DÖNEM : 20 YASAMA YILI : 1
T. B. M. M.
TUTANAK DERGİSİ
CİLT : 8
72 nci Birleşim
6 . 7 . 1996 Cumartesi
İ Ç İ N D E K
İ L E R
I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. – HÜKÜMET PROGRAMI
1. – Başbakan Necmettin Erbakan tarafından kurulan Bakanlar
Kurulu programının görüşülmesi
III. – SATAŞMALARA
İLİŞKİN KONUŞMALAR
1. – Adalet Bakanı Şevket Kazan’ın, CHPGenel
Başkanı Deniz Baykal’ın şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
2. – CHPGenel Başkanı Deniz Baykal’ın, Adalet Bakanı
Şevket Kazan’ın şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
3. – Yozgat Milletvekili Lutfullah Kayalar’ın, Başbakan
Necmettin Erbakan’ın şahsına sataşması nedeniyle
konuşması
4. – Gaziantep Milletvekili Mustafa Rüştü Taşar’ın,
Başbakan Necmettin Erbakan’ın şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
5. – Maliye Bakanı Abdüllatif Şener’in, kendilerine
sataşılması nedeniyle söz alan, Yozgat Milletvekili Lutfullah
Kayalar ve Gaziantep Milletvekili Mustafa Rüştü Taşar’ın
konuşmalarıyla ilgili açıklaması
IV. – SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1. – Yozgat Milletvekili Kâzım Arslan’ın, ÖSYM
sınavının Yozgat’ta da yapılmasının
düşünülüp düşünülmediğine ilişkin sorusu ve Millî
Eğitim Bakanı Mehmet Sağlam’ın yazılı cevabı
(7/836)
2. – İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın,
TDİ’ne bağlı bir yolcu gemisine aşırı yolcu
alınmak suretiyle tehlikeli bir yolculuk
yaptırıldığı iddiasına ilişkin sorusu ve
Ulaştırma Bakanı Ömer Barutçu’nun yazılı cevabı (7/872)
3. – Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın, elektrik enerjisi
sıkıntısını aşmak için alınması gereken
tedbirlere ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı M.
Recai Kutan’ın yazılı cevabı (7/888)
4. – Konya Milletvekili Mustafa Ünaldı’nın Hollanda’da
çalışan işçilerimizin çocuklarının bir Anadolu
İmam-Hatip Lisesine kayda zorlandıkları iddiasına
ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Mehmet Sağlam’ın
yazılı cevabı (7/946)
I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 15.00’te açıldı.
BAB Asamblesi Başkanının TBMM’nin resmî konuğu
olarak Türkiye’yi ziyaretine, Kuala Lumpur’da yapılacak İkinci
Müslüman Kadın Parlamenterler Toplantısına katılacak
parlamento heyetinde yer alacak bayan milletvekillerine,
İlişkin TBMMBaşkanlığı tezkereleri Genel
Kurulun bilgisine sunuldu.
Çorum Milletvekili Hasan Çağlayan’ın (6/104),
İzmir Milletvekili Hakan Tartan’ın (6/168),
Şanlıurfa Milletvekili Abdulkadir Öncel’in (6/201),
Numaralı sözlü sorularını geri aldıklarına
ilişkin önergeleri okundu; sözlü soruların geri verildiği
bildirildi.
İzmir Milletvekili Hakan Tartan ve 21 arkadaşının,
ortaöğretimdeki sorunların araştırılarak Anayasal
çerçeveye uygun bir millî eğitim politikasının belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/92) okundu; önergenin gündemdeki yerini
alacağı ve öngörüşmesinin, sırasında
yapılacağı açıklandı.
Metin Göktepe Cinayetinin Açıklığa
Kavuşturulması ve Faillerinin Ortaya Çıkarılması
Amacıyla Kurulan (10/3, 4) esas numaralı Meclis Araştırma
Komisyonunun süre uzatımına ilişkin tezkeresi okundu;
Komisyonun, daha önce kendisine verilen 3 aylık çalışma süresini
doldurması ve İçtüzüğün değişik 105 inci maddesinin, 1
aydan daha fazla yeni bir çalışma süresinin verilmesine imkân
tanınmaması nedeniyle oya sunulamayacağı ve 1 aylık
kesin süre verildiği açıklandı.
Kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer
işlerle ilgili olarak, İçtüzüğün değişik 78 inci
maddesi gereğince Hükümetten bir talep gelmemesi nedeniyle;
Bakanlar Kurulu Programını görüşmek için, 6 Temmuz 1996
Cumartesi günü saat 15.00’te toplanmak üzere, Birleşime 15.17’de son
verildi.
Yasin Hatiboğlu Başkanvekili
Salih Kapusuz Ünal
Yaşar Kayseri Gaziantep Kâtip
Üye Kâtip
Üye
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 15.00
BAŞKAN:
Başkanvekili Yasin HATİBOĞLU
KÂTİP
ÜYELER: Ünal YAŞAR (Gaziantep), Salih KAPUSUZ (Kayseri)
BAŞKAN – Çalışmalarımızın hayırlara
vesile olmasını Cenabı Allah’tan niyaz ederek, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 72 nci Birleşimini açıyorum.
Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayımız
vardır; görüşmelere başlıyoruz.
II. – HÜKÜMET
PROGRAMI
1. – Başbakan Necmettin Erbakan
tarafından kurulan Bakanlar Kurulu programının görüşülmesi
BAŞKAN – Gündemin “Özel Gündemde Yer Alacak İşler”
kısmında bulunan, Başbakan Sayın Necmettin Erbakan
tarafından kurulan Bakanlar Kurulunun Programı üzerindeki
görüşmeleri yürüteceğiz.
Görüşmelerde, İçtüzüğün 72 nci maddesine göre, siyasî
parti gruplarına, şahısları adına iki sayın üyeye
ve Hükümete söz verilecektir.
Genel Kurulun 2 Temmuz 1996 tarihli 69 uncu Birleşiminde
alınan karar gereğince, siyasî parti grupları ve Hükümet
adına yapılacak konuşmalar birer saatlik -ki, bu süreler,
gruplarınca arzu buyurulursa, iki ayrı sayın üye tarafından
kullanılabilecektir- kişisel konuşmalar ise, onbeşer
dakikalık süreye tabidir.
Program üzerinde söz alan sayın üyelerin adlarını Yüce
Kurula arz edeceğim:
Sayın milletvekilleri, Danışma Kurulunda çekilen kura
sonucu, konuşma sıraları şöyle belirlenmiştir:
Cumhuriyet Halk Partisi Grubumuz ilk sırada, Refah Partisi Grubumuz ikinci
sırada, Demokratik Sol Parti Grubumuz üçüncü sırada, Doğru Yol
Partisi Grubumuz dördüncü sırada, Anavatan Partisi Grubumuz beşinci
sırada görüşlerini ifade buyuracaklardır.
Kişisel söz talebinde bulunan sayın üyelerin isimlerini
okuyorum:
1- Sayın Abdulkadir Öncel
2- Sayın Halit Dumankaya; ancak, Sayın Dumankaya’nın
talebiyle, Sayın Nejat Arseven
3- Sayın Hasan Hüseyin Ceylan
4- Sayın Başesgioğlu
5- Sayın Kavuncu
6- Sayın Okuyan
7- Sayın A. Çelik
8- Sayın Büyükkılıç
9- Sayın Altay
10- Sayın Akarsu
11- Sayın Işık
12- Sayın Korkmaz
13- Sayın Emmioğlu
14- Sayın Terzi
15- Sayın Karakaya
16- Sayın Balcılar
17- Sayın Şimşek
18- Sayın Kul
19- Sayın Fırat
20- Sayın H. Çelik
21- Sayın Hatipoğlu
22- Sayın Poyraz
23- Sayın Yılmaz
24- Sayın Aras
25- Sayın Çetinkaya
26- Sayın Dumankaya (Değişiklik talebi nedeniyle)
Tabiî, bundan sonra da kişisel söz talebinde bulunan sayın
üyeleri kaydetmemize bir engel yoktur; ancak, İçtüzüğün 72 nci
maddesine göre, biliyorsunuz, sırasıyla iki sayın üyeye söz
verme imkânımız vardır.
Sayın milletvekillerimizin böyle bir bilgi yenilenmesine
ihtiyaçları yok; ancak, dinleyiciler mahallinde bulunan sayın
izleyicilerimizin bilgilendirilmesi, bilgisi olanların bilgilerinin
yenilenebilmesi için, İçtüzüğümüzün 169 uncu maddesini bir kere
okumak istiyorum; umuyorum ki, izleyiciler bu maddeyi dikkatle takip buyururlar.
Madde 169:
“Dinleyiciler, birleşimin devamı süresince kendilerine
ayrılan yerlerde sükûnet içinde oturmak zorundadırlar.
Dinleyiciler görüşmelerde, kabul veya ret yönünde söz,
alkış yahut herhangi bir hareketle kendi düşüncelerini ortaya
koyamazlar.
Bu yasağa uymayanlar, o yerin düzenini korumakla görevli olanlar
tarafından hemen dışarı çıkarılırlar.”
Tabiî, izleyicilerimizden çok değerli herhangi bir
kardeşimizin böyle bir muameleye muhatap kalması, önce,
Başkanlığımızı üzer; böyle bir üzüntüye
Başkanlığı duçar etmiş olmak da dinleyicilerimizi
üzer. O halde, anlaştık, sükûnetle takip edeceğiz inşallah.
Sayın milletvekilleri, gruplar adına ilk söz, Cumhuriyet Halk
Partisi Genel Başkanı
Sayın Baykal’ın; buyurun. (CHP sıralarından
alkışlar)
Sayın Baykal, sürenin tamamını zatı âliniz mi
kullanacaksınız?
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Evet Sayın Başkan.
BAŞKAN – Peki, buyurun.
CHP GRUBU ADINA DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; yeni bir Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin
kuruluşu vesilesiyle, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, Hükümet
Programı üzerinde görüşme yapıyoruz. Bu görüşmelerde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun düşüncelerini ve değerlendirmelerini
size sunmak üzere kürsüdeyim; bu vesileyle Sayın Başkanı,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin sayın üyelerini ve sevgili
yurttaşlarımızı içten saygılarla selamlıyorum.
Bu Hükümet görüşmesinin, bugüne kadar gerçekleştirilmiş,
daha önceki 53 hükümetin görüşmesinden çok farklı yönleri olduğu
açıkça gözüküyor. Türkiye Cumhuriyetinin bugüne kadar kurduğu 54
hükümet içinde, bugün görüşmesini yapmakta olduğumuz Hükümetin,
kendine özgü yönleri, nitelikleri olduğu, toplumumuzun bir genel
değerlendirmesi olarak önümüzde duruyor.
Önemli bir görev yapmaya mecburuz. Öyle zannediyorum ki, bu görüşme
öncesi, siyasal partilerde yaşanan tartışmaların,
alınan önemli kararların da gösterdiği gibi, herkesin
yüreğinde tarihsel önemi olan, çok büyük gelişmelere yol açabilecek
ve çok sık karşı karşıya
kalmadığımız türden önemli tercihlere yol açabilecek bir karar
olduğu, bir görüşme yapıldığı
anlaşılıyor; bunda şaşılacak fazla bir şey
de yoktur. Türkiye’ye dışarıdan kısaca bakılacak
olursa, öyle zannediyorum ki, içinde bulunduğumuz tablonun önemi çok
açıkça ortaya çıkar. Türkiye, bir yandan yaşamının en
bunalımlı döneminin içine girmiş gibi gözüküyor; ekonomik
yaşamımız, toplumsal yaşamımız gerçek bir kriz
görüntüsünün tablolarını sergiliyor. Türkiye, tarihinin en
ağır borç ve faiz yükü altında, ekonomisi kendi ayakları
üzerinde duramayan bir noktaya gelmiş gözüküyor. Türkiye’nin toplumsal
yaşamında, demokratik rejiminde, görmeye pek alışık
olmadığımız sıkıntılar giderek artan
ölçülerde ortaya çıkıyor. Dış ilişkilerimiz kaygı
verici bir doğrultuda hızla gelişiyor. Türkiye’nin
ağır bir bunalımın içine doğru sürüklenmekte
olduğu çok açıkça gözüküyor. Ne yazık ki, bu bunalım
denetim altına almaya dönük şans yeterince
kullanılamadığı için, sorun, her geçen gün daha da
derinleşerek, yoğunlaşarak önümüzde duruyor. Genel seçimden
çıkmış bir Parlamento, henüz güven verici bir hükümet
oluşumu çalışmasını bile noktalayamamış bir
durumda gözüküyor. Seçimlerden bu yana altı ayı aşkın bir
süre geçti; ama, hâlâ önümüzde bir Hükümet yok. Bir Hükümet kurduk, bu Hükümet,
cumhuriyet tarihinin en kısa ömürlü Hükümeti olarak tarihe geçti.
Şimdi, yeni bir hükümet arıyoruz. Bu hükümeti ararken vicdanlar
bölünmüş, duygular çapraşıklaşmış, Türkiye, ciddî
bir sıkıntı içinde, bir hükümet mi çıkarıyor,
sorunları çözecek yeni bir çıkış yolu mu arıyor,
belirsiz bir noktada gözüküyor. Türkiye, içinde bulunduğumuz dönemde,
ciddî bir sahipsizlik ortamını sergiliyor. Güncel sorunlar,
boşlukta, sahipsiz, bir süreden beri duruyor. Irak petrol boru hattı,
siyasal sorunları çözüldüğü halde, Türkiye için olağanüstü
önemli bir konu olmasına rağmen, hâlâ çözülememiş bir durumda
olmaya devam ediyor; çünkü, Türkiye sahipsiz.
İhracat, ilk kez, uzun yıllardan beri, bir tıkanma
işareti veriyor. Genel ihracat, haziran ayında yüzde 12 geriliyor.
İhracatımızın en önemli kalemi tekstil ve konfeksiyon yüzde
26’lık bir gerilemeyi ortaya koyuyor.
İthalat rakamları altı aydan beri yayımlanamıyor.
Türkiye’nin altı aydan beri ekonomik durumunu izlemesine
yardımcı olacak temel veriler, ne yazık ki, ortalıkta yok;
ne iktisatçılarımız ne karar alıcılarımız bu
konularda bir değerlendirme yapma şansına sahipler.
Avrupa ile ilişkilerimiz boşlukta kalmış,
alınması gereken kararlar alınamamış, gerekli
düzenlemeler yapılamamış ve Türkiye bir
sıkıntılı noktaya doğru hızla sürüklenir noktada.
Mafya-siyaset-devlet ilişkileri, tarihimizin hiçbir döneminde
yaşanmamış düzeyde çarpıcı örnekleriyle ortaya çıkıyor;
ama, bir süre sonra bu olayların gerçek niteliğinin gerektirdiği
soruşturma, araştırma anlayışının ortadan
kalktığına tanık oluyoruz ve sıradan bir adlî olay, bir
zabıta olayı konumunda, bu konu da kamuoyunun dikkatinden giderek
uzaklaşıyor.
Enerji sıkıntısı Türkiye’nin önünde.
Türkiye’de, terör, her geçen gün can yakmaya devam ediyor; bugün, daha
biraz önce, iki askerimizin Erzincan’da şehit edildiği haberini
aldık. Türk Bayrağı indiriliyor; sokaklardaki gösterilerle,
çeşitli girişimlerin -etkin olmayan güvenlik uygulamaları
sonucunda- ölçüsünü taşırmasıyla, ülkemiz, dünyada, giderek
saygınlıktan uzaklaşan bir rejim görüntüsü içerisine
sürükleniyor.
Böyle bir tablonun içerisindeyiz. Bu tablo yaşanırken, öte
yandan da, siyasal tartışma dünyamız çok özel sorunlarla
karşı karşıya bulunuyor. Bu tablo içerisinde, artık,
bizim, bir hükümet tartışması yapmanın ötesine geçip, bir
rejim muhasebesi yapma ihtiyacı içerisinde olduğumuzu
düşünüyorum. İçerisinde bulunduğumuz durumun, bütün
ayrıntılarıyla ve ciddî bir biçimde değerlendirilmesinin
gerektiğine inanıyorum.
Siyasal yaşamımız, bir türlü aydınlatılamayan
yolsuzluk iddialarıyla kirletilmiştir,
yıpratılmıştır. Dünyanın bütün ülkeleri ciddî
yolsuzluk iddiaları karşısında, etkin, sonuç
alıcı girişimleri yürütebilirken, Türkiye’de, ne yazık ki,
yıllardan beri -sadece bu dönemi söylemiyorum; çok daha öncesinden beri-
önem taşıyan, ciddî yolsuzluk iddiaları boşlukta
kalmıştır, sahipsiz kalmıştır. Türkiye’deki
yolsuzlukların siyasal düzeydeki sorumlularına ulaşmak
olanağı, ne yazık ki, bir türlü bulunamamıştır.
İtalya, son dönemde üç tane başbakanını mahkûm etti; ama,
Türkiye, siyasî yolsuzluk iddialarının bu kadar
yoğunlaştığı bir dönemi yaşıyor
olmasına rağmen, bu konularda hiçbir ciddî adımı
atamadı.
Siyasal yaşamımız, her gün yeni yeni transfer
haberleriyle çalkalanıyor. Böyle bir tablonun içindeyiz. Bu tabloda,
Hükümeti konuşmadan önce, bence, şu üç sorunun sorulması ve bu
soruların cevaplarının doğru bir biçimde verilmesi
gerekiyor. Hükümet Programı müzakeresine geçmeden, şu üç soruyu,
kamuoyumuzun ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin önüne koymak istiyorum.
Bir: Yolsuzluklarla ilgili soruşturma önergelerinin, bu Hükümetin
kuruluşuyla bir ilişkisi var mıdır, yok mudur? (CHP ve ANAP
sıralarından alkışlar) Önce, bu konuyu doğru bir
biçimde yanıtlamamız gerekiyor. Soruyu tekrar ediyorum: Bugün
programını görüştüğümüz, pazartesi günü de güvenoyu ya da
güvensizlik oyuyla hakkında karar alacağımız bu Hükümetin
kuruluşunun, yolsuzluk iddialarıyla, yolsuzluk iddialarına dönük
olarak verilen soruşturma önergeleriyle bir ilişkisi var
mıdır, yok mudur? (CHP sıralarından “vardır”
sesleri) Böyle bir soru, haksız,
anlamsız, kötü niyetli bir sorudur, diye bir değerlendirme yapabilir
miyiz?! Böyle bir sorunun, bir geçerliliği, bir anlamı
olmadığını ifade etme hakkına, şansına sahip
miyiz; keşke olsaydık. Bütün Türkiye biliyor ki, Türkiye Büyük Millet
Meclisi içinde, vicdanını, siyasetine ipotek etmemiş herkes
biliyor ki, bu soru, haklı bir sorudur, meşru bir sorudur, yerinde
bir sorudur. (CHP sıralarından alkışlar) Bu soruyu
aydınlatmamız lazım; bu sorunun gereğini yerine getirmemiz
lazım. Bu soruyu, kötü niyetli bir muhalefet sözcüsü olarak, ben
sormuyorum; bu soruyu, 9 Mayıs 1996 tarihli Türkiye Büyük Millet Meclisi
görüşmelerinde, Sayın Tansu Çiller soruyor. Sayın Çiller,
hakkında TEDAŞ ve TOFAŞ
ile ilgili soruşturma önergeleri verilmesinin, bir hakkın
suiistimali olduğunu iddia ediyor ve bunun gerekçesi olarak da şunu
-aynen, kendi ifadeleriyle, okuyorum- söylüyor: “Şimdi, kısaca
anlatayım, niçin suiistimal: Sayın Erbakan, yani önerge sahiplerinin
Sayın Genel Başkanı, bana, üç saat boyunca, Hükümet olmayı
teklif etti mi; ilk söze başlayıp, tam ellibeş dakika, nefes
almadan, nokta virgül koymadan, bana birlikte Hükümet olmayı teklif etti
mi, etmedi mi?!
İkinci soru: Sayın Erbakan ve Refah Partisi ‘bizimle koalisyon
yapacak olan, sütten çıkmış ak kaşıktır’ dedi mi,
demedi mi?! Ben, o teklifi kabul etseydim, bu tertipler yapılır
mıydı; soruyorum.” Bunu söyleyen, Sayın Çiller’dir.
Şimdi, Refah Partisinin, kendisiyle Hükümet kurma önerisini kabul
etmiş olsaydı, yolsuzluklarla ilgili soruşturma önergesinin
verilmeyeceğini, Sayın Erbakan’ın ifadesine dayanarak,
belirtiyor Sayın Çiller ve “bu önerge, ben Hükümette yer almayı kabul
etmediğim için verilmiştir” diyor. “Eğer ben kabul etmiş
olsaydım, bu önerge verilmeyecekti” diyor.
Şimdi, bizim sorma hakkımız var, Sayın Çiller’e: Bu
soruşturma önergesi verilmiş olmasaydı, siz, bu Hükümetin içine
girer miydiniz? (CHP sıralarından alkışlar)
Şimdi “bizimle beraber olan, sütten çıkmış ak
kaşık olur” diyor, Sayın Erbakan. Önce soruşturma önergesi
veriyor, arkasından çıkış yolunu gösteriyor. “Ben de o
çıkış yolunu reddettim” diyor, Sayın Çiller. Sayın
Çiller, o çıkış yolunu, o aşamada reddetmiş olarak
kendisini bu suçlamalardan aklayamaz. Aklaması için yapması gereken
şey, bütün aşamalarda reddetmeye devam etmektir, Yüce Divanın bu
konuda alacağı karardan korkmamaktır. Bu baskıyı yaşamış
birisi olarak, buna, o aşamada Hükümete girmemiş oluşunun yol
açtığını belirten birisi olarak, şimdi Hükümete
girmiş birisi sıfatıyla, yolsuzluk önergeleriyle ilgili durumun,
çok daha dikkatle incelenmesi ihtiyacını, bizzat kendisi ortaya
çıkarmıştır.
Değerli arkadaşlarım, bu konuya
baktığımız zaman gördüğümüz şudur: İlgi
çekici bir biçimde, Mecliste kurulmuş olan çeşitli soruşturma
komisyonlarının çalışmaları, bu Hükümetin
kuruluşuyla, birdenbire etkilenmeye başlamıştır. Önce,
Mercümek konusunu incelemek üzere kurulan komisyonun iki DYP’li üyesi
komisyondan çekilmişlerdir; çekilmişler midir, çekilmemişler
midir, niçin çekilmişlerdir? Bu komisyon niçin çalışmıyor?
Hükümetin kuruluşunun hemen akabinde, Koalisyon ortaklarından
birisiyle ilgili önemli bir soruşturma komisyonunun
çalışmasının Koalisyon ortağı öteki partinin
girişimiyle ortadan kaldırılması doğal bir olay
mıdır; kabul edilebilir bir tablo mudur?! Sorgulanması gereken
bir manzaranın bulunduğu, böylece, açıkça ortaya
çıkmıyor mu?
Yine, bununla bir arada, TEDAŞ konusundaki komisyonun
çalışmaları açısından büyük önem
taşıdığı, önergeyi veren Refah Partili Sayın Grup
Başkanvekilinin o zamanki ifadesiyle belli olan müteahhit, birdenbire,
komisyona gelip ifade vermekten vazgeçtiğini iddia ediyor.
Değerli arkadaşlarım, bunlar ciddî üzüntü verici
olaylardır. Burada bir cumhuriyet hükümetinin kuruluşunu
konuşuyoruz. Hepimiz tarihe karşı sorumluyuz. Bugünün hükümeti
kurulur-kurulmaz, o hükümette yer alır-almaz, bunların hiçbir önemi
yoktur; ama, buradan, yolsuzluklarla irtibatı olduğu izlenimini veren
bir Hükümetin vize almış olmasının ayıbını
hiçbir zaman temizleyemeyiz. (CHP ve ANAP sıralarından “Bravo”
sesleri, alkışlar) Böyle bir ayıbın söz konusu
olmadığını iddia ediyorsak, bu konuda
vicdanımızı rahatlatalım, bu konuda ikna olalım, bu
konuda tatmin olalım; bu konuyu bütün ayrıntılarıyla
konuşalım. Bakınız, bunu, bütün Türkiye konuşuyor,
bunu, koalisyonu kuran partilerin mensupları konuşuyor, onlara destek
verenler konuşuyor; gazetelerinde yazıyorlar, dergilerinde
yazıyorlar... “Hayır, böyle bir olay yoktur, bu Hükümetin, yolsuzluk
iddialarıyla hiçbir ilişkisi yoktur” diyorsak ve böyle ise, ben,
bunu, anlamaya, dinlemeye ve değerlendirmeye hazırım; ama, bu
konuda ortaya atılan ciddî iddiaların, bizzat olayların içerisinde
yer alan insanların ortaya attığı iddiaların, bizi, bu
konunun önem taşıdığını düşünme
noktasına getirdiğini sizlere hatırlatmak istiyorum. Bu Hükümet
konuşulurken ele alınması gereken birinci soru budur; bu
Hükümetin bu şekilde oluşmuş olmasının, yolsuzluklarla
bir ilişkisi var mıdır?
İkinci soru şudur: Bir süreden beri gerçekleşen
transferler, gerçekten, siyasî ve vicdanî kanaatlerin sonucu olarak mı
ortaya çıkmıştır; yoksa, başka nedenler söz konusu
mudur? Bu konuyu da aydınlatmamız lazım. Türkiye Büyük Millet
Meclisi, bu konuları doğru görmeden, bu konularda aydınlanmadan,
bu Hükümet hakkında, reflekslerle, alışkanlıklarla,
disiplin kaygılarıyla karar alamaz, almamalıdır. Bir
süreden beri yaşadığımız siyasî transferlerin, parti
değiştirmelerin, vicdanî ve siyasî kanaatler sonucu olduğunu
iddia edebiliyor muyuz, kabul edebiliyor muyuz; bunu, sağduyumuzu ipotek
altına sokmadan, içtenlikle söyleyebiliyor muyuz?
Şu garabete bakınız ki, tam güvenoyu öncesinde, o ana
kadar bu konularla ilgili hiçbir özel değerlendirme yapmamış
olan bazı Parlamento üyeleri, birdenbire, çok anlamlı bir biçimde,
saf değiştirmeye yöneliveriyorlar. Şimdi, bu saf
değiştirmelerin siyasî ve vicdanî kanaatten
kaynaklandığını, doğal karşılanması
gerektiğini, siyasî hayatımıza olumsuz etki getirebilecek bir
yönü olmadığını düşünmek mümkün müdür?! Eğer,
böyle bir durum varsa, bunun aydınlatılması lazımdır.
“Canım bu işler böyle oluyor” diye geçiştiremeyiz; böyle
olmuyor; Avrupa’da böyle olmuyor, dünyada böyle olmuyor, Yunanistan’da böyle
olmuyor... Bir insanın siyasî parti
değiştirmesi, olağanüstü önemli bir olaydır; olsa da, çok
özel koşullar içerisinde olur. Tam güven oylamasından önce,
Parlamento, birden bire bir deprem
yaşayacak, sapır sapır bir kısmı o tarafa, bir
kısmı bu tarafa yöneliverecek;
biz alsak da almasak da, bu konudaki kararın, Parlamentomuza
yakışmayan yöntemlerle alınmadığından emin
olacağız?! Benim, böyle bir emniyet içerisinde
bulunmadığımı, herkesin bilmesini istiyorum. Derin bir
üzüntü içerisindeyim. Siyasal yaşamımızda, herkesin, kendince
önemli saydığı amaca ulaşmak için, bu yöntemleri bir
biçimde kullandığını görmekten büyük ıstırap
duyuyorum ve üzüntüyle söylemeliyim ki, bu geldiğimiz nokta, aslında,
seçim öncesi tablonun uzantısıdır. Seçim öncesinde de buna
benzer durumlar yaşanmıştır; ilke, tutarlılık ve
siyasal kimlik, hiçbir önem taşımaz gibi kararlar
alınmıştır; adaylar, hangi partinin hangi sırası
kendi işine uygun geliyorsa, o konuda seçim yapma hakkına sahip
olduklarını düşünmüşlerdir; partiler, başka partilerle
işbirliği yaparak, içiçe geçip sandığa gitmişlerdir;
parti kimliklerinin anlamı kaybolmuştur; seçim öncesinde, hükümet
oluşturmaya dönük blok açıklamaları
yapılmıştır; siyaset, berraklığını,
tutarlılığını kaybetmiştir. Üzüntü verici bir
tablodur. Şimdi, seçim öncesinde ekilen o tohumlar yeşeriyor,
meyvelerini veriyor. Hayatı boyunca solda siyaset yapmış bir
adam, birden bire, bir sağ siyasal partide yerini alıyor;
alkışlarla kabul ediliyor ve bu, meşru bir siyaset
uygulaması diye kabul ediliyor ve ondan sonra, bu noktalara geliyoruz.
Benim, aydınlatılma ihtiyacını hissettiğim ikinci soru
budur.
Üçüncü soru şudur: Seçim öncesinde, bir parti, çıkıp da
“seçimden sonra, ben, şu partiyle koalisyon kurmam” diye açıklama
yapar da seçimden sonra o partiyle hükümet kurarsa, bu, demokratik
anlayışın içerisine girer mi, sığar mı,
doğal mıdır? Yani, vatandaşın oyunu alırken, ona,
önemli bir taahhütte bulunacaksınız, sonra, o taahhüdü yok
sayacaksınız, sistematik bir biçimde, çok doğalmış
gibi, size oy veren binlerce, yüzbinlerce, milyonlarca insanı aldatacaksınız,
tamamen farklı istikametlerde işbirliğine
kalkışacaksınız. Kimse, size, seçimden önce, şununla
hükümet kurarım, bununla kurmam diye bir açıklama yapma
zorunluluğu getirmiyor; ama, siz, çıkıp “siyaseten yararlı
olur” diye bir açıklama yapıyorsunuz, ondan sonra da o
açıklamayı bırakıyorsunuz, bir farklı noktaya
geliyorsunuz. Bu üç soruya verilecek cevap, öyle zannediyorum ki, bugün
içerisinde bulunduğumuz konunun aydınlatılmasını
sağlamaya yetecektir.
Değerli arkadaşlarım, buraya nasıl gelindi konusunu,
önce, seçim öncesi uygulamalarla açıkladığımı bir kez
daha ifade etmek istiyorum. Seçim öncesinde, gerçekten, bizim siyasal
yaşamımızda da çok mutat olmayan, çarpık ilişkiler
ortaya çıkmıştır; partileri aşan ilişkiler
kurulmuştur, dayanışmalar ifade edilmiştir,
işbirlikleri sergilenmiştir, parti partinin içerisine girmiştir
ve öyle seçim yapılmıştır; parti ve siyasî kimlik
kaygısını, ilke kaygısını bir tarafa
bırakarak adaylar savrulup gitmiştir.
Bu noktaya gelişimizin, bence, önem taşıyan bir temel
nedeni, seçimden hemen sonra kurulmuş olan Hükümetin biçimidir. Türkiye,
ne yazık ki, seçimlerden sonra, bir azınlık Hükümeti
anlayışı içerisine çekilmiştir ve hiçbir başarı
şansı olmadığı çok açıkça görülebilecekken, bir
azınlık Hükümeti anlayışıyla, Türkiye’nin, bir seçim
sonrası, enerjisi, birikimi, umudu çok yanlış bir biçimde israf
edilmiştir, tüketilmiştir; çok yazık olmuştur, çok
yanlış olmuştur. Türkiye’yi, bugünkü noktaya getiren temel yanlışın
o olduğunu, bir kez daha vurgulamak istiyorum. (CHP sıralarından
alkışlar) Keşke, seçimden sonra, derli toplu bir hükümet
kurulabilseydi, bir çoğunluk hükümeti kurulabilseydi; hükümeti
oluşturan partiler birbirleriyle çekişeceklerine, Türkiye’nin
sorunlarını çözme arayışı içerisine girebilmiş
olsalardı.
Hatırlayacaksınız, 10 Mart 1996 günü, o azınlık
Hükümetinin hükümet görüşmelerinde, bu kürsüden, üç noktaya dikkati
çekmiştim:
Birinci olarak, bu azınlık Hükümetinin hiçbir yararlı
çalışma yapamayacağını, bu azınlık
Hükümetiyle Türkiye sorunlarının kesinlikle çözülemeyeceğini, bu
yola başvurmanın Türkiye için çok büyük bir kayıp olduğunu
heyecanla anlatmaya çalışmıştım, coşkuyla
anlatmaya çalışmıştım. Hangi cesaretle yola çıkıyorsunuz
diye, sizlere sorduğumu hatırlıyorum.
İkinci olarak, azınlık Hükümetinin, bu Hükümeti kuran
merkez sağdaki iki siyasal partiyi büyük sıkıntıların
içine sokacağına, onları olumsuz etkileyeceğine ve
onları eriteceğine işaret etmiştim ve “bir sol partinin
genel başkanı olarak bu, benim de kaygımdır; çünkü, ben,
demokratik rejimin, merkez sağ ve merkez soldaki siyasal partilerin
diyaloguna dayandığına inanıyorum” demiştim.
Üçüncü olarak da, bu azınlık Hükümetinin, kurulduğu ilk
andan itibaren, Refah Partisinin manyetik alanına, çekim alanına
girmekte olduğunu, bunun kaçınılmaz olduğunu ifade
etmiştim.
Ne yazık ki, bu azınlık Hükümeti konusundaki talihsiz
denemenin bugün
ulaştığı noktada, bu üç öngörünün üçünün de
gerçekleştiğini üzüntüyle görüyoruz.
Türkiye çok şey kaybetmiştir; sadece zaman
kaybetmemiştir; merkez sağdaki partilerin işbirliği
potansiyelini, karşılıklı güvenilirliğini, Türkiye
sorunlarını çözme konusunda işbirliği yapabilme
şansını kaybetmiştir. Bir büyük siyasî merkez sağda
kayıp yaşanmıştır ve
Refah Partisinin manyetik alanı içine sürüklenmeye
başlamışlardır.
Bakınız, bu geldiğimiz noktaya yol açan, bence, önem
taşıyan temel yanlışlıklar şunlardır. Bu
yanlışlıkları her partiyle ilgili olarak söylemek
istiyorum. Bizim partimizle ilgili olarak bir yanlışlık varsa, o
yanlışlığın da benden sonra çıkacak sözcüler tarafından
ifade edilmesini bekliyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
Seçimlerden bu yana, seçim öncesinden bu yana, Türkiye’nin bugünkü noktaya
gelişine yol açan yanlışlıklar arasında bize
düşen bir pay varsa, bunu dinlemekten, öğrenmekten memnun olurum.
“Yoktur” demiyorum, vardır; ama, ben, böyle bir şeyi görmüyorum.
Eğer, gören varsa, burada söylerse, bundan da büyük memnuniyet
duyarım. Bence, diğer partilerin bu konudaki temel
yanlışlıkları şunlar olmuştur:
Önce ANAP’la başlayalım: Refah Partisiyle hükümet kurmayacağını
ilan ederek seçime girmiştir; bunu söylemiştir. Laikliğin
güvencesi olarak kendisini halka sunmuştur ve bu anlayışla oy
almıştır, destek almıştır. Refahla hükümet kurmayacağını,
Demokratik Sol Partiyle hükümet kuracağını söylemiş; ama,
seçimlerden hemen sonra, Refah Partisiyle hükümet kurma
çalışmalarına oturmuştur. Böylece, Refah Partisiyle hükümet
kurmanın olağanlaşması, doğallaşması
konusunda çok önemli bir katkı yapmıştır; bu süreci bizzat
başlatmıştır ve aldığı oylara ters
düşerek, siyasetteki, ilke, tutarlılık, kararlılık
konusundaki temel anlayışı zaafa
uğratmıştır. (CHP sıralarından
alkışlar)
Türkiye’nin temel sorunlarını iktidara gelerek çözme konusunda
-muhalefeti boyunca- büyük iddialar sergilemiştir. Bu konuda ciddî
çalışmalar yapmıştır, kadrolar
hazırlamıştır ve kamuoyuna “iktidara gelirlerse, bunlar,
Türkiye’nin sorunlarını yeni bir anlayışla çözeceklerdir”
dedirtmiştir; yeniden yapılanma projelerini ortaya atmıştır,
kadrolarını ilan etmiştir. Her alanda büyük iddialar
sergilemiştir; ama, iktidara geldikten sonra, Türkiye’nin
sorunlarını çözmeye dönük ciddî bir arayış, kesinlikle
kendisini göstermemiştir; tamamen içe dönük bir kavga, iktidar döneminin
tümünü etkisi altına almıştır ve var olduğu iddia
edilen projelerin hiçbirisi ortaya çıkmamıştır.
Yolsuzluklarla ilgili olarak, TEDAŞ konusunda destek vermiş ve
yolsuzluklarla ilgili bir komisyonun kurulmasını
sağlamıştır; ama, o yolsuzlukların atfedildiği
Sayın Enerji Bakanını, yolsuzlukla suçladıktan kısa
bir süre sonra, safları içine almakta hiçbir sakınca
görmemiştir. (CHP sıralarından alkışlar)
Bugün de, Refah Partisiyle hükümet konusundaki tavrı “DYP ile
değil, bizimle kurunuz” tavrıdır. Açıktan, DYP ile Refah
Partisinin hükümet kurma çalışmasını sona erdirmesi
halinde, ANAP’ın Refah Partisiyle hükümet kurma konusunu ele almaya
hazır olduğunu da ifade etmektedir. Böylece,
tartışmanın, ilkeyle, temel politika anlayışıyla,
Türkiye yönetimine getirilecek yeni yaklaşımlarla ilgisi olmadığı,
iktidar ortağının o mu yoksa öbürü mü olacağı
noktasında toplandığı ortaya çıkmıştır.
Evet, Anavatan ile ilgili olarak benim gördüğüm, bizi bu
vardığımız noktaya getiren ve siyasete olan
saygıyı, ilkenin, tutarlılığın öneminin ortadan
kalkmasını gerçekleştiren sürecin başlıca temel
noktaları bunlardır.
Doğru Yol Partisiyle ilgili olarak: Çok açık bir biçimde,
Doğru Yol da, Refah Partisiyle hükümet kurmayacağını ilan
ederek seçime girmiştir; laiklik platformu, Refaha karşı güvence
olma iddiası, siyasetinin temeli olmuştur, o nedenle oyları
almıştır; ama, o oyları aldıktan sonra, bugün,
önümüze, Refah Partisiyle birlikte bir hükümet oluşturarak gelmiştir.
Bunun çok temel bir nokta olduğuna inanıyorum ve siyasete olan
güvenilirliği, halkın siyaset adamlarına ve giderek belki
Parlamentoya yansıyabilecek olumsuz davranışının
altında bunların yattığını düşünüyorum.
Yine, yolsuzluklar konusunda, ne yazık ki, Doğru Yol Partisi,
güven verici, kendine güvenen, açık bir tavır takınmaya cesaret
edememiştir. Bu, bugün Türkiye’nin içine girdiği bu
çıkmazın altında yatan temel nedeni oluşturmuştur.
Örtülü ödenek iddiaları aydınlığa
kavuşturulamamıştır. Diğer konularda burada
açılmış olan soruşturma komisyonlarının üzerine
cesaretle gidip, Yüce Divanda yargılanmayı talep etmesi beklenen bir
siyasetçi davranışını, ne yazık ki, Doğru Yol
Partisi sergileyememiştir.
Bu girişimlerin altında, çeşitli siyasî hesaplar,
hakkın suiistimali yatıyor olabilir; ama, bunlara karşı
verilecek cevap, hesap vermeye hazır olduğunu sonuna kadar
sergilemektir. Bundan vazgeçtiğiniz anda, hesap vermekten ürktüğünüz
anda, korktuğunuz anda oyuncak olursunuz ve sadece siz değil, Türkiye
Büyük Millet Meclisini de, Türkiye siyasetini de ciddî
sıkıntılarla karşı karşıya
bırakırsınız. (CHP sıralarından
alkışlar)
Demokratik Sol Parti açısından gözlemlerimi de aynı
anlayışla ifade etmek istiyorum. Bunların önem
taşıdığını düşünüyorum. Birbirimize
gerçekleri ifade etmeliyiz, söylemeliyiz. Ülkemiz bir noktaya gelmişse,
buna yol açan olumsuzlukların neler olduğuna ilişkin
değerlendirmelerimizi birbirimizle paylaşmalıyız.
Yanlış olabilir; aydınlığa kavuşturmak mümkündür;
ama, bunların mutlaka konuşulması lazımdır; örtbas
edilmesinin çok yanlış olduğuna inanıyorum.
1- Azınlık modelinin bir yanlış olduğu
artık açıkça ortaya çıkmıştır. Türkiye’ye, bir
büyük genel seçim sonrasında, azınlık hükümeti
anlayışını telkin etmenin ve o doğrultuda Türkiye’nin
hükümet oluşturmasını sağlamanın bugün ne kadar
ağır bir bilanço oluşturduğunu, hepimiz, üzüntüyle
görüyoruz. Bu, yanlış olmuştur, üzüntü verici bir olay
olmuştur.
Azınlık Hükümetinin, Refah Partisi iktidarını
önlemek için oluşturulduğu ifade edilmişti; azınlık
hükümetinin gerekçesi diye, Refah Partisi iktidarından Türkiye’yi
sakınma duygusu dile getirilmişti; ama, yaşanan gerçek odur ki,
azınlık hükümeti Refah Partisinin önünü tıkamamış, tam
tersine, ona davetiye çıkarmış, onun önünü
açmıştır. Eğer, bugün, bir Refah Partisi Hükümetiyle
karşı karşıyaysak, bu, azınlık hükümeti fiyaskosunun,
başarısızlığının sonucu olmuştur. (CHP
sıralarından alkışlar)
Yolsuzluklarla ilgili olarak, Demokratik Sol Partinin, kendisinden
beklenildiği gibi, önümüze gelen her soruşturma önergesini
destekleyip, onun, komisyon marifetiyle ele alınmasına fırsat
verdiğini biliyoruz; yakışan budur, gereken budur. Biz de parti
olarak o davranışı benimsedik; çıktık, dedik ki: Bunun
siyasal kaygılarla verildiğini görüyoruz, seziyoruz; ama, biz, buraya
gelen her soruşturma önergesini destekleyeceğiz, komisyona
göndereceğiz. Bizim hakkımızda eğer bir soruşturma
önergesi verilirse, onu da destekleyeceğiz, onun da komisyona gitmesini
isteyeceğiz.
Artık, ayırım yapma olanağı
kalmamıştır; o haklı, bu haksız demek imkânı
kaybolmuştur. Hepsinin önünü açmak lazımdır. Sorunun böyle
çözülmeyeceğini bilerek, sorunun çözümünü gerçekleştirecek
yaklaşımları da yürütmek lazımdır. Nedir o;
dokunulmazlığın kaldırılması. Yolsuzluk
iddialarıyla ilgili olarak yapılması gereken şey,
milletvekili dokunulmazlığını, yolsuzlukları himaye
eden bir kalkan olmaktan çıkarmaktır. (CHP sıralarından
alkışlar) Türkiye’deki milletvekili dokunulmazlığı,
dünyanın en kapsamlı, en geniş milletvekili
dokunulmazlığıdır; yolsuzlukları bile himaye ediyor.
Böyle bir şey olmaz. Bunun kaldırılması lazımdır.
Çıkış yolu budur. Önerge ve dosya savaşıyla bu iş
halledilmez. (DYP sıralarından “doğru, doğru” sesleri)
Adalet, siyasetin emrine girer; adalet, özünü, içeriğini kaybeder. Konuyu
çözmek için, siyasetçilerle ilgili yolsuzluk iddiasını başka
siyasetçiler değil, bu işin erbabı, yargıçlar ve
savcılar, değerlendirsin; bunun önünü açalım. (CHP sıralarından
alkışlar, DYP sıralarından “doğru, doğru”
sesleri)
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Bunu, seçim öncesinden beri söylüyoruz.
ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) – Biz de söylüyoruz; ama...
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Bu konudaki
hazırlığımız, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
incelemesine hazır bir noktadadır; yeterli milletvekili
sayısını bulduğumuz anda, bu konuda harekete geçebilecek
noktadayız.
Türkiye bunu çözsün, bunu çözmeden bu konuyu halledemeyiz. O çözülünceye
kadar burada verilmiş her önergeyi de destekleyeceğiz, bizim
hakkımızda verilse de destekleyeceğiz.
Demokratik Sol Partinin de bu konuda aynı
duyarlılığı, aynı anlayışı
sergilediğini memnuniyetle görüyorduk. Yalnız, Erbakan’ın mal
varlığıyla ilgili soruşturma önergesi buraya gelince,
birdenbire, Demokratik Sol Partinin, o zamana kadarki tavrını bir
yana bırakarak, olağanüstü bir gayret içinde, bir
hukukşinaslıkla, bu konunun hukuka ve Anayasaya aykırı
olacağını, komisyonun kurulamayacağını, Türkiye
Büyük Millet Meclisine bir heyecanla anlatma gayreti içine girmiş
olmasından büyük üzüntü duyuyoruz. Bu olmamalıydı. Sayın
Erbakan’la ilgili olan o soruşturma önergesi de kabul edilmeliydi,
komisyon kurulmalıydı; herkes gibi, hepimiz gibi, Sayın Erbakan
da gidip orada hesabını vermeliydi. (CHP sıralarından
alkışlar) Parlamento bu imkândan yoksun
bırakılmıştır, bundan büyük üzüntü duyuyorum; bir
yanlış olmuştur.
Gene, bu dönemde, önem taşıyan bir nokta: Anavatan Partisi,
Refah Partisi ve Demokratik Sol Parti, muhalefet döneminde, Türkiyemizi
ilgilendiren iki temel konuda çok iddialı bir tavır içine girdiler.
Bunlardan birisi, Gümrük Birliği konusuydu; öbürü de, Çekiç Güç konusuydu.
Gümrük Birliğiyle ilgili 6 Mart belgesinin kabul edilemez olduğunu,
bunun değiştirilmesi gerektiğini, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin onayına sunulması gerektiğini; Çekiç Güç’ün de,
mutlaka ortadan kaldırılması gerektiğini; nihayet, iki üç
aylık deneme süresinden sonra, yeni hükümetin, bunu mutlaka
gerçekleştirmesi gerektiğini ifade ediyorlardı.
Anavatan Partisi iktidara gelmiştir. Demokratik Sol Parti de, bu
konudaki duyarlılığını koruyarak, çekinser destek
vermiştir; ama, görülmüştür ki, o üç aylık Hükümet döneminde, bu
iki noktada da yeni bir açılım söz konusu değildir. Böyle bir açılımı
gerçekleştirmenin, Türkiye için daha büyük sıkıntılar
yaratacağı, yaşanarak görülmüştür. Açıkça
anlaşılmıştır ki, bu konuda farklı bir tavra
girmek, Türkiye açısından uygun değildir; ama, bu itiraf
edilmemiştir, bu kabul edilmemiştir. Sanki farklı bir durum
varmış gibi, bu konudaki başarısızlık örtbas
edilmek istenmiştir. Bu da, siyasetimiz açısından, üzüntü verici
bir gelişme olarak ortaya çıkmıştır.
Son bir nokta da –birazdan üzerinde duracağım– şudur:
İçinde bulunduğumuz krizden çıkışı
sağlayacak bir temel proje, 123 sosyaldemokrat milletvekilinin bir platform
oluşturması ve Türkiye’de hükümet konusunda bir girişim
yapması önerimiz, değerlendirilmemiştir.
Refah Partisi bakımından tablo çok açıktır. Refah
Partisi, yolsuzluklar konusunda takındığı tavırla, çok
temel bir ahlakî darbe yemiştir. Refah Partisinin son dönemdeki
siyasetinin temeli, yolsuzluklar konusunda kararlı, tutarlı bir
davranışı sürdürmek olarak gözükmüştür; ideolojisinin,
siyasetinin bir doğal uzantısı olarak bu noktayı, daima,
özellikle vurgulamıştır; ama, bunun gereğini
yapmadığı, yapamadığı açıkça
görülmüştür. Çok daha acı olanı, bu konudaki çelişkinin,
bir mahcubiyet içinde değil, bir meydan okuyuşla, iftiharla ilan
edilmesidir. Sayın Erbakan “bizimle koalisyon kuran, sütten çıkmış
ak kaşık olur” diye ilan etmiştir. Tabiî, bu, Türkiye’nin de hak
etmediği, layık olmadığı bir meydan okumadır.
Bunu, halkımızın sağduyusuna, milletimizin vicdanına
bir darbe olarak görüyorum. Niçin sizinle koalisyon kuran sütten
çıkmış ak kaşık olsun?! (CHP ve ANAP sıralarından
alkışlar) Niçin olsun?! Siz, kendi adınıza şunu
söyleyebilirsiniz: “Bizimle koalisyon kuran yolsuzluğa
bulaşmış da olsa, biz o yolsuzluğu
araştırmayız.” O sizin ayıbınız olur, sizin
sorumluluğunuz olur. (CHP sıralarından alkışlar) Niçin
sütten çıkmış ak kaşık olsun?! Bu, Refah Partisinin siyasetindeki
temel virajın, “U” dönüşünün ilk önemli sinyali olarak ortaya
çıkmıştır. Tabiî, sadece orada da
kalmamıştır; diğer önemli konularda birbiri ardından
“U” dönüşleri gelmeye başlamıştır. Yıllarca Çekiç
Güç konusunda en iddialı mücadeleyi götürdüğü halde, “Çekiç Güç
kahraman ordumuzun işidir” denilerek, el yıkanmış ve bu
konudan çıkılmıştır. Çekiç Güç, eskiden kahraman
ordumuzun işi değildi de şimdi mi, siz Başbakan olunca mı
kahraman ordumuzun işi oldu?! (CHP sıralarından
alkışlar) Hani, Çekiç Güç, Kurtuluş Savaşımızdaki
şehitlerin kemiklerini sızlatıyordu? Siz Başbakanlık
koltuğuna oturunca o kemikler sızlamaz mı oldu? (CHP ve ANAP
sıralarından alkışlar)
İsrail ile Askerî İşbirliği Anlaşması.
Yine, bu da, Refah Partisi iktidara gelince “stratejik anlaşmalar aynen
devam edecektir” maddesiyle Hükümet Programı içindeki yerini
alıverdi; yani, İsrail ile askerî anlaşmanın da artık
Refah Partisini rahatsız eden bir tarafı olmadığı
birden bire gözüküverdi. (CHP sıralarından “Yahudiler Müslüman
olmuş” sesi)
Bu konuda yapılan tahriklerin, bu konuda yaratılan kamuoyunun,
Cumhurbaşkanına yönelik bir suikast aşamasına kadar
bazı insanları getirecek düzeyde olduğu dikkate
alınırsa, bu laubaliliğin, bu tutarsızlığın
çok ağır bir faturası olacağı da kendiliğinden
ortaya çıkar.
Gümrük Birliği anlaşması da, birdenbire, Refah Partisi
iktidara gelince, saygıdeğer bir anlaşma haline gelmiş, bir
sorun yaratmaktan hemen çıkıvermiştir.
Şimdi, geldiğimiz noktada, faize devam, borca devam; ekonomi
politikasında değişecek bir şey yok; aynı
anlayışın içine girildi. Selem senediyle kalkınma ne oldu;
İslam NATO’su, İslam dinarı, İslam birleşmiş
milletleri ne oldu; bütün bunların hepsi, takıyye anlayışının
içindeki yerini alıverdiler.(CHP sıralarından
alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, bu kadar takıyye, kimsenin
aklına da vicdanına da sığmaz. “Evliyalar çarpar”
diyordunuz; bu durumda, korkarım, önce, evliyalar sizi çarpacak. (CHP
sıralarından alkışlar)
Cumhuriyet Halk Partisi bakımından değerlendirmeleri
sizden bekliyorum; ama, ben, önem taşıyan bazı noktalara tekrar
dikkatinizi çekmek istiyorum.
Biz, seçimden sonra “merkez sağdaki iki parti birleşmelidir”
dedik; bu inancımızı koruyoruz, öyle olması
gerektiğine inanıyoruz. Merkez soldaki partilerin de
işbirliği yapması gerektiğine inandık, onun gereklerini de daima ön
planda tuttuk.
Gene, “azınlık hükümeti yanlıştır”
demiştik; yanlış olduğu ortaya
çıkmıştır; o anlayışımızı aynen
korumaya devam ediyoruz.
Soruşturmalar konusunda, “önümüze gelecek her soruşturma
önergesini destekleyeceğiz, bizim hakkımızda da olsa
destekleyeceğiz” dedik; gelenlerin tümünü aynı şekilde
destekledik.
Çözümün dokunulmazlıkta olduğunu söyledik; onu, aynen
söylemeye devam ediyoruz.
Şimdi, bu Hükümete niçin karşıyız; onu da
kısaca size anlatmak istiyorum.
Demokratik rejim içinde, parlamentoda yer alan siyasal partiler, elbette
kendi aralarında seçmene yaptıkları vaade ters düşmemek
koşuluyla, ilkelerine ters düşmemek koşuluyla
işbirliği yaparlar, hükümet kurarlar; bunda şaşılacak
hiçbir şey yoktur; ama, biz, Refah Partisiyle bir koalisyon kurma
konusundaki tereddütlerimizi, daha önce görüştüğümüz Refah Partisi
Sayın Genel Başkanına da ifade ettik, çeşitli vesilelerle
de ifade ettik; bu vesileyle de, Türkiye Büyük Millet Meclisinin dikkatine
sunmak istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, biz, laik, demokratik cumhuriyeti
çok önemli sayıyoruz. Laik, demokratik cumhuriyetin, Türkiye’de, siyaset
rejimimizin temel taşlarını oluşturduğuna
inanıyoruz. Türkiye’nin, binbir güçlükle, çileyle, mihnetle
oluşturduğu laik, demokratik cumhuriyetin temellerini sarsabilecek, o
konuda kendi kendisiyle çekişme yaratabilecek, Türkiye’yi kendi kendisiyle
uğraşır bir duruma çekebilecek her türlü gelişmenin
karşısında yer almayı görev biliyoruz.
Bizim, laik, demokratik cumhuriyetle hiçbir çekişmemiz yoktur;
tavsiye ederiz, kimsenin de olmasın.(CHP sıralarından
alkışlar) Bu konuda, açık ya da gizli, zamanını
kollayan, fırsatını bekleyen türden bir hesaplaşma
arayışları, mevzilenme gayretleri, Türkiye’yi, ciddî
sıkıntılarla karşı karşıya
bırakır. Türkiye’nin kaçınması gereken şey, kendi
kendisiyle uğraşmaktır. Türkiye’nin, bu geldiği noktada,
artık kendi kendisiyle uğraşmayı bir tarafa
bırakıp, gözünü ileriye dikmesi lazımdır. O nedenle, laik,
demokratik cumhuriyete, sağdan soldan fırsat buldukça, bir
sözcüsüyle, belediye başkanıyla ya da bir platformda fırsat
yaratarak bir gedik açma çabasının, biz, Türkiye’ye ciddî zarar
vereceğine inanıyoruz.
Biz, laik, demokratik cumhuriyeti ciddiye alıyoruz. Atatürk’ü
ciddiye alıyoruz; ona karşı ikiyüzlü bir davranış
içinde değiliz. Türkiye’nin bu noktaya gelişine Atatürk’ün gerçekten
çok büyük hizmet yaptığını görüyoruz. Atatürk’ü sadece bir
kumandan olarak değil, Türkiye’deki rejimin temel anlayışını
ortaya koymuş bir büyük devlet adamı olarak da kabul ediyoruz. (CHP
ve ANAP sıralarından alkışlar) Birinci nokta budur. Umut
ediyorum, bu noktalar, bu Hükümet için de, nelere önem vermek gerekir, nelerin
üzerinde durmak gerekir, neler sorun ve sıkıntı yaratır, bu
konuda teşhis koymasına yardımcı olur. Bu anlayış
içinde de bu düşüncelerimi ifade etmeye çalışıyorum.
İkinci olarak, üzerinde durduğumuz temel nokta şudur:
Türkiye’nin yönü, çağa doğrudur; çağdaş uygarlık
düzeyinin üzerine çıkmak, bizim temel hedefimizdir. Biz, ne kendi içimize
ne Ortadoğu-Arap kültürünün bir parçası olmaya dönük bir ülke olarak
-geriye- değil; çağa, çağdaş bilime, teknolojiye, kültüre,
sanata yönelik bir ülke olarak, Türkiye’nin işlemesi gerektiğini
düşünüyoruz. Türkiye’nin geleceği budur. Türkiye’de bir oryantasyon
krizi, bir yöneliş krizi, bir doğrultu krizi yaratmanın,
Türkiye’ye çok ağır bedeller ödettireceğini görüyoruz. Bizim
hedefimiz, çağın dünyasıdır; ne Suudi Arabistan’dır ne
de İran İslam Cumhuriyeti’dir. Bunu, herkesin, kafasının
içine yerleştirmesi gerekir. (CHP sıralarından
alkışlar) Bu noktada, ikircikli bir anlayışı
koruyarak, fırsat bulursak acaba öyle yapabilir miyiz diye düşünerek
mevzilenme gayretlerine Cumhuriyet Halk Partisi yardımcı olamaz; o
nedenle, böyle bir işbirliğinin içinde yokuz.
Türkiye’de, eğitimi, orduyu ve siyaseti, dinsel ististimarın
etkisi altına almaya dönük girişimlerin büyük tehlikeler
yaratacağını görüyoruz. O nedenle, bir Refah Partisi
iktidarını, Türkiye’de, eğitimi, orduyu ve siyaseti, dinsel
istismar etkisi altına almaya yönelik girişimlerden uzak durmaya
çağırıyoruz. Bu konuları yakından izleyeceğiz;
olayın bir zamanlamaya, fırsat yaratmaya
bırakılmasını kesinlikle kabul etmeyeceğiz; bu
konudaki gelişmeleri, yakından, dikkatle izleyeceğiz.
Bu aşamada, temel eğitimle ilgili olarak, Hükümet
Programında verilen ödünden büyük üzüntü duyduğumu ve bu ödünü,
Doğru Yol Partisine oy veren laik, cumhuriyetçi, Atatürkçü seçmenlere
büyük bir saygısızlık olarak gördüğümü ifade etmek
istiyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
Temel eğitimin, artık 8 yıla veya daha üstüne
çıkarılması bir zorunluluktur. Dünyada, hâlâ, temel
eğitimini 5 yılda tutan dört beş tane ülke
kalmıştır. Türkiye de temel eğitimi, 8-9-10 yıla
çıkarmalıdır. Burada amaç, temel eğitimdir; yani,
çocuğumuzu, devlet olarak, içinde bulunduğumuz bilgi
çağının ürettiği zengin bilgilerle, 8 yıl, biz
donatacağız; 8 yıl, çocuğa, devlet olarak eğitim
vereceğiz. Temel eğitim budur. Temel eğitim sonrasında,
çocuk, meslek eğitimi alacaksa meslek eğitimine gidecek, akademik
eğitim alacaksa akademik eğitime gidecek. Hayır, biz, iki
aşamalı yaparız, 5 yıl temel eğitim veririz, meslek
eğitimine gidecek olanlara da meslek eğitimiyle
karışık temel eğitim veririz aldatmacasına karşı,
bu Parlamentoyu ve Doğru Yol Partili arkadaşlarımı
özellikle uyarmak istiyorum. Bu, çok yanlış bir olaydır.
Türkiye’nin elindeki temel şanslardan birisidir temel eğitimin
çağdaş, laik bir anlayışla ve 8 yıl olarak verilmesi.
Bu noktada, Hükümet, daha şimdiden esnemeye başlamıştır.
Değerli arkadaşlarım, bu vesileyle, Refah Partili
belediyelerde ortaya çıkan bir olumsuzluğa değinip, bunun
Hükümete taşınmaması noktasında uyarımı yapmak
istiyorum. Refah Partili belediyelerde kendisini gösteren şöyle bir
uygulama var: Hemen belediyenin yanına bir vakıf kuruluyor;
belediyede işi olan vatandaşlarımız, vakfa, işinin
görülebilmesi için, belli bir ödemeyi yapmak durumunda oluyorlar. Belediyeden
ihale alacak olan işadamı da, belediyeye hizmet satacak olan
kişi de, belediyeden bir kararla yararlanacak olan vatandaş da belli
bir miktarda ödemeyi vakfa yapıyor. O vakıf da, Refah Partisi
siyasetini finanse ediyor. Çarkın, belediyelerde böyle döndüğünü çok
iyi biliyoruz.
ALİ OĞUZ (İstanbul) – Yalan, yalan...
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Şimdi, Refah Partisi iktidara gelecek
olursa, bu çarkın, hükümet düzeyinde işlemesinden kaygı
duyuyorum. Hükümette işi olan vatandaşların, işlerine
karşılık, Refah Partisinin siyasetini finanse edecek olan
vakıflara ödeme yapma mecburiyeti içinde bırakılmasından,
çok ciddî kaygı duyuyorum; bunu, şimdiden ifade etmeyi de görev
biliyorum. Bu konuları da, yakından, önümüzdeki günlerde
izleyeceğiz, irdeleyeceğiz.
