DÖNEM : 20 CİLT : 3 YASAMA YILI : 1
T. B. M. M.
TUTANAK DERGİSİ
38 inci Birleşim
17 . 4 . 1996 Çarşamba
İ Ç İ N D E K
İ L E R
I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
1. – 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/285) (S. Sayısı : 1)
2. – Katma Bütçeli İdareler 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu
Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/286)(S.
Sayısı : 2)
III. – SATAŞMALARA
İLİŞKİN KONUŞMALAR
1. – Antalya Milletvekili Deniz Baykal’ın, Başbakan Mesut
Yılmaz’ın şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
IV. – SORULAR VE CEVAPLAR
A)
YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1. – İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın,
üniversiteye giriş sınavı başvurusunda izdihama neden olan
idareciler hakkında soruşturma açılıp
açılmayacağına ilişkin Başbakandan sorusu ve Millî
Eğitim Bakanı Turhan Tayan’ın yazılı cevabı
(7/13)
2. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın, 1994-1995
yıllarında maden fonundan verilen kredilere ilişkin
Başbakandan sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Hüsnü
Doğan’ın yazılı cevabı (7/196)
3. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın,
Özelleştirme İdaresi Başkanlığının 1995
yılı reklam harcamalarına ilişkin Başbakandan sorusu
ve Devlet Bakanı Rüşdü Saracoglu’nun yazılı cevabı
(7/249)
4. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın, Çay
İşletmeleri Genel Müdürlüğünün 1995 yılı reklam
harcamalarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı
Eyüp Aşık’ın yazılı cevabı (7/252)
5. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın, Tekel Genel
Müdürlüğünün 1995 yılı reklam harcamalarına ilişkin
Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Eyüp Aşık’ın
yazılı cevabı (7/254)
6. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın,
Yalova-Termal’deki Türk Hamamının bakım ihalesine ilişkin Başbakandan sorusu ve
Devlet Bakanı Agâh Oktay Güner’in yazılı cevabı (7/288)
7. – İstanbul Milletvekili Algan Hacaloğlu’nun, çay ithalinde
uygulanan rejime ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı
Eyüp Aşık’ın yazılı cevabı (7/290)
8. – Rize Milletvekili Ahmet Kabil’in, ÇAY-KUR Genel Müdürlüğünün
borçlarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Eyüp
Aşık’ın yazılı cevabı (7/300)
9. – Kocaeli Milletvekili Bekir Yurdagül’ün, özelleştirme
uygulamalarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı
Rüşdü Saracoglu’nun yazılı cevabı (7/312)
10. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın,
özelleştirme için ödenen danışmanlık ve reklam
ücretlerine ilişkin
Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Rüşdü Saracoglu’nun
yazılı cevabı (7/327)
11. – Muğla Milletvekili Zeki Çakıroğlu’nun, Muğla
TEK Müdürlüğünce kaçak bir inşaata elektrik
bağlandığı iddiasına ilişkin sorusu ve Enerji ve
Tabiî Kaynaklar Bakanı Hüsnü Doğan’ın yazılı
cevabı (7/330)
12. – Konya Milletvekili Hüseyin Arı’nın, Konya-Adana yolu
üzerinde bulunan bazı yerleşim birimlerinin yol düzenlemesine
ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı
Mehmet Keçeciler’in yazılı cevabı (7/335)
13. – Rize Milletvekili Şevki Yılmaz’ın, yaş çay
bedellerine ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Eyüp
Aşık’ın yazılı cevabı (7/411)
14. – Kocaeli Milletvekili Bekir Yurdagül’ün amme alacaklarına
uygulanacak gecikme zammı ile ilgili Bakanlar Kurulu Kararına
ilişkin Başbakandan sorusu ve Maliye Bakanı Lutfullah
Kayalar’ın yazılı cevabı (7/437)
15. – Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak’ın,
Tarım Kredi Kooperatifi Yönetim Kurulu üyeliklerine yapılan atamalara
ve gübre fiyatlarına ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri
Bakanı İsmet Attila’nın yazılı cevabı (7/449)
16. – Diyarbakır Milletvekili Sacit Günbey’in, Diyarbakır’daki
elektrik kesintilerine ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar
Bakanı Hüsnü Doğan’ın yazılı cevabı (7/467)
I. – GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 15.00’te toplanarak iki oturum yaptı.
Turizm Bakanı Işılay Saygın, Turizm Haftası
nedeniyle, turizm sektöründeki son gelişmeler ve Turizm
Bakanlığının faaliyetleri konusunda
gündemdışı açıklamada bulundu; DSP Grubu adına
İzmir Milletvekili Atilla Mutman, CHP Grubu adına Kırklareli Milletvekili
İrfan Gürpınar, DYP Grubu adına Balıkesir Milletvekili İlyas
Yılmazyıldız, RP Grubu adına Ankara Milletvekili Hasan
Hüseyin Ceylan, ANAP Grubu adına Nevşehir Milletvekili Abdülkadir
Baş da aynı konuda görüşlerini açıkladılar.
Edirne Milletvekili Erdal Kesebir’in, medyada ve yazılı
basında devletin varlığı ve otoritesinin
tartışılmasına neden olabilecek bazı yayınlar
yapıldığı iddialarına ilişkin
gündemdışı konuşmasına, Adalet Bakanı Mehmet
Ağar;
Kars Milletvekili Çetin Bilgir’in, Doğu Anadolu Bölgesinin
sorunlarına ve bölgede yaşanan göç olayının nedenlerine ilişkin
gündemdışı konuşmasına, İçişleri Bakanı
Ülkü Güney;
Cevap verdiler.
Kahramanmaraş Milletvekili Mustafa Kamalak, Güvenoylaması,
Çekiç Güç ve Olağanüstü Hal konularında TBMM Genel Kurulunda
yapılan oylamaların Anayasa ve İçtüzük hükümlerine uygun olarak
yerine getirilmediği ve yapılan işlemlerin geçersiz olduğu
iddialarına ilişkin gündemdışı bir konuşma
yaptı.
Başkanlıkça, Genel Kurulda yapılan söz konusu
oylamaların Anayasa ve İçtüzük hükümlerine uygun olarak
gerçekleştirildiğine ilişkin açıklamada bulunuldu.
53 üncü Hükümetin güvenoyu almadığı, Olağanüstü Hal
ve Çekiç Güç’ün Türkiye’de kalma süresinin Anayasa ve İçtüzük hükümlerine
uygun olarak uzatılmadığı iddialarıyla ilgili TBMM
Başkanlık Divanının toplanarak, takip edilecek yolun
kararlaştırılmasını talep eden RP Grubu
Başkanlığının ilgi yazısı üzerine, söz
konusu oylamaların Anayasa ve İçtüzük hükümleri çerçevesinde
gerçekleştirildiğine, yapılan işlemlerin hukuka ve teamüle
uygun olduğuna, bu nedenle Başkanlık Divanının konuyla
ilgili olarak toplantıya çağrılmasına ve başkaca
işlem yapılmasına gerek görülmediğine ilişkin TBMM
Başkanlığı yazısı okundu.
Azerbaycan Cumhuriyeti’ne gidecek olan :
Başbakan A. Mesut Yılmaz’a, dönüşüne kadar, Devlet
Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Nahit Menteşe’nin,
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Hüsnü Doğan’a, dönüşüne
kadar, Devlet Bakanı Rüşdü Saracoglu’nun,
Vekâlet etmelerinin uygun görülmüş olduğuna ilişkin
Cumhurbaşkanlığı tezkereleri ile;
Eskişehir Milletvekili Demir Berberoğlu’nun, Sait Halim
Paşa Yalısında Meydana Gelen Yangının Nedenlerini ve
Turban Genel Müdürlüğü ile İlgili Yolsuzluk
İddialarını Araştırmak Üzere Kurulan (10/2) Esas
Numaralı Meclis Araştırma Komisyonu Üyeliğinden
çekildiğine ilişkin önergesi;
Genel Kurulun bilgisine sunuldu.
Kocaeli Milletvekili Şevket Kazan ve 56 arkadaşının,
Türk Otomobil Fabrikaları A.Ş. (TOFAŞ) ile TOFAŞ Oto
Ticaret A.Ş.’deki devlete ait hissenin satış yolu ile
Özelleştirme sırasında nüfuzunu kullanmak ve ihaleye fesat
karıştırmak suretiyle devleti zarara uğratarak güvenini kötüye
kullandığı ve bu eyleminin Türk Ceza Kanununun 240 ve 366
ıncı maddelerine uyduğu iddiasıyla eski Başbakan Tansu
Çiller hakkında Meclis soruşturması açılmasına
ilişkin önergesi (9/3) okundu; Meclis soruşturması önergesi için
Anayasanın 100 üncü maddesine göre en geç bir ay içinde olmak üzere,
Danışma Kurulunca tespit edilecek görüşme gününün Genel Kurulun
onayına sunulacağı açıklandı.
Tokat Milletvekili Ahmet Feyzi İnceöz ve 17
arkadaşının, işsizlik sorununun nedenlerinin
araştırılarak alınması gereken tedbirleri belirlemek;
Tokat Milletvekili Ahmet Feyzi İnceöz ve 16
arkadaşının, korunmaya muhtaç çocukların sorunlarının
araştırılarak gereken tedbirlerin belirlenmesi;
Amacıyla birer Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergeleri (10/61, 10/62) okundu; önergelerin
gündemdeki yerlerini alacağı ve öngörüşmelerinin,
sırasında yapılacağı açıklandı.
RP Grup Başkanvekili ve İstanbul Milletvekili İsmail
Kahraman’ın, TBMM Başkanlığınca Gruplarına
verilen cevabî yazıda partilerine sataşıldığı
iddiasıyla söz isteminin Başkanlıkça uygun görülmemesi ve
kendisinin de söz isteminde ısrarı üzerine, İçtüzüğün 70
inci maddesine göre yapılan oylamalarda karar
yetersayısının bulunmadığı anlaşıldığından;
Genel Kurulun 2.4.1996 tarihli 31 inci Birleşiminde alınan
karar gereğince; 1996 malî yılı genel ve katma bütçeli idareler
kanun tasarılarını görüşmek için 17 Nisan 1996
Çarşamba günü saat 10.00’da toplanmak üzere, birleşime 18.43’te son
verildi.
Kamer Genç
Başkanvekili
Ünal
Yaşar Mustafa
Baş
Gaziantep İstanbul
Kâtip
Üye Kâtip
Üye
BİRİNCİ OTURUM
Açılma
Saati: 10.00
BAŞKAN:
Başkanvekili Kamer GENÇ
KÂTİP
ÜYELER: Ünal YAŞAR (Gaziantep), M. Fatih ATAY (Aydın)
BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 38 inci
Birleşimini açıyorum.
Toplantı yetersayısı vardır;
gündeme geçiyoruz.
II. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN GELEN
DİĞER
İŞLER
1. – 1996 Malî Yılı Bütçe
Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/285) (S.
Sayısı : 1) (1)
2. – Katma Bütçeli İdareler 1996
Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (1/286)(S. Sayısı : 2)
(1)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, alınan
karar ve gündemimiz gereğince, 1996 Malî Yılı Genel ve Katma
Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarılarının
görüşmelerine başlıyoruz.
Komisyon ve Hükümet yerlerini aldılar.
Bilindiği üzere, bu konudaki kanun tasarılarıyla ilgili
komisyon raporları bastırılıp, sayın üyelere
dağıtılmıştı.
Komisyon raporunun okunup okunmaması hususunu oylarınıza
sunacağım: Komisyon raporunun okunmasını kabul edenler...
kabul etmeyenler... Raporun okunması kabul edilmemiştir.
Şimdi, sunuş konuşmasını yapmak üzere,
Sayın Bakanı kürsüye davet ediyorum.
Buyurun efendim.
MALİYE BAKANI LUTFULLAH KAYALAR (Yozgat) – Sayın Başkan,
Yüce Meclisin değerli üyeleri; 17 Ekim 1995 tarihinde Yüce Meclise
sunulmuş olan 1996 yılı genel ve katma bütçe kanunu
tasarıları, 24 Aralık milletvekili erken seçimleri sebebiyle
görüşülememiş ve 1996 yılının ilk dört ayı içinde
geçici bütçe uygulamaya konulmuştur.
12 Mart 1996 günü Yüce Meclisin güvenini alarak göreve başlayan
Hükümetimiz, yeni bir bütçenin hazırlanarak Meclise sunulmasının
iki aydan fazla bir zaman kaybına sebep olacağını dikkate
alarak, bu tasarıların, İçtüzüğün 78 inci maddesine
istinaden, yenilenmesi yolunu tercih etmiştir. Bu tasarılar, geçen
zaman içinde meydana gelen ekonomik gelişmeler ve Hükümetimizin
programı da dikkate alınarak Plan ve Bütçe Komisyonunda gerekli
değişikliğe tabi tutulmuş ve bugün de Yüce Meclisin
tasviplerine sunulmuş bulunmaktadır.
Plan ve Bütçe Komisyonunun Değerli Başkan ve üyelerine, bir
aya yaklaşan yoğun ve yorucu çalışmaları ve olumlu
katkıları için, Hükümetimiz ve şahsım adına
huzurunuzda teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bütçeyle ilgili
açıklamalarıma geçmeden önce, dünyadaki ekonomik gelişmelere
kısaca değinmek istiyorum.
İçinde bulunduğumuz dönemde dünya ekonomisinin gündemindeki en
önemli konuların başında küreselleşme ve bölgeselleşme
hareketleri gelmektedir.
Haberleşme ve ulaştırma teknolojileri başta olmak
üzere, üretim teknolojisinde yaşanan hızlı gelişmeler,
dünyada küreselleşme olarak bilinen olguyu yaratmıştır. Öte
yandan, ülkeler, bölge ülkeleriyle güç birliğine giderek bölgesel entegrasyonlar
oluşturmaktadırlar. Bölgesel entegrasyon hareketleri içinde en eskisi
ve başarılısı, üye sayısı 15’e ulaşan Avrupa
Birliğidir.
Avrupa Birliği, bir yandan ekonomik ve parasal birliğin
sağlanması için çalışırken, diğer yandan da
genişleme çabalarını sürdürmektedir. Gümrük birliğiyle
birlikte parçası haline geleceğimiz Avrupa tek pazarı,
ulaşmış olduğu rakamsal büyüklükler ve işlem hacmiyle
bundan böyle Türkiye’yi yakından ilgilendirecek ve etkileyecektir. Bu
bakımdan, Bakanlığım, diğer tüm kuruluşların
da yapması gerektiği gibi, Avrupa’nın entegrasyonu sürecini ve
özellikle tek para birimine geçiş sürecini yakından izlemek
durumundadır; dahası, bu gelişmeleri, Avrupa’yla gümrük
birliği ve malî işbirliği çerçevesi içerisine oturtup,
politikalarını bu gelişmelerle uyumlu kılması
gerekmektedir.
Kısaca, Maliye Bakanlığı, artık, sadece
devletin gelirlerini ve giderlerini kontrol eden ve bunu uygulayan bir kurum
olmanın ötesinde, Türkiye’nin, bu süreçler içerisinde yer
almasını, yarar sağlamasını gözeten bir kurum olmak
durumundadır.
Avrupa Birliğini oluşturan 15 devletin, kendi
aralarındaki ekonomik entegrasyonu gerçek anlamda sağlama ve
pekiştirme çabaları sürmektedir.
Topluluk, orta vadede, 15 ülkeyle sınırlı kalmayacak ve
yeni katılan üyelerin de ekonomik ve parasal birliğin
kurallarına tabi olmaları gerekecektir. Ekonomik ve parasal birlik,
pek çok unsurun bir araya gelmesinden oluşacak, hatta, topluluk üyesi
ülkeler arasında en geç 2002 yılında ulusal para birimleri
ortadan kaldırılarak, günlük hayatta tek paranın
kullanımına geçilecektir.
Üye ülkeler, aralarında zaman zaman ortaya çıkan ciddî
yaklaşım farklılıklarına rağmen, 1979
yılında temeli atılan Avrupa para sistemini bugüne kadar
çeşitli aşamalardan geçirerek geliştirmiş ve tam bir
ekonomik entegrasyonun son safhasını gerçekleştirmek için ciddî
çabalar içine girmişlerdir. Öyle
ki, Avrupa’nın tek merkez bankasının nüvesi de, Avrupa Para
Enstitüsünün kurulmasıyla birlikte ortaya atılmıştır.
Şüphesiz, üye devletlerin ekonomilerinin tamamen benzer nitelikler
arz ettiğini söylemek güçtür. Almanya gibi güçlü ekonomilerin yanı
sıra, özellikle, Topluluğun “fakir” ülkeleri olarak
sınıflandırılan Portekiz, Yunanistan ve İspanya gibi
ülkelerin ekonomik göstergeleri arasındaki farkılıklar, ekonomik
ve parasal birliğe geçişte üye ülkelerin kendi aralarında
sınıflandırılması ihtiyacını
doğurmuştur. Bu sınıflandırmada kullanılan
ekonomik kriterlerin başlıcaları, fiyat istikrarı, uzun
vadeli faiz oranları, bütçe açığı ve devlet
borçlarıdır.
Topluluk ölçeğinde tespit edilen standart rakamlardan belli bir
ölçüde sapma yapılmasına izin verilmekle birlikte, Türkiye’nin,
mevcut ekonomik göstergeleri, özellikle de yüksek enflasyon oranı
nedeniyle, muhtemel bir tam üyelik durumunda, bu koşulları, içinde
bulunduğumuz ekonomik ortamda yerine getiremeyeceği
açıktır.
Hal böyle olmakla birlikte, Türkiye’nin, çabalarını, söz
konusu katılma kriterlerine yaklaşma yönünde
yoğunlaştırması gerekir; çünkü, bu ölçüler doğrudur ve
sağlıklıdır.
Özetle; Türkiye ekonomisi için bundan böyle en belirleyici faktörlerin
arasında yer alan gümrük birliğinin kısa vadede malî ve ekonomik
etkisi, artan işlem hacminden kaynaklanan etkiler ve Topluluk
kaynaklarından sağlanacak krediler olmakla birlikte, orta ve uzun
vadeli perspektiften bakıldığında, topluluk
politikalarına uyum çalışmalarının, ekonomik ve malî
politikalara yansıtılması zarureti ortaya çıkmaktadır.
Kuzey Amerika Kıtasında, üye ülkeler arasında ticareti ve
yatırımları sınırlayan engelleri kaldırmayı
hedefleyen ve ABD, Kanada ve Meksika’dan oluşan Kuzey Amerika Serbest
Ticaret Alanı, Latin Amerika ülkelerini de içine alacak şekilde
genişleme eğilimindedir.
Asya-Pasifik bölgesinde aynı amaçla kurulmuş olan Asya Pasifik
İşbirliği Teşkilatı ise, dünyanın en
hızlı gelişen dinamik ülkelerinin bulunduğu bir grup olarak
dikkat çekmeye başlamıştır.
Dünya üzerinde bir yandan bu şekilde ticarî bloklar oluşurken,
diğer taraftan da bloklar arasında işbirliğini
geliştirme imkânları aranmaktadır. Türkiye, bütün bu
gelişmeleri dikkatle izlemektedir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 1994 yılında
dünya ekonomisinde ortalama olarak yüzde 3,6 oranında bir büyüme
gerçekleşmiş ve 1995 yılıda bu hız korunmuştur.
1996 yılı için ise, yüzde 4 dolaylarında bir büyüme
beklenmektedir.
Sanayileşmiş ülkelerin ortalama büyüme oranı 1994
yılında, son beş yılın en yüksek düzeyi olan yüzde 3,1
seviyesine ulaşmış; ancak, 1995 yılının
başlarında görülen talepteki daralma ve ekonomik faaliyetlerdeki
durgunluk sonucu, yüzde 2,5 oranında daha düşük bir büyüme
gerçekleşmiştir. Bu yıllarda Avrupa Birliği ülkelerinin
ortalama büyüme oranı ise, yüzde 2,8 civarında olmuştur.
Diğer taraftan, gelişmekte olan ülkelerde ekonomik
iyileşmenin devam ettiği görülmektedir. Bu ülkelerin ortalama büyüme
hızı1994 yılında yüzde 6,2’ye ulaşmış olup,
halen bu düzeyde devam etmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkelerin önemli
sorunlarından birinin de işsizlik olduğu bilinmektedir.
Sanayileşmiş ülkelerin ortalama işsizlik oranları son
yıllarda yüzde 7,5 ilâ yüzde 8 civarında seyretmektedir. Amerika
Birleşik Devletlerinde işsizlik oranındaki azalış
devam ederken, Avrupa Birliğinde bu oran yüzde 11’ler
dolayındadır.
Öte yandan, sanayileşmiş ülkeler, enflasyonu kontrol
altına almada başarılı olurlarken, gelişmekte olan
ülkelerde enflasyon ciddî bir problem olmaya devam etmektedir.
Dünya ekonomisindeki canlanmaya rağmen, uygulanan ihtiyatlı
para politikaları ve petrol fiyatlarındaki düşüşlerin
etkisiyle, 1994 yılında sanayileşmiş ülkelerde
yıllık enflasyon yüzde 2,3’e düşmüştür. 1995
yılında yüzde 2,5 olan enflasyonun 1996 yılında da
aynı seviyede olması beklenmektedir.
Diğer taraftan, dünya ticaret hacmi 1994 yılında yüzde
9,3 gibi oldukça yüksek oranlı bir gelişme göstermiş, 1995
yılında da yüzde 8,3 düzeyinde kalmıştır; 1996
yılındaysa yüzde 6,4 dolaylarında bir genişleme göstereceği
tahmin edilmektedir.
Bu gelişmede, ticaretteki serbestleşmenin
yaygınlaşması, küreselleşme süreci ve bölgesel
bütünleşme hareketlerinin hızla gelişmesi gibi faktörler rol
oynamıştır.
Sekiz yıl süren Uruguay Round görüşmelerinin sonucunda ortaya çıkan
ve GATT’ın yerini alan Dünya Ticaret Örgütü (WHO) 1 Ocak 1995 tarihinde
faaliyete geçmiştir. Mal ticaretinin serbestleştirilmesine ilave
olarak hizmet ticaretinin de serbestleştirilmesi, tarım ve tekstil,
fikrî mülkiyet hakları, destekleme gibi konular bu yeni örgüt
tarafından düzenlenmekte ve yürütülmektedir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; dünya ekonomisiyle
ilgili açıklamalarımdan sonra, şimdi de, ülkemiz ekonomisi
hakkındaki açıklamalarıma geçmek istiyorum.
Türkiye’de, 1980 sonrası dönemde, rekabete açık ekonominin
ilke ve esaslarının yerleştirilmesi, dış ticaretin
liberalleştirilmesi, fiyat belirlemelerinde idarî kararlar yerine, piyasa
güçlerinin ikame edilmesi ve yurtiçi malî piyasaların yeniden yapılandırılarak
güçlendirilmesi yönünde önemli adımlar atılmıştır.
Nitekim, bu çerçevede, para piyasalarının temel kurumları
olan bankalar için 1986 yılında bankalararası para piyasası
(İnterbank) kurulmuş, 1987 yılında da açık piyasa
işlemleri uygulamaya konmuştur. Ayrıca, döviz ve kıymetli
madenlere ilişkin hükümler yeniden düzenlenerek konvertibiliteye, döviz
kullanımına, kambiyo rejimine ve sermaye transferlerine ilişkin
önemli adımlar atılmıştır. Bu kapsamda, 1988 yılında döviz ve
efektif piyasaları, 1989 yılında da döviz
karşılığı altın piyasası kurulmuştur.
Öte yandan, 1982 yılında yürürlüğe konulan Sermaye
Piyasası Kanunuyla, küçük tasarrufların ekonomiye
kazandırılması suretiyle, yatırımcıların fon
ihtiyacı için yeni imkânlar yaratılmış, getirilen yeni
kurumlar ile sermaye piyasalarında etkinliği artırıcı
yeni araçlar uygulamaya konmuştur.
1986 yılında İstanbul Menkul Kıymetler Borsası
açılmış, menkul kıymetlerin yurda giriş ve
çıkışı serbest bırakılmış,
yatırım danışmanlığı, portföy
yöneticiliği ve aracılık
faaliyetleri gibi gelişmiş borsa işlemleri yurdumuzda da
yapılır hale gelmiştir.
1985 yılında ihracatı geliştirmek, reeksport ve
transit ticaretten ve yabancı sermaye ve teknoloji girişinden daha
çok faydalanabilmek amacıyla, serbest bölgeler, gerekli yasal düzenlemeler
yapılarak faaliyete geçirilmiş bulunmaktadır. Nitekim, bu
yapılan faaliyetler neticesinde Mersin’de, Antalya’da serbest bölgeler,
bilahara, Ege Serbest Bölgesi açılmış bulunmaktadır; daha
ileri aşamalarda İstanbul Atatürk Havaalanındaki serbest bölge
açılmış bulunmakta ve yine, Trabzon İlimiz ile
İstanbul denizcileriyle ilgili olarak Tuzla’daki serbest bölgelerin
açılma çalışmaları da devam etmektedir. Erzurum Doğu
Anadolu Serbest Bölgesiyle, Mardin Güneydoğu Anadolu Serbest Bölgesi de,
bu kapsamda faaliyete geçirilmiş olan serbest bölgelerdir. Ayrıca,
yine, alanları belirlenmiş olan Adana–Yumurtalık, Samsun,
Menemen ve şu anda çalışmaları başlamış olan
Kayseri ve Rize serbest bölge çalışmaları da hızla devam
etmektedir.
Yapılan tüm bu yasal ve kurumsal düzenlemeler, serbest piyasa
ekonomisinin altyapısının oluşup gelişmesine önemli
katkıda bulunmuştur.
Bu süreci tamamlamak üzere, 1989 yılında konvertibiliteye
geçilmiş, döviz kullanımı ve sermaye hareketleri tamamen serbest
bırakılmıştır.
Gerçekleştirilen bu düzenlemeler sonucu, 1980 sonrasında
büyümede, imalat sanayii kapasite kullanımında, ihracat hacminde,
imalat sanayiinin ihracat içindeki payında ve dışticaret
hacminin gayri safî millî hâsılaya oranında önemli artışlar
sağlanmıştır.
Açıklamaya çalıştığım tüm bu olumlu gelişmelere
rağmen, kamu açıkları, kronikleşen yüksek enflasyon, imalat
sanayiindeki yatırım eksikliği ve rekabet ortamını
geliştirecek yapısal değişikliklerin özel ve kamu
kesimlerinde tam olarak gerçekleştirilememesinin yarattığı
sorunlar önemini korumuştur.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ülkeler ve
insanlarının zenginlik ve refah düzeylerinin belirlenmesinde en
başta gelen gösterge, bir yıl içinde üretilen mal ve hizmetler
toplamını ifade eden millî gelir ve millî gelirde sağlanan
artışlardır.
1990–1995 döneminde gayri safî millî hâsılamızdaki büyüme,
istikrarsız ve dalgalı bir yapıda seyretmiştir. Nitekim, 1990 yılında yüzde 9,4
olan büyüme, 1991 yılında, Körfez krizinin de etkisiyle binde 3’e
düşmüş, 1992 ve 1993 yıllarında yüzde 6,4 ve 8,1
oranlarında gerçekleşmiştir. 1994 yılında ise, gayri
safî millî hâsılada yüzde 6,1 oranında gerileme görülmüştür.
1995 yılında, iç talepteki genişlemeye bağlı
olarak, ekonomik faaliyetlerde canlanma olmuş ve gayri safî millî
hasılâ, sabit fiyatlarla yüzde 8,1 oranında büyümüştür.
1995 yılında, tarımdaki büyüme yüzde 2,6, sanayideki
büyüme yüzde 12,2 ve hizmetlerdeki büyüme de yüzde 6,4 oranlarında
gerçekleşmiştir. Bu büyümede,
özellikle imalat sanayiindeki yüzde 13,9 ve ticaretteki yüzde 13,5
oranındaki büyümeler etkili olmuştur. Ayrıca, ithalattaki
hızlı artış da, hizmetler sektörünün büyümesine
katkıda bulunmuştur.
Harcamalar açısından baktığımızda da,
büyümeye en büyük katkının, özel kesimin nihaî tüketim
harcamları ile sabit sermaye yatırımlarındaki
artıştan geldiği görülmektedir.
Özel nihaî tüketim harcamaları, özellikle dayanıklı
tüketim harcamalarındaki yüzde 20’lik artışın etkisiyle
yüzde 7,6 artarken, özel kesimin makine-teçhizat yatırım
harcamaları yüzde 28,1 oranında artış göstermiştir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; büyümede görülen
iniş ve çıkışlar, ekonomimizin istikrarlı bir büyüme
için bazı yapısal reformlara ihtiyacı olduğunu ortaya
koymaktadır. Bu bakımdan,
ekonomide uzun dönemli makro dengelerin ve güven ortamının
sağlanması ve uyumlu makroekonomik politikaların izlenmesi büyük
önem taşımaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kalkınma
planı ve buna bağlı olarak hazırlanan yıllık
programlarda hedef alınan büyüme hızlarının
gerçekleştirilmesi, bunun gereği olan yatırımların
yapılmasına bağlıdır.
Yatırım yapılması ise bir kaynak meselesidir.
Ülkemiz gibi gelişmekte olan ülkelerin kalkınma çabalarının
önündeki en önemli mesele, kaynak yaratılması ve yaratılan bu
kaynakların, ekonomik kalkınma için gerekli olan
yatırımlara tahsisidir.
Son yıllarda, özellikle faiz ödemeleri, personel harcamaları,
KİT’ler ve sosyal güvenlik kuruluşlarına ayrılan kaynaklar
sebebiyle, yatırımlara yeterince kaynak tahsis edilememiş
olduğunu görmekteyiz. Nitekim, cari fiyatlarla, toplam kamu
yatırımlarının gayri safî millî hâsılaya oranı
1991 yılında yüzde 7,5 iken, bu oran 1993 yılında yüzde
7,2’ye, 1994 yılında yüzde 4,9’a ve 1995 yılında da yüzde
4,2’ye düşmüş bulunmaktadır.
Konsolide bütçe yatırımlarının gayri safî millî
hâsıla içindeki payları, 1991 ve 1992 yıllarında yüzde 3
iken, 1993 yılında yüzde 2,9; 1994 yılında da yüzde 2
olmuş, 1995 yılındaysa bu oran yüzde 1,3’e inmiştir.
1991 yılında reel olarak yüzde 1,6 oranında artan toplam
sabit sermaya yatırımları, 1992 yılında yüzde 4,3 ve
1993 yılında da yüzde 23,6 oranında artış
göstermiş, 1994 yılındaysa yüzde 17 oranında
gerilemiştir; 1995 yılında reel olarak yüzde 8,2 oranında
artmıştır.
Alt sektörler olarak incelendiğinde, enerji sektörü
yatırımlarının 1989 yılından beri önemli oranda
gerilediği görülmektedir. Enerji sektöründeki bu yatırım
gerilemesinin üzerinde önemle durularak, acil önlem alınması
gerekmektedir.
Bunu dikkate alan Hükümetimiz, enerji sektörüne özel bir önem vererek,
1996 yılında enerji yatırımlarını reel olarak
yüzde 67 oranında artırmayı öngörmüş ve bütçede, gerekli
ödenekleri ayırmış bulunmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Hükümetimiz, özel
teşebbüsü, her alanda olduğu gibi yatırımlar konusunda da
itici güç olarak görmekte ve desteklemektedir. Bu yaklaşım
içerisinde, kamunun yatırım açığı, özel sektör ve
yabancı sermayenin devreye sokulmasıyla kapatılacaktır.
Özelleştirme ve
yap-işlet-devret modelinin de uygulanmasıyla, özel kesimin enerji,
ulaştırma ve haberleşme sektörlerinde yapacağı
yatırımların payı artırılacaktır. Kamu
sektörüne ilave olarak, özel sektörün ve yabancı sermayenin de enerji
yatırımlarına girişebilmesi için, gerekli düzenlemeler
süratla tamamlanacaktır.
Özellikle, BOT’lerdeki tıkanmalar nerelerdedir; ayrıca, BOT
sistemi üzerinde, Enerji Bakanlığımızın ne gibi
yenileştirmeler veya değişiklikler yaparak, bu sistemin
Türkiye’de daha kolay uygulanabilir ve yatırım
açığımızın bu yönde kapatılması nasıl
sağlanabilir konularında da Enerji Bakanlığımız,
gerçekten takdire değecek çalışmaları başlatmış
bulunmaktadır.
Sosyal devlet ilkesi çerçevesinde, kamu yatırımlarında,
sağlık ve eğitim sektörleri ile enerji
yatırımlarına ve bölgesel gelişmişlik
farklarının giderilmesine ağırlık verilmesi,
Hükümetimizin, bir kez daha ifade etmek istiyorum ki, öncelikli hedefleri
arasında yer almış bulunmaktadır. Bu çerçevede,
eğitimin toplam kamu yatırımları içerisindeki payı
yüzde 12’ye, enerji sektörünün payı ise yüzde 22’ye yükseltilmiş
bulunmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
konuşmamın bu bölümünde, fiyat hareketleri konusunda bilgi arz etmek
istiyorum.
Piyasa ekonomilerinde, kaynakların optimal olarak
kullanımını belirleyen en önemli gösterge, fiyatlardır. Bu
bakımdan, fiyatların mutlaka istikrarlı bir seyir izlemesi
gerekmektedir. Fiyat istikrarının temini, ekonomik birimlerin
yatırım, tasarruf ve tüketim kararlarını
sağlıklı ve uzun vadeli düşünerek vermelerini
sağlayacak gelir dağılımını da olumlu yönde
etkileyecektir. Türkiye’de uzunca bir süreden beri devam eden ciddî bir
enflasyon sorunu vardır. Türkiye’de enflasyonun normal sayılacak tek
haneli rakamlara düşürülememesinin en önemli sebebini, yüksek düzeydeki
kamu kesimi finansman açıkları ile bu açığın finansman
yöntemi oluşturmaktadır.
Finansman açıkları, borçlanmayı zorunlu kılmakta, bu
ise faizlerin ve kurların yüksek düzeylerde seyretmesine ve bütçeler
üzerinde faiz yükünün artmasına yol açmaktadır.
Toptan eşya fiyatlarındaki yıllık
artışlar, 1991’de yüzde 59,2; 1992’de yüzde 61,4; 1993’te yüzde 60,3
ve 1994’te yüzde 149,6 olmuş, 1995’te ise yüzde 64,9 olarak
gerçekleşmiştir. Tüketici fiyatlarındaki artış ise,
1991’de yüzde 71,1; 1992’de yüzde 66, 1993’te yüzde 71,1; 1994’te yüzde 125,5
olmuş, 1995 yılında da yüzde 78,9 seviyesinde
gerçekleşmiştir. Bu yılın ocak-mart döneminde, toptan
eşya fiyatlarındaki kümülatif artış yüzde 24,3’e, tüketici
fiyatlarındaki artış ise yüzde 19,5’e ulaşmış bulunmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kamu
açıklarının daraltılması, verimlilik
artışı ile uyumlu gelirler politikası, kamunun Merkez
Bankası ve malî piyasalar üzerindeki baskısının
hafifletilmesi sonucunda, para politikasının etkinliğinin artması,
yapısal reformlarda sağlanacak gelişmeler ile enflasyonun
düşürülmesi Hükümetimizin öncelikli temel politikalarını
oluşturmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dış
ödeme güçlükleri, gelişmekte olan ülkeler için sürekli bir darboğaz
oluşturmaktadır. Ülkemiz de bu güçlükleri zaman zaman
yaşamış bulunmaktadır. Bu güçlükleri aşmak için,
istikrarlı bir döviz girdisi sağlanması gerekmektedir. Döviz
girişinin en önemli kaynağı da ihracattır. İhracata
yönelik teşvik politikaları, daima, hükümetlerin öncelikli hedefleri
arasında yer almıştır. Özellikle 1980 yılından
itibaren ihracata dayalı büyüme modelinin benimsenmesi ve bu
doğrultuda alınan kararların etkisiyle ihracatta önemli
artışlar sağlanmış bulunmaktadır. 80’li
yılların başında, 2,5-3 milyar dolar ihracat yapan Türkiye,
akaryakıt faturasını karşılayamayan Türkiye, takip
edilen bu politikalar sayesinde, 1990’lı yılların
başına gelindiğinde, 14-15 milyar dolarlar seviyesinde ihracat
yapan bir ülke haline gelmiş bulunmaktadır.
Kısaca, bu döneme göz attığımız zaman,
özellikle sıkça şikâyet edilen, büyük şehirlerimizde
kümeleşmiş bulunan sanayileşmenin, Anadolu’nun dört bir
tarafına yayıldığını görmekteyiz.
Bu cümleden olarak, 80’li yıllardan sonra alınan doğru
kararlar çerçevesinde, Kahramanmaraş İlimiz, gerçekten, bir sanayi
patlaması yapmıştır ve bugün, Kahramanmaraş’tan
dünyanın dört bir tarafına ihracat yapılmaktadır.
Aynı şekilde, Gaziantep İlimiz, ihracattaki bu
patlamayı gösterebilmiş olan başarılı illerimizin
başında gelmektedir.
Malatya İlimizde, organize sanayi bölgesinin de teşkiliyle
birlikte yapılan çalışmalar ve takip edilen politikaların
iyi anlaşılması sayesinde, bugün, yine dünyanın dört bir
tarafına, sadece İstanbul’dan, Bursa’dan değil, Malatya’dan da
ihracat yapılmaktadır.
Manisa İlimizde, elektronik alanında bir fabrikamız,
bugün dünya elektronik devleriyle çarpışır duruma gelmiş
bulunmaktadır.
Bursa, gerçekten, 1980’den sonra, sadece tekstilde değil, hemen
hemen tüm sektörlerde, Türkiye’nin yüzakı olmaya devam ederken, ihracattaki
bu 15 milyar dolarlık çerçeve içerisinde, büyük bir oranla, tüm
işadamlarıyla, 1980’den sonra iş hayatına atılan
girişimci insanlarıyla, büyük bir yer
almış bulunmaktadır.
Orta Anadolu’dan, Çorum’dan örnek vermek istiyorum. Daha bundan on
yıl öncesine kadar akreditif açamayan Türkiye, 80’li yılların
başında cesaretle alınan kararlar doğrultusunda, bugün,
İtalya’ya gömlek ihraç eden, Singapur’a elektronik şerit ihrac eden,
Almanya’ya makine ihraç eden sanayici ve işadamlarımıza, Orta
Anadolu’nun göbeğinde sahip olabilme imkânını elde
etmiştir.
Aynı şekilde, bugün, Kastamonu’nun Araç İlçesinden,
İngiltere’ye konfeksiyon ihracatı yapar duruma gelinmiştir.
80’den sonra gelişen anlayış çerçevesinde, başta
konfeksiyon firmaları ve bu anlayışa uygun yatırım
yapma cesaretini gösteren işadamlarımız sayesinde, bugün,
dünyanın en ünlü markaları Eskişehir İlimizde dikilir,
yapılır ve ihraç edilir hale gelmiş; sadece döviz
kazandırılmakla kalınmamış, binlerce işçimize de
iş imkânı ve istihdam imkânı sağlanmış bulunulmaktadır.
Bu meyanda, yine 80’den sonra büyük bir atılım yapan Uşak
İlimizdeki değerli girişimcilerimizi anmadan geçmek
haksızlık olur kanısındayım.
Yine, aynı şekilde, şu anda, Türkiye’nin değil;
artık, Avrupa’nın gözbebeği haline gelmiş olan Denizli
İlimizdeki, sadece turizmde değil, turizmle birlikte, tekstil sektöründeki, konfeksiyon
sektöründeki, makine sanayiindeki ve özellikle tarıma dayalı
sanayideki gelişmeler de, 80 sonrasındaki politikalarla ön plana
çıkmıştır. Bugün, bu ilimiz, Türkiye’ye döviz
kazandıran işadamlarımızın ön planda olduğu
illerimiz arasında yer almaktadır.
Konya’daki girişimcilerimizden bir örnek vermek gerekirse,
artık, dünyaya ihracat yapan ayakkabı firmaları, yine bu dönemin
ürünüdür.
Çorlu, Çerkezköy, Eskişehir, Bozüyük, Kütahya ve tüm bunlarla
birlikte yurdumuzun dört bir tarafında gelişme çabalarını
hızla sürdüren, bundan sonraki politikalarımız içerisinde de
ağırlıklı olarak yer alacak olan KOBİ’lerle ilgili
gelişmeler de, yine, bu dönemde yapılan, bu dönemde uygulanan
politikaların neticesi olarak, bugün, önümüzde durmaktadır.
Bir başka konu daha var. 1960’ların başında,
Avrupa’ya işçi olarak giden ve Türk insanının
girişimciliğinin en güzel örneklerini veren, 1983 sonrasındaki
politikaları iyi anlayıp, bu politikalar çerçevesinde, cesaretle
yatırım yapan, o günün işçileri, bugünün mark milyarderi olan
işadamlarımızı burada anmadan da geçemeyiz.
Ancak, sadece, bu işadamlarımızın
yaptıkları çalışmaları burada anmakla kalamayız.
Türkiye’nin, bundan sonra takip etmesi gereken politika ve inşallah,
bundan sonra, Hükümetimizin de, daha yoğun olarak üzerinde
duracağı, biraz önce saymaya çalıştığım,
Anadolumuzun ve dünyanın dört bir tarafına yayılmış
olan özel sektör temsilcilerimizin, işadamlarımızın önünü
açmak, onların, sadece Türkiye’deki sorunları değil, dünya
piyasalarında daha iyi yer alabilmelerini temin etmek için, her türlü
kolaylaştırıcı işlem ve kararları almak ana
hedeflerimiz arasındadır.
1995 yılındaki ihracatın, biraz önce çerçevesini çizmeye
çalıştığım gelişmeler doğrultusunda, yüzde
10,7’si tarım ürünleri, yüzde 87,4’ü de sanayi malları
ihracatıdır.
İhracatın, bugün ulaştığı 22 milyar
dolarlık seviyeler içerisinde, rakam olarak
ulaştığımız seviyeden belki daha da önemlisi, yüzde
87,4’lük sanayi malları oranına ulaşmamızdır.
Türkiye’nin, bu politikayı devam ettirmesi; ama, Türkiye’nin,
aynı zamanda, 22 milyar dolarlar çerçevesinde değil, 2000’li
yıllara girdiğimiz süre içerisinde, 50 milyar dolarlık ihracat
hedeflerini aşması gerekmektedir. 2,5-3 milyar dolarlık
ihracatların yapıldığı günlerde, 10 milyar-15 milyar
dolarlar nasıl hayal olarak görüldüyse, o gün için, hayal olduğu
söylendiyse bugün, 50 milyar dolarlara da, hayal diyenler olabilir; ama,
görülmüştür ki, Türkiye’nin potansiyeli vardır, Türkiye’nin
imkânları vardır. Türkiye’nin insanları, Türkiye’nin girişimcileri
çok kolay kavrayabilmekte ve uygulayabilmektedir; yeter ki, önlerini
açabilelim. Yürekten inanıyoruz ki, 2000’li yıllardaki ihracat 50
milyar dolarlık, hedefleri, hiç de hayal değildir. Eğer, bunu
gerçekleştiremiyorsak, bunun suçu, şu hükümetin, bu hükümetin
değil; belki de bütün hükümetlerindir; bunu da, burada,
açıklıkla ifade etmek istiyorum.
İthalatımız, 1983 yılında 9,2 milyar dolar
iken, 1991 yılında 21 milyar dolar, 1995 yılında da 35,7
milyar dolar olarak gerçekleşmiş bulunmaktadır.
1995 yılı ithalatının yüzde 12,4’ü tüketim maddeleri,
yüzde 29,4’ü yatırım malları ve yüzde 58,3’ü hammadde
ithalatından oluşmaktadır.
İhracat ve ithalatımızdaki bu gelişmelere paralel
olarak, 1983 yılında 3,5 milyar dolar olan dışticaret
açığımız, 1991 yılında 7,4 milyar dolara, 1995
yılında da 14,1 milyar dolara yükselmiştir.
İhracatımız, 1983 yılında
ithalatımızın yüzde 62’sini karşılamaktayken, 1991
yılında yüzde 64,6’sını, 1995 yılında da yüzde
60,6’sını karşılayabilmektedir.
Cari işlemler dengesi ise, 1983 yılında 1,9 milyar dolar
açık, 1991 yılında 250 milyon dolar fazla, 1995
yılında da 2,3 milyar dolar açık vermiştir.
Öte yandan, görünmeyen işlemlerin en önemli döviz giriş
kalemleri arasında yer alan turizm gelirlerimiz, 1983 yılındaki
420 milyon dolar seviyesinden, 1991 yılında 2,7 milyar dolara, 1995
yılında da 5 milyar dolara yükselmiş bulunmaktadır.
Görünmeyen işlemlerin bu en önemli kalemini teşkil eden turizm
gelirlerimizde de Türkiye’nin potansiyelinin, bugünkü hacminin çok üzerinde
olduğunun, Hükümetimiz farkındadır. Özellikle 80’li
yıllardan itibaren, bu konuda, dünya standartlarının da
neredeyse üzerinde gerçekleşmiş olan yatırımların,
bundan sonra aynı hızla devam ettirilmesi için gereken tedbirlerin
alınması, Hükümetimizin öncelikle önem verdiği konular
içerisinde yer almaktadır.
Sadece bununla kalmayıp, özellikle tur operatörleri konusunda da ve
Türk kökenli tur operatörlerinin sayısının
artırılması ve bu kuruluşların güçlendirilmesi
noktasında yeni birtakım teşvik edici politikaların
izlenmesi gereğine inandığımızı ve bu noktada da
çalışmalar yapacağımızı ifade etmek istiyorum.
İşçi döviz girişleri
1983 yılında 1,6 milyar dolar iken, 1991 yılında 2,9
milyar dolar, 1995 yılında da 3,4 milyar dolar olarak
gerçekleşmiş bulunmaktadır.
Diğer taraftan, uluslararası rezervlerimiz de, 1995
yılında 23,9 milyar dolar seviyesine ulaşmış
bulunmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ödemeler
dengesinin sağlıklı ve sürdürülebilir bir yapıya
kavuşturulması ve sermaye hareketlerinin, ülkemizin üretim
kapasitesinin güçlendirilmesine katkıda bulunacak bir altyapı
içerisinde geliştirilmesi gerekmektedir.
İhracatçılarımızın dünya fiyatlarından
girdi kullanmaları ve Eximbank aracılığıyla kredi
teşviklerinden yararlandırılmaları sağlanacaktır.
Ayrıca, ihracatçılarımızın kredi ve garantilerine
işlerlik kazandırılacak, ihracatın ve yabancı sermaye
yatırımlarının teşvikine özel önem verilecek, özel
sektörün yatırım amaçlı dış kredi
kullanımının önündeki engeller kaldırılacaktır.
Nitekim, ihracatın sevk sonrası finansmanı konusunda
Eximbank’ın koordinatörlüğünde iki bankamızın ortak bir fon
oluşturmasıyla bu yönde önemli bir adım atılmış
bulunmaktadır.
Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; şimdi
de, iç ve dış devlet borçlarımız hakkında bilgi sunmak
istiyorum.
Son yıllarda, bütçe açıklarına, KİT’ler, sosyal
güvenlik kuruluşları ve mahallî idarelerle fonlardan kaynaklanan
finansman açıkları da eklenmiş, buna bağlı olarak, iç
borçlanma ihtiyacı ve toplam içborç stoku hızla yükselmiştir.
1991 yılında, 97,6 trilyon lira olan içborç stoku, 1993
yılında 357,3 trilyon liraya, 1995 yılında 1 katrilyon 368
trilyon liraya yükselmiştir. 1996 yılı mart ayı sonu
itibariyle ise, içborç stoku, 1 katrilyon 920 trilyon lira olarak
gerçekleşmiştir. Bu tutarın, 613 trilyon lirası tahvil, 1
katrilyon 18 trilyon lirası bono, 27 trilyon lirası konsolide
borçlar, 260 trilyon lirası da kısa vadeli avans borçlarından
oluşmaktadır.
İçborçların gayri safî millî hâsılaya oranı, 1991
yılında yüzde 15,4 iken, 1994 yılında yüzde 20,6; 1995
yılında ise yüzde 17,8 olmuştur. Türkiye’de, içborçlar, toplam
büyüklüğü ve gayri safî millî hâsılaya oranı itibariyle bir
sorun oluşturmamaktadır; ancak, giderek kısalan ve son
dönemlerde beş-altı ay olarak şekillenen vade yapısı,
borç yönetiminin en önemli darboğazıdır.
Hükümetimize duyulan güven ve genel ekonomik göstergelerdeki olumlu
gelişmeler paralelinde, son haftalarda gerçekleştirilen iç
borçlanmalarda, faizlerdeki düşüşle birlikte, vade
yapısının da uzatılabilmesi, söz konusu darboğazın
aşılmakta olduğunun güzel bir işaretidir. Nitekim, Ocak
1996’da, bileşik faiz olarak yüzde 200’lerin üzerinde seyreden; vade
olarak da, 136 güne kadar düşmüş olan borçlanmalar, nisan
ayında, son yapılan kâğıt satışlarında,
yüzde 124,5 bileşik faiz ve yedi aylık (210 gün) bir vadeye
ulaşmış bulunmaktadır.
Dışborç stoku da 1991 yılında 50,5 milyar dolardan,
1993 yılında 67,4 milyar ve 1995 yılı sonu itibariyle de
73,3 milyar dolara yükselmiştir.
1991 yılı borç stokunun yüzde 81,9’u orta ve uzun vadeli,
yüzde 18,1’i ise kısa vadeli borçlara ait iken, 1993 yılında
orta ve uzun vadeli borçların payı yüzde 72,5’e gerilemiş, buna
karşılık kısa vadeli borçların payı yüzde 27,5’e
yükselmiştir. 1995 yılında ise orta ve uzun vadeli borçların
payı yüzde 78,6’ya yükselmiş, kısa vadeli borçların
payı da yüzde 21,4’e düşmüştür. Dışborç vade
yapısının uzun vadeli borçlar lehine değişmesi olumlu
bir gelişmedir.
Dışborçların gayri safî millî hâsılaya oranı
ise 1991 yılında yüzde 33,2, 1993 yılında yüzde 37, 1995
yılında da yüzde 44,3 olmuştur.
Her yıl gerçekleştirilecek dış borçlanma
miktarının, o yıl ödenecek dışborç anapara geri
ödemelerinden büyük olması ve bu şekilde sağlanacak ek
kaynaklarla altyapı yatırımlarının finanse edilmesi,
ülkemiz açısından makul, hatta zorunlu bir tercihtir. Oysa, 1994 ve
1995 yıllarında uluslararası piyasalardan sağlanan
krediler, anapara geri ödemelerini dahi
karşılayamadığından, dışborç servisi için iç
borçlanmaya başvurulması gerekmiştir. İç borçlanmada ve
dış borçlanmada, Türkiye’de, bir anlamda yatırım
eksikliğinin temelinde sıkıntımızı teşkil
eden, bu gelişmedir. Bu uygulama, içborç faizlerini kaçınılmaz
şekilde yükseltmiştir. Örnek vermek gerekirse: 1995
yılında, 7,5 milyar dolar olan dışborçlarla ilgili ödemelerimizden
1 milyar doları, bütçe dışı, mahallî idarelerle ilgili olan
borçlar olarak önümüzde görülmektedir. 7,5 milyar dolarlık bu
dışborç ödemesinin yüzde 50’si iç borçlanmayla
karşılanmış bulunmaktadır.
Türkiye, bu bakımdan, içeriden dışarıya kaynak
transferi yapan veya daha değişik bir tabirle, net geri ödeyen bir
ülke konumundadır. Dış borçlanmada bu tabloyu tersine çevirmek
temel hedeflerimizden birisidir ve önümüzdeki bütçe uygulamalarının
da dışında, ekonominin geneline baktığımız
zaman, çözülmesi gereken en önemli
problemlerimizden birisi olarak Hükümetimizin önünde durmaktadır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bilindiği
üzere, kamunun borçlanma ihtiyacını azaltmanın yollarından
biri de özelleştirmedir. Ülkemizde, özelleştirmenin hukukî
altyapısı, geniş bir mutabakatla kabul edilen 4046
sayılı Özelleştirme Kanunuyla, 1994 yılı sonunda
oluşturulmuştur. 1983-1991 yılları arasında 900 milyon
dolarlık özelleştirme gerçekleştirilmiştir.
Bilindiği gibi, 1983 yılında, Türkiye, henüz
özelleştirme kavramıyla tanışmış değildi.
Özelleştirmenin uygulanmasından önce, özelleştirme
mantalitesinin, Türkiye’de kabul ettirilmesi gerekmekteydi. Zamanın
hükümetleri, bu konuda, bugün takdirle andığımız hizmetleri
yapmışlar; bu konudaki hazırlıkları
yapmışlar; mevzuatları çıkarmışlar ve
90’lı yıllara yaklaştığımız dönemlerde de
900 milyon dolarlık bir özelleştirmeyi de yapabilmişlerdir.
1992’den 1995’e kadar 1,9 milyar dolarlık özelleştirme
gerçekleştirilmiş bulunmaktadır. Özelleştirme
uygulamalarının, programlanan ve kamuoyuna taahhüt edilen düzeyde
gerçekleştirildiğini söylemek mümkün değildir.
Özelleştirmeyle, bütçe üzerindeki KİT finansman yükünün
hafifletilmesi sağlanacak; böylece, kamu açıklarının
aşağı çekilmesi, kamunun malî piyasa üzerindeki
baskısının azaltılması ve kamu borç stokunun
düşürülmesi mümkün olacaktır. Diğer taraftan da, sermayenin
tabana yayılması, özellikle verimlilik ve işgüvenliğinin
artırılması, devletin, ekonomide ticarî ve üretici rol
üstlenmesi yerine, aslî fonksiyonları olan adalet, eğitim,
sağlık, savunma ve güvenlik ile büyük altyapı
yatırımlarına kaynak ayrılmasına imkân
tanınmış olacaktır.
Ayrıca, özelleştirme, ekonomimizi, Avrupa Birliği
ekonomilerine yaklaştırmada önemli bir etken olacak ve rekabet
edilebilir bir yapının oluşmasına da olumlu katkıda
bulunacaktır.
Özelleştirme, ilke olarak, doğru bir yaklaşım
olmakla birlikte, uygulamalarının sağlam hukukî temeller
üzerinde ve toplumsal olarak kabul edilebilir bir şeffaflık içinde
yürütülmesi büyük önem taşımaktadır. Bu çerçevede, ileride
yapılacak özelleştirmelerde rekabetçi ortamın
oluşturulması, tüketici haklarının korunması, gerekli
teknolojik yenilemenin ve yatırımların gerçekleştirilmesi
ile tekellerin önüne geçilmesi gibi hususlara öncelik ve önem verilecektir.
Özelleştirme, ilke olarak, kamu bankaları da dahil olmak
üzere, bütün KİT’leri kapsamalıdır ve kapsayacaktır. Kamu
bankalarından, belki, Ziraat Bankası ve Halk Bankası
yapıları gereği, kamu bankalarının
özelleştirilmesi programı çerçevesinde, biraz daha sonlara doğru
kalabilir; ama, bu konuda, Hükümetimizin kararlı olduğunu bir kez
daha ifade etmek istiyorum.
Özelleştirme konusunda, daha önce sevk edilmiş ve
Meclisimizden geçmiş olan Telekom Yasasının Anayasa Mahkemesinde
iptal edilmiş olduğunu bilmekteyiz. Bu iptalden sonra, Telekom
Yasasının yeniden Meclisimize getirilmesi, Meclisimizin tasvibine
sunulması ve bu konudaki özelleştirme
çalışmalarının hızla neticelendirilmesi, Hükümetimizin
ana hedefleri arasındadır. Ancak,
özelleştirme konusunda sadece Hükümetimize değil, Meclisimize
ve Meclisimizle birlikte tüm ilgili kuruluşlarımıza büyük
görevler düşmektedir.
Telekom Yasasına; tabiî ki, Anayasa ve hukuk kurallarına, her
hükümette olması gereken şekilde, Hükümetimiz de
saygılıdır. Yeni tasarı, Anayasamızın verdiği kararlar doğrultusunda,
hazırlanarak Meclisimize sevk edilme aşamasındadır; ama,
burada, biraz önce ifade etmeye çalıştığım çerçeve
içerisinde, Telekom’daki gecikmeden dolayı, aynı Telekom’la ilgili
olarak, dünya piyasalarına arz edilen ürünler olması
dolayısıyla, bunun dünya borsa fiyatının bir anlamda
düştüğünü ve bu konuda da, Türkiye’nin, gerçekten, bu geçen zaman
içerisinde fevkalade büyük zararlarla
karşılaştığını, bundan sonra da bu konudaki
gecikmelerin, aynı şekilde, Türkiye’nin zararına
olacağını, burada, bir kez daha ifade etmeden geçemiyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; özelleştirme
kavramı, görülmektedir ki, son yıllarda, özellikle, sadece
KİT’ler üzerinde yoğunlaştırılmıştır.
Esasında, özelleştirme kavramı, sadece KİT’ler üzerinde
yoğunlaştırılarak daraltılmamalıdır.
Özelleştirmeyi, toplumumuzun ve bugünkü yapımızın
değişik kesimlerinde uygulama mecburiyetimiz vardır. İfade
etmek gerekirse, belli bir aşamada, barajlar, elektrik santralleri ve
otoyollarda da özelleştirilmenin düşünülmesi gerekmektedir. Aynı
şekilde, sağlıkla ilgili olan kuruluşlarımızda, hastanelerimizde
ve yine, eğitimle ilgili olan okullarımızda da
özelleştirmenin uygulamalarının yapılması zamanı
gelmiş ve geçmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ekim 1995-Mart
1996 döneminde ekonomimizde yaşanan gelişmelere paralel olarak, Ekim
1995’te Yüce Meclis’e sunulan bütçe tasarılarının
hazırlanmasına esas alınan makro ekonomik hedefler ve
büyüklükler DPT tarafından revize edilmiştir. Plan ve Bütçe
Komisyonunun çalışmalarına da yön veren bu yeni hedef ve
büyüklükler hakkında kısaca bilgi arz etmek istiyorum
1996 yılında gayri safî millî hâsılanın yüzde 4,5
oranında büyümesi hedeflenmektedir.
Sektörler itibariyle, tarımda yüzde 3, sanayide yüzde 4,8 ve
hizmetlerde yüzde 4,5 büyüme olması beklenmektedir.
Bu çerçevede, 1996 yılı gayri safî millî hâsılası,
cari fiyatlarla 13,2 katrilyon lira olacaktır.
1996 yılı gayri safî millî hâsıla deflatörü yüzde 65 ve
yıl sonu toptan eşya fiyat artışı yüzde 64 olarak
hedeflenmiştir.
Bu yıl, ihracatın 25 milyar dolar, ithalatın ise 41
milyar dolar seviyesinde gerçekleşmesi, turizm gelirlerinin 6,1 milyara,
işçi gelirlerinin de 3,4 milyar dolara ulaşması beklenmektedir.
Bu çerçevede, dışticaret dengesinin 16 milyar dolar, cari
işlemler dengesinin ise 3,8 milyar dolar açık vereceği
hesaplanmaktadır.
1996 yılı toplam yatırımları 3 katrilyon 297
trilyon liradır. Bunun 626 trilyon lirasının kamu, 2 katrilyon
671 trilyon lirasının da özel kesim tarafından
gerçekleştirilmesi hedeflenmiştir.
Toplam yatırımlarda 1995 yılına göre sabit
fiyatlarla yüzde 6,2 oranında artış öngörülmüştür.
Toplam sabit sermaye yatırımlarında 1995 yılına
göre sabit fiyatlarla yüzde 8,4 artış hedeflenmiş olup,
özellikleri ve öncelikleri dikkate alınarak, sağlıkta yüzde
16,9; eğitimde yüzde 33,3 ve enerji yatırımlarında yüzde 67
oranında reel artış olması programlanmıştır.
Sabit sermaye yatırımlarının yüzde 19,4’ü kamu,
yüzde 80,6’sı ise özel sektör tarafından gerçekleştirilecektir.
Kamu kesimi yatırımlarının, işçilik hariç, 239
trilyon lirası konsolide bütçeye, 144 trilyon lirası KİT’lere,
76 trilyon lirası fonlara ve 103 trilyon lirası da mahallî idarelere
aittir.
Konsolide bütçe, KİT’ler, fonlar ve döner sermayeli
kuruluşların yapacakları toplam yatırımın
içerisinde eğitim sektörünün payı yüzde 13’ün, enerji söktörünün
payı da yüzde 24’ün üzerinde olacaktır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; şimdi de 1996
yılı bütçe kanunu tasarılarıyla ilgili
açıklamalarıma geçmek istiyorum.
Bilindiği üzere, 17 Ekim 1995 tarihinde Yüce Meclise sunulan 1996
Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarıları, 2 katrilyon 780 trilyon
liralık harcama, 2 katrilyon 370 trilyon liralık gelir ve 410 trilyon
liralık açık öngörüyordu.
Bu tasarılar, biraz önce açıkladığım hedefler
de dikkate alınarak, Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülerek revize
edilmiş ve son şeklini almıştır.
Biraz önce açıkladığım hedefler derken, burada,
bazı küçük açıklamaları yapma gereğini de duyuyorum.
Bilindiği gibi, Ekim 1995’te Yüce Meclise sunulan tasarıda, bir
yıl için 410 trilyon liralık açık öngörülmüş bulunmakta
idi; ancak, nisan sonu itibariyle yapılan hesaplamalara göre, bir yıl
için öngörülen 410 trilyon liralık açık, 404 trilyon lira olarak,
yılın ilk dört ayında realize edilmiş bulunacaktır.
Özellikle bu konu, yeni revize çalışmaları içerisinde,
Hükümetimiz ve paralel olarak, gerçekten yoğun bir çalışma
örneği gösteren Plan ve Bütçe Komisyonumuzda ön plana
alınmış ve dikkatle üzerinde durulmuştur.
Son şeklini alan bütçemize göre; bütçe ödenekleri 3 katrilyon 511
trilyon lira, bütçe gelirleri 2 katrilyon 650 trilyon lira, bütçe
açığı 861 trilyon liradır.
Bütçe ödeneklerinin 910 trilyon lirası personel giderlerine, 303
trilyon lirası diğer cari hizmetlere; 239 trilyon lirası
yatırım harcamalarına; 2 katrilyon 59 trilyon lirası
transfer giderlerine ilişkindir.
Bütçe gelirlerinin, 2 katrilyon 73 trilyon lirası vergi
gelirlerinden; 280 trilyon lirası vergi dışı normal
gelirlerden; 287 trilyon lirası özel gelirler ve fonlardan; 10 trilyon
lirası da katma bütçe gelirlerinden oluşmaktadır.
Revize edilen ödeneklerle ilgili olarak şu hususları kısaca
ifade etmek istiyorum:
Komisyonda yapılan ilavelerin önemli bir kısmı, kamu
personelinin maaşlarında yapılacak düzenlemeler ile savunma ve
güvenlik hizmetlerinin ihtiyaçlarına, yatırım ve faiz
harcamalarına ait bulunmaktadır.
Bilindiği üzere, tasarıda, personel giderleri için 800 trilyon
liralık bir kaynak ayrılmıştı. Bu miktar, mevcut
ekonomik gelişmeler ve revize hedefler de dikkate alınarak, yeniden
değerlendirilmiş ve personel ödeneklerine 110 trilyon lira
eklenmiş bulunmaktadır.
Plan ve Bütçe Komisyonunda yapılan görüşmeler
sırasında, savunma ve güvenlik hizmetlerimizin ihtiyaçları da
yeniden değerlendirilmiştir. Fiyat artışları ve döviz
kurlarındaki yeni hedefler ile mevcut gelişmeler, güvenlik
kuvvetlerimizin ilave ihtiyaçlarının ortaya çıkmasına neden
olmuştur. Bu çerçevede, savunma ve güvenlik hizmetlerimizin ek
ihtiyaçları için 30 trilyon liralık ilave kaynak tahsis
edilmiştir.
Tasarıda, 190 trilyon lira olarak yer alan yatırım
harcamaları yüzde 25,8 oranında artırılarak, 239 trilyon
liraya yükseltilmiştir.
Yatırım harcamalarında yapılan
artışın 36 trilyon lirası, Devlet Su İşleri, Köy
Hizmetleri ve Karayollarına ait bulunmaktadır. Eğitim
hizmetlerimizin yatırımlarına da özel bir önem verilmiş ve
6,9 trilyon liralık ilave kaynak tahsis edilmiştir.
Transfer bölümünde de, başta, faiz ödenekleri ve sosyal güvenlik
kurumlarına yapılacak transferler olmak üzere, önemli miktarlarda
artış yapılmıştır.
Bu kalemlerin dışında, otoyollarımızın
bakım ve onarımları; gübre ve diğer tarımsal ürünlerin
teşviki; Dinar depremi nedeniyle ortaya çıkan zararların
karşılanması; yükseköğrenim öğrencilerinin kredi
ihtiyaçlarının karşılanması; yine, yükseköğrenim
öğrencilerinin katkı payı kredileri veya diğer bir tabirle,
öğrenci harçları; ayrıca, Kıbrıs’a yapılacak olan
yardımlar; yeşil kart sahibi vatandaşlarımıza
yapılacak yardımlar gibi çeşitli ihtiyaçlar için ek kaynaklar
tahsis edilmiştir.
Bütçe ödenekleriyle ilgili olarak ortaya çıkan bu tablonun en
önemli özelliği, yatırım harcamalarına daha fazla kaynak
ayrılması olmaktadır. Bir önceki yıl 102 trilyon lira olan
yatırım harcamalarına, bu yıl 239 trilyon lira kaynak
ayrılmıştır. Böylece, yatırım harcamalarında
yüzde 134 nispetinde bir artış hedeflenmiştir.
Yatırımları hızlandırma ödeneği ve diğer
tertiplerdeki yatırımlarla ilgili ödenekler de dikkate
alındığında bu oran daha da yüksek seviyelere
ulaşmaktadır.
Amacımız, biraz önce net rakamlarını verdiğim
ve son yıllarda giderek daralan yatırım harcamalarını,
1996 yılından başlamak üzere, daha yüksek oranlarda artırmaktır.
Konsolide bütçenin, içinde bulunulan çeşitli problemlerine rağmen,
geçtiğimiz yıl hazırlanan ve siyasî konjonktür nedeniyle nisan
ayı sonlarına geldiğimiz bugünkü günlerde ancak Yüce Meclise
sunulabilmiş olan bir bütçe olmasına rağmen,
yatırımlarla ilgili yapılmış olan bu yeni
düzenlemeyle, yatırımların yeniden ön plana alınması,
Hükümetimizin önemli göstergelerinden, özelliklerinden ve tercihlerinden
birisidir.
Konsolide bütçenin, içinde bulunan çeşitli problemlerine
rağmen, biraz önce de ifade etmeye çalıştığım
gibi, Hükümet olarak tercihimizi yatırım harcamalarının
artırılması yönünde yaptık. Gönlümüzde yatan ve geçen,
yatırım harcamalarımızın çok daha yüksek seviyelere
ulaşmasıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yapılan
değişiklikler sonucunda bütçe açığı 861 trilyon lira
olarak öngörülmüştür. Bu açığın, bir önceki yıl
gerçekleşmelerine göre yüksek olduğu ileri sürülebilir. Ancak
bütçenin revize çalışmaları sırasında son derece titiz
davranılmış ve bütçe ödeneklerinin gerçekçi bir şekilde belirlenmesi
amaçlanmıştır. Bu amaç doğrultusunda, faiz ödenekleriyle
sosyal güvenlik kuruluşlarına yapılan transferlerde önemli
artışlar yapılmıştır. Bu düzenlemelerin
amacı, bütçe ödeneklerinin en sıhhatli bir şekilde belirlenmesi
olmuştur.
Özetle, bütçenin gerçekçi olması için her türlü çalışma
yapılmıştır.
Bizim kanaatimiz, yapılan bu düzenlemeler sonucunda bütçe
büyüklüklerinin gerçekçi bir şekilde belirlendiği ve bu hedeflerden
önemli bir sapma olmayacağı yönündedir. Bu konuda bütçe
uygulamaları da çok büyük önem arz etmektedir. Bu itibarla, bütçe
uygulamalarında son derece disiplinli davranıp, finansman giderleri
dışında kalan bütçe açıklarını asgarî seviyelerde
tutmaya çalışacağız.
İfade edegeldiğimiz gibi, bu bütçemizin harcama kalemlerinde
yer alan finansman giderleriyle ilgili olan bölüm ve bu konuda yıl
içerisinde yapılacak olan uygulamalar fevkalade önem
taşımaktadır. Mutlaka ki, bu uygulamalar, ekonominin genel
istikrarı içerisinde ve ona paralel olarak, ümit ediyoruz ki, bütçe
dengeleri içerisinde kalacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1996
yılı bütçesinin önemli gördüğüm bazı özellikleri üzerinde
durmak istemekteyim. Biraz önce de ifade etmeye
çalıştığımız gibi, son yıllarda kamu kesimi
sabit sermaye yatırımlarında görülen azalma, konsolide bütçe
yatırımları için de geçerlidir. Hükümetimiz, bu
yetersizliği gidermek üzere gerekli çalışmaları
yapmış ve bütçe dengelerini de zorlamayacak şekilde, Plan ve
Bütçe Komisyonunda, kuruluşlara önemli miktarda ilave ödenek verilmesine
imkân tanımıştır. Plan ve Bütçe Komisyonunda, Hükümetimizin
öncelikleri doğrultusunda yapılan bu ilavelerle, 1996 yılı
yatırım tutarının, 1995 yılına göre yüzde 134
oranında artarak 239 trilyon liraya yükseldiğini ifade etmiştim.
Bu çerçevede, Devlet Su İşlerine 17,1 trilyon liralık
ilave bir ödenek verilmiştir. Bu ilave ödeneklerin verilmesinde,
özellikle, Devlet Su İşlerimizin, Enerji ve Tabiî Kaynaklar
Bakanlığımız bünyesinde, enerji projelerine daha yoğun
bir ilgi gösterebilmesi ve şu anda beklemekte olan, yapımı devam
eden Çatalan, Dicle, Kralkızı, Yenice ve Kuzgun
Barajlarının bir an önce bitirilmesi temin edilecektir.
Ayrıca, Özlüce, Çamlıgöze, Beyköy, Gönen, Suat Uğurlu 3,
Mercan ve Şanlıurfa Hidroelektrik Santralları da 1998
yılında tamamlanarak hizmete alınacak ve 850 milyon
kilovatlık kapasite yaratılmış bulunacaktır.
Plan ve Bütçe Komisyonumuzda, bütçeden, Karayollarına 11 trilyon
liralık bir ek yapılmış bulunmaktadır. Bilindiği
gibi, karayolları ve özellikle otoyollar, Türkiye için fevkalade
önemlidir. Türkiye’nin gelişmişliğinin göstergesi, insan
vücudundaki atardamarların çalışması şeklinde
nitelendireceğimiz yollarımızla ilgili, gerçekten, son
yıllardaki yatırım eksikliğini gidermek, Hükümetimizin
öncelik verdiği, önem verdiği konuların başında gelmektedir. Bu sebeple, Karayollarında yapılan
artışlarla birlikte, Gümüşova-Gerede Otoyolunun -Bolu dağ
geçişi dahil olmak üzere- bitirilmesi planlanmaktadır.
Aynı şekilde, Tarsus-Mersin Otoyolu,
Tarsus-Adana-Toprakkale-Gaziantep Otoyolu, Toprakkale-İskenderun Otoyolu,
İzmir-Aydın Otoyolu da, bitirilmesi düşünülen
otoyollarımız içerisinde yer almaktadır.
Devlet, il yollarıyla da, Hakkâri ayırımı
Çukurca’dan başlamak üzere, Burdur-Dinar, Mersin-Erdemli,
Vakfıkebir-Erdemli, Diyarbakır şehir geçişi ve aynı
şekilde, Muğla-Denizli-Acıpayam, Konya-Karaman-Seydişehir,
Ankara-Kızılcahaman-Yenikent, Bursa-Yalova,
Şebinkarahisar-Alucra-Şiran, Çukurca-Uludere,
Erciş-Muradiye-Çaldıran, Kayseri-Pazarören ve Antalya-Manavgat-Alanya,
Ankara-Sivrihisar karayollarının yapımları da, bu
ayrılan ödeneklerle, bir an önce bitirilme noktasında,
hızlı bir çalışma içerisine alınacaklardır.
1996 yılımızda, aynı şekilde, Köy Hizmetleri
bütçemizde de 10 trilyon liraya yakın bir artırım
yapılmış ve bununla da, köylerimizin tesviyeli stabilize
kaplamalı asfalt yolları, içmesuları ve sulama alanlarıyla
ilgili eksikliklerine biraz daha katkıda bulunabilmek; Türkiyede, 40 bin
köyümüzdeki değerli vatandaşlarımızın eksikliklerini
giderebilmek ve onların hizmetlerinde bulunabilmek için, bu bütçe
kaynakları içerisinde yeni artırımlara gittiğimizi
Hükümetimiz olarak ifade etmek istemekteyim.
Aynı şekilde, Ulaştırma
Bakanlığımızın, Millî Eğitim
Bakanlığımızın ve Tarım ve Köyişleri
Bakanlığımızın yatırım bütçelerinde büyük artırımlara
gidilmiş bulunulmaktadır.
Türkiye’de, havayoluyla ulaşım, dünyadaki gelişmeye de
parelel olarak fevkalade önem kazanmıştır. Eğer, Türkiye,
dünyaya entegre olmak istiyorsa, karayollarıyla birlikte,
havayollarına da büyük bir önem vermek mecburiyetindedir. Bu cümleden
hareketle, Antalya Havaalanı, Bodrum Havaalanı, Nevşehir
Havaalanı, Isparta Havaalanı, öncelikle bitirilmesi planlanan
havaalanları içerisinde yer almaktadır. Konya Havaalanı
inşaatına, Dalaman Havaalanıyla ilgili olan tesis
inşaatları işlerine ve Esenboğa’daki geliştirme
inşaatlarına da, bu artışlarla birlikte yeni imkânlar
ayrıldığını, burada, ayrıca, ifade etmek
istemekteyim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konsolide bütçe
harcamalarının yaklaşık üçte birini oluşturan faiz
ödemeleri için, 1996 bütçe
tasarısına 940 trilyon lira ödenek konulmuştur. Ancak, bütçe
tasarısının sunulduğu 17 Ekim 1995 tarihinden, komisyonda
görüşülüp kabul edilmesine kadar geçen yaklaşık altı
aylık süre içerisinde gelişen ekonomik ve siyasî olaylar ve 1996
yılı ilk üç aylık bütçe uygulama sonuçları, faiz
ödeneklerinin yetersiz kalacağını ortaya koymuştur.
1996 yılı için, 1995 yılı tasarısında faiz
ödemeleri için öngörülen 940 trilyon liranın -nisan ayı itibariyle-
temmuz ayına kadar gerçekleşme oranının 900 trilyon lira
olduğu, bu yapılan çalışmalar içerisinde görülmüş ve
bu sebeple- gerçekçi bir şekilde yapılan tespit ve
değerlendirmeler sonucunda, 1996 yılı faiz ödemeleri için 356
trilyon lira ödenek artırımına gidilmiş, böylece, toplam
faiz ödenekleri 1katrilyon 296 trilyon liraya yükseltilmiştir.
Bilindiği üzere, faiz oranları piyasalarda
oluşmaktadır. Piyasalar içerisinde güven ve istikrar unsuru büyük
önem taşımaktadır.
1995 yılının son çeyreğinde, erken genel seçimlerin
yarattığı belirsizlik ortamı, döviz talebindeki
artış ve konsolidasyon beklentileri, Hazinenin borçlanma
olanaklarını sınırlarken, faiz oranları yükselme
eğilimine girmiş ve içborç vade yapısı önemli ölçüde
kısalmıştır.
Hükümetimizin kurulup göreve başlaması, bir taraftan siyasî
belirsizliği ortadan kaldırırken, diğer taraftan da
piyasalara güven vermiştir. Böylece, faiz oranları düşmeye, borç
vade yapısı da uzamaya başlamıştır. Risk
faktörünü azaltıp, belirsizlikleri ortadan kaldırmak suretiyle,
piyasalardaki olumlu beklentileri ve güven duygusunu daha da pekiştirerek
devam ettirmek, temel hedefimizdir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütçe içerisinde,
faizlerden sonra en büyük pay personel harcamalarına aittir. Bütçe
tasarısında personel ödenekleri için 800 trilyon lira öngörülmüş
iken, kamu personelinin içerisinde bulunduğu
sıkıntıları hafifletmek amacıyla, bütçe imkânları
zorlanarak, 110 trilyon lira ilave yapılmış ve toplam personel
ödenekleri 910 trilyon liraya yükseltilmiştir.
Sosyal güvenlik kuruluşlarımızın finansman
açıkları 1992 yılından itibaren hızla artma
eğilimine girmiştir. 1992 yılında, erken emeklilikle
birlikte, 5,2 trilyon lira olan finansman açığı, 1993
yılında 23,4 trilyon; 1994 yılında 39,3 trilyon ve 1995
yılında ise 108 trilyon liraya yükselmiştir. 1995 yılı
gerçekleşmesi ve finansman açığındaki artış
eğilimi değerlendirilerek, sosyal güvenlik
kurumlarımızın finansman açıkları için konulmuş
bulunan ödenekler revize edilmiş; yapılan ilavelerle, bu
kurumlarımıza ayrılan ödenek 165 trilyon liradan 277 trilyon
liraya yükseltilmiştir. Bu ödenek, miktar olarak ve toplam harcamalar
içerisindeki yüzde 7,8 oranındaki payıyla, sosyal güvenlik
kuruluşları için, cumhuriyet dönemi bütçelerinde emsali olmayan bir
büyüklüğü ifade etmektedir.
Biraz önce arz etmeye çalıştığım,
yatırım bütçesinden daha büyük oranlarda, sosyal güvenlik
kuruluşları için bütçeden ödenek ayrılma durumunda
kalınılmıştır. Konsolide bütçeler için de, bu
düzeylerde seyreden açıkların finanse edilmesinin zorluğu ve
genel ekonomik dengeler üzerinde yaratacağı olumsuz etkiler,
hepimizin malumudur.
Bu nedenle, sosyal güvenlik sistemimizde, sigorta hizmetlerinin
nimet-külfet dengesi ve kuruluşların kendi kaynaklarıyla
yürütülmesini sağlayacak yapısal değişime yönelik kanunî
düzenleme ve tedbirlerin hızla gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Bu
konuda, ilgili bakanlıklarımız ve Hükümetimiz, üzerine
düşeni yapmaya hazırdır ve bu konudaki çalışmalara
başlanmış bulunmaktadır; ancak, biraz önce ifade etmeye çalıştığım
gibi, yatırım ödeneklerinden daha fazla bir miktara
ulaşmış bulunan sosyal güvenlikle ilgili kurumlarımıza
ayrılan bu ödenekler ve sosyal güvenlik kurumlarımızın yeniden
yapılandırılması konusu, sadece, bir hükümet meselesi
olarak göz önüne alınmamalıdır. Bu, bugün, Meclisimizin ve
Türkiye’nin en önde gelen konularının başındadır ve bu
konuda, Yüce Meclise getirilecek tasarı ve teklifler konusunda da,
şimdiden, değerli milletvekillerimizin, Parlamentomuzun
desteğini beklediğimizi ifade etmek istiyorum.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; gümrük
birliğine üyeliğimiz, hiç şüphe yok ki, önemli ölçüde, malî uyum
ihtiyacını gündeme yerleştirmiştir. Bunun gereği
olarak, yatırım, ihracat ve tarım teşvik sistemlerimizin,
birliğe üye ülkelerde uygulanan sistemlerle uyumlu hale getirilmesi
çalışmaları büyük ölçüde tamamlanmıştır.
Yeni sistem çerçevesinde sağlanacak teşvikler için ihtiyaç
duyulan ödenekler bütçeye konulmuştur.
Yurdumuzun imarı ve sanayileşmesi için her türlü
sıkıntı ve güçlükleri göğüsleyerek,
yatırımları ile istihdam ve üretim artışına büyük
katkı sağlayan yurtsever sanayicilerimizin; ülkemizin dünyaya
açılması ve tanıtılmasında öncü bir rol üstlenen ve
ihtiyacımız olan dövizin yurda girişini sağlayan
ihracatçılarımızın; yurtdışında büyük
ihaleler kazanarak, inşaat sektörümüzün dışa açılarak
rekabet gücünün uluslararası düzeye çıkarılmasında büyük
rol oynayan yurtdışı müteahhitlerimizin; her zaman yanında
olduğumuzu ve gerekli kolaylıkları sağlama gayreti
içerisinde bulunduğumuzu huzurlarınızda ifade etmek istiyorum.
Bu konuda önemle belirtmek istediğim bir husus da şudur:
Araştırma-geliştirme faaliyetlerinin desteklenmesi, teşvik
sistemi içinde büyük önemi haiz olup, bu faaliyetlerin özel olarak
desteklenmesine devam edilecektir.
Dışa açık büyüme modeli tercihimiz,
ihracatımızın devamlı ve istikrarlı bir şekilde
artırılmasını gerektirmektedir. Bu bakımdan,
ihracatın teşvikine öncelik ve önem vermekteyiz. Bu amaçla, ihracat
teşvikinde ortaya çıkan kur farkı problemini, bu bütçede
yapılan düzenmeleyle çözmüş bulunduğumuzu da burada
açıklamakta yarar görüyorum.
Hükümetimizin öncelikli hedeflerinden biri olan tarımın
desteklenmesine yönelik olarak da, bu kesime yapılan sübvansiyonların
artırılması amacıyla bütçeye 40 trilyon lira ödenek
konulmuştur. İlke olarak, üreticilere doğrudan ödeme
yapılacak, süt ve besi sığırcılığının
geliştirilmesi için hayvancılık sektörüne özel bir önem
verilecektir.
Bilindiği gibi, özellikle son yıllarda, tarım
sektörümüzdeki sıkıntı giderek artmış
bulunmaktadır. Bu meyanda yapılacak olan desteklemelerin,
zamanında yapılması, milyonlarca çiftçimiz bakımından
fevkalade önem taşımaktadır. Bu cümleden olarak, Hükümete
başladığımız ilk günlerde; birikmiş olan, süt
üreticilerimizle ilgili bulunan 250 milyar lira dolayındaki destekleme
prim ödemeleri ödeneklerinin serbest bırakılmasını
sağlamış bulunmaktayız. Aynı şekilde, şu
anda, hayvancılıkla ilgili olarak da, Türkiye’de, gerçekten bir
darboğaz yaşanmaktadır. Bu konuda, Hükümetimiz, öncelikle ve
özellikle gerekli tedbirleri alma kararlılığı
içerisindedir.
Hayvancılıkla ilgili daha önceden ilan edilmiş; ama,
ödenekleri ayrılmamış veya ödenekleri serbest
bırakılmamış olan kalemlerle ilgili olarak da, son haftalar
içerisinde, 2 trilyon liradan
başlayarak, ödeneklerin serbest
bırakıldığını da burada ayrıca ifade etmek
istemekteyim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, Avrupa
Birliğine tam üye olma hedefinin önemli bir aşaması olarak geçen
yıl gümrük birliğine girmiştir.
Gümrük birliğine dahil olmanın gereği yerine getirilerek,
birliğe dahil olan ülkelerden yapılan ithalattan, bu yıl başından
itibaren Gümrük Vergisi ve Toplu Konut Fonu alınamamaktadır. Bu
uygulamanın 1996 yılı maliyeti yaklaşık 70 trilyon
liradır. Buna karşılık, Avrupa Birliğinden
sağlanabilecek kredi ve diğer malî kaynaklara henüz
ulaşılamamıştır. Bunun için, Avrupa Birliğinin
malî yardım ve kredileriyle finanse edilecek projeleri, bir an önce,
titizlikle hazırlamak ve bu hazırlık sırasında gümrük
birliğinden en fazla etkilenecek küçük ve orta ölçekli
işletmelerimizi özellikle koruma gayreti içerisinde olduğumuzu tekrar
ifade etmek istiyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gençlerimizin
eğitimine büyük önem vermekteyiz. Bu çerçevede, yükseköğretimde
eğitim gören gençlerimizi de bu bütçe içerisinde düşündük. Bütün
öğrencilere verilmek ve 1 Ocak 1996 tarihinden geçerli olmak üzere, 750
bin lira olan öğrenim kredisi bir kat artırılarak 1 milyon 500
bin liraya yükseltilmiş bulunmaktadır. Ayrıca, kamuoyunda son
aylarda tartışma konusu olarak gündeme gelen harç katkı payı
için müracaat eden bütün öğrencilere kredi verebilecek şekilde imkân
yaratılmış bulunmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kimsesiz,
bakıma muhtaç ve herhangi bir sosyal güvencesi olmaması sebebiyle
tedavisi devletçe yapılan yaklaşık 6 milyon
vatandaşımızı da unutmadık. Yeşil kart sahibi bu vatandaşlarımız
için, tasarıda 5,3 trilyon lira olarak öngörülen ödenek, 2,5 trilyon lira
ilavesiyle yüzde 50’ler mertebesinde artırılarak 7,8 trilyon liraya
yükseltilmiş bulunmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1996
yılına ilişkin makro ekonomik göstergelerdeki gelişmelere
paralel olarak toplam vergi gelirleri hedeflerimiz de revize edilmiştir.
1996 yılında konsolide bütçe gelirleri 2 katrilyon 650 trilyon lira
olarak öngörülmüş; bunun, 2 katrilyon 73 trilyon lirası vergi
gelirlerinden, 280 trilyon lirası vergi dışı normal
gelirlerden, 287 trilyon lirası özel gelirler ve fonlardan, 10 trilyon
lirası da katma bütçe gelirlerinden oluşmaktadır.
1995 yılında, sosyal güvenlik primleri hariç, yüzde 18,1
olarak gerçekleşen toplam vergi yükünün, 1996 yılında
yaklaşık 1 puan artarak yüzde 19’a ulaşması beklenmektedir.
