DÖNEM : 20 CİLT : 9 YASAMA YILI : 1
T. B. M. M.
TUTANAK DERGİSİ
84 üncü Birleşim
30 . 7 . 1996 Salı
İ Ç İ N D E K İ L E R
I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. – GELEN KÂĞITLAR
III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA
SUNUŞLARI
A)
GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
1. – İstanbul Milletvekili Sedat Aloğlu'nun, gümrük
mevzuatı ve uygulamalarına ilişkin gündemdışı
konuşması
2. – Manisa Milletvekili H. Ayseli Göksoy'un, Güneydoğu Anadolu
Bölgesinin sorunlarına ilişkin gündemdışı
konuşması
3. – Aydın Milletvekili Yüksel Yalova'nın, son günlerde
meydana gelen orman yangınlarına ilişkin
gündemdışı konuşması ve DevletBakanı Nevzat
Ercan'ın cevabı
B) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME,
MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ
1. – Denizli Milletvekili Hilmi Develi ve 20 arkadaşının,
Denizli İlinin içinde bulunduğu durumun araştırılarak
alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/101)
2. – Zonguldak Milletvekili Mümtaz Soysal ve 20
arkadaşının, cezaevlerinde tutuklu ve hükümlüler tarafından
sürdürülen ölüm orucunun nedenlerini ve tutuklu ve hükümlülerin istemlerini
açığa kavuşturmak amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/102)
C) TEZKERELER VE ÖNERGELER
1. – Çin Halk Cumhuriyeti Ulusal Kongresinin vaki davetine icabet
edecek Parlamento heyetine katılacak milletvekillerine ilişkin
Başkanlık tezkeresi (3/416)
2. – Avustralya Parlamento Başkanının resmî davetine
icabet edilmesine ilişkinBaşkanlık tezkeresi (3/417)
3. – Bazı milletvekillerine izin verilmesine ilişkin
Başkanlık tezkeresi (3/418)
4. – İstanbul Milletvekili Aydın Menderes'e ödenek ve
yolluğunun ödenmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/419)
5. – Bursa Milletvekili Abdulkadir Cenkçiler'e ödenek ve yolluğunun
ödenmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/420)
6. – Ülkemizde konuşlandırılan Çokuluslu Güç'ün
görev süresinin 31.7.1996 tarihinden itibaren beş ay süre ile
uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/421)
7. – On ilde uygulanmakta olan olağanüstü halin, 31.7.1996
günü saat 17.00'den geçerli olmak üzere dört ay süre ile uzatılmasına
ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/422)
D) ÇEŞİTLİ
İŞLER
1. – İnsan Haklarını İnceleme Komisyonunda
bağımsız milletvekillerine düşen bir üyelik için aday olmak
isteyen bağımsız milletvekillerinin müracatlarına
ilişkin Başkanlık duyurusu
IV. – ÖNERİLER
A) DANIŞMA KURULU
ÖNERİLERİ
1. – Genel Kurulun çalışma süresine ilişkin
Danışma Kurulu önerisi
B) SİYASÎ PARTİ GRUBU
ÖNERİSİ
1. – Bütçe Kanunlarında Yer Alan Bazı Hükümlerin İlgili
Kanunlarında Düzenlenmesine Dair Kanun Tasarısının
Komisyonda görüşme zamanı ve gündemdeki sıralamanın yeniden
yapılanması ile Genel Kurulun 31.7.1996 Çarşamba günü saat 14.00
te toplanmasına ve bu toplantıda sözlü soruların
görüşülmemesine ilişkin DYP Grubu önerisi
V. – SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1. – İzmir Milletvekili Ali Rıza Bodur'un, Bornova
Anadolu Lisesinde laiklik ilkelerine aykırı uygulamalara ilişkin
sorusu ve Millî EğitimBakanı Mehmet Sağlam'ın
yazılı cevabı (7/990)
2. – İzmir MilletvekiliAli Rıza Bodur'un, okul yöneticilerinin
özendirilmesine ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Mehmet
Sağlam'ın yazılı cevabı (7/991)
3. – İzmirMilletvekili Birgen Keleş'in, Anadolu Liselerinde
görev yapan müdür ve müdür yardımcılarının orta
öğrenimlerine ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Mehmet
Sağlam'ın yazılı cevabı (7/994)
4. – Sıvas Milletvekili Mahmut Işık'ın, ILO
sözleşmesi ve yasaya aykırı olarak yapıldığı
iddia edilen personel nakillerine ilişkin sorusu ve
Bayındırlık ve İskân Bakanı Cevat Ayhan'ın
yazılı cevabı (7/1020)
5. – Yozgat Milletvekili Kâzım Arslan'ın, 1991 -1996
yılları itibariyle Meclis personeli için yapılan
sağlık harcamalarına ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük
MilletMeclisi Başkanı Mustafa Kalemli'nin yazılı
cevabı (7/1083)
I. – GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak üç oturum yaptı.
Ağrı Milletvekili Mehmet Sıddık Altay'ın,
Ağrı İlinin sağlık sorunlarına ilişkin
gündem dışı konuşmasına SağlıkBakanı
Yıldırım Aktuna cevap verdi.
Kocaeli Milletvekili Bekir Yurdagül, yabancı petrol
şirketlerindeki sendikasızlaştırma iddiasına,
Çankırı Milletvekili İsmail Coşar da, şehitler
konusuna,
İlişkin birer gündem dışı konuşma
yaptılar.
İçel Milletvekili Abdulbaki Gökçel'in, İnsanHakları
Komisyonundan,
Ankara Milletvekili Hikmet Uluğbay'ın, (9/6) esas
numaralı Meclis Soruşturma Komisyonundan,
İstifa ettiklerine ilişkin önergeleri;
(9/4),
(9/6) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonları
Geçici Başkanlıkları ile,
Dilekçe Komisyonu Başkanlığının,
Komisyonların, başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip üye
seçimini yaptıklarına ilişkin tezkereleri ile;
Konya Milletvekili Hüseyin Arı'nın, (6/227) numaralı
sözlü sorusunu geri aldığına,
Aydın Milletvekili Cengiz Altınkaya ve 19
arkadaşının, Eskişehir E Tipi Cezaevinin
kapatılmasının nedenlerini ve yapılan tadilatların
gerekli olup olmadığını araştırmak amacıyla
bir Meclis araştırması açılmasına (10/100);
İlişkin önergeleri;
Genel Kurulun bilgisine sunuldu.
Önergelerin gündemde yerini alacağı ve Meclis
araştırması açılıp açılmaması hususundaki
öngörüşmenin, sırasında yapılacağı
açıklandı.
TBMM'yi temsilen bir Parlamento Heyetinin, Yeni Zelanda Parlamento
Başkanının davetine icabet etmesine
ilişkinBaşkanlık tezkeresi kabul edildi.
(9/6) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonunda
açık bulunan ve DSP Grubuna düşen 1 üyeliğe, Grubunca 3
katı olarak gösterilen adaylar arasından adçekme suretiyle, İçel
Milletvekili M. İstemihan Talay seçildi.
"Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan GelenDiğer
İşler" kısmının :
1 inci sırasında bulunan, 926 Sayılı Türk
Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesine
İlişkin 488 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye ilişkin
tasarı (1/215) (S. Sayısı : 23), komisyon yetkilileri Genel
Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.
2 nci sırasında bulunan, Karadeniz Ticaret ve Kalkınma
Bankası Kuruluş Anlaşmasının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna (1/347) (S. Sayısı : 47),
3 üncü sırasında bulunan, Türkiye Cumhuriyeti ile Azerbaycan
Cumhuriyeti Arasında Gümrük İşleri Alanında
İşbirliği ve Karşılıklı Yardıma
İlişkin Prtokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
(1/319) (S. Sayısı : 31)
4 üncü sırada bulunan, Türkiye Cumhuriyeti ile Azerbaycan
Cumhuriyeti Arasında Yatırımların
Karşılıklı Teşviki ve Korunması
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
(1/318) (S.Sayısı : 32)
5 inci sırasında bulunan, Türkiye Cumhuriyeti ve Moldavya
Cumhuriyeti Arasında Yatırımların
Karşılıklı Teşviki ve Korunmasına
İlişkin anlaşmanın Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna (1/355) (S.Sayısı : 33),
6 ncı sırasında bulunan,Türkiye Cumhuriyeti ile
Arnavutluk Cumhuriyeti Arasında Gelir ve Servet Üzerinden Alınan
Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna (1/349) (S. Sayısı :
44),
7 nci sırasında bulunan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile
Kazakistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Gelir Üzerinden Alınan
Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşması ve Eki Protokolün
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna (1/293) (S. Sayısı :
51),
8 nci sırasında bulunan,Türkiye Cumhuriyeti ile Makedonya
Cumhuriyeti Arasında Gelir ve Servet Üzerinden Alınan Vergilerde
Çifte Vergilendirmeyi Önleme anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna (1/381) (S.Sayısı :
53) ile,
9 uncu sırasında bulunan, Türkiye Cumhuriyeti ile Kazakistan
Cumhuriyeti Arasında Antalya İlinin Kemer İlçesindeki
taşınmazın Kazakistan Cumhuriyetine
Kullandırılmasına İlişkin Protokolün
Onaylanmasının UygunBulunduğuna (1/452) (S.Sayısı :
58),
Dair Kanun Tasarılarının, görüşmelerini müteakip
yapılan açık oylamalarından sonra,
10 uncu sırada bulunan, Bakanlıklar ve Bağlı
Kuruluşlarda Atama Usulüne İlişkinKanuna Bir Ek Madde
Eklenmesine Dair Kanun Tasarısının (1/489) (S. Sayısı
: 63),
Yapılan görüşmelerden sonra kabul edildikleri ve
kanunlaştıkları açıklandı.
30 Temmuz 1996 Salı günü saat 15.00'te toplanmak üzere,
Birleşime 19.17'de son verildi.
Yasin Hatiboğlu
Başkanvekili
Ali Günaydın Kâzım Üstüner
Konya Burdur
Kâtip
Üye Kâtip
Üye
Fatih Atay
Aydın
Kâtip
Üye
II. – GELEN KÂĞITLAR
26 . 7 . 1996 CUMA
Tasarı
1. – Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun Bazı
Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı (1/490) (Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve
Teknoloji Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi :
23.7.1996)
Teklifler
1. – İstanbul Milletvekili Cevdet Selvi ve 6
Arkadaşının; SosyalSigortalarKanununda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/387) (Sağlık,
Aile, Çalışma ve Sosyal İşlerKomisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi : 19.7.1996)
2. – İzmirMilletvekili Hakan Tartan ve 4
Arkadaşının; İstiklâl Madalyası Verilmiş Bulunanlara
Vatanî Hizmet Tertibinden Şeref Aylığı Bağlanması
Hakkında Kanunda DeğişiklikYapılmasına Dair Kanun
Teklifi (2/388) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa
geliş tarihi : 22.7.1996)
3. – İzmirMilletvekili Hakan Tartan ve 4
Arkadaşının; Gaziler Günü Hakkında Kanun Teklifi (2/389)
(İçişleri Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi :
22.7.1996)
4. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya'nın; 4.1.1961
Tarihli ve 213 Sayılı Vergi UsulKanununa Bir Ek Madde Eklenmesine
Dair Kanun Teklifi (2/390) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi
: 23.7.1996)
5. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya'nın; 17.7.1964
Tarihli ve 506 Sayılı SosyalSigortalarKanununa Bir Ek Madde
Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (2/391) (Sağlık, Aile,
Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe
komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.7.1996)
6. – İstanbulMilletvekili Halit Dumankaya'nın; 15.7.1950
Tarihli ve 5680 Sayılı Basın Kanununun 29 uncu Maddesinin
Değiştirilmesine Dair Kanun Teklifi (2/392) (AdaletKomisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi : 23.7.1996)
7. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya'nın; Vergi,
Sigorta ve Bağ - Kur Primlerini Ödemeyenler Hakkında Uygulanacak
Esaslara Dair Kanun Teklifi (2/393) (Sağlık, Aile, Çalışma
ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa
geliş tarihi : 23.7.1996)
8. – İstanbul Milletvekili HalitDumankaya'nın; 237
Sayılı Taşıt Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/394) (Plan ve Bütçe Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi : 23.7.1996)
9. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya'nın; 657
Sayılı DevletMemurları Kanunu, 926 Sayılı Türk
Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu ile 1475 Sayılı İş
Kanununun Birer Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında KanunTeklifi
(2/395) (İçişleri Komisyonuna) (Başkanlığa geliş
tarihi : 23.7.1996)
10. – Sıvas Milletvekili Mahmut Işık'ın;
Suşehri Adıyla Bir İl Kurulmasına Dair Kanun Teklifi
(2/396) (İçişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi : 23.7.1996)
11. – SıvasMilletvekili Mahmut Işık'ın;
Sızır Adıyla Bir İlçe Kurulması Hakkında Kanun
Teklifi (2/397) (İçişleri ve Plan ve Bütçe komsiyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi : 23.7.1996)
12. – Balıkesir Milletvekili İlyas Yılmazyıldız
ve 25 Arkadaşının; Türkiye Cumhuriyeti Emekli
Sandığı Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesi Konusunda Kanun
Teklifi (2/398) (Millî Savunma ve Plan ve Bütçe komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi : 24.7.1996)
13. – AydınMilletvekili Yüksel Yalova'nın; Radyo ve
Televziyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunda
Değişiklik Yapılmasına DairKanun Teklifi (2/399) (Anayasa
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.7.1996)
14. – Aydın Milletvekili Yüksel Yalova'nın; Radyo ve
TelevizyonlarınKuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/400) (Anayasa
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.7.1996)
Tezkereler
1. – Genel Bütçeli Dairelerin 1994 Bütçe Yılı Kesinhesap Kanun
Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi
(3/414) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş
tarihi : 25.7.1996)
2. – Katma Bütçeli İdarelerin 1994 Bütçe Yılı Kesinhesap
Kanun Tasarısına Ait Geneluygunluk Bildiriminin Sunulduğuna
İlişkinSayıştay Başkanlığı Tezkeresi
(3/415) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş
tarihi : 25.7.1996)
Sözlü Soru
Önergeleri
1. – Yalova Milletvekili Yaşar Okuyan'ın, ithalat ve
ihracatımızın durumuna ilişkin Sanayi ve Ticaret
Bakanından sözlü soru önergesi (6/303) (Başkanlığa
geliş tarihi : 23.7.1996)
2. – Yalova Milletvekili Yaşar Okuyan'ın, Antbirlik'te
çalışmadan maaş aldıkları iddia edilen kişilere
ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından sözlü soru önergesi (6/304)
(Başkanlığa geliş tarihi : 23.7.1996)
3. – Yalova Milletvekili Yaşar Okuyan'ın, et ithalatına
ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi
(6/305) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.7.1996)
4. – Yalova Milletvekili Yaşar Okuyan'ın, pamuk üreticilerinin
desteklenmesine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü
soru önergesi (6/306) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.7.1996)
5. – Yalova Milletvekili Yaşar Okuyan'ın, devlet
televizyonunun bir kanalında Kürtçe yayın için hazırlık
yapıldığı iddiasına ilişkin Başbakandan
sözlü soru önergesi (6/307) (Başkanlığa geliş tarihi :
23.7.1996)
6. – Yalova Milletvekili Yaşar Okuyan'ın, kamu kurum ve
kuruluşlarında yapılması düşünülen atama ve nakillere
ilişkinBaşbakandan sözlü soru önergesi (6/308)
(Başkanlığa geliş tarihi : 23.7.1996)
7. – Yalova Milletvekili Yaşar Okuyan'ın, Güllük
Karakolunun İran askerlerince tarandığı iddialarına
ilişkinDışişleri Bakanı ve Başbakan
Yardımcısından sözlü soru önergesi (6/309)
(Başkanlığa geliş tarihi : 23.7.1996)
8. – Yalova Milletvekili Yaşar Okuyan'ın,
çıkarılması düşünülen vergi affı kapsamına
ilişkin Maliye Bakanından sözlü soru önergesi (6/310)
(Başkanlığa geliş tarihi : 23.7.1996)
9. – Yalova Milletvekili Yaşar Okuyan'ın, ülkemizin
elektrik ihtiyacının hangi kaynaklardan
karşılanacağına ilişkin Enerji ve Tabiî
KaynaklarBakanından sözlü soru önergesi (6/311) (Başkanlığa
geliş tarihi : 23.7.1996)
10. – Yalova Milletvekili Yaşar Okuyan'ın, proje ihalesi
yapılan bazı otoyollarının yapımından neden
vazgeçildiğine ilişkin Bayındırlık ve İskân
Bakanından sözlü soru önergesi (6/312) (Başkanlığa geliş
tarihi : 23.7.1996)
11. – Muğla Milletvekili Zeki Çakıroğlu'nun,
Atatürkçü Düşünce Derneği Kastamonu - Cide İlçe şubesince
asılan bir pankartın Emniyetçe indirildiği iddiasına
ilişkin İçişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/313)
(Başkanlığa geliş tarihi : 24.7.1996)
Yazılı
Soru Önergeleri
1. – İzmirMilletvekili Hakan Tartan'ın, Doğu ve Güneydoğu
Anadolu Bölgesinde boşaltıldığı iddia edilen köylere
ve köye dönüş projelerine ilişkinBaşbakandan yazılı
soru önergesi (7/1077) (Başkanlığa geliş tarihi :
23.7.1996)
2. – İzmir Milletvekili Hakan Tartan'ın, vergi ve sigorta
prim borcu olan belediyelere ilişkin Başbakandan yazılı
soru önergesi (7/1078) (Başkanlığa geliş tarihi :
23.7.1996)
3. – Çanakkale Milletvekili Ahmet Küçük'ün, Bandırma -
Çanakkale demiryolu projesine ilişkin ulaştırma Bakanından
yazılı soru önergesi (7/1079) (Başkanlığa geliş
tarihi : 24.7.1996)
4. – Çanakkale Milletvekili Ahmet Küçük'ün, Çanakkale
Boğazı Köprüsü yapımıyla ilgili etüt proje ve çevre yolu
güzergâh çalışmalarına ilişkinBayındırlık ve
İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/1080)
(Başkanlığa geliş tarihi : 24.7.1996)
5. – AydınMilletvekili Cengiz Altınkaya'nın, Millî
Piyango İdaresinin talih oyunlarına toplumu teşvik eden
uygulamalarına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru
önergesi (7/1081) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.7.1996)
6. – Rize Milletvekili AhmetKabil'in, Çay Kurumunun bankalara ve
diğer kurumlara olan borç miktarına ve yaş çay bedellerinin
ödenme zamanına ilişkin DevletBakanından yazılı soru
önergesi (7/1082) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.7.1996)
30 . 7 .
1996 SALI
Tasarı
1. – Bütçe Kanunlarında Yer Alan Bazı Hükümlerin
İlgili Kanunlarında Düzenlenmesi Hakkında Kanun
Tasarısı (1/491) (Plan ve Bütçe Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi : 29.7.1996)
Rapor
1. – Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun Bazı
Maddelerinde DeğişiklikYapılmasına Dair Kanun Tasarısı
ve Sanayi, Ticaret, Enerji Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu
(1/490) (S. Sayısı : 69) (Dağıtma Tarihi : 30.7.1996)
(GÜNDEME)
Sözlü Soru
Önergeleri
1. – Denizli Milletvekili Hilmi Develi'nin, Denizli - Güney
İlçesi - Hamidiye Köyü içme suyu projesine ilişkin
DevletBakanından sözlü soru önergesi (6/314) (Başkanlığa
geliş tarihi : 29.7.1996)
2. – Denizli Milletvekili Hilmi Develi'nin, Denizli Yenicekent -
Ertuğrul - Cindere arasındaki yolun asfalt yapımı ve Güney
- Parmaksızlar Yolu onarımına ilişkin DevletBakanından
sözlü soru önergesi (6/315) (Başkanlığa geliş tarihi :
29.7.1996)
3. – Denizli Milletvekili Hilmi Develi'nin, Denizli - Güney - Çamrak
Köprüsü ve Koparan Köyü Deresi ile Karagöz Köyü Yoluna Menfez
yapımına ilişkinDevletBakanından sözlü soru önergesi
(6/316) (Başkanlığa geliş tarihi : 29.7.1996)
4. – Denizli Milletvekili Hilmi Develi'nin, Denizli güney
şelalesine ilişkin TurizmBakanından sözlü soru önergesi (6/317)
(Başkanlığa geliş tarihi : 29.7.1996)
5. – Denizli Milletvekili Hilmi Develi'nin, Denizli'nin bazı
ilçelerinin kalkınmada öncelikli yöreler kapsamına
alınmasına ilişkinBaşbakandan sözlü soru önergesi (6/318)
(Başkanlığa geliş tarihi : 29.7.1996)
6. – Denizli Milletvekili Hilmi Develi'nin, Denizli - Güney -
Ertuğrul Köyü Trafosunun büyütülmesine ilişkin Enerji ve Tabiî
KaynaklarBakanından sözlü soru önergesi (6/319) (Başkanlığa
geliş tarihi : 29.7.1996)
Yazılı
Soru Önergeleri
1. – Yozgat Milletvekili Kâzım Arslan'ın, 1991 -1996
yılları itibariyle Meclis Personeli için yapılan
sağlık harcamalarına ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanından yazılı soru önergesi (7/1083)
(Başkanlığa geliş tarihi : 17.7.1996)
2. – Edirne Milletvekili Mustafa İlimen'in, Edirne
Defterdarlığında yardımcı hizmetler
sınıfında çalışanların genel idare hizmetleri
sınıfına atamalarının yapılmasına
ilişkinMaliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/1084)
(Başkanlığa geliş tarihi : 25.7.1996)
3. – İzmirMilletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği
silahlı çatışma sonucu ölen bir şahsın ölüm
olayını soruşturan Cumhuriyet Savcısının, maktül
yakınlarının dilekçelirini işleme koymadığı
iddialarına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru
önergesi (7/1085) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.7.1996)
4. – İzmirMilletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği
silahlı çatışma sonucu ölen bir şahsın bedeni üzerinde
bazı incelemelerin yapılmasına ilişkin
AdaletBakanından yazılı soru önergesi (7/1086)
(Başkanlığa geliş tarihi : 25.7.1996)
5. – İzmirMilletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği
çatışma sonucu ölen bir şahsın ölüm sebebine ilişkin
AdaletBakanından yazılı soru önergesi (7/1087)
(Başkanlığa geliş tarihi : 25.7.1996)
6. – İzmirMilletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği
silahlı çatışma sonucu ölen bir şahsın muayene ve
otopsisinde hazır bulunan kişilere ilişkin AdaletBakanından
yazılı soru önergesi (7/1088) (Başkanlığa geliş
tarihi : 25.7.1996)
7. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği
silahlı çatışma sonucu ölen bir şahsın kişisel
eşyalarına ilişkin AdaletBakanından yazılı soru
önergesi (7/1089) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.7.1996)
8. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği
silahlı çatışma sonucu ölen bir şahısla ilgili Adlî
Tıp otopsisine ilişkin AdaletBakanından yazılı soru
önergesi (7/1090) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.7.1996)
9. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği
silahlı çatışma sonucu ölen bir şahsın ölümü ile
ilgili olarak Adlî Tıp Kurumunda barut izi aranması yapılıp
yapılmadığına ilişkin AdaletBakanından
yazılı soru önergesi (7/1091) (Başkanlığa geliş
tarihi : 25.7.1996)
10. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği
silahlı çatışma sonucu ölen bir şahısla ilgili
Hazırlık Tahkikatı dosyasına ilişkin
AdaletBakanından yazılı soru önergesi (7/1092)
(Başkanlığa geliş tarihi : 25.7.1996)
11. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği
silahlı çatışma sonucu ölen bir şahsın otopsisinde
Savcılıkça aranması istenen hususlara ilişkin
AdaletBakanından yazılı soru önergesi (7/1093) (Başkanlığa
geliş tarihi : 25.7.1996)
12. – İzmirMilletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği
silahlı çatışma sonucu ölen bir şahısla ilgili
olayın Adlî Tabiplik ve Adlî Tıp Kurumuna hangi makamlarca, ne zaman
bildirildiğine ilişkin AdaletBakanından yazılı soru önergesi
(7/1094) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.7.1996)
13. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği
silahlı çatışma sonucu ölen bir şahısla ilgili
olayın soruşturmasına ilişkin Adalet Bakanından
yazılı soru önergesi (7/1095) (Başkanlığa geliş
tarihi : 25.7.1996)
14. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği
silahlı çatışma sonucu ölen bir şahısla ilgili olarak
görevli Cumhuriyet Savcısının görevini yapıp
yapmadığına ilişkin Adalet Bakanından yazılı
soru önergesi (7/1096) (Başkanlığa geliş tarihi :
25.7.1996)
15. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği
silahlı çatışma sonucu ölen bir şahısla ilgili olarak
görevli Cumhuriyet Savcısının Adlî Tıp Tabipliği ve
Adlî Tıp Kurumundan ceset üzerinde aranmasını istediği hususları
içeren yazıya ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru
önergesi (7/1097) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.7.1996)
16. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği
silahlı çatışma sonucu ölen bir şahısla ilgili yeterli
delil toplanmadan Cumhuriyet Savcısının karara vardığı iddiasına
ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/1098)
(Başkanlığa geliş tarihi : 25.7.1996)
17. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği
silahlı çatışma sonucu ölen bir
şahsın ölüm olayı ile ilgili tahkikatı sürdüren
Cumhuriyet Savcısının olay yerinde yaptığı
incelemelere ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi
(7/1099) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.7.1996)
18. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği
silahlı çatışma sonucu ölen bir şahısla ilgili
olarak mermi ve kovanlarda yapılan
balistik incelemeye ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru
önergesi (7/1100) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.7.1996)
19. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği
silahlı çatışma sonucu ölen bir şahısla ilgili
olayın adlî mercilere intikaline ilişkin Adalet Bakanından
yazılı soru önergesi (7/1101) (Başkanlığa geliş
tarihi : 25.7.1996)
20. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği
silahlı çatışma sonucu ölen bir şahsın polis
tarafından görülmesinden hastaneye götürülüşüne kadarki
işlemlere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı
soru önergesi (7/1102) (Başkanlığa geliş tarihi :
25.7.1996)
21. – İzmirMilletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği
silahlı çatışma sonucu ölen bir şahsın üzerinde
ateşli silah bulunup bulunmadığına ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1103)
(Başkanlığa geliş tarihi : 25.7.1996)
22. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği
silahlı çatışma sonucu ölen bir şahsın üzerinde
bulunduğu iddia edilen örgütsel dokümanlara ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1104) (Başkanlığa
geliş tarihi : 25.7.1996)
23. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği
silahlı çatışma sonucu ölen bir şahısla birlikte olaya
karışan diğer sanıklara ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/1105)
(Başkanlığa geliş tarihi : 25.7.1996)
24. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği
silahlı çatışma sonucu ölen bir şahsın
sabıkasının olup olmadığına İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/1106)
(Başkanlığa geliş tarihi : 25.7.1996)
25. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği
silahlı çatışma sonucu ölen bir şahsın, teşhis,
izleme, yakalama, çatışma, üst arama, olay bildirme sürecinin
nasıl gerçekleştiğine ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/1107) (Başkanlığa geliş
tarihi : 25.7.1996)
26. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği
silahlı çatışma sonucu ölen bir şahsın ölüm
olayının Cumhuriyet Başsavcılığına
bildiriliş şekline ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/1108) (Başkanlığa geliş
tarihi : 25.7.1996)
27. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği
silahlı çatışma sonucu ölen bir şahsın ölümü ile
ilgili olarak idarî soruşturma yapılıp
yapılmadığına ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/1109) (Başkanlığa geliş
tarihi : 25.7.1996)
28. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği
silahlı çatışma sonucu ölen bir şahsın ölüm
olayına karıştığı iddia edilen polislerin
görevden uzaklaştırılmasına ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/1110)
(Başkanlığa geliş tarihi : 25.7.1996)
29. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği
silahlı çatışma sonucu ölen bir şahısla ilgili
olarakMemurin Muhakemat Kanununa göre hazırlanan dosyanın ne
aşamada olduğuna ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı osur önergesi (7/1111) (Başkanlığa geliş
tarihi : 25.7.1996)
30. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği
silahlı çatışma sonucu ölen bir şahsın hastaneye
sevkinden önce sorgulanmak üzere başka bir yere gönderilip
gönderilmediğine ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/1112) (Başkanlığa geliş
tarihi : 25.7.1996)
31. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği
silahlı çatışma sonucu ölen bir şahsa hastanede
yapılan idarî ve tıbbî işlemlere ilişkin Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/1113)
(Başkanlığa geliş tarihi : 25.7.1996)
32. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği
silahlı çatışma sonucu ölen bir şahsın ceset ve
elbiselerinin teslimine ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanından yazılı soru önergesi (7/1114) (Başkanlığa
geliş tarihi : 25.7.1996)
33. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği
silahlı çatışma sonucu ölen bir şahsın hastaneye ne
zaman getirildiğine ilişkin Çalışma ve Sosyal
GüvenlikBakanından yazılı soru önergesi (7/1115)
(Başkanlığa geliş tarihi : 25.7.1996)
34. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği
silahlı çatışma sonucu ölen bir şahsın hastaneye
kimler tarafından ve hangi vasıtayla getirildiğine ilişkin
Çalışma ve Sosyal GüvenlikBakanından yazılı soru
önergesi (7/1116) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.7.1996)
35. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği
silahlı çatışma sonucu ölen bir şahsın hastaneye ne
durumda getirildiğine ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanından yazılı soru önergesi (7/1117)
(Başkanlığa geliş tarihi : 25.7.1996)
Meclis
Araştırması Önergeleri
1. – Denizli Milletvekili Hilmi Develi ve 20
arkadaşının, Denizli İlinin içinde bulunduğu durumun
araştırılarak alınması gereken tedbirlerin
belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve
105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/101) (Başkanlığa
geliş tarihi : 25.7.1996)
2. – ZonguldakMilletvekili Mümtaz Sosyal ve 20
arkadaşının, cezaevlerinde tutuklu ve hükümlüler tarafından
sürdürülen ölüm orucunun nedenlerini ve istemlerini açığa
kavuşturmak amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104
ve 105 inci maddeleri uyarınca birMeclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/102) (Başkanlığa
geliş tarihi : 26.7.1996)
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 15.00
30 Temmuz 1996 Salı
BAŞKAN: Başkanvekili Kamer GENÇ
KÂTİP ÜYELER: Ünal YAŞAR
(Gaziantep), Kâzım ÜSTÜNER (Burdur)
BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 84 üncü Birleşimini
açıyorum.
Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayımız
vardır; çalışmalarımıza başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce, üç
arkadaşa gündemdışı söz vereceğim.
III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA
SUNUŞLARI
A) GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
1. – İstanbul Milletvekili
Sedat Aloğlu'nun, gümrük mevzuatı ve uygulamalarına ilişkin
gündemdışı konuşması
BAŞKAN – İstanbul Milletvekili Sayın Sedat Aloğlu,
gümrük mevzuatı ve uygulamalarıyla ilgili olarak
gündemdışı söz istemişlerdir.
Bugün yoğun bir çalışma tempomuz olacağı için,
yoklamaya teşebbüs etmedim.
Buyurun Sayın Aloğlu.
Süreniz 5 dakikadır.
M. SEDAT ALOĞLU (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; hepinizi
saygılarla selamlıyorum.
Türkiye, 1 Ocak 1996'dan itibaren Avrupa Birliğiyle Gümrük
Birliğini gerçekleştirmiştir. Sanayi ürünlerinin serbest dolaşımında,
Avrupa Birliğinin sınırları, bir anlamda Türkiye'yi de
kapsar hale gelmiştir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu durum,
gümrüklerimizde yeni düzenlemeler, daha iyi standartlara yükseltilme
gereğini beraberinde getirmektedir. 1 Ocak 1996'dan itibaren geçerli olan
kanun hükmündeki kararname, bu ihtiyaçların önemli bir bölümünü
karşılama durumundadır. Ancak, uygulamada
karşılaşılan özelliklerin de göz önüne alınarak,
ilgili bürokrasi ve bakanların çalışmalarıyla
oluşturulan ilgili kanun tasarısının bir an önce
kanunlaşması çok faydalı ve yararlıdır. İlgili
tasarı, Plan ve Bütçe Komisyonu gündemindedir. Dileğim ve arzum, bu
tasarının, Meclis tatilinden evvel yasalaşmasıdır. Gerek
komisyon gerekse grupların ve Danışma Kurulunun özel
gayretleriyle bunun gerçekleştirilebileceği umudunu
taşıyorum. Bunun için, gerekirse, Meclisin tatile girmesinin
ertelenmesinin yerinde olacağı düşüncesindeyim.
Sayın Başkan, söz alma başvurumun içerisinde
olmamasına rağmen, yine, Plan ve Bütçe Komisyonunun gündeminde olan
uyuşturucu madde kaçakçılığı ile kara paranın
aklanmasının önlenmesine ilişkin kanun
tasarısının da, Meclis tatile girmeden yasalaşmasında
büyük yarar gördüğümü de dile getirmek isterim.
Beni dinlediğiniz için teşekkür eder,
saygılarımı sunarım. (DYP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Aloğlu;
isteğiniz duyulmuştur.
Hükümet?..
Gündemdışı konuşmaya Hükümet cevap vermiyor.
2. – Manisa Milletvekili H. Ayseli
Göksoy'un, Güneydoğu Anadolu Bölgesinin sorunlarına ilişkin
gündemdışı konuşması
BAŞKAN – Sayın Ayseli Göksoy, güneydoğu sorunlarıyla
ilgili gündem dışı söz istemişlerdir; kendilerine söz
veriyorum.
Buyurun efendim. (Alkışlar)
Sayın Göksoy, süreniz 5 dakikadır.
Aslında, güneydoğu sorunu 5 dakikayla halledilmez; ama, siz,
yine de 5 dakikaya sığdırmaya çalışın.
H. AYSELİ GÖKSOY (Manisa) – Biraz evvelki
arkadaşımın hakkını da kullanacağım.
BAŞKAN – Tamam efendim; buyurun.
H. AYSELİ GÖKSOY (Devamla) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; dün, daha doğrusu pazar ve pazartesi günleri, çok değerli
arkadaşım DSP Milletvekili Sayın Sema Pişkinsüt'ün organize
ettiği bir tetkik gezisiyle, Şırnak, Hakkâri ve o yöreleri tek
tek dolaştık ve gördüklerimizi, size, buradan aktarmak istiyorum.
Şırnak, bildiğiniz gibi, gelişmekte olan bir ilimiz;
ama, şu anda bir şantiye görünümünde; ne doğru düzgün yolu
var... Binalar yapılmakta veya yapılması düşünülmekte ve
bütün şehir toz duman içerisinde. 30 yataklı bir hastanesi var; bu 30
yataklı hastanede, uzman doktor olarak sadece bir başhekim bulunuyor
-bu başhekim kadın doğum uzmanı- onun ötesi muayeneler,
pratisyen hekimlerle çok kısa sürelerde geçiştiriliyor. Yine, 174
okulu var ki, bunun 146'sı ilkokul düzeyinde ve buna karşın 44
bin öğrencisi var. Son iki yılda, Hükümet ve partimiz kanalıyla
buraya büyük yatırımlar yapılmış (650 işyeri ve
okul, yol köprü diye) fakat, bugün, onu müşahede ettik ki, bu yapılan
hizmetler ve müteahhit anlayışı iyi denetlenemediği için,
yapılan yollar daha bittiğinin hemen akabinde bozulmuş, köprüler
ise yıkılmış.
İşte, Şırnak'taki bu olumsuzlukların
yanında, Şırnak'taki tugayımız, vahada bir serap gibi,
her şeyiyle fevkalade mükemmel; hastanesi ve tekmil her şeyiyle bu
hastane, sivil halka da hizmet vermekte. Bunun yanında, yıllardır
ailesini görmemiş kumandanlar, teğmeninden tümgenerallere kadar, kaç
senedir ailesiyle birleşemeyen ve bundan kesinlikle şikâyetçi olmayan
kumandanları gördüğümüz zaman Türk Ordusuyla göğsümüz bir kez
daha kabardı.
Çukurca, çok güzel, yemyeşil bir ilçe; fakat, burada da,
ordumuzun... Ki, Sema Hanım'ın bu olayı yaratmasındaki
asıl etken, ailelerin çocuklarıyla iletişimi
olamayışıydı. Çukurca, bildiğiniz gibi, en çok
olayların geçtiği, en büyük kayıpların verildiği bir
yer ve burada PTT gibi çok önemli bir hizmet alanı, maalesef, muattal
durumda gibi; çok zor ve geçici olarak kullanılıyor. Değil
erlerin aileleriyle iletişim kurması, subayların bile çok zor
oluyor. Yine, Çukurca'da, 1000'den fazla askerin hizmet yaptığı
bir karakola ulaşım 60 kilometrelik bir yolla sağlanıyor.
Bu 60 kilometrelik yol bütün isteklere rağmen hâlâ
asfaltlanmamış; çünkü, asfaltlanmayan bu yola, PKK'lılar, çok
yakın, sınırdan geçen bu yola, daima mayın döşüyorlar.
Bu mayınlar, plastik mayınlar olduğu için, dedektörler
bunları kesinlikle fark edemiyor ve bu mayınlar,
arabalarımızı uçuruyor ve askerlerimizi telef ediyor.
İşte, buranın, bu yolun, bir an evvel, acilen yapılması gereğine
inanıyoruz; çünkü, bir helikopterin kalkışı 1 milyon 200
bin civarında oluyor; günlük masrafı ise, amortismanıyla beraber
12 bin dolar. Bir haziran ayı içerisinde 350 milyar lira sırf
helikopterlere gidiyor.
İşte, bu Çukurca'da daha iki üç gün evvel, içimizde
acısını duyduğumuz, 16 şehit verdik. Bu 16 şehiti
verdiğimizde, tüm gazeteler, polisimizi öldüren ve anarşist olaylarla
o hapise giren insanların, kendi özgür iradeleriyle aç kalmaya özenen
insanların, boy boy, birer kahraman gibi, resimlerini gösterdiler. Onlar,
medyada kahraman olurken, hiçbir günahı olmayan kişiler ise, burada
öldüler gittiler, telef oldular.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Göksoy,
size ek bir süre veriyorum.
Buyurun efendim.
H. AYSELİ GÖKSOY (Devamla) – Efendim?
BAŞKAN – Buyurun, devam edin. Yalnız, 2 dakika verdim, bitirin
efendim.
H. AYSELİ GÖKSOY (Devamla) – Hayır, bitemez.
Şunu hatırlatmak istiyorum arkadaşlar: Biz, burada çok
kalabalık milletvekilleriyiz. Şu anda ben konuşurken bile sohbet
eden arkadaşlarımı görüyorum; ki, burası dinleme yeridir,
sohbet dışarıda olur. Burada bu konuşmalar
yapılırken, bu milletvekili arkadaşlarım, orada, Cudi
Dağları tepesinde plastiklerin içinde bu çocuklar yatarken,
hiçbirimiz kalkıp onlara bir moral ziyareti yapmıyoruz. Hele hele o
yörenin milletvekillerine sesleniyorum. O yörenin milletvekilleri, bir gün
olsun o çocukları ziyaret etmemişler, bir gün olsun onların
karavanasına kaşık sallamamışlar. Bu mudur bizim
görevimiz? Bu çocuklar, güneyden, kuzeyden, batıdan geliyorlar oraya ve
canlarını koyuyorlar, o yörenin toprağı için ölüyorlar ve
onlara ilgimiz bu kadar mı olacak?
MAHMUT DUYAN (Mardin) – Siz gidin görün, biz onları çok gördük.
H. AYSELİ GÖKSOY (Devamla)
– Görün siz.
BAŞKAN – Müdahale etmeyelim efendim.
H. AYSELİ GÖKSOY (Devamla) – İşte, onun için efendim,
bugün, bu olaylar ilk Şemdinli'de başlamasına karşın,
orada, halk çok daha huzur içinde yaşıyor, normal
hayatlarını devam ettiriyorlar.
Şemdinli'de, her gün, sınırdan -iki ayda bir 40 bin tane-
koyun geçiyor ve Şemdinli'den geçen bu hayvanlardan ne bir vergi
alınıyor ne de bu hayvanlar bir sağlık kontrolünden
geçiriliyor. Eğer oraya bir fabrika kurulsa, bu hayvanlar, orada, hem daha
iyi kesilir, bakılır ve tetkikten geçer hem de Maliye, onların
her geçişinden vergi alır; çünkü, PKK, bu hayvanlardan yüzde 5 vergi
alıyormuş ve eğer para alamazsa, 100 hayvandan 1 hayvanı
kendisine bırakıyormuş.
İşte, efendim, bu söylediklerim... Daha çok söylemek
istediğim şeyler var; ama, bunlar, terörle mücadeleyi öldürmek...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Peki efendim, bir eksüre daha verdim; buyurun, bitirin
konuşmanızı.
H. AYSELİ GÖKSOY (Devamla) – Terörle mücadele etmek, terörist
öldürmek değil; beyinlerden bu virüsü çıkarmamız lazım.
Orada yaşayan çocuklarımıza hepimiz sahip olalım.
İlkokul düzeyindeki çocukları büyük şehirlere getirelim. Onlar,
orada doğuyorlar, büyüyorlar ve o dağların yamaçlarında
mezra denilen üç dört damlık yerde ölüyorlar. İşte, onları,
biz, Doğru Yol Partisi olarak ve temenni ediyorum tüm partiler, bu
çocukları, o okuldan, yaz tatillerinde gruplar halinde getirsinler, o
çocukların görgülerini artırsınlar. Yani, onların, ileride
beyninde olacak virüsü şimdiden yok etmeye çalışalım.
Sadece, askerî güçle bu olmaz. Bu vatanın evladı sadece askerler
değil, orada, onların hayatlarının yanında, bizlere de
iş düşüyor.
Bugün, C statüsünde olan kaymakamlıklarda sadece bir kaymakam var,
diğerlerini yörenin vekilleri yürütüyorlar. Bu, PTT'de, TEK'te her
şeyde böyle. Onun için, çarpık ve yanlış bir yönetim
tarzıyla yürütülüyor burası. En önem vermemiz icap eden bu yörelere,
halkımızın, sivil örgütün... Daha, hükümetin orada
devletleşmesi ve bütün millî eğitim, sağlık
memurlarımızın, müdürlerimizin oraya gitmesi şarttır.
İşte, sizin de belki duyduğunuz, bildiğiniz bir
şiirle sözlerimi bitirmek istiyorum. Bu şiiri yazan çocuk, şehit
olmuş ve cebinden bu çıkıyor. "Komando olmak
onurumdur" diye başlayan, Hakkâri-Çukurca-Üzümlü'de şehit olan,
Mustafa oğlu, Sakarya doğumlu Zekeriya Gülyaman'dan, şu
şiiri okumak istiyorum size:
"Olur ya bir çatışmada ölürsem,
Arkamdan yas tutmayın,
Bırakın toprağımda rahat içinde yatayım.
Bedenimden komandomu çıkarmayın,
Onlar benim gururumdur,
Ölünce kefenim olacak.
Başımdan mavi beremi çıkarmayın,
O benim şanım şerefim olacak.
Ayağımdan botlarımı çıkarmayın,
Onlar nice yollar aşacak,
Şehit olursam sırat köprüsünden geçecek.
Elimden tüfeğimi almayın,
O benim mezarıma sembol olacak.
Yaramın kanını silmeyin,
Ahrette hesabı sorulacak.
Göğsümden kör kurşunu çıkarmayın,
O benim madalyam olacak."
İşte, efendim, böylesine yürekli gençlerin olduğu bir
yere, bizim, Meclis olarak, çok daha dikkatle eğilmemiz,
milletvekillerimizle ve devletin tüm yetkili organlarıyla orada hazır
olmamız icap ediyor.
Şehit olan bir çocuğun anısına, Hakkâri'de,
oranın kumandanı, her yaptığı çıkışa
bir şehidin adını veriyor. O şehitlerin listesi öylesine
uzun öylesine uzun ki, şurada, sizlerin temsil ettiği her yörenin bir
şehidi değil, birkaç şehidi var.
İşte, bu şehitlerden birinin babasından gelen bir
cevap... Çünkü, o harekâtın sonundaki olaylar, kazanç veya kayıplar,
o kişinin babasına bildiriliyor. Babanın ve annenin
yazdığı -ki, bu, kalorifer teknisyeni bir beyin kaleminden
çıkıyor- cevaptaki şiir:
"Fedadır vatana oğlumun canı
İsterse dökülsün mübarek kanı
Korunsun vatanın şerefi şanı
Evlatlar hizmete amade Paşam
Ölürlerse şehit, kalırsa gazi
Babanın ananın budur niyazı
Hakkın buyruğuna olmuşuz razı
Evlatlar hizmete amade Paşam
Gerektiği yerde vatana kurban
Bulmalı yerini ilahî ferman
Yeter ki korunsun bu aziz vatan
Evlatlar hizmete amade Paşam"
Teşekkür ediyorum efendim. (Alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Göksoy, teşekkür ederim efendim.
Herhalde, Hükümet cevap vermeyecek.
Sayın Göksoy, konuşmasında "bölge milletvekilleri,
gittikleri zaman mehmetçiği ziyaret etmiyorlar" dediler. Ben de,
bölgenin bir milletvekiliyim; biz, hep, gittiğimizde, bütün askerî
birliklerimizi, bütün devlet dairelerimizi ziyaret ediyoruz.
Ayrıca, sayın arkadaşlarımız, helikopterle
gidip gelmişlerdir, uçakla gidip gelmişlerdir. Siz, güneydoğunun
yüzde bir sorununu öğrenmemişsiniz. Biz, orada, her gün insanlarla
temas halindeyiz arkadaşım. Böyle, helikopterle gidip gelmekle,
güneydoğu sorunu ne öğrenilir ne de çözülür. ("Bravo"
sesleri, alkışlar)
H. AYSELİ GÖKSOY (Manisa) – Ben, o askerleri ziyaret edin diye
söyledim.
BAŞKAN – Tabiî, orada, can veren askerlerimizin, şehit olan
askerlerimizin ailelerine başsağlığı diliyoruz, her
zaman bunu söylüyoruz; bu, bizim içimizde de... Orada biri şehit
olduğu zaman, sanki vücudumuzun bir tarafı kesilmiş gibi
acı duyuyoruz; bunu herkesin bilmesi lazım. Ama, önemli olan, o
sorunun kökten çözülmesidir. Orada, o insanların yaşam
şartlarının ne kadar zor olduğunu; insanların, bize,
sokaklarda "açız" diye bağırdıklarını
gördük. Bunu, burada, tabiî, Parlamentoya, ben, Başkan olarak arz etmek
istemiyorum; ama, aslında, o sorunun, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
birinci sorunu olarak, buraya getirilip çözümlenmesi lazım. Bu sorun
çözüldükten sonra, Türkiye demokrasiye de kavuşur, her büyük problemi de
halledilir. Yoksa ki, o askerî harcamalara giden paralar Türkiye'nin ekonomik
kalkınmasına gitse Türkiye'de işsiz kalmaz.
3. – Aydın Milletvekili Yüksel
Yalova'nın, son günlerde meydana gelen orman yangınlarına
ilişkin gündemdışı konuşması ve DevletBakanı
Nevzat Ercan'ın cevabı
BAŞKAN – Efendim, gündemdışı son söz, son günlerde
meydana gelen orman yangınlarıyla ilgili olarak, Aydın
Milletvekili Sayın Yüksel Yalova'ya verilmiştir.
Buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar)
Sayın Yalova, süreniz 5 dakikadır.
YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; ülkemizde, başta Ege Bölgemiz olmak üzere, maddî ve
manevî büyük hasara yol açmış bulunan ve aynı zamanda bütün
yurdu üzüntüye boğmuş olan orman yangınlarıyla ilgili
görüşlerimizi sunmak üzere, gündemdışı söz almış
bulunuyorum. Bana bu imkânı tanıyan Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanvekili Sayın Kamer Genç'e teşekkürü bir borç biliyorum;
hepinizi, en üstün saygılarımla selamlıyorum.
Başta Ege Bölgesinin değişik yöreleri olmak üzere,
Muğla-Marmaris; Söke-Dilek Yarımadası, Kuşadası-Millî
Park'ın arka kuzey bölümü, yine Aydınımızın Atça
Beldesinin İncealan ve Uzunlar; İstanbul-Sultanbeyli, Ordu- Ünye,
İçel-Silifke-Anamur,
Adana-Çatalan-Karaisalı-Düziçi-İmamoğlu-Feke ve
değişik yörelerdeki bu yangınlara ilişkin , bir yetkili
aynen şöyle söylüyor: "Genelde yangınların büyük
çoğunluğu vatandaşlarımızın dikkatsizliği ve
tedbirsizliğinden kaynaklanıyor."
Sayın milletvekilleri, orman mevzuatına aşina olan
muhterem üyeler bilirler ki, bir yandan devletin koordinasyonsuzluğu
nedeniyle, adalet sistemi iflas etti diyoruz; adalete, yılda
yaklaşık 300 bin orman davası
ithal ediyoruz. Orman ile Tapu arasında, Tapu ile Millî Emlak
arasında, Vakıflar ile Orman arasında, yani, devlete ait
değişik birimler arasındaki koordinasyonsuzluk nedeniyle,
vatandaş, devletin, ama daha önemlisi, devlet adına hareket eden
zihniyetin zulmüyle karşı karşıya, mahkemelerde sürünürken,
işte şimdi de, hepimizi üzen bu millî felaket sonrasında,
Hükümetin yetkilileri tarafından dikkatsizlikle, tedbirsizlikle
suçlanmakta.
Ben, hemen arz edeyim; 27 Temmuz akşam üzeri başlayan... Ege
Bölgesindeki yetkililerden de aldığımız bilgileri Yüce
Meclisin dikkatine sunuyorum: Tespit edilen birinci unsur, araç gereç hususunda
inanılmaz derecede yetersizlik olduğu; ama, ondan da önemlisi, devlet
adına orada görev yapan yetkililer arasında koordinasyonsuzluk
meselesi.
Belki dikkatinizi çeker: Örneğin, ikmal yapmak üzere olan bir
helikopterin, filtre değiştirme işi nedeniyle, Söke'de
yangın söndürme faaliyetlerine katılırken, ta İzmir'e kadar
gidip gelmesi sorunu. Örneğin, yangın söndürmek üzere
görevlendirilmiş olan o helikopterde görev yapan pilotların, neyle ve
nasıl besleneceği sorunu.
Öncelikle, Aydın Valisi Sayın Muharrem Göktayoğlu,
Muğla Valisi Sayın Cemil Serhatli, Aydın Söke İlçemiz
Belediye Başkanı Sayın Beliğ Azbazdar ve Marmaris Belediye
Başkanımız Sayın İsmet Karadinç'le birlikte, orada
görev yapan tüm askerî yetkilileri takdirle anmak istiyorum. Şu ana kadar
yanan orman alanı 2 500 hektarı aşmış. Şu anda,
rüzgâr gerekçe gösterilerek, kontrol altına alınamayan bölgelerimiz
var.
Bunun yanı sıra, bir başka bilgiyi sunmam lazım.
Bugün orada yeniden ağaç dikim faaliyetlerine başlasak, en az 2050
yılına kadar bekleme mecburiyetimiz var. Kısacası,
trilyonları bulan zarar... Ama, 27 Temmuzdan bu yana geçen süre içerisinde
bakıyoruz -ben belediye başkanlarımıza sordum- ne Çevre
Bakanından, ne Maliye Bakanından, ne İçişleri
Bakanından, ne Turizm Bakanından arayıp da "ne oldu, ne
olmakta, ne olacak" diye bir soru yok.
1995 seçimleri öncesinde, geçen yıl
uğradığımız Gelibolu'daki o büyük yangın
sonrasında, yurtiçi ve yurtdışı yardımlarla
alınan, 60 ilâ 100 metre arasında su fışkırtabilen
arazözler var ve bunların o günkü değeri, yaklaşık 15
milyar civarındadır: Polemiğe girme niyetim yok, ama bir tek
bilgi sunayım: Bugün, Artvin'in Şavşat İlçesinde tozlu
asfaltları sulamakta kullanılıyor. Ama, bakıyorsunuz,
Söke'deki Millî Parkın -Dilek Yarımadası ve civarı-
yarısı gitmiş; Millî Parkın içini...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Yalova, size de eksüre veriyorum, lütfen
konuşmanızı tamamlayın.
Buyurun efendim.
YÜKSEL YALOVA (Devamla) – Millî Parkın içini tanımayan Millî
Park Müdürünün olduğu... O Millî Parkın yarısı gitmiş;
üç tane helikopterle orada yangın söndürme çalışmaları
sürdürülmeye çalışılmakta.
Biraz önce Aydın Valisinden son bilgiyi aldım, 650'ye
yakın orman işçisi çalışmakta; ama, ortaya çıkan bir
gerçek var ki, biz, orman teşkilatını yeniden gözden geçirmek
zorundayız. Gerek teknolojisi, gerek eğitimiyle, gerekse daha
önemlisi, yasal mevzuatta, vatandaş-devlet ilişkisini yeniden
düzenlemek zorundayız. Bu amaçla da biz, Meclis
Başkanlığımıza, Anavatan Partisi Grubu
milletvekillerinin imzaladığı; eğer, uygun görür, tasvip
buyurursanız, diğer milletvekillerinin de tensiplerine açık
tutacağımız bir Meclis araştırması önergesi
sunuyoruz, imzalarımız tamamlandı. Bu alanda yapılması
gereken işlerin hepsini, bizim oturup, en üstün iradenin tecelligâhı
olan yasama organı sıfıtayla önümüze koymak mecburiyetimiz var;
Değilse, bakınız, Ege Çiftçiler Derneğinin Yönetim Kurulu
Başkanı Sayın Hulusi Tanman, yaklaşık, bundan bir ay
önce, o bölgede doğabilecek orman yangınları ihtimaline
ilişkin yetkililerimizin dikkatini çekmiş; ama, ne görüyoruz; orada,
bir iki tane müdür, bakıyorsunuz, köy hizmetleri bir başka yerde,
orada Ege Ordusunun yetkilileri var; onların rızalarına
rağmen, yol açalım mı açmayalım mı... Öteki taraftan
iki kilometre kesip, yangını söndürmek daha doğru
düşüncesini savunan yerel yetkililerin karşısında, köy hizmetlerini
bulamıyorsunuz. İşte, ormana ilişkin Nazilli helikopteri
gelmiş; ama -dediğim gibi- teknik imkânları
sınırlı...
Eğer, bu yangınlara, yangınlar olup bittikten sonra,
sadece, üzüntülerimizi belirtmekle görevlerimizi yerine getirdiğimiz gibi
bir yanlış uygulamayla bakma
alışkanlığımızı sona erdirmek istiyorsak,
ben, Yüce Meclisi burada uyarıyorum. Hükümet, hemen olağanüstü bir
Bakanlar Kurulu toplantısıyla bu konuyu gündemine
almalıdır. Maliye Bakanlığı, elindeki tüm imkânlarla,
o yörede, âdeta, yangının tek sorumlusuymuş veya söndürmenin tek
sorumlusuymuş gibi görev yapan yerel yönetimlere, malî katkıda
bulunmalıdır. Çevre Bakanlığımız, derhal, o,
Artvin-Şavşat'ta tozlu asfaltları sulayan arazözler gibi, eldeki
tüm imkânları, herhangi bir siyasî görüştutsağı
olmaksızın, şu anda, yangının devam ettiği
yörelere, devam edebilir ihtimalinin bulunduğu yörelere acilen
göndermelidir. Turizm Bakanlığı, Çevre Bakanlığı,
Maliye Bakanlığı, andığım çerçevede, yeni bir
kriz masası oluşturabilir. Henüz, yangın olup bitmiş
değildir...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Yalova, lütfen, son cümlenizi söyler misiniz;
size eksüre de verdim.
