DÖNEM : 20 CİLT : 8 YASAMA YILI : 1
T. B. M. M.
TUTANAK DERGİSİ
74 üncü Birleşim
9 . 7 . 1996 Salı
İ Ç İ N D E K
İ L E R
I. — GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. — GELEN KÂĞITLAR
III. — BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA
SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1. — Rize Milletvekili Ahmet Kabil’in, Rize İlinin sorunlarına
ilişkin gündemdışı konuşması
2. —İçel Milletvekili Mehmet Emin Aydınbaş’ın,
Çukurova’nın uluslararası havaalanı ihtiyacına ilişkin
gündemdışı konuşması ve Millî Eğitim Bakanı
Mehmet Sağlam’ın cevabı
3.—Aydın Milletvekili Yüksel Yalova’nın, güvenoylaması
sırasında TBMM Genel Kurulunda ve kulislerinde meydana gelen müessif
olaylara ilişkin gündemdışı konuşması
B)TEZKERELER VE ÖNERGELER
1. —İsviçre Parlamento Başkanı Birinci
Yardımcısı, Letonya Parlamento Başkanı ve Azerbaycan
Millî Meclis Başkanı ve beraberindeki parlamento heyetlerinin
ülkemizi ziyaretlerinin kararlaştırıldığına
ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/372)
2. —Rusya Federasyonu Devlet Dumasının vaki davetine TBMM’yi
temsilen icabet edecek Parlamento heyetinde yer alacak milletvekillerine
ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/373)
3. —Türkiye Büyük Millet Meclisinde: Türkiye-Fas ve Türkiye-Ukrayna
Dostluk Grupları kurulmasına ilişkin Başkanlık
tezkeresi (3/374)
4. —Trabzon Milletvekili Kemalettin Göktaş’ın, (10/63) esas
numaralı Meclis Araştırma Komisyonundan istifa ettiğine
ilişkin önergesi (4/51)
IV. —SEÇİMLER
A) KOMİSYONLARDA AÇIK BULUNAN
ÜYELİKLERE SEÇİM
1. —(10/63) esas numaralı Meclis Araştırması
Komisyonunda açık bulunan üyeliklere seçim
V.—GENSORU, GENEL GÖRÜŞME,
MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI
A)ÖNGÖRÜŞMELER
1.—Kocaeli Milletvekili Necati Çelik ve 38 arkadaşının,
zorunlu tasarruf kesintilerinin değerlendirilmesi konusunda Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/17)
2. —Konya Milletvekili Mustafa Ünaldı ve 12
arkadaşının, ülke kaynaklarının tespit edilmesi ve
değerlendirilmesi konusunda Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/18)
VI. —SATAŞMALARA
İLİŞKİN KONUŞMALAR
1. —Ankara Milletvekili Hikmet Uluğbay’ın, Isparta
Milletvekili Abdullah Aykon Doğan’ın şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
VII. —SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1. —Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın,
Bursa Orhaneli Termik Santralının faaliyete geçirilip geçirilmeyeceğine
ilişkin Başbakandan sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı
Mehmet Recai Kutan’ın yazılı cevabı (7/721)
2. —Bartın Milletvekili Cafer Tufan Yazıcıoğlu’nun,
Zonguldak -Çaycuma -Filyos’da kömüre dayalı bir termik santralı
kurulmasının kararlaştırılıp
kararlaştırılmadığına ilişkin sorusu ve
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Recai Kutan’ın
yazılı cevabı (7/849)
3. —Adana Milletvekili Erol Çevikçe’nin, Adana-Düziçi-Alibozlu Köyünün
sulama kanalından faydalanamadığı iddiasına
ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Recai
Kutan’ın yazılı cevabı (7/897)
4. —Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu’nun,
Diyarbakır-Çüngüş İlçesi ile Adıyaman -Gerger İlçesini
bağlayan asma köprünün ne zaman yapılacağına ilişkin
sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Recai Kutan’ın
yazılı ceabı (7/909)
5. —Sıvas Milletvekili Musa Demirci’nin, Sıvas’ın
bazı köylerinin sulama kanallarının yapımına
ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Recai
Kutan’ın yazılı cevabı (7/916)
6. —Afyon Milletvekili Osman Hazer’in, elektrik birim
fiyatlarının artışına ilişkin sorusu ve Enerji ve
Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Recai Kutan’ın yazılı
cevabı (7/932)
I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 15.00’te açıldı.
Başbakan Necmettin Erbakan tarafından kurulan Bakanlar
Kurulunun, yapılan açık oylama sonucunda, 265 ret, 1 çekimser oya
karşılık 278 oyla güvenoyu aldığı
açıklandı.
Başbakan Necmettin Erbakan, güvenoyu nedeniyle, Genel Kurula
teşekkür konuşması yaptı.
Rize Milletvekili A. Mesut Yılmaz, Başbakan Necmettin
Erbakan’ın konuşmasında kendisine sataşması nedeniyle
bir konuşma yaptı.
9 Temmuz 1996 Salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere,
Birleşime 16.09’da son verildi.
Mustafa
Kalemli Başkan
Zeki Ergezen Kadir
Bozkurt Bitlis Sinop Kâtip
Üye Kâtip Üye
II. – GELEN
KAĞITLAR
9 . 7 . 1996
SALI
Teklifler
1. – Manisa Milletvekili Erdoğan Yetenç’in;
Türkiye 2 nci ve 3 üncü Liginde Bulunan Futbol Kulüplerinin Sosyal Sigortalar
Kurumuna Olan Prim Borç Faizlerinin Affedilmesi Hakkında Kanun Teklifi
(2/365) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Sağlık, Aile,
Çalışma ve Sosyal İşler komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi : 3.7.1996)
2. – Bayburt Milletvekili Suat Pamukçu ve 11
Arkadaşının; Yükseköğretim Kurumları
Teşkilatı Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair 2809 Sayılı
Kanuna Bazı Maddeler Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifi (2/366) (Millî
Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi : 4.7.1996)
3. – Kastamonu Milletvekili Fethi Acar ve 12
Arkadaşının; Yükseköğretim Kurumları
Teşkilatı Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair 28.3.1983 Tarih ve 2809 Sayılı
Kanunun 10 uncu Maddesine İki Fıkra Eklenmesi, 78 ve 190
Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/367) (Millî Eğitim,
Kültür, Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi : 4.7.1996)
Rapor
1. – Eski Yugoslavya’da İşlenen Bazı Suçların
Kovuşturulması Hakkında Kanun Tasarısı ve Adalet
Komisyonu Raporu (1/467) (S. Sayısı : 42) (Dağıtma tarihi :
9.7.1996) (GÜNDEME)
Süresi
İçinde Cevaplandırılmayan Yazılı Soru Önergeleri
1. – Yozgat
Milletvekili Kâzım Arslan’ın, Lojmanlarda hizmet verdiği iddia
edilen Sağlık Müdürlüğünün asıl hizmet binasının
durumuna ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru
önergesi (7/838)
2. – Kayseri Milletvekili Salih Kapusuz’un, Türk
Silahlı Kuvvetleri Tümleşik Haberleşme sistemi (TAFICS)
projesinin ihalesine ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/839)
3. – Bursa Milletvekili Ali Rahmi Beyreli’nin,
Kamuda çalışan teknik personele verilen özel hizmet tazminatına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/844)
4. – Bursa Milletvekili Ali Rahmi Beyreli’nin, KİT’lerde
Çalışan sözleşmeli memurlar arasındaki ücret
farklılığının giderilmesine ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/845)
5. – Bartın Milletvekili Cafer Tufan
Yazıcıoğlu’nun, bir tarikat grubunun icraatları ve
kıyafetleri için savcılıklarca soruşturma veya dava
açılıp açılmadığına ilişkin Adalet
Bakanından yazılı soru önergesi (7/851)
6. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül’ün,
Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait İzmir-Alsancak semtindeki bir
arsanın kat karşılığı bir müteahhide
verildiği iddiasına ilişkin Başbakandan yazılı
soru önergesi (7/853)
7. – Nevşehir Milletvekili Mehmet
Elkatmış’ın, Nevşehir-Derinkuyu İlçesinde Kadastrosu
yapılan bazı yerlerin tapu belgelerinin para
karşılığında verildiği iddiasına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/859)
8. – Kocaeli Milletvekili Bekir Yurdagül’ün,
konut edindirme hesaplarında toplanan paralar ve bu hesaplardan
yapılan yardımlara ilişkin Başbakandan yazılı
soru önergesi (7/865)
9. – Kayseri Milletvekili Memduh
Büyükkılıç’ın, yol inşaatı ihalelerinin Devlet
İhale Kanunu kapsamı dışına
çıkarılacağı iddiasına ilişkin
Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru
önergesi (7/867)
10. – İstanbul Milletvekili Bülent
Akarcalı’nın, otoyol gişelerindeki zorluklar ve memurların
suiistimallerine karşı alınan tedbirlere ilişkin
Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru
önergesi (7/870)
11. – Aydın Milletvekili Fatih Atay’ın,
Sanayi atıklarının neden olduğu çevre kirliliği
tehlikesine karşı bir önlem alınmasının düşünülüp
düşünülmediğine ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/877)
12. – Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın,
Ziraat Bankasının yurt dışındaki bazı
şubelerinden verilen ve tahsil edilemediği iddia edilen kredilere
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/882)
13. – Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın, DYPGenel
Başkanı Tansu Çiller’in Başbakanlıktan ayrılmadan önce
örtülü ödenekten çektiği iddia edilen paralara ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/883)
14. – Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın, 1995
yılınde Emlak Bankasınca reklam verilen medya
kuruluşlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/884)
15. – Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın,
İstanbul’dan İtalya’ya ihraç edilen zeytinyağına
fındık yağı
karıştırıldığı için ihracatın
durdurulduğu iddiasına ilişkin Başbakandan yazılı
soru önergesi (7/885)
16. – Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın,
İsrail ile yapılan anlaşmaların içeriğine ilişkin
Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/886)
17. – Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay’ın,
Washington’da düzenlenen “Terörizmle Mücadele ve Barış” konulu
sempozyuma ilişkin Dışişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/890)
18. – Erzincan Milletvekili Tevhit Karakaya’nın,
Erzincan-Kemah-Kemaliye-İliç-Divriği karayolu ve Acemoğlu
Köprüsünün ıslahına ilişkin Bayındırlık ve
İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/891)
19. – Kütahya Milletvekili Metin Perli’nin, Kütahya
Devlet Hastanesinin tomografi cihazı ve doktor ihtiyacına
ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi
(7/894)
20. – Adana Milletvekili Erol Çevikçe’nin,
Adana-Karaisalı İlçesinin karayolu, kanalizasyon şebekesi,
Hükümet Konağı ve Belediye hizmet binasına ilişkin
Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru
önergesi (7/895)
21. – Adana Milletvekili Erol Çevikçe’nin,
Adana-Solaklı sağlık ocağının yapımına
ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi
(7/898)
22. – Sıvas Milletvekili Musa Demirci’nin,
Sıvas’ın bazı ilçe ve köylerinin okul ve öğretmenevi
ihtiyacına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı
soru önergesi (7/900)
23. – Sıvas Milletvekili Musa Demirci’nin,
Sıvas’ın bazı ilçelerinin hizmet binası ihtiyacına
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/901)
24. – Kırıkkale Milletvekili Kemal
Albayrak’ın, Kırıkkale’ye bağlı bazı ilçe ve
çevrelerinde bulunan tarım alanlarındaki süne mücadelesine
ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/908)
25. – Ağrı Milletvekili M. Sadık
Altay’ın, Ağrı’nın Hamur İlçesi Yukarı Gözlüce
Sağlık Ocağının sağlık personeli
ihtiyacına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı
soru önergesi (7/912)
26. – Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay’ın,
Avrupa Birliğinin Türkiye’ye yapacağı malî yardımlara
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/913)
27. – Sıvas Milletvekili Musa Demirci’nin,
Sıvas İline bağlı ilçelerin yollarına ilişkin
Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru
önergesi (7/915)
28. – Sıvas
Milletvekili Musa Demirci’nin, Sıvas Kalkınma Projesine ilişkin
Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/917)
29. – Sıvas Milletvekili Musa Demirci’nin,
Sıvas’ın bazı ilçe ve köylerinin hastane, sağlık
ocağı, sağlık evi ile personel ihtiyacına ilişkin
Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/919)
30. – İstanbul Milletvekili Bülent
Akarcalı’nın, İstanbul TEM otoyoluna ilişkin
Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru
önergesi (7/920)
31. – Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay’ın, Türkiye
İş Bankasının Dış Bank A.Ş.’deki
payının satış işlemleriyle ilgili olarak yapılan
incelemelerin sonucuna ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/925)
32. – Kocaeli Milletvekili Şevket Kazan’ın,
Ankara-Bolu TEM otoyolu üzerinde bulunan Yeniçağa çıkışının
hizmete açılamamasına ve Mengen-Devrek arasındaki Durukkan
tünelinin bakımına ilişkin Bayındırlık ve
İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/926)
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 15.00
9 Temmuz 1996 Salı
BAŞKAN : Başkanvekili Uluç GÜRKAN
KÂTİP ÜYELER : Kâzım ÜSTÜNER (Burdur), Zeki
ERGEZEN (Bitlis)
BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 74 üncü
Birleşimini açıyorum.
Görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce, üç arkadaşıma
gündemdışı söz vereceğim.
III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA
SUNUŞLARI
A) GÜNDEMDIŞI
KONUŞMALAR
1. – Rize
Milletvekili Ahmet Kabil’in, Rize İlinin sorunlarına ilişkin
gündemdışı konuşması
BAŞKAN – Gündemdışı birinci söz,
Rize'nin sorunları konusunda Sayın Ahmet Kabil' in.
Buyurun efendim.
Sayın Kabil, süreniz 5 dakikadır.
AHMET KABİL (Rize) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; cumartesi günü, üç gün önce, Yüce Mecliste,
Erbakan ve Çiller Hükümetinin Programı üzerindeki görüşmeleri
dinlediniz; bilmem dikkatinizi çekti mi; iktidar partilerinin sözcülerinin ve
Sayın Başbakanın devamlı olarak ismini tekrar ettiği
bir ilimiz vardı; yani, Türkiye Cumhuriyeti hudutları dahilinde,
mensuplarının vatan için, bayrak için, ezan için her an
ölebileceklerini ispat etmiş olduğu, her hafta bir şehit
karşılayan Rize'ye karşı ifade ettiklerini gördünüz. Ben,
şimdi, size, dört yıllık geçmiş koalisyonun ve bugünkü
Hükümetin Rize'ye bakış açılarını ve gerçek durumu,
belgeleriyle arz etmek için söz almış bulunuyorum. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başbakan, Program üzerindeki
konuşmasında –zabıttan aynen okuyorum– "2 Haziranda seçim
vardı; Rize'ye gittik; siz de gittiniz, biz de gittik. Rize'de, belediye
hududu içerisindeki köylümüze çay parası ödeniyor; ama, seçim
olmadığı için yanındaki köye para ödenmiyor" diyor.
Burada, tamamen bir yanılgı vardır, bir
yanlışlık vardır; çünkü, seçim 2 Haziranda
yapılmıştır ve çay paraları, mayıs ve haziran
ayları birleştirilmek suretiyle, 17 haziranda verilmiştir. 17
haziranda, Trabzon-Araklı'dan başlamak suretiyle, her fabrikaya
aynı anda para verilmiştir ve bu, seçimlerden onbeş gün
sonradır. Hani nerede Rize merkezinde öncelikli para verildiği
iddiası?..Maalesef, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı
yanlış söylemiştir.
Zannediyorum, Sayın Hocam da eski DYP-CHP
Koalisyonu gibi, Rize'ye olan husumetinden, hırsından ne
söyleyeceğini şaşırmıştır.
İnşallah, her şeye rağmen, seçimlerde, Rize'de, çay
mevzuunda verdiği sözleri tutarak, çay parasını peşin öder.
Bizim verdiğimiz 3 750 lirayı az bularak 5 000 lira vereceğini
vaat etmişti, o sözlerini tutacağını ümit ediyorum.
Devlet Planlama Teşkilatından, geçmiş
yatırımları, siz de alıp inceleyin; iddia ediyorum, Rize'ye
husumet, 1991 yılından beri devam etmektedir. İhale edilmiş
hiçbir işe ödenek verilmediği gibi, yeni yatırımlar da
yapılmamıştır.
Bakın, elimde, 1996 yılı Devlet Planlama
Teşkilatının yatırım projeleri var. Huzurunuzda, bu
tabloda yer alan birkaç ildeki yatırımlarla, Rize'yi mukayese
edeceğim. O illere fazla verildi demiyorum, onlara helal olsun; ancak,
Rize'ye, bu illerde kişi başına düşen
yatırımların 1/10'u veya 1/15'i reva görülmüştür. Bu,
Rize'ye haksızlıktır.
İl nüfusları 1990 sayımına göre
alındığında, Devlet Planlama Teşkilatı
raporlarından, kişi başına düşen
yatırımları arz ediyorum:
Rize: 348 bin nüfus; yatırım, 500 milyar 757
milyon lira; kişi başına düşen yatırım, sadece 1
milyon 436 bin lira.
Afyon: Rize'nin iki katı, 739 bin nüfus;
yatırım, Rize'nin 500 milyarına karşılık, 15
trilyon 811 milyar; kişi başına düşen yatırım, 21
milyon 800 bin; Rize'nin 15 katı. Yani, 15 Rizeliye verilen, 1 Afyonluya
verildi; ama, tekrar ediyorum, Afyonluya karşı olduğum için
değil, Rize'ye reva görülen bir cezayı izah etmek için söylüyorum.
İSMET ATTİLA (Afyon) – Sayın Kabil...
AHMET KABİL (Devamla) – Sayın Bakanın
sayesinde oldu tabiî... O da, aşağıdan işaret ediyor.
Yine, Rize'nin 1 milyonuna karşılık,
Bursa'da kişi başına düşen yatırım 16 milyon,
Rize'nin 11 katı; Kocaeli 19 milyon, Rize'nin 15 katı; Muğla,
kişi başına düşen yatırım 14 milyon, Rize'nin 10
katı; Sıvas, yine Rize'nin 10 katı_ Böyle devam ediyor.
Nüfusları Rize'den az olan 20 il, Rize'den fazla pay
almıştır.
Bu açık ne zaman kapanacak? Bu husumet, bu tutum
ne zaman bitecek? Bu husumete Sayın Hocam da iştirak etmiştir;
iftihar ederek, Rize'ye hizmet için gönderilen 200 milyarı kestiği
için övünüyor ve bunu, beytülmala uzanan el olarak değerlendiriyor.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Kabil, eksüreniz 1
dakikadır; lütfen toparlayınız efendim.
AHMET KABİL (Devamla) – Sayın Hocam, siz de,
ilk geldiğinizde, daha yemin etmeden, daha güvenoyu almadan 60
milyarı Sıvas'a göndermediniz mi? O zaman, siz de beytülmale el mi
uzattınız?
Refahlı belediye yönetimi, Rize Belediyesine 420
milyar borç bıraktı. Daha evvel, iftiharla
andığımız Ekrem Orhun'un, denizi doldurarak
yaptığı arsaları, dükkânları satarak, sahilde parklar
tanzim etmiştir. Bu parkların korunması için tahkimata gerek
var. Tahkimat için para gönderilmiştir; Sayın Hocam bunu, beytülmale
uzanan el olarak değerlendirmiştir. Biz, bu parayı bir partiye
değil, Rize'ye, tüm Rizeliye, halka gönderdik; ne President
yatını tamir ettirdik ne Kuşadası'nda villa
yaptırdık ne Amerika Birleşik Devletlerinden mal aldık ne
de Mercümek'in hesabına yatırdık. (ANAP sıralarından
alkışlar)
Beytülmale uzanan el, yemin ederim...
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kabil.
AHMET KABİL (Devamla) – Bitiriyorum efendim; arz
edeyim.
BAŞKAN – Sayın Kabil, teşekkür ediyorum.
AHMET KABİL (Devamla) – _Mercümek'in elidir ve
bunları himaye edenlerin elidir.
MEHMET ALİ YAVUZ (Konya) – Sayın Kabil, siz
Başkan değilsiniz.
BAŞKAN – Sayın Kabil, teşekkür ediyorum.
AHMET KABİL (Devamla) – Yüce Meclise saygılar
sunuyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Gündemdışı
konuşmayı yanıtlamak üzere, Hükümet adına söz talebi var
mı efendim? Yok.
2.
– İçel Milletvekili Mehmet Emin Aydınbaş’ın,
Çukurova’nın uluslararası havaalanı ihtiyacına ilişkin
gündemdışı konuşması ve Millî Eğitim Bakanı
Mehmet Sağlam’ın cevabı
BAŞKAN – Gündemdışı ikinci söz,
Çukurova'nın uluslararası havaalanı ihtiyacı konusunda,
Sayın Mehmet Emin Aydınbaş'ın.
Sayın Aydınbaş, süreniz 5
dakikadır.
Buyurun efendim.
MEHMET EMİN AYDINBAŞ (İçel) – Sayın
Başkan, sayın üyeler; Çukurova'nın uluslararası
havaalanı ihtiyacı konusunda, gündemdışı söz
almış bulunuyorum. Sözlerime başlamadan önce, dün güvenoyu
almış bulunan 54 üncü Hükümetimize başarılar diler,
Başbakanımız Sayın Profesör Doktor Necmettin Erbakan ve
Başbakan Yardımcısı Dışişleri Bakanı
Sayın Profesör Doktor Tansu Çiller'i tebrik eder, ülkemiz, milletimiz ve
insanlık camiasına hayırlı hizmetlere vesile olmasını
temenni ederim.
İçel, Adana ve kısmen Antakya illerini ihata
eden Çukurova, ülkemizin çok önemli tarımsal ve ekonomik bir
parçasıdır; Orta Anadolu ile Güneydoğu Anadolu ve batı
Akdeniz sahil şeridi bağlantısını sağlaması,
önemini artıran başka bir unsurdur. Kapladığı
coğrafi alandan kat be kat fazla olan ekonomik hinterlandı dikkate
alındığında, en az GAP kadar, cumhuriyet hükümetlerimizin
ilgisine mazhar olmaya layık bir bölgeden söz ettiğimiz kolayca
anlaşılır. Elbette, böylesine önemli bir bölgenin kara, deniz,
demir ve havayolu ulaşımı da, birbirinin önem, imkân ve
alanlarıyla entegre bir şekilde, en üst düzeyde planlanmalı ve
gerçekleştirilmelidir.
Türkiye'nin Akdeniz coğrafyasına biraz
geniş açıdan bakacak olursanız, hava ulaşımı
yönünden, Antalya ile Gaziantep arasındaki geniş bölgemizin
uluslararası ve yurtiçi hava ulaşımı ihtiyacını
karşılamak üzere, Adana Şakirpaşa Havaalanından
başka hiçbir imkân olmadığı görülecektir. Kaldı ki, bu
havaalanı da, hem kapasitesi itibariyle hem de çevresinin tamamen
yerleşim merkezleriyle dolarak şehir içinde kalması
dolayısıyla, bunca geniş bir bölgenin ihtiyacını
karşılayamaz bir haldedir ve Çukurova'nın ulusal ve
uluslararası ihtiyacını karşılayacak modern bir
havaalanı, kaçınılmaz bir ihtiyaç haline gelmiştir.
Bu havaalanı inşası için en uygun yerin
tespiti meselesine gelince, bunun için en uygun yer, Adana-Mersin
arasındaki orta nokta olan Pozantı otoyolunun ve demiryolunun
Çukurova'ya indiği kavşaktır; yani, Yenice-Tarsus
arasındaki bölge, böyle bir havaalanı için en uygun yerdir. Bu bölge,
İçel il sınırları içerisinde kalmaktadır.
Çukurova'nın en hızlı gelişen ili olan İçel'in
taşıdığı imkân ve ihtiyaçlar da, en isabetli seçimin
bu bölge olduğunu kanıtlamaktadır. Bu bölge, gelişmeye
açık geniş arazilere sahiptir.
İçel İli, 1995 yılında 14 trilyon
lira vergi ödeyen bir il olmasına rağmen, 4-5 trilyon liralık
bir yatırım payı alabilmektedir. Ortadoğu'nun en büyük
limanı olan Mersin Limanının yükleme ve boşaltma kapasitesi,
12 milyon ton/yıldır. Denizcilik açısından, yakın bir
havaalanının bulunması, limanın ve denizcilerin, personel,
teknik destek ulaşımını hızlandıracaktır.
Seracılığın en önemli tarımsal
üretim tarzı olduğu bölgemizde, turfanda yaş sebze ve meyve ile
kesme çiçeğin, anında Avrupa ve Ortadoğu pazarlarına
ulaşması, buraya yapılacak havaalanıyla mümkün olacak; bu
ise, Anamur'a kadar tarımsal ve turistik yatırımlara hız
kazandıracak, bu sahil şeridindeki tam değerlendirilememiş
ve bakir kalmış turizm potansiyeli canlanacaktır. Mersin'e
yapılmakta olan yat limanının -ki, temeli Sayın Çiller
tarafından atılmıştır- işlerlik kazanması ve
dünya yatçılarının uğrak yeri haline gelebilmesi için,
hemen yakınında bir havaalanına ihtiyaç vardır; bu şarttır.
Komşu İlimiz Adana'nın, 1993
yılı rakamlarına göre yıllık ihracatı 262 milyon
dolar, ithalatı ise 300 milyon dolarken, İçel'in aynı dönemdeki
ihracatının 1 milyon dolar, ithalatının da 600 milyon dolar
olduğu göz önüne alınırsa, havaalanının, bu bölgeye,
dünyayla ticaret imkânına nasıl sıçrama
yaptıracağı ve neden İçel'de olması gerektiğini
görebiliriz. Bununla birlikte, Mersin Serbest Bölgesinin 1,6 milyar doları
geçen, yıllık iş hacmi ve yabancı
yatırımcıların artan ilgisi nedeniyle bu havaalanına
ihtiyaç duyulmaktadır.
Tarsus Huzurkent'te tesis edilen organize sanayi
bölgesi ve çevrede mevcut petrol, çimento, cam, krom ve gübre sanayileriyle
sanayileşmenin, üretimin artması için, istihdamın
genişlemesi için, bu havaalanı, çok olumlu katkılarda
bulunacaktır.
1992 yılında kurulan Mersin Üniversitesinin 5
binden fazla öğrencisiyle, uluslararası kültür ve bilim merkezi olma
yolundaki çabaları da...
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – 1 dakika eksüre veriyorum; lütfen 1
dakika içerisinde toparlayınız.
MEHMET EMİN AYDINBAŞ (Devamla) – ...bu
havaalanıyla önemli bir ivme kazanacaktır. Bütün bu nedenlerle, bu
uluslararası havaalanının İçel'de, Tarsus-Yenice
arasında yapılmasının uygun olacağına
inanıyor, yeni Hükümetimizden bu yatırımı en kısa
zamanda programlayarak realize etmesini diliyor ve Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum efendim. (RP ve DYP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın
Aydınbaş.
Hükümet adına, Sayın Mehmet Sağlam;
buyurun. (DYP ve RP sıralarından alkışlar)
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI MEHMET
SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; arkadaşımız Mehmet Emin
Aydınbaş'ın Çukurova'da yapılacak uluslararası
havaalanıyla ilgili konuşmasını dinledik. Bu konuda,
müsaade buyururlarsa, ilgili çalışmaları, Yüce Meclisin
bilgisine arz etmek istiyorum.
Çukurova'nın, bilindiği gibi, bölgemiz
itibariyle hava ulaşım ihtiyacı, şu anda
kısıtlı da olsa, mevcut Şakirpaşa Havaalanıyla
karşılanmaktadır. Bu havaalanımız, 2 750X30 metre pist
kapasitesi olan ve 2 665 metrekare terminal binası bulunan bir
havaalanıdır.
Mevcut havaalanı, şehir merkezine yakın
olması dolayısıyla, gelişememesi nedeniyle, Adana ve
İçel illerinde ortak hizmet vermek amacıyla yeni bir havaalanı
ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Bu konuda, ilgili
çalışmalar etüt aşamasında
sonuçlandırılmış ve bunların sonucuna göre, Adana-Karataş
mevkii, İçel-Baharlı mevkii, İçel-Çiçekli mevkii,
İçel-Kargılı mevkii, Zeytinli-Karsavuran mevkii alternatifler
olarak belirlenmiştir. Ancak, 1996 yılı yatırım
programında "Adana Çukurova Havaalanı Etüdü" adı
altında yer alan havaalanı etüt ve ÇED raporunun bu yıl ihale
edilmesi planlanmıştır. Etüt ve ÇED raporunda, yukarıda
belirlenen alternatiflerden birisinin fizibl çıkması halinde,
yatırım programına inşaat dahil edilmek suretiyle, 1997
yılında ihalesi yapılabilecektir.
Değerli arkadaşlarım, 3 600X45 metre
pisti ve 4 milyon yolcu/yıl kapasitesiyle, 24 bin metrekare terminal
binasının yapımı düşünülen Çukurova
Havaalanının, tüm tesis ve sistemleriyle birlikte, üç yıl
içerisinde gerçekleştirilmesi planlanmaktadır.
Ulaştırma
Bakanlığımızın, Çukurova'ya yapılacak
uluslararası havaalanının bir an önce hizmet verebilmesi
amacıyla, büyük bir gayret içerisinde olduğunu ve bu
çalışmanın sürdürülmekte olduğunu Yüce Meclisin bilgisine
arz ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (DYP ve RP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın
Bakan.
3. –
Aydın Milletvekili Yüksel Yalova’nın, güvenoylaması
sırasında TBMM Genel Kurulunda ve kulislerinde meydana gelen müessif
olaylara ilişkin gündemdışı konuşması
BAŞKAN – Gündemdışı üçüncü
konuşma, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurul salonu ve kulislerinde
yaşanan dünkü müessif olaylar konusunda, Sayın Yüksel
Yalova'nın.
Buyurun Sayın Yalova.
Süreniz 5 dakikadır.
YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; 54 üncü Hükümetin güvenoyu alması süreci
içerisinde, aslında, üyesi bulunduğumuz Parlamentonun manevî
şahsiyetiyle sınırlı değil, hepimizin siyasal
kimliğine yönelik olduğunu düşündüğüm üç haksız fiil
konusunda, o üç haksız fiili, şahsım ve bana vekâlet verecek
arkadaşlarım adına kınamak üzere söz almış
bulunuyorum. Sözlerimin başında, hepinizi, en üstün
saygılarımla selamlarken, dünkü olaylar sırasında,
Parlamentonun manevî şahsiyeti konusundaki duyarlı tavrı
nedeniyle, uygulaması nedeniyle Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı Sayın Mustafa Kalemli'ye; ayrıca, bu imkânı
bana veren, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanvekili Sayın Uluç
Gürkan Beyefendiye teşekkürlerimi sunmak istiyorum.
Üç haksız fiil dedim. İlk haksız fiilin
mağduru, bir gazeteci, bir yazar, toplum adına düşünce üreten,
yazan, kaleme döken bir kişi. O kişinin, o haksız fiile maruz
kalan kişinin adı Fatih Altaylı. Bu, Fatih olabilirdi, Ahmet
olabilirdi, Ayşe olabilirdi. Bu, bir büyük gazetenin yazarı, Hürriyet
Gazetesinin yazarı olmayabilirdi, bir başka büyük gazetenin
yazarı olabilirdi; o da olmayabilirdi, Aydın'da, Kars'ta, Van'da,
şurada burada bir mahallî gazetenin yazarı olabilirdi, bir mahallî
televizyon programcısı olabilirdi.
Kim o Fatih Altaylı diye sorarsak; arz edeyim:
"Kalemine daima efendi kal, uşak olmamaya gayret et. Mecbur
kalırsan kır; sakın satma" diyen, Sedat Simavi'nin ekolünü,
ilkesini bugün simgeleştiren bir gazeteci.
MUSTAFA BAŞ (İstanbul) – Anlaşıldı...
YÜKSEL YALOVA (Devamla) – Anlaşıldı
mı bilemiyorum; anlaşıldı ise, tepkinizi göstererek,
anlaşıldığını bize göstermenizi beklerim.
Haksız fiil mağduru bir başka kişi,
Devlet eski Bakanı, Trabzon Milletvekili Sayın Eyüp Aşık.
Bir partiye mensup belediye başkanı tarafından... O partinin
kimliğini hiç önemsemiyorum, haksız fiille mağdur olan
kişinin siyasî görüşünü de hiç önemsemiyorum -o partiden olabilirdi,
bu partiden olabilirdi- ama, aslolan şu: Siyasetin kâbesi dediğimiz
Yüce Parlamentoda, bir milletvekili, eski bir bakan, herhangi bir siyasî
partiye mensup bir belediye başkanı tarafından dövülebiliyorsa,
ona cüret edilebiliyorsa...
CAFER GÜNEŞ (Kırşehir) – Niye dövülüyor?
YÜKSEL YALOVA (Devamla) – Zaten, niyesini sorunuz diye,
düşününüz diye bu yüksek huzura geldim sayın milletvekili.
Bir üçüncü kişi, yine, bu devlete bakan olarak
hizmet etmiş bir milletvekili, Sayın Mehmet Köstepen, o sıfata,
milletvekilliği sıfatına saygı göstermesi gereken,
saygı gösterenin en başta kendisi olması gereken bir başka
meslektaşı tarafından, yine, haksız fiile maruz
kalıyor.
Değerli milletvekilleri, eğer, biz, Hükümetin
güvenoyu aldığı bir günde ya da bir başka günde, bu
Parlamento çatısı altında, hukuk devleti ilkeleri yerine kaba
güce herhangi bir şekilde -siyasî görüşümüze uydu, uymadı
endişesiyle- prim verirsek; eğer, biz, siyasî görüşlerini
paylaşmadığımız insanlar hususunda -o gazeteci
olabilir, o yazar olabilir- kaba gücün kullanılmasını meşru
saymaya cevaz verecek davranışlara prim verirsek... Bir sözü
unutmamamız lazım: Rüzgâr eken, fırtına biçer.
Fırtına biçerse ne olur? Ondan, hepimiz, sadece milletvekili olarak
değil, gazeteci olarak; sadece gazeteci olarak değil, belediye
başkanı olarak... Bakın, bir belediye başkanı diyoruz;
o partinin, mensubu bulunduğu partinin manevî şahsiyetini,
tüzelkişiliğini de, o hareket, ilzam edebiliyor; o partinin
tüzelkişiliğini, belki, böyle bir konuda hiç prim vermeyecek
yapısı olmasına rağmen, bağlayabiliyor.
Eğer, biz, bu Parlamentonun yüce olduğunu
söylüyorsak -ben şahsen inanıyorum- bu yüceliği, Parlamentonun
mekânında; ama, parlamento kavramının olduğu her yerde
titizlikle korumazsak...
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Yalova, 1 dakika eksüre
veriyorum. Lütfen... Konu önemli; söz kesilmiş duruma düşmeyelim.
YÜKSEL YALOVA (Devamla) – Bize tanınan bir imkân
var, her milletvekiline tanınan bir imkân var; adı, yasama
dokunulmazlığı; alt ayırımı itibariyle, yasama
sorumsuzluğu; Anayasamızın 83 üncü maddesinin birinci ve ikinci
fıkrasında. Nedir o; milletvekillerinin hukukî ve cezaî
yaptırımlardan çekinmeden bu yüce çatı altında
dilediği gibi oy kullanabilmesi, dilediği gibi özgürce
konuşabilmesi hakkı. Eğer, biz bu yasama
dokunulmazlığı kavramına titizlikle sarılmazsak,
sadece kendimize uygulandığı vakit feryat edip de bir başka
arkadaşımıza sırf siyasî görüşü bize uymuyor
düşüncesiyle o hakkı tanımama yoluna gidersek, bundan
parlamenter rejim yara alır diye düşünüyorum, bundan demokrasi yara
alır diye düşünüyorum; çünkü, içinde
yaşadığımız yüzyılı, çatışma
itibariyle, bir cümleyle tanımlamak mümkünse...
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
YÜKSEL YALOVA (Devamla) – Bitireceğim
Sayın Başkan.
BAŞKAN – Lütfen... Teşekkür ediyorum.
YÜKSEL YALOVA (Devamla) – Sanıyorum, o
çatışmanın adı, hukuk devleti kavramıyla kaba güç
kavramı arasındaki mücadele. Biz, parlamenterlere yakışan,
hukuk devleti kavramına sahip çıkmaktır.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (ANAP, DSP ve
CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yalova.
Sayın milletvekilleri, Büyük Birlik Partisi Genel
Başkan Yardımcısı Sayın Orhan Kavuncu, şahsı
ve partisiyle ilgili ifadeler içerdiği için cevap hakkı istemiş
bulunuyor; ancak, konuşmayı hepimiz dikkatle dinledik, böyle bir
cevap hakkını doğuracak ne bir ifade vardı ne de...
Sayın Kavuncu'nun üstüne niçin aldığını ben
algılamak dahi istemiyorum.
Onun için, İçtüzüğün 69 uncu maddesine göre,
Sayın Kavuncu, size söz vermem imkânsız.
Değerli milletvekilleri...
ORHAN KAVUNCU (Adana) – Sayın Başkan...
EMİN KUL (İstanbul) – Kavuncu ismi
çıkmadı ağzından.
ORHAN KAVUNCU (Adana) – Belediye
başkanı...
BAŞKAN – Efendim, herhalde, şu an adliyedeki
bir olayı savunmak size ve partinize düşmemek gerekir bu Meclis
çatısı altında.
Değeri milletvekilleri, dün, hep birlikte müessif
bir olay yaşadık. Sayın Yüksel Yalova'ya, bu konuyu Meclis
gündemine getirme duyarlılığını gösterdiği için,
ben, Başkanlık adına teşekkür ediyorum ve büyük bir
mutlulukla da, bütün siyasî partilerin dinlerken gösterdiği
duyarlılığı, ilerisi için, iyi niyetli, bu tür olaylara
karşı bir dayanışma olarak kabulleniyorum.
Bu arada, çok nadir de olsa, olayların kimini
"niye" sorusuyla dahi savunmanın bizi yüceltmeyeceğini,
bizi korumayacağını, tam aksine, olayların
müsebbiplerinin düzeyine
düşüreceğine inanıyorum.
Hepinize, bu nedenle, bir daha bu olayları
yaşamama dileğiyle çalışmalarımızda
başarılar diliyorum.
YAHYA ŞİMŞEK (Bursa) – Bir avuç kendini
bilmeze elbette teslim edemeyiz Parlamentoyu Sayın Başkan.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Değerli milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığının 2 adet tezkeresi vardır;
okutup bilgilerinize sunacağım:
B) TEZKERELER
VE ÖNERGELER
1. –
İsviçre Parlamento Başkanı Birinci Yardımcısı,
Letonya Parlamento Başkanı ve Azerbaycan Millî Meclis
Başkanı ve beraberindeki parlamento heyetlerinin ülkemizi
ziyaretlerinin kararlaştırıldığına ilişkin
Başkanlık tezkeresi (3/372)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık
Divanının 2 Nisan 1996 tarih ve 5 sayılı kararı ile,
İsveç Parlamento Başkanı Birinci Yardımcısı ve
beraberindeki Parlamento Heyetinin 14-18 Ekim 1996 tarihleri arasında ve
Letonya Parlamento Başkanı ve beraberindeki Parlamento Heyetinin
17-19 Eylül 1996 tarihleri arasında; ayrıca, 10 Mayıs 1996 tarih
ve 12 sayılı kararı ile Azerbaycan Millî Meclis
Başkanı ve beraberindeki Parlamento Heyetinin 28-30 Ağustos 1996
tarihleri arasında ülkemizi ziyaretleri kararlaştırılmıştır.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış
İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620 sayılı
Kanunun 7 nci maddesi gereğince, Genel Kurulun bilgisine sunulur.
Mustafa
Kalemli
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Başkanı
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
2.
– Rusya Federasyonu Devlet Dumasının vaki davetine, TBMM’yi
temsilen icabet edecek Parlamento heyetinde yer alacak milletvekillerine
ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/373)
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Genel Kuruluna
Rusya Federasyonu Devlet Duması
Başkanının vaki davetine istinaden, Türkiye Büyük Millet
Meclisini temsilen 6 kişilik bir Parlamento Heyetinin, 14-18 Temmuz 1996
tarihlerinde söz konusu davete icabet etmesi, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620
sayılı Kanunun 6 ncı maddesi uyarınca, Genel Kurulun
2.7.1996 tarih ve 69 uncu Birleşiminde kabul edilmiştir.
Adı geçen kanunun 2 nci maddesi uyarınca,
heyetimizi oluşturmak üzere, siyasî parti gruplarınca bildirilen
üyelerimizin isimleri Genel Kurulun bilgilerine sunulur.
Mustafa
Kalemli Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı
Mustafa
Kalemli Feti Görür Nurettin Aktaş TBMMBaşkanı Bolu Gaziantep
Durmuş
Fikri Sağlar Osman Çilsal İhsan Çabuk İçel Kayseri Ordu
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığının bir tezkeresi daha vardır; okutup
oylarınıza sunacağım:
3. – Türkiye
Büyük Millet Meclisinde: Türkiye-Fas ve Türkiye-Ukrayna Dostluk Grupları
kurulmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/374)
8
Temmuz 1996
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Genel Kuruluna
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık
Divanının 28 Haziran 1996 tarih ve 18 sayılı kararı
ile, Türkiye-Fas ve Türkiye-Ukrayna Parlamentolararası Dostluk
Grupları kurulması uygun görülmüştür.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış
İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620 sayılı
Kanunun 4 üncü maddesi uyarınca, anılan dostluk gruplarının
kurulması Genel Kurulun tasvibine sunulur.
Mustafa
Kalemli Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı
BAŞKAN – Türkiye-Fas Parlamentolararası
Dostluk Grubunun kurulmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Türkiye-Ukrayna Dostluk Grubunun kurulmasını
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Meclis araştırma komisyonundan istifa
önergesi vardır; okutuyorum:
4. – Trabzon
Milletvekili Kemalettin Göktaş’ın, (10/63) esas numaralı Meclis
Araştırma Komisyonundan istifa ettiğine ilişkin önergesi
(4/51)
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Refah Partisinin Süleyman Mercümek ile ilişkisini
araştırmak üzere kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi
araştırma komisyonu üyeliğinden istifa ediyorum.
Gereğini arz ederim.
Saygılarımla.
Kemalettin
Göktaş
Trabzon
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Gündemin "Seçim" kısmına geçiyoruz.
IV. –
SEÇİMLER
A) KOMİSYONLARDA
AÇIK BULUNAN ÜYELİKLERE SEÇİM
1. – (10/63)
esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonunda açık
bulunan üyeliklere seçim
BAŞKAN – Refah Partisinin Süleyman Mercümek ile
bağlantılarının tespiti konusundaki 10/63 esas
numaralı Meclis Araştırması Komisyonunda boş bulunan
ve Refah Partisi Grubuna düşen 2 ve Doğru Yol Partisi Grubuna
düşen 1 üyelik için, sırasıyla, İstanbul Milletvekili
Mehmet Ali Şahin, Zonguldak Milletvekili Necmettin Aydın ve Muğla
Milletvekli İrfettin Akar aday gösterilmişlerdir.
Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, şimdi, gündemimizde
"Sözlü Sorular" var; ancak, Hükümet yeni. Bazı sayın
bakanlarımız buradalar.
Efendim, sözlü soruları okutmamız halinde,
yanıt konusunda sayın bakanlar talepte bulunacaklar mı;
yanıt görevinde bulunacaklar mı?
Sorulara hâkim olmak için, biraz daha zamana
ihtiyaçları var sanıyorum. Onun için, grupların da
mutabakatıyla, gündemimizin "Sözlü Sorular"
kısmını geçiyoruz.
Gündemin "Genel Görüşme ve Meclis
Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler"
kısmına geçiyoruz.
V. – GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS
SORUŞTURMASI VE
MECLİS ARAŞTIRMASI
A)
ÖNGÖRÜŞMELER
1. – Kocaeli
Milletvekili Necati Çelik ve 38 arkadaşının, zorunlu tasarruf
kesintilerinin değerlendirilmesi konusunda Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/17)
BAŞKAN – Birinci sırada yer alan, Kocaeli
Milletvekili Necati Çelik ve 38 arkadaşının, zorunlu tasarruf
kesintilerinin değerlendirilmesi konusunda Anayasanın 98 inci,
İçtüzüğün 104 üncü ve 105 inci maddeleri uyarınca, bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesinin
öngörüşmelerine başlıyoruz.
Hükümet?.. Yok.
Sayın milletvekilleri, Hükümet geçen
birleşimde de temsil edilmemiş olduğundan, önergenin
görüşülmesi bir defa ertelenmişti. Bu defa, önergenin, Hükümet
olmamasına rağmen, öngörüşmelerine başlamak
durumundayız.
Önergeyi yeniden okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
3417 sayılı Çalışanların
Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve Bu Tasarrufların
Değerlendirilmesine Dair Kanun hükümlerine göre, çalışanlar
adına biriken malî kaynak ile nemasının hangi alanlarda
değerlendirildiği ve bu kaynakların piyasa şartlarında
nemalandırılıp nemalandırılmadığı
hususlarındaki yasal uygunluklarının
araştırılması amacıyla, Anayasanın 98 ve
İçtüzüğün yeni 104 üncü maddesi uyarınca Meclis
araştırması açılmasını arz ederiz.
Necati
Çelik Kocaeli ve
arkadaşları1
Gerekçe:
3417 sayılı Çalışanların
Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve Bu Tasarrufların
Değerlendirilmesine Dair Kanun hükümlerine göre
çalışanların ücretlerinden yapılan kesintiler ve buna ek
olarak da, çalışanların lehine işveren ve devlet
katkıları belirli hesaplarda toplanmakta olup, bu hesaplar büyük
meblağlara ulaşmış ve birkaç yüz trilyonla ifade
edilmektedir.
Konuyla ilgili yasaların
hazırlanmasından kaynaklanan eksiklikler dolayısıyla,
biriken bu paralar, uygulanacak çeşitli demokratik denetim
mekanizmalarının da dışında bulunmaktadır.
İdarenin, özellikle ödeme zamanlarında keyfî
uygulamalara ve beyanlara başvurması, kamuoyunda değişik,
olumsuz yorumların yapılmasına ve bu da, yürütmenin
güvenilirliğinin tartışılır hale gelmesine sebep
olmaktadır.
Özellikle, ilgili yasalarda birikimlerin açılan
hesaplarda tutularak nemalandırılması gerektiği
belirtiliyor olmasına rağmen, idarece, ödeme zamanlarında para
olmadığı gibi yasal dayanaktan yoksun bir mazaret ileri
sürülerek yapılmaması, kamuoyunda, fon kaynaklarının acaba
değişik amaçlarla kullanılıyor olup olmadığı
gibi birkısım soruları akla getirmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası sistematiği
dikkate alındığında, idarenin her türlü eylemi yargı
denetimine tabi tutulmakta olup, bunun yanı sıra, parasal
harcamaları da bir yüksek mahkeme olan Sayıştay denetimine tabi
bulunmaktadır. Yani, Anayasa gereğince, idarenin her türlü eylemi,
ister parasal olsun isterse olmasın denetime tabi bulunmaktadır.
1994 yılı başından itibaren,
ülkemiz, ne yazık ki, tarihinin en yüksek enflasyonu ve ekonomik kriziyle
karşı karşıya kalmış bulunmaktadır.
Yaşanan bu yüksek enflasyon ve ekonomik kriz, öncelikle ve en
ağır şartlarla, bir bordroya bağımlı olarak
ücretli çalışanları etkilemiş ve genel olarak ücretli
diyeceğimiz bu kesimin reel gelirleri yarıya varan nispetlerde
azalmış bulunmaktadır.
Ekonomik göstergelerin nispeten daha iyi olduğu
bir dönemde hazırlanmış bulunan Tasarrufu Teşvik Kanunu,
yaşanan şartlar itibariyle amaca hizmet etmez duruma gelmiş
bulunmaktadır. Çünkü, çalışanların elde ettikleri ücretler,
günümüz şartlarında, aylık cari harcamaları bile
karşılamayacak duruma gelmiştir. Böyle bir ortamda, zaten geliri
yetmeyen çalışanların ücretlerinden kanun gücüyle halen tasarruf
kesintisi olarak zorunlu kesinti yapmanın ekonomik bir
karşılığı bulunmamaktadır.
Ekonomik istikrarsızlık ve kriz havası
çalışma hayatını en derin noktalardan etkilemektedir. Yeni
yatırım yapılmıyor olması dolayısıyla
istihdam imkânları daralmış durumdadır. Halen var olan
istihdam imkânları ise, işverenler tarafından maliyetleri en az
etkileyecek şekilde kullanılmak istenmektedir. Tasarruf kesintileri
işverenlerin katkısı da, işverenlerin maliyetlerinde
gözardı edilmeyecek rakamları bulmaktadır. Dolayısıyla
istihdama yönelik her türlü yatırımda ister istemez bu zorunlu
kesintiler dikkate alınmakta, bu ise istihdam imkânlarını
daraltan bir etken olarak ortaya çıkmaktadır.
Çalışanları tasarrufa teşvik etmeye
yönelik kanun hükümleri uygulandığı dönem itibariyle
amacına ulaşamamıştır. Zaman içinde nispeten zorunlu
bir uygulama olmaktan çıkması amaçlanan kanun hükümleri işçi
aleyhine sonuçlara sebep olmuştur. Özellikle birkısım yerel
yönetimlerde ve ekonomik çıkmaz içindeki KİT'lerde, belirtilen
kesintiler yapılmamış olması dolayısıyla, olay
yargıya intikal etmiştir. Yine 1994 yılında, kanun gereğince,
6 senesini dolduranların sistemden çıkma hakkı olmasına
karşılık, kanun düzenlenmesinin işçi aleyhine
hazırlanmış olması dolasıyla, bu imkân da, kimse
tarafından kullanılmamıştır.
Tasarrufların ödenmesinin hak sahibinin ölmesi
veya emekli olması gibi çok uzun bir vadeye bağlı olması
dolayısıyla, elde ettiği gelirle ancak yaşadığı
günü idare edebilen çalışanlar için kanun zoruyla getirilmiş ve
halen uygulanan zorunlu tasarruf uygulamasının çalışma
hayatında gerek ekonomik ve gerekse sosyal anlamda bir karşılığı
kalmamış bulunmaktadır.
BAŞKAN – İçtüzüğümüze göre, Meclis
araştırması açılıp açılmaması hususunda,
sırasıyla, Hükümete, siyasî parti gruplarına ve önergedeki
birinci imza sahibine veya onun göstereceği bir diğer imza sahibine
söz verilecektir.
Konuşma süreleri, Hükümet ve gruplar için
20'şer dakika, önergedeki imza sahibi için 10 dakikadır.
Hükümet adına söz talebi var mı efendim? Yok.
Gruplar adına, bize ulaşan bilgilere göre,
birinci sırada, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Erzincan
Milletvekili Sayın Mustafa Yıldız; buyurun efendim. (CHP
sıralarından alkışlar)
Sayın Yıldız, süreniz 20 dakikadır.
Buyurun.
CHP GRUBU ADINA MUSTAFA YILDIZ (Erzincan) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; çalışanların
tasarrufa teşvik edilmesi ve bu tasarrufların
değerlendirilmesine yönelik 3417 sayılı Yasanın uygulama
sonuçlarının araştırılmasını öngören, 10/17
esas numaralı Meclis araştırması önergesine ilişkin,
Grubumuzun görüşlerini aktarmak üzere söz almış bulunuyorum;
sözlerime başlarken, şahsım ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına sizleri saygıyla selamlıyorum.
Yasanın genel gerekçesini incelediğimiz
zaman, şu ifadelerle karşılaşmaktayız: Hazırlanan
bu kanun tasarısıyla, çalışanların
tasarruflarının artırılması amacı güdülmekte, bu
amaçla, çalışanların aylık ve ücretlerinden belirli bir
oranda tasarruf kesintisi yapılarak, bankada adlarına açılacak
hesaplara yatırılması, devlet veya işverenlerin bu
tasarrufa katkıda bulunması ve toplanacak paraların en iyi
şekilde nemalandırılması öngörülmektedir. Böylece, çalışanlara
ileride istedikleri şekilde kullanabilecekleri bir ilave kaynak
yaratılması hedeflenmekte ve çalışanlar bu suretle
oluşacak tasarruflarını kullanırlarken, diğer tasarruf
olanaklarının da harekete geçirilmesi teşvik edilmektedir.
Görüleceği üzere, yasanın amacı, dar gelirliye zorunlu tasarruf
yaptırılarak, ileride ona daha iyi malî olanaklar
sağlanmasıdır.
Bu çerçevede, anılan kanunun 2 nci maddesinde,
kimlere yükümlülük getirildiği belirtilmiş olup, 3 üncü maddesinde
de, çalışanlardan yüzde 2 kesinti yapılacağı, devlet
veya işverenlerden ise yüzde 3 oranında katkı payı
alınacağı hüküm altına alınmıştır
-katkı payı alınacağı hüküm altına
alınmış olmasına rağmen- ancak, zamanla, bu oranlarda,
yasanın verdiği yetki çerçevesinde değişiklik
yapılmıştır. Örneğin, bu oranlar, 15.1.1989 tarihinden
geçerli olmak üzere, çalışanlar için yüzde 3'e, devlet veya
işverenler için yüzde 6'ya yükseltilmiş, son olarak da, bu yüksek
orandaki kesintilerin yanlışlığı
anlaşılmış, bunun üzerine, 15.1.1994 tarihinden geçerli
olmak üzere, bu kesintiler, çalışanlar için yüzde 2'ye, işverenler
için de yüzde 3'e düşürülerek, kısmen de olsa, işçi ve memurun
mağduriyeti önlenmiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
yasa uyarınca tahsil olunan zorunlu tasarrufların, Türkiye
Cumhuriyeti Ziraat Bankasının Ankara Merkez Şubesinde
"Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı İdaresi
Başkanlığı" adına açılacak hesapta
toplanması gerekmektedir. Uygulamanın başladığı
günden bu yana toplanan paraların hangi meblağa ulaştığı
konusunda, kamuoyu nezdinde sürekli tereddütler hâsıl olmuştur;
ancak, anaparanın 120 trilyon, nemalarla birlikte toplanan paraların
da 300 trilyonu aştığı tahmin edilmektedir.
Aslında, böylesine önemli hesapla ilgili
bilgilerin kamuoyuna periyodik aralıklarla sunulması gerekmektedir.
Kamuoyunda, hesapla ilgili hiçbir konunun, hiçbir aksaklığın,
hiçbir hususun kapalı kalmaması hususuna gerekli hassasiyetin
gösterilmesi gerekmekteydi.
Tasarrufu teşvik etmeyi amaçlayan bu yasanın
önemli eksiklikleri vardır. Bu nedenle, uygulama, arzulanan amaca hizmet
etmekten ziyade, gerek çalışanları gerek dürüst
çalışan işverenleri gerek uygulamacıları ve gerekse
devleti birçok olumsuzluklarla karşı karşıya
bırakmıştır.
Yasa, idarenin keyfî uygulamalar yapmasına olanak
sağladığından, değişik kapsamlarla birlikte bu
sıkıntıları yarattığından, toplanan paralar, denetim mekanizmasının
dışında kalmıştır. Nema ödemeleri, idarenin
istediği zamanlarda ve istediği şekilde
gerçekleştirilmiştir. Bu durum, yürütmenin güvenirliliğini
tartışılır hale getirmiştir; çünkü, zorunlu olarak
tasarruf yapan kişi, nemalarını, çoğu kez, zamanında
alamamıştır. Devlet yönetiminde olması gereken
açıklık ilkesi, bu konuda yeterince uygulanamamıştır,
hatta, zaman zaman, ilgili hesapta trilyonlarca paranın
toplanmış olması bilindiği halde, ödemenin zamanında
yapılamadığı gerekçesiyle, vatandaş, yani, işçi
ve memur zor durumda bırakılmıştır.
Değerli arkadaşlar,
çalışanların elde ettikleri ücretler, günümüz
koşullarında aylık zorunlu giderlerini dahi
karşılayamamaktadır. Böyle bir ortamda, zaten geliri yetersiz
olan çalışanların ücretlerinden yasa gücüyle bu şekilde
zorunlu kesinti yapılması, çalışanları daha da
mutsuzluğa itmekten başka bir şeye yaramamıştır.
Bugün yapılan uygulama, geçmişte
yapılmış tasarruf bonoları uygulamasıyla büyük
paralellik arz etmektedir. Bilindiği üzere, tasarruf bonosu
uygulamasında da insanlar enflasyona yenik hale getirilmiştir.
Bu yasanın bir diğer özelliği de,
istihdam vergisinin bir unsurunu oluşturması ve
kayıtdışı istihdamı özendirici hale getirmesidir. Bir
diğer anlatımla, çalışanlara yüklenen katkı payı,
çalışanların maliyetini artırdığından, gerek
istihdamı ve gerekse yatırımı olumsuz yönde etkilemektedir.
Bilindiği üzere, çalışanlara ödenen
ücretin yanı sıra, işverenlerce, aynı ücret üzerinden
oranı yüzde 19,5 ilâ yüzde 25 arasında değişen miktarda
sigorta primi ödenmektedir. Günümüz şartlarında yüzde 14 oranındaki
sigortalı payının da işverenlerce karşılanmakta
olduğu göz önüne alınırsa, ücretten ayrı olarak
işverenlerce karşılanan sigorta priminin yüzde 33,5 ila yüzde 39
oranları arasında bir miktara ulaştığı
görülmektedir. Buna, işverenlerce ödenen vergi payı da
eklendiğinde, çalışan bir işçinin işverene ne kadar
yüksek bir bedele mal olduğu açıkça görülmektedir. Oysa, bütün
dünyada işsizlikle mücadele edilir, istihdam teşvik edilir, daha
fazla istihdam sağlayan işveren özendirilir. Türkiye'de ise,
mekanizmalar tersine çalışmaktadır; işçi istihdam eden
cezalandırılmakta; işveren, sigortasız işçi
çalıştırmaya doğru itilmektedir.
İşçi ücretleri üzerinde bu denli
ağır malî yükler varken, ayrıca bir de zorunlu tasarruf
katkı payı alınması, işçi maliyetini daha da
artırmaktadır. 10 milyon lira ücret ödenen bir işçinin işverene
maliyeti 15 milyon lirayı bulmaktadır. Bunun sonucunda,
işverenler, ister istemez, daha az sayıda işçi
çalıştırmaya ya da kaçak işçi çalıştırmaya
yönlendirilmektedir. Böylece, ya istihdam olanağı
kısıtlanmış olmakta ya da kayıtdışı
ekonomi ağırlık kazanmaktadır. Özellikle son yıllarda
kayıtdışı ekonominin oldukça önemli bir boyuta
ulaştığı görülmektedir.