Refah Partili bir iktidarın, Türkiye’nin dış
ilişkilerinde, ekonomi politikasında ve turizminde sorunlar
yaratması ihtimaline de dikkati çekmeyi görev biliyorum. Durum kesinlik
kazanıncaya kadar beklemeye geçme eğiliminin,
yatırımcılarda, yabancı ülkelerde egemen olması
kuvvetle muhtemeldir. Türkiye’nin böyle bir bekleme dönemine de imkânı
yoktur. O nedenle, Refah Partili bir iktidarın, bu ortamda, Türkiye’ye
yarardan çok zarar getireceğini gördüğümüz içindir ki, böyle bir
koalisyonun içinde yer almadık, koalisyonun içinde yer alan partiye de bu
düşüncelerimizi ifade etmeyi görev biliyoruz.
Değerli arkadaşlarım, çıkış yolu nedir:
Çıkış yolu, bir defa, Türkiye’de, istikrarlı, Parlamentoda
sağlam bir çoğunluğa dayalı, ülke sorunlarını
çözebilecek bir hükümetin kurulmasıdır. Azınlık hükümeti
yeniden denenemez. Sağlam bir hükümete Türkiye’nin ihtiyacı var.
Böyle bir hükümet nasıl kurulabilir: Bu konuda, Anavatan Partisi ile
Doğru Yol Partisi, şanslarını kullanmışlar ve
büyük ölçüde israf etmişlerdir; artık, yeniden Anavatan ve DYP’ye
dayalı, onların girişimiyle, onların
yönlendiriciliğinde bir hükümetle Türkiye’nin sorunlarının
çözülebileceğini düşünmek mümkün değildir. O nedenle, yeni bir
denemeye ihtiyaç var; bu denemeyi yapması gerekenler, bu Parlamentodaki
sosyal demokratlardır.
HASAN EKİNCİ (Artvin) – Kaç kişi var?
DENİZ BAYKAL (Devamla) – 123 sosyal demokrat var. Bu 123 sosyal
demokratın iki ayrı partiye dağılmış olması,
sosyal demokrat bir girişimi engellememelidir; çünkü, Türkiye’nin, sosyal
demokrat bir bakış açısına ihtiyacı var.
Bugün, bir krizde bulunuyoruz. Bakınız, bu krize neden olan
politikalar, merkez sağa özgü politikalardır. “Vergi alma, borç al;
giderek yüksek faizle borç al” politikası, maliye anlayışı
-ki, tipik merkez sağ maliye anlayışıdır- Türkiye’yi
bu çıkmaza getirmiştir.
Türkiye’yi bu çıkmazdan kurtaracak olan, yeni bir politik
yaklaşımdır. Dünyanın her yerinde olduğu gibi, o
politik yaklaşım, sosyal demokrat politik yaklaşımdır.
“Sosyal demokratlar iktidara geldi, sizi de gördük” diyerek bu konuyu
geçiştiremezsiniz. Siz, iktidarda sosyal demokrat politikaları
görmediniz; siz, sosyal demokrat siyaset adamlarını gördünüz. O,
bizim kusurumuzdur; ortada bir sorun varsa, o sorun bize aittir; ama,
politikanın kusuru yoktur. (CHP sıralarından alkışlar)
Dünyayı kalkındıran, geliştiren politika, sosyal demokrat
politikadır; İspanya’yı bugünkü noktaya getiren sosyal demokrat
politikadır, İskandinav ülkelerini, Avrupa’yı
kalkındıran odur. Türkiye’yi de kalkındıracak olan odur;
ama, ne yazık ki, sosyal demokrat politikalar değil, sosyal demokrat
politikacılar iktidara gelmiştir ve yaşanan krizlerin faturası,
çok haksız bir biçimde sosyal demokrasiye çıkarılmıştır.
Sosyal demokrasinin, bu bakımdan hiçbir sorumluluğu
olmadığından herkesin emin olmasını istiyorum.
Türkiye’nin, ciddî, tutarlı, çağdaş bir sosyal demokrat
politikaya ihtiyacı var. Bunu uygulayacak olan da sosyal demokrat
partilerdir. 123 sosyal demokrat milletvekili, bir platform
oluşturabilirsek, bir araya gelebilirsek ve hükümet konusunda sorumluluk
üstlenmeye hazır olduğumuzu ifade edebilirsek, buna, ANAP’ın ve
DYP’nin destek verip vermemek kendi bilecekleri iştir; ama, buna destek
vermemenin sorumluluğu, öyle zannediyorum ki, çok açık bir biçimde
ortadadır. Türkiye’nin deneyeceği, bu krizden çıkmak için
deneyeceği tek model budur.
Bu modeli deneme konusunda çok fazla zamanımızın
kalmadığını da görüyorum; pazartesi günü güvenoylaması
var. Meclisimize egemen olan duygunun, düşüncenin, Türkiye’yi bir belirsiz
siyasal tabloya sürüklememek olduğunu görüyorum.
Eğer, bu Hükümet güvenoyu alacaksa, politikalarına
inanıldığı, siyaseti paylaşıldığı
için değil, sürüklenildiği için, çaresizlikten dolayı, bir
çıkış yolu ortaya konulmadığı için güvenoyu
alacaktır. Eğer, durum bu ise, bu Hükümetin güvenoyu
almasını önlemenin yolu, çıkış yolunu şimdiden
ortaya koymaktır. Pazartesi günü, güvenoyu saatine kadar -biz, Cumhuriyet
Halk Partisi olarak, 49 milletvekiliyle- bu Parlamentodaki 123 sosyal demokrat
milletvekiliyle bir araya gelip, hükümet konusunda tam bir özveri
anlayışı içinde, her türlü sorumluluğu üstlenmeye
hazır olduğumuzu burada ifade ediyorum. (CHP sıralarından “Bravo”
sesleri, alkışlar)
Önümüzdeki saatler bu açıdan değerlendirilmelidir; eğer
değerlendirilirse, ben, Anavatan Partisinin de, Doğru Yol Partisinin
de yepyeni bir noktaya geleceğini düşünüyorum, Türkiye için bir
çıkış yolunu böylece bulabileceğimizden kuşku
duymuyorum.
Değerli arkadaşlarım, bundan sonra, öyle
anlaşılıyor ki, birtakım temel konular sık sık bu
kürsüde tartışma konusu olacak. Bu çerçevede bir noktaya dikkatinizi
çekmek istiyorum. Son zamanlarda, Sayın Tansu Çiller’in sık sık
ifade ettiği bir söylem var, Sayın Çiller “bu Hükümetin
kuruluşuyla inananlar ve laikliği benimseyenler bir arada bir sentez
oluşturabiliyorlar ve bu Hükümetin de güzelliği budur” diyor.
Değerli arkadaşlarım, bunun, çok tehlikeli bir ifade
biçimi olduğunu belirtmek istiyorum. Herhalde, Sayın Çiller
düşünüyor ki, laikler ile (yani Doğru Yol Partisi ile)
inananların (yani Refah Partisinin) bir araya gelmesi bir sentez
oluşturduğu için çok uygun düşmüştür. Bu ifade
tarzının çok vahim yanlışlara yol açabileceğini
vurgulamak isterim.
BAŞKAN – Sayın Baykal, 2 dakikanız var efendim.
Buyurun.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Toparlıyorum efendim.
Laik anlayışı, laik devlet anlayışını
benimseyenler ile inananlar arasında bir ayrım mı var? (CHP
sıralarından alkışlar) Yani, laik devlet
anlayışını benimseyenler inanmıyorlar mı?
İnananlar laik devlet anlayışını benimsemiyorlar
mı? İnanmanın gereği, laik devlet
anlayışını reddetmek, laik devlet
anlayışını benimsemenin gereği de inanmamak mı?
Yani, böyle bir ayrışmayı, nasıl, bu ortamda, Türkiye’nin
bu tablosu içerisinde dile getirebiliriz, böyle bir ayrışmayı
kabul edebiliriz? Böyle bir şey olabilir mi? Ne mutlu ki, Türkiye’de, laik
devlet anlayışını, toplumumuzun ezici bir
çoğunluğu benimsiyor ve ne mutlu ki, Türkiye’de, toplumumuzun yüzde
99’u Müslümandır. (CHP sıralarından alkışlar) Türkiye,
Müslüman bir toplum ve laik devlet anlayışını benimseyen
bir toplum.
Değerli arkadaşlarım, bu noktada, herkesin dikkat etmesi
gereken bir şey var: Laiklik ile inanmak, ters iki kavram değildir;
inanmanın karşıtı inanmamaktır, laikliğin
karşıtı da teokrasidir. Laiklik, bir bireysel inanç
anlayışı değildir, bir devlet sistemidir, yönetim
biçimidir. Laik devlet anlayışı olur, Müslüman insan olur,
Budist insan olur, Hıristiyan insan olur, inanan inanmayan insan olur.
Laiklik, bir devlet yönetim biçimidir. O devlet yönetim biçimini kabul eden
ülkeler var, etmeyenler var. İsrail kabul etmiyor mesela, Suudi Arabistan
kabul etmiyor, İran kabul etmiyor; kabul edenler de var, dünyanın
önemli bir kısmı da kabul ediyor...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Baykal, size 2 dakika eksüre veriyorum.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Bitiriyorum.
... o, teokrasi değildir.
Türkiye’de laiklik, inananlarla karşı karşıya
değildir. Türkiye’de laik devlet anlayışı, teokratik devlet
anlayışını Türkiye’ye getirmek isteyenlerle karşı
karşıyadır. O nedenle, kavramları çok iyi bilelim.
Türkiye’de bu konular çok konuşulacak, çok tartışılacak
önümüzdeki dönemde.
Hepimiz Müslümanız ve hepimiz laik devlet
anlayışını benimsiyoruz. Onun için, laik devlet
anlayışını bir partinin, Müslümanlığı bir
başka partinin temsil ettiğini kabul ederek böyle bir koalisyonun bu
açıdan yararlı olabileceğini ifade etmek kadar tehlikeli bir şey
olamaz. O nedenle, bu noktalarda bundan sonra daha dikkatli olunması
gerektiğini de ifade etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, tarihî bir toplantıya
başladık. Bugünkü tartışmalar büyük önem taşıyor
ve pazartesi günü alacağımız karar büyük önem taşıyor.
Türkiye, tarihsel doğrultusu konusunda çok önemli bir tercih ortaya
koyacak. Bunun, şu kişinin bu kişinin, şu kadronun bu
kadronun, şu partinin bu partinin hesaplarıyla
değerlendirilemeyecek nitelikte olduğunu bir kez daha ifade etmek
istiyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu tarihî sorumluluğun
gereğini en iyi biçimde yerine getireceğinden hiç kuşku
duymuyorum.
Türkiye Büyük Millet Meclisini saygılarımla selamlıyorum.
(CHP sıralarından ayakta alkışlar, ANAP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Baykal, teşekkür ediyorum.
III. – SATAŞMALARA
İLİŞKİN KONUŞMALAR
1. – Adalet Bakanı Şevket
Kazan’ın, CHPGenel Başkanı Deniz Baykal’ın
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Buyurun efendim.
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Sayın
konuşmacı konuşması sırasında, gerek Yüksek
Başkanlığın gerek Genel Kurul üyelerinin malumu olduğu
gibi, benim birinci imza sahibi sıfatıyla vermiş olduğum
önergelerden bahisle, ifade vermeye gitmediğimi beyan etti. 69 uncu
maddeye göre, bu konuda çok kısa bir açıklama yapmak istiyorum.
BAŞKAN – Buyurun efendim. (RP sıralarından
alkışlar, CHP sıralarından gürültüler)
M. ERDOĞAN YETENÇ (Manisa) – Sayın Başkan, İçtüzükte
böyle bir şey var mı?
BAŞKAN – Var efendim; açıklama yapar... (CHP
sıralarından gürültüler)
Sayın Kazan, çok kısa bir açıklama, lütfen...
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Kısa bir açıklama Sayın
Başkan... (CHP sıralarından sıra kapaklarına vurmalar,
gürültüler)
BAŞKAN – Buyurun efendim.
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisinin Sayın Genel
Başkanı, biraz önce... (CHP sıralarından gürültüler)
NİHAT MATKAP (Hatay) – Sayın Başkan...
M. ERDOĞAN YETENÇ (Manisa) – Sayın Başkan, neden söz
verdiniz?
BAŞKAN – Efendim, müsaade buyurun... Kürsüde sayın hatip var.
Buyurun efendim.
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – .... bu kürsüde
yapmış olduğu konuşmada, TEDAŞ...
M. ERDOĞAN YETENÇ (Manisa) – Başbakan cevap vermekten âciz mi
Sayın Başkan?
BAŞKAN – Sayın Kazan, siz buyurun efendim.
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – Komisyon üyesi olarak beni
kastetti sayın milletvekilim.
M. ERDOĞAN YETENÇ (Manisa) – Başbakan cevap vermekten âciz mi?
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – Başbakan cevap vermez;
ben cevap veririm! Bu, benim şahsımı ilgilendiren bir konu. (CHP
sıralarından sıra kapaklarına vurmalar)
BAŞKAN – Sayın Kazan, siz açıklamanızı
yapın efendim.
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – Sayın
konuşmacı, biraz önce yapmış olduğu Hükümet
Programı üzerindeki konuşması sırasında, Refah Partisinden,
gerek TEDAŞ hakkında gerek TOFAŞ hakkında, soruşturma
önergelerini veren önerge sahibinin, komisyona, ifade vermeye gitmediğini
belirttiler.
MAHMUT IŞIK (Sıvas)– Önerge sahibi değilsin.
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – Önerge sahibi benim.
Zabıtları alın inceleyin. (CHP sıralarından
gürültüler)
Şimdi, lütfen, ortalığı gürültüye
boğmayın, lütfen dinleyin...
BAŞKAN – Efendim, siz lütfen açıklamanızı
yapın.
NİHAT MATKAP (Hatay) – Sayın Başkan, söz vermeniz
doğru değil.
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – TEDAŞ Komisyonu
Başkanı -Demokratik Sol Partiden- Sayın Metin
Bostancıoğlu, bendenizi, 21 Haziran günü saat 10.00’da komisyona
ifade vermeye davet etti; aynı gün gittim, komisyona ifade verdim...
NİHAT MATKAP (Hatay) – Sayın Başkan, yaptığınız
doğru değil.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) – Sen müteahhit
misin?
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – İki: TOFAŞ
Komisyonu Başkanı -Anavatan Partisinden- Sayın Hayrettin Uzun,
bugün, 6 Temmuz günü saat 13.00’te beni ifade vermeye davet etti ve ben, bugün,
bu komisyona gittim, bu komisyonda da ifade verdim.
Demek oluyor ki, Sayın Genel Başkanın söylediği
sözler gerçek değil. (RP sıralarından alkışlar, CHP
sıralarından gürültüler) Bu komisyonlarda, komisyon üyeleri -ki,
içinde DSP’li arkadaşlarım da var, CHP’li arkadaşlarım da
var, ANAP’lı arkadaşlarım da var- bendenize hangi soruyu
sordularsa, bu soruların hepsinin cevabını verdim.
NİHAT MATKAP (Hatay) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Sayın Matkap, oturur musunuz... Kürsüde hatip var
efendim.
NİHAT MATKAP (Hatay) – Sayın Başkan, ama,
yanlış konuşuyor.
BAŞKAN – Sayın Matkap...
NİHAT MATKAP (Hatay) – Sayın Başkan, buna
hakkınız yok.
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – Bu
cevaplandırmanın akabinde, ne Doğru Yol Partili bir
arkadaşım “böyle konuştun” diye beni eleştirdi ne de
Demokratik Sol Partili veya Cumhuriyet Halk Partili veya ANAP’lı
milletvekili üye arkadaşlarım “niye eksik konuştun” diye beni
eleştirdi. O nedenle, neyi doğru biliyorsam, onu söyledim.
Kaldı ki, dikkat edilirse, Refah Partili milletvekilleri
tarafından verilen bu soruşturma önergesi nedeniyle kurulan
komisyonun başkanlık divanında bizler yer almadık,
başkanlık divanı tamamen sizlerden oluştu. Burada
konuşmaya gerek yok; müsaade edin, komisyonlar çalışsın
-sizin de üyeleriniz var- netice neyse, ortaya koysun.
Siz, bu Hükümetin kuruluşunun temelinde, lütfen gerçeği görün.
Bu gerçek, hizmet aşkıdır, hizmet şevkidir ve
heyecanıdır.
Saygılar sunuyorum. (RP sıralarından alkışlar;
CHP sıralarından sıra kapaklarına vurmalar, gürültüler)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kazan.
2. – CHPGenel Başkanı Deniz
Baykal’ın, Adalet Bakanı Şevket Kazan’ın şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
NİHAT MATKAP (Hatay) – Sayın Başkan...
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Sayın Matkap, siz yerinize oturur musunuz efendim.
Buyurun Sayın Baykal, sizin beyanınızı alayım.
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Efendim, Sayın Şevket Kazan,
benim konuşmamda kesinlikle ifade etmediğim bir şeye cevap
vermiştir. Bu, söz verme takdirinizin de, çok geniş bir ölçüyle
işletildiğinin bir ifadesidir. Yanlış olarak bana izafe
ettiği görüşü cevaplama hakkım doğmuştur. (CHP ve ANAP
sıralarından “Doğru, doğru” sesleri, alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Baykal, Sayın Kazan kendisine atfolunan
bir hususun doğru olmadığını beyan etmek üzere çıktı;
size yönelik, sizi taciz edici, sizi rencide edici bir beyanı olmadı.
(CHP sıralarından gürültüler)
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Hayır efendim...
BAŞKAN – Olmadı efendim; sizi rencide edici bir beyanı
olmadı.
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Efendim, bir dakika...
Benim bir sözüme cevap verdiğini söyledi. Benim, öyle bir sözüm
yok. Siz, kullanmadığım bir söze cevap verme imkânını
tanıdınız Sayın Kazan’a. Sayın Kazan’a, ben “niye,
geldi de ifade vermedi” demedim. Zabıtları inceleme
ihtiyacını hissetmediniz; tek taraflı olarak...
BAŞKAN – Zabıtları inceleyeyim... (CHP
sıralarından “Niye söz verdiniz” sesleri) Zapta bakayım
efendim... (CHP sıralarından gürültüler)
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Sayın Baykal, zapta bakayım efendim.
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sayın Başkan,
haksızlık yapıyorsunuz; çok önemli bir haksızlık
yapmak üzeresiniz. Sayın Şevket Kazan’a, hakkı
olmadığı halde, ona yönelik bir söz söylemediğim halde,
söyleyip söylemediğimi araştırmadan söz verdiniz. Sayın
Kazan, bana, söylemediğim bir sözü izafe ederek konuştu.
BAŞKAN – Efendim, bunun neresi zatı âlinizi rencide etti
-İçtüzüğün 69 uncu madesine göre- bana söyler misiniz. (CHP
sıralarından gürültüler)
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Benim söylemediğim bir sözü bana
izafe ederek cevaplandırması beni rahatsız eder.
BAŞKAN – Sayın Baykal, buyurun; çok kısa rica ediyorum...
(CHP sıralarından alkışlar)
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sayın Başkan, Hükümet
Programının görüşmesi gibi önemli bir müzakereyi yaparken, grup
adına konuşan bir sözcünün kesinlikle telaffuz etmediği, ifade
etmediği bir sözü cevaplamak üzere, böyle bir ifadenin bulunup
bulunmadığını da araştırma gereğini
duymadan, zabıtları getirtmeden, birdenbire, buraya, söz hakkı
isteyen kişiyi çağırarak, varit olmayan bir isnadı cevaplama
olanağını tanımış olmanızı, fevkalade
ilgi çekici, içerisine girmekte olduğumuz yeni dönemin
anlaşılmasına yardımcı olacak bir tutum olarak tescil
ediyorum. (CHP ve ANAP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, ben, burada, ne ismen ne de
dolaylı olarak, Sayın Şevket Kazan’ın komisyona ifade
vermeye çağrıldığı halde gelmediğini söylemedim;
hiç böyle bir iddiam yoktur.
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Zabıtlara
bakılır.
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Evet... Zabıtlar incelenir,
bakılır. Yok böyle bir iddia.
İddia şudur: Ben, bu önergenin verilmesinde büyük önem
taşıdığı iddia edilen bir müteahhit
tanığın, bu komisyona ifade vermekten vazgeçmiş
olmasını anlamlı bulduğumu ifade ettim. (CHP
sıralarından “Doğru” sesleri) Sayın müteahhit ile
Sayın Şevket Kazan arasındaki ilişkiler, benim sayın
müteahhite yönelttiğim değerlendirmeyi Sayın Şevket
Kazan’ın üstlenmesine neden olacak kadar yakın ise, bilemem... (CHP
ve ANAP sıralarından alkışlar) Ama, böyle bir ayniyet,
böyle bir yakınlık yoksa, söz ortadadır; sözün muhatabı, o,
çağrıldığı halde komisyonda ifade vermeyi uygun
görmeyen tanığa yöneliktir. O tanık ile sizin aranızdaki
ilişkiye ilişkin ben bir şey söylememiştim; sizin
girişiminiz, o ilişkinin ne ölçüde olduğunu zaten ortaya
koymuştur.
Teşekkür ederim, saygılar sunarım. (CHP ve ANAP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Baykal, teşekkür ediyorum.
II. – HÜKÜMET PROGRAMI (Devam)
1. – Başbakan Necmettin Erbakan
tarafından kurulan Bakanlar Kurulu programının görüşülmesi
(Devam)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Refah Partisi Grubu
adına...
Grup adına kim konuşacak efendim?
OĞUZHAN ASİLTÜRK (Malatya) – Sayın Başkan, iki
arkadaşımız...
BAŞKAN – Ama, isimleri gelmedi efendim; kim?..
OĞUZHAN ASİLTÜRK (Malatya) – Sayın Başkan,
Sayın Şeref Malkoç Bey ile Sayın Bülent Arınç
konuşacaklar.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, benim de bir önergem
vardı; Sayın Baykal yaptığı konuşmada...
BAŞKAN – Sayın Genç, önergenizi aldım efendim.
Önergenizde, Sayın Baykal’ın zatı âlinize
sataştığından ve rencide olduğunuzdan bilbahis,
İçtüzüğün 69 uncu maddesine göre söz talebinde bulunuyorsunuz. Ben,
Sayın Baykal’ın konuşmalarını takip ederken öyle bir
hususu tespit edemediğim için -yanılmış olabilirim-
zabıtları istettirdim; gelsin, inceleyeceğim.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Peki efendim.
BAŞKAN – Refah Partisi Grubu adına, Sayın Malkoç; buyurun
efendim. (RP sıralarından alkışlar)
Sayın Malkoç, Grubunuzun süresi 1 saattir; yarı yarıya
mı konuşacaksınız?
ŞEREF MALKOÇ (Trabzon) – Evet.
BAŞKAN – Ben, 60 dakikalık süre veriyorum, 30 uncu dakikada
süreyi durduracağım, sizin konuşma hakkınız
bitmiş olacak, Sayın Arınç başlayacak.
RP GRUBU ADINA ŞEREF MALKOÇ (Trabzon) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Refah Partisi ile Doğru Yol Partisi
arasında kurulan Türkiye Cumhuriyetinin 54 üncü Hükümetinin Programı,
3 Temmuz 1996 tarihinde Meclisimizde okundu. Bu Program üzerinde Refah Partisi
Grubunun görüşlerini Yüce Meclise arz etmek üzere huzurunuzda
bulunmaktayım. Bu vesileyle, Yüce Meclisimizi ve yeni Hükümetin
değerli üyelerini saygı ve hürmetlerimle selamlıyorum;
televizyonları başında bizleri izleyen aziz milletime de
saygılarımı sunuyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yeni Hükümetimizin
başarılı olmasını, memlekete ve millete
hayırlı hizmetlere vesile olmasını Cenabı Hak’tan
niyaz ediyorum.
Bu Mecliste, bugüne kadar birçok hükümet programı okundu ve
görüşüldü; ancak, biz inanıyoruz ki, yeni Hükümetimizin
Programı, sıradan bir hükümet programı değildir; tam
tersine, milletimizin meselelerine isabetli teşhisler koyan ve
sağlıklı çözüm yolları gösteren, bu niteliğiyle iz
bırakacak ve tarihe geçecek bir hükümet programıdır. (RP
sıralarından alkışlar)
Bu Hükümet, her şeyden önce, yıllarca birbiri üstüne
dağlar gibi yığılan ülke ve memleket meselelerini çözmek
için kurulmuştur.
Bu Hükümetin en önemli özelliği, halkın tarihi ve
inancıyla mücadele eden değil, onu en iyi şekilde temsil eden
bir hükümet olmasıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu Hükümet, 24
Aralık seçimlerinden sonra ortaya çıkan ve altı aydan beri devam
eden kargaşa ve çözümsüzlüğe son vererek, 65 milyon ülke
insanımıza ümit, sevinç, heyecan getiren bir hükümettir.
Bu Hükümet, normal demokratik yollardan kurulduğu için,
demokrasimizin bir zaferidir.
Bu Hükümet, içeride ve dışarıda, birçok dedikodu ve
önyargı engelini aşıp, halkın arzu ve iradesine dayalı
olarak kurulmuş bir hükümettir. Böylece, bu Hükümet, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin göğsünde yazılı, Anayasanın temel ilkesi olan
“Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” prensibini
gerçekleştirecek bir hükümettir.
Bu Hükümet, demokrasinin vazgeçilmez kurallarından biri olan
uzlaşmanın en güzel örneğidir. Biz inanıyoruz ki, bu
uzlaşma, sadece 65 milyon insanımızın devletle, milletle
kaynaşmasını sağlamakla kalmayacak; aynı zamanda,
yeryüzündeki her türlü ihtilafı ortadan kaldırmada, huzur ve
barışın sağlanmasında katkı
sağlayacaktır.
Bu Hükümet, Türkiye’nin sorunlarını bilen ve çözüm
yollarını da bilen bir hükümettir. Kadroları da, Türkiye’nin
sorunlarını ve çözüm yollarını bilmektedir. Bu Hükümette,
Türkiye’nin sorunlarını başarıyla çözecek azim, heyecan,
gayret ve irade mevcuttur.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 24 Aralık
seçimlerinden sonra altı aylık hükümet krizi yaşandı.
Halkımız, zaman zaman ümitsizliğe sürüklendi, ülkenin
meselelerini çözecek bir hükümete kavuşmayı büyük bir umutla,
heyecanla bekledi ve işte, halkımızın meselelerini çözecek
olan hükümet, budur. Bu Hükümetin kurulmasından dolayı, bizler, büyük
mutluluk ve heyecan duymaktayız. Aynı zamanda, milletimiz de,
Hükümetin atacağı başarılı adımları ümitle,
heyecanla ve merakla beklemektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hal böyleyken,
burada benden önce konuşan Cumhuriyet Halk Partisinin Sayın Genel
Başkanı Deniz Baykal’ın konuşmasını hayretle
dinledim. Hemen belirteyim ki, Hükümet Programı hakkındaki
fikirlerini açıklamasından dolayı kendisine teşekkür
ediyorum; ancak, biz arzu ederdik ki, Cumhuriyet Halk Partisinin Sayın
Genel Başkanı, bu Hükümet Programı üzerinde konuşurken,
kendi hizmet anlayışlarını ortaya koysun, meselelerin
nasıl çözüleceği hakkında çözümleri takdim etsin; eğer
teşhislerde mutabakata varmışsak, teşhislerde birliktelik
sağlamışsak; bizim çözüm önerilerimizi uygun veya yeterli
görmüyorsa, neleri nasıl çözeceğini, Hükümet Protokolünün hangi
konularda yetersiz kaldığını ifade etsin -biz bunları
arzu ederdik- yapıcı bir eleştiri yapsın. Ancak
yapıcı bir eleştiriyle bu memlekete ve millete iyilik
yapılabilir. Bu olgunlukla, yapıcı eleştirilerle meselelere
yaklaşsın. Millet ancak bundan fayda görür. Aksi takdirde, sadece
muhalefet için muhalefet yapmak, sadece bu kürsüden konuşmak, ne bir
partiye fayda getirir ne de milletimize fayda getirir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; altı
aylık kaostan memleketimizi kurtaran, milletimize ümit ve rahatlık
getiren bu Hükümetin kurulmasından dolayı, Sayın Baykal’ın
da herkes gibi sevinmesini arzu ederdik; çünkü, belirsiz bir ortamdan, kaosa
giden bir ortamdan, inşallah, Türkiye’yi bu Hükümet kurtaracaktır.
(RP sıralarından alkışlar) Halbuki, Sayın Baykal,
partilerin birbirleri hakkında geçmişte söylediklerini burada takdim
etti. Bunun, Cumhuriyet Halk Partisine de bir faydası yoktur, milletimize
de bir faydası yoktur. Keşke, milletin hangi derdine, nasıl
çözüm getireceğini burada açıklasaydı.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; artık,
kısır çekişmeyi, siyasî kavgaları bir tarafa
bırakalım; onbir milyon işsizimize nasıl iş bulacağımızı
bu kürsüden konuşalım; çiftçimizi nasıl
zenginleştireceğimizi, memurumuza
nasıl daha güzel maaş vereceğimizi konuşalım.
Siyasî partiler, farklı düşünce ve kanaatleriyle kamuoyunu
etkilemek için kurulurlar; Siyasî Partiler Kanununun 1 inci maddesinde, siyasî
partilere bu görev yüklenmiştir. Seçim zamanı, siyasî partiler bu
görüşlerini ortaya koyabilirler; hatta, seçimden sonra da bunlardan
bahsedebilirler. Ancak, milletin dertleri çözüm beklerken, siyasî partilerin
sözcülerinin bu kürsüden birbirlerine sataşmaya hakları yoktur;
çünkü, siyasî partilerin asıl görevi, bu millete ve memlekete hizmet
etmektir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Doğru Yol
Partisine, bu kısır çekişmeleri bir yana bırakarak,
Koalisyonun kurulması için gösterdiği anlayış ve
olgunluktan dolayı teşekkür ediyor, liderini, yöneticilerini ve
Gruptaki bütün üyelerini kutluyorum.
Hizmet vakti geldiğinde, partiler, aralarındaki çekişmeyi
ve tartışmayı bir kenara bırakmalı ve halka hizmet
yolunu aramalıdırlar. Aksi takdirde, Türkiye’deki
sıkıntılar artar, hükümetleri de kurmak imkânsız hale
gelir.
Sayın Baykal bugün Hükümet Programı üzerinde konuşmak
yerine başka konular üzerinde durmuştur; Hükümet Programı ile
Türkiye Büyük Millet Meclisinin denetleme görevlerini birbirine karıştırmıştır.
Buradan, bize, bu Hükümetin, yolsuzluklarla ilgili soru önergeleriyle ilgisi
var mıdır diye sordu; ben kendisine cevap veriyorum: Hayır;
hiçbir ilgisi yoktur. (RP sıralarından alkışlar) Zira,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin denetleme görevi, Anayasanın amir
hükümlerinin teminatı altındadır ve bu konuda, hiç kimsenin
endişe etmesine mahal yoktur. Şüphelendiğiniz bir şey
varsa, Meclise getirirsiniz, hep beraber araştırırız, tartışırız
ve bir karara varırız.
Dünyanın her medenî ülkesinde hukuk teminatı vardır.
Hukukun temel kuralı da, beraeti zimmet asıldır; yani,
insanların suçsuzluğu ve masumiyeti asıldır; bir kimsenin
suçu sabit olmadan, onu suçlamak yanlıştır, doğru değildir.
Soruşturma komisyonlarındaki dosyaların
kapatılacağı iddia edilmektedir. Kim iddia ediyor bunu;
birkısım medya ve birkısım insanlar; bu doğru
değildir. Meclis, bu konuda, gerekli görevini yapacaktır. Bu, tamamen
asılsız ve gerçekdışı bir iddiadır.
Hükümet Programında, bu
denetim faaliyetlerinin nasıl yapılacağı çok açık
ifadelerle yer almıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisinin denetim
faaliyetleri, kişilerin şeref ve haysiyetlerini rencide etmeden,
Anayasa ve hukuk kurallarına uygun olarak yapılacaktır. Yoksa,
gelişigüzel, medyanın öncülüğünde yapılacak değildir;
çünkü, Türkiye bir hukuk devletidir; neyin nasıl yapılacağı
Anayasada ve diğer kanunlarda açıkça yazılmıştır.
Bütün bunlar, Refah Partimiz tarafından, defalarca
açıklandı, defalarca dile getirildi. Bile bile aynı
iddiaların tekrar edilmesi, birkısım çevrelerin ve onların
etkisindeki medyanın, bu Hükümetin kurulmasını engellemelerinden
kaynaklanmaktadır. Onların arzusu, bu Hükümet kurulmasın;
Hükümet kurulmasın, halkın meseleleri çözülmesin, sömürü düzenleri
devam etsin, halk ıstırap çekmeye devam etsin; rantiyecilerin
istediği budur. Ancak, bu Meclis, bu Yüce Meclis, rantiyecilerin sesine
kulak vermeyecektir. (RP sıralarından alkışlar)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; benden sonra
konuşacak diğer muhalefet partisi sözcülerinden bir ricam var: Bu
kürsüye çıkıp “o, bunu dedi; bu, onu dedi” diyerek birtakım
sözlerle bu kürsüyü meşgul etmektense, siyasî dedikoduları,
kısır çekişmeleri buraya taşımaktansa, sizlere
dağıtılan Hükümet Programının eksik tarafı var
mıdır; onu ifade etmelerini istiyorum. Önerdiği çözümler yeterli
midir, değil midir; hangi tedbirleri daha uygun görüyorlar, Hükümete neyi
tavsiye ediyorlar; buradan, lütfen, bunları söylesinler; Hükümet de
faydalansın, biz de faydalanalım, bütün Türkiye faydalansın. (RP
sıralarından alkışlar) Biz, siyasî partilerin çözümler
üzerinde tartışmasını ve memleketin kalkınması
konusundaki hedeflerini bu kürsüden kamuoyuna sunmalarını arzu ediyor
ve bekliyoruz.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi, Türkiye
için hizmette yarışa, iyilik için hizmette yarışa davet
ediyoruz. Böyle olduğu takdirde, Meclisimiz, gerçek kimliğine
kavuşur, halkımız Meclisine hem güvenir hem de
saygısını artırır. Biz Refah Partisi olarak, bundan
önce altı ay muhalefetteydik; muhalefet süresince, Hükümete
yapıcı ve yol gösterici uyarılarda bulunduk; çoğulcu
demokrasiyi gerçekleştirmeye çalıştık; yapılan
yanlışlıkları kavgayla, gürültüyle, sataşarak,
tartışarak değil, hukukun üstünlüğü ve hukuka saygı
ilkeleri çerçevesinde düzeltmeye çalıştık. Anayasa Mahkemesi,
Refah Partisinin, Türkiye Büyük Millet Meclisini hukukî çizgide tutma
mücadelesini kararlarıyla tescil etmiştir. Refah Partisi
yapıcı muhalefetin nasıl olacağını herkese
göstermiştir; bunun en açık örneği, bütçenin tümü üzerinde
yapılan müzakerelerde, Grubumuz adına yapılan konuşmadır.
Biz, sırf tenkit olsun diye konuşmadık, bütçenin meselelerini,
Türkiye’nin meselelerini ortaya koyduk; getirilen bütçenin eksikliklerini
gösterdik, teker teker anlattık, teknik konuların
değerlendirmesini yaptık; çözüm yollarını,
alternatifleriyle, rakam rakam, kalem kalem Yüce Meclise arz ettik. Bütçe
açığının nasıl kapatılacağını,
gelir dağılımındaki adaletsizliğin nasıl
düzeltileceğini bu kürsülerden izah ettik. İşte, sorumlu
muhalefet budur; muhalefetten de biz bunu bekliyoruz. (RP
sıralarından alkışlar)
Hiçbir konuşmamızda, hiç kimsenin şeref ve haysiyetine
dokunmadık, şeref ve haysiyetini incitmedik; seviyeli, ciddî, vakur
bir muhalefet örneği sergiledik. Meclisimizde, değerli muhalefet
partilerinin temsilcilerinin de aynı olgunluğu ve aynı davranış
biçimini göstereceğini bekliyoruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu altı
aylık kısa muhalefet döneminde, diğer yasama
çalışmalarının yanı sıra, asgarî ücretin vergi
dışında bırakılmasına ilişkin kanun
teklifimizle, işçilerimizi geçim sıkıntısından
kurtarmak istedik. Eşel mobil sistemine geçerek, enflasyon altında
ezilen memurumuzu korumak istedik. Peşin vergi ve hayat standardı
düzenlemesini kaldırmak için, kanun teklifi vererek, esnaf ve
sanatkârımızı haksız, tek taraflı muamelelerden kurtarmak
istedik.
Ziraat Bankasına olan faiz borçlarını kaldıran kanun
teklifimizle, çiftçilerimizin rahat nefes almasını sağlamaya
çalıştık. Köylerin kalkınması için, güzelleşmesi
için köylere genel bütçeden pay ayrılmasına ilişkin kanun
teklifini verdik. Bununla köylerimizin durumunun düzeltileceğine
inanıyoruz.
Bütün bu ve buna benzer teşebbüslerimiz, Refah Partimizin sorumlu
muhalefet anlayışının en güzel örneğidir. Dileriz ki,
bundan sonra muhalefet yapacak olanlar da bu güzel örneklerden kendilerine pay çıkarsınlar.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şu anda, biz,
İktidar ortağıyız; nasıl muhalefette yapıcı
olduysak, bu Hükümeti kurarken de, aynı şekilde, yapıcı ve
uzlaşmacı olduk; çünkü, Türkiye’nin bugünkü durumu bunu
gerektiriyordu. Biz, tüm partilere çağrıda bulunarak, gelin bir çözüm
bulalım dedik. Sol görüşlü partiler muhalefette kalmayı arzu
ettiler; saygıyla karşılıyoruz; çünkü, bu memlekete
hizmette, iktidarda olmak kadar muhalefette olmak da şerefli bir görevdir.
Hatta, sol partilerin muhalefette kalmayı tercih etmesi, bizi, ayrıca
sevindirdi; çünkü, fakir fukara ve dar gelirliler için sosyaldemokratların
veya demokratik solcuların yapacağı çalışmalarla, bu
kesime hizmette yarış ederiz diye düşündük. Ancak, gördük ki,
bizden önce konuşan Cumhuriyet Halk Partisinin Sayın Genel
Başkanı, hizmette yarış yerine, fakir fukaranın
dertlerine çözüm yerine, Türkiye’nin ihracatının nasıl
artırılacağını izah yerine, Türkiye’de kaynak oluşumunun
nasıl sağlanacağını izah yerine, geçmişte
söylenenleri, tekrar, bu kürsüye getirmeyi tercih etti. Sol partiler geçen
dönem rantçıların yanında oldular. Miting alanlarında,
emekçilerden, fakir fukaradan yana olduklarını söyleyenler, bu
Meclise gelince, rantçıların yanında olmayı tercih ettiler.
Bu Hükümet Programına bakıldığında, bu Hükümet
Programı dikkatlice okunduğunda; bu Hükümet Programı fakir
fukaradan yanadır, bu Hükümet Programı dar gelirliden yanadır,
bu Hükümet Programı köylüden yanadır, bu Hükümet Programı
işsizden yanadır, bu Hükümet Programı ortadireği korumaktan
yanadır, bu Hükümet Programı üretimi artırıp, Türkiye’yi
büyütmek ve geliştirmekten yanadır. (RP sıralarından
alkışlar)
Şimdi, muhalefetteki partilere seslenmek istiyorum: Hadi
bakalım, siz de bu insanlardan yanaysanız, kürsüye geldiğinizde,
bu insanların dertlerini nasıl çözeceğinizi izah edin; biz de
faydalanalım millet de faydalansın. Bu Hükümet Programında
yapılan tekliflere ilave teklifleriniz varsa, onları dinlemek, bizi
ayrıca memnun edecektir.
Koalisyon konusundaki davetimize
sol partilerce olumlu cevap verilmeyince, Yüce Mecliste bulunan diğer
partilere teker teker davet çıkardık. 46 ruhunu temsil etmek için 4
partiye ayrı ayrı teklifte bulunduk. Doğru Yol Partisi, bu
teklifimize olumlu cevap verdi. İnşallah Büyük Birlik Partisi de bu
koalisyona katılacaktır. Anavatan Partisinin sayın yöneticileri
olumlu cevap vermediler; ama, önemli değil, kendilerini yine davet
ediyoruz, vakit geçmiş değildir.
İşte, şu anda Programını müzakere
ettiğimiz bu Hükümet, bu fedakârlığın ve olgunluğun
sonucu kurulmuştur.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu Hükümetin
kurulmasını engellemek veya en azından zorlaştırmak
için, birkısım medya ve bazı iş çevreleri, çeşitli
isnat ve iftiralarda bulundular, basına sansür
koyacağımızı iddia ettiler. Halbuki, Hükümet
Programında, basının meselelerinin nasıl çözüme
kavuşturulacağı ve bunların basın
kuruluşlarıyla birlikte yapılacak görüşmelerin sonucunda
nasıl çözüleceği çok açık olarak ifade edilmiştir. Hükümet
Programında, vatandaşlarımızın haber alma, bilgi edinme
hürriyetlerini en geniş şekilde kullanmalarını
sağlayacak yasal düzenlemelerin yapılacağı ifade
edilmiştir. Ayrıca, bu programda, Hükümetimizin, haberleşme hak
ve hürriyetini çağdaş dünyanın gelişmelerine uygun
boyutlara ulaştırmak için, altyapıyı ve teknik hizmetleri
hazırlayacağı ifade edilmektedir. Hepsinden önemlisi, Anadolu
basınını destekleyeceği bu programda yer
almıştır. Bu mudur basına sansür koyma? Basının
teknik imkânlarını artırmak mıdır basına sansür
koyma?
Bu düzenlemeler yapılırken, herkesin kişilik
haklarının, bütün medenî ülkelerde olduğu gibi
korunacağı açıkça ifade edilince, bazı kimseler, bunu,
basına sansür koyma olarak değerlendirdiler. Kişiliklere,
şeref ve haysiyetlere tecavüz etmeyi, basında, yargısız
infazı itiyat haline getirenler, bunu, sansür olarak nitelendirdiler.
Normaldir; onlar, kanunsuzluk ve hukuksuzluk istiyor. Ancak, şunu iyi
bilsinler, anlasınlar ki, bu millet, onların sözlerine
aldanmayacaktır. Basının gerçek görevlerinden haberdar olan ve
mesleğe ömrünü vermiş gerçek medya mensuplarının, en az
bizim kadar, medyanın bu tutumundan rahatsız olduklarını
bilmekteyiz. Bu birkısım medyanın bir eli devletin
kasasında, diğer eli devletin direksiyonundadır. Ancak, bu
Meclis, yeni türeyen bu medya sektörünü hukukun çizgisine inşallah
çekecektir. Bu sektör, her gün kendi menfaatları doğrultusunda bir
hükümet kurup, bir hükümet yıkmayı
meslek edinmiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bunların
arasında, yeni Hükümetimizin başarılı olmasını
tehlikeli olarak algılayanlar vardır. Bakın, bir gazete kupürü
ve burada -bu, bazı işadamları tarafından söylenmiş ve
basın tarafından da dile getirilmiştir- “Refah’ın
kadrolaşmasından çok, başarısından korkuyoruz”
denilmektedir. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Yani, bunların niyetine göre, millet ıstırap çekecek, geçim
sıkıntısıyla inim inim inleyecek; bunlar sevinecektir;
şayet, Hükümet başarılı olursa, milletin dertlerine çare
bulursa, bunlar, üzülecektir. Bu, ne biçim devlet anlayışı; bu,
ne biçim basın ahlakı; bu, nasıl vatanseverlik?.. Bu Hükümetin
başarısından, bırakın Türkiye’nin düşmanları
üzülsün, Türkiye’yi sevmeyenler üzülsün.
(RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Refah Partisi, yasama, yürütme ve yargıdan sonra, basının
rolünü samimiyetle bilmektedir. Sağlıklı bir şekilde
işleyen demokrasinin en güzel müesseselerinden biri de basındır.
Türkiye’de, azınlıkta da olsa, bu nitelikte, basın ahlak
kurallarına riayet etmeyen basın mensupları vardır; ancak,
biz inanıyoruz ki, yine medya, kendi içerisinde oluşturacağı
denetim sistemiyle, hukukun dışına çıkan diğer
medyayı ve basın mensuplarını, hem basın ahlak
yasaları ilkesi dairesine çekecek hem de hukukun üstünlüğü ilkesine
çekecektir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerimi
bağlıyorum.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, bugün, burada, sadece 54 üncü Cumhuriyet
Hükümetinin Programını değil, sosyal, siyasî ve kültürel
tarihimizde yeni bir dönemin başlangıcını
konuşmaktadır. İnşallah, Türkiye, bu Hükümetle birlikte, 21
inci Yüzyıla damgasını vuracak, yeni dünyanın öncüsü
olacaktır. (RP sıralarından alkışlar)
Yaşadığımız son 10 yılda, dünyanın,
âdeta yeniden şekillendiği; bu şekillenişle, dünya
uluslarının, kendi tarihî ve millî varlıklarına dayanmak
suretiyle, başdöndürücü bir rekabet içerisinde olduğu görülmüştür.
İnşallah, bu Hükümetle, milletimiz, tarihi, kültürel
coğrafyası ve inançlarıyla, milletlerarası mücadelede en
güzel yerini alacaktır.
Değerli milletvekilleri, bugün millet adına oturduğumuz
bu sıralardan, birçok değerli politikacılar, siyasetçiler geldi
geçti; şu anda üzerinde tartıştığımız ülke
meseleleri de, bu kürsüde defalarca konuşuldu ve
tartışıldı.
BAŞKAN – Sayın Malkoç, sözünüzü kesmek istemiyorum; ama, 30
dakikayı geçtiniz efendim.
ŞEREF MALKOÇ (Devamla) – Peki efendim, toparlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Meclisimizin
değerlendirmesini yapmakta olduğu bu Hükümet Programı, temel
insan haklarına saygılı, herkesi eşit haklara
taşıyacak, birbirini kardeş sayan, sömürüyü kaldıran,
üretimi artıran, refahı tabana yayan, ciddî çözümler getiren, devlet
ve millet kaynaşmasını sağlayacak, şahsiyetli
dış politikayı uygulayacak esaslara sahiptir; Hükümetimizin, bu
Programı titizlikle uygulayacağından şüphemiz yoktur.
Yüce Meclise Grubumuz adına saygılarımızı
sunarken, Hükümete güvenoyu vereceğimizi arz eder, televizyonları
başında bizleri izleyen aziz milletimi muhabbetle selamlarım.
Saygılarımla. (RP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Malkoç, teşekkür ediyorum.
Refah Partisi Grubu adına, ikinci konuşmacı olarak
Sayın Arınç; buyurun efendim. (RP sıralarından
alkışlar)
RP GRUBU ADINA BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; Refah Partisi Grubu adına ve şahsım
adına, hepinizi hürmetle selamlıyorum.
Hükümet Programını müzakere ediyoruz; bu sebeple, öncelikle,
Refah Partisi ve Doğru Yol Partisi ortaklığında kurulan 54
üncü Cumhuriyet Hükümetinin hayırlı olmasını diliyorum.
Yine sözlerimin başında, Sayın Başbakan ve
Başbakan Yardımcımızı ve Hükümette görev alan
değerli üyeleri, görevlerinden dolayı, tebrik ediyor; milletimiz ve
memleketimiz için yapacakları hayırlı hizmetlerde, Cenabı
Hak’tan başarılar diliyorum.
Sayın milletvekilleri, Sayın Baykal da bir nebze temas
ettiler, bugün, yine, hepimizi üzüntüye gark eden bir haberle
karşılaştık; Erzincan-Kemah İlçemizde, kahraman
askerimize yönelik bir tecavüz hadisesi, daha Tunceli’nin acısı
soğumadan, yine, hepimizi derin üzüntülere gark etti. Bu olayda vefat eden
kahraman askerlerimize, Cenabı Hak’tan rahmet diliyorum; milletimize
başsağlığı diliyorum ve bir an evvel, terör ve
anarşiden kurtulmuş, huzur içerisinde bir Türkiye’ye
kavuşmamız dileğini, Cenabı Hak’tan dua ve niyaz ediyorum.
Değerli arkadaşlarım, Hükümet Programını
müzakere ediyoruz. Hükümet programları, en önemli belgelerden birisidir;
dolayısıyla, bu program üzerinde
yapılacak konuşmaların da, elbette, yerli yerince, ülkemizin meselelerine çözüm
getirecek bir seviyede olması gerekir. Hepiniz biliyorsunuz ki, Refah
Partisi bu konuda, diğer bütün siyasî partilerimiz gibi, her zaman, ciddî
müzakereler yapmış; belgelerle, şemalarla, grafiklerle,
tablolarla hem Türkiyemizin meselelerini tespit etmiş hem bunlara çözüm
getirmeye gayret etmiş hem hükümetleri ikaz etmiştir ; bu, hepimiz
için bir kardeşlik vazifesidir, Türk Milletine yapılacak en önemli
hizmetlerden, görevlerden bir tanesidir.
Bugün, Refah Partisi, Hükümetin ortağı olarak, iktidar
sandalyesinde oturuyor ve kendi programıyla huzurlarınıza
geliyor. Dolayısıyla, Sayın Baykal’ı dinledik, diğer
grupların da değerli konuşmacılarının,
Türkiye’nin içerisinde bulunduğu bu şartlar
karşısında, kısır politik çekişmeler, polemikler
yerine, çok hayırlı teşhislerde, tespitlerde, çözümlerde
bulunacaklarını ümit ediyoruz. Elbette tenkitler yapılacaktır;
elbette partilerin, hem çalışmaları hem programları hem
muhalefetteyken söyledikleri, bugün söyleyemedikleri sözlerden dolayı
kendileri ikaz edilecektir. Ancak, bu hükümetin de her hükümet gibi, yeni bir
ümit ve heyecan olduğunu, milletimiz tarafından böyle
karşılandığını biliyoruz. Dolayısıyla,
ben, yapılacak bütün konuşmalarda, milletin, bugün, meselelerine çare
aradığı bir günde, sahiplenecek insanları
aradığı bir günde, kaos içerisinde kalmaktan korktuğu bir
günde, bu çalışmaların verimli olmasını ümit ediyor,
bütün arkadaşlarıma şimdiden teşekkür ediyorum.
Değerli milletvekilleri, belki tekrar olacak; ancak, kısaca
temas etmek istiyorum. Öncelikle, kurulan koalisyon, Türkiye’de en çok üyeye
sahip, en çok oy almış iki partinin birlikteliğidir; Refah
Partisi ve Doğru Yol Partisi, uzun müzakerelerden, görüşmelerden
sonra bir hükümet ortaya koymuşlardır. Dolayısıyla,
diğer partilerimizin de, kendi aralarında kurabilecekleri bir hükümet
modeli olabilir; ancak, bu da çoğunluğa dayanan,
halkımızın arzu ettiği ve bir araya gelinerek çözüm aranan
ve bunun tespitiyle ortaya çıkmış bir hükümet modelidir;
dolayısıyla meşruiyeti vardır, halk tabanında
kıymeti ve değeri vardır, Parlamentoda yeterli
çoğunluğu vardır. Ancak, bu noktaya nasıl geldiğimizi,
birkaç cümleyle, kronolojik bir sıra içerisinde takdim etmek istiyorum:
24 Aralık seçimleri, Parlamentoda, hiçbir partiye, tek
başına iktidar vermemiştir. Refah Partisi, 6 milyondan fazla
oyla birinci parti olmuş; ikinci parti, aldığı oy,
çıkardığı milletvekili sayısı bakımından
tartışmalı kalmış; diğer partilerimizin de,
bildiğiniz sayıda milletvekilleri olmuştur ve böylece,
partilerin, birisinin, ikisinin, üçünün bir araya gelerek kurabileceği
koalisyon modeline ihtiyaç olmuştur.
Amerika’yı yeniden keşfetmiyoruz. Türkiye, koalisyonla da ilk
defa karşı karşıya gelmiyor. 1960’dan sonra, 1961’den
1965’e kadar, 1970’li yıllardan sonra da koalisyon hükümetleri
olmuştur ve işte geçtiğimiz dönemlerde de, şu anda yeni
Hükümetin hemen arkasında yer alan hükümetler de koalisyon olarak
karşımıza gelmiştir.
Ancak, ne var ki, Refah Partili bir hükümetin koalisyon olarak dahi
Mecliste iktidar olması, maalesef, hazımsızlıkla
karşılanmıştır; kıskançlık krizine
tutulanlar olmuştur. (RP sıralarından alkışlar) Daha
24 Aralık akşamından bu yana, daha 24 Aralık
akşamından başlayarak, maalesef, çok satan gazetelerimizin
kerliferli köşe yazarları, çok izlenen
televizyonlarımızın çok değerli yorumcuları ve
maalesef, birkısım siyasî partilerimizin önde gelen liderleri veya
lider seviyesindeki yöneticileri şunları tekrar etmişlerdir:
“Her parti iktidara gelebilir; ama Refah asla!.. Her partinin genel
başkanı Başbakan olabilir; ama Erbakan asla!.. Evet, birinci
olmuşlardır; ama, kesinlikle Refah dışında bir
hükümet kurulmalıdır; Refah,
siyaset ve Hükümet dışı
kalmalıdır...”
Bunları hepimiz dinledik; çoğumuzun da yüzü kızararak
dinledik. Mademki, Türkiye’de demokrasi var; mademki, sadece Millet Meclisinde
değil, ta 6 yaşındaki çocuklarımızın, ta
okullardan okuyarak başladığı ve bildiği
şekliyle, egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir;
hatta bunun bayramını dahi yapıyoruz, millet sandığa
giderek kararını vermiş, reyini vermişse, bu
yorumların, bu sözlerin kıymeti var mıdır?.. Eğer,
sandık olacaksa; eğer, seçim olacaksa, parlamento olacaksa, sandıkta
ANAP’a verilen oylar oydur da, Refah Partisine verilen oylar nedir,
değerli arkadaşlarım?.. (RP sıralarından
alkışlar) Eğer, demokrasi varsa ve bu demokraside, millet
kararını veriyorsa, CHP’ye, DSP’ye, DYP’ye verilen oylar oydur da,
Refah Partisine çıkan oylar ağaç yaprağı mıdır?..
(RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Demokrasiyi,
böylesine, sadece kendisi için kabul edenler, hakları, sadece, kendileri
için varmış gibi düşünenler, maalesef, Türkiye’de görüldü ve
yedi ay, bu sakim ve yanlış düşüncenin eseri olarak, Türkiye
için boşa giden günler oldu, kayıp oldu. Eğer, egemenlik
milletinse, millet kararını vermişse, bu sözleri söyleyenlere
soruyorum: Siz, milletten daha mı üstünsünüz, siz, milletten daha mı
akıllısınız?.. (RP sıralarından alkışlar)
Siz, yoksa, kendinizi efendi, Refah Partisine oy verenleri köle olarak mı
görüyorsunuz!.. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, bu düşünceler ne kadar
yanlıştır, bir tek cümleyle söylemek istiyorum: Böyle bir
demokrasi anlayışına, değil Türkiye’de, değil dünya
ülkeleri içerisinde, bir Hotanto kabilesinde bile rastlayamazsınız.
Evet, bütün programlarını, stratejilerini buna göre
yaptılar: Herkes hükümet olabilir; ama, Refah asla; herkes sandıktan
çıkabilir; ama, Refah asla...
Değerli arkadaşlarım, bu arada, konuşulanlar
konusunda -hâlâ, belki, içimizde bu arkadaşlarımızın da
bulunduğunu ifade ederek söylüyorum- bir yanlışlık
yapılmıştır; biz, Türkiye’nin, ulusal bir partisiyiz; biz,
Türkiye’de sivil bir partiyiz; biz, Türkiye’de, gücünü halktan ve Hak’tan alan
bir partiyiz (RP sıralarından alkışlar) ve biz, Türkiye’ye,
Jüpiter gezegeninden gelmedik; biz, Türkiye’de otuz yıldan beri siyaset
yapan, dürüst ve inançlı kadroların ortaya koyduğu, hemen hemen
bütün partiler içerisinde bunu ispatlamış bir büyük partiyiz. Buna
karşı durmak ve bu yanlışlıklarla bugüne kadar gelip,
bu hükümet modellerinin dışında Türkiye’ye vakit kaybettirmek,
hiç kimsenin hayrına olmamıştır.
Değerli arkadaşlarım, bunun için, Refah Partisi olarak
hükümet kurmaya çalıştık. ANAP ile kurmaya
çalıştık, olmadı; daha sonra, Doğru Yol Partisi ve
ANAP Hükümeti kuruldu, üç ay içerisinde, dünyada bir eşi ve benzeri
olmayan bir Hükümet modeli olarak ortaya çıktı; muhalefeti kendi
içinde bir iktidar ve böylece, Guinness Rekorlar Kitabına girebilecek bir
hükümet modeli, üç ay boyunca, Türkiye’yi, maalesef, meselelerini daha da
büyüterek karşımıza getirdi. Şimdi, yeni bir hükümet
kurulurken, Refah Partisi, bütün partilere eşit uzaklıkta ve
yakınlıkta; “geliniz -millet, 24 Aralıkta kararını
vermiştir- bir araya gelelim, bir icraat hükümeti kuralım.
Milletimiz, enflasyondan şikâyet ediyor, işsizlikten şikâyet
ediyor, yatırımsızlıktan şikâyet ediyor, açlıktan
şikâyet ediyor, çöp tenekelerinden gıdasını topluyor, bir
araya gelelim hükümet kuralım” demiştir ve bütün partilerle bu
birlikteliği sağlamaya çalışmıştır.
Refah Partisine niçin karşı olduklarını, biraz evvel
değerli arkadaşım bir gazete haberinden yola çıkarak ortaya
koydu; evet, Refah Partisinin başarılı olmasından
korkmuşlardır. Refah Partisinin başarılı
olmasından, acaba niçin korkuluyor; bugüne kadar gelen yönetimlerin
başarısız oldukları tescil edilecek diye mi?.. (RP
sıralarından alkışlar) Yoksa, Refah Partili bir hükümetin,
devletle milleti kaynaştırarak, bu milletin yıllardan beri
çektiği sıkıntı ve ıstıraplara neşter
vuracak, onları çözecek güçte olduğunu bildikleri için mi?.. Refah
Partisinin başarılı olması, elbette Türkiye’nin
hayrınadır, 60 milyon insanımızın
hayrınadır, hepimizin hayrınadır... Bir siyasî partinin,
hükümette başarılı olması bazılarını niçin
rahatsız ediyor, bunu anlamak mümkün değildir. (DSP
sıralarından “Refah mı?!” sesleri)
Değerli arkadaşlarım -rahatsız olanlar bana birkaç
cümleyle sataşma lüzümunu hissediyorlar- evet, bu Hükümet, bu parti, bu
partiler, Türkiyemizi iktidarsız bırakmamış ve çok
şükür, bugün, Türkiye’de çoğunluğa dayanan bir Hükümet
karşımızda durmaktadır.
Değerli arkadaşlarım, Refah Partisine sadece bu tenkitler
yöneltilmedi. Biz, bunlara karşı
bağışıklıyız. Biz, Refah Partisine söylenilen,
yapılan her şeyi yıllardan beri biliyor ve karşılıyoruz;
ama, millet kararını vermiştir, millet Refah Partisini
karalamaya çalışanların yüzlerindeki karaları
görmüştür. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
O bakımdan, biz, bunlara her zaman göğüs gerdik ve geriyoruz.
İşte, bizim siyasî mücadelemiz -kadınıyla erkeğiyle,
genciyle ihtiyarıyla- sadece bir fikir ve inanç partisi olarak
çalışmak, doğruları, iyileri, güzelleri hâkim
kılmaktır; günübirlik politika yapmadık ve
yapmayacağız. Bu milletin, yeniden -tarihte olduğu gibi- büyük
bir medeniyet kurması için her zaman çalıştık, her zaman
çalışacağız. (RP sıralarından “Bravo” sesleri,
alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, Refah Partisine yöneltilen bu
haksız suçlamalar, evet eskiden de yapıldı, bugün de
yapılıyor; ama, bunun rüzgârından Doğru Yol Partisine de düştü.
Eğer, Doğru Yol Partisi, ANAP’la hükümet kursaydı ve kurdu; ne
kadar büyük bir destek vardı; çok satan gazetelerimiz o hükümet modelini
ne kadar beğeniyorlardı; işadamlarımız, yurtiçinde,
yurtdışındaki birtakım mihraklar “aman ne kadar güzel oldu,
zaten millet de bunu istiyordu” diye yazmadılar mı... Doğru Yol
Partisi, bugün, Sayın Ecevit’le, yani Demokratik Sol Partiyle, Sayın
Baykal’la, yani CHP ile -bir başka
partiyle- hükümet kursa, kimbilir ne
kadar göklere çıkarılacak, Sayın Lideri hakkında bugün
ifade edilen sözlerin, kimbilir o gün kaç tanesi konuşulacak...
Bugün ortaya çıkan anlam şudur: Refah Partisiyle hükümet
kurmaya cesaret eden bir partiye, bu tenkitlerden de epeyce düşmektedir. O
bakımdan, Refah Partisi, bu hükümeti kurarken, ne kadar
başarılı olmuşsa, Refah Partisiyle hükümet kurarak,
milletin iradesini, inancını bu hükümet modeliyle ortaya koyan
Doğru Yol Partisi de aynı şekilde takdire ve tebrike
layıktır. (RP ve DYP sıralarından “Bravo” sesleri,
alkışlar)
AHMET PİRİŞTİNA (İzmir) – Hani, Doğru Yol
Partisi nerede?