YÜKSEL YALOVA (Devamla) – Şu anda, birinci sorun, orada, yetkililer
arası koordinasyonsuzluktur. Bu konuyu Yüce Meclisin dikkatlerine
sunmayı bir görev saydım.
Beni sabırla dinlediğiniz için hepinize teker teker
teşekkür ediyor, saygılarımı sunuyorum. (ANAP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yalova.
Gündemdışı konuşmaya cevap yok.
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Efendim.
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Sayın Başkan, üç
gündemdışı konuşma yapıldı Meclisimizde;
maalesef, Hükümetten hiçbir cevap alamadık! Acaba, bu, neyin
işaretidir?..
BAŞKAN – Efendim, bu gayet normal; her zaman da böyle durumlara
rastlanılmıştır. Bu, yalnız bu Hükümet zamanında
olmuyor; zatı âlinizin mensubu bulunduğunuz partinin hükümet
olduğu geçen dönemde, biz de milletvekili olarak burada
gündemdışı konuşma yapıyorduk, maalesef,
gündemdışı konuşmaya cevap verilmiyordu; ama, tabiî,
Hükümetin, gündemdışı konuşmaları önemseyerek, cevap
vermesi istenen bir sonuçtur.
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Cevap verecek halleri yok...
DEVLET BAKANI NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Buyurun Sayın Bakan.
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Sayın Başkan, cevap
verilmeyen konuları herhalde önemsiz addediyorsunuz, siz de
avukatlığa soyunuyorsunuz.
BAŞKAN – Hayır, benim avukatlığa falan
soyunduğum yok. Benim belirtmek istediğim, başkaları sizin
yaptığınızı yapınca, bu defa da siz ona itiraz
etmeyin.
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Kötü, emsal olmaz Sayın
Başkan.
BAŞKAN – Bir dakika Sayın Bakan...
Hanımefendi, buyurun.
LALE AYTAMAN (Muğla) – Sayın Başkan, Sayın Bakan
buyurdular mı?
BAŞKAN – Evet, Sayın Bakan geliyor.
LALE AYTAMAN (Muğla) – Çünkü, ciğerimiz yanıyor. Burada,
sanırım, o bölgeyle alakası olmayan tek kişi yoktur. Yanan,
sadece ağaçlar değildir, aynı zamanda, ülkenin her bir
toprağı...
BAŞKAN – Orman, millî servetimizdir, millî servetimizin
kaybolması hepimize acı verir.
LALE AYTAMAN (Muğla) – 6-7 bin hektar orman alanı yandı
diyoruz.
BAŞKAN – ...Hiç kimsenin
buna taraftar veya karşı görünmesi söz konusu değil.
ŞÜKRÜ YÜRÜR (Ordu) – Sayın Başkan, söz verdiğiniz
sayın üyenin sözü bitmeden niçin müdahale ediyorsunuz?!
BAŞKAN – Herhalde sizden talimat alacak değilim!..
ŞÜKRÜ YÜRÜR (Ordu) – Alacaksın tabiî.
BAŞKAN – Kendisi sözünü söyledi, bitirdi.
Buyurun Sayın Bakan.
ŞÜKRÜ YÜRÜR (Ordu) – Böyle yapma Kamer!..
BAŞKAN – Ben, Kamer değilim.
ŞÜKRÜ YÜRÜR (Ordu) – Kamber!..
BAŞKAN – Bakın, siz, Meclis Başkanvekiliyle böyle alay
ederseniz, dışarı atarım.
ŞÜKRÜ YÜRÜR (Ordu) – Erkan'a söylerim!..
BAŞKAN – Buyurun Sayın Bakanım.
DEVLET BAKANI NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Sayın Başkan, muhterem
milletvekilleri; Aydın Milletvekili Sayın Yüksel Yalova'nın,
orman yangınlarına ilişkin gündemdışı
konuşmasına cevap vermek üzere huzurlarınızdayım; Yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Hemen peşinen ifade edeyim ki, Sayın Orman Bakanımız
Halit Dağlı ve beraberinde, Sanayi Bakanımız Sayın
Yalım Erez, Turizm Bakanımız Sayın Bahattin Yücel ve
İçişleri Bakanımız Sayın Mehmet Ağar, şu
anda yangın mahallindeler. Bu sebeple, bu gündemdışı
konuşmaya Hükümet adına cevap vermek üzere bendeniz
huzurlarınızdayım.
Değerli arkadaşlar, ülkemiz ormanlarının önemli bir
kısmı, Akdeniz Bölgesi yangın kuşağı üzerinde yer
almakta olup, orman ağacı türü itibariyle de orman
yangınlarına hassastır. Orman yangınlarına çok
duyarlı olan Akdeniz, Ege ve Marmara Bölgelerimizde ormanlık alan 10
milyon hektar civarındadır. Son on yıl ortalamalarına göre,
yılda ortalama 1 693 yangında, ortalama 12 381 hektar orman
alanı yanmıştır. Bir orman yangınında yanan
ortalama alan ise, 7,3 hektar civarındadır.
Akdeniz ülkelerinde orman yangınlarıyla mücadelede,
teknolojinin bütün imkânları devreye sokulmuş olmasına rağmen,
son on yılda orman yangını adedi ve yanan orman alanı
itibariyle Türkiye'den çok daha fazladır. Bu rakamlar, en yeni
teknolojileri daha yaygın bir şekilde kullanabilen Amerika
Birleşik Devletleri ve Kanada'da da Türkiye ortalamalarının
üzerinde bulunmaktadır.
Avrupa ülkeleri son on yıllık ortalama orman yangını
verileri, bu bizim söylediklerimizi doğrulamaktadır.
Görüldüğü gibi, orman yangınları, Akdeniz yangın
kuşağında bulunan, millî gelirleri Türkiye'ye mukayeseyle çok
yüksek olan Avrupa ülkeleri için de büyük bir tehdit olmaya devam etmekte ve
gerek yangın adedi gerekse yanan orman alanı olarak, Türkiye, orman
yangınlarıyla mücadelede bahsettiğim bu ülkelerden çok daha
başarılı görülmektedir. Ancak, bizim amacımız, bu
başarıyı daha da artırıp, yanan orman
alanını daha da alt seviyelere çekmektir. Bu amaçla, biz, 100 adet
olan arazöz sayımızı, son aylarda, 192'ye
çıkarmış bulunmaktayız. Bakanlığın 6 adet
helikopterine ilaveten, 2,5 ton su atabilen ve ayrıca 20 işçiyi
yangın mahalline taşıyabilen 7 helikopter
Bakanlığımızca kiralanmıştır Yine, ilk defa
bu yıl, 6,5 ton su atabilen, amfibi
tipinde, Kanada yapımı 2 uçak da, yangınla mücadelede
kullanılmak üzere, tarafımızdan kiralanmış bulunmaktadır.
Ayrıca, Türk Hava Kurumundan, yine yangınla mücadelede devreye
sokulmak üzere, 15 adet uçak kiralanmış ve her biri, önemli
bölgelerde, yangına hassas bölgelerde, yangınla mücadeleye hazır
hale getirilmiş bulunmaktadır.
Ülkemizde, son bir haftadır, özellikle yangına çok hassas olan
Akdeniz Bölgesinde çıkan orman yangınlarından Marmaris
yangını sürmekte olup, kontrol altına alma
çalışmaları, çevre illerden getirilen araç, teknik eleman ve
yangın ekipleriyle, ara verilmeden sürdürülmektedir ve tekrar ediyorum,
ilgili bakan arkadaşlarımız, halen yangın mahallinde
bulunmaktadırlar.
Orman Bakanlığının yangınlarla mücadelede
kullandığı ekip ve ekipmanlar; 13 adet helikopter, 2 adet Kanada
yapımı yangın söndürme uçağı, 15 adet Türk Hava
Kurumundan kiraladığımız uçak, gözetleme kuleleri ve 17
bine yakın söndürme işçisidir; ki, bunlar, olay mahallinde, bugün,
660 adet, ilk müdahale ve 89 adet de, hazır kuvvet ekibi olarak görev
yapmaktadırlar. Ancak, son aldığım... Sayın Bakanla
görüştüm. Tabiî, yangınla mücadelede, yangını söndürmede en
büyük etken, başarıya götürecek olan hadise, mutlaka koordineli bir
çalışmadır. Aldığım bilgiler, bu koordineli
çalışmanın yangın mahallinde oldukça
başarılı olduğu, şiddetli rüzgârın etkisiyle,
Marmaris yöresindeki yangının, halen sürmekte olduğu, akşam
saatlerine doğru ancak kontrol altına alınabileceği
şeklindedir.
Şu anda devam etmekte olan en tehlikeli orman
yangınımız, Marmaris yöresinde cereyan eden yangındır;
2 bin hektarı bulduğu tahmin edilmektedir. Orman Bakanımız
Sayın Dağlı'dan aldığım bilgiler, mahallinde esen
rüzgârın yönü değişmediği takdirde, yangının
birkaç saat içerisinde kontrol altına alınabileceği
şeklindedir.
Muhterem milletvekilleri, Orman Genel Müdürlüğü taşra
teşkilatı, civar illerden gelen bütün ekipler, teknik elemanlar,
vatandaşlarımız, saydığım bu helikopter ve
uçaklarla birlikte, yangın söndürme çalışmalarına dahil
olmuşlardır. Ayrıca, askerî birlikler ve 5 askerî helikopter de
yangın söndürme çalışmalarına
katılmıştır. Şu anda, 800 civarında askerimiz,
bakanlığımıza bağlı ekiplerle birlikte,
vatandaşlarla birlikte yangın söndürme
çalışmalarını sürdürmektedirler.
Dileğimiz, inşallah, benzer yangınların bir daha
olmamasıdır.
Hepinize saygılar sunuyorum. (DYP ve RP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Gündemdışı konuşmaya cevap veren
Devlet Bakanı Sayın Nevzat Ercan'a teşekkür ediyorum.
Sayın milletvekilleri, böylece, gündemdışı
konuşmalar ve cevaplar bitmiştir.
İki Meclis araştırma önergesi vardır; birinci
araştırma önergesi çok uzun olduğu için, yalnız özetini
okutuyorum:
B) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS
SORUŞTURMASI VE MECLİS
ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ
1. – Denizli Milletvekili Hilmi
Develi ve 20 arkadaşının, Denizli İlinin içinde
bulunduğu durumun araştırılarak alınması gereken
tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/101) (1)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Hızlı bir gelişme sürecini tamamen kendi çaba ve
olanaklarıyla aşmaya çalışan ve Ege'nin ikinci büyük ili
konumundaki Denizli, her şeye karşın altyapısı
bakımından birtakım zorluklarla karşı karşıyadır.
(1) (10/101) esas numaralı
Meclis araştırması önergesinin aslı tutanağa eklidir.
Yoğun sanayi, ticaret ve turizm trafiği yaşayan,
ihracatı ile ülkenin sayılı illeri arasında olan ilimizin
karayolu ulaşımının sağlıksız ve yetersiz
oluşu, havayolu ulaşımının ilkel koşullarda
yürütülemez durumda bulunuşu bir altyapı eksikliğidir.
Kentin devlet yardımına acilen gereksinim duyulan
eksiklikleri, hızlı gelişmenin kalkış
aşamasında sayılacak bir il için üzerinde durulması gereken
konulardır.
İlimizin, bugün içinde bulunduğu durumu araştırmak
ve alınabilecek önlemleri ortaya koymak için Anayasanın 98 inci,
Meclis İçtüzüğünün 104 üncü ve 105 inci maddeleri gereğince
Meclis araştırması açılmasını
saygılarımızla arz ederiz.
Hilmi
Develi Arif
Sezer
Denizli Adana
Bülent
Tanla Ayhan
Gürel
İstanbul Samsun
Fevzi
Aytekin Hasan
Gemici
Tekirdağ Zonguldak
Aydın
Tümen Erol
Karan
Ankara Karabük
Teoman
Akgür Mustafa
Karslıoğlu
Sakarya Bolu
Hasan
Gülay Cihan
Yazar
Manisa Manisa
Abdulbaki
Gökçel Osman
Kılıç
İçel İstanbul
H.
Uluç Gürkan Tahsin
Boray Baycık
Ankara Zonguldak
Çetin
Bilgir Necati
Albay
Kars Eskişehir
Abdullah
TuranBilge Mehmet
Büyükyılmaz
Konya Adana
Mahmut Erdir
Eskişehir
Cumhuriyetin ilk yıllarında 12 bin nüfuslu küçük bir kasaba
olan Denizli, bugün yaklaşık 800 bin nüfusuyla en iyi gelişme
gösteren büyük illerin başında gelmektedir. Hızlı
gelişme sürecinin tüm aşamalarını kendi çaba ve
olanaklarıyla aşmaya çalışan Denizli, Ege Bölgesinin
İzmir'den sonra ikinci büyük ili konumundadır.
Denizli'de, ekonomik yaşam, bugüne dek, tek boyutuyla
sınırlanmamış; tarım, ticaret, sanayi, teknoloji,
turizm ve eğitim, devletten çok, özel sektör eliyle kolektif
gelişimini sürdürmüştür.
Denizlili, tüm olanaksızlık ve olumsuzluklara
karşın, inanç ve inatla, Türkiye'nin dünyaya ve Avrupa'ya açılan
kapısı olma yolunda hızla ilerlemektedir.
Böylesine yoğun sanayi, ticaret ve turizm trafiği
yaşayan, ihracatıyla ülkenin sayılı illeri arasında
olan bir ilin karayolu ulaşımının sağlıksız
ve yetersiz oluşu, havayolu ulaşımının ilkel
koşullarda bulunuşu, tamamen altyapı eksikliğidir.
Denizli'nin farklı sektörlerdeki endüstriyel gelişmesinin, tüm
çabalara karşın gerek duyulan desteğin sağlanamaması
durumunda sağlıksız ve çarpık bir kentleşmeden
dolayı tıkanmaya, duraklamaya neden olabileceği, sonuçta, bir
kez daha bu atağı yakalama olanağı bulamayacağı
unutulmamalıdır. Gelişme ve sanayileşme atağı,
her zaman yakalanabilecek bir atılım değildir. Sanayi
patlaması, her kent için bir kez olur.
Denizli, gelişim atağı yoğunluğunu, merkezde ve
merkeze çok yakın noktalarda yaşamaktadır.
Denizli İli Beyağaç, Güney, Çameli, Kale ve Acıpayam
İlçeleri, doğu ve güneydoğudaki çoğu yörelere göre geri
kalmış durumdadır. Gelişmeye ve yatırıma tüm
yönleriyle elverişli olan bu yörelerimiz atıl bırakılmakta;
yoğunluk merkezde yaşandığından, ilde, bu yönde,
sağlıksız ve dengesiz bir gelişme gözlenmektedir.
Ege Bölgesinin en geniş ovaları Denizli'de olmasına
karşın, sulamanın olmaması nedeniyle, yeterince ürün ve
verim alınamamaktadır.
Beyağaç, Güney, Çameli, Kale ve Acıpayam İlçelerinin
kalkınmada öncelikli yöreler kapsamına alınması
gerekmektedir. Böyle bir girişim, iç göçü önleyebilecektir.
Denizlili girişimciler, bugüne değin, devlet desteği
istemeden, politik oyunlara girmeden, ili, bugünkü konumuna
getirebilmişlerdir. Bu denli büyük bir gelişme
atağının, devlet desteğine gereksinim duyması
doğaldır.
Gümrük birliği sürecinde, Denizli pilot il seçilerek, gerek
altyapı eksikliklerinin hızla giderilmesi gerekse iç göçü önlemek,
kalkınma ve gelişmenin dengeli olabilmesi için, yukarıda
isimleri sayılan ilçelerin kalkınmada öncelikli yöreler
kapsamına alınması, havaalanının uluslararası
niteliğe kavuşması, tren yolunun elektrifikasyon projesiyle
taşımanın bu yöne aktarılması, İzmir-Aydın
otoban yolun Denizli'ye (Çardak Havaalanı) kadar uzatılması,
elektrik-enerji altyapısının ve mevcut enerjinin, ulusal enerji
şebekesiyle bütünleştirilmesi, Türkiye'nin sekiz doğa
harikasından biri olan Pamukkale travertenlerinin
yaşatılması, turizm potansiyelinden büyük yararlar
sağlanması, jeotermal kaynağın seracılıkta
kullanılması gibi konuların Yüce Mecliste görüşülmesi, hem
Denizlimiz hem de ülkemiz açısından yararlı olacaktır.
Konuyla ilgili olarak Meclis araştırması
açılmasını gerekli görmekteyiz.
BAŞKAN – Önerge, gündemde yerini alacak ve Meclis
araştırması açılıp açılmaması konusundaki
öngörüşme, sırasında yapılacaktır.
İkinci önergeyi okutuyorum:
2. – Zonguldak Milletvekili Mümtaz Soysal
ve 20 arkadaşının, cezaevlerinde tutuklu ve hükümlüler
tarafından sürdürülen ölüm orucunun nedenlerini ve tutuklu ve hükümlülerin
istemlerini açığa kavuşturmak amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/102)
26.07.1996
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Adalet Bakanlığına bağlı çeşitli cezaevlerindeki
siyasî tutuklu ve hükümlülerin kimi isteklerinin kabulünü sağlamak
amacıyla başlattıkları ölüm oruçları, ikinci
ayını doldurmuş ve açlık grevi sonucunda ölümler birbirini
izlemeye başlamıştır.
Bir yandan cezaevlerinde bu eylemler sürer ve ölümlerin artmasından
endişe duyulurken, dışarıda da tutuklu ve hükümlü
yakınlarıyla bu haklı feryadı suiistimal etmek isteyen
grupların yasal ve yasal olmayan gösteri ve eylemleri, her geçen gün
artmaktadır.
Cezaevlerinin, aynı zamanda, tutuklu ve hükümlüler için birer
ıslah ve eğitim evi olması ve bunun gerçekleştirilmesi
için, devletin, gerekli önlemleri alarak, eğitimci, ruhbilimci ve
diğer uzman personeli görevlendirmesi gerekirken, bugüne kadar
bunların yapılamadığı anlaşılmaktadır.
Ancak, devletin ve Adalet Bakanlığının
yapamadıkları, bununla sınırlı değildir. Adalet
Bakanlığı, bizzat Sayın Bakanın ağzından,
bazı cezaevlerine, tutuklu ve hükümlülerin egemen olduğunu, buralara
devletin ve devlet görevlilerinin giremediğini; ancak, silah, cep
telefonu, faks ve bunun gibilerinin girdiğini kabul ve itiraf
etmiştir.
Terör suçlularının bulunduğu cezaevlerinin, bu örgütlerin
veya rejim karşıtı eylemcilerin, eğitim, karar ve
iletişim merkezi durumuna geldiğini kabul etmiştir.
Görünen odur ki, koğuşlarda, kimi örgüt liderleri, yalnız
hükümlüleri eğitmekle ve yönlendirmekle kalmamakta, onları ölüm
orucuna bile zorlayabilmektedir ve kamuoyu, birbirini izleyen ölümler
nedeniyle, infial noktasına gelmektedir.
Ölüm orucunu sürdüren eylemcilerin istemleri ile devletin verdikleri
arasında ne kadar fark kalmıştır? Eylem, insanî nedenlerle
mi, siyasî nedenlerle mi sürdürülmektedir?
Cezaevleri, gerçekten, devletin egemenlik alanı
dışına mı çıkarılmıştır? Bunun
sorumluları kimlerdir?
Devlet, bilincini kaybetmiş eylemcilere sağlık
yardımı yapmaktan da mı âcizdir?
Siyasî partilerimiz ve Meclisimiz, kamuoyundan gelen sese kulak vermeli
ve hem ölümlerin önlenmesi hem de eylemlerin nedenlerinin ortaya
çıkarılması için, üzerine düşeni bir an önce
yapmalıdır.
Bu nedenle, cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlülerce sürdürülen ölüm
oruçlarının nedenlerini, cezaevlerinin durumlarını, tutuklu
ve hükümlülerin istemlerinin ne kadarında haklı olduğunu
açıklığa çıkarmak amacıyla, Anayasanın 98 inci ve
İçtüçüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca, Meclis
araştırılması açılması hususunu arz ve teklif
ederiz.
Mümtaz
Soysal Hasan
Hüsamettin Özkan
Zonguldak İstanbul
Zekeriya
Temizel Hikmet
Uluğbay
İstanbul Ankara
Nami
Çağan Şükrü
Sina Gürel
İstanbul İzmir
M.
İstemihan Talay Arif
Sezer
İçel Adana
Mehmet
Büyükyılmaz Mustafa
Güven Karahan
Adana Balıkesir
Hilmi
Develi Halil
Çalık
Denizli Kocaeli
A.
Ziya Aktaş Tahsin
Boray Baycık
İstanbul Zonguldak
Müjdat
Koç Fikret
ünlü
Ordu Karaman
Çetin
Bilgir Yüksel
Aksu
Kars Bursa
Teoman
Akgür Necati
Albay
Sakarya Eskişehir
Mehmet Tahir Köse
İstanbul
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Önerge, gündemde yerini alacak ve Meclis araştırması
açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme,
sırasında yapılacaktır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir
tezkeresi vardır; okutup bilgilerinize sunacağım:
C) TEZKERELER VE ÖNERGELER
1. – Çin Halk Cumhuriyeti Ulusal
Kongresinin vaki davetine icabet edecek Parlamento heyetine katılacak
milletvekillerine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/416)
29
Temmuz 1996
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna
Çin Halk Cumhuriyeti Ulusal Halk Kongresi vaki davetine istinaden,
Türkiye Büyük Millet Meclisini temsilen 6 kişilik bir Parlamento
Heyetinin, 4-13 Ağustos 1996 tarihlerinde söz konusu davete icabet etmesi,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dışilişkilerinin Düzenlenmesi
Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun 6 ncı maddesi uyarınca,
Genel Kurulun 16.7.1996 tarih ve 77 nci Birleşiminde kabul
edilmiştir.
Adı geçen Kanunun 2 nci maddesi uyarınca, heyetimizi
oluşturmak üzere, siyasî parti gruplarınca bildirilen üyelerimizin
isimleri Genel Kurulun bilgilerine sunulur.
Mustafa
Kalemli
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı
Mustafa
Kalemli İbrahim
Halil Çelik
TBMM
Başkanı Şanlıurfa
Ertan
Yülek Osman
Kılıç
Adana İstanbul
Onur
Kumbaracıbaşı Muzaffer
Arıkan
Kocaeli Mardin
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının 4
tezkeresi daha vardır; ayrı ayrı, okutup oylarınıza
sunacağım:
2. – Avustralya Parlamento Başkanının
resmî davetine icabet edilmesine ilişkinBaşkanlık tezkeresi
(3/417)
26
Temmuz 1996
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna
Avustralya Parlamento Başkanından alınan resmî bir
davette, Türkiye Büyük Millet Meclisinden bir Parlamento Heyeti, Avustralya'ya
resmî bir ziyarette bulunmaya davet edilmektedir.
Söz konusu davete icabet edilmesi hususu, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin Dışilişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620
sayılı Kanunun 6 ncı maddesi uyarınca Genel Kurulun
tasviplerine sunulur.
Mustafa
Kalemli
Türkiye
BüyükMilletMeclisi
Başkanı
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Öteki tezkereyi okutuyorum :
3. –
Bazı milletvekillerine izin verilmesine ilişkinBaşkanlık
tezkeresi (3/418)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna
Aşağıda adları yazılı sayın
milletvekillerinin hizalarında gösterilen süre ve nedenlerle izinli
sayılmaları Başkanlık Divanının 25.7.1996 tarihli
toplantısında uygun görülmüştür.
Genel Kurulun onayına sunulur.
Mustafa
Kalemli
Türkiye
BüyükMilletMeclisi
Başkanı
"Burdur Milletvekili Mustafa Çiloğlu, hastalığı
nedeniyle 22.7.1996 tarihinden geçerli olmak üzere 15 gün."
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
"Bursa Milletvekili Abdülkadir Cenkçiler, hastalığı
nedeniyle 22.6.1996 tarihinden geçerli olmak üzere 60 gün."
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
"İstanbul Milletvekili Aydın Menderes,
hastalığı nedeniyle 15.3.1996 tarihinden geçerli olmak üzere 190
gün."
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Öteki tezkereyi okutuyorum:
4. – İstanbul Milletvekili
Aydın Menderes'e ödenek ve yolluğunun ödenmesine ilişkin
Başkanlık tezkeresi (3/419)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna
Hastalığı nedeniyle bu yasama yılında
aralıksız olarak iki aydan fazla izin alan İstanbul Milletvekili
Aydın Menderes'e İçtüzüğün 154 üncü maddesi gereğince
ödenek ve yolluğunun verilebilmesi, Başkanlık
Divanının 25.7.1996 tarihli toplantısında uygun
görülmüştür.
Genel Kurulun onayına sunulur.
Mustafa
Kalemli
Türkiye
BüyükMilletMeclisi
Başkanı
BAŞKAN – Kabul edenler...Etmeyenler...Kabul edilmiştir.
Diğer tezkereyi okutuyorum :
5. – Bursa Milletvekili Abdulkadir
Cenkçiler'e ödenek ve yolluğunun ödenmesine ilişkin
Başkanlık tezkeresi (3/420)
BAŞKAN – Diğer tezkereyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna
Hastalığı nedeniyle bu yasama yılında
aralıksız olarak iki ay izin alan Bursa Milletvekili Abdülkadir
Cenkçiler'e İçtüzüğün 154 üncü maddesi gereğince ödenek ve
yolluğunun verilebilmesi, Başkanlık Divanının
25.7.1996 tarihli toplantısında uygun görülmüştür.
Genel Kurulun onayına sunulur.
Mustafa
Kalemli
Türkiye
BüyükMilletMeclisi
Başkanı
BAŞKAN – Kabul edenler...Etmeyenler...Kabul edilmiştir.
Danışma Kurulunun bir önerisi vardır; okutup
oylarınıza sunacağım :
IV.
– ÖNERİLER
A) DANIŞMA KURULU
ÖNERİLERİ
1. – Genel Kurulun çalışma
süresine ilişkin Danışma Kurulu önerisi
Danışma Kurulu Önerisi
No: 24 Tarih:30.7.1996
Genel Kurulun 30.7.1996 Salı günkü birleşiminde, Çokuluslu
Güç'ün görev süresinin ve olağanüstü hal'in uzatılması İle
ilgili Başbakanlık tezkerelerinin görüşmelerinin
tamamlanmasına kadar çalışma süresinin
uzatılmasının Genel Kurulun onayına sunulması
Danışma Kurulunca uygun görülmüştür.
Mustafa
Kalemli
Türkiye
BüyükMilletMeclisi
Başkanı
Salih
Kapusuz Zeki
Çakan
RP
Grubu Başkanvekili ANAP
Grubu Başkanvekili
Mehmet
Gözlükaya H.
Hüsamettin Özkan
DYP
Grubu Başkanvekili DSP
Grubu Başkanvekili
Önder Sav
CHP Grubu Başkanvekili
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Doğru Yol Partisi Grubunun, İçtüzüğün 19 uncu maddesine
göre verilmiş önerileri vardır; okutup oylarınıza
sunacağım.
B) SİYASÎ PARTİ GRUBU
ÖNERİSİ
1. – Bütçe Kanunlarında Yer
AlanBazı Hükümlerin İlgili Kanunlarında Düzenlenmesine Dair
Kanun Tasarısının komisyonda görüşme zamanı ve
gündemdeki sıralamanın yeniden yapılması ile GenelKurulun
31.7.1996 Çarşamba günü saat 14.00'te toplanmasına ve bu
toplantıda sözlü soruların görüşülmemesine ilişkin DYP Grubu
önerisi
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Danışma Kurulunun 30 Temmuz 1996 Salı günü yapılan
toplantısında siyasi parti grupları arasında oybirliği
sağlanamadığından Grubumuzun aşağıdaki
önerlerinin İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurulun
onayına sunulmasını arz ederim.
Saygılarımla.
Mehmet
Gözlükaya
Doğru Yol Partisi
Grup Başkanvekili
Öneriler:
1. Bütçe Kanunlarında Yer Alan Bazı Hükümlerin
İlgili Kanunlarında Düzenlenmesine Dair Kanun
Tasarısının Başkanlıkça havale edildiği Plan ve
Bütçe Komisyonundaki görüşmelerine 48 saat geçmeden
başlanmasının İçtüzüğün 36 ncı maddesi
gereğince Komisyona tavsiye edilmesi önerilmiştir.
2. 30.7.1996 tarihli Gelen Kağıtlarda Yayımlanan 69
sıra sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun
Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısının 48 saat geçmeden, gündemin "Kanun Tasarı
ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının
2 nci sırasına alınması önerilmiştir.
3. Genel Kurulun 31.7.1996 Çarşamba günü saat 14.00'te
toplanması ve bu toplantıda sözlü soruların görüşülmemesi
önerilmiştir.
BAŞKAN – Öneriyi tekrar okutup, oylarınıza
sunacağım efendim...
ÖNDER SAV (Ankara) – Sayın Başkan, söz istiyorum.
BAŞKAN – Sayın Sav, söz mü istiyorsunuz efendim; kimse söz
istemediği için, ben de, tekrar okutup işleme koyacaktım.
Söz isteyen olursa, lehte ve aleyhte iki kişiye söz verebilirim.
Buyurun Sayın Sav.
Süreniz 10 dakika.
ÖNDER SAV (Ankara) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli
üyeleri; bu sabah, Doğru Yol Partisi Grup Başkanvekilinin Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına yaptığı
başvuru üzerine, Danışma Kurulu toplantıya
çağırıldı. Her zamanki
duyarlığımızı göstererek, Danışma Kurulu
toplantısına, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunu temsilen
katıldık.
Danışma Kurulunun toplantıya
çağırılmasına ilişkin istek...
BAŞKAN – Sayın Sav, bir dakikanızı rica edebilir
miyim.
Sayın milletvekilleri, lütfen, yerlerinize oturur musunuz efendim...
Arkadaşlar, hiçbir milletvekili ayakta kalmasın... Rica ediyorum...
Sayın milletvekilileri, bakın, ben, burada konuşuyorum,
hâlâ kimse yerinden kıpırdamıyor. Efendim, rica ediyorum...
Bakın, kürsüde konuşan hatip arkadaşımıza
saygılı olalım. Zaten, beşyüzelli kişi bu salonda en
ufak bir çıt çıkarırsa, burada çalışılmaz.
Buyurun efendim.
ÖNDER SAV (Devamla) – Danışma Kuruluna getirilen istek, dün,
29 Temmuz 1996 tarihi itibariyle Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına yansıtılmış olan Tüketicinin
Korunması Hakkında Kanunun Bazı Maddelerinde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısıdır. Bu kanun tasarısı, ilgili komisyonda dün
görüşüldü; dün, iktidar ortağı Doğru Yol Partisi
tarafından, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına,
Danışma Kurulunda görüşülsün isteğiyle geldi. Biz,
düşündük ki, sadece bu konu Danışma Kurulunun gündemine gelecek.
Gittik...
Aslında, Danışma Kurulu, Türkiye Büyük Millet Meclisinde
grubu bulunan siyasî partilerin, karşılıklı nezaket
ölçüleri içerisinde, Türkiye Büyük Millet Meclisini daha seri
çalıştırabilmek için oluşturdukları bir uzlaşma
kuruludur; ama, belli bir zamandır görüyor ve üzülerek gözlüyoruz ki,
Danışma Kurulu, bir uzlaşmazlık kurulu haline dönüştürülmeye
çalışılıyor. Eğer, Türkiye Büyük Millet Meclisinde ve
Danışma Kurulunda bu gelenek yerleşecek olursa, üzülerek
belirtmek isterim ki, korkarım ki, gelecekte, Danışma Kurulu,
İçtüzüğün 19 uncu maddesinde tanımı ve tarifi yapılan
biçimde, oybirliğiyle teklifler ve görüşler belirleyerek buraya
gelemeyecek duruma sokulacaktır.
Yol yakınken ve Türkiye Büyük Millet Meclisi tatile girmek
üzereyken, gelecekte, bu tür hukuksal rahatsızlıkların
doğmaması için, özellikle, iktidarı oluşturan siyasî parti
gruplarını bir kez daha uyarmakta yarar gördüğümüzü belirtmek
istiyorum.
Şimdi, Danışma Kurulunda, bu Tüketicinin Korunması
Hakkında Kanunla ilgili değişiklik tasarısının
yanında, ayrıca, biraz önce, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığınca duyurulduğu üzere, bütçe
kanunlarıyla ilgili bir düzenlemenin Plan ve Bütçe Komisyonunda
görüşülmesinin yapılması için, Danışma Kurulundan
oybirliğiyle görüş istenmektedir.
Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmesi istenen hususlar,
aslında, geliyorum diyen bir Anayasa Mahkemesi iptaline ilişkin
hususlardı. Bu kürsüde, bütçe görüşülürken, gece yarılarına
kadar, bu konularla ilgili, Türkiye Büyük Millet Meclisini, Yüce Kurulu
uyarmaya çalıştık; "eğer, böyle bir bütçe kanunu
tasarısını, bünyesinde Anayasaya aykırılıkları
bulunan, Anayasa Mahkemesinin iptal kararına karşın bütçe
yasalarına konulan konuları
yasalaştırırsanız, Anayasa Mahkemesi bunları
iptal eder" dedik. Bize, dolambaçlı olarak, gerek bu kürsüden gerekse Komisyon sıralarından
"endişe etmeyin, biz hemen bir çerçeve kanun tasarısı
hazırlayıp getireceğiz" dendi; ama, yine de Anayasa
Mahkemesinin iptal kararı gündeme geldi ve bu iptal kararı üzerine,
alelacele bir kanun tasarısı hazırlanmış.
Bütçe kanununa konulan, Anayasa Mahkemesinin daha önce iptal ettiği
kararlara, konulara karşın, fonların ödenmesi ve gelirleri,
döner sermaye gelirleri, yurtdışı eğitim
masraflarının tahsili, kredi borcunun tespiti ve ödenmesi gibi kimi
önemli konular, görüyoruz ki, yine çok alelacele ve bünyesinde pek çok hukukî
aksaklığı taşır bir biçimde, yasa tasarısı
şeklinde gelmiş ve Türkiye Büyük Millet Meclisinden, Plan ve Bütçe
Komisyonunda görüşülmesi için olur isteniyor.
Eğer, bu tür konuların önünü, bu şekilde, alelacele
açmaya kalkışırsak, hiçbir yere varamayız. Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu Başkanvekili olarak ben, -sanıyorum ki- Anavatan Partisi
Grubu Başkanvekilleri arkadaşlarım ve Demokratik Sol Parti Grubu
Başkanvekilleri arkadaşlarım, bu tasarıdan bugün sabahleyin
haberdar olduk. Grupların bile resmen haberdar olmadığı bir
tasarıyı görüşeceksiniz, muhtemelen yarın, alelacele buraya
getireceksiniz. Yüce Mecliste görev yapan, hassasiyetle görev yapmak isteyen
Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri bu tasarıyı ne zaman
inceleyecekler de görüşlerini bildirebilecekler? Böyle şey olur mu?
Hatta, dün komisyondan geçirilen, tüketiciyi korumayla ilgili kanun
tasarısını yarın alelacele görüşeceğiz;
basını ilgilendiren, çok önemli konuları içeren bir kanun
tasarısını, yine Danışma Kuruluna getirip,
uzlaşma sağlanamadığı gerekçesiyle Türkiye Büyük
Millet Meclisi Genel Kuruluna indirip, oradan, oy çokluğuyla sonuç almaya
çalışacaksınız.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak, bu tür düzenlemelere
karşı olduğumuzu ve Doğru Yol Partisi Grubu tarafından
getirilen bu önergenin karşısında oy
kullanacağımızı duyurmak istiyorum.
Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Sav.
Öneri üzerinde söz isteyen arkadaşımız
olmadığı için, müzakereler bitmiştir.
Şimdi, önerileri, tekrar ,ayrı ayrı okutup,
oylarınıza sunacağım.
1 inci öneriyi okutuyorum:
Öneriler:
1.- Bütçe Kanunlarında Yer Alan Bazı Hükümlerin İlgili
Kanunlarında Düzenlenmesine Dair Kanun Tasarısının
Başkanlıkça havale edildiği Plan ve Bütçe Komisyonundaki
görüşmelerine 48 saat geçmeden başlanmasının,
İçtüzüğün 36 ncı maddesi gereğince Komisyona tavsiye edilmesi
önerilmiştir.
BAŞKAN – Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir efendim.
2 nci öneriyi okutuyorum:
2.- 30.7.1996 tarihli Gelen Kâğıtlarda yayımlanan 69
sıra sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun
Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısının 48 saat geçmeden gündemin "Kanun Tasarı ve
Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler"
kısmının 2 nci sırasına alınması
önerilmiştir.
BAŞKAN – Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir efendim. (DSP ve CHP sıralarından
"Say, say" sesleri)
Efendim, sayıyorum... Karşımdasınız, görüyorum.
Rica ediyorum... Önemli olan, bu Meclisin çalışmalarında
tasarrufu da sağlamak. Divan Kâtibi arkadaşlarınız görüyor,
saymaya gerek görmeyecek şekilde bariz bir farklılık var; biraz
da güvenin canım.
3 üncü öneriyi okutuyorum:
3.- Genel Kurulun 31.7.1996 Çarşamba günü saat 14.00'te
toplanması ve bu toplantıda sözlü soruların görüşülmemesi
önerilmiştir.
BAŞKAN – Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir efendim.
III. –
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)
D) ÇEŞİTLİ
İŞLER
1. – İnsan Haklarını
İnceleme Komisyonunda bağımsız milletvekillerine düşen
bir üyelik için aday olmak isteyen bağımsız milletvekillerinin
müracaatlarına ilişkin Başkanlık duyurusu
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, bazı siyasî parti
gruplarıyla bağımsızların oranlarında meydana
gelen değişiklik nedeniyle, İnsan Haklarını
İnceleme Komisyonunda, bağımsız sayın
milletvekillerine bir üyelik düşmektedir; aday olmak isteyen
bağımsız milletvekillerinin, yazılı olarak
Başkanlığa müracaat etmelerini rica ederim.
Sayın milletvekilleri, ülkemizde konuşlandırılan
Çokuluslu Güç'ün görev süresinin 31.7.1996 tarihinden itibaren 5 ay süreyle
uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi
vardır; okutuyorum:
C) TEZKERELER VE ÖNERGELER (Devam)
6. – Ülkemizde
konuşlandırılan Çokuluslu Güç'ün görev süresinin 31.7.1996
tarihinden itibaren beş ay süre ile uzatılmasına ilişkin
Başbakanlık tezkeresi (3/421)
29.7.1996
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Körfez Savaşını takiben Kuzey Irak'ta meydana gelen
olaylar sonucunda ülkemize yönelen ve sınırlarımızın
fizikî güvenliğini tehdit etmekle kalmayıp, aynı zamanda
ekonomik ve sosyal düzenimizi de zorlayacak boyutlara erişen toplu göç
hareketinin tekrarına yol açabilecek gelişmeleri, Irak'ın toprak
bütünlüğünü koruyarak caydırmak, gerekirse bu gelişmelere mâni
olmak, Kuzey Irak'ta bölge halkının insanî ihtiyaçlarının
karşılanabilmesinin güvenlik içinde devamını sağlamak
amacıyla, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 688
sayılı Kararı da gözönünde tutularak Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 17.1.1991 tarih ve 126 sayılı Kararına
dayanılarak başlatılan "Provide Comfort II" Huzur
Harekâtı çerçevesinde ülkemizde konuşlandırılan Çokuluslu
Güç'ün görev süresinin 31 Temmuz 1996 tarihinden itibaren 5 ay süreyle
uzatılmasına;
-Çokuluslu Güç'ün yapısı,
konuşlandırılması ve bu Güç'teki Türk askerî personelinin
sayısının artırılması,
-Güç'e bağlı yabancı ülke silahlı kuvvetleri
personelinin ve Güç'ün ülkemizde tabi olacakları statünün tayini.
-Kuzey Irak'taki Türkiye'yi tehdit eden her türlü terörist
yapılanmanın ve Irak'ın bölünmesini hedef alan faaliyetlerin
önlenmesi,
-Sınır güvenliğinin sağlanması,
-Bölgenin ekonomik canlılığını kazanabilmesi
için Birleşmiş Milletler Sözleşmesinin ambargodan zarar gören
ülkelerle ilgili 50 ve 51 inci maddeleri uyarınca Türkiye'nin
zararlarının telafisi,
-Türkiye'nin Güç'e katkısı ve bu Güç'ün Türkiye
menfaatlarına uygun biçimde kullanılması,
İle ilgili bütün kararları almaya ve gerektiğinde
harekâtı sona erdirmeye, Bakanlar Kurulunun yetkili
kılınması için Anayasanın 92 nci maddesine göre izin
verilmesini arz ederim.
Prof. Dr. Necmettin Erbakan
Başbakan
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri,
Başbakanlığın bu tezkeresi üzerinde, İçtüzüğün 72
nci maddesine göre müzakere açacağım. Bu müzakerede, gruplara,
Hükümete ve iki sayın üyeye söz vereceğim; burada, konuşma
süreleri, Hükümet ve gruplar adına 20'şer dakika, şahıslar
adına 10'ar dakikadır. Bundan önceki uygulamalarımız
gereği, eğer Hükümet isterse, bu tezkere üzerinde kısa bir
açıklama yapabilir.
Sayın Hükümet açıklama yapmak istiyor mu efendim?
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI TURHAN TAYAN (Bursa) – Evet Sayın
Başkan.
BAŞKAN – Kısa bir açıklama yapmak üzere, Millî Savunma
Bakanı Sayın Turhan Tayan; buyurun efendim.
Hükümetin yapacağı kısa açıklamadan sonra, gruplar
ve şahıslar konuşacak; Hükümet, bunlara cevap verme hakkına
sahiptir efendim.
Efendim, siz kısa bir sunuş konuşması
yapacaksınız; gruplar ve şahıslar konuştuktan sonra,
tekrar cevap verme hakkınız var.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI TURHAN TAYAN (Bursa) – Ben baştan
konuşacağım.
BAŞKAN – Peki efendim, Hükümet sonradan söz almak istemezse mesele
değil; o sizin takdirinize bağlı.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI TURHAN TAYAN (Bursa) – Gerekirse, tekrar söz
isteyebilirim
BAŞKAN – Buyurun Sayın Bakan.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI TURHAN TAYAN (Bursa) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Yüce Meclisin malumu olduğu üzere, Huzur
Harekâtı, Körfez Savaşından sonra, Saddam Hüseyin rejiminin
uyguladığı baskılar sonucu, Nisan 1991'de, yarım
milyon Kuzey Iraklı mültecinin sınırlarımıza
yığılmasının yarattığı sorunun bertaraf
edilmesi amacıyla, talebimiz üzerine
başlatılmıştır.
Bu çerçevede, 1991 yılı temmuz ayı başlarında,
Kuzey Iraklı mültecilerin yurtlarına geri dönmeleri
sağlandıktan sonra, bölgede yeni göç hareketlerine yol açabilecek
olayların engellenmesi ve Saddam Hüseyin rejimine karşı
caydırıcılığın sürdürülebilmesi amacıyla, bu
kez, Amerika Birleşik Devletleri, Fransa ve İngiltere'nin
katılımıyla, Huzur Harekâtının ikinci
aşaması başlatılmıştır.
Huzur Harekâtının, ülkemizin sosyal ve ekonomik düzenini ve
sınır güvenliğini tehdit eden yeni bir göç hareketini
önlemiş olması, ülkemiz açısından, başlıca
yararı oluşturmuştur. Ayrıca, bu harekât içerisinde yer
almamız, dış politikamızın genel dengeleri
açısından da önem taşımıştır...
REFİK ARAS (İstanbul) – Sayın Başkan, Hükümet
sıralarına bakın; ayakta duruyorlar!
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI TURHAN TAYAN (Devamla) – Böylece, harekât
içerisinde birlikte yer aldığımız müttefiklerimizin
politikalarını etkileme imkânına sahip olunmuştur.
Bu yararlarına karşı, Huzur Harekâtının
yarattığı güvenlik ortamından yararlanan bazı
çevrelerin, Irak'ın toprak bütünlüğüyle bağdaşmayan
girişimler içerisine girdikleri; PKK terör örgütü mensuplarının
da, bu güven ortamından kendi terörist emelleri için yararlanmaya
çalıştıkları görülmüştür.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Huzur
Harekâtıyla ilgili olarak Yüce Mecliste ifade edilen görüşleri ve
hassasiyetleri de dikkate alarak, Amerika Birleşik Devletleri ve
diğer koalisyon ortaklarıyla yoğun görüşmeler
yapılmıştır. Dışişleri
Bakanlığımız ile askerî makamlarımızın
yürüttüğü müzakerelerde, Huzur Harekâtının doğurduğu
bazı sakıncaların giderilmesi ve Türkiye'nin savunduğu
görüşlerin karşılanması yolunda önemli sonuçlar
alınmıştır.
Bu konuda, Amerika Birleşik Devletleri
Başkanlığının yaptığı açıklamada,
özetle şu hususlar belirtilmiştir:
"Amerika Birleşik Devletleri, Irak'ın bağımsızlığını,
birliğini ve toprak bütünlüğünü desteklemektedir.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 5 Nisan 1991 tarihinde
kabul edilen 688 sayılı Kararını ve ilgili diğer tüm
kararlarını desteklemektedir.
Amerika Birleşik Devletleri, Kuzey Irak'ta bağımsız
statüye destek vermemektedir. Kuzey Irak halkı için en iyi gelecek,
bugünkü Irak sınırları içerisinde birleşmektir.
Kuzey Irak'ta yaşayan tüm halklar (Araplar, Süryanîler, Kürtler,
Türkmenler ve diğerleri) Huzur Harekâtının korumasından,
aynı şekilde yararlanırlar. Bölgede faaliyet gösteren resmî ve
hükümet dışı kuruluşlar, Irak
vatandaşlarının refahını sağlamak
dışında bir amaç taşıyamazlar..."
BAŞKAN – Sayın Bakan, bir dakikanızı rica
ediyorum...
Sayın milletvekilleri, bakanlar kurulu sırasındaki sayın
milletvekilleri, lütfen, yerinize oturur musunuz efendim.
Sayın bakanlardan rica ediyorum, müzakere devam ederken, hiçbir
arkadaşa bilgi vermesinler efendim. Eğer istiyorlarsa, gitsinler,
kulislerde konuşsunlar arkadaşlar; burada, kürsüde konuşan sayın
hatibe saygı duymak zorundayız. (DYP ve ANAP sıralarından
alkışlar)
Buyurun Sayın Bakan.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI TURHAN TAYAN (Devamla) – "Irak,
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarına
uymalıdır. 13 Martta yapılan Sharm el-Sheikh ve 27 Haziranda Lion'da
yapılan G-7 zirveleri sonunda kabul edilen ilkeler, terörle mücadelede
ulusların yükümlülüklerini teyit etmiştir. Amerika Birleşik
Devletleri, Türkiye'nin, PKK terörüyle mücadelesini desteklemektedir. Kuzey
Irak, PKK faaliyetlerine melce oluşturamaz."
Tabiatıyla, Yüce Meclis Huzur Harekâtını
onayladığı takdirde, bu, Amerika Birleşik Devletlerinin
biraz önce belirttiğim deklarasyonunu kabul eden koalisyon ortakları
için de geçerli olacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; böylece, Amerika
Birleşik Devletleri, dünya kamuoyu önünde, Kuzey Irak'ta
bağımsız bir Kürt devleti kurulmasına karşı
olduğunu ilan etmekte, o bölgede teröristlerin
barınmalarının önlenmesi için her türlü önlemi almaya hazır
olduğunu beyan etmekte, Türkmen kardeşlerimizin haklarının
korunması taahhüdünde bulunmakta, hükümet dışı
kuruluşların insanî amaçlar dışında faaliyet
göstermelerine izin verilmeyeceğini vurgulamaktadır.
Amerika Birleşik Devletleri, ayrıca, Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyinin ilgili kararlarını teyit etmekte ve
özellikle, 688 sayılı karar ile mutabık olduğunu
kaydetmektedir. Yüce Meclisin malumu olduğu üzere, bu karar, bir yandan
Irak'ın egemenliğini, toprak bütünlüğünü ve siyasî
bağımsızlığını teyit etmekte, diğer
yandan da tüm Irak vatandaşlarının, insanî ve siyasî
haklarının güvence altına alınması amacıyla,
açık diyaloğu teşvik etmektedir. Amerika Birleşik
Devletleri Başkanının yaptığı beyan fevkalade
önemlidir, bölgedeki tüm gruplara açık bir mesaj niteliği
taşımaktadır., aynı zamanda, Amerika Birleşik
Devletlerinin niyetleri konusunda yapılan spekülasyonları da önleyici
etkisi bulunmaktadır. İngiliz ve Fransız Hükümetlerinin
temsilcileri de, kendileriyle yapılan müzakerelerde, aynı görüşü
paylaştıklarını bildirmişlerdir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Amerika
Birleşik Devletleri ve diğer ilgili ülkelerle
yaptığımız yoğun temaslar ve müzakerelerde elde
ettiğimiz sonuçlar, sadece bunlardan ibaret değildir; teknik düzeyde
yapılan çalışmalar sırasında, bize, yazılı
olarak teyit edilen başka sonuçlar da olmuştur. Bu sonuçların
bir bölümü askerî niteliktedir ve askerî makamlarımızın
taleplerini büyük ölçüde karşılamaktadır.
Bu arada, kamuoyunda tartışılan, askerî koordinasyon
merkezinin ileride Türkiye'ye çekilmesi konusunun, Türkiye'nin görüşleri
de dikkate alınarak değerlendirileceği belirtilmiştir.
Huzur Harekâtı çerçevesinde yapılan uçuşların
azaltılması konusunda mutabık kalınmıştır.
Terörle mücadele konusunda, Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri
ve diğer müttefikler arasında, daha sıkı
işbirliği yapılması
kararlaştırılmıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ekonomik alanda,
Körfez Savaşından sonra Türkiye'nin uğradığı
kayıpların telafi edilmesi için de, somut adımlar atılmaya
başlanmıştır. Bu çerçevede, Türkiye'nin de
çabalarıyla, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 986
sayılı Kararının uygulanması amacıyla, Irak ile
Birleşmiş Milletler arasında mutabakat
sağlanmıştır. Bu kararın uygulanmasına
başlanabilmesi için gerekli adımların tümü
atılmıştır.
Son günlerde, Türkiye'nin ısrarlı talepleri sonunda, kalan
bazı pürüzler de giderilmiştir. Şimdi, mesele,
Birleşmiş Milletler denetçilerinin bölgeye giderek göreve
başlamalarından ibarettir. En geç 15 Eylülde bu işlemler
tamamlanarak, petrolün, Kerkük-Yumurtalık boru hattından fiilen
akmaya başlaması sağlanacaktır. Bunun, Türk ekonomisi
üzerinde, doğrudan ya da dolaylı birçok olumlu etkisi olacaktır.
Bunları şöylece özetleyebiliriz: Irak'ın satacağı
petrolün yarısından fazlası Kerkük-Yumurtalık boru
hattından geçecektir. Türkiye'nin bundan alacağı transit ücreti
45 ilâ 50 milyon dolar dolayında olacaktır. Petrolün fiilen akmaya
başlamasıyla birlikte, boru hattının çürümesi tehlikesi de
ortadan kalkmış olacaktır.
Irak'ın petrol satışından elde edeceği
paranın bir bölümü, Birleşmiş Milletler Tazminat Fonuna
aktarılacaktır; bu paradan Türk firmalarının
alacakları da tahsil edilmiş olacaktır.
Türk firmaları, Irak'ın ve Kuzey Irak'ın gıda, ilaç
ve temel ihtiyaç maddelerinin karşılanması için tahsis edilecek
olan 1,3 milyar dolardan pay alabilecektir, bu konuda şimdiden
girişimlere başlanmıştır.
Petrol ürünlerinin Türkiye üzerinden ihracı için
çalışmalarımız devam etmektedir. Bir bütün olarak
bakıldığında, petrol boru hattının
işletilmeye başlanması Türkiye'ye çok yönlü kazanç
sağlayacaktır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Hükümet olarak, biz,
bununla da yetinmedik. Körfez Savaşından sonra, büyük ekonomik
kayıplara uğrayan Ürdün'ün, bu kayıplarını telafi için
yaptığı başvuruya benzer bir başvuruyu, Hükümetimiz,
Birleşmiş Milletlere resmen yapmaktadır. Koalisyon
ortağı müttefiklerimiz, bu başvurumuzu önemli biçimde
karşılayacaklarını ve bize yardımcı olma yönünde
çaba göstereceklerini bildirmişlerdir.
Diğer taraftan, Güneydoğuda, Irak ile olan
sınırımızın elektronik aletlerle takviye edilerek,
teröristlerin geçişine engel olacak biçimde güçlendirilmesi amacıyla,
Amerika Birleşik Devletleri, Türkiye'ye teknolojik yardım
yapmayı kabul etmiştir.
İşte, bütün bu konularda, Amerika Birleşik Devletleri ve
diğer koalisyon ortaklarıyla vardığımız
mutabakatı, kâğıt üzerinde bırakmayıp, uygulamaya bir
an önce geçirmek için somut adımlar atmaya başlamış
bulunmaktayız. Bu çerçevede, geçtiğimiz hafta sonu, Amerika
Birleşik Devletleri petrol boru hattı uzmanları bölgeye gelerek,
ilgili makamlarımızla ortak çalışmaya
başlamışlardır. Beyaz Saray'ın açıklamasında
belirtildiği üzere, Hükümet dışı kuruluşların,
insanî amaçların dışında faaliyet göstermelerinin
engellenmesi için, ilgili ülkelerin Ankara'daki büyükelçiliklerine birer nota
göndererek, ülkelerine mensup bu tür kuruluşların faaliyetleri
hakkında ayrıntılı bilgi isteyeceğiz. Bu
kuruluşların, oradaki bütün çalışmalarını
adım adım izleyeceğiz. Amaç dışı
çalışanları, insanî yardım ile bağdaşmayan
faaliyet gösterenleri, eğer varsa Türkiye aleyhinde çalışma
yapanları, özellikle teröre müzahir davranış içerisinde
olanları bir daha Kuzey Irak'a sokmayacağız. Onların, amaç
dışı faaliyetlerine izin vermeyeceğiz.
Hükümetimiz, Kuzey Irak'a insanî yardım yapılmasına
taraftardır. Nitekim, en büyük yardımı, Kızılay
aracılığıyla biz yapmaktayız. Ancak, insanî
yardım dışı amaçlara yönelik ve özellikle Türkiye'nin
çıkarlarına aykırı faaliyet gösterenler, bizden, hiçbir
zaman yardım ve kolaylık beklememelidir.
Aynı şekilde, Atruş Kampının, insanî amaç
dışında ve terörist faaliyetler için bir merkez veya bir melce
olarak kullanılmasına asla izin vermeyeceğiz. Orada,
PKK'nın baskısı altında âdeta esir gibi yaşayan
vatandaşlarımızın Türkiye'ye geri dönmelerinin
sağlanması için her türlü çabayı göstereceğiz. Geçen hafta
içerisinde, 94 vatandaşımız, Atruş Kampındaki PKK
zulmünden kaçarak anavatana dönmüş bulunmaktadır. Onlara her türlü
yardım ve desteği sağlamaktayız. Geri kalan bütün vatandaşlarımızı
da PKK zulmünden kurtaracağız.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bildiğiniz
gibi, 1991 yılında, Irak birliklerinin baskıları sonucunda,
Kuzey Irak'tan ülkemize yönelik büyük bir göç hareketi, bir yandan Türkiye için
çok büyük ekonomik ve sosyal sorunlar doğurmuş ve bu hareketin
ülkemize maliyeti yüz milyonlarca dolara ulaşmış, bir yandan da
göç hareketiyle birlikte ülkemize sızan teröristler, Güneydoğu
Anadolu'daki terörist faaliyetlerde büyük bir artışa yol
açmış, halkın huzur ve güvenliğini bozmuş, ülkemize
kaçak yollardan çok miktarda silah ve patlayıcı madde
sokulmasına imkân sağlamıştır.
