DÖNEM : 20 CİLT : 8 YASAMA YILI : 1
T. B. M. M.
TUTANAK DERGİSİ
77 nci Birleşim
16 . 7 . 1996 Salı
İ Ç İ N D E K
İ L E R
I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. – GELEN KÂĞITLAR
III. – YOKLAMA
IV. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA
SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1. – İçel Milletvekili
Mehmet Emin Aydınbaş’ın, enerji problemimiz ve Akkuyu Nükleer
Santralı Projesine ilişkin gündemdışı
konuşması
2. – Kocaeli Milletvekili Bekir Yurdagül’ün, İzmit Körfezi Derince
Limanındaki sorunlara ilişkin gündemdışı
konuşması
3. – İçel Milletvekili Halil Cin’in, trafik kazalarına
ilişkin gündemdışı konuşması ve
Bayındırlık ve İskân Bakanı Cevat Ayhan’ın
cevabı
B)
TEZKERELER VE ÖNERGELER
1. – ANAP Grubunun, bazı milletvekillerini, İçtüzüğün 28
inci maddesine göre, Plan ve Bütçe Komisyonu üyeliklerinden geri çektiklerine
ilişkin tezkeresi (3/379)
2. – Manisa Milletvekili Yahya
Uslu’nun, Dilekçe Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin
önergesi (4/60)
3. – Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Türk Grubunda boş
bulunan yedek üyelik için DYP Grubunca aday gösterilen milletvekiline
ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/380)
4. – Türkiye Büyük Millet Meclisinden bir Parlamento heyetinin, Çin Halk
Cumhuriyeti Halk Kongresi Başkanının davetine icabet etmesine
ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/381)
5. – (10/63) esas numaralı Meclis Araştırması
Komisyonu Başkanlığının, Komisyonun görev süresinin
uzatılmasına ilişkin tezkeresi (3/382)
V. – ÖNERİLER
A)
DANIŞMA KURULU ÖNERİSİ
1. – Genel Kurulun 16.7.1996
Salı günkü birleşiminde yapılacak olan, ülkemizin
özkaynaklarının geliştirilmesi konusundaki genel görüşmede,
gruplar ve Hükümetin konuşma sürelerine ve çalışma süresine
ilişkin Danışma Kurulu önerisi
VI. – GENSORU, GENEL GÖRÜŞME,
MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI
A)
GÖRÜŞMELER
1. – Hükümet adına Başbakan Necmettin Erbakan’ın,
ülkemizin özkaynaklarının geliştirilmesi konusunda genel
görüşme açılmasına ilişkin önergesi üzerine, Genel Kurulun
11.7.1996 tarihli 76 ncı Birleşiminde açılması kabul edilen
genel görüşme (8/2)
VII. – SATAŞMALARA
İLİŞKİN KONUŞMALAR
1. – Maliye Bakanı Abdüllatif Şener’in, İstanbul
Milletvekili Bülent Ecevit’in, ileri sürmüş olduğu görüşlerden
farklı görüşleri kendisine atfetmesi iddiasıyla
konuşması
VIII. – SORULAR VE CEVAPLAR
A)
YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1. – Bingöl Milletvekili Hüsamettin Korkutata’nın, Olağanüstü
Hal Bölgesinde görev yapan bazı kamu çalışanlarının
tazminatlarının kesildiğine ilişkin Başbakandan sorusu
ve İçişleri Bakanı Mehmet Ağar’ın yazılı
cevabı (7/717)
2. – Konya Milletvekili Mustafa Ünaldı’nın, Van Gölünde
uranyum yatakları olduğu iddiasına ilişkin sorusu ve Enerji
ve Tabiî Kaynaklar Bakanı M. Recai Kutan’ın yazılı
cevabı (7/949)
3. – Kahramanmaraş Milletvekili Ahmet Dökülmez’in,
Kahramanmaraş - Türkoğlu İlçesinin bir beldesinin sular
altında kalan arazisine ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar
Bakanı M. Recai Kutan’ın yazılı cevabı (7/952)
4. – Bursa Milletvekili Ali Rahmi Beyreli’nin, plaka tahdidinin
kaldırılmasına ilişkin sorusu ve İçişleri
Bakanı Mehmet Ağar’ın yazılı cevabı (7/978)
5. – Konya Milletvekili Hasan Hüseyin Öz’ün, Konya-Sarayönü-Beşgöz
su kaynağının gölet yapılarak değerlendirilmesine
ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı M. Recai
Kutan’ın yazılı cevabı (7/983)
I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 15.00’te açıldı.
Malatya Milletvekili Ayhan Fırat’ın, Malatya İlinin de
kontrollü haşhaş ekim alanı kapsamına alınmasına,
Edirne Milletvekili Mustafa İlimen’in, Edirne ve çevresinde meydana
gelen kuraklık ve kuraklığa çare olacağı iddia edilen
Ergene Nehrindeki su kirliliği ile Trakyabirlik’teki personel
değişikliklerine,
İlişkin gündemdışı konuşmalarına,
Tarım ve Köyişleri Bakanı Musa Demirci cevap verdi.
Tekirdağ Milletvekili Bayram Fırat Dayanıklı,
Trakya’daki çarpık sanayileşme, hızlı kentleşme ve
çevre kirliliğinin yarattığı sorunlara ve
alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı
bir konuşma yaptı.
İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya ve
arkadaşlarının :
Türk Dış Ticaret Bankası A.Ş.’nin Lapis Grubu
Şirketlerine teminatsız ve yasalara aykırı krediler
verdiği ve Hazinenin zarara uğratıldığı
iddialarını araştırmak,
Et ithali konusunu araştırmak ve
hayvancılığımızın geliştirilmesi için
alınması gereken tedbirleri belirlemek,
İstanbul Perşembe Pazarı Ticaret Merkezi (PERPA)’nın
içinde bulunduğu durumun araştırılarak ülke ekonomisine
kazandırılabilmesi için alınması gereken tedbirleri
belirlemek,
Amacıyla birer Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergeleri (10/93, 10/94, 10/95) okundu;
önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve öngörüşmelerinin,
sırasında yapılacağı açıklandı.
İstanbul Milletvekili Meral Akşener’in, Plan ve Bütçe
Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi ile,
(10/6) esas numaralı Meclis Araştırma Komisyonu
Başkanlığının, Komisyonun çalışma süresinin,
İçtüzüğün 105 inci maddesi uyarınca 11.7.1996 tarihinden
itibaren 1 aylık kesin süreyle uzatılması talebine ilişkin
tezkeresi.
Genel Kurulun bilgisine sunuldu.
Aydın Milletvekili Sema Pişkinsüt’ün (6/22),
İzmir Milletvekili Hakan Tartan’ın (6/39)
Esas numaralı sözlü sorularını geri aldıklarına
ilişkin önergeleri okundu; sözlü soruların geri verildiği
açıklandı.
Genel Kurulun 10.7.1996 tarihli 75 inci Birleşiminde okunmuş
bulunan, Hükümet adına Başbakan Necmettin Erbakan’ın, ülkemizin
özkaynaklarının geliştirilmesi konusundaki (8/2) esas
numaralı genel görüşme önergesinin öngörüşmelerinin, Genel
Kurulun 11.7.1996 Perşembe günkü birleşiminde, bütün işlerden
önce yapılması; genel görüşme açılması kararlaştırıldığı
takdirde, genel görüşmenin, gündemin “Özel Gündemde Yer Alacak
İşler” kısmında yer alması ve Genel Kurulun 16.7.1996
Salı günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin Refah
Partisi Grubu önerisi kabul edildi.
Hükümet adına Başbakan Necmettin Erbakan’ın, ülkemizin
özkaynaklarının geliştirilmesi konusunda genel görüşme
açılmasına ilişkin önergesinin (8/2) yapılan
öngörüşmelerinden sonra kabul edildiği ve genel görüşmenin,
alınan karar gereğince, 16 Temmuz 1996 Salı günü
yapılacağı açıklandı.
16 Temmuz 1996 Salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere,
birleşime 19.23’te son verildi.
Uluç Gürkan
Başkanvekili
Kadir Bozkurt Zeki Ergezen
Sinop Bitlis
Kâtip
Üye Kâtip
Üye
II. – GELEN KÂĞITLAR
12 . 7 . 1996
CUMA
Süresi İçinde Cevaplandırılmayan
Yazılı Sorular
1. – Niğde Milletvekili Akın Gönen’in,
Niğde İli’nin tarımsal sulaması ile ilgili elektrifikasyon
yatırımlarına ilişkin Başbakandan yazılı
soru önergesi (7/930)
2. – Manisa Milletvekili Hasan Gülay’ın, Ege
Bölgesinde 1996 yılında tütünde uygulanan kotaya ilişkin Devlet
Bakanından (Eyüp Aşık) yazılı soru önergesi (7/931)
3. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül’ün,
gözaltına alınıp serbest bırakıldıktan kısa
bir süre sonra öldüğü iddia edilen bir gence ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/934)
4. – Sıvas Milletvekili Mahmut
Işık’ın, Özel Tim mensubu görevlilere ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/935)
5. – Konya Milletvekili Teoman Rıza Güneri’nin,
şua tedavisi uygulayan hastanelere ilişkin Sağlık
Bakanından yazılı soru önergesi (7/937)
6. – Muğla Milletvekili Fikret Uzunhasan’ın,
Ege Bölgesinde 1996 yılında uygulanan kotaya ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/938)
15 . 7 .
1996 PAZARTESİ
Teklifler
1. – İstanbul Milletvekili Ercan
Karakaş’ın, Basın Mesleğinde Çalışanlarla
Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi
Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifi (2/368) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal
İşler Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi :
9.7.1996)
2. – Adana Milletvekili Arif Sezer’in, Gelir Vergisi
Kanununun Bir Maddesinin Yürürlükten Kaldırılması Hakkında
Kanun Teklifi (2/369) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa
geliş tarihi : 10.7.1996)
3. – Adana Milletvekili Arif Sezer’in, Türkiye
Darülaceze Kurumları Vakfı Kanunu Teklifi (2/370) (Plan ve Bütçe
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 10.7.1996)
4. – Adana Milletvekili Arif Sezer’in, Esnaf ve
Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal
Sigortalar Kurumu Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun
Teklifi (2/371) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal
İşler Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi : 10.7.1996)
5. – Adana Milletvekili Arif Sezer’in, Yurt
Dışında Bulunan Türk Vatandaşlarının Yurt
Dışında Geçen Sürelerinin Sosyal Güvenlikleri
Bakımından Değerlendirilmesi Hakkında Kanuna Bir Geçici Madde
Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifi (2/372) (Sağlık, Aile,
Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe
komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 10.7.1996)
6. – İstanbul Milletvekili Emin Kul’un; Sendikalar
Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi, Kanuna Bir Bent ile
Bir Fıkra Eklenmesi ve Bazı Hükümlerinin Yürürlükten
Kaldırılması Hakkında Kanun Teklifi (2/373) (Anayasa ve
Sağlık, Aile,
Çalışma ve Sosyal İşler
komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi :
10.7.1996)
7. – Balıkesir Milletvekili Mustafa Güven Karahan
ve 8 Arkadaşının; Sosyal Sigortalar Kanununda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/374)
(Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonuna) (Başkanlığa
geliş tarihi : 10.7.1996)
8. – Hatay Milletvekili Ali Günay ve 6
Arkadaşının, Cezaların İnfazı Hakkında
Kanunun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/375) (Adalet Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi : 10.7.1996)
9. – Balıkesir Milletvekili Mustafa Güven Karahan
ve 7 Arkadaşının, Tarımda Kendi Adına ve Hesabına
Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanununda Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Teklifi (2/376) (Sağlık, Aile, Çalışma
ve Sosyal İşler Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi : 10.7.1996)
10. – Balıkesir Milletvekili Mustafa Güven Karahan
ve 7 Arkadaşının, Türkiye Cumhuriyeti Emekli
Sandığı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Teklifi (2/377) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa
geliş tarihi : 10.7.1996)
Raporlar
1. – Türkiye Cumhuriyeti ile Arnavutluk Cumhuriyeti
Arasında Gelir ve Servet Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte
Vergilendirmeyi Önleme Anlaşmasının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (1/349) (S. Sayısı : 44) (Dağıtma tarihi :
15.7.1996) (GÜNDEME)
2. – Türkiye Cumhuriyeti ile Cezayir Demokratik Halk
Cumhuriyeti Arasında Gelir ve Servet Üzerinden Alınan Vergilerde
Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşması ve Eki Protokolun
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/346) (S. Sayısı : 45)
(Dağıtma tarihi : 15.7.1996) (GÜNDEME)
3. – Türkiye Cumhuriyeti ile Malezya Hükümeti Arasında Gelir Üzerinden Alınan
Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi
Kaçakçılığına Engel Olma Anlaşması Eki Protokolun
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/348) (S. Sayısı : 46)
(Dağıtma tarihi : 15.7.1996) (GÜNDEME)
4. – Karadeniz Ticaret Kalkınma Bankası
Kuruluş Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Dışişleri ve Plan ve Bütçe komisyonları
raporları (1/347) (S.
Sayısı : 47) (Dağıtma tarihi : 15.7.1996) (GÜNDEME)
5. – Türkiye Cumhuriyeti ile Mısır Arap
Cumhuriyeti Arasında Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte
Vergilendirmeyi Önleme Anlaşması ve Eki Protokolün
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/336) (S. Sayısı : 48)
(Dağıtma tarihi : 15.7.1996) (GÜNDEME)
6. – Türkiye Cumhuriyeti ile Bulgaristan Cumhuriyeti
Arasında Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi
Önleme Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/345) (S. Sayısı : 49)
(Dağıtma tarihi : 15.7.1996) (GÜNDEME)
7. – Türkiye Cumhuriyeti ile Moğolistan
Arasında Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi
Önleme ve Vergi Kaçakçılığına Engel Olma Anlaşması
ve Eki Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/295) (S.
Sayısı : 50) (Dağıtma tarihi : 15.7.1996) (GÜNDEME)
8. – Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kazakistan
Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte
Vergilendirmeyi Önleme Anlaşması ve Eki Protokolün
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/293) (S. Sayısı : 51) (Dağıtma
tarihi : 15.7.1996) (GÜNDEME)
9. – Türkiye Cumhuriyeti ile Çin Halk Cumhuriyeti
Arasında Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi
Önleme ve Vergi Kaçakçılığına Engel Olma
Anlaşmasının ve Eki Protokolün Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (1/377) (S. Sayısı : 52) (Dağıtma tarihi :
15.7.1996) (GÜNDEME)
10. – Türkiye Cumhuriyeti ile Makedonya Cumhuriyeti
Arasında Gelir ve Servet Üzerinden
Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/381) (S. Sayısı : 53)
(Dağıtma tarihi : 15.7.1996) (GÜNDEME)
11. – Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesinin
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Çevre ve Plan ve Bütçe komisyonları raporları (1/289) (S.
Sayısı : 54) (Dağıtma tarihi: 15.7.1996) (GÜNDEME)
12. – Türk Ticaret Kanununun Bir Maddesinde
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı
ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve
Adalet komisyonları raporları (1/297) (S. Sayısı : 55)
(Dağıtma tarihi : 15.7.1996) (GÜNDEME)
13. – 3167 Sayılı Çekle Ödemelerin
Düzenlenmesi ve Çek Hamillerinin Korunması Hakkında Kanunda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/461)
(S. Sayısı : 56) (Dağıtma tarihi : 15.7.1996) (GÜNDEME)
14. – Türkiye Cumhuriyeti ile Hindistan Cumhuriyeti
Arasında Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi
Önleme ve Vergi Kaçakçılığına Engel Olma
Anlaşması ve Eki Protokolün Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (1/359) (S. Sayısı : 57) (Dağıtma tarihi :
15.7.1996) (GÜNDEME)
15. – Türkiye Cumhuriyeti ile Kazakistan Cumhuriyeti Arasında Antalya İlinin
Kemer İlçesindeki Taşınmazın Kazakistan Cumhuriyetine
Kullandırılmasına İlişkin Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğu
Hakkında Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe ve
Dışişleri komisyonları raporları (1/452) (S.
Sayısı : 58) (Dağıtma tarihi : 15.7.1996) (GÜNDEME)
16. – Askerî Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama
Usulü Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/423) (S. Sayısı :
59) (Dağıtma tarihi : 15.7.1996) (GÜNDEME)
17. – Kimlik Bildirme Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı ve Adalet ve İçişleri komisyonları
raporları (1/292) (S. Sayısı : 60) (Dağıtma tarihi :
15.7.1996) (GÜNDEME)
18. – Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile
Diğer Aletler Hakkında Kanuna Birer Madde Eklenmesine Dair Kanun
Tasarıları ile Kahramanmaraş Milletvekili Esat Bütün ve 19
Arkadaşının; 6136 Sayılı Ateşli Silahlar ve
Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunun Ek 8 inci Maddesinin
Birinci Fıkrasının Değiştirilmesine ve Bir Madde
Eklenmesine Dair Kanun Teklifi ve İzmir Milletvekili Hakan Tartan ve 11
Arkadaşının Aynı Mahiyetteki Kanun Teklifi ve
İçişleri Komisyonu Raporu (1/443, 1/464, 2/348, 2/352) (S.
Sayısı : 61) (Dağıtma tarihi : 15.7.1996) (GÜNDEME)
Sözlü Soru Önergesi
1. – Çanakkale Milletvekili Hikmet Aydın’ın,
Etimesgut Belediyesince Eryaman 4 üncü Etap konutlarına yapı kullanma
izninin verilmeyiş nedenine ilişkin İçişleri Bakanından
sözlü soru önergesi (6/282) (Başkanlığa geliş tarihi :
11.7.1996)
Yazılı Soru Önergeleri
1. – Manisa Milletvekili Tevfik Diker’in, kuru üzüm
destekleme uygulamasına ilişkin Başbakandan yazılı
soru önergesi (7/1016) (Başkanlığa geliş tarihi : 10.7.1996)
2. – Aydın Milletvekili Fatih Atay’ın, Kur’an
kurslarına ve öğrenim birliği ilkesinin çiğnendiği
iddiasına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1017)
(Başkanlığa geliş tarihi : 10.7.1996)
3. – Aydın Milletvekili Fatih Atay’ın,
Kuşadası SSK dispanserinin kapatılmasına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1018)
(Başkanlığa geliş tarihi : 10.7.1996)
4. – Aydın Milletvekili Fatih Atay’ın,
İLO sözleşmesine aykırı olarak
yapıldığı iddia edilen nakillere ve anti-sendikalist
tutuma ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/1019) (Başkanlığa geliş
tarihi : 10.7.1996)
5. – Sıvas Milletvekili Mahmut
Işık’ın, ILO sözleşmesi ve yasaya aykırı olarak
yapıldığı iddia edilen personel nakillerine ilişkin Bayındırlık ve
İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/1020)
(Başkanlığa geliş tarihi : 10.7.1996)
6. – Denizli Milletvekili M. Kemal Aykurt’un, 1991
seçimlerinden sonra bakanlık teftiş kurulunca bazı otoyol
yüklenicilerine fazla ödeme yapıldığının tespiti
üzerine yapılan işlemlere ilişkin Bayındırlık ve
İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/1021)
(Başkanlığa geliş tarihi : 11.7.1996)
7. – Kars Milletvekili Y. Selahattin Beyribey’in,
Tarımsal Kalkınma Kooperatiflerine ilişkin Tarım ve
Köyişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/1022) (Başkanlığa geliş
tarihi : 12.7.1996)
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 15.00
16 Temmuz
1996 Salı
BAŞKAN :
Başkanvekili Hasan KORKMAZCAN
KÂTİP
ÜYELER : Mustafa BAŞ (İstanbul), Zeki ERGEZEN (Bitlis)
BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 77 nci
Birleşimini açıyorum.
III. – YOKLAMA
BAŞKAN – Ad okunmak suretiyle yoklama
yapılacaktır; sayın milletvekillerinin, yerlerinde
bulunduklarını yüksek sesle belirtmelerini rica ediyorum.
(Antalya
Milletvekili Osman Berberoğlu'na kadar yoklama yapıldı)
BAŞKAN – Değerli arkadaşlarım, toplantı
yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce, üç değerli
arkadaşıma gündemdışı söz vereceğim.
IV. –
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1. –
İçel Milletvekili Mehmet Emin Aydınbaş’ın, enerji problemimiz
ve Akkuyu Nükleer Santralı Projesine ilişkin
gündemdışı konuşması
BAŞKAN – Birinci sırada, İçel
Milletvekili Mehmet Emin Aydınbaş, nükleer enerji ve Akkuyu Nükleer
Santralı hakkında söz istemiş bulunmaktadır.
Buyurun Sayın Aydınbaş. (RP sıralarından
alkışlar)
Konuşma süreniz 5 dakikadır.
MEHMET EMİN AYDINBAŞ (İçel) – Sayın
Başkan, değerli üyeler; enerji problemimiz ve Akkuyu Nükleer
Santralı Projesi konusunda gündemdışı söz almış
bulunmaktayım. Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Ülkemizin enerji ihtiyacı hızla
artmaktadır. Enerji planlamalarındaki talep değerinin, büyüme ve
nüfus artışımıza bağlı olarak, yılda 2 000
ilâ 3 000 megavat arttığı görülmektedir. Buna göre, 2010
yılında, ülkemizdeki elektrik santrallarının toplam
kapasitelerinden 60 000 megavat daha fazla üretim gerekecektir.
Türkiye'de, elektrik üretiminde kullanabileceğimiz
kaynaklar bellidir. Bunlardan kömür potansiyeli, taşkömürü ve linyit olmak
üzere iki çeşittir; ancak, taşkömürü rezervimizin endüstriye tahsis
edilmesi gerektiğinden dolayı, burada, linyit kömürü söz konusudur.
İşlenebilir linyit rezervimiz 4 milyon tondur. Yıllık
elektrik üretim kapasitesi 105 milyar kilovatsaat/yıldır. Ancak,
linyit külündeki uranyum nedeniyle radyasyon emisyonu bir nükleer
santralınkinden fazladır. Ayrıca, baca gazındaki
karbondioksit emisyonu sera etkisi yapmaktadır ve asit
yağmurları da çevreye zarar vermektedir.
Petrol ise, dışa bağımlı bir
kaynaktır. Elektrik üretimindeki payı, 1995'te yüzde 9 iken, 2010
yılında yüzde 2'ye inmesi hedeflenmektedir.
Doğalgaz da dışa bağımlı
bir kaynaktır. Son yıllarda doğalgazlı çevrim
santralları tesis edilerek kaynak çeşitliliği sağlanmaya
çalışılmaktadır; 1995 yılında yüzde 17 olan
elektrik üretimindeki payının, 2010 yılında yüzde 23
oranına çıkması beklenmektedir.
Ülkemizdeki en önemli elektrik üretim kaynağı
hidrolik potansiyelimizdir. Ülkemiz, 34 736 megavat hidroelektrik güç
potansiyeline sahiptir. Bunun üretim kapasitesi 122,4 milyar kilovatsaat
kadardır; bunun, bugün yüzde 33'ü kullanılmıştır.
Sonuç olarak, yerli kaynaklarımızdan elektrik
üretim kapasitemiz yıllık 225 kilovatsaat/yıldır. Öncelikle
bu kaynaklarımızın üretime dönüştürülmesi gerekmektedir.
Türkiye'nin 2010 yılına kadar yerli linyit ve
kömür kullanımı yüzde 93'e ve hidrolik kaynak kullanımı
yüzde 64'e ulaşacaktır. Buna göre, 2010 yılına kadar enerji
üretiminde ithal kaynağa bağımlılık yüzde 45'e
varacaktır. Bundan çıkan sonuca göre, ülkemizin, enerji talebini
karşılayabilmesi için, nükleer enerjiyi kullanması
kaçınılmazdır. Nükleer enerji karşıtları
"ülkemizde yüzde 50 güç fazlalığı varken, nükleer
santraldan bahsetmek abestir" derlerken, birkısım çevreler de
"Türkiye'de kesinlikle nükleer santral kurulamaz" demektedirler. Bu
iddialar, enerji ve elektrik işlerinden hiç anlamayanlarca ortaya
atılan iddialardır.
Nükleer güç santralları, sera gazı emisyonuna
yol açmayan, enerji yoğun, yakıtın nakli ve stoklanması
kolay olduğundan, enerji üretim maliyeti düşük ve üretim güvencesi
olan santrallardır. Nükleer enerji santralları, çevre açısından,
işletmesi güvenli ve riski en düşük olan santrallardır. Bu
santrallar fosil yakıtlı santralların yarattığı
çevre problemlerinin çözümünde de alternatiftirler.
Türkiye'nin 2010 yılında tüm linyit
imkânları kullanılmış ve hidrolik potansiyelinin yüzde 35'i
kalmış olacaktır. Pratik olarak bunun tamamını
kullanmak mümkün değildir. 2010 yılında üretim yedeği yüzde
15'tir; kurulu gücün yarısının hidrolik kaynaklı
olduğunu dikkate alacak olursanız, kurak yıllarda bu yedek yüzde
6'ya kadar düşecektir; buysa, ulusal sistemde, tehlike
sınırındaki bir yedektir.
Dünyada 32 ülke, toplam gücü 337 gigawatt olan, 429
nükleer santral ünitesini çalıştırmakta ve böylece toplam dünya
enerji talebinin yüzde 16'sını karşılamaktadır.
Nükleer santrallar, bu bakımdan, pek çok gelişmiş ülkede
(Fransa, Kanada, İngiltere, Almanya ve Amerika Birleşik Devletleri
gibi) elektrik üretiminde en önemli kaynak durumundadırlar.
Türkiye'de nükleer enerjiyle ilgili
çalışmalar, 1956 yılında, uranyum arama
çalışmalarıyla başlamıştır. Ülkemizde,
nükleer güç santrallarının kuruluş yerlerinin belirlenmesi
çalışmaları 1968 yılına dayanmaktadır. 1976
yılında, İçel İlimizin şimdiki Ovacık
İlçesinin Akkuyu mevkii ilk nükleer santral sahası olarak
belirlenmiştir. Akkuyu ve civarında jeolojik, meteorolojik,
oşinografik, biyolojik, hidrolojik, sismik...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
MEHMET EMİN AYDINBAŞ (Devamla) – 2 dakika
daha müsaade eder misiniz Sayın Başkan?
BAŞKAN – Sayın Aydınbaş,
konuşmanızı toparlayın efendim.
MEHMET EMİN AYDINBAŞ (Devamla) – ...ve daha
pek çok detaylı etüt ve araştırma çalışmaları
yapılmış ve Başbakanlık Atom Enerjisi Komisyonu
tarafından "yer lisansı" verilmiştir. Saha tanzimiyle
ilgili, oldukça büyük rakamlarla ifade edilen harcamalar
yapılmıştır. Bu harcamalar, 1996 yılı
değeriyle, yaklaşık 600 milyar liradır; ancak, işler
hâlâ tamamlanamamıştır. O bakımdan, 2010 yılına
kadar, Akkuyu'da, optimal santral gücü olan 660 megavatlık ünitelerden,
ikişer sene arayla, 4 adet inşa edilerek, altı ila sekiz
yıllık süre içerisinde 2 640 megavatlık kurulu gücün tesis
edilmesi gerekmektedir. Akkuyu Nükleer Santralı için, şimdiye kadar,
1977'de ve 1984'te olmak üzere, iki defa ihaleye çıkılmış,
her defasında ayrı ayrı hazırlıklar
yapılmış, ancak hiçbir sonuç elde edilememiştir ve tekrar
tekrar ihalelerden cayılmıştır. Bu kararsızlık,
ülkemizin belirli bir nükleer politikasının
olmayışından kaynaklanmaktadır. 1993 yılı
itibariyle tekrar ele alınan bu proje, bir an önce
sonuçlandırılmalıdır. Eğer, önceki teknik raporlarda
revizyon gerekliyse, bir an önce karar verilip tamamlanmalıdır. Bu
çalışmalarla, vatandaşlarımız doğru olarak
aydınlatılmalı, birtakım odakların suiistimallerine
terk edilmemelidir. Velhasıl, konunun önemine binaen, bilimsel etiğin
kuralları her yönüyle sağlanmalıdır. Bu
çalışmalar ciddî, konuya vâkıf bir ekip tarafından
yürütülmelidir. Bunda, ülkemizin pek çok menfaatı söz konusudur.
Ülkemizin, bir an evvel, nükleer enerjiye
kavuşması ümidiyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
(RP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – İçel Milletvekili Sayın Mehmet
Emin Aydınbaş'a teşekkür ediyorum.
2. – Kocaeli Milletvekili Bekir
Yurdagül’ün, İzmit Körfezi Derince Limanındaki sorunlara ilişkin
gündemdışı konuşması
BAŞKAN – Gündemdışı ikinci
konuşmacı, Kocaeli Milletvekili Bekir Yurdagül. (DSP
sıralarından alkışlar)
Sayın Yurdagül, Derince Limanındaki
sorunlarla ilgili söz talebinde bulunmuştur.
Buyurun, Sayın Yurdagül.
Konuşma süreniz 5 dakikadır.
BEKİR YURDAGÜL (Kocaeli) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; devlet gelirlerinin yağma edilmesinin en
güzel örneklerinden birinin yaşandığı İzmit
Körfezi-Derince Limanı ve sayıları 28'i bulan özel iskelelerle
ilgili gelişmeleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine getirerek, hiç
olmazsa, bundan sonra, yağmaya dur diyebiliriz umuduyla söz
almış buluyorum; bu vesileyle, hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
1906 yılından bu yana ekonomimize büyük katkı sağlayan
hizmetler veren, 1 200 metre rıhtım boylu, her çeşit ve
kapasitede ekipman ve araca sahip, yılda 3 milyon ton stoklama
alanlı, 5 milyon ton/yıl yük indirme kapasiteli, işçisi ve
memuruyla 400 kişinin hizmet ürettiği, ülkemizin stratejik öneme
sahip ender limanlarından birisi olan Derince Limanı, büyük
çoğunluğu düşük fiyatla kiralanan kamu arazileri üzerinde kurulu
bulunan, her türlü güvenceden yoksun, özel iskelelerin haksız rekabeti
karşısında atıl kapasiteyle çalışmak zorunda
bırakılarak zarar ettirilmektedir. Çarpıcı olduğu
için, bu konuda, bugüne kadar çıkarılmış olan yönetmelikleri
size aktarmak istiyorum.
İlk yönetmelik, İzmit Liman Yönetmeliği
adı altında 25 Şubat 1982 tarihinde 17616 sayılı Resmî
Gazetede yayımlanarak yürürlüğe sokulmuştur. Bu yönetmelikte
aynen şöyle denilmiştir: "Derince İskelesi, Devlet
Demiryolları Liman İşletmesine ait, kuru yük taşıyan
gemilerin yükleme boşaltma yaptığı bir iskeledir.
Diğer özel iskeleler ve rıhtımlar da, kuruluş gayesine
uygun olarak, bulunduğu yerdeki tesise ait yükleme ve boşaltma
hizmetlerinde kullanılırlar."
Daha sonra, bu işten rahatsızlık duyan
özel iskele sahipleri, etkili çevreleri devreye sokarak yaptıkları
lobi faaliyetleriyle, 27 Mart 1987 tarihli 19413 sayılı Resmî
Gazetede yayımlanan ikinci yönetmelikle, ilk yönetmeliğin bazı
maddelerini istedikleri şekilde değiştirirler. Buna göre
"liman sınırları içerisinde bulunan, özel şirket,
fabrika ve şahıslara ait iskele ve rıhtımlara
yanaşacak gemilere İzmit Liman Başkanlığınca
yanaşma izni verilir" denilmiştir.
Amaçlarına ulaşan özel iskele sahipleri,
İzmit Liman Başkanlığı ve İzmit Gümrükleri
Başmüdürlüğünün de çok özel katkılarıyla, Derince
Limanını atıl bırakarak, İzmit Körfezine gelen
gemileri kendi iskelelerinde boşaltmaya başlarlar. Ancak, ölçüyü o
kadar çok kaçırmışlardır ki, ilgili Bakanlık ve
Limanlar Dairesi Başkanlığı gerekli
uyarısını yapıp, Derince Limanının atıl
bırakılarak, yük gemilerinin özel iskelelere gönderilmemesini, bu
konuda hassasiyet gösterilmesini ister; ama, Liman
Başkanlığı ile Gümrükler Başmüdürlüğünün, özel
iskele sahipleriyle sıcak ilişkileri bu dönemde de devam eder. O güne
kadar, konuyu, sürekli Kocaeli ve Türkiye gündemine taşımaya
çalışarak bu soygunu durdurma gayreti içinde olan Derince
Liman-İş Şube Başkanı Saadettin Acar'ın
girişimleri sonucu, Sayın Mehmet Gülcegün'ün denizcilikten sorumlu
Devlet Bakanı olduğu dönemde, konuya hassasiyet gösterilir ve Derince
Limanını eski konumuna getirme çalışmaları
başlatılır. Bu dönemde, Sayın Bakanın, bu işten
sorumlu tuttuğu Liman Başkanı görevden alınır. Ne
yazık ki, Bakanlıktaki görevi çok kısa süren Sayın
Gülcegün, daha sonra yaptığı açıklamasında -ki,
İntermedyada yayımlanmıştır bu açıklaması-
"özel iskeleler yüzünden bakanlıktan oldum" demiştir.
Bu göreve, Gülcegün'den sonra, aynı partiden,
şimdi Kocaeli Milletvekili olan Sayın Onur
Kumbaracıbaşı atanmış ve ilk işi, liman
yönetmeliğini değiştirerek, özel iskelelerin, bu pastadan en
büyük payı almalarını sağlamak olmuştur. Bu yönetmelik
değişikliği, 6 Temmuz 1995 tarih ve 22335 sayılı Resmî
Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Yeni Bakan
Kumbaracıbaşı, bir önceki bakan döneminde görevinden alınan
Liman Başkanını yeniden göreve döndürmüştür.
Ben, bu kürsüden, gümrüklerden sorumlu
Bakanımızı, denizcilikten ve limanlardan sorumlu
Bakanımızı, Çevre Bakanımızı ve işçi kökenli
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanımızı uyarıyor ve
göreve davet ediyorum ve diyorum ki, özel iskelelerde, vergi
kaçakçılığı dahil, her türlü
kaçakçılığın yapılabileceği ortam mevcuttur ve de
yapılmaktadır...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Konuşmanızı toparlayın
efendim.
BEKİR YURDAGÜL (Devamla) – ...kaynak
arıyorsanız, işte size yılda 5 trilyon liralık kaynak;
bunu, birilerine peşkeş çekmeyiniz. Geliniz, yönetmeliği yeniden
düzenleyelim; 1982 yılında çıkarılan ilk yönetmeliğe
dönelim; Derince Limanını, yeniden, tam kapasiteyle çalışan
bir liman haline getirelim. Gelin, konteyner vinci için projelendirilen 200
metrelik rıhtım uzatmasını, 10 milyon dolar
yatırımla gerçekleştirelim ve devlete, yılda 20 milyon dolar
kazandıralım. Denizin doldurulmasına mani olalım. Özel
iskelelerde, denize atılan atıklara, sintine sularının
boşaltılmasına son verdirelim.
Özel iskelelerde, işçi sağlığı
ve iş güvenliği koşullarına tamamen aykırı
olarak, 2 500'e yakın yaşlı ve genç insan, günde 16 saat,
sigortasız ve sendikasız, asgarî ücretin altında ücretle,
boğaz tokluğuna, köle gibi
çalıştırılmaktadır. Gelin, insanlık adına,
hukuk adına, buna dur diyelim. İnanıyorum ki, sayın
bakanlarımız konuya duyarlılık gösterecekler ve bu soyguna,
talana, yasadışılığa son vereceklerdir.
Ben, bu duygu ve düşüncelerle, hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (DSP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Kocaeli Milletvekili Sayın Bekir
Yurdagül'e teşekkür ediyorum.
3. – İçel Milletvekili Halil Cin’in,
trafik kazalarına ilişkin gündemdışı
konuşması ve Bayındırlık ve İskân Bakanı
Cevat Ayhan’ın cevabı
BAŞKAN – Gündemdışı son
konuşmayı, İçel Milletvekili Halil Cin yapacaklar; Sayın
Cin'in konuşma konusu, karayollarımızda son günlerde artan
trafik kazaları.
Buyurun Sayın Cin.
Konuşma süreniz 5 dakikadır.
HALİL CİN (İçel) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Ülkemizin tüm insanlarını ilgilendiren, her an, en
feci sonuçlarla karşı karşıya kalmamız ihtimallerini
doğuran çok önemli bir sorunu, karayollarında trafik ve kazalar
konusunu gündeme getirmek için söz almış bulunuyorum.
Bilim ve uygarlığın ürünü olan
teknolojinin insanlığın istifadesine sunulmasıyla ortaya
çıkan trafik, yalnız, karayollarında yolcu ve eşya
taşınması işinden ibaret olmayıp, sosyokültürel,
sosyoekonomik, teknik ve bilimsel nitelikli bir faaliyettir. Trafik, uzun
tecrübelerin ürünü olan kurallardan oluşan bir düzendir. Ne var ki, trafik
kurallarının kâğıt üstünde mevcut olması yetmez;
bunların hayata geçirilmesi ve yaşanarak uygulanması gerekir.
İnsan haklarının en önemlisi yaşama
hakkı olduğuna göre, her insanın, karayollarında bir kazaya
uğramadan, güvenlik içerisinde seyahat etmesi de temel bir insan
hakkı olmalıdır. Devlet ve toplum, bireye bu imkânı
sağlamalıdır.
Türkiye'de, yıllardan beri, her gün onlarca insan
hayatını kaybetmekte, yaralanmakta, sakat kalmakta; nihaî olarak,
telafisi imkânsız insan kaybı, miktarı trilyonlara ulaşan
maddî ve manevî zararlar meydana gelmektedir.
Türkiye, bölücü terörün yanında, ondan daha
kapsamlı, sürekli, ikinci bir terörü, trafik terörünü
yaşamaktadır. 1970-1984 yılları arasında,
istatistiklere geçen 637 936 kazada, sürücü, yolcu ve yaya olarak toplam 74 578
kişi ölmüş, 437 915 kişi yaralanmıştır.
Yıllık ortalama 5 bin ölü, 30 bin yaralı...
1995 yılında ise, Türkiye'de, toplam olarak,
şehir içi ve şehir dışı olmak üzere, 293 629 kazada 5
821 kişi hayatını kaybetmiş, 111 201 kişi de
yaralanmıştır. Maddî hasar ise 9 trilyon 917 milyar
civarındadır ve ülkemiz, Avrupa'da, 10 bin motorlu taşıta
düşen ölü ve yaralı sayısı bakımından, ne
yazık ki, birinci durumdadır.
Bu rakamlar da gösteriyor ki, trafik terörü,
Türkiye'nin en büyük sorunlarından biridir. Çoğu hallerde sebebi de,
sonucu da insanı ilgilendirdiği için, trafik sorununun uzun vadeli,
ciddî ve bilimsel, sürekli bir eğitim meselesi olduğu görülür. Trafik
kazalarında en çok rol oynayan diğer önemli amil, yol kusurları
ve güvenlik önlemleri alınmadan yapılan taşımalardır.
Güvenli bir karayolu trafiği için alınacak
tedbirleri şöyle sıralamak mümkündür:
Otoyol veya çok şeritli yol
inşaatını Türkiye için lüks sayan zihniyeti terk edip,
uluslararası ve bilimsel standartlara, teknik ve geometrik esaslara uygun
yolların inşa edilmesi hızlandırılmalıdır.
Yatay ve düşey eğimi hatalı,
standardı düşük yollar, işaretsiz düşük banketler, yol
sathında gevşek malzeme, yoldaki münferit çukurlar, ondüleler kazaya
sebep olan başlıca yol kusurlarıdır.
Gelişmiş ülkelerdeki örneklerine uygun olarak
yapılacak yatırımlarla, demiryolu, deniz ve havayolları,
yolcu ve yük sahipleri için daha cazip hale getirilmeli,
karayollarının yükü hafifletilmelidir.
Trafikle ilgili işlerin, muntazam ve sürekli bir
organizasyon tarafından yapılması önem arz eder. Bugün, yedi
ayrı bakanlık ve mahallî idarelere trafik konusunda yetki
verilmiştir. Bu durum, hizmette koordinasyon güçlüğüne ve aksamalara
sebep olmaktadır. Bu açıdan, 2918 sayılı Trafik Kanununda
değişiklik yapılması hakkında Türkiye Büyük Millet
Meclisine sevk edilmiş olan kanun tasarısının süratle
kanunlaştırılmasını temenni ediyorum.
Türkiye'de trafiğin daha çok polisiye tedbirlerle
düzenlenmesi düşünüldüğü için, planlama, eğitim ve denetleme
hizmetlerine, henüz, mühendislik, psikoloji ve tıp ilmi nüfuz
etmemiştir. Bu bilimlerin, trafiğin çeşitli aşamalarında
etkin olarak kullanılması kaçınılmaz olmuştur.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Konuşmanızı
toparlayın efendim.
HALİL CİN (Devamla) – Toparlıyorum
efendim.
Bundan başka, trafik teşkilatının
personel sıkıntısı giderilmeli, şehir içinde ve
dışında kavşaklarda sürekli görev yapan, meslek
hastalığı riski de taşıyan personele, hizmette
motivasyonu sağlayacak ücret ve tazminat verilmelidir.
Trafik, insan tarafından, insan için yapılan
bir faaliyet olduğuna göre, insanlarda trafik kurallarına riayet
şuurunun yerleştirilmesi önem arz etmektedir. Bu cihetle, çocukluktan
itibaren, insanımıza köklü bir trafik eğitimi verilmesi kaçınılmaz
olmuştur. Diğer taraftan, sürücü eğitiminin ve sürücü
eğitim okullarının ciddî bir denetime tabi olması,
öncelikle alınması gereken tedbirlerin başında gelir.
Sipariş üzerine veya yeterli eğitim görmeden ehliyet verilmesine
kesinlikle son verilmelidir.
Trafik hukuku, cezaî ve hukukî sorumluluk
noktasından, çağdaş bir düzenlemeye
kavuşturulmalıdır. Trafik güvenliği için, ciddî bir cezaî
müeyyide, güvenliğe yönelik eleman, araç gereç ve etkin bir denetim
gereklidir. Sürekli ve etkili denetim, iyi işleyen bir trafik sistemi ve
çağdaş bir karayolu ağıyla, trafik kazaları büyük
ölçüde azalır. Trafik kazalarında ölümlerin yüzde 50'si, kazadan
sonraki ilk yarım saat içerisinde olduğundan, etkin ve bilimsel
esaslara uygun bir ilkyardım sistemi ve ilkyardım eğitimine
ihtiyaç vardır. Trafik kurallarına azamî riayeti sağlamak için,
40 yaşını aşmış, yüksek tahsilli, meslek sahibi
insanlara, gönüllü, onursal trafik müfettişliği verilmeli; trafikte,
herkes birbirini kurallara saygı açısından denetlemelidir.
İnsanlarımıza kazasız, huzurlu
günler temenni eder; hepinize saygılarımı sunarım. (ANAP
sıralarından alkışlar)
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
BAŞKAN – İçel Milletvekili Sayın Halil
Cin'e teşekkür ederim.
Hükümet gündemdışı konuşmaya cevap
vermek istiyor.
Buyurun Sayın Ayhan. (RP sıralarından
alkışlar)
BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI CEVAT AYHAN (Sakarya)
– Muhterem Başkan, muhterem üyeler; İçel Milletvekili Halil Cin
Beyefendinin trafik kazalarıyla ilgili olarak yapmış olduğu
konuşmaya, Hükümet adına cevap vermek üzere huzurlarınıza
gelmiş bulunuyorum.
Trafik kazaları, bir taraftan, denetimle ilgili
olarak, İçişleri Bakanlığını ilgilendirirken;
diğer taraftan, yol standartları ve yol inşası
bakımından da Karayollarını ve dolayısıyla,
Bayındırlık Bakanlığını ilgilendirmektedir.
Muhterem arkadaşımız trafik kazalarıyla
ilgili bilgileri verdiler. Hakikaten, son yıllarda, Türkiye'de, yılda
5-6 bini bulan trafik kazalarındaki can kayıpları, milletimizi
derinden üzmektedir ve bununla ilgili tedbirlerin de acilen alınması gündemde
bulunmaktadır.
Geçtiğimiz dönemde -19 uncu Dönemde-
hatırlayacaksınız, Meclisin gündeminde, Trafik Kanununun yeni
baştan ele alınmasıyla ilgili bir tasarı vardı; ancak,
görüşmek mümkün olmadı, kadük oldu. İnşallah, bu dönemde,
hepimiz, elbirliğiyle bu kanunu çıkarır ve trafik düzenini getirmiş
oluruz.
Tabiî, trafik deyince, eğitim, denetim, ilk
yardım... Ama, bunların da tabanında, mutlaka, yüksek standartta
yol olması gerekmektedir. Yol olmadan, artan trafiği bir yere
sığdırmanız mümkün değil. Bugün, trafikte dolaşan
araç sayısı itibariyle geldiğimiz rakamlara bakıyoruz: 1995
itibariyle trafikteki araç sayısı 6,5 milyon adettir. Bu adetlerin
çok süratli tırmanacağını da beklemek lazım.
Gelişmiş ülkelerde her 2 kişiye bir araç düşerken, 1 000
kişiye düşen araç sayısı 400-500 seviyesinde seyrederken,
bu, Türkiye'de, henüz 30-40 mertebesindedir ki, araç sayımız
itibariyle de nüfusa göre oranladığınız zaman, onda bir
mertebesindeyiz. Yani, önümüzdeki dönemde, Türkiye'de araç sayısı
süratle artacaktır; yolların da bu artan araç trafiğine göre genişletilmesi
ve standardın yükseltilmesi gerekmektedir.
Tabiî, yollarımız hakkında bir iki
cümleyle bilgi arz edeyim: Türkiye'de karayolu ağı, şebekesi
olarak, karayollarında -devlet yolu, il yolu ve otoyolları da
aldığınız zaman- 61 312 kilometre yol ağımız
bulunmaktadır. Yol ağlarımız Türkiye'de, trafiğin,
taşımanın büyük kısmını yüklenmiş
durumdadır. Gelişmiş ülkelerdekinin tersine, Türkiye'de, yük
taşımacılığının yüzde 88'i, yolcu
taşımacılığının da yüzde 95'i
karayolundadır. Tabiî, ulaştırma master planı çerçevesinde,
önümüzdeki dönemde, karayollarına paralel olarak deniz
ulaşımının ve demiryolu ulaşımının da
öncelikle ele alınması gerektiğini arz etmek istiyorum.
Muhterem arkadaşlar, yol standardı deyince,
tabiî, beton asfalt yollara geçmek gerekmektedir. Kaplama yollar çok kısa
sürede bozulmakta, sürücü için de, yol emniyeti için de fevkalade tehlike arz
etmektedir. Ancak, Türkiye'nin, günde ortalama 500 araç sayısına
göre, trafiğine göre -ki, 500'ün üzerine çıktığınız
takdirde, beton asfalta geçmek gerekmektedir- 14 bin kilometre beton asfalt
yolu olması gerekir. Halen mevcut olan yol, 4 800 kilometredir. Yani, 9
bin kilometre ilave beton asfalt yol yapmak gerekmekte, bunun da maliyeti 16
milyar dolar olmaktadır.
Diğer taraftan,1997 yılının programını
hazırladığımız bu temmuz ayında, elimizdeki
karayolu proje yükü 662 trilyon lira, yani 7,8 milyar dolardır; 1997'de
programa almamız gereken ise, 348 trilyon, yani 4 milyar dolardır.
Peki, 1996'da biz karayollarına ne tahsis etmişiz diye merak edersek,
onu da arz edeyim: Sadece 835 milyon dolar, yani 1 milyar dolar dahi
değildir.
Burada ifade etmek istediğim şudur: Yol
standartlarımızı yükseltmek ve yol
ağlarımızı sürücülerin emniyetle kullanabileceği
şekle getirmek için, mutlaka iç ve dış kaynaklardan,
uluslararası finans kuruluşlarından, birtakım kurumlardan,
karayollarımızın ıslahı ve geliştirilmesi için,
büyük miktarda malî destek bulmamız gerekmektedir. Elbette Hükümetin ve
Bakanlığın önündeki temel mesele budur. Siz değerli
milletvekillerimizden gelen yol tamiri, yol inşasıyla ilgili
talepleri karşılamak, bizim hemen yerine getirmek istediğimiz
pek samimi bir arzumuzdur; ama, bütçe kaynaklarının malî
kaynakların sınırı karşısında biz bunu
yerine getirememenin ıstırabını duyuyoruz.
İnşallah, önümüzdeki dönemde daha geniş kaynaklarla yol
ağlarımızı daha geliştirip, trafik
kazalarını önleyecek, hiç olmazsa yolun standardının
bozukluğu ve yetersizliği yüzünden, duble yol ihtiyacı olan yerlerde
tek şeritli yollarda seyretme yüzünden meydana gelen trafik kazalarını
bertaraf edecek bir temel politikayı önümüze alacağız ve
uygulayacağız.
Bu vesileyle, bize bu konuşma
fırsatını verdiği için, pek muhterem kardeşimiz Halil
Cin Beyefendiye de teşekkür eder, Meclisi hürmetle selamlarım. (RP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Gündemdışı
konuşmayı cevaplayan Bayındırlık ve İskân
Bakanı Sayın Cevat Ayhan'a teşekkür ediyorum.
Böylece, gündemdışı görüşmeler
tamamlanmıştır.
Sayın milletvekilleri,
"Başkanlığın Genel Kurula Sunuşları"
kısmında Anavatan Partisi Grup Başkanlığının
bir tezkeresi vardır, okutuyorum:
B)
TEZKERELER VE ÖNERGELER
1. – ANAP Grubunun, bazı
milletvekillerini, İçtüzüğün 28 inci maddesine göre, Plan ve Bütçe
Komisyonu üyeliklerinden geri çektiklerine ilişkin tezkeresi (3/379)
16.7.1996
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
İlgi: 20.5.1996 tarih ve 1895 sayılı
yazınız.
İlgi yazınız gereğince Plan ve
Bütçe Komisyonunda görevli üyelerimizden Iğdır Milletvekili Adil
Aşırım, İçel Milletvekili Ali Er, Rize Milletvekili Ahmet
Kabil ve Zonguldak Milletvekili Veysel Atasoy İçtüzüğün 28 inci
maddesine göre Grubumuzca geri çekilmişlerdir.
Bilgi ve gereğini arz ederim.
Saygılarımla.
Cumhur
Ersümer
Grup
Başkanvekili
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Komisyondan istifa önergesi vardır; okutuyorum:
2. –
Manisa Milletvekili Yahya Uslu’nun, Dilekçe Komisyonu üyeliğinden
çekildiğine ilişkin önergesi (4/60)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Seçilmiş olduğum Dilekçe Komisyonu
Üyeliğinden istifa ediyorum.
Gereğini arz ederim. 16.7.1996
Yahya
Uslu
Manisa
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığının bir tezkeresi vardır; okutup
bilgilerinize sunacağım:
3. – Avrupa Konseyi Parlamenterler
Meclisi Türk Grubunda boş bulunan yedek üyelik için DYP Grubunca aday
gösterilen milletvekiline ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/380)
12
Temmuz 1996
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kuruluna
Doğru Yol Partisi Grubunca, Avrupa Konseyi
Parlamenter Meclisi Türk Grubunda boş bulunan yedek üyeliğe Kastamonu
Milletvekili Haluk Yıldız aday gösterilmiştir.
Yedek üyeliğe aday gösterilen üyenin ismi, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi
Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun 2 nci maddesi gereğince
Genel Kurulun bilgisine sunulur.
