DÖNEM : 20 CİLT : 8 YASAMA YILI : 1
T. B. M. M.
TUTANAK DERGİSİ
82 nci Birleşim
24 . 7 . 1996 Çarşamba
İ Ç İ N D E K İ L E R
I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. – GELEN KÂĞITLAR
III. – YOKLAMA
IV. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) TEZKERELER VE ÖNERGELER
1. – Mısır’a gidecek olan Devlet Bakanı Nevzat Ercan’a, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Bekir Aksoy’un vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/409)
2. – Kütahya Milletvekili Mehmet Korkmaz’ın, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hesaplarını İnceleme Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi (4/64)
3. – Çanakkale Milletvekili Nevfel Şahin’in, (9/1) esas numaralı Meclis Soruşturma Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi (4/65)
4. – Balıkesir Milletvekili Ahmet Bilgiç’in, (9/2) esas numaralı Meclis Soruşturma Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi (4/66)
B) ÇEŞİTLİ İŞLER
1. – Plan ve Bütçe Komisyonunda bağımsız üyeliklere düşen adaylara ilişkin Başkanlık açıklaması
V. – ÖNERİLER
A) SİYASÎ PARTİ GRUBU ÖNERİSİ
1. – Gündemdeki sıralamanın yeniden yapılmasına ve 25.7.1996 Perşembe günü çalışma süresine ilişkin DYP Grubu önerisi
VI. – GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS ARAŞTIRMASI VE MECLİS SORUŞTURMASI
A) GÖRÜŞMELER
1. – Hükümet adına Başbakan Necmettin Erbakan’ın, Olağanüstü Hal konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi üzerine Genel Kurulun 17.7.1996 tarihli 78 inci Birleşiminde açılması kabul edilen genel görüşme (8/3)
VII. – SEÇİMLER
A) KOMİSYONLARDA AÇIK BULUNAN ÜYELİKLERE SEÇİM
1. – (10/1, 14) esas numaralı Meclis Araştırma Komisyonunda açık bulunan üyeliğe seçim
2. – Kamu İktisadî Teşebbüsleri Komisyonunda açık bulunan üyeliğe seçim
3. – Adalet Komisyonunda açık bulunan üyeliğe seçim
4. – Dışişleri Komisyonunda açık bulunan üyeliğe seçim
5. – Dilekçe Komisyonunda açık bulunan üyeliğe seçim
VIII. – SORULAR VE CEVAPLAR
A) SÖZLÜ SORULAR VE CEVAPLARI
1. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın, KİT ürünlerine yapılan son zamlara ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/58)
B) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1. – Tekirdağ Milletvekili Bayram Fırat Dayanıklı’nın, Marmaraereğlisinde 775 sayılı Kanun gereğince tahsis edilen arsalara ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Cevat Ayhan’ın yazılı cevabı (7/972)
IX. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
1. – 926 Sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesine İlişkin 448 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Millî Savunma Komisyonu Raporu (1/215) (S. Sayısı : 23)
I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 15.05’te açılarak dört oturum yaptı.
Birinci ve İkinci Oturum
Adalet Bakanı Şevket Kazan, cezaevlerindeki mahkûmların eylemlerine ilişkin bir açıklamada bulundu; CHP Ankara Milletvekili Önder Sav, DSP İçel Milletvekili M. İstemihan Talay, RP İstanbul Milletvekili Ali Oğuz, ANAP Aydın Milletvekili Yüksel Yalova, DYP İstanbul Milletvekili Hayri Kozakçıoğlu grupları adına, Çorum Milletvekili Hasan Çağlayan da BBP adına aynı konuda görüşlerini belirttiler.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine gidecek olan :
Başbakan Necmettin Erbakan’a, dönüşüne kadar, Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller’in,
Adalet Bakanı Şevket Kazan’a, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Mehmet Altınsoy’un,
Japonya’ya gidecek olan Kültür Bakanı İsmail Kahraman’a dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Abdullah Gül’ün,
Amerika Birleşik Devletlerine gidecek olan Devlet Bakanı Bahattin Şeker’e, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Işılay Saygın’ın;
Vekillik etmelerinin uygun görülmüş olduğuna ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkereleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu.
TBMM’yi temsilen bir Parlamento heyetinin, Dr. Sadık Ahmet’in ölümünün birinci yıldönümü münasebetiyle 24 Temmuz 1996 günü Gümülcine’de yapılacak anma törenine katılmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi ile,
Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının 10 uncu sırasında yer alan 31 sıra sayılı Kanun Tasarısının 3 üncü sıraya, 11 inci sırasında yer alan 32 sıra sayılı Kanun Tasarısının 4 üncü sıraya, 12 nci sırasında yer alan 33 sıra sayılı Kanun Tasarısının 5 inci sıraya, 23 üncü sırasında yer alan 44 sıra sayılı Kanun Tasarısının 6 ncı sıraya, 29 uncu sırasında yer alan 51 sıra sayılı Kanun Tasarısının 7 nci sıraya, 31 inci sırasında yer alan 53 sıra sayılı Kanun Tasarısının 8 inci sıraya, 36 ncı sırasında yer alan 58 sıra sayılı Kanun Tasarısının 9 uncu sıraya alınmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi;
Kabul edildi.
Hükümet adına Başbakan Necmettin Erbakan’ın, Çokuluslu Güç konusunda bir genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi üzerine Genel Kurulun 17.7.1996 tarihli 78 inci Birleşiminde açılması kabul edilen genel görüşmenin kapalı oturumda yapılması istemine ilişkin Hükümet tezkeresi nedeniyle saat 17.58’de kapalı oturuma geçildi.
Yasin Hatiboğlu
Başkanvekili
Ali Günaydın Kâzım Üstüner
Konya Burdur
Kâtip Üye Kâtip Üye
Üçüncü Oturum
(Kapalıdır)
Dördüncü Oturum
24 Temmuz 1996 Çarşamba günü saat 15.00’te toplanmak üzere, birleşime 22.19’da son verildi.
Yasin Hatiboğlu
Başkanvekili
Ali Günaydın Kâzım Üstüner
Konya Burdur
Kâtip Üye Kâtip Üye
II. – GELEN KÂĞITLAR
24 . 7 . 1996 ÇARŞAMBA
Raporlar
1. – Türk Vatandaşlığı Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve İçişleri Komisyonu Raporu (1/460) (S. Sayısı : 62) (Dağıtma tarihi : 24.7.1996) (GÜNDEME)
2. – Bakanlıklar ve Bağlı Kuruluşlarda Atama Usulüne İlişkin Kanuna Bir Ek Madde Eklenmesine Dair Kanun Tasarısı ve Anayasa Komisyonu Raporu (1/489) (S. Sayısı : 63) (Dağıtma tarihi : 24.7.1996) (GÜNDEME)
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 15.00
24 Temmuz 1996 Çarşamba
BAŞKAN: Başkanvekili Yasin HATİBOĞLU
KÂTİP ÜYELER: Kâzım ÜSTÜNER (Burdur), Ali GÜNAYDIN (Konya)
BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 82 nci Birleşimini, çalışmalarımızın hayırlara vesile olması niyazıyla açıyorum.
III. – YOKLAMA
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, ad okunmak suretiyle yoklama yapılacaktır; Genel Kurul salonunda hazır bulunan sayın üyelerin yüksek sesle işaret buyurmalarını rica ediyorum.
(Adıyaman Milletvekili Mahmut Nedim Bilgiç'e kadar yoklama yapıldı)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Adana İlinin yoklamasını yaptık, gördük ki, ekseriyeti var, salonda da zaten çoğunluğun olduğu görülüyor; bu sebeple toplantı yetersayımız vardır.
Gündeme geçeceğim; ancak, gündeme geçmeden önce, İçtüzüğümüzün 71 inci maddesinin amir hükmünü yerine getireceğiz.
Görüşmelere başlamadan önce, 23.7.1996 tarihli 81 inci Birleşimde yapılan kapalı oturama ait tutanak özetinin, İçtüzüğün 71 inci maddesine göre okunabilmesi için kapalı oturuma geçmemiz gerekmektedir.
Bu sebeple, sayın milletvekilleri ile Genel Kurul salonunda bulunabilecek yeminli stenograflar ve yeminli görevliler dışındakilerin salonu boşaltmalarını rica ediyorum ve Sayın İdare Amirlerinden rica ediyorum -ki, hepsi burada görünüyor- ve göreve davet ediyorum.
TBMM İDARE AMİRİ İBRAHİM HALİL ÇELİK (Şanlıurfa) – Sayın Başkan, basına ait olan tarafta seslendirme açık; onu kapatalım...
BAŞKAN – Efendim, hepsini kapatın.
Meclis TV dahil, TRT televizyonu, TRT radyosu, özel televizyonlar; yayın almaya, duymaya, yazmaya, nakletmeye yarayan her türlü araç ve gereç devre dışıdır.
Sayın İdare Amirleri gereğinin yapıldığı hususunda işaret buyursunlar.
Tabiî, kapılarımızın altısı da sayın milletvekillerimize açıktır.
TBMM İDARE AMİRİ İBRAHİM HALİL ÇELİK (Şanlıurfa) – Sayın Başkanım, tamamdır; asayiş berkemal.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 71 inci maddenin gereğini yerine getirdikten sonra; yani, kapalı oturum tutanak özetini okuduktan sonra, açık görüşmelere, kaldığımız yerden başlayacağız. Onun için, çalışmalarımız devam edecektir.
Birinci oturumu kapatıyorum.
Kapanma Saati:15.12
İKİNCİ OTURUM
(Kapalıdır)
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 15.16
BAŞKAN: Başkanvekili Yasin
HATİBOĞLU
KÂTİP ÜYELER:Kâzım ÜSTÜNER
(Burdur), Ali GÜNAYDIN (Konya)
BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 82 nci Birleşiminin
kapalı olan İkinci Oturumundan sonraki Üçüncü Oturumunu
açıyorum.
Görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce, gündemdışı söz vermeyi çok arzu
ediyor olmama rağmen, bugün, programımızın çok yüklü
olması, konuşma sürelerinin de epeyce uzun olması hasebiyle,
gündemdışı söz talebinde bulunan değerli
arkadaşlarıma söz verme imkânım olmadı. Refah Partisi
Grubundan iki sayın üyeye, Doğru Yol Partisi Grubundan bir sayın
üyeye söz verecektim; ama, ifade ettiğim gibi, programın yüklü
olması hasebiyle söz veremedim; anlayışla
karşılayacaklarını umuyorum.
Gündemin "Başkanlığın Genel Kurula
Sunuşları" kısmına geçiyorum.
Cumhurbaşkanlığının tezkeresi vardır;
okutuyorum.
IV. –
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
TEZKERELER VE ÖNERGELER
1. – Mısır’a gidecek olan
Devlet Bakanı Nevzat Ercan’a, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı
Bekir Aksoy’un vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin
Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/409)
22 Temmuz
1996
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşmelerde bulunmak üzere, 23 Temmuz 1996 tarihinde
Mısır'a gidecek olan Devlet Bakanı Nevzat Ercan'ın
dönüşüne kadar; Devlet Bakanlığına, Devlet Bakanı
Bekir Aksoy'un vekâlet etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine uygun görülmüş
olduğunu bilgilerinize sunarım.
Süleyman
Demirel
Cumhurbaşkanı
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Komisyonlardan istifa önergeleri vardır; okutuyorum:
2. – Kütahya Milletvekili Mehmet
Korkmaz’ın, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hesaplarını
İnceleme Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi
(4/64)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Üyesi bulunduğum, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Hesaplarını İnceleme Komisyonundan istifa ediyorum.
Gereğini arz ederim.
Saygılarımla. 24.7.1996
Mehmet
Korkmaz
Kütahya
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Diğer önergeyi okutuyorum:
3. – Çanakkale Milletvekili Nevfel
Şahin’in, (9/1) esas numaralı Meclis Soruşturma Komisyonu
üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi (4/65)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Üyesi bulunduğum, TEDAŞ konusundaki (9/1) Esas Numaralı
Meclis Soruşturma Komisyonundan istifa ediyorum.
Gereğini arz ederim.
Saygılarımla. 24.7.1996
Nevfel
ŞAHİN
Çanakkale
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Diğer önergeyi okutuyorum.
4. – Balıkesir Milletvekili Ahmet Bilgiç’in,
(9/2) esas numaralı Meclis Soruşturma Komisyonu üyeliğinden
çekildiğine ilişkin önergesi (4/66)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Üyesi bulunduğum, TEDAŞ konusundaki (9/2) Esas Numaralı
Meclis Soruşturma Komisyonundan istifa ediyorum.
Gereğini arz ederim.
Saygılarımla. 24.7.1996
Ahmet
BİLGİÇ
Balıkesir
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Sayın milletvekilleri, Doğru Yol Partisi Grubunun,
İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre verilmiş bir grup önerisi
vardır. Önce okutup sonra işleme koyacağım.
V. –
ÖNERİLER
A)
SİYASÎ PARTİ GRUBU ÖNERİSİ
1. – Gündemdeki sıralamanın
yeniden yapılmasına ve 25.7.1996 Perşembe günü çalışma
süresine ilişkin DYP Grubu önerisi
24.7.1996
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Danışma Kurulunun 24.7.1996 Çarşamba günü (bugün)
yapılan toplantısında, siyasî parti grupları arasında
oybirliği sağlanamadığından, Grubumuzun
aşağıdaki önerisinin, İçtüzüğün 19 uncu maddesi
gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.
Saygılarımla. Ali Rıza Gönül
Doğru
Yol Partisi
Grup
Başkanvekili
Öneriler:
24.7.1996 Tarihli Gelen Kâğıtlarda yayımlanan ve
bastırılıp dağıtılan 63 sıra
sayılı Bakanlıklar ve Bağlı Kuruluşlarda Atama
Usulüne İlişkin Kanuna Bir Ek Madde Eklenmesine Dair Kanun
Tasarısının, 48 saat geçmeden, Gündemin Kanun Tasarı ve
Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler
Kısmının 10 uncu sırasına alınması;
25.7.1996 Perşembe günü Genel Kurul çalışmalarının,
gündemin 11 inci sırasına kadar olan kanun
tasarılarının görüşmelerinin tamamlanmasına kadar
uzatılması önerilmiştir.
BAŞKAN – Grup önerisiyle ilgili söz talebi var mı?
OYA ARASLI (İçel) – Sayın Başkan, öneri aleyhinde söz
istiyorum.
BAŞKAN – Grup önerisi aleyhinde, Sayın Araslı, buyurun
efendim.
OYA ARASLI (İçel) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; önerilmekte bulunan kanun tasarısıyla ilgili olarak
Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini açıklamak üzere söz
almış bulunuyorum. Sizleri saygıyla selamlayarak sözlerime
başlamak isterim.
Söz konusu kanun tasarısı, Hükümet, eğer, bir koalisyon
şeklinde oluşmuşsa, 2451 sayılı Kanuna ve diğer
kanunlara göre yapılacak atamalara ilişkin müşterek
kararların Başbakan ve Başbakan Yardımcısı
tarafından imzalanmasını zorunlu hale getirmektedir.
Bugüne kadar geçmiş anayasal yaşantımızı incelediğimiz
zaman, parlamenter rejim geleneğimizde böyle bir uygulamanın
örneğini bulamadığımız sonucuna varıyoruz.
AHMET UYANIK (Çankırı) – Bundan sonra olur.
OYA ARASLI (Devamla) – Böyle bir örnek olmadığı gibi, bu
tür uygulamaların, parlamenter rejimin ruhuyla
bağdaştığını söylemek de oldukça güçtür.
Parlamenter rejimlerde, yürütmenin, yasamaya sorumlu olan kanadı Bakanlar
Kuruludur, Bakanlar Kurulunun başı ise Başbakandır ve
Bakanlar Kurulu, hükümet siyasetinin yürütülmesinden birlikte sorumludur.
Başbakana da, bakanlıklar arasında işbirliğini
sağlamak, Hükümetin genel siyasetinin yürütülmesini gözetmek,
bakanların, görevlerini Anayasaya ve kanunlara uygun olarak yerine
getirmesini sağlamak, gerekirse, düzeltici önlemler alınması
görevi verilmiştir.
Bu çerçeve içerisinde, Başbakanın imzası gereken
müşterek kararları, Başbakan Yardımcısının
da imzalamasını zorunlu kılmak, özellikle,
Anayasamızın öngördüğü Bakanlar Kurulu yapısına uygun
olmayan bir görünümün ortaya çıkmasına yol açacaktır ve
eşit konumda bakanlar arasında ön planda yeri olan Başbakana,
hemen hemen eş konumda bir ikinci unsurun Bakanlar Kurulu yapısı
içerisinde ortaya çıkmasına neden olacaktır. Böyle bir durumu,
Anayasamızın getirmiş olduğu Bakanlar Kurulu modeline uygun
bir yapı olarak nitelendirmek mümkün değildir.
Ayrıca, önümüzdeki kanun tasarısında önerilen ve
parlamenter rejimin geleneğine, Türk siyasal geleneğine ve
Anayasamızda ortaya konulmuş olan Bakanlar Kurulu modeline uymayan bu
yöntem, koalisyon hükümeti anlayışına da ters düşecek ve
büyük bir olasılıkla, koalisyon ortakları arasında
huzursuzluklara, anlaşmazlıklara yol açarak hükümet
çalışmalarında birtakım tıkanıklıklara neden
olacaktır.
Herkesin bildiği gibi, koalisyon, ortaklar arasındaki
uzlaşmaya dayanan bir hükümet etme yöntemidir. Uzlaşma sağlam
zeminlere dayandığı takdirde, zaten ortaklar arasında bir
uzlaşmazlık çıktığı takdirde, bunun çözümüne
ilişkin birtakım sorunlar ortaya çıkmayacaktır. Eğer,
uzlaşma, sağlam zeminlere dayanmıyorsa, zaten, yasa yoluyla
uzlaşmazlığı giderecek birtakım ek mekanizmalar
getirmek, kısa bir süre tıkanıklığı belki
çözecek, belki tıkanmalara yol açacak ve neticede, koalisyonda
birtakım çatlamaların ortaya çıkmasını kaçınılmaz
hale getirecektir.