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, o yüzden,
lideriyle, kadrosuyla, milletvekilleriyle, teşkilatıyla, siyasî
tarihimizde çok önemli görevler üstlenmiş olan Doğru Yol Partisinin
Sayın Liderini ve bütün kadrolarını huzurlarınızda
tebrik ediyorum. (RP ve DYP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, artık siyasî terbiyemiz o
noktaya gelmelidir ki, millet iradesi karşısında,
kıskançlık ve hazımsızlık nöbetleri geçirmektense,
doğruları yapmaya, doğrularda birleşmeye ve kim hayır
işliyorsa ona yardımcı olmaya mecbur olduğumuzu, yeniden
bilmeli ve öğrenmeliyiz. (RP sıralarından “Bravo” sesleri,
alkışlar)
Biz, Türkiye’de yasal bir partiyiz, legal bir kuruluşuz ve siyasî
meşruiyetimizi kimseyle tartışmayız, kimsenin de bunun
aksini iddia etmesine müsaade etmeyiz. (RP sıralarından “Bravo”
sesleri, alkışlar)
Evet, yeni bir dönem başlıyor, (A) partisi gidip, (B) partisi
gelmiyor; Refah Partili bir Hükümet geliyor. Sıkıntıların,
hazımsızlıkların kaynağında bu varsa, ne yapalım,
korkunun ecele faydası yok, olan olmuştur ve Refah Partili bir
Hükümet kurulmuştur. (RP sıralarından “Bravo” sesleri,
alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, bu Hükümetin kurulması hem
hukukî, hem siyasî açıdan bir büyük başarıdır.
Birincisi; hukukî açıdan bir başarıdır; çünkü, Türk
siyasî tarihinde ilk defa bir hükümet, yargı kararıyla, güvenoyu
almadığı için istifa etmek zorunda kalmıştır.
İstifa eden bir hükümetin, yerine bugün, çoğunluğa dayanan bir
Hükümet kurulmuştur. Elbette, burada Anayasa Mahkemesinin tarafsız ve
adil tutumunu da zikretmek istiyorum.
İkincisi; bu Hükümet siyasî bir başarıya
kavuşmuştur. Bunca menfî, karşıt, bozguncu
çalışmalara rağmen, bu netice elde edilmiştir. Türkiye’deki
bu Hükümet karşıtları -herhalde yeterli güce sahip olmadıklarını
gördükleri için-Fransa’da Chirac’tan, İsrail’de Weizman’dan, Avrupa
Birliğinde dönem başkanından da medet istemek zorunda
kalmışlardır. (RP sıralarından “Bravo” sesleri,
alkışlar)
Türkiye’de hükümetleri, artık, gazeteler kuramıyor. Türkiye’de
hükümetleri, artık, -pek çoğunu tenzih ederek söylüyorum- iş
çevreleri kurmuyor. Artık, Türkiye’de cumhuriyet hükümetlerini Weizmanlar,
Chiraclar ve emsalleri kurmuyor. İşte, böyle bir Hükümet, milletin
gönlünde, milletin iradesinde ortaya çıkmış bir Hükümet olarak,
millî bir Hükümet olarak karşınızda duruyor; bu bakımdan
ayrıca tebrike şayandır ve bu sebeple, bu kurulan hükümet,
kamuoyunda yeni bir ümit ve heyecan meydana getirmiştir; toplumun her
kesiminden büyük bir destek gelmiştir; devlete şahsiyet, millete
güven gelmiştir; sıradan bir hükümet değil, beklenen, özlenen
bir değişim hükümeti kurulmuştur...
Değerli arkadaşlarım, biz, koalisyon hükümetini kurarken,
seviyeli bir çalışma yaptık. Sayın Genel
Başkanımız, sorumlu bir devlet adamı gibi, bu
sorumluluğu yerine getiren bir Genel Başkan olarak, elbette bütün
siyasî parti liderlerine, Türkiye’de bir icracı hükümet
kurulmasını, bütün meselelerimizin gittikçe büyüdüğünü ve
çoğaldığını, bir an evvel, bu meselelere el
atmamız gerektiğini ifade etti. DSP ve CHP’nin muhalefette kalmak
arzuları karşısında, diğer dört partiyle müşterek
bir hükümet kurulabileceğini ifade etti; ne yazıktır ki,
diğer siyasî partiler -kendi açılarından haklı olabilirler;
buna da bir şey demiyorum- hükümete yanaşmadılar ve Refah
Partisi ile Doğru Yol Partisi hükümet kurdu.
Şimdi, bakınız, 24 Aralıktan sonra, Refah Partisine
karşı yöneltilen, bizce, haksız ve yanlış tutumlar,
şimdi, bu hükümetin kurulduğu belli olduktan sonra, bir başka
şekilde yine tezahür etti; tren kalktıktan sonra, Bor’un pazarı
da geçtikten sonra, atı alan da Üsküdar’ı atladıktan sonra,
Refah Partisiyle hükümet kurmayı düşünmeyen, hatta, tepeden bakan
“bir dönüp, dolaşıp, gelin bakalım; ondan sonra da
kaldığımız yerden başlarız” diye caka satanlar
(RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) yeni hükümet
kurulduğunun akşamı “aman efendim, niye, acele ettiniz; halbuki
biz, delegelerimizi toplayacaktık, bir araya gelecektik, milletin
beklediği hükümeti de kuracaktık; hatta, Sayın Baykal ve
Ecevit’i dahi razı edip, cenaze törenlerinde bile bir araya gelmeyenleri
de yanımıza alacaktık (RP sıralarından
alkışlar [!]) ve böylece bir hükümet kuracaktık; niye acele
ettiniz” diye, basında, televizyonda bir telaş...
Böyle bir hükümet kurulabilirmiş; niye kurmadınız?!.
Böyle bir hükümeti kuranlar, niye, kurdukları Hükümeti
yaşatamadılar?!.
Türkiye’de hükümet etmek elbette ciddî bir iştir. Bu ciddiyeti, bu
Hükümette göreceğiz; böyle ümit ediyor, böylesini Cenabı Hak’tan
niyaz ediyorum. (RP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, biraz evvel Sayın Baykal da
ifade ettiler; daha üç-beş gün evveline kadar “biz 124 sosyal demokrat
olarak” diye söylüyordu, şimdi numaratör değişti, 123 oldu. 123
sosyal demokrat pazartesi gününden itibaren bir araya geleceklermiş,
ANAP’la ve belki de DYP’den ayrılmayı düşünen birkaç
kişiyle birlikte hükümet kuracaklarmış! Bu hükümet, kendi
sözleriyle kendini tekzip ediyor, bir çoğunluk hükümeti de
olmayacaktır. Zaten şu kurulan Hükümetin başka ciddî bir alternatifi
de yoktur. Bütün olmazlar denenmiş ve bu Hükümet ondan sonra
kurulmuştur. “Bu Hükümet olmasın da ne olursa olsun”
mantığıyla yola çıkarsanız, böyle bir yamalı
bohçanın Türkiye’de icraat yapması da mümkün değildir,
halkın desteğini alması da mümkün değildir. Sırf Refah
karşıtlığıyla “onlar kurmazsa biz böylesini
kurarız” demenin, Türkiye meselelerine karşı gayri ciddî
bakmanın bir neticesidir. (RP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, 123 tane aslan sosyal demokrat bir
araya gelecekler ve ANAP’la birleşecekler, Anasol hükümetini kuracaklar, bu
hükümet de Türkiye’de iş yapacak! Millet bizi dinliyor, seyrediyor; hep
beraberiz, bunun hakkındaki kararı da birlikte vereceğiz.
Bakınız, Sayın Baykal, benim bugüne kadar dinlediğim
en mülayim konuşmasını yaptı. Halbuki, siz onu hep
hırçın ve kavgalı bir insan olarak bilirsiniz; kürsüye
çıktığı zaman, önünde kimseyi görmeden bağıran
çağıran, haşlayan bir insan olarak biliyordunuz. Bugün,
konuşmasının son dakikalarına kadar, hepimizi de hayrete
düşüren bir yumuşaklık içerisinde konuştu, çok da önemli
sorular sordu ve biz de bunların cevaplarını vermek için buraya
geldik; ama, bir yanlış yapıyor. Sayın Baykal bilir ki,
1974’te kurulan Cumhuriyet Halk Partisi ve Millî Selamet Partisi Hükümetinin
mimarlarından birisi kendisidir. (RP sıralarından
alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, bu Hükümette Maliye
Bakanlığı yapmıştır ve Refah Partisinin,
eğer millî görüş çizgisinde bir geçmişi olan Millî Selamet
Partisiyle Hükümet kurmayı candan istemiş ve o Hükümette de
Bakanlık yapmışsa, bizi en yakından tanıyacak olan
insan kendisidir. (DSP sıralarından “doğru” sesleri)
Sözlerinin sonunda, Refah Partisi hakkında hâlâ
kuşkularının olduğunu dile getirmesi, kendisini
yalancı çıkarır; bir ve “Milli Selamet Partisiyle hükümet
kurarken ne kadar da büyük bir tarihi yanılgı içindeymişiz” sözü
de kendisini yalancı çıkarır; iki. (RP sıralarından
alkışlar)
AHMET İYİMAYA (Amasya) – O sözleri Sayın Ecevit
söylemişti.
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Elbette, Sayın Ecevit söylemişti;
ama, sağ tarafında da Sayın Baykal duruyordu.
Böyle bir dönemden gelerek bugünleri konuşuyoruz. Biz,
programı açık olan, protokolü açık olan bir siyasî partiyiz.
Bizim referansımız şu Çalışma Programı ve şu
Hükümet Protokolüdür; bunun dışında hiçbir referans, Refah
Partisi adına değildir.
Onun bunun söyledikleriyle, filan falan yazarın
yazdıklarıyla, filan televizyondaki falancanın yorumuyla
eğer bir parti hakkında hüküm verecekseniz, biz, sizi şimdiden
mahkûm ederiz; çünkü, sizler hakkında söylenilen çok şeyler var,
sizler hakkında endişeyle beklenen çok şeyler var.
Biz, Türkiye’de, millet iradesinin tecelli ettiği bir Mecliste,
birbirimiz hakkında her zaman doğruları söyleyecek ve bu
kanaatlere sahip olduğumuzu ifade edeceğiz.
Değerli arkadaşlarım, bu Hükümet, Parlamentonun,
çoğunluğa ve istikrara dayalı olarak çıkarabileceği
son imkân olarak görünmektedir. Bakınız, 45 günün dolmasına
bugünden itibaren sanıyorum 12-13 gün kaldı. Bu Hükümet
kurulmasaydı, bunun dışında bir hükümet kurulması
ciddî olarak müzakere edilmediğine göre, Türkiye, Sayın Cumhurbaşkanı
tarafından seçime götürülecekti.
Bu seçimden biz korkmayız; biz, her seçime göğsünü gere gere
giden, Anadolu’yu karış karış dolaşan, bu işin
mücadelesini verirken en büyük zevki alan insanlarız. (RP
sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Elbette, siz biliyorsunuz ki, Refah Partisi, daha 24 Aralıkta yüzde
22 olan oyunu, 2 Haziranda yüzde 35 katlamış bir partidir ve hem de
teke tek değil, 3 partinin, 4 partinin, hatta Sıvas’ta olduğu
gibi 5 partinin karşısında yüzde 50’ye yakın oyla belediye
başkanlığını kazanmıştır. (RP
sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
O yüzden, seçimi asıl siz düşünün; ama, Türkiye’de
Anayasanın yazdığına göre beş yılda bir seçim
yapmamız gerekiyor; çok acil şartlar ortaya çıkmadan, bir oyun
oynar gibi her gün seçimden bahsedebilir miyiz?.. Trilyonlara mal olan bir
seçim kampanyasının, devlet açısından, bugün Türkiye’ye
yükleyeceği yükleri kim kaldırabilir ve böyle bir seçim, Türkiye’de,
bu tabloyu ne kadar etkiliyebilir?.. Zaten gittikçe bozulan ekonominin daha da
bozulmasına yol açmaz mı; Türkiye’deki kaosu daha da büyütmez mi...
Böyle bir ihtimal karşısında biz sorumluluğumuzu biliyoruz.
Millet, 24 Aralıkta kararını verdi, yedi ay sonra, seçim demenin
mantığını kim bulabilir?.. Refah Partisinin
dışında, hanginiz, millete giderek “biz, şunun için sizden
tekrar oy istiyoruz” diyebilirsiniz; ne yaptınız da tekrar oy
isteyeceksiniz... Yedi aydan beri bu Meclisi kilitliyen, kurdukları
Hükümetlerde başarısız olan insanların “yeniden seçime gidelim”
demesinin hangi aklî ve mantıkî dayanağı bulunabilir...
Seçim elbette olur ve o zaman da milletin karşısında, ben
senin için şunları yaptım, bunu istedim, şunu arzu ettim
diyecek insanların, herhalde, sandıklarda başarılı
olduğunu göreceğiz. Bu Hükümet, bu modeller içerisinde, elbette doğru
olanı, elbette millet için öncelikli olanı, acil olanı yerine
getirecek ve bunun için, elbette, en güzel şekliyle
çalışacaktır.
Değerli arkadaşlarım, sürem bitiyor. Bu Hükümetin,
Programına ve Protokolüne aldığı en önemli özelliklerden
birisi, uyum ve istikrardır. Ahenk içerinde çalışmak,
yapılacak hizmetler için, mutlaka, en önemli sebeptir. Refah Partisi
hakkında Doğru Yol Partisi Lideri şunları,
şunları, şunları söyledi... Doğrudur, toplasanız
belki, 60 sayfalık bir kitap tutabilir. Biz de, belki, Sayın
Doğru Yol Partisi Lideri hakkında, o parti hakkında çok
şeyler söyledik, 60 sayfa tutmaz; ama, 1 sayfa tutabilir. DYP
hakkında DSP’nin, DSP hakkında CHP’nin, ANAP hakkında bir
başkasının söyledikleri sayfalar tutabilir; biz, bunları,
burada tekrar etmek için mi varız?.. Biz, bu konuşmaları
birbirimize hatırlatarak, sen onu söyledin, ben bunu yaptım diye,
birbirimizi tenkit etmek için mi varız?.. Siyasî partiler dernek
değil; siyasî partiler mühendisler odası değil; siyasî partiler
vakıf değil... Siyasî partiler, aynı, ortak siyasî
düşünceye sahip olan insanların, iktidarı kazanmak için
kurdukları bir örgüttür ve her siyasî parti, kendi fikrinin
propagandasını yaparken, rakip siyasî partinin
yanlışlarını ve temeldeki çözümsüzlüklerini de göstermek
zorundadır. Bunu ifade ederken söylediği cümleler bazen
maksadını aşabilir, bazen yerine oturabilir, hatta, her zaman
savunulacak bir noktada da olabilir; ama, eğer, uzlaşma sanatı
siyasetse; ama, millet, bizden hizmet bekliyorsa; millet, hükümetsizlikten
kurtulmak, sahipsizlikten kurtulmak istiyorsa, bu sözleri tekrarlayarak vakit
geçirmek yerine, gelin, masa başında oturalım, bu ülke için ne
yapacağız onu konuşalım, onu tartışalım
demek, en doğrusudur. Yoksa, dedikodular üreterek, her gün, birbirimizin
yüzüne bakamayacak hale gelirsek, Parlamento bundan yara alır, ülke,
meseleleriyle, maaselef karşı karşıya kalır ve çözüm
bulamaz.
Ancak bu hükümet vesilesiyle, hepimiz için hayırlı olacak bir
noktayı arz etmek istiyorum. Yine, bir Peygamber hadisinde
buyurulduğu ölçü, ne kadar güzel ölçüdür: “Bir insanı sevebilirsiniz;
ama, sevmekte de çok aşırı gitmeyin, bakarsınız, bir
gün küsmek zorunda kalabilirsiniz. Bir insana bugz ve nefret edebilirsiniz;
ama, bunda da ileri gitmeyin, olabilir ki, bir gün aynı masaya oturmak
zorunda kalırsınız.” Buna, sadece Refah Partililerin değil,
ey DSP’liler, ey CHP’liler, ey ANAP’lılar, hepimizin ihtiyacı var.
(RP sıralarından alkışlar)
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Arınç, toparlar mısınız
efendim... Yeni, bir kısa süre verdim, lütfen toparlayın efendim.
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Elbette, bu yanlışlıklar yapılmışsa,
bundan, hepimizin ders alarak, bundan sonraki
davranışlarımızda, siyasete, ölçüyü de hâkim
kılmanın, siyasete, nezaketi de, doğruluğu da hâkim
kılmanın mücadelesini hepimiz vermeliyiz. Uyum, bizler için de
şart, sizler için de şart.
Değerli arkadaşlarım, böylelikle, sanıyorum, bu
Hükümet, Türkiye’de yeni bir sayfayı açarken, siyasete de üstün bir seviye
getirmenin gayretini veriyor.
Sayın Başkanın ikazıyla, belki programda yer alan
çok önemli konulara temas edemeyeceğim, belki görüşmelerin sonunda
bir arkadaşımız veya Sayın Başbakanımız bu
konulara cevap verecektir; ancak, ben, sözümün sonunda, sizlerden şöyle
bir istirhamda bulunmak istiyorum; bakınız, size, çok kısa bir
yazı okuyacağım: “Yetmiş yıldır harp
görmemiş Türkiye’de bulunduğumuz nokta: Yıllar boyu,
aldığı milyarlarca doları çarçur eden, 70 milyar dolar
dışborç altında ezilen; 20 bin köyünde içmesuyu bulunmayan; 1
milyondan fazla çocuğun sınıf, sıra, öğretmen
bulamadığı; Batı’nın eteğine
yapışmış, dış yardımlara âdeta
uyuşturucu gibi bağımlı; üretmeden tüketen, idaresi lüks ve
israf içerisinde yaşayan bir Türkiye. Yetmiş yıl önce, millî
şuurun kamçıladığı bir Türkiye’den, millî şuurun
kaybolmaya yüz tuttuğu, dışarıdan aldığı
kamçılarla kendisini döven, iddiası olmayan, gölgesinden korkan,
siyaseti ve demokrasiyi kıyma makinaları haline getiren -herhalde,
soruşturma önergelerini düşünerek kaleme almış bu cümleleri-
tarihiyle barışık olmayan, nereden geldiğini unutan ve
nereye gideceğini bilmeyen, mefkûresiz, köşe dönme
olimpiyatlarında derece üstüne derece alan bir Türkiye.” Bu yazı,
şu anda içimizde bulunan değerli bir bilim ve siyaset
adamının yazısıdır ve şu anda, bizi, muhalefet
masalarından izliyor. Kendi partisinin aldığı grup
kararı ile vicdanı arasında bocalayan bu insanın sözlerine,
hiçbirimizin hayır demesi mümkün değil.
O yüzden, pazartesi günü, güven oylamasında, inanıyorum ki tüm
Meclisimizİn, özellikle ANAP’lı ve Büyük Birlik Partili
arkadaşlarımızın, bu meseleleri çözme iddiasıyla
kurulmuş bir hükümete karşı peşin hükümden uzak,
kısır döngüden korkarak en hayırlı bir şekilde
oylarını kullanacaklarını ümit ediyorum.
Sayın Başkana, müsamahasından dolayı teşekkür
ediyor, Hükümetimizin hayırlara vesile olmasını diliyorum;
saygılar sunuyorum. (RP ve DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Arınç, teşekkür ediyorum.
Demokratik Sol Parti Grubu adına, Grup Başkanı Sayın
Ecevit’e söz vereceğim. (DSP sıralarından ayakta
alkışlar)
Sayın Ecevit, efendim, sürenin tamamını zatı âliniz
mi kullanacaksınız?
BÜLENT ECEVİT (İstanbul) – Evet efendim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Buyurun.
DSP GRUBU ADINA BÜLENT ECEVİT (İstanbul) – Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri, bizi izleyen sayın
yurttaşlarım; sizleri, Demokratik Sol Parti Grubu adına
saygıyla selamlıyorum.
Genellikle, kamuoyu, bir yeni hükümet kuruluşunu umutla ve sevinçle
karşılar. Basın-yayın organları da yeni kurulan bir
hükümete, Türkiye’nin gelenekleri içinde, en az bir ay, iki ay kredi açarlar.
Hele bir hükümet, uzun bunalımlardan sonra kurulmuşsa, toplumun,
kamuoyunun ve medyanın açtığı bu kredi daha da uzar; fakat,
bu kez bunun tam tersi oldu; bu kez, kurulan hükümet, toplumun çok geniş
bir kesiminde, kaygıyla, kuşkuyla ve tepkiyle
karşılandı. Hükümeti kuranların kendi içinde bile, öyle
sanıyorum ki, bir ölçüde bu kaygı, kuşku ve tepki
duygularının yeri vardır. Hatta, belki de, bu hükümetin, bir
ayıpları, yolsuzluk iddialarını örtbas etme amacıyla
kurulduğu ve bunun kanıtlarını her gün gözler önünde
sergilediği dikkate alınırsa, belki, bu hükümetin
kuruluşuna katkıda bulunanlardan bazısında bir utanma
duygusu da yer alıyor olmalıdır. (DSP ve ANAP
sıralarından alkışlar)
Demokrasiyi benimseyen hiçbir kimse -az farkla da olsa- birinci parti
konumunda olan Refah Partisinin hükümet kurabilme hakkını
yadırgayamaz ve yadırgamıyor; ama, Refah Partisi, son genel
seçimlerde yüzde 21 oranında oy almıştır. Bu yüzde 21’in karşısında,
yüzde 80’e yakın, en azından yüzde 70’ler düzeyinde bir büyük
çoğunluk var ki, o çoğunluk, Refah Partili bir iktidarı, laik
demokratik cumhuriyet için ciddî bir tehlike olarak görmektedir. (DSP
sıralarından alkışlar)
Refah Partisi, yıllardır, bütün başka partileri
batıl sayıp bir kefeye koymakla ve karşısına almakla,
toplumun çok geniş bir kesiminden kendi kendini
soyutlamıştır. O nedenle, şimdi, Refah Partisinin,
toplumdaki tepkilerden yakınmaya hakkı yoktur.
Refah Partisinin, hükümet kurabilmek ne kadar hakkı ise, Refah
Partili bir hükümet istememek de, bundan kaygı duymak da, laikliğe
bağlı çok büyük bir çoğunluğun en az o kadar
hakkıdır. (DSP sıralarından alkışlar)
O büyük çoğunluk, laikliğe ne kadar bağlıysa,
İslama da o kadar bağlıdır. İslama içtenlikle
bağlıdır; ama, dinin siyasete alet edilmesinden, dinin siyasal
amaçlarla istismar edilmesinden de, son derece rahatsızdır o büyük
çoğunluk.
Refah Partisi, dindarlığı kendi tekeline almaya
kalkıştığı için, bu büyük çoğunluk ona
kırgındır. Dini siyasete alet ettiği için, din sömürüsü
yaptığı için, bu büyük çoğunluk Refah Partisine
kırgındır. (DSP sıralarından alkışlar)
Kendisi gibi düşünmeyenleri dinsiz gibi, kâfir gibi göstermeye
kalkıştığı için kırgındır. Yine, daha
bundan birkaç hafta önce, seçim meydanlarında, kendi partisini, kendisini beğenmeyenlere,
iktidarda görmek istemeyenlere “Geberin... Geberin...” diyerek, onları
lanetlemeye kalkıştığı için de, halkın büyük
çoğunluğu kırgındır. (DSP sıralarından alkışlar)
Yine, o büyük çoğunluk, Refah Partisi, Türkiye’yi, Atatürk’ün
aydınlık yolundan saptırmaya uğraştığı
için ona tepki göstermektedir. Türkiye’yi, çağdışı
rejimlerle yönetilen bazı Ortadoğu ülkelerine
dönüştüreceğinden kaygı duyduğu içindir ki, o büyük
çoğunluk, Refah Partisinden kuşku duymaktadır. Bu arada,
Protokolde ve Hükümet Programında, bu gibi kaygıları giderici
bazı ifadelere yer verildiğini sevinerek görüyoruz; fakat, yine
kamuoyunun geniş bir kesiminde, bu ifadelerin de bir kandırmacadan
ibaret olduğu kuşkusu, maalesef, duyulmaktadır; çünkü,
Sayın Erbakan, Hükümet kurma görevi kendisindeyken son derecede tatlı
dillidir, Atatürkçüdür, laiktir; ama, Hükümet kurma görevi kendi üzerinden
başkasına aktarıldığı vakit, Sayın Erbakan
ve partisi, gerçek çehresini göstermektedir. (DSP sıralarından
alkışlar)
Ben eminim ki, bu belirttiğim kaygıları, tepkileri,
kuşkuları pek çok Doğru Yol Partili de paylaşmaktadır
ve başta kadınlar olmak üzere, Doğru Yol Partili büyük bir
çoğunluk da bir aldatılmışlık, kandırılmışlık
duygusu içindedir. Sayın Çiller, bunun acı bir
kanıtını, acı bir sonucunu geçen gün İzmir’deki parti
kongresinde boş sandalyelere seslenmek zorunda kaldığı
zaman idrak etmiş olmalıdır.
Sayın Çiller, daha bundan birkaç hafta önce, Sayın Mesut
Yılmaz’a şöyle sesleniyordu: “Sakın Refah Partisiyle koalisyon
kurma, ülkeni ve partini karanlığa gömme; Türkiye’nin geleceğine
yazık edersin.” Şimdi, Sayın Çiller, kendi ifadesiyle Türkiye’yi
ve kendi partisini karanlığa döndürmektedir.
Yine, Sayın Çiller, geride bıraktığımız
aylarda şunları söylüyordu: “Sayın Yılmaz, üç beş
aylık başbakanlık uğruna ülkeyi Refah Partisine
satıyor.”
Yine Sayın Çiller söylüyor: “Erbakan, cumhuriyet
kadrolarını Yılmaz’a kırdıracak. Bunun, tarih önünde,
çocuklarımız önünde vebali çok büyüktür.” Şimdi, Sayın
Çiller’in kendisi o vebalin ağırlığı altında
eziliyor olmalıdır.
Yine şöyle devam ediyordu Sayın Çiller: “Erbakan,
rantçıların, sömürücülerin en tehlikelisidir; kutsal dini sömürmek ve
bunun rantını yemek istemektedir.” Ayrıca şunları
ekliyordu: “Refah Partisiyle koalisyon yapmayız”, “Ülkem satılık
değildir; şantajla, tehditle beni bir yere çekemezler”, “Erbakan,
önce kendi hesabını versin; önce Mercümek’in hesabını
versin”, “Erbakan, bizi koalisyona zorlayamaz, onlara teslim olmam. Ülkem
satılık değildir.”
Yine Sayın Çiller söylüyor: “Erbakan, Atatürk’ün açtığı
yolu kapamaya çalışıyor. Buna izin vermem, yine göğsümü
siper ederim.”
Yine bundan daha birkaç ay önce, Sayın Çiller “Refah’la
ortaklık, ülkeyi karanlığa mahkûm etmektir; Türk genci, Türk
kadını buna müsaade etmez” diyordu.
Sayın Erbakan’ın, hükümet kurma görevini ilk üstlendiği
günlerde üslubunu yumuşatması üzerine, Sayın Çiller
şunları söylüyordu: “Siyasî tarihimizin en parlak oportünizm
örneklerinden birini yaşamaktayız. İktidar ve hükümet olabilmek
için, Sayın Erbakan, her şeyi, programını, söylediklerini
reddetmiştir. Keşke, reddederken içtenlikli olduğuna
inanabilsek.”
Sonuç olarak, bu Hükümet, Doğru Yol Partisini desteklemiş
olanlarda aldatılmışlık,
kandırılmışlık duygusunu, kırgınlık ve
küskünlük duygusunu uyandırmıştır. Hocalarının
her söylediğinde, her yaptığında bir keramet olduğunu
düşünseler bile, sanırım, birçok Refah Partilide de bu
aldatılmışlık, kandırılmışlık
duygusu yer etmeye başlamış olsa gerektir; en azından,
Refah Partisinin üslubundaki birbirini izleyen keskin çelişkileri, kendi
kamuoylarına izah edebilmekte bir hayli güçlük çekecek
olmalıdırlar.
Sayın Erbakan’ın, Sayın Çiller hakkında her
söylediğini, daha bundan birkaç ay önceye gelinceye kadar her
söylediğini aktarmaya dilim varmaz; nispeten yumuşak üsluplu
bazı suçlamalarına birkaç örnek vermek isterim. Bir sözü şu,
Sayın Erbakan’ın: “Bu kadın gâvur aşığı.”
(DSP sıralarından gülüşmeler) Bir başka sözü: “Çiller
Hanım, artık, fosil olarak tarihte yerini aldı”, “Bu Hükümet
-yani, Anavatan-Doğru Yol Hükümeti- bu dosyalarla, bu soruşturma
dosyalarıyla devam edemez; hiç kimse, yolsuzlukların ortağı
olmak istemez.” Bir başka sözü Sayın Erbakan’ın: “Bu hanım
ne başbakan olmalı ne de kabinede etkili bir rol almalı; geri
çekilmeli.” Sayın Erbakan devam ediyor: “Çiller, yeni bir karambol
yapıp, birkaç sene yargı denetiminden kaçacak.” Nasıl da
bilmiş Sayın Erbakan!.. (DSP ve ANAP sıralarından
alkışlar) Sayın Erbakan devam etmiş: “Bu dosyaların
biri bile Çiller’i Yüce Divana götürmeye yeterlidir.”
Bu sözlerin ardından, şimdi, iki parti, birbirlerinin
yolsuzluk dosyalarını örtbas etmek, hasıraltı etmek
amacıyla hükümet kurdular. Refah Partisi, Sayın Çiller
hakkındaki örtülü ödenekle ilgili soruşturma önergesini engelledi;
önceki gün de Doğru Yol Partisi, kendi vermiş olduğu, Mercümek
olayıyla ilgili soruşturma önergesini, komisyondaki üyelerini çekerek
engelledi. Sayın Erbakan, tevekkeli değil “bizimle koalisyon kuran
sütten çıkmış ak kaşık olur” demişti. (DSP
sıralarından alkışlar)
Hep söylediğim gibi, bu Hükümet, âdeta, bir kara para aklama
operasyonudur. Birbirlerini suretâ aklasalar bile, bu Hükümet, siyaset
tarihimizde bir kara leke olarak kalacaktır; çünkü, gözler önündeki gerçek
şu ki, bu Hükümet, bir ahlak zaafı üzerine kuruludur. (DSP
sıralarından alkışlar)
Demin, Sayın Çiller’in, Sayın Erbakan ve Refah Partisi
hakkında söylediklerine, Sayın Erbakan’ın da Sayın Çiller
ve Doğru Yol Partisi hakkında söylediklerine örnekler verdim. Bundan
iki gün önce, Sayın Erbakan, kendi grup toplantısında,
bunların hatırlatılmasına tepki göstererek aynen şöyle
haykırıyordu: “Söyledikse söyledik; ne olmuş? Bunlar geride
kaldı.” Peki, Sayın Erbakan, millet, sizin hangi sözünüzü ciddiye
alacak?!. (DSP sıralarından alkışlar) Adil düzen
masalıyla uyutulan Refah Partililer, şimdi, acaba, “adil düzenin ahlak
anlayışı, dün söylediklerinin bugün tersini söylemektir” mi
diyecekler?!. “Adil düzen, her türlü yolsuzluğun ve
düzenbazlığın hasıraltı edilebileceği bir düzen”
diye mi düşünecekler?!. (DSP sıralarından alkışlar)
Yine birçok Refah Partili, herhalde, kendi partisinin liderleri için,
Atatürk’e söverken mi, Atatürk’ü överken mi içtenliklidir diye
düşünecekler. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)
Refah Partisi, acaba, PTT’nin T’sinin özelleştirilmesini
engellerken mi, yoksa şimdi kurulan Hükümet Programında, bununla
ilgili yasal düzenlemelerin geciktirilmeden yapılacağını
vaat ederken mi içtenliklidir?
Refah Partisi, acaba Avrupa Birliğinde Türkiye’nin tam üyelik
hedefini reddederken mi, yoksa şimdi Hükümet Programında olduğu
gibi desteklerken mi içtenliklidir?
Sayın Erbakan, acaba gümrük birliği için, “Sevr
Antlaşması gibi bu uydurma şeyleri yırtıp
atacağız” derken mi içtenlikliydi, bunu, gâvura uşaklık
gibi gösterirken mi içtenlikliydi, yoksa Hükümet Programında, Ankara
Antlaşması ve gümrük birliğiyle ilgili nihaî hedeflere
ulaşmak için gereken çabanın gösterileceğini vaat ederken mi
içtenliklidir?
Sayın Erbakan ve Partisi, acaba İsrail’le anlaşmayı
reddederken mi içtenlikliydi, yoksa Hükümet Programında, Türkiye’nin taraf
olduğu bütün uluslararası antlaşmalara ve stratejik
antlaşmalara; yani, İsrail’le imzalanan antlaşmaya da
bağlı kalınacak sözünü verirken mi içtenliklidir?
Herhalde, birçok inançlı Refah Partili, bu konularda vicdan
muhasebesi yaparken büyük güçlük çekiyor olmalıdırlar; bu
çelişkileri kendi içlerine sindirebilseler bile, seçmene nasıl
anlatabileceklerini düşünüyor olsalar gerektir.
Değerli milletvekilleri, hükümet sorunu nasıl bir süreç
içinden geçti, buna da kısaca değinme gereğini duyuyorum.
Demokratik Sol Partinin, Anavatan ve Doğru Yol Partileri tarafından
kurulan Hükümete, dışarıda kalarak güvenoyu alma
olanağını sağlaması; yani, bir anlamda, bir
azınlık hükümetinin kurulmasına yardımcı olması,
bazı çevreler tarafından, bir kusurmuş gibi gösteriliyor. Demin
de, bu kürsüden, bunun, bir örneğini dinledik. Oysa, Anavatan Partisi - Doğru
Yol Partisi Hükümetinin, üç ay gibi gerçekten rekor sayılacak kadar
kısa bir sürede çözülüp düşmesinde, Demokratik Sol Partinin
dışarıdan oy verişinin en küçük bir katkısı
olmamıştır.
Demokratik Sol Parti, son genel seçimlerden sonra, iki amaçla
davranmıştır:
1- Türkiye, içeriden ve dışarıdan ağır sorunlarla
karşı karşıya olduğu bir sırada, uzun bir hükümet
bunalımına mahkûm olmasın.
2- Türkiye, Refah Partili bir iktidara mecbur olmasın. (DSP
sıralarından alkışlar)
Bu ikisini önlemek için, biz, Doğru Yol Partisi ile Anavatan
Partisinin kurduğu Hükümete yardımcı olmaya
çalıştık; ama, bu Koalisyon Hükümetinin üç ayda çözülüşüne,
bizim dışarıda kalışımızdan hiçbir etki
gelmemiştir. Koalisyon çözülmüş olmasaydı, yeni bir güvenoylaması
yapılabilirdi Anayasa Mahkemesi kararının ardından ve ANAP
- Doğru Yol Partisi Hükümeti -eğer bu iki parti kendi aralarında
anlaşabilselerdi veya liderlerinin inatlaşmasını
aşabilselerdi- görevini sürdürebilirdi. Buna, yine, Demokratik Sol Parti,
elinden gelen katkıyı yapardı.
Biz, dışarıdan oy desteği sağlarken, Hükümetin
kurulabilmesine, güvenoyu alabilmesine oy katkısında bulunurken,
parti olarak, kendimize hiçbir şey istemedi. Devlet yönetiminde
kadrolaşmaya kalkışmadık; bize, KİT’lerin yönetiminde
kontenjan önerildi, kabul etmedik.
Valiler kararnamesine karışmadık.
Meclis komisyonlarında Hükümetin etkili duruma gelmesine,
Demokratik Sol Parti olarak biz olanak sağladık, Hükümet, Meclisle
ilişkilerinde rahat çalışabilsin diye. Her konuda, Hükümete,
kendi inançlarımızla, doğrultumuzla ters düşmeyecek
şekilde ve ölçüde yardımcı olmaya, sorun yaratmaya değil,
sorunlara çözüm üretmeye özen gösterdik.
Türkiye’nin başına beş yıldan beri bela olan sözde
Huzur Harekâtının yerine bir başka düzenlemenin, bir başka
çözümün hazırlığını biz yaptık ve bu Hükümete
sunduk.
Seçimlerin altyapı eksikliğini giderebilmek için, Türkiye’nin,
yeniden, Aralık 1995’teki gibi, bir seçime hazırlıksız ve
altyapısız sürüklenmesini önlemek için, gerekli yasa önerilerimizi
hazırladık ve Büyük Millet Meclisine sunduk.
Bütçenin Anayasaya ters düşmesini engelledik.
Yıllardır sonuçlandırılamayan İçtüzük
çalışmalarının sonuçlandırılmasına ön safta
katkıda bulunduk.
Hükümet, sosyal güvenlik konusunda çok tehlikeli bir adım atmak
üzereydi, onu önledik.
Öyleyse, Demokratik Sol Partinin, dışarıda kalarak
güvenoyu katkısında bulunmasının bu Hükümete ne zararı
olmuştur?!. Bunun, azınlık hükümetleri geçerlidir, değildir
iddiasıyla ne ilgisi vardır?!. Dünyada çok başarılı
azınlık hükümeti örnekleri bulunduğunu, herhalde Sayın
Baykal da kabul eder. (DSP sıralarından alkışlar)
Asıl, biz, o Hükümetin içinde bulunsaydık, belki de daha ilk
haftalarda Doğru Yol ve ANAP tarafından karşımıza
getirilecek bazı kararnameleri, bazı yasa tasarılarını
imzalayamayacaktık; içimize sindiremediğimiz için belki de
imzalayamayacaktık ve o zaman, Hükümet, bizim yüzümüzden çözülmüş
olacaktı. Oysa, bizim sağladığımız hükümet
modelinde, Azınlık Hükümetine, bu bakımlardan büyük
kolaylıklar sağlanmış oluyordu; Meclise sunduğu bir
yasa tasarısını Demokratik Sol Parti desteklemese belki Refah
Partisi destekleyebilirdi, belki Cumhuriyet Halk Partisi destekleyebilirdi ve
buna da bizim itiraz hakkımız olmazdı.
Kısacası, bu hükümet bunalımında Demokratik Sol
Partinin yapıcı davranışının en küçük bir
sorumluluğu yoktur. Bu gerçeği, nitekim, Sayın Çiller de,
Sayın Mesut Yılmaz da kabul etmektedirler.
Koalisyon ortağı iki parti, Demokratik Sol Partinin bu
özverili davranışının değerini bilemediler ve tarihî
bir fırsat kaçırdılar. Bunun iki nedeni vardı; nedenlerden
biri, iki Sayın Genel Başkanın inatlaşma ölçüsüne varan
çekişmesi; ikincisi de, Sayın Çiller’in soruşturmalardan
kaçış yolunu araması ve Refah Partisinin tuzağına
düşmesi.
Sayın Çiller de, Sayın Yılmaz da, hükümet
arayışları başladığından beri, birbirlerine
karşı Refah Partisiyle koalisyon kozunu oynamaya
kalkıştılar. Bu tehlikeli bir oyundu. Sayın Çiller
“eğer, Refah Partisiyle ben koalisyon kurmazsam Anavatan Partisi kurar;
oysa ben, Refah Partisiyle koalisyon kurarsam, laikliğe yönelebilecek
tehlikeleri daha kolay önlerim” diyordu. Bunda ne kadar başarılı
olabileceğinin kanıtını, Programda, zorunlu eğitime
ayrılan paragrafta ve o paragrafla, laik eğitimden verilen ödünde
görmekteyiz. Yani, Sayın Çiller’in o iddiasının da gerçekçi olmadığı
ortadadır. Buna karşılık Sayın Yılmaz da
“eğer, Doğru Yol Partisi Refah Partisiyle koalisyon kuramazsa, biz
kurarız; kurdukları koalisyon bozulursa da biz varız beklemede”
diyordu. Tabiî, iki eski koalisyon ortağının, Refah Partisi
kozunu birbirlerine karşı kullanmalarını, Refah Partisi de
kendi açısından ustaca değerlendirdi; bu rekabeti
kızıştırdı ve “ya birinizden biriniz bizimle hükümet
kurarsınız ya da erken seçime sürüklenirsiniz” dedi. Bu arada,
Sayın Çiller’in, artık, Anavatan Partisiyle kesinlikle hükümet kurmam
tavrına girmesi de, Refah Partisiz hükümet seçeneklerinin önünü
tıkamış oldu; çünkü, Refah Partisiz bir hükümet kurulabilmesi
için, Doğru Yol Partisiyle Anavatan Partisinin ortak rızası
gereklidir sayısal açıdan. Başka türlü ne Refahsız bir
koalisyon kurulabilir ne de başka türlü, öbürünün rızasını
almadan, bu koalisyon ortaklarından biri bir azınlık hükümeti
kurabilir.
Şimdi, bir tıkanıklığa, yeni bir
tıkanıklığa sürüklenmiş bulunuyoruz. Bu
tıkanıklık nasıl aşılır? Bunu
aşmanın bir tek yolu vardır; o da, hükümet konusunda Refah
Partili seçeneği, pazartesi günü verilecek oylarla saf dışı
bırakmak. (DSP sıralarından alkışlar)
Denebilir ki, güvensizlik oyları ağırlıkta olup
Doğru Yol-Refah Koalisyonu çökerse Anavatan Partisi köşede bekliyor;
o hazır, Refah Partisiyle koalisyon kurmaya... Benim bu konudaki
kanım şu: Geçmişte hazırdı; fakat, Refah Partili bir
koalisyona girdiği için, girmeyi göze aldığı için
Sayın Çiller’e ve partisine kamuoyunun çok geniş bir kesiminden gelen
tepkileri gördükten sonra, ben inanıyorum ki, artık, Anavatan Partisi
de asla Refah Partisiyle hükümet kurmayı içine sindiremez. (DSP
sıralarından alkışlar) Bunu, kendi, kamuoyuna izah edemez;
çünkü, eğer Refah Partisiyle bu aşamadan sonra, toplumun bu tepkisini
gördükten sonra yeniden koalisyon kurmaya talip olacak olursa Anavatan Partisi,
şimdi Doğru Yol Partisine yönelen yoğun ve yaygın kamuoyu
tepkisi bu kez Anavatan Partisine yüklenir, yönelir. Onun için, ben,
artık, Doğru Yol-Refah Hükümeti çöktüğü takdirde, kamuoyundan
gelen yoğun baskıların etkisiyle çöktüğüne göre...
AHMET İYİMAYA (Amasya) – Teori...
BÜLENT ECEVİT (Devamla) – ...Anavatan Partisinin böyle bir denemeyi
aklından bile geçirmeyeceğine inanıyorum.
AHMET İYİMAYA (Amasya) – Pratiği bilmiyorsunuz.
BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Buna karşılık, Refah
Partili hükümet seçeneği Türkiye’nin gündeminden
çıktığı anda, Türkiye’de yeni bir siyasal ortam
oluşacaktır. Daha önce mümkün görünmeyen bazı hükümet
seçenekleri artık mümkün hale gelecektir. Şimdiye kadar gündeme
gelmeyen veya gözardı edilen çoğunluk hükümeti modelleri de,
sağlam güvenoyu temeline dayalı hükümet modelleri de
gerçekleşebilir ve uygulanabilir hale gelecektir; ancak, bunun için,
hükümet sorunu üzerinden Refah Partisi ambargosunun kalkması gereklidir.
Bunun, partiler üzerinde, özellikle de şu aşamadan sonra Doğru
Yol Partisi üzerinde önemli bazı etkileri olacaktır. Başka bir
partinin içişlerine karışmak istemediğim için, bu konuyla
ilgili tahminlerimi söylemek istemiyorum.
ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) – Söyleyin...
BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Fakat, deneyimli politikacılar, ne
kastettiğimi herhalde anlamışlardır.
Şimdi, eğer, pazartesi günü, bu Hükümet güvensizlik oyu
alırsa, ben inanıyorum ki, Türkiye, hükümetsiz kalmayacaktır ve
yeni bir erken seçime de mahkûm olmayacaktır. (DSP ve ANAP
sıralarından alkışlar) Sayın Cumhurbaşkanı
da, herhalde, yeni hükümet arayışları için gereken zaman
esnekliğini gösterecektir.
Türkiye, bir erken seçime, asıl, bu Hükümetin güvenoyu alması
durumunda sürüklenecektir; çünkü, Programından, Protokolünden
edindiğimiz izlenime göre, bu Hükümet, kaynak yaratmadan kaynak tüketici
bir seçim ekonomisi uygulayacaktır ve kendisi için en uygun zamanda,
Türkiye’yi, Büyük Millet Meclisini, ister istemez, yeni bir erken seçime
sürükleyecektir.
CEMALETTİN LAFÇI (Amasya) – Müneccim mi oldun?!.
BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Nasıl, Sayın Çiller, geçen
yıl aralık ayında, hodri meydan havasıyla, Büyük Millet
Meclisinin büyük bir kesimini, zamansız ve hazırlıksız bir
seçime sürüklediyse, şimdi, aynı hodri meydan oyununu, ben
inanıyorum ki, Refah Partisi oynayacaktır. (DSP
sıralarından alkışlar)
Dediğim gibi, Türkiye, bir erken seçime, o nedenle, asıl, bu
Hükümetin güvenoyu alması durumunda sürüklenecektir. Meclisin Hükümete
güvensizlik oyu vermesi durumunda oluşacak yeni ortamda ise, Hükümet
sorununun erken seçime gerek kalmaksızın çözülebilmesi için,
Demokratik Sol Parti, elinden gelen çabayı gösterecektir. (DSP
sıralarından alkışlar) Bu hükümet, şöyle olabilir
böyle olabilir; dışarıdan desteğe dayanabilir, içinde
sağlam çoğunluğa sahip olabilir; bunlardan hiçbirini şimdiden
gözardı etmemek, reddetmemek, hatta düşünmemek gerekir pazartesi
günkü güvenoylaması sonucu belli oluncaya kadar.
Eğer, bizim, bir azınlık hükümetine
dışarıdan güvenoyu sağlama olanağımızı
son derecede zararlı buluyor idiyse Sayın Baykal, neden Anavatan
Partisi ile Doğru Yol Partisinin kurdukları, kurmak istedikleri
hükümete üçüncü ortak olarak girmedi; neden, onu bir çoğunluk hükümetine
dönüştürmedi?! Bu konuda, eğer, benden veya Partimden bir engel
geldiğini gerçekten sanıyorsa çok yanılıyor. Bunun en küçük
bir delili yoktur. (DSP sıralarından alkışlar) Bu konuda
bir öneride bulunmak bile, bizim, ne hakkımızdı ne de
haddimizdi. Eğer, buna gerçekten inanıyorsa Sayın Baykal, kendi
kendisini aldatıyor.
Ben, burada, Cumhuriyet Halk Partisiyle bir tartışmaya girmek
istemiyordum; fakat, bu tartışmayı Sayın Baykal gündeme
getirdi, onun için, bir iki cümle daha ekleyeceğim.
Sayın Baykal, burada, güzel bir şey söyledi: “Seçim öncesinde
ve sonrasında her partinin hatasını söyleyeceğim; bizim bir
hatamız olmuşsa o da anlatılsın.” Şimdi, bir örnek
veriyorum: Sayın Baykal, siz ve partiniz değil miydiniz, geçen
yıl, Sayın Çiller’i hodri meydan havasına sokup, kış
ortasında, altyapısız, hazırlıksız, yetersiz
seçmen kütükleriyle bir erken seçime sürükleyen; siz değil miydiniz?! (DSP
sıralarından alkışlar) Bunu önlemek için, bunun
zamansızlığını, gereksizliğini anlatabilmek için
çırpındığımız sıralarda, siz değil
miydiniz “hayır, ille bir erken seçim olacak; ben de son aşamada o
erken seçim trenine atlayacağım” diyen; siz değil miydiniz?!
Eğer, altyapısı hazırlanmadan, seçmen kütükleri
yenilenmeden, Anayasa değişikliklerinin uyum yasaları
çıkarılmadan o seçim yapılmasaydı, normal tarihine
bırakılsaydı veya bu yılın bahar aylarına, yaz
aylarına bırakılsaydı, şimdikinden bambaşka bir
Meclis kompozisyonu, bileşimi ortaya çıkmış olacak ve belki
de bu hükümet tıkanıklığı yaşanmamış
olacaktı. (DSP sıralarından alkışlar)
Şimdi, bu 123 milletvekili önerisi... Değerli
arkadaşlarım, 123 milletvekili bir araya gelsek, hükümeti biz mi
kuracağız? Ya ANAP’la ya Doğru Yol Partisiyle
işbirliği yapacağız; güvenoylaması, yine birinde 23,
birinde 24 eksik kalacak. O da yetmeyecek, onun üzerine dörtlü koalisyon
kurulacak. ANAP’la Doğru Yol Partisi ikili koalisyonu yürütemedi,
şimdi, belki dörtlü koalisyonu daha kolay yürütürler mi diyeceğiz?!.
Yani bu önerinin, siyasal açıdan da, sayısal açıdan da pek bir
ağırlığı olduğunu sanmıyorum.
Burada, gerçekten takdirle izlediğim bir günah çıkarma
eyleminde bulundu Sayın Deniz Baykal: “Kusur soysal demokraside
değil, sosyal demokrat politikacılardadır” dedi; doğrudur..
Biz de, bazı sosyal demokrat politikacıların
kusurlarının vebaline ortak olmayı içimize sindiremediğimiz
içindir ki ayrı bir partiyiz. (DSP sıralarından
alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, geçen eylül ayından beri
geçirmekte olduğumuz hükümet zorluklarını ve
bunalımlarını gözümüzde büyütmemeli, ancak, bu zorluklardan ve
bunalımlardan bazı dersler almalıyız.
Sağlıklı bir ülke yönetimi için ille güçlü hükümetler gerekmez.
Dünyada öyle ülkeler vardır ki, genellikle güçsüz, zayıf
hükümetlerle, birkaç partili koalisyonlarla, birkaç partili ve
azınlıkta koalisyonlarla yönetilirler, sık sık hükümetler
değişir; ama, toplum ve devlet bundan hiçbir zarar görmez. Neden?..
Çünkü, o ülkelerde, güçlü bir parlamento vardır. Eğer, Türkiye Büyük
Millet Meclisi, şimdi, ahlak zaafı üzerine kurulu olan bu Hükümetin
güvenoyu alabilmesini önleyebilirse, çok önemli bir sınav vermiş
olacaktır ve Büyük Millet Meclisinin, böylece, hükümetlerin peşinden
sürüklenmeyen; ama, hükümetleri yönlendiren bir Parlamento haline geldiği,
yani 1920’lerin, Kurtuluş Savaşının Parlamentosu haline
geldiği görülmüş olacaktır. (DSP sıralarından
alkışlar) Öyle bir Meclis, zayıf hükümetlerin veya uzayabilecek
hükümet bunalımlarının olası tehlikelerinden, olumsuz
etkilerinden toplumu büyük ölçüde esirgeyebilecektir.
Ayrıca; güçlü hükümetten önce güçlü, etkili, örgütlü toplum
gereklidir. Bunun önünde 1982 Anayasasının getirdiği
ağır engeller vardı. Biz, bundan bir yıl önce, o engelleri
Anayasadan çıkarttık; ama, o engelleri hayata aktaracak uyum
yasalarını hâlâ Meclisin gündemine bile getiremedik. Bizim
dışımızdaki bütün partiler, bilinç altında, âdeta
“keşke o Anayasa değişikliklerini yapmasaymışız”
gibi bir duygu içindeler sanıyorum.
Öte yandan, aylardan beri, gerek Başbakanken Sayın Çiller’e,
daha sonra Sayın Yılmaz’a “bir an önce bir ekonomik ve sosyal konsey
kurun; bir danışma organı olarak değil, etkin bir
uzlaşma organı olarak kurun; öylelikle, hükümet krizlerinden ekonomik
ve sosyal yaşam etkilenmesin” dedik. Şimdi, bizim, çok yetenekli,
cesur, girişimci kadrolarımız var çok şükür. Onlar, hükümet
bunalımlarına rağmen işlerini,
yatırımlarını, dışsatımlarını
sürdürmek istiyorlar; ama, geleceğe yatırım yapamıyorlar;
çünkü, gelecek belirsiz; gelecekteki hükümetlerin nasıl politikalar
uygulayacakları belirsiz. Ama, eğer, yetkili bir ekonomik ve sosyal
konsey olsaydı, o zaman hükümetler değişse de
değişmeyecek bazı hedefler, toplumla uzlaşma içinde
saptanmış olacaktı ve toplum, hükümet bunalımından
büyük zarara uğramayacaktı.
Değerli arkadaşlarım, ahlakî zaafa ve takiyyeye dayanan
bir hükümetin kendisini ciddiye almadığımız için,
Programını da fazla ciddiye almıyoruz; ancak, kısaca,
gördüğümüz bazı eksikliklere değinmek istiyorum. Doğru Yol
Partisi-Cumhuriyet Halk Partisi Hükümeti döneminde, Türkiye’de, işçi
hakları büyük ölçüde kullanılamaz hale geldi. İçerisinde bir
sosyal demokrat partinin, sosyal demokrat olduğunu iddia eden partinin de
bulunduğu o dört yıllık Hükümet döneminde, işçiler, yasal
haklarını bile -yasal hakları çok
kısılmıştı- o kısıntılı yasal
haklarını bile gereğince kullanamaz hale geldiler.
Taşeronluk uygulaması devlet öncülüğünde yaygınlaştı,
sendikalı işçi sayısı büyük ölçüde azaldı;
işçilerin ancak yarısı sosyal sigorta kapsamında, geri
kalanları sigortasız ve kamu görevlilerinin, memurların,
sendikal hakları hâlâ belirlenmedi. Bunların nasıl
düzeltileceğine dair, Programda hiçbir ışık göremiyoruz.
Ekonomik ve Sosyal Konsey tamamen unutulmuş yazılı
metinde; ancak, belki de, şifahî görüşmemizde hatırlatmam
üzerine, Sayın Erbakan, lütfetmiş, hatırlamış ve
kürsüde şifahen eklemiş Ekonomik ve Sosyal Konseyi; bu da, bunu
ciddiye almaktan ne kadar uzak olduklarını gösteriyor.
Türkiye’de, son yıllarda en çok ihmal edilen kesim köylü kesimi.
Köylünün kalkınabilmesi ve göçe zorlanmadan kentlileşebilmesi için,
kırsal alanda yeni bir yerleşim ve üretim düzenine geçilmesi zorunlu.
Demokratik Sol Partinin bu konuda çok somut bir programı var; fakat,
Hükümet Programında, bu kapsamda bir düşüncenin izlerini göremiyoruz.
Rahmetli Özal döneminde, Türkçemiz, bir terim kazanmıştı;
“ortadirek” ama, bir türlü, kimlerin ortadireği oluşturduğu
anlaşılamamıştı. Şimdi, bakıyoruz, Hükümet
Programında bu terim yeniden diriltilmiş; ama, yine manası, anlamı
havada. Kimdir bu ortadirek? Ortadireğe kimler giriyor? Bunları da
bir an önce öğrenelim ki, bu Hükümetin ekonomik ve sosyal
politikalarında uygulayacağı öncelikleri de tahmin edebilelim;
tabiî, eğer güvenoyu alabilirse.
SAFFET KAYA (Ardahan) – Alınır... Alınır...
BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Programda deniliyor ki, ekonomik
kalkınmada temel esas, rant ekonomisinden üretim ekonomisine geçiş
olacaktır.” Ne güzel... Keşke inanabilsek... Ancak, Programda, Emlak
Vergisi matrahının gerçekçi seviyede tespit edileceği
dışında, bu yönde hiçbir somut önlem belirtilmiyor. Kaldı
ki, bu Hükümetin bir özelliği, Türkiye’nin en büyük rantiyelerinden
birinin başkanlığında kurulmuş olmasıdır.
(DSP sıralarından alkışlar) Rantiyelikte, Sayın
Başbakanın yardımcısı da ondan geri
kalmamaktadır. Ona rağmen, özveri gösterirler de, bu rant
ekonomisinden, üretken, üretim ekonomisine geçiş yolunda adımlar
atabilirlerse, kendilerini yürekten kutlarız.
Sayın Erbakan, önceki gün, kendi Grup toplantısında
“faizci adamdan fakirin dostu olur mu” demiş. Refah Partisi, faizci
düzenden en çok yararlanan partidir. Aşırı faiz
hırsıyla, Bosna paralarının bir bölümünü de yakan partidir.
(DSP sıralarından alkışlar) Ona rağmen, bu Hükümetin
-eğer güvenoyu alabilirse- fakirin dostu olacağını
umarız.
Bu Hükümetin, daha işe başlamadan, basın özgürlüğüne
gözlerini diktiği belli. Neden? Elbette, her ülkede olduğu gibi,
Türkiye’de de, basının bazı kusurları vardır, bütün
kurumların kusurları olduğu gibi; ama, son yıllarda
bazı ciddî yolsuzluklar ortaya çıkarılabildi ve o
yolsuzlukların üzerine yürünmesi için adalet harekete geçirilebildiyse,
bunu sağlayan Türk basınıdır. (DSP sıralarından
alkışlar) Şimdi, basının bu işlevi engellenmek isteniyor;
bu niyet açık. Neden; çünkü, bu Hükümet, yolsuzlukları
karşılıklı olarak örtbas etmek için kurulmuş bir
Hükümettir. O nedenle de, yolsuzlukların meydana çıkmasına
katkıda bulunan, öncülük eden bir güce, basın gücüne tahammülü
yoktur. Eline ilk fırsat geçtiğinde, basın özgürlüğünün
defterini dürmeye çalışacağı bellidir; ama, inşallah,
bu imkânı bulamayacaktır.
Hükümet Programında, toplumun önde gelen sorunlarından biri
haline gelen yolsuzlukların adı bile anılmıyor;
yolsuzluklara, ancak ima yoluyla, âdeta utanarak değiniliyor ve bu konuda
gerekli yasal düzenlemelerin yapılacağı söyleniyor. Peki, nedir
o yasal düzenlemeler; o söylenmiyor. Oysa, Demokratik Sol Partinin bu amaçla
hazırladığı bir yasal düzenleme önerisi, bir yılı
aşkın süredir komisyonlarda bekletiliyor. Yüksek Denetleme Kurulunu
Başbakanlıktan ayıralım, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanına bağlı; ama, tamamen özerk bir kuruluş haline
getirelim. Yasa önerimizin özü bu; ama, buna, maelesef, bizim
dışımızda hiçbir parti, şu ana kadar sahip çıkmadı.
Programda, Güneydoğu ve Doğu Anadolu’yla ilgili olarak, bölge
halkına refah ve huzur getirecek bütün ekonomik ve sosyal tedbirlerin
alınacağı belirtiliyor. Bu konuda, Hükümet
ortaklarının içtenlikli olduklarına inanıyorum.
Dileğim şu ki, bir an önce, devletin kaynaklarını
artırabildikleri kadar artırsınlar ve bunu, öncelikle Doğu
ve Güneydoğu Anadolu’nun perişan halkını
perişanlıktan kurtarmak için harcasınlar. (DSP
sıralarından alkışlar)
Güneydoğu ve Doğu Anadolu halkını
kalkındıracaksınız, çok iyi; ama, kim, oraya üretken
yatırımları götürecek?.. GAP’tan yararlanabilen yörelerin
dışında, güneydoğunun hiçbir yöresine, özel sektörün, bir
iki saygıdeğer istisna dışında, yatırım
yapma eğilimi yok. O bölgeye yatırım yapılması için
verilen teşvik kredileri bile, başka bölgelere
aktarılmış durumda. O halde, özel sektör o bölgeye gitmeyi göze
alabilir hale gelinceye kadar, o bölgedeki üretken yatırımları
devletin yapmaya devam etmesi kaçınılmazdır. Oysa, son
yıllarda bunun tam tersi yapılmıştır; Et ve Balık
Kurumu ve SEK’in kuruluşları ya kapatılmış ya da
üretimleri durdurulmuştur. Onun için, Güneydoğu ve Doğu
Anadolu’yla, o bölgemiz halkının ekonomik ve sosyal sorunlarıyla
ilgili olarak, Programdaki ifadelerin -eğer Hükümet güvenoyu alabilirse-
en kısa zamanda daha belirgin hale getirilmesini temenni ederim.
Öte yandan, Kuzey Irak’ta, sözde Huzur Harekâtının neden
olduğu otorite boşluğu sürüp giderken ve o yüzden PKK eylemleri
tırmanırken, bölgede yeterli güvenlik sağlayabilmek de,
ekonomiye, kalkınmaya, sınaileşmeye ivme kazandırabilmek de
çok güçtür. Onun için, öncelikle, bu Huzur Harekâtının yerine gelecek
yeni bir düzenleme yapmayı, bu Hükümetin içine sindirebilmesi gerekir.
