DÖNEM : 20                         CİLT : 8                            YASAMA YILI : 1

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

82 nci Birleşim

24 . 7 . 1996  Çarşamba

 

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

  I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. – GELEN KÂĞITLAR

III. – YOKLAMA

IV. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A)  TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. – Mısır’a gidecek olan Devlet Bakanı Nevzat Ercan’a, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Bekir Aksoy’un vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/409)

2. – Kütahya Milletvekili Mehmet Korkmaz’ın, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hesaplarını İnceleme Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi (4/64)

3. – Çanakkale Milletvekili Nevfel Şahin’in, (9/1) esas numaralı Meclis Soruşturma Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi (4/65)

4. – Balıkesir Milletvekili Ahmet Bilgiç’in, (9/2) esas numaralı Meclis Soruşturma Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi (4/66)

B)  ÇEŞİTLİ İŞLER

1. – Plan ve Bütçe Komisyonunda bağımsız üyeliklere düşen adaylara ilişkin Başkanlık açıklaması

V. – ÖNERİLER

A)  SİYASÎ PARTİ GRUBU ÖNERİSİ

1. – Gündemdeki sıralamanın yeniden yapılmasına ve 25.7.1996 Perşembe günü çalışma süresine ilişkin DYP Grubu önerisi

VI. – GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS ARAŞTIRMASI VE MECLİS SORUŞTURMASI

A)  GÖRÜŞMELER

1. – Hükümet adına Başbakan Necmettin Erbakan’ın, Olağanüstü Hal konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi üzerine Genel Kurulun 17.7.1996 tarihli 78 inci Birleşiminde açılması kabul edilen genel görüşme (8/3)

VII. – SEÇİMLER

A)  KOMİSYONLARDA AÇIK BULUNAN ÜYELİKLERE SEÇİM

1. – (10/1, 14) esas numaralı Meclis Araştırma Komisyonunda açık bulunan üyeliğe seçim

2. – Kamu İktisadî Teşebbüsleri Komisyonunda açık bulunan üyeliğe seçim

3. – Adalet Komisyonunda açık bulunan üyeliğe seçim

4. – Dışişleri Komisyonunda açık bulunan üyeliğe seçim

5. – Dilekçe Komisyonunda açık bulunan üyeliğe seçim

VIII. – SORULAR VE CEVAPLAR

A)  SÖZLÜ SORULAR VE CEVAPLARI

1. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın, KİT ürünlerine yapılan son zamlara ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/58)

B)  YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. – Tekirdağ Milletvekili Bayram Fırat Dayanıklı’nın, Marmaraereğlisinde 775 sayılı Kanun gereğince tahsis edilen arsalara ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Cevat Ayhan’ın yazılı cevabı (7/972)

IX. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1. – 926 Sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesine İlişkin 448 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Millî Savunma Komisyonu Raporu (1/215) (S. Sayısı : 23)

 

I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 

TBMM Genel Kurulu saat 15.05’te açılarak dört oturum yaptı.

Birinci ve İkinci Oturum

Adalet Bakanı Şevket Kazan, cezaevlerindeki mahkûmların eylemlerine ilişkin bir açıklamada bulundu; CHP Ankara Milletvekili Önder Sav, DSP İçel Milletvekili M. İstemihan Talay, RP İstanbul Milletvekili Ali Oğuz, ANAP Aydın Milletvekili Yüksel Yalova, DYP İstanbul Milletvekili Hayri Kozakçıoğlu grupları adına, Çorum Milletvekili Hasan Çağlayan da BBP adına aynı konuda görüşlerini belirttiler.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine gidecek olan :

Başbakan Necmettin Erbakan’a, dönüşüne kadar, Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller’in,

Adalet Bakanı Şevket Kazan’a, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Mehmet Altınsoy’un,

Japonya’ya gidecek olan Kültür Bakanı İsmail Kahraman’a dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Abdullah Gül’ün,

Amerika Birleşik Devletlerine gidecek olan Devlet Bakanı Bahattin Şeker’e, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Işılay Saygın’ın;

Vekillik etmelerinin uygun görülmüş olduğuna ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkereleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu.

TBMM’yi temsilen bir Parlamento heyetinin, Dr. Sadık Ahmet’in ölümünün birinci yıldönümü münasebetiyle 24 Temmuz 1996 günü Gümülcine’de yapılacak anma törenine katılmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi ile,

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının 10 uncu sırasında yer alan 31 sıra sayılı Kanun Tasarısının 3 üncü sıraya, 11 inci sırasında  yer alan 32 sıra sayılı Kanun Tasarısının 4 üncü sıraya, 12 nci sırasında yer alan 33 sıra sayılı Kanun Tasarısının 5 inci sıraya, 23 üncü sırasında yer alan 44 sıra sayılı Kanun Tasarısının 6 ncı sıraya, 29 uncu sırasında yer alan 51 sıra sayılı Kanun Tasarısının 7 nci sıraya, 31 inci sırasında yer alan 53 sıra sayılı Kanun Tasarısının 8 inci sıraya, 36 ncı sırasında yer alan 58 sıra sayılı Kanun Tasarısının 9 uncu sıraya alınmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi;

Kabul edildi.

Hükümet adına Başbakan Necmettin Erbakan’ın, Çokuluslu Güç konusunda bir genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi üzerine Genel Kurulun 17.7.1996 tarihli 78 inci Birleşiminde açılması kabul edilen genel görüşmenin kapalı oturumda yapılması istemine ilişkin Hükümet tezkeresi nedeniyle saat 17.58’de kapalı oturuma geçildi.

 

Yasin Hatiboğlu

Başkanvekili

            Ali Günaydın      Kâzım Üstüner

            Konya     Burdur

            Kâtip Üye           Kâtip Üye

Üçüncü Oturum

(Kapalıdır)

Dördüncü Oturum

24 Temmuz 1996 Çarşamba günü saat 15.00’te toplanmak üzere, birleşime 22.19’da son verildi.

Yasin Hatiboğlu

Başkanvekili

            Ali Günaydın      Kâzım Üstüner

            Konya     Burdur

            Kâtip Üye           Kâtip Üye

 

 

 

 

II. – GELEN KÂĞITLAR

24 . 7 . 1996  ÇARŞAMBA

Raporlar

1. – Türk Vatandaşlığı Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve İçişleri Komisyonu Raporu (1/460) (S. Sayısı : 62) (Dağıtma tarihi : 24.7.1996) (GÜNDEME)

2. – Bakanlıklar ve Bağlı Kuruluşlarda Atama Usulüne İlişkin Kanuna Bir Ek Madde Eklenmesine Dair Kanun Tasarısı ve Anayasa Komisyonu Raporu (1/489) (S. Sayısı : 63) (Dağıtma tarihi : 24.7.1996) (GÜNDEME)

 

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.00

24 Temmuz 1996 Çarşamba

BAŞKAN: Başkanvekili Yasin HATİBOĞLU

KÂTİP ÜYELER: Kâzım ÜSTÜNER (Burdur), Ali GÜNAYDIN (Konya)

 

 

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 82 nci Birleşimini, çalışmalarımızın hayırlara vesile olması niyazıyla açıyorum.

III. – YOKLAMA

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, ad okunmak suretiyle yoklama yapılacaktır; Genel Kurul salonunda hazır bulunan sayın üyelerin yüksek sesle işaret buyurmalarını rica ediyorum.

(Adıyaman Milletvekili Mahmut Nedim Bilgiç'e kadar yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Adana İlinin yoklamasını yaptık, gördük ki, ekseriyeti var, salonda da zaten çoğunluğun olduğu görülüyor; bu sebeple toplantı yetersayımız vardır.

Gündeme geçeceğim; ancak, gündeme geçmeden önce, İçtüzüğümüzün 71 inci maddesinin amir hükmünü yerine getireceğiz.

Görüşmelere başlamadan önce, 23.7.1996 tarihli 81 inci Birleşimde yapılan kapalı oturama ait tutanak özetinin, İçtüzüğün 71 inci maddesine göre okunabilmesi için kapalı oturuma geçmemiz gerekmektedir.

Bu sebeple, sayın milletvekilleri ile Genel Kurul salonunda bulunabilecek yeminli stenograflar ve yeminli görevliler dışındakilerin salonu boşaltmalarını rica ediyorum ve Sayın İdare Amirlerinden rica ediyorum -ki, hepsi burada görünüyor- ve göreve davet ediyorum.

TBMM İDARE AMİRİ İBRAHİM HALİL ÇELİK (Şanlıurfa) – Sayın Başkan, basına ait olan tarafta seslendirme açık; onu kapatalım...

BAŞKAN – Efendim, hepsini kapatın.

Meclis TV dahil, TRT televizyonu, TRT radyosu, özel televizyonlar; yayın almaya, duymaya, yazmaya, nakletmeye yarayan her türlü araç ve gereç devre dışıdır.

Sayın İdare Amirleri gereğinin yapıldığı hususunda işaret buyursunlar.

Tabiî, kapılarımızın altısı da sayın milletvekillerimize açıktır.

TBMM İDARE AMİRİ İBRAHİM HALİL ÇELİK (Şanlıurfa) – Sayın Başkanım, tamamdır; asayiş berkemal.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 71 inci maddenin gereğini yerine getirdikten sonra; yani, kapalı oturum tutanak özetini okuduktan sonra, açık görüşmelere, kaldığımız yerden başlayacağız. Onun için, çalışmalarımız devam edecektir.

Birinci oturumu kapatıyorum.

Kapanma Saati:15.12

 

 

 

İKİNCİ OTURUM

(Kapalıdır)

 

 

        ÜÇÜNCÜ OTURUM

        Açılma Saati: 15.16

        BAŞKAN: Başkanvekili Yasin HATİBOĞLU

        KÂTİP ÜYELER:Kâzım ÜSTÜNER (Burdur), Ali GÜNAYDIN (Konya)

 

 

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 82 nci Birleşiminin kapalı olan İkinci Oturumundan sonraki Üçüncü Oturumunu açıyorum.

Görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce, gündemdışı söz vermeyi çok arzu ediyor olmama rağmen, bugün, programımızın çok yüklü olması, konuşma sürelerinin de epeyce uzun olması hasebiyle, gündemdışı söz talebinde bulunan değerli arkadaşlarıma söz verme imkânım olmadı. Refah Partisi Grubundan iki sayın üyeye, Doğru Yol Partisi Grubundan bir sayın üyeye söz verecektim; ama, ifade ettiğim gibi, programın yüklü olması hasebiyle söz veremedim; anlayışla karşılayacaklarını umuyorum.

Gündemin "Başkanlığın Genel Kurula Sunuşları" kısmına geçiyorum.

Cumhurbaşkanlığının tezkeresi vardır; okutuyorum.

IV. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A)  TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. – Mısır’a gidecek olan Devlet Bakanı Nevzat Ercan’a, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Bekir Aksoy’un vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/409)

        22 Temmuz 1996

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşmelerde bulunmak üzere, 23 Temmuz 1996 tarihinde Mısır'a gidecek olan Devlet Bakanı Nevzat Ercan'ın dönüşüne kadar; Devlet Bakanlığına, Devlet Bakanı Bekir Aksoy'un vekâlet etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine uygun görülmüş olduğunu bilgilerinize sunarım.

                                                                        Süleyman Demirel

                                                                        Cumhurbaşkanı

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Komisyonlardan istifa önergeleri vardır; okutuyorum:

2. – Kütahya Milletvekili Mehmet Korkmaz’ın, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hesaplarını İnceleme Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi (4/64)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Üyesi bulunduğum, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hesaplarını İnceleme Komisyonundan istifa ediyorum.

Gereğini arz ederim.

Saygılarımla. 24.7.1996

                                                                        Mehmet Korkmaz

                                                                        Kütahya

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Diğer önergeyi okutuyorum:

3. – Çanakkale Milletvekili Nevfel Şahin’in, (9/1) esas numaralı Meclis Soruşturma Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi (4/65)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Üyesi bulunduğum, TEDAŞ konusundaki (9/1) Esas Numaralı Meclis Soruşturma Komisyonundan istifa ediyorum.

Gereğini arz ederim.

Saygılarımla. 24.7.1996

                                                                        Nevfel ŞAHİN

                                                                        Çanakkale

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Diğer önergeyi okutuyorum.

4. – Balıkesir Milletvekili Ahmet Bilgiç’in, (9/2) esas numaralı Meclis Soruşturma Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi (4/66)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Üyesi bulunduğum, TEDAŞ konusundaki (9/2) Esas Numaralı Meclis Soruşturma Komisyonundan istifa ediyorum.

Gereğini arz ederim.

Saygılarımla. 24.7.1996

                                                                        Ahmet BİLGİÇ

                                                                        Balıkesir

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Sayın milletvekilleri, Doğru Yol Partisi Grubunun, İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre verilmiş bir grup önerisi vardır. Önce okutup sonra işleme koyacağım.

V. – ÖNERİLER

A)  SİYASÎ PARTİ GRUBU ÖNERİSİ

1. – Gündemdeki sıralamanın yeniden yapılmasına ve 25.7.1996 Perşembe günü çalışma süresine ilişkin DYP Grubu önerisi

        24.7.1996

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulunun 24.7.1996 Çarşamba günü (bugün) yapılan toplantısında, siyasî parti grupları arasında oybirliği sağlanamadığından, Grubumuzun aşağıdaki önerisinin, İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.

Saygılarımla.                                                                              Ali Rıza Gönül

                                                                        Doğru Yol Partisi

                                                                        Grup Başkanvekili

Öneriler:

24.7.1996 Tarihli Gelen Kâğıtlarda yayımlanan ve bastırılıp dağıtılan 63 sıra sayılı Bakanlıklar ve Bağlı Kuruluşlarda Atama Usulüne İlişkin Kanuna Bir Ek Madde Eklenmesine Dair Kanun Tasarısının, 48 saat geçmeden, Gündemin Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler Kısmının 10 uncu sırasına alınması; 25.7.1996 Perşembe günü Genel Kurul çalışmalarının, gündemin 11 inci sırasına kadar olan kanun tasarılarının görüşmelerinin tamamlanmasına kadar uzatılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Grup önerisiyle ilgili söz talebi var mı?

OYA ARASLI (İçel) – Sayın Başkan, öneri aleyhinde söz istiyorum.

BAŞKAN – Grup önerisi aleyhinde, Sayın Araslı, buyurun efendim.

OYA ARASLI (İçel) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önerilmekte bulunan kanun tasarısıyla ilgili olarak Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum. Sizleri saygıyla selamlayarak sözlerime başlamak isterim.

Söz konusu kanun tasarısı, Hükümet, eğer, bir koalisyon şeklinde oluşmuşsa, 2451 sayılı Kanuna ve diğer kanunlara göre yapılacak atamalara ilişkin müşterek kararların Başbakan ve Başbakan Yardımcısı tarafından imzalanmasını zorunlu hale getirmektedir.

Bugüne kadar geçmiş anayasal yaşantımızı incelediğimiz zaman, parlamenter rejim geleneğimizde böyle bir uygulamanın örneğini bulamadığımız sonucuna varıyoruz.

AHMET UYANIK (Çankırı) – Bundan sonra olur.

OYA ARASLI (Devamla) – Böyle bir örnek olmadığı gibi, bu tür uygulamaların, parlamenter rejimin ruhuyla bağdaştığını söylemek de oldukça güçtür. Parlamenter rejimlerde, yürütmenin, yasamaya sorumlu olan kanadı Bakanlar Kuruludur, Bakanlar Kurulunun başı ise Başbakandır ve Bakanlar Kurulu, hükümet siyasetinin yürütülmesinden birlikte sorumludur. Başbakana da, bakanlıklar arasında işbirliğini sağlamak, Hükümetin genel siyasetinin yürütülmesini gözetmek, bakanların, görevlerini Anayasaya ve kanunlara uygun olarak yerine getirmesini sağlamak, gerekirse, düzeltici önlemler alınması görevi verilmiştir.

Bu çerçeve içerisinde, Başbakanın imzası gereken müşterek kararları, Başbakan Yardımcısının da imzalamasını zorunlu kılmak, özellikle, Anayasamızın öngördüğü Bakanlar Kurulu yapısına uygun olmayan bir görünümün ortaya çıkmasına yol açacaktır ve eşit konumda bakanlar arasında ön planda yeri olan Başbakana, hemen hemen eş konumda bir ikinci unsurun Bakanlar Kurulu yapısı içerisinde ortaya çıkmasına neden olacaktır. Böyle bir durumu, Anayasamızın getirmiş olduğu Bakanlar Kurulu modeline uygun bir yapı olarak nitelendirmek mümkün değildir.

Ayrıca, önümüzdeki kanun tasarısında önerilen ve parlamenter rejimin geleneğine, Türk siyasal geleneğine ve Anayasamızda ortaya konulmuş olan Bakanlar Kurulu modeline uymayan bu yöntem, koalisyon hükümeti anlayışına da ters düşecek ve büyük bir olasılıkla, koalisyon ortakları arasında huzursuzluklara, anlaşmazlıklara yol açarak hükümet çalışmalarında birtakım tıkanıklıklara neden olacaktır.

Herkesin bildiği gibi, koalisyon, ortaklar arasındaki uzlaşmaya dayanan bir hükümet etme yöntemidir. Uzlaşma sağlam zeminlere dayandığı takdirde, zaten ortaklar arasında bir uzlaşmazlık çıktığı takdirde, bunun çözümüne ilişkin birtakım sorunlar ortaya çıkmayacaktır. Eğer, uzlaşma, sağlam zeminlere dayanmıyorsa, zaten, yasa yoluyla uzlaşmazlığı giderecek birtakım ek mekanizmalar getirmek, kısa bir süre tıkanıklığı belki çözecek, belki tıkanmalara yol açacak ve neticede, koalisyonda birtakım çatlamaların ortaya çıkmasını kaçınılmaz hale getirecektir.