Bir hususa daha değinmek istiyorum: Bildiğiniz gibi, yasalar,
günübirlik birtakım çözümler getirmezler. Anlaşılıyor ki,
önümüze getirilen bu tasarı, şu anda, Hükümetin, sağlam
uzlaşma zeminleri üzerinde kendisini hissetmemesinden doğan bir
öneridir; ama, yasalar, bugünün koşullarını çözmezler; yasalar, önümüzdeki
günlere de hitap etmek üzere hazırlanırlar ve varsayın ki, iki
ortaklı değil, üç ortaklı, dört ortaklı, beş
ortaklı bir hükümet var; o zaman, birinci başbakan
yardımcısı, ikinci başbakan yardımcısı,
üçüncü başbakan yardımcısı; yani, başbakanın yanında
iki, üç, dört, beş imzaya da mı yer verilecek birtakım
atamalarda uzlaşmazlığı giderelim diye. Bu, parlamenter
rejim mantığının kabul edemeyeceği bir durum; ama,
anlaşılıyor ki, şu anda, görev başında bulunan
Hükümetimiz, aslında, Koalisyonu sağlam zeminler üzerine
oturtamadığının bilinci içerisindedir; yakın
gelecekte, Koalisyon Protokolünden birtakım sapmalar olabileceğini
düşünmektedir; kısaca, ortaklar birbirinden kuşkuludur. Bu
kuşku karşısında da, ileride doğabileceğinden
hemen hemen emin oldukları birtakım sorunlara karşı
kendilerini, birbirleri karşısında güvence altına almak
arayışı içerisindedirler. Önümüzdeki kanun tasarısı,
bu arayışın bir görüntüsüdür ve ne yazık ki, Hükümet,
uzlaşma konusundaki aczini, Türkiye Büyük Millet Meclisini de devreye
sokarak, âdeta, Türkiye Büyük Millet Meclisini kendi düşüncelerine, kendi
emellerine, çıkarlarına alet ederek çözebilmek, sorunları
ortadan kaldırmak arayışları içerisindedir; ama,
değerli milletvekilleri, şu kürsüden, şunu hatırlatmak
istiyorum:
Bu koltuklarda oturan değerli milletvekillerimiz, parlamenter rejim
geleneğiyle, devlet geleneğimizle uzaktan yakından hiç ilgisi ve
uyumu olmayan böyle bir öneri hakkında olumlu oy kullanırlarsa,
maalesef, kendilerini, böyle bir oyuna, böyle bir girişime, Hükümetin
aczini örtmek için bu arayışlara ortak ve alet etmiş konuma
düşüreceklerdir. Bunu yapmayalım değerli milletvekilleri. Devlet
geleneğimize, Anayasa geleneğimize aykırı olan ve
aslında da çıkması düşünülen, korkulan birtakım
sorunları çözmek konusunda hiçbir katkısı ve yardımı
olmayacak böyle bir tasarıya olumlu oy vermeyelim.
AHMET UYANIK (Çankırı) – Verelim, verelim.
OYA ARASLI (Devamla) – Çünkü, hepinizin bildiği gibi, böyle
kanunlarla da, kırk kilit asmaya çalışsanız, eğer,
Koalisyonun ortakları arasında bir uzlaşma yoksa, bu
getireceğiniz çözüm, bir gerçek çözüm olmayacaktır. Koalisyon
hükümetleri, biraz önce de söylediğim gibi, uzlaşma zemini üzerinde
yaşam süreleri devam eden ortaklıklardır. Eğer, bu
uzlaşma zemini varsa, Koalisyon ortakları, birbirinden niye
korkuyorlar; anlaşırlar ve atamaları yaparlar; ama, buna cesaret
edemiyorlar. Çünkü, Koalisyon ortakları biliyorlar ki, gerçekte
aralarında sağlam temellere dayanan böyle bir uzlaşma yok,
birbirlerine karşı kendilerini güvence altına almaya
çalışıyorlar ve biraz önce de söylediğim gibi, bir yasa
çıkarılmasını sağlamak suretiyle, Meclisi, bu
faaliyete ortak ederek, sorunlarına çözüm aramaya
çalışıyorlar; ama, yasa da çıkarsak, tüzük de
çıkarsak, kanun hükmünde kararname de çıkarsak, sorun, aynı
sorundur ve birtakım yasalarla, tüzüklerle, yönetmeliklerle, kanun
hükmündeki kararnamelerle bu soruna çözüm bulabileceğini sanmak da, çok
hayalci olmak demektir; bu konuda gerekli uyarıları yapıyorum.
AHMET UYANIK (Çankırı) – Asıl hayalci sensin!..
OYA ARASLI (Devamla) – Herhangi bir konuda hayal kurduğumu
zannetmiyorum sayın milletvekili; ortada gördüklerim konusunda ve devlet
yaşamının ciddiyetiyle bağdaşan davranışlar
içerisinde olmamız gerektiğini düşünerek ve bir milletvekili
olarak, görevimi gereğini yerine getirmek amacıyla, bu sözleri burada
söylüyorum ve öyle zannediyorum ki, bir Koalisyonda, daha göreve
başladıklarının ayı bile dolmadan, ortaklar,
birbirlerine karşı kendilerini bu yollarla güvence altına almak
ihtiyacını duyuyorlarsa...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Araslı toparlar mısınız...
OYA ARASLI (Devamla) – Selamlıyorum efendim.
BAŞKAN – Selamlayın efendim; buyurun.
OYA ARASLI (Devamla) – ... ortada, hayalcilikle itham edilmeyecek kadar
gerçek kanıtlara dayanan ciddî, sorunlu bir durum vardır.
Beni dikkatle dinlediğiniz için teşekkür eder; saygılar
sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Araslı teşekkür ediyorum.
Başka söz talebi var mı efendim?.. Yok.
Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Öneri kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak
İşler" bölümüne geçiyoruz.
VI. –
GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS ARAŞTIRMASI VE
MECLİS
SORUŞTURMASI
A)
GÖRÜŞMELER
1. – Hükümet adına Başbakan Necmettin
Erbakan’ın, Olağanüstü Hal konusunda genel görüşme
açılmasına ilişkin önergesi üzerine Genel Kurulun 17.7.1996
tarihli 78 inci Birleşiminde açılması kabul edilen genel
görüşme (8/3)
BAŞKAN – Bu kısımda yer alan, Hükümet adına,
Başbakan Sayın Necmettin Erbakan'ın, Olağanüstü Hal
konusunda, Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 102 ve 103 üncü
maddeleri uyarınca bir genel görüşme açılmasına
ilişkin önergesi üzerine, Genel Kurulun 17.7.1996 tarihli 78 inci Birleşiminde
açılması kabul edilen genel görüşmeye başlıyoruz.
Hükümet hazır mı efendim?.. Hükümet hazır.
İçtüzüğümüze göre genel görüşmede ilk söz hakkı
önerge sahibine aittir. Daha sonra -İçtüzüğün 72 nci maddesine göre-
siyasî parti grupları adına birer sayın üye ile Hükümete ve
şahsı adına iki sayın üyeye söz vereceğim; bu suretle
genel görüşme tamamlanmış olacaktır.
Konuşma süreleri, alınan karar gereğince, gruplar ve
Hükümet için 45'er dakikadan -bu süre iki sayın üye tarafından
kullanılabilir- şahıslar için ise 10'ar dakikadan ibarettir.
Sayın Hükümet, önerge sahibi sıfatıyla ve 10 dakika
süreyle söz talebinde bulunuyor. Hükümet adına İçişleri
Bakanı Sayın Ağar; buyurun Sayın Bakan. (RP ve DYP
sıralarından alkışlar)
İÇİŞLERİ BAKANI MEHMET AĞAR (Elazığ)
– Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekillerimiz; malumunuz
olduğu üzere, olağanüstü hal uygulamasının 26 ncı kez
uzatımına dair Türkiye Büyük Millet Meclisindeki oylamanın,
Anayasa Mahkememizce iptal edilmiş olması dolayısıyla, daha
sonra yine Büyük Millet Meclisince 18 Haziran 1996 tarihinden itibaren -31.7.1996
tarihine kadar- 27 nci kez uzatılmıştı ve bu dönemde de,
ihtiyaçlar dolayısıyla 28 inci kez uzatımı için önümüzdeki
hafta Hükümet olarak tekrar huzurunuza geleceğiz.
Demokrasi idaresine alışmış olan toplumları,
Anayasal kurallar içinde dahi olsa, olağanüstü idareler veya farklı
hukuk anlayışı içerisinde yönetmenin zorlukları hepimizin
malumu. Ancak, ülkemizin içinde bulunduğu şartlar, bölgede ortaya
çıkan sıkıntılar dolayısıyla, bugüne kadar, hiç
şüphesiz, bütün hükümetler, bir an evvel normal yönetime geçme arzusunu
taşımış olsalar dahi, mevcut şartlar gereğince
buna imkân bulunamamıştır.
Görülen ve bilinen odur ki, Büyük Millet Meclisimizin bütün değerli
üyeleri, bir an evvel olağanüstü hal uygulamasının bitirilerek,
normal yönetime geçme arzusu içerisindedirler.
Bununla ilgili olarak, güvenlik makamlarımızın,
yapılan değerlendirme toplantılarında, zaman zaman ortaya
koymuş oldukları ihtiyaçlar, yasal anlamdaki bu ihtiyaçlar, üzülerek
ifade etmek lazım ki, bugüne kadar Millet Meclisimizde gerçekleşme
imkânını bulamamıştır. Hepimizin bildiği malum
nedenler dolayısıyla, özellikle son dönemdeki bu gerçekleşememe
süreci, inşallah önümüzdeki dönem içerisinde, Parlamentoda geniş bir
konsensüs içerisinde gerçekleşmek suretiyle, normal yönetime, önce tedricen,
daha sonra da tamamen geçme imkânı olacaktır.
Hiç şüphesiz ki terörle mücadelenin çeşitli boyutları
vardır; psikolojik boyutunu hiçbir zaman ihmal edebilme
imkânımız yoktur. Bütün geçmiş hükümetlerde olduğu gibi,
Hükümetimizde de en önemli anlayış hukuka, demokrasiye ve insan
haklarına bağlı olarak bu mücadelenin, en yoğun ve en etkin
bir şekilde sürdürülmesidir. Devletimizin her kademesinde ve bütün
görevlilerinde hâkim olan anlayış da budur.
Tabiî, bu uygulamayla ilgili olarak, zaman zaman Meclis kürsüsünden
çeşitli eleştiriler gündeme gelmiştir. Elbette, bütün
hükümetler, bunları ciddî bir dikkatle ve değerlendirmeyle takip
etmişlerdir. Bu kürsülerden yapılan değerli eleştiriler
dikkatle incelenmiş ve gereğinin yapılmasına bütün
hükümetlerce gayret edilmiştir. Ancak, gözden ırak tutulmaması
lazım gelen bir konu da, olağanüstü hal ilan edildiğinden bu
yana, o bölgede, her seviyede görev yapan çok değerli kamu görevlilerinin,
çok ciddî ve önemli hizmetlerin de sahipleri olmalarıdır. Bu anlamda,
bölgeye getirilen hizmetleri de büyük ölçüde gözden ırak tutmamak
gereği vardır diye düşünüyoruz.
Ülkemizin güçlenmesi, ülkemizdeki ekonomik gelişimin bütün yurt
sathına dengeli biçimde yayılması, insanlarımızın
dünyadaki bütün ileri demokratik ülkelerde olduğu gibi huzur içerisinde,
Anayasada anlamını bulan temel hak ve hürriyetler başta olmak
üzere, her anlamda güven içerisinde yaşayabilmeleri, hiç şüphesiz,
hepimizin en temel arzusudur; ancak, ülkemizin, sadece bu bölgesinde değil,
bu bölgenin karşı karşıya kaldığı
rahatsızlık dolayısıyla, yurdumuzun her coğrafi
bölgesinde, bütün bunları arzulamayan, aynı derece
sıkıntı ve üzüntüyü hisseden
vatandaşlarımızın varlığı, hepimizin
malumudur.
Ülkemizin, çok önemli kaynaklarını, çok daha verimli, çok daha
rasyonel alanlarda kullanma imkânımız varken, bu bölgede yoğun
bir şekilde tüketilmesi, hepimizi yürekten üzmektedir. Ancak, hiç
şüphesiz ki, devletimizin birliği, bütünlüğü ve özellikle üniter
devlet yapımızın vazgeçilmezliği karşısında
her türlü fedakârlığın, her türlü kaynağın bu noktada
sarf edilmesi konusu da, Cumhuriyet hükümetlerimizin vazgeçilmez tercihi
olduğu açık bir gerçektir.
Burada, bu odakların taşeronluğunu yapan PKK örgütü,
hepimizin bildiği gibi, temel hedef olarak bu bölgede yaşayan
insanlarımıza, bu bölgede yaşayan insanlarımızın
maddî kaynaklarına ve onlara götürülmek arzusu içerisinde olunan
devletimizin kaynaklarına yönelik tecavüz eylemlerini sürdürme çabası
içerisindedir.
1984’ten bu yana gelen, özellikle 1992 yılıyla birlikte artan
bir ivmeyle güvenlik güçlerinin günbegün insiyatif kazandığı ve
o günden bugüne, bütün trendler incelendiğinde, özellikle son dönemlerde,
olaylarda büyük bir azalma ve örgütün, özellikle insan kaynağı
bakımından, büyük bir erimeyle karşı karşıya
kaldığını görüyoruz.
Olay, sadece, yurtiçindeki bu terör odaklarının
kurutulmasıyla doğru orantılı veya paralel olacak olsa, çok
daha az bir süreç içerisinde, çok daha olumlu sonuçlar alabilmek mümkünken,
sınırlarımızın dışında da
-birtakım maddî ve psikolojik anlamdaki desteklerin de yoğunluğu
dolayısıyla- bugünkü süreç içerisinde hâlâ
varlığını idame ettirebilmektedir.
Sözde ateşkes yalanlarıyla ortaya çıkan örgüt, insan
haklarını savunduğunu veya o bölgedeki insanların
haklarını savunduğunu iddia eden örgüt, tam tersine, o bölgedeki
insanlarımızın en kutsal hakkı olan yaşam hakkı
başta olmak üzere, bütün haklarına, gerçek bir tecavüz içindedir;
kaldı ki, o bölgemizin yaşayan insanları, bunun
karşılığında, devlete verdikleri manevî desteğin
yanında, fiilen de köy koruculuğu müessesesiyle birlikte, fiilen de
çoluklarıyla çocuklarıyla, bütün maddî varlıklarıyla,
devletimizin yanında yer almışlardır. Bu insanlar, bütün
sıkıntılarına, bütün zorluklarına, bütün tehditlere,
karşılaştıkları bütün problemlere karşın, bu
fikirleriyle, devletine, onun güvenlik güçlerine vermekte oldukları
destekleri esirgemeksizin devam etmektedirler; kendilerine, buradan,
şükranlarımızı ifade etmek istiyorum.
Bu bölgede, son derece güzel koordine edilmiş bir güvenlik
mücadelesi, bütün varlığıyla sürmektedir. Bu mücadelenin
sınır ötesi boyutları olduğunu da, artık hepimiz
biliyoruz. İhtiyaç hâsıl olan noktada, kanunî lazımeler yerine
getirilmek suretiyle, sınır ötesinde de problem teşkil eden
terör odaklarına karşı, son derece etkin mücadeleler zaman zaman
yapılmış ve son derece de olumlu sonuçlar
alınmıştır.
Hepimizin bilmesi gereken, Yüce Meclisin bütün üyelerinin -biraz evvel,
konuşmamın başlangıcında da söylediğim gibi-
temel arzuları, burada, bir an evvel, olağanüstü hal yönetiminin
kalkarak, normal yönetim tarzına geçilmesidir; ancak, bu geçen zaman
zarfında elde edilen tecrübelerin ortaya koyduğu sonuçlar,
birtakım yasal düzenlemelerin yapılması gereğini ortaya
koymaktadır. Gerek mahalde yapılan değerlendirmeler gerekse bu
işte gerçekten, kahramanca, fedakârca, büyük yük taşıyan
güvenlik güçlerimizin ve yöneticilerimizin, her platformda ortaya
koydukları gibi, İl İdaresi Kanunu başta olmak üzere, Köy
Kanunuyla, geçici köy korucularımızın statülerinin belirlenmesi;
Kimlik Bildirme Kanunu, 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve
Bıçaklar Hakkında Kanunun ötesinde, Türkiyemizin diğer
coğrafî bölgelerine göre çok ağır şartlar altında
görev yapan insanlarımıza sağlanmış olan maddî
birtakım imkânların, olağanüstü halin
kaldırılmasıyla beraber ortadan kalkmaması için
"güvenlik tazminatı" dediğimiz birtakım maddî
imkânların da sağlanacağı diğer yasal
değişikliklerin yapılması gereği vardır.
Bu mesele, baştan beri, partiler üstü bir olay olarak
görülmüştür ve şahsî görüşümüz de Hükümet görüşü de
aynı paraleldedir. Meseleyi, hiçbir siyasî istismara ve polemiğe
meydan bırakmaksızın, sağlıklı bir şekilde
tartışarak ve var olan ulusal bir uzlaşma, ulusal bir
müşterek bakış açısı içerisinde çözmek ve
sonuçlandırmak, her birimizin en halisane temennisidir.
Bu bölgede, bu noktadan sonra, çok ciddî bir şekilde, inisiyatifin
ele geçirilmesiyle beraber, etkin ve tecrübeli donanıma sahip ve bölge
halkıyla daha içten ilişkiler kurma konusunda çok süratli mesafeler
almış olan güvenlik güçlerimizin, bu hâkim olan...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Bakan, süreye ihtiyacınız var mı
efendim?
İÇİŞLERİ BAKANI MEHMET AĞAR (Devamla) – Üç
beş dakika içerisinde toparlayacağım.
BAŞKAN – Daha sonra, bir 45 dakikalık süreniz daha var;
şimdi, bir iki satırla toparlarsanız...
İÇİŞLERİ BAKANI MEHMET AĞAR (Devamla) – Hay
hay; toparlıyorum.
Dolayısıyla, bundan sonraki dönemde, bölgeye yapılacak büyük
bir ekonomik taarruzla -belki, biraz askerî bir deyim oluyor; ancak, böyle
ifade etmek lazım- bir şefkat taarruzuyla bölgedeki
insanlarımızın, bugüne kadar, devletine ve onun güvenlik
güçlerine karşı vermiş oldukları büyük desteğin
alınan olumlu sonuçlarının sonucunda, hayvancılık
başta olmak üzere, petrol ambargosunun kalkması konusunda yürütülen
çok yoğun teşebbüsler vardır. Onun getireceği ekonomik
canlanma, sınır ticaretiyle ilgili bazı düzenlemeler ve burada,
özellikle organize sanayi bölgelerinin kurulmasıyla birlikte ve köye
dönüş projesinin çok ciddî bir şekilde gündeme gelmesi ve 1995
Ağustosundan bu yana 11 bin kişinin dönmesiyle başlayan ve halen
güvenliği sağlanmış olan birimlere, yerlere, insanlarımızın
dönüşü için sağlanan; ama, onların, ekonomik anlamda
yaşamlarını ve rahatlıklarını temin etme
anlamında oluşturulan yeni kaynaklarla desteklenmeleriyle birlikte,
bölgede, daha farklı bir havanın, daha farklı bir
yaşamın havasının teneffüs edileceğini, inşallah,
hep birlikte, yakın zaman içerisinde göreceğiz.
Hepimizin -toparlıyorum- temel görüşü, hiç şüphesiz ki,
bir an evvel, Yüce Meclisimizce, bu yasal düzenlemelerin, seri biçimde ortaya
çıkarılarak, normal yönetime hızla -belki önce tedricen; ama,
sonrasında çok kısa bir dönem zarfında da- tamamen geçilmesi
konusunda müşterek bir görüşümüz vardır, temennimiz vardır.