Bu hedefin tespitinde, gümrük birliği nedeniyle koruma oranlarında
yapılan indirimlerden dolayı ortaya çıkacak gelir kaybı da
dikkate alınmıştır. Yani, bu gelir kaybına
rağmen, vergi yükünün, 1996 yılında yaklaşık 1 puan
artırılması gerçekten takdire değer bir gelişmedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütçenin en önemli
gelir kalemini oluşturan vergi gelirleriyle ilgili tahminlerin geçmiş
yıllar uygulama sonuçları, bu yıl için öngörülen ekonomik
göstergeler ve ilk üç aylık döneme ait gerçekleşme sonuçları
dikkate alınarak gerçekçi bir yaklaşımla ve titizlikle
yapıldığını özellikle belirtmek isterim.
Bu temel ilkelerin yanı sıra, gelir tahminlerini etkileyen
diğer önemli unsurlar da beklentilerimize ve tahminlerimize kuvvet
vermektedir. Zira, vergi
kanunlarındaki maktu had ve tutarlar, her yıl yeniden değerleme
oranında artarak, ilave gelir etkisi yaratmaktadır.
Halka açık anonim şirketlerin bilançolarından hareketle
yapılan analize göre kurumların 1995 yılında
cirolarında ve kârlarında önemli reel artışlar
oluşmuştur.
Dolaylı vergilerin en önemli kalemini teşkil eden Katma
Değer Vergisinin on yıllık uygulama sonuçları olumlu bir
artış trendi göstermektedir.
Gümrük birliğine girişle birlikte, akaryakıt üzerinden
alınan Gümrük Vergisi kısmen, Toplu Konut Fonu ise tamamen
kaldırılmış ve bu yükler, oranlardaki düzenleme yoluyla,
Akaryakıt Tüketim Vergisine ilave edilmiştir. Bu suretle,
akaryakıt ürünleri üzerindeki malî yüklerde bir
değişiklilğe gidilmeksizin, Akaryakıt Tüketim Vergisi
hâsılatında önemli bir artış meydana gelmiştir.
İthalatta ise, döviz kurlarında meydana gelecek
değişimin yanı sıra, ithalat miktarında da yüzde 15
reel artış olacağı dikkate alınarak, ithalde
alınan Katma Değer Vergisi hâsılatına bu
artışların yansıması beklenmektedir.
Bu itibarla, alınacak idarî tedbirlerle birlikte, serbest
muhasebecilik ve malî müşavirlik müessesinden daha yaygın bir
şekilde yararlanılarak, denetimde etkinliğin
artırılması sonucu, öngördüğümüz gelir hedeflerini
gerçekleştireceğimize inanıyoruz.
Ayrıca, mükelleflerimizin ülke kalkınmasına destek
anlayışıyla, vergi ödemede gösterecekleri gayretle,
Bakanlığım personelinin bilgi ve tecrübe birikimine dayanan
özverili çalışmaları, bu hedeflere yönelik beklentimizi daha da
pekiştirmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ekonomik ve malî
dengelerin sağlanması bakımından, kamu
harcamalarının vergilerle finanse edilmesi temel ilkemizdir.
Vergilemedeki prensibimiz ise, ne şekilde olursa olsun gelir
sağlamak değil, vergi sistemini adalet, tarafsızlık ve
uygulanabilirlik ilkeleri çerçevesinde oluşturmak ve yönetmektir.
Bu anlayıştan hareketle, vergi politikaları yönünden 1996
yılında yeni bazı düzenlemeler yapmayı hedeflemekteyiz. Bu
düzenlemeler çerçevesinde, üzerinde önemle durduğumuz konuları ana
hatlarıyla belirtmek istemekteyim: Bildiğiniz gibi, hızlı
nüfus artışıyla birlikte kırsal yörelerden şehirlere
göçün ve sanayileşmenin sonucu olarak meydana gelen kentleşmenin
önemli sorunları da beraberinde getirdiği bir gerçektir. Bu
soruların giderilmesi, gerek mahallî idarelere ve gerekse merkezî yönetime
büyük malî külfetler getirmekte ve neticede yeni kaynağa ihtiyaç
duyulmaktadır.
Kentleşme sonucu ortaya çıkan konut ve işyeri ihtiyacı
nedeniyle büyük değerlere ulaşan kentlerin civarındaki arsa ve
arazilerin el değiştirmesi sırasında oluşan bu
rantlardan vergi alınmasını, bu vergilerin de mahalli idarelere
bırakılmasını gerekli görmekteyiz.
Ayrıca, mahallî idarelerin en önemli gelir kaynaklarından biri
olması gereken Emlak Vergisinin, mevcut haliyle hem gerçek değerleri
yansıtmaması hem de dört yılda bir beyan edilen vergi
değerlerinin, izleyen yıllarda enflasyon nedeniyle aşınması
sonucu yeterli geliri sağlayamadığı hepimizce bilinmektedir.
Bu durumun giderilmesi bakımında, bir yandan gayri menkullerin
gerçek değerini kavrayacak şekilde rayiç bedel esası
getirilirken, diğer yandan da mevcut emlak değerlerinin her yıl
enflasyon oranında artırılması sağlanacaktır. Bu
düzenlemeyle birlikte, alım-satım sırasında alınan
yüzde 9,6 oranındaki tapu harçlarında da önemli ölçüde indirime
gidileceğini de burada ifade etmek isterim.
Biraz önce ifade ettiğimiz
iki grupta yeni yapılacak düzenlemelerle birlikte, daha adil bir vergileme
anlayışıyla, mahallî idareler verimli ve sürekli gelir
kaynaklarına kavuşturulmuş olacaktır demekteyiz. Bu yasa
tasarıları çok kısa bir süre içerisinde Meclisimizin tasvibine
sunulacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; üzerinde önemle
durduğumuz bir diğer konu da,
ekonomik faaliyetlerin tümüyle kavranarak, yaygın deyimiyle,
kayıt dışı ekonominin vergilendirilmesidir.
Bu amaçla, ekonomik faaliyletlerin tamamıyla belge düzeni içinde
kayda alınması ve vergilendirilmesinin sağlanabilmesi için yasal
ve idarî düzenlemelere gidilecektir.Bu kapsamda hazırlanmakta olan çerçeve
kanun tasarısında, vergi kanunlarının yanı sıra,
Türk Ticaret Kanunu, Bankalar Kanunu ve diğer bazı kanunlarda da
değişikliklerin yapılması öngörülmektedir.
Ayrıca, vergi idaresinde bilgisayar kullanımının
yaygınlaştırılması, tek vergi numarası
kapsamının genişletilmesi, vergi istihbarat
kaynaklarının geliştirilmesi ile bu bilgilerin vergi denetiminde
azamî ölçüde değerlendirilmesi, vergi denetiminde bilgisayar
desteğinden yararlanılarak daha geniş mükellef kitlesinin
denetlenmesinin sağlanması ve bu amaçla yeminli malî
müşavirlerden daha etkin yararlanılmasına yönelik idarî
tedbirlere de büyük önem verilecektir.
Bütün bunlar gerçekleştirilirken, günlük
yaşantımızda önemli bir yeri olan ve büyük bir nüfusa istihdam
sağlayarak millî hâsılaya önemli bir katkıda bulunan küçük ve
orta ölçekli işletmelerin rekabet gücünün vergi yoluyla
zayıflatılmamasına özen gösterilecektir.
Hükümetimiz, geçtiğimiz hafta aldığı bir kararla,
900 bini aşkın esnaf ve sanatkârımızın 1996
yılı içerisinde ödeyecekleri götürü vergilerde indirime gidilmesini
sağlamış ve bu suretle, özellikle kalkınmada birinci ve
ikinci derecede öncelikli yörelerde, küçük esnaf olarak tabir ettiğimiz
bakkal, manav, tamirci, taksici, berber gibi esnaflarımızın,
1995 yılında öngörülen bir yasayla bu yıl yüzde 600’lere varan
vergi artışları aşağıya çekilmiş ve
geçiş yılı olarak 1996 yılı kabul edilmiştir.
Bunu ifade ederken, götürü usuldeki vergilendirmenin, genel vergi
sistemi içerisinde tercih ettiğimiz bir vergilendirme
olmadığını da, burada, yine, ayrıca ifade etmek
istemekteyim; ama, bu esnaflarımızla ilgili, geçtiğimiz
yıldan bu yıla yapılan yüzde 600 oranlarındaki vergi artışları
da fevkalade yüksek artışlardır. Bütçe imkânlarını
zorlayarak, 900 bin civarındaki esnafımızın bu vergilerini
indirmeyi amaçladık ve bu konuda, Bakanlar Kurulumuz,
aldığı kararı yayımlamış bulunmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; vergi
sistemimizin, modern dünyanın gereklerine uyumu yönünde bu yıl
atacağımız önemli adımlardan birisi de, özel tüketim
vergisi kanununun çıkarılmasıdır. Türkiye’nin, Avrupa
Birliği ile gümrük birliği oluşturmasının bir sonucu
olarak gündeme gelen bu vergi; otomobiller, akaryakıt ürünleri, tütün
mamulleri ve alkollü içkiler üzerinden
halen değişik adlar altında alınan, idare ve
mükellefler açısından karmaşıklığa ve
verimsizliğe neden olan 10 dolayındaki vergi, fon ve payların
kaldırılması sonucunda tek bir vergi altında bunların
yerini alacaktır. Bu, aynı zamanda, vergi sistemimizde büyük bir
sadeleştirme operasyonudur.
Özellikle, bu konuda şu hususun altının çizilerek
belirtilmesinde fayda görmekteyim: Özel tüketim vergisiyle yapılacak
düzenlemeyle, bu vergi kapsamına giren mallar üzerindeki vergi yükünde
önemli bir değişiklik yapılmayacaktır.
Dolayısıyla, bu verginin yatırım ve üretime olumsuz bir
yansıması da olmayacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekileri; öngördüğümüz
hedefler, ancak, etkin, verimli, teknolojinin sunduğu imkânları en
iyi şekilde kullanan ve iyi örgütlenmiş bir vergi idaresiyle
gerçekleştirilebilir.
Gelir idaresini, planlayan, uygulayan ve yaptığını
kontrol eden, etkin bir yönetim yapısına kavuşturmak üzere
Bakanlığım bünyesinde başlatılan yeniden
yapılandırma projesine büyük önem vermekteyiz. Hemen belirtmeliyim
ki, bu proje, bilgisayar ve teçhizat alımına yönelik dar
kapsamlı bir proje değildir. Amacımız, bu projeyle,
gelişmiş ülkelerin deneyimlerinden de yararlanarak, gelir idaresinin,
etkin politika belirleyen, mükellefe en iyi hizmeti sunan, denetim için gerekli
istihbarat kaynaklarını oluşturan, bunlardan azamî ölçüde
yararlanan ve bütün bunları, mevcut imkânlarını azamî ölçüde
kullanarak gerçekleştiren bir yapıya
kavuşturulmasıdır. Bu çerçevede, gelir idaresinin, bina, araç,
gereç ve donanım ihtiyaçları ile yetişmiş insangücü
geniş bir perspektifle planlanarak mükellelerimize daha iyi şartlarda
hizmet verilmesi hedeflenmektedir.
Özetle, bu düzenlemeler sonunda, yasaları ve idaresiyle, vergi
sistemini, izlenen ekonomik ve sosyal politikalara uyum sağlayan ve ortaya
çıkacak yeni ihtiyaçlara süratle cevap veren bir yapıya
kavuşturmayı planlamaktayız.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; diğer yandan,
hazine arazilerinin satışına ilişkin olarak yerel
idarelerle uyum içerisinde yapılacak çalışmalar sonucu, bir
taraftan, atıl durumda bulunan bu gayri menkuller ekonomiye
kazandırılacak, öte yandan kamuya gelir temin edilmiş
olacaktır.
Bu suretle, özellekle kentleşmenin yoğun olduğu yerlerde
arsa spekülasyonunun önlenmesi suretiyle konut probleminin çözümüne de destek
olunması planlanmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
memurlarımız ile emeklilerimizin aylıklarında, 17 Ekim 1995
tarihinde Yüce Meclise sunulan tasarıyla, 1 Ocak 1996 tarihinden geçerli
olmak üzere, yüzde 53 oranında artış öngörülmüş ve 1996
yılının ikinci yarısı için Temmuz ayında
yapılacak artışların Bakanlar Kurulunca belirleneceği
ifade edilmiş bulunmaktadır.
1 Ocak 1996 tarihinden itibaren uygulanacak bu artış, daha
sonra, oranı yüzde 57,6’ya yükseltilerek birbuçuk ay önceye
alınmıştır.
1996 yılının ilk yarısı için yüzde 57,6
oranında artırılmış olan memur ve emeklilerimizin
aylıkları, Hükümetimizce, yılın ikinci yarısı
için, Temmuz ayında yapılacak artışlarla takviye
edilecektir.
Böylece, memur ve emeklilerimiz ile bunların dul ve yetimlerinin
aylıkları, enflasyonun altında kalmayacaktır.
Yılın ikinci yarısı için yapılacak
artışları karşılayacak ödenek, bütçe ve kamu imkânları
zorlanarak; ama, genel dengeler de korunarak, Plan ve Bütçe Komisyonunda
yapılan ilaveyle bütçeye konulmuştur.
Hükümetimizin temel politikası, maaş
artışlarının, yıl bazında, enflasyonun
altında kalmamasıdır.
Personel rejimiyle ilgili olarak önemli gördüğüm bir hususu da
burada ifade etmek istemekteyim.
Personel rejiminin, ücret–verimlilik ilişkisi kurulacak biçimde
yeniden yapılandırılması ve verimliliğe dayalı
ücret anlayışının ilgili kesimlerce
tartışılmaya başlanmasının zamanı
gelmiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; cumhuriyet
hükümetlerinin, istinasız, hepsi, yüksek kalkınma hızına
erişmek, istihdamı artırmak ve refah düzeyini yükseltmek için,
kamu harcamalarını önemli bir araç olarak
kullanmışlardır; ancak, harcamalardaki artış
hızının gelirlerdeki artış hızının
üzerinde seyretmesi sonucu, kamunun borçlanma ihtiyacı,
dolayısıyla borç yükü hızla artmaktadır.
Bu durum ise, bütçeler üzerinde iç ve dışborç faiz yükünün
bütçedeki payının yüzde 37’ler düzeyine çıkmasına ve bütçe
politikasının esnekliğinin kaybolmasına neden
olmaktadır.
Her yıl hızla artan iç borç faizlerinin bütçedeki payı,
yaklaşık yüzde 32’ler düzeyindedir. Bunun önemli bir
kısmını da, bütçe dışı işlemlerden
kaynaklanan açıkların finansmanı nedeniyle ortaya çıkan
faizler oluşturmaktadır.
Kamu kurum ve kuruluşlarında oluşan yüksek düzeydeki
açıklar, doğrudan veya dolaylı ilişkilerle Hazine
tarafından üstlenilmekte, üstlenilen bu yükümlülükler
karşılığında iç borçlanma senetleri verilmektedir.
Bütçe dışı açıkların finansmanı
amacıyla düzenlenen bu tür kâğıtlar, bir yandan içborç stokunun
hızla yükselmesine, diğer yandan da bütçelerde öngörülen faiz
harcamalarının artmasına neden olmaktadır.
Bu uygulama kapsamında, KİT’lere ve zarar eden kamu
kuruluşlarına verilen kâğıtlardan doğan anapara ve
faiz yükümlülükleri, gelecekteki bütçe dengelerini de olumsuz yönde
etkilemektedir.
Özellikle son dönemlerde, Hazine garantisiyle alınmış
olan kredilerin anapara ve faiz ödemelerinin diğer kamu
kuruluşları tarafından zamanında geri ödenmemesi, bu
yükümlülüklerin Hazine tarafından üstlenilmesine neden olmuş, bu ise,
Hazinenin, bütçe ihtiyaçları dışında borçlanmasına ve
Hazine nakit dengesinin bozulmasına yol açmıştır. Bu tür
uygulamalar, başlangıçta hedeflenen kamu dengelerini olumsuz yönde etkilemektedir.
Açıklamaya çalıştığım faiz
harcamalarının ve içborç stokunun yüksek düzeyde artmasına neden
olan tablo, genelde, kamu kesiminde karşı karşıya
bulunduğumuz ciddî yapısal sorunlardan kaynaklanmaktadır.
Yapısal sorunlardan kaynaklanan bu açıkların, kamu kesiminin
yeniden yapılandırılması temel stratejisi içerisinde
değerlendirilmesi ve bu yönde hızla ciddî tedbirlerin
alınması gerekmektedir.
Bu kapsamda, özelleştirmenin, ileri ölçüde
hızlandırılmış bir programla ele alınması,
tavizsiz ve kararlı bir tutumlu uygulanması gerekir. Bu uygulama,
KİT’lerin kamu finansmanı ve ekonomi üzerinde oluşturduğu
sürekli yüklerin aşılmasında tek ve vazgeçilmez çözüm
olacaktır.
Diğer taraftan, sosyal güvenlik sisteminin finansman
açıkları da hızla yükselmektedir. Bu açıkların, bütçe
ve kamu finansman dengeleri üzerinde yarattığı ağır
baskının kaldırılmasına yönelik acil tedbirlerin de
hızla alınması zorunluluk arz etmektedir.
Ayrıca, tarımsal destekleme politikalarının gözden
geçirilmesi, tarım ürünlerinin fiyatlarına olan devlet
müdahalelerinin azaltılarak, üreticilere doğrudan gelir desteği
verilmesine yönelik düzenlemelere gidilmesi de gerekmektedir.
Benzer şekilde, yatırım, ihracat ve döviz
kazandırıcı hizmetlerin teşvikine yönelik
uygulamaların da tekrar değerlendirmeye tabi tutularak, Avrupa
Birliğine uyumlu ve bütçe imkânlarıyla tutarlı bir yapıda,
yeniden ele alınması doğru bir yaklaşım
olacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kamu finansman
açıklarının disiplin altına alınmasında,
dikkatlerin, sadece vergiler üzerinde değil, aynı zamanda harcamalar
üzerinde de yoğunlaştırılması ve bu konuda uzun vadeli
malî politikaların oluşturulması gerekmektedir.
Bu amaçla, Bakanlığımız bünyesinde “Kamu
Harcamaları Yönetiminin Kurumsal ve Teknik Yapısının
Modernizasyonu” adı altında bir proje başlatılmış
bulunmaktadır.
Büyük ölçüde Dünya Bankası kaynaklarından finanse edilmesi
planlanan bu proje kapsamında:
Bütçe ve Hazine birliği ilkesinin tam olarak sağlanmasına
yönelik gerekli koordinasyon için, bütçenin hazırlanması ve
uygulanması süreçleri gözden geçirilecek ve değiştirilecektir.
Bütçe hazırlık çalışmalarına daha fazla önem
verilerek, bütçe uygulamaları sırasında harcamacı
kuruluşlara müdahale asgarî seviyelere indirilecektir.
Bütçe uygulamasında, harcamacı kuruluşlara daha fazla
yetki verilecek, bunun karşılığında da, kamunun
kaynaklarını kullanan bu kuruluşların halka sundukları
hizmetlerin kalite ve miktarlarından doğrudan sorumlu
tutulacakları bir sisteme geçilecektir.
Mevcut bütçe ve muhasebe kod yapısı değiştirilecek
ve kamuda, tahakkuk ve mal muhasebesi sistemine geçilecektir.
Harcama yönetiminin teknik yapısı gözden geçirilecek ve bu
çerçevede, merkezî malî idare ile yerel malî idarelerin tamamını
kapsayan ve tam olarak bilgisayarla donatılmış bir devlet malî
yönetim enformasyon sistemi, yani malî bilgi bankası kurulacaktır.
Bilgi bankasının kurulması neticesinde, bütçenin
hazırlanması, yatırım planlaması, bütçenin
uygulanması, izlenmesi, kontrolü ve muhasebe ile malî raporlama
arasında karşılıklı ve tam bir bilgi akımı
sağlanacaktır.
Hazırlanacak cari yıl bütçe kanun tasarılarına,
yatırımlarla ilgili olarak, mevcut ödeneklere ilaveten, ayrıca
gelecek yıllardaki toplam yatırım taahhütlerinin de eklenmesi
temin edilerek, her harcamacı kuruluşun bütçesinde, yeni programa
alınan taahhütler ve yatırım ödenekleriyle birlikte, söz konusu
yatırımlar için, yıllar itibariyle, sonraki yıllarda
ayrılması gereken ödenekleri ve geçmiş yıllardan gelen
yatırım taahhütlerinin cari fiyatlarla değişen
değerleri yer almış olacaktır.
Böylece, bütçeye konulmasına karar verilen bir yatırım
projesinin kaç yıl sonra bitirileceği, hangi yıl, ne kadar
ödenek ayrılacağı ve toplam maliyeti belirtilmiş
olacaktır. Bu konuda bir örnek vermek istemekteyim: Şu anda,
İller Bankasında, sadece kanalizasyon işleriyle ilgili ihale
edilmiş olan işlerin toplam ihale bedelleri 257 trilyon liradır.
Bunlar, ihale edilmiş; ama, kaynakları sağlam değil; çok
cüzi paralar yatırılmış; yatırım
programlarında yer almakta, insanlarımız kendilerine
yatırım geleceği noktasında beklentiye sürüklenmekte; ama,
o yatırımların gerçekleşmesi, bu bütçe imkânları
çerçevesinde mümkün değildir. Esasında, bu ihaleler yapılırken,
bunların mümkün olmayacağı da bilinmekteydi; işin acı
tarafı da burasıdır.
Biraz önce ifade etmeye çalıştığım ve şu
anda tekrar etmek istediğim, bütçeye konulmasına karar verilen bir
yatırım projesinin kaç yıl sonra bitirileceği, hangi
yıl, ne kadar ödenek ayrılacağı ve toplam maliyeti
belirtilmiş olacaktır ve bunu hedeflemekteyiz dememizin altında
yatan, esasında, tasarruflar denildiği zaman bizim de üzerinde
durduğumuz -önlenmesine gayret sarf ettiğimiz, sadece, kamu
araçları vesaire konusu değildir- asıl kaynak israfları
nerededir, bunları bulma noktasında ciddî tedbirler alma durumunda
olduğumuzu ve bu sorumluluk duygusuyla hareket etmekte olduğumuzu,
bir kez daha, Yüce Meclise ifade etmek istemekteyim.
Sonuçta, önceliği olan ve devam eden çok sayıda projenin
yeterli ödenek alması sağlanarak, yatırımların
zamanında bitirilmesine imkân tanınmış olacaktır.
Mevcut denetimin yanı sıra, performans denetimi sistemi
uygulamaya konulacak, mevcut nakit dağıtımı sistemi daha
modern hale dönüştürülecek, personel harcamalarının disipline
edilmesi için personel bütçe sistemine geçilecek ve böylece, kamuda personel
reformu için önemli bir altyapı oluşturulacaktır.
Harcama yönetimine şeffaflık getirilerek,
kuruluşların, kamuoyunu, belirli dönemlerde, mevcut durum, hedefler
ve performansları konusunda bilgilendirmeleri sağlanacak; böylece,
kamu yönetiminde sorumluluk tüm yönetim katmanlarınca
paylaşılarak, kuruluşlar, kamuoyunun denetimine açık hale
getirilecektir.
Ana hatlarıyla özetlemeye çalıştığım ve
kamu sektörünün diğer alanlarında yapılacak reform
girişimleri için de bir temel oluşturacağına
inandığımız bu proje, önümüzdeki beş yıl
içerisinde tamamlanacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kamu malî
yönetiminin temel sorunları çerçevesinde, son olarak, bütçe yönetiminde
hukuksal sorun haline gelen bir hususu arz etmek istemekteyim.
Son yıllarda, bütçe harcamalarına yön vermek ve malî disiplini
sağlamak amacıyla bütçe kanunu metnine konulan çok önemli bazı
hükümler, Anayasanın “bütçe kanununa, bütçeyle ilgili hükümler
dışında hiçbir hüküm konulamayacağı” hükmüne
aykırılığı nedeniyle Anayasa Mahkemesi tarafından
iptal edilmektedir. Bu husus, malî yönetimde önemli sorunlar
yaratmaktadır. Malî yönetimin karşı karşıya
kaldığı bu hukukî sorunu aşmak üzere,
hazırlanmış olan bir çerçeve kanun tasarısı, en
kısa sürede Yüce Meclise sunulacak ve Yüce Meclisimizin tasvibiyle, söz
konusu hukukî sorun tamamen ortadan kaldırılacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; devletin
bütçesi, miletin imkânlarına göre
hazırlanır, gönülden geçene göre değil. Bu gerçekten ve bunu
kabul eden samimiyetten uzaklaşıldığı zaman, borç
tuzağına düşmek, faiz batağına saplanmak
kolaydır; ama, kurtulmak zordur.
Şüphe yok ki, meselenin çözümü, gerçekleri görmekle ve ona göre davranmakla
başlar. Bu itibarla, samimî bir bütçeye dayanan malî disiplinin
sağlanması, taviz vermeyeceğimiz hükümet şeklimiz
olacaktır; ancak, ihtiyaçlar ile imkânların dengelenmesindeki
samimiyet konusunda, en az Hükümet kadar, iktidarıyla, muhalefetiyle Yüce
Meclisimize de büyük görev düşmektedir.
Mümkün olacak en kısa sürede, sosyal güvenlik reformu, kent
rantlarının vergilendirilmesi, kayıt dışı
ekonominin kavranması, bütçelerde yer almaması gereken hükümler gibi
konularda gerekli tasarıları huzurunuza getirerek,
onayınıza sunacağız ve desteğinizi talep
edeceğiz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1996 bütçesi, dört
aylık gecikmeyle de olsa, Yedinci Beş Yıllık Kalkınma
Planının ilk bütçesidir.
Bu bütçe, aynı zamanda, 20 nci Dönem Meclisin ve Koalisyon
Hükümetimizin de ilk bütçesidir.
Bu bakımdan, güveninizi almış olan Hükümet
Programımızdaki hedef, amaç ve önceliklerin gerçekleşmesinin ilk
aşamasında önemli bir araç olacaktır.
1996 yılı makro hedefleri ve bütçe büyüklüklerinin
öngördüğümüz hedefler içerisinde tutulabilmesi amacıyla, tasarruf
tedbirlerine titizlikle uyulacak ve bütçe disiplininin sağlanmasında
taviz verilmeyecektir.
Savurganlıktan kaçınarak, harcamalarda yapılacak
tasarruflar ve gelir artırıcı önlemlerle, bütçe ve kamu
açıklarının, hedefleri aşmaması
sağlanacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ekonomik
sorunların çözümünde temel yaklaşımımız, dengelerin,
güven ortamının, serbest piyasa ekonomisinin tüm
koşullarının sağlanacağı bir ortamın
yaratılması olacaktır.
Sorunlara yeni bir bakış açısı getirerek ve devleti
yeniden yapılandırarak bunu başaracağımıza olan
inancımız tamdır.
Bugün gelinen aşamada, hantal ve ağır işleyen devlet
yapısının terk edilmesi ve devletin yeniden
yapılandırılarak küçültülmesi suretiyle, güçlü ve etkin bir
devlet yapısına geçilmesi zamanı gelmiştir.
Günümüzde, artık, devletin, üretim ve ticaret yapmasının
bir gereği kalmamıştır. Devletin ekonomideki görevinin,
piyasalarda güven ve istikrar ortamını yaratmak ve düzenleyici ve
denetleyici olmakla sınırlı olduğuna inanıyoruz.
Böylece, üretim ve ticaretten çekilen devletin, aslî görevlerine daha fazla
zaman ve kaynak ayırabilecek konuma gelmesi sağlanmış
olacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri,
yüzyılımız, insan hakları, çoğulcu demokrasi ve
serbest pazar piyasa ekonomisi kavramlarını, çağdaş
değerler olarak olgunlaştırmıştır. Bu
değerlerin evrensel kabulü, küreselleşmenin temelidir. Türkiye
Cumhuriyeti, bu temel üzerinde şekillenen dünyada yerini
almıştır.
Yüzyılımızın teknik ve sosyal gelişmeleri,
günümüzde, devletin bireyden üstün olduğu anlayışını
yok etmiştir.
Devlet, vatandaşlarına hizmet için vardır.
Kamu görevlisi, hükmeden değil, hizmet veren niteliğiyle
toplumda itibar kazanmaktadır.
Ekonomik kalkınmada devlet, fertlerin önünde veya
karşısında olamaz. Aksine, fertlerin önündeki engelleri
kaldırarak, onların teşebbüs gücüne güç katar. Devletimizin
yeniden yapılanması bu yönde olacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, bireyin önplana
çıkması, hükümet etme sürecine psikolojik faktörleri, güven
kavramını, hassas unsurlar olarak yerleştirmiştir.
Devlet ve vatandaşları arasında kurulan yeni denge,
örgütlü toplumu yaratmaktadır.
Örgütlü toplum, daha güçlü, daha barışçı ve daha
hoşgörülü bir toplumdur.
Örgütlü toplum bütçe seçeneklerini de çoğaltacak ve bunlar
arasında yapılacak tercihleri daha isabetli kılacaktır.
Toplumumuzun yeniden yapılanması bu yönde olacaktır.
Değişmez hedefimiz, çağdaş medeniyettir.
Büyük ülke olma hedef ve gururunu nesilden nesile
taşımaktayız. Bu süreç, bütün cumhuriyet hükümetlerini birbirine
borçlu ve destek kılmaktadır. Milletimiz, işleyen
demokrasimizin, çalışan Parlamentomuzun, hür rejimimizin,
bağımsız yargımızın, devlet tecrübemizin kıymet
bilen sahibidir.
Türk insanı, büyük hedeflere, fedakârlık etmeden,
çalışmadan, gayret göstermeden varılamayacağını
bilmektedir, bu yolda mücadele verenlere de her zaman destek olmuştur.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; acil ve çözüm
bekleyen önemli sorunlarla karşı karşıya olduğumuz bu
günlerde, ülkemiz, zor bir dönemden geçmekte ve ciddî istikrarsızlık
ve belirsizliklerin olduğu, Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu üçgeni
içinde bulunmaktadır. Bu bakımdan, hem ekonomik ve siyasî hem de
savunma bakımından çok güçlü olmak zorundayız. Bu dönemin,
ülkemiz yararına, en iyi bir şekilde değerlendirilmesi için en
büyük görev ve sorumluluk, hiç şüphesiz, Hükümetimize aittir. Bunu yerine
getirirken, siz değerli milletvekillerinin de, ülkemiz
şartlarını her yönüyle göz önünde tutarak, sorunların
çözümünde bize destek olacağına inanıyoruz.
Bu duygu ve düşüncelerle, 1996 yılı bütçemizin, 17
Nisanda görüşmekte olduğumuz bu bütçemizin, memleketimize ve
milletimize hayırlara ve uğurlara vesile olmasını dilerken,
17 Nisan tarihi üzerinde özellikle durdum; çünkü, 17 Nisan “teşebbüs hürriyeti, din ve vicdan
hürriyeti, düşünce hürriyeti” diyen, Türkiye Cumhuriyetinin
cumhurbaşkanlığını yapmış olan, bu
kürsülerden,, Meclisimize ve milletimize seslenmiş olan merhum
Cumhurbaşkanımız Turgut Özal’ın da, aynı zamanda,
vefat ettiği gündür. Bu sebeple, huzurunuzda, kendisini, bir kez daha, bu
koyduğu umdeler çerçevesinde, burada rahmetle anıyor; aynı
şekilde, Hükümet Programı görüşmeleri sırasında,
burada, gerçekten, değerli fikirlerini ortaya koymuş olan Sayın
Aydın Menderes’e de acil şifalar dileğimizi bir kez daha
tekrarlıyor; bütçemizin, memleketimiz, milletimiz için hayırlara ve
uğurlara vesile olmasını Cenab-ı Allah’tan niyaz ediyor;
saygılar sunuyorum. (ANAP, DYP ve RP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Büyük ölçüde yazılı metin dışına
çıkmak suretiyle verdiğiniz bu geniş izahat için teşekkür
ediyor, başarılar diliyoruz.
Sayın milletvekilleri, bütçe kanunu tasarısıyla ilgili
olarak bastırılan Plan ve Bütçe Komisyonu raporu, tüm
milletvekillerinin posta kutularına, pazartesi günü atılmıştır;
bu bildiriyi, Sayın Plan ve Bütçe Komisyonu
Başkanımızın isteği üzerine yapıyorum.
Sayın miletvekilleri, bütçe görüşmeleri, 2.4.1996 tarihli 31
inci Birleşimde alınan karara uygun olarak, bastırılıp
dağıtılan programa göre yapılacaktır.
Bu aşamada, görüşme programında yapılmış
olan bir değişikliği de bilgilerinize sunmak istiyorum. Bu
değişiklik, her ne kadar, daha önce siyasî parti gruplarına ve
ilgili bakanlıklara yazılı olarak bildirilmişse de, bir
kere daha hatırlatmakta yarar var. Bastırılıp dağıtılan
programın 8 inci turunda yer alan Enerji ve Tabiî Kaynaklar
Bakanlığı bütçesi ile 9 uncu turda yer alan Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığı bütçesi yer
değiştirmiştir. Buna göre, Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığı bütçesi, 19.4.1996 Cuma günü yapılacak 8 inci
turda, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı bütçesi de, 20.4.1996
Cumartesi günü yapılacak 9 uncu turda görüşülecektir.
Sayın milletvekilleri, daha önce alınan karar gereğince,
bütçenin tümü üzerinde gruplar konuşacak; grupların
konuşmalarına Hükümet cevap verecektir. Bu, Hükümetin
yaptığı sunuş konuşmasıydı. Bu sunuş
konuşması bir süreye bağlı değil; belki, bazı
değerli arkadaşlarımız, Sayın Bakana
-aşağı yukarı 2 saat
sunuş yaptı- neden bu kadar fazla süre verildi diye merak
edebilirler. Bu sunuş konuşması süreye bağlı
değildi. Gruplar ve Hükümetin yaptığı konuşmalar 1’er
saattir. Bir de iki kişi kişisel olarak konuşacaktır; bu
iki kişiye de lehte ve aleyhte 15’er dakika süre verilecektir.
Bütçenin tümü üzerinde konuşacak sayın üyelerin isimlerini
okuyorum:
Doğru Yol Partisi Grubu adına Sayın Aykon Doğan,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Sayın Deniz Baykal, Demokratik
Sol Parti Grubu adına Sayın Hikmet Uluğbay ve Sayın
Zekeriya Temizel, Refah Partisi Grubu adına Sayın Necmettin Erbakan,
Anavatan Partisi Grubu adına Sayın Murat Başesgioğlu ve
Sayın Zeki Çakan konuşacaklardır.
Şahısları adına; lehte, Sayın Muhsin
Yazıcıoğlu; aleyhte, Sayın Hasan Dikici
konuşacaklardır efendim.
Şimdi, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Sayın Aykon
Doğan’ı kürsüye davet ediyorum.
Buyurun efendim.
Sayın Doğan, süreniz 60 dakikadır. (DYP
sıralarından alkışlar)
DYP GRUBU ADINA ABDULLAH AYKON DOĞAN (Isparta) – Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; Doğru Yol Partisi Grubunun, 1996
yılı konsolide bütçesi üzerindeki görüşlerini açıklamak
üzere huzurlarınızdayım. Kendim ve Doğru Yol Partisi Grubu
adına Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Televizyon başında Meclisi izleyen
vatandaşlarımızın yaklaşan Kurban
Bayramlarını kutluyorum; onları da saygıyla
selamlıyorum.
Vatanın bütünlüğü, milletimizin birlik ve beraberliği
için, terör örgütüne, geçen haftalarda, en zor tabiat şartları ve
gayri müsait iklim içerisinde, hayatlarını ortaya koyarak gereken
dersi veren Silahlı Kuvvetlerimizin erinden en yüksek subayına kadar
bütün mensuplarına, emniyet teşkilatı görevlilerine, kendim ve
Grubum adına şükranlarımı sunuyorum. Bu mücadelede
hayatını kaybeden şehitlerimize Allah’tan rahmet niyaz ediyorum;
ailelerine, yakınlarına, Yüce Milletimize, değerli ordumuza
başsağlığı diliyorum.
Geçen dört yıl içerisinde, şiddet ve özellikle Güneydoğu
Anadolu Bölgesindeki vatanın birlik ve beraberliğine,
bölünmezliğine yönelik dış kaynaklı terör konusunda çok
önemli mesafeler kaydedildiğini, burada, bir defa daha vurgulamak
istiyorum. Bu sorunu, demokrasimizin, gelişmemizin önündeki en önemli
engel olarak değerlendiriyorum. Şiddet ve terör olaylarıyla
mücadelenin, içte ve dışta, kararlılıkla sürdürülmesi
zaruretinin devam ettiğini, burada bir defa daha açıklıyorum.
Türkiye Cumhuriyeti, üniter, dil ve ülkü birliğine dayanan bir
devlettir; hepimizin, onu, ilelebet payidar kılma
kararlılığımız vardır; bu birlik ve
beraberliğimiz ve şuurlu ve inançlı bir şekilde onu devam
ettirme irademiz, terörle olan mücadelemizin en büyük desteğidir.
Devletimizin üniter vasfı, dil ve ülkü birliği, her türlü
tartışmanın dışındadır.
Bu doğrultuda, terör ve anarşiye karşı bugüne kadar
sürdürülen kararlı tutumun, içeride ve dışarıda, Hükümet
tarafından devam ettirilmesine, Hükümet programında öngörülen bütün
tedbirlerin, önümüzdeki günlerde de, aynı kararlılıkla
sürdürülmesine önem verdiğimizi bir defa daha belirtiyorum.
Terörle mücadelede, terörist ile masum insanların
ayrılması, hiçbir ülkenin gözardı edemeyeceği ve bütün
ulusların, Birleşmiş Milletler Teşkilatının kabul
ettiği bir ilkedir. Yurtiçi ve yurtdışı harekâtlarda,
Silahlı Kuvvetlerimizin, bu konuda gösterdiği hassasiyet ve masum
halka sıcak yaklaşımı; sivil halkın, beslenme, korunma
ve sağlık ihtiyaçlarının giderilmesine yönelik insanî
gayretleri, her türlü takdirin üzerindedir. Bu hususu da, bu vesileyle, bir
defa daha dile getiriyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İsrail, 11
Nisan sabahı, Lübnan’daki Hizbullah adlı terör örgütünün mevzilerine
ve karargâhlarına karşı askerî bir harekâta
başlamıştır. Türkiye, son on yıl içinde, terörden en
büyük zarar görmüş ülkelerden biridir. Terörizme karşı, sadece
insan kaynağını değil, geniş ekonomik
kaynaklarını da seferber edegelmektedir. Bu cihetle, Ortadoğu’da
barış sürecine karşı en büyük tehdidi oluşturan
terörizmle mücadelenin gerekliliğine, haklılığına
inanmaktayız. Ancak, terörle mücadelede kullanılan yöntemlerin de
meşru olması ve kullanılan kuvvet ile kuvvetin
uygulanmasına tahsis edilen araçların, kendisiyle mücadele edilen güç
ve araçları aşmamasına; özellikle, sürdürülen mücadelede masum
ve sivil halkın can ve mal emniyetine zarar gelmemesine azamî özenin
gösterilmesini de şart addediyoruz.
Oysa, İsrail’in altı günden beri devam eden askerî
harekâtının, açıklanan hedef ve kapsamı aşmakta
olduğunu ve bu harekât sırasında sivil halkın ve
Lübnan’ın büyük bir güçlükle yeniden tesis etmeye
çalıştığı altyapısının zarar
gördüğünü endişeyle izlemekteyiz. Bu endişelerimizin Hükümet tarafından
İsrail yetkililerine intikal ettirilmiş olduğu,
Dışişleri Bakanlığımızca
açıklanmış bulunmaktadır; bunu da önemsiyoruz.
Benim burada önemle vurgulamak istediğim husus, yürüttüğü
mücadelenin gerekçesi meşru dahi olsa, bu mücadelesini yürütme
şeklinin, işi giderek barış sürecini tehlikeye atacak,
Ortadoğu’da barışa susamış halkların sürece olan
inancını sarsacak, eski husumetleri kamçılayacak tehlikeli bir
maceraya doğru sürüklemekte olduğunun bir an önce görülmesi
gereğidir. Bütün dünyanın bu husus üzerinde önemle durması gerektiğini
burada belirtmek istiyorum.
Şüphesiz, bu gidişte, toprakları üzerinde
konuşlanmış barış karşıtı silahlı
unsurların sivil halkın arasında yuvalanmalarına bigâne
kalarak, harekât sırasında sivil halkın da zarar görmesine
meydan veren Lübnan yetkililerinin de bir ölçüde sorumluluğu
bulunmaktadır. Ancak, bu sorumluluk hiçbir surette, operasyonu
yukarıda belirttiğim şekilde genişletme mesuliyetini
hafifletmemektedir.
Lübnan halkı, 1975’ten 1989’akadar devam eden ondört
yıllık iç savaş boyunca, misli görülmemiş acılar ve
sıkıntılar yaşamıştır. Geçtiğimiz
dönemde, Lübnan, iç barışını sağlama ve
yaralarını sarma konusunda önemli mesafeler katetmiştir. Ülkenin
altyapısı büyük fedakârlıklarla yeniden inşa edilmiş;
sivil halkın huzur ve refahı yolunda önemli mesafeler
alınmıştır.
Sürmekte olan operasyonun, bu çerçevede, Ortadoğu
barışını tehdit eden bir hal almadan ve Lübnan’ın
büyük fedakârlıklarla ortaya koyduğu altyapısını fazla
tahrip etmeden ve sivil halka, masum insanlara zarar vermeden, bir an önce
durdurulması amacıyla her türlü girişimi desteklediğimizi
burada ifade ediyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1990’lı
yıllar, dünyada önemli siyasî, sosyal ve ekonomik hadiselerin
yaşandığı yıllar olarak tarihe geçmektedir.
Yine, günümüzde de, 1996 yılında, etrafımıza
baktığımız zaman, dünyada, Avrupa’da, Ortadoğu’da
önemli siyasî, ekonomik, sosyal hadiselerin
yaşandığını görüyoruz. Bu gelişmeler çerçevesinde
devletimizin, Türkiyemizin, bölgesindeki konumundan, tarihten gelen
sorumluluklarından önünde önemli büyük fırsatlar olduğunu, bu
meyanda da büyük sorunlar ve büyük engeller bulunduğunu da gözlüyoruz.
Dünya, günümüzde, bir taraftan küreselleşmeye teknik ve bilimsel
bir entegrasyona doğru gidiyor; öbür taraftan bölgesel, ekonomik
entegrasyonlar kuruluyor. Bu çerçevede, Türkiye, hepinizin bildiği üzere
ve bu kürsüden ifade ettiğimiz şekilde, 1995 yılında dünya
ticaret örgütünün kurucu üyesi olmuştur. Bu, Türkiye bakımından
önemli bir hadisedir. Türkiye’nin dünya ticaretindeki yeri ilk yirmiler
arasındadır ve zaman içerisinde, Türkiye, dünya ekonomisinden
aldığı payı, gelişen ekonomisine paralel bir
şekilde, devamlı olarak artıragelmiştir. Önümüzdeki on
yıl içinde, dünya ticaretinde hamle yapacak on ülke arasında Türkiye
yer almaktadır.
1995 yılında yaşadığımız önemli bir
tarihî olay da, Türkiye’nin Avrupa Birliği ülkeleriyle gümrük
birliğini gerçekleştirmiş olmasıdır. Zamanın
hükümetleri, uzun bir süreç sonunda, 1996 yılı başında
gerçekleştirilmesi gereken gümrük birliği olgusunu doğru
değerlendirmişler ve Türkiye’yi, 1.1.1996 tarihinden itibaren Avrupa
Birliği ülkeleri ile Türkiye arasında yürürlüğe konulan
anlaşma çerçevesinde, büyük bir pazara entegre etmişlerdir. Bu,
Türkiye için, 1995 yılında, tarihî bir fırsatın, çok büyük
bir fırsatın değerlendirilmesi olarak tarihe geçmiştir.
Bugün, ülkemiz, dünyanın en büyük pazarlarından birine entegre
olmuş ve bu entegrasyon süreci de sağlıklı bir
şekilde, sorunsuz olarak başlamıştır.
Tabiî, bu konuda aksi görüşler de vardır. Bunları da
saygıyla karşılıyoruz; ancak, gelişen entegrasyon
olguları, ekonomik bölgesel birlikler olgusu çerçevesinde ve Türkiye’nin
1963’lerde verdiği karar doğrultusunda, 1996’da yürürlüğe
konulan gümrük birliği olgusu doğru bir karar olmuştur.
Türk ekonomisinin, bu gümrük birliği çerçevesinde, elbette ki
sorunları olacaktır; ancak, bunları kendi
kişiliğimizden ve kendi menfaatlarımızdan ödün vermeden
aşmak da mümkündür. Türk insanı, Türk müteşebbisi, Türk
ekonomisi buna muktedirdir. Bu konuda, 1960’larda, Batı ülkelerine
çalışmak üzere giden vatandaşlarımızın, bugün, o
ülkelerde, gümrük birliğinin ilk modelini verircesine, 50 bin
işyerine sahip olması, 500 bin aile içinden 50 bininin işveren
konumuna gelebilmesi ve bu şekilde, bu ülkelerde kendilerini ispat eden
müteşebbislerimizin, Türkiye’de ve bu ülkelerdeki
yatırımlarını sürdürmeleri önemli bir olaydır.
Türkiye, bu gümrük birliği çerçevesinde, bu örnek üzere, kendi
insanına, kendi potansiyeline güvenerek, gümrük birliğinden
beklediği faydaları gerçekleştirecektir.
Dünyamızın önemli sorunlarından bir diğeri, enerji
sorunudur. Orta Asya Türk Cumhuriyetleri, Azerbaycan, Kafkasya petrol ve
doğalgazının, ülkemiz üzerinden geçirilmesi, hampetrolün, yine,
ülkemiz üzerinden geçirilerek Akdenize ve dünya pazarlarına
taşınması, Türkiye’nin önünde bulunan diğer tarihî
fırsattır. Bu tarihî fırsatı, Hükümetin, önümüzdeki
günlerde iyi ve doğru değerlendirmesini bekliyoruz.
Türkiye, Balkanlar, Ortadoğu, İran ve Kafkasya, Orta Asya Türk
Cumhuriyetleri, Ukrayna, Rusya Federasyonunun
kavşağındadır. Jeoekonomik konumu, bölgesinde ekonomik ve
siyasî avantajları ve fırsatları beraber getirmektedir. Bölge
ekonomilerine baktığımız zaman, bu ekonomik çerçevede,
Türkiye’nin önünde önemli fırsatlar bulunmaktadır. Türkiye, 1996
yılı bütçesini tartıştığımız bugünde,
önümüzdeki yıllarda bu fırsatları değerlendirmek durumundadır.
Türkiye’nin diğer bir avantajı, siyasî ve ekonomik sistem sürecinde,
cumhuriyetle beraber demokrasiyi, liberal ve rekabetçi ekonomik modeli
benimsemiş olmasıdır. Çevremizdeki bir bir göçen sosyalist
ekonomiler içerisinde, Türkiye’nin cumhuriyetle birlikte demokrasiyi ve liberal
ekonomi modelini benimsemiş olması önemli bir önceliğidir. Bu
öncelik, ona, aynı zamanda, tarihî fırsatları ve imkânları
da beraber getirmektedir.
Tabiî, ülkemizde, bugün, ekonomi alanında başka model
arayışları da vardır. Bu model
arayışlarını sadece siyasî ve tarihî bir yanılgı
olarak, bu kürsüden bir defa daha vurgulamak istiyorum. Adı ne düzen
olursa olsun, hangi şekilde bir ekonomi modeli ve bir bütçe sistemi ortaya
konulursa konulsun, bütün bunlar, pratik değeri olmayan, sadece siyasî
amaca yönelik mesajlardan ileri gitmeyecektir. Bu kanaatimi de burada
altını çizerek açıkça belirtiyorum.
Sayın milletvekilleri, etrafımıza
baktığımızda, Türkiye’nin zorlukları da vardır.
Bosna-Hersek’teki ateş henüz sönmemiştir. Bu konuda Türkiye’nin
tarihî sorumluluğu devam etmektedir. Yunanistan’la, Kıbrıs,
kıta sahanlığı, 12 mil sorunları üzerine bir de Kardak
krizi eklenmiştir. Suriye, su sorunu bahanesiyle terörü desteklemektedir.
Son günlerde İran ile olan ilişkilerimiz de ortadadır. Türkiye,
Irak’ın toprak bütünlüğünü, ambargonun
kaldırılmasını en fazla savunan ülkelerden birisidir; ama,
Irak, Türkiye’ye karşı Suriye’nin yanında yer almaktadır;
yine su sorununa taraf olmayan pek çok Arap ülkesi, Suriye ve Irak’ın
yanında görünmüşlerdir.
Etrafımıza baktığımız zaman, bu siyasî
gelişmeler, elbette ki, Türkiye’nin önüne siyasî ve ekonomik
sorunları koymaktadır; ancak, Türkiye, bu zorlukları aşacak
güçtedir; kendi gücünü, kendi kişiliğini zenginleştirerek
aşacaktır. Önündeki tarihî fırsatları da kullanacaktır;
ancak, bunun bir şartı vardır. Bunun şartı, siyasî,
sosyal ve ekonomik istikrar içerisinde demokrasimizi geliştirmek, gerçek
kalkınmayı ve gerçek refahı sağlayabilmektir. Burada, Yüce
Meclise, hepimize önemli sorumluluklar düşmektedir. Her şeyin
başı, siyasî istikrardır. Sosyal ve ekonomik istikrar ile siyasî
istikrar arasında ayrılmaz bir bağ vardır. Bu noktada,
kısır çekişmeleri bırakıp, olayları, ülkemizin
geleceği açısından uzun vadeli değerlendirmemiz
şarttır. Aksi takdirde, Türkiye’nin zaman kaybetmesi, tarihî
fırsatları kaçırması gündeme gelecektir; bunun vebali de,
hepimizindir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
çağımız rekabet çağıdır. Tabiî, bu rekabet,
sadece ekonomide değildir; bilimde rekabet, eğitimde rekabet,
araştırmada rekabet, hayatın her kesiminde rekabettir.
Rekabetin temel unsurları, yetişmiş insandır,
teknoloji ve sermaye birikimidir, bilgi birikimidir, ekonomik
kurumsallaşma ve ekonominin hukukî altyapısıdır,
ekonominin, memleketin teknik altyapısıdır, yollardır, limanlardır,
havaalanlarıdır, ulaştırma, haberleşme tesisleri, enerji
santralları, barajlar, sulama tesisleri, üniversiteler, okullar,
eğitim tesisleri, hastaneler ve sağlık tesisleridir.
Çağımız, yetişmiş insan çağı
olacaktır. Özellikle, Yedinci Beş Yıllık Kalkınma
Planında belirttiğimiz, açıkça ifade edildiği üzere, 2000’li
yılların en büyük harcamaları insan üzerine
yapılacaktır. Bu bakımdan, 1996 bütçesinde millî eğitim,
üniversite bütçelerine ayrılan payları memnuniyetle
karşılıyoruz. Burada, üniversite öğrenci kredilerinin bir
misli artırılmasını da önemli görüyoruz.
Teknolojik gelişmeleri izlemek, yeni teknolojiler üretmek
kaçınılmazdır. Türkiye, bugüne kadar, teknoloji
bakımından, daha çok, Batı ülkelerinin teknolojilerini
kullanagelmiştir; ancak, Türk sanayicisi, dış pazarlarda, bu
ülkelerin rekabetçisi durumuna gelmekle beraber, teknoloji alma konusunda da
önemli sorunlarla karşı karşıyadır. Bu bakımdan,
önümüzdeki yıllarda, kendi teknolojimizi üretmek ve kullanmak
zorunluluğuyla karşı karşıya gelebileceğiz. Bunun
için, gerekli teşviklerin, özellikle, araştırma ve
geliştirme (Ar-Ge) teşviklerinin, bütçede yeterli düzeyde yer
almasını olumlu görüyoruz.
Ekonominin hukukî altyapısı ve kurumları,
değişen ekonomik şartlara ve değişen ekonomik
uygulamalara göre, yeniden düzenlenmek zorundadır. Geçen yıllarda,
hepinizin bildiği üzere, bu alanda önemli yasalar
çıkarılmıştır ve kayda değer düzenlemeler
yapılmıştır; ancak, yeni düzenlemelere ihtiyaç
olduğunu da burada belirtmek istiyorum.
Türkiye’nin altyapısı önemlidir. Geçtiğimiz
yıllarda, altyapı konusunda da, önemli mesafeler
alınmıştır. Bir şey yapılmadı demek, şu
konuda eksik yapıldı demek, yanlış olur. Özellikle, son
yıllarda, bütçe kaynakları yanında, özel sektörün de,
yap-işlet-devret modeli çerçevesinde, haberleşme, enerji,
ulaştırma altyapı inşaatlarına sokulduğunu ve bu
konuda da önemli mesafeler alındığını kaydetmek
istiyorum.
Geçtiğimiz hafta içerisinde, kamuoyunu işgal eden konu,
geçtiğimiz yıllarda altyapı konularında bazı
eksikliklerin olduğu hususudur.Buna, 1992-1995 yıllarında
gerçekleştirilen fizikî altyapı yatırımlarını
sayarak cevap vermek istiyorum.
İlk söylemek istediğim husus, 39 milyar dolara yakın bir
altyapının, 1992-1995 döneminde, bütçe kaynaklarından finanse
edildiğidir. Yap-işlet-devret modeliyle, özel sektörün
özendirilmesiyle gerçekleştirilen altyapı yatırımları
bunun dışındadır.
Gerçekleştirilen fizikî işlerin açıklanması
gerekirse şöyle bir tabloyla karşı karşıyayız :
1992-1995 döneminde 874 kilometre otoyol, 5,5 milyon ilave telefon hattı, 360 bin ilave mobil telefon
abonesi, 20 462 kilometre fiber optik
kablo inşaatı, 1 adet haberleşme uydusu, 5 adet konvansiyel, 5
adet STOL havaalanı inşaatı, 288 kilometre demiryolu
elektrifikasyonu, 692 kilometre demiryolu yenilenmesi, 24 998 kilometre köy
yolu asfaltlanması, 39 812 kilometre stabilize köy yolu inşaatı,
4 439 kilometre karayolu asfaltlanması,
2 554 kilometre stabilize karayolu inşaatı
gerçekleştirilmiştir.
Enerji alanında ilave kurulu güç olarak 3 942 megavat, ilave üretim
olarak 18,7 milyar kilovat üretim kapasitesi devreye sokulmuştur.
345 164 hektar alan sulamaya açılmış, 28 üniversite
kurulmuş, 18 organize sanayi bölgesi tamamlanmış, 60 küçük
sanayi sitesi devreye sokulmuş, 545 belediye içmesuyu tesisi, 27 411 köy
içmesuyu tesisi, 30 234 ilk ve ortaokul dersliği, 456 lise ve meslek
lisesi, 89 hastane, 447 sağlık ocağı, 1 281
sağlık evi, 6 061 ilave hasta yatağı ekonomimize
kazandırılmıştır.
Bu fizikî açıklamalardan sonra, tamamlanan projeleri bir de
sektörler itibariyle -önemli, mega projeleri- tekrar etmek istiyorum. 24 adet
sulama projesi bu dönemde tamamlanmıştır. Bunlar,
Sakarya-Pamukova, Konya-Ilgın, Amasya-Gümüşhacıköy,
Ağrı-Patnos, Elazığ-Palu,
Şırnak-Silopi-Nerdüş, Antalya sol sahil, Antalya-Finike, Afyon-Dinar,
Bursa-Orhaneli, Bursa-Mustafa Kemal Paşa, Kütahya-Örencik, Erzurum-Aşağı
Pasinler, Malatya-Polat, Yozgat-Yahyasaray, Muğla-Bodrum, Mardin-GAP,
Şanlıurfa-GAP, Elazığ-Kuzova, Batman-GAP,
Diyarbakır-GAP, Yozgat-Uzunlu, Kastamonu-Gökırmak,
Aşağı Fırat Birinci Merhale projeleridir.
Enerji alanında da 7 adet proje devreye sokulmuştur. Bunlar;
Atatürk Barajı ve Hidroelektrik Santralı, Menzelet Birinci Merhale
Santralı, Adıgüzel Barajı ve Hidrolik Santralı, Gezende
Barajı ve Hidrolik Santralı, Orhaneli Termik Santralı, Soma
Altıncı Ünite, Kemerköy Termik Santralıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konsolide bütçe,
hepinizin bildiği üzere, Yüce Meclisin kabulüyle, Hükümete, ekonominin bir
bölümünü gelir olarak kamuya aktarma ve bu gelirleri, bütçede gösterilen
program çerçevesinde harcama yetkisini vermektedir; bugün esas
tartıştığımız olay budur.
Burada, en çok üzerinde durulması gereken husus, gayri safî millî
hâsıladan ne kadarının kamuya aktarılacağı
hususudur; çünkü, bu, doğrudan doğruya, ekonomik
kalkınmamıza esas olan imkânların ne şekilde
kullanılacağının bir tercihidir. Bu bakımdan, bütçe
tartışmalarını ekonomiden ayırmak mümkün
değildir.
Bütçe konularına girmeden önce, sizlere, huzurlarınızda,
kısaca, 1995 yılında, Türk ekonomisinin nerede olduğunu ve
-aşağı yukarı, geçtiğimiz oniki yıllık
rakamları da özetle açıklayarak- nereden nereye geldiğini
belirtmek istiyorum.
Tabiî, bu kürsüde, bütçe tartışmalarını, daha çok,
ekonomik konularda ve bütçe konusunda yapıyoruz. Bu konuşmalar,
televizyon yayınlarıyla vatandaşlara aktarıldıktan
sonra, bir tartışma hüviyetinden daha çok, bir mesaj verme
niteliğine dönüşmüştür. Tabiî, biz, bu mesajları, sadece
bütçede değil, başka vesilelerle de vatandaşa verebiliyoruz. Bu
bakımdan, ben, Grubumuza ayrılan süreyi, bu alandaki birtakım
politik mesajları vermek yerine, bugünkü Türk ekonomisi ve 1996 bütçesinin
ne olduğu konusunda açıklamaları sunarak kullanmak istiyorum.
Hepinizin bildiği üzere, 1995 yılında, özellikle imalat
sanayiinde gerçekleştirilen büyük üretim hamlesi sonucunda, Türk
ekonomisi, yüzde 8,1 oranında
büyümüştür. Buna, ilk eleştiri “efendim, bir önceki yıl
da, yüzde 6 oranında küçüldünüz” noktasından gelmektedir ve Türk
ekonomisinin, büyüme konusunda istikrar göstermediği şeklinde
eleştiriler söz konusudur. Gerçekten, 1984 yılından 1995
yılına kadar geçen oniki yıl içerisinde, Türk ekonomisinin, eksi
büyümeden, sıfır ve yüzde 9,8’lik bir çizgi arasında büyüme
gösterdiğini görüyoruz. Hemen belirtmek istiyorum ki, bütün
gelişmekte olan ülkelerin büyüme çizgilerinde bu iniş çıkışlar
vardır; bu itibarla, Türk ekonomisinin büyümesinde de bu iniş ve
çıkışları doğal karşılamak
lazımdır ve ekonominin yapısından kaynaklanan bir husustur.
Ekonominizde tarımın ağırlığı olduğu
sürece -tarıma dayalı iklim şartları
dışında- ekonominizde altyapı inşaatları ve
ekonominizde dış pazarlardan kaynaklanan sorunlar ve ekonomik
istikrara bağlı sorunlar olduğu sürece, büyümede, bu nevi
iniş ve çıkışlar kaçınılmazdır.
Sadece, dünyadaki istatistiklere baktığımız zaman,
gelişmiş ülkelerdeki büyümenin yüzde 2,5-3 civarında ve
istikrarlı bir şekilde devam ettiğini görürsünüz. Türkiye,
geçtiğimiz oniki yıl içerisinde, ortalama yüzde 4,8 oranında
büyümüştür. Tabiî, Yedinci Beş Yıllık Planda
belirtildiği üzere, bu yeterli değildir. Bu bakımdan, ekonomik büyümenin, çeşitli
tartışmalarda, sadece, devlet bütçesindeki yatırımlara
bağlı olarak değerlendirildiğini müşahede ediyoruz.
Değerli arkadaşlarım, esas itibariyle belirtmek
istediğim, mesela, 1995
yılındaki büyümenin, daha çok, kamu kesiminden değil, özel
kesimden kaynaklandığıdır. Bu itibarla, sadece devlet
bütçesindeki yatırımlara bakarak, 1996 yılındaki büyüme
sonucuna varmak mümkün değildir. Yatırımların 1996’da daha
fazla olmasını memnuniyetle karşılıyoruz; ancak,
burada belirtmek istediğim husus, Türkiye’nin büyümesinde ve
kalkınmasında özel sektörün öncülüğüdür. Türkiye tasarruf eden
bir ülkedir, Türkiye yatırım yapan bir ülkedir; özellikle
vatandaşlarımızın tasarruf temayülleri, gelişmekte
olan ülkeler ve gelişmiş ülkelerle mukayese edildiği zaman,
memnuniyet verici bir düzeydedir. Hükümet olarak, bunun teşvik edilmesi ve
tasarrufların yatırımlara yönlendirilmesi gereklidir. Bunun
için, bütçede gerekli tedbirler alınmalıdır.
Yatırım olmadan büyüme olmayacaktır, yatırım
olmadan istihdam olmayacaktır, ihracat olmayacaktır. Her şeyin
temeli yatırımdır; yatırımın temeli de
tasarruftur.
Ekonomimizin içerisinde bulunduğu en büyük sorun, enflasyondur.
Tabiî, benden sonra konuşacak
arkadaşlarımın bu kürsüden eleştiriler getireceğini de
burada doğal karşılıyorum; ancak, enflasyon
-baktığımız zaman- 1980’li ve 1990’lı yıllarda,
gelişmekte olan ülke ekonomilerinin en büyük derdidir. Türkiye’de de, son
oniki yılda, enflasyon, sorun olarak devam etmektedir. 1996 bütçesi
hazırlanırken, ekonomik göstergelerde, 12 aylık ortalama toptan
eşya fiyatlarındaki artışın yüzde 65 olarak tespit
edildiğini görüyorum. Dileğim, yıl içerisinde alıncak
tedbirlerle, bu oranın aşağıya çekilmesidir.
Burada, üzerinde durmak istediğim bir husus, Türkiye’nin
dışticareti ve ödemeler dengesidir. 1984 yılında 7 milyar
dolar ihracatı olan Türkiye, memnuniyetle ifade edeyim ki, 1995
yılında 21 milyar 636 milyon dolarlık resmî bir ihracata
ulaşabilmiştir; özellikle, 1991’e kadar 13 milyar dolar
civarında seyreden ihracat -son 2 yılda- 1994’te 18 milyar dolara,
1995’te de 21 milyar 636 milyon dolara ulaşmıştır. Tabiî,
bunun içerisinde, sınır ve valiz ticareti yoluyla
gerçekleştirilen ihracat yoktur. 1996 bütçesinde de, 25 milyar
dolarlık bir ihracatın gerçekleştirilmesini memnuniyetle
karşılıyoruz.
İthalatımız da, yine, büyüyerek devam etmektedir.
1995 yılında 35,7 milyar dolarlık bir ithalatın,
bazen endişeli eleştirilere konu olduğunu da hep birlikte
müşahede ettik.
Değerli arkadaşlarım, ithalatın kompozisyonuna
baktığımız zaman, bu ithalatın, Türkiye’nin büyüme
arzusundan kaynaklandığını ve bu yolda
harcandığını görüyoruz. Bu hususu burada,açıklamaktan
mutlu olduğumu da belirtmek istiyorum.
Gerçekten, 1995 yılında, 35,7 milyar dolarlık
ithalatın yüzde 11’i tüketim malları, yüzde 60 ara malları,
yüzde 29’u da yatırım malları ithalatında
kullanılmıştır. Bu, memnuniyet verici ve sürdürülmesi
gereken bir husustur.
İhracatımız
içerisinde önemli olan sektörlerimiz vardır. Tabiî, burada belirtmek
istediğim husus, Türkiye’nin, sadece, tekstil ürünleri ihraç eden bir ülke
olmadığıdır. Gerçekten, 1995 yılında, Türkiye,
demir-çelik mamulleri olarak 2,2 milyar dolar, madenî eşya olarak 685
milyon dolar; elektrikli makine ve cihazlar ihracatından 915 milyon dolar,
taşıt araçlarından da 804 milyon dolar döviz elde
edebilmiştir.
1994 yılı başında ve 1993 yılında hemen
hemen hiç taşıt ihracatı olmayan, 1993 yılında 1,2
milyar dolarlık taşıt ithal eden Türkiye, Türk sanayii, Türk
ekonomisi, bir yıl içinde ve alınan tedbirlerle, 1995
yılında, 804 milyon dolarlık taşıt aracı ihraç
eden bir ülke konumuna gelebilmiştir; bunun sürdürülmesi
lazımdır.
1993’te 5 milyar dolarlık dokuma ve giyim ihraç eden bir Türkiye,
1995’te 8,3 milyar dolarlık tekstil ürünleri ihraç eden bir ülke
konumundadır.
Burada, şu konuyu, biraz, üzerine basarak, açıklamak istiyorum:
Deniliyor ki; Türkiye, tarım ürünleri ithal eden bir ülkedir; kendi
kendine yeten bir ülke olmaktan çıkmıştır, tarım
ürünleri ithal eden bir ülke haline gelmiştir. Evet, Türkiye, tarım
ürünleri ithal etmektedir; ama, tarım ürünleri de ihraç etmektedir.
Bakın, 1994 yılında, 2,5 milyar dolarlık tarım ürünü
ihraç edilmiştir; 1995’te de, 2,3 milyar dolarlık tarım ürünü
ihraç edilmiştir. Peki, ithalatı yok mudur; ithalatı da
vardır; 1994 yılındaki tarım ürünleri ithalatı,
ihracatının yarısı kadardır; 1,2 milyar dolardır.
1995’teki tarım ürünleri ithalatı ise -bu, tabiî, biraz da ara
malı ve tohumluk çerçevesinde- 2,4 milyar dolardır.
İhracatın desteklenmesi, Türkiye’deki üretimin,
yatırımın, yatırım hamlesinin ve özel sektörün
dinamizmi bakımından önem taşır. Türkiye, rekabetçi,
açık ekonomisini sürdürecek ve büyümeyi sadece iç pazarda değil,
aynı zamanda dünya ekonomisinden daha çok pay alan bir çizgide
yürütecektir. Bu bakımdan, ihracatın teşvik edilmesi ve bütçe
kanununda, ihracat teşviklerindeki kur sorununun çözülmesi hususunu,
burada, memnuniyetle karşıladığımı bir defa daha
belirtmek istiyorum.
Tabiî, gelişen dünyada ihracat teşvikleri de
gelişmiştir. İhracatta araştırma-geliştirme
teşvikleri, tanıtım teşvikleri ve fuar ve sergi
teşvikleri önem arz etmektedir.
Türkiye’nin ödemeler dengesinde, ihracatın yanında, turizmin
büyük önemi vardır. Turizm yatırımları yanında,
özellikle, yurtdışında, tur operatörlerinin organize edilmesi,
Hükümetimizin, en önemli görevlerinden biri ve 1996 yılındaki bir
meselesidir. Turizm konusunda, Türkiye, 9-10 milyon turisti
ağırlayabilecek durumdadır.
Ödemeler dengesinin diğer önemli bir kalemi, dış
müteahhitlik hizmetleridir. Dış müteahhitlik, sadece döviz getiren
değil, aynı zamanda istihdam yapan, aynı zamanda işçi olarak
giden birtakım insanlarımızı orada eğiten, onları
kalfa ve usta konumuna çeken ve onların dünya görüşlerini
genişleten bir müessesedir; teşviki yönündeki tedbirlere devam
edilmelidir.
Ödemeler dengesinde diğer bir husus, dış müteahhitlik
hizmetleri yanında, taşımacılıktır. 1995
yılında, özellikle, Balkanlardaki sıcak gelişmeler
çerçevesinde, Hükümetimizin 1995 yılındaki tedbirleri arasında
deniz taşımacılığının, Ro-Ro
taşımacılığının ön planda önem
taşıdığı hususunu burada vurgulamak istiyorum.
Bunun yanında, yurtdışındaki
vatandaşlarımızın döviz gelirlerinin de 1995
yılında önemli bir kaynak olarak sürdüğünün altını
çiziyorum.
Dışticaret dengesine bakarak, 1996 yılında 16 milyar
dolar, 1995 yılında 14 milyar dolar açık verdiği konusunda
yorum yapmamak gerekir. Esas olan, nihai denge, cari işlemler dengesidir.
1984, 1985 ve 1986 yıllarında, üst üste üç yıl 1-1,5 milyar
dolar açık veren cari işlemler dengesi, daha sonraki yıllarda
fazla vermiş, açık vermiş; 1994 yılında 2,6 milyar
dolar fazla vermiş, 1995 yılı cari işlemler dengesi de 2,3
milyar dolar açıkla kapanacaktır. Ancak, ekonomimizin, bütün bu
açığa rağmen, 1995 yılında döviz rezervlerinin
artmış olması, bir döviz sorununun olmadığını
göstermektedir. Bu nereden gelmiştir; yani, hem cari işlemler dengeniz
2,3 milyar dolar açık verecek hem de ekonomideki döviz
pozisyonlarınız artacak. Tabiî, bunun içinde gayri resmî ihracat,
vardır, bunun içinde uzun vadeli sermaye girişleri vardır ve
bunun içinde kısa vadeli sermaye girişleri vardır.
Hükümetimizin, 1995 yılında, kısa vadeli sermaye
girişleri, yani sıcak para girişleri konsundaki hassasiyeti,
1996 yılında daha dikkatli bir şekilde göstermesinin
gerekliliğini burada vurgulamak istiyorum. Gerçekten, kısa vadeli
sermaye girişleri, sıcak para dediğimiz sermaye girişleri,
Türkiye’de üretim ve yatırım için değil, daha çok, kısa
vadeli kazanç için gelir ve bunlar, en ufak bir sıkıntıda hemen
ülkeyi terk etme durumuna girer. Meksika, bunun ağır faturasını
ödemiştir. Yaşanan ekonomik kriz, büyük kısa vadeli sermaye
girişinin birden ülkeyi terk etmesinden kaynaklanmış; ancak,
Meksika, bu krizi, 50 milyar dolar civarında dış yardım
alarak atlatabilmiştir. Türkiye, 1994 yılında da, yine,
boyutları çok küçük olmakla beraber, bir kısa vadeli sermaye
çıkışını yaşamıştır; bunu hiçbir
dış yardım almadan önleyebilmiştir ve memnuniyetle ifade
edeyim ki, 5 Nisan kararları çerçevesinde alınan tedbirlerle bu
noktaya gelebilmiş bulunuyoruz.
Ekonomik göstergeleri bu şekilde açıkladıktan sonra,
değerli arkadaşlarım, biraz da kamu dengesi, yani, bu bütçeyle
ne alıyoruz, ne veriyoruz, ona gelmek istiyorum. Tabiî, burada Sayın
Maliye Bakanımızın ifade ettiği gibi, devletin ekonomideki
payının küçültülmesi önemli bir politikadır ve herkesin üzerinde
ittifak ettiği bir politikadır.
Ne demektir, bu, devletin ekonomideki payının küçültülmesi;
birtakım görevlerin özel sektöre devredilmesi, üretimden çekilmesi,
altyapıya, adalete, eğitime ve sağlığa yönelmesidir.
Tabiî, bu meyanda, bana göre, devletin ekonomideki payının
azaltılması, millî ekonomiden aldığı payın
küçültülmesidir.
Bakıyoruz, 1995 yılında yüzde 26,2 olan kamunun gayri
safî hâsıladan aldığı pay, 1996 bütçesinde yüzde 28,4’e
çıkmaktadır. Evet, yani, bu Parlamento daha yüksek bir pay almaya
Hükümeti yetkilendirmektedir. Tabiî,
burada harcamalar konusunda, 3,5 katrilyonluk bir harcama yetkisini veriyoruz;
ama, bu demek değildir ki, bu harcanacaktır. Ben, burada, devletin
ekonomideki payının azaltılması politikası
doğrultusunda harcamalarda tasarrufa gidilmesi ve kamu harcamalarının,
yüzde 28,4 oranının daha aşağılarındaki -1995
yılında bu oran 26,2’dir- bir düzeye çekilmesi gerektiğini de
belirtmek istiyorum.
Tabiî, nasıl finanse edilecek meselesi vardır. Burada, benden
sonraki konuşmacılar diyeceklerdir ki, işte, size 861 trilyonluk
bir bütçe açığıyla gelen bir konsolide bütçe.
Burada önemli olan, bütçe açığından daha çok, bütçe
dışında da birtakım kurumların
borçlanmasıdır. Yani, kamu, bütçesiyle, bütçe dışı
kurumlarıyla ne derece borçlanıyor. Değerli
arkadaşlarım -bunda en yüksek oran- biliyorsunuz 1993
yılında kamu kesimi borçlanma gereği yüzde 12 olmuş;
1994’te yüzde 8’e, 1995’te yüzde 6,5’a
düşürülmüş; 1996’da yüzde 7,2 olarak, bu bütçede yer alıyor.
Tabiî, burada, kamu kesimi borçlanma gereği nasıl
azaltılacaktır... Bunun yolu, kamu harcamalarında disiplin,
tasarruf ve vergi gelirleri ile borçlanma dışındaki diğer
gelirlerin artırılmasıdır. Bu hususu da burada belirtmek
istiyorum.
Özellikle, konsolide bütçe borçlanma gereğinin, 1995’teki gayri
safî millî hâsılanın yüzde 4,2 oranından yüzde 6,1 oranına
çıktığı hususu önem arz etmektedir.
Konsolide bütçe rakamlarına girmeden ve yıllar itibariyle
mukayese yapmak üzere, konsolide bütçenin gayri safî millî hâsıladaki
büyüklüklerini vermek istiyorum. Bu, bir değerlendirmeye ve mukayeseye
imkân veren bir husustur. Konsolide bütçe giderlerinin gayri safî millî
hâsıladaki payı, 1995’te yüzde 22,2, 1996’da yüzde 26,2 olacak. Demek
ki, bütçe, 1996 yılında, 1995’e göre, gayri safî millî hâsıladan
yüzde 4 oranında daha fazla pay istiyor. Bu oran, 1983’te yüzde 18,8 idi.
Burada değinmek istediğim diğer bir husus; cari giderler,
bunun içinde personel giderleridir. Personel giderleri, 1996 bütçesinde gayri
safî millî hâsılanın yüzde 6,7’si, 1983’te yüzde 4,8’i, 1984’te yüzde 4’ü; ama, bakıyoruz ki,
yüzde 6,7’lik bir pay, yani, daha büyük bir pay vermekle beraber kamu personeli
mutlu değil. Bunun sebebi iki noktada görülüyor. Birincisi, 1983
yılından 1996 yılına kadar kamu personeli
sayısında 500 bin artış olmuş. İkinci husus, kamu
personeli ödemelerinde yer alan birtakım ödemelerde fiktif... Nedir
bunlar; çalışanlara zorunlu, Tasarrufu Teşvik Hesabı ve
Çalışanların Konut Edindirme Fonu kesintileri. Bunlar,
çalışanların, memurun işçinin eline geçmiyor; ama, bütçede,
onlar, ödenti olarak geçiyor. Konut Edindirme Fonu kesintilerinin 1996 bütçe
kanunu ile ertelendiğini görüyoruz.
Şimdi, burada temennim, aslında tasarruf fikriyle
bağdaşmayan, birtakım ekonomik sapmalara yol açan, tasurruf
olmaktan çok uzak, çalışanların tasarruf hesabı kesintisinin
de çalışanların müktesep haklarını ihlal etmeyecek bir
tarzda ortadan kaldırılmasıdır. Bunu da, Doğru Yol
Partisi Grubu olarak, altını çizerek burada belirtiyorum. Bu konuda
geçmiş hükümetler zamanında hazırlanmış tasarılar
vardır; ama, pek çok tasarı gibi, geçen dönemde bu konuda bir sonuç
elde edilememiştir.
Tabiî, bütçede, diğer cari giderlerin, savunma ihtiyaçları doğrultusunda bir seyri
var. Burada, yatırımlarda -Sayın Bakanın ifade ettiği
üzere- 1996 bütçesinde, diğer yıllara göre bir artış görünüyor.
Burada, eğitim, sağlık ve altyapı, özellikle organize
sanayi bölgeleri, küçük sanayi siteleri, sulama kanalları, barajlar,
elektrik santralları, üniversiteler, okullar, hastaneler konusundaki
yatırımlara yönelik yaklaşımları memnuniyetle
karşılıyoruz. Tabiî, Türkiye’nin altyapı yatırım
ihtiyaçlarının da, sadece bu bütçedeki kaynaklarla
çözülemeyeceğini burada açıkça belirtmek istiyorum. Bunun için,
Türkiye, özel sektörü, yap–işlet–devret modeliyle veyahut mesela,
termik santrallarda olduğu gibi, yap–işlet modeliyle altyapı
yatırımlarına bir an önce sokmalıdır. Bu,
geçtiğimiz dönemde başlamıştır. Gerçekten, 1992-1995
döneminde pek çok enerji yatırımı, gene bu yap-işlet-devret
modeli çerçevesinde başlatılmış bulunmaktadır.
Bunların devam ettirilmesi önem arz etmektedir.
Burada değinmek istediğim bir husus şudur: Bütçe
açıklarına en önemli kaynak, sosyal güvenlik
kuruluşlarının açıklarından gelmektedir. Türkiye’nin
buna bir çare bulması gerekir. Burada eleştirildi ve Hükümet
Programından niye çıkarıldığı konusu dile
getirildi. Tabiî, burada sosyal güvenlik kuruluşları derken
amacım, Emekli Sandığı, Bağ-Kur ve Sosyal Sigortalar
Kurumudur.
Esnafın pek çok kongresinde, Bağ-Kur’un, ilk kuruluş
yıllarında, esnaf tarafından daha verimli işletildiği,
şimdi ise, daha çok personelle hizmetin yürütüldüğü, çok olan personel ödemelerinin, esnafın ödenti
arzusunu kırdığı ve Bağ-Kur’un bu şekliyle
-geniş personel kadrosuyla- sağlık hizmetlerine gerekli
kaynağı ayıramadığı dile getirilmekte ve “bu
kurum tekrar esnafa devredilsin” denilmektedir.
Bu yaklaşımı da
burada memnuniyetle karşılıyoruz. Tabiî, 861 trilyonluk bütçe
açığı içerisinde sosyal güvenlik kuruluşlarının
300 trilyonluk bir payla yer alması, 1996 yılı bütçesini
tartışırken, üzerinde durmamız gereken en önemli husustur.
Türkiye, bugünkü sosyal güvenlik sistemiyle bir yere gidemez ve birtakım kesimlerden, birtakım
çalışanlardan vergi yoluyla
alınan kaynakların bu kesime aktarılmasına da ilânihaye devam edilemez. Bunların,
sağlıklı yönetildiği günler olmuştur. Pekâlâ, Yüce
Parlamentoya getirilecek yasalarla, sosyal güvenlik
kuruluşlarının aktuaryel dengeleri sağlıklı bir
biçime sokulabilir. Bugün, Emekli Sandığı dahi açık
vermektedir. Neden; çünkü, geçmiş dönemlerde, Emekli Sandığına yük
getirecek ve her türlü müktesep hakları da ihlal eden -onu da verelim,
bunu da verelim şeklinde- bir yasa,
Plan ve Bütçe Komisyonundan ve Yüce Meclisten geçmiştir. Önümüzdeki dönemlerde
Yüce Meclisin bu konuya hassasiyet göstereceğini bekliyorum.
Diğer bir konu: Sosyal güvenlik sisteminin en büyük kanayan
yarası olan Sosyal Sigortalar Kurumunun yasasının, bir an önce,
onun aktuaryel dengesini sağlayacak şekilde Yüce Parlamentonun önüne
getirilmesidir. Bu, hepimizin menfaatınadır; işçinin, bütün
çalışanların ve işçi emeklilerinin menfaatınadır.
Değerli arkadaşlarım, burada, bütçedeki faiz ödemelerine
değinmeden de geçmek mümkün değildir. Görüldüğü üzere, bütçedeki
transfer harcamaları, 1983 yılında, gayri safî millî
hâsılanın yüzde 7,7’si iken, 1996 bütçesinde, bir misline
katlanmış, yüzde 15,7’sine ulaşmıştır; yani,
1996’ya geldiğimizde, bütçeler, daha çok borç ödeyen bütçeler şekline
dönüşmüştür. Bütçede en büyük ağırlığı,
yüzde 10’la, faiz ödemeleri teşkil etmektedir. Bu, neden böyle
olmuştur; 1995 yılında faiz ödemeleri gayri safî millî
hâsılanın yüzde 7,5 iken, bu oran 1996’ da neden yüzde 10’a
çıkmıştır; bunun nedeni, değerli
arkadaşlarım, devletin borç yapısının kısa vadeye
dönüşmesidir ve Türkiye’nin, son yıllarda, dış borçlanma
bakımından, net dış borç ödeyen ülke haline gelmiş
olmasıdır. Bu borcu devlet yapmıştır, bu borcu
memleket hizmetlerinde kullanmıştır; bunun faizini, bu borcun
faizini ödemiyorum demek mümkün değildir.
BAŞKAN – Sayın Doğan, 5 dakikanız var efendim.
A. AYKON DOĞAN (Devamla) – Teşekkür ederim.
Peki, çare?.. Çare şudur:
Borçları uzun vadeye yaymak, Türkiye’de güven ortamını
sağlamak ve uzun vadeli bir borçlanma çerçevesinde de sorunu çözmek.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1996
yılı bütçesinde, memur ücretlerinde, konan ödenekler üzerinden
hareketle, yüzde 11 oranında bir reel artış
olacağını hesaplamış bulunuyoruz, bunu da burada
memnuniyetle karşılıyoruz. Bu, sadece 1996 yılında
konulan memur ödeneklerinden değil, 1995 yılının Kasım
ayında memur maaşlarında sağlanan ve memur emeklilerine de,
işçi emeklilerine de yansıyan ve yüzde 70 ile yüzde 45
oranındaki artışlarla birlikte oluşmaktadır.
Ayrıca, kamu kesimindeki işçi ücretlerinde de -geçen yıl
toplusözleşmelerle verilen haklarla- yüzde 42 oranında bir
artış söz konusu olacaktır. Memur maaşlarındaki bu
artışlar, bu ödenekler, işçi ve memur emeklilerine de
yansıyacaktır.
Diğer bir konu, bütçede, küçük ve orta boy
işletmelerin geliştirilmesi, üretim ve
yatırımlarının desteklenmesi, eğitimlerinin
geliştirilmesi konusunda gerekli transfer harcamalarının yer
almasıdır. Bunu da memnuniyetle karşılıyoruz. Bugün,
esnafın sorunları vardır. 1995 yılı bütçesinde, esnaf
kredilerine Hazineden 28 trilyon lira aktarma yapılmıştır;
1996 yılında da bu destek devam edecektir. Esnaf bankası olan
Halk Bankasının bu konudaki faaliyetlerinin desteklenmesi için
Hazinenin imkânları vardır.
Esnafın vergi sorunu vardır. Geçtiğimiz günlerde, götürü
vergilerin yüzde 33 oranında indirilmesi suretiyle, Maliye
Bakanlığının bu sorunları bir ölçüde çözmüş
bulunduğunu burada belirtmek istiyorum. Tabiî, esnaf ve sanatkârın ve
bütün müteşebbislerin, vergilerdeki gecikme zammı
oranlarının ve faiz oranlarının -enflasyondaki gerilemeye
paralel olarak- Maliye Bakanlığınca indirilmesi de önemli bir
husustur. Bunun da altını çiziyorum.
Esnaf odalarının ve eğitim merkezlerinin inşaı,
kurulması, esnafımızın örgütlenmesi, kendi
sorunlarını dile getirmesi ve kendi dinamizmini koruyabilmesi
bakımından önem arz etmektedir. Bu konuda, bütçede ayrılan
ödenekleri memnuniyetle karşılıyoruz ve Doğru Yol Partisi
olarak bu sorunun takipçisi olacağımızı burada belirtmek
istiyorum.
Küçük sanayi siteleri ve organize sanayi bölgeleri konusundaki
ödeneklerden memnuniyet duyuyoruz. Bağ-Kur Yasasının ve 507
sayılı yasanın bir an önce Parlamentoya getirilmesini de
Hükümetten bekliyoruz.
Tarım konusunda da -Sayın Bakanın ifade ettiği gibi-
tarım ürünleri fiyatlarına devlet müdahalelerinin asgariye
indirilmesi konusundaki Hükümet politikalarının devam ettirilmesi
iradesini memnuniyetle karşılıyoruz.
Değerli arkadaşlarım, bu irade, geçen yıllarda
tarım alanında uygulanan politikaların doğruluğudur.
Gerçekten, 1992, 1993, 1994, 1995 yıllarında tarım ürünlerine
verilen fiyatlar, enflasyonun üzerinde olmuştur. Mesela, 1995
yılında buğday, pamuk, tütün, şekerpancarı,
ayçiçeği ve fındıkta çiftçiye verilen fiyatlar, onun gelirine
reel bir artış getirmiştir. Bu, bir kilo gübreyle -yani, bir
kilo amonyum için- ne kadar buğday, ne kadar şekerpancarı, ne
kadar arpa, ne kadar tütün, ayçiçeği, pamuk, fındık, çeltik alındığı
noktasından yapılan araştırmalarda da kendisini -çiftçinin satın alma gücünün, 1992,
1993, 1994, 1995 yıllarında arttığını- göstermektedir.
Bu politikaların sürdürülmesini, çiftçinin ürünlerinin
değerlendirilmesi bakımından da emtia borsalarının kurulmasına
önem verilmesini, Doğru Yol Partisi Grubu olarak, burada beklemekteyiz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Doğan, süreniz bitti. Size, küçük bir
eksüre veriyorum; lütfen, konuşmanızı bitirin efendim.
