki
kamu idareleri ile özel bütçeli idarelerin bütçelerine konulan
ödeneklerin yetmeyeceği anlaşıldığı takdirde, ilgili mevzuatının
gerektirdiği giderler için "Personel Giderleri" ve
"Sosyal Güvenlik Kurumlarına Devlet Primi Giderleri" ile
ilgili mevcut veya yeniden açılacak tertiplere, Maliye Bakanlığı
bütçesinin 12.01.31.00-01.1.2.00-1-09.1 tertibinde yer alan ödenekten
aktarma yapmaya,
(2) Yedek Ödenek:
Maliye Bakanlığı
bütçesinin 12.01.31.00-01.1.2.00-1-09.6 tertibinde yer alan ödenekten,
genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri ile özel bütçeli idarelerin
bütçelerinde mevcut veya yeniden açılacak (01), (02), (03), (05) ve
(08) ekonomik sınıflandırma kodlarında yer alan tertipler ile çok
acil ve zorunlu hallerde (06) ve (07) ekonomik sınıflandırma kodlarında
yer alan tertiplere aktarma yapmaya,
(3) Yatırımları
Hızlandırma Ödeneği:
Maliye Bakanlığı
bütçesinin 12.01.31.00-01.1.2.00-1-09.3 tertibinde yer alan ödenekten,
2007 Yılı Programının Uygulanması, Koordinasyonu ve İzlenmesine
Dair Karar hükümlerine uyularak, 2007 Yılı Yatırım Programının uygulama
durumuna göre gerektiğinde öncelikli sektörlerde yer alan yatırımların
hızlandırılması veya yılı içinde gelişen şartlara göre öncelikli
sektör ve alt sektörlerde yer alan ve programa yeni alınması gereken
projelere ödenek tahsisi veya ödeneklerinin artırılmasında kullanılmak
üzere genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri ile özel bütçeli idarelerin
projelerine ilişkin mevcut veya yeniden açılacak tertiplere aktarma
yapmaya,
(4) Doğal Afet Giderlerini
Karşılama Ödeneği:
Maliye Bakanlığı
bütçesinin 12.01.31.00-01.1.2.00-1-09.5 tertibinde yer alan ödeneği, yatırım
nitelikli giderler açısından yılı yatırım programı ile ilişkilendirilmek
kaydıyla genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri ile özel bütçeli
idarelerin her türlü doğal afet giderlerini karşılamak amacıyla
mevcut veya yeniden açılacak tertiplerine aktarmaya,
(5) Belediyelere
Yardım Ödeneği:
Maliye Bakanlığı
bütçesinin 12.01.31.00-01.1.2.76-1-05.2 tertibinde yer alan ödeneği, belediyelere
yardım olarak kullanmaya,
Maliye Bakanı
yetkilidir.
Özel bütçeli idarelere Hazine yardımı
MADDE 8- (1) Özel bütçeli
idarelere, 5018 sayılı Kanuna ekli (I) sayılı cetvelde yer alan kamu
idarelerinin bütçelerinin ilgili tertiplerinden bu idarelerin
nakit ihtiyaçları dikkate alınarak yapılacak Hazine yardımı tahakkukları,
Hazine yardımı ödeneğinin bulunduğu kamu idarelerinin ödemelerini
yapan merkez muhasebe birimlerince ödenir.
Yatırım harcamaları
MADDE 9- (1) 2007 Yılı Yatırım
Programına ek yatırım cetvellerinde yer alan projeler dışında herhangi
bir projeye harcama yapılamaz. Bu cetvellerde yer alan projeler ile
ödeneği toplu olarak verilmiş projeler kapsamındaki yıllara sari
işlere (proje kredisi ile sağlanacak olan projelerden kurulu gücü
500 MW üzerinde olan baraj ve hidroelektrik santral projeleri ile Gebze-Haydarpaşa,
Sirkeci-Halkalı Banliyö Hattının İyileştirilmesi ve Demiryolu
Boğaz Tüp Geçişi İnşaatı Projesi kapsamındaki işler hariç) 2007 yılında
başlanabilmesi için proje veya işin 2007 yılı yatırım ödeneği, proje
maliyetinin yüzde onundan az olamaz. Bu oranın altında kalan proje
ve işler için gerektiğinde projeler 2007 Yılı Programının Uygulanması,
Koordinasyonu ve İzlenmesine Dair Karar hükümlerine uyulmak ve
öncelikle kurumların yatırım ödenekleri içinde kalmak suretiyle
revize edilebilir.
(2) Silahlı Kuvvetler
bütçesinin programlarında (03) ekonomik sınıflandırma kodunda
yer alan savunma sektörü, altyapı, inşa, iskan ve tesisleriyle NATO
altyapı yatırımlarının gerektirdiği inşa ve tesisler ve bunlara
ilişkin kamulaştırmalar ile stratejik hedef planı içinde yer alan
alım ve hizmetler Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığının vizesine
bağlı olmayıp, 2007 Yılı Yatırım Programına ek yatırım cetvellerinde
yer almaz.
(3) Merkezi yönetim
kapsamındaki kamu idarelerinin yatırım programında ödenekleri
toplu olarak verilmiş yıllık projelerinden makine-teçhizat, büyük
onarım, idame-yenileme, tamamlama ile bilgisayar yazılımı ve donanımı
projelerinin detay programları ile alt harcama kalemleri itibarıyla
tadat edilen ve edilmeyen toplulaştırılmış projelerinin alt harcama
kalemleriyle ilgili işlemlerde 2007 Yılı Programının Uygulanması,
Koordinasyonu ve İzlenmesine Dair Karar hükümleri uygulanır.
(4) 2007 Yılı Yatırım
Programına ek yatırım cetvellerinde yer alan projelerden ilgili
Bakanın onayı ile il özel idarelerince valinin yetki ve sorumluluğunda
gerçekleştirilmesi uygun görülenlerin bedelleri, münhasıran
proje ile ilgili harcamalarda kullanılmak üzere hizmetin ait olduğu
il özel idaresine ödenir. Mahalli hizmet niteliği taşıyan işler,
bu fıkrada belirtilen esaslar çerçevesinde program ve proje safhasında
da valilerin yetki ve sorumluluğuna devredilebilir.
(5) Dördüncü fıkraya
göre yürütülecek projelerin etüt, keşif ve kontrollük hizmetlerinin
ilgili bakanlık ve genel müdürlüğün il teşkilatlarınca ihale edilmek
suretiyle yaptırılması ve bedellerinin ödenmesi, valinin onayı
ile il özel idarelerince gerçekleştirilir.
(6) 2007 Yılı Yatırım
Programına ek yatırım cetvellerinde yıl içinde yapılması zorunlu
değişiklikler için 2007 Yılı Programının Uygulanması, Koordinasyonu
ve İzlenmesine Dair Kararda yer alan usullere uyulur.
Resmi taşıtlara ilişkin hususlar
MADDE 10- (1) Bu Kanuna
ekli (T) işaretli cetvelde yer alan taşıtlar, ancak çok acil ve zorunlu
hallere münhasır olmak kaydıyla ilgili bakanlığın teklifi üzerine
Bakanlar Kurulu kararı ile edinilebilir.
(2) Vakıf, dernek, sandık, banka,
birlik, firma, şahıs ve benzeri kuruluş veya kişilere ait olup 237
sayılı Kanun kapsamında bulunan kurumlar ile özel kanunla kurulmuş
diğer kamu kurum, kurul, üst kurul ve kuruluşlarınca kullanılan taşıtların
giderleri için kurum bütçelerinden hiçbir şekilde ödeme yapılamaz.
(3) Türk Silahlı Kuvvetleri (Jandarma
Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı dahil) ile Emniyet
Genel Müdürlüğüne kurum, kuruluş, dernek ve vakıflarca hibe edilecek
taşıtlar, (T) işaretli cetvelde gösterilmesine gerek bulunmaksızın
Bakanlar Kurulu kararı ile edinilebilir.
(4) Emniyet Genel Müdürlüğüne
ait taşıtlar, 12/4/2001 tarihli ve 4645 sayılı Kanun hükümleri çerçevesinde
(T) işaretli cetvelde gösterilmesine gerek bulunmaksızın, cinsi
ve adedi İçişleri Bakanının talebi ve Maliye Bakanlığının teklifi
üzerine alınacak Bakanlar Kurulu kararında belirlenmek kaydıyla
4/1/2002 tarihli ve 4734 sayılı Kamu İhale Kanununa tabi olmaksızın
mübadele yoluyla yenileri ile değiştirilebilir. Aradaki fiyat
farkı, Türk Polis Teşkilatını Güçlendirme Vakfı gelirlerinden karşılanır.
(5) Türk Silahlı Kuvvetlerine
(Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı dahil)
ait taşıtlar, 30/5/1985 tarihli ve 3212 sayılı Kanun hükümleri çerçevesinde
(T) işaretli cetvelde gösterilmesine gerek bulunmaksızın, cinsi
ve adedi Milli Savunma Bakanlığının (Jandarma Genel Komutanlığı
ve Sahil Güvenlik Komutanlığı için ise İçişleri Bakanlığının) talebi
ve Maliye Bakanlığının teklifi üzerine alınacak Bakanlar Kurulu
kararında belirlenmek kaydıyla 4734 sayılı Kanuna tabi olmaksızın
mübadele yoluyla yenileriyle değiştirilebilir. Aradaki fiyat
farkı, kantin gelirlerinden veya bağış yoluyla (Jandarma Genel Komutanlığı
için Jandarma Asayiş Vakfı gelirlerinden) karşılanır.
(6) Türk Silahlı Kuvvetlerine
(Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı dahil)
ait taşıtlardan, trafiğe tescil tarihi itibarıyla en az 10 yaşını
doldurmuş olanlar, (T) işaretli cetvelde gösterilmesine gerek bulunmaksızın,
cinsi ve adedi, ilgisine göre Milli Savunma Bakanlığı veya İçişleri
Bakanlığının kararıyla, 4734 sayılı Kanuna tabi olmaksızın ve satılacak
taşıt sayısı satın alınacak taşıt sayısından az olmamak ve satın
alınacak taşıt sayısı Milli Savunma Bakanlığı için 30 adedi, İçişleri
Bakanlığı (Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı
için) için ise 10 adedi geçmemek üzere mübadele yoluyla yenileriyle
değiştirilebilir ve aradaki fiyat farkı, bütçeden karşılanabilir.
Bu fıkrada yer almayan hususlar hakkında 3212 sayılı Kanun hükümleri
uygulanır.
DÖRDÜNCÜ
BÖLÜM
Bütçe
Uygulamasına İlişkin Hükümler
Aktarma
ve ekleme işlemleri
MADDE
11- (1) a) Genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri
ile özel bütçeli idarelerin bütçelerinin "Personel giderleri"
ile "Sosyal güvenlik kurumlarına Devlet primi giderleri"
tertiplerinde yer alan ödenekleri, Maliye Bakanlığı bütçesinin
"Personel Giderlerini Karşılama Ödeneği" ile gerektiğinde
"Yedek Ödenek" tertibine; diğer ekonomik kodlara ilişkin
tertiplerde yer alan ödenekleri ise Maliye Bakanlığı bütçesinin
"Yedek Ödenek" tertibine aktarmaya,
b) Genel bütçe kapsamındaki kamu
idarelerinden, hizmeti yaptıracak olan kamu idaresinin isteği
üzerine bütçesinden yıl içinde hizmeti yürütecek olan idarenin bütçesine,
fonksiyonel sınıflandırma ayrımına bakılmaksızın ödenek aktarmaya
ve bu konuda gerekli işlemleri yapmaya,
c) Milli Savunma Bakanlığı ile
Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı arasında
cari yıl içinde yapılan hizmetlerin bedellerini karşılamak amacıyla
varılacak mutabakat üzerine, ilgili bütçeler arasında karşılıklı
aktarma yapmaya,
ç) (c) bendinde belirtilen bütçelerde
yer alan Silahlı Kuvvetlerin tek merkezden yönetilmesi gereken ikmal
ve tedarik hizmetleri ile bir fonksiyona ait bir hizmetin diğer bir
fonksiyon tarafından yürütülmesi halinde ilgili ödeneği, fonksiyonlar
arasında karşılıklı olarak aktarmaya,
d) Genel bütçe kapsamındaki kamu
idareleri için 2007 Yılı Programının Uygulanması, Koordinasyonu
ve İzlenmesine Dair Karara uygun olarak yılı yatırım programında
değişiklik yapılması halinde değişiklik konusu projelere ait
ödeneklerle ilgili kurumlararası aktarma yapmaya,
e) Kamu idarelerinin yeniden teşkilatlanması
sonucu, bütçe kanunlarının uygulanması ve kesin hesapların hazırlanması
ile ilgili olarak gerekli görülen her türlü bütçe ve muhasebe işlemleri
için gerekli düzenlemeleri yapmaya,
Maliye Bakanı yetkilidir.