Mustafa
Kalemli
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Başkanı
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığının bir tezkeresi daha vardır; okutup
oylarınıza sunacağım:
4. – Türkiye Büyük Millet Meclisinden bir
Parlamento heyetinin, Çin Halk Cumhuriyeti Halk Kongresi
Başkanının davetine icabet etmesine ilişkin
Başkanlık tezkeresi (3/381)
13
Temmuz 1996
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kuruluna
Çin Halk Cumhuriyeti ile Türkiye Cumhuriyeti
arasında diplomatik ilişkilerin tesisinin 25 inci yıldönümü
münasebetiyle Çin Halk Cumhuriyeti Halk Kongresi Başkanından
alınan bir davette, Türkiye Büyük Millet Meclisinden bir Parlamento heyeti
Çin Halk Cumhuriyetine davet edilmektedir.
Söz konusu ziyaretin gerçekleştirilmesi hususu
Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesine
Dair 3620 sayılı Kanun uyarınca Genel Kurulun tasvibine sunulur.
Mustafa
Kalemli
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı
BAŞKAN – Tezkereyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Refah Partisinin Süleyman Mercümek ile
bağlantıları konusundaki 10/63 esas numaralı Meclis
Araştırması Komisyonunun çalışma süresinin
uzatılmasına dair tezkeresi vardır; okutup oylarınıza
sunacağım.
5. – (10/63) esas numaralı Meclis
Araştırması Komisyonu Başkanlığının,
Komisyonun görev süresinin uzatılmasına ilişkin tezkeresi
(3/382)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Komisyonumuz 13 Haziran 1996 tarihinde Başkan,
Başkanvekili, Sözcü ve Kâtip seçimini yapmıştır. Bu tarihte
başlayan bir aylık görev süresi boyunca bilgi ve belge temin edilmeye
çalışılmış, ancak çalışmalar
sonuçlandırılamamıştır. İçtüzüğün 105 inci
maddesi uyarınca Komisyonumuzun görev süresinin 13 Temmuz 1996 tarihinden
itibaren iki ay daha uzatılmasını saygılarımla arz
ederim.
Mustafa
Kul
Erzincan
Komisyon
Başkanı
BAŞKAN – Uzatma önerisini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Danışma Kurulunun bir önerisi vardır;
okutup oylarınıza sunacağım:
V. –
ÖNERİLER
A)
DANIŞMA KURULU ÖNERİSİ
1. –
Genel Kurulun 16.7.1996 Salı günkü birleşiminde yapılacak
olan, ülkemizin özkaynaklarının geliştirilmesi konusundaki genel
görüşmede, gruplar ve Hükümetin konuşma sürelerine ve
çalışma süresine ilişkin Danışma Kurulu önerisi
Danışma Kurulu
Önerisi
Genel Kurulun 16.7.1996 Salı günkü Birleşiminde
yapılacak olan ülkemizin özkaynaklarının geliştirilmesi
konusundaki genel görüşmede gruplar ve Hükümetin konuşma sürelerinin
45'er dakika olmasının ve bu sürenin iki konuşmacı
tarafından kullanılabilmesinin, görüşmelerin tamamlanmasına
kadar çalışma süresinin uzatılmasının Genel Kurulun
onayına sunulması Danışma Kurulunca uygun görülmüştür.
Hasan
Korkmazcan
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Başkanı
Vekili
Ali
Oğuz Cumhur
Ersümer
RP
Grubu Temsilcisi ANAP
Grubu Başkanvekili
Mehmet
Gözlükaya H.Hüsamettin
Özkan
DYP
Grubu Başkanvekili DSP
Grubu Başkanvekili
Nihat Matkap
CHP Grubu
Başkanvekili
BAŞKAN – Danışma Kurulu önerisini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak
İşler" kısmına geçiyoruz.
VI. –
GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI
A)
GÖRÜŞMELER
1. – Hükümet adına Başbakan
Necmettin Erbakan’ın, ülkemizin özkaynaklarının
geliştirilmesi konusunda genel görüşme açılmasına
ilişkin önergesi üzerine, Genel Kurulun 11.7.1996 tarihli 76 ncı
Birleşiminde açılması kabul edilen genel görüşme (8/2)
BAŞKAN – Hükümet adına Başbakan
Necmettin Erbakan'ın, ülkemizin özkaynaklarının
geliştirilmesi konusunda, Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 102
ve 103 üncü maddeleri uyarınca bir genel görüşme açılmasına
ilişkin önergesi üzerine, Genel Kurulun 11.7.1996 tarihli 76 ncı
Birleşiminde açılması kabul edilen genel görüşmeye
başlıyoruz.
Hükümet görüşmeler için hazır mı
efendim? Hazır.
İçtüzüğümüze göre, genel görüşmede ilk
söz hakkı önerge sahibine aittir. Daha sonra, İçtüzüğün 72 nci
maddesine göre, siyasî parti grupları adına birer üye ile Hükümete ve
şahsı adına 2 üyeye söz verilecek; bu suretle, genel
görüşme tamamlanmış olacaktır.
Konuşma süreleri, gruplar ve Hükümet için -biraz
önce alınan karar gereğince- 45'er dakika, önerge sahibi ve
şahıslar için 10'ar dakikadır.
Bu önerge Hükümet adına verildiği için,
Sayın Hükümetin, önerge sahibi olarak da söz hakkı
bulunmaktadır.
Sayın Hükümet, önerge sahibi olarak söz istiyor
musunuz?
DEVLET BAKANI H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) – Evet.
BAŞKAN – Kim konuşacak efendim?
DEVLET BAKANI H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) –
Konuşma süresini, Sayın Maliye Bakanıyla birlikte
paylaşacağız.
BAŞKAN – Efendim, bu konuda 10 dakika söz
hakkınız var ve bir kişi konuşabilir. Daha sonraki
-sırası geldiğinde- Hükümet adına yapılacak
konuşmayı bölüşebilirsiniz; ama, önerge sahibi olarak
yapılacak konuşmanın süresi 10 dakikadır.
DEVLET BAKANI H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) – Ben
konuşacağım.
BAŞKAN – Önerge sahibi olarak Hükümet adına,
Devlet Bakanı Sayın Söylemez; buyurun. (DYP ve RP
sıralarından alkışlar).
Konuşma süreniz 10 dakikadır.
DEVLET BAKANI H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) –
Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri, hepinizi,
şahsım ve Hükümetimiz adına saygı ve sevgiyle
selamlıyorum.
"Türkiye ekonomisinde özkaynakların harekete
geçirilmesi" konusunda Yüce Meclisimizin yapmış olduğu bu
genel görüşmede, önerge sahibi olarak, Hükümet adına söz
almış bulunuyorum.
Değerli milletvekilleri, kaynakların harekete
geçirilmesi konusunu, aslında, yalnız hükümetlerin meselesi
değil, tüm ülkenin, tüm ülke ekonomisinin yararına ve herkesin
ilgilenmesi gereken bir konu olduğundan bahisle gündeme getirmiş
bulunuyoruz. Kalkınmakta olan her ülkede, kaynakların harekete geçirilmesi,
gerçekten, her zaman gündemde tutulması gereken, her zaman canlı
tutulması gereken bir hadise olarak karşımızdadır.
Ülkemiz, yakın bir gelecekte, dünyayla tamamen
bütünleşmeyi, rekabet gücünü artırmayı, gelirini
gelişmiş ülkeler düzeyine çıkarmayı hedeflemektedir. Bunu
yapabilmek için, iktisadî gerçekçilikten uzaklaşmadan, orta vadeli ve
sürülebilir bir yapıda yüksek büyüme hızına ulaşmak
gerekmektedir. Bu çerçevede, makroekonomik istikrarın sağlanmasının
yanı sıra, ülkemizin tüm kaynaklarının en iyi şekilde
kullanılmasına imkân sağlayan ve bunu ekonomik ve sosyal hayata
yansıtan yapısal değişikliklerin de bir an önce hayata
geçirilmesi elzemdir.
Değerli milletvekilleri, genç bir nüfusa sahip
olan ülkemizin, gerek bu potansiyelden gerekse coğrafî ve kültürel
konumundan yeterince yararlanabilmesi için uzun dönemli bir perspektifi
içerisine alan stratejiler geliştirmesi şarttır.
Türkiye'de, 1980 sonrası dönemde, rekabete
açık ekonominin ilke ve esaslarının yerleştirilmesi,
dışticaretin serbestleştirilmesi, yurtiçi malî piyasaların
yeniden yapılandırılması ve geliştirilmesi yönünde
önemli adımlar atılmıştır. Bu sürecin bir
tamamlayıcısı olarak, 1989 yılında da, hepinizin
malumu olduğu üzere, uluslararası sermaye hareketleri tamamen serbest
bırakılmış; bu dönemde, kamu kesiminde yeniden
yapılanma çalışmaları da yeniden
başlatılmıştır.
1980'li yıllardaki bu gelişmelere
rağmen, kamu açıkları, kronikleşen yüksek enflasyon, imalat
sanayiindeki yatırım eksikliği ve özellikle, rekabet
ortamını geliştirecek yapısal değişikliklerin
kamu ve özel kesimde gerçekleşmemesinin yarattığı sorunlar,
maalesef, önemini korumuştur. 1989 yılından itibaren, ekonomide,
kısa vadeli sermaye girişiyle desteklenen tüketime dayalı bir
büyüme sağlanırken, kamu kesimi finansmanı ve cari işlemler
dengesinin giderek bozulması, orta dönemde sürekli bir büyümenin
gerçekleşmesini güçleştirmiştir.
İç ve dış dengelerdeki hızlı
bozulma, bir yandan ekonominin hızla istikrara
kavuşturulmasını, diğer yandan da istikrarı sürekli
kılacak yapısal reformların gerçekleştirilmesini zorunlu
kılmıştır. Makroekonomik istikrarı sağlamak,
ekonomik kalkınmayı sosyal dengeleri dikkate alacak şekilde
sürdürmenin yolunu açacak politikaların oluşturulmasına ortam
sağlamak üzere, hepinizin bildiği gibi, 5 Nisan 1994 tarihinde, bir
ekonomik önlemler uygulama planı yürürlüğe konulmuştur. Bu
planın amacı, bir taraftan, kısa dönemde makroekonomik
istikrarı ve parasal dengeleri sağlamak iken, diğer yandan da,
orta vadede piyasa mekanizmasını güçlendirecek yapısal
reformları gerçekleştirebilmekti. Tabiî, hepinizin malumu, 5 Nisan
kararlarının, birçok ilki gerçekleştirmesi, kamu
açıklarının azaltılması ve dış dengenin
sağlanmasında önemli destekleri olmuştur; ancak, seçim
ortamıyla gelen belirsizlik ortamının getirdiği, yeterli
dış kredinin bulunamamasının getirdiği ve yapısal
reformlarda, seçim ortamının getirdiği belirsiz ortam nedeniyle
çıkmamış olan, Özelleştirme Yasası dışında
çıkmayan -yapısal reformlarla ilgili- yasaların getirdiği
belirsizlik, kamu kesiminin, yeniden iki yıl üst üste dışborç
ödeyicisi olmasını, malî piyasalar üzerindeki etkisinin
azaltılmasını, maalesef, engellemiştir. Diğer bir
deyişle, dışborcun içborçlanmayla finansmanı
yoğunlaşmıştır. Bu durum, faiz ödemelerinin
artmasına ve borçlanma vadelerinin de -tabiî ki- kısalmasına
neden olmuştur.
Değerli milletvekilleri, kaynakların harekete
geçirilmesini tartışırken, tabiî, memleketteki temel
sorunları, çok genel hatlarıyla ortaya koymamız
lazımdır. Ben, bunu, kısaca, 3 başlık halinde arz
etmek istiyorum:
1- Enflasyon
2- Kamu açıkları
3- İç borçlanma.
Daha sonra da, bunlara yönelik olarak alınacak
tedbirleri, sizlerin de değerli fikir ve katkılarıyla, burada
tartışma olanağı bulacağız.
Sayın milletvekilleri, 1988 sonrası dönemde
yüksek kamu açıkları, malî piyasalar ve Merkez Bankası
kaynakları üzerinde baskı yaratarak, enflasyonist beklentilere
süreklilik kazandırmıştır. Son sekiz on yıllık
dönemde, yani 1988-1995 dönemine baktığımız zaman, ortalama
fiyat artışlarının yüzde 72 olarak gerçekleştiğini
görüyoruz. Türkiye'de yaşanmakta olan enflasyonun, kamu açıkları
ve bu açıkların finansmanından kaynaklanan talep yönlü, ücret,
faiz ve kurlardaki gelişmeler sonucunda oluşan maliyet yönlü
nedenleri dışında, hızlı nüfus artışı,
kentleşme ve piyasaların yapısından kaynaklanan
başkaca yapısal sebepleri de bulunmaktadır; ancak, Türkiye'de
son yıllarda yaşanan enflasyonun en önemli nedenlerinden bir tanesi
ve en önemlisi, kamu açıkları ve içborçlanma olmuştur. Kamu
kesiminin malî sistem üzerindeki baskısının giderek
artması, malî derinleşmenin yeterince
sağlanamadığı bir ortamda, faiz oranlarının
yükselmesiyle birlikte vade yapısının kısalmasına ve
enflasyonist bekleyişlerin süreklilik kazanmasına yol
açmaktadır. Böyle bir ortamda, mal ve faktör piyasalarında fiyatlar
geçmiş döneme endekslenmekte ve enflasyonist süreç âdeta kendi kendini
besleyen bir yapıya dönüşmektedir.
Türkiye ekonomisinde enflasyonun kalıcı bir
biçimde düşürülmesi, enflasyonla mücadelede yapısal reformların
gerçekleşmesine öncelik veren orta vadeli bir programın uygulamaya
konulmasıyla mümkündür. Yedinci Beş Yıllık Kalkınma
Planı, böyle bir programın temel unsurlarını da
içermektedir.
Ben, tartışmaların ilerleyen
noktalarında, enflasyonla ilgili, bütçe açıklarına etkisi
konusunda, daha detaylı bilgiler vereceğim. Kamu açıkları
konusunda kısa bir toparlama yapmak istiyorum.
Kamu harcamaları, hepinizin bildiği üzere,
1989 yılından itibaren, özellikle personel ve faiz giderlerinin
yükselmesi sonucunda hızla artmıştır. Bu gelişmede,
1984 yılı sonrasında kamu açıklarının yüksek reel
faizli içborçlanmayla finanse edilmesinin getirdiği faiz yükü, borçlanma
vadelerinin giderek kısalması ve 1989 ve 1993 döneminde maaş ve
ücretlerde sağlanan yüksek reel artışlar etkili olmuştur.
1994 yılından itibaren de, faiz yükünün
ağırlığı giderek artmış; faiz ödemeleri
hariç tutulduğunda, 1995 yılında, kamu kesimi finansmanı,
gayri sâfi millî hâsılanın yüzde 1,1'i oranında fazla verir
noktaya gelmiştir.
Yüksek kamu açıklarının yapısal
nedenlerini çok kaba başlıklarla saymamız gerektiğinde;
yetersiz vergi gelirleri, verimsiz ve hantallaşmış bir idare
yapısı -kamu idaresi- yüksek maliyetle verimsiz olarak
çalışan KİT'ler, aktuaryal dengeleri bozulmuş, zarar üreten
ve devamlı Hazineden desteklenen sosyal güvenlik kuruluşları,
rasyonel olmayan teşvik politikaları ve tarımsal destekleme
politikaları... Yüksek kamu açıklarının kısa vadeli
içborçlanmayla karşılanması da, bunlara ek olarak, kamuya, ciddî
bir içborç servis yükü getirmektedir. Bunlar, faiz oranlarının yükselmesine
ve tabiî ki, kamu açıklarının, maalesef, süreklilik
kazanmasına yol açmaktadır. 5 Nisan kararlarıyla -malumunuz-
yapısal sorunların giderilmesi için önemli adımlar
atılmıştır; ancak, bu tedbirlerin bir
kısmının önemli altyapı hazırlıkları gerektirmesi,
belli alanlarda uzlaşma, toplumsal konsensüs sağlama gereğini
doğurması ve tabiî ki, erken gelen seçimler nedeniyle, 5 Nisan
kararlarıyla sağlanan iç ve dış dengelerin korunması
ve sürekli hale getirilmesi, ancak, şimdi
tartışacağımız yapısal tedbirler ve önlemlerle
mümkün olabilecektir kanaatindeyiz.
SÜLEYMAN HATİNOĞLU (Artvin) – Sayın
Başkan, duyamıyoruz...
DEVLET BAKANI H. UFUK SÖYLEMEZ (Devamla) –
Özelleştirme, sosyal güvenlik reformu, vergi gelirlerinin
artırılması, teşviklerin ve tarımsal desteklemenin
rasyonel hale getirilmesiyle ilgili çalışmalarımız mutlaka
sonuçlandırılacaktır.
SÜLEYMAN HATİNOĞLU (Artvin) – Sayın
Başkan, Bakanlar Kurulu sıralarındaki
arkadaşlarımız ayaktalar; dikkatimizi
dağıtıyorlar...
BAŞKAN – Konuşma Hükümet adına
yapılıyor. Herhalde sayın bakanların dinlemeye
ihtiyaçları yok; konuşmanın içeriğini biliyorlar!
Devam buyurun Sayın Bakan.
DEVLET BAKANI H. UFUK SÖYLEMEZ (Devamla) – Peki
Sayın Başkanım, teşekkür ederim.
Değerli milletvekilleri, böyle önemli bir
oturumda, ülkenin kaynaklarını ve ekonomik potansiyelini
tartışırken, Yüce Meclise, bazı ekonomik verilerin ve
rakamların da, son haliyle, tarafımızdan
aktarılmasında yarar olduğu kanaatindeyim; çünkü, bu rakamlar ve
veriler, ilerleyen görüşmelerimizde, hepimize yararlı olacaktır.
Onun için, müsaade ederseniz -çok kısa, satırbaşlarıyla,
sürenin de kısalığını dikkate alarak- ekonomik durumu
şöyle özetlemek istiyorum:
Gayri safî millî hâsıla, 1995 yılında
yüzde 8,1 oranında arttı. 1996'nın ilk çeyreğinde,
özellikle sanayi üretimi, ticaret ve ithalattaki hızlı
artışın etkisiyle, gayri sâfi millî hâsıla büyümesi, yüzde
9,9 olarak gerçekleşmiştir. 1996 yılının ilk üç
aylık döneminde ise, sanayi üretimi yüzde 8,4, imalat sanayi üretimi de,
yüzde 7,9 olarak gerçekleşmiştir. Aylık imalat sanayi üretim
endeksine göre, üretim artış hızı, yılın ikinci
çeyreğinde de aynı şekilde devam etmiştir. 1994
yılında yüzde 73 olan imalat sanayii kapasite kullanım oranı,
1995 yılında yüzde 79,7'ye yükselmiştir; bu eğilim, 1996
yılının ilk aylarında da devam etmiş ve 1995'in ilk
çeyreğinde yüzde 75'lerde olan kapasite kullanımı, 1996'nın
aynı döneminde, birkaç puan daha artarak, yüzde 76,6 gibi bir rakama
ulaşmıştır. Haziran ayı itibariyle, geçtiğimiz ay
itibariyle ise, ekonomi, kapasite kullanımında yüzde 80 gibi çok
yüksek bir seviyeye erişmiş vaziyettedir.
İhracatımızın, 1995 yılında yüzde 19,5 artarak,
1994'teki 18 milyar dolarlık seviyesinden 21,6 milyar dolara
çıktığını hepimiz biliyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
DEVLET BAKANI H. UFUK SÖYLEMEZ (Devamla) – Sayın
Başkan, birkaç dakika daha verirseniz, şu ekonomiyle ilgili konuyu
toparlayayım efendim.
BAŞKAN – Sayın Bakan, konu üzerinde 45
dakikalık söz hakkınız var; onun için, bu bölümde,
konuşmanızı, lütfen kısa cümlelerle toparlayın.
DEVLET BAKANI H. UFUK SÖYLEMEZ (Devamla) – Peki
efendim.
Şimdi, ekonomiyle ilgili -tabiî, ben, alt alta
vermek istedim; ama, zamanımız yetmedi. İkinci bölümde,
zannediyorum, daha uzun konuşma imkânı bulacağız- şunu
söylemek istiyorum: Tabiî, Türkiye'deki iç talebin ve üretimdeki
canlılığın dışticaret dengelerinde birtakım
olumsuzluklar yaratması da doğaldır. Gümrük Birliğinin ilk
yılında, ithalat ve ihracatta birtakım yükselmeler olması
da beklenmektedir, bu da doğaldır ve özellikle, OECD pazarlarında,
bu yıl bir resesyondan -özellikle Almanya, Fransa'yı içeren bir
resesyon- bahsetmek mümkündür. Bunun da ihracata olumsuz etkileri olmasına
rağmen, ihracat, ufak bir artışla durumunu korumakta; ithalatta
ise, dediğim sebepler nedeniyle, bir miktar yükselme olmaktadır; ama,
bunları, ilerleyen dakikalarda, zannediyorum, değerli
konuşmacılarla beraber ele alacağız.
Bizim, yapısal reformlara kaynak bulunmasına
yönelik olan önerilerimiz, zannediyorum, bu 10 dakikaya
sığmıyor; ama, konuşmamın ikinci bölümünde, sizlere
arz etmekten büyük mutluluk duyacağım.
Sayın Başkanın hoşgörüsüyle,
konuşmamı, bu şekilde, genel bir açıklamayla
noktalıyor ve sizlerin görüş ve önerileri için, görüşmenin
Meclise, ülkemize hayırlı olmasını dileyerek, saygılarımı
sunuyorum efendim. (DYP ve RP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Hükümet adına, önerge sahibi olarak
konuşan Sayın Bakana teşekkür ediyorum.
Şimdi söz sırası gruplarda.
Gruplar adına ilk konuşmayı, Demokratik
Sol Parti Grubu adına, Genel Başkan İstanbul Milletvekili Bülent
Ecevit yapacaklar.
Buyurun Sayın Ecevit. (DSP sıralarından
ayakta alkışlar)
Konuşma süreniz 45 dakikadır.
DSP GRUBU ADINA BÜLENT ECEVİT (İstanbul) –
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, televizyondan bizleri
izleyen değerli yurttaşlarım; Demokratik Sol Parti adına
konuşmama başlarken, sizleri, saygıyla selamlıyorum.
Hükümetin açıklamalarına bakılırsa,
bundan böyle, sık sık, böyle genel görüşmelerin Meclis gündemine
getirileceği anlaşılıyor. Bundan, güya amaç, Meclisin
üstünlüğünü sağlamak. Amaç gerçekten bu olsa, saygıyla
karşılarız; ama, bizim izlenimimiz o ki, Hükümetin asıl
amacı, kolay çözülebilecek sorunları Hükümet olarak üstlenmek, çözümü
zor sorunları ise "bunlar devlet sorunudur" deyip, Meclisin ve
Meclisteki muhalefet partilerinin üzerine yıkmak, en azından, onlarla
sorumluluğu paylaşmak. Nitekim, Sayın Başbakan Erbakan, bu
amacı, önergesinin sonunda açıkça belirtiyor ve "bu sorun -yani,
kaynak geliştirme sorunu- yıllarca çözümsüz kaldığından,
bir hükümet sorunu değil, bir devlet sorunu haline gelmiştir"
diyor. Yani, bir sorun çözülebiliyorsa Hükümetin sorunu, çözülmesinde zorluk
çekiliyorsa, devletin sorunu; bunu anlamak biraz zor.
Kaynak yetersizliği sorunu yıllarca çözümsüz
kalmışsa, bunun baş sorumlusu, Refah Partisinin şimdiki
Hükümet ortağıdır. Şimdi, Sayın Erbakan'ın
diliyle, biri batılın, biri de Hakkın temsilcisi olan iki
Hükümet ortağı, başbaşa verip, çözümü getirmelidirler.
Muhalefetin görevi de, çözümleri denetlemektir veya iyileştirmeye
çalışmaktır; ama, sorumluluk Hükümetindir.
Çözümün Meclisle birlikte
oluşturulmasını gerektirebilecek sorunlar da vardır.
Bunların başında, ulusal güvenlik gelir, önemli dış
politika konuları gelir, rejim sorunu gelir, Anayasa değişiklikleri
sorunu gelir; fakat, ekonomik ve sosyal sorunların çözümü, öncelikle,
hükümetlerin görevidir. (DSP sıralarından alkışlar) Oysa,
Hükümet "ben harcamaları dilediğim gibi yapayım,
kaynağı da muhalefet bulsun, bulamazsa, sorumluluk onun olsun"
demeye getiriyor.
Kaynak sorunuyla ilgili genel görüşme isteminin
ardında, Sayın Erbakan'ın, bir de ince taktiği var.
Sayın Erbakan, bu taktiği, 11 Temmuz günü, kendisini tutamayıp,
burada, Meclis kürsüsünden açıkladı; şöyle dedi Sayın
Erbakan: "Burası er meydanıdır, milletin önünde
konuşuyoruz; o halde... (RP sıralarından ayakta
alkışlar)
Evet, Sayın Erbakan, Sayın Başbakan,
adı anılırken teşrif ettiler; onun için, sözümü baştan
alıyorum. (DSP sıralarından alkışlar)
Kaynak sorunuyla ilgili olarak, genel görüşme
isteminin ardında, Sayın Erbakan'ın bir de ince taktiği
var; Sayın Erbakan, bu taktiği, 11 Temuz günü, kendisini
tutamayıp, Meclis kürsüsünden açığa vurdu: "Burası er
meydanıdır. Milletin önünde konuşuyoruz. O halde, 'ülkenin
meselelerini biz çözeriz' diyen partilerimiz şimdi buraya gelecek, 'ne
yapacaktınız da çözecektiniz' sualinin cevabını verecek; 65
milyon insanımız da bakacak, kim güzel cevap verirse onu
alkışlayacak; işte, yapmak istediğimiz budur" dedi
Sayın Erbakan; yani, konuyu, bir alkış toplama yarışması
gibi gördüğünü açıkladı. Oysa, 11 Temmuz günü, öngörüşmedeki
konuşmasında, bu yarışmadaki galibiyetini de kendisi zaten
ilan etti. Dedi ki: "Köylü kuruluşları dahil, çeşitli
meslek kuruluşlarının hepsinin, emekli derneklerinin, işçi
sendikalarının, memur sendikalarının hücumuna
uğradık; büyük sevgi tezahüratı gördük." Yani,
alkışı toplamışlar, "gereğini siz
yapın" diyorlar Meclise ve muhalefete. Elbette, bir hükümet, ekonomik
ve sosyal sorunları da Meclise getirebilir, Meclisten yardım, destek veya öneri isteyebilir; ama, Erbakan
Hükümetinin, buna ihtiyacı olmasa gerektir; çünkü, her soruna bol bol
çözüm vaatleri, Hükümet Programında da, önerge metninde de
açıklandı. Özellikle Sayın Erbakan'ın
konuşmalarında, bunlara, her gün yenileri de ekleniyor. Yeter ki
bunların kaynağı bulunsun. Aslında onun da bir zorluk
çıkarmaması gerekir; çünkü, kendi ifadesiyle, ülkenin ve devletin bu
en büyük sorununun -yani kaynak sorununun- nasıl çözüleceğini de,
Sayın Erbakan, 13 Temmuz günü Elazığ'da açıkladı.
Şöyle dedi Sayın Erbakan: "Biz, vereceğiz, vereceğiz;
Cenabı Allah da bize verecek; biz de size vereceğiz." Eğer,
gerçekten, Sayın Erbakan ve Hükümeti, Cenabı Allah ile işini
yola koymuşsa bizden ne istiyor?!.. Ama, böyle işlere Allah
adını karıştıracak yerde, Allah'ın insana
verdiği aklı doğru dürüst kullanmakla yetinseler, o arada
akılcılıkla hayalciliği birbirinden ayırmaya da özen
gösterseler, çok daha iyi olur. (DSP sıralarından alkışlar)
Eğer, verdikleri sözleri yerine getirebilmek için
yeterli kaynak bulunamazsa veya uygulayacakları politikalar gerçekçilikle
bağdaşmadığı için geri teperse, kimsenin, bunu,
Allah'tan bilmeye hakkı olmaz; sorumluluğu, Meclisin ve muhalefetin
üstüne yıkmaya da kimsenin hakkı olmaz. Gerçekten, muhalefetin
görüşleri, önerileri, tavsiyeleri isteniyorsa, bunun da, parlamenter
demokratik rejim içerisinde yolu yordamı vardır.
Genel görüşme önergesinin kapsamına, hesaba
kitaba dayanarak, incelemeye araştırmaya dayanarak çözümü gereken pek
çok konu giriyor. Bunlardan bazılarını şöyle
sıralayabilirim: Kayıt dışı ekonominin denetim
altına alınması, vergi düzenindeki
çarpıklıkların, adaletsizliklerin giderilmesi, doğal
kaynakların değerlendirilmesi, o arada doğa dengesinin
korunması, devlet elindeki olanakların verimli
kullanılması, rant ekonomisinden üretim ekonomisine geçilmesi, gelir
dağılımındaki adaletsizliğin giderilmesi,
KİT'lerin kurtarılması veya özelleştirilirken ona buna
peşkeş çekilmemesi, enflasyonun aşağı çekilmesi, arazi
mafyasının dize getirilmesi, altyapıların yeterli duruma
getirilmesi, yatırımlarda önceliklerin belirlenmesi, eğitim ve
sağlık sorunlarının çözümü, sosyal güvenlik sorununun
çözümü ve hepsinin de üstünde, öncelikle, güneydoğu sorununun çözümü ve
daha bunlar gibi pek çok konu, bu genel görüşmenin kapsamına giriyor.
Bunlar Meclisin önüne getirilecekse, Meclisten ve muhalefetten bunların
çözümüne gerçekten katkı beklenecekse, bu konulardan her birine
ilişkin ayrıntılı veriler ve araştırma
sonuçları da Meclisin önüne getirilmelidir. Bazıları, ekonomik
ve sosyal konsey bir an önce işlerliğe kavuşturulup oradan
geçirilmiş olarak Meclise getirilmelidir; bazıları, toplumsal
örgütlerle görüşülerek değerlendirilmiş olarak Meclise
getirilmelidir; bazıları, yasa tasarıları olarak Meclise
getirilmelidir. Bunca önemli sorun, herhalde, bir torbaya konulup "ne
olacak bu memleketin hali" üslubu içerisinde Meclis önüne
getirilmemeliydi.
Kaynak sorunu ve kamu yönetiminde kaynak
israfının önlenmesi sorunu, personel rejimiyle çok yakından
ilişkilidir. Demokratik bir personel rejiminin oluşturulmasında
da kamu görevlileri sendikalarının, mutlaka, etkin
katılımı sağlanmalıdır. Bunun için, kamu
görevlileri sendikalarıyla toplugörüşme süreci bir an önce
başlatılmalıdır. Kamu görevlilerinin özlük
haklarının ve maaşlarının belirlenmesinde olsun, kamu
yönetiminde israfın önlenmesi ve kaynak oluşturulması konusunda
olsun, yönetimle kamu görevlileri sendikaları mutlaka
anlaşmalıdırlar ve Hükümet, kaynak sorununu, kamu görevlileri
sendikalarıyla da anlaşmış olarak Meclisin önüne
getirmelidir. Bu, aslında, bildiğiniz gibi, Anayasa gereğidir.
Bundan bir yıl önce yapılan anayasa değişiklikleri
arasında, kamu görevlilerine, çok yetersiz de olsa, bazı sendikal
haklar tanınmıştır. Bir yandan sendika kurma hakkı,
bir yandan da toplusözleşme olmasa bile, en azından, yönetimle
toplugörüşme hakkı tanınmıştır; ama, aradan bir
yıl geçtiği halde hâlâ bunun uyum yasası Meclise
getirilmemiştir. Bu konuyu gündeme getirmeye çalışan Demokratik
Sol Partiden başka bir parti de yoktur. (DSP sıralarından
alkışlar)
Kısacası, Hükümetin, ekonomik sorunlara, o
arada kaynak sorununa yaklaşımı, ciddî ve demokratik devlet
yönetimi anlayışından çok uzaktır.
Hükümetin, özellikle de Başbakan Sayın
Erbakan'ın, sorunlara ne kadar laubalice, ne kadar
hazırlıksız ve gelişigüzel yaklaştığına
bir örnek vereyim.
ABDULKADİR ÖNCEL (Şanlıurfa) – Çok
ayıp!.. Laubali kelimesini kullanmanız çok ayıp!.. Hiç
yakışmıyor size!.. Çok ayıp!..
BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Şimdi, o tabirin,
beğenmediğiniz tabirin neden kullanılması gerektiğini
anlayacaksınız.
6 Temmuz günü, Mecliste, Hükümet Programı
görüşülürken, Başbakan Sayın Erbakan, bu kürsüden kaynak
sorununun nasıl çözüleceğini şöyle anlatıyordu: "Peki,
paraları nasıl bulacağız" dedikten sonra "bak,
rantiyeciler, bir senede 47 milyar dolar kazanç elde etti. Bu 47 milyar
doların 15 milyarı haklarıdır; ama, 32 milyar doları
haksızdır. İşte, bu rantiyecilerden bu haksız 32
milyar doları alıp işçiye, köylüye, memura, esnafa vermenin
adıdır adil düzen" diyordu Sayın Erbakan. Fakat, 5 gün
sonra, 11 Temmuz günü, yine bu kürsüden, Maliye Bakanı Sayın
Abdüllatif Şener, aynı rakamları başka bir bağlamda
dile getirdi; "47 milyar dolarlık bir bütçemiz vardır, bu
bütçenin de 32 milyar dolarlık bir ilave kaynağa ihtiyacı
vardır"dedi.
Şimdi gelin de işin içinden çıkın!
47 milyar dolar, Maliye Bakanının dediği gibi bütçenin mi
tutarı, Başbakanın dediği gibi rant gelirlerinin mi
tutarı? (DSP sıralarından alkışlar) 32 milyar dolar,
Maliye Bakanının dediği gibi bütçenin ek kaynak gereksinmesi mi,
Başbakanın dediği gibi rant gelirlerinin haksız bölümü mü?
Yoksa, akla mantığa pek uygun gelmeyen bir rastlantı sonucu,
rant gelirleri tıpatıp bütçeye mi denk, rant gelirlerinin haksız
bölümü de tıpatıp bütçenin ek kaynak gereksinmesine mi denk ?
Lütfen, bu muammayı, Sayın Başbakanla
Sayın Maliye Bakanı bu birleşimde aralarında görüşüp
çözsünler ve bu kürsüden hem Yüce Meclise hem de televizyonda bizleri izleyen
aziz yurttaşlarımıza gerçeği açıklasınlar.
Sanki birtakım rakamlar havada kelebekler gibi
uçuşuyor, bu rakamları Başbakan yakalayıp rant gelirleri
için kullanıyor, Maliye Bakanı da aynı rakamları
yakalayıp bütçe için kullanıyor.
Sayın Erbakan, ister doğru ister
yanlış olsun, bu
rakamları neden verdi; kaynak sorununa çözüm bulmanın çok
kolay olacağını göstermek için
verdi.
Rant gelirlerinin bir meşru bölümü
varmış -ki, elbette vardır- ona
dokunulmamalıymış; ama, bir de,
rant gelirlerinin çok büyük bir haksız bölümü varmış -ki,
o da doğrudur- işte, o haksız bölüm, devletin kaynak açığını
kapatmak için kullanılacakmış.
Haksız rant gelirlerinin kaynağını
elbette kurutmak gerekir. Rant gelirlerinin haksız bölümü, diyelim ki, Başbakanın iddia
ettiği gibi 32 milyar dolar; eğer yanılmışsa, diyelim
ki, bundan daha az veya daha çok; peki, rant gelirlerinin bu haksız
bölümü, kaynak açığını kapatmak üzere nasıl geri
alınacak? Geriye yürüyen vergi çıkarılamayacağına
göre, müsadere yoluna mı gidilecek? Bu da kolay olmadığına
göre, haksız rant gelirlerine,
bundan böyle izin verilmemesi düşünülüyor olmalı; yani, geçmişe
dönük değil, günü kurtarmaya yönelik de değil, geleceğe yönelik
bazı önlemler düşünülüyor olmalı. Peki, nedir o önlemler?
Haksız sayılabilecek rant gelirlerinin büyük bir bölümü, devletin
borçlanması sayesinde elde ediliyor; devlet, borçlanmaktan derhal vaz
mı geçecek? Bu göze alınabiliyorsa, bu yılın ivedi kaynak
gereksinmesi nasıl karşılanacak; nasıl
karşılanıp da, Sayın Başbakanın dediği gibi,
işçiye, köylüye, memura, esnafa verilecek; örneğin, bol bol para
mı basılacak; para basılacaksa, yüzde 80'ler dolayındaki
enflasyonun ikiye katlanması nasıl önlenecek; rantiye kesiminin,
tırmanan enflasyon sayesinde büsbütün semirmesi nasıl önlenecek?!.
Sayın Maliye Bakanının, 11 temmuz
gecesi, bir televizyon kanalının canlı yayınındaki
açıklamalarından, bu konuda bazı ipuçları elde ediyoruz;
örneğin, Sayın Maliye Bakanının açıkladığına
göre, faizlere üst sınır getirilecekmiş; ayrıca, faizlere
vergi konulacakmış ve faiz giderleri vergiden
düşürülmeyecekmiş! Kuramsal olarak bunların hepsi çok güzel;
ama, kuramlarla yaşamın gerçekleri, her zaman, kolay kolay
bağdaştırılamaz. Pazar kurallarının
işlediği bir ortamda, faiz, ancak istemin, yani talebin gerilemesi
veya sunumun, yani arzın artması durumunda düşer. Yapay
yöntemlerle veya buyrukla faizler sınırlanacak olursa, enflasyonun
altında tutulacak olursa veya bir ölçünün üstünde vergilendirilecek
olursa; tasarruflar, paradan, kendi ulusal paramızdan kaçar; dövize,
taşınmaz mallara veya dayanıklı tüketim mallarına
yönelir. Tasarrufların bir bölümü kısa bir süre için borsaya da
yönelse bile, ardından, borsada da düşüş başlar; nitekim,
daha Hükümetin bir haftası dolmadan, borsada düşüş
başladı bile... Neden? Çünkü, yatırımlar ve üretim geriler;
sonuç olarak, işsizlik de büsbütün artar; faizlerin tümüyle gider
yazılamaması, yani vergiden düşürülememesi de
yatırımları caydırır, birçok sanayiciyi
rantiyeliğe iteler. Normal olarak, bir işletmenin
kullanacağı kaynakların yüzde 40'ının özkaynaklardan,
yüzde 60'ının da borçlanmayla, yani, krediyle
karşılanması, sağlıklı bir finansman modeli
olarak kabul edilir. Türkiye'de ise bu oranlar, yüzde 10'a karşı
yüzde 90'dır; ama, işletmeleri tamamen özkaynaklara zorlamak da kolay
değildir ve gerçekçi değildir; en azından bir uyum dönemi
gerektirir.
Sayın milletvekilleri, bilindiği gibi, 1994
başlarında, Doğru Yol Partisi-Sosyaldemokrat Halkçı Parti
Hükümeti, faizleri düşürüyoruz derken, dövize kaçışı
kamçılar duruma düşmüştü; döviz rezervlerinde baş gösteren
hızlı erimeyi durdurabilmek için de yüzde 1000'e yakın oranda
gece faizi uygulamak zorunda kalmıştı. Rant gelirlerini
engelleyeceğiz diye yola çıkan o Hükümet, tam tersine, rantiyeleri
abat etmişti; şimdi, Sayın Maliye Bakanının
açıkladığı kararlar da, aynı sürece yeniden, hatta
daha hızla sürüklenebileceğimizi gösteriyor.
Nitekim, Sayın Bakanın bu
açıklamasının hemen ardından, ertesi gün, Union Bank de Suisse
adlı önemli bir İsviçre bankası müşterilerini uyardı:
"Bu tedbirler ilk aşamada borsayı yükseltebilir; ama,
ardından ciddî bir kriz gelebilir; onun için, hazır borsa
yükselirken, satabildiğiniz kadar hisseyi satıp Türkiye'den
çıkın" tavsiyesinde bulundu. Bu tavsiyeyi, Reuter Ajansı da
bütün dünyaya yaydı ve Türkiye'den yabancı sermaye
kaçışı başladı.
Refah Partililer, bunu, dış güçlerin kötü
niyetli bir tertibi gibi yorumlayabilirler; ama, bu İktidarı,
özellikle de İktidarın Refah Partisi kanadını destekleyen
Türkiye Gazetesi de, 14 Temmuz günlü sayısında, rantçıların
yeni bir kriz kokusu aldıklarını ve yeni bir 5 Nisan beklentisi
içine girdiklerini yazarak Hükümeti uyarıyordu; bu kararların dövize
hücumu kaçınılmaz kılacağını belirtiyordu;
"çünkü, dövizin ne stopajı ne vergisi ne de beyanı söz
konusudur; gereğinde yastık altında saklanır, kolayca
yurtdışına da kaçırılır" diyordu.
Kaynak sorununa, Refah Partisiyle Doğru Yol
Partisi Hükümetinin kendilerince parlak bir çözümü de, kamu mallarını
satmak; yani, kamu konutları, devlet lojmanları, kamunun, devlet
görevlilerinin dinlence yerleri ve Hazinenin elindeki bütün araziler; bunlar
satışa çıkarılmalıymış kaynak
açığını kapatmak için! Bundan ne bekleniyor?..
Şimdi, Hükümetin ne kadar ciddiyetsiz biçimde çalıştığına
bir örnek daha vereyim: Hükümetin Refah Partisi kanadına göre, bu kamu
mallarının satışından 2 katrilyon liralık gelir
bekleniyor; dün, Başbakan Yardımcısı Sayın Tansu
Çiller'in açıkladığına göre de, 2 katrilyon değil,
sadece 300 trilyon liralık gelir bekleniyor.
Değerli arkadaşlarım, kamu
konutlarının amacı nedir? Birçok ülkede, kamu görevlilerini
gerçekten düşünen ülkede, kamu görevlilerine verilen
aylığın, maaşın ortalama yüzde 20'si, doğru dürüst
bir kiralık evde oturmaya yeter; ama, bugün, Türkiye'de, kamu
görevlilerinin büyük çoğunluğunun bütün aylığı bile, o
memur ailesinin iki üç odalı mütevazı ama rahat bir evde kiracı
olarak yaşamasına yetmez.
Demek ki, bu aşamada, eğer kamu
konutları elden çıkarılacak olursa, satılacak olursa,
yüzbinlerce kamu görevlimiz, aldıkları mütevazı aylıklarla
ev kirası ödemekte büyük zorlukla karşılaşır duruma
gelmiş olacaklardır. Yani, Hükümet adına "memurlara
kaşıkla verdiğimizi kepçeyle almayacağız"
denildi; ama, kaşıkla verilen, şimdiden kepçeyle alınmak üzeredir.
Kamu görevlilerinin yararına sunulan dinlence
yerleri de satılacakmış. Peki, bunların amacı nedir?
Bugün, Türkiye'de kaç kamu görevlisi, ailesiyle birlikte,
bırakınız üç yıldızlı, beş yıldızlı
otelleri, yıldızı olmayan mütevazı bir otelde 15 gün tatil
yapabilir? Bu olanaklar bulunmadığı içindir ki, Türkiye'de kamu
görevlilerinin de hakları olan dinlenme olanakları onlara
sağlanmıştır; ama, şimdi, Hükümet, kaynak
bulacağız diye, gözlerini, kendi görevlilerinin, kendi
memurlarının konutlarına, kendi memurlarının dinlence
hakkına dikmiş bulunuyor.
Türkiye'de kamu konutlarının bir başka
nedeni de şudur: Bazı kamu görevlilerinin, özellikle
korunmaları, güvenlik altında yaşamaları gerekir.
Bunların başında; yargıçlar gelir, polisler gelir, subaylar
gelir, assubaylar gelir.
Öte yandan, bazı yörelerde, kamu görevlilerinin
barınabileceği ev yoktur. Örneğin, kırsal alandaki
öğretmenler ve sağlık personeli, yüksek bedeller ödemek
isteseler bile, barınacak bir ev bulamazlar. Şimdi, devlet onlara
sağladığı lojmanları da mı onların elinden
alacak? Bu konutlardan bazıları satışa çıkarılsa,
müşteri bulunamaz. Örneğin, bugün Şırnak'ta 2 613 kamu
konutu var. Bunları satışa çıkarsanız, kim alacak?
Alıcı bulunup satılsa, Şırnak'taki kamu görevlileri
nerede yaşayacak? Güneydoğuda son yıllarda yaptırılan
apartman tipi evlerden bile çoğuna alıcı bulunamadı.
Güneydoğu bir yana, 1991'de Zonguldak'ta Türkiye
Taş Kömürü Kurumuna bağlı konutlar boşaltıldı,
bunlara bile alıcı bulunamadı ve şimdi, o konutlar çürüyor.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye'de
yaklaşık 300 bin kamu konutu var. Bunların yüzde 61'i genel
bütçeli kuruluşlara ait, yüzde 30'u zaten özelleştirme
kapsamındaki veya özelleştirme kapsamına alınacak
kuruluşlara ait. Genel bütçeli idarelere ait yaklaşık 180 bin
kamu konutunun büyük bölümü, Millî Savunma Bakanlığına, Emniyet
Genel Müdürlüğüne, Millî Eğitim Bakanlığına veya
Sağlık Bakanlığına bağlı hizmet
alanları içinde yer alıyor. Jandarmanın hizmet alanı içine,
jandarma olmayanlar girip ev tutamazlar;
subayların -Silahlı Kuvvetlerin veya askerî okulların-
hizmet alanları içine başkaları girip de ev tutamazlar. O halde,
buralardaki konutlar, kimlere ve nasıl satılacak? Bunlar da
çıkarılacak olursa, geriye, satılabilecek çok az kamu konutunun
kaldığı görülür. Bunların satışından elde
edilecek gelir ise, kamunun finansman açığına hemen hiçbir çözüm
sağlayamayacak kadar düşüktür.
Kamu konutlarını veya kamu görevlilerinin
dinlence yerlerini elden çıkarmaya kalkışmadan önce, mutlaka,
kamu görevlileri sendikalarının da görüşleri ve
–alınabilirse– rızaları alınmalıdır.
Yine, elden çıkarılması düşünülen,
planlanan kamu malı topraklara, araziye gelince: Bunlar, kamunun
yararına kullanılması gereken topraklardır. Örneğin,
doğa dengesini korumak için, ağaçlandırma için, erozyonu önlemek
için, insanların yeşilalan gereksinimini karşılamak için,
spor alanları, kültür kuruluşları, devlet daireleri, devlet
okulları yapabilmek için, kıyıları toplum yararına
değerlendirebilmek için, köylülerin mera gereksinmesini
karşılayabilmek için, yer yer toprak reformuna katkı için, dar
ve orta gelirlilerin ev gereksinmesini karşılamak için ve
sağlıklı kentleşmeyi güvence altına almak için,
devlet, bu toprakları elinde büyük ölçüde tutmak zorundadır; bunları,
bütçenin bir yılık ve bir seferlik açığını kapatmak
uğruna haraç mezat satılığa çıkarmak, toplumun
sırtından sorumsuzca bir mirasyedilik olur. (DSP
sıralarından alkışlar) Diyelim ki, kıra döke, kamu
konutlarının, kamu dinlence yerlerinin ve kamu
topraklarının büyük bölümü satıldı ve yine diyelim ki,
Hükümetin Refah Partisi kanadının beklediği gibi, bundan 2
katrilyon lira gelir sağlandı; diyelim ki, vatandaşlarda da,
bunları satın alabilmek için gerekli olan toplam 2 katrilyon
liralık tasarruf var; o tasarruflar, üretken yatırımlara
değil, yapılıp bitmiş konutlara veya arsa spekülasyonuna
yönelmiş olacaktır; ne işsizlik sorununu çözmeye ne de üretime
bir katkısı olacaktır; devlet sırtından, yüzbinlerce
yeni rantiye yaratılmış veya var olan rantiyelere yeni olanaklar
sağlanmış olacaktır; rant ekonomisinden üretim ekonomisine
geçişi Hükümet acaba böyle mi sağlayacaktır?!. (DSP
sıralarından alkışlar) Üstelik, bu 2 katrilyonun büyük
bölümü bankalardan çekileceğine göre, bankalar kesimi de çok ciddî bir
krize sürüklenecektir; belki bazı bankalar batacaktır;
girişimciler, sanayiciler, çiftçiler kredi alabilmekte büyük zorluklarla
karşılaşacaklardır. Ekonomik sorunlara, o arada kaynak
sorununa çözüm aranırken, birleşik kaplar kuralının
yalnız fizikte değil, ekonomide de geçerli olduğu
unutulmamalıdır.
Peki, kaynak, bu yollardan sağlanamazsa nerelerden
sağlanacak? Madem ki Hükümet bizlerden tavsiye istiyor, bazı
tavsiyelerde bulunalım:
Bir kere, süratle, etkin ve yaygın bir vergi
denetimine geçmek gerekir. Bugün Türkiye'de vergilerin veya vergi ödemesi
gerekenlerin ancak yüzde 2'si denetlenebilmektedir, bu yüzden de çok büyük
vergi kaçakları olmaktadır. Evvela bu vergi kaçakları önlenmelidir.
Sosyal Sigortalar Kurumunun çok büyük meblağlara
varan alacakları, mutlaka ve bir an önce tahsil edilmelidir. Türkiye'de
son yıllarda sigortasız işçi sayısı, yani, kaçak
çalıştırılan işçi sayısı, sigortalı
işçi sayısını neredeyse aşmıştır. Tüm
işçiler, eğer, Sosyal Sigortalar Kurumuna bağlanacak olursa,
toplam primlerin en az 2 kat artırılması
sağlanmış, böylelikle Sosyal Sigortalar Kurumu da
bunalımdan kurtarılmış olacaktır.
Tabiî, bunların dışında, mutlaka ve
bir an önce, hakça bir vergi reformunun yapılması gerekir.
İşçinin, kamu görevlisinin, köylünün, esnafın, sanayicinin,
dürüst tüccarın vergi yükünü artıracak bir vergi reformu değil;
vergi ödemeden veya üretime katkıda bulunmadan büyük servetler elde
edebilenlerin cebine ulaşacak bir vergi reformu yapılabilmelidir.
Eğer, Hükümetin siyasî iradesi böyle bir vergi reformu yapmaya yetiyorsa,
bunun tasarısını Meclise getirsinler, destekleyelim. (DSP
sıralarından alkışlar)
Türkiye'de, özellikle son yıllarda çok sayıda
vakıf kuruldu. Bunlardan birçoğuna yapılan
bağışlar, bildiğiniz gibi, vergi matrahından
düşürülüyor. Kuşkusuz, vakıflardan bazıları gerçekten
hayır işleri yapıyorlar; ama, birçoğunun amacı,
vergiden kaçınmayı kolaylaştırmak veya kamu
kuruluşlarına rüşvet sağlamak.
Refah Partili belediyeler, bu konuda, özellikle
başarılılar. Bildiğimiz kadar, birçok Refah Partili
belediye binasının yanında, bir de o belediyenin şemsiyesi
altında bir vakıf kuruluyor; belediyeyle işi olanlar, evvela o
vakfa uğrayıp, bir bağışta bulunmak
zorunluluğunda kalıyorlar; o bağışlarla da, Refah
Partisinin amacı yolunda harcamalar yapılıyor. (DSP
sıralarından alkışlar)
LÜTFİ YALMAN (Konya) – İftira atmayın.
BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Kimi
vakıfların amacı da, laik demokratik rejimi temelinden
çökertmek, gençliği bu amaçla tuzağa düşürmek...