Çok basit bir örnek vermek gerekirse, GAP projesinin süratle gündeme gelmesiyle
birlikte, daha önceleri sokağa çıkılmayan, büyük problemler içerisinde
olan Diyarbakır başta olmak üzere bölgede tekstil konusunda ciddî
gelişimler sağlanmıştır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Evet, buyurun efendim.
İÇİŞLERİ BAKANI MEHMET AĞAR (Devamla) –
Sayın Başkanım, bitiriyorum.
Sayın parti sözcülerimizin daha sonraki açıklamaları
çerçevesinde, ihtiyaç olan noktalarda tekrar açıklama yapmak üzere,
teşekkürlerimi ifade ediyor, saygılar sunuyorum. (DYP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Bakan, teşekkür ediyorum.
Gruplar adına söz talebi şu ana kadar gelmedi ve kişisel
görüşmelere geçeceğim ve kişisel söz talebinde bulunan
sayın üyeleri davet edeceğim.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Doğru Yol Partisi Grubu adına,
Sayın Hayri Kozakçıoğlu konuşacaklar.
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Refah Partisi Grubu adına, Ömer
Vehbi Hatipoğlu konuşacaklar.
BAŞKAN – Efendim, Sayın Hatipoğlu, sizden duymak isterim.
ÖMER VEHBİ HATİBOĞLU (Diyarbakır) – Evet efendim.
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Bizim sözümüz geçmiyor mu Başkan?!
BAŞKAN – Teyiden efendim.
Buyurun Sayın Kozakçıoğlu.
DYP GRUBU ADINA HAYRİ KOZAKÇIOĞLU (İstanbul) –
Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi
saygılarla selamlıyorum. Ben, Doğru Yol Partisi Grubu
adına, olağanüstü halin uzatılmasıyla ilgili olarak,
Hükümet teklifi konusunda, görüşlerimizi, sizlere sunmaya çalışacağım.
Bildiğiniz gibi, olağanüstü hal konusu, Türkiye Büyük Millet
Meclisinde pek çok kez konuşuldu ve bu konuda, grupların ve
sayın milletvekillerinin görüşleri pek çok kez dile getirildi. Bu
nedenle, ben, mümkün olduğu kadar tekrardan kaçınarak, ancak,
yaşadığımız olayın önemini de gözardı
etmeden, görüşlerimizi sizlere takdime çalışacağım.
Dün, cezaevleri konusunda ifade etmeye
çalıştığım gibi, terör olayını, hepimizin,
çok iyi ve ciddî incelemesi lazım; terör olayındaki unsurları ve
terör olayının yaratılmasındaki çizgiyi birlikte
incelememiz lazım. Ülkemizde, terör yaratmak isteyen grupların,
örgütlerin, kişilerin amacı nedir? Özellikle Güneydoğu Anadolu
Bölgesinde terör yaratmak isteyen grubun amacı, Türkiye Cumhuriyetini
bölmek, Türk vatanını parçalamak ve böldüğü bu vatan
parçası üzerinde, komünist esasa dayalı ayrı bir devlet
kurmaktır; bunu, kendi belgelerinde, kendi dokümanlarında açıkça
ifade etmişlerdir.
Şimdi, bu terör örgütü, niyetini açıkça ortaya koyarken, bu
noktaya nasıl gelmiştir? Önce, genel terör örgütlerine bakalım:
Genel terör örgütü, böyle bir niyeti ortaya koyduktan sonra, önce
örgütlenmesini tamamlar. Örgütlenmesini tamamlarken, bir taraftan da, militan
yetiştirmek amacıyla, niyetine uygun şekilde siyasî eğitim
yapar, siyasî eğitim programları düzenler, daha sonra da,
silahlı eğitimden geçirir elemanlarını. Böylece, siyasî
eğitim ve silahlı eğitim görmüş elemanları eyleme
hazırdırlar.
Şimdi, terör örgütleri eylemlerini de iki ana gruba bölebiliriz.
Bunlardan birincisi silahsız propaganda, diğeri silahlı
propaganda. Silahsız propaganda, hepimizin bildiği gibi, bu niyetini
-bölme niyetini- pek çok yerde, belgeyle, afişle, yazıyla, sözle
anlatabilmektir; ancak, bu, yeterli değildir. Bu, yeterli
olmadığı için de, terör örgütü, silahlı propaganda yoluna
geçer; yani, pek çok gruplara, pek çok masum insanlara, pek çok görevlinin
üzerine silahla saldırır.
Terör örgütü hangi grupların üzerine gider; her şeyden önce,
bölge halkının üzerine gider; çünkü, bölge halkının
kendisini desteklemesini ister, bölge halkının kendisinin
karşısında olmamasını ister.
Terör örgütünün 3 aylık, 5 aylık bebelere; 70
yaşındaki, 80 yaşındaki kişilere bomba
atmasının amacı, yıldırma politikasını
gerçekleştirmek, böylece insanların kendisinin
karşısında olmasını önlemektir.
Terör örgütünün emekli olmuş, ayrılmış,
köşesine çekilmiş kamu görevlilerine saldırmasının
amacı, görevde bulunanları da terörle mücadeleden
alıkoymaktır. İşte, bunun adı, terör literatüründe,
silahlı propaganda yöntemidir.
Güneydoğu Anadolu Bölgesine baktığımızda, bu
bölgedeki terör örgütü, hem silahlı, hem de silahsız propaganda
yöntemini uygulamaktadır.
Şimdi, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde, bildiğimiz gibi,
terör örgütü, ilk defa ismini 1978 yılında ortaya koymuştur ve
1980'e kadar kanlı eylemlerini gerçekleştirmiştir. 12 Eylül 1980
Harekâtıyla, terör örgütünün büyük bölümü, özellikle yönetici ve lider
kadrosu yurtdışına kaçmıştır ve herkesin
bildiği gibi, Bekaa Vadisinde, kendisine tahsis olunan kamplarda 4
yıl süreyle hazırlık yapmıştır. Bu dönem
içerisinde, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde sıkıyönetim
uygulaması vardır. Terör örgütü, 15 Ağustos 1984 tarihinde,
Şemdinli ve Eruh ilçe merkezlerini basmak suretiyle, silahlı
propagandaya; yani, fiilî olarak tekrar terör eylemlerine
başlamıştır, 1987'ye kadar bu bölgede sıkıyönetim
devam etmiştir.
Şimdi, zaman zaman, bölgede sıkıyönetim niye uzadı,
ondan sonra, olağanüstü hal niye uzadı diyoruz. Arada şu cümleyi
koymak istiyorum: 1984 yılında, 1983 yılının
sonlarında, Türkiye'nin pek çok bölgesinde de sıkıyönetim
vardır. Eğer, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde, terör örgütü,
yurtdışından gelip, Şemdinli ve Eruh'u basmamış
olsaydı, o bölgede terör olaylarını, silahlı olayları
başlatmamış olsaydı, belki, Güneydoğu Anadolu
Bölgesinde de, yurdun diğer köşelerinde olduğu gibi, bir süre
sonra sıkıyönetim kalkabilirdi; önce olağanüstü hale geçilir,
sonra kalkabilirdi; ama, 1984'ün 15 Ağustosuyla birlikte, terör örgütü
silahlı eylemini başlattı. Hemen akabinde de hepimizin
bildiği gibi, hepimizi üzen, yürekler yakan köy baskınları
başladı; çünkü, o bölgedeki köylü vatandaşımız, o
bölgenin insanı terör örgütünü desteklemiyordu, terörle beraber
değildi; terör örgütü, onları yıldırmak için köy
baskınlarına başladı; yani, sıkıyönetimin
kalkmaması ve 1987'den sonra olağanüstü halin devamında, o
bölgedeki terörün bitmemesinin büyük nedeni vardır; o bölgedeki
insanlarımızın, dağda yaşayan köylümüzün korunma
amacının esas nedeni vardır. Bu nedenle, terörle mücadele,
bugüne kadar, o bölgede sürdürülmüştür.
Şimdi, baştan da söylediğim gibi, terör yaratmak için
özel bir gayret gerekiyor, özel bir düzenleme gerekiyor; terörle mücadele için
de özel düzenleme gerekir. Terör suçunu, basit bir diğer suçla aynı
kefeye koyamayız. Bir toprak ihtilafı, bir namus
anlayışı, bir kan davası sonucunda işlenen suçlarla
terör suçları bir değildir; mücadelesi de aynı şekilde
yapılamaz; onlara karşı konulacak tavır da aynı
şekilde değildir. Bu nedenle, terörle mücadelede, devlet güvenlik
güçlerinin özel olarak hazırlanması, terörle mücadele eden sivil veya
üniformalı devlet güvenlik güçlerinin eline, diğer bazı yetkilerin
de verilmesi gerekmektedir.
Nitekim, Anayasamız, 119, 120 ve 121 inci maddelerinde bu
özelliği kabul etmiştir. Bu özelliğe göre,
sıkıyönetime geçmeden olağanüstü hal ilan edilebileceğini
belirtmiş ve bunun bir kanunla düzenleneceğini söylemiştir. Bu
nedenle, bir Olağanüstü Hal Kanunumuz vardır ve bu nedenle,
Anayasanın 121 inci maddesine göre çıkarılmış ve o
bölgede uygulanan kanun hükmündeki kararnamelerimiz vardır; yani, terörle
mücadele için, oradaki yetkililerimizi teçhiz etmek, yasal olarak donatmak ve
takviye etmek, esasında Anayasayla zaten kabul edilmiştir ve buna
dayalı olarak da mevzuatlar düzenlenmiştir.
Bugüne kadar o bölgede terör niye bitmemiştir, terörün çizgisi
nasıl gelişmiştir? Sayın milletvekilleri, olayın
içerisinde yaşayan bir kişi olarak ve tamamen objektif bir
görüşle şunu arz etmek istiyorum. 1987'de başlayan
olağanüstü hal uygulamasının sonunda, 1988'de belirli bir mesafe
kaydedilmişken, bir şanssız olay
yaşanmıştır: Irak yönetimi, Kuzey Irak'ta yaşayan ve
etnik bakımdan Kürt kökenli olan Irak vatandaşlarına
saldırmıştır ve bu saldırının sonunda,
Irak'ın topçu ateşinden, Irak askerinin önünden kaçan 80 bin Kuzey
Iraklı, Türkiye Cumhuriyeti sınırlarına
sığınmış; bunlardan 50 bin kişi, akraba bağlılıkları,
aşiret ilişkileri nedeniyle İran'a geçmiş ve 30 bin
kişi, 35 bin kişi Türkiye'de kalmıştır.
Bu olay, 1988 Ağustosunda cereyan etti ve daha sonra, bu
sığınan kişileri misafir kabul ettik. Bu
sığınan kişiler için Kızıltepe'de,
Diyarbakır merkezde ve Muş merkezde kamplar tesis ettik. Ancak, bunun
sonunda karşımıza şöyle bir tablo çıktı: Kuzey
Irak'ta, genişliği 15 ilâ 30 kilometre arasında
değişen, boydan boya boş bir bant çıktı, insandan
arındırılmış, Irak köylüsünden temizlenmiş bir
bant çıktı. Daha önce Bekaa Vadisinde, Helve Kampında ve
civarında bulunan PKK örgütü, işte 30 kilometre
genişliğindeki bu bölgeye sızmaya başladı ve
yurtiçinden kaçırdığı gençleri buralara taşımaya
başladı; diğer bir tabirle, buralarda, kamplar teşkil
edilmeye başlandı. Bu, bence, terör konusunda,
dışarıdan yapılan en büyük desteklerden bir tanesiydi;
terörle mücadelede, bizi, en büyük sıkıntıya sokan olaylardan
bir tanesiydi. Hudut güvenliği kalmadı; pek çok silah, araç gereç
Türkiye'ye girdi ve mücadele daha zorlaştı.
Mücadele bu şekilde devam ederken, 1991 yılında, yine,
terörle mücadele konusunda, daha büyük ve talihsiz bir olayla
karşılaştık: Körfez krizi sırasında, Irak
yönetimi, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Irak'a girmesinden korkuyordu ve Türk
Silahlı Kuvvetlerine karşı kullanmak üzere, PKK militanlarını
topladı; PKK militanlarını eğitti ve kendi
karakollarının etrafına, Irak askerleriyle beraber
yerleştirdi. Hepimizin bildiği gibi, Körfez krizi sonucunda Irak
mağlup oldu ve Irak askerleri, Kuzey Irak'tan da çekildiler.
İşte, daha evvel, PKK militanlarıyla beraber olan, onları
silahla destekleyen Irak ordusu, çekilirken, o bölgede, Türk Silahlı
Kuvvetlerinin muhtemel bir harekâtına karşı kullanmak üzere stok
ettiği bütün ağır silahları PKK militanlarına
bıraktı ve gitti. İşte, ondan sonra, PKK'nın elindeki
silah gücü arttı; ondan sonra, PKK, ağır silahlara kavuştu
ve o bölge de boş kalınca, terörle mücadelede, devlet güvenlik
güçleri daha zor şartlarla karşılaştılar.
İşte "o bölgede, terör, yıllardan beri niye bitmedi;
bu konuda, niye pek çok şehit veriyoruz" sorusuna karşı
-tabiî verilecek başka cevaplar da vardır; ama-
dışarıdan gelen, özellikle Irak kesiminden, Irak yönetiminden
gelen en büyük desteklerden bir tanesi budur diyebiliriz. Bu nedenle, hâlâ,
zaman zaman, Türk Silahlı Kuvvetleri, Kuzey Irak'a girerek, 1988 ve 1989
yılından beri orada tesis edilmeye çalışılan terörist
kamplarını ortadan kaldırmaya uğraşmaktadır. Dün
de burada ifade edildi; hâlâ, o bölgede, 3 500 civarında PKK militanı
bulunmaktadır.
Bu nedenle, o bölgede, terörle mücadelenin coğrafi zorlukları
vardır; hudut dışı zorlukları vardır ve bugüne
kadar, bu işte en alt seviyeye gelinmemesinin nedenlerinden bir tanesi de
budur.
Biraz önce söylemeye çalıştığım gibi, terörle
mücadelede, araç gereç ve silahın yanında, mutlaka, bununla mücadale
eden görevlilerin yasal olarak da takviye ve teçhiz edilmesi gerekir.
İşte, Anayasamızın 121 inci maddesine göre
çıkarılan kanun hükmündeki kararnamelerle bu noksanlık
giderilmeye çalışılmıştır. Bu noksanlık
nasıl giderilmeye çalışılmıştır; o bölgede,
bölge valiliği kurularak, terörle mücadele eden devlet güvenlik güçleri
arasında koordinasyon sağlanmaya
çalışılmıştır. O bölgede, bölge valiliği
koordinasyonu altında, istihbarat üniteleri arasında birlik ve
beraberlik sağlanmaya çalışılmıştır. Bunun
yanında, terörle mücadelenin önemli desteklerinden bir tanesi olan adlî
mercilere -yani, güvenlik güçlerine, polise, ve jandarmaya değil-
soruşturma ve kovuşturmalarda imkân sağlayan, kolaylık
sağlayan yasal düzenlemeler yapılmıştır. Bölgede görev
alan kamu personelinin rizikolu görevlerine karşılık maddî
açıdan desteklenmesi, bu kanun hükmündeki kararnamelerle sağlanmaya
çalışılmıştır.
Şimdi, zaman zaman, olağanüstü hal, artık daha fazla
uzatılmasın diye düşünüyoruz...
BAŞKAN – Sayın Kozakçıoğlu, bir dakikanızı
rica edeyim.
Sayın Bakan, tahmin ediyorum saat 17.00 civarında sayın
Hükümete sıra gelebilecek...
İÇİŞLERİ BAKANI MEHMET AĞAR (Elazığ)
– Burada olacağım.
BAŞKAN – Peki.
Buyurun.
HAYRİ KOZAKÇIOĞLU (Devamla) – Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
...Olağanüstü halin daha fazla uzatılmasına, biz de grup
olarak taraftar değiliz; ancak, biraz önce söylediğim gibi, tamamen
özel nitelikte olan bu mücadelede başarıya ulaşabilmek
zorundayız, sonuca gidebilmek zorundayız. Bugüne kadar, binlerce
vatandaşımız o bölgede hayatını kaybetti, masum
köylülerimiz, insanlarımız hayatını kaybetti, pek çok vatan
görevlisi, vatan çocuğu görev başında şehit oldu; o
bölgede, ekonomik açıdan, sosyal açıdan insanlarımız büyük
zararlar gördüler.
Şimdi, terörle mücadelede belirli bir noktaya gelmişken,
eğer, burada, bir zaafa kapılırsak, bu mücadelenin dozunu
düşürür veya kaçırırsak, bu terör, daha büyük boyutlarda bizim
karşımıza çıkacaktır. Bu nedenle, terörle mücadelenin
temposunu, terörle mücadelenin hızını kaçırmamamız
gerekmektedir. Bunun için de, yasal düzenlemelerin veya o bölgede görev yapan
tüm görevlilere verilecek yasal imkânların en iyi şekilde ve aynen
devam etmesi gerekir.
Şimdi, şöyle bir şey düşünelim: Şu anda karar
aldık, olağanüstü hali kaldırdık. Olağanüstü hali
kaldırdığımız andan itibaren, o bölgede iç güvenlik
hizmeti gören ve gerçekten, terörle canla başla mücadele eden,
şehitler veren Türk Silahlı Kuvvetlerinin, iç güvenlik
harekâtında eli kolu bağlanacaktır; Türk Silahlı
Kuvvetleri, terörle mücadelede büyük engellerle
karşılaşacaklardır; o bölgede görev yapan
savcıların, o bölgede görev yapan devlet güvenlik mahkemesi
hâkimlerinin soruşturmalarında büyük farklılıklar
olacaktır; süreler değişecektir. Bu nedenle, işin, hem
mücadele hem de yargı safhasında büyük sıkıntılar
olacaktır.
Şimdi, bizim için esas olan, terörle mücadeledir; bizim için esas
olan, terörün bitirilmesidir. Olağanüstü hal, bir şekildir. Biz,
şekle bağlı kalır da, esası unutursak, esası
kaybedersek mücadelede büyük zafiyet veririz. Bu nedenle, olağanüstü halin
kaldırılmasıyla birlikte ortaya çıkacak olan yasal
boşluğun mutlaka doldurulması gerekmektedir. Bu yasal
boşluğu doldurduktan sonra, tabiî ki, olağanüstü hal kalkabilir.
Yasal boşluğun doldurulması da, bu ihtiyacı
karşılayacak olan bir il idaresi kanunu ve diğer, benzer, buna
ek yasal düzenlemelerin yapılmasını gerektirmektedir. Bugüne kadar,
bu yasal düzenlemeler yasa haline getirilerek, bu tasarılar Meclisimizden
geçirilememiştir. Bu nedenle, bence, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, esas
konuyu göz önüne alarak tekrar düşünmesi, tekrar değerlendirme
yapması gerekmektedir. Aksi takdirde, bugüne kadar akan şehit kanlarının
anlamında büyük zafiyetler ortaya çıkarırız.