Bir hususa daha değinmek istiyorum: Bildiğiniz gibi, yasalar, günübirlik birtakım çözümler getirmezler. Anlaşılıyor ki, önümüze getirilen bu tasarı, şu anda, Hükümetin, sağlam uzlaşma zeminleri üzerinde kendisini hissetmemesinden doğan bir öneridir; ama, yasalar, bugünün koşullarını çözmezler; yasalar, önümüzdeki günlere de hitap etmek üzere hazırlanırlar ve varsayın ki, iki ortaklı değil, üç ortaklı, dört ortaklı, beş ortaklı bir hükümet var; o zaman, birinci başbakan yardımcısı, ikinci başbakan yardımcısı, üçüncü başbakan yardımcısı; yani, başbakanın yanında iki, üç, dört, beş imzaya da mı yer verilecek birtakım atamalarda uzlaşmazlığı giderelim diye. Bu, parlamenter rejim mantığının kabul edemeyeceği bir durum; ama, anlaşılıyor ki, şu anda, görev başında bulunan Hükümetimiz, aslında, Koalisyonu sağlam zeminler üzerine oturtamadığının bilinci içerisindedir; yakın gelecekte, Koalisyon Protokolünden birtakım sapmalar olabileceğini düşünmektedir; kısaca, ortaklar birbirinden kuşkuludur. Bu kuşku karşısında da, ileride doğabileceğinden hemen hemen emin oldukları birtakım sorunlara karşı kendilerini, birbirleri karşısında güvence altına almak arayışı içerisindedirler. Önümüzdeki kanun tasarısı, bu arayışın bir görüntüsüdür ve ne yazık ki, Hükümet, uzlaşma konusundaki aczini, Türkiye Büyük Millet Meclisini de devreye sokarak, âdeta, Türkiye Büyük Millet Meclisini kendi düşüncelerine, kendi emellerine, çıkarlarına alet ederek çözebilmek, sorunları ortadan kaldırmak arayışları içerisindedir; ama, değerli milletvekilleri, şu kürsüden, şunu hatırlatmak istiyorum:

Bu koltuklarda oturan değerli milletvekillerimiz, parlamenter rejim geleneğiyle, devlet geleneğimizle uzaktan yakından hiç ilgisi ve uyumu olmayan böyle bir öneri hakkında olumlu oy kullanırlarsa, maalesef, kendilerini, böyle bir oyuna, böyle bir girişime, Hükümetin aczini örtmek için bu arayışlara ortak ve alet etmiş konuma düşüreceklerdir. Bunu yapmayalım değerli milletvekilleri. Devlet geleneğimize, Anayasa geleneğimize aykırı olan ve aslında da çıkması düşünülen, korkulan birtakım sorunları çözmek konusunda hiçbir katkısı ve yardımı olmayacak böyle bir tasarıya olumlu oy vermeyelim.

AHMET UYANIK (Çankırı) – Verelim, verelim.

OYA ARASLI (Devamla) – Çünkü, hepinizin bildiği gibi, böyle kanunlarla da, kırk kilit asmaya çalışsanız, eğer, Koalisyonun ortakları arasında bir uzlaşma yoksa, bu getireceğiniz çözüm, bir gerçek çözüm olmayacaktır. Koalisyon hükümetleri, biraz önce de söylediğim gibi, uzlaşma zemini üzerinde yaşam süreleri devam eden ortaklıklardır. Eğer, bu uzlaşma zemini varsa, Koalisyon ortakları, birbirinden niye korkuyorlar; anlaşırlar ve atamaları yaparlar; ama, buna cesaret edemiyorlar. Çünkü, Koalisyon ortakları biliyorlar ki, gerçekte aralarında sağlam temellere dayanan böyle bir uzlaşma yok, birbirlerine karşı kendilerini güvence altına almaya çalışıyorlar ve biraz önce de söylediğim gibi, bir yasa çıkarılmasını sağlamak suretiyle, Meclisi, bu faaliyete ortak ederek, sorunlarına çözüm aramaya çalışıyorlar; ama, yasa da çıkarsak, tüzük de çıkarsak, kanun hükmünde kararname de çıkarsak, sorun, aynı sorundur ve birtakım yasalarla, tüzüklerle, yönetmeliklerle, kanun hükmündeki kararnamelerle bu soruna çözüm bulabileceğini sanmak da, çok hayalci olmak demektir; bu konuda gerekli uyarıları yapıyorum.

AHMET UYANIK (Çankırı) – Asıl hayalci sensin!..

OYA ARASLI (Devamla) – Herhangi bir konuda hayal kurduğumu zannetmiyorum sayın milletvekili; ortada gördüklerim konusunda ve devlet yaşamının ciddiyetiyle bağdaşan davranışlar içerisinde olmamız gerektiğini düşünerek ve bir milletvekili olarak, görevimi gereğini yerine getirmek amacıyla, bu sözleri burada söylüyorum ve öyle zannediyorum ki, bir Koalisyonda, daha göreve başladıklarının ayı bile dolmadan, ortaklar, birbirlerine karşı kendilerini bu yollarla güvence altına almak ihtiyacını duyuyorlarsa...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Araslı toparlar mısınız...

OYA ARASLI (Devamla) – Selamlıyorum efendim.

BAŞKAN – Selamlayın efendim; buyurun.

OYA ARASLI (Devamla) – ... ortada, hayalcilikle itham edilmeyecek kadar gerçek kanıtlara dayanan ciddî, sorunlu bir durum vardır.

Beni dikkatle dinlediğiniz için teşekkür eder; saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Araslı teşekkür ediyorum.

Başka söz talebi var mı efendim?.. Yok.

Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Öneri kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" bölümüne geçiyoruz.

 

VI. – GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS ARAŞTIRMASI VE

MECLİS SORUŞTURMASI

A)  GÖRÜŞMELER

1. – Hükümet adına Başbakan Necmettin Erbakan’ın, Olağanüstü Hal konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi üzerine Genel Kurulun 17.7.1996 tarihli 78 inci Birleşiminde açılması kabul edilen genel görüşme (8/3)

BAŞKAN – Bu kısımda yer alan, Hükümet adına, Başbakan Sayın Necmettin Erbakan'ın, Olağanüstü Hal konusunda, Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 102 ve 103 üncü maddeleri uyarınca bir genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi üzerine, Genel Kurulun 17.7.1996 tarihli 78 inci Birleşiminde açılması kabul edilen genel görüşmeye başlıyoruz.

Hükümet hazır mı efendim?.. Hükümet hazır.

İçtüzüğümüze göre genel görüşmede ilk söz hakkı önerge sahibine aittir. Daha sonra -İçtüzüğün 72 nci maddesine göre- siyasî parti grupları adına birer sayın üye ile Hükümete ve şahsı adına iki sayın üyeye söz vereceğim; bu suretle genel görüşme tamamlanmış olacaktır.

Konuşma süreleri, alınan karar gereğince, gruplar ve Hükümet için 45'er dakikadan -bu süre iki sayın üye tarafından kullanılabilir- şahıslar için ise 10'ar dakikadan ibarettir.

Sayın Hükümet, önerge sahibi sıfatıyla ve 10 dakika süreyle söz talebinde bulunuyor. Hükümet adına İçişleri Bakanı Sayın Ağar; buyurun Sayın Bakan. (RP ve DYP sıralarından alkışlar)

İÇİŞLERİ BAKANI MEHMET AĞAR (Elazığ) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekillerimiz; malumunuz olduğu üzere, olağanüstü hal uygulamasının 26 ncı kez uzatımına dair Türkiye Büyük Millet Meclisindeki oylamanın, Anayasa Mahkememizce iptal edilmiş olması dolayısıyla, daha sonra yine Büyük Millet Meclisince 18 Haziran 1996 tarihinden itibaren -31.7.1996 tarihine kadar- 27 nci kez uzatılmıştı ve bu dönemde de, ihtiyaçlar dolayısıyla 28 inci kez uzatımı için önümüzdeki hafta Hükümet olarak tekrar huzurunuza geleceğiz.

Demokrasi idaresine alışmış olan toplumları, Anayasal kurallar içinde dahi olsa, olağanüstü idareler veya farklı hukuk anlayışı içerisinde yönetmenin zorlukları hepimizin malumu. Ancak, ülkemizin içinde bulunduğu şartlar, bölgede ortaya çıkan sıkıntılar dolayısıyla, bugüne kadar, hiç şüphesiz, bütün hükümetler, bir an evvel normal yönetime geçme arzusunu taşımış olsalar dahi, mevcut şartlar gereğince buna imkân bulunamamıştır.

Görülen ve bilinen odur ki, Büyük Millet Meclisimizin bütün değerli üyeleri, bir an evvel olağanüstü hal uygulamasının bitirilerek, normal yönetime geçme arzusu içerisindedirler.

Bununla ilgili olarak, güvenlik makamlarımızın, yapılan değerlendirme toplantılarında, zaman zaman ortaya koymuş oldukları ihtiyaçlar, yasal anlamdaki bu ihtiyaçlar, üzülerek ifade etmek lazım ki, bugüne kadar Millet Meclisimizde gerçekleşme imkânını bulamamıştır. Hepimizin bildiği malum nedenler dolayısıyla, özellikle son dönemdeki bu gerçekleşememe süreci, inşallah önümüzdeki dönem içerisinde, Parlamentoda geniş bir konsensüs içerisinde gerçekleşmek suretiyle, normal yönetime, önce tedricen, daha sonra da tamamen geçme imkânı olacaktır.

Hiç şüphesiz ki terörle mücadelenin çeşitli boyutları vardır; psikolojik boyutunu hiçbir zaman ihmal edebilme imkânımız yoktur. Bütün geçmiş hükümetlerde olduğu gibi, Hükümetimizde de en önemli anlayış hukuka, demokrasiye ve insan haklarına bağlı olarak bu mücadelenin, en yoğun ve en etkin bir şekilde sürdürülmesidir. Devletimizin her kademesinde ve bütün görevlilerinde hâkim olan anlayış da budur.

Tabiî, bu uygulamayla ilgili olarak, zaman zaman Meclis kürsüsünden çeşitli eleştiriler gündeme gelmiştir. Elbette, bütün hükümetler, bunları ciddî bir dikkatle ve değerlendirmeyle takip etmişlerdir. Bu kürsülerden yapılan değerli eleştiriler dikkatle incelenmiş ve gereğinin yapılmasına bütün hükümetlerce gayret edilmiştir. Ancak, gözden ırak tutulmaması lazım gelen bir konu da, olağanüstü hal ilan edildiğinden bu yana, o bölgede, her seviyede görev yapan çok değerli kamu görevlilerinin, çok ciddî ve önemli hizmetlerin de sahipleri olmalarıdır. Bu anlamda, bölgeye getirilen hizmetleri de büyük ölçüde gözden ırak tutmamak gereği vardır diye düşünüyoruz.

Ülkemizin güçlenmesi, ülkemizdeki ekonomik gelişimin bütün yurt sathına dengeli biçimde yayılması, insanlarımızın dünyadaki bütün ileri demokratik ülkelerde olduğu gibi huzur içerisinde, Anayasada anlamını bulan temel hak ve hürriyetler başta olmak üzere, her anlamda güven içerisinde yaşayabilmeleri, hiç şüphesiz, hepimizin en temel arzusudur; ancak, ülkemizin, sadece bu bölgesinde değil, bu bölgenin karşı karşıya kaldığı rahatsızlık dolayısıyla, yurdumuzun her coğrafi bölgesinde, bütün bunları arzulamayan, aynı derece sıkıntı ve üzüntüyü hisseden vatandaşlarımızın varlığı, hepimizin malumudur.

Ülkemizin, çok önemli kaynaklarını, çok daha verimli, çok daha rasyonel alanlarda kullanma imkânımız varken, bu bölgede yoğun bir şekilde tüketilmesi, hepimizi yürekten üzmektedir. Ancak, hiç şüphesiz ki, devletimizin birliği, bütünlüğü ve özellikle üniter devlet yapımızın vazgeçilmezliği karşısında her türlü fedakârlığın, her türlü kaynağın bu noktada sarf edilmesi konusu da, Cumhuriyet hükümetlerimizin vazgeçilmez tercihi olduğu açık bir gerçektir.

Burada, bu odakların taşeronluğunu yapan PKK örgütü, hepimizin bildiği gibi, temel hedef olarak bu bölgede yaşayan insanlarımıza, bu bölgede yaşayan insanlarımızın maddî kaynaklarına ve onlara götürülmek arzusu içerisinde olunan devletimizin kaynaklarına yönelik tecavüz eylemlerini sürdürme çabası içerisindedir.

1984’ten bu yana gelen, özellikle 1992 yılıyla birlikte artan bir ivmeyle güvenlik güçlerinin günbegün insiyatif kazandığı ve o günden bugüne, bütün trendler incelendiğinde, özellikle son dönemlerde, olaylarda büyük bir azalma ve örgütün, özellikle insan kaynağı bakımından, büyük bir erimeyle karşı karşıya kaldığını görüyoruz.

Olay, sadece, yurtiçindeki bu terör odaklarının kurutulmasıyla doğru orantılı veya paralel olacak olsa, çok daha az bir süreç içerisinde, çok daha olumlu sonuçlar alabilmek mümkünken, sınırlarımızın dışında da -birtakım maddî ve psikolojik anlamdaki desteklerin de yoğunluğu dolayısıyla- bugünkü süreç içerisinde hâlâ varlığını idame ettirebilmektedir.

Sözde ateşkes yalanlarıyla ortaya çıkan örgüt, insan haklarını savunduğunu veya o bölgedeki insanların haklarını savunduğunu iddia eden örgüt, tam tersine, o bölgedeki insanlarımızın en kutsal hakkı olan yaşam hakkı başta olmak üzere, bütün haklarına, gerçek bir tecavüz içindedir; kaldı ki, o bölgemizin yaşayan insanları, bunun karşılığında, devlete verdikleri manevî desteğin yanında, fiilen de köy koruculuğu müessesesiyle birlikte, fiilen de çoluklarıyla çocuklarıyla, bütün maddî varlıklarıyla, devletimizin yanında yer almışlardır. Bu insanlar, bütün sıkıntılarına, bütün zorluklarına, bütün tehditlere, karşılaştıkları bütün problemlere karşın, bu fikirleriyle, devletine, onun güvenlik güçlerine vermekte oldukları destekleri esirgemeksizin devam etmektedirler; kendilerine, buradan, şükranlarımızı ifade etmek istiyorum.

Bu bölgede, son derece güzel koordine edilmiş bir güvenlik mücadelesi, bütün varlığıyla sürmektedir. Bu mücadelenin sınır ötesi boyutları olduğunu da, artık hepimiz biliyoruz. İhtiyaç hâsıl olan noktada, kanunî lazımeler yerine getirilmek suretiyle, sınır ötesinde de problem teşkil eden terör odaklarına karşı, son derece etkin mücadeleler zaman zaman yapılmış ve son derece de olumlu sonuçlar alınmıştır.

Hepimizin bilmesi gereken, Yüce Meclisin bütün üyelerinin -biraz evvel, konuşmamın başlangıcında da söylediğim gibi- temel arzuları, burada, bir an evvel, olağanüstü hal yönetiminin kalkarak, normal yönetim tarzına geçilmesidir; ancak, bu geçen zaman zarfında elde edilen tecrübelerin ortaya koyduğu sonuçlar, birtakım yasal düzenlemelerin yapılması gereğini ortaya koymaktadır. Gerek mahalde yapılan değerlendirmeler gerekse bu işte gerçekten, kahramanca, fedakârca, büyük yük taşıyan güvenlik güçlerimizin ve yöneticilerimizin, her platformda ortaya koydukları gibi, İl İdaresi Kanunu başta olmak üzere, Köy Kanunuyla, geçici köy korucularımızın statülerinin belirlenmesi; Kimlik Bildirme Kanunu, 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar Hakkında Kanunun ötesinde, Türkiyemizin diğer coğrafî bölgelerine göre çok ağır şartlar altında görev yapan insanlarımıza sağlanmış olan maddî birtakım imkânların, olağanüstü halin kaldırılmasıyla beraber ortadan kalkmaması için "güvenlik tazminatı" dediğimiz birtakım maddî imkânların da sağlanacağı diğer yasal değişikliklerin yapılması gereği vardır.

Bu mesele, baştan beri, partiler üstü bir olay olarak görülmüştür ve şahsî görüşümüz de Hükümet görüşü de aynı paraleldedir. Meseleyi, hiçbir siyasî istismara ve polemiğe meydan bırakmaksızın, sağlıklı bir şekilde tartışarak ve var olan ulusal bir uzlaşma, ulusal bir müşterek bakış açısı içerisinde çözmek ve sonuçlandırmak, her birimizin en halisane temennisidir.

Bu bölgede, bu noktadan sonra, çok ciddî bir şekilde, inisiyatifin ele geçirilmesiyle beraber, etkin ve tecrübeli donanıma sahip ve bölge halkıyla daha içten ilişkiler kurma konusunda çok süratli mesafeler almış olan güvenlik güçlerimizin, bu hâkim olan...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Bakan, süreye ihtiyacınız var mı efendim?

İÇİŞLERİ BAKANI MEHMET AĞAR (Devamla) – Üç beş dakika içerisinde toparlayacağım.

BAŞKAN – Daha sonra, bir 45 dakikalık süreniz daha var; şimdi, bir iki satırla toparlarsanız...

İÇİŞLERİ BAKANI MEHMET AĞAR (Devamla) – Hay hay; toparlıyorum.

Dolayısıyla, bundan sonraki dönemde, bölgeye yapılacak büyük bir ekonomik taarruzla -belki, biraz askerî bir deyim oluyor; ancak, böyle ifade etmek lazım- bir şefkat taarruzuyla bölgedeki insanlarımızın, bugüne kadar, devletine ve onun güvenlik güçlerine karşı vermiş oldukları büyük desteğin alınan olumlu sonuçlarının sonucunda, hayvancılık başta olmak üzere, petrol ambargosunun kalkması konusunda yürütülen çok yoğun teşebbüsler vardır. Onun getireceği ekonomik canlanma, sınır ticaretiyle ilgili bazı düzenlemeler ve burada, özellikle organize sanayi bölgelerinin kurulmasıyla birlikte ve köye dönüş projesinin çok ciddî bir şekilde gündeme gelmesi ve 1995 Ağustosundan bu yana 11 bin kişinin dönmesiyle başlayan ve halen güvenliği sağlanmış olan birimlere, yerlere, insanlarımızın dönüşü için sağlanan; ama, onların, ekonomik anlamda yaşamlarını ve rahatlıklarını temin etme anlamında oluşturulan yeni kaynaklarla desteklenmeleriyle birlikte, bölgede, daha farklı bir havanın, daha farklı bir yaşamın havasının teneffüs edileceğini, inşallah, hep birlikte, yakın zaman içerisinde göreceğiz.