LÜTFİ YALMAN (Konya) – Var mı tespitleriniz?
BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Hayırlı hizmet
üreten vakıflara değil, bunların dışında
kalanlara tanınan bağışıklıklar,
ayrıcalıklar kaldırılırsa, hem devlet büyük vergi
geliri sağlar hem de laik demokratik rejim gitgide büyüyen bir tehlikeden
kurtulmuş olur. (DSP sıralarından alkışlar)
Eğer, Hükümetin siyasî iradesi yeterliyse, bu
alanda hakça bir düzenlemeyi getirsin, Demokratik Sol Parti olarak onu da
destekleyelim. (DSP sıralarından alkışlar)
Hükümet Programında olsun, genel görüşme
önergesinde olsun, yolsuzlukların adı bile anılmıyor. Peki,
yolsuzlukların adı anılmadan, kaynak israfını, birçok
kaynağın onun bunun cebine gitmesini nasıl önleyeceksiniz?
Yaygınlaşan yolsuzluklar ve
rüşvet, manevî değerleri yozlaştırmanın yanı
sıra, devlet için, toplum için büyük kaynak kaybına da neden oluyor.
Siz, Hükümet olarak yolsuzlukların üstüne yürüyün, koalisyon
ortaklarını ilgilendiren yolsuzlukları örtbas etmekten vazgeçin;
o konuda getireceğiniz önlemleri de, Demokratik Sol Parti adına söz
veriyorum, destekleyeceğiz. (DSP sıralarından
alkışlar)
Eğer siz, Hükümet olarak, bu konuda, Meclise
öneriler, tasarılar getiremezseniz, bizim, bundan yaklaşık bir
yıl önce Meclise verdiğimiz, ama, hâlâ komisyonların bile
gündemine aldırtamadığımız yasa önergemizi
destekleyin. Ne diyorduk bu yasa önergesinde?.. Başbakanlığa
bağlı olan Yüksek Denetleme Kurulu Başbakanlıktan
ayrılsın, sadece biçimsel olarak Meclis
Başkanlığına bağlı, tamamen özerk bir
kuruluş haline gelsin ve özelleştirmedeki peşkeşler de o
şekilde önlensin. (DSP sıralarından alkışlar)
Eğer, kendiniz öneri getiremiyorsanız,
yolsuzlukları ve özelleştirmedeki peşkeşleri önlemek için
Hükümet olarak kendiniz önerge getirecek vakti bulamıyorsanız,
lütfedin, bizim bir yıldır Mecliste bekletilen önergemizi
destekleyin.
Ne kadar vaktim kaldı Sayın Başkan?
BAŞKAN – Sayın Ecevit, yarım saat oldu
konuşmanız; 15 dakikalık süreniz var efendim.
BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Değerli
arkadaşlarım, Güneydoğu ve kısmen Doğu Anadolu sorunu,
yalnız ulusal birlik ve güvenlik açısından değil,
yalnız can kaybı açısından değil, aynı zamanda,
kaynak israfı, kaynak kaybı ve kaynak üretilememesi
açısından da son derecede önemlidir.
Bildiğiniz gibi, bundan beş yıl önce,
Körfez Savaşı ardından, Kuzey Irak'ın, fiilen Irak'ın
bütünlüğünden ayrılıp, bir otorite boşluğu alanı
haline getirilmesi üzerine, bölücü terör örgütü, buraya, Kuzey Irak'a
yerleşmiş ve Türkiye'ye sınırdan büyük sızma
olanakları elde etmiştir. Bu yüzden, bildiğiniz gibi, bölgede
bölücü terör büyük ölçüde tırmanışa geçmiştir; bu
tırmanışın karşısında, zorunlu olarak,
devlet de güvenlik önlemlerini artırmak zorunda kalmıştır.
Böylece, güneydoğu sorununun, devlet üzerindeki malî yükü büyük ölçüde
artmıştır.
Ayrıca, kimi iddiaya göre -geçen gün Sayın
İçişleri Bakanının bir iddiasına göre-
sayıları 300 bini bulan, başka iddialara göre 2 milyonu, 2,5
milyonu bulan bir iç göçmen olgusuyla Türkiye karşı karşıya
kalmıştır. Sayısız köyümüz, mezramız, güvensizlik
nedeniyle veya türlü baskılar nedeniyle
boşaltılmıştır. Buradaki üretken halkımız,
yıllardan beri, üretime hiçbir katkıda bulunamaz duruma
düşürülmüştür; ne kendi tüketim gereksinmelerini
karşılayabiliyorlar ne de üretime katkıda bulunabiliyorlar.
Son yıllarda, her hükümet, bu konuyla
yakından ilgilenme sözünü veriyor, hatta ilk toplantılardan birini de
Diyarbakır'da yapıyor; ama, maalesef, o bölgede, kaynak
israfını önlemek, üretimi, kaynak üretimini yeniden canlandırmak
için gerekli somut adımlar atılamıyor. Şimdi, geride bıraktığımız
yıllardaki hükümetler gibi, Sayın Erbakan
başkanlığındaki Hükümet de, bu konuda bazı sözler
verdi. Bu sözleri iyiniyetle verdiklerinden en küçük bir kuşkumuz yok;
ancak, Sayın Erbakan'ın, bu konuyu, bu son derece de duyarlı
ulusal sorunu, bir siyasal istismar konusu yapma eğilimini seziyoruz.
Geçen gün, Sayın Genelkurmay Başkanıyla görüştükten sonra
-bildiğiniz gibi- dışarı çıkar çıkmaz
"Genelkurmay Başkanıyla görüştüm, ondan da yetki
aldım; artık, güneydoğudaki köylüler, köylerine dönebilirler,
onlara her türlü yardımı yapacağız" dedi; oysa,
değerli arkadaşlarım, güneydoğudaki durumu birçoğunuz
biliyorsunuz, ben de biliyorum, Sayın Erbakan da, kuşkusuz
biliyordur.
Ben, son yerel yönetim seçimleri kampanyasında,
birçok boşaltılmış köyü, yalnız boşaltılmış
değil, yakılmış, yıkılmış,
barınılamaz hale gelmiş köyü, kendi gözlerimle gördüm; henüz,
yerleşime açılmış tek bir köye rastlamadım. Gerçi, Sayın
İçişleri Bakanı, daha önceki hükümet döneminde, birçok köye,
köylülerin dönüş yaptıklarını açıkladı; ama,
bugün, gazetelerde o bölgenin bazı valilerinin yaptıkları
açıklamalara göre, daha böyle bir hareket olmamıştır ve
böyle bir geriye dönüş için yeterli güvenlik, çoğu yerlerde
sağlanamamıştır.
Değerli arkadaşlarım, ben, son aylarda,
o bölgede, öyle yerleşim birimlerine gittim ki, normal bir
ulaşım olanağı sağlansa, on dakikada, onbeş
dakikada ulaşılabilir; fakat, biz, ancak birbuçuk saatte, iki saatte,
ikibuçuk saatte ulaşabildik; yılın bazı mevsimlerinde ve
bazı iklim koşulları altında, hiç ulaşmak mümkün
değil. Şimdi, o ulaşım olanağını
sağlamadan, köylüyü geriye döndüreceksiniz; Allah esirgesin, yeni bir PKK
baskınıyla karşılaştıkları takdirde, onlara
yardım nasıl ulaşacak?! Onlar, ulaşım sorunu
çözülmeden, kendi ürünlerini nasıl değerlendirebilecekler, pazara
nasıl sunabilecekler?! Bu konularda, dediğim gibi, Hükümetin
iyiniyetine, elbette inanıyoruz; ama, sonradan, kısa sürede hayal
kırıklığına uğratabilecek beyanlarda bulunmak,
hayal kırıklığı doğurabilecek hayal ürünü
beyanlarda, açıklamalarda, vaatlerde bulunmak yerine, bir an önce, o
bölgenin kurtuluşu için, ekonomik anlamda, sosyal anlamda kurtuluşu
için kapsamlı bir plan hazırlanması gerekir.
O arada, her şeyden önce de, Türkiye'nin
başına, özellikle de Güney Doğu Anadolu halkının
başına bela edilmiş olan sözde Huzur Harekâtı düzenlemesine
son vererek, onun yerine, Türkiye'nin ve Türk insanının, Türkiye
insanının haklarını, güvenliğini daha
sağlıklı bir şekilde sağlayabilecek bir düzenlemeye
geçilmesi gerekir.
Şimdi, deniliyor ki: "Güneydoğuda,
vatandaşlar, köylerine ve mezralarına dönsünler." Değerli
arkadaşlarım, "mezra" sözcüğü, bildiğiniz gibi,
genellikle türlü nedenlerle ana köylerden kopmuş, üç dört haneli
yerleşim birimleri için kullanılır. Birçok yerde, bunların,
ne güvenliği sağlanabilir ne de ekonomiye, kaynak üretimine ciddî
katkıları sağlanabilir. Geçen gün Hükümet Programı
görüşmelerinde de söylediğim gibi, onun için, bu bölgede, öncelikle
bir yeni yerleşim düzenlemesinin planı yapılmalıdır.
Olabildiğince, mezralar, köylünün de rızası alınarak,
köylerle birleştirilmeli; olabildiğince, dağınık
köyler toplulaştırılmalı ve olabildiğince de bazı
yerlerde, bizim yıllardan beri önerdiğimiz köy-kent uygulaması,
yani birbirine yakın köylerin eşgüdüm ve işbirliği
içerisine girmeleri düzeni sağlanmalıdır.
Ayrıca, geri dönüş başlamadan önce,
mutlaka yıkılan evler sağlanmalıdır. Şimdi, geçen
gün, Sayın İçişleri Bakanı dedi ki: "Devlet, bunun
için 225 milyar liralık bir fon ayırdı." Birçok bölge
valisinin böyle bir fondan haberi yok. 225 veya 250 milyar lira nedir
arkadaşlarım; Boğaziçi'nde bir villanın
parasıdır. Bunun da, ancak 4,5 milyar lirası harcanmış
Sayın Bakanın ifadesine göre. 4,5 milyar lirayla,
yıkılmış, yakılmış köylerden
kaçının onarımı sağlanabilir?! Yalnız,
yıkılmış köyler, yakılmış köyler değil,
bir de yakılmış ormanlar var; o yakılmış
ormanların yöresinden geçerken, ben, erozyonun nasıl adım
adım yürüdüğünü gördüm. Siz, devlet olarak, evvela bir ciddî plan hazırlayın
süratle; bunun için uzun zamana gerek yok; hem Güneydoğu Anadolu'nun
sağlıklı bir yerleşim düzenine kavuşması hem de
sağlıklı bir üretim düzenine erişebilmesi için bir plan
hazırlayın; yakılıp yıkılmış köylerin
bir an önce içerisinde barınılır hale gelmesini
sağlayın. Hayal kurarak değil, gerçek olarak bunları
yapın. (DSP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, ayrıca, o
bölgenin bazı yörelerinde bir toprak reformu gereklidir. Sınai çekim
merkezleri kurulması gereklidir. O bölge halkının
çağdışı feodal yapıdan kurtulabilmesi için bunlar
şarttır.
Değerli arkadaşlarım, bu arada,
bakın, nasıl kaynak israfı oluyor. Kimse kesin
rakamını veremiyor; ama, bildiğimiz kadar, yaklaşık 65
bin köy korucusu var. Bunlara, bir yılda yaklaşık 9,5 trilyon
lira ödenmesi bekleniyor. Şimdi, değerli arkadaşlarım, bu
köy korucularına ödenen paranın -9,5 trilyon liranın-
yarısı, onlara da -köy korucularına da- üretken iş
olanakları sağlayacak yatırımlara yöneltilse, hem güvenlik
daha iyi sağlanır hem de o bölge halkının ekonomik ve
sosyal sorunları kolayca çözülebilir. Güneydoğuda, yüzbinlerce çocuk,
yıllardır okul yüzü, öğretmen yüzü görmeden
yetiştirildiler. Birçoğu, -yalnız kız çocukların
değil, erkek çocukların da- birçoğu Türkçe öğrenemeden
yetişti. Bunlar, hiçbir eğitim görmedikleri için, kendi
yararlarına ve ülke yararına kaynak üretebilecek duruma da
getirilmediler. Onun için, bir an önce, Türkiye'nin, bu bölgede,
yatılı bölge okullarını çoğaltması ve
yıllardan beri eğitim olanağından yoksun kalmış çocukları
da, oralarda eğitim olanağına kavuşturması gerekir.
Dediğim gibi, Hükümetin bu konudaki iyiniyetinden hiçbirimizin
kuşkusu olamaz; ama, iyiniyet yeterli değildir, hayal kurmak yeterli
değildir; bu, bir hesap kitap işidir. Bu hesap kitap da, kısa
sürede yapılabilir.
Biz, daha bundan 9, tam 9 yıl önce, Demokratik Sol
Parti olarak, o bölgenin güvenlik sorunu ile gelişme sorununu uyum
içerisinde, bir bütün olarak ele almayı ve çözmeyi öngören bir plan
hazırlamıştık. Eğer, o plan uygulansaydı, bugün,
Türkiye, bir güneydoğu sorunuyla karşılaşmazdı.
Bu köye dönüşten asıl amaç, köylüyü eski
yaşamına yeniden kazandırmak değil, eskisinden çok daha
mutlu, sağlıklı, çağdaş ve demokratik bir yaşama
ve kaynak üretebilir duruma ulaştırmak olmalıdır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
Hükümetin isteği üzerine, bazı kuşkularımızı,
önerilerimizi, temennilerimizi ve -Sayın Başbakanın
imzaladığı önergede kullanılan sözcükle- tavsiyelerimizi
belirttim Demokratik Sol Parti adına. Zaten, bizim,
kuşkularımızı belirtmemize,
uyarılarımızı yapmamıza da gerek kalmadı; çünkü,
bu Hükümet, ekonominin kazanını, daha haftası dolmadan
patlattı. İşte bunun bazı kanıtları:
İvedilikle 100 trilyon liraya yakın miktarda borçlanması
gereken, borç ödeyebilmek için borçlanması gereken Hazine, dün, 100
trilyon yerine veya 90 trilyon yerine, ancak 16,5 trilyon liralık bono
satabildi. Bu durumda, Hükümet, bugün yapacağı borç ödemeleri için,
Merkez Bankası avansına başvurmak ve piyasaya bol para sunmak
zorunda kalacaktır. Para bolluğunun, büyük ölçüde dövize yönelmesini
frenlemek için de, bir yandan Merkez Bankasının döviz rezervlerini
büyük ölçüde eritmek, bir yandan da faizlerin yükselmesine, Hükümet, katlanmak
zorunda kalacaktır. Nitekim, Hazinenin dün yaptığı ihalede,
faiz 12 puan birden yükseldi; kamu borçlanma faizi yüzde 140'a çıktı.
Sadece bunun, Hazineye ek maliyeti 2,3 trilyon lirayı buldu. Borsada büyük
dalgalanmalar şimdiden başladı; borsa endeksi bir günde 2 500
puan birden geriledi. Merkez Bankasının piyasaya döviz sürmesine
karşın dolar bir günde 700 lira değer kazandı. Hükümet
ortağı iki partinin acemilikleri, sorumsuzlukları ve kendi
aralarındaki çelişkileri yüzünden, o arada, özellikle de Refah
Partisi kanadının hayalciliği yüzünden, ekonomi, hükümetsiz
dönemde bile eşi görülmemiş bir belirsizlik ve kargaşa
ortamına sürüklenmeye başladı.
Dediğim gibi, bir haftaya kalmadan Hükümet
ekonominin kazanını patlatttı. Hükümet, bundan, Meclisi de
muhalefeti de sorumlu tutamaz. Kendi hatalarının bedelini halka
ödettirmeye kalkışması durumunda ise, Hükümet, karşısında
öncelikle Demokratik Sol Partiyi bulacaktır. (DSP sıralarından
alkışlar)
Değerli milletvekilleri, bu vesileyle, sözlerimi
bitirmeden önce, Sayın Bakanlar Kurulu üyelerini ve koalisyon
ortağı iki partiyi -beni Sayın Başbakan mazur görsünler-
Sayın Erbakanın bir özelliği konusunda da uyarmak isterim.
Hayal kurabilmek çok iyi bir şeydir; ama ölçüyü
kaçırmamak, gerçeklerle hayali birbirine karıştırmamak
koşuluyla iyi bir şeydir. Sayın Erbakan ise endazesiz hayaller
kurar ve kurduğu hayallere de içtenlikle inanır. (DSP
sıralarından alkışlar) O kadar da tatlı dilli, o kadar
da mukni konuşur ki, birçok kimse onun bu hayallerinin gerçek
olduğuna inanabilir. (RP sıralarından "siz de
inandınız" sesleri) Bunun, bende çeşitli anıları
vardır. Bunlardan belki en çok duyulmuş olanını, belki
bazı değerli milletvekillerimiz duymamış olabilirler diye
tekrarlayayım müsaadenizle. 1974...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Ecevit, bu anıyı
anlatmaya maalesef vakit kalmadı.
BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Bunu bitirmek istiyorum
efendim.
BAŞKAN – Sayın Ecevit, süreyi biraz önce
Genel Kurul kararlaştırdı, benim uzatma imkânım yok.
BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Sayın Başkan,
bunu bitirmek istiyorum; iki paragrafım kaldı.
BAŞKAN – Konuşmanızı tamamlamak
üzere imkân tanıyorum.
Buyurun efendim.
BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Teşekkür ederim.
1974 başında, bir sabah
Başbakanlıkta gazetelere bakıyorum, manşette Sayın
Erbakan'ın bir demeci: "100 bin tank, 100 bin uçak
yapacağız." O sırada da, dünyada ekonomik bunalım
başlamış, bizde de başlamış, Sayın Erbakan'a
dedim ki, Sayın Erbakan, nasıl böyle bir demeç verirsiniz, 100 bin
uçağı, 100 bin tankı nasıl yapacağız; niçin
yapalım; 100 bin uçağa nasıl, nereden pilot bulalım?
Sayın Erbakan aynen şu yanıtı verdi "Efendim,
siyasette böyle sözler temenni manasında söylenir." (DSP ve ANAP
sıralarından alkışlar)
Şimdi, madem bizden tavsiye isteniyor, benim,
Sayın Refah Partililere ve Doğru Yol Partililere bir tavsiyem şu: Siz, siz olun
Sayın Erbakan'ın hayalleri ve temennileriyle yaşamın
gerçeklerini birbirine karıştırmayın; yoksa, gerçeklerin
sillesi altında, hem sizler ezilebilirsiniz hem de millet büyük zarar
görebilir.
Saygılar sunarım. (DSP sıralarından
ayakta alkışlar, ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Demokratik Sol Parti Grubu adına
konuşan İstanbul Milletvekili ve Genel Başkan Sayın Bülent
Ecevit'e teşekkür ediyorum.
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER
(Sıvas) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Sayın Bakan, bir arzınız
mı var?
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER
(Sıvas) – Evet Sayın Başkan.
BAŞKAN – Buyurun efendim.
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER
(Sıvas) – Sayın Ecevit konuşurken, 11 Temmuz akşamı
televizyonda faizlerle ilgili yaptığım bir açıklamayla
ilgili beyanda bulundu; bunda yanlışlıklar var, düzeltmek
istiyorum.
BAŞKAN – Sayın Bakan, toplantının
bundan sonraki süreci içerisinde, Hükümete de 45 dakikalık söz hakkı
tanıyacağız. Zannediyorum ki, Hükümet adına konuşacak
hatiplerden biri zatı âlinizsiniz; ama, o süre içerisinde bu
hususları cevaplandırmaya imkân bulamazsanız, sataşmadan
dolayı size tekrar söz hakkı tanırım, sırası
geldiğinde size o şansı tanıyacağım.
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER
(Sıvas) – Doğrudan doğruya şahsımla ilgili...
BAŞKAN – Tamam efendim; yani, Hükümet adına
yaptığınız konuşma sırasında bu konuşmayı
cevaplama imkânı bulamazsanız...
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER
(Sıvas) – Sayın Başkan, şahsî bir açıklama...
BAŞKAN – Tamam efendim, o sataşmayla ilgili
talebinizi dikkate alacağım, bilahara değerlendireceğim.
Şimdi, gruplar adına ikinci söz sırası
Cumhuriyet Halk Partisi Grubunda.
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı ve
Antalya Milletvekili Sayın Deniz Baykal, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına konuşacak. (CHP sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın Baykal.
Sayın Genel Başkan, konuşma süreniz 45
dakikadır efendim.
CHP GRUBU ADINA DENİZ BAYKAL (Antalya) –
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye ekonomisinin
içerisine girdiği sorunlar karşısında, yeni sorumluluk
üstlenen 54 üncü Hükümetin, Türkiye Büyük Millet Meclisinin önüne
getirdiği ilk konu Türkiye'nin özkaynaklarının
artırılmasına ilişkin bir genel görüşme istemek oldu.
İtiraf etmeliyim ki, bu, çok olağan, doğal, yaygın bir
yöntem değildir.
Hükümetler, göreve başladıktan hemen sonra,
bir hükümetin temel sorumluluk alanıyla ilgili olarak, Türkiye Büyük
Millet Meclisinden "bize ne tavsiye edersiniz" diye sormazlar; çünkü,
hükümetler, hükümet olma noktasına gelinceye kadar belli aşamalardan
geçmişlerdir. Bu aşamalar içerisinde belli görüşler ve sorumluluklar
şekillenmiştir. Hükümeti oluşturan partiler seçime
girmiştir, seçim bildirgesi yapmıştır, seçim bildirgesiyle
bazı taahhütlerde bulunmuştur. Daha sonra, siyasal partiler, bütçe
görüşmeleri vesilesiyle düşüncelerini ifade etmişlerdir. Türkiye,
beş yıllık planlar yapıyor. Daha, yeni, bir beş
yıllık plan müzakeresinin içerisinden geçtik. Doğal olarak,
partiler, ülkenin bütün ekonomik sorunlarını, temel
sorunlarını, bu arada ve özellikle kaynak sorununu bu vesileyle ele
alırlar ve ayrıntılı olarak değerlendirirler. Beş
yıllık plan dolayısıyla bu görüşler şekillenir;
yıllık program hazırlanır, o vesileyle şekillenir;
bütçe müzakeresi yapılır, o vesileyle şekillenir. Siyasal
partiler, bütün bu aşamalardaki görüşlerini, hükümet olma şansını
elde ettikleri zaman, hükümet ortağı partiler olarak bir araya
gelirler, müzakere ederler ve bir ortak çerçeveye oturturlar, bir hükümet
programı yazarlar, o hükümet programıyla çıkarlar. Hükümet
olduktan sonra da artık yapılması gereken, o programın
uygulanması doğrultusunda, kararlılıkla,
tutarlılıkla, cesaretle adımların
atılmasıdır.
Şimdi, yeni bir manzarayla karşı
karşıyayız. Bütün bu aşamalardan geçtikten sonra ve üstelik
de iddia ile geçtikten sonra, yeni oluşan Hükümetimiz, Türkiye Büyük
Millet Meclisine, Türkiye'deki kaynak sorunu artık devlet sorunu haline
gelmiştir; bu konuda, Meclisimiz bize görüşlerini ifade etsin diye,
Meclisten, bir genel görüşmeyle kaynak konusunda yardım ister
noktadadır.
Mutat değildir, olağan değildir,
yaygın değildir, alışılmış değildir;
ama, öyle anlaşılıyor ki, 54 üncü Hükümetimiz böyle bir ihtiyaç
içerisindedir, böyle bir talep içerisindedir ve bunu ifade etmiştir.
Elbette, bu ihtiyacın gereğini Türkiye Büyük Millet Meclisinin yerine
getirmesi görevidir, buna yardımcı olmak hepimizin sorumluluğudur.
Ben, böyle bir genel görüşme önergesinin,
aslında, başka bazı bakımlardan da yararlı
olabileceğini düşünüyorum; çünkü, böyle bir genel görüşme
önergesiyle, biz, bazı ekonomik gerçeklerin ortaya çıkmasına,
bazı karanlık noktaların aydınlanmasına, ekonomi
yönetimine egemen olan tereddütlerin ortadan kalkmasına, vuzuh ve
berraklık ortaya çıkmasına, belki bu vesileyle
yardımcı olabiliriz. Öyle anlaşılıyor ki, Hükümet,
böyle bir genel görüşmeyi talep ederek, kendi ekonomik politikalarıyla
ilgili tereddütler içerisinde olduğunu itiraf etmektedir. Hükümet, bir
müzakere ihtiyacı içerisindedir; bir telkin ihtiyacı içerisindedir;
bugüne kadar, kararlılıkla, iddiayla ortaya attığı
politikaların, aynen uygulanabilecek olgunlukta olmadığını,
bunları uygulanabilme noktasına getirebilmek için, telkine ve
tavsiyeye ihtiyacı olduğunu ifade etmektedir. Hükümetin,
karşı karşıya bulunduğu ekonomik sorunlar
karşısında hazırlıksız olduğu, bu biçimde
ortaya çıkmaktadır.
Bütün bunların, ben, içerisine girmekte
olduğumuz dönemin ekonomi politikasının şekillenmesi
açısından yararlı olacağını düşünüyorum.
Tabiî, ortada, hiç kuşkusuz bir anayasa sorunu
vardır, bir rejim sorunu vardır; yani, bilinmesi gerekir ki, Türkiye
Büyük Millet Meclisi, Hükümetin istişare organı değildir;
Türkiye Büyük Millet Meclisi, Hükümetin danışmanı değildir;
siyasî partiler, Hükümet ortağı partilerin müşavirleri
değildir. (CHP ve ANAP sıralarından alkışlar)
Hükümet ile Parlamento arasındaki ilişkiler,
Anayasamızda, çok net, çok berrak bir biçimde ortaya konulmuştur. Bu
ciddî ilişki biçimini, karşılıklı, iyiniyetli, dostça
girişimlerle sarsmaya kimsenin hakkı yoktur. Herkes, görevini,
sorumluluğunu ve yetkisini bilmek durumundadır, öyle davranmak
durumundadır. Hükümetin "sen söyle, ne yaparım" diye,
Türkiye Büyük Millet Meclisinden görüş sorması, işte, bu
nedenle, hukuk sistemimizin, anayasa sistemimizin, Parlamenter demokratik
rejimimizin özüne de uygun değildir.
Bunları da bir tarafa bırakıyorum;
bunlar, işin özü değildir; ama, bu dikkatlere ihtiyaç var; o anayasal
ilişkileri özenle korumamız gerekiyor; onlara saygı göstermemiz
gerekiyor. "Türkiye Büyük Millet Meclisi bizim üzerimizdedir" sözü
ile ortaya çıkan uygulama arasında, bir ciddî çelişkinin
bulunduğunu da gözlerden kaçırmamalıyız.
Değerli arkadaşlarım, bakınız,
bu Hükümetin temel, kurucu partisi Refah Partisidir. Refah Partisi,
yıllardır, ekonomi politikamızla ilgili, çok ciddî iddialar
ortaya attı, önemli tezler geliştirdi, çok ayrıntılı
tartışmalar yaptı ve ortada, ekonomisiyle, siyasetiyle,
uluslararası ilişkileriyle bütünleştirilmiş bir
yaklaşım var. Şimdi, bu yaklaşımı uygulama
sorumluluğu ortaya çıkınca, kaynak arayışı
sorusunun ortaya atılmış olmasında, ben, itiraf edilmemiş
bir zafiyet seziyorum. Kendi iddilarıyla, tezleriyle ilgili bir gerileme
içine girmeye başladıklarının, ayaklarının
yavaş yavaş suya değmekte olduğunun bir işaretinin, bu
ihtiyaçla, kendisini gösterdiğini düşünüyorum.
Bakınız, ne noktaya gelinmiştir: Sistem
arayışından, kaynak konusunda proje talep etme noktasına
gelinmiştir. Şimdi, hani, yeni bir düzen başlatacaktık,
yeni bir dönem başlatacaktık(!) Bu dönemi başlatırken
"bize para bulun" diye işe başlarsanız, sistem
iddiasından vazgeçmiş olursunuz; önce, bunun altını çizelim.
Yani, siz, bugünkü sistem içerisinde harcayacak kaynak mı
arıyorsunuz; size ve ülkemize yararlı olacağını
bugünkü sistem içerisinde düşündüğünüz proje mi arıyorsunuz,
yoksa, iddianızı gerçekleştirmenin arayışı
içerisinde misiniz? Bu konunun berraklaştırılmasına bu
tartışma yardımcı olacak; o nedenle, yararlı oldu
diyorum... Bu konuyu siz zihninizde berraklaştırın, Türkiye
berraklaştırsın, iç dünya, dış dünya
berraklaştırsın da Türkiye zarar görmesin.
Sizin, muhalefet döneminde geliştirdiğiniz
ciddî bir iddianız var, bu iddianızın temel
varsayımları var; o varsayımları uygulamaya dönük bir
arayış içerisinde mi müzakere edeceğiz?! Bizden, yani, sizin
gibi düşünmeyen partilerden, sizin terminolojinizle ifade edeyim
"taklitçi partilerden" şimdi, siz, yardım isteme
noktasına mı geldiniz?! (CHP sıralarından
alkışlar) Düzen partilerinden, taklitçi partilerden kaynak talep etme
noktasına mı geldiniz; proje talep etme noktasına mı
geldiniz?! Eğer öyleyse, onu bilelim. Bu, çok önemli bir tespittir; Refah
Partisinin hangi noktada yer tutmaya gayret ettiğinin
fotoğrafıdır bu.
Ne oldu? Sizin belli iddialarınız vardı.
Öyle bir ekonomi tasavvur ediyordunuz ki -buna da "adil düzen
ekonomisi" diyordunuz- bu ekonomi, rantı tümüyle ortadan
kaldıracaktı, faizi ortadan kaldıracaktı ya da bastıracaktı,
vergi yoktu, zam yoktu; para basmak IMF tarafından
yasaklanmıştı, bu, Türk ekonomisinin
kuşatılmışlığının bir ifadesiydi;
gerekirse, para da basarak yatırım yapıp, üretim yapıp,
ekonomiyi büyütecektik; para basmak, doğal, meşru bir
yaklaşım olarak algılanmalıydı,
değerlendirilmeliydi(!)
Şimdi, bu iddiaları, bu tezleri ortaya atarak
geldiniz. Daha üç ay olmadı. 22 Nisan 1996 tarihinde, bu kürsüde,
ekonominin nasıl bir yapısal değişiklik içerisine
çekilebileceğinin tatlı öyküsünü anlattınız. Ciddî olalım.
O öyküyü anlatırken, Türkiye'de, 47 milyar dolarlık bütçe içerisinde
ya da bütçe dışında 32 milyarlık, rant kesiminden
alınabilir nitelikte bir kaynak bulunduğunu iddia ettiniz; kalem
kalem sayarak ifade ettiniz; hepsi tutanaklarda var. "32 milyar kaynak
var" dediniz. Ayrıca "32 milyarlık da bir ek harcamaya
ihtiyaç var" dediniz. İşçiye, memura, eğitime,
sağlığa, millî savunmaya verilmesi gereken kaynakları kalem
kalem saydınız. Şu rastlantıya bakın ki, 32 milyar bir
haksız kazanç, değerlendirilmesi gereken bir atıl kaynak duruyor
bu ekonomide; 32 milyar da şu anda bir zarurî ihtiyaç var.
"İkisi birbirini karşılar; işte kaynak" dediniz;
bunu söylerken ciddî miydiniz?
BAŞKAN – Sayın Baykal, bu 32 milyarın
cinsini söyler misiniz efendim.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Dolar efendim, dolar...
32 milyar dolar.
BAŞKAN – Çünkü, Mecliste konuşulan
paranın cinsi belirtilmezse, Türk Lirasıyla anlaşılır.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Tabiî... Yani, o gün,
Sayın Erbakan konuşmalarını dolar esası üzerinden
yaptığı için, ben de ona yine dolar esasından referans
yapıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
32 milyar dolarlık bir kaynağın
bulunduğunu ifade ettiniz. Şimdi, 32 milyar dolarlık
kaynağı değerlendirmenin zamanıdır. Bu önergeyi veren
arkadaşlarımız, onu savunurken şöyle diyorlar:
"Bakınız, başka partiler iktidardayken, biz, o partilere
öneri getirdik; yani, 32 milyar dolarlık atıl kaynağın
bulunduğuna ilişkin değerlendirme, o iktidara
yapılmış bir öneriydi, bir katkıydı, bir
yardımdı, bir destekti; şimdi, biz sizden o desteği
istiyoruz. İktidarda biz varız; nasıl, biz o zaman size bir
destek verdiysek, bir öneri geliştirdiysek, lütfen, şimdi, siz de
bize katkınızı yapınız; ona ihtiyacımız
var."
Değerli arkadaşlarım, siz, taklitçi
partilerden katkı istemeden önce, kendi önerilerinizi bir uygulayın.
(CHP ve ANAP sıralarından alkışlar) Herkesin önerisi var;
gerektiği zaman o önerileri uygular, o önerileri değerlendirir; ama,
şimdi, siz, kendi önerilerinize bir sahip çıkın. Ha, biz o
önerileri ciddîye alarak söylemedik, onlar muhalefet edebiyatıydı,
laf ola beri gele söyledik; ciddî olmadığını, uygulanabilir
olmadığını biliyorduk; o nedenle, onları uygulamaya
hiç kalkışmıyoruz; şimdi, siz bize uygulanabilir öneri
verin diyorsanız; ortada ciddî bir kriz vardır. Bu krizi itiraf
ediniz; önce bunu çözelim. Bu memlekette siyaset nasıl yapılacak;
muhalefette bir türlü konuşup iktidarda başka türlü konuşarak,
memlekete hizmet etme imkânı var mı? (CHP ve ANAP
sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, şimdi, bu
genel görüşmenin, ben, bu açıdan yararlı olduğunu
düşünüyorum; gerçekler ortaya çıkacaktır. Ekonomi
politikası, bir an önce aydınlanmalıdır. Ekonomi
politikasının temel dayanakları ortaya konulmalıdır.
Şimdi, arkadaşlarımızın
zihninde, bir yanlış kaynak anlayışı var. Birileri
zannediyor ki, ekonominin bir yerinde, millî muhasebeye girmemiş, Merkez
Bankası kayıtlarında olmayan bir atıl kaynak var,
unutulmuş bir para var. Sanki, define arar gibi kaynak
arayışına kalkıyoruz. Kullanabileceğimiz, ekstra,
hesap dışı, bir yerde boş bir para var; onu
arayacağız, onu bulacağız, onu devreye sokup Türkiye'yi
kalkındıracağız zannediyoruz ve birden bire, şimdi,
şu sırada, bu Hükümet "bana kaynak" diyor.
Değerli arkadaşlarım, önce şunu
bilelim: Kaynak, bir günün problemi değildir; bir devletin, bir
ekonominin, bütün yaşam süresince karşı karşıya bulunduğu
sürekli bir problemdir. Kaynak problemi bir anda çözülür diye bir şey
yoktur; kaynak problemi daima vardır, daima da var olacaktır. Bir
anda, bir atımlık barutla, bir tespitle, bir çalışmayla,
bir gayretle, bir fedakârlıkla kaynak sorununun çözülmesi diye bir
şey yoktur. Kaynak sorunu, bugün, yarın, gelecek yıl, daha
sonraki yıl hep devam edecek.
Türkiye Cumhuriyeti kurulurken kaynak sorunu yok muydu?
Ulusal bağımsızlık savaşını veren insanlar
kaynak sorunuyla karşı karşıya değiller miydi? O, yok
yoksul Türkiye'yi, imarsız Türkiye'yi imar edip kalkınma yolunda
büyük gayretleri verenler kaynak sorunuyla karşı karşıya
değiller miydi? Türkiye, tarihi boyunca, her gün, çok ağır, çok
güç kaynak sorunlarının altından kalka kalka geldi; askeri
yoktu, askerini buldu; silahı yoktu, silahını buldu; cephanesi
yoktu, cephanesini buldu; yolu yoktu, yolunu yaptı; parası yoktu,
parasını buldu; okulu yoktu, okulunu açtı; limanını,
demiryolunu, uçağını, her şeyini, Türkiye kendi
çabasıyla, yıllar içinde elde etti. Onların kaynak sorunu yok
muydu da, birden bire, şimdi -sizin önünüze bir kaynak sorunu- "ben
yöneteceğim, bana para bulun" diye ortalığa
çıkıyorsunuz!
Kaynak sorunu, yönetimin ayrılmaz
parçasıdır, yönetimin ta kendisidir. Kaynak sorusunda kafasında
berraklık oluşmamış olan bir iktidarın neyi
yöneteceğini düşünebilirsiniz ki? Hedefinizi de
koyacaksınız, imkânını da bulacaksınız ve
yürüyeceksiniz.
Bakın, Türkiye, 1980 başına gelinceye
kadar, yurtdışına, sadece 13,6 milyar dolar borç yaptı,
yani 1920-1980; 60 yıl boyunca, Türkiye'nin dışborç miktarı
13,5 milyar dolardı, yuvarlak hesap. 1980-1996; şimdi 75 milyar dolar
borcumuz var. 16 yılda 60 milyar doların üzerinde bir borç
yaptık, dış kaynak kullandık, 60 yılda 13,5 milyar
dolar dış kaynak kullandık. Onlar, o kaynakla neler
yaptılar; biz, 60 milyar doların üzerinde kaynakla ne yaptık;
Türkiye'nin gözleri önündedir.
Değerli arkadaşlarım, kaynak konusunu,
böyle bir anlık bir sorun gibi düşünmek kesinlikle mümkün
değildir. Türkiye ekonomisi, artık sadece bütçe ve resmî rakamlarla
anlaşılabilir, Türk ekonomisinin kaynağı, hükümetin kumanda
edeceği fonlarla yönlendirilebilir olmaktan da çıkmaktadır.
Türkiye'nin kaynak sorununu konuşurken bu temel gerçekleri de gözönünde bulundurmak
ihtiyacı vardır.
Bugün hepimiz çok iyi bilelim, Türkiye'de serbest
fonlar var; bu serbest fonlar Türk ekonomisini döndürüyor. İstanbul Menkul
Kıymetler Borsasında, günlük işlem hacmi -dolar ölçüsüyle devam
edelim hesabımıza- 125 milyon dolardır. Bono ve tahvil
işlem piyasası, Türkiye'de günlük olarak, 120 milyon dolardır.
Türkiye'de döviz piyasası, 250 milyon dolarlık bir günlük işlem
hacmiyle çalışıyor. Bu demektir ki, Türkiye'de yarım milyar
dolarlık serbest fon işleyişi var. 48 milyar dolarlık
bütçeyle meşgulsünüz, yarım milyar dolarlık bir serbest fon
hacmi içinde Türk ekonomisi kaynak oluşturuyor, kaynak yönlendiriyor,
işliyor ve işliyor...
Değerli arkadaşlarım, bu gerçekleri
kavramadan, bir kumanda ekonomisi yaklaşımı içinde, artık
aşılmış, geçilmiş ölçülerle "bana kaynak verin,
ben o kaynakla maaş ödeyeyim, yatırım yapayım"
yaklaşımıyla, ekonomi politikasını yönetmeye
kalkarsanız, daha ilk günden krizlerle, sıkıntılarla
karşı karşıya kalırsınız.
Bakınız, Sayın Maliye
Bakanının geçen gün yaptığı açıklama, gerçekten
bu yeni Hükümetin anlayışıyla ilgili olarak, ciddî bir
sıkıntının doğmasına derhal neden olmuştur;
bu kaynak tartışmasının altında da aynı
anlayış yatıyor.
Hemen ifade edeyim, Sayın Maliye
Bakanının bu açıklamadan sorumlu sayılması, kendisine
büyük bir haksızlık yapılmasıdır; çünkü, o
açıklama, aslında Sayın Maliye Bakanının değil,
Sayın Başbakanındır ve Sayın Maliye Bakanı da,
Sayın Başbakanın yaptığı açıklamayı, 10
madde halindeki hedefleri ifade etmiştir; yani, faizlerin
bastırılacağını -başta olmak üzere- o maddeleri, 10
maddeyi ifade etmiştir ve o ifadeyle birlikte, Türk ekonomisi allak bullak
olmaya başlamıştır; birden bire bir güvensizlik,
tedirginlik ekonomiye egemen olmuştur; o açıklamanın bedelini de
Türkiye çok ağır olarak ödemiştir. Şimdi kaynak
tartışması yapıyoruz, kaynak arayışı
içindeyiz; işte o söz, Türk ekonomisinin çok önemli bir
kaynağını tüketmiştir; çünkü, yüzde 128 düzeyindeki
bileşik faiz, birden bire yüzde 140'a çıkmıştır.
Şimdi Türkiye, rant ekonomisini tasfiye edeceğim diye işe
başlamış bir Hükümetin, daha ilk gününde, faizleri, -gereksiz
açıklamasıyla- 14 puan artırarak, Türk ekonomisinin
sırtına faiz yükünü daha da çok artırdığına
tanık olmaktadır ve Türkiye'nin trilyonlarca kaynağı,
şimdi rantiyelere gidecektir, gitmiştir; sizin elinizle gitmiştir.
Güvenoyu aldığınız gün faizler 3 puan çıktı,
şimdi 14 puan çıktı; Allah sonumuzu esirgesin. (CHP
sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, bu kaynak
konusunda, önce bir temel anlayışı birlikte
paylaşmamızda ihtiyaç var. Kaynak arıyorsanız, ilk yapacağınız
iş enflasyonu indirmektir. Bakın, son dönemlerde hükümetlerin ve bu
Hükümetin, Türkiye'nin önüne koyduğu hedeflerin arasında, enflasyonu
indirmenin hak ettiği yeri alamamasının anlamını hep
birlikte düşünmeliyiz. Artık, enflasyon konusunda hükümetler,
iddialarını kaybetmeye başlamışlardır,
enflasyonla birlikte yaşamayı kabul eden bir yaklaşım
içinde politika götürmeye başlamışlardır ve
yanlış yerlerde çözüm aramaktadırlar; olayın özü,
kaynağı budur.
Şimdi, Refah Partili arkadaşlarınız
diyorlar ki: "vergi yok, faiz yok, zam yok." Faizi, zammı
ortadan kaldırmak istiyorsanız, ondan önce yapmanız gereken
enflasyonu ortadan kaldırmaktır. Eğer, enflasyonu ortadan
kaldıramıyorsanız, enflasyon alıp başını
gidiyorsa, gidecekse, enflasyonun arttığı bir ortamda, sizin,
faizi ve zammı ortadan kaldırmaya kalkmanız, bu ekonominin
dengelerini allak bullak eder. Onun için, bırakınız siz faizi,
zammı -onlar gösterge, onlar emare, onlar sonuç- kaynağa giriniz,
işin aslına, özüne giriniz. (CHP sıralarından
alkışlar) İşin özü enflasyondur; Türk ekonomisinin temel
sorunu budur, kaynak arayışının da çıkış
noktası bu olmak gerekir. Siz, kaynağı falan bırakın;
dengeyi bulun, enflasyonu indirin, kaynak sorununun daha
sağlıklı bir çerçeve içine oturduğunu hep birlikte görürüz.
Enflasyonu artıracağız, bir yandan da
yetmeyen ve yetmeyecek olan, yetmemesi için, ateşin üzerine bir elimizle
benzin dökeceğiz ve sonra da kaynak arayışını
sürdüreceğiz. Bu yarışı kaybetmek zorundasınız;
enflasyonun hızlandığı bir ortamda kaynak
arayışını başarıya ulaştırmak mümkün
değildir.
Enflasyon, rant ekonomisinin kaynağı.
"Rant ekonomisini ortadan kaldıracağız" diyorsunuz.
Rant ekonomisini ortadan kaldırmanın yolu enflasyonu indirmektir.
Enflasyonu indirmeden rant ekonomisini ortadan kaldırmak mümkün mü?!
Enflasyon, rantı besleyen ana olay; ana dengesizlik, temel
çarpıklık orada.
"Gelir dağılımını
düzelteceğiz" diyorsunuz.
Gelir dağılımını idarî
kararlarla, tahsislerle düzeltmeniz mümkün değildir. Önce ekonomiyi
sağlıklı işler hale getireceksiniz, enflasyonu
indireceksiniz.
Enflasyonun yüzde 80 olduğu bir ekonomide, gelir
dağılımını düzeltmek mümkün mü? Enflasyonun yüzde 80
olduğu bir ekonomide, yolsuzluğu, rüşveti, haksız
kazancı ortadan kaldırmak mümkün mü? Niye açıkça
söylemiyorsunuz; enflasyonu indireceğiz deyin, o zaman ciddî olur, o zaman
tutarlı olur. Enflasyon konusuna, ciddî yaklaşmadan, bu sorunu
çözmenin kesinlikle mümkün olmadığını düşünüyorum ve
Hükümetinize, önünüze hedef olarak bunu alın diyorum. Ekonomide enflasyonu
indirin, siyasette de istikrarı sağlayın. Güvenilirliği,
öngörülebilirliği sağlayın. Siyasette, güvenilirliği,
öngörülebilirliği sağlayamazsanız, onun da çok ağır
bir ekonomik faturası olur; çok ağır bir ekonomik faturası
olur...
Bakınız, Sayın Maliye
Bakanının, Sayın Başbakana dayanarak yaptığı
açıklamanın, Türk ekonomisinde neye yol açtığını
hep beraber gördük. Aynı şekilde, çeşitli alanlarda, ciddî,
güvenilir, istikrarlı bir bekleyişe ihtiyaç var. Bakınız,
daha şimdiden, çeşitli yabancı yatırım projeleri,
elini ayağını çekmeye başladı. Daha birkaç gün önce,
150 milyon dolarlık Siemens ve Bosch yatırımı, bu Hükümetin
ekonomi politikası, yeterince güven verici görülmediği için
askıya alındı. Japonların, gemi yapımıyla ilgili
250 milyon dolarlık yatırımı, gene aynı nedenle
askıya alındı.
Turizm konusunda sıkıntı işaretleri
daha şimdiden ortaya çıkmaya başladı. Türkiye'nin sosyal
düzeni, siyasal düzeniyle ilgili güven veren, kararlı, tutarlı,
hiçbir macerayı aşmayacak bir ciddî politika ortaya konulmaz ise,
bunun, ekonomik kayıpları, kaynak kayıpları her gün ortaya
çıkmaya başlar.
Bugün, çıkınız, deyiniz ki, Türkiye
Cumhuriyeti, laik, demokratik bir Cumhuriyettir. Kimse kafasını
karıştırmasın, hiçbir şey değişmeyecektir.
Atatürk'e, tam bir saygı anlayışı içerisinde, Türkiye'nin,
sosyal yapısı, siyaseti, bundan sonra gidecektir. İşte, o,
kaynak kayıplarının bir kısmının ortadan kalkmaya
başladığını görürsünüz. (CHP sıralarından
alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, bu kaynak konusu
gömü bulma, define arama, bir yerden bir para çıkarma konusu
değildir; hepsi karmaşık bir olaylar sistemidir.
Bakınız, bir Kuveyt olayı çıkar;
Türkiye, yılda -daha doğrusu, belli bir periyot içerisinde- 20 milyar
dolarlık kaynak kaybına maruz kalır. 20 milyar dolarlık bir
kaynak kaybı, sizin denetiminiz dışındaki bir olay
nedeniyle, bir emrivaki olarak karşınıza gelir.
Sovyetler Birliği çözülür, dağılır;
bir bakarsınız, Türkiye'nin önünde 10 milyar dolarlık bir bavul
ticareti kapısı açılmıştır.
Hükümetlerin görevi, kendi kontrolü
dışında da ortaya çıkmış olsa, iç ve
dış şartlardan kaynaklanan kaynak fırsatlarını
doğru değerlendirmektir, onları değerlendirmek için doğru
kararlar almaktır, onları yönlendirmektir, ortaya çıkabilecek
olan sakıncaları bertaraf etmektir, elimine etmektir; yönetim budur,
hükümet budur.
Her an yeni yeni fırsatlar çıkıyor.
Bosna'nın yeniden kurulması söz konusu; 10 milyar dolarlık bir
proje var orada. Hükümet, gereken inisiyatifi alır, gerekli düzenlemeyi
yapar, gerekli girişimi yaparsa, Bosna'da, 10 milyar dolarlık yeniden
inşa paketinin içerisinden Türkiye'ye birkaç milyar dolarlık bir
kaynak çıkar.
Kafkasya, Orta Asya, çok büyük bir ekonomik
potansiyelle Türkiye'nin önünde açılıyor. Bunun çok ciddî
şekilde değerlendirilmesinin hazırlığı içine
girmek lazımdır.
Değerli arkadaşlarım, kaynak, para
değildir. Kaynak, paranın nasıl kullanılacağıyla
ilgili projedir. Projeye bağlanmamış boş paranın bir
anlamı yoktur. Aslında, en güzel kaynak da yatırımdır;
çünkü, yatırım yaptığınız zaman kaynağı
artırırsınız. Yatırımı artırmadan,
harcama yapmadan, kendiliğinden, havadan kaynak yağmasını
beklemek kadar anlamsız bir şey olamaz. Kaynağı, siz
üreteceksiniz, siz oluşturacaksınız; projeyle
oluşturacaksınız, yatırımla
oluşturacaksınız.
Türkiye Cumhuriyetinin elinde çok büyük bir proje
paketi var. Bu proje paketinin, doğru önceliklerle değerlendirilmesi
ve uygun biçimde yatırıma dönüştürülmesi halinde, Türkiye'nin
kaynaklarının artırılmasını sağlamak
mümkündür; yapılması gereken de odur.
Şimdi, Kafkasya'daki, Orta Asya'daki bu büyük
potansiyeli değerlendirmeye yönelik hiçbir yatırım
yapmayacaksınız, karayolu projesi geliştirmeyeceksiniz,
demiryolu projesi geliştirmeyeceksiniz, o ülkelerle Türkiye arasındaki
etkileşimi kolaylaştıracak fonlar, kuruluşlar
şekillendirmeyeceksiniz, ortak projeler ortaya koymayacaksınız,
gözünüzün önünden o fırsatlar gelecek ve geçecek ve biz de
seyredeceğiz!
Yapılması gereken iş "bana
kaynak" demekten çok, ortada var olan bu kaynağın
kullanılması için ciddî proje ortaya atıp, onun gereğini
yerine getirmektir. Bu açıdan baktığı zaman, Türkiye, pek
çok noktada, küçük küçük harcamalarla, çok büyük olanakları kullanma
durumundadır; bunu da, bir an önce başlatmalıdır. O
nedenle, kaynak söyleminden çok, yatırım anlayışı
içerisine girmek gerektiğini düşünüyorum.
Bütün bu tartışmaların ortaya
koyduğu bir tablo var: Refah Partisinin, kaynak konusuyla ilgili
yaklaşımında, şu kısa süre içerisinde, üç
aşamalı bir değişimi görüyorum. Birinci nokta -bu, üç ay
önceki nokta; bu kürsüden de ifade edilmiştir- şuydu: "Kaynak
diye bir sorunu yoktur Türkiye'nin; 64 tane pınarı var Türkiye'nin.
Sayın Başbakan, devlet bakanlarının her birisini -sabahlara
kadar uyutmadan- 'bana kaynak getirin' diye görevlendirmiştir; her birisi,
devlet bakanı başına 5 tane proje getirse, 64 tane kaynak
rayına oturmuştur, 64 tane pınar vardır. Türkiye'nin, 32
milyar dolarlık, her an kullanabileceği, değerlendirilebilir,
rantiye kesimine haksız yere, yanlış yere devredilmiş bir
potansiyeli vardır; onu çekeceğiz ve kaynak sorununu
çözeceğiz." Bu, üç ay önceki tablodur. Üç ay önce, umutla, iddiayla,
inançla, cesaretle, bilgiyle, ayrıntılı olarak, her kalemde ne
var ne yok açıklanarak -bütün bunlar- hikâyesi bize anlatıldı;
birinci aşama bu.