Ben, bu uğurda mücadele veren, ister köy korucusu olsun unvanı
ister sade vatandaş olsun, köyünde oturan insan olsun, Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu olsun,
emniyet mensubu olsun, bu konuda şehit olan, hayatını veren çok
değerli vatan evlatlarını rahmetle anmak istiyorum; gazilerimize
bundan sonraki yaşantılarında sağlık ve mutluluklar
dilemek istiyorum; çünkü, bu ülkenin birliği ve beraberliği için
uğraş vermişlerdir. Bu ülkenin birliği ve beraberliği
için en büyük uğraş veren de o bölgenin insanıdır. O
bölgenin insanı, teröristle beraber olmamıştır, o bölgenin
insanı terörü desteklememiştir.
Zaman zaman hep beraber şikâyet ediyoruz, köylerdeki
insanlarımız, geldi, şehirlerde sıkıntı çekiyor
diye. Evet, bu sıkıntıyı çekiyorlar, o sıkıntıya
hiç gönlümüz razı değil; ancak, o sıkıntıyı göze
alan insanımızın gösterdiği davranışın bir
tercümesi var; ben devletle beraberim diye aşağıya iniyor, teröristle
beraberim dese dağa çıkardı. O bölgenin insanı dağ
yerine şehri, silah yerine barışı istediği ve
arzuladığı için şehre inip, tarlasını,
ocağını terk ederek devletle beraber olduğunu gösteriyor. O
bölge halkının gösterdiği bu fedakârlığı
yarıda bırakamayız, o bölge insanının gösterdiği
bu fedakârlığın boşa gitmesine göz yumamayız. Bu
nedenle, bir süre daha dişimizi sıkmamız gerekiyor.
Yasal düzenlemeler bu Parlamentonun elindedir. Bu Parlamento, bu yasal
düzenlemeleri yapıncaya kadar, orada hayatını ortaya koyarak
görev yapan devlet güvenlik güçlerini, bu güçten, bu destekten mahrum
bırakamayız. Bu nedenle, biz, Doğru Yol Partisi Grubu olarak,
bir taraftan olağanüstü halin kalkmasını isterken, bir taraftan
da terörle mücadelede istenilen sonuca ulaşılabilmesi için, mutlaka,
yasal düzenlemeler yapılıncaya kadar destek vermenin bir vatan görevi
olduğunu, bir vatan borcu olduğunu kabul ediyoruz.
Bu arada, hemen, şunu da ilave etmek istiyorum: O bölge
halkının bugüne kadar gördüğü sıkıntıları,
artık, hafifletmek, ortadan kaldırmak da, yine, bu devleti
yönetenlerin görevidir. O bölgenin genci de, güleryüzle, koşa koşa
okuluna gidebilmelidir, yükseköğrenimine gidebilmelidir. O bölge
insanının ayağına da her türlü sağlık hizmeti,
eğitim hizmeti, kültür hizmeti gidebilmelidir. O halde, terörle mücadeleyle
birlikte, o bölgeye gidebilecek olan hizmetlerin de gitmesi konusunda, Türkiye
Büyük Millet Meclisinde bulunan bütün parlamenterler ısrarlı
olmalı, görev alan bütün yetkililer, bunu, birinci görev olarak kabul
etmelidir. Bunu yaptığımız an, bence, o bölge insanına
karşı olan, bırakın yasalı, vicdanî görevimizi yerine
getirmiş olacağız. Ben, inanıyorum ki, bu görevi yerine
getirmekte, bu değerli Meclisin her milletvekili kararlıdır,
inançlıdır.
Beni dinlediğiniz için çok teşekkür ediyorum, saygılar
sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Kozakçıoğlu, teşekkür ediyorum.
Sayın Kozakçıoğlu, efendim, zatı âliniz,
konuşmanıza "olağanüstü halin uzatılmasıyla
ilgili olarak Hükümet teklifi" diye başladınız. Bu,
olağanüstü halin uzatılmasıyla ilgili teklif ya da tezkere
değil; bu, Sayın Başbakanın, olağanüstü hal hakkındaki
genel görüşme talebinin görüşülmesiydi. Şu açıdan
düzeltiyorum: Biliyorsunuz, tezkerelerin bir neticesi var; oylanması
lazım; lazım ül icra bir belge ve bir karar çıkar. Halbuki,
genel görüşmelerde, zatı âlinizin de çok iyi bildiği gibi, Yüce
Kurulu bilgilendirme söz konusudur. Bunu düzeltmiş olalım birlikte.
Teşekkür ediyorum.
HAYRİ KOZAKÇIOĞLU (İstanbul) – Tabiî efendim...
Bir sürçülisan olmuş; çok teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Refah Partisi Grubu adına, Sayın Ömer Vehbi
Hatipoğlu. (RP sıralarından alkışlar)
RP GRUBU ADINA ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Diyarbakır) –
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan
olağanüstü hal ile ilgili olarak Refah Partisi Grubunun görüşlerini
arz etmek üzere huzurunuza gelmiş bulunuyorum; şahsım ve grubum
adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bugün, burada,
Türkiye'nin en önemli meselelerinden birini müzakere ediyoruz. Müzakere
ettiğimiz konu, bir yandan ülkemizin birlik ve bütünlüğünü
ilgilendirmekte, öte yandan onbinlerce insanın hayatına mal olan bir
yarayı nasıl tedavi edeceğiz sorusunu gündeme
taşımaktadır. Acaba bundan daha önemli bir memleket, bundan daha
önemli bir devlet meselesi var mıdır diye sormak ihtiyacını
hissediyorum. Eğer olağanüstü hal ve terör veya güneydoğu sorunu
bir devlet meselesi değilse, genel görüşmeye konu olabilecek bir
sorun değilse, bu Meclis, hangi konuyu genel görüşmeye değer
buluyor diye sormak herkesin hakkıdır. Bu nedenle, böyle önemli bir
millî meselede, hepimizin, 550 arkadaşımızın kenetlenmesi,
çaba harcaması ve çözüm arayışına girişmesi
kaçınılmaz bir görevdir. Bu açıdan, Meclisin bugünkü genel
görüşmesinde, muhalefet partilerinin bu genel görüşmeye
katılmamasını haklı gösterecek hiçbir neden göremiyorum.
Eğer, siyasî partilerimiz, terörden ve olağanüstü hal
uygulamalarından şikâyet ediyorlarsa veya güneydoğu sorununa
getirilmesini arzu buyurdukları çözüm önerileri varsa, bu işi, bu
Meclis kürsüsünden daha çok tartışabileceğimiz bir platform yok
kanaatini taşıyorum. Bu nedenle de, ben, aziz milletimizin huzurunda,
böyle önemli bir mesele görüşülürken Meclis
çalışmalarını boykot eden, bu genel görüşmeye
katılmayan siyasî partilerin durumlarını mazur gösterebilecek
bir sebep olmadığını, tekraren ifade etmek istiyorum.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; malumunuz
olduğu üzere, olağanüstü hal uygulamaları, Türkiye Büyük Millet
Meclisi tarafından 27 kez uzatılmıştır. Son birkaç
yıldır, her uzatma tezkeresi gündeme geldiğinde, iktidar partileri
temsilcileri bu kürsüye çıkıyor ve "son kez" ifadesini
kullanmaya özel bir itina gösteriyorlar. Niçin son kez uzatılsın;
onun da gerekçesi hemen hazır: "Efendim, alınması gereken
önlemleri almak, olağanüstü hal uygulaması
kaldırıldığı zaman meydana gelecek boşluğu
doldurmak üzere, böyle bir zamana ihtiyacımız vardır, gerekli
yasal düzenlemeleri yapmak için buna ihtiyacımız vardır"
gerekçesi altına sığınıyorlar. Bu gerekçenin
ardından, bu tezkere oylandıktan sonra, olağanüstü hal uygulaması
meselesi rafa kaldırılıyor, hiçbir faaliyet
yapılmıyor, hiçbir çalışma yapılmıyor, arzu
edilen o düzenlemeler Meclisin gündemine taşınmıyor;
ardından, dört ay geçiyor ve nihayet, Meclisimiz yeniden toplanıp,
yeni bir tezkerenin müzakere ve münakaşasını yapıyor.
İşte, 54 üncü Hükümet, bu oylama günü gelip çatmadan, konuyu Yüce
Meclisin önüne getiriyor; sorunun enine boyuna
tartışılmasını ve ülke menfaatlarına en uygun
neticenin istihsal edilmesini arzu ediyor. Her şeyden önce, ben, 54 üncü
Hükümeti, bu duyarlı davranışından dolayı kutlamak
istiyorum. Bu duyarlı davranış, aynı zamanda, Meclisi,
hükümetin önünde ve üstünde görme inancının da somut bir belgesidir.
Bu talep, Sayın Başbakanın da sık sık ifade
buyurdukları gibi, bu Hükümetin, yani 54 üncü Hükümetin bir
değişim hükümeti olduğu gerçeğinin de en güzel belgesidir.
Evet, bu Hükümet bir değişim hükümetidir; ama, bu Hükümet,
aynı zamanda, çoğulcu demokrasinin tüm gereklerini yerine getirmek
inancıyla hareket etmektedir. İşte, bunun için de, bu Hükümet,
Millî Güvenlik Kuruluna gidip, onun tavsiye kararını alıp, bu
Meclise tebliğ eden bir hükümet olmaktansa, Meclisin havasını
teneffüs edip, siyasî partilerin görüşlerini tespit edip, onu Millî
Güvenlik Kuruluna taşıyan ve Meclisin iradesinin tecellisini arzu
eden demokrat bir hükümettir. Bunu oylamak, bunu alkışlamak gerekir diye
düşünüyorum...
Bu Hükümet, kapalı oda rejimine son verip, her şeyi Yüce
Meclisin önüne koyarak, sizlerden, ortak katkılarda bulunmayı talep
etmektedir. Bu nedenle de, siyasî parti grupları ve temsilcileri,
lütfedip, şu millet kürsüsünden, ülkemizin en önemli ve öncelikli konusu
olan bu konuda düşüncelerini açık ve seçik ifade buyurmak
durumundaydılar.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ben öyle
zannediyorum ki, bu genel görüşmeyle ilgili olarak 54 üncü Hükümetin
bizden bir beklentisi var: Hükümet bizden "olağanüstü hali
uzatalım mı uzatmayalım mı" sorusunu sorup bunun
cevabını istemiyor. Günü geldiğinde, siyasî iktidar, iradesini
gösterecek ve bu konuyu Yüce Meclisin önüne getirecektir; ama, Hükümetimiz,
bizden, günü gelmeden, yani bu oylama günü gelmeden, bu bölgemizde meydana
gelen sorunların çözümü konusundaki fikirlerimizi ortaya
koymamızı talep etmektedir. Yani, bu bölgemizde, dayanılmaz
boyutlara ulaşan bir işsizlik sorunu var, her vatan
evladının yüreğini paralayan bir açlık problemi var, sefalet
var, gözyaşı var ve köyünden, kentinden kopup gelen, çiftinden
çubuğundan ayrılmış, şehirlere göç etmiş
yüzbinlerce vatan evladının yaşadığı dram var;
onların, eğitim olanaklarından mahrum edilmiş onbinlerce
çocuğu var. Kısacası, iş yok, aş yok, okul yok, doktor
yok, ilaç yok; ama, açlık var, sefalet var, silah var, dayak var, kötü
muamele var.
İşte, sayın milletvekilleri, biz diyoruz ki;
Allah'ın izniyle, biz, bu sorunları çözeceğiz. Mecliste grubu
bulunan siyasî partilere sesleniyoruz; gelin, bu genel görüşmeye
katılın. Bizimle bu sorumluluğu paylaşın demiyoruz,
gelin bu sorunları da çözün demiyoruz; ama, diyoruz ki, biz, bunları
çözeceğiz, Allah'ın izniyle; bunu çözme şerefini, onurunu
bizimle, gelin paylaşın diyoruz. (RP ve DYP sıralarından
alkışlar) Çünkü, Türkiye, daha uzun zaman, bu sorunu çözümsüz
bırakmanın ayıbını taşıyamaz, çünkü,
iktidarıyla muhalefetiyle hepimizin görevi, öncelikle
insanlarımızı refah ve huzura kavuşturacak çalışmalara
canla başla katkıda bulunmaktır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu genel
görüşmede, öncelikle Güneydoğu sorunu, terör ve olağanüstü hal
uygulamaları başlığı altında üç konuyu
bilgilerinize arz etmek istiyorum. Biz, bu ülkede, değişik etnik
kökene sahip 60 milyon insanın yaşadığını
biliyoruz; Türk, Kürt, Arap, Çerkez, Gürcü, Arnavut vesaire... Ama, bizim
değişmez realitemiz şudur: Bizler, bu topraklarda,
yüzyıllardır ortak bir kaderi paylaşıyoruz; sevinçlerimiz
ve acılarımız ortak olmuştur. Yedi düvele karşı,
Haçlı ordularına karşı, emperyalist saldırılara
karşı aç ve susuz savaşmış, kanımızı
dökmüş, milyonlarca şehidi bu topraklarda gömmüşüz.
Atalarımız, Türklerin de, Kürtlerin de, Arnavutların da,
Çeçenlerin de ataları, mezarlıklarda kucak kucağa
yatmaktadır. Şüphesiz her şey yolunda gitmemiş, uygulanan
yanlış politikalar ve dış güçlerin etkileriyle, bütün bu
farklılıklar inkâr edilmiş, yok farz edilmiştir; ama,
şimdi bunun yanlışlığını kabul etmeyen
kalmadı gibi. Bakınız, insan hakları, özgürlükler, adalet,
eşitlik, kültürel ve etnik farklılıkların birer zenginlik
olarak kabul edilip korunması ve herkesin kendi ana dilini konuşma
hakkı yönünde gelişen doğru bilinç, ümit ediyorum ki, terör ve
şiddetin dışında da bir çözüm olabileceğini herkese
göstermektedir.
Haçlı ordularına dünyayı dar eden Selâhaddin Eyyubî'nin,
Bizans'a karşı Alpaslan'ı Malazgirt'e davet eden Molla Yahya
Manzuri'nin, Çaldıran'da Osmanlıya Ortadoğu'nun
kapısını açan İdrisi Bitlisi'nin, Sevr
Antlaşmasını elinin tersiyle iten Şeyh Mahmut Berzenci'nin
torunları olan Kürtleri Türk Milletinden ayırabilecek bir güç
tasavvur edilemez. (RP ve DYP sıralarından alkışlar)
Birbiriyle evlenen, ortak aileler kuran, aynı camide namaz
kılan, aynı düşmana birlikte karşı koyma iradesini
gösteren; kısacası, tarih boyunca tek bir millet olarak yaşayan
Türkleri ve Kürtleri, bugün de aynı birlikteliğin içinde görmemek
için hiçbir sebep yoktur. Elbette, birbirimize, dertlerimizi,
duygularımızı, beklentilerimizi anlatmak, istek ve
düşüncelerimizi iletmek için, terör ve şiddetten başkaca yollar
da vardır. Şiddet şiddeti besler ve giderek insanlar ve
topluluklar arasında kapanması zor yaralar açar. Herhalde bu milletin
başına gelebilecek en büyük felaket, kardeş
kavgasıdır, Türk-Kürt ayrımcılığıdır,
Türk-Kürt düşmanlığıdır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; tarihimiz, dinimiz,
üzerinde yaşadığımız coğrafya ve ortak
çıkarlarımız, bu ülkede 60 milyon vatan evladının, bir
arada, kardeşçe ve barış içerisinde yaşamasını
gerektirmektedir. Bu 60 milyon insanın ortak paydasının
İslam olduğu unutulmamalıdır. Gerçekten de İslam,
Türkiye'nin en büyük toplumsal gerçeğidir. O halde, inananlar, bir
tarağın dişleri gibi eşittir, müsavidir. O halde "Ey
Allah'ın kulları, kardeş olunuz" buyuran; ırk, dil
farklılığı gözetmeksizin insanları barışa,
kardeşliğe davet eden İslamın yüce buyrukları,
aradığımız barışın, sevginin,
kardeşliğin en kutsal referanslarıdır. (RP
sıralarından alkışlar)
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; olağanüstü hal
uygulamalarının, terörle mücadelede yararlı sonuçlar
doğurup doğurmadığını tespit edebilmek için, izninizle,
çok kısa da olsa, kuramsal olarak terörizme değinmek istiyorum.
Burada, hep, terörle mücadele konusunu tartışıyoruz.
Nedir terörizm? En genel anlamıyla, terörizm "dehşet yayarak ve
güven ortamını yok ederek, sindirme amacıyla, siyasî rakiplerini
sistemli bir şekilde ortadan kaldırmak" diye
tanımlanmaktadır. Terörizm, korku havasını yayarak, gelecek
perspektifini ortadan kaldırmak için, insanın yaşama
hakkına müdahaleyi sıradanlaştırır. Bu nedenle terör
örgütleri, eylemleriyle kargaşa çıkarmaya, güven ortamını
yok etmeye, düzen ve istikrarı bozarak, kamuoyunda, her an her şeyin
olabileceği imajını oluşturmaya çalışırlar.
Böylece, mevcut düzene olan güveni sarsmak, ilk elden sağlamaya çalıştıkları
bir temel hedeftir. Günlük yaşamı çekilmez hale getirmek ve gelecek
beklentisini yok etmek, terör örgütlerinin kaçınılmaz
stratejileridir. Terör örgütleri, kan ve gözyaşıyla beslenir ve
şiddete dayanarak var olmaya devam ederler. Terörü yöntem olarak
seçmiş olan örgütlerin görünür amaçları ne olursa olsun, toplumsal
kabul görmeleri hemen hemen mümkün değildir. Toplum, terör örgütlerine
iradî ve içten bir tasviple destek vermez; ancak, korku veya
yılgınlık nedeniyle destek veriyor gibi bir görüntü
sergileyebilir.
Kuşkusuz, sindirme amacıyla rakiplere yönelik şiddet
yöntemlerini uygulamak, yalnızca teröristlere özgü bir davranış
türü de değildir. Zaman zaman bazı ülkelerde devlet güçleri de buna
başvurabilmektedir. Terörizmle mücadele içerisinde bulunan bazı
ülkelerde, güvenlik güçleri veya istihbarat örgütleri, gerekli gördüklerinde,
kuralları da hiçleyerek, rejim muhaliflerini tutuklayabilmekte, onlara
işkence uygulayabilmekte, hatta yok edebilmektedir.
Özetle, terörizm, devleti, şiddet yöntemlerine başvurmaya
nasıl zorluyorsa, devlet güçleri de, aynı biçimde, rejim
karşıtlarını şiddet yöntemlerine yöneltebilir.
İşte, bu kaçınılmaz etkileşim, toplumda, şiddetin
egemen hale gelmesine yol açabilir.