Tüm bu olumsuzluklara karşın, işçiden ve
işverenden yapılan zorunlu tasarruf kesintisi, birikimi yapanlara
zamanında hakkıyla ödenseydi, belki anlayışla karşılanabilirdi.
Oysa, işçi "zorunlu tasarruf" adı altında birikime
zorlanırken, bu birikimin sağlıklı
nemalandırılmadığını görmesi, haklı
şikâyetlerine konu olmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
bu yasanın uygulamada doğurduğu bir diğer ciddî sorun da,
kanunun 2 nci maddesinin (b) fıkrası uyarınca, sadece 10 ve daha
fazla sayıda işçi çalıştıran işyerlerinin zorunlu
tasarruf uygulaması kapsamına alınmasıdır. Çok
sayıda işçi çalıştıran işverenlerin büyük bir
bölümü, uygulama kapsamına girmemek için, resmî kayıtlarda 10'un
altında işçi çalıştırdıklarını beyan
etmeye başlamışlardır; bu hüküm, istihdamı önlemesi
bir yana, özellikle işverenleri özendirmektedir. Bunun sonucunda da,
kayıtdışı ekonomi gittikçe yoğunluk kazanmış
ve gerek vergi gerekse sigorta primi kaybıyla
karşılaşılmıştır; bunun da, devlete ve
Sosyal Sigortalar Kurumuna son derece olumsuz etkisi olmuştur.
Sosyal Sigortalar Kurumunun 1994 yılı
faaliyet raporuna göre, 2 ilâ 9 arasında işçi
çalıştıran işyeri sayısı 400 bin iken, 10 ilâ 24
arasında işçi çalıştıran işyeri sayısı
birdenbire 20 bine düşmüştür. Bu 20 bin işyerinin büyük bir
bölümünün kamu işyeri olduğu göz önüne alınırsa, durumun
vahameti daha iyi anlaşılır. Özel kesim kendisini yeni
koşullara uydururken, yük, yine, kamu kuruluşlarının
omuzlarına yıkılmıştır.
Değerli arkadaşlar,
çalışanları tasarrufa teşvik ettirmeyi amaçlayan bu
yasanın hükümleri, uygulandığı dönemler itibariyle,
yasanın yetersizliğinden kaynaklanan nedenlerle amacına
ulaşamamıştır. Yasa hükümlerinin yetersizliği gerek
devletin gerek dürüst çalışan işverenlerin ve gerekse
çalışanların aleyhine sonuçlara neden olmuş, rekabet
eşitliğini bozan bir uygulama ortamı
yaratılmıştır. Kaynak yetersizliği çeken
kuruluşlar, yeni malî yükle karşı karşıya
kalmışlardır. Bu durumun doğal sonucu olarak da, özellikle
birkısım yerel yönetimlerde ve ekonomik çıkmaz içerisindeki
KİT'lerde, belirtilen kesintiler yapılmış olmasına
karşın, ödemeler zamanında yapılamamıştır;
dolayısıyla, olay yargıya yansımıştır.
Yine, 1994 yılında, yasa gereğince
altı yılını doldurmuş olanların sistemden
çıkma hakkı olmasına karşın, kanunun düzenlenmesinin
işçi aleyhine hazırlanmış olmasından, bu olanaklar da
göz önüne alınamamıştır; işçi ve memurun aleyhine
sonuçlar doğurmuştur.
Tasarrufların ödenmesinin, hak sahibinin ölmesi
veya emekli olması gibi çok uzun bir vadeye bağlı olması,
bu yasanın bir diğer açmazıdır. Elde ettiği geliriyle
ancak yaşadığı günü idare edebilecek çalışanlar
için, yasa zoruyla getirilmiş ve halen uygulanan zorunlu tasarruf uygulamasının,
çalışma yaşamında, gerek ekonomik ve gerekse sosyal anlamda
herhangi bir yararından söz etmek mümkün değildir. Bu uygulama, bir
an önce kaldırılmalıdır.
Hükümet ortağı olduğumuz dönemde,
elimizden geldiğince, yetkin bir şekilde, uygulamanın çalışanlar
lehine dönüştürülmesi konusunda belli bir uğraşın
içerisinde olduk; ancak, başarılı olduğumuzu söylememiz
olanaksızdır.
Son haftalarda, yeni hükümetin -yani, 53 üncü Hükümeti
kastediyordum; ki, o dönemlerde verilmişti- söz konusu
çalışanların tasarrufa teşvik edilmesi ve bu
tasarrufların değerlendirilmesi ile ilgili yasanın yürürlükten
kaldırılacağı ve bu uygulamaya son verileceği
açıklanmış ise de, bu konuda, Yüce Meclise sunulan tasarının,
son anda Hükümet tarafından geri çekildiğini öğrenmiş bulunuyoruz.
Kaldı ki, önümüzdeki.önerge, şu anda aynı
Bakanlığı yürütmekte olan Sayın Bakanımız
tarafından verilmiş bir önergedir.
Bu nedenle, Sayın Bakanlıktan ve Sayın
Hükümetten böyle bir tasarı gelmesi halinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
olarak destek vereceğimizi arz eder; Yüce Meclise saygılar
sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın
Yıldız.
İkinci konuşma, Anavatan Partisi Grubu
adına, Sayın Recep Mızrak'ın.
Buyurun Sayın Mızrak. (ANAP
sıralarından alkışlar)
ANAP GRUBU ADINA RECEP MIZRAK (Kırıkkale) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve Bu
Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair Kanun hükümlerine göre,
çalışanlar adına "Tasarrufu Teşvik Hesabı"
nda biriken paraların nemalandırılmasına yönelik verilen
araştırma önergesi münasebetiyle, Anavatan Partisi Grubu adına
söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Önergede belirtilen hususlar hakkındaki
görüşlerimizi arz etmeden önce, müsaadelerinizle, söz konusu kanunla
ilgili olarak, özetle açıklama yapmanın faydalı
olacağını düşünmekteyim.
Bilindiği üzere, 1983 yılında, gayri
safî millî hâsılanın yüzde 16,4'ü oranında olan yurtiçi
tasarruflar, o yıllarda uygulanan faiz politikaları ve gelir
ortaklığı senedi gibi tasarruf artırıcı
teşvikler sonucunda artış göstererek, 1986 yılında
yüzde 22,9 oranına yükselmiştir. Üretim artırılarak, bir
taraftan işsizliğe çare bulunurken, diğer taraftan, gayri safî
millî hâsılanın artırılmasının en önemli
yollarından birisinin, yurtiçi tasarrufların çoğaltılarak
bu tasarrufların istikrarlı bir şekilde yatırımlara
dönüştürülmesi olduğu düşüncesinin bir sonucu olarak, yurtiçi
tasarrufların daha da artırılmasına yönelik yeni tedbirler
düşünülmüş ve bu düşüncenin bir sonucu olarak da, 3417
sayılı Kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, 9 Mart 1988 tarihinde
kabul edilip, 18 Mart 1988 tarihli ve 19758 sayılı Resmî Gazetede
yayımlanarak, 1 Nisan 1988 tarihinden itibaren yürürlüğe
konulmuştur.
Söz konusu kanunla, bir taraftan,
çalışanların tasarruflarının
artırılması, çalışanların bu
tasarruflarının en iyi ve en verimli bir şekilde
değerlendirilmesi suretiyle, bu kesime, çalıştıranlardan da
aktarılan kaynaklarla, maaş ve ücretlerin dışında ve
ilave olarak bir gelir sağlanması hedeflenmiş ve söz konusu
kanunla, bu hedefi sağlayıcı düzenlemeler
yapılmıştır.
3417 sayılı Kanuna göre, 657 sayılı
Devlet Memurları Kanunu, 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri
Personel Kanunu, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu ve 2914
sayılı Yükseköğretim Personel Kanunu hükümlerine göre aylık
almakta olan kamu görevlileri, kanunla veya kanunların verdiği
yetkiye dayanılarak kurulan kuruluşlarda çalışanlar, 10 ve
daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde
çalışan işçiler ile kanunları uyarınca sözleşmeli
statüde çalışan personelin maaş ve ücretlerinden kesinti
öngörülmüştür.
Ayrıca, 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar
ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar
Kurumu Kanununa -yani Bağ-Kur'a- tabi olarak çalışanların
da, gelirlerinden, Bakanlar Kurulunca bu kanun hükümlerine göre belirlenecek
miktarda, tasarruf olarak, her ay ilgili hesaba para yatırması hüküm
altına alınmıştır.
Bu kanuna göre, çalışanların maaş
ve ücretlerinden yapılacak kesintinin yanında, devlet veya
işveren tarafından da muayyen bir oranda katkıda
bulunulması, yine hüküm altına alınmıştır.
Kanunun ilgili maddelerinde belirtilerek kapsam içine
alınan çalışanların ücret ve aylıklarından
kesintiler yapılmak suretiyle, tasarufu teşvik hesabına
aktarmalar yapılırken, 1479 sayılı Kanuna tabi olarak,
başka bir ifadeyle Bağ-Kur'lu olarak çalışanlarla ilgili
bir düzenleme yapılmamış ve bunlarla ilgili, kanunda belirtilen
hükümler yürürlüğe konulmamıştır.
1479 sayılı Kanuna tabi olarak Bağ-Kur
kapsamında çalışanların dışında
kalanların aylık ve ücretlerinden yapılacak kesinti
miktarı, aylık ve ücretlerinin yüzde 2'si olarak, devlet veya
işverence yapılacak katkı payı ise yüzde 3 olarak tespit
edilmiş; bu oranların iki mislinden fazla olmamak kaydıyla
artırılması veya yeniden eski nispetlerine indirilmesi
hususunda, Bakanlar Kurulu yetkili kılınmıştır ve
bugün itibariyle yapılmakta olan kesinti, çalışanların
aylık ve ücretlerinden yüzde 2, devlet ve işverenlerden ise yüzde 3
oranındadır.
Kanuna göre, çalışanların aylık ve
ücretlerinden yapılan kesinti ile devlet veya işverence yapılan
katkı paylarından oluşan meblağ, aylık ve ücret
ödemelerinin yapıldığı ayı takip eden ayın sonuna
kadar, TC Ziraat Bankası Ankara Şubesi nezdinde Hazine
Müsteşarlığı adına açılan hesaba
yatırılacaktır. Bu hesaba yatırılan paralarla ilgili
olarak, muhtevası Yüksek Planlama Kurulunca tespit edilen bir cüzdan
düzenlenip hak sahiplerine verilecektir. TC Ziraat Bankası Ankara
Şubesi nezdinde açılan, çalışanların
tasarruflarını teşvik hesabında biriken meblağ, Yüksek
Planlama Kurulunca belirlenecek esaslar dahilinde olmak üzere, gayrimenkul
alım ve satım ile yatırımı dışındaki
alanlarda değerlendirilmek suretiyle nemalandırılacaktır.
Hesapta biriken anapara ve nemalardan doğan hak sahibinin
alacağı, emeklilik halinde kendisine, ölümü halinde
mirascılarına tamamen ödenecektir.
Emeklilik ve ölüm hali dışında, en az
altı yıl tasarrufta bulunanların, istemeleri halinde sadece
biriken tasarruf tutarları; en az onbeş yıl tasarrufta
bulunanların ise gene istemeleri halinde tasarruf tutarları ile
devlet veya işveren katkıları ve bunların
nemasının beşte üçü kendilerine ödenecektir.
İşverenlerle çalışanlardan
yapılan kesintilerin ve kendi hak ve paylarının, en geç,
aylık ve ücretin ödendiği ayı takip eden ayın son gününe
kadar tasarrufu teşvik hesabına yatırılmaması halinde,
yatırılmayan ücret kesintileri, 506 sayılı Sosyal
Sigortalar Kanununun sigorta primlerinin tahsiline ilişkin hükümleri
uyarınca tahsil edilerek ilgili hesaba yatırılacaktır.
Burada, memurların aylıklarından yapılan kesintilerin,
zamanında tasarrufu teşvik hesabına yatırılmaması
halinde, yatırılmayan kesintinin tahsiline dair herhangi bir
düzenleme bulunmamaktadır. Çalışanların aylık ve
ücretlerinden yapılacak kesintiler, maaş ve ücretlerinin
hesaplanmasında Gelir Vergisi matrahından indirilecektir.
Değerli arkadaşlar, özetle arz etmeye
çalıştığım 3417 sayılı
Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve Bu
Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair Kanun hükümleri uyarınca
ilk kesinti, 1 Nisan 1988 tarihinde başlatılmış, 31.12.1994
tarihine kadar toplanan kesinti ve işveren katkısı tutarı,
79 trilyon 690 milyar 828 milyon Türk Lirasına ulaşmıştır.
Yine, bu tarihler arasında, 60 trilyon Türk
Lirası civarında nema, yani, hesapta toplanan paraya gelir elde
edilmiş, aynı dönemde anapara, nema vesair ödemeler olarak 32 trilyon
Türk Lirası çıkış yapılmıştır ve
31.12.1994 tarihi itibariyle hesap bakiyesi, 107 trilyon 767 milyar 427 milyon
Türk Lirası olarak teşekkül etmiştir.
1995 yılı itibariyle 36 trilyon 115 milyar
728 milyon Türk Lirası kesinti yapılmış, 1995
yılı kesintileriyle birlikte anapara tutarı, 115 trilyon Türk
Lirasına, elde edilen nemaların tutarı ise, 103 trilyon Türk
Lirasına ulaşmıştır.
Yine, bu yıl içerisinde anapara ödemesi,
şahıs kesintisi, nema, kurumlara iade, Ziraat Bankasına komisyon
ve Ziraat Bankasınca yatırım
harcaması olarak, 64 trilyon Türk Lirası çıkış
yapılmış ve 31.12.1994 tarihinde 107 trilyon olan hesap bakiyesi,
1995 yılında tahsilatlar ve tediyeler sonucunda, 31.12.1995 tarihi
itibariyle, 1995 yılı tüm nemaları dahil olmaksızın,
215 trilyon Türk Lirasına ulaşmıştır.
Esasen, çeşitli tarihlerde, dövize endeksli TEK
tahviline yatırılan 387 441 536 doları 31.12.1995 tarihli TC
Merkez Bankası döviz alış kurundan Türk Lirasına
dönüştürerek, tasarrufu teşvik hesabının Türk Lirası
cinsinden bakiyesini hesap edecek olursak, bu tahviller
karşılığı TEK'de olan alacak 23 trilyon Türk
Lirası olacak ve hesabın toplam Türk Lirası cinsinden gerçek
bakiyesinin, 1995 yılı sonu itibariyle, 236 trilyon Türk Lirası
olduğu görülmüş olacaktır.
Aynı hesaplama yöntemiyle, 31.12.1994 tarihi
itibariyle bakiyesi 122 trilyon Türk Lirası olan hesaba, 1995
yılında yüzde 63,46 oranında bir gelir elde edilmiş
olmaktadır ki, bu yılda, kamu bankaları tarafından 1
yıl vadeli mevduatlara ödenen faiz ortalamasının yüzde 89,5
Hazine bonoları faiz oranı ortalamalarının yüzde 107,47
civarında olduğunu dikkate alacak olursak; hesapta toplanan
paranın değerlendirilmesinde, piyasa fiyatlarının asgarî
yüzde 26'sı gibi oldukça aşağılarda
kalındığı görülmüş olacaktır.
Değerli arkadaşlar, tasarrufu teşvik
hesabında, 31 Mart 1996 tarihi itibariyle, anapara ve nema olarak biriken
342 trilyon Türk Lirasının, nemalandırılma maksadıyla
kullanıldığı yatırım alanları,
miktarları ve şartları ise, şu şekilde
bulunmaktadır: 13 trilyon Türk Lirası, Türkiye Şeker
Fabrikaları tahvili alımında kullanılmıştır;
Türkiye Şeker Fabrikaları Anonim Şirketinin finansman
ihtiyacının karşılanması maksadıyla, Yüksek
Planlama Kurulu kararıyla verilen Merkez Bankası reeskont faiz
oranı -yüzde 63- seviyesinde tahviller olup, vadesi Mart 1996'da
bitmiştir.
7 trilyon Türk Liralık kısmı, Türkiye
Elektrik Kurumu tahvili alımında kullanılmıştır;
bu miktar, Türkiye Elektrik Kurumunun ilk iki yılı yüzde 30, kalan üç
yılı yüzde 35 faiz oranlı tahvillerinin alımında
kullanılmış olup, vadesi 2000 yılında bitmiş
olacaktır.
26 trilyon Türk Liralık kısmı, döviz
cinsi Türkiye Elektrik Kurumu tahvil alımında
kullanılmıştır. Bu tahvillerin faiz oranı libor
seviyesindedir.
22 trilyon Türk Liralık kısmı, Kamu
Ortaklığı Fonu gelir ortaklığı senedi
alımında kullanılmıştır.
Yüksek Planlama Kurulu kararıyla dövize endeksli
gelir ortaklığı senedi alımında kullanılan ve
Aralık 1993 tarihinde Türk Lirasına çevrilmiş haliyle
bakiyesinden oluşan bu miktara, Merkez Bankası reeskont faizi
oranı; yani, yüzde 63 faiz tatbik edilmektedir.
360 milyar 380 milyon Türk Liralık
kısmı, Kamu Ortaklığı Fonunca ihraç edilen yüzde 30 ve
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası reeskont oranı seviyesinden faizli
tahvil alımında kullanılmıştır.
907 milyar 340 milyon Türk Liralık
kısmı, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığının
yüzde 30 ve Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası reeskont faizi; yani, yüzde
63 faiz oranlı tahvillerine bağlı bulunmaktadır.
68 trilyon 200 milyar Türk Liralık
kısmıysa, değişik faizli hazine bonosu alımında
kullanılmış olup, 31.12.1995 tarihi itibariyle hesapta bulanan
para miktarı 5 trilyon 129 milyar 271 milyon liradır.
Değerli arkadaşlar, buraya kadar yurtiçi
tasarruflarının artırılarak yatırımlara
dönüştürülmesi, üretimin ve dolayısıyla gayri safî millî
hâsılanın yükseltilmesi ve bununla beraber çalışanları
tasarrufa sevk ederek ve ayrıca maaş ve ücretlerinin
dışında ilave gelir elde etmelerini sağlamaya yönelik
olarak çıkarılan 3417 sayılı Çalışanların
Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve Bu Tasarrufların
Değerlendirilmesine Dair Kanun ve bu kanun hükümleri uyarınca
kesilerek hesapta toplanan paralar, bu paraların hangi alanlarda ve
nasıl değerlendirildiğine dair özetle bilgi arz etmeye
çalıştım.
Görüldüğü üzere, en iyi bir şekilde
değerlendirilmesi gereken bu tasarruf kesintilerinin, verimi yüksek
yatırımlara yönlendirilmesini teminen gösterilmesi gereken
hassasiyetin daha da artırılması gerekmektedir.
Bugün itibariyle, emekli olan bir memur ya da bir
işçi maaşından yapılan kesinti, işveren
katkısı ve elde edilen nemalardan tasarrufu teşvik
hesabında oluşan birikimden muayyen bir meblağ alınmaktadır
ki, bununla memur ve işçilerimizin emekli oldukları anda, kendileri
için önemli bir imkân yaratılmış olmaktadır.
Diğer taraftan, kendi aylık ve ücretlerinden
yapılan kesinti ve bunun birbuçuk misli tutarındaki işveren
katkısı, arz etmeye çalıştığım emeklilik
halindeki toplu ödemenin dışında, her yıl ödenen nemalarla
ve bu nemaların da yine bir defada ödenmesiyle de, bu kesime
rahatlatıcı bir imkân sağlanmaktadır.
3417 sayılı Kanunla getirilen bu sistemin
daha iyi çalışabilmesi ve hesapta biriken tasarruf ve
dağıtılmayan nemaların daha da iyi bir şekilde
değerlendirilebilmesi için, uygulamada birtakım yeni düzenlemelerin
üzerinde durulmasında fayda mütalaa etmekteyiz.
1.- Tasarrufçu sayısı, ülkemizde 10 kişi
ve daha fazla sayıda işçi çalıştıran işyerlerinde
çalışanların sayısı ve Kanun kapsamında bulunan
memur sayısı toplamından daha da fazla görülmektedir. 10
kişi ve daha fazla sayıda işçi çalıştıran
işyerlerinden işçi çıkarılması sonucunda meydana geldiği
tahmin edilen bu durumun doğru takip edilebilmesi için, bu hesabı
takip etmekle görevlendirilen ve yüzde 1 oranında komisyon verilen Türkiye
Cumhuriyeti Ziraat Bankasınca lazım olan tedbirlerin
alınması gerekmektedir.
Esasen, işçi sayısındaki 10 kişilik limit, mutlaka
kaldırılmalıdır.
2.- Özellikle, belediyelerde ve KİT'lerde
yapılan kesintilerin, Ziraat Bankası nezdindeki tasarrufa teşvik
hesabına yatırılmaması söz konusu olmaktadır.
Kuruluşların yatırmadıkları
kesinti tutarı ve katkı paylarının miktarı,
hesabı takip etmekle görevli olanlarca; yani, Ziraat Bankasınca ve
dolayısıyla Hazinece bilinmemektedir ki, bu durumu ortadan
kaldırmak için yine lazım olan tedbirlerin alınması
gerekmektedir.
3.- Ücretlerden yapılan kesintiler ve işveren
katkı paylarının süreleri içerisinde Ziraat Bankası Ankara
Şubesi nezdinde bulunan tasarrufu teşvik hesabına
yatırılmaması halinde, yatırılması gereken
miktarlar resen ya da ilgililerin başvurusu halinde Sosyal Sigortalar
Kurumunca 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun, primlerin tahsiline
ilişkin hükümleri uyarınca tahsil olunarak, alınacak gecikme
zammıyla birlikte ilgili banka hesabına yatırılabilirken,
aylıklardan yapılan kesintilerin ve devlet paylarının
zamanında yatırılmaması halinde, herhangi bir takip yolu ve
uygulanacak müeyyide bulunmamaktadır.
Bu eksikliğin giderilmesi için bu alacaklar, kamu
alacağı olarak mütalaa edilmeli ve Amme Alacaklarının
Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümleri dairesinde tahsilatta bulunulmak
üzere, vergi dairelerine görev verilmelidir.
Çalışanların aylıklarından,
tasarruf kesintilerini yapmış olmasına rağmen, hesaba
yatırmayan kuruluşların, diğer kamu
kuruluşlarından her ne nam altında olursa olsun doğan
alacaklarının ödenmesi sırasında yatırılmayan
miktar mahsuben kesilmeli, ödemeyi yapacak kuruluşların haberdar
olabilmeleri için gerekli tedbirler alınmalıdır.
BAŞKAN –Sayın Mızrak, son 1
dakikanız.
RECEP MIZRAK (Devamla) – 4.- Tasarrufa teşvik
hesabında biriken kesinti, katkı payları ve
dağıtılmayan nemaların iyi bir şekilde idare
edilebilmeleri için, işçi ve işveren sendikaları ile ilgili
taraflardan oluşan bir kurul oluşturulmalıdır.
5.- Hesapta bulunan para, Ziraat Bankasınca bir
yıl vadeli mevduata ödenen faiz oranından daha
aşağısı uygun görülmeyecek bir biçimde, ihale ile
değerlendirilmelidir.
6.- Hak sahiplerine, tasarruf ettikleri miktar ve
katkı paylarından oluşan anapara ile nemalarını
gösteren bir hesap cüzdanı verilmeli ve bunu sağlamak üzere gerekli
tedbirler alınmalıdır.
7.- Hak sahiplerinin istemeleri halinde,
hesaplarında görülen bakiyenin muayyen bir miktarını geçmemek
üzere ve hesaplarında bulunan alacakları teminat olarak kabul edilmek
suretiyle kredi verilebilmelidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri...
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Mızrak, 1 dakikadır
eksüreniz; lütfen, toparlayın.
RECEP MIZRAK (Devamla) – 3417 sayılı
Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve Bu
Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair Kanun hükümlerine göre
çalışanlar adına biriken kaynak ve nemalandırılması
hususlarına yönelik görüş ve düşüncelerimizi ifade etmiş
bulunmaktayız.
İyileştirici mahiyetteki kanunî ve idarî yeni
bazı düzenlemelerle, söz konusu sistemin, çalışanların
lehine daha da verimli ve düzenli bir şekilde
çalıştırılma imkânına kavuşturulmuş olacağını
ve bu hususta bir araştırma yapılmasına ihtiyaç
bulunduğunu ifade eder; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi yeniden
saygıyla selamlarım. (ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın
Mızrak.
Üçüncü konuşma; Demokratik Sol Parti Grubu
adına, Sayın Hikmet Uluğbay'ın.
Buyurun Sayın Uluğbay. (DSP
sıralarından alkışlar)
DSP GRUBU ADINA HİKMET ULUĞBAY (Ankara) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve Bu
Tasarrufların Değerlendirilmesine İlişkin Kanun
uyarınca, çalışanların maaş ve ücretlerinden
yapılan kesintilerin, anılan yasada öngörülen şekilde
değerlendirilip değerlendirilmediğinin
araştırılması amacıyla verilmiş bulunan önerge
üzerinde, Demokratik Sol Parti Grubunun görüşlerini açıklamak üzere
söz almış bulunuyorum; sözlerime başlarken, hepinizi, Grubum ve
şahsım adına saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
her şeyden önce, ülkemizde, çalışanların tasarrufa
teşvik edilmesi ve bu tasarrufların değerlendirilmesi
amacıyla, 1988 yılında bir kanun çıkarılmış
olmasının başlı başına talihsiz bir olay
olduğunu belirtmek isterim.
Zira, hepimizin de kabul edeceği üzere, tasarruf
etme, bireylerin veya kurumların özgür iradeleriyle alacağı bir
karardır. Yasayla, bireylerin gelirlerine elkonularak "ben, sizleri
tasarrufa özendiriyorum, sizler de şimdi tasarruf etmiş oldunuz"
demek, herhalde, en kıvrak zekâlı mizah ustasının bile
aklına getiremeyeceği bir kara mizah örneği olmuştur.
Bu düzenlemenin, 1960'ların başında
uygulanmış bulunan Tasarruf Bonoları serüvenini andıran
birçok boyutu vardır. Her şeyden önce, Türkiye Büyük Millet Meclisi,
3417 sayılı Kanunu 1988 yılında kabul etmekle,
Anayasamızın 18 inci maddesindeki, hiç kimsenin zorla
çalıştırılamayacağını öngören angarya
yasağını ihlal etmiştir.
Bu fikrimizi, 3417 sayılı Kanunda yer alan
bir düzenlemeyle açıklamak isterim. Kanunun 6 ncı maddesinin üçüncü
fıkrası aynen şu hükmü taşımaktadır: "En az
6 yıl tasarrufta bulunanlara istedikleri takdirde sadece kesintileri,
Bağ-Kur kapsamında olanlar bakımından tasarruf
tutarları ödenir."
Bu düzenlemenin
anlamı, kanun zoruyla tasarruf ettirilenlere, 1994 yılında
tasarruflarını geri istedikleri takdirde, kendilerinden 1988 ve onu
izleyen 6 yıl boyunca kesilen 1 000'er lira aynen geri ödenecektir.
Diğer bir deyişle, bu paraların
işletilmesinden doğan nemadan hiçbir pay alamayacaklardır. 1988
yılında çalışanlardan kesilen 1 000'er liranın
tüketici ve toptan eşya fiyatlarına uyarlanmış 1994
yılı satınalma gücü sırasıyla 22 bin veya 25 bin
liradır.
Kişi, kendi özgür iradesiyle 1988
yılında 1 000 lira tasarruf etmiş ve enflasyon düzeyinde getiri
getiren alanlarda parasını değerlendirmiş olsaydı,
tasarrufu, belirtilen düzeylerde, yani 22 bin veya 25 bin liraya
ulaşmış olacaktı. Oysa, kanunun 6 ncı maddesi,
altı yıl sonra, bu tasarrufu yapanlara 1 000'er liralarını geri
vermek yolunu tercih etmiştir. Bu, kanun zoruyla tasarruf ettirilen
kişiden, tüketici ve toptan eşya fiyatları endeksi bazında
yüzde 96 vergi almaktır ve bu vergi, bir vergi kanunu çıkarılmadan
alınmıştır. Diğer bir deyişle,
çalışanın parasının neredeyse tamamına el
konulmuştur. Çalışanlardan 1988 yılında yüzde 2
oranında kesinti yapıldığı göz önüne
alınırsa, altı yıl sonra parasını geri almak
isteyenler, gerçekte, 1988 yılında bir haftayı, yani 365 günün
yüzde 2'sini ücret almaksızın çalışmış
olmaktadırlar. İşte, bu bir angaryadır.
Benzeri bir uygulama, esefle belirtmek isterim ki,
Meclisimize sunulmuş bulunan, bu kanunu yürürlükten kaldıracak yasa
taslağında da vardır. Bu öneriye göre, eğer,
çalışanlar, mevcut sistemden ayrılmak isterlerse, maddelerin
içerisine yerleştirilen bir fıkrayla, kendilerine, kendi
biriktirdikleri paranın iadesi öngörülmektedir. Aradan bunca yıl
geçmiş, hâlâ daha, aynı zihniyeti muhafaza ediyoruz.
3417 sayılı Kanunun, adalet duygusundan uzak
boyutunu bu şekilde belirledikten sonra, şimdi de, tasarruf
hesaplarında biriken fonların değerlendiriliş boyutu
üzerinde durabiliriz. Bu konudaki uygulamalara ilişkin örnekleri anımsatmadan
önce, kanun zoruyla yaptırılan tasarrufların nasıl
değerlendirileceğine ilişkin kanundaki düzenlemeyi
hatırlamakta fayda vardır. 3417 sayılı Kanunun 1 inci
maddesi, tasarrufların en iyi şekilde
nemalandırılmasını amaçlamıştır. 5 inci
maddesinde ise "Yüksek Planlama Kurulunca belirlenecek esaslar dahilinde,
gayrimenkul alım satımına yönelik yatırımlar hariç
olmak üzere, her türlü menkul kıymetlere ve verimi yüksek
yatırımlara yatırmak suretiyle nemalandırılır
"denilmektedir.
Bu maddelere göre, çalışanlara, kanun zoruyla
yaptırılan tasarruflar, verimi yüksek yatırımlara
yatırılacaktır ve bunun esaslarını Yüksek Planlama
Kurulu belirleyecektir. Şimdi, bu bilgilerin
ışığında, Yüksek Planlama Kurulunun, bu
tasarrufların değerlendirilmesi için aldığı
kararlardan bazılarına kısaca göz atalım.
Yüksek Planlama Kurulu, 15 Aralık 1989 tarih,
89/T-132 sayılı kararıyla, Tüpraş'ın sermaye
artırımına katılmaları için, Toplu Konut ve Kamu
Ortaklığı İdaresi ile Türkiye Petrolleri Anonim
Ortaklığına, çalışanların tasarruf hesabında
biriken paradan, o zamanın parasıyla 700 milyar liralık bölümü,
yıllık yüzde 30 faizle ve 10 yıllık tahvile
yatırmaları kararını vermiştir. 1989
yılından bu yana, en düşük enflasyon oranının, toptan
eşya fiyat endeksi bazında yüzde 52,3 ve tüketici fiyat endeksi
bazında yüzde 60 olduğu göz önüne alınırsa, yüzde 30
oranı faizle çalışan tasarrufların 10 yıllık
tahvile bağlanması, açıkça, bu tasarrufların, enflasyon
vergisine konu edilerek, eritilmesi kararıdır; kanuna
aykırı olduğu gibi, çalışanların
çıkarlarına da aykırıdır.
3417 sayılı Kanunun çıkmasını
izleyen dönemdeki Yüksek Planlama Kurulu kararları, tek tek
incelendiğinde, çalışanların tasarruf hesabından,
düşük faizli kaynakların, Toplu Konut /Kamu Ortaklığı
Fonuna bolca aktarıldığı ve anılan fondan da,
düşük faizli kredi olarak, birçok kamu ve özel kuruluşa
kullandırıldığını saptamak mümkün olacaktır.
1989-1993 döneminde, çalışanların
tasarruflarından, Türkiye Elektrik Kurumu tahvillerine yatırılan
tutarlara, başlangıçta yüzde 35 faiz yürütülmüşken, daha sonraki
yıllarda, bu faiz yüzde 30'a indirilmiştir. Özelleştirme
kapsamına alınarak, iki şirkete bölünen Türkiye Elektrik
Kurumuna aktarılmış bulunan çalışanların
tasarrufları da, özelleştirmeyle bu şirketleri alacak
kişilere açılmış, birer ucuz kredi haline
döndürülmüştür. Gelir ortaklığı senetlerine
yatırılan tutarlara uygulanan faiz ise, Türkiye Cumhuriyet Merkez
Bankası reeskont faiz haddidir ki, bu, genelde, yüzde 50'ler düzeyindedir.
Bu faiz haddinin de enflasyon oranlarının çok altında
olduğu, hepimizin malumudur. Gelir ortaklığının,
kaynaklarının kullanıldığı alanlar
hatırlanırsa, birçok kuruluşa, enflasyonun altında kaynak
aktarılması, yine çalışanların sırtından
yapılagelmiştir.
1995 yılında Türkiye Şeker
Fabrikaları Anonim Şirketinin tahvillerine yatırılan
kaynaklar için de reeskont faiz haddi uygulanmıştır. Yani, 1995
yılına gelmişiz, ısrarla enflasyonun altında bir
değerlendirmeyle, çalışandan kesilen fonları
değerlendirmeye devam ediyor hükümetler.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
merak ediyorum, acaba, Yüksek Planlama Kurulunun gelmiş geçmiş
üyelerinden hiçbirisi, kendi gönüllü tasarruflarının bir tek
lirasını, benzeri faiz oranlarıyla, bir gün için dahi olsun
değerlendirmişler midir; hiç sanmıyorum.
Sayın Başkan, değerli üyeler; sizlerle,
2 Mayıs 1994 tarihinde Milliyet Gazetesinde yayımlanan ve bugüne
kadar -benim bildiğim kadarıyla- yalanlanmayan bir haberi
paylaşmak isterim. "1993 yılı sonunda 66,8 trilyon Türk
Lirasına ulaşan zorunlu tasarruf hesabında biriken fonlardan
38,1 trilyonluk kısmı dövize endeksli gelir ortaklığı
senedine yatırılmıştır. 1994 yılının
ilk dört ayında döviz fiyatlarının süratle artması sonucu,
dövize endeksli bu tasarrufların değeri 88 trilyon lirayı
aştı. Yüksek Planlama Kurulu, nisan sonunda aldığı bir
kararla, dövize endeksli gelir ortaklığına
yatırılmış bu paraları, 31 Aralık 1993 tarihli
kurdan Türk Lirasına çevirdi ve bu kararın altına da 11
Şubat tarihi atıldı." Bu, gazetenin haberi; sizlerle paylaştım.
Bu gazete haberi, benim izleyebildiğim kadarıyla bugüne değin
yalanlanmadı. Bu operasyon sonucunda, zorunlu tasarruf hesabının
nema gelirlerine 50 trilyon liralık bir darbe vurulmuş oldu. Böyle
bir uygulama gerçekten yer aldıysa -tekrar altını çiziyorum,
gerçekten yer aldıysa- bu gazete haberi doğruysa, hukukun ayaklar
altına alınmasıdır. Zira, doğmuş bir hak,
sahiplerinin elinden, hukuka aykırı bir biçimde, geçmişe yönelik
olarak geri alınmıştır.
Sizlerle paylaşmış olduğum bu
birkaç örneğin de açıkça sergilediği üzere, 3417
sayılı Kanunun, gerek lafzına gerek ruhuna aykırı uygulamalar
yapıla gelmiştir. Bu nedenle, 1988 yılından bu yana, 3417
sayılı Kanunun kapsamına giren Yüksek Planlama Kurulu
kararlarının incelenmesi uygun olacaktır. Bu kararlar
incelendiğinde, akıl almaz birçok kullanım biçimleriyle
karşılaşacağımızı tahmin ediyorum.
İşin ilginç diğer bir yanı da,
halkın zorunlu tasarruflarını değerlendirme konusunda,
Yüksek Planlama Kurulunun aldığı kararlardan hiçbirinin
yayımlanmamış olmasıdır. Kamu yönetiminde
şeffaflığı savunanlar ve bu görüşle iktidara gelenler,
bırakınız diğer alanlarda şeffaflık sözünü
tutmak, bizzat halkın cebinden zorla aldıkları tasarrufları
bile, nasıl değerlendirdiklerini halktan gizleme yoluna
gitmişlerdir. Bu bilgilerin kamuoyuna mal oluşları, ancak,
basının, el altından elde ettiği bilgiler sayesinde
gerçekleşmiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
hepinizin bildiği üzere, bu zorunlu tasarrufların görüşülmesi,
birkaç aydır, devamlı ertelenegelmektedir. Bu erteleme
çalışmalarında, değerli meslektaşım Sayın
Aykon Doğan'ın da önemli bir katkısı olmuştur.
Kendisi, bu önergenin görüşülmesinin ertelenmesini
sağladığından maada, aynı zamanda, bu
araştırmanın açılmaması için de gayret
göstermiştir; kendi boyutundan haklı olabilir; ancak, kendisinin,
bana, bu araştırmanın açılmaması konusunda telkin
ettiği bir fikri sizlerle paylaşmak isterim. Grubum adına bu
konuşmayı benim yapacağımı öğrendiği vakit,
bana "eski bir hazineci olarak, sen, nasıl bir araştırma
açıp, Hazinenin kayıtlarının Refah Partisi tarafından
incelenmesini düşünebilirsin" dedi. Ben de dedim ki: " Refah
Partisi veya bir başkasının, Hazinenin kayıtlarına
girmesine gerek yok. Sadece ve sadece Yüksek Planlama Kurulunun
kararlarına bakılmış olması, burada yapılan
hataların tespit edilmesine yeterlidir.
Şimdi, tabiatıyla, dün, Doğru Yol
Partisiyle Refah Partisinin kurduğu Hükümet güvenoyu
almıştır. Dolayısıyla, Hazinenin kayıtları
da, diğer kayıtlar da Refah Partisinin elindedir; sakınılan
göze çöp batmıştır. Şimdi, ben, şu noktada, şunu
merak ediyorum: Refah Partisi bu önergenin sahibidir; şimdi
iktidardadırlar; Meclis denetimine, araştırma ve soruşturma
önergelerini samimî olarak verip vermediklerinin ilk imtihanını
yaşıyorlar; İktidarlarının birinci günü. Eğer bu
önergeyi, samimi olarak, araştırılması için verdilerse,
bugün, bu önergeye sahip çıkmalarının zamanıdır; yok,
bir siyasî strateji olarak verdilerse, onu da, bugün, burada teşhir
edecekler. (DSP,CHP ve ANAP sıralarından alkışlar) Onun
için, gerek ben gerekse Türk Milleti Refah Partisinin bu ve bunu izleyen
önergeler konusunda alacağı tavrı merak ve ibretle seyrediyor
olacağız.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin, bu haksız
uygulamalara son vermek için, Çalışanların Tasarrufa Teşvik
Edilmesi ve Bu Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair Kanunu
yürürlükten kaldıracak ve tasarruf hesaplarında toplanmış
bulunan 440 trilyon lirayı, hak sahiplerine, enflasyonla
aşındırılmayacak bir yöntemle, en kısa sürede
ödenmesini sağlayacak bir yasal düzenleme yapması zorunluluğu
artık kaçınılmaz hale gelmiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Demokratik Sol Parti Grubu, bu yönde yapılacak düzenlemelere
ışık tutması ve ayrıca, 3417 sayılı Kanunun
uygulanmasındaki aksaklıkların belirlenmesi için önergeyle talep
edilen Meclis araştırmasının açılmasını
uygun bulmaktadır.
Şahsım ve grubum adına hepinize
saygılar sunarım. (DYP, CHP ve ANAP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın
Uluğbay.
Gruplar adına dördüncü konuşma, Refah Partisi
Grubu adına, Sayın Ertan Yülek. (RP sıralarından
alkışlar)
Buyurun efendim.
Sayın Yülek, süreniz 20 dakikadır.
RP GRUBU ADINA İ. ERTAN YÜLEK (Adana) – Sayın
Başkan, değerli arkadaşlarım; kamuoyunda zorunlu tasarruf
olarak bilinen, Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve
Bu Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair Kanunun uygulamasıyla
ilgili olarak, daha evvel, Refah Partili arkadaşlarımızın
vermiş olduğu bir araştırma önergesiyle alakalı olarak
söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, hepinizi saygıyla
selamlıyorum ve yeni kurulan Hükümete de saygılar sunuyorum.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım, benden evvel, grupları adına konuşan
arkadaşlarımın hemen hemen tamamı, bu meselenin teknik
yönlerini oldukça detaylı olarak bildirdiler. Kanunun
çıkışı, çıkışından bugüne kadar uygulamaları,
bunlarla ilgili paraların nasıl toplandığı, gecikme
zamlarının nasıl ödeneceği hakkında çok çeşitli
ve detaylı bilgiler verdiler. Müsaade ederseniz, ben, aynı meseleye,
aynı konulara, aynı detayda girmeyeceğim.
Arkadaşlarımın söylemiş olduklarını toplayarak,
neticeye gitmek istiyorum; buna rağmen, çok kısa bir hatırlatma
yapmakta da fayda görüyorum.
Bilindiği gibi, bu Kanun, 1988
yılının başında, ilk defa gündeme gelmiş ve 1
Nisan 1988 tarifinden itibaren de yürürlüğe konulmuştur. Kanunun
amacı, kısaca, çalışanların aylık ve ücretlerinden
tasarruf kesintisi yapılmasını, tasarruflara devlet veya ilgili
işverenlerin katkıda bulunmasını, bağımsız
çalışanların gelirlerinin bir kısmının tasarrufa
ayrılmasını temin etmek ve bu tasarrufların en iyi
şekilde nemalandırılmasını sağlamak suretiyle,
çalışanları, tasarruf yapmaya teşvik etmek şeklinde
bağlanmıştır.
Niye bu kanun çıkarıldı ve niye, bugünkü
çok söylenen hale geldi: Muhterem arkadaşlar, bildiğiniz gibi,
zorunlu tasarruf olmaz; zorla, bir kimseye tasarruf yaptırmanız
mümkün değildir. O günün şartlarında, şimdi rahmetlik olan
bir arkadaşımız Sayın Adnan Kahveci'den çıktı bu
fikir ve bu fikir neticesinde, böyle bir uygulama yapılırsa ve bu
paralar toplanarak iyi nemalandırılırsa, emekli olanlara -veya
daha evvel arkadaşlarımızın belirttiği gibi, altı
yıl çalışanların nemalarını ve onbeş
yıl çalışanların da, nemalarını ve
anaparalarını almaları suretiyle- zorunlu tasarruf yoluyla bir
gelir sağlanacağı ifade
edilmişti. Hakikaten, ilk bakıldığında, ilk
düşünüldüğünde, bu, fevkalade iyi, cazip gibi görünmektedir; ama,
biraz daha teferruatlı olarak işin içine girdiğimizde, hele
-biraz sonra söyleceğim- uygulamadaki bazı sıkıntılar
da gündeme geldiğinde, bu meselenin, çalışanların lehine
olmadığını göreceğiz.
Devlete bunun faydası olmuştur; bunu, hemen
söyleyeyim; çünkü, bu, devlete, bir nevi kaynak olarak ortaya
çıkmış ve devlet, bu kaynaktan istifade etmiştir. Ancak,
çalışanlar bundan ne kadar faydalanmıştır
dediğimiz zaman, bu mesenin üzerinde durmak lazım.
Yine, özet olarak, satırbaşlarıyla
geçeceğim. Bugün, 9 milyon kişi, zorunlu tasarruf kapsamında
bulunuyor. 350 bin özel kuruluş ve kamu kuruluşu kanun
kapsamındadır. Halen, ücretlilerden yüzde 2, işverenlerden yüzde
3 kesinti yapılmaktadır ve bu kesinti, 9'dan fazla elemanın
çalıştığı işyerlerinden ve bu yerlerde
çalışan işçilerden yapılmaktadır. 1 Nisan 1988'den bu
yana, anapara ve nema olarak toplanan paraları size arz ediyorum -bütün
özet, arkadaşlar verdiler, ben tekrar vermek istemiyorum- 150 trilyon
lira, 1988 Nisan ayından bugüne kadar anapara ve 180 trilyon lira da -ben
son olarak bu rakamları veriyorum- bunların nemaları.
Dolayısıyla, bugün, takriben 340 trilyon lira, bu fonda para
toplanmıştır ve bu parayı da, hemen, kanunun, yine, amaç
kısmına baktığımızda "tasarrufların en
iyi şekilde nemalandırılması" tabiri var. Peki, bu, en
iyi şekilde nemalandırılmıştır diye
baktığımızda, çıkardığımız
rakamlara göre, 1988'den bu zamana kadar bir endeks
yaptığımızda -1988'de 100 dersek bu nemalara- bugüne kadar,
kümülatif toplam, 1 133 gibi görünüyor; yani, 10 misli artmış gibi
görünüyor. Buna karşılık, enflasyonu benzer şekilde
endekslediğimizde, yani, aynı tarihte, 1988'de 100
aldığımızda, bugüne kadar 9 067 olmuş enflasyon;
kümülatiften bahsediyorum; neticeyi veriyorum, ara yılları
vermiyorum.
Görülüyor ki, toplanan bu paralar, işçilerden ve
işverenlerden alınan bu paralar, gerçekten, enflasyon oranında
dahi nemalandırılmamıştır. Demek ki, bu kanunun
amacında belirtilen "en iyi şekilde nemalandırma"
meselesi... Maalesef, nemalandırılmadığını burada
görüyoruz; rakamlar bunu ifade ediyor. Demek ki, kanunun amacından
sapmalar var veyahut da, amaçtan sapma demiyorum da, kanunun öngördüğü
şekilde geliştirilememiş ve değerlendirilememiş.
Yine, ikinci bir amaç da, gelirlerinin bir
kısmını tasarrufa ayırmak suretiyle, onlara iyi bir gelir
temin etmek. Ben, pratiğin içinden geliyorum muhterem arkadaşlar,
bunu biliyorum. Şu gibi hadiseler oldu işin içinde,
bakınız: Her işveren, maalesef, bu paraların,
anaparasını yatırmadı ve yatıramadı.
İşçi, şu veya bu şekilde çalışan, şu veya bu
şekilde işinden ya ayrılmış ya
ayırılmış veya başka bir şekilde işiyle
irtibatı kesildiğinde normal olarak beklediğimiz hadise nedir;
gidip anaparasını ve nemasını alması lazımdı;
belli süreler geçmiş olmasına rağmen. Bir bakıldı ki
-biz, pratikte bunu yaşadık- işveren anaparayı
yatırmamış; anaparayı yatırmadığı için,
işçinin veya çalışanın istediği parayı oradan
almak mümkün değildir. Dolayısıyla, çalışanlar
yönünden de bu kanun gayesine ulaşmamıştır. Demek ki, iki
taraflı; bir tarafta işverenlerin veyahut da
çalıştıranların menfaatına olması icap eden
husus, tabiî oradan olmamış, öbür taraftan da, işçi için de bu
iş olmamış; ama, kime gitmiş bu; devlet, bunu bir kaynak
olarak kullanmıştır; ama, devlet kaynak olarak kullanırken
-bir de ona bakalım- adil davranmış mıdır?
Şimdi, bakınız, devlet, tahvil
çıkarıyor; yüzde 140 faizle, yüzde 130 faizle; vergisiz yüzde 260
yapar; vergili olursa, bu iş. Peki, yüzde 130 gibi -bugünkü rakamları
söylüyorum; bu yüksek olmuştur, alçak olmuştur, hiçbir zaman herhalde
yüzde 100'ün altında olmamıştır... Öyle zannediyorum; ama
öbür taraftan bakıyorsunuz, burada muhtelif arkadaşlar rakamlar
verdi; ben tekrar ona girmek istemiyorum- yüzde 63 gibi, yüzde 70 gibi bir
nemalandırmada, görülüyor ki, devletin rantiye sınıfına
vermiş olduğu, yani faiz alarak vermiş olduğu,
başkasının anaparalarına, kendi
çalışanlarından topladıkları parayı
esirgemiştir; nemayı esirgemiştir. Dolayısıyla,
devletin de burada adil hareket etmediği ortadadır; yani,
gideceksiniz, dışarıdan parası olan birisi devlet tahvili
aldığı zaman ona yüzde 100'ün üzerinde bir getiri vereceksiniz;
ama, devlet, zorunlu olarak topladığı, insanların
paralarını alacak ve bunu, onun altında değerlendirecek...
Bu da adil bir hadise değildir; öyle zannediyorum. Dolayısıyla,
bizim arkadaşlarımız, Refah Partisinden 38
arkadaşımız, bütün bu meselelerin incelenmesi ve hakikaten bu
kanunun öngördüğü, amacında belirtildiği gayelere
ulaşılmış mı, ulaşılmamış mı;
devlet tarafından neler kazanılmış, çalışanlar
tarafından ne kazanılmış veya ne kaybedilmiş ve bunun
yanında, bunu kulananlar, hakikaten bir sorumluluk içerisinde hareket
etmişler mi, etmemişler midir; bütün bu hususların
incelenmesinde fayda gördüğü için, böyle bir önergeyi vermişlerdir.
Tabiî, Refah Partisi olarak, şimdi, bizim bir
durumumuz var. Arkadaşlarımız, Refah Partisi muhalefette iken
bunu vermiştir; çünkü, devletin içine nüfuz edip, bu bilgileri alması
mümkün değildi, muhalefetteydi; ama, şimdi, Refah Partisi olarak
iktidarda olduğumuz için, bu meseleleri inceleme, tetkik etme, ettirme
imkânımız vardır; Meclise de bu bilgiyi verme
imkânımız vardır. Ama, buna rağmen, Refah Partisi
ilkelerinden taviz veren parti değildir; dün ne söylediyse, bu
şeyleri aynı şekilde söylemektedir ve dolayısıyla, bu
meselenin de, tekrar Meclis araştırması yapılmasında
fayda mülahaza edilmektedir. DSP'li arkadaşımızın
söylediği gibi, biz, birçok imtihandan geçeceğiz; ama, hiçbir zaman
da haktan, hukuktan ve adaletten ayrılmayacağız. (RP sıralarından
alkışlar) Bunu bilesiniz. Bunu kati olarak bilesiniz.
REFİK ARAS (İstanbul) – Göreceğiz...
İ. ERTAN YÜLEK (Devamla) – Evet, işte, ilk
örneği de budur. Biz, istiyoruz ve kendi kararımızdan
dönmüyoruz; ama, bakınız, bizim şu anda bir
avantajımız var; o nedir; bu bilgileri bizzat tetkik etme, tahkik
ettirme, inceleme imkânımız vardı; ama, ben, şimdi,
ANAP'ın bu konudaki durumunu merak ediyorum. 15 gün evvel bunu niye tahkik
ettirmediler -iktidardayken- ve yine bir tetkik için soruyorum tabiî -polemik
de yapmak istemiyorum- üç aylık iktidarları döneminde bu mesele inceletilebilirdi;
ama, inceletilmemiştir. Bakınız, biz diyoruz ki,
incelettireceğiz bunu. Ben, şimdi, CHP'li arkadaşlara soruyorum:
CHP, bu fonun yönetiminde bulunmuştur ve dört yıl yönetiminde
bulunmuştur; dört yıl, yönetiminde bunu yapacaklar ve o zamanlar
gereğine tevessül etmeyecekler; şimdi, aynı şekilde, gelip,
burada başka türlü konuşacaklar. Gönül isterdi ki, icradaki insanlar,
muhalefetteki gibi hareket etmesinler.
MUSTAFA YILDIZ (Erzincan) – Onu patronlara sor!..
İ. ERTAN YÜLEK (Devamla) – Biraz evvel
söylemiş olduğum, iktidarda olan bir kimsenin, muhalefette gibi
hareket etmemesi lazımdır. İktidarda, şunu
yapacağız, bunu yapacağız demesi, acziyetin ifadesidir;
ama, biz, diyoruz ki, şu anda imkânlar elimizdedir, bunları bütün
teferruatıyla inceleyebiliriz, incelettirebiliriz ve bu konuda da muhterem
Meclise bilgi verebiliriz. Onun için, hani, muhalefet gibi hareket etmememiz
lazım; o sebeple bunu söylüyorum; ama, buna rağmen, tabiî, gündeme
daha önce alındığı için ve Hükümet de yeni olduğu
için, bu konuda, biz, Meclis araştırması
yapılmasını istiyoruz.
Ancak, bir konuyu daha ifade etmek istiyorum: Hepimiz
biliyoruz ki, şu anda, Meclisin gündeminde bu konuyla ilgili bir kanun
teklifi bir de kanun tasarısı vardır. Bunlardan, Sayın
Necati Çelik'in vermiş olduğu, bu 3417 sayılı Kanunun
kaldırılması hakkında kanun teklifi, Plan ve Bütçe
Komisyonunda beklemektedir. İkincisi de, geçmiş Hükümet
tarafından verilen ve şu anda Sağlık ve Sosyal
İşler Komisyonunda bekleyen bir kanun tasarısıdır.
Bunda, şunu söylemek istiyorum:
İnşallah, bu iktidar, bizim iktidarımız, en kısa
zamanda, bu kanunu yürürlükten kaldıracak ve şu ana kadar olan
zorunlu, yani, mecburî bir tasarrufun da daha fazla üzerinde durmayacaktır
-tekrar teferruatına girmek istemiyorum- çünkü:
1- 8 milyon 460 bin liralık bir asgarî ücretliden,
169 bin lira gibi çok küçük bir paranın alınmasının,
aslında bir şey ifade etmeyeceği ortadadır.
2- Zaten, asgarî ücret alan insanların tasarruf
edecek halinin olmadığını hepimiz de bilmekteyiz.
3- İşverenin yüzde 3 gibi bir para
yatırmasında da -işgücü maliyetini
artırdığından- bir fayda görmüyoruz.
4- CHP Grubu Sözcüsü arkadaşımızın
belirttiği gibi, siz, 9 kişi çalıştırın; ama, 10
kişinin üzerinde, 11 kişi, 12 kişi
çalıştırmayın diyen bir kanundur bu.
Dolayısıyla, Türkiye'de işsizliğin
hüküm sürdüğü, 11 milyon insanın işsiz bulunduğu bir
dönemde istihdamın daha önemli olduğunu kabul ediyoruz ve bu sebeple
de böyle bir kanunun -istihdamın önünde engelleyici bir husus olarak
gördüğümüzden- kaldırılmasını talep ediyoruz. Bu
konuda çalışmalarımız da devam etmektedir.
Muhterem Başkan, değerli
arkadaşlarım; bütün bunların sonucunda, özet olarak şunu
söylemek istiyorum: Vatandaşlarımızın bu konuda
tereddütleri vardır; çalışanların tereddütleri vardır,
işverenlerin tereddütleri vardır; bu paraların
hesabını öğrenmek istemektedirler.
Dolayısıyla, fondaki paraların bugün
ulaştığı toplu miktarın gerçek olarak bilinebilmesi;
halen, fon hesabındaki mevcut hak sahiplerine ödenebilir para
miktarının ne kadar olabildiği; 1988 yılından bugüne
kadar fonda biriken paraların nasıl kullanıldığı;
nemalandırmada hangi kriterlerin esas alındığı, bu
kriterlerin yasadaki amaçlarla ne ölçüde bağdaştığı;
fon hesaplarındaki paraların diğer yatırım
araçlarına göre değerlendirilseydi, bugün ne kadar bir değere
ulaşacağı, buna göre, çalışanların ne kadar
kayıpları olduğu gibi hususların kamu vicdanında
meydana getirmiş olduğu rahatsızlığın giderilmesi
bakımından Meclis araştırmasında fayda mülahaza
ediyoruz. Bu sebeplerle, arkadaşlarımız da bu konuda müspet oy
kullanacaklardır ve Meclis araştırması
yapıldığı takdirde, kamu vicdanı da
rahatlayacaktır.
Meclis araştırmasının, eğer
kabul edilirse, birçok tereddütleri gidereceğini ümit ediyorum.
Hepinize saygılar, sevgiler sunuyorum. (RP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yülek.
Gruplar adına son olarak, Doğru Yol Partisi
Grubu adına Sayın Aykon Doğan; buyurun efendim. (DYP
sıralarından alkışlar)
Sayın Doğan, süreniz 20 dakikadır.
DYP GRUBU ADINA ABDULLAH AYKON DOĞAN (Isparta) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önce, konuya esastan
girmek istiyorum.
Bugün, bütün dünya ülkelerinde işçi vardır,
Türkiye'de işçi vardır; bütün dünya ülkelerinde çalışanlar
vardır, Türkiye'de çalışanlar vardır.
Çalışanların üzerindeki fonlar, bütün vergi yükleri, OECD
ülkelerinde, gelişmiş ülkelerde yüzde 16-17 civarındadır,
Türkiye'de ise yüzde 32'ye ulaşmıştır. Şimdi, meseleye
bu şekilde baktığınız zaman olay değişir. O
halde bugün, işçilerin, memurların, bütün
çalışanların, fonlar olarak üzerindeki vergi yükü, dünyanın
hiçbir ülkesinde olmayan bir noktaya varmıştır.
Şimdi, birtakım sosyal demokrat, işçi
yanlısı geçinen arkadaşlarımız, ne var ki bu
gerçeği, işçi kesiminin, memur kesiminin ve 60 milyon Türk Milletinin
gözünden saklamışlardır demeyeceğim; ama, bu meseleyi de
açıkça ortaya koymamışlardır.
Değerli arkadaşlarım,
çalışanların tasarruf olayı şöyle: Kanunla tasarruf
oluyorsa bunun adı vergidir; bunun adını doğru koymak
lazımdır; bu, ya vergidir veya değildir, vergi değilse bunu
kaldırmak lazımdır. Bugün, bu yükü taşıyan da 5,5
milyon insandır. Peki, Türkiye'de çalışan insan sayısı
5,5 milyon mudur?!. 12 milyon çalışan insan var; bu
çalışanların yarısını tutuyorsun,
yarısını tutmuyorsun. Nerede sizin sosyal
demokratlığınız, halkçılığınız,
eşitliğiniz, işçiden yanalığınız?!. (DYP
sıralarından alkışlar)
HİKMET ULUĞBAY (Ankara) – Dört senedir
neredeydiniz?..
ABDULLAH AYKON DOĞAN (Devamla) – Bir dakika... Bir
dakika.. Bir dakika, bunu koyacağız.
METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Beş senedir
iktidarsınız.
ABDULLAH AYKON DOĞAN (Devamla) – Bir dakika...
Beş senelik iktidarı da gündeme getireceğim.
Şimdi bu kanun çıkmış, bu kanun
çıktığı zaman ben muhalefet milletvekiliydim, sonuna kadar
karşısında olduk Doğru Yol Partisi olarak. 94
yılında bakan olduğum zaman
bunu önüme aldım: Getirin bakalım bu tasarruf onu nereye
gidiyor?..
Değerli arkadaşlarım, devleti, devlet
adamı gibi yönetmek sadece benim mükellefiyetim değildir; ister
muhafazakâr, ister liberal, ister sosyal demokrat olun, devletin dümenine
geçtiğiniz zaman, devleti dürüstçe ve devlet adamı gibi yönetme
mükellefiyeti hepinizin omuzundadır; bunu, bu duyguyu bürokrat olarak
taşıdım, bakan olarak da taşıdım bu duyguyu ve
burada açıkladığım düşünceler doğrultusunda, ilk
tasarıyı, yani bu yasanın kaldırılmasını ve
bu fonun tasfiye edilmesini öngören tasarıyı hazırlatan bakan buradadır;
bu bir. (DSP sıralarından "neredeydiniz" sesleri) Bir
dakika.
Neden bu zorunluğa vardım; buna hiç kimse
değinmedi. Değerli arkadaşlarım, burada zorunlu bir kanun
koymuşsunuz; 5,5 milyon insanın yarısı memur,
yarısı da -büyük bir kısmı- kamu işçisi; neticeye
baktığınız zaman, bu fonun yüzde 80'ini devlet, kesesinden
ödüyor. Sonra dönüp diyorsunuz ki, buna faizi neden az verdin...Yani, hiç böyle
bir mantık, maliyenin ilminde, hele hazinenin ilminde böyle bir
mantık söz konusu mudur?.. Devlet tutacak, kendi cebinden parayı
koyacak, arkasından "Bir de buna ben faiz vereceğim"
diyecek, sen de buraya geleceksin "Niye faiz vermiyor" diye kimi
yargılayacaksın...
M. CEVDET SELVİ (İstanbul) – Yasada öyle
yazmıyor ama, yasaya aç bak.
ABDULLAH AYKON DOĞAN (Devamla) – Bir dakika, bir
dakika...
Bakın, şurada, 1988'den...
M. CEVDET SELVİ (İstanbul) – Yasada öyle
yazmıyor.
ABDULLAH AYKON DOĞAN (Devamla) – Bir dakika
efendim, yasayı da anlatacağım size...
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen sessiz
dinleyelim.
ABDULLAH AYKON DOĞAN (Devamla) – Yasayı
uygulayan bir bakan var burada.
Şimdi, arkadaşlarım bakın, bu
kanunun uygulanmasında kimler mesul: Bu kanunu bir bakan uygulamıyor,
bu Kanunu Yüksek Planlama Kurulu uyguluyor. Yüksek Planlama Kurulunun
Başkanı, Başbakan ve onun da pekçok üyesi var. Şu
Parlamentoya baktığım zaman, bu Yasanın uygulanmasında
tek imzası olmayan parti Refah Partisidir.
AHMET PİRİŞTİNA (İzmir) –
Bravo[!]
ABDULLAH AYKON DOĞAN (Devamla) – Evet...
DSP olarak, bugün, pekçok arkadaşımın,
eski bakan olarak Yüksek Planlama Kurulunun üyesi olarak isterseniz ismini
sayayım: Tahir Köse sizin milletvekiliniz değil midir?..
NECDET TEKİN (Kırklareli) – Değil...
ABDULLAH AYKON DOĞAN (Devamla) – Fuat Çay, sizin
milletvekiliniz değil midir?
METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Değil...
ABDULLAH AYKON DOĞAN (Devamla) – Karayalçın,
değil midir?
M. CEVDET SELVİ (İstanbul) – Değil...
ABDULLAH AYKON DOĞAN (Devamla) – Bir dakika
efendim...
Deniz Baykal değil midir? Sayın Özal,
Sayın...
METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Deniz Baykal
bizim milletvekilimiz mi?!. Bırak...
ABDULLAH AYKON DOĞAN (Devamla) – Rahmetli Turgut
Özal ve daha iki gün önce Başbakan olan Mesut Yılmaz, burada,
Başbakan değil midir? Burada hepinizin imzası vardır.
TUNCAY KARAYTUĞ (Adana) – Demokratik Sol Parti iktidarda
olmadı!
ABDULLAH AYKON DOĞAN (Devamla) – Dün, hükümet
olarak çıkacaksınız, bunları yapacaksınız, bugün
geleceksiniz "efendim, biz araştıracağız..." Ee,
araştırın; bundan kaçan falan yok. İcraatı yapan
sizsiniz; burada kendi kendinizle gelin güvey olup, milletin huzurunda
kendinizi millete şikâyet eden yine sizsiniz. (DYP ve RP
sıralarından alkışlar) Siyasette...
TUNCAY KARAYTUĞ (Adana) – Demokratik Sol Parti
icraatta olmadı.
ABDULLAH AYKON DOĞAN (Devamla) – Bürokrasiye
geliyorum.
Değerli arkadaşlarım, bakın, ben
burada isim veriyorum isim... Ben, bu meseleyi telefonda Sayın Baykal'la
da telefonda görüştüm, Sayın Mümtaz Soysal'la da görüştüm,
Sayın Uluğbay'la da görüştüm, DSP'nin grup başkanvekili
arkadaşınızla da görüştüm, önergeyi veren Refah Partili
Sayın Çelik'le de görüştüm. Dedim ki "gelin, arkadaş, bu
10,5 milyon insana, çalışana hizmet edeceksek, sizin ve bütün
grupların uygun göreceği bir tasarıda birleşelim ve bunu
kaldıralım." Bunun gayreti içinde oldum. Hikmet Uluğbay'a
şunu dedim: "Yahu, sen araştırma önergesi verip, neyi
araştıracaksın?"
Bakın, burada ne yazıyor; okuyorum:
"Hazine Müsteşarlığının falan tarih ve falan
sayılı yazılarıyla, şu konuda, Yüksek Planlama Kurulu
şöyle bir kararının istihsalini arz ederim" diyor Hazine
müsteşarı. "Ee, Sayın Uluğbay, sen, bunları arz
eden adamsın; o zaman neyi araştıracaksın" dedim
kendisine. Burada araştıracak, bilgi sahibi olacak -bu önergede- bir
Refah Partisi Grubu vardır; onu da söyledim. Ama, Kurban Bayramında
"Sayın Çelik ve sen gelin, CHP'den de bir arkadaşı
alalım, ANAP'tan da alalım arkadaşı, burada, bunu, siyasî
polemik konusu yapmayalım, işçinin, memurun sırtındaki bu
yükü kaldıralım" dedim;
ama, siz, buna yanaşmadınız, işçiye bu yükü
taşıtmayı ve polemik konusu yapmayı ve burada da ...
HİKMET ULUĞBAY (Ankara) – Yalan
söylüyorsun!..
ABDULLAH AYKON DOĞAN (Devamla) – ...seninle ikili
bir konuşmayı Meclis kürsüsüne getirecek kadar ahlak zafiyetini de
burada ortaya koydunuz.
HİKMET ULUĞBAY (Ankara) – Ahlak zafiyeti sana
aittir; bana, Meclisin kürsüsünden söyleyemeyeceğin hiçbir şeyi,
hiçbir yerde söyleme.
BAŞKAN – Sayın Uluğbay, lütfen,
konuşma bitsin.
ABDULLAH AYKON DOĞAN (Devamla) – Ben, bunu
saklamıyorum ki, ben bunu konuştum. Efendim, Aykon Doğan bunu
engelliyor falan değil... Biz, Doğru Yol Partisi olarak söylüyoruz,
ben de burada söylüyorum, bu araştırılacak, burada bir şey
yok. Sadece, binlerce araştırma önergesi var; bu tasarının
çıkmasını geciktirir.
Gelin diyorum; gayretimiz, bu tasarıyı bir an
önce çıkaralım yönündedir. İşte, bütün arkadaşlarla
bunu konuştum, ANAP'la da konuştum; çünkü, ilk defa, böyle bir kanun
tasarısını hazırlama onurunu taşıyorum, bir an
önce çıkması onurunu da bütün gruplarla paylaşmak istedim, amacım
budur.
MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) –
Çalışanların hakkını gasp etmek istiyorsunuz.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen,
sessiz dinleyelim.
ABDULLAH AYKON DOĞAN (Devamla) – Değerli
arkadaşlarım, şimdi, bakın, bu şeyin tehlikesi nedir;
yıl sonunda, bu fonun tutarı 400 trilyon liraya ulaşıyor
değerli arkadaşlarım.
MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) – Fazla,
fazla...
ABDULLAH AYKON DOĞAN (Devamla) – Bir dakika...
Gelecek sene 800 trilyon; neredeyse, devletin
içborçlarına eşit, bu şekilde bu devam edemez. Şimdi,
devlet, nerede değerlendirmiş; 400 trilyon lirayı götürüp bir
bankaya yatıramazsınız, falan şekilde gidip, borsada bunu
kullanamazsınız, hiçbir yerde kullanamazsınız. Tek yolu
vardır; bunu, Hazine nerede kullanmıştır, söyleyeyim: Maaş
ödemelerinde kullanmıştır.
M. CEVDET SELVİ (İstanbul) – Amaç o değildi.
ABDULLAH AYKON DOĞAN (Devamla) – Efendim,
anlatıyorum; amacından sapmış kanun ve kanun, burada,
sadece, bunlara nema az verir demiyor. 9 uncu maddeyi okuyun, Yüksek Planlama
Kurulu diyor ki: "Uygulamayla ilgili diğer tedbirleri de
alır." Yani, bu paralar ya batsaydı ne olacaktı?
İHSAN ÇABUK (Ordu) – Batırmadınız
mı?
ABDULLAH AYKON DOĞAN (Devamla) – Hayır. 400
trilyon, 400 trilyon...
Değerli arkadaşlarım, bunu dolar olarak
değerlendirirseniz başka oluyor, Türk parası olarak
değerlendirirseniz başka oluyor. Bakın, dolar olarak
yatırırsanız nema ödemiyorsunuz. Yani, bugün bu parayı
dolara bağlayın, yıllık neması yüzde 5'tir, bunu Türk
parasına bağlayın yıllık neması yüzde 100'dür.
(DSP sıralarından "niye dolarla?" sesleri)
Bir dakika, anlatıyorum efendim.
Siz Türk parası olarak
bağladığınız zaman işçinin lehinedir; ama,
geliyorsunuz bu kürsüden diyorsunuz ki: "Neden dolardan Türk parasına
çevrildi?" Bakın, nemanın hesaplarını hepinize
veriyorum.
Sonra, şunu da ifade ediyorum: Bu Meclisin bilgi
edinme mekanizması sadece araştırma komisyonları
değildir. Hazinenin kayıtlarında Sayın Uluğbay'ın
yazılı soru önergeleri vardır, Hazine de bunları hep
cevaplandırmıştır değerli arkadaşlarım.
Bakın, nemalar nerede: 1990'da 133 milyar 204
milyon, 1991'de 1,9 trilyon, 1992'de 3,1 trilyon, 1993'te 8 trilyon, 1994'te
ise Türk parasına çevrildiği için, nemayı işçi lehine 5
misli artırmışız, 47 trilyon; sadece mekanizma
dolayısıyla.
AHMET PİRİŞTİNA (İzmir) –
İşçinin parasını kime verdiniz?
ABDULLAH AYKON DOĞAN (Devamla) – Değerli
arkadaşlarım, bakın, bir de şu var: Bu nema Türk
parasına çevrildiği için 1995'te ne oluyor; 103 trilyon. Kanun diyor
ki: Bunun üçte birini dağıtacaksın. Peki, 103 trilyonun üçte
biri 33 trilyon eder. Eğer bu dolarda kalsaydı 10 trilyon ederdi,
dağıtılacak para da 3 trilyon olurdu. Hangisi doğru?!
Hangisi işçinin lehine?!
Değerli arkadaşlarım, burada şunu
ifade ediyorum: Hiçbir partinin -soldan başlıyorum- bugün DSP'de olan
arkadaşlarım, bugün CHP'de olan arkadaşlarım, bugün
ANAP'ta, bugün Doğru Yolda, hatta bugün Parlamentoda olan ve Yüksek
Planlama Kurulu kararlarına başbakan ve bakan olarak imza atan
arkadaşlarımızın, ne devleti düşünme ne de
işçinin hakkını gasp etme gibi düşünceleri asla
olmamıştır. Neden; bürokrasiden bu böyle gelmiştir,
Planlamanın süzgecinden geçmiştir, ilk teklifleri Hazine
yapmıştır, Başbakan, Yüksek Planlama Kurulunu
toplamıştır, neredeyse küçük bir bakanlar kurulunda konu
tartışılmış "evet, devlet bu
fedakârlığı yapmıştır, bu kadar da faiz
fedekârlığını yapabiliyor" demiştir.
Şimdi, burada bir iddia var -üzülerek ifade edeyim
ki, Sayın Uluğbay yaptı- efendim, bu karar şöyle olmuş
da, böyle olmuş da... Elimde, en son çıkarılan bir karar var;
17.6.1996 tarihli ve 40 sayılı. Burada bakın ne diyor:
"Hazine Müsteşarlığının 27.3.1996 tarih ve 12302
sayılı yazısı dikkate alınarak..." Yani,
işlem mart ayında başlıyor; ama, haziranın 17'sinde
çıkıyor. Bunlar normal bürokratik işlemler. Yani, şimdi,
buradaki "bunu geç çıkardın, erken çıkardın"
iddiası söz konusu olamaz. Devletin Yüksek Planlama Kurulunun bir toplanma
takvimi var, Planlama Müsteşarlığının bir incelemesi
var. Sonra, bunu da gönderen Hazine. Ne yapmış en son kararda; bunlar
da reeskont faizi vermişler... Evet... Burada kimlerin imzası var;
okuyorum: Sayın Mesut Yılmaz, Sayın Saracoğlu, Sayın
Söylemez, Sayın Törüner, Sayın Kayalar, Sayın Keçeciler, Sayın
Erez, Sayın Doğan, Sayın Özfırat, Sayın Taşar,
Sayın Saygın. Burada... Benim de imzam var bu gibi şeylerde...
Herkes, işçiye, memura bir şey vermek ihtiyacını
duymuştur. Şunu soruyorum: Enflasyonun altında memura maaş
vermiyor musunuz; veriyorsunuz, işçiye vermiyor musunuz; veriyorsunuz.
Memura, çalışanlara en büyük kötülük emisyondur, para basarak
maaş ödemektir.
NAMİ ÇAĞAN (İstanbul) – Bunu
yapmadınız mı?!.
ABDULLAH AYKON DOĞAN (Devamla) – Efendim,
şunu söylüyorum; bir ülkede enflasyon varsa, bu var demektir; yani, gelin
isterseniz 1974'ten başlayalım; enflasyonun olmadığı
yıl oldu mu? Şu iktidar, şu Mecliste grubu olan
arkadaşlarımdan "bizim partimiz bunu yapmadı" diyen,
yani, "sağlıksız parayla memura para ödedik, bir elimizle
verdik; ama, iki elimizle geri aldık" demeyecek adam var
mıdır?!. Doğru konuşmak lazımdır burada,
doğruları korumak lazımdır.
A. TURAN BİLGE (Konya) – Yüzde130 olmadı
hiç!..
ABDULLAH AYKON DOĞAN (Devamla) – Efendim,
şimdi...
REFİK ARAS (İstanbul) – Senelere göre
değişti...
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Yönetime göre
değişti...
ABDULLAH AYKON DOĞAN (Devamla) – Efendim,
şimdi, bunlar, işin gelişi gereğidir.
Şuna inanıyorum: Hepiniz, bütün siyasî
partiler ve herkes, işçime, memuruma bir şey verelim diye
çırpınmıştır. Bunu ben söylüyorum. Gelin, burada
birleşelim değerli arkadaşlarım. Gelin, bırakalım
bu araştırma devam etsin; ama, yarından tezi yok -şu
Komisyonda alt komisyona havale edilen bu tasarıyı, Doğru Yol
Partisi-Anavatan Partisi Koalisyonu sevketmiştir- bu Hükümet bunu
kabullensin, geri çekmesin, alt komisyona indirsin, yeniden düzenlesin ve bir
an önce bunu çıkarsın; benim amacım budur. Tabiî, benim burada
pek çok arkadaşım var. Herkese bu konuda başvurdum. Sayın
Uluğbay'a da öyle başvurdum.
Eee, Refah Partisi; doğru, dedim; burada bilgi
sahibi olmayan bir Refah Partisi vardır. En çok gayret gösterecek, şu
Hazinedeki bilgileri alacak olan Refah Partisidir.
ŞÜKRÜ SİNA GÜREL (İzmir) –
"Öğrenmesinler" demediniz mi?
ABDULLAH AYKON DOĞAN (Devamla) – Efendim,
bakın şunu söylüyorum: Siz, İçtüzüğü okuyun. Bir
milletvekilinin yazılı soru önergeleriyle, sözlü soru önergeleriyle,
istediğini öğrenme hakkı yok mudur Anayasa gereği?!.
NAMİ ÇAĞAN (İstanbul) – O zaman,
araştırmaya hiç gerek yok.
ABDULLAH AYKON DOĞAN (Devamla) – Bir dakika... Bir
dakika...
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen,
karşılıklı konuşma haline getirmeyelim.
Sayın Doğan, siz de
konuşmanızı yapın lütfen.
ABDULLAH AYKON DOĞAN (Devamla) – Şimdi,
değerli arkadaşlarım, hiçbir şey gizli değildir bu
memlekette.
Sonra, burada yenilmiş içilmiş de yoktur...
MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) –
Refahlılar sizin gibi düşünmüyor.
ABDULLAH AYKON DOĞAN (Devamla) – Paralar
toplanmıştır, az faiz verilmişse, yarın gelirsiniz
hükümet olursunuz, siz çok verirsiniz.
Şimdi, top dönmüş dolaşmış,
hesap dönmüş, sap dönmüş...
AHMET UYANIK (Çankırı) – Keser, keser...
ABDULLAH AYKON DOĞAN (Devamla) – ...keser
dönmüş...
İRFAN KÖKSALAN (Ankara) – Dönmüş değil;
döner, döner...
ABDULLAH AYKON DOĞAN (Devamla) – Canım,
efendim, dönmüş... Değerli arkadaşım, dönmüş...
İRFAN KÖKSALAN (Ankara) – Sap döner, keser döner,
bu hesap döner.
ABDULLAH AYKON DOĞAN (Devamla) – ...önerge
sahibinin önüne gelmiş; yani, önergeyi verenlerin önüne gelmiş.
BAŞKAN – Sayın Doğan, lütfen,
karşılıklı konuşmadan sözünüzü tamamlarsanız...
Vaktimiz çok azalıyor.
ABDULLAH AYKON DOĞAN (Devamla) – Şimdi, ben
diyorum ki: Önerge sahibi değerli arkadaşlarım, işte, 1988
yılından beri, aşağı yukarı sizin
dışınızdaki bütün siyasî partilere mensup yöneticilerin
verebildikleri ortada. Eğer bu mümkünse, siz, eskiden verilenlerin üzerine
1 misli verin; biz de varız buna...
MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) – Hükümet
sizsiniz...
REFİK ARAS (İstanbul) – Hükümet sizsiniz,
vaktinde verseydiniz.
ABDULLAH AYKON DOĞAN (Devamla) – Biz de
varız; ama, gelin, bunu, polemik konusu yapmayalım.
REFİK ARAS (İstanbul) – Hükümet sizsiniz,
verin efendim.
ABDULLAH AYKON DOĞAN (Devamla) – Şimdi,
benim, buradaki en büyük gayretim, bu
görüşmenin açılmasıdır; bugüne kadar
tasarının olgunlaşmasında
fayda olmuştur...
BAŞKAN –Sayın Doğan, son 2
dakikanız...
ABDULLAH AYKON DOĞAN (Devamla) – Toparlıyorum
Sayın Başkan.
...ve gelinen nokta memnuniyet vericidir. Hazinenin
bütün bürokratları adına ben kefilim, evet, Maliyedeki
arkadaşlarımın adına ben kefilim. Burada
araştırılacak; şuraya yatırılmış buraya
yatırılmış... Hepsi de Sayıştay denetiminden
geçmiş; Fon ise, Başbakanlık Yüksek Murakabe Heyetinin
denetiminden geçmiş, KİT Komisyonundan geçmiş... Şöyle
değerlendirilmiş böyle değerlendirilmiş; bu, o günkü siyasî
iktidarların takdir hakkıdır; verilen bu kadar verilmiş...
Burada -sözlerimin başında söylediğim
gibi- hiç kimsenin kimseye bir şey deme hakkı yoktur, hiçbir
siyasinin... Şimdi de, Refah Partisi, Hükümetin ortağı olarak,
elini taşın altına sokmak durumundadır. Şimdi, o da
elini taşın altına sokmuştur.
İRFAN KÖKSALAN (Ankara) – Hayırlı olsun,
siz soktunuz.
ABDULLAH AYKON DOĞAN (Devamla) – Gelin, hep
beraber, şu işin üzerindeki şu yüzde 5 yükü
kaldıralım.
HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) – Taşı
kaldıralım.
ABDULLAH AYKON DOĞAN (Devamla) – Yüzde 5 yükü...
Yüzde 16 olsaydı üzerlerindeki bu yük; bizdeki 12 ...
REFİK ARAS (İstanbul) – Yüzde 32
diyecektiniz.
ABDULLAH AYKON DOĞAN (Devamla) – ...ve milletin,
bir defalık -hemen çıkaralım yarın- şu temmuz
maaşlarına bunu da ilave ederek ödeyelim; ama, bir şartla,
işçinin, memurun bütün müktesep haklarını koruyalım. Yani,
şu 400 trilyonluk -350 trilyonu aşan- bu paradaki hak sahiplerinin
hakkını koruyalım; bunda hep beraberiz.
MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) –
Göreceğiz, göreceğiz...
ABDULLAH AYKON DOĞAN (Devamla) – Efendim,
yalnız, burada, şu görevi yapmak istiyorum...(DSP
sıralarından "Gasp eden sizsiniz" sesleri)
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Doğan, sözünüzü
toparlamanız için size 1 dakika eksüre veriyorum; süreyi yeniden
uzatmayacağım.
ABDULLAH AYKON DOĞAN (Devamla) – Toparlıyorum
Sayın Başkan.
Hayır, burada, ne gasp vardır ne bir olay
vardır. Burada, 400 trilyona varan bir meblağın daha büyümesine
müsaade edilemez. Bunun büyümesine müsaade ederseniz, Türkiye'de, yarın,
yeni bir tasarruf bonosu olayı yaşarsınız, bunun sorumlusu
da, bugün Meclisin gündemine gelmiş olan tasarıyı, burada,
birtakım araştırma maraştırma polemikleriyle
geciktirenlerdir.
AHMET PİRİŞTİNA (İzmir) –
Sizden bekliyoruz...
ABDULLAH AYKON DOĞAN (Devamla) – Bunu böylece
ortaya koydum. Zannederim ki, iki yıl bu konuyu yakından izleyen bir
bakan olarak da, gayet açık ve tarafsız bir üslupla, bildiklerimi,
görevlerimi ve partimin üzerine düşeni, önce Yüce Meclise sonra da
kamuoyuna açıklamış ve doğru açıklamış
oldum.
Hepinize teşekkür ederim, saygılar
sunarım. (DYP sıralarından alkışlar)
REFİK ARAS (İstanbul) – Kararınız
ne?
ABDULLAH AYKON DOĞAN (Devamla) –
Kararımız, açılmasını destekliyoruz.
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın
Doğan.
VI. –
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.
– Ankara Milletvekili Hikmet Uluğbay’ın, Isparta Milletvekili
Abdullah Aykon Doğan’ın şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, şimdi,
önerge sahipleri adına, Sayın Çelik'in gösterdiği sayın
arkadaşıma söz vereceğim; ancak, daha önce, Sayın Hikmet
Uluğbay, şahsına sataşıldığı için söz
istiyor.
ABDULLAH AYKON DOĞAN (Isparta) – Ne
sataşma var?
BAŞKAN – Açıklayayım efendim
gerekçesini; ben de uygun bulduğumu ifade edeceğim: Bir Sayın
Bakanın, Bakanlığıyla ilgili bir konu üzerinde, Türkiye
Büyük Millet Meclisinde temsil edilen bir partinin sayın sözcüsüyle
yaptığı konuşmayı özel muhabbet gibi
algılayıp, açıklanmasını ahlakî faziletsizlik olarak
nitelemesi, herhalde, İçtüzüğümüzün 69 uncu maddesinde
yazılı hükümlere bütün unsurlarıyla uymaktadır.
Buyurun Sayın Uluğbay. (DSP
sıralarından alkışlar)
ABDULLAH AYKON DOĞAN (Isparta) – Sayın
Başkan...
BAŞKAN – Lütfen itiraz etmeyin.
ABDULLAH AYKON DOĞAN (Isparta) – Tamam Sayın
Başkan, dinleyelim bakalım.
Kuliste konuştuğumuzu da getirin buraya...
İRFETTİN AKAR (Muğla) – Şeffaf
Türkiye...
HİKMET ULUĞBAY (Ankara) – Teşekkürler
Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
tekrar huzurunuza gelmek mecburiyetinde kalışım nedeniyle
sizlerden özür diliyorum. Bu Yüce Mecliste, hepimizin, konuşurken
birbimizi eleştirmek, birbirimize ilişkin görüşleri
paylaşmadığımız takdirde onları lisanı
münasiple dile getirmek görevimizdir, vazifemizdir. Bundan, millete fayda ve
yararlar oluşur; ancak, o üslubu, kişilik haklarını zedeler
niteliğe getirdiğimiz vakit, maalesef, istemediğimiz halde
tekrar tekrar birbirimizin karşısına çıkarız.
Her şeyden evvel bir hususun altını
çizmek isterim. Sayın Aykon Doğan'ın "Demokratik Sol
Partinin, çalışanların zorunlu tasarruflarına ilişkin
uygulamalarda hiçbir siyasî ve uygulama rolü olmamıştır"
tarzında ifadeleri olmuştur. Bir defa, bu gerçeği,
zabıtlara geçirmekte ve kamuoyunun bilgisine sunmakta sayısız
faydalar var.
AHMET UYANIK (Çankırı) – Öyle bahsettiler;
şahıslar diye bahsettiler.
BAŞKAN – Lütfen, açıklamayı dinler miyiz
efendim.
HİKMET ULUĞBAY (Devamla) –
Şahıslar, kendi yaptıkları ve attıkları
imzanın sahipleridirler ve elbette ki, attıkları imzaların
da sorumluluğunun bilinci içendedirler.
Üzerinde durmak istediğim ikinci husus, benim,
Hazineden herhangi bir şekilde yazılı bilgi talebim
olmamıştır; olsa da, Hazine, zaten, bir milletvekili
sıfatıyla bana o bilgileri vermek zorunluluğunda.
Diğer taraftan, Sayın Aykon Doğan,
haklı olarak, geçmişte, bir bürokrat olmam nedeniyle bu uygulamalarda
görev almış olabileceğimi ima ettiler. Maalesef, bu kanunun
1988'de uygulamaya girdiği dönemde aktif bir bükrokrat değildim;
olsaydım, o toplantılara katılır açıkça fikrimi söyler
ve ondan doğan birtakım sorumluluklar varsa bugün
karşınıza gelir, onun hesabını verirdim. Bürokrasi, o
anlayışta yapılması gereken bir husus.
Esas üzerinde durmak istediğim diğer bir
konu; Sayın Aykon Doğan'la yaptığımız
görüşme, ki, biraz evvel kendisi de
çeşitli kişilerle de aynı
mealde görüşmeler yaptıklarını ifade ettiler ve ben, bu
görüşmeyi
yapışlarını, bir eleştiri olarak değil,
haklı olarak bir konudaki kulis faaliyeti anlamında ifade ettim. O
noktada altını çizdiğim husus şu idi: Hazinenin
kayıtlarını incelemesine zemin hazırlamakla biz bu
araştırmanın açılmasını ileri sürdüğümüzü de
ifade etmiştim.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Uluğbay, 1 dakika içerisinde lütfen toparlayın.
HİKMET ULUĞBAY (Devamla) – Şimdi, bana
göre ahlakî zafiyet; sizin bir konuda samimî fikriniz, bir siyasî ekolün belirli
yere girmesi inancına sahip değilseniz, o inancı sonuna kadar
savunmaktır; yoksa, karşı olduğunuz inanç için gelip burada
güvenoyu vermek değildir.
Saygılar sunuyorum.(DSP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın
Uluğbay.
V. – GENSORU,
GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE
MECLİS
ARAŞTIRMASI (Devam)
A)
ÖNGÖRÜŞMELER (Devam)
1.
– Kocaeli Milletvekili Necati Çelik ve 38 arkadaşının,
zorunlu tasarruf kesintilerinin değerlendirilmesi konusunda Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/17)
(Devam)
BAŞKAN – Şimdi, önerge sahipleri adına,
Sayın Cafer Güneş; buyurun.
Sayın Güneş, süreniz 10 dakikadır.
CAFER GÜNEŞ (Kırşehir) – Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi, önerge sahipleri ve
şahsım adına saygıyla selamlıyorum.
54 üncü Hükümetin, vatanımıza ve milletimize
hayırlı olmasını Yüce Allah'tan temenni ediyorum.
3417 sayılı Çalışanların
Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve Bu Tasarrufların
Değerlendirilmesine Dair Kanunun olumlu ve olumsuz yönlerinin Yüce
Meclisimizce araştırılarak, milyonlarca
insanımızın mağduriyetini gündeme getirmek istiyoruz. Bu
vesileyle, önerge sahipleri adına huzurlarınızda bulunuyorum.
Sayın milletvekilleri, bildiğiniz gibi, bu
yasa, 1988 tarihi itibariyle yürürlüğe girdi. Büyük umutlarla
çalışanlara takdim edilen bu yasayla, yeni yatırımlara
yönelinecek, çalışanların refah ve gelir düzeylerinin
artırılması sağlanacaktı. Her zamanki gibi, parlak ve
umut dolu sözler...
Uygulamanın başlangıcından bugüne
kadar 340 trilyon liranın üzerinde bir meblağın biriktiği,
yetkili mercilerce ifade edilmektedir. İlgili yasada, birikimlerin
açılan hesaplarda tutularak nemalandırılması gerektiği
belirtiliyor olmasına rağmen, idarece, ödeme zamanlarında para
olmadığı gibi yasal dayanaktan yoksun bir mazeret ileri
sürülerek ödemelerin yapılmaması, kamuoyunda, fon kaynakları
değişik amaçlarla kullanılıyor gibi birkısım
şüpheleri akla getirmektedir. Aynı zamanda, konuyla ilgili yasalardan
kaynaklanan eksiklerden dolayı, biriken bu paralar, çeşitli
demokratik denetim mekanizmalarının da dışında
tutulmuştur. Dolayısıyla, denetimden uzak olan bu miktarın
nerede, nasıl ve ne şekilde kullanıldığı tam
olarak bilinmemektedir. Çalışanlar "bizim
tasarruflarımız ne oldu acaba" diye, sesli ve sessiz
şekilde düşünmektedirler; fırsat buldukça da bizlere müracaat
etmektedirler.
Bununla birlikte, halk arasında "zorunlu
tasarruf" diye adlandırılan bu tasarrufun
nemalandırıldığı ve uygulamadan iki yıl sonra
ödenen nemaların hangi ölçülere göre nemalandırıldığı
araştırılmaya, incelenmeye ve kamuoyuna bilgi vermeye değer
bir konudur.
1994 yılındaki bir uygulamanın enteresan
oluşunu takdirlerinize arz etmek istiyorum: 1994 yılında, bu
fonun 38 trilyon liralık kısmıyla, yılbaşında,
dolara endeksli senet alınıyor; ancak, kur artışı çok
hızlı gidiyor ve para 88 trilyon liraya çıkıyor. Bakılıyor
ki, pabuç pahalı, dolara endeksli senetler, yılbaşı
kurundan Türk Lirasına çevriliyor; böylece, 50 trilyonluk bir kayıp,
çalışanların hanesine yazılıyor. O günleri
hatırlayın; bu ve benzeri sözler, çok yazıldı ve çok
konuşuldu.
Yine, basınımızın gündeme
getirdiği bir konu ise, bu fonda biriken paraların, yasa
gereğince, verimi yüksek yatırımlara yatırılması
gerekirken, tahvil ve bono nemalarının yüzde 100'den
aşağıya düşmediği dönemlerde bu tasarrufa yüzde 50'lik
nema uygulaması, çalışanların aleyhine olduğu gibi
izahı da oldukça güç görülmektedir.
Çalışanları tasarrufa teşvik etmek
için yürürlüğe konulan kanun hükümleri, uygulandığı dönem
içinde amacına ulaşmamıştır. Özellikle
birkısım yerel yönetimlerde ve ekonomik çıkmaz içindeki
KİT'lerde belirtilen kesintilerin yapılmamış olması
nedeniyle olay yargıya da intikal etmiş, mağduriyetler söz
konusu olmuştur. Zaman içinde, nispeten zorunlu bir uygulama olmaktan
çıkmasına yönelik hükümler, çalışanlar aleyhine sonuçlara
sebep olmuştur.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
konuyla ilgili, o günden bugüne basınımızda çok yazılar
yazılmış, insanımızın kafasında derin soru
işaretleri oluşturulmuştur. Bunların bir kısmını
takdirlerinize arz ediyorum: "Devlet zoruyla 340 trilyon birikti" ,
"zorunlu tasarrufta bir kurnazlık daha" , "zorunlu
tasarrufun yarısına el konulmak isteniyor", zamanın
bakanı Moğultay kastedilerek "zorunlu tasarruf yüzsüzleri
açıklanmıyor" , "zorunlu değil sorunlu tasarruf"
, "zorunlu tasarrufa karşı kampanya" , "zorunlu
tasarruf nemalarının akıbeti açıklansın" ,
"trilyonlarca gelir uçtu" , "36 trilyonu devlet iç ediyor"
, "zorunlu tasarruf soygunu bitmiyor" ,
"çalışanların zorunlu tasarrufu işadamlarına peşkeş
çekiliyor" , "bu sese kulak verin" , "devlet
ayıbı" gibi basınımıza yansıyan bu sözlerin
kupürleri gazetelerde mevcuttur, isteyen arkadaşlarımıza da
takdim edilebilir.
Hepinizin bildiği gibi, devletin vatandaşa
karşı görevleri içinde yer alan insan hak ve özgürlüklerinin
sağlanması yanında güven verici niteliğine de dikkat
edilmesi önemli bir husustur.
Sayın milletvekilleri, 340 trilyon gibi bir
meblağın, dargelirli, ücretli insanımızı ilgilendiren
ve 8 sene gibi uzun bir sürede denetimi ve kullanımı hususunda resmî
makam ve yetkililerce doyurucu bilgilerin verilmediğini düşünerek,
her şeyin şeffaf olmasını istediğimiz açık
yönetim anlayışına paralel olarak konuları
aydınlatmamız gerekmektedir. Bu konu, bir siyasî partinin konusu
değildir; tüm siyasî partilerimizi, tabanları ve temsilcileri
bakımından, ciddî şekilde ilgilendirmektedir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
yukarıda söylediğimiz hususları, muhalefetteyken bu şekilde
dile getirdik; ancak, şimdi iktidardayız, konuyla ilgili
Bakanlık nezdinde de takiplerimiz devam edecektir.
Bu ve benzeri sebeplerden dolayı, 3417
sayılı Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesine
Dair Kanun hükmüne göre, çalışanlar adına biriken para ve
nemaların hangi alanlarda değerlendirildiği ve bu
kaynakların piyasa şartlarında nemalandırılıp
nemalandırılmadığı ve şüpheleri gidermek
amacıyla, Anayasanın 98 ve İçtüzüğün 104 üncü maddesi
uyarınca, Meclis araştırması açılmasını Yüce
Meclisin takdirlerine sunuyoruz.
Daha çok imtihanlardan başarıyla
çıkacağımız inancımızı bir kez daha
yineliyor -Sayın Doğan'ın açıklamalarından da
anladığımıza göre- bizi imtihan edenlerin, kendilerinin,
imtihanlarını yüzakıyla vermelerini temenni ediyor, hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (RP ve DYP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın
Güneş.
Sayın milletvekilleri, Meclis
araştırması önergesinin öngörüşmeleri tamamlanmıştır.
Şimdi, Meclis araştırması
açılıp açılmaması hususunu oylarınıza
sunacağım: Meclis araştırması
açılmasını kabul edenler... Kabul etmeyenler... Meclis
araştırması açılması kabul edilmiştir.
Meclis araştırmasını yapacak
komisyonun 9 üyeden kurulmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Komisyonun çalışma süresinin, başkan,
başkanvekili, sözcü ve kâtip üyenin seçimi tarihinden başlamak üzere,
3 ay olmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Komisyonun, gerektiğinde Ankara
dışında da çalışabilmesi hususunu oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
2. – Konya
Milletvekili Mustafa Ünaldı ve 12 arkadaşının, ülke
kaynaklarının tespit edilmesi ve değerlendirilmesi konusunda
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/18)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, gündemimizin
2 nci sırasında yer alan Konya Milletvekili Mustafa Ünaldı ve 12
arkadaşının, ülke kaynaklarının tespit edilmesi ve
değerlendirilmesi konusunda Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün
104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesinin öngörüşmelerine
başlayacağız.
Hükümet? Yok.
Sayın milletvekilleri, Hükümet temsil
edilmemiş olduğundan, önergenin görüşülmesi bir defaya mahsus
olarak erteleniyor.
Bundan sonra gündemimizdeki konuları
görüşmeye devam etmemiz halinde yine Hükümetin temsil edilmeyeceği,
dolayısıyla, sadece önergeleri
okuyup ertelemekle yetineceğimiz anlaşıldığından,
grupların da yüz ifadelerinden aldığım
mutabakatlarıyla; sözlü sorular ile kanun tasarı ve tekliflerini
görüşmek için, 10 Temmuz 1996 Çarşamba günü saat 15.00'te toplanmak
üzere birleşimi kapatıyor, hepinize hayırlı akşamlar
diliyorum.
Kapanma Saati
: 17.26
VII. – SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1. – Bursa
Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın, Bursa Orhaneli Termik
Santralının faaliyete geçirilip geçirilmeyeceğine ilişkin
Başbakandan sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Recai
Kutan’ın yazılı cevabı (7/721)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Aşağıda yazılı sorumun Hükümet
tarafından yazılı olarak cevaplandırılmak üzere
Başbakana iletilmesini saygılarımla arz ve talep ederim. 24.4.1996
Ertuğrul
Yalçınbayır
Bursa
Soru : Termik Santraller üretilen Kw-h enerji
başına çevreye en çok zarar veren işletmelerdir. Bu nedenle
“Çevresel Etki Değerlendirilmesi Uygulanacak Faaliyetler Listesi”nin ilk
sırasında yer almaktadır.
Bursa Orhaneli Termik Santralı davasında
Bursa 1 inci İdare Mahkemesi “Orhaneli Termik Santralinin desülfürizasyon
tesisleri kurulup çalıştırılıncaya kadar faaliyetinin
durdurulması zorunlu bulunmaktadır” kararını vermiş
karar tüm derecelerden geçerek kesinleşmiştir.
Dava dosyası kapsamı ve kesinleşen karar
santralın faaliyeti sonucu çevre sorunlarına kesin olarak yol
açacağını ve santralin ancak, desülfürizasyon tesisleri kurulup
çalıştırıldıktan sonra çalışabileceğini
ortaya koymaktadır. Santralın çalışması anılan
Mahkeme Kararından sonra 7 Şubat 1993 günlü Çevresel Etki Değerlendirmesi
Yönetmeliği hükümlerine tabidir.
Mahkeme kararında kurulması istenen
Desülfürizasyon-Bacagazı Kükürt Arıtma Tesisi 1990 yılında
planlanmış ve 91.D.01.0060 Proje No ile 1991 Yatırım
Programına alınmıştır. Planlama ve Yatırım
programına alma kararları Santralın Kurulmasının
yıllar önce idarece dahi kabul edildiğini ortaya koymaktadır.
Kaldı ki, Mahkeme Kararlarının
bağlayıcılığına ve onlara uyma zorunluluğuna
dair Anayasanın 138/4 hükmü karşısında Santralın
“desülfürizasyon tesisi kurulup çalıştırılıncaya
kadar” açılması mümkün değildir. Hukukî ve teknik, zaruretler
santralın açılmamasını emretmesine rağmen
santralın çalıştırılması için
çalışmalar yaptığımız hususu yazılı ve
görsel basında yer almıştır. Bu durum
karşısında aşağıdaki soruları yöneltmek
gerekmiştir.
1. Mahkeme
kararları sizi bağlamıyor mu?
2. Santralı
desülfürizasyon tesisleri kurulup çalıştırılmadan açacak
mısınız?
3.
Desülfürizasyon tesislerinin faaliyete geçeği tarih olan 1997
Ağustosuna kadar enerji ihtiyacı olmadığı halde santralı
açıp Bursa’yı ve ormanları feda etmeyi göze alıyor musunuz?
4.
İnşaasına başlanan ve ÇED Yönetmeliğine tabi
desülfürizasyon tesisleri için Çevresel Etki Değerlendirme Raporu
aldınız mı?
T.C.
Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanlığı
Araştırma,
Planlama ve Koordinasyon 8.7.1996
Kurulu
Başkanlığı
Sayı :
B.15.0.APK.0.23.300.880-11355
Konu : Yazılı Soru Önergesi
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
İlgi : Devlet Bakanlığı’nın
7.6.1996 tarih ve B.02.0.012/202539 sayılı yazısı.
Bursa Milletvekili Sayın Ertuğrul
Yalçınbayır’ın Sayın Başbakan’a tevcih ettiği ve
TBMM İçtüzüğünün 99 uncu maddesi gereğince
cevaplandırılması istenen, 7/721 esas no.lu yazılı
soru önergesi ile ilgili bilgiler hazırlanarak ekte sunulmuştur.
Bilgilerinize arz ederim.
M.
Recai Kutan
Enerji
ve Tabiî Kaynaklar Bakanı
Bursa Milletvekili Ertuğrul
Yalçınbayır’ın yazılı soru önergesi ve cevabı
(7/721-1532)
Termik Santraller Üretilen Kw-h enerji başına
çevreye en çok zarar veren işletmelerdir. Bu nedenle “Çevresel Etki
Değerlendirmesi Uygulanacak Faaliyetler Listesi”nin ilk
sırasında yer almaktadır.
Bursa Orhaneli Termik Santralı davasında
Bursa 1 inci İdare Mahkemesi “Orhaneli Termik Santralının
desülfürizasyon tesisleri kurulup çalıştırılıncaya
kadar faaliyetinin durdurulması zorunlu bulunmaktadır”
kararını vermiş karar tüm derecelerden geçerek
kesinleşmiştir.
Dava dosyası kapsamı ve kesinleşen karar
santralın faaliyeti sonucu çevre sorunlarına kesin olarak yol
açacağını ve santralın ancak desülfürizasyon tesisleri
kurulup çalıştırıldıktan sonra
çalışabileceğini ortaya koymaktadır. Santralın
çalışması anılan mahkeme kararından sonra 7 Şubat
1993 günlü Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği hükümlerine
tabidir.
Mahkeme kararında kurulması istenen
Desülfürizasyon-Bacagazı Kükürt Arıtma Tesis 1990 yılında
planlanmış ve 91.D.01.0060 Proje No ile 1991 Yatırım
Programına alınmıştır. Planlama ve Yatırım
programına alma kararları santralın kurulmasının
yıllar önce idarece dahi kabul edildiğini ortaya koymaktadır.
Kaldı ki, mahkeme kararlarının
bağlayıcılığına ve onlara uyma zorunluluğuna
dair Anayasanın 138/4 hükmü karşısında santralın
“desülfürizasyon tesisi kurulup çalıştırılıncaya
kadar” açılması mümkün değildir. Hukukî ve teknik zaruretler
santralın açılmamasını emretmesine rağmen
santralın çalıştırılması için
çalışmalar yaptığınız hususu yazılı ve
görsel basında yer almıştır. Bu durum
karşısında aşağıdaki soruları yöneltmek
gerekmiştir.
Soru 1 : Mahkeme kararları sizi bağlamıyor mu?
Cevap : Bilindiği gibi Orhaneli Termik
Santralı Haziran 1994 tarihinden itibaren çevre kirliliğine neden
olması gerekçesiyle mahkeme kararıyla halen kapalı
bulunmaktadır.
Soru 2 :
Santralı desülfürizasyon tesisleri kuruluş
çalıştırılmadan açacak mısınız?
Cevap : Adı geçen santralımızın
baca gazı arıtma tesisinin yapım sözleşmesi 1.10.1993
tarihinde imzalanmış olup, kredi anlaşmalarının da
tamamlanmasından sonra tesisin, inşaatına Temmuz 1995’te
başlanılmıştır. Sözkonusu tesisin inşaat ve
montaj çalışmaları sürdürülmekte olup, 1997 yılı Eylül
ayında bitirilmesi planlanmaktadır.
Sanayi tesislerinin yoğun olduğu Marmara
Bölgesinde ve bilhassa Bursa civarında yük ve elektrik talepleri
artmış bulunmaktadır. Baca gazı tesisinin
tamamlanamamış olmasından dolayı kapalı bulunan
Orhaneli Termik Santralının 1,3 Milyar kWh enerji üretmesi, bölge
için gerekli enerjinin sağlanabilmesi, bölgede gerilim seviyelerinin
normal işletme limitleri içinde tutulabilmesi ve önümüzdeki yıllarda
olabilecek bölgesel enerji sıkıntısının önlenebilmesi
açısından çok önemlidir.
Ayrıca, çalıştırılmadan çok
uzun süre bekletilen bir santralın belirli
kısımlarının çürüyeceği ve yeniden
çalıştırılması için çok büyük bakım, onarım
gerektireceği hususu da titizlikle üzerinde durulması gereken bir
başka konudur. Santralın uzun süre kapalı tutulmasından doğan
hasarın giderilmesi için yaklaşık 18 milyon $’lık bir
harcama yapılması gerekecektir. Karşılaşılacak bu
zararın en az seviyede tutulabilmesi amacıyla, Bursa İdare
Mahkemesi nezdinde yazışmalar yapılmakta olup, olumlu yanıt
alındığı takdirde santral kısa süreli olarak
çalıştırılarak santralın durdurulmasından
kaynaklanan teknik olumsuzluklar önlenmeye çalışılacaktır.
Soru 3 :
Desülfürizasyon tesislerinin faaliyete geçeği tarih olan 1997
Ağustosuna kadar enerji ihtiyacı olmadığı halde
santralı açıp Bursa’yı ve ormanları feda etmeyi göze
alıyor musunuz?
Soru 4 :
İnşasına başlanan ve ÇED Yönetmeliğine tabi
desülfürizasyon tesisleri için Çevresel Etki Değerlendirme Raporu
aldınız mı?
Cevap 3, 4 : ÇED Yönetmeliğine göre, Baca
Gazı Arıtma (BGA) tesisleri ÇED veya ÇED ön
araştırması uygulanacak faaliyetler listesinde yer
almamaktadır. Ancak, BGA tesislerinin işletilmesinde
kullanılacak hammadde, yörede açılacak kireçtaşı
ocaklarından temin edilecektir. Bu amaçla açılacak
kireçtaşı ocakları ÇED yönetmeliğine göre ÇED ön
araştırması uygulanacak faaliyetler arasında yer
almaktadır. Yapımı sözkonusu olan BGA tesislerinin
kireçtaşı ocakları için ÇED Yönetmeliği kapsamında
çalışmalar sürdürülmekte olup, Bursa ve ormanlarının
korunması için yasalar çerçevesinde azamî çaba gösterilmektedir.
2. –
Bartın Milletvekili Cafer Tufan Yazıcıoğlu’nun,
Zonguldak-Çaycuma-Filyos’da kömüre dayalı bir termik santralı
kurulmasının kararlaştırılıp
kararlaştırılmadığına ilişkin sorusu ve
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Recai Kutan’ın
yazılı cevabı (7/849)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın
Sayın Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı tarafından
yazılı olarak cevaplandırılmasını
saygılarımla arz ve talep ederim. 8.5.1996
Cafer
Tufan Yazıcıoğlu
Bartın
Sorular :
1. Zonguldak
İli Çaycuma İlçesi Filyos yöresinde kömüre dayalı termik santral
kurulmasına karar verilmiş midir?
2. TEK’e
bağlı olarak 1993 yılında kurulan alternatif enerji
arayışını yapacak Yeni ve Yenilenebilir Enerji
Kaynakları Müdürlüğü kapatılmakta mıdır? Neden?
T.C.
Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanlığı
Araştırma,
Planlama ve Koordinasyon 8.7.1996
Kurulu
Başkanlığı
Sayı :
B.15.0.APK.0.23.300.881-11356
Konu : Yazılı Soru Önergesi
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
İlgi : TBMM Başkanlığının
30 Mayıs 1996 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-1815 sayılı
yazısı.
Bartın Milletvekili Sayın Cafer Tufan
Yazıcıoğlu tarafından Bakanlığıma tevcih
edilen 7/849-1850 esas sayılı yazılı soru önergesi ile
ilgili bilgiler hazırlanarak ekte sunulmuştur.
Bilgilerinize arz ederim.
M.
Recai Kutan
Enerji
ve Tabiî Kaynaklar Bakanı
Bartın Milletvekili Sayın Cafer Tufan
Yazıcıoğlu’nun yazılı soru önergesi ve cevabı
(7/849-1850)
Soru 1 : Zonguldak İli Çaycuma İlçesi Filyos
yöresinde kömüre dayalı termik santral kurulmasına karar
verilmiş midir?
Cevap : TEAŞ Gn. Md.’nce yapılmakta olan uzun
dönem elektrik enerjisi planlama çalışmalarında; Zonguldak
İli Çaycuma İlçesi Filyos yöresinde yeni bir santral yapımı
yeralmamakla birlikte, Zonguldak’ta mevcut olan Çatalağzı Termik
Santralına, 2010 yılında gerçekleşmesi planlanan, ilave bir
ünite yapımı öngörülmektedir.
Ancak, Yap-İşlet-Devret Modeli
kapsamında Filyos yöresinde termik santral kurulması ile ilgili
teklifler alınmış olup, bu teklifler henüz değerlendirme
aşamasındadır.
Soru 2 : TEK’na bağlı olarak 1993
yılında kurulan alternatif enerji arayışını
yapacak Yeni ve Yenilenebilir Enerji Kaynakları Müdürlüğü
kapatılmakta mıdır? Neden?
Cevap : 1993 yılında, TEK Bünyesinde,
elektrik enerjisi üretimine katkıda bulunmak ve planlama
çalışmalarına dahil etmek üzere APK Dairesi
Başkanlığı bünyesinde Yeni ve Yenilenebilir Enerji
Kaynakları Müdürlüğü kurulmuştur. Ancak kurulduğundan bu
yana yapılan çalışmalar ve uygulamalar sonucu anılan
birimin tek başına Müdürlük olarak değil de, ülkemiz enerji
politikasını gözönüne alarak, üretim planlama
çalışmalarını yürüten Üretim Planlama Müdürlüğüne
bağlı olarak çalışmasının büyük yarar
sağlayacağı düşünülmüş ve Eylül 1995’te Müdür
Yardımcılığı olarak Üretim Planlama Müdürlüğüne bağlanmıştır.
3. – Adana
Milletvekili Erol Çevikçe’nin, Adana-Düziçi-Alibozlu Köyünün sulama
kanalından faydalanamadığı iddiasına ilişkin
sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Recai Kutan’ın
yazılı cevabı (7/897)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Adana-Düziçi İlçesinin Alibozlu Köyü halkı,
1996 yılından beri faaliyet gösteren sulama kooperatifinin keyfi
uygulaması ve Adana D.S.İ. Bölge Müdürlüğü ile DSİ. Genel
Müdürlüğünün vurdum duymazlığı sayesinde, köy halkı
ürünlerini sulama yapamadığından, aşağıdaki
sorularımın Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı tarafından
yazılı olarak yanıtlanmasını saygı ile arz
ederim.
Erol
Çevikçe
Adana
Sorular :
1. Adana-Düziçi
İlçesinin Alibozlu Köyüne büyük paralar harcanarak 1985 yılında
su kanalı yapılmıştır. Bu modern kanallara,
D.S.İ. ile sulama kooperatifi tarafından su verilmemektedir. Büyük
masraflarla, modern bir şekilde yapılan bu su kanallarına
güvenen, Adana-Düziçi Alibozlu köyü sakinleri, 2900 dönüm arazisine
ektiği, fıstık ve pamuklarını sulayamadığı
için zarara uğrayan, bu köy sakinlerinin zarar ve ziyanını kim
karşılayacaktır?
2. Devletin
büyük paralar harcayarak yaptığı su kanalı niçin kaderine
terk edilmiştir?
3.
Sulamanın yapılacağı bugünlerde, köylülerin
18.3.1996 tarih ve 743-423 -2982 sayılı dilekçesi ile, Adana
D.S.İ. Bölge Müdürlüğüne, 19.3.1996 tarihinde 1642 sayı ile
D.S.İ. Genel Müdürlüğüne yaptıkları başvuruya bugüne
kadar, niçin cevap verilmemiştir?
4. Sulama
kooperatifi, D.S.İ. Bölge Müdürlüğü ve D.S.İ. Genel
Müdürlüğündeki yetkililer hakkında herhangi bir soruşturma
açtırdınız mı? Sizinde bilginize ulaşmış
olacağı düşüncesi ile, bu durum karşısında,
köylülerin mağduriyetinin giderilmesi için ne gibi önlem
aldınız?
T.C.
Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanlığı
Araştırma,
Planlama ve Koordinasyon 8.7.1996
Kurulu
Başkanlığı
Sayı :
B.15.0.APK.0.23.300.861-11331
Konu : Yazılı Soru Önergesi
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
İlgi : TBMM Başkanlığının
10 Haziran 1996 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-2221 sayılı
yazısı.
Adana Milletvekili Sayın Erol Çevikçe’nin
Bakanlığıma tevcih ettiği ve Millet Meclisi
İçtüzüğünün 99 uncu maddesi gereğince
cevaplandırılması istenen, 7/897 esas no.lu yazılı
soru önergesi ile ilgili bilgiler hazırlanarak ekte sunulmuştur.
Bilgilerinize arz ederim.
M.
Recai Kutan
Enerji
ve Tabiî Kaynaklar Bakanı
Adana Milletvekili Sayın Erol Çevikçe’nin
yazılı soru önergesi cevabı (7/897-2005)
Soru 1 : Adana-Düziçi İlçesinin Alibozlu Köyüne
büyük paralar harcanarak 1985 yılında su kanalı
yapılmıştır. Bu modern kanallara, D.S.İ. ile sulama
kooperatifi tarafından su verilmemektedir. Büyük masraflarla, modern bir
şekilde yapılan bu su kanallarına güvenen, Adana-Düziçi Alibozlu
Köyü sakinleri, 2900 dönüm arazisine ektiği, fıstık ve
pamuklarını sulayamadığı için zarara uğrayan, bu
köy sakinlerinin zarar ve ziyanını kim
karşılayacaktır?
Soru 2 : Devletin büyük paralar harcayarak
yaptığı su kanalı niçin kaderine terk edilmiştir?
Cevap 1, 2 : Sözü edilen sorunlar, toplam hizmet
alanı 1 244 ha olan Sabunsuyu Sağ Sahil sulamasının S1Y1
yedek kanalının hizmet ettiği 201 ha’lık bölümünde ortaya
çıkmaktadır. Söz konusu sulama alanında DSİ tarafından
sulama tesisi inşa edilmeden önce, Bahçe İlçesi İdare Kurulunun
24.3.1975 gün ve 131 sayılı kararı ile, DSİ tarafından
sulama projesi gerçekleştirilinceye kadar, Sabunsuyu Çayındaki mevcut
suyun, 1/3’ünün Alibozlu Kooperatif kanalına, 2/3’ünün ise Bahçe-Haruniye
Sulama Birliği arkı ile DSİ-DSO kanallarına verilerek
bölüştürülmesi hükme bağlanmıştır.
Sabunsuyu Sağ Sahil Sulaması, halen Alibozlu
Kooperatifince sulanmakta olan alanları da kapsayacak şekilde
inşa edilerek, 1993 yılında işletmeye
açılmış olup, işletme ve bakım hizmetleri, aynı
yıl Bakanlar Kurulu Kararıyla Alibozlu ve Bayındırlı
Köylerince kurulan Sabunsuyu Sulama Birliğine devredilmiştir.
Ancak, kooperatifin S1Y1 yedek kanalına su
iletilen ve mülkiyeti kendisine ait olan arkın kullanılmasına
karşı çıkması nedeniyle bu kanala su verilememiştir.
Konu ile ilgili olarak mülkî idareler ve ilgili kuruluşlar nezdinde
yapılan girişimlerden bir sonuç alınamaması üzerine,
DSİ Genel Müdürlüğünce S1 ana kanalını S1Y1 yedek
kanalına su sağlamak amacıyla, bir pompaj projesi
geliştirilmiş ve 1996 yılı inşaat programına
alınmıştır. Diğer taraftan, söz konusu pompaj tesisi
işletmeye açılıncaya kadar, çiftçiler kendi imkânları ile
S1 ana kanalı üzerine motopomplar kurarak sulama yapabileceklerdir.
Soru 3 : Sulamanın yapılacağı
bugünlerde, köylülerin 18.3.1996 tarih ve 743-423-2982 sayılı
dilekçesi ile, Adana DSİ Bölge Müdürlüğüne, 19.3.1996 tarihinde 1642
sayı ile DSİ Genel Müdürlüğüne yaptıkları
başvuruya bugüne kadar, niçin cevap verilmemiştir?
Cevap 3 : 1996 yılı Bütçesinin Mayıs
ayında kesinlik kazanması nedeniyle DSİ Genel Müdürlüğünce
sözkonusu başvuru çalışmaların sonucuna göre ay sonuna
kadar cevaplandırılacaktır.
Soru 4 : Sulama kooperatifi, DSİ Bölge
Müdürlüğü ve DSİ Genel Müdürlüğündeki yetkililer hakkında
herhangi bir soruşturma açtırdınız mı? Sizin de
bilginize ulaşmış olacağı düşüncesi ile, bu durum
karşısında, köylülerin mağduriyetinin giderilmesi için ne
gibi önlem aldınız?