ABDULLAH AYKON DOĞAN (Devamla) – Değerli
arkadaşlarım, bu açıklamalarından
anlaşılıyor ki, 1996 yılı bütçesinin, geçen
yıllara göre büyüdüğünü görüyoruz ve geçen yıllardaki sorunun
da, açık sorununun da devam ettiğini müşahede ediyoruz. Ancak,
her ne kadar, bütçede 861 trilyonluk bir açık olmakla beraber, yıl
içinde alınacak tedbirlerle -mesela, sosyal güvenlik kurumlarına
yönelik gelir yasalarının parlamentodan geçirilmesi, borçların
uzun vadeye yayılması ve aşağıda sayacağım
tedbirlerle- kamu dengesinin daha iyi bir noktaya getirilebileceği
konusundaki iyimserliğimizi de koruduğumuzu burada belirtmek
istiyorum.
Bu çerçevede, bütçe disiplinine önem verilmesinin, özellikle devletin
yapısı itibariyle israfçı özelliği de dikkate
alınarak, her konuda, özellikle Maliye Bakanlığının ve
Hükümetin tasarrufa gitmesini öneriyoruz.
Yatırım projelerinin ayıklanmasını,
bunların bir an önce devreye sokulabilecek şekilde finansman
programlarının hazırlanmasını bekliyoruz.
Bu Parlamentoda vergi kanunu çıkarılamayacağı
konusunda kimsenin endişesi olmamalıdır. Gerçekten vergi
gelirlerini artırıcı, vergi adaletini iyileştirici, üretimi
ve yatırımları teşvik edici, çeşitli rantları
vergi sistemi içerisine alıcı, kayıt dışı ekonomiyi
yine vergi çerçevesine alıcı tasarıların, bütün muhalefet
gruplarının sözcülerince de, Plan ve Bütçe Komisyonunda
benimsendiğini görmüş bulunuyoruz. Hükümet, bu fırsatı,
önümüzdeki günlerde değerlendirmelidir. Özellikle, özel tüketim vergisiyle
ilgili tasarının bir an önce kanunlaşması zarureti
vardır.
Sosyal güvenlik kurumlarının, mutlaka yeni bir gelir-gider
düzenlemesine tabi tutulması lazımdır.
Yap-işlet-devret modeli çerçevesinde, özel sektörün enerji,
haberleşme, ulaştırma sektörlerine yapacağı
yatırımlarla, kamunun bu konudaki yatırım yükü
hafifletilebilecektir; bunu da burada belirtmek istiyorum; ancak, özellikle,
yap-işlet-devret modelinin daha geniş bir biçimde uygulanabilmesi
için, özel sektörün de, vergi kanunlarında değişiklik
yapılması konusunda beklentileri vardır. Sayın Bakan bu
konuyu açıklamamakla beraber, bu hususu da, Hükümete burada iletiyorum.
Özelleştirme, bir finansman müessesesi değildir; ancak,
süratli bir özelleştirmenin yapılması, kamu dengesine müspet
etki yapmasının yanında, ekonomik büyümeye de müspet
katkıda bulunacaktır. Kamuoyunun beklentilerini, birkaç stratejik ve
büyük çaplı özelleştirmenin yapılmasıyla
gerçekleştirmek lazımdır.
Öncelikli yörelerdeki sosyal nitelikli kamu işletmelerinin
rehabilite edilmesi tezine katılıyoruz. Ancak, bu örnekleri,
özelleştirmeyi yavaşlatmanın bir mazereti olarak da görmek
istemiyoruz.
Tarım fiyatlarının, hükümet müdahalelerinden uzak
tutulması politikalarını destekliyoruz.
Kamu ve bütçe açıklarında en önemli etken olan faiz ödemeleri
konusunda, iç ve dış piyasalarda güven verici politikaların,
güveni artırıcı politikaların desteklenmesi ve
geliştirilmesine ihtiyaç bulunduğunu da görüyoruz.
Bu çerçevede, izlenecek makro ekonomik politikalar ve hedeflerin bir an
önce kamuya açıklanmasına, kamuoyunun periyodik olarak açıklanan
bu hedeflerin ne derece gerçekleştirildiği konusunda
bilgilendirilmesine önem atfediyoruz.
Sosyal ve Ekonomik Konsey’in devreye bir an önce sokulmasını
ve buraya sık sık başvurulmasını, bütün kesimlerin
desteğinin alınmasını öneriyoruz.
Değerli milletvekilleri, Sayın Başkan; bütün ülkelerin
önemli meseleleri vardır. Ülkemizin de, siyasî, ekonomik sorunları,
şüphesiz vardır. Bu meselelerin çözümünde sorumluluğun
ağırlığı, Hükümetin üzerindedir; ancak, muhalefet partilerinin
ve Yüce Meclisin değerli milletvekillerinin, bütün kurum ve
kuruluşların da bu sorunlarımızın çözümlenmesinde
sorumluluk payı vardır. Taraflar arasındaki bilgi
alışverişi, uzlaşma meselesi ve konsensüs, meselelerin
çözümünü kolaylaştıracaktır. Bu anlayışı daima
muhafaza ediyoruz.
Acıları paylaşmak, en büyük fazilettir. Gerçekten,
Sayın Bakanın ifade ettiği gibi, bugün 17 Nisan; memlekete büyük
hizmetleri olan Sayın Özal’ın vefat günü olması
dolayısıyla, burada, kendilerini de rahmetle anıyorum.
Ayrıca, bir kaza sonucu aramızda bulunamayan Sayın Aydın
Menderes’e de, burada acil şifalar diliyorum.
Geniş bir anlayış, geniş bir uzlaşı,
hoşgörü içerisinde, Türkiye’nin, kendi kişiliğini, kendi gücünü
artırarak meseleleri çözebileceğine ve Türkiye’nin önünde güzel ve
mutlu ufukların bulunduğuna inanıyorum ve her şeyin birlik
ve beraberlikten geçtiği gerçeğini burada bir defa daha vurgulayarak,
bütçenin, ulusumuza hayırlı olmasını diliyorum.
Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (DYP ve ANAP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Doğan.
Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince, saat
14.00’te toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.
Kapanma Saati:13.05
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.00
BAŞKAN : Başkanvekili Kamer GENÇ
KÂTİP ÜYELER : Ünal YAŞAR (Gaziantep), M. Fatih ATAY
(Aydın)
BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 38 inci
Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
Sayın milletvekilleri,
çalışmalarımıza kaldığımız yerden devam
ediyoruz.
II. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN GELEN
DİĞER
İŞLER (Devam)
1. – 1996 Malî Yılı Bütçe
Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/285) (S.
Sayısı : 1) (Devam)
2. – Katma Bütçeli İdareler 1996
Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (1/286)(S. Sayısı : 2)
(Devam)
BAŞKAN – Bilindiği üzere, alınan karar
gereğince, 1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler
Bütçe Kanunu Tasarılarının tümü üzerindeki müzakerelerimize
devam ediyoruz.
Şimdi, söz sırası, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına, Sayın Deniz Baykal’ın.
Buyurun Sayın Baykal. (CHP sıralarından
alkışlar)
Süreniz 60 dakika.
CHP GRUBU ADINA DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisinde 1996 yılı
bütçesiyle ilgili genel görüşmelere ilişkin olarak Cumhuriyet Halk
Partisi Grubunun görüşlerini, düşüncelerini, değerlendirmelerini
sunmak için huzurunuzdayım. Bu vesileyle, Sayın Başkan,
Sayın milletvekilleri; sizleri ve ekranları başında bizleri
izleyen değerli vatandaşlarımızı sevgilerle,
saygılarla selamlıyorum.
Sayın Başkan, bilindiği gibi, bugün görüşmesini
yapmakta olduğumuz bütçe, aslında, 8 aylık bir bütçedir.
Yılın ilk 4 ayına ilişkin olarak bir geçici bütçe
uygulaması gerçekleştirilmiştir ve Türkiye, 1996
yılını, iki ayrı bütçe anlayışı içinde
değerlendirmek durumunda kalmıştır. Bunun,
sağlıklı bir maliye politikası izlenmesi
açısından ciddî sorunlar doğurduğu çok açıktır.
Diğer yandan, genel seçimlerin sonbaharda yapıldığı
her dönemden hemen sonra, böyle bir durumla karşılaşmamız
da kaçınılmaz gözükmektedir. Bu durumu düzeltmeye yönelik bir
görüş beraberliğini bu müzakerede ortaya koymanın uygun
olacağını düşünüyorum.
Türkiye’yi, bütün bir yılı kapsayan, belli bir politik
anlayıştan kaynaklanan, tutarlı bir maliye
politikasını yansıtan bir bütçe anlayışından
-sonbaharda seçim yapıldığı dönemlerde, onu izleyen
yılda, ülkemizi, böyle bir anlayıştan- yoksun
bırakmanın kabul edilebilir bir tarafı yoktur. Bu konu,
çözülmesi gereken bir konudur. Hiç kuşkusuz, Anayasaya ilişkin yönleri vardır,
İçtüzüğe ilişkin yönleri vardır; ama, bunları, bir
teknik konu olarak mütalaa ederek, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, beraberlik
anlayışı içerisinde hızla çözüme kavuşturmaması
için bir neden yoktur.
Seçim yapıldıktan sonra, sonuçların ilan edilmesi için
beş gün bekliyoruz. Sonuçlar ilan edildikten sonra, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin toplantısında çalışmaya geçebilmesi için,
Başkanlık seçimini gerçekleştirmek üzere onbeş gün
bekliyoruz. Daha sonra, Plan ve Bütçe Komisyonunun oluşumu için hükümetin
kurulmasını bekliyoruz. Bütün bu bekleyişler, bütçe müzakeresini
engelliyor; bundan da, ülke büyük zarar görüyor. Bu konuyu bir an önce
çözmeliyiz.
Bu vesileyle, Cumhuriyet Halk Partisinin bu noktadaki
anlayışını Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayına
sunmak istiyorum. Teknik bir anlayışla, Sayın
Başkanlığın girişimiyle bu konuyu çözecek bir
düzenlemeyi, elbirliğiyle, hızla gerçekleştirebileceğimizi
umut ediyorum.
Değerli arkadaşlarım, bütçenin özüne geçerken, burada,
şu ana kadar gerçekleştirdiğimiz müzakereyi izleyen
yurttaşlarımızın, buradaki değerlendirmeleri,
tartışmaları izleyen; maliyeyle ilgili, ekonomiyle ilgili, Türk
ekonomisinin durumu ve geleceğiyle ilgili uzmanların bir an için ne
düşündüğünü aklımdan geçirdim. Sanki, Türkiye, bütün cumhuriyet
tarihi boyunca olduğu gibi, olağan bir bütçe müzakeresini daha
gerçekleştiriyor; alışılmış yaklaşımlar
içerisinde rakamlar ifade ediliyor, değerlendirmeler yapılıyor
ve herhangi bir yılın herhangi bir bütçesini müzakere
ediyormuşuz gibi bir anlayış içerisinde, huzur içerisinde, rahatlık
içerisinde bu yıl bütçe görüşmelerini gerçekleştiriyoruz.
Öyle zannediyorum ki, önce şu rahatlığı üzerimizden
atmamız lazımdır. Bu rahatlık, bu
soğukkanlılık ya da vurdumduymazlık, öyle zannediyorum ki,
Türkiye’nin içerisinde bulunduğu ekonomik sorunların
anlaşılması, kavranılması konusundaki en büyük engeli
oluşturuyor.
Öyle bir rahat yıl içerisinde değiliz, olağan bir dönemin
içerisinden geçmiyoruz. Türkiye’nin her zaman görülmeyecek türde çok
ağır sorunları var; Türkiye, çok büyük bir krizin içerisine
sürüklenmiş halde. Öyle bir kriz, sürecinin içerisine Türk ekonomisi
sürüklenmekteyken, bir bütçe müzakeresinde, bizim hiçbir şey yokmuş
gibi, geçmiş yıllardan birisinin bir müzakeresini
yapıyormuşuz gibi, karşılıklı rakamlar, oranlar,
hedefler konuşarak bu tartışmayı kapatmamız,
Türkiye’nin içinde bulunduğu ciddî tabloyu, Türkiye Büyük Millet Meclisi
olarak bizim kavramadığımız anlamına gelir. (CHP
sıralarından alkışlar)
O bakımdan, bunun, önce gerçek çerçevesine oturtulmasının
mutlak bir zorunluluk olduğuna işaret etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, bu değerlendirmem, sakın
ha, bugün işbaşında bulunan Hükümet kadrosunun siyasî
sorumluluğunu ortaya çıkarmaya dönük bir gayretle
ilişkilendirilmesin; böyle bir çaba içerisinde değilim. Derdimiz, Türkiye’nin
bugün karşı karşıya bulunduğu krizin,
bunalımın, kimin hangi uygulamalarından
kaynaklandığına yönelik bir muhasebe çıkarma
kaygısı değildir; bununla meşgul değiliz; konumuz bu
değil. Elbette, siyasette onun da yeri vardır; ama, bugün içinde
bulunduğumuz durum, bizi, birbirimizi suçlamaya ya da kendimizi aklamaya
dönük bir kısır tartışmanın içine girmekten
alıkoymalıdır. Ciddî bir tabloyla karşı
karşıyayız; adını koymalıyız; bütün
ağırlığıyla durumu değerlendirmeliyiz; nereden
geldiğini, nereye doğru gitmekte olduğunu
saptamalıyız; çıkış yollarını
aramalıyız. Sen yaptın, o yaptı senin yüzünden oldu
tartışması kadar, içinde bulunduğumuz durumun ciddiyetine
yakışmayan bir yaklaşım düşünülemez. Çok ciddî bir
manzara karşısında, hepimizin, kişisel suçlama ve savunma
duygularından kendimizi soyutlayarak, durumu kavramak, anlamak ve bu
konunun ülkemizde doğru anlaşılmasına yardımcı
olmak gibi bir görevimiz vardır. Ben olaya böyle bakmak istiyorum.
O nedenle, yapacağım değerlendirmeleri, bir siyasal
suçlama gibi kimse almasın, bununla kesinlikle meşgul değilim;
kimse, böyle bir savunma duygusu içinde de olmasın. Durumu görelim ve
çıkış yolunu birlikte arayalım.
Değerli arkadaşlarım, nedir durum? Öncelikle, Türkiye,
yirmi yıla yakın bir süreden beri, kabul edilemez düzeyde bir
enflasyonun etkisi altındadır. Türkiye, bu süreç içinde, gerçekten
olağandışı, çok yüksek bir enflasyonun
kronikleştiği, zaman zaman hiperenflasyon haline dönüştüğü,
güçlükle eteğinden tutularak denetlendiği, ama,
kronikleşmiş tablonun değiştirilemediği bir ekonomik
görüntüyü yirmi yıla yakın bir süreden beri yaşıyor; bir
defa, bu, tabiî değildir. Efendim, gelişmekte olan ülkelerin böyle
sıkıntıları vardır yaklaşımı burada
geçerli değildir; bu, ciddî bir tablodur. Bunun ağır
tahribatı vardır; ekonomide ağır tahribatı
vardır, toplumsal yapıda ağır tahribatı vardır,
moral yapıda, ahlakî yapıda ağır tahribatı
vardır, Türkiye’nin içinde, dışında ağır
tahribatı vardır.
Bu durumu aşmak zorunluluğu vardır. Türkiye, artık,
yirmi yıl, bunca gelmiş geçmiş iktidarlara, hükümetlere,
bakanlara, başbakanlara rağmen, hâlâ, asgarî yüzde 60-70
bandında seyreden bir yoğun ve kronik enflasyonun etkisi altında
sürüklenmeye mahkûm olmamalıdır. Bu konuda bir irade bekliyorum, bu
konuda bir kararlılık bekliyorum. Yüzde 60-70 enflasyonu içine
sindiren, bunu varsayan, kabul eden bir yaklaşımla Türkiye’nin daha
devam edemeyeceğini, hepimizin içimize sindirmemiz gerektiğine
inanıyorum. Böyle bir anlayış yok; bunu doğal sayıyoruz;
bu, işin bir parçası... Böyle bir şey olamaz; bunu
taşıyamayız, götüremeyiz, ülke götüremez, ekonomi götüremez.
Rakamların şiştiğine bakmayınız; ortada
çok ciddî zafiyetler şekillenmeye başlıyor. Türk ekonomisi, çok
tehlikeli bir kırılganlığın içine, frajilitenin içine
hızla sürükleniyor.
Değerli arkadaşlarım, bakınız, bu enflasyon
tablosunun sonuçları somut bir biçimde kendisini göstermeye
başladı. Bugün, Türkiye’nin içborç stoku 1,4 katrilyon; 1,4
katrilyonluk bir içborç stokuyla karşı karşıyayız. Bu
rakam, tabiî çok etkileyici bir rakam; ama, daha etkileyici olanı, bu
rakamın hızla artma eğilimi içine girmiş
olmasıdır. Türkiye, geçen yıl, 1994 yılında, yani bir
yıl önce ortaya koyduğu dışborç stoku ile, 1995
yılının 1,4’lük dışborç stoku
karşılaştırıldığı zaman, yüzde 150’ye
yakın bir içborç stok artışının bulunduğunu
görür. Demek ki, bir yıl içinde içborçlarımız yüzde 150’ye
yakın katlanmıştır. Bu, çok tehlikeli bir büyümenin
işlediğini gösteriyor. 1994-1995 arasındaki büyüme yüzde 150’ye
yakındı; 1993-1994 arasında yüzde 110 civarındaydı;
1992-1993 arasında yüzde 80 civarındaydı; hızla katlanarak
büyüyor. 1996 yılı sonunda içborç stokumuz 3,5 katrilyondur.
Değerli arkadaşlarım, Türk ekonomisi bu borcun
altında ezilmeye başlamıştır. Borç, kartopu gibi
yuvarlanıyor; bir çığ gibi ekonominin üzerine geliyor.
Ekonominin bütün yaratıcılığını,
üreticiliğini tüketen bir anlayış içinde bu tablo hızla
şekilleniyor. Bu, doğru bir tablo değildir; kabul edilebilir bir
tablo değildir; geçiştirileverecek bir tablo değildir;
ağır bir manzaradır, vahim bir manzaradır; sürdürülebilir
bir tablo değildir. Bakınız, bu alanda en soğukkanlı,
en dikkatli değerlendirmeler yapmaya özen gösteren iş çevreleri bile,
daha bir süre önce yayımladıkları bir raporla, bu tablonun
artık sürdürülebilir olmaktan çıktığını ilan ediyorlar;
bu böyle gitmez diyorlar, araştırmışlar, bir uyarı
olarak bunu dile getiriyorlar.
Değerli arkadaşlarım, bu tablo nereden kaynaklandı;
bunun altında ne yatıyor; niçin böyle bir manzarayla karşı
karşıyayız; onun kusuru, bunun kusuru meselesine girmeden
anlayalım. Niçin, Türkiye, 1996 yılı başında böyle bir
içborç patlamasının tutsağı haline dönüştü; soru
budur. Bu sorudan nasıl çıkarız; ülkemizi bu içborç
tutsaklığından nasıl kurtarırız; görev de budur,
bunları arayacağız, bunları çözeceğiz.
Değerli arkadaşlarım, buna baktığımız
zaman gördüğümüz manzara şu: Türkiye, bir süre, ne yazık ki,
vergi almayı ayıp sayan bir anlayışın elinde oldu.
Kamu gelirlerini vergi toplayarak artırmaya yönelik
yaklaşımların, çağın ekonomi
anlayışının ölçülerine uymadığı, bir
insanın kendi kazandığı parayı devletten daha iyi
harcayacağı, devletin bunu israf edeceği düşünüldü ve
denildi ki, bırakın bu vergi meselelerini... Ona göre
şekillendirmeler yapıldı; ona göre vergi mevzuatı yeniden
düzenlendi; muafiyetler getirildi, bağışıklıklar
getirildi; birtakım kapılar açık tutuldu. Bilinçli bir biçimde,
Türkiye’nin kamu gelirlerinin vergiden kaynaklanan bölümünün
azaltılmasına dönük bir politika kararlılıkla
uygulandı. Bu dönemin anlayışı şudur: Vergi alma, borç
al. Türkiye, vergi alma anlayışını biraz hafifsedi ve borç
alma yöntemini uygulamaya başladı. Başlangıçta makul
faizlerle, belki uygun vadelerle bir süreç başladı; ama, o süreç
hızla gelişerek, klasik borçlanma dinamiğine uygun bir biçimde,
borç alanın yakasını kaptırması biçiminde ortaya
çıktı ve Türkiye, bu sürecin etkisi altına girerek bugünkü
noktaya kadar geldi.
Değerli arkadaşlarım, bu tablonun değişmesi
lazımdır. Türkiye, borç al, vergi alma; sıfır faizle vergi
alma; vergiyi devlet iyi kullanamaz; bırak müteşebbis kullansın
anlayışından yola çıktı; yüzde 130, yüzde 140 faizle
borç alma noktasına geldi. Sıfır faizle vergiyi almadık;
yüzde 130, yüzde 140 faizle borç aldık. Bu, bir dönemin
uygulamasıdır.
Bugün geldiğimiz noktada, artık, Türkiye, yatırım
yapma, borç öde noktasına gelmiştir. Bugün, Türkiye,
yatırım yapamaz haldedir. Hiç kendimizi aldatmayalım; işte,
248 trilyon liraya çıkardık, 50 trilyon lira artırdık, yeni
kaynaklar verdik, borç yatırım hamlesini
hızlandırıyoruz anlayışıyla kendimizi
avutmayalım; Türkiye’nin şartları buna müsait değildir, yapılabilir
de değildir.
Bakınız şu bütçeye; bütçe tahminlerinde, Gelir Vergisi
567 trilyon olarak öngörülmüş; daha sonra bağlanan bütçeye
bakıyorsunuz, 610 trilyona çıkmış. Nasıl
çıktı, ne çıktı; yani, Gelir Vergisi tahsilatıyla
ilgili yeni bir karar mı aldık, yeni uygulama içine mi giriyoruz; iki
ay önce o tahmini yapanların, Maliye Bakanlığının bu
işin uzmanı bürokratlarının, iki ay sonra, 1996 yılı
sonunda gerçekleşecek olan Gelir Vergisiyle ilgili tahminini 567 trilyondan
610 trilyona çıkaran ne oldu ki?..
Aynı şey, Kurumlar Vergisiyle ilgili; 100 trilyondan 120
trilyona birden çıktı; niye; çünkü, oraya biz yatırım
koyacağız, o yatırımı dengeleme ihtiyacı var; 861
trilyonda bütçe açığını tutmamız gerekir, daha da yukarı
çıkarılamaz; onun için, gelirlere gerekli hamleler...
120 trilyon, telekomünikasyon özelleştirmesine koymuşuz; yani,
bu kadar garanti mi bu iş, telekomünikasyonun satışını
gerçekleştirdiniz mi, burada, bütçede 120 trilyon diye koyuyorsunuz? Kimin desteğiyle
çıkaracaksınız? Anayasa Mahkemesi iptal etmiş, kanun
çıkması gerekiyor. Bu kanunun çıkarılacağına dair
bir siyasî mutabakat var mı ki, böyle bir teknik belgeye, 120 trilyonluk
bir gelir kalemi diye, onu bir hamlede koyuyorsunuz ve sonra da
“yatırımları artırdık, dengeyi sağladık”
diyorsunuz?!
Değerli arkadaşlarım, tablo iç açıcı
değildir; tablo, tam tersine, umut kırıcıdır. Çok
ciddî yaklaşımlara ihtiyaç vardır. Türkiye, sadece
yatırımlardan vazgeçerek de kamu açıklarını azaltma
şansına sahip olma noktasını artık geçmiştir.
Yatırımlardan vazgeçerek bir dengenin sağlanması da,
artık mümkün değildir; çünkü, bıçak kemiğe
dayanmıştır. Devletin
cari harcamalarını daha da aşağıya indirme
şansı yoktur. Yatırımların bir kenara itilmesi,
Türkiye’yi çok daha ağır sıkıntılarla karşı
karşıya bırakır haldedir.
Yatırımların tamamlanma süreci olağanüstü
artmıştır.Türkiye’nin yatırım pipe-line’ında çok
büyük bir yatırım proje demeti beklemekte, yüzde 75’i, 80’i, 85’i
tamamlanmış olan yatırımlar küçük bazı eklemeler
sağlanamadığı için sonuçlandırılamamakta, bu
tablo, bu şekilde artık sürdürülemez hale gelmiş
bulunmaktadır.
Yapılması gereken şey, artık, sadece, harcama
kalemlerinde indirim arayışı değildir. Yapılması
gereken şey, devletin gelir kalemlerine de ciddî bir yeni
anlayışla eğilmektir; yani, her bütçe konuşmasında yer
alan “vergi idaremizi etkinleştirerek vergi hâsılasını
artırmaya yönelik girişimleri sürdüreceğiz”
yaklaşımını söylemiyorum; ciddî bir siyasî iradeyi, bir
kararlılığı, Türkiye’nin, vergi gelirlerinde bir
atılımı, bir sıçramayı gerçekleştirmesini
sağlayacak bir anlayışın ortaya konulmasını
bekliyorum ve ne yazık ki, bunu görmüyorum. Hâlâ, devletin vergi
toplamasının ayıp olduğu, yanlış olduğu
anlayışının etkileri, ne yazık ki, her düzeyde
kendisini sürdürüyor. (CHP sıralarından alkışlar) Bu
anlayıştan çıkmak lazımdır. Bu anlayıştan
çıkmadan bu sorunun çözülmesi de, kesinlikle, artık mümkün
değildir. Önümüzdeki dönemde, Türkiye, bütçesini ve
yatırımlarını gerçekleştirmek için, daha etkin, daha
sağlıklı kamu gelirleri temin edecek yaklaşımların
içerisine girmelidir.
Bakınız, yıllardır konuşula konuşula
artık anlamını kaybetti; bir kayıt dışı
ekonomi var. Herkes söylüyor; ama, bu konuda hiçbir ciddî atılım
gerçekleştirilemiyor. Kayıt dışı ekonominin,
Türkiye’nin resmî ekonomisinin yüzde 30’unun üzerinde olduğu açıkça
ifade ediliyor. Bu demektir ki, o yüzde 30’daki gelir kaybı, vergi
kaybı, toplanan vergilerin üçte biri düzeyindedir; yani, Türkiye’de
700-800 trilyonluk bir vergi kaybının kayıt dışı
ekonomiden kaynaklandığı anlaşılıyor. “Efendim,
kayıt dışı ekonomiyi birdenbire kayıt içine almak
kolay mı?..” Elbette değil; ama, yapılması gereken
şeyleri yapmaya bir an önce başlamak lazım. Bu konudaki ihmalin
faturası çok ağırdır. Bir yeni anlayışa girme
ihtiyacı var. Bu rahatlık, bu ferahlık, kabul edilebilir bir
tablo oluşturmuyor.
Bakınız, Hükümetin aldığı temel bir ekonomik
karar olarak bir süre önce yapılan toplantıdan sonra şunu
öğrendik: “1993 yılında çıkarılmış olan,
1.1.1997’den itibaren menkul değerlerden alınması öngörülen
verginin uygulanması 2000 yılına ertelendi” kararı,
Bakanlar Kurulu adına ifade edildi. Tabiî, bu kararın ne ifade
ettiği, uygulanıp uygulanamayacağı ayrı bir şey;
ama, bu anlayışa dikkat çekmek istiyorum; yani, Türkiye, menkul
kıymetlerden, bu 1,4 katrilyonluk borç stokunun faizinden vergi alma
anlayışı içine bile henüz girememiştir.
Bu konudaki mazeret de, fevkalade ibret vericidir. Yapılan
açıklamadan anlıyoruz ki, hazine bonolarından, devlet
tahvillerinden vergi almak uygun değildir; çünkü, devletin yoğun bir
borçlanma yapması söz konusudur; eğer vergi
alacağımızı şimdiden ilan edersek, bu borçlanmayı
gerçekleştiremeyiz; o nedenle, aman bu konuya dokunmayalım;
bırakınız, ortalığı
karıştırmayalım; biz, artık, bize borç vermek
durumunda olan çevrelere mahkûm bir noktadayız, onlardan vergi alma gibi
bir iddianın içine girmiş görüntüsü vermeyelim; bu, borçlanma
politikamızı zarara sokar, denilmektedir. Yani, öyle
anlaşılıyor ki, yaka, bu borç verenlere tümüyle
kaptırılmıştır; onlardan vergi alma düşüncesinin
telaffuz edilmesinden dahi, korkulur bir noktaya gelinmiştir.
Değerli arkadaşlarım, bakın, 24 Aralıkta bir
seçim yaptık, bizden bir hafta önce, 17 Aralıkta Avusturya’da seçim
yapıldı. Avusturya’da yine bir koalisyon hükümeti kuruldu,
işbaşına geldi. Onların da bir miktar bütçe açıkları
var -bizimki gibi değil, hiç mukayese edilir gibi değil; enflasyon
yıllık yüzde 2 Avusturya’da- bütçe açığını
kapatma ihtiyacı için de, koalisyon hükümeti bir program
hazırladı. Hazırlanan programın en temel maddelerinden
birisi, bu hisse senetlerinden, devlet tahvillerinden, bonolardan sağlanan
verginin oranını, yüzde 22’den yüzde 25’e çıkarmaya dönük oldu;
yani, yüzde 22 vergiyi zaten alıyormuş Avusturya, şimdi, yüzde
25’e çıkarıyor. Biz, borç batağı içerisinde tutsak haline
gelmişiz, daha, yüzde 5 dahi alamıyoruz ve sonra da, denge tutmuyor,
ne yapacağız, yatırım yapamayacağız, ücret
artışları gerçekleştiremeyeceğiz diyoruz ve huzur
içerisinde, bu spiralin içerisinde yuvarlanmaya devam ediyoruz!.. Bunu
kırmak lazımdır, bu kısır döngüyü kırmak
lazımdır. Türkiye, alması gerekenden almasını
bilmelidir; alması gerekenden almayınca, vermesi gerekene Türkiye
vermiyor. (CHP sıralarından alkışlar) Alması
gerekenden, mutlaka, Türkiye almalıdır. Alınması gerekenden
almayacaksın, verilmesi gerekene vermeyeceksin; Türkiye’de, 3,5
katrilyonluk bir içborçlanmanın yüzde 25-30 reel faizini onlara ödemeye
devam edeceksin ve sonra, bunu, Türkiye’nin maliye politikası diye,
herkesin kabul etmesini isteyeceksin; olur mu böyle bir şey!..
Değerli arkadaşlarım, Türkiye, artık, kamu
gelirlerini artırmaya dönük yöntemlerin üzerinde ciddiyetle düşünmeye
başlamalıdır. Bugün, vergi gelirleri, kaynakta kesilen vergi
haline gelmiştir; ne adaleti vardır ne verimliliği vardır.
Vergiyi veren, bordro mahkûmlarıdır, işçilerdir, memurlardır.
(CHP sıralarından alkışlar) Kaynakta kesilen verginin
dışında, Türkiye’de, artık, beyan usulüyle vergi vermenin
bir anlamı, bir önemi kalmamıştır. Türkiye’de, Kurumlar
Vergisi, toplam vergi gelirlerinin yüzde 7’sine düşmüştür. Türkiye,
sanayileşiyor, büyüyor, özel sektör gelişiyor; Türkiye’de, kurumlar
vergisinin miktarı yüzde 7 olmuştur; 1995 yılında, yüzde
12’den yüzde 7’ye inmiştir.
Değerli arkadaşlarım, bu, kabul edilebilir bir tablo
değildir; hızla erozyona uğruyor. İçerisinde, KİT’in
vergisi var; KİT’in vergisini çıkarınız, tablo, çok daha
acı bir biçimde ortaya çıkar. Kim veriyor vergiyi Türkiye’de?
Türkiye’de, Gelir Vergisi, müterakki anlayışa tamamen ters bir
tablonun içerisine girdi. Vergi çıktığı zaman, ilk kademe
vergi ile son kademe vergi arasında onbeş kademe vardı;
şimdi, iki kademe olmuştur; yüzde 25, yüzde 50. En az vergi veren, en
çok vergi verenin yarısı kadar vergi vermek zorunda. Kim en az vergi
veren; asgarî ücretli. Asgarî ücretli, yüzde 25 vergi verecek, yüzde 50, en
yüksek vergi kademesi olacak; Türkiye, sosyal bir hukuk devleti olacak; Gelir
Vergisi, müterakki bir vergi sayılacak!..
Değerli arkadaşlarım, bunlara yeniden bakmak
lazımdır. Vergiyi konuşmak güçtür; muhalefette konuşmak da
güçtür, iktidarda uygulamak da güçtür; ama, Türkiye’de, artık, bıçak
kemiğe dayandı; başka çaresi yok... Yüzde 140’la faiz
alırken, onu, kimin sırtından ödediğinizi zannediyorsunuz.
Almadığınız o vergileri almamaya devam ettikçe, alma
hakkına sahip olmadığımız insanların cebinden yüzde
140 faiz ödediğinizi unutamazsınız. (CHP sıralarından
alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, bu dengesizlik, bu
çarpıklık artık kabul edilebilir olmaktan
çıkmıştır. Türkiye’nin yeni bir anlayışa, yeni
bir vergi politikasına, kamu gelirleri politikasına şiddetle
ihtiyacı vardır. Gelecek yıl, durum daha da ağır
olacaktır, daha da vahim olacaktır. Artık, enflasyonu, yüzde
60-70’lik kronik seviyesinde tutmayı başarı sayar bir
anlayışın içerisine girmişiz ve yavaş yavaş, pek
çok alanda da durum ağır bir biçimde kendisini gösteriyor.
Dış ödemeler dengesi bir taraftan kaygı verici bir açık
sergiliyor; dışticaret 15 milyar dolarlık bir
açığı ifade ediyor; cari açık, 2,5 milyar doların
üzerinde seyrediyor. Türkiye, bir Bermuda Üçgeninin, kamu
açıklarında, dışticarette ve cari açıkta kendisini
gösteren bir Bermuda Üçgeninin tutsağı haline geliyor.
Değerli arkadaşlarım, bu, ağır bir
manzaradır, ciddî bir durumdur; yeni yaklaşımlara ihtiyaç
vardır. Buradaki olay şu:
Türkiye, erken seçimleri, taze bir başlangıç yapmak umuduyla
gerçekleştirdi. Umut ettik ki; erken seçim yapacağız, yeni bir
parlamento -20 nci Parlamento- gelecek, yeni bir hükümet kurulacak; mümkünse,
bu hükümet, merkez sağın iki
partisinin bir araya gelmesiyle ortaya çıkacak ve bu Hükümet, Türkiye’de
köklü dönüşümleri, yapısal değişimleri, reformları
gerçekleştirecek, Türkiye’yi içine sürüklendiği bu umutsuz tablodan
çıkaracak... Ne yazık ki, geride
bıraktığımız birbuçuk aylık süre içerisinde bunun
hiçbir işaretini göremedik.
Zaman hızla geçiyor...
Şunu bilmenizi isterim: O geçen birbuçuk ay, Sayın Mesut
Yılmaz’ın Başbakanlığının 10 ayından,
12 ayından geçen birbuçuk ay değildir; o, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin dört yıllık, beş yıllık süresinden geçen
bir dönemdir; Türkiye’nin, yeni bir başlangıcı
değerlendirme konusundaki şansı kullanamayarak, ortaya
koyduğu çok ağır bir tahribattır. Bu tahribatın çok
ağır bir faturası vardır. Türkiye’nin bu taze
başlangıç şansını, günübirlik uygulamalarla israf
etmeye kimsenin hakkı yoktur, hakkı olmamalıdır.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye’de sıcak para çarkı, çok
ağır bir biçimde hızlanarak sürüyor. İlân edilen resmî
politika, gerçekçi kur yok politikasıdır. Baskı altına
alınmış bir kur politikası resmen ifade ediliyor; borçlanma
devam edecek, kur baskı altında olacak... Bu, Türkiye’nin, o
sıcak para çarkının etkisi altına girmesi demektir.
Türkiye’de reel faizlerin yüzde 20’nin üzerinde olduğu açık;
yüzde 20, yüzde 30, bazen onun üzerinde reel faizlerin
yaşandığı görülüyor. Türkiye, dünyanın hiçbir
ülkesinde görülmeyecek düzeyde, dolara faiz ödeyen bir ülke haline
gelmiştir. Bir ülkenin, dolara yüzde 20’nin üzerinde faiz verebilmesi söz
konusu olur mu; dünyada bunu gerçekleştiren bir başka ülke var
mıdır acaba?! Türkiye, yıllardan beri dolara yüzde 20’nin
üzerinde faiz ödüyor; bu faiz, Türkiye’nin kanını kurutuyor;
Türkiye’nin yatırıma gidecek, büyümeye gidecek kaynaklarını
tüketen, kurutan bir kaynak haline dönüşüyor. Bu, çok ağır bir
manzaradır, bunun hızla ortadan kaldırılması
zorunluluğu vardır.
Kurları bastırarak, faizi yüksek tutarak Türkiye’de sadece gün
kurtarılabilir; ama, biliniz ki, kurtardığınız günü,
yarını yiyerek kurtarıyorsunuz ve giderek yarınlar
artık kurtarılamaz hale dönüşüyor.
Değerli arkadaşlarım, kamu gelirlerini artırma
konusunda, Hükümetin, bir ihtiyacın içine girdiği
anlaşılıyor. Bu geliri artırma arayışı
içinde, çeşitli denemeler yapıyorlar; zam, bu doğrultuda
başvurulan bir yöntem, ama en adaletsiz yöntem. Türkiye’de zaten vergiler
dolaysız vergi olmaktan çıkmış, dolaylı vergi haline
gelmeye başlamış, adaletsizlik vergi sistemini etkisi
altına almaya başlamış; böyle bir tablonun içinde, bir de
zam uygulaması, Türkiye’yi, çok haksız bir tablonun içine çekiyor.
Bütün bunlara ek olarak, şimdi, bu bütçede, üzerinde durulması
gereken ilgi çekici bir tablo daha görüyorum: 5 KİT’e salma
çıkarılmış. Vergiyi faizden alamıyoruz, ranttan
alamıyoruz, havadan para kazananlardan tek kuruş vergi
alamıyoruz; ama, KİT kazançlarına gözümüzü dikiyoruz,
KİT’lerden 48.7 trilyonluk bir salmayı, bu bütçe uygulamasıyla
gerçekleştiriyoruz... 5 tane KİT seçilmiş -içinde, son günlerin
meşhur TEDAŞ’ı da var, Devlet Hava Limanları da var,
Tekel’i de var- onlardan 48.7 trilyon salma alınıyor. Ne demektir,
niçin bu 5 KİT’ten alınıyor; böyle bir vergi hukuku olabilir mi,
böyle bir vergi düzeni olabilir mi...
Varlık Vergisi tartışması, bunun yanında, vergi
hukukunun örnek göstereceği bir anlayışa sahiptir. Sadece
KİT’leri seçiyorsunuz, 5 tanesini seçiyorsunuz ve onlara “cironun, iş
hacminin yüzde 8, yüzde 10’unu vergi
olarak vereceksin” diyorsunuz ve parasını alıyorsunuz;
böyle bir şey olmaz; ne vergiciliğe sığar, ne
gerçekleştirmeye çalıştığımız pazar
ekonomisinin mantığına uyar, ne bütünleşmeye
çalıştığımız dünyanın, Avrupa Toplumunun
uygulamalarına ayak uydurur; bütün bunlar mümkün değil. Gözümüze
kestirmişiz, Deli Dumrul’un vergi alması gibi, onlardan 50 trilyona
yakın vergi alıyoruz. Ne oluyor bu vergi; bu, tabiî, aynen halka
yansıyor. Rekabet nasıl olacak, bunlar malî yapılarını
nasıl düzenleyecekler,
otofinansmanlarını nasıl gerçekleştirecekler,
modernleşme yatırımlarını neyle sağlayacaklar; bu
konuyla kimse meşgul değil. Bu, artık, bizdeki vergi
anlayışının, çok ilkel bir yaklaşıma,
“tuttuğundan koparabildiğini al” yaklaşımına
yöneldiğini gösteriyor.
Değerli arkadaşlarım, Sayın Bakan da sunuş
konuşmasında ifade etti, “bu bütçe yasasının Anayasaya
açıktan aykırı pek çok maddesi var; bunları
düzelteceğiz; teknik zorunluluklardan ortaya çıkıyor” dedi. Bir
an önce bunun düzeltilmesini, Anayasaya aykırılığın
bir defalık ya da beş aylık, üç aylık kabul edilebilir
olduğu gibi bir anlayışın resmen ifade edilemeyeceğini
belirtmek istiyorum.
Bu çerçevede, dikkati çekmek istediğim bir nokta, Sosyal Sigortalar
Kurumuyla ilgilidir. Getirilen düzenlemelerden bir tanesi olan 6 ncı
madde, Sosyal Sigortalar Kurumunu devletleştirmeyi öngörüyor. Hükümet
Programında, teşebbüs düzeyinde kalmış bir SSK
özelleştirme projesini görmüştük, telaffuz edilmişti, sonra geri
alınmıştı “özelleştireceğiz” denilmişti.
Şimdi, bu bütçenin 6 ncı maddesinde gördüğümüz odur ki,
artık, SSK özelleştirilmemiş, devletleştirilmiştir.
Maliye Bakanı ve Hazineden sorumlu bakan bir araya gelerek, SSK’nın
bütçesini, çeşitli fonlarının birbirlerine aktarılması
konusunu, tümüyle uygun gördükleri gibi kararlaştırır haldedir.
SSK, sıradan bir devlet dairesi değildir; onun içerisinde
işçilerin ve işverenlerin primi var; kendisine özgü bir
yapısı var. SSK’ya, şimdi, dışarıdan bir bütçe
kanunuyla böylesine bir müdahale, sadece bir biçimsel Anayasa ihlali
olmanın ötesinde, Anayasanın özüne de, SSK’nın
doğasına da ters düşen, kabul edilemez bir uygulama sergiliyor.
Bu uygulamanın derhal ortadan kaldırılması lazım. (CHP
sıralarından alkışlar)
Genel Kuruldaki bu görüşmelerde, biz, bu konuları
yakından takip edeceğiz; yani, Hükümete bir izin verelim, beş
altı ay içerisinde bir çerçeve kanun çıkarıp bu konuyu
düzenlesinler anlayışı içerisinde olmayacağız.
SSK’yı, bu Hükümetin, bu biçimde -çok kabaca- onun kendi özgün
yapısını bir kenara iterek, malî koşullarını yok
sayarak, sıradan bir devlet dairesi haline getirme girişimine
karşı çıkacağız. Hükümetin, bu noktada gerekli önlemi
şimdiden almasının zorunlu olduğuna işaret etmek
istiyoruz.
Değerli arkadaşlarım, bu bütçe, Türkiye’ye yeni bir
başlangıç yapma bütçesi olarak gözükmüyor. Bu bütçe, bugüne kadar
süregelen, ciddî bir irade sergilemekten uzak, duruma teslim olmuş,
rıza göstermiş anlayışın bu yeni Hükümette de aynen
sürmekte olduğunu ortaya koyuyor. O anlayışın, bugüne kadar
sürmesini mazur görmek, belki, mümkün olabilirdi; çünkü, seçime doğru
gelmiş, artık, geleceğini tam tasavvur edemeyen bir hükümet tablosu
içerisinde, iddialı projelerin, yeni atılımların
uygulanmasını beklemek gerçekçi olmayabilirdi; ama, şimdi, yeni
bir başlangıç var, önünüzde beş yıllık bir süre var,
iddialı bir program koymuşsunuz, “Türkiye’nin temel sorunlarına
el atacağız” demişsiniz; “çarkı çevirmek için değil,
yapısal bozuklukları değiştirmek için iktidara geldik”
demişsiniz; ne yapıyorsunuz, bu konuda hangi yeni anlayış
var?.. Hiçbir yeni iddianın, yeni bir yaklaşımın en küçük
belirtisini dahi göremedik. Türkiye, bugüne kadar süren ekonomi
politikasına tamamen teslim olmuş bir anlayışla yol almaya
devam ediyor. Bu anlayışla bir yere varamayız;
yazıktır, günahtır, bir umudu israf ediyorsunuz, bir umudu
harcıyorsunuz... Bu umudun niçin harcandığını anlamak
da mümkün değildir; bunda, kimsenin şahsî yararı yoktur,
partisel yararı da yoktur, Türkiye’nin de hiçbir yararı yoktur.
Türkiye, her zamankinden çok daha taze bir başlangıç ihtiyacı
içerisindeyken, ne yazık ki, bunu gerçekleştiremez bir duruma
sürüklenmiştir.
Türkiye’nin temel sorunları var; bu sorunlara yönelik bir ciddî arayış kendisini
göstermiyor. Pek çok sorunumuz var, ben, bir tanesinin altını
özellikle çizmek ve kamuoyumuzun, Türkiye Büyük Millet Meclisimizin ve
Hükümetimizin dikkatine sunmak istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, tarım ve
hayvancılık, Türkiye’de, bir büyük potansiyel olarak
değerlendirilebilecek bir şans olarak ortada dururken, ne yazık
ki, bu konuda, tam tersi bir anlayışın içerisine
girilmiştir; tarım ve hayvancılık, bir anlamda gözden
çıkarılmıştır; tarımın ve
hayvancılığın, artık, Türkiye geleceği için bir
umut besler halde olması, ne yazık ki, imkânsız hale
gelmiştir... Türkiye, artık, net bir tarım ürünleri
ithalatçısı haline dönüşmek üzeredir. Bunun, ne kadar
ağır bir tablo olduğunu tasavvur edebiliyor musunuz. (CHP
sıralarından alkışlar) Türkiye, net bir tarım ürünleri
ithalatçısı ülke haline geliyor; gelecek yıl çok daha fazla
olacak, bu netlik büyüyecek... Türkiye, 3 milyar dolara yakın tarım
ürünü ithal ediyor. Türkiye, 200 milyon dolar civarında, sadece, yem
malzemesi ithal ediyor, mısır ithal ediyor, soya ithal ediyor...
Değerli arkadaşlarım, bu ithalat politikası, Türk
ekonomisini, tarım kesiminde çok ağır bir tahribatın
içerisine almıştır. Bunun, hiçbir zorunluluğu yoktur; yasal zorunluluğu da yoktur,
ekonomik zorunluluğu da yoktur. Bunu, marifet
saymışızdır; düşünmüşüzdür ki, gelişme,
ilerleme böyle olur, iyisini, güzelini getirelim. Duvarlar
açılmıştır, her şey gelmiştir; onun terbiyevi
etkileriyle enflasyonu indiririz kabul edilmiştir; ama, işin özü,
üretimi, tahrip olmaya başlamıştır.
Bugün, hayvancılık, Türkiye’de perişandır.
Değerli arkadaşlarım, tarımın ve
hayvancılığın perişan olması, sadece, ekonomimiz
içerisinde büyük potansiyel taşıyan belli sektörlerin güç duruma
düşmesi anlamına gelmiyor. Bugün, tarım, nüfusumuzun yüzde 42’si
demektir, coğrafyamızın çok büyük bir kesimi demektir... Türkiye’nin, toplumsal dengesi, iç
barışı demektir... Türkiye, tarımı ihmal ederek,
hayvancılığı ihmal ederek, kendi kendisine en büyük zararı
vermektedir. O zararın tahribatından kurtarmak için, gelecekte
trilyonları harcasak onun altından kalkamaz haldeyiz. Bir yandan
tarımı tahrip ediyoruz, öte yandan da, büyük kentlerimizin belediye
başkanları “vize koyalım İstanbul’a, vize koyalım
İzmir’e” diye, maruz kaldıkları toplumsal baskıdan
kendilerini kurtarmaya çalışıyorlar... (RP
sıralarından “Siz mi kurtaracaksınız” sesleri) Kime vize
koyuyorsunuz; İzmir’i, İstanbul’u sen mi kurtardın ki, onu
kurtaran insanların çocuklarının, İzmir’e, İstanbul’a
girme hakkını ellerinden almaya kalkıyorsun?! (CHP
sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, Türkiye’nin sorunlarını,
birisi Refah Partisinde birisi Doğru Yolda, ama ikisi, aynı
zihniyette çözümlerle çözmeye çalışan insanların
beraberliğine tanık oluyoruz bu noktada. Türkiye’nin sorunları,
ciddî önlemlerle, yapısal önlemlerle çözülür. Türkiye’de tarımı
bitireceksiniz, Güneydoğuyu, Doğuyu, hayvancılığı
bitirerek perişan edeceksiniz, sonra onbinlerce insan köy boşaltma
uygulaması içerisinde, arazisinden, toprağından,
mezrasından, köyünden kopunca, onlara sahip
çıkmayacaksınız, İstanbul’un, İzmir’in
varoşlarına gelince “vize koyalım bunları önleyelim”
diyeceksiniz; olur mu böyle politika!.. (CHP sıralarından
alkışlar)
NURETTİN AKTAŞ (Gaziantep) – Dört yıl hükümette
kaldınız, niye bunları çözümlemediniz?
BAŞKAN – Müdahale etmeyelim arkadaşlar.
MEMDUH BÜYÜKKILIÇ (Kayseri) -Çözüm önerirsiniz; politik gösteriye gerek
yok ki.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Değerli arkadaşlarım,
Türkiye’nin yeni bir yaklaşıma ihtiyacı var;
sorunlarının yapısal olduğunu kavramaya, onu çözecek ciddî
politikaları ortaya koymaya ihtiyacı var. Faizi
kaldıracağız, vergiyi kaldıracağız
yaklaşımlarıyla bu konuları çözemezsiniz. Türkiye’de
herkesin ülkenin geleceğine katkı yapma sorumluluğunu, hepimizin
kabul etmesine ihtiyaç var. Bu ülke hepimizin; biz, bir anonim şirketin,
sınırlı sorumlu bir şirketin hissedarları
değiliz; bu ülkenin vatandaşlarıyız, hepimiz Türkiye
Cumhuriyetinin eşit yurttaşlarıyız... (CHP
sıralarından alkışlar) İyi gününde, kötü gününde,
vergi verirken, bayramında seyranında beraber olacak; Türkiye’ye
birlikte sahip çıkacağız. Kimse kimseye “vergi
almayacağım, senden bir şey talep etmeyeceğim” diyerek,
umut vermeye kalkmasın; o umudun altında kendisi ezilmekle kalmaz,
Türkiye de ezilir. Onun için, ciddî olmak, gerçekçi olmak gerektiğini
ifade etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye’nin büyük sorunları
var, bu sorunlarına, ciddî çözümler getirme ihtiyacı var; bu
çözümleri elbirliğiyle arıyoruz. Bakınız, pek çok konuda,
pek çok noktada, bir yeni yaklaşım ihtiyacı var. Bugün,
hızla, bir an önce, bir vergi reformunun, bir finansman reformunun mutlaka
yürürlüğe konulması lazımdır. Türkiye, artık,
vergisini bile alamadığı fazin altında ezilmeye mahkûm bir
ülke görüntüsünden bir an önce çıkabilmelidir. Hâlâ, bu konudaki ciddî
bilgiler dahi, kamuoyuna tam sunulabilmiş halde değildir. Türkiye,
1995 yılında, 1994 yılında, 1993 yılında, özel
kesimden yaptığı borçlanmanın yıllık ortalama
faizi olarak ne ödüyor; bunun, kamuoyuna resmen sunulması
lazımdır. Bir yılda, ne kadar faiz ödeyerek borçlanabiliyoruz;
önümüzdeki 3,5 katrilyona ne kadar faiz ödeyeceğiz, yüzde kaç faiz
ödeyeceğiz; bu faiz, enflasyonla, döviz değerindeki
değişmeyle ne ortaya koyuyor?.. Yüzde 20’nin üzerindeki reel faizler
konuşuluyor. Türkiye’nin borçlanmasında 10 puanlık bir inme
sağlanmış olsa, bu 3,5 katrilyonluk bir borçlanma içinde, 350
trilyonluk bir gelir artışı demektir. 350 trilyonluk bir gelir
artışını, Türkiye, faizlerinde 10 puanlık indirimi
sağladığı zaman başaracak noktadadır. Ee,
kamuoyunun bilgisi dışında; nasıl gelişiyor, bunun
farkında değiliz.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye’nin bu konulara, finansman
sorununa, vergi sorununa yönelik, şeffaflığa ve ciddî
yaklaşımlara bir an önce kavuşturulması gerekiyor.
Türkiye’nin yönetim sistemini derhal değiştirmemiz gerekiyor.
Türkiye’de, demokrasiyi, artık tabandan şekillendirmeye
başlayacağız. Meclis demokrasisinin dönemi bitmiştir.
Şimdi, artık, demokrasiyi, muhtarlıklardan başlayarak,
yeniden inşa etme zorunluluğu var. Türkiye, bir an önce, yerel
yönetim anlayışını yeniden ele almalıdır; her
muhtarlık, bir belediye başkanlığı haline
dönüştürülmelidir; büyük kentlerdeki muhtarlar, semt belediye
başkanı haline gelmelidir; köylerdeki muhtarlar, en yakın belediyeyle
irtibatlı, belediyenin bir temsilcisi haline dönüştürülebilmelidir...
Değerli arkadaşlarım, bugün, 20 bin, 30 bin oyla bir
milletvekili seçiliyor. 60 bin oyla seçilen muhtarlar var Türkiye’de; bunlar da
millî iradeyle seçiliyorlar; onlara bir etkinlik, bir işlev, bir yetki
sağlamadan, Türkiye’nin sorunlarının çözülmesi mümkün
değildir.
İl genel meclisleri, yeni
bir anlayışla ele alınmalıdır. İl genel
meclisleri, yöresel sorunları çözmenin malî, hukukî olanaklarına bir
an önce kavuşturulmalıdır.
Türkiye, bir an önce, bir adalet reformuna götürülebilmelidir, bir
eğitim reformuna götürülebilmelidir.
Bakınız, bir süredir yolsuzlukları konuşuyoruz;
Türkiye çalkalanıyor. Bakınız, bütçeyi görüşüyoruz; en
önemli işlerinden birisi Türkiye Büyük Millet Meclisinin. Nasıl
görüşüyoruz şu bütçeyi; yani, Hükümete ortak olan siyasî partilerin
genel başkanları Mecliste yok, bütçeye sahip çıkan yok, Hükümete
sahip çıkan yok; Hükümet, bir azınlık hükümeti; Parlamentoda istikrarlı
bir çoğunluğu yok; ona, hükümet olma şansını verenler,
pişmanlık içerisine girmeye başlamışlar; nasıl
kendilerini bu sorumluluktan sıyırabilirler, onun
arayışına yönelmişler... (RP sıralarından
alkışlar) Ortada soruşturma önergeleri dolaşıyor.
Soruşturma önergelerinin her birisi saatli bomba; ne gün, nerede
patlayacak, belli değil. Altmış milyon, bu Hükümete
bakıyor; beş yıllık bir döneme yönelik reformlar
yapacaklar, programlar uygulayacaklar, Türkiye’yi yönetecekler; Başbakan
inecek, Başbakan gelecek; bir daha inecek, bir daha gelecek; sonra birisi
Cumhurbaşkanı olacak, birisi Başbakan olacak... Nerede bunlar,
nerede bu iddiaların sahipleri... (CHP ve RP sıralarından
alkışlar)
Herkes kopmuş, çekilmiş; herkes, söylediğine,
yaptığına pişman, içine girdiği yolun
yanlışlığını görmüş halde... Türkiye ne
olacak; niye buraya girdik; Türkiye’yi buraya kim soktu; ne için girdiniz, ne
yapacaksınız, nerede bu irade, bu coşku, bu şevk, bu iddia;
bunu görmek istiyoruz. Nerede Türkiye’nin sahibi, Hükümetin sahibi,
sorumlusu... Görevli Bakan orada bir iyi niyet içinde, sorumluluk duygusu
içinde görevini yerine getirmeye çalışıyor, Türkiye de, bütçe
görüşmesi yapıyor. (CHP sıralarından alkışlar,
“Başbakan geldi” sesleri)
Evet, intakı hak...
Değerli arkadaşlarım, Türkiye’nin bir an önce önündeki
konulara yönelik yeni anlayışlarını ortaya koyması
lazım. Hükümetin ekonomi politikasıyla ilgili temel
değerlendirmesini, açıkça, bütün ayrıntılarıyla
kamuoyuna ilan etmesi lazım; önce bunu dinlemek istiyoruz.
Bazı konularda verilmiş olan sözlerin kararlılıkla
takip edilmesi ve hızla sonuçlandırılması lazım.
Mesela, bu boşaltılan köylerle ilgili çok açık taahhütler ortaya
atılmıştır. Boşaltılan köylerle ilgili
yapılan taahhütlerin derhal gerçekleştirilmesi lazım. (CHP
sıralarından alkışlar) Bu bütçede, ne yazık ki, bu
konuda hiçbir işaret göremiyoruz. Toplu Konut İdaresinin sıradan
olanakları içinde halledilecek diye, konu, uyutulmaktadır; bunu
görüyoruz, bunu Hükümete yakıştırmıyoruz... Konu ciddîdir;
bakın, söylediniz; sizi bunu söylemeye zorlayan bir gerçek var; gerçeği hepimizin görmesi ve
gereğini yerine getirmesi lazım. Bugün, Türkiye’nin, bir başka
coğrafyasında, bin tane köyün boşaltılması ve köyünü
boşaltan o insanlara, hiçbir tazminat ödenmemesi mümkün müdür; bunun Anayasada
yeri var mı; hukuk devletinde yeri var mı; gerçekleştirmeye
çalıştığımız barış
anlayışı içerisinde bunun yeri var mı... Bir an önce
yapılması lazım; hiç gecikmeden bu konunun öncelikle ele
alınması ve sonuçlandırılması lazım.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye’de, Hükümetin bu ilk
döneminde, kuruluş günlerinin heyecanı içerisinde, maruz
kaldığımız bazı yanlış uygulamalara da
dikkati çekmek istiyorum: Yeni bir koalisyon kurulmuş; devleti yeniden
şekillendirme arayışı içerisinde, uzun bir zaman, bir kadro
çekişmesine, bir kadro paylaşmasına ayrıldı. Uzun bir
süre, bir ayı aşkın bir süre -hâlâ da sonuçlanmış
değildir- valiler, genel müdürler, nasıl atanacak; Türkiye, bunun
telaşı içerisinden geçti. Merkez Bankası, hangi valinin tayinine
endekslenmiş, hangi genel müdür, kiminle birlikte değerlendirilecek;
kamuoyu, hayretler içerisinde, bu tabloyu aylarca izledi.
Tabiî, bu çok üzüntü verici bir olay; ama, bundan daha üzüntü verici bir
olay da şu: Türkiye’nin kritik noktalarında görev yapan kamu
görevlileri var. Bu kamu görevlileri, çok ağır koşullarda, büyük
bir özveriyle, iyi niyetle hizmet veriyorlar. Bu insanlara yönelik olarak,
doğrudan Sayın Başbakanın “evet, MİT
Müsteşarını ve Dışişleri
Müsteşarını değiştireceğiz” diye, bir
açıklama yapması gibi bir yönetim anlayışı, acaba
dünyanın neresinde var; öyle bir şey olabilir mi?!. (CHP
sıralarından alkışlar) Yani, Sayın Başbakan diyor
ki “evet, onları değiştirmeyi düşünüyoruz.” Bunu söyleyeli
bir ay oldu; hâlâ görevlerinde; çok güç bir iş yapıyorlar, dünyayla
muhatap oluyorlar. Şimdi, Sayın Başbakan, bir yandan, kamuoyuna
“evet, ben, falan falan görevlileri değiştireceğim” diye
açıklama yapacak, öte yandan, o açıklama sürüncemede kalacak ve o
görev, o insanlar tarafından yürütülmeye devam edilecek... Böyle bir
haksızlığı bu ülkeye yapmayınız; bu, doğru
değildir; değiştirecekseniz, değiştirisiniz...
Değiştireceğiniz insanları “değiştireceğiz”
diyerek aylar öncesinden bütün Türkiye’ye ilan edip, sonra, onları,
aylarca görev başında tutup, onları etkisizleştirip,
Türkiye’yi, dış dünyayla ilişkilerinde güç duruma sokmak, uygun
bir anlayış sayılabilir mi...
Değerli arkadaşlarım, bu çerçevede -Sayın
Başbakan da gelmişken- önem verdiğim bir noktaya daha, şu,
Iğdır’daki akşam sohbetine değinmek istiyorum. Sayın
Başbakan, Iğdır’da, gazetecilerle yaptığı
akşam sohbetinde, Türkiye’nin Kardak konusundaki hukukî konumuyla ilgili
olarak ne söylemiştir; ben, bunu, burada, kendi ağzından
dinlemek istiyorum. (CHP sıralarından alkışlar) Sayın
Başbakanın, Kardak kriziyle ilgili özel sohbetini -artık, özel
sohbet olmaktan çıktığı için- Türkiye Büyük Millet Meclisi
kürsüsünden, ben de öğrenmek istiyorum. Eğer, ortada konuşulacak
bir şey varsa, orada konuşmakla kalınmaz; orada açılan bir
konu, takip edilir. Eğer, takip edilmeyecekse, orada açılan konunun
niçin açıldığının izahının, burada
yapılması gerekir. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, yeni bir hükümetin görev
başına gelişi sırasında, belki, böyle olaylar
yaşanabilir; ama, benim bildiğim kadarıyla, görev
başına gelen kadromuz, deneyimli bir kadrodur; geçmişte, aynı
noktalarda görev yapmışlardır. Bu uygulamaları kendilerine
yakıştıramadığımı ifade etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye, büyük güçlüklerin
içerisinden geçiyor; buna, kuşku yok. Demin, Sayın Bakan da burada
ifade etti; iş, sadece, bugün, benim konuşmamda dile getirdiğim
olumsuzluklardan ibaret değil; Türkiye’de, çok umut verici dinamikler de
işliyor.
BAŞKAN – Sayın Baykal, 5 dakikanız var efendim.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Toparlıyorum Sayın Başkan.
Ülkemizde çok sevindirici gelişmeler de oluyor; buna kuşku
yok. Türkiye, kabına sığamıyor. Türkiye’nin teşebbüs
gücü, yaratıcılığı, üreticiliği,
halkımızın azmi, her an, her alanda kendisini gösteriyor.
Gerçekten de Gaziantep’inden Kahramanmaraş’ına, Denizli’sinden
Kütahya’sına, Çorum’undan Erzincan’ına kadar, Türkiye’nin pek çok
yöresinde, halkımız, üreticilerimiz, sanayicilerimiz büyük bir
başarıyı kendi emekleriyle gerçekleştiriyorlar. Elbette,
onların bu başarılarıyla iftihar edeceğiz, elbette,
yurtdışına işçi olarak gidip işadamı olan
başarılı Türklerle iftihar edeceğiz, elbette, onlara
yardımcı olacağız; ama, bilinmesi gereken temel nokta
şu: Türkiye’nin bu dinamizmini biz engelliyoruz, Ankara engelliyor, Meclis
engelliyor, hükümetler engelliyor... Bunu aşmak lazım. Biz,
görevimizi yapmadıktan sonra, enflasyonu yüzde 70’ler, yüzde 80’ler de
sürdürerek, Türkiye’yi yatırım yapamaz, üretim yapamaz bir ülke
haline dönüştürerek, halkın dinamizmiyle,
yaratıcılığıyla ortaya çıkan
başarılardan teselli arama hakkımız yoktur. Elbette,
onlarla iftihar edeceğiz; ama, onlara yardımcı olmak,
onların başarısının zeminini,
altyapısını hazırlamak da bizim görevimiz
olmalıdır.
Değerli arkadaşlarım, bu bütçe, sadece, içeriğiyle
değil, onu uygulayacak hükümetin siyasî koşullarıyla da anlam ve
önem kazanacaktır. Bu hükümet daha ne kadar bir arada çalışma
şartına sahip olacaktır, bunu bilemiyoruz. Sayın
Başbakan, diyor ki: “Ben, çamurun üstünde başbakan olarak oturmam.”
Ama, Başbakan olmak için, çamurun üstüne çıkar. (CHP
sıralarından alkışlar) O hangi çamurdur bilmiyorum tabiî
“ortada bir çamur varsa başbakan olmak için ona çıkarım; ama,
onun üstünde oturmam” diyor Sayın Başbakan; oturacak mıdır
oturmayacak mıdır göreceğiz önümüzdeki günlerde. Önümüzdeki
günlerde bu konular ele alınacak, konuşulacak.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, böyle bir
ilişkinin ortaya çıktığı, bu
anlayışların ifade edildiği, seçim öncesinde dile getirilen
bu formüllerin, bırakınız seçimi, Hükümet kurulduktan daha düne
gelinceye kadar aynen tekrar edildiği bir ortamda, Türkiye’nin, bu güç
sorunların altından kalkacak, bu bütçeyi kararlılıkla
yaşama geçirecek bir hükümete sahip olabileceği umudunu
taşıyabilir misiniz; kim taşıyabilir?!. Bu bütçe, bu
Hükümet kadar geçerlidir, bu Hükümet kadar yürürlüktedir. (CHP
sıralarından alkışlar) Bu Hükümetin de ne kadar geçerli
olduğunu, ne kadar yürürlükte olduğunu, önümüzdeki günlerde, hep
birlikte, yaşayarak göreceğiz.
Sözlerime son verirken, ben de, bugün 17 Nisan; yedinci
Cumhurbaşkanımız Turgut Özal’ın...
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Rize) – Sekizinci Cumhurbaşkanı...
DENİZ BAYKAL (Devamla) – ...sekizinci
Cumhurbaşkanımız Turgut Özal’ın vefatı
dolayısıyla duygularımı ifade etmek istiyorum. Kendisini
rahmetle anıyorum. Ülkemize, Cumhurbaşkanı olarak bir dönem
hizmet vermiştir, iyisiyle kötüsüyle, olumlu yönleriyle, bugün
karşılaşmaya başladığımız olumsuz
yönleriyle. Ülkemize, devlet başkanı olarak hizmet vermiş olan
rahmetli Özal’ı, ben de, rahmetle anıyorum.
Yine, bugün 17 Nisan, köy enstitülerinin kuruluş günüdür. Bunun da
büyük önem taşıdığına inanıyorum. Türk toplumunun
kabuğunu kırmaya yöneldiği, Türk köylüsünün kimliğine,
bilincine kavuşmaya başladığı, Türkiye’nin kentlerden
köylere doğru açılmaya yöneldiği, özgüvenini tazelediği,
dünya pedagoji bilimine orijinal, önemli bir katkı olarak gelen köy
enstitülerimizin kuruluşunun bu yıldönümünü de saygıyla
anıyorum. (CHP sıralarından alkışlar) Köy
enstitülerinin gerçekleştirilmesine emek vermiş, katkı
yapmış, köy enstitülerinden yetişmiş, köy enstitülerine
umut bağlamış bütün yurttaşlarımın da bu gününü
kutluyorum.
Hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından
ayakta alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Baykal.
Söz sırası, DSP Grubu adına Sayın Zekeriya
Temizel’de.
Buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)
DSP GRUBU ADINA ZEKERİYA TEMİZEL (İstanbul) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 1996 Yılı
Konsolide Bütçe Yasa Tasarısının tümü üzerinde, Demoratik Sol
Partinin görüşlerinin bir bölümünü belirtmek üzere, Grubum adına söz
almış bulunuyorum. Sözlerime başlarken, siz sayın Meclis
üyelerine ve bizi dinleyen, bizi izleyen tüm yurttaşlarımıza,
Demokratik Sol Parti adına saygılarımı sunuyorum.
Değerli milletvekilleri, hepinizin bildiği gibi, kamu maliyesi
son yıllarda krizde. Kamu maliyesinin krizi, genel ekonomik bunalımın
da temel nedenlerinden biri olarak görülmekte. Meclisimiz, bu koşullarda,
1996 yılının, 4 ayı kullanılmış olan
bütçesini görüşmeye başlıyor. Görüşeceğimiz bu bütçe
ya ekonominin süregelen bunalımlarına katkıda bulunacak; yani,
bunalımı daha da ağırlaştıracak ya da ekonomik
bunalımdan çıkmasına büyük bir katkısı olmasa bile,
kamu maliyesinin ve yönetiminin disiplin altına alınmasına
yönelik çalışmalarıyla gelecek yıllar için bir örnek oluşturacak.
Bu bütçenin, bu katkılardan hangisini gerçekleştireceğini
belirlemeden önce -ki, bu belirlemeyi, benden sonra konuşacak olan
değerli arkadaşım Sayın Uluğbay yapacak- 1996
yılı bütçesinin hangi ekonomik koşullar altında
hazırlandığını gözler önüne sermekte yarar
olduğunu düşünüyorum.
Değerli milletvekilleri, anımsayacağınız üzere,
1991 yılı sonbaharında iktidarda bulunan ve erken seçim
kararı alan Hükümetin Başbakanı olan Sayın Mesut
Yılmaz, ekonominin iyi durumda olmadığını, ekonominin
sağlıklı hale getirilebilmesi için istikrar önlemlerinin zorunlu
bulunduğunu; bu önlemlerin de seçime bir yıl kala
uygulanmasının olanaksız olduğunu belirtiyor ve bu
nedenlerle erken seçime gidildiğini açıklıyordu. 1996 bütçesinin görüşüldüğü bu dönemdeki
ekonomik durum, işte, 1991 yılında tanımlanan bu durumdan
farklı değildir; hatta, daha
da kötüsüdür. Daha kötüsüdür; çünkü, 1991 yılındaki ekonomik görünüm,
1993 yılında tam bir çöküntüye sürüklendikten sonra, 1994
yılında alınan ekonomik önlemlerle, 1995 yılında ancak
1993 yılındaki düzeyine yeniden dönebilmiştir.
5 Nisan 1994’te alınan ekonomik önlemlerle, ekonomi, eksi 6
küçülmeyle dibe vurdurulmuş, 1995 yılında yeniden bu
büyüklüğe ulaşarak, 1995 yılındaki kişi
başına millî gelir, 1991 yılındaki düzeyine ancak ulaşabilmiştir.
1993 yılında 14 milyar dolarla tarihinin en yüksek değerine
ulaşan dış ticaret açığı, 1994 yılında
4,2 milyar dolara kadar çekilmiş ancak;
1995 yılında, sanki tarihin tekerrürü gibi, yeniden 14 milyar
dolar olarak gerçekleşmiştir.
1995 yılı ithalatı içerisindeki en önemli
değişiklik ise tarım ürünlerinde ortaya çıkmış,
Türkiye tarım ürünleri ithalatına 1995 yılında 2 milyar 452
milyon dolar ödemek zorunda kalmıştır.
Değerli milletvekilleri, ülkenin, içine düşürüldüğü bu
durum başka birçok ekonomik göstergeyle, somut olarak gözler önüne
serilebilir. Örneğin, üretken yatırımların
yapılamadığı, gelir dağılımının
gitgide bozulmakta olduğu, tarım sektörünün ülkeyi besleyemez duruma
geldiği ve biraz önce belirttiğimiz gibi, bir yıl öncesine göre,
yüzde 100’ler dolayında artış göstererek ithalat
rakamının 2,5 milyar dolara ulaştığı, bütün bu
göstergelerin sayılabileceklerindendir. Ancak, bunların
ayrıntılarının burada anlatılmasına
zamanımız elvermiyor. Biz, burada 1996 yılı bütçesinin
hazırlandığı bir sırada, Türkiye ekonomisinin
belirleyici üç temel özelliğini vurgulayarak konuyu
sınırlandırmak istiyoruz.
Değerli milletvekilleri, 1996 yılına girildiğinde,
Türkiye ekonomisinin belirleyici üç temel özelliği bulunmaktadır.
Bunlardan birincisi, yüksek enflasyon; ikincisi, kronikleşen
işsizlik; üçüncüsü de, üretim ekonomisi yerine rant ekonomisinin egemen ekonomik faaliyet biçimi
olmasıdır.
Hepinizin çok yakından bildiği gibi, Türk ekonomisinin en
temel özelliği, her türlü ekonomik dengeyi bozarak dar gelirliler için yaşamı çekilmez
hale getiren yüksek fiyat artışlarıdır; yani, yüksek
enflasyona mahkûm olmasıdır.
Enflasyonun bilinen birçok nedeni bulunmaktadır; ancak, kamu giderlerinin
sağlam finansman kaynaklarına dayandırılmamasının
ve kamunun; gelirlerinin üzerinde gider yapmasının, enflasyonun temel
nedenlerinin başında geldiğine de kuşku yoktur. Vergi
gelirlerinin kamu giderlerini karşılama oranı düştükçe,
enflasyon ve ekonomik bunalım ağırlaşmaktadır. Nitekim, genel bütçe vergi gelirlerinin,
konsolide bütçe giderlerini karşılama oranın en düşük
olduğu 1993 yılı, Türkiye’nin ağır bir ekonomik
bunalım yaşadığı yıl olmuştur. 1993
yılında, bütçe vergi gelirlerinin
konsolide bütçe giderlerini karşılama oranı, yüzde
53’lere kadar düşmüş ve bu, son 10 yılın en düşük
oranı olmuştur.
Değerli milletvekilleri, vergi yükü konusunda hepiniz bilgi
sahibisiniz. Genel vergi gelirlerinin gayri safî millî hâsılaya oranı
olarak tanımlanan vergi yükü, ülkemizde yüzde 14,4’ler civarında
dolaşmaktadır. Bu tutara, mahallî idareler ile fonların vergiye tabi
paylarını da kattığınızda, oran, yüzde 17,7’ye
yükselmektedir. Oranın çok düşük olduğu, OECD
ortalamasının yüzde 28 olduğu, Türkiye ortalamasının
da bu rakama yükseltildiği takdirde Türkiye’nin malî
sorunlarının tamamen çözümleneceği, ekonomistlerin ve
maliyecilerin neredeyse sloganı haline gelmiştir.
Değerli arkadaşlar, ancak, burada unutulan iki önemli nokta
vardır: Birincisi, vergi yükünün millî gelir düzeyine bağlı
olduğudur; kişi başına gelirin düşük olduğu
ülkelerde, kendinizi paralasanız da, diğer ülkeler kadar, millî
geliri yüksek olan ülkeler kadar vergi alamayacağınız
gerçeğidir. İkinci nokta ise, Türkiye’de, vergi ödeyenler
açısından, zaten, verginin, taşınabilirlik
sınırına gelmiş olmasıdır. Vergi ödeyenler
açısından, verginin taşınabilirlik sınırına
gelmesinin nedeni, ülkemizde vergi adaletinin olmamasıdır. Bu
adaletsizlik, önce dolaylı ve dolaysız vergiler
ayırımında ortaya çıkmaktadır. Son beş yıl
içerisinde, dolaylı vergilerin ağırlığı,
dolaysız vergiler lehine 10 puan artmıştır. Bu,
dargelirlilerin harcamaları suretiyle ödedikleri verginin, gelirleri
içerisindeki payının, gitgide artması anlamını
taşımaktadır.
Vergi adaletsizliğinin ikinci göstergesi ise, ülkemizde yüksek
gelirli kesimin, kamu harcamalarına vergi ödeyerek katılmaması,
aksine, kamu harcamalarından vergisiz faiz kazançları yoluyla oldukça
önemli bir pay almasıdır. Varlıklı kesimin kamu
harcamalarına ,vergi ödeyerek, katılmadaki isteksizliği, vergi
yükünü büyük ölçüde ücretlilerin üzerine yüklemektedir. Şu anda
ücretliler, toplam kamu harcamalarına vergi ödeyerek; daha doğrusu,
toplam vergi gelirlerinin yüzde 20’sini, Gelir Vergisinin de yüzde 50’sini
ödeyerek katılmaktadırlar.
Ülkemizde vergi adaleti adına yapılanlar, nedense bu tabloyu
değiştirememiştir.
Söylenenlerin aksine, Türkiye Büyük Millet Meclisi, vergi yasası
çıkarma konusunda oldukça kolay çalışan bir Parlamentodur, bir
Meclistir. Son on yıl içerisinde, 100’e yakın vergi yasası bu
Meclisten geçmiştir. Sadece, 1993-1995 yılları arasında,
kapsamlı 4 vergi yasası bu Mecliste geçirilmiştir. Bütün bu
tasarıların ortak amacı vergiyi tabana yaymak, böylece
kayıtdışı sektörü kayıt altına almak ve vergi
gelirlerini artırmaktır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; biraz önce
konuşan sayın konuşmacı da verginin tabana
yayılması, kayıtdışı ekonominin kayıt
altına alınması gerekliliğinin altını bir kez
daha çizdiler. Bundan önce çıkarılan 4 tane vergi yasasında da
temel amaç bu olduğuna göre, eğer bu sağlanmadıysa, hâlâ
kayıtdışı ekonomiden, vergi kayıp ve
kaçağından bahsediliyorsa, o halde, daha önce çıkarılan
vergi yasaları neye hizmet etti?!. Eğer, bu,
kayıtdışı sektörü kayıt altına alamadıysa, o
zaman vergi reformu adına yapılan bütün o gürültülerin, bütün
söylenenlerin amacı neydi ve neye ulaştı?..
Bugün, beyana dayalı vergilerin toplam Gelir Vergisi içerisindeki
payının yüzde 20’ler dolayında olduğunu hepiniz
biliyorsunuz. Buna karşılık, ücretlilerin payını biraz
önce dile getirdim. Götürü vergi mükelleflerini bir vergi kaynağı
olarak görmenin, buralardan elde edilecek gelirlerle vergi
hâsılatını yükseltmenin ne kadar yanlış bir olay
olduğunu, Hükümet, bu konuda attığı geri adımla net
olarak göstermiştir.
Değerli milletvekilleri, esas olan, götürü vergi mükelleflerinden
daha fazla vergi almak değil; ancak, götürü vergi mükellefleri üzerinden
vergi kayıp ve kaçağına engel olmaktır. Yapılması
gereken düzenlemeler de budur.
Demek ki, ülkemizde, sağlıklı kamu kaynağı
sorununu çözecek adil ve verimli bir vergi sistemini kuracak siyasî irade
hiçbir zaman oluşamamıştır; bazen, ortaya çıkar gibi
olmuşsa da, çok kısa bir süre içerisinde hemen geri adım atacak
iradede oluşmuştur.
Kamunun sağlıklı gelir kaynaklarına kavuşturulamaması
bir yana, eldeki kaynaklar da cömertçe harcanmıştır. Gümrük
birliği uygulaması nedeniyle, 3 milyar dolar tutarındaki Gümrük
Vergilerinden, Avrupa Topluluğundan alınacak yardımlarla telafi
edilecek umuduyla vazgeçilmiş, ancak, böyle bir yardımın, sadece
umut olarak kalacağı anlaşılmıştır.
Sonuç olarak; kamu, sağlıklı ve sürdürülebilir gelir
kaynağına, geçtiğimiz yıllar içerisinde
kavuşturulamamıştır; ama, harcama yapmaktan da geri
kalmamıştır.
Kamu harcamalarından demagojik seçim vaatleri de oldukça önemli
paylar almış, sosyal güvenlik kurumlarından kamu iktisadî teşebbüslerine, yerel yönetimlerden
fonlara kadar hepsi, gelirlerinden fazla gider yapma yarışına
girmişlerdir; yani, sürekli açık vermişler, enflasyonu
beslemişler ve beslemeye de devam etmektedirler.
Değerli milletvekilleri, enflasyonun tüm nedenlerine, geçmiş
hükümetlerin bu alanda yapmış oldukları hatalara burada
ayrıntısıyla değinmenin olanağı yok. Yalnız,
bir konuyu dikkatlerinize sunmak istiyorum; o da, sanayileşme stratejileri
konusunda geçmişte yapılan hataların, bugün,
karşımıza maliyet enflasyonunun nedeni olarak
çıkmasıdır.
Her fırsatta belirtmeye çalışıyoruz;
ulaşım sektörü, ekonomik sistemin temel unsurlarından biridir ve
ekonomilerde sosyal bütünleşmenin ve ekonomik kalkınmanın en
büyük itici gücü ve aracıdır. Ulaştırma sektörü, dört ana
sektör itibariyle optimize edilmek zorundadır. Eğer bu
yapılmazsa, üretim bölgeleri, tüketim bölgelerine en elverişli
ulaşım olanaklarıyla bağlanmazsa, bu takdirde, ürün maliyet
bedelinin kat kat fazlasını, ulaşım maliyeti olarak,
yollarda yapmak zorunda kalırsınız. Fazla üretseniz bile, o
üretimi uygun koşullarda tüketim bölgelerine
taşıyamazsınız, taşırsanız da, astarı
yüzünden pahalı olur.
Değeri milletvekilleri, Türkiye, GAP ile dünyanın en büyük
açık hava seralarından birine kavuşmak üzeredir. Bu sera
sayesinde, Türkiye’nin tarımsal üretimine bir tarımsal üretim daha
eklenecektir. Ancak, GAP ürününü, 5-10 tonluk kamyonlarla binlerce kilometre
taşımaya kalkarsanız, taşıma maliyeti, çiftçinin cebine girecek paradan kat kat
fazla olur. Belki, bu taşıma maliyeti nedeniyle ürün
taşınmaz ve tarlada kalır. Bugün, tarım ürünlerinin
enflasyon şampiyonu olmasının sırrı da buradadır.
Tarım ürünlerindeki fiyat artışları, çiftçinin cebine daha
fazla para girmesinden dolayı değildir; ulaşım maliyetleri
nedeniyle, çiftçinin cebine girenden kat kat daha fazlasının yollarda
yakılmasındandır.
Değerli milletvekilleri, ülkenin ulaştırma
politikasının, mutlaka bir bütünlüğe sahip olması gerekir.
Bu bütünlük, kombine ulaşım politikalarının
oluşturulmasıyla sağlanır; karayolları
demiryollarına demiryolları, limanlara bağlanır. Bugün,
demiryolu ve denizyoluyla konteyner taşımacılığı,
çağdaş dünyanın benimsediği ve kombine olarak
geliştirdiği bir ulaşım politikasıdır. Bu
ülkelerde, üretim bölgeleri demiryollarıyla birbirine bağlanmakta;
hatta, demiryolları fabrikaların içerisine kadar girmektedir.
Türkiye, denizyoluyla ihraç ettiği ürünlerine, hâlâ, 1,5 milyar dolar
navlun ödemektedir. Eğer, Türkiye, kara ve denizyolu
taşımacılığında optimal dengeyi sağlayan bir
kombine ulaşım politikasını gerçekleştirmezse,
ulaşımın maliyetler üzerindeki baskısından kurtulma
olanağını da bulamayacaktır.
Değerli milletvekilleri, Türkiye ekonomisinin ikinci belirleyicisi
de kronikleşen işsizliktir. Ülkemizde, işsizlik sorunu bir türlü
tam boyutlarıyla, rakamsal olarak ortaya konulmamaktadır.
İşsiz sayıları, istatistiklerde düşük gösterilmekte;
ama, etrafınız, işsiz insanlardan geçilmez halde
bulunmaktadır. Devlet Planlama Teşkilatı verilerine göre,
ülkemizde 2 milyon 139 bini açık, 1 milyon 904 bini de eksik istihdam
edilenler olmak üzere, toplam 4 milyonun üzerinde işsiz
bulunmaktadır. İşsiz sayısının toplam
işgücüne oranı yüzde 19,8’dir. Bugün, ilkokuldan mezun olan
çocuklarımızın yaklaşık yüzde 34’ü; yani, 1,4 milyonu
eğitim sürecinden kopmakta ve bu işsizler ordusuna
katılmaktadır. 24 yaşın altındaki gençlerimizin
yarısı, zaten bu işsiz ordusuna katılmış durumdadır.
Hepinizin bildiği gibi, son onbeş yılda kentlerimizin nüfusu,
kırsal kesimden göç edenlerle, neredeyse 20 milyon dolayında
artmıştır. Bu, daha önceden kırsal kesimde işsiz
olarak görülmeyen nüfusun kentlerde işsiz olarak ortaya
çıkmasının temel göstergesidir.
Sorunlar, bu şekilde çığ gibi büyürken, ülkede istihdam
da yaratılamamaktadır. Konsolide bütçe ödenekleri içinde
yatırımlara ayrılan paylar gitgide küçülmektedir. 1980’li
yıllarda yatırımlara giden tutar, bütçe ödeneklerinin yüzde 23’ü
dolayındayken, bu oran 1994’te yüzde 8’lere kadar düşmüştür.
Kamu yatırımlarıyla istihdam yaratılmaması bir yana,
özelleştirilen kamu iktisadî teşebbüsleriyle de yeni işsiz
orduları yaratılmaktadır.
Değerli arkadaşlar, kamu yatırımlarının
azaldığı son 15 yılda, özel sektör
yatırımlarının arttığı da doğrudur.
Ancak, bu, kamunun küçüldüğü anlamına gelmemektedir. Kamu sektörü
küçülmemekte; aksine, ters yönde büyümektedir. Buna karşın, artan
özel sektör yatırımları, yeterince istihdam
yaratamamaktadır; çünkü, özel sektör yatırımları süratle
sermaye-yoğun teknolojik yatırımlara kaymaktadır. Bu, özel
imalat sanayii üretim endeksinin, 1990’ların başındaki yüzde
83’ler düzeyinin 1995’lerde yüzde 115’ler düzeyine yükselmesinden ve aynı
dönemde işgücü verimliliğinin de yüzde 61’den 113’lere
tırmanmasından kolayca anlaşılmaktadır. Ancak, burada görülmeyen bir diğer
gerçek daha vardır; o da, istihdam endeksinin aynı dönemde,
135’lerden 94’lere kadar gerilemiş olmasıdır. Daha açık bir
anlatımla, tüm bu olumlu gelişmeler, özel imalat sanayiindeki
istihdamın yüzde 30’lar dolayında gerilemesi sonucunu doğurmuş,
işsiz ordusu biraz daha artmıştır.
Değerli milletvekilleri, ülkemizde işsizlik sorununa en iyi
çözümün küçük ve orta boy işletmeler yoluyla bulunacağı bir
gerçektir. Girişimci fidanlığı olarak
tanımladığımız küçük ve orta boy işletmeler,
bugün ülkemizdeki işletmelerin yüzde 98’ini oluşturmakta, toplam
istihdam içerisinde yüzde 45, yatırım içerisinde yüzde 26, toplam
üretim içerisinde de yüzde 37 pay sahibi bulunmaktadırlar. Ekonomide bu kadar önemli rol üstlenen küçük
ve orta boy işletmeler biraz desteklense, belki de istihdam sorunu
çüzümlenebilecektir; ancak, toplam kredilerden aldıkları pay, sadece
yüzde 4’tür.