Hepimizin -toparlıyorum- temel görüşü, hiç şüphesiz ki, bir an evvel, Yüce Meclisimizce, bu yasal düzenlemelerin, seri biçimde ortaya çıkarılarak, normal yönetime hızla -belki önce tedricen; ama, sonrasında çok kısa bir dönem zarfında da- tamamen geçilmesi konusunda müşterek bir görüşümüz vardır, temennimiz vardır. Çok basit bir örnek vermek gerekirse, GAP projesinin süratle gündeme gelmesiyle birlikte, daha önceleri sokağa çıkılmayan, büyük problemler içerisinde olan Diyarbakır başta olmak üzere bölgede tekstil konusunda ciddî gelişimler sağlanmıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Evet, buyurun efendim.

İÇİŞLERİ BAKANI MEHMET AĞAR (Devamla) – Sayın Başkanım, bitiriyorum.

Sayın parti sözcülerimizin daha sonraki açıklamaları çerçevesinde, ihtiyaç olan noktalarda tekrar açıklama yapmak üzere, teşekkürlerimi ifade ediyor, saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Bakan, teşekkür ediyorum.

Gruplar adına söz talebi şu ana kadar gelmedi ve kişisel görüşmelere geçeceğim ve kişisel söz talebinde bulunan sayın üyeleri davet edeceğim.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Doğru Yol Partisi Grubu adına, Sayın Hayri Kozakçıoğlu konuşacaklar.

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Refah Partisi Grubu adına, Ömer Vehbi Hatipoğlu konuşacaklar.

BAŞKAN – Efendim, Sayın Hatipoğlu, sizden duymak isterim.

ÖMER VEHBİ HATİBOĞLU (Diyarbakır) – Evet efendim.

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Bizim sözümüz geçmiyor mu Başkan?!

BAŞKAN – Teyiden efendim.

Buyurun Sayın Kozakçıoğlu.

DYP GRUBU ADINA HAYRİ KOZAKÇIOĞLU (İstanbul) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygılarla selamlıyorum. Ben, Doğru Yol Partisi Grubu adına, olağanüstü halin uzatılmasıyla ilgili olarak, Hükümet teklifi konusunda, görüşlerimizi, sizlere sunmaya çalışacağım. Bildiğiniz gibi, olağanüstü hal konusu, Türkiye Büyük Millet Meclisinde pek çok kez konuşuldu ve bu konuda, grupların ve sayın milletvekillerinin görüşleri pek çok kez dile getirildi. Bu nedenle, ben, mümkün olduğu kadar tekrardan kaçınarak, ancak, yaşadığımız olayın önemini de gözardı etmeden, görüşlerimizi sizlere takdime çalışacağım.

Dün, cezaevleri konusunda ifade etmeye çalıştığım gibi, terör olayını, hepimizin, çok iyi ve ciddî incelemesi lazım; terör olayındaki unsurları ve terör olayının yaratılmasındaki çizgiyi birlikte incelememiz lazım. Ülkemizde, terör yaratmak isteyen grupların, örgütlerin, kişilerin amacı nedir? Özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesinde terör yaratmak isteyen grubun amacı, Türkiye Cumhuriyetini bölmek, Türk vatanını parçalamak ve böldüğü bu vatan parçası üzerinde, komünist esasa dayalı ayrı bir devlet kurmaktır; bunu, kendi belgelerinde, kendi dokümanlarında açıkça ifade etmişlerdir.

Şimdi, bu terör örgütü, niyetini açıkça ortaya koyarken, bu noktaya nasıl gelmiştir? Önce, genel terör örgütlerine bakalım: Genel terör örgütü, böyle bir niyeti ortaya koyduktan sonra, önce örgütlenmesini tamamlar. Örgütlenmesini tamamlarken, bir taraftan da, militan yetiştirmek amacıyla, niyetine uygun şekilde siyasî eğitim yapar, siyasî eğitim programları düzenler, daha sonra da, silahlı eğitimden geçirir elemanlarını. Böylece, siyasî eğitim ve silahlı eğitim görmüş elemanları eyleme hazırdırlar.

Şimdi, terör örgütleri eylemlerini de iki ana gruba bölebiliriz. Bunlardan birincisi silahsız propaganda, diğeri silahlı propaganda. Silahsız propaganda, hepimizin bildiği gibi, bu niyetini -bölme niyetini- pek çok yerde, belgeyle, afişle, yazıyla, sözle anlatabilmektir; ancak, bu, yeterli değildir. Bu, yeterli olmadığı için de, terör örgütü, silahlı propaganda yoluna geçer; yani, pek çok gruplara, pek çok masum insanlara, pek çok görevlinin üzerine silahla saldırır.

Terör örgütü hangi grupların üzerine gider; her şeyden önce, bölge halkının üzerine gider; çünkü, bölge halkının kendisini desteklemesini ister, bölge halkının kendisinin karşısında olmamasını ister.

Terör örgütünün 3 aylık, 5 aylık bebelere; 70 yaşındaki, 80 yaşındaki kişilere bomba atmasının amacı, yıldırma politikasını gerçekleştirmek, böylece insanların kendisinin karşısında olmasını önlemektir.

Terör örgütünün emekli olmuş, ayrılmış, köşesine çekilmiş kamu görevlilerine saldırmasının amacı, görevde bulunanları da terörle mücadeleden alıkoymaktır. İşte, bunun adı, terör literatüründe, silahlı propaganda yöntemidir.

Güneydoğu Anadolu Bölgesine baktığımızda, bu bölgedeki terör örgütü, hem silahlı, hem de silahsız propaganda yöntemini uygulamaktadır.

Şimdi, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde, bildiğimiz gibi, terör örgütü, ilk defa ismini 1978 yılında ortaya koymuştur ve 1980'e kadar kanlı eylemlerini gerçekleştirmiştir. 12 Eylül 1980 Harekâtıyla, terör örgütünün büyük bölümü, özellikle yönetici ve lider kadrosu yurtdışına kaçmıştır ve herkesin bildiği gibi, Bekaa Vadisinde, kendisine tahsis olunan kamplarda 4 yıl süreyle hazırlık yapmıştır. Bu dönem içerisinde, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde sıkıyönetim uygulaması vardır. Terör örgütü, 15 Ağustos 1984 tarihinde, Şemdinli ve Eruh ilçe merkezlerini basmak suretiyle, silahlı propagandaya; yani, fiilî olarak tekrar terör eylemlerine başlamıştır, 1987'ye kadar bu bölgede sıkıyönetim devam etmiştir.

Şimdi, zaman zaman, bölgede sıkıyönetim niye uzadı, ondan sonra, olağanüstü hal niye uzadı diyoruz. Arada şu cümleyi koymak istiyorum: 1984 yılında, 1983 yılının sonlarında, Türkiye'nin pek çok bölgesinde de sıkıyönetim vardır. Eğer, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde, terör örgütü, yurtdışından gelip, Şemdinli ve Eruh'u basmamış olsaydı, o bölgede terör olaylarını, silahlı olayları başlatmamış olsaydı, belki, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde de, yurdun diğer köşelerinde olduğu gibi, bir süre sonra sıkıyönetim kalkabilirdi; önce olağanüstü hale geçilir, sonra kalkabilirdi; ama, 1984'ün 15 Ağustosuyla birlikte, terör örgütü silahlı eylemini başlattı. Hemen akabinde de hepimizin bildiği gibi, hepimizi üzen, yürekler yakan köy baskınları başladı; çünkü, o bölgedeki köylü vatandaşımız, o bölgenin insanı terör örgütünü desteklemiyordu, terörle beraber değildi; terör örgütü, onları yıldırmak için köy baskınlarına başladı; yani, sıkıyönetimin kalkmaması ve 1987'den sonra olağanüstü halin devamında, o bölgedeki terörün bitmemesinin büyük nedeni vardır; o bölgedeki insanlarımızın, dağda yaşayan köylümüzün korunma amacının esas nedeni vardır. Bu nedenle, terörle mücadele, bugüne kadar, o bölgede sürdürülmüştür.

Şimdi, baştan da söylediğim gibi, terör yaratmak için özel bir gayret gerekiyor, özel bir düzenleme gerekiyor; terörle mücadele için de özel düzenleme gerekir. Terör suçunu, basit bir diğer suçla aynı kefeye koyamayız. Bir toprak ihtilafı, bir namus anlayışı, bir kan davası sonucunda işlenen suçlarla terör suçları bir değildir; mücadelesi de aynı şekilde yapılamaz; onlara karşı konulacak tavır da aynı şekilde değildir. Bu nedenle, terörle mücadelede, devlet güvenlik güçlerinin özel olarak hazırlanması, terörle mücadele eden sivil veya üniformalı devlet güvenlik güçlerinin eline, diğer bazı yetkilerin de verilmesi gerekmektedir.

Nitekim, Anayasamız, 119, 120 ve 121 inci maddelerinde bu özelliği kabul etmiştir. Bu özelliğe göre, sıkıyönetime geçmeden olağanüstü hal ilan edilebileceğini belirtmiş ve bunun bir kanunla düzenleneceğini söylemiştir. Bu nedenle, bir Olağanüstü Hal Kanunumuz vardır ve bu nedenle, Anayasanın 121 inci maddesine göre çıkarılmış ve o bölgede uygulanan kanun hükmündeki kararnamelerimiz vardır; yani, terörle mücadele için, oradaki yetkililerimizi teçhiz etmek, yasal olarak donatmak ve takviye etmek, esasında Anayasayla zaten kabul edilmiştir ve buna dayalı olarak da mevzuatlar düzenlenmiştir.

Bugüne kadar o bölgede terör niye bitmemiştir, terörün çizgisi nasıl gelişmiştir? Sayın milletvekilleri, olayın içerisinde yaşayan bir kişi olarak ve tamamen objektif bir görüşle şunu arz etmek istiyorum. 1987'de başlayan olağanüstü hal uygulamasının sonunda, 1988'de belirli bir mesafe kaydedilmişken, bir şanssız olay yaşanmıştır: Irak yönetimi, Kuzey Irak'ta yaşayan ve etnik bakımdan Kürt kökenli olan Irak vatandaşlarına saldırmıştır ve bu saldırının sonunda, Irak'ın topçu ateşinden, Irak askerinin önünden kaçan 80 bin Kuzey Iraklı, Türkiye Cumhuriyeti sınırlarına sığınmış; bunlardan 50 bin kişi, akraba bağlılıkları, aşiret ilişkileri nedeniyle İran'a geçmiş ve 30 bin kişi, 35 bin kişi Türkiye'de kalmıştır.

Bu olay, 1988 Ağustosunda cereyan etti ve daha sonra, bu sığınan kişileri misafir kabul ettik. Bu sığınan kişiler için Kızıltepe'de, Diyarbakır merkezde ve Muş merkezde kamplar tesis ettik. Ancak, bunun sonunda karşımıza şöyle bir tablo çıktı: Kuzey Irak'ta, genişliği 15 ilâ 30 kilometre arasında değişen, boydan boya boş bir bant çıktı, insandan arındırılmış, Irak köylüsünden temizlenmiş bir bant çıktı. Daha önce Bekaa Vadisinde, Helve Kampında ve civarında bulunan PKK örgütü, işte 30 kilometre genişliğindeki bu bölgeye sızmaya başladı ve yurtiçinden kaçırdığı gençleri buralara taşımaya başladı; diğer bir tabirle, buralarda, kamplar teşkil edilmeye başlandı. Bu, bence, terör konusunda, dışarıdan yapılan en büyük desteklerden bir tanesiydi; terörle mücadelede, bizi, en büyük sıkıntıya sokan olaylardan bir tanesiydi. Hudut güvenliği kalmadı; pek çok silah, araç gereç Türkiye'ye girdi ve mücadele daha zorlaştı.

Mücadele bu şekilde devam ederken, 1991 yılında, yine, terörle mücadele konusunda, daha büyük ve talihsiz bir olayla karşılaştık: Körfez krizi sırasında, Irak yönetimi, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Irak'a girmesinden korkuyordu ve Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı kullanmak üzere, PKK militanlarını topladı; PKK militanlarını eğitti ve kendi karakollarının etrafına, Irak askerleriyle beraber yerleştirdi. Hepimizin bildiği gibi, Körfez krizi sonucunda Irak mağlup oldu ve Irak askerleri, Kuzey Irak'tan da çekildiler. İşte, daha evvel, PKK militanlarıyla beraber olan, onları silahla destekleyen Irak ordusu, çekilirken, o bölgede, Türk Silahlı Kuvvetlerinin muhtemel bir harekâtına karşı kullanmak üzere stok ettiği bütün ağır silahları PKK militanlarına bıraktı ve gitti. İşte, ondan sonra, PKK'nın elindeki silah gücü arttı; ondan sonra, PKK, ağır silahlara kavuştu ve o bölge de boş kalınca, terörle mücadelede, devlet güvenlik güçleri daha zor şartlarla karşılaştılar.

İşte "o bölgede, terör, yıllardan beri niye bitmedi; bu konuda, niye pek çok şehit veriyoruz" sorusuna karşı -tabiî verilecek başka cevaplar da vardır; ama- dışarıdan gelen, özellikle Irak kesiminden, Irak yönetiminden gelen en büyük desteklerden bir tanesi budur diyebiliriz. Bu nedenle, hâlâ, zaman zaman, Türk Silahlı Kuvvetleri, Kuzey Irak'a girerek, 1988 ve 1989 yılından beri orada tesis edilmeye çalışılan terörist kamplarını ortadan kaldırmaya uğraşmaktadır. Dün de burada ifade edildi; hâlâ, o bölgede, 3 500 civarında PKK militanı bulunmaktadır.

Bu nedenle, o bölgede, terörle mücadelenin coğrafi zorlukları vardır; hudut dışı zorlukları vardır ve bugüne kadar, bu işte en alt seviyeye gelinmemesinin nedenlerinden bir tanesi de budur.

Biraz önce söylemeye çalıştığım gibi, terörle mücadelede, araç gereç ve silahın yanında, mutlaka, bununla mücadale eden görevlilerin yasal olarak da takviye ve teçhiz edilmesi gerekir.

İşte, Anayasamızın 121 inci maddesine göre çıkarılan kanun hükmündeki kararnamelerle bu noksanlık giderilmeye çalışılmıştır. Bu noksanlık nasıl giderilmeye çalışılmıştır; o bölgede, bölge valiliği kurularak, terörle mücadele eden devlet güvenlik güçleri arasında koordinasyon sağlanmaya çalışılmıştır. O bölgede, bölge valiliği koordinasyonu altında, istihbarat üniteleri arasında birlik ve beraberlik sağlanmaya çalışılmıştır. Bunun yanında, terörle mücadelenin önemli desteklerinden bir tanesi olan adlî mercilere -yani, güvenlik güçlerine, polise, ve jandarmaya değil- soruşturma ve kovuşturmalarda imkân sağlayan, kolaylık sağlayan yasal düzenlemeler yapılmıştır. Bölgede görev alan kamu personelinin rizikolu görevlerine karşılık maddî açıdan desteklenmesi, bu kanun hükmündeki kararnamelerle sağlanmaya çalışılmıştır.

Şimdi, zaman zaman, olağanüstü hal, artık daha fazla uzatılmasın diye düşünüyoruz...

BAŞKAN – Sayın Kozakçıoğlu, bir dakikanızı rica edeyim.

Sayın Bakan, tahmin ediyorum saat 17.00 civarında sayın Hükümete sıra gelebilecek...

İÇİŞLERİ BAKANI MEHMET AĞAR (Elazığ) – Burada olacağım.

BAŞKAN – Peki.

Buyurun.

HAYRİ KOZAKÇIOĞLU (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

...Olağanüstü halin daha fazla uzatılmasına, biz de grup olarak taraftar değiliz; ancak, biraz önce söylediğim gibi, tamamen özel nitelikte olan bu mücadelede başarıya ulaşabilmek zorundayız, sonuca gidebilmek zorundayız. Bugüne kadar, binlerce vatandaşımız o bölgede hayatını kaybetti, masum köylülerimiz, insanlarımız hayatını kaybetti, pek çok vatan görevlisi, vatan çocuğu görev başında şehit oldu; o bölgede, ekonomik açıdan, sosyal açıdan insanlarımız büyük zararlar gördüler.

Şimdi, terörle mücadelede belirli bir noktaya gelmişken, eğer, burada, bir zaafa kapılırsak, bu mücadelenin dozunu düşürür veya kaçırırsak, bu terör, daha büyük boyutlarda bizim karşımıza çıkacaktır. Bu nedenle, terörle mücadelenin temposunu, terörle mücadelenin hızını kaçırmamamız gerekmektedir. Bunun için de, yasal düzenlemelerin veya o bölgede görev yapan tüm görevlilere verilecek yasal imkânların en iyi şekilde ve aynen devam etmesi gerekir.

Şimdi, şöyle bir şey düşünelim: Şu anda karar aldık, olağanüstü hali kaldırdık. Olağanüstü hali kaldırdığımız andan itibaren, o bölgede iç güvenlik hizmeti gören ve gerçekten, terörle canla başla mücadele eden, şehitler veren Türk Silahlı Kuvvetlerinin, iç güvenlik harekâtında eli kolu bağlanacaktır; Türk Silahlı Kuvvetleri, terörle mücadelede büyük engellerle karşılaşacaklardır; o bölgede görev yapan savcıların, o bölgede görev yapan devlet güvenlik mahkemesi hâkimlerinin soruşturmalarında büyük farklılıklar olacaktır; süreler değişecektir. Bu nedenle, işin, hem mücadele hem de yargı safhasında büyük sıkıntılar olacaktır.

Şimdi, bizim için esas olan, terörle mücadeledir; bizim için esas olan, terörün bitirilmesidir. Olağanüstü hal, bir şekildir. Biz, şekle bağlı kalır da, esası unutursak, esası kaybedersek mücadelede büyük zafiyet veririz. Bu nedenle, olağanüstü halin kaldırılmasıyla birlikte ortaya çıkacak olan yasal boşluğun mutlaka doldurulması gerekmektedir. Bu yasal boşluğu doldurduktan sonra, tabiî ki, olağanüstü hal kalkabilir. Yasal boşluğun doldurulması da, bu ihtiyacı karşılayacak olan bir il idaresi kanunu ve diğer, benzer, buna ek yasal düzenlemelerin yapılmasını gerektirmektedir. Bugüne kadar, bu yasal düzenlemeler yasa haline getirilerek, bu tasarılar Meclisimizden geçirilememiştir. Bu nedenle, bence, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, esas konuyu göz önüne alarak tekrar düşünmesi, tekrar değerlendirme yapması gerekmektedir. Aksi takdirde, bugüne kadar akan şehit kanlarının anlamında büyük zafiyetler ortaya çıkarırız.