Biz, bildiğiniz gibi, Demokratik Sol Parti olarak, 15 Nisanda, o
sözde Huzur Harekâtının yerine geçecek bir düzenlemenin, bir bölgesel
güvenlik planının metnini hazırladık ve Hükümete verdik. Bu
metin üzerinde, Dışişleri Bakanlığı ve
Genelkurmay tarafından, Amerika Birleşik Devletleriyle
pazarlıklar, müzakereler sürdürülüyor . Tabiî, kendi önerileri de var;
ama, bizim hazırladığımız önerge de, bir tartışma,
görüşme metni olarak ele alındı; fakat, Amerika Birleşik
Devletlerinde şu ana kadar ciddî bir yumuşama belirtisini
göremiyorum. Bugünkü Hükümet Programında da, bu konunun üzerine
yürünebileceği konusunda bir işaret göremiyorum. Eğer,
Irak’ın bölünmüşlüğünden kaynaklanan sorun çözülemezse ve o
şekilde, PKK’nın ülkemize sızmaları önlenemezse,
güneydoğuda huzuru sağlamak da, halkı perişanlıktan
kurtarmak da kolay olmayacaktır.
Programda, Türkiye’nin, Silahlı Kuvvetlerine verdiği önem,
haklı olarak belirtiliyor. “Türk Silahlı Kuvvetlerinin modernizasyonu
hızlandırılacak” deniliyor; Türk sanayiinin imkân ve
kabiliyetlerinden de, bu amaçla yararlanılacağı söyleniliyor;
bu, çok yerinde bir hedef. Ancak, son zamanlarda her yandan kuşatılan
Türkiye’nin, yeni bir güvenlik kavramına gereksinmesi vardır. Ege’de,
Güneydoğu’da, Kuzeydoğu’da ve Kıbrıs’ta, Türkiye’nin, yeni
bir güvenlik kavramı oluşturma zamanı gelmiştir ve bu
kavramı, Türkiye, müttefiklerinin belirlediği güvenlik
politikasının dışında, elbette onunla çelişmeden;
fakat, onun dışında, kendi inisiyatifiyle, bir an önce
hazırlamak, o arada, özellikle Ege’de, Deniz ve Hava Kuvvetlerimizi
güçlendirmek zorundadır; ancak, bu konularda, Programda yeterli
açıklığı göremiyoruz.
Programda din hizmetleriyle ilgili olarak şu söyleniyor: “Milletçe
dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, din hizmetlerine önem
verilecektir.” Güzel; fakat, bugün, din konusunda -bugün değil,
yıllardan beri- Türkiye’nin gitgide ağırlaşan bir sorunu
var, Alevî kesimin sorunu, Alevî kesimin yakınmaları...
Alevî kesimin sorunları ve yakınmaları konusunda, onlara
çare getirecek ne düşünüyor Hükümet; buna bir kelimeyle bile
değinilmemiş. Oysa, bu, ihmal edilecek bir sorun değildir. Alevî
yurttaşlarımız, ulusal birliğin de laikliğin de demokrasinin
de önde gelen güvenceleri arasındadır. Onların isteklerinin,
ulusal birliğimizle çelişmesi söz konusu değildir; ancak, bu
konuya, Programda hiç değinilmemiş olmasını ciddî bir
eksiklik olarak görüyoruz.
Hükümet programlarının en dikkatli hazırlanması
gereken bölümü, dış politikayla ilgili bölümüdür. Bir hükümet
programını biz ciddiye almasak bile, yabancılar ciddiye
alırlar ve pertavsızla incelerler. Oysa, bu konu, dış
politika konusu, Programın en sudan bölümü. Dış ilişkilerle
ilgili çerçeveyi, Hükümet Programında belirleyen paragraf şu: “Hem
Batılı ülkelerle hem de manevî ve tarihî değerlerle
bağlı olduğumuz İslam ülkeleri, Orta Asya Türk
cumhuriyetleri ve Balkan ülkeleriyle işbirliği daha da
geliştirilecektir.” Buna hiçbir itirazımız söz konusu olamaz;
ancak, dış ilişkilerimiz açısından önem
taşıyan; ama, Programda adı bile anılmayan bazı
bölgeler ve ülkeler var. Örneğin, koskoca Rusya. Hem aramızdaki
sorunlar gitgide büyüyor hem de aramızdaki olanaklar gitgide büyüyor. Bir
yandan, Rusya’nın, Türkiye’yi tedirgin edecek tavırları
yoğunlaşıyor; ama, bir yandan da, yüzlerce Türk
işadamı, binlerce Türk işçisi, Rusya’da hayatını
kazanıyor. Kayıtiçi ve kayıtdışı dışsatım
yoluyla, belki de, en büyük döviz gelirini Rusya’dan elde ediyoruz; ama,
Rusya’nın adı bile yok...
Ortadoğu’nun biraz daha doğusuna gidecek olursak, başta
Japonya olmak üzere, Pasifik ülkeleriyle aramızdaki ekonomik
ilişkilerde büyük bir hızlanma var; oysa, Japonya’nın adı
geçmiyor, Çin’in adı geçmiyor, Pasifik ülkelerinin adı geçmiyor...
Kafkaslardan ve Orta Asya’dan gelecek petrolle ilgili boru hattı,
Türkiye için son derece önemli bir konu. Buna, bir cümleyle
değinilmiş “Bakü-Ceyhan Petrol Boru Hattı...” diye
kısacık bir cümle. Sanki o sorun çözülmüş gibi bir havada kaleme
alınmış Program. Oysa, bu konu askıdadır ve
Türkiye’deki hükümet bunalımlarının sürüp gitmesi yüzünden de,
Türkiye, elde edebileceği bazı avantajları, maalesef, en
azından şimdilik kaybetmiş durumdadır; ama, bu konuya,
Hükümet Programında yer verilmemiştir.
Türkiye’nin en can alıcı, en ivedi sorunu Irak sorunudur.
Programda ise, Irak sorununa, bir cümleyle bile değinilmiş
değildir. Bizde, yanlış olarak “Çekiç Güç” diye
adlandırılan Huzur Harekâtı ile ilgili olarak, Hükümetin
nasıl davranacağı konusunda -ki, üç hafta gibi bir süre
kaldı; yeniden Meclisin önüne gelecek ve eğer, ciddî bir
değişiklik yapılmamışsa, artık, biz, oy
vermeyeceğiz- herhangi bir tavır belirlemediği; hatta, kendini,
bazı ödünlere hazırladığı izlenimi içerisindeyiz.
Yunanistan ile ilgili olarak şu paragraf yer alıyor:
“Yunanistan ile aramızdaki anlaşmazlıkların, ancak,
kalıcı ve karşılıklı çıkarları kollayan
bir müzakere ve diyalog çerçevesinde çözülebileceği inancındayız.”
Güzel bir söz; ama, boş laf. Yunanistan ile aramızdaki sorunlar
bellidir. Bu sorunların başında, Ege sorunu gelir; kıta
sahanlığıyla, karasularıyla, ekonomik bölge sorunuyla, FIR
hattı sorunu, hava sahası sorunuyla... Bu sorunun -Ege sorununun-
Türkiye tarafından, bir an önce, 1970’lerde olduğu gibi, yeniden, iki
ülke arasında, ciddî olarak, somut biçimde gündeme getirilmesi gerekir;
fakat, Ege sorunun adını bile anmaktan çekinmiş bu Hükümet,
Programdan gördüğümüze göre.
Bu arada, Batı Trakya Türkleri ezilmeye devam ediliyor. Son
durumunu bilmiyorum; ama, şimdi, biz, Yunanistan ile iyi ilişkiler
için, bu Programda yer alan ifadeleri okurken, belki de, halkın oyuyla
seçilmiş olan Müftü Mehmet Emin Aga hâlâ hapiste. E, bu konuların
üzerine, biz yürümezsek, Avrupa’daki insan hakları sevdalıları
mı yürüyecek?! Bunlara, bir cümleyle olsun, Hükümet Programında acaba
yer verilemez miydi?
Şimdi, Avrupa Birliği, başkalarının
karıştığı yetmezmiş gibi, Kıbrıs
konusuna karışmaya kararlı. Karışmaya
başladı, karıştıkça da karıştırıyor...
Bu arada, Kıbrıs’ın, Türkiye’ye rağmen ve Kıbrıs
Türklerine rağmen, Avrupa Birliğine üye alınması
kararı verildi; ardından, Türk toplumu da sürüklenecek; amaç o.
Şimdi, biz, buna razı mıyız, değil miyiz?
Kıbrıs’taki iki toplumun anlaşmaları koşuluyla mı
razıyız; yoksa, önce, Türkiye’nin, Avrupa Birliğine üye olması
koşuluyla mı razıyız? Bu konuya açıklık getirmeye
mecburdur Hükümet; tabiî, eğer, güvenoyu alabilirse... Muhalefetteyken, bu
konularda, Sayın Erbakan ve değerli arkadaşları, lafı
kimseye bırakmazlardı, çok yürekli, çok cesur
davranırlardı. Şimdi, bu Hükümet Programında ise, bütün bu
duyarlı konuların, nasıl sessizlikle geçirildiğini
görüyoruz.
MEHMET CAVİT KAVAK (İstanbul) – İbretle izliyoruz!..
BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Değerli arkadaşlarım,
Programda “Gümrük birliğinin, sağlıklı bir biçimde
gelişmesi sağlanacaktır” deniliyor; yani, ileriye atıf...
Peki, geçmişteki sağlıksız yönü ne olacak? 6 Mart 1995’te,
Brüksel’de belgeleşen sağlıksız durum ne olacak; o konuda
bir şey yok. 6 Mart 1995 Belgesinin, Türkiye Büyük Millet Meclisine,
hükümetler tarafından getirilmemiş olmasını, Refah Partisi
de bir yıldır eleştiriyordu, biz de eleştiriyorduk. Peki,
şimdi, Refah Partisi Hükümette; 6 Mart 1995 Brüksel Belgesini, eğer,
Hükümet güvenoyu alabilirse, Meclisin onayına sunacak
mısınız, sunmayacak mısınız? Bunun açıkça
belirtilmesi gerekir. (DSP sıralarından alkışlar)
Batı Avrupa Birliğiyle aramızdaki anlaşma, hâlâ,
Türkiye Büyük Millet Meclisine getirilmedi; getirecek misiniz, getirmeyecek
misiniz? İsrail’le son aylarda imzalanan, hiçbirimizin içeriğini tam
olarak bilmediğimiz anlaşma, Türkiye Büyük Millet Meclisine onay için
getirilecek mi, getirilmeyecek mi? Bunun da işareti yok Programda.
Ortadoğu barış süreci konusunda Türkiye ne düşünüyor, bu
belli değil... Suriye’yle ilişkilerimiz ne olacak; Programda bunun
işareti yok; ancak, Sayın Erbakan, birkaç hafta önce, kendi
kişisel işaretini veya partisel işaretini verdi, “Suriye’yle o
kadar iyi ilişkiler kurmalıyız ki,
sınırlarımız bile kalkmalı” dedi. Bu olduğu
takdirde, tabiî, PKK büyük rahatlığa kavuşacaktır; pasaportsuz,
vizesiz, elini kolunu sallaya sallaya sınırımızdan
Türkiye’ye gelecektir. (DSP sıralarından alkışlar) Bütün
komşularımızla aramızdaki sınırların,
kalkmasa bile, yumuşamasını biz bile temenni ederiz; ama, bu
temenniyi belirtmeden önce, Türkiye’nin, Suriye’ye koştuğu
şartları belirtmesi gerekirdi Sayın Erbakan’ın.
Sayın Başkan, ne kadar vaktim var efendim?
BAŞKAN – 7 dakikanız var Sayın Ecevit; buyurun.
BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Çok teşekkür ederim efendim.
Sayın milletvekilleri, Refah Partisine, tabiî, demokratik hukuk
devleti açısından saygımız var; fakat, sorunlu bir parti ve
bu parti, kendi sorunlarını çözmeden, ülke sorunlarını da
çözemez.
Nedir Refah Partisinin sorunları: Refah Partisi,
gerçekleştirilemeyecek hayallerle, değiştirilemeyecek gerçekler
arasında bocalayan bir partidir. (DSP sıralarından
alkışlar)
Refah Partisinin gerçekleştirilemeyecek hayallerine bir-iki örnek
vermek isterim. Bunların başında, tabiî, hiç kimsenin ciddiye
almadığı adil düzen projesi geliyor. Adil düzene geçilecek,
kazançlar vergilenmeyecek, herkes sosyal güvenlik kapsamına girecek; ama,
kimse prim ödemeyecek; işadamları, sermayesiz yatırım
yapacak ve ekonomi parasız işleyecek... Bunu,
bırakınız Refah Partisi dışındakileri, Refah
Partisinin çok yakını olan MÜSİAD bile ciddiye
almadığını, geçenlerde, Sayın Erbakan’ın da
hazır bulunduğu bir toplantıda açıkladı.
Yine, gerçekleşemeyecek bir hayal; İslam Birleşmiş
Milletleri, İslam UNESCO’su, İslam Dinarı, İslam NATO’su...
Bunları ciddiye alan bir tek İslam ülkesini şimdiye kadar
işitmedik.
Bunların yanı sıra, bir de Türkiye’nin
değiştirilemeyecek gerçekleri var. Bu gerçeklerin başında,
Türkiye’nin jeopolitik konumu gelir. Türkiye’nin bu jeopolitik konumunda hiç
kimsenin gücü, Refah Partisinin de gücü, Ortadoğu ülkelerinin de gücü,
Batı Avrupa’nın da gücü, Türkiye’yi, sadece bir Ortadoğu devleti
çemberine hapsetmeye yetmez.(DSP, ANAP ve CHP sıralarından
alkışlar) Türkiye, bir Ortadoğu ülkesidir; ama, bir Akdeniz
ülkesidir de, bir Balkan ülkesidir, bir Avrupa ülkesidir, bir Kafkas ülkesidir,
bir Asya ülkesidir; bunların hepsi birdendir.
KAHRAMAN EMMİOĞLU (Gaziantep) – Daha iyi...
BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Refah Partisinin istekleri tam
uygulanacak olursa -Hükümet Programında yer verilmeyen; ama, zihinlerinde
saklanan niyetleri- Türkiye, kendini bir Ortadoğu devleti, münhasıran
bir Ortadoğu devleti durumunda bulmuş olacaktır.
Yine, Türkiye’nin değiştirilemeyecek gerçeklerinden biri,
inançlara saygılı, laikliktir. (DSP ve CHP sıralarından
alkışlar) Laiklik, Türkiye Cumhuriyetinin temelidir ve laiklik
sayesindedir ki, Türkiye, bütün İslam ülkeleri arasında -doğal
kaynaklarının nispî kıtlığına karşın,
bütün İslam ülkeleri arasında- sanayi bakımından en ileri
ülke, en demokratik ülke, en özgür ülke durumuna gelebilmiştir.
Yine, Türkiye’nin değiştirilemeyecek bir gerçeği,
Atatürk’ün, kafalardaki yeridir. (DSP sıralarından
alkışlar) Atatürk’ün çağdaşlarını düşünün,
Atatürk ile çağdaş liderleri düşünün... Lenin... Lenin’den ne
kaldı geriye? Ne heykelleri kaldı, ne ideolojisi kaldı...
Stalin’den ne kaldı geriye, Hitler’den ne kaldı, Mussolini’den ne
kaldı, Franco’dan ne kaldı? Ama, Türkiye’de, Atatürk’ün
getirdiği her şey yaşıyor hâlâ. (DSP, ANAP ve CHP
sıralarından alkışlar) Onun için, bu gerçeği
değiştiremezsiniz. O bakımdan, Hükümet Programında yer alan
Atatürk’e övgü sözlerinin, içtenlikli olduğuna inanmak istiyorum; ama,
içtenlikli midir değil midir; bu, Hükümet Programında test edilemez;
bunun, muhalefette test edilmesi gerekir. (DSP, ANAP ve CHP sıralarından
alkışlar)
Değerli milletvekilleri, Refah Partisi, laikliği, sadece,
vicdan ve inanç özgürlüğü olarak görüyor. Evet, vicdan özgürlüğü,
inanç özgürlüğü laikliğin ayrılmaz bir unsurudur; ama, laik
olmayan bazı ülkelerde bile inanç özgürlüğü vardır. Laiklikte,
inanç özgürlüğüne ek olarak, başka unsurların da yer alması
doğaldır. Bir kere, dinin, siyasete alet edilmemesi temel
kuraldır laiklikte; Allah ile insan arasına girilmemesi temel
kuraldır; inancın, akılcılıkla bağdaştırılması
temel kuraldır. Bunları göz önünde tutacak olursak, görülür ki,
dünyada laikliğe en yatkın din, aslında İslam dinidir. (DSP
ve ANAP sıralarından alkışlar)
Türkün, ne Sünnîsi, Ortadoğu Arap ülkelerinin Sünnîlerine benzer,
ne de Türkiye’nin Alevîsi, İran’ın Şiîlerine benzer. Bizim
halkımız, kendi tasavvuf kültürü içinde, kendine özgü insancıl
bir İslam anlayışı oluşturmuştur. (DSP, ANAP ve
CHP sıralarından alkışlar) Bölgemizdeki başka Müslüman
ülkelerde, din duygusu Allah korkusuna dayandırılır; Türk
Halkının, Orta Asya’da, Hoca Ahmet Yesevîlerle tohumları ekilen,
Horasan erenleriyle Türkiye’ye taşınan, Türkiye’de Yunus Emrelerin,
Hacı Bayram Velilerin, Hacı Bektaş Velilerin, Mevlânâların
ve halk ozanlarının dilinde gelişen ve buradan da Balkanlara
taşan Türk Halkının İslam anlayışında, din
duygusu, Allah korkusuna değil, Allah sevgisine dayanır...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Ecevit, süre veriyorum, toparlar
mısınız.
BÜLENT ECEVİT (Devamla) – ...ve bu Allah sevgisi, insana
yansır, insan sevgisine dönüşür; bu da, özgürlüğün kapılarını,
hoşgörünün kapılarını açar (DSP, ANAP ve CHP
sıralarından alkışlar) Ama “Refah Partisi iktidara
geldiğinde, otobüsümüzün önünde yatıp, zangır zangır
titreyeceksiniz” diyen Erbakan’ın söylemi, kendisini tasvip etmeyenlere
“geberin, geberin” diye meydanlarda haykıran Erbakan’ın sözleri,
söylemi, Türk Halkının İslam anlayışının
söylemi değildir. (DSP, ANAP ve CHP sıralarından “Bravo”
sesleri, alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, Türkiye, İslam ülkeleri
arasında en çağdaşıdır, en özgürüdür, en
gelişmişidir; ama, dinine de en çok bağlı olan halka
sahiptir. Suudî Arabistan’da, İran’da, kimin, dine
bağlılığı içten gelir; kimin, devlet
zorlamasından, mollaların zorlamasından gelir bu belli
değildir; ama, Türkiye’de, herkes özgürdür ve özgürce dinsel
inançlarına sahip çıkmaktadır.
Refah Partisinin, Türk toplumunun özellikleriyle bağdaşmayan
İslam anlayışının bir yönü de kadınlarla ilgili;
açıkça “kadınlara yönetimde yer verilemez” deniliyor. Onun için,
Sayın Çiller, eğer, iki yıl sonra Başbakanlık
sırasının kendisine geleceğini sanıyorsa, ya Refah
Partisini tanımıyor ya kendi kendini aldatıyor demektir. (DSP,
ANAP ve CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Başkanın hoşgörüsünü suiistimal etmemek için
sözlerimi bağlıyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
(DSP sıralarından “konuşsun, konuşsun” sesleri)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Sayın lideriniz
konuşuyor ve ciddî konulara temas ediyor. (DSP sıralarından
alkışlar) Ciddî davranmak, herkesten çok size düşer, rica
ediyorum...
Buyurun Sayın Ecevit.
BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Sözlerimin başında belirttiğim gibi, Refah Partili bir
hükümet modeli gündemden çıkınca, ortam durulur ve güvenoyu alacak
bir hükümet kurulur. (DSP, ANAP ve CHP sıralarından
alkışlar)
HACI FİLİZ (Kırıkkale) – İçinde misiniz,
dışında mı?
BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Türkiye Büyük Millet Meclisi de, erken
seçim yerine, rejimin eksiklikleriyle ve halkın geçim derdiyle ilgilenme
olanağı bulur.
Sözlerimi bitirirken, özellikle Doğru Yol Partili sayın
milletvekillerine, kendi Genel Başkanlarının diliyle, kendi
Genel Başkanlarının sözleriyle seslenmek istiyorum: Refah
Partisiyle koalisyonu onaylayarak, ülkeyi ve Partinizi karanlığa
gömmeyiniz, Türkiye’nin geleceğine kıymayınız... Yine,
Sayın Genel Başkanınızın sözleriyle, Atatürk’ün
açtığı yolu kapatmaya uğraşanlara izin vermeyiniz...
Sayın Genel Başkanınız, bu tehlikeye karşı
göğsünü siper etmekten vazgeçmiş olsa bile, sayın Doğru Yol
Partili milletvekilleri, sizler göğsünüzü siper ediniz.
Saygılar sunarım. (ANAP ve CHP sıralarından
alkışlar, DSP sıralarından ayakta alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Ecevit, teşekkür ediyorum.
Doğru Yol Partisi Grubu adına kim konuşacak efendim?
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Abdülbaki Ataç konuşacak Sayın
Başkan.
BAŞKAN – Sayın Ataç, sürenin tamanını zatı
âliniz mi kullanacak efendim?
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Balıkesir) – Evet efendim.
BAŞKAN – Pekala.
Buyurun Sayın Ataç.
DYP GRUBU ADINA ABDÜLBAKİ ATAÇ (Balıkesir) – Sayın
Başkan, çok değerli milletvekilleri ve televizyonları
başında Yüce Meclisin 54 üncü Hükümet Programı
görüşmelerini takip eden değerli vatandaşlarım; sözlerime
başlarken, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Evet, bugün, Türkiye Cumhuriyeti Büyük Millet Meclisinde 54 üncü
Hükümetin Programı görüşülüyor. Bugüne kadar 53 hükümet kurulmuş
ve her kurulan hükümetin programı görüşmeleri sırasında,
iktidar olan taraf ile muhalefete ait olan taraf arasındaki
konuşmalarda farklı farklı üsluplar sergilenmiş, o
şekilde görüşler ortaya konmuştur. Bu, işin tabiatında
vardır.
Türkiye ilk defa hükümet kurmuyor, Türkiye’de ilk defa hükümet
kurulmuyor, koalisyon hükümeti de ilk defa kurulmuyor. Türkiye, koalisyon
hükümetleriyle ilk defa 1961’de tanışmış ve 1961
yılında, birbiriyle en büyük siyasî hasım olan iki siyasî parti,
Cumhuriyet Halk Partisi ve Adalet Partisi, ortak müştereklerde
anlaşarak hükümet kurmuşlardır. O zamanki hükümet
oluşurken, sözcüler, bu hükümetin ne kadar faydalı olacağı
konusundaki görüşlerini belirtmişlerdir. Daha sonra, 1974
yılında, Millî Selamet Partisi ile Cumhuriyet Halk Partisi
arasında koalisyon hükümeti kurulma noktasına gelinince ve hükümet
programı görüşmeleri de başlayınca, yine, o Mecliste, bu
hükümetin iktidar kanadını teşkil edenler ile muhalefet
kanadını teşkil edenler, değişik ifadelerde
bulunmuşlardır.
Benden önce konuşan değerli grup sözcüleri, muhalefet
kanadını temsil eden Sayın Baykal ve Sayın Ecevit,
muhalefetten beklenen konuşma neyse, neleri söylemeleri icap ediyorsa
onları söylemişlerdir ve özellikle, Doğru Yol Partisi ile Refah
Partisi arasında kurulan bu Hükümetin, fazilet dışı bir
oluşumla kurulduğu, yolsuzlukları örtmek gayesine matuf olarak
kurulduğu iddiasını, bir haftadır tekrar ettikleri bu
iddiayı, bir kere de, bu Meclis kürsüsünden tekrar etmişlerdir.
Sözlerime başlarken, önce şunu ifade edeyim ki, Doğru Yol
Partisi bugünün partisi değildir; Doğru Yol Partisi, Adalet
Partisinin devamıdır -her zamanda ve her zeminde söyledik- Doğru
Yol Partisi, Demokrat Partinin devamıdır. Devamı olmakla iftihar
ettiğimiz hem Adalet Partisi hem Demokrat Parti, ihtilallere, her türlü
iddialarla muhatap olmuş olmasına rağmen ve ihtilalcilerin
hesaplarına muhatap olmuş olmasına rağmen, bu konuda
alnı ak çıkmıştır. Bugün, eğer, Doğru Yol
Partisi müntesiplerinin ve Doğru Yol Partisi milletvekillerinin
başı bulutlara değecek kadar dikse; işte, bunun temelinde o
temizlik yatmaktadır. (DYP sıralarından “Bravo” sesleri,
alkışlar) Vermediğimiz, veremeyeceğimiz hiçbir hesap
yoktur.
Öncelikle şunu ifade etmek isterim ki, bu protokol ve koalisyon
görüşmelerinde, Partim adına bulundum. Sayın Baykal’a da,
Sayın Ecevit’e de çok açık bir şekilde söylüyorum ki, bu
Koalisyonun oluşmasında, soruşturma önergelerini ortadan
kaldırmak gibi bir anlaşma kesinlikle yoktur; böyle bir konu gündeme
bile gelmemiştir ve getirilmemiştir. Esasen, ne Doğru Yol Partisinin
milletvekilleri paralı askerdir ne kurşun askerdir ne de Refah
Partisinin milletvekilleri paralı askerdir, kurşun askerdir. (DYP ve
RP sıralarından alkışlar) Haksızlık varsa,
yolsuzluk varsa, yanlışlık varsa, o konunun üzerine gitmeyi
şerefli bir görev sayarız ve haksızlık kimden gelirse
gelsin, yolsuzluk kimin tarafından yapılmış olursa olsun,
onun üzerine gitmeyi, milletin bize vermiş olduğu şerefli bir
görev sayarız. (DYP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, çok konuşulan, üzerinde çok söz
sarf edilen bu konuda, Meclisin geçmişteki
tutanakları var; bakın, birkaç pasajı okuduğum
zaman, bugün konuşulanların, aşağı yukarı,
geçmişte de aynen konuşulduğu görülecektir; ama, taraflar
farklı, konuşanlar farklı bir şekilde... Aynı
şahısların -siyaset devrelerini dikkate
aldığınız zaman- zaman geçtikçe ne kadar fikir
değiştirdiğini de hep beraber müşahade edeceğiz.
1961 yılındaki Adalet Partisi-Cumhuriyet Halk Partisi
Koalisyonunda, değerli konuşmacılar -özellikle Cumhuriyet Halk
Partisi konuşmacıları- demişlerdir ki
“başlangıçta aşılması imkânsız gibi görülen
engellere ve güçlüklere rağmen, bu mesut neticenin gerçekleşmesinde,
şüphesiz, büyük milletimizin siyasî olgunluğu ve her güçlüğü
yenme hususunda denenmiş kudreti yanında; bugün, ister iktidarda
ister muhalefette yer almış olsun, bütün siyasî partilerimizin ve
sağduyu sahibi siyaset adamlarımızın, içinde
bulunduğumuz çok nazik ve çetin şartlar karşısında,
Türk Parlamentosuna ebedî şeref verecek bir mesuliyet duygusu ile hareket
etmelerinin de büyük hissesi vardır.” Yani, bu koalisyonun
oluşmasında Parlamentonun çok büyük hissesi olduğu, o zamanki
konuşmacılar tarafından belirtilmiş.
Şimdi, Sayın Ecevit’i ve dolayısıyla o günkü
koalisyonda bulunan, koalisyon hükümetinin bir bakanı olarak görev yapan
Sayın Baykal’ı da aynı partide olduğu için çok
yakından ilgilendiren, 1974 yılında Sayın Ecevit
tarafından kurulmuş bulunan Millî Selamet Partisi-Cumhuriyet Halk
Partisi Koalisyonuyla ilgili Hükümet Programı görüşülürken,
Sayın Ecevit’in konuşmalarından birkaç pasaj:
“Sayın Demirel’in de alay ederek değindiği başka
tarihî yanılgıları da ortadan kaldıracağız.
Artık kimse sömürü aracı olarak din istismarı
yapamayacaktır; artık kimse reformculuğu yozlaştırmak
için Atatürk istismarcılığı da yapamayacaktır.
İşte iki parti, Atatürk ilkeleri doğrultusunda ve
işte bu devleti yöneceğiz diye milletimizin önüne elele verip
çıkmış durumdadır.”
Yine devamla “Değerli arkadaşlarım, güvenoyu verirseniz,
göreve, güçle ve inançla devam edecek bu Hükümetle, Türkiye’de yeni bir dönem
başlayacak, o yeni dönemde bazı eski yöntemler geçerli olmayacak...”
AHMET İYİMAYA (Amasya ) – Takıyye yapmışlar!
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – “...onun için, toplumda
geçerliliğini korumak isteyen bütün siyasetçileri ve partileri,
açılmakta olan yeni dönemin kurallarına kendilerini daha iyi
hazırlamaya davet ediyorum. Toplumda şimdiden büyük ölçüde
yerleşmeye başlayan barışın, siyasette, partilerimiz
arasında da yerleşmesini diliyoruz.
En sert muhalefet özgürlüğünü de tanımayı görev
bileceğiz” diye sözlerini tamamlamıştır.
Demek ki, Sayın Ecevit’in, Hükümetin kurulması
noktasında, eğer iktidarın bir ortağıysa, sözleri
bunlar, eğer muhalefette, karşısında ise o zaman sözleri,
biraz önceki dinlediklerimiz...
KADİR BOZKURT (Sinop) – Ecevit burada yok sayın hatip.
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – ...ve bu kabinede Sayın Baykal da
görev alıyor, Sayın Baykal birlikte çalışıyor.
Daha sonrası da var; bugün, yolsuzluk üzerine, şaibe üzerine
kurulduğu iddia edilen bu Koalisyonun, asıl, daha
ağırını, Türk siyasî hayatına 1978’li yıllarda
Sayın Ecevit getiriyor. (DYP ve RP sıralarından “Bravo” sesleri,
alkışlar) 11 adam arıyorum diyor, kendisini satacak 11 adam
arıyorum...
Neyle satacak; ister parayla, ister bakanlıkla kendisini satacak 11
adam arıyor. O, o şekilde ifade etmiyor, o tarihte “namuslu adam
arıyorum” diye yola çıkıyor; ama, Sayın Ecevit’in namus
anlayışının bu olduğunu, bir kere daha, buradan
hatırlatmak istiyorum. (DYP sıralarından alkışlar)
Eğer, bir milletvekili, diğer siyasî partiden, Sayın
Ecevit’in kuracağı Hükümete katkıda bulunmak üzere geliyorsa,
hangi sebeple geliyorsa gelsin, makbul adamdır ve onların hepsini
bakan yapıyor...
TAHSİN BORAY BAYCIK (Zonguldak) – Onlar da sizden o zaman...
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – ...ve bu siyasî rüşvetle
kurduğu iktidar -biraz evvel kendi ifadesiyle- tarihimize kara bir leke
olarak, bir hükümet kuruluşu olarak giriyor. Asıl kara leke,
işte, o 1978’li yıllarda kurulan Hükümettir. (DYP
sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Y FEVZİ ARICI (İçel) – 1977...
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Bugün, Refah Partisi ile Doğru Yol
Partisi arasında kurulmakta olan bu Hükümetin ayıplı hiçbir
tarafı yoktur ve tabiî, o hükümetten -Sayın Ecevit’in kurduğu o
Hükümetten- iki bakan yolsuzluktan -birisi 35 yıl, birisi 15 yıl-
biri de bölücülükten mahkûm oluyor ve Sayın Ecevit, bu Bakanlar Kurulunun
Başbakanı olarak, bundan hiçbir mesuliyet hissetmiyor ve bu
yolsuzluklar yapılırken, Sayın Başbakan Ecevit,
bunların hiç farkında değil.
NECMİ HOŞVER (Bolu) – Enerji Bakanı da Sayın
Baykal!..
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Bakın, işte, tarihimizde, buna
benzeyen olayları yaşadığımızı şunun
için ifade ediyorum: Siyasî partilerde de, şahıslarda da bir
gelişme olacaktır; ama, bazı insanî duygular vardır ki
-fazilet gibi- onlar değişmez, onların kuralları
değişmez, şartları değişmez. 1970’li
yıllarda fazilet anlayışınız başka olacak,
1990’lı yıllarda başka olacak... Böyle bir
anlayışı kabul etmek ve böyle bir anlayışın
yanında olmak mümkün değildir.
Bakın, bugün, yine, kurulmakta olan bu Hükümetle ilgili olarak
ortaya bir iddia koyuyor “eğer, bu Hükümet güvenoyu almazsa, Yüce
Parlamento merak etmesin” diyor. Sanki, Yüce Parlamento “seçime gideriz” diye
bir endişe içindeymiş gibi!.. Bu Parlamentoda bulunan
arkadaşlarımız, nasıl seçildilerse; eğer, seçim olursa,
tekrar seçilmek için gayret ederler, yollara düşerler; ama, bir seçim
korkusu varmış ve bunu ortadan kaldırmak istiyormuş gibi
“pazartesi günü, bu Hükümet güvenoyu almazsa, seçim olmayacaktır; yeni bir
hükümet modeli ortaya çıkacaktır” diyor.
Sayın Ecevit, her zaman, ilerlemiş ülkelerdeki demokrasileri
örnek olarak gösterir. İlerlemiş ülkelerdeki demokrasi örneklerinden
bir tanesi de Almanya’dadır. Yeni bir hükümetin nasıl
kurulacağını kesin olarak tahaahhüt etmeden, bir başka
hükümeti yıkamazsınız. Eğer, yeni bir hükümet modelini net
bir biçimde ortaya koyabiliyorsanız, bu Hükümetin güvenoyu alıp
almaması o kadar önemli değildir; ama, ortaya koyduğunuz bir
şey yok.
Sayın Baykal bir teklifte bulunuyor, diyorsunuz ki “biz,
sosyaldemokrat partiler olarak 123 kişiyiz; ama, çoğunluğu da
istiyoruz, çoğunluk hükümeti olsun istiyoruz.” Sayın Refah Partisi
sözcüsü arkadaşımız, ona çok güzel cevap verdi... “123 kişiyle biz hükümet olalım,
Anavatan bizi desteklesin -tarihî mesuliyettir- Doğru Yol Partisi de
desteklemezse, o da mesuliyet altına girer...” Böyle bir mantıkla,
böyle bir anlayışla hükümet kurulabilir mi; böyle bir
mantığı, bu Yüce Parlamentoya teklif etmenin ne anlamı var?
Ortada konuşulmuş bir şey yok. Hatta, Sayın Ecevit ile
Sayın Baykal’ın mezarda bile bir araya gelemeyeceklerini söyleyen,
onları çok yakından tanıyan arkadaşımızın
beyanatı gazetelerde yeni çıktı ve bu arkadaşımız
“Sayın Ecevit ile Sayın Baykal, mezarda bile bir araya gelemezler”
diyor.
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Erbakan getirdi...
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Mezarda bile bir araya gelmeleri mümkün
olmayan bu iki teşekkülün başındaki genel başkanın;
aralarında hiçbir anlaşma olmadan, hiçbir görüşme olmadan, Yüce
Meclise, böyle mesnetsiz bir teklifle gelerek “pazartesi gününden sonra yeni
bir hükümet modeli buluruz” diye ortaya çıkmasını fevkalade
yadırgadığımızı ifade etmek istiyorum.
Doğru Yol Partisi ile Refah Partisinin kurmuş olduğu bu
Hükümetin önünde çok ciddî meseleler vardır. Burada, bir kere daha
açıklıkla söylemek ihtiyacını duyuyorum ki, bir hükümet
kurulurken, bu hükümetin başarılı olmamasını dilemek,
başarılı olmayacağı konusunda iddialı keramet
içerisinde olmak, bu vatanı sevmemekle eşdeğerdedir. (DYP ve RP
sıralarından alkışlar)
REFİK ARAS (İstanbul) – Dosyalar ne olacak?!
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Bu Hükümetin başarılı
olmasını dilemek, hepimizin görevi olmalıdır. Bu Hükümetin
başarılı olması demek, ülkemizin başarılı
olması demektir. Bu Hükümetin ortaya koyacağı iyi icraatlar,
Doğru Yol Partisinin ve Refah Partisinin ortaya koyduğu iyi icraatlar
olarak değil, milletimizin çözüm beklediği konuların çözülmesi
olacaktır ki, bundan kârlı çıkacak olan yüce milletimizdir,
ülkemizdir. Böyle bir temenniyle yola çıkılmış olmasını
fevkalade yadırgadığımızı bir kere daha ifade ediyorum.
Bir hafta, on gündür; gazetelerde, televizyonlarda, değişik
mahfillerde, bu Hükümetin oluşmaması için gayret sarf edilmiş
olmasının temelinde neler yattığını da kamuoyu,
değerli vatandaşlarımız çok iyi biliyorlar, yakından
da takip ediyorlar. Bu işin arkasında kimlerin olduğu, hangi
çıkar gruplarının bulunduğu, artık herkesçe
malumdur...
NEVFEL ŞAHİN (Çanakkale) – Vatan hainleri...
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Zannedildi ki, Refah Partisi ile
Doğru Yol Partisi bir araya gelemeyecekler, bir noktada anlaşamayacaklar...
Nerede anlaşamayacaklar; bir defa, laiklik konusunda, Atatürk çizgisinde
anlaşamayacaklar; protokole baktılar, programa baktılar ki,
böyle bir yanlışlık yok, her şey tamam... Bir yerde anlaşamayacaklar;
zaten, asıl çıkar gruplarının beklediği oydu...
SAMİ KÜÇÜKBAŞKAN (Antalya) – Örtülü ödenekte!..
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – ...Gümrük birliği konusunda
anlaşamayacaklar, Avrupa Birliğine giriş konusunda
anlaşamayacaklar. Eğer bu anlaşma olmazsa, zaten mesele yok;
iktidarda kim olursa olsun, onlar için fark etmez; fakat, baktılar ki,
Refah Partisi ve Doğru Yol Partisi, gümrük birliği konusunda da,
Avrupa Birliğine girme konusunda da tam bir ittifak halinde... O zaman
telaş başladı. Bugüne kadar haksız elde etmiş
oldukları kazanç kapılarının yakında
kapanacağının farkına varanlar, bu kapının
kapanmaması için, -gerçekten, sizin de çok açık ifade ettiğiniz
gibi- Yüce Meclisin üzerinde transfer pazarları kurdular ve hiç olmayacak
şeyleri yaptınız, hiç olmayacak şeylere bu ülkenin
insanlarını şahit kıldınız.
Bakın, Doğru Yol Partisinden size gelen
arkadaşlarımızın yapısıyla ilgili olarak, benden
önceki grup sözcüleri de çok net ifadeler kullandılar. Siz, Yüce Divana
göndermek üzere yola çıkardığınız ve kendisini
neredeyse suçlu ilan ettiğiniz bir kişiyi, hiç tereddüt etmeden,
eğer bu Hükümete “hayır” diyecekse, bizim aramızdaysa,
rahatlıkla olabilir diye, hem de büyük bir merasimle aranıza kabul
ettiniz...
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Sana öyle geliyor...
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – ...ve merasim yaptınız...
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Siz yapmadınız mı?.. (ANAP
sıralarından “Bedava mı aldınız” sesleri)
BÜLENT H. TANLA (İstanbul) – Bedava mı aldınız?..
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Siz, parayla
aldığınızı ikrar ediyorsanız...
AGÂH OKTAY GÜNER (Ankara) – Hayır, onlar faziletli
insanlardır.
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – “Bedava mı aldınız” diye
soruyorsunuz da...
AGÂH OKTAY GÜNER (Ankara) – Onlar faziletli insanlardır; faziletli
arkadaşlarımızı yaralamayın...
NEVFEL ŞAHİN (Çanakkale) – Bekleseydiniz biraz daha...
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Parayla mı aldınız?..
AGÂH OKTAY GÜNER (Ankara) – Aynı soruyu size de soralım...
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Parayla mı aldınız?..
BÜLENT H. TANLA (İstanbul) – Aynı sorulara siz de cevap verin.
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Parayla mı aldınız?..
İçinden çıkılsın çıkılmasın,
yapılan iş yanlıştır, oynanan oyun bellidir.
Bakın, öylesine oyunların içerisine girdiniz ki, şahit
olduğum olayları zikretmekten kesinlikle çekinmeden bazı
hususları burada aydınlatmakta, vatandaşlarımızın
malumatına sunmakta yarar var. Refah Partisiyle protokol imzalamak için
hazırlandık; saat 16.00’da protokol imzalamak üzere gidiyoruz; o
anda, Sayın Mesut Yılmaz’ın yakın bir arkadaşı ve
sizin içinizde milletvekili ve eski bir bakan, Grubu telefonla ısrarla
arıyor ve diyor ki “Refah Partisiyle kurmaktan vazgeçin, bizimle kurun
-bakın size şahitlerini de söyleyeceğim- biz her şeye
hazırız. Hatta, sizin Sayın Genel Başkanın
yanında, yani, Sayın Mesut Yılmaz’ın yanında görmekten
hoşlanmadığınız, bizim de zaten kendilerinden nefret
ettiğimiz, hoşlanmadığımız
arkadaşlarımız yanlarından
uzaklaştırılacaktır. Bunu taahhüt ediyoruz ve bu
arkadaşlarımızın olmadığı yeni bir çehreyle,
sizinle koalisyon yapmak istiyoruz” Bu, saat 16.00’da yapılmış
bir telefon görüşmesidir. Sadece bir kişiyle de değil... Şu
anda aranızda bulunan Sayın Gaydalı bunun şahididir. O da,
bizim Grubumuzda, bizimle beraber oturuyordu; zannediyorum, bakan
olacağım ümidindeydi. Partide bulunma sebebi o olsa gerek; ama, bakan
olamayınca, ertesi gün sizin aranıza geldi...
MEHMET CAVİT KAVAK (İstanbul) – Sağduyulu bir o
davranmış...
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – O arkadaşımız da
şahididir telefonun...
MEHMET CAVİT KAVAK (İstanbul) – Sayın Gaydalı burada
yok...
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Oradan kalktık, Refah Partisine
gittik... “Bu, artık olacak bir şey değil;
karşılıklı, belirli bir noktaya gelinmiştir, ülkenin
hükümete ihtiyacı vardır, bu hükümet Refah Partisiyle kurulacak
noktadadır” dedik ve Refah Partisine geldik. Refah Partisine
geldiğimiz anda, şu anda yine bakan olan bir
arkadaşımız -benim de samimî bir arkadaşım- hemen beni
kucakladı, dedi ki “yahu, bu Mesut Yılmaz ne kadar enteresan bir
insan?!.” Dedim ki “niye öyle diyorsun?” O da “şimdi bize telefon açtırdı
ve ‘Doğru Yol Partisiyle kurmaktan vazgeçin, biz hazırız, biz
kurmak istiyoruz’ “ dedi. (ANAP sıralarından “Yalan” sesleri)
Şimdi, olayın tanıkları buradadır.
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Hayal âleminde yaşıyorsunuz...
MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Pazarlık için
yapmıştır... Bırakın bu konuşmaları...
AHMET KABİL (Rize) – “Laik cumhuriyeti koltuğa satmayın”
demediniz mi?!.
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Bakın, böylesine, hükümet
kurulması çalışmalarına çomak sokmaya çalışan...
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Mübarek olsun... Mübarek...
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – ...ve “benim için iktidarda olmak her
şeyin önünde gelir” diyen Sayın Yılmaz...
MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Öyle olsaydı
bırakmazdınız...
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – ...bu koalisyonun yapılması
konusunda da belli bir noktaya geldikten sonra, yine, her zamanki karakterini
ortaya koymuş ve bu işi bozmak konusunda önemli bir girişimde
bulunmuştur. Bunu neden söylüyorum:
Değerli arkadaşlarım, bakın, bu Hükümetin
kurulması kendiliğinden olmamıştır. Her şey,
herkesin gözü önünde, yüce milletimizin gözü önünde cereyan etmiştir.
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Doğru...
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – 24 Aralık 1995 seçimlerinden önce,
bütün siyasî partiler, programlarını ve yapacaklarını
ortaya koydular -bunlardan bir tanesi Doğru Yol Partisi, bir tanesi
Anavatan Partisi, bir tanesi Refah Partisi ve diğer partiler- herkes seçim
meydanlarında şunları söyledi: “Ben, en iyisiyim, ülke
meselelerini ben çözerim, diğer siyasî partiler bu işi benim kadar
yapamaz, onlara rey vermeyin, onlara rey verirseniz ülkeyi iyiye götüremezler”
Bunlar, söylenen laflardır, söylenmemesi de zaten mümkün
değildir, işin tabiatında vardır, bunlar söylenir. Bunlar
söylendi, herkes, ne yapacağını söyledikten sonra seçim
sonuçları alındı. Seçim sonuçları kimseyi tek
başına iktidar yapmadı, yapmadıktan sonra, işte
görüşmeler başladı.
Biz, yine, o seçim meydanlarında söylediğimiz “Refah
Partisiyle iktidar olmak istemiyoruz” sözümüzü tekrarladık ve “Refah
Partisiyle iktidar olmayacağız” dedik. Seçim sonuçlarından sonra
ilk beyanatımız da bu oldu. Ancak, yine, Sayın Yılmaz,
bizim, Refah Partisiyle iktidar olmayacağımız sözünü kendine
mesnet ederek ve bunu da bir siyasî fırsat kabul ederek Refah Partisiyle
görüşmelere başladı, iş, belirli bir noktaya kadar geldi;
ama, kamuoyunun baskısı ve çok aşırı bir direnç karşısında
döndü “beraber olalım” dedi ve Doğru Yol Partisi ile Anavatan Partisi
arasındaki Koalisyon Hükümeti...
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Siz dediniz, siz söylediniz...
İBRAHİM YAZICI (Bursa) – Siz dediniz, siz...
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Biz de söyledik, siz de söylediniz ve
size de söylediler.
Bu koalisyon görüşmeleri başladı. Görüşüldü,
konuşuldu, anlaşıldı...
AHMET KABİL (Rize) – Refah Partisini karanlık görüyordunuz.
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Her şey iyi niyetle
başladı.
Bakın, bazı şeyleri, pazartesi gecesi, burada, Koalisyon
Hükümeti güvenoyu aldıktan sonra, çok daha iyi idrak etmeye
başlayacaksınız. Hele, salı sabahı, belki
birçoğunuz, Anavatan Partisi içerisindeki birçok milletvekili, Sayın
Yılmaz’ın yakasına yapışıp “ne yaptık biz”
diye de soracaklar. (RP sıralarından alkışlar)
Şimdi, bu üç ay içerisinde, biz beklerdik ki -hep öyle söylenir- bu
iki merkez sağ parti... Halbuki, ikimiz arasında önemli
farklılıklar var; bir defa, biz, geldiğimiz yerin neresi
olduğunu, dayandığımız yerin neresi olduğunu çok
açık söylüyoruz. Bizi millet kurdu, Doğru Yol Partisini kuran
millettir, Doğru Yol Partisinin gerçek sahibi millettir; çünkü, Adalet
Partisinin gerçek sahibi millet, Demokrat Partinin gerçek sahibi millet...
AHMET KABİL (Rize) – Sizin dayandığınız yer
İstanbul Bankası...
ERTUĞRUL ERYILMAZ (Sakarya) – Ya diğerleri...
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Anavatan’ın sahibinin ne
olduğu, geçmişte nasıl kurulduğu, nasıl meydana
çıktığı ortadadır. Şimdi... (ANAP
sıralarından gürültüler)
AHMET KABİL (Rize) – Sizin dayandığınız yer
İstanbul Bankasıdır...
BAŞKAN – Sayın Ataç, bir dakikanızı rica ediyorum.
Sayın milletvekilleri, her sayın grubun sözcüsü, burada,
fikirlerini ifade ediyor. Eğer, biz, yeni bir usul ihdas eder, hatibin
sözünü duyurmamak için çabaya girersek, bilesiniz ki “mendakka dukka” yöntemi
vardır; yani, çalarsanız kapısını çalarlar
kapınızı, sözcünüzün sesinin ulaşmaması için
diğer gruplar da çabaya girer. Onun için, rica ediyorum... Sükunetle
dinleyelim. Tabiî, grup sözcüleriniz gereken cevabı verecektir herhalde.
Buyurun.
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Tabiî, benden sonra, Anavatan Partisi
Grubu adına konuşulacak. Söylediklerimize cevap verme hakları
var. Ancak, Anavatan Partisinin telaşını, Anavatan Partili
milletvekili arkadaşlarımızın telaşını anlıyoruz.
Onu -tekrar ediyorum- salı sabahı hep beraber bir daha
göreceğiz.
AGÂH OKTAY GÜNER (Ankara) – Hiç telaşı yok...
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Şimdi, böylesine bir Hükümet,
beklenirdi ki, ülkenin çok önemli meselelerini çözsün ve bu Hükümetin kurulmasında,
Doğru Yol Partisinin hangi fedakârlıklarda bulunduğu ve nelere
razı olduğu da herkes tarafından biliniyor.
Üçüncü parti olmasına rağmen, Başbakanlık,
Sayın Yılmaz’ın; üçüncü parti olmasına rağmen, Meclis
Başkanlığı, Anavatan Partisinin...
MEHMET CAVİT KAVAK (İstanbul) – İkinci parti...
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Bakanlıkları nasıl
paylaşalım; nasıl istiyorsanız, sizin istediğiniz gibi
olsun; yani, bu ülke hükümetsiz kalmasın... Bu ülkenin
insanlarının çok önemli meseleleri var, bunları çözebilecek olan,
güçlü, kararlı bir iktidar iş başında olsun. Bu gayretle,
Hükümet, büyük bir fedakârlıkla kuruldu.
Biz beklerdik ki, Sayın Yılmaz -hele, bu iki merkez
sağdaki partinin birleşmesi de gündemde olduğuna göre- öylesine
güzel bir idare tarzı göstersin ki, memleket meselelerine vukufiyyetini
öylesine ortaya koysun ki, öyle bir gayret içerisinde olsun ki, Doğru Yol
Partisinin taraftarları bile, Sayın Mesut Yılmaz’ın bu
başarılarını takdirle karşılasın; desinler
ki, Sayın Mesut Yılmaz, ülkeyi iyi yönetiyor, ülkeyi yönetmekte
fevkalade başarılı, bizim tanıdığımız
Yılmaz değilmiş, bu iki partinin birleşmesi için hiçbir
engel yok, dolayısıyla, birlikte olabiliriz. Partinin genel
başkanı o olur bu olur; ona, partinin yetkili kurulları,
kongreleri karar verir ve birleşme sürecine girilmiş olurdu.
Onun yerine, Sayın Yılmaz, bir kere daha -geçmişte de
bunu gösterdiği için bir kere daha- 3 ilâ 3,5 ay içerisinde, bu yükten nasıl kaçabilirimin
yollarını aramaya başladı. (DYP sıralarından
alkışlar)
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Allah’tan kork... Yalan söyleme... Bu kadar
da olur mu?..
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Kabiliyeti o kadar...
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – O kabiliyet, sizin kabiliyetiniz.
AHMET KABİL (Rize) – Gensoruyu siz getirdiniz.
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Kabiliyeti o kadar...
Elinde 290 milletvekili varken de yaptığı o; koalisyon
iktidarı olduğu zaman da yaptığı o... 290 milletvekili
varken, 3 ayda bırakıp gitti. Şu anda sizin aranızda olan,
bizim arkadaşımız, Doğru Yol Partisinden milletvekili...
İBRAHİM YAZICI (Bursa) – Hangisi?..
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Şimdi, sizin aranızda, bizim
bir arkadaşımız...
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Siz de geleceksiniz.
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Isparta, Bursa ve Antalya’dan
milletvekili oldu. O
arkadaşımız...
BAŞKAN – Sayın Ataç, sürenizi, bu suretle ortaklı
kullanmış oluyorsunuz; tek başınıza kullanmayı
deneseniz!..
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Bu arkadaşımız, bizim
saflarımızda otururken, Sayın Yılmaz mikrofona
geldiğinde -gür de bir sesi var- bağırırdı
“yazlık başbakan” diye. Sonra, yazlık başbakan
olduğunu bile bile, yazlık başbakanla beraber oldu ve mevsimlik
başbakan üç ayı geçti mi -üç aydan fazla yok- eli ayağı
dolaşıyor, bildiklerini unutuyor, yapacağını
şaşırıyor, bir an evvel bu işi bırakıp
kaçmanın yollarını arıyor... (DYP sıralarından
alkışlar)
MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Ama, hiç şaibeli
başbakan olmadı!
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Siz de geleceksiniz...
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Şaibeli başbakan oldu mu,
olmadı mı; mademki soruyorsunuz, cevap vereyim: Şu anda,
Sayın Mesut Yılmaz hakkında soruşturma önergesi yok mu, bu
Meclisin kabul ettiği; siz, soruşturma önergelerine dayanmıyor
musunuz?.. (ANAP sıralarından gürültüler)
MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Geç onları geç.
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Bir dakika, dur... Siz, soruşturma
önergelerine dayanmıyor musunuz?..
BAŞKAN – Sayın Ataç, rica ediyorum...
Sayın milletvekilleri, Sayın Ataç, rica ediyorum...
Siz konuşmalarınıza devam edin, bırakınız,
Meclisi biz yönetelim efendim.
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Anavatan Partisi, şaibeli
başbakan yok dediği için cevap vermek durumundayım.
Soruşturma önergelerine dayanarak diyorlar ki, sizin Sayın
Genel Başkanınız hakkında soruşturma önergesi var.
Sanki Mesut Yılmaz hakkında soruşturma önergesi yok!
Soruşturma önergesi de kabul edildi; Civan Olayı mahkemeyle sabit ve
Anavatan Sözcüsü burada konuşurken -çok net hatırlıyorum-
dediği şey şuydu: “Biz, Civan’ı görevden alacaktık;
ama, vaktimiz yetmedi.”
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Dört senedir neredeydiniz?..
AHMET KABİL (Rize) – Onun arkasında İstanbul Bankası
yoktu.
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Şu anda, yetkisiz hükümetken; yani,
istifa ettikten sonra bile, yüzlerce genel müdürü, yüzlerce devlet memurunu
görevden aldınız; ama, Civan’ı görevden alamadınız.
Neden almadınız; çünkü, bağlantınız vardı; çünkü,
onunla işbirliği içerisindeydiniz. (DYP sıralarından
alkışlar, ANAP sıralarından gürültüler)
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Civan Olayı yeni mi aklınıza
geldi?
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Ve Sayın Civan’a sıkılan
kurşun, mafya kurşunu, aslında size sıkılan bir
kurşundur ve Civan’dan akan kan, sizin yüzünüze, elbisenize, elinize
bulaşmıştır; o kanı temizlemeden tekrar buraya gelip
“biz temiziz” iddiasında bulunamazsınız. (DYP
sıralarından alkışlar)
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Siz kendi hesabınızı verin!
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – O kanı temizlemek
durumundasınız, elinize yüzünüze bulaşmış olan o
kanı temizlemek mecburiyetindesiniz...
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Dört senedir neredeydiniz?..
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Dört senedir, beş senedir...
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Örtülü ödeneğin de hesabını
ver, mal varlığının da hesabını ver.
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Örtülü ödenek... Örtülü ödeneğin ne
olduğunu...
Sayın Başkan, böyle konuşacaksak, olmaz;
arkadaşlarımızın susmasını lütfen temin edin.
BAŞKAN – Sayın Ataç, lütfen Hükümet Programı üzerinde
konuşur musunuz efendim... Diyaloğa girmeyin efendim... Lütfen
diyaloğa girmeyin... Siz, Sayın Genel Kurula söyleyeceklerinizi ifade
buyurun.
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Hükümet Programını çok
yakından ilgilendirdiği için bunları söylüyorum; çünkü, Hükümet
Programını eleştirmiyorlar, “bu Hükümetin oluşmasına
bir şey demiyoruz; ancak, anlaşma yaptınız, bazı
meseleleri örtmek için yaptınız” diyorlar. Böyle bir şey yok.
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Ahlakî zaafı olan bir hükümet.
AHMET KABİL (Rize) – Selçuk Parsadan’a niye verdiniz?..
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Kahve kültürüyle konuşma!
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Bakın, örtülü ödenek konusunda, ben
de şimdi buradan soruyorum; Sayın Yılmaz, örtülü ödenekten 1
trilyon liraya yakın para harcamıştır, benim bilgilerime
göre, bulgularıma göre, dedikoduya göre. Kulislerde konuşuluyor. 1
trilyon liraya yakın para harcamıştır ve bu harcadığı
paranın büyük bir kısmını yakın mesai
arkadaşlarına vermiştir ve bir kısmını da
kardeşine aktarmıştır.
ALİ KEMAL BAŞARAN (Trabzon) – Gerçeklerle konuş,
gerçeklerle.
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Çiller’in mal
varlığının hesabını verin!
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Hayır, böyle değil mi?.. Böyle
yapmadı mı?.. (ANAP sıralarından gürültüler)
Gelip, nereye verdiğini anlatsın, gelip nerelere
verdiğini söylesin burada. (DYP sıralarından alkışlar)
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Dosyaları örtbas etmek üzere hükümet
kuruyorsunuz...
MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Erbakan Hocaya sor
bakalım!
METE BÜLGÜN (Çankırı) –
Ayıp, ayıp!
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Ayıp olan işte bu. Örtülü
ödeneği nereye verdin diye sorulmaz başbakana. Örtülü ödenek,
başbakanların namusuna tevdi edilmiştir ve başbakanlar, onu
kendilerine verilen görev doğrultusunda harcarlar. (ANP
sıralarından gürültüler)
AHMET KABİL (Rize) – Selçuk Parsadan’a soralım.
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Bakın...
METİN EMİROĞLU (Malatya) – Güzel güzel konuşun;
dedikodu yaparak konuşmayın!
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Dedikoduyu siz yapıyorsunuz, siz...
MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Sayın Başkan,
bu şekilde konuşmasına müsaade edemezsiniz.
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Bakın, Sayın Mesut
Yılmaz, örtülü ödenek konusunda büyük bir haksızlık
yapmıştır ve mert, delikanlı, her şeyi açıkça
söylemekten çekinmeyen edalar içerisinde siyaset yaptığını
iddia ederken, bir belgeyi, doğruluğu tartışılabilecek
bir belgeyi, kendisi, erkekçe ortaya
koyamamış ve götürüp, basın mensuplarına veya bir muhalefet
partisinin milletvekillerine vererek “bunu ortaya çıkarın” diye
komplolara girmiştir. Yakışık almayanı, doğru
olmayanı budur.
Eğer bir şey varsa, bilinen bir şey varsa, doğruysa
ve belgeleri de varsa, onu ortaya çıkarmamak namertliktir.
AHMET KABİL (Rize) – Parsadan’a ödenen para belgeli...
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Onu ortaya çıkarıp
koyacaksınız ve böylesine yanlışlığın
peşinde olanlar varsa, o zaman, onları da eleştireceksiniz.
İşte, asıl dedikodu budur. Devlete dedikoduyu, devlete
haksız ithamı siz soktunuz; şimdi, bunun altında
eziliyorsunuz.
AHMET KABİL (Rize) – Parsadan’a kim para verdi?..
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, rica ediyorum; grup sözcünüz
konuşurken cevap verir.
AHMET KABİL (Rize) – Parsadan’a parayı kim verdi?..
BAŞKAN – Sayın Kabil, rica ediyorum efendim...
Sayın Ataç, devam edin efendim.
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Sayın Başkan, üsluba bak!..
Konuşması kahve dedikodusu.
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Sizin yaptığınız...
BAŞKAN – Sayın Ataç, siz konuşmanıza bakın
efendim.
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Değerli arkadaşlarım,
biraz sonra dinleyeceğiz; Sayın eski Başbakan gelecek, Anavatan
Partisi Grubunun görüşlerini ortaya koyacak; bakın, ne dedikodular
yapacak, göreceğiz hep beraber ve Türk Milleti de izleyecek.
İBRAHİM YAZICI (Bursa) – Doğruları söyleyecek...
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Hükümet Programıyla ilgili de
hiçbir şey söyleyeceğini zannetmiyorum; çünkü, Hükümet
Programıyla ilgili bir şey söyleyebilmek için, sepette pamuk
olması lazım. (ANAP sıralarından gürültüler)
AHMET KABİL (Rize) – Sen ne söyledin Hükümet Programı
hakkında?!
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Olsa, zaten kendisi yapması
lazım. (DYP sıralarından alkışlar)
Kendisi, işi beceremeyip, bırakıp gitme
alışkanlığından kurtulmalıdır.
METİN EMİROĞLU (Malatya) – Sayın Başkan, böyle
konuşma olmaz!..
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Hükümet Programında, geniş
halk kitleleriyle ilgili çok önemli kararlar var. Hükümet
Programının, köylüsüyle, işçisiyle, esnafıyla ve
dargelirlisiyle, bütün milletimizin, eksik olan ve ihtiyacı bulunan
konularda -büyük bir gayretle- çözüme yönelik olduğunu görmüş
olmaktan, Doğru Yol Partisi olarak memnuniyet duyuyoruz ve yine,
Doğru Yol Partisi Grubu olarak, Hükümetin, geniş halk kitlelerinin
beklentisi olan konularda yapacağı her türlü çalışmada, her
türlü gayreti, azamî özeni göstereceğimizi ifade ediyorum. Doğru Yol
Partisi Grubu, bu Hükümetin başarılı olabilmesi için, ülke
meselelerini çözmedeki gayretine katkıda bulunabilmek için, iç ve
dıştaki sorunları birlikte çözmede en büyük gayreti
gösterecektir.