(2) Genel bütçe kapsamındaki kamu
idareleri ile özel bütçeli idareler, aktarma yapılacak tertipteki
ödeneğin yüzde yirmisine kadar kendi bütçeleri içinde ödenek aktarması
yapabilirler. Bu idarelerin yüzde yirmiyi geçen diğer her türlü kurum
içi aktarmalarını yapmaya Maliye Bakanı yetkilidir.
(3) a) Özel bütçeli idareler ile düzenleyici
ve denetleyici kurumların (B) işaretli cetvellerinde belirtilen
tahmini tutarlar üzerinde gerçekleşen gelirler ile (F) işaretli
cetvellerinde belirtilen ödenekleştirilmeyen finansman karşılıklarını
ve gerçekleşen finansman fazlalarını, idare ve kurumların bütçelerinin
mevcut veya yeniden açılacak tertiplerine ödenek olarak eklemeye
Maliye Bakanlığınca belirlenecek esas ve usuller çerçevesinde kamu
idareleri yetkilidir.
b) Sermaye ödenekleri, 2007 Yılı
Programının Uygulanması, Koordinasyonu ve İzlenmesine Dair Karar
hükümlerine göre yılı yatırım programıyla ilişkilendirilir.
(4) Genel bütçe kapsamındaki kamu
idareleri arasındaki kaynak transferleri ödenek aktarma suretiyle
yapılır. Merkezi yönetim bütçesi kapsamındaki idareler ve kurumlar
arasındaki diğer kaynak transferleri tahakkuk işlemleriyle gerçekleştirilir.
Bu işlemler karşılığı tahsil edilen tutarlar, bir taraftan (B) işaretli
cetvellere gelir, diğer taraftan (A) işaretli cetvellere ödenek
olarak kaydedilir.
(5) Hazine adına tescilli bulunan
ve Karayolları Genel Müdürlüğünün mülkiyetinde iken 5018 sayılı
Kanunun geçici 12 nci maddesi gereğince Hazine adına tescil edilmesi
gereken taşınmazlar ile Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunup
da tescil edilmeye elverişli olan taşınmazlardan Bayındırlık ve İskan
Bakanlığının talebi, Maliye Bakanının teklifi ve Başbakanın onayı
ile tespit edilenlerin satışından elde edilecek gelirleri, genel
bütçenin (B) işaretli cetveline gelir, diğer taraftan bölünmüş yol
veya Devlet ve il yolları yapım, bakım ve kamulaştırma hizmetlerinde
kullanılmak üzere Karayolları Genel Müdürlüğü bütçesine ödenek
kaydetmeye Maliye Bakanı yetkilidir. Sermaye ödenekleri, 2007 Yılı
Programının Uygulanması, Koordinasyonu ve İzlenmesine Dair Karar
hükümlerine göre yılı yatırım programıyla ilişkilendirilir.
Geçici
hizmet karşılığı yapılacak ödemeler
MADDE
12- (1) 5018 sayılı Kanuna ekli (I) ve (II) sayılı cetvellerde yer alan kamu idareleri;
a) Arızi nitelikteki işleriyle
sınırlı kalmak koşuluyla yıl içinde bir ayı aşmayan sürelerle hizmet
satın alınacak veya çalıştırılacak kişilere yapılacak ödemeleri,
b) İlgili mevzuatı uyarınca kısmi
zamanlı hizmet satın alınan kişilere yapılacak ödemeleri,
c) 5/6/1986 tarihli ve 3308 sayılı
Mesleki Eğitim Kanununun 25 inci maddesi gereğince aday, çırak ve
işletmelerde meslek eğitimi gören öğrencilere yapılacak ödemeleri,
ç) 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı
Devlet Memurları Kanununun 4 üncü maddesinin (C) fıkrası gereğince
çalıştırılan geçici personele yapılacak ödemeleri,
bütçelerinin (01.4) ekonomik sınıflandırma
kodunda yer alan ödenekleri aşmayacak şekilde yaparlar. Söz konusu
ekonomik koda, bütçelerin başka tertiplerinden (bu ekonomik koda
ilişkin tertiplerin kendi arasındaki aktarmalar hariç) ödenek aktarılamaz
ve ödenek üstü harcama yapılamaz. Ancak, özelleştirme uygulamaları
nedeniyle iş akitleri feshedilenlerden 657 sayılı Kanunun 4 üncü
maddesinin (C) fıkrası hükmü çerçevesinde 5018 sayılı Kanuna ekli
(I) ve (II) sayılı cetvellerde yer
alan kamu idarelerinde istihdam edilecek personel için gerekli
olan tutarları ilgili tertiplere aktarmaya Maliye Bakanı yetkilidir.
Ödenek
devir ve iptal işlemleri
MADDE
13- (1) a) Milli Savunma Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı
ve Sahil Güvenlik Komutanlığı bütçelerinin (özel ödenekler ve
03.9-Tedavi ve Cenaze Giderleri ekonomik kodunda yer alan tertipler
hariç) mal ve hizmet alım giderleri ile ilgili tertiplerinde yer
alan ödeneklerden yılı içinde harcanmayan kısımları, hizmetin devamlılığını
sağlamak amacıyla ödeneklerinin yüzde otuzunu aşmamak üzere ertesi
yıl bütçesine devren ödenek kaydetmeye,
b) Kültür ve Turizm Bakanlığı bütçesinin
tanıtmaya ilişkin 21.01.36.00 ve 21.01.36.63 kurumsal kodu altında bulunan
(03) ekonomik koduna ilişkin tertiplerinde yer alan ödeneklerden
harcanmayan kısımları ertesi yıl bütçesinin aynı tertiplerine
devren ödenek kaydetmeye,
c) Türkiye Bilimsel ve Teknolojik
Araştırma Kurumu bütçesinin 40.08.33.00-01.4.1.00-2-07.1 tertibinde
yer alan ödenekten harcanmayan kısımları ertesi yıl bütçesinin aynı
tertibine devren ödenek kaydetmeye,
ç) İlgili mevzuatı gereğince
özel gelir kaydedilmek üzere tahsil edilen tutarları, idare bütçelerinde
söz konusu mevzuatta belirtilen amaçlar için tertiplenen ödenekten
kullandırmak üzere genel bütçenin (B) işaretli cetveline gelir kaydetmeye
ve bütçelenen ödenekten gelir gerçekleşmesine göre ilgili tertiplere
aktarma yapmaya, yılı içinde harcanmayan ödenekleri (2006 yılından
devredenler de dahil) ertesi yıl bütçesine devren gelir ve ödenek
kaydetmeye, bu hükümler çerçevesinde yapılacak işlemlere ilişkin
esas ve usulleri belirlemeye,
Maliye Bakanı yetkilidir.
(2) Sermaye ödenekleri, 2007 Yılı
Programının Uygulanması, Koordinasyonu ve İzlenmesine Dair Karar
hükümlerine göre yılı yatırım programıyla ilişkilendirilir.
Mahalli
idarelere yapılacak Hazine yardımları
MADDE
14- (1) Maliye Bakanlığı bütçesinin;
a) 12.01.31.00-06.1.0.07-1-05.2 tertibinde
yer alan ödenek, 13/1/2005 tarihli ve 5286 sayılı Kanunun geçici 7 nci
maddesi çerçevesinde, il özel idareleri ve büyükşehir belediyelerinin
gelirlerine ilişkin yeni bir kanuni düzenleme yapılıncaya kadar
bu idarelere devredilen personelin aylık ve diğer her türlü mali
ve sosyal haklarına ilişkin ödemeler ile diğer cari giderler için il
özel idarelerine veya büyükşehir belediyelerine,
b) 12.01.31.00-06.1.0.08-1-07.1 tertibinde
yer alan ödenek, Köylerin Altyapısının Desteklenmesi Projesi (KÖYDES)
kapsamında köylerin altyapı ihtiyaçları için il özel idareleri
ve/veya köylere hizmet götürme birliklerine,
c) 12.01.31.00-06.1.0.09-1-07.1 tertibinde
yer alan ödenek, Belediyelerin Altyapısının Desteklenmesi Projesi
(BELDES) kapsamında nüfusu 10.000’in altında olan belediyelerin
altyapı ihtiyaçları için il özel idareleri ve /veya köylere hizmet
götürme birliklerine,
tahakkuk ettirilmek suretiyle
kullandırılır.
(2) Birinci fıkranın (b) ve (c)
bentlerinde yer alan ödeneklerin, 2007 Yılı Yatırım Programında alt
hizmet programları itibarıyla belirlenmesini müteakip il bazında
dağılımı, kullandırılması, izlenmesi ve denetimine ilişkin esas
ve usuller, Yüksek Planlama Kurulu tarafından karara bağlanır.
TÜBİTAK
ve yükseköğretim kurumları ile ilgili işlemler
MADDE
15- (1) Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı bütçesinin
38.01.02.00-09.9.9.00-2-05.3 (Öğretim Üyesi Yetiştirme Projesi) tertibinde
yer alan ödenek, bu proje kapsamında lisans-üstü eğitim veren yükseköğretim
kurumlarına, mal ve hizmet alımlarında kullanılmak üzere, görevlendirilen
öğrencilerin sayıları ve öğrenim alanları dikkate alınarak tahakkuk
ettirilmek suretiyle ödenir. Ödenen bu tutar karşılığını bir yandan
ilgili yükseköğretim kurumunun (B) işaretli cetveline öz gelir,
diğer yandan (A) işaretli cetveline ödenek kaydetmeye ilgili yükseköğretim
kurumu yetkilidir.
(2) 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı
Yükseköğretim Kanununun 46, 58, ek 25, ek 26 ve ek 27 nci maddeleri
ile 19/11/1992 tarihli ve 3843 sayılı Kanunun 7 nci maddesi uyarınca
tahsil edilen tutarlar ve diğer gelirler, ilgili yükseköğretim kurumu
bütçesine öz gelir olarak kaydedilir. Kaydedilen bu tutarlar karşılığı
olarak ilgili yükseköğretim kurumu bütçesine konulan ödenekler,
gelir gerçekleşmelerine göre kullandırılır. (B) işaretli cetvelde
gelir kodları itibarıyla tahmin edilen gelirleri aşan öz gelir tahsilatları
karşılığı kadar (A) işaretli cetveline ödenek eklemeye Maliye Bakanlığınca
belirlenecek esas ve usuller çerçevesinde yükseköğretim kurumları
yetkilidir.
(3) Yükseköğretim kurumu bütçelerinde
öz gelir karşılığı olarak ilgili yükseköğretim kurumu bütçesinin
(A) işaretli cetvelinde fonksiyonel sınıflandırmanın dördüncü düzeyinde
tertiplenen ödenekler arasında aktarma yapılamaz.
(4) Yıl içinde eklenen sermaye ödenekleri,
2007 Yılı Programının Uygulanması, Koordinasyonu ve İzlenmesine
Dair Karar hükümlerine göre yılı yatırım programıyla ilişkilendirilir.
(5) TÜBİTAK ve yükseköğretim kurumlarının
bütçe ödeneklerinin kullanılması, tertipler arasında aktarma yapılması
ve diğer bütçe işlemlerinin gerçekleştirilmesi konusunda esas ve
usuller belirlemeye Maliye Bakanı yetkilidir.
Fonlara
ilişkin işlemler
MADDE
16- (1) 1995 Mali Yılı Bütçe Kanununun 45 inci ve 1996
Mali Yılı Bütçe Kanununun 43 üncü maddesi uyarınca, Destekleme ve
Fiyat İstikrarı Fonundan (DFİF) yapılan ödemelerle ilgili olarak,
anılan Fona ikrazen verilen özel tertip Devlet tahvili ile ilgili
açık bulunan hesabın kapatılmasına Hazine Müsteşarlığının bağlı
olduğu Bakan, bu işlemleri anılan Müsteşarlığın teklifi üzerine
gelir ve gider hesapları ile ilişkilendirmeksizin mahiyetlerine
göre ilgili Devlet hesaplarına kaydetmeye Maliye Bakanı yetkilidir.