Bunun yanında, bu işletmelerin çalışabilmesi için,
gerekli altyapı yatırımları bir türlü
tamamlanamamaktadır. Altyapı yatırımlarının zamanında
bitirilememesinin doğurduğu sonuçlar ve bunun ülkeye maliyeti çok
ağır olmaktadır. Bu konudaki savurganlıklar çok büyük
boyutlardadır. Küçük ve orta boy işletmelerin
altyapısını oluşturan organize sanayi bölgeleri ve küçük
sanayi siteleri bir türlü bitirilememektedir.
Değerli arkadaşlar, bu konuda sizlere Türkiye’nin çok
yakından tanıdığı bir örneği vermek isterim:
İkitelli... Türkiye’nin GAP’tan sonra en büyük projesi olarak
görülmektedir; son bir gayret, neredeyse bitirilecek. Kalkınma
Bankasının, yüzde 5 faizle ve 20 yıl vadeli olarak Amerika
Birleşik Devletleri tahvillerine yatırdığı
kaynakları, İkitelli’ye verilmiş olsa, belki de şimdiye
kadar çoktan bitmişti. (DSP sıralarından alkışlar)
Faaliyete geçtiğinde, birkaç yıl içerisinde maliyetini çıkaracak,
binlerce insana istihdam yaratacak bu tür yatırımların
bitirilmemesi, Türk ekonomisi açısından, gerçekten büyük
kayıptır.
Değerli milletvekilleri, devlet, istihdam yaratacak
yatırımları şu anda yapamıyor;
yapamadığı gibi, yapılacak olanları da destekleyemiyor;
destekleme bir yana, bu işletmeler, gümrük birliği uygulaması
nedeniyle, ağır yaptırımlarla karşı
karşıya kalma durumunda. Bu işletmelerin, gümrük birliğine
uyum amacıyla çıkarılan yasalardan ve özellikle Rekabet
Yasasından nasıl etkileneceği bilinmeden, bu belirsizliğin
sürdürülmesi, bu işletmeler açısından gerçekten zor durumlar
yaratmaktadır. Endişemiz, Patent
ve Rekabeti Koruma Yasalarıyla, küçük ve orta boy işletme
sahiplerinin de, işsizler ordusuna katılma ihtimalidir.
Değerli milletvekilleri, Türk ekonomisinin 1996 yılı
başındaki üçüncü belirleyici özelliği, üretim ekonomisi
değil de rant ekonomisi olma özelliğidir. Türk ekonomisinde, temel
ekonomik faaliyet biçiminin üretim ekonomisi değil de rant ekonomisi
olduğunu kanıtlayabilmek için, daha önceleri, klasik bir örnek
verirdik; derdik ki, büyük sanayi kuruluşlarının kendi ana
faaliyetleri dışındaki kârları, 1980’li yıllarda yüzde
15 iken, 1994 yılında yüzde 54,6 oranına yükselmiştir. Bu,
ülke ekonomisinde temel faaliyet biçiminin rant ekonomisi olduğunu ortaya
koymak için anlattığımız somut bir örnektir.
Bu defa, ülke ekonomisinin rant ekonomisine dönüştüğünü
anlatmak için, sizlere değişik bir örnek vereceğim. Örnek benim
değil, Plan ve Bütçe Komisyonu görüşmeleri sırasında,
Hazineden sorumlu Sayın Bakanın anlattığı bir konu.
Hazineden sorumlu Sayın Bakanın belirttiğine göre, Hazinenin son
ihalesine tam 226 trilyon liralık teklif gelmiş. Değerli
milletvekilleri, bir Hazine ihalesine 226 trilyon liralık teklif gelmesi
ne demek tahmin edebiliyor musunuz... Aynı dönemde, yani 22 Mart 1996
tarihi itibariyle, Türkiye’nin toplam mevduat hacmi de 1 katrilyon 269 trilyon
lira. Bu demektir ki, toplam mevduatınızın yaklaşık
yüzde 20’si, nakit olarak devlet borçlanmasını beklemektedir.
Eğer, bir ülkede tasarruflar yatırıma kanalize edilemiyor,
tasarrufların tek değerlendirme aracı da devlete borç verip
vergisiz kazanç bekleme esasına dönüşüyorsa, rant ekonomisinin
varlığını ve sürekliliğini kanıtlamak için
başka bir kanıta gereksinim yoktur. Ülkemizin bu özellikleri herkes
tarafından bilinmektedir. Bunların, burada tekrarı, bilineni
ilandan başka bir anlam taşımaz.
5 Nisan kararlarının açıklanması sırasında
da -genel değerlendirme bölümünde- 100 liralık vergi gelirinin, 1986
yılında, 43 lirasının borç anapara ve faiz ödemelerine
gittiği, 1991 yılında 60 lirasının aynı amaçla
kullanıldığı, 1993 yılında da 104
lirasının aynı amaçla kullanıldığı, burada
dikkatinize sunmak istediğim bir konu. Ancak, dikkatinize sunmak
istediğim ve çarpıcı olan diğer bir konu da, Türkiye
ekonomisinin, geçirdiği acı deneyimlere karşın, hâlâ,
aynı durumda ve aynı oranlarda olduğudur.
Değerli milletvekilleri, bu duruma gelinmesinin birçok nedeni
vardır; ancak, bunların içerisinde en önemlisi, 1984
yılından sonra, ekonominin yönlendirilmesinde, maliye ve vergi
politikalarının ikinci plana itilmiş, onun yerine para
politikalarının ön plana çıkarılmış,
borçlanmanın da en önemli para politikası haline getirilmiş
olmasıdır.
Tabiî ki, Türkiye gibi gelişmekte olan bir ülkede, para
politikaları ekonominin yönlendirilmesinde yeterli olmamış, para
politikaları maliye politikalarıyla desteklenmediğinden, gelir
dağılımı rantiye kesimi lehine, bu kesime transfer edilen faiz
gelirlerinin de vergilendirilmemesiyle, aşırı ölçüde
bozulmuştur. Bu yağmadan, sadece Türk rantiye kesimi değil,
uluslararası rantiye kesimi de fazlasıyla payını
almıştır. Dolar bazında, zaman zaman yüzde 40’lara kadar
ulaşan faiz geliri elde eden yabancı kısa vadeli sermaye,
sıcak para olarak ülkeye akmış, bu durumu bile
sağlıklı değerlendirme olanağından yoksun olanlar
“döviz rezervlerimiz artıyor” diye bu durumla övünebilmişlerdir. 1996
yılında da durumda bir değişiklik olmayacağı,
yılın iki aylık uygulama sonuçlarından belli
olmaktadır. Bu yıl ocak ayında da, Türkiye, dolar bazında
en fazla faiz ödeyen ülkelerin başında yer almıştır.
Değerli milletvekilleri, para politikalarının ön plana
çıkarılması, kamu borçlanmasını da bu
politikaların eksenine oturtmuştur. Eğer, bir ülkede, diğer
ekonomi politikaları bir yana bırakılıp borçlanma temel
politika olarak benimsenmişse, orada, tükenişe
yaklaşılmış demektir.
Rakamlar bu konuda pek bir şey ifade eder mi bilmiyorum; ama, yine
de tekrarında yarar olabilir. 1995 yılında, tahvil ve bono
anapara, artı faiz -rakamlardaki farklılık büyük ölçüde bundan
kaynaklanır- stoku, 1 katrilyon 862 trilyon Türk Lirasına
ulaşmıştır, 1 katrilyon 862,5 trilyon Türk Lirası...
1996 yılı sonundaki hesaplamalarımıza göre, bu, 2,8-3
katrilyon düzeyine çıkacaktır. 1991 yılında 50 milyar 489
milyon dolar olan dışborç stokumuz, beş yıl içerisinde
yaklaşık yüzde 50 artarak, 73,2 milyar dolar düzeyine
çıkmıştır.
BAŞKAN – Sayın Temizel, sizin sürenizin bitmesine 3 dakika var
efendim.
ZEKERİYA TEMİZEL (Devamla) – 1993 yılında
alınan dışborç tutarı 12 milyar dolar, 1995
yılında ise 8 milyar dolar düzeyinde olmuştur.
Dışborçlarımızda, kısa vadeli borçların
oranlarının artması bir yana, Alman Markı ve Japon Yeni ile
borçlanma ön plana çıkmıştır.
Çapraz kurlardaki değişme sonucunda, Amerika Birleşik
Devletleri Doları karşısında değer kazanan bu paralar,
dışborç stokumuzun dolar cinsinden hesaplanan değerini sürekli
artırmaktadır. Doğal olarak, sürekli değer kazanan
paralarla borçlanıldığında, faiz oranlarının da
düşük olması gerekir; ancak, yaptığımız
borçlanmalarda, kendi iç piyasasında yüzde 0,5’lerle kredi veren
Japonya’dan, yüzde 5,7’lerle, yüzde 7’lerle borç aldığımız
ortaya çıkmaktadır.
Alınan borçların neredeyse tamamına yakın bir
bölümü, devletin cari harcamalarında kullanılmaktadır. Alınan
dışborç, içborç ödenmesinde -biraz önce Sayın Maliye
Bakanının da belirttiği gibi, alınan dışborçlar
da içborç ödemesinde- kullanılmaya başlanmıştır. Bu
haliyle, Türkiye, tam bir borç kıskacına, bir iç-dışborç
kısır döngüsüne girmiş bulunmaktadır.
Üstelik, bu borçlar, yüzde 40’lara kadar ulaşan reel faizlerle
alınmaktadır. Dünyanın hiçbir tarafında, kamu, yüzde 40
reel faizle borçlanmamaktadır. Kendisine güvenilen bir hükümet, yüzde 5,
hadi diyelim yüzde 10 reel faizle borçlanabilir; yüzde 30’luk fark, hükümete
güvenilmemesinden kaynaklanmaktadır.
Bu hesaba göre, sadece güvenden kaynaklanan faiz kaybımız,
faiz giderimiz, yılda 500 trilyonu bulmaktadır. Faizdeki saadet
zincirini kırmak iddiasında olanlar, yarattıkları güven
bunalımıyla, o zinciri daha da güçlendirmişlerdir.
Değerli milletvekilleri, bu kadar rakam vererek anlatmaya
çalıştığım gerçek, Türkiye ekonomisinin tüm
kaynaklarını, iç ve dış rantiye kesimine
aktardığı, üstelik de, bu kaynakları, üretken
yatırımlara yönlendiremediği gerçeğidir.
Ülkenin buraya gelmesinde, kamu yönetimindeki bozulmanın da,
oldukça önemli bir payı olduğunu unutmamak gerekir. 1984
yılında yaratılan, nakit planlaması ve yönetiminin bir
idarede, ödenek planlaması ve yönetiminin başka bir idarede
olması, bu olumsuzluğa oldukça önemli bir katkıda
bulunmuştur.
Başbakanların her şeyi yönetme hırsları, her
türlü yetkiyi kendinde toplama istekleri, koalisyon hükümetlerinde de, koltuk
paylaşım hesapları, kamu idaresindeki düzeni tamamen
bozmuştur. Böylece, kamu kurumlarında, işlevsel bütünlük
bozulmuş, aynı işi yapan birden fazla kurum sayesinde, oldukça
önemli kaynak israfları yapılır hale gelmiştir.
Bu ekonomik koşullarda kurulan bir Hükümetin, kuruluşu
aşamasında, bu dağınıklığı ortadan
kaldırarak hem malî disiplini hem de kamu yönetimindeki bütünlüğü
yeniden sağlaması beklenirdi. Ancak, Hükümetin kurulması
aşamasında, bu fırsat kaçırılmıştır.
Yeni Hükümet, ülkede hiçbir şeyin değişmediği ya da değişmeyeceğini
kanıtlayabilmek için elinden geleni yapmıştır.
Dolayısıyla, koşullarda bir değişiklik
olmayacağı umudu da önümüzdeki günlerde tam olarak
yerleşecektir.
Değerli milletvekilleri, ben, burada, 1996 yılı bütçesini
bekleyen sorunlardan sadece bir kesiti bilgilerinize sunmaya
çalıştım. Bu sorunlara, 1996 yılı bütçesiyle çözüm getirilip
getirilemeyeceğini, bütçenin bu açıdan değerlendirilmesiyle, onu
tamamlayıcı görüş ve değerlendirmelere ve politika
önerilerimize de, benden sonra konuşacak olan arkadaşım
açıklama getirecek.
Bu nedenle, sözlerimi burada bitirirken, 1996 yılı bütçesinin,
ülkemize ve ulusumuza yararlı olmasını diliyor, başta, bizi
izleyen halkımız olmak üzere, hepinize şahsım ve Demokratik
Sol Parti adına saygılar sunuyorum.
Teşekkür ederim. (DSP, ANAP ve DYP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Zekeriya Temizel.
DSP Grubu adına ikinci konuşmayı yapmak üzere, Sayın
Hikmet Uluğbay; buyurun efendim.
DSP GRUBU ADINA HİKMET ULUĞBAY (Ankara) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri, değerli Hükümet üyeleri;
sözlerime başlarken, siz değerli üyelerle bizleri,
televizyonlarının başında izleyen tüm
yurttaşlarımızı, Demokratik Sol Parti adına,
saygıyla selamlıyorum.
Gelenek, konsolide bütçe müzakerelerinde, bütçe dışında
her şeyin konuşulması şeklindedir. Bu
yaklaşımın doğal sonucu olarak da, bütçeler, bugünkü
sorunlu yapılarına ulaşmışlardır. Biz, Demokratik
Sol Parti olarak, bu yılki bütçe
görüşmelerimizde, bütçe üzerinde de durmayı uygun gördük.
1996 yılı konsolide bütçesinin tümü üzerinde, Demokratik Sol
Parti Grubunun görüşlerini açıklamak üzere, benden önce söz
almış bulunan Sayın Zekeriya Temizel, sizlere, ülkemiz
ekonomisinin karşı karşıya bulunduğu temel
sorunları ve bu sorunların niçin ve nasıl bugünkü boyutlara
geldiğini genel hatlarıyla açıkladı. Ben de sizlere, 1996
konsolide bütçesi üzerinde ve bütçenin yasalaşmasından sonra
uygulanmaya konulmasında yarar gördüğümüz politikalar konusunda,
Grubumuzun değerlendirmelerini sunacağım.
Her şeyden önce, bilinen bir gerçeğin altını,
yeniden çizmekte fayda görmekteyim. Görüşmekte olduğumuz konsolide
bütçe tasarısı, hepimizin de bildiği üzere, 24 Aralık 1995
seçiminden önce hazırlanıp, 15 Ekim 1995 tarihinde Türkiye Büyük
Millet Meclisine sunulan ve genel seçim nedeniyle kadük olan
tasarının, Sayın Mesut Yılmaz
başkanlığında kurulan Anavatan ve Doğru Yol Partileri
Koalisyonunca yenilenmesi sonucunda, Plan ve Bütçe Komisyonunda müzakere
edilirken, geniş ölçüde, İktidar Partilerinin tercihlerini ve
görüşlerini yansıtacak şekilde değişikliğe
uğramış şeklidir.
Bu bütçenin dayandırıldığı makro ekonomik
hedefler arasında bulunan büyüme hızı, deflatör ve Türk
Lirasının ortalama değeri, ciddî tartışmaya
açıktır. Ancak, bu değerlendirmemizde, makro ekonomik hedeflerin
gerçekçilik düzeyinden önce, konsolide bütçenin dayandırılması
gereken ilkelerle, yapısı üzerinde kısaca durmak daha uygun
olacaktır.
Hükümetlerin ekonomik programlarının iç ve dış
piyasalarda inandırıcılığı, geniş ölçüde,
hedeflerle uygulama sonuçları arasındaki sapma boyutunun, kabul
edilebilir sınırlar içerisinde kalmasına
bağlıdır.
Bu açıdan bakıldığında, son yıllarda,
ülkemizin ekonomik programlarının başlangıç hedefleriyle
gerçekleşen sonuçları arasında büyük sapmalar gözlenmektedir.
Plan ve Bütçe Komisyonundaki görüşmeler sırasında
dağıttığımız çeşitli tablolarda da
sergilediğimiz üzere, 1991-1995 döneminde, hemen her yıl yüzde 12 ilâ
yüzde 28 arasında değişen boyutta ek ödenek alınma yoluna
gidilmiştir. Hemen her yıl tekrarlanan bu boyutlardaki ek ödenek,
konsolide bütçe hazırlıklarının ve görüşmelerinin
gerçekçilik düzeyine gölge düşürmüştür.
Aynı şekilde, anılan dönemde, bütçelerin
başlangıç açık hedefleriyle, nihaî açıkları
arasındaki sapmalar, 1994 yılının
ayrıcalıklı konumu bir tarafa bırakılırsa, yüzde
48 ilâ yüzde 251 arasında dalgalanmıştır. Bütçe
açıklarındaki bu büyük boyutlarda sapmalar, bütçeleri, güvenilir
birer belge olma kimliğinden uzaklaştırmıştır.
Komisyondan çıkan şekliyle, 1996 Yılı Konsolide
Bütçe Kanunu Tasarısı 861 trilyon Türk Liralık bir açıkla
bağlanmış bulunmaktadır.
Diğer bir deyişle, 1996 yılı konsolide bütçesi
başlangıç açığı, 1995 yılı
gerçekleşmiş konsolide bütçe açığına göre yüzde 171,6
oranında artmıştır. Bu artış, 1996 yılı
enflasyon hedefi olan yüzde 65’in çok üzerindedir. Bütçe
açığında bu boyuttaki büyümenin, kamu finansmanı
sorunlarını çözmemekte yıllarca direnmenin ve izlenen, günü
kurtarma politikalarının sonucu olduğu tartışma götürmez.
Ümit edelim ki, 1996 yılı konsolide bütçe açığındaki bu
sıçrama, açıkları daha gerçekçi şekilde belirleme
anlayışının ürünü olsun ve yıl sonu
gerçekleşmesindeki sapma, normal, kabul edilebilecek boyutlarda
kalsın.
Ancak, hemen belirteyim ki, biz, 1996 bütçe
açığının, enflasyon hızındaki sapma ve çok
yükselmiş bulunan iç borçlanma gereğinin, piyasaları
kalabalıklaştırıcı etkisinin, faizler üzerindeki
baskısı nedeniyle, hedefin çok üzerinde gerçekleşeceği
konusunda ciddî endişeler taşıyoruz.
İktidar veya muhalefet olarak, kamu finansmanının içine
düştüğü durumu bütün çıplaklığıyla kamuoyu önüne
sermekten çekinmeyelim. Zira, bütün açıklığıyla görülen
gerçekler, gerçekçi çözümlerin üretilebilmesi için ilk adımı
oluştururlar. İleride de değineceğim üzere, çözümlerin
toplumca benimsenmesi ve desteklenebilmesi için, önce, Türkiye Büyük Millet
Meclisi ve Hükümetin, gerçekleri kabul edip, sürdürülebilir, birbiriyle
çelişmeyen ve yükü, toplumun katmanları arasında adil
dağıtan ekonomi politikalarını, eşzamanlı olarak
yürürlüğe koyması zamanı gelmiş ve geçmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1996
yılı konsolide bütçesi de, son yıllarda bütçelerimize hâkim olan
temel niteliği taşımaktadır. Bütçelerimiz, esnekliklerini
ve birer ekonomik politika aracı olma özelliklerini yitirmişlerdir.
Bunu daha açık bir biçimde ifade etmek gerekirse, bütçelerimizin yüzde
60’ını aşan bölümü, temelde iki harcama kalemine gitmektedir;
bunlar da, sırasıyla, faiz ve personel ödemeleridir. Güvenlik için
harcanan kaynaklar da göz önüne alındığında, üç büyük
harcama kalemi, bütçelerden, ülkemizin geleceği olan gençliğimizin,
okulöncesinden başlayıp yükseköğrenime kadar uzanan eğitim
zincirinin gereksinim duyduğu harcamalara; toplumun tüm
katmanlarının şikâyetçi olduğu sağlık
hizmetlerinin kalitesini yükseltmeye yönelik harcamalara ve ayrıca,
hızla artan kentsel nüfusun gereksinim duyduğu altyapı
yatırımlarına, kırdan kente göçü durduracak, en
azından yavaşlatacak, kırsal alanda istihdam yaratacak
yatırımlara yeterli kaynak ayrılmasını önlemektedir.
Bu olgu da, devletimizin Anayasada belirtilmiş olan sosyal devlet olma
kimliğinin giderek kaybolmasına yol açmaktadır.
Bu gözlemleri rakamsal verilerle desteklemek gerekirse; önümüzde bulunan
bütçe tasarısından, eğitime yüzde 12, sağlığa
yüzde 3,3, adalet ve emniyet hizmetlerine yüzde 3,8 pay ayrılmıştır.
Ayrılan bu payların çok önemli bölümünün, esasen personel giderleri
olduğu gerçeği göz önüne alındığında,
yukarıda da vurgulandığı üzere, sosyal ve ekonomik altyapı
hizmetlerinin kalitesini yükseltmeye yönelik bir beklentimizin olmaması
gerekir.
Sayın Başkan, değerli üyeler; bütçe
harcamalarının zaman içinde süratle değişen
yapısını daha çarpıcı bir biçimde sergileyen bazı
verileri de sizlerle paylaşmak isterim.
1991 yılında bütçe giderlerinin yüzde 37,8’ini personel
giderleri oluştururken, 1995 yılı gerçekleşmelerine göre bu
oran yüzde 29,2’ye düşmüş ve önümüzde bulunan bütçe
tasarısındaki verilere göre de yüzde 20,8’e inecektir. Plan ve Bütçe
Komisyonunda da açıkladığım üzere, 1995 Kasım
ayında yapılan yüzde 57,6 oranında maaş
artışına rağmen, kamu kesimindeki ücretler, 1996
yılı başında, 1992 yılının yüzde 36
gerisindedir.
Değerli arkadaşlar, devlete çalışanların
gelirlerini etkileyen bir kalemde, beş yılda, neredeyse yarı
yarıya azaltma, sürdürülebilir bir politika değildir. 1980’li
yılların başında konsolide bütçe giderleri içindeki
payı yüzde 4 ve 5 aralığında bulunan faiz ödemeleri, 1991
yılında yüzde 18,5’e tırmanmışken, 1995
yılında yüzde 33,5’e sıçramıştır. 1996
yılı bütçe taslağında öngörülen ödenek boyutu da toplam
ödeneklerin yüzde 33,8’idir.
Yukarıda da ifade ettiğim üzere, içborç hacmindeki
artışın, ülkedeki gönüllü tasarruf hacmindeki büyümeden
hızlı olmasının piyasalarda yol açacağı
kalabalıklaştırıcı etkisiyle, bu oranın, yıl
sonunda daha da yükselmesinden endişe etmekteyiz.
Bütçelerin üçte birinden fazlasının faiz ödemelerine gitmesi
de, sürdürülebilir bir politika değildir. Aynı şekilde,
1980’lerin başında, konsolide bütçe giderleri içinde payı yüzde
20’lerin üzerinde olan yatırım harcamaları, 1991’de yüzde
13,2’ye inmişken, 1995’te yüzde 5,9’a düşmüştür. 1996
yılı bütçe tasarısı başlangıç ödeneklerine göre
bu oranın yüzde 7 olması öngörülmüştür; ancak, yıl sonu
gerçekleşmesinin, yine, yüzde 5 dolayında olmasını
beklememiz daha gerçekçi bir anlayış olacaktır.
Sayın Temizel’in de değindiği, kırdan kente göçün
büyük hızla sürmesi sonucu, 1980-1995 döneminde, nüfusu 20 binden fazla
olan yerleşim birimlerinde yaşayanların sayısının
20 milyona yakın arttığı bir ortamda, sosyal ve ekonomik
altyapı gereksiniminin çığ gibi büyüdüğü, kentsel
işsizlerin içinde lise ve üniversite mezunlarının
payının yüzde 35’lerde ve enerji açığının
kapımızı çalmakta olduğu bir ortamda, konsolide bütçe
yatırımlarındaki bu süratli düşüşün, sürdürülebilir ve
savunulabilir olmadığı da tartışılmaz bir
gerçektir.
Sayın Başkan, değerli üyeler; konsolide bütçe
harcamaları bazında sürdürülebilir ve savunulabilir olmayan
gerçekleri temel hatlarıyla böylece belirledikten sonra, şimdi de,
kısaca, konsolide bütçenin gelir boyutu üzerinde durmak uygun
olacaktır.
Plan ve Bütçe Komisyonunda dağıtmış olduğumuz
tablolarda da açıkça sergilediğimiz üzere, devletin gelirlerinin
yapısı çok ciddî şekilde bozulmuştur.
Borçlanma, 1980’lerin başından beri, devletin, Gelir Vergisi,
Kurumlar Vergisi, Katma Değer Vergisi gibi temel gelirleri arasında
üçüncü sırayı alagelmişken, 1992 ve 1993 yıllarında
bir numaralı gelir kalemi haline gelmiştir. Daha sonraki
yıllarda, yeniden üçüncü sıraya gerilediyse de, bu düzelme, köklü ve
sürdürülebilir düzenlemelerin ürünü olmaktan çok, personel giderleri ve
yatırım harcamalarının baskı altına
alınması yanında, ülkemizin net dışborç öder duruma
gelmesinin sonucudur. Diğer bir deyişle, borç alamamamızın
sonucudur. Nitekim, 1996 yılı konsolide bütçe
açığının 861 trilyon Türk Lirası olduğu ve bunun
tamamen borçlanmayla finanse edileceği, gelirlerden alınacak
vergilerin 737 trilyon Türk Lirası, mal ve hizmetlerden alınan
vergilerin de 755 trilyon Türk Lirası olarak tahmin edildiği
hatırlanırsa, 1996 yılında da, borçlanmanın, yeniden,
devletin bir numaralı geliri durumuna geleceği ortaya
çıkmaktadır. Borçlanmanın, devletin en önde gelen gelir kalemi
olması, ne sürdürülebilir ne de sağlıklı olduğu
savunulabilir bir politikadır.
Burada, üzerinde durulması gereken bir diğer gerçek de, bütçe
açıklarının finansmanında, Merkez Bankası kısa
vadeli avans payının, 1991-1995 döneminde yüzde 22 ilâ yüzde 39,6
arasında dalgalanmasıdır. Bu olguyu çok daha çarpıcı
şekilde yansıtan bir gösterge de, birikimli kısa vadeli
avansın, dolaşımdaki banknota oranının, 1994 sonunda yüzde
102 düzeyine ulaşmış olmasıdır. Bunun anlamı,
Merkez Bankasının kurulmasından bu yana tedavüle
çıkarılan paraların, sadece bütçe finansmanı amaçlı
olduğudur. Para basarak enflasyonla mücadele eden tek ülke, herhalde
Türkiye’dir. (DSP sıralarından alkışlar) Bu yöntemle
enflasyonu önlemeyi başarırsak, sanırım, ekonomi
dalındaki nobel ödülü bize verilecektir!.. (DSP sıralarından
alkışlar)
Vergi gelirlerinin geri plana düştüğü bu ortamda, vergi
gelirlerinin kompozisyonu da savunulabilir ve sürdürülebilir nitelikte
değildir. Vergi gelirlerinin içinde dolaylı vergilerin payı,
1980 yılında yüzde 37,2 iken, bu oran, 1991’de yüzde 47,7’ye, 1995’te
de yüzde 59,3’e tırmanmıştır. Dolaylı vergilerin,
gelir dağılımını, dargelirliler aleyhine bozduğu
bir gerçektir.
Buraya kadar, Sayın Zekeriya Temizel ile birlikte
yaptığımız açıklamalar, bütçelerimizin gerçek harcama
kompozisyonu ve gerek gelir ve bu arada özellikle de vergi gelirlerinin
yapısıyla üretim ekonomisine hizmet etmekten çok, rant ekonomisine
hizmet eden ve gelir dağılımını da dar ve sabit
gelirliler aleyhine ve rantiye lehine devamlı bozmaya devam eden bir
kimliğe büründürüldüğünü, tartışmaya yer vermeyecek
şekilde ortaya koymaktadır. Gelir dağılımının,
bu uygulamalarla süratle bozulmaya devam etmesi, toplumsal
barışı etkileyen önemli bir unsur haline gelmiştir.
Bütçelerimizin zafiyeti, sadece bunlardan ibaret değildir.
Ayrıca, bütçe kanunlarımız, Anayasaya aykırı birçok
hükmü de ihtiva eder haldedir. Bu, gerçek anlamda bir hukuk devletinde,
savunulabilir ve sürdürülebilir bir tutum değildir.
Değerli milletvekilleri, 20 nci Dönem Türkiye Büyük Millet
Meclisinin ilk yasasını, Anayasaya aykırı hükümler
içermeden çıkarması, hepimizin
moral bir yükümlülüğü olmalıdır. Bu çerçevede, bütçe
kanununa bu yıl dahil edilen yeni bir madde, Anayasayı, bir
başka açıdan da ihlal etmektedir. 29 uncu maddeye konulan, iki anonim
şirketin satış hâsılatına el konulması, bir
anonim şirketin ana sözleşmesine ve Ticaret Kanunuyla
belirlenmiş olan haklarına bütçe kanunuyla müdahaledir ve bu eylem,
Anayasaya aykırıdır. Bu şekildeki salmalar, dolaylı
bir şekilde, yeniden, dolaylı vergi almaktadır; zira, bu
salmalar, bu kuruluşların ürettiği mal ve hizmetlerin
fiyatlarına dolaylı olarak yansıtılacak ve halktan tahsil
edilecektir. Eğer, vergi almak istiyorsak, Türkiye Büyük Millet Meclisi
olarak vergi kanunları çıkaralım; kapının
ardından dolanmayalım... (DSP sıralarından
alkışlar)
Sayın Başkan, değerli üyeler, Bakanlar Kurulunun
değerli üyeleri; mevcut kimliği ve sürdürülemez yapısını
sizlere açıkladığım 1996 yılı bütçesi, yeni
Hükümetin bir günde ortaya çıkardığı bir durum
değildir. Bu durum, yıllardan beri sürdürülen tutarsız
politikaların bir ürünüdür. O nedenle, 24 Aralık 1995 seçimleri
sonrasında kurulacak hükümetin, ilk bütçesinde mucize yaratması ve
köklü bir yapısal değişikliğe gitmesini kimse bekleyemezdi;
ancak, 1996 yılı bütçesinin ,Plan ve Bütçe Komisyonundaki
müzakerelerinde ve Genel Kuruldaki görüşmelerinde, gelişmeyi tersine
çevirecek bazı küçük adımlar atılabilirdi. Üzülerek belirtmek
gerekir ki, bu fırsatlar kaçırılmaktadır. Oysa, bu
akılcı ve özverili davranış sergilenebilmiş
olsaydı, vatandaşın, iç ve dış malî çevrelerin,
Hükümetin, tutarlı ve sürdürülebilir politikalara dönmesi konusunda
kararlılığı ve inandırıcılığı
konusunda beklentileri yükseltebilirdi. Örnekler vermek gerekirse; Anayasaya
aykırı hükümler ayıklanabilir, bütçenin sadece yüzde 7’si
düzeyinde olan yatırım ödeneklerinin, 5 bini aşkın projeye,
âdeta, ekmeğe tereyağı sürer gibi, ince bir zar halinde dağıtılması
yerine, 1996 yılında bitirilebilecek projeler üzerinde
yoğunlaştırılması sağlanabilirdi. 1996
yılının geri kalan döneminde harcanmamaları halinde kriz
yaratmayacak kalemlerin, harcamaları ertelenebilirdi. Bu konuda bir örnek
vermek gerekirse; konsolide bütçeye dahil kuruluşların
taşıt parklarında 55 362 araç bulunmasına rağmen,
1996 yılında 3 214 yeni taşıt alımına karar
verilmiştir. Unutmamak gerekir ki, 1996 yılında harcanan her 1
milyon liranın yüzde 24’ü, yıllık faizi yüzde 130’lara
ulaşacak borçla finanse edilecektir. Bu veri de, gereksiz veya
ertelenebilir harcamalarımızın fırsat maliyetini çok net
bir biçimde sergilemektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Bakanlar Kurulunun
değerli üyeleri; hiç kimse, 1996 yılı bütçesinden mucizeler ve
köklü değişimler beklememekle birlikte, bütçenin
yasalaşmasını izleyen dönemde, Hükümet tarafından
uygulamaya konulacak ekonomik politikalar konusunda büyük beklentiler
içerisindedir. Zira, Sayın Temizel ile birlikte yapageldiğimiz
açıklamalar, şimdiye kadar izlenen politikalarla gelinen
noktanın, çıkmaz sokak olduğunu sergilemiştir.
Sayın Başbakan, daha 1991 seçimleri öncesinde almayı
düşündüğünüz ve söz konusu seçimleri takiben dile getirdiğiniz,
ekonomiyi dengeye kavuşturacak önlemleri, beş yıl gecikme ve çok
daha kapsamlı bir biçimde almak zorunluluğuyla karşı
karşıya bulunuyorsunuz. Beş yıllık gecikmenin ortaya
çıkardığı faturayı en iyi değerlendirecek konumda
olanlardan birisi de sizsiniz.
1996 yılının kayıp bir yıl olmasını
önleyebilmek ve 1997 yılı bütçesinin de, 1996 yılı bütçesi
gibi, eskileri taklit eden bir bunalım bütçesi olmaması için,
aşağıda belirtilecek reformlara, mutlaka, 1996 yılında
başlanılması gerekmektedir.
Vergi reformu: Bu reform, ekonomide vergi tabanının,
vergilendirilebilir gelir kavramının yeniden belirlenmesi suretiyle
yaygınlaştırılmasını, kayıt
dışı ekonomi olarak adlandırılan ve belki de daha
doğru bir deyimle, bilinçle vergi dışı bırakılmış
alanların vergilendirilebilmesini, öncelikli hedef almalıdır.
Vergi reformunda başarılı sonuç alınabilmesi için, vergi
idaresinin yeniden yapılandırılmasına da süratle devam
edilmelidir. Vergi bazının etkin ve verimli bir yapıya
kavuşturulabilmesi ve ekonomideki faaliyetlerin geniş ölçüde
kayıt sistemine geçirilebilmesi için, vergi kanunları
dışındaki yasalarda da tamamlayıcı düzenlemeler
mutlaka yapılmalıdır.
Her ne kadar, 1996 yılı bütçesinde 37 trilyon liraya
indirilmiş ise de, özelleştirme gelirlerine, bütçe finansmanı
açısından bel bağlamamalıyız.
Kamu harcamalarında reform yapılması zorunluluğu
vardır. Bu çerçevede, bir yandan, kamu harcamaları için performans
kriterleri belirlenmeli; diğer yandan da, personel reformu uygulamaya
konulmalıdır ve ayrıca, yatırım projeleri yeniden bir
öncelik sırasına konu edilmelidir.
Bütçelerin yapısı, sağlıklı
değerlendirmelere konu olacak şeffaf bir konuma getirilmelidir.
Kamu borçlanmasına sınır konulmak suretiyle, kamunun
aşırı borçlanmasının, ekonomiyi, yatırım
yapılamaz hale getirmesinin önüne geçilmelidir.
Ülkemizin büyüme çabalarının önündeki darboğazlardan bir
tanesi de, gönüllü tasarruf hacminin yetersizliğidir. Gönüllü
tasarrufları özendirecek akılcı ve kalıcı politikalar
süratle uygulamaya konulmalıdır.
Kamu yönetimi yapısında, son onbeş yılda süratli bir
bozulma yer almıştır. Bu bozulmanın sonucunda, kamuda,
politikalar ve uygulayıcı kuruluşlar arasında eşgüdüm
sağlayabilmek, adeta, olanaksız hale gelmiştir. Bu durum,
süratle düzeltilmelidir ve bütün bunları tamamlayacak bir dizi önlemin de,
1996 yılı içerisinde alınması gerektiği takdir
buyurulacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri ve Bakanlar
Kurulunun değerli üyeleri; yukarıda açıklanan politikalar,
toplumun çeşitli katmanlarını etkileyecektir. Bu
politikaların etkin bir biçimde oluşturulabilmesi, toplumca
benimsenebilmesi ve başarıyla uygulanabilmesi, ancak, toplumsal
uzlaşı çerçevesinde sağlanabilir. Bu bakımdan, Demokratik
Sol Partinin yıllardır savunageldiği ve Hükümet Programında
da işletileceği belirtilen ekonomik ve sosyal konseyin süratle
devreye sokulmasında büyük fayda mevcuttur. Bu konseyin
çalıştırılabilmesi için, bizim kanımızca, bir
kanun çıkarılmasına gerek de yoktur; Hükümetin, bu konuda
kararlı ve samimî olması yeterlidir. Değerli Hükümet üyeleri, ekonomik
dengeleri oluşturacak kararlarınızı, bu konseyi
çalıştırarak almanız, başarılı
olmanızı ve
inandırıcılığınızı güçlendirecektir.
Sayın Başkan, değerli üyeler; buraya kadar yer alan
açıklamalarımızla da açık bir biçimde sergilediğimiz
üzere, ülkenin ve kamu finansmanın içerisine düşürüldüğü
durumdan çıkarılabilmesi için, Demokratik Sol Parti, şimdiye
kadar sergileyegeldiği yapıcı katkıları, milletimize
karşı duyduğu büyük sorumluluk anlayışının
bir sonucu olarak sürdürmeye kararlıdır. Plan ve Bütçe Komisyonunun
çalışmalarında sergilediğimiz, bütçelerimizin
sağlıklı bir yapıya kavuşturulması ve Anayasaya
aykırı hükümlerden arındırılması yolundaki
çabalarımıza Genel Kurulda da devam etmek niyetindeyiz.
Bu noktada, 1996 yılı makroekonomik hedeflerinin üzerinde de
kısaca durmak istiyorum.
Büyüme hedefi, muhtemelen gerçekleştirilebilir.
Enflasyonun yüzde 60-65’lerde tutulabilmesi son derece zor
görünmektedir.
İstihdamın düşmeye devam etmesi beklenmelidir.
Dışticaret açığının büyüyeceğini
herkes kabul etmektedir. Aynı olgu, cari işlemler dengesini de
etkileyecektir.
Diğer taraftan, Sayın Temizel’in, özellikle, özel kesimdeki
imalat sanayiinde istihdam endeksinin düşmekte olduğuna yönelik
açıklamalarını tamamlamak için bir hususun daha altını
çizmek istiyorum: O olgunun oluşmasında izlenen kur
politikalarının da etkisi vardır. Zira, gerçekçi olmayan kur
politikaları, Türk emeğinin, döviz cinsinden maliyetini
yükselttiği için, iş âlemi olması gerekenden süratli bir biçimde
teknoloji yoğun yatırımını hızlandırmaktadır.
Demokratik Sol Parti, bir yandan bu yapıcı yaklaşımları
izlerken, diğer yandan da bir hükümet krizi oluşmaması için,
katkıda bulunmaya devam edecektir. Bu çerçevede, 1996 bütçesinin Türkiye
Büyük Millet Meclisinde kabul edilerek, yeni Hükümetin ülke sorunlarına
süratle çözüm üretmeye başlamasına zemin hazırlayacaktır.
Bütçe gibi bir konuda hükümet krizi yaratmamak için özen gösterecek olan
Demokratik Sol Partinin, bazı siyasî partilerin hükümet bunalımı
yaratma senaryolarında rol alması düşünülemez. (DSP sıralarından
alkışlar)
Demokratik Sol Parti, büyük bir özveri ve siyasî sorumluluk duygusuyla,
bir yandan, ülkemizin, içeride ve dışarıda çok ciddî sorunlarla
karşı karşıya bulunduğu bir dönemde, hükümet krizi
yaratılmaması için olumlu katkılarını sürdürürken,
diğer yandan da, toplumumuzun son derece duyarlı olduğu
yolsuzluklarla, hangi dönemde yapılmış olursa olsun, mücadeleye
kararlıdır. (DSP sıralarından alkışlar)
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Uluğbay, size de ek süre veriyorum, lütfen
toparlayın efendim.
HİKMET ULUĞBAY (Devamla) – Teşekkürler Sayın
Başkan.
Demokratik Sol Partinin yolsuzluklar konusundaki tutumu, politik
hesaplarla değil, belgelerin somut içeriği ve hukukî durumu
çerçevesinde belirlenecektir. Daha açık bir deyimle, Demokratik Sol Parti,
yolsuzlukların takipçisi olmaya devam edecektir. (DSP
sıralarından alkışlar)
Hiç kimse Demokratik Sol Partinin, yolsuzluklar konusundaki kararlı
tavrını, hükümet krizi yaratma nedeni olarak kullanmamalıdır.
(DSP sıralarından alkışlar)
Hükümetin devamı ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin
yolsuzlukları araştırması, birbirinden
bağımsız tutulması gereken konulardır. Birincisi,
devletin devamı için önemli iken, ikincisi, demokratik denetimin
işletilmesi bakımından önemlidir. Bu bakımdan, koalisyon
ortakları, soruşturmalardan kaçmak için, hükümet bozma
şantajını kullanmaktan kaçınmalıdır. (DSP
sıralarından alkışlar)
Bütün bu anlayış ve duygularla, 1996 bütçesinin, ülkemize ve
Hükümete hayırlı olması dileklerimizle, sizleri ve bizleri
izleyen seyircileri, Demokratik Sol Parti Grubu adına,
saygılarımla selamlıyorum. (DSP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Uluğbay.
Şimdi, konuşma
sırası, Refah Partisi Grubu adına Sayın Necmettin
Erbakan’da.
Buyurun efendim. (RP sıralarından ayakta alkışlar)
Sayın Erbakan, süreniz 60 dakikadır.
RP GRUBU ADINA NECMETTİN ERBAKAN (Konya) – Muhterem Başkan,
Yüce Meclisin sayın üyeleri, Hükümetin sayın mensupları,
ülkemizin kıymetli evlatları; bugün 17 Nisan 1996. Türkiye Büyük
Millet Meclisinde, 1996 yılı bütçesinin ilk müzakeresini
yapıyoruz. Sözlerime başlarken, bugün, aynı zamanda,
kıymetli kardeşimiz, Türkiye Cumhuriyetinin Değerli
Cumhurbaşkanı Sayın Özal’ın vefatının üçüncü
yıldönümüne rastlaması münasebetiyle, önce, kendisine, Cenabı
Hak’tan rahmet ve bütün milletimize de bir kere daha
başsağlığı diliyorum. (RP ve ANAP
sıralarından alkışlar)
Çok aziz ve muhterem kardeşlerim, şu anda,
huzurlarınızda 1996 yılı bütçesi hakkında Refah
Partimiz Grubunun görüşlerini arz etmek üzere bulunuyorum. Her şeyden
evvel, hepinizi muhabbetle selamlıyorum, saygıyla selamlıyorum
ve müzakerelerin bütün milletimiz için hayırlı olmasını
Cenabı Allah’tan diliyorum. Bu müzakerelerin, ülkemiz evlatlarına
saadet ve selamet gelmesine vesile olmasını Cenabı Hak’tan niyaz
ediyorum.
Konuya girerken, ne yazık ki, zamanımız çok
sınırlı olmasına rağmen, görevimizi ifa
bakımından, önce, konuştuğumuz bütçenin hukukîliği
üzerinde durmak zaruretiyle karşı karşıya kalmış
bulunuyoruz.
Zaman çok sınırlı, asıl, halkımızın
beklediği konulara zaman ayırmak mecburiyetindeyiz; ancak, bu görevi
de ifa etmek mecburiyetinde olduğumuz için, kısaca belirtmek
istiyorum ki, tam yedi ayrı bakımdan, bu bütçe, Anayasaya aykırı
bulunmaktadır; bir iki üç dört değil, yedi bakımdan...
Önce, bir defa, bu bütçenin sahibi yoktur; çünkü, bu bütçeyi Meclise
getirmiş olan hükümet, eski Hükümettir, onun dönemi geçmiş, yeni
Hükümet gelmiş; ancak, yeni Hükümet Meclisten güvenoyu
alamamıştır. Dolayısıyla, bu tasarı, sahipsiz bir
tasarıdır. Gereken kanunî muameleler yapılmadan, bunun Mecliste
görüşülmesi geçersizdir.
Kanunî muamele nedir; Sayın Başbakanın
Cumhurbaşkanına gidip görevi iade etmesi, Cumhurbaşkanın,
yeni hükümet kuruluncaya kadar kendilerini görevlendirmesi, ondan sonra,
Anayasaya uygun bir şekilde, Meclis Başkanlığına,
bütçenin görüşülmesini arzu ettiklerine dair bir yazı yazmaları
gerekir, ancak bu işlemden sonra bu bütçe burada görüşülebilir.
Neden bu Hükümetin güvenoyu yoktur -zamanınızı uzun boylu
alacak değilim- çünkü, bu Hükümet, işbaşına 6 Martta geldi
ve 12 Mart tarihinde, bu Mecliste güvenoylamasını istedi.
Yeni işe başlayan bir hükümetin güvenoylamasını
nasıl alacağı Anayasanın 110 uncu maddesinde açıkça
belirtilmiştir. Bu maddede, ilk defa güvenoyu alacak olan bir hükümet,
gelir, belli aralıklarda programını okur, sonunda güvenoyu
oylaması yapılır. Güvenoyu oylaması yapılırken,
nasıl olursa güvenoyu alır; bu hususta, Anayasanın 110 uncu
maddesinde herhangi özel bir hüküm yoktur. Dolayısıyla,
Anayasanın, karar yetersayısı hakkındaki genel hükmüne
bakmak mecburiyeti vardır; bu, 96 ncı maddedir. 96 ncı maddede
ise, açık ve sarih bir şekilde, kararın, ancak oturumda
bulunanların salt çoğunluğuyla alınabileceği
belirtilmiştir. O gün, oturumda bulunanların salt çoğunluğu
kabul oyu vermemiştir. Sayın Başkan yanlış bir yorum yaparak,
Anayasaya aykırı bir yorum yaparak, Hükümetin güvenoyu
aldığını ifade etmiş, Resmî Gazeteyle de
yayımlamıştır; ancak, bu yanlışlık sonradan
anlaşıldığı için, yine, İçtüzüğün ve
Anayasanın hükümleri dolayısıyla bu
yanlışlığın düzeltilmesi için gereken muamelelere
tevessül edilmiştir ve bu yanlışlık, inşallah, çok
kısa bir zamanda, önce yürütmenin durdurulması, sonradan da karar
alması suretiyle, Anayasa Mahkemesi tarafından bozulacaktır.
Bu Hükümet, programsız buraya geldi. Bir metin okundu. O metnin, bu
Hükümetin programı olması mümkün değildi; çünkü, metin, Hükümet
kurulmadan önce hazırlanmıştı. O günkü oturuma
Başkanlık eden Sayın Meclis Başkanına, Refah Partisi
Grubu olarak, İçtüzüğün 64 üncü, 65 inci maddeleri uyarınca
müracaat edildi “bunu görüşemezsiniz; tutumunuz hakkında söz
istiyoruz” denildi. Sayın Başkan, o vakit, yanlı davrandı
ve İçtüzük hükümlerini alenen çiğnedi.
Aynı Sayın Başkan, kendisine yapmış
olduğumuz müracaat karşısında, yine, İçtüzüğün
gerekli hükmü dolayısıyla, Meclis Başkanlık
Divanını toplaması lazım gelirken, toplamadı. Kim
olduğu belli olmayan bazı insanların hukukî mütalaasına
müracaat ettiğini bir açıklamayla bildirmekle yetindi; bu
davranışı da İçtüzüğe aykırıdır.
Sayın Başkanın, dün, bu Mecliste, bizim kendisine yazmış
olduğumuz yazıyı okumadan, kendisinin, yetersiz insanlara
hazırlattırmış olduğu mütalaasını
okutturmuş olması da, yine, İçtüzüğe
aykırıdır. Gerekirdi ki, bizim müracaatımızı
okusun, sonra da, o cevabî sözleri söylesin. Kaldı ki, Yüce Meclise ifade
etmiş oldukları cevaplar, hukuken, kesinlikle geçersizdir.
Söyledikleri emsaller, 1982’den öncedir. 1982’den önce, İçtüzüğün
ilgili maddeleri tatbik edilebilirdi; ancak, 1982 Anayasasının geçici
6 ncı maddesinden sonra, artık, o fıkralar, o hükümler tatbik
edilemez. Onun için, Yüce Meclisin huzuruna gelip de “eskiden emsal var”
demesi, hukuken geçersizdir.
Bundan başka, şöyle bir mütalaa serd ediyor ki, bu mütalaa
kesinlikle geçmez: “efendim, çekinser oy verenler, sözde, ben kendim karar
vermek istemiyorum, çoğunluk ne isterse öyle olsun demişlermiş
gibi sayılır” diyor. Yani, kabul oyları fazla iseymiş,
oraya katılmalıymış. (RP sıralarından
alkışlar)Bu, kesinlikle mümkün değildir. Sayın
Başkana, Danışma Meclisinin,
Anayasanın 96 ncı maddesinin müzakeresi esnasındaki 1982
tarihli zaptını okumasını tavsiye ederim.(RP
sıralarından alkışlar) Bunu okuyacak olurlarsa, görecekler
ki, şimdi, Meclisimizin araştırma bölümünde görev yapan, eskiden
Kanunlar Dairesinin kıymetli bir elemanı olan Sayın Kâzım
Öztürk, işte, o Kurucu Mecliste, tam ondört sene evvel, Anayasa
görüşülürken “Sayın Başkanın bugün dediği gibi olsun”
diye kanun teklifi vermiş; ancak, komisyon bunu reddetmiş, Meclis
bunu reddetmiş. Bizzat, bu kanun teklifi, komisyon ve Meclis
tarafından reddedilmiş olduğu halde, Sayın
Başkanın, ondört sene sonra gelip de “bu reddedilen şekilde
bunun kabul edilmesi gerekir” demiş olmaları, elbette, hukukla
bağdaşmaz; Sayın Başkanın böyle davranmamış
olmasını gerektirir. Bu, İçtüzüğe uymamasından ileri
geliyor. Eğer, Sayın Başkan, Meclis Başkanlık
Divanını toplasaydı, en azından, Refah Partili Meclis
Başkanvekili, kendisine, bunları açıklayacaktı ve bu hataya
düşmeyecekti.
Şimdi ben, bir kere daha bu gerçekleri zapta geçirmiş
oluyorum. Dolayısıyla bu Hükümet güvenoyu almamıştır;
bu Meclis tasarısı sahipsizdir; bunun, bugün görüşülmesi hukuken
mümkün değildir. Kaldı ki, bugün sabahleyin toplanmış olan
Anayasa Komisyonu da -Tüzük Komisyonu- bizim söylediğimizi kabul etti ve bu
komisyon, hakikaten, bugünkü İçtüzüğün bu yorumu yapan maddelerinin
Anayasaya aykırı olduğunu bizzat kabul etti.
AHMET İYİMAYA (Amasya) – Tekriri müzakere var.
NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Bizzat, Tüzük Komisyonu, Meclis
adına bunu kabul ettikten sonra, mesele tamamen açıktır. Biz
inanıyoruz ki, birkaç gün içerisinde, Anayasa Mahkemesi, yürütmeyi
durdurma kararı verecek ve ondan sonra da bu Hükümetin güvenoyu
almamış olduğu kesin bir şekilde sabit olacaktır.
Şimdi, bu gerçekleri ortaya koyduktan sonra, biz, elbette,
görevimizi yapmakla mükellefiz. Dolayısıyla bu bütçe Meclise vaktinde
verilmemiştir; çünkü, Anayasanın 162 nci maddesi “Herhangi bir bütçe,
yürürlük tarihinden yetmişbeş gün önce Meclise verilmelidir” diyor.
Bu Hükümet işbaşına geldikten sonra yapmış olduğu
müracaatın tarihi 10 marttır; 1 mayıs tarihine kadar
yetmişbeş gün geçmediği için, Anayasanın 162 nci maddesine
de aykırıdır.
Anayasanın 164 üncü maddesine gelince; Anayasanın 164 üncü
maddesi, bütçenin Meclise, daha önceki yılın kesinhesabıyla
verilmesini şart koşuyor. Kesinhesap ise hâlâ hazırlanmamıştır,
Meclise verilmemiştir. Kesinhesap görülmeden bu bütçenin görüşülmesi
de, Anayasaya uymayan bir durumdur. Onun için, şu yapılan müzakere,
Anayasanın 164 üncü maddesine de aykırıdır ve yine, bu
bütçeye, Komisyondaki arkadaşlarımız, açık açık ifade
ettikleri halde “bakınız, geçen seneki bütçenin arkasına şu
şu kanunların maddeleri ilave edilmişti; bu maddeler, başka
kanunların hükümlerini değiştirmek mahiyetinde olduğu için
bütçeye konulamaz; bunları buraya koyarsanız, Anayasaya
aykırı olur” dedikleri halde, ne yazık ki, aritmetik
çoğunluk elinde olduğu için, Bütçe Komisyonu “hayır, biz
koyarız” diyerek, aynı maddeleri getirip koymuştu. Geçen seneki
5 tane kanunsuz maddeye ilaveten, bu sene de 3 tane kanunsuz madde konulmuştur. O
değişiklikler, ancak kendi kanunlarında yapılacak
değişiklikle yürütülebilir; bütçe kanununa bunlar konulamaz.
Anayasanın 161 inci maddesinin dördüncü fıkrası, bunu
açıkça belirtmektedir.
Yine, bu bütçe, dördüncü bakımdan da, ne yazık ki, Anayasaya
aykırıdır. Nedir bu dördüncü bakım?.. Bugün, aslında
Türkiye’yi konuşuyoruz... Oo, keşke 24 saat vaktimiz olsa... Yetmez;
ama, bunların içerisinde asıl maksadım, bir anafikri
belirtmektir. Bu nokta, o anafikirle çok yakinen ilgili olduğu için,
kısaca, bu anafikri, huzurlarınızda ifade etmeye
çalışacağım. Ümit ediyorum ki, bilhassa, Sayın
Hükümetin görmesi arzusuyla, bu tabloyu kürsüye
koyuyorum. Buyurun... (RP sıralarından alkışlar)
MUSTAFA BALCILAR (Eskişehir) – Hocam biz göremiyoruz...
BAŞKAN – Sayın Erbakan, Divandaki arkadaşlar da tabloyu
görmek istiyorlarmış... (Gülüşmeler)
NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Gösterelim Sayın Başkan...
(RP sıralarından alkışlar)
Muhterem arkadaşlarım, ben, bunu, neden tablo halinde
yapıp huzurlarınıza getiriyorum; çünkü, konuşmalar silinir
gider; ama, arkadan “bak, Hocamız, bize, iki tane aysberk gösterdi ki,
bunları unutmak mümkün değildir” diyesiniz diye getiriyorum.
Ne aysberkiymiş bunlar?..
Muhterem arkadaşlarım, 1986’dan beri,
Türkiye’de, bütçelerin Meclise sunulması, Anayasanın
dışına çıkılarak yapılmaya
başlanmıştır. Neden; korkunç borçlar var, bu borçların
faizleri var. Bu borçlar, bu faizler nasıl alınacak, nasıl
ödenecek, bunlar Meclise sunulmuyor. Meclise, sadece, bütçenin bir
kısmı sunuluyor. Halbuki, Anayasanın ilgili maddeleri, devletin
bütün giderinin ve gelirinin Meclise sunulmasını âmirdir. Meclis
yetki verir. Bakınız, biz, bu bütçe müzakerelerine başlarken
lazım gelen odur ki, Sayın Hükümet, Meclise, şu anda devletin ne
kadar borcu var -75 milyar dolar dışborcu var- bunların ödeme
tarihi nedir, şartları nedir, bunu bir kitapta sunması
lazım. Ben, korkuyorum ki, Sayın Hükümet de bunu bilmiyor; çünkü,
yıllardan beri, bunlar, üst üste birikmiş. (RP sıralarından
alkışlar)
Önce, en basit
bir şirketin muhasebesinde dahi, şirketin borcu nedir,
alacağı nedir; bu bilinmeden önümüzdeki senenin masrafları
konuşulabilir mi? Dolayısıyla, önce, bir defa, şu
borçların bildirilmesi lazım. Bu sene, bu borçların ne
kadarı ödenecek, ne kadarı kalacak; bu borçları ödemek için ne
kadar borç alacaksın... Bunlar, Meclise bildirilmiyor.
Bakınız, ben, bunları, inceden inceye
hesapladım; vakit yeterli olmadığı için, özet olarak arz
ediyorum: Şu anda, Meclise getirilmiş olan bu bütçeyle “biz, bu
yıl, 3,5 katrilyon harcama yapacağız” deniliyor. Şimdi, 3
katrilyon 511 trilyon lira konsolide bütçe gideri buraya getirilmiş...
46,8 milyar dolar... Bize getirilen bütçenin içine bak; şunlar yok, kalem
kalem sayıyorum şimdi:
İç ve dışborç
anapara taksidi bu yıl ne kadar ödenecektir? Bu bütçenin içerisinde
gözükmüyor; ama, bunu, biz, dolaylı yoldan
hesapladığımız zaman görüyoruz ki, bu yıl, 3 katrilyon
lira -iç ve dışborç anapara taksidi- ödenmesi gerekmektedir; bu 40
milyar dolar yapıyor. Bütçeye girmeyen, 1996’daborç haline gelen faizler.
Geçen seneden kalmış ve bu sene de bütçede gösterilmeyen faizler var;
bu da 1,530 katrilyon. Neyin faizidir, nedir; kuruşu kuruşuna -devletin
asıl bütçesi bizde mahfuz- arzu ederlerse, Sayın Hükümet üyelerine
de, hangi bütçeyi yürütüyorlar, gerçeğini sunmaya hazırız. (RP
sıralarından alkışlar)
Bütçeye girmeyen fon harcamaları; savunma, Fak-Fuk Fon 92 trilyon;
bu da, 1,2 milyar dolar yapıyor. 2 katrilyon bütçe açığını,
bu yıl siz, yeniden borçlanarak karşılayacaksınız. 1
katrilyon gözüküyor; ama, bir misli artıracağız diye yetki
aldınız. 2 katrilyon yeniden borçlanacaksınız. O borcu,
bilinen usulle borçlandığınız zaman yüzde 100 faizle
alacaksınız. Altı ayı da, bu senede 1 katrilyon daha, ona,
faiz ödemeniz gerekecek. Bunları da koyduğumuz zaman, tam 46 milyar
dolar gösterdiğiniz bütçeye mukabil, 75 milyar dolar, gözükmeyen bir bütçe
var. İşte aysberg bu. Buna bir de 73 milyar dolarlık
dış borcu da koydunuz mu ne oluyor; 46 milyar buraya getirilip
gösteriliyor; 1,75’lik, bu yıl içerisindeki borç ödemeleri, faiz ödemeleri
gözükmüyor ve de 73 milyar dolar dış borcumuz olduğundan da hiç
bahsedilmiyor. Nasıl olsa biz bunu ödemeyeceğiz, ilerki senelerde
ödenecek... İyi de, bu borcu bilmemiz lazım, bu bizim borcumuz.
Bakarsınız, günün birinde bir babayiğit hükümet gelir “ben bu borcu ödeyip
sıfırlayacağım” der.
Hesabı bilmesi lazım. (RP sıralarından
alkışlar)
Bunun için, 1996 yılında, işte, bize getirilen bütçe
tablodaki mavi kısım olarak gösteriliyor bize. Sarıyla
gösterilen kısım zaten bütçe açığıdır; 861
trilyon. Şu kısım gösterilmiyor -burası borç ve faiz
ekonomisi- 74 milyar dolar (5,6 katrilyon). Bu kısım da dış
borç, o da gösterilmiyor. Bunlar, aysbergin suyun altındaki
kısmı. Yani, biz, ancak,
bütçenin takriben dörtte birini görüyoruz; dörtte üçü suyun altında
kalıyor. Halbuki, Anayasa, bu bütçenin, bütünüyle Meclise getirilmesini
emrediyor. Biraz sonra ifade edeceğim... “Efendim, peki, dörtte üçü suyun
altında...” Mesele öyle değil; bakınız, aynı
hesapları, 1995 yılına göre yaptığımız
zaman, 1995’in aysberki bu kadarmış.
Şimdi, bu Sayın Hükümet, kıymetli
arkadaşlarımız buraya oturmuşlar, bize gelmiş diyorlar
ki “biz, bu aysberki bu kadar büyüteceğiz.” Getirdikleri bütçe budur.
Hesapla konuşuyoruz, rakamla konuşuyoruz... İyi de, bu nereye
gidiyor Allah aşkına?.. Bu aysberk, ne zaman kayalara çarpacak?.. Bu,
böyle gidemez... (RP sıralarından alkışlar)
Onun için, önce, bir defa, bütçenin, bütün giderleriyle Meclise sunulması
lazım; sunulmuyor. Neden?.. Haa, bak, sözümün sonunda, tekrar bu noktada
ehemmiyetle duracağım. Ben, bugün, bu konuşmamda asıl bunu
belirtmek istiyorum; çünkü -kimse alınmasın, gerçeği ifade etmek
için söylüyorum- aslında, Türkiye’de, gerçekte iki tane meclis var: Birisi
bu Meclis; biz, avam meclisiyiz, paryalar meclisi; bir de, bize hiç sorulmadan
yürütülen işlerin meclisi var, o da lordlar kamarası, rantiyecilerin
meclisi. (RP sıralarından “Bravo” sesleri alkışlar; DYP ve
ANAP sıralarından sıra kapaklarına vurmalar, gürültüler.)
MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Estağfurullah...
NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Şimdi, bir dakika... Bir
dakika...
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Sayın Başkan, lütfen,
hatibi ikaz ediniz...
BAŞKAN – Bir dakika efendim... Söz sırası size gelince
cevap vereceksiniz; sözünü kesmeyin. (DYP ve ANAP sıralarından
gürültüler)
NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Bir dakikanızı rica
ediyorum.
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Biz, parya değiliz...
BAŞKAN – Bir dakika... Bir dakika... Arkadaşlar, rica
ediyorum... Lütfen... Rica ediyorum efendim.
NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Sayın Başkan... (DYP ve
ANAP sıralarından gürültüler)
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Siz, parya
mısınız?.. Biz parya değiliz... (RP sıralarından
gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Erbakan, siz “parya” mı dediniz?
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Bu Meclis, seçimle gelmiş bir
Meclistir...
NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Açıklayacağım... (DYP
ve ANAP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Paryanın ne anlama geldiğini biliyorsunuz
herhalde?
NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Bir dakika... Yalnız, sükûneti
temin edin.
MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Geri al sözünü...
BAŞKAN – Bir dakika... Açıklayacak...
NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Muhterem arkadaşlarım,
önce, şu sükûnetin bozulması dolayısıyla kaybolan
dakikaları Sayın Başkandan rica edeceğim; madde bir.
BAŞKAN – Ama, efendim, siz, sükûneti bozmayacak şekilde
konuşacaksınız.
NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Tabiî, haklısınız.
Benim sözlerimde sükûneti bozacak hiçbir şey yok. Biraz sonra ifade edeceğim; ben, bu
Mecliste, hiçbir ayırım yapmıyorum. 550 kardeş olarak
konuşuyoruz ve bugün, biz, burada, Türkiye’yi konuşuyoruz. Onun için,
yeni Meclisin, büyük seviyesine, mehabetine uygun bir şekilde ve lütfen,
arkadaşlarımın da yardımlarıyla, bu müzakereleri en
olgun bir şekilde yürütelim.
Bakınız, benim söylediğim söz nedir: Açık bir
şekilde, bütçenin dörtte üçü Meclise gelmiyor. Nedir bu; borç ve faiz. Kim
karışıyor buna; bunu, rantiyeciler kontrol ediyor; bizim
kontrolümüzden çıkarılıyor. Onların kendi meclisleri var;
hepiniz bunu biliyorsunuz. O meclislerde, Hükümet, bu ay, şu kadar faizle,
şu kadar borç alsın diye, onlar karar veriyor ve o kadar da borç
alınıyor; bu devlet, böyle yönetiliyor. Bu gerçekleri birbirimizden
gizlemeyelim. İşte, biz, gerçek demokrasi istiyoruz; bunlara, bu
Meclis, bu Hükümet karar vermeli. (RP sıralarından “Bravo” sesleri,
alkışlar) Size yapılan... Tabiî, alışkanlıkla
yapıyor -ben, bu kıymetli arkadaşlarımı tenzih ederim;
yani, bunları, bilerek, bir kötü maksat için yapmadıklarını
biliyorum. Ben, burada, ülkenin gerçeklerini konuşuyorum- bu, bir
alışkanlık. Buraya geliniyor, kelimelerin üzerinde
konuşuyoruz, mekanizma bildiği gibi gidiyor; ama, bakın, şimdi,
aysberk, gelip, bir yerde dağlara çarpacak... Artık, uyanmanın
vakti geldi.
Ne kadar borç alınacak, hangi şartlarla alınacak ve
nereye ödenecek; haberimiz yok. Neden; ona, lordlar kamarası
karışıyor da, onun için; ona, rantiyeciler meclisi
karışıyor da, onun için... Ben, burada, bu Meclisin,
şahsiyetini, hakkını savunmak için bu açıklamaları
yapıyorum. (RP sıralarından “Bravo” sesleri,
alkışlar) Anayasa
ortadadır...
MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Niye itham ediyorsunuz; küçük
düşürüyorsunuz.
NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Bakınız, hâşâ, hiçbir
zaman, bu Meclise veya buradaki bir arkadaşımıza “parya” demek
için söylemedim. Bize, âdeta bu muamele yapılıyor. Bir lortlar var, o
lortlar önemli meseleleri kendi aralarında konuşuyorlar; burada ise,
bize, sadece, bu ufak rakamları getiriyorlar. Yatırım yok, ücret
yok, yok, yok... Siz burada yok bütçesini konuşun diyorlar; var bütçesini
biz konuşacağız diyorlar. (RP sıralarından
alkışlar) Türkiye böyle yönetiliyor.
MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Sayın Başkan, o “parya”
lafını geri alsın. (RP sıralarından “otur yerine,
otur” sesleri)
BAŞKAN – Efendim, tutanağı getirtiyorum...
MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Sayın Başkan “parya” sözünü geri
alsın.
HASAN DİKİCİ (Kahramanmaraş) – Grup
Başkanvekilisin, saygılı ol; Genel Başkan konuşuyor
kürsüde!
BAŞKAN – Arkadaşlar, müdahale etmeyin, Genel
Başkanınız konuşuyor.
Sayın Gözlükaya, lütfen... Rica ediyorum... Ben, tutanağı
istedim efendim; o cümleyi nasıl kullandığını
okuyacağım.
NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Refah Partili kardeşlerimden de
rica ediyorum bu kürsüden, siz, lütfen, bu tahriklere uymayın; bu Meclis
bizim. (RP sıralarından alkışlar) Onun için, kıymetli
kardeşimize de ifade ediyorum ki, şurada asıl anlatmak
istediğimiz ana fikirlerin, lütfen, bu lüzumsuz çıkışlarla
insicamını kaybettirmeyin; çünkü, sözünüzün yeri yok. Ben, burada
“şu Meclisin muhterem üyeleri, âdeta parya gibi muamele görüyor, büyük
işler buraya getirilmiyor” diyorum. Bu, sizi, şereflendirmek üzere
söylenmiş bir sözdür; bunu alıp da tersine çevirmenin hiç bir... (RP
sıralarından alkışlar) Rica ederim... Bu kadar açık...
Şimdi, zamanımız çok kıymetli muhterem
arkadaşlarım... İşte, Türkiye’nin yönetimi böyle oluyor.
Bakınız, bu sebepten dolayıdır ki, Anayasaya
aykırıdır bu bütçe; çünkü, Anayasanın 161 nci maddesi,
devletin bütün giderlerinin, bütün hesabının Meclise getirilerek izin
alınması mecburiyetini şart koşuyor.
Diğer taraftan, bakınız, bu bütçe, gerçekci bir bütçe
değil -teferruatına girmiyorum- samimî değil. Neden mi;
bakın, yıllardan beri, bilhassa son yıllarda, bütçenin
açıkları büyümüş. Bu açıkları daha da büyük göstermek
yönetimin işine gelmiyor; aman, ne yapalım da bu açığı
az gösterelim... Ne yapalım; personele verilmesi icap eden parayı az
tutalım, faizlere ödenecek olan paranın bir kısmını
bütçede göstermeyelim düşüncesiyle, personel giderleri, faizler, bütçenin
açıkları, enflasyon, dolar değerleri gerçek değerinde
buraya getirilmiyor; bunlar, maksatlı olarak küçük gösterilmeye
çalışılıyor, onun için de, getirilen bütçeler gayri samimî
oluyor. Altı ay önce getirilen bu bütçenin aslına bakın,
altı ay sonra yapılan değişikliklere bakın; nereden
nereye değişmiş... Nasıl bütçe bu Allah aşkına!
Biz, konuşmaya başlayıp sonuna gidinceye kadar dolar nereden
nereye geliyor... Zaten, bu eğik masaya sofra kurulmaz, bu faizci düzenle
bu işler yapılmaz. Onun için, burada bizim
yaptığımız iş, hakikaten çocuk oyuncağı
oluyor. Konuşsan ne olur, konuşmasan ne olur. Yokları
konuşuyorsun. Makine bildiği gibi yürüyüp gidiyor.
Muhterem arkadaşlarım, ondan dolayıdır ki,
artık, öyle bir noktaya geldik ki, lütfen, devleti tekrar rayına
oturtalım. Bu, böyle gitmez. Bu Meclis milletin temsilcisidir, bütün her
şeyi bilmesi lazım gelir.
Yine, Anayasaya uymayan bir diğer husus da şu: Anayasanın
163 üncü maddesine uymuyor; çünkü, Sayın Maliye Bakanına, bu bütçenin
açığının bir misli daha fazla, yıl içerisinde
borçlanma yetkisini veren bir madde konmuş bütçeye. Halbuki, bütçede
gösterilen rakamlardan daha fazla harcama yetkisi, ancak yeni bir kanunla
alınabilir, bu yetki Bakanlar Kuruluna bile verilemez. Bunu,
Anayasanın 163 üncü maddesi sarih bir şekilde söylüyor. Onun için,
siz, bu bütçede gösterilen rakamları, ben, bir misli daha fazla
harcarım diyemezsiniz; Anayasa buna engeldir; ne
harcayacağınızı getireceksiniz. Dolayısıyla,
size, yedi noktadan bu bütçenin Anayasaya aykırılığını
ayrı ayrı ifade etmiş oldum. Bunların hepsi, Komisyonda,
ilgili arkadaşlarımız tarafından söylenmiştir; ama,
dinlenmemiştir. Şimdi, bir kere daha burada söylüyoruz;
bakınız, eğer, bu Anayasaya aykırılıklardan
dolayı bu bütçeyi Anayasa Mahkemesi bozarsa, o takdirde, bunun mesulü biz
olmayacağız. Tekrar tekrar söylendiği halde, Anayasanın
çiğnenmesine kulak asmayan davranışlar, bunun mesuliyetini
üzerine almak mecburiyetindedirler.
Çok aziz ve muhterem kardeşlerim, şimdi, bakınız,
işte, Anayasaya uymadığı halde, görüşmemizin de hukukî
olmadığını belirttiğim halde, sırf, görevimi
yapmak için, şimdi, getirilen bütçeye -hepimiz biliyoruz,
teferruatına girecek değilim- bir genel bakış
yapıyorum.
Bütçenin, aysbergin üstü önümüze getirilmiş. 3,5 katrilyon harcama
yapacağım diyor. Aslında, çok daha fazla harcayacak; borç
alacak, verecek; harcayacağı miktar, aslında, tam 100 küsur
milyar dolar olacak. 120 milyar dolar harcayacak, bize 50 milyarını
getirmiş. Bu 50 milyar da nasıl geliyor; “benim getirdiğim bu
bütçenin içerisinde, önce, bir defa, 861 trilyon açığım olacak”
diyor. Aslında, tabiî, bunun çok daha fazla olacağını
biliyoruz. Neden; bu yılın 4 ayında 400 trilyon açık
olmuş, 3 ile çarparsanız, en aşağı 1,2 katrilyon
olacak. Realist bir tahmin yaptığımız zaman, geçen seneki
açık miktarı ne kadar büyüdüyse tatbikatta, bu yıl da o kadar
büyüdüğünü kabul edecek olursak, 1,6 katrilyon açık olması
muhtemeldir; ama, en az 1,3 katrilyon açık olacak.
Şimdi, siz, zaten, bu bütçeyi 3,5 katrilyonda tutamayacaksınız; çünkü, memurlar
sokağa dökülüyor; bu, memur cari giderlerini
artıracaksınız. 1,213 katrilyonu, geçen yılki kadar, (yüzde 10)
artırsanız 1,334 katrilyon olacak ve faizleri daha fazla ödemeye mecbur
kalacaksınız. Geçen yıl ödediğiniz faizi,
gösterdiğinizden yüzde 48 fazla ödemiştiniz, yine yüzde 48 fazla
öderseniz, bu yıl ödeyeceğiniz faiz 1,296 katrilyon olmayacak, 1,918
katrilyon olacak; yani, bütçeniz 4,250 katrilyona çıkacak. 4,250 katrilyonda
1,600 katrilyon açığınız olacak; yani, bütçenizin, yuvarlak
hesap, üçte biri açık, üçte biri de faiz, geriye üçte biri kalıyor.
Nedir bu üçte bir; 4 katrilyon 250 trilyonun üçte biri de 2 katrilyonu bile bulmuyor. Düşünün
siz, bütün devlet, 2 katrilyonun
içerisine sığışacak... Bu devleti bu kalıbın
içerisine sokmaya kimsenin gücü yetmez, bu kalıplar patlar! (RP
sıralarından alkışlar) Onun için, buraya gelip de, biz bu
devleti 47 milyar dolarla yöneteceğiz demek, fevkalade yanlış
bir harekettir; bunu yapamazsınız. Çünkü, bir İspanya’nın
bütçesi 186 milyar dolardır, bir İtalya’nın bütçesi 521 milyar
dolardır. Türkiye’nin nüfusu, İspanya 138 milyon olduğu halde,
65 milyondur, İtalya’nınki 57 milyondur. Oradaki hükümetlere bütçe
yetmiyor; gelirlerinden çok daha fazla harcıyorlar. Çünkü,
İtalya’nın geliri 458 milyar dolar, 521 milyar dolar harcamaya mecbur
kalıyor; İspanya’nın geliri 184 milyar dolar, 186 milyar dolar
harcamaya mecbur kalıyor. Bu bütçelerin içine onlar bile
sığmıyor. Şimdi, 65 milyonluk koskocaman Türkiye’yi getirip
47 milyar doların içerisine
sığdırmak mümkün değildir.
Şimdi, çok aziz ve muhterem kardeşlerim; bunlara işaret
ettikten sonra; yani, getirilen bütçenin, asla, Türkiye’nin gerektirdiği
bütçe olmadığını belirttikten sonra, şimdi geliyorum,
öyleyse, ne yapmamız lazım, ne yapmak lazım gelir sorusuna.
Bunun için -bakınız, bu fırsat her zaman ele geçmez; Türkiye’yi
konuşuyoruz; bir kere daha ifade ediyorum, bu konuyu, hiçbir parti
farkı gözetmeksizin, 550 kardeş olarak konuşmamızın
vakti çoktan gelmiş ve geçiyor- ne yapmamız lazım gelirin
birinci sorusu şudur: Biz kimiz, neyiz,
buraya niye geldik, ne yapıyoruz? Hepimiz biliyoruz ki, biz bu 65
milyonluk aziz milletin hizmetkârlarıyız; Türkiye’de demokrasi var,
bu ülkenin halkına hizmet için geldik ve işe başlarken de
-hepimiz yaptığımız yemini biliyoruz- toplumun huzur ve
refahı için burada yemin ettik. O halde, bizim yapmamız lazım
gelen, toplumun huzur ve refahını temin edecek bir bütçe
hazırlamaktır.
Yine, hepimizin bildiği bir başka gerçek var; bütçe
hazırlanırken, önce, ihtiyaçlar tespit edilir, sonra da bu
ihtiyacı nasıl karşılayacağız diye
karşılık aranır. Bu
bütçeler böyle hazırlamamış. Hiç paramız yok, öyleyse,
nereyi, ne kadar kısacağız... Yatırım yapmayalım,
çalışanlara ücret vermeyelim; ama, faizleri ödeyelim... Bütçenin
felsefesi bu. Bu felsefeyle hazırlanmış bir bütçe olduğu
içindir ki, içinde yatırım yok, bu ülkenin insalarına para yok,
halkın ihtiyaçlarını karşılayacak para yok. Onun için,
bizim asıl yapmamız icap eden husus, halkın ihtiyacını
karşılayacak şekilde bütçeyi hazırlamak.
Peki, hangi halkın ihtiyacını
karşılayacağız, halkın durumu nedir?..
Bakınız, halkın durumunu hepimiz biliyoruz; ama, elbette, böyle
bir noktada halkın durumunu bir kere daha dile getirmek hepimizin bir
görevi.
Şu gösterdiğim gazete kupürü ne gösteriyor; “ekonomik kriz,
intiharları patlattı; 1981’de, geçinemediği için 371 kişi
intihar etmişti; 1995’te 1 521 kişi intihar etti.”
Bu kupür ne gösteriyor; geçinemediği için iki çocuğuyla tren
yoluna atlayan anne ve çocuğunu gösteriyor.
Bu fotoğraf ne gösteriyor, bilhassa güneydoğuda, göçmüş
olan kardeşlerimizin perişan halini gösteriyor.
Bu ne gösteriyor; Hakkâri’deki çöplüklerde yiyecek arayan
kardeşlerimizi gösteriyor.
Bu ne gösteriyor; fiyatlara bakıp ağlayan bir
vatandaşı gösteriyor.
Bu ne gösteriyor; Türkiye’de 7,5 milyon aç var.
Bu ne gösteriyor; öğrenciler sokağa dökülmüş.
Biz, bu öğrenci hareketlerini,
aslında, tasvip etmiyoruz; bunlar komünist hareketleridir,
besbelli. (RP sıralarından “ Bravo”sesleri, alkışlar) O
kırmızı, o sarı bayraklarla sokağa dökülmek hiçbir
şey ifade etmez; ancak, onların yaptığı hareket ne
kadar yanlış ise de, biz, burada, onların da hizmetkârı
olarak, şu memlekette eğitimin meselelerini görmezlikten gelmemiz mümkün
mü?.. Onun için, bu, bize bir ikaz olmalı; bütün bu eğitimin,
hakikaten baştan sona kadar düzeltilmesi için gereken
yatırımları bütçeye koymalıyız.
Şu ne gösteriyor; Emekli Sandığı kuyruğunda
bekleyenleri ve beklerken öleni gösteriyor.
Bu ne gösteriyor; belediyelerin dağıttığı
yemeğe yapılan hücumu gösteriyor.
Bu ne gösteriyor; aynı şekilde, belediye ekmek
dağıtım yerlerindeki kuyrukları gösteriyor. Fiyatlardaki
şok yükseliş... Gelip ekmek bekliyorlar bedava ekmek
dağıttığı için belediyeler; bizi, bu ekmeklere muhtaç
edenler utansınlar diyor vatandaş ve dövizzedelerin dramı,
köprüden atlayan dövizzede vesaire...
Bunları, bir fakirlik edebiyatı yapmak için konuşmuyoruz;
işte 65 milyon ülke evladımızın hali budur. Biz, öyle bir
bütçe yapmaya mecburuz ki, bu vatandaşın derdine çare bulalım.
Bunun için, bütçenin, ülkenin meselelerini çözecek bir bütçe olması
lazım. Şimdi, tabiî, vaktimiz çok sınırlı olduğu
için, asla teferruata girmiyorum.
Önce, bir defa, bir numaralı meselemiz terördür. Bu terör meselesini
çözmek için, bizim, mutlaka, bugüne kadar yapmış olduğumuz
harcamalara -hatta, bu harcamaları da ortadan kaldırmak için- yeni
harcamalar ilave etmek mecburiyetindeyiz. Bir incelemeye, araştırmaya
göre, teröre 1995 yılında 400
trilyon lira harcadık, 5,5 milyar dolar... Bunun detayları bir
mecmuada verilmiştir; bunları ben kendim söylemiyorum; bu mecmuada,
bir incelemeye dayanarak, kuruş kuruş hesapları var. Şimdi,
elbette teröristle mücadele edeceğiz, elbette bu masrafların büyük
bir kısmını yapacağız; ama, bu masrafları ondört
seneden beri yapıyoruz, terör bitmiyor. Neden; çünkü, kökünü
kurutmamışız. Kökünü kurutmak için ne yapmak
mecburiyetindeyiz?.. Bakınız, bize sorarsanız, bizim bu terörden
kurtulmamızın asıl çaresi, mutlaka 65 milyonun kardeş
olduğunu bilmesidir. Şimdi, bunu götürüyor, bizim birtakım
askerî uçaklarımız, dinî birtakım kâğıtları
güneydoğuya atıyor. Bu iş, böyle, birtakım
kâğıtları köylere atmakla olmaz; bunu çok ciddî bir şekilde
ele almak mecburiyetindeyiz. Onun için, manevî kardeşlik
çalışmaları adı altında bir seri çalışma
yürütmek mecburiyetindeyiz.
Kur’an kursu öğretmen okullarının
canlandırılması... Oralarda böyle birçok okul var, hepsi
bakımsızdır. Din görevlilerine özel kurslar vermemiz lazım,
öğretmenlerimize özel kurslar vermemiz lazım, bölge kamu
görevlilerine özel kurslar vermemiz lazım, bölge halkına özel Kur’an
kurslarında kardeşlik ve dinî bilgiler vermemiz lazım. Demin
söyledim; oraya en az 5,5 milyar dolar harcanırken, şu söylediğim
bu kadar önemli hizmetler için, yaptığımız hesaba göre,
sadece 8 milyon dolar kâfi geliyor. 5,5 milyar dolar oraya harcanırken,
bir 8 milyon dolar harcasak da, şu söylediğimiz eğitimleri
yaptırarak bu kardeşliği kuvvetlendirsek...
Bundan başka, tabiî, bu bölgede, işsizlik, en büyük amillerden
birisidir. Beş yılda, bölgedeki işsizliği
tamamen ortadan kaldırmak için bu yıl 2,7 milyar dolarlık bir
yatırım yapmamız lazım bölgeye. Yol, su, konut... Buradaki
göçmenler yerlerine dönecekler; bunların
köylerine dönmeleri için -bunu da beş yılda tamamlamış
olsak- 667 milyon dolar harcamamız lazım. Bölgede
hayvancılığı geliştirmek için 200 milyon dolar
harcamamız lazım. Bölgedeki sanayi yatırmalarını
verimli çalıştırmak için 50 milyon dolar harcamamız
lazım.
İşte, teröre harcadığımız 5,5 milyar
dolara mukabil, eğer bu 5,5 milyar dolar azalsın istiyorsak, şu
saydığım kalemleri topladığımız zaman
görüyoruz ki 3,5 milyar dolar ayırmamız lazım.
Şimdi, ben bunları söylerken, tabiî, zihinlere şu
geliyor: İyi, güzel, Hocam da, para yok ki... Hareket noktamız böyle olursa, tabiî para yok olur. Onun için,
müsaade edin, şimdi, ben, halkın hizmetini yapmak için nasıl bir
bütçe yapmamız lazım; bunu, böyle, madde madde kısaca
belirteyim.
Önce, bir defa, teröre 3,5 milyar dolar daha ayırmamız
gerekir; bu bütçeyle bu olmaz.
Köylümüz... 30 milyon köylümüz var. 30 milyon köylümüz için, önce, bir
defa, köylü borçlarını silmemiz lazım; bu, 667 milyon dolar
kayba sebep olur; faizlerini silmemiz lazım.
Köylümüze sübvansiyon yapmamız lazım, en aşağı
2 milyar dolar. Unutmayalım ki, Avrupa Birliği, 320 milyon nüfusuna
mukabil, 130 milyar dolarlık sübvansiyon yapıyor köylüsüne, 130
milyar dolar... Bu sübvansiyonun 70 milyarını doğrudan
doğruya, 50 milyarını da tüketici kanalıyla yapıyor. Bizim, hiç değilse 2
milyar dolar yapmamız lazım.
Köylünün elinde kalan mallarının satılması
lazım. Bakın, bu sene, soğan, patates, hepsi elinde kaldı
ve daraltıyoruz sahalarını; çayı daraltıyoruz,
fındığı, pamuğu, pancarı, bütün bu sahaları
daraltıyoruz. Ek ekebildiğin kadarıyla kardeşim... Halkımıza bunu diyelim.
Bunları ekse ve bu mahsullerini, aldığımıza ilave
olarak yeniden almış olsak, 1 milyar dolarlık bir parayla
köylümüzü memnun ederiz.
Bundan başka, tarım projelerinin desteklenmesi lazım.
Bunu, Ziraat Bankası yapıyor, senede 150 trilyon vererek. Köyün
yaşanabilir hale getirilmesi için; beş yılda, Türkiye’deki bütün
köylerimizin yol, su, elektrik, konut ihtiyacını
karşılasak, yılda 1,5 milyar dolar vermemiz lazım.
Ayrıca, köy kalkınma bankasını kurmalıyız;
köye kırsal sanayii getirmek için. Bu sanayie sermaye olarak, bu bankaya
da 200 milyon dolar ayırmak lazım.
Hayvancılığı yeniden ihya etmemiz lazım; 2
milyar dolar...
Orman köylüsünün eksik kredi ihtiyacı 307 milyon dolar.
Yani, köylümüzün ihtiyaçlarını karşılamak için 7,674
milyar dolar harcamamız lazım.
HACI FİLİZ (Kırıkkale) – Biraz da TL olarak arz
etseniz...
NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) –Efendim, TL ile konuşmama başlarken, sonuna
geldiğim zaman rakam değişiyor, konuşamıyorum ki...(RP
sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Bakınız, bu saydığım kalemler bu levhada bir bir gösterilmiş. Yani, biz,
halkın ihtiyacını karşılamak için bir bütçe yapsak, bu
paraları hep ilave etmemiz lazım bu bütçeye.