Cevap 4 : Sözkonusu sorunların ortaya
çıkmasında DSİ Genel Müdürlüğünün kusurunun
bulunmadığı düşünüldüğünden, herhangi bir
soruşturmaya gerek görülmemiştir.
4. –
Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu’nun,
Diyarbakır-Çüngüş İlçesi ile Adıyaman-Gerger İlçesini
bağlayan asma köprünün ne zaman yapılacağına ilişkin
sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Recai Kutan’ın yazılı
cevabı (7/909)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Enerji
ve Tabiî Kaynaklar Bakanı
tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını
arz ederim. 28.5.1996
Ömer
Vehbi Hatipoğlu
Diyarbakır
Diyarbakır’ın Kuzeybatı ucunda ve
Fırat Nehri kenarında yeralan Çüngüş ilçesinin Adıyaman
Gerger ilçesi ile ve köyleri ile bağlantısını kuran Asma
Köprü Atatürk Baraj Gölünde su tutulması ve seviyenin yükselmesi nedeniyle
su altında kalmıştır.
1. Çüngüş
İlçemiz için ekonomik alanda hayati önemi haiz olan bu köprünün yeniden
yapılması düşünülüyor mu?
2. Bu konuda ne
gibi çalışmalar yapılmıştır?
T.C.
Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanlığı
Araştırma,
Planlama ve Koordinasyon 8.7.1996
Kurulu
Başkanlığı
Sayı :
B.15.0.APK.0.23.300.878-11353
Konu : Yazılı Soru Önergesi
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
İlgi : TBMM Başkanlığının
10 Haziran 1996 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-2245 sayılı
yazısı.
Diyarbakır Milletvekili Sayın Ömer Vehbi
Hatipoğlu’nun tarafıma tevcih ettiği ve Millet Meclisi
İçtüzüğünün 99 uncu maddesi gereğince
cevaplandırılması istenen 7/909 esas no.lu yazılı soru
önergesi ile ilgili bilgiler hazırlanarak ekte sunulmuştur.
Bilgilerinize arz ederim.
M.
Recai Kutan
Enerji
ve Tabiî Kaynaklar Bakanı
Diyarbakır Milletvekili Sayın Ömer Vehbi
Hatipoğlu’nun yazılı soru önergesi ve cevabı (7/909-2031)
Diyarbakır’ın kuzeybatı ucunda ve
Fırat Nehri kenarında yeralan Çüngüş İlçesinin
Adıyaman Gerger İlçesi ve Köyleri ile
bağlantısını kuran asma köprü Atatürk Baraj Gölünde su
tutulması ve seviyenin yükselmesi nedeniyle su altında
kalmıştır.
Sorular 1, 2 :
1. Çüngüş
İlçemiz için ekonomik alanda hayatî önemi haiz olan bu köprünün yeniden
yapılması düşünülüyor mu?
2. Bu konuda ne
gibi çalışmalar yapılmıştır?
Cevaplar 1,2 :
Diyarbakır-Çüngüş İlçesinin
Adıyaman-Gerger İlçesi ve Köyleri ile
bağlantısını sağlayan asma köprü Atatürk
Barajında göl sularının yükselmesi sebebiyle 13.3.1993 tarihinde
sular altında kalmıştır.
Ancak, eski köprünün bulunduğu mahalde, yeni bir
köprü yapımı, baraj gölünün genişlik ve derinliği nedeniyle
ekonomik bakımdan mümkün bulunmamaktadır. Bu nedenle geçişin
mevcut olan diğer imkânlarla sağlanması gerekmektedir.
5. –
Sıvas Milletvekili Musa Demirci’nin, Sıvas’ın bazı
köylerinin sulama kanallarının yapımına ilişkin sorusu
ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Recai Kutan’ın yazılı
cevabı (7/916)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Aşağıda belirttiğim
sorularımın Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Hüsnü
Doğan tarafından yazılı olarak
cevaplandırılmasını arz ederim. 27.5.1996
Musa
Demirci
Sıvas
Sorular :
1. Sıvas
İli Divriği İlçesi Mursel Barajı sulama
kanallarının ve Suşehri İlçesi sulama
kanallarının 1996 yılında bitirilmesi için yeterli ödenek
ayrılmış mıdır?
2. Sıvas
İli Gölova İlçesi Akçataş, Bozat, Karayakup, Demirkonak,
Aydoğdu ve Günalan köylerinin sulama kanallarının
yapımı planlamalara göre hangi yıllarda gerçekleşecektir?
3. Zara
İlçesi ilçe elektrifikasyon sisteminin bakım ve onarımı
1996 yılı içinde tamamlanacak mı?
T.C.
Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanlığı
Araştırma,
Planlama ve Koordinasyon 8.7.1996
Kurulu
Başkanlığı
Sayı :
B.15.0.APK.0.23.300.879-11354
Konu : Yazılı Soru Önergesi
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
İlgi : TBMM Başkanlığının
10.6.1996 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-2245 sayılı
yazısı.
Sıvas Milletvekili Sayın Musa Demirci’nin
tarafıma tevcih ettiği ve Millet Meclisi İçtüzüğünün 99
uncu maddesi gereğince cevaplandırılması istenen 7/916 esas
no.lu yazılı soru önergesi ile ilgili bilgiler hazırlanarak ekte
sunulmuştur.
Bilgilerinize arz ederim.
M.
Recai Kutan
Enerji
ve Tabiî Kaynaklar Bakanı
Sıvas Milletvekili Sayın Musa Demirci’nin
yazılı soru önergesi ve cevapları (7/916-2059)
Soru 1 : Sıvas İli Divriği İlçesi
Mursal Barajı sulama kanallarının ve Suşehri İlçesi
Kanallarının 1996 yılında bitirilmesi için yeterli ödenek
ayrılmış mıdır?
Cevap : DSİ Genel Müdürlüğünce yürütülen
Divriği I. Merhale Projesi kapsamında işletmeye
açılmış bulunan Mursal Barajında depolanan 14,85 milyon m3 su ile 2370
hektarlık alanın sulanması hedef alınmış olup, bu
alanın 2010 hektarlık kısmında sulamaya geçilmiştir.
Kalan kısımlarda ise büyük heyelanlar dolayısıyla kanal
güzergâhı gözleme alındığından henüz inşaata
başlanılmamış olup, Divriği sulaması projesinin
1997 yılında bitirilmesi programlanmıştır.
Divriği I. Merhale Projesine 1996 yılı
için 10 milyar TL. ödenek ayrılmıştır.
Suşehri I. Merhale Projesi kapsamındaki
sulama inşaatlarından 2 250 hektarlık Suşehri Sulaması
ve HES 1 inci kısım yapım inşaatına devam edilmekte
olup, işin 1996 yılında bitirilmesi
programlanmıştır. 3 900 hektarlık Suşehri Sulaması
ve HES isale kanalı 2 nci kısım inşaatı da 1992
yılında ihale edilmiş olup, mukavelesine göre 1997’de
bitirilmesi planlanmıştır.
Suşehri I. Merhale Projesine de 1996
yılı için 80 milyar TL. ödenek ayrılmış ve TBMM Plan
Bütçe komisyonunda verilen 65 milyar TL. ilave ödenekle bu miktar 145 milyar
TL.’ye ulaşmıştır.
Sözkonusu projelere ayrılan bu ödenekler
çerçevesinde sulama işlerine ayrılan ödenekler yeterli olup,
inşaatlar iş programlarına uygun olarak sürdürülecektir.
Soru 2 : Sıvas İli Gölova İlçesi
Akçataş, Bozat, Karayakup, Demirkonak, Aydoğdu ve Günalan köylerinin
sulama kanallarının yapımı planlamlara göre hangi
yıllarda gerçekleşecektir?
Cevap : Sıvas İli Gölova İlçesi
Akçataş, Bozat, Karayakup, Demirkonak, Aydoğdu ve Günalan köylerinin
sulama kanalları Suşehri II. Merhale Projesi kapsamında ele
alınacak olup, 4 408 hektarlık alanın sulanmasına hizmet
edecek olan ve 2,9 trilyon TL.’lik bir yatırımı gerektiren
sözkonusu proje, bütçe imkânlarına bağlı olarak önümüzdeki
yıllarda yatırım programlarına teklif edilebilecektir.
Soru 3 : Zara İlçesi ilçe elektrifikasyon
sisteminin bakım ve onarımı 1996 yılı içinde
tamamlanacak mı?
Cevap : TEDAŞ Genel Müdürlüğünce yapılan
incelemeler sonucu, Zara İlçesinde mevcut olan elektrik şebekesinin
ihtiyacı karşılamak bakımından yeterli olduğu,
bakım ve onarımının düzenli olarak
yapıldığı, bu nedenle herhangi bir arıza meydana
gelmediği tespit edilmiştir.
6. – Afyon
Milletvekili Osman Hazer’in, elektrik birim fiyatlarının
artışına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar
Bakanı Mehmet Recai Kutan’ın yazılı cevabı (7/932)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Enerji
ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Hüsnü Doğan tarafından
yazılı olarak cevaplandırılmasına delaletlerinizi
saygı ile arz ederim. 22.5.1996
Osman
Hazer
Afyon
Son iki sene içinde elektrik fiyatlarına kW-h
ücretle aşağıdaki şekilde artış
göstermiştir.
1994 1995 1996
Mesken 1
640 2 280 5 470
Sanayi 2
028 1 905 5 585
Ticaret 2
429 3 355 6 770
Tarım 612 950 4 370
Bu şartlar altında;
1. Elektrik
birim fiyatlarının enflasyonun bile 3-4 katı yükselmesinin
asıl sebebi nedir?
2. Tarım
sahasında bilhassa sulamada ve sanayi sahasında bu derece yüksek
elektrik birim fiyatının maliyeti yükselteceği tabiîdir. Bu
durum karşısında üreticinin ve imalatçının
düşeceği zor durumun giderilmesi için Hükümet nezdinde herhangi bir
teşebbüsünüz olacak mıdır?
T.C.
Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanlığı
Araştırma,
Planlama ve Koordinasyon 8.7.1996
Kurulu
Başkanlığı
Sayı : B.15.0.APK.0.23.300.864-11332
Konu : Yazılı Soru Önergesi
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
İlgi : TBMM Başkanlığının
11.6.1996 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-2285 sayılı
yazısı.
Afyon Milletvekili Sayın Osman Hazer’in
tarafıma tevcih ettiği ve Millet Meclisi İçtüzüğünün 99
uncu maddesi gereğince cevaplandırılması istenen 7/932 esas
no.lu yazılı soru önergesi ile ilgili bilgiler hazırlanarak ekte
sunulmuştur.
Bilgilerinize arz ederim.
M.
Recai Kutan
Enerji
ve Tabiî Kaynaklar Bakanı
Afyon Milletvekili Sayın Osman Hazer’in
yazılı soru önergesi ve cevabı (7/932/2149)
Son iki sene içinde elektrik fiyatlarına kW-h
ücretle aşağıdaki şekilde artış
göstermiştir.
1994 1995 1996
Mesken 1
640 2 280 5 470
Sanayi 2
028 1 905 5 585
Ticaret 2
429 3 355 6 770
Tarım 612 950 4 370
Bu şartlar altında;
Soru 1. Elektrik
birim fiyatlarının enflasyonun bile 3-4 katı yükselmesinin
asıl sebebi nedir?
Cevap : Elektriğin
dağıtımını üstlenen TEDAŞ Genel Müdürlüğü
“Elektrik Tarifleri Yönetmeliği” hükümleri doğrultusunda abonelerine
enerji satışı yapılmaktadır. Satışa sunulan
yıllık enerji bedeli ise, 233 sayılı KHK’nin 35 inci
maddesi ve yıllık enerji maliyeti hesaplaması ile Hükümet
politikasınca belirlenen yıllık artış oranına
göre tespit edilmektedir.
Elektrik enerjisinin birim fiyatının
belirlenmesinde öncelikle TEDAŞ Genel Müdürlüğü yatırım
harcamaları, malî gereksinimleri, alınan enerjinin bedeli,
dış borç ana para ve faiz geri ödemeleri, kur farkı, kanunî
ihtiyatlar gibi çeşitli giderler gözönüne alınmaktadır. Buradan
da görüleceği gibi elektrik birim fiyatına temel teşkil eden
herhangi bir girdiye yapılan zam otomatikman elektrik
fiyatlarını da etkilemektedir.
Fiyatlar TEDAŞ’ın finans dengesini
karşılamaya olanak sağlayacak şekilde tespit
edilmiştir. Ekonomimizin en temel girdisi olan elektrik enerjisine olan
talepteki hızlı artış, sürekli yeni
yatırımların yapılmasını zorunlu hale
getirmiştir.
Fiyatların maliyetinin altında kalması
durumunda, finansman açığı meydana gelecek, gerekli
yatırımlar yapılamayacak ve bunun sonucu olarak da kaliteli ve
kesintisiz olmasına özen gösterilen elektrik dağıtım
hizmetlerinde aksamalar ortaya çıkacaktır.
Ekte sunulan 1994-1996 yılları elektrik
enerjisi satış tarifeleri ile DİE Toptan Eşya Fiyat
Endeksleri (TEFE) tablosu incelendiğinde elektrik satış
fiyatlarının enflasyonun 3-4 katı olmadığı hatta
enflasyona göre daha az bile olduğu görülecektir.
Soru 2.
Tarım sahasında bilhassa sulamada ve sanayi sahasında bu
derece yüksek elektrik birim fiyatının maliyeti yükselteceği
tabiîdir. Bu durum karşısında üreticinin ve
imalatçının düşeceği zor durumun giderilmesi için Hükümet
nezdinde herhangi bir teşebbüsünüz olacak mıdır?
Cevap : Uzun yıllar tarımsal sulama
abonelerine ticarî maliyetin altında indirimli tarife
uygulanmış, ancak bu durum diğer abone grupları
arasında fiyat dengesizliğine ve TEDAŞ’ın da zararına
neden olmuştur.
Bu durum dikkate alınarak Sanayi ve Tarım
sektöründe, hem ekonomik dengeleri bozmamak, hem de kalkınmayı en üst
düzeyde tutmak amacıyla, bugüne kadar üretim maliyetleri altında
uygulanan birim fiyatlar, (özellikle tarımsal sulamada) TEDAŞ’ın
zararını bir ölçüde önleyecek seviyede, bir miktar yukarı
çekilerek, abone grupları arasında bozulan birim fiyat dengesi
sağlanmıştır.
Ancak, yine de tarımsal sulama tarifesi, mesken ve
sanayi abonesi birim fiyatlarından daha ucuz olup, 1 Nisan 1996 tarihinden
bugüne kadar diğer abone gruplarına zam yapılmasına
rağmen, tarımsal sulamada herhangi bir fiyat artışı
yapılmamıştır.
1994-1996 YILLARI ELEKTRİK
ENERJİSİ SATIŞ TARİFELERİ VE
DİE TOPTAN
FİYAT ENDEKSLERİ
Ortalama
Tarife Dönemi Satış
Fiyatı Artış
(%) Tefe (%) Fark
Ocak-94 1
167,49 3,80 5,3 -1,5
Şubat 1
202,31 2,98 10,1 -7,1
Mart 1
244,32 3,49 8,5 -5,0
Nisan 1
866,40 49,99 32,8 17,2
Mayıs 1
866,40 0,00 9,0 -9,0
Haziran 1
866,40 0,00 1,9 -1,9
Temmuz 1
959,52 4,99 0,9 4,1
Ağustos 2
067,46 5,51 2,7 2,8
Eylül 2,067,46 0,00 5,4 -5,4
Ekim 2
067,46 0,00 6,9 -6,9
Kasım 2
067,46 0,00 6,4 -6,4
Aralık 2
289,46 10,74 8,3 2,4
94 Yılı Ortalama 1 811,01 104,80 120,7 -15,9
Ocak-95 2
289,46 0,00 8,4 -8,4
Şubat 2
289,46 0,00 7,0 -7,0
Mart 2
381,38 4,01 6,1 -2,1
Nisan 2
478,77 4,09 3,9 0,2
Mayıs 2
579,12 4,05 1,7 2,3
Haziran 2
682,53 4,01 1,3 2,7
Temmuz 2
823,35 5,25 2,4 2,8
Ağustos 2
971,58 5,25 2,9 2,4
Eylül 3
127,05 5,23 4,8 0,4
Ekim 3
127,05 0,00 4,4 -4,4
Kasım 3
127,05 0,00 4,3 -4,3
Aralık 3
298,41 5,48 4,1 1,4
25 Aralık 3
932,05 19,21
95 Yılı Ortalaması 2 776,52 53,31 64,9 -11,6
Ocak-96 3
932,05 0,00 8,1 -8,1
Şubat 4
263,45 8,43 5,6 2,8
Mart 4
497,10 5,48 7,0 -1,5
Nisan 5
040,53 12,08 8,1 4,0
Mayıs 5
246,80 4,09 4,1 0,0
Haziran 5
515,72 5,13
TUTANAĞIN SONU
Burada, tamamen bir
yanılgı vardır, bir yanlışlık vardır; çünkü,
seçim 2 Haziranda yapılmıştır ve çay paraları,
mayıs ve haziran ayları birleştirilmek suretiyle, 17 haziranda
verilmiştir. 17 haziranda, Trabzon-Araklı’dan başlamak
suretiyle, her fabrikaya aynı anda para verilmiştir ve bu,
seçimlerden onbeş gün sonradır. Hani nerede Rize merkezinde öncelikli
para verildiği iddiası?..Maalesef, Türkiye Cumhuriyeti
Başbakanı yanlış söylemiştir.
Zannediyorum,
Sayın Hocam da eski DYP-CHP Koalisyonu gibi, Rize’ye olan husumetinden,
hırsından ne söyleyeceğini
şaşırmıştır. İnşallah, her şeye
rağmen, seçimlerde, Rize’de, çay mevzuunda verdiği sözleri tutarak,
çay parasını peşin öder. Bizim verdiğimiz 3 750 lirayı
az bularak 5 000 lira vereceğini vaat etmişti, o sözlerini
tutacağını ümit ediyorum.
Devlet Planlama Teşkilatından,
geçmiş yatırımları, siz de alıp inceleyin; iddia
ediyorum, Rize’ye husumet, 1991 yılından beri devam etmektedir.
İhale edilmiş hiçbir işe ödenek verilmediği gibi, yeni
yatırımlar da yapılmamıştır.
Bakın, elimde,
1996 yılı Devlet Planlama Teşkilatının
yatırım projeleri var. Huzurunuzda, bu tabloda yer alan birkaç ildeki
yatırımlarla, Rize’yi mukayese edeceğim. O illere fazla verildi
demiyorum, onlara helal olsun; ancak, Rize’ye, bu illerde kişi
başına düşen yatırımların 1/10’u veya 1/15’i reva
görülmüştür. Bu, Rize’ye haksızlıktır.
İl
nüfusları 1990 sayımına göre alındığında,
Devlet Planlama Teşkilatı raporlarından, kişi
başına düşen yatırımları arz ediyorum:
Rize: 348 bin
nüfus; yatırım, 500 milyar 757 milyon lira; kişi
başına düşen yatırım, sadece 1 milyon 436 bin lira.
Afyon: Rize’nin iki
katı, 739 bin nüfus; yatırım, Rize’nin 500 milyarına
karşılık, 15 trilyon 811 milyar; kişi başına
düşen yatırım, 21 milyon 800 bin; Rize’nin 15 katı. Yani,
15 Rizeliye verilen, 1 Afyonluya verildi; ama, tekrar ediyorum, Afyonluya
karşı olduğum için değil, Rize’ye reva görülen bir
cezayı izah etmek için söylüyorum.
İSMET
ATTİLA (Afyon) – Sayın Kabil...
AHMET KABİL
(Devamla) – Sayın Bakanın sayesinde oldu tabiî... O da,
aşağıdan işaret ediyor.
Yine, Rize’nin 1
milyonuna karşılık, Bursa’da kişi başına
düşen yatırım 16 milyon, Rize’nin 11 katı; Kocaeli 19
milyon, Rize’nin 15 katı; Muğla, kişi başına
düşen yatırım 14 milyon, Rize’nin 10 katı; Sıvas, yine
Rize’nin 10 katı_ Böyle devam ediyor. Nüfusları Rize’den az olan 20
il, Rize’den fazla pay almıştır.
Bu açık ne
zaman kapanacak? Bu husumet, bu tutum ne zaman bitecek? Bu husumete Sayın
Hocam da iştirak etmiştir; iftihar ederek, Rize’ye hizmet için
gönderilen 200 milyarı kestiği için övünüyor ve bunu, beytülmala
uzanan el olarak değerlendiriyor.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN –
Sayın Kabil, eksüreniz 1 dakikadır; lütfen toparlayınız
efendim.
AHMET KABİL
(Devamla) – Sayın Hocam, siz de, ilk geldiğinizde, daha yemin
etmeden, daha güvenoyu almadan 60 milyarı Sıvas’a göndermediniz mi? O
zaman, siz de beytülmale el mi uzattınız?
Refahlı
belediye yönetimi, Rize Belediyesine 420 milyar borç bıraktı. Daha
evvel, iftiharla andığımız Ekrem Orhun’un, denizi
doldurarak yaptığı arsaları, dükkânları satarak,
sahilde parklar tanzim etmiştir. Bu parkların korunması için
tahkimata gerek var. Tahkimat için para gönderilmiştir; Sayın Hocam
bunu, beytülmale uzanan el olarak değerlendirmiştir. Biz, bu
parayı bir partiye değil, Rize’ye, tüm Rizeliye, halka gönderdik; ne
President yatını tamir ettirdik ne Kuşadası’nda villa
yaptırdık ne Amerika Birleşik Devletlerinden mal aldık ne
de Mercümek’in hesabına yatırdık. (ANAP sıralarından
alkışlar)
Beytülmale uzanan
el, yemin ederim...
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN –
Teşekkür ederim Sayın Kabil.
AHMET KABİL
(Devamla) – Bitiriyorum efendim; arz edeyim.
BAŞKAN –
Sayın Kabil, teşekkür ediyorum.
AHMET KABİL
(Devamla) – _Mercümek’in elidir ve bunları himaye edenlerin elidir.
MEHMET ALİ
YAVUZ (Konya) – Sayın Kabil, siz Başkan değilsiniz.
BAŞKAN –
Sayın Kabil, teşekkür ediyorum.
AHMET KABİL
(Devamla) – Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (ANAP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN –
Gündemdışı konuşmayı yanıtlamak üzere, Hükümet
adına söz talebi var mı efendim? Yok.
BAŞKAN –
Gündemdışı ikinci söz, Çukurova’nın uluslararası
havaalanı ihtiyacı konusunda, Sayın Mehmet Emin
Aydınbaş’ın.
Sayın
Aydınbaş, süreniz 5 dakikadır.
Buyurun efendim.
MEHMET EMİN
AYDINBAŞ (İçel) – Sayın Başkan, sayın üyeler;
Çukurova’nın uluslararası havaalanı ihtiyacı konusunda,
gündemdışı söz almış bulunuyorum. Sözlerime
başlamadan önce, dün güvenoyu almış bulunan 54 üncü Hükümetimize
başarılar diler, Başbakanımız Sayın Profesör
Doktor Necmettin Erbakan ve Başbakan Yardımcısı
Dışişleri Bakanı Sayın Profesör Doktor Tansu Çiller’i
tebrik eder, ülkemiz, milletimiz ve insanlık camiasına
hayırlı hizmetlere vesile olmasını temenni ederim.
İçel, Adana ve
kısmen Antakya illerini ihata eden Çukurova, ülkemizin çok önemli
tarımsal ve ekonomik bir parçasıdır; Orta Anadolu ile Güneydoğu
Anadolu ve batı Akdeniz sahil şeridi bağlantısını
sağlaması, önemini artıran başka bir unsurdur.
Kapladığı coğrafi alandan kat be kat fazla olan ekonomik
hinterlandı dikkate alındığında, en az GAP kadar,
cumhuriyet hükümetlerimizin ilgisine mazhar olmaya layık bir bölgeden söz
ettiğimiz kolayca anlaşılır. Elbette, böylesine önemli bir
bölgenin kara, deniz, demir ve havayolu ulaşımı da, birbirinin
önem, imkân ve alanlarıyla entegre bir şekilde, en üst düzeyde
planlanmalı ve gerçekleştirilmelidir.
Türkiye’nin Akdeniz
coğrafyasına biraz geniş açıdan bakacak olursanız,
hava ulaşımı yönünden, Antalya ile Gaziantep arasındaki
geniş bölgemizin uluslararası ve yurtiçi hava ulaşımı
ihtiyacını karşılamak üzere, Adana Şakirpaşa
Havaalanından başka hiçbir imkân olmadığı
görülecektir. Kaldı ki, bu havaalanı da, hem kapasitesi itibariyle
hem de çevresinin tamamen yerleşim merkezleriyle dolarak şehir içinde
kalması dolayısıyla, bunca geniş bir bölgenin ihtiyacını
karşılayamaz bir haldedir ve Çukurova’nın ulusal ve uluslararası
ihtiyacını karşılayacak modern bir havaalanı,
kaçınılmaz bir ihtiyaç haline gelmiştir.
Bu havaalanı
inşası için en uygun yerin tespiti meselesine gelince, bunun için en
uygun yer, Adana-Mersin arasındaki orta nokta olan Pozantı otoyolunun
ve demiryolunun Çukurova’ya indiği kavşaktır; yani,
Yenice-Tarsus arasındaki bölge, böyle bir havaalanı için en uygun
yerdir. Bu bölge, İçel il sınırları içerisinde
kalmaktadır. Çukurova’nın en hızlı gelişen ili olan
İçel’in taşıdığı imkân ve ihtiyaçlar da, en isabetli
seçimin bu bölge olduğunu kanıtlamaktadır. Bu bölge,
gelişmeye açık geniş arazilere sahiptir.
İçel İli,
1995 yılında 14 trilyon lira vergi ödeyen bir il olmasına
rağmen, 4-5 trilyon liralık bir yatırım payı
alabilmektedir. Ortadoğu’nun en büyük limanı olan Mersin
Limanının yükleme ve boşaltma kapasitesi, 12 milyon
ton/yıldır. Denizcilik açısından, yakın bir
havaalanının bulunması, limanın ve denizcilerin, personel,
teknik destek ulaşımını hızlandıracaktır.
Seracılığın
en önemli tarımsal üretim tarzı olduğu bölgemizde, turfanda
yaş sebze ve meyve ile kesme çiçeğin, anında Avrupa ve
Ortadoğu pazarlarına ulaşması, buraya yapılacak
havaalanıyla mümkün olacak; bu ise, Anamur’a kadar tarımsal ve
turistik yatırımlara hız kazandıracak, bu sahil
şeridindeki tam değerlendirilememiş ve bakir kalmış
turizm potansiyeli canlanacaktır. Mersin’e yapılmakta olan yat
limanının -ki, temeli Sayın Çiller tarafından
atılmıştır- işlerlik kazanması ve dünya
yatçılarının uğrak yeri haline gelebilmesi için, hemen
yakınında bir havaalanına ihtiyaç vardır; bu
şarttır.
Komşu
İlimiz Adana’nın, 1993 yılı rakamlarına göre
yıllık ihracatı 262 milyon dolar, ithalatı ise 300 milyon
dolarken, İçel’in aynı dönemdeki ihracatının 1 milyon
dolar, ithalatının da 600 milyon dolar olduğu göz önüne
alınırsa, havaalanının, bu bölgeye, dünyayla ticaret
imkânına nasıl sıçrama yaptıracağı ve neden
İçel’de olması gerektiğini görebiliriz. Bununla birlikte, Mersin
Serbest Bölgesinin 1,6 milyar doları geçen, yıllık iş hacmi
ve yabancı yatırımcıların artan ilgisi nedeniyle bu
havaalanına ihtiyaç duyulmaktadır.
Tarsus Huzurkent’te
tesis edilen organize sanayi bölgesi ve çevrede mevcut petrol, çimento, cam,
krom ve gübre sanayileriyle sanayileşmenin, üretimin artması için,
istihdamın genişlemesi için, bu havaalanı, çok olumlu
katkılarda bulunacaktır.
1992
yılında kurulan Mersin Üniversitesinin 5 binden fazla
öğrencisiyle, uluslararası kültür ve bilim merkezi olma yolundaki
çabaları da...
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – 1
dakika eksüre veriyorum; lütfen 1 dakika içerisinde toparlayınız.
MEHMET EMİN
AYDINBAŞ (Devamla) – ...bu havaalanıyla önemli bir ivme
kazanacaktır. Bütün bu nedenlerle, bu uluslararası
havaalanının İçel’de, Tarsus-Yenice arasında
yapılmasının uygun olacağına inanıyor, yeni
Hükümetimizden bu yatırımı en kısa zamanda programlayarak
realize etmesini diliyor ve Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum
efendim. (RP ve DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ediyorum Sayın Aydınbaş.
Hükümet adına,
Sayın Mehmet Sağlam; buyurun. (DYP ve RP sıralarından
alkışlar)
MİLLÎ
EĞİTİM BAKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
arkadaşımız Mehmet Emin Aydınbaş’ın Çukurova’da
yapılacak uluslararası havaalanıyla ilgili
konuşmasını dinledik. Bu konuda, müsaade buyururlarsa, ilgili
çalışmaları, Yüce Meclisin bilgisine arz etmek istiyorum.
Çukurova’nın,
bilindiği gibi, bölgemiz itibariyle hava ulaşım ihtiyacı,
şu anda kısıtlı da olsa, mevcut Şakirpaşa
Havaalanıyla karşılanmaktadır. Bu havaalanımız, 2
750X30 metre pist kapasitesi olan ve 2 665 metrekare terminal binası
bulunan bir havaalanıdır.
Mevcut
havaalanı, şehir merkezine yakın olması
dolayısıyla, gelişememesi nedeniyle, Adana ve İçel
illerinde ortak hizmet vermek amacıyla yeni bir havaalanı ihtiyacını
ortaya çıkarmıştır. Bu konuda, ilgili çalışmalar
etüt aşamasında sonuçlandırılmış ve bunların
sonucuna göre, Adana-Karataş mevkii, İçel-Baharlı mevkii, İçel-Çiçekli
mevkii, İçel-Kargılı mevkii, Zeytinli-Karsavuran mevkii
alternatifler olarak belirlenmiştir. Ancak, 1996 yılı
yatırım programında “Adana Çukurova Havaalanı Etüdü”
adı altında yer alan havaalanı etüt ve ÇED raporunun bu yıl
ihale edilmesi planlanmıştır. Etüt ve ÇED raporunda,
yukarıda belirlenen alternatiflerden birisinin fizibl çıkması halinde,
yatırım programına inşaat dahil edilmek suretiyle, 1997
yılında ihalesi yapılabilecektir.
Değerli
arkadaşlarım, 3 600X45 metre pisti ve 4 milyon yolcu/yıl
kapasitesiyle, 24 bin metrekare terminal binasının yapımı
düşünülen Çukurova Havaalanının, tüm tesis ve sistemleriyle
birlikte, üç yıl içerisinde gerçekleştirilmesi planlanmaktadır.
Ulaştırma
Bakanlığımızın, Çukurova’ya yapılacak
uluslararası havaalanının bir an önce hizmet verebilmesi
amacıyla, büyük bir gayret içerisinde olduğunu ve bu
çalışmanın sürdürülmekte olduğunu Yüce Meclisin bilgisine
arz ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (DYP ve RP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
BAŞKAN –
Gündemdışı üçüncü konuşma, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Genel Kurul salonu ve kulislerinde yaşanan dünkü müessif olaylar
konusunda, Sayın Yüksel Yalova’nın.
Buyurun Sayın
Yalova.
Süreniz 5
dakikadır.
YÜKSEL YALOVA
(Aydın) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 54 üncü
Hükümetin güvenoyu alması süreci içerisinde, aslında, üyesi bulunduğumuz
Parlamentonun manevî şahsiyetiyle sınırlı değil,
hepimizin siyasal kimliğine yönelik olduğunu düşündüğüm üç
haksız fiil konusunda, o üç haksız fiili, şahsım ve bana
vekâlet verecek arkadaşlarım adına kınamak üzere söz
almış bulunuyorum. Sözlerimin başında, hepinizi, en üstün
saygılarımla selamlarken, dünkü olaylar sırasında,
Parlamentonun manevî şahsiyeti konusundaki duyarlı tavrı
nedeniyle, uygulaması nedeniyle Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı
Sayın Mustafa Kalemli’ye; ayrıca, bu imkânı bana veren, Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanvekili Sayın Uluç Gürkan Beyefendiye
teşekkürlerimi sunmak istiyorum.
Üç haksız fiil
dedim. İlk haksız fiilin mağduru, bir gazeteci, bir yazar,
toplum adına düşünce üreten, yazan, kaleme döken bir kişi. O
kişinin, o haksız fiile maruz kalan kişinin adı Fatih
Altaylı. Bu, Fatih olabilirdi, Ahmet olabilirdi, Ayşe olabilirdi. Bu,
bir büyük gazetenin yazarı, Hürriyet Gazetesinin yazarı
olmayabilirdi, bir başka büyük gazetenin yazarı olabilirdi; o da
olmayabilirdi, Aydın’da, Kars’ta, Van’da, şurada burada bir mahallî
gazetenin yazarı olabilirdi, bir mahallî televizyon programcısı
olabilirdi.
Kim o Fatih
Altaylı diye sorarsak; arz edeyim: “Kalemine daima efendi kal, uşak
olmamaya gayret et. Mecbur kalırsan kır; sakın satma” diyen,
Sedat Simavi’nin ekolünü, ilkesini bugün simgeleştiren bir gazeteci.
MUSTAFA BAŞ
(İstanbul) – Anlaşıldı...
YÜKSEL YALOVA
(Devamla) – Anlaşıldı mı bilemiyorum;
anlaşıldı ise, tepkinizi göstererek,
anlaşıldığını bize göstermenizi beklerim.
Haksız fiil
mağduru bir başka kişi, Devlet eski Bakanı, Trabzon
Milletvekili Sayın Eyüp Aşık. Bir partiye mensup belediye
başkanı tarafından... O partinin kimliğini hiç
önemsemiyorum, haksız fiille mağdur olan kişinin siyasî
görüşünü de hiç önemsemiyorum -o partiden olabilirdi, bu partiden
olabilirdi- ama, aslolan şu: Siyasetin kâbesi dediğimiz Yüce
Parlamentoda, bir milletvekili, eski bir bakan, herhangi bir siyasî partiye
mensup bir belediye başkanı tarafından dövülebiliyorsa, ona
cüret edilebiliyorsa...
CAFER GÜNEŞ
(Kırşehir) – Niye dövülüyor?
YÜKSEL YALOVA
(Devamla) – Zaten, niyesini sorunuz diye, düşününüz diye bu yüksek huzura
geldim sayın milletvekili.
Bir üçüncü
kişi, yine, bu devlete bakan olarak hizmet etmiş bir milletvekili,
Sayın Mehmet Köstepen, o sıfata, milletvekilliği
sıfatına saygı göstermesi gereken, saygı gösterenin en
başta kendisi olması gereken bir başka meslektaşı tarafından,
yine, haksız fiile maruz kalıyor.
Değerli
milletvekilleri, eğer, biz, Hükümetin güvenoyu aldığı bir
günde ya da bir başka günde, bu Parlamento çatısı altında,
hukuk devleti ilkeleri yerine kaba güce herhangi bir şekilde -siyasî
görüşümüze uydu, uymadı endişesiyle- prim verirsek; eğer,
biz, siyasî görüşlerini paylaşmadığımız insanlar
hususunda -o gazeteci olabilir, o yazar olabilir- kaba gücün
kullanılmasını meşru saymaya cevaz verecek
davranışlara prim verirsek... Bir sözü unutmamamız lazım:
Rüzgâr eken, fırtına biçer. Fırtına biçerse ne olur? Ondan,
hepimiz, sadece milletvekili olarak değil, gazeteci olarak; sadece
gazeteci olarak değil, belediye başkanı olarak... Bakın,
bir belediye başkanı diyoruz; o partinin, mensubu bulunduğu
partinin manevî şahsiyetini, tüzelkişiliğini de, o hareket,
ilzam edebiliyor; o partinin tüzelkişiliğini, belki, böyle bir konuda
hiç prim vermeyecek yapısı olmasına rağmen,
bağlayabiliyor.
Eğer, biz, bu
Parlamentonun yüce olduğunu söylüyorsak -ben şahsen inanıyorum-
bu yüceliği, Parlamentonun mekânında; ama, parlamento
kavramının olduğu her yerde titizlikle korumazsak...
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN –
Sayın Yalova, 1 dakika eksüre veriyorum. Lütfen... Konu önemli; söz
kesilmiş duruma düşmeyelim.
YÜKSEL YALOVA
(Devamla) – Bize tanınan bir imkân var, her milletvekiline tanınan
bir imkân var; adı, yasama dokunulmazlığı; alt
ayırımı itibariyle, yasama sorumsuzluğu;
Anayasamızın 83 üncü maddesinin birinci ve ikinci
fıkrasında. Nedir o; milletvekillerinin hukukî ve cezaî
yaptırımlardan çekinmeden bu yüce çatı altında
dilediği gibi oy kullanabilmesi, dilediği gibi özgürce
konuşabilmesi hakkı. Eğer, biz bu yasama
dokunulmazlığı kavramına titizlikle sarılmazsak,
sadece kendimize uygulandığı vakit feryat edip de bir başka
arkadaşımıza sırf siyasî görüşü bize uymuyor
düşüncesiyle o hakkı tanımama yoluna gidersek, bundan
parlamenter rejim yara alır diye düşünüyorum, bundan demokrasi yara
alır diye düşünüyorum; çünkü, içinde
yaşadığımız yüzyılı, çatışma itibariyle,
bir cümleyle tanımlamak mümkünse...
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
YÜKSEL YALOVA
(Devamla) – Bitireceğim Sayın Başkan.
BAŞKAN –
Lütfen... Teşekkür ediyorum.
YÜKSEL YALOVA
(Devamla) – Sanıyorum, o çatışmanın adı, hukuk devleti
kavramıyla kaba güç kavramı arasındaki mücadele. Biz,
parlamenterlere yakışan, hukuk devleti kavramına sahip
çıkmaktır.
Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (ANAP, DSP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ederim Sayın Yalova.
Sayın
milletvekilleri, Büyük Birlik Partisi Genel Başkan
Yardımcısı Sayın Orhan Kavuncu, şahsı ve
partisiyle ilgili ifadeler içerdiği için cevap hakkı istemiş
bulunuyor; ancak, konuşmayı hepimiz dikkatle dinledik, böyle bir
cevap hakkını doğuracak ne bir ifade vardı ne de...
Sayın Kavuncu’nun üstüne niçin aldığını ben
algılamak dahi istemiyorum.
Onun için,
İçtüzüğün 69 uncu maddesine göre, Sayın Kavuncu, size söz vermem
imkânsız.
Değerli
milletvekilleri...
ORHAN KAVUNCU
(Adana) – Sayın Başkan...
EMİN KUL
(İstanbul) – Kavuncu ismi çıkmadı ağzından.
ORHAN KAVUNCU
(Adana) – Belediye başkanı...
BAŞKAN –
Efendim, herhalde, şu an adliyedeki bir olayı savunmak size ve
partinize düşmemek gerekir bu Meclis çatısı altında.
Değeri
milletvekilleri, dün, hep birlikte müessif bir olay yaşadık. Sayın
Yüksel Yalova’ya, bu konuyu Meclis gündemine getirme
duyarlılığını gösterdiği için, ben,
Başkanlık adına teşekkür ediyorum ve büyük bir mutlulukla
da, bütün siyasî partilerin dinlerken gösterdiği
duyarlılığı, ilerisi için, iyi niyetli, bu tür olaylara karşı
bir dayanışma olarak kabulleniyorum.
Bu arada, çok nadir
de olsa, olayların kimini “niye” sorusuyla dahi savunmanın bizi
yüceltmeyeceğini, bizi korumayacağını, tam aksine,
olayların müsebbiplerinin düzeyine
düşüreceğine inanıyorum.
Hepinize, bu
nedenle, bir daha bu olayları yaşamama dileğiyle
çalışmalarımızda başarılar diliyorum.
YAHYA
ŞİMŞEK (Bursa) – Bir avuç kendini bilmeze elbette teslim
edemeyiz Parlamentoyu Sayın Başkan.
BAŞKAN –
Teşekkür ederim.
Değerli
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığının 2 adet tezkeresi vardır; okutup
bilgilerinize sunacağım:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel
Kuruluna
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanının 2
Nisan 1996 tarih ve 5 sayılı kararı ile, İsveç Parlamento
Başkanı Birinci Yardımcısı ve beraberindeki Parlamento
Heyetinin 14-18 Ekim 1996 tarihleri arasında ve Letonya Parlamento
Başkanı ve beraberindeki Parlamento Heyetinin 17-19 Eylül 1996
tarihleri arasında; ayrıca, 10 Mayıs 1996 tarih ve 12
sayılı kararı ile Azerbaycan Millî Meclis Başkanı ve
beraberindeki Parlamento Heyetinin 28-30 Ağustos 1996 tarihleri
arasında ülkemizi ziyaretleri
kararlaştırılmıştır.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin
Düzenlenmesi Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun 7 nci maddesi gereğince,
Genel Kurulun bilgisine sunulur.
Mustafa Kalemli
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Genel Kuruluna
Rusya Federasyonu Devlet Duması
Başkanının vaki davetine istinaden, Türkiye Büyük Millet
Meclisini temsilen 6 kişilik bir Parlamento Heyetinin, 14-18 Temmuz 1996
tarihlerinde söz konusu davete icabet etmesi, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620
sayılı Kanunun 6 ncı maddesi uyarınca, Genel Kurulun
2.7.1996 tarih ve 69 uncu Birleşiminde kabul edilmiştir.
Adı geçen
kanunun 2 nci maddesi uyarınca, heyetimizi oluşturmak üzere, siyasî
parti gruplarınca bildirilen üyelerimizin isimleri Genel Kurulun
bilgilerine sunulur.
Mustafa Kalemli
Türkiye Büyük
Millet Meclisi
Başkanı
Mustafa Kalemli TBMM
Başkanı
Feti Görür (Bolu )
Nurettin Aktaş (Gaziantep)
Durmuş Fikri Sağlar (İçel)
Osman Çilsal (Kayseri)
İhsan Çabuk (Ordu)
BAŞKAN –
Bilgilerinize sunulmuştur.
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi daha
vardır; okutup oylarınıza sunacağım:
8 Temmuz 1996
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel
Kuruluna
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlık Divanının 28 Haziran 1996 tarih ve
18 sayılı kararı ile, Türkiye-Fas ve Türkiye-Ukrayna
Parlamentolararası Dostluk Grupları kurulması uygun
görülmüştür.
Türkiye Büyük
Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi
Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun 4 üncü maddesi uyarınca,
anılan dostluk gruplarının kurulması Genel Kurulun
tasvibine sunulur.
Mustafa Kalemli
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı
BAŞKAN –
Türkiye-Fas Parlamentolararası Dostluk Grubunun kurulmasını
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Türkiye-Ukrayna Dostluk
Grubunun kurulmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Meclis
araştırma komisyonundan istifa önergesi vardır; okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Refah Partisinin
Süleyman Mercümek ile ilişkisini araştırmak üzere kurulan
Türkiye Büyük Millet Meclisi araştırma komisyonu üyeliğinden
istifa ediyorum.
Gereğini arz
ederim.
Saygılarımla.
Kemalettin Göktaş
Trabzon
BAŞKAN –
Bilgilerinize sunulmuştur.
Gündemin “Seçim”
kısmına geçiyoruz.
BAŞKAN – Refah
Partisinin Süleyman Mercümek ile bağlantılarının tespiti
konusundaki 10/63 esas numaralı Meclis Araştırması
Komisyonunda boş bulunan ve Refah Partisi Grubuna düşen 2 ve
Doğru Yol Partisi Grubuna düşen 1 üyelik için, sırasıyla,
İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin, Zonguldak Milletvekili
Necmettin Aydın ve Muğla Milletvekli İrfettin Akar aday
gösterilmişlerdir.
Oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sayın
milletvekilleri, şimdi, gündemimizde “Sözlü Sorular” var; ancak, Hükümet
yeni. Bazı sayın bakanlarımız buradalar.
Efendim, sözlü
soruları okutmamız halinde, yanıt konusunda sayın bakanlar
talepte bulunacaklar mı; yanıt görevinde bulunacaklar mı?
Sorulara hâkim
olmak için, biraz daha zamana ihtiyaçları var sanıyorum. Onun için,
grupların da mutabakatıyla, gündemimizin “Sözlü Sorular”
kısmını geçiyoruz.
Gündemin “Genel
Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair
Öngörüşmeler” kısmına geçiyoruz.
BAŞKAN –
Birinci sırada yer alan, Kocaeli Milletvekili Necati Çelik ve 38
arkadaşının, zorunlu tasarruf kesintilerinin
değerlendirilmesi konusunda Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün
104 üncü ve 105 inci maddeleri uyarınca, bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesinin
öngörüşmelerine başlıyoruz.
Hükümet?.. Yok.
Sayın
milletvekilleri, Hükümet geçen birleşimde de temsil edilmemiş
olduğundan, önergenin görüşülmesi bir defa ertelenmişti. Bu
defa, önergenin, Hükümet olmamasına rağmen, öngörüşmelerine
başlamak durumundayız.
Önergeyi yeniden
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
3417 sayılı Çalışanların Tasarrufa Teşvik
Edilmesi ve Bu Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair Kanun
hükümlerine göre, çalışanlar adına biriken malî kaynak ile
nemasının hangi alanlarda değerlendirildiği ve bu
kaynakların piyasa şartlarında nemalandırılıp
nemalandırılmadığı hususlarındaki yasal
uygunluklarının araştırılması amacıyla,
Anayasanın 98 ve İçtüzüğün yeni 104 üncü maddesi uyarınca
Meclis araştırması açılmasını arz ederiz.
Necati Çelik (Kocaeli) ve
arkadaşları
Gerekçe:
3417
sayılı Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve
Bu Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair Kanun hükümlerine göre
çalışanların ücretlerinden yapılan kesintiler ve buna ek
olarak da, çalışanların lehine işveren ve devlet
katkıları belirli hesaplarda toplanmakta olup, bu hesaplar büyük
meblağlara ulaşmış ve birkaç yüz trilyonla ifade
edilmektedir.
Konuyla ilgili
yasaların hazırlanmasından kaynaklanan eksiklikler
dolayısıyla, biriken bu paralar, uygulanacak çeşitli demokratik
denetim mekanizmalarının da dışında
bulunmaktadır.
İdarenin,
özellikle ödeme zamanlarında keyfî uygulamalara ve beyanlara
başvurması, kamuoyunda değişik, olumsuz yorumların
yapılmasına ve bu da, yürütmenin güvenilirliğinin
tartışılır hale gelmesine sebep olmaktadır.
Özellikle, ilgili
yasalarda birikimlerin açılan hesaplarda tutularak
nemalandırılması gerektiği belirtiliyor olmasına
rağmen, idarece, ödeme zamanlarında para olmadığı gibi
yasal dayanaktan yoksun bir mazaret ileri sürülerek yapılmaması,
kamuoyunda, fon kaynaklarının acaba değişik amaçlarla
kullanılıyor olup olmadığı gibi birkısım
soruları akla getirmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti
Anayasası sistematiği dikkate alındığında,
idarenin her türlü eylemi yargı denetimine tabi tutulmakta olup, bunun
yanı sıra, parasal harcamaları da bir yüksek mahkeme olan
Sayıştay denetimine tabi bulunmaktadır. Yani, Anayasa
gereğince, idarenin her türlü eylemi, ister parasal olsun isterse
olmasın denetime tabi bulunmaktadır.
1994 yılı
başından itibaren, ülkemiz, ne yazık ki, tarihinin en yüksek
enflasyonu ve ekonomik kriziyle karşı karşıya
kalmış bulunmaktadır. Yaşanan bu yüksek enflasyon ve
ekonomik kriz, öncelikle ve en ağır şartlarla, bir bordroya
bağımlı olarak ücretli çalışanları etkilemiş
ve genel olarak ücretli diyeceğimiz bu kesimin reel gelirleri yarıya
varan nispetlerde azalmış bulunmaktadır.
Ekonomik
göstergelerin nispeten daha iyi olduğu bir dönemde
hazırlanmış bulunan Tasarrufu Teşvik Kanunu, yaşanan
şartlar itibariyle amaca hizmet etmez duruma gelmiş
bulunmaktadır. Çünkü, çalışanların elde ettikleri ücretler,
günümüz şartlarında, aylık cari harcamaları bile
karşılamayacak duruma gelmiştir. Böyle bir ortamda, zaten geliri
yetmeyen çalışanların ücretlerinden kanun gücüyle halen tasarruf
kesintisi olarak zorunlu kesinti yapmanın ekonomik bir
karşılığı bulunmamaktadır.
Ekonomik
istikrarsızlık ve kriz havası çalışma
hayatını en derin noktalardan etkilemektedir. Yeni yatırım
yapılmıyor olması dolayısıyla istihdam imkânları
daralmış durumdadır. Halen var olan istihdam imkânları ise,
işverenler tarafından maliyetleri en az etkileyecek şekilde
kullanılmak istenmektedir. Tasarruf kesintileri işverenlerin
katkısı da, işverenlerin maliyetlerinde gözardı edilmeyecek
rakamları bulmaktadır. Dolayısıyla istihdama yönelik her
türlü yatırımda ister istemez bu zorunlu kesintiler dikkate
alınmakta, bu ise istihdam imkânlarını daraltan bir etken olarak
ortaya çıkmaktadır.
Çalışanları
tasarrufa teşvik etmeye yönelik kanun hükümleri uygulandığı
dönem itibariyle amacına ulaşamamıştır. Zaman içinde
nispeten zorunlu bir uygulama olmaktan çıkması amaçlanan kanun
hükümleri işçi aleyhine sonuçlara sebep olmuştur. Özellikle
birkısım yerel yönetimlerde ve ekonomik çıkmaz içindeki
KİT’lerde, belirtilen kesintiler yapılmamış olması
dolayısıyla, olay yargıya intikal etmiştir. Yine 1994
yılında, kanun gereğince, 6 senesini dolduranların
sistemden çıkma hakkı olmasına karşılık, kanun
düzenlenmesinin işçi aleyhine hazırlanmış olması dolasıyla,
bu imkân da, kimse tarafından kullanılmamıştır.
Tasarrufların
ödenmesinin hak sahibinin ölmesi veya emekli olması gibi çok uzun bir
vadeye bağlı olması dolayısıyla, elde ettiği
gelirle ancak yaşadığı günü idare edebilen
çalışanlar için kanun zoruyla getirilmiş ve halen uygulanan
zorunlu tasarruf uygulamasının çalışma hayatında gerek
ekonomik ve gerekse sosyal anlamda bir karşılığı
kalmamış bulunmaktadır.
BAŞKAN –
İçtüzüğümüze göre, Meclis araştırması açılıp
açılmaması hususunda, sırasıyla, Hükümete, siyasî parti
gruplarına ve önergedeki birinci imza sahibine veya onun göstereceği
bir diğer imza sahibine söz verilecektir.
Konuşma
süreleri, Hükümet ve gruplar için 20’şer dakika, önergedeki imza sahibi
için 10 dakikadır.
Hükümet adına
söz talebi var mı efendim? Yok.
Gruplar adına,
bize ulaşan bilgilere göre, birinci sırada, Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına Erzincan Milletvekili Sayın Mustafa Yıldız;
buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın
Yıldız, süreniz 20 dakikadır.
Buyurun.
CHP GRUBU ADINA
MUSTAFA YILDIZ (Erzincan) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; çalışanların tasarrufa teşvik edilmesi ve
bu tasarrufların değerlendirilmesine yönelik 3417 sayılı
Yasanın uygulama sonuçlarının
araştırılmasını öngören, 10/17 esas numaralı
Meclis araştırması önergesine ilişkin, Grubumuzun
görüşlerini aktarmak üzere söz almış bulunuyorum; sözlerime
başlarken, şahsım ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
sizleri saygıyla selamlıyorum.
Yasanın genel
gerekçesini incelediğimiz zaman, şu ifadelerle
karşılaşmaktayız: Hazırlanan bu kanun
tasarısıyla, çalışanların tasarruflarının
artırılması amacı güdülmekte, bu amaçla,
çalışanların aylık ve ücretlerinden belirli bir oranda
tasarruf kesintisi yapılarak, bankada adlarına açılacak
hesaplara yatırılması, devlet veya işverenlerin bu
tasarrufa katkıda bulunması ve toplanacak paraların en iyi
şekilde nemalandırılması öngörülmektedir. Böylece,
çalışanlara ileride istedikleri şekilde kullanabilecekleri bir
ilave kaynak yaratılması hedeflenmekte ve çalışanlar bu
suretle oluşacak tasarruflarını kullanırlarken, diğer
tasarruf olanaklarının da harekete geçirilmesi teşvik
edilmektedir. Görüleceği üzere, yasanın amacı, dar gelirliye
zorunlu tasarruf yaptırılarak, ileride ona daha iyi malî olanaklar
sağlanmasıdır.
Bu çerçevede,
anılan kanunun 2 nci maddesinde, kimlere yükümlülük getirildiği
belirtilmiş olup, 3 üncü maddesinde de, çalışanlardan yüzde 2
kesinti yapılacağı, devlet veya işverenlerden ise yüzde 3
oranında katkı payı alınacağı hüküm altına
alınmıştır -katkı payı alınacağı
hüküm altına alınmış olmasına rağmen- ancak,
zamanla, bu oranlarda, yasanın verdiği yetki çerçevesinde
değişiklik yapılmıştır. Örneğin, bu oranlar,
15.1.1989 tarihinden geçerli olmak üzere, çalışanlar için yüzde 3’e,
devlet veya işverenler için yüzde 6’ya yükseltilmiş, son olarak da,
bu yüksek orandaki kesintilerin yanlışlığı anlaşılmış,
bunun üzerine, 15.1.1994 tarihinden geçerli olmak üzere, bu kesintiler,
çalışanlar için yüzde 2’ye, işverenler için de yüzde 3’e
düşürülerek, kısmen de olsa, işçi ve memurun mağduriyeti
önlenmiştir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; yasa uyarınca tahsil olunan
zorunlu tasarrufların, Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankasının
Ankara Merkez Şubesinde “Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı
İdaresi Başkanlığı” adına açılacak hesapta toplanması
gerekmektedir. Uygulamanın başladığı günden bu yana
toplanan paraların hangi meblağa ulaştığı
konusunda, kamuoyu nezdinde sürekli tereddütler hâsıl olmuştur;
ancak, anaparanın 120 trilyon, nemalarla birlikte toplanan paraların
da 300 trilyonu aştığı tahmin edilmektedir.
Aslında,
böylesine önemli hesapla ilgili bilgilerin kamuoyuna periyodik aralıklarla
sunulması gerekmektedir. Kamuoyunda, hesapla ilgili hiçbir konunun, hiçbir
aksaklığın, hiçbir hususun kapalı kalmaması hususuna
gerekli hassasiyetin gösterilmesi gerekmekteydi.
Tasarrufu
teşvik etmeyi amaçlayan bu yasanın önemli eksiklikleri vardır.
Bu nedenle, uygulama, arzulanan amaca hizmet etmekten ziyade, gerek
çalışanları gerek dürüst çalışan işverenleri
gerek uygulamacıları ve gerekse devleti birçok olumsuzluklarla karşı
karşıya bırakmıştır.
Yasa, idarenin
keyfî uygulamalar yapmasına olanak sağladığından,
değişik kapsamlarla birlikte bu sıkıntıları
yarattığından, toplanan paralar,
denetim mekanizmasının dışında
kalmıştır. Nema ödemeleri, idarenin istediği zamanlarda ve
istediği şekilde gerçekleştirilmiştir. Bu durum, yürütmenin
güvenirliliğini tartışılır hale getirmiştir;
çünkü, zorunlu olarak tasarruf yapan kişi, nemalarını, çoğu
kez, zamanında alamamıştır. Devlet yönetiminde olması
gereken açıklık ilkesi, bu konuda yeterince
uygulanamamıştır, hatta, zaman zaman, ilgili hesapta
trilyonlarca paranın toplanmış olması bilindiği halde,
ödemenin zamanında yapılamadığı gerekçesiyle,
vatandaş, yani, işçi ve memur zor durumda
bırakılmıştır.
Değerli
arkadaşlar, çalışanların elde ettikleri ücretler, günümüz
koşullarında aylık zorunlu giderlerini dahi
karşılayamamaktadır. Böyle bir ortamda, zaten geliri yetersiz
olan çalışanların ücretlerinden yasa gücüyle bu şekilde
zorunlu kesinti yapılması, çalışanları daha da
mutsuzluğa itmekten başka bir şeye yaramamıştır.
Bugün yapılan
uygulama, geçmişte yapılmış tasarruf bonoları
uygulamasıyla büyük paralellik arz etmektedir. Bilindiği üzere,
tasarruf bonosu uygulamasında da insanlar enflasyona yenik hale
getirilmiştir.
Bu yasanın bir
diğer özelliği de, istihdam vergisinin bir unsurunu
oluşturması ve kayıtdışı istihdamı
özendirici hale getirmesidir. Bir diğer anlatımla,
çalışanlara yüklenen katkı payı,
çalışanların maliyetini artırdığından, gerek
istihdamı ve gerekse yatırımı olumsuz yönde etkilemektedir.
Bilindiği
üzere, çalışanlara ödenen ücretin yanı sıra,
işverenlerce, aynı ücret üzerinden oranı yüzde 19,5 ilâ yüzde 25
arasında değişen miktarda sigorta primi ödenmektedir. Günümüz
şartlarında yüzde 14 oranındaki sigortalı payının
da işverenlerce karşılanmakta olduğu göz önüne
alınırsa, ücretten ayrı olarak işverenlerce
karşılanan sigorta priminin yüzde 33,5 ila yüzde 39 oranları
arasında bir miktara ulaştığı görülmektedir. Buna,
işverenlerce ödenen vergi payı da eklendiğinde,
çalışan bir işçinin işverene ne kadar yüksek bir bedele mal
olduğu açıkça görülmektedir. Oysa, bütün dünyada işsizlikle
mücadele edilir, istihdam teşvik edilir, daha fazla istihdam sağlayan
işveren özendirilir. Türkiye’de ise, mekanizmalar tersine
çalışmaktadır; işçi istihdam eden
cezalandırılmakta; işveren, sigortasız işçi
çalıştırmaya doğru itilmektedir.