Unutulmaması gereken şudur ki; tehdit ve şiddet,
birbirini doğuran ve destekleyen iki olgudur. Terör örgütlerinin
tehditleri, onların, niyetlerini açıklamaları,
başvurdukları şiddet ise, bu niyetlerinin gerçekleştirilebileceğine
karşı tarafın inandırılması amacını
taşır.
Her zaman terör olaylarının dışında kalan bir
kitle çoğunluğu vardır ki, taraflar için, onların
desteği veya muhalefeti oldukça önemlidir. Kararsız gibi görünen
sessiz çoğunluğun desteğini kazanmak maksadıyla, gerek
teröristler ve gerekse devlet güçleri, her türlü propaganda
imkânlarını kullanırlar. Burada, terörün de, temelde
silahlı bir propaganda eyleminden başka bir şey
olmadığını vurgulamak gerekmektedir.
İşte, değerli arkadaşlarım, propagandanın
bu önemi, teröristleri, kamuoyunun destek ve sempatisini kazanmak için
mağdur ve mazlum rolüne soyunmaya da zorlar; şiddete
başvurmaktan başka bir çareleri kalmadığına, buna
istemeye istemeye yöneldiklerine kamuoyunu inandırmaya
çalışırlar. Bütün bu propagandaların amacı, kamuoyunu
kendi yanına çekmek veya en azından, devlet güçlerine destek
vermesini önlemeye çalışmaktır.
Teröristler, devlet güçlerini kendilerine karşı
acımasız bir baskı ve şiddet uygulamak zorunda
bırakmaya da çalışabilirler; tersine, hükümet güçleri de, terör
örgütlerini böyle bir davranışa özendirebilir. Bütün bu faaliyetlerin
amacı, mazlumiyetten doğan haklılık konumunun halkın
desteğini davet edebileceği beklentisidir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; işte, dünya
ölçeğinde terör örgütlerinin yöneldiği temel hedef budur; halkı
çatışmanın içine çekmek, kitleleri çatışmanın
tarafı haline getirme arzusudur.
Şimdi, işte biz burada durup, olağanüstü hal
uygulamasının, terör örgütünün bu hedefine varmasında
katkıda bulunup bulunmadığını kendi kendimize sormak
zorundayız. Bakınız sevgili arkadaşlarım, 1992
yılında olağanüstü hal uygulamasının
uzatılması görüşmeleri Türkiye Büyük Millet Meclisinde
yapılırken, o dönemin Başbakanı Sayın Demirel, bu
kürsüden şu açıklamayı yapıyordu: "Yurtiçinde 3 bin,
yurtdışında 7 bin olmak üzere, toplam 10 bin civarında
terörist var." 1996'ya geldik, ölü, yaralı ve sağ olarak ele
geçirilen terörist sayısının 50 bin civarında olduğu
resmî rakamlarla ifade edilmektedir.
Bundan şu sonuç çıkmaktadır: Demek ki, olağanüstü
halin uygulandığı bu dört yıl zarfında, terörist
sayısını da en az dört katına
çıkarmışız. O halde, bu uygulama terörün ilacı
değildir; gelin, en azından burada bir ittifak içine girelim.
Olağanüstü hal uygulamaları, terörü çökertmek bir yana, devlet
ve millet kaynaşmasına yaptığı menfi etkilerin
yanında, daha derin yaraların da açılmasına neden
olmuştur. Teröre karşı, geniş halk kitlelerinin
desteğini almak birinci derecede önemli bir konuyken, öncelikli bir
konuyken, gerçeğe dayanmayan, ciddiyeti olmayan ihbarlar sonucu, çoğu
kez kitleler halinde, insanlar gözaltına alınmış,
köylülerin tamamı gözaltına alınmış; köyler
boşaltılmış, keyfî uygulamalar yapılmış,
lüzumsuz otorite gösterilerine başvurulmuş ve bundan mağdur
olduğunu ifade eden insanların da tetör örgütünün kucağına
düşmesine bizzat neden olunmuştur.
Bölgenin, uzun yıllar terör gerekçe gösterilerek
yatırımlardan mahrum bırakılması, var olan
işsizlik sorununu daha da yoğunlaştırmış,
boşaltılan köy ve mezralardan kopan yüzbinlerce insan, uzun
yıllar, üretimden kopuk yaşamak zorunda kalmıştır.
Değerli arkadaşlarım, kabul etmek zorundayız ki,
biz, temelde, işe, yanlış bir teşhisle
başlamışız, sorunu, yalnızca terörden ibaret
saymışız; bunu da askerî yöntemlerle çözmeyi
düşünmüşüz.
Değerli arkadaşlarım, kuşkusuz, eline silah
almış, insanların canına kasteden kişilere
karşı, güvenlik güçleri, en etkin biçimde mücadelelerini
sürdüreceklerdir. Çözümü namlunun ucunda bulan zihniyet,
karşısında mermi bulmakta gecikmeyecektir. Hiç kimse, terör karşısında
teslimiyetçi bir politika güdülmesinden yana değildir; ancak, terörle
mücadele ediyorum derken, masum halk kitlelerini baskıya ve zulme muhatap
kılmak da kimsenin hakkı değildir; aksine, böyle bir
davranış, ülkeye değil, terör örgütüne hizmet etmek demektir.
Biz, hepimiz, devletimizle, ordumuzla, Meclisimizle ve siyasî
partilerimizle bu halka hizmet için varız. Biz, bu milletin efendileri
değil, bu milletin hizmetkârlarıyız. O halde, 60 milyon vatan
evladının, huzur ve güven içinde, yarınlarından emin bir
şekilde yaşamalarını sağlamakla mükellefiz.
Değerli arkadaşlarım, burada, olağanüstü halin
gerekliliği anlatılmakta ve terörle mücadelede, sanki vazgeçilmez bir
unsur olduğu ifade edilmektedir. Halbuki, lütfedip, şu onsekiz
yıldır devam eden sıkıyönetim ve olağanüstü hal
uygulamasının, ardında bıraktığı tabloya
bakınız. Neyi görüyoruz; üç bini aşkın
boşaltılmış köy, bine yakın yakılıp
yıkılan ve şu anda tedrisatta olmayan okul, üç bin
civarında faili meçhul cinayet, eğitimden mahrum
bırakılmış on binlerce çocuk ve "açız" diye
haykıran o on binler, kendi ülkesinde muhacir konumuna
düşürülmüş yüz binlerce insan ve
insansızlaştırılmış bir vatan parçası.
Değerli arkadaşlar, bu tablo, benim işime gelmiyor; bu
tablo, sizin de işinize gelmiyor; daha doğrusu, bu tablo, Türkiye'nin
işine gelmiyor; bu tablo, olsa olsa terör örgütlerinin işine gelir;
bu tablo, olsa olsa, Türkiye düşmanlarının işine gelir.
O halde, hep beraber, bu gidişe son verelim. Bu tabloyu tersine
çevirelim. Türkiye, ürken, korkan, ağlayan, kaybeden insanların
değil; gülen, mutluluk duyan, huzurlu insanların
yaşadığı ülke olsun.
Değerli arkadaşlarım, olağanüstü hal
uygulaması, acaba yarar mı getirmiştir, yoksa zarar mı? Bu
sorunun da tartışılmasına gerek vardır. Bu sorunun
cevabını almak isteyen herkese bir önerim var, son derece basit bir
önerim var, herkesin rahatlıkla test edebileceği bir önerim var:
Allahaşkına, bunu merak eden arkadaşımız varsa,
lütfedip, bu bölgenin yirmi yıl önceki haliyle bugünkü halini bir mukayese
buyursun. O bölgenin yirmi yıl önceki ekonomik durumuyla, kültürel
durumuyla, sosyal yaşantısıyla bugününü mukayese etsin ve kendi
kendine bu sorunun cevabını bulsun.
Bakınız sevgili kardeşlerimiz, bu bölgenin, öteden beri,
kalkınmadan en az nasibini almış bir yöre olduğunu herkes
biliyor. Maalesef, gerekli yatırımlar zamanında
yapılmamıştır; ama, yirmi yıl önce, tüm bu
olumsuzluklara rağmen, bu bölgemizde, kendi kendine yeten ve kendi kendine
dönen bir ekonomik çark vardı. Bölge halkı, özellikle kırsal
alanlarda üretici konumunda idi. Kendi kendisinin ve çoluk çocuğunun
ihtiyaçlarını iyi kötü karşılayabiliyordu. Kendi
tarlasında, kendi çifti çubuğunda, kendi bağında bahçesinde
tarımsal faaliyetler yapıyordu, hayvancılıkla
uğraşıyordu, ekip biçiyordu. Kısacası, kimseye avuç
açmadan, onurlu bir şekilde hayatını sürdürüyordu.
Cenabı Allah hiç kimseyi gördüğünden geri
bırakmasın. Bakın, şimdi, manzara nedir: Bu bölgede,
özellikle şehir merkezlerinde ve büyük ilçelerde, bir insanlık
dramı yaşanıyor. Köyünü, tarlasını terk edip,
şehir merkezlerine sığınan yüzbinlerce vatan evladı,
sefalet içerisinde yaşıyor, sıkıntı içerisinde
yaşıyor, açlık içerisinde yaşıyor. Bunlar, bizim
insanlarımız, bunlar, bu ülkenin vatandaşları.
Bu insanlar, yıllardır üretimden kopuk yaşıyorlar.
Gencecik delikanlılar, hayatlarının baharında, kahvehane
köşelerinde hayat tüketiyorlar. Gencecik delikanlılar, sabahtan
akşama kadar boş dolaşıyor; akşam, evine
döndüğünde, çoluk çocuğuna götürecek iki tane kuru ekmek parası
kazanamıyor.
Gencecik kızlarımızın boynu bükük; iş yok,
aş yok, umutsa hiç yok, güven ise, hiç yok... En acıklısı
da, köyünde, daha düne kadar, sofrasında onlarca insan
ağırlayan, sakalı ağarmış, eli öpülesi o
amcalarımız, ninelerimiz, cami avlularında avuç açıp dileniyorlar...
Bir evde üç dört aile birden barınıyor. Bir avlunun içerisinde
beş altı aile birden yaşamak zorunda kalmış.
Düşününüz, üç dört aile, kadınıyla, çocuğuyla,
erkeğiyle, ortak bir tuvaleti -affınıza
sığınıyorum- ortak bir banyoyu paylaşmak zorunda
bırakılmışlar; aile mahremiyeti kalmamış... Terör
belası ve güvensizlik, her türlü ekonomik, sosyal ve kültürel aktiviteleri
ortadan kaldırmış...
Değerli arkadaşlarım, Allah, bir başka bölgemizde,
Türkiyemizin hiçbir yöresinde, ne böyle bir terör belasını ne de
böyle bir sıkıntıyı, kimsenin başına musallat
etmesin. (RP sıralarından "Âmin" sesleri,
alkışlar)
Değerli arkadaşlar, onun için, parti mülahazalarını
bir tarafa bırakarak, "dün şunu demiştik, bugün bunu
diyeceğiz" şeklindeki mülahazaları bir tarafa
bırakarak, Allah aşkına, geliniz, her şeyi bir yana itirek,
el ele verelim, şu bölgenin ekonomik
sıkıntılarını, açlığı, sefaleti ortadan
kaldıracak, şu insanlık dramına son verecek çözümleri
birlikte üretelim, Hükümete takdim edelim ve bu çözüm önerilerimizin de, sonuna
kadar takipçisi olalım.
Bu, en azından, bir insanlık görevimizdir; bu, bizim, Türkiye
Büyük Millet Meclisi üyeleri olarak, bundan altı ay önce, şu Meclis
kürsüsünden yaptığımız yeminin gereğidir. Biz, bu
ülkenin esenliği için çalışacağımıza, bu
vatanın bölünmez bütünlüğü uğruna
çalışacağımıza, şu Meclis kürsüsünden yemin
ettik, andiçtik. Bunun gereği olarak, Allah aşkına, geliniz,
fikir üretiniz, çözüm üretiniz ve Hükümeti, hükümetleri, bu çözümleri bulmaya
icbar ediniz. Şu sıralarda, şu Hükümet bölümünde oturan
kişilere -bağlı bulundukları, mensubu bulundukları
siyasî parti farkı gözetmeksizin- bu konuya ilişkin acil
çözümlerimizi götürelim ve hükümetleri de denetleyelim. Nasıl
denetleyelim? İşte böyle, genel görüşmelerle denetleyelim.
Şu sıralarda oturanlar, şu Hükümet makamında oturanlar,
mensubu bulunduğumuz siyasî partiden bile olsalar, dün söylediklerini
bugün unutmaya kalkışırlarsa, onlardan da hesap sorma onurunu
yaşayarak gösterelim biz bunları. (RP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar)
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Refah Partisi Meclis
Grubu, 1991 yılından bu yana, olağanüstü hal bölgesinde meydana
gelen gelişmeleri, büyük bir duyarlılıkla izlemektedir. 1991
Aralık ayında, Refah Partisi Genel Merkezinde "Güneydoğu
İzleme Komitesi" adıyla bir komisyon kuruldu. Bu komisyon,
Sayın Genel Başkanımızın -bugünkü
Başbakanımızın- başkanlığında, hemen
hemen her hafta toplantılar yaptı ve bu bölgemizle ilgili önemli
konuları müzakere etti; kararlar aldı. Yine bu komitemiz,
olağanüstü hal bölgesinde, her fırsatta incelemeler yaptı;
oradaki tespitleri getirip, Meclisin gündemine taşıdı.
Şırnak, Kulp, Lice olayları vuku bulduğunda, Refah Partisi
heyeti, derhal bölgeye intikal etti ve oralarda yaşayan mazlum ve masum
halkın perişanlığını tespit edip;
yaralarının sarılması için, dönemin hükümetini tedbir
almaya davet etti.
Refah Partisi, bununla da kalmadı. Refah Partisi
teşkilatları ve Refah Partili belediyeler, açtıkları
yardım kampanyalarıyla, bu masum ve mazlum kardeşlerimizin
acısını paylaşmaya çalıştılar. Biz, o
dönemlerde, muhalefet partisi olarak, iktidarların bile
yapamayacağını yaptık; TIR'lar dolusu yiyecek ve giyecek
yardımını bu bölgeye intikal ettirdik. Elbette ki, muhalefetteki
bir partinin, bundan daha fazla yapabileceği bir şey yoktur; ama,
şimdi, elhamdülillah, Refah Partisi, hükümettedir. Koalisyon
ortağı olarak, bu Hükümetin yapabileceği birçok
hayırlı hizmetlerin olduğuna inanıyoruz.
Değerli arkadaşlarım, bu Hükümetin, geçtiğimiz üç
hafta içerisinde kamuoyuna deklare ettiği bölgeye ilişkin konular,
hemen ifade edeyim ki, aziz milletimizin, çok büyük bir sevinçle ve çok büyük
bir merakla beklentisine yol açmıştır. Ben, bu bölgenin
milletvekillerinden biriyim. Bölge insanlarıyla sık sık görüşüyoruz.
Bu halk, mazlum bir halktır, yıllar boyu çok ciddî
sıkıntılar çekmiş bir halktır. Her şeye
rağmen, hâlâ, bu halkımız, Meclisimizin çözüm üreteceğine
kesinlikle inanmaktadır.
Bakınız, Sayın Başbakanın "yakında,
Allah nasip ederse, köylüler, yeniden eski yerlerine, mezralarına geri
dönecektir" sözleri, bu iki cümlecik açıklaması bile,
Güneydoğu Anadolu Bölgesinde bir bayram havası içinde
karşılanmıştır. Bu bölgenin
sıkıntılarının çözüleceğine ve alınacak
ekonomik tedbirlerle buralara yatırım yapılacağına
dair beyanatlar, bölge halkında, geleceğe güven duyulmasını
sağlamakta, umut ışıklarını yakmaktadır.
Bakınız, üç haftalık Hükümet, bölgemizle ilgili şu
kararları hemen almış ve deklare etmiştir; ben, burada,
bunu, büyük bir sevinçle, mutlulukla sizlere de arz etmek istiyorum:
Dönüş konusunda, Sayın Başbakanımız güvence
vermiştir. Havyancılık konusunda getirilecek önlemleri burada
anlatmıştır. Bakınız, şimdiden, 17 trilyonluk bir
yardım paketinin ayrıldığını ve bölgedeki Et ve
Balık Kurumu kombinalarına talimat verilerek, bölgedeki tüm hayvanların
satın alınarak, oradaki hayvancılığın
gelişmesi için her türlü tedbirin alınacağını
Sayın Başbakan açıklamıştır. Böylece, Allah nasip
edecek, hep birlikte çok kısa zamanda göreceğiz, geçmişte,
nasıl, et ihraç eden bir ülkeysek -bugün, maalesef, et ithalatı yapan
bir ülkeyiz- çok kısa zamanda, Allahın izniyle, yine, et ihraç eden
bir ülke haline geleceğiz. Tarım ve Köyişleri
Bakanlığı, getireceği önlemlerle, et ithalatını
kısıtlayacaktır.
Bu toplantıya gelmeden önce, saat 13.30'da Sayın
Başbakanla bir görüşmem oldu. Ben, sizlere de duyurmamı arzu
ettiği bir müjdeyi vereceğim. O müjde şudur: Allah nasip edecek,
fazla değil, on gün sonra, petrol boru hattından petrol akmaya
başlayacaktır. (RP sıralarından alkışlar) Bu
müjdeyi de, hemen, huzurunuzda sunmak istiyorum.
Yine, Irak ile ve özellikle Kuzey Irak ile ilgili ambargo
kararının kaldırılacağını –bu konuda gerekli
girişimlerin yapıldığını biliyoruz– ve bölgenin,
ekonomik anlamda canlılık kazanacağını umut ediyoruz.
Yine, çok önemli bir olayı da huzurunuzda ifade etmek istiyorum:
Sayın Başbakan, bugün Devlet Planlama Teşkilatı
Müsteşarıyla bir görüşme yaptı ve il valilerine de
genelgeler gitti. Her ay, periyodik olarak, valinin
başkanlığında, kaymakamlar ilde toplanacak ve il valileri
de bu toplantının ardından raporlarını
hazırlayıp Başbakanlığa sunacaklar. Her ay,
Güneydoğu Anadolu Bölgesiyle ilgili aylık yatırım
programları hazırlanacak, bu takip edilecek ve Allah'ın izniyle
sonuçlandırılacaktır. (RP sıralarından
alkışlar)
İşi, beş yıllık kalkınma planlarına
bağlayıp, bütçeden bütçeye, getirip, bu konuyu burada müzakere etmek
değil, aylık periyotlar halinde, bu konu takip edilecek ve bölgedeki
yatırımlar mutlak manada desteklenecektir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 54 üncü Hükümetin
değerli mensuplarına, Refah Partisi Grubu olarak, öncelikle, terörist
üreten batağın kurutulmasını öneriyoruz. Şimdi, ben,
Refah Partisi Grubunun önerilerini Hükümete arz ediyorum. Bunun için, vakit
geçirmeden ne yapacağız, ne yapmaları lazım:
1.- Eğitim sistemine ve eğitim kurumlarına, Allah
aşkına el atınız. Bu ülkenin dağlarında, elinde
silah, askere kurşun sıkan genç, Ay'dan, Merih'ten gelmedi;
Türkiye'de doğdu, bu ülkenin okullarında okudu, bu vatan topraklarında
büyüdü.