(2) Türk Silahlı Kuvvetlerine
stratejik hedef planı uyarınca temini gerekli modern silah, araç ve
gereçler ile gerçekleştirilecek savunma ve NATO altyapı yatırımları
için yıl içinde yapılacak harcamalar, 7/11/1985 tarihli ve 3238 sayılı
Kanunla kurulan Savunma Sanayii Destekleme Fonunun kaynakları,
bu amaçla bütçeye konulan ödenekler ve diğer ayni ve nakdi imkanlar
birlikte değerlendirilmek suretiyle Savunma Sanayii İcra Komitesince
tespit edilecek esaslar çerçevesinde karşılanır.
(3) Milli Savunma Bakanlığı, Jandarma
Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığına bütçe ile tahsis
edilen mevcut ödeneklerden ikinci fıkra hükümleri gereğince tespit
edilecek tutarları, Emniyet Genel Müdürlüğüne bütçe ile tahsis
edilen mevcut ödeneklerden helikopter ve uçak alımına ilişkin tutarları,
Gümrük Müsteşarlığına (Gümrükler Muhafaza Genel Müdürlüğü) bütçe
ile tahsis edilen mevcut ödeneklerden motorbot alımına yönelik tutarları,
Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğüne bütçe ile tahsis edilen
mevcut ödenekler ile bu Genel Müdürlük bütçesine kaydedilen ödeneklerden
motorbot alımına yönelik tutarları Savunma Sanayii Destekleme
Fonuna ödemeye Milli Savunma, İçişleri ve Sağlık Bakanları ile Gümrük
Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakan yetkilidir.
(4) Savunma Sanayii Destekleme
Fonundan Hazineye yatırılacak paraları bir yandan genel bütçeye
gelir, diğer yandan Milli Savunma Bakanlığı bütçesinin ilgili tertiplerine
ödenek kaydetmeye ve geçen yıllar ödenek bakiyelerini devretmeye
Maliye Bakanı yetkilidir.
Yabancı
ülkelere yapılacak hizmet karşılıkları
MADDE
17- (1) Maliye Bakanı;
a) Milli Savunma Bakanlığı, Jandarma
Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığınca yabancı ülkelere
ve uluslararası kuruluşlara kiraya verilen veya bir hizmetin yerine
getirilmesinde kullanılan kara, deniz ve hava taşıtlarından alınan
kira veya ücret tutarlarını,
b) Türk Silahlı Kuvvetlerinin öğrenim
ve eğitim müesseselerinde okutulan ve eğitim gören yabancı uyruklu
subay, astsubay veya erlere yapılan giderler karşılığında ilgili
devletlerce ödenen tutarları,
c) NATO makamlarınca yapılan anlaşma
gereğince yedek havaalanlarının bakım ve onarımları için ödenecek
tutarları,
aynı amaçla kullanılmak üzere bir
yandan genel bütçeye gelir, diğer yandan yukarıda yazılı kuruluş
bütçelerinde açılacak özel tertiplere ödenek kaydetmeye ve bu suretle
ödenek kaydedilen tutarlardan yılı içinde harcanmayan kısımları
ertesi yıla devretmeye yetkilidir.
Bağış,
hibe ve yardımlara ilişkin işlemler
MADDE
18- (1) Maliye Bakanı;
a) Yurt içi ve yurt dışı kaynaklardan hibe
olarak yıl içinde elde edilecek imkanların Yeni Türk Lirası karşılıklarını
Hazine Müsteşarlığının teklifi üzerine gereğine göre bütçeye
gelir veya gelir-ödenek-gider kaydetmeye,
b) Dış kaynaklardan veya uluslararası
antlaşmalarla bağış ve kredi yoluyla gelecek her çeşit malzemenin
navlun ve dışalımla ilgili vergi ve resimlerinin ödenmesi amacı
ile bunların karşılığını, ilgili bütçelerinde mevcut veya yeniden
açılacak tertiplere ödenek kaydetmeye ve gereken işlemleri yapmaya,
c) 2007 yılı içinde Milli Savunma
Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı
ihtiyaçları için yabancı devletlerden askeri yardım yoluyla veya
diğer yollardan fiilen sağlanacak malzeme ve eşya bedellerini,
bağlı (B) işaretli cetvelde açılacak tertiplere gelir ve karşılıklarını
da bu bütçelerde açılacak özel tertiplere ödenek ve gider kaydetmeye,
yetkilidir.
(2) Türkiye - Avrupa Birliği mali
işbirliği kapsamında sağlanacak mali imkanların karşılığı olarak
ilgili idare bütçelerinde (05), (06) ve (07) ekonomik sınıflandırma
kodlarında yer alan tutarların Ulusal Fona ödenmesine ilgili bakanlar
yetkilidir. Bu ödenekler başka bir hizmet veya faaliyete tahsis edilemez.
Ancak, bu tutarlardan ödeme esnasında kur farkı nedeniyle oluşan
fazlalıklar ve ilgili projeler için harcanamayan kısımlar, Ulusal
Fon hesaplarında tutulmaya devam edilir ve gerektiğinde bu Kanun
kapsamındaki diğer idarelere ait projelerin eş finansmanı için
kullanılabilir. Ulusal Fona ödeme işlemi Hazine Müsteşarlığının
bağlı olduğu Bakanın talebi üzerine ve projelerin finansman planlamasına
uygun olarak en geç otuz gün içinde gerçekleştirilir.
(3) İkinci fıkra uyarınca Ulusal
Fona ödenen bu tutarlar, 30/1/2003 tarihli ve 4802 sayılı Kanun kapsamında
onaylanan Mutabakat Zabıtlarında yer alan hükümler çerçevesinde
kullanılır.
(4) Mali işbirliği kapsamındaki
projelerin yürütülmesi esnasında usulsüzlükler nedeniyle Avrupa
Komisyonuna iadesi gereken hibeler, kur farkları ve benzeri türden
doğabilecek ilave ödenek ihtiyacı, Maliye Bakanlığı bütçesinde
yer alan 12.01.31.00-01.1.2.00-1-09.6 tertibinden aktarma yapılmak suretiyle
karşılanabilir.
Muhtelif
gelirlere ilişkin hususlar
MADDE
19- (1) Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğünün
yabancı ülkelere verdiği meteorolojik ürünlerin bedelleri ile
yabancı ülke meteorolojik ürünlerinin diğer yabancı ülkelere veya
yurt içindeki kişi ve kurumlara, yabancı ülkelerin de anılan Genel
Müdürlüğün meteorolojik ürünlerini diğer ülke ve kişilere satışından
yıl içinde elde edilecek döviz cinsinden tutarlar, T.C. Merkez Bankası
nezdinde açılacak özel hesaba yatırılır. Bu tutarlardan ilgili anlaşmalar
gereğince yurt dışı kuruluşlara ödenmesi gereken tutarlar, bu
özel hesaptan Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğünün talimatıyla
T.C. Merkez Bankasınca transfer edilir. Geri kalan tutarlar, ilgili
Genel Müdürlüğün talimatıyla T.C. Merkez Bankasınca döviz alış kuru
üzerinden Yeni Türk Lirasına çevrilerek Genel Müdürlüğün ödemelerini
yapan Merkez Saymanlık hesabına aktarılır. Saymanlık hesabına aktarılan
bu tutarlar, genel bütçeye gelir kaydedilir.
(2) 5018 sayılı Kanunla genel bütçe
kapsamına alınan ve 2006 yılından önce katma bütçeli olan idarelerin
ilgili mevzuatında belirtilen kurum gelirleri, genel bütçe geliri
olarak tahsil edilir.
(3) 4/12/1984 tarihli ve 3096 sayılı
Kanun kapsamındaki tabii kaynakların ve tesislerin işletme haklarının
devrinden elde edilen gelirlerin tamamı genel bütçeye gelir kaydedilir.
İKİNCİ
KISIM
Devlet
Borçları ve Kamu İktisadi Teşebbüslerine
İlişkin
Hükümler
Hazine
garanti limiti ve borçlanmaya ilişkin işlemler
MADDE
20- (1) 2007 yılında, 28/3/2002 tarihli ve 4749 sayılı Kamu
Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanuna göre
sağlanacak;
a) Garantili imkan limiti 3 milyar
ABD Dolarını,
b) Hazine Müsteşarlığınca belirlenecek
koşullar çerçevesinde ve elde edilecek kaynaklar Hazineye aktarılacak
şekilde kamu kurum ve kuruluşlarınca ihraç edilecek sertifika,
senet ve benzeri finansman enstrümanlarına sağlanacak garanti tutarı
2 milyar ABD Dolarını,
aşamaz.
(2) Birinci fıkranın (b) bendinde
yer alan tutarı bir katına kadar artırmaya Bakanlar Kurulu yetkilidir.
(3) Bu Kanunun 1 inci maddesi ile
belirlenen başlangıç ödeneklerinin yüzde birine kadar ikrazen
Özel Tertip Devlet İç Borçlanma Senedi ihraç edilebilir.
Görev
zararları
MADDE
21- (1) Kamu iktisadi teşebbüslerinin 8/6/1984 tarihli
ve 233 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde
Kararnamenin 35 inci maddesi uyarınca doğmuş ve doğacak görev zararı
alacakları ile 12/12/2001 tarihli ve 2001/3372 sayılı Bakanlar Kurulu
Kararı ile önceki yıllar kararları kapsamında üretilen şekerin,
Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş.'nin özelleştirme programına alındığı
tarih itibarıyla sözleşmesi ve bağlantısı yapılmış olan dahilde
işleme rejimi kapsamındaki satışlarıyla ihracatından doğan
ve/veya doğacak görev zararları ile Toprak Mahsulleri Ofisi Genel
Müdürlüğünün (TMO) ilgili mevzuatında belirtilen esas ve usullere
göre doğmuş ve doğacak görev zararı alacakları, avans olarak
(TMO'nun 2004-2005 kampanya döneminde dahilde işleme rejimi kapsamında
doğan ve/veya doğacak görev zararları hariç) Hazine Müsteşarlığı
bütçesinde bu amaçla öngörülen ödeneklerden karşılanır.
(2) Türkiye İhracat Kredi Bankası
Anonim Şirketinin politik risk kapsamında yapacağı tahsilatın ve
Bankanın faaliyet kârlarından Hazineye tekabül eden temettü tutarlarının
tamamı veya bir kısmı, Bankanın politik risk alacağına ve/veya ödenmemiş
sermayesine mahsup edilebilir. Söz konusu mahsup işlemlerine Hazine
Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakan; mahsup işlemlerini Hazine
Müsteşarlığının teklifi üzerine, bütçenin gelir ve gider hesaplarıyla
ilişkilendirilmeksizin mahiyetlerine göre ilgili Devlet hesaplarına
kaydettirmeye Maliye Bakanı yetkilidir.
ÜÇÜNCÜ
KISIM
Kamu
Personeline İlişkin Hükümler
Katsayılar,
yurt dışı aylıkları, ücret ve sözleşme ücreti
MADDE
22- (1) 657 sayılı Kanunun 154 üncü maddesi uyarınca,
1/1/2007-30/6/2007 döneminde aylık gösterge tablosunda yer alan rakamlar
ile ek gösterge rakamlarının aylık tutarlara çevrilmesinde uygulanacak
aylık katsayısı (0,04605), memuriyet taban aylığı göstergesine uygulanacak
taban aylığı katsayısı (0,5864), yan ödeme katsayısı (0,01461) olarak;
1/7/2007-31/12/2007 döneminde ise aylık katsayısı (0,04739), taban aylığı
katsayısı (0,61417), yan ödeme katsayısı (0,01503) olarak uygulanır.
(2) 22/1/1990 tarihli ve 399 sayılı
Kanun Hükmünde Kararnamenin 3 üncü maddesinin (c) bendi uyarınca
çalıştırılan sözleşmeli personelin ücret tavanı;
1/1/2007-30/6/2007 döneminde 2.403 Yeni Türk Lirası, 1/7/2007-31/12/2007
döneminde ise 2.480 Yeni Türk Lirası olarak uygulanır.
(3) Türkiye İstatistik Kurumu tarafından
2006 yılı Aralık ayına ilişkin olarak açıklanan 2003=100 Temel Yıllı
Tüketici Fiyatları Endeksinin 2006 yılı Haziran ayı endeksine göre
değişim oranının yüzde 2.5’i aşması halinde, aşan kısmı telafi edecek
şekilde birinci ve ikinci fıkralarda yer alan ve 2007 yılının birinci
altı aylık dönemine ait katsayılar ile ücret tavanını yeniden belirlemeye
Bakanlar Kurulu yetkilidir.