İşçi
ücretleri üzerinde bu denli ağır malî yükler varken, ayrıca bir
de zorunlu tasarruf katkı payı alınması, işçi
maliyetini daha da artırmaktadır. 10 milyon lira ücret ödenen bir
işçinin işverene maliyeti 15 milyon lirayı bulmaktadır.
Bunun sonucunda, işverenler, ister istemez, daha az sayıda işçi
çalıştırmaya ya da kaçak işçi çalıştırmaya
yönlendirilmektedir. Böylece, ya istihdam olanağı
kısıtlanmış olmakta ya da kayıtdışı
ekonomi ağırlık kazanmaktadır. Özellikle son yıllarda
kayıtdışı ekonominin oldukça önemli bir boyuta ulaştığı
görülmektedir.
Tüm bu
olumsuzluklara karşın, işçiden ve işverenden yapılan
zorunlu tasarruf kesintisi, birikimi yapanlara zamanında hakkıyla
ödenseydi, belki anlayışla karşılanabilirdi. Oysa,
işçi “zorunlu tasarruf” adı altında birikime zorlanırken,
bu birikimin sağlıklı nemalandırılmadığını
görmesi, haklı şikâyetlerine konu olmaktadır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bu yasanın uygulamada
doğurduğu bir diğer ciddî sorun da, kanunun 2 nci maddesinin (b)
fıkrası uyarınca, sadece 10 ve daha fazla sayıda işçi
çalıştıran işyerlerinin zorunlu tasarruf uygulaması
kapsamına alınmasıdır. Çok sayıda işçi çalıştıran
işverenlerin büyük bir bölümü, uygulama kapsamına girmemek için,
resmî kayıtlarda 10’un altında işçi
çalıştırdıklarını beyan etmeye
başlamışlardır; bu hüküm, istihdamı önlemesi bir yana,
özellikle işverenleri özendirmektedir. Bunun sonucunda da,
kayıtdışı ekonomi gittikçe yoğunluk kazanmış
ve gerek vergi gerekse sigorta primi kaybıyla
karşılaşılmıştır; bunun da, devlete ve
Sosyal Sigortalar Kurumuna son derece olumsuz etkisi olmuştur.
Sosyal Sigortalar
Kurumunun 1994 yılı faaliyet raporuna göre, 2 ilâ 9 arasında
işçi çalıştıran işyeri sayısı 400 bin iken,
10 ilâ 24 arasında işçi çalıştıran işyeri
sayısı birdenbire 20 bine düşmüştür. Bu 20 bin
işyerinin büyük bir bölümünün kamu işyeri olduğu göz önüne
alınırsa, durumun vahameti daha iyi anlaşılır. Özel
kesim kendisini yeni koşullara uydururken, yük, yine, kamu
kuruluşlarının omuzlarına
yıkılmıştır.
Değerli
arkadaşlar, çalışanları tasarrufa teşvik ettirmeyi
amaçlayan bu yasanın hükümleri, uygulandığı dönemler
itibariyle, yasanın yetersizliğinden kaynaklanan nedenlerle
amacına ulaşamamıştır. Yasa hükümlerinin
yetersizliği gerek devletin gerek dürüst çalışan
işverenlerin ve gerekse çalışanların aleyhine sonuçlara
neden olmuş, rekabet eşitliğini bozan bir uygulama ortamı
yaratılmıştır. Kaynak yetersizliği çeken
kuruluşlar, yeni malî yükle karşı karşıya
kalmışlardır. Bu durumun doğal sonucu olarak da, özellikle
birkısım yerel yönetimlerde ve ekonomik çıkmaz içerisindeki
KİT’lerde, belirtilen kesintiler yapılmış olmasına
karşın, ödemeler zamanında yapılamamıştır;
dolayısıyla, olay yargıya yansımıştır.
Yine, 1994
yılında, yasa gereğince altı yılını
doldurmuş olanların sistemden çıkma hakkı olmasına
karşın, kanunun düzenlenmesinin işçi aleyhine
hazırlanmış olmasından, bu olanaklar da göz önüne
alınamamıştır; işçi ve memurun aleyhine sonuçlar
doğurmuştur.
Tasarrufların
ödenmesinin, hak sahibinin ölmesi veya emekli olması gibi çok uzun bir
vadeye bağlı olması, bu yasanın bir diğer
açmazıdır. Elde ettiği geliriyle ancak
yaşadığı günü idare edebilecek çalışanlar için,
yasa zoruyla getirilmiş ve halen uygulanan zorunlu tasarruf
uygulamasının, çalışma yaşamında, gerek ekonomik
ve gerekse sosyal anlamda herhangi bir yararından söz etmek mümkün
değildir. Bu uygulama, bir an önce kaldırılmalıdır.
Hükümet
ortağı olduğumuz dönemde, elimizden geldiğince, yetkin bir
şekilde, uygulamanın çalışanlar lehine dönüştürülmesi
konusunda belli bir uğraşın içerisinde olduk; ancak,
başarılı olduğumuzu söylememiz olanaksızdır.
Son haftalarda,
yeni hükümetin -yani, 53 üncü Hükümeti kastediyordum; ki, o dönemlerde
verilmişti- söz konusu çalışanların tasarrufa teşvik
edilmesi ve bu tasarrufların değerlendirilmesi ile ilgili
yasanın yürürlükten kaldırılacağı ve bu uygulamaya son
verileceği açıklanmış ise de, bu konuda, Yüce Meclise sunulan
tasarının, son anda Hükümet tarafından geri çekildiğini
öğrenmiş bulunuyoruz. Kaldı ki, önümüzdeki.önerge, şu anda
aynı Bakanlığı yürütmekte olan Sayın
Bakanımız tarafından verilmiş bir önergedir.
Bu nedenle,
Sayın Bakanlıktan ve Sayın Hükümetten böyle bir tasarı
gelmesi halinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak destek vereceğimizi
arz eder; Yüce Meclise saygılar sunarım. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ediyorum Sayın Yıldız.
İkinci
konuşma, Anavatan Partisi Grubu adına, Sayın Recep Mızrak’ın.
Buyurun Sayın
Mızrak. (ANAP sıralarından alkışlar)
ANAP GRUBU ADINA
RECEP MIZRAK (Kırıkkale) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve
Bu Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair Kanun hükümlerine göre, çalışanlar
adına “Tasarrufu Teşvik Hesabı” nda biriken paraların
nemalandırılmasına yönelik verilen araştırma önergesi
münasebetiyle, Anavatan Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Önergede belirtilen
hususlar hakkındaki görüşlerimizi arz etmeden önce, müsaadelerinizle,
söz konusu kanunla ilgili olarak, özetle açıklama yapmanın
faydalı olacağını düşünmekteyim.
Bilindiği
üzere, 1983 yılında, gayri safî millî hâsılanın yüzde
16,4’ü oranında olan yurtiçi tasarruflar, o yıllarda uygulanan faiz
politikaları ve gelir ortaklığı senedi gibi tasarruf
artırıcı teşvikler sonucunda artış göstererek,
1986 yılında yüzde 22,9 oranına yükselmiştir. Üretim
artırılarak, bir taraftan işsizliğe çare bulunurken,
diğer taraftan, gayri safî millî hâsılanın
artırılmasının en önemli yollarından birisinin,
yurtiçi tasarrufların çoğaltılarak bu tasarrufların
istikrarlı bir şekilde yatırımlara dönüştürülmesi
olduğu düşüncesinin bir sonucu olarak, yurtiçi tasarrufların
daha da artırılmasına yönelik yeni tedbirler
düşünülmüş ve bu düşüncenin bir sonucu olarak da, 3417
sayılı Kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, 9 Mart 1988 tarihinde
kabul edilip, 18 Mart 1988 tarihli ve 19758 sayılı Resmî Gazetede
yayımlanarak, 1 Nisan 1988 tarihinden itibaren yürürlüğe
konulmuştur.
Söz konusu kanunla,
bir taraftan, çalışanların tasarruflarının
artırılması, çalışanların bu
tasarruflarının en iyi ve en verimli bir şekilde
değerlendirilmesi suretiyle, bu kesime, çalıştıranlardan da
aktarılan kaynaklarla, maaş ve ücretlerin dışında ve
ilave olarak bir gelir sağlanması hedeflenmiş ve söz konusu
kanunla, bu hedefi sağlayıcı düzenlemeler
yapılmıştır.
3417
sayılı Kanuna göre, 657 sayılı Devlet Memurları
Kanunu, 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu, 2802
sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu ve 2914 sayılı
Yükseköğretim Personel Kanunu hükümlerine göre aylık almakta olan
kamu görevlileri, kanunla veya kanunların verdiği yetkiye
dayanılarak kurulan kuruluşlarda çalışanlar, 10 ve daha
fazla işçi çalıştıran işyerlerinde çalışan
işçiler ile kanunları uyarınca sözleşmeli statüde
çalışan personelin maaş ve ücretlerinden kesinti
öngörülmüştür.
Ayrıca, 1479
sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız
Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanununa -yani Bağ-Kur’a-
tabi olarak çalışanların da, gelirlerinden, Bakanlar Kurulunca
bu kanun hükümlerine göre belirlenecek miktarda, tasarruf olarak, her ay ilgili
hesaba para yatırması hüküm altına
alınmıştır.
Bu kanuna göre,
çalışanların maaş ve ücretlerinden yapılacak
kesintinin yanında, devlet veya işveren tarafından da muayyen
bir oranda katkıda bulunulması, yine hüküm altına
alınmıştır.
Kanunun ilgili
maddelerinde belirtilerek kapsam içine alınan çalışanların
ücret ve aylıklarından kesintiler yapılmak suretiyle, tasarufu
teşvik hesabına aktarmalar yapılırken, 1479
sayılı Kanuna tabi olarak, başka bir ifadeyle Bağ-Kur’lu
olarak çalışanlarla ilgili bir düzenleme yapılmamış ve
bunlarla ilgili, kanunda belirtilen hükümler yürürlüğe
konulmamıştır.
1479
sayılı Kanuna tabi olarak Bağ-Kur kapsamında
çalışanların dışında kalanların aylık
ve ücretlerinden yapılacak kesinti miktarı, aylık ve
ücretlerinin yüzde 2’si olarak, devlet veya işverence yapılacak
katkı payı ise yüzde 3 olarak tespit edilmiş; bu oranların
iki mislinden fazla olmamak kaydıyla artırılması veya
yeniden eski nispetlerine indirilmesi hususunda, Bakanlar Kurulu yetkili
kılınmıştır ve bugün itibariyle yapılmakta olan
kesinti, çalışanların aylık ve ücretlerinden yüzde 2,
devlet ve işverenlerden ise yüzde 3 oranındadır.
Kanuna göre,
çalışanların aylık ve ücretlerinden yapılan kesinti
ile devlet veya işverence yapılan katkı paylarından
oluşan meblağ, aylık ve ücret ödemelerinin
yapıldığı ayı takip eden ayın sonuna kadar, TC
Ziraat Bankası Ankara Şubesi nezdinde Hazine
Müsteşarlığı adına açılan hesaba
yatırılacaktır. Bu hesaba yatırılan paralarla ilgili
olarak, muhtevası Yüksek Planlama Kurulunca tespit edilen bir cüzdan
düzenlenip hak sahiplerine verilecektir. TC Ziraat Bankası Ankara
Şubesi nezdinde açılan, çalışanların
tasarruflarını teşvik hesabında biriken meblağ, Yüksek
Planlama Kurulunca belirlenecek esaslar dahilinde olmak üzere, gayrimenkul
alım ve satım ile yatırımı dışındaki
alanlarda değerlendirilmek suretiyle nemalandırılacaktır.
Hesapta biriken anapara ve nemalardan doğan hak sahibinin
alacağı, emeklilik halinde kendisine, ölümü halinde
mirascılarına tamamen ödenecektir.
Emeklilik ve ölüm
hali dışında, en az altı yıl tasarrufta
bulunanların, istemeleri halinde sadece biriken tasarruf tutarları;
en az onbeş yıl tasarrufta bulunanların ise gene istemeleri
halinde tasarruf tutarları ile devlet veya işveren
katkıları ve bunların nemasının beşte üçü
kendilerine ödenecektir.
İşverenlerle
çalışanlardan yapılan kesintilerin ve kendi hak ve
paylarının, en geç, aylık ve ücretin ödendiği ayı
takip eden ayın son gününe kadar tasarrufu teşvik hesabına
yatırılmaması halinde, yatırılmayan ücret kesintileri,
506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun sigorta primlerinin tahsiline
ilişkin hükümleri uyarınca tahsil edilerek ilgili hesaba
yatırılacaktır. Burada, memurların aylıklarından
yapılan kesintilerin, zamanında tasarrufu teşvik hesabına
yatırılmaması halinde, yatırılmayan kesintinin
tahsiline dair herhangi bir düzenleme bulunmamaktadır.
Çalışanların aylık ve ücretlerinden yapılacak
kesintiler, maaş ve ücretlerinin hesaplanmasında Gelir Vergisi
matrahından indirilecektir.
Değerli
arkadaşlar, özetle arz etmeye çalıştığım 3417
sayılı Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve
Bu Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair Kanun hükümleri
uyarınca ilk kesinti, 1 Nisan 1988 tarihinde
başlatılmış, 31.12.1994 tarihine kadar toplanan kesinti ve
işveren katkısı tutarı, 79 trilyon 690 milyar 828 milyon
Türk Lirasına ulaşmıştır.
Yine, bu tarihler
arasında, 60 trilyon Türk Lirası civarında nema, yani, hesapta
toplanan paraya gelir elde edilmiş, aynı dönemde anapara, nema vesair
ödemeler olarak 32 trilyon Türk Lirası çıkış
yapılmıştır ve 31.12.1994 tarihi itibariyle hesap bakiyesi,
107 trilyon 767 milyar 427 milyon Türk Lirası olarak teşekkül
etmiştir.
1995 yılı
itibariyle 36 trilyon 115 milyar 728 milyon Türk Lirası kesinti
yapılmış, 1995 yılı kesintileriyle birlikte anapara
tutarı, 115 trilyon Türk Lirasına, elde edilen nemaların
tutarı ise, 103 trilyon Türk Lirasına ulaşmıştır.
Yine, bu yıl
içerisinde anapara ödemesi, şahıs kesintisi, nema, kurumlara iade,
Ziraat Bankasına komisyon ve Ziraat Bankasınca yatırım harcaması olarak, 64 trilyon Türk
Lirası çıkış yapılmış ve 31.12.1994
tarihinde 107 trilyon olan hesap bakiyesi, 1995 yılında tahsilatlar
ve tediyeler sonucunda, 31.12.1995 tarihi itibariyle, 1995 yılı tüm
nemaları dahil olmaksızın, 215 trilyon Türk Lirasına
ulaşmıştır.
Esasen,
çeşitli tarihlerde, dövize endeksli TEK tahviline yatırılan 387
441 536 doları 31.12.1995 tarihli TC Merkez Bankası döviz
alış kurundan Türk Lirasına dönüştürerek, tasarrufu
teşvik hesabının Türk Lirası cinsinden bakiyesini hesap
edecek olursak, bu tahviller karşılığı TEK’de olan
alacak 23 trilyon Türk Lirası olacak ve hesabın toplam Türk
Lirası cinsinden gerçek bakiyesinin, 1995 yılı sonu itibariyle,
236 trilyon Türk Lirası olduğu görülmüş olacaktır.
Aynı hesaplama
yöntemiyle, 31.12.1994 tarihi itibariyle bakiyesi 122 trilyon Türk Lirası
olan hesaba, 1995 yılında yüzde 63,46 oranında bir gelir elde
edilmiş olmaktadır ki, bu yılda, kamu bankaları
tarafından 1 yıl vadeli mevduatlara ödenen faiz
ortalamasının yüzde 89,5 Hazine bonoları faiz oranı
ortalamalarının yüzde 107,47 civarında olduğunu dikkate
alacak olursak; hesapta toplanan paranın değerlendirilmesinde, piyasa
fiyatlarının asgarî yüzde 26’sı gibi oldukça
aşağılarda kalındığı görülmüş
olacaktır.
Değerli
arkadaşlar, tasarrufu teşvik hesabında, 31 Mart 1996 tarihi
itibariyle, anapara ve nema olarak biriken 342 trilyon Türk
Lirasının, nemalandırılma maksadıyla
kullanıldığı yatırım alanları,
miktarları ve şartları ise, şu şekilde
bulunmaktadır: 13 trilyon Türk Lirası, Türkiye Şeker
Fabrikaları tahvili alımında kullanılmıştır;
Türkiye Şeker Fabrikaları Anonim Şirketinin finansman
ihtiyacının karşılanması maksadıyla, Yüksek
Planlama Kurulu kararıyla verilen Merkez Bankası reeskont faiz
oranı -yüzde 63- seviyesinde tahviller olup, vadesi Mart 1996’da
bitmiştir.
7 trilyon Türk
Liralık kısmı, Türkiye Elektrik Kurumu tahvili
alımında kullanılmıştır; bu miktar, Türkiye
Elektrik Kurumunun ilk iki yılı yüzde 30, kalan üç yılı
yüzde 35 faiz oranlı tahvillerinin alımında
kullanılmış olup, vadesi 2000 yılında bitmiş
olacaktır.
26 trilyon Türk
Liralık kısmı, döviz cinsi Türkiye Elektrik Kurumu tahvil
alımında kullanılmıştır. Bu tahvillerin faiz
oranı libor seviyesindedir.
22 trilyon Türk
Liralık kısmı, Kamu Ortaklığı Fonu gelir
ortaklığı senedi alımında
kullanılmıştır.
Yüksek Planlama
Kurulu kararıyla dövize endeksli gelir ortaklığı senedi
alımında kullanılan ve Aralık 1993 tarihinde Türk
Lirasına çevrilmiş haliyle bakiyesinden oluşan bu miktara,
Merkez Bankası reeskont faizi oranı; yani, yüzde 63 faiz tatbik
edilmektedir.
360 milyar 380
milyon Türk Liralık kısmı, Kamu Ortaklığı Fonunca
ihraç edilen yüzde 30 ve Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası reeskont
oranı seviyesinden faizli tahvil alımında
kullanılmıştır.
907 milyar 340
milyon Türk Liralık kısmı, Türkiye Petrolleri Anonim
Ortaklığının yüzde 30 ve Türkiye Cumhuriyet Merkez
Bankası reeskont faizi; yani, yüzde 63 faiz oranlı tahvillerine
bağlı bulunmaktadır.
68 trilyon 200
milyar Türk Liralık kısmıysa, değişik faizli hazine
bonosu alımında kullanılmış olup, 31.12.1995 tarihi
itibariyle hesapta bulanan para miktarı 5 trilyon 129 milyar 271 milyon
liradır.
Değerli
arkadaşlar, buraya kadar yurtiçi tasarruflarının
artırılarak yatırımlara dönüştürülmesi, üretimin ve
dolayısıyla gayri safî millî hâsılanın yükseltilmesi ve
bununla beraber çalışanları tasarrufa sevk ederek ve ayrıca
maaş ve ücretlerinin dışında ilave gelir elde etmelerini
sağlamaya yönelik olarak çıkarılan 3417 sayılı
Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve Bu
Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair Kanun ve bu kanun hükümleri
uyarınca kesilerek hesapta toplanan paralar, bu paraların hangi
alanlarda ve nasıl değerlendirildiğine dair özetle bilgi arz
etmeye çalıştım.
Görüldüğü
üzere, en iyi bir şekilde değerlendirilmesi gereken bu tasarruf
kesintilerinin, verimi yüksek yatırımlara yönlendirilmesini teminen
gösterilmesi gereken hassasiyetin daha da artırılması gerekmektedir.
Bugün itibariyle,
emekli olan bir memur ya da bir işçi maaşından yapılan
kesinti, işveren katkısı ve elde edilen nemalardan tasarrufu
teşvik hesabında oluşan birikimden muayyen bir meblağ
alınmaktadır ki, bununla memur ve işçilerimizin emekli oldukları
anda, kendileri için önemli bir imkân yaratılmış
olmaktadır.
Diğer
taraftan, kendi aylık ve ücretlerinden yapılan kesinti ve bunun
birbuçuk misli tutarındaki işveren katkısı, arz etmeye
çalıştığım emeklilik halindeki toplu ödemenin
dışında, her yıl ödenen nemalarla ve bu nemaların da
yine bir defada ödenmesiyle de, bu kesime rahatlatıcı bir imkân
sağlanmaktadır.
3417
sayılı Kanunla getirilen bu sistemin daha iyi çalışabilmesi
ve hesapta biriken tasarruf ve dağıtılmayan nemaların daha
da iyi bir şekilde değerlendirilebilmesi için, uygulamada
birtakım yeni düzenlemelerin üzerinde durulmasında fayda mütalaa
etmekteyiz.
1.- Tasarrufçu
sayısı, ülkemizde 10 kişi ve daha fazla sayıda işçi
çalıştıran işyerlerinde çalışanların
sayısı ve Kanun kapsamında bulunan memur sayısı
toplamından daha da fazla görülmektedir. 10 kişi ve daha fazla
sayıda işçi çalıştıran işyerlerinden işçi
çıkarılması sonucunda meydana geldiği tahmin edilen bu
durumun doğru takip edilebilmesi için, bu hesabı takip etmekle
görevlendirilen ve yüzde 1 oranında komisyon verilen Türkiye Cumhuriyeti
Ziraat Bankasınca lazım olan tedbirlerin alınması
gerekmektedir. Esasen, işçi
sayısındaki 10 kişilik limit, mutlaka
kaldırılmalıdır.
2.- Özellikle,
belediyelerde ve KİT’lerde yapılan kesintilerin, Ziraat Bankası
nezdindeki tasarrufa teşvik hesabına yatırılmaması söz
konusu olmaktadır.
Kuruluşların
yatırmadıkları kesinti tutarı ve katkı
paylarının miktarı, hesabı takip etmekle görevli olanlarca;
yani, Ziraat Bankasınca ve dolayısıyla Hazinece bilinmemektedir
ki, bu durumu ortadan kaldırmak için yine lazım olan tedbirlerin
alınması gerekmektedir.
3.- Ücretlerden
yapılan kesintiler ve işveren katkı paylarının
süreleri içerisinde Ziraat Bankası Ankara Şubesi nezdinde bulunan
tasarrufu teşvik hesabına yatırılmaması halinde,
yatırılması gereken miktarlar resen ya da ilgililerin
başvurusu halinde Sosyal Sigortalar Kurumunca 506 sayılı Sosyal
Sigortalar Kanununun, primlerin tahsiline ilişkin hükümleri uyarınca
tahsil olunarak, alınacak gecikme zammıyla birlikte ilgili banka
hesabına yatırılabilirken, aylıklardan yapılan
kesintilerin ve devlet paylarının zamanında
yatırılmaması halinde, herhangi bir takip yolu ve uygulanacak
müeyyide bulunmamaktadır.
Bu eksikliğin
giderilmesi için bu alacaklar, kamu alacağı olarak mütalaa edilmeli
ve Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümleri
dairesinde tahsilatta bulunulmak üzere, vergi dairelerine görev verilmelidir.
Çalışanların
aylıklarından, tasarruf kesintilerini yapmış olmasına
rağmen, hesaba yatırmayan kuruluşların, diğer kamu
kuruluşlarından her ne nam altında olursa olsun doğan
alacaklarının ödenmesi sırasında yatırılmayan
miktar mahsuben kesilmeli, ödemeyi yapacak kuruluşların haberdar
olabilmeleri için gerekli tedbirler alınmalıdır.
BAŞKAN
–Sayın Mızrak, son 1 dakikanız.
RECEP MIZRAK
(Devamla) – 4.- Tasarrufa teşvik hesabında biriken kesinti,
katkı payları ve dağıtılmayan nemaların iyi bir
şekilde idare edilebilmeleri için, işçi ve işveren
sendikaları ile ilgili taraflardan oluşan bir kurul oluşturulmalıdır.
5.- Hesapta bulunan
para, Ziraat Bankasınca bir yıl vadeli mevduata ödenen faiz
oranından daha aşağısı uygun görülmeyecek bir biçimde,
ihale ile değerlendirilmelidir.
6.- Hak
sahiplerine, tasarruf ettikleri miktar ve katkı paylarından
oluşan anapara ile nemalarını gösteren bir hesap cüzdanı
verilmeli ve bunu sağlamak üzere gerekli tedbirler
alınmalıdır.
7.- Hak
sahiplerinin istemeleri halinde, hesaplarında görülen bakiyenin muayyen
bir miktarını geçmemek üzere ve hesaplarında bulunan
alacakları teminat olarak kabul edilmek suretiyle kredi verilebilmelidir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri...
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN –
Sayın Mızrak, 1 dakikadır eksüreniz; lütfen, toparlayın.
RECEP MIZRAK
(Devamla) – 3417 sayılı Çalışanların Tasarrufa
Teşvik Edilmesi ve Bu Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair
Kanun hükümlerine göre çalışanlar adına biriken kaynak ve
nemalandırılması hususlarına yönelik görüş ve
düşüncelerimizi ifade etmiş bulunmaktayız.
İyileştirici
mahiyetteki kanunî ve idarî yeni bazı düzenlemelerle, söz konusu sistemin,
çalışanların lehine daha da verimli ve düzenli bir şekilde
çalıştırılma imkânına kavuşturulmuş
olacağını ve bu hususta bir araştırma
yapılmasına ihtiyaç bulunduğunu ifade eder; bu vesileyle, Yüce
Heyetinizi yeniden saygıyla selamlarım. (ANAP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ediyorum Sayın Mızrak.
Üçüncü
konuşma; Demokratik Sol Parti Grubu adına, Sayın Hikmet
Uluğbay’ın.
Buyurun Sayın
Uluğbay. (DSP sıralarından alkışlar)
DSP GRUBU ADINA
HİKMET ULUĞBAY (Ankara) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve
Bu Tasarrufların Değerlendirilmesine İlişkin Kanun
uyarınca, çalışanların maaş ve ücretlerinden
yapılan kesintilerin, anılan yasada öngörülen şekilde değerlendirilip
değerlendirilmediğinin araştırılması
amacıyla verilmiş bulunan önerge üzerinde, Demokratik Sol Parti
Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum;
sözlerime başlarken, hepinizi, Grubum ve şahsım adına
saygıyla selamlıyorum.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; her şeyden önce, ülkemizde,
çalışanların tasarrufa teşvik edilmesi ve bu
tasarrufların değerlendirilmesi amacıyla, 1988 yılında
bir kanun çıkarılmış olmasının başlı
başına talihsiz bir olay olduğunu belirtmek isterim.
Zira, hepimizin de
kabul edeceği üzere, tasarruf etme, bireylerin veya kurumların özgür
iradeleriyle alacağı bir karardır. Yasayla, bireylerin
gelirlerine elkonularak “ben, sizleri tasarrufa özendiriyorum, sizler de
şimdi tasarruf etmiş oldunuz” demek, herhalde, en kıvrak
zekâlı mizah ustasının bile aklına getiremeyeceği bir
kara mizah örneği olmuştur.
Bu düzenlemenin,
1960’ların başında uygulanmış bulunan Tasarruf
Bonoları serüvenini andıran birçok boyutu vardır. Her
şeyden önce, Türkiye Büyük Millet Meclisi, 3417 sayılı Kanunu
1988 yılında kabul etmekle, Anayasamızın 18 inci
maddesindeki, hiç kimsenin zorla
çalıştırılamayacağını öngören angarya
yasağını ihlal etmiştir.
Bu fikrimizi, 3417
sayılı Kanunda yer alan bir düzenlemeyle açıklamak isterim.
Kanunun 6 ncı maddesinin üçüncü fıkrası aynen şu hükmü
taşımaktadır: “En az 6 yıl tasarrufta bulunanlara
istedikleri takdirde sadece kesintileri, Bağ-Kur kapsamında olanlar
bakımından tasarruf tutarları ödenir.”
Bu düzenlemenin anlamı, kanun zoruyla
tasarruf ettirilenlere, 1994 yılında tasarruflarını geri
istedikleri takdirde, kendilerinden 1988 ve onu izleyen 6 yıl boyunca
kesilen 1 000’er lira aynen geri ödenecektir.
Diğer bir
deyişle, bu paraların işletilmesinden doğan nemadan hiçbir
pay alamayacaklardır. 1988 yılında çalışanlardan
kesilen 1 000’er liranın tüketici ve toptan eşya fiyatlarına
uyarlanmış 1994 yılı satınalma gücü
sırasıyla 22 bin veya 25 bin liradır.
Kişi, kendi
özgür iradesiyle 1988 yılında 1 000 lira tasarruf etmiş ve
enflasyon düzeyinde getiri getiren alanlarda parasını
değerlendirmiş olsaydı, tasarrufu, belirtilen düzeylerde, yani
22 bin veya 25 bin liraya ulaşmış olacaktı. Oysa, kanunun 6
ncı maddesi, altı yıl sonra, bu tasarrufu yapanlara 1 000’er liralarını geri
vermek yolunu tercih etmiştir. Bu, kanun zoruyla tasarruf ettirilen
kişiden, tüketici ve toptan eşya fiyatları endeksi bazında
yüzde 96 vergi almaktır ve bu vergi, bir vergi kanunu
çıkarılmadan alınmıştır. Diğer bir
deyişle, çalışanın parasının neredeyse
tamamına el konulmuştur. Çalışanlardan 1988
yılında yüzde 2 oranında kesinti yapıldığı
göz önüne alınırsa, altı yıl sonra parasını geri
almak isteyenler, gerçekte, 1988 yılında bir haftayı, yani 365
günün yüzde 2’sini ücret almaksızın çalışmış
olmaktadırlar. İşte, bu bir angaryadır.
Benzeri bir
uygulama, esefle belirtmek isterim ki, Meclisimize sunulmuş bulunan, bu
kanunu yürürlükten kaldıracak yasa taslağında da vardır. Bu
öneriye göre, eğer, çalışanlar, mevcut sistemden ayrılmak
isterlerse, maddelerin içerisine yerleştirilen bir fıkrayla,
kendilerine, kendi biriktirdikleri paranın iadesi öngörülmektedir. Aradan
bunca yıl geçmiş, hâlâ daha, aynı zihniyeti muhafaza ediyoruz.
3417
sayılı Kanunun, adalet duygusundan uzak boyutunu bu şekilde
belirledikten sonra, şimdi de, tasarruf hesaplarında biriken
fonların değerlendiriliş boyutu üzerinde durabiliriz. Bu
konudaki uygulamalara ilişkin örnekleri anımsatmadan önce, kanun
zoruyla yaptırılan tasarrufların nasıl
değerlendirileceğine ilişkin kanundaki düzenlemeyi
hatırlamakta fayda vardır. 3417 sayılı Kanunun 1 inci
maddesi, tasarrufların en iyi şekilde
nemalandırılmasını amaçlamıştır. 5 inci
maddesinde ise “Yüksek Planlama Kurulunca belirlenecek esaslar dahilinde,
gayrimenkul alım satımına yönelik yatırımlar hariç
olmak üzere, her türlü menkul kıymetlere ve verimi yüksek
yatırımlara yatırmak suretiyle nemalandırılır
“denilmektedir.
Bu maddelere göre,
çalışanlara, kanun zoruyla yaptırılan tasarruflar, verimi
yüksek yatırımlara yatırılacaktır ve bunun
esaslarını Yüksek Planlama Kurulu belirleyecektir. Şimdi, bu
bilgilerin ışığında, Yüksek Planlama Kurulunun, bu
tasarrufların değerlendirilmesi için aldığı
kararlardan bazılarına kısaca göz atalım.
Yüksek Planlama
Kurulu, 15 Aralık 1989 tarih, 89/T-132 sayılı kararıyla,
Tüpraş’ın sermaye artırımına katılmaları
için, Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı İdaresi ile Türkiye
Petrolleri Anonim Ortaklığına, çalışanların
tasarruf hesabında biriken paradan, o zamanın parasıyla 700 milyar
liralık bölümü, yıllık yüzde 30 faizle ve 10 yıllık
tahvile yatırmaları kararını vermiştir. 1989
yılından bu yana, en düşük enflasyon oranının, toptan
eşya fiyat endeksi bazında yüzde 52,3 ve tüketici fiyat endeksi
bazında yüzde 60 olduğu göz önüne alınırsa, yüzde 30
oranı faizle çalışan tasarrufların 10 yıllık
tahvile bağlanması, açıkça, bu tasarrufların, enflasyon
vergisine konu edilerek, eritilmesi kararıdır; kanuna
aykırı olduğu gibi, çalışanların
çıkarlarına da aykırıdır.
3417
sayılı Kanunun çıkmasını izleyen dönemdeki Yüksek
Planlama Kurulu kararları, tek tek incelendiğinde,
çalışanların tasarruf hesabından, düşük faizli
kaynakların, Toplu Konut /Kamu Ortaklığı Fonuna bolca
aktarıldığı ve anılan fondan da, düşük faizli kredi
olarak, birçok kamu ve özel kuruluşa
kullandırıldığını saptamak mümkün olacaktır.
1989-1993
döneminde, çalışanların tasarruflarından, Türkiye Elektrik
Kurumu tahvillerine yatırılan tutarlara, başlangıçta yüzde
35 faiz yürütülmüşken, daha sonraki yıllarda, bu faiz yüzde 30’a
indirilmiştir. Özelleştirme kapsamına alınarak, iki
şirkete bölünen Türkiye Elektrik Kurumuna aktarılmış
bulunan çalışanların tasarrufları da, özelleştirmeyle
bu şirketleri alacak kişilere açılmış, birer ucuz
kredi haline döndürülmüştür. Gelir ortaklığı senetlerine
yatırılan tutarlara uygulanan faiz ise, Türkiye Cumhuriyet Merkez
Bankası reeskont faiz haddidir ki, bu, genelde, yüzde 50’ler düzeyindedir.
Bu faiz haddinin de enflasyon oranlarının çok altında
olduğu, hepimizin malumudur. Gelir ortaklığının,
kaynaklarının kullanıldığı alanlar
hatırlanırsa, birçok kuruluşa, enflasyonun altında kaynak
aktarılması, yine çalışanların sırtından
yapılagelmiştir.
1995
yılında Türkiye Şeker Fabrikaları Anonim Şirketinin
tahvillerine yatırılan kaynaklar için de reeskont faiz haddi
uygulanmıştır. Yani, 1995 yılına gelmişiz,
ısrarla enflasyonun altında bir değerlendirmeyle,
çalışandan kesilen fonları değerlendirmeye devam ediyor
hükümetler.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; merak ediyorum, acaba, Yüksek
Planlama Kurulunun gelmiş geçmiş üyelerinden hiçbirisi, kendi gönüllü
tasarruflarının bir tek lirasını, benzeri faiz
oranlarıyla, bir gün için dahi olsun değerlendirmişler midir;
hiç sanmıyorum.
Sayın
Başkan, değerli üyeler; sizlerle, 2 Mayıs 1994 tarihinde
Milliyet Gazetesinde yayımlanan ve bugüne kadar -benim bildiğim
kadarıyla- yalanlanmayan bir haberi paylaşmak isterim. “1993
yılı sonunda 66,8 trilyon Türk Lirasına ulaşan zorunlu
tasarruf hesabında biriken fonlardan 38,1 trilyonluk kısmı
dövize endeksli gelir ortaklığı senedine
yatırılmıştır. 1994 yılının ilk dört
ayında döviz fiyatlarının süratle artması sonucu, dövize
endeksli bu tasarrufların değeri 88 trilyon lirayı
aştı. Yüksek Planlama Kurulu, nisan sonunda aldığı bir
kararla, dövize endeksli gelir ortaklığına
yatırılmış bu paraları, 31 Aralık 1993 tarihli
kurdan Türk Lirasına çevirdi ve bu kararın altına da 11
Şubat tarihi atıldı.” Bu, gazetenin haberi; sizlerle paylaştım.
Bu gazete haberi, benim izleyebildiğim kadarıyla bugüne değin
yalanlanmadı. Bu operasyon sonucunda, zorunlu tasarruf hesabının
nema gelirlerine 50 trilyon liralık bir darbe vurulmuş oldu. Böyle
bir uygulama gerçekten yer aldıysa -tekrar altını çiziyorum,
gerçekten yer aldıysa- bu gazete haberi doğruysa, hukukun ayaklar altına
alınmasıdır. Zira, doğmuş bir hak, sahiplerinin
elinden, hukuka aykırı bir biçimde, geçmişe yönelik olarak geri
alınmıştır.
Sizlerle
paylaşmış olduğum bu birkaç örneğin de açıkça
sergilediği üzere, 3417 sayılı Kanunun, gerek lafzına gerek
ruhuna aykırı uygulamalar yapıla gelmiştir. Bu nedenle,
1988 yılından bu yana, 3417 sayılı Kanunun kapsamına
giren Yüksek Planlama Kurulu kararlarının incelenmesi uygun
olacaktır. Bu kararlar incelendiğinde, akıl almaz birçok
kullanım biçimleriyle karşılaşacağımızı
tahmin ediyorum.
İşin
ilginç diğer bir yanı da, halkın zorunlu
tasarruflarını değerlendirme konusunda, Yüksek Planlama
Kurulunun aldığı kararlardan hiçbirinin
yayımlanmamış olmasıdır. Kamu yönetiminde
şeffaflığı savunanlar ve bu görüşle iktidara gelenler,
bırakınız diğer alanlarda şeffaflık sözünü
tutmak, bizzat halkın cebinden zorla aldıkları tasarrufları
bile, nasıl değerlendirdiklerini halktan gizleme yoluna
gitmişlerdir. Bu bilgilerin kamuoyuna mal oluşları, ancak,
basının, el altından elde ettiği bilgiler sayesinde
gerçekleşmiştir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizin bildiği üzere, bu
zorunlu tasarrufların görüşülmesi, birkaç aydır, devamlı
ertelenegelmektedir. Bu erteleme çalışmalarında, değerli
meslektaşım Sayın Aykon Doğan’ın da önemli bir
katkısı olmuştur. Kendisi, bu önergenin görüşülmesinin
ertelenmesini sağladığından maada, aynı zamanda, bu
araştırmanın açılmaması için de gayret
göstermiştir; kendi boyutundan haklı olabilir; ancak, kendisinin,
bana, bu araştırmanın açılmaması konusunda telkin
ettiği bir fikri sizlerle paylaşmak isterim. Grubum adına bu
konuşmayı benim yapacağımı öğrendiği vakit,
bana “eski bir hazineci olarak, sen, nasıl bir araştırma
açıp, Hazinenin kayıtlarının Refah Partisi tarafından
incelenmesini düşünebilirsin” dedi. Ben de dedim ki: “ Refah Partisi veya
bir başkasının, Hazinenin kayıtlarına girmesine gerek
yok. Sadece ve sadece Yüksek Planlama Kurulunun kararlarına
bakılmış olması, burada yapılan hataların tespit
edilmesine yeterlidir.
Şimdi,
tabiatıyla, dün, Doğru Yol Partisiyle Refah Partisinin kurduğu
Hükümet güvenoyu almıştır. Dolayısıyla, Hazinenin
kayıtları da, diğer kayıtlar da Refah Partisinin elindedir;
sakınılan göze çöp batmıştır. Şimdi, ben, şu
noktada, şunu merak ediyorum: Refah Partisi bu önergenin sahibidir;
şimdi iktidardadırlar; Meclis denetimine, araştırma ve
soruşturma önergelerini samimî olarak verip vermediklerinin ilk
imtihanını yaşıyorlar; İktidarlarının
birinci günü. Eğer bu önergeyi, samimi olarak,
araştırılması için verdilerse, bugün, bu önergeye sahip
çıkmalarının zamanıdır; yok, bir siyasî strateji
olarak verdilerse, onu da, bugün, burada teşhir edecekler. (DSP,CHP ve
ANAP sıralarından alkışlar) Onun için, gerek ben gerekse
Türk Milleti Refah Partisinin bu ve bunu izleyen önergeler konusunda
alacağı tavrı merak ve ibretle seyrediyor olacağız.
Türkiye Büyük
Millet Meclisinin, bu haksız uygulamalara son vermek için,
Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve Bu
Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair Kanunu yürürlükten
kaldıracak ve tasarruf hesaplarında toplanmış bulunan 440
trilyon lirayı, hak sahiplerine, enflasyonla
aşındırılmayacak bir yöntemle, en kısa sürede
ödenmesini sağlayacak bir yasal düzenleme yapması zorunluluğu
artık kaçınılmaz hale gelmiştir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Demokratik Sol Parti Grubu, bu yönde
yapılacak düzenlemelere ışık tutması ve ayrıca,
3417 sayılı Kanunun uygulanmasındaki aksaklıkların
belirlenmesi için önergeyle talep edilen Meclis araştırmasının
açılmasını uygun bulmaktadır.
Şahsım ve
grubum adına hepinize saygılar sunarım. (DYP, CHP ve ANAP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ediyorum Sayın Uluğbay.
Gruplar adına
dördüncü konuşma, Refah Partisi Grubu adına, Sayın Ertan Yülek.
(RP sıralarından alkışlar)
Buyurun efendim.
Sayın Yülek,
süreniz 20 dakikadır.
RP GRUBU ADINA
İ. ERTAN YÜLEK (Adana) – Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; kamuoyunda zorunlu tasarruf olarak bilinen,
Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve Bu
Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair Kanunun uygulamasıyla
ilgili olarak, daha evvel, Refah Partili arkadaşlarımızın
vermiş olduğu bir araştırma önergesiyle alakalı olarak
söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, hepinizi saygıyla
selamlıyorum ve yeni kurulan Hükümete de saygılar sunuyorum.
Sayın
Başkan, değerli arkadaşlarım, benden evvel, grupları
adına konuşan arkadaşlarımın hemen hemen tamamı,
bu meselenin teknik yönlerini oldukça detaylı olarak bildirdiler. Kanunun
çıkışı, çıkışından bugüne kadar
uygulamaları, bunlarla ilgili paraların nasıl
toplandığı, gecikme zamlarının nasıl
ödeneceği hakkında çok çeşitli ve detaylı bilgiler
verdiler. Müsaade ederseniz, ben, aynı meseleye, aynı konulara,
aynı detayda girmeyeceğim. Arkadaşlarımın
söylemiş olduklarını toplayarak, neticeye gitmek istiyorum; buna
rağmen, çok kısa bir hatırlatma yapmakta da fayda görüyorum.
Bilindiği
gibi, bu Kanun, 1988 yılının başında, ilk defa gündeme
gelmiş ve 1 Nisan 1988 tarifinden itibaren de yürürlüğe
konulmuştur. Kanunun amacı, kısaca, çalışanların
aylık ve ücretlerinden tasarruf kesintisi yapılmasını,
tasarruflara devlet veya ilgili işverenlerin katkıda
bulunmasını, bağımsız çalışanların
gelirlerinin bir kısmının tasarrufa ayrılmasını
temin etmek ve bu tasarrufların en iyi şekilde
nemalandırılmasını sağlamak suretiyle,
çalışanları, tasarruf yapmaya teşvik etmek şeklinde
bağlanmıştır.
Niye bu kanun
çıkarıldı ve niye, bugünkü çok söylenen hale geldi: Muhterem
arkadaşlar, bildiğiniz gibi, zorunlu tasarruf olmaz; zorla, bir
kimseye tasarruf yaptırmanız mümkün değildir. O günün
şartlarında, şimdi rahmetlik olan bir arkadaşımız
Sayın Adnan Kahveci’den çıktı bu fikir ve bu fikir neticesinde,
böyle bir uygulama yapılırsa ve bu paralar toplanarak iyi
nemalandırılırsa, emekli olanlara -veya daha evvel arkadaşlarımızın
belirttiği gibi, altı yıl çalışanların nemalarını
ve onbeş yıl çalışanların da, nemalarını ve
anaparalarını almaları suretiyle- zorunlu tasarruf yoluyla bir
gelir sağlanacağı ifade
edilmişti. Hakikaten, ilk bakıldığında, ilk
düşünüldüğünde, bu, fevkalade iyi, cazip gibi görünmektedir; ama,
biraz daha teferruatlı olarak işin içine girdiğimizde, hele
-biraz sonra söyleceğim- uygulamadaki bazı sıkıntılar
da gündeme geldiğinde, bu meselenin, çalışanların lehine
olmadığını göreceğiz.
Devlete bunun
faydası olmuştur; bunu, hemen söyleyeyim; çünkü, bu, devlete, bir
nevi kaynak olarak ortaya çıkmış ve devlet, bu kaynaktan
istifade etmiştir. Ancak, çalışanlar bundan ne kadar
faydalanmıştır dediğimiz zaman, bu mesenin üzerinde durmak
lazım.
Yine, özet olarak,
satırbaşlarıyla geçeceğim. Bugün, 9 milyon kişi, zorunlu
tasarruf kapsamında bulunuyor. 350 bin özel kuruluş ve kamu
kuruluşu kanun kapsamındadır. Halen, ücretlilerden yüzde 2,
işverenlerden yüzde 3 kesinti yapılmaktadır ve bu kesinti, 9’dan
fazla elemanın çalıştığı işyerlerinden ve bu
yerlerde çalışan işçilerden yapılmaktadır. 1 Nisan
1988’den bu yana, anapara ve nema olarak toplanan paraları size arz
ediyorum -bütün özet, arkadaşlar verdiler, ben tekrar vermek istemiyorum-
150 trilyon lira, 1988 Nisan ayından bugüne kadar anapara ve 180 trilyon
lira da -ben son olarak bu rakamları veriyorum- bunların
nemaları. Dolayısıyla, bugün, takriben 340 trilyon lira, bu
fonda para toplanmıştır ve bu parayı da, hemen, kanunun,
yine, amaç kısmına baktığımızda
“tasarrufların en iyi şekilde nemalandırılması” tabiri
var. Peki, bu, en iyi şekilde nemalandırılmıştır
diye baktığımızda, çıkardığımız
rakamlara göre, 1988’den bu zamana kadar bir endeks
yaptığımızda -1988’de 100 dersek bu nemalara- bugüne kadar,
kümülatif toplam, 1 133 gibi görünüyor; yani, 10 misli artmış gibi
görünüyor. Buna karşılık, enflasyonu benzer şekilde
endekslediğimizde, yani, aynı tarihte, 1988’de 100
aldığımızda, bugüne kadar 9 067 olmuş enflasyon;
kümülatiften bahsediyorum; neticeyi veriyorum, ara yılları
vermiyorum.
Görülüyor ki,
toplanan bu paralar, işçilerden ve işverenlerden alınan bu
paralar, gerçekten, enflasyon oranında dahi
nemalandırılmamıştır. Demek ki, bu kanunun
amacında belirtilen “en iyi şekilde nemalandırma” meselesi...
Maalesef, nemalandırılmadığını burada görüyoruz;
rakamlar bunu ifade ediyor. Demek ki, kanunun amacından sapmalar var
veyahut da, amaçtan sapma demiyorum da, kanunun öngördüğü şekilde
geliştirilememiş ve değerlendirilememiş.
Yine, ikinci bir
amaç da, gelirlerinin bir kısmını tasarrufa ayırmak
suretiyle, onlara iyi bir gelir temin etmek. Ben, pratiğin içinden
geliyorum muhterem arkadaşlar, bunu biliyorum. Şu gibi hadiseler oldu
işin içinde, bakınız: Her işveren, maalesef, bu
paraların, anaparasını yatırmadı ve yatıramadı.
İşçi, şu veya bu şekilde çalışan, şu veya bu
şekilde işinden ya ayrılmış ya
ayırılmış veya başka bir şekilde işiyle
irtibatı kesildiğinde normal olarak beklediğimiz hadise nedir;
gidip anaparasını ve nemasını alması lazımdı;
belli süreler geçmiş olmasına rağmen. Bir bakıldı ki
-biz, pratikte bunu yaşadık- işveren anaparayı
yatırmamış; anaparayı yatırmadığı için,
işçinin veya çalışanın istediği parayı oradan
almak mümkün değildir. Dolayısıyla, çalışanlar
yönünden de bu kanun gayesine ulaşmamıştır. Demek ki, iki
taraflı; bir tarafta işverenlerin veyahut da çalıştıranların
menfaatına olması icap eden husus, tabiî oradan olmamış,
öbür taraftan da, işçi için de bu iş olmamış; ama, kime
gitmiş bu; devlet, bunu bir kaynak olarak kullanmıştır;
ama, devlet kaynak olarak kullanırken -bir de ona bakalım- adil
davranmış mıdır?
Şimdi,
bakınız, devlet, tahvil çıkarıyor; yüzde 140 faizle, yüzde
130 faizle; vergisiz yüzde 260 yapar; vergili olursa, bu iş. Peki, yüzde
130 gibi -bugünkü rakamları söylüyorum; bu yüksek olmuştur, alçak
olmuştur, hiçbir zaman herhalde yüzde 100’ün altında
olmamıştır... Öyle zannediyorum; ama öbür taraftan
bakıyorsunuz, burada muhtelif arkadaşlar rakamlar verdi; ben tekrar
ona girmek istemiyorum- yüzde 63 gibi, yüzde 70 gibi bir nemalandırmada,
görülüyor ki, devletin rantiye sınıfına vermiş olduğu,
yani faiz alarak vermiş olduğu, başkasının
anaparalarına, kendi çalışanlarından topladıkları
parayı esirgemiştir; nemayı esirgemiştir.
Dolayısıyla, devletin de burada adil hareket etmediği
ortadadır; yani, gideceksiniz, dışarıdan parası olan
birisi devlet tahvili aldığı zaman ona yüzde 100’ün üzerinde bir
getiri vereceksiniz; ama, devlet, zorunlu olarak topladığı,
insanların paralarını alacak ve bunu, onun altında
değerlendirecek... Bu da adil bir hadise değildir; öyle zannediyorum.
Dolayısıyla, bizim arkadaşlarımız, Refah Partisinden
38 arkadaşımız, bütün bu meselelerin incelenmesi ve hakikaten bu
kanunun öngördüğü, amacında belirtildiği gayelere
ulaşılmış mı, ulaşılmamış mı;
devlet tarafından neler kazanılmış, çalışanlar
tarafından ne kazanılmış veya ne kaybedilmiş ve bunun
yanında, bunu kulananlar, hakikaten bir sorumluluk içerisinde hareket
etmişler mi, etmemişler midir; bütün bu hususların
incelenmesinde fayda gördüğü için, böyle bir önergeyi vermişlerdir.
Tabiî, Refah
Partisi olarak, şimdi, bizim bir durumumuz var.
Arkadaşlarımız, Refah Partisi muhalefette iken bunu
vermiştir; çünkü, devletin içine nüfuz edip, bu bilgileri alması
mümkün değildi, muhalefetteydi; ama, şimdi, Refah Partisi olarak
iktidarda olduğumuz için, bu meseleleri inceleme, tetkik etme, ettirme
imkânımız vardır; Meclise de bu bilgiyi verme
imkânımız vardır. Ama, buna rağmen, Refah Partisi
ilkelerinden taviz veren parti değildir; dün ne söylediyse, bu
şeyleri aynı şekilde söylemektedir ve dolayısıyla, bu
meselenin de, tekrar Meclis araştırması yapılmasında
fayda mülahaza edilmektedir. DSP’li arkadaşımızın
söylediği gibi, biz, birçok imtihandan geçeceğiz; ama, hiçbir zaman
da haktan, hukuktan ve adaletten ayrılmayacağız. (RP sıralarından
alkışlar) Bunu bilesiniz. Bunu kati olarak bilesiniz.
REFİK ARAS
(İstanbul) – Göreceğiz...
İ. ERTAN YÜLEK
(Devamla) – Evet, işte, ilk örneği de budur. Biz, istiyoruz ve kendi
kararımızdan dönmüyoruz; ama, bakınız, bizim şu anda
bir avantajımız var; o nedir; bu bilgileri bizzat tetkik etme, tahkik
ettirme, inceleme imkânımız vardı; ama, ben, şimdi,
ANAP’ın bu konudaki durumunu merak ediyorum. 15 gün evvel bunu niye tahkik
ettirmediler -iktidardayken- ve yine bir tetkik için soruyorum tabiî -polemik
de yapmak istemiyorum- üç aylık iktidarları döneminde bu mesele
inceletilebilirdi; ama, inceletilmemiştir. Bakınız, biz diyoruz
ki, incelettireceğiz bunu. Ben, şimdi, CHP’li arkadaşlara
soruyorum: CHP, bu fonun yönetiminde bulunmuştur ve dört yıl
yönetiminde bulunmuştur; dört yıl, yönetiminde bunu yapacaklar ve o zamanlar
gereğine tevessül etmeyecekler; şimdi, aynı şekilde, gelip,
burada başka türlü konuşacaklar. Gönül isterdi ki, icradaki insanlar,
muhalefetteki gibi hareket etmesinler.
MUSTAFA YILDIZ
(Erzincan) – Onu patronlara sor!..
İ. ERTAN YÜLEK
(Devamla) – Biraz evvel söylemiş olduğum, iktidarda olan bir
kimsenin, muhalefette gibi hareket etmemesi lazımdır. İktidarda,
şunu yapacağız, bunu yapacağız demesi, acziyetin
ifadesidir; ama, biz, diyoruz ki, şu anda imkânlar elimizdedir,
bunları bütün teferruatıyla inceleyebiliriz, incelettirebiliriz ve bu
konuda da muhterem Meclise bilgi verebiliriz. Onun için, hani, muhalefet gibi
hareket etmememiz lazım; o sebeple bunu söylüyorum; ama, buna rağmen,
tabiî, gündeme daha önce alındığı için ve Hükümet de yeni
olduğu için, bu konuda, biz, Meclis araştırması
yapılmasını istiyoruz.
Ancak, bir konuyu
daha ifade etmek istiyorum: Hepimiz biliyoruz ki, şu anda, Meclisin
gündeminde bu konuyla ilgili bir kanun teklifi bir de kanun tasarısı
vardır. Bunlardan, Sayın Necati Çelik’in vermiş olduğu, bu
3417 sayılı Kanunun kaldırılması hakkında kanun
teklifi, Plan ve Bütçe Komisyonunda beklemektedir. İkincisi de,
geçmiş Hükümet tarafından verilen ve şu anda Sağlık ve
Sosyal İşler Komisyonunda bekleyen bir kanun
tasarısıdır.
Bunda, şunu
söylemek istiyorum: İnşallah, bu iktidar, bizim
iktidarımız, en kısa zamanda, bu kanunu yürürlükten
kaldıracak ve şu ana kadar olan zorunlu, yani, mecburî bir tasarrufun
da daha fazla üzerinde durmayacaktır -tekrar teferruatına girmek
istemiyorum- çünkü:
1- 8 milyon 460 bin
liralık bir asgarî ücretliden, 169 bin lira gibi çok küçük bir
paranın alınmasının, aslında bir şey ifade
etmeyeceği ortadadır.
2- Zaten, asgarî
ücret alan insanların tasarruf edecek halinin
olmadığını hepimiz de bilmekteyiz.
3- İşverenin
yüzde 3 gibi bir para yatırmasında da -işgücü maliyetini
artırdığından- bir fayda görmüyoruz.
4- CHP Grubu
Sözcüsü arkadaşımızın belirttiği gibi, siz, 9
kişi çalıştırın; ama, 10 kişinin üzerinde, 11
kişi, 12 kişi çalıştırmayın diyen bir kanundur
bu.
Dolayısıyla,
Türkiye’de işsizliğin hüküm sürdüğü, 11 milyon insanın
işsiz bulunduğu bir dönemde istihdamın daha önemli olduğunu
kabul ediyoruz ve bu sebeple de böyle bir kanunun -istihdamın önünde engelleyici
bir husus olarak gördüğümüzden- kaldırılmasını talep
ediyoruz. Bu konuda çalışmalarımız da devam etmektedir.
Muhterem
Başkan, değerli arkadaşlarım; bütün bunların
sonucunda, özet olarak şunu söylemek istiyorum:
Vatandaşlarımızın bu konuda tereddütleri vardır;
çalışanların tereddütleri vardır, işverenlerin
tereddütleri vardır; bu paraların hesabını öğrenmek
istemektedirler.
Dolayısıyla,
fondaki paraların bugün ulaştığı toplu miktarın
gerçek olarak bilinebilmesi; halen, fon hesabındaki mevcut hak sahiplerine
ödenebilir para miktarının ne kadar olabildiği; 1988
yılından bugüne kadar fonda biriken paraların nasıl
kullanıldığı; nemalandırmada hangi kriterlerin esas
alındığı, bu kriterlerin yasadaki amaçlarla ne ölçüde
bağdaştığı; fon hesaplarındaki paraların
diğer yatırım araçlarına göre değerlendirilseydi,
bugün ne kadar bir değere ulaşacağı, buna göre,
çalışanların ne kadar kayıpları olduğu gibi
hususların kamu vicdanında meydana getirmiş olduğu
rahatsızlığın giderilmesi bakımından Meclis
araştırmasında fayda mülahaza ediyoruz. Bu sebeplerle,
arkadaşlarımız da bu konuda müspet oy kullanacaklardır ve
Meclis araştırması yapıldığı takdirde, kamu
vicdanı da rahatlayacaktır.
Meclis
araştırmasının, eğer kabul edilirse, birçok
tereddütleri gidereceğini ümit ediyorum.
Hepinize
saygılar, sevgiler sunuyorum. (RP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ederim Sayın Yülek.
Gruplar adına
son olarak, Doğru Yol Partisi Grubu adına Sayın Aykon
Doğan; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)
Sayın
Doğan, süreniz 20 dakikadır.
DYP GRUBU ADINA
ABDULLAH AYKON DOĞAN (Isparta) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; önce, konuya esastan girmek istiyorum.
Bugün, bütün dünya
ülkelerinde işçi vardır, Türkiye’de işçi vardır; bütün
dünya ülkelerinde çalışanlar vardır, Türkiye’de
çalışanlar vardır. Çalışanların üzerindeki fonlar,
bütün vergi yükleri, OECD ülkelerinde, gelişmiş ülkelerde yüzde 16-17
civarındadır, Türkiye’de ise yüzde 32’ye
ulaşmıştır. Şimdi, meseleye bu şekilde
baktığınız zaman olay değişir. O halde bugün,
işçilerin, memurların, bütün çalışanların, fonlar
olarak üzerindeki vergi yükü, dünyanın hiçbir ülkesinde olmayan bir
noktaya varmıştır.
Şimdi,
birtakım sosyal demokrat, işçi yanlısı geçinen
arkadaşlarımız, ne var ki bu gerçeği, işçi kesiminin,
memur kesiminin ve 60 milyon Türk Milletinin gözünden saklamışlardır
demeyeceğim; ama, bu meseleyi de açıkça ortaya
koymamışlardır.
Değerli
arkadaşlarım, çalışanların tasarruf olayı
şöyle: Kanunla tasarruf oluyorsa bunun adı vergidir; bunun
adını doğru koymak lazımdır; bu, ya vergidir veya
değildir, vergi değilse bunu kaldırmak lazımdır.