Ben, bu uğurda mücadele veren, ister köy korucusu olsun unvanı ister sade vatandaş olsun, köyünde oturan insan olsun,  Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu olsun, emniyet mensubu olsun, bu konuda şehit olan, hayatını veren çok değerli vatan evlatlarını rahmetle anmak istiyorum; gazilerimize bundan sonraki yaşantılarında sağlık ve mutluluklar dilemek istiyorum; çünkü, bu ülkenin birliği ve beraberliği için uğraş vermişlerdir. Bu ülkenin birliği ve beraberliği için en büyük uğraş veren de o bölgenin insanıdır. O bölgenin insanı, teröristle beraber olmamıştır, o bölgenin insanı terörü desteklememiştir.

Zaman zaman hep beraber şikâyet ediyoruz, köylerdeki insanlarımız, geldi, şehirlerde sıkıntı çekiyor diye. Evet, bu sıkıntıyı çekiyorlar, o sıkıntıya hiç gönlümüz razı değil; ancak, o sıkıntıyı göze alan insanımızın gösterdiği davranışın bir tercümesi var; ben devletle beraberim diye aşağıya iniyor, teröristle beraberim dese dağa çıkardı. O bölgenin insanı dağ yerine şehri, silah yerine barışı istediği ve arzuladığı için şehre inip, tarlasını, ocağını terk ederek devletle beraber olduğunu gösteriyor. O bölge halkının gösterdiği bu fedakârlığı yarıda bırakamayız, o bölge insanının gösterdiği bu fedakârlığın boşa gitmesine göz yumamayız. Bu nedenle, bir süre daha dişimizi sıkmamız gerekiyor.

Yasal düzenlemeler bu Parlamentonun elindedir. Bu Parlamento, bu yasal düzenlemeleri yapıncaya kadar, orada hayatını ortaya koyarak görev yapan devlet güvenlik güçlerini, bu güçten, bu destekten mahrum bırakamayız. Bu nedenle, biz, Doğru Yol Partisi Grubu olarak, bir taraftan olağanüstü halin kalkmasını isterken, bir taraftan da terörle mücadelede istenilen sonuca ulaşılabilmesi için, mutlaka, yasal düzenlemeler yapılıncaya kadar destek vermenin bir vatan görevi olduğunu, bir vatan borcu olduğunu kabul ediyoruz.

Bu arada, hemen, şunu da ilave etmek istiyorum: O bölge halkının bugüne kadar gördüğü sıkıntıları, artık, hafifletmek, ortadan kaldırmak da, yine, bu devleti yönetenlerin görevidir. O bölgenin genci de, güleryüzle, koşa koşa okuluna gidebilmelidir, yükseköğrenimine gidebilmelidir. O bölge insanının ayağına da her türlü sağlık hizmeti, eğitim hizmeti, kültür hizmeti gidebilmelidir. O halde, terörle mücadeleyle birlikte, o bölgeye gidebilecek olan hizmetlerin de gitmesi konusunda, Türkiye Büyük Millet Meclisinde bulunan bütün parlamenterler ısrarlı olmalı, görev alan bütün yetkililer, bunu, birinci görev olarak kabul etmelidir. Bunu yaptığımız an, bence, o bölge insanına karşı olan, bırakın yasalı, vicdanî görevimizi yerine getirmiş olacağız. Ben, inanıyorum ki, bu görevi yerine getirmekte, bu değerli Meclisin her milletvekili kararlıdır, inançlıdır.

Beni dinlediğiniz için çok teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Kozakçıoğlu, teşekkür ediyorum.

Sayın Kozakçıoğlu, efendim, zatı âliniz, konuşmanıza "olağanüstü halin uzatılmasıyla ilgili olarak Hükümet teklifi" diye başladınız. Bu, olağanüstü halin uzatılmasıyla ilgili teklif ya da tezkere değil; bu, Sayın Başbakanın, olağanüstü hal hakkındaki genel görüşme talebinin görüşülmesiydi. Şu açıdan düzeltiyorum: Biliyorsunuz, tezkerelerin bir neticesi var; oylanması lazım; lazım ül icra bir belge ve bir karar çıkar. Halbuki, genel görüşmelerde, zatı âlinizin de çok iyi bildiği gibi, Yüce Kurulu bilgilendirme söz konusudur. Bunu düzeltmiş olalım birlikte.

Teşekkür ediyorum.

HAYRİ KOZAKÇIOĞLU (İstanbul) – Tabiî efendim...

Bir sürçülisan olmuş; çok teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Refah Partisi Grubu adına, Sayın Ömer Vehbi Hatipoğlu. (RP sıralarından alkışlar)

RP GRUBU ADINA ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Diyarbakır) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan olağanüstü hal ile ilgili olarak Refah Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek üzere huzurunuza gelmiş bulunuyorum; şahsım ve grubum adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bugün, burada, Türkiye'nin en önemli meselelerinden birini müzakere ediyoruz. Müzakere ettiğimiz konu, bir yandan ülkemizin birlik ve bütünlüğünü ilgilendirmekte, öte yandan onbinlerce insanın hayatına mal olan bir yarayı nasıl tedavi edeceğiz sorusunu gündeme taşımaktadır. Acaba bundan daha önemli bir memleket, bundan daha önemli bir devlet meselesi var mıdır diye sormak ihtiyacını hissediyorum. Eğer olağanüstü hal ve terör veya güneydoğu sorunu bir devlet meselesi değilse, genel görüşmeye konu olabilecek bir sorun değilse, bu Meclis, hangi konuyu genel görüşmeye değer buluyor diye sormak herkesin hakkıdır. Bu nedenle, böyle önemli bir millî meselede, hepimizin, 550 arkadaşımızın kenetlenmesi, çaba harcaması ve çözüm arayışına girişmesi kaçınılmaz bir görevdir. Bu açıdan, Meclisin bugünkü genel görüşmesinde, muhalefet partilerinin bu genel görüşmeye katılmamasını haklı gösterecek hiçbir neden göremiyorum. Eğer, siyasî partilerimiz, terörden ve olağanüstü hal uygulamalarından şikâyet ediyorlarsa veya güneydoğu sorununa getirilmesini arzu buyurdukları çözüm önerileri varsa, bu işi, bu Meclis kürsüsünden daha çok tartışabileceğimiz bir platform yok kanaatini taşıyorum. Bu nedenle de, ben, aziz milletimizin huzurunda, böyle önemli bir mesele görüşülürken Meclis çalışmalarını boykot eden, bu genel görüşmeye katılmayan siyasî partilerin durumlarını mazur gösterebilecek bir sebep olmadığını, tekraren ifade etmek istiyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; malumunuz olduğu üzere, olağanüstü hal uygulamaları, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 27 kez uzatılmıştır. Son birkaç yıldır, her uzatma tezkeresi gündeme geldiğinde, iktidar partileri temsilcileri bu kürsüye çıkıyor ve "son kez" ifadesini kullanmaya özel bir itina gösteriyorlar. Niçin son kez uzatılsın; onun da gerekçesi hemen hazır: "Efendim, alınması gereken önlemleri almak, olağanüstü hal uygulaması kaldırıldığı zaman meydana gelecek boşluğu doldurmak üzere, böyle bir zamana ihtiyacımız vardır, gerekli yasal düzenlemeleri yapmak için buna ihtiyacımız vardır" gerekçesi altına sığınıyorlar. Bu gerekçenin ardından, bu tezkere oylandıktan sonra, olağanüstü hal uygulaması meselesi rafa kaldırılıyor, hiçbir faaliyet yapılmıyor, hiçbir çalışma yapılmıyor, arzu edilen o düzenlemeler Meclisin gündemine taşınmıyor; ardından, dört ay geçiyor ve nihayet, Meclisimiz yeniden toplanıp, yeni bir tezkerenin müzakere ve münakaşasını yapıyor.

İşte, 54 üncü Hükümet, bu oylama günü gelip çatmadan, konuyu Yüce Meclisin önüne getiriyor; sorunun enine boyuna tartışılmasını ve ülke menfaatlarına en uygun neticenin istihsal edilmesini arzu ediyor. Her şeyden önce, ben, 54 üncü Hükümeti, bu duyarlı davranışından dolayı kutlamak istiyorum. Bu duyarlı davranış, aynı zamanda, Meclisi, hükümetin önünde ve üstünde görme inancının da somut bir belgesidir. Bu talep, Sayın Başbakanın da sık sık ifade buyurdukları gibi, bu Hükümetin, yani 54 üncü Hükümetin bir değişim hükümeti olduğu gerçeğinin de en güzel belgesidir.

Evet, bu Hükümet bir değişim hükümetidir; ama, bu Hükümet, aynı zamanda, çoğulcu demokrasinin tüm gereklerini yerine getirmek inancıyla hareket etmektedir. İşte, bunun için de, bu Hükümet, Millî Güvenlik Kuruluna gidip, onun tavsiye kararını alıp, bu Meclise tebliğ eden bir hükümet olmaktansa, Meclisin havasını teneffüs edip, siyasî partilerin görüşlerini tespit edip, onu Millî Güvenlik Kuruluna taşıyan ve Meclisin iradesinin tecellisini arzu eden demokrat bir hükümettir. Bunu oylamak, bunu alkışlamak gerekir diye düşünüyorum...

Bu Hükümet, kapalı oda rejimine son verip, her şeyi Yüce Meclisin önüne koyarak, sizlerden, ortak katkılarda bulunmayı talep etmektedir. Bu nedenle de, siyasî parti grupları ve temsilcileri, lütfedip, şu millet kürsüsünden, ülkemizin en önemli ve öncelikli konusu olan bu konuda düşüncelerini açık ve seçik ifade buyurmak durumundaydılar.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ben öyle zannediyorum ki, bu genel görüşmeyle ilgili olarak 54 üncü Hükümetin bizden bir beklentisi var: Hükümet bizden "olağanüstü hali uzatalım mı uzatmayalım mı" sorusunu sorup bunun cevabını istemiyor. Günü geldiğinde, siyasî iktidar, iradesini gösterecek ve bu konuyu Yüce Meclisin önüne getirecektir; ama, Hükümetimiz, bizden, günü gelmeden, yani bu oylama günü gelmeden, bu bölgemizde meydana gelen sorunların çözümü konusundaki fikirlerimizi ortaya koymamızı talep etmektedir. Yani, bu bölgemizde, dayanılmaz boyutlara ulaşan bir işsizlik sorunu var, her vatan evladının yüreğini paralayan bir açlık problemi var, sefalet var, gözyaşı var ve köyünden, kentinden kopup gelen, çiftinden çubuğundan ayrılmış, şehirlere göç etmiş yüzbinlerce vatan evladının yaşadığı dram var; onların, eğitim olanaklarından mahrum edilmiş onbinlerce çocuğu var. Kısacası, iş yok, aş yok, okul yok, doktor yok, ilaç yok; ama, açlık var, sefalet var, silah var, dayak var, kötü muamele var.

İşte, sayın milletvekilleri, biz diyoruz ki; Allah'ın izniyle, biz, bu sorunları çözeceğiz. Mecliste grubu bulunan siyasî partilere sesleniyoruz; gelin, bu genel görüşmeye katılın. Bizimle bu sorumluluğu paylaşın demiyoruz, gelin bu sorunları da çözün demiyoruz; ama, diyoruz ki, biz, bunları çözeceğiz, Allah'ın izniyle; bunu çözme şerefini, onurunu bizimle, gelin paylaşın diyoruz. (RP ve DYP sıralarından alkışlar) Çünkü, Türkiye, daha uzun zaman, bu sorunu çözümsüz bırakmanın ayıbını taşıyamaz, çünkü, iktidarıyla muhalefetiyle hepimizin görevi, öncelikle insanlarımızı refah ve huzura kavuşturacak çalışmalara canla başla katkıda bulunmaktır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu genel görüşmede, öncelikle Güneydoğu sorunu, terör ve olağanüstü hal uygulamaları başlığı altında üç konuyu bilgilerinize arz etmek istiyorum. Biz, bu ülkede, değişik etnik kökene sahip 60 milyon insanın yaşadığını biliyoruz; Türk, Kürt, Arap, Çerkez, Gürcü, Arnavut vesaire... Ama, bizim değişmez realitemiz şudur: Bizler, bu topraklarda, yüzyıllardır ortak bir kaderi paylaşıyoruz; sevinçlerimiz ve acılarımız ortak olmuştur. Yedi düvele karşı, Haçlı ordularına karşı, emperyalist saldırılara karşı aç ve susuz savaşmış, kanımızı dökmüş, milyonlarca şehidi bu topraklarda gömmüşüz. Atalarımız, Türklerin de, Kürtlerin de, Arnavutların da, Çeçenlerin de ataları, mezarlıklarda kucak kucağa yatmaktadır. Şüphesiz her şey yolunda gitmemiş, uygulanan yanlış politikalar ve dış güçlerin etkileriyle, bütün bu farklılıklar inkâr edilmiş, yok farz edilmiştir; ama, şimdi bunun yanlışlığını kabul etmeyen kalmadı gibi. Bakınız, insan hakları, özgürlükler, adalet, eşitlik, kültürel ve etnik farklılıkların birer zenginlik olarak kabul edilip korunması ve herkesin kendi ana dilini konuşma hakkı yönünde gelişen doğru bilinç, ümit ediyorum ki, terör ve şiddetin dışında da bir çözüm olabileceğini herkese göstermektedir.

Haçlı ordularına dünyayı dar eden Selâhaddin Eyyubî'nin, Bizans'a karşı Alpaslan'ı Malazgirt'e davet eden Molla Yahya Manzuri'nin, Çaldıran'da Osmanlıya Ortadoğu'nun kapısını açan İdrisi Bitlisi'nin, Sevr Antlaşmasını elinin tersiyle iten Şeyh Mahmut Berzenci'nin torunları olan Kürtleri Türk Milletinden ayırabilecek bir güç tasavvur edilemez. (RP ve DYP sıralarından alkışlar)

Birbiriyle evlenen, ortak aileler kuran, aynı camide namaz kılan, aynı düşmana birlikte karşı koyma iradesini gösteren; kısacası, tarih boyunca tek bir millet olarak yaşayan Türkleri ve Kürtleri, bugün de aynı birlikteliğin içinde görmemek için hiçbir sebep yoktur. Elbette, birbirimize, dertlerimizi, duygularımızı, beklentilerimizi anlatmak, istek ve düşüncelerimizi iletmek için, terör ve şiddetten başkaca yollar da vardır. Şiddet şiddeti besler ve giderek insanlar ve topluluklar arasında kapanması zor yaralar açar. Herhalde bu milletin başına gelebilecek en büyük felaket, kardeş kavgasıdır, Türk-Kürt ayrımcılığıdır, Türk-Kürt düşmanlığıdır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; tarihimiz, dinimiz, üzerinde yaşadığımız coğrafya ve ortak çıkarlarımız, bu ülkede 60 milyon vatan evladının, bir arada, kardeşçe ve barış içerisinde yaşamasını gerektirmektedir. Bu 60 milyon insanın ortak paydasının İslam olduğu unutulmamalıdır. Gerçekten de İslam, Türkiye'nin en büyük toplumsal gerçeğidir. O halde, inananlar, bir tarağın dişleri gibi eşittir, müsavidir. O halde "Ey Allah'ın kulları, kardeş olunuz" buyuran; ırk, dil farklılığı gözetmeksizin insanları barışa, kardeşliğe davet eden İslamın yüce buyrukları, aradığımız barışın, sevginin, kardeşliğin en kutsal referanslarıdır. (RP sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; olağanüstü hal uygulamalarının, terörle mücadelede yararlı sonuçlar doğurup doğurmadığını tespit edebilmek için, izninizle, çok kısa da olsa, kuramsal olarak terörizme değinmek istiyorum.

Burada, hep, terörle mücadele konusunu tartışıyoruz. Nedir terörizm? En genel anlamıyla, terörizm "dehşet yayarak ve güven ortamını yok ederek, sindirme amacıyla, siyasî rakiplerini sistemli bir şekilde ortadan kaldırmak" diye tanımlanmaktadır. Terörizm, korku havasını yayarak, gelecek perspektifini ortadan kaldırmak için, insanın yaşama hakkına müdahaleyi sıradanlaştırır. Bu nedenle terör örgütleri, eylemleriyle kargaşa çıkarmaya, güven ortamını yok etmeye, düzen ve istikrarı bozarak, kamuoyunda, her an her şeyin olabileceği imajını oluşturmaya çalışırlar. Böylece, mevcut düzene olan güveni sarsmak, ilk elden sağlamaya çalıştıkları bir temel hedeftir. Günlük yaşamı çekilmez hale getirmek ve gelecek beklentisini yok etmek, terör örgütlerinin kaçınılmaz stratejileridir. Terör örgütleri, kan ve gözyaşıyla beslenir ve şiddete dayanarak var olmaya devam ederler. Terörü yöntem olarak seçmiş olan örgütlerin görünür amaçları ne olursa olsun, toplumsal kabul görmeleri hemen hemen mümkün değildir. Toplum, terör örgütlerine iradî ve içten bir tasviple destek vermez; ancak, korku veya yılgınlık nedeniyle destek veriyor gibi bir görüntü sergileyebilir.

Kuşkusuz, sindirme amacıyla rakiplere yönelik şiddet yöntemlerini uygulamak, yalnızca teröristlere özgü bir davranış türü de değildir. Zaman zaman bazı ülkelerde devlet güçleri de buna başvurabilmektedir. Terörizmle mücadele içerisinde bulunan bazı ülkelerde, güvenlik güçleri veya istihbarat örgütleri, gerekli gördüklerinde, kuralları da hiçleyerek, rejim muhaliflerini tutuklayabilmekte, onlara işkence uygulayabilmekte, hatta yok edebilmektedir.