İkinci aşama: Türkiye Büyük Millet Meclisine
"bize kaynak göster" aşamasıdır; Hükümet
şekillenmeye başladıktan sonra, memura bir zam yaparak -o da çok
mütevazı bir zam- yüzde 50'lik bir zam...
ALİ OĞUZ (İstanbul) – Siz ne verdiniz?!
ABDULKADİR ÖNCEL (Şanlıurfa) – 400 bin lira
vermişlerdi.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Bakınız, yüzde
50'lik zamma ben "mütevazı zam" dedim, biraz tebessüm ettiniz.
ABDULKADİR ÖNCEL (Şanlıurfa) – Biz de
mukayese ediyoruz.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – 1995 yılında 52
gün işbaşında kalan Hükümet, yüzde 54,7'lik zam
yapmıştır. Ne zaman yapmıştır...
SALİH
KAPUSUZ (Kayseri) – Seçimi kaybettikten sonra.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Daha önce yüzde 30
civarında, yılın ilk yarısıyla ilgili olarak
yapılan zamma ek olarak. 1995 yılında, yılın ilk
yarısında yüzde 30 civarında bir zam
yapılmıştır, ikinci yarısında da, Cumhuriyet Halk
Partisinin ortak olduğu 54 günlük Hükümette de, yüzde 54,7 zam
yapılmıştır. Üstelik bu zam, seyyanen, herkese aynen aktarılmamıştır,
az aylık alanlara yüzde 75 düzeyinde bir artış getirilmiştir,
çok aylığı olanların da yüzde 25-30 civarında bir
artış alması sağlanmıştır; ortalama ise
yüzde 54,7 olmuştur. Memura da verilmiştir, emekliye de
verilmiştir, SSK emeklisine de verilmiştir, Bağ-Kur emeklisine
de verilmiştir ve ancak o zamla 1995 yılının enflasyonu
altında memurun ezilmemesi sağlanabilmiştir.
Şimdi, 1996 yılındayız,
yılın temmuz ayındayız, yılın ilk
yarısıyla ilgili bir kuruş zam verilmedi. Yılın ikinci
yarısı için başka bir zam verileceğine dair hiçbir
işaret yok; verdiğiniz vereceğiniz zam yüzde 50, seyyanen yüzde
50, bütün bir yıl için yüzde 50. Enflasyon kaç: Yüzde 80. Şimdi, siz
memuru, emekliyi, Bağ-Kur'luyu, Sigortalıyı enflasyonun
altında ezdirmemiş mi oluyorsunuz?! (CHP sıralarından
alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, diyorlar ki;
efendim, sizin yaptığınız o zammı da buraya
bağlayalım, yüzde 54'lük zammı da buraya bağlayalım.
Ee, 1995'in hesabını tasfiye etmek için yapıldı... 1996
yılının hesabını yaparken, sen 1995'in
zammını alıyorsan, enflasyonunu da al o zaman; 1995'in enflasyonunu
da 1996'ya taşı, hesaba öyle bakalım, ezmiş misin
ezmemiş misin... Değerli arkadaşlarım, Nasrettin
Hocanın dediği gibi, eğer bu kediyse, ciğer nerede;
eğer bu ciğerse, kedi nerede? (CHP sıralarından
alkışlar)
Memura zam yapıldı, yüzde 50'lik bir zam yapıldı;
hepsi de bu, tümü de bu. Birinci aşama ortada; birinci aşama
pınar aşaması.
İkinci aşama, memura zam yapıp 125
trilyon liralık bir açık ortaya çıkınca, bu 125 trilyon
liralık açığı nereden karşılarım
sıkıntısından kaynaklanarak, Türkiye Büyük Millet Meclisine
"bize kaynak bul"
aşaması. Şimdi, bu aşamayı da geçtiğimiz
anlaşılıyor, üçüncü aşamaya giriyoruz.
Bu üçüncü aşama, yurt gezilerinde Sayın
Başbakanın ifade ettiği gibi "Allah bize, biz sana"
aşaması. Şimdi, o üçüncü aşamada bulunuyoruz. (CHP sıralarından
alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, altını
bir kez daha çizmekte yarar var. Allah, vatandaşa vereceğini
Erbakan'ın aracılığıyla vermez. Erbakan, Allah'ın
komisyoncusu değil, aracısı değil. (CHP
sıralarından alkışlar) Güzel dinimizde bir aracı kullanmayan,
aracıya yer vermeyen, İslam dininde aracı unsurunu reddeden bir
anlayışın, bir zihniyetin, dünyevî işlerde kendisine
aracı kullanacağını düşünmek kesinlikle mümkün
değildir. (CHP sıralarından alkışlar) Eğer
Sayın Erbakan, yavaş yavaş kaynak bulmaktan umudunu kesip de,
bunun sorumluluğunu ona buna yıkmaya çalışıyorsa, hadi
Meclise, bize yıkmaya kalksın anlarız; ama, oradan yukarıya
çıkmasın. (CHP ve ANAP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, bakın,
gerçekçi olmak, genel siyaset, dış politika, ülkenin istikrarlı
ve öngörülebilir bir yönetimin elinde olması, kaynak sorununu
doğrudan etkiler, yakından etkiler. Bu noktada, bir eğitimin,
daha şimdiden ortaya çıkmaya başladığını
görüyorum. Sayın Başbakan, ilk yurtdışı
temasında, Türkiye'de yaptığı ilk yurtdışı
temasında, öyle zannediyorum ki, bu konuda, çok önemli dersler alma
imkânını bulmuştur.
Daha önce, "kaynak" denildiği zaman,
bize "İslam ülkeleriyle işbirliği, İslam NATO'su,
İslam Birleşmiş Milletleri, dışticaretimizi İslam
ülkeleriyle artırarak bu kaynakları buluruz" deniliyordu.
Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek Türkiye'ye gelince,
Sayın Başbakan onunla da görüştü, bu görüşmenin iç yüzü tam
ayrıntılarıyla ortaya çıkmadı. Sayın
Başbakan burada biraz ayrıntılı bilgi verirse çok memnun
oluruz.
Öyle anlaşılıyor ki, bu temas
vesilesiyle, bazı önemli gerçekler ortaya çıkmıştır;
yani, bizim Müslüman ülkeleriyle ilişkilerimizin, öyle zannedildiği
gibi, masa başında düşünüldüğü gibi olmayacağı,
yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu
temastan, sanıyorum, Sayın Erbakan, İsrail ile Türkiye
arasındaki savunma anlaşmasının, Mısır
tarafından da anlayışla
karşılandığını görerek, bir miktar hayrete
düşmüş olmalıdır; çünkü, bu konudaki tavrını,
muhalefet dönemince kararlılıkla sürdürdü. Daha sonra, iktidara gelir
gelmez, başka bazı konularda olduğu gibi, bu konuda da bir (U)
dönüşü aynen ortaya çıktı; ama, bu (U) dönüşünün, sadece
kendi özel konumundan kaynaklanmadığını, Ortadoğu
gerçekleriyle ilgili olduğunu da, kardeş, Müslüman bir ülke olarak
Mısır'ın Devlet Başkanını dinleyince, Sayın
Erbakan anlamış olmalıdır.
Yine, bu görüşmede Sayın
Başbakanın, diğer ülkelerin karşı karşıya
bulunduğu sorunları çözmeye dönük önerilerinin, Mısır
Devlet Başkanının, oradaki çeşitli örgütlerle ilişkileri
konusunda yapmak istediği telkinlerin, nasıl
değerlendirildiğini görerek, daha gerçekçi bir tablo görme
fırsatını, anlama fırsatını elde etmiştir.
Değerli arkadaşlarım, bütün bunlar bir
bütündür. Siz, içeride ve dışarıda, bekleyişleri
sarsarsanız, ne yapacağınız konusunda, net, tutarlı ve
gerçekçi ifadeler ortaya koymazsanız, karışık bir
yaklaşım içerisinde, bir muhalefet söylemi içerisinde, bu zihin
karışıklığını Hükümete
yansıtacağınız izlenimini verirseniz, bu, Türkiye'nin
ekonomik sorunlarının, malî sorunlarının, kaynak
sorunlarının çok ciddî bir biçimde olumsuz etkilenmesine neden olur
ve şimdi, Türkiye, bunu yaşıyor. Şu anda Türkiye, Refah
Partili bir iktidarın, muhalefet söyleminden, iktidar söylemine geçiş
aşamasının sarsıntılarını ve
faturasını ödemeye başlamıştır; Türkiye, bu
faturayı ödüyor. Siz, sorunları daha da
ağırlaştırıyorsunuz, daha da
sıkıntılı tablolar ortaya koyuyorsunuz, bunu da çok
doğal karşılamak gerektiğini düşünüyorum.
Değerli arkadaşlarım, Hükümetin, genel
tavrı, genel tutumu büyük önem taşıyor. Türkiye'nin, bir an önce
siyasî berraklığa ihtiyacı var, netliğe ihtiyacı var,
güvenilirliğe ihtiyacı var; ekonomide net bir politikanın ortaya
konulmasına ihtiyaç var, siyasette net bir tutumun ortaya konulmasına
ihtiyaç var...
Bakınız, Refah Partili önde gelen bazı
yöneticiler "demokrasi, bir amaç değildir, bir araçtır"
diyerek, demokrasiyi, her an askıya alabilecekleri izlenimini vermeye
başlarlarsa, demokrasiden vazgeçmenin mümkün olabileceği; ama,
başka referans çerçevelerinin esas olduğu, o referans çerçeveleri
sürdürülerek, demokrasi dışı rejim
arayışlarının da mümkün olabileceği en etkili
isimlerin ağzından telaffuz edilirse, o ülkede, zihnî
kargaşanın ortaya çıkmasını önleyemezsiniz. (CHP
sıralarından alkışlar) Bu, yansır; içeriye
yansır, dışarıya yansır. Bir yandan böyle temel
noktalarda tereddüt yaratacaksınız; bir taraftan Türkiye'de
demokratik rejimin temel kurumlarıyla ilgili bir topyekûn savaş
izlenimi verecek arayışların içerisine gireceksiniz; televizyonlara
sansür koyacaksınız, basını etkisiz kılmaya yönelik,
kendi tatmininizi, huzurunuzu sağlamaya yönelik arayışların
içerisinde gözükeceksiniz; sokaklarda, gazetecileri, Gazeteciler Cemiyetinin
kapısının içerisine kadar kovalayıp, hepimizi, televizyonda
gördüğümüz tablo karşısında derin üzüntülere sokacak
uygunsuz yaklaşımları mazur görecek bir politikayı
götüreceksiniz; Türkiye, ciddî sıkıntıların içerisine
sürüklenmeyecek; bu, olacak iş değildir. Bunun yaparken, bir yandan
da, yaptığınız açıklamalarla, hassas dengeleri,
piyasayı karmakarışık yapacaksınız ve ondan sonra
da, Türkiye Büyük Millet Meclisine gelip "medet Türkiye Büyük Millet
Meclisi, bize çare, kaynak bulun" diyeceksiniz; bu yaklaşımla
bir yere varmanız, kesinlikle mümkün değildir.
Şimdi, tabiî, benim
şaşırdığım şu: Bu Koalisyon, böylesine temel
noktalardaki ana ihtilafların şekillenmeye
başladığı bir aşamada nasıl işliyor,
nasıl işleyecek, nasıl bir geleceğe doğru gidiyoruz?
Daha dün bir, bugün iki; daha yeni bir güvenoyu tablosu var. Hükümeti
oluşturan Doğru Yol Partisi ile Refah Partisi, bu noktalarda
anlayış birliği içerisinde mi? Bu konudaki
farklılığı, arada sırada, Doğru Yol Partili
bakanların "piyasa ekonomisi esas olacaktır"
açıklamalarıyla kapatmak mümkün değildir. Yıkmak
kolaydır, dağıtmak kolaydır, tereddüt tohumlarını
ekmek kolaydır; ama, onları bertaraf etmek çok güçtür ve şimdi,
böyle bir tabloyla karşı karşıyayız. Ne yazık ki,
Doğru Yol Partisinin içerisinde bulunduğu olağanüstü güç
koşullar, köşeye
sıkışmışlığı, olağanüstü
sıkıntısı, bu Koalisyonda gereken etkiyi gösterme
ağırlığını sergileme şansını da
onların elinden almıştır. Boynu bükük bir Koalisyon
ortaklığı, Refah Partisinin berrak olmayan,
dağınık, bulanık anlayışlarıyla ekonomiyi
karmakarışık etmesine, siyasî tereddütler yaratmasına çok
elverişli bir ortam yaratmıştır. Bundan da büyük üzüntü
duyuyorum. Bu durumu, Koalisyon Ortaklarının, kendi aralarında,
ciddiyetle değerlendirmelerinin zorunlu olduğuna inanıyorum.
Değerli arkadaşlarım, bu sorun, bu
tartışma, galiba...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Baykal,
konuşmanızı tamamlayın efendim.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Bitiriyorum
Sayın Başkan.
... bir genel ihtiyaçtan kaynaklandı; çok
açık; yani, bir manevra yapma, bir u dönüşü gerçekleştirmenin
zemin arayışı "Parlamento, yardımcı ol; tut
elimden, beni de taklit düzenine doğru çek" müracaatı,
başvurusu aslında; öyle görmek lazım, öyle değerlendirmek
lazım. (CHP sıralarından alkışlar)
Arkadaşlarınız, kendi iddialarına
yönelik inançlarını kaybetmişler; o inançları takip etme
kararlılığından uzaklaşmışlar; nasıl
öneri vereceği belli olan bir Parlamento çoğunluğuna "bizi
yönlendir" diye başvuruyorlar; sistemi bırakmışlar,
proje arıyorlar; değişimi bırakmışlar, buradan
kaynak arıyorlar, olanak arıyorlar. Bu, aslında budur ve buna da
yardımcı olmak lazımdır; bu da Parlamentonun bir görevidir;
ama, çıktığı nokta, bu memur maaşları
noktasıdır; yani, 125 trilyonluk bir ihtiyaç ortaya çıktı,
bunu karşılamak lazımdı; bütçede olmayan bir durum, bütçede
gözükmeyen bir manzara ve bu, Anayasaya da aykırı ekonomi ve maliyeye
de aykırı. 125 trilyonluk harcamanın kaynağını
bulma ihtiyacı var; acil ve somut ihtiyaç budur.
Şimdi, bu konuda,
herkes düşüncesini söylemelidir. Biz, bu Parlamentoda, 49
milletvekili olan bir grubuz. Biz de, bu 125 trilyonun bir kısmının
karşılanmasına yönelik bir öneriyi yapmamız
gerektiğine inanıyoruz. Biz, önerimizi ortaya atalım, sizler de
o önerileri, ayrı önerilerle destekleyin ve 125 trilyonluk açık
ortadan kalksın.
Değerli arkadaşlarım, Mercümek
davasının ilk aşamasında, 27 trilyonluk bir mahkûmiyet
çıkmıştır. (CHP sıralarından "Bravo"
sesleri, alkışlar) Bu dava bir an önce sonuçlanmalıdır;
adalet, hızla, kesin karar aşamasına getirilmelidir. Eğer,
27 trilyonluk mahkûmiyet kesinlik kazanırsa, 125 trilyonluk memur
maaşı kaynak arayışının 27 trilyonluk
kısmını buradan karşılamak mümkün olacaktır. (CHP
sıralarından alkışlar) Bu da, Cumhuriyet Halk Partisi
Grubunun sizlere bir önerisi, alıp kullanırsınız diye
düşünüyorum.
ŞEVKİ YILMAZ (Rize) – İSKİ...
NEVFEL ŞAHİN (Çanakkale) – Gerisini söyle, 98
trilyonu ne yapacaksın?
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Türkiye Büyük Millet
Meclisini, bu önerge görüşmesi vesilesiyle, içten sevgilerle,
saygılarla selamlıyorum. (CHP sıralarından ayakta
alkışlar)
BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
konuşan, Genel Başkan, Antalya Milletvekili Sayın Deniz Baykal'a
teşekkür ediyorum.
Sayın milletvekilleri, gruplar adına üçüncü
sıradaki konuşmacı, Anavatan Partisi Grubu adına Samsun
Milletvekili Biltekin Özdemir.
Buyurun Sayın Özdemir. (ANAP sıralarından
alkışlar)
Konuşma süreniz 45 dakikadır.
ANAP GRUBU ADINA BİLTEKİN ÖZDEMİR
(Samsun) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, saygıdeğer
milletvekili arkadaşlarım; 54 üncü Refah-Doğru Yol Partileri
Koalisyon Hükümetince, Anayasanın 98 inci ve Meclis İçtüzüğünün
101 ilâ 103 üncü maddeleri dayanak gösterilerek teklif edilen ve Genel
Kurulumuzda müzakeresi kabul edilen, "Türkiye'nin
özkaynaklarının geliştirilmesi" konulu genel görüşme
talebi üzerinde, Anavatan Partisi Grubunun görüşlerini sunmak üzere huzurlarınızda
bulunuyorum. Sözlerimin başında, Yüce Heyetinizi ve
televizyonlarının başında bizleri izleyen tüm
vatandaşlarımızı, Anavatan Partisi ve şahsım
adına saygılarımla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, bugün, Türkiye
siyasetinde yeni ve ibret verici bir çalışmanın içinde ve
başlangıcında bulunuyoruz. Bir koalisyonun, bir hükümetin, bir
partinin siyasî çıkarı söz konusu olduğunda nasıl
tutarsız ve takıyyeci davranabileceğinin şu anda açık
bir örneğiyle karşı karşıyayız. (ANAP
sıralarından alkışlar) Çünkü, Hükümet, bu önergeyle,
Anayasamızda ve İçtüzükte öngörülen Meclis denetim
yollarını, hukuka aykırı biçimde ve hiçbir ihtiyaca cevap
vermeyecek şekilde harekete geçirmiş bulunmaktadır.
Hepiniz biliyorsunuz, Anayasada, Meclisin, hükümeti
denetleme yolları ve bilgi alma yolları vardır. Bunlardan bir
tanesi de genel görüşmedir. Genel görüşme ne demektir;
İçtüzüğümüzde ve Anayasamızda açıklıkla
tanımlandığı üzere, belli bir konunun, Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kurulunda görüşülerek, yine, hükümet faaliyetleri ve
düşünceleri üzerinde bilgi sahibi olmayı hedefleyen bir denetim ve
bilgi alma yoludur.
Hemen işaret etmek istiyorum, herkes Anayasaya
harfiyen riayet etmek zorundadır. Buna riayet edeceklerin en
başında da hükümetler gelir. Hükümetler, Anayasa
kurallarını siyasî amaçlarla istismar etmemek ve kötüye kullanmamak
durumundadırlar. Anayasa hükümleri herkesi bağlar, ama en çok da
hükümetleri bağlar.
1982 Anayasamız, devletin ve toplumun günlük
hayatının en ağır yükünün hükümete ait olduğunu
düşünmüş ve hükümeti, devlet yapısı içinde, önceki
anayasalarımıza göre güçledirmiştir. Bu sebeple, Hükümetin hem
yetki ve görevleri hem de bunun doğal sonucu olarak sorumlulukları
artmıştır. Herkes yetkisini ve kendisine verilen görevi yapmak,
bunun gerektirdiği sorumluluğu da çekinmeden üstlenmek
zorundadır. Sorumluluk üstlenmek, bilgi ve beceri ister,
hazırlık ister, kendine güven gerektirir. Sorumluluk üstlenmeden
yetki kullanmaya kalkanların, devlette, siyasette ve bilhassa hükümette
yeri olmamak gerekir.
Bu açıdan baktığımızda,
Anayasamız, Meclise ait kimi yetkilerin yürütmeyle bölüşülmesine bile
imkân vermiş, kanun hükmünde kararnamelerle bu konuda daha da ileriye
gitmiştir; vergi ve benzeri malî yükümlülük alanlarıyla, ekonomik
konularda ise belirlenen sınırlar içinde, Hükümete, çok daha
geniş bir hareket alanı sağlamıştır. Bunu yapmasının nedeni nedir? Bunu
yapmasının nedeni, iktidarların hükümet etmeye, daha
doğrusu, edememeye mazeret aramalarını engellemektir.
Burada şunu özetlemek istiyorum. Anayasamız,
Hükümete geniş yetkiler vermiştir, görevler vermiştir; bunun
getireceği sorumluluğu üstlenmek Hükümete aittir. Meclisin
yetkilerinin, özel durumlar dışında, herhangi bir yolla, görünüşte
de olsa, hükümetle bölüşülmesi söz konusu olamaz. Hükümetin de, hele
hiçbir çare önermeden, hiçbir hazırlık yapmadan, hiçbir karar almadan
ve icraat yapmadan sorumluluklarını Meclisle paylaşmaya
kalkışması hiç mümkün değildir, doğru da
değildir.
Bugün gündemimizde olan bu önerge ve Hükümetin genel
görüşme istemi, bu nedenlerle hukuk kurallarıyla
bağdaşmamakta ve konusu itibariyle, şekli itibariyle,
zamanı ve hedefi itibariyle hukukî zeminden kesinlikle mahrum bulunmaktadır.
Hele bu konuda bu partilerin, bu partili milletvekillerinin, yani Hükümeti
oluşturan partili milletvekillerinin, daha önce Meclis
araştırması istediğini ve bunun, Meclis gündeminin birinci
sırasında olduğunu dikkate alırsak, Hükümetin,
davranışında, ciddî ve samimî olmadığını
açıklıkla görmüş oluruz.
Diğer taraftan, geçen oturumda, bütün muhalefet
partileri bu noktalara değinerek, önergenin reddini istedikleri halde,
Koalisyon Partileri, muhalefetin uyarılarını dinlememiş,
muhalefete saygı göstermemişlerdir ve meseleyi bir dayatma
şeklinde buraya getirmişlerdir. Şimdi, aynı
davranış biçimini, 26 defa "Hayır" dedikleri Çekiç Güç
meselesi için de düşündükleri anlaşılan bu kararsızlar
topluluğuyla işimizin bir hayli zor olacağı
anlaşılmaktadır.
Bunların stratejileri nedir sayın milletvekilleri;
strateji açıktır; anayasal sistemi delmek vardır bu stratejinin
içinde. Arz ettim; kesinlikle şu yaklaşım, Anayasa
kurallarına, İçtüzük kurallarına uymamaktadır; aynı
şekilde, Parlamentoyu, aslî görevlerinden, bugünkü Anayasanın
öngördüğü görevlerinden başka alanlara itmek vardır. Niçin;
çünkü, Meclisi başka konularla meşgul ederseniz, üzerinizdeki denetim
gücü de azalmış olur. Bunun arkasında da bu amaç
yatmaktadır. Halkın gündemini değiştirip, hayalci
olduklarını, bir çareleri bulunmadığını gizlemek
de bu stratejinin bir başka boyutudur.
Değerli milletvekilleri, Refah-Doğru Yol
Koalisyon İktidarı, daha doğrusu Refah Hükümeti, Meclisin, bir
danışma meclisi değil, nihaî karar veren ve kararları
üzerinde başka hiçbir siyasî makam ve merci bulunmayan Millet Meclisi
olduğunu hiç hatırdan çıkarmamalıdır.
Gelelim bir başka yönüne, meselenin. Bugün,
ülkemizde, kaynakların tespiti ve geliştirilmesi; başka bir
ifadeyle, kaynak kıtlığı, yetersizliği ve
kıskacı meselesi, genel görüşme konusu olarak buraya niçin
getirilmiştir; ne olmuştur birden bire?!. Buraya nasıl
gelindiğine çok kısa da olsa değinmek elbette
yararlıdır. Evvela, şunu söyleyeyim: Özellikle 1993
yılı ortalarından itibaren şu günlere kadar uzanan üç
yılı aşkın dönemde, hükümet yönetimlerine ve devlet
idaresine halkın güveni kesinlikle zedelenmiştir. Dönemin, bugün de
Hükümet kanadı konumundaki ortakları hakkında çok ciddî
yolsuzluk ve güvensizlik iddiaları ortaya atılmış, binbir
kulp bulunarak ve siyasî oylamalarla bunlar yargıdan
kaçırılmıştır.
AHMET İYİMAYA (Amasya) – Yargıya giden
sizsiniz.
BİLTEKİN ÖZDEMİR (Devamla) –
Tabiatıyla, şimdilik kaçırılmıştır; bir gün
kaçırılamayacaktır.
AHMET İYİMAYA (Amasya) – Süreç sürüyor.
BİLTEKİN ÖZDEMİR (Devamla) – Bugünkü
Hükümetin temelinde, bu yolsuzlukların
araştırılmasını önleme amacı yatmaktadır.
Bunda kimsenin şüphesi yoktur, Meclisin de yoktur,
halkımızın da yoktur.
ÖMER EKİNCİ (Ankara) – Kaynağa dön,
kaynağa...
BİLTEKİN ÖZDEMİR (Devamla) – Anavatan
Partisi gibi, siyasî hesabını Türk adaleti önünde vermeden, bankalar
üzerinden işlenmiş, herbiri ayrı bir Hazine soygunu
içeriğindeki tüyler ürpertici vurgun ve spekülasyonların, vergi
hukuku, kambiyo hukuku ve Mal Bildirimi Kanunu önünde izahı mümkün olmayan
servet artış ve edinimlerinin, bazı partilerin
yaptıkları kaynağı belirsiz büyük harcamaların, devlet
idaresindeki diğer gayriciddî ve kokuşmuş, kişisel ve
ailevî davranışların, bugünkü tablonun ortaya
çıkışına yol açan nedenlerin başında
olduğunu kim inkâr edebilir?!.
Değerli milletvekilleri, geçen dönemde izlenen
ekonomi ve maliye politikaları ise daha da içler acısı
olmuştur. O zamanın Koalisyon İktidarları, ölçüsüz ve
kaynaksız vaat ve taahhütlerle işe başlayarak, tıpkı
şimdi olduğu gibi, ekonomideki temel dengeleri altüst eden, kısa
vadeli ve popülist yaklaşımla, uygulamalarla işe
koyulmuşlardır. Türkiye şartlarına ve ülkemiz
ihtiyaçlarına cevap verebilir politikalar uygulayabilme ehliyet ve
mahareti, bu dönemde hiç söz konusu olmamıştır; işe, sosyal
güvenlik sistemini tahrip etmekle başlanmıştır. Oy
uğruna yapılan bu düzenlemenin, bütçeye, sadece bu yılki yükü
300 trilyonu geçmektedir. Zaten, bu büyük yanlışın giderilmesi,
o zamanın koalisyon Ortakları arasında ibret verici mücadelelere
sahne olmuş, bakanları istifa ettirmiş, bir sonuca da
ulaşılamamıştır. Aynı şekilde, bu dönemde
gerçekleşen yapay örgütlenme ve gereksiz kadro ihdaslarının
bütçeye bu seneki ek yükü de, yine, 50 trilyonu aşmıştır.
Kamu harcamaları içinde,
yatırımları ve temel hizmet
karşılıklarını kısıp, ondan sonra da,
kalkıp, harcamaların disipline edildiğini iddia etmek ise tam
bir aldatmaca olmuştur. Fonlar konusunda yapılan yanlışlar
da, hepinizin malumudur.
Bütçe, maliye ve sosyal güvenlik alanlarındaki bu
büyük yanlışlar ekonominin her alanında gösterilmiş, vergi
politikaları ise, üstün başarısızlık gösterilen
hususların başında yer almıştır. Hele, 1994
yılında yapılan düzenlemeler, vergilendirilmemiş,
kayıtdışı kalmış ekonominin vergilendirilmesi
üzerinde hiç mesai ve çaba gösterilmeden, âdil olmayan ölçülere
oturtulmuş, bir defalık alınmak üzere düşünülmüş, hem
ekonomiye ve gelecek yönetimlere zarar veren hem de "ben maliyeciyim"
diyenleri âdeta güldüren özellikler taşımıştır.
KİT'lerin yönetim biçimleri ve özelleştirme
uygulamaları ise, bir başka başarısızlıklar ve
yolsuzluklar sahası olarak, ne yazık ki, karşımıza
çıkmıştır.
Maliye politikalarına bu yıllarda gösterilen
ilgisizlik ve bilgisizce uygulamalar, hazine-para-banka operasyonlarıyla
giderilmeye ve telafiye çalışılmış; ancak, Hazinenin,
kâğıt üzerindeki siyasî ve idarî asıl yetkilileri, yetkisiz ve
ilgisiz başka merkezlerden ve akrabai taallukattan aldıkları
emirlerin esiri olmaya mahkûm bırakıldıklarından, ülke
sorunları adamakıllı ağırlaşmıştır.
Bu geçen dönemin bariz özellikleri şunlar
olmuştur: Disiplinli bir ekonomi politikası yoktur. Ekonomiyi
omuzlayacak bir maliye politikası uygulanmamış, aksine, maliye
alanında büyük hatalar yapılmıştır. Bunların
sonucunda, devletin gelir-gider dengesi tamamen bozulmuştur; borcu borçla
ödeme kıskacına girilmiştir. Kamu yatırımları
durmuş, işsizlik artmıştır. Para politikaları
iflas etmiş, spekülatif ve rantiye gelirler, yatırım istek ve
heyecanını yok etmiştir. Ücretler ve yatırımlar reel
olarak geriletildiği halde, kamu açıkları
azalmamıştır. Kamu yönetimindeki ciddiyetsizlik, ekonomi
yönetimindeki ehliyetsizlik, bankaların batmasına, bir
kısım bankaların boşaltılarak soyulmasına,
para-banka-döviz oyunlarıyla, yolsuzlukların ve tüyler ürpertici
suiistimallerin artmasına yol açmış, devletin
saygınlığı yıpratılmış, kamunun ekonomik
gücü zayıflatılıp, kaynak açığı
ağırlaştırılmış, belki de en önemlisi,
halkın, bize, siyasilere itimadı
kırılmıştır.
Peki, o zamanlar muhalefetteki Refah Partisi bu
işlere ne diyordu: Sayın Başbakanın şu hayalî
beyanlarını, eski yıllardan, geçmişten hatırlayınız:
Kendileri diyorlardı ki: "Refah Partisi tek başına iktidar
olunca, yeni bir dünya kurulacak..."
ABDULLAH ÖRNEK (Yozgat) – İnşallah...
BİLTEKİN ÖZDEMİR (Devamla) – "...
hepiniz zangır zangır titreyeceksiniz; çünkü, Refah iktidara
geldiğinde, buna dağlar dayanmayacak."
ABDULLAH ÖRNEK (Yozgat) – Doğru.
BİLTEKİN ÖZDEMİR (Devamla) –
Doğrudur; hakikaten öyle olacak. Bunların, hesapsız
kitapsız, pervasız yaklaşımlarına, gerçekten de, ne
devletin dayanması, ne de dağların dayanması mümkün
olacaktır... (ANAP sıralarından "Bravo" sesleri,
alkışlar)
O tarihte, Sayın Başbakan tarafından,
ekmeğin fiyatı üçte bire inecek deniliyor. Anlaşılan
burada, üçte bir ile üç katını
karıştırmışlar; herhalde yakın zamanda
ekmeğin fiyatı üç katına yükselecektir.
Yine, Sayın Başbakan, o tarihlerde
"Refah Partisi dışındaki partiler, faizci ve taklitçi
partilerdir; bu partiler, adil düzenden korkuyorlar" diyorlardı;
taklitçilerin kendileri olduğunu, daha, yazılı Programlarından
görüyoruz; çünkü, yazılı Programın belkemiğini, Mesut
Yılmaz Hükümetinin Programı ve Anavatan Partisinin
halkımıza taahhütleri oluşturmaktadır; ancak, uygulamada da
bunlara riayet etmeyecekleri daha şimdiden görülmektedir.
Şimdi, Sayın Başbakan, o tarihlerde
diyorlardı ki "Çiller, seçimden sonra kaçacak; bu hanım, dört
defa sabıkalıdır. Bu hanım, eğer, benim
çiftliğimde kâhya olsaydı hemen kovardım." Evet, tam
zamanıdır; şu anda, bu Hükümette, ekonomiden sorumluluğu
Sayın Çiller'e bırakmayı düşünen Sayın
Başbakanın, bu sözünü tutması ülke yararına olacaktır.
(ANAP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
Yine, Sayın Başbakan "sen, Refah
Partisine hizmet etmezsen, hiçbir ibadetin kabul olmaz" diyorlardı.
Arkadaşlar, böyle olur mu hiç?!.. Bu sözler, yürekten inanıyorum ki,
Allah'ın da gücüne gidecektir.
Saygıdeğer milletvekilleri, bu ve buna benzer
birçok ağır ve kırıcı değerlendirmeler
yaptığı Sayın Çiller'i, şimdi, Sayın Erbakan
içine sindirebilmektedir ve ülke sorunlarını "Adil Düzen"
adını verdiği, ütopik, hayal mahsulü, bilimdışı
çözümlerde görmektedir. Bu düzende, emek, sermaye ve diğer üretim
araçları arasında bir denge kurulması kendiliğinden mümkün
olmayacağı kabul edildiği için, devletin, hemen her şeye
müdahalesi gerekecektir. Devlet müdahalesinden çıkar umanlar, gözünüz
aydın olsun!..
Esnafa verilen kredi faizleri affediliyor, esnafın
defter tutma yükümlülüğü kaldırılıyor, vergiler
hafifletiliyor, hiçbir esasa, hesaba ve incelemeye tabi tutulmadan... Eee, bu
değirmenin suyu nereden gelecek?!. Anlaşılan, emekçileri
ezecekler. Para olarak ödenen vergiler ve faiz kaldırılıyor,
vergi, devletin iştiraki yoluyla oluyor. Bu düşünce tarzı
Anayasamıza da aykırıdır, bilime de
aykırıdır. Aynî vergiyi telaffuz etmek bile tüyler ürpertici.
Değerli milletvekilleri, kâr
ortaklığına dayalı bankacılık getiriliyor, tüm
bankalar devletleştiriliyor. Yeni banka boşaltmaları ve banka
soygunları yolda diye, insan şüpheleniyor. Kim, ne kadar vergi
ödemişse, onlar devletten daha çok ve öncelikli hizmet ve kredi
alacaklarmış... Yaşasın zenginler!.. Adil düzen ve ondan
esinlenerek daha bugünden telaffuz edilen yaklaşımlar, görülüyor ki
gerçekçi değil; hayalperest, bilim dışı ve ütopik; her
işe devleti sokarak da âdeta komünizmi çağrıştıran bir
ruh hali sergiliyor.
Daha bugünden belli olduğu gibi, adil düzenin en
önemli sorunu, kaynak yaratma sorunudur. Sağlıklı
kaynakları düşünmeyen, iç ve dışborçlanmaya
gitmeyeceğini iddia eden bu anlayış, kısa zamanda duvara
dayanacaktır ve sonuçta enflasyonun yükselmesine engel olamayacaktır.
Acaba, bunlar, kaynak olarak, Müslüman ülkelerin zengin petrol gelirlerini mi
düşlüyorlar?!.
Değerli milletvekilleri, bütün bunlar bize
şunu söyletiyor. Bugünkü Koalisyon Hükümetinin bir kanadı
geçmişte başarısız olmuş ve gelip Refaha teslim
bayrağını çekmiştir, uygulamada hiç sesini çıkaramayacaktır.
Zaman zaman, dün Sayın Çiller'in yaptıkları gibi, ortaya
çıkıp "bizim Programımız vardır, ona
uyulacaktır" gibi beyanlar bir laftan ibarettir; pratikte hiçbir
değeri yoktur. Diğer asıl büyük ortak ise, tam bir hayaller
âleminde yaşamaktadır ve 1983'ten beri Anavatan Partisinin ülkemizde
yerleştirmeye çalıştığı, rekabete dayalı,
özel sektörü ve Türk insanını esas alan, dünyayla bütünleşmeyi
öngören serbest piyasa rejimini geriye götürmeye yönelmiştir. Tabiî, buna,
Türk toplumunun izin vermeyeceği açıktır.
Sayın milletvekilleri, Refah-Doğru Yol
Hükümeti ne vaat ediyor, memleket meselelerine nasıl bakıyor; biraz
da bu noktalara değinmek istiyorum.
Şu geçen 15 güne bakınız...Bu Hükümetin,
Protokolü ve Programıyla beyan ve uygulamaları arasında ciddî
farklar var; hep öyle gideceği de görülüyor. Koalisyonun üzerinde
titizleneceği tek husus, yolsuzlukların askıya
alınması konusundaki mutabakata sadakat görünüyor. Koalisyonun küçük
ortağının, bu konu dışındaki her hususta
teslimiyetçi olacağı görülmektedir; çünkü, bunların hem yönetim
sicilleri bozuktur hem de ekonomiden anlamadıkları sabit
olmuştur.
Bakınız, Maliye Bakanı
çıkıyor, bugünkü ekonomik tabloyu ve bunun önemini anlatmaya
çalışıyor ve sonra "ben, bunları halledemem.
Bunlar, benim gücümü aşıyor;
bu meseleler, devlet meselesi haline gelmiştir" diyor.
Ortağının şimdiye kadarki uygulamaları, işleri bu
olumsuz noktaya getirdiği için, ondan zaten ümidi yok, pervası da
yok; muhalefet partilerine "gelin, benim yerime hükümet edin" diyor.
Ben, size, kısa bir anımı
anlatayım. Devlette memurken, bir gün, bir vatandaş bana, bir
başka bakanlıkta işlerin çok acele hallolduğunu ifade
ederek "Bakanlığınızda da işlerin
hızlandırılmasını rica ediyorum" diye geldiler.
Sordum, o ilgili bakanlığın yaptığı
çabucacık hizmet, işin aidiyeti cihetiyle Maliye
Bakanlığına havalesiymiş!
Şimdi, bu Hükümet de işleri yapmak yerine,
kendi görevlerini deruhte etmek yerine, aidiyeti cihetiyle işleri Meclise
havale etme yöntemini benimsemiştir.
Değerli arkadaşlarım, bu Hükümet,
meselelere yanlış ve çarpık bakarak işe
başlamış gözüküyor. Devletin her türlü bilgisi elinizin
altında, bunlardan nasıl yararlanacağınızı
bilmiyor musunuz? Türkiye'nin özkaynaklarının nasıl
geliştirileceğinin cevabı açıktır;
vatandaşın önünden çekilin, "her şeyi devletten beklemeyin;
bunları biz bulup yapacağız" derseniz,
vatandaşımıza güvenmiyorsunuz demektir. Vatandaş
çalışıp bir ürün ortaya koymazsa, çalışanla
çalışmayan aynı tutulursa, yolsuzluk ve devlet soygunlarına
göz yumulursa, adil devlet diye, çalışandan alıp tembel
vatandaşa verirseniz, devletin bizzat kendisi, kaynaklarını
tüketip bitirirse, bu ülkenin kaynakları gelişemez; bu ülkede
ekonomik ve sosyal kalkınma sağlanamaz.
Görülüyor ki, Hükümetin amacı kaynak bulmak
değildir; çünkü, geçen sene bu vakitler, burada, plan görüşmeleri
sırasında, Hükümet kanadına mensup sayın
milletvekillerinden Ünaldı'nın söylediklerini hepiniz
hatırlayacaksınız; görüşmeleri hepimiz biliyoruz. Burada,
Devlet Planlamanın, her boyutuyla anlatmış olduğu,
planın hazırlığı sırasında görüşülen
ülkenin tüm kaynakları konusunda açıklamalar yapılmış
ve kendileri ne demişlerdir: "Bu planda, hiçbir şekilde gerekli
kaynaklar öngörülmemektedir. Bu işler için, işbaşına
gelecek iktidarın, ufku açık, bilgili ve bu işlere dirayetli
insanlardan olması gerekir" demişlerdir. Şimdi, kendileri,
eğer, bu dirayette, hünerdeyseler, niçin gelip de, batıl diye
değerlendirdikleri diğer partilerden kaynak talep etmektedirler; bunu
anlamak mümkün değildir.
Değerli arkadaşlarım, bir de, şu,
kamu personeline yapılan artışlara bakalım. Bu
artışlar bir bakıma azdır bile; çünkü, kamu personelinin ve
emeklilerin reel gelir seviyesi 1995 yılında, seçimlere kadar, 1994
yılında da bütün yıl müddetince ağır derecede
geriletilmiştir. 1994 yılında, kamu personelinin reel gelir
düzeyi yarı yarıya budanmıştır; o nedenle, ne kadar
iyileştirme yapılsa, yeridir. Şimdi, Sayın Başbakan,
zaman zaman, kamu görevlilerinden bir bölümünün daha, gelirlerine ekstra
iyileştirme yapacaklarını ifade ediyorlar. Ben, kendilerinin
dikkatlerine sunuyorum: Bu iyileştirmelerde öğretmenleri
unutmasınlar. Kamu personelinin en mağdur olan kesimi onlardır
ve bunu yaparken de, önce kaynağı bulsunlar, sonra, onlara da,
diğer kamu personeline de kaşıkla verdiklerini, kepçeyle alma
durumuyla karşılaşmasınlar.
SÜLEYMAN HATİNOĞLU (Artvin) –
Sağlıkçıları da unutmasınlar. Sağlık çok
önemli...
BİLTEKİN ÖZDEMİR (Devamla) –
Değerli arkadaşlarım, hükümet etmenin sorumsuzluğa
tahammülü yoktur. Hükümet etmenin temelinde, kaynak temin etme, kaynakları
adil bir biçimde bölüştürme ve tahsis vardır. Kaynak meselesi, ülke
meselelerinin tamamının kaynağıdır. Kaynak bulma
sorununu halledemeyenler, tercihlerini koyamayanlar, ne bir siyasî parti
olabilirler ne hükümette olabilirler ne de Büyük Millet Meclisinde, meselelere
çare üretebilirler.
ÖMER EKİNCİ (Ankara) – Kararı millet
veriyor.
BİLTEKİN ÖZDEMİR (Devamla) – O itibarla,
kaynakların bulunması, hükümet etmenin maharetidir ve bugünkü
Hükümetin buraya getirdiği mesele de, bu konuda hiçbir becerileri
olmadığının asıl işaretidir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bir
tarafta, geçmişte benimsenen yanlış politikalar yüzünden, sosyal
güvenlik kurumlarımız batma noktasındayken, bu alanda acil
tedbirlere ihtiyaç varken, devletin Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanı kalkıyor, bir sendika yetkilisiymiş gibi beyan ve
taahhütlerde bulunuyor. Devletin, bu alandaki yükünün artacağını
bile bile, böyle, sorumsuzca beyanda bulunuyorlar. Sayın Bakan,
çalışan dargelirli kesim üzerindeki vergiyi daha da artırmayı
mı düşünüyor? Diğer konuşmacı
arkadaşlarımız belirtti; Sayın Maliye Bakanı
çıkıyor, Sayın Başbakana atfen, faizlere tavan getirmekten
söz ediyor. Sayın Bakan, bunun malî tahribatını, ekonomik
tahribatını hesap ettiniz mi? Hayır, etmediğiniz çok
açık. Doğacak ekonomik kayıp için bir kaynak buldunuz mu?
Hayır, bulmadığınız çok açık. Böyle bir öneride,
Hükümetten "ne ekonomik kaybı" diye bir soru gelirse, herhalde
şaşmamak gerekir.
Şöyle söyleyelim; siz, eğer, faize
sınır getirirseniz, bu, devletin, müdahaleci ekonomiye; 1980
öncesinin, artık, bütün dünyada terk edilmiş ilkel
yaklaşımlarına geri dönmeye ve demode ekonomik modelleri tekrar
ön plana çıkarmaya yol açar. Faizleri artırırsanız,
tefeciliği daha da hortlatırsınız; piyasalardaki dengeleri,
güveni, tüm sistemi bozarsınız; kaynaklar rasyonel
dağılmaz; fiyatların yanlış oluşmasına yol
açarsınız; dışarıya sermaye kaçışına
sebep olursunuz; döviz kurlarını tutamazsınız, döviz
rezervlerini kısa zamanda eritirsiniz; gölge fiyatlar oluşur,
karapara oluşur, karaborsa oluşur. Bunları daha da
çoğaltabilirsiniz; ama, kısaca diyorum ki, bu tür müdahaleler,
serbest piyasa ekonomisini rayından çıkarır ve ülkemizi 15
yıl geriye götürür.
Nitekim, daha 48 saat geçmeden, faiz oranları,
geçmişte uygulanan olumlu günlere nazaran 30-32 puan gerilemiştir.
Faizler, geçen haftaya nazaran 12-15 puan yükselmiştir; ama, daha önceki
uygun düzeye nazaran 30-32 puan kayıplar olmuştur. Üstelik, devlet
de, bu kadar yüksek faize rağmen, borçlanamaz durumdadır. Vaktiyle,
bizim hükümetimiz döneminde 7 ay vadeye kadar uzanan ve yıllık faizi
yüzde 105'lere kadar inen, 100 trilyon dolayında satışlar
kolayca vaki oluyordu. Bugün ne olmuştur; vadeler düşmüştür,
faiz 30-35 puan yükselmiştir, 10-15 trilyonluk bir satışla
yetinilmiştir. Bu yaklaşım sürdürülürse, yarın, bugünler de
aranacaktır. Bu bol keseden atılmaların, inanınız, ne
size ne ülkemize ne halkımıza ne de vatandaşımıza
hiçbir faydası yoktur.
Şimdi, bakıyoruz, Sayın Başbakana
atfen, Sayın Maliye Bakanı dokuz maddelik bir çözümden bahsediyor. Bu
dokuz maddelik çözümün veya stratejinin hepsi de birbirinden yanlış.
ÖMER EKİNCİ (Ankara) – Size göre
yanlış...
BİLTEKİN ÖZDEMİR (Devamla) – Bir defa,
iktisadî bir mantığı yok; yani, iktisat okuyan, iktisat
fakültesinin birinci sınıfının birinci sömestresinde
"İktisadın Temel Kuralları" dersini okuyan bir
kişi, burada, bir iktisat mantığının
olmadığını hemen görebilir. Burada, bu söylemler içerisinde
bilgisizlik de arşı âlâya çıkıyorve ülkeyi, 1980'e kadar
anlatıp durduğumuz, mümkün olmadığını ifade
ettiğimiz, Cumhurbaşkanımız rahmetli Turgut Özal'ın
hepinizin beynine vura vura kabul ettirdiği sistemi unutup, tekrar geriye
götürmeye yöneltiyor. Bundan bir defa vazgeçiniz.
AHMET DOĞAN (Adıyaman) – O kurallar
anamızı ağlattı...
BİLTEKİN ÖZDEMİR (Devamla) – Şimdi,
bakınız, siz neler düşünüyorsunuz: Kredi borçlarını
affedeceksiniz, parasal genişleme olacak. Kaynağı?..
Kaynağı, herhalde duayla sağlayacağız!..
Sorumsuz, hesapsız zamlar yapacaksınız.
Nedenini siz de biliyorsunuz. Nedeni, ülkeyi yönetmek değil; halkı
bir süre kandırıp, bilahara, sandık başında
tuzağa düşürmektir; halkımız bu tuzağa
düşmeyecektir.
Peşin verginin kaldırılması
düşünülüyor. Bu, peşin verginin, çalışan emek grubu
karşısında gücünü bir kat daha artırmaya yönelik bir
yanlış politikadır. Bunu çok iyi öğrenmeniz gerekir.
Şimdi, tutulmuş "özel sektör
yatırımcılarının altyapısına teşvik
desteği verilecek, kredi desteği verilecek" deniliyor. Buradaki
yolsuzluklardan ülkeyi kurtarmak için bu ülke 15 yıldır
uğraşıyor. Tekrar, o kara ve yanlış günlere
dönmeyiniz. Bütün bunlar için ne kaynak öneriliyor? Hiçbir şey. Meclisi
davet etmişler "bu işleri yapacağız; ama, bizim
paramız yok, bize kaynak bulun." Haa, yok, biraz
sıkıştırdığınız zaman da "kaynak
bulduk" diyorlar.
Nedir buldukları? Devletin yetmiş
yıllık birikimlerini götürüp satmak... Devletin
lojmanlarını satacaklar, devletin arazilerini satacaklar, devletin
kamplarını satacaklar. Belki, bunların içerisinde, hakikaten,
verimli bir şekilde kullanılmak için, akıllı bir
şekilde kullanılmak için elden çıkarılması gerekenler
vardır, doğrudur; ama, şunu ifade edeyim size; buna bel
bağlarsanız, çok günah işlersiniz, bunun sonu yoktur. Geçen sene
yapılan arızî vergilendirme, nasıl ki, bugün, devleti açmaza ve
çıkmaza götürmüştür, sizin de, elinizdeki mevcut varlıkları
bir defa satıp, ondan sonra, muhannete, devleti muhtaç etmeye, hiçbir
surette hakkınız yoktur, bunu unutunuz.
Öbür taraftan, özelleştirme gelirlerini,
yapmış olduğunuz bu hesapsız kitapsız
açıkların kapatılması için kullanmayı
düşünüyorsanız, o, bundan da daha büyük günahtır? Niçin
günahtır? Çünkü, orada, siz, onbinlerce çalışanımıza
yatırım yapılacak kaynağı, götürüp,
açıklarınıza, cari harcamalara ayırmak zorunda
kalacaksınız. İşsizlerin, hiç gelir elde etmeyenlerin
durumu, bugün, iyi kötü gelir elde edenlerin durumundan çok daha içler
acısıdır. Asıl üzerinde durulacak, devlete,
yatırım kaynaklarının nasıl
artırılacağının sağlanmasıdır.
Değerli milletvekilleri, şimdi, nereye
gidiyoruz, bütün bunlardan, varmak istediğim bir sonuç var, bir yere
götürüyor bizi bu: Bunların, memleket meselelerine bir hazırlık
ve çözümleri olmadığını arz etmeye çalıştım;
görülüyor. Bu yüzden de, politikalarını, iki esasa oturtmuşlar;
birincisi, böyle, yolsuzluk gibi, devlet ciddiyeti gibi, kamu yönetiminde
sağlıklı yaklaşımları sağlayacak
çalışmaları, bir defa, dondurmuşlar. Özellikle, büyük
ortak, bu konuda, kendisinden bekleneni yapmamaktadır. Birinci
oturttukları yaklaşım budur.
HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) – El insaf ve
merhamet!..
BİLTEKİN ÖZDEMİR
(Devamla) – İkincisi, devletin takatı ve malî gücü, keyif
getirici uygulamalarla, bir süre kullanılacaktır ve bu takat
bittiği anda, tutup, halkımızı, seçim
sandığına davet edip "gördünüz mü, bakın, biz, ne
kadar sizi memnun edici uygulamalar yaptık" diyerek tuzağa
düşürmeye çalışmaktır. Böyle bir şeyi kabul etmek
mümkün değildir ve buna mutlak surette engel olmamız gerekir.
Bakınız, bu ayın son üç gününde,
Hükümet, 200 trilyonluk Hazine ödemesi yapacak; nerede bunun kaynağı?
Bunun altından nasıl kalkacaksınız? Bunu gelip söyleyebiliyor
musunuz?
ÖMER EKİNCİ (Ankara) – ANAP'tan
alırız!..
BİLTEKİN ÖZDEMİR (Devamla) – Sadece
geçen hafta, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasından 80 trilyon lira avans
çekilmiştir. Bu avans çekimleri, önümüzdeki aylarda da şiddetle devam
edecektir.