Hükümete sesleniyorum, bu eğitim kurumlarını, terörist
yetiştiren birer müessese olmaktan, tez elden kurtarınız.
Okullarda, materyalist, ateist, köşe dönmeci; ana, baba, vatan, bayrak,
ezan, Kur'an bilmeyen nesiller değil; bu milletin millî, manevî, ahlakî ve
kültürel değerlerini benimsemiş imanlı nesiller yetiştirin.
(RP sıralarından alkışlar)
Niçin böyle söylüyorum?.. Benim elimde, İçişleri Bakanı
Sayın Ülkü Güney imzasını taşıyan bir yazı var.
Bir soru önergesi verdim; ölü, yaralı veya sağ olarak ele geçirilen
teröristlerin öğrenim durumunu öğrenmek istedim.
Sevgili arkadaşlarım, bu resmî yazıyı
okuduğunuzda görürsünüz ki, dağlarda, elinde silahla ölen,
yaralı veya sağ ele geçirilen teröristlerin yüzde doksanı, bu
ülkenin bir eğitim kurumunda yetişmiş, mezun olmuş
insanlardandır. Öncelikle bu soruna bir çözüm getirelim. Irkçı, her
türlü ırkçı, materyalist insan yetiştiren eğitimden
vazgeçelim. Bu ülkenin millî, manevî, ahlakî, kültürel ve tarihî
değerlerine bağlı nesiller yetiştirelim. İşte, o
zaman bu ülkede terörist olmaz .
2.- Devleti ve devletin kurumlarını, bu milletin tarihiyle
-dikkat buyurunuz; bu milletin tarihiyle- etnik yapısıyla, bu
milletin diniyle, bu milletin ahlakî değerleriyle ve sosyal
yaşantısıyla lütfen barıştırınız. Ancak
bu şekilde, devlet-millet kaynaşmasını sağlayabilir ve
terörle mücadelede geniş halk kitlelerinin desteğini alabilirsiniz.
3.– Sevgiyi, hoşgörüyü egemen kılın. Bu da, ancak, insan
sevgisiyle dolu, demokrasi kültürü almış, halkına tepeden
bakmayan yöneticileri, bu bölgede görevlendirmek suretiyle gerçekleştirebilirsiniz.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bundan birkaç hafta
önce, Diyarbakır'ın Hazro İlçesi yakınlarında, bir
askerî cemse, teröristlerin döşediği mayına çarpmak suretiyle 7
askerimiz şehit oldu; kendilerine, tüm şehitlerimize Cenabı
Allah'tan rahmet diliyorum. Ancak, hemen onun ardından, Hazro'nun 3 köyü
boşaldı. Hazro'nun çevresinde 25 tarla yakıldı ve oradaki
insanlar, yeniden köylerini terk etmek zorunda bırakıldılar.
Teröriste karşı yapılacak mücadelede, hepimiz, sonuna kadar
varız; ama, masum halk kitlelerini, mutlaka; ama, mutlaka korumak
kaydı şartıyla; bunun altına çizerek ifade ediyorum...
4.- Sakın, bölünme fobisine kapılmayın.
Unutmayınız ki, Türkiye'yi bölmek, hiç kimsenin haddine
değildir; hiç kimse bunu gerçekleştiremez. (RP sıralarından
alkışlar) Biz, güçlü bir devletiz; biz, tarihin şerefi
olmuş bir milletin çocuklarıyız. Bu topraklar üzerinde biz,
halkımızla ilişkilerimizi, ona götüreceğimiz ekonomik,
kültürel ve sosyal hizmetleri, bir örgütün yörüngesine girerek, onun
alacağı tavırlara göre ayarlamaya kalkışamayız;
bunu yaparsak, asıl, o zaman, teröre teslim olmuş oluruz.
Değerli arkadaşlarım, bakınız, yoksulluğu,
yoksunluğu, işsizliği, açlığı gideremezseniz siz,
terörist üretirsiniz, terörist... Teröriste kan vermiş olursunuz ve işte,
o zaman, Allah korusun, çok büyük sıkıntılara muhatap oluruz.
Açıkçası, bölünme fobisine gerek yok. Aklımızı
kullanıp, halkımızı sever, tedbirlerimizi alır,
gerçekleri önceden görmek gibi bir basirete, bir ferasete sahip olursak, hiçbir
şey olmaz, ülkemizde, teröre giden bütün yolları ebediyen
kapatmış oluruz.
5.- Değerli arkadaşlarım, bu Hükümeti, kamu personel
politikasını gözden geçirmeye davet ediyoruz. Yıllarca, bu
bölgemiz, kamu personeli için bir sürgün yeri olarak görülmüştür. Devlet,
uzun yıllar, en kötü, en sorunlu, cezalı personelle buralarda temsil
edilmiştir. Son yıllarda bazı iyileştirmeler
gerçekleştirilmiştir; ama, yeterli değil. O halde, devlet, en
kaliteli, en bilgili, performansı en yüksek elemanlarla bu bölgemizde
temsil edilmelidir. Ancak, buralarda görev yapmanın zorluğunu izaha
gerek yoktur. Bu nedenle, en kaliteli personeli, buralarda, yüksek bir moralle
istihdam etmek için bazı tedbirler almak gerekir. Onun için de,
olağanüstü hal kalktığında, oralarda, memurların, kamu
personelinin alacağı tazminat da kalkar endişesine gerek yok.
Bununla ilgili bir tasarı, Mecliste, inşallah hemen gündeme
gelecektir. O kamu personelinin, o mahrumiyet bölgesinde
çalışmasından dolayı, bugün olağanüstü hal varken
aldığı bütün ödemeleri ve ödentileri de almasını temin
için gerekli her türlü tedbire, Refah Partisi Grubu olarak "evet"
demeye hazırız. Bunu da huzurunuzda arz etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, en azından, bu bölgemizde
yapılacak yatırımları takvime bağlayan ve
kaynakları da gösteren, güneydoğu kalkınma kanunu adı
altında bir temel yasa çıkarılmalıdır. Bu konuda,
Refah Partisi Grubunun hazırladığı kanun
taslağını da, Allah nasip ederse, biraz sonra Hükümet temsilcisine
sunacağım. Oradan da, bunun, Meclis gündemine
taşınmasını arzu ediyoruz.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; olağanüstü hal
kalktığında meydana gelen boşluğu ortadan
kaldırmak için alınması gerekli yasal önlemler ne ise,
çıkarılması gereken kanunlar ne ise, biz, Hükümetten rica
ediyoruz, bunları, derhal Meclisimizin gündemine getirsinler. Biz, Refah
Partisi Grubu olarak, geceli gündüzlü çalışıp, Meclis tatile
girmeden bu kanunları çıkarmaya varız diyoruz. Ancak, bu
kanunlar, alınması gerekli yasal önlemler gerekçe gösterilerek, olağanüstü
halin uzatılması gibi bir gerekçeyi kabullenmemiz de mümkün
değildir diyor, bunu, şimdiden huzurunuzda ilan ediyoruz. (RP
sıralarından alkışlar) Getirin çalışalım.
Gerekiyorsa, Meclisin çalışma süresini uzatın, tatilini kısaltın;
ama, bu yasaları çıkaralım ve ondan sonra tatile gidelim diyoruz.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin istediği, alınması
gereken bazı yasal önlemler, çıkarılması gereken bazı
kanunlar var; İçişleri Bakanlığımızın ve
Hükümetin arzu ettiği değişiklikler var. Bunların hepsi
buraya gelsin, tartışalım, müzakere edelim, milletin, memleketin
menfaatına olabilecek ne tür yasal önlemler alınması
gerekiyorsa, alalım, ne tür yasaların çıkarılması
geriyorsa çıkaralım; ama, bir şartımız var.
Şartımız ne? Kuşkusuz, bu Hükümetin, getireceği
yasalarla, temel hak ve özgürlükleri kısıtlamayacağına
zaten öncelikle inanıyoruz; getirilen yasaların terörle mücadele
kapsamında gerekli yasalar olduğuna da inanıyoruz; onun için, o
çekinceyi koyma ihtiyacını da zaten hissetmiyorum; çünkü, Allah'a
hamdolsun, bu milletin otuz yıldır beklediği olmuş ve Refah
Partili bir hükümet kurulmuştur ve Allah'a hamdederek söylüyorum, onun
getireceği, o Hükümetin getireceği yasaların da, milletimin
hayrına olacağına iman ediyorum.
Değerli arkadaşlar, bu bölgede yaşanan problemi, ilmin,
aklın, demokrasinin ve tecrübelerin kılavuzluğunda...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Bizi, hiç hesaba katmıyorsun!..
BAŞKAN – Evet, Sayın Bedük'ü dinleyerek...
ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) – İzin verir misiniz?
BAŞKAN – Tabiî, Sayın Bedük'ü de dikkate alarak; buyurun.
ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) – Dinledim; onun için de,
Sayın Bedük'e ben şunu söyüyorum: Ben, şu anda, Refah Partisi
Grubu adına konuştuğum için, Parti Grubumun, bu hizmete
hazır olduğunu zatı âlinize arz ediyorum.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Koalisyon olarak mı?..
ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) – Koalisyon Hükümetinin
getireceği tüm bu yasal hazırlıkları aynen
destekleyeceğimizi ifade ediyorum. Üstelik, bu meseleyi çözmede de çok
daha güçlü olduğumuza inanıyorum; çünkü, bir de, Doğru Yol
Partisi gibi, bu ülkenin birlik ve bütünlüğünden yana olduğunu,
kurulduğu günden bu yana ve taşıdığı misyon
itibariyle, bu ülkede hem deklare etmiş hem ispat etmiş bir partiyle
koalisyon ortağı olmanın zevkini de, heyecanını da
yaşayarak bütün bunları ifade ediyorum. (RP ve DYP
sıralarından alkışlar) Değerli dostum Sayın Bedük
de bunu biliyor.
HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) – Yağ yakma!.. Yağ yakma!..
ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) – Değerli
arkadaşlarım, beni, uzun süredir dinleme lütfunda bulunduğunuz
için hepinize teşekkür ediyorum. Basında ve kimi medya
organlarında çıkan "Refah Partisi, şimdiye kadarki
görüşlerinden vaz mı geçti?" gibi sorulara da, herhalde, bu
uzunca konuşma süresi içerisinde yeterince ve gerekli cevabı
vermiş olduğuma inanıyorum.
Hükümetimizin, olağanüstü hal bölgesinde, insanlık
dramına son vermek için yapacağı hayırlı hizmetlere
de, şimdiden, Refah Partisi Grubu adına teşekkür ediyorum diyor;
hepinizi saygıyla selamlıyorum. (RP ve DYP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Hatipoğlu, teşekkür ediyorum.
Evet, Sayın Hatipoğlu, ah bib habibeke hevnemma...
Gruplar adına başka söz talebi var mı? Gruplar adına
başka söz talebi yok.
Sayın Bakan, Hükümet adına söz talep ediyor musunuz efendim?
İÇİŞLERİ BAKANI MEHMET AĞAR (Elazığ)
– Kısa bir açıklama yapacağım.
BAŞKAN – Buyurun efendim.
İÇİŞLERİ BAKANI MEHMET AĞAR (Elazığ)
– Sayın Başkanım, saygıdeğer milletvekillerimiz; bir
uluslararası anlaşma imzalama mecburiyeti dolayısıyla
Cumhurbaşkanlığı Köşküne gittim ve görevi tamamlayıp
döndüm. Bu arada, görüşmeleri televizyondan biraz izledim.
Aldığım bilgiler çerçevesinde, bazı konulara bir
açıklama getirme gereği vardır diye düşünüyorum.
Sayın Hatipoğlu, gayet kapsamlı konuşmasıyla,
büyük bir iyiniyet çerçevesi içerisinde, zannediyorum bütün
milletvekillerimizin hissiyatını büyük ölçüde aktarır
şekilde, problemin, bir an evvel, en makul şekilde çözümü, ilk önce,
bölgedeki insanlarımızın ekonomik
sıkıntılarının giderilmesi, can güvenliğinin tam
manasıyla sağlanması, huzur ve güven ortamının bütün
her şekliyle var olması konusunda samimî hissiyatını ortaya
koydular; kendilerine teşekkür ediyoruz.
Ancak, bazı konular, ifade etmek gerekirse, terörle mücadele, çok
kolay bir olay değil. Onun tabiatından kaynaklanan birtakım
sıkıntılar, geçmişten bu yana var olagelmiştir. Belki
gelecekte de yapılacak olan bu mücadele içerisinde, bu mücadalenin
tabiatından kaynaklanan sıkıntıların
olabileceğini hesaba katmak gerekir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti içerisinde çalışan, hizmet gören
hiçbir kamu görevlisi, kendi vatandaşını
sıkıntıya sokacak bir icraatın, bir eylemin sahibi olma
düşüncesi içerisinde olmaz, olamaz da. Kabul etmek gerekir ki, bu
insanlarımızın çektiği sıkıntıların
sebebi de, hepimizin kabul ve tespit ettiği gibi, PKK terör örgütüdür. Bu
örgütün, dağda, bayırda, şurada burada eylemleri ve
adamları olmasa, bugün herkes köyünde, tarlasında, bağında,
bahçesinde huzur içerisinde günlük yaşamını devam ettirir
olurdu. Devletimiz, bu bölgelere, hiçbir zaman diğer coğrafi
bölgelerinden ayrı tutmayarak, Cumhuriyet tarihinin en büyük
yatırımı olan GAP başta olmak üzere -ki, şu an bölgede
devam eden Silvan Barajı, Kralkızı Barajı, Özlüce
Barajı ve Tunceli'de devam eden baraj inşaatları gibi- birçok
önemli altyapı tesislerini gerçekleştirme durumundadır.
Dediğim gibi, mevzii olarak sağlanmış ve büyük ölçüde
sağlanmış güvenlik ortamının getirdiği sonuç
itibariyle de bugün, Diyarbakır başta olmak üzere, Egeli
işadamlarıyla, müşterek önemli tekstil tesisleri kurulmakta ve
daha yenileri de kurulacaktır; böylesine bir kararlılık,
böylesine bir irade vardır.
Devletin buraya hizmet getirmek için koyduğu makinesi,
teçhizatı, aracı gereci, insanları, her şeyi, fiilî
tecavüze, örgüt tarafından uğratılmaktadır. Biliyoruz ki
bunun bir tek sebebi vardır: Bölge insanına hizmet gelmesin, bölge
insanıyla devlet arasındaki bütün köprüler atılsın; bu
sıkıntılar ortaya çıksın ki, bu insanlar dehşet
ve korku içerisinde, terör örgütünü, zora dayalı bir destekle destekleme
içerisinde olsunlar.
Bunlar, bildiğimiz stratejilerdir; güvenlik güçlerimiz bunun
farkındadır ve farkında olduğu içindir ki, bütün
yaklaşımlarında, özellikle son dönemlerde, askerî birliklerimiz
başta olmak üzere, sağlık muayenesinden tutun, çocuklarının
mekteplerindeki malzemelere kadar, gıda sıkıntısı olan
yerlerde bizzat kendi karavanalarından kesmek suretiyle, o
insanlarımıza yardım etme hevesindedirler.
Ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik zorluklar da malumdur. Bu
ekonomik sıkıntının, zaman zaman çok ağır
boyutlara varan işsizliğin, sadece bu coğrafi bölgeyle de
kısıtlı olmadığını hepimiz biliyoruz.
Bugün, Orta Anadolu'dan Karadeniz'e, İç Batı Anadolu'ya kadar,
verimli tarım topraklarımızın az olduğu noktalarda ve
arzulanan sanayileşmenin tam olarak kurulamadığı noktalarda
bu ve buna benzer sıkıntılar Türkiyemizin her tarafında
vardır. Zaten, Hükümet olarak, Parlamento olarak en büyük gayemiz de, bu
gelişmişlik farkını ortadan kaldırmak suretiyle,
yatırımın daha fazla ihtiyaç olduğu bölgelere öncelik
vermek suretiyle, tüm yurdumuzu, tüm vatanımızı kapsayan bir
kalkınma hamlesini elbirliğiyle gerçekleştirmek, işsizlik
gibi, gerçekten büyük bir afet halini almış bir büyük olayı sona
erdirmek, hepimizin müşterek gayesidir.
Bütün bu yapılanlar içerisinde, terör örgütünün yapıp devlete
mal etmek istediği veya bu mücadele sırasında, mücadelenin kendi
tabiatından kaynaklanan sıkıntılardan birtakım
meselelerin, problemlerin çıktığını biliyoruz; ama,
bunların hiçbirisinde, elbette ki kötü niyet yoktur. Hepimizin arzusu, bir
an evvel, bölgede normal yönetime dönmek suretiyle, gerçekten,
insanlarımızın arzu ettikleri her noktada -hangi noktada arzu
ediyorlarsa, o bölgede- yerleşmeleri; o bölgede tarım mı,
ticaret mi, neyle iştigal etmek istiyorlarsa, o şekilde yaşamlarını
sürdürmeleri, kapalı okullarımızın açılmasıyla
buradaki yavrularımızın, çocuklarımızın mutlak
eğitim imkânına kavuşması, hepimizin, en halisane, en
kalpten, en içten gelen temennisidir.
Zaten, Hükümet olarak da, bütün amacımız, ihtiyaç olan
kanunların -biraz evvel dile getirildiği gibi- süratle Meclisimizden
geçirilmek suretiyle, normal yönetime avdet etmek de, hepimizin, en büyük
arzusudur. Yarın yapılacak, Millî Güvenlik Kurulu
toplantısında da, bu, geniş boyutlarıyla ele
alındıktan sonra, geniş bir perspektif içerisinde, konu, bir
defa daha Yüce Meclisin huzuruna getirilecektir ve Yüce Meclisin verdiği
karar doğrultusunda, Hükümetimiz, arzu edilen sonuca ulaşma yolunda
bütün gayretini gösterecektir; bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın.
Bizatihi, o bölgelerde yaşayan insanların oylarıyla seçilmiş
olan bendeniz de, bu işsizliğin, sıkıntının,
burada; tarımda olsun, hayvancılıkta olsun, çok önemli temel
sektörlerdeki sıkıntıların -her bir
arkadaşımız gibi- çok ciddî şekilde farkında olan bir
insanım. Bunları gidermek konusunda -zaten, gayretimiz odur, siyasete
girmemizin amacı odur- insanlarımıza hizmet etmek, güleç yüzlü,
mutlu, huzurlu, çoluk çocuklarının istikbalinden emin
yaşamaları konusunda elden gelen gayreti gösterme arzumuzdur. Bunu,
inşallah, elbirliğiyle, bu dönem içerisinde gerçekleştirmek
bizlere nasip olacaktır diye inanıyorum ve inanıyorum ki, bu
çatı altında hizmet yapan, görev yapan bütün milletvekillerimiz,
bütün değerli parlamenter arkadaşlarımız da aynı arzu,
aynı gayret ve aynı iştiyak içerisinde olacaktır.