Özetle, terörizm, devleti, şiddet yöntemlerine başvurmaya nasıl zorluyorsa, devlet güçleri de, aynı biçimde, rejim karşıtlarını şiddet yöntemlerine yöneltebilir. İşte, bu kaçınılmaz etkileşim, toplumda, şiddetin egemen hale gelmesine yol açabilir.

Unutulmaması gereken şudur ki; tehdit ve şiddet, birbirini doğuran ve destekleyen iki olgudur. Terör örgütlerinin tehditleri, onların, niyetlerini açıklamaları, başvurdukları şiddet ise, bu niyetlerinin gerçekleştirilebileceğine karşı tarafın inandırılması amacını taşır.

Her zaman terör olaylarının dışında kalan bir kitle çoğunluğu vardır ki, taraflar için, onların desteği veya muhalefeti oldukça önemlidir. Kararsız gibi görünen sessiz çoğunluğun desteğini kazanmak maksadıyla, gerek teröristler ve gerekse devlet güçleri, her türlü propaganda imkânlarını kullanırlar. Burada, terörün de, temelde silahlı bir propaganda eyleminden başka bir şey olmadığını vurgulamak gerekmektedir.

İşte, değerli arkadaşlarım, propagandanın bu önemi, teröristleri, kamuoyunun destek ve sempatisini kazanmak için mağdur ve mazlum rolüne soyunmaya da zorlar; şiddete başvurmaktan başka bir çareleri kalmadığına, buna istemeye istemeye yöneldiklerine kamuoyunu inandırmaya çalışırlar. Bütün bu propagandaların amacı, kamuoyunu kendi yanına çekmek veya en azından, devlet güçlerine destek vermesini önlemeye çalışmaktır.

Teröristler, devlet güçlerini kendilerine karşı acımasız bir baskı ve şiddet uygulamak zorunda bırakmaya da çalışabilirler; tersine, hükümet güçleri de, terör örgütlerini böyle bir davranışa özendirebilir. Bütün bu faaliyetlerin amacı, mazlumiyetten doğan haklılık konumunun halkın desteğini davet edebileceği beklentisidir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; işte, dünya ölçeğinde terör örgütlerinin yöneldiği temel hedef budur; halkı çatışmanın içine çekmek, kitleleri çatışmanın tarafı haline getirme arzusudur.

Şimdi, işte biz burada durup, olağanüstü hal uygulamasının, terör örgütünün bu hedefine varmasında katkıda bulunup bulunmadığını kendi kendimize sormak zorundayız. Bakınız sevgili arkadaşlarım, 1992 yılında olağanüstü hal uygulamasının uzatılması görüşmeleri Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapılırken, o dönemin Başbakanı Sayın Demirel, bu kürsüden şu açıklamayı yapıyordu: "Yurtiçinde 3 bin, yurtdışında 7 bin olmak üzere, toplam 10 bin civarında terörist var." 1996'ya geldik, ölü, yaralı ve sağ olarak ele geçirilen terörist sayısının 50 bin civarında olduğu resmî rakamlarla ifade edilmektedir.

Bundan şu sonuç çıkmaktadır: Demek ki, olağanüstü halin uygulandığı bu dört yıl zarfında, terörist sayısını da en az dört katına çıkarmışız. O halde, bu uygulama terörün ilacı değildir; gelin, en azından burada bir ittifak içine girelim.

Olağanüstü hal uygulamaları, terörü çökertmek bir yana, devlet ve millet kaynaşmasına yaptığı menfi etkilerin yanında, daha derin yaraların da açılmasına neden olmuştur. Teröre karşı, geniş halk kitlelerinin desteğini almak birinci derecede önemli bir konuyken, öncelikli bir konuyken, gerçeğe dayanmayan, ciddiyeti olmayan ihbarlar sonucu, çoğu kez kitleler halinde, insanlar gözaltına alınmış, köylülerin tamamı gözaltına alınmış; köyler boşaltılmış, keyfî uygulamalar yapılmış, lüzumsuz otorite gösterilerine başvurulmuş ve bundan mağdur olduğunu ifade eden insanların da tetör örgütünün kucağına düşmesine bizzat neden olunmuştur.

Bölgenin, uzun yıllar terör gerekçe gösterilerek yatırımlardan mahrum bırakılması, var olan işsizlik sorununu daha da yoğunlaştırmış, boşaltılan köy ve mezralardan kopan yüzbinlerce insan, uzun yıllar, üretimden kopuk yaşamak zorunda kalmıştır.

Değerli arkadaşlarım, kabul etmek zorundayız ki, biz, temelde, işe, yanlış bir teşhisle başlamışız, sorunu, yalnızca terörden ibaret saymışız; bunu da askerî yöntemlerle çözmeyi düşünmüşüz.

Değerli arkadaşlarım, kuşkusuz, eline silah almış, insanların canına kasteden kişilere karşı, güvenlik güçleri, en etkin biçimde mücadelelerini sürdüreceklerdir. Çözümü namlunun ucunda bulan zihniyet, karşısında mermi bulmakta gecikmeyecektir. Hiç kimse, terör karşısında teslimiyetçi bir politika güdülmesinden yana değildir; ancak, terörle mücadele ediyorum derken, masum halk kitlelerini baskıya ve zulme muhatap kılmak da kimsenin hakkı değildir; aksine, böyle bir davranış, ülkeye değil, terör örgütüne hizmet etmek demektir.

Biz, hepimiz, devletimizle, ordumuzla, Meclisimizle ve siyasî partilerimizle bu halka hizmet için varız. Biz, bu milletin efendileri değil, bu milletin hizmetkârlarıyız. O halde, 60 milyon vatan evladının, huzur ve güven içinde, yarınlarından emin bir şekilde yaşamalarını sağlamakla mükellefiz.

Değerli arkadaşlarım, burada, olağanüstü halin gerekliliği anlatılmakta ve terörle mücadelede, sanki vazgeçilmez bir unsur olduğu ifade edilmektedir. Halbuki, lütfedip, şu onsekiz yıldır devam eden sıkıyönetim ve olağanüstü hal uygulamasının, ardında bıraktığı tabloya bakınız. Neyi görüyoruz; üç bini aşkın boşaltılmış köy, bine yakın yakılıp yıkılan ve şu anda tedrisatta olmayan okul, üç bin civarında faili meçhul cinayet, eğitimden mahrum bırakılmış on binlerce çocuk ve "açız" diye haykıran o on binler, kendi ülkesinde muhacir konumuna düşürülmüş yüz binlerce insan ve insansızlaştırılmış bir vatan parçası.

Değerli arkadaşlar, bu tablo, benim işime gelmiyor; bu tablo, sizin de işinize gelmiyor; daha doğrusu, bu tablo, Türkiye'nin işine gelmiyor; bu tablo, olsa olsa terör örgütlerinin işine gelir; bu tablo, olsa olsa, Türkiye düşmanlarının işine gelir.

O halde, hep beraber, bu gidişe son verelim. Bu tabloyu tersine çevirelim. Türkiye, ürken, korkan, ağlayan, kaybeden insanların değil; gülen, mutluluk duyan, huzurlu insanların yaşadığı ülke olsun.

Değerli arkadaşlarım, olağanüstü hal uygulaması, acaba yarar mı getirmiştir, yoksa zarar mı? Bu sorunun da tartışılmasına gerek vardır. Bu sorunun cevabını almak isteyen herkese bir önerim var, son derece basit bir önerim var, herkesin rahatlıkla test edebileceği bir önerim var: Allahaşkına, bunu merak eden arkadaşımız varsa, lütfedip, bu bölgenin yirmi yıl önceki haliyle bugünkü halini bir mukayese buyursun. O bölgenin yirmi yıl önceki ekonomik durumuyla, kültürel durumuyla, sosyal yaşantısıyla bugününü mukayese etsin ve kendi kendine bu sorunun cevabını bulsun.

Bakınız sevgili kardeşlerimiz, bu bölgenin, öteden beri, kalkınmadan en az nasibini almış bir yöre olduğunu herkes biliyor. Maalesef, gerekli yatırımlar zamanında yapılmamıştır; ama, yirmi yıl önce, tüm bu olumsuzluklara rağmen, bu bölgemizde, kendi kendine yeten ve kendi kendine dönen bir ekonomik çark vardı. Bölge halkı, özellikle kırsal alanlarda üretici konumunda idi. Kendi kendisinin ve çoluk çocuğunun ihtiyaçlarını iyi kötü karşılayabiliyordu. Kendi tarlasında, kendi çifti çubuğunda, kendi bağında bahçesinde tarımsal faaliyetler yapıyordu, hayvancılıkla uğraşıyordu, ekip biçiyordu. Kısacası, kimseye avuç açmadan, onurlu bir şekilde hayatını sürdürüyordu.

Cenabı Allah hiç kimseyi gördüğünden geri bırakmasın. Bakın, şimdi, manzara nedir: Bu bölgede, özellikle şehir merkezlerinde ve büyük ilçelerde, bir insanlık dramı yaşanıyor. Köyünü, tarlasını terk edip, şehir merkezlerine sığınan yüzbinlerce vatan evladı, sefalet içerisinde yaşıyor, sıkıntı içerisinde yaşıyor, açlık içerisinde yaşıyor. Bunlar, bizim insanlarımız, bunlar, bu ülkenin vatandaşları.

Bu insanlar, yıllardır üretimden kopuk yaşıyorlar. Gencecik delikanlılar, hayatlarının baharında, kahvehane köşelerinde hayat tüketiyorlar. Gencecik delikanlılar, sabahtan akşama kadar boş dolaşıyor; akşam, evine döndüğünde, çoluk çocuğuna götürecek iki tane kuru ekmek parası kazanamıyor.

Gencecik kızlarımızın boynu bükük; iş yok, aş yok, umutsa hiç yok, güven ise, hiç yok... En acıklısı da, köyünde, daha düne kadar, sofrasında onlarca insan ağırlayan, sakalı ağarmış, eli öpülesi o amcalarımız, ninelerimiz, cami avlularında avuç açıp dileniyorlar... Bir evde üç dört aile birden barınıyor. Bir avlunun içerisinde beş altı aile birden yaşamak zorunda kalmış. Düşününüz, üç dört aile, kadınıyla, çocuğuyla, erkeğiyle, ortak bir tuvaleti -affınıza sığınıyorum- ortak bir banyoyu paylaşmak zorunda bırakılmışlar; aile mahremiyeti kalmamış... Terör belası ve güvensizlik, her türlü ekonomik, sosyal ve kültürel aktiviteleri ortadan kaldırmış...

Değerli arkadaşlarım, Allah, bir başka bölgemizde, Türkiyemizin hiçbir yöresinde, ne böyle bir terör belasını ne de böyle bir sıkıntıyı, kimsenin başına musallat etmesin. (RP sıralarından "Âmin" sesleri, alkışlar)

Değerli arkadaşlar, onun için, parti mülahazalarını bir tarafa bırakarak, "dün şunu demiştik, bugün bunu diyeceğiz" şeklindeki mülahazaları bir tarafa bırakarak, Allah aşkına, geliniz, her şeyi bir yana itirek, el ele verelim, şu bölgenin ekonomik sıkıntılarını, açlığı, sefaleti ortadan kaldıracak, şu insanlık dramına son verecek çözümleri birlikte üretelim, Hükümete takdim edelim ve bu çözüm önerilerimizin de, sonuna kadar takipçisi olalım.

Bu, en azından, bir insanlık görevimizdir; bu, bizim, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri olarak, bundan altı ay önce, şu Meclis kürsüsünden yaptığımız yeminin gereğidir. Biz, bu ülkenin esenliği için çalışacağımıza, bu vatanın bölünmez bütünlüğü uğruna çalışacağımıza, şu Meclis kürsüsünden yemin ettik, andiçtik. Bunun gereği olarak, Allah aşkına, geliniz, fikir üretiniz, çözüm üretiniz ve Hükümeti, hükümetleri, bu çözümleri bulmaya icbar ediniz. Şu sıralarda, şu Hükümet bölümünde oturan kişilere -bağlı bulundukları, mensubu bulundukları siyasî parti farkı gözetmeksizin- bu konuya ilişkin acil çözümlerimizi götürelim ve hükümetleri de denetleyelim. Nasıl denetleyelim? İşte böyle, genel görüşmelerle denetleyelim. Şu sıralarda oturanlar, şu Hükümet makamında oturanlar, mensubu bulunduğumuz siyasî partiden bile olsalar, dün söylediklerini bugün unutmaya kalkışırlarsa, onlardan da hesap sorma onurunu yaşayarak gösterelim biz bunları. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Refah Partisi Meclis Grubu, 1991 yılından bu yana, olağanüstü hal bölgesinde meydana gelen gelişmeleri, büyük bir duyarlılıkla izlemektedir. 1991 Aralık ayında, Refah Partisi Genel Merkezinde "Güneydoğu İzleme Komitesi" adıyla bir komisyon kuruldu. Bu komisyon, Sayın Genel Başkanımızın -bugünkü Başbakanımızın- başkanlığında, hemen hemen her hafta toplantılar yaptı ve bu bölgemizle ilgili önemli konuları müzakere etti; kararlar aldı. Yine bu komitemiz, olağanüstü hal bölgesinde, her fırsatta incelemeler yaptı; oradaki tespitleri getirip, Meclisin gündemine taşıdı. Şırnak, Kulp, Lice olayları vuku bulduğunda, Refah Partisi heyeti, derhal bölgeye intikal etti ve oralarda yaşayan mazlum ve masum halkın perişanlığını tespit edip; yaralarının sarılması için, dönemin hükümetini tedbir almaya davet etti.

Refah Partisi, bununla da kalmadı. Refah Partisi teşkilatları ve Refah Partili belediyeler, açtıkları yardım kampanyalarıyla, bu masum ve mazlum kardeşlerimizin acısını paylaşmaya çalıştılar. Biz, o dönemlerde, muhalefet partisi olarak, iktidarların bile yapamayacağını yaptık; TIR'lar dolusu yiyecek ve giyecek yardımını bu bölgeye intikal ettirdik. Elbette ki, muhalefetteki bir partinin, bundan daha fazla yapabileceği bir şey yoktur; ama, şimdi, elhamdülillah, Refah Partisi, hükümettedir. Koalisyon ortağı olarak, bu Hükümetin yapabileceği birçok hayırlı hizmetlerin olduğuna inanıyoruz.

Değerli arkadaşlarım, bu Hükümetin, geçtiğimiz üç hafta içerisinde kamuoyuna deklare ettiği bölgeye ilişkin konular, hemen ifade edeyim ki, aziz milletimizin, çok büyük bir sevinçle ve çok büyük bir merakla beklentisine yol açmıştır. Ben, bu bölgenin milletvekillerinden biriyim. Bölge insanlarıyla sık sık görüşüyoruz. Bu halk, mazlum bir halktır, yıllar boyu çok ciddî sıkıntılar çekmiş bir halktır. Her şeye rağmen, hâlâ, bu halkımız, Meclisimizin çözüm üreteceğine kesinlikle inanmaktadır.

Bakınız, Sayın Başbakanın "yakında, Allah nasip ederse, köylüler, yeniden eski yerlerine, mezralarına geri dönecektir" sözleri, bu iki cümlecik açıklaması bile, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde bir bayram havası içinde karşılanmıştır. Bu bölgenin sıkıntılarının çözüleceğine ve alınacak ekonomik tedbirlerle buralara yatırım yapılacağına dair beyanatlar, bölge halkında, geleceğe güven duyulmasını sağlamakta, umut ışıklarını yakmaktadır.

Bakınız, üç haftalık Hükümet, bölgemizle ilgili şu kararları hemen almış ve deklare etmiştir; ben, burada, bunu, büyük bir sevinçle, mutlulukla sizlere de arz etmek istiyorum:

Dönüş konusunda, Sayın Başbakanımız güvence vermiştir. Havyancılık konusunda getirilecek önlemleri burada anlatmıştır. Bakınız, şimdiden, 17 trilyonluk bir yardım paketinin ayrıldığını ve bölgedeki Et ve Balık Kurumu kombinalarına talimat verilerek, bölgedeki tüm hayvanların satın alınarak, oradaki hayvancılığın gelişmesi için her türlü tedbirin alınacağını Sayın Başbakan açıklamıştır. Böylece, Allah nasip edecek, hep birlikte çok kısa zamanda göreceğiz, geçmişte, nasıl, et ihraç eden bir ülkeysek -bugün, maalesef, et ithalatı yapan bir ülkeyiz- çok kısa zamanda, Allahın izniyle, yine, et ihraç eden bir ülke haline geleceğiz. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, getireceği önlemlerle, et ithalatını kısıtlayacaktır.

Bu toplantıya gelmeden önce, saat 13.30'da Sayın Başbakanla bir görüşmem oldu. Ben, sizlere de duyurmamı arzu ettiği bir müjdeyi vereceğim. O müjde şudur: Allah nasip edecek, fazla değil, on gün sonra, petrol boru hattından petrol akmaya başlayacaktır. (RP sıralarından alkışlar) Bu müjdeyi de, hemen, huzurunuzda sunmak istiyorum.

Yine, Irak ile ve özellikle Kuzey Irak ile ilgili ambargo kararının kaldırılacağını –bu konuda gerekli girişimlerin yapıldığını biliyoruz– ve bölgenin, ekonomik anlamda canlılık kazanacağını umut ediyoruz.

Yine, çok önemli bir olayı da huzurunuzda ifade etmek istiyorum: Sayın Başbakan, bugün Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarıyla bir görüşme yaptı ve il valilerine de genelgeler gitti. Her ay, periyodik olarak, valinin başkanlığında, kaymakamlar ilde toplanacak ve il valileri de bu toplantının ardından raporlarını hazırlayıp Başbakanlığa sunacaklar. Her ay, Güneydoğu Anadolu Bölgesiyle ilgili aylık yatırım programları hazırlanacak, bu takip edilecek ve Allah'ın izniyle sonuçlandırılacaktır. (RP sıralarından alkışlar)

İşi, beş yıllık kalkınma planlarına bağlayıp, bütçeden bütçeye, getirip, bu konuyu burada müzakere etmek değil, aylık periyotlar halinde, bu konu takip edilecek ve bölgedeki yatırımlar mutlak manada desteklenecektir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 54 üncü Hükümetin değerli mensuplarına, Refah Partisi Grubu olarak, öncelikle, terörist üreten batağın kurutulmasını öneriyoruz. Şimdi, ben, Refah Partisi Grubunun önerilerini Hükümete arz ediyorum. Bunun için, vakit geçirmeden ne yapacağız, ne yapmaları lazım:

1.- Eğitim sistemine ve eğitim kurumlarına, Allah aşkına el atınız. Bu ülkenin dağlarında, elinde silah, askere kurşun sıkan genç, Ay'dan, Merih'ten gelmedi; Türkiye'de doğdu, bu ülkenin okullarında okudu, bu vatan topraklarında büyüdü.