Huzur Harekâtının sağladığı en önemli
avantajlardan biri de, böyle bir göç hareketinin tekrarlanmasına imkân
vermemesidir. İçinde bulunduğumuz koşullarda, Huzur
Harekâtının görevinin sona erdirilmesi, Kuzey Irak'ta yeniden bir
güvensizlik ortamının yaratılmasına ve çeşitli
etkilerle yeni bir göç hareketine yol açabilir; son yıllarda binlerce
şehit verme pahasına Güneydoğu Anadolu'da
sağladığımız güvenlik ortamı yeniden
zedelenebilir.
Huzur Harekâtının görev süresinin uzatılması,
Silahlı Kuvvetlerimizin teröristlere karşı başarıyla
sürdürdüğü operasyonların beklenen nihaî hedeflerine
ulaşmasıyla yakından ilgilidir. Huzur Harekâtının,
Türkiye'nin denetiminde faaliyet göstermesi, zaman zaman, Kuzey Irak'ta
konuşlanan teröristlere karşı yapmakta olduğumuz
harekâtın güvenlik içinde sürdürülmesi açısından da, özel bir
önem taşımaktadır.
Silahlı Kuvvetlerimizle yaptığımız yoğun
çalışma ve değerlendirme sırasında, bu hususları
somut kanıtlarıyla tespit etmiş bulunuyoruz.
Ülkemizde huzur ve güvenlik ortamının uzun vadeli olarak ve en
etkili biçimde tesisi, sınırlarımızın
dışındaki terör odaklarının etkisiz
kılınmasıyla yakından ilgilidir. Bilindiği gibi,
şu anda, Kuzey Irak'ta, devlet otoritesinin bulunmadığı
bölgede, maalesef, çok sayıda terörist faaliyet göstermekte, zaman zaman,
dağlık bölgeden geçerek, kadın, çocuk, yaşlı demeden,
masum vatandaşlarımızı katletmektedirler. Onlarla
çatışmaya giren güvenlik güçlerimizin verdiği şehitler,
milletimiz için ıstırap kaynağı olmaktadır.
Hükümetimizin hedefi, sınırlarımızın
dışındaki bu şer odaklarını da tasfiye etmek ve
terör odaklarına yön verenleri etkisiz hale getirmektir.
İşte, bütün bu amaçlarla, Silahlı Kuvvetlerimizin,
gerektiğinde sınır ötesinde yaptığı
operasyonların, etkin bir güvenlik ortamı içinde
gerçekleştirilmesi önem taşımaktadır.
Koalisyon ortağı müttefiklerimiz, Kuzey Irak'taki durumu
yakından izlemekte ve Türkiye'nin orada yaptığı
operasyonların ne kadar haklı nedenlere
dayandığını bizzat ifade etmektedirler. Batı'daki
bazı aşırı çevrelerin aksi yöndeki gayretlerine
rağmen, koalisyon ortağı hükümetlerin, Türkiye'nin
sınır ötesi harekâtlarına karşı, şimdiye kadar,
makul ve mutedil bir tavır sergilemeleri de bölgenin gerçeklerini iyi
bilmeleri sayesindedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yalnız
Türkiye'nin değil, dünyada pek çok uygar ülkenin ıstırap
çekmesine neden olan terör belasını ortadan kaldırmak için,
uluslararası alanda daha güçlü bir işbirliği yapılması
kaçınılmazdır. "Beni sokmayan yılan bin
yaşasın" anlayışıyla, terörle mücadele edilemez.
Şimdi, hemen hemen dünyanın bütün uygar ülkeleri, kendi
yaşadıkları acı tecrübelerle, terörün ne kadar büyük
ıstırap kaynağı olduğunu görmüş ve
görmektedirler.
Huzur Harekâtının görev süresinin uzatılması için
yaptığımız müzakereler sırasında, koalisyon
ortaklarımızın, terörle mücadelemiz konusunda, ülkemize
eskisinden daha fazla destek verme yolundaki niyet ve
kararlılıklarını tespit etmiş bulunuyoruz.
İşte, bütün bu tespit ve değerlendirmelerimiz, Hükümetimizi,
Yüce Meclise, Huzur Harekâtının görev süresinin yıl sonuna kadar
uzatılmasını önermeye sevk etmiştir. Yüce Meclisimiz
kararını bu yönde verdiği takdirde, Huzur Harekâtının
uygulanmasıyla ilgili faaliyetleri yakından izleyeceğiz ve
ülkemizin güvenliğini ilgilendiren en küçük bir harekâtın, Huzur
Harekâtının yarattığı güvenlik ortamı içinde
yeşermesine izin vermeyeceğiz. Bu anlayışla, Huzur
Harekâtının görev süresinin 31 Aralık 1996 tarihine kadar
uzatılmasını Yüce Heyetlerinin takdirlerine sunuyorum; hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (DYP ve RP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.
Gruplardan, şu anda, DSP Grubu adına Sayın Mümtaz Soysal
söz istemiştir; buyurun efendim. (DSP sıralarından
alkışlar)
Süreniz 20 dakikadır.
DSP GRUBU ADINA MÜMTAZ SOYSAL (Zonguldak) – Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Sayın Başkan, sayın üyeler; Huzur Harekâtı denilen
harekâtın uzatılması bakımından, Partimizce çekimser
kalınarak ya da toplantıya katılmayarak, müsaade edilmiş
olan sürenin sona erişinin arifesinde, Partim adına konuşmak
üzere kürsüdeyim ve açık konuşmak üzere kürsüdeyim; çünkü, bu konunun
açıkça konuşulmasının günü gelmiştir.
Bu açıkça konuşmayı, hoşgörünüze ve özellikle Refah
Partili arkadaşlarımızın hoşgörüsüne dayanarak yapmak
istiyorum. Çünkü, dıştan bakıldığında ve genel
olarak -bir istisna dışında- Türkiye'deki siyasal
kadroların bu konudaki davranışları bakımından
gözüken tablo şudur: Muhalefetteyken "hayır";. iktidara
gelince, şu veya bu biçimde "evet." Gerekçe: "Biz,
birtakım verilerin farkında değildik, o verileri öğrendik,
onun için sorumlulukla böyle davranıyoruz" biçiminde bir gerekçedir.
Verileri kimler ortaya koymaktadır? Türk Silahlı Kuvvetleri,
birtakım gizli servislerimiz, Dışişleri
Bakanlığımızın bürokrasisi. Ama, bu saydıklarım,
Türkiye'nin hükümetçe izlenmesi gereken dış politikasını ve
özellikle bu konudaki dış politikasını oluşturan
makamlar değillerdir. Onlar, kendi önlerindeki çerçeveye bakarak,
hükümetlerin değiştiremedikleri çerçeveye bakarak, onun içinde rol
oynamaktadırlar ve elbette, onun içinde, bu çerçeve
değişmediği sürece, genel temel değişmediği
sürece birtakım endişeler duymaktadırlar; o endişeleri dile
getirmektedirler. O endişeler dile getirildiği zaman, asıl
değişmesi gereken, o endişeleri yaratan çerçeve iken, siyasal
kadrolar, çerçeveye dokunmayıp, o çerçeveyi devam ettirmektedir. Asıl
temel yanlışlık buradadır. Onun için, bu konunun, olanca
açıklığıyla, değiştirilemeyen çerçeve nedir, ona
parmak basılarak konuşulması gerekir. Tabiî, bu çerçeve
değiştirilmedikçe, Çekiç Güç'ün kalmasına birtakım
gerekçeler de rahatlıkla oluşturulabilmektedir.
Demin Sayın Bakanın da dediği gibi, silahlı
kuvvetlerimizin sınır ötesi hava ve kara harekâtlarının
dünyaca kabul edilebilmesi, yapılabilmesi, büyük tepki görmemesi, bu
harekâtın ayakta kalması sayesinde olmaktadır. Ama, hiçbirimiz,
bu harekât niçin gerekli, niçin Irak sınırının ötesine
yapılması gerekli, orada ne oluyor, bunu yaratan etken nedir, niçin
onu değiştiremiyoruz; onun üzerinde durmuyoruz. Nedir
değiştirilemeyen? Onu, sırasıyla gözlerinizin önüne sermek
istiyorum:
Bir, Türkiye'nin bu konuda Irak Devletiyle ilişkileri henüz normal
bir temele oturtulmuş değildir, başka bir devletin -Amerika
Birleşik Devletlerinin- gölgesini taşımaktadır. Irak'taki
büyükelçiliğimiz, hâlâ, büyükelçilik düzeyine yükseltilmiş
değildir. Orada maslahatgüzar niteliğiyle bulunan
arkadaşımız, görevlimiz, büyükelçi unvanını
taşımaktadır ama, büyükelçiliğimiz büyükelçilik değildir.
Oysa, 30 küsur ülkenin, düpedüz, büyükelçilik düzeyinde ilişkisi
vardır. Bunlar arasında Rusya, Hindistan, Polonya gibi ülkelerin
bulunmasını normal karşılayabilirsiniz; ama, Ürdün, Tunus,
Malezya, Endonezya ve Vatikan gibi, Batı ile ilişkileri bizim
niteliğimizde olan ya da ona yakın olan, en azından kopuk olmayan
ülkeler de orada büyükelçilik tutarken, bu konuyla doğrudan doğruya
ilişkili olan devletin, Türkiye Cumhuriyetinin, hâlâ oradaki temsilini
büyükelçilik düzeyine çıkarmamış olması, bu durumun
açık göstergesidir.
İkincisi: Irak, kendi kuzeyine egemen değildir; daha
doğrusu, bizim güneyimize egemen değildir. Bunu da
değiştirmek için gereken yapılmamaktadır. Bu konunun bize
olan ekonomik maliyetini uzun boylu anlatacak değilim. Müteahhitlik
vesaire hizmetleri bir yana, yılda, toplam 5 milyar dolar tutarında
bir kaybımız söz konusudur; onun üzerinde uzun boylu duracak
değilim.
Bu veriler değişmedikçe, çeşitli servislerimizin
-Silahlı Kuvvetler başta olmak üzere- o endişeleri duyması
doğaldır. Onun için, bu nokta önemli.
Daha önemli olan bir nokta var; o da, Türkiye'nin bu konudaki
dış politikası, kendi çıkarlarına değil, belki
bir ölçüde kendi çıkarlarına; ama, daha büyük bir ölçüde Amerika
Birleşik Devletlerinin çıkarlarına ayarlanmıştır.
Amerika Birleşik Devletleri, orada, bağımsız bir Kürt
devleti kurmak istiyor mu istemiyor mu... Asıl tartışma konusu
bu değil; çünkü, o konuda çeşitli görüşler var. "Belki,
Amerika Birleşik Devletleri, Irak dünya petrol rezervinin yüzde 25'ine
sahip olduğuna göre, o rezervi, etnik, birtakım bölünmüş
devletlere paylaştırmak isteyebilir" deniliyor; ama, buna
karşılık da "Amerika Birleşik Devletleri böyle bir
devlet istemez; çünkü, o devlet bölgede huzursuzluk unsurudur; en başta,
Amerika'nın en yakın müttefiki olan Türkiye'yi huzursuz edecektir;
istemez" deniliyor. Amerika'nın gerçek niyeti ne olursa olsun, ortaya
çıkan tablo, bir Kürt devletine doğru giden tablodur; üzerine parmak
basmamız gereken gerçek budur. Bunu, daha önceki iktidarlara, bir kusur
olarak, Refah Partisi söylüyordu ve beklenti o idi ki, "Refah Partisi,
geçmişte bunun böyle olduğunu söyleyen bir parti olarak, bu
kısır döngüyü kırabilir" diyenler vardı; ama,
şimdiki tablo, Refah Partisinin de bunu kıramadığı
biçimindedir.
Daha önemlisi, ne diyor Refah Partisi "belki şimdi
kıramıyoruz; çünkü, 5 Kasımda Amerika Birleşik
Devletlerinde Başkanlık seçimi var; Senatonun üçte biri ve
Temsilciler Meclisinin tamamı yenilenecek. Clinton'un bu konuda dönüş
yapması, onun seçim şansını azaltabilir; biz, bunu yapmaya
şu aşamada cesaret edemeyiz. En büyük müttefikimizin başında
bulanan kişiyi bu duruma sokamayız" diyor; ama, bu, Amerika
Birleşik Devletlerinde başka türlü yankılanıyor. Amerika
Birleşik Devletlerinin -bugünkü gazetelerde var-
dışişlerinin üst düzey bir yetkilisi bir Türk gazetecisine diyor
ki: "Biz üzgünüz; bu Çekiç Güç konusu, Türkiye'de iç politika malzemesi
yapılmaktadır." Ee, bu konu iç politika malzemesi
yapılmayacak da hangi konu yapılacak?! Biz, elbette, bunu
tartışacağız; ama, ne yazık ki, Refah Partisi, bu kez,
Amerika'nın iç politikasını bu konuya karıştırmaktadır.
(DSP sıralarından alkışlar) Bize ne Amerika'da bunun
Başkana yarayıp yaramayacağını düşünmek! Biz, her
şeyden önce kendi çıkarımızı düşünmek zorundayız
ve bu tarih, sadece, 5 Kasım değildir. Hadi, 5 Kasıma kadar
bekleyelim. Amerika'da her iki yılda bir kasım ayının ilk
pazartesinden sonra gelen salı günü seçim yapılır; dört
yılda bir Başkanlık seçimi de yapılır. Şimdiye
kadar da hep bu kasım sözü Türk iç politikasına karıştırılmıştır,
aman Amerika'daki iç politikayı etkilemeyelim diye.
Bunun, başka dönemlerde yapılmış olmasının
yanında bir de Refah Partisi döneminde de yapılıyor olması,
gerçekten üzüntü vericidir ve süreyi beş ay uzatarak yıl sonunu
bulduğumuz zaman da, iş bitmiş olmayacaktır. Amerika'da,
seçilen başkan, kasımda göreve gelmiyor; arkasından, ta, ocak
ayının 20'sinde, daha önceki başkandan görevi devralıyor.
Aralık sonu geldiğinde, bize "önümüzdeki ocak da geçsin; çünkü,
Amerika Birleşik Devletlerinde başkan Kongreye birliğin durumu
mesajını verirken, biz Irak'ta geri çekildik, geri adım
atsın" mı diyecekler; bunu mu bir gerekçe olarak söylecekler?
Onun için, sayın üyeler, Amerikan iç politikasının bizim
çıkarlarımıza karıştırılması,
zannediyorum, üzerine parmak basmamız gereken en önemli unsurdur.
Verilerin değiştirilmesi gerekir dedim. Bu veriler de, her
şeyden önce, siyasal verilerdir. Öyle olduğu içindir ki, biz, geçen
uzatmada, buna karşı çıkarken, uzatmanın bir ölçüde mümkün
kılınmasını sağlamak için, dedik ki "bu son
uzatmadır; biz lehte oy vermiyoruz, aleyhte de oy vermiyoruz; ama, biz,
bunun artık son uzatma olması için bir şeyler
yapılmasına inanıyoruz." Onun için de "bölgesel
güvenlik planı" diye bir plan ortaya koyduk; yani, hükümetlerin
yapmadığı şeyi, biz yapmaya çalıştık ve bu
çerçeveyi değiştirebilmek için; çünkü, temel nokta olarak onu
görüyorduk. Bu çerçeve, Türkiye'nin, Irak'la, Irak'ın toprak
bütünlüğünü sağlayacak bir biçimde, normal ilişki kurması
ve bu PKK sorununu onunla birlikte çözmesi biçimindeydi. Onun için, bizim
planımızın ağırlık noktası askerî
değildir, siyasîdir ve bu siyaset de, Irak'ın yeniden
bütünleştirilmesi, ama, gerçek anlamında, lafla değil,
olayların değiştirilmesi yoluyla bütünleştirilmesine
dayanıyordu. Bu bütünleştirilmiş Irak için de, Bağdat'la
yeni bir ilişkinin kurulmasını, Kürt nüfusun ezilmesi için
değil, Kürt nüfusun ve başka nüfusların, Türkmenler ve
Hıristiyanlar dahil olmak üzere, Araplar da tabiî dahil olmak üzere, bütün
Kuzey Irak insanlarının insanca yaşamaları, insan
haklarına saygılı bir biçimde yaşamaları için, bu
saygıyı sağlayacak güvencelerin getirilmesine dayanan bir
politika izlenmesini istiyorduk ve bunun, elbette, Türkiye'nin güvenliğini
sağlayacak bir biçimde, sınır güvenliğini sağlayacak
bir biçimde düzenlenmesi gerektiğine ve bunun da yine, toprak
bütünlüğüne kavuşmuş olan bir Irak yönetimiyle
yapılmasına dayandırmak istiyorduk. Bu arada da, Silahlı
Kuvvetlerimizin bir zorunluluk olarak ortaya koydukları noktayı, biz
de bir zorunluluk olarak görmekteydik; planımızda yoktu; ama, sonradan
biz de benimsedik. Zaho'daki eşgüdüm merkezinin Türkiye
sınırları içine alınması... Niçin?...
Bir kere, her şeyden önce, bir devletin toprağında
başkalarının bir eşgüdüm merkezi olursa, onun dış
görüntüsünün, o ülkenin toprak bütünlüğüyle, egemenliğiyle hiç ilgisi
olmayacağı.
İkincisi, bizim makamlarımızın elindeki somut
bilgilere ve güvenilir kaynaklardan elde ettiğimiz bilgilere göre, o
merkezin yanı başında, Türkiye'ye sızma faaliyetleri için
hazırlanan PKK kuvvetlerinin bulunması; onların faaliyetlerine
göz göre göre müsaade edilmesi; bu nedenle de, bu merkezin, bizim
güvenliğimizi sağlamakta yeterli olmadığını
görmemiz.
Şimdi, Sayın Hükümet -biraz önce, Milî Savunma Bakanı da
söyledi- "biz, bunları büyük ölçüde sağladık" diyor.
Şimdi, sağladık denilenlere bakalım:
Amerika Birleşik Devletlerinin 28 Temmuzda yayımlanan
bildirisine göre, bir defa, Amerika Birleşik Devletlerinin bu konudaki
niyetlerinin, bütün berraklığıyla, bizim niyetlerimize tam
anlamıyla uyup uymadığı belli değildir. Yapılan
açıklamada, Amerika Hükümeti, 688 sayılı Güvenlik Konseyi
Kararına uyacağını söylemektedir ve o kararda da,
Irak'ın toprak bütünlüğünden ve siyasal birliğinden söz
edilmektedir. Bu, bir kere, şüpheli. Bu, Irak'ın kuzeyindeki
insanlarla, Irak'ın merkez yönetimi arasında bir diyalog
kurulmasına ve bu diyalog yoluyla toprak bütünlüğünün ve siyasal
birliğin sağlanmasına yeterince açık bir yeşil
ışık oluşturmuyor. Tam tersine Amerika Birleşik
Devletleri -bugünkü gazetelerde açıkça yazıldığı,
Dışişleri üst düzey yetkilisinin söylediği gibi- "Biz,
Türkiye'deki bazı yorumların aksine Bağdat'la Kürt partilerinin
diyalogunu teşvik ediyor değiliz" diyor. "Engellemiyoruz;
ama, teşvik de etmiyoruz..." Oysa biz, teşvik etmek istiyoruz;
bizim çıkarımız bunun teşvik edilmesinde. Bunun neresi
bizim kendi çıkarımızla tam bağdaşmış
oluyor?!. Engellememek, teşvik etmemek, yani "isterseniz kurmaya
kalkışın, biz, size engel olmayız; ama, sonuçlarına da
katlanırsınız" diyen bir yaklaşım. Oysa biz,
teşvik edilmesini, bu bütünlüğün kurulmasını istiyoruz.
Aynı zamanda metne baktığınız zaman
-zannediyorum kendi yetkililerimizin gözünden kaçmış olabilir- 688
sayılı Karar, egemen Irak'tan söz etmektedir, burada ise özgür
Irak'tan söz ediliyor. 688 sayılı Karar, açık diyalogtan söz
ediyor, burada ise o açık diyalogun teşvik edilmesi söz konusu
değil.
Yine -Hükümet o açıklamaya, kendisine verilen güvenceye
dayanıyor- "Kuzey Irak'taki etkinliklerimiz, bu bütünlüğü
sağlamaya, bu amaca dönüktür" deniliyor. Oysa biz istiyorduk ki
"dönük olacaktır" böyle yazılsın istiyorduk;
Amerikalılarla temaslarımızda, resmî makamlarının
istedikleri buydu. Biz de, gelip, bizimle kendi planımızı
tartıştıklarında, bunu istiyorduk; çünkü, geçmişte, bu
amaca dönük olmamıştı ama, Amerika hem geçmişini,
geçmişteki davranışını temize çıkarmak için bu
böyle yazılsın istiyor, hem de gelecekteki
davranışının da, geçmişteki davranıştan
farklı olmayacağını belli etmek istiyor.
BAŞKAN – Sayın Soysal, 2 dakikanız var efendim.
MÜMTAZ SOYSAL (Devamla) – Evet efendim.
Aynı zamanda, yine Hükümetin de verdiği güvence, Amerikalıların
verdiği güvenceye benziyor: Oradaki gönüllü kuruluşların
faaliyetlerinin, Türkiye'nin güvenliğini tehdit edici nitelik
kazanmamasına çalışılacaktır.
Orada -elimizde listeler de var- 80 küsur gönüllü kuruluş var
-20'si Kürt nüfusun kendi kuruluşu, 60'ı da yabancıların-
bunlar insanî amaçla orada idiler ve 1991 sonuna kadar öyle idiler, ama ondan
sonra oradaki çalışmaları -işin gizli kapaklı yönü bir
tarafa açıkça olan çalışmaları- orada bir Kürt devletinin
oluşması için yapılan çalışmalardır. Vaktiyle
sadece çadır, battaniye, gazyağı falan veriyorlardı,
şimdi fabrikalar kuruyorlar, şimdi köprüler, yollar yapıyorlar,
şimdi çimento, kereste getiriyorlar. O çimento ve kereste ki, vaktiyle
Kıbrıs'taki Türk nüfus, muhasara altındayken, stratejik malzeme
sayılıyordu ve Batı bunun, böyle bir stratejik malzeme
sayılmasına karşı çıkmıyordu, bunlar, gayet
rahatlıkla, o bölgeye, insanî amaç taşıdıklarını
söyleyen kuruluşlarca getirilmekteydi.
Sayın Başkan, sözlerimi, bu konuda Hükümetin "bu arada
başka şeyler de elde ettik" dediği noktalara dokunarak
bitirmek istiyorum. O noktalar konumuzla ilgili değil; o noktalar,
örneğin boru hattının açılışı, örneğin
50 nci maddeye dayanarak, Irak üzerindeki ambargonun ...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Soysal, size, iki dakika süre daha veriyorum.
Konuşmanızı lütfen bu süre içerisinde bitirin.
MÜMTAZ SOYSAL (Devamla) – Peki.
Türkiye'ye zarar vermeyecek bir
duruma dönüştürülmesi -Ürdün'e benzer bir biçimde- ya da üç
fırkateynin Türkiye'ye verilmesi gibi noktalar konumuzla ilgili
değil. O fırkateynlerin parası ödenmişti. 50 nci maddenin
karara bağlanması Güvenlik Konseyinin işidir. Boru
hattının açılması yeni bir olay değildir. Ta eskiden
beri, 986 sayılı Karardan beri tartışılan bir konudur.
Onun için konuları birbirine karıştırmayalım ve
kendimizi aldatmayalım.
Değiştirilmesi gereken nokta, bu konunun içerisinde yer
aldığı siyasal çerçevedir ve ne yazık ki, bu İktidar,
bu siyasal çerçeveyi değiştirememiştir, gerçek budur. Böyle
olduğu için ve biz Parti olarak, bu siyasal çerçevenin
değiştirilmesinin asıl sorun olduğuna
inandığımız için, bu kez biz, bu uzatma kararına,
açıkça ret oyu vereceğiz.
Bu, Amerika ile aramızdaki ilişkileri kopma noktasına
getirin demek değildir; tam tersine, eğer, Amerika ile olan
ilişkilerimiz, büyük müttefiklik, samimi müttefiklik ilişkisi ise,
Türkiye'deki siyasal kadroların, bu konunun, Türkiye'de ne kadar çok
huzursuzluk yarattığını, o büyük müttefike iyi izah
edebilmeleri ve bu siyasal çerçevenin Clinton'un seçim zaferiyle, ya da
Amerika'nın Bağdat inadıyla falan ilişkilendirilmeden, o,
sadık müttefikin Türkiye'nin, çıkarlarına uygun olarak,
değiştirilmesi gerektiğini anlatmak zorundayız. Refah
Partisi ve Doğru Yol Partisinin ortaklaşa kurdukları yeni Hükümet,
bunu başaramamıştır. Başaramadığı için,
biz de, oy vermeyeceğiz. Bundan sonra da bunu başaramayanlara, biz,
oy vermeyeceğiz; çünkü, bunu, ne kendi tutumumuzla ne de Türkiye'nin
çıkarlarıyla ne de oradaki Kürt halkının
çıkarlarıyla -bu siyasal çerçeve değişmedikçe, bu konu,
Amerikan politikasına alet edildikçe- uygun görmüyoruz.
Teşekkür ederim efendim. (DSP ve ANAP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Soysal.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Sayın Ali Topuz, buyurun
efendim.
Sayın Topuz süreniz 20 dakika.
CHP GRUBU ADINA ALİ TOPUZ (İstanbul) – Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; hepinizi, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve
şahsım adına saygılarımla selamlıyorum.
Bugün, yeni Hükümetimiz tarafından, Huzur Harekâtı
çerçevesinde ülkemizde konuşlandırılmış bulunan
Çokuluslu Güç'ün görev süresinin 31 Temmuz 1996 tarihinden başlayarak, 5
ay daha uzatılması istenmektedir; bugün, bunu konuşuyoruz.
Sözlerime başlarken, bundan yıllar önce, 26 Haziran 1992 günü,
bu konunun ilk kez Türkiye Büyük Millet Meclisinde uzatılması
konuşulurken, şimdiki Sayın Başbakanımızın
bu kürsüden söylediği bazı konuları, bazı iddiaları
size hatırlatmak istiyorum; çünkü, Sayın Erbakan, o tarihten bu yana,
sürekli olarak, o başlangıçta yaptığı
konuşmanın çerçevesi içerisinde ve orada belirttiği konularda
görüşlerini hep ifade eder oldu. O tarihte başlattığı
hareketi, Hükümet oluncaya kadar da devam ettirdi.
Şimdi, bakınız, Sayın Necmettin Erbakan neler
söylemiş; buradan Hükümete doğru dönmüş ve demiş ki:
"Muhterem arkadaşlarım, bakınız, şu Hükümet
sıralarında oturan arkadaşlarım var ya, biraz sonra
söyleyeceğim, geçen sene neler konuşmuşlardı; şimdi,
başka bir posta bürünmüşler, bütün söylediklerinin aksini gelip
burada ortaya koymaya çalışıyorlar" Aradan bu kadar zaman geçtikten sonra,
Sayın Erbakan'a bu kürsüden bir sözcünün bunları
hatırlatmasının, Sayın Erbakan için talihsiz bir
gelişme olduğunu söylemek, herhalde yeter diye düşünüyorum.
Yine, Sayın Erbakan bu kürsüden, kendisinden önce konuşan
Sosyaldemokrat Halkçı Parti Sözcüsü Sayın Ali Dinçer'in
konuşmasına atıfta bulunarak şunları söylemişti:
"Benden önce konuşan kıymetli arkadaşlarım, bilhassa
SHP Sözcüsü Ali Dinçer Bey kardeşim de, konunun bu büyük ehemmiyetini
belirtti; ancak, kendilerinden bahsederken hemen şunu ifade etmek
istiyorum ki, deminki konuşmalarını dikkatle dinledim; âdeta bir
ip üzerindeki cambaz gibi çok zahmet çekti -Refah sıralarından
alkışlar olmuş- Arif olan, ne demek istediğini çok iyi anlar;
biz anladık, merak etmeyin; konuşmanızın sonunda işi,
Türkiye'de çoğulcu demokrasi ve özgürlüğe bağlamanız çok
manidar; çünkü, demek istiyorsunuz ki: Ah, ben serbest olsam neler
konuşacağım; ama, ne yapalım ki, paçamızı bunlara
kaptırmışız da, istediklerimizi
konuşamıyoruz."
Şimdi, ben, yine bu kürsüden, aradan geçen bu zaman içerisinde
Sayın Erbakan'ın geldiği bu noktada, Ali Dinçer
arkadaşımızın sözlerini kendisine burada
hatırlatıyorum ve Sayın Erbakan'ın da paçasını
kimlere kaptırdığını buradan
açıklamasını istiyorum. (CHP sıralarından
alkışlar) Demek ki, Sayın Erbakan da paçasını
birilerine kaptırmış...
İRFAN GÜRPINAR (Kırklareli) – Kime kaptırmış?..
ALİ TOPUZ (Devamla) – ... ve bugün burada, asıl içinden geçen,
olmasını istediği şeyleri ifade edemiyor, öneremiyor,
paçasını kaptırmış, onlara mahkûm bir vaziyette
önümüze gelmiş.
Konuşmamın ileriki bölümlerinde bu konulara ilişkin
başka değerlendirmeler de yapacağım.
Şimdi, Sayın Erbakan, çok yakın bir tarihte, birkaç gün
önce şunları söylemişler: "Beş yıldır
Türkiye Büyük Millet Meclisi 'evet-hayır' demekten başka bir şey
yapmadı, aritmetik çoğunlukla Çekiç Güç'ün süresi
uzatıldı." Sayın Erbakan böyle söylemişler. Başka
bir şey daha söylemişler, belki bugün de söyleyecekler: "Ama, şimdi
iş değişti, bir değişim yaşıyoruz, büyük bir
değişim yaşıyoruz."
Şimdi, gerçekten -konuyu, tartıştıktan sonra
oylayacağız- ya Hükümetin
önerdiği kabul edilecek, süre uzatılacak ya da Hükümetin
önerisi reddilecek, süre uzatılmayacak. Bence, bunların ikisi de çok
önemli değişim ifade etmektir. Birincisi, Hükümetin önerisi eğer
kabul edilecek olur ise, o zaman Sayın Erbakan'ın ve Refah Partisinin
çok büyük bir değişim geçirdiğine kanaat getirmiş
olacağız. (CHP sıralarından alkışlar) Refah
Partisinin ve Sayın Erbakan'ın gerçekten bir değişim
geçirdiğine, siyasetini değiştirdiğine, U dönüşü
yaptığına herkes tanık olacak ya da Çekiç Güç'ün süresinin
uzatılmasıyla ilgili öneri reddedilecek; o zaman, Hükümete, Refah
Partisine ve Sayın Erbakan'a rağmen, Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu
konuda gerçek değişimi burada sağlamış olacak.
İkisi de bir değişimdir; ama, ne yazık ki, bu iki
değişimin ikisi de Sayın Erbakan için talihsizliktir.
Değerli milletvekilleri, son uzatma kararını 18 Haziran
1996'da almıştık. O zamanki Hükümet Başkanı Sayın
Yılmaz, Çekiç Güç ile ilgili Amerika Birleşik Devletleriyle
yapılan müzakerelerin devam etmekte olduğunu, bazı konularda
belli aşamalara gelindiğini, daha ileri aşamalara götürmenin
mümkün olabileceğini, daha evvel, gerçekleştirecekleri bu işler için
üç ayın yeterli olabileceğini ifade etmişlerdi; ama, üç aya
sığmadı bu; bir ay daha bir uzatma verilecek olursa, sonuca
ulaşma imkânının olabileceğini söylemişlerdi...
A. MESUT YILMAZ (Rize) – Hayır... İptal kararından
sonra...
ALİ TOPUZ (Devamla) – Daha önce, üç ay uzatma
yapıldığı zaman, üç ay içerisinde Türkiye'nin Çekiç Güç ile
ilgili yeni düzenlemede istediklerinin Amerika Birleşik Devletleriyle bir
uzlaşmaya vardırılabilmesi için üç ayın yeterli
olabileceğini bu kürsüden iki kez Sayın Yılmaz söyledi. Üç aya
yetişmedi...
LEVENT MISTIKOĞLU (Hatay) – Anayasa Mahkemesi...
ALİ TOPUZ (Devamla) – Efendim, Anayasa Mahkemesinin
kararını biliyorum. Süreye on gün kala; yani, 2 ay 20 günde
yetişmedi...
A. MESUT YILMAZ (Rize) – 1 ay 20 gün...
ALİ TOPUZ (Devamla) – Affedersiniz.
...ve ondan sonra, Temmuzun 31'ine kadar uzatılırsa, bu süre
içinde olabileceği ümidini taşıyordu -samimiyetle belki,
kuşkusuz- o iradeyle Meclisten bir aylık bir süre istediler; iki ay
istemediler, üç ay istemediler, beş ay istemediler şimdiki gibi, bir
aylık bir uzatma daha istediler. Daha evvel alınan kararı bir ay
daha uzatmış oldular.
Demokratik Sol Parti de bu uzatma teklifine destek verdi, onun da
umutları vardı; çünkü, daha evvel, Demokratik Sol Partinin ciddî
iddiaları vardı. Amerika Birleşik Devletlerinin, Türkiye'den
öneri beklediğini, fakat, hiçbir hükümetin öneri vermediğini, bu
konuyu konuşmadığını, oysa bu yeni Hükümetin,
bazı konularda Amerikalılara bazı öneriler götürebildiğini,
kendilerinin de bu konuda planlarının olduğunu,
dolayısıyla, bu süreç içerisinde, bunları konuşma
imkânı vardır ve belki de, Amerikalıları belli bir noktada
ikna etme imkânı vardır diye, o nedenle, bir aylık uzatmaya
çekimser kalarak destek verdiler.
Keşke, Sayın Yılmaz'ın ve Demokratik Sol Partinin o
beklentisi gerçekleşmiş olsaydı. Keşke, bu uzlaşma
olsaydı; herkes buna sevinecekti. Ya da, bunun olmayacağı
görülüyordu, herkes görüyordu, kendileri de farkındaydı, biz,
herkesten önce bunun farkındaydık ya da o tarihte, yani, 40 gün önce,
buradan bir sonuç çıkmayacağı kanaatine varılarak, mesele
orada kesilip atılmış olsaydı, belki, o günden bu yana
gelecek dönem içerisinde, Çekiç Güç'ün burada üstlenmiş olduğu
görevle ilgili olarak, bölgede sağlayacağı yeni durumla ilgili
olarak, Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri ve onun
yandaşları arasında bir uzlaşma noktasına, böyle bir
gücün görevinin devam etmediği bir dönemde, daha objektif ve Türkiye'nin
çıkarlarına daha uygun bir sonuca varılabilirdi; maalesef, bu
öngörü gerçekleşmedi, bu siyaset sonuç vermedi.
Şimdi, Sayın milletvekilleri, günümüzde, yeni Hükümetimiz,
konuyu, Türkiye Büyük Millet Meclisine farklı bir üslupla getirmeye
yöneldi. Kendileri de, değişim olarak, zannediyorum, bunu ifade
etmeye çalışıyorlar ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin, konuyu
karara bağlayacağı tarihten önce, başka birtakım
düzenlemelerle, konuyu kendi arasında görüşün, yabancı ülkelerin
elçilerini de komisyonlara çağırsın, onların da fikrini
alsın; hatta, bu konuda hükümetlere öneri hazırlayan, altyapı
hazırlayan devlet kurumlarına Meclisin eğilimi
yansıtılsın ve onlar, Meclisin eğilimlerini bile bile,
buraya öneride bulunsun diye düşündüler. Türkiye Büyük Millet Meclisinin,
Hükümetten önce konuya el atması gerektiğini, böylece, daha
kişilikli, kimlikli bir noktaya varılabileceğini ifade etmeye
çalıştılar; ama, değerli milletvekilleri, bu süreci, Çekiç
Güç'ün süresinin uzatılmasını reddetmek için değil, Çekiç
Güç'ün süresinin uzatılması konusunda, Türkiye Büyük Millet
Meclisinde, sayın milletvekillerinin, bürokratlar ve de yabancı
misyon şefleri vasıtasıyla ikna edilmelerini sağlamak için
işlettiler. Türkiye Büyük Millet Meclisini, hükümetlerin görüşleri
karşısında Türkiye'nin çıkarlarını koruyan bir
çerçevede, bir düzeyde ortaya koymak için değil, daha evvel savundukları
fikrin tersine, Çekiç Güç'ün süresinin uzatılması konusunda Meclisi
ikna edebilmek için, demokrasi dışı, Anayasa dışı
uygulamalara teşebbüs ederek, tevessül ederek, bu Meclisi, bu taktiklere
alet etmeye yöneldiler. Bundan dolayı, Hükümeti ve Hükümette görev alan
siyasî partileri ve onların yönetim kadrolarını, bu kürsüden
kınamayı, demokrasi adına, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
haysiyeti adına bir görev telakki ediyorum, onun için kınıyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Ayıp oluyor ama...
ALİ TOPUZ (Devamla) – Değerli milletvekilleri,
bakınız, masumane bir ifadeyle "canım bunda ne var,
oturacağız hep beraber konuşacağız" deniliyor.
Kiminle?.. "Millî Güvenlik Kuruluyla konuşacağız, elçilerle
konuşacağız, olayı bir noktaya getireceğiz,
oluşturacağız."
Değerli arkadaşlarım, demokrasi bir sistemdir; demokrasi,
kurumlarla yönetilir. Karar verenler ayrıdır, karar verenlere öneri
hazırlayanlar ayrıdır, o önerinin altyapısını
hazırlayanlar ayrıdır. Siz, bunların hepsini birbirine
karıştırırsanız, demokrasiyi de birbirine
karıştırırsınız. Bu devletin, çeşitli
organları, anayasal kuruluşları vardır; hükümete
bağlı, icraya bağlı, yürütmeye bağlı
kuruluşlar vardır. O kuruluşların görevi, kendi sorumluluk
alanlarında, en doğru öneriyi, en haklı öneriyi hükümete
getirmektir. Onları, bir başkasının iradesine
bağlı olarak, nabza göre şerbet veren kurumlar haline
getirirseniz, ta o noktada demokrasiyi yok edersiniz.
Millî Güvenlik Kurulu bir kurumdur; hükümete bağlı görev yapan
bir kurumdur. Türkiye Büyük Millet Meclisinin eğilimine göre karar verir
hale gelirse, ona gerek yoktur o zaman; öteki kurumlara da gerek olmaz. Bu
sistemi tersine çalıştırmaya yönelmek, aslında, fevkalade
büyük bir yanlışlık olmuştur; bunun, bile bile
yapıldığı kanısındayım; bunun, böyle
olduğunu bilmektedirler; ama, yine de yapmaktadırlar. Neden? Çünkü,
onların, siyasetlerinde bir değişiklik yapmaları gerekiyor;
kendi tabirleriyle "büyük bir değişim" yapmaları
gerekiyor; daha evvel söylediklerinin tersini yapmaları gerekiyor; onun
için, birtakım mazeretler bulmaları lazım, birtakım
sebepler bulmaları lazım; ondan böyle hareket ediyorlar. Nitekim,
bugün Meclise gönderilen süre uzatma yazısında da bu
mantığın izleri görülmektedir. Burada, 6 madde halinde bazı
iddialar ortaya konulmuştur; "uzatılsın" diyor,
"uzatma süresi içerisinde şunların şunların
sağlanması, şu edilmesi, bu edilmesi konularında da yetki
verelim hükümete; bunlar olmazsa, süreyi uzatmaktan vazgeçebilir; bu yetkiyi de
hükümete verelim" diyorlar. Kendileri de biliyor ki, burada
yazılanların hiçbirisinin, hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur;
bunlar, zaten, her zaman talep edilmiş olan şeylerdir. Her
defasında da, siyasî amaçla, yumuşak üsluplarla, bunların
olabileceği izlenimini, Amerika Birleşik Devletleri, bize vermiştir;
şimdi de vermektedir; ama, bunları yapmamaktadır; çünkü, onun
amacı başkadır.
Şimdi, ben, buradan, Sayın Erbakan Hocamıza soruyorum:
-Daha evvel pek çok şeyler söyledi; mesela, "Çekiç Güç, işgal
gücüdür" dedi, "PKK'nın destekçisidir" dedi,
"Müslümanı Müslümana kırdırmak amacındadır"
dedi, "ikinci Sevr gücüdür, Türkiye'yi bölmek istemektedirler, bir Kürt
devleti kurdurmak istemektedirler"... Bunlar iddiaları, bunların
çoğu doğru, bunların çoğuna ben de katılıyorum,
bunlar doğru. "Büyük İsrail ve büyük Ermenistan'ı kurdurmak
istiyorlar" dedi, "askerî faaliyet dışında, bölgede,
birtakım sivil kuruluşlar, birtakım faaliyetler yapıyor,
ajanlar çalışıyor, bunlar yanlıştır" dedi.-
Bu yanlıştır dediklerinizden, hangisini, burada
yazdığınız 6 maddeden herhangi birisi, nasıl
düzeltecek; o konularda ileriye doğru nasıl bir adım atacak?
Siz, bu kadar ucuz, bu kadar hafif birtakım sözde tavizlere,
yıllardır sürdürdüğünüz mücadeleyi nasıl kurban ettiniz? Ve
Refah Grubu bu kurban edişe nasıl seyirci kalıyor? Bunu merak
ediyorum, bunu merak ediyorum... (CHP sıralarından
alkışlar) Kurban ettiniz kendi politikanızı, kurban
ettiniz...
Bakınız, ne yaptınız siz: Bunu kabul etmekle, Çekiç
Güç'ün süresini uzatmakla, bunca iddialarınıza rağmen bu noktaya
gelmekle, Sayın Erbakan, Batı kulübüne girmeye
çalışıyor. Batı kulübünün içerisine tam girse, bir
itirazım olmayacak, Batı kulübünün kapısındaki
kabadayılara teslim oluyor önce, Batı kulübünün
kabadayılarına teslim oluyor ve onlardan, kendisini, Batı
kulübünün içerisine sokmasını istiyor. Sayın Erbakan'ı bu
noktada görmek, ona saygı duyan bir insan olarak, beni, çok müteessir
etmiştir; bunu, buradan söylemeden geçemiyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Topuz, 2 dakikanız var efendim.
ALİ TOPUZ (Devamla) – Şimdi, burada, yazdınız, bu 6
tane maddeyi. Beş ay içerisinde göreceğiz; bakalım, ne zaman
"Çekiç Güç'ün süresine son verdik" diye buraya geleceksiniz?! Gelirseniz, sizi
alkışlayacağız. Bakalım, ne zaman, şartları,
Türkiye'nin lehine çevireceksiniz? Her çevirdiğinizde sizi
alkışlayacağız; ama, bunları yapamazsanız,
buraya, Hükümet olarak bir daha gelmeyin lütfen. Çünkü, bu Meclis, bunları
yapamadığınız takdirde, sizi, bir daha, burada, Hükümet
olarak dinlemeye, sanıyorum ki hiç de hazır olmayacaktır.
Değerli arkadaşlarım, şimdi, esasıyla ilgili
bazı şeyler söylemek istiyorum. Bir kere, Çekiç Güç, gerçekten bir
uluslararası hukuk faciasıdır. Çekiç Güç'ün arkasında bir
uluslararası hukuk desteği yoktur. Çekiç Güç'ün arkasında
Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Fransa, İtalya ve
Hollanda'dan başka bir devlet yoktur; bir de, Türkiye'yi, dayatmayla buna
ortak etmişlerdir; Birleşmiş Milletlerin bir öngörüsü
değildir. Çekiç Güç, Amerika'nın ve yandaşlarının,
bölgedeki kendi çıkarlarına dönük olarak kullandıkları bir
mekanizmadır. Aslında, Amerika Birleşik Devletleri, Körfez
Savaşından alınamayan sonucu, başka yollardan
sağlamaya çalışıyor. Körfez Savaşındaki
amacı, Ortadoğu'da silahlanmış olan Irak'ı devre
dışına çıkarmak, onun lideri Saddam'ı ortadan
kaldırmak ve Irak'ta, Amerika ile iyi geçinebilecek yumuşak bir
hükümet kurabilmekti; Körfez Savaşında bunu sağlayamadı;
bunu sağlayamayınca başka yollar denedi.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Topuz, size de 2 dakika ek süre veriyorum;
lütfen konuşmanızı toparlayın.
ALİ TOPUZ (Devamla) – Amerika için Kürt devletinin kurulması
belki de o kadar önemli olmayabilir -eğer ihtiyacı varsa kurdurur,
yoksa kurdurmaz- bizim de, Kürt devletiyle ilgilenmemiz başka bir düzeyde
değerlendirilebilir; ama, orada bir Kürt devletinin kurulması,
eğer, orada bağımsızlık mücadelesi veren bir
ırkın, tıpkı, İstiklal Savaşında Atatürk'ün
önderliğinde Türklerin yaptığı gibi
bağımsızlık savaşı vererek, bir bağımsız
devlet kurmaya yönelik olsa, bunun karşısına kimse çıkamaz;
ama, Amerika Birleşik Devletleri, tıpkı, Birinci Cihan Harbinden
sonra Ortadoğu'da olduğu gibi, masa başında birtakım
uydu devletler oluşturarak kendi çıkarları için belli bir süre
onları kullanma amacını taşımaktadır ve bunun
için de, yerine göre, konjonktüre göre değişik politikalar izlemektedir.
Bu nedenle, bu bölgede yeni bir siyasî yapılanmaya ihtiyaç
vardır, yeni bir siyaset oluşturmaya ihtiyaç vardır ve onun
altyapısını oluşturmaya ihtiyaç vardır. Bölgenin sorunları vardır, bölgenin
olanakları vardır; dünyanın gözü bu bölgededir ve iki süper güç
geçmişte bu bölge için birbiriyle savaşmıştır, bu
bölge için kendi arasında büyük mücadele vermiştir. Bugün, Amerika,
tek taraflı bir tabanca olarak, bu bölgeyi kendi çıkarlarına
kullanmak istemektedir.
Bu bölgede huzuru sağlayabilmek, bu bölgede bulunan ülkelerin
bağımsızlığını koruyabilmek,
barışı sağlayabilmek için yeni bir siyasî yapının
altyapısını oluşturmak gerekir; bunu da, Ortadoğu'ya
yabancı olan ülkeler yapamazlar. Amerika Birleşik Devletleri ve
yandaşlarının, müttefiklerinin, bu konuda, bizim kadar geçerli
ve başarılı iş yapması mümkün değildir. Türkiye,
bu konuda gerçekten devreye girmesi halinde ve...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Topuz, lütfen son cümlenizi söyler misiniz.
Buyurun.
ALİ TOPUZ (Devamla) – Türkiye'nin öncülüğünde,
önderliğinde, bölgeyi bilen ve ilişkileri bilen bir ülkenin
önderliğinde, ağırlığının
hissedildiği bir yapılanma
içerisinde, bölgede, önce, Irak'ta mevcut yönetimle, ona muhalif olanlar dahil
hepsiyle, yeni bir ortam hazırlamak ve ona dayandırılarak
Ortadoğu'da yeni bir barış planı, projesi oluşturmak
ve öylece bu sorunları çözmek mümkündür. Yoksa, Türkiye'yi,
Batı'nın çıkarlarını koruyan, ne verirlerse onunla yetinen
bir devlet haline getirmemek gerekir.
Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz böyle düşünüyoruz. Bu
düşünceyle, Çekiç Güç'ün süre uzatımına bu sefer de
karşı oy vereceğiz. Zaten, gerek SHP döneminde gerekse CHP
döneminde, hiçbir zaman bizim Grubumuz, Çekiç Güç'ün sorumluluğunu üstlenen
bir tavır almadı, hiçbir zaman bu konuyu Grup kararına
bağlamadı ve çoğunlukla da mevcudunun çok büyük bir bölümü de
hep ret oyu kullandı. Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı
Sayın Deniz Baykal da sürekli ret
oyu kullananlardan birisidir.
Biz, ret oyu kullanacağız ve Refah Partisinin daha evvelki
tutumunu gözden geçirip daha evvelki tutumuna dönerek çıkış
yolunun redden geçeceğini anlayacağını ümit ediyoruz. Bu
ümitle, hepinize sevgiler ve saygılar sunuyorum.
Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Topuz.
Doğru Yol Partisi Grubu adına Sayın Hayri
Kozakçıoğlu; buyurun efendim.
Sayın Kozakçıoğlu, süreniz 20 dakika efendim.
DYP GRUBU ADINA HAYRİ KOZAKÇIOĞLU (İstanbul) – Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; "Çekiç Güç" olarak
isimlendirilen uluslararası güç konusunda Doğru Yol Partisinin
görüşlerini sizlere sunmaya çalışırken, gerek Doğru
Yol Partisi Grubu adına gerek kendi adıma saygılar sunarak
sözlerime başlamak istiyorum.
Efendim, bu konuda, bugüne kadar, bu kürsüden pek çok şey
söylenildi; pek çok şey tartışıldı. Ben,
yaşadığım birkısım olayı, birkısım
da, orada bulunduğum sırada edindiğim bilgileri ve izlenimleri
sizlere sunmaya çalışacağım.
Bildiğiniz gibi, 1988'den sonra, 1991 yılında, Irak
yönetiminin, ülkenin kuzey bölgesinde yaşayan insanlara; Kürt, Türkmen,
Arap, Asuri hiç fark etmeden hepsinin üzerine silahlı kuvvetleriyle
saldırması üzerine, 500 bin civarında Kuzey Iraklı insan,
Irak vatandaşı, bizim hudutlarımıza
sığınmıştı ve hudut boylarında gerçekten
büyük bir facia yaşanıyordu; içeriden ve dışarıdan
temin edilen pek çok malzemeyi kendilerine ulaştırmaya
çalışıyorduk.
O günlerde, Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri
Bakanı gelmişti. Programa göre, önce, Diyarbakır'a gelecek,
birkısım inceleme yaptıktan sonra geri dönecekti. Biz,
ısrarla, kendisini hudut boylarına götürdük ve en sonunda Çukurca'ya
kadar götürdüm; Çukurca'da, merkezde brifing aldıktan sonra, yine,
ısrarlı talebim üzerine, Çukurca'nın üzerindeki tepeye
çıktık; 100 bin ilâ 120 bin insan tepenin üzerinde –tabirimi mazur
görün– âdeta kaynıyordu; büyük bir sıkıntı da vardı. O
arada, Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanı,
Irak'tan gelen birkısım mülteciyle konuştu. Konuşan
mültecilerin arasında profesörler vardı, dinî liderler vardı,
Irak parlamenterleri vardı. Onlara, ilaç, çadır, battaniye ve
diğer yardımlardan bahsetti; fakat, gördü ki, pek fazla tepki yoktu.
O zaman, daha ne istediklerini sordu; onların verdiği cevap
şuydu: "Sayın Bakan, size çok teşekkür ediyoruz. Buralara
kadar geldiniz, zahmet ettiniz; ancak, biz, battaniye, ilaç veya çadır
konusunda sizin gibi düşünmüyoruz" ve aynen şunu söylediler:
"Lütfen, bize, çadır, ilaç ve battaniye göndereceğinize –bunu
söyleyen kişiler, döndüler ve elleriyle Irak topraklarının içerisini
gösterdiler– bizi, kendi evimize, kendi battaniyemize, kendi
çadırımıza gönderiniz; bizim için yapacağınız en
büyük iyilik ve yardım budur" dediler.
İşte, bundan sonra, orada yapılacak uygulama belirlendi
ve gerçekten, bu uygulamayı, oradaki Iraklı liderler, kendileri
tespit ettiler; ancak, geri gitmek için güvence istiyorlardı, geri gitmek
için güvenlik istiyorlardı. İşte, Huzur Harekâtının
temel fikri buradan doğdu ve hatta, İngilizce, Arapça, Türkçe olarak
yüzlerce broşür bastırıldı. Ellerine bu belgeler
veriliyordu; bu belgeler sayesinde, yolda
karşılaştıkları bütün güçler, kendilerine yardım
edecek ve bunlar, köylerine, evlerine kadar gideceklerdi. Zaho'da da bir kamp
kuruldu; önce, bu kampa transfer ediliyorlar; buradan da, Irak'ın içlerine
gönderiliyorlardı. Olay, bu şekilde başladı; yani, Çekiç
Güç dediğimiz bu kuvvet, o bölgede, gerçekten, evinden, yurdundan
edilmiş binlerce insana güvence sağladı, güvenlik verdi;
onların, tekrar kendi köylerine, evlerine dönmelerini sağladı ve
Irak yönetiminin de, üçüncü kez, son üç yıl içerisinde, tekrar saldırısını
önlemiş oldu.
Bunun yanında, Çekiç Güç konusunda lehte ve aleyhte söylenebilecek
daha pek çok iddia, daha pek çok öneri dile getirilebilir. Çekiç Güç'ün
şemsiyesi altında, insanî yardımlar da bu insanlara
ulaştırılmıştır. Bunun karşısında
söylenenler nedir; Kuzey Irak'ta bir otorite boşluğu olduğu
iddia ediliyor. Bir kere, ben peşinen şunu söyleyeyim; ben bu kürsüye
Amerika Birleşik Devletlerini, müttefik devletleri veya Çekiç Güç'ü
savunmak için çıkmadım; ben bu kürsüye Doğru Yol Partisi
adına, sadece gerçekleri, gördüklerimi ve
yaşadıklarımı anlatmak amacıyla çıktım.
Kuzey Irak'ta bir otorite boşluğu vardır; ancak, Kuzey Irak'taki
otorite boşluğu 1991 yılında Çekiç Güç'ün gelmesiyle
doğmamıştır; Kuzey Irak'taki otorite boşluğu,
1988 yılında, yine Irak yönetiminin, o bölgedeki mahallî Kürt güçlere
yaptığı saldırı üzerine, o bölgedeki köyleri
boşaltması sonucu doğmuştur. Hududumuzda 20 ilâ 30
kilometre bantında bir boşluk çıkmış ve PKK bu
boşluğa yerleşmeye başlamıştır. Bu nedenle,
otorite boşluğunun Çekiç Güç ile başladığını
söyleyemeyiz. Çekiç Güç, orada, Irak güçlerinin, Irak kuvvetlerinin daha
içerilere çekilmesine neden olmuştur, otorite boşluğu eskiden
beri vardır.
Çekiç Güç'ün PKK'ya yardım ettiği iddiaları da ortaya
atıldı; ancak, itiraf etmek gerekir ki bugüne kadar elimizde somut
bir belge yok. Buna karşılık, Amerika Birleşik Devletleri,
muhtelif kez, PKK'yı terör örgütü olarak ilan etmiştir; Amerika
Birleşik Devletleri, Suriye'yi, PKK'yı himaye ettiği için,
terörü himaye eden bir devlet olarak ileri sürmüştür. Bu nedenle, Çekiç
Güç'ün, doğrudan doğruya PKK'ya yardım ettiğini kabul
etmemiz pek mümkün değildir.
Kuzey Irak'taki bir bağımsız devlet konusuna gelince:
Benden önceki konuşmacıların da belirttiği gibi,
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararının
yanında, Amerika'nın da, pek çok kez, Kuzey Irak'ta
bağımsız bir devlet kuruluşunu kabul etmediği yolunda
açıklamaları ve beyanları vardır.
Sayın milletvekilleri, ben bu arada şunu belirtmek istiyorum:
Bu görüşmeler yapıldığında, herkes, her seferinde ve
bugün de, Çekiç Güç kalsın mı gitsin mi konusunu
tartışıyor. Bence, bu, olayın aysberk gibi denizin üzerinde
görülen kısmıdır. Çekiç Güç, olayın kalkanıdır,
Çekiç Güç olayın şeklidir; Çekiç Güç konusunu
tartışırken, arkadaki gerçeği kaybetmememiz lazım.