Yüce Meclisin, altı yedi aydır -yasama, yürütme ve denetleme
görevi var- yasamayla ilgili, yaptığı ciddî hiç bir şey
yok. Çıkardığımız bir yasa var, zor bela.
METE BÜLGÜN (Çankırı) – Sayenizde...
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Denetlemeyi de dedikoduya çevirdik sizin
sayenizde ve denetlemeyi haksız isnatlar üzerine oturttuk. Bir siyasî
partinin genel başkanını yok etmeye, dolayısıyla o
siyasî partiyi yok etmeye yönelik bir denetim mekanizması haline
getirdiniz.
ALİ KEMAL BAŞARAN (Trabzon) – Kamuoyu yok etti...
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Bu Meclisin en önemli görevi, yürütmeyi
çıkarmaktır. İşte, Meclis, pazartesi günü, güçlü,
çoğunluğa dayalı bir yürütme organını, hükümeti
çıkaracaktır oylarıyla ve Yüce Milletimize, bu hükümet çok
hayırlı hizmetler yapacaktır; dileğimiz odur.
Çıkmazsa ne olur; diyelim ki güvenoyu çıkmadı; güvenoyu
çıkmadığı zaman, bana göre, erken seçime gidilecektir. Bu,
bir tehdit değil, ülkenin gideceği yol, budur. Demokrasinin kuralları var, Anayasada yerini
bulmuş; bu kurallar işleyecektir. Erken seçim herkes için geçerlidir.
AHMET KABİL (Rize) – Onu sen düşün.
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Erken seçim herkes için bir yoldur.
Buradan yeni bir tablo çıkabilir. Bu tablo tek başına iktidar
getirir mi getirmez mi, onu bilmem; ama, yeni bir tablo çıkabilir. Yeni
bir tablo çıkmayıp, buna benzeyen bir tablo da olabilir. Ancak, ben,
tabiî, seçim meydanlarında, özellikle Anavatan Partisinin ne
diyeceğini, diğer siyasî partilerin de ne diyeceğini merak
ediyorum.
NEJAT ARSEVEN (Ankara) – Gidince görürsün.
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Üçbuçuk ay iktidar olduk. Önümüzde süre
vardı; ama, ne yazık ki, bozduk; götüremedik. İlk defa bizim
zamanımızda -işin acı tarafı budur- ilk defa üç
aylık başbakanlığım zamanında, ne yapayım,
istemedim; ama, Ankara’nın meydanında, bir parti kongresinde Türk
Bayrağı yerlere indirildi, ne olur bana tekrar rey verin, ben
başbakan mı olayım diyeceksiniz?.. (DYP sıralarından
alkışlar, ANAP sıralarından gürültüler)
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Şimdi, bu oldu mu yani!..
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – İlk defa benim
başbakanlığım zamanında, İstanbul
Kadıköy’de, terör örgütleri sokağa hâkim oldu, benim
başbakanlığım zamanında, terör örgütleri istediği
sloganları attı mı diyeceksiniz?.. (ANAP sıralarından
gürültüler)
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Yani, bu konuşma sana
yakışıyor mu!..
METE BÜLGÜN (Çankırı) – Ayıp, ayıp!..
MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Bayrağı küçük
hesaplara alet etmeyin...
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Üç aylık süre içerisinde, yüzde
68’lere inmiş olan enflasyonu yüzde 83’lere çıkardım, üç ayda
bunu başardım mı diyeceksiniz?..
METE BÜLGÜN (Çankırı) – Sen yok muydun!..
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Ne diyeceksiniz?..
AHMET KABİL (Rize) – Rekor sizde, yüzde 160 enflasyonun sahibi
sizsiniz!
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Hükümetin yarısında biz
nasıl vardık; gördük. Bu Hükümetin niye yürümediğini
biliyorsunuz. Yaptığımız koolisyon protololüne sadık
kalmadınız ve koolisyon protokolünde, bizim tarafımızdan
yapılması, takip edilmesi gereken hususlarda bizi devre
dışı bırakarak kendi icraatınızı sergilemeye
kalktınız. Ben, size şu kadarını daha söyleyeyim; hiç,
erken seçimden ve erken seçimde başarıdan heveslenmeyin.
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – 2 Haziranda boyunuzun ölçüsünü
aldınız.
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Karadenizdeki o zeki ve vatanperver
insanlarımız bile, artık, kendi aralarında, birbirlerine
espri olarak diyorlar ki, ha bu Yılmaz üç aydan başka yapamayacak
mı?.. (DYP sıralarından gülüşmeler) Yani, bu işin,
sizin tarafınızdan üç aydan fazla yapılamayacağı,
götürülemeyeceği anlaşılmıştır.
AHMET KABİL (Rize) – O Yılmaz başka bir şey
yapacak...
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Telaşınızı
anlıyorum...
AHMET KABİL (Rize) – Başka bir şey yapacak, başka
bir şey...
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Anavatan Partisi, Refah Partisi ile
Doğru Yol Partisi tarafından kurulmuş olan bu Koolisyon
Hükümetinin başarısından korkuyor, bu Koolisyon Hükümetinin
ülkeyi iyi yönetmesinden korkuyor, sonlarının geldiğini hisseden
ve hani, mezarlığın yanından geçerken, korkan
insanların şarkı söylemesi gibi, son feryatlarını
yapıyor. (DYP sıralarından alkışlar, ANAP
sıralarından gürültüler)
O bakımdan...
ERKAN MUMCU (Isparta) – Kimin kimden korktuğunu bu millet çok iyi
biliyor. Korkunun ecele faydası yok.
ŞADAN TUZCU (İstanbul) – Yapacaklarını bir anlat
bakalım...
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Evet, onu sandıkta -eğer
sandık önümüze konursa- hep beraber yine göreceğiz.
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Göreceğiz!
MEHMET CAVİT KAVAK (İstanbul) – Yüzde 5’e düşersiniz.
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Şimdi, bakın, Sayın
Demirel, şu anda cumhurbaşkanı ve Sayın Demirel, 1975
yılında bir koolisyon kurdu, biliyorsunuz. Sayın Demirel’in
kurmuş olduğu o koolisyonda da, böyle, muhalefette olanlar, aynen
sizin dediklerinizi dediler kendisine; onun -zabıtlardan- verdiği
cevabın altına imzamı atıyorum.
Dediği şudur: “Şimdi, siyasetle
uğraşanların nelere katlanması lazım geldiğini
biliriz. Yalnız, hiç kimsenin başkasına hakaret etmesine,
tecavüz etmesine de mahal yoktur. Buraya gelip oturanların hiçbirisi,
partiler olarak veya kişiler olarak, herhangi bir partiden hüsnühal
kâğıdı alacak değildir ve böyle bir mecburiyet de yoktur.
Bugünkü eleştiriler, bugünkü ithamlar genellikle böyle bir koolisyonu
dağıtma gayesine matuftur, böyle bir koolisyonun güvenoyu
almamasını sağlama gayesine matuftur. Tamamen o istikamete
götürülmüştür mesele. Buna da diyeceğimiz bir şey yok; yani, bu
hedefe yönelmiş olmaya diyeceğimiz bir şey yok; ama, söylenen
şeylere diyeceklerimiz var. Koolisyon bir uzlaşmadır...”
ŞADAN TUZCU (İstanbul) – Koalisyon, koalisyon...
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – “Koolisyon partilerinin seçim öncesinde
birbiri hakkında neler söylediği, binaenaleyh, neler söylediğini
burada dile getirmekle kastedilen mana...”
ŞADAN TUZCU (İstanbul) – İki “o” ile değil
Sayın Ataç.
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – “...kastedilen maksat, varılmak
istenen yer; nasıl bir araya geldiniz; bunları birbirinize
söyledikten sonra ise, bu nispî temsilde koalisyonlar kaçınılmaz
olduğuna göre, seçime ittifak halinde girmemiş bulunan partilerin,
rey dağılması karşısında hiçbir zaman bir araya
gelememeleri gerekir; çünkü, siyasî partiler, ayrı hüviyeti haizdir.
Siyasî partiler, seçim öncesinde veya seçim sonrasında, memleket
meselelerini -görüş tarzları değişik olduğuna göre-
çeşitli şeyleri söylerler, birbirleri hakkında da söylerler.
Birbiriniz hakkında bunları söylediniz, nasıl bir araya geldiniz
diye, şayet bir araya gelmeme yargısı bundan çıkacaksa, o
zaman, ülke, bugünkü sistem içerisinde hükümet kuramaz...”
İHSAN ÇABUK (Ordu) – Sahi, niye bir araya geldiniz?..
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – “Bu, muhaldir; böyle olmaması
lazımdır, hükümet kurulabilmesi lazımdır. Partiler,
ayrı ayrı hükmî şahsiyeti haizdir; partilerin ayrı
ayrı programları vardır; ama, koolisyon olunca, partilerin,
programlarını, hükümet icraatında -hükümet icraatında,
parti faaliyetlerinde değil- bir kenara bırakıp,
uzlaşabildikleri bir program meydana çıkarmaları
lazımdır. Başka türlü koolisyon düşünülemez. Mademki,
Türkiye, koolisyonla idare edilme mecburiyetiyle karşı
karşıyadır, o takdirde, birden fazla partinin bir araya gelmesi
gerekecektir...”
ŞADAN TUZCU (İstanbul) – Başından itibaren
okusaydın bari!..
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – “Birbirleri aleyhine birtakım
şeyler söylediler diye bir araya gelememek gibi bir kaide çıkarmaya
kalkmak, fevkalade yanlıştır.”
Bu, koolisyon hükümetleri kurulurken...
ŞADAN TUZCU (İstanbul) – Koalisyon... Koalisyon...
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – ... her zaman, işte,
tarafların bulunduğu yere göre değişen söylemlerdir ve ben,
bunun altına imzamı atarım derken, çok açık bir
şekilde söylüyorum ki, Doğru Yol Partisi ile Refah Partisi
arasında kurulmuş olan bu Hükümet, iyi niyete dayalıdır,
samimiyete dayalıdır, herhangi bir art niyeti yoktur; ülke
meselelerini çözmede, ülkenin bugüne kadar içinde bulunduğu konuları
aşmada kararlılıkla hareket edecektir.
MEHMET CAVİT KAVAK (İstanbul) – İnşallah (!..)
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Şuna inanıyoruz: İki
insan samimiyetle ortak olursa, ona yardımcı olan Allah olur...
ERKAN MUMCU (Isparta) – İki gönül bir olunca samanlık seyran
olur!
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – ... üçüncü ortak Allah olur. (DYP ve RP
sıralarından alkışlar) Ülkemizin önemli meselelerini
çözmede, bu Koalisyon Hükümetinin ortaya koyduğu programlar
kararlılıkla uygulanacaktır ve görülecektir ki, Anavatan
Partisinin, daha önce yapılmış olan koolisyonu bozmadaki
haksızlığı bir kere daha ortaya çıkmış
olacaktır. (ANAP sıralarından “koalisyon” sesleri)
BAŞKAN – Değerli arkadaşlarım, yani, mutlaka,
sataşmak için bir şeyi icat etmek mecburiyetinde miyiz?..
AGÂH OKTAY GÜNER (Ankara) – İhtiyaç bırakmıyorlar
zaten...
BAŞKAN – Efendim, siz, Fransız kelimesini Türkün önüne
korsanız, eğri büğrü cümle çıkar. (ANAP
sıralarından alkışlar)
Buyurun efendim.
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Bu Hükümetin önünde önemli meseleler
var.
BAŞKAN – Yani, makalatı hurufa uymuyor; ne yapayım...
HASAN GÜLAY (Manisa) – Sayın Başkan, bilmiyorsa,
kullanmasın...
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Adalet reformu, sağlık reformu
ve millî eğitim reformu, bu Hükümet tarafından
gerçekleştirilecektir. Sosyal güvenlik kurumlarının -ki, sosyal
güvenlik kurumları fevkalade sıkıntılı haldedir;
bugün, sosyal güvenlik kurumlarında, Hazine, artık bu yükü
kaldıramayacak noktalara doğru gitmektedir- bugün için -1996
yılında- 200 trilyonluk ek yardıma ihtiyacı bulunan sosyal
güvenlik kurumlarının, önümüzdeki yıllarda, 600 trilyonluk, 700
trilyonluk, 800 trilyonluk ek yardıma ihtiyacı olabilecektir.
İşte, sosyal güvenlik kurumlarının birleştirilmesi ve
bu konuda büyük beklenti içerisinde olan halkımızın bu
beklentisinin giderilmesi de, bu
Hükümetimiz sayesinde gerçekleştirilecektir.
Özellikle, merkezî hükümete bağımlılık, yine bu
Hükümet tarafından ortadan kaldırılarak yerel yönetimler
güçlenderilecek ve bunun için gerekli yasal düzenlemeler süratle
çıkarılacaktır; yani, Meclis, aslî görevini ifa eder hale
gelecektir ve yapılması gereken, çıkarılması gereken
yasalar süratle çıkarılmaya çalışılacaktır.
Din ve vicdan hürriyeti, teşebbüs hürriyeti, düşünce
hürriyeti, Doğru Yol Partisinin -Demokrat Partiden ve Adalet Partisinden
bugüne kadar- ısrarla savunduğu ve vazgeçemediği hürriyetlerdir.
(DYP sıralarından alkışlar) Bu hürriyetlerin en iyi
şekilde kullanılması konusunda azamî gayret gösterilecektir ve
yine, bu Hükümet sayesinde, toplumdaki sosyal barış tesis
edilecektir. Bugüne kadar, sanki, bu ülkenin insanları arasında,
inançlarından dolayı ayrılık varmış gibi
gösterilme gayretleri sona erecek ve toplumun huzur ve barışı
sağlanmış olacaktır.
Nitekim, Doğru Yol Partisinin, 1991-1995 yılları
arasında SHP ile yapmış olduğu koalisyon hükümetlerinden
ülkemiz insanları kazanmış ve merkez sol bir parti ile merkez
sağ bir partinin 1991-1995 yılları arasında
yaptıkları bu koalisyon, ülkemizin bu kanatları arasındaki
düşmanlığı ortadan kaldırmış, 24 Aralık
1995 seçimleri, hiçbir şahsın burnu kanamadan
gerçekleştirilmiştir. Bu, çok önemli bir gelişmedir ve 2000’li
yıllara hazırlanan Türkiye Cumhuriyetinin, böylesi bir sosyal
barışa, böylesi bir beraberliğe, sulha ve anlayışa
ihtiyacı vardır; bu Hükümet, bu sulhü ve beraberliği de
gerçekleştirecektir. Her zaman söylüyoruz, 2000’li yıllar, samimî
olunduğu takdirde, iyi bir gayret içerisinde olunduğu takdirde,
ülkemizin olacaktır. Türkiye Cumhuriyeti devleti güçlüdür, ülkemizin
insanları fevkalade iyi yetişmiştir -gençlerimiz var,
kadınlarımız var- dünyaya açılmaya hazırdırlar;
fevkalade iyi yetişen bu gençlerimiz, Türkiye’nin dünyadaki gerçek yerini
almasında önemli katkılarda bulunacaklardır. 2000’li
yıllar, altyapı kaynaklarıyla, bugüne kadar yapılan
hizmetlerle ve bundan sonra tesis edilecek sosyal barışla Türkiye’nin
olacaktır.
Bu duygularla, bu Hükümetin, ülkemize, milletimize hayırlı,
uğurlu olmasını Cenabı Allah’tan diliyorum ve Doğru
Yol Partisi olarak, ülke yararına gördüğümüz ve ülkenin önündeki
engelleri aşabilmeye katkıları olacağına
inandığımız bu Koalisyon Hükümetine “evet” oyu
vereceğimizi Yüce Milletimizin huzurunda bir kere daha tekrar ediyor ve
hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DYP ve RP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Ataç, teşekkür ediyorum.
İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – Sayın Başkanım...
BAŞKAN – Buyurun efendim.
İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – Sayın hatip,
konuşmasında, ismimi zikretmeden, Isparta, Bursa ve şimdi de
Antalya milletvekili...
Müsaade eder misiniz!..
BAŞKAN – Dinliyorum efendim, ben, sizi dinliyorum.
İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – Hayır, dinlemenizdeki
adabın suratınız tarafından bana intikalinde,
dinlemediğiniz...
BAŞKAN – Efendim, makyaj yaptıracak halim yok ki benim burada.
İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – Estağfurullah, makyaj
yapın demiyorum.
BAŞKAN – Buyurun.
İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – Şahsıma, oy
aldığım vilayetlere hakaretamiz kabul ediyorum bu sözü.
BAŞKAN – Evet...
İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – Ve sizden konuşma rica
ediyorum.
BAŞKAN – Efendim, 69 uncu maddeyi bir kere daha okursanız,
orada “şahsına sataşılan” tabiri kullanılır.
Şahıstan maksat, isimlendirmektir; aidiyet veya matufiyet,
sataşma sebebi değildir.
Buyurun efendim.
İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – Bir dakika!..
BAŞKAN – Sayın Genç...
İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – Bir dakika Sayın
Başkan!..
Sayın Başkan, bahsedilen kişi benim...
BAŞKAN – Efendim, adınız geçti mi zabıtlarda?
İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – Bursa, Isparta ve Antalya
milletvekili olan, bu Parlamentoda, tek benim...
BAŞKAN – Efendim, rica ediyorum... Efendim, rica ediyorum...
İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – Bu kürsü herkese açık bir
kürsü!
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Sayın Başkan, biraz önce,
Refah Partili Sayın Bakana, adı geçmediği halde söz verdiniz. Bu
konuşmacı, açıkça arkadaşımızı işaret
etmiştir.
BAŞKAN – Sayın milletvekili, siz hangi sıfatla...
Arkadaşımızın ifade kabiliyeti var, gücü var... Efendim,
sizin...
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Siz, hâlâ, bir partinin grup
başkanvekilini öğrenemediyseniz, benim size söyleyecek bir sözüm yok!
BAŞKAN – Efendim, müsaade buyurun... Müsaade buyurun efendim.
Sayın milletvekili, ne arzu ediyor, ne istiyorsa, kendisi ifade
kabiliyetini haizdir; kendisi de ifade etti zaten. Ben de kendilerine gerekli
cevabı verdim.
Şahsınızdan söz edilmediği için, size söz verme
imkânım yok.
Sayın Genç...
İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – Sayın Başkanım,
Şevket Beye de, ismi olmadığı halde söz verdiniz burada.
BAŞKAN – Zabıtları getirttim Sayın Genç; isminizden
bahsedilmediği için, size de söz verme imkânım yok; teşekkür
ediyorum. (ANAP sıralarından sıra kapaklarına vurmalar,
gürültüler)
Sayın milletvekilleri, saat 20.00’de yeniden toplanmak üzere,
birleşime ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 19.25
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 20.00
BAŞKAN: Başkanvekili Yasin
HATİBOĞLU
KÂTİP ÜYELER: Ünal YAŞAR
(Gaziantep), Salih KAPUSUZ (Kayseri)
BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 72 nci Birleşiminin
İkinci Oturumunu açıyorum.
II. – HÜKÜMET PROGRAMI (Devam)
1. – Başbakan Necmettin Erbakan
tarafından kurulan Bakanlar Kurulu programının görüşülmesi
(Devam)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Prof. Dr. Necmettin Erbakan
Başkanlığında kurulan Hükümetin Programı üzerindeki
çalışmalara kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Şimdi, grupları adına söz sırası, Anavatan
Partisi Grup Başkanı Sayın Mesut Yılmaz'da.
Buyurun. (ANAP sıralarından "Bravo" sesleri, ayakta
alkışlar)
Sayın Yılmaz, süreyi tek başınıza
kullanacağınızı düşünüyorum, sormayı da zait
görüyorum; öyle yapacaksınız herhalde?
A. MESUT YILMAZ (Rize) – Evet Sayın Başkan.
BAŞKAN – Buyurun.
REFİK ARAS (İstanbul) – Hükümet nerede?..
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Sayın Profesör, yeni
doktora almaya mı gitti?!
ANAP GRUBU ADINA A. MESUT YILMAZ (Rize) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Yüce Heyetinizi ve ekranları
başında Hükümet Programı üzerindeki bu görüşmeleri izleyen
bütün vatandaşlarımızı, Anavatan Partisi Grubu adına
saygıyla selamlıyorum. (ANAP sıralarından
alkışlar)
Aslında, bu Heyetin en bariz özelliği, milletin vekili
olmasıdır. Milletvekilleri, adı üzerinde, milletin vekilidirler.
Sanıyorum bugün geldiğimiz noktada, milletimizin niye bize vekâlet
verdiğini, niçin bizi buraya gönderdiğini, neleri yapmamız,
neleri yapmamamız için bize yetki verdiğini değerlendirmek
durumundayız. Sadece değerlendirmek de yetmez, bu vekâletin
gerektirdiği sorumluluğu, iliklerimize kadar hissetmemiz gereken bir
günü yaşıyoruz. (ANAP sıralarından "Bravo"
sesleri, alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, milletvekili
sıfatını taşıdığımız her an duymak
zorunda olduğumuz bu sorumluluk duygusunu, bugün bir kat daha
artıran, daha önemli kılan, daha gerekli kılan önemli bir
gelişmeyle karşı karşıyayız. Hemen
başında ifade edeyim ki, bizim, Hükümet Programı üzerindeki bu
görüşmelerdeki bakış açımız, yani, bizim, bugünkü
Meclisin gündemine bakış açımız, sıradan bir hükümet
programının görüşülmesinin ötesindedir. Zira, bugün
programı müzakere edilmekte olan Hükümet ve o Hükümetin bu Programı,
fevkalade şartların ürettiği bir Hükümet ve Hükümet
Programıdır. İşte, bizim bugün asıl
tartışmak durumunda olduğumuz, bence bu fevkaladeliktir. Dikkat
ediyor musunuz, sabahtan beri, Meclis açıldığından beri
konuşan değerli hatiplerin hiçbiri, bu programın içerisinde
neler yazdığı üzerinde durmadı. Asıl üzerinde durulan
husus, bu Hükümetin nasıl bir temel üzerinde kurulduğudur. Asıl
fevkaladelik budur.
Değerli arkadaşlarım, 53 üncü Hükümeti yıkan
sebepler nelerse, benim, fevkaladelikten kastettiğim de budur. Zira, 53
üncü Hükümetin yıkılma sebepleri, aynı zamanda, 54 üncü
Hükümetin de kurulma sebepleridir. (ANAP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar)
Öyleyse, 53 üncü Hükümetin niye
yıkıldığını bütün milletvekili
arkadaşlarımın bilmesi lazım, bilen arkadaşlarımın
yeniden hatırlaması lazım. Hem milletimizin hem de milletimizin
vekillerinin, 53 üncü Hükümetin yıkılma sebeplerini bütün
açıklığıyla öğrenmelerinde, bence, büyük yarar var.
Bugünkü görüşmelerin belki de en önemli noktası budur.
Aziz milletimiz ve onun değerli vekilleri bilmelidirler ki, 53 üncü
Hükümetin, yani, kamuoyundaki ismiyle ANAYOL Koalisyonunun bitiş sebebi,
ne koalisyondaki uyumsuzluktur ne protokole uymamaktır ne şu krizdir
ne bu krizdir, ne icraatsızlıktır ne de herhangi başka bir
sebeptir. Değerli arkadaşlarım, 53 üncü Hükümetin son
bulmasının bir tek nedeni vardır ve maalesef, o neden, benimle
yakın ilişkilidir. 53 üncü Hükümetin son bulmasının nedeni,
bu Meclisin başlattığı ve benim de idarede
başlattığım yolsuzluk soruşturmalarıdır. (ANAP
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Evet,
itiraf ediyorum, 53 üncü Hükümetin bitmesinde benim önemli dahlim var, benim
dahlim var; çünkü, ben, 53 üncü Hükümetin Başbakanı olarak milletten
temsil yetkisi isterken, onun hak ve çıkarlarının üzerinde hiçbir
hak ve çıkar tanımayacağımı taahhüt etmiş ve bu
kürsüden de Yüce Meclisin, 65 milyon vatandaşımın, tarihin ve
tabiî ki, Allah'ın huzurunda yemin etmiş bir milletvekili olarak,
Rize Milletvekili Ahmet Mesut Yılmaz olarak, yetimin hakkını
kimseye yedirmeme konusundaki kararlılığımı sonuna
kadar muhafaza ettim. (ANAP sıralarından "Bravo" sesleri,
alkışlar)
Şimdi, bazı aklı evveller çıkıyorlar, hem bu
kürsüye çıkıyorlar hem gazetelerin manşetlerine
çıkıyorlar, bana akıl veriyorlar "efendim, sırası
mıydı şimdi Hükümeti bozmanın, yolsuzluklarla
uğraşmanın; hiç olmazsa Başbakanlık döneminin sonuna
kadar bekleyemez miydin; böyle geçimsiz Başbakanlık olur mu..."
Bakın, ben, üç aydan beri, hiç kamuoyuna aldırmıyorum;
hiç o köşe yazarlarına falan -patronlarına yaranmak için belli
kişilere methiyeler düzen o köşe yazarlarına- hiç cevap
vermiyorum; ama, bugün milletin önünde konuşuyorum, milletin kürsüsünden
konuşuyorum.
Şimdi, herkese söylüyorum: O bana akıl verenler,
akıllarını kendilerine saklasınlar. Türkiye'de siyasetin bu
kadar yozlaşıp kokuşmasının asıl sebebi,
hırsız, uğursuz takımının
cüretkârlığı yanında, devleti yönetenlerin, bu olan biten
hırsızlıklara, yolsuzluklara kayıtsız
kalmasıdır, seyirci kalmasıdır; daha da ileriye gidiyorum,
bazen ortak olmasıdır. (ANAP sıralarından "Bravo"
sesleri, alkışlar)
Değerli milletvekilleri, bu ülkeyi yönetmek için milletten yetki
almış hiç kimsenin, hiçbirinizin, yolsuzluk ve suiistimallerin
üzerine gitmeyi, belli bir stratejiye, belli bir takvime bağlamaya
hakkınız ve yetkiniz yoktur; hiç kimsenin buna hakkı yoktur.
Eğer, 54 üncü Hükümeti kuranlar, kafalarında böyle bir plan
kuruyorlarsa, unutmasınlar ki, tarih önünde bu suç
ortaklığından kurtulamazlar.
AHMET BİLGİÇ (Balıkesir) – Civangate olayı ne oldu?
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Zira, hepimiz biliyoruz ki, geciken adalet,
artık, adalet olmaktan çıkmıştır.
AHMET BİLGİÇ (Balıkesir) – Civangate'ten bahset.
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Laf atma... Laf atma... Dinle... Dinle...
NABİ POYRAZ (Ordu) – Otur yerine!.. Otur!..
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, sükûnetinizi rica ediyorum.
Sayın Yılmaz, siz buyurun efendim.
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, değerli arkadaşlarım,
şimdi, bu Hükümete sesleniyorum; bir ortağı eksik olan bu
Hükümete sesleniyorum: Bakın, Bakanlar Kurulu sıralarında bir
tane Doğru Yol Partili bakan yok; ben mi yanlış görüyorum?! Bir
tane Doğru Yol Partili bakan yok!
NABİ POYRAZ (Ordu) – Utanıyorlar...
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Allah, hiç kimseyi, ortağı olduğu,
hatta, Başbakan Yardımcısı olduğu Koalisyonda, Hükümet
Programının görüşülmesinde, Hükümet Programının
okunmasında, hükümet sıralarında oturma utanmasına
düşürmesin. (ANAP sıralarından "Bravo" sesleri,
alkışlar)
Sayın Hükümet, siz, şimdi, bu yolsuzluklar konusunda...
(Orman Bakanı Mehmet Halit Dağlı ile Millî Eğitim
Bakanı Mehmet Sağlam, Bakanlar Kurulu sıralarındaki
yerlerini aldılar; ANAP sıralarından "Bravo" sesleri,
alkışlar!.. )
Allah, Türkiye'de hiçbir Bakana, Genel Başkanının
oturmaktan utandığı bir Hükümetin içerisinde oturmayı nasip
etmesin. (ANAP sıralarından "Bravo" sesleri,
alkışlar)
Değerli milletvekilleri, Hükümete sesleniyorum, Hükümet,
şimdi, kendi kafasında şöyle bir plan yapmış olabilir:
Bu adaleti, yani yolsuzluklarla, hırsızlıklarla mücaadele
etmeyi, kendi kafasında bir vadeye bağlamış olabilir; ama,
unutmayın ekmeği çalınan, ilacı çalınan, alınteri
çalınan, mutluluğu, ömrü çalınan insanlar, sizin tayin
ettiğiniz o vadeyi beklemeye mecbur değillerdir; esasen, buna
tahammülleri de yoktur. Fazilet sahibi her insanın yapması gereken,
bizim yaptığımız olmalıdır...
MEHMET ALİ YAVUZ (Konya) – Doğru; siz faziletli
insanlarsınız!..
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Biz ne yaptık... Bakın ne
yaptık, sayın milletvekilleri: İşte bizim Hükümet Programımız,
işte bizim Koalisyon Protokolümüz. Biz, buraya bir madde koyduk, bu
maddenin altına imza attık; benim imzam da var, Sayın Çiller'in
de imzası var. O madde "yolsuzluk ve suiistimal
iddialarının üzerine, ciddiyetle gidilecektir" diyor. Dedik ve
gereğini yaptık; hem de Yüce Meclis ile beraber yaptık.
Şimdi, biraz önce Doğru Yol Partisinin Sözcüsü
çıkmış, burada "Anavatan Partisi, koalisyon protokolünü
çiğnedi" diyor.
MEHMET ALİ YAVUZ (Konya) – Doğru...
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Peki, ben de şimdi ona soruyorum;
doğru diyene soruyorum: Siz, bu protokolü imzalarken içerisini
okumadınız mı?.. Okumadınız mı?.. Yoksa, bunu
yaparken, bizim samimî olmadığımızı mı
düşündünüz; Başbakanlık koltuğunu
bırakamayacağımızı mı sandınız?..
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Balıkesir) – Uydurma işleri
yapmadık, hakiki olsun dedik.
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – ...Eğer, öyle sandıysanız çok
yanıldınız. Eğer, böyle düşündüyseniz, sizin, bugün,
hasbelkader üyesi bulunduğunuz Meclisi, asıl yüce kılan, kutsal
kılan değerlerden hiç mi hiç haberiniz yok demektir.
Sayın milletvekilleri, ahlak ve fazilet, sadece iki kuru kelime
değildir. Bu iki kavram, insan kişiliğinin ayrılmaz,
olmazsa olmaz parçalarıdır. (DYP sıralarından gürültüler)
MEHMET ALİ YAVUZ (Konya) – Siz, faziletli
insanlarsınız!..
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Konuşma!.. Dinlemesini bil!.. Kes
sesini!..
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri... Sayın grup
başkanvekilleri... Rica ediyorum...
Sayın Okuyan, efendim lideriniz konuşuyor.
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Balıkesir) – Fazilet partisinden!.. Enerji
Bakanı...
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Müdahaleleri süremden düşer misiniz
Sayın Başkan.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Yılmaz.
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Teşekkür ederim.
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Balıkesir) – Soruşturma
açtırdığın Enerji Bakanını niye alıyorsun?!
BAŞKAN – Sayın Ataç, lütfen dinleyin efendim.
Sayın Yılmaz, buyurun.
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Sayın milletvekilleri, sayın
Hükümet; bir şeyi unutmamanız lazım: Ben, eğer, yolsuzluk
dosyalarına göz yumsaydım, bugün, hâlâ o koltukta ben oturuyordum.
(DYP sıralarından "Allah Allah" sesleri) Ama, ben,
başta söyledim, buradan söyledim; "ben, çamurun üzerinde oturan
Başbakan olmayacağım" dedim. (ANAP sıralarından
alkışlar)
İRFETTİN AKAR (Muğla) – Eski Enerji Bakanı nerede?!
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Çamurun üzerinde, yolsuzluk ve
şaibelerin üzerinde oturan, onları örten bir Başbakan
olmaktansa, halkın gönlünde dürüst bir politikacı olarak kalmayı
bin kere tercih ederim, her zaman tercih ederim. (ANAP sıralarından
alkışlar) Ve bakın bir şey daha söylüyorum: Koltuk
uğruna, makam uğruna, kendi kişiliğimden, kendi onurumdan,
kendi ahlakımdan taviz vermektense, önüme bin kere aynı imkân
çıksa, bin kere aynı şeyi yaparım. (ANAP
sıralarından alkışlar) Bunu, bu vesileyle ispat etmiş
olmanın onurunu taşıdığımız gibi -tekrar
söylüyorum- bin defa tekerrür etse, bin defa o koltuğu terk ederiz.
Değerli arkadaşlarım, dolayısıyla, protokole
aykırılık Anayol Koalisyonunun bozulma sebebi filan
değildir. Zaten, bugüne kadar da, bu yönde, ciddî bir iddia ortaya
atılmış değildir. Sayın Çiller'in ve onun yakın
yandaşı olan bir iki kişinin seslendirdiği tek iddia
"bizi arkadan vurmaya kalktı" olmuştur.
Başbakanlıkta başlatılan teftiş ve soruşturmalar,
özellikle, kamu bankalarında ve bilhassa TURBAN'da başlatılan
soruşturmalardan dolayı, bizi, kalleş olmakla itham ettiler.
Şimdi size soruyorum: Bunun neresi arkadan vurmaktır ? Bunun
neresi kalleşliktir? Siz, halktan oy isterken "kör kuruşun
hesabını soracağım" diyeceksiniz, sonra koltuk
hatırına hepsinden vazgeçeceksiniz!.. Milletinize ihanet edeceksiniz,
Başbakan kalacaksınız; ama, millete sadık
kalırsanız, sözünüze sadık kalırsanız kalleş
olacaksınız!.. Bu mantığı izah edemezsiniz; bu
mantığı, bu millete anlatamazsınız.
Herkes şunu bilmelidir: Hakikatin hatırı, milletin
hatırı bizim için
herşeyin üzerindedir.
Değerli milletvekilleri, burada iki tane program var. Bu, benim
Hükümetimin Programı, 53 üncü Hükümetin Programı; bu da, 54 üncü
Hükümetin Programı, bu Hükümetin Programı.
Biraz önce, Refah Partisinin Sayın Sözcüsü, bu Hükümet
Programının çok mükemmel bir program olduğunu söyledi, tarihe
geçecek bir program olduğunu söyledi. Bunu, latife olarak mı söyledi,
ciddî mi söyledi; ben ayırmakta müşkülat çektim.
Ama, bakın ben size söyleyeyim: Bu iki program,
aşağı yukarı birbirinin aynıdır... ( RP sıralarından "oy
verin"sesleri)
Şimdi oy meselesine geleceğim.
Bakın, öyle şeyler var ki, şimdiye kadar hiçbir hükümet,
zannediyorum, kendisinden önceki hükümetin programından böyle fotokopiyle
çoğaltıp da yeni hükümet programı yazmamıştır.
(ANAP sıralarından alkışlar)
Şimdi bakın, "Devletin vatandaşına güvenmesi
temel ilkelerimizden birisidir. Fertlerin devlet ile olan ilişkilerinde
vatandaşın beyanına güven esas alınacak, beyanın
doğruluğunu araştırmak ilgili kamu idaresinin görevi
olacaktır." Bu, bizim programımızın 12 nci
sayfasında yazıyor.
HACI FİLİZ (Kırıkkale) –52 nci Hükümetinkinde de var.
A.MESUT YILMAZ (Devamla) –54 üncü Hükümetin Programını
açın, 37 nci sayfada aynı şey yazıyor. Yahu, aynı cümleyi
kopya ediyorsunuz; bari, bir kelimeyi değiştirin... Aynı
cümleleri almışlar, aynı yere koymuşlar. (RP
sıralarından gürültüler)
Peki, bir şey daha var: Biz, kendi Programımızda,
birtakım fizikî hedefler koymuşuz, sayısal hedefler
koymuşuz. Mesela, demişiz ki, kamu yatırımları içinde
eğitimin payı yüzde 12'ye çıkacak, enerji sektörünün payı
yüzde 22'ye çıkacak veya demişiz ki, şu kadar asfalt yapacak
devlet, şu kadar asfalt yol yapacak, şu kadar beton yol yapacak;
aynı rakamları almışlar, kendi Programlarına
koymuşlar. Bu iki program arasında... Evet,
Programımızı kopya etmişsiniz, bundan dolayı da sizi
ayıplamıyorum; adil düzenden vazgeçtiğinize göre, elbette bir
programla gelecektiniz. Bizim Programımızı kopya etmiş
olmanız, aslında, kötü bir şey değil, bizim için iyi bir
şeydir; ama, kötü olan ne: Bazı şeyleri almamışlar
Programlarına. Mesela, biz demişiz ki "otoyol hamlesine devam
edeceğiz." Hayır, bunların Programında otoyol yok;
otoyol, bunlara göre, Türkiye'ye göre lüks; ama, asıl fark nerede:
Asıl fark yolsuzluklarda.
Bakın, değerli milletvekilleri "yolsuzluk"
kelimesinin kendisine bile, bu Program tahammül edememiştir, bu Hükümet
tahammül edememiştir; kelimeye bile tahammül edememiştir. (ANAP
sıralarından alkışlar)
54 üncü Hükümet Programında, bir yandan, ifade ve fikir hürriyeti,
din ve vicdan hürriyetinden söz edilirken, öte yandan, kişilik
hakları kavramına sığınarak, basına
gözdağı verilmeye çalışılmaktadır.
Basının yolsuzluklarla ilgili haber vermesi önlenmek istenmektedir.
Şimdi, soruyorum: Acaba, böyle bir hükümet, bizi, nasıl bir
Türkiye'de yaşatmak istiyor; basının susturulduğu,
yolsuzlukların örtüldüğü bir Türkiye'de mi?.. Ama, bakın,
söylüyorum; buna kimsenin gücü yetmez, hiç kimsenin gücü yetmez ve ben
inanıyorum ki, bu Parlamento da, böyle çirkin bir oyunun figüranı
olamaz.
Değerli milletvekilleri, bu Koalisyon, 53 üncü Koalisyon uyumsuz
bir koalisyon muydu; kesinlikle hayır. Kabinedeki bizzat Doğru Yol
Partili bakanların ifadesiyle, bu Koalisyon, kendinden önceki DYP-CHP
Koalisyonundan çok daha uyumlu bir koalisyondu. Ne icraat ne atamalar, bu
Koalisyonda, bundan önceki Koalisyon gibi, bir kriz konusu
olmamıştı. Nereye kadar; ta ki kamu bankalarıyla ilgili
atamalar gündeme gelinceye kadar. Bu da, aslında Kabineden değil,
bizzat Sayın Çiller'den kaynaklanan bir problem olmuştur. Ne zaman
ki, kamu bankalarında daha önceki Hükümetin yerleştirdiği
kadrolar ve uygulamalar üzerine ciddî bir biçimde gidilmiştir, işte o
zaman ipler gerilmiştir. Sayın Çiller, bizzat kendisi, bana, filan
kamu bankasındaki yöneticilerin değiştirilmesinden
vazgeçilmezse, bunun, koalisyonun sonu olacağını
söylemiştir. Hiç böyle bir şeyi aklınız alıyor mu;
böyle bir konunun, bir koalisyon hükümetini yıkacak kadar önemli
olduğunu düşünebiliyor musunuz?!. Ama, Sayın Çiller için
önemlidir; çünkü, trilyonlara varan yolsuzlukların açığa
çıkmasından endişelidir.
Ayrıca, ne dediniz bizim için; "icraatsız hükümet"
dediniz.
Değerli milletvekilleri, icraatsız dedikleri hükümet, benim
Hükümetimdir. Üç aydan beri de meydanı boş buldular; kırık
plak gibi, hep aynı şeyi söylüyorlar; ama, biraz önce söyledim, ben,
üç aydan beri kamuoyunun ne söylediğine filan bakmıyorum,
basının ne yazdığına bakmıyorum. Kaldı ki,
benim Hükümetimin, o üçbuçuk aylık süresinin yarısı,
onların yapmadıkları 1996 bütçesini hazırlamakla geçti,
atamalarla geçti, yasal düzenlemelerin altyapısını yapmakla
geçti; ama, bakın, bu şartlara rağmen, benim Hükümetimin 100
günlük icraatını, Sayın Çiller'in Hükümetinin 100 günlük
icraatıyla, her an, her platformda karşılaştırmaya
hazırım. Öyle, parti kongrelerinde filan söyleyip kaçmakla olmaz,
televizyona çıkıp, açıkoturumlarda yalan söylemekle olmaz;
çıkıp, bu kürsüden söyleyin; rakamları, burada, milletin önünde
tartışalım; kim yalan söylüyor, kim doğru söylüyor, millet
kendi gözüyle görsün. Aylarca Bakanlar Kurulunu toplayamamış;
neredeyse üç yıl süren Başbakanlığında, ülkeye numune
için bir tek eser bırakmamış; ama, konuştuğu zaman,
mangalda kül bırakmayan birisi, bizi icraatsızlıkla suçluyor...
Halep oradaysa, arşın buradadır.
MEHMET ALİ YAVUZ (Konya) – Ne yaptın?!.
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Şimdi mukayese yapalım, siz üç
ayda neler yaptınız; biz -bir azınlık Hükümeti
olmamıza rağmen, üstelik kendi ortağımızdan engelli
bir azınlık Hükümeti olmamıza rağmen- üç ayda neler
yaptık...
KAMER GENÇ (Tunceli) – Rize'ye ne kadar para gönderdiniz; onu söyle!..
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Mukayese edelim de yalanlarınızla
iğfal ettiğiniz birkısım masum vatandaşımız
da gerçekleri öğrensin.
Size rakam veriyorum, yazın rakamları, yanlışsa
gelin söyleyin buradan. Sayın Çiller'in kurduğu Hükümetin 100 günlük
ilk dönem icraatında Türkiye Büyük Millet Meclisine sevk ettiği kanun
tasarısı sayısı 22'dir; benim Hükümetimin ilk 100 gününde
Türkiye Büyük Millet Meclisine sevk ettiği kanun tasarısı
sayısı 52'dir.
İRFETTİN AKAR (Muğla) – Çıkardığın
kaç tane?
MEHMET ALİ YAVUZ (Konya) – Kaç kanun çıkardın?
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Yahu biraz sabredin ona da geleceğim,
hiç boşluk bırakmayacağım merak etmeyin.
Çıkan kanunu sordunuz değil mi? Sayın Çiller'in Hükümeti
ilk 100 gününde 3 tane kanun çıkarmış, ben 10 tane
çıkarmışım. Bu Meclis 10 tane çıkarmış,
Sayın Çiller'in Hükümeti 3 tane çıkarmış.
Peki, bir azınlık hükümetinin Meclisin icraatıyla
övünmesi mümkün değil; ama, Bakanlar Kurulunun performansını
tayin eden en önemli faktör ne; çıkan kararname sayısı.
Sayın Çiller, ilk 100 gününde 243 tane kararname çıkarmış,
benim Hükümetim 462 tane kararname çıkarmış.
Hangi kritere vurursanız vurun, yaptığımız
icraat, Sayın Çiller'in 100 günlük icraatının iki
katıdır. Ama, bakın, isterseniz size başka örnekler de
veririm, icraatsız hükümetin hangisi olduğunu anlamanız için. Üç
aylık Koalisyon Hükümeti döneminde, köylünün emeğinin karşılığını
verebilmek için, buğday fiyatını, geçen seneki Koalisyon Hükümetinin
açıkladığı tarihten tam 4 ay önce açıkladık, hem
de alınterinin bedel fiyatını vererek açıkladık. (ANAP
sıralarından alkışlar)
Geçen sene, bu dört aylık gecikme yüzünden buğday üreticisini
perişan ettiniz. Şekerpancarına düşük fiyat verdiğiniz
için, Türkiye'yi, yurtdışından -milyonlarca, yüz milyonlarca
döviz ödeyip- şeker ithal etme mecburiyetiyle karşı
karşıya bıraktınız.
Üç yıllık hükümetinizde, enerji ihraç eden Türkiye'yi,
Bulgaristan'dan enerji ithal eder ülke durumuna düşürdünüz. Üç yılda
bir tek enerji yatırımınız yok; bitirdiğiniz bir tane
baraj yok. Bütün cumhuriyet tarihinde -1994-1995 yılları hariç- hiç
baraj yapılmayan -çokpartili demokrasi dönemini kastediyorum- iki sene
zarfında bir tane barajın yapılmadığı tek dönem,
Sayın Çiller'in Başbakanlık dönemidir.
Bakın, biz, üç ayda enerji alanında ne yaptık: Sanayi
kuruluşlarının ihtiyaçlarını karşılamak
üzere, enerji tesisi kurmalarını,
çıkardığımız yönetmelikle imkân sağlayıp,
toplam 185 megavat enerji üretecek 9 santralla ilgili sözleşmeleri
imzaladık. Yap-işlet-devret modelindeki aksaklıkları
gidermek üzere, yap-işlet modeliyle enerji tesisi kurma imkânını
getirdik ve fiilen uygulamayı başlattık.
Birecik Barajını siz başlatmıştınız.
Biz geldiğimiz zaman, Birecik Barajının ve Hidroelektrik
Santralının
kamulaştırma bedelleri ödenmemişti;
kamulaştırma bedellerini ödeyip, 4 Nisan 1996'da barajın
inşaatını biz başlattık. Enerji alanında toplam
3,1 milyar dolarlık yatırımı başlattık. Kangal
Termik Santralının üçüncü ünitesinin inşaatını
başlattık. Sizin, karanlığın ucuna getirdiğiniz
ülkemizin, enerji darboğazını aşması için, sizin
yapmadığınız sulama yatırımlarının
yapılabilmesi için üçbuçuk ay içerisinde 18 Martta Çanakkale'de, Umurbey
Barajının; 11 Mayısta Niğde'de, Yeşilburç
Barajının; 25 Mayısta Gaziantep'te, Karkamış
Barajının; 18 Haziranda Bayburt'ta, Demirözü Barajının; 26
Haziranda Gümüşhane'de, Köse Barajının temelini attım.
Temelini attığımız bütün bu yatırımların
inşaatları, şu anda devam ediyor.
MEHMET ALİ YAVUZ (Konya) – Kaç hektar... Kaç hektar... Onu söyle!
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Diyarbakır'da, Dicle'de, Göksu
Barajını hizmete açtık. Size yüzde 90 gerçekleşmeyle
devrettiğimiz, üç yıl zarfında hiçbir şey
yapmadığınız, Adana'daki Çatalan Barajının su
tutma işlemini tamamladık. Bunlar gibi pek çok icraatı, enerji
ve sulama alanında, üç ay gibi kısa bir zamanda yaptık. Siz, üç
yılda ne yaptığınızı...
MEHMET ALİ YAVUZ (Konya) – Mavi Tüneli, Mavi Tünel ihalesini 19
Nisanda neden durdurdun; onu açıkla! Onu açıkla! (ANAP
sıralarından "sarhoş, otur yerine" sesleri)
Sarhoş sizsiniz!
Onu açıkla! Onu açıkla! KOP Projesinin en büyük
ayağı Mavi Tünel projesini, ihaleye bir gün kala neden durdurdunuz?
Şimdi, bunu açıkla!
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri... Sayın
milletvekilleri.... Sayın grup başkanvekilleri... Sayın idare
amirleri... Rica ediyorum... Rica ediyorum...
MEHMET ALİ YAVUZ (Konya) – Onu açıkla, onu! Konya'ya cevap
ver! Millete cevap ver! (ANAP sıralarından "Otur yerine"
sesleri )
A.MESUT YILMAZ (Devamla) – Sayın milletvekili, sinirlenmenizi
anlıyorum da...
MEHMET ALİ YAVUZ (Konya) – Sinirlenmiyorum; ben,
doğruları söylüyorum.
BAŞKAN – Sayın Yavuz... Sayın Yavuz...
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Ben, size diyorum ki, üç sene iktidarda
yaptığınız, millete söyleyecek şeyiniz varsa, gelin,
bu kürsüden söyleyin; söyleyin ki, millet mukayese etsin; hangi hükümet
icraatsızdır, hangi hükümet icraat hükümetidir; millet, bir mukayese
etsin. Öyle, bağırıp, çağırıp, yerinizden bana
laf atarak milleti aldatamazsınız.
MEHMET ALİ YAVUZ (Konya) – Ben aldatmıyorum; gerçekleri
söylüyorum.
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Bizim, size
bıraktığımız Sosyal Sigortalar Kurumu, malî
bakımdan artıda olan bir kurumdu; inkâr edebilir misiniz?
Bugün, bakın, sadece Sosyal Sigortalar Kurumu
açıklarının, toplam KİT açıklarının daha
üstüne çıktığını biliyor musunuz? Ben, burada, kendi
Hükümet Programımın görüşülmesinde de söyledim: 1996
yılında, devletin resmî dokümanlarına göre, sosyal güvenlik
kuruluşlarının finans açığı 260 trilyon lira
olacaktır, 260 trilyon lira. 1991 sonunda biz devrettiğimiz zaman
artı veren kuruluş, bugün, dörtbuçuk, beş sene sonra, 260
trilyon eksi verir hale gelmiş. Çalışma Bakanımız, üç
ay zarfında, son derece başarılı bir çalışma
yaptı; Bakanlık ve diğer sosyal güvenlikle ilgili tüm
kurumların katkılarıyla, finans açığını
zaman içinde ortadan kaldıracak, bu arada hiçbir çalışanı
mağdur etmeyecek, hak kaybına uğratmayacak bir yasa
tasarısını hazırladı. Biz, bunu üç ayda yaptık;
bir taraftan devleti, yetimin hakkını size karşı korumaya
çalışırken, bir taraftan da sosyal güvenlikte sizin
açtığınız yaraları saracak tedbirleri getirdik. Batma
durumuna getirdiğiniz, kendisi batarken devleti ve kamu maliyesini de
aşağıya doğru çeken Sosyal Sigortalar Kurumunu ve
Bağ-Kur'u, dört yıllık icraat döneminizde bu hale getirdiniz.
Şimdi kimin icraatsız olduğunu görebiliyor musunuz?
Değerli milletvekilleri, bunları uzun uzun anlatacak
değilim. Söylemek istediğim şudur; bizim "53 üncü
Hükümetimizi sona erdiren sebepler, 54 üncü Hükümeti kuran sebeplerdir"
derken söylemek istediğim nedir; Sayın Baykal buradan söyledi; ama,
müsaadenizle ben de tekrarlayacağım; çünkü, inanıyorum ki, 9
Mayıs 1996 tarihinde -yani, aşağı yukarı bundan iki ay
önce- Sayın Çiller'in bu kürsüden size hitaben kullandığı
sözler, bugün bu Hükümet Programı üzerinde söyleyeceğimiz sözlerden
çok daha önemlidir. Sayın Çiller, Refah Partisi tarafından,
şimdiki ortağı tarafından, kendisiyle ilgili olarak verilen
soruşturma önergesi üzerinde söz alarak -tutanaklara da geçen
konuşmasında- bakın ne diyor; noktasıyla, virgülüyle aynen
söylüyorum: "Sayın Erbakan, yani, önerge sahiplerinin Sayın
Genel Başkanı, bana üç saat boyu hükümet olmayı teklif etti mi?
İlk söze başlayıp tam 55 dakika, nefes almadan, nokta virgül
koymadan, bana birlikte hükümet olmayı teklif etti mi, etmedi mi?
İkinci soru -ben sormuyorum, Sayın Çiller soruyor- Sayın
Erbakan, 'bizimle koalisyon yapacak olan sütten çıkmış ak
kaşıktır' dedi mi demedi mi? Ben, o teklifleri kabul etseydim,
bu tertipler yapılır mıydı? Soruyorum: Yapılır
mıydı?.." Ben sormuyorum, Sayın Çiller soruyor.
Şimdi, yine Sayın Çiller'den alıntı yapmaya devam
ediyorum, onun sözlerini okuyorum: "İşte benim önlemeye
çalıştığım iktidar buydu. Ben, Refah Partisine oy
vermiş değerli vatandaşlarımın iktidarını
değil, meydanlarda, daha birkaç gün önce 'bize oy vermeyenleri evliyalar
çarpar' diyen samimiyetsiz siyasetin iktidarını önledim.
İşte asıl aranması gereken suiistimal budur."
Ben, şimdi, Doğru Yolcu arkadaşlarıma söylüyorum:
Sayın Çiller o gün mü doğru söylüyordu, Sayın Çiller bugün mü
doğru yapıyor? (ANAP sıralarından "Bravo"
sesleri, alkışlar)
Şimdi, Refah Partili arkadaşlarıma söylüyorum. O
müzakerelerde, Sayın Çiller'le ilgili soruşturma önergesi üzerinde
Refah Partisi adına konuşan değerli arkadaşım
-Sayın Lütfü Esengün- bugün bakandır. Bakın, aynen,
noktasıyla, virgülüyle okuyorum: "Siz, öyle bir partisiniz ki,
kuracağınız koalisyonun birinci şartı olarak,
hakkınızda yapılan soruşturmaların geri çekilmesini
istiyorsunuz. Siz, bu halinizle ortak bulamazsınız. Anavatan
Partisiyle kurduğunuz koalisyon da soruşturmalar
dolayısıyla bozulur mu, bozulmaz mı,orasını bilemem;
ama, bu Meclis, bu soruşturmaların peşini
bırakmayacaktır." Bunu, sizin arkadaşınız
söylüyor, sizin sözcünüz söylüyor.
Ben, şimdi, size soruyorum: Sayın Çiller, Sayın Lütfü
Esengün'ün kehanetinin tersine, kendisine, soruşturmalarını
kapatacak bir ortak buldu; ama, acaba, bu Meclis bu soruşturmaların
peşini bırakacak mı, bırakmayacak mı? (ANAP sıralarından
alkışlar)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi,
bunları okuduktan sonra, 53 üncü Hükümetin neden son bulduğunu ve bu
Hükümetin nasıl kurulduğu anlatmak için başka bir delile ihtiyaç
var mı? İşte, size, kendi ağızlarından
çıkan, kendi sözleriyle, tutanaklarda tespit edilmiş ifadelerini
okudum.
Sayın Çiller soruyor: "Sizinle koalisyon olsaydım, bu
soruşturmaları ister miydiniz?" Sayın Erbakan cevap
veriyor: "Bizimle koalisyon kurarsan, sütten çıkmış
kaşık olursun" diyor. Anayolu sona erdiren, bu ahlaktan yoksun
ilişkinden başka birşey değildir. (ANAP
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Bu
Hükümet de, yine, bu ilkesiz, bu ahlak fukarası zemin üzerinde
kurulmuştur.
Şimdi, 54 üncü Hükümetin -sözüm ona- Programını müzakere
edeceğiz. Değerli milletvekilleri, hangi programdan bahsediyoruz;
hangi hükümetten bahsediyoruz? Soruyorum 54 üncü Hükümetin Sayın
Başbakanına, Sayın Erbakan'a: Bu ülkede yolsuzluk var mı,
yok mu? Bu ülkede, hırsızlık, rüşvet var mı, yok mu?
Bu ülkede dolandırıcılık var mı, yok mu? Eğer,
şayet "yok" diyorsanız, sizi, Allah'a ve milletin
vicdanına havale ediyorum. (ANAP sıralarından "Bravo"
sesleri, alkışlar) Yok, eğer "vardır"
diyorsanız -biraz sonra konuşacaksınız- o zaman da
soruyorum: Bu Hükümetin yolsuzluklarla mücadele etmeye hiç niyeti yok mu?
"Var" diyorsanız, o zaman soruyorum: Niçin
Programınızda yolsuzluklarla mücadeleden, tek satırla bile
olsun, bahsetmediniz?
Yahu, ben merak ettim, saydırdım; bu Hükümet Programı 58
sayfa. 58 sayfada 5 239 kelime kullanılmış; 5 239 kelime içinde
olmayan tek kelime "yolsuzluk." (ANAP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar) Eğer, sizin "adil
düzen" dediğiniz buysa, Allah, milletimizi böyle adaletten korusun.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, ben, bu Programın
nesini müzakere edeceğim?!. Bu Programdan pis kokular çıkıyor.
Bakın, bu Programa ne yazmışlar; daha doğrusu, biz, kendi
Programımıza ne yazmışız; 53 üncü Hükümetin
Programından okuyorum: "Hukuk devleti ilkelerine bağlı
kalarak, yolsuzluk olaylarına karşı etkili bir biçimde mücadele
etmek, bizim için, ahlakî, hukukî ve siyasî bir zarurettir. Koalisyon Hükümeti,
her türlü yolsuzluk olayının üzerine gitmeye
kararlıdır." Peki, siz ne diyorsunuz kendi
programınızda; şimdi, sizin dediğinizi okuyorum:
"Türkiye Büyük Millet Meclisinin denetleme görevini gereğince
sürdürebilmesini teminen, bu denetlemenin, partizanca, politik maksatlarla ve
kişilerin haysiyet ve şereflerini rencide edici amaca yönelik
olması engellenecek; ancak, esas amaç olan yasalara aykırı
davranışları ortaya koymak için, işbirliği ve gerekli
düzenlemeler yapılacaktır."
Yahu, bizim programımızı kilometre sayısına
kadar, megavat sayısına kadar kopya ettiniz de, niye yolsuzluk
gelince almadınız; niye, bir tek, yolsuzluğu
dışarıda bıraktınız? (ANAP sıralarından
alkışlar) Hükümet olarak, yolsuzluklara karşı mücadele
etmek bir tarafa, bu ifadenizle, Türkiye Büyük Millet Meclisinin anayasal
denetleme yetkisini sınırlandıracağınızı
söylüyorsunuz. Ne oldu da, bizzat kendileri tarafından verilen
soruşturma önergeleri, şimdi, partizanca ve haysiyet
kırıcı oldu? Acaba, o zaman mı haklıydılar;
yoksa, şimdi mi haklıdırlar?
Değerli arkadaşlarım, bu pazarlıkta, alan razı
veren razı da olsa, millet, buna rıza göstermez; çünkü, ortaya
koydukları kendi şeref ve haysiyetleri olsa da, alıp verdikleri,
bu milletin servetidir, bu milletin zamanıdır. Bu aziz millet ve onun
değerli vekilleri, öyle, kimsenin, köprü altından su
bağışlamasına müsaade etmeyecektir. Bu millet, size neden
ve nasıl güvensin?!
Sayın Çiller, meydanlarda dolaştığı zaman, her
akşam beş tane televizyon ekranını ziyaret ettiği
zaman, milletin gözünün içine baka baka, gözleri nemli, ağlamaklı
ifadelerle şu sözleri söyledi mi, söylemedi mi: "Biz, Refah Partisini
önlemek için geleceğiz, halktan o şekilde oy istedik",
"Erbakan, beni tehdit etti", "Refah Partisiyle koalisyon, ülkeye
ihanettir."
Şimdi, burada olsa da olmasa da Sayın Çiller'e soruyorum: Bu
söylediğiniz doğruysa, şimdi ne halde olduğunuzu gelin,
buradan izah edin; ülkeye ihanet halinde olup
olmadığınızı millete bir anlatın.
Şimdi, yine kendi sözlerini söylüyorum: "Erbakan'la sonuna
kadar mücadele edeceğim. Bosna parası, Mercümek ve eroin
davasının takipçisi olacağım." Bu sözler bu sene
söylenmiş, bu sözlerin üzerinden daha altı ay geçmemiş.
Sayın Çiller, belki, buraya utancından gelemiyor; onun
milletvekillerine soruyorum... (ANAP sıralarından alkışlar)
ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) – Hayır, niye utanacak... Devlet
işi var!.. (ANAP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Gönül... Sayın Gönül...
ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) – Ne diye utanacak... Devlet işi
var; görüşmesi var; onun için gelemedi.
BAŞKAN – Sayın Gönül... Rica ediyorum...
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Hükümet programının müzakeresinden
daha önemli hükümet işi olur mu?!
ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) – Devlet işi, millet işi var.
Yakışmıyor Sayın Yılmaz... (ANAP
sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Gönül... Sayın Gönül...
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – "Refah Partisiyle koalisyon, ülkenin
geleceğini satmaktır" demiş Sayın Çiller. Ben,
şimdi, size soruyorum: Siz, şimdi, ülkenin geleceğini
satıyor musunuz?! (ANAP sıralarından alkışlar)
"Erbakan, Apo gibi bölücü" demiş; şimdi, siz, bölücülerle
koalisyon mu kurdunuz?! Bu söylediklerine katıldığım için
söylemiyorum...
KADİR BOZKURT (Sinop) – Türk Bayrağı kimin zamanında
indirildi?!..
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – ...bu söylediklerini ayıp bulduğum
için söylüyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)
"Erbakan, gerici; benim ülkem satılık değil"
demiş; siz, şimdi, ülkeyi mi satıyorsunuz?! "Erbakan'a
güvenilmez" demiş. Şimdi, soruyorum sizlere: Sayın Çiller,
bu sözleri söyledi mi, söylemedi mi? Bu sözleri tekrarladığım
için, beni eleştiremezsiniz. Bu sözleri eleştiri hakkınız
var; ama, onun muhatabı ben değilim; o, bugünkü genel
başkanınızdır. Hani göğsünü siper edecekti; hani
gerekirse 20 nci kattan atlayacaktı?!. (ANAP sıralarından
gülüşmeler) Sizi, bölücü dediğiniz, gerici dediğiniz insanlarla
ortaklık kurmaya iten sebepleri, gelin, buradan anlatın; demogojiyi
bırakın, yalanı bırakın, hangi sebepten bu
yanlışa ortak oluyorsunuz; gelin, buradan millete onu anlatın.