Bakınız, bütçe
hazırlıklarını hatırlayınız; biz, bütçeyi
hazırlarken, Sayın Mesut Yılmaz Hükümeti, 400 trilyon
açıkla işe başladı, bütçe yapıldı ve 450 trilyon
daha açık vererek, ülkenin malî yılının 850 trilyon
dolayında açıkla kapanacağını, Plan ve Bütçe Komisyonunda,
Hükümetle birlikte yapılan ciddî ve dikkatli çalışmalar sonunda
temin ettik. O tarihlerde, Sayın Çiller "aman! Biltekin Bey, bu kadar
açık vermeyiniz, bütçeyi bu kadar açıkla bağlayamayız"
diye bana telkinde bulundular. Ben de kendilerine, bütçenin zaten 400 trilyon
açığı olduğunu; 800 trilyon liralık hedefin, çok çok
uygun bir hedef olacağını anlatmaya çalıştım.
Yanındaki arkadaşlarının aksi görüşlerine rağmen
kendisine bunu izah ettim.
Şimdi, bakıyorum, bu Hükümetin bütçe
açığı diye bir pervaları yok. Ne yapmışlar?
Başta, Maliye ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanları,
yetkilileri on gün içinde devlete, tam 1,1 katrilyon liralık ilave
açık getirmişlerdir. Nasıl getirmişlerdir anlatayım:
Bir defa, şu beyanların, yaratılan
güvensizliğin, gerek iç borçlanmalarımızda, gerek dış
borçlarımızda, hem vadeler açısından, hem faiz hadleri
açısından, hem döviz kurları açısından bütçeye bir
külfeti oluşmuştur. Bu külfetin dışborç kalemi 200 trilyon
liradır. Bu 10 günlük, daha uygulamaya girmeden yapılmış
olan bilgisiz ve gayri ciddî beyanların, dışborç bütçesine yükü
200 trilyon lira olmuştur. Aynı şekilde, içborçlar için de 400
trilyon liralık yük gelmiştir. Şu sorumsuz beyanlardan gelen
yüktür bu bütçeye...
Maaş artışlarıyla, bunun, sosyal
güvenlik kurumlarına yansıması da, asgari ücretle
bağlantısını kurduğumuz zaman, 200 trilyon lira daha
yük getirmektedir ve şimdi, tarımsal destekleme için, Merkez
Bankasından, Ziraat Bankası marifetiyle, en az 350 trilyon
liralık bir karşılıksız kaynağın daha
ekonomiye zerki planlanmıştır. Değerli milletvekilleri,
bunları alt alta topladığınız zaman, şu
Hükümetin, 15 günlük sorumsuz davranışının devlete yükü 1,1
katrilyon lirayı geçmiştir. Buna 850 trilyon liralık da normal
bütçe açığını eklerseniz, bu sene, ne yazık ki,
devletin yıl sonu bütçe açığı 2 katrilyon liraya kadar
yükselecektir.
Değerli milletvekilleri, peki, bu 2 katrilyon lira dolaylarındaki
açık önümüzdeyken enflasyon nereye gidecektir? Ben, öyle tahmin ediyorum
ki -bunu bilim adamları da doğruluyorlar; sayın profesörlerden
kurulu Hükümetimizin bilim adamlarının da bu görüşün aksini
düşünmediklerini arzu ederim- şu önümüzdeki ağustos
ayını geçirdikten sonra, Türkiye'de, göreceksiniz, enflasyon hadleri,
belki de, 1994'lerde yaşamadığımız düzeylerin bile
üzerine çıkacak ve bu yıl sonu itibariyle, Türkiye'de, biz, daha malî
yılı idrak etmeden, enflasyon haddinin, üç haneli düzeylere
geldiğini göreceğiz.
Değerli milletvekilleri, şunu arz ediyorum:
Adil düzen diye bize ve Türk toplumuna sunulan ve bizim, muhalefette, sürekli,
buradan, halkımıza bir çare, bir derman gelmeyeceğini ifade
ettiğimiz düzen, daha ilk gününden itibaren, bize göre fiyaskoyla
sonuçlanmıştır. "Adil düzende her şey var. Her
şeyi biliyoruz, meseleleri biliyoruz, çareler elimizde. Vergileri
kaldıracağız. Kaynakları biliyoruz. Motordan,
buğdaydan, bütün ayni edinimlerden vergi alacağız" dediniz.
Haydi, buyurun, bu dediklerinizi yapın bakalım!
Yapamadığınız, acz içerisinde olduğunuz ve bundan
sonra da yapamayacağınız çok açık bir şekilde
görülmüştür.
Şimdi, siz diyorsunuz ki, "rant ekonomisinden
üretim ekonomisine geçeceğiz" Değerli arkadaşlarım,
hiç, söz konusu mu?!. Siz , kendiniz inanıyor musunuz?!. Siz, nereye
geçiyorsunuz biliyor musunuz, üretim
falan yok sizde, devletin kaynaklarını tüketim ekonomisine
geçiyorsunuz; yaptığınız başka bir şey yok.
Savunduğunuz, iddia ettiğiniz dava ve prensiplerle, daha, işin
başında ters düştünüz. Bunu, sadece biz değil, aziz
milletimiz de görüyor. Adil düzen, seçim meydanlarının hayaleti
olarak siyasî bir efsane olduğunu, sayenizde, çok çabuk ispatladı.
Bu sebeple de size çok teşekkür ediyorum ve
hepinize saygılar sunuyorum. (ANAP ve DSP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Anavatan Partisi Grubu adına konuşan
Sayın Biltekin Özdemir'e teşekkür ediyorum.
Sayın milletvekilleri, söz sırası,
Doğru Yol Partisi Grubunun.
Doğru Yol Partisi Grubu adına, Sayın
Halil Yıldız konuşacak.
Buyurun Sayın Yıldız.
DYP GRUBU ADINA HALİL YILDIZ (Isparta) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; geçen birleşimde, görüşülmesi
kararlaştırılan, Türkiye’nin özkaynaklarının
değerlendirilmesiyle ilgili konuda, Doğru Yol Partisi Grubunun
görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum; bu
vesileyle, Yüce Meclisi ve televizyonları başında bizleri
izleyen muhterem vatandaşlarımızı saygıyla
selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk ekonomisinde
kaynakların harekete geçirilebilmesi, bir diğer deyişle, sürekli
ve sürdürülebilir bir büyüme ortamının temini için, bugün, mevcut
meselelerimizin tespiti ve çözüm tekliflerinin geliştirilmesi büyük bir
önem taşımaktadır.
Genç bir nüfusa sahip olan ülkemizin, gerek bu potansiyelden gerekse
coğrafi ve kültürel konumundan yeterince yararlanabilmesi için, uzun
dönemli bir perspektifi içerisine alan stratejileri geliştirmesi
şarttır.
Konuşmamda, Türk ekonomisinin mevcut meseleleri ve çözüm
teklifleriyle, harekete geçirilebilecek kaynaklar ve yapılabilecek
düzenlemeler üzerinde durmak istiyorum.
Türkiye’de 1980 sonrası dönemde, rekabete açık ekonominin ilke
ve esaslarının yerleştirilmesi, dışticaretin
serbestleştirilmesi, yurtiçi malî piyasaların yeniden
yapılandırılması ve geliştirilmesi yönünde önemli
adımlar atılmıştır. Bu sürecin bir
tamamlayıcısı olarak, 1989 yılında, uluslararası
sermaye hareketleri tamamen serbest bırakılmıştır. Bu
dönemde, kamu kesiminde yeniden yapılanma çalışmaları da
sürdürülmüştür.
1980’li yıllardaki bu gelişmelere rağmen, kamu
açıkları, kronikleşen yüksek enflasyon, imalat sanayiindeki
yatırım eksikliği ve özellikle, rekabet ortamını
geliştirecek yapısal değişikliklerin, kamu ve özel kesimde
gerçekleşmemesinin yarattığı meseleler önemini
korumuştur.
Son yıllarda ortaya çıkan gelişmeler, kamu
açıkları ve sıcak para girişiyle desteklenen tüketime
dayalı büyüme ortamının sürdürülebilir
olmadığını; ekonomik dengelerin sağlanmasında,
para ve maliye politikalarının uyum içerisinde uygulanması
gereğini ve sürekli büyümenin temel şartı olan verimlilik
artışını sağlayacak ortamı yaratmak için,
yapısal meselelere süratle çözüm getirilmesi ihtiyacını
açıkça ortaya koymuştur.
Türkiye ekonomisinin yapısal meseleleri, enflasyon, kamu
açıkları, yüksek faizli ve kısa vadeli iç borçlanma, eğitim
düzeyinin yetersizliği, hızlı nüfus artışı,
sağlık hizmetlerinin yetersizliği, işsizlik, gelir
dağılımındaki adaletsizlik, tarımsal üretimdeki
istikrarsızlık ve sektörde düşük gelir düzeyi, sanayide rekabet
gücünün zayıflığı ve
teknolojik gelişmenin yetersizliği, finans piyasalarında malî
derinleşmenin sağlanamaması, yetersiz vergi gelirleri, sosyal
güvenlik sistemindeki bozulma ve artan finansman açıkları,
genişleyen kayıt dışı ekonomi olarak ifade edilebilir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1988 sonrası
dönemde, yüksek kamu açıkları, malî piyasalar ve Merkez Bankası
kaynakları üzerinde baskı yaratarak, enflasyonist beklentilere
süreklilik kazandırmıştır. 1988-1995 döneminde, ortalama
fiyat artışı yüzde 72 seviyesinde gerçekleşmiştir.
Türkiye’de yaşanmakta olan enflasyonun, kamu açıkları ve
bu açıkların finansmanından kaynaklanan talep yönlü ücret, faiz
ve kurlardaki gelişmeler sonucunda oluşan malîyet yönlü nedenleri
dışında, hızlı nüfus artışı,
sağlıksız kentleşme ve piyasaların yapısından
kaynaklanan sebepleri de bulunmaktadır. Ancak, Türkiye’de, son
yıllarda yaşanan enflasyonun en önemli kaynağını,
yüksek kamu açıkları oluşturmaktadır. Kamu kesiminin, malî
sistem üzerindeki baskısının giderek artması, malî
derinleşmenin yeterince sağlanamadığı bir ortamda,
faiz oranlarının yükselmesiyle birlikte, vade
yapısının kısalmasına ve enflasyonist
bekleyişlerin süreklilik kazanmasına yol açmaktadır. Böyle bir
ortamda, mal ve faktör piyasalarında, fiyatlar, geçmiş döneme
endekslenmekte ve enflasyonist süreç, kendi kendini besleyen bir yapıya dönüşmektedir.
1994 yılı ocak ayı ortalarından itibaren, özellikle,
döviz kurlarındaki sıçramayla birlikte, piyasalara bir belirsizlik
hakim olmuştur. Bu belirsizlik çerçevesinde, dış borçlanma
imkânları da sınırlandırıldığından,
kamu kesimi, dış finansman sıkıntısı içine
girmiştir. Yükselen yurtiçi enflasyon ve faiz oranlarına paralel
olarak da iç borçlanmanın malîyetinin artması, kamu kesimi
açığının finansmanında, bir baskı unsuru olarak
ortaya çıkmıştır.
1994 yılının ilk çeyreğinde, piyasalarda kendini
gösteren malî kriz sonucunda açıklanan 5 Nisan tedbirleriyle, ekonomide
istikrarı sağlamaya yönelik uygulamalar yürürlüğe
sokulmuştur. Bu istikrar programıyla, öncelikle, kısa vadeli
önlemlerle, piyasalarda istikrarın sağlanması amaçlanmıştır.
Ancak, ekonomik dengesizliğin katlanarak büyümesine ve kriz ortamına
gelinmesine yol açan temel faktörün kamu açıkları olduğu
vurgulanarak, orta, uzun vadede ekonomik dengelerin kalıcı
olmasını temin etmek üzere, yapısal önlemlerin uygulamaya
konulması hedef olarak alınmıştır.
Kısa vadede uygulanan sıkı para ve maliye
politikaları sonucunda bütçede büyük tasarruf sağlanmış,
önce çok yüksek seviyelerde oluşan faizler, haziran ayından itibaren,
malî piyasalarda istikrarın ve Türk Lirasına olan güvenin
sağlanmasıyla birlikte sürekli olarak düşmüş, borçlanmanın
vadesi ise önemli ölçüde uzatılmıştır. Bütün bu önlemlerin
sonucunda, kamu kesimi borçlanma gereği, 1993’te yüzde 12,2 seviyesinden,
1994 yılında 8,1 seviyesine gelmiştir.
1995 yılı, bir önceki yıl uygulamaya konulan tedbirlerin
de etkisiyle, enflasyonun üç haneli rakamlardan yüzde 65’ler seviyesine
düştüğü, döviz kurlarının kontrol altında
tutulduğu ve istikrarın büyük ölçüde korunduğu bir yıl
olmuştur. Bununla beraber, 1995 yılının son
çeyreğinde, erken seçim kararının alınmasıyla ortaya
çıkan siyasî belirsizliğin iç piyasalarda yeniden
yarattığı istikrarsızlık sonucu, kamu kesimi finansman
ihtiyacında artış kaydedilmiştir.
Türkiye ekonomisinde enflasyonun kalıcı bir biçimde
düşürülmesi, enflasyonla mücadelede yapısal reformların
gerçekleştirilmesine öncelik veren orta vadeli bir programın
uygulamaya konulmasıyla mümkündür. Orta vadeli program çerçevesinde kamu
açıklarında sağlanacak daralma, verimlilik
artışıyla uyumlu gelirler politikası, kamunun, Merkez Bankası
ve malî piyasalar üzerindeki baskısının hafiflemesi sonucu, para
politikalarının etkinliğinin artması ve yapısal
reformlarda sağlanacak gelişmelere bağlı olarak,
enflasyonun tedricen düşmesi mümkün olacaktır.
Kamu kesimi borçlanma gereğinin gayri safî millî hâsılaya
oranının azalması, kamunun, malî piyasalardaki
kullanılabilir fon talebini azaltacaktır; bu da reel faiz
oranlarında düşmeye neden olacaktır. Ayrıca, özel kesimin
kullandığı fonların maliyeti, malî tasarrufların
artırılması ve malî sistemin etkinleştirilmesi suretiyle
düşecektir. Böylece, enflasyonun aşağı çekilmesinde, artan
üretim kapasitesinin de katkısıyla üretim genişlemesi, önemli
ölçüde katkıda bulunacaktır.
Avrupa Birliğiyle gümrük birliğinin getireceği rekabet
ortamının, özellikle imalat sanayiinde gözlenen ve rekabetçi
yapıdan uzak, endüstriyel organizasyonun belirlediği sübjektif
fiyatlandırma uygulamalarını engellemesi beklenmektedir.
Dışa açılma ve koruma oranlarındaki önemli ölçüde
düşüş ve devletin, gerek rekabet ortamını sağlamak
gerekse kendi içinde etkinliği artırma yönünde yeniden
yapılandırılması, piyasaya giriş çıkış
engellerinin azalmasına yol açarak, enflasyonun düşmesine, kaynak
tahsislerinin etkinliğine ve tüketici refahının artışına
neden olacaktır. Özelleştirmede sağlanacak gelişmeyle
kaynak tahsisi etkinleşecek; işletmelerin, rekabet ortamında
faaliyet göstermeleri temin edilerek, verimlilik artışı ve
fiyatların, uluslararası düzeyde oluşması
sağlanacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kamu
harcamaları, 1989 yılından itibaren, personel ve faiz giderlerinin
yükselmesi sonucunda hızla artmıştır. Bu gelişmede,
1984 yılı sonrasında, kamu açıklarının yüksek
reel faizi iç borçlanma ile finanse edilmesinin getirdiği faiz yükü,
borçlanma vadelerinin giderek kısalması ve 1989-1993 döneminde
maaş ve ücretlerde sağlanan yüksek reel artışlar etkili
olmuştur. 1994 yılından itibaren de faiz yükünün
ağırlığı giderek artmıştır.
Yüksek kamu açıklarının sebepleri ise, yetersiz vergi
gelirleri, verimsiz ve hantal kamu idaresi, yüksek maliyette ve verimsiz olarak
çalışan KİT’ler, aktüaryel dengeleri bozulmuş sosyal
güvenlik kuruluşları, rasyonel olmayan teşvik, sübvansiyon ve
tarımsal destekleme politikalarıdır.
Yüksek kamu açıklarının, kısa vadeli iç borçlanmayla
karşılanması da, bunlara ek olarak, kamuya, ciddî bir içborç
servis yükü getirerek, faiz oranlarının yükselmesine ve kamu
açıklarının süreklilik kazanmasına yol
açmıştır. Orta vadede, özelleştirme, sosyal güvenlik
reformu, vergi gelirlerinin artırılması, teşviklerin ve
tarımsal desteklemenin rasyonel hale getirilmesi yoluyla kamu
açıklarının azaltılması gerekmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; içborç stokunun,
gayri safî millî hâsıla içindeki payı, 1980’li yılların
ortalarından itibaren yüzde 20 civarında seyretmektedir. Diğer
ülkelerle karşılaştırıldığında, içborç
stoku çok yüksek görünmemektedir; ancak, malî sistemin yeterince
derinleşmemesi, içborç stokunun düşüklüğüne rağmen,
istikrarsızlık kaynağı olmasına yol açabilmektedir.
İç borçlanmanın vade ve faizinin, büyük ölçüde, ekonomik
aktörlerin bekleyişlerine bağlı olduğunu kabul etmek
gerekir. Ekonomik ve siyasal belirsizliklerin arttığı
dönemlerde, vadeler kısalırken, faiz oranları yükselmektedir.
Siyasî istikrarın sağlandığı bir ortamda, orta vadeli
bir perspektifle ve toplumun çeşitli kesimleriyle konsensüs içinde
uygulanacak bir yapısal değişim programı, enflasyonist
bekleyişlerin kırılması ve güven ortamının
tesisinde önemli bir rol oynayacaktır. Böyle bir ortamda, içborçların
vadelerinin uzamasını ve reel faizlerin düşmesini beklemek
yanlış olmayacaktır.
Dışborçların, sürekli olarak, iç kaynaklardan finanse
edilmesi uygulamasına son verilmeli ve öncelikli olarak, dışborç
anapara geri ödemelerinin dış kaynaklardan yapılması
sağlanarak, iç borçlanma üzerindeki baskı
azaltılmalıdır.
İçborçların ekonomiye getirdiği yükün hafifletilmesi
için, mutlaka, kamu kesimi borçlanma gereğinin kalıcı olarak
düşürülmesi gerekmektedir. Giderek artan kamu açıklarının
bir yansıması olarak, konsolide bütçe dışı
kurumların son yıllarda bozulan finansman dengeleri de, ilave iç
borçlanmalara yol açmaktadır. Özellikle, aktüaryel dengelerini önemli
ölçüde bozan sosyal güvenlik kuruluşlarının finansman
açıkları, bütçeden, artan miktarlarda yapılan transferlerle
karşılanmaktadır.
Ayrıca, başta belediyeler ve KİT’ler olmak üzere,
çeşitli kamu kuruluşlarının, Hazine garantili
dışborçlarının geri ödemeleri Hazine tarafından
üstlenilmek suretiyle, Hazinenin borçlanma ihtiyacı
artırılmaktadır. Nakit borçlanma ihtiyacını
artıran bu gibi unsurların yanı sıra, bütçe
dışı kurumların açıklarını finanse etmek
amacıyla verilen ikraz, tahkim ve Merkez Bankasına kur farkları
için verilen tahviller malî disiplini bozarken, nakden yapılan faiz
ödemeleri nedeniyle de ilave finansman ihtiyacı ortaya
çıkmaktadır.
Borçlanma politikasının disipline edilebilmesi için, bütçe
kanunundaki ikraz ve limit dışı borçlanmaya imkân veren
hükümlerin kaldırılması gerekmektedir. Ekonomide, zaman zaman,
kısa vadeli sermaye girişiyle desteklenen, iç talebe dayalı bir
büyüme performansı sağlanabilmiş olmasına
karşılık, bu durum, kamu kesimi finansman dengesi ve cari
işlemler dengesinin giderek bozulması sonucunu doğurmuş ve
orta dönemde sürekli bir büyümenin gerçekleştirilebilmesini
güçleştirmiştir. İç ve dış dengelerde gözlenen
dalgalanma, bir yandan, ekonominin hızla istikrara
kavuşturulmasını, diğer yandan da, sürekli istikrara sahip
çıkılacak yapısal reformların gerçekleştirilmesini
zorunlu kılmaktadır.
Değerli milletvekilleri, nüfusun eğitim düzeyinin
yetersizliği devam etmektedir. 1990 yılı itibariyle 6 ve daha
yukarı yaştaki nüfus içerisinde erkeklerin yüzde 11,2’si,
kadınların yüzde 28’i okuma yazma bilmemektedir. Okuryazar erkek
nüfusun yüzde 73,6’sı ilkokul mezunudur. Okuryazar kadınlarda ise bu
oran 81,6’dır. Öğretmen ve öğretim üyesi sayısındaki yetersizlikler
ve dağılımındaki dengesizlikler imkân ve fırsat
eşitliği yanında, eğitimin kalitesini de olumsuz bir
şekilde etkilemektedir. Meslekî teknik ve yaygın eğitimin,
ekonominin insangücü ihtiyaçlarına uygun hale getirilmesi
çalışmalarında amaçlanan düzeye
ulaşılamamıştır. İnsangücünün yetiştirilmesi
ve verimliliğin yükseltilmesi amacıyla eğitime ayrılan
kaynakların artırılması ve akılcı bir
şekilde kullanılması esastır.
Eğitim programları, öğretim yöntemi ve teknikleriyle,
eğitim araç ve gereçleri, kalkınma amaçları ve teknolojik
gelişme açısından ele alınarak, evrensel ölçülerde
demokratik ve katılımcı bir anlayışla yeniden
düzenlenmelidir.
Yükseköğretim, bürokratik ve merkeziyetçi yapıdan
kurtarılarak, sistemde rekabeti geliştirici düzenlemeler mutlaka
yapılmalıdır.
Eğitim, öğretim sistem ve programları, uluslararası
eğitim sistem ve standartlarına uygun hale getirilmelidir.
Eğitimin her kademesinde evrensel bilgiye ulaşmayı
sağlayacak ileri teknoloji ve özellikle bilgisayar kullanımı
yaygınlaştırılmalıdır. Özel kesimin eğitim
hizmeti sunma faaliyetleri süratle teşvik edilmelidir. Kamu ve özel
kesimde, düzenli, yaygın meslekî eğitimin teknik ve finansman
yönünden desteklenmesine önem verilmelidir.
Değerli milletvekilleri, sağlık hizmet birimlerini ve
hizmet sunuşunu yeniden yapılandıracak ve mevcut kapasitenin
verimli şekilde kullanılmasını sağlayacak bir
sağlık reformunun gerçekleşmesi ihtiyacı devam etmektedir.
Hastaneler, daha kaliteli, etkili ve verimli bir sağlık hizmeti
sunulabilmesi için, özerk ve güçlendirilmiş yönetimlerce yönetilen
sağlık işletmelerine dönüştürülmelidir. Nüfusun
tamamını kapsayan sağlık sigorta sistemi
oluşturularak, prim ödeme gücü olmayanların primleri devlet tarafından
karşılanmalıdır. Koruyucu hekimlik uygulaması kesinlikle
yaygınlaştırılmalıdır. Özel kesimin
sağlık sektöründeki faaliyetleri özendirilmelidir.
Değerli milletvekilleri, 1995 yılı nisan ayı
itibariyle, işsiz ve eksik istihdam nedeniyle atıl durumda bulunan
işgücü oranı yüzde 14,2’dir. İşgücü arzının
hızlanacak olması ve kırsal kesimden kentlere göç nedenleriyle
daha da kritik bir nitelik kazanacak olan üretken istihdam yaratma kapasitesi,
sanayi yatırımlarının düşük bir düzeyde seyretmesinin
de etkisiyle sınırlı kalmaktadır.
Düşük verimli tarım sektörü, ücretlerle verimlilik
arasında yeterince bağlantı kurulamaması,
kurumsallaşma eksikliği, bazı alanlarda güvence
belirsizliği gibi sebeplerin etkisiyle, işgücü piyasasının
işleyişindeki aksaklıklar devam etmektedir. Öngörülen ekonomik
yapının ihtiyaç duyduğu insangücünün yetiştirilmesi,
işgücünün niteliğinin yükseltilmesi ve işgücü
piyasasının işleyişinin etkinleştirilmesi,
istihdamın artırılması için gereklidir.
Yüksek katmadeğer yaratacak sektörlerin geliştirilmesiyle
nitelikli işgücü istihdamı artırılırken, düşük ve
orta nitelikteki işgücünün istihdamı için, geleneksel emekyoğun
sektörler ile küçük ve orta ölçekli işletmelerin istihdam potansiyelinden
yararlanılmalıdır. Kamudaki aşırı ve dengesiz
istihdam azaltılmalıdır. Arz, ara kademe işgücü
yetiştirilmesine yönelik çalışmalara ağırlık
verilmelidir.
Değerli milletvekilleri, tarım sektörümüzün başlıca
meseleleri, işletmelerin küçük ve parçalı yapıda oluşu,
istihdam fazlalığı, çalışanların gelirlerinin
diğer sektörlere göre daha düşük oluşu, sektör içerisinde gelir
dağılımının bozuk olması, toprak erozyonu, toprak
ve su kaynaklarında planlama ve yönetim eksikliği, üretim, verim,
teknik, bilgi, örgütlenme ve istatistikî bilgi toplama yetersizlikleridir.
Artan nüfusun dengeli ve yeterli beslenmesi, ihracatta mukayeseli
avantaja sahip olduğumuz ürünlere ağırlık verilerek,
üretimin, verimliliğin, ihracatın ve üretici gelirlerinin
artırılması temel amaç olmalıdır. Tarım
politikaları, Dünya Ticaret Örgütü kuruluş
anlaşmasının tarımla ilgili hükümleri çerçevesinde ülkemizin
yükümlülükleri ve Avrupa Birliği ortak tarım politikasında
beklenen gelişmeler dikkate alınarak düzenlenmelidir. Bu çerçevede,
tarım ürünleri fiyatlarına olan devlet müdahaleleri azaltılarak,
bunun yerine, kayıtlı hedef kitleye doğrudan gelir desteği
verilmesi yoluna gidilmelidir; girdi destekleri aşamalı olarak
azaltılmalıdır; arz fazlası olan ürünlerin üretimleri, ekim
alanları sınırlandırılmalıdır; iç ve
dış talebi olan ürünlerin üretimine yönelme
sağlanmalıdır; tarımsal üretimin yönlendirilmesi,
pazarlanması ve üreticilere hizmet götürülmesi konularında faaliyet
göstermek üzere üretici birliklerinin kurulmaları ve kooperatiflerin
geliştirilmeleri özendirilmelidir; çiftçi gelirlerine istikrar
kazandırmak üzere tarım ürünlerinin sigortalanması sistemi
mutlaka geliştirilmelidir; tarıma dayalı sanayi teşvik
edilmeli, işlenmiş tarım ürünlerinin ihracı
desteklenmelidir; destekleme alımı kapsamındaki arz fazlası
olan tütün, çay gibi ürünlerin yerlerine, talebi olan alternatif ürünlerin
tarıma dayalı sanayi kuruluşları tarafından üreticiye
ektirilmesi sağlanmalıdır.
Değerli milletvekilleri, ülkemizin doğal kaynakları ve
coğrafi konumu itibariyle Avrupa Birliği pazarına
yakınlığı, altyapı ve telekomünikasyon sisteminde
sağlanan gelişmeler, büyük bir iç pazarın varlığı
ve uygulanmakta olan liberal ekonomik politikalar, sanayie rekabet gücü
sağlayan esas unsurlardır. Rekabet gücünü olumsuz etkileyen faktörler
ise, kronikleşen yüksek enflasyon, sermaye maliyetinin yüksekliği,
sanayinin temel girdi fiyatlarının yüksek olması, kurumsal
yapıdaki istikrarsızlık, teknolojide gelişmelerin yeterince
izlenmemesi, sanayide teknoloji üreten bir düzeye ulaşılamaması,
sermaye birikiminin yetersizliği, ölçek meseleleri, uluslararası
standartlarda ürün kalitesi, satış sonrası hizmet
anlayışına ulaşılamamasıdır.
Ekonomik, sosyal ve siyasal yönden büyük önem taşıyan
sanayinin geliştirilmesinde yüksek katma değer yaratılması
ve uluslararası piyasalarda rekabet edebilir mal ve hizmet üretilmesi esas
olmalıdır. Araştırma ve geliştirmeye, teknolojik
yenilemeye, yeni istihdam imkânları geliştirmeye, çevreye, küçük ve
orta ölçekli sanayilere rekabet gücü kazandırmaya ve bölgesel gelişme
farklılıklarını azaltmaya yönelik yatırımlar,
mutlaka desteklenmelidir.
Altıncı Beş Yıllık Kalkınma Planı
döneminde, malî piyasalarda araçlar artmış; ancak, bu
gelişmelere paralel olarak bir malî derinleşme
sağlanamamıştır. Ekonomide enflasyonist bekleyişlerin
sürmesi, finans sektöründeki kurumların geleceğe yönelik tahmin
yapmalarını güçleştirerek, uzun vadeli finansman
kaynaklarının yaratılabilmesini engellemiştir. İzlenen
ekonomik politikalar, yasalarla getirilen zorunluluklar ve kamu kesiminin
yüksek oranda borçlanma gereği gibi nedenlerle, bankalar, fonlarının
büyük bir bölümünü devlet içborçlanma senetlerine plase etmişlerdir.
Malî araçların geliştirilmesi ve çeşitlendirilmesi ile
malî tasarrufların artırılması yönündeki politikalar ve
iktisadî konjonktür de dikkate alınarak, malî derinleşme
sağlanmalıdır. Etkin bir risk koruma sisteminin oluşturulabilmesi
için, gerekli kurumsal ve mevzuatla ilgili düzenlemeler
gerçekleştirilmelidir. Bu çerçevede, bankaların likidite gücü
artırılarak, denetim ve gözetim sistemleri uluslararası düzeye
çıkarılmalıdır. Malî sistemde rekabet ortamı
geliştirilerek, Ziraat Bankası ile Halk Bankası
dışındaki kamu ticarî bankaları öncelikle
özelleştirilerek, kamunun malî sistemdeki
ağırlığı azaltılmalıdır.
Değerli milletvekilleri, Altıncı Plan döneminde vergi
yükünde artış sağlanmasına rağmen, OECD ülkeleri
ortalamasına göre vergi yükündeki düşüklük, sektörler ve üretim
faktörleri itibariyle dağılımındaki adaletsizlik devam
etmiştir. Sosyal güvenlik primleri dahil, vergi gelirlerinin gayri safî
yurtiçi hâsılaya oranı, 1992 yılında ülkemizde 22,4 iken,
OECD ortalaması 38,8 düzeyinde gerçekleşmiştir.
Gelirden alınan vergilerde efektif yüklerin ücret gelirleri
üzerinde yoğunlaşması, sanayinin rekabet gücünü olumsuz yönde
etkilemektedir. Bu yapıyı, Avrupa Birliği ekonomisiyle
bütünleşme sürecine giren açık bir ekonomide sürdürebilmek oldukça
güçtür.
1980 sonrasında çok sayıda vergi düzenlemesi
yapılmış olmasına rağmen ve oldukça yüksek kanunî
vergi oranlarına rağmen, vergi tahsilatlarındaki arzu edilen
gelişme bir türlü sağlanamamıştır. Bunun
başlıca sebepleri, vergisel teşviklerin yoğun olarak
kullanılması sonucunda vergi matrahının erimesi; belge ve
kayıt düzeninin yerleştirilememesi, denetim fonksiyonunun işletilememesi
sonucunda vergi kayıp ve kaçağının önemli boyutlara
ulaşmış olmasıdır.
1993 yılı sonundan itibaren vergi sisteminde yapılan
düzenlemeler, bu meselelerin çözümünde önemli bir adım olmakla birlikte,
kayıt dışı iktisadî faaliyetlerin vergi kapsamına
alınması, yükün dağılımında iktisadî etkinlik,
vergi sisteminde basitleştirme, vergi dairesi, vergi idaresi ve denetimin
yeniden yapılandırılması ihtiyacı devam etmektedir.
Vergi düzenlemesindeki amaç, kayıt dışı ekonominin
vergi kapsamına alınması, yatırımların
özendirilmesi ve sosyal adaletin
yaygınlaştırılmasıdır.
Vergi alanında temel strateji, Avrupa Birliği vergi
politikası ile vergi yapısını dikkate alarak, tüm ekonomik
faaliyetleri kapsayan, üretim faktörleri üzerindeki vergi yükünü azaltan, tüketim
vergilerine ağırlık veren, gayrimenkul rantlarını
vergileyen bir sistem oluşturmak olmalıdır.
Yedinci Plan döneminde, öncelikle, vergi idaresi ve denetiminin daha
etkin hale getirilmesi ve idarenin yeniden yapılandırılması
sağlanarak, vergi kayıp ve kaçağı asgarî seviyeye
indirilmelidir. Bu kapsamda, herkese bir vergi numarası uygulaması
yaygınlaştırılmalı, vergi idaresinin otomasyonu
gerçekleştirilmeli, belge düzeni yerleştirilmeli, yeminli ve serbest
malî müşavirlik sistemlerinden etkin bir şekilde yararlanılmalı,
vergi kanunları daha açık, daha anlaşılır bir hale
getirilmelidir.
Değerli milletvekilleri, sosyal güvenlik kurumlarının
finansman açıkları, 1990’lı yılların
başından itibaren, kamu kesimi açıkları içerisinde önemli
bir mesele olmaya başlamıştır. Bu kurumların
açıklarının gayri safî millî hâsılaya oranı 1991
yılında yüzde 0,2 iken, 1995 yılında yüzde 1,6’ya
yükselmiştir; 1996 yılında da, bu açıkların gayri safî
millî hâsılaya oranının yüzde 1,8’e yükselmesi beklenmektedir.
Kurum açıklarının finansmanı için, bütçeden, 1995
yılında 108 trilyon Türk Lirası kaynak
aktarılmıştır; 1996 yılında da 280 trilyon
civarında bir kaynağın aktarılması beklenmektedir.
Ülkemizde, aktif ve pasif sigortalılar arasındaki dengenin
bozulması, primlerin zamanında tahsil edilememesi, kurumların
organizasyon yapılarının iyileştirilememesi,
plasmanların verimli şekilde değerlendirilememesi, aktuaryel
dengelere bakılmaksızın kurum mevzuatlarında değişikliğe
gidilmesi, yaş sınırı olmaksızın emeklilik
hakkının sağlanmış olması, prim
karşılığı olmadan yapılan sosyal yardım
zammı ödemeleri, sigortacılıkla bağdaşmayan
yükümlülükler sosyal güvenlik kurumlarının finansman
sıkıntılarını oldukça artırmıştır.
Bu durum, işçi ve memur emekli aylıklarının düşük
olmasına rağmen, bütçeye önemli miktarda yük getirmektedir. Bu
sebeplerden dolayı sosyal güvenlik kurumlarıyla ilgili reform
niteliğinde düzenlemelere gidilmesi kaçınılmazdır.
Reform sürecinde sosyal devlet anlayışı içerisinde,
sosyal güvenlik ve sağlık hizmetlerini toplumun bütününe aşama
aşama yaygınlaştıran çağdaş, etkin ve bütün
finansal kaynakları belirgin bir sistemin oluşturulması
amaçlanmalıdır.
Sosyal güvenlik kurumlarının tek çatı altında
toplanması amacı doğrultusunda sigortalılara sağlanan
haklar ve sorumluluklarda norm ve standart birliğine gidilmelidir.
Sosyal sigorta, sosyal yardım ve sosyal hizmetlerin temel
esaslarını belirleyecek temel sosyal güvenlik yasası
çıkarılmalı ve uzun vadeli sigorta programlarıyla
sağlık sigortası programı birbirinden
ayrılmalıdır.
Asgari ücretten alınan vergi tedricen kaldırılarak
sigortasız çalıştırılan işçilerin sigorta
kapsamına alınması sağlanmalı ve bu şekilde
SSK’ya kaynak yaratılarak, çalışan-emekli dengesinin olumlu hale
getirilmesi temin edilmelidir.
Siyasî mülahazalarla sürekli müdahale edilen emekli olma
yaşıyla, gerekli düzenlemeler yapıldıktan sonra, kesinlikle
oynanmamalıdır.
Değerli milletvekilleri, 1980’li yıllarda kamu kesiminin
ekonomideki nispî payının küçültülmesi ve bu doğrultuda
KİT’lerin özelleştirilerek ekonomik etkinliğin
artırılması, gündemdeki yerini sürekli olarak korumuştur.
Bu amaçla, 1984 yılından itibaren bir dizi yasal düzenleme
yapılarak, özelleştirmenin ve devlet işletmeciliğinin
ekonominin gereklerine uygun olarak yürütülmesini sağlamaya yönelik kurumsal
ve yasal altyapı oluşturulmaya
çalışılmıştır.
Başta, özelleştirmenin yasal ve kurumsal
altyapısında gözlenen aksaklıklar ve eksiklikler olmak üzere,
toplumsal uzlaşma zeminine dayandırılmaması nedeniyle,
özelleştirme çalışmalarının
başlangıcından bu yana geçen on yıllık dönemde
beklenen hedeflere ulaşılamamıştır. Bu dönemde,
özelleştirme uygulamaları, büyük ölçüde bağlı
ortaklıklar ve kamu iştirakleri ile sınırlı kalmış,
1995 yılı sonu itibariyle 2.8 milyar dolar tutarında
özelleştirme geliri elde edilebilmiştir.
Özelleştirme programının amacı, dünya
piyasalarına entegre olma ve Avrupa Birliğine tam üyelik hedefi ve
Gümrük Birliği süreci doğrultusunda, ekonomide verimliliğin ve
maliyet yapısının rekabet edebilir seviyelere getirilmesi ve
serbest piyasa şartlarının sağlanmasıdır. Bu
amaçla, KİT’ler süratle özelleştirilmelidir. Böylece, sermayenin
tabana yayılması, teknolojik yenilenme, kamu
açıklarını azaltmak, kamunun malî piyasalar üzerindeki
baskısını hafifletmek, kamu borç stokunu düşürmek mümkün
olabilecektir.
Siyasî menfaatlar uğruna, devletin ve belediyelerin elindeki
işletmeler gizli işsiz deposu gibi kullanılmaktadır;
bunların ürettiği mal ve hizmetlerin fiyatları, gerçek
maliyetlerin çok altında belirlenmektedir.
Popülist siyasetçiler tarafından, halkın karnının
doyurulması amacıyla, halka balık tutulmasının
öğretilmesi yerine, onlar için balık tutulması yolu
izlenmektedir. Fiyatların, kamu imkânları kullanılarak düşük
tutulması suretiyle, özel sektöre karşı haksız rekabet
uygulanmaktadır. Bundan dolayı KİT’lerin ve BİT’lerin
hızla özelleştirilmesi, ekonominin rasyonel yapılanması,
kurulu düzenin, insan onurunun ve ekonominin popülizm tasallutundan
kurtarılması açısından büyük önem taşımaktadır.
Yurtdışında bulunün 3 milyonun üzerindeki Türk işçisi ve
aile fertlerinin, Türkiye’ye göndermiş olduğu yıllık
ortalama 3 milyar dolarlık döviz girdisinin yanı sıra,
işçilerimizin birikimlerinin, özelleştirme kapsamındaki
kârlı KİT’lere kanalize edilmesini sağlayıcı tedbirler
üretilmeli ve gerçekleştirilmelidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tam üyelik nihaî
hedefi kapsamında, Gümrük Birliği, Avrupa Birliği ile
bütünleşmenin kurumsal anlamda güçleneceği bir oluşumu
teşkil etmektedir. Sınaî mal ticaretini serbestleştirmenin
yanında, üye ülkelerin sanayi, ticaret ve rekabet politikalarında
paralellik tesis etmeyi amaçlayan Gümrük Birliği, ortak yarar esasına
dayalı biçimde geliştirilecektir.
Son on yıldaki gelişmeler, özel kesimin dinamik bir uyum gücüne sahip olduğunu
göstermektedir. Bu durum uygun sanayi politikalarıyla de
desteklendiği takdirde, sanayie dinamizm getirecek, ekonomide kaynak
dağılımının etkinliğini artıracaktır.
Avrupa Birliğinin rekabet ve dışticaret
politikalarına Türkiye’nin uyumunu sağlayacak tedbirlerin
alınmasına devam edilmelidir. Ortaklık ilişkileri
çerçevesinde elde edilmiş bulunan işgücünün ve hizmetlerin serbest
dolaşımı hakkının uygulamaya geçirilmesi için
girişimler sürdürülmelidir.
Yabancı sermaye, teknoloji ve sermaye birikiminin yetersiz
olduğu Türkiye için önemli bir kaynak durumundadır. 1980
sonrasında bu kaynağın önemini kavrayan Türkiye, özellikle 1990
sonrası bir dizi yasal düzenlemelere giderek, yabancı sermaye için
güvenli bir ortam yaratırken, bürokrasinin asgarî düzeye indirilmesini
amaçlamış ve bütün yabancı sermaye başvurularının
tek bir merci tarafından incelenmesi ve sonuçlandırılması
sağlanmıştır. Sonuç olarak, liberal bir yabancı
sermaye politikası oluşturulmuştur.
Yapılan yasal düzenlemeler neticesinde, 1980-1990 yılları
arasında 6,4 milyar dolar seviyesinin altında olan yabancı
sermaye izinleri, 1991-1996 Haziran sonu itibariyle 11,4 milyar dolar
seviyesine ulaşmıştır. 17,4 milyar dolarlık kümülatif
iznin yüzde 63,5’i son beş yıla ait olup, sadece 1995
yılındaki izin tutarı 2,94 milyar dolardır. 1990 sonu
itibariyle 1 856 olan firma adedi, 1996 Haziran sonunda, geçmiş dönemlere
kıyasla yüzde 81 oranında artmış ve 3 371 adede
ulaşmıştır.
Sayın Başkan, kaç dakikam var?
BAŞKAN – 13 dakikanız var.
HALİL YILDIZ (Devamla) – Teşekkür ederim.
1996 yılında 3,5 ilâ 4 milyar dolar tutarında
yabancı sermayeye izin verilmesi hedeflenmektedir. Fiilî girişler
için bu hedef 1,5 milyar dolar seviyesinde olup, yabancı sermayenin,
özellikle otomotiv sanayii, kimya sanayii, elektrikli elektriksiz makine
sanayii ve gıda sanayiine gelmesi beklenmektedir. Son gelişmeler göz
önüne alındığında, bankacılık ve
sigortacılık sektörlerinde de yabancı sermayenin gün geçtikçe
artacağı beklenmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
konuşmamın bu bölümünde de harekete geçirilebilecek kaynaklar ve
yapılabilecek düzenlemeler konusunda bilgi vermek istiyorum.
Türkiye’de, her yıl, ortalama, yüzde 8,5 oranında bir elektrik
enerjisi talebi artışı olmaktadır. Şu anda 21 500
megavat kurulu elektrik enerjisi gücü mevcuttur. Bu güce, her yıl,
yaklaşık olarak 1 800 megavat kapasitede yeni üretim tesisleri ilave
etmek gereklidir. 1996 yılında 1,5 milyar kilovatsaat, 1997’de
-TEAŞ’ın yaptığı değerlendirmelere göre- 6,5
milyar kilovatsaat, 1998’ de ise, bu açık, maalesef, 12 milyar kilovatsaat
gibi büyük rakamlara ulaşacaktır. 1984 yılında
“-işlet-devret modeli” diye tanımlanan 3096 sayılı Yasa
çıkarılmıştır. 1984’ten 1996 yılına kadar
geçen sürede Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığına santral
kurmak için müracaat eden firmaların teklif ettikleri kapasite
toplamı 20 bin megavat civarındadır. Buna karşın, 34
megavat toplam gücünde 3 adet hidroelektrik santral gerçekleştirilmiş
bulunmaktadır.
Enerji yokluğunun ekonomiye vereceği tahribatı rakamlarla
özetlemek gerekirse, 1 kilovatsaat üretilmeyen elektrik enerjisi veya talep
edildiği halde karşılanmayan beher kilovatsaat elektrik
enerjisi, Türkiye ekonomisine 1 dolarlık zarar vermektedir. Yani, 1,5
milyar kilovatsaatlik üretilemeyen elektriğin ekonomiye zararı,
1996’da 1,5 milyar dolar, 1997’de ise, 6 milyar dolar olacaktır.
Özellikle, kısa sürede işletmeye alınabilecek elektrik
üretim tesislerinin devreye sokulması gerekmektedir. Projeleri
oluşmuş, Bakanlığa müracaatları
yapılmış, Bakanlık tarafından incelenmekte olan özel
sektörün kojenerasyon projelerinin süratle yapılıp, işletmeye
açılmasıyla, yaklaşık 1 200 megavat civarında bir
elektrik üretim kapasitesinin kazanılacağına inanıyorum.
Bugün kısa vadede, enerji krizine bir çözüm getirmemiz ve
darboğazı aşmamız gerekmektedir. Zira enerji sektöründe
meydana gelecek bir darboğaz, sanayileşme sürecimizi olumsuz olarak
etkileyebileceği gibi, istihdam açığının büyümesi gibi
çok önemli sosyal olumsuzluklara da yol açacaktır.
Enerji üretim politikalarımızı belirlerken,
şüphesiz, çok önemli bir husus da, enerji tasarrufunu içeren
teknolojilerin uygulamaya konmasının desteklenmesidir. Bunun
gerçekleştirilebilmesi için, yetkililerin kojenerasyon projelerinin, yani,
birleşik ısı - güç ve ısı üretim tesislerinin ana
girdisi olan doğalgazı temin edecek şekilde gerekli önlemleri
alması lazımdır. Bunun için, doğalgaz
santrallarının maksimum kapasiteyle
çalıştırılması sayesinde ve yapılmakta olan ve
bundan sonra yapılacak olan kojenerasyon santrallarıyla, en az 1 200
megavat kapasitede, 7 milyar kilovatsaatlik yıllık enerji üretim
desteği sağlanabilecektir.
1996’da doğalgaz talebimiz en az 9 milyar metreküp, 1997’de ise 12
milyar metreküp olacaktır. BOTAŞ, Rusya ile yapılan son
anlaşmayla, 6 milyar metreküpün üzerine 2 milyar metreküplük ek bir
tahsisat almış, buna, çeşitli ülkelerden alınan 2,5 milyar
metreküplük sıvılaştırılmış doğalgaz
kapasitesini eklediğimizde, ancak, 10,5 milyar metreküp rakamına
ulaşıyoruz. Yani, 1997’de, BOTAŞ’ın tüketimi değil
serbest bırakması, yeni sınırlamalar getirmesi bile söz
konusu olabilir. Bunun için, BOTAŞ’a doğalgaz nakil ve
dağıtım sistemlerinin kurulması ve işletilmesi
yetkisini veren 397 sayılı Yasanın yeniden ele
alınması, elektrikte 3096 sayılı Yasayla özel sektöre
verilmiş hakların benzeri, doğalgaz tesislerinin
kurulmasında ve işletilmesinde mutlaka verilmelidir.
Bakanlıkta incelenmekte olan yaklaşık 45 kojenerasyon
projesi onaylanıp bir seneden kısa bir sürede hayata geçirildiği
zaman, yaklaşık 7,5 milyar kilovatsaatlik bir elektrik enerjisi
katkısıyla, ısı yönünden de 1,5 milyon ton petrol
eşdeğeri millî ekonomiye kazandırılmış olacak;
ayrıca, 1 milyar doların üzerindeki enerji yatırımı
özel sektör tarafından yapılmış olacaktır.
Bugünkü şartlarda, Türkiye’de tesis edilecek birleşik
ısı-güç üretim sistemleri, eşdeğer enerji maliyetini
TEDAŞ’ın enerji satış fiyatlarının yüzde 50’si
civarında mal edebilecekleri için, bu tesislerin geri ödeme süresi 2 ilâ 3
yıl arasında olacaktır.
Değerli milletvekilleri, özellikle, yoğun elektrik ve
ısı kullanılan kâğıt sanayii, tekstil ve gübre
fabrikaları kojenerasyon sistemine geçtiğinde, mallar yüzde 15 daha
ucuza üretilerek, dünya piyasalarında fiyat açısından
avantajlı duruma geçilecektir.
Ayrıca, gelişmiş ülkelerde gıda endüstrisi,
toplukonut alanları, turistik tesisler, tatil köyleri, büyük
mağazalar, ilaç fabrikaları gibi, birçok alanda kojenerasyon
uygulanarak, bunların, kendi elektrik, ısı ve soğuk hava
ihtiyaçlarını kesintisiz bir şekilde daha ucuza
karşılamaları ve her yıl yapılması gereken 4
milyar dolarlık enerji yatırımının büyük
kısmının özel sektör tarafından yapılması mümkün
hale gelecektir.
Bugüne kadar çıkarılan kararnameler ve yönetmelikler, hep,
otoprodüktörlük esasına göre düzenlenmiştir. Esasında,
teşvik görmesi gereken anaunsur, birleşik ısı - güç sistemi;
yani, kojenerasyondur. Zira, içerdiği yüksek randıman sebebiyle
ekonomide büyük tasarruf sağlayan, birleşik ısı güç üretim
sistemidir. Bu nedenle, teşviklerin, otoprodüktörlükle
sınırlandırılmayıp, geniş anlamıyla
“birleşik ısı - güç üretim tesisleri” ifadesine
dönüştürülmesi gerekir. Böylece, birleşik ısı - güç üretim
esasına göre kurulmuş, sadece, sanayi tesisleri değil, toplu
konut alanları, turistik tesisler, tatil köyleri gibi yoğun elektrik
ve ısı kullanan tesisler de, otoprodüktörlük teşviklerinden
yararlanmalıdır.
Özellikle Anadolu’da, büyük bir sanayileşme heyecanının
yaşandığı bölgelerde, 6 numaralı fuel-oil’e
dayalı sistemlerin desteklenmesi, kısa vadeli bir çözüm alternatifi
olmaktadır. Bu nedenle, doğalgaz temini mümkün olmayan bölgelerde, 6 numaralı
fuel-oil sübvanse edilerek, birleşik ısı güç üretim sistemi
yatırımları teşvik edilmelidir.
Kısa dönemde gerçekleştirebileceğimiz,
değerlendirebileceğimiz bir özkaynağımız da jeotermal
kaynaklardır. Türkiye’de elektrik üretime yönelik potansiyel, bugünkü
şartlarda 200 megavat ve ısıtmacılığa uygun
kullanılabilir termal potansiyel ise 1 081 megavat olarak tahmin
edilmektedir.
Şu anda, Türkiye’de, 120 bin konut ısıtması
jeotermal enerjiyle projelendirilmiş ve halen 17 bin konut
eşdeğeri ısıtma yapılmaktadır. Denizli, Afyon,
Kütahya, Uşak, Erzurum gibi illerimizde konutların
ısıtılmasında, elektrik üretilmesinde,
seracılıkta ve gıda sanayiinde bu
kaynağımızın kullanımı mutlaka teşvik
edilmelidir.
Jeotermal enerji kaynağı, Türkiye’deki maden, petrol ve
yeraltı suları yasalarından hiçbirine uymayan özellikler
göstermektedir. Yenilenebilir olması nedeniyle maden ve petrol, enerji
içermesi ve yeraltı sularına göre daha derinden gelmesi ve diğer
birçok sebepten dolayı yeraltı suları yasasına
uymamaktadır. Bu nedenle, bir an önce, yedi yıldır
taslağı hazır olan ve bir türlü, hükümetler tarafından
Meclise getirilemeyen jeotermal enerji yasasının
çıkarılarak, devreye sokulmasında büyük yarar vardır.