Olay, Çekiç Güç meselesi değildir; Türkiye açısından
Çekiç Güç meselesi değildir. Olay, bana göre, Kuzey Irak'ta ne olacak
meselesidir. Kuzey Irak'ta ne olacak meselesini tartışırsak,
Kuzey Irak'ta nelerin olması gerektiğini tartışırsak,
Çekiç Güç olayı, bunun yanında çok daha küçük kalır, çok daha
ayrıntı kalır.
Benden önceki konuşmacılar da belirttiler, Kuzey Irak'ta
bağımsız bir Kürt devleti kurulacak mı kurulmayacak
mı, Amerika bunu destekleyecek mi desteklemeyecek mi konularını
tartışıyoruz, bu şüphe üzerine gidiyoruz. Çekiç Güç'ün
oradan gitmesi -eğer böyle bir niyet varsa- bunu önleyecek
mi?.."Çekiç Güç oradan gitsin" diye karar verdiğimiz takdirde,
orada, böyle bir kuruluşu sağlamaya çalışanlar vaz mı
geçecekler?..
O nedenle, Çekiç Güç'ü tartışalım. Çekiç Güç bir
görüntüdür, Çekiç Güç bir vitrindir; ama, vitrini ve görüntüyü
tartışırken, arkadaki büyük gerçeği gözden
kaçırmamamız lazım. Bizim için önemli olan, Çekiç Güç meselesi
değildir. Çekiç Güç üç ay sonra gider, dört ay sonra gider, iki ay sonra
da gidebilirdi; önemli olan, Kuzey Irak'ta nasıl bir oluşum olacak ve
bizim dış politikamız bu oluşumu nasıl yönlendirmeli
veya bu konuda nasıl katkıda bulunmalıdır; bence bunu tartışmamız
lazım.Bunu tartışırken de benim bazı önerilerim şu
şekilde olacaktır: Biz, bu konuda, bugünkünden çok daha fazla aktif
olmalıyız; biz, bu konuda, bugünkünden çok daha fazla olayın
içerisine girmeli, Kuzey Irak konusunda verilecek her kararda, masada söz
sahibi olabilecek bir yerde oturabilmeliyiz. Bu şekilde oturduğumuz
takdirde, Çekiç Güç olsun veya olmasın, Çekiç Güç gitsin veya gitmesin,
Türkiye Cumhuriyetinin, Türk Ulusunun, Türk Devletinin bundan zarar görmesini
önlemiş oluruz. Bu nedenle, olaya, bu açıdan bakmamız; bu nedenle,
bu olayın içerisinde, karar verecek mercilerin içerisinde daha fazla yer
almamız gerekmektedir.
Efendim, bu olaya daha fazla karıştığımız
zaman, biz, Irak'ın içişlerine mi karışıyoruz?..
Hayır, kesinlikle biz, Irak'ın içişlerine
karışmıyoruz. Bunu, şöyle bir şeye benzetelim: Komşuda
yangın var; komşuda, evin içerisinde patlayıcı var ve
komşuda yangın çıkıyor veya çıkmak üzere; biz,
komşunun evi ayrıdır diye hiç olaya karışmayalım
mı; hiç olaya müdahale etmeyelim mi; en azından kendi evimize
yangının sıçramasını önleme konusunda tedbir
almayalım mı?.. Tedbir almak hakkımızdır; tedbir
alacağız, önce komşunun evinin yanmasını
önleyeceğiz, önce komşunun evinin içerisindeki patlayıcı
maddelerin, o evden dışarıya çıkmasını
sağlayacağız; çünkü, yangın çıkarsa, o
patlayıcı maddeler patlarsa, komşunun eviyle birlikte bizim
evimizin de zarar görmesini önleyemeyiz. Bu nedenle, olaya böyle bakmamız
lazım. Bosna-Hersek'le nasıl ilgiliysek, Azerbaycan'la nasıl
ilgiliysek, Kuzey Irak'taki meseleyle de böyle ilgili olmamız lazım,
kendi menfaatlarımız açısından.
Bunun yanında, olayın bir de insanî boyutu var. Kuzey Irak'ta
yaşayan insanların bir kısmı, bizim Güneydoğu Anadolu
Bölgemizde yaşayan insanlarımızın akrabasıdır,
bir kısmı aynı aşirettendir; her şeyden önce
insandır. O nedenle, Kuzey Irak'ta yaşayan insanları, bizim
insanımız gibi mütalaa etmemiz, düşünmemiz, oradaki her
olayı çok daha yakından incelememiz gerekmektedir. Olaya bu
açıdan baktığımız takdirde, Türkiye menfaatlarına
daha gerçekçi yönden yaklaşmış olabileceğimiz
kanaatindeyim.
Olaya böyle baktığımız takdirde, Türkiye olarak ne
yapmamız lazım; Türkiye olarak nasıl bir politika çizmemiz
lazım? Yine, o bölgede görevli olduğum günlerde, Kuzey Irak'taki
liderlerden biriyle bir konuşma yapmıştım. Irak yönetimiyle
yaptıkları bir müzakereden dönüyorlardı, sordum ona "ne
istediniz?" dedim. Dedi ki "Başkan
yardımcılığını istedik, Mecliste yüzde 25 temsil
hakkı istedik ve dışticaret konusunda bazı haklar istedik."
"Siz, bu yoldan giderseniz, Irak toprakları içerisinde,
azınlık olmaktan ve ikinci sınıf insan olmaktan
kurtulamazsınız" dedim; biraz şaşırdı
"niye?" dedi. Dedim ki "niye başkanlığı
istemiyorsunuz; niye, Mecliste yüzde 50, yüzde 60 temsil hakkı istemiyorsunuz?"
"Ee, isteyemeyiz" dedi. "Hayır, istersiniz... Ne zaman
istersiniz: Irak'ın, birinci sınıf vatandaşı
olursanız isterseniz; Türkiye Cumhuriyeti topraklarında olduğu
gibi, ırk, dil, din farkı olmadan, herkes birinci sınıf
vatandaş olursa, siz, Irak'ta başkan da
çıkarırsınız, Meclisin yüzde 60'ını da
alırsınız; bu nedenle, sizin Irak'taki politikanız, bölmek
değil, parçalamak değil; beraberliği sağlamak, siyasî
birliği sağlamak, birinci sınıf Irak
vatandaşlığı hakkını almak ve Türkiye'deki gibi
yaşayabilmektir" dedim; İnandı, inanmadı,
gerçekleştirdi veya gerçekleştiremedi... Bu toplantılardan, daha
sonra, istedikleri sonuçları alamadılar. Bu nedenle, bizim ileriye
dönük politikamızda, Irak'ta siyasî birlik ve beraberliği
sağlayacak ileriye dönük bir politika gütmeliyiz. Bunun
sağlanması için de, uzun vadede ve kısa vadede, yapılması
gereken, ele alınması gereken bazı konular var; bunları
kısaca arz etmek istiyorum:
Her şeyden önce, Çekiç Güç'ün uygulamasında mahzurlar
doğacaksa, endişelerimiz varsa, bunları,
aşağılara çekmemiz lazım. Bu nasıl olacaktır: Çok
gündemde olan, uçuşların kontrolü, o bölgede görev alan Türk
Silahlı Kuvvetleri mensuplarının sayısının
çoğaltılması gibi, tedbirler alınabilir; ama, her
şeyden önce, bunun yanında, bu olay, Türkiye Cumhuriyeti için bir
müzakere kozu olmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti, bu kozu, her masada her
platformda iyi kullanmalıdır; direkt veya indirekt, gördüğü
ekonomik zararların kapatılmasında iyi kullanmalıdır,
ambargonun kaldırılmasını iyi kullanmalıdır ve
terörle mücadelede iyi kullanmalıdır. Bu kozu iyi kullanabildiği
takdirde, Çekiç Güç olayı, Türkiye Cumhuriyetinin lehine dönen, lehine
esen bir olay olarak, her zaman için devam edecektir. Bu sayede, terörle
mücadelede, hudut güvenliği sağlamada, pek çok avantajlar elde
edebiliriz.
Bir de, bunun yanında, esas dikkati çeken bir olay var; o da, biraz
gözden kaçıyor: Şimdi, şu anda, Türkiye'de, Çekiç Güç olarak, 1
675 kişi var. Bunun, 1 621 kişisi, zaten İncirlik'te oturuyor.
Zaho'da kaç kişi var? Zaho'da 21 kişi var; 10 Amerikalı, 5
İngiliz, 4 Türk, 2 Fransız.
Peki, bütün bu şikâyet edilen olayları yaratanlar kimler:
İnsanî yardım adı altında oraya gelmiş bulunan
uluslararası yardım örgütleri. Esas olayı, sorunu yaratan ve
belki de, o sorunu diğer ülkelere mal edenler bunlardır. O halde,
bunların kontrolünü sağlamamız lazım.
Tabiî, bir şey daha ilave etmek istiyorum: Peki, nerede Türkiye'nin
insanî yardım örgütleri?! Dünyanın pek çok tarafından 60 tane
insanî yardım örgütü gelmişse, niye 70 tane Türk insanî yardım
örgütünü oraya gönderememişiz; niye, onları hem kontrol etmek hem de
o bölgedeki insanlara insanî yardım yapmamışız? Olayı,
hep menfî yönden, yasaklayalım, keselim, atalım yönünden değil;
olayı, müspet yönden alalım. Onlardan daha iyisini yapmak, oraya,
onlardan daha iyi yaklaşmak ve böylece, oradaki insanların, Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşına, Türkiye Devletine bakış
açısını daha ılımlı ve daha yumuşak hale
getirmek lazım. O topraklarda, şu anda, Türkiye Devleti aleyhinde
propaganda yapan insanî yardım kuruluşları, örgütleri var.
Türkiye lehinde propaganda yapan, Türk insanî yardım
kuruluşları, örgütleri niye yok; niye gönderememişiz, niye
organize edememişiz?.. O halde, kendi
noksanlığımızı görelim ve bunları kapatmaya
çalışalım.
Efendim, daha uzun vadede ne yapalım? Daha uzun vadede, her
şeyden önce, Irak'ın bizim komşumuz olduğunu
unutmayalım; biz, o komşu ülkeyle, ilelebet beraber
yaşayacağız; bizim çocuklarımız yaşayacak. O
halde, Irak yönetimiyle sıcak bir diyalog kurmamız lazım; ilk
diyalogu, Irak yönetimiyle bizim kurmamız lazım.
İkincisi; Irak'ın kuzeyinde yaşayan bu insanlar ile Irak
Devleti arasındaki diyalogda da bizim arabulucu olmamız lazım;
burada da görev almamız lazım.
Üçüncüsü; Irak yönetimi ile Batı ülkeleri arasındaki
arabuluculuk görevini de bizim üstlenmemiz lazım; yani, Irak'ı,
Batı'nın karşısında yanlız bırakmadan,
Irak'ın menfaatıyla kendi menfaatımızı ve başka
ülkelerin menfaatını birleştirmek suretiyle, daha gerçekçi ve
Türkiye'nin gerçeklerine, Türkiye'nin menfaatlarına uygun bir politikayı,
mutlaka, düzenlememiz gerekmektedir.
Bugün, kabul etmek gerekir ki, o bölgede, pek çok ülkenin menfaatı
çatışıyor. Menfaat derken, mutlaka, olayı kötü anlamda
yorumlamayalım; tabiî ki, ülkelerin yararları olacaktır, tabiî
ki ülkeler dostluklarının düşmanlıklarının
yanında, menfaatlarını ön planda tutacaklardır. O bölgedeki
oluşumda Türkiye'nin yararı vardır, o bölgedeki oluşumda
Irak'ın yararı vardır, o bölgedeki oluşumda
Amerika'nın yararı vardır, Kıta Avrupası ülkelerinin,
İngiltere'nin yararı vardır, Kuzey Irak'ta yıllardan beri
büyük sıkıntı içerisinde yaşayan insanların
yararı vardır. İşte, bütün bu yararları, bütün bu
menfaat çizgilerini birleştirerek, uzun vadeli bir çözümü, mutlaka
bulmamız lazım.
Eğer, biz, Kuzey Irak'ı, kısa zamanda huzura, sükuna,
barışa, siyasî birliğe kavuşturamazsak, Irak'ın toprak
güvenliğini, Irak'ın toprak birliğini sağlayamazsak, Çekiç
Güç de gitse, başka güçler de gelse, gitse, bizim, o bölgedeki sorunumuz
veya o bölgeden bize kaynaklanacak olan sorun, hiçbir zaman bitmez. O
bakımdan, Çekiç Güç değil, esas Çekiç Güç'ün arkasında, bizi
ilgilendiren gerçek sorunu bulalım ve o gerçek sorunu çözme konusunda,
bugünkünden çok daha geçerli, bugünkünden çok daha ciddî dış politika
üretmemiz lazım. Bence, görevde bulunan Hükümete düşen en büyük görev
budur.
BAŞKAN – Sayın Kozakçıoğlu, 1,5 dakikanız var
efendim.
HAYRİ KOZAKÇIOĞLU (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, bugüne kadar ki Kuzey Irak
politikasını gözden geçirmeli, Türkiye yararına uygun ve biraz
önce arz etmeye çalıştığım diğer ülkelerin yararlarıyla
bağdaşabilecek bir dış politikayı ısrarla takip
etmeli ve bu politikada mutlaka aktif olmalı, mutlaka önde olmalı ve
mutlaka "Türkiye, acaba ne diyor bu konuda; Türkiye'nin görüşü, kararı
nedir" diyebilecek bir uygulamayı götürmemiz gerekir.
Bu açıdan, ben şunu da belirtmek istiyorum: Türkiye Büyük
Millet Meclisinde görevli bulunan Dışişleri ve Millî Savunma
Komisyonlarının çalışmaları nedeniyle, daha önceki
konuşmacılar, tüm partilerin yönetimlerini kınadılar;
ancak, olaya, biraz da değişik açıdan bakmak lazım. Bu
komisyonlar, değişik ülkelerin uzmanlarını,
elemanlarını, kendi ayaklarına kadar getirerek, onlardan bilgi
aldılar, onların bilgilerini değerlendirmeye
çalıştılar.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Kozakçıoğlu, size de, 2 dakika
ek süre veriyorum, lütfen konuşmanızı bitirin efendim.
HAYRİ KOZAKÇIOĞLU (Devamla) – Buna, biraz da, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin büyüklüğü, egemenliği ve bu egemenlik
hakkının en iyi şekilde kullanılması yönünden de
bakmak gerekir. Komisyondaki arkadaşlarımız, hangi siyasî partiden olursa olsun, ülkeyi
seven insanlar olarak iyi niyetle, ellerinden gelen gayreti gösterdiler. Bu
nedenle, ben, Komisyonda görev alan ve bu gayreti gösteren arkadaşlara,
buradan, şükranlar sunmak istiyorum.
Olayı, Çekiç Güç'ün görev süresinin uzatılması veya
uzatılmaması, Çekiç Güç'ün ülkeden gitmesi veya gitmemesi
şeklinde değil, biraz önce arz etmeye
çalıştığım dış politikanın oluşturulması
ve uygulamaya konulması konusunda Hükümete süre verilmesi olarak
yorumluyorum. Yeni kurulan Hükümete, ciddî ve yeni bir dış politika
için süre vermek zorundayız, zaman kazandırmak zorundayız ve bu
politikaların, ürettikleri politikalar ile yaptıkları
çalışmaların sonucunu gördükten sonra, Türkiye Büyük Millet
Meclisi olarak, daha ciddî ve Türkiye gerçeklerine uygun karar vermemiz
gerektiğine inanıyorum.
Beni dinlemek zahmetinde bulunduğunuz için çok teşekkür
ediyor, saygılar sunuyorum. (DYP ve RP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kozakçıoğlu.
Gruplar adına başka söz isteyen var mı efendim?
MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Sayın Sungurlu
Grubumuz adına konuşacak.
BAŞKAN – Peki.
ANAP Grubu adına, Sayın Oltan Sungurlu; buyurun efendim.
Süreniz 20 dakika Sayın Sungurlu.
ANAP GRUBU ADINA MAHMUT OLTAN SUNGURLU (Gümüşhane) – Sayın
Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; Anavatan Partisi Grubu
adına, "Çekiç Güç" olarak adlandırılan, aslında,
bir başka isimle, "Huzur Harekâtı" olarak bilinen bu
harekâtın görev süresinin uzatılmasıyla ilgili Hükümetten gelen
talep hakkındaki görüşlerimizi sunmaya
çalışacağım.
Sayın milletvekilleri, aslında, bu harekât, daha doğrusu
Çekiç Güçle alakalı bugüne kadar Türk politikacılarının
takip ettiği usul ve halen takip etmekte oldukları tutum, Türk
politikacıları için, Türk devlet adamları için ve Parlamentomuz
için bir imtihan vesilesi olmuştur, Cenabı Allah'ın bir
imtihanı vesilesi olmuştur. İktidarda ve muhalefette, siyasî
partilerimizin bu mevzuda çeşitli düşünceleri ileri sürüş
tarzlarını zaman içinde hep birlikte gördük.
1991 yılı nisanında, Anavatan Partisi Hükümeti
iktidardayken, "Çekiç Güç" dediğimiz bu harekât
başladı. O gün başlatılan harekâtın bugünkü harekâtla
hiçbir ilgisi olmadığını, biraz önce, Doğru Yol
Partisi sözcüsü burada ifade etti ve o gün, meselenin ne kadar zarurî boyutlar
içerisinde olduğunu, insanî bir hareket olduğunu anlattı. Benim
artık onu anlatmama, ona değinmeme lüzum
kalmadığını zannediyorum. O zaman, Körfez Savaşı
sırasında, Türkiye Büyük Millet Meclisi, mevcut hükümete,
dışarıya asker gönderme ve dışarıdan yabancı
asker kabul etme; yani, ülke dışına asker gönderme ve ülke
dışından yabancı asker kabul etme yetkisi vermişti.
Hükümet, bu yetkiye dayanarak, Türkiye Büyük Millet Meclisine hiç gelmeden,
Çekiç Güç'ü bu Meclis kürsüsünde methetmeden, zemmetmeden bu oluşumu
başlattı. Yine, Hükümet, 1991 yazında, üç aylık ve son defa
olmak üzere, ikinci defa bir uzatma kararı aldı.
Bu bir yardım harekâtıydı. Biraz önce diğer parti
sözcüleri de ifade ettiler, 1992'den sonra ise bu hareketin yapısı
değişti. Bu hareket, politik, askerî bir harekâta dönüştü ve bu
harekât için çok kötü sözler söyleyen Doğru Yol ve Cumhuriyet Halk
Partileri müştereken Koalisyon Hükümetini oluşturdular; ancak, daha
önce bu hareket için söyledikleri bütün sözlere rağmen, Hükümeti oluşturduktan
sonra, altı aylık sürelerle 8 defa, dört sene müddetle bu
harekâtı devam ettirdiler.
O zaman, Sayın Erbakan, Sayın Başbakanımız, bu
Meclis kürsüsünden, o günkü iktidara, 1992 yılının haziran
ayında taânda bulundu; ağır sözlerle eleştirdi. Ben, o
sözlerinden bir kısmını, bugün, burada, aktarma
ihtiyacını duyuyorum. Bu sözlerinde, daha ziyade Sayın Süleyman
Demirel'i hedef alıyordu ve ona yükleniyordu. "Önce, delil,
tarih" diyordu; "Sevr Antlaşması Haritasını
önünüze alın, bakın; başka delile ihtiyaç yok. Amerika'nın
gayesinin ne olduğunu Sevr Haritası gösterir. Bizim Anadolumuzun
doğusunda, büyük bir bölgeyi Ermenistan'a vermek istemektedirler. Kürtler
ölsün, büyük Ermenistan kurulsun."
Yine İktidara, Başbakana yükleniyordu. "Bu kuvvetlerin Türkiye'de
bulunması, millî menfaatlarımıza tamamen
aykırıdır. Bu kuvvetlerin burada bulunması,
bağımsızlığımızı hiçe saymaktır,
haysiyetimizle oynamaktır; işgal kuvvetidir, millî
menfaatlarımızın ve ülke bütünlüğümüzün aleyhinedir. Bu
sözleri kim söylüyor? Şimdi ben söylüyorum" diyordu Sayın
Erbakan geçen sene Sayın Demirel söylüyordu.
Siz, bütün bu sözlerin tespit edildiğinin farkında değil
misiniz. Allahaşkına?!. İşte hadise bu. Bunları söyle
söyle, ondan sonra işbaşına gel, söylediklerinin tamamen tersini
söylemeye başla!.. Bu nasıl iş!.. Dün dündür, bugün bugündür,
yarın yarındır. Amerika'ya giderken, bir de 'yarın
yarındır' çıktı. Yani, bundan sonra, söyleyeceğim
sözlere inanmayın diye tavsiye ediyor." Sayın Süleyman
Demirel'in tavsiye ettiğini söylüyor. Bugün, bunları, biz, Sayın
Başbakanımıza aynen okuyoruz.
"Bu, ikinci Sevr gücüdür; bu, Büyük Ermenistan gücüdür; bu, Büyük
İsrail gücüdür. Başta Sayın Demirel olmak üzere, buna sebep olan
insanları Yüce Divan'a göndermek bizim borcumuz olur;
hatırlatıyorum. (RP sıralarından alkışlar)"
Şimdi, bakınız, aynı sözleri, Sayın Erbakan, o
günkü iktidarın diğer ortağı Sayın Erdal İnönü
için ve Cumhuriyet Halk Partisi için de söylüyordu ve Yüce Mahkemeye, Âli
Divana vereceğini ifade ediyordu.
Bugüne geldik, Hükümet bir tezkere getirdi. Hükümet, tezkeresiyle, Çekiç
Güç'ün görev süresinin beş ay daha uzatılmasını istiyor;
yani, bütün bu sözlerinden vazgeçerek, Çekiç Güç'ün görev süresinin beş ay
daha uzatılmasını istiyor. Bu Hükümet tezkeresi, biliyorsunuz
ki, Refah Partisi - Doğru Yol Partisi Hükümetinin tezkeresidir ve o iki
siyasî partiyi bağlayan bir hükümet tezkeresidir.
Tabiî, bütün bu sözleri söylemiş olmaktan ve şimdi bunun
yanında olmaktan, Sayın Hocamızın ve Refah Partili
arkadaşlarımızın ne kadar sıkıldığını
tahmin ediyorum ve kendilerine geçmiş olsun diyorum. (ANAP
sıralarından alkışlar)
Ama, şunu ifade etmek istiyorum ki, Türk siyasî hayatı
açısından müspet örnekler vermiyoruz. Halkımız bize oy
verirken nelere veriyor, sonra biz onlara neleri gösteriyoruz!..
Biraz önce, bir sayın sözcü, değişimden bahsetti
"Refah Partisinin değişimi" dedi. Herhalde, Refah
Partisinin ismini de değiştirirsek değişimi
tamamlamış oluruz; çünkü, çok kısa bir iktidar döneminde,
maalesef, bugüne kadar müdafaa ettiği birçok prensibi böylesine ihlal
edeceğini, böylesine bir değişim yapacağını,
inanın ki, biz de beklemiyorduk.
Şimdi, muhterem arkadaşlar, Çekiç Güç meselesi ne getirdi,
Türkiye'yi burada rahatsız eden nedir? Asıl işin bu
tarafını ifade etmeye çalışayım. Çekiç Güç'ün bizi
asıl rahatsız eden tarafı, Kuzey Irak'ta meydana gelen otorite
boşluğudur. 1988'den 1991'e kadar, huduttaki kısa bir sahada
otorite boşluğu olabilir. Biz, o zaman, Irak'la
yaptığımız sıcak takip anlaşmaları
çerçevesinde, bu dar bölgeye istediğimiz zaman girebiliyorduk; ama,
şimdi, çok daha büyük bölgede, insanlarla meskûn bir bölgede, toplumun
yaşadığı bir bölgede otorite boşluğu var. Bu
otorite boşluğunun birçok sakıncası var. Söylenildiği gibi,
terör buradan besleniyor ve Türkiye, bundan, büyük zarar görüyor. Bu otorite
boşluğu bir başka ülkenin topraklarındadır, Türkiye'yi
alakadar etmez diyebilir miyiz? Buranın bütün zararını Türkiye
çekiyor. Ne garip tecellidir ki, Körfez Harbinin bütün zararlarını
Irak'tan sonra Türkiye çekiyor. Bu otorite boşluğunun sonucu, Kuzey
Irak'ta, bizim irademiz dışı değişimler meydana
geliyor. Birçok arkadaş söylüyor, adını koyuyor, ben,
adını koymayacağım; ama, Kuzey Irak'ta meydana gelen
değişimler, olaylar bizim irademiz dışıdır. Orada
olan işleri kontrol etme şansımız yoktur.
Bugün, Suriye ve İran, Kuzey Irak'ta son derece etkilidirler.
İşte, daha yeni, İran Ordusu Kuzey Irak'a girmiş ve orada
askerî bir harekâtta bulunmuştur. Ordusunun girmesine lüzum yok
İran'ın; İran, cemaatleriyle girmiştir, ticaretiyle
girmiştir; Suriye girmiştir. Kuzey Irak'ta -biraz önce
arkadaşlarım bahsetti- 100'e yakın sivil örgüt vardır. Bu
sivil örgütlerin ne yaptığı neler yapmadığı
bilinmemektedir veya bilinmektedir; ama, bunların Türkiye için, ülkemiz
için hayırlı neticeler doğurmadığını hepimiz
biliyoruz.
Kuzey Irak'taki gelişmelerin, hele ambargoyla da birleşince,
Türk ekonomisine, Türk ticaret hayatına getirdiği darbe
meydandadır. Bunun altında sayılamayacak kadar çok problem
vardır; ama, işin bir başka tarafı da var. Kuzey Irakta'ki
bu Çekiç Güç gittiği zaman, Kuzey Irak'taki problemler çözülecek midir;
yani, otorite boşluğu dolacak mıdır, nasıl
dolacaktır? Kuzey Irak'tan Çekiç Güç giderse, bizim ticarî faaliyetimiz
telafi edilecek midir? Kuzey Irak'ta yaşayan insanlar, biraz önce bizim
bir başka sözcümüzün söylediği gibi, bizim
akrabalarımızdır, onların canının
yanmasından, yalnız ve yalnız üzülecek olanlar Türkiye'deki
vatandaşlardır; çünkü, onların akrabaları Türkiye'dedir.
Türk olanların da Kürt olanların da Türkmen olanların da akrabaları,
amcaları, dayıları Türkiye'dedir. Onlar için üzülecek,
onların başına gelecek felaketlerden üzülecek ülke de
Türkiye'dir. Dolayısıyla, biz, oradaki insanların incinmesini de
istemeyiz. Biz, müttefiklerimizle, keyfî surette, bize fayda getirmeyecek bir
mesele varsa, bozuşmak için de bir bahane aramamaktayız.
O halde, ne yapmalıyız, ne yapabiliriz? Bütün bunları
düşünerek, Hükümetimiz zamanında ve mutlak ki bizden önce de,
Dışişleri Bakanlığının
başkanlığında, onun koordinesinde, Genelkurmayımız
ve Millî Savunma Bakanlığımız çalışmalar
yaptılar. Bu çalışmalarda, biz, şunu hesap etmek
durumdaydık: Bizim menfaatlarımız nelerdir? Biz, hangi
meseleleri nasıl halledersek Türkiye'nin menfaatlarını koruruz?
Müttefiklerimize zarar vermeden ne yapabiliriz; ama, müttefiklerimizin de bizim
menfaatlarımızı ve bizim şahsiyetimizi düşünmesi
lazım geldiğini bilerek ve bunu onlara hatırlatarak?
Müttefiklerimiz yarın çekilip gidecekler, onların menfaatı bittiğinde
gidecekler; ama, biz, biraz önce ifade ettiğim gibi, bizim akrabamız
olan, bizim komşumuz olan bu ülkelerle, bu insanlarla birlikte
yaşayacağız. O halde, biz, yalnız bugünü değil,
yarını ve daha sonraki günleri
de düşünecek politikalar üretmek zorundayız, bunu yapmak
zorundayız. Bunun için yapabileceklerimiz var mıdır, neler
yapabiliriz? Türkiye, Kuzey Irak'taki otorite boşluğunun
getirdiği sıkıntıları telafi etmek için neler
yapmalıdır?.. Türkiye, buradaki sivil hareketin Türkiye'ye
verdiği zararları önlemek için neler yapmalıdır veya
müttefiklerimizden neler istemelidir?.. Türkiye -çok mühim bir başka
unsur- yarın, burada, Türkiye'nin iradesi dışında meydana
gelecek bir barışta, Türkiye'nin ummadığı bir
oldubittiyle karşılaşmamak için ne yapmak zorundadır?
O halde, Türkiye, burada öyle bir konumda olmalıdır ki,
Türkiye'ye karşı kimsenin oldubitti yapma şansı
olmamalıdır. Yani, bu kâğıt üzerindeki sözlerin belirli bir
ölçüye kadar değeri vardır. Fiilî durum olarak, Türkiye, kendisinin
ve bölgenin sulhunun (barışının) temininde elinde bir
manivela bulundurmalıdır. Türkiye, bu manivelayı fiilen
bulundurmadığı takdirde, istikbalde oluşacak her türlü
oldubittiye karşı çaresiz duruma düşebilir. Türkiye, burada
uğradığı ticarî zararları, ekonomik zararları
telafi edebilecek çarelerin peşinde koşmalıdır.
Bu hususta, müttefiklerimiz dediğimiz Çekiç Güç'le ilgili
ülkelerle, Amerika Birleşik Devletleri ağırlıklı olmak
üzere, görüşmeler yapıldı. Dışişleri
Bakanlığımız, Genelkurmayımız ve biz, bu
görüşmeleri sürdürdük. Bu görüşmelerde, Türkiye'nin ileri
sürdüğü bu meseleleri dile getirdik. Zaho'daki kamp, Anavatan Partisi
iktidar oluncaya kadar hiç kimsenin ileri sürmediği bir meseleydi.
İleri sürülmeyen daha birçok mesele vardı. Bunlardan bir
kısmını, Amerika Büyükelçisi ve Amerikalı yetkililerle
görüştük; bir kısmını ise, Amerika Savunma Bakanıyla
yaptığımız görüşmelerde dile getirdik. Şimdi,
bunlar, devletin arşivlerinde var; tabiî ki, benim elimde olanlar ancak
basında olanlar; ama, devletin arşivlerinde var.
Bakınız, Çekiç Güç'ün Kuzey Irak'ta denetimi sağlamak
üzere kullandığı uçakların görevini Türk Hava Kuvvetleri
üstlenebilir. Belki, birkaç tane teknik nitelikli uçak Çokuluslu Güç'e
bağlı olarak bulunur. Bunlar, benim Amerikalı yetkililere ve
büyükelçiye söylediğim beyanlarımdır. İngiltere, Fransa ve
Amerika, Türkiye'nin uçuş giderlerini sağlasın. Çekiç Güç'ün
komuta yapısı, hem Türkiye'de hem de Kuzey Irak'ta tüm denetim Türk
komutanlarının elinde olacak şekilde değiştirilsin.
Bunlar, ileri sürülen görüşler, müttefik ülkelere karşı beyan
edilen tezlerdir. Zaho'daki askerî merkezin geri alınması, söylenen,
talep edilen hususlardır.
Bu müzakerelerde aldığımız mesafe var,
alamadığımız mesafe var. Anavatan Partisi olarak ne
yaptık? Anavatan Partisi olarak, 1996 yılında iktidar olunca
huzurunuza geldik, dedik ki: "Biz bunlarla müzakere ediyoruz, bize üç ay
bir mehil verin." Sonra, iptal kararı geldi, müzakerelerimiz bitmedi
ve tekrar huzurunuza geldik, sizden, bir aylık bir mehil istedik.
Müzakerelerin vardığı noktayı, Çekiç Güç'ün görev süresinin
uzatılması için yeterli bir süre olarak görmedik; çünkü, bizim, daha
birçok talebimiz vardı. Bunlar -söylediğim gibi- resmî
kayıtlarda bulunan, bugünkü Hükümetin elinde bulanan kayıtlardaki
mevcut taleplerdir. Bu taleplerin çoğu Çekiç Güç'le alakalı
değildir; ama, mesele gündeme gelince Çekiç Güç gündeme gelince
müttefiklerimizle olan birçok meselemizi görüşmeden yürütmemiz mümkün
değildi; Ermeni karar tasarısından, firkateynlere kadar
-işte, biraz evvel söylenen- Körfez Krizinde uğradığımız
zararların telafisine kadar birçok meseleyi görüşmeden götürmek
mümkün değildi.
Bütün bunları, Amerika'nın vardığı
noktayı, biz kâfi görmedik. Amerika'nın vardığı
noktayı -biraz evvel, DSP sözcüsü de söyledi; çünkü, onlara da bu
önerileri yaptılar; bizde de var, devletin arşivlerinde de var- biz
kâfi görmedik; ama, bugün bakıyorum ki, bu Hükümet kâfi görüyor; çünkü,
basında yazılıp söylenenlerin aksine, bu Hükümetin ilave
ettiği herhangi bir şey yok görüşmelerde, ilave edecek
zamanı da olmamıştır; doğrudur; yani, oradan
suçlamıyorum; ama, bizim, Anavatan Partisi olarak
bıraktığımız noktadan sonra gelinen bir şey yok.
Bütün bunlar, daha evvel, Amerika'nın bize "buyurun, ben bunları
kabul ettim" dediği, bizim kâfi görmediğimiz hususlar. Kâfi
görmüş olsaydık, huzurunuza gelip uzatma talep edeceğimiz hususlar.
Kâfi görmediğimiz için... Çünkü, bizim, bunun dışında,
alınmasında zarar olmadığına
inandığımız hususlar var. Mesela, Zaho bizim için mühim.
Neden mühim? Bu, bir askerî koordinasyon merkezi. Neden kurulmuş? Çünkü,
Çekiç Güç'ün askerî birliği Irak'a inmiş; şimdi yok. O zaman, bu
askerî birlik ile Irak askerî güçleri arasında koordinasyon kurulsun,
lüzumsuz bir çatışma olmasın diye, küçük bir koordinasyon
merkezi kurulmuş. Sonra?.. Sonra, Amerika, Türkiye, işte, bütün Çekiç
Güç Irak'tan çekilmiş; Irak'ta Çekiç Güç'ün hiçbir askerî gücü
kalmamış, Türkiye'ye gelmiş. Irak ise, 36 ncı paralelin
altına çekmiş; askerini de çekmiş, hepsini de çekmiş;
çünkü, burada Amerika'nın tatbik ettiği kaideler, angajman
kuralları, uygulama kaideleri -ki, bizim askerlerimiz de karşı
çıkıyor- çok sert kaideler, çok katı kaideler. Bu katı
kaideler karşısında, Irak'ın bütün askeri de geri
çekilmiş; orada Irak'ın hiçbir resmî organı yok.
BAŞKAN – Sayın Sungurlu, 1 dakikanız var efendim...
MAHMUT OLTAN SUNGURLU (Devamla) – O halde, Amerikan askeri
çekilmiş, Irak askeri çekilmiş; iki askerî birlik arasında
koordinasyon kuracak olan askerî koordinasyon merkezi, Zaho'da niye duruyor?
Bugün, Irak'taki hareketi organize eden bu güç değil ki; Irak'taki
hareketi organize eden, kontrol eden, Türkiye'den kalkan uçaklar. O halde,
askerî koordinasyon merkezinin, behemehal, Türkiye'ye gelmesi lazım
geldiği görüşünde ısrar ettik. Teşekkür ediyoruz, birçok
siyasî parti ve politikacı da bizim bu görüşümüze iştirak etti
ve bugün en mühim meselelerden biri olduğunu görüyoruz.
Dün, bu iş için teşekkül etmiş bir koordinasyon
merkezinin, bugün, sivil örgütlere istemeyerek de olsa şemsiye vazifesi
gördüğü bir gerçektir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Sungurlu, size de 2 dakika süre veriyorum;
lütfen, toparlayın.
MAHMUT OLTAN SUNGURLU (Devamla) – Siz Fransa'dan gelen, siz
Yunanistan'dan gelen, siz Kanada'dan gelen bir sivil örgütü, böylesine otorite
boşluğunun olduğu bir yerde, hangi hukukî kuralla kontrol
edeceksiniz. Eğer Türkiye olarak, sizin orada kendi bir kontrolünüz yoksa,
eğer kendi hudut kapılarınızda bunları kontrol
edemiyorsanız, onların orada kontrolü söz konusu değildir ve
psikolojik destek olarak, asgarî psikolojik destek olarak, bu Askerî
Koordinasyon Merkezi adı altındaki, gelişindeki gaye tamamen
ortadan kalkmış olan merkez, bunlara bir şemsiye görevi
görmekte, PKK kampları, yakınlarında kurulabilmektedir. Bunun
Türkiye'ye çekilmesinde, asgarî olarak, oradaki bu gayri meşru
unsurların desteklerini kaybettikleri hususunun psikolojik faydası vardır.
Tabiî ki, bunun dışında alınabilecek tedbirler
vardır. Bizim, Çekiç Güç'le alakalı, istihbaratla ilgili son derece
mühim gördüğümüz taleplerimiz vardır, hakkımızdır
bunlar; zamanım yetmediği için üzerinde durmuyorum.
Şimdi, biz, kendimize bir aylık süre tanıdık, bu
Hükümet bir aylık süreyi geçirdi. Kendimize
tanımadığımız bir hakkı, şimdi bu Hükümete
tanıyoruz ve üç ay içerisinde meselenin bitirilmesini ve Zaho'daki
kampın Türkiye'ye çekilmesini talep ediyoruz, bu istikamette önerge
veriyoruz. Bu önergemiz istikametinde oy vermenizi, bu Hükümetin ve bu
Meclisin, bu Parlamentonun, Türkiye'nin bu meselesini ciddiye
aldığını hep birlikte müttefiklerimize göstermemiz ve bunun
sonucunu almamız zaruretini tevsik için, önergemizi desteklemenizi ve
Parlamentonun, birlikte bir kararla, üç ay daha bunu uzatmasını ve üç
ayın sonunda, bu işin, Zaho'daki merkez çekilmediğinde
kendiliğinden sona ermesini; Zaho'daki merkez çekilse dahi, yine de,
ileride, diğer taleplerimizde ısrarlı
olacağımızın bilinmesini ve Türkiye'nin
menfaatlarını koruma zaruretimizi bir daha belirtiyor; Yüce Meclise
saygılar sunuyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Sungurlu.
Gruplar adına başka söz isteyen?..
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Refah Partisi Grubu adına Bülent
Arınç konuşacaklardır.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Arınç. (RP sıralarından
alkışlar)
Sayın Arınç, süreniz 20 dakika efendim.
RP GRUBU ADINA BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; şahsım ve Refah Partisi Grubu adına
hepinizi hürmetle selamlıyorum. Çokuluslu Güç ve olağanüstü halle
ilgili konuşmaları yapıyoruz. Bu görüşmelerimizin ve
alacağımız kararların milletimize, memleketimize
hayırlı olmasını diliyorum.
Değerli konuşmacıların da ifade ettikleri gibi, bu
konu, Mecliste, 20'den fazla konuşulmuş, Çekiç Güç'ün görev süresi de
uzatılmıştır. Dolayısıyla, bu konuyu tekrar
gündeme getirirken, tekrarlardan ziyade geldiğimiz noktayı tespit
etmekte fayda görüyorum; bu bakımdan, kısaca, birkaç noktaya temas
edeceğim.
Değerli milletvekilleri, bildiğiniz gibi "Çekiç Güç"
ismiyle maruf bu kuvvet hakkında, Körfez harbinin bir yan ürünü olarak
ortaya çıkmasından bu yana -yani 1991 Ocak ayından bugüne kadar-
ülkemizi ve insanımızı meşgul eden çok şeyler
konuşuldu ve söylenildi; münakaşalar yapıldı, sorular
soruldu, endişeler izhar edildi, akıllarda istihfamlar vardı,
bunlar çözülmeye çalışıldı.
Yeni Hükümetimiz, bu konuda, yaptığı
çalışmalarla hem kamuoyunu tatmin etmek hem de ülkemizin toprak
bütünlüğü, bağımsızlığı ve geleceği
açısından en hayırlı kararı alabilmek için gayret sarf
etti. Bu konuya biraz sonra geleceğim; ancak, hafızaları
tazeleme noktasında bir kısa kronolojiyi takdim etmek istiyorum.
Bildiğiniz gibi, Körfez Harbinin sona ermesiyle, Irak'ta, güneyde
Şiîler, kuzeyde Kürt ayaklanması olarak gördüğümüz olaylar
başladı. Saddam, bunlara karşı çok vahşiyane
davrandı, bu isyanlar bastırıldı ve Kuzey Irak'ta yaşayan
pek çok masum insan –sayısı 500 binleri bulacak noktada- Türkiyemizin
sınırlarına yığıldı; kadın, çoluk çocuk
pek çok perişan insan, Türkiye'den medet umar hale geldi.
Irak yönetiminin Kuzey Irak'ta yürüttüğü sindirme hareketi sonunda,
böylesine yaşanan bir kitlesel göç, o günlerde
sınırlarımızın hem fizikî güvenliğini ortadan
kaldırdı hem de ekonomik ve toplumsal açıdan Türkiyemizi ve
bölgeyi önemli sorunlarla karşı karşıya getirdi. Zamanın
Hükümeti -bildiğiniz gibi Anavatan Partisi İktidarı- müttefik
ülkeleri ve dünyayı yardıma çağırdı, bu konuda
bazı kararlar da aldı.
O günlerde, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 5.4.1991
ve 688 sayılı kararı içerisinde, adına "Huzur
Harekâtı" dediğimiz bir operasyon başladı. Bu ilk
harekâtın, yani Huzur Harekâtı-1 dediğimiz olayın
amacı şöyleydi: Öncelikle bu 500 bin insanın hayatî
ihtiyaçları karşılanacak, daha sonra bu insanların evlerine
dönmelerine imkân sağlanacak, bunun için de güvenlik şartları ve
ortam hazırlanacaktı. Bu harekâtın birinci aşaması üç
ay sonunda tamamlandı. Bu süre içinde önemli hava gücü yanında,
bölgede 13 ülkenin askerlerinden oluşan 21 bin dolayında askerî
personel görev aldı. Ancak, olay bununla bitmedi; Hükümet, Irak
yönetiminin Kuzey Irak'a tekrar müdahale edebileceği ve Türkiye'nin
yeniden bir göç dalgasıyla karşı karşıya
kalacağı endişesiyle, İkinci Huzur Harekâtını
başlattı. Hükümetin, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, 17 Ocak 1991'de
aldığı 126 sayılı Karara dayanılarak, 12 Temmuz
1991 tarihinde, içinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin de bulunacağı
bir caydırıcı gücün ülkemizde
konuşlandırılmasına, Anayasanın 92 nci maddesi
gereğince karar verildi. Bu Birleşik Görev Gücü, Amerika,
İngiltere, Fransa, İtalya, Hollanda ve Türkiye'den 5 bin personel,
İncirlik'te konuşlandırılan 48 uçaklık bir hava gücü,
Silopi'de konuşlandırılan takviyeli bir tabur ve kuzey Irak'ta
gözlem ve temaslar yapmakla sorumlu bir askerî koordinasyon merkezinden
oluşmuştu. Hükümet, İkinci Huzur Harekâtını
başlatan bu faaliyetini eylül ayına kadar sürdürdü, sürenin bitiminde
de, 31 Aralık 1991 tarihi itibariyle, biteceği düşüncesiyle son
defa uzattı. Hepinizin de bildiği gibi, 31 Aralık 1991'de de,
Çekiç Güç'ün bu görevi bitmedi ve o günden bu yana 20 defadan fazla, bu Güç'ün
görev süresi uzatıldı. Şimdi, yeni bir uzatma teklifiyle,
Hükümet önerisiyle, tezkeresiyle karşı karşıyayız.
Değerli arkadaşlarım, görünüşte insanî amaçlara
dayalı olduğu söylenen, bu Huzur Harekâtının, daha sonra,
asıl amacının stratejik olduğu ortaya çıktı.
Dünyada ve bölgemizde meydana gelen olaylarda, âdeta, bir çifte standardın
yaşandığı olaylar, Türkiye'de daima bir şüphe ve
itiraz konusu oldu. Bu Çekiç Güç'ün, ülkemiz aleyhine faaliyetlere şemsiye
olduğu ve endişe verici eylemlerde bulunduğu söylendi. Körfez
Savaşında, Amerika'nın, asıl amacının, bölgede
daimi kalmak olduğu, bunun da, ekonomik ve siyasal çıkarlara
dayalı olduğu ifade edildi.
Çok kısa ifade ediyorum; tutanaklardan hepiniz okudunuz ve
değerli sözcü arkadaşlarım da ifade ettiler. Refah Partisi, bu
düşüncelerle, beş yıldan bu yana, Çekiç Güç'ün süresinin
uzatılması konusunda daima ret oyu verdi ve buna karşı
çıktı.
Refah Partisi, ülkemizin
bağımsızlığını, bölgede diğer ülkelerle
olan ilişkilerimizin güçlendirilmesini, Türkiyemizin, asırlardan beri
süregelen, birtakım ülkelerin iştihasını celbeden
birtakım plan ve senaryolar içerisinde bulunmasını
düşünerek, bu faaliyetler konusunda endişelerini, samimiyetle dile
getirdi.
Değerli arkadaşlarım, birtakım toplantılarda ve
Mecliste ifade ettiğimiz gibi, Çekiç Güç'le ilgili soruları, endişeleri,
beş on madde içerisinde toplamak mümkündür. Bunları, hepimiz zaman
zaman ifade ettik. Öncelikle ve daima şunu sorduk: Bu Çekiç Güç'ü biz
getirdik; ama, niçin gitmiyor? Gidecek mi, gitmeyecek mi? Gidecekse, ne zaman
gidecek? Hangi olay sebebiyle gidecek? Gitmeyecekse, niçin gitmeyecek?..
Beş yıldan beri bu soruların cevabını aradık;
ama, itiraf ediyorum, maalesef, bulamadık. Çekiç Güç'le birlikte, bölgede
faaliyet gösteren -bir toplantıda sayısının 80 olduğu
ifade edilmişti- NGO denilen birtakım sivil kuruluşların
yaptığı faaliyetlerin denetlenemediği, bunların
çalışmalarının Türkiye aleyhine olabileceği soruldu,
bunların da cevapları alınamadı.
Bölgede, Batılı ülkelerle, Ortadoğu ülkelerinin gizli
servislerinin faaliyetleri nelerdir, Türkiye bunları nasıl
izlemektedir? Çekiç Güç'le, PKK ilişkisi hangi düzeydedir? PKK, gerçekten
bu Güçten yardım alıyor mu?"
Çekiç Güç'ün amacı, bölgede bir Kürt devleti oluşturmak mıdır?
Kuzey Irak'ta kurulacak bir Kürt devletinin, Türkiye ve İran'dan toprak
alınarak kurulması hayal edilen Büyük Kürdistan hedefini
alevlendirecek midir? Türkiye, bu konuya nasıl bakmaktadır? Çekiç
Güç'e asker veren ülkelerin bölgeye yönelik politikaları ve bu
politikanın sonucunda oluşması beklenen yeni yapıda
Türkiye'nin rolü ne olacaktır? Türkiye bir oldubittiyle mi karşı
karşıya bırakılmak isteniyor? Türkiye'nin, Irak'ın
toprak bütünlüğüne yönelik politikasına, Çekiç Güç'ün, ters
düşen faaliyetleri mi vardır? Türkiye'nin bağımsızlığı
açısından, Anayasamızın 6 ncı maddesinde yer alan ve
hepimizin, üzerinde titizlikle durduğumuz, üzerine yemin ettiğimiz
bağımsızlık konusu, gerçekten, Çekiç Güç'le birlikte tahlil
edilmiş midir? Çekiç Güç, neden Kuzey Irak'ta, sadece Kürtleri korumak
iddiasındadır da, niçin Türkmenleri koruma savaşında değildir?
Çekiç Güç, Türk Hükümetinin iradesiyle mi, yoksa, Batılıların
dayatması sonucu mu Türkiye'de kalabiliyor? Çekiç Güç'ün, bölgede,
varlığını haklı gösterecek bir hukukî dayanak var
mıdır? Çekiç Güç'ün görevine son verildikten sonra, gerçekten, yeni bir
göç dalgası bekleniyor mu, bu durum karşısında Türkiye'nin
savunması ne olacaktır? Çekiç Güç, Türkiye dışına
çıkarıldığında, Türkiye'nin kontrolü ve
inisiyatifinden uzaklaşmış, daha büyük bir tehlike haline
gelmiş olacak mıdır? Bunlar gibi, belki, sayılarını
daha da artırabileceğimiz pek çok sorularla, Refah Partisi, Çekiç
Güç'ün daima karşısında oldu ve endişelerini dile getirdi.
Değerli arkadaşlarım, bunları, sizler de
tutanaklarda ifade ettiniz; muhalefet olarak görevinizi yapıyorsunuz. Bir
evvelki toplantıda da arz ettiğim gibi, Refah Partisi adına, bu
tutanaklarda yer alan her kelime ve her cümlenin altına ömrümüz oldukça
imzamızı atacağız ve sahip çıkacağız. (RP ve
ANAP [!]sıralarından alkışlar)
Çekiç Güç hakkında, bugüne kadar, hangi endişeleri taşıyarak
karşı çıkmışsak, o noktada samimiyetimizden eminiz;
sizlerin de emin olmanızı bekliyoruz. Bugün gelen Hükümet tezkeresi
üzerinde, biraz sonra görüşlerimizi açıklarken, yine, aynı
samimiyet noktasından hareket edeceğimizi bilmenizi isterim.
Elbette, bizim, dış politikadaki hareket noktamız,
Türkiye'nin millî menfaatlarıdır. Tek hedefimiz,
barışın korunması ve diğer devletlerle iyi ilişki
ve işbirliğinin daima geliştirilmesidir.
Bakınız, Refah Partisi adına, beş yıldan beri
bu meseleye karşı çıkmış bir Partinin Grup Sözcüsü
olarak, benim buraya gelip, sadece tek cümleyi size söylemem gerekirdi: Çekiç
Güç gitmiştir, bu mesele bitmiştir... Bunu şu anda
söyleyemiyorum...
HALİL İBRAHİM ÖZSOY (Afyon) – Niye?
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – ...ve bundan da büyük üzüntü duyuyorum, biraz
da mahcubiyet duyuyorum; çünkü, sizin ümitlerinizi boşa
çıkardık. Bu Parlamentoda, bütün milletvekilleri, kendilerinin
yapamadığını bizden bekliyordu. Kendilerinin, Türkiye'den
gönderemediğini, ancak Refah Partisi gönderebilir diye bekliyordu. (RP
sıralarından alkışlar, ANAP sıralarından
gürültüler)
ALİ KEMAL BAŞARAN (Trabzon) – Siz öyle diyordunuz.
BAŞKAN – Müdahale etmeyelim arkadaşlar.
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Müsaade buyurun efendim.
Çünkü, Amerika karşısında iradesi felç olmuş iktidarların
ve maalesef, kendi görüşlerini ve fikirlerini ortaya koyamayanların,
bu bıkkınlık ve bezginliklerinden halkımız da
bıkmış ve bezmiş; bütün ümitlerini de Refaha
yöneltmişti.
A. AHAT ANDİCAN (İstanbul) – Fos çıktı.
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Evet, herkes bunu Refahtan bekliyordu; o kadar
bekliyordu ki, şimdi, eğer, Çekiç Güç bir bela ise, ANAP'lılara
sormak istiyorum; bu belayı Türkiye'nin başına neden
sardınız? (RP sıralarından alkışlar, ANAP
sıralarından gürültüler) Eğer, Çekiç Güç'ün zararlarını
daha sonra anlamışsanız, beş yıldır -tutanaklara
bakınız- muhalefette iken dahi, Çekiç Güç'ün süresini uzatmak için ya
oylamalara katılmadınız ya müspet oy kullandınız.
Dahası da var, biraz önce, sayın konuşmacı sözlerinin
sonunda, yeni bir manevrayla -aslında Çekiç Güç'ün süresini tekrar
uzatabilmek için- birtakım yeni tekliflerde bulunarak "bunu kabul
etmezseniz, belki dışarı çıkarız, oy da
kullanmayız" diyebilmektedir. Samimiyet noktasında, maalesef,
çok kimseden alacağımız ders yok, en samimi biz olacağız,
sözlerimize sahip çıkacağız. (RP sıralarından
alkışlar, ANAP sıralarından gürültüler)
REFİK ARAS (İstanbul) – Yani, ret vereceksiniz?
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Evet, biraz sabırlı olun.
Değerli arkadaşlar, bakınız, Sayın Ali Topuz
Beyi de dinledim, notlar aldım. Şimdi, biz muhalefette olsaydık,
bu Mecliste neler söylerdik ve göğsümüzü şişire şişire
inandığımız doğruları nasıl
haykırırdık... Halbuki, muhalefet olarak siz, bugün bunu
yapamıyorsunuz. Sayın Ali Topuz'a,
Cumhuriyet Halk Partisinin sözcüsü olan arkadaşımıza
soruyorum: Siz, DYP ile Koalisyon Hükümetinde dörtbuçuk yıl bulundunuz.
Dörtbuçuk yıl, bu Çekiç Güç'ün süresini siz uzatmadınız mı?
(RP sıralarından alkışlar) Kalsın diye oy
kullanmadınız mı? Yarınız dışarıda
kalıp, yarınız içeride oy vererek, Çekiç Güç'ün Türkiye'de
konuşlanmasını bugünlere kadar getirmediniz mi?
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Hayır... Hayır...
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Madem, siz de Çekiç Güç'ün aleyhinde
bulunuyorsunuz, niçin, bunu bugün anladınız?
AYHAN FIRAT (Malatya) – Grubumuzu serbest bıraktık...
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Siz, yılların partisi olarak,
Türkiye'de konuşlandırılmış böyle bir Güç'e
karşı, DYP ile hükümette bulunduğunuz dönemlerde, niçin bugünkü
konuşmalarınızı yapmadınız?
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Yaptık ve ret oyu verdik...
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bu
Mecliste, Demokratik Sol Partinin de, geçtiğimiz en son uzatmada,
birtakım gerekçelerle, bu Güç'ün kalması yolunda nasıl destek
verdiğini biliyoruz. O yüzden, şimdi, Refah Partisi olarak, bu
Hükümet tezkeresine nasıl ve niçin olumlu oy
kullanacağımızı, lütfen, bir de bizden dinleyiniz. (ANAP
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar[!])
BAŞKAN – Sükunetle dinleyelim arkadaşlar...
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bunun pek
çok sebebi var. Birincisi şudur: Biz bir Koalisyon Hükümetiyiz ve bu
Koalisyon Hükümetinde, Doğru Yol Partisi, bugüne kadar, Çekiç Güç'ün
Türkiye'de kalmasını kendi gerekçeleriyle uygun görmüştür ve
bugüne kadar bu Güç'ün süresinin uzatılması lehinde oy
kullanmıştır. Biz, bir koalisyon hükümetinin sorumluluğunu
bilen insanlarız. Dolayısıyla, bu Koalisyonun devamı,
aradaki uyum ve ahengin devam etmesi için, elbette birtakım gerekçeleri
ortaya koymamız lazım. (ANAP sıralarından "Bravo"
sesleri, alkışlar[!])
Değerli arkadaşlarım teşekkür ediyorum,
arkasını da dinleyeceğinizden ümitliyim.
İkinci olarak şunu ifade etmem lazım: Siz, bütün
meselelerde olduğu gibi, Çekiç Güç'ü de, karşımıza bir
sorunlar yumağı olarak getirdiniz. Her şeyi berbat
ettiğiniz gibi, her şeyi çıkmaza soktuğunuz gibi -enflasyon
gibi, işsizlik gibi, terör gibi- ölüm oruçları gibi Çekiç Güç'ü de
içerisinden çıkılmaz hale getirdiniz.