Hükümete sesleniyorum, bu eğitim kurumlarını, terörist yetiştiren birer müessese olmaktan, tez elden kurtarınız. Okullarda, materyalist, ateist, köşe dönmeci; ana, baba, vatan, bayrak, ezan, Kur'an bilmeyen nesiller değil; bu milletin millî, manevî, ahlakî ve kültürel değerlerini benimsemiş imanlı nesiller yetiştirin. (RP sıralarından alkışlar)

Niçin böyle söylüyorum?.. Benim elimde, İçişleri Bakanı Sayın Ülkü Güney imzasını taşıyan bir yazı var. Bir soru önergesi verdim; ölü, yaralı veya sağ olarak ele geçirilen teröristlerin öğrenim durumunu öğrenmek istedim.

Sevgili arkadaşlarım, bu resmî yazıyı okuduğunuzda görürsünüz ki, dağlarda, elinde silahla ölen, yaralı veya sağ ele geçirilen teröristlerin yüzde doksanı, bu ülkenin bir eğitim kurumunda yetişmiş, mezun olmuş insanlardandır. Öncelikle bu soruna bir çözüm getirelim. Irkçı, her türlü ırkçı, materyalist insan yetiştiren eğitimden vazgeçelim. Bu ülkenin millî, manevî, ahlakî, kültürel ve tarihî değerlerine bağlı nesiller yetiştirelim. İşte, o zaman bu ülkede terörist olmaz .

2.- Devleti ve devletin kurumlarını, bu milletin tarihiyle -dikkat buyurunuz; bu milletin tarihiyle- etnik yapısıyla, bu milletin diniyle, bu milletin ahlakî değerleriyle ve sosyal yaşantısıyla lütfen barıştırınız. Ancak bu şekilde, devlet-millet kaynaşmasını sağlayabilir ve terörle mücadelede geniş halk kitlelerinin desteğini alabilirsiniz.

3.– Sevgiyi, hoşgörüyü egemen kılın. Bu da, ancak, insan sevgisiyle dolu, demokrasi kültürü almış, halkına tepeden bakmayan yöneticileri, bu bölgede görevlendirmek suretiyle gerçekleştirebilirsiniz.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bundan birkaç hafta önce, Diyarbakır'ın Hazro İlçesi yakınlarında, bir askerî cemse, teröristlerin döşediği mayına çarpmak suretiyle 7 askerimiz şehit oldu; kendilerine, tüm şehitlerimize Cenabı Allah'tan rahmet diliyorum. Ancak, hemen onun ardından, Hazro'nun 3 köyü boşaldı. Hazro'nun çevresinde 25 tarla yakıldı ve oradaki insanlar, yeniden köylerini terk etmek zorunda bırakıldılar. Teröriste karşı yapılacak mücadelede, hepimiz, sonuna kadar varız; ama, masum halk kitlelerini, mutlaka; ama, mutlaka korumak kaydı şartıyla; bunun altına çizerek ifade ediyorum...

4.- Sakın, bölünme fobisine kapılmayın. Unutmayınız ki, Türkiye'yi bölmek, hiç kimsenin haddine değildir; hiç kimse bunu gerçekleştiremez. (RP sıralarından alkışlar) Biz, güçlü bir devletiz; biz, tarihin şerefi olmuş bir milletin çocuklarıyız. Bu topraklar üzerinde biz, halkımızla ilişkilerimizi, ona götüreceğimiz ekonomik, kültürel ve sosyal hizmetleri, bir örgütün yörüngesine girerek, onun alacağı tavırlara göre ayarlamaya kalkışamayız; bunu yaparsak, asıl, o zaman, teröre teslim olmuş oluruz.

Değerli arkadaşlarım, bakınız, yoksulluğu, yoksunluğu, işsizliği, açlığı gideremezseniz siz, terörist üretirsiniz, terörist... Teröriste kan vermiş olursunuz ve işte, o zaman, Allah korusun, çok büyük sıkıntılara muhatap oluruz.

Açıkçası, bölünme fobisine gerek yok. Aklımızı kullanıp, halkımızı sever, tedbirlerimizi alır, gerçekleri önceden görmek gibi bir basirete, bir ferasete sahip olursak, hiçbir şey olmaz, ülkemizde, teröre giden bütün yolları ebediyen kapatmış oluruz.

5.- Değerli arkadaşlarım, bu Hükümeti, kamu personel politikasını gözden geçirmeye davet ediyoruz. Yıllarca, bu bölgemiz, kamu personeli için bir sürgün yeri olarak görülmüştür. Devlet, uzun yıllar, en kötü, en sorunlu, cezalı personelle buralarda temsil edilmiştir. Son yıllarda bazı iyileştirmeler gerçekleştirilmiştir; ama, yeterli değil. O halde, devlet, en kaliteli, en bilgili, performansı en yüksek elemanlarla bu bölgemizde temsil edilmelidir. Ancak, buralarda görev yapmanın zorluğunu izaha gerek yoktur. Bu nedenle, en kaliteli personeli, buralarda, yüksek bir moralle istihdam etmek için bazı tedbirler almak gerekir. Onun için de, olağanüstü hal kalktığında, oralarda, memurların, kamu personelinin alacağı tazminat da kalkar endişesine gerek yok. Bununla ilgili bir tasarı, Mecliste, inşallah hemen gündeme gelecektir. O kamu personelinin, o mahrumiyet bölgesinde çalışmasından dolayı, bugün olağanüstü hal varken aldığı bütün ödemeleri ve ödentileri de almasını temin için gerekli her türlü tedbire, Refah Partisi Grubu olarak "evet" demeye hazırız. Bunu da huzurunuzda arz etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, en azından, bu bölgemizde yapılacak yatırımları takvime bağlayan ve kaynakları da gösteren, güneydoğu kalkınma kanunu adı altında bir temel yasa çıkarılmalıdır. Bu konuda, Refah Partisi Grubunun hazırladığı kanun taslağını da, Allah nasip ederse, biraz sonra Hükümet temsilcisine sunacağım. Oradan da, bunun, Meclis gündemine taşınmasını arzu ediyoruz.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; olağanüstü hal kalktığında meydana gelen boşluğu ortadan kaldırmak için alınması gerekli yasal önlemler ne ise, çıkarılması gereken kanunlar ne ise, biz, Hükümetten rica ediyoruz, bunları, derhal Meclisimizin gündemine getirsinler. Biz, Refah Partisi Grubu olarak, geceli gündüzlü çalışıp, Meclis tatile girmeden bu kanunları çıkarmaya varız diyoruz. Ancak, bu kanunlar, alınması gerekli yasal önlemler gerekçe gösterilerek, olağanüstü halin uzatılması gibi bir gerekçeyi kabullenmemiz de mümkün değildir diyor, bunu, şimdiden huzurunuzda ilan ediyoruz. (RP sıralarından alkışlar) Getirin çalışalım. Gerekiyorsa, Meclisin çalışma süresini uzatın, tatilini kısaltın; ama, bu yasaları çıkaralım ve ondan sonra tatile gidelim diyoruz.

Türk Silahlı Kuvvetlerinin istediği, alınması gereken bazı yasal önlemler, çıkarılması gereken bazı kanunlar var; İçişleri Bakanlığımızın ve Hükümetin arzu ettiği değişiklikler var. Bunların hepsi buraya gelsin, tartışalım, müzakere edelim, milletin, memleketin menfaatına olabilecek ne tür yasal önlemler alınması gerekiyorsa, alalım, ne tür yasaların çıkarılması geriyorsa çıkaralım; ama, bir şartımız var. Şartımız ne? Kuşkusuz, bu Hükümetin, getireceği yasalarla, temel hak ve özgürlükleri kısıtlamayacağına zaten öncelikle inanıyoruz; getirilen yasaların terörle mücadele kapsamında gerekli yasalar olduğuna da inanıyoruz; onun için, o çekinceyi koyma ihtiyacını da zaten hissetmiyorum; çünkü, Allah'a hamdolsun, bu milletin otuz yıldır beklediği olmuş ve Refah Partili bir hükümet kurulmuştur ve Allah'a hamdederek söylüyorum, onun getireceği, o Hükümetin getireceği yasaların da, milletimin hayrına olacağına iman ediyorum.

Değerli arkadaşlar, bu bölgede yaşanan problemi, ilmin, aklın, demokrasinin ve tecrübelerin kılavuzluğunda...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Bizi, hiç hesaba katmıyorsun!..

BAŞKAN – Evet, Sayın Bedük'ü dinleyerek...

ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) – İzin verir misiniz?

BAŞKAN – Tabiî, Sayın Bedük'ü de dikkate alarak; buyurun.

ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) – Dinledim; onun için de, Sayın Bedük'e ben şunu söyüyorum: Ben, şu anda, Refah Partisi Grubu adına konuştuğum için, Parti Grubumun, bu hizmete hazır olduğunu zatı âlinize arz ediyorum.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Koalisyon olarak mı?..

ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) – Koalisyon Hükümetinin getireceği tüm bu yasal hazırlıkları aynen destekleyeceğimizi ifade ediyorum. Üstelik, bu meseleyi çözmede de çok daha güçlü olduğumuza inanıyorum; çünkü, bir de, Doğru Yol Partisi gibi, bu ülkenin birlik ve bütünlüğünden yana olduğunu, kurulduğu günden bu yana ve taşıdığı misyon itibariyle, bu ülkede hem deklare etmiş hem ispat etmiş bir partiyle koalisyon ortağı olmanın zevkini de, heyecanını da yaşayarak bütün bunları ifade ediyorum. (RP ve DYP sıralarından alkışlar) Değerli dostum Sayın Bedük de bunu biliyor.

HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) – Yağ yakma!.. Yağ yakma!..

ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, beni, uzun süredir dinleme lütfunda bulunduğunuz için hepinize teşekkür ediyorum. Basında ve kimi medya organlarında çıkan "Refah Partisi, şimdiye kadarki görüşlerinden vaz mı geçti?" gibi sorulara da, herhalde, bu uzunca konuşma süresi içerisinde yeterince ve gerekli cevabı vermiş olduğuma inanıyorum.

Hükümetimizin, olağanüstü hal bölgesinde, insanlık dramına son vermek için yapacağı hayırlı hizmetlere de, şimdiden, Refah Partisi Grubu adına teşekkür ediyorum diyor; hepinizi saygıyla selamlıyorum. (RP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Hatipoğlu, teşekkür ediyorum.

Evet, Sayın Hatipoğlu, ah bib habibeke hevnemma...

Gruplar adına başka söz talebi var mı? Gruplar adına başka söz talebi yok.

Sayın Bakan, Hükümet adına söz talep ediyor musunuz efendim?

İÇİŞLERİ BAKANI MEHMET AĞAR (Elazığ) – Kısa bir açıklama yapacağım.

BAŞKAN – Buyurun efendim.

İÇİŞLERİ BAKANI MEHMET AĞAR (Elazığ) – Sayın Başkanım, saygıdeğer milletvekillerimiz; bir uluslararası anlaşma imzalama mecburiyeti dolayısıyla Cumhurbaşkanlığı Köşküne gittim ve görevi tamamlayıp döndüm. Bu arada, görüşmeleri televizyondan biraz izledim. Aldığım bilgiler çerçevesinde, bazı konulara bir açıklama getirme gereği vardır diye düşünüyorum.

Sayın Hatipoğlu, gayet kapsamlı konuşmasıyla, büyük bir iyiniyet çerçevesi içerisinde, zannediyorum bütün milletvekillerimizin hissiyatını büyük ölçüde aktarır şekilde, problemin, bir an evvel, en makul şekilde çözümü, ilk önce, bölgedeki insanlarımızın ekonomik sıkıntılarının giderilmesi, can güvenliğinin tam manasıyla sağlanması, huzur ve güven ortamının bütün her şekliyle var olması konusunda samimî hissiyatını ortaya koydular; kendilerine teşekkür ediyoruz.

Ancak, bazı konular, ifade etmek gerekirse, terörle mücadele, çok kolay bir olay değil. Onun tabiatından kaynaklanan birtakım sıkıntılar, geçmişten bu yana var olagelmiştir. Belki gelecekte de yapılacak olan bu mücadele içerisinde, bu mücadalenin tabiatından kaynaklanan sıkıntıların olabileceğini hesaba katmak gerekir.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti içerisinde çalışan, hizmet gören hiçbir kamu görevlisi, kendi vatandaşını sıkıntıya sokacak bir icraatın, bir eylemin sahibi olma düşüncesi içerisinde olmaz, olamaz da. Kabul etmek gerekir ki, bu insanlarımızın çektiği sıkıntıların sebebi de, hepimizin kabul ve tespit ettiği gibi, PKK terör örgütüdür. Bu örgütün, dağda, bayırda, şurada burada eylemleri ve adamları olmasa, bugün herkes köyünde, tarlasında, bağında, bahçesinde huzur içerisinde günlük yaşamını devam ettirir olurdu. Devletimiz, bu bölgelere, hiçbir zaman diğer coğrafi bölgelerinden ayrı tutmayarak, Cumhuriyet tarihinin en büyük yatırımı olan GAP başta olmak üzere -ki, şu an bölgede devam eden Silvan Barajı, Kralkızı Barajı, Özlüce Barajı ve Tunceli'de devam eden baraj inşaatları gibi- birçok önemli altyapı tesislerini gerçekleştirme durumundadır. Dediğim gibi, mevzii olarak sağlanmış ve büyük ölçüde sağlanmış güvenlik ortamının getirdiği sonuç itibariyle de bugün, Diyarbakır başta olmak üzere, Egeli işadamlarıyla, müşterek önemli tekstil tesisleri kurulmakta ve daha yenileri de kurulacaktır; böylesine bir kararlılık, böylesine bir irade vardır.

Devletin buraya hizmet getirmek için koyduğu makinesi, teçhizatı, aracı gereci, insanları, her şeyi, fiilî tecavüze, örgüt tarafından uğratılmaktadır. Biliyoruz ki bunun bir tek sebebi vardır: Bölge insanına hizmet gelmesin, bölge insanıyla devlet arasındaki bütün köprüler atılsın; bu sıkıntılar ortaya çıksın ki, bu insanlar dehşet ve korku içerisinde, terör örgütünü, zora dayalı bir destekle destekleme içerisinde olsunlar.

Bunlar, bildiğimiz stratejilerdir; güvenlik güçlerimiz bunun farkındadır ve farkında olduğu içindir ki, bütün yaklaşımlarında, özellikle son dönemlerde, askerî birliklerimiz başta olmak üzere, sağlık muayenesinden tutun, çocuklarının mekteplerindeki malzemelere kadar, gıda sıkıntısı olan yerlerde bizzat kendi karavanalarından kesmek suretiyle, o insanlarımıza yardım etme hevesindedirler.

Ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik zorluklar da malumdur. Bu ekonomik sıkıntının, zaman zaman çok ağır boyutlara varan işsizliğin, sadece bu coğrafi bölgeyle de kısıtlı olmadığını hepimiz biliyoruz.

Bugün, Orta Anadolu'dan Karadeniz'e, İç Batı Anadolu'ya kadar, verimli tarım topraklarımızın az olduğu noktalarda ve arzulanan sanayileşmenin tam olarak kurulamadığı noktalarda bu ve buna benzer sıkıntılar Türkiyemizin her tarafında vardır. Zaten, Hükümet olarak, Parlamento olarak en büyük gayemiz de, bu gelişmişlik farkını ortadan kaldırmak suretiyle, yatırımın daha fazla ihtiyaç olduğu bölgelere öncelik vermek suretiyle, tüm yurdumuzu, tüm vatanımızı kapsayan bir kalkınma hamlesini elbirliğiyle gerçekleştirmek, işsizlik gibi, gerçekten büyük bir afet halini almış bir büyük olayı sona erdirmek, hepimizin müşterek gayesidir.

Bütün bu yapılanlar içerisinde, terör örgütünün yapıp devlete mal etmek istediği veya bu mücadele sırasında, mücadelenin kendi tabiatından kaynaklanan sıkıntılardan birtakım meselelerin, problemlerin çıktığını biliyoruz; ama, bunların hiçbirisinde, elbette ki kötü niyet yoktur. Hepimizin arzusu, bir an evvel, bölgede normal yönetime dönmek suretiyle, gerçekten, insanlarımızın arzu ettikleri her noktada -hangi noktada arzu ediyorlarsa, o bölgede- yerleşmeleri; o bölgede tarım mı, ticaret mi, neyle iştigal etmek istiyorlarsa, o şekilde yaşamlarını sürdürmeleri, kapalı okullarımızın açılmasıyla buradaki yavrularımızın, çocuklarımızın mutlak eğitim imkânına kavuşması, hepimizin, en halisane, en kalpten, en içten gelen temennisidir.

Zaten, Hükümet olarak da, bütün amacımız, ihtiyaç olan kanunların -biraz evvel dile getirildiği gibi- süratle Meclisimizden geçirilmek suretiyle, normal yönetime avdet etmek de, hepimizin, en büyük arzusudur. Yarın yapılacak, Millî Güvenlik Kurulu toplantısında da, bu, geniş boyutlarıyla ele alındıktan sonra, geniş bir perspektif içerisinde, konu, bir defa daha Yüce Meclisin huzuruna getirilecektir ve Yüce Meclisin verdiği karar doğrultusunda, Hükümetimiz, arzu edilen sonuca ulaşma yolunda bütün gayretini gösterecektir; bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın.