Devletiyle, milletiyle kucaklaşmış, bütünleşmiş; 60
milyonluk, hatta 65 milyonluk, dünyada, uluslararası platformda söz sahibi
olan, kaynaşmış ve bütünleşmiş bir büyük Türkiye'yi,
bir dev Türkiye'yi, bu dönem içerisinde, dev adımlarla, kendine
yaraşır, yakışır noktalara doğru
ulaştıracağımız günler de gelecektir. Bunlar da
yakındır; bütün ümidimiz budur, bütün
çalışmalarımız ve gayretlerimiz bu yönde olacaktır.
Önümüzdeki hafta içerisinde de, bu takdimimizi, bu şekilde de
yüksek huzurlarınıza getireceğiz. Oradaki bütün
insanlarımızın acılarını,
sıkıntılarını dindirmek, hepimizin temel görevidir ve
emin olasınız ki, orada, büyük bir feragat ve fedakârlık
içerisinde görev yapan güvenlik güçlerimiz de, belki, bizlerden de daha çok;
bizatihi, o sıkıntıları, o acıları, en fazla
yaşayan insanlar olarak, hepimizden daha fazla bu gayretin
içerisindedirler, bu azim içerisindedirler.
Ben, bu dönem zarfında, bu bütünleşmeyle, bu kenetlenmeyle, bu
zor; fakat, Türkiye için hayatî, önemli problemleri elbirliğiyle
aşacağımıza olan inancımı, burada, tekraren ifade
ediyor, en içten saygılarımı sunuyorum. (DYP ve RP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Bakan, teşekkür ediyorum.
Kişisel söz talebinde bulunan arkadaşlarımın
isimlerini okuyorum: Sayın Hanefi Çelik, Sayın Orhan Kavuncu,
Sayın Esat Bütün, Sayın Recep Kırış, Sayın
Hüseyin Yıldız.
Sayın Çelik, buyurun.
HANEFİ ÇELİK (Tokat) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; konuşmama başlamadan önce, hepinizi,
şahsım ve mensubu olduğum Büyük Birlik Partisi adına
selamlıyorum.
Bugün görüştüğümüz olağanüstü hal, mutlaka, keyfî olarak
alınmış bir karar değildir. Ülkemizin güneydoğusunda
vatanımızı bölmeye yönelik, dış destekli, devletimize,
devlet güçlerimize ve masum halkımıza yöneltilen
saldırılara karşı alınmış bir tedbirdir.
Bu mücadelede şehit olan bütün güvenlik güçlerimize ve bölgedeki
masum halkımıza, Cenabı Allah'tan rahmet diliyorum.
Büyük Birlik Partisi olarak, devletin bütünlüğünün,
bölünmezliğinin ve üniter devlet yapısının korunması
için, her türlü siyasî hesapların üzerinde düşünerek, bu konuda
yapılması gereken her türlü fedakârlığa hazır
olduğumuzu belirtmek isterim.
Özellikle bir konuyu belirtmek istiyorum: Bölgedeki terörün hiçbir
haklılık sebebi yoktur. Ne bölgedeki yoksulluk ne de sunî olarak
yaratılmak istenen ırkî temellere dayalı
ayrılıkçı düşünceler, bu bölgede terörün olmasını
haklı gösteremez.
Yoksulluk, sadece Güneydoğu Bölgemizde mevcut değildir; bütün
Anadolu'da ve büyük şehirlerimiz de dahil olmak şartıyla, bütün
bölgelerimizde yoksulluk, fakirlik son haddinde vardır ve gecekondularda
bile halen, ekmeğe muhtaç insanlarımız vardır. Bu
insanlarımız, hiçbir zaman, devlete isyan etmeyi,
başkaldırmayı düşünmediler; hatta ve hatta, devletin
bütünlüğü için, çocuklarını, doğuda şehit verdiler.
Aynı şekilde, 250 yıllık bir tarihi olan Amerika
Birleşik Devletleri, ta Afrika'nın zencisinden Amerika'nın
kızılderilisine kadar, hiçbir dil, din, ırk ve kültür
birliği bulunmayan yetmişikibuçuk milleti bir araya getirip, bir
Amerikan Milletinin varlığından bahsederken; geçmişi kabul
etmesek bile, bin yıldır Anadolu topraklarında yaşayan, din
birliği, dil birliği, tarih birliği, kültür birliği olan
insanları, ayrı bir milletmiş gibi gösterme mücadelesi
veriyorlar. Biz, devlet olarak ve millet olarak, bu oyuna gelmeyeceğiz; bu
oyunu, mutlaka bozacağız.
Ancak, burada tartışılması gereken şudur:
Olağanüstü hal uygulaması, bölgedeki tehlikeyi bertaraf etmekte
başarılı oldu mu, olmadı mı? Bunun
tartışılması, bunun konuşulması gerekiyor. Bu hal
uygulaması, bölgede başarılı olmadıysa, ya
yanlış bir uygulama yapılıyor demektir veyahut da, doğru
ise, bu uygulamanın takviye edilmesi ve aksak yönlerinin giderilmesi
noktasının gündeme gelmesi lazımdır. Burada,
konuşulması ve tartışılması gereken olay da
budur.
Şu ana kadar bu olayları değerlendirecek olursak,
olağanüstü halin başarılı olduğunu tam manasıyla
söylememiz mümkün değildir. Her siyasî parti ve devlet yetkilisi,
mikrofona geldiği zaman, doğuda bir avuç çapulcunun olduğunu ve
en geç bir sene zarfında bunun kökünün alınacağını
söylemektedir; ancak, şu, gerçekten unutulmamalıdır ki,
doğuda, 15-16 yılı geçen bir olağanüstü hal ve
sıkıyönetim uygulaması mevcuttur ve o Sıkıyönetim Yasası
içerisinde doğan çocuklar, bu yaşa kadar, olağanüstü hal
içerisinde yaşamışlardır.
Biz, ordumuzun gücüne, Silahlı Kuvvetlerimizin gücüne ve güvenlik
kuvvetlerimizin gücüne inanıyoruz; ama, buna rağmen, bugüne kadar bir
netice alınmadıysa, acaba, bunu engellemek isteyen, bu
olağanüstü halin devamından yana olan bazı çıkar
odakları mı var sorusu da aklımıza gelmiyor değil.
Bugüne kadar, bölgede, 10 binin üzerinde terörist öldürüldü ve buna
yakın güvenlik kuvvetimiz ve masum vatandaşımız şehit
edildi; buna rağmen, halen, kesin bir netice alınmış
değil. Bizim, Kurtuluş Savaşını 5 bin şehitle
kazandığımızı göz önünde bulunduracak olursak ve bu 5
bin şehite karşı da bütün Anadolu'yu
kurtardığımızı göz önünde bulundurursak, bu,
doğuda verilen mücadelenin, mutlaka, bugüne kadar, tam manasıyla
başarılı olmadığı aşikâr olarak ortaya
çıkar. Öyleyse, bu olağanüstü halin
yanlışlığını kendisinde midir, yoksa
uygulamasında mıdır?.. Bunun araştırılması,
devletimizdeki otoriteler tarafından, mutlaka, gözden geçirilip netice
vermeyen bu uygulamaya ya son verilmesi ya da ıslah edilmesi gerekmektedir
diye düşünüyoruz.
Yine, bölgede, kalkınma tamamen durmuş, bölge
halkının geçim kaynağı olan hayvancılık
bitmiş durumdadır. "Terörle mücadele edeceğiz" diye,
millî servet olan ormanlar yakılmakta, köyler, mezralar
boşaltılmaktadır. Ekonomimizin içinde bulunduğu güçlükler
bilinmesine rağmen, bu, doğudaki uygulamalarla, ekonomimizin beli
tamamen bükülmüş ve bu olağanüstü halin getirmiş olduğu
büyük külfet de ekonomimizin sırtına yüklenmiş durumdadır.
Değerli milletvekilleri, bölgedeki olayların
kaynağı, kökü dışarıda olan siyasî bir
kışkırtmadır. Öyleyse, olaya çözüm getirmek için
alacağımız tedbirlerde, olaya bu açıdan yaklaşıp,
ona göre çözümler getirmeliyiz.
Terör, özel bir olaydır. Öyleyse, terörle mücadele eden
insanların da, özel eğitim görmüş insanlar olması
lazımdır. Güvenlik güçleri, teröriste karşı sert ve
acımasız olurken, masum halkı teröristten ayırıp, ona
da, devletin şefkatli elini uzatması gerekmektedir; ama, bu uygulamanın,
tam manasıyla yapıldığı kanaatinde değiliz.
Bundan iki yıl önce, sohbet ettiğim o bölgedeki bir
vatandaşımıza "niye devletin yanında yer
almıyorsunuz" diye sorduğumda "bey, devlet hangisi, onu
tanımakta güçlük çekiyoruz" diye cevap verdi ve başından
geçen bir olayı şöyle anlattı: Kendi köylerine,
değişik aralıklarla dört tane -paşa tabir ediyorlar tabiî-
komutan geldiğini söylüyor ve "ilk gelen komutan,
çocuklarımıza şeker dağıttı; bir zaman sonra
gelen komutan, geldi, köyü topladı, çocuklarımızın,
hanımlarımızın önünde, bizi sıra dayağına
çekti; arkasından gelen komutan, okullara defter verdi, kitap verdi; bir
müddet sonra gelen komutan da, gelip, köyde, yedi içti, sarhoş oldu, ondan
sonra da, çocuklarımıza, kızlarımıza,
hanımlarımıza lafla sarkıntılık etti" diyor.
Şimdi, bu şartlar altında, bu vatandaş, devleti, hangisinin
şahsında görecek; şeker dağıtanda mı, kitap
verende mi; oradaki vatandaşı sıra dayağına çekende
mi, yoksa, çocuklarına sarkıntılık edip, laf atanda
mı? Gerçekten, bu sorunun cevabını vermekte, ben de güçlük
çekiyorum arkadaşlar.
Bir tarafta, gece-gündüz dağlarda yatıp kalkan ve terörle
mücadele edeceğim diye çatışıp can veren güvenlik güçleri;
diğer tarafta - ta gazetelere de, medyaya da yansıdığı
kadarıyla- eroin kaçakçılığına, uyuşturucuya
bulaşmış güvenlik güçleri; yine, öbür tarafta, devletin
silahını çalıp, mafyacılık yapan güvenlik güçleri...
Bütün bu olayların da yanlış olduğunu, tahmin
ediyorum, devlet yetkililerimiz bileceklerdir. Tabiî ki, buna da "bu,
istisna" diye cevap vereceklerini tahmin ediyorum. Mutlaka istisna
olabilir; ama, buradaki olay da, gerçekten, geçiştirilecek bir olay
değildir; çünkü, oradaki mücadelede verilen bedel, para değil, madde
değil, candır, kandır. Öyleyse, özellikle devlet
yetkililerimizin, bu bölgede mücadele veren insanlarımızla, güvenlik
güçlerimizin seçiminde, eğitiminde daha titiz davranmalarını
bekliyoruz.
Değerli arkadaşlarım, tabiî, bu tip
aksaklıkları anlatmaya daha fazla devam etmek mümkün; ama,
zamanım kısa, o nedenle hepsine değinmek istemiyorum.
Bir de, bunun yanında, özellikle, bölgeden gelen fakslarda, emniyet
güçleriyle askerler arasında, yetki kargaşasından doğan bir
kargaşa olduğu ve oralara müdahalede, bu yetki
kargaşasının da aksatıcı rol oynadığı
söyleniyor. Bu konuda da, devletin tedbir almasını istiyoruz.
Doğuda, içte mücadele verilirken, bu konuyla ilgili binlerce
şehitimiz kanını akıtırken, bölgedeki ülkelerin de,
Türkiyemizdeki terörde büyük etkisi olduğunu hepimiz biliyoruz. Buraya
çıkan bütün konuşmacılar da bunu itiraf ediyorlar; fakat, buna
rağmen, devlet yetkilileri, bölge üzerinde, bölge ülkeleri üzerinde
herhangi bir yaptırıma gitmiyorlar ve hatta, dış ülkelerin
yapmış oldukları anlaşmalara, tezgâhlara tabi olmaktan
başka bir şey yapmıyorlar.
Hepimizin bildiği gibi, Türkiye'deki PKK terörünün başı
Suriye'de yaşamakta, Suriye devlet yöneticileri tarafından
kollanmaktadır; ama, buna rağmen, Amerika'nın
hazırlamış olduğu plan gereği, Türkiye, Suriye ile su
anlaşması yapıyor. Suriye, kendi ülkesi içerisinde bulunan,
toprakları içerisinde bulunan Golan Tepelerindeki suları
İsrail'e vermek için bir plan yapıyor ve Suriye'nin su
ihtiyacının da, Türkiye'den akan sulardan
karşılanmasını istiyor.
Değerli arkadaşlarım, düne kadar, İsrail'in bizden
su alması isteniyordu, bunun için bile birçok siyasîlerimiz
karşı çıkıyorlardı. Şu anda, biz, Suriye'ye su
vereceğiz, Suriye, İsrail'e su verecek ve Türkiye'nin suyu,
dolaylı yoldan, beleş olarak İsrail'e akacak!.. Bu anlaşmanın
da, ne kadar mantıklı ve Türk Milletinin ne kadar çıkarına
olduğunu anlamak mümkün değildir. En kısa zamanda, Türkiye'ye
karşı düşmanca tavır içerisinde bulunan bu ülkelerle
yapılan su anlaşmasının feshedilmesini, iptal edilmesini
istiyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun.
HANEFİ ÇELİK (Devamla) – .Değerli arkadaşlarım,
bölgedeki olayların dış kaynaklı olduğunu söylerken,
yurt içerisinde, o bölgeden göç eden insanların, tekrar, kendi bölgelerine
dönmesi için hükümet yetkililerinin çağrısını duyduk.
Mutlaka ki, insanın kendi doğduğu büyüdüğü bölgede
yaşaması en tabiî hakkıdır, buna karşı
çıkmak da mümkün değildir; fakat, ortada değişen bir
şey olmadı arkadaşlar. Dün de orada terör vardı; dün de
orada yoksulluk vardı; dün de, o insanlar, tabiatın vahşi
şartlarında boğuşup çırpınıyorlardı.
Bugün, o insanlar tekrar mezralara döneceklerse... Terör bitmedi, bölgedeki
insanların yoksulluğu bitmedi, tabiat şartları
değişmedi, bir sürü sosyal imkânlar sağlanmadı... O zaman,
insanlar, mezralarına dönünce, aynı şartlarla, aynı
zorluklarla tekrar karşılaşacaklar; tekrar,
başladığımız yere döneceğiz demektir. Onun
yerine, bölgede cazibe köyleri, cazibe bölgeleri kurulup, sosyal yönü
gelişmiş bu kentlere, bu insanların yerleştirilmesini; bu
mezra ve köylerin de otlak ve yayla olarak kullanılmasını uygun
görüyoruz.
Değerli milletvekilleri, son olarak, gözümüzden kaçmaması
gereken bir olay var ki, Türkiye'de ne kadar sol dernek varsa, bunlar, hali
hazırda, anarşi ve eylem yönünden PKK ile işbirliği
yapmış durumdalar. Bugün, sadece Güneydoğuda değil,
İstanbul, Ankara, İzmir gibi birçok büyük şehirde, çeşitli
sol örgütler ve güneydoğuyla hiçbir ilgisi olmayan insanlar PKK ile ortak
eylem yapıyorlar ve onun taşeronluğunu yapıyorlar; bu
olayları da Türkiye'nin her tarafına dağıtıyorlar.
Olağanüstü hali, Türkiye'nin her tarafına yaymamız mümkün
olmadığına göre, yeni bir anlayış, yeni bir strateji
geliştirmek zorundayız. Mutlaka ki, bu terörün
karşısında devleti savunmasız bırakmak bizim haddimiz
değildir. Böyle bir şeyi de hiçbir milletvekilinin
düşündüğüne inanmıyorum. Onun yerine -bu, iller kanunu
çıkarılıp- devlet güçlerinin daha seri, daha hızlı
hareket edeceği bir kanun getirilip, bir an evvel, olağanüstü hal
uygulamasının kaldırılıp, Türkiye genelinde, teröre
karşı daha etkin tedbirlerin alınmasını istiyoruz.
Hepinize saygılar sunuyorum. (BBP, RP ve DYP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Çelik, teşekkür ediyorum.
Sayın Kavuncu, buyurun.
ORHAN KAVUNCU (Adana) – Muhterem Başkan, muhterem milletvekilleri;
olağanüstü hal, bölge insanına, Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşlığından başka bir siyasî kimlik benimsetmek
isteyen ihanet şebekelerinin, bölücü terör faaliyetlerine karşı,
Yüce Meclisin kabul ettiği bir tedbir olarak uygulanageliyor.
Teröre karşı mücadelenin mantığı, teröristleri
yenmektir. Bunun dışında, insan hakları, siyasî çözüm,
kültürel tedbirler gibi bazı öneriler, teröristlere taviz olmaktan
başka hiçbir mânâ taşımaz.
Terörle mücadelenin, Türkiye'yi teröristleri yenme hedefine götürecek
etkin başka yolları bulunmadıkça, olağanüstü hal
uygulamasının kaldırılmaması gerektiğini
düşünüyorum.
Uygulamadaki hatalar ve yanlışlıklar, kararın
yanlış olduğu anlamına gelmez. Burada,
arkadaşlarımın ifade ettiği kusur ve zaafların
düzeltilmesi gerekir; hatta, müsebbibleri cezalandırılmalıdır.
Benim üzerinde durmak istediğim asıl mesele, işin siyasî
ideolojisi ve bölücü terörün dayattığı,
ayrılıkçı, siyasî ve kültürel kimlik meselesidir.
Değerli milletvekilleri, Doğu ve Güneydoğumuzdaki
Mehmani, Rışvan, Jirki, Badılı, Karakeçili, Berikan gibi
irili ufaklı Kırmançi ve Zaza aşiretlerine, Türkten ayrı
bir Kürt siyasî kimliği benimsetilmek isteniyor. Bu siyasî kimlik
ayrılışına da, sanki Türkiye'de birçok kültürler
varmış ve bunlar, Türk kültürünü oluşturan ve ona çeşni
katan zenginlikler değilmiş gibi, bir kültürel mozaik dibacesi
oluşturulmak isteniyor.
Bütün bunların arkasında, Güneydoğumuzda
menfaatlarını sağlama almak isteyen dış güçlerin
olduğu kesindir.