1994 yılı sonu itibariyle toplam ekonomik hidrolik potansiyelimizin
ancak 29,5’i değerlendirilmiş durumdadır. İnşa
halindeki bütün hidroelektrik santrallarının devreye girmesiyle,
potansiyelin yaklaşık yüzde 34’ü değerlendirilmiş
olacaktır. Bu potansiyelin dışında, 0 ile 10 megavat
arasındaki küçük HES’lere ait 796,5 megavat kurulu güçlü enerji
potansiyeli mevcuttur.
Yapımları tamamlanan ve şu anda atıl durumda bulunan
küçük HES’lerin işletme haklarının özel sektöre devri yoluyla
üretken hale getirilebilmesi sağlanmalı, kapasite ve üretimi
artırıcı çalışmalar yapılmalıdır. Küçük
HES’lerin 3096 sayılı Yasa kapsamında üretim şirketlerine
yaptırılması teşvik edilmelidir. Bunun için, uzun süre alan
detaylı sözleşmeler yerine, sadece fiyat belirlemek suretiyle
şirketlerle uzun dönemli yetki belgesi imzalanması uygun olacaktır.
Enerji ithalini önlemek için, desülfürizasyonları tamamlanınca
atıl durumda bulunan ve millî servetler harcanarak yapılan Gökova ve
Orhaneli Termik santrallarının devreye sokulması gerekmektedir.
Kesinlikle bir enerji tasarrufu kampanyası başlatılmalıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1970’li
yıllarda Boğaz Köprüsüne, “buradan burjuva çocuklarının
arabası geçecek” diye karşı çıkan, “bu kadar barajı ne
yapacaksınız; elektriği toprağa mı vereceksiniz” diye
karşı çıkan zihniyet, bugün de nükleer enerji santrallarına
karşı çıkmaktadır. (RP sıralarından
alkışlar) Ancak, geçen zaman göstermiştir ki, bir köprü
yetmemiş, ikincisi yapılmış; enerji alanında ise,
önümüzdeki aylarda enerji açığı ortaya
çıktığında, bu zihniyetin Türkiye’nin gelişmesine ne
kadar engel olabildiği açıkça görülecektir.
Yakın iki komşumuz Bulgaristan ve Ermenistan’da, oldukça geri
teknolojiyle çalışan nükleer santralların
yarattığı tehdidin binde 1’ini bile yaratmayacak yüksek
teknolojiye sahip nükleer enerji santrallarının, gelişmiş
Batı ülkelerinden alınmasıyla, Türkiye, nükleer enerji
teknolojisine sahip sınırlı sayıdaki ülkeler arasına
girecek ve güçlenecektir.
Türkiye, elindeki en önemli özkaynak olan sınıraşan sular
kapsamındaki Fırat ve Dicle nehirleri konusunda, mutlaka bir
hidrostrateji oluşturmalı ve bunu uzun dönemde tavizsiz bir
şekilde uygulayabileceği hidropolitikaya dönüştürmelidir.
Ortadoğu’daki suyla birlikte, petrol dahil bütün kaynakların
ortak kullanımını sağlayacak politikalar
oluşturulmalı, Barış Suyu Projesi gibi, ülkeleri
karşılıklı olarak birbirine bağlayacak barış
ve istikrarın teminatı olacak Rusya-Türkiye-İsrail doğalgaz
boru hattı, Bakü-Ceyhan petrol boru hattı, Gürcistan-Türkiye doğalgaz
boru hattı, Türkmenistan-İran-Türkiye-Avrupa doğalgaz boru hattı
gibi stratejik projeleri kesinlikle gerçekleştirmelidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
yurtdışı müteahhitlik hizmetleri, teknoloji birikimi, istihdam,
döviz girdisi ve ihracat açısından ülkemiz ekonomisine önemli
katkılar sağlayan bir sektördür. Firmalarımız
tarafından yurtdışında üstlenilen projelerde
kullanılan malzeme, yarı mamul ve mamuller ve ayrıca
çalışanların ihtiyaçları önemli oranda ülkemizden
götürülerek ihracata doğrudan katkı sağlanmaktadır. 1995
yılı sonu itibariyle, Türk müteahhitlerinin
yurtdışında üstlendikleri işlerin toplam tutarı
yaklaşık 34,6 milyar dolar olup, bunun 14 milyar dolarlık
kısmı halen devam eden projelerdir. 30’a yakın ülkede 400
civarında proje yürütülmekte ve bu işlerde, toplam 25 bin
işçimiz çalışmaktadır.
Yakın zamana kada,r uluslararası piyasalarda etkin olabilmek
için gerekli olan teknik yeterlik ve uygun fiyat verme olguları,
günümüzde, değişen şartların etkisiyle, eski
ağırlığını ve önemini kaybetmiştir. Bugün,
pazar ülkelerinin yönetimleriyle üst düzey ilişkiler, ikili-bölgesel
ekonomik-politik çıkarlar, teşvikler, proje finansmanı paketi ve
yaygın mühendislik ve müşavirlik hizmetleri gibi hususlar, sektörde
daha aktif olmak için gerekli olan unsurlardır.
Bu sektörün gelişmesi için;
1- Eximbankın sorumluluğunda bulunan yurtdışı
proje sözleşmelerinin politik risk sigortası programına
işlerlik kazandırılması,
2- Sektörün kullanımına yönelik sendikasyon kredileri
sisteminin oluşturulması,
3- Özellikle, müzakeresi tamamlanan ve Rusya Parlamentosunda onanması
beklenen Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşmasının
yürürlüğe girmesi için gerekli diplomatik girişimlerde
bulunulması,
4- Yurtdışı mühendislik-müşavirlik hizmetleri
sektörünün desteklenmesi,
5- Yurtdışına Türk işçisi götürme konularında
uygulanan mevzuatların gözden geçirilmesi ve çözüme
kavuşturulması gerekmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; harekete...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Yıldız, konuşma süreniz
tamamlandı. Ben, süreyi sorduğunuz zaman, konuşmanızı bitirdiğinizi
zannediyordum; yani, tamamını kullanmaya mecbur muyum diye
soracaksınız gibi değerlendirmiştim. Lütfen, son
cümlelerinizi ifade edin; çünkü, sizden sonra dört arkadaşımız
daha konuşacak ve ara vermeden çalışmalarımızı
sürdüreceğiz.
HALİL YILDIZ (Devamla) – Değerli milletvekilleri, harekete
geçirilebilecek diğer özkaynaklarımızın
bazılarını da satırbaşlarıyla söylemek istiyorum.
MTA Genel Müdürlüğü, 1995 yılında metalik madenler,
endüstriyel hammaddeler ve enerji hammaddeleri üzerinde yapmış olduğu
bir fizibilitede, Türkiye’nin, maden rezervlerinin satış
hâsılatı bazındaki değerini 2 trilyon 933 milyar dolar
olarak hesaplamıştır. Bu kadar yüksek değerdeki atıl
bir kaynağın ekonomiye kazandırılması için madencilik
sektörünün önündeki her türlü engeller kaldırılmalı, maden ve
içme suyu kaynaklarının işletme hakkı hemen özel sektöre
devredilmeli, küçük ölçekli maden işletmeleri teşvik edilmeli ve
ihracatı kolaylaştırmak için kesinlikle bir maden borsası
oluşturulmalıdır.
Kamu kurum ve kuruluşlarına tahsisli arazilerin bir
kısmı boş ya da tarım yapılarak kullanılmakta
veya üzerlerinde ilgili kuruluşların müştemilat binaları
bulunmaktadır. Büyük şehirlerin halen merkezî alanlarında sayılabilecek
değerli konumlarda bulunan bu tür arsa ve arazilerin ilgili
kuruluşlara tahsislerinin kaldırılması ve gerektiğinde
müştemilat binalarıyla birlikte satışı, Hazineye
önemli bir gelir sağlayacaktır.
Evet, vaktimin kalmaması sebebiyle, diğer tespitlerimi burada
ifade edemiyorum.
BAŞKAN – Lütfen... Lütfen...
HALİL YILDIZ (Devamla) – Bunları yazılı olarak
ilgililere vermek istiyorum.
BAŞKAN – Hükümete duyurabilirsiniz efendim.
HALİL YILDIZ (Devamla) – Sözlerimi şöyle tamamlıyorum.
Aslında, çok önemli özkaynaklarımızın
başında binlerce yıllık kültürümüz gelmektedir. Türkiye,
Avrupa Birliğiyle ekonomik entegrasyona girerken, kültür bağı
olan Kafkasya ve Orta Asya’daki Türk cumhuriyetleriyle de ekonomik entegrasyona
girmesini hızlandırmalı ve Asya’nın sınırsız
doğal kaynaklarını Avrupa’nın ileri teknolojisiyle
birleştirmelidir.
Burada, Büyük Hun İmparatoru Atillâ’nın bir sözünü
hatırlatmak isterim. Atillâ, “bir devle,t bulunduğu bölgede güçlü
olmadan dünyada güçlü olamaz” demektedir. Bu nedenle, Türkiye, dünyada her
alanda güçlü bir konumda olmak istiyorsa, mutlaka bölgesinde güçlü olmak
zorundadır.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DYP ve RP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Doğru Yol Partisi Grubu adına konuşan
Isparta Milletvekili Sayın Halil Yıldız’a teşekkür
ediyorum.
Değerli arkadaşlarım, şu anda, grupları
adına başka söz talebi yok...
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Refah Partisi Grubu adına Sayın
Kahraman Emmioğlu ve Sayın Ahmet Derin konuşacaklar Sayın
Başkan.
BAŞKAN – Refah Partisi Grubu adına, Sayın Emmioğlu
ve Sayın Ahmet Derin söz almışlardır.
Toplam süreleri 45 dakikadır.
Buyurun Sayın Emmioğlu
(RP sıralarından alkışlar)
Sayın Emmioğlu, süreyi siz ayarlayacaksınız; çünkü,
ben, toplam süreyi kaydediyorum.
KAHRAMAN EMMİOĞLU (Gaziantep) – 20 dakika sonra ikaz
ederseniz, memnun olurum.
BAŞKAN – Peki; buyurun.
RP GRUBU ADINA KAHRAMAN EMMİOĞLU (Gaziantep) – Sayın
Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi, Grubum
ve şahsım adına hürmetlerimle selamlıyorum.
Yurtiçi kaynakların değerlendirilmesi ve
geliştirilmesiyle ilgili genel görüşmede, Refah Partisi Grubu adına,
konu hakkındaki görüşlerimizi açıklamak üzere
huzurunuzdayım.
Bu gibi görüşmelerin, çok sıkça, Yüce Meclisimizde
yapılması, en büyük arzumuzdur; zira, her partinin kendi
düşüncelerini burada açıklaması, Hükümete ışık
tutacak, idarede çoğulcu katılımı sağlayacak ve
ileride muhtemel başarısızlığın Meclise mal
edilmesi şeklindeki bir düşünceyi geri plana atarak, burada
görüşlerini açıklaması, milletimize, birçok meselenin izahı
yönünden çok değerli olmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım;
meselemiz, kaynakların harekete geçirilmesi nasıl mümkündür, bu
sorunun cevabını aramaktır. Kaynak, dediğimiz gibi,
halkın mutluluğunu temin etmekte kullanılan her şeydir;
insandır, paradır, maldır. Su, maden, toprak, hava, kültür
zenginlikleri, turistik güzellikler, tabiî zenginliklerin hepsi, kaynak
mefhumunun içerisine girer ve bunların hepsi, Allah’ın bize lütfudur
ve Allah’ın verdiği en büyük nimettir. (RP sıralarından
alkışlar)
Şimdi, bu nimetlerin en iyi şekilde istimal edilmesinde,
bizlere düşen bir vazife vardır;
aklımızı, tecrübemizi, bütün enerjimizi, bu konuların
millet nezdinde faydalı olmasına çalıştıracak
şekilde gayret göstermek ve bunun yanında da, elbette, Allah’a dua
etmektir. Son zamanlarda, buna çok takılıyorlar. Aslında,
İstanbul Büyükşehir Belediyesinde idareye geldiğimizde de,
Tayyip Erdoğan Bey’in dua meselesine çok
takılmışlardı. Zaman, onları “Allah sizi seviyor” deme
durumuna getirdi ve mahcup etti. Ümit ediyorum ve yine burada Allah’tan niyaz
ediyorum ki, istikbalde, bu arkadaşlarımız yine mahcup
olacaklardır. Elbette, bize düşen, enerjimizin sonuna kadar
çalışmaktır; iradei cüziyemizi, yine, Allah’ın bize
verdiği irademizi, sonuna kadar, milletimizin faydası için harcamaktır.
Kaynakları harekete geçirmek, mevcut ve âtıl durumda
bulunanların halkın hizmetine sunulması durumudur ve harekete
geçirme araçlarımız, gelişmiş insanımızın
görgüsü, heyecanı, şevki, aklı, tecrübesi, vatanseverliği,
teşebbüs gücüdür ve şunu ifade etmek istiyorum ki, en mühim faktör
de, insan, insan, insandır...
Evet, bugün, idaremizde, insan faktörünü kâfi derecede nazarı
itibara almadığımız bir gerçektir. Onları iyi
yetiştirmek, onların, hem kafalarını hem gönüllerini, en
iyi şekilde, vatana hizmet edecek şekilde doldurmak ve onları,
vatan için hizmet ettirmektir; ancak, burada, devletin büyük görevleri var ve
devlet de nihayet biz insanlardan ibarettir, halkın kendisidir ve idarî
organizasyonlardır. Bugün, maalesef, idarî
organizasyonlarımızın iyi şekilde düzenlendiği
söylenemez. Merkezî yönetimimiz ve mahallî idarelerimiz arasındaki işbölümü
sağlıklı değildir; bu yüzden de yeniden yapılanma, bir
zaruret olmuştur. Kaynaklarımızın en iyi şekilde
değerlendirilmesi için, buna şiddetle ihtiyaç vardır ve
-zamanımızda temayül bu yöndedir- demokratikleşme, sivilleşme,
meselelerde doğrudan doğruya halkın idareye yönelmesi; yani,
artık, halkın da tribünlerde değil doğrudan doğruya
oyuncu olmasını sağlamak, yerinden yönetim ilkesini
bihakkın gerçekleştirmek ve merkezî idareleri, merkezî yönetimleri
güçlendirmek ve ademi merkeziyetçiliği süratle gerçekleştirmek
mecburiyetindeyiz.
Bu organizasyonların başarılı olması için,
elbette, sevki idare kaidelerinin tam olarak yerine getirilmesi lazım ve
her organizasyonun başına da ehil ve emin insanın mutlaka
getirilmesi gerekiyor. Yetki-sorumluluk dengesi tam olarak teşekkül
ettirilmeli; işbaşına getirdiğimiz insanlara müdahale
etmekten ziyade, uzaktan kontrolle, onun, bütün enerjisini, bütün kabiliyetini
göstermesini sağlamak gerekiyor. En mühim hadise, böylesi akıllı
bir idarecinin yapacağı şey, elbette, projeleri, en fizibl
şekilde, daha doğrusu, sosyal ve ekonomik yönden maliyet-fayda
dengelerini optimize etmeye çalışmasıdır. Bir projenin -ki,
ele alınan, ülke çapında her şeyi proje olarak mütalaa etmek
kabil; bu, küçük bir organizasyon da olur, bir Maliye Bakanlığı
da olur, bir İçişleri Bakanlığı da olur- en iyi
şekilde düzenlenmesi için, gereken fizibl çalışma esasına
riayet etmek lazım.
Devlet organizasyonunu, son zamanlarda, berbat ederek, kaynakları
tamamen heder eden esasların başlıcaları şunlar
olmuştur: Ehil ve emin olmayan insanlar işbaşına
getirilmiştir ve neticede, yolsuzluk ve rüşvet dediğimiz bela bu
millete musallat olmuştur. Rüşvet, bir ahlakî meseledir,
doğrudur; bir hukukî meseledir, o da doğrudur; fakat, öylesine büyük
ekonomik bir meseledir ki, bu illete duçar olan bir milletin iflah olması
mümkün değildir ve esas olan, bunun kaldırılmasıdır.
(RP sıralarından alkışlar)
İşbaşına gelen insanların, geçmişte,
siyasî iktidarlarca çok suiistimal edildiğine şahit olduk ve
neticede, o insanlar kendi hünerlerini gösterememiş, iktidarın bir
nevi finansörü olmuş ve firmalar zarar eder hale gelmiştir.
Özellikle, devlet müesseselerinin birçoğunda olan hadise, maalesef, bu
şekilde olmuştur Aşırı istihdam, tamamen -bir nevi-
keyfî idare, hiçbir meseleye ekonomik veya sosyal denge yönünden
bakılmaması neticesinde firmalar zarar etmiştir ve bunlar,
kaynak yaratacağına kaynak tüketir duruma gelmiştir. Ben, bununla ilgili birkaç misali,
bizzat kendi yaşayışımdan vermek istiyorum.
İstanbul Büyükşehir Belediyesine geldiğimizde bir
İSKİ hadisesi vardı . Demin söylediğim hastalıklardan
dolayı kaynak yaratır durumda olması icap eden bu müessese,
kaynak yutar hale gelmişti, neredeyse çalışanların
ücretlerini veremeyecek haldeydi, borç batağına
batmıştı; tam bir sefalet hüküm sürüyordu; İstanbul’un
suları kokuyordu; yatırım yapılamıyordu; her şey
berbat olmuştu. Sulardan aylık gelir 200 milyar lira kadardı. Ne
oldu; Refah Partisi iktidara geldi; İSKİ ele alındı; kaynak
yutan bir müessesede nasıl kaynak yaratılır, herkese gösterildi.
Sayın Veysel Eroğlu’na demin telefon ettim “şu andaki gelirimiz
ne kadar” dediğimde, “aylık 2 trilyon gelirimiz var” dedi.
İşte, size, kaynak nasıl yaratılır, bir misaldir bu.
(RP sıralarından alkışlar) Ne oldu; yatırımlar
yapıldı; hatta, bu yatırımlar özkaynakla finanse edildi.
Peş peşe yatırımlarla, bir taraftan, işsizlik için,
karınca kararınca derde derman olmaya çalışıldı;
çünkü, iş sahaları meydana geldi; bir taraftan da İstanbul’un su
sıkıntısı yok edildi.
Mesele, başa gelen ve ondan sonra onun üslubunu salkım
salkım aşağı doğru yansıtan bir idarenin ne
olduğunu ve kaynakların nasıl
yaratıldığını gösteren en güzel misal olmuştur.
Bazı misallere, yaşadığım için devam etmek istiyorum.
İSKİ’de bir yatırım yapıldı,
Ömerli-Çamlıca isale hattı. Geçmiş iktidarın takriben 3
trilyona yapabildiği bu yatırım, bizim tarafımızdan
800 milyara gerçekleştirildi ve neticede, izafi olarak, bir nevi kaynak
meydana getirilmiş oldu, 3 trilyonla yapılacak olan başka
işlere kaynak ayırma fırsatı doğmuş oldu.
Maalesef, dere ıslahlarında yapılan yolsuzluklar, birçok
kaynağın zayi edilmesine sebep olmuştur.
Bir misal de İGDAŞ’tan. Çok enteresandır; İGDAŞ
ilk kurulduğunda büyük bağlı kredilerle kuruldu ve
aşırı bir borç yüküyle faaliyete geçildi. Öyle yerlere hat
çekilmiş ki, bu hatlar kullanılmaz durumda olan mekânlara gidiyor ve
çok yanlış bir projelendirme olduğunu idareye gelir gelmez
gördük.
Ne yaptık; projeler tanzim edildi, düzeltildi ve şu anda
öylesine bir kaynak meydana getirildi ki, artık, İGDAŞ, krediyle
iş görmüyor. Neyle iş görüyor; yatırımlarını
doğrudan doğruya kendi kaynaklarıyla finanse ediyor ve
artık, böylece devam edecek ; çünkü, belli bir merhaleyi aştı.
YAHYA ŞİMŞEK (Bursa) – İstanbul Belediye Meclisinde
mi konuşuyorsun?
KAHRAMAN EMMİOĞLU (Devamla) – Arkadaşlar, bunun önemi çok
büyük. Meseleleri ele alırken, tamamen, kişilerin
menfaatlarını değil, toplumun menfaatını önplanda
bulundurmak, aklı kullanmak; parti menfaatının önüne yurt
menfaatını çıkarmak; bir yabancı
hayranlığıyla veyahut illâ yabancıdan getirelim ve bunun
altındaki rüşveti alalım düşüncesinden uzak bir idarenin
neler yapabileceğini bu misallerle izah etmeye çalışıyorum.
Ümit ediyorum ki, şu anda kurulmuş olan Hükümet,
işbaşına getireceği bu gibi insanlarla, geçmişte
yapılmış olan hataların yapılmayacağını
gösterecek ve birçok müesseseler, zarardan kâra geçecektir ve bunlar da
artık, kaynak tüketme yerine kaynak üretme durumuna gelecekler. İşte,
sizlere birçok kaynak...
Ben, bazı misaller daha vermekten zevk duyacağım.
Hallerin durumu çok çarpıcıdır; sebze - meyve hali ve su halleri
çok enteresandır. Geldiğimizde, tamamen zararda ve hiçbir kaynak
üretemeyen bu kuruluşların, geldiğimizin birinci ayında
-çok enterasandır- bir aylık gelirinin, geçmiş idarenin
tamı tamına bir yıllık gelirine denk olduğunu gördük.
Siz, eğer, kaynakları, tutar çarçur ederseniz, onları
kişilere peşkeş çekerseniz, onları ziyan ederseniz;
elbette, Türkiye, kaynak sıkıntısından bunalır. Bu
misaller daha uzatılabilir. İhalelerde olan bir yığın
yolsuzlukların getirdiği sıkıntıları
kaldırdığınız zaman, size birçok kaynak meydana
gelecek.
Arsalarla ilgili kaynak değerlendirme konusundaki çalışma
da çok enteresandır. Maalesef, mevzuatın müsait olmaması
sebebiyle -ki, bu mevzuat inşallah düzeltilecektir; bu mevzuat
düzeltildiğinde, emin olun, şehirlerimizin görüntüsü çok
değişecektir- şu anda, devlet arazileri yağma
edilmiştir, işgal edilmiştir, mafyanın eline düşmüştür
ve bunlar, maalesef, değerlendirilmemiştir. Bir taraftan gecekondu
olgusu devam ederken, diğer taraftan arsalar gerektiği şekilde
değerlendirilmemiş, vatandaşın hizmetine
sunulamamıştır. Bununla ilgili basit birtakım mevzuat
düzenlemesiyle bütün bunların yapılması ve yeni kaynaklar
meydana getirilmesi mümkündür; hepimiz bunu söylüyoruz. Bir sözcü
“arsaları satarak bu işleri hal mi edeceksiniz” diyor.
Arkadaşlar, küçük küçük derecikler büyük nehri oluştururlar.
Siz, küçük küçük bu dereleri getirirseniz, büyük nehri o zaman elde edersiniz.
Siz, küçük dereleri daha başından tıkarsanız ve onları
mevzuatla veyahut da ehil olmayan insanlarla kurutursanız, neticede,
kaynaklar da meydana gelmeyecektir.
Bakınız, yine, çok enteresan bir misal: Yap-işlet-devret
modeli, çok güzel bir model. Bu modelin belediyeler tarafından
uygulanması mümkün değil, şu andaki durum itibariyle. Bununla
ilgili mevzuat düzenlemesi süratle yapılmalı ve özel sektörün birçok
kaynağını -ilk baştan tarif ettiğim- halkın
mutluluğuna kanalize etmemiz lazım.
Bir misal daha vereceğim -çok enteresandır,
çarpıcıdır- Bostancı ile Pendik arasında bir dolgu
alanı var; sırf bir mevzuat kötülüğü sebebiyle, bu dolgu
alanı senelerce hiçbir işe yaramadı, bir pislik membaı
olarak kaldı; borular da oraya serildi, sonra boruların gereksiz
olduğu anlaşıldı ve orası, halkın hizmetine bir
türlü giremedi. Niye giremedi; çünkü, senelerce belediyede para yoktu.
BAŞKAN – Sayın Emmioğlu, sizin hissenize düşen
sürenin tamamlanmasına 1 dakika kaldı. Sol taraftaki ekrandan
sürenizi takip edebilirsiniz.
Buyurun.
KAHRAMAN EMMİOĞLU (Devamla) – Teşekkür ederim.
Ne olacaktı; basit bir mevzuat düzenlemesi. O yolun üzerinde en az
4 benzin istasyonu ve lokantalar yapılabilirdi. Bunları yaparak,
oranın ihyası için gereken finansman rahatlıkla
sağlanırdı; ama, bir türlü bu hüneri gösteremedik bizler. Neden;
çünkü, mevzuat hazretleri karşımıza çıkıyordu; ama,
ümit ediyorum bu mevzuat süratle düzenlenecek ve neticede, halkın
imkânlarını buraya süratle kanalize edeceğiz.
Şehir rantları var; bunların devlet kasasına girmesi
lazım. İsrafın kaldırılması lazım. Bunlarla
ilgili, arkadaşlar çok çeşitli örnekler verdiler, çok kıymetli
bilgiler verdiler; her ne kadar buna muhalif iseler de -kendilerine çok teşekkür ediyorum- gerçekten, birçokları, söylemek
istememelerine rağmen, güzel birtakım tekliflerde bulundular. Elbette
bu vatan hepimizin; Meclis, bu vatana hizmet için vardır; elbette projeler
vardır; ama, sizlerin projelerinin de buraya gelmesi, size şeref
katacaktır, ondan hiç endişeniz olmasın.
Çok kıymetli milletvekili arkadaşlarım, meseleyi ben
mikro ekonomi yönünden mütalaa ettim, makro yönden,
arkadaşlarımız, özellikle DYP’deki arkadaşımız
uzun uzun izah ettiler. Ben, meselelere biraz daha açıklık getirmek
istedim ve insan boyutunun ne kadar mühim olduğunu, idareye gelen
zihniyetin ne kadar önemli olduğunu vurgulamaya çalıştım.
Ümit ediyorum ve inanıyorum ki, bu Hükümet, Allah’ın izniyle,
çalışacaktır, gayret gösterecektir, söylediğimiz
mahzurları ortadan kaldıracak ve inşallah, mutlu bir Türkiye’ye
hazırlık yapacak ve insanımızı inşallah mutlu
edecektir.
Hepinizi hürmet ve muhabbetimle selamlıyor; Allah’a emanet
ediyorum. (RP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Refah Partisi Grubu adına konuşan birinci sözcü
Sayın Kahraman Emmioğlu’na teşekkür ediyorum.
Şimdi, ikinci sözcü olarak, Kütahya Milletvekili Sayın Ahmet
Derin; buyurun efendim. (RP sıralarından alkışlar)
23 dakikalık süreniz var.
RP GRUBU ADINA AHMET DERİN (Kütahya) – Saygıdeğer
Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Muhterem
Başbakanımız Prof. Dr Necmettin Erbakan tarafından verilen,
Türkiye’nin özkaynaklarının geliştirilmesiyle İlgili genel
görüşme önergesi üzerindeki görüşlerimi arz etmek üzere, Refah
Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Grubum
ve şahsım adına, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bildiğimiz gibi, ülkemiz, arazi varlığı, insangücü,
yeraltı ve yerüstü zenginlikleri ve ekolojik şartları itibariyle
büyük bir üretim potansiyeline sahiptir; ancak, bu zenginliklerimizi ekonomiye
kazandırdığımızı söylemek, bugüne kadar mümkün
olamamıştır. İşte, bu genel görüşme isteminin
altında yatan gerçek budur.
Biz, yeni bir dönem başlatıyoruz. Bu dönemde, dağdaki
çobanımızdan üniversitedeki profesörümüze kadar, herkesin, sivil ve
resmî tüm şahıs ve kurumların, ülke yönetimine katkıda
bulunmasını, ülkemizin ve dünyamızın sorunlarının
çözümüne katkıda bulunmasını istiyoruz; başta siyasî
partiler olmak üzere, iktidar muhalefet ayırımı
yapmaksızın “gelin beyler, gelin, yüreğinizi,
heyecanınızı, fikrinizi ortaya koyunuz” diyoruz; “Türkiye, yeni
bir ruh, fikir ve kalkınma şahlanışına geçsin”
diyoruz; ama, muhalefet olarak “yok arkadaş; bizim fikrimiz yok, heyecanımız
yok, katkımız yok” diyorsanız; o da sizin bileceğiniz...
(RP sıralarından alkışlar)
Bazı gruplar, buraya çıktılar, felaket
tellallığı yaptılar; hele, eski bir Başbakana
yakıştıramadım; benzin kuyruklarını, sigara
kuyruklarını, yağ kuyruklarını görmüştük
onların zamanında.
Biz, bir barış ve hoşgörü ortamını
sağlamak istiyoruz, hiç kimsenin fal açmamasını istiyoruz.
Muhalefet partilerinden bir grup ve diğer grup sözcüleri, devamlı
paradan bahsettiler; 120–130 trilyon ücret farkı vermişiz, zam
yapmışız; bunun kaynağını
bulamadığımız için buraya geldiğimiz noktasında
kanaatlerini ifade ettiler. Ülke kaynakları yerinde
değerlendirildiği takdirde, değil 130 trilyon, şu andaki
mevcutları israf etmeden kullanmış olsak, 1,3 katrilyon kaynak
bulmanın mümkün olduğunu hepimiz biliyoruz.
Para oyunları, kaynak sağlamak değildir; yıllardan
beri yapılan şey, sadece zam, vergi ve kambiyo... Para oyunları,
para politikalarıyla ülke bu noktaya getirilmiştir. Ucuz, kaliteli,
akıllı üretimi nasıl yapabiliriz; ülkenin yeraltı ve
yerüstü servetlerini, insangücünü, nasıl zenginliklere
dönüştürebiliriz, servetlere dönüştürebiliriz; bunun
çalışması, ne yazık ki yıllardan beri
yapılmamaktadır.
Kapitalist ekonomilerde, serbest piyasa ekonomilerinde, bir ürün 4
bölümden, 4 maliyetten oluşur. Bunlardan sadece bir tanesi sermayedir.
Öyle kaynaklar vardır ki, bu kaynakların servete dönüşebilmesi
için sermayeye bile ihtiyaç yoktur; zaten o kaynağın bizatihî kendisi
bir servettir, bir paradır. Para, makinenin bir parçası
değildir. Liberalist ekonomilerde maliyetin 4 temel verisi vardır
dedik; bunlardan bir tanesi tabiatın payıdır, ranttır,
madendir, hammaddedir, diğeri emektir, diğeri müteşebbisin
kârıdır, ancak dördüncü unsur paradır. Demin ifade ettiğim
gibi, para olmadan servetlere dönüştürülebilecek kaynaklar da mevcuttur.
Sosyalist ekonomilerde ise para, üretimin bir fonksiyonu değildir;
üretimin maliyeti sadece emek ve ihtiyaçtır.
Bu açıdan, bu iki sistemi iyi ve kötü yönleriyle
değerlendirip, ortaya bir gerçeği koysak, görülecektir ki, bu
kaynaklar için para aslî unsur değildir. Bu ülkede çok güzel kaynaklar
mevcuttur. 20 milyon hektar orman arazimiz, ormanlarımız vardır.
Bugüne kadar Almanya, 1 hektar ormandan 3,7 metreküp ürün elde ederken,
yıllardan beri ülkemizi idare edenler, sadece, 1 hektardan 300 desimetreküp
ürün elde edebilmişlerdir. Yani, Avrupa’da ve Almanya’da alınan ürün
bizdekinin 12 katıdır. Güzel bir yönetimle, terleyerek bunun
yarısı alınmış olsa, şu ülkemize, en azından
yüzlerce trilyonluk bir kaynağı sağlamak mümkün olacaktır.
28 milyon hektar ekilebilir arazimiz vardır. Bugün,
yaklaşık 7-8 milyon hektarı, kıraç arazi şekliyle,
bakım yapılmadığından dolayı ekilememektedir. 5
milyon 200 bin hektara yakın bir arazimize, yıllardan beri, yüksek girdiler
nedeniyle, ülkemizde gübre üretilmediği için, fosfat tesisi kapatılıp,
dışarıdan ithalat yapıldığı için, Ziraî
Donatım Kurumunun elinden gübrenin tedariki alınıp, belli
holdinglere, üretim yapan 3-5 gübre fabrikasına Türkiye’nin gübre
ihtiyacı tevdi edildiği için, zamanında gübre verilememiş,
zamanında tohum verilememiştir.
Gene, doğuda, yakacak temin edilemediği için, onlar da tezek
kullanır, hayvan gübresi kullanır hale getirilmişlerdir.
Eğer o değerler, bu nadas arazilere sarfedilmiş olsaydı,
çiftçiye verilmiş olsaydı, aktarılmış olsaydı, en
azından, bugün, 10 milyon ton daha fazla buğday elde etmek mümkündü;
bugünkü parayla 2,5 milyar dolarlık, yaklaşık 200 trilyonluk
kaynak elde etmek mümkündü. (RP sıralarından alkışlar)
Allah’ın izniyle, gelecek dönemden itibaren, buğday ithal eden
değil, şeker ithal eden değil, 500 milyon dolarlık
şeker ithal eden değil, 2,5 milyar dolarlık tarım ürünü
ithalatı yerine, en azından 5 milyar dolarlık tarım ürünü
ihraç eder duruma geleceğiz; bu imkânı, inşallah, bu yönetim, bu
İktidar, bu ülkede sağlayacaktır.
Ülkemiz, çok büyük rezervlere sahip olmamasına rağmen, 44
çeşit madene sahiptir. Dünyada, bu kadar çeşitli madeni olan ülkeler
nadirdir, hatta, yoktur diyebiliriz. Bu 44 çeşit madenden 4 çeşidinde
ülkemiz dünyada, rezerv itibariyle, birinci durumda, 18 adedindeyse
sıralamada ilk 10’un içerisindedir. Benden önce konuşan DYP Grup
Sözcüsü arkadaşımın ifade ettiği gibi, görünür, rezerv
madenlerimizin, bugünkü piyasa değeri 3 trilyon dolar
civarındadır ki, katma değeri en yüksek olan madenler bizde
mevcuttur; boraks vardır, krom vardır, manyezit vardır,
altın vardır, gümüş vardır, fosfat vardır ve 44
çeşit madenimizle âdeta bir maden müzesi olan ülkemizde, yıllardan
beri, hâlâ, madenciliğin “m”
sine bile başlanamamıştır.
300 milyon dolarlık maden ihracatımız vardır ve
dünyada mermer rezervleri içerisinde yüzde 40’larla çok büyük potansiyelimiz
olan mermer sahaları, maden yasası yıllardan beri
çıkarılamadığı için, dağlarda yatmaktadır,
çalıştırma gücü olmayan insanların
ellerinde ruhsatlar perişan olmuştur. Sadece İtalya, bugün,
dünyaya, Türkiye’nin toplam maden ihracının tam 12 misli,
aşağı yukarı 3,5 milyar dolarlık mermer ihraç
etmektedir.
28 milyon hektar ekilebilir arazimiz var dedim. Hollanda 35 bin
kilometrekarelik bir ülke; 35 bin kilometrekare, Konya İlimizin
topraklarından daha küçük. Denizi doldurmuş... Hollanda’nın,
seralarda yetiştirdiği çiçeklerle -Türkiye’nin toplam
ihracatının 1,5 misli- Avrupa ülkelerine 28 milyar dolarlık
çiçek ihraç ettiğini bildikten sonra, 600 adet sıcak su
kaynağı olan, termal yatakları olan ve bunun 160 adedi enerji
sektöründe kullanılabilecek bu kadar korkunç potansiyele sahip bir ülkede,
sadece, mevsim itibariyle, Antalya yöresinde seracılık
yapılmakta. Türkiyemizin her tarafındaki -doğu, güneydoğu
bölgeleri, Orta Anadolu Bölgesi de dahil olmak üzere- 600 adet termal kaynak,
yine maden yasasında, mülkiyeti nasıl tespit edilecek, nasıl
istihrac edilecek, nasıl
çalıştırılacak?.. Yıllardan beri, belki bir ayda
çıkarılması gereken, çıkarılabilecek, maden
yasası çıkarılmadığı için, bu tabiî servetler,
yıllardan beri, bu ülkede, kullanılamamış ve bu ülke, fakir
bir ülke haline getirilmiştir.
Bunun dışında, malum, bugün için, kamu
açıklarından birisi olan KİT’ler var; 1995 yılında,
yaklaşık 2 trilyon zarar edecek deniliyor. Beş yıldan beri
Kamu İktisadî Teşekkülleri Komisyonunda çalışıyoruz...
1984 yılında -1980 sonrasında- başlayan özelleştirme
olgusuyla, KİT’ler tamamen başıboş
bırakılmış... En tehlikelisi, bugün, Hükümet Programında,
bu noktaya derç edilmiş, özelleştirme kapsamına
alındığı halde, uzun süre özelleştirilemeyecek olan
KİT’lerin, özelleştirme kapsamına alınıp
alınmaması veyahut da ne zaman özelleştirileceği tespit
edilmelidir. Yıllardan beri, bu KİT’ler, sahipsiz bırakılmıştır,
moralsiz bırakılmıştır; teknolojik gelişmeleri
sağlanamamıştır, finansman imkânları
sağlanamamıştır, sipariş
alınamamıştır; korkunç istihdam... Maliyetler içerisinde
işçilik payları korkunç noktalara ulaşmıştır;
çünkü, kapasiteleri, yüzde 10’lara kadar düşmüştür,
düşürülmüştür bu KİT’lerin. Yem fabrikalarının, yüzde
10’lara kadar kapasiteleri düşmüş. Bu KİT’ler, birçok sektörde,
yüzde 30-40 kapasitelerle çalışmak mecburiyetinde
bırakılmıştır.
İsraflar: 40 küsur tane ana KİT, bağlı müessese ve
iştirakleriyle incelendiğinde görülecektir ki, 400 adet
bağlı kuruluş ve KİT... Her KİT’in bilançoları
incelendiğinde görülecektir ki, misafir ağırlama giderleri
milyarları aşmaktadır. Bir tane müessesenin misafir
ağırlama gideri, 10-15 milyar lira hesaplanacak olursa, KİT’lerin,
bugün, yaklaşık 50-60 trilyon lira civarında, sadece misafir
ağırlama giderlerinden dolayı, israfları vardır.
Tefriş giderleri, genel müdürlük binaları, eğitim
tesisleri... Devletin imkânları, devletin finansmanları, devletin
paraları, üretim getirecek noktalarda değil, tüketim getirecek, malî
yük getirecek, maliyet getirecek dallarda kullanıldığı
için, bu KİT’ler zarar eder hale getirilmiştir.
İlan ve reklam giderleri: Dünyanın bütün ülkelerinde, devlet,
kendi eliyle içki üretmez hale geldiği halde, yüzde 98’i Müslüman olan
şu ülkede, Tekel’in 1995 yılındaki reklam giderleri 229 milyar
lira!.. Ziraat Bankası 1 trilyon lira, Emlak Bankası 1,5 trilyon
lira, Türk Hava Yolları 1,5 trilyon lira... Reklam ve ilan giderleri,
eğer, hakikaten, gerçek manada o kuruluşun pazarını genişletecek
tarzda olsa, başımızın üzerine. Hiçbir hesaba kitaba, ilme
bakmadan, hiçbir kriter kabul etmeden, KİT’ler, âdeta birer arpalık
olmuş, satılırken de peşkeş haline getirilmiş,
önüne taşlar konmuş.
Bunlardan birkaç tanesini saymak istiyorum: 1989 yılına kadar
kâr eden KİT’ler... O günkü siyasî iktidarların sahipsiz
bırakmaları dışında, İhale Yasası
değiştirilerek, en düşük fiyat esası yerine, ortalama fiyat
esası getirilmiş, yeterlik belgeleriyle ihale komisyonlarında
belli kişiler kayırılmış, çok ucuza, en düşük
fiyata yapılabilecek olan yollar, trilyonlarca lira fazlasına, belli
gruplara, belli yandaşlarına peşkeş çekilmiştir. Yine,
1987 yılında, hem serbest piyasa ekonomisi diyoruz hem Avrupa’yla
entegrasyon diyoruz hem globalleşme, küreselleşme hem serbest piyasa ekonomisi diyoruz; ama,
ardından, kamu iktisadî teşekküllerine, özel sektör
kuruluşlarında olmadığı halde, 506 sayılı Kanunun ek 24 üncü
maddesine 3395 sayılı Kanunla eklenen bir fıkrayla “sosyal
yardım zammını KİT’ler kendileri ödeyecekler, belediyeler
kendileri ödeyecekler” diye bir hüküm getiriyoruz. Özel sektör ile devlet
kuruluşu aynı ürünü üretiyorsa, en azından sosyal yardım
zammını KİT’e ödettirmek kaydı şartıyla, ona,
haksız rekabet imkânı sağlıyor ve malını satamaz
bir hale getiriliyor kuruluşlar. İşte, bunun ispatı, Devlet
Planlama Teşkilatının hazırladığı rapora
göre, KİT stokları incelendiğinde görülecektir. KİT’ler
1989 yılına kadar kâr etmiştir, istihdam imkânı
sağlamıştır, döviz girdisi getirmiştir bu ülkeye. 1989
yılına kadar KİT’lerin stokları -ticarî mal, mamul mal
stoku- aşağı yukarı, 1987 fiyatlarıyla, 6-7 trilyon
civarında iken, 1990, 1991, 1992, 1993 yıllarına
gelindiğinde -yine, 1987 fiyatlarıyla- 100 trilyona
yaklaşmıştır; ki, bu, ya haksız ya da bir kötü
yönetimden kaynaklanmaktadır. Hiç gerek olmadığı halde,
ticarî mal alındığı veyahut da mallarını
satamadığı için, KİT’ler korkunç bir stoka duçar
kalmıştır ve bilançoları incelendiğinde görülecektir
ki, 1994’te, 1995’te, hatta şu gün bile, kamu iktisadî teşekküleri
işletmecilik kârı yapmaktadır. Niçin zarar görünmektedir; çünkü,
öyle KİT stokları vardır ki,
malını satamamaktadır; haksız ithalatla
karşı karşıya bırakılmıştır, düşük
fonlarla ithalat yapılmıştır, döviz kurları düşük
tutulduğu için, reel kur tatbik edilmediği için, âdeta, ithalat
desteklenip, ihracat kösteklendiği için, KİT stokları
artmış, mallarını satamadığı için -işçi
ücretlerini ödemek mecburiyetindedir- yüzde 256’lara varan faiz
oranlarıyla kredi kullanmak mecburiyetinde bırakılmıştır
ve kamu iktisadî teşekkülleri, böylelikle, âdeta, zarar
ettirilmiştir.
İşte, kamu iktisadî teşekküllerindeki bu kötü yönetim iyi yönetime dönüştüğü, ilmî ölçülerde
stoklara dönüldüğü takdirde, 200 trilyon kâr eden kamu iktisadî
teşekkülleri görülecektir ki, hem 200 trilyon zarardan
kurtulunacaktır hem de büyük bir bölümü de kâr ederek, devlet bütçesine
korkunç bir kaynak aktaracaktır.
Bakın, 400 küsur tane kamu iktisadî teşekkülü ve diğer
devlet kuruluşları; DSİ, Köy Hizmetleri, Karayolları,
Orman, hepsi, değişik değişik makine parklarına sahip
olmuşlardır. Bunların yedek parçası takip edilememektedir;
modeli geçmiş, modası geçmiş birçok yedek parça tesiste
durduğu halde, bir havuzda toplanmadığından dolayı
kullanılamamıştır ve trilyonlarca liralık makineler ve
yedek parçalar, bugün, değerlendirilememektedir ki, bunlar bir havuzda
toplandığı takdirde, diğer bir kuruluşta, mutlaka
değerlendirilecektir. Bir TKİ’nin (Türkiye Kömür
İşletmelerinin) 16 tane müessesesi, sadece yedek parça ve stoklar
noktasında, belli bir bilgisayarda takip edilmiş olsa, çok büyük
kaynak imkânına sahip olunacağı, mutlaka görülecektir.
Aynı şekilde, iş makinelerimiz üç ay
çalışır bakın, üç ay çalışır... Bu iş
makineleri, kış döneminde de, diğer sezonlarda da, mutlaka,
gölet inşaatlarında, yol inşaatlarında
çalıştırıldığı takdirde, ek bir kaynağa
ihtiyaç göstermeden, bütçeden ayrıca bir yatırım aktarmadan,
devletin mevcut imkânlarıyla, birçok yolların
yapılacağı, birçok göletlerin yapılacağı, hem
istihdam imkânı hem gelir artırıcı unsur olacağı
aşikârdır.
Yıllardan beri görülen, yıllardan beri takip ettiğimiz,
kuruluşlarımızın insangücü verimliliğinin önündeki
engellerden bir tanesi grevler olmuştur. Eşelmobil sistemine
dönülerek, bu grevlere engel olunarak, verimli işgücü kullanımı
sağlanırsa, bu, memleketimiz için en büyük kaynaktır. Bunun
küçük bir örneğini vermek istiyorum: Türkiye Taşkömürü Kurumu
işletmesinde sadece 45 günlük grevden dolayı, kömür istihracında
400 bin ton azalma meydana gelmiştir. Bunu rakama vurduğunuzda...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Derin, konuşmanızı
tamamlayın efendim.
AHMET DERİN (Devamla) – Bağlıyorum.
BAŞKAN – Ben, eksüre tanıma imkânına sahip değilim.
AHMET DERİN (Devamla) – Sayın Başkanım, hemen
bağlıyorum, bir cümleyle.
Türkiye Taşkömürü Kurumundaki -sadece bir tek kuruluşta, 400
kuruluştan bir tek kuruluşta- 45 günlük iş kaybının
kuruma verdiği zarar tam 2,5 trilyondur; bunu, 400’e vurduğunuz
takdirde, değil 120-130 trilyon, 1 katrilyona yakın işgücünün
kaybedildiğini ve ülke kaynağının kaybedildiğini
göreceksiniz.
Sonra, alacaklar... Bugüne kadar batmış 10 bankadan, 2,5
milyar dolar -yani yaklaşık 200 trilyon liranın üzerinde-
tahsili gecikmiş alacaklar mevcuttur. 6183 sayılı kamu
alacaklarını ilgilendiren Kanunda yapılacak bir
değişiklikle -aldıkları kredilerle 25 - 30 tesisin sahibi
olduğu halde, sekiz on yıldır borçlarını ödemeyen-
geri dönüşümü sağlanamayan alacakların büyük bir bölümünü, çok
kısa bir dönemde tahsil etmek mümkündür. Aynı şekilde vergi
borçları, aynı şekilde SSK ve Bağ-Kur borçları
yakınen takip edildiği takdirde, kurumların alacakları
yakınen takip edildiği takdirde, mutlaka, özkaynak
ihtiyacını, devletin mevcutlarıyla, alacaklarıyla,
imkânlarıyla sağlamanın, tespit etmenin ve hakikaten birçok
hizmete vesile olacak kaynağı sağlamanın mümkün
olduğunu, burada ifade ediyor ve bu vesileyle, tekrar, hepinizi en derin
saygı, sevgi ve hürmetlerimle selamlıyorum. (RP ve DYP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Refah Partisi Grubu adına konuşan Kütahya
Milletvekili Sayın Ahmet Derin’e teşekkür ediyorum.
VII. – SATAŞMALARA
İLİŞKİN KONUŞMALAR
1. – Maliye Bakanı Abdüllatif
Şener’in, İstanbul Milletvekili Bülent Ecevit’in, ileri sürmüş
olduğu görüşlerden farklı görüşleri kendisine atfetmesi
iddiasıyla konuşması
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, biraz önce, Sayın Ecevit’in
konuşmasından sonra, Sayın Maliye Bakanının,
sataşma gerekçesiyle söz talebinde bulunduğunu tespit etmiştim,
kendilerine de ifade ettiğim gibi, Birleşim içerisinde
tutanakları getirttim, tutanaklardaki durum şudur: Sayın
Ecevit’in “11 Temmuz günü, yine bu kürsüden Maliye Bakanı Sayın
Abdüllatif Şener, aynı rakamları başka bir bağlamda
dile getirdi ‘47 milyar dolarlık bir bütçemiz vardır, bu bütçenin de
32 milyar dolarlık bir ilave kaynağa ihtiyacı vardır’ dedi”
şeklinde bir cümlesi var.
Yine, Sayın Ecevit’in konuşmasının bir başka
bölümünde “Sayın Maliye Bakanının 11 Temmuz gecesi, bir
televizyon kanalının bir canlı yayınındaki
açıklamalarından, bu konuda bazı ipuçları elde ediyoruz;
örneğin, Sayın Maliye Bakanının
açıkladığına göre, faizlere üst sınır getirilecekmiş;
ayrıca, faizlere vergi konulacakmış ve faiz giderleri vergiden
düşürülmeyecekmiş” şeklinde bir beyan atfı var.
Şimdi, Sayın Maliye Bakanının itirazı, bu
televizyon konuşmasının yapılmadığı veya
Mecliste, Meclis kürsüsünde, 11 Temmuz günü...
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) –
İkincisi Sayın Başkan, birincisi değil.
BAŞKAN – Böyle bir
televizyon konuşması yapılmadığı iddiasında
mısınız efendim?
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Efendim,
içeriği yanlış.
BAŞKAN –İçeriğinde...
“Bu konuda bazı ipuçları elde ediyoruz. Faizlere üst
sınır getirilecekmiş.” Böyle bir ibare kullanmadınız
mı efendim?
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Efendim,
onun düzeltilmeye ihtiyacı var.
BAŞKAN – Eğer, bunları söylemediğiniz halde,
Sayın Ecevit tarafından bu sözler, zatı âlinize atfediliyorsa, o
zaman sataşma kapsamına girer, size söz veririm. Ancak, bu beyanlar,
sizin konuşmanızın içeriğinde de yer alıyor ve
televizyonda bunları söylemişseniz, düzeltme, başka bir
tartışmanın konusudur; yani “yanlış
anlaşılmıştır” gibi bir düzeltmeyi, başka bir
konuşmanın içerisinde yapabilirsiniz; ama, sataşma gerekçesiyle
bu konuda söz verme imkânım olmaz.
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın
Başkan, bir televizyon kanalında çıkmış değilim,
o anlamda.
İkincisi, içeriği farklı...
BAŞKAN – Yeni bir sataşmaya imkân bırakmayacak
şekilde, bu konuda kısaca açıklık getirin Sayın Bakan.
(RP sıralarından alkışlar)
Buyurun.
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; son günlerde, basında, benim
yapmış olduğum bir beyan şeklinde yapılan
yayınlar, bu kürsüden de ifade edildi; bu vesileyle, bu yanlış
anlaşılmanın ve yanlış yayınların
düzeltilmesi de böylece mümkün olacaktır.
Birincisi, benim neyi, ne zaman, nerede, nasıl söylediğim
konusunda bir tutarlılık yoktur. Dün akşam bir televizyon
kanalında bile “yapılan bir basın toplantısında”
deniliyor; bazı yerlerde “yapılan bir canlı televizyon
programında” deniliyor. Sanki, bazı gazetelere demeç vermişim
gibi yayınlar yapılıyor. Bu karmaşanın, bu Genel
Kurulda da değişik parti sözcüleri tarafından ifade
edildiğini müşahede ettim.
Önce, şunu söylemek istiyorum: Bana atfen ifade edilen sözler,
içerik itibariyle öyle değilse bile, bu kaynaklarla ilgili genel
görüşmenin öngörüşmesi sırasında Mecliste
yaptığım konuşmadır. O konuşma
dışında, bu meyanda, bugüne kadar hiçbir televizyona bir demeç
vermiş değilim, beyanatta bulunmuş değilim ve gazetelere de
bu konuda bir beyanatta, açıklamada bulunmuş değilim. Bu
kürsüden, geçen hafta ortasında yaptığım konuşma,
ancak iki gün sonra basın ve televizyonlar tarafından
keşfedilmiştir, üç dört gün sonra da gündemin ana maddesi haline
getirilebilmiştir; yani, gecikmeyle, belli bir amaç elde edilebilmek
maksadıyla, birtakım yaygaraları ortaya yayabilmek
maksadıyla yayınlar yapılmıştır.