(4) İdarelerin yurt dışı kuruluşlarına
dahil kadrolarında görev yapan Devlet memurlarının yurt dışı aylıkları,
yeni kurlar ve yeni emsaller tespit edilinceye kadar, 2/4/2004 tarihli
ve 2004/7356 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile ek ve değişikliklerinde
yer alan hükümlere göre ödenir.
Kadroların
kullanımına ilişkin hususlar
MADDE
23- (1) 13/12/1983 tarihli ve 190 sayılı Genel Kadro ve
Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 2 nci maddesinde belirtilen
kamu idare, kurum ve kuruluşları; serbest memur kadrolarına 2006
yılında emeklilik, ölüm, istifa veya nakil sonucu ayrılan memur sayısının
yüzde ellisini geçmeyecek şekilde açıktan veya diğer kamu idare,
kurum ve kuruluşlarından nakil suretiyle atama yapabilir. Bu sınırlar
içinde memur ihtiyacını karşılayamayacak söz konusu idare, kurum
ve kuruluşlar için ilave 23.000 adet atama izni verilebilir.
(2) Hâkimlik ve savcılık meslekleri
ile bu meslekten sayılan görevlere ve Tıpta Uzmanlık Tüzüğü uyarınca
asistan kadrolarına yapılacak atamalar, 12/4/1991 tarihli ve 3713
sayılı Terörle Mücadele Kanununun ek 1 inci maddesi ve 24/5/1983
tarihli ve 2828 sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanununun
ek 1 inci maddesi uyarınca yapılacak atamalar, 27/7/1967 tarihli ve
926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu kapsamında veya
diğer ilgili mevzuata göre yapılacak askeri personel atamaları,
emniyet hizmetleri sınıfında bulunan kadrolara yapılacak atamalar
ile 24/11/1994 tarihli ve 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında
Kanununun 22 nci maddesi ve 4/2/1924 tarihli ve 406 sayılı Telgraf ve
Telefon Kanununun ek 29 uncu maddesi uyarınca yapılacak personel
nakilleri birinci fıkrada yer alan sınırlamalara tabi değildir.
(3) İkinci fıkrada sınırlamalara
tabi olmaksızın atama yapılabileceği belirtilen kadrolardan ayrılanlar
ile 1/3/2006 tarihli ve 5467 sayılı Kanunla yeni kurulan üniversitelere
devredilen memur sayıları birinci fıkrada öngörülen yüzde elli
sınırının hesabında dikkate alınmaz.
(4) Birinci fıkra kapsamında 657
sayılı Kanunun 59 ve 92 nci maddeleri uyarınca yapılacak açıktan
atamalar için Devlet Personel Başkanlığından izin alınması zorunludur.
(5) 2/9/1983 tarihli ve 78 sayılı
Kanun Hükmünde Kararname eki cetvelde kadroları yer alan yükseköğretim
kurumları; öğretim üyesi dışındaki boş öğretim elemanı kadrolarına,
2006 yılında emeklilik, ölüm, istifa, nakil, eğitimin tamamlanması
veya başarısızlık sonucu kurumlarından ayrılan öğretim elemanı
sayısının yüzde ellisini (araştırma görevlisi kadroları için yüzde
yüzünü) geçmeyecek şekilde açıktan veya yükseköğretim kurumları
ile diğer kamu idare, kurum ve kuruluşlarından naklen atama yapabilir.
Bu sınırlar içinde öğretim elemanı ihtiyacını karşılayamayacak
söz konusu yükseköğretim kurumları için ilave 2.000 adet atama izni
verilebilir.
(6) Tıpta Uzmanlık Tüzüğü uyarınca
araştırma görevlisi kadrolarına yapılacak atamalar ile 8/4/1929
tarihli ve 1416 sayılı Ecnebi Memleketlere Gönderilecek Talebe
Hakkında Kanun uyarınca yurt dışına eğitim amacıyla gönderilenlerden
öğretim elemanı kadrolarına yapılacak atamalar, beşinci fıkrada
öngörülen sınırlamalara tabi değildir.
(7) Öğretim üyesi kadrolarından
ayrılan personel sayısı, Tıpta Uzmanlık Tüzüğü uyarınca atanmış
oldukları araştırma görevlisi kadrolarından ayrılan personel sayısı
ile 5467 sayılı Kanunla yeni kurulan üniversitelere devredilen
öğretim elemanı sayısı beşinci fıkrada öngörülen yüzde elli veya
yüzde yüz sınırının hesabında dikkate alınmaz.
(8) 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin
2 nci maddesinde belirtilen kamu idare, kurum ve kuruluşları ile
5018 sayılı Kanuna ekli (III) sayılı cetvelde yer alan düzenleyici
ve denetleyici kurumlar, kadroları ile pozisyonlarının dolu ve
boş durumu ile bunlarda meydana gelen değişiklikleri gösterir cetvelleri
Mart, Haziran, Eylül ve Aralık aylarının son günü itibarıyla düzenleyerek
ilgili ayları izleyen ayın yirmisine kadar Maliye Bakanlığı ile
Devlet Personel Başkanlığına gönderirler. Söz konusu bilgiler, ayrıca
e-bütçe sisteminde Maliye Bakanlığına bildirilir.
(9) 1/1/2007 tarihi itibarıyla,
3/7/2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanununun 49 uncu maddesinde
belirtilen oranları aşmış olan belediyeler ve mahalli idare birlikleri
ile bunların kurdukları müessese ve işletmelerin boş memur ve sürekli
işçi kadrolarına yapılacak atamalar hakkında anılan Kanunun geçici
1 inci maddesi hükümleri uygulanır.
Sözleşmeli
personele ilişkin esaslar
MADDE
24- (1) Genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri ile
5018 sayılı Kanuna ekli (II) ve (IV) sayılı cetvellerde yer alan kamu
idareleri, döner sermayeler, belediyeler, il özel idareleri ve mahalli
idare birlikleri ile bunların müessese ve işletmelerinde (Türk Ticaret
Kanunu hükümlerine göre kurulmuş olanlar hariç) ve 233 sayılı Kanun
Hükmünde Kararname kapsamı dışında kalan kuruluşlarda, sözleşmeyle
çalıştırılacak personel hakkında 6/6/1978 tarihli ve 7/15754 sayılı
Bakanlar Kurulu Kararı ile ek ve değişikliklerinin uygulanmasına
devam olunur.
(2) 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin
2 nci maddesinde belirtilen kamu idare, kurum ve kuruluşlarında,
ilgili mevzuatı uyarınca kadro karşılıksız, 657 sayılı Kanunun 4
üncü maddesinin (B) fıkrası ve ek geçici 16 ncı maddesi ile yükseköğretim
mevzuatı uyarınca kullanılacak sözleşmeli personel pozisyonlarına
ilişkin, unvan, sayı ve ücretler ile tip sözleşme örneği Maliye Bakanlığının
vizesine tabidir. Kadro karşılığı çalıştırılan sözleşmeli personel
için sadece tip sözleşme örneği vizesi yapılır.
(3) İkinci fıkrada belirtilen idare,
kurum ve kuruluşların 2005 yılında vize işlemi yapılmış olup, 2006
yılında kullanılmaya devam olunan pozisyon ve tip sözleşme örnekleri
ile 2006 yılında ilk defa vize edilmiş pozisyon ve tip sözleşme örnekleri,
yeni bir vize yapılmasına gerek kalmaksızın 2007 yılında kullanılmaya
devam olunur. Bu pozisyonlarda 2006 yılında istihdam edilen personelden,
ilgili idare, kurum ve kuruluş tarafından 2007 yılında görevlerine
devam etmeleri uygun görülenlerle, 2006 yılına ilişkin sözleşme
ücretlerine 2007 yılı için yapılacak artışlar ilave edilmek suretiyle
yeni sözleşme yapılır. Söz konusu pozisyonlarda birim, nitelik,
unvan ve mevzuat uyarınca yapılması gerekenler dışındaki ücret
değişiklikleri ve tip sözleşme değişiklikleri de Maliye Bakanlığına
vize ettirilir. İsim bazında vizesi yapılan pozisyonlarda meydana
gelecek değişiklikler de Maliye Bakanlığının vizesine tabidir.
İlgili mevzuat hükümlerine dayanılarak istihdam edilecek yeni
sözleşmeli personelin belirlenmesine yönelik herhangi bir işlem
yapılmadan önce Maliye Bakanlığından izin alınması şarttır.
(4) Kanun, uluslararası anlaşma,
Bakanlar Kurulu Kararı veya yılı programıyla kurulması veya genişletilmesi
öngörülen birimler ile hizmetin gerektirdiği zorunlu haller için
ve yılı ödeneğini aşmamak kaydıyla yapılacak yeni vizeler dışında,
2006 yılı sözleşmeli personel pozisyon sayıları hiçbir şekilde
aşılamaz. Yeni izin ve vize talepleri, Maliye Bakanlığınca Şubat,
Mayıs, Ağustos ve Kasım aylarında değerlendirilir.
(5) 5393 sayılı Kanunun 49 uncu
maddesi çerçevesinde sözleşmeli personel çalıştırılması konusunda
ikinci, üçüncü ve dördüncü fıkra hükümleri uygulanmaz. Belediyeler,
il özel idareleri ve mahalli idare birlikleri ile bunların müessese
ve işletmelerinde, anılan Kanunun 49 uncu maddesi çerçevesinde sözleşmeli
personel istihdamı mümkün olan hizmetlerde (anılan maddenin dördüncü
fıkrasında sayılan unvanların dışında olmak ve o hizmet için ihdas
edilmiş kadro bulunmamak kaydıyla kısmi süreli olarak çalıştırılacak
sözleşmeli personel hariç) 657 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin
(B) fıkrasına göre ayrıca sözleşmeli personel istihdam edilemez.
5393 sayılı Kanunun 49 uncu maddesi çerçevesinde sözleşmeli personel
çalıştıran belediyeler, il özel idareleri ve mahalli idare birlikleri
ile bunların müessese ve işletmeleri, sözleşme yeniledikleri veya
ilk defa istihdam etmeye başladıkları sözleşmeli personel ile imzaladıkları
hizmet sözleşmelerinin birer örneğini ve kadrolarının sözleşmenin
yapıldığı tarihteki dolu-boş durumunu gösteren cetveller ile hizmet
sözleşmesinde belirtilen ücretin tespitine ilişkin yetkili organ
kararının birer örneğini 30 gün içinde Maliye Bakanlığı ile İçişleri
Bakanlığına göndermek zorundadırlar.
İşçilik
ödenekleri ve geçici iş pozisyonlarına ilişkin esaslar
MADDE
25- (1) Genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri ile
5018 sayılı Kanuna ekli (II) sayılı cetvelde yer alan kamu idareleri,
sürekli işçileri ile otuz iş gününden fazla süreyle çalıştıracakları
geçici işçileri, bütçelerinin (01.3) ile (02.3) ekonomik kodlarında
yer alan ödenekleri aşmayacak sayı ve/veya süreyle istihdam edebilirler.
(2) Toplu iş sözleşmelerinden doğacak
yükümlülükler, ihbar ve kıdem tazminatı ödemeleri, asgari ücret
ve sigorta prim artışı nedeniyle meydana gelecek ödenek noksanlıkları
Maliye Bakanlığı bütçesinin "Personel Giderlerini Karşılama
Ödeneği" ile "Yedek Ödenek" tertiplerinde yer alan ödeneklerden
aktarma yapılmak suretiyle karşılanabilir. Birinci fıkrada belirtilen
ekonomik kodlara bu durumlar dışında (söz konusu ekonomik kodlar
arasındaki aktarmalar ile bu kodlar için birimler arası aktarmalar
hariç) hiçbir şekilde ödenek aktarması yapılamayacağı gibi bütçenin
başka tertiplerinden işçi ücreti ve fazla süreli çalışma ve/veya
fazla çalışma ücreti de ödenemez. Bu fıkradaki kısıtlamalar, kendi
bütçe tertiplerinden aktarma yapılması koşuluyla TÜBİTAK için uygulanmaz.