Yüzyılların şark politikası uygulanmaya devam
ediliyor. Anadolu'da kültürel ve siyasî ayrılıklar meydana getirmek,
bu arada, demoralize ve desintegre olmuş bir topluma, uğruna mücadele
edecek mukaddesleri olduğunu unutturmak, giderek, sonucu, Büyük Ermenistan
ve sözde Büyük İsrail'e, Anadolu topraklarında yayılma
imkânı verecek siyasî yapılanmalarla, Anadolu'nun üniter
yapısını bozmak... Bu oyuna gelmeye, hakımız dahi
yoktur beyler.
Unutulmamalıdır ki, Anadolu tarihi, biz bu topraklara Müslüman
olarak gelmeden çok öncesinden beri bir gerçeği
yaşamıştır: Anadolu'da tek bir siyasî otoritenin
hakimiyeti, bu topraklardan cihanşümul devletler ve medeniyetler
çıkarmıştır.
Anadolu'da, ne zaman parçalanma olmuş, birden fazla siyasî otorite
ortaya çıkmışsa, istilalar ve yok oluşlar
yaşanmıştır. O bakımdan, Osmanlının, önce
beyliklerin otoritesine son vererek birlik ve beraberliğini
sağladığı, büyüme dönemlerinden bugüne kadar da, yekpare
bir eyalet, bir beylerbeylik olarak bütünlüğünü koruduğu Anadolu'yu,
böylece muhafaza etmeye mecburuz; çünkü, artık, cihanşümul olmaya
mecburuz; çünkü, atalarımızın geliştirdiği ve
etrafında bir medeniyet oluşturduğu İslamın evrensel
mesajlarına insanlık yine muhtaçtır. Meseleye bakış
tarzımızın siyasî boyutu, işte bu temel eksen üzerine
oturmuştur.
Meselenin bir de kimlik boyutu var; kültürel ve siyasî kimlik. Bu
ikisini birbirinden ayırdetmek, bizim millî tarihimizde çok zordur; çünkü,
tarih içinde Türk kimliğinin oluşumu, Türk Milletinin ortaya
çıkışı, bir siyasî kimlikle birlikte olmuştur. Daha,
insanların siyasal örgütlenmeyi çok ilkel bir şekilde yaptığı
tarih dönemlerinde, Türkistan'da yaşayan muhtelif topluluklar devletler
kuruyorlardı.
Bu arada antrparantez ifade etmek istiyorum; Türkistan, Asya'nın
ortasındaki bir coğrafyanın nomatik adıdır.
İngiliz ve Ruslar, bu yüzyılın başlarından itibaren,
buraya "Orta Asya" diyerek, bölgenin Türklük ile illiyetini
unutturmaya çalışmışlardır. Evet, doğrudur,
Asyanın ortasında bir coğrafya vardır; ama, o
coğrafyanın adı Türkistan'dır.
O tarihte, o dönemde kâh Kıpçaklar kâh Uygurlar, Oğuzlar,
Kırgızlar hangi etnik grup kurarsa kursun, o devlete kendi ismini
veya hanedan ismini veriyordu; ancak, o devlet, o devlete
dışarıdan bakan müverrihler, yani tarihçiler tarafından
"Türkiye", "Türkistan" gibi isimlerle anılıyordu.
Hangi etnik grup devleti kurarsa kursun, bölgenin diğer sakinlerini de
egemenliği altına alıyordu. Bu "Türk" sözü, işte,
muhtemelen bu devlete tabi olan insan topluluklarına verilen bir isim
olarak tarihin o dönemlerinde ortaya çıkmıştır. "Türk"
sözü, muhtemelen "türük" isminden çıkmıştır.
"türük" ismi, çıkık, çatık, yatık,
kırık, çizik, yürük gibi fiilden türemiş bir isim ve töreli,
töresi olan, törelenmiş anlamlarına geliyor. Töre sözü de ilk
Türkçede başlık, miğfer anlamlarına geliyor. Bugün bile,
Kazak soydaşlarımız, evine gelen misafiri baş köşeye
buyur etmek için "yukarı çık" veya "töreye
çık" diyorlar. "Töre" kelimesi sosyal ve siyasî
gelişmeye paralel olarak, insanları koruyan, onlara baş olan,
örgütleyen bir kurumlaşmayla; yani, devlet kavramıyla iç içe
girmiştir. Böylece, töresi olan, bir devlete tabi olan insanlar
anlamında Türkistan'da kurulmuş olan devletlerin tebasına
"Türk" denilegelmiştir; yani, aziz milletimizin tarih içindeki
isim alışı ve oluşumu bu siyasî kimlik etrafında ortaya
çıkmıştır. Bu yüzyılın başlarına kadar
ve Rusların bütün unutturma gayretlerine rağmen, bugün bile, bir
ölçüde, hâlâ Hazar Denizinin doğusundaki, Asya'nın ortasındaki
coğrafyaya "Türkistan" denilmesinin sebebi işte budur.
Kültürümüzün de bu siyasî kimlik merkezî etrafında oluştuğunu
hiç unutmamak gerekiyor. Nitekim, tarih içerisinde, etrafa ve daha çok
batıya yayılan atalarımızın kurdukları devlete,
eğer tebaası olan halk da aynı siyasî, kültürel kimliği
benimsemişse "Türkiye" denilegelmiştir,
Mısır'daki Memlûk Devletine "Türkiye" denildiği gibi,
11 inci Asırda, Volga Nehri etrafında, Hazarların, Bulgar
Türklerinin kurduğu devlete "Türkiye" denildiği gibi.
Demek oluyor ki, Türk Milleti, tarih içinde, bir ırk esasına
dayanmaksızın, aynı devlete mensubiyet şuuru etrafında
teşekkül etmiş bir siyasî, kültürel kimlik esasında
oluşmuştur. Onun için, ısrarla diyoruz ki, dünyada,
ırkçılığa dayanmayacak, nadir milliyetçiliklerden birisi de
Türk miliyetçiliğidir.
Bugünkü devletimize, Türkiye Cumhuriyeti Devletine de aynı
açıdan bakmak durumundayız. Devletin resmî ideolojisi haline
getirdiği "batıcı" anlayışın bütün
aykırılıklarına rağmen, bu devletin
vatandaşları, bin yıldır aynı siyasî kimliği
benimsemiş ve bu siyasî kimlik etrafında, yani "töre"
esasında oluşmuş bir kültürel kimliği, ortak bir mensubiyet
şuuruyla paylaşmıştır.
Anadolu'da "Türkler ve Türk olmayanlar var", "Türkler ve
Kürtler var" gibi sinsi bir mantık oyununu, o yüzden
halkımızın bozacağına inancım tamdır.
Avşarlar, Farsaklar, Mehmaniler, Karakeçililer, Sarıkeçililer,
Rışvanlar bir tarafa, Jirkiler, Akkoyunlular, Karakoyunlular,
Beybucaklar, Berikanlar öbür tarafa; Kafkasya'dan göç eden Çerkez, Çeçen,
Karaçay, Kumuk, Nogay ve Malkarlar Kafkasya'ya, Balkanlardan gelen Karaman
çocukları, Nacakoğulları, Kırım Tatarları ve Kazan
Tatarları da kendi memleketlerine dönsün deseniz, Türkiye'de ne
kalır, Allah aşkına?..
Demek ki, Türk, bunlardan birisi değil, fakat, bunların
hepsidir. Bu etnik gruplar da, Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı
Sayın Muhsin Yazıcıoğlu'nun ifadesiyle, aynı kilimin
desenleridir. Güneydoğuda "Kürt" adı altında toplanan
aşiretler, diğer etnik gruplar gibi, Özbek, Kırgız, Kazak,
Çeçen, Nogay, Türkmen, Çerkez, Karaçay, Malkar, Tatar, Kumuk ve
Başkırt aşiretleri gibi, bu kilimin en mümtaz desenlerini
oluşturuyor. Kendini böyle hissetmeyenler, maalesef, bugün, aramızda
var. Mücadelemiz bunlarladır. Kürt kardeşlerimizi bunlar
kandıramayacaklardır; sebebi gayet açıktır. Avrupalı
Türk'ü niçin sevmiyor; kara kaşı, kara gözü, genetik yapısı
için mi, yoksa, tarihî tecrübesiyle, İslamın evrensel mesajlarıyla
tekrar cihanşümul politikalar uygulayacak bir potansiyeli bizde
gördüğü için mi? Elbette ikincisi, elbette Müslüman olduğumuz için
Avrupalı bizi sevmiyor. O halde, Türk'ü sevmeyen Avrupalının
Kürt'ü sevmesi hiç mümkün müdür arkadaşlar?
Bu topraklarda -son sözlerimi ifade ediyorum- İslamın...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ORHAN KAVUNCU (Devamla) – Selam veriyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN – Aman efendim, yanlış anlaşılabilir,
"bu topraklarda son sözlerimi ifade ediyorum" demek olur mu?..
Devlet, ebet müddet ve ilanihaye bu topraklarda sözlerimizi ifade edeceğiz
hep. (Alkışlar)
Buyurun.
ORHAN KAVUNCU (Devamla) – Teşekkürler Sayın Başkan.
Bu topraklarda İslamın evrensel mesajlarıyla
büyüklükler gerçekleştirdik. Dünya,
bugün bu mesajlara yine muhtaçtır ve bu evrensel mesajlarla
cihanşümul politikalar geliştirecek potansiyel, tarihî tecrübemizde,
atalarımızın bize bıraktığı mirasta vardır.
Biz, bu mirasa sahip çıkmak istiyoruz; düşmanlarımız da bu
mirası kullanmamıza müsaade etmek istemiyorlar. Herkes, tercihini
yapsın.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Kavuncu, teşekkür ediyorum.
Sayın milletvekilleri, olağanüstü hal konusundaki genel
görüşme müzakereleri tamamlanmıştır.
Şimdi, gündemin "Seçim" kısmına geçiyoruz.
VII. –
SEÇİMLER
A)
KOMİSYONLARDA AÇIK BULUNAN ÜYELİKLERE SEÇİM
1. – (10/1, 14) esas numaralı Meclis
Araştırma Komisyonunda açık bulunan üyeliğe seçim
BAŞKAN – Sosyal güvenlik ve Sosyal Sigortalar Kurumu konusundaki
(10/1,14) esas numaralı Meclis Araştırma Komisyonunda boş
bulunan ve Refah Partisi Grubuna düşen bir üyelik için, Ankara
Milletvekili Sayın Ersönmez Yarbay aday gösterilmiştir.
Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Hayırlı olsun Sayın Yarbay.
2. – Kamu İktisadî Teşebbüsleri
Komisyonunda açık bulunan üyeliğe seçim
BAŞKAN – Kamu İktisadî Teşebbüsleri Komisyonunda boş
bulunan ve bağımsız milletvekillerine düşen bir üyelik
için, Tokat Milletvekili Sayın Hanefi Çelik aday gösterilmiştir.
Bağımsızlardan, başka aday olmak isteyen var mı
efendim? Yok.
O halde, oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
Hayırlı, uğurlu olsun.
IV. –
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)
B)
ÇEŞİTLİ İŞLER
1. – Plan ve Bütçe Komisyonunda
bağımsız üyeliklere düşen adaylara ilişkin
Başkanlık açıklaması
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Plan ve Bütçe Komisyonunda
boş bulunan ve bağımsız milletvekillerine düşen bir
üyelik için Ordu Milletvekili Sayın Refaiddin Şahin aday
olmuştur. Bağımsızlardan başka aday var mı?
HASAN ÇAĞLAYAN (Çorum) – Adayım.
BAŞKAN – Sayın Hasan Çağlayan da aday olduğuna göre;
oy pusulaları bastırılacaktır; o bakımdan, bugün, bu
konuda seçim yapmamız mümkün değil; bilahara yapılacaktır.
Sayın Çağlayan'ın adaylığı tescil
edilmiştir.
Tabiî, bir de yazılı talepte bulunursanız...
HASAN ÇAĞLAYAN (Çorum) – Teşekkür ederim.
HACI FİLİZ (Kırıkkale) – Formdasınız;
seçimi de yapalım.
BAŞKAN – Olur efendim; yapacağız; hiç üzülmeyin...
VII. –
SEÇİMLER (Devam)
A)
KOMİSYONLARDA AÇIK BULUNAN ÜYELİKLERE SEÇİM (Devam)
3. – Adalet Komisyonunda açık
bulunan üyeliğe seçim
BAŞKAN – Adalet Komisyonunda boş bulunan ve Doğru Yol
Partisi Grubuna düşen bir üyelik için, Trabzon Milletvekili Sayın
Yusuf Bahadır aday gösterilmiştir.
Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Hayırlı olsun.
4. – Dışişleri
Komisyonunda açık bulunan üyeliğe seçim
BAŞKAN – Dışişleri Komisyonunda boş bulunan ve Doğru
Yol Partisi Grubuna düşen bir üyelik için, Kastamonu Milletvekili
Sayın Haluk Yıldız aday gösterilmiştir.
Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Hayırlı olsun.
5. – Dilekçe Komisyonunda açık
bulunan üyeliğe seçim
BAŞKAN – Dilekçe Komisyonunda boş bulunan ve Doğru Yol
Partisi Grubuna düşen bir üyelik için, Artvin Milletvekili Sayın
Hasan Ekinci aday gösterilmiştir.
Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Hayırlı ve uğurlu olsun.
Sayın milletvekilleri, Dilekçe Komisyonu geçen
toplantısında görev bölümünü yapamamıştır. Bu nedenle,
Komisyon üyelerinin, 25 Temmuz 1996 Perşembe günü saat 14.00'te kendi
toplantı salonunda toplanarak, başkan, başkanvekili, sözcü ve
kâtip seçimini yapmalarını rica ediyorum.
Komisyonun toplantı yer ve saati ilan tahtalarına da talik
olunmuştur.
Evet, şimdi, gündemimizin "Sözlü Sorular" faslına
geçiyoruz.
Tabiî, Hükümetimiz -temsilen- soruları cevaplandırmak üzere
hazırsa soruları alacağım; yoksa, gündemin "Kanun Tasarı
ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" bölümüne
geçeceğim
Şimdi, sözlü sorulara başlıyorum.
VIII. –
SORULAR VE CEVAPLAR
A)
SÖZLÜ SORULAR VE CEVAPLARI
1. – İstanbul Milletvekili Halit
Dumankaya’nın, KİT ürünlerine yapılan son zamlara ilişkin
Başbakandan sözlü soru önergesi (6/58)
BAŞKAN – İstanbul Milletvekili Sayın Dumankaya'nın,
KİT ürünlerine yapılan son zamlara ilişkin Başbakandan soru
önergesi.
Tabiî, Sayın Dumankaya burada olmadığı için,
şansımız yok ki, bu son zamlardan kastı hangi tarihtir; onu
öğrenmek mümkün değil.
Sayın Dumankaya?.. Yok.
Sayın Hükümet?.. Yok.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın bakanlar yok efendim...
BAŞKAN – Efendim, grup temsilcilerimiz ne buyuruyorlar?
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Kapatalım.
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Kapatalım efendim.
MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Kanunlara geçelim.
BAŞKAN – Tabiî, kanunlara geçiyoruz.
Şimdi, 1 inci sırada bulunan, Sayın Dumankaya'nın
-ben, buradaki işareti fark edemedim; şimdi fark ettim- bu sözlü
sorusu, üçüncü birleşimde de cevaplandırılmadığı
için, son tadile göre, yazılı soruya dönüşmüştür.
Sözlü sorunun yazılı soruya çevrilmesi demek, Sayın
Bakanın yazılı cevap vermesi demektir; dolayısıyla
"Sözlü Sorular" faslından çıkarılması demektir;
bendeniz de onu ifade etmeye çalıştım.
Sayın grup temsilcilerimiz, "Kanun Tasarı ve
Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" bölümüne
geçiyorum, grup başkanvekillerinden aldığım işaret
üzerine.
Sayın milletvekilleri, gündemin "Kanun Tasarı ve
Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler"
kısmına geçiyoruz.
IX. – KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN
GELEN
DİĞER İŞLER
1. – 926 Sayılı Türk
Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesine
İlişkin 448 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Millî
Savunma Komisyonu Raporu (1/215) (S. Sayısı : 23) (1)
BAŞKAN – 926 Sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel
Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesine İlişkin 488 Sayılı
Kanun Hükmünde Kararnameyle ilgili tasarının müzakeresine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Sayın Komisyon?.. Yok.
Ertelenmiştir.
2 nci, 3 üncü ve müteakip sıralardakiler için de komisyon
yetkililerini arayalım mı sayın grup başkanvekilleri?
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) –
Sayın Başkan, yarına bırakalım.
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Yarına bırakalım.
BAŞKAN – Komisyonlar hazır değil; öyle
anlaşılıyor.
Sayın milletvekilleri, kanun tasarı ve teklifleriyle
komisyonlardan gelen diğer işleri ve gündemde yer alacak sair
hususları görüşmek için, 25 Temmuz 1996 Perşembe günü saat
15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.
(1) 23 S. Sayılı Basmayazı 10.7.1996
tarihli 75’inci Birleşim Tutanağına eklidir.
Kapanma
Saati: 17.40
VIII. –
SORULAR VE CEVAPLAR (Devam)
B)
YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1. – Tekirdağ Milletvekili Bayram
Fırat Dayanıklı’nın, Marmara Ereğlisinde 775
sayılı Kanun gereğince tahsis edilen arsalara ilişkin
sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Cevat
Ayhan’ın yazılı cevabı (7/972)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın yazılı olarak
Bayındırlık ve İskân Bakanı Sayın Mehmet
Keçeciler tarafından yanıtlanmasını saygılarımla
arz ederim.
Dr.
B. Fırat Dayanıklı
Tekirdağ
Marmara Ereğlisi (Tekirdağ)’nde son 1
yılda, 775 sayılı Kanun gereğince tahsis edilmiş
arsalar;
1. Kimlere?
2. Hangi şartlarla?
3. Ne zaman verilmiştir?
T.C.
Bayındırlık
ve İskân Bakanlığı 24.7.1996
Basın
ve Halkla İlişkiler Müşavirliği
Sayı :
B.09.0.BHİ.0.00.00.25/2-A/5392
Konu :
Tekirdağ Milletvekili B. Fırat Dayanıklı’nın
Yazılı Soru Önergesi.
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
İlgi : T.B.M.M.’nin 26.6.1996 gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-2466
sayılı yazısı. (7/972)
Tekirdağ Milletvekili B. Fırat Dayanıklı’nın
Bakanlığımıza yönelttiği yazılı soru
önergesi, ilgi yazı gereğince incelenmiştir.
Soru 1. Marmara Ereğlisi (Tekirdağ)’nde son bir yılda 775
sayılı Kanun gereğince tahsis edilmiş arsalar;
– Kimlere?
– Hangi şartlarla?
– Ne zaman verilmiştir?
Cevap 1. Bakanlığımızca, Marmara Ereğlisi
(Tekirdağ)’nde 775 sayılı Kanun amacında kullanılmak
üzere Gecekondu Önleme Bölgesi oluşturulmadığından; son bir
yılda herhangi bir arsa tahsisi yapılmamıştır.
Bilgi ve gereğini arz ederim.
Cevat
Ayhan
Bayındırlık
ve İskân Bakanı
TUTANAĞIN SONU