Bizatihi, o bölgelerde yaşayan insanların oylarıyla seçilmiş olan bendeniz de, bu işsizliğin, sıkıntının, burada; tarımda olsun, hayvancılıkta olsun, çok önemli temel sektörlerdeki sıkıntıların -her bir arkadaşımız gibi- çok ciddî şekilde farkında olan bir insanım. Bunları gidermek konusunda -zaten, gayretimiz odur, siyasete girmemizin amacı odur- insanlarımıza hizmet etmek, güleç yüzlü, mutlu, huzurlu, çoluk çocuklarının istikbalinden emin yaşamaları konusunda elden gelen gayreti gösterme arzumuzdur. Bunu, inşallah, elbirliğiyle, bu dönem içerisinde gerçekleştirmek bizlere nasip olacaktır diye inanıyorum ve inanıyorum ki, bu çatı altında hizmet yapan, görev yapan bütün milletvekillerimiz, bütün değerli parlamenter arkadaşlarımız da aynı arzu, aynı gayret ve aynı iştiyak içerisinde olacaktır. Devletiyle, milletiyle kucaklaşmış, bütünleşmiş; 60 milyonluk, hatta 65 milyonluk, dünyada, uluslararası platformda söz sahibi olan, kaynaşmış ve bütünleşmiş bir büyük Türkiye'yi, bir dev Türkiye'yi, bu dönem içerisinde, dev adımlarla, kendine yaraşır, yakışır noktalara doğru ulaştıracağımız günler de gelecektir. Bunlar da yakındır; bütün ümidimiz budur, bütün çalışmalarımız ve gayretlerimiz bu yönde olacaktır.

Önümüzdeki hafta içerisinde de, bu takdimimizi, bu şekilde de yüksek huzurlarınıza getireceğiz. Oradaki bütün insanlarımızın acılarını, sıkıntılarını dindirmek, hepimizin temel görevidir ve emin olasınız ki, orada, büyük bir feragat ve fedakârlık içerisinde görev yapan güvenlik güçlerimiz de, belki, bizlerden de daha çok; bizatihi, o sıkıntıları, o acıları, en fazla yaşayan insanlar olarak, hepimizden daha fazla bu gayretin içerisindedirler, bu azim içerisindedirler.

Ben, bu dönem zarfında, bu bütünleşmeyle, bu kenetlenmeyle, bu zor; fakat, Türkiye için hayatî, önemli problemleri elbirliğiyle aşacağımıza olan inancımı, burada, tekraren ifade ediyor, en içten saygılarımı sunuyorum. (DYP ve RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Bakan, teşekkür ediyorum.

Kişisel söz talebinde bulunan arkadaşlarımın isimlerini okuyorum: Sayın Hanefi Çelik, Sayın Orhan Kavuncu, Sayın Esat Bütün, Sayın Recep Kırış, Sayın Hüseyin Yıldız.

Sayın Çelik, buyurun.

HANEFİ ÇELİK (Tokat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmama başlamadan önce, hepinizi, şahsım ve mensubu olduğum Büyük Birlik Partisi adına selamlıyorum.

Bugün görüştüğümüz olağanüstü hal, mutlaka, keyfî olarak alınmış bir karar değildir. Ülkemizin güneydoğusunda vatanımızı bölmeye yönelik, dış destekli, devletimize, devlet güçlerimize ve masum halkımıza yöneltilen saldırılara karşı alınmış bir tedbirdir.

Bu mücadelede şehit olan bütün güvenlik güçlerimize ve bölgedeki masum halkımıza, Cenabı Allah'tan rahmet diliyorum.

Büyük Birlik Partisi olarak, devletin bütünlüğünün, bölünmezliğinin ve üniter devlet yapısının korunması için, her türlü siyasî hesapların üzerinde düşünerek, bu konuda yapılması gereken her türlü fedakârlığa hazır olduğumuzu belirtmek isterim.

Özellikle bir konuyu belirtmek istiyorum: Bölgedeki terörün hiçbir haklılık sebebi yoktur. Ne bölgedeki yoksulluk ne de sunî olarak yaratılmak istenen ırkî temellere dayalı ayrılıkçı düşünceler, bu bölgede terörün olmasını haklı gösteremez.

Yoksulluk, sadece Güneydoğu Bölgemizde mevcut değildir; bütün Anadolu'da ve büyük şehirlerimiz de dahil olmak şartıyla, bütün bölgelerimizde yoksulluk, fakirlik son haddinde vardır ve gecekondularda bile halen, ekmeğe muhtaç insanlarımız vardır. Bu insanlarımız, hiçbir zaman, devlete isyan etmeyi, başkaldırmayı düşünmediler; hatta ve hatta, devletin bütünlüğü için, çocuklarını, doğuda şehit verdiler.

Aynı şekilde, 250 yıllık bir tarihi olan Amerika Birleşik Devletleri, ta Afrika'nın zencisinden Amerika'nın kızılderilisine kadar, hiçbir dil, din, ırk ve kültür birliği bulunmayan yetmişikibuçuk milleti bir araya getirip, bir Amerikan Milletinin varlığından bahsederken; geçmişi kabul etmesek bile, bin yıldır Anadolu topraklarında yaşayan, din birliği, dil birliği, tarih birliği, kültür birliği olan insanları, ayrı bir milletmiş gibi gösterme mücadelesi veriyorlar. Biz, devlet olarak ve millet olarak, bu oyuna gelmeyeceğiz; bu oyunu, mutlaka bozacağız.

Ancak, burada tartışılması gereken şudur: Olağanüstü hal uygulaması, bölgedeki tehlikeyi bertaraf etmekte başarılı oldu mu, olmadı mı? Bunun tartışılması, bunun konuşulması gerekiyor. Bu hal uygulaması, bölgede başarılı olmadıysa, ya yanlış bir uygulama yapılıyor demektir veyahut da, doğru ise, bu uygulamanın takviye edilmesi ve aksak yönlerinin giderilmesi noktasının gündeme gelmesi lazımdır. Burada, konuşulması ve tartışılması gereken olay da budur.

Şu ana kadar bu olayları değerlendirecek olursak, olağanüstü halin başarılı olduğunu tam manasıyla söylememiz mümkün değildir. Her siyasî parti ve devlet yetkilisi, mikrofona geldiği zaman, doğuda bir avuç çapulcunun olduğunu ve en geç bir sene zarfında bunun kökünün alınacağını söylemektedir; ancak, şu, gerçekten unutulmamalıdır ki, doğuda, 15-16 yılı geçen bir olağanüstü hal ve sıkıyönetim uygulaması mevcuttur ve o Sıkıyönetim Yasası içerisinde doğan çocuklar, bu yaşa kadar, olağanüstü hal içerisinde yaşamışlardır.

Biz, ordumuzun gücüne, Silahlı Kuvvetlerimizin gücüne ve güvenlik kuvvetlerimizin gücüne inanıyoruz; ama, buna rağmen, bugüne kadar bir netice alınmadıysa, acaba, bunu engellemek isteyen, bu olağanüstü halin devamından yana olan bazı çıkar odakları mı var sorusu da aklımıza gelmiyor değil.

Bugüne kadar, bölgede, 10 binin üzerinde terörist öldürüldü ve buna yakın güvenlik kuvvetimiz ve masum vatandaşımız şehit edildi; buna rağmen, halen, kesin bir netice alınmış değil. Bizim, Kurtuluş Savaşını 5 bin şehitle kazandığımızı göz önünde bulunduracak olursak ve bu 5 bin şehite karşı da bütün Anadolu'yu kurtardığımızı göz önünde bulundurursak, bu, doğuda verilen mücadelenin, mutlaka, bugüne kadar, tam manasıyla başarılı olmadığı aşikâr olarak ortaya çıkar. Öyleyse, bu olağanüstü halin yanlışlığını kendisinde midir, yoksa uygulamasında mıdır?.. Bunun araştırılması, devletimizdeki otoriteler tarafından, mutlaka, gözden geçirilip netice vermeyen bu uygulamaya ya son verilmesi ya da ıslah edilmesi gerekmektedir diye düşünüyoruz.

Yine, bölgede, kalkınma tamamen durmuş, bölge halkının geçim kaynağı olan hayvancılık bitmiş durumdadır. "Terörle mücadele edeceğiz" diye, millî servet olan ormanlar yakılmakta, köyler, mezralar boşaltılmaktadır. Ekonomimizin içinde bulunduğu güçlükler bilinmesine rağmen, bu, doğudaki uygulamalarla, ekonomimizin beli tamamen bükülmüş ve bu olağanüstü halin getirmiş olduğu büyük külfet de ekonomimizin sırtına yüklenmiş durumdadır.

Değerli milletvekilleri, bölgedeki olayların kaynağı, kökü dışarıda olan siyasî bir kışkırtmadır. Öyleyse, olaya çözüm getirmek için alacağımız tedbirlerde, olaya bu açıdan yaklaşıp, ona göre çözümler getirmeliyiz.

Terör, özel bir olaydır. Öyleyse, terörle mücadele eden insanların da, özel eğitim görmüş insanlar olması lazımdır. Güvenlik güçleri, teröriste karşı sert ve acımasız olurken, masum halkı teröristten ayırıp, ona da, devletin şefkatli elini uzatması gerekmektedir; ama, bu uygulamanın, tam manasıyla yapıldığı kanaatinde değiliz.

Bundan iki yıl önce, sohbet ettiğim o bölgedeki bir vatandaşımıza "niye devletin yanında yer almıyorsunuz" diye sorduğumda "bey, devlet hangisi, onu tanımakta güçlük çekiyoruz" diye cevap verdi ve başından geçen bir olayı şöyle anlattı: Kendi köylerine, değişik aralıklarla dört tane -paşa tabir ediyorlar tabiî- komutan geldiğini söylüyor ve "ilk gelen komutan, çocuklarımıza şeker dağıttı; bir zaman sonra gelen komutan, geldi, köyü topladı, çocuklarımızın, hanımlarımızın önünde, bizi sıra dayağına çekti; arkasından gelen komutan, okullara defter verdi, kitap verdi; bir müddet sonra gelen komutan da, gelip, köyde, yedi içti, sarhoş oldu, ondan sonra da, çocuklarımıza, kızlarımıza, hanımlarımıza lafla sarkıntılık etti" diyor. Şimdi, bu şartlar altında, bu vatandaş, devleti, hangisinin şahsında görecek; şeker dağıtanda mı, kitap verende mi; oradaki vatandaşı sıra dayağına çekende mi, yoksa, çocuklarına sarkıntılık edip, laf atanda mı? Gerçekten, bu sorunun cevabını vermekte, ben de güçlük çekiyorum arkadaşlar.

Bir tarafta, gece-gündüz dağlarda yatıp kalkan ve terörle mücadele edeceğim diye çatışıp can veren güvenlik güçleri; diğer tarafta - ta gazetelere de, medyaya da yansıdığı kadarıyla- eroin kaçakçılığına, uyuşturucuya bulaşmış güvenlik güçleri; yine, öbür tarafta, devletin silahını çalıp, mafyacılık yapan güvenlik güçleri...

Bütün bu olayların da yanlış olduğunu, tahmin ediyorum, devlet yetkililerimiz bileceklerdir. Tabiî ki, buna da "bu, istisna" diye cevap vereceklerini tahmin ediyorum. Mutlaka istisna olabilir; ama, buradaki olay da, gerçekten, geçiştirilecek bir olay değildir; çünkü, oradaki mücadelede verilen bedel, para değil, madde değil, candır, kandır. Öyleyse, özellikle devlet yetkililerimizin, bu bölgede mücadele veren insanlarımızla, güvenlik güçlerimizin seçiminde, eğitiminde daha titiz davranmalarını bekliyoruz.

Değerli arkadaşlarım, tabiî, bu tip aksaklıkları anlatmaya daha fazla devam etmek mümkün; ama, zamanım kısa, o nedenle hepsine değinmek istemiyorum.

Bir de, bunun yanında, özellikle, bölgeden gelen fakslarda, emniyet güçleriyle askerler arasında, yetki kargaşasından doğan bir kargaşa olduğu ve oralara müdahalede, bu yetki kargaşasının da aksatıcı rol oynadığı söyleniyor. Bu konuda da, devletin tedbir almasını istiyoruz.

Doğuda, içte mücadele verilirken, bu konuyla ilgili binlerce şehitimiz kanını akıtırken, bölgedeki ülkelerin de, Türkiyemizdeki terörde büyük etkisi olduğunu hepimiz biliyoruz. Buraya çıkan bütün konuşmacılar da bunu itiraf ediyorlar; fakat, buna rağmen, devlet yetkilileri, bölge üzerinde, bölge ülkeleri üzerinde herhangi bir yaptırıma gitmiyorlar ve hatta, dış ülkelerin yapmış oldukları anlaşmalara, tezgâhlara tabi olmaktan başka bir şey yapmıyorlar.

Hepimizin bildiği gibi, Türkiye'deki PKK terörünün başı Suriye'de yaşamakta, Suriye devlet yöneticileri tarafından kollanmaktadır; ama, buna rağmen, Amerika'nın hazırlamış olduğu plan gereği, Türkiye, Suriye ile su anlaşması yapıyor. Suriye, kendi ülkesi içerisinde bulunan, toprakları içerisinde bulunan Golan Tepelerindeki suları İsrail'e vermek için bir plan yapıyor ve Suriye'nin su ihtiyacının da, Türkiye'den akan sulardan karşılanmasını istiyor.

Değerli arkadaşlarım, düne kadar, İsrail'in bizden su alması isteniyordu, bunun için bile birçok siyasîlerimiz karşı çıkıyorlardı. Şu anda, biz, Suriye'ye su vereceğiz, Suriye, İsrail'e su verecek ve Türkiye'nin suyu, dolaylı yoldan, beleş olarak İsrail'e akacak!.. Bu anlaşmanın da, ne kadar mantıklı ve Türk Milletinin ne kadar çıkarına olduğunu anlamak mümkün değildir. En kısa zamanda, Türkiye'ye karşı düşmanca tavır içerisinde bulunan bu ülkelerle yapılan su anlaşmasının feshedilmesini, iptal edilmesini istiyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun.

HANEFİ ÇELİK (Devamla) – .Değerli arkadaşlarım, bölgedeki olayların dış kaynaklı olduğunu söylerken, yurt içerisinde, o bölgeden göç eden insanların, tekrar, kendi bölgelerine dönmesi için hükümet yetkililerinin çağrısını duyduk.

Mutlaka ki, insanın kendi doğduğu büyüdüğü bölgede yaşaması en tabiî hakkıdır, buna karşı çıkmak da mümkün değildir; fakat, ortada değişen bir şey olmadı arkadaşlar. Dün de orada terör vardı; dün de orada yoksulluk vardı; dün de, o insanlar, tabiatın vahşi şartlarında boğuşup çırpınıyorlardı. Bugün, o insanlar tekrar mezralara döneceklerse... Terör bitmedi, bölgedeki insanların yoksulluğu bitmedi, tabiat şartları değişmedi, bir sürü sosyal imkânlar sağlanmadı... O zaman, insanlar, mezralarına dönünce, aynı şartlarla, aynı zorluklarla tekrar karşılaşacaklar; tekrar, başladığımız yere döneceğiz demektir. Onun yerine, bölgede cazibe köyleri, cazibe bölgeleri kurulup, sosyal yönü gelişmiş bu kentlere, bu insanların yerleştirilmesini; bu mezra ve köylerin de otlak ve yayla olarak kullanılmasını uygun görüyoruz.

Değerli milletvekilleri, son olarak, gözümüzden kaçmaması gereken bir olay var ki, Türkiye'de ne kadar sol dernek varsa, bunlar, hali hazırda, anarşi ve eylem yönünden PKK ile işbirliği yapmış durumdalar. Bugün, sadece Güneydoğuda değil, İstanbul, Ankara, İzmir gibi birçok büyük şehirde, çeşitli sol örgütler ve güneydoğuyla hiçbir ilgisi olmayan insanlar PKK ile ortak eylem yapıyorlar ve onun taşeronluğunu yapıyorlar; bu olayları da Türkiye'nin her tarafına dağıtıyorlar. Olağanüstü hali, Türkiye'nin her tarafına yaymamız mümkün olmadığına göre, yeni bir anlayış, yeni bir strateji geliştirmek zorundayız. Mutlaka ki, bu terörün karşısında devleti savunmasız bırakmak bizim haddimiz değildir. Böyle bir şeyi de hiçbir milletvekilinin düşündüğüne inanmıyorum. Onun yerine -bu, iller kanunu çıkarılıp- devlet güçlerinin daha seri, daha hızlı hareket edeceği bir kanun getirilip, bir an evvel, olağanüstü hal uygulamasının kaldırılıp, Türkiye genelinde, teröre karşı daha etkin tedbirlerin alınmasını istiyoruz.

Hepinize saygılar sunuyorum. (BBP, RP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Çelik, teşekkür ediyorum.

Sayın Kavuncu, buyurun.

ORHAN KAVUNCU (Adana) – Muhterem Başkan, muhterem milletvekilleri; olağanüstü hal, bölge insanına, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından başka bir siyasî kimlik benimsetmek isteyen ihanet şebekelerinin, bölücü terör faaliyetlerine karşı, Yüce Meclisin kabul ettiği bir tedbir olarak uygulanageliyor.

Teröre karşı mücadelenin mantığı, teröristleri yenmektir. Bunun dışında, insan hakları, siyasî çözüm, kültürel tedbirler gibi bazı öneriler, teröristlere taviz olmaktan başka hiçbir mânâ taşımaz.

Terörle mücadelenin, Türkiye'yi teröristleri yenme hedefine götürecek etkin başka yolları bulunmadıkça, olağanüstü hal uygulamasının kaldırılmaması gerektiğini düşünüyorum.

Uygulamadaki hatalar ve yanlışlıklar, kararın yanlış olduğu anlamına gelmez. Burada, arkadaşlarımın ifade ettiği kusur ve zaafların düzeltilmesi gerekir; hatta, müsebbibleri cezalandırılmalıdır.

Benim üzerinde durmak istediğim asıl mesele, işin siyasî ideolojisi ve bölücü terörün dayattığı, ayrılıkçı, siyasî ve kültürel kimlik meselesidir.

Değerli milletvekilleri, Doğu ve Güneydoğumuzdaki Mehmani, Rışvan, Jirki, Badılı, Karakeçili, Berikan gibi irili ufaklı Kırmançi ve Zaza aşiretlerine, Türkten ayrı bir Kürt siyasî kimliği benimsetilmek isteniyor. Bu siyasî kimlik ayrılışına da, sanki Türkiye'de birçok kültürler varmış ve bunlar, Türk kültürünü oluşturan ve ona çeşni katan zenginlikler değilmiş gibi, bir kültürel mozaik dibacesi oluşturulmak isteniyor.

Bütün bunların arkasında, Güneydoğumuzda menfaatlarını sağlama almak isteyen dış güçlerin olduğu kesindir.