Dolayısıyla, bunun meydana geliş biçimi açısından
düzeltilmeye ihtiyacı vardı, bu açıklamayı burada
yapıyorum.
İkincisi, burada yaptığım konuşmalardan da o
sonucu çıkarmak mümkün değildir. Yapmış olduğum
konuşmada, Hükümet Programına güvendiğimizi, Hükümet
Programı içerisindeki prensipler, esaslar dairesinde çözümlerimizin
bulunduğunu, çözümlerimize güvendiğimizi,
inandığımızı, kendimize inandığımızı,
kaynak meselesini de halledeceğimizi; ancak, muhalefetin de söyleyecekleri
varsa, bu ilk günlerde söylemesi gerektiğini beyan etmiştim.
Bunu eleştiren muhalefet sözcülerine, “kaynak meselesi sizin
meselenizdir, niçin bizden soruyorsunuz” gibi yaklaşımda bulunan
muhalefet sözcülerine cevap olabilmesi açısından da, orada şunu
ifade ettim: Bakın, vaktiyle biz muhalefetteydik, siz de
iktidardaydınız. Sizin iktidar olduğunuz günlerde, biz,
muhalefet partisi olarak, bu görevi zaten yapmıştık. Genel
Başkanımız, 1996 yılı bütçesi üzerinde
yaptığı konuşmada, size somut önerilerde bulunmuştu
dedim ve bu somut önerileri saydım ve dedim ki, şimdi, biz
iktidardayız, siz muhalefettesiniz. Bizim
yaptığımızı sizden de bekliyoruz. Siz de gelin,
buradan, Hükümete somut önerileriniz neyse, bu somut önerileri ifade edin ve
biz de bunu değerlendirelim. Yapmış olduğumuz konuşma
buydu, açıklama buydu; ama, maalesef, bu konuşmalarım
içerisinde, basın, iki gün sonra bazı şeyleri
keşfettiğini hissetti, üç - dört gün sonra da gündeme soktu ve bu
üslup, bu Meclis kürsüsüne de geldi.
Ben, hemen ifade etmek istiyorum. Biz, Hükümet Programı ve
Koalisyon Protokolü çerçevesinde, 54 üncü Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti olarak,
kendi programımıza inanıyoruz, güveniyoruz; kaynak meselesini
çözeceğimize de inanıyoruz. Burada, istihsal edilmeye
çalışılan şey, sadece, muhalefet ve iktidar arasındaki
olumlu bir diyaloğu geliştirmektir.
Saygılar sunuyorum. (RP ve DYP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Bakana teşekkür ediyorum.
VI. – GENSORU, GENEL GÖRÜŞME,
MECLİS SORUŞTURMASI VE
MECLİS ARAŞTIRMASI (Devam)
A) GÖRÜŞMELER (Devam)
1. – Hükümet adına Başbakan
Necmettin Erbakan’ın, ülkemizin özkaynaklarının
geliştirilmesi konusunda genel görüşme açılmasına
ilişkin önergesi üzerine, Genel Kurulun 11.7.1996 tarihli 76 ncı
Birleşiminde açılması kabul edilen genel görüşme (8/2)
(Devam)
BAŞKAN – Şimdi, söz sırası, şahıslar
adına yapılacak konuşmalara geldi.
İlk söz, Kayseri Milletvekili Sayın Recep
Kırış’ın.
Buyurun Sayın Kırış. (RP sıralarından
alkışlar)
Sayın Kırış, konuşma süreniz 10 dakikadır.
RECEP KIRIŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; sözlerime başlarken, hepinizi, Büyük Birlik Partisi ve
şahsım adına saygıyla selamlıyorum ve ilerleyen
şu saatte, bu kadar konuşmadan sonra, hâlâ Genel Kurula ilgi gösteren
bütün arkadaşlarıma, bir kere daha şükranlarımı sunuyorum.
Değerli arkadaşlar, Türkiye’nin özkaynaklarının
geliştirilmesi konusundaki bu genel görüşme olayını, çok
yerinde bir davranış olarak nitelendiriyorum. Bunu, evvela, ifade
etmek isterim. (RP sıralarından alkışlar) Çünkü, bazı
arkadaşlarımız, bazı muhalefet partisi liderleri, böyle bir
genel görüşme talebiyle ilgili eleştirilerini ifade ettiler. O
görüşlere de ben saygı duyuyorum; ancak, buna rağmen, biz,
Türkiye’de, eğer, gerçekten, Parlamentoyu daha etkin bir konuma
getireceksek ve hepimiz, bu ülkenin çocukları olarak, ülke problemlerinin
çözümüne katkıda bulunma konusunda üzerimize düşen görevi yapacaksak,
bu konuda bir genel görüşme açılmasını, ben, olumlu bir
iş olarak görüyorum. Bunu ifade etmek isterim.
Bundan sonra, değerli arkadaşlar, Türkiye’nin
özkaynaklarının geliştirilmesi, özellikle, kamu maliyesinin
bugün karşı karşıya kalmış olduğu gerçekten
fevkalade sıkıntılı durumdan kurtarılması
konusunda yapılması gereken şeyleri -tabiî, bizim süremiz 45
dakika olmadığı, 10 dakika olduğu için- ana
başlıklar halinde arz etmeye çalışacağım.
Muhterem arkadaşlar, kamu maliyesinin bugün karşı
karşıya kalmış olduğu durumdan kurtarılması
için alınması gereken tedbirleri, birkaç ana başlık
halinde, şöyle sayabiliriz diye düşünüyorum:
Birincisi, kamu harcamalarında ve kamuya ait, devlet bankaları
tarafından verilen, usulüne uygun olmayan, geçmişteki birtakım
teşvik uygulamaları ve geri dönmeyen krediler sebebiyle devletin
talan edilmesine mani olmalıyız. Yani, yolsuzluklar mutlaka
önlenmeli. Türkiye’de, gerçekten, devletin iki yakasının bir araya
gelmeyişinin en başta gelen nedeni -şöyle bir
araştırdığımız zaman, bugüne kadar- bu konularla
ilgili yolsuzluklardır. Bildiğiniz gibi, devlet bankaları kredi
vermiş, bunlar geri dönmemiştir. Onun dışında “ihale
mafyası” diye bir kavram meydana gelmiş ve aynı parayla belki
iki tane tesis realize edilebilecekken, onun ancak bir tanesi
yapılmış; o da, belki yarım yamalak
yapılmıştır. Bizde yapılan yollar ile Batı’daki
yolları, standart olarak ve dayanıklılık olarak, hepinizin
takdirlerine sunuyorum.
Değerli arkadaşlar, demek ki, birincisi, yolsuzlukların
mutlaka önlenmesi lazım.
İkincisi, israfın önlenmesi lazım. İsrafın
hangi boyutlarda olduğunu, arkadaşlarımız, muhtelif
örneklerle ifade ettiler. Bunu hepiniz biliyorsunuz, şu an bizi izleyen
vatandaşlarımız da biliyorlar. Ben, bu konuda fazla
ayrıntıya girmeyeceğim; ama, hakikaten, devlet
harcamalarında, kamu harcamalarında korkunç bir israf boyutu
olduğunu hepimiz biliyoruz. Türkiye’de, eğer, sadece kamunun
kullanmış olduğu araba, otomobiller konusundaki israf
önlenmiş olsa, bu bile, belki devletin gerçekten iki yakasının
bir araya gelmesinde önemli bir başlangıç olacaktır diye
düşünüyoruz.
Değerli arkadaşlar, üçüncü olarak -birincisi
yolsuzlukların önlenmesi, ikincisi israfın önlenmesi- adil bir vergi
reformunun mutlaka Türkiye’de yapılması lazım. Türkiye’de
-gariban memurdan, işçiden, küçük esnaftan, küçük işletmelerden
değil- gerçekten, vergi ödemesi gerektiği halde ödemeyen bir kesim
var; bunların, mutlaka, kararlılıkla, cesaretle üzerine
gidilmesi ve gerçek bir vergi reformunun Türkiye’de meydana getirilmesi
lazım.
Bu konuyla ilgili olarak, tabiî, Türkiye’de belge düzeninin hâlâ
yerleşmemiş olduğunu burada ifade etmek istiyorum. Vergi iadesi
için -bildiğiniz gibi- fiş alma bir ara reklamlara kadar, esprilere
kadar konu oldu, bir ara yaygınlaştırılmaya
çalışıldı; ama, şimdi, hangi fişin vergi iadesine
konu olduğu, hangisinin olmadığı bile belli olmaz hale
geldi. Eğer insanlar bu konuda teşvik edilecekse, her şey, vergi
iadesinde, mutlaka, geçerli bir fiş sayılmalı, bunun
istisnası olmamalı, herkes için, her mal için ve her hizmet için bu
olmalıdır. Bu, böyle olmadıkça, bunu temin etmedikçe, belge
düzenini oturtmanız ve gerçekten ekonomiyi kontrol altına
almanız mümkün değildir.
Değerli arkadaşlar, tabiî, bütün bunların yanında,
özkaynaklarımızın geliştirilmesi için en önemli şeyin
üretimin artırılması olduğunun altını çizmek
istiyorum. Üretim artırılmadan yapılabilecek fazla bir şey
yoktur. Üretimin artırılması için de, sırtüstü yatanın
değil, çalışanın mükâfatlandırılması
lazımdır. Şu an Türkiye’deki uygulamalar,
çalışanın değil, sırtüstü yatanın âdeta
mükâfatlandırıldığı bir sistem tarzında
yürümektedir. Halbuki, biz, mutlaka, çalışanın gerçekten
teşvik gördüğü, ona her türlü kolaylığın
getirildiği bir sistemi kurmak durumundayız.
Değerli arkadaşlar, bu anlamda, gerçekten, Türkiye, tabiî,
yeraltı, yerüstü zenginlikleriyle, tarım, hayvancılık,
maden potansiyeliyle, insangücüyle, şu an geldiği bilgi birikimiyle,
teknolojik seviyesiyle çok büyük bir potansiyel ifade ediyor. Bütün
bunları çok iyi kullanmalıyız; ama, kapalı bir ekonomiyle,
elbette ki, Türkiye’nin önünü açmamız ve Türkiye’yi geliştirmemiz
mümkün değildir. O bakımdan, mutlaka, biz Türk insanı olarak,
Türkiye olarak, dünya ticaretinden daha büyük bir pay almayı hedeflemek ve
bunu gerçekleştirmek mecburiyetindeyiz. Bunun da yolu,
ihracatımızı teşvik etmek için her türlü tedbiri
almaktır; insanımızın teşebbüs ruhunu teşvik
etmektir; ona katkıda bulunmak, onu her bakımdan
kolaylaştırmak ve insanımızı, bütün dünyaya gerçekten
açmak, seferber etmektir. Bu konuda, gerçekten, ne yapılsa azdır. Bu,
fevkalade önemlidir.
Değerli arkadaşlar, üretimin artırılması için
alınacak birçok tedbir var; ama, ben, bunlardan, önemli gördüğüm
için, bazılarına işaret etmek istiyorum. Bir defa, önümüzdeki
zaman içerisinde, Türkiye, ciddî bir -üretimi ilgilendiren bir faktör
olduğu için- enerji kriziyle karşı karşıya gelme
durumundadır. Türkiye, şu anda, sanayicisine, konutlarda
kullanılan elektriğe göre daha pahalı elektrik veren bir ülke
durumundadır. Sanayide kullanılan elektriği daha ucuza vermek
gerekirken, biz, daha pahalı veren bir yapıya sahibiz. Bunu mutlaka
düzeltmek ve sanayiciye, müteşebbise, üreten insanımıza ucuz ve
sürekli enerji sağlamanın çaresine bakmak durumundayız. Bu
konuyla ilgili olarak, Hükümetin yetkililerinin açıklamış
olduğu -bazı bakanlarımız ifade ettiler- nükleer
santralların mutlaka kurulması gerektiği düşüncesini
alkışlıyoruz. Bunun, mutlaka, bir an önce gerçekleştirilmesi
için süratle karar vermek gerektiğini, burada ifade ediyoruz. Çünkü,
değerli arkadaşlar, nükleer santrallar, bugün teşebbüs edilse
bile, zaten şu kadar zamanda ancak meydana geliyor; yani, en az 5 yıl
ilâ 10 yıl arasında bir zaman geçmesi lazım.
Dolayısıyla, Türkiye’nin, bu konuda, mutlaka, bunu yapması
gerektiğine inanıyoruz. Tabiî, onun yanında, mevcut hidrolik,
termal, güneş enerjisi, rüzgâr gibi diğer enerji kaynakları,
elbette ki, en iyi şekilde değerlendirilmeli; ama, bu da mutlaka
yapılmalıdır diye düşünüyoruz.
Değerli arkadaşlar, yine, enerjiyle ilgili olarak, şu an,
şebekelerdeki elektrik kaçak ve kayıpları dünya
standartlarının fevkalade üzerindedir. Bu, yüzde 18 olarak ifade
edilmektedir. Sadece bu işi en aza indirsek, Türkiye’de şu kadar
baraj yapmış gibi oluruz. Bu da fevkalade önemlidir. Bunu da, sadece
altını çizerek ifade ediyorum.
Muhterem arkadaşlar, söyleyecek çok şey var; ama, zaman dar.
Biz, çok konuşmak yerine, mutlaka, belli şeyleri yapmak
durumundayız. Şu özelleştirme dediğimiz şey bir an
önce gerçekleştirilmeli ve elbette ki, devlet malını
peşkeş çekme anlayışından uzak olarak; elbette ki,
çalışanları mağdur etmeden; elbette ki, yerli girişimcilerimize
öncelik vererek şu özelleştirmeyi mutlaka yapmalıyız. Belli
bölgelerimizdeki istisnaî durumlar hariç, şu an, devletin elinde bulunan
lojmanlar -milletvekili lojmanları başta olmak üzere- bütün dinlenme
tesisleri satılmalıdır diyoruz. Bu konuda, mutlaka, bir an önce
harekete geçilmelidir diye düşünüyoruz. (RP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar, onun yanında, elbette ki,
güneydoğudaki terörün önlenmesi fevkalade önemli; çünkü, önemli bir
kaynağı yutuyor.
Emlak Vergisi oranları düşürülmeli; ama, Emlak Vergisinin,
gerçekten emlakın reel değerleri üzerinden vergilendirilmesi mutlaka
temin edilmelidir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
RECEP KIRIŞ (Devamla) – Bağlayacağım Sayın
Başkanım.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Kırış.
RECEP KIRIŞ (Devamla) – Değerli arkadaşlar, onun
dışında - tabiî, bunları hep misallendirmek çok geniş
zaman istiyor- bu konuyla ilgili
birtakım projelerimizi, inşallah, Hükümet yetkililerimize
sunma hazırlığı içindeyiz.
Ben, son olarak şunu ifade edeceğim: Değerli
arkadaşlar, bu ülke hepimizin. Sözlerimin başında
belirttiğim gibi, ülke meselelerini hep beraber görüşerek,
konuşarak ve sorumlu bir muhalefet anlayışı içinde
yanlışlara karşı çıkarak, ama doğruların
yanında olarak, ülke meselelerinin çözümüne katkıda bulunmalıyız.
Beni etkileyen son bir olayı burada ifade ederek sözlerimi
bağlayacağım. Birkaç gün önce, bir ilimizde, Atatürk büstüne
karşı bir saldırı olmuş ve failleri
yakalanmıştır. Saldırıyı yapanların alkolik
kişiler olduğu tespit edilmiştir. Tabiî ki, bu eylemi
tezgâhlayan birileri var mı, henüz bilemiyoruz; ama, birileri bu tür
eylemler meydana getirip “aman Türkiye karanlığa gidiyor, irtica
hortluyor, gericilik patlıyor” gibi şeyler söyleyeceklerse, bu
sözlere karnımız tok; artık, kimse bu türlü provokasyonlara
inanmıyor ve bunların iğrenç bir tezgâh olduğu hemen belli
oluyor. (BBP ve RP sıralarından alkışlar)
Birbirimize karşı savaş çığlıkları
atarak içimizden düşmanlar icat etmek yerine “hepimiz bu ülkenin
çocuklarıyız; gelin, fikirlerimiz, düşüncelerimiz farklı da
olsa, el ele vererek bu ülkenin kalkınması için
çalışalım” demek daha güzel değil mi?
Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. (BBP ve RP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Kişisel konuşmalar bölümünde söz alan Kayseri
Milletvekili Sayın Recep Kırış’a teşekkür ediyorum.
Hükümet söz talebinde bulunmaktadır; Hükümet adına Sayın
Başbakan konuşacaklardır.
Buyurun Sayın Başbakan. (RP sıralarından ayakta
alkışlar; DYP sıralarından alkışlar)
Konuşma süreniz 45 dakika Sayın Başbakan.
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Konya) – Sayın Başkan,
Yüce Meclisin sayın üyeleri; hepinizi Hükümetimiz adına hürmetle,
muhabbetle selamlıyorum, sevgiyle kucaklıyorum.
Sözlerime başlarken, ülkemizin en önemli meselesi olan kaynak
geliştirme konusu münasebetiyle bu ana kadar Yüce Mecliste söz
almış olan bütün kıymetli konuşmacılara, bu arada,
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal’a,
Demokratik Sol Parti Genel Başkanı Sayın Bülent Ecevit
Beyefendiye, ANAP sözcüsü Biltekin Özdemir Beye, Refah Partisi sözcüsü Kahraman
Emmioğlu ve Ahmet Derin Beyefendilere, Doğru Yol Partisi sözcüsü Halil
Yıldız Beyefendiye ve Büyük Birlik Partisinden şahsı
adına konuşan Recep Kırış Beyefendiye
teşekkürlerimi arz ediyorum.
Hemen inancımı ifade etmek isterim ki, bugün, Yüce Mecliste
son derece faydalı bir görüşme yapmış olduk. Bundan
dolayı büyük bahtiyarlık duyuyorum. Bu görüşmemizden
edindiğimiz istifadelerle, inşallah, Hükümetimiz, ülkemizin temel
konusu olan kaynak geliştirmede bütün gayretiyle çalışacak,
halkımıza faydalı hizmetler yapmanın en güzel örneklerini
verecektir; inancımız budur. Bu görüşmeyi yapmaktan da, zaten,
temennimiz buydu.
Yine, sözlerime başlarken belirtmek istiyorum ki, yoğun
Hükümet çalışmaları arasında, geçen hafta sonunda
fırsat bulduk, yurdumuzun çeşitli köşelerini ziyaret etme
imkânını elde ettik; Konyamızı,
Elazığımızı ve Bingölümüzü ziyaret ettik.
Huzurlarınıza büyük bir memnuniyetle geliyorum; çünkü, burada,
halkımızın büyük coşkusuna, Hükümetimizin kurulmuş
olmasından dolayı duyduğu sevince, ümide ve heyecana şahit olduk
ve bir devlet-millet kaynaşmasının en güzel örneklerini
yaşadık. Bu sevincimi, size duyurmak istiyorum. İnşallah,
Hükümetimiz, bundan sonra atacağı adımlarla,
halkımızın bu sevincini daha da artıracak ve Yüce Meclisin
katkılarıyla, halkımıza en hayırlı hizmetleri
yapmaya gayret edecektir.
Şimdi, bütün bunları belirttikten sonra, Yüce Meclisimizde
bugün yapmış olduğumuz genel görüşme üzerinde bazı
arkadaşlarımızın hâlâ bir yadırgama içinde
olduklarını hissettim. Halbuki, Yüce Meclisimizin en önemli görevi,
tıpkı Birinci Büyük Millet Meclisinde olduğu gibi, ülke
meselelerini oluşturmak, genel politikalara yön vermektir. Bundan
dolayıdır ki, bazı arkadaşlarımızın
“Hükümetin görevidir, yapsın, gelsin, biz tenkit edelim” şeklindeki
mütalaalarının isabetli olmadığı kanaatindeyim. Ülke
hepimizindir; ülkemize hizmet hepimizin görevidir; hepimiz,
katkılarımızı, burada orta yere koyacağız. Biraz
evvel konuşan Sayın Bülent Ecevit Beyefendinin de bir kere daha
hatırlattıkları gibi, Yüce Meclis, bir er meydanıdır.
Bütün partilerimiz, seçimler esnasında “ülkenin meselelerini biz çözeriz”
dedik. Ülkenin en önemli meselesi kaynak meselesidir; öyleyse, hadi
bakalım, bu kaynakların geliştirilmesi için, partilerimiz,
burada, fikir yarışı yapsınlar demiş idik; çok
şükür, bugün, kıymetli konuşmacılar, çoğunlukla, bu
istikamette gayet faydalı fikirler orta yere koydular. Yalnız,
şu noktayı hemen baştan belirtmek istiyorum ki, bilhassa,
muhalefet partilerine mensup olan kıymetli arkadaşlarımız
burada konuşurken, kendilerini, âdeta, sinirli, tenkit edici bir hava
içerisinde gördüm. Ben, bu konuşmanın, çok daha tatlı bir fikir
yarışı şeklinde olmasını temenni ediyordum.
Dolayısıyla, konuşurken, böyle, birtakım sert muamelelere
lüzum yok. Ülkenin kaynaklarını geliştirmek için fikrimiz varsa
ortaya koyarız ve bunu da tatlı bir şekilde koyarız. (RP
sıralarından alkışlar) Bunun için, herhangi bir
şekilde, ne daha önceki dönemleri tenkit havası içerisine girmemize
ihtiyaç var ne de bugün yapılmakta olanları kendi kendimize tefsir
edip, gerçekle alakası olmayan kabuller yaparak, o kabulleri tenkite
tevessül etmemize ihtiyaç var. Mesele ortadadır; ülkenin
kaynaklarının geliştirilmesi için, şunlara şunlara, bu
Hükümetin dikkat etmesini istiyorum diyeceğiz ki, Hükümet, hakikaten
seviyesi çok yüksek olan bu Meclisimizin kıymetli fikirlerinden yararlanma
imkânını bulsun. İnşallah, temenni ediyorum ki, bundan
sonraki genel görüşmelerimizde, bu işi çok daha tatlı bir
şekilde yürüteceğiz.
Hemen, Yüce Meclise haber vermek istiyorum ki: Bak, bizim, Hükümet
olarak, Yüce Meclisten, olağanüstü hal konusunu kesin karara
bağlamadan önce, aynı şekilde, bir genel görüşme talebimiz
oldu. Yine, aynı şekilde, Yüce Meclis
Başkanlığından, Çekiç Güç için ve hatta, bunu bir gizli
görüşme halinde yapmak için talebimiz oldu; bir gizli oturumda, tamamen
rahat ve serbest bir şekilde, millî menfaatlerimizi çok rahat bir
şekilde konuşabileceğimiz bir genel görüşmeyi talep ettik.
Bu genel görüşmeler bize ışık tutacak. Bu
ışık tutmanın bilgileri altında, inşallah,
önceden sizin fikirlerinizi almış olarak, Millî Güvenlik Kuruluna
gideceğiz, orada sizin fikirlerinizi savunacağız ve bundan
sonra, tekrar, bütün bunların muhassalası olarak meydana gelen nihaî
teklifi de, sizin huzurlarınıza getirip, tasvibinize
sunacağız. (RP sıralarından alkışlar) Her
şey olup bittikten sonra Yüce Meclise gelmek, bizim temelden ifade
ettiğimiz inanışımıza uymuyor; çünkü, Yüce Meclisimiz,
Hükümetimizin üstündedir -bir kere daha iftiharla ifade ediyorum- siz
ışık tutacaksınız, sizden almış olduğumuz
faydalı bilgilerin ışığı altında, biz,
ülkeyi yönetmeye gayret edeceğiz. Bu, bizim bir fikrimiz yok demek
değildir; bu, daha iyisini yapmayı istemenin bir metodudur. Böylece,
inşallah, hep beraber, en iyisini yapmaya çalışacağız.
Şimdi, kıymetli arkadaşlarımızın demin
yapmış oldukları konuşmalar üzerinde, kısaca bazı
açıklamalarda bulunmakta yarar görüyorum.
Önce, Sayın Bülent Ecevit Beye bir kere daha teşekkürlerimi
sunmak istiyorum; çünkü, burada, hakikaten, konu üzerinde
aydınlatıcı, çok kıymetli, faydalı bilgiler sundular.
Yalnız, tabiî, bazı konuları kendileri kabul edip, kendi
kabullerini tenkit ettiler; bunları belirtmekte yarar görüyorum. Yani ‘bu
konuşmayı biz niçin yapıyoruz; siz, katsayı
artışını yapmışsınız, halktan da
alkışı toplamışsınız; şimdi, gelip,
bize, para bulun diyorsunuz” dediler.
Hayır, bu böyle değil. Biz, ülkenin kaynaklarını
geliştirmek için -günlerden beri, daha önce, yıllardan beri
çalışmamız var- ne yapacağımızı çok iyi
biliyoruz. Bu atmış olduğumuz adımları,
halkımızın meselerini çözmek için bilerek atıyoruz ve
bunlardan hiçbiri de karşılıksız atılmış
adımlar değildir. İnşallah, önümüzdeki günlerde,
bunların hangi karşılıklara dayanarak, nasıl bir
şekilde orta yere konduğunu, atacağımız
adımlarla, bütün Meclisimiz çok iyi bir şekilde görecek ve hep
beraber, milletimizle beraber sevineceğiz. Burada maksat, alkış
toplamak değil; burada maksat, hakikaten çok ağır meseleleri
olan halkımıza hizmet götürmektir. Bunu da, inşallah, hep
beraber yapacağız.
Şimdi, Sayın Ecevit “bizden gelip kaynak soruyorsunuz; ama,
kendiniz gidiyorsunuz, Elazığ’da diyorsunuz ki: Allah bize verecek,
biz de size vereceğiz” diyor; bu sözü -ben, Sayın Ecevit’in
zekâsından eminim- ne maksatla söylediğimizi herkesten daha iyi
kavrayacak durumdadırlar. O sözün altında yatan mana şu: Biz
büyük bir değişim yaşıyoruz; burada halka diyoruz ki, ey
ahali, ey kardeşlerimiz! Biz bir değişim Hükümetiyiz, eskilerden
farklıyız; eskiden, devlete para lazım olduğu zaman,
tıpkı trafik memuru gibi, vergi konmuştur, zam yapılmıştır;
eskiden, döviz lazım olduğu zaman dışborç alınmıştır;
alınmıştır ama, ülke de buraya gelmiştir. Şimdi,
biz, değişim hükümetiyiz. Allah bize verecek, biz de size
vereceğiz sözünün manası; biz, ülkenin asıl zenginliklerini,
doğal kaynaklardan, Allah’ın verdiği nimetlerden temin
edeceğiz; vergiyle, zamla, faizle temin etmeyeceğiz. Demek ki,
asıl yapılması icap eden de budur. (RP sıralarından
alkışlar) Ülkemizin zenginliği... Ne vermiş Cenabı Hak
bize? Genç bir nüfus, işgücü... Ne büyük bir nimet!.. Bunu servete
çevireceğiz... Bu kadar güzel bir vatan; sayısız nimet!.. Bu
nimetleri, biz, üretim yoluyla zenginliğe çevireceğiz; rant
ekonomisinden reel ekonomiye geçeceğiz ve böylece, Cenabı Hakkın
verdiği nimetler vasıtasıyla, size refah getireceğiz.
Sağlam ekonomi, gerçek kalkınma budur. Bunu bugüne kadar yapmadığımız,
yapamadığımız için bu hale geldik. İşte,
kastettiğimiz büyük değişim budur.
“Kayıtdışı ekonomiyi kayıt altına
alalım, vergileri adil yapalım, toplayalım, doğal
kaynaklarımızı geliştirelim, rant ekonomisinden reel
ekonomiye geçelim, KİT’leri kurtaralım, verimli
çalıştıralım, enflasyonu düşürelim...” Sayın
Ecevit’in bütün bunlar hakkındaki teklifleri, elbette fevkalade
yararlı tekliflerdir. Zaten, kaynakları geliştirirken yapmak
istediklerimiz de bunlardır. Şimdi, bunları
ayrıntılarıyla Meclisin önüne getirmeli, bundan sonra da biz
fikirlerimizi söylemeliyiz. Tabiî, o da gelecek arkadan; ama, biz, bunları
sizin önünüze getirirken dahi, önceden sizin tavsiyelerinizden yararlanmak
istediğimiz için bu genel görüşmeleri yapıyoruz.
Bu meyanda, sendikalarla görüşülmesi, toplumsal örgütlerden
yararlanılması çok faydalı tavsiyelerdir. Bunları,
inşallah önümüzdeki günlerde, kendilerinin tavsiyelerine paralel olarak
yapacağız. Yani, biz bu kaynak işlerini, hakikaten, ülkemizin
kıymetli işadamları, işçiler, KOBİ’ler,
ihracatçılar ve müteahhitlerle, bütün bunlarla devamlı temaslar
halinde geliştireceğiz; çünkü, Sayın Baykal’ın işaret
ettikleri gibi, kaynak meselesi, bir devletin sürekli meselesidir; bunu bir
defa konuşmakla bitmez. Sürekli olarak yeni kaynaklar geliştirip, o
kaynakları halkın hizmetine arz etmek, ülkenin kalkınmasına
tevcih etmek mecburiyetindeyiz; devletin, hükümetin, elbette, aslî işi
budur.
Şimdi, burada, bir noktayı belirtmek istiyorum: Önce, bir
defa, Sayın Ecevit “efendim, bütçe tutarı 47 milyar dolardır”
dediler.
Evet, öyle söyledik, bundan önceki bütçe konuşmamızda; 32
milyar dolar ile bu bütçenin ayrıca takviye edilmesi lazım gelir
dedik, bundan önceki bütçe konuşmamızda; muhalefetteyken ve bu
takviyelerin hangi sebeplerden dolayı, hangi konulara yapılması
icap ettiğini de, burada, huzurlarınızda, tam bir liste halinde,
böyle renkli tablolarla takdim etmiştik. Ben, şimdi, o tablonun bir
küçük suretini, bir kere daha sizlere gösteriyorum. O vakit ifade etmiştim
ve “bakınız, terör konusunu çözmek için, bizim, o bölgede
işsizliği kaldırmamız, halkımızı mezralara
götürmemiz, şu şu adımları atmamız lazım; bunun
için bu bütçeye 3,5 milyar dolar daha koymak icap eder; bunların
hiçbirinin kaynağı yok. Aynı şekilde, işsizliği
önlemek için şu kadar -bir bir sayacak değilim- köylü meselelerini
çözmek için bu kadar, memur meselesini, esnaf, dul ve yetimlerin,
işadamlarının meselelerini çözmek için şu kadar parayla bu
bütçenin takviye edilmesi gerekir; bu paranın toplamı da 32 milyar
dolar yapar” demiştim ve de -tesadüfen bu kelimeyi o gün de
kullanmıştım- rantiyecilerin yılda yapmış
oldukları 47 milyar dolarlık kazancın 32 milyar doları
haksızdır. Bunlar birbirlerine tesadüfen eşit düşmektedir.
Öyleyse, yapılması icap eden şey, bu 32 milyar doları
alıp işçiye, köylüye vermektir.
Şimdi, burayı teşrif ettiniz, buyurdunuz ki: “İyi
ya, ne kaynak arıyorsunuz! İşte, 32 milyar doları
alın, verin.” Ancak, şimdi, biz işbaşına
geldiğimiz zaman, bu rantiyecilere birtakım büyük faiz
karşılığında verilmiş olan tahvillerin hepsine
şart koşulmuş “bu tahvillerden hiçbir vergi kesilmeyecek”
denilmiş. Şimdi, biz, devlet ciddîyetine fevkalade önem veriyoruz,
hepimizin olduğu gibi. Devlet bir şeyi vaat ettiyse, orada, mutlaka
sadakat esastır; halkın devlete güvenini temin etmek, devlette
süreklilik esastır. (RP sıralarından alkışlar) Hangi
yönetim olursa olsun... Bundan önceki gelmiş “ben bu tahvili sana
veriyorum; ama, bundan hiçbir şekilde vergi kesmeyeceğim” demiş.
Şimdi, biz, bugün geldik. Bunların çok yüksek faizlerle verildiğine
kaniiz. Devlet, bu kadar büyük borçlarla faizler altında ezilmemeliydi
keşke; ama, yapılmış. Bu, devlettir ve devlet bu sözü
vermiş. Onun için, biz şimdi çıkıp, bunlardan vergi
kesemeyiz; çünkü, devlet “vergi kesmeyeceğim” demiş.
Ne anlatıyorum şimdi? Bizim bundan önceki
konuşmamızla bugünkü konuşmamız, yani, muhalefetle
iktidarımız arasında hiçbir fark yok. Biz, o gün “bunlar
yapılmamalıydı” dedik; şimdi, bugün geldik, biz bunları
yapmayacağız inşallah. İşte, önemli olan budur.
Bunları yapmayacağımız için biz bu genel görüşmeyi
yapıyoruz. Bizim bütün gayretimiz, devletin yüksek faizle
borçlanmalarını ortadan kaldırmaktır. Bu devlet, mutlaka,
geliri giderine eşit hale gelmelidir. Bu devletin kaynakları
vardır. Bunları süratle harekete geçirerek yüksek faizlerle devleti
borca sokup, faiz sarmalı içerisinde mahvedeceğimize, kendi
kaynaklarıyla kendisini finanse eden bir devlet haline gelmek... Gayemiz,
hedefimiz budur, Hükümet Programımıza yazdığımız
da budur ve bu esnada biz, devletin açıklarını artırmak
için değil, kapatmak için geldik; bu esnada biz, bizden önceki
yönetimlerin yüksek faizle almış oldukları bütün bu
içborçları ortadan kaldırmanın çabası içindeyiz; çünkü
-hepinizin bildiği gibi- bu içborç faizlerinin altından kalkmak
mümkün değil. 2 katrilyon içborç, 2 katrilyon yıllık faiz...
Zaten, halka verdiğimiz bütün hizmet 2 katrilyonu tutmuyor. Onun için,
ülkeyi bu faizden kurtarıp, o faizleri halkımızın hizmetine
sunmak, işte, Hükümetimizin asıl gayesidir. Bunu sunmak da, sonunda
geliyor, hızla, süratle kaynakları geliştirmeye dayanıyor.
Bu sebepten dolayıdır ki, muhalefetteki konuşmamızla,
şu anda üzerimizdeki görev münasebetiyle yaptığımız
konuşmalar arasında, temelde hiçbir fark yoktur. Aynı
şeyleri söylüyoruz. Biz, o zaman da “devlet, bu faizden
kurtarılmalıdır” demiştik; şimdi de, işte, onu
kurtarmak için özkaynakları harekete getirmenin gayreti içindeyiz.
Şimdi, tabiî, sual buyurdular: “Bundan sonra devlet borçlanmadan
nasıl vazgeçecek, para mı basacak?” Hayır; kaynakları
geliştirecek devlet, kaynakları... Nereden geliştireceğiz;
sizin fikirlerinizi aldık; şimdi, ben, onlara ilaveten bazı
şeyleri söyleyeceğim ve inşallah sizin fikirlerinizi
aldıktan sonra, biz bunları yaptığımız zaman
göreceksiniz esas. (RP sıralarından alkışlar)
BÜLENT ATASAYAN (Kocaeli) – Hocam, şimdi söyle de içimiz
rahatlasın.
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Şimdi, tabiî,
biraz evvel, kıymetli Maliye Bakanımız açıklamayı
yaptılar. Bu nokta üzerinde hassasiyetle durmakta yarar görüyorum:
Bakınız, Maliye Bakanımızın yapmış
olduğu açıklamayı, Sayın Baykal da arkadan ifade ettiler,
dediler ki: “Efendim, bunu, asıl, Başbakan yapmış idi.”
Evet, Sayın Maliye Bakanımızın konuşmasına mesnet
teşkil eden asıl liste buradadır. Ben, bu listeyi, burada, bütçe
konuşmalarımda, size, Yüce Meclise arz ettim. “Bu bütçenin içerisinde
ne var; bu bütçenin içerisinde, bu rantiyecilerin bir yılda elde ettikleri
47 milyar dolarlık kazancın 15 milyar doları haklı
kazançtır, 32 milyar doları haksız kazançtır ve bu
haksız kazanç, şu dokuz sebepten ileri geliyor” dedim, bir bir bir
saydım. Her birinden ne kadar haksız kazanç var, ne kadar haklı
kazanç var; bunun da dökümünü o zaman arz etmiştim, şimdi, teferruata
girmiyorum.
Asıl açıklamak istediğim şey şudur,
bakınız, aynen okuyorum: “1- İçborç faizlerinin yüksek
olması dolayısıyla, rantiyecilerin haksız
kazançları...” Birinci madde buydu. Ne demek bunun manası; devlet
-işte, görüldüğü gibi- borç alıyor; bunu, serbest piyasada
oluşan bir faizle alıyor. Bu serbest piyasada oluşan faizler,
çok yüksek faizler; bundan dolayı da, rantiyecilere büyük bir kazanç
transferi yapılmış oluyor; söylenen budur. Burada, hiçbir zaman,
bu kazançlara, daha doğrusu, piyasadaki faizlere bir limit getirilecek
diye tek kelime yoktur, böyle bir maksat da söz konusu değildir; çünkü,
hemen ifade edeyim ki, asıl özel sektörcü zihniyet, Refah Partisinin
zihniyetidir. Diğer partilerimizin temelinde yatan kapitalist düzen,
aslında, tam özel sektörcü bir düzen değildir, tatbikatta
monopollerin düzenidir. Orada büyük karteller birleşirler, fiyatı
kendileri tespit ederler, öyle serbest piyasa filan olmaz. O serbest
piyasanın olması için, adil düzene geçilmesi icap eder. Biz, vaktiyle
de bunları söyledik; şimdi de, tabiî, aynı fikirlerimizin
elbette sahibiyiz ve bu fikirler münasebetiyle ifade ediyorum ki, gerçek özel
sektörcü biziz; çünkü, bizim birinci temel kuralımız, bütün ekonomik
faaliyetlerin şahıslar tarafından yapılmasıdır,
devletin hiçbir ekonomik faaliyette bulunmamasıdır.
Şimdi, bundan dolayıdır ki, bizim, herhangi bir
şekilde, serbest piyasaya müdahale diye en ufak bir zihniyetimiz yoktur.
Bu, sadece, söylenen sözler çarpıtılıyor; ondan sonra da, bir
insan, on kere yanlış bir şeyi söyleyince, kendisi de, onu,
doğruymuş gibi kabul ediyor.
Biraz önce Maliye Bakanımız çıktı “ben böyle bir söz
söylemedim” dedi. Ben de, size, o sözün temelindeki cümleleri okudum;
bunların, bu iddiayla uzaktan yakından hiçbir ilgisi
olmadığını ifade ettim. Bununla, şunu demek istiyorum
ki: Biz, Refah Partisi olarak da bu düşüncedeydik; ancak, şu anda,
bilindiği gibi, Doğru Yol Partisiyle beraber bir Koalisyon
Hükümetinin içerisinde ortak olarak hizmet ediyoruz ve bu Hükümetin
Programı, bu Programdır. Bunun içerisinde de, her şeyin, serbest
piyasa esaslarına göre yürütüleceği açık bir şekilde
yazılmıştır. Bu sebepten dolayı, masa
başında oturup, komünist rejimlerde olduğu gibi birtakım
piyasa kurallarına müdahale etmekten hiçbir fayda gelmez; böyle bir
şey aklımızın kenarından da geçmemiştir. Ama,
biz, ne yapmak istiyoruz; devlet, bu borçlanmalara mecbur kalmasın,
bunları, özkaynaklarımızdan temin edelim; çünkü, bu büyük
paraları temin etmek istediği zaman piyasaya çıkıyor,
devletin bu para ihtiyacı dolayısıyla faizler yükseliyor, bütün
özel bankalar da buna uyarak faizleri yükseltiyorlar; bundan dolayı, fakir
fukara eziliyor, enflasyon artıyor. Bunun kökünden kesilmesi için,
devletin, yüksek faizle borçlanmadan kurtulması lazım.
İşte, bunun için de, bu kaynak meselesi, her şeyin temelini
teşkil etmektedir.
Burada, hemen şunu belirteyim ki, Sayın Ecevit “efendim, peki,
bu kaynağı temin etmek için kamu mallarını satmaktan
bahsediyorsunuz; ama, bunları satarken, neyi satacaksınız”
konusunda birtakım açıklamalar yaptılar. Önce, bu buyurdukları
hususlara hakikaten teşekkür ediyorum. Yani, bugün, Silahlı Kuvvetler
mensuplarının oturduğu binaları alıp satmak elbette
mümkün değil; işaret ettiğiniz gibi, güneydoğudaki
birtakım güvenlik görevlilerinin, hatta, öğretmenlerimizin... Ancak,
bütün bu buyurduklarınız ne kadar haklıysa, 300 bin kamu
binasının içerisinden, dikkatli bir inceleme yapacak olursak, ben
eminim ki, bu incelemeyi Sayın Ecevit yaparsa, en aşağı 100
bin tanesinin hemen satılmasına kendisi karar verecek; çünkü,
bakın, ben Balıkesir’den geliyorum; Balıkesir Valisinin 4 tane
yazlık köşkü var. Bu yeni vali geldi -bu hata, kusur, kendisiyle
ilgili değil- gördü ki, her deniz kenarındaki ilçeye bir tane vali
konağı yapılmış. Şimdi, rica ediyorum; bir valiye
deniz kenarında bir tane dinlenme evi yetmez mi? Bunun üç tanesinin
hizmetleri için, bunların aşçıları var, bunların
bekçileri var, bunların bahçıvanları var... Ee, bir hesap
yaptığınız zaman, işte bunlar sonunda trilyonlara
gidiyor. Dolayısıyla, bu binaları bir an evvel satalım.
Yine, buyurdular ki, “efendim, birtakım
insanlarımızın buna ihtiyacı var; eğer kendisi kira
ödeyecek olursa, maaşının hepsini verse, kiraya yetmez.”
Doğrudur; ama, biz bu binaları sattığımız zaman,
bunun içinde oturmakta olan kamu görevlilerini sokakta bırakacak
değiliz. Onlara, tatminkâr bir şekilde, o buyurduğunuz kirayı
ödeyeceğiz; ancak, biz bu binayı satıp da orada oturan kamu
görevlisine, en güzel yerde oturacak kirayı ödediğimiz zaman, devlet
olarak çok kârlı çıkıyoruz; çünkü, bugün devlet o paraya sahip
olmadığı için, her finansman en aşağı yüzde 100
faizle elde ediliyor. Bir yere 100 lira verdiğiniz zaman, bu, devlete 200
liraya mal oluyor; çünkü, devlet bunu borçlanarak yapıyor. Ondan
dolayıdır ki, devlet, bugün bulunduğu noktada, ne kadar süratle
paraya kavuşursa, hizmetlerini o kadar rahat görür ve o kadar ekonomik
çalışır. Sahip olmadığınız parayı
borçla aldığınız zaman, yüzde 100 faizle bunu
alıyorsunuz demektir; bu da, tabiî, korkunç bir sarmal, bunun
altından kurtulmanın imkânı yok.
Şimdi, biz bu binaların parasını alsak... Tabiî,
bunların hepsi hesaba kitaba dayanılarak hazırlanıyor,
kesin şeklini aldığı zaman da, sizin buyurduğunuz
gibi, detaylarıyla beraber, yine Meclisin huzuruna gelecek; ancak, o
hesaplardan hep beraber göreceğiz ki, devletin bu paraya
kavuşması, içinde oturan insana “git istediğin, seçtiğin
yerde otur” deyip, oturduğu yerin kirasını vermesi, bugün
gelinen noktada devletin fevkalade yararınadır. İşte, bu
yarar dikkate alınarak, buyurduğunuz bütün hususlara dikkat edilmek
suretiyle, burada bir potansiyel olduğu muhakkak, bu potansiyel orada
durmasın, bunu bir an evvel nakde çevirelim. Bunların
satılması da zaman alır. Huzurlarınıza, gerekirse yeni
fikirlerle geleceğiz. Geçen defa da söylemiştim; bunu, finansman
müesseselerine bir anlaşmayla vereceğiz, bedelin bir
kısmını peşin alacağız; o, bunu, usulü dairesinde
-yine devletin kontrolü altında- açık, şeffaf bir şekilde
sattıktan sonra, nihaî mahsup yapılacak; ama, devlet, paranın
birkısmını, bir sene beklemeden almak imkânına kavuşacak.
Dolayısıyla, binalarda, evet, bir potansiyel vardır; bu
potansiyel, mutlaka, bir an evvel, buyurulan noktalara dikkat edilmek
suretiyle, kuvveden fiile çıkarılmalıdır.
Diğer tarafta, sadece binalar değil, 300 bin tane kamu
kuruluşu tesisi var. Bunlar ikametgâh da değil; çoğu, “dinlenme
tesisleri” adı altında bildiğimiz tesislerdir; bu tesisler çok
para eder. “Efendim, çok az memur dinlenir...” Doğrudur. Biz bu tesisleri
satalım, daha çok memura, dinlenmek için ilave para verelim, istediği
yerde dinlensin; yapmak istediğimiz budur. (RP sıralarından
alkışlar) Devletin bir an evvel paraya kavuşması, ama,
hiçbir hizmeti de aksatmamak, tam tersine, o hizmetleri
yaygınlaştırmak, geliştirmek, huzurlarınıza
getireceğimiz tekliflerde anafikir olacaktır.
Şimdi “kamunun elinde araziler var; ama, bunlar yeşil alan içindir,
spor içindir, okullar, meralar içindir” buyurdunuz; ama, hepimiz biliyoruz ki,
bunun dışında da, ayrıca, kamunun elinde milyonlarca
metrekarelik araziler var. Şimdi, şu Ankaramızın, 1 Ankara
değil 3 tane Ankara kuracak kadar, kenarda, mücavir sahası var. Biz,
bunları modern şehircilik esaslarına göre projelendirirsek ve bu
projelendirilmiş olan, her şeyi hazır, parsellenmiş olan
buraları, eğer halkımıza ve dışarıdaki işçilerimize
satarsak, hatta, bunu dövizle aldıkları zaman kendilerine özel tenzilat
yapmak üzere bir teşvik getirecek olursak, o takdirde, büyük bir
potansiyel nakte çevrilmiş olur ve bundan da mutlaka istifade edilmelidir.
Kaldı ki, geçen seferki konuşmamda bir misal olarak arz
etmiştim; işte, İstanbul’daki Sümerbank Fabrikası. Bu fabrikanın
arsası bugün trilyonlar yapıyor; kendisi de eskimiştir ve
şehrin dışarısına çıkarılması son
derece hayırlıdır. Onun arsası kaç tane fabrika
kurmayı finanse eder ve de bu, Türkiye’de muazzam bir yekûn
tutmaktadır.
Yine, geçen sefer arz ettim ki, biz, bu konuları, ayrı
ayrı, devlet bakanlarımıza görev olarak vereceğiz.
Bunları konuşmak marifet değil, gerçekleştirmek, takip
etmek marifettir. Devletin bütün bu imkânlarını, devletin kaynağı
haline getireceğiz ve devleti bugünkü bu ağır borçlanmalardan, ülkeyi
yüksek faizlerden kurtaracağız. Devlet, açığı olan
değil, kendi kaynaklarıyla ayakta duran bir devlet haline gelmiş
olacak inşallah. Kim olursa olsun, en kısa zamanda, bunların
mutlaka gerçekleştirilmesi, ülkenin en önemli meselelerini teşkil
etmektedir.
Şimdi, tabiî, burada “yaygın bir vergi denetimi getirin;
sosyal sigortaların alacaklarını tahsil edin;
vakıfların bir kısmı gerçek vakıf değildir;
bunları düzeltin...” Bunların hepsi güzel tavsiyelerdir, bunlara
uyulacaktır ve de tabiî, “güneydoğuyu ekonomik bakımdan harekete
geçirin. Bunun için de, işte gittiniz ‘köylüler mezralarına dönecek’
dediniz. Halbuki, buralarda ulaşım yok, güvenlik yok; bu işler
tanzim edilmeden mezraya dönmek mümkün değildir” dediniz.
Şimdi, ben, o esnada, gerek Olağanüstü Hal Valimizden gerekse
şu seyahati yapmış olduğum Bingöl ve Elazığ
Valilerimizden sordum. Bakınız, Bingöl’ün Genç İlçesinin
Sarıbudak ve Yaydere Köyleri yeniden ikamete
açılmıştır; burada oturan vatandaşlarımız
buraya... Kiğı’nın Eskikonak -sadece iki tane değil- Yedisu
İlçesinin Eskibalta ve Dinarbey’i, Solhan’ın Elmasırtı,
Mutluca, Kırıkköy, Tarhan, Asmakaya; tam 201 hane, 1 349 nüfus,
köylerine gitmişlerdir, güvenlik içerisinde, ulaşım içerisinde;
300 hane için de -kısa sürede köylerine tekrar gitmek için- şu anda
gereken hazırlıklar yapılmaktadır.
Elazığ’ın Arıcak İlçesinde Çavuşdere,
Karakoçan’da Beruş Mezrası, 800 nüfus, 150 hane, yerlerine gitmek
üzere hazırdırlar. Güneydoğu’da böylece -sadece bir misal olarak
arz ediyorum- inşallah, artık, güvenlik içerisinde, mezralara
adım adım gitmek dönemi başlamıştır. Bunu
teşvik edeceğiz ve tabiî, oraya gidecek olan
vatandaşımızın yıkılmış evini
yapacağız, kendisinin orada hayvancılığını
yürütmesi için, kendisine, hatta, faizsiz kredi vereceğiz -eskiden, beraber
Hükümette iken yaptığımız gibi- ve mutlaka, bu
hayvancılığı yeniden ihya edeceğiz; çünkü, şu
anda, Elazığ’daki 1 milyon hayvan mevcudu, 400 bine
düşmüştür. Onun için, köylümüz inim inim inlemektedir. Bunları
mutlaka tedavi etmenin vakti ve günü gelmiştir.
Şimdi, dolayısıyla, bölgelerde, artık, yeniden
üretime geçmek, halkımızı toprağına bağlamak ve
böylece, ülkemizi, bütün bölgeleriyle, ekonomik bakımdan
kalkındırmak dönemine girmek mecburiyetindeyiz.
Hemen şunu ifade edeyim: Bakınız, şu seyahatimde her
üç ilimizin valilerinden de brifing aldım. Konya’da TÜMOSAN
Fabrikası... Malum, yirmi sene önce bu fabrikanın temelini biz
atmıştık; şimdi, o konuya da geleceğim. Sayın
Bülent Ecevit Beyefendi -TÜMOSAN’dan söz açıldığı için
oraya söyleyeyim- bunu birçok defalar, bugüne kadar açıkladılar. O
noktaya geçeceğim; ama, ona geçmeden önce, bu konunun ekonomik yönünü arz
edeyim: Biz, bu TÜMOSAN Fabrikasının, o vakit temelini attık,
100 bin motor yapmak üzere. Bu fabrika, sonradan, 1982 yılında -biz
kuruluşunu yaptık, başlattık- tevsi edilecekti, o tevsiat
planı da değiştirildi ve 50 bin motor yapacak hale getirildi.