Yoksa, bu sözünü ettiğiniz, Sayın Çiller'in sözünü ettiği
tehditlere boyun eğmek zorunda mısınız? Çok mu
korkuyorsunuz?
AHMET İYİMAYA (Amasya) – Kimse korkmaz efendim... Lüfen
yapmayın...
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Ama, şunu bilin ki, korkunun ecele
faydası yoktur. Korkunun ecele faydası yoktur...
AHMET İYİMAYA (Amasya) – Korkmayız, cesuruz...
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Onu pazartesi göreceğiz.
Şimdi, muhterem Hocam, size geliyorum: Siz değil miydiniz
Erzurum'da "Çiller sinsi bir din düşmanı" diyen? Siz
değil miydiniz "Çiller gavur aşığı, gavur gelini"
diyen? "Sayın Çiller din düşmanlığı rejimini
sürdürmek istemektedir. Kendisi, Cumhuriyet Halk Partilidir -sanki Cumhuriyet
Halk Partili olmak hakaret gerektirir- böyle bir insanın, Doğru Yol
Partisi tabanı ve milletvekilleri tarafından tasvip edilmesi mümkün
değildir. Sayın Çiller hiçbir şeyi beceremez; eline yüzüne
bulaştırır ve bırakır. Her işi böyledir. Bunu
tutturuyor gidiyor, hiçbir zaman olgun bir insan gibi davranmıyor"
diyen siz miydiniz, değil miydiniz Sayın Erbakan?
Bakın, bu sözün üstünden öyle altı ay filan da geçmemiş;
bu sözü 8 Temmuz 1995'te söylemişsiniz. Şimdi, size sormazlar mı
Sayın Erbakan...
HACI FİLİZ (Kırıkkale) – Bir sene geçmiş...
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Ortaklık kurduğunuz Sayın
Çiller'in Başbakanlığında... Bakın, bu programda ne
deniliyor: Şahsiyet...
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sen kaç trilyon verdin? Sizler kaç trilyon
verdiniz, onu söyleyin.
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Yahu, ayıp, ayıp... Başkan
Yardımcısı olacaksınız bir de, ayıp yahu!
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sen Rize'nin valiliğini yap; oldu mu
kardeşim...
BAŞKAN – Sayın Genç... Sayın Genç... Sayın Genç...
KAMER GENÇ (Tunceli) – Yahu, devletin bütün parasını Rize'ye
götürdü, yatırdı...
BAŞKAN – Sayın Genç... Rica ediyorum... Rica ediyorum...
Sayın Yılmaz, siz buyurun efendim .
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Şimdi, bakın, bu programda bir
iddia daha var. Bu Hükümet -54 üncü Hükümet- şahsiyetli bir dış
politika izleyecekmiş!.. (DYP sıralarından gürültüler)
Şimdi, bu Hükümet, şahsiyetli bir dış politika
izleyecekmiş! Sayın Erbakan, şimdi, size, çıkıp
sormazlar mı bu kürsüden: Ortaklık kurduğunuz Sayın Çiller'in
başında olduğu, Başbakan olduğu 50 nci Hükümet, 51
inci Hükümet, 52 nci Hükümet, eğer şahsiyetsiz dış politika
izlemişlerse -siz öyle demiştiniz- şimdi, aynı
şahıs, o hükümetlerin başında olan Sayın Çiller, sizin
hükümetinizde Dışişleri Bakanlığı yaparsa, bu
Hükümet, nasıl şahsiyetli dış politika izleyecek?! Peki
"hiçbir şey beceremez" dediğiniz Sayın Çiller'le mi
şahsiyetli dış politika yürüteceksiniz?!
Peki, bir şey daha soracağım. Kapı kapı
dolaşıp, sizi dünyaya şikâyet eden, hakkınızda
olmadık şeyler söyleyen, benim burada tekrarlamaktan hicap
duyduğum şeyleri, üstelik, gidip yabancı devlet adamlarına
söyleyen o ortağınız, şimdi, Dışişleri
Bakanı olarak gidecek, o yabancılara diyecek ki "ben, bir sene
önce yanılmışım" diyecek -yani, sizi övecek- onlar da
ona güvenecek, ona inanacak ve bunun adı da şahsiyetli
dışpolitika olacak! (ANAP sıralarından alkışlar)
Şimdi, eğer, siz, bu milletin buna inanmasını
bekliyorsanız, rüya görüyorsunuz. Buna, insanların inanması bir
yana, kargalar bile güler değerli arkadaşlarım.
54 üncü Hükümetin, ekonomi alanında yapacağını vaat
ettiği icraatları ise, tam anlamıyla bir çelişkiler
yumağıdır. Bakın, ne deniliyor bu Hükümet Programında:
Bankalar Kanunu, gelişmiş ülke standartlarında ve Avrupa
Birliği normlarına uygun olarak düzenlenecekmiş.
Şimdi, bu ne demek? Sayın Erbakan, bugüne kadar, kendi dışındaki
partilerin Batı taklitçisi partiler olduğunu söylemedi mi?!
Şimdi ne oldu; yoksa, Sayın Hocamız da mı Batı
taklitçisi oldu?! (ANAP sıralarından alkışlar) Bugüne kadar
"faizci" dediği "sömürücü" dediği Batı,
şimdi ne oldu da normları örnek alınacak hale geldi?!
Bakın, bir koltuk, bir makam hırsı insana neler söyletiyor; daha
doğrusu, insanı ne duruma düşürüyor. (ANAP
sıralarından gülüşmeler)
İki ihtimal var sayın milletvekilleri; Sayın Erbakan, ya
30 yıldan beri seslendiği kendi tabanını aldatmaktadır
ya da şimdi sizi aldatmaya çalışmaktadır.
AHMET İYİMAYA (Amasya) – Biz aldanmayız efendim;
korkmayın.
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Aldanıp
aldanmayacağınızı pazartesi günü göreceğiz.
Bir de bu işe bir kılıf bulmuşlar, bir toplumsal
boyut kazandırmaya çalışıyorlar. Neymiş; güya,
Türkiye'deki laik ve dindar kesimler arasında bir uzlaşma
sağlıyorlarmış.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sadece bu sebeple,
kamuoyu önündeki beyanlarıyla, topluma bu kategorilerle
baktıkları, yani toplumumuzu en azından laik - dindar diye
adlandırarak böldükleri için, bu Hükümet, halkımızın
tepkisini çekmeye müstahaktır ve sadece bu nedenle güvenoyu alamasa
yeridir. Bu tutumlarıyla bu koalisyon ortakları, suçüstü
yakalanmışlardır; yıllardan beri süregeldikleri suiistimali,
Hükümet Programlarında itiraf etmişlerdir.
Ne demektir toplumsal uzlaşma? Ülkemizde özlenen devlet - millet
kaynaşması ne demektir? Hiç kimse unutmamalıdır ki, Türk
toplumu, kendi tarihinin hiçbir döneminde, ne dinî ne de sınıfsal
esaslara bölünmüş, kategorize olmuş bir toplum
olmamıştır. Hele hele, devlet - millet kaynaşması gibi
bir problem, bizim tarihimizde hiç olmamıştır. Tarihimiz boyunca
kurduğumuz bütün devletleri, medeniyetleri, bu millet, kendisi
kurmuştur. (ANAP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
Ordusu da, askeri de, çalışanı da, üreteni de, yöneteni de bu
milletin kendi öz evlatlarıdır. Ne zaman böyle bir çelişki
olmuştu ki, siz, bu uzlaşmayı temin edeceksiniz? Bu ifadenin
arkasında yatan psikoloji acaba nedir, ne demek istiyorsunuz?
Laik-dindar meselesine, yani şu toplumsal uzlaşma meselesine
gelince:
Bu meseleyi yoktan var edenler -amiyane tabiriyle- icat edenler, böyle
bir çelişkiyi suiistimal ederek bundan siyasî çıkar umanlardır.
Birileri bir taraftan "dindarlık" söylemini tutturarak,
diğerleri öteki yanda "laiklik elden gidiyor"
yaygaralarıyla çok tehlikeli oyunlar oynadılar, oynamaya devam
ediyorlar ve bundan siyasî çıkar elde ettiler, etmeye devam ediyorlar.
İftiharla ve iddia ile söylüyorum: Anavatan Partisi bu çirkin suiistimale
hiçbir zaman tenezzül etmemiştir; ne dindarlığın ne de
laikliğin birbiriyle çelişkili olmadığını, her
zaman tekrar etmiştir; toplumun gerçekte böyle bir probleminin
olmadığını her zaman iddia etmiştir. Türkiye'de inanç
ve fikir özgürlüğünün tekâmül etmesi bizim eserimizdir. 141'i, 142'yi,
163'ü kaldıran biziz -bunları yaptık da ülke geriye mi gitti;
hayır- ama, hiçbir zaman, bunu oya tahvil etmek için insanların
inançlarını sömürmedik ve hiçbir zaman da, tersine, laikperestlik
yapmadık. Çağdaşlığı, içi boş laf
kalabalığından öteye üretmek, ihracat yapmak, dünyaya
açılmak, kalkınmak olarak anladık ve böyle uyguladık.
Bunları yapınca ne oldu; din elden mi gitti; Sayın
Erbakan'ın dediği gibi, evliyalar mı çarptı; hayır.
Biz bunları yapınca, Türkiye rahat bir nefes aldı; ama,
çatışmayı körükleyenler, vatandaşın siyasî iradesine
ipotek koyarak siyasî ve -utanarak söylüyorum- ekonomik çıkar elde
ettiler. Ne pahasına; Türkiye'nin huzuru ve istikrarı pahasına.
Sanki bu problemi yaratmakta hiç sorumlulukları yokmuş gibi,
şimdi, bir de kalkmışlar, toplumsal uzlaşmadan,
devlet-millet kaynaşmasından söz ediyorlar.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; mademki, söz,
devlet-millet kaynaşmasına gelmiştir, öyleyse, milletimizin
yüzyıllardır imbiklerden süzdüğü engin devlet-millet kültüründen
bazı örnekleri, bazı ibret levhalarını hatırlamakta ve
hatırlatmakta fayda vardır.
"Adalet mülkün temelidir." Hazreti Ali'nin bu sözü,
devlet-millet ilişkisinin bizim kültürümüzdeki temelidir. Yine, aynı
Hazreti Ali "şahsınıza kötülük eden bir düşmanı
affediniz; lakin, vatanınıza ve milletinize kötülük eden bir kimseyi,
asla affetmeyiniz" buyuruyor.
Şimdi, söyler misiniz, bu nasıl adalettir ki, beytülmala
yapılan tecavüzleri iddia edeceksiniz, bu kürsüye getireceksiniz, ondan
sonra da koltuk uğruna affedeceksiniz. Yoksa "beytülmala uzanan el,
kızım Fatıma'nın eli de olsa keserim" diyen Hazreti
Peygamberin sözü sizi bağlamıyor mu?!. (ANAP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar)
İBRAHİM HALİL ÇELİK (Şanlıurfa) –
Bağlıyor... Bağlıyor...
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – "Beytülmala uzanan el, kızım
Fatıma'nın eli de olsa keserim" diyen Hazreti Peygamberin sözü,
sizi bağlamıyor mu?
İBRAHİM HALİL ÇELİK (Şanlıurfa) – Bizi
bağlıyor... Bizi bağlıyor... Sen istismar ediyorsun.
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Öyle, yerinizden bağırmayın.
Sizi bağlamıyorsa bile bizi bağlıyor. (ANAP
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Onun
için, bizi bağladığı için, sizin oturmaya çok heves
ettiğiniz bu koltuğu, biz terk ettik.
İBRAHİM HALİL ÇELİK (Şanlıurfa) – Kurban
ol sen Peygambere!..
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Sayın milletvekilleri, yine, devlet
geleneğimizin şahikalarından Kanunî Sultan Süleyman,
bakınız ne diyor: "Her iyiliğin kaynağı
adalettir. Adil olmayan kişinin elinden çıkan iş kötüdür. Öyle
insanlar var ki, ellerinde fırsat yokken, salih, âbid ve zahid görünürler;
ellerine fırsat geçince, nemrut kesilirler. Hizmetinde
kullandığın adamların dış hallerine aldanma. Mala
muhabbet göstereni devlet hizmetinde kullanma." Tekrar okuyorum: "Mala
muhabbet göstereni devlet hizmetinde kullanma.(ANAP sıralarından
alkışlar) Zira, o adamlardır ki, Allah'ın bana emanet
ettiği halkı ezerler; ama, kıyamet günü sorumlu olan
benim."
Böyle bir gelenekten gelen bir topluma, siz mi adaleti, devlet-millet bütünleşmesini
öğreteceksiniz?! Bu millet size inanacak, sizin
anlattıklarınıza kanacak; öyle mi sanıyorsunuz?!
İBRAHİM HALİL ÇELİK (Şanlıurfa) – Birinci
parti yaptı bizi...
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – "Adil düzen" diye toplumun
tertemiz duygularını sömürdükleri bugün bu Koalisyonla bir defa daha
ortaya çıkanlar, şimdi, size, son bir ibret levhası takdim
ediyorum: Yeryüzünde adaletin ve adil devlet yönetiminin sembolü olan, devlet
işini yaparken ayrı mum, kendi işini yaparken ayrı mum
kullanan Hazreti Ömer, bakınız ne diyor: "Dicle
kıyısında bir koyun kuzusunu kaybetse, hesabını
Ömer'den sorarlar." (RP sıralarından alkışlar [!])
Nerede Dicle kıyısında kuzusunu kaybeden koyun, nerede
sizin trilyonluk yolsuzluklarınız? Nerede o hassas terazi? (ANAP
sıralarından alkışlar) Nerede sizin, işbirliği,
engelleme, vesaire gibi safsatalalarınız? Bu mudur adil düzeniniz?
(RP sıralarından gürültüler)
Değerli arkadaşlarım, gerçekten, tarihî bir gün idrak
ediyoruz. Bana göre bu Parlamento, pazartesi günü, güvenoylamasında, sadece
bu Hükümeti değil, Türkiye'de, merkez sağın kaderini de
oylayacaktır.
HACI FİLİZ (Kırıkkale) – Sebebi o...
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Pek çok kez zikrettiğim gibi, Türkiye,
karşısında bulunan devasa problemleri çözümlemek zorundaysa,
önce, istikrarlı bir hükümete kavuşmaya mecburdur. Merkez
sağdaki bu parçalanmışlık devam ettiği sürece, bu
istikrarsızlığı gidermek mümkün değildir. Anayol
Hükümeti, bu bütünleşme için, gerçekten bir şans olabilirdi; nitekim,
Kabinenin uyumlu çalışması, buna işaret ediyordu. Ne zaman
ki, Sayın Çiller'in, hesabını bir türlü veremediği, vermek
istemediği soruşturmalar, teftişler, örtülü ödenek gibi konular
gündeme geldi; işte o noktada, kişisel çıkarlar, kaygılar, endişeler,
Türkiye'nin istikrarının önüne geçti.
ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) – Hiç alakası yok.
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Doğru Yol Partisindeki milletvekili
arkadaşlarımın çoğunun, benim bu düşünceme
katıldığını biliyorum. Bugüne kadar, parti içi
disiplin mekanizmalarının ve seçim kaygılarının yol
açtığı engellemelerle, bu düşüncelerini dışa
vuramadıklarını biliyorum. Türkiye'nin kaderinin söz konusu
olduğu böyle bir dönemeçte, Parlamentonun kendi kendisini, kendi ahlakî
ilkelerini sınadığı bu karar noktasında, bu
inançlarının ışığında, hür iradeleriyle,
doğru olanı yapacaklarına, Türkiye'yi ve merkez sağı
istikrara kavuşturacak doğrultuda oy kullanacaklarına
inanıyorum.
Değerli arkadaşlarım, değerli Refah Partililer; biz,
Anavatan Partisi olarak, Refah Partisini hiçbir zaman sistem
dışı ilan etmediğimiz gibi, sistem için bir tehlike olarak
da görmedik; ama, bakın, bugün gelinen noktada, Refah Partisini
değil, Refah Partisinin bu koalisyon konusundaki tutumunu büyük bir
tehlike olarak görüyoruz. Bunun gerekçesi, Refah Partisinin klasik, Batı
karşıtı, gümrük birliği karşıtı, faiz
karşıtı söylemi ya da bugün işbaşına gelince,
hepsinden ani bir dönüşle çark etmesi falan değildir. Biz, böyle bir
değişimin kaçınılmaz olduğunu, yönetim sorumluluğunu
taşıma tecrübesi olan bir siyasî parti olarak zaten biliyor ve
öngörüyorduk. Nitekim, Sayın Erbakan, seçim meydanlarında söylenen
sözleri fazla ciddiye almamamız gerektiğini defalarca
tekrarladı.
Bana süre verecek misiniz Sayın Başkan?
BAŞKAN – Efendim, siz buyurun; daha 2 dakikanız var...
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – 10 dakika süre verecek misiniz?
BAŞKAN – Hayır efendim. Siz buyurun... Ben ne kadar süre
vereceğimi...
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Ona göre konuşmamı
planlayacağım efendim.
BAŞKAN – Efendim, size, sürenize ilaveten 4 dakika süre
vereceğim.
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Teşekkür ederim.
Değerli milletvekilleri, başta söyledim: Burada, aslında,
Hükümet Programının tartışılması lazım.
Hükümet Programı tartışılmadı; çünkü, bu Hükümetin
nasıl bir zemin üzerinde kurulduğu belli; sadece o zemin
tartışıldı. Ama, hiç gereği yokken, aslında bu
Hükümetle hiç ilgisi yokken, Sayın Baykal bizim tutumumuzla ilgili bir
eleştiri getirdi. Yeri olmasa da, mademki söylendi, cevaplamak
zorundayım.
Bizim tutarsız davrandığımızı söyledi.
Seçim öncesi Refah Partisiyle koalisyon yapmayacağımızı taahhüt
ettiğimizi, Refah Partisiyle seçimlerden sonra koalisyon müzakeresi
yaptığımızı ifade etti. Benim söylediğim aynen
şudur -benim sözümü Sayın Baykal'ın benden daha net
hatırlaması da mümkün değildir- ben dedim ki: Refah Partisi
seçim öncesinde bize karşı kullandığı söylemi
değiştirmedikçe, biz Refah Partisiyle müzakereye oturmayız.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Yılmaz, size 4 dakika süre verdim.
EMİN KUL (İstanbul) – 4 dakika sataştılar zaten.
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Teşekkür ederim.
Bu sözümün geçerli olduğunu da seçimden sonra tekrar ettim; ama,
şimdi, bir hatırlayın, Sayın Erbakan ne dedi; Sayın
Erbakan -bırakın söylemini değiştirmeyi- dedi ki:
"Seçimden önce söylediğimiz hiçbir şeyi ciddiye almayın,
onların hepsi siyaset icabı söylenmiştir; o zaman söylenenler
siyaset icabıdır." Şimdi, biz, bir hükümet kuracaksak,
milletin menfaatını düşüneceğiz; daha önce hiçbir şey
söylememiş gibi, bir uzlaşma sağlayabiliyor muyuz
sağlayamıyor muyuz, birlikte yönetim kurabilir miyiz kuramayacak
mıyız, buna bakacağız. Evet, burada tekrar söylüyorum;
bizi, Anavatan Partisini, burada, Mecliste temsil edilen bütün partilerden
ayıran bir özellik var; biz hiçbir partiyi dışlamadık; ama,
insaf için söyleyin, Refah Partisiyle koalisyon müzakeresi
yaptığımız zaman, bir koalisyon protokolü imzalamaya en
yakın olduğumuz noktada dahi, kamuoyuna şunu söyledim:
Görüşleri itibariyle, bu Mecliste, Anavatan Partisine en uzak olan parti
Refah Partisidir, görüşleri itibariyle en yakın olan parti Doğru
Yol Partisidir. Ben bunu, Refah Partisiyle görüşürken söyledim.
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Seçimlerde de söylediniz,
meydanlarda da...
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Bunu bize bir eleştiri olarak ileri
sürmek mümkün değil; çünkü, Anavatan Partisi olarak bizim
anlayışımız şudur: Bu Mecliste, milletin oyuyla gelen
her parti, koalisyona girmeye layık partidir. (ANAP sıralarından
alkışlar) Bu Meclise milletin oyuyla gelen her partinin bu koalisyon
müzakerelerine aynı anlayışla katılması beklenir. Biz,
aramızda bütün farklılıkların bilincinde olmamıza
rağmen, bizimle en uzak görüşleri, en aykırı görüşleri
temsil ettiğini bilmemize rağmen, Refah Partisiyle bu müzakereyi
yaptık; Doğru Yol Partisiyle de yaptık, Demokratik Sol Partiyle
de yaptık, Cumhuriyet Halk Partisiyle de yaptık. Neden yaptık;
şunun için yaptık: Bu görüşmeler, bu müzakereler bir
uzlaşmayı yakalamak için yapılır. Refah Partisinin bizimle
uzlaşmayan görüşlerini biz biliyoruz. Siz hiçbiriniz Refah Partisiyle
görüşmeye yanaşmadığınız için, o müzakerede
Sayın Erbakan'a ben hatırlattım; dedim ki: Bunun müsebbibi
sizsiniz; siz, kendi karşınızdaki herkesi suçlayarak bugün ortak
bulamaz hale geldiniz; kimse sizinle koalisyonu görüşmeye bile
yanaşmıyor; onun için bana taviz vermeye mecbursunuz; yani, bu uzlaşmayı
bizim istediğiniz noktada kurmaya mecbursunuz. Sayın Erbakan burada;
eğer ben doğru söylemiyorsam, benden sonra o konuşacak; ama,
bakın, şurada 2 dakikam var, süremi yemeyin...
ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) – Sayın Yılmaz, o zaman, bir
saattir ne anlattınız?
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Şimdi, bakın, söylediğim
şudur: Biz her partiyle görüşürüz; ülke yararına olduğuna
inandığımız, ülkeye zarar getirmeyeceğine
inandığımız, riskleri konusunda gerekli emniyet
supapları alınmış, güvenceleri sağlanmış
hangi uzlaşmayı hangi partiyle kurarsak, onunla koalisyon oluruz; hiç
kimseye önşartımız yok; hiç kimseyle olmazımız yok.
Ama, Sayın Erbakan benden özür diledi; dedi ki: "Sizinle ilgili
söylediğimiz sözler, parti adına söylenmemiştir; o, bir gazetede
söylenmiştir." Seçim öncesi bizimle ilgili söylediklerini
biliyorsunuz. Meydanlarda söylediklerinden rücu ettiler, kendi parti
organlarının seçimden bir gün önce benimle ilgili
yaptığı manşet iftiralardan dolayı da özür dilediler.
Ben o gazeteyi dava ettim, tazminat aldım. Sayın Erbakan'la, bu
ortamda, görüşmemden tabiî bir şey olamazdı; ama, sonunda
söyledim; o uzlaşmanın Türkiye yararına olduğuna
inanmadım; o geldiğimiz noktada, bu uzlaşmanın, Türkiye
için en iyi uzlaşma olacağına inanmadım.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Yılmaz, 2 dakika daha verdim; son
cümlenizi söyleyin, toparlayın lütfen.
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Teşekkür ederim.
Türkiye için en iyi uzlaşma olduğuna inanmadım. O
sırada Doğru Yol Partisinden bize teklif geldi, aynı şartlarla
koalisyon kurma teklifi geldi. Onu müzakere ettik, tercihimizi Doğru
Yol'dan yana kullandık. Bunu kapalı kapılar ardında
yapmadık, bunu gizli protokollerle yapmadık, bunu milletin önünde
yaptık.
Şimdi, bakın, dün televizyonda, bir programda, bir partinin
sayın genel başkan yardımcısı çıktı
-Doğru Yol Partisinin Genel Başkan Yardımcısı- dedi
ki: "Bizim sözcümüz yarın çıkacak, Sayın Erbakan'a -benim
imzamla- verilmiş bir doküman olduğunu açıklayacak. Sayın
Erbakan da çıkacak, bu dokümanı ibraz edecek." Ben de şimdi
buradan söylüyorum; eğer böyle bir doküman varsa, Sayın Erbakan bunu
sizden gizliyorsa, o zaman, bu iftiranın üzerinde başbakanlık
yapamaz, o sandalyede oturamaz. O arkadaşıma da söylüyorum; bugüne
kadar, benimle ilgili, olmadık, akla hayale gelmedik bütün iftiraları
söylediniz; burada Hükümet Programıyla ilgili müzakereleri, sırf
benimle ilgili demagojiler için, çamur atmalar için kullandınız;
bütün bunlar sizin meseleniz; ama, bakın, ben, size bir şey söylüyorum,
bunu Sayın Ecevit'e de söylüyorum: Sayın Ecevit'in söylediği
doğrudur; 53 üncü Hükümete dışarıdan destek verirken, bize
hiçbir şart koşmamışlardır, hiçbir zorluk
çıkarmamışlardır; her zaman yapıcı destek
vermişlerdir. Bundan dolayı, kendilerine buradan
şükranlarımı sunuyorum. (DSP sıralarından
alkışlar) Ama, bir hususu açıklığa kavuşturmak
zorundayım: Anavatan Partisi olarak, hükümet müzakerelerinde, hiçbir
partiyi, hiçbir partiye karşı şantaj unsuru olarak filan
kullanmadık, tehdit olarak kullanmadık; en tutarlı çizgiyi biz
izledik.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Yılmaz...
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Herhalde,
konuşturmayacaksınız...
BAŞKAN – Aman, istirham ederim Sayın Yılmaz
"konuşturmayacaksınız" derken... (ANAP
sıralarından "Bitiriyor; bırakın konuşsun"
sesleri)
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Herhalde, ek süre vermeyeceksiniz diyorum.
BAŞKAN – Efendim, buyurun; bir kez daha eksüre verdim size; ama,
lütfen, bu defa bitirin... Lütfen... (ANAP sıralarından "Genel
Başkandır; konuşsun" sesleri)
Sayın Anavatanlılar, hayırdır inşallah!..
Buyurun efendim; lütfen, toparlar mısınız...
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Sayın milletvekilleri, daha söyleyecek
çok sözüm var; ama, maalesef, vakit yeterli değil.
Şimdi, asıl söyleyeceğim husus; hangi sebeple olursa
olsun, bu gayri meşru mutabakata güvenoyu veren, rıza gösteren bütün
milletvekillerinin, bu mesuliyeti paylaşacaklarını
unutmayın. Halbuki, bu Parlamentoda, daha pek çok iktidar alternatifi
vardır.
AHMET İYİMAYA (Amasya) – Hiç yok, hiç yok!..
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Refah Partisi-Doğru Yol Partisi
Koalisyonunun, başından beri izah ettiğim bütün bu
mahzurların giderilmesi halinde, bir alternatif olmasına bizim bir
itirazımız yok. Ben, Sayın Erbakan'a da söyledim; eğer
aranızda anlaşırsanız, sayısal çoğunluğunuz da
yeterli, biz Anavatan olarak, memnuniyetle muhalefet görevimizi yaparız
dedim. Bizim itirazımız, bu koalisyonun ahlakî bir zeminde
kurulmamış olmasınadır; bizim itirazımız, bu
koalisyonun gayri ahlakî olmasınadır. (ANAP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar)
Değerli milletvekilleri, bu Parlamento, bu Yüce Makam, 54 üncü
Hükümet gibi, örtülü yolsuzluk hükümetlerinin kurulacağı bir yer
olamaz. 54 üncü Hükümetin alternatifi vardır; bu alternatif de
hazırdır.
İRFETTİN AKAR (Muğla) – Nedir, nedir?!.
CEMİL ERHAN (Ağrı) – Nedir; söyle!..
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Bu örtülü yolsuzluk hükümetinin bu Meclis
tarafından reddedilmesinden sonra, bu reddi gerçekleştirecek olan
Parlamento, bu kez, gerçekten sağlam esaslara dayanan, hem milletin
iradesini temsil eden hem de ahlakî esaslara dayanan güçlü ve temiz bir
hükümeti kurdurmaya muktedirdir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Yılmaz, lütfen, Genel Kurulu selamlar
mısınız efendim...
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Tabiî...
MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Sayın Başkan, süre
verin; çok önemli bir konuşma yapıyor...
BAŞKAN – Lütfen... Süre verdim efendim... Lütfen... Genel Kurulu
selamlayın.
İRFETTİN AKAR (Muğla) – Çok iyi!.. Bir saat daha
konuşsun!.. Gayet iyi konuşuyor!.. Buyurun, gayet memnun oluruz!..
AHMET KABİL (Rize) – Biraz daha süre verin...
BAŞKAN – Ee, insaf edin lütfen... Lütfen, insaf edin...
Sayın Yılmaz, buyurun efendim.
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Sayın milletvekilleri, pazartesi günü,
burada, aslında bu Hükümeti değil, bu Parlamentonun faziletini
oylayacaksınız. Hepinizi vicdanınızla baş başa
bırakmak istiyorum. Eğer, temeli yolsuzlukları örtmeye dayanan
bir Hükümete güvenoyu vermeyi aklınıza, vicdanınıza,
ahlakınıza sığdırabiliyorsanız; halk acaba ne
der, bana oy veren seçmenin yüzüne nasıl bakarım diye bir
endişeniz yoksa, bu Hükümete güvenoyu verin. Yok, eğer, benim böyle
bir vebalde payım olmasın diyorsanız, yapacağınız
bellidir.
O gün, Meclisin, sizleri seçip buraya yollayan topluma olan borcunu
ödeme günüdür. O gün, Parlamentonun üzerine örtülmek istenen örtüyü,
oylarınızla yırtmanın günüdür. O gün, toplumun
karşısına, gerçekten alnı açık, başı dik,
temiz, faziletli bir Parlamento çıkarmanın günüdür.
Allah hepinizin yardımcısı olsun.
Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (ANAP sıralarından
ayakta alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Yılmaz, teşekkür ediyorum.
NEVFEL ŞAHİN (Çanakkale) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Buyurun efendim.
NEVFEL ŞAHİN (Çanakkale) – Sayın Başkan, eski
Başbakanımız Sayın Mesut Yılmaz
konuşmalarında, Umurbey Barajından bahsettiler; gerçek
dışı bir beyanda bulundular. Umurbey Barajı, 1994
yatırım programına alınmış, 1995
Ocağında ihalesi yapılmış ve 1995 yılında
inşaatına başlanmıştır. Zatı âlileri,18
Martta Çanakkale'yi ziyaretlerinde, inşaatına
başlanmış bir bir barajın temelini
atmışlardır. Bu barajın temeli, uzaktan yakından
Anavatan Partisiyle ilişkili değildir. Her mühendis arkadaş bilir ki, Umurbey
Barajı 1994 yatırım programına alınmış,1995
Ocağında ihalesi yapılmış ve 1995 yılında
inşaatına başlanmıştır. Kendi
hükümetleri,1995 mart ayı
başında güvenoyu almış bir hükümettir. Gerçek dışı beyanat
olduğunu Çanakkaleliler biliyor;
ama, kamuoyunun da duyması
açısından...
EMİN KUL (İstanbul) – Bilmeden konuşuyorsun.
BAŞKAN – Sayın Şahin, barajımız, Çanakkalemize
hayırlı uğurlu olsun efendim.
Sayın Başbakan, efendim, zatı âlinize söz vereceğim;
ancak, iki sayın üyeye söz verme durumundayım. Acaba, zatı
âliniz, üyeleri de dinledikten sonra mı görüşmek istersiniz, yoksa
önce mi görüşürsünüz efendim?
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Konya) – Birinci konuşmacıdan
sonra konuşacağım.
BAŞKAN – Peki efendim.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, Sayın Mesut
Yılmaz yaptığı
konuşmada "Doğru
Yol Partili milletvekilleri korkuyorlar,
iradelerini beyan etmiyorlar" dedi. (ANAP sıralarından
gürültüler) Bir dakika efendim... Bir
dakika...
AHMET KABİL (Rize) – Sen DYP'li değilsin...
BAŞKAN – Efendim, müsaaade buyurun lütfen... (DYP ve ANAP
sıralarından gürültüler)
Sayın Genç... Sayın Kabil... Bırakın efendim. (ANAP
sıralarından gürültüler)
Efendim, müsaade buyurun da ben alayım.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Mesut Yılmaz "Doğru Yol
Partili milletvekilleri korkuyorlar" dedi.
BAŞKAN – Efendim, ben, korkmadığınızı
biliyorum...
KAMER GENÇ (Tunceli) – Ben, Sayın Mesut Yılmaz'a, Meclis
Başkanvekili olarak 4 defa telefon ettim, randevu istedim, ilimdeki
sıkıntıları kendisine anlatmak için... (DYP ve ANAP
sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Genç...
KAMER GENÇ (Tunceli) – Bir dakika Sayın Başkan... (ANAP
sıralarından gürültüler)
Cavit Kavak kanalıyla 2 defa randevu istedim, kendi ilimin
sorunlarını anlatmak için... (ANAP sıralarından gürültüler)
Sayın Yılmaz hangi yüzle gelip burada konuşuyor?! (ANAP
sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Genç, oturur musunuz efendim...
KAMER GENÇ (Tunceli) – Ama, bana sataşma var efendim; ben
korkmadığımı belirtmek istiyorum.
BAŞKAN – Efendim, zatı âlinize nasıl sataşayım
ben?! (ANAP sıralarından gürültüler)
KAMER GENÇ (Tunceli) – Benim köyümde insanlar aç, çıplakken, bir
başbakanın burada böyle konuşmasını...(ANAP ve DYP
sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Genç, oturur musunuz lütfen...
AHMET KABİL (Rize) – Sen DYP'li bile değilsin. (ANAP ve DYP
sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Kabil, yerinize buyurun efendim... (DYP ve ANAP
sıralarından gürültüler)
Sayın milletvekilleri, kişisel söz talepleri... (DYP ve ANAP
sıralarından gürültüler)
Sayın milletvekilleri...
KAMER GENÇ (Tunceli) –Ne hakkınız... (ANAP
sıralarından gürültüler)
NEJAT ARSEVEN (Ankara) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Efendim, buyurun; ne var?..(DYP ve ANAP
sıralarından gürültüler)
NEJAT ARSEVEN (Ankara) – Sayın Başkan, Sayın
Başbakan milletvekillerinin kişisel konuşmalarını da
dinledikten sonra konuşmalarını yapacaklar.
BAŞKAN – Evet... (DYP ve ANAP sıralarından gürültüler)
NEJAT ARSEVEN (Ankara) – Siz demin öyle bir soru sordunuz Sayın
Başbakana, onu sizden rica etmek için buradan konuşmak
ihtiyacını duydum.
BAŞKAN – Nereden konuşmak?..Söz mü istiyorsunuz efendim?..
(DYP ve ANAP sıralarından gürültüler)
NEJAT ARSEVEN (Ankara) – Şu anda...
BAŞKAN – Sayın Genç...Sayın İdare
Amirleri...Sayın Kabil...
Efendim, oturur musunuz lütfen... Bir sayın üyenin talebi var,
alamıyorum.
Buyurun efendim.
NEJAT ARSEVEN (Ankara) – Sayın Başkan, biraz önce, grup
adına konuşmaların bittiğini ve iki üyenin
konuşacağını belirttiniz ve Sayın Başbakana da, o
üyeler konuştuktan sonra mı, daha önce mi
konuşacağını sordunuz.
Zannediyorum, Sayın Başbakanın, hem nezaketi hem Genel
Kurula ve bir milletvekilinin şahsına olan saygısı,
onları da dinledikten sonra konuşmasını gerektirir. Ben bu
hususu, hem zatı âlinize hem de Sayın Başbakana arz ediyorum.
Saygılar sunarım.
BAŞKAN – Efendim, onun takdiri Sayın Başbakana ait ve
takdirlerini de izhar buyurdular; istirham ederim efendim, yeni bir usul ihdas
etmeyelim.
Efendim, kişisel söz talebinde bulunanları birleşimin
başında okumuştum. 1 inci sırada Sayın Abdulkadir
Öncel; ancak, Sayın Öncel'in bir talebi var: Daha önce 27 nci sırada
söz talebinde bulunan Sayın Muhsin Yazıcıoğlu'na söz
sırasını verdiğini ifade ediyorlar. Bu suretle, 1 inci
sırada, Sayın Abdulkadir Öncel Beyefendinin yerine Muhsin
Yazıcıoğlu Beyefendiye söz vereceğim; arkasından
Sayın Başbakan görüşlerini ifade buyuracaklar ve daha sonra da
Sayın Nejat Arseven Beyefendiye söz vereceğim.
Sayın Yazıcıoğlu, buyurun efendim.
Sayın Yazıcıoğlu, efendim, bilginizi yenileme
açısından süreyi ifade ediyorum; 15 dakikadır süreniz.
Buyurun.
MUHSİN YAZICIOĞLU (Sıvas) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; bilindiği üzere, ülkemiz, artık,
kronikleşmiş sinyalleri veren hükümet kriziyle karşı
karşıyadır. Söz konusu kriz, ülkemizin sadece bugününü
etkilemekle kalmamakta, büyük ümitler beslediğimiz 2000'li yıllara
hazırlıklarımızı da olumsuz şekilde
etkilemektedir.
Türkiye, içte ve dışta çok büyük problemlerle karşı
karşıyadır. Dışarıda Türkiye aleyhine
oluşturulmuş olan ittifaklar, ülkemizi bir ateş çemberi
içerisine almaktadır. İçeride vatandaşlarımızın
karşı karşıya bulunduğu ekonomik sorunlar, gelir
dağılımındaki bozukluklar ve süratle çürüyen değerler,
siyasetteki yozlaşmalar, ülkemizin insanını her geçen gün daha
çok sıkıntıya sokmaktadır. Milletimizin ufkunu karartan,
ekonomisini istikrardan uzaklaştıran, tarihî ve coğrafî
avantajlarını zayıflatan bu siyasî istikrarsızlıkların
son bulması için, sorumluluk hisseden herkese büyük görevler
düşmektedir. Büyük Birlik Partisi, bu sorumluluk ve görev şuurunun
bilinci içerisinde olan bir partidir.
Biz, Büyük Birlik Partisi olarak, Programını
tartıştığımız bu Hükümetin, ne resmî ne de gayri
resmî ortağı değiliz. Meclis aritmetiğinin Partimizi kilit
duruma getirmesi, kendilerini kabulcü ya da retçi diye tanımlayan taraflar
ve onların medyadaki destekçilerinin farklı yorumlarına yol
açmış; fakat, Partimiz, hiçbir pazarlığın içerisinde
olmamıştır.
Bugünkü noktaya getiren biz değiliz. Refah Partisi de, Doğru
Yol Partisi de bu ülkenin gerçekleridir. Bizim, Büyük Birlik Partisi olarak, bu
iki partiyle, ortak noktalarımız olduğu kadar, ayrı
noktalarımız da vardır. Türkiye Cumhuriyetinin Anayasasına
göre kurulmuş olan Cumhuriyet Halk Partisinden Refah Partisine kadar bütün
siyasî partiler, demokrasimizin vazgeçilmez unsurları olarak
değerlendirdiğimiz, ülkenin hakikatleridir.
Biz, ne retçilerin ne de kabulcülerin oluşturmuş olduğu
atmosferin içerisinde bulunmak istemedik. Ne yazık ki, ülkeyi bu hale
getirdiler. Kim getirdiyse, asıl sorumluluk onların üzerindedir.
Birkaç gündür, âdeta, bir vicdan girdabı içerisine bizi sevk etmiş
olan bugünkü ortam; maalesef, sorumluluk duygusu içerisinde olan, ülke
manfaatlarını düşünen, parti çıkarlarının,
kişisel çıkarlarının üzerinde memleketini düşünen bir
insanın karşı karşıya olduğu bugünkü girdaptan
çok daha kolay çıkmak isterdim. Ben, bugüne kadar,
insanlarımızın, bu kilit noktaya gelmiş olan partinin
nasıl tavır göstererek sonucu ne şekilde etkileyeceğini düşünerek
bize bakmış olmasına ve bu kararı geciktirirken, acaba
insanlarımızı üzüyor muyum, diye büyük endişelerime
rağmen, ne yazık ki, bizim hassasiyetimiz,
pazarlıkçılık olarak değerlendirilmiştir. Buradan,
medyamıza da üzüntülerimi ifade etmek istiyorum.
Türkiye'nin süratle sivil toplum olmaya ihtiyacı var, sivil toplum
öncülerinin kendi inisiyatifleri doğrultusunda siyaseti yönlendirme
hakları var; ama, bu hakkı hiçbir zaman kullanmadılar.
Kapılar arkasında iki kişinin, üç kişinin meydana
getirmiş olduğu oldubittilere, önce partiler, sonra millet, razı
olmak mecburiyetinde kaldı.
Ortak değerlerimiz olmasına rağmen, birçok ortak yönümüz
olmasına rağmen, Refah Partisinin iktidar olma noktasındaki
aşırı hevesliliğinin, belki de iktidar olma
noktasındaki açık olmayan, şeffaf olmayan şu anki koalisyon
görüşmelerinin meydana getirdiği ortam, hepimizi
sıkıntıya sokmuştur; ama, bugünkü noktaya ben getirmedim.
Her şey şeffaf olmalıydı, millet huzurunda
olmalıydı. Mecbur muyduk, biz bugün, yolsuzlukları örtmek üzere
kurulan bir koalisyonu tartışmak, belki de onu desteklemeye mecbur
kalmak... (BBP ve ANAP sıralarından alkışlar) Ama, bu
havayı -bu noktaya gelmiş olmasına rağmen- bu noktaya biz
getirmedik.
Ben, Anavatan Partisiyle beraber seçimlere girmiş birisi olarak,
istiyorum ki, Anavatan Partisinin daha etkin olmuş olduğu bir
koalisyon kurulsun. Başından itibaren, bu noktada, üzerimize
düşeni yaptığımıza inanıyorum. Anavatan Partisi
ile Refah Partisi arasında bir koalisyon kurulmuş olsaydı, ne
Refah Partililer bugün rahatsız olacak ne Anavatan Partililer
rahatsız olacak ne de biz, bugünkü vicdan muhasebesiyle bu kadar
karşı karşıya kalmayacaktık.
Efendim, bu en güzelidir diye demiyorum; demokrasinin
akışı istikametinde, demokratik geleneklere uygun olarak,
sandıktan çıkana razı olma anlayışı yerine
getirilseydi, hiçbirimiz rahatsız olmayacaktık.
Evet, belki, Cumhuriyet Halk Partililerin arzusuna uygun söylemiyorum;
ama, unutmayınız ki, siz de, demokrasinin akışına,
sandıktan çıkana razı olsaydınız, bugünkü çelişkiyle
karşı karşıya kalmazdık. Eğer demokrasi diyorsak,
o zaman, sandıktan çıkana razı olacaktık.
Burada, Sayın Çiller'in, dünya ahret hiçbir görüşüne
iştirak etmiyorum. Her şeyden evvel, adalet anlayışına
inanmıyorum. Seçimler boyunca, sadece, rakibi olan Anavatan Partisini
vurmak için, sadece, Anavatan Partisine karşı avantaj sağlamak
için, zamanında, bağımsız mahkemelerde beraat etmiş
olan Ökkeş Şendiller arkadaşımıza, hiçbir insaf ölçüsü
ortaya koymadan, maalesef, bir hanımefendinin zarafetine asla uydurmadığımız
bir şekilde, yakıştıramadığımız bir
şekilde saldırıda bulunmuştur; beraat etmiş olan
arkadaşımızı, katliamcı olarak takdim etmiştir.
Halbuki, bütün partilerde ülkücüler vardı; bütün partilerin içerisinde
şu anda ülküdaşlarım var. Evet, sizin "katliamcı"
diye -ancak totaliter rejimlerde görülen bir anlayışla- beraat
ettiği halde suçladığınız
arkadaşımızın arkadaşları kendi partinizde de
vardı; ama, ne yazık ki, araştırma yapmadan, diyor ki
"ben, araştırma yapamamışım gerekli
şekilde..." Nasıl, bir devleti idare eden Başbakan,
araştırma yapma lüzumunu duymadan, önüne getirilmiş olan bir
bilgiyi, hiç adalet ölçüsü duymadan, gelir, kürsülerde, siyasî avantaj
kazanabilmek için kullanabilir? Evet, o davranışınızla,
belki, şu Meclisin babayiğit seslerinden birisini Meclis
dışı bırakmış olabilirsiniz; hiç önemli
değil; arkadaşımız, aynı gururla, aynı
haysiyetle, mücadelesine dışarıda da devam edebilir; ama, ne
yazık ki, adaletsizliği hiçbir şey affedemez.
Değerli arkadaşlarım, işte bugün, maalesef ki üzülerek
ifade etmek zorundayım, bugün, benim burada bir
davranışımı... Sadece, programı dedik, protokölü
dedik, öbür tarafta kabinesi dedik; ama, ne yazık ki, şu Meclise
geldiğimiz zaman, Programın tartışılmadığını
görüyoruz. Bu Mecliste, ileriye dönük, hangisinin ne yapacağı
hususunun tartışılmadığını görüyoruz. Evet,
halen bir laik-antilaik cepheleşme gibi ve sair gibi bir konuya doğru
sürüklenen ve hele hele, demokrasi dışı birtakım güçlerin,
filanlar geldiği zaman ülkeyi sıkıntıya
sokacağı... Refah Partisi geldiği zaman Refah Partisi ülkeyi
sıkıntıya sokacaksa, ona karşı mücadeleye
hazırım; zaten, mücadele ediyorum. Refah Partisi ile ayrı olan
yanlarımız dolayısıyla ayrı bir siyasî partiyiz ve bu
noktadaki mücadelemi sonuna kadar sürdüreceğim; ama, Anayasaya göre
kurulmuş bir partinin iktidar olması halinde birtakım güçlerin
Türkiye'yi sıkıntıya sokacağı teziyle, maalesef,
bugün, bizi, demokrasi mi, yoksa, demokrasi dışında totaliter
baskılar mı gibi bir tercihle karşı karşıya
bıraktınız. Bugün, bizi, acaba, millet iradesi mi, yoksa, bir
kısım medyanın iradesi mi diye bir tercihe zorladınız.
İşte bu noktada, ben, milletin iradesinden yana tavrımı
koymak istiyorum. (RP sıralarından alkışlar) Öbür tarafta
bir şeyi söylüyorum: Sizin iktidar olmanızı engellemek suretiyle
"efendim, Müslümanların iktidarını önlediniz" sözünü
size söyletmeyeceğim; ama, bugün ortaya çıkmış olan
Koalisyonu, vicdan rahatlığıyla... (CHP sıralarından
"Biz Müslüman değil miyiz" sesleri)
Evet, bu kürsüye gelmiş, bu memlekette başbakanlık yapmış
herkes Müslümandır. Medyanın ortaya koymuş olduğu ifadeyi
söylüyorum, istismarlara yol açmak istemediğimi ifade ediyorum.
İşte, bugün ortaya çıkmış olan Koalisyonu,
şeffaflığı yeterince
sağlamadığı ve bu noktada, yeterince
tartışma zemini oluşturmadığı için -Sayın
Erbakan'ın, siyaset tarihimize geçmiş olan deyimiyle söylemek
istiyorum- kerhen de olsa engellemeyeceğim. (RP ve DYP
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
Yalnız, burada, şunu da ifade etmeden geçemeyeceğim...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MUHSİN YAZICIOĞLU (Devamla) – Hemen toparlıyorum efendim.
Koalisyon partileri, kendilerine, kerhen vermiş olduğunuz bu
avantajı, limitsiz bir avantaj veya destek olarak görmemelidir. Biz, asla,
sizin Çekiç Güç ile ilgili tavrınızla alakalı değiliz. Biz,
İsrail ile yapmış olunan anlaşmanın takipçisi
olacağız. (RP sıralarından "Biz de olacağız
sesleri") Evet...
Biz, büyük hassasiyetleri olduğuna inandığım Refah
Partisi tabanı ve birçok milletvekilinin hassasiyetine rağmen,
Koalisyon Programında muğlak ifade edilmiş olması
dolayısıyla, yolsuzluklar konusunda açıklık,
kararlılık istemekteyiz. Eğer, Sayın Erbakan, iddia
edildiği gibi -alınmak, gücenmek yok- yolsuzlukların üzerine
sünger çekmek maksadı taşıyan bir koalisyon oluştuysa,
burada, bizim de bir katkımız sözkonusuysa, dünyada ve ahirette,
elbette, bunun bir hesabı vardır; bu hesap, sizin
omuzlarınızdadır.
Bu sebeple, açıklıkla bir şey ifade ederek sözlerimi
tamamlamak istiyorum. Başında, koalisyon ortaklığıyla
alakalı gelmiş olan birtakım teklifler dolayısıyla...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen toparlar mısınız...
MUHSİN YAZICIOĞLU (Devamla) – Çok özür dileyerek, iki taraftan
da rica ederek, birkaç dakika istirham etmek istiyorum.
BAŞKAN – Lütfen...
Buyurun.
MUHSİN YAZICIOĞLU (Devamla) – Koalisyon
ortaklığı teklifi Sayın Erbakan'dan gelmiştir. Daha
sonra, iki partili bir koalisyon yapılmış; ama, içerisine, biz,
yandan dahil edilmek istenilmişizdir. Bunu, siyaset
anlayışımıza uygun olmadığı için reddettik.
Daha sonra, medyamızda çıkan koalisyon pazarlıklarını
-ki bunlar, gayet meşru olan şeylerdir- nasıl iki parti
birbiriyle oturup, masasına koyuyor, tartışıyorsa,
gerekirse biz de tartışırdık. Biz, iki bakanlık, üç
bakanlık, beş bakanlıkla ilgili bir tartışma
içerisinde asla olmadık. "Programını, protokolünü
başından tartıştığımız takdirde ancak
içerisinde oluruz, yoksa olmayız" dedik ve olmadık. Şu
andan itibaren de, bu anlamda, Hükümetle hiçbir menfaat ilişkisi
içerisinde, partisel anlamda da menfaat ilişkisi içerisinde olmadık.
Öbür tarafta da, eline çantayı almış, herkesi satılık
zanneden, her iki taraflı... (RP sıralarından "Bravo"
sesleri, alkışlar)
Hayır, bunu alkışlamaya hakkınız yok. Şu,
iki taraflı gelip giden, son zamanlardaki milletvekili transferleri -ki bu
milletvekillerinin de kendilerinden af dileyerek ifade ediyorum- hepimizin
midesini bulandırmıştır. Bunların içerisinde yokuz. Bu
memlekette, onuruyla ayakta kalacak siyasetçiler de olmalıdır. Biz,
burada, sadece...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Yazıcıoğlu, toparlar
mısınız efendim.
MUHSİN YAZICIOĞLU (Devamla) – ...şu anda meydana
gelmiş olan koalisyonun, olmaması halinde, karşısında
meydana gelecek alternatifin muğlaklığı
dolayısıyla esnafın, işçinin, insanlarımızın
bir an evvel hükümet olma, hükümete kavuşma ihtiyaçlarına
karşı alternatifi sağlıklı getiremedikleri için
şu güne kadar, sadece memleket düşüncesiyle, millet menfaatı
düşüncesiyle bu hareketi yapıyorum; ne ret cephesine ne kabul
cephesine yakınlık ifade ederek bunu
koymuyorum.
Hepinize saygılar, sevgiler sunuyorum. (BBP, RP ve DYP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Yazıcıoğlu, teşekkür
ediyorum.
Sayın Başbakan, buyurun efendim.
Hükümet adına, Sayın Başbakan; buyurun.(RP sıralarından
ayakta alkışlar, DYP sıralarından alkışlar)
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Konya) – Meclisin
saygıdeğer üyeleri; hepinizi hürmetle, muhabetle selamlıyorum.
Aynı zamanda şu anda bizi bütün vatan sathında
televizyonlarından takip eden vatanımızın aziz
evlatlarına da sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum.
Bilindiği gibi, 6 Haziran günü bundan önceki Hükümet Türkiye Büyük
Millet Meclisinden güvenoyu alamamış olduğu için görevi iade
etmiştir; Sayın Cumhurbaşkanı 7 Haziran günü yeni Hükümet
kurulması görevini Türkiye Büyük Millet Meclisinde en çok üyeye sahip
olduğu için Refah Partisine tevdi etmiştir. 7 Haziran gününden sonra
yeni Hükümetin kurulması için takriben üç haftalık bir
çalışma yapıldı; 28 Haziran günü Refah Partisi ve
Doğru Yol Partisi koalisyonunun 54 üncü Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti
kuruldu. Bu Hükümet kurulur kurulmaz, vatana millete hizmet için
kollarını sıvadı, 3 Temmuz günü Yüce Meclise
Programını sundu ve Anayasa mucibince, bugün, 6 Temmuz günü, Hükümet
Programının Türkiye Büyük Millet Meclisinde müzakeresini
yapıyoruz. Bu müzakere mucibince, Hükümetimizin görüşlerini Yüce
Meclise arz etmek üzere, şu anda, huzurlarınızda bulunuyorum ve
sözlerime başlarken, yeni Hükümetimizin milletimize hayırlı olmasını,
bu Programın, milletimize en faydalı, en hayırlı
hizmetlerin yapılmasına vesile olmasını diliyorum. Yine,
sözlerime başlarken, bugün, Yüce Meclisin bu salonunda, yeni Hükümetin
Programı üzerinde fikirlerini arz etmiş olan bütün partilerimizin kıymetli
sözcülerine, başkanlarına teşekkürü bir vazife sayıyorum;
kendilerinin konuşmaları esnasında, bizim
yararlanacağımız pek çok faydalı fikirler ve tavsiyeler
ortaya koymuşlardır; bu fikir ve tavsiyelerinden dolayı da
kendilerine teşekkürlerimi sunuyorum ve hemen ifade ediyorum ki, Türkiye
Cumhuriyetinin 54 üncü Hükümeti olarak, bu Yüce Mecliste
yapılmış olan konuşmalardaki tavsiyelerden, tekliflerden
yararlanmak, her zaman bizim şiarımız olacaktır; bugünkü
teklif ve tavsiyelerden de aynı şekilde yararlanmayı şiar
edineceğiz.
Sayın Başkan, muhterem milletvekilleri; şimdi, müsaade
buyurursanız, Hükümet Programı üzerinde asıl yapılması
icap eden müzakereye geçmeden önce, bundan önce konuşmuş olan
kıymetli parti sözcüleri ve genel başkanlarının
yaptıkları konuşmalar üzerinde, kısaca, birkaç cümleyle durmak
istiyorum; sonra, asıl mevzua geçmek istiyorum.
Önce, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Deniz
Baykal Beyefendi, burada, konuşmaları esnasında, Türkiye'nin
durumu hakkında, son derece faydalı, yararlı ve isabetli bir
tahlil yaptılar; kendilerine teşekkür ederim; ülkemizin meselelerini
açık bir şekilde ortaya koyarak konuşmalarına
başladılar. Ancak, ne var ki, hemen bunun arkasından,
Türkiye'nin bu meselelerini nasıl çözeceğiz, sosyal demokrat bir
parti olarak bunların çözümleri hakkında bu Programda getirilmiş
olan çözümlere alternatif çözümlerini merakla bekleyip dinlemek isterken, ne
yazık ki, birden bire, bugün asıl konuşulması icap eden
Hükümet Programı değil rejimdir şeklinde, ana mevzudan saparak, konuşmayı,
Yüce Meclisin denetleme görevinin üzerine getirdiler. Halbuki, Yüce Meclisin
denetleme görevleri apayrı bir konudur, hükümet programı apayrı
bir konudur. Biz, kendilerinden, Hükümet Programı üzerindeki
görüşlerini takdim etmelerini rica ediyorduk; dolayısıyla,
konunun dışına çıkmış olmaları sebebiyle, ne
yazık ki, konuşmalarının büyük bir kısmından
yararlanma imkânını bulamadık. (RP sıralarından
alkışlar)
Söyledikleri sözler üzerinde durmak istediğim konu sadece
şudur: Dediler ki: "Bugüne kadar sosyal demokrat zihniyete sahip
insanlar iktidarlara gelmiştir ve bu iktidarlar da muvaffak
olamamıştır. Bu iktidarların muvaffak
olamamasının sebebi sosyal demokrasi politikalarında değil,
bu politikaları temsilen iş başına gelen kimselerin kendi
kusurundan ileri gelmiştir." Hakikaten, bunların muvaffak
olamadıkları -kendilerinin de ifade ettikleri gibi- milletçe de
bilinen bir gerçektir; ama, bu söylendikten sonra kendilerinden beklerdik ki,
peki, Türkiye'nin meselelerini çözecek olan bu sosyal politikalar neymiş;
şunları ortaya koysunlar, bunlardan yararlanalım. Ne yazık
ki, bu söylendi; ama, Türkiye'nin meselelerine çare olacak olan sosyal
politikalar hakkında herhangi bir açıklamaya şahit
olamadık. Yine, kendileri itiraf ediyorlar "Türkiye'nin bu noktaya
gelmesinin sebebi biziz; çünkü, biz, bir çıkış yolu
gösteremedik" diyorlar.
NİHAT MATKAP (Hatay) – Hayır, öyle demedi...
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Bu da doğru bir
tespittir; zaten, bugüne kadar hep böyle olmuştur; sosyal demokratlar,
hakikaten, Türkiye'ye ne bir çıkış yolu gösterebilmişlerdir
ne de Türkiye'nin meselelerini çözecek bir politikayı orta yere koyup, onu
düzgün bir şekilde uygulayabilmişlerdir. Kendilerinin bu
itiraflarını çok kıymetli bir özeleştiri olarak
sayıyorum ve inşallah bu özeleştiriden yararlanırlar; bunu
temenni ediyorum, ümit ediyorum. (RP sıralarından alkışlar)
Her halükârda, yaptıkları konuşmadan -bununla beraber- bizim yararlanacağımız pek çok
nokta olduğu için, bir kere daha kendilerine huzurlarınızda
teşekkürlerimi sunuyorum.
Sayın Demokratik Sol Parti Genel Başkanı Ecevit
Beyefendi, geldiler, burada -evet,
filvaki Hükümet Programı üzerinde de birtakım mütalaalar ileri
sürdüler ama- yine itiraf edeyim ki, ne
yazık ki, konuşmalarının büyük bir kısmını
denetleme konularına ayırdılar ve bazı yerlerde, ben,
kendilerinin seviyesine -doğrusu- mütenasip görmediğim kelimeler de
kullandılar "utanma" vesaire gibi. Bana sorarsanız, suçu
sabit olmamış bir insanı suçlu kabul etmek asıl
utanılacak bir vasıftır. (RP ve DYP sıralarından
alkışlar)
Medenî ülkelerde, medeniyet ve insan seviyesi onu gerektirir ki, bütün
insanların haysiyet ve şereflerine saygı gösterilsin. Bunu
yapmamak bir noksanlıktır, bir eksikliktir ve asıl ayıp
olan budur.
Konuşmaları esnasında, çok garipsediğim bazı
atmosfer içerisinde kendilerini buldum "Refah Partisi yüzde 21 küsur oy
almıştır; ama, bunun karşısında yüzde 79'luk
başka bir kütle vardır..." Tabiî, her partinin
karşısında böyle bir kütle var. Demokratik Sol Parti de, 24
Aralıkta yüzde 14 oy aldı, 2 Haziran'da yüzde 6 oy aldı, onun da
karşısında yüzde 94'lük başka bir kütle var; ne ifade
eder!.. (RP sıralarından "Bravo" sesleri,
alkışlar)
Çok garipsediğim bir şey: Konuşmaları esnasında
sık sık "büyük çoğunluk şöyle söylüyor",
"büyük çoğunluk böyle söylüyor" gibi ifadeler kullandılar.
Kim bu büyük çoğunluk ve siz bu büyük çoğunluğun
temsilciliğini hangi sıfatla üzerinize alıyorsunuz? (RP
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Şu,
2 Haziranda aldığınız yüzde 6 oyla mı büyük
çoğunluğun temsilcisisin? (RP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar)
Bir hayal âleminin içindesiniz, etrafınızdaki üç beş
kişiyi büyük çoğunluk zannediyorsunuz. Türkiye'de 65 milyon insan var
ve bir büyük çoğunluk var. İşte, o büyük çoğunluğun en
büyük partisi Refah Partisi. (RP sıralarından "Bravo"
sesleri, alkışlar)
Yine, konuşmaları esnasında
yadırgadığım bazı sözler oldu: Kendileri, Anavatan
Partisi adına kararlar verdiler, Doğru Yol Partisine yol gösterdiler,
Refah Partisi hakkında konuştular. Bu yetkileri nereden
alıyorlar, şaşırdım;
kendi kendime düşündüm, olsa olsa
dedim, Sayın Yılmaz Beyin ikidebir bir benzin istasyonuna
uğrarmış gibi, kendisinden fikir sorma
alışkanlığı karşısında kendilerini, bütün
partilere fetva veren bir fetva makamı zannediyorlar. (RP ve DYP
sıralarından alkışlar) Halbuki, burada her partinin kendi
fikri var ve önemli olan başka partilere fetva vermek değil,
başka partilerin doğru fikirlerinden yararlanmaktır; bunu
hepimiz yapmaya gayret etmeliyiz.