Bugüne kadar, hiçbir Hükümet tezkerenizde, Çekiç Güç'ün Türkiye'den
gitmesi, faaliyetlerinin denetlenmesi, Türkiye'nin menfaatlarına uygun
hale getirecek denetlemenin konulabilmesi için -ben, beş yıllık
tutanakları inceledim; hepsi birbirinin aynıdır, aynı
standardın mahsulüdür, biri diğerinden farklı değildir-
hiçbir endişe duymadınız. Halbuki, bugün, Hükümet tezkeresiyle
ve yapılan çalışmalarla çok farklı bir noktadayız.
Önce şunu ifade etmek istiyorum: Bu Hükümet güvenoyu alalı
yirmi gün oldu. Bu yirmi gün içerisinde, kucağında Çekiç Güç'ü buldu.
Yirmi gün sonra karşınıza gelirken, bakınız hangi
şartlarla geliyoruz. Sayın ANAP sözcüsü -ve belki Sayın Topuz da
aynı konuya temas ettiler- son defa 31 Temmuza kadar bir aylık bir
uzatma olduğunu ifade ettiler. Halbuki, son hükümet döneminde, Çekiç
Güç'ün süresi uzatılırken, dört aylık uzatma teklifi olarak
geldi. Daha sonra, Demokratik Sol Partinin, çok haklı gerekçelerle bu
süreyi uzun bulması ve bunun değiştirilmesi ısrarı
karşısında, mecburen 31 Temmuza kadar uzattınız.
Dolayısıyla, ANAP'lı arkadaşlarımızın,
"bu Hükümet tezkeresi aslında şu kadar kısa bir süre için
gelmiştir; şimdi, beş ay için gelmesi de çok uzundur; bunu üç
aya indirelim" şeklindeki tekliflerinde samimiyet
bulmadığımızı ifade ediyorum.
Değerli arkadaşlarım, bakınız, bugüne gelirken
neler yapıldı. Bir defa bu Hükümet, Meclisi üstün tutan bir
anlayışla çalıştı. Hepiniz biliyorsunuz. Tabiî, bu
müzakerelere çoğunuz katılmadığınız;
dışarıda kalmayı tercih ettiğiniz için, Türkiye'nin
menfaatları açısından nasıl bir çalışma
yapıldığını belki bilmiyor olabilirsiniz; ama, Meclis
kürsüsünden bunları ifade etmekle, özellikle, Meclisimiz ve
halkımız için yarar görüyorum.
Bir tanesi şudur: Yirmi kereden fazla uzatılan bu Çekiç Güç
ile ilgili Meclise gelen hükümet tezkerelerinin hepsi aynıdır...
A. MESUT YILMAZ (Rize) – 11... 11...
AHMET KABİL (Rize) – Evet, 11...
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – ...ve bu tezkerelerde, daima Millî Güvenlik
Kurulunun tavsiye kararlarına uyan hükümet, bunu bir yazıyla Meclise
bildirmekte, Meclis de, bunu, sadece bir gün müzakere ederek karara
bağlamaktadır. Oysa, biliyorsunuz, bundan önce çok önemli
çalışmalar yapıldı. Birinci olarak, bu önemli konunun,
Mecliste, bir genel görüşme ile ele alınması temin edildi ve bu
genel görüşmenin, yine Mecliste, bir kapalı oturum şeklinde
yapılarak, ülkemizin güvenliği ile ilgili, herkesin bildiğini
rahatlıkla söyleyebilmesi açısından, Meclisimizin,
İçtüzüğümüzün ve Anayasamızın verdiği yetkilerle bir
genel görüşme yapıldı ve fevkalade yararlı oldu.
Daha sonra, Millî Savunma ve Dışişleri
Komisyonlarımız, üst üste iki defa toplanarak, Türkiyemizin
Dışişleri yetkililerinin, Genelkurmay yetkililerinin ve bu
meseleyle ilgili olan bütün üst düzey yetkili bürokratların, sorular
karşısındaki cevaplarını aldı, mukabil sorular
sordu, bu konuyu enine boyuna tartıştı.
Daha sonra, Hükümetimiz, Genelkurmayda, bu konuda, saatler süren
brifingler aldı ve bu brifingler neticesinde de, Türkiye'nin
güvenliği açısından bu Güç'ün şu andaki konumu, elbette, en
güzel şekliyle değerlendirildi. (ANAP ve CHP sıralarından
gürültüler)
Değerli arkadaşlarım, bu çalışmalarda, siz
genel görüşmelere katılmadınız, bir; komisyon
çalışmalarında hiçbirisine katılmadınız, iki...
BAŞKAN – Sayın Arınç, 1 dakikanız var efendim.
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – ...Ve burada çoğunluğun temin
edilmemesi için kapı kenarlarında beklediniz, üç... Şimdi, halka
ne diyeceksiniz onu merak ediyorum. Hangi gerekçelerle, siz, buna
karşı çıkacaksınız. (RP ve DYP sıralarından
alkışlar; ANAP, DSP ve CHP
sıralarından gürültüler)
Değerli arkadaşlarım, vaktim azaldı; ama, birkaç
konuyu daha sizlere hatırlatmak istiyorum. Bakınız, bugün
Meclise getirilen Hükümet tezkeresinde çok farklı yönler var. Meseleye,
biz, bugüne kadar gelen nokta açısından bakmıyoruz. Bu
çalışmaların neticesinde, Hükümet, fevkalade yararlı
noktaları Hükümet tezkeresine koymuş, bunların mutlaka yerine
getirilmesini temin edecek önlemleri de almıştır. Şu
tezkereyi, muhteva açısından hiçbir arkadaşımız
değerlendirmedi; hiçbir arkadaşımız, şurada yer alan
ifadelerin bir tanesi üzerinde bile durmadı. Açın tutanakları,
bakın, hangi hükümet tezkeresinde şu standart başlığın
dışında bir konu vardır. (CHP sıralarından
gürültüler, "kıvırtmayın" sesleri)
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Efendim, size de 2 dakika eksüre veriyorum; lütfen,
konuşmanızı bitirin.
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Teşekkür ediyorum.
Evet, beş yıldır kıvırtanların şimdi
bana böyle söz söyleme hakları yok; ben, gerekçe ifade ediyorum. (RP
sıralarından alkışlar; ANAP ve CHP sıralarından
gürültüler).
AHMET KABİL (Rize) – Esas numarayı siz yaptınız.
HALİL İBRAHİM ÖZSOY (Afyon) – Esas kıvırtan
sizsiniz.
AHMET KABİL (Rize) – Utanmazlar!..
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Sözlerinize dikkat edin; millet, sizi, gülerek
ve ibretle seyrediyor. Beş yıldır, başımıza
getirdiğiniz... (ANAP ve CHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Arkadaşlar, müdahale etmeyin.
AHMET KABİL (Rize) – Kıvırtan kim Sayın Başkan;
esas kıvırtan bunlar değil mi? (CHP sıralarından
"kıvırtmayın" sesleri)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, rica ediyorum...
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Değerli arkadaşlarım,
bakınız, Hükümet tezkeresinde "Kuzey Irak'ta, Türkiye'ye tehdit
eden her türlü terörist yapılanmanın ve Irak'ın bölünmesini
hedef alan faaliyetlerin önlenmesi..." deniliyor. Açın
tutanakları bakın, hangi tezkerede var? "Sınır
güvenliğinin sağlanması..." Hangi tezkerede var?
"Bölgenin ekonomik canlılığını kazanabilmesi
için, Birleşmiş Milletler Sözleşmesinin ambargodan zarar gören
ülkelerle ilgili maddeleri uyarınca, Türkiye'nin zararlarının
telafisi..." Hangi hükümet tezkeresinde var? "Türkiye'nin Güç'e
katkısı ve bu Güç'ün Türkiye menfaatlarına uygun bir biçimde
kullanılması..." Hangi tezkerede var?.. (ANAP
sıralarından "Hepsinde var" sesleri)
Ve bakınız, çok küçük bir cümle; ama, önyargılı
izlediğiniz için dikkatinizden kaçmış "gerektiğinde
harekâtı sona erdirmeye" deniliyor Bakanlar Kurulunun tezkeresinde...
Hanginiz getirdiniz bunu?.. (RP sıralarından "Bravo"
sesleri alkışlar) Hanginiz getirebildiniz?.. Hanginizin cesareti
yetti?.. (ANAP, DSP ve CHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Arınç, lütfen, Genel Kurula hitap edin.
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Bak şu belgeye, bak; hepsinde var.
BAŞKAN – Arkadaşlar, rica ediyorum... Şimdiye kadar güzel
güzel müzakere ediyorduk; ne oldu şimdi?.. Rica ediyorum
arkadaşlar...
YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Sayın Başkan, o
"kıvırtma" sözü yakışmaz buraya.
BAŞKAN – Efendim, Genel Kurula hitap edin ve çok tahrik edici
konuşmayın Sayın Arınç.
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Suçluların telaşı içerisindesiniz. Beş yıldan
beri, her meseleyi, içinden çıkılmaz hale getirdiniz. Bu meseleyi de
bu halde bırakmak istiyorsunuz; ama, bu Hükümet, aldığı bu
kararlarla, Türkiye'de yeni bir dönemi başlatıyor, şahsiyetli
dış politikayı başlatıyor. Meclisi, Hükümetin
üzerinde; Meclisi, Millî Güvenlik Kurulunun üzerinde tutmaya gayret ediyor. (RP
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
Bu Hükümet, Amerika ile de İngiltere ile de Fransa ile de
müzakerelerini yaptığı gibi, bölge barışının
sağlanması ve bölge halkının mutluluğu için, elbette
İran'la, elbette Irak'la, elbette Suriye ile de, bölgesel kalkınmanın,
terörü önlemenin ve güvenlik içerisinde huzurlu çalışmanın en
büyük gayretini gösteriyor. O bakımdan, sayın milletvekilleri,
beş yıllık suçunuza...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Arınç lütfen, son cümlenizi söyler misiniz
efendim.
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Son cümlemi söylüyorum: Bu Hükümet tezkeresi,
beş yıldan beri, bugüne kadar sürdürülen bu silik ve şahsiyetsiz
dış politikaya son veren; Türkiye'nin güvenliğini, toprak
bütünlüğünü, bağımsızlığını ön plana
alan en önemli bir belgedir.
YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Bu ne biçim konuşma!.. Terbiyeli
konuş...
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Refah Partisi Grubu adına önergeye destek
olacağımızı arz ediyorum.
Bu kararın milletimize, memleketimize, ülkemize hayırlı
olmasını Cenabı Hak'tan diliyor, hepinize saygılar
sunuyorum. (RP sıralarından "Bravo" sesleri,
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Arınç.
MAHMUT OLTAN SUNGURLU (Gümüşhane) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Buyurun Sayın Sungurlu.
MAHMUT OLTAN SUNGURLU (Gümüşhane) – Sayın Başkan, Sayın
Sözcü, benim konuşmamdan bahsederken "biraz sonra önerge verecekler
yine kıvırtacaklar" dedi.
BAŞKAN – Hayır "kıvırtacaklar" sözünü
orada kullanmadılar efendim.
(ANAP sıralarından "kıvırtacaklar dedi"
sözleri, gürültüler)
MAHMUT OLTAN SUNGURLU (Gümüşhane) – Kullandı, Sayın
Başkan.
BAŞKAN – Efendim, rica ediyorum; ben yakından takip ediyorum.
(RP sıralarından "Bravo Başkan" sesleri, ANAP
sıralarından gürültüler)
Sayın Milletvekilleri, siz, orada gürültü yaparken ben
yakından takip ediyorum.
MAHMUT OLTAN SUNGURLU (Gümüşhane) – Sayın Başkan bu
nedenle söz istiyorum.
BAŞKAN – Sayın Sungurlu, buyurun efendim.
Hayır, yerinizden konuşun; ben, size kürsüden
konuşmanız için söz vermedim Sayın Sungurlu.
MAHMUT OLTAN SUNGURLU (Gümüşhane) – Verdiniz Sayın Başkan...
(ANAP sıralarından "çok önemli; kürsüden konuşsun"
sesleri, gürültüler)
ÜLKÜ GÖKALP GÜNEY(Bayburt) – İçtüzük Madde 69'a göre söz
vermelisiniz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hayır efendim, size söz vermedim.
Siz "önerge verip, ondan sonra kıvırtacaklar" dediklerini
söylediniz. Öyle söylemedi; "beş seneden beri
kıvırtanlar" dedi. (ANAP sıralarından gürültüler; RP
sıralarından "Bravo Başkan" sesleri,
alkışlar)
MAHMUT OLTAN SUNGURLU (Gümüşhane) – Sataşma var efendim,
söyledi...
BAŞKAN – Hayır efendim, sizi kastetmedi. Tutanağı
getirtip inceleyeceğim. (ANAP sıralarından "sen
kıvırtıyorsun" sesleri, gürültüler)
MAHMUT OLTAN SUNGURLU (Gümüşhane) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Efendim, bir arada konuşmayın sözünüzü
anlayamıyorum.
MAHMUT OLTAN SUNGURLU (Gümüşhane) – Sayın Başkan, bu söz
sataşma değil mi?!..
BAŞKAN – Efendim, bir sataşma yok. Şahsınıza
bir sataşma yok; söz veremiyorum. (ANAP sıralarından gürültüler,
sıra kapaklarına vurmalar)
Sayın Hükümet su safhada konuşacak mı efendim?..
Konuşmuyor.
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Sayın Başkan, Grup adına
söz istiyorum.
BAŞKAN – Grup adına ne sözü istiyorsunuz? (ANAP
sıralarından gürültüler)
ÜLKÜ GÖKALP GÜNEY (Bayburt) – İçtüzüğün 69 uncu Maddesine göre
söz vermelisiniz.
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Efendim, müsaade eder misiniz. Biraz
önce, Sayın Refah Partisinin sözcüsü, tezkerede ilk defa böyle bir konunun
yer aldığını; bundan önceki görüşmelerde ve Meclisin
aldığı kararlarda, sona erdirmeyle ilgili bir konunun yer
almadığını söyledi. 16.6.1996 tarihli Resmî Gazeteden
okuyorum: "Türkiye'nin Güç'e
katkısı ve bu Güç'ün amaçlarına uygun biçimde
kullanılmasıyla ilgili bütün... (ANAP sıralarından
"kürsüden okusun... kürsüden okusun..." sesleri)
BAŞKAN – Bir dakika efendim... Siz okuyun Sayın Çakan.(ANAP
sıralarından "çok önemli, kürsüden okusun" sesleri)
BAŞKAN – Efendim, bu, bir sataşma değil, bir
yanılmadır; orada düzelttiniz.
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Sayın Başkan, Gruba
sataşma var.
BAŞKAN – Hayır efendim.(ANAP sıralarından
gürültüler)
Efendim, siz, zaten, bunu düzelttiniz orada. Yani, diyorsunuz ki, daha
önce alınan kararda...
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Müsaade edin, anlatayım.
BAŞKAN – Efendim, söyleyin; ben size söz verdim, orada söyleyin.
(ANAP sıralarından gürültüler)
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Resmen yalan beyanda bulunmuştur
Grup sözcüsü. Bu beyanı yalandır. İşte Resmî Gazete burada,
Resmî Gazetede yayımlanmıştır.
BAŞKAN – Tamam efendim "sona erdirme konusu bundan evvelki
kararlarda da yer almıştır" diyorsunuz, değil mi?
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Kürsüden okuyabilir miyim?
BAŞKAN – Hayır... Hayır...
Efendim, düzelttiniz işte.
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – O zaman müsaade edin, okuyayım:
BAŞKAN – Okuyun.
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – "Türkiye'nin Güç'e
katkısı ve bu Güç'ün..." (ANAP sıralarından
"Kürsüden okusun" sesleri, gürültüler)
BAŞKAN – Efendim, Grubunuza hâkim olun. Bakın, siz Grup
Başkanvekilisiniz...
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Duyulmuyor, kürsüden okuyayım.
BAŞKAN – Hayır; kürsüden okuyamazsınız, oradan
okuyacaksınız.
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Niye okuyamıyorum?!
BAŞKAN – Efendim, Resmî Gazetede çıkmış şeyi
burada niye okuyorsunuz?!
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – O zaman oylayın.
BAŞKAN – Neyi oylayacağım?..
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Söz almada ısrar ediyorum,
oylayın.
BAŞKAN – Hayır, sataşma yok ki burada.
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – İçtüzüğe göre oylayın.
BAŞKAN – Şimdi, siz, neden dolayı söz istiyorsunuz?
Diyorsunuz ki, bundan önce...
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Sözcü, resmen yalan beyanda
bulunmuştur.
BAŞKAN – Efendim?
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Sözcü, yalan beyanda bulunmuştur,
düzeltmek için söz istiyorum. (RP sıralarından "yalan size yakışır"
sesleri)
BAŞKAN – Efendim, orada yalan beyan varsa, ben getirteyim,
bakayım.
Sayın Çakan, siz oturun. Ben, o gazeteyi getirteyim; eğer,
aksine bir beyanat varsa değerlendireceğim efendim.
Şimdi, şahısları adına söz isteyenleri
okuyorum:
Sayın Recep Kırış, Sayın Hayrettin Uzun,
Sayın Orhan Kavuncu, Sayın Mehmet Ekici.
İki kişiye söz vereceğim.
Buyurun Sayın Kırış.
İLKER TUNCAY (Ankara) – Bu "kıvırtma"
sözcüğünü sen hakaret kabul etmiyorsun; aslında, en fazla kıvırtan sen olarak, sana
gelir o söz!
BAŞKAN – O lafın, aslında size çok
yakıştığını da belirtmek isterim. Ben, "ANAP
kıvırttı" diye bir kelime kullanmadığı
için... (ANAP sıralarından gürültüler)
Efendim rica ediyorum zabıtları getireceğiz, inceleyip
konuşacağız.
İLKER TUNCAY (Ankara) – Sen dahil herkese söyledi. En fazla
kıvırtan olarak, sen dahilsin. Sen, hakaret kabul etmiyorsan, biz hiç
kabul etmiyoruz.
BAŞKAN – Bana "sen" diye hitap etmeyin; ben, Meclis
Başkanvekiliyim, bu Meclisin adabına uyarak konuşun. (ANAP
sıralarından gürültüler)
Yani, biz birbirimizi çok iyi tanıyoruz... Bana bak! Biz
birbirimizi çok iyi tanıyoruz... (DYP sıralarından
alkışlar)
Buyurun efendim.
RECEP KIRIŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; sözlerime başlarken, hepinizi, Büyük Birlik Partisi ve
şahsım adına saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, bu Mecliste, defalarca
görüştüğünüz Çekiç Güç'ün görev süresi uzatılsın mı
uzatılmasın mı konusu, bugün tekrar ele alınıyor ve
bugün tarihî bir karar verilecek.
Muhterem arkadaşlar, bize göre, bugünkü karar, gerçekten tarihî bir
karardır ve Türkiye bakımından büyük bir fırsattır.
Neden böyledir; çünkü, her ne kadar, geçmişte, Anavatan Partisi de
Doğru Yol Partisi de Cumhuriyet Halk Partisi de ve son oylamada DSP de
çekimser oy vermek suretiyle Çekiş Güç'e destek olmuşsa da, şu
anda, hem Demokratik Sol Parti hem Cumhuriyet Halk Partisi, Çekiç Güç'ün görev
süresinin uzatılmasına ret oyu vereceğini
açıklamıştır. Anavatan Partisi de, sürenin daha kısa
tutulmasını önermekte; öğrendiğimiz kadarıyla, önerisi
kabul edilmediği takdirde, oylamaya katılmamayı düşünmekte
olduklarını arkadaşlarımız ifade ettiler.
Bu oylama, gerçekten tarihî bir fırsat niteliğindedir. Neden
öyledir? Çünkü, bu tabloya baktımız zaman, bu oylamada, bugüne kadar,
hep, Çekiç Güç konusunda Büyük Birlik Partisinden farklı kanaatleri ortaya
koymayan, gerçekten, Çekiç Güç'ün zararlarını, millî menfaatlerimiz,
toprak bütünlüğümüz ve geleceğimiz bakımından
tehlikelerini, sakıncalarını gayet güzel bir şekilde ortaya
koymuş olan Refah Partili arkadaşlarımız, şayet,
bugünkü oylamada ret oyu verirlerse Çekiç Güç gidecek; ama, eğer, kabul
oyu verirlerse Çekiç Güç kalacaktır. O hale göre, burada, Refah Partisinin
sorumluluğu fevkalade önemlidir, fevkalade önemli hale gelmiştir.
Değerli arkadaşlar, biz, meseleye, burada, asla partizan
zaviyeden bakmıyoruz. Biraz önceki konuşmaları hep beraber
izledik. Şimdi, birtakım muhalefet partileri, Refah Partisini
"geçmişte bunu hep reddeden siz değil miydiniz, bugün niye kabul
ediyorsunuz?" diye sıkıştırmaya
çalışıyor; Refah Partili arkadaşlarımız da sözü
"geçmişte bunu uzatan sizdiniz, getiren sizdiniz,
dolayısıyla bugün ne yüzle bize karşı
çıkıyorsunuz!" demeye getiriyor.
Değerli arkadaşlar, bu tür tartışmalarla Türkiye'nin
hiçbir yere varması mümkün değildir. Gelin, meseleye partizan
zaviyeden bakmayı bir tarafa bırakalım, birbirimizi
yıpratmayı, eleştirmeyi, birbirimizi köşeye
sıkıştırmayı değil, gerçekten bu ülkenin
insanları olarak üzerimize düşen doğru görev nedir, onun üzerinde duralım.
Dolayısıyla, biz, meseleye hiçbir zaman partizan zaviyeden
bakmıyoruz. Yani mesela, biz eğer meseleye partizan zaviyeden
bakmış olsak, "keşke, Refah Partisi bu konuda yanılsa, bir
yanlışlık yapsa da biz de onu
sıkıştırsak" diye düşünürüz; ama biz meseleyi
asla öyle ele almıyoruz. Çünkü, netice itibariyle, önemli olan,
partilerimiz değil; önemli olan, hakikaten ülkemizin çıkarları
ve menfaatlarıdır.
Muhterem arkadaşlar, burada açıklanması gereken bazı
şeyler var. Bugüne kadar, bir Refah Partisi, bu konuda gayet net ve
açık bir şekilde Çekiç Güç'ün zararlarını ortaya
koymuşken, bugün, neden, Çekiç Güç'ün devamı için oy
kullanılması yönünde bir tezkereyi Meclise sunmuştur? Burada,
bazı hususların açıklığa kavuşturulması
lazım.
Bildiğiniz gibi, geçenlerde, Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir
genel görüşme yapıldı ve o genel görüşme, gizli olarak
yapıldı. Şimdi, birileri soruyor; acaba bizim bilmediğimiz
bazı şeyler mi var? Acaba, mesela, Hükümetin önüne, Sayın
Erbakan'ın önüne, Refah Partisinin önüne
muhalefetteyken bilmediği, ama, iktidara geldikten sonra
gördüğü bazı bilgiler, belgeler kondu da ona istinaden mi böyle bir
mecburiyetle karşı karşıya kalıyorlar?.. Çünkü, biraz
önce konuşan Refah Partisi sözcüsü değerli arkadaşım Sayın
Bülent Arınç da diyor ki "Biz, muhalefette olsaydık, şimdi,
göğsümüzü gere gere neler söylerdik."
Eğer, öyle ise, iktidara geldiğiniz zaman, muhalefette
bilmediğiniz bazı şeyleri
mi bilmiş oldunuz? "Dün muhalefetteyken iktidar partilerini
suçluyorduk; ama, onlar haklıymış" mı diyorsunuz?
Eğer, onlara, o zaman hak veriyorsanız, bugün neden suçluyorsunuz?!
İşin bir yanı bu... (ANAP sıralarından
alkışlar)
Değerli arkadaşlar, diğer taraftan, Türkiye Büyük Millet
Meclisinde yapılan o gizli görüşmeye, Büyük Birlik Partisi olarak biz
de katıldık. Şunu, bütün vatandaşlarımızın
huzurunda ifade etmeye mecburum ki, o gizli görüşmede -sizler de
buradasınız- yeni bir şey ortaya
çıkmamıştır; bizzat, Refah Partisinin sözcüsü
arkadaşlarımız, bunu hep ifade edegelmişlerdir. Biz,
elbette ki, o gizli görüşmede neler konuşuldu, bunu açıklamaya
hukuken mezun değiliz, yetkili değiliz; ama, şunu kesin suretle
ifadeye hakkımız var ki, o gizli görüşmede konuşulan
şeyler, bizim, Türkiye'de, Çekiç Güç'ün gitmesi gerektiği konusundaki
kanaatimizi, sadece ve sadece pekiştirmiştir. Dolayısıyla,
o görüşmede ortaya çıkan hakikatler de, Çekiç Güç'ün gitmesi
gerektiğini ortaya koymaktadır. Hiçbir arkadaşımız o
konuda farklı bir beyanda bulunamaz.
Değerli arkadaşlar, başka bir soru da şu: Deniliyor
ki, "efendim, biz, şu ortamda -Amerika'da, önümüzdeki günlerde
Başkanlık seçimleri de var- Amerika'yı karşımıza
alamayız; çünkü, Amerika ile çok önemli konumlarımız,
durumlarımız var, savunma bakımından, ekonomik
bakımdan büyük ölçüde dışa bağımlıyız."
Peki, ben sizlere soruyorum:
Eğer, gerçekten, savunma bakımından, ekonomik bakımdan biz
dışa bağımlıysak ve Amerika ile ilişkilerimiz
bakımından, gerçekten endişe içerisindeysek, o, ne zaman ortadan
kalkacaktır? Yani, Türkiye'nin ekonomik bakımdan veya savunma sanayii
bakımından dışa bağımlılığı
üç ayda, beş ayda, iki senede, üç senede, beş senede ortadan
kaldırılabilecek bir durum mudur? Bunlar, çok kısa zamanda
halledilemeyeceğine göre, o zaman, çok sevdiğimiz Refah Partili
kardeşlerimiz, iktidarları süresince, bundan sonra, hep Çekiç Güç'ün
görev süresini uzatmaya mı kalkacaklar?!
Değerli arkadaşlar, şunu, kesin suretle ifade etmeliyiz
ki, Amerika'nın Türkiye ile savaşacağı gibi bir ihtimal
veya bütün ilişkilerini koparacağı, Çekiç Güç'ün görev süresi
sona erdirildiği takdirde bizim karşımızda yer alacağı,
Türkiye'nin çok zor duruma düşeceği varsayımları, asla,
gerçekçi bir değerlendirmeye dayanmamaktadır. Türkiye, eğer,
Çekiç Güç konusunda ret kararı alırsa -ki, bunu mutlaka
almalıdır- işte, o zaman Türk dış politikası yeni
bir dönemi hep birlikte yakalamış ve o zaman Amerika, elbette ki,
Kuzey Irak'taki Barzani'yi, Talabani'yi değil, yine, netice itibariyle,
Türkiye'yi tercih edeceği için, Türkiye "gelin, yeni dönemi birlikte
konuşalım" diyecek ve işte o zaman Amerika, Türkiye ile
pazarlık masasına oturacaktır.
Değerli arkadaşlar, son günlerde, bir de bu pazarlık
konusu üzerinde çok durulmuştur. Hükümet tarafından denilmiştir
ki -âdeta, şu mesaj verilmiştir- "biz, Çekiç Güç'ün görev
süresini uzatmaya uzatacağız; ama, siz de, ABD olarak,
Batılı ülkeler olarak, gelin, Türkiye'ye birtakım tavizler
verin"
Değerli arkadaşlar, bu üslup yanlıştır; bu
üslupla, Türkiye'nin elde edebileceği bir şey de yoktur. Sayın
Erbakan "biz, Amerika Birleşik Devletlerini karşımıza
alamayız; biz, Çekiç Güç çeksin, gitsin diyemeyiz" derse; öbür
taraftan, Millî Güvenlik Kurulu da, bu görüşmeler yapılmadan birkaç
gün önce "Çekiç Güç'ün görev süresinin uzatılması ve Hükümete
yeniden bildirilmesine karar verilmiştir" diye bütün dünyaya açıklama
yaparsa; bu ortamda, Amerika'nın veya Batılı ülkelerin, sizinle
hiçbir pazarlığa oturması mümkün değildir; çünkü,
Amerika'nın da, Batılı ülkelerin de bizimle ciddî bir
pazarlığa oturmalarını temin etmek, ancak, burada, ret
kararı almakla başlatılabilirdi; Türkiye Büyük Millet Meclisinde
ret kararı alınmalı, ondan sonra da, yeni bir dönemin
başladığı dosta düşmana, herkese
duyurulmalıydı ve bu, o zaman olurdu.
Nitekim, pazarlık ediyoruz filan denilen şeylerin neticesinde
ortaya çıkan hiçbir şeyin olmadığı ortadadır.
Neymiş efendim; Amerika, deklarasyon yayımlamış da;
Irak'ın bağımsızlığını, toprak
bütünlüğünü koruyacağını, PKK'ya karşı Türkiye'ye
yardım edeceğini söylemiş.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Kırış, 1 dakikanız var
efendim.
RECEP KIRIŞ (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın
Başkanım.
Peki, Amerika, şimdiye kadar, ben, Kuzey Irak'ta yeni bir devlet
kuruyorum mu demişti?.. Peki, Amerika şimdiye kadar, ben PKK'ya
destek oluyorum mu demişti? Elbette ki, Amerika böyle bir beyanda
bulunmadı ve bundan sonra da bulunmayacaktır.
Değerli arkadaşlar, o bakımdan, Amerika'nın bu
beyanlarını, sadece ve sadece, laf olarak görmek gerekir; lafın
ötesinde bir kıymeti harbiyesi de yoktur. Kimse kimseyi bu yönde
yanıltmaya kalkmasın; kendimizi de aldatmayalım muhterem
arkadaşlarım.
Değerli arkadaşlar, sözlerimi bağlayacağım;
ancak, burada, şunları ifade etmek istiyorum: Eğer, çok
sevdiğimiz Refah Partili arkadaşlarımız burada içim yanarak
bunu söylüyorum; bugün, bu oylamada ret kararı veremezlerse, bir daha asla
ret kararı veremezler.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun, size de eksüre veriyorum, toparlayın
efendim.
RECEP KIRIŞ (Devamla) – 2 dakika mı sayın Başkan?
BAŞKAN – Evet.
RECEP KIRIŞ (Devamla) – Teşekkür ederim.
Değerli arkadaşlar, burada şunu da söylemek istiyorum:
Benim sözlerim Refah Partili arkadaşlarımız tarafından
"bizi köşeye sıkıştırıyorlar" gibi
filan algılanmasın. Bizim, bugüne kadar kendilerine nasıl baktığımızı
kendileri de biliyorlar. Herkes, seçimden sonra kendilerini dışlarken
"Refah Partililer Rusya'dan gelen insanlar değil; o da rejimin
içinde, yasal olarak kurulmuş parti" diyen ve kendilerini savunan
biziz. Herkes "onlar gelirse memleket karanlığa gider"
derken "kimse bundan korkmasın" diyen biziz; ama, şu an,
acı da olsa doğru söylemek durumundayız; çünkü, dost acı
söyler. Onun için, biz, kendilerini ciddî şekilde uyarıyoruz. Zaten,
Türkiye'de siyasetçiye güven büyük ölçüde kayboldu; çünkü, nedense "dün
dündür bugün bugündür" anlayışı herkeste görülmeye
başladı. Biz, Refah Partisinin de aynı kategoriye dahil
olmasına -doğrusu- razı değiliz; çünkü, bugün Refah Partisi
de aynı konuma düştüğü takdirde, sadece Refah Partisi
yıpranmış olmayacak, netice itibariyle, Türkiye'de siyasete olan
güven gittikçe daha da azalmış olacaktır.
Değerli arkadaşlar, taviz tavizi doğurur. Ben, Refah
Partili kardeşlerime sesleniyorum: Eğer, siz, Çekiç Güç konusunda
bugün evet oyu verirseniz, yarın, "geldiğimiz zaman, gelir
gelmez iptal edeceğiz" dediğiniz İsrail ile anlaşma
-hatta yeni anlaşmalar da- önünüze konur; yarın yine,
başörtüsüyle ilgili, sizin üzerinize birtakım baskılar gelir ve
siz o konuda hiçbir şey yapamazsınız; diğer taraftan, siz,
Gümrük Birliği konusundaki bütün söylemlerinizden vazgeçer, yine, o
konuda, daha önceki adımları devam ettirmek zorunda
kalırsınız...
Ben, sözlerin önemli olduğunu ifade ediyorum. Refah Partili
arkadaşlarımızın, gerçekten, sözlerine önem vermelerini
istiyorum. Siz, kendi sözlerinize önem vermezseniz sizin sözünüze kimse önem
vermez.
Değerli arkadaşlar, gelin, bir yanlışlık
yapmayalım; gelin, yeni bir dönemi birlikte başlatalım. Bu
şeref hepimize ve özellikle de Refah Partisine ait olsun; ama, size ait
olan, size yönelen umutları yok etmeyin. Refah Partisinin tabanında
yer alan ve tertemiz umutlarla bu partiye bağlanan insanları hüsrana
uğratmaya kimsenin hakkı yok, memleketi yeni bir umutsuzluğa
götürmeye kimsenin hakkı yok, siyasete güveni zedelemeye kimsenin
hakkı yok. Gelin, bu yeni dönemi hep birlikte başlatalım
diyorum; ama, şunu da söyleyeyim ki, mülk Allah'ındır, Allah onu
dilediğine...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Kırış, lütfen... Son cümlenizi
söyleyin efendim.
RECEP KIRIŞ (Devamla) – Bugün, gelmiş oldukları konuma
gerçekten layık olmayanlar, o konumlarını kaybederler. Bir Refah
Partisi gider, bir Büyük Birlik Partisi gelir; ama, mesele, Refah Partisinin
gitmesi, Büyük Birlik Partisinin gelmesi değil, demin söylediğim
gibi, her şeyden önemli olan memleketimizdir, milletimizdir, milletimizin
meseleleridir ve söylediğimiz sözlere, vaatlere bağlı
kalmaktır.
Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum; alınacak
kararın hayırlı ve uğurlu olmasını temenni
ediyorum. (BBP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kırış.
Sayın Hayrettin Uzun, buyurun. (ANAP sıralarından alkışlar)
Sayın Uzun, konuşma süreniz 10 dakika efendim.
HAYRETTİN UZUN (Kocaeli) – Sayın Başkan,
saygıdeğer milletvekileri; hepinize, şahsım adına
saygılarımı sunuyorum ve Yüce Milletimize
saygılarımı sunuyorum.
Ben, bugün, Çekiç Güç'ün görev süresi uzatılsın mı,
uzatılmasın mı tartışmasına girmeyecektim; ancak,
esas konuşmama başlamadan önce, Refah Partisi sözcüsünün bazı
yanlışlarını düzeltmek istiyorum.
Birincisi, bugün, uzatma kararının 11 incisi
alınmaktadır; yani 20 kere uzatma yapılmamıştır.
Bir diğer nokta, bugüne kadar alınan bütün Meclis
kararlarıyla Hükümete yetki verilmiştir; yani, görev süresi
içerisinde, Çekiç Güç'le ilgili gerekli tedbirleri almaya, gerekli
değişiklikleri yapmaya, gerektiği takdirde bunu sona erdirmeye
dönük olarak Meclis, hükümete yetki vermiştir; onu da açıklamak
durumundayım.
Refah Partisi sözcüsü "ilk defa, değişik bir hükümet
tezkeresi geldi" diyor. Evet, hükümet tezkeresi yazmakta,
diğerlerinden daha başarılı olduğunu ifade etmiş
oldular. Esas olan, hükümet tezkeresi yazmak değil, ciddî anlaşmalar,
ciddî uzlaşmalar yapmak ve bunu da, belirli uluslararası
anlaşmalara bağlayarak, yazılı kurallara bağlayarak
buraya getirmektir; yoksa, sözlerin, diğer şeylerin hiçbir önemi
yoktur.
Tabiî, bu Çekiç Güç konusu çok önemli, Türkiye için çok önemli,
yıllardır tartışılıyor; ama, zannederim ilk defa,
bir Dışişleri Bakanı, konusuyla ilgili olarak, bugün,
burada bulunmuyor. Belki, çok daha önemli mazereti vardır, onu ben bilemiyorum;
ancak, bunu yadırgıyorum. (ANAP sıralarından
alkışlar)
ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) – Gelecek, gelecek_ Merak etmeyin.
HAYRETTİN UZUN (Devamla) – Yok, bu benim sorunum değil; bir
tespit yapıyorum ben.
Evet, Çekiç Güç'ün süresi uzasın mı, uzamasın mı
tartışmalarına girmeyeceğimi söylemiştim. Nasıl
olsa uzayacak, daha önce 10 kere uzamış, şimdi 11 inci kere de
uzayacak. Yalnız, yine burada garipsediğim bir şey var, Refah
kanadı, sürekli, bunun uzamasının -geçmişte
uzamasının ve yine uzamasının- nedenini Doğru Yol
Partisi olarak görüyor; yani, dışpolitikada, tamamen Doğru Yol
Partisinin sözlerinin, söylemlerinin geçerli olduğunu söylüyor. Demek ki,
diğer politikalarda Refah Partisinin söylemleri geçerli; ama,
dışpolitika, tamamen Doğru Yolun söylemleri doğrultusunda
yürüyor.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Aramızı açmaya
çalışmayın.
HAYRETTİN UZUN (Devamla) – Aslında, söylemiştim, Çekiç
Güç'ün görev süresi, burada, bu Mecliste uzayacak.
Sayın Başbakanımızın, Hocamızın,
güzel bir deyimi var "garson devlet" diye. "garson devlet"
deyimi olarak... Tabiî, hizmet alanlar aynı, hizmetin niteliği belli,
sadece, garsonlar değişiyor. O bakımdan, bu hizmet devam edecek
gözüküyor; Refah Partisindeki bu yeni işlevine kısa bir sürede adapte
olacakları, alışacakları gözüküyor; şimdiden
anlaşılmış.
Benim, söylemek istediğim şey şu: Bu konu ayrı bir
konu; ama, boru hatları meselesinin buna bağlanmasını son
derece yanlış buluyorum. Boru hatlarıyla Çekiç Güç'ün hiçbir
alakası yok, petrol olayının bu olayla hiçbir ilgisi yok. Kerkük-Yumurtalık
Petrol Boru Hattı, Türkiye Irak anlaşmasının bir
gereği olarak faaliyete geçmiş ve bu anlaşmanın gereği
olarak, petrol akıtmıştır. Oysa, bugün, 1991'de alınan
687 sayılı Birleşmiş Milletler Kararına göre, Irak
Halkının insanî ihtiyaçları dolayısıyla, gereksinim
duyulan paranın bulunması amacıyla, birkısım petrolün
ihracı söz konusudur, esas olan budur. Türkiye, bu olayda taraf
değildir. Boru hattının açılıp açılmaması
konusunda Türkiye taraf değildir; taraf olan, Birleşmiş
Milletler ve Irak'tır.
Konuşulan konu, 2 milyarlık petrolün ihraç edilerek -yine,
Birleşmiş Milletlerin koyduğu şartlar çerçevesinde ihraç
edilerek- bunun gelirlerinin bir kısmının tazminatlar fonuna,
bir kısmının, bu iş için organize olmuş
Birleşmiş Milletler personelinin masraflarına, bir
kısmının, Kuzey Irak'taki Kürt Bölgesine insanî yardımda
kullanılmasına ve yüzde 50'sinin de, Irak Halkının insanî
yardımlarında kullanılmasına yöneliktir dediğim gibi,
1991/687 sayılı Birleşmiş Milletler Kararı gereğince.
Tartışmalar o günden beri devam ediyor ve bunun, bugüne kadar
yürürlüğe girmemesinin en önemli nedeni, Irak'ın, hükümranlık
haklarını öne sürerek, bu bölgede dağıtılacak insanî
yardımın kendi kontrolünde yapılması ısrarından
kaynaklanıyor; yoksa, boru hattının açılması, petrolün
ihracı, Türkiye'nin ihtiyacına yönelik değildir ve Türkiye,
dediğim gibi, bu olayda taraf değildir.
1994-1995 yıllarında önemli gayretler göstermiş Türkiye
taraf olabilmek için ve bu petrolün ihracından elde edilen gelirin,
Türkiye'de, bir bankada bloke edilmesi ve bunun
karşılığında, Türkiye'den ihracın
yapılması şeklindeydi... Şimdi, 1995 yılında
alınan 986 sayılı Karar gereğince, Türkiye'de değil,
uluslararası, önemli, çok büyük başka bir bankada bir Irak
hesabı açılacak. Bu ihraçtan elde edilecek 2 milyar dolarlık
gelir, tamamen bu hesaba yatacak ve bu hesabın, bu, petrolün ihracı
da, tamamen Birleşmiş Milletler Yaptırımlar Komitesinin
kontrolü altında olacaktır. O bakımdan, Türkiye-Irak Petrol Boru
Hattının açılıp açılmama meselesi değil...
İki ihraç yolu var: Ya Basra'dır ya Kerkük'tür. Basra'nın
petrol müşterileri ayrıdır, Yumurtalık'ın petrol
müşterileri ayrıdır. Şimdi, petrol almak isteyen
müşteriler, Birleşmiş Milletlere müracaat edecekler ve bir liste
yapılacak. O liste üzerine, petrol şirketleri, Irak hükümetiyle temas
kuracaklar; Irak hükümetiyle yaptıkları anlaşmaların, fiyat
ve miktar konusunda yapılan anlaşmaların bir anlam ifade
edebilmesi için, bu kontratların, bu anlaşmaların, yine,
Birleşmiş Milletler Yaptırımlar Komitesi tarafından
tasdik edilmesi esasına bağlıdır.
Diğer şekilde, Irak halkına sağlanacak insanî
yardım malzemeleri, Irak'ın serbest bir şekilde
kullanımına tabi değil; yine, Birleşmiş Milletler
Yaptırımlar Komitesinin iznine tabi.
Burada, hesabın Türkiye'de açılmamış olması,
Türk firmalarına herhangi bir öncelik tanınmamış olması
ve Türkiye-Irak ilişkilerinin yeterince gelişmemiş olması
dolayısıyla, Türkiye, ne özel firma bazında ne devlet
bazında, Irak-Bağdat'ta yoktur. Bu nedenle, bugün, Fransızlar,
İtalyanlar, İngilizler, Ruslar, hatta Ukraynalılar, ambargo
sonrası Irak'ta meydana gelecek boşluğu doldurmak üzere, gerekli
bağlantıları yapmışlardır.
Dün akşam, Sayın Dışişleri
Bakanımızın ve Hükümet Başkanımızın
açıklamaları var "Yumurtalık Petrol Boru Hattı
açılıyor; 1 milyar dolar gelir gelecek" diye. Doğru Yol
Partisinin sözcüsü zaten açıkladı... Aslında, oradan 1 milyar
dolarlık petrol akacak; ancak, Türkiye'nin alacağı gelir
miktarı, azamî 50 milyon dolar civarındadır ve petrol boru
hattı açılmıyor; buradan ihraç ediliyor ve bu da altı
aylık süre içindir; altı aydan sonra ne olacağı hususu
belli değildir. Çünkü, Birleşmiş Milletler kararı,
Yumurtalık hattının açılması kararı
değildir; insanî yardım nedeniyle, bir miktar petrolün ihracına
yöneliktir ve her an, Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin ve
Yaptırımlar Komitesinin müdahalesine bağlıdır. Her üç
ayda bir kontrol edecek, işler düzgün yürüyorsa devam edecek, yoksa iptal
edecektir. O bakımdan...
BAŞKAN – Sayın Uzun, 1 dakikanız var efendim.
HAYRETTİN UZUN (Devamla) – Bir de "Ürdün modeli" diye
bahsediliyor; Türkiye'ye Ürdün modelinin uygulanacağı meselesi...
Aslında, Birleşmiş Milletlerin Ürdün'e özel ayrıcalık
tanıdığına dair bir hükmü yok, Körfez Savaşından
zarar görenlerle ilgili Ürdün'e bir müsamaha var ve o müsamaha devam ediyor.
Aynı müsamaha, bugüne kadar Türkiye'ye gösterilmiş değil.
Bir önemli husus da, Türkiye, artık Irak'la sınırdaş
mıdır? Türkiye ile Irak arasında, o şekilde, bu
şekilde oluşmuş ayrı bir otorite var, Kuzey Irak otoritesi
var. Siz, bu otoriteyle temas kurmadan, bu otoriteyle görüşmeden, Irak Hükümetiyle
nasıl bir işlem yapacaksınız?..
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Efendim, size de 2 dakika eksüre veriyorum; lütfen,
toparlayın.
HAYRETTİN UZUN (Devamla) – Söylemek istediğim en önemli husus,
lütfen, Çekiç Güç'ü ayrı alıp onun konusunu tartışın.
Daha devam edip, tartışıp
tartışmayacağımız, daha sonra da
tartışacağımız belli değil. Belki, daha uzun bir
süre konuşacağız bu konuyu, petrol meselesini.. Ama, Çekiç
Güç'ün süresini uzatma karşılığı bir rüşvet
aldığımız şeklindeki imaj yanlıştır.
Teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (ANAP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Uzun.
Efendim, tezkere üzerindeki müzakereler bitmiştir.
Sayın Sungurlu, ben, tutanağı getirttim. Sizi hedef alan
bir şey yok. İster misiniz açıklayayım?
MAHMUT OLTAN SUNGURLU (Gümüşhane) – Hayır, yok.
BAŞKAN – Sayın Çakan, gerçekten, sizin de dediğiniz gibi,
bir şey var -zaten arkadaşımız da açıkladı- bütün
uzatma kararlarında -Resmî Gazeteleri
de getirttim- şöyle denmekte: "gerektiğinde hareketi sona
erdirmeye Bakanlar Kurulu yetkilidir." Burada, Refah Partisi Grubu
adına konuşan arkadaşımız, bir ifadeyi
yanlış kullandı, düzeltmiş olduk.
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – İfade
yanlışlığı değil... O zaman, söylediği o
sözü geri alması lazım.
BAŞKAN – Efendim, şimdi, arkadaşımız
yanlış bir ifade kullanmıştır; Burada herkes
yanlış ifade kullanıyor; ama, hiçbiri geri almıyor.
AGÂH OKTAY GÜNER (Ankara) – Geri alsın... Geri alsın...
BAŞKAN – Onun için, rica ediyorum... Yani, bir kimsenin
kullandığı sözü geri aldırmaya, zorlamaya da
hakkımız yok.
Evet, tezkere üzerindeki müzakereler bitmiştir.
Tezkere üzerinde verilmiş bir önerge vardır; okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Ülkemizde konuşlandırılan Çokuluslu Güç'ün görev
süresinin uzatılmasına ilişkin Bakanlar Kurulu kararına ait
tezkereye, onbirinci satırda yer alan "Çokuluslu Güç'ün"
ibaresinden sonra gelmek üzere, aşağıdaki metnin ilave
edilmesini arz ve teklif ederiz.
Saygılarımızla.
Mustafa Cumhur Ersümer Murat
Başesgioğlu Zeki
Çakan
Çanakkale Kastamonu
Bartın
ANAP Grup Başkanvekili ANAP
Grup Başkanvekili ANAP Grup
Başkanvekili
Irak'taki otorite boşluğunun getirdiği
sakıncaların giderilmesi, sulhun temini için, bölgede yaşayan
Türkmen, Kürt ve diğer unsurlarla, merkezî Irak yönetimi arasındaki
işbirliğinin sağlanması, ülkemizin güvenliği
açısından, tespit edilen diğer tedbirlerin alınması
için, Hükümetçe gerekli girişimlerde bulunulmak ve Zaho'daki Askerî
Koordinasyon Merkezinin, en son 31 Ekim 1996 tarihine kadar Türkiye'ye
taşınması ve yeniden yapılandırılması
şartıyla, görev süresinin, aynı tarihe, 31 Ekim 1996'ya kadar
uzatılmasına, süre uzatımı sonuna kadar, Zaho'daki Askerî
Koordinasyon Merkezinin Türkiye'ye taşınmaması halinde,
Çokuluslu Güç'ün görev süresinin kendiliğinden bitmesine ve
faaliyetlerinin sona ermesine.
BAŞKAN – Sayın Başesgioğlu, söz istiyor musunuz?..
MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Evet.
BAŞKAN – Size, 5 dakikalık söz vereyim; çünkü, İçtüzükte
"5 dakikayı geçmemek üzere söz verilir" deniliyor. Rica
ediyorum, 5 dakikayla bağlı kalın efendim.
MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – 2 dakika
toleransını bize de tanırsınız Sayın Başkan.
BAŞKAN – Başkan olarak, bizim yetkimiz
sınırlandırılmış.
Buyurun efendim.
MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; biraz önce Yüksek
Başkanlıkça okunan önerge üzerinde söz almış bulunuyorum.
Önergemiz, Yüce Genel Kurulun da muttali olduğu gibi, Zaho'daki
Askerî Koordinasyon Merkezinin Türkiye'ye taşınması
şartıyla, 3 aylık süre uzatımını öngörmektedir.
Grubumuz adına konuşan Sayın Sungurlu'nun da ifade
ettiği gibi, Anavatan Partisi olarak, Çokuluslu Güç konusundaki en büyük
endişelerimizden birini deZaho'daki
koordinasyon merkezi teşkil etmektedir. Gerek Kuzey Irak'ta yaratılan
otorite boşluğunun doldurulması gerekse Hükümet
dışı sivil kuruluşların faaliyetlerinin kontrol
edilmesi açısından bu merkez çok büyük önem
taşımaktadır.
Biz, şimdi, temenni ederdik ki, biraz evvel, burada, Refah Partisi
adına konuşan değerli kardeşim "bugüne kadar
getirilmiş olan Bakanlar Kurulu tezkerelerinden çok farklı bir
tezkere getirdik" derken, bu tezkere kapsamında, bu tezkere
mahiyetinde, "Zaho'daki merkezin de Türkiye'ye
taşınması" ifadelerinin yer almasını isterdik.
Bu, yeni getirilen Bakanlar Kurulu tezkeresinin, bugüne kadar getirilen
Bakanlar Kurulu tezkerelerinden hiçbir farkı yoktur. Sadece metinlerdeki
ifade yazılışlarının ve tasarımlarının
değişik olması, ifadenin ve Bakanlar Kurulu tezkeresinin mahiyetini
değiştirmez. Değerli arkadaşlarımızın
söylediği gibi, Çokuluslu Gücün görev süresini bitirmek konusu, bütün
Bakanlar Kurulu tezkerelerinde yer almıştır.
Yine, Refah Partisi adına konuşan değerli
arkadaşımız, Refah Partisi dışında bütün Meclisi
kastederek "bugüne kadar, beş yıl süreyle
kıvırttınız" gibi bu kürsünün
ağırlığına yakışmayacak bir ifadede bulundu.
Bunu Meclisteki hiçbir partimizin kabul etmesi mümkün değildir. Eğer,
Sayın Arınç'ın sözlerini bu manada alırsak, bugün, Refah
Partisi büyük bir değişim yaşamaktadır, Sayın
Başbakanımızın ifadesiyle. Bu değişimde,
muhalefette bulundukları süre içerisinde, Çekiç Güç'ü inkâr eden, Çekiç
Güç'ü reddeden bir parti olarak, bugün -30 Temmuz itibariyle- Çekiç Güç'ün
süresinin uzatılması için, hem de 5 ay süreyle uzatılması
için, Bakanlar Kurulu tezkeresinin altına imza koymaktadır. Evet, bu
değişim, Refah Partisine ve Sayın Başbakanımıza
hayırlı olsun diyoruz; ama, değerli Refah Partililer, şu
lüksü, hiç kimse size vermez: Hem iktidar koltuğunu, sıralarını
işgal edeceksiniz hem de muhalefet yapacaksınız! Bu kürsüden, bu
çifte standardı, bu lüksü yapmaya hakkınız yok. Refah Partisi
olarak, kendi doğrularınız dışında başka
doğruların olduğunu da hükümet etme sorumluluğunu
aldığınız sürece teker teker tadacaksınız. Bunu,
kendi kamuoyunuza, kendi seçmeninize anlatmanın takdiri de size aittir.
Ben, tekrar, önergemize dönüyorum ve Anavatan Partisi Grubu olarak,
Zaho'daki bu koordinasyon merkezinin, Çokuluslu Güç'ün önümüzdeki günlerdeki
işleyişi ve konumu içerisinde çok önemi bir yer tutacağına
inanıyorum.
Yüce Meclisten ve özellikle, İktidar Partisi Grubuna mensup
değerli arkadaşlarımdan, bu önergemize hassasiyetle
bakmalarını, özellikle, bu koordinasyon merkezinin Türkiye'ye
taşınması konusundaki hassasiyetimize katılmalarını,
katkı vermelerini rica ediyor; bu vesileyle Yüce Meclise saygılar
sunuyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN– Teşekkür ederim Sayın Başesgioğlu.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Önerge reddedilmiştir.
Oylamadan önce, bir açık oylama isteği vardır; ama, önce
tezkereyi okutacağım.
(ANAP Grubu milletvekilleri Genel Kurul salonunu terk ettiler)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Körfez Savaşını takiben Kuzey Irak'ta meydana gelen
olaylar sonucunda, ülkemize yönelen ve sınırlarımızın
fizikî güvenliğini tehdit etmekle kalmayıp, aynı zamanda
ekonomik ve sosyal düzenimizi de zorlayacak boyutlara erişen toplu göç
hareketinin tekrarına yol açabilecek gelişmeleri, Irak'ın toprak
bütünlüğünü koruyarak caydırmak, gerekirse bu gelişmelere mâni
olmak, Kuzey Irak'ta bölge halkının insanî ihtiyaçlarının
karşılanabilmesinin güvenlik içinde devamını sağlamak
amacıyla, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 688
sayılı Kararı da göz önünde tutularak, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 17.1.1991 tarih ve 126 sayılı Kararına dayanılarak
başlatılan "Provide Comfort II" huzur harekâtı
çerçevesinde ülkemizde konuşlandırılan Çokuluslu Güç'ün görev
süresinin 31 Temmuz 1996 tarihinden itibaren 5 ay süreyle
uzatılmasına;
Çokuluslu Güç'ün yapısı, konuşlandırılması
ve bu güçteki Türk askerî personelinin sayısının
artırılması,
Güce bağlı yabancı ülke silahlı kuvvetler
personelinin ve gücün ülkemizde tabi olacakları statünün tayini,
Kuzey Irak'taki Türkiye'yi tehdit eden her türlü terörist
yapılanmanın ve Irak'ın bölünmesini hedef alan faaliyetlerin
önlenmesi,
Sınır güvenliğinin sağlanması,
Bölgenin ekonomik canlılığını kazanabilmesi
için, Birleşmiş Milletler Sözleşmesinin, ambargodan zarar gören
ülkelerle ilgili 50 ve 51 inci maddeleri uyarınca, Türkiye'nin
zararlarının telafisi,
Türkiye'nin güce katkısı ve bu gücün Türkiye
menfaatlarına uygun biçimde kullanılması
ile ilgili bütün kararları almaya ve gerektiğinde
harekâtı sona erdirmeye Bakanlar Kurulunun yetkili
kılınması için Anayasanın 92 nci maddesine göre izin
verilmesini arz ederim.
Prof. Dr. Necmettin Erbakan
Başbakan
BAŞKAN – Sayın Gözlükaya, açık oylama önergenizi geri mi
çekiyorsunuz?
MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Evet efendim. Açık oylama önergemizi
geri çekiyoruz, oylama işaret oyuyla yapılsın.
BAŞKAN – Peki efendim.
Açık oylama önergesi geri verilmiştir; o zaman oylama,
işaret oyuyla yapılacaktır.
Tezkereyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Tezkere kabul edilmiştir. Hayırlı, uğurlu
olsun.
İşte görüldüğü gibi, Çekiç Güç'ün görev süresinin
uzatılması iktidarda iken değişik görünüyor, muhalefette
iken değişik görünüyor. (DSP ve CHP sıralarından
alkışlar [!]) Yani, arkadaşlar, Çekiç Güç, iktidarda,
uzatmayı gerektiren bir görüntü veriyor, onun için bunu kabul
edeceğiz.
Birleşime 15 dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 18.57
İKİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 19.14
BAŞKAN:
Başkanvekili Kamer GENÇ
KÂTİP
ÜYELER: Ünal YAŞAR (Gaziantep), Kâzım ÜSTÜNER (Burdur)
BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 84 üncü Birleşiminin
İkinci Oturumunu açıyorum.
Sayın milletvekilleri, çalışmalarımıza
kaldığımız yerden devam ediyoruz.
III. –
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)
C)
TEZKERELER VE ÖNERGELER (Devam)
7. – On ilde uygulanmakta olan
olağanüstü halin, 31.7.1996 günü saat 17.00’den geçerli olmak üzere dört
ay süre ile uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi
(3/422)
BAŞKAN – On ilde uygulanmakta olan olağanüstü halin, 31.7.1996
günü saat 17.00'den geçerli olmak üzere dört ay süreyle uzatılmasına
ilişkin Başbakanlık tezkeresi vardır; okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 18.6.1996 tarihli ve 436
sayılı Kararı uyarınca, Batman, Bingöl, Bitlis,
Diyarbakır, Hakkâri, Mardin, Siirt, Şırnak, Tunceli ve Van
İllerinde devam etmekte olan Olağanüstü Halin, yasal ve idarî
düzenlemeler tamamlanıncaya kadar, 31 Temmuz 1996 günü saat 17.00'den
geçerli olmak üzere dört ay süreyle uzatılmasının Türkiye Büyük
Millet Meclisine arzı, Bakanlar Kurulunca 27.7.1996 tarihinde
kararlaştırılmıştır.
Gereğinin yapılmasını saygılarımla arz
ederim.
Prof.
Dr. Necmettin Erbakan
Başbakan
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, bu tezkere üzerinde de
İçtüzüğün 72 nci maddesine göre görüşme açacağım.
Görüşmede, gruplara, Hükümete ve şahısları
adına iki milletvekiline söz vereceğim; müzakere sonunda da tezkereyi
oylarınıza sunacağım.
Gruplar ve Hükümet adına söz süresi 20'şer dakika,
şahıslar adına 10'ar dakikadır. Hükümet, isterse,
uygulamalarımız gereği önce kısa bir açıklama
yapabilir.
Sayın Bakan, önce kısa bir açıklamak yapmak ister
misiniz?
İÇİŞLERİ BAKANI MEHMET AĞAR (Elazığ)
– Evet.
BAŞKAN – Buyurun efendim.
İÇİŞLERİ BAKANI MEHMET AĞAR (Elazığ)
– Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekillerimiz;
olağanüstü hal uygulamasının, dört aylık süre için, 28 inci
kez uzatılması teklifiyle yüce huzurlarınıza gelmiş
bulunuyoruz.
Çok kısa bir açıklamayla iktifa edeceğim; Yüce
Meclisimiz, bu konuyla ilgili benzer açıklamaları, benzer
gerekçelerle, defalarca dinlemiş bulunuyor.
Bugünkü gelinen nokta itibariyle, Türkiye'de, terörle mücadelenin ve
özellikle daha yoğun biçimde olağanüstü hal bölgesi
sınırları içerisinde süregelen terörle mücadelenin, artık
partilerüstü bir güvenlik politikası biçiminde şekillendiği
hepinizin malumudur. Ancak, bilinen bir gerçek de var ki, hiç bir hükümet, özellikle
Meclisimiz, bu olağandışı yönetimin sürgit devam etmesi
konusunda arzulu değildir. Olağanüstü hal rejiminin devamı,
mecburiyetten, zaruretten doğmuş. Üzülerek ifade etmek gerekir ki,
bugüne kadar geçen süreç içerisinde, yasalarımızda yapılacak
birtakım değişiklikleri yapmak suretiyle olağan rejime
dönme imkânı var iken, bilinen nedenlerden dolayı, bu yasa
değişiklikleri, maalesef, şu ana kadar realize edilebilmiş
değildir. Ancak, olaya bir başka yönüyle bakış
açısı içerisinde olduğumuzda da, olağanüstü hal rejiminin
getirmiş olduğu, özellikle bazı yetkilerin tamamının,
terörle mücadeleyi kolaylaştırma amacına dönük olduğu
görülmektedir.
Uygulamada eleştirilebilecek olan birtakım konular, sadece
olağanüstü hal rejiminin değil, normal rejimin de uygulandığı
diğer bölgeler için de söz konusu olabilir. Bütün bunların hepsini,
zaman zaman fertlerin yanlış ve hatalı tutumlarından
doğan tavırlar olarak görmek daha doğrusudur. Hiçbir devlet,
hiçbir hükümet ve onun yönetim tarzı, insanlarımızın
mağdur olacakları, sıkıntıya düşecekleri bir
tavır, bir davranış içerisinde olamaz; bunu arzu etmeleri hiçbir
zaman düşünülemez. Kaldı ki, 1987'den bu güne kadar geçen bütün süreç
içerisinde de, burada hizmet yapan tüm kamu görevlileri, terörle mücadelenin
bir an evvel bitirilebilmesi, buradaki insanlarımızın huzur,
güven ve rahatlık içerisinde olabilmeleri ve bu
olağandışı rejimden bir an evvel normale dönülebilmesi
için, olağanüstü de gayret sarf etmişlerdir; ancak -daha sonra,
ihtiyaç duyduğumda, değerli grup sözcülerinin
konuşmalarının sonucunda, cevaplanması gereken konular var
ise, onları cevaplandıracağım sırada ifade
edeceğim gibi- zaman zaman da bu konuda önemli sıkıntılarla
karşılaşmışlardır.
Olayın, Türkiyemiz sınırları dışından
kaynaklanan nedenleri konusunda hâlâ net bir çözüme ulaşmış
değiliz. Bölgede, bütün illeri kapsayan ve temadi eden olayların
birkaç ilin sınırlarını zorlayan, daha fazla ilin
sınırlarını zorlayan boyutu halen devam edegelmektedir. Bu
koordinasyonun sağlanması, olağanüstü hal rejiminin getirmiş
olduğu yetkilerin son derece olumlu kullanılması yönüyle de,
meselenin büyük ölçüde aşılma durumunda olduğu gözden ırak
tutulmamalıdır; ama, olayın psikolojik boyutu
açısından düşünüldüğü takdirde, uzunca zamandan beri,
sıkıyönetimler, arkasından olağanüstü hal rejimleriyle idare edilen bu bölgede bir an evvel normal
yönetime geçilmeli ve olay da psikolojik açıdan
rahatlatılmalıdır şeklindeki düşüncelere de saygı
göstermemek mümkün değildir.
Bugün, biz, inanıyoruz ki, Yüce Meclisimizin çatısı
altında görev yapan bütün parlamenterlerimiz, elbette ki, terör gibi,
bütün ulusumuzu birinci derecede ilgilendiren ve her hükümetin birinci derecede
meselesi olan, problemi olan bu konunun çözümünde ve mücadelesinde, asgarî
müştereklerde büyük ölçüde birleşmiş durumdadırlar;
doğrusu ve doğal olanı da budur.
Türkiye'nin son derece önemli stratejik konumu ve bildiğimiz
demografik ve coğrafî yapısı gereğince, bu ülkede, hiçbir
zaman gerginliğin yaratılmaması, bütün meselelere bir
yumuşama, uzlaşma ve bir genel konsensüs içerisinde -özellikle terör
gibi bir meselede- bakılması ve bu işin devamını
isteyen, ülkenin birliği, bütünlüğü aleyhinde sürekli faaliyet
içerisinde olan bazı örgütler ve onun yandaşlarının
haricinde, milletimizin ezici bir çoğunluğunun, hangi siyasî parti
içerisinde olursa olsun, ülkemizin birliği, bütünlüğü, üniter devlet
yapımız ve millî sınırlarımızın
değişmezliği ve bu
sınırlar içerisinde, bütün insanlarımızın,
Anayasamızda ifadesini bulan temel hak ve hürriyetler başta olmak
üzere, bütün özgürlüklerden alabildiğine istifade edeceği ve
demokrasinin bütün nimetlerinden doya doya istifade ettikleri bir ortamın
içerisinde olmaları, hiç şüphesiz ki, en önemli arzularıdır
ve bütün yurdumuzun her sathında olduğu gibi, bu bölgede de, bir an
evvel, olağanüstü hal rejiminin kaldırılarak, normal rejim
içerisinde bu insanlarımızın da yaşamlarını bu
tarzda sürdürmeleri ve bölgenin, diğer bölgelerimizde de hiç ihmal
edemeyeceğimiz coğrafî sıkıntılardan veya son
dönemlerdeki ekonomik kalkınma hamlemizde yeteri ölçüde süratli
olamamanın getirdiği sıkıntılar sonucu ortaya
çıkan birtakım ekonomik sıkıntıların da
aşılabileceği günü hep birlikte özlemekteyiz. Bu konuda da,
Hükümetimizin, gerçekten, bu bölgedeki ekonomik problemlerin çözümünde ve
bölgenin gerçekten ihtiyacı olan realist, uygulanabilme özelliği olan
projelerin gerçekleştirilmesinde büyük bir heyecan, büyük bir iştiyak
ve büyük bir gayretle çalışacağı yüksek
malumlarınızdır. Onu, bu kürsüden, bir kez daha, sizlere ifade
etmeyi de zevkli bir görev sayıyorum.
Bütün bunların yanında, bu bölgede -daha önce,
gündemdışı konuşmada Sayın Göksoy'un da ifade
ettikleri gibi- olağanüstü bir özveri içerisinde, gerçekten, o bölgenin
insanıyla bütünleşmiş, bütün moral değerleriyle
kucaklaşmış ve bu insanların problemlerinin çözümü yönünde,
sadece güvenlik açısından değil, her türlü meselesinin çözümü
yönünde büyük gayret sarf eden valisi, kaymakamı, askerî birlik
komutanları, polisi ve bütün kamu görevlileriyle beraber topyekûn bir
seferberliğin, topyekûn bir gayretin her dönemde var olduğunu
biliyoruz; ancak, bilinmelidir ki, bu dönemde de, geçmişin daha ötesinde,
fazlasıyla sağlanacak imkânlar açısından da, buradaki
insanlarımızın, hiç olmazsa günlük yaşayışlarındaki
temel meselelerinin çözümü konusunda daha fazla katkılar yapmakta çok
ciddî bir azmimiz vardır, çok ciddî bir
kararlılığımız vardır.
Olağanüstü hal uygulaması içerisinde, gerçekten, güvenlik
güçlerimiz, bölgedeki problemin var olduğundan bu yana, büyük bir
gayretle, büyük bir fedakârlıkla, büyük bir vatanseverlik duygusu
içerisinde çalışmaktadırlar. Onlar, hepimizden daha
fazlasını bilmektedirler ki, bölgedeki insanlarımızın
desteği, onların her yönüyle -moral açısından olsun, sair
açılardan olsun-vereceği güç olmaksızın, terörle mücadelede
kesin ve net bir başarıya ulaşma imkânı yoktur;
karşılaştıkları bütün zorluklara rağmen
-coğrafî şartlardan olsun, iklim şartlarından olsun- bu
konuda hiçbir taviz vermeksizin, hiçbir sıkıntıya
düşmeksizin ve hiçbir gerilemeye neden olmaksızın var güçleriyle
mücadelelerini sürdürmektedirler ve bütün bu mücadeleleri boyunca, başta
Yüce Parlamentomuz olmak üzere bütün cumhuriyet hükümetlerimizin güvenlik
güçlerimize vermiş olduğu desteğe de, elbette ki, güvenlik
güçlerimiz şükran hisleriyle doludur. Şehit olmak pahasına, hayatî
uzuvlarını çok genç yaşlarda kaybetmek ve normal
yaşamın dışına düşmek pahasına,
canlarından yaptıkları fedakârlıklardan dolayı,
Bakanlığımız, Yüce Meclisimiz ve Hükümetimiz olarak, biz de
kendilerine şükran hisleriyle doluyuz. Bütün arzumuz, temennimiz,
amacımız, Türkiye'nin hiçbir bölgesinde, hiçbir noktasında, bir
tek insanın canı bile yanmasın, bir tek insanımız
ölmesin, bir tek insanımız sıkıntı içerisinde
olmasın.
Elbette ki, Türkiye gibi son derece önemli konuma sahip olan bir
ülkenin, dışarıdan kaynaklanan -içeride bazı
işbirlikçileriyle beraber- tarihin her devrinde gördüğümüz
sıkıntılarla karşı karşıya
kalmasının şaşılacak bir yönü yoktur. Önemli olan,
başta Meclisimiz olmak üzere, bütün anayasal
kuruluşlarımızın, her noktada ve her şekilde, bu
meselelere karşı uyanık, bugüne kadar olduğu gibi, ciddî,
hiçbir zaman çifte standarda cevaz vermeyen tavırlar içerisinde ve bu
beraberlik içerisinde ve bütün temel meselelerde var olduğunu
gördüğümüz, büyük bir memnuniyetle müşahede ettiğimiz tavır
beraberliği içerisinde olmamız ve yine, Yüce Parlamentomuz başta
olmak üzere, yüce milletimizle bütünleşmiş kompozisyonu içerisinde,
bu sıkıntıların üstesinden geleceğimiz günlerin de
uzak olmadığını ifade ediyorum.
Önümüzdeki dönem içerisinde, Bakanlığımızda
yapılmış olan, birçoğu da komisyonlarımıza
intikal etmiş olan temel kanunlarımız, İl İdaresi
Kanunu başta olmak üzere, Köy Kanunu, 6136 sayılı Kanun ve bir
de, burada, hakikaten fedakârca görev yapmakta olan güvenlik güçlerimizin
-olağanüstü halin kalkmasıyla beraber maddî açıdan önemli
desteğe ihtiyaçları olduğunu ve hakları olduğunu da
hepimiz yakinen biliyoruz- sıkıntılarını gidermek
için, güvenlik tazminatını karşılamaya ilişkin
birtakım yasal düzenlemeleri yapmak suretiyle, zannediyorum ki, önümüzdeki
dönemden itibaren, olağanüstü hali, kademe kademe ve nihayetinde de
tamamen kaldırmak, bu Meclisin çalışma dönemine bağlı
olacaktır. Ancak, olağanüstü halin kalkması durumunda, elbette
ki, operasyonların öneminin azalması veya operasyonların
başarılı olabilmesi, netice alabilmesi yönünden, güvenlik
güçlerimizin ihtiyacı olan her türlü düzenleme ve organizasyonun
yapılmasına da engel teşkil etmeyecek biçimde kanunî
düzenlemelerimizin de yapılacağı açık bir gerçektir.
Biz, bütün bunların gerçekleşeceği döneme kadar
-zannediyorum ki, bu kürsüden çok söylendi; ama, bu sefer, bir kez daha tekrar
edelim ve yapma konusundaki kararlılığımızı da
ifade ederek, son defa diyebileceğimiz şekilde- olağanüstü halin
uzatılmasını Yüce Meclisimizden talep ediyoruz.
Ben, bilinen gerekçelerle daha fazla zaman almamak açısından,
saygılarımı arz ediyorum.
Daha sonra, grup sözcülerimizin konuşmalarından dolayı
cevap ihtiyacı hâsıl olursa, bir kez daha söz
alacağımı Başkanlık makamına arz ediyorum. (DYP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakanım.
Efendim, tezkere üzerinde, şu ana kadar, ANAP Grubu adına
Şırnak Milletvekili Sayın Salih Yıldırım;
şahısları adına, Diyarbakır Milletvekili Sayın
Sebgetullah Seydaoğlu, Ankara Milletvekili Sayın Mehmet Ekici,
İstanbul Milletvekili Sayın Algan Hacaloğlu söz
istemişlerdir.
HASAN HÜSAMETTİN ÖZKAN (İstanbul) – DSP Grubu adına
İstanbul Milletvekili Sayın Bülent Tanla konuşacak.
BAŞKAN – Peki.
Buyurun Sayın Yıldırım.
Süreniz 20 dakika efendim.
ANAP GRUBU ADINA MEHMET SALİH YILDIRIM (Şırnak) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; olağanüstü halin
uzatılmasına dair Hükümet tezkeresi üzerinde, Anavatan Partisi
Grubunun görüşlerini sunmak üzere huzurunuzdayım. Bu vesileyle,
Grubum ve şahsım adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, hepinizin bildiği gibi,
olağandışı koşulların
yaşandığı ülkemizde, 1978 yılında
sıkıyönetim, 1987 yılında da, doğu ve güneydoğu illerimizin
bir bölümünde olağanüstü hal yasası uygulandı ve bugün, Yüce
Meclis, 29 uncu kez, bu konudaki görüşmelere tanık olmaktadır.
Öyle görülüyor ki, bu Yüce Meclis, daha pek çok farklı
davranışlara ve garipliklere şahit olacaktır.
Yürürlüğe girdiği günden beri, ilke olarak buna
karşı tavır alan, çok sert mesajlar veren "hükümet
olduklarında, bu duruma bir saat bile tahammülleri
olmadığını" söyleyen Refah Partisinin değerli
sözcüleri, şimdi, hiçbir şey olmamış gibi olağanüstü
hal süresinin dört ay uzatılması istemiyle karşımızda
bulunmaktadırlar.
Peki, birbiriyle bu denli çelişen durumun sebebi nedir?
Olağanüstü halin uygulanmasını gerekli kılan koşullar
ağırlaşmış mıdır? Eğer hal böyleyse,
Sayın DYP Genel
Başkanının, güllük gülistanlık olarak gösterdiği,
pikniğe davet ettiği güneydoğudaki mantığıyla,
görüşleriyle çelişmektedir.
Eğer, parti politikası olarak, sağlıklı ilkeler
üzerinde, sağlıklı fikirler ve veriler üzerinde belirli bir
tavır sağlanmamış, belirli görüşler
oluşturulmamışsa, particiliği ve politikayı, sadece başka partilerin
görüşlerine karşı gelmek olarak düşünüyorlarsa -ki,
şimdiki sergilenen tablo daha ziyade bunu gösteriyor- bu çok
sakıncalı bir konudur, çok sakıncalı bir durumdur. Bunu,
biz, gelecek nesillere ve politika yapmak isteyenlere anlatmakta çok
zorlanacağız.
Değerli Refah Partisi sözcüsü -geçen hafta- olağanüstü halle alakalı
görüşmeler sırasında, çok güzel bir tanımlamada bulundu,
"dün söylediğini bugün unutanların yakasına
yapışma onurunu yaşayalım" dedi. Öyle zannediyorum ki,
Sayın Hatipoğlu, yakasına yapışacak çok sayıda
insanı Refah Partisinde bulacaktır.
Bu kadar çok tartışılan, uğraşılan, emek
sarf edilen konuda, bugün ulaştığımız nokta,
vardığımız yer, maalesef tatminkâr olmaktan çok
uzaktır. Bunun sebebi nedir? Çünkü, soruna konulan teşhis
yanlış olabilir mi? Hayır. Çünkü, çözüm için önerilen
alternatiflerin yetersizliği söz konusu olabilir mi veya hatalı
olabilir mi? Belki.
Peki, soruna esas teşkil eden, olağanüstü halin
oluşmasına neden olan koşullar nedir, konu nedir?
Bazılarının söylemek istediği gibi, bu bir halk hareketi
midir? Hayır. Bazılarının söylemek istediği gibi, bu
bir isyan mıdır? Kesinlikle hayır. Bu, sadece, ülkemizi
değil, tarihin çok eski zamanlarından beri, ülkeleri ve
toplumları tehdit eden, boyutları bazen çok büyüyen,
uluslararası nitelik kazanan terörizmdir ve bugün bunun Doğu ve
Güneydoğu Anadolu'daki temsilcisi de PKK'dır.
Demokratik toplumlarda vatandaşa, bireysel olarak kaderini tayin
etme hakkı tanınmıştır; bu hakkın kimse
tarafından gasp edilmesi kabul edilemez; hele, bu hakkın,
yasadışı mücadeleyi meşru kılmak için
kullanılması hiç kabul edilemez. Fiilî bir gasp, hukukî bir hak
doğurmaz; bu nedenle, demokratik toplumlarda terörizm, sadece siyasal
değil, aynı zamanda bir insanlık suçu olarak görülmektedir.
Çağdaş, özgürlükçü demokrasi anlayışı, her türlü
fikrin ifade edilmesine izin verir; bu da, demokrasi dışı
yolların denenmesine gerek olmadığını göstermesi
açısından, çok anlamlıdır.
1984 yılından beri gündemimize yerleşen, son beş
yılda hızla tırmanan terör, Doğu ve Güneydoğu Anadolu
Bölgelerinde sorun yaratmayı, ülkeyi parçalamayı, bölmeyi
amaçlamaktadır. Ülkemizin gelişmesinden, güçlenmesinden korkan ve
tedirgin olan bazı dış güçler ve mihraklar, maalesef, bu
olumsuzluğa destek vermektedirler. Terör, uygulama alanı olarak,
neden Doğu ve Güneydoğu Anadolu'yu seçmiştir? Çünkü, yörenin
coğrafyası buna müsaittir; çünkü, yörenin jeopolitik durumu buna
müsaittir; çünkü, yörede ekonomik, sosyal, eğitsel, kültürel,
sağlık ve psikolojik sorunları olan bir toplum
yaşamaktadır.
Bu sorunlu toplum kimlerden oluşmaktadır? Bu sorunlu toplum,
Kürtlerden, Zazalardan, Araplardan ve Asurîlerden oluşmaktadır. En
büyük kitleyi oluşturan Kürtlerin, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin sosyal
ve kültürel coğrafyasındaki yeri tartışılmaz.
Başta ben olmak üzere, Türkiye Cumhuriyeti Devleti vatandaşı
olmaktan onur duyan 70'e yakın Kürt parlamenter, bu kutsal
çatının altında görev yapmaktadır. Kürtlük, bir alt
kimliktir; tıpkı, Türkmenlik, Çerkezlik, Azerîlik, Çeçenlik,
Gürcülük, Lazlık, Araplık, Zazalık gibi ve tüm bunlar birlikte
Türk Ulusunu oluşturur. Türklük, bir üst kimliktir, millî simgedir. (ANAP,
CHP ve BBP sıralarından alkışlar)
Türk Ulusu, farklı etnisiteleri (ethnicité) ve kültürleri kendi
özelliği ve zenginliği olarak kabul eder; ulusal birliği, kültür
alanında değil, siyasal alanda görür. Bugün, dünyadaki, 180 devletten
160'ı, etnik yapı açısından heterojen bir yapı
oluşturur; ancak 20'ye yakın devlet, etnik açıdan, homojen bir
görüntü sergilemektedir. Kürtlerin, Türklerle birlikteliğinin,
altıyüzelli yediyüz yıllık bir geçmişi vardır. Bu
birliktelik, Allah'ın izniyle, Türkiye Cumhuriyeti Devleti içinde ilelebet
sürecektir. Bundan kimsenin kuşkusu ve korkusu olmamalıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bazı
gerçeklerin burada tekrarlanması gerekmektedir. Kürtlerin kahir
ekseriyeti, üniter devletten yanadır. Kürtlerin kahir ekseriyeti, toprak
bütünlüğünden yanadır. Bugün, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da
küçük bir azınlık, etnik bazda, terörist eylemlerde
bulunmaktadır. Maalesef, dolaylı olarak, bazı vatandaşlarımızın
bu olumsuzluğa katıldığı bilinmektedir. Bu insanlar,
bizim insanlarımız, eğrileriyle, doğrularıyla,
güzellikleriyle, çirkinlikleriyle. Bunları kazanmak, bunların
sorunlarını düşünmek, düşünce ve
tasarılarını açıklamak, aydınlatmak, bunlara rehberlik
etmek, devlet olarak bizim görevimiz, bizim sorumluluğumuz. Biz bunlara
sahip çıkmadığımız takdirde, biz bunların
sorunlarıyla ilgilenmediğimiz takdirde, başkaları
bunların sorunlarıyla ilgilenir; bunun suçu da, kusuru da, vebali de
bizim olur.
Değerli milletvekilleri, yörede yaşayan Kürt
halkının sorunları vardır. Uzun süreyi kapsayan, kronik
hale gelmiş olan bu sorunlara, geçmiş yönetimler, yeterli çözümler
üretemeyince, terör örgütü, bunları, devlet aleyhine kullanır
olmuştur. İşte, doğu ve güneydoğu
olaylarının altında yatan gerçek budur.
Bu durumda, devletin, teröre en etkin biçimde müdahale etmesi
doğaldır. Güvenlik güçlerimizin, konunun güvenlik boyutuyla
yaptıkları mücadele her türlü takdirin üzerindedir. Olayların
içerisinde yaşayan bir arkadaşınız olarak, bunu çok iyi
biliyor, şahsım ve Grubum adına, güvenlik güçlerimizin tüm
mensuplarına teşekkürlerimi, takdirlerimi sunuyorum.
Uygulamada sıkıntılar yok mudur? Vardır. Hak
ihlalleri yok mudur? Vardır. Yanlışlıklar yok mudur?
Vardır. Bazen de, bunlar, çok ciddî boyutlara ulaşmaktadırlar.
Bunları saptamak, gerekli önlemleri almak, tekrarını önlemek,
devletin, bizim, hepimizin görevidir.
Şimdi, problemde, sorumluluğun diğer boyutu var ve bu
sorumluluk da icranındır. Yöre halkının, kültürel
özelliklerini, örf, âdet, gelenek, görenek ve dilini yaşamasına
olanak sağlamalıdır. Eğitimdeki düşük düzey ve
bölgesel farklılık süratle giderilmelidir. Yöre halkının
yaşamına pratik katkılar getirecek meslek yüksekokullarına,
meslek okullarına ve liselerine öncelik verilmelidir.
Yöre ekonomisinin temelini teşkil eden hayvancılık
sektörü, büyük bir kriz içerisinde yok olma tehdidiyle karşı
karşıyadır. Bu durumun düzeltilebilmesi için, yol, su, elektrik,
seyyar mandıra, veteriner hizmeti verilmesi kesin gerekmektedir. Et
kombinaları, işletme fonları, teşvik kredisiyle bu sektörün
desteklenmesine katkı sağlanmalıdır.
Yalnız yöre için değil, tüm ülke için umut olan GAP Projesi ve
yerel istihdamı hızla artıracak altyapıları süratle
bitirmek gerekmektedir. Yöre halkının sulu tarıma adaptasyonuna
hazırlık yapılmalıdır, olanak
sağlanmalıdır.
Temel sağlık hizmetinde belirli bir standart sağlayacak
kadro, cihaz ve fizikî yapı ivedi olarak oluşturulmalıdır.
Bugün için sağlığın göstergesi kabul edilen bazı
ölçütlerin ve verilerin, dünyayla karşılaştırıldığında
yüzümüzü ağartacak rakamlar olarak ortaya
çıkmadığını belirtmek gerekiyor. Bugün, güneydoğu
yöresinde ölüm oranı Türkiye ortalamasının iki katı ve
doğum oranı da ortalama olarak yüzde 3,8'dir; bu da Türkiye
ortalamasının 2,2 katına tekabül etmektedir.
Yörede, yeraltı servetlerinin işletilmesine öncelik
verilmelidir. Sınır ticareti, yöre için çok büyük önem arz
etmektedir; bunun kurumsallaşmasına katkı
sağlamalıdır. Bölgesel bir kalkınma bankasının
kurulmasında çok büyük yarar görülmektedir. Bölgesel gelişme ve
teşvik fonu oluşturulmalıdır.
Koruculuk sistemi ıslah edilmeli, bugünkü haliyle yaşam
biçimine dönüşmesine olanak verilmemelidir. Terörün psikolojik boyutu
mutlaka görülmeli, yöredeki kamu hizmetlerinde gerekli hızı,
etkinliği ve verimliliği sağlayacak, nitelikli, aksiyoner,
devlet sorumluluğu ve Allah korkusu olan idareciler görevlendirilmelidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; terörün yörede
oluşturduğu en önemli olumsuzluklardan biri de göçtür. Çok yönlü
boyutları ve nedenleri olan göçün durdurulacağı ve yerleşim
alanlarının tekrar iskâna açılacağına dair
beyanları umutla ve memnuniyetle karşılıyoruz; ancak,
güvenlik sağlanmadan, yeterli altyapı oluşturulmadan iskâna
müsaadenin önemli sorunlar doğurabileceğini bilmek gerekmektedir.
Hele, devletin taahhüdünü yerine getirememesinin oluşturacağı
güvensizlik duygusu önemli sorunlar oluşturabilir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dünyada teröre
maruz kalan tüm ülkeler, antiterör yasaları çıkararak uygulamaya
koyarlar; İngiltere, İtalya, İspanya, Almanya buna örnek
gösterilebilir. Ancak, terörü caydırıcı bir hukuk sistemi
geliştirirken, terörün asıl amacı olan toplumsal
huzursuzluğu ve baskıcı yöntemleri artırmamak gerekmektedir.
Uygulanacak güvenlik politikasının temelini, hukukun üstünlüğü
ve etkili adalet oluşturmalıdır. Gerek içeride ve gerekse
dışarıda dışarıda çok eleştirilen
Olağanüstü Hal Yasası, ümit ediyoruz ki, yakında
kaldırılacaktır. Olağanüstü halden normal hale
geçişte, terörle mücadelenin etkili bir şekilde devamına imkân
verebilmek için, 53 üncü Hükümet tarafından titizlikle ve süratle
hazırlanan uyum yasaları, maalesef, gözardı edilmiştir.
Bugün, Mecliste konuşulması gerekli konu ve gündemin başka
olması gerekirdi diye düşünüyoruz.
Olağanüstü Hal Yasasında, 6136 sayılı Ateşli
Silahlar ve Bıçaklar Hakkında Kanun, 1774 sayılı Kimlik
Bildirme Kanunu, 442 sayılı Köy Kanunu ve 5442 sayılı
İl İdaresi Kanununda önemli değişiklikler öngörülmüştür.
Olağanüstü Hal Yasasında bulunan ve yeni taslağa
alınmayan yetkiler şunlardır:
İşyerlerinde hafta tatili, bayram, genel tatiller ile
öğle dinlenmesine ilişkin kanunların uygulanmaması; belli
yerleşim yerlerinde yerleşimi yasaklamak, bu yerleri boşaltmak
veya nakletmek; umuma mahsus yerler ile kulüp ve benzeri yerleri başka amaç
için kullanmak; kamu görevlilerinin yıllık izinlerini
sınırlamak veya kaldırmak; tehlike arz eden binaları
yıkmak; gazete, dergi, broşür, kitap ve benzerlerinin
basılmasını, yayınlanmasını,
dağıtımını, dışarıda
basılanların bölgeye sokulmasını yasaklamak veya izne
bağlamak, yasakları, yasaklı olanları toplatmak;
işyeri kapatmak; söz, yazı, resim, film, plak, ses ve görüntü
bantlarını ve sesle yapılan yayınları, sahne
oyunlarını denetlemek, sınırlamak veya yasaklamak; kamu
düzen ve güvenliğini bozabilecek kişi ve toplulukların bölgeye
girişini yasaklamak, bölge dışına çıkarmak veya bölge
içinde belli yerlere giriş çıkışları yasaklamak;
güvenlik nedeniyle, belli tesis ve teşekküllere giriş
çıkışı sınırlamak veya yasaklamak; işçi
çıkarmalarını izne bağlamak veya ertelemek; dernek
faaliyetlerini, üç ayı geçirmemek suretiyle durdurmak; grev, lokavt
kararının en çok üç ay ertelemesini yapmak.
6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile
Diğer Aletler Hakkında Kanunun ek 8 inci maddesinin birinci
fıkrasının değiştirilmesine dair kanun
tasarısıyla getirilen yenilikler:
Emniyet Genel Müdürlüğünce temin edilen tabanca ve mermilerin,
çarşı ve mahalle bekçilerine, görevlerinde kullanılmak üzere,
bedeli mukabili zatî demirbaş silah olarak satılması
öngörülmüştür.
Satılan silahların geri alınma usul ve esaslarıyla,
satılma şekil ve şartları, zayii, hasar ve kadro
standardı dışı bırakılması ile ilgili
esasların yönetmelikle düzenlenmesi hükme bağlanmıştır.
Kanunda yer alan "cürüm" yerine "fiil" tabiri
kullanılmış ve bir yıllık ceza alt
sınırı altı aya indirilmiştir.
Böylelikle, ateşli silahlarla suç işleyenlere ve taksirli
suçlar hariç olmak üzere, altı aydan fazla hürriyeti
bağlayıcı cezaya mahkûm olanlara, affa uğramış
olsalar bile, hiçbir surette silah ruhsatı verilmemesi hükme
bağlanmıştır.
Bakanlar Kurulunca tespit edilecek illerdeki gönüllü ve geçici köy
korucularının ellerinde bulunan ruhsatsız silah ve mermileri,
kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 45 gün içinde teslim
etmeleri halinde haklarında takibat yapılmaması ve hükmolunan
cezalarının affı öngörülmüştür.
İsteyenlere, teslim ettikleri tabanca ve tüfeklerinden birer
adedine, harçsız olarak, valilerce taşıma veya bulundurma
ruhsatı verilmesi yine hükme bağlanmıştır.
Ruhsata bağlanan bu silahların veraset yoluyla intikali
dışında, devir ve hibe edilemeyeceği ve
satılamayacağı öngörülmüştür.
1774 sayılı Kimlik Bildirme Kanununda değişiklik
yapan yasa tasarısıyla getirilen yenilikler:
Para cezaları günümüz şartlarına uygun olarak
artırılmıştır.
Adlî yargıca verilen para cezalarının, kararla verilmesi
ve tahsil edilmesi hükme bağlanmıştır.
BAŞKAN – Sayın Yıldırım, 2 dakikanız var
efendim.
MEHMET SALİH YILDIRIM (Devamla) – Mahalle muhtarlarına da
kimlik bildirme belgelerini onaylama yetkisi verilmiştir.
Lokal uygulama imkânı kaldırılmış, kanunun
uygulanabilirliği genelleştirilmiştir.
Karakollara, il merkezlerinden de sorgulanabilen bilgisayar
terminallerinin kurulması öngörülmüştür.
442 sayılı Köy Kanuna bir ek madde eklenmesine dair kanun
tasarıyla getirilen yenilikler:
Geçici ve gönüllü köy korucularının göreve
alınmalarıyla ilgili esas ve usuller düzenlenmiştir.
Pişmanlık Yasasından yararlananlara korucu olma
imkânı sağlanmıştır.
Geçici köy korucularına, hiyerarşik durumlarına ve görev
yaptıkları alanlara göre ilave ücret verilmesi öngörülmüştür.
Geçici ve gönüllü köy korucularına, başarı
durumlarına göre ödül verilmesi hükme bağlanmıştır.
Korucular ile bakmakla yükümlü oldukları aile fertlerinin, tedavi
ve ilaç bedellerinin ödenme esas ve usulleri belirlenmiştir. Bunların
cenaze giderlerinin devlet tarafından karşılanması uygun
görülmüştür.
Korucular tarafından işlenebilecek disiplin suçları ve
verilecek cezalar ile itiraz usulleri, açıklıkla düzenlenmiştir.
5442 sayılı İl İdaresi Kanununda
değişiklik yapan tasarıyla getirilen yenilikler:
Hiçbir fonksiyonu kalmayan bucaklar
kaldırılmıştır.
İdarede bütünlüğün korunması için, bölgesel
kuruluşların oluşturulmasında, İçişleri Bakanlığının
olumlu görüşünün alınması şartı getirilmiştir.
Merkez valilerinin mülkiye müfettişi olarak
çalıştırılması imkânı
sağlanmıştır.
Vali ve kaymakamların disiplin ve sicil amirliği konusundaki
yetkileri yeniden düzenlenmiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Yıldırım, size de 2 dakika
eksüre veriyorum, daha fazla uzatmam. Toparlayın efendim.
MEHMET SALİH YILDIRIM (Devamla) – Valilerin yardım
istediği askerî birliklerin çapı, görev süresi, emir komuta, sevk ve
idaresiyle, işbirliği
konularında açıklık getirilmiştir.
Valilerin sınır ötesi harekât isteyebilmesi hükme
bağlanmıştır.
Olan tedbirlerin yetersiz kaldığı durumlarda, valilerin
alabileceği ve geçici olan diğer tedbirler tek tek
sayılmıştır.
Birden fazla ili ilgilendiren olaylarda, İçişleri
Bakanlığı, bir valiyi, koordinasyonu sağlamak üzere,
görevlendirebilecektir. Vali ve kaymakamlara, ekonomik kalkınma ve
planlama konularında yeni görev ve yetkiler verilmiştir.
Sivil hava meydanları, limanlar ve sınır
kapılarında işbirliği ve koordinasyonu sağlayacak,
denetim yapacak mülkî idare amirinin görevlendirilmesi hükmü
getirilmiştir. Ayrıca, olağan dışı durumlarda
harcama yapma imkânı sağlanmıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; böylece, mülkî
idare amirleri yetki kullanırken tereddüte sebep olan konulara
açıklık getirilmiş, olağanüstü hal ve benzeri yönetim
biçimine başvurmadan sorunların çözülebilmesinin ve olağanüstü
halin kaldırılmasının şartları
sağlanmış olacaktır. Buna rağmen, Olağanüstü Hal
Kanununda yer alan, yerleşim yeri boşaltma, kitap, film, gazete ve
benzeri yayınlar konusundaki yasaklamalar, grev ve lokavt erteleme,
bazı kişileri bölge dışına çıkarma gibi yetkiler
bu tasarı taslağına alınmamış, temel hak ve
özgürlüklerin zedelenmemesine özel itina gösterilmiştir.
17-24 Temmuz 1996 tarihlerinde olağanüstü hal için genel
görüşme istemi ve olağanüstü hal görüşmeleri için sarf edilen
gayret ve harcanan zaman, yukarıda saydığım uyum
tasarılarının Genel Kurula taşınmasına
harcanabilseydi, bugünkü gündem çok farklı olabilirdi.
Anlaşıldığı kadarıyla, 54 üncü Hükümet,
olağanüstü halin bir an önce kaldırılıp, güneydoğudaki
halkın rahatını, huzurunu onlara çok görmüştür; bunu, lüks
kabul etmiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yalnız terör
değil, millî bütünlüğümüzü ilgilendiren tüm konularda hepimize
düşen görev, dil, din, mezhep, etnik köken ayırımı
yapmadan, Türkiye Cumhuriyeti Devletine ve Türk Ulusuna karşı
sorumluluğumuzun gereğini eksiksiz yerine getirmektir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Yıldırım, lütfen, son cümlenizi
söyler misiniz. Rica ediyorum...
MEHMET SALİH YILDIRIM (Devamla) – Bağlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anavatan Partisi
Grubu olarak, olağanüstü halin bir an önce ortadan
kaldırılmasına olanak sağlamak üzere, Meclisin tatil
sürecini de göz önünde bulundurarak, uzatma istemini üç ayla
sınırlayan bir önergeyi, Yüce Meclisin bilgisine sunmak istiyoruz.
Gerekenin yapılacağına inanıyor, Yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum. (ANAP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yıldırım.
DSP Grubu adına, Sayın Bülent Tanla; buyurun efendim. (DSP
sıralarından alkışlar)
Sayın Tanla, süreniz 20 dakikadır.
DSP GRUBU ADINA BÜLENT H.TANLA (İstanbul) – Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hükümetin, Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunduğu
olağanüstü hale ilişkin tezkere üzerinde, Demokraktik Sol Parti Grubu
adına yapacağım konuşmaya başlamadan önce, hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Bilindiği gibi, güneydoğuda, yıllardır
onarılamayan bir yara olan terörün ortadan kaldırılması
için, Demokratik Sol Parti Grubu olarak, bundan önceki Hükümete,
olağanüstü hali dört ay uzatması yönünde destek sağladık.
Sayın Genel Başkanımız, bu desteğimizin nedenini de
"kurulan yeni Hükümete daha iyi bir çalışma fırsatı
vermek" biçiminde, defalarca vurguladı. Ayrıca, olağanüstü
halin dört ay uzatılmasıyla ilgili olarak yapılan son
görüşmelerde, Partimizin, Hükümetçe, bu süre içerisinde yapılacak
hazırlıklara, getirilecek öneri ve düzenlemelere göre
davranışını belirleyeceğini; bu süre içerisinde,
milletvekillerimizin, bölgede gerekli incelemeleri ve halkla temasları
yaparak, çalışmalara katkıda bulunacaklarını açıklamıştı.
İşte, bugün, 18 Haziran 1996 tarihindeki sözlerimizin bize
vermiş olduğu sorumluluğu yerine getirmek üzere
huzurlarınızda bulunmaktayız.
Konuşmamda, bölgede, farklı, ciddî ve sistemli biçimde
gerçekleştirilen araştırmaların sonuçlarından
hareketle, önerilerimizi, Yüce Meclise ve kamuoyuna açıklamaya
çalışacağım. Ayrıca, Yüce Meclise sunduğumuz
önerilerimizi oluşturan kapsamlı raporumuzu da, Demokratik Sol Parti
olarak, Hükümetin değerlendirmesi için, görev bilinci içerisinde,
kendilerine sunacağız.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; aradan geçen zaman
göstermiştir ki, Anayol Hükümetine bölge için verdiği sözleri yerine
getirmesi yönünde tanınan fırsat iyi
kullanılamamıştır. Burada, daha önce, Refah Partisi
muhalefetteyken, partisi adına konuşma yapan arkadaşımın
"Allah nasip edecek, biz geleceğiz ve o olağanüstü hali
kaldıracağız. Kalkar mı kalkmaz mı, bir gün bile devam
ettirilir mi ettirilmez mi; onu göstereceğiz" yönündeki hararetli
konuşması üzerine de herhangi bir şey söylemeyeceğim.
ÖMER EKİNCİ (Ankara) – Doğru söylemiş.
BÜLENT H. TANLA (Devamla) – Bugün, içinde bulunduğumuz
koşulları da, Demokratik Sol Partinin, ülke sorunlarına,
siyah-beyaz tonları gibi sert, tek düzeyli, ilkel davranışlar
yerine, olumlu, ilkeli ve yol gösterici siyaset anlayışı
çerçevesinde ve yapıcı bir üslupla konuşmamı sürdürmek
istiyorum. Çünkü, Demokratik Sol Parti olarak, ülkemizin en önemli konusu olan
güneydoğu sorununa yaklaşım biçimimizi, yörede yaşayan
vatandaşlarımızın yaşam ve ekonomik güvencelerini
sağlama, 65 milyon insanın, güneydoğu ve terör sorununun
vermiş olduğu huzursuzluk ve güvensizlik duygularının
giderilmesi ve bu nedenle yapılan harcamalardan ülke ekonomisinin
yaşadığı olumsuz etkilerin giderilmesine yönelik olarak
belirlemiş bulunuyoruz.
Olağanüstü güvenlik sorunlarına,
sınırlandırılmış bir zaman diliminde, acil
çözümler üretmeyi öngören ve geçici özellik taşıyan bir yönetim
biçimi olan olağanüstü hal uygulaması, ne yazık ki, şimdiye
kadar, sorunun bitirilmesine dönük hiçbir sonuç vermemiştir.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimizde, 19 Mart 1984'ten başlayarak,
oniki yıldan beri devam eden bu yönetim uygulaması, artık,
olağan değil, kalıcı bir hale dönüşmüş, bu kadar
uzun süren bir uygulamaya karşı, devlet terörün önüne
geçememiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; çözüm götürmeye
yönelik hatalı uygulamalar içeren yöntemlerin, ayrıca,
yanlış ve sorumsuzca uygulanması, bölgede, yeni
sakıncaların da doğmasına neden olmaktadır. Üstelik,
bu sakıncaların ve hatalarda ısrarların devamı, mevcut
olan problemlere yeni ve farklı problemler de eklemektedir.
Kısacası, olağanüstü hal uygulamaları, kesinlikle bir çözüm
değildir. Bu uygulamaların pratikte yarattığı
sakıncalar, beklenen çözümler yerine, bölgede yeni sorunların
doğmasına ve artmasına neden olmaktadır. Yetkililerin zaman
zaman açıkladığı "olağanüstü hal ile terörün beli
kırıldı" yönündeki görüşlere katılmıyoruz.
Bu arada, Sayın Genel Başkanımızın her zaman
vurguladığı gibi, "terörün belini kırarken,
halkın gönlünü kırmamaya da özen göstermeliyiz" görüşünün
çok hassas bir duruma geldiğini görmekteyiz. Demokratik Sol Parti, terörle
mücadelede birinci koşulun halkı kazanmak olduğu
inancındadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; olağanüstü
hal uygulamalarının sürdüğü bölgede
yaptığımız geniş çalışmalar neticesinde,
bölge halkının, demokrasiye, sevgiye, ilgiye ve şefkate
gereksinimi olduğu gerçeğini tespit etmiş bulunmaktayız.
Biz, şu anda bölgede yaşayan vatandaşlarımızın
ekonomik ve sosyal sorunlarına çözüm üretecek programların hazırlanıp
uygulanması halinde, bölge insanının, terörle mücadeleye en
büyük desteği sağlayacağını düşünmekteyiz.
Bize göre, güneydoğudaki sorunun temel nedeni feodal düzenden
kaynaklanmaktadır; ağalık ve şeyhlik sorunu bölgeyi çok
gerilerde bırakmıştır. Özellikle bu iki kavramın
yarattığı sorunları ortadan kaldırmak için sistemli
bir biçimde önlemlerin alınması şarttır.
Her şey bir yana, Güneydoğu ve Doğu Anadolu'da
yaşama başlayan, bundan onsekiz yıl önce yaşama gözlerini
açan insanlar, ne yazık ki, demokrasinin erdemleriyle tanışma
olanağını henüz bulamamışlardır. Bölgede
demokrasiye büyük bir hasret mevcuttur. Işık nasıl doğudan
yükseliyorsa, demokrasi de doğudan yükselmelidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; güneydoğuda
halk, devletten öncelikli olarak iki konuda yardım ve destek
beklemektedir. Bunlar, can güvenliği ve ekonomik alanda olan
yardımlardır. Bugüne kadar süregelen zaman diliminde, bölgedeki
yanlış uygulamalardan dolayı, halkın, devlete
karşı olan güveni sarsılmıştır. Feodal yapı,
bölge insanında, toplumsal ve bireysel düzeyde özgüven ve sorumluluk duygusunun
gelişmemesine yol açmıştır. Sorumluluk duygusundan
uzaklaşmış olan halkın bu duygusunu tekrar yaşama
geçirmek için devletin yardımları gereklidir. Sorumluluk duygusunu
yeniden kazanmış bir kitleyle sorunun daha çabuk çözüleceği
inancındayız. Özellikle, bütün işi bölgeden sorumlu olmak olan
bir bakanlığın kararlı ve devamlı bir biçimde
izleyeceği politikalarla, bölgede kaybolmuş olan
saygınlığın yeniden kazanılması olasıdır.
Şimdiye kadar büyük sorunlar yaşayan güneydoğu için
önemli bir eksiklik olan bölge envanteri de, ne yazık ki,
bulunmamaktadır. Bölgedeki köy boşaltmaları, güvenlik önlemleri
ve ekonomik sıkıntılar nedeniyle gerçekleşen göçler,
bölgenin nüfus yapısını altüst etmiştir.
Vali, kaymakam, belediye başkanı, emniyet müdürü, komutanlar ve
diğer sorumlular il, ilçe ve köy nüfuslarını farklı
farklı değerlendirmektedirler. Alınan kararlar, yapılan
davranışlar ve düzenlemeler gerçek olmayan verilere göre uygulanmaktadır. Bölgede süratle
nüfus sayımının yapılması için sosyodemografik
özellikleri kapsayan bir envanter çalışmasının
gerçekleştirilmesi, ilk ve ivedi bir çalışma olarak ele
alınmalıdır. Bölge halkı, devletin kendisine, ülkenin
diğer bölgelerinde yaşayan
vatandaşlardan daha farklı davrandığını
düşünmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; bölgede olağanüstü hal koşulları
nedeniyle birçok köy boşaltılmış, yanmış,
yıkılmış ve terör nedeniyle terk edilmiştir. Yerlerini
değiştiren halkın durumu
korkunçtur. Halk, evinden ayrı, insanlık dışı
yerlerde yaşamaya çalışmakta, yiyecek ve gıda maddesi
bulamamaktadır ve büyük bir sefalet içerisindedir. Yerinde
yaptığımız görüşmelerde köylerini boşaltan
halkın tamamına
yakını, yuvasına geri dönmek istemektedir. Köye geri dönüş
yapmak isteyen, güvenlik ve ekonomik
koşullar sağlandığı takdirde eski yaşamına
dönme arzusunda olan bu kitle, toplu yaşam merkezlerinde oturmayı
tercih etmektedir. Köylerinden ve mezralarından göçe zorlanmış
ve göç etmiş vatandaşları dönüşlerinde, daha derli toplu
yerleşim birimlerinde yaşatma olanağına kavuşturmak
veya yıllarca önerdiğimiz köy-kent projesiyle birbirine yakın
köyler arasında iletişim ve işbirliği kurmak için çok
elverişli bir ortam vardır. Bu yolla, 8-10 köyün geometrik
noktalarından geçen yerleşim alanlarında tüm kamu hizmetlerinin
güvenli, ekonomik, sağlıklı ve çağdaş biçimde
oluşacağı köy-kentler aracılığıyla,
vatandaşlar, hem güvenli bir biçimde yaşamlarını
sürdürebilecek, toprağını işleyebilecek, ağacına
kavuşabilecek, hayvancılık yapabileceklerdir hem de
ortaklaşa yatırımlara girişerek, yerinden yurdundan
olmaksızın, kentleşme ve sanayileşme sürecine
girebilecektir? Tabiî, bu süreci devletin de desteklemesi gerekmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bölgede
alınan ve uygulanan genel kapsamlı ekonomik kararların
sonuçlarının, vatandaşlara kısa dönemde yarar
sağlamadığı görülmektedir. Bölgede alınacak
makroekonomik tedbirlerin yanı sıra, farklı kesimleri kapsayacak
uygulamalarla düzenlemelere geçilmelidir.
Bölgeye yönelik ekonomik planlamanın, uygulamanın, denetim ve
koordinasyonun, bölge merkezli olması gerekmektedir. Ankara merkezli
yapılacak uygulamalar –ekonomik yönetim– kaynakların
tamamının verimsiz bir biçimde kullanılması anlamına
gelmektedir. Yöneticilerin, bölgedeki girişimleri ve uygulamaları
yakından izlemeleri gerekmektedir. Bölgede yapılan
yatırımlarda devlet denetiminin eksikliği, bu
yatırımlardan beklenen verimin alınmasını
engellemektedir.
Büyük arazi sahipleriyle, devlet olanaklarını kullanan kesimle
günlük yaşam mücadelesi veren kesim arasında, büyük bir ekonomik
uçurum vardır. Alınacak ekonomik kararlar, feodal yapının
tasfiyesine ve bölgedeki güncel ihtiyaca yönelik bir biçimde
uygulanmalıdır.
Bu arada, kapatılan gümrük kapıları
açılmalıdır. Habur Kapısı için yeni yönetimler, yeni
yöntemler geliştirilmeli ve geçiş yapan araç sayısı
hızlandırılarak, bölgede, sınır ticareti
geliştirilmelidir.
Yapılan ticarî anlaşmalara, bölge insanı ve ekonomik
yararlılık göz önüne alınarak, yeni şekiller verilmelidir.
Yarım kalan tesisler tespit edilmeli, en kısa zamanda
işletmeye alınmalıdır.
Bölgede büyük paralar kazanan ve bu paraları batıya transfer
eden güçlü kesimlerin orada yatırım yapmaları için gerekli
düzenlemeler yapılmalı ve özendirici tedbirler
alımalıdır.
Bölgede vergi potansiyeli oldukça düşüktür. Tüm olağanüstü hal
bölgesi kapsamındaki illerde toplanan -Taşıt Alım ve Emlak
Vergileri dahil olmak üzere- toplam vergi gelirlerimiz, 1995 yılı
için 9 trilyon 450 milyar liradır. Zaten toplanamayan ve çok cüzi miktarlardaki
vergiler için belli bir muafiyet getirilmeli veya bir süre için bölgedeki tüm
vergiler kaldırılmalıdır. Yatırımlara hız
verilmeli, asgarî ücret vergi dışı bırakılmalı ve
işsizlik sigortası uygulanmalıdır. Tapu kadastro
çalışmaları süratle yapılmalı, toprak reformuna
geçilmelidir.Tüm bunları da, zaman kaybetmeden yaşama geçirmek
gereklidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugüne kadar,
sadece, günü kurtarmak amacıyla alınan kararların
yansıması olarak, olağanüstü hal uygulamaları içinden
çıkılmaz bir durum almıştır. Olayların daha fazla
büyümesini önlemek için alınan günlük ve kısır kararlar, bölgede
görev yapan kamu görevlileri arasında, yetki karmaşası,
farklı sorumluluk anlayışları, farklı uygulamalar,
kontrol ve denetimden yoksun bir durum yaratmıştır. Bu durum,
hem halk üzerinde devlet otoritesi ve güvencesinin yok olmasına hem
kaynakların verimsiz kullanılmasına hem de görevlilerin keyfî
davranmalarına neden olmaktadır.
Yörenin tamamı, OHAL (olağanüstü hal)
uygulamalarının kaldırılması, bölge gerçeğinin
iyice araştırılarak yeni bir uygulamanın ve devletin moral
desteğinin beklentisi içindedir; halkın devlete güvenini
kazandırıcı davranışlar ve çalışmalar, büyük
huzur getirecektir.
Bölgede, güvenlikten idareye, eğitimden sağlığa, maliyeden
tarıma kadar birçok kamu görevinin farklı biçimlerde ve
değişik merkezlerden yönetiliyor olması, yetki ve organizasyon
karmaşası yaratmaktadır. Bunların, bölge kapsamında
tutarlı, etkin ve verimli sonuçlarına ulaşılabilmesi için,
bölge merkezli bir eşgüdüm sağlanması gereklidir.
Olağanüstü hal bölgesinde, bölgeye, sadece güvenlik güçleri
hâkimdir; bölgedeki diğer yetkililer, görev karmaşası ve
ilgisizlikten dolayı çaresizlik içindedirler. Bölgede görev yapan
görevliler, bölgedeki olayları yanlış değerlendirmekte ve
devleti eksik bilgilendirmektedirler; ancak, bölgedeki güvenlik güçleri
arasında süren görev ve uygulama karmaşası, halkın devlete
olan güvenini sarsmakta ve devletin saygınlığına gölge
düşürmektedir.
Tüm bunların yanı sıra, Türk Silahlı Kuvvetleri,
özel tim ve korucuların birbirlerine çok benzer kıyafetler giymesi ve
vatandaşların bunlar arasındaki farkı anlayamaması da
birtakım huzursuzluklara neden olmaktadır. Boşaltılan
köylerin yakılması, göçe zorlananların yaşamsal
gereksinmelerinin karşılanamaması da huzursuzluğu büyük
ölçüde artırmaktadır.
Olağanüstü hal uygulaması içerisinde yaşama geçirilen
geçici köy koruculuğu sisteminde ise farklı karmaşalar
yaşanmaktadır. Başlangıçta korucu bulmakta güçlük
çekilirken, daha sonraları devletin sağladığı silah ve
maaş koruculuğu özendirmiş, korucu sayısı
artmış ve bu artışla birlikte önüne geçilmez yeni sorunlar
da beraberinde gelmiştir. Yöneticiler, koruculuğa başvuranları
düzenli ve yeterli bir şekilde araştırmadan, çıkarlara
dayalı nedenler ya da günü kurtarmaya yönelik çabalar içerisinde, çok
sayıda korucu istihdamına girişmişlerdir. Öyle ki,
bazı ailelerde yirmibeş-otuz korucu, bazı aşiretlerde ise
üçyüz-beşyüz veya binlere varan korucular ordusu meydana gelmiştir.