Bugün, bu yükü taşıyan da 5,5 milyon insandır. Peki, Türkiye’de
çalışan insan sayısı 5,5 milyon mudur?!. 12 milyon
çalışan insan var; bu çalışanların yarısını
tutuyorsun, yarısını tutmuyorsun. Nerede sizin sosyal
demokratlığınız, halkçılığınız,
eşitliğiniz, işçiden yanalığınız?!. (DYP
sıralarından alkışlar)
HİKMET
ULUĞBAY (Ankara) – Dört senedir neredeydiniz?..
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Bir dakika... Bir dakika.. Bir dakika, bunu
koyacağız.
METİN
BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Beş senedir iktidarsınız.
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Bir dakika... Beş senelik iktidarı da gündeme
getireceğim.
Şimdi bu kanun
çıkmış, bu kanun çıktığı zaman ben muhalefet
milletvekiliydim, sonuna kadar karşısında olduk Doğru Yol
Partisi olarak. 94 yılında bakan olduğum zaman bunu önüme aldım: Getirin bakalım
bu tasarruf onu nereye gidiyor?..
Değerli
arkadaşlarım, devleti, devlet adamı gibi yönetmek sadece benim
mükellefiyetim değildir; ister muhafazakâr, ister liberal, ister sosyal
demokrat olun, devletin dümenine geçtiğiniz zaman, devleti dürüstçe ve
devlet adamı gibi yönetme mükellefiyeti hepinizin omuzundadır; bunu,
bu duyguyu bürokrat olarak taşıdım, bakan olarak da
taşıdım bu duyguyu ve burada açıkladığım
düşünceler doğrultusunda, ilk tasarıyı, yani bu
yasanın kaldırılmasını ve bu fonun tasfiye edilmesini
öngören tasarıyı hazırlatan bakan buradadır; bu bir. (DSP
sıralarından “neredeydiniz” sesleri) Bir dakika.
Neden bu
zorunluğa vardım; buna hiç kimse değinmedi. Değerli
arkadaşlarım, burada zorunlu bir kanun koymuşsunuz; 5,5 milyon
insanın yarısı memur, yarısı da -büyük bir
kısmı- kamu işçisi; neticeye baktığınız
zaman, bu fonun yüzde 80’ini devlet, kesesinden ödüyor. Sonra dönüp diyorsunuz
ki, buna faizi neden az verdin...Yani, hiç böyle bir mantık, maliyenin
ilminde, hele hazinenin ilminde böyle bir mantık söz konusu mudur?..
Devlet tutacak, kendi cebinden parayı koyacak, arkasından “Bir de
buna ben faiz vereceğim” diyecek, sen de buraya geleceksin “Niye faiz
vermiyor” diye kimi yargılayacaksın...
M. CEVDET
SELVİ (İstanbul) – Yasada öyle yazmıyor ama, yasaya aç bak.
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Bir dakika, bir dakika...
Bakın,
şurada, 1988’den...
M. CEVDET
SELVİ (İstanbul) – Yasada öyle yazmıyor.
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Bir dakika efendim, yasayı da anlatacağım
size...
BAŞKAN –
Sayın milletvekilleri, lütfen sessiz dinleyelim.
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Yasayı uygulayan bir bakan var burada.
Şimdi,
arkadaşlarım bakın, bu kanunun uygulanmasında kimler mesul:
Bu kanunu bir bakan uygulamıyor, bu Kanunu Yüksek Planlama Kurulu
uyguluyor. Yüksek Planlama Kurulunun Başkanı, Başbakan ve onun
da pekçok üyesi var. Şu Parlamentoya baktığım zaman, bu
Yasanın uygulanmasında tek imzası olmayan parti Refah
Partisidir.
AHMET
PİRİŞTİNA (İzmir) – Bravo[!]
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Evet...
DSP olarak, bugün,
pekçok arkadaşımın, eski bakan olarak Yüksek Planlama Kurulunun
üyesi olarak isterseniz ismini sayayım: Tahir Köse sizin milletvekiliniz
değil midir?..
NECDET TEKİN
(Kırklareli) – Değil...
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Fuat Çay, sizin milletvekiliniz değil midir?
METİN
BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Değil...
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Karayalçın, değil midir?
M. CEVDET
SELVİ (İstanbul) – Değil...
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Bir dakika efendim...
Deniz Baykal
değil midir? Sayın Özal, Sayın...
METİN
BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Deniz Baykal bizim milletvekilimiz mi?!.
Bırak...
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Rahmetli Turgut Özal ve daha iki gün önce Başbakan
olan Mesut Yılmaz, burada, Başbakan değil midir? Burada
hepinizin imzası vardır.
TUNCAY
KARAYTUĞ (Adana) – Demokratik Sol Parti iktidarda olmadı!
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Dün, hükümet olarak çıkacaksınız,
bunları yapacaksınız, bugün geleceksiniz “efendim, biz
araştıracağız...” Ee, araştırın; bundan
kaçan falan yok. İcraatı yapan sizsiniz; burada kendi kendinizle
gelin güvey olup, milletin huzurunda kendinizi millete şikâyet eden yine
sizsiniz. (DYP ve RP sıralarından alkışlar) Siyasette...
TUNCAY
KARAYTUĞ (Adana) – Demokratik Sol Parti icraatta olmadı.
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Bürokrasiye geliyorum.
Değerli
arkadaşlarım, bakın, ben burada isim veriyorum isim... Ben, bu
meseleyi telefonda Sayın Baykal’la da telefonda görüştüm, Sayın
Mümtaz Soysal’la da görüştüm, Sayın Uluğbay’la da görüştüm,
DSP’nin grup başkanvekili arkadaşınızla da görüştüm,
önergeyi veren Refah Partili Sayın Çelik’le de görüştüm. Dedim ki
“gelin, arkadaş, bu 10,5 milyon insana, çalışana hizmet
edeceksek, sizin ve bütün grupların uygun göreceği bir tasarıda
birleşelim ve bunu kaldıralım.” Bunun gayreti içinde oldum.
Hikmet Uluğbay’a şunu dedim: “Yahu, sen araştırma önergesi
verip, neyi araştıracaksın?”
Bakın, burada
ne yazıyor; okuyorum: “Hazine Müsteşarlığının
falan tarih ve falan sayılı yazılarıyla, şu konuda,
Yüksek Planlama Kurulu şöyle bir kararının istihsalini arz
ederim” diyor Hazine müsteşarı. “Ee, Sayın Uluğbay, sen,
bunları arz eden adamsın; o zaman neyi araştıracaksın”
dedim kendisine. Burada araştıracak, bilgi sahibi olacak -bu
önergede- bir Refah Partisi Grubu vardır; onu da söyledim. Ama, Kurban
Bayramında “Sayın Çelik ve sen gelin, CHP’den de bir
arkadaşı alalım, ANAP’tan da alalım arkadaşı,
burada, bunu, siyasî polemik konusu yapmayalım, işçinin, memurun
sırtındaki bu yükü kaldıralım” dedim; ama, siz, buna yanaşmadınız,
işçiye bu yükü taşıtmayı ve polemik konusu yapmayı ve
burada da ...
HİKMET
ULUĞBAY (Ankara) – Yalan söylüyorsun!..
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – ...seninle ikili bir konuşmayı Meclis
kürsüsüne getirecek kadar ahlak zafiyetini de burada ortaya koydunuz.
HİKMET
ULUĞBAY (Ankara) – Ahlak zafiyeti sana aittir; bana, Meclisin kürsüsünden
söyleyemeyeceğin hiçbir şeyi, hiçbir yerde söyleme.
BAŞKAN –
Sayın Uluğbay, lütfen, konuşma bitsin.
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Ben, bunu saklamıyorum ki, ben bunu konuştum.
Efendim, Aykon Doğan bunu engelliyor falan değil... Biz, Doğru
Yol Partisi olarak söylüyoruz, ben de burada söylüyorum, bu
araştırılacak, burada bir şey yok. Sadece, binlerce
araştırma önergesi var; bu tasarının
çıkmasını geciktirir.
Gelin diyorum;
gayretimiz, bu tasarıyı bir an önce çıkaralım yönündedir.
İşte, bütün arkadaşlarla bunu konuştum, ANAP’la da
konuştum; çünkü, ilk defa, böyle bir kanun tasarısını
hazırlama onurunu taşıyorum, bir an önce çıkması
onurunu da bütün gruplarla paylaşmak istedim, amacım budur.
MUSTAFA GÜVEN
KARAHAN (Balıkesir) – Çalışanların hakkını gasp
etmek istiyorsunuz.
BAŞKAN –
Sayın milletvekilleri, lütfen, sessiz dinleyelim.
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, şimdi,
bakın, bu şeyin tehlikesi nedir; yıl sonunda, bu fonun
tutarı 400 trilyon liraya ulaşıyor değerli
arkadaşlarım.
MUSTAFA GÜVEN
KARAHAN (Balıkesir) – Fazla, fazla...
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Bir dakika...
Gelecek sene 800
trilyon; neredeyse, devletin içborçlarına eşit, bu şekilde bu
devam edemez. Şimdi, devlet, nerede değerlendirmiş; 400 trilyon
lirayı götürüp bir bankaya yatıramazsınız, falan
şekilde gidip, borsada bunu kullanamazsınız, hiçbir yerde
kullanamazsınız. Tek yolu vardır; bunu, Hazine nerede
kullanmıştır, söyleyeyim: Maaş ödemelerinde
kullanmıştır.
M. CEVDET
SELVİ (İstanbul) – Amaç o değildi.
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Efendim, anlatıyorum; amacından
sapmış kanun ve kanun, burada, sadece, bunlara nema az verir demiyor.
9 uncu maddeyi okuyun, Yüksek Planlama Kurulu diyor ki: “Uygulamayla ilgili
diğer tedbirleri de alır.” Yani, bu paralar ya batsaydı ne
olacaktı?
İHSAN ÇABUK
(Ordu) – Batırmadınız mı?
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Hayır. 400 trilyon, 400 trilyon...
Değerli
arkadaşlarım, bunu dolar olarak değerlendirirseniz başka
oluyor, Türk parası olarak değerlendirirseniz başka oluyor.
Bakın, dolar olarak yatırırsanız nema ödemiyorsunuz. Yani,
bugün bu parayı dolara bağlayın, yıllık neması
yüzde 5’tir, bunu Türk parasına bağlayın yıllık
neması yüzde 100’dür. (DSP sıralarından “niye dolarla?” sesleri)
Bir dakika, anlatıyorum
efendim.
Siz Türk
parası olarak bağladığınız zaman işçinin
lehinedir; ama, geliyorsunuz bu kürsüden diyorsunuz ki: “Neden dolardan Türk
parasına çevrildi?” Bakın, nemanın hesaplarını
hepinize veriyorum.
Sonra, şunu da
ifade ediyorum: Bu Meclisin bilgi edinme mekanizması sadece
araştırma komisyonları değildir. Hazinenin
kayıtlarında Sayın Uluğbay’ın yazılı soru
önergeleri vardır, Hazine de bunları hep cevaplandırmıştır
değerli arkadaşlarım.
Bakın, nemalar
nerede: 1990’da 133 milyar 204 milyon, 1991’de 1,9 trilyon, 1992’de 3,1
trilyon, 1993’te 8 trilyon, 1994’te ise Türk parasına çevrildiği
için, nemayı işçi lehine 5 misli artırmışız, 47
trilyon; sadece mekanizma dolayısıyla.
AHMET
PİRİŞTİNA (İzmir) – İşçinin
parasını kime verdiniz?
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bakın, bir de
şu var: Bu nema Türk parasına çevrildiği için 1995’te ne oluyor;
103 trilyon. Kanun diyor ki: Bunun üçte birini dağıtacaksın.
Peki, 103 trilyonun üçte biri 33 trilyon eder. Eğer bu dolarda
kalsaydı 10 trilyon ederdi, dağıtılacak para da 3 trilyon
olurdu. Hangisi doğru?! Hangisi işçinin lehine?!
Değerli
arkadaşlarım, burada şunu ifade ediyorum: Hiçbir partinin
-soldan başlıyorum- bugün DSP’de olan arkadaşlarım, bugün
CHP’de olan arkadaşlarım, bugün ANAP’ta, bugün Doğru Yolda,
hatta bugün Parlamentoda olan ve Yüksek Planlama Kurulu kararlarına
başbakan ve bakan olarak imza atan arkadaşlarımızın,
ne devleti düşünme ne de işçinin hakkını gasp etme gibi
düşünceleri asla olmamıştır. Neden; bürokrasiden bu böyle
gelmiştir, Planlamanın süzgecinden geçmiştir, ilk teklifleri
Hazine yapmıştır, Başbakan, Yüksek Planlama Kurulunu
toplamıştır, neredeyse küçük bir bakanlar kurulunda konu
tartışılmış “evet, devlet bu
fedakârlığı yapmıştır, bu kadar da faiz
fedekârlığını yapabiliyor” demiştir.
Şimdi, burada
bir iddia var -üzülerek ifade edeyim ki, Sayın Uluğbay yaptı-
efendim, bu karar şöyle olmuş da, böyle olmuş da... Elimde, en
son çıkarılan bir karar var; 17.6.1996 tarihli ve 40
sayılı. Burada bakın ne diyor: “Hazine Müsteşarlığının
27.3.1996 tarih ve 12302 sayılı yazısı dikkate
alınarak...” Yani, işlem mart ayında başlıyor; ama,
haziranın 17’sinde çıkıyor. Bunlar normal bürokratik işlemler.
Yani, şimdi, buradaki “bunu geç çıkardın, erken
çıkardın” iddiası söz konusu olamaz. Devletin Yüksek Planlama
Kurulunun bir toplanma takvimi var, Planlama
Müsteşarlığının bir incelemesi var. Sonra, bunu da
gönderen Hazine. Ne yapmış en son kararda; bunlar da reeskont faizi
vermişler... Evet... Burada kimlerin imzası var; okuyorum: Sayın
Mesut Yılmaz, Sayın Saracoğlu, Sayın Söylemez, Sayın
Törüner, Sayın Kayalar, Sayın Keçeciler, Sayın Erez, Sayın
Doğan, Sayın Özfırat, Sayın Taşar, Sayın
Saygın. Burada... Benim de imzam var bu gibi şeylerde... Herkes,
işçiye, memura bir şey vermek ihtiyacını duymuştur.
Şunu soruyorum: Enflasyonun altında memura maaş vermiyor
musunuz; veriyorsunuz, işçiye vermiyor musunuz; veriyorsunuz. Memura,
çalışanlara en büyük kötülük emisyondur, para basarak maaş ödemektir.
NAMİ
ÇAĞAN (İstanbul) – Bunu yapmadınız mı?!.
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Efendim, şunu söylüyorum; bir ülkede enflasyon
varsa, bu var demektir; yani, gelin isterseniz 1974’ten başlayalım;
enflasyonun olmadığı yıl oldu mu? Şu iktidar, şu
Mecliste grubu olan arkadaşlarımdan “bizim partimiz bunu
yapmadı” diyen, yani, “sağlıksız parayla memura para
ödedik, bir elimizle verdik; ama, iki elimizle geri aldık” demeyecek adam
var mıdır?!. Doğru konuşmak lazımdır burada,
doğruları korumak lazımdır.
A. TURAN BİLGE
(Konya) – Yüzde130 olmadı hiç!..
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Efendim, şimdi...
REFİK ARAS
(İstanbul) – Senelere göre değişti...
MUSTAFA CUMHUR
ERSÜMER (Çanakkale) – Yönetime göre değişti...
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Efendim, şimdi, bunlar, işin gelişi
gereğidir.
Şuna
inanıyorum: Hepiniz, bütün siyasî partiler ve herkes, işçime,
memuruma bir şey verelim diye çırpınmıştır. Bunu
ben söylüyorum. Gelin, burada birleşelim değerli
arkadaşlarım. Gelin, bırakalım bu araştırma devam
etsin; ama, yarından tezi yok -şu Komisyonda alt komisyona havale
edilen bu tasarıyı, Doğru Yol Partisi-Anavatan Partisi
Koalisyonu sevketmiştir- bu Hükümet bunu kabullensin, geri çekmesin, alt
komisyona indirsin, yeniden düzenlesin ve bir an önce bunu çıkarsın;
benim amacım budur. Tabiî, benim burada pek çok arkadaşım var.
Herkese bu konuda başvurdum. Sayın Uluğbay’a da öyle
başvurdum.
Eee, Refah Partisi;
doğru, dedim; burada bilgi sahibi olmayan bir Refah Partisi vardır.
En çok gayret gösterecek, şu Hazinedeki bilgileri alacak olan Refah
Partisidir.
ŞÜKRÜ
SİNA GÜREL (İzmir) – “Öğrenmesinler” demediniz mi?
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Efendim, bakın şunu söylüyorum: Siz,
İçtüzüğü okuyun. Bir milletvekilinin yazılı soru
önergeleriyle, sözlü soru önergeleriyle, istediğini öğrenme
hakkı yok mudur Anayasa gereği?!.
NAMİ
ÇAĞAN (İstanbul) – O zaman, araştırmaya hiç gerek yok.
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Bir dakika... Bir dakika...
BAŞKAN –
Sayın milletvekilleri, lütfen, karşılıklı konuşma
haline getirmeyelim.
Sayın
Doğan, siz de konuşmanızı yapın lütfen.
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Şimdi, değerli arkadaşlarım, hiçbir
şey gizli değildir bu memlekette.
Sonra, burada
yenilmiş içilmiş de yoktur...
MUSTAFA GÜVEN
KARAHAN (Balıkesir) – Refahlılar sizin gibi düşünmüyor.
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Paralar toplanmıştır, az faiz
verilmişse, yarın gelirsiniz hükümet olursunuz, siz çok verirsiniz.
Şimdi, top
dönmüş dolaşmış, hesap dönmüş, sap dönmüş...
AHMET UYANIK
(Çankırı) – Keser, keser...
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – ...keser dönmüş...
İRFAN KÖKSALAN
(Ankara) – Dönmüş değil; döner, döner...
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Canım, efendim, dönmüş... Değerli
arkadaşım, dönmüş...
İRFAN KÖKSALAN
(Ankara) – Sap döner, keser döner, bu hesap döner.
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – ...önerge sahibinin önüne gelmiş; yani, önergeyi
verenlerin önüne gelmiş.
BAŞKAN –
Sayın Doğan, lütfen, karşılıklı konuşmadan
sözünüzü tamamlarsanız... Vaktimiz çok azalıyor.
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Şimdi, ben diyorum ki: Önerge sahibi değerli
arkadaşlarım, işte, 1988 yılından beri,
aşağı yukarı sizin dışınızdaki bütün
siyasî partilere mensup yöneticilerin verebildikleri ortada. Eğer bu
mümkünse, siz, eskiden verilenlerin üzerine 1 misli verin; biz de varız
buna...
MUSTAFA GÜVEN
KARAHAN (Balıkesir) – Hükümet sizsiniz...
REFİK ARAS
(İstanbul) – Hükümet sizsiniz, vaktinde verseydiniz.
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Biz de varız; ama, gelin, bunu, polemik konusu
yapmayalım.
REFİK ARAS
(İstanbul) – Hükümet sizsiniz, verin efendim.
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Şimdi, benim, buradaki en büyük gayretim, bu görüşmenin
açılmasıdır; bugüne kadar tasarının olgunlaşmasında fayda
olmuştur...
BAŞKAN
–Sayın Doğan, son 2 dakikanız...
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Toparlıyorum Sayın Başkan.
...ve gelinen nokta
memnuniyet vericidir. Hazinenin bütün bürokratları adına ben kefilim,
evet, Maliyedeki arkadaşlarımın adına ben kefilim. Burada
araştırılacak; şuraya yatırılmış buraya
yatırılmış... Hepsi de Sayıştay denetiminden
geçmiş; Fon ise, Başbakanlık Yüksek Murakabe Heyetinin
denetiminden geçmiş, KİT Komisyonundan geçmiş... Şöyle
değerlendirilmiş böyle değerlendirilmiş; bu, o günkü siyasî
iktidarların takdir hakkıdır; verilen bu kadar verilmiş...
Burada -sözlerimin
başında söylediğim gibi- hiç kimsenin kimseye bir şey deme
hakkı yoktur, hiçbir siyasinin... Şimdi de, Refah Partisi, Hükümetin
ortağı olarak, elini taşın altına sokmak durumundadır.
Şimdi, o da elini taşın altına sokmuştur.
İRFAN KÖKSALAN
(Ankara) – Hayırlı olsun, siz soktunuz.
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Gelin, hep beraber, şu işin üzerindeki şu
yüzde 5 yükü kaldıralım.
HÜSAMETTİN
KORKUTATA (Bingöl) – Taşı kaldıralım.
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Yüzde 5 yükü... Yüzde 16 olsaydı üzerlerindeki bu
yük; bizdeki 12 ...
REFİK ARAS
(İstanbul) – Yüzde 32 diyecektiniz.
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – ...ve milletin, bir defalık -hemen
çıkaralım yarın- şu temmuz maaşlarına bunu da
ilave ederek ödeyelim; ama, bir şartla, işçinin, memurun bütün
müktesep haklarını koruyalım. Yani, şu 400 trilyonluk -350
trilyonu aşan- bu paradaki hak sahiplerinin hakkını
koruyalım; bunda hep beraberiz.
MUSTAFA GÜVEN
KARAHAN (Balıkesir) – Göreceğiz, göreceğiz...
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Efendim, yalnız, burada, şu görevi yapmak
istiyorum...(DSP sıralarından “Gasp eden sizsiniz” sesleri)
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN –
Sayın Doğan, sözünüzü toparlamanız için size 1 dakika eksüre
veriyorum; süreyi yeniden uzatmayacağım.
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Toparlıyorum Sayın Başkan.
Hayır, burada,
ne gasp vardır ne bir olay vardır. Burada, 400 trilyona varan bir
meblağın daha büyümesine müsaade edilemez. Bunun büyümesine müsaade
ederseniz, Türkiye’de, yarın, yeni bir tasarruf bonosu olayı
yaşarsınız, bunun sorumlusu da, bugün Meclisin gündemine
gelmiş olan tasarıyı, burada, birtakım araştırma
maraştırma polemikleriyle geciktirenlerdir.
AHMET
PİRİŞTİNA (İzmir) – Sizden bekliyoruz...
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Bunu böylece ortaya koydum. Zannederim ki, iki yıl
bu konuyu yakından izleyen bir bakan olarak da, gayet açık ve
tarafsız bir üslupla, bildiklerimi, görevlerimi ve partimin üzerine düşeni, önce Yüce Meclise
sonra da kamuoyuna açıklamış ve doğru
açıklamış oldum.
Hepinize
teşekkür ederim, saygılar sunarım. (DYP sıralarından
alkışlar)
REFİK ARAS
(İstanbul) – Kararınız ne?
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Kararımız, açılmasını
destekliyoruz.
BAŞKAN –
Teşekkür ederim Sayın Doğan.
BAŞKAN –
Sayın milletvekilleri, şimdi, önerge sahipleri adına, Sayın
Çelik’in gösterdiği sayın arkadaşıma söz vereceğim;
ancak, daha önce, Sayın Hikmet Uluğbay, şahsına sataşıldığı
için söz istiyor.
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Isparta) – Ne sataşma var?
BAŞKAN –
Açıklayayım efendim gerekçesini; ben de uygun bulduğumu ifade
edeceğim: Bir Sayın Bakanın, Bakanlığıyla ilgili
bir konu üzerinde, Türkiye Büyük Millet Meclisinde temsil edilen bir partinin
sayın sözcüsüyle yaptığı konuşmayı özel muhabbet
gibi algılayıp, açıklanmasını ahlakî faziletsizlik
olarak nitelemesi, herhalde, İçtüzüğümüzün 69 uncu maddesinde
yazılı hükümlere bütün unsurlarıyla uymaktadır.
Buyurun Sayın
Uluğbay. (DSP sıralarından alkışlar)
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Isparta) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Lütfen
itiraz etmeyin.
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Isparta) – Tamam Sayın Başkan, dinleyelim bakalım.
Kuliste
konuştuğumuzu da getirin buraya...
İRFETTİN
AKAR (Muğla) – Şeffaf Türkiye...
HİKMET
ULUĞBAY (Ankara) – Teşekkürler Sayın Başkan.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; tekrar huzurunuza gelmek
mecburiyetinde kalışım nedeniyle sizlerden özür diliyorum. Bu
Yüce Mecliste, hepimizin, konuşurken birbimizi eleştirmek,
birbirimize ilişkin görüşleri paylaşmadığımız
takdirde onları lisanı münasiple dile getirmek görevimizdir,
vazifemizdir. Bundan, millete fayda ve yararlar oluşur; ancak, o üslubu,
kişilik haklarını zedeler niteliğe getirdiğimiz vakit,
maalesef, istemediğimiz halde tekrar tekrar birbirimizin
karşısına çıkarız.
Her şeyden
evvel bir hususun altını çizmek isterim. Sayın Aykon
Doğan’ın “Demokratik Sol Partinin, çalışanların
zorunlu tasarruflarına ilişkin uygulamalarda hiçbir siyasî ve
uygulama rolü olmamıştır” tarzında ifadeleri olmuştur.
Bir defa, bu gerçeği, zabıtlara geçirmekte ve kamuoyunun bilgisine
sunmakta sayısız faydalar var.
AHMET UYANIK
(Çankırı) – Öyle bahsettiler; şahıslar diye bahsettiler.
BAŞKAN –
Lütfen, açıklamayı dinler miyiz efendim.
HİKMET
ULUĞBAY (Devamla) – Şahıslar, kendi yaptıkları ve
attıkları imzanın sahipleridirler ve elbette ki,
attıkları imzaların da sorumluluğunun bilinci içendedirler.
Üzerinde durmak
istediğim ikinci husus, benim, Hazineden herhangi bir şekilde
yazılı bilgi talebim olmamıştır; olsa da, Hazine,
zaten, bir milletvekili sıfatıyla bana o bilgileri vermek zorunluluğunda.
Diğer
taraftan, Sayın Aykon Doğan, haklı olarak, geçmişte, bir
bürokrat olmam nedeniyle bu uygulamalarda görev almış
olabileceğimi ima ettiler. Maalesef, bu kanunun 1988’de uygulamaya
girdiği dönemde aktif bir bükrokrat değildim; olsaydım, o toplantılara
katılır açıkça fikrimi söyler ve ondan doğan birtakım
sorumluluklar varsa bugün karşınıza gelir, onun
hesabını verirdim. Bürokrasi, o anlayışta
yapılması gereken bir husus.
Esas üzerinde
durmak istediğim diğer bir konu; Sayın Aykon Doğan’la
yaptığımız görüşme, ki, biraz evvel kendisi de çeşitli kişilerle de aynı mealde
görüşmeler yaptıklarını ifade ettiler ve ben, bu
görüşmeyi
yapışlarını, bir eleştiri olarak değil,
haklı olarak bir konudaki kulis faaliyeti anlamında ifade ettim. O
noktada altını çizdiğim husus şu idi: Hazinenin
kayıtlarını incelemesine zemin hazırlamakla biz bu
araştırmanın açılmasını ileri sürdüğümüzü de
ifade etmiştim.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN –
Sayın Uluğbay, 1 dakika
içerisinde lütfen toparlayın.
HİKMET
ULUĞBAY (Devamla) – Şimdi, bana göre ahlakî zafiyet; sizin bir konuda
samimî fikriniz, bir siyasî ekolün belirli yere girmesi inancına sahip
değilseniz, o inancı sonuna kadar savunmaktır; yoksa,
karşı olduğunuz inanç için gelip burada güvenoyu vermek
değildir.
Saygılar
sunuyorum.(DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ediyorum Sayın Uluğbay.
BAŞKAN –
Şimdi, önerge sahipleri adına, Sayın Cafer Güneş; buyurun.
Sayın
Güneş, süreniz 10 dakikadır.
CAFER GÜNEŞ
(Kırşehir) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
hepinizi, önerge sahipleri ve şahsım adına saygıyla
selamlıyorum.
54 üncü Hükümetin,
vatanımıza ve milletimize hayırlı olmasını Yüce
Allah’tan temenni ediyorum.
3417
sayılı Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve
Bu Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair Kanunun olumlu ve olumsuz
yönlerinin Yüce Meclisimizce araştırılarak, milyonlarca
insanımızın mağduriyetini gündeme getirmek istiyoruz. Bu
vesileyle, önerge sahipleri adına huzurlarınızda bulunuyorum.
Sayın
milletvekilleri, bildiğiniz gibi, bu yasa, 1988 tarihi itibariyle
yürürlüğe girdi. Büyük umutlarla çalışanlara takdim edilen bu
yasayla, yeni yatırımlara yönelinecek, çalışanların
refah ve gelir düzeylerinin artırılması sağlanacaktı.
Her zamanki gibi, parlak ve umut dolu sözler...
Uygulamanın
başlangıcından bugüne kadar 340 trilyon liranın üzerinde
bir meblağın biriktiği, yetkili mercilerce ifade edilmektedir.
İlgili yasada, birikimlerin açılan hesaplarda tutularak
nemalandırılması gerektiği belirtiliyor olmasına
rağmen, idarece, ödeme zamanlarında para olmadığı gibi
yasal dayanaktan yoksun bir mazeret ileri sürülerek ödemelerin
yapılmaması, kamuoyunda, fon kaynakları değişik
amaçlarla kullanılıyor gibi birkısım şüpheleri akla
getirmektedir. Aynı zamanda, konuyla ilgili yasalardan kaynaklanan
eksiklerden dolayı, biriken bu paralar, çeşitli demokratik denetim
mekanizmalarının da dışında tutulmuştur.
Dolayısıyla, denetimden uzak olan bu miktarın nerede, nasıl
ve ne şekilde kullanıldığı tam olarak bilinmemektedir.
Çalışanlar “bizim tasarruflarımız ne oldu acaba” diye,
sesli ve sessiz şekilde düşünmektedirler; fırsat buldukça da
bizlere müracaat etmektedirler.
Bununla birlikte,
halk arasında “zorunlu tasarruf” diye adlandırılan bu tasarrufun
nemalandırıldığı ve uygulamadan iki yıl sonra
ödenen nemaların hangi ölçülere göre
nemalandırıldığı araştırılmaya,
incelenmeye ve kamuoyuna bilgi vermeye değer bir konudur.
1994
yılındaki bir uygulamanın enteresan oluşunu takdirlerinize
arz etmek istiyorum: 1994 yılında, bu fonun 38 trilyon liralık
kısmıyla, yılbaşında, dolara endeksli senet
alınıyor; ancak, kur artışı çok hızlı
gidiyor ve para 88 trilyon liraya çıkıyor. Bakılıyor ki,
pabuç pahalı, dolara endeksli senetler, yılbaşı kurundan
Türk Lirasına çevriliyor; böylece, 50 trilyonluk bir kayıp,
çalışanların hanesine yazılıyor. O günleri
hatırlayın; bu ve benzeri sözler, çok yazıldı ve çok
konuşuldu.
Yine,
basınımızın gündeme getirdiği bir konu ise, bu fonda
biriken paraların, yasa gereğince, verimi yüksek
yatırımlara yatırılması gerekirken, tahvil ve bono
nemalarının yüzde 100’den aşağıya düşmediği
dönemlerde bu tasarrufa yüzde 50’lik nema uygulaması,
çalışanların aleyhine olduğu gibi izahı da oldukça güç
görülmektedir.
Çalışanları
tasarrufa teşvik etmek için yürürlüğe konulan kanun hükümleri,
uygulandığı dönem içinde amacına
ulaşmamıştır. Özellikle birkısım yerel
yönetimlerde ve ekonomik çıkmaz içindeki KİT’lerde belirtilen
kesintilerin yapılmamış olması nedeniyle olay yargıya
da intikal etmiş, mağduriyetler söz konusu olmuştur. Zaman
içinde, nispeten zorunlu bir uygulama olmaktan çıkmasına yönelik
hükümler, çalışanlar aleyhine sonuçlara sebep olmuştur.
Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; konuyla ilgili, o günden bugüne
basınımızda çok yazılar yazılmış,
insanımızın kafasında derin soru işaretleri oluşturulmuştur.
Bunların bir kısmını takdirlerinize arz ediyorum: “Devlet
zoruyla 340 trilyon birikti” , “zorunlu tasarrufta bir kurnazlık daha” ,
“zorunlu tasarrufun yarısına el konulmak isteniyor”, zamanın
bakanı Moğultay kastedilerek “zorunlu tasarruf yüzsüzleri
açıklanmıyor” , “zorunlu değil sorunlu tasarruf” , “zorunlu
tasarrufa karşı kampanya” , “zorunlu tasarruf nemalarının
akıbeti açıklansın” , “trilyonlarca gelir uçtu” , “36 trilyonu
devlet iç ediyor” , “zorunlu tasarruf soygunu bitmiyor” , “çalışanların
zorunlu tasarrufu işadamlarına peşkeş çekiliyor” , “bu sese
kulak verin” , “devlet ayıbı” gibi basınımıza
yansıyan bu sözlerin kupürleri gazetelerde mevcuttur, isteyen
arkadaşlarımıza da takdim edilebilir.
Hepinizin
bildiği gibi, devletin vatandaşa karşı görevleri içinde yer
alan insan hak ve özgürlüklerinin sağlanması yanında güven
verici niteliğine de dikkat edilmesi önemli bir husustur.
Sayın
milletvekilleri, 340 trilyon gibi bir meblağın, dargelirli, ücretli
insanımızı ilgilendiren ve 8 sene gibi uzun bir sürede denetimi
ve kullanımı hususunda resmî makam ve yetkililerce doyurucu
bilgilerin verilmediğini düşünerek, her şeyin şeffaf
olmasını istediğimiz açık yönetim anlayışına
paralel olarak konuları aydınlatmamız gerekmektedir. Bu konu,
bir siyasî partinin konusu değildir; tüm siyasî partilerimizi,
tabanları ve temsilcileri bakımından, ciddî şekilde
ilgilendirmektedir.
Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; yukarıda söylediğimiz
hususları, muhalefetteyken bu şekilde dile getirdik; ancak,
şimdi iktidardayız, konuyla ilgili Bakanlık nezdinde de
takiplerimiz devam edecektir.
Bu ve benzeri
sebeplerden dolayı, 3417 sayılı Çalışanların
Tasarrufa Teşvik Edilmesine Dair Kanun hükmüne göre, çalışanlar
adına biriken para ve nemaların hangi alanlarda değerlendirildiği
ve bu kaynakların piyasa şartlarında
nemalandırılıp nemalandırılmadığı ve
şüpheleri gidermek amacıyla, Anayasanın 98 ve
İçtüzüğün 104 üncü maddesi uyarınca, Meclis
araştırması açılmasını Yüce Meclisin takdirlerine
sunuyoruz.
Daha çok
imtihanlardan başarıyla çıkacağımız
inancımızı bir kez daha yineliyor -Sayın Doğan’ın
açıklamalarından da anladığımıza göre- bizi
imtihan edenlerin, kendilerinin, imtihanlarını yüzakıyla
vermelerini temenni ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (RP ve
DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ediyorum Sayın Güneş.
Sayın
milletvekilleri, Meclis araştırması önergesinin
öngörüşmeleri tamamlanmıştır.
Şimdi, Meclis
araştırması açılıp açılmaması hususunu
oylarınıza sunacağım: Meclis araştırması
açılmasını kabul edenler... Kabul etmeyenler... Meclis
araştırması açılması kabul edilmiştir.
Meclis
araştırmasını yapacak komisyonun 9 üyeden
kurulmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Komisyonun
çalışma süresinin, başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip
üyenin seçimi tarihinden başlamak üzere, 3 ay olmasını
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Komisyonun,
gerektiğinde Ankara dışında da çalışabilmesi
hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
BAŞKAN –
Sayın milletvekilleri, gündemimizin 2 nci sırasında yer alan
Konya Milletvekili Mustafa Ünaldı ve 12 arkadaşının, ülke
kaynaklarının tespit edilmesi ve değerlendirilmesi konusunda
Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri
uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesinin öngörüşmelerine başlayacağız.
Hükümet? Yok.
Sayın
milletvekilleri, Hükümet temsil edilmemiş olduğundan, önergenin
görüşülmesi bir defaya mahsus olarak erteleniyor.
Bundan sonra
gündemimizdeki konuları görüşmeye devam etmemiz halinde yine
Hükümetin temsil edilmeyeceği, dolayısıyla, sadece
önergeleri okuyup ertelemekle
yetineceğimiz anlaşıldığından, grupların da
yüz ifadelerinden aldığım mutabakatlarıyla; sözlü sorular
ile kanun tasarı ve tekliflerini görüşmek için, 10 Temmuz 1996
Çarşamba günü saat 15.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyor,
hepinize hayırlı akşamlar diliyorum.
Kapanma Saati : 17.26
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 15.00
9 Temmuz 1996 Salı
BAŞKAN : Başkanvekili
Uluç GÜRKAN
KÂTİP ÜYELER : Kâzım
ÜSTÜNER (Burdur), Zeki ERGEZEN (Bitlis)
_____0_____
BAŞKAN –
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 74 üncü Birleşimini açıyorum.
Görüşmelere
başlıyoruz.
Gündeme geçmeden
önce, üç arkadaşıma gündemdışı söz vereceğim.
BAŞKAN –
Gündemdışı birinci söz, Rize’nin sorunları konusunda
Sayın Ahmet Kabil’ in.
Buyurun efendim.
Sayın Kabil,
süreniz 5 dakikadır.
AHMET KABİL
(Rize) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; cumartesi günü,
üç gün önce, Yüce Mecliste, Erbakan ve Çiller Hükümetinin Programı
üzerindeki görüşmeleri dinlediniz; bilmem dikkatinizi çekti mi; iktidar
partilerinin sözcülerinin ve Sayın Başbakanın devamlı
olarak ismini tekrar ettiği bir ilimiz vardı; yani, Türkiye Cumhuriyeti
hudutları dahilinde, mensuplarının vatan için, bayrak için, ezan
için her an ölebileceklerini ispat etmiş olduğu, her hafta bir
şehit karşılayan Rize’ye karşı ifade ettiklerini
gördünüz. Ben, şimdi, size, dört yıllık geçmiş koalisyonun
ve bugünkü Hükümetin Rize’ye bakış açılarını ve gerçek
durumu, belgeleriyle arz etmek için söz almış bulunuyorum. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Sayın
Başbakan, Program üzerindeki konuşmasında –zabıttan aynen
okuyorum– “2 Haziranda seçim vardı; Rize’ye gittik; siz de gittiniz, biz
de gittik. Rize’de, belediye hududu içerisindeki köylümüze çay parası
ödeniyor; ama, seçim olmadığı için yanındaki köye para
ödenmiyor” diyor.
Burada, tamamen bir
yanılgı vardır, bir yanlışlık vardır; çünkü,
seçim 2 Haziranda yapılmıştır ve çay paraları,
mayıs ve haziran ayları birleştirilmek suretiyle, 17 haziranda
verilmiştir. 17 haziranda, Trabzon-Araklı’dan başlamak
suretiyle, her fabrikaya aynı anda para verilmiştir ve bu,
seçimlerden onbeş gün sonradır. Hani nerede Rize merkezinde öncelikli
para verildiği iddiası?..Maalesef, Türkiye Cumhuriyeti
Başbakanı yanlış söylemiştir.
Zannediyorum,
Sayın Hocam da eski DYP-CHP Koalisyonu gibi, Rize’ye olan husumetinden,
hırsından ne söyleyeceğini
şaşırmıştır. İnşallah, her şeye
rağmen, seçimlerde, Rize’de, çay mevzuunda verdiği sözleri tutarak,
çay parasını peşin öder. Bizim verdiğimiz 3 750 lirayı
az bularak 5 000 lira vereceğini vaat etmişti, o sözlerini
tutacağını ümit ediyorum.
Devlet Planlama Teşkilatından,
geçmiş yatırımları, siz de alıp inceleyin; iddia
ediyorum, Rize’ye husumet, 1991 yılından beri devam etmektedir.
İhale edilmiş hiçbir işe ödenek verilmediği gibi, yeni
yatırımlar da yapılmamıştır.
Bakın, elimde,
1996 yılı Devlet Planlama Teşkilatının
yatırım projeleri var. Huzurunuzda, bu tabloda yer alan birkaç ildeki
yatırımlarla, Rize’yi mukayese edeceğim. O illere fazla verildi
demiyorum, onlara helal olsun; ancak, Rize’ye, bu illerde kişi
başına düşen yatırımların 1/10’u veya 1/15’i reva
görülmüştür. Bu, Rize’ye haksızlıktır.
İl
nüfusları 1990 sayımına göre alındığında,
Devlet Planlama Teşkilatı raporlarından, kişi
başına düşen yatırımları arz ediyorum:
Rize: 348 bin
nüfus; yatırım, 500 milyar 757 milyon lira; kişi
başına düşen yatırım, sadece 1 milyon 436 bin lira.
Afyon: Rize’nin iki
katı, 739 bin nüfus; yatırım, Rize’nin 500 milyarına
karşılık, 15 trilyon 811 milyar; kişi başına
düşen yatırım, 21 milyon 800 bin; Rize’nin 15 katı. Yani,
15 Rizeliye verilen, 1 Afyonluya verildi; ama, tekrar ediyorum, Afyonluya karşı
olduğum için değil, Rize’ye reva görülen bir cezayı izah etmek
için söylüyorum.
İSMET
ATTİLA (Afyon) – Sayın Kabil...
AHMET KABİL
(Devamla) – Sayın Bakanın sayesinde oldu tabiî... O da,
aşağıdan işaret ediyor.
Yine, Rize’nin 1
milyonuna karşılık, Bursa’da kişi başına
düşen yatırım 16 milyon, Rize’nin 11 katı; Kocaeli 19
milyon, Rize’nin 15 katı; Muğla, kişi başına
düşen yatırım 14 milyon, Rize’nin 10 katı; Sıvas, yine
Rize’nin 10 katı_ Böyle devam ediyor. Nüfusları Rize’den az olan 20
il, Rize’den fazla pay almıştır.
Bu açık ne
zaman kapanacak? Bu husumet, bu tutum ne zaman bitecek? Bu husumete Sayın
Hocam da iştirak etmiştir; iftihar ederek, Rize’ye hizmet için
gönderilen 200 milyarı kestiği için övünüyor ve bunu, beytülmala
uzanan el olarak değerlendiriyor.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN –
Sayın Kabil, eksüreniz 1 dakikadır; lütfen toparlayınız
efendim.
AHMET KABİL
(Devamla) – Sayın Hocam, siz de, ilk geldiğinizde, daha yemin
etmeden, daha güvenoyu almadan 60 milyarı Sıvas’a göndermediniz mi? O
zaman, siz de beytülmale el mi uzattınız?
Refahlı
belediye yönetimi, Rize Belediyesine 420 milyar borç bıraktı. Daha
evvel, iftiharla andığımız Ekrem Orhun’un, denizi
doldurarak yaptığı arsaları, dükkânları satarak,
sahilde parklar tanzim etmiştir. Bu parkların korunması için
tahkimata gerek var. Tahkimat için para gönderilmiştir; Sayın Hocam
bunu, beytülmale uzanan el olarak değerlendirmiştir. Biz, bu
parayı bir partiye değil, Rize’ye, tüm Rizeliye, halka gönderdik; ne
President yatını tamir ettirdik ne Kuşadası’nda villa
yaptırdık ne Amerika Birleşik Devletlerinden mal aldık ne
de Mercümek’in hesabına yatırdık. (ANAP sıralarından
alkışlar)
Beytülmale uzanan
el, yemin ederim...
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN –
Teşekkür ederim Sayın Kabil.
AHMET KABİL
(Devamla) – Bitiriyorum efendim; arz edeyim.
BAŞKAN –
Sayın Kabil, teşekkür ediyorum.
AHMET KABİL
(Devamla) – _Mercümek’in elidir ve bunları himaye edenlerin elidir.
MEHMET ALİ
YAVUZ (Konya) – Sayın Kabil, siz Başkan değilsiniz.
BAŞKAN –
Sayın Kabil, teşekkür ediyorum.
AHMET KABİL
(Devamla) – Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (ANAP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN –
Gündemdışı konuşmayı yanıtlamak üzere, Hükümet
adına söz talebi var mı efendim? Yok.
BAŞKAN –
Gündemdışı ikinci söz, Çukurova’nın uluslararası
havaalanı ihtiyacı konusunda, Sayın Mehmet Emin
Aydınbaş’ın.
Sayın
Aydınbaş, süreniz 5 dakikadır.
Buyurun efendim.
MEHMET EMİN
AYDINBAŞ (İçel) – Sayın Başkan, sayın üyeler;
Çukurova’nın uluslararası havaalanı ihtiyacı konusunda,
gündemdışı söz almış bulunuyorum. Sözlerime başlamadan
önce, dün güvenoyu almış bulunan 54 üncü Hükümetimize
başarılar diler, Başbakanımız Sayın Profesör
Doktor Necmettin Erbakan ve Başbakan Yardımcısı
Dışişleri Bakanı Sayın Profesör Doktor Tansu Çiller’i
tebrik eder, ülkemiz, milletimiz ve insanlık camiasına
hayırlı hizmetlere vesile olmasını temenni ederim.
İçel, Adana ve
kısmen Antakya illerini ihata eden Çukurova, ülkemizin çok önemli
tarımsal ve ekonomik bir parçasıdır; Orta Anadolu ile
Güneydoğu Anadolu ve batı Akdeniz sahil şeridi
bağlantısını sağlaması, önemini artıran
başka bir unsurdur. Kapladığı coğrafi alandan kat be
kat fazla olan ekonomik hinterlandı dikkate
alındığında, en az GAP kadar, cumhuriyet hükümetlerimizin
ilgisine mazhar olmaya layık bir bölgeden söz ettiğimiz kolayca
anlaşılır. Elbette, böylesine önemli bir bölgenin kara, deniz,
demir ve havayolu ulaşımı da, birbirinin önem, imkân ve
alanlarıyla entegre bir şekilde, en üst düzeyde planlanmalı ve
gerçekleştirilmelidir.
Türkiye’nin Akdeniz
coğrafyasına biraz geniş açıdan bakacak olursanız,
hava ulaşımı yönünden, Antalya ile Gaziantep arasındaki
geniş bölgemizin uluslararası ve yurtiçi hava ulaşımı
ihtiyacını karşılamak üzere, Adana Şakirpaşa
Havaalanından başka hiçbir imkân olmadığı
görülecektir. Kaldı ki, bu havaalanı da, hem kapasitesi itibariyle
hem de çevresinin tamamen yerleşim merkezleriyle dolarak şehir içinde
kalması dolayısıyla, bunca geniş bir bölgenin
ihtiyacını karşılayamaz bir haldedir ve Çukurova’nın
ulusal ve uluslararası ihtiyacını karşılayacak modern
bir havaalanı, kaçınılmaz bir ihtiyaç haline gelmiştir.
Bu havaalanı
inşası için en uygun yerin tespiti meselesine gelince, bunun için en
uygun yer, Adana-Mersin arasındaki orta nokta olan Pozantı otoyolunun
ve demiryolunun Çukurova’ya indiği kavşaktır; yani, Yenice-Tarsus
arasındaki bölge, böyle bir havaalanı için en uygun yerdir. Bu bölge,
İçel il sınırları içerisinde kalmaktadır.
Çukurova’nın en hızlı gelişen ili olan İçel’in
taşıdığı imkân ve ihtiyaçlar da, en isabetli seçimin
bu bölge olduğunu kanıtlamaktadır. Bu bölge, gelişmeye
açık geniş arazilere sahiptir.
İçel İli,
1995 yılında 14 trilyon lira vergi ödeyen bir il olmasına
rağmen, 4-5 trilyon liralık bir yatırım payı
alabilmektedir. Ortadoğu’nun en büyük limanı olan Mersin
Limanının yükleme ve boşaltma kapasitesi, 12 milyon
ton/yıldır. Denizcilik açısından, yakın bir
havaalanının bulunması, limanın ve denizcilerin, personel,
teknik destek ulaşımını hızlandıracaktır.
Seracılığın
en önemli tarımsal üretim tarzı olduğu bölgemizde, turfanda
yaş sebze ve meyve ile kesme çiçeğin, anında Avrupa ve
Ortadoğu pazarlarına ulaşması, buraya yapılacak
havaalanıyla mümkün olacak; bu ise, Anamur’a kadar tarımsal ve
turistik yatırımlara hız kazandıracak, bu sahil şeridindeki
tam değerlendirilememiş ve bakir kalmış turizm potansiyeli
canlanacaktır. Mersin’e yapılmakta olan yat limanının -ki,
temeli Sayın Çiller tarafından atılmıştır-
işlerlik kazanması ve dünya yatçılarının uğrak
yeri haline gelebilmesi için, hemen yakınında bir havaalanına
ihtiyaç vardır; bu şarttır.
Komşu
İlimiz Adana’nın, 1993 yılı rakamlarına göre
yıllık ihracatı 262 milyon dolar, ithalatı ise 300 milyon
dolarken, İçel’in aynı dönemdeki ihracatının 1 milyon
dolar, ithalatının da 600 milyon dolar olduğu göz önüne
alınırsa, havaalanının, bu bölgeye, dünyayla ticaret
imkânına nasıl sıçrama yaptıracağı ve neden
İçel’de olması gerektiğini görebiliriz. Bununla birlikte, Mersin
Serbest Bölgesinin 1,6 milyar doları geçen, yıllık iş hacmi
ve yabancı yatırımcıların artan ilgisi nedeniyle bu
havaalanına ihtiyaç duyulmaktadır.
Tarsus Huzurkent’te
tesis edilen organize sanayi bölgesi ve çevrede mevcut petrol, çimento, cam,
krom ve gübre sanayileriyle sanayileşmenin, üretimin artması için,
istihdamın genişlemesi için, bu havaalanı, çok olumlu
katkılarda bulunacaktır.
1992 yılında
kurulan Mersin Üniversitesinin 5 binden fazla öğrencisiyle,
uluslararası kültür ve bilim merkezi olma yolundaki çabaları da...
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – 1
dakika eksüre veriyorum; lütfen 1 dakika içerisinde toparlayınız.
MEHMET EMİN
AYDINBAŞ (Devamla) – ...bu havaalanıyla önemli bir ivme
kazanacaktır. Bütün bu nedenlerle, bu uluslararası
havaalanının İçel’de, Tarsus-Yenice arasında
yapılmasının uygun olacağına inanıyor, yeni
Hükümetimizden bu yatırımı en kısa zamanda programlayarak
realize etmesini diliyor ve Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum
efendim. (RP ve DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ediyorum Sayın Aydınbaş.
Hükümet adına,
Sayın Mehmet Sağlam; buyurun. (DYP ve RP sıralarından
alkışlar)
MİLLÎ
EĞİTİM BAKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
arkadaşımız Mehmet Emin Aydınbaş’ın Çukurova’da
yapılacak uluslararası havaalanıyla ilgili konuşmasını
dinledik. Bu konuda, müsaade buyururlarsa, ilgili çalışmaları,
Yüce Meclisin bilgisine arz etmek istiyorum.
Çukurova’nın,
bilindiği gibi, bölgemiz itibariyle hava ulaşım ihtiyacı,
şu anda kısıtlı da olsa, mevcut Şakirpaşa
Havaalanıyla karşılanmaktadır. Bu havaalanımız, 2
750X30 metre pist kapasitesi olan ve 2 665 metrekare terminal binası
bulunan bir havaalanıdır.
Mevcut
havaalanı, şehir merkezine yakın olması
dolayısıyla, gelişememesi nedeniyle, Adana ve İçel
illerinde ortak hizmet vermek amacıyla yeni bir havaalanı
ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Bu konuda, ilgili
çalışmalar etüt aşamasında
sonuçlandırılmış ve bunların sonucuna göre,
Adana-Karataş mevkii, İçel-Baharlı mevkii, İçel-Çiçekli
mevkii, İçel-Kargılı mevkii, Zeytinli-Karsavuran mevkii
alternatifler olarak belirlenmiştir. Ancak, 1996 yılı
yatırım programında “Adana Çukurova Havaalanı Etüdü”
adı altında yer alan havaalanı etüt ve ÇED raporunun bu yıl
ihale edilmesi planlanmıştır. Etüt ve ÇED raporunda,
yukarıda belirlenen alternatiflerden birisinin fizibl çıkması halinde,
yatırım programına inşaat dahil edilmek suretiyle, 1997
yılında ihalesi yapılabilecektir.
Değerli
arkadaşlarım, 3 600X45 metre pisti ve 4 milyon yolcu/yıl
kapasitesiyle, 24 bin metrekare terminal binasının yapımı
düşünülen Çukurova Havaalanının, tüm tesis ve sistemleriyle
birlikte, üç yıl içerisinde gerçekleştirilmesi planlanmaktadır.
Ulaştırma
Bakanlığımızın, Çukurova’ya yapılacak
uluslararası havaalanının bir an önce hizmet verebilmesi
amacıyla, büyük bir gayret içerisinde olduğunu ve bu
çalışmanın sürdürülmekte olduğunu Yüce Meclisin bilgisine
arz ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (DYP ve RP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
BAŞKAN –
Gündemdışı üçüncü konuşma, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Genel Kurul salonu ve kulislerinde yaşanan dünkü müessif olaylar
konusunda, Sayın Yüksel Yalova’nın.
Buyurun Sayın
Yalova.
Süreniz 5
dakikadır.
YÜKSEL YALOVA
(Aydın) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 54 üncü
Hükümetin güvenoyu alması süreci içerisinde, aslında, üyesi
bulunduğumuz Parlamentonun manevî şahsiyetiyle sınırlı
değil, hepimizin siyasal kimliğine yönelik olduğunu
düşündüğüm üç haksız fiil konusunda, o üç haksız fiili,
şahsım ve bana vekâlet verecek arkadaşlarım adına
kınamak üzere söz almış bulunuyorum. Sözlerimin
başında, hepinizi, en üstün saygılarımla selamlarken, dünkü
olaylar sırasında, Parlamentonun manevî şahsiyeti konusundaki duyarlı
tavrı nedeniyle, uygulaması nedeniyle Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı Sayın Mustafa Kalemli’ye; ayrıca, bu imkânı
bana veren, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanvekili Sayın Uluç
Gürkan Beyefendiye teşekkürlerimi sunmak istiyorum.
Üç haksız fiil
dedim. İlk haksız fiilin mağduru, bir gazeteci, bir yazar,
toplum adına düşünce üreten, yazan, kaleme döken bir kişi. O
kişinin, o haksız fiile maruz kalan kişinin adı Fatih
Altaylı. Bu, Fatih olabilirdi, Ahmet olabilirdi, Ayşe olabilirdi. Bu,
bir büyük gazetenin yazarı, Hürriyet Gazetesinin yazarı
olmayabilirdi, bir başka büyük gazetenin yazarı olabilirdi; o da
olmayabilirdi, Aydın’da, Kars’ta, Van’da, şurada burada bir mahallî
gazetenin yazarı olabilirdi, bir mahallî televizyon programcısı
olabilirdi.
Kim o Fatih
Altaylı diye sorarsak; arz edeyim: “Kalemine daima efendi kal, uşak
olmamaya gayret et. Mecbur kalırsan kır; sakın satma” diyen,
Sedat Simavi’nin ekolünü, ilkesini bugün simgeleştiren bir gazeteci.
MUSTAFA BAŞ
(İstanbul) – Anlaşıldı...
YÜKSEL YALOVA
(Devamla) – Anlaşıldı mı bilemiyorum;
anlaşıldı ise, tepkinizi göstererek,
anlaşıldığını bize göstermenizi beklerim.
Haksız fiil
mağduru bir başka kişi, Devlet eski Bakanı, Trabzon
Milletvekili Sayın Eyüp Aşık. Bir partiye mensup belediye
başkanı tarafından... O partinin kimliğini hiç
önemsemiyorum, haksız fiille mağdur olan kişinin siyasî
görüşünü de hiç önemsemiyorum -o partiden olabilirdi, bu partiden
olabilirdi- ama, aslolan şu: Siyasetin kâbesi dediğimiz Yüce
Parlamentoda, bir milletvekili, eski bir bakan, herhangi bir siyasî partiye
mensup bir belediye başkanı tarafından dövülebiliyorsa, ona
cüret edilebiliyorsa...
CAFER GÜNEŞ
(Kırşehir) – Niye dövülüyor?
YÜKSEL YALOVA
(Devamla) – Zaten, niyesini sorunuz diye, düşününüz diye bu yüksek huzura
geldim sayın milletvekili.
Bir üçüncü
kişi, yine, bu devlete bakan olarak hizmet etmiş bir milletvekili,
Sayın Mehmet Köstepen, o sıfata, milletvekilliği
sıfatına saygı göstermesi gereken, saygı gösterenin en
başta kendisi olması gereken bir başka meslektaşı
tarafından, yine, haksız fiile maruz kalıyor.
Değerli
milletvekilleri, eğer, biz, Hükümetin güvenoyu aldığı bir
günde ya da bir başka günde, bu Parlamento çatısı altında,
hukuk devleti ilkeleri yerine kaba güce herhangi bir şekilde -siyasî
görüşümüze uydu, uymadı endişesiyle- prim verirsek; eğer,
biz, siyasî görüşlerini paylaşmadığımız insanlar
hususunda -o gazeteci olabilir, o yazar olabilir- kaba gücün
kullanılmasını meşru saymaya cevaz verecek
davranışlara prim verirsek... Bir sözü unutmamamız lazım: Rüzgâr
eken, fırtına biçer. Fırtına biçerse ne olur? Ondan,
hepimiz, sadece milletvekili olarak değil, gazeteci olarak; sadece
gazeteci olarak değil, belediye başkanı olarak... Bakın,
bir belediye başkanı diyoruz; o partinin, mensubu bulunduğu
partinin manevî şahsiyetini, tüzelkişiliğini de, o hareket,
ilzam edebiliyor; o partinin tüzelkişiliğini, belki, böyle bir konuda
hiç prim vermeyecek yapısı olmasına rağmen,
bağlayabiliyor.
Eğer, biz, bu
Parlamentonun yüce olduğunu söylüyorsak -ben şahsen inanıyorum- bu
yüceliği, Parlamentonun mekânında; ama, parlamento
kavramının olduğu her yerde titizlikle korumazsak...
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN –
Sayın Yalova, 1 dakika eksüre veriyorum. Lütfen... Konu önemli; söz
kesilmiş duruma düşmeyelim.