Sayın Ecevit'in konuşması esnasında dikkatimi çeken
bir diğer husus da -hâlâ anlayamadım- şudur: Kendileri, bu
hükümet kurulmasın diye "başka alternatif vardır"
diyorlar. Neymiş bu alternatif acaba diye merakla dinliyoruz; hemen
arkasından "efendim biz, Cumhuriyet Halk Partisiyle bir araya
gelemeyiz" diyor, hatta Deniz Baykal Beyefendi, 123 rakamını
söyler söylemez yüzleri geriliyor, iki partinin aritmetik toplamına bile
tahammül edemiyorlar ve "biz, bunlarla bir araya gelemeyiz" diyor.
Peki, bu hükümet nasıl çıkacak Allah aşkına?.. DYP ile ANAP
bir araya gelemez, DSP ile CHP bir araya gelemez ve hem de alternatif
varmış. Bu alternatifi hâlâ ne millet anlamıştır, ne
de biz anlayabildik.
Bir başka önemli konu da "Türkiye'nin meselelerini çözmek
için, ülkenin meselelerini çözmek için güçlü bir hükümete ihtiyaç yoktur"
dediler; şaşırdım tabiî. Halkımız da bunu
dinliyor. Türkiye bu hale gelecek ve Türkiye, bu halden, güçlü olmayan bir
hükümetle kurtulacak(!) Herhalde, hiçbir zaman, güçlü bir hükümet olmaya
niyetleri yok veya olma ümitleri yok; bu işi, güçsüz hükümetler de çözer
fikrini, olsa olsa, böyle bir düşünceden ileriye sürüyor olsalar gerek.
(RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
Şimdi, tabiî, kendileri, Hükümet Programında birtakım
noktalara dokundular; dokunma şekillerindeki genel üslupları şu
oldu: Yani, bunlar, her ne kadar, Hükümet Programında yer
almışsa da, şu açıklamalar olmalıydı. Evet,
işaret ettikleri noktalar, Hükümet Programında yer
almıştır; ancak, hükümet programları, prensipleri vaz eder
malum olduğu gibi, detay tatbikatları, ayrı, ayrı,
ayrı belirtmez ve önemli olan da, bunların hükümet programında
belirtilmesi değil; asıl, hükümet ne yapacak; mühim olan odur; onu
da, inşallah, bekleyeceksiniz ve memnuniyetle göreceksiniz. (RP
sıralarından alkışlar)
Kendilerinin teşekkürüne ben de teşekkür ediyorum;
"İlk metinde, ekonomik konsey yoktu; herhalde, bizimle
görüşmesinin etkisiyle sonradan ilave ettiler" dediler; evet, sizinle
görüşmemin etkisi oldu; teşekkür ediyorum. İlk hükümet
programında, biz, bunu zaten, zımnen var sayıyorduk; ama,
Sayın Ecevit önemle üzerinde duruyorlar ve bu faydalı bir
şeydir; bunu, açıkça, sarahaten belirtelim dedik; inşallah,
hoşunuza gitmiştir. (RP sıralarından alkışlar)
HASAN HÜSAMETTİN ÖZKAN (İstanbul) – Benzin istasyonuna
uğradılar!..
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Ve ANAP'a, kıymetli
kardeşimiz Mesut Beyefendiye geliyorum.
Şimdi, ben, Mesut Beyefendiden, bizim daha önce yapmaya
çalıştığımız gibi –ne derece muvaffak olabildik;
bunun takdiri, tabiî, aziz milletimize ve Yüce Meclise aittir– yapıcı
bir anamuhalefet örneği ortaya koyacaklarını bekliyordum.
Halbuki, baştan sona kadar bütün konuşmaları yolsuzluk,
yolsuzluk, yolsuzluk. Bir saat sadece bunun üzerinde durdular. Ben kendi
kendime düşündüm; Sayın Mesut Beyin, bu bir saatlik "yolsuzluk, yolsuzluk"
konuşmasını, şu anda kahvede oturan binlerce işsiz
gencimiz dinlerken ne düşünüyor acaba dedim; hasta anasını
doktora götüremeyen onbinler, bu yolsuzluk laflarının tekrar tekrar
söylenmesinden nasıl etkileniyor diye düşündüm. Milyonlarca...
ERKAN MUMCU (Isparta) – Çalınan paralar onların paraları.
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Çok doğru
söylediniz; bunlar onların parasıdır ve "beytülmale dokunan
eller kesilmelidir" dediniz.
Önce, hemen şunu ifade edeyim ki, bak görüyorsunuz, biz, sol
partilerin muhalefette kalmasını saygıyla karşıladık;
çünkü, onların üretecekleri alternatif görüşler inşallah bizim
daha iyi hareketimize vesile olacaktır. Demokrasilerde muhalefet de en az
iktidar kadar şerefli bir hizmettir. Sol partiler biz muhalefet yapalım
dediler; kendilerine teşekkür ediyorum, saygıyla anıyorum; ama,
biz, onların sağındaki dört tane partinin bir araya gelerek bu
Hükümetin kurulmasını istedik. Burada, biraz evvel -Büyük Birlik
Partisi Genel Başkanına huzurlarınızda teşekkür
ediyorum- halkımızın, ülkemizin durumunu düşünerek, açıkladıkları
mülahazalarla, bu yeni Hükümetin kurulmasına mani
olmayacaklarını... Zaten baştan beri yapıcı bir
şekilde hareket ettiklerini görüyorduk. Biz kendilerini bu
topluluğumuzun her bakımdan, kerhen de olsa, bir destekçisi olarak
görüyoruz. Eksiklik Anavatandadır; ama, biz Anavatanın da bir müddet
sonra bu topluluğa katılacağını bekliyoruz. Onun için,
biz kardeşiz; şimdi söyleyeceğim şeyleri lütfen
kardeşane bir şekilde dinlemenizi rica ediyorum.
Ben bunları, demin sizinki gibi, hakikaten böyle biraz sinirli ve
asabî bir üslupla söylemeyeceğim. Siz neden bugünlerde sinirli ve asabi
bir üslubun içine düştünüz?..(RP ve DYP sıralarından
alkışlar) Onun değerlendirmesini aziz milletimize
bırakıyorum. Görüyorsunuz ki kardeşane bir şekilde
konuşuyorum.
Şimdi, Sayın Mesut bey, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
KİT Komisyonunda yapılmış olan resmî tespite göre, bundan
önceki, sizin değil, sizden önceki ve bir kısmında da sizin
bulunduğunuz ANAP yönetiminde, 9 devlet bankası
batmıştır. Bu bankalarda 2,5 milyar dolar ve 200 trilyon lira
devletin parası batmıştır. İşte o saçı
bitmedik yetimin parasıdır ve bunlar, ne yazık ki, sizin
yönetiminiz döneminde batmıştır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi KİT Komisyonunun raporundan
söylüyorum: 266 adet hayali ihracat yapılmıştır, 1993
yılı rakamlarıyla bu 80 trilyon lira yapıyordu, şimdi
katrilyonu bulurdu.
Yine, sadece Toprak Mahsulleri Ofisinde, KİT Komisyonunda
yapılan tespite göre, 13 trilyonluk yolsuzluk
yapılmıştır ve KİT Komisyonunda bunlar tespit
edilmiştir. Bunlar, ANAP yönetimi döneminde olmuştur.
Şimdi, hiç uzatmadan -çünkü, vaktimiz çok kıymetli- son üç
aylık tatbikatınızda siz ne yaptınız konusuna
geliyorum. Bakın, sizin ne yaptığınızı, çok
kısaca birkaç kelimeyle belirtmek istiyorum.
Siz, şimdi tuttunuz Çevre Fonunundan -Sayın Taşar
buradadırlar, herhalde hatırlayacaklardır- belediyelere
yardım yaptınız. Ne yardımı
yaptınız?..Bakın liste elimde, grafiğini de
çıkarttım; belki aceleyle ne yaptığınızı
görmemişsinizdir; ama, şimdi size gösteriyorum, bir
nüshasını da takdim edeceğim.( RP sıralarından
alkışlar)
Ne yazık ki bu, siz görevi iade ettikten sonra yapılıyor.
Görevi iade ettikten sonra siz, bu hesaptan, tam 2 trilyon lirayı
ANAP'lı belediyelere gönderdiniz.
NEVZAT KÖSE (Aksaray) – İşte adalet bu, adalet.
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Çevre Fonundan, bu
hesaptan siz, ANAP'lı belediyelere 2 trilyon lira gönderirken, Refah
Partili belediyelere sadece 22 milyar gönderdiniz. Refah Partili belediyelerin
nüfusunu hesaplarsanız, 65 milyonluk Türkiye'nin 45 milyon
insanının yaşadığı illerin belediyeleri Refah
Partisindedir; yalnız İstanbul'da 13 milyon insan var. Siz,
nasıl ANAP belediyelerine 2 trilyon gönderirsiniz de, Refah Partili
belediyelere sadece 22 milyar gönderirsiniz? "Adil düzen nedir, bir türlü
anlayamıyorum" diyorsunuz; bak, adil düzen demek, herkese eşit
muamele etmek demektir. (RP sıralarından "Bravo" sesleri,
alkışlar) İşte, adil düzen bu.
Şimdi, diyorsunuz ki; "Saçı bitmedik yetimin
parasına, beytülmalin parasına uzanan eli kesmek lazım." Bak,
siz, bundan bir ay önce Rize Belediyesine 100 milyar lira gönderdiniz. Bundan
biz memnunuz, Rize bizim ilimiz, keşke, trilyonlar gönderin; ama,
başkasına göndermeden oraya gönderirseniz, işte, bu, o zaman
adaletsizlik olur. 24.6'da yani Hükümet düştükten sonra, bir 100 milyar
daha gönderdiniz ve 28.6'da da bir 100 milyar daha gönderdiniz; bu iki tane son
parayı haksız gönderdiğiniz için, beytülmale uzanan eli kestik
ve bu paraları durdurduk. (RP sıralarından "Bravo"
sesleri, alkışlar)
Bir de, tabiî, Maliye Bakanlığındaki fonu gönderdiniz.
Maliye Bakanlığı fonundan 7 trilyon 132 milyar Türk Lirası
gönderdiniz. Bu gönderdiğiniz paranın, 5 trilyon 113 milyarı
ANAP belediyelerine gönderilmiştir. Burada, Maliye
Bakanlığının kendi listesi, Muhterem Maliye Bakanınız
da yanınızda oturuyorlar. Bütün yardımın yüzde 71'ni
gönderdiniz ve bunu da, siz, son gece -büyük kısmını-
gönderdiniz aynı zamanda. 6 Haziran günü, istifadan sonra dahi, 93 milyar
lira gönderdiniz; bu haksızlıklara rağmen, hâlâ
haksızlığa devam ettiniz.
Şimdi, keşke vaktimiz müsait olsa... Burada, biz, Hükümet
Programını müzakere edeceğiz, haksızlıkları
değil. Uygun görürseniz haksızlıklar için ayrı bir oturum
yapalım; bakalım, ANAP döneminde ne haksızlık
yapılmış, DYP döneminde ne haksızlık yapılmış,
yukarıdan aşağıya ortaya koyalım; onun yeri ayrı;
ama, şimdi, biz, Hükümet Programını görüşeceğiz,
bundan dolayıdır ki, bunlara ayıracak vaktimiz yok.
Demin, bir şeyi çok garipsedim, bizim zamanımızda şu
kadar kararname çıktı dediniz. Ben, onları tespit ettirdim, bir
de baktım ki, bunların yüzde 90'ı seyahat kararnamesiymiş!
(RP ve DYP sıralarından alkışlar) Bir de, biz ne
yaptık diyorsunuz; seyahat etmişsiniz, hayırlı olsun.
(Gülüşmeler) Bu iş, pırasa tartarmış gibi, kiloyla
tartılmaz Mesut Bey! Ben, şu kadar adet kararname çıkardım,
Meclise bu kadar adet kanun sevk ettim... Bunlar, bir şey ifade etmez.
Sonuç ne; işte millet... Gel, kahvede oturana soralım. Sorduk; 2
Haziranda da millet, ne olduğunu söyledi. Bu sebepten dolayı, böyle,
bunları, pırasa tartarmış gibi, kilolarla ölçmeye
kalkışmayalım lütfen; çünkü, milletimiz, hakikaten, asıl,
gerçek hizmetleri bekliyor. Biz, burada, bu hizmetleri, daha iyi nasıl
yapabileceğimizi konuşursak, zannediyorum, çok daha hayırlı
iş yaparız.
2 Haziranda seçim vardı; Rize'ye gittik -siz de gittiniz, biz de
gittik- Rize'de, belediye hududu içerisindeki köylümüze çay parası
ödeniyor; ama, seçim olmadığı için, belediyenin yanındaki
köyün parası ödenmiyor...
EYÜP AŞIK (Trabzon) – Yalan!
AHMET KABİL (Rize) – Yanlış Hocam!
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Oradan geliyorum...
EYÜP AŞIK (Trabzon) – Vallahi yalan!
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Oradan geliyorum...
AHMET KABİL (Rize) – Yalan...
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Şimdi, bakın,
bunları, burada söyleyebilirsiniz; ama, bunlar, kaybolmaz. Bunların
hepsi...
EYÜP AŞIK (Trabzon) – Vallahi yalan... Vallahi yalan...
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Keşke yalan
olsa... Bizim, Rize seçiminde, halktan dinlediğimiz budur...
AHMET KABİL (Rize) – Tahkik edin...
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Tahkik ederiz... Tahkik
edelim...
EYÜP AŞIK (Trabzon) – Vallahi yalan...
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Keşke, siz
haklı olsanız, keşke siz haklı olsanız...
Şimdi, Sayın Mesut Yılmaz Bey kardeşimize bir
şeyi daha hatırlatmak istiyorum: "Efendim, bu Hükümet
Programı, bizim programımızın aynı" diyor.
İyi ya, ne güzel; öyleyse destekleyin. (RP ve DYP sıralarından
alkışlar; ANAP sıralarından alkışlar[!],
gülüşmeler)
Ben, altı aydan beri ne diyorum; şu Meclisimizdeki partilerin
hepsine, Türkiye'nin dertlerini alt alta yazdırsak, ne bir tane eksik olur
ne de bir tek sırası dahi değişir; Türkiye'nin meseleleri
belli; çözümler hakkındaki tekliflerimizi de alt alta yazsak, yüzde 80
aynı şeyleri söyleriz. Bu da, çok doğaldır; çünkü, buradaki
partililerimizin hepsi, yıllarca ülke meseleleri içerisinde
yoğrulmuş kardeşlerimiz, hepsi Türkiye'nin meselelerinin
çözümüne vâkıflar; ama, tabiî, değişik partiler olduğu için,
elbette, hiç değilse, yüzde 20'lik bir fark var. Ancak, burada, çok mühim
bir mesele var -haa, bak, bu da kiloyla ölçülmez- o arada gördüğünüz yüzde
20 var ya, bu füzeyi Ay'a götüreceğine Merih'e götürür o yüzde 20 fark.
(RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Bu
ülke, fakirlikten inleyeceğine zengin, güçlü bir ülke olur. Onun için,
önemli olan, bu Hükümet Programıyla sizin hükümet programı
arasındaki o yüzde 20 farkın ne kadar önemli olduğunu
kavrayabilmektir.
Çok aziz ve muhterem kardeşlerim, bir kere daha, şu noktaya
geldiğimiz zaman ifade ediyorum ki, 24 Aralık seçimleri, çok önemli
bir tarihî noktadır. Bütün partilerimizin çok kıymetli
milletvekilleri var; bu Meclis, hakikaten Türkiye'nin çıkaracağı
en kaliteli Meclistir; buna, kesinlikle inanıyoruz, her partide de çok
kıymetli kardeşlerimizin bulunduğunu biliyoruz. Öyleyse,
hepimizin müşterek bir görevi var; geliniz, şu Meclisin seviyesini
elbirliğiyle muhafaza edelim. Gündemimiz, hükümet programıyken,
hükümet programını bırakıp, buraya gelip, bir saat
"yolsuzluk, yolsuzluk, yolsuzluk" dersek, bu, seviyeli bir Meclisin
çalışması olmaz...
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Hiç yolsuzluk yok mu?!.
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Söylüyorum, onu
konuşacaksak, ayrı bir gündem maddesi yapalım, enine boyuna
sekiz saat konuşalım...
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Konuşturmuyorsunuz ki...
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – ...ama, şimdi, bir
hükümet harekete geçmiş, bütün Meclisin kıymetli tavsiyelerini
bekliyor. Şu anda hepimizin yapacağı şey, böyle bir
hükümete elimizden gelen fikir katkısında bulunmaktır. Bundan
dolayıdır ki -rica ediyorum- bundan sonraki
toplantılarımızda -inşallah- memleketimize, milletimize
faydalı olmaya çalışalım; birbirimize, halkımıza
hizmet yolunda yarışalım.
"11 milyon işsizimiz var; bu meseleleri biz çözeriz"
dediniz; her birimiz de dedik. Nasıl çözeceksiniz; biz, bugün, bunu
söylemenizi beklerdik. Bu, yolsuzlukla çözülmez. Onun için, bunu nasıl
çözeceğimizi, burada, gelip konuşmamız lazım.
İşte, Meclis, seviyeli bir Meclistir. Bu Meclisin seviyesini...
ŞADAN TUZCU (İstanbul) – Çözülür...
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Bak, bütün bu
konuşmaları, 65 milyonun önünde yapıyoruz. Halkımız
bizden, şu Meclis, benim derdimi nasıl çözecek; bunu bekliyor,
kısır çekişme beklemiyor. Bundan önceki dönemde bu
yapıldı; halkımız bundan hiç hoşlanmadı, hiç
hoşlanmadı; hepimiz bunu biliyoruz.
Gelin, halkımızın reaksiyonundan ders alalım.
Hakikaten, halkımıza hizmet edecek, faydalı bir şekilde
fikir yarışında bulunalım. Bu fikir yarışı
için, hangi partimiz, hangi fikri getirirse, şimdiden
teşekkürlerimizi arz ediyoruz; çünkü, bu Hükümet, sizin
hizmetkârınızdır; önemli olan, halkımıza hizmet
etmektir. Kim bir fikir getirirse ona teşekkür edeceğiz ve bu fikri,
bu parti verdi diye teşekkürümüzü bildireceğiz; sadece sizin
hizmetkârınız olarak o fikrin icrası yapılacak. Gelin,
şu Türkiye'yi, halkımızın özlediği bir Türkiye haline
getirelim ve fikir yolunda yarışmak suretiyle, Meclisimizin
seviyesini, halkımızın beklediği, özlediği noktaya
getirelim.
Şimdi, bu noktaya işaret ettikten sonra, müsaade ederseniz,
hemen, şunu ifade etmek istiyorum. Bugünkü müzakeremiz de, asıl,
Türkiye'nin meselelerini nasıl çözeceğimizi konuşmak idi. Bir
kere daha, bu hususta fikirlerini orta yere koymuş olan kardeşlerimize
teşekkür ediyorum. Bir daha, hükümet programı konuşulurken,
halkımıza herhangi bir hizmet konuşulurken, bugünkü
manzaranın tekerrür etmemesi için, kısacık da olsa, şu
noktaların üzerinde durmakta yarar görüyorum:
Kıymetli sözcüler, parti başkanları, burada,
konuşmalarının büyük kısmını, o ona bunu dedi, bu
buna bunu dedi listelerini okumakla geçirdiler. Bunu, milyon kere
görüştük; bu, yanlış bir davranıştır. Bir kere
daha ifade ediyorum ki, seçimler esnasında, partilerin, birbirleri
hakkında kanaatlerini samimî olarak söylemeleri görevdir. Nasıl
söyler... Bizi kim tenkit ettiyse teşekkür ediyorum. Keşke, o
tenkitlerden ders alabilsek. Haa, seçimden sonra söylemek de bir görevdir;
niçin...
ŞADAN TUZCU (İstanbul) – O da mı görev?
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Evet.
...çünkü, Siyasî Partiler Kanununun 1 inci maddesinde, Refah Partisi
sözcümüzün açıkça ifade ettiği gibi, siyasî partinin tarifi
şöyle yapılıyor: "Ülke meselelerini etkilemek" Siyasî
partilerin görevi bu.
ŞADAN TUZCU (İstanbul) – Şahsiyet yaparak
mı?!.
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Hayır.
Bakınız, şunu ifade edeyim...
HASAN HÜSAMETTİN ÖZKAN (İstanbul) – Dava ederek mi?!.
HİLMİ DEVELİ (Denizli) – Örterek mi?!.
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – ... şimdi, diyelim
ki, Doğru Yol Partisi, seçimden sonra, seçimden önce de söyledi; biz, hiç
üzerinde durmuyoruz, hepsi kardeşimiz; bizi gördünüz,
kucaklaştık.
AHMET KABİL (Rize) – Kim diyor Hocam?
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Bunu, hemen seçimlerin
arkasında... Şu ana kadar değiştirmedik, hep aynı
şeyi söyledik.
ŞADAN TUZCU (İstanbul) – Samimî değil miydi?..
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Efendim, seçimden sonra
da söyledi; ben, söylediklerinden dolayı da teşekkür ediyorum; neden;
şimdi, istiyor ki, Refah Partisi olmayan bir hükümet olsun, başka bir
alternatifi istiyor. "Refah Partisinin olmaması için, bu partiyle
katiyen koalisyon yapılmamalı; bu parti, Türkiye'yi
karanlığa götürür" diyor. Gayesi ne bundan; bu partiyle
koalisyon yapılmasını önlemek, etkilemek; bu da bir görevdir.
Niye biz bu işe, bu anlayışla bakmıyoruz? Söyler... Söyler;
ama, sonunda...
NABİ POYRAZ (Ordu) – Sonunda tersi olur!
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – ...65 milyon insan
hizmet beklerken, söylediklerimizi kapının dışında
bırakırız, odanın içinde bir araya geliriz bu ülkenin
evlatları olarak, şimdi, şu işsizimize nasıl iş
bulacağız, şu köyümüzün yolunu nasıl yapacağız...
ŞADAN TUZCU (İstanbul) – Hocam, siz anlatın
bakalım nasıl?..
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – ... şu hasta
insanımızı nasıl tedavi edeceğiz... Hepimiz bu ülkenin
evlatlarıyız, bunları da kardeş gibi konuşuruz,
çözeriz ve halkımıza da hizmet ederiz. Aksi takdirde, seçimde bunu
söyledi, seçimden sonra bunu söyledi... Tamam, elimize bir liste alalım, o
halde, Refah Partisi ile Doğru Yol Partisi koalisyon yapamaz. Eee, ANAP'la
da birbirimize çok şey söyledik, o da yapamaz; DSP ile de söyledik, CHP
ile de, o da, o da yapamaz; kim yapacak bu işi Allah aşkına
yahu, kim yapacak?.. Yani herkesin birbirine söylemediği söz mü var?..
Bunlar, birer görevdir, bundan dolayı hiç birbirimizi
kınamayalım, hatta teşekkür edelim ve bunlardan istifade etmeye
çalışalım. Bunları mesele yaparak, şu hizmet bekleyen
65 milyon ülke evladını bekletip, onların gözü önünde
kısır çekişmelere dalarsak, ne Meclisimiz,
halkımızı memnun eder, ne biz, halkımıza hizmet
edebiliriz. Onun için, bunların hepsinin üzerine çıkmasını
bilmemiz lazım. İşte bu Hükümet, bunların üzerine
çıkarak kurulmuş bir Hükümettir, ondan dolayı hepimiz
sevinmeliyiz, hepimiz takdir etmeliyiz. Böyle isabetli, böyle uygun bir hareket
yapılmış olduğundan dolayı, hepimiz, hepimiz bundan
dolayı memnun olmalıyız. Yani bir araya gelip, halka hizmet için
beraber olmak, takdir edilecek güzel bir şey iken, bunu, bir kusurmuş
gibi göstermek ne kadar yanlış bir düşünce Allah aşkına,
ne kadar yanlış bir düşünce!.. Elbette, bizim asıl
temelimiz halka hizmet için var olmaktır.
Bakın, ben DYP'li kardeşlerime, gösterdikleri bu büyük
olgunluktan dolayı kalpten teşekkürlerimi sunuyorum ve kendilerini
tebrik ediyorum. (RP, DYP sıralarından alkışlar, ANAP
sıralarından alkışlar [!]) Çünkü, halkımızın
beklediği, özlediği bir hareketi yapmışlardır ve
hepimizin bildiği gibi, Refah Partimizin sözcüsünün de ifade ettiği
gibi, Refah Partisiyle koalisyon kurmak her babayiğidin harcı
değildir. (RP sıralarından alkışlar, gülüşmeler)
DYP bunu başardı, onun için,
bu koalisyonun kurulmasında en büyük pay DYP'nindir, Sayın Çiller
Hanımefendinindir, DYP Grubuna mensup bütün kıymetli
arkadaşlarımızındır...
Bakın, Sayın Mesut Yılmaz'ın eline kadar kuş geldi,
kaçırdı. (RP sıralarından alkışlar,
gülüşmeler)
Muhterem arkadaşlarım, önce, bir defa medenî olmanın,
seviyeli insan olmanın önşartı, önyargılardan vazgeçmektir.
ŞADAN TUZCU (İstanbul) – Takıyye yapma!..
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Bu önyargılar
nedir: Demin bir tanesini söyledik, bir kimsenin suçu sabit olmadıkça
beraet-i zimmet esastır; bu, hepimiz için geçerli bir formüldür. Şu
salondaki her insan şerefli bir insandır; kaldı ki, bu ülkenin
milletvekilidir, bu da, tabiî, en büyük şereftir. Bu sebepten
dolayıdır ki, ülkemizin bu kıymetli evlatları, bu en
şerefli evlatları için birtakım önyargılarla, birtakım
şeyleri kendimiz kabul edeceğiz, o kabul ettiğimiz şeyin
doğru olduğunu farz edeceğiz, sonra da buna dayanarak hüküm
vereceğiz... Hayır, bu, medenî bir insanın, seviyeli bir
insanın davranışı olamaz.
Bu önyargı, sadece denetleme görevleri üzerinde söz konusu
değil. Bakın, bugün, kıymetli arkadaşımız
Sayın Bülent Ecevit Beyefendi "efendim, Refah Partisi sansür
koyacak" dedi. Kim demiş bunu; bu bir önyargı. İşte
programımız, ne yapacağımızı söylemişiz.
Şimdi, şu memlekette, hatta basının içerisindeki insanlar
dahil ve bizzat Sayın Ecevit Beyefendi, bir kısım basın,
birtakım şerefli insanları, kim olursa olsun, baştan
yargısız infaz yapacak, suçlu sayacak, günlerce bunun hakkında
manşetler atacak ve bu manşetleri halka okutmak için de
cıncık boncuk, tabak çanak dağıtacak (Gülüşmeler) ve
bu tabakları çanakları da, haksız bir şekilde, devlet
bankasından aldığı parayla, KDV'ler MDV'ler ödemeden, özel
muameleyle -bu rantiyecilerin bir eli devletin kasasında dediğimiz
bu; kendilerine bu kolaylıkları göstermek için yönetimi etkilediler
şeklinde "bir elleri devletin direksiyonunda" diyoruz- Allah
aşkına, bu ülkeyi bu Parlamento mu yönetecek, üç tane rantiyeci
gazeteci mi yönetecek?.. (RP ve DYP sıralarından "Bravo"
sesleri, alkışlar)
Türkiye'de rejimin yerine oturması hepimizin temel meselesi
değil mi; ama, bu, hiçbir zaman, protokolümüzde de
yazdığımız gibi, haber alma hürriyetini, haber yayma
hürriyetini kısıtlamak değil. Onlara her türlü teknik
yardımı yapalım, devlet olarak. Biz, Sayın Ecevit'le
beraber Hükümetken, bu gazetelere "geliniz, devlet olarak beraber
dağıtım teşkilatı kuralım; birtakım küçük
gazeteler gelişemiyor" demiştik; kendileri hatırlayacaklar;
Orhan Birgit Bey de basın yayından sorumlu
Bakanımızdı. Böyle bir şey yapılması, elbette,
ülke için son derece faydalı olur. Yani, iki tane tröst, bunların
dağıtım teşkilatını eline alacak, yüzde 30'unu
vermezsen senin gazeteni dağıtmam diyecek. Eee, sonra da art
maksatlı olarak kendi bildiği propagandaları yapacak.
Şimdi, bakın, takip edin; o gazeteler, üç gün sonra bizi, nasıl
methetmeye başlayacaklar; göreceksiniz. (RP sıralarından
alkışlar) Takip edin, hele bir methetmesinler bakalım! Ödeyin
şu bankalara borçlarınızı dediğimiz zaman ne olacak?!
ŞADAN TUZCU (İstanbul) – Demeyecek misiniz Hocam?!
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Bak... Bak... Onlar,
pazartesi gününe kadar, aman bu Refah Hükümeti kurulmasın; çünkü, bunlar,
bu parayı bize ödettirir mi ödettirir diye bildikleri için
çırpındı, durdu; ama, şimdi, güçleri yetmeyince,
göreceksiniz, yüzseksen derece dönecekler. Meğer bu Refah Partisi ne büyük
nimetmiş de bizim haberimiz yok!.. Göreceksiniz.
ŞADAN TUZCU (İstanbul) – Ödeyecekler mi onlar?..
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – İşte,
basınımızın hali budur. Bunu, Meclis...
MEHMET CAVİT KAVAK (İstanbul) – Siz affedersiniz Hocam.
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Bu devlet işi,
hükümet işi değil.
Bunların düzene konması için, medenî bir ülkede olması
icap eden hale gelmesi için hep beraber, bu kanun maddelerini tanzim
edeceğiz. Eğer, burada, basın özgürlüğünü haleldar yapacak
bir madde varsa, hangimiz bu yola tevessül ederse, beraberce önleyeceğiz;
ama, insanların haysiyet ve şerefiyle oynanacak noktalarda da yine,
beraberce gereken tedbirleri alacağız ve ülkemizi medenî ülkelerdeki
duruma getireceğiz. Hepimiz, Batı ülkelerini biliyoruz; Batı
ülkelerinde hangi gazete tabak çanak dağıtıyor; Batı
ülkelerinde hangi gazete insan haysiyetiyle bu kadar rahat oynayabiliyor ve
hangisi oynadığı zaman müeyyidesiz kalıyor... Türkiye'de
öyle bir basın durumu var ki, efendim, isterseniz yargı var; üç
senede yargıdan bir sonuç aldığınız yok! Neye yarar o
yargı, neye yarar?!. Onun için, hep beraber "basın davaları
bir ayda sonuçlanacak" diye kanuna madde koyacağız. (RP
sıralarından alkışlar) Öyle, üç sene... Çocuk
oyuncağı değil; böyle şey mi olur? İstediği gibi,
istediğini yazsın çizsin, insanların haysiyetiyle oynasın
ve bunun bir müeyyidesi olmasın; hayır...
Bu ülke hepimizin; bunları, elbirliğiyle düzelteceğiz ve
işte, bizim koyduğumuz bu maddeler, bunları hatırlatacak
maddelerdir; yoksa, bu kanunların hepsini, beraberce
hazırlayacağız.
Bu önyargılar, birtakım ön kabuller; işte, bilmem,
soruşturmalar örtbas edilecekmiş, basın
susturulacakmış, şu yapılacakmış, bu
yapılacakmış... Bunların hepsi, bu konuşmalar neden
dolayı yapılıyor; çok samimi olarak söylüyorum, ben, bu konuda
iki sebep görüyorum:
Bir tanesi, bu Hükümetin muvaffak olmasından korkuluyor. Söylenecek
başka söz yok; aman, bunları söyleyerek önleyelim.... Demin
kardeşlerim ifade ettiler; işadamlarından da, çıkıp,
bunu açıkça konuşanlar oldu. Demin ne gösterdi "ben, Refah
Partisinin kadrolaşmasından değil, muvaffak olmasından
korkuyorum" diyor. Niye korkuyor; 400 belediyede bu muvaffakiyet ispat
edilmiş de onun için. (RP sıralarından alkışlar) Ama,
boşu boşuna korkuyor; çünkü, biz, o sözü söyleyen insanın da
hizmetkârıyız, onun saadeti için de çalışacağız,
o da "Allah razı olsun ki, böyle bir hükümet geldi" diyecek;
birinci sebep bu.
İkinci sebep nedir: Bu Hükümet Programında çözümler
getirilmiş. Şimdi, bunların alternatiflerini ortaya koymak
lazım. Nerede o babayiğit bakayım; şu programda getirilen
teklifin alternatifini ortaya koysun da, onunla, şurada, saatlerce, o
meseleyi bir tartışalım bakalım.
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Program aynı...
MEHMET CAVİT KAVAK (İstanbul) – Kopya edilmiş...
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Bu fikir yok; bu fikir
olmayınca, iş, geliyor, bu şekilde önyargılara
dayanıyor ve iş geliyor, gündemi değiştirmeye. Hayır,
tekrar ifade ediyorum, bu ülke hepimizindir; hep beraber, bütün herkesin memnun
kalacağı seviyeli bir Parlamento yapacağız ve
inşallah, hep beraber, halkımızın hizmetlerini
yapacağız.
AHMET KABİL (Rize) – Yolsuzluklar ne olacak Hocam?
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Çok aziz ve muhterem
arkadaşlarım, bakınız, hakikaten -Refah Partili
kardeşlerim ifade ettiler- 24 Aralık ile 28 Haziran arasında,
biz ne yaptık bir Anamuhalefet Partisi olarak;
yaptığımız şey ortadadır: Önce, ilk hükümetin
kurulmasında, bütün partilere kollarımızı açtık, gene
de açıyoruz. Bugün, biz, DSP ve CHP ile beraberce koalisyon kurarız,
bu memlekete en hayırlı hizmetleri yaparız; zaten yaptık,
zerre kadar şüphemiz yok. Böyle, birtakım önyargılarla,
yanlış bir şekilde, uzlaşma yerine, bizi, birbirimizden
uzaklaştırma tavrını takınacak olursak, bu, fayda
getirmez. Bundan dolayıdır ki, biz -hepiniz şahitsiniz- bu
yanlışlığı yapmadık; bizim
dışımızdaki partiler, az çok bu
yanlışlığın içerisine düştüler.
Sonra, denetleme bu Meclisin bir görevidir. İlk önce bu denetleme
dosyalarını biz getirdik. Biz, bu Meclisin en büyük partisiyiz,
Anamuhalefet Partisiyiz. Halkın zihninde birikmiş birtakım
teşevvüşler var; çeşitli basınla, çeşitli
konuşmalarla meydana getiriliyor. Bunlar böyle kalmamalı; bunlar,
hakikaten, gerçek neyse aydınlığa kavuşmalı. Getirdik;
sonuna kadar da tabiî takip edeceğiz, hep beraber takip edeceğiz.
Dolayısıyla, denetleme görevimizi yaptık; ama, biz, üç
buçuk ay sadece denetlemeyle uğraşmadık -şte Meclis
arşivi- 90'a yakın kanun teklifi getirdik; bunları bir bir
saymaya lüzum yok. Demin, Mesut Bey "36 tane getirdik" dedi; biz, 90
tane getirdik; kiloyla tartarsak 3 misli. Bu kanun tekliflerinin bir de
muhtevasına bakarsak, ne getirmişiz biz: Önce, şu asgarî ücreti
şu vergiden kurtaralım demişiz. Şimdi, bakın, onu
yapacak mevkie geldik; inşallah, hep beraber yapmaya çalışacağız;
çünkü, bu, en tabiî insan hakkıdır.
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Programda yok Hocam.
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Bunun kaç trilyona mal
olduğunu hepimiz biliyoruz; ama...
A. MESUT YILMAZ (Rize) – Niye koymadınız?..
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Var orada... Rica
ederim... Var... Lütfen, dikkatli okuyunuz.
A. MESUT YILMAZ (Rize) – Nerede Hocam?..
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Biz, bu kanun
tekliflerini verdik ve aynı zamanda, bakınız, başka
şeyler, esnafımız için hayat standardını
kaldıralım; esnafımız için peşin vergiyi
kaldıralım. Köylü borçlarının faizlerini affedelim,
köylümüz nefes alsın. İmkân bulursak... (ANAP sıralarından
"Kaynak, kaynak" sesleri) Ha, kaynağa geleceğim,
azıcık sabredin. İşte, bizim farkımız orada,
yüzde 20 diyoruz ya, o yüzde 20 kaynağın musluğu, sizde o yok.
(RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
Mesele bu. Yüzde 80'miz aynı, giderlerde aynıyız; ama, kaynak
deyince, sizde kaynak yok; fark burada. Geleceğim oraya müsaadenizle.
Şimdi, bakınız, bundan başka, neden memurumuz,
işçimiz enflasyondan inim inim inlesin; bunlar yönetimin
hatasıdır, onun suçunu neden memur çekecek. Bunun yolu ne; bütün bu
enflasyonla mücadele edip, iyi bir sonuca ulaşıncaya kadar eşel
mobil sistemini tatbik etmektir; biz, bunu getirdik. Şimdi, sizin bunu
bizden istemeniz hakkınızdır. Bizim getirdiklerimizi bizden
isteyin; yakamıza yapışın. Niye ben bunu böyle söylüyorum;
çünkü, halkımıza hizmet için varız da onun için. Keşke bizi
bu istikamete iten bir güç olsa. O güç ne kadar güçlüyse, halkımıza
hep beraber o kadar iyi hizmet etmiş olacağız.
Görüldüğü gibi, 90 tane kanun teklifimiz dahi, hakikaten hep fakir
fukarayı kurtarmak için olmuşuzdur. Diğer yandan bir şeyin
de şahidisiniz: Hanginiz bizim Anayasa ve hukuka saygı için
yaptığımız mücadeleyi görmezlikten gelebilirsiniz?.. Biz,
güvenoyu almamış bir hükümetin, güvenoyu
almadığını ispat etmek için az mı mücadele ettik;
Meclis Başkanlığıyla mücadele ettik, diğer
birtakım yerlerle Başbakanlıkla mücadele ettik... Niçin
yapıyoruz biz bu mücadeleyi: Türkiye bir hukuk devleti
olmalıdır, bu hepimizin görevidir, hepimiz hukuka saygılı
olmalıyız. Bundan dolayıdır ki, biz, bu mücadeleleri
yaptık ve arkadaşlarımızın işaret ettiği
gibi, biz, bir bütçe konuşması yaptık, bu konuşmayı
takip etmeyen kardeşlerimize ben bunun video bandını hediye
edeceğim. Buraya bir anamuhalefet partisi olarak geldik de biz, herhangi
bir şekilde, kızgın bir şekilde sadece saldırdık
mı; hayır. Ne yaptık biz; efendice, hükümette bulunan kardeşimize
yardımcı olmak için; bak, köylünün şu, şu, şu hizmetlerinin
bu getirdiğiniz bütçede hiçbir karşılığı yok;
bunun yapılması için, en aşağı şu kadar
parayı buraya ayırmanız lazımdı,
ayırmamışsınız; şu memlekette milyonlarca
çocuğumuz öğretmensiz; onun için, millî eğitime 7 milyar dolar
para koymak lazım; sağlık hizmetleri yapılamıyor,
şu kadar koymak lazım; savunma ihtiyacımızı millî
kaynaklardan karşılamalıyız, bu kadar koymak lazım...
Biz söyledik bunları, önümüze getirilmiş olan bütçenin alternatifini
kalem kalem ortaya koyduk; ama, bunu lafla söylemedik. Peki, bu paraları
nereden bulacağız; kuruş kuruş onu da gösterdik. Nasıl
gösterdik; bak, rantiyeciler bir senede 47 milyar dolar kazanç elde etti. Bu 47
milyar doların 15 milyar doları haklarıdır; ama, 32 milyar
doları haksızdır. Neden KOBİ'ye mahsus bir insan yüzde 150
faizle iş görürken, siz, falanca holdinge nasıl faizsiz teşvik
veriyorsunuz; neden?.. (RP sıralarından alkışlar)
Devleti mahsus parasız bırakacaksın -bak, bu
söylediğim sözün altında ciltler var- devleti büyük faizlerle borç
almaya mecbur tutacaksın, ondan sonra da yüzde 120 yüzde 130
yıllık faizlerle, sen, devletin bütün kasasını
sömüreceksin, o parayı da köylü, işçi, memur, esnaf ödeyecek... Bu
nasıl düzen Allah aşkına?! Adil düzen dediğiniz nedir
anlamıyoruz diyenlere sesleniyorum, işte bu rantiyecilerden bu
haksız 32 milyar doları alıp işçiye, köylüye, memura,
esnafa vermenin adıdır adil... (RP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar) Niçin bunlara vergi konulmuyor;
neden? Bak, işte onlara adil bir şekilde hareket edildiği zaman,
burada fakir fukaranın hakkı kurtulur ve buradan alıp buraya
verelim diye nereden alıp nereye konacağını da gösterdik.
Biz, bunları, gördüğünüz gibi, kalem kalem sayarak, tabloları
buraya getirdik. işte, bunu, ben sadece, muhalefet partileri olarak
nasıl çalışmalıyız, gönlümüzde ne var, bunu ifade
etmek için açıklıyorum. Yoksa, buraya gelip, bir saat, yolsuzluk,
ahlak, fazilet deyip konuşursak, kimsenin karnını bu laflarla
doyuramayız. Elbette, onlar da önemli konular; ama, her şeyin bir
yeri var; şimdi, Hükümet Programı konuşulurken, onlar
konuşulmaz.
YAŞAR OKUYAN (İstanbul) – Programda yok Hocam!..
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Bakınız, biz,
şu Hükümetin kuruluşuna kadar geçen dönemde, işte, bu
söylediğim hususlara uygun olarak hareket ettiğimiz için, 24
Aralıkta yüzde 22'ye yakın oy aldığımız halde, 2
Haziranda yüzde 34 oy aldık. Neden; çünkü, halkımız, bu
davranışları takdir ediyor; hepimizden böyle
davranmamızı bekliyor; ispatı da ortadadır.
Bu Hükümeti kurarken, hepinizin bildiği gibi, yine,
kollarımızı şefkatle bütün kardeşlerimize açtık;
46 ruhu dedik; hep beraber bir araya gelelim, istikrarlı, sağlam,
hamleci bir hükümet kuralım dedik ve çoğulcu demokrasiye önem verdik.
Bu çoğulcu demokrasiye, iki şeye huzurlarınızda kesinlikle
inanarak ifade ediyorum ki, çok önem verin: Bir tanesi, Meclis, her zaman bizim
Hükümetimizin üstünde olacaktır. (RP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar) Bu, bizim rejimimizin temeli;
biz, bunu, şurada yazan "Hâkimiyet kayıtsız
şartsız milletindir" sözünün en doğal sonucu sayıyoruz.
Milletin temsilcisi, bu Yüce Meclis, sizlersiniz. Sizin güvenoyunuza mazhar
olduğu müddetçe, bu Hükümet, sadece, hizmet edecek; biz, garson hükümetiz.
(RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Bizim
şiarımız budur; çünkü, biz, halka hizmet hakka hizmettir; halka
hizmet en büyük ibadettir; bunu biliyoruz da onun için böyle
yapacağız; inanarak böyle yapacağız ve biz bunu ispat
ettik.
Bakınız, biz, İçtüzük değişirken, bugüne kadar,
yıllardan beri, onbeş seneden beri bu İçtüzük yürürlükte,
düşünün halimizi... Yalnız, komisyon başkanı komisyonu
toplayabilir; komisyon başkanı sadece gündemi tespit edebilir.
Komisyon başkanı da partisinin başkanına bağlı.
Muhalefet ne yapacak; hiiç... Gelip gidecek. Nasıl çoğulcu demokrasi
bu? Biz mücadele ettik, bunu değiştirdik. dedik ki: Komisyonlar üçte
birle toplanır -isterse iktidar partisinin üyeleri gelmesin- ve
toplananın yarıdan bir fazlasıyla da karar alır, gündemi de
kendi tespit eder. Niçin; çünkü, Meclis, elbette, hükümetin üstünde olmalıdır,
hükümetin üstünde olmanın şartı budur. Yoksa, Meclisin bütün
komisyonları hükümetin emrinde olursa, Meclis kilitlenirse, nasıl
çoğulcu demokrasi olacak?
Bak, geçen dönemde hepimiz şunları yaşadık: Buraya
öyle kanun teklifleri geldi ki, her bir paragraf için dörtten fazla değişiklik
yapılamayacağından, dört tane değişiklik teklifi de
dosyanın içine konuldu, öyle geldi. Neymiş; virgül şuraya
değil buraya konulsunmuş, şu kelime öyle değil böyle
olsunmuş!.. Bunları hep yaşadık ve biz, yıllarca
bunların acısını çekerek geldik buraya; bu
acıları da unutmadık. Onun için, iki şeyi
huzurlarınızda hatırlatıyorum: Bu Meclis, hükümetin üstünde
olacak. (RP sıralarından "Bravo" sesleri,
alkışlar)
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Zaten öyle...
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Aksini gördüğünüz
zaman yakamıza yapışın.
Zaten böyledir; ama, tatbikatın böyle olması mühim.
İkinci bir önemli husus da, bütün bakanlarımız
emrinizdedir, istediğiniz şeyi sorabilirsiniz, en kısa zamanda
bu sorularınıza cevap verilecek, bir tek cevapsız mesele
kalmayacak. (RP sıralarından "Bravo" sesleri,
alkışlar) Bu söylediğim şeye çok önem veriyorum; neden;
çünkü, biz, hükümete gelmeden önce, şu belediyelere nasıl yardım
yapılmış; kırk tane yazı yazdık, bir tanesinin
cevabını alamadık -daha bunun gibi ne yazılarımız
vardır- şu birtakım medyaya, hangi krediler verildi; hangi
bankalardı; kırk tane yazımız var, hiçbirinin cevabı
yok. Ama, şimdi, ne sorarsanız, bu Hükümet sizin emrinizdedir; bütün
bu sorularınızın cevapları, size, en doğru bir
şekilde takdim edilecektir. Siz, milletin temsilcisisiniz, her şeyi
bileceksiniz ve her şeyde, milleti temsilen egemen olacaksınız.
Bu söze, hep beraber sadık olacağız.
İşte, muhterem arkadaşlarım, bundan
dolayıdır ki, bu inançla, tam demokratik esaslara uygun şekilde,
Türkiye'nin en büyük iki partisi bir araya gelerek bu Hükümeti kurdu.
Bu Hükümetin kurulmasına hepimiz sevinmeliyiz; çünkü, yedi aydan
beri hükümet krizi içindeyiz. Bu Hükümetin kurulmaması halinde bunan
alternatifi sadece seçimdir. Seçim ne halleder! Hepimiz biliyoruz, seçim demek
altı ay sonra yine bu noktaya gelmek demektir; sadece, Refah Partisi daha
fazla büyümüş olacak, o kadar; ama, mesele çözülmeyecek;
halkımız, altı ay ne yapacak!.. Ondan dolayıdır ki, bu
Hükümet, hakikaten tek çözümdü, bunun dışında çözüm yoktur. O
"vardır" diyenler, kendileri de inanmıyor. Ben bir araya
gelemem; ama, çözüm vardır. Buna inanmak mümkün mü?!.
Seçime gitmek demek fasit daire demektir ve unutmayalım ki
pazartesiden sonra sadece 12 gün kalmıştır. Bunu, sakın ha,
bazı milletvekillerimiz, aman, seçime gitmemek için güvenoyu versin diye
söylemiyorum; çünkü, herkesin ne oy vereceğini biliyoruz ve biz bu
Hükümetin çok açık bir farkla güvenoyu alacağını da
biliyoruz. Bunu söylememin sebebi şudur ki, bu Hükümetin kurulmasına
hakikaten yürekten sevinelim, nasıl halkımız seviniyorsa, biz
de, halkın temsilcisi olarak, aynı şekilde sevinelim.
Bu Hükümet, altı aylık bir krize son vermiştir;
Türkiye'nin zaman kaybına son vermiştir. Bu Hükümet, demokrasinin bir
zaferidir. Bu Hükümet, bağımsızılğın bir
sembolüdür. Neden; çünkü, daha geçenlerde -ben ihtimal vermiyorum; ama,
gazetelerde yazan haberleri hep beraber okuduk- İsrail
Cumhurbaşkanı Türkiye'ye hükümet tayin etmeye kalkışmadı
mı? Öbür taraftan, bilmem, Fransız Cumhurbaşkanı Türkiye'ye
hükümet tayin etmeye kalkışmadı mı?
Sayın Yılmaz, demin "Çiller Hanım gitti, sizi
Avrupa'ya böyle böyle şikayet etti" dedi. Şimdi, kendilerine
soruyorum: Chirac bu sözü söylediği zaman siz ne yaptınız
Başbakan olarak; İsrail Cumhurbaşkanı bu sözü söylediği
zaman siz ne yaptınız? (RP
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
Gazetelerde yazılan doğruysa "Korkmayın, Refah Partisi
iktidara gelemez" dediniz. Bu muydu bunun cevabı?
MEHMET CAVİT KAVAK (İstanbul) – Cevap verdik Hoca; sizi
savunduk.
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Bak,
huzurlarınızda ifade ediyorum, şu söze saygılı
olalım. Bu 65 milyonluk ülkenin hükümetini, ancak 65 milyonluk
halkımız tayin eder, (RP sıralarından alkışlar)
ne Chırac ne Weizman, hiçbirisi tayin edemez: İşte bu Hükümet bunu
ispat etmiş olduğu için millî bir hükümettir ve şurada yazan
yazının sembolü bir hükümettir.
Bu Hükümet hakikaten bir uzlaşma hükümetidir. Bu, doğru bir
sözdür. Uzlaşmanın tarifi şu kelimeyle bu kelimeyle
yapılmış, kelime oyunlarının önemi yok. Şu memlekette
iki tane en büyük parti; ayrı ayrı tabanları var; şimdi,
samimi bir şekilde, halkımıza hizmet için bir araya
gelmiştir. Bizim bu kardeşlerimizle kucaklaşmamız, 65
milyon insanın kucaklaşmasıdır.
Bakın size şunu söyleyeyim: Bu, devlet-millet kaynaşmasını
da temin edeceği gibi, bizim bu beraberliğimiz Türkiye hudutları
içinde kalmayacak, göreceksiniz. Bir yandan, Müslüman ülkelerle Batı hep
birbirine düşmanlık yapmaya çalışıyor, suni
düşmanlıklar üretiyorlar. Bu Hükümet, elbirliğiyle, Batı'da
da çalışacağız, Müslüman ülkelerde de
çalışacağız, yeryüzündeki gerginliği ortadan
kaldıracağız ve bütün dünyada yeni bir yumuşamanın,
yeni bir uzlaşmanın sembolü olacağız. Bu, böyle bir
uzlaşmadır. (RP sıralarından alkışlar)
Bakınız, Sayın Mesut Beyin elinin işaretini
görüyorum ve ben Sultan Fatih'in bir sözünü hatırlıyorum: Bizim
yapacağımız işlere onların hayalleri bile
yetişemez. (RP sıralarından "Bravo" sesleri,
alkışlar)
Halkımız bayram etmektedir. Bu Hükümet rastgele bir hükümet
değildir; kötülerin iyisi değildir, bu Hükümet iyilerin iyisidir. Bu
sözleri ben tescil ettiriyorum. İnşallah, burada hep beraber
olacağız, adım adım halkımıza
yaptığımız hizmetleri gördükçe, şu sözlerin ne demek
olduğunu birlikte yaşayacağız.
Bu Hükümet bir çözüm hükümetidir. Bu Hükümet bir değişim
hükümetidir. Bu Hükümet laf değil iş hükümetidir. Bu Hükümet icraat
hükümetidir; rantiyeci değil üretici hükümetidir, halk hükümetidir. Bu
Hükümet, halkımıza, inancına ve tarihine saygılı bir
hükümettir; halkımızın özlenen ve beklenen hükümetidir.
İşte Türkiye'nin, bütün, her türlü engellemelere rağmen böyle
bir Hükümete kavuşmasında en büyük katkısı olduğu için
-samimiyetle söylüyorum- Doğru Yol Partisinin bütün yöneticilerini ve
bütün grup üyelerini, sevgiyle, muhabbetle selamlıyorum,
teşekkürlerimi sunuyorum; çünkü, halkımızın meselelerinin
çözülmesi için, Türkiye'yi krizden kurtardınız...
AHMET KABİL (Rize) – Ormancı Hasan'ın iddia ettiği
belgeleri söyleyecek misiniz?
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – ...uzlaşmayı
temin ettiniz ve aynı şekilde, muhalefette kalan partilerimize de
aynı teşekkürleri sunacağım; çünkü, halkımıza
hizmetleri, inşallah, hep beraber yapacağız.
Ve size bir şey belirteyim; kardeşlerimiz de çok iyi
biliyorlar ki, bu Hükümetin temel esası, göreceksiniz inşallah, uyum,
uyum, uyum olacak. Neden; çünkü...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – İyi uykular!
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Uyumak başka... O,
eski hükümetin özelliğiydi. (RP sıralarından alkışlar)
Bu Hükümet, uyum Hükümeti; arada büyük fark var. Yüzde 80'i benziyor; ama,
yüzde 20'si farklı; her şey de o yüzde 20'nin içinde.
Bakınız, neden, bunu bilerek, inanarak yapacağız;
çünkü, Türkiyemizin bir istikrara ihtiyacını hepimiz biliyoruz. Bu
istikrarı teminin...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
AHMET KABİL (Rize) – Hocam, ormancı Hasan'ın iddia
ettiği belgeleri söyleyecek misiniz?
BAŞKAN – Efendim, müsaade buyurun.
Sayın Başbakan, 10 dakika süre veriyorum.
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Niye 4 değil de 10?..
BAŞKAN – Efendim, onu Sayın Yılmaz'a sorun,
yakınca...
Buyurun efendim.
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Çok teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Çok aziz ve muhterem arkadaşlarım, bir kere daha, kısaca,
bu Hükümetin özelliklerini saymak istiyorum: Önce, demokratik eseslara uygun
bir Hükümettir ve geniş tabanlı bir Hükümettir.
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Ahlakî esaslar?!.
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Ülkemizdeki
istikrarı temin edecek bir Hükümettir ve bu Hükümet, hakikaten, uyum
içerisinde, bütün vatanımızın saadetinin teminatı olacak,
temeli olacak.
Bu Hükümet, Türkiye'nin meselelerini artırmak için değil,
çözmek için gelmiştir ve meseleleri vukufla ele almıştır.
Programımızın dördüncü sayfasında bunlar tekrar tekrar
sayılmıştır. Hükümetimiz, bu Programda belirtmiş
olduğu halkımızın meselelerini kararlı, inançlı,
heyecanlı, azimli bir şekilde çözecek olan bir Hükümet. Hemen haber
veriyorum, halkımıza, bürokrasimize ve bütün üretim kesimlerine;
yani, köylümüz, işçimiz, memurumuz, ihracatçımız, bütün
üreticilerimiz ve sanayicilerimizin hepsine şevk vereceğiz, aşk
vereceğiz, heyecan vereceğiz ve ülkemizin bütün meselelerini, bütün
bu üretici kardeşlerimizle beraber, yapacağımız
seferberlikle çözeceğiz.
Bu Hükümet, Programımızda da belirttiğimiz gibi, bir
rantiye Hükümeti değil, bir üretim Hükümetidir; ama, bu Hükümetin en büyük
vasfı, demin kardeşlerimizin hatırlattığı gibi,
bu Program bir "cek, cak..." Programı değil "şu
yapılacak, bu yapılacak..." Programı değil, bu
Program, dikkatle incelendiği zaman, en büyük
ağırlığın kaynak teminine verildiğini görürsünüz.
Bu kaynak nasıl temin edilecek; lafta bırakılmamış,
Programımızda açık bir şekilde belirtilmiştir.
Programımızın 11 inci sayfasına bakıldığı
zaman "gelişmenin önündeki engelleri
kaldıracağız" denilmiş. Bunlar para istemez; ama,
tanınmış bir yabancının söylediği gibi
"Türkiye büyük devlet olacak; ama, ne yapalım ki, mevzuatı
müsait değil." Bu, çok doğru bir söz. Onun için, önce bir büyük
seferberlik yapacağız, mevzuatımızda, gelişmemizi
engelleyici hususları hep beraber ortadan kaldıracağız;
şimdiden haber veriyorum.
Bundan başka, israfları önleyeceğiz. Hepimiz biliyoruz
ki, ülkemizde ne sayısız israflar var. Bakın, hemen bir tanesini
-daha ilk geldiğim gün gördüm, heyecanını taşıyorum-
haber vereyim: Şu Habitat var ya, yapıldı, edildi, ne
olduğunu hâlâ anlamadım; bu Habitat yapılırken,
yabancı misafirleri taşımak için, Başbakanlığa
200 tane araba alınmış. Düşünün, bir haftalık misafir
gelecek, misafiri taşımak için araba satın alınıyor...
Neden araba kiralanmıyor, anlamak mümkün değil. Şimdi,
gelmişler "bu 200 arabayı ne yapacağız" diyorlar.
Her bir arabanın şoförü, mazotu, bakımı, yedek
parçası; trilyonlara varan masrafı var. Bu, sadece bir misal;
bunların, elbette önlenmesi lazım. İsraf, israf, israf...
Ondan sonra, bakın, her sahada verimliliği
artıracağız. Ben, bütçe konuşmalarında söyledim,
şu ilimizde hastane var doktor yok, burada doktor var hastayı
taşıyacak sedye yok. Bunların hepsine sahip olmak
mecburiyetindeyiz.
En mühim işimiz, kaynakları geliştirmek. Bu ülkede
sayısız kaynak var. Bizden daha zengin ülke yok. İnşallah
göreceğiz, biz bu kaynakları seferber ettiğimiz zaman, Türkiye,
adım adım nasıl güçleniyor; bu imkânlar var. Bakın, biz,
günlerden beri hazırlık yapıyoruz
arkadaşlarımızla beraber; 68 tane kaynak tespit etmişiz;
her birinde trilyonlar var, trilyonlar... Bir oturup dikkatli incelendiği
zaman, bu ülkenin sayısız zenginlikleri var. Biz bu zenginlikleri
harekete geçireceğiz. Nasıl; bu Hükümetin bünyesini görmüyor musunuz,
bu Hükümette 20 devlet bakanı var. Birisi bakar, bu 20 devlet bakanı
ne olacak... Biz bu kaynakları geliştirmek için üç tane beş tane
devlet bakanını gece gündüz uyutmayacağız. Biz
konuşmaya gelmedik... Dur bakalım ne olacak... Onun ne
olacağını ben şimdiden hissediyorum.
Bakın, şimdi israfları önlemek... Bunun sahibi kim; yok.
Evet, bunun bir takipçisi olacak.
Verimliliği artırmak; bunlar lafla olmaz... Sahipsiz iş
olmaz. Bizim esnafın sahibi kim; yok. Kimdir bu ülkede esnafın
sahibi; oraya gider, oraya gider, oraya gider...
MEHMET CAVİT KAVAK (İstanbul) – Halk Bankası.
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Halk Bankasından
sahip mi olur Allah aşkına; böyle şey mi olur...Şimdi, bu
Hükümette esnafın sahibini bulacaksınız, işçinin sahibini
bulacaksınız, köylünün sahibini bulacaksınız, işsizin
sahibini bulacaksınız, düşkünün sahibini bulacaksınız.
Evet, o yüzde 20 değişiklik var ya, işte o 20 çok mühim.
Biz, Bakanlar Kurulunun şeklini değiştiriyoruz. Bizim için
önemli olan, insan. Klasik şekillerden çıkıyoruz, insana hizmet
için, size yepyeni bir Bakanlar Kurulu takdim ediyoruz. Bundan
dolayıdır ki, bu Hükümet, bundan öncekilerin benzeri bir Hükümet
değildir.
Devleti yeniden yapılandıracağız. Bunu yirmi senedir
konuşuyoruz; ama, biz bunun sahibini koyacağız ve bilhassa,
yerel yönetimlere yetkilerin devredilmesine adım adım
başlayacağız, adım adım...
Şimdi, bakın, size hemen söyleyeyim -daha bunu Bakanlar
Kurulumuzda olgunlaştıracağız, şahsî, ham fikrim
olarak söylüyorum-: Biz, bütün illerimizdeki trafiği belediyelerimize
versek, çok daha güzel olmaz mı?
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Eskiden de öyleydi zaten.
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Bütün illerimizdeki
spor faaliyetlerini belediyeye versek çok daha güzel olmaz mı?!. Birçok
illerimizde hizmetler var ki, bu hizmetlerin, elbette belediyelerimiz
tarafından yapılması, seçilmiş insanlar tarafından
yapılması çok daha uygun olur ve bunları, hemen bir kalemde
vermememiz için ne sebep var?!.
Sonra, tabiî, sağlık ve eğitim
kuruluşlarını da -eğer yerel yönetimlerimiz bunları
dirayetle yönetecek imkânlara ve kadroya kavuşacak olursa- adım
adım yerel yönetime vereceğiz ve devleti, hepimizin bildiği,
istediği aslî görevlere çekeceğiz.
20 tane hükümet programı okunmuştur, hepsinde bunlar
vardır; ama, şimdi bir fark var. Nedir o; biz, konuşmaya
gelmedik; biz, Allah'ın izniyle, yapmaya geldik.
Bizim Hükümetimizin çok önemli bir hususiyeti de ülkenin meselelerine
sahip olmasıdır ve şahsiyetli bir dış politika
takibidir.