(3) Birinci fıkrada belirtilen
kamu idarelerinin harcama yetkilileri, fazla çalışma için öngörülen
ödeneğe göre iş programlarını yapmak, bu ödeneği aşacak şekilde
fazla süreli çalışma ve/veya fazla çalışma yaptırmamak ve ertesi
yıla fazla süreli çalışma ve/veya fazla çalışmadan dolayı borç bıraktırmamakla
yükümlüdürler. Deprem, yangın, su baskını, yer kayması, kaya düşmesi,
çığ ve benzeri afetler nedeniyle yürürlüğe konulacak Bakanlar Kurulu
kararları uyarınca yaptırılacak fazla çalışmalar ile fazla çalışma
ücret ödemelerine ilişkin ilama bağlı borçlar için yapılacak aktarmalar
hariç fazla süreli çalışma ve/veya fazla çalışma ücret ödemeleri
için hiçbir şekilde ödenek aktarması yapılamaz.
(4) Birinci fıkrada belirtilen
kamu idareleri, bütçelerinin geçici işçiler için öngörülen ödenekleri
ile sınırlı olmak üzere yıl içinde aylar itibarıyla çalıştıracakları
geçici işçilere ilişkin geçici iş pozisyon sayıları ile bunların
çalıştırılacakları birimlere göre dağılımını (merkez teşkilatında
birimler, taşra teşkilatında ise bölge ve il müdürlüğü olarak) gösteren
cetvelleri, yapılan hesaplamalarla birlikte, vize edilmek üzere
Ocak ayı sonuna kadar Maliye Bakanlığına göndermek zorundadırlar.
(5) Yukarıda yer alan fıkraların
hükümlerine aykırı uygulamalardan ve ödenek üstü harcamadan gerçekleştirme
görevlileri ile harcama yetkilileri sorumludur.
(6) 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin
2 nci maddesinde belirtilen kamu idare, kurum ve kuruluşlarından
birinci fıkrada belirtilen kamu idare, kurum ve kuruluşlarının
dışında kalanlar, 1/1/2007 tarihinden itibaren otuz iş gününden fazla
süre ile çalıştıracakları geçici işçilere ilişkin geçici iş pozisyon
sayıları ile aylar ve birimler itibarıyla dağılımını, ilgili bakanlığın
onayı alınmak suretiyle, vize edilmek üzere Ocak ayı sonuna kadar Maliye
Bakanlığına göndermek zorundadırlar.
(7) 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin
2 nci maddesinde belirtilen kamu idare, kurum ve kuruluşlarının,
uluslararası anlaşmalar, Bakanlar Kurulu kararları veya yılı
programı ile kurulması veya genişletilmesi öngörülen birimleri
ile hizmetin gerektirdiği zorunlu haller için Maliye Bakanlığınca
ilave geçici iş pozisyonu vizesi yapılabilir. Yeni vize talepleri,
Maliye Bakanlığınca Şubat, Mayıs, Ağustos ve Kasım aylarında değerlendirilir.
Bu fıkrada sayılan haller dışında, 2006 yılında vize edilmiş toplam
adam/ay sayılarını aşacak şekilde yeni vize yapılamaz. Vize edilmiş
bulunan geçici iş pozisyonlarında, yıl içinde kurumların ihtiyaç
duyduğu pozisyon, yer, birim ve aylık dağılım değişiklikleri ile
pozisyon iptalleri Maliye Bakanlığının uygun görüşü üzerine yapılabilir.
(8) Kamu iktisadi teşebbüsleri
ve bağlı ortaklıklarının 1/1/2007 tarihinden itibaren otuz iş gününden
fazla süre ile çalıştıracakları geçici işçilere ait geçici iş pozisyonları,
ilgili bakanlığın ve Hazine Müsteşarlığının (özelleştirme programına
alınanlar için Özelleştirme İdaresi Başkanlığının) onayı alınmak
suretiyle 31/1/2007 tarihine kadar Devlet Personel Başkanlığına
vize ettirilir. Vize edilen geçici iş pozisyonları Devlet Personel
Başkanlığınca başka unvanlı geçici iş pozisyonları ile değiştirilebilir
veya iptal edilebilir. Vize ettirilen cetvellerin bir örneği Başbakanlık
Yüksek Denetleme Kuruluna gönderilir.
(9) Yukarıda yer alan fıkralara
göre vize işlemleri yapılmaksızın geçici işçi çalıştırılamaz
ve herhangi bir ödeme yapılamaz.
(10) İl özel idareleri tarafından
çalıştırılacak geçici işçilere ait geçici iş pozisyonları İçişleri
Bakanlığının vizesine tabidir. Vize edilmiş bulunan geçici iş pozisyonlarında;
pozisyon, yer, birim ve aylık dağılım değişikliği ile pozisyon iptali
İçişleri Bakanlığının uygun görüşü alınmak suretiyle yapılabilir.
İçişleri Bakanlığına vize yaptırılmaksızın geçici işçi çalıştırılamaz
ve bunlara herhangi bir ödeme yapılamaz. Norm kadro çalışmaları sonuçlandırılmamış
il özel idareleri adına İçişleri Bakanlığı tarafından vize edilen
geçici iş pozisyonlarına ait vize cetvellerinin ve bu cetvellerde
yapılacak değişikliklerin bir örneği Devlet Personel Başkanlığına
gönderilir.
DÖRDÜNCÜ
KISIM
Çeşitli
Hükümler
Uluslararası
kuruluşlara üyelik
MADDE
26- (1) Genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri ile
özel bütçeli idareler tarafından, kanun, kararname ve uluslararası
anlaşmalar gereği üye olunan uluslararası kuruluşlar dışındaki
uluslararası kuruluşlara, gerekli ödeneğin temini hususunda Maliye
Bakanlığının uygun görüşü alınmadan üye olunamaz ve katılma payı
ile üyelik aidatı adı altında herhangi bir ödeme yapılamaz.
(2) Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlıklarının
uluslararası anlaşmalar, kanun ve kararnamelerle Türkiye Cumhuriyeti
adına üye olduğu uluslararası kuruluşlara ilişkin işlemlerine
(katılma payı ödemeleri dahil) bu madde hükmü uygulanmaz.
Kamu
idarelerince işletilen sosyal tesisler
MADDE
27- (1) Merkezi yönetim kapsamındaki kamu idarelerince
işletilen eğitim ve dinlenme tesisi, misafirhane, çocuk bakımevi,
kreş, spor tesisi ve benzeri sosyal tesislerin giderleri, münhasıran
bu tesislerin işletilmesinden elde edilen gelirlerden karşılanır.
Bu yerlerde, merkezi yönetim bütçesi ile döner sermaye ve fonlardan
ücret ödenmek üzere 2007 yılında ilk defa istihdam edilecek yeni personel
görevlendirilmez.
Muhasebe
kayıtlarından çıkarılacak tutarlar
MADDE
28- (1) 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının
Tahsil Usulü Hakkında Kanun kapsamında izlenen alacakların dışında
kalan ve muhasebe kayıtlarında bulunan Devlet alacaklarından tutarı
15 Yeni Türk Lirasına kadar olanların tahsili için yapılacak takibat
giderlerinin asıl alacak tutarından fazla olacağının anlaşılması
halinde, bu tutarların muhasebe kayıtlarından çıkarılmasına genel
bütçe kapsamındaki kamu idarelerinde Maliye Bakanı, diğer kamu
idarelerinde üst yöneticiler yetkilidir.
Tahsil
edilmeyecek alacaklar
MADDE
29- (1) 23/5/2000 tarihli ve 4568 sayılı Bazı Fonların
Tasfiyesine İlişkin Kanun ile 1/1/2001 tarihinde tasfiye edilen Kamu
Ortaklığı Fonunun tasfiye tarihinden önce, Fon adına sağlanmış devirli
dış proje kredileri ve Hazinece üstlenilen Hazine garantili dış
krediler ile yurt içi borçlarından doğan vadesi geçmiş anapara, faiz,
masraf ve gecikme zammından oluşan 4749 sayılı Kanun kapsamındaki
Hazine alacakları bu Kanunun yürürlük tarihi itibarıyla terkin
edilmiştir. Bu konuya ilişkin işlemleri, ilgili Devlet hesaplarına
kaydettirmeye Maliye Bakanı yetkilidir.
Kısmen
veya tamamen uygulanmayacak hükümler
MADDE
30- (1) a) 2547 sayılı Kanunun 46, 58, ek 25, ek 26, ek 27
ve 3843 sayılı Kanunun 7 nci maddelerinin özel gelir ve özel ödenek
uygulaması ile devrine ilişkin hükümleri ve 2547 sayılı Kanunun
46 ncı maddesinin yedinci fıkrası,
b) 12/3/1982 tarihli ve 2634 sayılı
Turizmi Teşvik Kanununun 21 inci maddesinin ikinci fıkrası,
c) 2828 sayılı Kanunun 31 inci maddesinin
ikinci fıkrasının birinci cümlesi,
ç) 5018 sayılı Kanunun 42 nci maddesinin
üçüncü fıkrasının (g) bendi,
d) 21/4/2005 tarihli ve 5335 sayılı
Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanunun geçici 2 nci maddesi,
2007 yılında uygulanmaz.
(2) 22/12/2005 tarihli ve 5436 sayılı
Kanunun geçici 1 inci maddesinin dördüncü fıkrasındaki
“31/12/2006 tarihine” ibaresi, “ilgili idarelerin talebi ve Maliye
Bakanlığının uygun görüşü üzerine 31/12/2007 tarihine” şeklinde
uygulanır.
Yürürlük
MADDE
31- (1) Bu Kanun 1/1/2007 tarihinde yürürlüğe girer.
Yürütme
MADDE
32- (1) Bu Kanunun;
a) Türkiye Büyük Millet Meclisi
ile ilgili hükümlerini Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı,
b) Cumhurbaşkanlığı ile ilgili
hükümlerini Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri,
c) Sayıştay Başkanlığı ile ilgili
hükümlerini Sayıştay Birinci Başkanı,
ç) Genel bütçe kapsamındaki kamu
idareleri ile ilgili hükümlerini ilgili bakanlar ve Maliye Bakanı,
d) Özel bütçeli idarelere ilişkin
hükümlerini idarelerin bağlı veya ilgili olduğu bakanlar ve Maliye
Bakanı,
e) Düzenleyici ve denetleyici
kurumlara ilişkin hükümlerini kendi kurulları ve/veya kurum başkanları,
f) Diğer hükümlerini Maliye Bakanı,
yürütür.
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONUNUN
KABUL ETTİĞİ METİN
2007
YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI
BİRİNCİ
KISIM
Genel
Hükümler
BİRİNCİ
BÖLÜM
Gider,
Gelir, Finansman ve Denge
Gider
MADDE
1- (1) Bu Kanuna bağlı (A) işaretli cetvellerde gösterildiği
üzere, 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol
Kanununa ekli;
a) (I) sayılı cetvelde yer alan genel
bütçe kapsamındaki kamu idarelerine 200.902.066.401 Yeni Türk Lirası,
b) (II) sayılı cetvelde yer alan
özel bütçeli idarelere 12.720.119.000 Yeni Türk Lirası,
c) (III) sayılı cetvelde yer alan
düzenleyici ve denetleyici kurumlara 1.437.179.058 Yeni Türk Lirası,
ödenek verilmiştir.
Gelir
ve finansman
MADDE
2- (1) Gelirler:
Bu Kanuna ekli (B) işaretli cetvellerde
gösterildiği üzere, 5018 sayılı Kanuna ekli;
a) (I) sayılı cetvelde yer alan genel
bütçenin gelirleri 184.242.515.000 Yeni Türk Lirası,
b) (II) sayılı cetvelde yer alan
özel bütçeli idarelerin gelirleri 3.263.692.290 Yeni Türk Lirası öz
gelir, 9.288.386.401 Yeni Türk Lirası Hazine yardımı olmak üzere toplam
12.552.078.691 Yeni Türk Lirası,
c) (III) sayılı cetvelde yer alan
düzenleyici ve denetleyici kurumların gelirleri 1.435.179.058 Yeni
Türk Lirası,
olarak tahmin edilmiştir.
(2) Finansman:
Bu Kanuna ekli (F) işaretli cetvellerde
gösterildiği üzere, 5018 sayılı Kanuna ekli;
a) (II) sayılı cetvelde yer alan
özel bütçeli idarelerin net finansmanı 222.734.309 Yeni Türk Lirası,
b) (III) sayılı cetvelde yer alan
düzenleyici ve denetleyici kurumların net finansmanı 2.000.000 Yeni
Türk Lirası,
olarak tahmin edilmiştir.