Şimdi, memur için...
Memurun geçmiş haklarını telafi etmemiz lazım.
Memurda eşelmobil sistemine geçmemiz lazım. Asgarî ücretten vergi
almamamız lazım. Sendikal haklarını tanımamız
lazım. Memurun refah seviyesini yükseltmemiz lazım. Avrupa’da
aynı işi yapan bir memur on misli fazla para alıyor. Asgarî
ücreti en az iki misline çıkarmamız lazım ve bütün
memurların refah seviyesini artırmamız lazım. Bugüne kadar
alacaklarını da ödememiz lazım.
Ayrıca, memurun, zorunlu tasarrufunu ve Konut Edindirme Fonuna ait
toplanmış parayı da, taahhüt edilen şekilde geri ödememiz
lazım. Bunun memura ait olan kısmı 100 trilyon lira; yani, 1,330
milyar dolardır.
Şimdi, bütün bunları topladığımız zaman,
geçmiş hakları telafi için 1,6 milyar dolar, gayri safî millî
hâsılanın artmasından dolayı memurun hakkı olan
payını vermek 665 milyon dolar, asgarî ücretten vergi
alınmaması 280 milyon dolar, memurun refah seviyesini on yılda
bugünkünün bir misline, yüzde yüzüne çıkarmak için, bu yıl 1,1 milyar
dolar, zorunlu tasarrufun geri ödenmesi 1,330 milyar dolar; toplam 3,975milyar
dolar. Yani, memura 4 milyar dolar vermemiz lazım.
Esnafımız...
Bizim, götürü usule tabi 900 bin
ve vergi mükellefi 1 milyon 800 bin,
toplam 2 milyon 700 bin; esnafımız var; 14 milyon aile...
Peşin verginin kaldırılması lazım. Hayat
standardı tatbikatının kaldırılması lazım.
Bunlara sadece 45 trilyon kredi veriliyor; bu, çok yetersiz. Bunun, en az üç
misline çıkarılması lazım; çünkü, bu verilen miktarla,
hiçbir zaman bir iş görmenin imkânı yok. İşçi geçim
indiriminde koymuş olduğumuz vergiden muafiyetleri, esnafa da tatbik
etmemiz lazım. KOBİ’leri (küçük ve orta büyüklükteki
işletmeleri) dünya rekabetine açmak için, bunları desteklememiz
lazım. Ne yazık ki, bu desteklemenin altyapısı
yapılmadığı için, şimdi para versek de yerinde
kullanamayız. Bir de Bağ–Kur’u; ki, bütçeye 40 trilyon konmuş;
bununla da, yine, Bağ–Kur’un hizmetleri görülemez; çünkü, Bağ-Kur’lu
hastalar ilaç alamıyor, hastaneye gidemiyor.
Teferruata girmiyorum; bunları alt alta koyarsak,
esnafımızın meselelerini çözmek için 3 milyar dolar vermemiz
lazım.
İşçimiz...
Asgarî ücretin vergiden muaf tutulması lazım. Geçmiş
kayıplarının telafi edilmesi lazım. Eşelmobile
geçilmesi lazım. Ücretler, Avrupa’nın onda biridir; tekrar
artırılması lazım. Zorunlu tasarrufun, vaat edilen
şekilde geri ödenmesi lazım. Özelleştirmeyi ancak, işçilerimize, teşvik edilen
başka özel kuruluşlarda yer bulmak suretiyle yapmalıyız.
İşsizlik sigortasını getirmeliyiz. Krediyi, müesseselere
değil, çalıştırdığı işçi adetine göre
vermeliyiz; böyle bir ağırlık olmalı ve Sosyal Sigortalar
Kurumunu da bugünkü halden kurtarmalıyız. Bütün bunlar için de,
bütçemizde, işçimize 3,366 milyar, yani, yaklaşık 3,5 milyar
dolar para vermemiz lazım.
Emeklilere geliyorum...
Emeklilerin hali acıklıdır. Bilindiği gibi,
emeklilerimizin hepsi perişan
edilmiştir. Dul, yetim, düşkün, özürlü
vatandaşlarımızın sayısı 22 milyondur. Emekli
Sandığından, SSK’dan, Bağ-Kur’dan emekli 4 milyon kişi
var, 6,5 milyon özürlü var, 6,5 milyon düşkün var; toplam 22 milyon; yani,
ülkemiz halkının üçte biri. Bunlara özel bir ihtimam göstermemiz
lazım. Bunun için, önce, bunların emekli maaşlarını,
eşelmobil sistemiyle yeteri derecede artırmamız lazım.
Ne yazık ki, Fakir Fukara Fonunun 57 trilyon lirasını
bile alıp, 41 trilyonunu bütçenin diğer masraflarına, götürüp
faize vermişler. İşte, Türkiye böyle yönetiliyor.
Memleketimizde aç açık bulundurulmaması lazım. Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu
güçlendirilmeli, orada çocuklarımıza manevî eğitim gösterilmeli,
18 yaştan sonra çocuk sokağa bırakılmamalı, iş
atölyesi ve iş öğrenme kursları yeterince
artırılmalı, özürlülere iş bulunmalı ve rehabilitasyon
merkezi açılmalı. Bakın, Türkiye’de, gelişmiş
vaziyette bir tek rehabilitasyon merkezi bile yok. Onun için, Aydın
Menderes kardeşimizi ta Amerikalara göndermeye mecbur kaldık. O
esnada da araştırdık ki, dünya çapında gelişmiş
bir tane rehabilitasyon merkezimiz bile yok. Biz, 65 milyonluk büyük bir
ülkeyiz, bu halde olamayız.
Kısaca özetliyorum; işte, gördüğünüz gibi, bu
şekilde, emekli, dul ve yetimlerimize, bu ihtiyaçlarını
karşılamak için 4,5 milyar dolar ilave ödeme yapmamız
lazım.
Diğer yandan, işadamlarımızla (sanayici, tüccar,
ihracatçı, müteahhit ve madenciler) ilgili bütün engelleyici
mevzuatın kaldırılması lazım. Kredi teminat, sigorta
ihtiyaçlarının karşılanması lazım. Haksız
vergi ve faizlerden kurtarılması lazım. İlçe bazında
ekonomik araştırmalar yapıp, tam teşvikle
işadamlarımıza yardımcı olmak lazım. Organize
sanayi bölgelerini ve küçük sanayi sitelerini -şu eldekiler bile, bu
paralarla on senede bitmez- hiç değilse iki senede bitirecek kadar para
harcamamız lazım. Girdilerini, dünyayla rekabet edebilecek şekilde, mutlaka, düşük fiyatla
temin etmenin tedbirlerini almamız lazım. Pazar çeşitlenmesinin
engellemelerini ortadan kaldırmamız lazım. Sektör, altsektör ve
mal grubu takip etmek suretiyle, buradaki boşlukları,
teşviklerle doldurmamız lazım ve madenciliği de
başlatmamız lazım. Bu, “başlatma” kelimesinin
altını çiziyorum, dünyanın en zengin madenlerine sahip bir ülkeyiz.
Bizde daha henüz madencilik başlamamıştır; çünkü,
yaptığımız maden ithalatı, maden
ihracatımızdan çok daha fazladır; sözde, biz dünyanın en
zengin maden ülkesiyiz...
Yine, tefarruata girmeden ifade ediyorum ki, bütün bu hizmetleri
yapabilmek için de, bu grubu -levhada
gösterdiğimiz gibi- 0,265 milyar dolar, yani 265 milyon dolarla
desteklememiz lazım.
İşte, size, ezilen,
güçlük altında kalan bütün halk gruplarımızın gerçek
ihtiyaçlarını, yıllık ihtiyaçlarını
sıraladım. Ne yapıyor bu? Hepsini toplarsan 32 milyar dolar
yapıyor.
HACI FİLİZ (Kırıkkale) – 132 milyar yapıyor.
NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Yalnız 32 milyar yapıyor.
Şimdi, biz, bu 32 milyarı, bu 65 milyon insana vermiyoruz
-biraz sonra göstereceğim levhaya göre- bunu götürüyoruz, 2 bin rantiyeciye
veriyoruz. İşte, hadise bu; işte, bizim
yaptığımız mücadele bu. (RP sıralarından
alkışlar)
Bunu, böyle, bir Türkiye meselesini konuşurken, Türkiye’nin bu en
mühim meselesini konuşmayacağız da neyi
konuşacağız?.. Rakamların içinde kaybolmanın bir
faydası yok. Bak, halk 32 milyar istiyor, yok diyoruz. Yok para... Bu para
var; ama, başka yere gidiyor. Nereye; rantiyecilere gidiyor. Para yok
değil. İşte, mesele burada.
Rantiyecilere gidiyor, ne oluyor; aysberg büyüyor, büyüyor, büyüyor;
bomba patlayacak. Hadise bu. Onun için, elbet, bir yerde uyanmak
mecburiyetindeyiz.
Çok aziz ve muhterem kardeşlerim, bakınız, Türkiye’de,
rantiyeciler, sadece bütçeye konan ödemeler dolayısıyla değil,
aynı zamanda, bütün yıl boyunca tatbik edilen ekonomik politikalar
dolayısıyla zengin ediliyor. Şimdi, sizlere, bu işin
anahtarını, özünü belirtmek istiyorum; nasıl zengin ediliyor...
Bakınız, şu levhada, üç senenin dolar değerleri
gösterilmiş, 1993, 1994, 1995 yılları dolar değerleri; bu
da 1996 yılının ilk dört ayı. Bu, devletin resmî
rakamları. Şimdi, bakınız, sene sonunda dolar buraya
gelmiş; burada, buraya gelmiş; burada, buraya gelmiş.
Aslında, doların değerinin enflasyon kadar olması gerekir.
Halbuki, bizde, dolar, bilinerek, daha doğrusu bilinmeden, lortlar kamarasının
tanzimiyle -altını çiziyorum
bunun- önce, bir defa enflasyonun altında tutuluyor ve de lineer
bir şekilde o noktaya ulaşılmıyor; sene başında
dolar hep düşük tutuluyor, sene sonunda artırılıyor. Bu,
tesadüfî bir iş değildir; bunu, lortlar meclisi böyle ayarlıyor.
(RP sıralarından alkışlar)
Bakınız, şurada görülen şu yeşil saha var ya,
bu yeşil saha, işte bu yanlış politika yüzünden,
haksız olarak halktan alınıp rantiyecilere verilen haksız
kârı, kazancı gösteriyor, matematik olarak. Şu yeşil saha kadar
para, halktan alınıp, bu politika yüzünden rantiyecilere veriliyor.
Şimdi, bakınız, IMF gelmiş “para
basamazsınız; sizin basacağınız para, ancak bendeki
krediniz, altınınız ve sizdeki döviz kadar olacak; bir
kuruş fazla para basamazsınız” diyor; bize para
bastırmıyor. Aynı zamanda da, doların değerini
düşük tutturmak suretiyle, devletin eline geçen parayı da az tutuyor;
zaten bütçelerde açık verdirttiriliyor ve böylece, devlet borçlansın,
borçlansın, borçlansın... Devletin borçlanması zaruretlerden olmuyor;
bu, rantiyecilerin, lortlar kamarasının politikası gereği
oluyor. Onlar bunu böyle yapıyorlar. Yapıyorlar da ne oluyor?
BAŞKAN – Efendim, televizyonculara niye müdahale ediyorsunuz?
Arkadaşlar, buradan, salondaki idareyi ben yapıyorum.
OĞUZHAN ASİLTÜRK (Malatya) – Sayın Başkan, tavsiyede
bulunuyoruz. İyi göstersinler.
BAŞKAN – Olur mu canım... Her aklına esen tavsiyede mi
bulunur burada?
NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Bakınız, şimdi,
rantiyeciler, haksız olarak her bir kalemden, her bir politika hatasından,
her yıl ne kadar milyar dolar haksız kazanç elde ediyorlar, size
hesabını veriyorum. Lütfen takip buyurunuz ve buradan okuyorum.
Bakınız, içborç faizleri yüzünden rantiyecilerin haksız
kazançları: İçborç alınıyor -buradan haksız kazanç...
Bunun tamamı haksız kazançtır, bu borcun alınmaması
lazım- bunun sonunda 20 milyar dolar gidiyor rantiyecilere. Büyük
şirketlerin rant kazancı: 500 tane şirketin -istatistiğini
hepiniz biliyorsunuz- geçen sene yüzde 56’sı rant kazancına döndü.
Şimdi, bu rant kazançlarından... Büyük şirketler rantiyeci
değildir; ancak, bunların içerisinden bir kısmının
yaptığı rant kazancını buraya koyuyoruz, bu da 733
milyon dolar yapıyor. Banka kârları, 1 milyar 547 milyon dolar
yapıyor. İthalat kârları, 1 milyar 111 milyon; sıcak döviz
faizleri, 2 milyar 775 milyon; promosyon; birkısım medyanın KDV
muafiyeti ve buradan yaptıkları haksız kâr 667 milyon dolar;
devletin verdiği reklam 667 milyon dolar; özelleştirmede rantiyenin
haksız olarak yıllık kârı 2,5 milyar dolar -devlet zarar ediyor,
onlar kâr ediyor- kullandığı haksız kredilerin kârları
2 milyar dolar. Ne yapıyor bu: Ne tesadüf ki, bu da 32 milyar dolar
yapıyor. (RP sıralarından alkışlar) O halde, biz, 550
kardeş, burada toplanıyoruz, bu bütçeleri konuşuyoruz.
Konuşmalar geçip gidiyor; sonunda ne oluyor; sonunda, 65 milyon fakir
fukaradan 32 milyar alınıyor, 2 bin rantiyeciye yılda 32 milyar
dolar aktarılıyor. İşte hadise budur. Bunların
hepsinin kuruşu kuruşuna hesabı elimde, hangi
arkadaşımız arzu ederse, bunları bir not halinde takdim
etmeye hazırız. Vakit dar olduğu için bunun teferruatına
giremedim.
BAŞKAN – Sayın Erbakan, 5 dakikanız var efendim.
NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Çok teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Şimdi, sonuca geliyorum muhterem arkadaşlarım.
İşte, size, olayı gösteren bir şema takdim ediyorum.
Bugünkü düzen, bugünkü yürütülen politikalar ne yapıyor;
bakınız -demin de söyledim- önce, sene başındaki 100
lira... 1995 senesini takip edelim lütfen. Ne kadar enflasyon oldu; yüzde 80.
Demek ki, sene başındaki 100 lira, enflasyonla 180 lira; 100 liraya
tekabül eder hale geldi; yani, her şeyin değeri bu oranda düştü.
Bütün paramızın değeri düşüyor. Fakir fukara, böylece
eziliyor bu enflasyon yüzünden; ama, faiz gelirleri bunun üzerinde tutuluyor;
100 lira 212 lira oluyor; yüzde 112 faizle bunlar devlet tarafından
verildiği için.
Şu kırmızı saha rantiyecilerin sömürüsüdür. Dolar
değeri, demin söylediğim gibi, eksik tutuluyor. Buraya, böyle, lineer
olarak gelmesi lazım, enflasyona eşit olması lazım;
enflasyonun altında tutuluyor. Dolar yüzde 56 artıyor, enflasyon
yüzde 80 iken.
Şu yeşil saha da, yine rantiyecilerin sömürüsü oluyor,
sıcak dövizin sömürüsü ve dolar üzerinden, Türkiye’de, rantiyeciler, yüzde
33 net kâr yapıyor. Buna, hiçbir ülke dayanamaz. Rantiyeciler, bu üçlü
şeytan üçgeniyle beslenirken.
Nedir bu şeytan üçgeni: Faiz nispeti, enflasyon ve doların
değeri. Bunlar, politikalarla tespit ediliyor. Lordlar meclisi “bu kadar
sömüreceğim” diyor, tespit ediyor,
bunlar tatbik ediliyor.
Şu görülen yeşil ve kırmızı saha,
rantiyecilerin sömürüsüdür.
Buna mukabil, şimdi, Sayın Hükümet, gelmiş “ücretleri
temmuza kadar artırmayacağım, temmuzda yüzde 20
artıracağım” diyor. Zâhiren, sanki, böyle bir artma olacak.
Yani, ona, yüz verilecekken... Zaten, yıllardan beri hakkı yenmiş...
Şimdi “artıracağım” diyor, gerçekte, halkın, devletin
elindeki para, böylece azalıyor.
Şu halkın ezilmesidir bu mavi saha, şu yeşil ve
kırmızı ise, rantiyecilerin haksız kazancıdır.
Bak, burada 32 milyar dolar kaybediliyor, bunlara 32 milyar dolar
pompalanıyor. Kim pompalıyor bunu: Rantiyeci yönetimler; hadise
budur. (RP sıralarından alkışlar)
Bunun nasıl olması
lazım: Bak, bunun için, gerçek demokrasi düzeni, evet, adil düzen...
Başka çaresi yok. (RP
sıralarından alkışlar)
Ne olması lazım: Doların değerinin sabit olması
lazım, enflasyonun sıfır olması lazım, faiz gelirinin
de sıfır olması lazım ve asıl millî gelirin, insan
emeğinin artırılması lazım. Devlet ve halkın, bir
senede, yüzde 15-20 zenginleşmesi lazım. Bu da, gerçek bir demokratik
yönetimin pompası.
İşte, şimdi, bak, sırası gelmişken, hemen
söylüyorum ki -bu şekilleri de
göstererek- Mesut Bey kardeşim...
BAŞKAN – Sayın Erbakan, size, 5 dakika ek süre veriyorum.
Buyurun.
NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Çok teşekkür ederim.
...21 Şubat, bayram günü, siz, bu gerçek demokratik düzen yerine,
rantiye düzenini seçtiniz; yaptığınız iş budur. (RP
sıralarından alkışlar)
Ve de şimdi, önümüze “bu küçük aysberg yumurtasını,
böylece büyüteceğim” diye geliyorsunuz; hadise budur.
Ne yazık ki, şu anda, halk bayram edemiyor; çünkü, işte
zamlar, işte, alınan trilyonlarca lira borçlar, işte, düşük
köylü taban fiyatları.... Aynen rantiye politikası devam ediyor; halk
eziliyor, eziliyor, eziliyor... Bu, böyle gitmez; buraya kadar geldik; ama,
bundan sonra, böyle gidemez. Mutlaka, artık bunun düzeltilmesi lazım;
çünkü, toplum tahrip olmuştur, devlet tahrip olmuştur.
Burada, rakamlara girmeyeceğim, vaktimiz ölçülü olduğu için.
Önce, bir defa, tabiî, Türkiye’de millî gelir fevkalada düşüktür. Bu
yüzden, fert başına millî gelir fevkalade düşüktür. Bizim
köylerimizde Zimbabweler var; çünkü, fert başına millî gelir 35
dolar; birtakım köy bölgelerimizde. Bunların hesaplarının
hepsi burada. Zümresel dengesizlik artıyor, bölgesel dengesizlik artıyor;
Türkiye, bir felakete sürükleniyor ve ne yazık ki, Türkiye’nin en fakir
vilayeti de Ağrı oluyor böylece; Zimbabwe’ye tekabül ediyor
Ağrı İlinin durumu. En zenginimiz Kocaeli; o da Slovenya’ya
tekabül ediyor. İşte, Zimbabwe ile Slovenya arasında, 79 ilimiz
yerlerini almış.
Bütçelerimiz, gittikçe, felakete doğru gidiyor. Faiz ödemesinin
vergiye nispeti yüzde 63’ü bulmuş, anaparanın faiz ödemesine, anapara
artı faiz ödemesinin vergiye oranı yüzde 200’ü bulmuş,
yatırım diye bir şey kalmamış ve devlet, mahvolmuş,
işsiz 11 milyona çıkmış. Bir yandan da tabiî, trilyonlarca
liralık korkunç israflar devam ediyor. Yine, vaktimiz önemli olduğu
için, bu israfları size, maalesef, bir bir sayamayacağım; çünkü,
asıl sonucu ifade etmem lazım.
Çok muhterem arkadaşlarımız, aslında, bizim çok
zengin olmamız lazım. Dünyanın en genç nüfusu bizde, hepimiz
biliyoruz. Her türlü maden, orman, tarıma, hayvancılığa
müsait araziler bizde; ama -demin, halkımızın halini gösteren
fotoğrafları size sundum- un, şeker, yağ var; helva yok!...
Bu getirilen bütçeyle de hiçbir helva olmayacak. Koruk turşusu bu bütçe,
koruk turşusu... (RP sıralarından alkışlar)
Bunun temelindeki sebep, siyasîdir. Türkiye’de gerçek demokrasi
yürümüyor. İşte 24 Aralık... Halk, bu politikaları
istemediğini haykırdı. Kurtuluşun yolunu da gösterdi; ama,
üç rantiyeci evirdi çevirdi; yine, pompaları
çalıştırıyor. Hadise budur.
Bundan dolayı, bak, kurtuluşu söylüyorum; hepimiz
buradayız, 550 kardeşiz. Onun için, bunun kurtuluşu şudur:
46 ruhunu hep beraber canlandıracağız; Refah Partisi, ANAP,
DYP... (RP sıralarından alkışlar)
Ne demek 46 ruhu; işte, halkın hakkını kendisine
vermek demektir. Halk Partisi, son
devrinde... Bugünkü Halk Partisi “ben, o değilim” diyor. Onun için, Halk
Partisine... Yani “ben, yeni Halk Partisiyim” diyor. Onları tenkit için
söylemiyorum...
ALİ RIZA BODUR (İzmir) – Gurur duyarız, onur
duyarız.
ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) – Atatürk’ün partisi devam ediyor.
NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – ... Ancak, 46-50
şahlanışı, ezilmiş olan halkın hakkını istemiş
olduğu bir şahlanıştır. Bu şahlanış
yapıldı; ama, hedefine ulaşmadı. Bunu, şimdi, hep
beraber... Bak, yüzde 60 çoğunluk vermiş, millet bu üç partiye. Yüzde
60 çoğunlukla, bunu, bir an evvel gerçekleştirmemiz lazım. Kimse
buna mani olmaya kalkışmasın; çünkü, mani olamaz; çünkü, halk
mutlaka galip gelecek, hak mutlaka galip gelecektir. (RP sıralarından
alkışlar)
Refah Partisi, ANAP ve DYP’nin, üçümüzün birlikte kuracağı bir
hükümette, aynen 1974-1978 döneminde yaptığımız gibi...
(CHP sıralarından “yakışır, yakışır ve
hayırlı olsun” sesleri)
Siz, biraz bekleyin, sonra sizi de oraya katacağız. (RP
sıralarından gülüşmeler ve alkışlar)
1974-1978’de... Elli senelik
Türkiye’ye bakın; yatırımların gayri safî millî
hâsılaya en büyük oranı 1977 yılındadır, yüzde
7,4’tür. İşte gerçekleştirmemiz icap eden budur, işte 400
belediyede ne yaptıysak, ülkede de bunu yapmamız lazım.
Bundan dolayı, son söz olarak şunu söylüyorum: Halkımızı
kurtaralım, Türkiyemizi kurtaralım.
Allah’a emanet olun. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, ayakta
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Erbakan.
Sayın Erbakan, tutanağı getirttim... Bir
dakikanızı rica edeyim... (RP sıralarından ayakta
alkışlar)
Bir dakika arkadaşlar... Bir dakika...
Sayın Erbakan, tutanağı getirttim; tutanaktaki ifadeniz
şöyle... (RP sıralarından “Bravo” sesleri, ayakta
alkışlar)
Bir dakika arkadaşlar; rica ediyorum bir dakika...
Bakın, cümlenizi aynen okuyorum: “Aslında, Türkiye’de gerçekte
2 tane Meclis var: Birisi bu Meclis; biz avam meclisi ile paryalar meclisiyiz;
bir de, bize hiç sorulmadan yürütülen işlerin meclisi var; o da lortlar
kamarası.”
Efendim, malumunuz, parya, ayak takımı, köle demektir. (RP
sıralarından gürültüler)
Bir dakika arkadaşlar... Türkiye Büyük Millet Meclisine hakaret
var.
OĞUZHAN ASİLTÜRK (Malatya) – Sen hakaret ediyorsun!..
BAŞKAN – İçtüzüğün 137 nci maddesine göre Türkiye Büyük
Millet Meclisine hakaret, Meclisten geçici çıkarmayı gerektiriyor.
Lütfen... Rica ediyorum... (RP sıralarından gürültüler)
Eğer bu Meclisin itibarını koruyacaksak, hepimiz
koruyacağız.
OĞUZHAN ASİLTÜRK (Malatya) – Asıl sen hakaret
ediyorsun!..
BAŞKAN – Sayın Erbakan, bu cümlenizin ne anlama geldiğini
ve Meclise hakaret anlamında kullanmadığınızı
izah edin; yoksa, İçtüzük hükmü neyse onu uygulayacağım efendim.
NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Sayın Başkan, ben beklerdim
ki, zatı âliniz yapılan konuşmaları eksiksiz takip
buyursaydınız...
BAŞKAN – Ettim efendim...
NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Nasıl ettiniz?!.. Ben o sözün
arkasından, o sözü ne manada kullandığımı açıklamadım
mı?.. Söylemedim mi?... (RP sıralarından “Bravo” sesleri,
alkışlar)
Benim bu açıklamamdan sonra, sizin, böyle bir konuyu, âdeta,
lüzumsuz yere, kaşırmış gibi orta yere koymanız
fevkalade isabetsiz bir davranıştır. (RP sıralarından
“Bravo” sesleri, alkışlar)
Şu güzel havayı, bu yanlış
davranışınızla bozmayın. Gereken açıklama
yapılmıştır. Ben dedim ki: “...âdeta parya yerine
konuluyoruz. Biz parya değiliz...”
BAŞKAN – Cümleniz ortada ama...
NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – “... parya yerine konuluyoruz; çünkü,
bütçenin aslı bize getirilmiyor...” Bu Meclisin onurunu korumak için ben
bu gerçekleri dile getirdiğimi ifade ettim. (RP sıralarından
“Bravo” sesleri, alkışlar)
Bütün bunlar söylendikten sonra, bu nokta üzerinde durmamanızı
beklerdim; hele, iş bitmişken, sonradan, getirip böyle bir konuyu
açmanızı çok yanlış bir davranış olarak
değerlendiriyorum.
Sağ olun, teşekkür ederim. (RP sıralarından “Bravo”
sesleri, ayakta alkışlar)
BAŞKAN – Bilakis... Meclisin itibarını korumak benim
görevim efendim.
Sayın milletvekilleri, dün, biz bir konuyu burada
kapatmıştık; Sayın Erbakan, yaptığı
konuşmada, yine Başkanlığı hedef alan, dün
yapılan konuşmalara paralel bazı cümleler ifade etti.
Bir defa, Anayasanın 162 nci maddesine göre bütçenin 75 gün önce
Meclise gelmesi konusu. Bundan önce bütçenin müzakere biçimlerini burada karara
bağlarken Danışma Kurulunda mutabakat sağlanmaması
dolayısıyla, bütçenin müzakere ve programı buraya geldi,
müzakere edildi, Yüce Meclis bir karar aldı. Yüce Meclisin
aldığı kararı, biz, devamlı olarak burada
tartışma konusu yapamayız; o geçti.
İkincisi...
İBRAHİM HALİL ÇELİK (Şanlıurfa) –
Gereği ne, gereği?
BAŞKAN – Efendim, gereği... Genel Kurul karara
bağladı; yani, bunun, 75 günün azamî süre olduğu, 75 günden daha
kısa bir zamanda bütçenin çıkarılacağı ve burada da da
zaten, geçmişte de bütün partilerin, Mecliste bunların uzun zaman
müzakeresinden şikâyetçi olduğu herkesçe malum olan bir konuydu;
böylece, Yüce Meclis buna bir çare buldu.
İkincisi, Hükümetin, Çekiç Güç’ün güvenoyu almasının
kabul edilmediği konularında da Sayın Erbakan ve Partisi Anayasa
Mahkemesine dava açtılar. Mahkemeye eksik belgeler ibraz ettikleri için,
Anayasa Mahkemesi, dilekçelerini, bu eksik belgeleri tamamlamak üzere geri
gönderdi; bir.
İkincisi, bakın, ben de Danışma Meclisindeki bu
müzakerelerde vardım. Danışma Meclisindeki karar
yetersayısıyla ilgili madde...
OĞUZHAN ASİLTÜRK (Malatya) – Senin görevin ne?.. Bütçe
müzakeresi bu.
BAŞKAN – Bir dakika efendim... Ben, Meclis adına
konuşuyorum Sayın Asiltürk. (RP sıralarından gürültüler)
Bir dakika efendim... (RP sıralarından gürültüler)
OĞUZHAN ASİLTÜRK (Malatya) – Hükümetin yerine mi
konuşuyorsun?!.
BAŞKAN – Efendim, onun muhatabı Hükümet değil, biziz,
Meclis, Türkiye Büyük Millet Meclisi... Rica ediyorum... (RP sıralarından
gürültüler)
Yani, Hükümetin güvenoyu alıp almaması burada, Meclis
kürsüsünde oturan...
OĞUZHAN ASİLTÜRK (Malatya) – Bütçe müzakeresi bu, sen neye
dayanarak konuşuyorsun?
BAŞKAN – Sayın Asiltürk, bakın, çok rica ediyorum,
oturun, benim konuşmamı dinleyin, ondan sonra siz ne derseniz...
OĞUZHAN ASİLTÜRK (Malatya) – Ben de rica ediyorum...
İçtüzükte var mı senin bu yaptığın?..
BAŞKAN – Şimdi, Hükümetin güvenoyu alıp almaması
meselesini burada kabul eden ve deklare eden Meclisin
Başkanıdır. Meclis Başkanı... Dün bu konuda biz yeteri
kadar açıklama yaptık- bunun, çekinser oyların
çoğunluğa dahil edileceği konusunda da, Danışma
Meclisinde müzakere yapılırken bu konuda açık beyanatlar da
var...
HASAN DİKİCİ (Kahramanmaraş) – Aşağı
in Sayın Başkan.
BAŞKAN – Kaldı ki, bu konuda da tartışma
açmıyorum. Dün, bu konuyu biz karara bağladık; ondan sonra,
tekrar aynı şeyin gelmesine de gerek yok; dün bu mesele
kapanmıştı; Hükümet güvenoyu almıştır.
İçtüzüğün 105 inci maddesi açıktır, güvenoylamasında
olumlu oyların olumsuz oyları geçmesi yeterlidir. (RP
sıralarından gürültüler)
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Söz istiyorum efendim.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Kazan.
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Sayın Başkan, bakınız,
dün bu kürsüden Meclisi nasıl yanlış bilgilendirdiyseniz,
şu anda da yanlış bilgilendiriyorsunuz.
BAŞKAN – O sizin düşünceniz.
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Bir dakika efendim...
ABDULKADİR ÖNCEL (Şanlıurfa) – Dinle lütfen...
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Anayasa Mahkemesi bizim dilekçelerimizi
geri göndermedi. Anayasa Mahkemesi bir ara kararı aldı.
Almış olduğu ara kararında eksiklerini bize bildirmek üzere
sadece ara kararını gönderdi.
BAŞKAN – Tamam efendim, hukukta buna dilekçe ret derler.
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Doğruyu söyle, doğruyu söyle...
BAŞKAN – Sayın Kazan... Yani, efendim, belge eksikliği
dolayısıyla size 20 gün süre verdi.
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Ara kararını gönderdi, biraz
hukuk lisanıyla konuş...
BAŞKAN – Değerli arkadaşlar, gerçekleri söylediğimiz
zaman da arkadaşlarımız korkuyor, kızıyor. Anayasa
Mahkemesi, usulüne uygun olarak dava açılmadığı için,
yeterli belgeler bağlanmadığı için dilekçeyi... Size 20
günlük bir süre verdi.
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Ara kararı verdi.
BAŞKAN – Ara kararı diyelim. Ara kararı verdi. 20 günlük
süre içinde eğer, siz, bu genel başkana yetki verme
kararını almazsanız, grup kararını almazsanız,
Anayasa Mahkemesi davanızı incelemeden reddedecek. Allah Allah... (RP
sıralarından gürültüler)
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Sayın Başkan, bugün, Grup
Başkanvekili olarak, 9 Nisan’da almış olduğumuz grup
kararını Meclis Başkanlığına sundum. Sayın
Genel Başkanım da, Refah Partisinin genel başkanı
olduğuna dair belgeyi bize vermesini talep eden yazıyı da
sundum. Bu yazılar da bize verildi ve bu akşam Anayasa
Mahkemesinde...
BAŞKAN – Evet... İşte, başlangıçta onları
eklemeyi unutmuşsunuz da onu diyorum. (RP sıralarından
gürültüler)
İBRAHİM HALİL ÇELİK (Şanlıurfa) – Ne
gülüyorsun?..
BAŞKAN – Gülmemi de mi engelliyorsunuz.
İBRAHİM HALİL ÇELİK (Şanlıurfa) –
Başkanlık ciddî bir iştir.
BAŞKAN – Gülmemi engelleyecek gücünüz varsa, engelleyin... (RP
sıralarından gürültüler)
ABDULKADİR ÖNCEL (Şanlıurfa) – Meclisin ciddiyetini
bozdunuz Başkan.
BAŞKAN – Sizin konuşmalarınızı, cevap vermeye
değer bulmuyorum. (RP sıralarından gürültüler)
ANAP Grubu adına, Sayın Zeki Çakan; buyurun efendim. (ANAP
sıralarından alkışlar)
Süreniz 60 dakika. (RP sıralarından gürültüler)
Bir dakika efendim... Arkadaşımız konuşacak.
Sayın Çakan, süreyi eşit mi bölüşeceksiniz?..
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Yetmezse alırım.
BAŞKAN – Peki efendim.
Buyurun.
ANAP GRUBU
ADINA ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarı üzerinde,
Anavatan Partisi Grubu adına görüşlerimizi belirtmek amacıyla
huzurlarınızda bulunuyorum. Sizleri ve televizyonları
başında bizleri izleyen vatandaşlarımızı
saygıyla selamlıyorum.
Anavatan
Partisi kurucusu, Başbakan, 8 nci Cumhurbaşkanımız Rahmetli
Turgut Özal’ın ölümünün 3 üncü yıldönümünde kendisini rahmet, minnet
ve şükranla anıyorum.
Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; Anavatan Partisi Grubu adına,
gerçek bütçe rakamlarına dönük olarak konuşmamı sürdürmek
istiyorum. Yeni bir bütçe kanunu tasarısı hazırlamak yerine, 17
Ekim 1995 tarihinde Meclise sunulmuş olan tasarıların,
İçtüzüğün 78 inci maddesine istinaden, yenilenmesi yolunu tercih
ederek, ülkemiz için iki aydan fazla bir zaman kaybını önlemiş
olan Hükümetimize ve bu tasarıları revize ederek günün
şartlarına uygun hale getiren ...
ŞÜKRÜ
YÜRÜR (Ordu) – Sayın Başkan, burası kahve mi?..
ESAT BÜTÜN
(Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, oturtun lütfen...
BAŞKAN
– Bir dakika, Sayın Çakan...
Sayın
arkadaşlar, bakın, biraz önce konuşma yapan
arkadaşlarımız, dikkatle dinlendi. Rica ediyorum, salonda,
konuşmak isteyen arkadaşlarımız varsa dışarı
çıksınlar... Bakın, bir değerli arkadaşımız,
değerli fikirlerini ifade ediyor. Rica ediyorum efendim...
Buyurun.
ZEKİ
ÇAKAN (Devamla) – ...Plan ve Bütçe Komisyonunun Başkan ve üyelerine
şahsım ve grubumuz adına, özellikle teşekkür ediyorum.
1996
yılı bütçe tasarılarını incelediğimizde, kamu
açıklarının azaltılması ve duran
yatırımların harekete geçirilmesi gibi konulara öncelik
verildiğini görmekteyiz. Ülkemizde zaman zaman yaşanan ekonomik
darboğazların temelinde, yıllardan beri süregelen ve
birikmiş makroekonomik problemler bulunmaktadır. Zor olsa da, kamu
açıklarının aşağıya çekilebilmesi için gerekli
olan tedbirlerin cesaretle alınması, ihracatımızı
artırıp, dışticaret dengesini olumlu hale getirmek
açısından ise, gerçekçi kur politikası izlenmesi ve
ihracatı destekleyici önlemlerin uygulamaya konulması gereklidir.
Ekonomik ve
malî piyasalarda sağlanan istikrarın kalıcı hale
dönüştürülebilmesi için, ülkemizin ihtiyacı olan yapısal
tedbirler, vakit geçirilmeden alınmalıdır. Yapısal
dönüşüm şarttır.
Özelleştirme,
ekonomimizin en önemli ihtiyaçlarından birisidir. Özelleştirme
uygulamalarının hızlandırılmasıyla, devletin
üretim ve ticaretten bir an önce çekilerek, bu hizmetlerin özel sektöre devri,
devletin de aslî görevleri olan, eğitim, sağlık, enerji, savunma
ve altyapı hizmetlerine öncelik vermesi gerekmektedir. Diğer
taraftan, sosyal güvenlik reformunun ve mahallî idareler reformunun da
gecikmeden gerçekleştirilerek, uygulamaya sokulması
şarttır.
Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; konuşmamın bu bölümünde,
Türkiye ekonomisi hakkında detaylara geçmeden önce kısa bir genel
değerlendirme yapmak istiyorum. Bilindiği üzere, rahmetli Turgut
Özal’la beraber 1980’lerden itibaren, politika olarak, ithal ikamesine
dayalı ekonomi yerine, dışa açık serbest piyasa ekonomisi
benimsenmiştir. Bu yeni strateji değişikliği, pek tabiîdir
ki, buna uygun bir dizi yasal ve kurumsal değişikliği ve
düzenlemeyi de beraberinde getirmiştir. 1980’lerden günümüze kadar olan
süreçte, serbest piyasa ekonomisine geçişe ilişkin, yasal ve kurumsal
düzenlemelerin tamamına yakın bir bölümü hayata geçirilmiştir.
Bunlar arasında, Sermaye Piyasasına işlerlik
kazandırılması, döviz ve kambiyo işlemlerinde serbestiyete
gidilmesi, ithalat ve ihracatın liberalleştirilmesi, İstanbul
Menkul Kıymetler Borsasının faaliyete geçirilmesi, para, döviz
ve kambiyo borsalarının kurulması, bankalararası para
piyasalarının kurulması, açık piyasa işlemlerine
başlanılması, vergi mevzuatımıza KDV gibi
çağdaş bir verginin kazandırılması, ilk akla gelen
önemli yasal ve kurumsal düzenlemelerdir. Tüm bu düzenlemelerin çoğu,
1980 -1990 döneminde hayata geçirilmiş ve izleyen dönemde,
işbaşında olan hükümetlerce de zenginleştirilerek sistemin
tamamlanması yönünde adımlar atılmıştır. Tüm bu
çalışmalara katkısı olan herkese huzurlarınızda
teşekkür ediyorum.
Dışa
açık politikaların olumlu sonuçları, kendisini, ilk olarak,
ihracat artışında ve ihracata dönük sanayilerin hızla
gelişmesinde göstermiştir. Nitekim, ihracatımız, 1980
yılındaki 2,9 milyar dolardan 1983 yılında 5,7 milyar
dolara, 1991 yılında 13,6 milyar dolara ve 1995 yılında da
21,6 milyar dolara yükselmiştir. Bu hızlı ihracat büyümesi, Türk
özel sektörünün müteşebbis gücünü ve değişen şartlara
uyumda gösterdiği başarıyı ortaya koymaktadır.
Dışa
dayalı büyüme stratejisinin olumlu sonuçlarının
alındığı diğer bir saha da millî gelirin büyümesinde
gözlenmiştir. 1980-1995 döneminde, ortalama yıllık büyüme yüzde
4,2 olmuştur. Ayrıca, enerji, otoyol, haberleşme ve
telekomünikasyon alanlarında önemli yatırımlar gerçekleştirilmiş,
GAP gibi dünya çapındaki bir bölgesel kalkınma projesi hayata
geçirilmiştir ve uzayda uydusu olan ülkeler arasında yerimizi
almış bulunuyoruz.
Tüm bu
olumlu gelişmelere rağmen, henüz çözülememiş ve uzun
yıllardır süregelen önemli sorunlarımızın da
varlığını burada belirtmeden geçemeyeceğim. Bunlar
arasında, kronikleşen yüksek enflasyon, kamu finansman
açıklarının sürdürülemeyecek boyutlara ulaşması ve
hızla yükselen iç ve dışborçlar en önemlileridir.
Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; bir ülke ekonomisindeki büyüme,
uygulanan ekonomik politikaların başarısı ve
başarısızlığının en önemli göstergesidir.
Yaşanan bazı sıkıntılara rağmen, Türkiye
ekonomisi, büyüme temposu bakımından OECD ülkeleri
ortalamasının üzerinde bir performans göstermiştir. 1983
yılında sabit fiyatlarla 57,3 trilyon lira olan gayri safî millî
hâsılamız, yüzde 48 artmış olarak, 1991 yılında
84,9 trilyon liraya, 1995 yılında da 99,2 trilyon liraya
ulaşmıştır. Bunu yüzde olarak ifade etmek gerekirse, sabit
fiyatlarla 1980 yılında yüzde 2,8 oranında gerileme gösteren
gayri safî millî hâsıla, 1987 yılında yüzde 4,2; 1985
yılında yüzde 9,8; 1990 yılında yüzde 9,4; 1993
yılında yüzde 8,1 oranında büyüme göstermiş, 1994 yılında
ise yüzde 6,1 oranında gerilemiştir. 1995 yılı büyümesi
ise, yüzde 8,1 olmuştur. 1980-1995 döneminde ortalama yıllık
büyüme hızı, yüzde 4,2 olarak gerçekleşmiştir. 1980-1993
yılları arasında OECD ülkeleri yıllık ortalama
büyümesi ise, yüzde 2,4 olmuştur.
Gayri safî
millî hâsıla içinde sanayinin payı, 1983 yılında yüzde 22,4
iken, 1991 yılında yüzde 26,5’e ve 1995 yılında da yüzde
27,7’ye çıkmıştır. Kişi başına millî gelir
ise, 1983 yılında 1 264 dolar iken, 1991 yılında 2 621
dolara yükselmiş olup, 1994 yılında 2 184 dolara
düşmüş ve 1995 yılında da 2 685 dolar olmuştur.
Büyümemizin
ortalama olarak sanayileşmiş ülkeler büyüme hızlarının
üzerinde olmasına rağmen, belli bir istikrar
kazanamadığı da bir gerçektir. Çok yüksek bir büyümeyi, hemen
çok küçük bir büyüme, bazen de küçülmenin izlediği görülmüştür.
Büyümenin sürekli ve belli bir istikrar içerisinde olmasını
sağlayacak tedbirlere öncelik verilmesi doğru bir yaklaşım
olacaktır.
1981-1990
döneminde imalat sanayiinde yıllık ortalama üretim artış
hızı, yüzde 7,6; 1991-1995 döneminde de yüzde 3,9 olarak
gerçekleşmiştir. Bu dönemde, talep kompozisyonunda görülen
değişmelerin etkisiyle, imalat sanayiinin yapısında önemli
değişiklikler olmuştur. Karayolu taşıtlarında,
dayanıklı tüketim mallarında ve elektronik sanayiinde gözlenen
yüksek talep ve üretim artışları, bu sanayilerin hızla
gelişmesine ve rekabet güçlerinin artmasına yol
açmıştır.
Örneğin,
1980 yılında 31 500 adet olan yıllık otomobil üretimi, 1983
yılında 42 500’e, 1991 yılında 195 500’e, 1995
yılında da yıllık 233 400’e yükselmiştir.
1982
yılında 63 500 olan yıllık renkli televizyon üretimi, 1983
yılında 368 700’e, 1985 yılında 1 milyon 128 bine, 1991
yılında 2 milyon 722 bine yükselmiş, 1995 yılında da
yıllık 1 milyon 700 bin olmuştur.
Öte yandan,
telefon abonesi sayılarında da önemli artışlar
sağlanmıştır. 1980 yılında 1 milyon 148 bin olan
telefon abonesi sayısı, 1983 yılında 1 milyon 673 bine,
1991 yılında 8 milyon 147 bine ve 1995 yılında da 13 milyon
345 bine yükselmiştir. Böylece, bugün, abone sayısı, toplam
nüfusun yaklaşık yüzde 22’si düzeyine ulaşmıştır.
Ayrıca,
turizm belgeli yatak ve tesis sayılarında da 1980-1995 döneminde
önemli artışlar sağlanmıştır. 1980
yılında 56 bin olan yatak sayısı ve 511 olan tesis
sayısı, 1983 yılında 65 934’e ve 611’e, 1991
yılında 200 678’e ve 1 400’e yükselmiştir. 1992-1995 döneminde
de bu artış devam ederek, yatak sayısı 275 300’e ve tesis
sayısı da 1 770’e ulaşmıştır.
Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; ülkemizde yaşayan insanların
huzur ve refahı, her yıl yaratılan millî gelirin büyüklüğü
ve bunun fertler arasında dağılım şekliyle
yakından ilgilidir. Hükümetlerin görevlerinin başında,
yatırım harcamaları yoluyla millî gelirin büyütülmesine ve
geliştirilmesine zemin hazırlayacak altyapının
oluşturulması gelmektedir. Yatırımların
düşüklüğü, hem millî gelirin yeterince artmamasına hem de
istihdam kayıplarına yol açarak, işsizliğe neden
olmaktadır. Bu bakımdan, Hükümet Programında, başta enerji,
sağlık ve eğitim olmak üzere, üretim ve istihdam artışına
yönelik harcamaların artırılacağına yer verilmesini
memnuniyetle karşılıyoruz.
Son
yıllarda, kamu açıklarının finansmanından kaynaklanan
nedenlerle yatırımlara yeterince kaynak
ayrılamadığı da bir vakıadır; ancak, üretim ve
istihdam artışını sağlayacak yatırım
harcamalarına her halükârda kaynak bulma mecburiyeti vardır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; şüphesiz, yatırım
yapılması bir kaynak meselesidir. Kaynak yaratılması ve
yaratılan bu kaynakların ekonomik kalkınma için gerekli olan
yatırımlara yönlendirilmesi büyük önem taşımaktadır.
Son yıllarda, özellikle faiz ödemeleri, personel harcamaları,
KİT’ler ve sosyal güvenlik kuruluşları açıkları
sebebiyle, yatırımlara yeterince kaynak tahsis edilememiş
olduğunu görüyoruz. Bu takdirde, ekonominin yatırım
açığının, özel sektör ve yabancı sermayenin devreye
sokularak kapatılması önem arz etmektedir. Özelleştirmeyle
birlikte, yap-işlet-devret modelinin de devreye sokularak, özel kesimin,
kamu yatırımlarının yetersiz kaldığı
alanlarda yatırıma yönlendirilmesine önem ve öncelik veriyoruz.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; ister gelişmiş isterse
gelişmekte olsun, tüm ülkeler için istihdam ve işsizlik, ekonomik ve
sosyal açıdan büyük önem taşıyan bir konudur.
Konuşmamın önceki bölümlerinde belirtmiş olduğum yüksek
büyüme temposuna rağmen, yüksek nüfus artışının da etkisiyle,
ülkemizde istihdam ve işsizlik sorunu önemini korumuş ve
istihdamın artırılması için yeni önlemlere olan ihtiyaç
devam etmiştir.
Bu
yılın başından itibaren gümrük birliğine girilmiş
olması, teknolojik gelişmenin gereklerini de dikkate alan istihdam
politikalarının geliştirilmesinin önemini bir kat daha
artırmaktadır.
Ayrıca,
özelleştirme sürecinin hızlanmasıyla birlikte, özel sektörün
istihdam yaratma kapasitesine de daha çok ihtiyaç duyulacaktır. Bu
kapasiteyi artırıcı teşvik önlemlerinin
arayışı içerisinde olma zorunluluğu vardır. Bu
çerçevede, küçük ve orta boy
işletmelerin istihdama olan katkılarının
artırılması için, devletin bu işletmelere yönelik destekleyici
politikalar izlemesi, üzerinde önemle durulması gereken bir husustur.
Devlet
İstatistik Enstitüsü verilerine göre, toplam imalat sanayii
işletmelerinin yüzde 90’ından fazlasını küçük ve orta boy
işletmeler oluşturmaktadır. İmalat sanayii içinde küçük ve
orta boy işletmelerin payı incelendiğinde, toplam imalat sanayii
işletmelerinin yüzde 90’ından fazlası, toplam imalat sanayii
istihdamının yüzde 57,3’nün küçük ve orta boy işletmelere ait
olduğu görülmektedir.
Bu veriler diğer ülke verileriyle bir
paralellik göstermekle birlikte, Türkiye’de, küçük işletmelerin toplam
kredilerden aldığı pay, sadece yüzde 4’ler düzeyindedir. Oysa,
bu oran, Amerika Birleşik Devletlerinde yüzde 42, Almanya’da yüzde 35,
Güney Kore’de yüzde 47 Fransa’da ise yüzde 48’ler düzeyindedir. Görüleceği
üzere, küçük ve orta boy işletmelerin gerek istihdam gerekse imalat
sanayiindeki ağırlıkları ve önemi büyüktür. Bu potansiyelin
diğer sanayileşmiş ülkelerinkine paralel olarak kredi ve
diğer teşviklerle desteklenmesi üzerinde önemle durulmalı ve bu
konu bir hedef olmalıdır. Bu bakımdan, küçük ve orta boy
işletmelerin üretim ve istihdamdaki payının
artırılmasını, bu işletmelerin üretim ve istihdam
artışı sağlayacak projelerine kredi
kolaylıklarının getirilmesini, bunlara verilecek kredi
miktarlarının artırılmasını çok isabetli buluyor
ve bunu memnuniyetle karşılıyoruz.
Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; ülkemizde 1971 yılına kadar
tek haneli olan enflasyon, bu yıldan itibaren iki haneli olmuş, 1978
yılından itibaren yüzde 50’yi geçmeye
başlamıştır; 1980 yılında ise yüzde 100’ü
geçmiştir. 1984 yılında yüzde 50.4 olan yıllık
ortalama fiyat artışı, 1986’da yüzde 29.6’ya kadar inmiş
ise de, 1988’de yüzde 70.5 olmuştur. 1989 ve 1990 yılında
iniş devam etmiş ve 1991 yılında yüzde 52.3 düzeyinde
kalmıştır. 1992, 1993 ve 1994 yıllarında,
sırasıyla yüzde 62,1, yüzde 58,4 ve yüzde 120,7 seviyesinde
seyretmiş ve 1995 yılında yüzde 88,5, 1996
yılının Mart ayı itibariyle de yüzde 72,1 olmuştur.
Enflasyon,
dar gelirlinin, küçük esnaf ve çiftçinin, işçi, memur ve bunların
emeklilerinin -kısaca- orta direğin, belini büktüğü gibi, piyasa
ekonomisinde uzun vadeli karar almayı engellediğinden,
yatırımı, üretimi ve istihdamı da olumsuz etkiler. Türkiye
Cumhuriyeti hükümetlerinin, hatta Yüce Meclisin, ülkemize yapacağı en
büyük iyilik, enflasyonu tek haneli rakamlara indirmek ve istikrarlı bir
seviyede tutmaktır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 24 Ocak
kararları olarak bilinen istikrar tedbirlerinin en önemli
ayaklarından birini de -ödemeler dengesi açıklarına çözüm
getirmek için -bilindiği üzere, ihracata dayalı bir büyüme modeline
geçiş oluşturmuştur. Ülkemizde, ödemeler dengesi güçlükleri, zaman zaman, ekonomide
çok büyük darboğazlara yol açmıştır; zira, uygulanan ithal
ikameci sanayi politikaları, ithal girdi temin edilememesi
dolayısıyla, sanayinin neredeyse durması ve kapasitelerin büyük
çapta atıl kalması sonucunu doğurmuştur. Bu güçlüklerin
aşılması amamcıyla, 1980 yılından sonra,
sanayileşmede strateji değişikliğine gidilerek, ihracata
dayalı stratejiler öne çıkarılmış ve bu alanda önemli
mesafeler alınmıştır. Benimsenen bu yeni strateji
sayesinde, ödemeler dengesi sıkıntıları önemli çapta
ortadan kalkmış, Türkiye sanayicisi dışarı
açılarak ufkunu genişletmiş, yeni üretim ve pazarlama
sistemlerini öğrenerek dış pazarlara hızla adapte
olmuş, ihracat ve ithalat hacmi büyük oranda artmıştır.
1980 yılında ihracatın yüzde 36’sı sanayi
mallarıyken, 1983 yılında sanayinin payı yüzde 63,9’a, 1991
yılında yüzde 77,8’e ve 1995 yılında da yüzde 87,4’e
çıkmıştır. 1980 yılında 7,9 milyar dolar olan
ithalatımız ise, 1983 yılında 9,2 milyar dolar, 1991 yılında 21 milyar dolar ve
1995 yılında 35,7 milyar dolar olmuştur.
Öte yandan, döviz kazandıran ve kamuoyunda bacasız fabrika
olarak nitelendirilen turizm gelirleri de, ödemeler dengesine olumlu yönde
büyük katkılar sağlamıştır. 1980 yılında 326
milyon dolar olan turizm gelirleri, 1983 yılında 420 milyon dolara,
1985 yılında 1 milyar 84 milyon dolara, 1990 yılında 3
milyar 225 milyon dolara yükselmiştir. 1991 yılında da, Körfez
krizine rağmen, 2 milyar 654 milyon dolar turizm geliri
sağlanmıştır. 1993 yılında 3 milyar 959 milyon
dolar seviyesine çıkan turizm gelirleri, 1995 yıl sonu itibariyle
yaklaşık 5 milyar dolara yükselmiştir. Böylece, 1980
yılında sadece 326 milyon dolar olan turizm gelirleri, 1995
yılında 5 milyar dolara yükselmiş bulunmaktadır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; devletin
üstlenmiş olduğu görevleri yerine getirmesinde gelirlerin giderleri
karşılamaya yetmemesi nedeniyle oluşan açıkların
finansmanı için, borçlanmaya gidilmektedir. Kamuoyunda karadelik olarak
adlandırılan KİT’ler, sosyal güvenlik kuruluşları,
mahallî idareler ve fonların açıklarından kaynaklanan finansman
açıkları da eklendiğinde içborçlanma ihtiyacı daha da
artmakta ve buna bağlı olarak, toplam borç stoku da hızla
yükselmektedir.
Şüphesiz, devlet hizmetlerinin devamı için, normal gelirlerin
yetmediği durumlarda, borçlanmaya başvurulması normaldir ve
bundan da korkmamak gerekir. Yeter ki, borçlanmayla sağlanan kaynaklar,
cari harcamaların finansmanı yerine, yatırım ve üretime
kanalize edilmiş olsun. Bu takdirde, üretim ve yatırımdan elde
edilecek gelirler, kendini finanse etmeye kâfi gelecektir. Aksi halde, borcun
geri ödenmesinde, ülkemizde olduğu gibi, sıkıntılarla
karşılaşılması gayet doğaldır.
Bu bakımdan, Hükümet Programında belirtilen borç stokundaki
artışın yatırım artışına
bağlanması hedefinin hayata geçirilmesini, bu alanda atılacak
önemli bir adım olarak gördüğümüzü açıklıkla ifade etmek
istiyorum. Yeni borçlanmaya gidilirken, bu hususun göz önünde
bulundurulması ve konunun yeni bir yaklaşımla ele alınmasında
büyük yarar bulunmaktadır. İçborçlanmada
karşılaşılan sorun, borcun büyüklüğünden ziyade, borç-
vade yapısının çok kısa oluşudur.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
konuşmamın bu bölümünde, kısaca, iç ve
dışborçların 1980-1995 dönemindeki seyrine ilişkin
bazı rakamlar sunmak istiyorum:
1980 yılında 721 milyar lira olan içborçlarımız,
1983 yılında 1,3 trilyon liraya, 1985 yılında 7 trilyon
liraya, 1987 yılında 17,2 trilyon liraya, 1991 yılında da
97,6 trilyon liraya yükselmiştir; 1992 yılında 194,2 trilyon
liraya çıkan içborç stoku, 1993 yılında 357,3 trilyon liraya,
1995 yılında yaklaşık 1,4 katrilyon liraya ve Mart 1996
yılı sonu itibariyle de 1,9 katrilyon liraya yükselmiştir.
İçborçların gayri safî millî hâsılaya oranı, 1980
yılında yüzde 13,6, 1983 yılında yüzde 22,8, 1985
yılında yüzde 19,7 ve 1991 yılında da yüzde 15,4
olmuştur; 1994 yılında da bu oran yüzde 20,6, 1995
yılında ise yüzde 17,8 olmuştur.
Bu rakamlardan da anlaşılacağı üzere, içborç
stokunun gayri safî millî hâsılaya oranı, 1980-1995 döneminde yüzde
15 ilâ yüzde 23’ler arasında değişmektedir.
Dışborç stoku ise, 1980 yılında 16,2 milyar dolar,
1983 yılında 25,5 milyar dolar, 1991 yılında da 50,5 milyar
dolar seviyesine ulaşmış; 1993 yılında 67,4 milyar
dolar ve 1995 yılı sonu itibariyle de 73,3 milyar dolara
yükselmiştir.
Dışborçların gayri safî millî hâsılaya oranı
ise, 1980 yılında yüzde 23,7, 1983 yılında yüzde 29,6, 1985
yılında yüzde 37,4, 1991 yılında da yüzde 33,2
olmuştur; bu oran, 1993 yılında yüzde 37 ve 1995
yılında da yüzde 44,2 olmuştur.
İç ve dışborçlardaki bu artışlara paralel
olarak, borç faiz ödemelerinin de önemli ölçüde arttığı
hepinizce malumdur. Nitekim, 1980 yılında 22 milyar lira olan iç ve 9
milyar lira olan dışborç faizi olmak üzere, toplam 31 milyar lira
faiz ödemesi yapılmışken, 1985 yılında 247 milyar
lirası iç ve 428 milyar lirası dışborç olmak üzere, toplam
675 milyar TL faiz ödemesi yapılmış; 1991 yılında 16,9
trilyon lirası içborç ve 7,1 trilyon lirası dışborç olmak
üzere, toplam 24 trilyon lira borç faiz ödemesi gerçekleştirilmiştir;
1993 yılında ise, 24 trilyon lira dış ve 92,5 trilyon lira
içborç faizi olmak üzere, toplam 116,5 trilyon lira borç faiz ödemesi
yapılmışken, bu miktar, 1995 yılında, 101 trilyon
lirası dış ve 476 trilyon lirası içborç olmak üzere, toplam
577 trilyon liraya yükselmiştir.
Bu verdiğim rakamlar da gösteriyor ki, Türk ekonomisinin en önemli
noktası, borçlanmanın, vade ve faiz ilişkisinin
sağlıklı kurulamamasıdır.
Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli mensupları;
ülkemiz ekonomisi açısından büyük önem taşıyan
özelleştirme konusuna da kısaca değinmek istiyorum.
Bilindiği üzere, başlangıçta, kalkınmayı
hızlandırmak, istihdam imkânlarını artırmak ve kaynak
yaratmak amacıyla kurulan kamu iktisadî teşebbüsleri,
aşırı siyasî müdahaleler, geri teknoloji ve aşırı
istihdam gibi sebeplerle kaynak tüketir hale gelmişlerdir. Kuruluş
amaçlarından gittikçe uzaklaşmış olan KİT’ler, bugün
kalkınma gayretlerimizin önünde önemli birer engeldir.
Özelleştirme, ekonomide verimlilik ve etkinlik arayışlarının
bir sonucu olarak değerlendirilmelidir.
Özelleştirmeyi, ekonomide etkinlik ve verimliliğin
artırılmasını sağlayan bir araç olarak görüyoruz. Özelleştirme,
verimsiz kullanılan kaynakların toplumsal refahın
artırılması yönünde kullanılmasına da imkân
verecektir. Özelleştirmede ortaya çıkan yapısal ve kurumsal
eksiklikleri giderici çalışmalar tamamlanmış, gerekli
hukukî altyapı oluşturulmuştur. Devletin, ekonomiden çekilerek
aslî görevlerine dönmesi zamanı gelmiştir. Özelleştirmede
arzulanan hedeflere ulaşılmasıyla KİT’ler, ekonomiye yük
olan değil, itici güç veren kuruluşlar haline gelecek, sermaye
sahipliği tabana yayılarak, verimlilik ve üretim
artışları sağlanacaktır.
BAŞKAN – Sayın Çakan, 2 dakikanız var.
ZEKİ ÇAKAN (Devamla) – Böylece, ekonomimizin uluslararası
piyasalarda rekabet gücü de artarak, Türk sanayiinin gümrük birliğine
uyumu kolaylaşacaktır.
Yap-işlet-devret modelini de, özelleştirme sürecinin bir
parçası olarak değerlendiriyoruz. Böylece, ülkemizin ihtiyacı
olan büyük altyapı projelerinin gerçekleştirilmesinde, yabancı
sermaye ve özel sektörün de katılmasıyla, ilave kaynak
sağlanmış olacaktır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 1980’li
yıllarda, Türkiye ekonomisindeki liberalleşme ve dışa
açılma çalışmalarına paralel olarak, Türk vergi sisteminde
de köklü değişiklikler yapılmıştır. Bu çerçevede,
başta, toplumda belge kullanımının yerleştirilmesine
yönelik düzenlemeler yanında, Katma Değer Vergisinin yürürlüğe
konulması, serbest muhasebecilik ve malî müşavirlik sisteminin yasal
çerçeveye büründürülmesi, yazarkasa uygulamasının
başlatılarak özendirici tedbirlerle tüm ülke çapında
yaygınlaştırılması, ücretlilere vergi iadesi
uygulaması, gelir idaresinin modernizasyonu için gerekli finansmanı
sağlayacak özel bir fon oluşturulması, o zamanın
şartları içerisinde yapılan, sadece, aklıma gelen
birkaçıdır. Dikkat edilirse, bütün bu değişiklikler,
izlenen ekonomik ve sosyal değişim politikalarıyla uyumludur.
Bir başka ifadeyle, Anavatan hükümetleri döneminde de, vergi
düzenlemeleri, üretim, yatırım, istihdam ve ihracatı olumsuz
etkilemeyen, aksine, teşvik eden bir mantık çerçevesinde
gerçekleştirilmiştir.
1991 yılından bu yana, bizden sonraki hükümetler döneminde de,
gerçekten, bu Parlamentodan, çok fazla vergi düzenlemeleri geçirilmiştir.
Bu düzenlemelerin bazılarına Anavatan Grubu olarak destek verdik,
bazılarına ise yapıcı ve düzeltici eleştirilerimizle
katkıda bulunduk. Gerçekten, bütün bu düzenlemeler iyi niyetle
yapılmıştır; ancak, bugün görüyoruz ki, vergi sistemimizde,
hâlâ, daha yapılacak pek çok düzenlemeye ihtiyaç vardır. Türkiye
ekonomisi, geçtiğimiz iki yılda, ağır bir krizden
geçmiştir; buna rağmen, vergi sisteminden kaynaklanan bir olumsuzluk,
büyük ölçüde yaşanmamıştır. Bunda, Türk vergi
politikasının, işbaşındaki hükümetlere göre fazla
değişmeyen; ancak, ekonomideki gelişmelere uyumlu bir
değişim içerisinde olmasının rolü vardır. Bugün
itibariyle baktığımızda, özellikle vergi
oranlarının yüksekliği, enflasyon muhasebesinin yeterince
yerleştirilememesi, ceza sistemindeki caydırıcılığın
mükelleflerce yeterince kavranamaması, yasalardan ve uygulamadan
kaynaklanan sorunların en önemlilerini teşkil etmektedir. Aksine,
vergi sistemleri, serbest piyasa ekonomisi içerisinde istihdamı, üretimi,
yatırımları ve ihracatı artırıcı faaliyetleri
teşvik etmeli, işletmeleri verimsiz bürokrasiye
boğmamalıdır.
Bu kapsamda, 53 üncü Hükümet tarafından, bu kısa sürede
getirilen küçük ve orta ölçekli yatırımların cazip hale
getirilmesi amacıyla uygulamaya konulan, teşvik, belgesiz
yatırımların da yatırım indiriminden
faydalanması, adalet ve ödeme gücü ilkesinden hareketle götürü usule tabi
esnaf ve sanatkârların vergilerinde köklü indirime gidilmesi, bürokrasinin
ve gereksiz kırtasiyeciliğin ortadan kaldırılması
amacıyla vergi iadelerinde iade tutarının iki kat
artırılması gibi uygulamaları sonuna kadar destekliyor ve
53 üncü Hükümete, geleceğe yönelik gösterge niteliğindeki bu köklü
düzenlemeleri nedeniyle, Yüce Meclis huzurunda teşekkür ediyoruz.
Keza, bir avukatın yanında diğer bir avukatın
ücretli olarak çalışabilmesine imkân sağlayan düzeltici
değişiklikle, Maliye Bakanlığının, mükelleflerin
haklı şikâyetlerine karşı duyarlı bir idare
olacağının ilk işareti alınmıştır. Bu
duyarlılığın devamının, sağlıklı
mükellef-Maliye ilişkileri açısından gerekli olduğuna
inanmaktayız.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Maliye
Bakanlığının, mükelleflere daha iyi hizmet vermesi, vergi
denetimlerini etkili ve süratli bir şekilde sonuçlandırması
bakımından örgütlenme biçimini, personelinin niteliklerini ve
teknoloji kullanımının modern çağın gereklerine göre
zaman içerisinde değiştirmesini, yeniden
yapılandırılmasını gerekli görmekteyiz.
Belirttiğim amaçlara yönelik olarak, gelir idaresinde yakın
geçmişte başlatılmış olan yeniden yapılanma ve
değişim programını içtenlikle desteklemekteyiz; ancak,
yeniden yapılanmanın, sadece, bir bilgisayar ve teçhizat alım
programı biçiminde bırakılmamasını da temenni
etmekteyiz. Asıl olan, yetişmiş insangücünün sağlanması
ve uygulamanın bu maharette bırakılmasıdır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; içinde
bulunduğumuz dönemde dünya ekonomisinin en önemli konularından birini
de küreselleşme ve bölgeselleşme hareketleri
oluşturmaktadır. Dünya üzerinde bir yandan ticarî bloklar
oluşurken, bir yandan da bloklar arasında işbirliğini geliştirme
imkânları aranmaktadır. Türkiye’nin, bu gelişmelerin
dışında kalması düşünülemez. Dünyayla her alanda
bütünleşip yarışabilmemiz için, gerekli yapısal tedbirlerin
bir an önce alınması şarttır. Bu kapsamda, tam üyeliği
hedef aldığımız Avrupa Birliği normlarını,
her alanda olduğu gibi, makroekonomik göstergelerde de yakalamamız
gerekir. Bu açıdan, enflasyonun, kamu açıklarının ve kamu
borçlarının, Avrupa Birliğince kabul edilen kriterlere uygun hale
getirilmesi vazgeçilmez bir hedef olmalıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Devletinin
ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü sonuna kadar korumaya
kararlı olduğumuzu tekrarlamak istiyorum. Türkiye, terör gibi
olumsuzlukların üstesinden gelecek ve bunları mutlaka
aşacaktır. Vatan toprağını, ülkemizin bölünmez
bütünlüğünü koruma uğruna kanlarını akıtarak
canlarını veren ve şahadet mertebesine ulaşan aziz
şehitlerimize Tanrıdan rahmet, kederli ailelerine ve milletimize
başsağlığı diliyorum.
Terörün kökünü kazımaya kararlı olduğumuzu bir kez daha
huzurlarınızda açıklıkla ifade ediyorum. Bu itibarla,
gerekli önlemlerin alınması hususunda, her zaman Hükümetimizin
yanında olacağız. Milletçe sahip olduğumuz inanç, özgüven
ve sevgi duyguları, içte ve dışta
karşılaştığımız tüm engel ve tehlikeleri ortadan
kaldırmaya yetecek güçte ve sağlamlıktadır.
Tüm bu duygu ve düşüncelerle, 1996 yılı bütçesinin,
ülkemize ve milletimize hayırlı ve uğurlu olmasını
diler, bütçenin oluşmasına büyük katkıda bulunan Yüce Meclise
şahsım ve Grubum adına saygılarımı arz ederim.
(ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Zeki Çakan.
ANAP Grubu adına ikinci konuşmayı yapmak üzere,
Sayın Murat Başesgioğlu; buyurun efendim.
Süreniz 25 dakikadır.
ANAP GRUBU ADINA MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) –
Sayın Başkan, Yüce Meclisimizin değerli üyeleri; Grubumuz
adına görüşlerimizi açıklamaya devam etmek üzere
huzurunuzdayım. Sözlerimin başında, Yüce Heyetinizi ve bizi
izleyen değerli vatandaşlarımızı, Anavatan Partisi
Grubu adına, saygıyla selamlıyorum.
Yine, sekizinci Cumhurbaşkanımız değerli devlet
adamı Turgut Özal’ı, ölüm yıldönümünde rahmetle anıyorum.
Muhterem milletvekilleri, 1996 yılı bütçe tasarısı,
17 Ekim 1995 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulmuştur. Yüce
Heyetin malumu olduğu üzere, araya erken seçimlerin girmesi hasebiyle,
bütçe tasarıları görüşülmemiş ve bu nedenle, o günkü
Hükümetimiz, dört aylık geçici bir bütçe çıkarılmasına
karar vermiştir. 4130 sayılı kanunla alınan yetki, 30 Nisan’da
dolmaktadır. Bu tarihten önce bütçe tasarılarının
yasalaşması zorunlu olduğu için, 53 üncü Cumhuriyet Hükümeti,
Meclis İçtüzüğümüzün 78 inci maddesinin kendisine vermiş
olduğu yetkiyi kullanarak, tasarıyı yenilemiş ve Plan ve
Bütçe Komisyonuna sunmuştur.
Burada, özellikle Refah Partimizin bu konuya ilişkin itirazlarının
Anayasanın 162 nci maddesine uygun düşmediğini ve bu
şekilde yenilemenin, Anayasamıza
ve İçtüzüğümüze uygun olduğunu ifade etmek istiyorum.
Değerli milletvekilleri, zorunluluk gereği, Meclisimiz, belki
de tarihinde ilk kez olmak üzere, bütçe görüşmelerini, önceki
yıllardan farklı bir prosedür içerisinde
gerçekleştirmiştir. 12 Mart 1996 tarihinde Meclisimizin güvenine
mazhar olmuş bulunan 53 üncü Cumhuriyet Hükümetinin, bu zorunluluk
nedeniyle, hazırlanan bütçeye, Hükümetin temel tercihlerini ve politikalarını
ne derece yansıttığı, tartışmaya açık bir
konudur. İnşallah, 1997 yılı bütçesi
hazırlanırken, Cumhuriyet Hükümeti, temel tercihlerini ve
politikalarını, bütçeye, daha rahat aktarma imkânına sahip
olacaktır.
Değerli arkadaşlar, 1996 yılı bütçesi, Komisyonda
yapılan değişikliklerle, 3 katrilyon 511 trilyon lira olarak
bağlanmış bulunmaktadır.
Tasarıda, büyüme hızı yüzde 4,5 ve 1996 yılı
sonundaki enflasyon hedefi de yüzde 65 olarak belirlenmiştir.
Yılın ilk dört ayında 400 trilyon lira açık veren
bütçe açığı konusuna gelince; tahminî bütçe
açığı, 861 trilyon lira olarak benimsenmiş
bulunmaktadır.
Yeni bütçede, memurlarımıza ayrılan payın, 110
trilyon lira artışla 910 trilyon liraya çıkarılması
sevindiricidir.
Yine, yatırım ödenekleri, 190 trilyon liradan 239 trilyon
liraya çıkarılmış bulunmaktadır.
Değerli milletvekilleri, Yüce Heyetinizin de malumları
olduğu üzere, bu bütçe rakamlarına baktığımız
zaman, ortağı bulunduğumuz Hükümetin devraldığı
ekonomik tablonun ağırlığı ortadadır. Bunlara,
bir de, 1995 yılı sonu itibariyle 1,4 katrilyon liralık içborç
ve 72,3 katrilyon liralık dışborç stoklarını da
eklediğimizde, Hükümetin devraldığı tablonun
ağırlığı ve ekonomimizin ne denli darboğaz
içerisine girdiği, açıkça görülecektir.
Aslında, bu rakamları, ekonomimiz ile ilgili bu tespitleri,
hepimiz biliyoruz. Refah Partisi Genel Başkanı Sayın Erbakan da,
burada, bu rakamları, biraz da dramatize ederek, çok açık ve seçik
şekilde ifade etti; ama, değerli milletvekilleri, takdir edersiniz
ki, bu tabloyu, bu resmi hepimiz biliyoruz. Milletimizin bizden beklediği,
bu tablo içerisinde, bu sorunlara çare üretmek, bu sorunları çözmektir ve
yine milletimiz bizden şunu bekliyor; artık, klasik iktidar-muhalefet
çekişmesini bir tarafa bırakalım, olumsuza politika
yapmayalım; kimin dağarcığında ne varsa, kim bu
ülkenin yararına en ufak katkıyı sağlayacaksa, bu
katkıyı hükümetten ve sorumlulardan esirgemesin.
Şimdi, biz, Anavatan Partisi Grubu olarak, Türk ekonomisi, 1996
Nisanında bu duruma nasıl gelmiştir; içborç ve dışborç
stokları, enflasyon rakamları bu denli nasıl yükselmiştir
diye, burada, geçmiş dönemin veyahut da kişilerin sorumluluğunu
sorgulamayacağız. Bu konuda Sayın Genel Başkanımızın
da belirttiği gibi, bu konunun muhasebesini, aziz milletimizin ve kamuoyunun
vicdanına bırakıyoruz. Elbette, tarih içerisinde görev
yapmış cumhuriyet hükümetlerinin sorumluluğu yerli yerlerine
oturtturulacaktır; ancak, değerli arkadaşlarım, yeni
Hükümetimizin devraldığı ekonomik tablonun
ağırlığı nedeniyle, çok çetin sorunlara muhatap
olacağını şimdiden görüyoruz ve başta Sayın
Başbakan olmak üzere, bütün kabine üyelerimize Cenabı Allah’tan
kolaylıklar diliyoruz.
İtiraf etmeliyiz ki, ülke olarak zor bir dönemeçten geçiyoruz; bu
nedenle siyasî partilerimize, iktidar-muhalefet ayırımı
gözetmeksizin büyük bir sorumluluk düşmektedir. Milletimiz, aslında,
yeni oluşan 20 nci Dönem Parlamentomuzdan büyük bir beklenti
içerisindedir; bu Parlamentodan, büyük gayretler, girişimler
beklemektedir. Her şeyden önce de, Yüce Mecliste, uzlaşma ve
hoşgörüyü, aziz milletimiz, bizden beklemektedir. Demin arz ettiğim
gibi, artık, klasik iktidar-muhalefet çizgisinden, siyah-beyaz
noktasından vazgeçmemiz, hem ülkemiz yararına olacak hem de
milletimizin büyük umutlarla seçtiği, büyük beklentiler içerisinde
bulunduğu 20 nci Dönem Parlamentosunun itibarını korumak,
siyasetçinin toplumda zedelenen itibarını yeniden kazanmak için büyük
bir fırsat olacaktır.
Aslında, 53 üncü Cumhuriyet Hükümetinin bir azınlık
hükümeti olması, uzlaşma geleneğimizin yerleşmesi için
büyük bir şanstır. Geçmişte hep şikâyet edilmiştir
“tek parti hükümetleri Meclise egemen oluyor, gece baskınlarıyla
kanunlar çıkarıyor ve ülkenin kaderini elinde tutuyor” diye.
Şimdi, bu itirazı ileri sürenlere diyoruz ki; işte, şu
andaki Koalisyon Hükümeti, bir azınlık hükümetidir; o halde, geliniz,
bu uzlaşma örneğini, bu hoşgörü örneğini birlikte
sergileyelim.
Bu arada, Hükümetin kuruluşunda ve önemli ülke sorunlarında
hükümete destek veren siyasî parti gruplarımıza da buradan
teşekkür etmeyi bir borç biliyoruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 20 nci Dönem
Parlamentomuzun ve onun içerisinden çıkmış olan 53 üncü
Cumhuriyet Hükümetinin önünde, tercih yapması gereken bir kavşak
noktası var. Türkiye, 20 nci Dönem Parlamento ve Cumhuriyet Hükümetimiz,
tarihî bir dönemeçten geçiyor. Bu yollardan birisi, hepinizin de bildiği
gibi, kronikleşen ülke sorunlarının üzerine gitmeden, medyatik
şovlarla günü kurtarmayı amaçlayan ve sorunları ertelemeyi
amaçlayan bir politika izlenebilir. Bu, birinci yoldur. Ya da ülkenin
sorunlarını, acı da olsa, halkımıza anlatarak, bu
gerçekleri onlarla paylaşarak ve çözümünde de halkımızla beraber
hareket ederek, ülkenin kronikleşen sorunlarını çözmek için köklü
ve radikal tedbirler almaktan geçmektedir. Belki, bu ikinci yolun siyasî
faturası, bedeli cumhuriyet hükümetlerine ağır gelebilir. Biz,
bunun bilincindeyiz; ama, Anavatan Partisi olarak, kuruluş felsefemiz ve
misyonumuz gereği, bizim tercihimiz, elbette ki ikinci yol olacaktır;
yani, kronikleşen ülke sorunlarını çözmek için köklü ve radikal
tedbirlerin alınması zaruretine inanıyoruz.
Muhterem milletvekilleri, bu çerçevede devletin yeniden
yapılanmasını zarurî görüyoruz. Devlet, artık, hantal
yapısıyla, merkeziyetçi yapısıyla halkımıza
hizmet götürmekten uzaklaşmıştır. Dolayısıyla, bu
devlet yapısını ve devleti acilen yapılandırmak ve
halkımıza hizmet götürmede daha süratli bir hale getirmek
durumundayız.
Devleti, eğitim, sağlık ve savunma gibi aslî görevlerine
döndürerek, bu yeni yapılanmada kişi ve kişinin hak ve
hürriyetlerini mutlaka bunun temeli olarak göstermek zorundayız.
53 üncü Cumhuriyet Hükümetimizin, öncelikli konular arasına,
devletin yeniden yapılandırılmasını almasını
olumlu karşılıyor, bu konudaki gayretlerine, Anavatan Partisi
Grubu olarak sonuna kadar destek vereceğimizi ifade ediyorum.
Yine, millî eğitimimiz büyük sorunlar içerisindedir.
Öğrencilerimizin, 70-80 kişilik sınıflarda okuduğu,
ikili üçlü öğretimlerin yapıldığı; kaynak
yetersizliğinden dolayı öğrenci velilerinden devamlı olarak
para toplandığı; millî eğitimimizin, ileriye dönük ve
bugünden büyüyen sorunlarıyla 2000 yılına geçmesi mümkün
değildir.
O halde, Cumhuriyet Hükümetimiz ve Parlamentomuz, millî eğitim
konusunda bir reform bir yeniden yapılanmaya gitmek zorundadır.
Keza, toplumumuzun büyük kesiminin şikâyet ettiği “artık,
yargı, işlevini göremiyor, yargı yerine, çeşitli yasadışı
kuruluşlar türedi, mafia türedi” türünden şikâyetleri bir an önce
kesmek için, yargı sistemimizin etkin ve süratli işlemesini
sağlamak için, mutlaka ve mutlaka, bir adalet reformuna
ihtiyacımız vardır.
Keza, sağlık konusunda da -Yüce Heyetimizin değerli
üyeleri sağlık konusunda da ülkemizin sorunlarını yakinen bilmektedirler- Türkiye, 2000
yılına girmeden önce, yeni bir reform yapmak zorundadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Güneydoğu
Anadolu Bölgemizde uzun yıllardır yaşanan bölücü terörü,
demokrasimiz ve gelişmemizin önünde büyük bir engel olarak görüyoruz. Yeni
Hükümetimizin, bölücü terörü sona erdirmedeki
kararlılığının yanı sıra, bölge halkını
teröristten ayıran ve onları devlet olarak kucaklayan, ekonomik ve
sosyal sorunlarına çare üretmeye yönelik gayretlerini destekliyoruz. Bu
vesileyle, terörle mücadelede hayatını yitirmiş güvenlik
kuvvetleri mensuplarımıza,
Allah’tan rahmet, vatandaşlarımıza ve kederli ailelerine
de sabır diliyoruz.
Yine, yeni Hükümetimizin uzun yıllardan beri devam eden
olağanüstü halin kaldırılması yönündeki tavrını
ve girişimlerini olumlu olarak görüyor ve destekliyoruz.
Keza, Körfez Savaşı nedeniyle ülkemizde konuşlandırılmak
zorunda kalınan Çekiç Güç’ün gerek işleyişi gerekse işlevi
konusunda Hükümetimizin muhatap ülkelerle yaptığı
girişimleri takdirle karşılıyoruz ve Türkiye’nin
yararına olacağına yürekten inandığımız bu
gelişmeleri yakından takip ediyoruz.
Sayın milletvekilleri, Türkiye’nin, içinde
yaşadığı tarihin ve coğrafyanın kendisine
yüklediği çok ağır yükümlülükleri ve sorumlulukları
vardır. Bu nedenle, Türkiye, Balkanlarda yaşanan, Kafkaslarda cereyan
eden ve Ortadoğu’da gelişen olaylara kayıtsız kalamazız.
Bu, Türkiye’ye tarihinin ve coğrafyasının yüklediği
ağır bir misyondur.
Dolayısıyla, dış politikamızın bu
gelişmelere kayıtsız kalmamasını diliyor, yeni
Hükümetimizin, göreve gelir gelmez bu sorumluluğun bilinci içerisinde
dış politikadaki yeni açılımlarını takdirle
karşılıyor ve bunun devamını, ülkemizin yararına
olmak kaydıyla, bekliyoruz.
Muhterem milletvekilleri, Türk toplumunun çeşitli kesimlerinin
Parlamentodan ve yeni Hükümetimizden büyük beklentileri vardır. Ancak,
takdir edersiniz ki, 53 üncü Cumhuriyet Hükümeti kurulalı daha otuz
otuzbeş gün olmuştur. Dolaylısıyla, bu Hükümetin, biraz
daha sabra, biraz daha hoşgörüye ihtiyacı vardır. Belki,
Anavatan Partisinin geçmişte çok süratli olarak karar aldığını
bilenler, çok süratli olarak icraat yaptığını bilenler
Anavatan Partisine bu avansı vermekte cimri davranabilirler; ama, Anavatan
Partisi, o tarihlerde tek başına iktidar görevini yürütmüş,
hükümet olmuş bir partidir. Takdir edersiniz ki, koalisyon olarak görev
yapmanın bazı zorlukları vardır. Bu nedenle, biz,
kamuoyundan ve siyasî partilerimizden bu yeni kurulan Cumhuriyet Hükümetine
biraz daha zaman tanımalarını bekliyoruz, istiyoruz.
Bu arz ettiğim beklentilerin başında, hepimizin malumu
olan, kronik hale gelmiş enflasyonun düşürülmesi hadisesi
yatmaktadır. Gerçekten de, değerli milletvekilleri, bugün
halkımız, hayat pahalılığı altında
ezilmektedir. İster iktidar olalım ister muhalefet olalım,
konumumuz ne olursa olsun, bu insanların yaşadığı
gerçek hayatı görmemezlikten gelemeyiz.
O halde, hem Parlamentonun hem Cumhuriyet Hükümetinin öncelikli görevi,
işçisiyle memuruyla, duluyla yetimiyle yani, “ortadirek” diye tabir
ettiğimiz bu kesimin refah seviyesini yükseltmek, onları, medenî
çağın gereklerine uygun bir hayat ortamına
ulaştırmaktır. Bu konuda, Anavatan Partisi Grubu olarak,
Hükümetimizden, bu kesime el atmasını, bütçe imkânları
içerisinde, bütçe tekniği içerisinde, bu insanlarımızın
refah seviyesinin yükseltilmesi için gerekli gayretleri göstermesini istirham
ediyoruz.
Keza, kamu çalışanlarına, temmuz ayında yapılan
anayasa değişiklikleri ve imzaladığımız ILO
sözleşmeleri çerçevesinde, sendikalaşmalarıyla ilgili olarak
yasal düzenlemelerin bir an önce Parlamentodan geçirilmesi konusunda daha çabuk
davranılmasını, bir an önce bu yasanın çıkarılmasını
tavsiye ediyoruz; çünkü, memur eylemleri, artık asıl
amacını aşmış, bazı ideolojik grupların
hegemonyası altına girmek üzeredir. Dolayısıyla, bu memur
kardeşlerimize, Anayasamız ve ILO sözleşmeleri çerçevesinde
kendilerine sağlanan bu hakkı, Yüce Meclisimizden, bütün
partilerimizin, birlikte, uzlaşmasıyla geçirmek, bu Parlamentonun ve
Hükümetin öncelikli görevlerinden olması gerekmektedir.
Keza, başta Köy Hizmetlerinde olmak üzere, geçici hizmet aktiyle
çalışan işçilerimizin sorununa köklü bir çözüm bulmak
durumundayız.
Sayıları 10 milyonu bulan orman köylülerimizin emeklerinin
karşılığının tam ve zamanında ödenmesi için,
yeni Hükümetimizin, bu konuda hassas olmasını diliyoruz.
Değerli milletvekilleri, zor bir konjonktürden geçiyoruz. İç
sorunlarımızın dışında, çevremizi kuşatan
dış sorunlarla da boğuşmak zorundayız.
Dolayısıyla, böyle bir dönemde, toplumsal uzlaşmaya ve iç
barışa ihtiyacımız vardır; ama, bazı
gelişmeler, ülkemizdeki iç barışı ve uzlaşmayı
bozmak için âdeta pusuya yatmış beklemektedir . İşte,
öğrencileri sokağa döken, memurları sokağa
döken,öğrencilerimizin ve memurlarımızın masum meslekî
taleplerini aşan, artık dünyada iflas etmiş ideolojilerinin at
oynattığı meydanlar haline gelmesini, bunun
senaryolarının hazırlanmasını isteyen birtakım
güçler var.