Sayın Bülent Beyefendiye teşekkür ediyorum; eskiden beri,
şahsiyetli dış politika için hassasiyetini biliriz, her zaman da
kendilerini bu hususta takdir ederiz. Şimdi, efendim, buraya geldiniz
"bütün uluslararası anlaşmalara aynen uyacağız
diyorsunuz" dediniz; ama, bu, tıpkı Bektaşinin "namaza
yaklaşmayınız" sözüne benziyor, üstteki ayeti okumadan
söylenmiş bir söze benziyor. Cenabı Hak "alkollü iken namaza
yaklaşmayın" diyor. Bizim de Programımızda "bu
anlaşmalar, millî menfaata aykırı olarak tatbik
ettirilmeyecek" diye onun
altında çok mühim bir cümle var. (RP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar)
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – İsrail Anlaşması ne
olacak?..
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – O cümlenin içerisinde
her şey var, her şey var... Ve bunları da, tabiî, yine, hep
beraber gerçekleştireceğiz; çünkü, dış politika devlet
işidir, hükümet işi değildir. Bunları, beraberce
olgunlaştıracağız ve böylece, hakikaten şahsiyetli bir
dış politika yürüteceğiz ve biz, Programımızda
yazdığımız gibi, bütün ülkelerle münasebetlerimizi
geliştireceğiz. Bu arada, huzurlarınızda açıkça ifade
ediyorum ki, özenle, kardeş Müslüman ve Türk cumhuriyetleriyle de
münasebetlerimizi geliştireceğiz; lafla değil... Bizim şu
komşularımızla ticaretimiz 4 milyar dolar idi; bu hacme
gelmişti; Irak'la, İran'la, Suriye'yle, diğer ülkelerle;
şimdi nedir: 100 milyon dolar. 65 milyonluk Türkiye ile 60 milyonluk
Mısır arasındaki yıllık ticaret hacmi 200 milyon
dolar. Bir tüccarın satacağı bir araba bu meblağı
karşılar. Peki, biz, şimdi, bütün bu kardeş Müslüman
ülkelerle bir araya gelsek "sen bizden ne alırsan al, biz de senden
ne alırsak alalım" desek, süratle eski hacme gelsek, şu
andaki 21 milyarlık ihracatımız 30-40 milyar dolara çıksa,
bundan ne kaybederiz?!
Bunları konuşmak marifet değil, bunları yapmak
marifet; ama, işte, bilesiniz ki, bu Hükümet bu azimle geliyor. Bugünkü
konuşmamızda bunları ifade ediyoruz; adım adım da
bunların hepsini, elbirliğiyle tatbik edeceğiz inşallah.
Demin, Mesut Bey "vatandaşın beyanına güven esas
alınacak ifadesi bizim Programımızdan
alınmış" dedi. Ne güzel bir şey; güzel şeyi
nerede bulursak alırız. Programınıza koyduğunuz için
teşekkür ediyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
A. MESUT YILMAZ (Rize) – Yolsuzluklarla mücadeleyi niye
yazmadınız?
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Yolsuzlukları
beğenmediğiniz için almadınız herhalde.
BAŞKAN – Sayın Başbakan, efendim, toparlar
mısınız lütfen.
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Çok teşekkür
ediyorum, toparlıyorum.
Programımızda çok önemli bir konu yeniden
yapılanmadır, mahallî idarelerin güçlendirilmesidir.
Hanımlarımıza ve gençliğe ne kadar büyük önem
verdiğimiz, Programdan görülmektedir. Bunlar, laf olsun diye yazılmamıştır.
Ne yazık ki, ülkemizde de, gençliğimizin uyuşturucu tehlikesi,
yavaş yavaş, okullarda başlamıştır. Bunları
bir an evvel engellemek ve ülkemizin bütün fertlerine ve gençlerimize, manevî
varlıklarını geliştirmek için her türlü hizmeti hazırlamak
temel görevimiz olacak. Bu, zaten, Anayasanın devlete verdiği en
önemli bir görevdir.
Muhterem Başkan, muhterem milletvekilleri; Programımız,
Yüce Meclisin huzurlarında arz edilmiştir. Bugün de,
Programımızın müzakeresini yapmış olduk. Şimdi,
inşallah, pazartesi günü, Hükümetimiz, Yüce Meclisin açık bir farkla
desteğine mazhar olacaktır. Zaten kollar
sıvanmıştır; gece gündüz çalışılarak bu
hizmetler yerine getirilecektir ve bu çalışmayı hep beraber
yapacağız, Türkiyemizi, kısır çekişmelerden
kurtaracağız, Türkiyemizi, mesut insanlar diyarı haline
getireceğiz.
Hepinize, bugünkü konuşmalarınızdaki her türlü ikaz ve
katkılarınızdan dolayı, bütün kıymetli Hükümet
üyelerimiz adına, teşekkürlerimizi sunuyorum. Yeni Hükümetimizin ve
onun Programının, aziz milletimize ve bütün insanlığa
hayırlı olmasını diliyorum. Hepinizi, Allah'a emanet
ediyorum.Sağolun, varolun. (RP sıralarından ayakta
alkışlar, DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Başbakan, teşekkür ediyorum.
Sayın milletvekilleri, kişisel söz talebinde bulunan
Sayın Nejat Arseven Beyefendiye söz veriyorum.
Sayın Arseven, buyurun efendim.
LUTFULLAH KAYALAR (Yozgat) – Sayın Başkan, bir
müracaatımız vardı...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) –Yanlış
anlamaları önlemek için bir yazılı müracaatımız
vardı.
BAŞKAN – Efendim, var. Sayın Taşar, zatı âlinizin
şifahî müracaatı dahi yazılı müracaat kadar etkilidir.
Zabıtları getirttim; bakacağım efendim.
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Çok teşekkür ederim.
Sonuç ne?
BAŞKAN – Efendim, sonucu biraz sonra arz edeceğim.
LUTFULLAH KAYALAR (Yozgat) – Sayın Başkanım...
BAŞKAN – Buyurun Sayın Kayalar.
LUTFULLAH KAYALAR (Yozgat) – Sayın Başkanım, Sayın
Başbakanın konuşmasıyla ilgili, yanlış
anlaşılmalara meydan vermemek için, açıklama yapmak üzere,
Sayın Başbakan aramızdayken...
BAŞKAN – Efendim zatı âlinizin de müracaatı var; zabıtları
getirttim efendim.
LUTFULLAH KAYALAR (Yozgat) – Usul olarak, şimdi söz verilmesi
gerekir Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Efendim, müsaade edin ben takdir edeyim.
Sayın Arseven...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Efendim, bir dakika...
"Beylütmale el uzatıldı"diye "belediyelere para
gönderildi" diye Sayın Başbakan tarafından, bu kürsüden,
milletin kürsüsünden suçlama yapıldı. Belediyelere gönderilmiş
paraların beytülmal ile ilgisi yoktur; bunun açıklamasını
yapmam lazım.
BAŞKAN – Efendim müsaade buyurun...
Sayın Arseven, kürsüye buyurur musunuz lütfen.
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Sayın
milletvekillerimize, diğer arkadaşlarımıza söz
verdiğiniz gibi, aynı şekilde söz istiyorum.
BAŞKAN – Sayın Arseven, söz talebi...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Sayın Şevket
Kazan'a nasıl söz verdiyseniz aynı şekilde söz istiyorum.
BAŞKAN – Efendim, ben o konudaki kararımı ifade
edeceğim.
Sayın Arseven, buyurun efendim.
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Adil düzeniniz bu mu sizin?!
(RP sıralarından "sen adil düzenden ne anlarsın?"
sesleri)
BAŞKAN – Buyurun efendim.
Sayın Arseven, süreniz 15 dakikadır efendim.
NEJAT ARSEVEN (Ankara) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; bugün, burada, iki gün önce huzurunuzda Sayın
Başbakan tarafından okunan Hükümet Programı üzerinde, şahsî
görüşlerimi ifade etmek üzere söz almış bulunuyorum. Bu
vesileyle, sizlereve televizyonları başında, hayretle, ibretle
ve kaygıyla bu görüşmeleri izlediklerine inandığım
değerli vatandaşlarıma da saygılar sunuyorum.
Bu konuyla ilgili konuşmama girmeden önce, biraz önce Sayın
Başbakanın burada ifade etmiş olduğu, Habitat
toplantısı nedeniyle ilgili 200 araba alımıyla ilgili
kısa bir açıklama yapmak istiyorum. Bu arabalar, devlet tarafından
alınan arabalar olmayıp, sponsorların, bu işle ilgili olarak
devlete vermiş oldukları arabalardır ve bunlar, bizim,
Başbakanlığı devretmemizden önce de Emniyete
devredilmiş vasıtalardır. Eğer, devlet tarafından
alınmış arabalar olsa idi, zaten bunlar devletin malı
olurdu, devlet de bunlar üzerinde her türlü tasarruf hakkına sahip olurdu.
Böyle bir sorunun sorulmuş olması dahi bu arabaların ne yolla
alındığının en açık ifadesidir.
EMİN KUL (İstanbul) – Bağıştır,
bağış.
NEJAT ARSEVEN (Devamla) – Bağışlanmıştır,
evet düzeltiyorum.
Ve yine, tabiî, burada, dün akşam yapılan bir televizyon
programında, burada Sayın Başbakan tarafından
açıklanacağı ifade edilen belgenin açıklanmamış
olmasını da, o belgenin yok olduğu olarak
değerlendirdiğimizi ifade ediyorum.
YILMAZ KARAKOYUNLU (İstanbul) – O zaman, iddia edeni de müfteri
diye tutanaklara geçirtin.
NEJAT ARSEVEN (Devamla) – Evet, iddia edeni de müfteri olarak buradan
ilan etmenin hiçbir sakıncası olmadığını ifade
ediyorum.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; şahsı
adına söz almış bir arkadaşınız olarak, burada,
geçen hafta, Türkiye'nin hemen birçok bölgesinde, Ankara'da ve Ankara'nın
taşra ilçelerinde sadece Doğru Yol Partisi teşkilatlarından
tanımış olduğum ve benim teşkilatlarımın
bulunduğu bölgelerde Doğru Yol Partili ve Refah Partili
olduklarını bana ifade etmiş olan vatandaşlarla
yapmış olduğum temaslarım ve değerlendirmelerimi
açıklayarak sözlerime devam etmek istiyorum. İşte,
konuşmamın başında, vatandaşlarımızın,
bu görüşmeleri hayretle, ibretle ve
kaygıyla izledikleri yolundaki ifadem de bu değerlendirmemden
kaynaklanıyor.
Sayın milletvekilleri, Sayın Çiller'e inanan, seçim öncesi
onların beyanlarıyla Doğru Yol Partisine oy veren birçok
vatandaşımız, hemen hemen Doğru Yol Partisine oy verenlerin
tamamı, o gün yaptıkları yanlışın altında
eziliyorlar.
Bakın, açık söylüyorum; ben, sizlerin -Doğru Yol
Partililerden bahsediyorum- Sayın Mesut Yılmaz'ın
kapısına gönderdiğiniz "Refah Partisi ile koalisyon yapma" diye
bağırtıp, çağırtıp, çığlıklar
attırdığınız hanımefendilerle konuştum, öyle
geliyorum buraya. Onlar ne diyorlar biliyor musunuz "tekrar toplanarak
gidip Sayın Mesut Yılmaz'dan özür dileyeceğiz" diyorlar. Ne
için mi "Refah Partisi ile hükümet görüşmelerini Meclis
soruşturmalarından, şaibelerden, TOFAŞ'tan, TEDAŞ'tan,
mal varlılğından aklanmak için değil, o görüşmeleri,
Refah Partisine oy veren ve hepsi bizim kardeşimiz olan, bizim
insanımız olan milyonlara duyduğu saygı
dolayısıyla yaptığı için, Refah Partisini bizimle
aynı zeminde yarışan ve milletten oy isteyen bir parti olarak
kabul ettiği için, sistemin partisi olarak kabul ettiği için, bundan
dolayı görüştüğü için Sayın Mesut Yılmaz'dan özür
dileyeceğiz" diyorlar.
Aziz milletvekilleri, Refah Partisine oy veren insanlar da bir
şeyler söylüyor. Onlar ne mi söylüyor; onları da size burada ifade edeceğim: "Keşke
on sene daha muhalefette kalsaydık" diyorlar; "keşke, o gün
savunduğumuz ve Refah Partisinin vazgeçilmezleri olarak kabul
ettiğimiz mukaddes değerleri savunmaya devam edebilseydik ve
keşke, o namuslu, dürüst olarak yaptığımız
politikayı bugün de devam ettirebilseydik; keşke, kendi
getirdiğimiz, en yetkili ağızlar tarafından ifade edilen,
ortaya atılan iddiaların altında kalmasaydık ve koltuk
için, bir yarım iktidar için, milletin içine çıkamaz hale
gelmeseydik" diyorlar.
CAFER GÜNEŞ (Kırşehir) – Sizin hakkınızda da
var...
NEJAT ARSEVEN (Devamla) – Değerli milletvekilleri, benim bu
tespitlerim, Anavatanın değil, bizim partimizin değil, bugün
Hükümet olan; ama, nasıl ve ne şekilde, ne yolla ve hangi gizli
anlaşmalarla Hükümet oldukları artık gün
ışığına çıkmış olan ve sizin
ifadenizle, 65 milyon insanın da bildiği; ama, asıl önemlisi
-bakın, burası çok önemli- sizlerin; yani, Refah Partisi ve
Doğru Yol Partisi tabanının ve oy verenlerinin çok iyi bildiği
bir tespittir.
Değerli milletvekilleri, bu Hükümetin, güvenoyu alsa, hatta,
millete hizmet etse de, işte, bu ayıplı hali ve kuruluş
biçimi dolayısıyla, millet önünde kabul görmesi ve
inandırıcı olması mümkün değildir; çünkü, herkes,
yapılacak her icraatın ve tasarrufun altında, aynı
kuruluşunda olduğu gibi, bir gizli pazarlık, bir ayrı hesap
arayacaktır.
Sayın milletvekilleri,
bakın, burada, Doğru Yol Partisinin, tabiî, her zaman olduğu
gibi, kendi Hükümet Programları üzerinde yapılmakta olan
görüşmeleri dahi izleme cesaretini gösteremeyen Doğru Yol Partisinin,
seçim öncesi gazetelere vermiş olduğu ilanı gösteriyorum size:
"Doğru Yol Partisiyle, ANAP arasındaki fark" diyor "ve
laiklik" altında da ifade ediyor: "Mesut Yılmaz,
Erbakan'ı durduramaz; Erbakan'ı durdurmak için, geriye gidişi
önlemek için, ileriye gitmek için DYP'de birleşin; DYP birinci parti
olacak, Erbakansız, ülkenin önünü -yani, Sayın Başbakanın
önünü- açacak en iyi hükümet kurulacaktır." Evet, hakikaten, Tansu
Çiller, Erbakan'ın önünü açtı. Erbakan'ı durduracak cesaret ve
inançda -Sayın Başbakanı durduracağından bahsediyor-
sadece Sayın Çiller'de varmış.
Bakın, şimdi, size bir şey daha göstereceğim,
karikatür gibi bir ilan; tabiî, altında "Haydi Türkiyem ileri"
deniyor. Sayın Mesut Yılmaz'ın sırtında Sayın
Erbakan, daldaki armudu almaya çalışan Sayın Erbakan, Tansu
Hanım da elini açmış "Mesut, hep bunu yapıyor"
diyor; ama, ne hikmetse, bugün, armudu Sayın Erbakan yiyor. (RP
sıralarından gürültüler)
Değerli milletvekilleri, bakın, bu da, sizin. Dikkat edin,
bakın, burada "ahlakî çözülme duracak" diyorsunuz seçimden önce.
Evet, ahlakî çözülmeyi hakikaten durdurdunuz ve diyorsunuz ki "Refah,
ahlakî yapısı güçlü bir Türkiye için iktidara geliyor." Siz, bu
ahlakî yapı için mi iktidara geliyorsunuz, bunları düzeltmek için mi;
bu yolsuzlukların, bu TOFAŞ'ın, bu TEDAŞ'ın üstünü
örtmek için mi iktidara geliyorsunuz? Bu ilanı onun için mi verdiniz,
ahlakî çözülmeyi böyle mi durduracaksınız?!. (RP
sıralarından gürültüler)
Bakın, Sayın Erbakan yine ne diyor: "Bu kadın gâvur
aşığı." Zannediyorum, daha önce de burada ifade
edildi, "Erbakan, Çiller'in, Müslüman oylarıyla din
düşmanlığı yaptığını öne sürdü 'gâvur
aşığı, eteklerine zil takmış oynuyor' dedi.
Çiller'e bakın, Erzurum'a başörtüsüyle geliyor, türban meselesini
sorduğumuzda da yüzünü aktris gibi buruşturuyor." Haydi bunu
değerlendirin!.. Yüreğiniz yetiyorsa, Erzurum'a tekrar gidin. Bu
beyanlarda bulunduğunuz Erzurum'a bir daha gittiğiniz zaman acaba ne
diyeceksiniz, çok merak ediyorum.
Değerli milletvekilleri, Sayın Çiller'in ve Sayın
Erbakan'ın seçim öncesi, şimdi sizlere burada ifade etmiş
olduğum, bu açık ve kamuoyu önünde kendilerini bağlayan
beyanları ve taahhütleri olmasaydı belki çok iyi olurdu.
Değerli milletvekilleri, şimdi, daha önemli ve işin facia
tarafına -bana göre- yani, her iki liderin, seçim sonrası
-bakın, burası çok önemli- çıkan tablo, Refah-Doğru Yol
koalisyonu yapılmasını da muhtemel kılıyorken,
birbirleriyle ilgili söylediklerine gelelim: "Sayın Çiller 'bu
ortaklığa izin vermezler. ANAP ile RP arasında hükümet kurma
çalışmalarına izin verilmez. ANAP'a bir daha açıkça
sesleniyorum, kendi parti ve ülkeni karanlığa gömme' dedi, devamla
'bu ortaklık, ülkeyi karanlığa mahkûm etmektedir, Sayın
Yılmaz, sakın ola buna izin verme, Türk genci buna müsaade etmez,
Türk kadını etmez, ülkenin aydınları müsaade etmez;
karşına geçerler. Kim mi geçer; halkın yüzde 70'i geçer"
falan.
CAFER GÜNEŞ (Kırşehir) – Bu lafları siz de çok
söylediniz.
NEJAT ARSEVEN (Devamla) – Şimdi, bakın, size soruyorum:
Burada, karanlık kim, mahkûm eden kim, bu işin altında kalan
kim?!. (RP sıralarından "siz, siz" sesleri) Müsaade
etmeyecek olan gençler, Tansu Hanımın çok değer verdiği
Türk hanımları, aydınlar nerede "yüzde 70'den fazlası
karşınıza geçer" dediğiniz "halk, yakanıza
yapışır" dediğiniz kimseler nerede?!. Tarih, bu aziz
millet, bugün, kimin yakasına yapışacak, çok iyi biliyor
sayın milletvekilleri.
Yine, Sayın Çiller'in bir beyanı var, bakın "gümrük
birliğine 'uşaklık antlaşması' denildiğini
söylüyor. Bunu, siyasî tarihimizin en büyük oportünizmi olarak görüyorum. Bugün
böyleyse, yarın nasıl olacak; herkesi uyarmak istiyorum.
Liderlerin seçim öncesi taahhütleri olmuştur 'RP'yi iktidar
yapmayacağız' denilmiştir..." Sizler söylemişsiniz.
"...Herkesin, bunun gereğini yapacağına
inanıyorum" diyor, yani sizlere söylüyor, Doğru Yol Partisine
ifade ediyor. Siz, bunun gereğini hakikaten yapıyorsunuz!..
Değerli arkadaşlarım, Refah Partisiyle Doğru Yol
Partisi, seçimlerden hemen sonra, Sayın Erbakan'ın, hükümet kurmakla
görevlendirildiği sırada, eğer, bu Koalisyonu, bu tablo ve
Programla kurmuş olsalardı, o zaman, bu Hükümetin, 65 milyon memleket
evladı önünde göreceği kabul ve destek bugünkünden çok daha yüksek
olabilirdi.
Sayın milletvekilleri, bugün, üzerinde görüşmeler
yaptığımız Refah-Doğru Yol Hükümeti Programı,
aslında -bakın, Program için konuşuyorum, burası çok
önemli- Doğru Yol Partisinin
milletvekili ve Grubu, Parti tabanıyla, tüm ülkede, bu Hükümete
oluşacak tepkileri asgariye indirmek için hazırlanmış bir
Hükümet Programıdır. Bu Programın uygulanması
sırasında, Refah Partisinin, bu Programda yer almayan hakiki
düşünce ve niyetlerini hayata geçirmek ve uygulamaya koymak gayreti
içerisinde olacağına da inanıyorum; ama, maalesef, işin
acı tarafı, bu Program dışı yapılacak ve ülkede
büyük sıkıntı yaratacağına inandığım
uygulamaları, Doğru Yol Partisi milletvekilleri, bakanları,
ancak üzüntüyle ve çaresizlikle seyredeceklerdir. Çünkü, Gruptan veya Bakanlar
Kurulundan vaki olabilecek en ufak bir itiraz karşısında
Sayın Çiller ile ilgili olarak açılmış bulunan
soruşturma önergeleri ile ilgili Refah Partisinin komisyon üyelerinin ve
Grubunun tavırlarındaki olumsuz değişiklik tehdidiyle,
yani, Yüce Divan tehdidiyle karşılaşacaklardır.
Değerli milletvekilleri, bu, bugün görüşülmekte olan
Programın zahirî ve açık görüntüsüdür. Bunu, Sayın Başbakan
da burada ifade etti. Bu Programın görülmeyen tarafı. Refah
ağırlıklı yönü ise, aysberg gibi, suyun
altındadır ve bugün görünmemektedir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, bugün, burada,
birbirleri aleyhinde saatlere sığdıramayacağım ifade
ve beyanlar, açılan soruşturma önergeleri, yolsuzluk iddiaları,
ülkeyi karanlığa gömme avazelerinden sonra, sadece,
Başbakanlık uçağını beraber kullanmak uğruna
kurulduğunu zannettiğim bu Hükümeti kurmak, 65 milyon memleket
evladını kandırmak, yanıltmak ve inkâr etmek demektir.
Hepinize saygılar sunuyorum. Bizi, ekranları
başında, gecenin bu saatine kadar dinleyen aziz
vatandaşlarımızı da, bir kere daha, en içten
duygularımla selamlıyor, saygılarımı sunuyorum. (ANAP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Arseven, teşekkür ediyorum efendim.
III. – SATAŞMALARA
İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
3. – Yozgat Milletvekili
LutfullahKayalar'ın, Başbakan Necmettin Erbakan'ın
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
BAŞKAN – Sayın Taşar ve Sayın Kayalar, talepleriniz
üzere tutanakları getirttim. Sayın Başbakan, listeleri de
göstermek... Yani, daha önce zatı âlilerinizin başında
bulunduğu Bakanlığın başında bulunan birer Bakan
olarak, sorumluluk hissi içerisinde ve gecenin bu saatinde, değerli
milletvekillerini sıkıntıya sokmadan kısa birer
açıklama yapacağınızı umuyorum.
Sayın Kayalar, kısa bir açıklama
yapacağınızı buyurdunuz, onun için, önce, çok kısa ve
bir sataşmaya meydan vermemeniz ricasıyla zatı âlinize söz
veriyorum.
LUTFULLAH KAYALAR (Yozgat) – Sayın Başkan,
saygıdeğer milletvekileri; 54 üncü Hükümetin Programı üzerindeki
müzarekeler sırasında Sayın Başbakanın, 53 üncü
Hükümetin, belediyelere, bütçe imkânları içerisinde yapılan
yardımlarla ilgili olarak verdiği rakamlar var.Yanlış
anlaşılmalara meydan verilmemesi için bu konuda açıklama yapmak
üzere huzurlarınızdayım; saygılar sunuyorum Yüce
Meclisimize, Sayın Başkana da teşekkür ediyorum.
Sayın Başbakan, biraz önce yaptığı
açıklamalarda, belediyelere, 7 trilyon lira yardım
yapıldığını ve bunun 5 trilyon lirasının,
Anavatan belediyelerine yapıldığını ifade ettiler. 7
trilyon liralık rakamlar, kendilerinin de ifade ettikleri gibi, genel
rakamlardır -bunların küsuratları vardır- ben de, genel
olarak ifade etmek istiyorum.
7 trilyon liralık rakam, şu ana kadar yapılan
yardımlarla ilgili olan rakam
doğrudur; ancak, bunda açıklanmasını arzu ettiğim
husus şudur: Bilindiği gibi, 53 üncü Hükümetimiz, 6 Martta
kurulmuş, 12 Martta da güvenoyu almıştır. O zamana kadar,
bizden önce, 52 nci Hükümet, bir sonraki hükümet kuruluncaya kadar göreve devam
etmiştir. Bu süre içerisinde, belediyelere, yaklaşık 2 trilyon
liraya yakın yardım yapılmıştır. Gerek bu süre
içerisinde yapılan yardımlar, gerekse daha önceki hükümetler
döneminde; yani, beş yıllık dönem içerisinde yapılan
yardımlarda, maalesef, 800'ün üzerindeki, Anavatan Partisi belediyelerine
ve tahmin ediyorum, Refah Partisi belediyelerine de, hemen hemen hiç denecek
düzeyde yardım yapılmıştır; daha doğru ifadeyle,
hemen hemen hiç yardım yapılmamıştır.
53 üncü Hükümetimiz kurulduktan sonra, Sayın Başbakan, o günkü
Hükümet ortağı olan DYP'nin Sayın Genel Başkanıyla bu
konuyu görüştüler ve hiç değilse, 12 Marta kadar geçen dönem
içerisinde yapılan yardımlara eşitlik sağlamak
bakımından, 2 trilyon liraya yaklaşan bir paranın
belediyelere dağıtılması hususunda anlaştılar.
A. MESUT YILMAZ (Rize) – ANAP'lı belediyelere.
LUTFULLAH KAYALAR (Devamla) – Dolayısıyla, ANAP'lı
belediyelere dağıtılması hususunda anlaştılar.
Dolayısıyla, bu, o günkü bir anlaşmadır. Ben,
görevde bulunduğumuz süre içerisindeki her türlü sorumluluğumuzu ve
vebal duygusu içerisinde hareket etme şeklinde yürüttüğümüz
görevimizi ve icraatımızı tüm açıklığıyla
ifade etmek istiyorum. 2 trilyon lirası bu şekildedir; yani, 7
trilyon liranın 4 trilyon lirasının dağıtımı
bu şekilde olmuştur.
Geriye kalan 3 trilyon lira içerisinde, imkânlar ölçüsünde, Meclisimizde
grubu bulunan beş siyasî partimizin hemen hemen tamamından gelen
talepler -belki cüzi bir kısmı karşılanamamış
olabilir- Maliye Bakanlığınca değerlendirilmiştir.
Artı, Mecliste grubu bulunmayan ve Mecliste temsil edilmeyen siyasî
partilerimize mensup olan belediyelere de, ayrıca, yine buradan, imkânlar
ölçüsünde yardım yapılmıştır.Yani, Sayın
Başbakanın ifade ettiği gibi, 5 trilyon lira, sadece Anavatan
belediyelerine verilmiş değildir; bu 5 trilyon lira, Mecliste grubu
bulunan siyasî partiler içerisinde değişik oranlardadır.
Burada, Anavatan Partisine mensup olan belediyelere daha fazla
yardım yapıldığı noktasının, o günkü
koalisyon hükümeti içerisinde yapılan anlaşma gereği olarak
doğru olduğunu da ifade ediyorum; ben ifade ediyorum.(RP
sıralarından " Ne adalet değil mi? " sesleri,
gürültüler)
Ayrıca, dörtbuçuk yıllık adaletsizliğin ve dörtbuçuk
yıllık yanlış uygulamanın, esasında, sonraki
hükümetleri de sıkıntıya soktuğunu ifade etmek istiyorum.
Nasıl; burada, şu anda hayatta olmayan, daha önceki...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Kayalar, lütfen, toparlayın efendim.
LUTFULLAH KAYALAR (Devamla) – Anavatan Partisi hükümetleri döneminde,
tüm belediyelerin nüfus yoğunluklarına göre, tespit edilmiş olan
kriterlere göre, sekiz sene dağıtım uygulanmış
bulunmaktadır.
Eğer, burada bir fazlalık olduğu ifade ediliyorsa -ki,
fazlalığın olduğunu ben de kabul ediyorum- bu
fazlalık, beş yıllık açığın
kapatılmasıyla ilgili, görüşülürek, konuşularak
yapılmış olan bir uygulamadır.(RP sıralarından
gürültüler)
Buna, şunu ilave ediyorum: Şu anda uygulamakta olduğumuz
bütçe içerisinde öngörülmüş olan fonlardan, yasal olarak tahakkukları
yapılmış olan ve bekleyen ödemeler vardır. Sayın
Başbakan, bunları durdurduklarını ifade ettiler. Böyle bir
durdurma yetkileri yoktur.
TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas ) – Bunlar cevap değil
Sayın Başkan.
LUTFULLAH KAYALAR (Devamla) – Bu, sadece belediyelerle ilgili
değil. Ayrıca, 55 vilayetimize, gene Maliye Bakanlığı
bütçesi içerisindeki Kentleşme Fonundan, valilerimiz ve il genel
meclislerimizin emrine gönderilmiş olan birtakım paraların da
geri alınacağı veya ödenmeyeceği ifade edilmektedir.
Dilerim ki, bu doğru değildir. Bunların da durdurulması
yasal değildir. (RP sıralarından gürültüler, "süresi
geçti" sesleri)
BAŞKAN – Müsaade buyurun...
LUTFULLAH KAYALAR (Devamla) – Burada, usulüne uygun, kanuna uygun,
takdir yetkisi içerisinde kullanılmış olan yetkiler vardır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Kayalar...
LUTFULLAH KAYALAR (Devamla) – Bağlıyorum efendim.
BAŞKAN – Sayın Kayalar, bir hususu açıklamak üzere size
söz verdim; rica ediyorum...
LUTFULLAH KAYALAR (Devamla) – Bu hususun hiç dışına
çıkmadım Sayın Başkan.
Burada atılan veya attığımız her imzanın
sahibiyiz. Durdurma şeklinde bir usul bulunmamaktadır. Bu
şekilde bir uygulamaya gidildiği takdirde, bunun, Yüce Meclis
içerisinde, her türlü tartışmasının
yapılacağını ve sadece Meclis içinde değil, Meclisin
dışında da yapılacağını ifade etmek
istemekteyim. (RP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Kayalar... Sayın Kayalar...
LUTFULLAH KAYALAR (Devamla) – Sözlerimi bağlıyorum efendim...
Müsaade edin, sözlerimi bağlıyorum. (RP sıralarından
gürültüler, "Yeter... Yeter..." sesleri)
BAŞKAN – Ee, bağlayın efendim...Bağlayın
efendim...
LUTFULLAH KAYALAR (Devamla) – Ama, müsaade edin Sayın Başkan.
BAŞKAN – Bağlayın efendim. Sözünüzü kesmeye
zorlamayın Sayın Kayalar...
LUTFULLAH KAYALAR (Devamla) – Sükunet sağlansın, sözlerimi
bağlıyorum. (RP sıralarından gürültüler "Sayın
Başkan, süresini aştı" sesleri)
Sayın Başbakan, biraz önce, asgarî ücretin vergiden muaf
olacağını ifade ettiler.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Efendim, başka süre uzatma imkânım yok
Sayın Kayalar; buyurun.
LUTFULLAH KAYALAR (Devamla) – Şu Hükümet Programı içerisinde
asgarî ücretin vergiden muaf olacağına dair tek bir kelime yoktur.
(RP sıralarından gürültüler, sıra kapaklarına vurmalar)
BAŞKAN – Sayın Kayalar, bırakın Hükümet
Programını...
LUTFULLAH KAYALAR (Devamla) – ...Şunun içerisinde yoktur. (RP
sıralarından gürültüler sıra kapaklarına vurmalar)
BAŞKAN – Sayın Kayalar... Sayın Kayalar...
LUTFULLAH KAYALAR (Devamla) – Saygılar sunuyorum Sayın
Başkan.
BAŞKAN – Sayın Kayalar, çok üzgün olduğumu ifade edeyim.
CEMALETTİN LAFÇI (Amasya) – Adaletten bahsediyorsunuz; işte
sizin adaletiniz bu...
BAŞKAN – Müsaade buyurun efendim...
Sayın milletvekilleri, gecenin bu saatinde rica ediyorum... Kendi
şartlarınıza göre değerlendirmeyin kürsüyü. Lütfen...
4. – Gaziantep Milletvekili Mustafa
Rüştü Taşar'ın, Başbakan Necmettin Erbakan'ın
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
BAŞKAN – Sayın Taşar, size de çok kısa bir
açıklama imkânı veriyorum. Lütfen, çok kısa ve yeni bir
sataşmaya meydan vermeden konuşunuz. Gecenin bu saatinde stres
yükselmesine sebebiyet verirseniz sözünüzü keserim, kusura bakmayın.
Lütfen ne açıklayacaksanız, buyurun; ama, bir
açıklamadır...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Sayın Başkan,
öncelikle, Yüce Meclisi ve zatı âlinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başbakan, Sayın Mesut Yılmaz'ın
"beytülmala uzanan eli keserim" dediğini; ama, Çevre
Bakanının, giderayak, ANAP'lı belediyelere 2 trilyon lira
gönderdiğini ve Refahlı belediyelere de, şu kadar miktar
gönderdiğini, bu kürsüden ifade ettiler.
Öncelikle, şunun bilinmesi için ifade ediyorum ki, Çevre
Bakanlığı Çevre Kirliliğini Önleme Fonundan, vidanjör, çöp
kamyonu ve itfaiye araçlarının alınabilmesini teminen gönderilen
bu paraların, gönderilebilmesinin usulleri vardır. Bu usule göre,
öncelikle, ilgili belediye, belediye meclisi kararı alacaktır.
Belediye meclisi... (RP sıralarından "gitti mi gitmedi mi"
sesleri)
Bir dakika efendim.. Müsaade buyurun efendim... (RP
sıralarından gürültüler)
Sayın Başkanım...
BAŞKAN – Sayın Taşar, müsaade buyurun efendim...
Siz, o kadar para gönderdiniz mi, göndermediniz mi, onu
açıklayın lütfen.
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – Ben, o kadar parayı
gönderdim; ama, ne suretle gönderdiğimi açıklayacağım...
BAŞKAN – Ne suretlesini bırakın siz...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – Hayır efendim...
BAŞKAN – Gönderip göndermediğinizi ifade edin yeter...
MEHMET CAVİT KAVAK (İstanbul) – Mahkeme mi burası...
Soruşturma mı yapıyorsun...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – O kadar parayı gönderdim.
Nasıl gönderildiğini ve hangi süreç içerisinde gittiğini
anlatmamız lazım... (RP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Efendim, müsaade buyurun...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – Bu kürsüde beni
konuşturmazsanız, il il gezer, her yerde konuşurum... Hiçbir
şekilde beni susturamazsınız...( RP sıralarından
gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Taşar... Sayın Taşar...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – Sayın Başkan,
lütfen, sözümün kesilmesine mani olunuz...
BAŞKAN – Sayın Taşar, lütfen...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – Müsaade buyurunuz,
açıklamamı yapayım.
BAŞKAN – Gönderip göndermediğinizi ifade edin efendim...
Lütfen efendim... Süreyi kullanın...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – Sayın
Başkanım...
MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Sayın
Başkanım...
BAŞKAN – Sayın Başesgioğlu, buyurun...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – Sayın Başkanım,
nasıl gönderildiğini izah etmemiz lazım.. Müsaade buyurur
musunuz... (RP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Efendim, siz, sürenizi orada kullanın lütfen...
Efendim, orada kullanın lütfen... Orada kullanın...(RP
sıralarından gürültüler)
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – Müsaade edin de
konuşalım... Bağırmakla çağırmakla meseleleri
halledemezsiniz; hele beni hiç susturamazsınız; onun için, lütfen
dinleyin... (RP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Taşar, siz, görüşünüzü ifade edin
efendim... (Gürültüler)
Buyurun...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – Lütfen dinleyiniz... (RP
sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – Efendim, müsaade buyurunuz...
Bu müracaatlar, belirli silsile içerisinde,
Bakanlığımıza ulaştıktan sonra, ödeneklerinin
serbest bırakılması çerçevesinde, müracaat sırasına
göre peyderpey gönderilir. Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı
Sayın Deniz Baykal'ın müracaatları, Demokratik Sol Partinin
müracaatları, Milliyetçi Hareket Partisinin müracaatları, Doğru
Yol Partisinin müracaatları, bizzat bana gelen müracaatların tamamı
karşılanmıştır. Refah Partisinden de müracaat eden
bütün belediyelere para gönderilmiştir (RP sıralarından
gürültüler) Aksini ispat edene, burada söz hakkı vardır; o söz
hakkını veriyorum. Ancak, şunu ifade etmek istiyorum; ben, bu
paraları, ne Amerika'ya ne Rusya'ya ne Çin'e ne de Sayın
Başbakanın evinin önü temizlensin diye, sabunlu sularla
yıkansın diye büyükşehir belediyesine...
BAŞKAN – Sayın Taşar...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – ...arazöz almak için
göndermedim. (ANAP sıralarından alkışlar; RP
sıralarından gürültüler, sıra kapaklarına vurmalar)
BAŞKAN – Sayın Taşar... Sayın Taşar...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – Milletin arzusu
istikametinde... (RP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Taşar... Sayın Taşar...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – ...milletin hizmetine
gönderdim. Beytülmalı, beytülmala gönderdim...
BAŞKAN – Sayın Taşar... Sayın Taşar...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – ...Hiçbir şekilde bu
suçlamayı kabul etmiyorum.
BAŞKAN – Sayın Taşar... Sayın Taşar...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – ...İşte, hizmet
yapacağım diyen kadroların, daha gelir gelmez, nasıl
yıkıcı bir işlem yaptığını, burada,
huzurlarınızda ifade ediyorum... (RP sıralarından
gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Taşar...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – ...Gönderilen bu
paraların geri çekilmesinin suç olduğunu ifade ediyorum. Sayın Lutfullah
Kayalar'ın ifade ettiği gibi, gerek Meclis içerisinde gerekse hukukî
zeminlerde bu işin hesabını da mutlaka soracağız...
(RP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Taşar...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – ...ve özellikle de şunu
ifade etmek istiyorum: Bu Hükümet Programında da, Sayın Başbakan
herhalde unuttular...
BAŞKAN – Sayın Taşar, sözünüzü...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – ...asgari ücretin vergi
dışı bırakılması yer almamıştır...
BAŞKAN – Sayın Taşar...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – Saygılar sunuyorum. (ANAP
sıralarından alkışlar, RP sıralarından
gürültüler)
MEHMET ALİ YAVUZ (Konya) – Sayın Başkan...
5. – Maliye Bakanı Abdüllatif
Şener'in, kendilerine sataşılması nedeniyle söz alan,Yozgat
Milletvekili Lutfullah Kayalar ve Gaziantep Milletvekili Mustafa Rüştü
Taşar'ın konuşmalarıyla ilgili açıklaması
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın
Başkan... (Gürültüler)
BAŞKAN – Efendim, müsaade buyurun...
Buyurun Sayın Bakanım.
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın
Başkan, sayın eski bakanlar tarafından yapılan
açıklamalarda bazı yanlışlıklar vardır. Elimde,
devletin en son dokümanları vardır; bunları izah etmek
istiyorum.
BAŞKAN – Buyurun. (RP sıralarından alkışlar)
Lütfen, Sayın Bakan, kısa... Elinizdeki listeyi okuyun ve
lütfen, kürsüden inin efendim. Rica ediyorum...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Bizde de liste var...
BAŞKAN – Efendim, müsaade buyurun...
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın
Başkan...
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Sayın Başkan, bu sözü
neye istinaden verdiniz?
BAŞKAN – Efendim, müsaade buyurun...
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Sayın Başkan, izah eder
misiniz; neye istinaden söz verdiniz?
BAŞKAN – Efendim, Sayın Taşar ile Sayın
Kayalar'ın ifadeleri karşısında, devletin
kayıtlarındaki listeyi ifade edip inecek...
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Onlar ifade edildi Sayın
Başkan; taraflı davranıyorsunuz.
BAŞKAN – O açıklama imkânını verdim; buyurun.
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Onlar izah edildi.
BAŞKAN – Sayın Şener, kısaca efendim...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Refah Partili belediyeler müracaat etselerdi
onlara da gönderilirdi.
BAŞKAN – Sayın Şener, siz buyurun efendim.
MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Her isteyen bakana burada
söz veremezsiniz, taraflı davranmayın Sayın Başkan.
BAŞKAN – Buyurun... Kısa kesin lütfen...
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Sayın
Başkan, Sayın milletvekilleri...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Müracaat etmeyen belediyeye
nasıl para göndereceğim ben?.
BAŞKAN – Sayın Taşar, oturur musunuz efendim...
İfade ettiniz onu...
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – ... bu
müzakereler...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Yerinde yatacaksın,
oturacaksın, ondan sonra parayı alamadım diyeceksin...
BAŞKAN – Efendim siz onu ifade ettiniz... İfade ettiniz
efendim...
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – ...saat
24.00'ü geçtiği takdirde... (ANAP sıralarından gürültüler)
Sayın Başkanım...
BAŞKAN – Siz buyurun Sayın Şener... Lütfen, kısa
keser misiniz...
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Sayın
Başkan, bir noktayı hatırlatmak istiyorum. Anavatan Partili
sayın milletvekilleri ve eski bakanları, belli bir taktik
içerisindedirler... Bugünkü müzakereler...
BAŞKAN – Kardeşim, niye o zaman?.. Lütfen toparla... (ANAP
sıralarından "Bravo Başkan" sesleri)
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Ne alakası var?...
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – ...saat
24.00'ü geçtiği takdirde güven oylaması salıya
kalacağı için, yersiz yere hırçınlık
yapmaktadırlar; ancak, şunu ifade ediyorum.
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Sen konuşma, in
aşağıya...
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Şunu
ifade ediyorum: Sayın bakanlar, aslında itiraf etmişlerdir bir
haksızlık yaptıklarını; hatta, son gün, Sayın
Cumhurbaşkanı, yeni Hükümeti, Kabineyi onayladıktan sonra, gece
geç saatlere kadar, haksız yere bu kalemden para
aktardıklarını ifade etmişlerdir. (ANAP
sıralarından gürültüler, sıra kapaklarına vurmalar)
MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Oturun yerinize lütfen... Efendim lütfen oturun
yerinize...
MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Ama, bu kadar da
taraflı davranılmaz... Sadece listeyi okuyacaklar...
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – ...Bu bir
itiraftır. (ANAP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Efendim, oturur musunuz...
Sayın Şener...
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) –
...İtiraflarından dolayı kendilerine teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Ben teşekkür ediyorum.
MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Sayın Başkan,
müsamaha ediyorsunuz; yorum yapıyor; listeyi okuyacak o kadar. Bu kadar
taraflı olunmaz.
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – İtiraf
ettiniz, teşekkür ediyorum. (ANAP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Ben teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Hiçbir itiraf yok.
Sırası geldikçe gönderilmiştir.
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Evet,
Maliye...
BAŞKAN – Sayın Bakan...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Gönderilen paralar da
DYP'nin, CHP'nin, DSP'nin, bütün partilerin paralarıdır.
BAŞKAN – Sayın Taşar, siz, ifade ettiniz...
MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Usulümüzde böyle bir
şey yok Sayın Başkanım... Lütfen...
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Ancak,
şunu ifade edeyim...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Yapılan hizmet,
sırasıyla yapılmıştır.
BAŞKAN – Sayın Taşar...
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Yorum yapmaya hakkı yok.
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – ... Suçluluk
duygusu içerisinde, bağırarak ...
BAŞKAN – Sayın Şener...
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – ...suçluluk
bastırılamaz...
BAŞKAN – Sayın Bakan... Sayın Bakan...
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Yorum yapıyor... Cevap verecek,
yorum yapmayacak.
BAŞKAN – Sayın Bakan, teşekkür edip iner misiniz
efendim... Lütfen...
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Bitiriyorum...
BAŞKAN – Efendim, ifade ettiniz...
MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Sataşmadan
dolayı bize de söz verin o zaman Sayın Başkan.
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Evet, süreyi
geçirmemek için, sayın bakanlar da, zaten, haksız
dağıtımı itiraf etmiş oldukları için...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Haksız
dağıtım falan yok kardeşim...
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – ...
teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (RP sıralarından
alkışlar)
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Ne haksız dağıtımı...
Haksız dağıtım falan yok...
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Prof. Dr. Necmettin
Erbakan'ın başkanlığında kurulmuş bulunan 54 üncü
Hükümetin Programı üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
Güvenoylamasının, Anayasanın 110 ve İçtüzüğün
124 üncü maddeleri gereğince, görüşmelerin bitiminden bir tam gün
geçtikten sonra yapılması gerekmektedir. Buna göre,
güvenoylaması, 8 Temmuz 1996 Pazartesi günü yapılacaktır.
Sayın milletvekilleri, Başbakan Sayın Prof. Dr. Necmettin
Erbakan tarafından kurulan Bakanlar Kurulu hakkında
güvenoylaması yapmak için, 8 Temmuz 1996 Pazartesi günü saat 15.00'te
toplanmak üzere -saat 23.28 şu anda- birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati: 23.28
IV. —SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI
SORULAR VE CEVAPLARI
1. —Yozgat
Milletvekili Kâzım Arslan’ın, ÖSYM sınavının Yozgat’da
da yapılmasının düşünülüp düşünülmediğine
ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Mehmet Sağlam’ın
yazılı cevabı (7/836)
Türkiye Büyük
MilletMeclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Millî
Eğitim Bakanı Sayın Turhan Tayan tarafından
yazılı olarak cevaplandırılmasını talep
etmekteyim.
Gereğini saygılarımla arz ederim.
15.5.1996
Dr.
Kâzım Arslan
Yozgat
1. ÖSYM tarafından yapılan Üniversite 2 nci
basamak sınavı diğer illere ilaveten Yozgat İlinde de
yapılamaz mı?
2. Sınav sebebiyle başka illere gitmeleri
zaten yetersiz olan hizmeti aksattığı için sağlık
personelinin açıköğretim sınavları Yozgat’ta yapılamaz
mı?
T.
C.
Millî
Eğitim Bakanlığı
Araştırma Planlama ve Koordinasyon Kurulu
Başkanlığı 4.7.1996
Sayı
:B.08.0.APK.0.03.01.00-022/1748
Konu :Soru Önergesi.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
İlgi :T.B.M.M.
Başkanlığının 30.5.1996 tarih ve
GNS.0.10.00.02-2049 sayılı
yazısı.
Yozgat Milletvekili Sayın Kâzım
Arslan’ın “ÖSYM sınavının Yozgat’ta yapılmasının düşünülüp
düşünülmediğine ilişkin” yazılı soru önergesi
incelenmiştir.
1. Öğrenci Seçme ve Yerleştirme
Sınavının yapılacağı merkezler; o merkezde
sınava girecek aday sayısı, merkezin diğer merkezlere
uzaklığı ve ulaşım imkânları, merkezde bulunan
yükseköğretim kurumlarının imkânları ve o merkezde sınav yapılması
durumunda karşılaşılacak ek maliyetler düşünülerek
Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığınca
Yükseköğretim Kurulu Başkanlığına önerilmektedir.Aday
sayısının az olduğu küçük sınav merkezleri, yöredeki
adaylar ve sınavda görev alacak öğretmenlerin birbirlerini
tanıma imkânlarının artması nedeniyle uygun
görülmemektedir. Bilhassa ikinci basamak sınavlarının aday
sayısının fazla olacağı büyük merkezlere
alınması sınav güvenliğinin bir gereğidir. Nitekim
önümüzdeki yıllarda ikinci basamak sınavına girecek aday
sayısı azaltılarak daha az sınav merkezinde sınav
yapılması düşünülmektedir.
2. Açıköğretim Fakültesi sınavları
yurt çapında 63 il merkezinde yapılmakta ve mevcut bürolar yeterli
hizmeti vermektedir. Öte yandan, her il merkezinde sınav
yapılabilmesi için belirli sayıda öğrenci ve öğretim
elemanının bulunması gerekmektedir.
Arz ederim.
Prof.
Dr. Mehmet Sağlam
Millî
Eğitim Bakanı
2.
—İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın, TDİ’ne
bağlı bir yolcu gemisine aşırı yolcu alınmak
suretiyle tehlikeli bir yolculuk yaptırıldığı
iddiasına ilişkin sorusu ve Ulaştırma Bakanı Ömer
Barutçu’nun yazılı cevabı (7/872)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın
Ulaştırma Bakanı Sayın Ömer Barutçu tarafından
yazılı olarak cevaplandırılmasını rica ederim.
Bülent
Akarcalı
İstanbul
Kurban Bayramında Arife günü ilgililer izdiham
olacağına dair önceden uyarılmasına rağmen, 900
kişilik Avşa gemisine Sarayburnu’ndan 2 000 kişi
bindirilmiş; Boğaz’da demirlemiş bulunan Mavi Marmara gemisi ise
boş bekletilmiştir. TDİ Genel Müdürü ve Deniz Yolları
Müdürü ise, bu arada Akdeniz gemisiyle Akdeniz turuna
çıkmıştır.
1. Önceden uyarıya rağmen neden
vatandaşların 6 saatlik yolu çok tehlikeli ve izdiham içinde
gitmelerine yol açılmıştır?
2. 900 kişilik gemiye 2 000 kişiyi bindirerek
bunca insanın hayatını tehlikeye atan Türk Denizcilik
İşletmelerinin yöneticileri hakkında ne gibi işlem
yapmayı düşünürsünüz?
T.
C.
Ulaştırma
Bakanlığı
Araştırma
Planlama ve Koordinasyon
Kurulu
Başkanlığı 4.7.1996
APK
:B.11.0.APK.010.00.00.A-71/905-17230
Konu :İstanbul Milletvekili Bülent
Akarcalı’nın Yazılı Soru Önergesi Hakkında.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
İlgi :TBMM Başkanlığının
28 Haziran 1996 tarih A.01.0.GNS.0.10.00.02.7/872-1917/5185
sayılı yazısı.
İstanbul Milletvekili Sayın Bülent
Akarcalı’nın 7/872-1917 sayılı yazılı soru
önergesi, 10.8.1993 tarih ve 93/4693 sayılı Bakanlar Kurulu
Kararı ile özelleştirilmek üzere Başbakanlığa
bağlanmış bulunan TDİ Genel Müdürlüğünü
ilgilendirmektedir.
Bakanlığımız görev alanına
girmeyen ve önergede yer alan hususlarla ilgili olarak
Bakanlığımızca herhangi bir işlem yapılması
mümkün bulunmamakta olan sözkonusu yazılı soru önergesi 13 Haziran
1996 tarih ve B.11.0.APK.010.00.A-7/794 sayılı yazımız ile
Türkiye Denizcilik İşletmeleri Genel Müdürlüğüne intikal
ettirilmiştir.
Bilgilerinize arz ederim.
Ömer
Barutçu
Ulaştırma
Bakanı
3. — Karaman
Milletvekili Zeki Ünal’ın, elektrik enerjisi
sıkıntısını aşmak için alınması gereken
tedbirlere ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı M.
Recai Kutan’ın yazılı cevabı (7/888)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Enerji
ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Hüsnü Doğan tarafından
yazılı olarak cevaplandırılmasını
saygılarımla arz ederim. 22.5.1996
Zeki
Ünal
Karaman
1. Önümüzdeki günlerde elektrik enerjisi
sıkıntısı olacağı ifade edilmektedir.
Bu doğru mudur? Doğruysa sebepleri nelerdir?
2. Yıllar itibariyle son 10 yıldaki elektrik
enerjisine yapılan yatırım miktarları nedir?
3. elektrik enerjisi üretiminde nükleer enerjiden
faydalanmak cihetine gidilecek midir?
4. Biten Termik Santraller işletmeye açılacak
mıdır?
5. Elektrik enerjisi darboğazını
önümüzdeki 20 yılda aşmak için yılda yapılması gereken
yatırım miktarı nedir?
T.
C.
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı
Araştırma,
Planlama ve Koordinasyon
Kurulu
Başkanlığı 5.7.1996
Sayı
:B.15.0.APK.0.23-300-855-11250
Konu :Yazılı Soru Önergesi.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
İlgi :T.B.M.M.
Başkanlığının 10 Haziran 1996 tarih ve
A.01.0.GNS.0.10.00.02-2221 sayılı yazısı.
Karaman Milletvekili Sayın Zeki Ünal’ın
Bakanlığıma tevcih ettiği ve Millet Meclisi İç
Tüzüğünün 99 uncu maddesi gereğince cevaplandırılması
istenen, 7/888 esas no.lu yazılı soru önergesi ile ilgili bilgiler
hazırlanarak ekte sunulmuştur.
Bilgilerinize arz ederim.
M.
Recai Kutan
Enerji
ve Tabiî Kaynaklar Bakanı
Karaman Milletvekili Sayın Zeki Ünal’ın
Yazılı Soru Önergesi Cevabı (7/888-1982)
Soru 1 :
Önümüzdeki günlerde elektrik enerjisi
sıkıntısı olacağı ifade edilmektedir.
Bu doğru mudur?Doğruysa sebepleri nelerdir?
Cevap :
Ülkemizin 1996 yılı için üretimden
kaynaklanan enerji açığı söz konusu değildir. Yapılan
planlama çalışmalarına göre toplam enerji tüketimimizin 95 900
milyon Kwh olması beklenmektedir. 1996 yılı içinde devreye
alınacak toplam 491 Mw’lık üretim tesisi ile yıl sonunda kurulu
gücümüz 21 442 Mw’a, üretim kapasitemiz ise, mevcut santralların tam
kapasite ile çalışacağı esasına göre, 108 669 milyar
Mwh’a ulaşacaktır.
Soru 2 :
Yıllar itibariyle son 10 yıldaki elektrik
enerjisine yapılan yatırım miktarları nedir?
Cevap :
1985-1996 yılları kamu ve özel sektör
elektrik enerjisi yatırım miktarlarını gösterir tablo ekte
sunulmuştur. (Ek-2)
Soru 3 :
Elektrik enerjisi üretiminde nükleer enerjiden
faydalanmak cihetine gidilecek midir?
Cevap :
Bilindiği üzere, tüm dünyada olduğu gibi,
ülkemizde de artan nüfus, sanayileşme ve refah düzeyinin yükselmesi
nedenleriyle, hızla artan elektrik enerjisi talebinin güvenli, yeterli,
çevre faktörü de göz önünde tutularak ekonomik koşullarda
karşılanması ana hedeflerimizden birisidir. Bu çerçevede; gerek
sistemin güvenilirliğini sağlamak için kaynak açısından
çeşitlendirilmeye gidilmesi, gerekse kömür ve hidrolik
dışındaki kaynaklarımızın
kısıtlılığı ile dış kaynaklara
bağımlılığın en aza indirilmesi, ülkemizde
ortalama %8-10 oranında artmakta olan elektrik enerjisi talebinin
karşılanmasında, alternatif çözümlerden biri olan nükleer
santralların kurulmasını kaçınılmaz kılmaktadır.
Değişen koşullara ve değişik
alternatif senaryolar halinde yapılan planlama çalışmaları
sonuçlarına göre, nükleer santrallara 2 000’li yıllarda ihtiyaç
duyulmakta olup, sistemin 2003 yılından itibaren
yoğunlaşarak 2 ile 5 arasında değişen sayılarda
nükleer santrallara ihtiyaç göstereceği anlaşılmaktadır.
TEAŞ tarafından yapılan ülkemiz uzun
dönem elektrik enerji planlama çalışmalarına göre 2005 ve 2008
yılında işletmeye girecek şekilde her biri 1000 MW gücünde
iki nükleer santralın yapılması programlanmış
bulunmaktadır.
Akkuyu’da kurulması planlanan ilk nükleer santral
projesinin ihale hazırlık çalışmaları istenildiği
an kısa sürede ihaleye çıkılacak duruma getirilmiştir.
Soru 4 :
Biten Termik Santraller işletmeye açılacak
mıdır?
Cevap :
Çevreye vereceği olumsuz etkiler minimuma
indirilerek mevcut 20952 MW kurulu kapasiteye ilave olarak
Bakanlığım TEAŞ Genel Müdürlüğü Yatırım
Programında yer alan projeler ile Yap-İşlet-Devret,
Yap-İşlet modeli kapsamında yürütülen üretim tesisleri ve
otoprodüktör santrallar tamamlandıkları zaman işletmeye
açılacaklardır.
Soru 5 :
Elektrik enerjisi darboğazını önümüzdeki
20 yılda aşmak için yılda yapılması gereken
yatırım miktarı nedir?
Cevap :
Giderek artan elektrik enerjisi talebini
karşılamak üzere, 2010 yılı sonuna kadar yaklaşık
40 000 MW’lık kapasitenin sisteme ilave edilmesi gerekmektedir. Bu da
yılda ortalama 2500-3000 MW kurulu güç ilavesi, diğer bir
deyişle her yıl 3 milyar $’lık bir yatırım
ihtiyacını ortaya çıkarmaktadır.
C
E
T
V
E
L
G
İ
R
E
C
E
K
deki 20 yı
4. —Konya
Milletvekili Mustafa Ünaldı’nın, Hollanda’da çalışan
işçilerimizin çocuklarının bir Anadolu İmam-Hatip Lisesine
kayda zorlandıkları iddiasına ilişkin sorusu ve Millî
Eğitim Bakanı Mehmet Sağlam’ın yazılı cevabı
(7/946)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Millî
Eğitim Bakanı Sayın Turhan Tayan tarafından
yazılı olarak cevaplandırılmasını delaletlerinize
arz ederim.
Saygılarımla.
Prof.
Dr. Mustafa Ünaldı
Konya
Sorular:
Hollanda’da çalışan
vatandaşlarımızın ifadelerine göre;
Hollanda’da çalışan işçilerimiz
çocuklarını Anadolu İmam Hatip Liselerine kaydettirmek
istediklerinde memleketleri hangi ilimiz olursa olsun; Millî Eğitim
Bakanlığınca Mersin Bozyazı Anadolu İmam Hatip
Lisesine kayda zorlanmaktadır.
1. Bu iddia doğru mudur?
2. Doğru ise böyle bir yönlendirmeyi nasıl
izah ediyorsunuz?
3. Bu yönlendirmenin Hollanda Din Ateşesi Hamdi
Mert’le ilgisi var mıdır?
T.
C.
Millî
Eğitim Bakanlığı
Araştırma Planlama ve Koordinasyon Kurulu
Başkanlığı 4.7.1996
Sayı :B.08.0.APK.0.03.01.00-022/1747
Konu :Soru Önergesi.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
İlgi :T.B.M.M.
Başkanlığının 20.6.1996 tarih ve
A.01.0.GNS.0.10.00.02-2259-7/946
sayılı yazısı.
Konya Milletvekili Sayın Prof. Dr. Mustafa
Ünaldı’nın “Hollanda’da çalışan işçilerimizin
çocuklarının İçel-Bozyazı Anadolu İmam-Hatip Lisesine
kayda zorlandıkları iddiasına ilişkin” yazılı
soru önergesi incelenmiştir.
İçel Bozyazı Anadolu İmam-Hatip Lisesine
16.11.1993 tarihli Onay çerçevesinde hazırlık
sınıfından başlamak üzere Hollanda’da ikâmet eden
vatandaşlarımızın çocuklarından Hollanda Lâhey
Eğitim Müşavirliğinin koordinatörlüğünde mahallen
yapılan sınavla öğrenci alınmaktadır.
Söz konusu okulun hazırlık
sınıfına 1996 yılında da yine aynı Onay
çerçevesinde aynı sistemle öğrenci alınmıştır.
Çocuğunu İçel Bozyazı Anadolu
İmam-Hatip Lisesinin dışındaki diğer Anadolu İmam
Hatip Liselerinde okutmak isteyenler “Bazı Derslerin Öğretimini
Yabancı Dille Yapan Resmî Okullar Yönetmeliği’’ nin 15 inci maddesi
çerçevesinde istedikleri Anadolu İmam-Hatip Lisesinde okutma hakkına
sahiptirler.
Hollanda’da ikâmet eden Türk çocuklarının
İçel-Bozyazı Anadolu İmam-Hatip Lisesine kayıtları ile
ilgili hiç bir zorlama yapılmamıştır. Bütün bu
işlemler 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu Çerçevesinde
Hollanda Lâhey Eğitim Müşavirliği kanalıyla
yürütüldüğünden Hollanda Din Hizmetleri Müşaviri Hamdi Mert’le
herhangi bir ilgisi bulunmamaktadır.
Arz ederim.
Prof.
Dr. Mehmet Sağlam
Millî
Eğitim Bakanı
Türkiye Büyük
MilletMeclisi
GÜNDEMİ
72 NCİ BİRLEŞİM
6 . 7 . 1996
CUMARTESİ
Saat : 15.00
1
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
2
ÖZEL GÜNDEMDE YER ALACAK İŞLER
1. — BaşbakanNecmettin Erbakan tarafından
kurulan Bakanlar Kurulunun Programının görüşülmesi.
3
SEÇİM
4
OYLAMASI YAPILACAK İŞLER
5
MECLİS SORUŞTURMASI RAPORLARI
6
GENEL GÖRÜŞME VE MECLİS ARAŞTIRMASI
YAPILMASINA DAİR ÖNGÖRÜŞMELER
7
SÖZLÜ SORULAR
8
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER
TUTANAĞIN SONU