Denge
MADDE
3- Tasarının 3 üncü maddesi Komisyonumuzca aynen
kabul edilmiştir.
İKİNCİ
BÖLÜM
Bütçe
Düzenine İlişkin Hükümler
Bölüm
düzeni ve deyimler
MADDE
4- (1) Gider cetvelinin bölümleri, analitik bütçe sınıflandırmasına
uygun olarak fonksiyonlar şeklinde düzenlenir. Fonksiyonlar; birinci,
ikinci, üçüncü ve dördüncü düzeyde alt fonksiyonlara ayrılır.
(2) Bu Kanunda ve diğer kanunlarda
giderlere ilişkin yer alan;
a) "Fasıl ve bölüm" deyimleri,
fonksiyonel sınıflandırmanın birinci düzeyini,
b) "Kesim" deyimi, fonksiyonel
sınıflandırmanın ikinci düzeyini,
c) "Madde" deyimi, fonksiyonel
sınıflandırmanın üçüncü düzeyini,
ç) "Tertip" deyimi, kurumsal,
fonksiyonel ve finansman tipi kodların bütün düzeyleri ile ekonomik
sınıflandırmanın ilk iki düzeyini,
d) Borç ödemeleri yönünden
"ilgili hizmet tertibi" deyimi, borç konusu hizmetlerin
yürütüldüğü ilgili tertipleri,
ifade eder.
(3) Tahakkuk ettirilecek giderler
Devlet muhasebesi kayıtlarında ekonomik sınıflandırmanın dördüncü
düzeyini de kapsayacak şekilde gösterilir; kesinhesap kanunu tasarısı
ise ikinci düzeyde hazırlanır.
(4) İlgili mevzuat hükümleriyle
analitik bütçe sınıflandırması arasında gerekli uyumu sağlamaya
ve ortaya çıkabilecek sorunları gidermeye yönelik düzenlemeler
yapmaya Maliye Bakanı yetkilidir.
Bağlı
cetveller
MADDE
5- (1) Bu Kanunun 1 inci maddesi ile verilen ödeneklerin
dağılımı (A),
(2) Merkezi yönetim kapsamındaki
kamu idareleri tarafından ilgili mevzuata göre tahsiline devam
olunacak gelirler (B),
(3) Merkezi yönetim kapsamındaki
kamu idareleri gelirlerine dayanak teşkil eden temel hükümler
(C),
(4) Bazı ödeneklerin kullanımına
ve harcamalara ilişkin esaslar (E),
(5) 5018 sayılı Kanuna ekli (II) ve
(III) sayılı cetvellerde yer alan idare ve kurumların nakit imkanları
ile bu imkanlardan harcanması öngörülen tutarlar (F),
(6) 10/2/1954 tarihli ve 6245 sayılı
Harcırah Kanunu hükümleri uyarınca verilecek gündelik ve tazminat
tutarları (H),
(7) Çeşitli kanunlara göre bütçe
kanununda gösterilmesi gereken parasal sınırlar (İ),
(8) Ek ders, konferans ve fazla çalışma
ücretleri ile diğer ücret ödemelerinin tutarları (K),
(9) 11/8/1982 tarihli ve 2698 sayılı
Milli Eğitim Bakanlığı Okul Pansiyonları Kanununun 3 üncü maddesi
gereğince Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yönetilen okul pansiyonları
öğrencilerinden alınacak pansiyon ücretleri (M),
(10) 7/6/1939 tarihli ve 3634 sayılı
Milli Müdafaa Mükellefiyeti Kanunu uyarınca milli müdafaa mükellefiyeti
yoluyla alınacak;
a) Hayvanların alım değerleri
(O),
b) Motorlu taşıtların ortalama
alım değerleri ile günlük kira bedelleri (P),
(11) 5018 sayılı Kanuna ekli (I)
ve (II) sayılı cetvellerde yer alan kamu idarelerinin yıl içinde edinebilecekleri
taşıtların cinsi, adedi, hangi hizmetlerde kullanılacağı ile
5/1/1961 tarihli ve 237 sayılı Taşıt Kanununa tabi kurumların yıl
içinde satın alacakları taşıtların azami satın alma bedelleri
(T),
(12) Kanunlar ve kararnamelerle
bağlanmış vatani hizmet aylıkları (V),
işaretli cetvellerde gösterilmiştir.
Yeni
tertip, gider ve gelir kalemleri açılması
MADDE
6- Tasarının 6 ncı maddesi Komisyonumuzca aynen kabul
edilmiştir.
ÜÇÜNCÜ
BÖLÜM
Mali
Politikaya İlişkin Hükümler
Gerektiğinde
kullanılabilecek ödenekler
MADDE
7- Tasarının 7 nci maddesi Komisyonumuzca aynen kabul
edilmiştir.
Özel
bütçeli idarelere Hazine yardımı
MADDE
8- Tasarının 8 inci maddesi Komisyonumuzca aynen
kabul edilmiştir.
Yatırım
harcamaları
MADDE
9- Tasarının 9 uncu maddesi Komisyonumuzca aynen
kabul edilmiştir.
Resmi
taşıtlara ilişkin hususlar
MADDE
10- Tasarının 10 uncu maddesi Komisyonumuzca aynen
kabul edilmiştir.
DÖRDÜNCÜ
BÖLÜM
Bütçe
Uygulamasına İlişkin Hükümler
Aktarma
ve ekleme işlemleri
MADDE
11- (1) a) Genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri
ile özel bütçeli idarelerin bütçelerinin "Personel giderleri"
ile "Sosyal güvenlik kurumlarına Devlet primi giderleri"
tertiplerinde yer alan ödenekleri, Maliye Bakanlığı bütçesinin
"Personel Giderlerini Karşılama Ödeneği" ile gerektiğinde
"Yedek Ödenek" tertibine; diğer ekonomik kodlara ilişkin
tertiplerde yer alan ödenekleri ise 5018 sayılı Kanunun 21 inci maddesinin
üçüncü fıkrasında yer alan sınırlamalara tabi olmaksızın Maliye
Bakanlığı bütçesinin "Yedek Ödenek" tertibine aktarmaya,
b) Genel bütçe kapsamındaki kamu
idarelerinden, hizmeti yaptıracak olan kamu idaresinin isteği
üzerine bütçesinden yıl içinde hizmeti yürütecek olan idarenin bütçesine,
fonksiyonel sınıflandırma ayrımına bakılmaksızın ödenek aktarmaya
ve bu konuda gerekli işlemleri yapmaya,
c) Milli Savunma Bakanlığı ile
Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı arasında
cari yıl içinde yapılan hizmetlerin bedellerini karşılamak amacıyla
varılacak mutabakat üzerine, ilgili bütçeler arasında karşılıklı
aktarma yapmaya,
ç) (c) bendinde belirtilen bütçelerde
yer alan Silahlı Kuvvetlerin tek merkezden yönetilmesi gereken ikmal
ve tedarik hizmetleri ile bir fonksiyona ait bir hizmetin diğer bir
fonksiyon tarafından yürütülmesi halinde ilgili ödeneği, fonksiyonlar
arasında karşılıklı olarak aktarmaya,
d) Genel bütçe kapsamındaki kamu
idareleri için 2007 Yılı Programının Uygulanması, Koordinasyonu
ve İzlenmesine Dair Karara uygun olarak yılı yatırım programında
değişiklik yapılması halinde değişiklik konusu projelere ait
ödeneklerle ilgili kurumlar arası aktarma yapmaya,
e) Kamu idarelerinin yeniden teşkilatlanması
sonucu, bütçe kanunlarının uygulanması ve kesin hesapların hazırlanması
ile ilgili olarak gerekli görülen her türlü bütçe ve muhasebe işlemleri
için gerekli düzenlemeleri yapmaya,
Maliye Bakanı yetkilidir.
(2) Genel bütçe kapsamındaki kamu
idareleri ile özel bütçeli idareler, aktarma yapılacak tertipteki
ödeneğin yüzde yirmisine kadar kendi bütçeleri içinde ödenek aktarması
yapabilirler. Bu idarelerin yüzde yirmiyi geçen diğer her türlü kurum
içi aktarmalarını yapmaya Maliye Bakanı yetkilidir.
(3) a) Özel bütçeli idareler ile düzenleyici
ve denetleyici kurumların (B) işaretli cetvellerinde belirtilen
tahmini tutarlar üzerinde gerçekleşen gelirler ile (F) işaretli
cetvellerinde belirtilen ödenekleştirilmeyen finansman karşılıklarını
ve gerçekleşen finansman fazlalarını, idare ve kurumların bütçelerinin
mevcut veya yeniden açılacak tertiplerine ödenek olarak eklemeye
Maliye Bakanlığınca belirlenecek esas ve usuller çerçevesinde kamu
idareleri yetkilidir.
b) Sermaye ödenekleri, 2007 Yılı
Programının Uygulanması, Koordinasyonu ve İzlenmesine Dair Karar
hükümlerine göre yılı yatırım programıyla ilişkilendirilir.
(4) Genel bütçe kapsamındaki kamu
idareleri arasındaki kaynak transferleri ödenek aktarma suretiyle
yapılır. Merkezi yönetim bütçesi kapsamındaki idareler ve kurumlar
arasındaki diğer kaynak transferleri tahakkuk işlemleriyle gerçekleştirilir.
Bu işlemler karşılığı tahsil edilen tutarlar, bir taraftan (B) işaretli
cetvellere gelir, diğer taraftan (A) işaretli cetvellere ödenek
olarak kaydedilir.
(5) Hazine adına tescilli bulunan
ve Karayolları Genel Müdürlüğünün mülkiyetinde iken 5018 sayılı
Kanunun geçici 12 nci maddesi gereğince Hazine adına tescil edilmesi
gereken taşınmazlar ile Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunup
da tescil edilmeye elverişli olan taşınmazlardan Bayındırlık ve İskan
Bakanlığının talebi, Maliye Bakanının teklifi ve Başbakanın onayı
ile tespit edilenlerin satışından elde edilecek gelirleri, genel
bütçenin (B) işaretli cetveline gelir, diğer taraftan bölünmüş yol
veya Devlet ve il yolları yapım, bakım ve kamulaştırma hizmetlerinde
kullanılmak üzere Karayolları Genel Müdürlüğü bütçesine ödenek
kaydetmeye Maliye Bakanı yetkilidir. Sermaye ödenekleri, 2007 Yılı
Programının Uygulanması, Koordinasyonu ve İzlenmesine Dair Karar
hükümlerine göre yılı yatırım programıyla ilişkilendirilir.
Geçici
hizmet karşılığı yapılacak ödemeler
MADDE
12- Tasarının 12 nci maddesi Komisyonumuzca aynen kabul
edilmiştir.
Ödenek
devir ve iptal işlemleri
MADDE
13- Tasarının 13 üncü maddesi Komisyonumuzca aynen
kabul edilmiştir.
Mahalli
idarelere yapılacak Hazine yardımları
MADDE
14- (1) Maliye Bakanlığı bütçesinin;
a) 12.01.31.00-06.1.0.07-1-05.2 tertibinde
yer alan ödenek, 13/1/2005 tarihli ve 5286 sayılı Kanunun geçici 7 nci
maddesi çerçevesinde, il özel idareleri ve büyükşehir belediyelerinin
gelirlerine ilişkin yeni bir kanuni düzenleme yapılıncaya kadar
bu idarelere devredilen personelin aylık ve diğer her türlü mali
ve sosyal haklarına ilişkin ödemeler ile diğer cari giderler için il
özel idarelerine veya büyükşehir belediyelerine,
b) 12.01.31.00-06.1.0.08-1-07.1 tertibinde
yer alan ödenek, Köylerin Altyapısının Desteklenmesi Projesi (KÖYDES)
kapsamında köylerin altyapı ihtiyaçları için il özel idareleri
ve/veya köylere hizmet götürme birliklerine,
c) 12.01.31.00-06.1.0.09-1-07.1 tertibinde
yer alan ödenek, Belediyelerin Altyapısının Desteklenmesi Projesi
(BELDES) kapsamında nüfusu 10.000’in altında olan belediyelerin
altyapı ihtiyaçları için belediyelere,
tahakkuk ettirilmek suretiyle
kullandırılır.