Biz, bu fabrikayı, 100 motor yapmak üzere planladık. Şimdi, bu
fabrika, bugün, ne yazık ki, kapasitesinin yüzde 10’u ile
çalışıyor ve şu anda, yılda 25 milyon dolarlık
üretim yapabiliyor, 300 kişi çalıştırıyor. Halbuki, bu
fabrika, yılda 500 milyon dolarlık üretim yapabilir, 250 milyon
dolarlık ihracat yapabilir ve 3 bin kişi
çalıştırabilir. Nasıl olacak bu iş? İşte, bu
gördüğünüz Hükümet, bunu başaracak inşallah. (RP
sıralarından alkışlar) Gelecek sene, temmuz ayında,
inşallah, bu zabıtları çıkaracağız. Çünkü, ben, o
fabrikaya, bundan önceki iki tane kıymetli umum müdürü götürdüm; bu fabrikalar
satılsın diye, o kıymetli umum müdürler işlerinden
alındı. Bu KİT’ler, böyle, planlı bir şekilde
perişan edildiler; ama, şimdi, biz, bir yandan bütün gücümüzle
bunları özelleştirmeye çalışırken, öbür yandan,
hepsini verimli çalıştırmak için, elimizden gelen bütün gayreti
göstereceğiz. Bu imkânlar mevcuttur.
Yine, bakınız, Elazığ Valimiz, verdiği brifigte
diyor ki: “Elazığ’ın üç tarafı barajlarla çevrili, her
tarafı göl; ama, bizim, 140 bin dekarlık arazimizden sadece 35 bin
dekarı sulanıyor. Güneyde çok kıymetli kayısı
bahçelerimiz var; burayı sulamak için, bugüne kadar, yıllardan beri
yatırımlar yapıldı, her şey hazır; 80 milyar
liralık bir trafo koyacak olursak, yılda 2 trilyonluk mahsul
alacağız.”
Bu ülkede sayısız zenginlikler var. Şimdi, biz, ne
konuşuyoruz; oraya, bu 80 milyarı, mutlaka götürüp vereceğiz.
İşte, o 80 milyar lirayı nereden vereceğiz? Bu yüksek
faizlerle, borca çıkarak değil; o 80 milyar lirayı, biz, en
kısa zamanda, bu devleti paraya kavuşturarak vereceğiz.
Bunları, inşallah, nasıl yapacağımızı biraz
sonra söyleyeceğim; ama, asıl önemli olan, bunları, tatbikatta
göreceğiz.
Şimdi, Sayın Ecevit’in, konuşmasında, son olarak
işaret ettikleri noktaya geliyorum: Hayalciliğimizden bahsettiler;
teşekkür ederim; çünkü, hayal, çok kıymetli bir şey. Bir
şeyi hayal etmeden hiçbir şey yapılamaz. (RP
sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Bunu, ben, çok
kıymetli bir meziyet olarak biliyorum. Esasen, kendileri de şair
oldukları için, zaten, hayalle iç içedirler. (RP sıralarından
alkışlar)
Şimdi, çok önemli bir konu şudur: Bakınız, ben,
bunu, kırk kere düzeltim. Metin Tüzün Bey arkadaşımızı
tanırsınız. 1974’te biz sizinle Hükümetteydik. Metin Tüzün Bey,
o günden bugüne kadar fevkalade sevdiğimiz, centilmen, kıymetli bir
kardeşimizdir. Bizim, o zaman, İstanbul’da yapmış
olduğumuz Millî Selamet Partimizin toplantısına lütfettiler;
beraber de koalisyonda olduğumuz için samimiyetle katıldılar.
Onun için, bizim, orada yapmış olduğumuz konuşmanın
canlı şahididirler, kendilerine sorabilirsiniz. O
konuşmanın filmi de var; bunu da her zaman seyredebilirsiniz.
Şimdi, ben, orada ne demişim? Demişim ki: Bakınız,
bizim, hedefimiz, Türkiye’de 100 bin motor yapan fabrika kurmaktır. Biz,
Türkiye’de, aynı zamanda, uçak yapacağız, tank
yapacağız. Ama, 100 bin uçak, 100 bin tank değil ve biz, bu 100
bin motor yapan fabrikayı da kurduk. Hemen size şunu söyleyeyim ki,
işte aramızdaki fark bu; bizim gerçekleştirdiğimiz
şeyleri siz hayal bile edemiyorsunuz. (RP sıralarından “Bravo”
sesleri, alkışlar) Sizin havsalanıza, Türkiye’de 100 bin motor
yapılması sığmıyor; halbuki, biz bunu yapıyoruz.
Türkiye’de kaç yüzbin motor yapılıyor; Türkiye bugün 250 bin otomobil
yapıyor; bunun motorlarını da kendisi yapıyor. Bugün
Türkiye’de 500 bine yakın motor yapılıyor. Bunu biz o vakit
konuştuğumuz zaman, ben size “böyle şeyler söylenir” demedim;
ben size dedim ki: “Bak, benim söylediğim budur ve bu da bir hedeftir.”
Çünkü, biz o gün, o fabrikayı kurmuş değildik sizinle beraber.
“Bunlar hedeftir” dedik ve o hedefi de gerçekleştirdik. (RP
sıralarından alkışlar)
Bundan dolayıdır ki, böyle hayal mayal sözlerini
bırakalım, gerçeğe bakalım ve bu gerçeği de Edirne’den
Van’ a kadar dolaşarak görelim bakalım. Bak, ben 27 Mart seçimlerine
Edirne’den başladım. Halka sordum, en büyük fabrikanız
hangisidir? Lalapaşa Çimento Fabrikası... Kim kurdu bunu? Biz kurduk.
Kırklareli’ne geldik; Kırklareli’nde en büyük fabrikanız
hangisidir? Ziraî Donatım ve Yem Fabrikası; ikisini de biz kurduk.
Çerkezköy’e geldik; o Çerkezköy’ün temelini biz attık, iki senede,
1976-1977’de; çünkü, 1974’te beraber Hükümettik, Kıbrıs Harbi oldu, 1975’te
hazırlıklar yaptık ve iki senede, biz, bu 200 tane, trilyonluk
fabrikanın temelini attık, 70 tanesini de bitirdik. Onunla da
kalmadık; geldik Çanakkale’ye; en büyük fabrikanız hangisi? Sümerbank
Sunî Deri Fabrikası... Kim kurdu? Biz kurduk, hem de Sümerbank’ın
kârıyla. Balıkesir’e geldik; Seka Kâğıt Fabrikası...
Biz kurduk... İsterseniz Doğu Anadolu’yu dolaşalım.
Bak, şimdi, size, bir tarihî olay hatırlatıyorum: Afyon
Fabrikasının temelini biz beraberce attık; bunu, iki senenin
içerisinde bitirdik. Fabrikayı açarken gazetecilerin hepsi
oradaydı... O zaman da, bu kalkınmalara, hep “hayal hayal” dediler,
hepimiz biliyoruz. Oradaki gazetecilere, ben, bir sual sordum kurdeleyi
keserken, dedim ki: Arkadaşlar, uyanık mısınız, uyuyor
musunuz? “Uyanığız”; Biraz önce bir çay içtiğinizi
hatırlıyor musunuz? “İçtik.” Bu çayın içerisinde şeker
var mıydı? “Vardı”; Nerenin şekeri bu? İşte, bu
gördüğünüz Afyon Şeker Fabrikasının şekeri... (RP ve
DYP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Bunun için, bunlar hayal değil, bunlar gerçekler. Her şey
hayalden başlar; bunun temelinde inanç yatar, inanırsanız
başarırsınız. (RP ve DYP sıralarından
alkışlar)
Bundan dolayıdır ki, nasıl biz o zaman inandık, iki
yılda, geçtiğimiz dönemlerin en büyük kalkınma hamlesini
yaptık, her ay Ağır Sanayi Koordinasyon Kurulunu toplayarak
ciddî bir takiple yaptıysak, şimdi de, inşallah, Doğru Yol
Partisindeki kıymetli bakanlarımızla beraber, önümüzdeki
dönemde, bütün ülke meselelerini aynı ciddiyetle takip edeceğiz ve
Türkiye’nin meselelerini çözeceğiz. Halkımızın
sağduyusu, sezgisi çok önemlidir; halkımız bunu seziyor ve
işte bunun için bayram ediyor ve birtakım işadamları da,
sizin de hatırlayacağınız gibi “biz, Refah Partisinin
kadrolaşmasından değil, muvaffak olmasından korkuyoruz”
diyorlar. Halbuki, bu, korkulacak bir şey değil, sevinilecek bir
şeydir.
Şimdi, Sayın Ecevit’e, hakikaten, böyle bir toplantıda,
böyle bir oturumdaki kıymetli fikirlerinden dolayı bir kere daha
teşekkürlerimi arz ederek, Sayın Baykal arkadaşımıza
geçiyorum.
Sayın Baykal Beyefendi “yeni bir tatbikatla karşı
karşıyayız” dediler; doğrudur; çünkü değişiyoruz.
“Efendim, yardım istiyor” diyor; evet, yardım istiyoruz. Niçin; daha
iyisini yapmak için. Bunda kaçınılacak ne var? “Efendim, ihtiyaç
içindeler.” Evet, ihtiyaç içindeyiz, ama neyin ihtiyacı içindeyiz?
Türkiyemizi kısa zamanda kalkındırmanın ihtiyacı
içindeyiz. (RP sıralarından alkışlar) Bundan
dolayıdır ki, işte, bu genel görüşmeleri istedik.
“Efendim, eskiden, bunlar, politikalarına çok
inanıyorlardı, şimdi tereddüte düşmüşler” filan...
Bunların hepsi, tabiî, lüzumsuz sözler, konumuzla da bir ilgisi yok;
hiçbir tereddütümüz de yok. Biz, sadece, daha iyisini yapmak için, çoğulcu
demokrasinin gereği olarak, Yüce Meclisin kıymetli
insanlarının fikirlerinden yararlanmak istiyoruz. Her türlü
hazırlığımız var; bu fikirlerin
ışığı altında da, ne
yapacağımızı, inşallah, çok iyi programlayıp,
onları huzurlarınıza getireceğiz.
Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi de böyle
çalışıyordu; ülkenin meseleleri orada oluşturuluyordu,
orada yönlendiriliyordu. Bu, en güzel çalışma şeklidir. Ülke
hepimizindir. Meseleleri, emrivakilerle değil, dayatmalarla değil;
nereden, hangi etkiyle hazırlandığı belli olmayan
metotlarla değil; 65 milyon halkımızın gerçek temsilcisi
olan Türkiye Büyük Millet Meclisinde daha baştan oluşturmak, en
sağlam, en doğru yoldur. İşte, bunu yapmaya
çalışıyoruz ve inşallah adım adım
başaracağız.
“Efendim, siz, sistemi değiştirecektiniz; şimdi kaynak
arayışı içerisindesiniz.” O sistemi değiştirmek için
kaynak arıyoruz. Neden; hangi sistemi değiştireceğiz biz?
Trafik memuru sistemini... Yani, para lazım, vergi koy; döviz lazım,
borç al!.. İşte, biz, bu sistemi değiştireceğiz. Bu
sistemi değiştirmenin yolu da kaynak bulmaktan geçiyor. Bundan
dolayıdır ki, biz, ülkemizde, hakikaten bu değişimi
başaracağız ve bu değişim için de kaynağı
bulacağız. Esasen, Hükümet Programımızda da, bu rantiye
ekonomisinden reel ekonomiye geçeceğimiz açıkça belirtilmişti.
Tabiî, Sayın Baykal’ın
çok önemli birtakım sözleri oldu: “Define ararmış gibi kaynak
aranmaz” buyurdunuz; doğrudur. “Bu sürekli bir iştir” dediniz;
doğrudur ve “Kaynak, yönetimin ta kendisidir” dediniz; bu da çok
doğru bir sözdür. Çünkü, her yönetim, kaynak bulabildiği, bu kaynakları
en verimli şekilde kullanabildiği ölçüde takdir kazanır ve
“yönetim”dir; bu kaynakları bulmaz, ülkenin imkânlarını verimsiz
olarak kullanırsa, elbette ona “yönetim” dememek lazım gelir. Bu
sebepten dolayıdır ki, biz, işte, hakikaten, kaynağı
bulmak ve bunları en verimli şekilde kullanmak istiyoruz.
Sayın Baykal “efendim, İstanbul Menkul Kıymetler
Borsası var, döviz var, vesaire...Günde yarım milyar dolarlık
tahviller oluyor. Dolayısıyla, Türkiye’nin ekonomisi,Hükümetin
kontrolünden çıkmıştır” buyurdular. Buna iştirak etmek
mümkün değildir. Bunların hepsi bir gerçektir; ama...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Başbakan, sürenizi siz de
tamamladınız; son cümlelerle konuşmayı toparlayalım
efendim.
Buyurun.
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Sağ olun, çok teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Tabiî, hükümetler çok önemlidir. Demin de söyledim; TÜMOSAN’a,
ihtiyacı olan 300 milyar lirayı gönderirseniz, 500 milyon dolar
kazanırsınız. Bunu, ne menkul kıymetler borsası
gönderir ne döviz borsası gönderir; bunu, hükümet yapar ve yapması
lazım. Aynı şekilde, Elazığ’daki ovayı
sulamanın parasını da hükümetin bulup göndermesi lazım;
bunu borsalar yapmaz. Onun için, hükümetler çok önemlidir.
Anavatan Partisinin kıymetli sözcüsü arkadaşımıza
teşekkür ediyorum; ama, bir sukutu hayale
uğradığımı ifade edeyim. Bu kadar kıymetli,
Maliye Bakanlığında müsteşarlık yapmış olan
bir arkadaşımızdan, ben, doğrusu, burada, fevkalade
kıymetli tavsiyeler bekliyordum. Konuşmasını çok dikkatle
takip ettim; ancak, bu arkadaşımız, ne yazık ki, kıymetli
tecrübelerinden ve bilgilerinden bizim yararlanmamıza hiçbir fırsat
vermediler; bundan dolayı da üzgünüm. Ya gelecek sefer bu
arkadaşımızı çok iyi hazırlayın, buraya
çıkarın -siz, Anamuhalefet Partisisiniz- veya burada,
tecrübelerinden, fikirlerinden istifade edeceğimiz bir arkadaş
çıkarın lütfen; çünkü, bu konuşmalar, çok ciddî, çok önemli
konuşmalardır. (RP sıralarından alkışlar)
Şimdi, muhterem arkadaşlarım, bakınız, evet,
binalar, arsalar ve kısa sürede geri dönecek olan üretimler; bütün
bunların teferruatına girecek değilim. Bakınız,
mesela, bir kardeş İran, bizden geçen her kamyondan 1 500 dolar
alıyor; biz, İran’ın hiçbir kamyonundan 1 kuruş
almıyoruz ne hikmetse...
Şu İstanbul Boğazından, Montrö
Antlaşmasına göre, her geçen geminin, bir altın frank -o günkü
para- ödemesi lazım; ama, zaman içerisinde bunlar ortadan
kalkmış; 1,5 trilyon lira kaybediyoruz, sadece Boğaz’daki
geçişten; Montrö’yü uygulasak, bu paraları alacağız. Hemen
ifade edeyim ki, ne yazık ki ülkemiz, uzun zaman sahipsiz
kalmış.
Geçen sefer de söyledim; şimdi, (PETKİM) Petro Kimya
Sanayiinin parası var; ama, öbür tarafta başka bir KİT’in
parası yok; o KİT gidiyor, yüzde 150 faizle para alıyor, o da
parasını yüzde 80 faizle repoya veriyor. Halbuki, biz, bütün bu
KİT’leri bir havuzda toplasak; hatta, bugünkü gelişmiş olan
bilgisayar tekniğiyle, kamunun bütün maliyesini bir havuzda toplasak; bir
yerde paraya ihtiyacı olduğu zaman, öbürünün henüz
kullanmadığı parayı kullansa, emin olunuz ki, trilyonlarca
lira tasarruf edilir.
Bu memlekette, çok büyük zenginlik var; bunların teferruatına
bir bir girecek değilim. Evet, ben, geçen sefer, 68 tane önemli kaynak var
demiştim; şimdi, 100 tane var diyorum; çünkü, o günden beri boş
durmadık ve iki günümüzün de birbirinin aynı olmaması lazım
geliyor. (RP sıralarından alkışlar) İnşallah, bu
kaynakları harekete geçireceğiz, bunlarla çok ciddî bir program
yapacağız; bunlar konuşulduğu yerde kalmayacak. Biz,
şimdi devlete, ne kadar trilyon, ne kadar katrilyon para temin
edeceğiz, ne kadar dövizi süratle temin edeceğiz; inşallah,
sizlerin bütün bu konuşmalarınızdan almış
olduğumuz bilgilerle, ışıklarla bu
programımızı hazırlayıp huzurlarınıza
getireceğiz. İnanıyorum ki, hepimiz sevineceğiz, ülkemiz de
sevinecektir.
Yeni bir dönem başlamıştır, müjdeler olsun.
Hepinizi Allah’a emanet ediyorum. (RP sıralarından ayakta
alkışlar, DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Hükümet adına konuşan Sayın Başbakana
teşekkür ediyorum.
Şimdi, sıra, genel görüşmenin son konuşmasına
geldi. Son konuşmacı, Sinop Milletvekili Sayın Yaşar Topçu.
Buyurun efendim.
Sayın Topçu, konuşma süreniz 10 dakikadır.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin
değerli üyeleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Hükümet, şimdiye kadar içerisinde
yaşadığımız parlamenter rejimde alışık
olunmayan, esasen, ona uygun da olmayan, Sayın Başbakanın
ifadesiyle “Birinci Büyük Millet Meclisi de böyle yapıyordu; biz de o
metodu takip ediyoruz” diye, buraya, Türkiye’nin özkaynaklarının
harekete geçirilmesi, bulunması, çıkarılması,
çeşitlenmesi ve Hükümete, muhalefet partilerinin de tavsiyelerinin
söylenmesi isteğiyle ve biraz da yadırgadığım bir
cümleyle diyor ki: “İşte bu konu, Türkiye Büyük Millet Meclisinde
temsil edilen bütün siyasî partilerimizin ortak sorumluluk alanı içerisine
girdiğinden...” Yani, kaynak bulmanın, Hükümetin görevi olduğunu
söylüyor Sayın Başbakan “evet, bizim görevimizdir; biz bunu buluyoruz
da, bulacağız da; ama, sizin de ortak sorumluluğunuz
içerisindedir” diyor. Niye?.. “Biz, Birinci Büyük Millet Meclisi gibi
çalışmak istiyoruz” diyor.
Tabiî; ben, Birinci Büyük Millet Meclisinin hayranlarındanım;
ama, eğer öyle çalışacaksak, Sayın Başbakanın
istifasını Sayın Cumhurbaşkanına takdim etmesi
gerekiyor; çünkü, Birinci Büyük Millet Meclisinde hükümet başkanı
Meclis başkanıydı, ayrı bir başbakan yoktu. Sonra,
bakanların da istifalarını takdim etmesi gerekiyor; Birinci
Büyük Millet Meclisinde bakanları da Meclis seçiyordu. (RP
sıralarından gürültüler)
Efendim, fikrimizi sormuyor musunuz, dinleyin; niye tahammülsüzlük
gösteriyorsunuz?!.
TEVHİT KARAKAYA (Erzincan) – Kaynaklara gel!.. Kaynaklara gel!..
YAŞAR TOPÇU (Devamla) – Kaynakları da söyleyeceğiz, biraz
sabırlı olursanız. Şimdi, Hocamın “Anavatan Partisi
sözcüsünde bulamadım” dediği kaynakları söyleyeceğim
kendisine ben, arkadaşımız adına.
BAŞKAN – Sayın Topçu, Genel Kurula hitaben konuşun
efendim.
Yerinizden de lütfen, müdahalede bulunmayın...
YAŞAR TOPÇU (Devamla) – Partilerin de feshedilmesi lazım;
çünkü, Birinci Büyük Millet Meclisinde partiler de yoktu. Ayrıca, Birinci
Büyük Millet Meclisinin çok özel, spesifik iki önemli misyonu vardı:
Bunlardan bir tanesi ülkeyi işgalden kurtarmak, öbürü de yeni devleti
kurmaktı.
Tabiî, o Mecliste, böyle, yolsuzlukları örtbas etmek için filan,
insanlar bir araya gelip hükümet falan olamıyordu; yani, öyle bir metot
yoktu (ANAP sıralarından alkışlar) onlara itibar
edilmiyordu; orada her şey doğru dürüst yapılıyordu,
apaçık yapılıyordu.
Şimdi, burada benim söz alış sebebim zaten o. Ben, bu
önergeyi okuduğum zaman, Değerli Hocamızın, esasen, öteden
beri, Birinci Büyük Millet Meclisine yaptığı atıfları
da bildiğim için ve hemen Hükümet kurulmasının haftasında,
bu önergeyle Meclise geldiği için dedim ki, Değerli Hocamız,
Sayın Başbakan, demokratik rejimin parlamenter sistemini
aşındırmaya çalışıyor. İtirazım oraya.
(RP sıralarından “Allah, Allah” sesleri, gürültüler) Tabiî, tabiî...
YASİN HATİBOĞLU (Çorum) – Nereden çıkardın?..
YAŞAR TOPÇU (Devamla) – Nereden
çıkardığımı, dinleyin.
Parlamenter rejim içerisinde, ülkenin kaynakları;
kullanılabilir kaynakları, yararlanılabilir kaynakları
konuşulur. Bunu konuşmanın, bu rejim içerisinde de yeri,
zamanı ve metodu var. İşte, bundan tam bir yıl evvel 12
Temmuz günü bu Parlamento, Yedinci Beş Yıllık Kalkınma
Planını yaparken ülkenin kullanılabilir, yararlanılabilir
bütün kaynaklarını, bunların nasıl
kullanılacağını, hedeflerini, stratejisini koydu ve o zaman
da şimdiki ortağı Sayın Çiller’in başkanlığındaki
Hükümet vardı.
Şimdi, benim burada merak ettiğim, Hükümetin Doğru Yol
Partisi kanadı. Sanki, o Hükümet, Yedinci Beş Yıllık
Kalkınma Planını bu Meclisin önüne getirip de burada
tartışmamış.
Değerli arkadaşlar, burada bir parantez açıyorum; Tükiye’nin
tüm kaynaklarının hesabı vardır ve
arkadaşlarımızın söylediği gibi falan değildir.
Sayın Derin, buraya çıkıp, çok ölçüsüz rakamlar vererek bir
şeyler söyledi; devletin misafirhaneleri senede 60 trilyon harcıyor
falan gibi, böyle ölçüsüz rakamlar söyledi. Devletin ne kadar su
kaynağı var, ne kadar toprakaltı kaynağı var, ne kadar
topraküstü kaynağı var, ne kadar tarımsal kaynağı var,
ne kadar sanayi kaynağı var, ne kadar gayri safi millî hâsılası
var, ne kadar borcu var, ne kadar alacağı var, her şeyin hesabı
kitabı bellidir. Devletin -MTA’sından Petrol Ofisine kadar- bütün
kurumları, bu fizikî yapı
içerisindeki, altyapıdaki bütün imkânlarını bilir, bunların
nasıl çalıştırılacağını bilir. Burada
yeni bir şey keşfediyor falan değiliz.
Şimdi, benim üzerinde durduğum nokta şu: Bütün bunlara
rağmen, bir yıl evvel, Yedinci Beş Yıllık
Kalkınma Planı görüşülürken bunlar konuşulmuş,
üstelik, bugün kabinede üye bulunan üç arkadaşımız da Refah
Partisi adına bu kürsüden görüşlerini ifade etmişler
-zabıtlar burada, bendenizin elinde efendim- sadece ve sadece, Yedinci
Beş Yıllık Kalkınma Planının bir işe
yaramayacağını söylemişler. Hani, Türkiye’nin
kaynakları hakkında, şimdi, Sayın Başbakan,
değerli Hocamız “sizin de fikriniz varsa, söyleyin” diyor ya, o
zaman, 12 temmuz günü Refah Partisi söylememiş; sadece demiş ki: “Bu
kalkınma planıyla Türkiye bir yere varmaz.”
Ha, bu kanaatte misiniz; doğrudur, saygı duyarım. O
zaman, böyle bir genel görüşmeyle olmaz bu; Hükümet, kalkınma
programlarında ve o programların kaynak bölümlerinde revizyon
getirir, değişiklik yapar; çünkü, Anayasamızın 166 ncı
maddesi bakın ne diyor: “Ekonomik, sosyal ve kültürel
kalkınmayı, özellikle sanayiin ve tarımın yurt düzeyinde
dengeli ve uyumlu biçimde hızla gelişmesini, ülke
kaynaklarının döküm ve değerlendirilmesini yaparak verimli
şekilde kullanılmasını planlamak...”
Demek ki, bunu konuşmanın metodu, böyle afaki, hiçbir sonuç
çıkmayacak ve sonunda canım, işte, biz, ancemaat... Şimdi,
bizim, gerçekten, iyiniyetli bazı vatandaşlarımız bize de hep
söylerler “canım, işte, 550 kişisiniz orada; oturup, memleket
meselesini konuşsanız da, bir sonuca varsanız” diye; parlamenter
sistemde böyle bir metot yoktur. Ha, bu sistemi, eğer, Refah Partisi,
parlamenter demokratik sistemi -yani, hükümet ayrı, Meclis ayrı,
yasama ayrı- kabullenmişse, buna uyacak; sonra, bu bir devlet
sorunuysa -önergede söylendiği gibi- o zaman, Anayasa Mahkemesine
soracaksınız; çünkü, devletin bir parçası da onlar; onlara da
kaynaklarını soracaksınız; gidip Cumhurbaşkanına
da soracaksınız; devlet deyince, devleti oluşturan bütün
kurumlar girer.
Böyle bir anlayış, şimdi, Çekiç Güç için geliyor; Hükümet
diyor ki, efendim, bir komisyon kurulsun partilerden; bunu oturup, Meclis
halletsin. Canım, ben halledecek olduktan sonra, sizin hikmeti sebebiniz
ne?!. Ben, kaynağı bulacağım, göstereceğim; siz
kullanacaksınız! Halka, parti olarak benim kendi vaadim var,
kaynağı bulduğum zaman onu kendim yaparım. Zaten
Değerli Hocamız da ne diyor: “Her hükümet kendi programının
kaynağını bulur.” E, niye burada konuşuyorsunuz; sadece,
halka buradan mesaj vermeye çalışıyorsunuz: “İşte biz,
Birinci Meclis gibi çalışıyoruz.” Birinci Meclis gibi
çalıştığınız zaman, bu Meclisi o hale
getirirseniz... Hocam diyor ki: “Muhalefet olmasın. Siz peşinen
söyleyeceğinizi söyleyin de, biz ondan sonra getirelim, sonra kimse sesini
çıkarmasın, muhalefet olmasın.”
Beyler, muhalelefet bu rejimin teminatıdır. Hiç kimse olaya
böyle yaklaşamaz. Hiç değilse, siz Hükümet olarak buraya bir program
getirseydiniz ve deseydiniz ki: “Biz ülkenin kaynaklarını harekete
getirmek, geliştirmek için şöyle bir programla geldik; ne dersiniz?”
Biz orada, muhalefet olarak düşüncelerimizi gayet net bir şekilde
söylerdik, yanlışlarınızı söylerdik,
doğrularınızı söylerdik; mesele ortaya
çıkmış olurdu. Ya da, bu hükümet bir millî mutabakat hükümeti
olurdu, bütün Parlametonun katıldığı bir millî mutabakat
hükümeti olurdu; derdik ki, aramızda zaten muhalif kalmamış,
gelin olayı böylece konuşalım...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
YAŞAR TOPÇU(Devamla) – Sadece bir cümle.
BAŞKAN – Sayın Topçu, konuşmanızı
tamamlayın.
YAŞAR TOPÇU (Devamla) – Akşamın bu saatinde sizi daha
fazla yormak istemiyorum.
Değerli Hocam dedi ki: “Anavatan Partisi sözcüsü çok kıymetli
bir arkadaşımızdır, istifade edebileceğimiz
şeyler söylemedi.” Ben söyleyeyim -aslında Hocamızın o
yaklaşımını da doğru bulmadım- burada kimse
Sayın Hocamızın müşaviri filan değil, Hükümetin de
müşaviri değil.
Bizi kaynakla filan uğraştırmayın, ben size
söyleyeyim... (RP sıralarından gürültüler) Meclisi
uğraştırmayın. Efendim, herkese Allah uzun ömür versin;
kefenin cebi yok. Sonra, bu dünyada -inancımız odur ki- mal da
Allah’ın, mülk de Allah’ın, biz bekçisiyiz,
kiracısıyız, başbekçisi de Hocam. Şimdi, Hocamda
altın çok, ortağında mal çok; açın keselerin
ağzını, kaynak sorunu birden hallolur! (RP
sıralarından gürültüler)
Hepinize saygı sunarım. (ANAP, DSP ve CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Yaşar Topçu’ya teşekkür ediyorum.
Değerli milletvekilleri, ülkemizin öz kaynaklarının geliştirilmesi
konusundaki genel görüşme tamamlanmıştır.
Sözlü sorular ile kanun tasarı ve tekliflerini
görüşmek için, 17 Temmuz 1996 Çarşamba günü saat 15.00’te toplanmak
üzere, birleşimi kapatıyorum.
Kapanma saati : 21.15
VIII. – SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1. – Bingöl Milletvekili Hüsamettin
Korkutata’nın, Olağanüstü Hal Bölgesinde görev yapan bazı kamu
çalışanlarının tazminatlarının kesildiğine
ilişkin Başbakandan sorusu ve İçişleri Bakanı Mehmet
Ağar’ın yazılı cevabı (7/717)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Sayın Başbakan
tarafından yazılı olarak cevaplanmasını
saygılarımla arz ederim.
Hüsamettin
Korkutata Bingöl
Olağanüstü Hal Bölgesinde 1475 Sayılı
Kanuna tabi olarak görev yapan kamu çalışanları aynı
bölgede görev yapan diğer kamu görevlileriyle birlikte 375
sayılı Kanun Hükmünde Kararname gereğince tazminat almakta iken;
3920 sayılı Kanunla yapılan değişikliğe
bağlı olarak tazminat ödenenler kapsamından
çıkarılmışlardır.
Soru 1 : Bu uygulama Anayasanın 10 uncu maddesine
ve pozitif hukuk kurallarına aykırı değil midir?
Soru 2 : Aynı riskipaylaşan kamu
çalışanları arasında, sadece kamu işyerlerinde
çalışan işçiler aleyhine getirilen bu olumsuz uygulama, sosyal
hukuk ve eşitlik ilkelerini zedelemez mi?
Soru 3 : Bu adaletsizliğin giderilmesi için bir
çalışma yapacak mısınız, ne zaman?
T.C. İçişleri
Bakanlığı 15.7.1996 Olağanüstü
Hal Koordinasyon Kurulu
Başkanlığı Sayı
: 1300/Gen-Sek/10-188
Konu : Yazılı soru önergesi
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
İlgi : Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar
Genel Müdürlüğünün 23.5.1996 gün, B.02.0.KKG/106-323-12/2250
sayılı yazısı.
Bingöl Milletvekili Sayın Hüsamettin Korkutata
tarafından Sayın Başbakan’a tevcih edilen, bilahara
bakanlığıma intikal eden yazılı soru önergesi
hakkında gerekli inceleme yaptırılarak Maliye
Bakanlığından alınan cevap aşağıya
çıkarılmıştır.
Olağanüstü Hal Bölgesi ile diğer bazı
geri kalmış illerde görev yapan işçilere ek tazminat ödenmesi
uygulaması 2.12.1993 tarihli ve 3920 sayılı Kanunla
kaldırılmıştır. Ancak ek tazminatı kesilen
personelin maaşlarında birden azalma olmaması için,
işçilere o tarihte uygulanmakta olan toplu iş sözleşmelerinin bitim
tarihine kadar sözkonusu 3920 sayılı Kanunun geçici 2 nci maddesi hükmü
uyarınca ek tazminat ödenmesine devam edilmiştir.
Memurların maaşları kanunlarla ve idarî
kararlarla, işçiler ile sözleşmeli personelin ücretleri ise münferit
iş akitleri veya toplu iş sözleşmeleri ile belirlenmektedir.
Ayrıca, ek tazminat ödenmesinin temel mantığı bölgede
eleman temininin sağlanması olup, risk tazminatı değildir.
Arz ederim.
Mehmet
Ağar İçişleri
Bakanı
OHAL
Koor. Kurulu Başkanı
2. – Konya
Milletvekili Mustafa Ünaldı’nın, Van Gölünde uranyum yatakları
olduğu iddiasına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar
Bakanı M. Recai Kutan’ın yazılı cevabı (7/949)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Enerji
ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Hüsnü Doğan tarafından
yazılı olarak cevaplandırılmasını delaletlerinize
arz ederim.
Saygılarımla.
Prof.
Dr. Mustafa Ünaldı Konya
Sorular :
Uzun zamandır bir Van Gölü Canavarı
tartışması sürüp gidiyor. Medyada yer alan son haberlere göre bu
canavar haberlerinin Van Gölü tabanında bulunan Uranyum yatakları ile
ilgili bir kamuflaj olduğu ileri sürülmektedir.
1. Bu konuda bir araştırmanız oldu
mu?
2. Van Gölü tabanında Uranyum olduğu
iddiaları doğru mudur?
3. Doğru ise şimdiye kadar bu konuda
hangi çalışmalar yapılmıştır?
4. Bu konu ile yabancılar ilgilenmiş
midir?
T.C. Enerji
ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 15.7.1996 Araştırma,
Planlama ve Koordinasyon Kurulu
Başkanlığı Sayı : B.15.0.APK.0.23-300-922/11704
Konu : Yazılı soru önergesi
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
İlgi : T.B.M.M.
Başkanlığının 20 Haziran 1996 tarih ve
A.01.0.GNS.0.10.00.02-2385 sayılı yazısı.
Konya Milletvekili Sayın Prof. Dr. Mustafa
Ünaldı’nın Bakanlığıma tevcih ettiği ve Millet
Meclisi İç Tüzüğü’nün 99 uncu maddesi gereğince
cevaplandırılması istenen, 7/949 no.lu yazılı soru
önergesi ile ilgili bilgiler hazırlanarak ekte sunulmuştur.
Bilgilerinize arz ederim.
M.
Recai Kutan Enerji
ve Tabiî Kaynaklar Bakanı
Konya Milletvekili
Sayın Prof. Dr. Mustafa Ünaldı’nın Yazılı Soru
Önergesi ve Cevabı
(7/949-2267)
Uzun zamandır bir Van Gölü canavarı
tartışması sürüp gidiyor. Medyada yer alan son haberlere göre,
bu canavar haberlerinin, Van Gölü tabanında bulunan Uranyum yatakları
ile ilgili bir kamuflaj olduğu ileri sürülmektedir.
Soru 1 :
Bu konuda bir araştırmanız oldu mu?
Cevap :
MTA Genel Müdürlüğü, 1977-1978
yıllarında Van Gölü suyunun uranyum içeriğini saptamak ve göl
tabanındaki çökellerde bir zenginleşme olup
olmadığını araştırmak üzere bir program
uygulamıştır.
Soru 2 :
Van Gölü tabanında uranyum olduğu
iddiaları doğru mudur?
Cevap :
Yapılan çalışmalar ve analizler
sonucunda, göl suyunun uranyum içeriğinin 76-118 ppb (milyarda bir), taban
çamurunun uranyum içeriğinin ise 0,1-0,5 ppm (milyonda bir) arasında
değiştiği bulunmuştur. Sudaki uranyum miktarı
derinlikle paralel bir değişiklik göstermekte olup, doğu
sahillerine doğru en düşük seviyelere inmektedir.
Van Gölünde görülen bu nispî zenginleşme, gölün
dışarıya akıntısı olmaması ve çevreden gelen
suların buharlaşma ile dengede olması sonucunda meydana
gelmiştir. Bu değerler herhangi bir ekonomik önem
taşımamaktadır.
Soru 3 :
Doğru ise şimdiye kadar bu konuda hangi
çalışmalar yapılmıştır?
Cevap :
Bu konuda yapılan çalışmalarda önce,
göle dökülen akarsulardan, gölün kenar ve orta kısımlarından su
örnekleri alınmış, daha sonra da gölde uranyum
dağılımının yatay ve düşey değişimini
saptamak için 37 lokasyonda ve muhtelif derinliklerden su ve taban çamur
örnekleri alınmıştır.
Soru 4 :
Bu konu ile yabancılar ilgilenmiş midir?
Cevap :
Alman bilim adamı Vegens 1977
yılının başlarında hem Van Gölü sularında, hem de
Karadeniz’in sularında Uranyum içeriği ile ilgili
araştırmalar yapmış ve sonuçları da aynı
yılın içinde açıklanmıştır.
MTAGenel Müdürlüğünde, 1977 yılında bir
program çerçevesinde, Van Gölü sularında araştırmalarına
başlamış ve VEGENS’in sonuçlarına yakın sonuçlar
alınmıştır.
3. –
Kahramanmaraş Milletvekili Ahmet Dökülmez’in,
Kahramanmaraş-Türkoğlu ilçesinin bir beldesinin sular altında
kalan arazisine ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı M.
Recai Kutan’ın yazılı cevabı (7/952)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Aşağıda sunulan sorumun Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanı tarafından yazılı olarak
cevaplandırılmasına delaletinizi arz ederim.
Ahmet
Dökülmez Kahramanmaraş
K. Maraş Türkoğlu ilçesi Beyoğlu beldesi
sakinlerinin 82 bin dönüm arazisi bahar yağışlarıyla
taşan Gavur Gölü suları altında kalmıştır.
Arazileri su altında kalan bu tapu maliklerine bu arazileri devlet
dağıtmıştır. Yılda iki ürün alınabilecek
kalitedeki bu arazilerden çiftçiler bu yıl hiç istifade edemiyeceklerdir.
Tek ürün dahi alamıyacaklardır.
Soru 1. Yukarıda sayılan afetten haberiniz
oldu mu?
2. Çiftçilerin su altında kalan arazilerinden
dolayı parsel parsel zararlarını tespit ettirdiniz mi?
3. Tabiî afet kararı almayı ne zaman
düşüneceksiniz?
4. Bundan sonraki yıllar benzer afetlere maruz
kalınmaması için hangi acil önlemleri alacaksınız?
11.6.1996
T.C. Enerji
ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 15.7.1996 Araştırma,
Planlama ve Koordinasyon Kurulu
Başkanlığı Sayı : B.15.0.APK.0.23-300-923/11705
Konu :Yazılı soru önergesi
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
İlgi : T.B.M.M.
Başkanlığının 20 Haziran 1996 tarih ve
A.01.0.GNS.0.10.00.02-2385 sayılı yazısı.
Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Ahmet
Dökülmez’in Bakanlığıma tevcih ettiği ve Millet Meclisi
İç Tüzüğünün 99 uncu maddesi gereğince
cevaplandırılması istenen, 7/952 no.lu yazılı soru
önergesi ile ilgili bilgiler hazırlanarak ekte sunulmuştur.
Bilgilerinize arz ederim.
M.
Recai Kutan Enerji
ve Tabiî Kaynaklar Bakanı
Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Ahmet
Dökülmez’in Yazılı Soru Önergesi ve Cevabı
(7/952-2290)
Kahramanmaraş Türkoğlu İlçesi
Beyoğlu Beldesi sakinlerinin 82 bin dönüm arazisi, bahar
yağışlarıyla taşan Gavur Gölü suları altında
kalmıştır. Arazileri su altında kalan bu tapu maliklerine,
bu arazileri devlet dağıtmıştır. Yılda iki ürün
alınabilecek kalitedeki bu arazilerden çiftçiler bu yıl hiç istifade
edemeyeceklerdir. Tek ürün dahi alamayacaklardır.
Soru :
1. Yukarıda sayılan afetten haberiniz
oldu mu?
2. Çiftçilerin su altında kalan arazilerinden
dolayı parsel parsel zararlarını tespit ettirdiniz mi?
3. Tabiî afet kararı almayı ne zaman
düşüneceksiniz?
4. Bundan sonraki yıllar benzer afetlere
maruz kalınmaması için hangi acil önlemleri alacaksınız?
Cevap :
Türkoğlu İlçesinin güney kısmı
kapalı havzadır. Havzaya çevreden gelen yağış
sularının toplanması sonucu Gavur Gölü oluşmuştur.
Gölün alanı 72 000 ha’dır. 1949-1966 yılları arasında
tahliye kapasitesi 20 m3/s olan kanal açılarak gölün % 60’ı
kurutulmuştur. Ancak, kurutma
esnasında arazilerde yanmalar olmuştur. Yanan arazilerde oturmalar
meydana geldiği için, bir kısım arazilerin taban kotu tahliye
kanalı kotundan aşağıya inmiştir. Bu nedenle 35 000 ha
arazide ekim yapma imkânı bulunmamaktadır. 1996 yılında en
çok yağış 7-8 Mart tarihlerinde meydana gelmiştir.
Çitçilerin su altında kalan arazileri parsel
parsel belirlenmemiştir. Açılan tahliye kanalının
yetersizliği ve arazinin oturmasından dolayı Sağlık
Ovasındaki arazilerin bir kısmı Ocak-Nisan ayları
arasında her yıl su altında bulunmaktadır. Açılan
kurutma kanallarında her yıl çalışma yapılarak
çiftçilere yardımcı olunmaktadır. Bu yılın Mart
ayında da 2 adet dozer Türkoğlu-Beyoğlu kasabasında
devamlı çalışmıştır.
Sağlık Ovası, Gavur Gölü kurutularak oluşturulmuştur.
Ovada su seviyesinin yükselmesinden dolayı yerleşim yerlerinde
herhangi bir problem meydana gelmemiştir. 1969 yılında
Sağlık Ovasında su seviyesi yükselerek ovanın güneyinde
bulunan Türkoğlu-Minehöyük Köyü meskenlerine zarar verdiği tespit
edilmiştir. Konu, ilgili yerlere iletilmiş ve Minehöyük Köyü 7/17969
sayılı karar ile, afete uğrayacak bölge olarak kabul
edilmiştir. 1996 yılı yağışları
esnasında Sağlık Ovasındaki suyun yükselmesi, herhangi bir
sahada afet kararı almayı gerektirecek boyutta
olmamıştır.
Orta Ceyhan Menzelet II nci Merhale Projesi
Kılavuzlu Barajı İnşaatı, DSİ Genel
Müdürlüğü yatırım ve uygulama programında yer
almaktadır. Kılavuzlu Sulama projesinin, kati proje çalışmaları
yapılmaktadır. Kılavuzlu Sulama Kanalı 80 m3/s kapasiteli
olup, Sağlık Ovası içerisinden geçecektir. Kanalın taban
kotu, Sağlık Ovasındaki arazilerin taban kotundan düşüktür.
Bu nedenle Gavur Gölü olarak bilinen sahada toplanacak olan
yağış suları, Kılavuzlu Sulama Kanalı ile
Tahtaköprü Barajına taşınacaktır. Böylece, Kılavuzlu
Sulama Kanalının tamamlanması ile, Sağlık
Ovasında su birikme olayı olmayacaktır.
4. – Bursa
Milletvekili Ali Rahmi Beyreli’nin, plaka tahdidinin
kaldırılmasına ilişkin sorusu ve İçişleri
Bakanı Mehmet Ağar’ın yazılı cevabı (7/978)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki soruların,
İçişleri Bakanı Sayın Ülkü Güney tarafından
yazılı olarak yanıtlanmasını, İçtüzüğün 96
ncı maddesi gereğince arz ederim. 19.6.1996
Ali
Rahmi Beyreli Bursa
Ankara Valiliği 1995/88 sayılı kararı
ile, yaklaşık 14 aydır uygulamada olan, servis
taşımacılığı yapan araçlara getirilen plaka
tahditini iptal etmiştir. Plaka tahdidinin iptal edilmesi geçimini
serviscilikle sağlayan 4 500 servisci için olumsuz ve haketmedikleri bir
uygulama olmuştur. Çünkü bir yıldır uygulanan plaka tahdidi
nedeni ile servisci esnafından Ankara Emniyet Müdürlüğüne ve Türk
Polisini Güçlendirme Vakfına 100 milyar TL. bağış
alınmış, esnafın vergi düzeni sağlanarak önemli
miktarda vergi tahsilatı yapılmış ve tek renk mecburiyeti
nedeni ile de esnafa ilave 140 milyar TL. masraf
yaptırılmıştır. Bütün bunlar gerçekleştirildikten
ve sistem düzenli bir şekilde işletilmeye başlandıktan
sonra, Ankara Valiliği plaka tahdidini, anlamsız bir şekilde
iptal etmiştir. İçişleri Bakanlığının
4.4.1996 günü yayınladığı tahdit kararının iptal
edilmesinin doğru olmadığını öngören 105 nolu
genelgeye rağmen Ankara Valiliği bir çalışma içine
girmemiş ve İl Trafik Komisyonunu toplamamıştır.
1. Ankara Valiliğinin söz konusu plaka tahdit
uygulamasını iptal etmesinin nedeni nedir?
2. Bakanlığınızın
4.4.1996 günü yayınladığı 105 nolu, plaka tahdidi
uygulamasının devamını öngören, genelgesine rağmen
Ankara Valiliği neden hatalı kararında direnmektedir?
3. Bakanlık olarak genelge doğrultusunda
hareket etmeyen Ankara Valiliği hakkındaki düşünceleriniz nedir?
4. Sorunun çözümü yolunda önlemler almak üzere
olaya el koymayı düşünüyor musunuz?
5. Şehirlerin nüfus artışına
paralel olarak kontrollu olarak plaka tahdit sınırının
genişletilmesi için ne gibi tedbirler düşünüyorsunuz?
6. Bazı servis araçlarının
kapasitelerinin üzerinde öğrenci taşımaları aileleri üzen
ve çaresiz bırakan bir uygulamadır. Bu konuda ne gibi denetim
tedbirleri düşünüyorsunuz?
T.C. İçişleri
Bakanlığı 12.7.1996 Emniyet
Genel Müdürlüğü Sayı : B.05.1.EGM.0.12.01.01/155074
Konu : Yazılı soru önergesi
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
İlgi : TBMMBaşkanlığının
26.6.1996 gün ve Kan. Kar. Md. A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/978-2380
sayılı yazısı.
Bursa Milletvekili Ali Rahmi Beyreli tarafından
TBMMBaşkanlığına sunulan ve tarafımdan
yazılı olarak cevaplandırılması istenilen soru
önergesinin cevabı aşağıya
çıkarılmıştır.
Ankara Valiliği İl Trafik Komisyonu, Bakanlar
Kurulunun 94/6311 sayılı kararına istinaden 13.4.1995 tarih ve
1995/88 sayılı kararı ile servis araçlarına plaka tahdidi
getirmiştir.
Ancak bu kararın iptali ile Başbakanlık
aleyhine 13 taşıyıcı firma tarafından idarî
yargıda dava açılmış ve Danıştay 8 inci
Dairesince 18.1.1996 tarih ve 1996/102 sayılı karar ile Dava Konusu
işlemin iptaline karar verilmiştir.
Bu karar üzerine Ankara Valiliği İl Trafik
Komisyonu Başkanlığı umum servis araçları için
almış olduğu plaka tahdit kararını 2.4.1996 tarih ve
1996/57 sayılı kararıyla iptal etmiştir.
Bu durumla ilgili yapılacak işlemler konusunda
gönderilen Bakanlığımız genelgesinde belirtilen
hususların değerlendirilmesi İl Trafik Komisyonu
Başkanlığının yetkisi dahilindedir ve adı geçen
komisyon ise idarî yargının yukarıda belirtilen
kararını uygulamaktadır.
Bilindiği gibi, artan şehir nüfusu ve motorlu
araç sayısına paralel olarak, şehirlerin ulaşım
sorunlarının çözülmesi için gerekli düzenlemeyi yapacak olan
kuruluşlar il ve ilçe trafik komisyonlarıdır. Bu komisyonlar
şehir içinde yolcu taşımacılığı yapan ticarî
araçların tamamına veya bir kısmına plaka tahdit
kararı getirebilmektedir.
Araçların taşıma sınırı
üzerinde yolcu taşımaları kanunen yasaklanmıştır.
Bu konuda gerekli hassasiyetin gösterilmesi yönünde illere talimat
verilmiştir.
Bilgilerinize arz ederim.
Mehmet
Ağar İçişleri
Bakanı
5. – Konya
Milletvekili Hasan Hüseyin Öz’ün, Konya-Sarayönü-Beşgöz su
kaynağının gölet yapılarak değerlendirilmesine
ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı M. Recai
Kutan’ın yazılı cevabı (7/983)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Enerji
ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Hüsnü Doğan tarafından
yazılı olarak cevaplandırılmasını delaletlerinize
arz ederim.
Saygılarımla.
Hasan
Hüseyin Öz Konya
1. Konya-Sarayönü Konuklar Devlet Üretme
Çiftliği arazisi içerisinde yer alan Beşgöz su
kaynağının sulu tarımda kullanılabilmesi için
Bakanlığınızca herhangi bir çalışma
yapılmakta mıdır? Yapılmaktaysa çalışmalar hangi
aşamadadır?
2. Bu suyun gölet yapılarak
değerlendirilmesi düşünülmekte midir? Düşünülmekteyse hangi mevkiye
yapılacaktır?
T.C. Enerji
ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 15.7.1996 Araştırma,
Planlama ve Koordinasyon Kurulu
Başkanlığı Sayı : B.15.0.APK.0.23-300-918/11700
Konu : Yazılı soru önergesi
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
İlgi : T.B.M.M.
Başkanlığının 2.7.1996 tarih ve
A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/983-2414/6471 sayılı yazısı.
Konya Milletvekili Sayın Hasan Hüseyin Öz’ün
Bakanlığıma tevcih ettiği ve Millet Meclisi
İçtüzüğünün 99 uncu maddesi gereğince
cevaplandırılması istenen, 7/983 esas no.lu yazılı
soru önergesi ile ilgili bilgiler hazırlanarak ekte sunulmuştur.
Bilgilerinize arz ederim.
M.
Recai Kutan Enerji
ve Tabiî Kaynaklar Bakanı
Konya Milletvekili Sayın Hasan Hüseyin Öz’ün
Yazılı Soru Önergesi Cevabı
(7/983-2414)
Soru 1 :
Konya Sarayönü Konuklar Devlet Üretme Çiftliği
arazisi içerisinde yer alan Beşgöz su kaynağının sulu
tarımda kullanılabilmesi için Bakanlığınızca
herhangi bir çalışma yapılmakta mıdır?
Yapılmaktaysa çalışmalar hangi aşamadadır?
Soru 2 :
Bu suyun gölet yapılarak değerlendirilmesi
düşünülmekte midir? Düşünülmekteyse hangi mevkiye
yapılacaktır?
Cevap 1-2 :
Yukarı Sakarya Havzasında bulunan Karasu
(Beşgöz), Bakırpınarı, Bolasan Deresi ve yeraltı suyu
kaynaklarının, Karasu yatağının Kökez Hüyüğü
membaında kalan kısmında yapılacak olan 10.10 m.
yüksekliğinde ve 38.39 hm3 hacmindeki bir depolama tesisinde düzenlenerek,
Sarayönü ve Kadınhanı Ovalarında yer alan Değirmenli,
Yenicekaya, Bayramlı, Karayörüklü, Kabacalı, Hacımehmetli,
Karahisarlı, Kökez Köyleri, Gözlü ve Kolukısa Kasabalarına ait
5630 ha ve Konuklar Devlet Üretme Çiftliğine ait 532 ha arazinin pompaj ve
cazibe ile sulanmasını sağlamak amacıyla DSİ Genel
Müdürlüğünce Sarayönü-Beşgözler Projesi adı altında bir
proje geliştirilerek planlama çalışmaları tamamlanmıştır.
Rantabilitesi 0.7 olan ve önerge ile uygulama programına alınan söz
konusu proje teknik açıdan uygun bulunmuş olup, kati proje
çalışmalarına başlanacaktır.