Değerli milletvekilleri, Türkiye, 12 Eylülden önce bu tecrübeden
geçmiştir. 12 Eylülden önce, üniversitelerimiz, sokaklarımız,
maalesef, her gün anarşinin kol gezdiği bir duruma
düşmüştür ve bu anlamsız mücadelede Türkiye, sağıyla soluyla,
5 bin evladını şehit vermiştir.
Aslında, Türkiye’de sorgulanması gereken, hâlâ
kapağının kapanmadığına
inandığımız dosya, 12 Eylül öncesi 5 bin kişinin
toprağa verilmesiyle ilgili hadiselerin Türkiye Büyük Millet Meclisinde
açıkyüreklilikle tartışılmasıdır; ama, maalesef,
bu konu küllenmiştir. Demek istediğim şudur ki, Türkiye ve 20
nci Dönem Parlamentomuz, 12 Eylül öncesi öğrenci hareketlerinden ders
almak zorundadır. Artık, gençlerimizi, öğrencilerimizi,
geçmişte olduğu gibi sokak malzemesi olmaktan, anarşinin
figüranı olmaktan kurtarmamız lazım. Bu konuda bütün siyasal
partilerimize görev düşmektedir. Biraz evvel, Sayın Erbakan, bu
konudaki tavrını açıkça ortaya koymuştur; kendisine
teşekkür ediyoruz; ama, Mecliste temsil edilen bütün siyasî partilerimizin
de bu duyarlılık içerisinde hareket etmelerini istiyor ve bekliyoruz.
Yoksa, 12 Eylül öncesi olduğu gibi, demokrasi adına, demokratlık
adına, geçmiş alışkanlıklarımızı terk
edemezsek, sokaklarda yürüyen, fakülteleri işgal eden insanlara parti temsilcilerimizi
gönderirsek, emin olunuz, o yanına gittiğimiz gençlerin de
yararına bir iş yapmayız. Dolaysıyla, bu konuda ,bütün
Parlamentomuzu ve bütün siyasî parti gruplarımızı, hassas
olmaya, birlik ve bütünlük içerisinde aynı tavrı koymaya davet ediyorum.
BAŞKAN – 2 dakikanız var Sayın Başesgioğlu.
MURAT BAŞESGİOĞLU (Devamla) – Sayın milletvekilleri,
zamanım kısıtlı olduğu için bazı bölümleri
atlamak durumundayım.
Hükümetimizin, hak arama konusunda, birtakım
sınırlamaları kaldıracağını memnuniyetle
görüyoruz. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasasındaki
değişiklik çalışmalarını olumlu
karşılıyoruz.
Muhterem milletvekilleri, geldiğimiz nokta itibariyle üzerinde
durmak istediğim diğer bir konu da, sosyal güvenlik reformuna
ilişkin olacaktır. Bu konuyu, Yüce Meclisimiz bütün
teferruatıyla bilmektedir. Yine, bir kez daha
hafızalarımızı tazelemek için, bazı rakamları
yüce takdirinize sunmak istiyorum.
Bugün sosyal güvenlik kuruluşlarımızda, tümü itibariyle,
8 milyon aktif sigortalımız var; buna karşılık 34 milyon
bağımlısı var; yani, 8 milyon aktif sigortalı, 34
milyon bağımlının yükü altında; belki de dünyada ender
görülen çok çarpık bir tablo...
Sosyal güvenlik kurumlarına yılda 300 trilyon lira kaynak
aktarılıyor. Sadece SSK’nın finansman açığı 200
trilyon lira. Elbette, sosyal devlet olmanın gereği olarak, Türkiye
Cumhuriyeti Devleti, sosyal güvenlik kuruluşlarına kayıtsız
kalamaz; ama, bizdeki boyutları itibariyle çok büyük rakamlara
ulaşmış kaynakları bütçeden karşılamak da, takdir
edersiniz ki, çok zor olacaktır.
Yeni Hükümetimizin, SSK başta olmak üzere, sosyal güvenlik
kurumlarımızın içinde bulunduğu durumdan
kurtarılması yolundaki gayretlerini ve önceliğini takdirle
karşılıyoruz. Anavatan Partisi Grubu olarak, bu konuda da
Hükümetimize destek olacağımızı ifade etmek istiyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Size de ek bir süre veriyorum; lütfen
konuşmanızı bitirin efendim.
MURAT BAŞESGİOĞLU (Devamla) – Peki Sayın
Başkanım; sağ olun.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; müsaadenizle bir
konuya daha değinip, konuşmamı bitirmek istiyorum; bu da,
yolsuzluk iddialarına ilişkindir. Parlamentomuzda siyasî parti
gruplarımız bu konuyu çok tartışıyor, toplumumuzun
çeşitli kesimleri bu konuyu çok tartışıyor. Anavatan
Partisi sözcülerinin görüşleri bu konuda çok net olmasına
rağmen, Anavatan Partisi üzerine ısrarla gidiliyor.
Değerli milletvekilleri, Anavatan Partisi, aslında, yolsuzluk
iddiaları konusunda haksız yere suçlanmış ve bunun bedelini
de, maalesef, yine, haksız yere, siyaset meydanlarında
ödemiştir.
1991 yılındaki milletvekili genel seçimlerinde, Anavatan
Partisi, hiç de hak etmediği şekilde yolsuzluk iddialarına
muhatap olmuştur. O günkü basınımızın bir bölümü ve
birkısım çevreler, Anavatan Partisine bu konuda haksızlık etmişlerdir.
Yine, 1994 seçimlerinde, Anavatan Partisi, layık olmadığı
şekilde bu iddialara muhatap olmuştur.
Şimdi, bir kez daha ifade ediyorum: Anavatan Partisi olarak,
yolsuzluk iddiaları konusundaki görüşlerimiz, ister iktidarda
olalım ister muhalefette olalım, değişmeyecektir. Anavatan
Partisi, ilk iktidar döneminde, rahmetli Özal’ın
Başbakanlığı döneminde, kendisine Konsey tarafından
intikal ettirilen 364 yolsuzluk dosyasını bir celsede silmiştir.
Niye silmiştir; demiştir ki “siyasetçinin hesap vereceği yer,
siyaset meydanıdır, kamu vicdanıdır” ve yine, Anavatan
Partisi, hepinizin hatırlayacağı gibi, kendi bakanını,
Anayasa Mahkemesine, Yüce Divana teslim etmiş bir partidir ve yine
hatırlayacaksınız, bundan önceki dönemde, iktidar Türkiye’de el
değiştirdikten sonra, yine, Anavatan Partisine, yolsuzluk
iddiaları konusunda büyük haksızlık
yapılmıştır; bir sürü soruşturma dosyası
açılmıştır ve iki bakanımız, iki değerli
bakanımız Yüce Divana gönderilmiştir. Biz, onlar Yüce Divana
giderken biliyorduk ki, bu memlekete hizmet etmekten, Türkiye’yi çağa
uydurmaktan, Türkiye’de otoyollar yapmaktan başka bir günahları yok;
Yüce Divana giderken adımız gibi biliyorduk ki, bunlar suçsuzdu ve
nitekim, iki yıl süren yargılamaları sonunda, bu
arkadaşlarımız beraat ettiler.
Değerli milletvekilleri, ateş düştüğü yeri yakar; bu
arkadaşlarımızın gündüzleri gece oldu, karardı. Onun
için, biz diyoruz ki, yolsuzluk iddiaları konusunda en mağdur
olmuş parti biziz. Dolayısıyla, siyasî maksatlar uğruna,
siyasî prim uğruna, hiçbir siyasetçinin bu dişli çarklar
arasında ezilmesine müsaade etmeyiz; ama, yine diyoruz ki, Anavatan
Partisi olarak, Koalisyon Protokolüne geçen, Hükümet Programına geçen,
Sayın Başbakanımızın da defalarca ifade ettiği
üzere, yolsuzluk iddiaları üzerine, ciddî yolsuzluk iddiaları üzerine
gitmekten hiç çekinmeyiz, gidilmesine de mani olmayız. Bu, Anavatan
Partisinin dünden bugüne gelen ve hiçbir şekilde değişmeyen
çizgisidir. Dolayısıyla, hiç kimse, Anavatan Partisinin bu konudaki
tavrından şüphe etmesin.
Değerli milletvekilleri, şu da bir gerçektir ki, geçen dönem
bu Parlamentoda, siyasetçinin siyasetçiyi yaraladığı çok
ağır bir dönem geçmiştir. Bizim, Anavatan Partisi olarak buna da
gönlümüz razı değildir. Eğer, siyasetçi, kendi
meslektaşının, kendi duygularını
paylaştığı, aynı ortam içinde
yaşadığı insanların şeref ve haysiyetini
korumazsa, dışarıdaki insanlardan bu hassasiyeti bekleyemeyiz.
O halde, bu yolsuzluk iddialarının sahipleri ve
muhatapları, bu iddiaları ileri sürerken mutlaka ve mutlaka
siyasetçinin ve siyaset kurumunun şeref ve haysiyetini düşünmek
zorundadırlar. Dolayısıyla, günlük çıkarlar için, kısa
vadeli siyasî primler için, asla ve asla, birbirimizi rencide etmeye ve siyaset
kurumunu yaralamaya hakkımız yoktur.
Sayın Başkanım, toparlıyorum, affınıza
sığınarak...
BAŞKAN – Lütfen efendim...
MURAT BAŞESGİOĞLU (Devamla) – Çok muhterem
milletvekilleri, ülkemizin içinde bulunduğu ağır sorunları
hep birlikte görüyoruz ve yaşıyoruz. Bu sorunlar, sadece Hükümetin
sorunu değildir; bu sorunlar, sadece Anavatan Partisinin sorunları
değildir; bu sorunlar, 65 milyonun, Türkiye’nin sorunlarıdır. O
halde, bunları çözmek için, hep birlikte hareket etmek zorundayız,
hep birlikte bir uzlaşma ve hoşgörü örneği vermek
zorundayız; dolayısıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisinde temsil
edilen bütün siyasî parti gruplarımızın, ülkenin bu zor
şartlarının altından kalkmada ve sorunları çözmede
Hükümete yardımcı olmak, Hükümetle uzlaşma içinde olmak ve bu
sorumluluğun bilinci içerisinde hareket etmek gibi bir görevleri olduğuna
inanıyorum.
Demin de söylediğim gibi, Koalisyon Hükümetinin, bir
azınlık hükümeti olması, bu Parlamento için bir
şanstır; bu şansı heba etmeyelim, hep birlikte ülkemizin
geleceğini, gelecek yıllarını kaybetmeyelim diyorum. Bu
duygular içerisinde, 1996 yılı bütçesinin, yüce milletimize
hayırlı, uğurlu olmasını Cenabı Allah’tan
diliyor; hepinize saygılar sunuyorum. (ANAP ve DYP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Başesgioğlu.
Şahısları adına, bütçenin lehinde, Sıvas
Milletvekili Sayın Muhsin Yazıcıoğlu; buyurun efendim. (BBP
sıralarından alkışlar)
Sayın Yazıcıoğlu, süreniz 15 dakika.
MUHSİN YAZICIOĞLU (Sıvas) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri, 1996 bütçesinin, milletimiz için, devletimiz için
hayırlı, uğurlu olmasını diliyorum. Gece gündüz, büyük
bir fedakârlıkla çalışarak bu bütçeyi hazırlayan, bu
noktaya getiren değerli bürokratlarımızı da, bu vesileyle
tebrik ediyorum.
1996 bütçesi, gelir-gider dengesini sağlamak bakımından
incelediğimizde, bundan önceki bütçelerden pek de farklı
görünmemektedir. Dolayısıyla, bütçe, yine açıkla
hazırlanmak durumunda kalınmıştır. Bu noktayı,
elbette, bugünkü Koalisyon Hükümetine yükleyerek, kolaycı bir muhalefet
anlayışıyla eleştirmek durumunda değiliz.
Türkiye, bu noktaya birkaç gün içerisinde gelmemiştir;
yıllardır izlenen siyasetin sonucu olarak, bugün, Türkiye, ekonomik,
sosyal, kültürel anlamda ciddî bunalımlarla karşı
karşıya kalmıştır. Özellikle, ekonomik dengelerin,
bugün, ciddî şekilde bozulmuş olması, bölgelerarası
dengesizliğin meydana gelmesi, ücretler arasında uçurum
oluşması, Türkiye’de sosyal katmanlar arasındaki dengenin
giderek bozulmuş olması, yıllardır izlenen ekonomik ve
sosyal politikaların sonucudur. Türkiye, yanlış ülküler sonucu
bu noktaya gelmiştir. Ufuksuzluğun, hedefsizliğin,
ilkesizliğin ve tutarsızlığın sonucu, bugünkü
bunalımlarla karşı karşıya
kalınmıştır. Bugün, 861 trilyonluk bütçe
açığının yeni borçlarla finanse edilmek mecburiyetinde
kalınışı, borcu, borçla kapatmak mecburiyeti, Türkiye’nin
ekonomik istikrarsızlığının ve ekonomik
politikasızlığının bir sonucu olarak önümüzdedir.
Türkiye, ağır faiz ve sürekli enflasyon, dış ödemeler
dengesindeki eksiklikler ve dış kaynak ihtiyacı ve bütün
bunların üzerine, kamu harcamalarının
savurganlığı eklendiği zaman, bütçe açığı her
geçen gün biraz daha fazla artmaktadır.
Elbette, Türkiye’nin, süreklilik arz eden kalkınmaya ve ekonomik
büyümeye ihtiyacı vardır. Bugün, ülkemiz, her halükârda, ekonomik
büyüme ve dengeli kalkınmasını sürdürebilmek ve sürdürülebilir
bir iktisadî kalkınmayı meydana getirebilmek için, mevcut ekonomik
problemlerini, kronikleşmiş ekonomik sorunları çözmek
mecburiyetindedir. Bunun için, dışticaret açığına
bağlı dış kaynak bulmayı, kronikleşmiş
yüksek enflasyonu, gelir dağılımındaki adaletsizliği,
bölgeler arasındaki gelişmişlik farkını düzeltmeyi,
bunları önemli ölçüde etkileyen siyasî istikrarsızlığı
ortadan kaldırmak zorundadır.
Türkiye’nin, düzlüğe çıkabilmesi için en önemli meselesi, önce
siyasî istikrara kavuşmaktır. Bugün, maalesef, Türkiye, siyasî istikrarsızlıklar
sonucu, önünü göremez hale gelmiştir. Maalesef, şu son dört beş
aydır Türkiye, hükümetsizlikle karşı karşıya
kalmış, özellikle, 19 uncu Dönem Parlamentosunun son ayları hükümet
bunalımıyla geçmiş, sonra erken seçim
tartışmaları, arkasından erken seçimin meydana
getirmiş olduğu ağır bunalımı çözmekle
geçmiştir. Bütün bu istikrarsızlıklar, zaten dengesiz hale
gelmiş olan ekonomimizi tamamen altüst etmiştir ve Türkiye, bu
sebeple, ciddî bunalımlarla karşı karşıya
kalmıştır.
Bunun için, öncelikle, adaletli bir seçim kanunu ve adaletli seçim
kanunuyla yapılmış olan seçimden meydana gelecek olan millî
iradeye saygı anlayışını getirmek zorundayız.
Türkiye’nin, adaletli bir seçimi yapamadığı sürece,
sandıktan çıkan sonuca razı olmadığı müddetçe, millî
iradenin emrettiği istikamette hareket etmediği sürece, siyasî
istikrara kavuşması da mümkün değildir.
Bugün, halen, Türkiye, maalesef, Parlamentoyu, en üstün kurum haline
getirememiştir. Parlamentonun üstünde birtakım kurumlar vardır
ve halen, birtakım demokrasi dışı gölgeler, Türkiye’nin
üzerinden atılamamıştır ve Parlamentonun üzerinden
atılamamıştır.
Halen, Türkiye, gerçekten demokratik bir ülke midir, değil midir;
bunun tartışmasını yapagelmekteyiz. Halbuki, biz istesek de
istemesek de, bizim isteklerimize uygun olsa da olmasa da, bizim fikirlerimize
uygun olsa da olmasa da, milletin sandıktan çıkardığı
iradeye uymak mecburiyetindeyiz; ama, maalesef, bugün, bazı kesimlerimiz,
demokrasiyi, ancak kendilerinin düşündüğü gibi olursa kabul
etmektedirler. Sandıktan çıkan, kendi ihtiyaçlarına ve
inançlarına, fikirlerine uygunsa kabul etmiş oluyorlar ve maalesef,
Türkiye, yıllardır, kesintiye uğratılması suretiyle,
demokrasiyi, bütün kuralları ve kurumlarıyla
yerleştirememiştir; bunun sancısını da hep beraber
çekmekteyiz. Bu sancı, sadece, demokrasi üzerindeki
tartışmaları getirmiyor, beraberinde, fikir hürriyetini, vicdan
hürriyetini, inanç hürriyetini ve insanların inandığı gibi
yaşama hakkını kullanma hürriyetini de
tartışılır hale getiriyor.
Bugün, maalesef, laisizm adına belli bir kesimin hakları
kısıtlanmaktadır. Bir laiklik tartışmasını
bile Türkiye’de halledebilmiş değiliz. Biz, laiklikten ne
anlaşılır, ne ifade edilir, ne hedeflenir ona
karışmayız; ama, bizim, Türkiye’de istediğimiz şey,
herkesin inandığını açıkça ifade edebileceği,
ifade ettiğini serbestçe, hiçbir baskıya uğramadan
yaşayabileceği ve bütün mezheplerin, bütün inançların, bütün
fikirlerin tartışılmaz bir şekilde yaşayabildiği
bir Türkiye istemekteyiz.
Eğer, herkes inandığını ifade edemiyor, ifade
ettiğini rahatça yaşayamıyor ve inançlarını
yaşayarak, bu ülkenin bütün kurum ve kuruluşlarında görev yapma
hakkına sahip olamıyorsa, orada siz, laiklikten ne anlarsanız
anlayın, inanç ve fikir hürriyetinden bahsedemezsiniz ve laiklik de, sadece,
sizin kitaplarınızda ve ilkelerinizde yazılı bir cümleden
ibaret kalır. Onun için, hep beraber bunu, ilkeler ve
inkılapların sadece bir cümlesi olmaktan çıkarmak istiyorsak,
Türkiye’de insanların inandığını yaşayarak, bütün
kurumlarda ve kuruluşlarda rahatça görev yapmasını temin etmek
mecburiyetindeyiz.
Tartışılmaz bir şekilde fikirleri açıklama
hürriyetini, inanç ve değerleri yaşama hakkını,
teşebbüs hürriyetini sağlamak zorundayız. İçeride ve
dışarıda, Türkiye olarak, ciddî sorunlarımız
vardır; ama, maalesef, Türkiye’yi idare etmeye talip olmuş insanlar
olarak, siyasîler ve siyasî partilerimiz olarak kısır
çekişmelerin dışına çıkamamaktayız. Milletimiz,
bizden ciddî meseleler üzerinde tartışmamızı ve bunlara
çözümler üretmemizi beklemektedir; işsizlik,
yatırımsızlık, enflasyon, terör, adaletsizlik gibi
problemlerin nasıl çözüleceğini tartışmamızı
beklemektedir.
Güvenlik sorunları, bugün, askıda bulunmaktadır.
İşçi, memur ayaktadır ve kendi problemlerine çözüm
bulamamaktadır.
Esnafımız perişan, vergi yükü altında inim inim
inlemektedir.
Köylümüz, emeklimiz, gerçekten, problemlerine çözüm
bulamadığı için, bugün, kendi sorunlarıyla, âdeta,
başbaşa bırakılmış durumdadır.
İşsizlik, dayanılmaz boyutlara
ulaşmıştır. Bugün, Anadolu’nun herhangi bir köşesine
gittiğinizde, milletvekili olarak, âdeta, vatandaşın içine
çıkamaz hale geliyorsunuz; çünkü, işsiz insanlarımızın
problemlerine çare üretemiyoruz. Memurumuzun, işçimizin, hiç olmazsa,
belli bir sosyal güvencesi var, belli kesimlerimiz sosyal güvenceyle karşı
karşıya; ama, işsiz insanlarımız, sosyal güvenlik
şemsiyesi altında da bulunmamaktadır. Dolayısıyla,
Türkiye, bir an evvel, sağlık sigortası açısından,
sosyal sigorta açısından, genel güvencelere kavuşturulmak
zorundadır. Yoksa, bugünkü şartlar altında, Türkiye’nin, sosyal
patlamalarla karşı karşıya kalmaması mucizedir.
Türkiye, gerçekten, nimeti ve külfeti, adaletle
paylaştırmamaktadır. Belli bir azınlığımız,
her türlü imkânın içerisinde yüzerken, nereden bulduğu bile sorulmayan,
sorulduğunda, cevabını veremeyen bir avuç insan, nereden elde
ettiği belli olmayan rant gelirleriyle, her türlü nimetin içinde yüzerken,
maalesef, büyük bir çoğunluk insanımız, Afrika ülkelerindeki
gibi açlık ve yoksullluk sınırının bile altında
yaşamaktadır. Bu büyük sosyal dengesizliği ortadan
kaldırmaya mecburuz...
BAŞKAN – Sayın Yazıcıoğlu, 1 dakikanız
var.
MUHSİN YAZICIOĞLU (Devamla) – Bu itibarla, Türkiye’nin,
terörle ilgili, bölgeler arasındaki dengesizliği çözmekle
alakalı, Türkiye insanının sosyal güvenceye
kavuşturulmasıyla ilgili, devletin yeniden yapılanmasıyla
ve işi yerinden çözecek reform hareketlerini yeniden
gerçekleştirmekle ilgili problemlerin çözümünde konsensüse ulaşmak ve
siyasî partilerimizin parti çıkarlarını bir tarafa koyarak, ülkenin
bu acil problemlerini çözmede bir araya gelmek mecburiyeti vardır.
Parlamento, hükümetleri aşarak hareket etmelidir...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Size de ek süre veriyorum. Lütfen,
konuşmanızı toparlayın, rica ediyorum.
MUHSİN YAZICIOĞLU (Devamla) – Tamam Sayın Başkan.
Parlamento, hükümetlerin de üzerine çıkararak, yolsuzlukların,
mutlaka, üzerine gitmelidir. Artık, kirlenmiş olan siyasetimizi,
kirlenmiş olan siyasetçimizi ve itibarı düşürülen Parlamentomuzu
milletin nazarında aklamak mecburiyetimiz var. Artık millet, bizden,
kesin, net tavırlar beklemektedir. Bu konularda, tavizsiz bir
Parlamentoyla, basit iktidar-muhalefet anlayışının üstüne
çıkarak, sorumlu bir iktidar, sorumlu bir muhalefet
anlayışıyla Türkiye’nin problemlerini çözmeliyiz ve
meselelerimizi bir an evvel çözüme kavuşturmalıyız.
1996 bütçesinin, bu anlamda, birçok zorluklarına rağmen,
Parlamentonun etkili, kararlı mücadelesiyle ve çalışmasıyla
problemleri büyük ölçüde çözeceğine inanıyorum ve herşeye
rağmen Türkiye’nin, bu zorluklardan çıkacağına olan
inancımı ifade ederek değerli milletvekillerimize en derin
saygılarımı sunuyor, bütçenin hayırlı
olmasını diliyorum. (BBP, RP, DYP, ANAP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yazıcıoğlu.
Sayın milletvekilleri, bugün konuşma yapan bazı
arkadaşlarımız, hep Parlamentonun itibarı ve onun üzerinde
bir güç olduğu imajını yaratan konuşmalar yaptılar.
Biliyorsunuz, Parlamentonun özgür olması sandığın
özgürlüğünden geçiyor. Biz, 24 Aralıkta gittik, özgürce sandıkta
seçilmedik mi? Seçildikten sonra da geldik buraya.
Elbette ki, Parlamentoda çeşitli düşünceler olması
nedeniyle, belirli bir fikir yapısının bu Parlamentoya hâkim
olması mümkün olmayınca “o Parlamentonun üzerinde güç vardır”
demek, bence Parlamentoya karşı bir haksızlıktır. Bu
Parlamentonun üzerinde hiçbir güç yoktur, bu Parlamento her istediğini
yapar.
Sayın Başbakan, buyurun efendim. (ANAP sıralarından ayakta
alkışlar; DYP sıralarından alkışlar)
Süreniz 60 dakikadır.
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Rize) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu
Tasarısı üzerinde, değerli parti sözcülerinin ve şahsı
adına konuşan değerli milletvekillerinin eleştirilerini
cevaplamak üzere, eleştirilerini cevaplamak üzere, Hükümet adına söz
almış bulunuyorum; bu vesileyle, sözlerimin başında, Yüce
Meclisi ve Yüce Meclisin bu müzakerelerini televizyonlarından izleyen
bütün vatandaşlarımı saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, bugün, bu bütçe müzakeresi, daha önce
konuşan bazı hatiplerin de dile getirdiği gibi, Anavatan
Partisinin Kurucusu, Sekizinci Cumhurbaşkanımız Rahmetli
Özal’ın Üçüncü Ölüm Yıldönümüne rastlamaktadır. Ben de, bu
vesileyle, Rahmetli Özal’ı, Hükümetim adına, bir defa daha rahmet ve
şükranla anıyorum.
Biraz sonra, bu müzakereler sırasında da, benimle
paylaşacağınızı umduğum bir tespitimi dile
getirmek istiyorum. Burada konuşan hatipler, özellikle sayın parti
başkanları, bu bütçeden genelde şikâyetçi oldular. En fazla
şikâyetçi oldukları konu da, bu bütçede yer alan kamu
borçlarının aşırı düzeylere
ulaşmasıydı.
Değerli milletvekilleri, borçlanma, bu Hükümetin tercihi
değildir; borçlanma, aslında hiçbir hükümetin tercihi değildir.
Hükümetler, mecbur kaldıkları için borçlanırlar; yapmaları
gereken cari harcamaları, yatırım harcamalarını
finanse edebilmek için, kendi gelirleri bunları finanse etmeye
elvermediği için borçlanırlar. Eğer, Türkiye, uzun
yıllardan beri borçlanmak zorunda kalmışsa ve bugün kamu
borçları, maalesef, bütçemizin çok önemli bir oranına ulaşmışsa,
üçte birini aşmışsa, bu, hükümetlerin, bu mecburiyetinden
kaynaklanmaktadır.
Bu mesele, şu hükümetin, bu hükümetin iktidarda olmasıyla
bağlantılı bir mesele değildir. Burada hangi hükümet otursa
-Refah Partisi dahil- devletin bugüne kadarki borçlarını ödemek
zorundadır. Ben hükümet oldum, ben babayiğidim, ben borçları
reddediyorum diyemezsiniz; o zaman devlet olamazsınız. O
borçları, akılcı politikalarla, zaman içerisinde, istikrarı
bozmadan ödemek zorundasınız. Benim Hükümetimin peşinde
olduğu amaç budur.
Türkiye özelinde de durum şudur: Türkiye, yirmi seneden beri, otuz
seneden beri yapılmayan, yaptırılmayan, engellenen, geciktirilen
yapısal reformlarını yapmadığı sürece de, bu
borçlanma, Demokles’in kılıcı gibi, hükümetlerin üzerinde
sallanacaktır; aslında, devletin üzerinde sallanacaktır.
Rahmetli Özal’ın 1983’te Türkiye’ye getirdiği yeni
anlayış, artık, bu yapısal reformları
gerçekleştirmeden, Türkiye’nin, bu darboğazdan
çıkamayacağıydı. Maalesef, bir süreden beri, Türkiye, bu
yapısal reformların önemini algılamaktan uzaktır.
Burada bizi en fazla eleştiren sayın parti lideri yine Deniz
Baykal oldu; bunu da hiç yadırgamıyorum; ama, bakın, bir örnek
vereceğim: -insaf için kararı siz verin- Dört sene, bu Hükümetin
Adalet Bakanlığı SHP’ye ve CHP’ye aitti; dört sene iktidarda
ortaktılar. Dört sene sonra, şimdi, burada, geldi, muhalefet
partisinin başkanı olarak, Türkiye’de, daha fazla gecikmeden, adalet
reformunun yapılması gerektiğini söyledi.
NİHAT MATKAP (Hatay) – Siz engellediniz...
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Sayın Baykal’ın bunu
söylemesi için, acaba, dört sene Adalet Bakanlığını
uhdesinde tutması şart mıydı; onun partisinin, dört sene
Adalet Bakanlığının sorumluluğunu üstlenmesi şart
mıydı; eğer, o kadar gerekliyse, dört senede niye gerçekleştirmediniz?
ATİLA SAV (Hatay) – Siz destek verdiniz mi?!.
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Boyun kadar rapor var orada...
BAŞKAN – Efendim, müdahale etmeyelim; rica ediyorum...
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Sayın milletvekilleri,
burada bir müzakere yapıyoruz. Müzakere karşılıklı
yapılır; ben sizi dinledim, siz de beni dinleyeceksiniz. Keşke
müzakere usulümüz elverseydi de, siz, tekrar konuşsaydınız, ben
tekrar cevap verseydim; eğer, İçtüzüğü değiştirirsek
belki onu da yapacağız.
Şimdi, işaret etmek istediğim birinci husus şudur:
Bu bütçe tasarısı, bu Hükümetin hazırlayıp getirdiği
bir bütçe tasarısı değil. Bu bütçe tasarısı, 1995
yılında, Doğru Yol Partisinin Azınlık Hükümeti
tarafından Meclise sevk edilmiş bir tasarıdır. Daha sonra,
Doğru Yol Partisiyle Cumhuriyet Halk Partisinin oluşturduğu
Koalisyon Hükümeti, erken seçim kararı alınca, bu bütçe
tasarısı geri çekilmiştir ve seçimleri müteakip dört ay,
Türkiye, geçici bütçelerle yoluna devam etmek zorunda kalmıştır.
Geçici bütçelerle idrak ettiğimiz bu dönem, bu ayın sonunda son
bulacaktır; eğer, bu bütçe Meclisin itimatını
kazanırsa, güvenini alırsa, o takdirde, 1 Mayıstan itibaren,
1996 yılı konsalide bütçesi yürürlüğe girecektir.
Geçici bütçeler, yatırım harcamalarının fevkalade
sınırlı olduğu bütçelerdir. Dört aydan beri uygulanan
geçici bütçeler, yatırımlara asgarî ölçüde kaynak
ayrılmış olan bütçelerdir. Bunu daha fazla geciktiremezdik; bir
ay, iki ay daha geçici bütçelerle gidip, kendi bütçe tasarımızı
hazırlayıp huzurunuza gelebilirdik; ama, geçici bütçeyle geçecek olan
o sürenin Türkiye’de asıl yatırımların
yoğunlaştığı bahar aylarına, yaz aylarına
rastlamış olması, bizi, daha önce Meclise sevk edilen ve
Koalisyon Hükümeti tarafından geri çekilen bütçe tasarısını
çok ufak tadillerle, esas itibariyle komisyonda yapılan
değişikliklerle, bir an önce Meclise sevk etmeye icbar etmiştir
ve huzurunuzda memnuniyetle ifade ediyorum ki, komisyonda hükümetle komisyon
üyeleri arasında fevkalade uyumlu bir çalışma gerçekleştirilmiştir.
Komisyonun bizim sevk ettiğimiz tasarıda haklı müdahaleleri
olmuştur. Elbette ki, ne biz Hükümet olarak ne komisyon üyesi
arkadaşlarım komisyon olarak ve ne de -inanıyorum ki- biraz
sonra yapılacak oylamada bu Meclisin bütün üyeleri olarak sizler, bu
bütçede istediğiniz, özlediğiniz rakamları bulamadınız
ve bulamayacaksınız; çünkü, Türkiye’nin imkânları buna
elvermiyor. Ama, değerli milletvekilleri, elinizi vicdanınıza
koyun; bundan en fazla şikâyet etmeye hakkı olan aslında benim;
ben, şikâyet filan etmiyorum. Tablo budur.; bu tabloyu iyileştirmeye
mecburuz; bu tabloyu düzeltmeye mecburuz. Ne kadar yapabilirsek.; bu devletin
imkânlarıyla, bu süremiz içerisinde ne kadarını yapabilirsek o
kadarını yapmaya mecburuz.
Yapılan eleştirilerin bir bölümünü kabul etmek mümkün
değil. Mesela, Sayın Erbakan’ın eleştirisini kabul etmek
mümkün değil. Hesabımızı bilmediğimizi ileri sürdü; ne
kadar borcumuz olduğunun Meclise açıklanmadığını
ifade etti. Sayın Erbakan bu müzakereleri, konuşmasından
beş dakika önce teşrif etti, sonra nutkunu irat etti. Maliye
Bakanımızın, daha önceki konuşmasını izleme
imkânını bulamadı. Eğer izleseydi, Maliye
Bakanımızın Meclise doküman olarak da dağıtılan
sunuş konuşmasının 22 nci sayfasında, iç ve
dış devlet borçlarımızın, kendilerinin istediği
bütün ayrıntılarıyla -isterseniz okuyayım Sayın
Erbakan- yazılı olduğunu görecekti...
NECMETTİN ERBAKAN (Konya) – Bunu sizin bilmeniz mümkün değil.
Siz, bilmiyorsunuz ki, buraya getireceksiniz!..
Hangi borç, hangi tarihte, hangi faizle ödenecek; nerede listesi?..
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Şimdi, onları da
vereceğim, sizi mahcup edeceğim... (ANAP sıralarından
alkışlar)
NECMETTİN ERBAKAN (Konya) – Nerede o kitap?..
BAŞKAN – Efendim, karşılıklı
konuşmayalım, rica ederim...
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Ama, Sayın Erbakan,
aslında, iki kavramı, bence birbirine
karıştırıyor; borçların ödenmesiyle borçların
tasfiyesi, birbirinden farklı şeylerdir. Devletin tasfiyesi olmaz;
yani, borçları bir tarafa yazacağım, öbür tarafa da
alacaklarımı yazacağım, ikisi birbirine... Böyle şey
olmaz, devlette böyle şey olmaz. Devletin borçları ortadadır,
devletin borçlarının dökümü size verilmiştir...
NECMETTİN ERBAKAN (Konya) – Hayır verilmedi.
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – İsterseniz, ben de size
tekrarlayayım. Bakın, toplam 73,3 milyar dolar dışborç
stokumuz var; bunun, sadece 54 milyar doları kamuya ait borçlardır.
NECMETTİN ERBAKAN (Konya) – Dökümü nedir?..
ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın Başbakan, o
borçları almak için Meclis yetki verdi mi?
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Bunların vadesi itibariyle dökümüne
gelince, 57,6 milyar dolarlık borcumuz orta ve uzun vadelidir. 15,7 milyar
dolarlık borcumuz kısa vadeli borçtur; bunun 1,9 milyar doları
kur farklarından oluşur. 1994 ile 1995’in sonuçlarını
karşılaştırırsanız, 1994 sonu stokuna göre yüzde
13’lük bir artış vardır.
İçborçlara gelince, 1991 yılında içborç stokumuz -1991
sonunda- sadece 97 trilyon lira, 1993 yılında 357 trilyon lira, 1995
yılı sonunda 1,368 katrilyon lira, 1996 Mart ayı sonunda 1
katrilyon 920 trilyon lira.
Şimdi, değerli milletvekilleri, yaklaşık 2 katrilyon
lira içborcumuz var. Bu, Türkiye için ürkülecek bir rakam değildir;
Türkiye’nin millî gelirine oranlarsanız, karşılanamayacak bir
borç değildir, taşınamayacak bir borç değildir; ama, burada,
birbiriyle ilintili üç tane husus var; asıl ürkütücü olan, rahatsız
edici olan, telafi edilmesi gereken, çare aranması gereken bunlardır.
Nedir bunlar: Birincisi, bu artış trendidir; 1991’de 90 trilyon lira
bırakmışız, bugün 2 bin trilyon lira; yani, 2 katrilyon
lira.
NECMETTİN ERBAKAN (Konya) – Aysberk...
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Aysberk gibi... Aysberg; ama,
gizli filan değil sizin dediğiniz gibi, hepsi ortada.
Şimdi, birincisi, artış trendidir.
Bizi rahatsız eden ikinci husus, hepinizi rahatsız etmesi
gereken ikinci husus, faiz oranlarının yüksekliğidir. Burada,
piyasa faiz oranlarını kastediyorum; yani, enflasyonun üzerindeki
reel faizi kastediyorum. Aslında, Sayın Erbakan’ın rant diye vasıflandırdığı
kısım o olmalıdır; enflasyonun üzerinde elde edilen faiz
geliri olmalıdır. Bu reel faiz, Türkiye’de fevkalade yüksektir; hâlâ
yüksektir.
Üçüncü unsur, Türkiye’de içborçlanmanın vadesi, dış
ülkelere göre fevkalade kısadır. İşte, zaten, bunun bir
çığ gibi, bir kartopu gibi büyümesinin nedeni, vadesinin kısa,
faizinin yüksek olmasından kaynaklanmaktadır.
Buraya, sadece, sizi endişeye sevk etmek için, zaten mevcut
kaygılarınızı artırmak için gelmedim; size iyi
haberlerim de var. Bakın, bu Hükümet kurulmadan önce -sizin
beğenmediğiniz bu Hükümet kurulmadan önce- geçen sene kasım
ayında, Sayın Baykal iktidardayken, ortalama vade 103 güne
düşmüş devletin borçlanmasında, içborçlanmada, devlet, 103 güne
düşmüş; yani, yaklaşık üç ay, üçbuçuk aydan öteye
borçlanamıyor. Almanya’da, Avrupa’da devletler iki seneden kısa
borçlanmazlar; normalde beş sene borçlanırlar, on sene
borçlanırlar. Üçbuçuk aydan daha uzun borçlanamıyor devlet. 1995
Kasımındaki durum bu. Bileşik faiz yüzde 130, yine kasım
ayında; yani, hem üçbuçuk aylık borçlanabiliyor hem de
borçlandığı bu üçbuçuk ay için, yıllık, bileşik
olarak yüzde 130 faiz ödüyor.
İşte, aynı tarihte, kasımda enflasyonun yüzde 70
olduğunu hesap ederseniz, yüzde 60 reel faiz ödüyor devlet; hem devletin
garantisi var arkasında hem de yüzde 60 reel faiz... İşte “rant”
denen o. (RP sıralarından “Başbakan kimdi...” sesleri)
Şimdi, bir dakika... Bakın, ocak ayında durum daha kötü.
Seçimler geçmiş, ocak ayı olmuş, bileşik faiz yüzde 200’e
çıkmış... Yüzde 200 bileşik faiz ödüyor devlet; ortalama
vade de 136 gün. Ne yapar; dörtbuçuk ay. Şimdi, iyi haber dediğim
şu: Bugün, devlet yedi ay vadeli borçlanıyor. (RP
sıralarından gürültüler) Canım, birbuçuk aya göre, iki aya göre
yedi ay fena mı?!. (RP sıralarından alkışlar[!])
Bir şey daha var; bu
aynı zamanda bir trendi gösteriyor; yani, üç ay içerisinde eğer
borçlanma vadesi, iki aydan, üç aydan yedi aya çıkmışsa, buna
mukabil reel faiz 60’tan 30’a inmişse -bugün hâlâ yüzde 30 reel faiz
ödüyoruz- bu, olumlu sinyaldir.
Şimdi, değerli milletvekilleri, Sayın Erbakan’ın
dediği gibi, devlete borç para vermek her zaman insana kazandırmaz.
Bakın, 1993 yılının ortasından o 5 Nisan
kararlarına kadar, krize kadar, dolar bazında, devlete borç verenler,
yüzde 30 ilâ yüzde 50 zarar etmişlerdir, enflasyonun altında getiri
sağlamışlardır. Yani, bu işin zararı da var;
rantiyeciler her zaman kâr etmiyorlar.
Bugün, içborçlanmada bizi asıl rahatsız eden, ürküten,
endişeye sevk eden hadise, hâlâ vadelerin istenilen düzeye
getirilememiş olmasıdır. Yedi ayı bir seneye
çıkardığımız zaman bir misli rahatlayacağız,
reel faizi 30’dan 10’a indirdiğimiz zaman üç misli daha
rahatlayacağız ve bu söylediğim, hayalî hedefler değil;
yani, öyle, sıfır enflasyon, sıfır faiz filan gibi hayalî
hedefler değil. Bu üç aylık trendi dikkate alırsanız,
ocaktan bu yanaki trendi dikkate alırsanız; eğer, bu trendi
devam ettirirsek, önümüzdeki haziran ayında, temmuz ayında,
bugünkünden çok daha rahat bir noktaya geleceğiz. Bu, size
rahatsızlık verebilir; ama, Türkiye, için rahatlatıcı bir
gelişmedir. (RP sıralarından alkışlar [!] )
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Sıfır enflasyon daha iyi
değil mi Sayın Başbakan?!.
BAŞKAN – Müdahale etmeyelim... Rica ediyorum...
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Canım, mümkün olsa,
tabiî, sıfır daha iyi; ama, mümkün değil, dünyada böyle bir
örnek yok.
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Oraya kadar indiğine göre, oradan
aşağıya da iner Sayın Başbakan.
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Yani, dünyada hiçbir yerde
uygulanmayan, uygulanma olasılığı olmayan bir modele, niye
Türkiye’yi deneme tahtası yapıyorsunuz?
OĞUZHAN ASİLTÜRK (Malatya) – Bütün tarihimiz boyunca öyle
olmadı mı efendim!..
BAŞKAN – Efendim, rica ediyorum... Diyalog yapmıyoruz
burada...
Sayın Başbakan, uygun görürseniz, Genel Kurula konuşun...
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Şimdi, sayın
milletvekilleri, borçlanmaya bu kadar ağırlıklı yer
vermemin sebebi şudur: Borçlanma, hükümetlerin tercihi değildir;
borçlanma, bir sebep de değildir; borçlanma, bir sonuçtur,
yılların uygulamasının bir sonucudur.; elbette ki, olumsuz
bir sonuçtur; ama, bu olumsuz sonuçla niye karşılaştık diye
sorarsanız, işte, bugün, neler yapmamız gerektiğinin
cevabını da bulursunuz.
Sayın Baykal buraya geldi -tabiî, bize
bıraktığı mirasın ince noktalarını biliyor-
çok güzel eleştirdi, eleştirdi, hiçbir çözüm söylemeden gitti.
İSMET ATALAY (Ardahan) – Siz dinlemediniz; burada yoktunuz...
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Sanki, dört seneden beri
iktidarda değil; sanki, dört seneden beri...
İSMET ATALAY (Ardahan) – Siz dinlemediniz; dinleseydiniz,
öğrenirdiniz...
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Canım, ben dinledim
hepsini, merak etmeyin...
İSMET ATALAY (Ardahan) – Beş dakika dinlediniz...
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Tutanağı da
getirttim.
Sanki, dört seneden beri partisi iktidarda değil, sanki, bu bütçede
eleştirilecek hususlar, şu bir aylık Hükümetin
icraatının sonucudur gibi, eleştirdi, eleştirdi;
geçmişte kalan, belki de, biraz paslanan muhalefet hevesini giderdi ve
gitti; hiçbir çözüm söylemedi. Hocam o bakımdan daha insaflı, hiç
olmazsa çözüm söyledi; ama, ne yazık ki, o çözüm, çözüm değil. (ANAP
ve DYP sıralarından alkışlar)
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Millet anladı Sayın
Başbakan...
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Şimdi, değerli
milletvekilleri, müsaade ederseniz, somut olarak, sayın hatiplerin dile
getirdikleri bazı eleştirilere cevap vermek istiyorum.
Sayın Deniz Baykal, seçim yıllarında, devletin iki
ayrı bütçeyle yönetilmesini önleyen veya yönetilememesini düzenleyen bir
uygulama yapılmasını önerdi; “Anayasada veya yasalarda böyle bir
düzenleme yapalım, seçim yıllarında, devlet iki ayrı
bütçeyle yönetilmesin” dedi. Tabiî ki doğrudur; ama, bana göre asıl
çözüm, seçim tarihini iyi belirlemekti... Eğer, erken seçim kararı
almasalardı, böyle bir zorunluluk olmayacaktı; erken seçim
kararıyla birlikte geçiçi bütçe kararı alınmasaydı, yine
böyle bir zorunluluk olmayacaktı. Yine de, bütçeyle ilgili hükümlerde
böyle bir düzenleme yapılmalıdır; -kendisine
katılıyorum- ileride, bugünkü sıkıntı yaşanmamalıdır;
erken seçim sebebiyle, şu sebeple, bu sıkıntı
yaşanmamalıdır.
Sayın Baykal, enflasyonla mücadelenin daha fazla
savsaklanmamasını dile getirdi; bu konuda, kararlılık,
irade beklediğini ifade etti. Değerli milletvekilleri, 100 kilometre
hızla giden bir arabada, birden bire sonuna kadar frene
basamazsınız, freni kökleyemezsiniz, frene yavaş yavaş
basmak zorundasınız; yoksa, araba patinaj yapar, belki takla atar. Bu
sene, enflasyonla mücadele konusunda, bu Hükümet, bütçe hedefine
bağlı kalacaktır, size taahhüdüm budur; bütçe hedefine
bağlı kalacaktır. Getirdiğimiz bütçe hayalî bir bütçe
değil; bütçe, samimî bir bütçedir; hedeflerine mutlaka ulaşmayı
amaçladığımız bir bütçedir.
O bütçede zaten enflasyon hedefi
olarak yüzde 65 koymuşuz. Bu hedefe ulaşılması için büyük
gayret gösterilecektir. Yüzde 65 enflasyon makul bir enflasyondur demiyorum,
yüzde 65 enflasyonun yüksek enflasyon olduğunu da inkâr etmiyorum; ama, bu
şartlarda, ekonomide daha büyük tahribata yol açmamak için, Hükümetin bu
bütçeyle belirlediği enflasyon hedefi yüzde 65’tir.
Sayın Baykal “Devlet, içborç tuzağına
düşmüştür. Bunun nedeni de yanlış vergi
politikalarıdır” buyurdular. Bu konuda da kendilerine
katılıyorum. Vergi konusunda yapılması gereken hakikaten
önemli düzenlemeler var; ama, unutmayın, dolaylı vergilerle ilgili
reformu gerçekleştiren Anavatan Hükümetidir. KDV’yi biz
çıkardık; dolaylı vergilerde bugüne kadar
yapılmış en büyük reformdur, en büyük düzenlemedir; şimdi
sıra dolaysız vergilerdedir, doğrudan vergilerdedir. Gelir
Vergisinde, Kurumlar Vergisinde de benzer reformları yapmamız
gerekir; bunu kabul ediyorum ve inşallah o da bu Hükümete nasip olur.
ALİ OĞUZ (İstanbul) – Rant vergisi!..
NİHAT MATKAP (Hatay) – Hani öneri yoktu!..
BAŞBAKAN A.MESUT YILMAZ (Devamla) – Öneri var da, izahı yok;
yani, dört seneden beri niye yapılmadığının izahı
yok. Bunlar afakî öneriler!..
Keşke, Türkiye’nin millî geliri 10 bin dolar olsa... Bu, şimdi öneri
mi?! (ANAP ve DYP sıralarından
alkışlar)
53 üncü Hükümet, Maliye
Bakanımız da söyledi, kayıtdışı ekonomiyi
kavramaya kararlıdır. Bunun daha açık izahı şudur:
Vermesi gerekenden vergi alınıp, alması gerekene hizmet
verilecektir.
Sayın Baykal, yatırımların düştüğünü
söyledi; bu da doğrudur. Oran olarak -bütçe içerisinde- yatırım
bütçesinin genel bütçeye oranı düşmüştür; ama bütçe
tasarısının, daha önceki Hükümet tarafından gelen halinde,
190 trilyon liralık toplam bir yatırım öngörülmüştü;
Komisyonda bu rakam yüzde 25 artırılmıştır, 238; 239 trilyon liraya
çıkmıştır; bunda işçilik hariçtir; ilk taslağa,
ilk tasarıya göre yüzde 25’lik bir artış söz konusudur; katiyen
yeterli değildir. Yani, bütçesi 860 trilyon lira açık veren bir
devletin, kamu olarak, sadece 238 trilyon lira yatırım yapması,
açık bir dengesizliktir. Bu, devlet bütçesinin,
yatırımının 3 katı açık vermesi demektir,
yatırımının 3 katı kadar ek borçlanmayla finansesi
demektir; kabul edilecek bir durum değildir.
Ama bakın, unutmayın, 1996 yılı için Meclise ilk
getirilen tasarıda, bütün sene için öngörülen bütçe açığı
400 trilyon liraydı. Bizim, şimdi, bu nisan ayının sonunda
bütçe açığımız 400 trilyon liradır; yani, biz,
işe, eksi 400’le başlıyoruz; bir yıl için öngörülen
açığın tamamının, dört ayda gerçekleştiği
bir bütçeyle başlıyoruz ve sene sonuna kadar koyduğumuz bütçe
açığı hedefi 860
trilyondur ve buna mutlaka bağlı kalacağız. Bu Hükümet,
bütçe hedefine, bütçe açığı hedefine ve bütçedeki diğer
sayısal hedeflere mutlaka bağlı kalacaktır.
Sayın Baykal, yanlış tarım politikaları yüzünden,
yakında, net bir tarım ürünü ithal eden ülke konumuna
düşeceğimizi ifade etti. Ben, Sayın Baykal’a daha kötü bir haber
vereyim; düştük bile zaten. Şu anda, Türkiye,
dışarıdan şeker ithal ediyor; öyle az buz da değil,
500 milyon dolarlık şeker ithal ediyoruz, buğday ithal ediyoruz,
mısır ithal ediyoruz, et ithal ediyoruz...
ŞÜKRÜ YÜRÜR (Ordu) – Baykal’ın sayesinde!..
SÜLEYMAN HATİNOĞLU (Artvin) – Sayelerinde!..
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Bu konuda, yine, Komisyonda,
30 trilyon lira olarak bütçede öngörülen tarımsal destekleme tutarı
38 trilyon liraya çıkarılmıştır; yani, 8 trilyon
liralık faiz desteği şeklinde bir ilave
yapılmıştır; katiyen yeterli değildir. Yani, 500 milyon
dolar civarında bir destek sağlıyoruz tarım kesimine;
katiyen yeterli değildir. Bu bütçe imkânları içerisinde, Hükümet
olarak, Komisyon olarak sağlayabildiğimiz toplam destek budur.
Sayın Baykal, atamalar konusunda bana bir eleştiri yöneltti.
Ben demişim ki “filan bürokratlar değişecek.” Sayın
Baykal’a, öyle, gazetede her okuduğuna inanmamasını, itibar
etmemesini öneriyorum. Ben, böyle bir şey demedim; tam tersini söyledim.
Bu konuda çok soruya muhatap oldum ve bana soru soranlara hep şunu
söyledim: Bana, devletin hiçbir bürokratının değişeceğini
söyletemezsiniz; ama, burada söylüyorum, devletin her bürokratı
değişebilir. Siyasî sorumluluk taşıyan insanlar, beraber
çalışacakları bürokratları değiştiremiyorlarsa
orada demokrasi işlemiyor demektir. Devletin her bürokratı
değişir. (ANAP sıralarından alkışlar) Demokratik
bir sistemde, değişmezliği, dokunulmazlığı olan
hiçbir bürokrat yoktur. Ha, bu konuda, bizim Hükümetimizin, 53 üncü Hükümetin
uygulamalarını eleştirebilirsiniz; ama, bakın, bundan daha
kötüsü vardır; o da, sizin de içinde olduğunuz Hükümettir.
Her koalisyonda vali ataması sorundur, büyükelçi ataması
sorundur. Bu sorun nasıl aşılacaktır; biz, bu Hükümette,
1991 yılında yapıldığı gibi kontenjanlar
koymadık; şu valilikler SHP’nin, şu valilikler Doğru Yolun
demedik; bütün valileri ortak atayacağız dedik ve bunu da bir ayda
çözdük. Bakmayın basındaki sansasyonlara, manşet attırmak
için yaratılan fırtınalara... Bir ay, bana göre, bunun için
makul bir süredir. 50 valinin atanması konusunda bir ayda anlaşmak
kolay mıydı... Tekrar söylüyorum, SHP ile Doğru Yolun
yaptığı gibi, 30 vali bizimdir, 20 vali sizindir şeklinde
anlaşmadık; bütün valileri ortak atadık. Burada
eleştirilmesi gereken değil, belki, daha önce eleştiriye konu
olması gereken duruma göre bir ilerleme söz konusudur. Devletin valisi
paylaşılır mı koalisyon partileri arasında?!.
Sayın Baykal, bana, Kardak konusuyla ilgili bir soru yöneltti. Daha
önceki rezervimi muhafaza ediyorum; bir kere, basında
okuduklarınızın hepsine aynen inanmayın. Hadise şudur:
Değerli milletvekilleri, Türkiye ile Yunanistan arasında,
yılların biriktirdiği önemli sorunlar var. Bu sorunların
iki önemli kaynağı var: Birinci kaynağı, 1923
yılında yapılan Lozan Antlaşmasının daha sonraki
yıllarda aşınmış olmasıdır.
Aşınmaktan kastım, bazı gelişmeleri öngörmemiş
olmasıdır. Uluslararası ilişkilerdeki bazı
gelişmeler, 1923 yılında öngörülemeyecek gelişmelerdi;
mesela, kıta sahanlığı diye bir kavram yoktu, FIR
hattı diye bir kavram yoktu. Dolayısıyla, birtakım
ihtilaflar Lozan’da düzenlenmediği için doğmuştur; ama, ikinci
önemli bir kaynak vardır, bu Meclisi daha fazla ilgilendirmesi gereken bir
ihtilaf kaynağı vardır; Yunan Hükümeti, zaman içerisinde
Lozan’ı aşındırmanın gayreti içerisindedir;
adaların silahlandırılması buna örnektir. Lozan’da
İtalya’ya bırakılmış olan, daha sonra Yunanistan’a geçmiş
olan adalar, Lozan’a göre, silahlandırılamayacak statüde
adalardır; daha doğrusu, bu adalar içerisinde bir bölümü, hiçbir
şekilde silahlandırılamamak kaydıyla İtalya’ya ve
Yunanistan’a devredilmiştir. Yunanistan, egemenlik argümanını
ileri sürerek, savunma argümanına sığınarak bunları
silahlandırmıştır. Dolayısıyla, Lozan
Antlaşmasını ilk delen Yunanistan olmuştur. Lozan
Antlaşmasının ihlaline en tipik örnek de adaların
silahlandırılmasıdır.
Şimdi, Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunlar, yakın
yıllara kadar birikmiştir birikmiştir ve iki ülke,
aralarındaki bu sorunlara rağmen, zaman zaman iyi komşuluk
ilişkileri içerisine girebilmişlerdir; hem aynı ittifakın
üyesidirler hem de zaman zaman iyi komşuluk ilişkileri
kurabilmişlerdir, ikili ilişkilerini geliştirebilmişlerdir,
sorunlarını dialog yoluyla çözebilecek bazı girişimleri
başlatabilmişlerdir. Bunun tipik örneği de, bizim, 1988
yılında, Davos’ta başlattığımız süreçtir.
Türkiye’nin Avrupa Birliğiyle ilişkileri gündeme geldiği
zaman, Yunanistan, Avrupa Birliğine tam üye olma avantajını
kullanarak, bizim ilişkilerimizi engellemeye
çalışmıştır; fakat, bu
aşılmıştır; diğer Avrupa ülkeleri buna müsaade
etmemişlerdir. Birden bire, geçtiğimiz aylarda, daha bu Hükümet
kurulmadan önce, Türkiye’de müstafi bir hükümet işbaşındayken,
seçimlerden sonra istifa etmiş bir hükümet işbaşındayken;
yine, Yunanistan’da, benzer bir hükümet krizi yaşanırken,
Papandreu’nun rahatsızlığı nedeniyle, yerine yeni bir
Başbakan atanmış, henüz, daha, Hükümet, güvenoyu
almamışken, Ege Denizinde unutulmuş bir ada, birdenbire ikili
ilişkilerin odak noktası haline getirilmiştir. Orada bir gemi
kazası olmuştur; o gemi kazasının ardından,
Yunanlılar birdenbire o kayalığı hatırlamışlardır;
oraya bir papaz göndermişlerdir, bir bayrak dikmişlerdir, bir
televizyon ekibi göndermişlerdir. Buna karşı, Türkiye de tepki
göstermiştir ve o kayalıklar, birdenbire -yıllardan beri kime
ait olduğu araştırılmayan, bilinmeyen, hiçbir ülkenin bayrağı
olmayan, hiçbir ülkenin hiçbir alameti farikası diyeceğim, ne
denizfeneri ne direği hiçbir şeyi olmayan- ikili ilişkilerimizin
en önemli unsuru haline gelmiştir ve bugün maalesef, Yunanistan, kendi
egemenlik alanına, Türkiye tarafından bir tecavüz olduğu,
egemenlik haklarına bir tasallut olduğu iddiasıyla, Türkiye’nin
Avrupa Birliğiyle olan ilişkilerini yeniden bloke etmenin gayreti
içindedir ve bunda da önemli ölçüde mesafe almıştır;
Ortaklık Konseyimiz toplanamamıştır, gümrük birliğinin
işlemesinde, malî hükümler açısından, çok ciddî
zorluklarımız vardır, daha doğrusu, gümrük birliği
mutabakatının malî hükümleri işlememektedir.
Şimdi, bu durumda, benim Yunanistan’a yaptığım
çağrı, aramızdaki bütün meselelerin iki ülke arasında
müzakereler şeklinde ele alınmasını öngörmektedir, diyalog
yoluyla ele alınmasını öngörmektedir. Bu, daha önce de
yapılmıştır, burada bir yenilik yoktur. Burada yeni olan
unsur şudur: Görüşeceğimiz bütün bu ihtilaflarda, iki
tarafın rızasıyla üçüncü taraf çözümleri de kabul edeceğimizi,
Türkiye olarak ilk defa deklare ettik. Nedir bu üçüncü taraf çözümleri;
uzlaştırıcı olabilir -bu en yumuşak yoludur- hakem
olabilir... İki taraf bir hakemde anlaşırlar, o hakemin
vereceği kararı kabul etmeyi taahhüt ederler veya iki taraf, kendi
aralarında anlaşmak suretiyle Uluslararası Adalet Divanına
giderler, Uluslararası Adalet Divanının vereceği
kararı kabul etmeyi baştan taahhüt ederler ve tabiî, onun yetkisini
tanımak, onun sınırlarını da birlikte belirlemek
şartıyla.
Değerli milletvekilleri, burada, Türkiye’nin daha önceki tutumuna
göre, bir yeni unsur söz konusudur; ama, bu, Türkiye’nin daha önce
takındığı tutumda tutarsızlık anlamına
gelmemektedir. Yunanistan, Kardak konusunda, Kardak’ın kendisine
aidiyetinden hareketle, bizim, Uluslararası Adalet Divanına gitmemizi
istemektedir. Biz ise, Kardak dahil, aramızdaki bütün meseleleri
görüşmeyi, anlaşamadığımız; ama, adalet yoluyla,
Uluslararası Adalet Divanı aracılığıyla çözümünde
mutabık kalacağımız hususlar için de, Uluslararası
Adalet Divanına gitmeyi önermekteyiz.
Bu konuda, bizden önceki Hükümetin Kardak’la ilgili hassasiyetini
saygıyla karşılıyorum; ama, bu konuda, bürokrasiyle hükümet
arasındaki ilişkilere ilişkin eleştirim var. Bu
ilişkilerin sağlıklı yürümediğini, yürütülmemiş
olduğunu, bilhassa hükümete geldikten sonra, daha net olarak tespit etme
imkânını buldum. Bürokrasi, politika tayin edecek makam
değildir. Bürokrasi, siyasî kadroya, hükümete, politika alternatifleri
önerir; politika alternatifleri önerirken, kendi teziyle birlikte -Türkiye’nin
teziyle birlikte- hasım ülkelerin tezlerini de hükümete duyurmak, hükümeti
o konularda aydınlatmak zorundadır. Kardak meselesinde bürokrasinin
yaptığı yanlış, hükümetin yerine geçip, politika
üretmek, politika oluşturmak olmuştur... Bu yanlıştır...
Bu Hükümet döneminde, bürokrasi, böyle bir yetki kullanamayacaktır.
Dışpolitikayı, hükümet belirleyecektir, elbette ki, Meclisin
denetimine tabi olacaktır; ama, politikayı, Dışişleri
Bakanlığının bürokratları tayin etmeyecektir. Eleştirim
buna ilişkindir. (ANAP sıralarından alkışlar)
Sayın Baykal’ın benden açıklama getirmemi istediği
bir konu da, günümüzün çok popüler bir konusudur; yolsuzluklarla ilgilidir,
yolsuzluk iddialarıyla ilgilidir. Evet, ben, Anavatan Partisi Grubunda
dedim ki, ben, çamurun üzerinde oturan başbakan olmam. Bununla ne demek
istedim; Sayın Baykal fırsat verdi, size de ifade ediyorum:
Sayın milletvekilleri, bugün, biz oturuyoruz, daha düne kadar
başkaları oturuyordu, yarın yine başkaları oturacak.
Bu hükümet sıralarında kim oturursa otursun, bu insanlar, kendi özel
şirketlerini yönetmiyorlar, bu insanlar, devleti yönetiyorlar, bu
insanlar, milletin parasını harcıyorlar. Bu insanların, her
an, her hesaplarını verebilmeleri lazım; benim devlet anlayışım budur. (ANAP
sıralarından alkışlar) Bizimle ilgili, benim hükümetimle
ilgili iddialar, burada gündeme gelebilir. Bu Meclis, bu konuda tecrübe sahibi
bir Meclistir. Bu Meclis, bu iddiaların hangisinin siyasî amaçlı
olduğunu, sadece hükümeti devirmeye matuf, taktik iddialar olduğunu
takdir edebilecek olgunluktadır; ama, bakın, açıkça söylüyorum:
Benimle ilgili -şu anda devletin parasını ben kullanıyorum,
bu Hükümet kullanıyor- burada oturan bakanlarla ilgili, burada olmayan
bakanlarla ilgili, buraya ciddî bir iddia geldiği zaman, o iddianın
araştırılmasını önce ben isterim. (ANAP
sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Çünkü, o
hesabı veremeden, hele hele o iddia ciddî bir iddiaysa, toplumda iz
bırakıyorsa, toplumda söyleniyorsa, konuşuluyorsa,
yayılıyorsa; yani, benim altımda bir çamur oluşturuyorsa,
ben, orada hükümet edemem. O iddia çürütülmeden, o iddia bu Mecliste
açıklığa kavuşmadan, ben burada hükümet edemem. Benim
kastım budur. Eğer, benim bu anlayışıma, benden önce
hükümet edenler, benden sonra hükümet edecekler, herkes katılırsa,
yolsuzluk meselesi, Türkiye’de, ucuz bir polemik meselesi olmaktan kurtulur,
burada hepimiz anlaşırsak... Bu siyasî bir konu değil, bu bir
parti konusu değil, bu benim şahsî konum da değil; bu bir devlet
anlayışı meselesidir.
Sayın milletvekilleri, burada daha önce söyledim, muhalefetteyken
söyledim, iktidarda, işte aynısını söylüyorum: Hepimizin,
şapkasını önüne koyup düşünmesi gereken bir soru var.
Vatandaş, siyasetçiye iyi gözle bakmıyor, vatandaş, siyasetçiye
güvenmiyor ve giderek ayırım yapmaktan da vazgeçiyor, bütün
siyasetçilere güvenmiyor; kategorik olarak siyasetçileri dışlamaya
başladı. Demokrasi için bundan daha büyük tehlike yoktur. Bunu
nasıl aşacağız; bunu, ancak şeffaflıkla
aşacağız, açıklıkla aşacağız.
Söylüyorum, daha bir aylık Hükümetiz. Yarın iki ay olacak, üç
ay olacak, beş ay olacak... Benim Hükümetimle ilgili ne iddia varsa,
kulağınıza ne gelmişse buraya getirin, cevabını
verelim. Sizi tatmin etmezse araştırma önergesi verin;
araştırmadan tatmin olmazsanız soruşturma önergesi verin.
KEMALETTİN GÖKTAŞ (Trabzon) – Geçmiş hükümet zamanındakiler
ne olacak Sayın Başbakan?
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Geçmiş hükümet, gelecek
hükümet... Hepsi için söylüyorum, kendi anlayışımı
söylüyorum size. (RP sıralarından alkışlar) Yani, bu
iddialarla hükümet edemezsiniz. Arkanızda millet size güvenmeden, bu
Meclis, parmak hesabıyla birtakım iddiaları örtbas ederse, bu
Hükümet hizmet yapamaz. Ben üstüne gideceğim, getirin
iddialarınızı. Ben gideceğim... Benim hakkımda varsa
getirin, ben isteyeceğim soruşturmayı... (ANAP ve RP
sıralarından alkışlar)
Bakın, bir şey daha söyleyeyim: Buraya ciddî bir iddia
gelirse, bu Koalisyon Hükümeti devam etsin diye, ben Başbakanlıkta
oturayım diye o iddiayı hiçbir zaman hasıraltı etmem. (ANAP
ve RP sıralarından alkışlar) Ama, ciddî iddia gelmesi
lazım, ciddî iddia olması lazım ve o ciddî iddianın ciddî
biçimde araştırılması lazım.
Bakın, burada iki tane yanlış var, ikisinden de
kaçmamız lazım. Birincisi, yolsuzluk meselesini siyasî amaçla
kullanmamamız lazım, siyasî malzeme yapmamamız lazım. Onun
için, huzurunuzda ilan ediyorum: Anavatan Partisi Grubu, bütün yolsuzluk
meselelerinde serbesttir. (ANAP ve RP sıralarından
alkışlar) İstedikleri yönde oy verirler, vicdanlarına göre
oy verirler. Ben de vicdanıma göre oy veririm; ama, size sesleniyorum, siz
de vicdanınıza göre oy verin. Hükümeti devirmek için,
inanmadığınız, emin olmadığınız
iddiaların arkasından gitmeyin.
ŞEVKİ YILMAZ (Rize) – Sizin iddialarınız...
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Hayır, bulunduğunuz
bazı iddialarda, bu örnekleri gördüğüm için bunu söylüyorum;
verdiğiniz bazı önergelerdeki iddiaları ciddî görmediğim
için söylüyorum. Ciddî iddiaları getirin, beraber üzerine gidelim. Benim
hakkımda getirin, benim hakkımda gidelim... (ANAP
sıralarından alkışlar)
İkinci bir yanlış daha var. İkinci yanlış
da, belli siyasî amaçları gerçekleştirmek için, ciddî iddiaları
hasıraltı etmektir, örtbas etmektir. Biz, iki yanlışa da
iştirak edemeyiz. Bu, bizim için, o kadar temel bir meseledir ki, bunun
için göze alamayacağımız hiçbir risk yoktur. Biraz önce, Grup
Başkanvekili arkadaşım söyledi, bu konuda en çok iftiraya maruz
kalmış partiyiz, en çok iddiaya muhatap olmuş partiyiz, en çok
suçlamaya konu olmuş partiyiz. Dört sene muhalefette idik; tertemiz
geldik.
Bizimle ilgili, bir bürokrat, bir mafya hesaplaşması sonucunda
cezalandırıldı. Bir siyasî arkadaşım hakkında bu
iddiayı getiremediniz, bir tane ispat edemediniz. Yüce Divana giden
arkadaşlarım aklandı. Anavatan Partisi, şu anda, bu
Meclisin, bu konuda aklanmış olan tek partisidir. (ANAP
sıralarından alkışlar) Hiç kimseyi şaibe altında
bırakmak için söylemiyorum; ama, bu sınavdan geçen tek parti biziz.
Bu sınava herkes hazır olmalıdır. Anavatanın
verdiği bu sınava, bu Meclisteki bütün partiler hazır
olmalıdır ve bakın, ben burada görev yaptığım her
gün, bu sınavı kendi içimde yaşıyorum; çünkü, biliyorum ki,
sadece kendi fiillerimden dolayı değil, benimle beraber
çalışan arkadaşlarımın, bizimle beraber
çalışan bürokratların davranışlarından da biz
sorumluyuz.
Sizden tekrar ricam, bu meseleyi, bir siyasî mücadele malzemesi haline
getirmeyelim. Siyasî malzeme haline getirmeyelim; meseleyi
basitleştirmiş oluruz. Eğer, millet, bir defa, bu meselenin
siyasî malzeme haline getirildiğini görürse, buna kanaat getirirse, o
zaman, siyasî ahlakla ilgili olarak biraz önce ifade ettiğim
endişeler daha da derinleşir.
O zaman, millette, sizin bu meseleye, parti disiplini ile bir yönden,
başkalarının da ters yönden gittiği izlenimi doğar;
bundan, hep birlikte yara alarız. Bu meselede, herkes, kendi
vicdanına göre, kendi şahsî kanaatine göre hareket etmelidir; bu
mesele, bir parti meselesi yapılmamalıdır.
Benim milletvekillerim, benim hakkımda, denetim yollarını
çalıştırabilirler; hepsine, huzurunuzda açık çek veriyorum,
Grupta da verdim. Bunu, bizim bakanlarımızla ilgili olarak da
yapabilirler. Bunu yadırgamayan birisinin, bu meseleleri örtbas
edeceğine, en ufak bir şekilde ihtimal vermemeniz lazım.
“Çamur” dan, bunu kastediyorum Sayın Baykal.
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Yalnız, bu, siyasî malzeme
değildir Sayın Başbakan. Biz, burada, siyasî partisiyiz; Meclis
soruşturması da, siyasî bir sorumluluktur. Hepsi bu kadar.. Ben, ikaz
ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Kazan, lütfen, karşılıklı
konuşmayalım.
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Demokratik Sol Parti Grubunun
sayın sözcülerine huzurunuzda teşekkür ediyorum; hem durumu gerçekçi
bir biçimde ortaya koydular hem de çok yararlanacağımız öneriler
getirdiler. Tabiî ki, aralarında, tam mutabık
olmadığımız hususlar da vardır; ama, daha çok,
geleceğe ilişkin projeksiyonlarda, geleceğe ilişkin
tahminlerde, aramızda farklılık olduğunu ifade ediyorum.
Sayın Uluğbay, bütçe açığının 861
trilyonun çok üzerinde olacağını ifade etti. Burada, daha önceki
ifadelerimi tekrarlamak zorundayım: Hazırlanan bütçe, ciddî bir
bütçedir, samimî bir bütçedir ve uygulamamız da, disiplinli bir uygulama
olacaktır; binaenaleyh, gelir ve gider hedeflerinin tam olarak
gerçekleştirilmesi için, gereken her şey yapılacaktır.
Sayın Uluğbay’ın önerileri arasında, Ekonomik ve
Sosyal Konseyin işletilmesi konusu gündeme getirildi. Bu konuda Yüce
Meclise kısa bilgi vermek istiyorum: Biliyorsunuz, Ekonomik ve Sosyal
Konsey, daha önce, bir Başbakanlık genelgesiyle kurulmuştur ve
şu ana kadar bir defa toplanmıştır. Yüksek Planlama Kurulunun
ilk toplantısında, o Başbakanlık genelgesini, daha
doğrusu, Ekonomik ve Sosyal Konseyin, o Başbakanlık genelgesiyle
kurulmuş olan yapısını tartıştık; o konuda,
ilgili birimlere görev verdik, yurtdışındaki uygulamaları
da inceliyorlar.
Şöyle bir uygulamaya gideceğiz: Bana göre, orada dengeleri
yeniden düzenlemek lazım. Şu anki terkip, kamu kesiminin 2, özel
kesimin veya kamu dışı kesimin 1 oranda temsilini öngörmektedir. Bana göre eşit
olmalıdır; yani, kamu ve kamu dışı, eşit temsil
edilmelidir. Sendikalar, işverenler, meslek kuruluşları 1 ise,
hükümet temsilcileri de 1 olmalıdır. Ekonomik ve Sosyal Konseyi,
dışarıdaki örneklerine de uygun bir şekilde yeniden
yapılandırdıktan sonra, Başbakanlık genelgesini, bu
tadilatlarla değiştirip yürürlüğe sokacağız,
işleteceğiz ve kurumsal hale getireceğiz; periyodik bir
şekilde toplayacağız.
Bu uygulama, belli bir dönem denendikten sonra, onun
sonuçlarını da alıp, bu konuda, Meclise, bu sene sonundan önce
bir yasa tasarısı getireceğiz. DSP sözcülerinin ifade
ettiği gibi, bu konuda, bir yasal düzenleme zorunluluğu yoktur.
Başlangıçta, aksayan yönleri görmek bakımından, gerekli
esnekliğe sahip olmak bakımından, bunun, bugünkü düzenlemeyle
devam etmesi yararlıdır; ama, bize göre, bunun kalıcı, kurumsal
niteliğe kavuşması için, bugün değilse bile, zaman içerisinde,
yasal dayanağa kavuşturulması isabetli olacaktır.
Sayın Erbakan, Anayasaya aykırılık
iddialarını gündeme getirdi. Tabiî, bu, aslında, Anayasa
Mahkemesinin belirleyeceği bir konudur, burada
tartışılmasının ne kadar isabetli olduğunu takdirinize
bırakıyorum. Fakat, burada, Anayasaya aykırılık
iddiasına mesnet olarak ileri sürülen birçok hususun, gerçekle
bağdaşmadığını söylemek zorundayım. Bir
kere, kesinhesap kanunuyla ilgili zorunluluğun yerine getirilememesi,
doğrudan doğruya, Sayıştay Yasasında gerekli
değişikliğin yapılamamasının sonucudur; bu,
Hükümetimizin tasarrufunda olan bir konu değildir, Meclisin doğrudan
doğruya tasarrufunda olan bir konudur. Zannediyorum, şu anda, Plan ve
Bütçe Komisyonunun gündemindedir. Sayıştay Kanununda gerekli
değişiklik yapıldığı zaman, bu kanunî gerek de
yerine getirilir.
Anayasada “bütçe tasarıları görüşülmeden 75 gün önce
sunulur denildiğini” buyurdunuz. Burada, dört aylık geçici bütçe
uygulamasını gözden kaçırdığınızı
zannediyorum. Burada, geçici bütçe dolayısıyla dört ay için, Meclisin
almış olduğu bir karar söz konusudur. Dolayısıyla,
sizin örneğiniz bu durumda uygulanamaz. Anayasaya aykırı olarak
daha önce bütçe kanununda yer almış, Anayasa Mahkemesi tarafından
iptal edilmiş olan bazı düzenlemelerin, bu bütçe kanununda da
getirildiğini ileri sürüyorsunuz, bu doğrudur; ama, kısa
zamanda, bu konuda, bütçe uygulama yasa tasarısını Meclise
sunacağız. O yasa tasarısı, bu hususu düzenleyecektir.
NECMETTİN ERBAKAN (Konya) – Olmaz, olmaz...
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Daha önce söyledim, devlet
borçlarının gizlendiği falan doğru değildir; bütün
borçlarımız ortadadır, hepsi açıktır. Sayın Maliye Bakanının ifadelerinde
de dile getirilmiştir.
Sayın Deniz Baykal 120 trilyon liralık Telekomun
özelleştirilmesi gelirinin bütçede yer aldığını, bu
konuda, koalisyon ortakları arasında bir mutabakatın olup
olmadığını sordular. Bütçede böyle bir gelir öngörmedik;
daha önce, ilk tasarıda yer alıyordu, Telekomun
satışından dolayı 120 trilyon liralık bir gelir
öngörmedik. Bizim öngördüğümüz başka bir özelleştirme geliri
var, daha doğrusu, tam özelleştirme geliri de değil; cep telefonlarının lisans
satışıyla ilgili, bu seneki bütçede 37 trilyon liralık bir
gelir öngördük; ama, Telekom ile ilgili herhangi bir gelir öngörmedik.
5 KİT’e salma yapıldığını eleştiri
konusu yaptınız. Bu 5 KİT’in hepsi tekel niteliğinde olan
KİT’lerdir ve 1994 yılından beri bu uygulama, zaten Bakanlar
Kurulu kararıyla yapılmaktadır. Getirilen bu
değişiklik, sadece, bunun bütçe tasarısına
konmasıdır; daha önce Bakanlar Kurulu kararıyla yapılan
düzenlemeyi, biz, şimdi, bütçe kanunuyla Meclisin huzuruna getiriyoruz.
Yaptığımız değişiklik budur.
SSK’nın vesayet altına alındığını
ifade ettiniz. SSK ve Bağ-Kur’un bütçelerinin ilgili birimler
tarafından onaylandıktan sonra Başbakanın onayıyla
yürürlüğe girmiş olmasını, özerk nitelikteki bu
kuruluşları, hükümetin vesayeti altına sokma anlamına
geldiğini söylediniz. Sayın Baykal, burada, Hükümet Programı
üzerindeki konuşmamda çok uzun değindim, tekrarlamak istemiyorum;
ama, bu konuda, bizim, sizden beklediğimiz, eleştiriden çok çözümdür.
SSK, bu sene 200 trilyon liradan fazla açık verecektir.
SSK’nın bu açığı, neredeyse şu bütçede yer alan tüm
yatırımlara eşittir. Yani, devlet, ne kadar yatırım
yapıyorsa, sadece bir kurumu, o kadar açık vermektedir...
Maliye Bakanımızın söylediği gibi, gelecek sene,
sosyal güvenlik sisteminin, tedbir alınmadığı takdirde,
bunun üç katı açık vermesi söz konusudur. Dolayısıyla,
şu anda Türkiye’nin en öncelikli konularından birisi, sosyal güvenlik
kuruluşlarının yeniden yapılandırılmasıdır,
malî açıdan yeniden yapılandırılmasıdır, bu
açığın ortadan kaldırılmasıdır, en
azından bu açığın azaltılmasıdır. Bu konuda,
Hükümetimiz çalışmalarını yoğun bir biçimde
sürdürmektedir, kısa zamanda Meclisin huzuruna gelecektir. Biz, Sayın
Baykal’dan ve diğer bütün partilerden bu konuda katkı bekliyoruz,
öneri bekliyoruz. Bu konuyu eleştirmek hiçbir şeyi halletmiyor ve
tekrar söylüyorum; bu konuyu en fazla eleştirme hakkı olan benim.
(ANAP sıralarından alkışlar) 1991 yılında bizim
bıraktığımızda, SSK’nın açığı
filan yoktu; SSK, artı veren bir kuruluştu. Artı veren bir
kuruluş, dört senede 200 trilyon liradan fazla açık veren bir
kuruluş haline gelmiştir.
Bugün, şikâyet etme günü değildir. Bu problemi hep birlikte
çözmek zorundayız. Ne öneriniz varsa söyleyin hepsini dikkate alalım.
Türkiye -Sayın Çiller’le her görüşmemizde kendisi de bana ifade
ediyor- sosyal güvenlik sisteminin bu kanamasıyla yoluna devam edemez.
Buna çözüm bulmaya mecburuz. Hani, nereden çıktı, kim yaptı
filan onların hepsini bir yana bırakıyorum, erken
emekliliği filan onları bir yana bırakıyorum. Bu sorunu
çözmeye mecburuz. Bu sorunu çözmezsek,
gelecek sene, burada hangi hükümet oturursa otursun, çok daha
acıklı bir bütçe üzerinde tartışmak zorunda
kalırız. Bu sorunu bu sene çözmeye mecburuz ve Meclis tatile girmeden
bu konudaki tasarımızı Meclise getireceğiz.
Bakın, 200 trilyon lirayı aşan bir açıktan
bahsediyorum. Geçen sene, buraya, 506
sayılı Kanunda tadilat yapan bir tasarı geldi, Hükümetten
çıkması mesele oldu. Zaten, Meclisten de çıkmadı, kadük
oldu. Biz de muhalefet olarak eleştirdik, dedik ki, bu mezarda
emekliliktir. O haliyle, o kanun çıksaydı dahi, SSK’ya
sağlayacağı malî rahatlık, sosyal yardım zammı hariç,
17 trilyon liraydı. Yani, 17 trilyon liralık iyileşme
sağlayacak bir kanun değişikliğini, Meclis, geçen dönemde
yapamadı. Şimdi, 200 trilyonluk bir açıktan bahsediyoruz ve bu
Meclisin, bu açığı kapatması lazımdır...
BAŞKAN – Efendim, 2 dakikanız var Sayın Başbakan.
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Tamamlıyorum Sayın
Başkan.
Ha, bu Meclis bu işe çare bulmazsa ne olur; bir tek çözüm yolu var,
ya devamlı daha fazla borçlanırız ya da para basarız; ikisi
de yol değildir.
Bu sorunu çözmeye mecburuz; SSK’yı ve Bağ-Kur’u, mutlaka
sağlıklı bir yapıya kavuşturmaya mecburuz.
Tekrar söylüyorum: İç borçlarımızın millî gelire
oranı, diğer ülkelerle
karşılaştırıldığında aslında çok
da ürkütücü değildir. Avrupa’da bugün birçok gelişmiş ülkede,
millî gelirin yüzde 100’ünü aşan, yüzde 120’ye, yüzde 150’ye varan oranda
iç borçlanma söz konusudur. Bizim açımızdan asıl olumsuz olan
husus, bizdeki iç borçlanmanın vadesinin çok kısa
olmasıdır. Bütün gayretlere rağmen, bu Hükümetin, kamuoyuna
verdiği olumlu mesajlara rağmen yedi aya ulaşabildik. Biraz önce söyledim; bir de, faizinin hâlâ çok
yüksek olmasıdır. Bugün, hâlâ, faiz oranımız yüzde
110’larda, yüzde 120’lerdedir. Bu faiz oranıyla, bu vadelerle, bu borç,
kartopu gibi büyümeye devam eder; ama, bunun yolu, Sayın Erbakan’ın
önerdiği gibi, borçları alıp “32 trilyon borcum var, 32 trilyon
lira da köylüye, esnafa dağıtırım; bu işte, alan
razı, veren razı; bu iş de böyle kapanır...” değildir.
(ANAP sıralarından gülüşmeler)
NECMETTİN ERBAKAN (Konya) – Göreceğiz!.. Göreceğiz!..
BAŞBAKAN A.MESUT YILMAZ (Devamla) – Zaten, Sayın Erbakan,
Amerikan Doları üzerinden bütçe tenkitini, millî görüşle nasıl
bağdaştırdı, onu da anlayabilmiş değilim!.. (ANAP
ve DYP sıralarından alkışlar)
NECMETTİN ERBAKAN (Konya) – Bu sizin bütçeniz...
BAŞBAKAN A.MESUT YILMAZ (Devamla) –Son bir iddia var; Sayın
Erbakan’ın bir eleştirisi var “1986 yılına kadar, bütçe
içinde, iç ve dışborçların anapara ödemeleri gösterilirdi; bu
yıldan sonra anaparalar bütçede görünmüyor” buyurdular.
Bu, bilinçli bir uygulamadır; birçok dünya ülkesinde, dünyanın
bütün gelişmiş ülkelerinde de uygulama aynı yöndedir. 1986
yılında “borç yönetimi hesabı” diye bir hesap ihdas
edilmiştir ve bu hesapta, alınan borç, gelir olarak yer
almıştır; ödemesi de bu hesaptan yapılarak, denge sağlanmış
olmaktadır. Borçların sadece faizleri bütçeye
yazılmaktadır. Bu şekilde bütçe dengesi
sağlanmaktadır. Sadece faiz bütçede gösterilmektedir. Borç yönetimi
hesabı, öyle, gizli bir hesap da değildir; Sayıştayın
denetimine tabidir. Ayrıca, kesin hesap kanunu tasarısıyla da
Meclise sunulmaktadır. Dolayısıyla, borç ana
paralarının gizlenmesi, Meclisten saklanması diye bir durum söz
konusu değildir.
Sayın milletvekilleri, bu bütçenin, gönlümüzdeki bütçe
olmadığını, daha konuşmamın başında
söyledim. Bu bütçe, şartların bizi zorladığı bir
bütçedir. Bu şartlar altında yapılabilecek en rasyonel bütçedir.
Uygulamada da aynı titizlikle uygulanacaktır. Bütçe disiplinine
mutlak riayet edilecektir. Ama, müsaade ederseniz, yine konuşmamın
başına dönmek istiyorum:
Türkiye, beş yıldan beri yapmadığı,
yapamadığı, ertelediği, geciktirdiği yapısal
reformları yapmadığı takdirde, özelleştirmeye hız
kazandırmadığı takdirde... Bakın, sanıyorum,
özelleştirmenin, Türkiye’de ilk başladığı 80’li
yıllardan, bu Hükümetin kuruluşuna kadar yapılan toplam
özelleştirme miktarı 2,8 milyar dolardır. Bizim, bu sene sonuna
kadar yapmayı taahhüt ettiğimiz özelleştirme 2 milyar
dolardır; yani, son dört yılda yapılan özelleştirmenin daha
fazlasını, önümüzdeki sekiz ayda yapmayı taahhüt ediyoruz,
yapmayı planladık.
Özelleştirmeyi yapmadığımız takdirde, bu
bütçenin sınırlı imkânlarıyla yatırım yapma
mecburiyetinden kurtulmadıkça, alternatif yatırım ve finansman
modelleri geliştirmedikçe, yap–işlet–devret modeline işlerlik
kazandırmadıkça... Hatta, şimdi, biz, yap–işlet–devret
modelini de birçok alanlarda değiştiriyoruz, yap–işlet–devam et
modeli yapacağız; çünkü, şöyle bir garabet var ortada: Biz,
elektrik santrallarını, termik santralları, -enerji
santrallarını- özelleştirmeyi planlıyoruz; ama, öbür yanda,
kendi imkânlarıyla yatırım yaparak santral kuracak insana, belli
bir süre sonra, bunları tekrar devlete devretme yükümlülüğünü
getiriyoruz; yani, bir yerde, özelleştireceğimiz bir alanda, vadeli
devletleştirme yapıyoruz...
Enerjinin iletimi devlete ait olabilir; ama, üretimi, bizce özel sektöre
ait olmalıdır. Onun için, yap–işlet–devret modelindeki,
özellikle talebin en fazla söz konusu olduğu enerji sektörü
açısından, “devret” kısmını kaldırıyoruz.
Doğrudan doğruya, yatırımların teşviki
çerçevesinde düzenlenecek yeni bir yasal hazırlığı tamamlamak
üzereyiz.
Türkiye, bu tür alternatif finansman modelleri geliştirmedikçe,
bütçenin bu sınırlı, 200–250 trilyon lirayı aşmayan
yatırım imkânlarına, özel sektörün ve yabancı sermayenin
yatırım imkânlarını eklemedikçe, bu bütçe
tartışmaları, maalesef, Sayın Baykal’ın da haklı
olarak yakındığı bu kısırlıktan kurtulamaz.