(2) Birinci fıkranın (b) ve (c)
bentlerinde yer alan ödeneklerin, 2007 Yılı Yatırım Programında belirlenmesini
müteakip il ve belediye bazında dağılımı, kullandırılması, izlenmesi
ve denetimine ilişkin esas ve usuller, Yüksek Planlama Kurulu tarafından
karara bağlanır.
TÜBİTAK
ve yükseköğretim kurumları ile ilgili işlemler
MADDE
15- Tasarının 15 inci maddesi Komisyonumuzca aynen
kabul edilmiştir.
Fonlara
ilişkin işlemler
MADDE
16- (1) Türk Silahlı Kuvvetlerine stratejik hedef planı
uyarınca temini gerekli modern silah, araç ve gereçlerle gerçekleştirilecek
savunma ve NATO altyapı yatırımları için yıl içinde yapılacak harcamalar,
7/11/1985 tarihli ve 3238 sayılı Kanunla kurulan Savunma Sanayii
Destekleme Fonunun kaynakları, bu amaçla bütçeye konulan ödenekler
ve diğer ayni ve nakdi imkanlar birlikte değerlendirilmek suretiyle
Savunma Sanayii İcra Komitesince tespit edilecek esaslar çerçevesinde
karşılanır.
(2) Milli Savunma Bakanlığı, Jandarma
Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığına bütçe ile tahsis
edilen mevcut ödeneklerden ikinci fıkra hükümleri gereğince tespit
edilecek tutarları, Emniyet Genel Müdürlüğüne bütçe ile tahsis
edilen mevcut ödeneklerden helikopter ve uçak alımına ilişkin tutarları,
Gümrük Müsteşarlığına (Gümrükler Muhafaza Genel Müdürlüğü) bütçe
ile tahsis edilen mevcut ödeneklerden motorbot alımına yönelik tutarları,
Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğüne bütçe ile tahsis edilen
mevcut ödenekler ile bu Genel Müdürlük bütçesine kaydedilen ödeneklerden
motorbot alımına yönelik tutarları Savunma Sanayii Destekleme
Fonuna ödemeye Milli Savunma, İçişleri ve Sağlık Bakanları ile Gümrük
Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakan yetkilidir.
(3) Savunma Sanayii Destekleme
Fonundan Hazineye yatırılacak paraları bir yandan genel bütçeye
gelir, diğer yandan Milli Savunma Bakanlığı bütçesinin ilgili tertiplerine
ödenek kaydetmeye ve geçen yıllar ödenek bakiyelerini devretmeye
Maliye Bakanı yetkilidir.
Yabancı
ülkelere yapılacak hizmet karşılıkları
MADDE
17- Tasarının 17 nci maddesi Komisyonumuzca aynen kabul
edilmiştir.
Bağış,
hibe ve yardımlara ilişkin işlemler
MADDE
18- (1) Maliye Bakanı;
a) Yurt içi ve yurt dışı kaynaklardan hibe
olarak yıl içinde elde edilecek imkanların Yeni Türk Lirası karşılıklarını
Hazine Müsteşarlığının teklifi üzerine gereğine göre bütçeye
gelir veya gelir-ödenek-gider kaydetmeye,
b) Dış kaynaklardan veya uluslararası
antlaşmalarla bağış ve kredi yoluyla gelecek her çeşit malzemenin
navlun ve dışalımla ilgili vergi ve resimlerinin ödenmesi amacı
ile bunların karşılığını, ilgili bütçelerinde mevcut veya yeniden
açılacak tertiplere ödenek kaydetmeye ve gereken işlemleri yapmaya,
c) 2007 yılı içinde Milli Savunma
Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı
ihtiyaçları için yabancı devletlerden askeri yardım yoluyla veya
diğer yollardan fiilen sağlanacak malzeme ve eşya bedellerini,
bağlı (B) işaretli cetvelde açılacak tertiplere gelir ve karşılıklarını
da bu bütçelerde açılacak özel tertiplere ödenek ve gider kaydetmeye,
yetkilidir.
(2) Türkiye - Avrupa Birliği mali
işbirliği kapsamında sağlanacak mali imkanların karşılığı olarak
ilgili idare bütçelerinde (05), (06) ve (07) ekonomik sınıflandırma
kodlarında yer alan tutarların Ulusal Fona ödenmesine ilgili bakanlar
yetkilidir. Bu ödenekler başka bir hizmet veya faaliyete tahsis edilemez.
Ancak, bu tutarlardan ödeme esnasında kur farkı nedeniyle oluşan
fazlalıklar ve ilgili projeler için harcanamayan kısımlar, Ulusal
Fon hesaplarında tutulmaya devam edilir ve gerektiğinde bu Kanun
kapsamındaki diğer idarelere ait projelerin eş finansmanı için
kullanılabilir. Ulusal Fona ödeme işlemi Hazine Müsteşarlığının
bağlı olduğu Bakanın talebi üzerine ve projelerin finansman planlamasına
uygun olarak en geç otuz gün içinde gerçekleştirilir.
(3) İkinci fıkra uyarınca Ulusal
Fona ödenen bu tutarlar, 30/1/2003 tarihli ve 4802 sayılı Kanun kapsamında
onaylanan Mutabakat Zabıtlarında yer alan hükümler çerçevesinde
kullanılır.
(4) Mali işbirliği kapsamındaki
projelerin yürütülmesine ilişkin çerçeve anlaşmada öngörülen
nedenlerle Avrupa Komisyonuna iadesi gereken hibe, kur farkları
ve benzeri türden doğabilecek ilave ödenek ihtiyacı, Maliye Bakanlığı
bütçesinde yer alan 12.01.31.00-01.1.2.00-1-09.6 tertibinden aktarma yapılmak
suretiyle karşılanabilir.
Muhtelif
gelirlere ilişkin hususlar
MADDE
19- (1) Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğünün
yabancı ülkelere verdiği meteorolojik ürünlerin bedeli ve yabancı
ülkelerden aldığı meteorolojik ürünlerinin diğer yabancı ülkelere
veya yurt içindeki kişi ve kurumlara, yabancı ülkelerin de anılan
Genel Müdürlüğün meteorolojik ürünlerinin diğer ülke ve kişilere
satışından yıl içinde elde edilecek döviz cinsinden tutarlar, T.C.
Merkez Bankası nezdinde açılacak özel hesaba yatırılır. Bu tutarlardan
ilgili anlaşmalar gereğince yurt dışı kuruluşlara ödenmesi gereken
tutarlar, bu özel hesaptan Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğünün
talimatıyla T.C. Merkez Bankasınca transfer edilir. Geri kalan tutarlar,
ilgili Genel Müdürlüğün talimatıyla T.C. Merkez Bankasınca döviz
alış kuru üzerinden Yeni Türk Lirasına çevrilerek Genel Müdürlüğün
ödemelerini yapan muhasebe birimi hesabına aktarılır. Muhasebe
birimi hesabına aktarılan bu tutarlar, genel bütçeye gelir kaydedilir.
(2) 2006 yılından önce katma bütçeli
olan idarelerden 5018 sayılı Kanunla genel bütçe kapsamına alınanların
ilgili mevzuatında belirtilen kurum gelirleri, genel bütçe geliri
olarak tahsil edilir.
(3) 4/12/1984 tarihli ve 3096 sayılı
Kanun kapsamındaki tabii kaynakların ve tesislerin işletme haklarının
devrinden elde edilen gelirlerin tamamı genel bütçeye gelir kaydedilir.
İKİNCİ
KISIM
Devlet
Borçları ve Kamu İktisadi Teşebbüslerine
İlişkin
Hükümler
Hazine
garanti limiti ve borçlanmaya ilişkin işlemler
MADDE
20- Tasarının 20 nci maddesi Komisyonumuzca aynen
kabul edilmiştir.
Görev
zararları
MADDE
21- Tasarının 21 inci maddesi Komisyonumuzca aynen
kabul edilmiştir.
ÜÇÜNCÜ
KISIM
Kamu
Personeline İlişkin Hükümler
Katsayılar,
yurt dışı aylıkları, ücret ve sözleşme ücreti
MADDE
22- Tasarının 22 nci maddesi Komisyonumuzca aynen kabul
edilmiştir.
Kadroların
kullanımına ilişkin hususlar
MADDE
23- Tasarının 23 üncü maddesi Komisyonumuzca aynen
kabul edilmiştir.
Sözleşmeli
personele ilişkin esaslar
MADDE
24- Tasarının 24 üncü maddesi Komisyonumuzca aynen
kabul edilmiştir.
İşçilik
ödenekleri ve geçici iş pozisyonlarına ilişkin esaslar
MADDE
25- Tasarının 25 inci maddesi Komisyonumuzca aynen
kabul edilmiştir.
DÖRDÜNCÜ
KISIM
Çeşitli
Hükümler
Uluslararası
kuruluşlara üyelik
MADDE
26- Tasarının 26 ncı maddesi Komisyonumuzca aynen kabul
edilmiştir.
Kamu
idarelerince işletilen sosyal tesisler
MADDE
27- Tasarının 27 nci maddesi Komisyonumuzca aynen kabul
edilmiştir.
Muhasebe
kayıtlarından çıkarılacak tutarlar
MADDE
28- Tasarının 28 inci maddesi Komisyonumuzca aynen
kabul edilmiştir.
Tahsil
edilmeyecek alacaklar
MADDE
29- (1) 23/5/2000 tarihli ve 4568 sayılı Bazı Fonların
Tasfiyesine İlişkin Kanun ile 1/1/2001 tarihinde tasfiye edilen Kamu
Ortaklığı Fonunun tasfiye tarihinden önce, Fon adına sağlanmış devirli
dış proje kredileri ve Hazinece üstlenilen Hazine garantili dış
krediler ile yurt içi borçlarından doğan vadesi geçmiş anapara, faiz,
masraf ve gecikme zammından oluşan 4749 sayılı Kanun kapsamındaki
Hazine alacakları bu Kanunun yürürlük tarihi itibarıyla terkin
edilmiştir. Bu konuya ilişkin işlemleri, ilgili Devlet hesaplarına
kaydettirmeye Maliye Bakanı yetkilidir.
(2) Türkiye Cumhuriyeti Emekli
Sandığı Genel Müdürlüğü tarafından 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı
Kanun hükümlerine göre vazife malulü kabul edilip 3/11/1980 tarihli
ve 2330 sayılı Kanun veya 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Kanun hükümleri
uyarınca vazife malullüğü aylığı bağlananlardan; Sandık Sağlık
Kurulu tarafından daha sonra malul olmadıklarına dair karar alınması
nedeniyle vazife malullüğü ve emekliye sevk onayı iptal edilerek
1/9/2006 ila 31/12/2006 tarihleri arasında göreve başlatılanlara veya
aynı kapsamda ve tarihler arasında vazife malullüğü aylıkları iptal
edilerek bu aylıkları emekli veya adi malullük aylığına dönüştürülenlere;
a) 5434 sayılı Kanun ve 3713 sayılı
Kanun hükümlerine göre ödenmiş olan emeklilik ikramiyesi tutarları,
b) 5434 sayılı Kanunun ek 79 uncu
maddesine göre yapılan ödemeler ile aynı Kanunun geçici 139 uncu
maddesine göre ödenen muayene ve tedavi giderleri,
c) 2330 sayılı Kanun hükümlerine
göre ödenen nakdi tazminat tutarları,
için borç çıkarılmaz, çıkarılmış
borçlar terkin edilir. Ancak, (a) bendi kapsamında ödenen emeklilik
ikramiyesi tutarları, 5434 sayılı Kanunun 89 uncu maddesi hükümlerine
göre sonradan ödenecek emeklilik ikramiyesi tutarlarından mahsup
edilir. Sonradan ödenecek emeklilik ikramiyesi tutarlarının önceden
ödenen emeklilik ikramiyesi tutarlarından az olması halinde ise
fazla tutar geri alınmaz. Bu fıkra kapsamına girenlerden, 2985 sayılı
Toplu Konut Kanununun ek 2 nci maddesine göre faizsiz konut kredisi
verilenler, faizsiz konut kredisi hakkından aynı esas ve usullerle
yararlandırılmaya devam ettirilir.