YÜKSEL YALOVA
(Devamla) – Bize tanınan bir imkân var, her milletvekiline tanınan
bir imkân var; adı, yasama dokunulmazlığı; alt
ayırımı itibariyle, yasama sorumsuzluğu;
Anayasamızın 83 üncü maddesinin birinci ve ikinci
fıkrasında. Nedir o; milletvekillerinin hukukî ve cezaî
yaptırımlardan çekinmeden bu yüce çatı altında
dilediği gibi oy kullanabilmesi, dilediği gibi özgürce
konuşabilmesi hakkı. Eğer, biz bu yasama
dokunulmazlığı kavramına titizlikle sarılmazsak,
sadece kendimize uygulandığı vakit feryat edip de bir başka
arkadaşımıza sırf siyasî görüşü bize uymuyor
düşüncesiyle o hakkı tanımama yoluna gidersek, bundan
parlamenter rejim yara alır diye düşünüyorum, bundan demokrasi yara
alır diye düşünüyorum; çünkü, içinde
yaşadığımız yüzyılı, çatışma itibariyle,
bir cümleyle tanımlamak mümkünse...
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
YÜKSEL YALOVA
(Devamla) – Bitireceğim Sayın Başkan.
BAŞKAN –
Lütfen... Teşekkür ediyorum.
YÜKSEL YALOVA
(Devamla) – Sanıyorum, o çatışmanın adı, hukuk devleti
kavramıyla kaba güç kavramı arasındaki mücadele. Biz,
parlamenterlere yakışan, hukuk devleti kavramına sahip
çıkmaktır.
Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (ANAP, DSP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ederim Sayın Yalova.
Sayın
milletvekilleri, Büyük Birlik Partisi Genel Başkan
Yardımcısı Sayın Orhan Kavuncu, şahsı ve
partisiyle ilgili ifadeler içerdiği için cevap hakkı istemiş
bulunuyor; ancak, konuşmayı hepimiz dikkatle dinledik, böyle bir
cevap hakkını doğuracak ne bir ifade vardı ne de...
Sayın Kavuncu’nun üstüne niçin aldığını ben
algılamak dahi istemiyorum.
Onun için,
İçtüzüğün 69 uncu maddesine göre, Sayın Kavuncu, size söz vermem
imkânsız.
Değerli
milletvekilleri...
ORHAN KAVUNCU
(Adana) – Sayın Başkan...
EMİN KUL
(İstanbul) – Kavuncu ismi çıkmadı ağzından.
ORHAN KAVUNCU
(Adana) – Belediye başkanı...
BAŞKAN –
Efendim, herhalde, şu an adliyedeki bir olayı savunmak size ve
partinize düşmemek gerekir bu Meclis çatısı altında.
Değeri
milletvekilleri, dün, hep birlikte müessif bir olay yaşadık.
Sayın Yüksel Yalova’ya, bu konuyu Meclis gündemine getirme
duyarlılığını gösterdiği için, ben,
Başkanlık adına teşekkür ediyorum ve büyük bir mutlulukla
da, bütün siyasî partilerin dinlerken gösterdiği
duyarlılığı, ilerisi için, iyi niyetli, bu tür olaylara
karşı bir dayanışma olarak kabulleniyorum.
Bu arada, çok nadir
de olsa, olayların kimini “niye” sorusuyla dahi savunmanın bizi
yüceltmeyeceğini, bizi korumayacağını, tam aksine, olayların
müsebbiplerinin düzeyine
düşüreceğine inanıyorum.
Hepinize, bu
nedenle, bir daha bu olayları yaşamama dileğiyle
çalışmalarımızda başarılar diliyorum.
YAHYA
ŞİMŞEK (Bursa) – Bir avuç kendini bilmeze elbette teslim
edemeyiz Parlamentoyu Sayın Başkan.
BAŞKAN –
Teşekkür ederim.
Değerli
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığının 2 adet tezkeresi vardır; okutup
bilgilerinize sunacağım:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel
Kuruluna
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanının 2
Nisan 1996 tarih ve 5 sayılı kararı ile, İsveç Parlamento
Başkanı Birinci Yardımcısı ve beraberindeki Parlamento
Heyetinin 14-18 Ekim 1996 tarihleri arasında ve Letonya Parlamento
Başkanı ve beraberindeki Parlamento Heyetinin 17-19 Eylül 1996
tarihleri arasında; ayrıca, 10 Mayıs 1996 tarih ve 12
sayılı kararı ile Azerbaycan Millî Meclis Başkanı ve
beraberindeki Parlamento Heyetinin 28-30 Ağustos 1996 tarihleri
arasında ülkemizi ziyaretleri kararlaştırılmıştır.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin
Düzenlenmesi Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun 7 nci maddesi
gereğince, Genel Kurulun bilgisine sunulur.
Mustafa Kalemli
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Genel Kuruluna
Rusya Federasyonu Devlet Duması
Başkanının vaki davetine istinaden, Türkiye Büyük Millet
Meclisini temsilen 6 kişilik bir Parlamento Heyetinin, 14-18 Temmuz 1996
tarihlerinde söz konusu davete icabet etmesi, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620
sayılı Kanunun 6 ncı maddesi uyarınca, Genel Kurulun
2.7.1996 tarih ve 69 uncu Birleşiminde kabul edilmiştir.
Adı geçen
kanunun 2 nci maddesi uyarınca, heyetimizi oluşturmak üzere, siyasî
parti gruplarınca bildirilen üyelerimizin isimleri Genel Kurulun
bilgilerine sunulur.
Mustafa Kalemli
Türkiye Büyük
Millet Meclisi
Başkanı
Mustafa Kalemli TBMM
Başkanı
Feti Görür (Bolu )
Nurettin Aktaş (Gaziantep)
Durmuş Fikri Sağlar (İçel)
Osman Çilsal (Kayseri)
İhsan Çabuk (Ordu)
BAŞKAN –
Bilgilerinize sunulmuştur.
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi daha
vardır; okutup oylarınıza sunacağım:
8 Temmuz 1996
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel
Kuruluna
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlık Divanının 28 Haziran 1996 tarih ve
18 sayılı kararı ile, Türkiye-Fas ve Türkiye-Ukrayna
Parlamentolararası Dostluk Grupları kurulması uygun
görülmüştür.
Türkiye Büyük
Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi
Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun 4 üncü maddesi uyarınca, anılan
dostluk gruplarının kurulması Genel Kurulun tasvibine sunulur.
Mustafa Kalemli
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı
BAŞKAN –
Türkiye-Fas Parlamentolararası Dostluk Grubunun kurulmasını
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Türkiye-Ukrayna
Dostluk Grubunun kurulmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Meclis
araştırma komisyonundan istifa önergesi vardır; okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Refah Partisinin
Süleyman Mercümek ile ilişkisini araştırmak üzere kurulan
Türkiye Büyük Millet Meclisi araştırma komisyonu üyeliğinden
istifa ediyorum.
Gereğini arz
ederim.
Saygılarımla.
Kemalettin Göktaş
Trabzon
BAŞKAN –
Bilgilerinize sunulmuştur.
Gündemin “Seçim”
kısmına geçiyoruz.
BAŞKAN – Refah
Partisinin Süleyman Mercümek ile bağlantılarının tespiti
konusundaki 10/63 esas numaralı Meclis Araştırması
Komisyonunda boş bulunan ve Refah Partisi Grubuna düşen 2 ve
Doğru Yol Partisi Grubuna düşen 1 üyelik için, sırasıyla,
İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin, Zonguldak Milletvekili
Necmettin Aydın ve Muğla Milletvekli İrfettin Akar aday
gösterilmişlerdir.
Oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sayın
milletvekilleri, şimdi, gündemimizde “Sözlü Sorular” var; ancak, Hükümet
yeni. Bazı sayın bakanlarımız buradalar.
Efendim, sözlü
soruları okutmamız halinde, yanıt konusunda sayın bakanlar
talepte bulunacaklar mı; yanıt görevinde bulunacaklar mı?
Sorulara hâkim olmak
için, biraz daha zamana ihtiyaçları var sanıyorum. Onun için,
grupların da mutabakatıyla, gündemimizin “Sözlü Sorular”
kısmını geçiyoruz.
Gündemin “Genel
Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair
Öngörüşmeler” kısmına geçiyoruz.
BAŞKAN –
Birinci sırada yer alan, Kocaeli Milletvekili Necati Çelik ve 38
arkadaşının, zorunlu tasarruf kesintilerinin
değerlendirilmesi konusunda Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün
104 üncü ve 105 inci maddeleri uyarınca, bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesinin
öngörüşmelerine başlıyoruz.
Hükümet?.. Yok.
Sayın
milletvekilleri, Hükümet geçen birleşimde de temsil edilmemiş
olduğundan, önergenin görüşülmesi bir defa ertelenmişti. Bu
defa, önergenin, Hükümet olmamasına rağmen, öngörüşmelerine
başlamak durumundayız.
Önergeyi yeniden
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
3417 sayılı Çalışanların Tasarrufa Teşvik
Edilmesi ve Bu Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair Kanun
hükümlerine göre, çalışanlar adına biriken malî kaynak ile
nemasının hangi alanlarda değerlendirildiği ve bu
kaynakların piyasa şartlarında nemalandırılıp
nemalandırılmadığı hususlarındaki yasal
uygunluklarının araştırılması amacıyla,
Anayasanın 98 ve İçtüzüğün yeni 104 üncü maddesi uyarınca
Meclis araştırması açılmasını arz ederiz.
Necati Çelik (Kocaeli) ve
arkadaşları
Gerekçe:
3417
sayılı Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve
Bu Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair Kanun hükümlerine göre
çalışanların ücretlerinden yapılan kesintiler ve buna ek
olarak da, çalışanların lehine işveren ve devlet
katkıları belirli hesaplarda toplanmakta olup, bu hesaplar büyük
meblağlara ulaşmış ve birkaç yüz trilyonla ifade
edilmektedir.
Konuyla ilgili
yasaların hazırlanmasından kaynaklanan eksiklikler
dolayısıyla, biriken bu paralar, uygulanacak çeşitli demokratik
denetim mekanizmalarının da dışında
bulunmaktadır.
İdarenin,
özellikle ödeme zamanlarında keyfî uygulamalara ve beyanlara
başvurması, kamuoyunda değişik, olumsuz yorumların
yapılmasına ve bu da, yürütmenin güvenilirliğinin
tartışılır hale gelmesine sebep olmaktadır.
Özellikle, ilgili
yasalarda birikimlerin açılan hesaplarda tutularak
nemalandırılması gerektiği belirtiliyor olmasına
rağmen, idarece, ödeme zamanlarında para olmadığı gibi
yasal dayanaktan yoksun bir mazaret ileri sürülerek yapılmaması,
kamuoyunda, fon kaynaklarının acaba değişik amaçlarla
kullanılıyor olup olmadığı gibi birkısım
soruları akla getirmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti
Anayasası sistematiği dikkate alındığında,
idarenin her türlü eylemi yargı denetimine tabi tutulmakta olup, bunun
yanı sıra, parasal harcamaları da bir yüksek mahkeme olan
Sayıştay denetimine tabi bulunmaktadır. Yani, Anayasa
gereğince, idarenin her türlü eylemi, ister parasal olsun isterse
olmasın denetime tabi bulunmaktadır.
1994 yılı
başından itibaren, ülkemiz, ne yazık ki, tarihinin en yüksek
enflasyonu ve ekonomik kriziyle karşı karşıya
kalmış bulunmaktadır. Yaşanan bu yüksek enflasyon ve
ekonomik kriz, öncelikle ve en ağır şartlarla, bir bordroya
bağımlı olarak ücretli çalışanları etkilemiş
ve genel olarak ücretli diyeceğimiz bu kesimin reel gelirleri yarıya
varan nispetlerde azalmış bulunmaktadır.
Ekonomik
göstergelerin nispeten daha iyi olduğu bir dönemde
hazırlanmış bulunan Tasarrufu Teşvik Kanunu, yaşanan
şartlar itibariyle amaca hizmet etmez duruma gelmiş
bulunmaktadır. Çünkü, çalışanların elde ettikleri ücretler,
günümüz şartlarında, aylık cari harcamaları bile
karşılamayacak duruma gelmiştir. Böyle bir ortamda, zaten geliri
yetmeyen çalışanların ücretlerinden kanun gücüyle halen tasarruf
kesintisi olarak zorunlu kesinti yapmanın ekonomik bir
karşılığı bulunmamaktadır.
Ekonomik
istikrarsızlık ve kriz havası çalışma
hayatını en derin noktalardan etkilemektedir. Yeni yatırım
yapılmıyor olması dolayısıyla istihdam imkânları
daralmış durumdadır. Halen var olan istihdam imkânları ise,
işverenler tarafından maliyetleri en az etkileyecek şekilde
kullanılmak istenmektedir. Tasarruf kesintileri işverenlerin
katkısı da, işverenlerin maliyetlerinde gözardı edilmeyecek
rakamları bulmaktadır. Dolayısıyla istihdama yönelik her
türlü yatırımda ister istemez bu zorunlu kesintiler dikkate
alınmakta, bu ise istihdam imkânlarını daraltan bir etken olarak
ortaya çıkmaktadır.
Çalışanları
tasarrufa teşvik etmeye yönelik kanun hükümleri uygulandığı
dönem itibariyle amacına ulaşamamıştır. Zaman içinde
nispeten zorunlu bir uygulama olmaktan çıkması amaçlanan kanun
hükümleri işçi aleyhine sonuçlara sebep olmuştur. Özellikle
birkısım yerel yönetimlerde ve ekonomik çıkmaz içindeki
KİT’lerde, belirtilen kesintiler yapılmamış olması
dolayısıyla, olay yargıya intikal etmiştir. Yine 1994
yılında, kanun gereğince, 6 senesini dolduranların
sistemden çıkma hakkı olmasına karşılık, kanun
düzenlenmesinin işçi aleyhine hazırlanmış olması
dolasıyla, bu imkân da, kimse tarafından kullanılmamıştır.
Tasarrufların
ödenmesinin hak sahibinin ölmesi veya emekli olması gibi çok uzun bir
vadeye bağlı olması dolayısıyla, elde ettiği
gelirle ancak yaşadığı günü idare edebilen
çalışanlar için kanun zoruyla getirilmiş ve halen uygulanan
zorunlu tasarruf uygulamasının çalışma hayatında gerek
ekonomik ve gerekse sosyal anlamda bir karşılığı
kalmamış bulunmaktadır.
BAŞKAN –
İçtüzüğümüze göre, Meclis araştırması açılıp
açılmaması hususunda, sırasıyla, Hükümete, siyasî parti
gruplarına ve önergedeki birinci imza sahibine veya onun göstereceği
bir diğer imza sahibine söz verilecektir.
Konuşma
süreleri, Hükümet ve gruplar için 20’şer dakika, önergedeki imza sahibi
için 10 dakikadır.
Hükümet adına
söz talebi var mı efendim? Yok.
Gruplar adına,
bize ulaşan bilgilere göre, birinci sırada, Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına Erzincan Milletvekili Sayın Mustafa Yıldız;
buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın
Yıldız, süreniz 20 dakikadır.
Buyurun.
CHP GRUBU ADINA
MUSTAFA YILDIZ (Erzincan) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; çalışanların tasarrufa teşvik edilmesi ve
bu tasarrufların değerlendirilmesine yönelik 3417 sayılı
Yasanın uygulama sonuçlarının araştırılmasını
öngören, 10/17 esas numaralı Meclis araştırması önergesine
ilişkin, Grubumuzun görüşlerini aktarmak üzere söz almış
bulunuyorum; sözlerime başlarken, şahsım ve Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına sizleri saygıyla selamlıyorum.
Yasanın genel
gerekçesini incelediğimiz zaman, şu ifadelerle
karşılaşmaktayız: Hazırlanan bu kanun
tasarısıyla, çalışanların tasarruflarının
artırılması amacı güdülmekte, bu amaçla,
çalışanların aylık ve ücretlerinden belirli bir oranda
tasarruf kesintisi yapılarak, bankada adlarına açılacak
hesaplara yatırılması, devlet veya işverenlerin bu
tasarrufa katkıda bulunması ve toplanacak paraların en iyi
şekilde nemalandırılması öngörülmektedir. Böylece,
çalışanlara ileride istedikleri şekilde kullanabilecekleri bir
ilave kaynak yaratılması hedeflenmekte ve çalışanlar bu
suretle oluşacak tasarruflarını kullanırlarken, diğer
tasarruf olanaklarının da harekete geçirilmesi teşvik
edilmektedir. Görüleceği üzere, yasanın amacı, dar gelirliye
zorunlu tasarruf yaptırılarak, ileride ona daha iyi malî olanaklar
sağlanmasıdır.
Bu çerçevede,
anılan kanunun 2 nci maddesinde, kimlere yükümlülük getirildiği
belirtilmiş olup, 3 üncü maddesinde de, çalışanlardan yüzde 2
kesinti yapılacağı, devlet veya işverenlerden ise yüzde 3
oranında katkı payı alınacağı hüküm altına
alınmıştır -katkı payı alınacağı
hüküm altına alınmış olmasına rağmen- ancak,
zamanla, bu oranlarda, yasanın verdiği yetki çerçevesinde
değişiklik yapılmıştır. Örneğin, bu oranlar,
15.1.1989 tarihinden geçerli olmak üzere, çalışanlar için yüzde 3’e,
devlet veya işverenler için yüzde 6’ya yükseltilmiş, son olarak da, bu
yüksek orandaki kesintilerin yanlışlığı
anlaşılmış, bunun üzerine, 15.1.1994 tarihinden geçerli
olmak üzere, bu kesintiler, çalışanlar için yüzde 2’ye,
işverenler için de yüzde 3’e düşürülerek, kısmen de olsa,
işçi ve memurun mağduriyeti önlenmiştir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; yasa uyarınca tahsil olunan
zorunlu tasarrufların, Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankasının
Ankara Merkez Şubesinde “Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı
İdaresi Başkanlığı” adına açılacak hesapta
toplanması gerekmektedir. Uygulamanın başladığı
günden bu yana toplanan paraların hangi meblağa
ulaştığı konusunda, kamuoyu nezdinde sürekli tereddütler
hâsıl olmuştur; ancak, anaparanın 120 trilyon, nemalarla birlikte
toplanan paraların da 300 trilyonu aştığı tahmin
edilmektedir.
Aslında,
böylesine önemli hesapla ilgili bilgilerin kamuoyuna periyodik aralıklarla
sunulması gerekmektedir. Kamuoyunda, hesapla ilgili hiçbir konunun, hiçbir
aksaklığın, hiçbir hususun kapalı kalmaması hususuna
gerekli hassasiyetin gösterilmesi gerekmekteydi.
Tasarrufu
teşvik etmeyi amaçlayan bu yasanın önemli eksiklikleri vardır.
Bu nedenle, uygulama, arzulanan amaca hizmet etmekten ziyade, gerek
çalışanları gerek dürüst çalışan işverenleri
gerek uygulamacıları ve gerekse devleti birçok olumsuzluklarla
karşı karşıya bırakmıştır.
Yasa, idarenin
keyfî uygulamalar yapmasına olanak sağladığından,
değişik kapsamlarla birlikte bu sıkıntıları
yarattığından, toplanan paralar,
denetim mekanizmasının dışında
kalmıştır. Nema ödemeleri, idarenin istediği zamanlarda ve
istediği şekilde gerçekleştirilmiştir. Bu durum, yürütmenin
güvenirliliğini tartışılır hale getirmiştir;
çünkü, zorunlu olarak tasarruf yapan kişi, nemalarını, çoğu
kez, zamanında alamamıştır. Devlet yönetiminde olması
gereken açıklık ilkesi, bu konuda yeterince
uygulanamamıştır, hatta, zaman zaman, ilgili hesapta
trilyonlarca paranın toplanmış olması bilindiği halde,
ödemenin zamanında yapılamadığı gerekçesiyle,
vatandaş, yani, işçi ve memur zor durumda
bırakılmıştır.
Değerli
arkadaşlar, çalışanların elde ettikleri ücretler, günümüz
koşullarında aylık zorunlu giderlerini dahi
karşılayamamaktadır. Böyle bir ortamda, zaten geliri yetersiz
olan çalışanların ücretlerinden yasa gücüyle bu şekilde
zorunlu kesinti yapılması, çalışanları daha da
mutsuzluğa itmekten başka bir şeye yaramamıştır.
Bugün yapılan
uygulama, geçmişte yapılmış tasarruf bonoları
uygulamasıyla büyük paralellik arz etmektedir. Bilindiği üzere,
tasarruf bonosu uygulamasında da insanlar enflasyona yenik hale
getirilmiştir.
Bu yasanın bir
diğer özelliği de, istihdam vergisinin bir unsurunu
oluşturması ve kayıtdışı istihdamı
özendirici hale getirmesidir. Bir diğer anlatımla,
çalışanlara yüklenen katkı payı, çalışanların
maliyetini artırdığından, gerek istihdamı ve gerekse
yatırımı olumsuz yönde etkilemektedir.
Bilindiği
üzere, çalışanlara ödenen ücretin yanı sıra,
işverenlerce, aynı ücret üzerinden oranı yüzde 19,5 ilâ yüzde 25
arasında değişen miktarda sigorta primi ödenmektedir. Günümüz
şartlarında yüzde 14 oranındaki sigortalı payının
da işverenlerce karşılanmakta olduğu göz önüne
alınırsa, ücretten ayrı olarak işverenlerce
karşılanan sigorta priminin yüzde 33,5 ila yüzde 39 oranları
arasında bir miktara ulaştığı görülmektedir. Buna,
işverenlerce ödenen vergi payı da eklendiğinde,
çalışan bir işçinin işverene ne kadar yüksek bir bedele mal
olduğu açıkça görülmektedir. Oysa, bütün dünyada işsizlikle
mücadele edilir, istihdam teşvik edilir, daha fazla istihdam sağlayan
işveren özendirilir. Türkiye’de ise, mekanizmalar tersine
çalışmaktadır; işçi istihdam eden
cezalandırılmakta; işveren, sigortasız işçi
çalıştırmaya doğru itilmektedir.
İşçi
ücretleri üzerinde bu denli ağır malî yükler varken, ayrıca bir
de zorunlu tasarruf katkı payı alınması, işçi
maliyetini daha da artırmaktadır. 10 milyon lira ücret ödenen bir
işçinin işverene maliyeti 15 milyon lirayı bulmaktadır.
Bunun sonucunda, işverenler, ister istemez, daha az sayıda işçi
çalıştırmaya ya da kaçak işçi çalıştırmaya
yönlendirilmektedir. Böylece, ya istihdam olanağı
kısıtlanmış olmakta ya da kayıtdışı
ekonomi ağırlık kazanmaktadır. Özellikle son yıllarda
kayıtdışı ekonominin oldukça önemli bir boyuta
ulaştığı görülmektedir.
Tüm bu
olumsuzluklara karşın, işçiden ve işverenden yapılan
zorunlu tasarruf kesintisi, birikimi yapanlara zamanında hakkıyla
ödenseydi, belki anlayışla karşılanabilirdi. Oysa,
işçi “zorunlu tasarruf” adı altında birikime zorlanırken,
bu birikimin sağlıklı
nemalandırılmadığını görmesi, haklı
şikâyetlerine konu olmaktadır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bu yasanın uygulamada
doğurduğu bir diğer ciddî sorun da, kanunun 2 nci maddesinin (b)
fıkrası uyarınca, sadece 10 ve daha fazla sayıda işçi
çalıştıran işyerlerinin zorunlu tasarruf uygulaması
kapsamına alınmasıdır. Çok sayıda işçi
çalıştıran işverenlerin büyük bir bölümü, uygulama
kapsamına girmemek için, resmî kayıtlarda 10’un altında
işçi çalıştırdıklarını beyan etmeye
başlamışlardır; bu hüküm, istihdamı önlemesi bir yana,
özellikle işverenleri özendirmektedir. Bunun sonucunda da,
kayıtdışı ekonomi gittikçe yoğunluk kazanmış
ve gerek vergi gerekse sigorta primi kaybıyla
karşılaşılmıştır; bunun da, devlete ve
Sosyal Sigortalar Kurumuna son derece olumsuz etkisi olmuştur.
Sosyal Sigortalar
Kurumunun 1994 yılı faaliyet raporuna göre, 2 ilâ 9 arasında
işçi çalıştıran işyeri sayısı 400 bin iken,
10 ilâ 24 arasında işçi çalıştıran işyeri
sayısı birdenbire 20 bine düşmüştür. Bu 20 bin
işyerinin büyük bir bölümünün kamu işyeri olduğu göz önüne alınırsa,
durumun vahameti daha iyi anlaşılır. Özel kesim kendisini yeni
koşullara uydururken, yük, yine, kamu kuruluşlarının
omuzlarına yıkılmıştır.
Değerli
arkadaşlar, çalışanları tasarrufa teşvik ettirmeyi
amaçlayan bu yasanın hükümleri, uygulandığı dönemler
itibariyle, yasanın yetersizliğinden kaynaklanan nedenlerle
amacına ulaşamamıştır. Yasa hükümlerinin
yetersizliği gerek devletin gerek dürüst çalışan
işverenlerin ve gerekse çalışanların aleyhine sonuçlara
neden olmuş, rekabet eşitliğini bozan bir uygulama ortamı
yaratılmıştır. Kaynak yetersizliği çeken
kuruluşlar, yeni malî yükle karşı karşıya
kalmışlardır. Bu durumun doğal sonucu olarak da, özellikle
birkısım yerel yönetimlerde ve ekonomik çıkmaz içerisindeki
KİT’lerde, belirtilen kesintiler yapılmış olmasına
karşın, ödemeler zamanında yapılamamıştır;
dolayısıyla, olay yargıya yansımıştır.
Yine, 1994
yılında, yasa gereğince altı yılını
doldurmuş olanların sistemden çıkma hakkı olmasına
karşın, kanunun düzenlenmesinin işçi aleyhine
hazırlanmış olmasından, bu olanaklar da göz önüne
alınamamıştır; işçi ve memurun aleyhine sonuçlar doğurmuştur.
Tasarrufların
ödenmesinin, hak sahibinin ölmesi veya emekli olması gibi çok uzun bir
vadeye bağlı olması, bu yasanın bir diğer
açmazıdır. Elde ettiği geliriyle ancak
yaşadığı günü idare edebilecek çalışanlar için,
yasa zoruyla getirilmiş ve halen uygulanan zorunlu tasarruf
uygulamasının, çalışma yaşamında, gerek ekonomik
ve gerekse sosyal anlamda herhangi bir yararından söz etmek mümkün
değildir. Bu uygulama, bir an önce kaldırılmalıdır.
Hükümet
ortağı olduğumuz dönemde, elimizden geldiğince, yetkin bir
şekilde, uygulamanın çalışanlar lehine dönüştürülmesi
konusunda belli bir uğraşın içerisinde olduk; ancak,
başarılı olduğumuzu söylememiz olanaksızdır.
Son haftalarda,
yeni hükümetin -yani, 53 üncü Hükümeti kastediyordum; ki, o dönemlerde verilmişti-
söz konusu çalışanların tasarrufa teşvik edilmesi ve bu
tasarrufların değerlendirilmesi ile ilgili yasanın yürürlükten
kaldırılacağı ve bu uygulamaya son verileceği
açıklanmış ise de, bu konuda, Yüce Meclise sunulan
tasarının, son anda Hükümet tarafından geri çekildiğini
öğrenmiş bulunuyoruz. Kaldı ki, önümüzdeki.önerge, şu anda
aynı Bakanlığı yürütmekte olan Sayın
Bakanımız tarafından verilmiş bir önergedir.
Bu nedenle,
Sayın Bakanlıktan ve Sayın Hükümetten böyle bir tasarı
gelmesi halinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak destek vereceğimizi
arz eder; Yüce Meclise saygılar sunarım. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ediyorum Sayın Yıldız.
İkinci
konuşma, Anavatan Partisi Grubu adına, Sayın Recep
Mızrak’ın.
Buyurun Sayın
Mızrak. (ANAP sıralarından alkışlar)
ANAP GRUBU ADINA
RECEP MIZRAK (Kırıkkale) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve
Bu Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair Kanun hükümlerine göre, çalışanlar
adına “Tasarrufu Teşvik Hesabı” nda biriken paraların
nemalandırılmasına yönelik verilen araştırma önergesi
münasebetiyle, Anavatan Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Önergede belirtilen
hususlar hakkındaki görüşlerimizi arz etmeden önce, müsaadelerinizle,
söz konusu kanunla ilgili olarak, özetle açıklama yapmanın
faydalı olacağını düşünmekteyim.
Bilindiği
üzere, 1983 yılında, gayri safî millî hâsılanın yüzde
16,4’ü oranında olan yurtiçi tasarruflar, o yıllarda uygulanan faiz
politikaları ve gelir ortaklığı senedi gibi tasarruf
artırıcı teşvikler sonucunda artış göstererek,
1986 yılında yüzde 22,9 oranına yükselmiştir. Üretim
artırılarak, bir taraftan işsizliğe çare bulunurken,
diğer taraftan, gayri safî millî hâsılanın artırılmasının
en önemli yollarından birisinin, yurtiçi tasarrufların
çoğaltılarak bu tasarrufların istikrarlı bir şekilde
yatırımlara dönüştürülmesi olduğu düşüncesinin bir
sonucu olarak, yurtiçi tasarrufların daha da artırılmasına
yönelik yeni tedbirler düşünülmüş ve bu düşüncenin bir sonucu
olarak da, 3417 sayılı Kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, 9 Mart
1988 tarihinde kabul edilip, 18 Mart 1988 tarihli ve 19758 sayılı
Resmî Gazetede yayımlanarak, 1 Nisan 1988 tarihinden itibaren
yürürlüğe konulmuştur.
Söz konusu kanunla,
bir taraftan, çalışanların tasarruflarının
artırılması, çalışanların bu
tasarruflarının en iyi ve en verimli bir şekilde
değerlendirilmesi suretiyle, bu kesime, çalıştıranlardan da
aktarılan kaynaklarla, maaş ve ücretlerin dışında ve
ilave olarak bir gelir sağlanması hedeflenmiş ve söz konusu
kanunla, bu hedefi sağlayıcı düzenlemeler
yapılmıştır.
3417
sayılı Kanuna göre, 657 sayılı Devlet Memurları
Kanunu, 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu, 2802
sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu ve 2914 sayılı
Yükseköğretim Personel Kanunu hükümlerine göre aylık almakta olan
kamu görevlileri, kanunla veya kanunların verdiği yetkiye
dayanılarak kurulan kuruluşlarda çalışanlar, 10 ve daha
fazla işçi çalıştıran işyerlerinde çalışan
işçiler ile kanunları uyarınca sözleşmeli statüde
çalışan personelin maaş ve ücretlerinden kesinti
öngörülmüştür.
Ayrıca, 1479
sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız
Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanununa -yani Bağ-Kur’a-
tabi olarak çalışanların da, gelirlerinden, Bakanlar Kurulunca
bu kanun hükümlerine göre belirlenecek miktarda, tasarruf olarak, her ay ilgili
hesaba para yatırması hüküm altına
alınmıştır.
Bu kanuna göre,
çalışanların maaş ve ücretlerinden yapılacak
kesintinin yanında, devlet veya işveren tarafından da muayyen
bir oranda katkıda bulunulması, yine hüküm altına
alınmıştır.
Kanunun ilgili
maddelerinde belirtilerek kapsam içine alınan çalışanların
ücret ve aylıklarından kesintiler yapılmak suretiyle, tasarufu
teşvik hesabına aktarmalar yapılırken, 1479
sayılı Kanuna tabi olarak, başka bir ifadeyle Bağ-Kur’lu
olarak çalışanlarla ilgili bir düzenleme yapılmamış ve
bunlarla ilgili, kanunda belirtilen hükümler yürürlüğe
konulmamıştır.
1479
sayılı Kanuna tabi olarak Bağ-Kur kapsamında
çalışanların dışında kalanların aylık
ve ücretlerinden yapılacak kesinti miktarı, aylık ve
ücretlerinin yüzde 2’si olarak, devlet veya işverence yapılacak
katkı payı ise yüzde 3 olarak tespit edilmiş; bu oranların
iki mislinden fazla olmamak kaydıyla artırılması veya
yeniden eski nispetlerine indirilmesi hususunda, Bakanlar Kurulu yetkili
kılınmıştır ve bugün itibariyle yapılmakta olan
kesinti, çalışanların aylık ve ücretlerinden yüzde 2,
devlet ve işverenlerden ise yüzde 3 oranındadır.
Kanuna göre,
çalışanların aylık ve ücretlerinden yapılan kesinti
ile devlet veya işverence yapılan katkı paylarından
oluşan meblağ, aylık ve ücret ödemelerinin
yapıldığı ayı takip eden ayın sonuna kadar, TC
Ziraat Bankası Ankara Şubesi nezdinde Hazine
Müsteşarlığı adına açılan hesaba
yatırılacaktır. Bu hesaba yatırılan paralarla ilgili
olarak, muhtevası Yüksek Planlama Kurulunca tespit edilen bir cüzdan
düzenlenip hak sahiplerine verilecektir. TC Ziraat Bankası Ankara
Şubesi nezdinde açılan, çalışanların
tasarruflarını teşvik hesabında biriken meblağ, Yüksek
Planlama Kurulunca belirlenecek esaslar dahilinde olmak üzere, gayrimenkul
alım ve satım ile yatırımı dışındaki
alanlarda değerlendirilmek suretiyle nemalandırılacaktır.
Hesapta biriken anapara ve nemalardan doğan hak sahibinin
alacağı, emeklilik halinde kendisine, ölümü halinde
mirascılarına tamamen ödenecektir.
Emeklilik ve ölüm hali
dışında, en az altı yıl tasarrufta bulunanların,
istemeleri halinde sadece biriken tasarruf tutarları; en az onbeş
yıl tasarrufta bulunanların ise gene istemeleri halinde tasarruf
tutarları ile devlet veya işveren katkıları ve
bunların nemasının beşte üçü kendilerine ödenecektir.
İşverenlerle
çalışanlardan yapılan kesintilerin ve kendi hak ve
paylarının, en geç, aylık ve ücretin ödendiği ayı
takip eden ayın son gününe kadar tasarrufu teşvik hesabına
yatırılmaması halinde, yatırılmayan ücret kesintileri,
506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun sigorta primlerinin tahsiline
ilişkin hükümleri uyarınca tahsil edilerek ilgili hesaba
yatırılacaktır. Burada, memurların aylıklarından
yapılan kesintilerin, zamanında tasarrufu teşvik hesabına
yatırılmaması halinde, yatırılmayan kesintinin
tahsiline dair herhangi bir düzenleme bulunmamaktadır.
Çalışanların aylık ve ücretlerinden yapılacak
kesintiler, maaş ve ücretlerinin hesaplanmasında Gelir Vergisi
matrahından indirilecektir.
Değerli
arkadaşlar, özetle arz etmeye çalıştığım 3417
sayılı Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve
Bu Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair Kanun hükümleri
uyarınca ilk kesinti, 1 Nisan 1988 tarihinde başlatılmış,
31.12.1994 tarihine kadar toplanan kesinti ve işveren katkısı
tutarı, 79 trilyon 690 milyar 828 milyon Türk Lirasına
ulaşmıştır.
Yine, bu tarihler
arasında, 60 trilyon Türk Lirası civarında nema, yani, hesapta
toplanan paraya gelir elde edilmiş, aynı dönemde anapara, nema vesair
ödemeler olarak 32 trilyon Türk Lirası çıkış yapılmıştır
ve 31.12.1994 tarihi itibariyle hesap bakiyesi, 107 trilyon 767 milyar 427
milyon Türk Lirası olarak teşekkül etmiştir.
1995 yılı
itibariyle 36 trilyon 115 milyar 728 milyon Türk Lirası kesinti
yapılmış, 1995 yılı kesintileriyle birlikte anapara
tutarı, 115 trilyon Türk Lirasına, elde edilen nemaların
tutarı ise, 103 trilyon Türk Lirasına ulaşmıştır.
Yine, bu yıl
içerisinde anapara ödemesi, şahıs kesintisi, nema, kurumlara iade,
Ziraat Bankasına komisyon ve Ziraat Bankasınca yatırım harcaması olarak, 64 trilyon Türk
Lirası çıkış yapılmış ve 31.12.1994
tarihinde 107 trilyon olan hesap bakiyesi, 1995 yılında tahsilatlar
ve tediyeler sonucunda, 31.12.1995 tarihi itibariyle, 1995 yılı tüm
nemaları dahil olmaksızın, 215 trilyon Türk Lirasına
ulaşmıştır.
Esasen,
çeşitli tarihlerde, dövize endeksli TEK tahviline yatırılan 387
441 536 doları 31.12.1995 tarihli TC Merkez Bankası döviz
alış kurundan Türk Lirasına dönüştürerek, tasarrufu
teşvik hesabının Türk Lirası cinsinden bakiyesini hesap
edecek olursak, bu tahviller karşılığı TEK’de olan
alacak 23 trilyon Türk Lirası olacak ve hesabın toplam Türk
Lirası cinsinden gerçek bakiyesinin, 1995 yılı sonu itibariyle,
236 trilyon Türk Lirası olduğu görülmüş olacaktır.
Aynı hesaplama
yöntemiyle, 31.12.1994 tarihi itibariyle bakiyesi 122 trilyon Türk Lirası
olan hesaba, 1995 yılında yüzde 63,46 oranında bir gelir elde
edilmiş olmaktadır ki, bu yılda, kamu bankaları
tarafından 1 yıl vadeli mevduatlara ödenen faiz ortalamasının
yüzde 89,5 Hazine bonoları faiz oranı ortalamalarının yüzde
107,47 civarında olduğunu dikkate alacak olursak; hesapta toplanan
paranın değerlendirilmesinde, piyasa fiyatlarının asgarî
yüzde 26’sı gibi oldukça aşağılarda kalındığı
görülmüş olacaktır.
Değerli
arkadaşlar, tasarrufu teşvik hesabında, 31 Mart 1996 tarihi
itibariyle, anapara ve nema olarak biriken 342 trilyon Türk
Lirasının, nemalandırılma maksadıyla
kullanıldığı yatırım alanları,
miktarları ve şartları ise, şu şekilde
bulunmaktadır: 13 trilyon Türk Lirası, Türkiye Şeker
Fabrikaları tahvili alımında kullanılmıştır;
Türkiye Şeker Fabrikaları Anonim Şirketinin finansman
ihtiyacının karşılanması maksadıyla, Yüksek
Planlama Kurulu kararıyla verilen Merkez Bankası reeskont faiz
oranı -yüzde 63- seviyesinde tahviller olup, vadesi Mart 1996’da bitmiştir.
7 trilyon Türk
Liralık kısmı, Türkiye Elektrik Kurumu tahvili
alımında kullanılmıştır; bu miktar, Türkiye
Elektrik Kurumunun ilk iki yılı yüzde 30, kalan üç yılı
yüzde 35 faiz oranlı tahvillerinin alımında
kullanılmış olup, vadesi 2000 yılında bitmiş
olacaktır.
26 trilyon Türk
Liralık kısmı, döviz cinsi Türkiye Elektrik Kurumu tahvil
alımında kullanılmıştır. Bu tahvillerin faiz
oranı libor seviyesindedir.
22 trilyon Türk
Liralık kısmı, Kamu Ortaklığı Fonu gelir
ortaklığı senedi alımında kullanılmıştır.
Yüksek Planlama
Kurulu kararıyla dövize endeksli gelir ortaklığı senedi
alımında kullanılan ve Aralık 1993 tarihinde Türk
Lirasına çevrilmiş haliyle bakiyesinden oluşan bu miktara,
Merkez Bankası reeskont faizi oranı; yani, yüzde 63 faiz tatbik edilmektedir.
360 milyar 380
milyon Türk Liralık kısmı, Kamu Ortaklığı Fonunca
ihraç edilen yüzde 30 ve Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası reeskont
oranı seviyesinden faizli tahvil alımında
kullanılmıştır.
907 milyar 340
milyon Türk Liralık kısmı, Türkiye Petrolleri Anonim
Ortaklığının yüzde 30 ve Türkiye Cumhuriyet Merkez
Bankası reeskont faizi; yani, yüzde 63 faiz oranlı tahvillerine
bağlı bulunmaktadır.
68 trilyon 200
milyar Türk Liralık kısmıysa, değişik faizli hazine
bonosu alımında kullanılmış olup, 31.12.1995 tarihi
itibariyle hesapta bulanan para miktarı 5 trilyon 129 milyar 271 milyon
liradır.
Değerli
arkadaşlar, buraya kadar yurtiçi tasarruflarının
artırılarak yatırımlara dönüştürülmesi, üretimin ve
dolayısıyla gayri safî millî hâsılanın yükseltilmesi ve
bununla beraber çalışanları tasarrufa sevk ederek ve ayrıca
maaş ve ücretlerinin dışında ilave gelir elde etmelerini
sağlamaya yönelik olarak çıkarılan 3417 sayılı
Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve Bu
Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair Kanun ve bu kanun hükümleri
uyarınca kesilerek hesapta toplanan paralar, bu paraların hangi
alanlarda ve nasıl değerlendirildiğine dair özetle bilgi arz
etmeye çalıştım.
Görüldüğü
üzere, en iyi bir şekilde değerlendirilmesi gereken bu tasarruf
kesintilerinin, verimi yüksek yatırımlara yönlendirilmesini teminen
gösterilmesi gereken hassasiyetin daha da artırılması
gerekmektedir.
Bugün itibariyle,
emekli olan bir memur ya da bir işçi maaşından yapılan
kesinti, işveren katkısı ve elde edilen nemalardan tasarrufu
teşvik hesabında oluşan birikimden muayyen bir meblağ
alınmaktadır ki, bununla memur ve işçilerimizin emekli
oldukları anda, kendileri için önemli bir imkân yaratılmış
olmaktadır.
Diğer
taraftan, kendi aylık ve ücretlerinden yapılan kesinti ve bunun birbuçuk
misli tutarındaki işveren katkısı, arz etmeye
çalıştığım emeklilik halindeki toplu ödemenin
dışında, her yıl ödenen nemalarla ve bu nemaların da
yine bir defada ödenmesiyle de, bu kesime rahatlatıcı bir imkân
sağlanmaktadır.
3417
sayılı Kanunla getirilen bu sistemin daha iyi çalışabilmesi
ve hesapta biriken tasarruf ve dağıtılmayan nemaların daha
da iyi bir şekilde değerlendirilebilmesi için, uygulamada
birtakım yeni düzenlemelerin üzerinde durulmasında fayda mütalaa
etmekteyiz.
1.- Tasarrufçu
sayısı, ülkemizde 10 kişi ve daha fazla sayıda işçi
çalıştıran işyerlerinde çalışanların
sayısı ve Kanun kapsamında bulunan memur sayısı
toplamından daha da fazla görülmektedir. 10 kişi ve daha fazla
sayıda işçi çalıştıran işyerlerinden işçi
çıkarılması sonucunda meydana geldiği tahmin edilen bu
durumun doğru takip edilebilmesi için, bu hesabı takip etmekle
görevlendirilen ve yüzde 1 oranında komisyon verilen Türkiye Cumhuriyeti
Ziraat Bankasınca lazım olan tedbirlerin alınması
gerekmektedir. Esasen, işçi
sayısındaki 10 kişilik limit, mutlaka
kaldırılmalıdır.
2.- Özellikle,
belediyelerde ve KİT’lerde yapılan kesintilerin, Ziraat Bankası
nezdindeki tasarrufa teşvik hesabına yatırılmaması söz
konusu olmaktadır.
Kuruluşların
yatırmadıkları kesinti tutarı ve katkı paylarının
miktarı, hesabı takip etmekle görevli olanlarca; yani, Ziraat
Bankasınca ve dolayısıyla Hazinece bilinmemektedir ki, bu durumu
ortadan kaldırmak için yine lazım olan tedbirlerin alınması
gerekmektedir.
3.- Ücretlerden
yapılan kesintiler ve işveren katkı paylarının
süreleri içerisinde Ziraat Bankası Ankara Şubesi nezdinde bulunan
tasarrufu teşvik hesabına yatırılmaması halinde,
yatırılması gereken miktarlar resen ya da ilgililerin başvurusu
halinde Sosyal Sigortalar Kurumunca 506 sayılı Sosyal Sigortalar
Kanununun, primlerin tahsiline ilişkin hükümleri uyarınca tahsil
olunarak, alınacak gecikme zammıyla birlikte ilgili banka
hesabına yatırılabilirken, aylıklardan yapılan
kesintilerin ve devlet paylarının zamanında
yatırılmaması halinde, herhangi bir takip yolu ve uygulanacak
müeyyide bulunmamaktadır.
Bu eksikliğin
giderilmesi için bu alacaklar, kamu alacağı olarak mütalaa edilmeli
ve Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümleri
dairesinde tahsilatta bulunulmak üzere, vergi dairelerine görev verilmelidir.
Çalışanların
aylıklarından, tasarruf kesintilerini yapmış olmasına
rağmen, hesaba yatırmayan kuruluşların, diğer kamu
kuruluşlarından her ne nam altında olursa olsun doğan
alacaklarının ödenmesi sırasında yatırılmayan
miktar mahsuben kesilmeli, ödemeyi yapacak kuruluşların haberdar
olabilmeleri için gerekli tedbirler alınmalıdır.
BAŞKAN
–Sayın Mızrak, son 1 dakikanız.
RECEP MIZRAK
(Devamla) – 4.- Tasarrufa teşvik hesabında biriken kesinti,
katkı payları ve dağıtılmayan nemaların iyi bir
şekilde idare edilebilmeleri için, işçi ve işveren
sendikaları ile ilgili taraflardan oluşan bir kurul
oluşturulmalıdır.
5.- Hesapta bulunan
para, Ziraat Bankasınca bir yıl vadeli mevduata ödenen faiz
oranından daha aşağısı uygun görülmeyecek bir biçimde,
ihale ile değerlendirilmelidir.
6.- Hak
sahiplerine, tasarruf ettikleri miktar ve katkı paylarından
oluşan anapara ile nemalarını gösteren bir hesap cüzdanı
verilmeli ve bunu sağlamak üzere gerekli tedbirler
alınmalıdır.
7.- Hak
sahiplerinin istemeleri halinde, hesaplarında görülen bakiyenin muayyen
bir miktarını geçmemek üzere ve hesaplarında bulunan
alacakları teminat olarak kabul edilmek suretiyle kredi verilebilmelidir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri...
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN –
Sayın Mızrak, 1 dakikadır eksüreniz; lütfen, toparlayın.
RECEP MIZRAK
(Devamla) – 3417 sayılı Çalışanların Tasarrufa
Teşvik Edilmesi ve Bu Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair
Kanun hükümlerine göre çalışanlar adına biriken kaynak ve
nemalandırılması hususlarına yönelik görüş ve
düşüncelerimizi ifade etmiş bulunmaktayız.
İyileştirici
mahiyetteki kanunî ve idarî yeni bazı düzenlemelerle, söz konusu sistemin,
çalışanların lehine daha da verimli ve düzenli bir şekilde
çalıştırılma imkânına kavuşturulmuş
olacağını ve bu hususta bir araştırma
yapılmasına ihtiyaç bulunduğunu ifade eder; bu vesileyle, Yüce
Heyetinizi yeniden saygıyla selamlarım. (ANAP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ediyorum Sayın Mızrak.
Üçüncü
konuşma; Demokratik Sol Parti Grubu adına, Sayın Hikmet
Uluğbay’ın.
Buyurun Sayın
Uluğbay. (DSP sıralarından alkışlar)
DSP GRUBU ADINA
HİKMET ULUĞBAY (Ankara) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve
Bu Tasarrufların Değerlendirilmesine İlişkin Kanun
uyarınca, çalışanların maaş ve ücretlerinden
yapılan kesintilerin, anılan yasada öngörülen şekilde
değerlendirilip değerlendirilmediğinin
araştırılması amacıyla verilmiş bulunan önerge
üzerinde, Demokratik Sol Parti Grubunun görüşlerini açıklamak üzere
söz almış bulunuyorum; sözlerime başlarken, hepinizi, Grubum ve
şahsım adına saygıyla selamlıyorum.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; her şeyden önce, ülkemizde,
çalışanların tasarrufa teşvik edilmesi ve bu
tasarrufların değerlendirilmesi amacıyla, 1988 yılında
bir kanun çıkarılmış olmasının başlı
başına talihsiz bir olay olduğunu belirtmek isterim.
Zira, hepimizin de
kabul edeceği üzere, tasarruf etme, bireylerin veya kurumların özgür
iradeleriyle alacağı bir karardır. Yasayla, bireylerin gelirlerine
elkonularak “ben, sizleri tasarrufa özendiriyorum, sizler de şimdi
tasarruf etmiş oldunuz” demek, herhalde, en kıvrak zekâlı mizah
ustasının bile aklına getiremeyeceği bir kara mizah
örneği olmuştur.
Bu düzenlemenin,
1960’ların başında uygulanmış bulunan Tasarruf
Bonoları serüvenini andıran birçok boyutu vardır. Her
şeyden önce, Türkiye Büyük Millet Meclisi, 3417 sayılı Kanunu
1988 yılında kabul etmekle, Anayasamızın 18 inci
maddesindeki, hiç kimsenin zorla
çalıştırılamayacağını öngören angarya
yasağını ihlal etmiştir.
Bu fikrimizi, 3417
sayılı Kanunda yer alan bir düzenlemeyle açıklamak isterim.
Kanunun 6 ncı maddesinin üçüncü fıkrası aynen şu hükmü
taşımaktadır: “En az 6 yıl tasarrufta bulunanlara
istedikleri takdirde sadece kesintileri, Bağ-Kur kapsamında olanlar
bakımından tasarruf tutarları ödenir.”
Bu düzenlemenin anlamı, kanun zoruyla
tasarruf ettirilenlere, 1994 yılında tasarruflarını geri
istedikleri takdirde, kendilerinden 1988 ve onu izleyen 6 yıl boyunca
kesilen 1 000’er lira aynen geri ödenecektir.
Diğer bir
deyişle, bu paraların işletilmesinden doğan nemadan hiçbir
pay alamayacaklardır. 1988 yılında çalışanlardan
kesilen 1 000’er liranın tüketici ve toptan eşya fiyatlarına
uyarlanmış 1994 yılı satınalma gücü
sırasıyla 22 bin veya 25 bin liradır.
Kişi, kendi
özgür iradesiyle 1988 yılında 1 000 lira tasarruf etmiş ve
enflasyon düzeyinde getiri getiren alanlarda parasını
değerlendirmiş olsaydı, tasarrufu, belirtilen düzeylerde, yani
22 bin veya 25 bin liraya ulaşmış olacaktı. Oysa, kanunun 6
ncı maddesi, altı yıl sonra, bu tasarrufu yapanlara 1 000’er liralarını geri
vermek yolunu tercih etmiştir. Bu, kanun zoruyla tasarruf ettirilen
kişiden, tüketici ve toptan eşya fiyatları endeksi bazında
yüzde 96 vergi almaktır ve bu vergi, bir vergi kanunu
çıkarılmadan alınmıştır. Diğer bir
deyişle, çalışanın parasının neredeyse
tamamına el konulmuştur. Çalışanlardan 1988
yılında yüzde 2 oranında kesinti yapıldığı
göz önüne alınırsa, altı yıl sonra parasını geri
almak isteyenler, gerçekte, 1988 yılında bir haftayı, yani 365
günün yüzde 2’sini ücret almaksızın çalışmış
olmaktadırlar. İşte, bu bir angaryadır.
Benzeri bir
uygulama, esefle belirtmek isterim ki, Meclisimize sunulmuş bulunan, bu
kanunu yürürlükten kaldıracak yasa taslağında da vardır. Bu
öneriye göre, eğer, çalışanlar, mevcut sistemden ayrılmak
isterlerse, maddelerin içerisine yerleştirilen bir fıkrayla,
kendilerine, kendi biriktirdikleri paranın iadesi öngörülmektedir. Aradan
bunca yıl geçmiş, hâlâ daha, aynı zihniyeti muhafaza ediyoruz.
3417
sayılı Kanunun, adalet duygusundan uzak boyutunu bu şekilde
belirledikten sonra, şimdi de, tasarruf hesaplarında biriken
fonların değerlendiriliş boyutu üzerinde durabiliriz. Bu
konudaki uygulamalara ilişkin örnekleri anımsatmadan önce, kanun
zoruyla yaptırılan tasarrufların nasıl
değerlendirileceğine ilişkin kanundaki düzenlemeyi
hatırlamakta fayda vardır. 3417 sayılı Kanunun 1 inci
maddesi, tasarrufların en iyi şekilde nemalandırılmasını
amaçlamıştır. 5 inci maddesinde ise “Yüksek Planlama Kurulunca belirlenecek
esaslar dahilinde, gayrimenkul alım satımına yönelik
yatırımlar hariç olmak üzere, her türlü menkul kıymetlere ve
verimi yüksek yatırımlara yatırmak suretiyle
nemalandırılır “denilmektedir.
Bu maddelere göre,
çalışanlara, kanun zoruyla yaptırılan tasarruflar, verimi
yüksek yatırımlara yatırılacaktır ve bunun
esaslarını Yüksek Planlama Kurulu belirleyecektir. Şimdi, bu
bilgilerin ışığında, Yüksek Planlama Kurulunun, bu
tasarrufların değerlendirilmesi için aldığı
kararlardan bazılarına kısaca göz atalım.
Yüksek Planlama
Kurulu, 15 Aralık 1989 tarih, 89/T-132 sayılı kararıyla,
Tüpraş’ın sermaye artırımına katılmaları
için, Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı İdaresi ile Türkiye
Petrolleri Anonim Ortaklığına, çalışanların
tasarruf hesabında biriken paradan, o zamanın parasıyla 700
milyar liralık bölümü, yıllık yüzde 30 faizle ve 10
yıllık tahvile yatırmaları kararını
vermiştir. 1989 yılından bu yana, en düşük enflasyon
oranının, toptan eşya fiyat endeksi bazında yüzde 52,3 ve
tüketici fiyat endeksi bazında yüzde 60 olduğu göz önüne
alınırsa, yüzde 30 oranı faizle çalışan
tasarrufların 10 yıllık tahvile bağlanması,
açıkça, bu tasarrufların, enflasyon vergisine konu edilerek,
eritilmesi kararıdır; kanuna aykırı olduğu gibi,
çalışanların çıkarlarına da aykırıdır.
3417
sayılı Kanunun çıkmasını izleyen dönemdeki Yüksek
Planlama Kurulu kararları, tek tek incelendiğinde,
çalışanların tasarruf hesabından, düşük faizli
kaynakların, Toplu Konut /Kamu Ortaklığı Fonuna bolca
aktarıldığı ve anılan fondan da, düşük faizli
kredi olarak, birçok kamu ve özel kuruluşa
kullandırıldığını saptamak mümkün olacaktır.
1989-1993
döneminde, çalışanların tasarruflarından, Türkiye Elektrik
Kurumu tahvillerine yatırılan tutarlara, başlangıçta yüzde
35 faiz yürütülmüşken, daha sonraki yıllarda, bu faiz yüzde 30’a
indirilmiştir. Özelleştirme kapsamına alınarak, iki
şirkete bölünen Türkiye Elektrik Kurumuna aktarılmış
bulunan çalışanların tasarrufları da, özelleştirmeyle
bu şirketleri alacak kişilere açılmış, birer ucuz
kredi haline döndürülmüştür. Gelir ortaklığı senetlerine
yatırılan tutarlara uygulanan faiz ise, Türkiye Cumhuriyet Merkez
Bankası reeskont faiz haddidir ki, bu, genelde, yüzde 50’ler düzeyindedir.
Bu faiz haddinin de enflasyon oranlarının çok altında
olduğu, hepimizin malumudur. Gelir ortaklığının,
kaynaklarının kullanıldığı alanlar
hatırlanırsa, birçok kuruluşa, enflasyonun altında kaynak
aktarılması, yine çalışanların sırtından
yapılagelmiştir.
1995
yılında Türkiye Şeker Fabrikaları Anonim Şirketinin
tahvillerine yatırılan kaynaklar için de reeskont faiz haddi
uygulanmıştır. Yani, 1995 yılına gelmişiz,
ısrarla enflasyonun altında bir değerlendirmeyle,
çalışandan kesilen fonları değerlendirmeye devam ediyor hükümetler.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; merak ediyorum, acaba, Yüksek
Planlama Kurulunun gelmiş geçmiş üyelerinden hiçbirisi, kendi gönüllü
tasarruflarının bir tek lirasını, benzeri faiz
oranlarıyla, bir gün için dahi olsun değerlendirmişler midir;
hiç sanmıyorum.
Sayın
Başkan, değerli üyeler; sizlerle, 2 Mayıs 1994 tarihinde
Milliyet Gazetesinde yayımlanan ve bugüne kadar -benim bildiğim
kadarıyla- yalanlanmayan bir haberi paylaşmak isterim. “1993
yılı sonunda 66,8 trilyon Türk Lirasına ulaşan zorunlu
tasarruf hesabında biriken fonlardan 38,1 trilyonluk kısmı dövize
endeksli gelir ortaklığı senedine
yatırılmıştır. 1994 yılının ilk dört
ayında döviz fiyatlarının süratle artması sonucu, dövize
endeksli bu tasarrufların değeri 88 trilyon lirayı
aştı. Yüksek Planlama Kurulu, nisan sonunda aldığı bir
kararla, dövize endeksli gelir ortaklığına
yatırılmış bu paraları, 31 Aralık 1993 tarihli
kurdan Türk Lirasına çevirdi ve bu kararın altına da 11
Şubat tarihi atıldı.” Bu, gazetenin haberi; sizlerle
paylaştım. Bu gazete haberi, benim izleyebildiğim kadarıyla
bugüne değin yalanlanmadı. Bu operasyon sonucunda, zorunlu tasarruf
hesabının nema gelirlerine 50 trilyon liralık bir darbe
vurulmuş oldu. Böyle bir uygulama gerçekten yer aldıysa -tekrar
altını çiziyorum, gerçekten yer aldıysa- bu gazete haberi
doğruysa, hukukun ayaklar altına alınmasıdır. Zira,
doğmuş bir hak, sahiplerinin elinden, hukuka aykırı bir
biçimde, geçmişe yönelik olarak geri alınmıştır.
Sizlerle
paylaşmış olduğum bu birkaç örneğin de açıkça
sergilediği üzere, 3417 sayılı Kanunun, gerek lafzına gerek
ruhuna aykırı uygulamalar yapıla gelmiştir. Bu nedenle,
1988 yılından bu yana, 3417 sayılı Kanunun kapsamına
giren Yüksek Planlama Kurulu kararlarının incelenmesi uygun
olacaktır. Bu kararlar incelendiğinde, akıl almaz birçok
kullanım biçimleriyle karşılaşacağımızı
tahmin ediyorum.