Burada, hep aynı şeylerden yakınırız; artan borçlardan
yakınırız, azalan yatırımlardan yakınırız...
Bunları aşmanın, bu fasit daireyi kırmanın yolu,
Türkiye’de, gecikmiş olan yapısal değişimi bir an önce
gerçekleştirmektir. İşte, özelleştirmeye büyük önem
vermemizin nedeni budur.
Bu tartışmayı yaptığımız, bu bütçe
görüşmesini yaptığımız bu günün, Türkiye’de,
yapısal değişimin fikir babası olan rahmetli Özal’ın
ölüm yıldönümüne rastlamasını da, bu açıdan çok
anlamlı bir tesadüf olarak değerlendiriyorum.
Beni sabırla dinlediğiniz için, Yüce Heyetinize teşekkür
ediyorum. Hoşgörüsü için Sayın Başkana teşekkür ediyor,
hepinize saygılar sunuyorum. (ANAP
sıralarından ayakta alkışlar, DYP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Başbakan.
NİHAT MATKAP (Hatay) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Müracaatınızı aldım efendim.
Bütçenin aleyhinde, Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Hasan
Dikici, buyurun efendim. (RP sıralarından alkışlar)
Sayın Dikici, süreniz 15 dakika.
HASAN DİKİCİ (Kahramanmaraş)– Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 1996 yılı bütçe kanunu
tasarılarının, Yüce Meclisimize, bakanlık ve dairelerimize,
aziz milletimize hayırlı olmasını Cenabı Hak’tan niyaz
ediyor, Yüce Meclise saygılar sunuyorum.
Sayın Başbakan, “bütçede aradığınız
rakamları bulamayacaksınız” derken, bir itirafta bulunuyor;
diğer yandan da bütçeyi müdafaa ediyorlardı. Sayın Başbakan
gibi, ben de, aradığım rakamları bulamadığım
için, bütçeyi eleştireceğim.
Sayın Başbakan, sayenizde, rakamlar aciz
kaldığı için, Sayın Genel Başkanım, bütçeyi,
Amerikan Dolarıyla tenkit etmiştir.
Sayın Başbakan, Baykal’ı eleştirirken,
“kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” mesajını,
ortağına, Sayın Tansu Çiller’e ve Doğru Yol Partisine gönderiyordu.
(RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Sayın
Başbakan, biz, o adresi biliyoruz; o mektup, Doğru Yol’a ve
Sayın Çiller’e ulaştı.
Ülkemiz, 1996 yılına, kronikleşen yüksek enflasyon,
yüksek oranda işsizlik, yatırımlar durmuş, büyüme
hızı düşmüş, çalışanlar sokağa inmiş,
paramız pul olmuş, yaklaşık 7,5 katrilyon borçla
girmiş bulunmakta. Geriye dönüp baktığımızda,
aynı çöküşü, 1991 yılında, Anavatan Partisi
İktidarı, Doğru Yol Partisi-Sosyaldemokrat Halkçı Parti
İktidarına bırakmıştı.
Bugün iç ve dışborcun toplamı yaklaşık 7,5
katrilyondur; yani, 1996 bütçesinin tam iki katından fazladır. Bunun
manası, bugün doğan çocuğumuzun 100 milyon lira borçla
doğması demektir. 1996 bütçe açığı hedefi 861 trilyon
liradır. Bu hedefin tutmayacağı çok açıktır. 12
aylık açık, en azından 1,2 katrilyon olacaktır. Bunun
manası da, daha az yatırım, daha çok işsizlik, daha çok
borç, daha fazla enflasyon demektir.
TL, yabancı paralar karşısında sürekli olarak
değer kaybettiği için âdeta pul olmuştur. Yatırımlar
durma noktasına gelmiş, büyüme hızı düşmüş,
işsizlik, milletin canına tak etmiş, öğretmen,
öğrenci, memur, çiftçi, köylümüz sokaklara dökülmüştür.
Geçtiğimiz son 13 yıl, iktidarların, serbest piyasa
ekonomisi, transformasyon, paket açma ve özelleştirme masalları ile
geçti. “Serbest piyasa ekonomisi” dediler, vahşi kapitalizmi
doğurdular. Bankerlik, tefecilik, arazi ve arsa rantiyesi gözde
mesleklerden sayıldı. Memurun, emeklinin, Bağ–Kur’lunun,
işçinin, küçük esnafın, çiftçinin, köylünün, şoför
esnafının ekonomideki payları azaldıkça azaldı.
“Transformasyon dediler” çalışmadan, üretmeden köşe dönmecilik
teşvik edildi. Banka dolandırmak, hayali ihracatçılık gözde
kazanç yolları haline geldi. Ahlaki çöküşte, gerçekten transformasyon
yaşandı. “Özelleştirme” dediler, bir arpa boyu yol
alamadılar. KİT’leri, yandaşlarına peşkeş
çektiler. Özelleştirme ilanlarıyla, birkısım basın
ihya edilerek, âdeta, besleme basın türetildi.
Son 13 yılın iktidarları, bütçeleri, malî disiplinden
uzaklaşarak yapmışlardır. Şöyle ki, kamu kaynakları,
“bütçede birlik” ilkesine aykırı olarak, fonlara, döner sermayeli
kuruluşlara, kamusal dernek ve kamusal vakıflara peşkeş
çekilmiştir. Yine, bütçenin transfer tertiplerine konulan bazı
ödenekler, tamamen siyasî amaçlar için kullanılmıştır. Bunun
en çarpıcı örneği ise, mahallî idarelere ayrılan
yardım ödeneğinin dağıtımında
yaşanmaktadır. Özellikle 1994-1995 yıllarında, iktidara
mensup belediyeler yardım alırken, muhalefete mensup belediyeler, bu
yolla âdeta cezalandırılmışlardır.
Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri;
konuşmamın bu bölümünde, kamu giderleri üzerinde durmak istiyorum.
Özellikle de kamu kaynak savurganlığına değineceğim.
Devlet bugün iflas halindedir. Borçlarını, yeni borçlarla
ödüyor. Borçlanırken, yüksek faizlerle, bir yandan rant kesimine önemli
kaynak transfer ederken, diğer yandan da, bu faizlerden vergi almayarak,
vergi adaletini ortadan kaldırıyor.
Devlet, niçin iflasın içindedir? Bütçede birlik yok; genel bütçe,
katma bütçe, fon bütçeleri, döner sermayeler, kamusal vakıf, dernek ve
birlik bütçeleri, bağımsız kuruluşlar bütçeleri...
Devlet, bugün, hesabını kitabını bilmiyor. Bu bir
kaynak savurganlığıdır. Her kurum ve kuruluş
ayrılan fonları çarçur etmektedir. Söz gelimi, makam aracı
saltanatı; lojman ve sosyal tesisler saltanatı; oda döşeme,
demirbaş, mefruşat saltanatı; müşavir, özel
danışman, personel saltanatı. Her gelen hükümet tasarruf
genelgeleri, yayımlar; bu genelgelerle, başta bakanlar olmak üzere,
her kademedeki görevlilerce takibi istenir. Ne yazık ki, bu genelgeleri,
önce, bakanlarımız deler.
İşte, devletin araba saltanatının içyüzü: Kamyon 46
432, kamyonet 32 130, otobüs 18 982, minibüs 19 148, otomobil 53 895,
diğer araçlar 9 180. Toplam 188 057 aracın devlete yıllık
maliyeti ise, tam 120 trilyon Türk Lirasıdır.
Araba saltanatını, önce, siz ortadan
kaldırmalısınız; 80 milyonluk Almanya’da, resmî
plakalı araba sayısı sadece 149, İsveç’te sadece 33, eski
Yugoslavya’da 400, Japonya’da ise sadece 29.
Diğer taraftan, kamu kaynakları, makam odalarına, lüks
döşeme, demirbaş ve mefruşatların alımında
kullanılmaktadır. Televizyon, klima, buzdolabı, mobil
telefonların alımı, kesinlikle yasaklanmalıdır.
1996 Malî Yılı Bütçe Yasa Tasarısı, 3 katrilyon 511
trilyon olarak bağlandı. Gelir hedefi, 2 katrilyon 650 milyar, bütçe
açığı -sözde- 861 trilyon, oysa, en azından 1,2 katrilyon
açıkla kapanacaktır.
Faiz ödemeleri, 1 katrilyon 435 trilyon; yani, bu sene, her 100
liranın 51 lirasını faiz olarak ödeyeceğiz. Personel gideri
910 trilyon, faiz giderleriyle personel giderlerinin toplamı 2 katrilyon
255 trilyon, bu ise, 1996 yılı giderlerinin yüzde 85’ine
eşittir. Bunun manası, devletin kazandığı her 100
liranın 85 lira 10 kuruşu, faiz ve maaşlara gidecektir.
Bütçeden geriye ne kaldı; her 100 liradan 7,5 lira kaldı.
Biter mi bu para; bozdurup bozdurup harcayın... İsterseniz,
Sayın Tansu Çiller gibi, vatandaşa iki anahtar verin, isterseniz
çağ atlayın; hatta, isterseniz ortadireği bir daha
kurtarın. (RP sıralarından alkışlar) Para
kalırsa, yeni barajlar yaptırın, otobanlar yaptırın,
yeni yeni fabrikalar kurun. Rakamların diliyle, 1996 Malî Yılı
Bütçe Kanunu Tasarısı, ANAP-DYP-DSP çekinser Koalisyonu Hükümetinin
tam bir iflas belgesidir.
Devlet, 1996 yılında 1 katrilyon 973 trilyon vergi hedefliyor,
faiz ve personel giderleri, gelirlerden 282 trilyon daha fazladır. Son
elli yılda açılan sekiz tane paket de bir çözüm olmadı. Yeni
yeni problemleri beraberinde getirdi sekiz paket; her paket
açılışında devalüasyon yapıldı, maaşlar
donduruldu, faizler artırıldı, yeni vergiler konuldu. Son
yarım asırda açılan sekiz tane paket, vergi, zam, faiz olarak
vatandaşın kanını, canını emdi, sermayeye
pompaladı.
Sayenizde, Türkiye’de, her 7 kişiden 1’i yoksulluk içerisinde
kıvranıyor. Devlet Planlama Teşkilatı uzmanlarınca
yapılan araştırmaya göre, 62 milyonluk ülkemizde, 19 milyon
insanımız, yani her 100 kişiden 14 kişi, geçmişte,
ANAP, DYP, sol iktidarlarca, günümüzde ise ANAP-DYP
azınlığının DSP çekinserliğiyle, yoksulluğa,
sefalete ve açlığa mahkûm edildi. Bunlardan bir
kısmının aylık geliri sadece 3,5 milyon liradır;
diğer bir kısmı ise, çöplüklerde ekmek ve yemek
artığı topluyor.
Enflasyonuyla, faizi, rantiyeleriyle; işsizi, yoksuluyla; çiftçisi,
köylüsü, memuru, emeklisiyle; Bağ-Kur’lusu, SSK’lısıyla;
rüşveti, yolsuzluğu, terörüyle; vergileriniz ve
zamlarınızla eseriniz ortadadır; bu eserinizle, istediğiniz
kadar övünebilirsiniz. (RP sıralarından alkışlar)
Kişi başına düşen millî gelirde, 40 bin dolarla bir
Lüksemburg, 38 bin dolarla bir İsviçre, 26 bin dolarla bir ABD
olmanız, bu kafayla mümkün olmadı; olması da
imkânsızdır. Ancak, son onüç yıldan bu yana, 8 bin dolarla bir
Yunanistan, 7 bin 500 dolarla bir Arjantin, 3 bin dolarla bir Brezilya bile
olamadınız; bunu da beceremediniz; becermeniz de mümkün değildir
zaten.
Gelen iktidarlar, son onüç yılda, yeni vergi koymakta, zam üzerine
zam yapmakta, faizcilikte usta olduklarını göstermişlerdir.
Mutfaklardaki tüpgaz bitmeden, tüpgaza yeni zam geliyor; traktörün deposundaki
mazot, arabanın deposundaki benzin bitmeden, akaryakıta zam
yapıyorsunuz. Zam yapmakta tam bir üstatsınız.Başbakan da
belirttiler, 1996 bütçesi, hizmet, mesuliyet, umut bütçesi değil, faiz
bütçesidir. Bütçe, esneklikten uzak, katı ve yetersizdir. Bu bir bütçe
değil, ödeme takvimidir. Borçlanma ve faiz, Hükümetin tek çıkar yolu
olmuştur. Bu bütçede alınterine, nasırlı ele, fikir
emekçisine hayat yoktur. Bu bütçede gelir dağılımı rantiye
kesiminin lehine gelişmiştir. Bütçe, rantiye kesime servet üzerine
servet kazandıracaktır. Bütçede istikrar yok, eşitlik yok, verim
yok, üretim yoktur. Bütçenin sağlam geliri yok, denk bir bütçe
değildir. Bu bütçe, samimiyetten uzak, güven vermeyen, gerçek kaynaklara
dayanmayan bir bütçedir. Bu bütçe, ithalata ve tüketime
dayandığı için, azınlık iktidarının iflas
belgesidir. Bütçe, borcu borçla ödeme ilkesine
dayandırılmış, faizi daha da arttıracak, iç ve
dışborçlarda patlamaya neden olacaktır. 1996 bütçesiyle
sıcak para akışı hızlandırılacak,
yabancı sermayenin sömürüsü daha da artacaktır.
Özelleştirme dediniz, KİT’leri yandaşlarınıza
peşkeş çektiniz. 1996 bütçesiyle, peşkeş çekmeyi daha da
artıracaksınız.
Bu bütçe, denge bütçesi olamaz. Bu bütçeyle 62 milyondan toplanan
vergiler, 7-8 bin mutlu azınlık aileye dağıtılacak,
dengesiz, kaynaksız bir bütçedir.
Bütçe, üretimi teşvik edici, istihdamı ve verimliliği
arttırıcı özelliğe sahip değildir. Üstelik, kayıt
dışı ekonomiyi teşvik edicidir. “Borç alan emir alır”
ilkesiyle, bu bütçeyle, IMF’den emir almaya devam edeceğiz demektir. Bu
bütçe, hiçbir gelecek vaat etmeyen, umutları boşa çıkaracak, ipotekli
bir bütçedir.
BAŞKAN – Sayın Dikici, 1 dakikanız var efendim.
HASAN DİKİCİ (Devamla) – Toparlıyorum efendim.
Millet iradesinden yoksun, güven vermeyen, hakkın,
haklının, adaletin, halkın bütçesi değildir. Bu bütçe,
1983’ten beri, 13 yıldır, milletimizi fakirleştiren, ANAP,
DYP-CHP, DYP-SHP İktidarları bütçelerinin kötü bir
kopyasıdır. Bu bütçe, adı üstünde, ANAP-DYP Azınlık
Hükümetinin DSP’li çekinser bütçesidir. Bu bütçede; emek yok, insan yok,
sağlık yok, eğitim yok, köylü yok, emekli yok, dul yok, yetim
yok; Bağ-Kur’lu, SSK’lı yok, işsize iş yok, ekmek yok. Bu
bütçe, rant gelirlerini vergilendirmeyen, iç ve dışborçların
patlayacağı bir bütçedir. Bu bütçe, sosyal barışı
temin etmekten uzaktır; işçi-işveren, devlet-millet
kaynaşmasını temin edemeyecektir...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HASAN DİKİCİ (Devamla) - Toparlıyorum Sayın
Başkan.
BAŞKAN – Tamam efendim, size ek süre veriyorum.
HASAN DİKİCİ (Devamla) – Teşekkür ediyorum.
Bu bütçeyle, çiftçi, tarlasına, yine tohum ekemeyecek, tarlasına
gübre alamayacak, toprağını işlemeyecek, mazot bulamayacak,
karasabana tekrar dönecektir.
Bu bütçede, günlerce sokaklara dökülen öğretmen, öğrenci,
memur ve bunların problemlerine çözüm yok.
Millet olarak, bugüne kadar, denge bütçesine, restorasyon bütçesine,
enkaz bütçesine, ortadirek bütçesine, iki anahtar bütçesine, saadet zincirini
kıran bütçeye, çağ atlama bütçelerine şahit olduk; 1996
bütçesiyle de, iflas bütçesine şahit olmaktayız. (RP
sıralarından alkışlar)
Konuşmamın sonunda, Sayın Bakanımıza
teşekkür etmek istiyorum. Sayın Bakanımız, bütçe sunuş
konuşmalarında, aynen “Kahramanmaraş ilimiz, gerçekten, bir
sanayi patlaması yapmış ve bugün, Kahramanmaraş’tan,
dünyanın dört bir tarafına ihracat yapılmaktadır” dediler;
doğrudur. Kahramanmaraş’ı bugünkü noktaya getiren
işadamlarına, en kalbî şükranlarımı sunuyorum; ancak,
buradan, yetkililere de şunları duyuruyorum :
Kahramanmaraş’ta sanayi gelişiyor, enerji yok; bunun acilen
çözümü gerekmektedir.
Kahramanmaraş’ta tekstil gelişiyor; tekstil laboratuvarına
büyük bir ihtiyaç vardır; bu ihtiyacın derhal
karşılanması lazımdır.
Kahramanmaraş’ta sanayi gelişiyor; Merkez Bankası
şubesinin açılması lazımdır.
Kahramanmaraş’ta sanayi gelişmiş; maalesef,
ulaşımda darboğaz meydana gelmiştir; bitirilen havaalanı,
bir türlü hizmete açılamamıştır.
Günümüzde, hadim devlet anlayışının hayata
geçirilmesi için, yatırımların hızlandırılarak
ekonomik kalkınmanın gerçekleştirilmesi şarttır.
İşsizliğin önlenerek, tam istihdamın sağlanması
şarttır. Gelir dağılımındaki bozukluğun
giderilerek, âdil gelir bölüşümünün temin edilmesi şarttır.
Enflasyonun indirilerek, fiyat istikrarının sağlanması
gerekmektedir. “Ekonomik istikrar” olarak adlandırılan bu dengelerin
tutturulması, siyasî istikrarın da önşartıdır. Söz
konusu bu dengelerin tutturulamaması, sosyal huzursuzlukları da
artıracaktır. Ekonomik istikrarın temini için, en başta,
malî istikrarın sağlanması gerekmektedir. Malî istikrarın
temini için, süratle gelir - gider ve bütçe sistemlerinde köklü
değişiklikler yapılmalıdır.
1996 bütçesinin memleketimize, milletimize, Meclisimize, bakanlık
ve dairelerimize, yüce milletimize hayırlı olmasını
Cenab-ı Haktan niyaz ediyor, Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (RP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Hasan Dikici.
Sayın milletvekilleri, 1996 Malî Yılı Genel ve Katma
Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarılarının tümü üzerindeki
müzakereler bitmiştir.
III. –
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1. – Antalya Milletvekili Deniz
Baykal’ın, Başbakan Mesut Yılmaz’ın şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
BAŞKAN – Bu arada, Antalya Milletvekili Sayın Deniz Baykal,
gönderdiği bir pusulayla, Sayın Başbakanın
yaptığı konuşmada “geçen dönem, dış
ilişkilerimizle ilgili siyaseti, doğrudan, Dışişleri
Bakanlığı bürokratları belirlerdi” şeklinde görüş
belirttiği, kendisinin, Dışişleri Bakanlığı
döneminde böyle bir yöntemin soz konusu olmadığı,
dolayısıyla şahsına
sataşıldığını ileri sürmüştür.
Ancak, burada, herhangi bir kişi kastedilmemiştir. Zaten,
Sayın Başbakan da, geçmişte, Dışişleri
Bakanlığı yaptı.
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Hayır, hayır...
BAŞKAN – Ama, çok ısrar ediyorsanız, size, yeni bir
sataşmaya meydan vermemek ve münhasıran, sataşma konusuyla
ilgili olarak çok kısa söz veriyorum.
Buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sayın Başkan, Sayın
Başbakanın yaptığı cevap konuşmasında
mutlaka değinilmesi gereken bir konuyla ilgili açıklama
fırsatını bana sağladığınız için size
yürekten teşekkür ediyorum.
Talep ettiğim konuya girmeden önce, izninizle, Sayın
Başbakanın, yargı reformuyla ilgili
çalışmalarımıza dönük merakını, şu iki
hazırlığımızı kendisine göndererek telafi etmek
istiyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın
Başbakanın, cevap konuşmasında, genellikle, benimle bir
diyalog haline girmiş olmasından hiçbir şikâyetim yok. Öyle
anlaşılıyor ki, Sayın Başbakan, Koalisyon
ortağına yöneltemediği duygularını,
düşüncelerini, benim sırtımdan ona iletmeye
çalışıyor. (CHP ve RP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Efendim,
yalnız sataşma konusuyla ilgili... Rica ediyorum.
Dışişlerindeki siyaseti bürokrat mı belirliyordu; siz,
Bakan olarak mı belirliyordunuz?
Rica ediyorum... Yeni bir sataşmaya meydan vermeyin.
Buyurun. (ANAP sıralarından “Bravo Başkan” sesleri)
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Sayın Başkan, bu genel konuyu
bir yana bırakıyorum.
Sayın Başbakan, fevkalade önem taşıması gereken
bir açıklama yaptı. Dedi ki “Kardak Kriziyle ilgili olarak, geçen
hükümete yönelik ciddî bir eleştirim var. Ne yazık ki, geçen
hükümetle, Dışişleri bürokratları arasındaki
ilişki, iyi kurulmamıştır. Bu ilişkiye yönelik
eleştirim var.”
Değerli arkadaşlarım, Sayın Başbakan, geçen
dönemde, Kardak Kriziyle ilgili olarak, Dışişleri
Bakanlığı teknokratlarıyla, bürokratlarıyla, hükümet
arasındaki ilişkinin iyi kurulmadığına ilişkin
istihbaratı nereden yaptı bilemiyorum. O hükümette görev
almış, üstelik de, o konuyla ilgili, sorumlu bir görev
almış bir eski hükümet üyesi olarak, benim, böyle bir şikâyetim
yok. O dönemde Başbakan olarak görev yapmış Sayın Tansu
Çİller’in bir şikâyeti var mı bilmiyorum...
Sayın Başbakan, Kardak Kriziyle ilgili olarak “geçen hükümet
döneminde, Dışişleri memurlarıyla Hükümet arasında
ilişki iyi kurulmamıştı” derken, herhalde, diplomatik bir
üslupla, Kardak konusunda “sizi, memurlar aldattı” demeye getiriyor. Eğer,
böyleyse, bu çok önemli... Yani, Kardak sorunuyla ilgili olarak Türkiye’nin
izlediği politikayı, şimdi, Sayın Başbakan
sırtından atmak istiyorsa, o politikadan kopmak istiyorsa, o
politikayı reddetmek istiyorsa, doğrudan bilgi sahibi
olamayacağı bir konuyla ilgili iddianın arkasına
saklanmasın. (CHP sıralarından alkışlar) Açıktan,
çıksın, desin ki “geçen hükümet döneminde, Kardak konusunda izlenen
politikayı, biz yanlış buluyoruz.”
Efendim, memurlar politikacıları aldattı... Bizim böyle
bir şikâyetimiz yok Sayın Yılmaz... Memurlar beni
aldatmadı; Sayın Çiller’i aldattı mı bilmiyorum. Biz
aldanmadık diye düşünüyoruz. O, izlenen politikanın
sorumluluğunun tümünü de biz üstümüze alıyoruz.
Bir Başbakana, daha önceki hükümet döneminde görev yapmış
bürokratlar hakkında Meclis kürsüsünde şikâyet etmek
yakışmıyor. O dönemle ilgili bir şikâyetiniz varsa,
muhatabınız benim Sayın Başbakan; hesabı benden sorun.
(CHP ve RP sıralarından alkışlar) O dönemde izlenen
dışpolitikayla ilgili bir rahatsızlığınız,
tedirginliğiniz varsa, onun tartışmasını, gelin,
burada, benimle yapın. O dönemde bizimle çalışmış
bürokratları suçlayarak, o suçlamayı bize kabul
ettirebileceğinizi, kesin, aklınızdan geçirmeyin; kabul
ettiremezsiniz. (CHP sıralarından alkışlar) Biz, doğru
politikayı izledi diye biliyoruz. Türkiye’yi. O politikaya, tümüyle sahip
çıkıyoruz.
Şimdi, sizin içine girdiğiniz yeni koşullar
karşısında...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Baykal, lütfen son cümlenizi söyler misiniz...
(CHP sıralarından “Devam etsin” sesleri)
Efendim, rica ediyorum; 5 dakikalık süre verdik; ne demek
efendim...
Lütfen, son cümlenizi söyler misiniz.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, geçen
dönemde izlenen politika, Hükümetin sorumluluğu altında
izlenmiştir. O dönemde görev yapan Dışişleri
memurları, çok saygıdeğer, çok güzel görev
yapmışlardır. Seçenekleriyle, durumu bütün
ayrıntılarıyla siyasî kadroya sunmuşlardır.
O dönemde alınan kararların tüm sorumluluğu, o dönemin
siyasal kadrosunun omuzundadır. O kadronun bir üyesi olarak da, ben, o
sorumluluğu, eğer Sayın Çiller vazgeçtiyse, tek başıma
taşımaya hazırım; ama, Sayın Başbakan, burada,
memurlardan şikayet etmesin, yakışmıyor bir Başbakana.
NABİ POYRAZ (Ordu) – Sana yakışmıyor.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Eğer politikayı
değiştirecekse, açıkça politikayı değiştirsin.
Kardak konusunda yanlış yaptığımız
kanısındaysa, o iddiasını getirsin, burada, onu
tartışalım.
Kardak konusunda hiçbir yanlış
yapılmamıştır. Kardak konusunda Türkiye, uzun bir siyasî
geçmişte sergilenmemiş bir kararlılıkla, ulusal
yararlarını, uluslararası hukukun öngördüğü bir çerçeve
içerisinde takip etmiştir. Bundan, biz, pişmanlık duymuyoruz,
bizden sonra görev almış Sayın Başbakan bir
pişmanlık içerisindeyse, o pişmanlığını
bizimle tartışarak telafi etmeye çalışsın.
Çok teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Baykal.
II. – KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN
DİĞER
İŞLER (Devam)
1. – 1996 Malî Yılı Bütçe
Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/285) (S.
Sayısı : 1) (Devam)
2. – Katma Bütçeli İdareler 1996
Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (1/286)(S. Sayısı : 2) (Devam)
Sayın milletvekilleri, şimdi 1996 malî yılı genel ve
katma bütçe kanunu tasarılarının maddelerine geçilmesi hususunu
oylarınıza sunacağım. Yalnız, bu tasarıların
oya sunulma biçimiyle ilgili olarak bir açık oylama isteği
vardır. Önergeyi okuttuktan sonra önerge sahiplerini arayacağım.
Yalnız, verilen önergede bir eksiklik var, “bütçe kanunu”
demişsiniz. Bütçede, hem genel bütçe kanun tasarılarının
maddelerine geçilmesiyle ilgili oylama yapılacak hem katma bütçe kanun
tasarılarının maddelerine geçilmesiyle ilgili oylama
yapılacak. Şimdi, böyle olunca, bu önergeyi genel bütçe için mi kabul
edelim, katma bütçe için mi kabul edelim, o belli değil.
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Şu anda müzakere ettiğimizi.
BAŞKAN – Efendim, şu anda, iki kanun
tasarısının müzakeresini yapıyoruz. Birisi genel bütçe,
diğeri katma bütçe. Siz, bir önerge vermişsiniz, bütçe
oylamasının açık oylama şeklinde yapılması
diye...
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Genel bütçe, genel bütçe...
BAŞKAN – Peki efendim.
Şimdi, önergeyi okutup, imza sahiplerini arayacağım:
Sayın Başkan
Bütçenin maddelerine geçiş oylamasının açık oyla
yapılmasını saygılarımızla arz ederiz.
BAŞKAN – Şimdi, önergede imzası bulunan sayın
milletvekillerinin salonda bulunup bulunmadıklarını
arayacağım.
Şevket Kazan?.. Burada.
Kemal Albayrak?.. Burada.
Ömer Ekinci?.. Burada.
Abdulkadir Öncel?.. Burada.
Ahmet Tekdal?.. Burada.
Veysel Candan?.. Burada.
Zülfikâr Gazi?.. Burada.
Ramazan Yenidede?.. Burada.
Şeref Malkoç?.. Burada.
Zülfükar İzol?.. Burada.
Mehmet Emin Aydın?.. Burada.
Memduh Büyükkılıç?.. Burada.
Mehmet Salih Katırcıoğlu?.. Burada.
Fethi Acar?.. Burada.
Nurettin Kaldırımcı?.. Burada.
Abdullah Örnek?.. Burada.
Osman Hazer?.. Burada.
M. Sıddık Altay?.. Burada.
Sacit Günbey?.. Burada.
Ahmet Çelik?.. Burada.
Ömer Naimi Barım?.. Burada.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, açıkoylama talebinde
bulunan milletvekili sayısı 15’i aştığı için,
oylama, açıkoylama şeklinde yapılacaktır.
Biliyorsunuz, açıkoylama, daha önceki uygulamalarımızda;
bir, kupaların sıralar arasında
dolaştırılması suretiyle; bir, adı okunan
milletvekilinin ayağa kalkarak “kabul”, “ret”, “çekinser” diyerek oyunu
belirtmesi şeklinde; bir de, kürsüye konulan kupaya, adı okunan
milletvekilinin oy pusulasını atması şeklinde
yapılıyordu.
Şimdi, açıkoylamanın, kupaların sıralar
arasında dolaştırılması suretiyle yapılması
hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Açıkoylamanın, kupaların sıralar arasında
dolaştırılması suretiyle yapılması kabul
edilmiştir.
1. – 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının
maddelerine geçilmesinin açık oylaması :
Oy kupaları sıralar arasında
dolaştırılsın.
(Oyların toplanmasına başlandı)
BAŞKAN - Efendim, bu oylamanın arkasından, katma bütçeli
idarelerle ilgili oylamayı yapacağız. O oylama, işarî
oylama şeklinde yapılacaktır; onun için, arkadaşların,
bu oylamayla ilgili oylarını kullandıktan sonra salondan
ayrılmamalarını rica ediyorum.
(Oyların toplanmasına devam edildi)
BAŞKAN – Salonda olup da 1996 Mali Yılı Bütçe Kanunu
Tasarısı üzerinde oyunu kullanmayan arkadaşlarımız
varsa, kupalar kürsüde, lütfen, oylarını kullansınlar;
kupaları kaldıracağız efendim...
Arkadaşlarımız lütfen yerlerine otursunlar; diğer
bütçenin oylamasını işaret oyuyla yapacağız efendim...
2. – Sayın milletvekilleri, Katma Bütçeli İdareler 1996 Malî
Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Şimdi, diğer bütçe için oylarını kullanmayan
arkadaşlarımız lütfen oylarını kullansınlar...
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Sayın Başkan,
kullandıramazsınız efendim. Birinci oylama bitmişti, ondan
sonra ikinci oylamaya geçtiniz. Şu anda birinci oylama devam etmiyor...
BAŞKAN – Efendim, birinci oylamaya ait oy kupalarını daha
kaldırmadık...
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Ama, efendim, o bitti; ondan sonra ikinci
oylamayı yaptınız. ..
BAŞKAN – Hayır, daha kaldırmadık efendim; lütfen...
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Kaldıracaksınız efendim.
BAŞKAN – Evet, kaldıracağız efendim.
Arkadaşlar, salonda olup da oyunu kullanmayan
arkadaşımız var mı ? Yok.
Oylama işlemi bitmiştir; kupalar kaldırılsın.
( Oyların
ayırımı yapıldı)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 1996 Malî Yılı Bütçe
Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesine dair yapılan açık
oylamaya 444 sayın milletvekili katılmış; 232 kabul, 187
ret, 19 çekinser, 5 geçersiz ve 1 mükerrer oy
kullanılmıştır. Böylece, 1996 Malî Yılı Bütçe
Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesi kabul edilmiştir.
Ayrıca, 1996 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe
Kanunu Tasarısının da, -yapılan işaret
oylamasıyla- maddelerine geçilmesi
kabul edildiğinden, her iki bütçenin 1 inci maddelerini okutuyorum:
1996 MALÎ
YILI BÜTÇE KANUNU TASARISI
BİRİNCİ
KISIM
Genel
Hükümler
BİRİNCİ BÖLÜM
Gider, Gelir ve Denge
Gider Bütçesi
MADDE 1. – Genel Bütçeye giren dairelerin harcamaları için
bağlı (A) işaretli cetvelde gösterildiği üzere,
(3.558.506.822.000.000) liralık ödenek verilmiştir.
BAŞKAN – Katma bütçenin 1 inci maddesini okutuyorum:
KATMA
BÜTÇELİ İDARELER
1996 MALÎ
YILI BÜTÇE KANUNU TASARISI
BİRİNCİ
KISIM
Genel
Hükümler
Ödenekler, Öz Gelirler, Hazine
Yardımı
MADDE 1. – a) Katma bütçeli
idarelerin 1996 yılında yapacakları hizmetler için
(306.828.262.000.000) lira ödenek verilmiştir.
b) Katma bütçeli idarelerin 1996
yılı gelirleri (10.000.000.000.000) lirası öz gelir,
(233.658.212.000.000) lirası Hazine yardımı,
(63.170.050.000.000) lirası yükseköğretim kurumlarının cari
hizmet giderlerine yapılacak Devlet katkısı olmak üzere toplam
(306.828.262.000.000) lira olarak tahmin edilmiştir.
BAŞKAN – Okunmuş bulunan 1 inci maddeler kapsamına giren
kuruluşların 1996 malî yılı bütçelerinin görüşmelerine
yarınki birleşimde başlanacaktır.
Programa göre, kuruluşların bütçelerini görüşmek için, 18
Nisan 1996 Perşembe günü saat 10.00’da toplanmak üzere, birleşimi
kapatıyorum.
Kapanma
Saati: 20.48
IV. – SORULAR
VE CEVAPLAR
A)
YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1. – İstanbul Milletvekili Bülent
Akarcalı’nın, üniversiteye giriş sınavı
başvurusunda izdihama neden olan idareciler hakkında soruşturma
açılıp açılmayacağına ilişkin Başbakandan
sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Turhan Tayan’ın yazılı
cevabı (7/13)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Aşağıdaki sorumun Başbakan Sayın Tansu Çiller
tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını
saygılarımla arz ederim.
Bülent
Akarcalı
İstanbul
Liseden mezun adayların üniversiteye başvuru
formlarını teslim etmelerinde gençlerimize yaşatılan
perişanlığa hepimiz şahit olduk.
Bu duruma yol açan idareciler hakkında idarî
soruşturma açılacak mıdır?
T.C.
Millî
Eğitim Bakanlığı
Araştırma
Planlama ve Koordinasyon
Kurulu
Başkanlığı
Sayı :
B.08.0.APK.0.03.01.00-022/937 17.4.1996
Konu : Soru önergesi
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
İlgi : a) TBMM Kanunlar ve Kararlar Genel Müdürlüğünün
15.3.1996 tarih ve 7/13-48/162 sayılı yazısı.
b) Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Genel
Müdürlüğünün 19.3.1996 tarih ve KKG 106/89-1036 sayılı
yazısı.
İstanbul Milletvekili Sayın Bülent
Akarcalı’nın Sayın Başbakanımıza tevcih
ettiği ve kendileri adına tarafımdan
cevaplandırılmasını tensip ettikleri ilgi (a) yazı
ekindeki soru önergesi incelenmiştir.
Üniversiteye giriş isteminde yıldan yıla
artış olması, başvuruların alınmasında yeni
yöntemlerin uygulanmasını gerekli kılmaktadır. Bu
bağlamda daha önceki yıllarda mezun olan adayların başvuru
formlarını, ÖSYM İl
Sınav Yöneticiliklerine teslim etmeleri öngörülmüş; 1995-1996
öğretim yılında mezun olan öğrencilerin
formlarının ise, eskiden olduğu gibi okumakta oldukları
okul müdürlükleri tarafından teslim alınması uygulamasına
devam edilmiştir.
1995-1996 öğretim yılında mezun olan
adayların başvuruları sırasında herhangi bir sorun
meydana gelmemiştir. Ancak, önceki yıllarda mezun olan adayların
yeni uygulamaya intibakları bir ölçüde zor olmuş, başvuru
formlarının teslim edilmesi işini son güne
bırakmaları, ÖSYM İl Sınav Yöneticiliklerinde
kuyrukların oluşmasına neden olmuştur. Bu durum,
yalnız büyük illerde yaşanmış, diğer illerimizde
herhangi bir sorunla karşılaşılmamıştır.
Yukarıda açıklanan nedenlerle meydana gelen
sorunların çözülmesi için ÖSYM her türlü çabayı sarfetmiş ve
başvuru sırasında hiçbir aday mağdur duruma
düşmemiştir. Sorunların çözümünde yöneticiler özveriyle
çalışmışlar, tamiri mümkün olmayan bir olayın ortaya
çıkmasını önlemişlerdir.
1996 ÖSYS’ye başvuru sırasında meydana
gelen şikâyetlerle ilgili olarak yöneticilerin bir ihmalinin
bulunmadığı düşünüldüğünden haklarında
soruşturma açılmamıştır.
Arz ederim.
Turhan
Tayan
Millî
Eğitim Bakanı
2. –
İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın, 1994-1995
yıllarında maden fonundan verilen kredilere ilişkin
Başbakandan sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Hüsnü
Doğan’ın yazılı cevabı (7/196)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın
Başbakan Sayın Tansu Çiller tarafından yazılı olarak
cevaplandırılmasına delaletlerinizi arz ederim.
Saygılarımla.
Halit
Dumankaya
İstanbul
Soru : 1. 1994 ve 1995 yıllarında maden
fonundan kimlere kredi verilmiştir? Verilen kredinin miktarları
nedir, yüzde kaç faizle verilmiştir?
Soru : 2. Bağış şeklinde verilen
para var mıdır, varsa kimlere verilmiştir, miktarı nedir?
Soru : 3. Kredi verilmiş ise ihtilaflı
olanlar var mıdır, varsa kimlerle ihtilaf vardır?
Soru : 4. Kredi verilen tüzelkişi ise yönetim
kurulunda bulunan kişileri ve birinci derecede imza yetkileri kimlerdir?
T.C.
Enerji
ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı
Araştırma,
Planlama ve Koordinasyon
Kurulu
Başkanlığı
Sayı
: B.15.0.APK.0.23.300-417/5773 16.4.1996
Konu : Soru önergesi
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
İlgi : T.B.M.M.
Başkanlığının 15.2.1996 tarih ve
A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/196-278/506 sayılı yazısı.
b) Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Genel
Müdürlüğünün 19.3.1996 tarih ve B.02.0.KKG/106-258/1011 sayılı
yazısı.
İstanbul Milletvekili Sayın Halit
Dumankaya’nın Sayın Başbakana tevcih ettiği ve kendileri
adına tarafımdan cevaplandırılması tensip edilen 7/196
esas nolu yazılı soru önergesi ile ilgili bilgiler hazırlanarak
ekte sunulmuştur.
Bilgilerinize arz ederim.
Hüsnü
Doğan
Enerji
ve Tabiî Kaynaklar Bakanı
İstanbul Milletvekili Sayın Halit
Dumankaya’nın yazılı soru önergesi ve cevabı (7/196-278)
Soru : 1. 1994 ve 1995 yıllarında maden
fonundan kimlere kredi verilmiştir? Verilen kredinin miktarları
nedir, yüzde kaç faizle verilmiştir?
Cevap : 1994 yılında Madencilik Fonundan
kullandırılan krediler;
(Milyon
TL.)
Tahsis
Edilen Kullanılan Faiz Oranı
Sıra No. Firma Adı Kredi Miktarı Kredi Miktarı (%)
1 Gagat Mad. Tic. San. Ltd. Şti. 12 190 – 30,89
2 Gagat Mad. Tic. San. Ltd. Şti. 3 400 – 31,89
3 Soylu End. Min. Üret. ve Dış
Tic. A.Ş. 10 000 10 000 44,97
4 Akduman Mad. A.Ş. 540 270 37,88
5 Kutman Mad. A.Ş. 21 000 21 000 51,13
6 Ermad Mad. San. Tic. Ltd. Şti. 1 770 885 56,71
7 Demmer Mermer San. Tic. A.Ş. 19 850 7 000 61,52
8 Nurettin Soykan 10 000 – 66,32
9 Matel Hammadde San. Tic. A.Ş. 4 980 4 980 97,84
10 Gürbüz Mad. San. Tic. A.Ş. 3 600 3 600 83,66
11 Aydın Linyit Ltd. Şti. 20 000 20 000 97,84
12 Akdeniz Mineral Kay. A.Ş. 4 900 – 57,04
13 Soma Linyit A.Ş. 18
500 9 250 57,04
14 Madkim Ltd. Şti. 2 700 1 350 54,20
15 İkon İnş. Mad. Ltd.
Şti. 7
426 7 426 54,00
16 Çinkur A.Ş. 11
158 11 158 54,00
17 Gökler Mad. İnş. Tic. Ltd.
Şti. 1 480 1 470 51,86
18 Biga Mermer San. Ltd. Şti. 2 500 1 250 51,86
19 Kur-Tur Turizm San. Tic. A.Ş. 16 900 8 450 51,86
20 Modülmer Mer. San. Tic. A.Ş. 13 000 13 000 43,22
21 Ür-Pa Ürgüp Paz. Dış. Tic.
A.Ş. 6 000 6 000 51,86
TOPLAM 191 894 127 089
1995 yılında Madencilik Fonundan
kullandırılan krediler;
(Milyon
TL.)
Tahsis
Edilen Kullanılan Faiz Oranı
Sıra No. Firma Adı Kredi Miktarı Kredi Miktarı (%)
1 Soylu End. Min. Ür. Dış Tic.
A.Ş. 30 000 30 000 45,90
2 Matel Ham. Mad. San. ve Tic. A.Ş. 11 900 11 900 56,00
3 Mehmet Ali Karagöz 3 800 – 68,00
4 Magnezit A.Ş. 35
000 17 500 56,00
5 Ege Metal And. A.Ş. 44 900 44 900 60,00
6 Batı Söke Çim. San. Tic.
A.Ş. 7 900 7 900 50,00
7 Gürbüz Mad. San. Tic. A.Ş. 3 867 3 867 60,00
8 Ögel Mad. Tic. Ltd. Şti. 10 250 – 50,00
9 Polat Mad. San. ve Tic. A.Ş. 49 000 11 000 60,00
10 Çankırı Ben. San. ve Tic. A.Ş. 8 900 8 900 60,00
11 Minareciler Mad. San. Tic. Ltd.
Şti. 4 800 4 800 60,00
12 Er-Kılıç Mermer San.
A.Ş. 11
400 11 400 60,00
13 Comag Con. Mad. San. Tic. A.Ş. 25 000 12 500 60,00
(Milyon
TL.)
Tahsis
Edilen Kullanılan Faiz Oranı
Sıra No. Firma Adı Kredi Miktarı Kredi Miktarı (%)
14 Kale Mad. End. Ham. San. Tic.
A.Ş. 6 775 6 775 50,00
15 Çine Akmaden Mad. Tic. A.Ş. 24 500 8 500 60,00
16 Asmer Amasya Mer. San. Mad. Tic.
Ltd.
Şti. 7
900 – 60,00
17 Çalışkan Kardeşler
İnş. ve Tic. A.Ş. 23
000 7 000 60,00
18 Potaş Mot. Ar. Tic. ve San. Ltd.
Şti. 11 840 5 920 60,00
19 Gürbüz Mad. San. Tic. A.Ş. 3 500 3 500 60,00
20 Köseoğlu Mad. İnş. ve
San. Tic. A.Ş. 14 400 14 400 60,00
21 Eyüp Aydemir 2 000 1 000 60,00
22 Yol ve Yapı End. Taah. Tic. Ltd.
Şti. 18 800 9 400 60,00
23 Bemaş Beton Mam. ve
İnş. A.Ş. 23
390 11 695 60,00
24 Gürbüz Mad. San. Tic. A.Ş. 41 000 13 000 60,00
25 Osmanlı Mer. San. Tic. Ltd.
Şti. 3 350 3 350 60,00
TOPLAM 427 172 249 207
Soru : 2. Bağış şeklinde verilen para
var mıdır, varsa kimlere verilmiştir, miktarı nedir?
Cevap : Bağış şeklinde herhangi bir
ödeme yapılmamıştır.
Soru : 3. Kredi verilmiş ise ihtilaflı
olanlar var mıdır, varsa kimlerle ihtilaf vardır?
Cevap : 1994 ve 1995 yıllarında Madencilik
Fonundan kullandırılan kredilerden dolayı herhangi bir ihtilaf
yoktur. Firmalar ödemelerini zamanında yapmaktadır.
Soru : 4. Kredi verilen tüzelkişi ise yönetim
kurulunda bulunan kişileri ve birinci derecede imza yetkileri kimlerdir?
Cevap : 1994 ve 1995 yıllarında Madencilik
Fonundan kredi kullandırılan firmalar ve yönetim kurulu üyeleri
aşağıda verilmektedir. İlk sıradaki isimler birinci
derecede imza yetkisine sahiptir. Kredi tahsisi yapılmasına
rağmen, krediyi kullanmayan firmaların yönetim kurulu üyeleri listede
yer almaktadır.
1994 yılında Madencilik Fonundan kredi
kullandırılan firmalar ve yönetim kurulu üyeleri;
Firma Adı Yönetim Kurulu Üyeleri
Soylu End. Min. Üret. ve Dış Tic. A.Ş. Levent Soylu, Maurice Allegre,
Aşkın Altuğ, Adnan Al
Sultan
Mübarek, Henrı Glaude Sauzay, M. Sami
Hoşağası
Akduman Mad. A.Ş. Ekrem
Akduman, Ali Kurt, A. Haydar Özlüer
Kutman Mad. A.Ş. M.
Bekir Kutmangil, Yüksel Kutmangil, Neşe Doğan,
Fazlı
Kutmangil
Ermad Mad. San. Tic. Ltd. Şti. Enver Erdoğan, Şükran
Erdoğan, Murat Erdoğan,
Zeynep
Erdoğan
Demmer Mermer San. Tic. A.Ş. Şuayip Demirel, Ekrem
Demirel, Ahmet Demirel
Matel Hammadde San. Tic. A.Ş. Fikret Gökalp Dirilgen, Tuncay
Ürün, Münir Yıldırım
Gürbüz Mad. San. Tic. A.Ş. Mustafa Gürbüz, Oğuz Kaan Gürbüz, Zekeriya
Seyfioğlu
Firma Adı Yönetim Kurulu Üyeleri
Aydın Linyit Ltd. Şti. Erdoğan Atay, Alpaslan Güven, A.
Deniz Atay
Soma Linyit A.Ş. Alp
Gürkan, İsmet Kasapoğlu, İ. Hakkı Kalkavan
Madkim Ltd. Şti. M.
Atılgan Sökmen, Salih Özen
İkon İnş. Mad. Ltd. Şti. Cengiz Koca, Fatih
Genç, Mustafa Kaplanlıoğlu,
Fikret
Koca
Çinkur A.Ş. Aydın
Keskin, H. Turgut Gözübüyük, Ü. Haluk
Bayülken,
Sezgin Çubukçu, İlker Örgüt, Lütfü Bilici
Gökler Mad. İnş. Tic. Ltd. Şti. Ersin Gök, A. Semihi
Akdağ, C. Melih Akdağ
Biga Mermer San. Ltd. Şti. İsmet Dereli, M. Hayrettin Dereli, C.
Oğuz Dereli
Kur-Tur Turizm San. Tic. A.Ş. Kemal Tankal, Zafer Tankal,
Yunus Öğün
Modülmer Mer. San. Tic. A.Ş. Hasan Köse, Mehmet Köse, Hasan
Köse
Ür-Pa Ürgüp Paz. Dış. Tic. A.Ş. Rıfat Sakallı,
Şeref Özsan, Fatma Sakallı
1995
yılında Madencilik Fonundan kredi kullandırılan firmalar ve
yönetim kurulu üyeleri;
Firma Adı Yönetim Kurulu Üyeleri
Soylu End. Min. Ür. Dış Tic. A.Ş. Levent Soylu, Muarice Allegre,
Aşkın Altuğ, Adnan
Al
Sultan Mübarek, Henri Claude Sauzay, Mehmet
Sami
Hoşağası
Matel Ham. Mad. San. ve Tic. A.Ş. Fikret Gökalp Dirilgen, Tuncay Ürün,
Münir Yıldırım
Magnezit A.Ş. Hermann
Gareis, Jan Peter Massff, May Werner
Kattinger
Ege Metal End. A.Ş. A. J. Robert Caoukı, Seunq S.
Kim, H. Serbülent Bingöl,
Luopold
D. Caoukı, Bülent Kısakürek
Batı Söke Çim. San. Tic. A.Ş. Feyyaz İzmirlioğlu,
Şinasi Ertan, Tufan Ünal,
Eşref
Baltalı, Mustafa Özel
Gürbüz Mad. San. Tic. A.Ş. Mustafa Gürbüz, Oğuz Kaan Gürbüz, Zekeriya
Seyfioğlu
Polat Mad. San. ve Tic. A.Ş. Adnan Polat, Murat Polat,
İsmet Milor, Macit Özdoğan
Çankırı Ben. San. ve Tic. A.Ş. Hakkı Köse, Feride Köse,
Mustafa Maden
Minareciler Mad. San. Tic. Ltd. Şti. Halis Minareci, Kamuran Minareci
Er-Kılıç Mermer San. A.Ş. Kemal Kılıç,
İsmail Kılıç, Ayten Kılıç
Comag Con. Mad. San. Tic. A.Ş. A. Rana Yırcalı, Osman
Berkmen, Hamit Aydoğan
Kale Mad. End. Ham. San. Tic. A.Ş. Süleyman Caner, Hilmi Bodur, İlhami
Tezcan, Hasan
Sazcı,
Ahmet Parlak, M. Aykut Bulut, Tayfun Parpucu,
Hilmi
Şahin, Oktay T. Orhun
Çine Akmaden Mad. Tic. A.Ş. Selahattin Gökozan, Hüseyin Sever, Saffet Sever,
Ufuk
Sever, Hacer Sever
Çalışkan Kardeşler İnş. ve
Tic. A.Ş. Cemil Uğurlu,
Muhittin Uğurlu, İbrahim Uğurlu
Gürbüz Mad. San. Tic. A.Ş. Mustafa Gürbüz, Oğuz Kaan Gürbüz, Zekeriya
Seyfioğlu
Firma Adı Yönetim Kurulu Üyeleri
Köseoğlu Mad. İnş. ve San. Tic.
A.Ş. Musa Köse, İbrahim
Köse, Mehmet Köse
Yol ve Yapı End. Taah. Tic. Ltd. Şti. Ali Nuri Ülgezen, Adnan Uzal, Mehmet Uzal,
Reşat
Aydın,
Adem Aydın
Bemaş Beton Mam. ve İnş. A.Ş. Fatih Kalkır, Yavuz
Kalkır, Ferit Kalkır, Şükriye
Kalkır
Osmanlı Mermer San. Tic. Ltd. Şti. Saadettin Uysal, Mustafa Uysal, Musa
Uysal,
Seçkin
Uysal
3. –
İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın, Özelleştirme
İdaresi Başkanlığının 1995 yılı reklam
harcamalarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı
Rüşdü Saracoglu’nun yazılı cevabı (7/249)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın
Başbakan Sayın Tansu Çiller tarafından yazılı olarak
cevaplandırılmasına delaletlerinizi arz ederim.
Saygılarımla.
Halit
Dumankaya
İstanbul
Soru : 1. Özelleştirme İdaresi
Başkanlığının 1995 yılı reklam bütçesi 250
milyar liradır. Bu bütçeden revize yapılarak reklam bütçesi artırılmış
mıdır? 1995 yılı reklam harcamaları nedir?
Soru : 2. Reklam harcamaları hangi basın ve
medya kuruluşuna ne miktarda ödenmiştir? Aylara göre açıklar
mısınız?
Soru : 3. Danışmanık şirketlerine
veya kişilerine ne miktar para ödenmiştir? Sözleşmeleri devam
eden danışman şirketler hangileridir? Hangi iş için
sözleşme yapılmış ve ne miktar para ödenmiştir?
T.C.
Devlet
Bakanlığı
Sayı
: B.02.0.002/304 16.4.1996
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
İlgi : TBMM Başkanlığının
15.2.1996 gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/249-361/668 sayılı
yazısı.
İstanbul Milletvekili Sayın Halit
Dumankaya’nın Sayın Başbakanımıza tevcih ettiği
ilgi yazı ekinde alınan yazılı soru önergesinde yer alan
sorularla ilgili olarak hazırlanan cevap ekte sunulmuştur.
Bilgilerinizi ve gereğini arz ederim.
Dr.
Rüşdü Saracoglu
Devlet
Bakanı
T.C.
Başbakanlık
Özelleştirme
İdaresi Başkanlığı
Sayı
: B.02.1 ÖİB.0.65.00.00/2600 12.4.1996
Konu : Önerge
Devlet Bakanlığına
(Sayın Dr. Rüşdü Saracoglu)
İlgi : Devlet Bakanlığı Özel Kalem Müdürlüğünün
19.3.1996 gün ve 049 sayılı yazısı.
İstanbul Milletvekili Sayın Halit Dumankaya
tarafından Sayın Başbakan’a tevcih edilen 7/249-361 esas
sayılı yazılı soru önergesine verilen cevap
aşağıdadır.
Soru : 1. Özelleştirme İdaresi
Başkanlığının 1995 yılı reklam bütçesi 250
milyar liradır. Bu bütçeden revize yapılarak reklam bütçesi
artırılmış mıdır? 1995 yılı reklam
harcamaları nedir?
Cevap : 1. Özelleştirme İdaresi
Başkanlığının 1995 yılı reklam bütçesi 250
milyar TL. olarak belirlenmiş ve yıl sonuna kadar bu bütçede herhangi
bir revize yapılmamıştır.
1995 yılında genel reklam ve
tanıtım harcamaları için ayrıca, Dünya Bankasından
“Özelleştirme Uygulamaları Teknik Yardım ve Sosyal Güvenlik
Ağı Projesi” çerçevesinde özelleştirmenin tanıtımı
için sağlanan 5.1 milyon dolarlık kredinin 2.4 milyon dolarlık
(115.1 milyar) bölümü ile uluslararası kuruluşlardan sağlanan
hibenin 61 261 dolarlık (2.9 milyar TL.) bölümü
kullanılmıştır.
1995 yılı toplam ilan ve reklam
tanıtım harcamaları tutarı 261 milyar TL.’dir. Bu
tutarın 143 milyar TL.’lik bölümü İdare bütçesinden
karşılanmış, 118 milyar TL.’lik bölümü ise Dünya
Bankası kredisi ve uluslararası kuruluşlardan sağlanan
hibeden finanse edilmiştir.
Soru : 2. Reklam harcamaları hangi basın ve
medya kuruluşuna ne miktarda ödenmiştir? Aylara göre açıklar
mısınız?
Cevap : 2. İlan-Reklam harcamalarının
basın ve medya kuruluşları bazında dökümü
aşağıdaki tabloda gösterilmektedir.
Not :
Yazılı soruyla ilgili diğer bilgiler dosyasındadır.
4. –
İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın, Çay İşletmeleri
Genel Müdürlüğünün 1995 yılı reklam harcamalarına
ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Eyüp
Aşık’ın yazılı cevabı (7/252)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın
Başbakan Sayın Tansu Çiller tarafından yazılı olarak
cevaplandırılmasına delaletlerinizi arz ederim.
Saygılarımla.
Halit
Dumankaya
İstanbul
Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğünün 1995
yılı reklam bütçesi;
25 800 000 000,– TL.’dir;
Soru : 1. Bu bütçeden revize yapılarak reklam
bütçesi artırılmış mıdır? 1995 yılı
reklam harcamaları nedir?
Soru : 2. Reklam harcamaları hangi basın ve
medya kuruluşuna ne miktarda ödenmiştir? Aylara göre açıklar
mısınız?
Soru : 3. Danışmanık şirketlerine
veya kişilerine ne miktar para ödenmiştir? Sözleşmeleri devam
eden danışman şirketler hangileridir? Hangi iş için
sözleşme yapılmış ve ne miktar para ödenmiştir?
T.C.
Devlet
Bakanlığı
Sayı
: B.02.0.006/180 16.4.1996
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
İlgi : TBMM Başkanlığının
15.2.1996 gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/252-364/671 sayılı
yazısı.
İstanbul Milletvekili Sayın Halit Dumankaya
tarafından Sayın Başbakanımıza tevcih edilen,
Sayın Başbakanımızca da tarafımdan
cevaplandırılması uygun görülen Çay İşletmeleri Genel
Müdürlüğü ile ilgili yazılı soru önergesinin cevabı
ilişikte sunulmuştur.
Bilgilerinizi ve gereğini arz ederim.
Eyüp
Aşık
Devlet
Bakanı
İstanbul Milletvekili Sayın Halit
Dumankaya’nın ÇAYKUR Genel Müdürlüğü ile ilgili yazılı soru
önergesinin cevabıdır
Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğünün 1995
yılı reklam bütçesi; 25 800 000 000 TL. dır.
Soru : 1. Bu bütçeden revize yapılarak reklam
bütçesi artırılmış mıdır?
Cevap : 1. 1995 yılı itibariyle Çaykur’un
reklam ve tanıtım giderleri revize edilerek
artırılmamıştır.
Soru : 2. Reklam harcamaları hangi basın ve
medya kuruluşuna ne miktarda ödenmiştir?
Cevap : 2. Çay Kurumunca, 1995 yılında reklam
mahiyetinde hangi basın ve medya kuruluşuna ne miktarda ödeme
yapıldığına ilişkin tablolar ekte takdim
edilmiştir. (Ek : 1-6)
Soru : 3. Danışmanık şirketlerine
veya kişilerine ne miktar para ödenmiştir? Hangi iş için
sözleşme yapılmış ve ne miktar para ödenmiştir?
Cevap : 3. Kuruluşa danışmanlık
hizmeti veren kişi veya bir kuruluş yoktur.
Uygulanmakta olan piyasa koşulları
gereği olarak Kuruluşun reklam ve tanıtım hizmetleri vermek
üzere 30.8.1992 tarihinde Payajans A.Ş. ile sözleşme
akdedilmiştir.
Bu sözleşme 31.12.1995 tarihi itibariyle sona
ermiştir. Payajans’a reklam ve tanıtım hizmetlerinde (% 10)
hizmet payı ödenmiştir.
1995 yılında Payajans
aracılığı ile yaptırılan hizmetler ve ödenen
hizmet payı Ek : 3’de gösterilmiştir.
Arz ederim.
Not :
Yazılı soruyla ilgili diğer bilgiler dosyasındadır.
5. –
İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın, Tekel Genel
Müdürlüğünün 1995 yılı reklam harcamalarına ilişkin Başbakandan
sorusu ve Devlet Bakanı Eyüp Aşık’ın yazılı
cevabı (7/254)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın
Başbakan Sayın Tansu Çiller tarafından yazılı olarak
cevaplandırılmasına delaletlerinizi arz ederim.
Saygılarımla.
Halit
Dumankaya
İstanbul
TEKEL Genel Müdürlüğünün 1995 yılı
reklam bütçesi;
750 000 000 000 TL.’dir.
Soru : 1. Bu bütçeden revize yapılarak reklam
bütçesi artırılmış mıdır? 1995 yılı
reklam harcamaları nedir?
Soru : 2. Reklam harcamaları hangi basın ve
medya kuruluşuna ne miktarda ödenmiştir? Aylara göre açıklar
mısınız?
Soru : 3. Danışmanlık şirketlerine
veya kişilerine ne miktar para ödenmiştir? Sözleşmeleri devam
eden danışman şirketler hangileridir? Hangi iş için
sözleşme yapılmış ve ne miktar para ödenmiştir?
T.C.
Devlet
Bakanlığı
Sayı
: B.02.0.006/179 16.4.1996
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
İlgi : TBMM Kan. Kar. Dai.
Bşk.’lığı, Kan. Kar. Md.’nün 15.2.1996 tarih ve A.01.0.GNS.
0.10.00.02-7/254-366/673 sayılı yazısı.
İstanbul Milletvekili Sayın Halit Dumankaya
tarafından Sayın Başbakanımıza tevcih edilen,
Sayın Başbakanımızca da tarafımdan
cevaplandırılması uygun görülen TEKEL Genel Müdürlüğü ile
ilgili yazılı soru önergesinin cevabı ilişikte
sunulmuştur.
Bilgilerinizi ve gereğini arz ederim.
Eyüp
Aşık
Devlet
Bakanı
İstanbul Milletvekili Sayın Halit
Dumankaya’nın Tekel Genel Müdürlüğü ile ilgili yazılı soru
önergesinin cevabıdır
TEKEL Genel Müdürlüğünün 1995 yılı
reklam bütçesi : 750 000 000 000 TL.’dir.
Sorular :
1. Bu bütçeden revize yapılarak reklam bütçesi
artırılmış mıdır? 1995 yılı reklam
harcamaları nedir?
2. Reklam harcamaları hangi basın ve medya
kuruluşuna ne miktarda ödenmiştir?
3. Danışmanlık
şirketlerine veya kişilerine ne miktarda para ödenmiştir.
Sözleşmeleri devam eden danışman şirketler hangileridir?
Hangi iş için sözleşme yapılmış ve ne miktar para
ödenmiştir?
Cevaplar :
1. TEKEL Genel Müdürlüğünün 1995 yılı
reklam bütçesi 750 000 000 000 TL.’dir. Reklam bütçesi revize yapılarak
artırılmamıştır. Genel Müdürlüğün 1995 yılı
toplam reklam harcamaları toplamı 246 812 339 000 TL.’dir.
2. Genel Müdürlükçe reklam bedeli olarak 1995
yılında basın ve medya kuruluşlarına toplam 79 584 803
732 TL. ödenmiştir. Reklam bedeli ödenen basın ve medya
kuruluşlarının adı ile ödenen reklam tutarlarının
dağılımını aylar itibariyle gösterir listeler ekte
sunulmuştur. (Ek : 1 ‘4 Sahife’)
3. TEKEL Genel Müdürlüğünün anlaşmalı
bulunduğu Danışmanlık şirketi yoktur. Sadece Tekel
2001 sigarasının piyasaya çıkarılması
aşamasında, bu ürünün tanıtımı için, profesyonel bir
reklam ajansı olan Art Artistik Reklamcılık ve Tanıtım
Hizmetleri A.Ş.’ne imzalanan protokol çerçevesinde, Basın İlan
Kurumundan geçirilmek kaydıyla basın reklamları kampanyası
koordinasyon ve kontrol hizmetleri karşılığı 5 548 106
689 TL. anılan şirkete ödenmiştir.
Arz ederim.
Not :
Yazılı soruyla ilgili diğer bilgiler dosyasındadır.
6. –
İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın, Yalova-Termal’deki Türk
Hamamının bakım ihalesine ilişkin Başbakandan sorusu
ve Kültür Bakanı Agâh Oktay Güner’in yazılı cevabı (7/288)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın
Başbakan Sayın Tansu Çiller tarafından yazılı olarak
cevaplandırılmasına delaletlerinizi arz ederim. 1.2.1996
Saygılarımla.
Halit
Dumankaya
İstanbul
Soru : 1. Yalova Termal Tesislerinde bulunan Türk
Hamamının bakım ihalesi işini kim almıştır,
tenzilat nedir?
Soru : 2. Bu güne kadar ne kadar istihkak aldı?
İstihkak almayıp işletmeye fatura kesmiş ise
faturaların tarih numara ve miktarları nedir?
T.C.
Kültür
Bakanlığı
Araştırma,
Planlama ve Koordinasyon
Kurulu
Başkanlığı
Sayı :
B.16.0.APK.0.12.00.01.940-106 15.4.1996
Konu : Yazılı Soru önergesi
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
İlgi : a) Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığının 15.2.1996 tarihli ve
A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/288-438/841 sayılı yazısı.
b) Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Genel
Müdürlüğünün 19.3.1996 tarih ve B.02.0.KKG/106-131-11/1054
sayılı yazısı.
İstanbul Milletvekili Sayın Halit
Dumankaya’nın Sayın Başbakanımıza tevcih ettiği
ve tarafımdan cevaplandırılması istenilen yazılı
soru önergesinin cevabı aşağıdadır.
Yalova Termal Tesislerinde bulunan Türk
Hamamının (Sultan Banyo) bakım ihale işini Eliz Mühendislik
İnşaat Sanayi Limited Şirketi almıştır.
İlgili firma en düşük teklifi vermiştir.
Adı geçen firma teklif üzerinden işin bedeli
olan 8 792 900 000 TL. (KDV dahil) olarak istihkak almıştır.
Bilgilerinizi arz ederim.
Dr.
Agâh Oktay Güner
Kültür
Bakanı
7. –
İstanbul Milletvekili Algan Hacaloğlu’nun, çay ithalinde uygulanan
rejime ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Eyüp
Aşık’ın yazılı cevabı (7/290) 1.2.1996
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Çay ithalinde uygulanmakta olan rejim hakkında
aşağıdaki sorularımın Sayın Başbakan
tarafından yazılı olarak yanıtlanması için
gereğini saygılarımla arz ederim.
Algan
Hacaloğlu
İstanbul
Sorular :
1. 1.1.1996 tarihinde Gümrük Birliğine
girilmiş olması nedeniyle 31.12.1995 tarih ve 22510 mükerrer
sayılı Resmî Gazete’de yayınlanan İthalat Rejimi
Kararı çerçevesinde kuru çay ithalatında uygulamasına geçilen
CIF bedelin % 145’i düzeyinde gümrük vergili, fonsuz ithalat rejiminin, çay
tarım ve sanayiine getireceği sorunlar gereğince
incelenmiş, gerekli önlemler yeterince alınmış mıdır?
2. Doğu Karadeniz’de yüzbinlerce üreticimizin ve
milyonlarca yurttaşımızın tek geçim kaynağı olan
çay üretiminin ve pazarlanmasının olumsuz etkilenmemesi için ne türlü
önlem ve destek politikaları uygulamaya konmuştur? Bu kapsamda gümrük
oranının % 145’den daha yukarıya çekilmesi düşünülmekte
midir?
3. Son günlerde Samsun üzerinden Rusya’dan ithal edilen
standart dışı 165 ton dökme çay olayı da dikkate
alınarak, tüm dökme çay ithalatında TSE 4 600’ün eksiksiz olarak
dikkate alınması, standartlara uymayan çay ithalatına hiçbir
şekilde izin verilmemesi konularında gerekli önlemler ve yeterli
denetim mekanizmaları uygulamaya geçirilmiş midir?
4. 1996 yılı başından günümüze
yapılan paket ve dökme çay ithalatı miktarları ve CİF ithal
fiyatları nedir? İthalatın yapıldığı
tarihlerde yurt dışı kuru dökme çay ve paket çay Borsa
fiyatları hangi düzeydeydi?
T.C.
Devlet
Bakanlığı
Sayı
: B.02.0.006/183 16.4.1996
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
İlgi : TBMM Kan. Kar. Dai.
Bşk.’lığı, Kan. Kar. Md.’nün 15.2.1996 tarih ve A.01.0.GNS.
0.10.00.02-7/290-445/859 sayılı yazısı.
İstanbul Milletvekili Sayın Algan
Hacaloğlu tarafından Sayın Başbakanımıza tevcih
edilen, Sayın Başbakanımızca da tarafımdan
cevaplandırılması uygun görülen Çay İşletmeleri Genel
Müdürlüğü ile ilgili yazılı soru önergesinin cevabı
ilişikte sunulmuştur.
Bilgilerinizi ve gereğini arz ederim.
Eyüp
Aşık
Devlet
Bakanı
İstanbul Milletvekili Sayın Algan
Hacaloğlu’nun Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü ile ilgili
yazılı soru önergesinin cevabıdır
Soru : 1. 1.1.1996 tarihinde Gümrük Birliğine girilmiş
olması nedeniyle 31.12.1995 tarih ve 22510 mükerrer sayılı Resmî
Gazete’de yayınlanan İthalat Rejimi Kararı çerçevesinde kuru çay
ithalatında uygulamasına geçilen CIF bedelin % 145’i düzeyinde gümrük
vergili, fonsuz ithalat rejiminin, çay tarım ve sanayiine getireceği
sorunlar gereğince incelenmiş, gerekli önlemler yeterince
alınmış mıdır?
Cevap : 1. 1.1.1996 tarihinde Gümrük Birliğine
girilmesi nedeniyle çayda CIF bedel üzerinden % 10 Gümrük Vergisi ile 3 $/KG.
fonun kaldırılmasını müteakip, yerine % 145 Gümrük vergisi
konulmasıyla TSE 4 600’e uygun ithal edilecek 1 Kg. çay için baz
alınan değer minimum CIF 2.00 $/KG. olarak kabul edilmiştir.
Buna göre CIF 2.00 $/KG. çayın yurda girişi eski ithalat rejimine
göre 5,20 $/KG. dır. Yeni ithalat rejimine göre ise 4,90 $/KG. dir.
Buradan da anlaşılacağı üzere 1 Kg. çayın yurda
girişi günümüz kurlarına göre vergi dahil yaklaşık 350 000
TL. civarındadır. Bu çayın dökme olarak gelme ihtimali söz konusudur.
Paketli olarak piyasaya sürülmesi halinde ise bu fiyat daha yüksek rakamlara
ulaşacaktır. Bunun yanında millî üretimimiz olan çayın iç
piyasa paketli fiyatı ise 250 000 TL. civarındadır.
Soru : 2. Doğu Karadeniz’de yüzbinlerce
üreticimizin ve milyonlarca yurttaşımızın tek geçim
kaynağı olan çay üretiminin ve pazarlanmasının olumsuz
etkilenmemesi için ne türlü önlem ve destek politikaları uygulamaya
konmuştur? Bu kapsamda gümrük oranının % 145’den daha
yukarıya çekilmesi düşünülmekte midir?
Cevap : 2. Dökme ve paketli olarak yurt
dışından gelen çayların TSE 4 600 standardı
aranmaktadır. Bu standartdaki çayın ise 2.00 $/KG. den düşük
olması mümkün değildir. Bu hesapla ithalat rejimi ile alınacak %
145’lik Gümrük Vergisinin 1 Kg. çayda en az 4.90 $/KG. olacğı dikkate
alınarak bu fiyatın hiç de küçümsenmeyecek bir fiyat olduğu; iç
piyasa fiyatından yaklaşık 100 000 TL. daha yüksek olduğu
gözlenecektir. Uruguay Raund toplantısında alınan karar
gereğince gümrük oranının daha yukarı çekilmesi mümkün
olmamakla birlikte çok yakın bir zamanda TBMM’ne sunulacak olan Özel
Tüketim Vergileri konusunda çay için ilave koruyucu önlemleri almak mümkündür.
Soru : 3. Son günlerde Samsun üzerinden Rusya’dan ithal
edilen standart dışı 165 ton dökme çay olayı da dikkate
alınarak, tüm dökme çay ithalatında TSE 4 600’ün eksiksiz olarak
dikkate alınması, standartlara uymayan çay ithalatına hiçbir
şekilde izin verilmemesi konularında gerekli önlemler ve yeterli
denetim mekanizmaları uygulamaya geçirilmiş midir?
Cevap : 3. Gerek Rusya’dan ve gerekse başka ülkelerden
yurda girişi yapılan
çaylarda TSE 4 600 aranmaktadır. Bu konuda Gümrük Müdürlüklerine gelen
çaylar analiz için gerekli yerlere gönderilerek tahlil yapılmaktadır.
Kalitesiz ve sağlığa aykırı olarak yurda girişi
yapılmak istenen çaylara müsaade edilmemektedir. Bu anlayış
doğrultusunda Samsun deposundaki çaylar standartlara ve
sağlığa aykırı olduğu için
millileştirilmemiştir.
Soru : 4. 1996 yılı başından
günümüze yapılan paket ve dökme çay ithalatı miktarları ve CIF
ithal fiyatları nedir? İthalatın yapıldığı
tarihlerde yurt dışı kuru dökme çay ve paket çay Borsa
fiyatları hangi düzeydeydi?
Cevap : 4. Kuruluşumuz 1996 yılında çay
ithalatı yapmamıştır. TSE 4 600 normuna uygun çayların
Londra Borsasındaki fiyatları; çok kaliteli çaylar için 2,66 $/KG,
iyi kalitedeki çaylar için 2,14 $/KG, düşük kaliteli çaylar için de 1,66
$/KG. civarında seyretmektedir. Söz konusu çayların Türkiye’ye
gelmesi halinde ise yaklaşık 0,30 USD/KG nakliye ve sigorta
gerektirdiğinden CIF fiyatlar sırasıyla 2,96 USD/KG, 2,44
USD/KG. ve 1,96 USD/KG olacaktır.
Arz ederim.
8. – Rize
Milletvekili Ahmet Kabil’in, ÇAY-KUR Genel Müdürlüğünün borçlarına
ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Eyüp
Aşık’ın yazılı cevabı (7/300)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Çay
Kurumu Genel Müdürlüğünden sorumlu Devlet Bakanı Sayın Nafiz
Kurt tarafından yazılı cevaplandırılması için
gereğini saygılarımla arz ederim. 5.2.1996
Ahmet
Kabil
Rize
Çay Kurumu Genel Müdürlüğü son 4 yıldır
sorumsuz ve keyfî uygulamalar neticesi bugün hesaplarına haciz konan, kuru
çayı icra yolu ile yok pahasına belli kişilere peşkeş
çekilen bir noktaya getirilmiştir.
Zaman zaman gündem dışı
konuşmalarla ve bir çok soru önergesi ile Çaykur’un gidişi gündeme
getirildiysede kendi aralarında gayet uyumlu çalışan Sayın
Bakan ve Genel Müdür ikilisi bu ikazlara aldırmayıp, Çay Bölgesinin,
ekmek teknesi çay sektörünü batırmıştır.
Çay Kurumunu kurtarmak için alınacak tedbirlere
ışık tutacak öğrenmek istediklerim :
Soru : 1. a) 1.12.1995 tarihi itibarı ile Çay
Kurumunun hangi bankaya faizleri ile birlikte ne kadar borcu vardır.
b) Bu para hangi tarihte, ne kadar
alınmıştır.
c) Bankalara ödenen günlük faiz tutarı nedir?
Soru : 2. a) 30.1.1996 tarihi itibarı ile
müstahsile olan yaş çay bedeli borcu ne kadardır? Bu borç hangi
aylara aittir.
b) Müstahsilin bir kısmını Aralık
ayında, parti teşkilatından kart almak suretiyle, adaletsiz bir
şekilde Temmuz hatta Eylül-Ekim aylarına ait ne kadar para
ödenmiştir? Böyle bir uygulama doğru mudur?
Soru : 3. 30.12.1995 tarihi itibarı ile Çay Kurumunun
toplam borcu ne kadardır.
Soru : 4. Çay Kurumunun Ankara Elmadağ
Tesislerinde icra yolu ile hangi fiyatla ne kadar çay
satılmıştır?
Bu satışa çay Kurumu bayileri davet
edilmiş midir?
Bugün itibarı ile kuru çaya haciz var
mıdır? Çay kurumunun hesaplarına ve tesislerine icra devam
ediyor mu? Varsa hangi tesisler ne kadar icralıdır?
Soru : 5. 1994 Enflasyonu % 160 olmasına
rağmen 1995 ürününe % 100 fiyat verilmiş, müstahsil 1 yılda % 50
alım gücünden kaybetmiştir.
Bu yüksek enflasyon karşısında 1995 ürün
bedelleri bekletilmektedir. Artık bu para bitmiştir.
Müstahsilin alacakları ne zaman ödenecektir?
Soru : 6. Aralık 1995 te bilinmeyen bir sebeple
Çay Kurumu Fındıklı çay fabrikasandaki ambar
yangınında ne kadar kuru çay yanmıştır? Yanma sebebi
araştırılmış mıdır? Sorumlular hakkında
ne işlem yapılmıştır?
T.C.
Devlet
Bakanlığı
Sayı
: B.02.0.006/181 16.4.1996
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
İlgi : TBMM Kan. Kar. Dai.
Bşk.’lığı, Kan. Kar. Md.’nün 15.2.1996 tarih ve A.01.0.GNS.
0.10.00.02-7/300-474/937 sayılı yazısı.
Rize Milletvekili Sayın Ahmet Kabil
tarafından Sayın Başbakanımıza tevcih edilen,
Sayın Başbakanımızca da tarafımdan
cevaplandırılması uygun görülen Çay İşletmeleri Genel
Müdürlüğü ile ilgili yazılı soru önergesinin cevabı
ilişikte sunulmuştur.
Bilgilerinizi ve gereğini arz ederim.
Eyüp
Aşık
Devlet
Bakanı
İstanbul Milletvekili Sayın Ahmet Kabil’in
Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü ile ilgili yazılı soru
önergesinin cevabıdır
Soru : 1. a) 1.12.1995 tarihi itibarı ile Çay
Kurumunun hangi bankaya faizleri ile birlikte ne kadar borcu vardır.
b) Bu para hangi tarihte, ne kadar
alınmıştır.
c) Bankalara ödenen günlük faiz tutarı nedir?
Cevap : 1. a) Kredinin alınış tarihleri
ve miktarları :
1
Aralık 1995 İtibariyle
Sözleşme Toplam Borç
Banka Faizi (Milyar TL.)
1. Halkbank %
95 2 786
2. Vakıfbank %
90 3 087
3. Esbank %
89 383
4. Demirbank %
95 112
5. Tütünbank %
98 + 2 25
6
393
b) Bankalara ödenen günlük faiz ve tutarları :
Sözleşme Alındığı Miktarı
Banka Faizi Tarih (Milyar TL.)
1. Halkbank %
85 1993 600
2. Vakıfbank %
90 1992 124
” %
90 1993 678
” %
90 1994 160
” %
120 1995 120
1
082
3. Esbank %
89 1993 100
4. Demirbank %
95 1992 150
5. Tütünbank %
98+2 1993 150
2
082
c) Ortalama % 90 faizden bir günde 5.2 milyar TL. faiz
ödeniyor demektir.
Soru : 2. a) 30.1.1996 tarihi itibarı ile
müstahsile olan yaş çay bedeli borcu ne kadardır? Bu borç hangi
aylara aittir.
b) Müstahsilin bir kısmını Aralık
ayında, parti teşkilatından kart almak suretiyle, adaletsiz bir
şekilde Temmuz hatta Eylül-Ekim aylarına ait ne kadar para
ödenmiştir? Böyle bir uygulama doğru mudur?
Cevap : 3. a) 30 Ocak 1996 itibariyle müstahsile olan
borç 1 607 milyar TL. dir. Bu borç aşağıdaki aylara aittir.
– Temmuz-Ağustos 504
– Eylül-Ekim 1
103
Toplam 1 607
b) Parti teşkilatından alınan kart’lar
doğrultusunda herhangi bir ödeme yapılmamıştır.
Soru : 3. 30.12.1995 tarihi itibarı ile Çay
Kurumunun toplam borcu ne kadardır.
Cevap : 3. 30 Aralık 1995 tarihi itibariyle
Kurumun toplam borcu aşağıya
çıkarılmıştır.
a) Bankalara olan borç :
Sözleşme Toplam Borç
Banka Faizi (Milyar TL.)
1. Halkbank %
85 2 965
2. Vakıfbank %
90 1 970(*)
3. Esbank %
89 409
4. Tütünbank %
98 + 2 27
5
371
(*) Hazinece
kuruluşa tahsis edilen 1 250 milyar TL. değerindeki tahvil
Vakıfbank’a verilerek kurumun borcundan mahsup edilmiştir.
b) Banka borçları dışındaki borç :
– Yaş Çay 1
965
– Vergi 2
120
– Sigorta 225
– İşçi ikramiyesi 355
– Toplu İş Söz. farkı
64
– Sendika aidatı 15
– Firmalara 85
4
829
5
371
a+b toplamı 10
200
Not : Banka
borçları karşılıklı mutabakat sağlanan
(sözleşme faizi) faiz üzerinden, birleşik faiz yöntemiyle hesap
edilmiştir. Özel bankaların teklif etmiş oldukları faiz
oranları kabul edilmemiştir. İhtilaf mahkemelere intikal
etmiştir.
Soru : 4. Çay Kurumunun Ankara Elmadağ
Tesislerinde icra yolu ile hangi fiyatla ne kadar çay
satılmıştır?
Bu satışa çay Kurumu bayileri davet
edilmiş midir?
Bugün itibarı ile kuru çaya haciz
varmıdır? Çay kurumunun hesaplarına ve Tesislerine icra devam
ediyor mu? Varsa hangi tesisler ne kadar icralıdır?
Cevap : 4 a) Alacaklı Tütünbank tarafından
üzerinde ihtiyati haciz bulunan 673 ton paketli çayın
satışı için Elmadağ İcra Müdürlüğüne müracaat
edilmiş ve 27.9.1995 ve 28.9.1995 tarihlerinde satış işlemi
yapılmıştır. Ancak satışa iştirak ettirmek
istediğimiz toptancılarımız, teminat olarak bloke çek
verdiklerinden satışa iştirak ettirilmemiştir. Bu nedenle,
Çaykur tarafından satış işleminin iptali için Elmadağ
İcra Tetkik Mercii Hâkimliğine başvurulmuş ve mahkemenin
verdiği 27.12.1995 tarih ve 1995/48-65 sayılı kararı ile
satış işlemi iptal edilmiştir. Mahkeme kararı banka ve
alıcı firma tarafından temyiz edilmiştir. Dava halen temyiz
aşamasındadır. Bu nedenle icra ile satılan herhangi bir çay
yoktur.
b) Kurumun aleyhine; T.C. Ziraat Bankası,
Tütüncüler Bankası, Esbank, Demirbank tarafından İcra
takiplerine girişilmiştir. Ancak, Esbank ve Demirbank tarafından
girişilen icra takipleri halen devam eden davalar neticeleninceye dek
ertelenmiştir. Bu konuda Tütünbank ile Çaykur’un görüşmeleri ise
halen devam etmektedir. T.C. Ziraat Bankası da vermiş olduğu
ihracat kredileri karşılığı almış
olduğu 28 000 ton torbalı kuruçay rehninin paraya çevrilmesi
amacıyla icra takibine girişmiş yine bakiye 965 586 875 352 TL.
alacakları olduğundan bahisle de ilansız takip yoluyla icra
takibi yapmıştır. Bu bakiye alacağı için de Rize
İcra Müdürlüğünün 1995/1999 Esas sayılı dosyası ile
araç tesislerine Kurum tarafından belirtilen miktar kadar haciz
koydurmuştur. Bankanın bu işlemlerine karşı gereken
itirazlar yapılmıştır.
Soru : 5. 1994 Enflasyonu % 160 olmasına
rağmen 1995 ürününe % 100 fiyat verilmiş, müstahsil 1 yılda % 50
alım gücünden kaybetmiştir.
Bu yüksek enflasyon karşısında 1995 ürün
bedelleri bekletilmektedir. Artık bu para bitmiştir.
Müstahsilin alacakları ne zaman ödenecektir?
Cevap : 5. Üreticiye olan borcun tamamı
ödenmiştir.
Soru : 6. Aralık 1995 te bilinmeyen bir sebeple
Çay Kurumu Fındıklı çay fabrikasandaki ambar yangınında
ne kadar kuru çay yanmıştır? Yanma sebebi
araştırılmış mıdır? Sorumlular hakkında
ne işlem yapılmıştır?
Cevap : 6 15.12.1995 günü saat 19.30-20.00
arasında TEK’e ait 15/0.4 kw’lık TR-1 trafosunu besleyen 15
kw’lık fazlardan birinin kopup alçak gerilim çıkış
hattı ile kısa devresi sonucunda Kuruçay ambar binası, bina
içerisindeki 5 no’lu 29 047 torbada 842 268 kg. 6 no’lu 23 0001 torbada 506 033
kg. olmak üzere toplam 1 348 401 kg. Çay, ambar binasının bitişiğindeki
sundurma binası, fabrikanın dış aydınlatma
tesisatı ve lojmanların elektrik tesisatı yanmış ve
hasar meydana gelmiştir.
Fındıklı Cumhuriyet
Başsavcılığı yangın olayına el koymuş,
o ara KTÜ’den bilirkişi istenmiştir. Bilirkişiler
Fındıklı Çay Fabrikasında gerekli incelemeyi yaparak düzenledikleri
28.12.1995 gün ve 1995/281 Hz. dosya nolu raporda; yangına, TEK’e ait 15
kw’lık enerji nakil hattının kopmasının sebep
olduğu belirtilerek, yüksek gerilimden korunmak için dış koruma
önleminin alınmadığı, dolayısıyla yangın
olayının buradan kaynaklandığı açıkça ifade
edilmiştir.
Ayrıca Kuruluşun Müfettişleri
tarafından yapılan inceleme sonucu düzenlenen 16.1.1996 gün ve 1-1
sayılı Tahkikat Raporunun sonuç bölümünde, KTÜ bilirkişilerinin
olayla ilgili olarak düzenledikleri bilirkişi raporunu esas alarak,
yangına TEK’in sebebiyet verdiği, bu sebeple yangın sonrası
ortaya çıkan 141 065 552 200 TL. hasar bedelinin TEK’ten tazmini
gerektiği belirtilmiştir. Yangın olayında kurum
personelinin ihmal ve kusuru görülmediğinden disiplin yönünden
şimdilik bir işlem yapılmaması, ancak
Fındıklı Cumhuriyet Başsavcılığınca
olay hakkında kovuşturma yapıldığından bunun
sonucunun beklenmesi, bu kovuşturma sonucunda personelin sorumluluğu
ortaya çıkarsa bu yönde yeniden disiplin işlemlerine
başvurulmasının uygun olacağına da karar
verilmiştir.
Raporlar doğrultusunda olayda ihmal ve kusuru
görülen TEDAŞ’a zarar miktarının rızaen ödenmesi konusunda
Kurum tarafından yazı yazılmış alınan olumsuz
yanıt üzerine de çay tutarı ve diğer zararların
toplamı olan 141 065 522 200 TL.’nin tahsili amacıyla
Fındıklı Asliye Hukuk Mahkemesinde 1996/23 Esas no ile dava
açılmış olup dava halen devam etmektedir.