Yüzyılların şark politikası uygulanmaya devam ediliyor. Anadolu'da kültürel ve siyasî ayrılıklar meydana getirmek, bu arada, demoralize ve desintegre olmuş bir topluma, uğruna mücadele edecek mukaddesleri olduğunu unutturmak, giderek, sonucu, Büyük Ermenistan ve sözde Büyük İsrail'e, Anadolu topraklarında yayılma imkânı verecek siyasî yapılanmalarla, Anadolu'nun üniter yapısını bozmak... Bu oyuna gelmeye, hakımız dahi yoktur beyler.

Unutulmamalıdır ki, Anadolu tarihi, biz bu topraklara Müslüman olarak gelmeden çok öncesinden beri bir gerçeği yaşamıştır: Anadolu'da tek bir siyasî otoritenin hakimiyeti, bu topraklardan cihanşümul devletler ve medeniyetler çıkarmıştır.

Anadolu'da, ne zaman parçalanma olmuş, birden fazla siyasî otorite ortaya çıkmışsa, istilalar ve yok oluşlar yaşanmıştır. O bakımdan, Osmanlının, önce beyliklerin otoritesine son vererek birlik ve beraberliğini sağladığı, büyüme dönemlerinden bugüne kadar da, yekpare bir eyalet, bir beylerbeylik olarak bütünlüğünü koruduğu Anadolu'yu, böylece muhafaza etmeye mecburuz; çünkü, artık, cihanşümul olmaya mecburuz; çünkü, atalarımızın geliştirdiği ve etrafında bir medeniyet oluşturduğu İslamın evrensel mesajlarına insanlık yine muhtaçtır. Meseleye bakış tarzımızın siyasî boyutu, işte bu temel eksen üzerine oturmuştur.

Meselenin bir de kimlik boyutu var; kültürel ve siyasî kimlik. Bu ikisini birbirinden ayırdetmek, bizim millî tarihimizde çok zordur; çünkü, tarih içinde Türk kimliğinin oluşumu, Türk Milletinin ortaya çıkışı, bir siyasî kimlikle birlikte olmuştur. Daha, insanların siyasal örgütlenmeyi çok ilkel bir şekilde yaptığı tarih dönemlerinde, Türkistan'da yaşayan muhtelif topluluklar devletler kuruyorlardı.

Bu arada antrparantez ifade etmek istiyorum; Türkistan, Asya'nın ortasındaki bir coğrafyanın nomatik adıdır. İngiliz ve Ruslar, bu yüzyılın başlarından itibaren, buraya "Orta Asya" diyerek, bölgenin Türklük ile illiyetini unutturmaya çalışmışlardır. Evet, doğrudur, Asyanın ortasında bir coğrafya vardır; ama, o coğrafyanın adı Türkistan'dır.

O tarihte, o dönemde kâh Kıpçaklar kâh Uygurlar, Oğuzlar, Kırgızlar hangi etnik grup kurarsa kursun, o devlete kendi ismini veya hanedan ismini veriyordu; ancak, o devlet, o devlete dışarıdan bakan müverrihler, yani tarihçiler tarafından "Türkiye", "Türkistan" gibi isimlerle anılıyordu. Hangi etnik grup devleti kurarsa kursun, bölgenin diğer sakinlerini de egemenliği altına alıyordu. Bu "Türk" sözü, işte, muhtemelen bu devlete tabi olan insan topluluklarına verilen bir isim olarak tarihin o dönemlerinde ortaya çıkmıştır. "Türk" sözü, muhtemelen "türük" isminden çıkmıştır. "türük" ismi, çıkık, çatık, yatık, kırık, çizik, yürük gibi fiilden türemiş bir isim ve töreli, töresi olan, törelenmiş anlamlarına geliyor. Töre sözü de ilk Türkçede başlık, miğfer anlamlarına geliyor. Bugün bile, Kazak soydaşlarımız, evine gelen misafiri baş köşeye buyur etmek için "yukarı çık" veya "töreye çık" diyorlar. "Töre" kelimesi sosyal ve siyasî gelişmeye paralel olarak, insanları koruyan, onlara baş olan, örgütleyen bir kurumlaşmayla; yani, devlet kavramıyla iç içe girmiştir. Böylece, töresi olan, bir devlete tabi olan insanlar anlamında Türkistan'da kurulmuş olan devletlerin tebasına "Türk" denilegelmiştir; yani, aziz milletimizin tarih içindeki isim alışı ve oluşumu bu siyasî kimlik etrafında ortaya çıkmıştır. Bu yüzyılın başlarına kadar ve Rusların bütün unutturma gayretlerine rağmen, bugün bile, bir ölçüde, hâlâ Hazar Denizinin doğusundaki, Asya'nın ortasındaki coğrafyaya "Türkistan" denilmesinin sebebi işte budur. Kültürümüzün de bu siyasî kimlik merkezî etrafında oluştuğunu hiç unutmamak gerekiyor. Nitekim, tarih içerisinde, etrafa ve daha çok batıya yayılan atalarımızın kurdukları devlete, eğer tebaası olan halk da aynı siyasî, kültürel kimliği benimsemişse "Türkiye" denilegelmiştir, Mısır'daki Memlûk Devletine "Türkiye" denildiği gibi, 11 inci Asırda, Volga Nehri etrafında, Hazarların, Bulgar Türklerinin kurduğu devlete "Türkiye" denildiği gibi.

Demek oluyor ki, Türk Milleti, tarih içinde, bir ırk esasına dayanmaksızın, aynı devlete mensubiyet şuuru etrafında teşekkül etmiş bir siyasî, kültürel kimlik esasında oluşmuştur. Onun için, ısrarla diyoruz ki, dünyada, ırkçılığa dayanmayacak, nadir milliyetçiliklerden birisi de Türk miliyetçiliğidir.

Bugünkü devletimize, Türkiye Cumhuriyeti Devletine de aynı açıdan bakmak durumundayız. Devletin resmî ideolojisi haline getirdiği "batıcı" anlayışın bütün aykırılıklarına rağmen, bu devletin vatandaşları, bin yıldır aynı siyasî kimliği benimsemiş ve bu siyasî kimlik etrafında, yani "töre" esasında oluşmuş bir kültürel kimliği, ortak bir mensubiyet şuuruyla paylaşmıştır.

Anadolu'da "Türkler ve Türk olmayanlar var", "Türkler ve Kürtler var" gibi sinsi bir mantık oyununu, o yüzden halkımızın bozacağına inancım tamdır. Avşarlar, Farsaklar, Mehmaniler, Karakeçililer, Sarıkeçililer, Rışvanlar bir tarafa, Jirkiler, Akkoyunlular, Karakoyunlular, Beybucaklar, Berikanlar öbür tarafa; Kafkasya'dan göç eden Çerkez, Çeçen, Karaçay, Kumuk, Nogay ve Malkarlar Kafkasya'ya, Balkanlardan gelen Karaman çocukları, Nacakoğulları, Kırım Tatarları ve Kazan Tatarları da kendi memleketlerine dönsün deseniz, Türkiye'de ne kalır, Allah aşkına?..

Demek ki, Türk, bunlardan birisi değil, fakat, bunların hepsidir. Bu etnik gruplar da, Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Sayın Muhsin Yazıcıoğlu'nun ifadesiyle, aynı kilimin desenleridir. Güneydoğuda "Kürt" adı altında toplanan aşiretler, diğer etnik gruplar gibi, Özbek, Kırgız, Kazak, Çeçen, Nogay, Türkmen, Çerkez, Karaçay, Malkar, Tatar, Kumuk ve Başkırt aşiretleri gibi, bu kilimin en mümtaz desenlerini oluşturuyor. Kendini böyle hissetmeyenler, maalesef, bugün, aramızda var. Mücadelemiz bunlarladır. Kürt kardeşlerimizi bunlar kandıramayacaklardır; sebebi gayet açıktır. Avrupalı Türk'ü niçin sevmiyor; kara kaşı, kara gözü, genetik yapısı için mi, yoksa, tarihî tecrübesiyle, İslamın evrensel mesajlarıyla tekrar cihanşümul politikalar uygulayacak bir potansiyeli bizde gördüğü için mi? Elbette ikincisi, elbette Müslüman olduğumuz için Avrupalı bizi sevmiyor. O halde, Türk'ü sevmeyen Avrupalının Kürt'ü sevmesi hiç mümkün müdür arkadaşlar?

Bu topraklarda -son sözlerimi ifade ediyorum- İslamın...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ORHAN KAVUNCU (Devamla) – Selam veriyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Aman efendim, yanlış anlaşılabilir, "bu topraklarda son sözlerimi ifade ediyorum" demek olur mu?.. Devlet, ebet müddet ve ilanihaye bu topraklarda sözlerimizi ifade edeceğiz hep. (Alkışlar)

Buyurun.

ORHAN KAVUNCU (Devamla) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Bu topraklarda İslamın evrensel mesajlarıyla büyüklükler  gerçekleştirdik. Dünya, bugün bu mesajlara yine muhtaçtır ve bu evrensel mesajlarla cihanşümul politikalar geliştirecek potansiyel, tarihî tecrübemizde, atalarımızın bize bıraktığı mirasta vardır. Biz, bu mirasa sahip çıkmak istiyoruz; düşmanlarımız da bu mirası kullanmamıza müsaade etmek istemiyorlar. Herkes, tercihini yapsın.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Kavuncu, teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, olağanüstü hal konusundaki genel görüşme müzakereleri tamamlanmıştır.

Şimdi, gündemin "Seçim" kısmına geçiyoruz.

VII. – SEÇİMLER

A)  KOMİSYONLARDA AÇIK BULUNAN ÜYELİKLERE SEÇİM

1. – (10/1, 14) esas numaralı Meclis Araştırma Komisyonunda açık bulunan üyeliğe seçim

BAŞKAN – Sosyal güvenlik ve Sosyal Sigortalar Kurumu konusundaki (10/1,14) esas numaralı Meclis Araştırma Komisyonunda boş bulunan ve Refah Partisi Grubuna düşen bir üyelik için, Ankara Milletvekili Sayın Ersönmez Yarbay aday gösterilmiştir.

Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Hayırlı olsun Sayın Yarbay.

2. – Kamu İktisadî Teşebbüsleri Komisyonunda açık bulunan üyeliğe seçim

BAŞKAN – Kamu İktisadî Teşebbüsleri Komisyonunda boş bulunan ve bağımsız milletvekillerine düşen bir üyelik için, Tokat Milletvekili Sayın Hanefi Çelik aday gösterilmiştir.

Bağımsızlardan, başka aday olmak isteyen var mı efendim? Yok.

O halde, oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Hayırlı, uğurlu olsun.

IV. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

B)  ÇEŞİTLİ İŞLER

1. – Plan ve Bütçe Komisyonunda bağımsız üyeliklere düşen adaylara ilişkin Başkanlık açıklaması

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Plan ve Bütçe Komisyonunda boş bulunan ve bağımsız milletvekillerine düşen bir üyelik için Ordu Milletvekili Sayın Refaiddin Şahin aday olmuştur. Bağımsızlardan başka aday var mı?

HASAN ÇAĞLAYAN (Çorum) – Adayım.

BAŞKAN – Sayın Hasan Çağlayan da aday olduğuna göre; oy pusulaları bastırılacaktır; o bakımdan, bugün, bu konuda seçim yapmamız mümkün değil; bilahara yapılacaktır.

Sayın Çağlayan'ın adaylığı tescil edilmiştir.

Tabiî, bir de yazılı talepte bulunursanız...

HASAN ÇAĞLAYAN (Çorum) – Teşekkür ederim.

HACI FİLİZ (Kırıkkale) – Formdasınız; seçimi de yapalım.

BAŞKAN – Olur efendim; yapacağız; hiç üzülmeyin...

VII. – SEÇİMLER (Devam)

A)  KOMİSYONLARDA AÇIK BULUNAN ÜYELİKLERE SEÇİM (Devam)

3. – Adalet Komisyonunda açık bulunan üyeliğe seçim

BAŞKAN – Adalet Komisyonunda boş bulunan ve Doğru Yol Partisi Grubuna düşen bir üyelik için, Trabzon Milletvekili Sayın Yusuf Bahadır aday gösterilmiştir.

Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Hayırlı olsun.

4. – Dışişleri Komisyonunda açık bulunan üyeliğe seçim

BAŞKAN – Dışişleri Komisyonunda boş bulunan ve Doğru Yol Partisi Grubuna düşen bir üyelik için, Kastamonu Milletvekili Sayın Haluk Yıldız aday gösterilmiştir.

Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Hayırlı olsun.

5. – Dilekçe Komisyonunda açık bulunan üyeliğe seçim

BAŞKAN – Dilekçe Komisyonunda boş bulunan ve Doğru Yol Partisi Grubuna düşen bir üyelik için, Artvin Milletvekili Sayın Hasan Ekinci aday gösterilmiştir.

Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Hayırlı ve uğurlu olsun.

Sayın milletvekilleri, Dilekçe Komisyonu geçen toplantısında görev bölümünü yapamamıştır. Bu nedenle, Komisyon üyelerinin, 25 Temmuz 1996 Perşembe günü saat 14.00'te kendi toplantı salonunda toplanarak, başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip seçimini yapmalarını rica ediyorum.

Komisyonun toplantı yer ve saati ilan tahtalarına da talik olunmuştur.

Evet, şimdi, gündemimizin "Sözlü Sorular" faslına geçiyoruz.

Tabiî, Hükümetimiz -temsilen- soruları cevaplandırmak üzere hazırsa soruları alacağım; yoksa, gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" bölümüne geçeceğim

Şimdi, sözlü sorulara başlıyorum.

VIII. – SORULAR VE CEVAPLAR

A)  SÖZLÜ SORULAR VE CEVAPLARI

1. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın, KİT ürünlerine yapılan son zamlara ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/58)

BAŞKAN – İstanbul Milletvekili Sayın Dumankaya'nın, KİT ürünlerine yapılan son zamlara ilişkin Başbakandan soru önergesi.

Tabiî, Sayın Dumankaya burada olmadığı için, şansımız yok ki, bu son zamlardan kastı hangi tarihtir; onu öğrenmek mümkün değil.

Sayın Dumankaya?.. Yok.

Sayın Hükümet?.. Yok.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın bakanlar yok efendim...

BAŞKAN – Efendim, grup temsilcilerimiz ne buyuruyorlar?

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Kapatalım.

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Kapatalım efendim.

MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Kanunlara geçelim.

BAŞKAN – Tabiî, kanunlara geçiyoruz.

Şimdi, 1 inci sırada bulunan, Sayın Dumankaya'nın -ben, buradaki işareti fark edemedim; şimdi fark ettim- bu sözlü sorusu, üçüncü birleşimde de cevaplandırılmadığı için, son tadile göre, yazılı soruya dönüşmüştür.

Sözlü sorunun yazılı soruya çevrilmesi demek, Sayın Bakanın yazılı cevap vermesi demektir; dolayısıyla "Sözlü Sorular" faslından çıkarılması demektir; bendeniz de onu ifade etmeye çalıştım.

Sayın grup temsilcilerimiz, "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" bölümüne geçiyorum, grup başkanvekillerinden aldığım işaret üzerine.

Sayın milletvekilleri, gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.

IX. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1. – 926 Sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesine İlişkin 448 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Millî Savunma Komisyonu Raporu (1/215) (S. Sayısı : 23) (1)

BAŞKAN – 926 Sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesine İlişkin 488 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle ilgili tasarının müzakeresine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Sayın Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

2 nci, 3 üncü ve müteakip sıralardakiler için de komisyon yetkililerini arayalım mı sayın grup başkanvekilleri?

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) –  Sayın Başkan, yarına bırakalım.

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Yarına bırakalım.

BAŞKAN – Komisyonlar hazır değil; öyle anlaşılıyor.

Sayın milletvekilleri, kanun tasarı ve teklifleriyle komisyonlardan gelen diğer işleri ve gündemde yer alacak sair hususları görüşmek için, 25 Temmuz 1996 Perşembe günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

(1) 23 S. Sayılı Basmayazı 10.7.1996 tarihli 75’inci Birleşim Tutanağına eklidir.

Kapanma Saati: 17.40

 

 

 

VIII. – SORULAR VE CEVAPLAR (Devam)

B)  YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. – Tekirdağ Milletvekili Bayram Fırat Dayanıklı’nın, Marmara Ereğlisinde 775 sayılı Kanun gereğince tahsis edilen arsalara ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Cevat Ayhan’ın yazılı cevabı (7/972)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın yazılı olarak Bayındırlık ve İskân Bakanı Sayın Mehmet Keçeciler tarafından yanıtlanmasını saygılarımla arz ederim.

                                                                                                     Dr. B. Fırat Dayanıklı

                                                                                                               Tekirdağ

Marmara Ereğlisi (Tekirdağ)’nde son 1 yılda, 775 sayılı Kanun gereğince tahsis edilmiş arsalar;

1. Kimlere?

2. Hangi şartlarla?

3. Ne zaman verilmiştir?

 

                                  T.C.

            Bayındırlık ve İskân Bakanlığı                                                 24.7.1996

        Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği

     Sayı : B.09.0.BHİ.0.00.00.25/2-A/5392

Konu : Tekirdağ Milletvekili B. Fırat Dayanıklı’nın Yazılı Soru Önergesi.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : T.B.M.M.’nin 26.6.1996 gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-2466 sayılı yazısı. (7/972)

Tekirdağ Milletvekili B. Fırat Dayanıklı’nın Bakanlığımıza yönelttiği yazılı soru önergesi, ilgi yazı gereğince incelenmiştir.

Soru 1. Marmara Ereğlisi (Tekirdağ)’nde son bir yılda 775 sayılı Kanun gereğince tahsis edilmiş arsalar;

– Kimlere?

– Hangi şartlarla?

– Ne zaman verilmiştir?

Cevap 1. Bakanlığımızca, Marmara Ereğlisi (Tekirdağ)’nde 775 sayılı Kanun amacında kullanılmak üzere Gecekondu Önleme Bölgesi oluşturulmadığından; son bir yılda herhangi bir arsa tahsisi yapılmamıştır.

Bilgi ve gereğini arz ederim.

                                                                                                            Cevat Ayhan

                                                                                                Bayındırlık ve İskân Bakanı

 

 

TUTANAĞIN SONU