Bunun yansıması olarak da, korucubaşı ve
korucuağalığı doğmuştur. Korucuağaları
arasında da, zaman zaman, kişisel hesaplaşmalara dönük olaylar
yaşanmaktadır.
Bu gerçeklerin görülmesinden sonra, birtakım yasal
değişikliklerle önlem alınmak istenmesine karşın
korucu olarak istihdam edilenlerin sayısının 55 binlere
ulaşması, sorunun daha da karmaşık hale gelmesine neden
olmuştur. Başlangıçta, PKK bölücü örgütüne karşı
istihbarat sağlamak, askerlere ve özel time, yöreyi iyi bilmeleri
nedeniyle yol göstermek ve en ön saflarda çarpışmalara girmek
suretiyle devlete kısa dönemde olumlu katkılarda bulunan korucular
arasında, şimdilerde, PKK'ya yardım edenler bile mevcuttur.
Geçici köy korucularının bölge halkına verdiği zararlardan
sonra, özellikle yasadışı davranan 2 bin civarındaki
korucunun işine son verilmiş ise de, yörede yaşayan
yurttaşlar üzerinde bıraktıkları olumsuzlukların
yanı sıra, bu sayının çok daha fazla olduğu kanaati de
mevcuttur.
Koruculara verilen maaşların ödeme şekliyle ilgili olarak
birtakım önemli belirsizlikler mevcuttur. Yapılan tespitlere göre,
korucular, ücretlerini ya kendileri doğrudan ya korucubaşları
aracılığıyla ya da tayin ettikleri mutemetleri
vasıtasıyla tahsil etmektedirler. Korucubaşı ve mutemet aracılığıyla
tahsil edilen paraların kimlere ödendiği, korucubaşı ile
korucular arasındaki paylaşım biçimi, bölgede çok ciddî
söylentilere yol açmaktadır. Yetkililerin, bu konudaki verileri yeterince
belgeleyemedikleri ve denetim yapamadıkları da tespit
edilmiştir.
Bütün bu gerçeklerin gösterdiği gibi, biz de, korucuların
yararlarından ziyade, artık, zararlarının daha fazla
olduğu kanaatindeyiz. Buna karşın, geçici köy koruculuğu
sisteminin hemen ve tamamen kaldırılmasının da biraz önce
sayılan gerekçelerle, mahzurlu olduğu görüşündeyiz.
BAŞKAN – Sayın Tanla, iki dakikanız var efendim.
BÜLENT H.TANLA (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Büyük umutlarla uygulamaya konulan geçici köy koruculuğu
sisteminin, yeniden yapılandırılması yerine, özendirici
önlemlerle görevden ayrılınması, farklı yerlerde istihdam,
nüfusa bağlı indirimler ve benzeri yöntemlerle süratle tasfiyesine
çalışılmalıdır.
Bu arada, belirli nitelikleri taşıyan birkısım
korucular da devletin güvenlik güçleri saflarına katılabilirler.
Özel timlerin ise, Türk Silahlı Kuvvetleri ve jandarma birlikleri
içine alınarak, daha disiplinli çalışmaları
sağlanabilir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bölgede, en temel
hizmetlerden sayılan eğitim ve sağlık hizmetleri, ya eksik
verilmektedir ya da hiç verilememektedir. Bu durum, yıllardan beri devam
etmektedir. Devletin görev yapan elemanlarından bazıları,
görevlerini, bir an evvel bölgeden kaçma pisikolojisi içinde, yasak savma
biçiminde, sevgi ve şefkatten uzak bir yaklaşımla yerine
getirmektedir. Bölge halkı, devletin, bu yolla kendilerini
cezalandırdığı duygusuna kapılmaktadır.
Ayrıca, öğretmen, sağlık personeli, teknik eleman,
ziraat mühendisi ve benzeri kamu personelinin bölgede çok kısa süre görev
yapması, vatandaş üzerinde olumsuz kanaatin
yaygınlaşmasına neden olurken, hizmetlerden beklenen
verimliliğin sağlanamamasının da nedeni olmaktadır.
İşte bu nedenle, bölgede özel eğitimli, izlenecek yeni
politikalara ve stratejilerin başarıya ulaşmasına
katkıda bulunacak nitelikte,insana değer veren personelin
görevlendirilmesi gerekmektedir. Bölgede görev yapacak personelin ücret
politikasıysa, bölgede kaldığı süre uzadıkça yükselen
biçimde teşvik edilerek desteklenmelidir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Size de 2 dakika eksüre veriyorum; lütfen 2 dakikada
bitirin efendim.
BÜLENT H. TANLA (Devamla) – Teşekkür ederim.
Bir başka önemli nokta da, bölgedeki okullarla ilgilidir. Yörede
kapalı okul sayısı hakkında kesin veri elde edilememekle
birlikte, bu sayının, 1 500 köyü kapsadığı
belirtilmektedir. Yapılan bazı tespitler, bu köylerde, iki üç
yıldan beri hiçbir okulun açılmadığı yönündedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önümüzdeki
eğitim yılına kadar bir eğitim seferberliği
programlanarak, bölgede kapalı okul bırakılmaması
hedeflenmelidir. Halk, bölge yatılı okullarında eğitim
gören çocuklardan ve bu kurumların eğitimlerinden çok memnundur.
Bölgede yatılı okul sayısı süratle
çoğaltılmalı ve bu okullarda, çocuklar, eğitime
alınmalıdır.
Büyük Önder Atatürk'ün bölge yatılı okullarının
önemine çok önceden işaret ettiğini belirterek, Ulu Önderin,
bakın, 1 Mart 1923 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi
çatısı altında yaptığı konuşmadan küçük bir
bölüm sunmak istiyorum: "Birkaç ilin küçük yavrularını bir yerde
toplamanın, eğitimde birlik, yurt sevgisi ve kardeşlik üzerinde
yapacağı etkiler önemlidir. Bu nedenle, bölge yatılı
okullarına önem vermeliyiz."
İşte, Büyük Önder Atatürk'ün bu düşüncelerinin
ışığında, Millî Eğitim Bakanlığı
bünyesinde halen devam etmekte olan 34 adet bölge yatılı okul
inşaatının süratle tamamlanarak, gelecek öğretim yılına
yetişmesi sağlanmalıdır. Ayrıca, yeni bölge
yatılı okullarının süratle çoğaltılması
için, gerektiğinde özel sektörle işbirliği yaparak, sorunun
çözümünün sağlanmasına gidilmelidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdiye kadar
belirtiğim açıklamalardan sonra, olağanüstü halin, bölge için
bir çözüm olmadığını ve hemen kaldırılması
gerektiğini bir kez daha yinelemek istiyorum. Demokratik Sol Parti Grubu
olarak, olağanüstü hale ret oyu vereceğimizi bildirir, Yüce Meclise
saygılarımı sunar, teşekkür ederim. (DSP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tanla.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Sayın Yahya
Şimşek; buyurun efendim. (CHP sıralarından
alkışlar)
Sayın Şimşek, süreniz 20 dakikadır.
CHP GRUBU ADINA YAHYA ŞİMŞEK (Bursa) – Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; 10 ilde uygulanmakta olan
olağanüstü halin 31 Temmuz 1996 günü saat 15.00'ten itibaren 4 ay süreyle
uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisinin görüş ve düşüncelerini açıklamak
üzere, söz almış bulunuyorum. Hepinizi, şahsım ve
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, saygıyla selamlıyorum.
Hükümet, bugüne kadar 27 defa uzatılmış ve uygulamaya
konulmuş olağanüstü halin 28 inci kez uzatılmasını
istemektedir. Bu istek, bundan evvelki isteklerden farklı değil; ama,
bu istekte, bundan evvelkilerine göre önemli bir fark var; o fark da, bu
tezkereyi getirenle ilgili. Bu tezkereyi getiren, Başbakan Sayın
Necmettin Erbakan.
Yıllarca, bu konu, bu kürsülerden tartışıldı ve
yıllarca, Sayın Erbakan, hep bu konunun karşısında
oldu, çok iddialı bir şekilde, sık sık, bu kürsüye
geldiklerinde "Refah Partisi gelir, olağanüstü hal biter" dedi.
Dün öyle de, bugün niçin böyle; çünkü, o, şimdi Başbakan. Ne
diyeceksiniz, kader işte!.. Konuyla ilgili, yıllarca, bu kürsüde,
aslanlar gibi kükreyeceksiniz, yeri göğü inleteceksiniz; ama, şimdi,
yer gök, sizi inletecek. Buna, kader denmez de ne denir?! Önceki
söylediğin her şeyden dönüş yapmak ve ona inanılmaz
gerekçeler göstermek, pek hayra alamet değil; ama, bu değişiklikler,
halkın görüyor olması nedeniyle, hayırlara vesile olur
inşallah. (CHP sıralarından alkışlar)
Bugüne kadar 27 defa uzatılan, bugün de 28 inci defa
uzatılması istenilen olağanüstü halin gerekçeleri hep aynı;
"yapılacak işler var" ve "anayasal bir kurum"
diye belirtiliyor. Doğru, Anayasanın 120 nci maddesinde yer
almış olağanüstü hal durumu; ancak, Anayasanın 120 nci
maddesinde yer alan bu durum, geçici bir durum. Sayılmış... Hak
ve özgürlüklere önemli tecavüzler olursa, demokratik rejimi ortadan kaldırmaya
yönelik hareketlerle karşı karşıya kalınırsa gibi
bazı gerekçeleri sayarak, olağanüstü halin, ilk defasında
altı ay, daha sonraları dörder ay uzatılacağını
öngörmüş Anayasa. Bu, geçici bir durum; ancak, 28 defa
uzatılmasını, artık geçici olarak kabul edebilmenin
olanağı yoktur. Geçici olan bir durumun kalıcı hale
getirilmesi de, kanaatime göre, önce o Anayasaya aykırıdır;
çünkü, Anayasanın tanımladığı olağanüstü hal, bu
değildir.
Diğer taraftan, olağanüstü hal, zaten Türkiye'de var. Biz,
bugüne kadar birçok olağanüstü hal yaşadık. En yakın
tarihimizde de 12 Eylülü yaşadık. 12 Eylül, şu anda yönetim
olarak yok; ama, düzenlediği hukuk itibariyle halen var. Başta, 1982
Anayasası. Ne diyor bu Anayasa? Bu Anayasada, özgürlükler, birer
satır olarak tanımlanıyor; ama, o tanımlanan özgürlükleri
kısıtlayan satırlar birçok. Özgürlükleri birer satırda
tanımlayacaksınız; ama, özgürlüklerin
kısıtlanmasını satırlarca ifade edeceksiniz. Bu
Anayasanın demokratik bir anayasa olduğunu, hukuk devletine uygun bir
anayasa olduğunu söyleyebilmenin olanağı olur mu? Buna uygun
olarak getirilmiş diğer yasalarda hak ve özgürlükler
sınırlanmış. Hak ve özgürlüklerin
sınırlandığı yasalar ve anayasalarla ülkemiz yönetiliyor;
dolayısıyla, bu durumda, biz, zaten olağanüstü bir dönem yaşıyoruz.
Bizler, bu olağanüstü dönemi yaşarken, güneydoğuda, daha
farklı kısıtlamalar getirilerek,
yıllardan beri ikinci bir olağanüstülük yaşatılmaya
çalışılıyor.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye,
dediğimiz gibi, olağanüstü hali şimdiye kadar birçok defa
yaşadı. En yakın olarak -biraz evvel de belirttim- 12 Eylülle
birlikte yaşadı. İnsanların, sürekli, suçlu kuşkusuyla
bakılıp tedirgin edildiği, takip edilip gözlendiği,
asılsız ihbarlarla gözaltına alınıp
tutuklandığı, yıllarca tutuklu kaldıktan sonra
aklandığı; ama, o insanların, başlarından geçen
olaylardan sonra, yıllarca kendilerine gelemedikleri bir halin
adıdır olağanüstü hal.
Olağanüstü hal, kısaca, insan haklarının, demokratik
hak ve özgürlüklerin yok edildiği bir haldir.
Hukuk, tıpkı, teneffüs ettiğimiz hava gibidir. Nasıl
ki, günlük yaşamımızda, havanın
varlığını hissetmez; ancak, havasız bir yerde
sıkışıp kalınca onun değerini anlarsak, hukuk da
öyledir; varken yokluğu hissedilmez; ama, ortadan kalkınca,
tıpkı, hava alamayan insan gibi olursunuz. Yıllarca, Türkiye
bunu yaşadı. Bunun ne demek olduğunu da, birçoğumuz
biliyoruz. Bugün yaşanılan sıkıntıların
temelinde, işte, kaybettiğimiz ve fakat, henüz bir türlü yakalayamadığımız,
demokratik hukuk devleti olamama anlayışı yatmaktadır.
12 Eylülden sonra, siyasî partilerin kurulmasına izin
verildiğinde, partiler kurulduğunda,
hatırlayacaksınız, birçok lider siyasî yasaklıydı.
Daha sonra "konuşan Türkiye" sloganıyla ortaya çıkan
bir parti, yasakların ortadan kaldırılmasından sonra,
artık, demokratikleşme konusunu, ne yazık ki, çok önemsemedi.
Geçmiş dönemin koalisyon ortaklığı
sırasında, Cumhuriyet Halk Partisinin demokratikleşme gayretine,
çalışmalarına, hazırlığına rağmen, ne
yazık ki, Türkiye, demokratikleşmeyi bir türlü gerçekleştiremedi.
İşte, bizim daha evvelce yaşadığımız,
biraz evvel belirtmeye çalıştığım buhavayı,
Olağanüstü Hal Bölgesindeki insanlar hâlâ yaşıyor. Bu,
aralıksız, 18 yıldır böyle. 18 yıl önce doğanlar,
hâlâ, o bölgelerde hak ve özgürlüğü tanıyamadılar. Bu, o yöredeki
insanlar için dayanılacak, katlanılacak bir durum mudur?
Anayasamıza göre, olağanüstü koşulların
varlığı halinde, önce olağanüstü hal ilan edilir;
koşullar çok ağırsa, sonra da sıkıyönetim ilan edilir.
Anayasaya göre, önce sıkıyönetim, sonra olağanüstü hal ilan
edilmez; koşulların değişmesi bunun
kaldırılmasını gerektirir.
Her uzatmadan önce, bu uzatmanın son kez olduğu söylenmekte;
ama, uzatmadan sonra bu unutulmakta, süre tamamlandığında yeni
uzatma talepleri gündeme gelmektedir. Olağanüstü hal devam ederken de,
terörün kökünün kazındığı sık sık ifade
edilmektedir. Şimdilerde ise "bu konularda önemli mesafeler
aldık, az bir şey kaldı, onu da tamamlayalım"
denilmektedir. Daha ağır koşulların
varlığında sıkıyönetim ilan edilmişti,
koşullar giderek değişince -ki, bu değişiklik lehe
olduğu için- sıkıyönetime göre daha hafif bir hal olan
olağanüstü hale geçildi. Şimdi ise, madem ki az kaldı -o halde,
yine lehe bir değişiklik var- o zaman olağanüstü hali
kaldıralım, normal düzene geçelim, geri kalanla da normal düzen
içerisinde mücadele edelim ve orada yaşayan insanlara da bir rahat nefes
aldıralım; yok, eğer, gerçek böyle değil de, tersine, bu
konudaki gelişmeler olumsuzsa, onu da açıkça ifade edelim ve Türkiye
Büyük Millet Meclisi olarak, ona göre çare düşünelim. Kaldı ki, bu
PKK, olağanüstü dönemlerin ürünüdür. Baskı ve şiddet, onlar için
en iyi ortamdır. 1991'de, o dönemin Başbakanı, içeride 3 bin,
dışarıda 7 bin, toplam 10 bin terörist olduğunu söylüyordu.
Şimdilerde ise, sağ olarak yakalanan, ölü olarak ele geçirilen ve
adalete de teslim edilen terörist sayısının 50 bin olduğu
söyleniyor. Demek ki, olağanüstü hal, bu terör olaylarının
çözümünde önemli etken olmamış.
Terörle mücadelenin siyasal, toplumsal ve ekonomik koşulları
vardır. Siyasal koşul, demokratik rejimi tüm kurum ve
kurallarıyla yerleştirmektir; huzur ve güven, ancak, bu suretle
kalıcı ve sürekli olur.
Ekonomik ve toplumsal koşullara gelince: Ülkemizde bozuk olan
ulusal gelir dağılımını, gün geçtikçe daha da
bozulmuş olarak görmekteyiz. Yüksek enflasyonun bedeli, dar ve sabit
gelirlilerin omuzlarına yüklenmektedir. Fedakârlık, toplumun tüm
kesimlerine yayılmamıştır. Bu, sosyal barışı
her zaman tehlikeye düşürebilecek bir durumdur; anarşi ve terör,
işte bundan doğar, bundan güç ve kaynak alır. Sosyal adaleti yok
eden, zengini daha zengin, fakiri, dar ve sabit gelirliyi perişan eden,
toplumsal değerleri kökünden sarsan bugünkü ekonomik anlayış ya
da model süratle düzeltilmelidir. İşsizlik tehlikeli boyutlara ulaşmış;
öte yandan, ahlaksızlık, hırsızlık,
dolandırıcılık, sahtekârlık salgın bir
hastalık haline gelmiştir.
18 yıllık uygulama sonunda gelinen noktada, gerek güvenlik
gerekse ekonomik nedenlerle 1 000 köy, 1 500 mezra
boşaltılmış, toplam 350 bin insan kendi kaderine terk
edilmiştir. Yine bölgede, binlerce okul kapalı, onbinlerce
öğrenci eğitim yapamıyor; binlerce faili meçhul cinayet
işlenmiş, kamu görevlisi, öğretmen, polis, asker şehit
edilmiştir.
İşte orada, eğer teröre karşı yapılan
mücadelede başlangıca göre bir gerileme varsa, o, kahraman
Mehmetçiğin ve oradaki güvenlik güçlerinin
başarısıdır. O nedenle, bu başarıyı hiç
kimse sahiplenmemelidir. "Türkiye'de terörün kökünü
kazıdık" "ya gidecek ya bitecek" gibi laflar edenler,
eğer bu mücadelede samimiyseler, kendi çocuklarına, neredeyse kendi
evinin bahçesinde askerlik yaptırmamalılar. (CHP
sıralarından alkışlar)
Olağanüstü hal uygulamasının temel
yanlışı, sadece şiddeti ve şiddet eylemini hedef almak
ve mücadelesini o noktada yoğunlaştırmak yerine, haksız ve
gereksiz ölçülerde, bütün bir bölgede, her türlü hak ve özgürlüğü
kısmış, giderek kullanılamaz hale getirmiş
olmasındadır. Böylelikle, temel hak ve özgürlükleri topyekûn
sınırlayan olağandışı hukuk rejiminin sonuçlarından,
şiddet eylemcileri değil, teröre karşı asıl
korunması ve devlete güveninin sağlanması gereken sade
yurttaşlar, bütün halk etkilenmekte, zarar ve haksızlığa
uğramaktadırlar.
Terörle mücadele, demokrasi içinde, demokratik hukuk devleti
kurallarını askıya almadan yapılmalı ve
başarılmalıdır. Demokrasinin süreklilik ve vazgeçilmezlik
kazandığı bütün ülkelerde uygulanan kural, yöntem ve
yaklaşım budur.
Türkiye'de, 1923'ten bu yana geçen yetmişüç yıl içinde,
yaklaşık otuzbeş yıldır sıkıyönetim ve
olağanüstü hal gibi olağandışı yönetimler
uygulanmıştır. Buna karşın, sorunlar
giderilememiş; tersine, büyüyerek artmıştır.
Açıktır ki, olağanüstü hal durumunda özgürlükleri
kısıtlananlar -bir kez daha ifade ediyorum ki- eylemci örgütler
değil, terörün mağduru olan, yani, asıl korunması gereken
halktır.
BAŞKAN – Sayın Şimşek, 2 dakikanız var efendim.
YAHYA ŞİMŞEK (Devamla) – Olağanüstü halin
uzatılması görüşmelerinin tümünde, iktidar partileri sözcüleri
ve hükümet temsilcileri, aynı doğrultuda konuşmalar yaparak, her
seferinde "son bir süre" istemişlerdir; ancak, söylenenlere
uygun hiçbir hazırlık yapmamışlar, hiçbir çalışma
başlatmamışlar, yeni çözümler de aramamışlardır.
Devlet, kendi yarattığı çözümsüzlüğün arkasına
gizlenemez. Hükümet, olağanüstü hale sığınarak, günü
kurtarma kolaycılığından vazgeçmelidir; yeni çözümler,
alternatif çareler üretilmelidir.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak, çözümsüzlüğe bel
bağlayan, yanlışlığı, yetersizliği ve
geçersizliği kanıtlanmış bulunan, olağanüstü hal
uygulamalarına sığınmakta direnen sorumsuzluklara
katkıda bulunamayacağız. Bu nedenle de, bu tezkerenin
oylamasında, Grup olarak ret oyu vereceğiz.
Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Şimşek.
DYP Grubu adına, Sayın Saffet Kaya; buyurun efendim.
Sayın Kaya, süreniz 20 dakikadır.
DYP GRUBU ADINA SAFFET KAYA (Ardahan) – Sayın Başkan, çok
değerli milletvekilleri; Doğru Yol Partisi Grubu ve şahsım
adına, olağanüstü hal konusuyla ilgili söz aldım, hepinize sevgi
ve saygılarımı arz ediyorum.
Demokrasi iradesine alınmış olan toplumları,
anayasal da olsa, katı bir hukuk anlayışıyla uzun süre
idare etmenin zorlukları, tabiî ki, izahtan varestedir. Olağanüstü
hal uygulamasının, 26 ncı kez dört ay süreyle
uzatımıyla ilgili olarak, çeşitli hukukî düzenlemelerin bu zaman
zarfında bitirileceği ve uygulamaya tedrici olarak son verileceği,
53 üncü Hükümetin Programında da ifade edilmişti; ancak, siyasî
ortamın, üç aylık dönem içerisinde, Parlamentoda, reform
niteliğinde yasal düzenlemelerin çıkarılmasına fırsat
vermemiş olmasıyla, Anayasa Mahkemesi tarafından olağanüstü
hal uygulamasıyla ilgili Yüce Meclisin almış olduğu
kararın geçersiz sayılması, olağanüstü halin hukukiyetine
yeni bir durum kazandırmış ve bu dönem içerisinde, Hükümetin
güvenoyuyla birlikte, aynı gerekçelerden Anayasa Mahkemesince iptal
edildiğinden, 27 nci kez uzatımı gündeme gelen OHAL, ancak
birbuçuk aylık bir süre uzatılabilmişti. OHAL süresi içerisinde,
bölgeye taşınan ticarî ve ekonomik hareketlilik,
sağlanmış olunan imkânlar, bölge insanımızın
sıkıntılarını büyük oranda aşmasına destek
vermiştir.
Ülkemizin güçlenmesi ve refahın yurt sathına
yayılmasını istemeyen dış güçlerin kontrolünde ve
onların taşeronu PKK terör örgütünün,
vatandaşlarımızın en temel hakkı olan yaşama
hakkını vahşi bir biçimde ihlal ederek, diğer
haklarına yönelttiği hunharca tecavüz, siyasî faaliyetler ve
basına uygulamaya çalıştığı sindirme ve
yıldırma gayretlerine karşı mücadelenin kolay
olmayacağı da açıktır.
1984 yılından beri bölgemiz kan ve gözyaşı ile
yaşamaktadır. Yol kesme, köy basma, savunmasız
insanlarımızı gece uykularında katletme gibi eylemler çok
şükür, bugün artık gündemde değildir ve her geçen gün daha da
çok azalma kaydetmektedir. Sözde ateşkes palavralarıyla ortaya
çıkarak, haklarını savunduğunu iddia ettiği
insanları katleden bir örgüte karşı, doğaldır ki, en
sert tedbirler alarak, bölge insanını bu beladan kurtarmak ve bunu
yaparken de insanlarımıza zarar gelmesini önlemek, devletin önemli
bir görevi ve sorumluluğudur.
OHAL bölgesinde gayet güzel koordine edilmiş bir mücadele
yürütülmektedir. Bu mücadelenin sınır ötesi boyutları da
vardır. Mevcut hukukî çerçeveye duyulan ihtiyaç, OHAL'i bugünlere kadar
getirmiştir. OHAL uygulamasının, söz konusu bu reform
niteliğindeki yasal düzenlemelerin devreye sokulmasıyla, en
azından, tedrici olarak kaldırılması mümkün olacaktır.
İl İdaresi Kanunu, Köy Kanunundaki değişiklikler ve
geçici köy korucularının statülerinin belirlenmesi, Kimlik Bildirme
Kanunu ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar
Hakkındaki Kanununda öngörülen yeni düzenlemelerin yapılmasına
ihtiyaç duyulmaktadır. Bu düzenlemeler, OHAL'in
kaldırılmasının önemli nedenleri olacaktır. Ulusal
uzlaşmanın ve mutabakatın böylesine güçlü olduğu bir
esnada, olağanüstü hal uygulamasının, yeni yasal düzenlemeler
getirmeden kaldırılması, bölge insanı ve ülkemiz insanına
hiçbir şey kazandırmayacak, tam tersi, yeniden terörün artmasına,
alevlenmesine yol açacaktır. Zaten, dış güçlerin istediği
ve beklediği de, Olağanüstü Hal
Bölge Valiliğinin yeni reformlarla gündeme getirilmemesi ve bir an
önce kaldırılıp, tekrar oradaki PKK faaliyetlerinin daha da
artırılarak, daha da etkili bir hale getirilerek, Türkiye'nin daha da
zor durumda bırakılmasıdır. Tabiî, buna, ne Türkiye Devleti
müsaade edecektir ne de oradaki devlet güçlerimiz ve OHAL'in koordinasyonunda
çalışan tüm kurumlarımız.
OHAL bölgesinde, OHAL uygulamasıyla gayet güzel koordine
edilmiş bir mücadele yürütülmektedir. Bu mücadele, gerektiğinde
sınır ötesine taşmıştır, gerektiğinde de,
yine, sınır ötesine taşmaktan da taviz verilmesi mümkün
değildir. Bu tür uygulamalar da vakıadır.
Mevcut hukukî çerçeveye duyulan ihtiyaç, OHAL'i bugünlere kadar
getirmiştir.
Evet, OHAL'in her şeyiyle eksiksiz olduğunu söylemek, tabiî
ki, mümkün değildir; ama, OHAL, geniş anlamıyla, gerçekten,
bölgede, 10 ilin sorunlarına ciddî çözümler getirmiş, PKK'yı yok
etme noktasına hemen hemen kavuşturmuştur. Vatandaşın
en doğal hakkı olan yaşama hakkını koruyabilmek için,
OHAL uygulamaları ile bir dizi tedbirler geliştirilmiştir.
Olağanüstü hal uygulaması içinde süregelen mücadele sonucu, 1994 yılı
başlarından itibaren, PKK olaylarında hissedilir oranda bir düşüş
görülmüştür ve her geçen gün bu düşüşün görüleceği de
gerçektir.
Terör örgütünün kitlelere ulaşım yolları büyük ölçüde
kesilmiş, halk üzerinde baskı ve şantajları
azaltılmış, örgüte katılım, yok denecek seviyeye
inmiştir. İl ve ilçelerde, daha evvelki günlerde, geçmişte,
kepenk kapatma olayları da bir vakıaydı; ama, bugünlerde,
devletin etkinliği, OHAL'in oradaki ciddî, koordineli
çalışması gereğiyle de, vatandaş, huzur içinde
işyerlerine gitmiş, kepenk kapatma gibi eylemlerle karşı
karşıya getirilmemiştir ve bu konuda da etkinlik fazlasıyla
sağlanmıştır.
Terör örgütlerinin -özellikle 1996 yılında- yurtiçinde ve
yurtdışında kamp ve üs alanlarına yapılan operasyonlar
sonucu, örgüt içinde psikolojik çöküntü başgöstermiştir. Örgütten
kaçarak güvenlik güçlerine teslim olan terörist sayısı her geçen gün
daha da çok artmakta, teröristler, devletin polisine, jandarmasına teslim
olmaktadır; çünkü, bu savaşın sonuçsuz olduğunu,
Türkiye'nin bölünmez bir bütün olduğunu, artık, dış güçler
de hissetmektedir ve devlet-millet düşmanı dediğimiz, ama,
pişmanlık duyan ve psikolojik zaafiyete düşen PKK'ya sempati
duyan insanlar, her geçen gün devlete teslim olmaktadır.
Bu başarılarda, hiç şüphesiz, güvenlik güçlerimizin
cansiparane çalışmaları yanında, OHAL uygulamalarının
da büyük katkısı olmuştur. Tabiî, bununla birlikte,
halkımızın sağduyusu da çok büyük pay teşkil
etmektedir. On yılı aşkın süredir terörle mücadelede
tecrübe kazanmış olan güvenlik güçlerimiz, OHAL gibi hukukî bir
dayanakla başarılı çalışmalar sürdüregelmiştir ve
bundan böyle de, OHAL'in uzatılmasıyla birlikte daha etkili
çalışmaları yerine getireceğinden hiç kimsenin de
şüphesi olmamalıdır.
Zor şartlar altında o bölgede çalışan kamu
görevlilerimize de, OHAL uygulamasıyla, görev şartları
nedeniyle, maddî olarak imkânlar sağlanmış, maddî olarak
kolaylıklar kendilerine sunulmuştur.
Terör örgütlerine yönelik operasyonlarda başarı
oranının artması ve mücadeleden daha da net sonuçlar
alınmasında önemli faktörler arasında yer alan koordinasyon,
OHAL uygulamasıyla sağlanmıştır.
Olağanüstü hal rejimine, insanlarımıza eziyet etmek için
değil, onları yıldıran, korkutan, kadın, çocuk, erkek
demeden evinde, tarlasında, sokağında katleden PKK
militanlarını etkisiz hale getirmek için ihtiyacımız
vardır.
OHAL rejimi, sadece terör mihraklarının yok edilmesi için
güvenlik güçlerinin koordinesine ve bölgenin ihtiyaç duyduğu hizmetlerin
genel prensiplerine bağlı olmaksızın, doğrudan
çözümüne ve iyileştirmesine yönelik tedbirlerle de meşgul
olmuştur.
Yaşadığı köyünden, evinden terör sebebiyle göç eden,
mağdur kalan, müşteki olan insanların, zaman içinde OHAL'in
uygulamalarının getirmiş olduğu müspet sonuçlarla, huzur ve
güven içinde tekrar geriye dönüşünde ciddî adımlar atılmıştır
ve göçün tekrar batıdan doğuya yöneldiği de bir gerçektir.
Ekonomik yeni projelerin devreye girmesi, doğudan batıya göçün de -az
önce söylediğim gibi- tersine dönmesine sebebiyet verecektir.
Tabiî, doğu ve güneydoğu diye kastettiğimizde, OHAL'in
kapsamında olan 10 ilimizin büyük coğrafyası
hayvancılıkla karakterize edildiği için, bölgenin geçim
kaynaklarının en yegâne unsurunu oluşturan hayvancılık
da, bu manada, zaman içinde, daha da çok geliştirilerek, şu anda
hayvancılığın sıkıntıda olduğu bu
ortam, en iyi şekilde rehabilite edilip yeniden hayvancılığımızı
orada geliştirmek için, en iyi noktalarda, projeler ve atılımlar
da söz konusu olacaktır zaman içinde.
Tabiî, bölgedeki yeraltı kaynaklarımız, geçmiş
dönemlerde, terörle ilgili, maalesef, işletilemiyordu; bugün de
işletilecek seviyeleri maalesef sınırlı olmakla birlikte,
zaman içinde, yeraltı kaynaklarımız daha da çok
işletilerek, iyi imkânlar sağlaması ve bölgenin
kalkınması konusunda değerlendirilecektir.
Bununla birlikte, organize sanayi siteleri ve KOBİ'lerimiz de,
zamanla eşanlamlı olarak, mutlaka hayatiyete geçirilecek ve bölgenin
kalkınmasında rol teşkil edecektir.
Terörün beslenme kaynağı olan lojistik imkânların
kesilmesi de etkin mücadele yollarından biridir. Lokal bir alana
sıkıştırılmış, lojistik yönden önemli bir
sıkıntı içerisinde bulunan örgütün, bu
sıkıntısı giderek artmaktadır.
O bölgede yaşayan insanlarımızın acısı
hepimizin acısıdır. Bu, kardeşliğimizin en önemli
özelliğidir. Bu anlayış, ülkemizin birliğinden,
dirliğinden ve düzeninden taviz vermeyecek bir anlayıştır.
Türkiye, bütün vatandaşlarına eşit haklar
sağlamış bir ülkedir ve bundan böyle de hep öyle
kalacaktır. Türkiye'de, hiç kimsenin, ne etnik ne mezhep
ayırımı yapması söz konusu değildir; yasalarla da
hukuk devletiyle de eşit muamele gördüğü bir gerçektir.
Bundan da yola çıkarak, bin yıllık geçmişimizde,
geçirdiğimiz değişik varyasyonlarla, değişik
badirelerle, gerçekten, yaşadığımız acı günler
olmuştur; ama, Türkiye Devletini, milletimizi bölmeye, hiç kimsenin,
hiçbir şekilde gücü yetmeyecektir ve buna cesaret etmeye kalkanların,
her zaman olduğu gibi, tarihten de ders alacakları gibi, sonu
hüsranla bitecektir. Evet, çok
yakın bir zamanda da göreceğiz ki, PKK da, bizim, Türkiye'nin gücü
karşısında, milletimizin bütünlüğü
karşısında her zaman ezilmeye mahkûm olacaktır ve her zaman
yok olmaya mahkûm olacaktır.
Terörist eylemlerle, bu "eşit davranışlar"
anlayışının etkilenmesi veya geri
bırakılması asla mümkün olmayacaktır. Teröristlerin
şiddetine karşı, devlet, her zamanki hukukî çerçevede
şiddetini kullanmıştır ve kullanmaya devam edecektir.
Devlet, vatandaşın en doğal hakkı olan yaşam
hakkını koruyabilmek için, gücünü zaafa uğratmayacak tedbirleri
alacak ve her zaman terörün üstesinden gelecektir.
Oniki yıldan beri doğu ve güneydoğuda şehit olanlara
ve bu toprakları kanıyla sulayan şehitlerimize de, huzurunuzda,
rahmet diliyorum.
Ülkemizin bütünlüğü ve birliğinin her zaman var olduğunu,
her vesileyle, her partimizin de söylediği gibi, ben de burada tekrar bir
daha söylemek istiyorum ve OHAL'in uzatılmasının, bölgenin
ekonomik, sosyal yönden gelişmesi ve bununla birlikte de terörün yok
edilmesi anlamında mutlaka çok yararlı olacağı kanaatini
Partim adına Yüce Meclise arz eder, hepinize en derin sevgilerimi ve
saygılarımı sunarım.
BAŞKAN – Çok teşekkür ederim Sayın Kaya.
Gruplar adına başka söz isteyen var mı efendim?
ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Diyarbakır) – Refah Partisi
Grubu adına söz istiyorum.
BAŞKAN – Refah Partisi Grubu adına, Sayın Hatipoğlu;
buyurun. (RP sıralarından alkışlar)
Süreniz 20 dakika efendim.
RP GRUBU ADINA ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Diyarbakır) –
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; konuşmama
başlarken, Yüce Meclisi, Grubum ve şahsım adına
saygıyla selamlıyorum.
Olağanüstü hal uygulamasına ilişkin, Türkiye Büyük Millet
Meclisinde 29 uncu kez müzakere yapılıyor. Her şeyden önce,
Refah Partisi Grubunun, bugüne kadar olağanüstü hal konusunda yapılan
tüm müzakerelerde, olağanüstü hal uygulamalarına yönelik
eleştirilerini dile getirdiği herkesin malumu. Bu kürsüye çıkan
muhalefet partilerinin değerli temsilcileri de, özellikle bu konuya vurgu
yaparak "Refah Partisinin olağanüstü hal konusunda bugüne kadarki net
tavrında bir değişiklik mi meydana geldi, siz
değiştiniz mi?" sorularını gündeme
taşımaktadır. Ben, peşinen, Partimizin, 27 kez
uzatılan olağanüstü hal uygulamasına ilişkin
tavrının gerekçelerini madde madde, fazla zamanınızı almadan,
sıralamak istiyorum. Olağanüstü hal uygulamalarına bugüne kadar
neden karşı çıktık? Bunları Yüce Meclisin bilgisine
tekrar sunmak istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, olağanüstü hal
uygulaması, her şeyden önce, referansını Anayasadan alan
bir yönetim tarzıdır. Ancak Anayasamız, olağanüstü hal
uygulamasını, kamu düzeni ve yararı açısından
gerektiğinde başvurulacak geçici bir yönetim tarzı olarak ifade
etmiştir. Refah Partisi, olağanüstü hal uygulamalarına
karşı çıkarken, olağanüstü halin
olağanlaşmasının, onun varlık nedenine ters
düştüğü gerekçesine dayanmıştır. Zira Anayasa,
olağanüstü hal uygulamasını, caydırıcı
niteliğinden dolayı ortaya koymuştur ve
olağandışı gelişmeler karşısında kamu
düzenini korumak maksadıyla geçici bir süre için başvurulabilecek bir
yönetim tarzı olarak zikretmiştir. Bundan da maksat, zecrî tedbirler
almak ve caydırıcı olmaktır. Halbuki bu rejim,
yıllardır bu bölgemizde yerleşmiştir; olağanüstü hal
olağanlaşmıştır, caydırıcılık
vasfını yitirmiştir. Olağanüstü halin uygulamaları,
terör örgütünü değil, ama, maalesef masum halkı canından
bezdirmiştir. Kısacası, olağanüstü hal, bugün bu bölgede
artık kanıksanır bir yönetim tarzı haline gelmiştir;
tabiri caizse, yalama olmuştur. İşte bundan dolayı, Refah
Partisi Grubu, bugüne kadar olağanüstü hale karşı
çıkmıştır.
Olağanüstü hale karşı
çıkışımızın ikinci temel nedeni, hükümetlerin,
olağanüstü hal uygulamasını terörün yegane ilacı olarak
sunma gayretleridir. Değerli arkadaşlar, burada, benden önce
konuşan değerli parti temsilcileri, terör ve terör örgütüne
karşı yürütülen mücadeleden bahsettiler. Kuşkusuz, şu
Meclis çatısı altında bulunan hiçbir arkadaşım, terör
örgütüne karşı verilecek mücadelede, güvenlik güçlerimizi zaafa
uğratacak bir gelişmeden yana asla tavır takınmaz.
Eğer biz, olağanüstü hal rejiminin, terör için gerçekten gerekli bir
yönetim tarzı olduğunu bilseydik, buna inansaydık, bunun
doğru olduğunu bilseydik, kesinlikle biz de olağanüstü halin
devamını isterdik; ama, olağanüstü halin terörün ilacı
olmadığı, artık bugün herkes tarafından kabul edilmek
zorundadır; niçin?.. 27 defa uzatılmıştır... Eğer
olağanüstü hal terörün ilacı olsaydı, 18 yıldır
terörün kökünün -bizden önceki hükümetlerin ifade ettiği gibi- 27 kezdir
kazınmış olması gerekirdi; bu olmadığına
göre, demek ki, olağanüstü hal, terörün ilacı filan da değildir.
Değerli arkadaşlarım, kuşkusuz, eline silah
almış, devletin güvenlik güçlerine silah sıkan, mermi
sıkan, masum halka karşı hunharca tavırlar sergileyen
insanlara şefkatle ve merhametle muamele edin ve onların bu
saldırılarına karşılık vermeyin, diyen yok
burada. Çözümü namlunun ucunda arayanlar, karşılarında mermiyi
bulmakta da gecikmezler; yani, terörle mücadelenin evrensel şartları
vardır. Ancak, Türkiye'de terörle mücadelede hiç de ciddî mesafe
alınmadığını da huzurunuzda vurgulamak istiyorum.
Neden?.. Çünkü, yıllardır, terörle mücadele dendiğinde, PKK
örgütüne karşı dağlarda, kırsal alanlarda yürütülen
silahlı mücadele akla gelmiştir; halbuki, terörle mücadelenin
başka boyutları da vardır. Siz eğer, teröristten daha
güçlü, daha ciddî bir istihbarata sahip değilseniz, karşı
istihbarata, karşı propagandaya sahip değilseniz, eğer siz,
terörün dış desteklerini kesemiyorsanız, terörle mücadelede
başarılı sonuçlar elde etmeniz de mümkün değildir ve terör
örgütünün, içinde yeşerme imkânı bulabildiği, bölgedeki sosyal,
ekonomik, kültürel şartları devlet lehine
değiştiremiyorsanız, terör örgütüyle, yine, ciddî bir mücadelede
bulunmanız ve başarılı olmanız mümkün değildir.
Üçüncü neden: Olağanüstü hal uygulamaları, bize göre,
devlet-millet kaynaşmasına menfi etkiler yapmış ve
maalesef, terör örgütünün işine yaramıştır. Masum halk
tedirgin edilmiştir, lüzumsuz otorite gösterilerine
girişilmiştir.
Değerli arkadaşlarım, burada çok konuşuldu, terörle
mücadelede başarılı olmanın ilk temel şartı, halk
kitlelerinin desteğini kazanmaktır. Oysa, bütün bu uygulamalar boyunca,
halk tedirgin edilmiştir. Yardım ve yataklık
yaptığı gerekçesiyle, binlerce insan gözaltına
alınmış, işkence ve kötü muameleye tabi tutulmuştur.
Köyler boşaltılmış, tarlalar ve ormanlık sahalar imha
edilmiş, o bölgede insanlarımız mülksüzleştirilmiştir.
Terörle mücadelenin psikolojik yönü ihmal edilmiştir. Şırnak,
Lice ve Kulp olaylarının hemen ardından, kitleler halinde PKK'ya
katılımların gerçekleştiği, bugün, herkesçe
bilinmektedir.
İzninizle, şimdi ben, bugünkü tabloyla ilgili Türkiye Büyük
Millet Meclisinden bir heyete, Şırnak civarında yapılan
gezi sonucunda, askerî bir yetkilimizin verdiği brifingten birkaç cümle
okuyacağım, birkaç rakam vereceğim. Yetkili "Örgütün
Olağanüstü Hal Bölgesinde 3 bin, yurtdışında 3 500 kadar
olmak üzere, 6-7 bin civarında silahlı militanı
vardır" diyor. 1996 yılının Haziran ayının
sonlarında verilen bilgidir bu. "6-7 bin bin terörist var"
diyor. 1992 yılında, zamanın Başbakanı Sayın
Demirel de, bu kürsüden konuşurken, aynı rakamı vermişti,
"6-7 bin civarında terörist var" demişti. Ardından,
1996 yılında, bu mesele burada görüşülürken, "ölü, sağ
ve yaralı olarak ele geçirilen terörist sayısı da 50
bindir" dendi. Demek ki, dört yılda, 5 kat terörist ürettik biz bu
ülkede. Buna da dikkatlerinizi çekmek istiyorum.
Peki, terörle mücadelede 181 binden fazla askerî personel, 19 bin polis,
59 bin korucunun görev yaptığı 1987 yılından bu yana
12 929 terör olayının gerçekleştiği ve bu olaylarda,
güvenlik güçlerine mensup 3 547 kişinin şehit olduğu, yine,
toplam 4 113 masum sivil vatandaşın da hayatını
kaybettiği, verilen bilgiler arasında. Yine, bu resmî rakamlara göre,
bugün, bölgede, 1 899 okul kapalı bulunmaktadır; okul
çağına gelen çok sayıda çocuk ve genç, tabiî ki, eğitim
hizmetlerinden mahrum kalmaktadır. Yine, resmî rakamlara göre, bölgede, 2
614 köy ve mezra boşaltılmış ve -dikkatlerinize sunuyorum-
bu köylerde yaşayan vatandaşlarımızdan 307 bini göç etmek zorunda kalmıştır.
Değerli arkadaşlar, olağanüstü hal uygulamaları,
ülkenin ayrılmaz bir parçasında, ayrı bir rejimi
kalıcı kılarak, bölücü mihraklara propaganda malzemesi
oluşturmaktadır.
Değerli arkadaşlarım, şer odakları, bazı
doğrulardan yola çıkarak ihanetlerini kusarlar. Türkiye
düşmanlarına, istismar edebilecekleri konularda, asla fırsat ve
inisiyatif tanımamalıyız. Kürt kökenli
vatandaşlarımızın olağanüstü hal bölgesinde yoğun
olarak yaşıyor olmaları, bu bölgenin ayrı bir rejim
altında yönetildiği gibi bir yanlış ve kasıtlı
imajın yayılmasına da neden olmaktadır. Bu
ayırımcı yaklaşıma fırsat vermemek için,
olağanüstü hal uygulamalarına bugüne kadar karşı
çıktık. Bu bölgenin, uzun yıllardır, terör ile
olağanüstü hal gerekçe gösterilerek yatırımlardan mahrum
bırakılması da, bizim karşı çıkış
nedenlerimizin başında gelmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; işte, bu
nedenlerle, Refah Partisi Grubu, bugüne kadar, olağanüstü hal
görüşmelerinde, olağanüstü hal uygulamasının devam etmemesi
gerektiği yönünde oy kullanmıştır. Peki, Hükümet ne
yapmıştır: -şimdi Refah Partili bir Koalisyon Hükümeti var-
Hükümet, 7 temmuzda güvenoyu almıştır, 15 temmuzda, yani 8 gün
sonra, Türkiye Büyük Millet Meclisine başvurarak, olağanüstü hal
konusunda bir genel görüşme talebinde bulunmuştur ve 24 Temmuz 1996
tarihinde de Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir genel görüşme
yapılmıştır.
Şimdi, bu genel görüşmeye muhalefet partileri
katılmadılar -saygıyla karşılıyorum- genel
görüşmeye niye katılmadılar? "Böyle bir gelenek yok; eski
köye yeni âdet mi getiriyorsunuz! Genel görüşme bir denetim yoludur, bunu
iktidar kullanmaz, istemez" dediler, doğal olarak.
ABBAS İNCEAYAN (Bolu) – Biz olayları biliyorduk da, siz
anlamıyordunuz o zaman.
ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) – Evet, gerçekten de böyle
bir geleneği biz başlatmış olmaktan mutluluk duyuyoruz;
-bunu da huzurunuzda arz etmek istiyorum- çünkü, Sayın
Başbakanın da sık sık ifade ettiği gibi, bu Hükümet,
bir değişim Hükümetidir ve bu Hükümet, Meclisi, partilerin de,
Hükümetin de, Millî Güvenlik Kurulunun da önünde tutabilme gücünü, cesaretini,
iktidarını kendisinde bulan bir Hükümettir; bundan dolayı
kutlamanız gereken bir tavır sergilemiştir. (RP
sıralarından alkışlar)
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; şimdi, ben,
olağanüstü hal uygulamasının -54 üncü Hükümetin Programında
da ifade edildiği gibi- kaldırılacağına
inanıyorum, Refah Partisi Grubu olarak, olağanüstü halin
uygulamasının kaldırılmasından yanayız, bugüne
kadarki görüş ve düşüncelerimizde en ufak bir değişiklik
meydana gelmemiştir; bunu peşinen arz edeyim. (ANAP
sıralarından gürültüler)
Şimdi, bakın nasıl kaldıracağımızı
da anlatacağım, birazcık sabrederseniz
değişmediğimizi anlayacaksınız.
CENGİZ ALTINKAYA (Aydın) – Değişim...
ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) –Biz değişmedik;
ama, Allah izin verecek, biz, bu tavrımızla uzlaşmanın ne
olduğu konusunda da örnek olacağız ve inşallah bu Meclisten
hep uzlaşmayla güzel kararlar çıkacak.
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Öğreniyorsunuz.
ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) – Değerli
arkadaşlar, biz, Refah Partisi Grubu olarak, olağanüstü hal
uygulamasına karşıyız; ancak, olağanüstü halin
-iktidarda iken Anavatan Partisi temsilcilerinin de burada ifade ettiği
gibi- uygulamasına son verilmesi için gerekli yasal düzenlemelerin de
vakit geçirilmeden yapılması gerekir.
CENGİZ ALTINKAYA (Aydın) – Yarın yapalım...
ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) – Peki, bu yasal
düzenlemeleri niçin yapmadınız? Bu soruyu bize
soramazsınız, sorma hakkınız yok; üç ay iktidar oldunuz,
siz niçin değiştirmediniz?
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Üç haftadır Mecliste
bekliyor...
ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) – Mecliste
bekletiyorsunuz... Sizin getirdiğiniz yasayı biz kabul edecek
olursak, o bölgeden 10 ilde olağanüstü hali kaldırıyoruz derken,
70 küsur ili olağanüstü hal uygulamasının içerisine
koyacağız; bunu kabul etmemiz mümkün değildir değerli
arkadaşlarım.
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Değiştirip
getirseydiniz...
ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) – Şimdi, biz ne
yapacağız; bakın, size söyleyelim.
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Birşey
yapamazsınız...
BAŞKAN – Efendim, müdahale etmeyin...
ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) – İnşallah
yapacağız, yaptığımızı göreceğiz. Refah
Partisinin yapabildiğini, değiştirebildiğini göreceksiniz
ve hep birlikte siz de bizi alkışlayacaksınız
inşallah. Yapacağız...
CENGİZ ALTINKAYA (Aydın) – U dönüşü yapıyorsunuz...
ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) – Değerli
arkadaşlarım, şu tezkere, Millî Güvenlik Kurulundan gelen karar,
olağanüstü halin devamı değil, olağanüstü halin
kaldırılmasına ilişkin bir tezkeredir, öncelikle bunu arz
edeyim; biz, bunu, böyle algılıyoruz. Nasıl kalkacak
olağanüstü hal? Şartları konulmuş; Millî Güvenlik
Kurulundan gelen şu tavsiye kararında "söz konusu yasal ve idarî
düzenlemeler tamamlanıncaya kadar..." deniliyor. Söz konusu yasal ve
idarî düzenlemeler nelerdir? Hangi kanunlarda değişiklik
yapılması gerekir? Sayın İçişleri Bakanımız,
biraz önce, burada ifade buyurdular; bu kanunlarda değişiklik
yapılması gerekir... Bu kanunlarda değişiklik
yapıldıktan sonra, olağanüstü halin kademeli olarak
kaldırılmasında zaruret vardır diyoruz.
Bu düzenlemeyi nasıl yapacağız? Değerli
arkadaşlarım, şimdi, Cumhuriyet Halk Partisinden değerli
temsilci çıktı "hani olağanüstü hali
kaldıracaktınız, niçin değiştiniz?" dedi.
Diğer arkadaşlarım, muhalefet partileri temsilcileri bizi
değişmiş olmakla suçluyorlar; aslında kendi kendilerini
suçluyorlar...
CENGİZ ALTINKAYA (Aydın) – Değişim Hükümetisiniz...
ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) – Biz değiştik
de ne olduk? Diyorlar ki: "Siz değiştiniz, bize benzediniz;
çünkü, biz de muhalefetteyken başka, iktidara gelince başka diyorduk.
Şimdi, muhalefetteyiz, yine başka şeyler söylüyoruz. Aman ha
Refahlılar, dikkat edin, bize benziyorsunuz." Aslında söylenen
burada bu. Merak etmeyin, biz, size benzemiyoruz, biz, sizi kendimize
benzeteceğiz Allah'ın izniyle. (RP sıralarından
alkışlar)
CENGİZ ALTINKAYA (Aydın) – Allah korusun...
ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) – Bakın değerli
arkadaşlar, bizim, Refah Partisi Grubunun kararı şudur: Meclis,
iki gün sonra tatile giriyor. Ağustos ayı içerisinde, Refah Partisi
Meclis Grubu, Yüce Meclisi olağanüstü toplantıya davet edecek ve
terörle mücadelede gerekli olduğuna inandığımız
yasalar nelerse, bunları tek tek gündemimize alacağız, Yüce
Meclisin gündemine getireceğiz, sizlerin huzuruna getireceğiz. Bu
yasal önlemler alındıktan, yasalarda gerekli düzenlemeler
yapıldıktan sonra da, kademeli bir şekilde -Allah nasip edecek-
şu anda 10 ilde uygulanmakta olan olağanüstü hal
uygulamasını -bizim ümidimiz ve temennimiz- en az
yarısından kaldıracağız...
CENGİZ ALTINKAYA (Aydın) – Niye?..
ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) – Ama, sadece
olağanüstü hal uygulamasını kaldırmakla
kalmayacağız -Yüce Meclisin dikkatlerine sunuyoruz- o bölgeye,
Allah'ın izniyle, huzur getireceğiz, o bölgeye güvenlik
getireceğiz...
CENGİZ ALTINKAYA (Aydın) – 5 ile yazık değil mi!..
ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) – Ben, size bir şey
daha söyleyeyim: Bakın, ben, o bölgenin milletvekillerindenim. Hukuken
olağanüstü hal kalkmamışsa bile -bugün iftiharla ifade ediyorum;
aziz milletim şu kürsüden beni izliyor ekranları başında-
olağanüstü halin, bizim, buradan tenkit ettiğimiz yanlış
tavır ve davranışları -Allah'a hamdolsun- fiilen bu bölgede
kalkmıştır; halk huzur içerisindedir...
ABBAS İNCEAYAN (Bolu) – 16 asker ne zaman öldü?..
ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) – Artık köyler
boşalmıyor; bir.
Bakın bir şey daha söyleyeyim...
NEJAT ARSEVEN (Ankara) – 16 tane şehit...
ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) – 16 tane şehit...
Ben, terörle mücadele konusuna açıklık getirdim; siz, herhalde
dinlemediniz, dinlemek lütfunda bulunmadınız.
Bakın değerli arkadaşlarım, ne dedim; eline silah
alıp devletin güvenlik güçlerine karşı mermi sıkan, çözümü
namlunun ucunda arayan her kimse, karşısında mermi bulmakta
gecikmeyecektir; Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bunların üstesinden gelmeye
de kadirdir dedim. Terörle mücadeleye evet; ama, siz, olağanüstü hal
uygulaması adı altında, insanlara yiyecek ambargosu
koyarsanız, insanlara kendi evine beş kilo bulgur götürmeyi
yasaklarsanız, olağanüstü hal uygulaması adı altında,
insanların seyahat özgürlüğünü engellerseniz, işte, siz, o insanların
kitleler halinde terör örgütüne kaymasına neden olursunuz; biz, bunun için
buna karşıyız. Yoksa, terörle mücadeleye, terörle mücadeleyle
ilgili getireceğiniz her türlü yasal tedbirleri almaya hazırız;
bir şartla...
HALİT DUMANKAYA (İstanbul) – Ortağınıza
söylediniz herhalde...
ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) – Efendim, ben Yüce
Meclise hitap ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Hatipoğlu, 1 dakikanız var efendim.
ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) – Teşekkür ediyorum.
Ben, Yüce Meclise hitap ediyorum.
Değerli arkadaşlar, bu Hükümetin kuruluşu üzerinden üç
hafta geçmiştir. Bu üç hafta boyunca Hükümetimizin attığı
adımlar, bölgemizde büyük bir mutlulukla karşılanmaktadır.
Her şeyden önce, köye dönüş konusunda Sayın Başbakanın
yaptığı açıklama, bölgede büyük bir sevinçle karşılanmıştır
ve Allah'a hamdolsun, insanlar köylerine dönmeye
başlamışlardır. Köylerine dönecek
vatandaşlarımıza da, bugüne kadar uğradıkları
zararları tazmin edecek yardımlar yapılacağı
beklentisi içerisindedir.