Arz ederim.
9. – Kocaeli
Milletvekili Bekir Yurdagül’ün, özelleştirme uygulamalarına
ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Rüşdü Saracoglu’nun
yazılı cevabı (7/312)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki soruların
Özelleştirme Yüksek Kurulu başkanı ve Başbakan Tansu Çiller
tarafından yazılı olarak cevaplanması için
İçtüzüğün 94 üncü ve 96 ncı maddesince gereğini arz ederim.
9.2.1996
Bekir
Yurdagül
Kocaeli
1. 4046 sayılı Özelleştirme
Yasasının 18 inci maddesinde “Özelleştirmeye ilişkin
yapılan değer tespit yöntemleri ve çalışmalarının
açıklık-şeffaflık ilkesi gereği kamuoyuna
duyurulu”cağı açıkça belirtilmişken, Özelleştirme
İdaresi Başkanlığınca niçin sadece değer tespit
yöntemlerinin açıklanmasıyla yetinilip, gerçek değerler
kamuoyundan saklanmaktadır?
2. Sümer Holdinge ait 7 işletme toplam 1,8 trilyon
TL.’ye satılmıştır. Satış sonucunda devletin
üstlendiği kıdem tazminatı tutarı ise, 1,7 trilyon TL.’dir.
Özelleştirme İdaresi, kıdem tazminatlarını ancak
karşılayan bir satışı nasıl “Kârlı” olarak
değerlendirmektedir?
3. Yalnızca arazi değeri 1,6 trilyon TL. olan
tesislerin; satılan araçları, laboratuvarları, kazanları,
arıtma tesisleri, trafoları, telefon santralleri,
binalarının değeri nedir ve bunlar dahil edildiğinde kamu
ne kadar zarara uğratılmıştır?
4. Satış sonucunda işletmelerin vergi,
SSK primi, telefon ücreti vb. tüm borçlarını devlet
üstlenmiştir. Bu borçların tutarı nedir?
5. 229 milyar TL.’ye satılan Hereke Kumaş
Fabrikasında, devletin 201 milyar TL. tutarında kıdem
tazminatını da üstlendiği, buna karşılık tesisin
sadece arazi değirinin 210 milyar TL. olduğu bilinmektedir.
Özelleştirme İdaresi bu yolla, kimlere kaynak
aktarmıştır? Ekonomiyi kurtarmanın tek yolu olarak
kamuoyuna sunduğunuz özelleştirme, devlet kaynaklarının en
ucuz yollardan özel kesime aktarılması mıdır?
6. Özelleştirilen Sümer Holding’e ait 7
işletmenin 1995 zararının ne kadarı 1983’ten beri görev
yapan hükümetlerce bilerek yaratılan kredi ve borç faizi, ne kadarı
işletme zararıdır?
7. KİGEM ve AĞAÇ-İŞ yetkilileri,
Düzce’de satılan işletmelerin ORÜS’ün arsa bedelini hesaplamak için
yöre emlâk komisyonlarından fiyat almaya çalışırken, emlâkçıları
bilgi vermemeleri için tehdit edenler kimlerdir? Bunlar hakkında
cumhuriyet savcıları ve güvenlik güçleri tarafından tahkikat
yapılmış mıdır?
8. Özelleştirme uygulamaları sonucu
işsiz kalan işçilerimize yeni iş edindirme ve meslek
kazandırmak amacıyla, Hazine Müsteşarlığı ve
Dünya Bankası tarafından yapıldığı ileri sürülen
“İş gücü uyum projesi” özelleştirilecek yer kalmayınca
mı uygulanacaktır?
T.C.
Devlet
Bakanlığı
Sayı
: B.02.0.002/306 16.4.1996
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
İlgi : T.B.M.M.
Başkanlığının 28.2.1996 gün ve
A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/312-506/1037 sayılı yazısı.
Kocaeli Milletvekili Sayın Bekir Yurdagül’ün
Sayın Başbakanımıza tevcih ettiği ilgi yazı
ekinde alınan yazılı soru önergesinde yer alan sorularla ilgili
olarak hazırlanan cevap ekte sunulmuştur.
Bilgilerinizi ve gereğini arz ederim.
Dr.
Rüşdü Saracoglu
Devlet
Bakanı
Devlet Bakanlığına
(Sayın Dr. Rüşdü Saracoglu)
İlgi : Devlet Bakanlığı Özel Kalem
Müdürlüğünün 19.3.1996 gün ve 049 sayılı yazısı.
Kocaeli Milletvekili Sayın Bekir Yurdagül
tarafından Sayın Başbakan’a tevcih edilen 7/312-506 esas
sayılı yazılı soru önergesine verilen cevap
aşağıdadır.
Soru : 1. 4046 sayılı Özelleştirme
Yasasının 18 inci maddesinde “Özelleştirmeye ilişkin
yapılan değer tespit yöntemleri ve çalışmalarının
açıklık-şeffaflık ilkesi gereği kamuoyuna
duyurulu”cağı açıkça belirtilmişken, Özelleştirme
İdaresi Başkanlığınca niçin sadece değer tespit
yöntemlerinin açıklanmasıyla yetinilip, gerçek değerler
kamuoyundan saklanmaktadır?
Cevap : 1. Özelleştirme programında bulunan
kuruluşların değer tespit işlemleri 4046 sayılı
Kanunun 18 inci maddesi(B) fıkrasında, yer alan hükümler çerçevesinde
ve yine aynı maddede belirtilen yöntemler kullanılmak suretiyle
gerçekleştirilmektedir.
Mezkur Kanunun 2 nci maddesinin (ı)
fıkrası ile 18 inci maddesinin (B) fıkrası son
paragrafı değer tespit yöntemleri ve çalışmaları
hakkında kamuoyuna bilgi verilmesine dair hükümler ihtiva etmekle beraber,
tespit edilen değerlerin duyurulmasına ilişkin yasal bir zorunluluk
yoktur.
Ancak, kuruluşlara ait değer tespit
çalışmalarının yanında, tespit edilen değerler
hakkında da kamuoyuna açıklama yapılmasının,
özelleştirme uygulamalarında esas alınacak ilkelerden olan
açıklık-şeffaflık ilkelerinin hayata geçirilmesini teminen
gerekli olduğu düşünülebilir. Bununla birlikte,
kuruluşların değerlerinin normal kamu ihalelerindeki “muhammen”
bedelden farklı olduğu, ihale işlemlerinin tamamlanmasından
önce bu değerlerin açıklanmasının ihale
komisyonlarının müzakere gücünü sınırlayacağı
tabiidir.
Öte yandan özelleştirme uygulamalarında
amacın, kamu kesimine fon yaratmaktan ziyade KİT’lerin
sınırlı kaynaklarının dağılımında
ve kullanılmasında siyasî tercihler yerine piyasa mekanizmasının
ikame edilmesi olduğu dikkate alındığında,
değer’in ihalelerde tek ve çoğu zamanda en önemli kriter
olmaması gerektiği açıktır. Bu nedenle, yatırım
taahhütü, teknoloji transferi, istihdam garantisi gibi diğer ve genellikle
fiyattan daha önemli kriterler üzerinde müzakere yapılması
gereğini gölgeleyecek şekilde değer’in temel kriter
yapılması ve ayrıca birde bunun kamuya açıklanarak nihai
devir işlemlerinin tamamlanmasına kadar bu hususta bilgi sahibi
olmaması gerekenlere de (yatırımcılar) sunulması
faydalı bulunmamaktadır.
Kanun koyucunun değer tespit
çalışmalarının sonuçlarının rakamsal olarak
kamuoyuna duyurulmasını Kanunda açık bir şekilde zorunlu
tutmamasının, bu hususta doğabilecek bazı
sakıncaların ortadan kaldırılması ve devletin
zararına neden olunmaması amacını güttüğü
düşünülmektedir. Esasen, değer tespitine dair rakamsal bilgilerin,
istisnasız her uygulama için kesinlikle açıklanmaması gibi bir
tutum da söz konusu değildir. Özelleştirme konusu projelerin hukukî,
ekonomik teknik ve idarî özelliklerine göre, uygun olduğuna kanaat
getirildiğinde bazı projeler için tespit edilen değerlerin
açıklanabileceği düşünülmektedir. Bunun ötesinde, tespit edilen
değer açıklansın veya açıklanmasın, özelleştirme
çalışmaları için mevzuatla öngörülen denetim
mekanizmalarının varlığı da ilave bir güvence
oluşturmaktadır.
Soru : 2. Sümer Holdinge ait 7 işletme toplam 1,8
trilyon TL.’ye satılmıştır. Satış sonucunda
devletin üstlendiği kıdem tazminatı tutarı ise, 1,7 trilyon
TL.’dir. Özelleştirme İdaresi, kıdem tazminatlarını
ancak karşılayan bir satışı nasıl “Kârlı”
olarak değerlendirmektedir?
Cevap : 2. Toplam 1 885 milyar TL. bedelle
alıcılara satılan Holdinge ait 7 işletmede
çalışanların, devir tarihi itibariyle kıdem
tazminatları tutarı 1 517,4 milyar TL. tutmaktadır. Kıdem
tazminatlarının fazla tutmasının nedeni;
aşırı istihdam, ortalama kıdem yılının 20
yıla ulaşması ve sektöre göre çok yüksek ücret ödemelerinden
kaynaklanmaktadır.
Soru : 3. Yalnızca arazi değeri 1,6 trilyon
TL. olan tesislerin; satılan araçları, laboratuvarları,
kazanları, arıtma tesisleri, trafoları, telefon santralleri,
binalarının değeri nedir ve bunlar dahil edildiğinde kamu
ne kadar zarara uğratılmıştır?
Cevap : 3. Sümer Holding A.Ş.’ne ait ilk grupta
satışa sunulan 10 İşletmeye yönelik olarak
uluslararası kabul görmüş özel bir bağımsız ihtisas
kuruluşuna İdaremizce değer tespit çalışması
yaptırılmıştır. Bu değer tespit
çalışması Kanunda belirtilen yöntemlerden indirgenmiş nakit
akımı, tasfiye değeri, karşılaştırmalı
denk işlemler analizi ve karşılaştırmalı denk
şirketler analizi yöntemleri baz alınarak her bir işletme için
ayrı ayrı yapılmıştır. İdaremizce 10
işletme için çıkılan ihalede alınan teklifler yapılan
değer tespit çalışmalarında elde edilen değerlerle
karşılaştırılmıştır. Bu
karşılaştırma sonucunda 10 işletmeden sadece 7 sinde,
3 yıl faaliyetine devam etme şartıyla, istenilen rakamlara
ulaşıldığı
kanaatine varılmış olup, sadece bu yedi işletmenin
özelleştirilmesi Özelleştirme Yüksek Kurulunun 19.1.1996 tarih, 96/1
sayılı kararına istinaden gerçekleştirilmiştir.
Yapılan değerleme çalışmaları sonucunda istenilen
değerlere ulaşılmadığı kanaatine varılan üç
işletmede ise ihaleler iptal edilmiştir.
Holdingin satışı gerçekleştirilen
işletmelerinin özelleştirilmesinde gözönünde bulundurulması
gerekli bir diğer önemli husus da bu işletmelerin
özelleştirilmeleri neticesinde elde edilen gelirin yanı sıra
sağlanan gider tasarrufudur. Satılan bu işletmelerin toplam 1
829,4 milyar TL.’lık 1995 yılı dönem zararı ile 1996
yılı için öngörülen, 1 468,3 milyar TL.’lık zarar dikkate
alındığında Holdingin, dolayısiyle kamunun
sağlayacağı tasarruf ortaya çıkmaktadır.
Soru : 4. Satış sonucunda işletmelerin
vergi, SSK primi, telefon ücreti vb. tüm borçlarını devlet
üstlenmiştir. Bu borçların tutarı nedir?
Cevap : 4. Satılan işletmelerin vergi, SSK,
kredi, v.s. gibi Holding bünyesinde kalan borçları
aşağıdaki tabloda gösterilmektedir.
(Milyon TL.)
Adana Erzincan Eskişehir Karaman Nevşehir Hereke Ş.
Urfa Toplam
Vergi borcu 312
000 96 830 192 923 183 193 75 782 115
700 3 410 979 838
SSK. borcu 371
300 176 650 307 847 134 765 69 307 232
954 2 477 1 295 300
Kredi borcu 188
297 11 941 135 177 58 813 25 422 – – 419
650
Sair borçlar 3
709 4 983 2 863 575 11 725 2
088 – 25 943
Holding. C/H
borcu – – – 190 897 – – 86 497 277
394
TOPLAM 875
306 290 404 638 810 568 243 182 236 350
742 92 384 2 998 125
Toplam borç tutarı 2 998 125 TL.’dır.
Soru : 5. 229 milyar TL.’ye satılan Hereke
Kumaş Fabrikasında, devletin 201 milyar TL. tutarında kıdem
tazminatını da üstlendiği, buna karşılık tesisin
sadece arazi değirinin 210 milyar TL. olduğu bilinmektedir.
Özelleştirme İdaresi bu yolla, kimlere kaynak
aktarmıştır? Ekonomiyi kurtarmanın tek yolu olarak
kamuoyuna sunduğunuz özelleştirme, devlet kaynaklarının en
ucuz yollardan özel kesime aktarılması mıdır?
Cevap : 5. Hereke Yünlü Sanayi İşletmesi ile
ilgili olarak 2 adet teklif alınmış olup, tekliflerinin
aynı baza getirilmesi için teklif sahipleri ile 1 tur görüşme
yapılmış, neticede ise açık pazarlık usulüyle fiyat
artırımı şeklinde yapılan ihale 2 müteşebbisin
katılımı ile noter huzurunda, kapalı devre kamera önünde
gerçekleştirilmiştir. Satılan değer işletmenin
faaliyetini sürdüreceği varsayımıyla bulunan değerden daha
yüksektir.
Ayrıca kamunun yatırım takati ve
tercihleri nedeniyle, Holding işletmelerinde uzun süreden beri
yatırım yapılamaması, sektördeki ücretlere oranla, oldukça
yüksek ücret ödenmesi sonucu üretim maliyetlerinin yükselmesi, işletme
sermayesi yetersizliği nedeniyle düşük kapasite kullanımı,
işletmelerin sektördeki gelişmeyi takip edecek ve istihdam
artırıcı yatırımları gerçekleştirecek
dinamizmden uzak kalması sonucunu doğurmuştur. Bu şekilde
faaliyetini sürdüren işletmelerde yapılacak özelleştirmenin,
arsa değeri esas alınarak değil; özelleştirme neticesinde
yapılacak modernizasyon ve tevsii yatırımı sonucu
üretilecek katma değer de gözönünde bulundurularak işletmenin
devamlılığının sağlanması esasına göre
bir yöntem tercihi ile yapılmasını gerekli kılmaktadır.
Bu uygulama sonucunda işletme tekstil sektöründe
rekabet edebilir verimli bir yapıya kavuşacak ve ülke ekonomisine
olumlu yönde katkı sağlayacaktır.
Soru : 6. Özelleştirilen Sümer Holding’e ait 7
işletmenin 1995 zararının ne kadarı kredi ve borç faizi, ne
kadarı işletme zararıdır?
Cevap : 6. Holding’e ait özelleştirilen 7
İşletmenin 1995 yılı dönem zararları
aşağıdaki tabloda gösterilmektedir.
(Milyon
TL.)
Adana Erzincan Eskişehir Karaman Nevşehir Hereke Ş.
Urfa
1995 Yılı dönem
zararları 590
168 264 628 479 129 197 523 94 877 111
322 19 260
Dönem zararları içerisinde finansman yükü
ağırlıkta olup, ödenmeyen vergi, SSK primi ve Sosyal
Yardımlar için Eylül 1995 ayına kadar aylık % 12, daha sonraki
aylar için aylık % 10 oranında uygulanan gecikme zamlarının
etkisi büyük olmuştur.
Soru : 7. KİGEM ve AĞAÇ-İŞ
yetkilileri, Düzce’de satılan işletmelerin ORÜS’ün arsa bedelini
hesaplamak için yöre emlâk komisyonlarından fiyat almaya
çalışırken, emlâkçıları bilgi vermemeleri için tehdit
edenler kimlerdir? Bunlar hakkında cumhuriyet savcıları ve
güvenlik güçleri tarafından tahkikat yapılmış
mıdır?
Cevap : 7. Bu soruda belirtilen hususlarda,
İdarenin hiçbir ilgisi ve bilgisi bulunmamaktadır. Ayrıca,
ORÜS’e ait 23 işletme Ekim 1995’de ilan edilerek satışa
sunulmuş, teklifler alınmış, kamuoyuna ve basına
açık olarak yapılan ihale görüşmeleri sonucunda,
satışı uygun görülen 9 işletmeden 8’inin (Antalya,
Ayancık, Bafra, Devrek, Düzce, Pazarköy, Ulupınar, Vezirköprü
işletmelerinin) satış işlemleri
gerçekleştirilmiştir.
İdare bu özelleştirme
uygulamalarını 4046 sayılı Kanun ve ilgili mevzuat
çerçevesinde yapmakta olup, yasada belirtilen değer tespit yöntemleri
kullanılarak herbir işletme için değer tespitleri
yapılmış ve bulunan değerler ihale görüşmelerinde baz
olarak alınmıştır.
Soru : 8. Özelleştirme uygulamaları sonucu
işsiz kalan işçilerimize yeni iş edindirme ve meslek
kazandırmak amacıyla, Hazine Müsteşarlığı ve
Dünya Bankası tarafından yapıldığı ileri sürülen
“İş gücü uyum projesi” özelleştirilecek yer kalmayınca mı
uygulanacaktır?
Cevap : 8. T.C. ile Uluslararası İmar ve
Kalkınma Bankası (Dünya Bankası) arasında 5 Mayıs 1994
tarihinde imzalanan 100 milyon ABD doları tutarındaki
“Özelleştirme Uygulaması Teknik Yardım ve Sosyal Güvenlik
Ağı Projesi” kredi anlaşması ile özelleştirmenin
hızlandırılması ve şeffaf bir şekilde
gerçekleştirilmesi suretiyle ekonomide etkinliğin ve
verimliliğin arttırılması hedeflenmektedir. Bu kredi
kapsamındaki projelerden birisi olan “İşgücü Uyum Projesi”
özelleştirme uygulamalarından etkilenecek kişi, kuruluş ve
yörelere sağlanacak yardımlarla bu etkilerin ortadan
kaldırılmasını veya enaza indirilmesini hedeflemektedir.
Kredi anlaşması kapsamında İşgücü Uyum Projesine
ayrılan tutar 11 milyon ABD doları dış kaynak, 7,3 milyon
ABD doları iç kaynak olmak üzere toplam 18,3 milyon ABD
dolarıdır.
İşgücü Uyum Projesi birinci yıl pilot
çalışma, izleyen iki yıl uygulama olmak üzere üç yıl olarak
planlanmıştır. İlk dönem Temmuz 1995 itibariyle
sonuçlanmış ve uygulama aşamasına gelinmiştir. Projede
teknik danışmanlığa ilişkin çalışmalar
Hazine Müsteşarlığının koordinatörlüğünde Avustralya
Çalışma, Eğitim ve Öğrenim Bakanlığı
tarafından yürütülmektedir. Hedef kitle; özelleştirmeden etkilenecek
kişi ve kurumlar olduğundan, çalışmaların her
aşamasında Özelleştirme İdaresi
Başkanlığı ile koordinasyon sağlanmaktadır.
İlk dönemde yapılan çalışmalar sonucu, diğer
ülkelerdeki mevcut uygulamalardan da yararlanılarak, ülke yapı ve
ihtiyaçları gözönünde bulundurulmak suretiyle Türkiye için bir
İşgücü Uyum Modeli geliştirilmiş, bu modelde yer alacak
kuruluşlar belirlenerek, görev ve sorumlulukları tanımlanmıştır.
Çalışmaların yürütülebilmesi, ilgili kuruluşlar
arasında bilgi akışının sağlanması ve
projenin izlenebilmesi için bir izleme ve yönlendirme komitesi oluşturulmuştur.
Komitede Özelleştirme İdaresi Başkanlığı
(ÖİB), Devlte Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı
(DPT), Hazine Müsteşarlığı, İş ve İşçi
Bulma Kurumu Genel Müdürlüğü (İİBK), Küçük ve Orta Ölçekli
Sanayi Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı
(KOSGEB) ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB), üst düzey
temsilcileri bulunmaktadır.
Özelleştirme İdaresi
Başkanlığı ve Hazine
Müsteşarlığının yanı sıra İş ve
İşçi Bulma Kurumu, Küçük ve Orta Ölçekli Sanayi Geliştirme ve
Destekleme İdaresi Başkanlığı ve Türkiye Odalar ve
Borsalar Birliğide öncü kurumlar olarak ulusal işgücü uyum modeli
içerisinde yer almaktadırlar. Proje kapsamında, İİBK
tarafından sağlanacak ve koordine edilecek eğitim, istihdam ve
kamu yararına çalışma programlarının
yeraldığı bir destek programı paketi
geliştirilmiştir. Ayrıca, KOSGEB’in sağlayacağı
veya koordine edeceği Küçük Ölçekli İşletmeler
Danışmanlık Desteği ve İş Geliştirme Merkezi
Desteği yardımıyla kendi işini kurmak isteyenlere hizmet
verilmesi amaçlanmaktadır.
İşgücü Uyum Programı kapsamında en
fazla beş yerde kurulması planlanan İş Geliştirme
Merkezlerinin ilkine ait çalışmalar İzmir’de
başlatılmıştır. Bunun yanısıra projede,
ekonomik gelişme sürecini hızlandırmak için TOBB’un koordine
edeceği Yerel Ekonomik Gelişme Programları hazırlanmaktadır.
Bu program kapsamına alınan iller; Adana,
Adıyaman, Diyarbakır, Erzincan, İzmir, Kahramanmaraş, Kars,
Kastamonu, Kayseri, Kırıkkale, Nevşehir, Samsun, Sıvas,
Ş. Urfa ve ilçe olarak da İskenderun’dur. Sümer Holding’e ait Adana,
Eskişehir, Erzincan, Hereke, Karaman, Nevşehir ve Ş. Urfa olmak
üzere yedi işletmede çalışmalar Proje
danışmanlarınca sürdürülmektedir.
Bilgilerinize arz ederim.
Uğur
Bayar
Özelleştirme
İdaresi Başkanvekili
10. –
İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın, özelleştirme için
ödenen danışmanlık ve reklam ücretlerine ilişkin
Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Rüşdü Saracoglu’nun
yazılı cevabı (7/327)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın
Başbakan Sayın Tansu Çiller tarafından yazılı olarak
cevaplandırılmasına delaletlerinize arz ederim.
Saygılarımızla.
Halit
Dumankaya
İstanbul
Özelleştirme özellikler son dönemlerde ver kurtul
mantığıyla idare edilmekte devasa kurumların
satılması ile elde edilen gelirler işçilere ödenen
tazminatları karşılayamamakta, reklamlara ve danışmanlara
çok yüklü paralar ödenerek kurumda bir savurganlık
yaşanmaktadır.
Soru : 1. Dünya Bankasının özelleştirme
için Türkiye’ye ne kadar kredi vermiştir. Bu kredinin ne kadarlık
bölümü danışmanlara verilmiştir.
Soru : 2. Dünya Bankası hazineye bir
hatırlatma notu gönderip verdiği kredinin tamanın
danışmanlara vermek zorunda mısınız? Anlamında
bir uyarıda bulundu mu?
Soru : 3. Alt yapı
hazırlığında yapıldığı 8
yıllık ANAP döneminde özelleştirme için danışmanlara
kaç lira ödenmiştir. Reklamlar için kaç lira ödenmiştir?
Soru : 4. Sayın Demirel’in Başbakan olduğu
dönemde özelleştirme için danışmanlara kaç lira ödenmiştir?
Reklamlara kaç lira ödenmiştir?
Soru : 5. Sayın Çiller’in Başbakan
olduğu dönemde özelleştirme için danışmanlara ne kadar
ödenmiştir? Reklamlara ne kadar para ödenmiştir?
Soru : 6. Özelleştirme ile ilgili olarak
(Ayrılması mümkünse) her kurum için tek tek ne kadar
danışmanlık ücreti ödenmiştir açıklar
mısınız?
T.C.
Devlet
Bakanlığı
Sayı
: B.02.0.002/305 16.4.1996
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
İlgi : T.B.M.M. Başkanlığının
28.2.1996 gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/327-540/1156 sayılı
yazısı.
İstanbul Milletvekili Sayın Halit
Dumankaya’nın Sayın Başbakanımıza tevcih ettiği
ilgi yazı ekinde alınan yazılı soru önergesinde yer alan
sorularla ilgili olarak hazırlanan cevap ekte sunulmuştur.
Bilgilerinizi ve gereğini arz ederim.
Dr.
Rüşdü Saracoglu
Devlet
Bakanı
T.C.
Başbakanlık
Özelleştirme
İdaresi Başkanlığı
Sayı
: B.02.1. ÖİB. 0.65.00.00/2602 12.4.1996
Konu : Önerge
Devlet Bakanlığına
(Sayın Dr. Rüşdü Saracoglu)
İlgi : Devlet Bakanlığı Özel Kalem
Müdürlüğünün 19.3.1996 gün ve 049 sayılı yazısı.
İstanbul Milletvekili Sayın Halit Dumankaya
tarafından Sayın Başbakan’a tevcih edilen 7/327-540 esas
sayılı yazılı soru önergesine verilen cevap
aşağıdadır.
Soru : 1. Dünya Bankasının özelleştirme
için Türkiye’ye ne kadar kredi vermiştir. Bu kredinin ne kadarlık
bölümü danışmanlara verilmiştir.
Cevap : 1. Dünya Bankası 5.5.1994 tarihinde
Özelleştirme Uygulamaları Teknik Yardım ve Sosyal Güvenlik
Ağı Projesi (3728-TU) adı altında Türk Hükümetine 100
milyon ABD $ tutarında bir kredi vermiştir. Söz konusu proje
anlaşmasına göre bu kredinin Hazine Müsteşarlığı,
Devlet Planlama Teşkilatı ve Özelleştirme İdaresi
Başkanlığı (İdare) tarafından
kullanılması öngörülmüştür. Buna göre İdare, kredinin
yaklaşık 59 milyon ABD $’lık kısmını
kullanabilecektir. Bu miktarın 43 milyon ABD $’lık bölümü danışmanlık hizmetleri,
eğitim ve tanıtım hizmetleri için
ayrılmıştır. Bugüne kadar bu fonun 3.9 milyon ABD
$’lık kısmı
danışmanlık hizmet alımları için
kullanılmıştır.
Soru : 2. Dünya Bankası hazineye bir
hatırlatma notu gönderip verdiği kredinin tamanın
danışmanlara vermek zorunda mısınız? Anlamında
bir uyarıda bulundu mu?
Cevap : 2. 3728-TU kredisinin
kullanımını izlemek amacıyla Dünya Bankası yetkilileri
belirli aralıklarla Türkiye’yi ziyaret etmektedirler. Bu ziyaretlerdeki
incelemelerinin sonundaki projeye ilişkin tavsiye ve eleştirilerini
bir raporla Türk Hükümetine bildirmektedirler. Dünya Bankası Heyetinin
04-16 Ocak 1996 tarihleri arasında yapmış oldukları
incelemeye ilişkin hazırlanan raporda, özelleştirme
uygulamaları ile ilgili karşılaşılan sorunların
temel olarak politik istikrarsızlık ve buna bağlı olarak da
İdare’nin kurumsal yapısının
sağlamlaştırılamaması ile ilgili olduğu
belirtilmiştir.
Dünya Bankası, İdare için
ayırmış olduğu 59 milyon ABD $’lık kredinin
yaklaşık 43 milyon ABD $’lık
bölümünü Danışmanlık Hizmet Alımları için
ayırmıştır. Dünya Bankası, bu kaynağın
yeterince kullanılmadığından bahisle, İdarenin iç
yapısını güçlendirmeye yönelik Danışmanlık Hizmet
Alımlarının yoğunlaştırılmasını
ayrıca halihazırda istihdam edilmiş danışmanların
da hizmet kapasitelerinin artırılması gerektiğini
belirtmiştir.
Soru : 3. Alt yapı
hazırlığında yapıldığı 8
yıllık ANAP döneminde özelleştirme için danışmanlara
kaç lira ödenmiştir. Reklamlar için kaç lira ödenmiştir?
Cevap : 3. Özelleştirme uygulamalarının
başladığı 1986 yılından 1991 yılı
Aralık ayına kadar geçen 8 yıllık dönemde (ANAP Dönemi)
özelleştirme faaliyetlerine ilişkin ilan ve reklam-tanıtım
harcamaları tutarı 43 577 174 664 TL. (14 117 248 $) dır.
1986-1991 dönemindeki danışmanlık giderleri ise, 42 765,7 milyon
TL.’dır.
Soru : 4. Sayın Demirel’in Başbakan
olduğu dönemde özelleştirme için danışmanlara kaç lira
ödenmiştir? Reklamlara kaç lira ödenmiştir?
Cevap : 4. Aralık 1991-Haziran 1993 tarihleri
arasındaki dönemde (Sayın Süleyman Demirel
başkanlığındaki 1 inci DYP-SHP Koalisyon Hükümeti dönemi)
danışmanlara 7,529.7 milyon TL.’sı ödenmiştir. Aynı
dönemde özelleştirme faaliyetlerine ilişkin ilan ve
reklam-tanıtım harcamaları da, 52 784 026 010 TL. (6 646 047
Ş) dır.
Soru : 5. Sayın Çiller’in Başbakan
olduğu dönemde özelleştirme için danışmanlara ne kadar
ödenmiştir? Reklamlara ne kadar para ödenmiştir?
Cevap : 5. Temmuz 1993-Aralık 1995 tarihleri
arasındaki dönemde (Sayın Tansu Çiller
başkanlığındaki DYP-CHP Koalisyon Hükümetleri dönemi)
danışmanlara 621,680.1 milyon TL.’sı ödenmiştir.
Özelleştirme faaliyetlerine ilişkin ilan ve reklam-tanıtım
harcamaları ise 352 862 226 449 TL. (8 924 080 Ş) dır.
Soru : 6. Özelleştirme ile ilgili olarak
(Ayrılması mümkünse) her kurum için tek tek ne kadar
danışmanlık ücreti ödenmiştir açıklar
mısınız?
Cevap : 6. 1995 yılında Özelleştirme
İdaresi Başkanlığının kurumlara ödediği
danışmanlık ücreti ekte sunulmuştur.
Ödenen ücrete İdare’ye kurumsal danışman
olarak çalışan danışmanlar olan McKinsey (Stratejik
Danışman), Cenajans Grey (PR Danışman), WhiteCase (Hukuk
Danışmanı) ve Gayrimenkul Ekspertiz A.Ş. de dahildir.
Bilgilerinize arz ederim.
Uğur
Bayar
Özelleştirme
İdaresi Başkanvekili
Not :
Yazılı soruyla ilgili diğer bilgiler dosyasındadır.
11. –
Muğla Milletvekili Zeki Çakıroğlu’nun, Muğla TEK
Müdürlüğünce kaçak bir inşaata elektrik
bağlandığı iddiasına ilişkin sorusu ve Enerji ve
Tabiî Kaynaklar Bakanı Hüsnü Doğan’ın yazılı
cevabı (7/330)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorumun Enerji ve Tabiî
Kaynaklar tarafından yazılı olarak
cevaplandırılmasını saygıyla arz ederim.
Zeki
Çakıroğlu
Muğla
24 Aralık 1995 Milletvekili seçimlerinde Doğruyol
Partisi Muğla Milletvekili aday adayı Sayın Çağlar Güner
tarafından Muğla İli Bodrum İlçesi Güvercinlik
Sıralık mevkiinde :
Hazineye ait sıfır noktada Milas-Bodrum
karayoluna bitişik araziye ruhsatsız kaçak yaptırılan
inşaatlarına;
TEK Muğla İl Müdürlüğü tarafından
özel olarak bu tesise 179 adet beton direk diktirilerek tel çekilerek elektrik
bağlanmıştır.
1. İnşaat ve oturma ruhsatı olmayan
inşaatlara eletrik verilebiliyor mu?
2. Hazine arazisine yapılan ve kaçak olan bu
inşaatın yıktırılması gerekmiyor mu?
3. Yasaya aykırı olarak yapılan
inşaata elektrik bağlanması için ne kadar masraf
yapılmıştır? Aynı para ile suzuz köylerimizin su;
yolsuz köylerimize yol yapılması daha doğru olmaz mı?
4. Ruhsatsız inşaat sahibinin Doğruyol
Partili ve Milletvekili aday adayı olması elektrik götürülmesinde
etkili olmuş mudur?
5. İlgililer hakkında yasal soruşturma
yapılmayacak mıdır?
6. Devletin keyfi yönetimine son verilmeyecek midir?
7. Yasalara aykırı yapılan elektrik
şebeke-tesis sökülmeyecek midir?
T.C.
Enerji
ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı
Araştırma,
Planlama ve Koordinasyon
Kurulu
Başkanlığı 16.4.1996
Sayı
: B.15.0.APK.0.23.300-419/5775
Konu : Soru önergesi
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
İlgi : T.B.M.M.
Başkanlığının 15 Mart 1996 gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/330-544/1177
sayılı yazısı.
Muğla Milletvekili Sayın Zeki
Çakıroğlu’nun Bakanlığıma tevcih ettiği 7/330-544
esas sayılı yazılı soru önergesi ile ilgili bilgiler
hazırlanarak ekte sunulmuştur.
Bilgilerinize arz ederim.
Hüsnü
Doğan
Enerji
ve Tabiî Kaynaklar Bakanı
Muğla Milletvekili Sayın Zeki
Çakıroğlu’nun soru önergesi ve cevabı (7/330-544)
24 Aralık 1995 Milletvekili Seçimlerinde
Doğru Yol Partisi Muğla Milletvekili aday adayı Sayın
Çağlar Güner tarafından Muğla İli Bodrum İlçesi Güvercinlik
Sıralık mevkiinde :
Hazine’ye ait sıfır noktada Milas-Bodrum
karayoluna bitişik araziye ruhsatsız ve kaçak olarak
yaptırılan inşaatlarına;
TEK Muğla İl Müdürlüğü tarafından
özel olarak bu tesise 179 adet beton direk diktirilerek, tel çekilerek elektrik
bağlanmıştır.
1. İnşaat ve oturma ruhsatı olmayan
inşaatlara eletrik verilebiliyor mu?
Cevap : 1. Konu ile ilgili olarak yapılan inceleme
sonucunda, Bodrum sahil karayolunun yapımı ile birlikte bölgede
hızla artan yapılaşmaya bağlı olarak, Sıralı
Mevkiinde (Gökçeler Mahallesi) yaklaşık 30 hane oluştuğu ve
bunların imar planı dışında bulunduğu dikkate
alınarak söz konusu yerleşim alanının, köy statüsünde
değerlendirilerek işlem yapıldığı tespit
edilmiştir.
İmar Kanununun 27 nci maddesi doğrultusunda,
köy sınırlarında yapılan inşaatlarda ruhsat
aranmadığından, Gökçeler Mahallesindeki meskenlere elektrik
verilebilmesi bakımından gerekli tesislerin yapım işi,
TEDAŞ Genel Müdürlüğü 1991 yılı yatırım
programına dahil edilerek, 1994 yılı içerisinde tamamlanmıştır.
2. Hazine arazisine yapılan ve kaçak olan bu
inşaatın yıktırılması gerekmiyor mu?
Cevap : 2. Konu, Bakanlığım ilgi
alanına girmemekle beraber; anılan mevkiide, karayolunun yapım
tarihi ile başlayan ve bugüne kadar süre gelen yapılaşmaya,
ilgili merciilerce yıkım işlemi uygulanmadığı
gibi, telefon ve su şebekesi gibi diğer alt yapı
yatırımları da getirilmiştir.
3. Yasaya aykırı olarak yapılan
inşaata elektrik bağlanması için ne kadar masraf
yapılmıştır? Aynı para ile suzuz köylerimizin su;
yolsuz köylerimize yol yapılması daha doğru olmaz mı?
Cevap : 3. Sözkonusu mahallenin elektriklendirilmesi
için alçak gerilim ve orta gerilim (AG+OG) şebekelerinde kullanılan
direk sayısı 105 olup, bu tesisler 1993 yılı birim
fiyatlarına göre 1 112 661 271 TL. sına mal olmuştur.
4. Ruhsatsız inşaat sahibinin Doğruyol
Partili ve Milletvekili aday adayı olması elektrik götürülmesinde
etkili olmuş mudur?
Cevap : 4. Bakanlığım, ilgili
kuruluşu TEDAŞ Genel Müdürlüğü; yukarda da belirtildiği
gibi, adı geçen bölgeye, İmar Kanuunun 27 nci maddesi
doğrultusunda ve 30 hanelik yerleşim yerini köy statüsünde
değerlendirerek, hizmet götürmüştür. Anılan hizmetin 1991-1994
yıllarında gerçekleştirilmesinde, inşaat sahibi ve
partisinin herhangi bir etkisinin olması sözkonusu değildir.
5. İlgililer hakkında yasal soruşturma
yapılmayacak mıdır?
Cevap : 5. Bakanlığımca, konu ile ilgili
olarak, yasal soruşturma açılacak herhangi bir durum
bulunmamaktadır.
6. Devletin keyfi yönetimine son verilmeyecek midir?
Cevap : 6. Bakanlığımın görev alanı
içerisinde gerçekleştirilen konuda, Devletin keyfi yönetimi sözkonusu
değildir. Herşey yasalar çerçevesinde yürütülmektedir.
7. Yasalara aykırı yapılan elektrik
şebeke-tesis sökülmeyecek midir?
Cevap : 7. Tüm ülke çapındaki yerleşim
yerlerine elektrik enerjisi iletimini ve dağıtımını
sağlamak, Bakanlığımın aslî görevleri
arasındadır. Bu çerçevede yapılmış olan tesislerin
sökülmesi de söz konusu değildir.
12. – Konya
Milletvekili Hüseyin Arı’nın, Konya-Adana yolu üzerinde bulunan
bazı yerleşim birimlerinin yol düzenlemesine ilişkin sorusu ve
Bayındırlık ve İskân Bakanı Mehmet Keçeciler’in
yazılı cevabı (7/335)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın
Sayın Bayındırlık ve İskân Bakanı tarafından
yazılı olarak cevaplandırılması hususunda
delaletlerinizi arz ederim.
Hüseyin
Arı
Konya
Konya İlinde Konya-Adana ana yol güzergahı
üzerinde Cumhuriyet, Sazgeçit Köyleri yer almaktadır. Ayrıca
Ereğli Merkezinde yine 1989 yılında yapılmış olan
aynı yol üzerinde Ereğli Şeker Fabrikası yer
almaktadır. Cumhuriyet ve Sazgeçit Köylerinin meraları anılan
yol güzergahının her iki yanında olduğundan köylülerin
hayvanları bu meralara geçişlerini, geçiş için bir menfez
bulunmadığından mecburen yol üzerinden yapmaktadırlar.
Şeker Fabrikasının ana giriş
kapısı da aynı yol güzergahında olduğundan gerekse
şeker pancarı alım kampanyası döneminde pancar teslimi için
ağır vasıtaların giriş/çıkışında
büyük kazalar olmaktadır. Bu durumda can ve mal kaybına ve ekonomiye
menfi yönden zarar vermektedir.
Bu maksatla
1. Cumhuriyet ve Sazgeçti köyleri civarında
ihtiyaca cevap verecek tarzda ana yol güzergâhı üzerinde yeterli menfezler
yapılacak mıdır?
2. Ereğli Şeker Fabrikası girişinde
ana yol üzerinde bir yol düzenlemesi yapılacak mıdır?
T.C.
Bayındırlık
ve İskân Bakanlığı
Basın
ve Halkla İlişkiler Müşavirliği 16.4.1996
Sayı
: B.09.0.BHİ.0.00.00.25/2-A/586
Konu : Konya Milletvekili Hüseyin Arı’nın
yazılı soru önergesi
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
İlgi : T.B.M.M.’nin 15.3.1996 gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-851-2043
sayılı yazısı. (7/335)
İlgi yazı ilişiğinde alınan,
Konya Milletvekili Hüseyin Arı’nın Bakanlığımıza
yönelttiği yazılı soru önergesi incelenmiştir.
1. Cumhuriyet Köyü geçişinde yapılması
istenilen kutu menfezin bağlantı yolları ile beraber tahminen 1
inci keşif bedeli 3 milyar TL. olup, Karayolları Genel
Müdürlüğümüzün 1996 yılı yatırım programında yer
almamaktadır. Ancak; yapımı, sağlanabilecek ilave
kaynaklarla mümkün olabilecektir.
Sazgeçit Köyü geçişinde ise 1995
yılında, Km : 51+200 de 3.00X2.50 m. ebadında, ihtiyacı
karşılayabilecek nitelikte bir altgeçit
yapılmıştır.
2. Ereğli Şeker Fabrikası önünde trafik
güvenliğinin sağlanması : 1995 yılı yıllık
ortalama günlük trafik değeri 2003 (613 otomobil, 141 otobüs, 1176 kamyon,
73 tır) olan söz konusu kesimde, mevcut ve gelecekteki trafik değeri
itibariyle bölünmüş yol ve kavşak düzenlemesi
yapılmasının şimdilik gerekli olmadığı
belirlenmiştir.
Ancak; Ereğli Şeker Fabrikasının
üretim devresinde pancar ve küspe nakliyesi yapan araçların fabrika
sahası içindeki park yerinin yeterli olmaması nedeni ile Devlet Yolu
üzerinde park etmeleri, platformu işgal edip görüş mesafesini
kısıtladığından bu kesimde sık sık trafik
kazaları meydana gelmektedir. Söz konusu Devlet yolu üzerinde trafik
güvenliğinin sağlanabilmesi için adı geçen fabrika
yetkililerince park alanlarının yeterli hale getirilmesi
gerekmektedir. Bunun için de, Fabrika üretim devresinde araçların park
edebilmeleri, protokollu olarak yapılacak toplayıcı yolla
sağlanabilecektir.
Bu itibarla, 1996 yılı birim fiyatlarına
göre belirlenen 9 723 468 103 TL. tutarındaki 1 inci keşif özeti
hazırlanarak Ereğli Şeker Fabrikası yetkililerine teslim
edilmiş olup; bedeli yatırılarak protokol yapılması
halinde söz konusu toplayıcı yolun inşaasına başlanabilecektir.
Bilgi ve gereğini arz ederim.
Mehmet
Keçeciler
Bayındırlık
ve İskân Bakanı
13. – Rize
Milletvekili Şevki Yılmaz’ın, yaş çay bedellerine
ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Eyüp Aşık’ın
yazılı cevabı (7/411)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki soruların ÇAY-KUR’dan
sorumlu Devlet Bakanı tarafından yazılı olarak
cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim.
4.3.1996
Şevki
Yılmaz
Rize
1. 1995 yaş çay döneminde teslim alınan çay
bedellerinin aylardır ödenmeyen kısmını ne zaman ödemeyi
planlıyorsunuz?
2. Enflasyonun vatandaşın alım gücünü
erittiği günümüzde, devlet geciken alacaklarına
uyguladığı gecikme zammı gibi, müstahsilin
alacağına da, bir aydan fazla geciktirilmesi durumunda, gecikme zammı
ödemeyi düşünüyor musunuz?
3. Müstahsilin iradesi dışında, olan ve
memnun olmadığı, mecburi budama işlemine son vermeyi
düşünüyor musunuz?
4. Düşünmüyorsanız budama neticesi ödenecek
bedelleri artırmak ve bu ödemeleri hızlandırmak için herhangi
bir çalışma yapacak mısınız?
5. Toprak analizleri yapılarak uygun gübre
kullanımı ile verimi artırma yolunda bir çaba sarfedilmesi
düşünülüyor mu?
6. Bu uygun gübrenin müstahsile faizsiz ve sübvanse
edilerek dağıtılması için herhangi bir çalışma
yapılacak mı?
T.C.
Devlet
Bakanlığı
Sayı
: B.02.0.006/182 16.4.1996
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
İlgi : Kan. Kar. Dai.
Bşk.’lığı, Kan. Kar. Md.’nün 15.3.1996 tarih ve A.01.0.GNS.
0.10.00.02-7/411-707/1608 sayılı yazısı.
Tarafımdan yazılı olarak
cevaplandırılmak üzere Rize Milletvekili Sayın Şevki
Yılmaz’ın Çay-Kur ile ilgili yazılı soru önergesinin
cevabı ilişikte sunulmuştur.
Bilgilerinizi ve gereğini arz ederim.
Eyüp
Aşık
Devlet
Bakanı
Rize Milletvekili Sayın Şevki
Yılmaz’ın Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü ile ilgili
yazılı soru önergesinin cevabıdır
Soru : 1. 1995 yaş çay döneminde teslim
alınan çay bedellerinin aylardır ödenmeyen kısmını ne
zaman ödemeyi planlıyorsunuz?
Cevap : 1. Üreticiye olan borcumuzun tamamı
ödenmiştir.
Soru : 2. Enflasyonun vatandaşın alım
gücünü erittiği günümüzde, devlet geciken alacaklarına
uyguladığı gecikme zammı gibi, müstahsilin
alacağına da, bir aydan fazla geciktirilmesi durumunda, gecikme
zammı ödemeyi düşünüyor musunuz?
Cevap : 2. Yaş çay fiyatı tespit edilirken
çeşitli alternatifler dikkate alınmaktadır. Bunlardan birisi
üreticiyi enflasyona ezdirmemek için o yılın enflasyon
oranını dikkate alarak yapılan fiyat tespitidir. Diğeri, o
yılın yaş çay yaprağı maliyeti ve buna ilave edilen makul
bir kâr oranıyla tespit olunan fiyattır. Yaş çay
yaprağı fiyatı tespit olunurken; bunun içerisinde o yıla
ait tesis, işçilik, gübreleme, tarla kirası, üretim masrafları
gibi masraflar artı bu masraflar toplamına ilave edilen o
yılın cari faizi bulunmaktadır. Bu sebeple, şimdiye kadar,
çay parası ödemelerinde ayrıca gecikme zammı ödemesi
yapılmamıştır. Ancak, 1996 yılı ödemelerinde
üreticinin mağdur olmaması için gerekli her türlü kolaylık
sağlanacak ve üreticinin lehine olan her türlü tedbir alınacaktır.
Soru : 3. Müstahsilin iradesi dışında,
olan ve memnun olmadığı, mecburi budama işlemine son
vermeyi düşünüyor musunuz?
Cevap : 3. Çay tarım alanlarından kaliteli
ürün temin etme amacıyla çay bahçelerinin 5 yıllık süre için her
yıl 1/5 oranında gençleştirme budamasına tabi
tutulması ve üreticilerin uğradığı gelir kaybının
tazmini 15.12.1993 tarih ve 93/5096 sayılı Bakanlar Kurulu
Kararnamesine göre yürütülmektedir. Sözkonusu kararname yürürlükte olduğu
sürece kararname gerekleri yerine getirilecektir.
Soru : 4. Düşünmüyorsanız budama neticesi
ödenecek bedelleri artırmak ve bu ödemeleri hızlandırmak için
herhangi bir çalışma yapacak mısınız?
Cevap : 4. 15.12.1993 tarih ve 93/5096 sayılı
Bakanlar Kurulu Kararı gereği çay bahçelerinin her yıl 1/5’inin
budanmasından doğacak gelir kaybı üreticilere tazminat olarak
ödenmektedir. Bu tazminatın hesaplanmasında üreticinin
budadığı çaylık alan miktarı kararname yürürlüğe
girmesinden önceki son iki yıl içinde sattığı yaş çay
miktarı ortalamasının % 70’i ve budama yılı yaş
çay fiyatı esas alınmaktadır. Gelir kaybı tazminatı
ödemeleri ise, yaş çay bedellerinin ödenmesinden önce
yapılmaktadır.
Soru : 5. Toprak analizleri yapılarak uygun gübre
kullanımı ile verimi artırma yolunda bir çaba sarfedilmesi
düşünülüyor mu?
Cevap : 5. Çaykur tarafından belli periyotlarda
tüm plantasyon sahalarını örnekleyecek toplam analiz
çalışmaları sürdürülmekte olup, süreç içerisinde topraklarda
oluşan olumsuz gelişmeler izlenmektedir. Yapılan toprak
analizleri ve araştırmalara dayanarak uzun yıllar tek yönlü ve
aşırı dozda yapılan gübrelemenin neden olduğu toprak
asitliğindeki sürekli artışın durdurulması ve bitkinin
temel besin ihtiyaçlarını karşılayarak verim ve kalitenin
artırılması amacına yönelik olarak adı geçen kuruluş
tarafından üreticilere 15:5:10: (N:P:K) gübresi önerilmiş ve üretici
firmalar tarafından da bu gübrenin üretilmesi
sağlanmıştır.
Soru : 6. Bu uygun gübrenin müstahsile faizsiz ve
sübvanse edilerek dağıtılması için herhangi bir
çalışma yapılacak mı?
Cevap : 6. Bu çay özel gübresi üreticilere
bağlı bulundukları Yaş Çay Kooperatifleri aracılığıyla
Devlet tarafından sübvanse edilmek suretiyle sağlanmaktadır.
Arz ederim.
14. – Kocaeli
Milletvekili Bekir Yurdagül’ün amme alacaklarına uygulanacak gecikme
zammı ile ilgili Bakanlar Kurulu Kararına ilişkin
Başbakandan sorusu ve Maliye Bakanı Lutfullah Kayalar’ın
yazılı cevabı (7/437)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın
Başbakan tarafından yazılı olarak
cevaplandırılması için gereğini arz ederim.
Saygılarımla. 7.3.1996
Bekir
Yurdagül
Kocaeli
1 Şubat 1996 tarih, 22541 sayı ve 96/7798
karar sayılı Resmî Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren,
“Yayım tarihinden itibaren geçerli olmak üzere; vadesinde ödenmeyen Amme
Alacaklarına uygulanacak gecikme zammının vadenin bitim tarihinden
itibaren her ay ayrı ayrı % 15 olarak uygulanır” Bakanlar Kurulu
Kararına istinaden;
Her ay için ayrı ayrı % 15 uygulanacak
gecikme zammı yıllık % 180 olacaktır. Resmî rakamların
dahi yıllık enflasyon oranının % 65 olduğu
söylenmesine rağmen, uygulamaya konan bu kararın vatandaşa çok
ağır yük getireceği düşünülmemiş midir?
Amme Alacağı niteliği taşıyan
Elektrik, Su, Doğalgaz, SSK, Bağ-Kur ve Meslek Odaları
aidatları gibi borçların, Gelir, Kurumlar, Emlak, Çevre temizlik ve
Taşıt vergileri gibi dürüstçe ve zamanında verilen
beyannamelerle tahakkuk eden, ödeme güçlüğü nedeniyle de ödenemeyen
vergilerin, bir de her ay ayrı ayrı % 15 gecikme zammı
uygulanması ile iyice ağırlaştırılarak
vatandaşlarımız perişan edilmemiş midir?
Ağırlaşan bu koşullarla tahsil
edilemeyen alacakların, tahsil edilmesi imkânsız hale
dönüştürülen, amaç; amme alacaklarının tahsili ilkesine de ters
düşülmemiş midir?
Kayıtdışı ekonominin ve vergi
dairelerine hiç uğramayan kazanç sahiplerinin cirit attığı
ülkemizde; kazançlarını zamanında dürüstçe beyan eden, ödeme
güçlüğü nedeniyle vergisini zamanında ödeyemeyen
vatandaşlarımız bu uygulama ile cezalandırılmak
mı istenmektedir?
Bir önceki hükümet tarafından Bakanlar Kurulu
Kararı ile uygulamaya konan, hiç de adil olmayan dürüst, namuslu
vatandaşlarımızı cezalandıran, devletimizi de amme
alacaklarını tahsil edemez duruma sokarak zarara uğratan bu
uygulamanın, gecikme, zamlarına uygulanacak faiz
oranlarının daha makul bir seviyeye çekilerek devletimizin
zararı, vatandaşımızın da mağduriyetinin
giderilmesi için hükümetinizce bir çalışma başlatmayı
düşünüyor musunuz? Düşünüyorsanız ne zaman?
T.C.
Maliye
Bakanlığı
Gelirler
Genel Müdürlüğü 17.4.1996
Sayı
: B.07.0.GEL.0.36/3685-1/16231
Konu : Yazılı soru önergesi Sürelidir.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
İlgi : Başbakanlığa hitaben
yazılan 18.3.1996 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/437-766/1785
sayılı yazınız.
Kocaeli Milletvekili Bekir Yurdagül tarafından
Başbakanlığa tevcih edilen ve Bakanlığımca
yazılı olarak cevaplandırılması tensip edilen soru
önergesine ilişkin cevabımız aşağıda
belirtilmiştir.
Bilindiği üzere, kamu hizmetlerinin en önemli ve
sağlıklı finansman aracı vergilerdir. Bu hizmetlerin
zamanında yerine getirilebilmesi ve bütçe hedeflerine
ulaşılabilmesi açısından vergilerin süresinde ödenmesi kamu
menfaatiyle doğrudan ilgilidir.
Açıktır ki, vergilerin süresinde ödenmeyerek
mükelleflerce finansman aracı olarak kullanılması, yukarıda
belirtilen ilkeler ve hedeflerden sapma sonucunu doğuracağından
sonuç kamu menfaatine aykırı olacaktır.
Bu itibarla, vergilerin süresinde ödenmesini
sağlamaya yönelik olan gecikme zammı müeyyidesinin ödememeyi
caydırıcı oranda olması önem arz etmektedir.
Zira, 1996 yılı Ocak ayında piyasa faiz
hadlerindeki yükselme nedeniyle, bazı mükelleflerin vergilerini
zamanında ödeme yerine finans piyasalarında değerlendirmeye
yöneldikleri, bunun ise vergi tahsilatında yavaşlamaya yol
açtığı gözlemlenmiştir.
Bu hususlar gözönünde bulundurularak 6183
sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında
Kanunun 51 inci maddesinde düzenlenmiş olan ve ödeme müddeti içinde
ödenmeyen kamu alacaklarına vadenin bitim tarihinden itibaren, ödeme
tarihine kadar geçen her ay için ayrı ayrı % 10 oranında
uygulanmakta olan gecikme zammı, anılan maddenin Bakanlar Kuruluna
verdiği yetkiye istinaden 9.1.1996 gün ve 96/7798 sayılı karar
ile 1 Şubat 1996 tarihinden itibaren uygulanmak üzere % 15 olarak tespit
edilmiş bulunmaktadır.
Bununla birlikte, piyasa faiz hadlerindeki düşme
seviyesine göre gecikme zammı oranı tekrar gözden geçirilerek
gereği yerine getirilecektir.
Bilgi edinilmesini arz ederim.
Lutfullah
Kayalar
Maliye
Bakanı
15. –
Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak’ın, Tarım Kredi
Kooperatifi Yönetim Kurulu üyeliklerine yapılan atamalara ve gübre
fiyatlarına ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri
Bakanı İsmet Attila’nın yazılı cevabı (7/449)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki soruların Tarım ve
Köyişleri Bakanı tarafından yazılı olarak
cevaplandırılması hususunda gereğini arz ederim. 11.3.1996
Kemal
Albayrak
Kırıkkale
1. Tarım Kredi Koop. Yön. Kurulu üyeliklerine
yapılan atamaların mevzuat gereği
yapılmadığı hakkındaki iddiaların
açıklanması,
2. Kayseri çiftçi temsilcisi olarak Yönetim Kurulu
Üyeliğine seçilen Mustafa Ulu’nun sendikal faaliyetlerde bulunup
bulunmadığı,
3. 27.11.1995 tarihli 1995/34 Başbakanlık
Genelgesi yürürlükte iken, yeni personel alınıp
alınmadığı, Alındı ise ilgililer hakkında ne
gibi bir işlem yapıldığı,
4. 1995 ve 1996 ilkbahar dönemlerinde
aşağıda belirtilen gübre fiyatları ne kadardı?
% 21 Amonyum sülfat
% 26 Amonyum sülfat
% 33 Amonyum nitrat
% 46 Üre
5. Tarım Kredi Koop. Birliği tarafından
piyasa değerinden fazlasına gübre alınıp
alınmadığı, alındı ise, kurumu bu şekilde
zarara uğratan kişiler hakkında ne gibi bir işlem
yapıldığı.
T.C.
Tarım
ve Köyişleri Bakanlığı
Teşkilatlanma
ve Destekleme Genel Müdürlüğü
Denetleme
Dairesi Başkanlığı 17.4.1996
Sayı
: TD.8/1254/1891
Konu : Yazılı soru önergesi
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
İlgi : T.B.M.M. Başkanlığı
Genel Sekreterliği Kanunlar ve Kararlar Dairesi
Başkanlığının 18.3.1996 tarih ve KAN. KAR. MD. A.
01.0.GNS.0.10.00.02.7/449-799-1920 yazılı yazısı.
Türkiye Tarım Kredi Kooperatifleri Merkez
Birliği hakkında; Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak
tarafından verilen ve bizzat Bakan tarafından cevaplandırılması
istenen ilgi yazınızın ekindeki 11.3.1996 tarihli önergede yer
alan soruların incelenmesi sonucu verilen cevaplar
aşağıda
belirtilmiştir.
1. Tarım Kredi Kooperatifleri ve Birliklerinin
işleyişini düzenleyen 1581 Sayılı Kanunun 24.6.1995 gün ve
553 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile tadilinden sonra Türkiye
Tarım Kredi Kooperatifleri Merkez Birliğinin yönetimi
özerkleştirilerek işler, seçimle işbaşına gelen (9)
kişilik Yönetim Kurulu tarafından yürütülmekte, dolayısıyla
Bakanlığımızın herhangi bir müdahalesi söz konusu
olmamaktadır. Yapılan incelemelerde; Yönetim Kurulu üyeliklerine
yapılan atamaların 1581 ve 3223 Sayılı Kanunlar ile 553
Sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümlerine uygun olduğu, diğer
taraftan üyeliklerine son verilme, çekilme ve herhangi bir sebeple Yönetim
Kurulu üyeliklerinden ayrılanların yerine Yönetim Kurulunca yedekleri
çağırılmak suretiyle sözkonusu kurulun işlerliği
sağlanmakta olduğundan bu konuda mevzuata aykırı herhangi
bir işlem bulunmadığı tespit edilmiştir.
2. Türkiye Tarım Kredi Kooperatifleri Merkez
Birliği ve Bakanlığım Teftiş Kurulu
Başkanlığınca yapılan incelemelerde; Kayseri Çiftçi
Temsilcisi olarak Yönetim Kurulu üyeliğine seçilen Mustafa Ulu’nun 2821
sayılı Sendikalar Yasasında belirtilen sendika
organlarının hiçbirisinde görevli olmadığı ve herhangi
bir sendikal faaliyette bulunmadığı tespit edildiğinden
adı geçen şahsın Merkez Birliği Yönetim Kurulu üyesi olarak
seçilmesine engel bir durum bulunmamaktadır.
3. Yapılan incelemede; özel hukuk
tüzelkişiliği Yargıtay tarafından da kabul edilip, personel
alımını yasaklayan Başbakanlığın 1995/26 ve
1995/34 sayılı genelgeleri kapsamı dışında
tutulan ve 553 sayılı Kanun Hükmüde Kararname ile idarî
özerkliğe kavuşturulan, kooperatif üyelerinin seçim ile
işbaşına gelen ve yönetim kurulu tarafından yönetilen
Türkiye Tarım Kredi kooperatifleri Merkez Birliğinin ilgili mevzuat
gereği yönetimi itibarı ile tamamen özerk bir kuruluş haline
geldiği ve bu suretle, 1995 yılının Kasım ve
Aralık aylarında; Yönetim Kurulu tarafından Kooperatif ve
Birliklerden emekli olanların yerine 165 geçici personelin
alınmasına karar verildiği, Genel Müdürlük tarafından ise
1506 kişinin alınması planlandığı, bunun 559’unun
geçici olarak işe alınıp göreve
başlatıldığı, diğerlerinin
alınmadığı ancak işçi alımları
sırasında Kuruluş Personel Yönetmeliği ve ilgili mevzuat
hilafına uygulamaları tespit edilen zamanın Genel Müdürü
Nazım Yüksel’in 29.12.1995 tarih ve 517 sayılı Yönetim Kurulu
kararı ile görevinden alınıp yine; 27.2.1996 tarih ve 52
sayılı Yönetim Kurulu kararı ile adı geçen ve
sorumlulukları tespit edilen diğer kurum personeli hakkında
soruşturma açılmasına karar verildiğinden ve 553
sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin, 1581 sayılı Kanunun 6
ncı maddesini değiştiren 3 üncü maddesi ve bu kanuna göre
çıkarılan Personel Yönetmeliğinin 62/a maddesi gereğince
geçici personel alımı hususunda tespit olunan mevzuat
aykırılıklarına ilişkin işlemlerinin
soruşturulmasına 27.2.1996 tarih ve 52 sayı ile Türkiye
Tarım Kredi Kooperatifleri Merkez Birliği Yönetim Kurulunca karar
verildiği tespit edilmiştir.
4. 1995 ve 1996 ilkbahar dönemlerindeki gübre
fiyatlarının aşağıda gösterilen şekilde
olduğu belirlenmiştir.
1996
Yılı İlkbahar
1995
Yılı İlkbahar 1996
Yılı İlkbahar 15.2.1996-15.3.1996
Dönemi
(Vadeli) Dönemi (Vadeli) Arasında Ortağa
Ortağa
Satış Ortağa
Satış Peşin
Satış
Gübre Cinsi Fiyatı TL./KG. Fiyatı TL./KG. Fiyatı TL./KG.
% 21 A. sülfat 6 200 14
250 11 800
% 26 A nitrat 8 200 15
250 13 000
% 33 A. nitrat 8 400 16
250 14 500
% 46 Üre 11
500 23 750 18 000
5. Türkiye Tarım Kredi Kooperatifleri Merkez
Birliği tarafından piyasa değerinden fazlasına gübre
alınıp kuruluşun zarara uğratıldığı
iddiaları üzerine bakanlığım Teftiş Kurulu
Başkanlığınca oluşturulan heyetçe yapılan
incelemede; sözkonusu iddialar ile ilgili olarak herhangi bir kanıt elde
edilememiştir.
Diğer taraftan mevcut Yönetim Kurulunun 553
sayılı Kanun Hükmünde Kararnameden sonra ihale, açık eksiltme ve
pazarlık ile tedarik edilen gübrelerin alım usulü, cins ve
fiyatlarını gösterir liste ekte sunulmuştur.
Bilgilerinizi arz ederim.
İsmet
Attila
Maliye
Bakanı
Not :
Yazılı soruyla ilgili diğer bilgiler dosyasındadır.
16. –
Diyarbakır Milletvekili Sacit Günbey’in, Diyarbakır’daki elektrik
kesintilerine ilişkin sorusu Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Hüsnü
Doğan’ın yazılı cevabı (7/467)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Diyarbakır ilinin enerji ihtiyacını
karşılayan enerji nakil hatlarının eksikliği ve
şehir şebekesinin yetersizliğinden kaynaklanan elektrik kesinti
ve kısıntıları yoğun bir şekilde
yaşanmaktadır. Bu durum ekonomik, sosyal ve psikolojik
sıkıntılara neden olmaktadır.
Bu konu ile ilgili olarak Enerji ve Tabiî Kaynaklar
Bakanlığından aşağıdaki soruların
yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.
18.3.1996
Prof,
Dr. Sacit Günbey
Diyarbakır
1. Konu ile ilgili Enerji
Bakanlığının bilgisi var mıdır, varsa elektrik
kesintisinin nedenleri nelerdir?
2. Kesintinin ortadan kaldırılması için
ne gibi tedbirler alınmaktadır?
3. Ne zaman bu elektrik kesintilerine son verilecektir?
4. Bölgemizden diğer bölge illerine yapılan
enerji naklinde meydana gelen hat kayıbı kadar, indirimli elektrik
fiyatı Diyarbakır için uygulanması mümkün müdür?
T.C.
Enerji
ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı
Araştırma,
Planlama ve Koordinasyon Kurulu
Başkanlığı
Sayı
: B.15.0.APK.0.23.300-418/5774 16.4.1996
Konu : Soru önergesi
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
İlgi : T.B.M.M.
Başkanlığının 27.3.1996 tarih ve
A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/467-891/2177 sayılı yazısı.
Diyarbakır Milletvekili Sayın Prof. Dr. Sacit
Günbey tarafından Bakanlığıma tevcih edilen 7/467-891 esas
no.lu yazılı soru önergesi ile ilgili bilgiler hazırlanarak ekte
sunulmuştur.
Bilgilerinize arz ederim.
Hüsnü
Doğan
Enerji
ve Tabiî Kaynaklar Bakanı
Diyarbakır Milletvekili Sayın Prof. Dr. Sacit
Günbey’in Yazılı Soru Önergesi ve cevabı (7/467-891)
Diyarbakır ilinin enerji ihtiyacını
karşılayan enerji nakil hatlarının eksikliği ve
şehir şebekesinin yetersizliğinden kaynaklanan elektrik kesinti
ve kısıntıları yoğun bir şekilde yaşanmaktadır.
Bu durum ekonomik, sosyal ve psikolojik sıkıntılara neden
olmaktadır.
Soru : 1. Konu ile ilgili Enerji
Bakanlığının bilgisi var mıdır, varsa elektrik
kesintisinin nedenleri nelerdir?
Cevap : 1. Diyarbakır il merkezine kırsal
kesimden yoğun göç olmaktadır. Bunun sonucu olarak, artan elektrik
ihtiyacını, şehrin mevcut elektrik şebekesiyle
karşılamakta sıkıntıya düşülmektedir. Bu nedenle
zaman zaman elektrik kesintisi meydana gelmektedir.
Soru : 2. Kesintinin ortadan
kaldırılması için ne gibi tedbirler alınmaktadır?
Cevap : 2. Mevcut Şebekenin yenilenmesi ile yeni
oluşan yerleşim yerlerine elektrik şebekesi yapılması
için gerekli projeler hazırlanmış ve 27.2.1996 tarihinde, bu
projelerde öngörülen tesislerin yapımı işi ihale
edilmiştir. Buna bağlı olarak da ihale edilen elektrik
şebekesi projelerinin, uzun zaman alabileceği gözönünde
bulundurularak, elektrik ihtiyacını karşılayacak acil
tesislerin biran önce yapılması için Diyarbakır Elektrik Dağıtım
Müessesesine yetki verilmiştir.
Soru : 3. Ne zaman bu elektrik kesintilerine son
verilecektir?
Cevap : 3. Daha önce de belirttiğim gibi, elektrik
şebekesinin yetersiz olan bölümleri için gerekli ödenek ayrılarak
yükleniciye ihale edilmiştir. İhale kapsamında yapılacak
olan tesisler tamamlandıkça elektrik arazıları ve kesintileri
peyderpey azalacaktır.
Soru : 4. Bölgemizden diğer bölge illerine
yapılan enerji naklinde meydana gelen hat kayıbı kadar,
indirimli elektrik fiyatının Diyarbakır için uygulanması
mümkün müdür?
Cevap : 4. Diyarbakır ilinde ve kalkınmada
öncelikli illerdeki abonelerimize, 1990 yılından bu yana, diğer
illerdeki abonelere göre % 15 oranında daha ucuz elektrik verilmektedir.
1996 Malî Yılı Genel Bütçe
Kanunu Tasarısının Maddelerine Geçilmesine Verilen Oyların
Sonucu :
(Kabul edilmiştir.)
Üye
Sayısı : 550
Kullanılan
Oy : 444
Kabul
Edenler : 232
Reddedenler : 187
Çekinserler : 19
Geçersiz
Oylar : 5
Oya
Katılmayanlar : 107
Açık
Üyelikler : –
Mükerrer
Oy : 1
(Kabul Edenler)
ADANA
Uğur Aksöz
İmren Aykut
M. Ali Bilici
İ. Cevher Cevheri
M. Halit Dağlı
Veli Andaç Durak
ADIYAMAN
Mahmut Nedim Bilgiç
Mahmut Bozkurt
AFYON
İsmet Attila
H. İbrahim Özsoy
Yaman Törüner
Nuri Yabuz
AĞRI
Cemil Erhan
Yaşar Eryılmaz
AKSARAY
Nevzat Köse
Sadi Somuncuoğlu
AMASYA
Aslan Ali Hatipoğlu
Ahmet İyimaya
ANKARA
İlhan Aküzüm
Nejat Arseven
Saffet Arıkan Bedük
Cemil Çiçek
Ünal Erkan
Mehmet Gölhan
Agah Oktay Güner
İrfan Köksalan
Mehmet Sağdıç
İlker Tuncay
ANTALYA
Osman Berberoğlu
Hayri Doğan
Emre Günensay
İbrahim Gürdal
Sami Küçükbaşkan
Metin Şahin
ARTVİN
Hasan Ekinci
Süleyman Hatinoğlu
AYDIN
Cengiz Altınkaya
Ali Rıza Gönül
Nahit Menteşe
İsmet Sezgin
Yüksel Yalova
BALIKESER
Abdülbaki Ataç
Ahmet Bilgiç
Safa Giray
Hüsnü Sıvalıoğlu
İlyas Yılmazyıldız
BARTIN
Zeki Çakan
Köksal Toptan
BATMAN
Ataullah Hamidi
Faris Özdemir
BAYBURT
Ülkü Güney
BİLECİK
Bahattin Şeker
BİTLİS
Edip Safder Gaydalı
BOLU
Avni Akyol
Abbas İnceayan
BURDUR
Mustafa Çiloğlu
Yusuf Ekinci
BURSA
Abdülkadir Cenkçiler
İlhan Kesici
Feridun Pehlivan
Turhan Tayan
ÇANAKKALE
Mustafa Cumhur Ersümer
Nevfel Şahin
A. Hamdi Üçpınarlar
ÇANKIRI
Mete Bülgün
Ahmet Uyanık
DENİZLİ
Mehmet Gözlükaya
Hasan Korkmazcan
Haluk Müftüler
DİYARBAKIR
Abdülkadir Aksu
Muzaffer Arslan
M. Salim Ensarioğlu
Sebgetullah Seydaoğlu
EDİRNE
Ümran Akkan
Evren Bulut
ELAZIĞ
Mehmet Ağar
ERZURUM
Zeki Ertugay
Necati Güllülü
İsmail Köse
ESKİŞEHİR
Demir Berberoğlu
GAZİANTEP
Mehmet Batallı
Mustafa R. Taşar
Ünal Yaşar
GİRESUN
Burhan Kara
Yavuz Köymen
Rasim Zaimoğlu
GÜMÜŞHANE
Mahmut Oltan Sungurlu
HAKKÂRİ
Naim Geylani
HATAY
Abdulkadir Akgöl
Levent Mıstıkoğlu
Ali Uyar
Hüseyin Yayla
IĞDIR
Adil Aşırım
Şamil Ayrım
ISPARTA
A. Aykon Doğan
Erkan Mumcu
Halil Yıldız
İÇEL
Fevzi Arıcı
Halil Cin
Ali Er
Turhan Güven
Ayfer Yılmaz
Rüştü Kâzım Yücelen
İSTANBUL
Meral Akşener
Yıldırım Aktuna
Tayyar Altıkulaç
Refik Aras
Ali Coşkun
Tansu Çiller
Hüsnü Doğan
Halit Dumankaya
Hasan Tekin Enerem
Yılmaz Karakoyunlu
M. Cavit Kavak
Hayri Kozakçıoğlu
Emin Kul
Necdet Menzir
Korkut Özal
Ali Talip Özdemir
Yusuf Pamuk
Bülent Tanla
Şadan Tuzcu
Bahattin Yücel
Namık Kemal Zeybek
İZMİR
Veli Aksoy
Işın Çelebi
Hasan Denizkurdu
İ. Kaya Erdem
Atilla Mutman
Metin Öney
Rüşdü Saracoglu
Işılay Saygın
Rıfat Serdaroğlu
Ufuk Söylemez
Süha Tanık
Hakan Tartan
Zerrin Yeniceli
KAHRAMANMARAŞ
Esat Bütün
Ali Doğan
Mehmet Sağlam
KARABÜK
Şinasi Altıner
KARAMAN
Fikret Ünlü
KARS
Y. Selahattin Beyribey
Sabri Güner
KASTAMONU
Murat Başesgioğlu
Nurhan Tekinel
Haluk Yıldız
KAYSERİ
Osman Çilsal
Ayvaz Gökdemir
İbrahim Yılmaz
KIRIKKALE
Hacı Filiz
Recep Mızrak
KIRKLARELİ
A. Sezal Özbek
Cemal Özbilen
KIRŞEHİR
Ömer Demir
KOCAELİ
Bülent Atasayan
İsmail Kalkandelen
Hayrettin Uzun
KONYA
Ahmet Alkan
Necati Çetinkaya
Ali Günaydın
Mehmet Keçeciler
Mehmet Ali Yavuz
KÜTAHYA
İsmail Karakuyu
Mehmet Korkmaz
MALATYA
Miraç Akdoğan
MANİSA
Abdullah Akarsu
Rıza Akçalı
Tevfik Diker
Ayseli Göksoy
Sümer Oral
Ekrem Pakdemirli
Yahya Uslu
MARDİN
Muzaffer Arıkan
Süleyman Çelebi
Mahmut Duyan
Ömer Ertaş
MUĞLA
İrfettin Akar
Lale Aytaman
Mustafa Dedeoğlu
Enis Yalım Erez
MUŞ
Necmettin Dede
Erkan Kemaloğlu
NEVŞEHİR
Abdülkadir Baş
Esat Kıratlıoğlu
NİĞDE
Doğan Baran
Akın Gönen
Ergun Özkan
ORDU
Mustafa Bahri Kibar
Nabi Poyraz
Şükrü Yürür
RİZE
Avni Kabaoğlu
Ahmet Mesut Yılmaz
SAKARYA
Nevzat Ercan
Ertuğrul Eryılmaz
Ersin Taranoğlu
SAMSUN
Cemal Alişan
İrfan Demiralp
Ayhan Gürel
Biltekin Özdemir
Adem Yıldız
SİİRT
Nizamettin Sevgili
SİNOP
Kadir Bozkurt
Yaşar Topçu
SIVAS
Tahsin Irmak
ŞANLIURFA
Necmettin Cevheri
Seyit Eyyüpoğlu
Eyüp Cenap Gülpınar
M. Fevzi Şıhanlıoğlu
ŞIRNAK
Bayar Ökten
Mehmet Tatar
Mehmet Salih Yıldırım
TEKİRDAĞ
Nihan İlgün
Hasan Peker
Enis Sülün
TOKAT
Ali Şevki Erek
Metin Gürdere
TRABZON
Eyüp Aşık
Yusuf Bahadır
Ali Kemal Başaran
UŞAK
Yıldırım Aktürk
Hasan Karakaya
VAN
Mustafa Bayram
Şerif Bedirhanoğlu
Mahmut Yılbaş
YALOVA
Cevdet Aydın
Yaşar Okuyan
YOZGAT
Yusuf Bacanlı
Lütfullah Kayalar
İsmail Durak Ünlü
ZONGULDAK
Veysel Atasoy
Ömer Barutçu
(Reddedenler
ADANA
Cevdet Akçalı
Yakup Budak
Sıtkı Cengil
Erol Çevikçe
İbrahim Ertan Yülek
ADIYAMAN
Ahmet Çelik
Celal Topkan
AFYON
Osman Hazer
AĞRI
M. Sıddık Altay
Celal Esin
AKSARAY
Murtaza Özkanlı
AMASYA
Cemalettin Lafcı
Haydar Oymak
ANKARA
Yılmaz Ateş
Ahmet Bilge
Ali Dinçer
Ömer Ekinci
Eşref Erdem
Şaban Karataş
M. Seyfi Oktay
Önder Sav
Ahmet Tekdal
Rıza Ulucak
Ersönmez Yarbay
ANTALYA
Deniz Baykal
Arif Ahmet Denizolgun
Bekir Kumbul
Yusuf Öztop
ARDAHAN
İsmet Atalay
ARTVİN
Metin Arifağaoğlu
AYDIN
M. Fatih Atay
Muhammet Polat
BALIKESİR
İ. Önder Kırlı
İsmail Özgün
BATMAN
Alaattin Sever Aydın
Musa Okçu
BAYBURT
Suat Pamukçu
BİNGÖL
Kazım Ataoğlu
Hüsamettin Korkutata
Mahmut Sönmez
BİTLİS
Zeki Ergezen
Abdulhaluk Mutlu
BOLU
Feti Görür
Mustafa Yünlüoğlu
BURSA
Mehmet Altan Karapaşaoğlu
Cemal Külahlı
Yahya Şimşek
Ertuğrul Yalçınbayır
ÇANKIRI
İsmail Coşar
ÇORUM
Zülfikâr Gazi
Yasin Hatiboğlu
DENİZLİ
Adnan Keskin
Ramazan Yenidede
DİYARBAKIR
Sacit Günbey
Seyyit Haşim Haşimi
Ömer Vehbi Hatipoğlu
Yakup Hatipoğlu
ELAZIĞ
Ömer Naimi Barım
Hasan Belhan
Ahmet Cemil Tunç
ERZİNCAN
Tevhit Karakaya
Naci Terzi
Mustafa Yıldız
ERZURUM
Lütfü Esengün
Abdulilah Fırat
Ömer Özyılmaz
Aslan Polat
Şinasi Yavuz
ESKİŞEHİR
Hanifi Demirkol
GAZİANTEP
Nurettin Aktaş
Hikmet Çetin
Kahraman Emmioğlu
Mehmet Bedri İncetahtacı
GİRESUN
Turhan Arçelik
GÜMÜŞHANE
Lütfi Doğan
HATAY
Fuat Çay
Süleyman Metin Kalkan
Nihat Matkap
Atila Sav
Mehmet Sılay
ISPARTA
Mustafa Köylü
İÇEL
Oya Araslı
Mehmet Emin Aydınbaş
Saffet Benli
D. Fikri Sağlar
İSTANBUL
Azmi Ateş
Mustafa Baş
Mukadder Başeğmez
Gürcan Dağdaş
Süleyman Arif Emre
Ekrem Erdem
Mehmet Fuat Fırat
Algan Hacaloğlu
Metin Işık
İsmail Kahraman
Hüseyin Kansu
Ahmet Güryüz Ketenci
Göksal Küçükali
Mehmet Moğultay
Ali Oğuz
Mehmet Sevigen
Mehmet Ali Şahin
Osman Yumakoğulları
Bahri Zengin
İZMİR
Ali Rıza Bodur
Sabri Ergül
Aydın Güven Gürkan
Sabri Tekir
İsmail Yılmaz
KAHRAMANMARAŞ
Hasan Dikici
Avni Doğan
Ahmet Dökülmez
Mustafa Kamalak
Ali Şahin
KARABÜK
Hayrettin Dilekcan
KARAMAN
Abdullah özbey
Zeki Ünal
KARS
Zeki Karabayır
KASTAMONU
Fethi Acar
KAYSERİ
Memduh Büyükkılıç
Abdullah Gül
Nurettin Kaldırımcı
Salih Kapusuz
KIRIKKALE
Kemal Albayrak
Mikail Korkmaz
KIRŞEHİR
Cafer Güneş
KİLİS
Mustafa Kemal Ateş
KOCAELİ
Necati Çelik
Şevket Kazan
Osman Pepe
KONYA
Hüseyin Arı
Nezir Büyükcengiz
Veysel Candan
Remzi Çetin
Necmettin Erbakan
Abdullah Gencer
Teoman Rıza Güneri
Hasan Hüseyin Öz
Mustafa Ünaldı
Lütfi Yalman
KÜTAHYA
Ahmet Derin
Metin Perli
MALATYA
Oğuzhan Asiltürk
Yaşar Canbay
Ayhan Fırat
Fikret Karabekmez
M. Recai Kutan
MANİSA
Bülent Arınç
Erdoğan Yetenç
MARDİN
Fehim Adak
Hüseyin Yıldız
MUĞLA
Zeki Çakıroğlu
MUŞ
Nedim İlci
Sabahattin Yıldız
NEVŞEHİR
Mehmet Elkatmış
NİĞDE
Mehmet Salih Katırcıoğlu
ORDU
Mustafa Hasan Öz
RİZE
Şevki Yılmaz
SAKARYA
Nezir Aydın
Cevat Ayhan
SAMSUN
Ahmet Demircan
Latif Öztek
Musa Uzunkaya
SİİRT
Mehmet Emin Aydın
SIVAS
Musa Demirci
Mahmut Işık
Temel Karamollaoğlu
Abdullatif Şener
ŞANLIURFA
İbrahim Halil Çelik
Zülfükar İzol
Ahmet Karavar
Abdülkadir Öncel
TOKAT
Abdullah Arslan
Ahmet Fevzi İnceöz
Bekir Sobacı
Şahin Ulusoy
TRABZON
Kemalettin Göktaş
Şeref Malkoç
İsmail İlhan Sungur
TUNCELİ
Orhan Veli Yıldırım
VAN
Maliki Ejder Arvas
Fethullah Erbaş
Şaban Şevli
YOZGAT
İlyas Arslan
Kazım Arslan
Abdullah Örnek
ZONGULDAK
Necmettin Aydın
(Çekinserler)
ADANA
Mehmet Büyükyılmaz
BALIKESİR
Tamer Kanber
Mustafa Güven Karahan
BARTIN
Cafer Tufan Yazıcıoğlu
HATAY
Ali Günay
İSTANBUL
Ziya Aktaş
Nami Çağan
H. Hüsamettin Özkan
Mehmet Cevdet Selvi
Zekeriya Temizel
İZMİR
Şükrü Sina Gürel
Ahmet Piriştina
KOCAELİ
Halil Çalık
Bekir Yurdagül
MANİSA
Hasan Gülay
Cihan Yazar
ORDU
İhsan Çabuk
SAKARYA
Teoman Akgür
ZONGULDAK
Tahsin Boray Baycık
(Geçersiz Oylar)
BURSA
Hayati Korkmaz
DENİZLİ
M. Kemal Aykurt
ESKİŞEHİR
Mustafa Balcılar
KIRKLARELİ
İrfan Gürpınar
KIRŞEHİR
Mehmet Ali Altın
(Oya Katılmayanlar)
ADANA
İbrahim Yavuz Bildik
Tuncay Karaytuğ
Orhan Kavuncu
Mustafa Küpeli
Arif Sezer
ADIYAMAN
Ahmet Doğan
AFYON
Sait Açba
Kubilay Uygun
AĞRI
M. Ziyattin Tokar
AKSARAY
Mehmet Altınsoy
ANKARA
Hasan Hüseyin Ceylan
Gökhan Çapoğlu
Mehmet Ekici
Halis Uluç Gürkan (Bşk. V.)
Yücel Seçkiner (İ. A.)
Aydın Tümen
Hikmet Uluğbay
ARDAHAN
Saffet Kaya
AYDIN
Sema Pişkinsüt
BİLECİK
Şerif Çim
BİTLİS
Kâmran İnan
BOLU
Necmi Hoşver
Mustafa Karslıoğlu
BURDUR
Kâzım Üstüner
BURSA
Yüksel Aksu
Ali Rahmi Beyreli
Cavit Çağlar
Ali Osman Sönmez
İbrahim Yazıcı
ÇANAKKALE
Hikmet Aydın
Ahmet Küçük
ÇORUM
Bekir Aksoy
Mehmet Aykaç
Hasan Çağlayan
Ali Haydar Şahin
DENİZLİ
Hilmi Develi
DİYARBAKIR
Ferit Bora
Salih Sümer
EDİRNE
Mustafa İlimen
Erdal Kesebir
ELAZIĞ
Cihan Paçacı
ERZİNCAN
Mustafa Kul
ESKİŞEHİR
Necati Albay
İbrahim Yaşar Dedelek (B.)
Mahmut Erdir
GAZİANTEP
Ali Ilıksoy
Mustafa Yılmaz (İ. A.)
GİRESUN
Ergun Özdemir
HAKKÂRİ
Mustafa Zeydan
ISPARTA
Ömer Bilgin
İÇEL
Abdülbaki Gökçel
Mustafa İstemihan Talay
İSTANBUL
Bülent Akarcalı
Sedat Aloğlu
Ahat Andican
Mehmet Aydın
Bülent Ecevit
Cefi Jozef Kamhi
Ercan Karakaş
Osman Kılıç
Mehmet Tahir Köse
Aydın Menderes
Yusuf Namoğlu
Altan Öymen
Ahmet Tan
Güneş Taner
Erdoğan Toprak
Ali Topuz
İZMİR
Turhan Arınç
Gencay Gürün
Birgen Keleş
Mehmet Köstepen
KARABÜK
Erol Karan
KARS
Çetin Bilgir
KASTAMONU
Hadi Dilekçi
KAYSERİ
İsmail Cem
Recep Kırış
KIRKLARELİ
Necdet Tekin
KİLİS
Doğan Güreş
KOCAELİ
Onur Kumbaracıbaşı
KONYA
Abdullah Turan Bilge
KÜTAHYA
Mustafa Kalemli (Başkan)
Emin Karaa
MALATYA
Metin Emiroğlu
MUĞLA
Fikret Uzunhasan
ORDU
Hüseyin Olgun Akın
Müjdat Koç
Refaiddin Şahin
RİZE
Ahmet Kabil
SAKARYA
Ahmet Neidim
SAMSUN
Yalçın Gürtan
Murat Karayalçın
Nafiz Kurt
SİİRT
Ahmet Nurettin Aydın
SİNOP
Metin Bostancıoğlu
SIVAS
Nevzat Yanmaz
Muhsin Yazıcıoğlu
ŞANLIURFA
Sedat Edip Bucak
TEKİRDAĞ
Fevzi Aytekin
Bayram Fırat Dayanıklı
TOKAT
Hanefi Çelik
TRABZON
İbrahim Çebi
Hikmet Sami Türk
TUNCELİ
Kamer Genç (Bşk. V.)
UŞAK
Mehmet Yaşar Ünal
ZONGULDAK
Hasan Gemici
Mümtaz Soysal
(Mükerrer)
AĞRI
Cemil
Erhan