Kısmen
veya tamamen uygulanmayacak hükümler
MADDE
30- (1) a) 2547 sayılı Kanunun 46, 58, ek 25, ek 26, ek 27
ve 3843 sayılı Kanunun 7 nci maddelerinin özel gelir ve özel ödenek
uygulaması ile devrine ilişkin hükümleri ve 2547 sayılı Kanunun
46 ncı maddesinin yedinci fıkrası,
b) 12/3/1982 tarihli ve 2634 sayılı
Turizmi Teşvik Kanununun 21 inci maddesinin ikinci fıkrası,
c) 2828 sayılı Kanunun 31 inci maddesinin
ikinci fıkrasının birinci cümlesi,
ç) 5018 sayılı Kanunun 42 nci maddesinin
üçüncü fıkrasının (g) bendi,
d) 21/4/2005 tarihli ve 5335 sayılı
Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanunun geçici 2 nci maddesi,
2007 yılında uygulanmaz.
(2) 22/12/2005 tarihli ve 5436 sayılı
Kanunun geçici 1 inci maddesinin dördüncü fıkrasındaki
“31/12/2006 tarihine” ibaresi, “ilgili idarelerin talebi ve Maliye
Bakanlığının uygun görüşü üzerine 31/12/2007 tarihine” şeklinde
uygulanır.
(3) 5/4/1983 tarihli ve 2813 sayılı
Telsiz Kanununa göre cep telefonu faturalı abonelerinin (ön ödemeli
cep telefonu aboneleri hariç olmak üzere) ödemek zorunda oldukları
ruhsatname ve yıllık kullanım ücretleri, 2007 yılında işletmecinin
sistemine abone olunan ay itibarıyla geriye kalan aylar için yıl sonuna
kadar eşit taksitlere bölünerek alınır.
(4) 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı
Kanunun 56 ncı maddesinin birinci fıkrasında belirtilenlerden
31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Kanunla yürürlükten kaldırılan maddeleri
dahil 5434 sayılı Kanuna göre vazife veya harp malulü sayılması
gerekenlerin ve Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından görevlendirilen
ve görevlendirildiği tarihte sigortalı olmayan kişilerden 5510
sayılı Kanunla yürürlükten kaldırılan maddeleri dahil 5434 sayılı
Kanuna göre harp malulü sayılması gerekenlerin; kendileri ile
bunların dul ve yetimlerine bağlanacak aylıklar hakkında 2007 yılından
önceki hükümlerin uygulanmasına devam olunur.
(5) 5434 sayılı Kanunun ek 77 nci
maddesinin birinci fıkrası ile 5510 sayılı Kanunun 47 nci maddesinin
ikinci fıkrasında sayılanlara ve bunların dul ve yetimlerine,
2007 yılında, ilgili kanunları ve 5510 sayılı Kanun çerçevesinde
bağlanacak gelir ve/veya aylıkları toplamının, emsallerinin 5434
sayılı Kanunun ek 77 nci maddesine göre yükseltilerek hak kazandıkları
aylıklardan düşük olması halinde, aradaki fark ayrıca ödenir.
(6) 5434 sayılı Kanunun ek 79 uncu
maddesinin altıncı fıkrasının son cümlesi; “Bu yardımlar yılda bir
kez olmak üzere Eylül ayında toptan ödenir, okullarına ilk defa kayıt
yaptırma veya kayıt uzatma işlemleri ilgili mevzuatı gereğince
zorunlu olarak Eylül ayından sonra tamamlananların eğitim ve öğretim
yardımları da aynı eğitim ve öğretim yılı içinde başvurmaları kaydıyla
ve ilgili eğitim öğretim yılının Eylül ayında geçerli olan memur aylık
katsayısı dikkate alınarak başvurularını izleyen ay içinde ödenir.”
şeklinde uygulanır.
(7) 24/2/1968 tarihli ve 1005 sayılı
Kanun, 3/11/1980 tarihli ve 2330 sayılı Kanun, 28/2/1982 tarihli ve
2629 sayılı Kanun, 11/10/1983 tarihli ve 2913 sayılı Kanun, 28/2/1985
tarihli ve 3160 sayılı Kanun, 28/5/1986 tarihli ve 3292 sayılı Kanun,
12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Kanun ile yılı bütçe kanunlarına ekli
cetveller kapsamına giren kişilere ve diğer kanunlarda yapılan
atıflar sebebiyle 2330 sayılı Kanun esas alınarak ilgililerine
ödenmesi gereken aylık, tazminat ve yardım işlemleri hakkında,
5510 sayılı Kanunla yürürlükten kaldırılan maddeleri dahil 5434
sayılı Kanunun ilgili hükümlerinin uygulanmasına 2007 yılında
da devam edilir. Ancak, 5510 sayılı Kanunun 47 nci maddesinde sayılanların
aylık ve/veya gelir işlemleriyle ilgili olarak bu fıkra hükmü uygulanmaz.
(8) 1/7/1976 tarihli ve 2022 sayılı
Kanunun 8 inci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “bir sağlık kurulunca”
ibaresi “sağlık kurullarınca” şeklinde uygulanır.
(9) 16/5/2006 tarihli ve 5502 sayılı
Kanunun 28 inci maddesinin üçüncü fıkrasının ikinci cümlesi, “Bu
şekilde çalıştırılacak olanlardan Kurumca belirlenecek en fazla
beş kişiye ödenecek ücret, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun
4 üncü maddesinin (B) bendine göre istihdam edilenlerin sözleşme
ücreti tavanının beş katını, diğer beş kişiye dört katını, geri kalanlara
ise iki buçuk katını geçemez ve bunlara bu fıkrada belirtilen ücret
dışında herhangi bir ödeme yapılamaz.” şeklinde uygulanır.
(10) 5510 sayılı Kanunun;
a) 16 ncı maddesinin üçüncü fıkrasında
yer alan “üçte biri” ibaresi “onda biri” olarak,
b) 68 inci maddesinin ikinci fıkrasının
son cümlesi; “Birinci fıkranın (a) bendi gereği belirlenen katılım
payını; birinci basamak sağlık hizmet sunucularında yapılan muayenelerde
almamaya ya da daha düşük tutarlarda belirlemeye veya tekrar birinci
fıkranın (a) bendi için belirlenen tutara getirmeye, ikinci ve üçüncü
basamak sağlık hizmet sunucularında yapılan muayenelerde ise önceki
basamaklardan sevkli olarak başvurulup başvurulmadığı dikkate
alınmak suretiyle yarısına kadar indirmeye veya beş katına kadar
artırmaya, gerektiğinde bu tutarları kanuni tutarlarına getirmeye
veya indirmeye Kurum yetkilidir.” şeklinde,
c) 80 inci maddesinin birinci fıkrasının
(c) bendi ile aynı maddenin ikinci fıkrası;
“c) Bu Kanunun 4 üncü maddesinin
birinci fıkrasının (c) bendine tâbi sigortalılara; bulunulan kadro
veya pozisyon itibarıyla ilgili mevzuatına göre kamu idarelerince
döner sermaye katkı payı, ek ders ücreti, fazla çalışma veya mesai
ücreti, teşvik primi, prim, her türlü ikramiye, ek tazminat, avukatlık
vekalet ücreti, ek ödeme gibi değişik adlar altında yapılan her
türlü ödemeler toplamının en yüksek Devlet memuru aylığının (ek
gösterge dahil) %200'ünü aşan kısmı prime esas kazanca tâbi tutulmaz.
Bu bent gereğince prime esas kazanç dışında kalan tutarlar, ödemenin
yapıldığı ayın dışındaki ayların prime esas kazancına ilave edilmez.
Bir başka kadro ya da görevin ödeme unsurları esas alınmak suretiyle
aylık veya ücret ödenenlerin sigorta primine esas kazançlarının
tespitinde, esas alınan kadro veya görev açısından kısmen veya tamamen
prime esas kazanca dahil edilmeyen tutarlar, bunlar açısından da prime
esas kazanca dahil edilmez.”
“4 üncü maddenin birinci fıkrasının
(c) bendi kapsamındaki sigortalıların, yönetim, denetim, tasfiye
kurulu ile diğer kurul veya komite üyeliği ücretleri, her türlü kaçakçılıkla
mücadele kapsamında yapılmakta olan çeşitli ödemeler, huzur ücreti,
huzur hakkı, bilirkişi ücreti ve
benzeri kazançlar gibi 4 üncü madde kapsamında münhasıran sigortalı
olunmasını gerektirmeyen görev veya çalışmalar karşılığında kendilerine
yapılan ödemeler ile bu kapsama dahil sigortalılara ödenen fark
tazminatlarının yanı sıra 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (a)
ve (c) bendi kapsamındaki sigortalılara yukarıdaki fıkranın (b)
ve (c) bentlerinde ödeme türü veya tutar olarak belirtilen istisnalar
dışında her ne adla yapılırsa yapılsın tüm ödemeler prime esas kazancın
hesabında dikkate alınır. Diğer kanunlardaki prime tâbi tutulmaması
gerektiğine dair muafiyet ve istisnalar bu Kanunun uygulanmasında
dikkate alınmaz.”
şeklinde,
d) 88 inci maddesinin üçüncü fıkrası
“ 60 ıncı maddenin birinci fıkrasının (b), (c), (d) ve (g) bentleri
gereği genel sağlık sigortalısı sayılanlar için her ay otuz tam gün
genel sağlık sigortası primi ödenmesi zorunludur. Ancak, anılan
maddenin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamına girenler için prim
ödeme yükümlülerinin ödeyecekleri genel sağlık sigortası primi,
primin tahakkuk ettirileceği ay itibarıyla bu kapsamda genel sağlık
sigortalısı sayılan toplam kişi sayısının dörde bölünmesi suretiyle
bulunacak kişi sayısı esas alınmak suretiyle hesaplanır.” şeklinde,
e) Geçici 4 üncü maddesinin dokuzuncu
fıkrası “Bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi
kapsamına giren sigortalıların, bu Kanuna göre hesaplanacak sigortalıya
ait sigorta prim tutarının, bu Kanunla mülga edilen hükümleri dahil
5434 sayılı Kanuna göre aynı kadro, görev veya pozisyon esas alınarak
hesaplanan kesenek tutarından fazla olması halinde, aradaki
fark, ödemelerin yapıldığı bütçeden karşılanır. Bu Kanunun yürürlüğe
girdiği tarihten sonra ihdas edilen ödeme unsurları sigorta prim
farkı hesabında dikkate alınmaz. 31/12/2006 tarihi itibarıyla 5434
sayılı Kanun kapsamına giren kamu görevlilerinin (1/1/2007 tarihinden
sonra göreve başlayanlar ile sürekli görevle yurtdışında bulunanların
emsal katsayı uygulanmak suretiyle hesaplanan yurt dışı aylıklarına
esas aylıkları hariç) aylık ve ücretlerine ilişkin olarak bu Kanunun
primle ilgili hükümlerinin uygulanmasına 15/1/2007 tarihinden
itibaren başlanır.” şeklinde,
uygulanır.
(11) 29/6/2001 tarihli ve 4706 sayılı
Kanunun geçici 4 üncü maddesindeki, “rayiç değerleri” ibaresi,
“492 sayılı Harçlar Kanununun 63 üncü maddesinin birinci fıkrasına
göre hesaplanacak değerlerinin yüzde yirmi fazlası ” şeklinde uygulanır.
Yürürlük
MADDE
31- Tasarının 31 inci maddesi Komisyonumuzca aynen
kabul edilmiştir.
Yürütme
MADDE
32- Tasarının 32 nci maddesi Komisyonumuzca aynen
kabul edilmiştir.
Recep Tayyip Erdoğan
Başbakan
Dışişleri Bak. ve Başb. Yrd. V. Devlet Bak. ve Başb. Yrd. Devlet Bak. ve Başb. Yrd.
M.
V. Gönül A.
Şener M.
A. Şahin
Devlet Bakanı Devlet Bakanı Devlet Bakanı
B.
Atalay A.
Babacan M.
Aydın
Devlet Bakanı Devlet Bakanı Adalet Bakanı
N.
Çubukçu K.
Tüzmen C.
Çiçek
Millî Savunma Bakanı İçişleri Bakanı Maliye Bakanı
M.
V. Gönül A.
Aksu K. Unakıtan
Millî Eğitim Bakanı Bayındırlık ve İskân Bakanı Sağlık Bakanı
H.
Çelik F.
N. Özak R.
Akdağ
Ulaştırma Bakanı Tarım ve Köyişleri Bakanı Çalışma ve Sos. Güv. Bakanı
B.
Yıldırım M.
M. Eker M.
Başesgioğlu
Sanayi ve Ticaret Bakanı En. ve Tab. Kay. Bakanı Kültür ve Turizm Bakanı
A.
Coşkun M.
H. Güler A.
Koç
Çevre
ve Orman Bakanı