Yine, bu Hükümet... Bu bölgede, geçmişte hayvancılıkla
geçinen onbinlerce insan vardı. Şu anda, maalesef bu ülke, et ithal
eder hale getirilmiştir. İşte, bunu engellemek için, teşvik
kredisi adı altında 17 trilyonluk bir kaynağın ayrıldığı,
yine, Sayın Başbakanımız ve Tarım Bakanımız
tarafından ilan edildi; bunun mutluluğunu taşıyoruz.
Vatandaşlarımız, şimdi, o bölgede, et kombinalarına
hayvanlarını götürüp teslim edebilmekte ve gününde -teslim
ettiği anda- parasını alabilmektedir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Hatipoğlu, size de ek süre veriyorum;
lütfen toparlayın efendim. Bugün arkadaşlarımıza çok fazla
süre verdik.
ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) – Teşekkür
ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yine, Hükümetimiz,
Irak'taki petrol boru hattından birkaç hafta içerisinde petrol
akacağı müjdesini veriyor. Burada bazı arkadaşlar
çıktı, bazı rakamlar verdi. Burada, bizim için önemli olan,
bölgenin ekonomik hayatına getireceği canlılıktır.
Bundan dolayı da Hükümeti, bu olumlu adımlardan dolayı yürekten
kutluyoruz.
Refah Partisi Grubu olarak, 54 üncü Hükümete, olağanüstü halin
tedricen kaldırılması konusundaki samimi
davranışından dolayı teşekkürlerimizi arz ediyorum.
Allah'a binlerce defa hamdolsun, muhalefette iken söylediğini, iktidara
geldiğinde gerçekleştirebilme iradesi gösterebilecek bir Hükümete
sahibiz; Allah'a hamdediyorum. (DSP ve CHP sıralarından
gülüşmeler, alkışlar [!])
Şimdi, bakın, muhalefet partisi milletvekillerine
sesleniyorum: Değerli arkadaşlarım, siz, bizi, uzun zaman, çok
çok alkışlayacaksınız;
alkışlarınızı alacağız Allah'ın
izniyle. Öyle güzel hizmetler yapacağız ki, siz, alkışlamak
zorunda kalacaksız, aziz milletimiz de bunu seyredecek Allah'ın
izniyle. (CHP sıralarından "Allah şahit, Allah bilir"
sesleri)
İSMET ATALAY (Ardahan) – Allah çarpar.
ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) – Onun için, sözlerimi
toparlıyorum değerli arkadaşlarım; izin verirseniz,
huzurunuzdan ayrılacağım.
Bakın değerli arkadaşlarım, ben, bundan önce, Refah
Partisi Grup sözcüsü olarak, bu kürsüye çıkıp, olağanüstü hal
ile ilgili -bu kürsüye gelmeden önce topladım, üst üste koydum- tam 90
dakika konuşmuşum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Hatipoğlu, süreniz bitti.
Aslında, İktidar Partisi konuşmaz, iş yapar.
Bakın, gerçekten, bu çok önemli. Burada konuşmak gereksiz. (ANAP ve
DSP sıralarından alkışlar) Ama, tabiî, maalesef, bundan
önce, hep böyle bir âdetimiz vardı. İktidar Partisi iş yapar,
konuşmaz; konuşmakla da kimsenin karnı doymaz; ama, ben, yine
de, size, 1 dakika süre vereyim; buyurun.
ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) – İşte, buna da
alışacaksınız. Bakın, burada da bir
değişiklik var. İktidar partileri Meclisi toplamaz, genel
görüşme istemez, konuşmaz, Meclisten kaçarlar...
BAŞKAN – Efendim, o değil...
ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) – Biz, Allah'a hamdolsun,
Meclisi toplamaya çalışıyoruz; bu da, Refah farkıdır
işte... (RP sıralarından alkışlar)
Sözlerimi toparlıyorum Sayın Başkanım; şu
cümleyi muhalefet partilerinin dikkatine sunarak, huzurunuzdan
ayrılıyorum: Ben, bundan önce, 90 dakika, muhalefetteki Refah
Partisinin sözcüsü olarak konuştum; şimdi de, 20 dakika
konuştum. Bu 20 dakikada, geçmişte konuştuklarıma ters bir
tek cümle bulursanız, o zaman, bize "değiştiniz" deme
hakkına sahipsiniz. Değişme göremezsiniz; çünkü, biz, iktidarda
da, muhalefette de hakkı konuşuruz diyor, hepinize saygılar
sunuyorum. (RP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Hatipoğlu, aslında, benim, bugün
söylediğim cümle, bugüne mahsus değil; ben, her zaman, bu kürsüde,
İktidar Partisinin konuşmaması gerektiğini, iş
yapması gerektiğini söylemişimdir.
Grupların konuşmaları bitti.
Sayın Hükümet, konuşacak mısınız efendim?
İÇİŞLERİ BAKANI MEHMET AĞAR (Elazığ)
– Evet Sayın Başkan.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Bakan.
Süreniz 20 dakikadır.
İÇİŞLERİ BAKANI MEHMET AĞAR (Elazığ)
– Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekillerimiz;
değerli siyasî parti sözcülerimizin, bize ışık tutan,
gerçekten hep iyi niyetle dolu görüşlerini, konuşmalarını
dinledik, önerilerini aldık. Zannediyorum Sayın DSP Grup Sözcüsü,
görüşlerini, yazılı olarak da bildirecekler; onları da
almaktan büyük bir memnuniyet duyuyorum. ANAP sözcüsü Sayın
Yıldırım, büyük bir çoğunluğuna
katıldığımız görüşlerini, birbiri ardı
sıra ve çok samimi hislerini, bütün bölge insanının hislerine de
tercüman olacak şekilde bildirdiler.
Ancak, bazı konularda açıklamalar getirme gereği
vardır. Hiç şüphesiz ki, bölgenin ekonomik şartları
konusunda, hepimizin bildiği gerçekler var. Yalnız "bu
olağanüstü hal yönetiminde hiçbir şey yapılmamıştır;
halka ıstırap verilmiştir, sıkıntı
verilmiştir" gibi haksız suçlamaları da bir parça
dikkatinize sunmak istiyorum. Çok şey de yapılmıştır;
ben, bunu, bu kürsüden, herkese söylüyorum. Devletin, burada yıllarca
hizmet etmiş görevlileri var; büyük bir iyi niyet içerisinde
çalışmışlar.
Olayı, sadece güvenlik boyutunda görmek de doğru
değildir; burada, ekonomik boyutta da çok ciddî çalışmalar
yapılmıştır. Evet, öyle böyle belli şartlar
altında köylerden göç olmuştur; evsiz kalanlar olmuştur; göç
edenler olmuştur da, devlet, elinden gelen imkânlar oranında,
bunları, aç, açıkta, sokakta bırakmamıştır.
Bugün, bölge valiliği imkânlarıyla, son iki sene içerisinde,
beşbinin üzerinde konut yapılmıştır. Çeşitli
fonlardan, bu insanların, aç ve açıkta kalmamaları için lazım
gelen her türlü tedbir, bölge valileri başta olmak üzere, il valileri,
kaymakamlar tarafından alınmıştır. Başka illere
göç ederek giden vatandaşlarımızın, orada iş
bulmaları konusunda ve oradaki sıkıntıları konusunda,
yahu, bu devlet hiçbir şey yapmamış mıdır?.. Böyle
insafsız olmaya hiç gerek yok; beşbinin üzerinde çok ciddî konut
hamlesi yapılmıştır ve bunlar içerisinde, halen devam eden
projeler vardır. Orada yollar yapılmıştır, güvenlik
gerekçesiyle; birtakım altyapı yatırımları
yapılmıştır; bölge yatılı okulları
yapılmıştır; hastaneler yapılmıştır
"hiçbir şey yapılmamıştır" gibi
insafsızca eleştirilerde bulunmanın ben bir anlamını
göremiyorum. "Yeterli yapılmamıştır"
diyebilirsiniz; yetersiz olmuştur, daha iyisi yapılabilirdi. Çok
ciddî hayvancılık projeleri, iki seneden beri gündemdedir. Ziraat
Bankasının sağladığı bir sürü kredi
imkânları çıkmıştır -büyük miktarlardadır- bunu,
realize eden insanlar da, burada, bugün, milletvekili olarak aramızdadır.
Arzu edildiğinde, gündemdışı söz verir Sayın
Başkanlık Divanı, arzu edilen doyurucu açıklamalar da
yapılabilir. Zamanın kıtlığı içerisinde, bunlara
çok detaylı olarak girmek istemiyorum.
Hepimiz istiyoruz tabiî, hukukun üstünlüğü, insan hakları...
Şu çatı altında görev yapan insanlardan kim istemez ki... Bunlar
yapılmalıdır; ama, orada yapılan mücadele ve oradaki çok
yoğun güvenlik gücünün varlığını görmezlikten
gelemeyiz. Bütün bunlara rağmen, milletin desteğini almadan,
halkın desteğini almadan bu terör mücadelesinin
yapılamayacağını iki günlük askerler bile biliyor, bugün,
artık, bilmeyen mi kaldı? Ne yapılmıyor ki, bunun için?
Bu arada, yanlış yapan kamu görevlileri de olmuştur zaman
zaman; yapana, gereği yapılmıştır; hiç kimse himaye de
görmemiştir, cezalandırılmıştır ve
cezalandırılmaya da devam edilecektir. Burada, hata yapan kamu
görevlilerini yakalayan, ayrı kamu görevlileridir. Bu bakımdan, bu
tür eleştirileri yaparken, bence, insaf sınırları
içerisinde kalmak gerekir. Elbette ki, oradaki vatandaşın rahatı,
huzuru, her şeyin üzerindedir bizim için; ama, burada, hizmet yapan kamu
görevlileri, hiçbir şey yapmadan, "halka eza cefa etmişler"
şeklinde olayı tanımlamaya kalktığınız
vakit, biz bunun karşısındayız. Şahsen, ben,
zamanında kamu görevlisi olarak hizmet eden, bugün de bu kamu
görevlilerinin başında siyasî sorumlu olarak bulunan bir kişi
olarak şiddetle karşı çıkarım ve o insanların bu
ülke için yaptığı hizmetlerin sahibi olurum.
ADİL AŞIRIM (Iğdır) – Bravo.
İÇİŞLERİ BAKANI MEHMET AĞAR (Devamla) –
Açıkça söylemek lazım; "bizim, şöyle bir tutumumuz
yok" diyemeyiz. Efendim, haklı olan eleştirileri kabul edelim.
Gerekli tahkikatları çok ciddî şekilde yapalım; Meclis olarak
yapalım, idare olarak yapalım, Hükümet olarak yapalım, kanunî
gereğini de yapalım; ama, uluorta, her ahval ve şart
altında bu görevlileri suçlamanın, hiç kimseye bir yarar
getirmeyeceğini de son derece iyi biçimde bilelim.
Elbette, geçen hükümetler, bu konuda önemli hizmetler
gerçekleştirmeye gayret etmiş, 54 üncü Hükümet de bu konuda daha bir
ağırlıklı olarak hizmet etme gayreti içerisindedir.
Hayvancılığın ve organize sanayi bölgelerinin
geliştirilmesi; el sanatları, arıcılık gibi ev
ekonomisine dayalı projelerin gerçekleştirilmesine
çalışılması; GAP'ın gerçekleşmesine
çalışılması...
Canım, olağanüstü hal bölgesinde güvenlik güçleri hiçbir
şey yapmadı!.. İki senedir pıtrak gibi patlayan bölgedeki
çırçır fabrikaları, iplik fabrikaları, tekstil
fabrikaları nereden geliyor?! Batı'daki işadamları,
holdingler kurup doğuda yatırım yapmaya neden karar veriyorlar?!
Güvenlik olmayan yere özel sektörün, müteşebbisin gittiği vaki midir
yani?! Nedir hiçbir şey yapılmayan?! Çok şey
yapılmıştır; bunları görmezlikten gelmek son derece
yanlıştır.
Sayın Hatipoğlu'nun dediği gibi, hayvancılıkla
ilgili projeyi, konumu gereği elbette Tarım Bakanı açıklayacaktır;
ama, bu, bir Koalisyon Hükümeti içerisinde, Hükümetin aldığı
müşterek karar, sağlanan müşterek kaynaklarla ortaya çıkan
sonuçlardır. Öyle de olması icap eder; gereği de o şekilde
yapılacaktır.
Kaldı ki, bu tür işlerde bir komplekse falan girmeye gerek
yok. Geçmişte başka türlü görüşleri savunabilmek, bugün sorumlu
duruma geldiğinizde aldığınız birtakım başka
bilgilerle ve bu bilgilerin ışığı altında,
Koalisyon Hükümetinde müştereken oluşan bir siyasî irade sonucu
başka türlü ve millî menfaatlar nezdinde sonuçlar almayı gerektiren
politikalar uygulamaktan ve bu politikaların gereği olarak da,
muhalefette savunduğunuzun dışında yeni bir görüşü de
savunmanın bir anormal tarafı olmaması gerekir. Bu tür
komplekslerin dışında kalmak lazım.
Sayın Arınç'ın, Çekiç Güç ile ilgili
konuşmasında belirttiği gibi, yeni Hükümet tezkeresinde ortaya
çıkan birtakım ilave maddelerin oluşması da, elbette ki,
Koalisyon Hükümetindeki müşterek bir iradenin sonucudur. Bu, Dışişleri
Bakanlığının, Genelkurmayın ve onların
değerli çalışanlarının ortaya
çıkardığı sonuçların, Hükümet içerisinde müşterek
irade biçimde tecelli etmesi sonucu oluşan ve herkesin imzasını
kapsayan bir Hükümet tezkeresidir. Hiç kimsenin, tek başına bir
siyasî iradeyle bir şey yapabilmesi elbette ki mümkün değildir.
Sayın Tanla'nın, çok net biçimde ortaya koyduğu bir
çalışma var -zannediyorum partinin- yazılı olarak da bize
takdim edecekler. Elbette, Sayın Ecevit'in orada çok veciz biçimde ifade
ettiği "terörün beli kırılırken, halkın gönlünün
kırılmaması" hepimizin gönülden
katıldığı ve bütün güvenlik güçlerinde parola olarak,
düstur olarak benimsediği bir görüştür; onun aksini
düşünebilmemiz mümkün değildir.
Önümüzdeki dönemde ekonomik kaynaklar meselesi vardır; bu
kaynakların verimli kullanılması meselesi vardır.
Özellikle, valilerimizce özel idare kaynaklarının, gene
Olağanüstü hal idaresinin kalkana kadar, Bölge Valiliğinin elindeki
kaynakların, bizatihi valilerimiz tarafından daha etkin biçimde
kullanılması gündemdedir.
Sınır ticareti konusunda mutlaka açılımlar gereği vardır. Sadece o bölge
olarak değil, Doğu Anadolu Bölgesiyle ilgili projeler vardır;
bunların geliştirilmesinde faydalar vardır. Habur'la ilgili yeni
düzenlemeler olacaktır. Petrol boru hattının açılmaya doğru
gidişi, son derece olumlu bir gelişmedir. Zannediyorum bundan memnun
olmayacak hiç kimse yoktur. 1994 yılında başlayan teşebbüslerin bugüne kadar etap etap
devam etmesi sonucunda olumlu safhaya doğru gelişinin son
noktaları olarak görmek lazım. İnşallah -daha önceki konuşmalarda Sayın
Başbakanın, Sayın Başbakan
Yardımcısının da ifade ettiği gibi- ambargonun
kalkması konusunda ciddi gelişmeler vardır; en azından,
belirtildiği üzere, Ürdün'e sağlanan imkân ve avantajların
mutlaka ülkemize de sağlanması gerekir.
Sayın Yahya Şimşek'in konuşmalarında
yadırgadığım bir yeri açıkça ifade etmek istiyorum.
Sayın Tansu Çiller'in çocuğuyla ilgili askerlik meselesinin ben
burada konuşulmamasını arzu ederdim. Herkesin, çocuk meselesiyle
örnek gösterilmesini, çocuğu meselesiyle kınanmasını, ben
doğru bir davranış olarak görmem. Kaldı ki, o dönem
zarfında yetkili makamlar tarafından bizzat kendilerine, oraya
gönderilmemesi, ayrıca, onun da korunması gereken kişilerden
olması dolayısıyla ilave bir problem halinde ortaya
çıkacağı belirtildiği için o bölgeye gönderilmemiştir.
Kaldı ki, herkes için söz konusu olabilir; ben, bu kürsüden bu tür
meselelerin ortaya getirilmemesi gerektiği kanaatindeyim.
Terörle mücadelede çok net biçimde savunacağımız
1992-1996 arasında çok başarılı mücadele verilmiştir;
geçmişte de, elbette, başarılı mücadele verilmiştir;
ama, açıkça buradan, toplumsal hafızamızın kayıp
olmamasını rica ederim. İllerin basıldığı;
iki üç gün süren meydan savaşlarının
yaşandığı; bütün yolların kapalı olduğu; ticarî,
ekonomik hayatın sıfırlandığı günlerden; gece
gündüz il, ilçe baskınlarının olduğu günlerden; bugün,
bütün hayatın -en azından, bütün yerleşim bölgelerinde
hayatın- normale döndüğü; bütün ticarî, ekonomik faaliyetlerin,
sosyal yaşamın normale döndüğü; yol emniyetlerinin çok büyük
ölçüde sağlandığı günler içerisindeyiz.
Biraz evvel ifade ettim, çok ciddî ekonomik yatırımlar
yapılıyor; bunlar neyle yapıldı?.. Bunların, ekonomik
yatırımların yapılmasının sebebi, güvenlik
sağlanmasında etap etap gelişmeler olmasıdır. Ha, her
şey mükemmel oldu mu? Olduğu konusunda hiç kimse iddialı
değil, böyle bir şey söylemiyor; ama, geçmişle bugün
arasında, güvenliğin sağlanması bakımından, çok
ciddî mesafeler kaydedilmiştir. Bunları görmezlikten gelip, o
bölgelerde hizmet eden insanların, siyasî sorumluluğunu
taşıyan insanların, idarî sorumluluğunu taşıyan
insanların, askeri sorumluluğu taşıyan insanların
hizmetlerini filan da görmezlikten gelebilmek mümkün değildir. Biz, bütün
burada emeği geçen hizmetlileri -halen de aramızda bulanan
milletvekili arkadaşlarımız da vardır- saygıyla anmak,
şükranla anmak mecburiyetindeyiz; bunun aksini düşünebilmemiz mümkün
değildir.
Olağanüstü hal kalsın mı? Hayır kalmasın. Bu,
artık, müşterek bir arzu, müşterek bir irade olarak tecelli etme
durumundadır; ama, bunun da kalkabilmesi için yasal birtakım
hazırlıklar, devletin devamlılığı çerçevesi
içerisinde, iki seneden bu yana devam edegelmektedir.
Ben, burada, detayına girmek istemiyorum; Sayın Salih
Yıldırım da detaylı olarak ifade ettiler; tabiî, bütün bu
çalışmalar iki seneden beri İçişleri
Bakanlığı bünyesinde, çeşitli bakanlıklarla,
Genelkurmay Başkanlığıyla da koordine edilerek
hazırlanma durumundadır. Görünen o ki, bu konudaki bu müşterek
irade ve arzu, bu yasaların çıkması konusunda çabukluk
getirecektir; bundan da büyük bir memnuniyet duyuyoruz. Bunların bir an
evvel realize edilmesi konusunda kanaat sahibiyiz.
Korucular meselesi, önemli bir meseledir. Burada, bu
insanlarımız, bu bölgenin insanları, PKK terör örgütünün bütün
teorilerinin aksine, burada yaşayan, burada doğan, büyüyen insanlar,
devletinin yanında, mecbur kaldıkları için, devletine
güvendikleri için, silahlı bir mücadeleye girmişlerdir
çoluklarıyla çocuklarıyla; bütün geleceklerini rizikoya atmak
suretiyle.
Ha, bu müessesenin gelişimi içerisinde, hepimizin arzu
etmediği birtakım sonuçlar doğmuştur; bunlar, dikkatle
takip edilmiştir; bilinebilen, yakalanabilen, tespit edilebilen her konuda
kanunî işlemler yapılmıştır; ama, bugün gelinen nokta
içerisinde, burada birtakım eksikliklerin, yeni düzenlemelerin var
olması gereği ortadadır; bunlar da yapılacaktır; Köy
Kanunu içerisinde, bunlarla ilgili çok ciddî düzenlemeler vardır; ama,
bütün bunları yaparken, yine, insaf ölçüleri içerisinde hareket edip,
yıllardan beri burada, çoluğuyla çocuğuyla, bütün
zorluklarına rağmen, çok zor maddî şartlarına rağmen,
çok güç yaşam şartlarına rağmen, devletinin yanında
yer almış insanlara da şükran duygularımızı ifade
etmek istiyorum. Yanlışlık yapan insanlar olmuştur;
onların da gereği yapılmıştır,
yapılacaktır.
Bu müeessesenin yeniden düzenlenme gereği vardır; bütün
bunların hiçbirine katılmamak mümkün değildir. Bu bölgede,
olağan şartlara geçme gereği vardır, onsekiz seneden bu
yana, olağanüstü şartlarda büyüyen çocuklar, bugün, bir genç
olmuşlardır, askere gitme çağına gelmişlerdir;
bunları da, olağan rejim içerisine koyalım, demokrasinin
nimetlerinden doya doya istifade etsinler. Bunların hiçbirine, hiçbirimiz
karşı değiliz; ama, bütün bunları yaparken, büyük bir
soğukkanlılık, büyük bir sağduyu içerisinde, meselenin
dününü, bugününü ve muhtemel gelecekteki gelişimini de gözönünde
bulundurmak şartıyla, ülkemizin bu önemli meselesini
elbirliğiyle çözümleme konusundaki gayretimizi sürdüreceğiz, devam
ettireceğiz ve ben inanıyorum ki, bu dönemin Meclis
çalışmaları içerisinde, Hükümetimiz, büyük bir gayretle, büyük
bir iştiyakla, Türkiye'nin her bölgesinde yaşayan insanlar gibi, bu
bölgesinde yaşayan insanlarımızın sorunlarının
çözümünde de ciddî bir öncelik, ciddî bir gayret içerisinde olacaktır.
Yüce Meclisimizin, konuyla ilgili olarak getireceğimiz kanunî
düzenlemelerde büyük bir destek içerisinde olacağı, görüşmelerin
gelişiminden belli olmaktadır; bu konu da, gelecek için ümit vaat
eden bir olaydır.
Ben fazla zamanınızı almak istemiyorum. Bu
düşünceler içerisinde ve mutlaka önümüzdeki dönemde, arzu edilen bütün
yasal değişiklikleri gerçekleştirmek konusunda var gücümüzle
gayret göstereceğimiz ve -inşallah tezkerede de belirtildiği
gibi- tedricen olmak suretiyle kısa bir dönem zarfında
olağanüstü hal uygulamasının kaldırılarak, normal
rejime geçeceğimiz konusunda da
kararlılığımızı Hükümet olarak bir kez daha ifade
ediyor, Yüce Meclisimizi en içten, en derin saygılarımla
selamlıyorum. (DYP ve RP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.
Şahısları adına Sebgetullah Seydaoğlu?.. Yok.
Mehmet Ekici, buyurun efendim.
Sayın Ekici, süreniz 10 dakikadır.
MEHMET EKİCİ (Ankara) – Sayın Başkan,
saygıdeğer milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
10 ili kapsayan olağanüstü hal uygulaması konusunda
görüşlerimizi aktarmadan önce, devletin bölünmez bütünlüğü ve
vatanın birliği uğruna şehit düşen asker, polis ve
vatan evlatlarını rahmetle anıyor, hepsine Cenabı Hak'tan
rahmet diliyorum.
Saygıdeğer milletvekilleri, terörle mücadelede şehit
olanlara karşı bir alışkanlığımız
oluştu gibi geliyor bana. Birkaç gün önce, Olağanüstü Hal Bölgesinde
16 askerimizi şehit verdik; ama, ne yazıktır ki, cezaevlerinde
devletle pazarlığa oturan bir grup terör suçlusunun
patırtısından, bu vatan evlatlarını gereği gibi
anmayı, bu vatan evlatlarının ruhunu gereği gibi şad
etmeyi unuttuk. Bu insanların, bu Mehmetçiklerin, bu şehitlerin, ölüm
orucu tutmak suretiyle pazarlık yapmaya kalkışan tutuklu ve
hükümlüler kadar haysiyetleri yok mudur ki, medyamızda gerekli yeri
almıyorlar, siyasetçilerimiz ve insanlarımız onlara yeterli
ilgiyi göstermiyor.
Bakınız, Üsküdar Ekipler Amirliğinde görevli iken
şehit edilen Celal Sönmez isimli bir başkomiserimizin 3
çocuğuyla dul kalan eşinin, bir gazetemizdeki sözlerinden
başlıklar aktarıyorum: " Celalimi şehit edenler, belki
de devletle pazarlığa oturan teröristlerden birisiydi. Bu ihtimali
düşündükçe çıldıracak gibi oluyorum."
Bir başka başlık size: "Bu ülkede terörist olmak,
vatan için şehit olmaktan daha haysiyetliymiş gibi gösterilmeye
çalışılıyor."
Bir başka başlık: " Biz, teröristlerden daha mı
haksızızki çığlıklarımızı
boğazlarımıza düğümlüyoruz."
Bir annenin feryadı: "Bu memlekette 'cumartesi anneleri' var.
Kimin annesi olursa olsun, bütün annelere, annelik vasfı
dolayısıyla kalbimizde engin bir sevgi ve saygı vardır;
ancak, hiç kimse unutmamalıdır ki, bu ülkede bir de 'cuma anneleri'
dediğimiz anneler var. Her cuma günü, şehit mezarlarında
dualarla, 'vatan sağ olsun' nidalarıyla acısını içine
atan cuma anneleri var."
Bunlara karşı
ilgisizlik, artık alışkanlık haline geldi. Bu memlekette,
bir ağaca tırmanıp inemeyen bir kedi, medyanın ve bütün
milletin konusu oluyor; ama, bu cuma annelerine karşı yeterli ilgi,
alaka ve şefkati göstermekte âciz kalıyoruz.
Terörle mücadelenin en önemli şartlarından biri,
yapılanları unutmamak -kin tutmak anlamında söylemiyorum-
devlete ve millete karşı, millet evlatlarına karşı
yapılanları unutmamak, aynı zamanda onların
yaralarını saracak faaliyetlerde bulunmaktan geçer.
Değerli milletvekilleri, şunu iyi bilmeliyiz ki, terörle
mücadele komplike bir iştir ve terör sadece güneydoğuya has bir olay
değildir. THKP-C, Dev-Sol gibi sol örgütler, PKK taşeronluğu
yapmak suretiyle, terörün, bütün Türkiye sathına
yayılmasını sağlamışlardır. Bugün,
İstanbul'daki terörün, cezaevlerindeki terörün, Cudi Dağındaki
terör kadar tehlikeli boyutlara ulaştığının hepimiz
şahidiyiz. Bu noktada önemli olan şey, bu kadar yurt sathına
yayılmaya çalışılan terörün önüne geçmek
olmalıdır; çünkü, terör, bölgesel (lokal, mevzii) bir olay olmaktan
çıkmış, yurdumuzun her tarafını sarar bir hale gelmek
üzeredir. Bu nedenle, İl İdaresi Kanunu gibi, 6136 sayılı
Ateşli Silahlarla İlgili Kanun gibi, Köy Kanunu gibi, demin
Sayın Bakan tarafından da üzerinde çalışmalar yapıldığı
ifade edilen kanunları derhal gündemimize almalı ve bu kanunları
bütün yurt sathına yayılan bir cebir ve şiddet kanunu haline
getirmeden, uygun, demokratik çözümleri de ihtiva eder bir şekilde yeniden
düzenlemeliyiz.
Terör, Türkiye gündeminin en önemli meselelerinden biridir. 10
ilimizdeki olağanüstü şartlar henüz ortadan kalkmış da
değildir. Biz, isterdik ki, gelip geçen hükümetler, her olağanüstü
hal uzatılmasında, olağanüstü halin kaldırılmasına
dönük faaliyetlerini artırsınlar ve giderek bu süre
kısalsın; ama, maalesef, bugüne kadar, gelmiş geçmiş
hükümetlerin birçoğundan, pekçok hizmete rağmen, bu tür, kanunî
düzenlemeler anlamına gelebilecek faaliyetleri görmek mümkün
olmamıştır.
10 ilimizdeki mevcut olağanüstü hal uygulamasının tek
başına ve sadece askerî çözümler ihtiva eder bir şekilde ele
alınmasıyla üretilecek formüller, olağanüstü hali gerektiren
sebepleri ortadan kaldırmaya yetmez. Kuzey Irak'taki
bataklığı kurutmadan, Kuzey Irak'ın bir anarşi
yuvası olmasını önlemeden, Suriye'deki terör
başını, en azından çıkarma
çalışmalarını gerçekleştirmeden, teröre Suriye'nin
verdiği desteği yok etmeden, bölge insanının ekonomik
şartlarını düzeltmeden, göç olayının meydana
getirdiği olumsuzlukları ortadan kaldırmadan, durumun
düzeltilmesi mümkün değildir. Onun için, burada, pek çok genel
görüşme yapıyoruz, gizli veya açık. Herhangi bir şekilde,
pek çok komplike tedbiri bir arada görüşebileceğimiz bir çözümler ve
tedbirler paketini, özel bir gündem maddesi olarak ele almalı ve
tartışmalıyız; particiliği, parti
aşkını, iktidar ve muhalefet duygusunu bir kenara
bırakarak, sadece Türkiye'nin geleceğini dikkate alarak
tartışmalıyız. Bu özel gündemlerde, konuların
birbiriyle olan illiyetlerini de iyi kurarak değerlendirme
yaptığımız takdirde, terörle mücadelede önemli bir mesafe
almış olacağımıza inanıyorum.
Olağanüstü hal bölgesinde devam eden terörle mücadelede, alan
hâkimiyetiyle birlikte moral hâkimiyetini de sağlamış bulunan
güvenlik kuvvetlerimize, Türkiye Büyük Millet Meclisinin desteğini en
yüksek noktada hissettirmemiz gerekmektedir. Bu noktadaki sorumluluk, sadece
Muhterem Genel Kurulumuza ait bir sorumluluk değildir; medyanın da bu
noktada sorumluluğu vardır. Sokak anarşisini adım adım
görüntüleyen medyanın, milletin kalbinin, Cudilerde nöbet bekleyen
kahraman Mehmetçikle beraber olduğunu ifade etmesini ve bu noktada
yayın yapmasını, bir milletvekili olarak talep ediyorum.
Yine, terörle mücadelede, güvenlik güçlerimize de düşen görevler
var. Güvenlik güçlerimiz, halk ile terörist farkını iyi koymak suretiyle,
halka şefkati esas alan, halka potansiyel terörist gözüyle bakmayan bir
mücadele metodunu benimsemelidir...
BAŞKAN – Sayın Ekici, 1 dakikanız var efendim.
MEHMET EKİCİ (Devamla) – Peki, teşekkür ederim Sayın
Başkanım.
... ve halka sıkıntı veren uygulamalara, derhal son
verilmelidir.
Yine, hükümetlerimize düşen en önemli görevlerden biri de
"terörün belini üç ayda kırdık", "beş ayda
kırdık", "altı ay sonra kıracağız"
palavralarını bir kenara bıkarak, kökü dışarıda
olan bu siyasî ve ideolojik kışkırtmaları
kaynağında yok etmeye dönük diplomatik tedbirleri almak
olmalıdır.
Hiçbir zaman unutmayalım ki, terörle mücadele, ciddî bir
iştir. Terörle mücadele edenlerin özel eğitimli olması gerekir.
Teröristle mücadelede, öncelikle teröristler, devletin gerçek yüzünü
görmelidir; yeri geldiğinde, devletin demir gibi yumruğunu...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Ekici, size de ek süre veriyorum; lütfen
bitirin efendim.
MEHMET EKİCİ (Devamla) – ...hissetmeli; ama,
pişmanlık duyduğu anda da devletin şefkatli
kollarını bulabileceğini bilmelidir.
Güvenlik güçleri arasında görev sorumluluğunu
anlayamamış bazı görevlilerin yaptığı uygulama
hatalarının üzerine de süratle gidilmelidir.
Terörle mücadelede, Özel Harekât mensuplarına öncelik
tanınmalı ve bu insanlar korunmalıdır.
Uyuşturucu kaçakçılığına karışan,
silah çalıp mafyacılık yapan insanlara, güvenlik gücü görüntüsü
verilmesine asla müsaade edilmemelidir ve bunlar, derhal, bünyede varsa sökülüp
atılmalıdır.
Terörle mücadelenin bir başka boyutu da, eğitim ve
propagandadır. Propagandasını gerek yurtiçinde gerek
yurtdışında iyi yapamadığınız bir
mücadeleyi, kamuoyuna anlatmanız mümkün değildir.
Vaktim dolduğu için, sözlerime daha fazla devam etmeyeceğim;
ancak, olağanüstü hal uygulaması ve terörle mücadelenin bir
alışkanlık haline getirilmemesi duygusunu taşıyoruz ve
Hükümetin, getireceğini ifade ettiği kanunları merakla
bekliyoruz ve bu Hükümete, olağanüstü hal uygulamasıyla ilgili
düzenlemeler için yeterli zamanı olmadığı düşüncesiyle,
bu olağanüstü hal uygulamasında "kabul" oyu
vereceğimizi beyan ediyor; hepinize saygılar sunuyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ekici.
Sayın Algan Hacaloğlu, konuşacak mısınız
efendim?
ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) – Hayır...
BAŞKAN – Konuşmayacaksınız...
Evet, tezkere üzerindeki müzakereler bitmiştir.
Tezkereyi tekrar okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 18.6.1996 tarihli ve 436
sayılı kararı uyarınca, Batman, Bingöl, Bitlis,
Diyarbakır, Hakkâri, Mardin, Siirt, Şırnak, Tunceli ve Van
İllerinde devam etmekte olan Olağanüstü Halin, yasal ve idarî
düzenlemeler tamamlanıncaya kadar, 31 Temmuz 1996 günü saat 17.00'den
geçerli olmak üzere dört ay süreyle uzatılmasının Türkiye Büyük
Millet Meclisine arzı, Bakanlar Kurulunca 27.7.1996 tarihinde
kararlaştırılmıştır.
Gereğinin yapılmasını saygılarımla arz
ederim.
Prof.
Dr. Necmettin Erbakan
Başbakan
BAŞKAN – Bu tezkereyle ilgili bir değişiklik önerisi var;
okutuyorum:
Yalnız, Sayın Ersümer, gerekçeyi de okutalım mı
efendim; çünkü, gerekçeyi okutursak, size...
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Gerek yok.
BAŞKAN – Peki, öneriyi oturuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
10 ilde uygulanmakta olan olağanüstü halin, 31 Temmuz 1996
tarihinden itibaren dört ay süreyle uzatılmasına ilişkin Hükümet
tezkeresindeki "dört ay süreyle uzatılması" ifadesinin
"üç ay süreyle uzatılması" şeklinde
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Saygılarımızla.
Mustafa
Cumhur Ersümer Murat
Başesgioğlu
Çanakkale Kastamonu
ANAP
Grup Başkanvekili ANAP
Grup Başkanvekili
Zeki Çakan
Bartın
ANAP Grup Başkanvekili
BAŞKAN – Sayın Ersümer, herhangi bir açıklama yapacak
mısınız efendim?
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Yok... Gerek yok...
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, ANAP Grubunca verilen bir
öneride Hükümet tarafından dört ay olarak öngörülen olağanüstü halin
süresinin üç aya indirilmesi öneriliyor.
Bu öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmemiştir efendim.
Şimdi, Hükümet tezkeresini oylarınıza sunuyorum:
Tezkereyi kabul edenler... Kabul etmeyenler... Tezkere kabul edilmiştir
efendim. (CHP sıralarından "Say... Say..." sesleri)
Arkadaşlar, şurada iki Divan Üyesi arkadaşımız
var, yarı yarıya bile yoksunuz.
Evet, hayırlı ve uğurlu olsun. Dileriz ki, Hükümet,
Hükümete mensup siyasî parti sözcülerinin belirttikleri gibi, en kısa
zamanda, bu olağanüstü hali kaldıracak düzenlemeleri yapacaktır.
Sayın milletvekilleri, kanun tasarı ve tekliflerini
görüşmek için, 31 Temmuz 1996 Çarşamba günü saat 14.00'te toplanmak
üzere, birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati
: 21.44
V. — SORULAR
VE CEVAPLAR
A)YAZILI
SORULAR VE CEVAPLARI
1.—İzmir
Milletvekili Ali Rıza Bodur’un, Bornova Anadolu Lisesinde laiklik
ilkelerine aykırı uygulamalara ilişkin sorusu ve Millî
Eğitim Bakanı Mehmet Sağlam’ın yazılı cevabı
(7/900)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Millî
Eğitim Bakanı tarafından yazılı olarak
yanıtlanmasına aracılığınızı
saygıyla arz ederim.
Ali
Rıza Bodur
İzmir
1. İzmir Bornova Anadolu Lisesi Müdür
Yardımcısı ve Edebiyat Öğretmeni Levent Uyguner’in 3
Haziran 1996 günü saat 22.30’da Millî Gençlik Vakfına ait Başak FM’de
canlı yayında yaptığı konuşmayı incelediniz
mi? İncelediyseniz açıkça şeriat özlemlerini
çağrıştıran bu çağdışı
anlayışa karşı Bakanlığınızın
yürüttüğü işlemler neler olmuştur?
2. Bornova Anadolu Lisesinde bir mescit bulunduğu
ve bu mescite öğrencilerin, şeriatçı anlayıştaki
öğretmenler tarafından alınarak dinsel öğreti ve ibadet
yapıldığı duyumlarımız arasındadır.
Türkiye’de birçok ortaöğretim kurumunda mescitler
olduğu ve burada şeriat düzenini öven çalışmalar
yapıldığı konusunda bilgi ve bulgularınız var
mıdır? Var ise, Bakanlığınızın konuya
yaklaşımı ne olmuştur?
3. Bornova Anadolu Lisesinde müfredat programlarında
olmayan ve Millî Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Kurulu
Başkanlığınca onaylanmamış birtakım
kitapların ders kitabı diye öğrencilere okutulduğu,
sınavlarda bunlardan sorumlu tutuldukları konusundaki iddialara dönük
incelemeleriniz oldu mu? Sorumluları hakkında ne tür bir
işlemler yapıldığını açıklar
mısınız?
4. Temel ve ortaöğretimde eğitimin
birliği ilkesine uymayan, laiklik ilkelerini çiğneyen uygulama ve
eğitim yöntemleri için Bakanlığınıza bazı
çevrelerin baskısı söz konusu mudur? Bu konulardaki yaygın
iddialar Bakanlığınızca incelemeye alınmış
mıdır?
T.
C.
Millî
Eğitim Bakanlığı
Araştırma
Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı 26.7.1996
Sayı
:B.08.0.APK.0.03.01.00-022/1944
Konu :Soru Önergesi.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
İlgi :TBMM Başkanlığının
2.7.1996 gün ve Kan. Kar. Md. 7/990-2469 sayılı yazısı.
İzmir Milletvekili Sayın Ali Rıza
Bodur’un soru önergesi incelenmiştir.
Bornova Anadolu Lisesinde şeriatçı
anlayıştaki öğretmenlerin öğrencileri dinsel öğreti ve
ibadet yapan yerlere götürdükleri, müfredat programlarında olmayan ve
Talim ve Terbiye Kurulundan geçmemiş kitapları öğrencilere ders
kitabı diye okuttukları konular hakkında başlatılan
soruşturma devam etmektedir.
Soruşturma sonucuna göre işlem
yapılacaktır.
Eğitim-öğretim ilke ve yöntemleri, 1739
sayılı Millî Eğitim Temel Kanununun Genel ve Özel amaçları
doğrultusunda tespit edilmiştir.
Bakanlığımızın Laiklik
İlkesini gözardı edecek uygulamalarda bulunması ve
Bakanlığımıza baskı yapılması söz konusu
değildir.
Arz ederim.
Prof.
Dr. Mehmet Sağlam
Millî
Eğitim Bakanı
2. —İzmir
Milletvekili Ali Rıza Bodur’un, okul yöneticilerinin özendirilmesine
ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Mehmet Sağlam’ın
yazılı cevabı (7/991)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Millî
Eğitim Bakanı tarafından yazılı olarak
yanıtlandırılmasına
aracılığınızı saygıyla arz ederim.
Ali
Rıza Bodur
İzmir
1. Temel ve ortaöğretim kurumlarında
yöneticilik çok önemli bir faktördür. Okullarımızdaki eğitsel,
kültürel ve sosyal faaliyetlerdeki kalite ve başarının
yaratıcısı, planlayıcısı ve
uygulayıcısı öğretmen ve yöneticilerimizdir.
Okul yöneticilerinin çalışma saatleri ile
ilgili bilgi lütfeder misiniz?
2. Okul yöneticisi olan öğretmenlerimizin
diğer öğretmenlerimize göre ekonomik avantajı nelerdir?
3. Okul yöneticiliği ekonomik olarak
özendirilmeyince, öğretmen okulu çıkışlı
başarılı öğretmenlerin yöneticiliğe istekli
olmadıkları doğru mudur? Şu anda ortaöğretim kurumlarımızdaki
yöneticilerimizin ekonomik yönden tatmin olmalarına olanak sağlayacak
bir düzenleme hazırlığınız var mıdır?
Yöneticiliğe önemli bir statü kazandırmak konusundaki
düşünceleriniz nelerdir?
T.
C.
Millî
Eğitim Bakanlığı
Araştırma
Planlama ve Koordinasyon
Kurulu
Başkanlığı 26.7.1996
Sayı
:B.08.0.APK.0.03.01.00-022/1945
Konu :Soru Önergesi.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
İlgi :TBMM Başkanlığının
2.7.1996 gün ve Kan. Kar. Md. 7/991-2470 sayılı yazısı.
İzmir Milletvekili Sayın Ali Rıza
Bodur’un soru önergesi incelenmiştir.
1. Okul yöneticilerinin çalışma saatleri; 657
sayılı Devlet Memurları Kanununun 88, 99 ve 100 üncü maddesi
hükümleri çerçevesinde tespit edilmiştir.
2. Öğretmenler ile okul yöneticileri
arasında, okul yöneticilerinin lehine (iş güçlüğü, iş
riski, temininde güçlük) tazminatlardan oluşan az miktarda maddî
farklılık vardır.
3. Okul yöneticilerinin ekonomik olarak özendirilmesi,
Millî Eğitim çalışanlarının mevcut
sorunlarının giderilmesi, özlük haklarının
iyileştirilmesi ve statülerinin düzeltilmesi yoluyla kalıcı çözümler
getirmek için “Millî Eğitim Personel Kanunu Taslağı”
hazırlanarak, bununla doğrudan ya da dolaylı olarak ilgisi
bulunan kurum, kuruluş ve sivil toplum örgütlerinin görüşleri
alınmıştır.Alınan tepki ve önerilerle sözkonusu Kanun
Taslağına son şekli verilmiştir.
Arz ederim.
Prof
Dr. Mehmet Sağlam
Millî
Eğitim Bakanı
3. —İzmir
Milletvekili Birgen Keleş’in, Anadolu Liselerinde görev yapan müdür ve
müdür yardımcılarının orta öğrenimlerine ilişkin
sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Mehmet Sağlam’ın
yazılı cevabı (7/994)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Millî Eğitim Bakanının
aşağıdaki sorumu yazılı olarak
yanıtlamasını istiyorum.Gereğini arz ederim.
Saygılarımla.
Birgen
Keleş
İzmir
Soru :Halen Anadolu Liselerinde görev yapmakta olan
Müdür ve Müdür Yardımcıları orta öğrenimlerini hangi
kurumlarda yapmışlardır?
T.
C.
Millî
Eğitim Bakanlığı
Araştırma
Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı 26.7.1996
Sayı
:B.08.0.APK.0.03.01.00-022/1943
Konu :Soru Önergesi.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
İlgi :TBMM Başkanlığının
8.7.1996 gün ve Kan. Kar. Md. 7/994-2498/6773 sayılı
yazısı.
İzmir Milletvekili Sayın Ali Birgen
Keleş’in soru önergesi incelenmiştir.
Okullarımıza idareci atamaları,
27.9.1995 gün ve 22417 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan “Millî Eğitim
Bakanlığına Bağlı Kurum Yöneticileri Atama
Yönetmeliği”ne göre yapılmaktadır.
Atamalarda, ilgililerin en son mezun oldukları
lisans düzeyindeki okul dikkate alınmaktadır. Bunların hangi
ortaöğretim kurumundan mezun olduklarına ilişkin bilgi ve belgeler
sicil dosyalarında mevcut olmakla birlikte değerlendirmelerde bu
husus dikkate alınmamaktadır.
Arz ederim.
Prof.
Dr. Mehmet Sağlam
Millî
Eğitim Bakanı
4. —Sıvas
Milletvekili Mahmut Işık’ın, İLO sözleşmesi ve yasaya
aykırı olarak yapıldığı iddia edilen personel
nakillerine ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve İskân
Bakanı Cevat Ayhan’ın yazılı cevabı (7/1020)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın
Bayındırlık ve İskân Bakanı tarafından
yazılı olarak cevaplandırılmasına aracılığınızı
arz ederim.
Saygılarımla.
Mahmut
Işık
Sıvas
Malumları olduğu üzere, Anayasanın 90
ncı maddesi; “Türkiye Cumhuriyeti
adına, yabancı devletlerle ve milletlerarası
kuruluşlarca yapılacak anlaşmaların onaylanması
TBMM’nin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına
bağlıdır...”.
TBMM yukarıda belirtilen 90 ncı maddeye göre
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) sözleşmesini kanunla
onaylamıştır.
Ne varki; Anayasanın belirtilen maddesine
rağmen onaylanan (ILO) sözleşmesinin ilgili maddeleri
Bayındırlık ve İskân Bakanı tarafından resmen
ihlal edilmiştir.
Şöyleki;
1. İller Bankası Genel Müdürlüğü
bünyesinde çalışan Enerji-Yapı Yol Sendikası Ankara
Şube Yönetim Kurulu eski üyeleri D.
Fahri Özten Erzurum’a, Metin Kule’nin Van İller Bankası Bölge
Müdürlüğü, İller Bankası 7. Bölge Müdürlüğünde
çalışan ve Ankara Denetleme Kurulu eski üyesi Mustafa Tutal
Sıvas İller Bankası Bölge Müdürlüğüne sürgün edilmeleri
Anayasanın 90 ve ILO Sözleşmesinin 87, 135 ve 151 nci maddelerine
aykırı değil midir?
2. Sizce bu tayinler sendikal faaliyetlere,
dolaylı olarak engel olmak değil midir?
3. Bu durumda Sayın Bakan suç işlemiş
olmuyor mu?
4. Yasaya aykırı olarak yapılan bu
atamalardan geri dönmeyi düşünüyor musunuz?
T.
C.
Bayındırlık
ve İskân Bakanlığı
Basın ve
Halkla İlişkiler Müşavirliği 29.7.1996
Sayı
:B.9.0.BHİ.0.00.00.25/2-A/5436
Konu : Sıvas Milletvekili Mahmut
Işık’ın Yazılı Soru Önergesi.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
İlgi :TBMM’nin 16.7.1996 gün ve
A.01.0.GNS.0.10.00.02-2677 sayılı yazısı. (7/1020)
Sıvas Milletvekili Mahmut Işık’ın
“ILO Sözleşmesi ve Yasaya aykırı olarak
yapıldığı iddia edilen personel nakilleri”ne dair
Bakanlığımıza yönelttiği yazılı soru
önergesi, ilgi yazı gereğince incelenmiştir.
Soru 1. Malumları olduğu üzere,
Anayasanın 90 ıncı maddesi; “Türkiye Cumhuriyeti adına,
yabancı devletlerle ve milletlerarası kuruluşlarca
yapılacak anlaşmaların onaylanması TBMM’nin onaylamayı
bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır...”.
TBMM yukarıda belirtilen 90 ncı maddeye göre
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) sözleşmesini kanunla
onaylamıştır.
Ne varki; Anayasanın belirtilen maddesine
rağmen onaylanan (ILO) sözleşmesinin ilgili maddeleri
Bayındırlık ve İskân Bakanı tarafından resmen
ihlal edilmiştir: Şöyleki;
İller Bankası Genel Müdürlüğü bünyesinde
çalışan Enerji-Yapı Yol Sendikası Ankara Şube Yönetim
Kurulu eski üyeleri D. Fahri Özten Erzurum’a, Metin Kule’nin Van İller
Bankası Bölge Müdürlüğüne, İller Bankası 7. Bölge
Müdürlüğünde çalışan ve Ankara Denetleme Kurulu eski üyesi
Mustafa Tutal Sıvas İller Bankası Bölge Müdürlüğüne sürgün
edilmeleri Anayasanın 90 ve ILO Sözleşmesinin 87, 135 ve 151 inci
maddelerine aykırı değil midir?
Cevap 1. Söz konusu naklen atamaların ve
görevlendirmenin, Sendikaya üye olmak veya görev almakla uzaktan yakından
ilgisi bulunmamaktadır. Çünkü, İller Bankası
çalışanlarının %90’ı yasallaşmış
olmamasına rağmen ya anılan sendikaya üyedirler veya sendikada
görevlidirler. Dolayısıyla söz konusu nakillerin sendikaya veya
sendikalara karşı planlanmış bir faaliyet olduğu,
gerçekleri yansıtmamaktadır.
Soru 2. Sizce bu tayinler sendikal faaliyetlere,
dolaylı olarak engel olmak değil midir?
Cevap 2. Anılan tayinler sendikal faaliyetlere
dolaylı olarak engel olmak için yapılmamıştır. Çünkü
soru önergesinde de belirtildiği üzere adı geçenler sendikanın
şu andaki değil, eski görevlileridir.
Soru 3. Bu durumda Sayın Bakan suç
işlemiş olmuyor mu?
Cevap 3. Söz konusu tayinler ve görevlendirme tamamiyle
657 sayılı Kanunun 76 ncı maddesiyle Banka Personel
Yönetmeliğinin 51 inci maddesine uygun olarak ihtiyaca binaen
yapılmıştır.
Şöyleki; Harita Dairesi
Başkanlığından alınan 17.6.1996 gün ve 2701
sayılı yazıda özetle; Doğu Bölgelerinin bir kısmı
ile 18 inci Bölge (Kastamonu) Müdürlüğündeki eleman yetersizliği nedeniyle
Kontrollük hizmetlerinin aksadığı, programa giren etüt
çalışmalarının ise zaman zaman merkezden yapılan
geçici görevlendirmelerle yapılabildiği belirtilerek Kontrollük ve
Etüt çalışmalarının sürekliliği açısından
Bölgelerin daha sağlıklı çalışabilmesi için
Başkanlıkları elemanlarından Harita Mühendisi A. Fahri
Özten ile Metin Kulein’in eleman ihtiyacı olan Bölgelere nakillerinin
yapılması talep edildiğinden ve Bankanın 14 üncü Bölge
(Erzurum) Müdürlüğünün 16.6.1996 gün ve 2335 sayılı yazısında
da, Bölgelerinde iki adet Harita Mühendisi olduğu ancak Harita Sektörünün
faaliyet alanının bir hayli geniş olması nedeniyle mevcut
Mühendislerin yeterli olmadığı, iki adet Harita Mühendisinin
daha müdürlükleri emrine tayinlerinin yapılmasının gerekli
olduğu belirtildiğinden;
Harita Dairesi Başkanlığı
mensuplarından Harita Mühendisi Ali Fahri Özten, Genel Müdürlük
Makamının 24.6.1996 gün ve 5381 sayılı Olur’larıyla
ihtiyaca binaen 14. Bölge (Erzurum) Müdürlüğüne naklen
atanmıştır.
Ayrıca, Bankanın 13. Bölge (Van)
Müdürlüğünün 18.6.1996 gün ve 1353 sayılı yazısında,
Bölgelerinde Harita Mühendisi Metin Kulein, Genel Müdürlüğün teklifi
üzerine Bakanlık Makamının 27.6.1996 gün ve 5534
sayılı Olur’larıyla ihtiyaca binaen 13. Bölge (Van)
Müdürlüğüne naklen atanmıştır.
Diğer taraftan Bankanın 7. Bölge (Ankara)
Müdürlüğünce, Başmühendis Mustafa Tutal’dan gerekli verimin
alınamadığı, işlerine gereken hassasiyeti ve dikkati
göstermediğinden müdürlükleri emrinden alınarak başka bir
birimde değerlendirilmesinin uygun olacağının bildirilmesi
üzerine;
Bankanın 7. Bölge (Ankara) Müdürlüğü
mensuplarından Başmühendis Mustafa Tutal, Genel Müdürlük
Makamının 24.6.1996 gün ve 5380 sayılı Olur’larıyla
15. Bölge (Sıvas) Müdürlüğünde görevlendirilmiştir.
Soru 4. Yasaya aykırı olarak yapılan bu
atamalardan geri dönmeyi düşünüyor musunuz?
Cevap 4. Yapılan atamalar Daire
Başkanlığı ve Bölge Müdürlüklerinin talebine binaen tamamen
ihtiyaçtan kaynaklanmış ve yasalara uygun olarak
gerçekleştirilmiştir.
Bilgi ve gereğini arz ederim.
Cevat
Ayhan
Bayındırlık
ve İskân Bakanı
5. —Yozgat
Milletvekili Kazım Arslan’ın, 1991-1996 yılları itibariyle
Meclis personeli için yapılan sağlık harcamalarına
ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa
Kalemli’nin yazılı cevabı (7/1083)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın
Sayın Meclis Başkanı tarafından yazılı olarak
cevaplandırılmasını talep etmekteyim.
Gereğini saygılarımla arz ederim.
17.7.1996
Dr.
Kâzım Arslan
Yozgat
1. Meclis Personelinin 1991-1996 yıllarına
göre, tedavi giderleri ne kadardır?
2. Bundan yıllara göre kaç kişi (Adet olarak
) yararlanmıştır?
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığı
Genel
Sekreterliği
Kanunlar ve
Kararlar Dairesi Başkanlığı 30.7.1996
KAN.
KAR. MD.
Sayı
:A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/1083-2713/7428
Sayın Kâzım
Arslan Yozgat Milletvekili
İlgi :17.7.1996 tarihli yazılı soru
önergemiz.
1991-1996 yılları itibariyle Meclis personeli
için yapılan sağlık harcamalarına ilişkin ilgi
önergenizde yer alan sorular aşağıda
cevaplandırılmıştır.
Bigilerinizi rica ederim.
Saygılarımla.
Mustafa
Kalemli
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Başkanı
Cevap 1, 2. 1991-1996 yılları itibariyle
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde görevli personel sayısı ve bu
personele yapılan sağlık harcama miktarını gösterir
liste ilişikte sunulmuştur.
Merkez
Teşkilatı Millî
Saraylar
Harcama
Miktarı Harcama
Miktarı
1991 2
128 600 321 797
357 033
1992 6
262 632 00 1 872 683
800
1993 14
844 524 000 3 726 836
000
1994 36
421 607 000 7 964 144
000
1995 76
076 250 000 15 211 059
000
1996 85
927 649 000 18 500 292
000
(21.7.1996 Tarihi
İtibariyle)
Merkez
Teşkilatı Millî
Saraylar Toplam
Personel
Sayısı Personel
Sayısı Personel
Sayısı
1991 2
165 345 2 510
1992 2
500 440 2 940
Merkez
Teşkilatı Millî
Saraylar Toplam
Personel
Sayısı Personel
Sayısı Personel
Sayısı
1993 2
664 440 3 104
1994 2
790 444 3 234
1995 2
816 467 3 283
1996 3
041 667 3 708
(21.7.1996 Tarihi
İtibariyle)
Not :Toplam personel sayısına, Geçici
Görevliler ve Emniyet Personeli dahildir.
TUTANAĞIN SONU