İşin
ilginç diğer bir yanı da, halkın zorunlu
tasarruflarını değerlendirme konusunda, Yüksek Planlama
Kurulunun aldığı kararlardan hiçbirinin
yayımlanmamış olmasıdır. Kamu yönetiminde
şeffaflığı savunanlar ve bu görüşle iktidara gelenler,
bırakınız diğer alanlarda şeffaflık sözünü
tutmak, bizzat halkın cebinden zorla aldıkları tasarrufları
bile, nasıl değerlendirdiklerini halktan gizleme yoluna
gitmişlerdir. Bu bilgilerin kamuoyuna mal oluşları, ancak,
basının, el altından elde ettiği bilgiler sayesinde
gerçekleşmiştir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizin bildiği üzere, bu
zorunlu tasarrufların görüşülmesi, birkaç aydır, devamlı
ertelenegelmektedir. Bu erteleme çalışmalarında, değerli
meslektaşım Sayın Aykon Doğan’ın da önemli bir
katkısı olmuştur. Kendisi, bu önergenin görüşülmesinin
ertelenmesini sağladığından maada, aynı zamanda, bu
araştırmanın açılmaması için de gayret
göstermiştir; kendi boyutundan haklı olabilir; ancak, kendisinin,
bana, bu araştırmanın açılmaması konusunda telkin
ettiği bir fikri sizlerle paylaşmak isterim. Grubum adına bu
konuşmayı benim yapacağımı öğrendiği vakit,
bana “eski bir hazineci olarak, sen, nasıl bir araştırma
açıp, Hazinenin kayıtlarının Refah Partisi tarafından
incelenmesini düşünebilirsin” dedi. Ben de dedim ki: “ Refah Partisi veya
bir başkasının, Hazinenin kayıtlarına girmesine gerek
yok. Sadece ve sadece Yüksek Planlama Kurulunun kararlarına
bakılmış olması, burada yapılan hataların tespit
edilmesine yeterlidir.
Şimdi,
tabiatıyla, dün, Doğru Yol Partisiyle Refah Partisinin kurduğu
Hükümet güvenoyu almıştır. Dolayısıyla, Hazinenin
kayıtları da, diğer kayıtlar da Refah Partisinin elindedir;
sakınılan göze çöp batmıştır. Şimdi, ben, şu
noktada, şunu merak ediyorum: Refah Partisi bu önergenin sahibidir;
şimdi iktidardadırlar; Meclis denetimine, araştırma ve
soruşturma önergelerini samimî olarak verip vermediklerinin ilk
imtihanını yaşıyorlar; İktidarlarının
birinci günü. Eğer bu önergeyi, samimi olarak,
araştırılması için verdilerse, bugün, bu önergeye sahip
çıkmalarının zamanıdır; yok, bir siyasî strateji
olarak verdilerse, onu da, bugün, burada teşhir edecekler. (DSP,CHP ve
ANAP sıralarından alkışlar) Onun için, gerek ben gerekse
Türk Milleti Refah Partisinin bu ve bunu izleyen önergeler konusunda
alacağı tavrı merak ve ibretle seyrediyor olacağız.
Türkiye Büyük
Millet Meclisinin, bu haksız uygulamalara son vermek için,
Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve Bu
Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair Kanunu yürürlükten
kaldıracak ve tasarruf hesaplarında toplanmış bulunan 440
trilyon lirayı, hak sahiplerine, enflasyonla
aşındırılmayacak bir yöntemle, en kısa sürede
ödenmesini sağlayacak bir yasal düzenleme yapması zorunluluğu
artık kaçınılmaz hale gelmiştir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Demokratik Sol Parti Grubu, bu yönde
yapılacak düzenlemelere ışık tutması ve ayrıca,
3417 sayılı Kanunun uygulanmasındaki aksaklıkların
belirlenmesi için önergeyle talep edilen Meclis araştırmasının
açılmasını uygun bulmaktadır.
Şahsım ve
grubum adına hepinize saygılar sunarım. (DYP, CHP ve ANAP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ediyorum Sayın Uluğbay.
Gruplar adına
dördüncü konuşma, Refah Partisi Grubu adına, Sayın Ertan Yülek.
(RP sıralarından alkışlar)
Buyurun efendim.
Sayın Yülek,
süreniz 20 dakikadır.
RP GRUBU ADINA
İ. ERTAN YÜLEK (Adana) – Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; kamuoyunda zorunlu tasarruf olarak bilinen,
Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve Bu
Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair Kanunun uygulamasıyla
ilgili olarak, daha evvel, Refah Partili arkadaşlarımızın
vermiş olduğu bir araştırma önergesiyle alakalı olarak
söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, hepinizi saygıyla
selamlıyorum ve yeni kurulan Hükümete de saygılar sunuyorum.
Sayın
Başkan, değerli arkadaşlarım, benden evvel, grupları
adına konuşan arkadaşlarımın hemen hemen tamamı,
bu meselenin teknik yönlerini oldukça detaylı olarak bildirdiler. Kanunun
çıkışı, çıkışından bugüne kadar
uygulamaları, bunlarla ilgili paraların nasıl
toplandığı, gecikme zamlarının nasıl
ödeneceği hakkında çok çeşitli ve detaylı bilgiler
verdiler. Müsaade ederseniz, ben, aynı meseleye, aynı konulara,
aynı detayda girmeyeceğim. Arkadaşlarımın
söylemiş olduklarını toplayarak, neticeye gitmek istiyorum; buna
rağmen, çok kısa bir hatırlatma yapmakta da fayda görüyorum.
Bilindiği
gibi, bu Kanun, 1988 yılının başında, ilk defa gündeme
gelmiş ve 1 Nisan 1988 tarifinden itibaren de yürürlüğe
konulmuştur. Kanunun amacı, kısaca, çalışanların
aylık ve ücretlerinden tasarruf kesintisi yapılmasını,
tasarruflara devlet veya ilgili işverenlerin katkıda
bulunmasını, bağımsız çalışanların
gelirlerinin bir kısmının tasarrufa ayrılmasını
temin etmek ve bu tasarrufların en iyi şekilde
nemalandırılmasını sağlamak suretiyle,
çalışanları, tasarruf yapmaya teşvik etmek şeklinde
bağlanmıştır.
Niye bu kanun
çıkarıldı ve niye, bugünkü çok söylenen hale geldi: Muhterem
arkadaşlar, bildiğiniz gibi, zorunlu tasarruf olmaz; zorla, bir
kimseye tasarruf yaptırmanız mümkün değildir. O günün
şartlarında, şimdi rahmetlik olan bir arkadaşımız
Sayın Adnan Kahveci’den çıktı bu fikir ve bu fikir neticesinde,
böyle bir uygulama yapılırsa ve bu paralar toplanarak iyi
nemalandırılırsa, emekli olanlara -veya daha evvel arkadaşlarımızın
belirttiği gibi, altı yıl çalışanların nemalarını
ve onbeş yıl çalışanların da, nemalarını ve
anaparalarını almaları suretiyle- zorunlu tasarruf yoluyla bir
gelir sağlanacağı ifade edilmişti.
Hakikaten, ilk bakıldığında, ilk düşünüldüğünde,
bu, fevkalade iyi, cazip gibi görünmektedir; ama, biraz daha teferruatlı
olarak işin içine girdiğimizde, hele -biraz sonra söyleceğim-
uygulamadaki bazı sıkıntılar da gündeme geldiğinde, bu
meselenin, çalışanların lehine olmadığını
göreceğiz.
Devlete bunun
faydası olmuştur; bunu, hemen söyleyeyim; çünkü, bu, devlete, bir
nevi kaynak olarak ortaya çıkmış ve devlet, bu kaynaktan
istifade etmiştir. Ancak, çalışanlar bundan ne kadar
faydalanmıştır dediğimiz zaman, bu mesenin üzerinde durmak
lazım.
Yine, özet olarak,
satırbaşlarıyla geçeceğim. Bugün, 9 milyon kişi, zorunlu
tasarruf kapsamında bulunuyor. 350 bin özel kuruluş ve kamu
kuruluşu kanun kapsamındadır. Halen, ücretlilerden yüzde 2,
işverenlerden yüzde 3 kesinti yapılmaktadır ve bu kesinti, 9’dan
fazla elemanın çalıştığı işyerlerinden ve bu
yerlerde çalışan işçilerden yapılmaktadır. 1 Nisan
1988’den bu yana, anapara ve nema olarak toplanan paraları size arz
ediyorum -bütün özet, arkadaşlar verdiler, ben tekrar vermek istemiyorum-
150 trilyon lira, 1988 Nisan ayından bugüne kadar anapara ve 180 trilyon
lira da -ben son olarak bu rakamları veriyorum- bunların
nemaları. Dolayısıyla, bugün, takriben 340 trilyon lira, bu
fonda para toplanmıştır ve bu parayı da, hemen, kanunun,
yine, amaç kısmına baktığımızda
“tasarrufların en iyi şekilde nemalandırılması” tabiri
var. Peki, bu, en iyi şekilde nemalandırılmıştır
diye baktığımızda, çıkardığımız
rakamlara göre, 1988’den bu zamana kadar bir endeks
yaptığımızda -1988’de 100 dersek bu nemalara- bugüne kadar,
kümülatif toplam, 1 133 gibi görünüyor; yani, 10 misli artmış gibi
görünüyor. Buna karşılık, enflasyonu benzer şekilde
endekslediğimizde, yani, aynı tarihte, 1988’de 100
aldığımızda, bugüne kadar 9 067 olmuş enflasyon;
kümülatiften bahsediyorum; neticeyi veriyorum, ara yılları
vermiyorum.
Görülüyor ki,
toplanan bu paralar, işçilerden ve işverenlerden alınan bu
paralar, gerçekten, enflasyon oranında dahi
nemalandırılmamıştır. Demek ki, bu kanunun
amacında belirtilen “en iyi şekilde nemalandırma” meselesi...
Maalesef, nemalandırılmadığını burada görüyoruz;
rakamlar bunu ifade ediyor. Demek ki, kanunun amacından sapmalar var
veyahut da, amaçtan sapma demiyorum da, kanunun öngördüğü şekilde
geliştirilememiş ve değerlendirilememiş.
Yine, ikinci bir
amaç da, gelirlerinin bir kısmını tasarrufa ayırmak
suretiyle, onlara iyi bir gelir temin etmek. Ben, pratiğin içinden
geliyorum muhterem arkadaşlar, bunu biliyorum. Şu gibi hadiseler oldu
işin içinde, bakınız: Her işveren, maalesef, bu
paraların, anaparasını yatırmadı ve
yatıramadı. İşçi, şu veya bu şekilde
çalışan, şu veya bu şekilde işinden ya
ayrılmış ya ayırılmış veya başka bir
şekilde işiyle irtibatı kesildiğinde normal olarak
beklediğimiz hadise nedir; gidip anaparasını ve nemasını
alması lazımdı; belli süreler geçmiş olmasına
rağmen. Bir bakıldı ki -biz, pratikte bunu yaşadık-
işveren anaparayı yatırmamış; anaparayı
yatırmadığı için, işçinin veya
çalışanın istediği parayı oradan almak mümkün
değildir. Dolayısıyla, çalışanlar yönünden de bu kanun
gayesine ulaşmamıştır. Demek ki, iki taraflı; bir
tarafta işverenlerin veyahut da çalıştıranların
menfaatına olması icap eden husus, tabiî oradan olmamış,
öbür taraftan da, işçi için de bu iş olmamış; ama, kime
gitmiş bu; devlet, bunu bir kaynak olarak kullanmıştır;
ama, devlet kaynak olarak kullanırken -bir de ona bakalım- adil davranmış
mıdır?
Şimdi,
bakınız, devlet, tahvil çıkarıyor; yüzde 140 faizle, yüzde
130 faizle; vergisiz yüzde 260 yapar; vergili olursa, bu iş. Peki, yüzde
130 gibi -bugünkü rakamları söylüyorum; bu yüksek olmuştur, alçak
olmuştur, hiçbir zaman herhalde yüzde 100’ün altında
olmamıştır... Öyle zannediyorum; ama öbür taraftan
bakıyorsunuz, burada muhtelif arkadaşlar rakamlar verdi; ben tekrar
ona girmek istemiyorum- yüzde 63 gibi, yüzde 70 gibi bir nemalandırmada,
görülüyor ki, devletin rantiye sınıfına vermiş olduğu,
yani faiz alarak vermiş olduğu, başkasının
anaparalarına, kendi çalışanlarından topladıkları
parayı esirgemiştir; nemayı esirgemiştir.
Dolayısıyla, devletin de burada adil hareket etmediği
ortadadır; yani, gideceksiniz, dışarıdan parası olan
birisi devlet tahvili aldığı zaman ona yüzde 100’ün üzerinde bir
getiri vereceksiniz; ama, devlet, zorunlu olarak topladığı,
insanların paralarını alacak ve bunu, onun altında
değerlendirecek... Bu da adil bir hadise değildir; öyle zannediyorum.
Dolayısıyla, bizim arkadaşlarımız, Refah Partisinden
38 arkadaşımız, bütün bu meselelerin incelenmesi ve hakikaten bu
kanunun öngördüğü, amacında belirtildiği gayelere
ulaşılmış mı, ulaşılmamış mı;
devlet tarafından neler kazanılmış, çalışanlar
tarafından ne kazanılmış veya ne kaybedilmiş ve bunun
yanında, bunu kulananlar, hakikaten bir sorumluluk içerisinde hareket
etmişler mi, etmemişler midir; bütün bu hususların
incelenmesinde fayda gördüğü için, böyle bir önergeyi vermişlerdir.
Tabiî, Refah
Partisi olarak, şimdi, bizim bir durumumuz var.
Arkadaşlarımız, Refah Partisi muhalefette iken bunu
vermiştir; çünkü, devletin içine nüfuz edip, bu bilgileri alması
mümkün değildi, muhalefetteydi; ama, şimdi, Refah Partisi olarak
iktidarda olduğumuz için, bu meseleleri inceleme, tetkik etme, ettirme
imkânımız vardır; Meclise de bu bilgiyi verme
imkânımız vardır. Ama, buna rağmen, Refah Partisi
ilkelerinden taviz veren parti değildir; dün ne söylediyse, bu
şeyleri aynı şekilde söylemektedir ve dolayısıyla, bu
meselenin de, tekrar Meclis araştırması yapılmasında
fayda mülahaza edilmektedir. DSP’li arkadaşımızın
söylediği gibi, biz, birçok imtihandan geçeceğiz; ama, hiçbir zaman
da haktan, hukuktan ve adaletten ayrılmayacağız. (RP
sıralarından alkışlar) Bunu bilesiniz. Bunu kati olarak bilesiniz.
REFİK ARAS
(İstanbul) – Göreceğiz...
İ. ERTAN YÜLEK
(Devamla) – Evet, işte, ilk örneği de budur. Biz, istiyoruz ve kendi
kararımızdan dönmüyoruz; ama, bakınız, bizim şu anda
bir avantajımız var; o nedir; bu bilgileri bizzat tetkik etme, tahkik
ettirme, inceleme imkânımız vardı; ama, ben, şimdi,
ANAP’ın bu konudaki durumunu merak ediyorum. 15 gün evvel bunu niye tahkik
ettirmediler -iktidardayken- ve yine bir tetkik için soruyorum tabiî -polemik
de yapmak istemiyorum- üç aylık iktidarları döneminde bu mesele
inceletilebilirdi; ama, inceletilmemiştir. Bakınız, biz diyoruz
ki, incelettireceğiz bunu. Ben, şimdi, CHP’li arkadaşlara
soruyorum: CHP, bu fonun yönetiminde bulunmuştur ve dört yıl
yönetiminde bulunmuştur; dört yıl, yönetiminde bunu yapacaklar ve o
zamanlar gereğine tevessül etmeyecekler; şimdi, aynı
şekilde, gelip, burada başka türlü konuşacaklar. Gönül isterdi
ki, icradaki insanlar, muhalefetteki gibi hareket etmesinler.
MUSTAFA YILDIZ
(Erzincan) – Onu patronlara sor!..
İ. ERTAN YÜLEK
(Devamla) – Biraz evvel söylemiş olduğum, iktidarda olan bir
kimsenin, muhalefette gibi hareket etmemesi lazımdır. İktidarda,
şunu yapacağız, bunu yapacağız demesi, acziyetin
ifadesidir; ama, biz, diyoruz ki, şu anda imkânlar elimizdedir,
bunları bütün teferruatıyla inceleyebiliriz, incelettirebiliriz ve bu
konuda da muhterem Meclise bilgi verebiliriz. Onun için, hani, muhalefet gibi
hareket etmememiz lazım; o sebeple bunu söylüyorum; ama, buna rağmen,
tabiî, gündeme daha önce alındığı için ve Hükümet de yeni
olduğu için, bu konuda, biz, Meclis araştırması
yapılmasını istiyoruz.
Ancak, bir konuyu
daha ifade etmek istiyorum: Hepimiz biliyoruz ki, şu anda, Meclisin
gündeminde bu konuyla ilgili bir kanun teklifi bir de kanun tasarısı
vardır. Bunlardan, Sayın Necati Çelik’in vermiş olduğu, bu
3417 sayılı Kanunun kaldırılması hakkında kanun
teklifi, Plan ve Bütçe Komisyonunda beklemektedir. İkincisi de,
geçmiş Hükümet tarafından verilen ve şu anda Sağlık ve
Sosyal İşler Komisyonunda bekleyen bir kanun
tasarısıdır.
Bunda, şunu
söylemek istiyorum: İnşallah, bu iktidar, bizim
iktidarımız, en kısa zamanda, bu kanunu yürürlükten
kaldıracak ve şu ana kadar olan zorunlu, yani, mecburî bir tasarrufun
da daha fazla üzerinde durmayacaktır -tekrar teferruatına girmek
istemiyorum- çünkü:
1- 8 milyon 460 bin
liralık bir asgarî ücretliden, 169 bin lira gibi çok küçük bir
paranın alınmasının, aslında bir şey ifade
etmeyeceği ortadadır.
2- Zaten, asgarî
ücret alan insanların tasarruf edecek halinin
olmadığını hepimiz de bilmekteyiz.
3-
İşverenin yüzde 3 gibi bir para yatırmasında da
-işgücü maliyetini artırdığından- bir fayda
görmüyoruz.
4- CHP Grubu
Sözcüsü arkadaşımızın belirttiği gibi, siz, 9
kişi çalıştırın; ama, 10 kişinin üzerinde, 11
kişi, 12 kişi çalıştırmayın diyen bir kanundur
bu.
Dolayısıyla,
Türkiye’de işsizliğin hüküm sürdüğü, 11 milyon insanın
işsiz bulunduğu bir dönemde istihdamın daha önemli olduğunu
kabul ediyoruz ve bu sebeple de böyle bir kanunun -istihdamın önünde engelleyici
bir husus olarak gördüğümüzden- kaldırılmasını talep
ediyoruz. Bu konuda çalışmalarımız da devam etmektedir.
Muhterem
Başkan, değerli arkadaşlarım; bütün bunların
sonucunda, özet olarak şunu söylemek istiyorum:
Vatandaşlarımızın bu konuda tereddütleri vardır;
çalışanların tereddütleri vardır, işverenlerin
tereddütleri vardır; bu paraların hesabını öğrenmek
istemektedirler.
Dolayısıyla,
fondaki paraların bugün ulaştığı toplu miktarın
gerçek olarak bilinebilmesi; halen, fon hesabındaki mevcut hak sahiplerine
ödenebilir para miktarının ne kadar olabildiği; 1988
yılından bugüne kadar fonda biriken paraların nasıl
kullanıldığı; nemalandırmada hangi kriterlerin esas
alındığı, bu kriterlerin yasadaki amaçlarla ne ölçüde
bağdaştığı; fon hesaplarındaki paraların
diğer yatırım araçlarına göre değerlendirilseydi,
bugün ne kadar bir değere ulaşacağı, buna göre,
çalışanların ne kadar kayıpları olduğu gibi
hususların kamu vicdanında meydana getirmiş olduğu
rahatsızlığın giderilmesi bakımından Meclis
araştırmasında fayda mülahaza ediyoruz. Bu sebeplerle, arkadaşlarımız
da bu konuda müspet oy kullanacaklardır ve Meclis
araştırması yapıldığı takdirde, kamu
vicdanı da rahatlayacaktır.
Meclis
araştırmasının, eğer kabul edilirse, birçok
tereddütleri gidereceğini ümit ediyorum.
Hepinize
saygılar, sevgiler sunuyorum. (RP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ederim Sayın Yülek.
Gruplar adına
son olarak, Doğru Yol Partisi Grubu adına Sayın Aykon
Doğan; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)
Sayın
Doğan, süreniz 20 dakikadır.
DYP GRUBU ADINA
ABDULLAH AYKON DOĞAN (Isparta) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; önce, konuya esastan girmek istiyorum.
Bugün, bütün dünya
ülkelerinde işçi vardır, Türkiye’de işçi vardır; bütün
dünya ülkelerinde çalışanlar vardır, Türkiye’de
çalışanlar vardır. Çalışanların üzerindeki
fonlar, bütün vergi yükleri, OECD ülkelerinde, gelişmiş ülkelerde
yüzde 16-17 civarındadır, Türkiye’de ise yüzde 32’ye
ulaşmıştır. Şimdi, meseleye bu şekilde
baktığınız zaman olay değişir. O halde bugün,
işçilerin, memurların, bütün çalışanların, fonlar
olarak üzerindeki vergi yükü, dünyanın hiçbir ülkesinde olmayan bir
noktaya varmıştır.
Şimdi,
birtakım sosyal demokrat, işçi yanlısı geçinen
arkadaşlarımız, ne var ki bu gerçeği, işçi kesiminin,
memur kesiminin ve 60 milyon Türk Milletinin gözünden saklamışlardır
demeyeceğim; ama, bu meseleyi de açıkça ortaya
koymamışlardır.
Değerli
arkadaşlarım, çalışanların tasarruf olayı
şöyle: Kanunla tasarruf oluyorsa bunun adı vergidir; bunun
adını doğru koymak lazımdır; bu, ya vergidir veya
değildir, vergi değilse bunu kaldırmak lazımdır.
Bugün, bu yükü taşıyan da 5,5 milyon insandır. Peki, Türkiye’de
çalışan insan sayısı 5,5 milyon mudur?!. 12 milyon
çalışan insan var; bu çalışanların
yarısını tutuyorsun, yarısını tutmuyorsun. Nerede
sizin sosyal demokratlığınız,
halkçılığınız, eşitliğiniz, işçiden
yanalığınız?!. (DYP sıralarından alkışlar)
HİKMET
ULUĞBAY (Ankara) – Dört senedir neredeydiniz?..
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Bir dakika... Bir dakika.. Bir dakika, bunu
koyacağız.
METİN
BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Beş senedir iktidarsınız.
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Bir dakika... Beş senelik iktidarı da gündeme
getireceğim.
Şimdi bu kanun
çıkmış, bu kanun çıktığı zaman ben muhalefet
milletvekiliydim, sonuna kadar karşısında olduk Doğru Yol
Partisi olarak. 94 yılında bakan olduğum zaman bunu önüme aldım: Getirin bakalım
bu tasarruf onu nereye gidiyor?..
Değerli
arkadaşlarım, devleti, devlet adamı gibi yönetmek sadece benim
mükellefiyetim değildir; ister muhafazakâr, ister liberal, ister sosyal
demokrat olun, devletin dümenine geçtiğiniz zaman, devleti dürüstçe ve
devlet adamı gibi yönetme mükellefiyeti hepinizin omuzundadır; bunu,
bu duyguyu bürokrat olarak taşıdım, bakan olarak da
taşıdım bu duyguyu ve burada açıkladığım
düşünceler doğrultusunda, ilk tasarıyı, yani bu
yasanın kaldırılmasını ve bu fonun tasfiye edilmesini
öngören tasarıyı hazırlatan bakan buradadır; bu bir. (DSP
sıralarından “neredeydiniz” sesleri) Bir dakika.
Neden bu
zorunluğa vardım; buna hiç kimse değinmedi. Değerli
arkadaşlarım, burada zorunlu bir kanun koymuşsunuz; 5,5 milyon
insanın yarısı memur, yarısı da -büyük bir
kısmı- kamu işçisi; neticeye baktığınız
zaman, bu fonun yüzde 80’ini devlet, kesesinden ödüyor. Sonra dönüp diyorsunuz
ki, buna faizi neden az verdin...Yani, hiç böyle bir mantık, maliyenin
ilminde, hele hazinenin ilminde böyle bir mantık söz konusu mudur?..
Devlet tutacak, kendi cebinden parayı koyacak, arkasından “Bir de
buna ben faiz vereceğim” diyecek, sen de buraya geleceksin “Niye faiz
vermiyor” diye kimi yargılayacaksın...
M. CEVDET
SELVİ (İstanbul) – Yasada öyle yazmıyor ama, yasaya aç bak.
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Bir dakika, bir dakika...
Bakın,
şurada, 1988’den...
M. CEVDET
SELVİ (İstanbul) – Yasada öyle yazmıyor.
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Bir dakika efendim, yasayı da anlatacağım
size...
BAŞKAN –
Sayın milletvekilleri, lütfen sessiz dinleyelim.
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Yasayı uygulayan bir bakan var burada.
Şimdi,
arkadaşlarım bakın, bu kanunun uygulanmasında kimler mesul:
Bu kanunu bir bakan uygulamıyor, bu Kanunu Yüksek Planlama Kurulu
uyguluyor. Yüksek Planlama Kurulunun Başkanı, Başbakan ve onun
da pekçok üyesi var. Şu Parlamentoya baktığım zaman, bu
Yasanın uygulanmasında tek imzası olmayan parti Refah
Partisidir.
AHMET
PİRİŞTİNA (İzmir) – Bravo[!]
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Evet...
DSP olarak, bugün,
pekçok arkadaşımın, eski bakan olarak Yüksek Planlama Kurulunun
üyesi olarak isterseniz ismini sayayım: Tahir Köse sizin milletvekiliniz
değil midir?..
NECDET TEKİN
(Kırklareli) – Değil...
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Fuat Çay, sizin milletvekiliniz değil midir?
METİN
BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Değil...
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Karayalçın, değil midir?
M. CEVDET
SELVİ (İstanbul) – Değil...
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Bir dakika efendim...
Deniz Baykal
değil midir? Sayın Özal, Sayın...
METİN
BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Deniz Baykal bizim milletvekilimiz mi?!.
Bırak...
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Rahmetli Turgut Özal ve daha iki gün önce Başbakan
olan Mesut Yılmaz, burada, Başbakan değil midir? Burada
hepinizin imzası vardır.
TUNCAY
KARAYTUĞ (Adana) – Demokratik Sol Parti iktidarda olmadı!
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Dün, hükümet olarak çıkacaksınız,
bunları yapacaksınız, bugün geleceksiniz “efendim, biz
araştıracağız...” Ee, araştırın; bundan
kaçan falan yok. İcraatı yapan sizsiniz; burada kendi kendinizle
gelin güvey olup, milletin huzurunda kendinizi millete şikâyet eden yine
sizsiniz. (DYP ve RP sıralarından alkışlar) Siyasette...
TUNCAY
KARAYTUĞ (Adana) – Demokratik Sol Parti icraatta olmadı.
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Bürokrasiye geliyorum.
Değerli
arkadaşlarım, bakın, ben burada isim veriyorum isim... Ben, bu
meseleyi telefonda Sayın Baykal’la da telefonda görüştüm, Sayın
Mümtaz Soysal’la da görüştüm, Sayın Uluğbay’la da görüştüm,
DSP’nin grup başkanvekili arkadaşınızla da görüştüm,
önergeyi veren Refah Partili Sayın Çelik’le de görüştüm. Dedim ki
“gelin, arkadaş, bu 10,5 milyon insana, çalışana hizmet
edeceksek, sizin ve bütün grupların uygun göreceği bir tasarıda
birleşelim ve bunu kaldıralım.” Bunun gayreti içinde oldum.
Hikmet Uluğbay’a şunu dedim: “Yahu, sen araştırma önergesi
verip, neyi araştıracaksın?”
Bakın, burada
ne yazıyor; okuyorum: “Hazine Müsteşarlığının
falan tarih ve falan sayılı yazılarıyla, şu konuda,
Yüksek Planlama Kurulu şöyle bir kararının istihsalini arz
ederim” diyor Hazine müsteşarı. “Ee, Sayın Uluğbay, sen,
bunları arz eden adamsın; o zaman neyi araştıracaksın”
dedim kendisine. Burada araştıracak, bilgi sahibi olacak -bu
önergede- bir Refah Partisi Grubu vardır; onu da söyledim. Ama, Kurban
Bayramında “Sayın Çelik ve sen gelin, CHP’den de bir
arkadaşı alalım, ANAP’tan da alalım arkadaşı,
burada, bunu, siyasî polemik konusu yapmayalım, işçinin, memurun
sırtındaki bu yükü kaldıralım” dedim; ama, siz, buna yanaşmadınız,
işçiye bu yükü taşıtmayı ve polemik konusu yapmayı ve
burada da ...
HİKMET
ULUĞBAY (Ankara) – Yalan söylüyorsun!..
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – ...seninle ikili bir konuşmayı Meclis
kürsüsüne getirecek kadar ahlak zafiyetini de burada ortaya koydunuz.
HİKMET
ULUĞBAY (Ankara) – Ahlak zafiyeti sana aittir; bana, Meclisin kürsüsünden
söyleyemeyeceğin hiçbir şeyi, hiçbir yerde söyleme.
BAŞKAN –
Sayın Uluğbay, lütfen, konuşma bitsin.
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Ben, bunu saklamıyorum ki, ben bunu konuştum.
Efendim, Aykon Doğan bunu engelliyor falan değil... Biz, Doğru
Yol Partisi olarak söylüyoruz, ben de burada söylüyorum, bu
araştırılacak, burada bir şey yok. Sadece, binlerce
araştırma önergesi var; bu tasarının
çıkmasını geciktirir.
Gelin diyorum;
gayretimiz, bu tasarıyı bir an önce çıkaralım yönündedir.
İşte, bütün arkadaşlarla bunu konuştum, ANAP’la da
konuştum; çünkü, ilk defa, böyle bir kanun tasarısını
hazırlama onurunu taşıyorum, bir an önce çıkması
onurunu da bütün gruplarla paylaşmak istedim, amacım budur.
MUSTAFA GÜVEN
KARAHAN (Balıkesir) – Çalışanların hakkını gasp
etmek istiyorsunuz.
BAŞKAN –
Sayın milletvekilleri, lütfen, sessiz dinleyelim.
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, şimdi,
bakın, bu şeyin tehlikesi nedir; yıl sonunda, bu fonun
tutarı 400 trilyon liraya ulaşıyor değerli
arkadaşlarım.
MUSTAFA GÜVEN
KARAHAN (Balıkesir) – Fazla, fazla...
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Bir dakika...
Gelecek sene 800
trilyon; neredeyse, devletin içborçlarına eşit, bu şekilde bu
devam edemez. Şimdi, devlet, nerede değerlendirmiş; 400 trilyon
lirayı götürüp bir bankaya yatıramazsınız, falan
şekilde gidip, borsada bunu kullanamazsınız, hiçbir yerde
kullanamazsınız. Tek yolu vardır; bunu, Hazine nerede
kullanmıştır, söyleyeyim: Maaş ödemelerinde
kullanmıştır.
M. CEVDET
SELVİ (İstanbul) – Amaç o değildi.
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Efendim, anlatıyorum; amacından
sapmış kanun ve kanun, burada, sadece, bunlara nema az verir demiyor.
9 uncu maddeyi okuyun, Yüksek Planlama Kurulu diyor ki: “Uygulamayla ilgili
diğer tedbirleri de alır.” Yani, bu paralar ya batsaydı ne
olacaktı?
İHSAN ÇABUK
(Ordu) – Batırmadınız mı?
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Hayır. 400 trilyon, 400 trilyon...
Değerli
arkadaşlarım, bunu dolar olarak değerlendirirseniz başka
oluyor, Türk parası olarak değerlendirirseniz başka oluyor.
Bakın, dolar olarak yatırırsanız nema ödemiyorsunuz. Yani,
bugün bu parayı dolara bağlayın, yıllık neması
yüzde 5’tir, bunu Türk parasına bağlayın yıllık
neması yüzde 100’dür. (DSP sıralarından “niye dolarla?” sesleri)
Bir dakika,
anlatıyorum efendim.
Siz Türk
parası olarak bağladığınız zaman işçinin
lehinedir; ama, geliyorsunuz bu kürsüden diyorsunuz ki: “Neden dolardan Türk
parasına çevrildi?” Bakın, nemanın hesaplarını
hepinize veriyorum.
Sonra, şunu da
ifade ediyorum: Bu Meclisin bilgi edinme mekanizması sadece
araştırma komisyonları değildir. Hazinenin
kayıtlarında Sayın Uluğbay’ın yazılı soru
önergeleri vardır, Hazine de bunları hep
cevaplandırmıştır değerli arkadaşlarım.
Bakın, nemalar
nerede: 1990’da 133 milyar 204 milyon, 1991’de 1,9 trilyon, 1992’de 3,1
trilyon, 1993’te 8 trilyon, 1994’te ise Türk parasına çevrildiği
için, nemayı işçi lehine 5 misli artırmışız, 47
trilyon; sadece mekanizma dolayısıyla.
AHMET
PİRİŞTİNA (İzmir) – İşçinin
parasını kime verdiniz?
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bakın, bir de
şu var: Bu nema Türk parasına çevrildiği için 1995’te ne oluyor;
103 trilyon. Kanun diyor ki: Bunun üçte birini dağıtacaksın.
Peki, 103 trilyonun üçte biri 33 trilyon eder. Eğer bu dolarda
kalsaydı 10 trilyon ederdi, dağıtılacak para da 3 trilyon
olurdu. Hangisi doğru?! Hangisi işçinin lehine?!
Değerli
arkadaşlarım, burada şunu ifade ediyorum: Hiçbir partinin
-soldan başlıyorum- bugün DSP’de olan arkadaşlarım, bugün
CHP’de olan arkadaşlarım, bugün ANAP’ta, bugün Doğru Yolda,
hatta bugün Parlamentoda olan ve Yüksek Planlama Kurulu kararlarına
başbakan ve bakan olarak imza atan arkadaşlarımızın,
ne devleti düşünme ne de işçinin hakkını gasp etme gibi
düşünceleri asla olmamıştır. Neden; bürokrasiden bu böyle
gelmiştir, Planlamanın süzgecinden geçmiştir, ilk teklifleri
Hazine yapmıştır, Başbakan, Yüksek Planlama Kurulunu
toplamıştır, neredeyse küçük bir bakanlar kurulunda konu
tartışılmış “evet, devlet bu
fedakârlığı yapmıştır, bu kadar da faiz
fedekârlığını yapabiliyor” demiştir.
Şimdi, burada
bir iddia var -üzülerek ifade edeyim ki, Sayın Uluğbay yaptı-
efendim, bu karar şöyle olmuş da, böyle olmuş da... Elimde, en
son çıkarılan bir karar var; 17.6.1996 tarihli ve 40
sayılı. Burada bakın ne diyor: “Hazine
Müsteşarlığının 27.3.1996 tarih ve 12302
sayılı yazısı dikkate alınarak...” Yani, işlem
mart ayında başlıyor; ama, haziranın 17’sinde
çıkıyor. Bunlar normal bürokratik işlemler. Yani, şimdi,
buradaki “bunu geç çıkardın, erken çıkardın” iddiası
söz konusu olamaz. Devletin Yüksek Planlama Kurulunun bir toplanma takvimi var,
Planlama Müsteşarlığının bir incelemesi var. Sonra,
bunu da gönderen Hazine. Ne yapmış en son kararda; bunlar da reeskont
faizi vermişler... Evet... Burada kimlerin imzası var; okuyorum:
Sayın Mesut Yılmaz, Sayın Saracoğlu, Sayın Söylemez,
Sayın Törüner, Sayın Kayalar, Sayın Keçeciler, Sayın Erez,
Sayın Doğan, Sayın Özfırat, Sayın Taşar,
Sayın Saygın. Burada... Benim de imzam var bu gibi şeylerde... Herkes,
işçiye, memura bir şey vermek ihtiyacını duymuştur.
Şunu soruyorum: Enflasyonun altında memura maaş vermiyor
musunuz; veriyorsunuz, işçiye vermiyor musunuz; veriyorsunuz. Memura,
çalışanlara en büyük kötülük emisyondur, para basarak maaş
ödemektir.
NAMİ
ÇAĞAN (İstanbul) – Bunu yapmadınız mı?!.
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Efendim, şunu söylüyorum; bir ülkede enflasyon
varsa, bu var demektir; yani, gelin isterseniz 1974’ten başlayalım;
enflasyonun olmadığı yıl oldu mu? Şu iktidar, şu
Mecliste grubu olan arkadaşlarımdan “bizim partimiz bunu
yapmadı” diyen, yani, “sağlıksız parayla memura para
ödedik, bir elimizle verdik; ama, iki elimizle geri aldık” demeyecek adam
var mıdır?!. Doğru konuşmak lazımdır burada,
doğruları korumak lazımdır.
A. TURAN BİLGE
(Konya) – Yüzde130 olmadı hiç!..
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Efendim, şimdi...
REFİK ARAS
(İstanbul) – Senelere göre değişti...
MUSTAFA CUMHUR
ERSÜMER (Çanakkale) – Yönetime göre değişti...
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Efendim, şimdi, bunlar, işin gelişi
gereğidir.
Şuna
inanıyorum: Hepiniz, bütün siyasî partiler ve herkes, işçime,
memuruma bir şey verelim diye çırpınmıştır. Bunu
ben söylüyorum. Gelin, burada birleşelim değerli
arkadaşlarım. Gelin, bırakalım bu araştırma devam
etsin; ama, yarından tezi yok -şu Komisyonda alt komisyona havale
edilen bu tasarıyı, Doğru Yol Partisi-Anavatan Partisi
Koalisyonu sevketmiştir- bu Hükümet bunu kabullensin, geri çekmesin, alt
komisyona indirsin, yeniden düzenlesin ve bir an önce bunu çıkarsın;
benim amacım budur. Tabiî, benim burada pek çok arkadaşım var.
Herkese bu konuda başvurdum. Sayın Uluğbay’a da öyle
başvurdum.
Eee, Refah Partisi;
doğru, dedim; burada bilgi sahibi olmayan bir Refah Partisi vardır.
En çok gayret gösterecek, şu Hazinedeki bilgileri alacak olan Refah
Partisidir.
ŞÜKRÜ
SİNA GÜREL (İzmir) – “Öğrenmesinler” demediniz mi?
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Efendim, bakın şunu söylüyorum: Siz,
İçtüzüğü okuyun. Bir milletvekilinin yazılı soru
önergeleriyle, sözlü soru önergeleriyle, istediğini öğrenme
hakkı yok mudur Anayasa gereği?!.
NAMİ
ÇAĞAN (İstanbul) – O zaman, araştırmaya hiç gerek yok.
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Bir dakika... Bir dakika...
BAŞKAN –
Sayın milletvekilleri, lütfen, karşılıklı konuşma
haline getirmeyelim.
Sayın
Doğan, siz de konuşmanızı yapın lütfen.
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Şimdi, değerli arkadaşlarım, hiçbir
şey gizli değildir bu memlekette.
Sonra, burada
yenilmiş içilmiş de yoktur...
MUSTAFA GÜVEN
KARAHAN (Balıkesir) – Refahlılar sizin gibi düşünmüyor.
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Paralar toplanmıştır, az faiz
verilmişse, yarın gelirsiniz hükümet olursunuz, siz çok verirsiniz.
Şimdi, top
dönmüş dolaşmış, hesap dönmüş, sap dönmüş...
AHMET UYANIK
(Çankırı) – Keser, keser...
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – ...keser dönmüş...
İRFAN KÖKSALAN
(Ankara) – Dönmüş değil; döner, döner...
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Canım, efendim, dönmüş... Değerli
arkadaşım, dönmüş...
İRFAN KÖKSALAN
(Ankara) – Sap döner, keser döner, bu hesap döner.
ABDULLAH AYKON DOĞAN
(Devamla) – ...önerge sahibinin önüne gelmiş; yani, önergeyi verenlerin
önüne gelmiş.
BAŞKAN –
Sayın Doğan, lütfen, karşılıklı konuşmadan
sözünüzü tamamlarsanız... Vaktimiz çok azalıyor.
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Şimdi, ben diyorum ki: Önerge sahibi değerli
arkadaşlarım, işte, 1988 yılından beri,
aşağı yukarı sizin dışınızdaki bütün
siyasî partilere mensup yöneticilerin verebildikleri ortada. Eğer bu
mümkünse, siz, eskiden verilenlerin üzerine 1 misli verin; biz de varız
buna...
MUSTAFA GÜVEN KARAHAN
(Balıkesir) – Hükümet sizsiniz...
REFİK ARAS
(İstanbul) – Hükümet sizsiniz, vaktinde verseydiniz.
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Biz de varız; ama, gelin, bunu, polemik konusu
yapmayalım.
REFİK ARAS
(İstanbul) – Hükümet sizsiniz, verin efendim.
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Şimdi, benim, buradaki en büyük gayretim, bu görüşmenin
açılmasıdır; bugüne kadar tasarının olgunlaşmasında fayda
olmuştur...
BAŞKAN
–Sayın Doğan, son 2 dakikanız...
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Toparlıyorum Sayın Başkan.
...ve gelinen nokta
memnuniyet vericidir. Hazinenin bütün bürokratları adına ben kefilim,
evet, Maliyedeki arkadaşlarımın adına ben kefilim. Burada
araştırılacak; şuraya yatırılmış buraya
yatırılmış... Hepsi de Sayıştay denetiminden
geçmiş; Fon ise, Başbakanlık Yüksek Murakabe Heyetinin
denetiminden geçmiş, KİT Komisyonundan geçmiş... Şöyle
değerlendirilmiş böyle değerlendirilmiş; bu, o günkü siyasî
iktidarların takdir hakkıdır; verilen bu kadar verilmiş...
Burada -sözlerimin
başında söylediğim gibi- hiç kimsenin kimseye bir şey deme
hakkı yoktur, hiçbir siyasinin... Şimdi de, Refah Partisi, Hükümetin
ortağı olarak, elini taşın altına sokmak
durumundadır. Şimdi, o da elini taşın altına sokmuştur.
İRFAN KÖKSALAN
(Ankara) – Hayırlı olsun, siz soktunuz.
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Gelin, hep beraber, şu işin üzerindeki şu
yüzde 5 yükü kaldıralım.
HÜSAMETTİN
KORKUTATA (Bingöl) – Taşı kaldıralım.
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Yüzde 5 yükü... Yüzde 16 olsaydı üzerlerindeki bu
yük; bizdeki 12 ...
REFİK ARAS
(İstanbul) – Yüzde 32 diyecektiniz.
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – ...ve milletin, bir defalık -hemen
çıkaralım yarın- şu temmuz maaşlarına bunu da
ilave ederek ödeyelim; ama, bir şartla, işçinin, memurun bütün
müktesep haklarını koruyalım. Yani, şu 400 trilyonluk -350
trilyonu aşan- bu paradaki hak sahiplerinin hakkını
koruyalım; bunda hep beraberiz.
MUSTAFA GÜVEN
KARAHAN (Balıkesir) – Göreceğiz, göreceğiz...
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Efendim, yalnız, burada, şu görevi yapmak
istiyorum...(DSP sıralarından “Gasp eden sizsiniz” sesleri)
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN –
Sayın Doğan, sözünüzü toparlamanız için size 1 dakika eksüre
veriyorum; süreyi yeniden uzatmayacağım.
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Toparlıyorum Sayın Başkan.
Hayır, burada,
ne gasp vardır ne bir olay vardır. Burada, 400 trilyona varan bir
meblağın daha büyümesine müsaade edilemez. Bunun büyümesine müsaade
ederseniz, Türkiye’de, yarın, yeni bir tasarruf bonosu olayı
yaşarsınız, bunun sorumlusu da, bugün Meclisin gündemine
gelmiş olan tasarıyı, burada, birtakım araştırma
maraştırma polemikleriyle geciktirenlerdir.
AHMET
PİRİŞTİNA (İzmir) – Sizden bekliyoruz...
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Bunu böylece ortaya koydum. Zannederim ki, iki yıl
bu konuyu yakından izleyen bir bakan olarak da, gayet açık ve
tarafsız bir üslupla, bildiklerimi, görevlerimi ve partimin üzerine düşeni, önce Yüce Meclise
sonra da kamuoyuna açıklamış ve doğru
açıklamış oldum.
Hepinize
teşekkür ederim, saygılar sunarım. (DYP sıralarından
alkışlar)
REFİK ARAS
(İstanbul) – Kararınız ne?
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Devamla) – Kararımız, açılmasını
destekliyoruz.
BAŞKAN –
Teşekkür ederim Sayın Doğan.
BAŞKAN –
Sayın milletvekilleri, şimdi, önerge sahipleri adına, Sayın
Çelik’in gösterdiği sayın arkadaşıma söz vereceğim;
ancak, daha önce, Sayın Hikmet Uluğbay, şahsına
sataşıldığı için söz istiyor.
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Isparta) – Ne sataşma var?
BAŞKAN –
Açıklayayım efendim gerekçesini; ben de uygun bulduğumu ifade
edeceğim: Bir Sayın Bakanın, Bakanlığıyla ilgili
bir konu üzerinde, Türkiye Büyük Millet Meclisinde temsil edilen bir partinin
sayın sözcüsüyle yaptığı konuşmayı özel muhabbet
gibi algılayıp, açıklanmasını ahlakî faziletsizlik
olarak nitelemesi, herhalde, İçtüzüğümüzün 69 uncu maddesinde
yazılı hükümlere bütün unsurlarıyla uymaktadır.
Buyurun Sayın
Uluğbay. (DSP sıralarından alkışlar)
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Isparta) – Sayın Başkan...
BAŞKAN –
Lütfen itiraz etmeyin.
ABDULLAH AYKON
DOĞAN (Isparta) – Tamam Sayın Başkan, dinleyelim bakalım.
Kuliste
konuştuğumuzu da getirin buraya...
İRFETTİN
AKAR (Muğla) – Şeffaf Türkiye...
HİKMET
ULUĞBAY (Ankara) – Teşekkürler Sayın Başkan.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; tekrar huzurunuza gelmek
mecburiyetinde kalışım nedeniyle sizlerden özür diliyorum. Bu
Yüce Mecliste, hepimizin, konuşurken birbimizi eleştirmek,
birbirimize ilişkin görüşleri
paylaşmadığımız takdirde onları lisanı
münasiple dile getirmek görevimizdir, vazifemizdir. Bundan, millete fayda ve
yararlar oluşur; ancak, o üslubu, kişilik haklarını zedeler
niteliğe getirdiğimiz vakit, maalesef, istemediğimiz halde
tekrar tekrar birbirimizin karşısına çıkarız.
Her şeyden
evvel bir hususun altını çizmek isterim. Sayın Aykon
Doğan’ın “Demokratik Sol Partinin, çalışanların
zorunlu tasarruflarına ilişkin uygulamalarda hiçbir siyasî ve
uygulama rolü olmamıştır” tarzında ifadeleri olmuştur.
Bir defa, bu gerçeği, zabıtlara geçirmekte ve kamuoyunun bilgisine
sunmakta sayısız faydalar var.
AHMET UYANIK
(Çankırı) – Öyle bahsettiler; şahıslar diye bahsettiler.
BAŞKAN –
Lütfen, açıklamayı dinler miyiz efendim.
HİKMET
ULUĞBAY (Devamla) – Şahıslar, kendi yaptıkları ve
attıkları imzanın sahipleridirler ve elbette ki,
attıkları imzaların da sorumluluğunun bilinci içendedirler.
Üzerinde durmak
istediğim ikinci husus, benim, Hazineden herhangi bir şekilde
yazılı bilgi talebim olmamıştır; olsa da, Hazine,
zaten, bir milletvekili sıfatıyla bana o bilgileri vermek
zorunluluğunda.
Diğer
taraftan, Sayın Aykon Doğan, haklı olarak, geçmişte, bir
bürokrat olmam nedeniyle bu uygulamalarda görev almış
olabileceğimi ima ettiler. Maalesef, bu kanunun 1988’de uygulamaya
girdiği dönemde aktif bir bükrokrat değildim; olsaydım, o
toplantılara katılır açıkça fikrimi söyler ve ondan
doğan birtakım sorumluluklar varsa bugün karşınıza
gelir, onun hesabını verirdim. Bürokrasi, o anlayışta
yapılması gereken bir husus.
Esas üzerinde
durmak istediğim diğer bir konu; Sayın Aykon Doğan’la
yaptığımız görüşme, ki, biraz evvel kendisi de çeşitli kişilerle de aynı mealde görüşmeler
yaptıklarını ifade ettiler ve ben, bu görüşmeyi yapışlarını, bir
eleştiri olarak değil, haklı olarak bir konudaki kulis faaliyeti
anlamında ifade ettim. O noktada altını çizdiğim husus
şu idi: Hazinenin kayıtlarını incelemesine zemin
hazırlamakla biz bu araştırmanın açılmasını
ileri sürdüğümüzü de ifade etmiştim.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN –
Sayın Uluğbay, 1 dakika
içerisinde lütfen toparlayın.
HİKMET
ULUĞBAY (Devamla) – Şimdi, bana göre ahlakî zafiyet; sizin bir konuda
samimî fikriniz, bir siyasî ekolün belirli yere girmesi inancına sahip
değilseniz, o inancı sonuna kadar savunmaktır; yoksa,
karşı olduğunuz inanç için gelip burada güvenoyu vermek
değildir.
Saygılar
sunuyorum.(DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ediyorum Sayın Uluğbay.
BAŞKAN –
Şimdi, önerge sahipleri adına, Sayın Cafer Güneş; buyurun.
Sayın
Güneş, süreniz 10 dakikadır.
CAFER GÜNEŞ
(Kırşehir) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
hepinizi, önerge sahipleri ve şahsım adına saygıyla
selamlıyorum.
54 üncü Hükümetin,
vatanımıza ve milletimize hayırlı olmasını Yüce
Allah’tan temenni ediyorum.
3417
sayılı Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve
Bu Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair Kanunun olumlu ve olumsuz
yönlerinin Yüce Meclisimizce araştırılarak, milyonlarca
insanımızın mağduriyetini gündeme getirmek istiyoruz. Bu
vesileyle, önerge sahipleri adına huzurlarınızda bulunuyorum.
Sayın
milletvekilleri, bildiğiniz gibi, bu yasa, 1988 tarihi itibariyle
yürürlüğe girdi. Büyük umutlarla çalışanlara takdim edilen bu
yasayla, yeni yatırımlara yönelinecek, çalışanların
refah ve gelir düzeylerinin artırılması sağlanacaktı.
Her zamanki gibi, parlak ve umut dolu sözler...
Uygulamanın
başlangıcından bugüne kadar 340 trilyon liranın üzerinde
bir meblağın biriktiği, yetkili mercilerce ifade edilmektedir.
İlgili yasada, birikimlerin açılan hesaplarda tutularak
nemalandırılması gerektiği belirtiliyor olmasına
rağmen, idarece, ödeme zamanlarında para olmadığı gibi
yasal dayanaktan yoksun bir mazeret ileri sürülerek ödemelerin
yapılmaması, kamuoyunda, fon kaynakları değişik
amaçlarla kullanılıyor gibi birkısım şüpheleri akla
getirmektedir. Aynı zamanda, konuyla ilgili yasalardan kaynaklanan
eksiklerden dolayı, biriken bu paralar, çeşitli demokratik denetim
mekanizmalarının da dışında tutulmuştur.
Dolayısıyla, denetimden uzak olan bu miktarın nerede, nasıl
ve ne şekilde kullanıldığı tam olarak bilinmemektedir.
Çalışanlar “bizim tasarruflarımız ne oldu acaba” diye,
sesli ve sessiz şekilde düşünmektedirler; fırsat buldukça da
bizlere müracaat etmektedirler.
Bununla birlikte,
halk arasında “zorunlu tasarruf” diye adlandırılan bu tasarrufun
nemalandırıldığı ve uygulamadan iki yıl sonra
ödenen nemaların hangi ölçülere göre nemalandırıldığı
araştırılmaya, incelenmeye ve kamuoyuna bilgi vermeye değer
bir konudur.
1994
yılındaki bir uygulamanın enteresan oluşunu takdirlerinize
arz etmek istiyorum: 1994 yılında, bu fonun 38 trilyon liralık
kısmıyla, yılbaşında, dolara endeksli senet
alınıyor; ancak, kur artışı çok hızlı gidiyor
ve para 88 trilyon liraya çıkıyor. Bakılıyor ki, pabuç
pahalı, dolara endeksli senetler, yılbaşı kurundan Türk
Lirasına çevriliyor; böylece, 50 trilyonluk bir kayıp,
çalışanların hanesine yazılıyor. O günleri
hatırlayın; bu ve benzeri sözler, çok yazıldı ve çok
konuşuldu.
Yine,
basınımızın gündeme getirdiği bir konu ise, bu fonda
biriken paraların, yasa gereğince, verimi yüksek
yatırımlara yatırılması gerekirken, tahvil ve bono
nemalarının yüzde 100’den aşağıya düşmediği
dönemlerde bu tasarrufa yüzde 50’lik nema uygulaması,
çalışanların aleyhine olduğu gibi izahı da oldukça güç
görülmektedir.
Çalışanları
tasarrufa teşvik etmek için yürürlüğe konulan kanun hükümleri,
uygulandığı dönem içinde amacına
ulaşmamıştır. Özellikle birkısım yerel
yönetimlerde ve ekonomik çıkmaz içindeki KİT’lerde belirtilen
kesintilerin yapılmamış olması nedeniyle olay yargıya
da intikal etmiş, mağduriyetler söz konusu olmuştur. Zaman
içinde, nispeten zorunlu bir uygulama olmaktan çıkmasına yönelik
hükümler, çalışanlar aleyhine sonuçlara sebep olmuştur.
Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; konuyla ilgili, o günden bugüne
basınımızda çok yazılar yazılmış,
insanımızın kafasında derin soru işaretleri
oluşturulmuştur. Bunların bir kısmını
takdirlerinize arz ediyorum: “Devlet zoruyla 340 trilyon birikti” , “zorunlu
tasarrufta bir kurnazlık daha” , “zorunlu tasarrufun yarısına el
konulmak isteniyor”, zamanın bakanı Moğultay kastedilerek
“zorunlu tasarruf yüzsüzleri açıklanmıyor” , “zorunlu değil
sorunlu tasarruf” , “zorunlu tasarrufa karşı kampanya” , “zorunlu
tasarruf nemalarının akıbeti açıklansın” ,
“trilyonlarca gelir uçtu” , “36 trilyonu devlet iç ediyor” , “zorunlu tasarruf
soygunu bitmiyor” , “çalışanların zorunlu tasarrufu işadamlarına
peşkeş çekiliyor” , “bu sese kulak verin” , “devlet ayıbı”
gibi basınımıza yansıyan bu sözlerin kupürleri gazetelerde
mevcuttur, isteyen arkadaşlarımıza da takdim edilebilir.
Hepinizin
bildiği gibi, devletin vatandaşa karşı görevleri içinde yer
alan insan hak ve özgürlüklerinin sağlanması yanında güven
verici niteliğine de dikkat edilmesi önemli bir husustur.
Sayın
milletvekilleri, 340 trilyon gibi bir meblağın, dargelirli, ücretli
insanımızı ilgilendiren ve 8 sene gibi uzun bir sürede denetimi
ve kullanımı hususunda resmî makam ve yetkililerce doyurucu
bilgilerin verilmediğini düşünerek, her şeyin şeffaf
olmasını istediğimiz açık yönetim anlayışına
paralel olarak konuları aydınlatmamız gerekmektedir. Bu konu,
bir siyasî partinin konusu değildir; tüm siyasî partilerimizi,
tabanları ve temsilcileri bakımından, ciddî şekilde
ilgilendirmektedir.
Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; yukarıda söylediğimiz
hususları, muhalefetteyken bu şekilde dile getirdik; ancak,
şimdi iktidardayız, konuyla ilgili Bakanlık nezdinde de
takiplerimiz devam edecektir.
Bu ve benzeri
sebeplerden dolayı, 3417 sayılı Çalışanların
Tasarrufa Teşvik Edilmesine Dair Kanun hükmüne göre, çalışanlar
adına biriken para ve nemaların hangi alanlarda
değerlendirildiği ve bu kaynakların piyasa şartlarında
nemalandırılıp nemalandırılmadığı ve şüpheleri
gidermek amacıyla, Anayasanın 98 ve İçtüzüğün 104 üncü
maddesi uyarınca, Meclis araştırması
açılmasını Yüce Meclisin takdirlerine sunuyoruz.
Daha çok
imtihanlardan başarıyla çıkacağımız
inancımızı bir kez daha yineliyor -Sayın Doğan’ın
açıklamalarından da anladığımıza göre- bizi
imtihan edenlerin, kendilerinin, imtihanlarını yüzakıyla
vermelerini temenni ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (RP ve
DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN –
Teşekkür ediyorum Sayın Güneş.
Sayın
milletvekilleri, Meclis araştırması önergesinin
öngörüşmeleri tamamlanmıştır.
Şimdi, Meclis
araştırması açılıp açılmaması hususunu
oylarınıza sunacağım: Meclis araştırması
açılmasını kabul edenler... Kabul etmeyenler... Meclis
araştırması açılması kabul edilmiştir.
Meclis araştırmasını
yapacak komisyonun 9 üyeden kurulmasını oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Komisyonun
çalışma süresinin, başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip
üyenin seçimi tarihinden başlamak üzere, 3 ay olmasını oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Komisyonun,
gerektiğinde Ankara dışında da çalışabilmesi
hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
BAŞKAN –
Sayın milletvekilleri, gündemimizin 2 nci sırasında yer alan
Konya Milletvekili Mustafa Ünaldı ve 12 arkadaşının, ülke
kaynaklarının tespit edilmesi ve değerlendirilmesi konusunda
Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri
uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesinin öngörüşmelerine başlayacağız.
Hükümet? Yok.
Sayın
milletvekilleri, Hükümet temsil edilmemiş olduğundan, önergenin
görüşülmesi bir defaya mahsus olarak erteleniyor.
Bundan sonra
gündemimizdeki konuları görüşmeye devam etmemiz halinde yine Hükümetin
temsil edilmeyeceği, dolayısıyla, sadece önergeleri okuyup ertelemekle yetineceğimiz
anlaşıldığından, grupların da yüz ifadelerinden
aldığım mutabakatlarıyla; sözlü sorular ile kanun
tasarı ve tekliflerini görüşmek için, 10 Temmuz 1996 Çarşamba
günü saat 15.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyor, hepinize
hayırlı akşamlar diliyorum.
Kapanma Saati : 17.26