T.B.M.M.
TUTANAK DERGİSİ
CİLT : 15
28 inci Birleşim
9 . 12 . 1996 Pazartesi
İÇİNDEKİLER
I. — GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. — GELEN KÂĞITLAR
III. — BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA
SUNUŞLARI
A)
TEZKERELER VE ÖNERGELER
1. — Kırşehir Milletvekili Mehmet Ali Altın’ın
vefatına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/559)
B) ÇEŞİTLİ İŞLER
1. —1997 malî yılı bütçe kanunu tasarılarının
TBMM Genel Kurulunda yapılan görüşmelerinde Başbakan Necmettin
Erbakan’ın slayt göstermek suretiyle istifade ettiği 36 sayfalık
doküman
IV. —KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER
1. —1997 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/518) (S. Sayısı :134)
2. —1994 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların
Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi
ile 1994 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/282, 3/414) (S. Sayısı :103)
3.—1995 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların
Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi
ile 1995 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/492, 3/516) (S. Sayısı :151)
4. —Katma Bütçeli İdareler 1997 Malî Yılı Bütçe Kanunu
Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/519) (S.
Sayısı :135)
5. —1994 Malî Yılı Katma Bütçeli İdarelerin
Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi
ile 1994 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu
Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/283, 3/415) (S.
Sayısı :102)
6. —1995 Malî Yılı Katma Bütçeli İdarelerin
Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi
ile 1995 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu
Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/493, 3/517) (S.
Sayısı :150)
V. —SATAŞMALARA
İLİŞKİN KONUŞMALAR
1. —Ankara Milletvekili Mehmet Gölhan’ın, İstanbul
Milletvekili Bülent Ecevit’in, basında çıkan sözlerini
yanlış aksettirmesi nedeniyle konuşması
VI. —SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1. —Manisa Milletvekili Hasan Gülay’ın, 1996 yılı
Ege kuru üzüm taban fiyatına ve TARİŞ ve Tekel’in kuru üzüm
alımına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı
Lütfü Esengün’ün yazılı cevabı (7/1359)
2.—Yozgat Milletvekili Kâzım Arslan’ın, Yozgat-Şefaatli
Karayolunun durumuna ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve
İskân Bakanı Cevat Ayhan’ın yazılı cevabı
(7/1620)
3. —Konya Milletvekili Nezir Büyükcengiz’in, Susurluk’ta meydana gelen
bir trafik kazasında ölen bir şahsın suçlu olarak aranmakta olup
olmadığına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı
Meral Akşener’in yazılı cevabı (7/1626)
4. —Ordu Milletvekili Müjdat Koç’un, Gençlik ve Spor’dan sorumlu Devlet
Bakanının bedelli askerlik uygulamasından gerçeğe
aykırı belgelerle faydalandığı iddiasına
ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı Turhan Tayan’ın
yazılı cevabı (7/1638)
I.—GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 14.00’te açılarak iki oturum yaptı.
Tokat Milletvekili Bekir Sobacı, toplum-devlet ilişkilerine,
İzmir Milletvekili İ. Kaya Erdem de, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin kamu oyundaki itibar ve saygınlığına,
İlişkin Gündemdışı birer konuşma
yaptılar.
İzmir Milletvekili Birgen Keleş’in, 5 Aralık
kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilişinin
yıldönümüne ve kadın haklarına ilişkin
gündemdışı konuşmasına, Devlet Bakanı
Işılay Saygın cevap verdi.
Birleşik Arap Emirliklerine gidecek olan Devlet Bakanı Lütfü
Esengün’e, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Abdullah Gül’ün vekillik
etmesinin uygun görülmüş olduğuna ilişkin
Cumhurbaşkanlığı tezkeresi Genel Kurulun bilgisine sunuldu.
Adalet Komisyonu Başkanlığının, (1/465) esas
numaralı Diyanet İşleri Başkanlığı
Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanuna Bir Ek Madde Eklenmesine Dair
Kanun Tasarısının (S. Sayısı :41) bir kez daha
incelenmek üzere Komisyona geri verilmesine ilişkin tezkeresi okundu;
gündemin 15 inci sırasında bulunan tasarının komisyona geri
verildiği bildirildi.
İzmir Milletvekili Atilla Mutman ve 21 arakadaşının,
Ege kıyılarında kurulan balık çiftliklerinin ülke turizmini
tehdit ettiği iddialarının,
İstanbul Milletvekili Zekeriya Temizel ve 21
arkadaşının, izlenmeye alınan ve faaliyetine son verilen
bankaların kanuna aykırı işlemlerinin,
Araştırılarak alınması gereken tedbirlerin
belirlenmesi amacıyla birer Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergeleri (10/134), (10/135) okundu;
önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve öngörüşmelerinin,
sırasında yapılacağı açıklandı.
Gündemin “Kanun Tasarısı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen
Diğer İşler” kısmının :
1 inci sırasında bulunan 23,
2 nci sırasında bulunan 132,
Sıra sayılı kanun tasarılarının
görüşmeleri, komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır
bulunmadıklarından, ertelendi;
3 üncü sırasında bulunan, 4139 sayılı 1996 Malî
Yılı Bütçe Kanunu ile Bağlı (A) İşaretli Cetvelde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısının (1/540) (S. Sayısı :152)
görüşmelerden sonra yapılan açık oylama sonucunda kabul
edildiği ve kanunlaştığı açıklandı.
Alınan karar gereğince, 1997 Malî
Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1994 ve
1995 Yılları Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu
Tasarılarını görüşmek için, 9 Aralık 1996 Pazartesi
günü saat 10.00’da toplanmak üzere, grupların mutabakatıyla, 18.55’te
birleşime son verildi.
Hasan Korkmazcan
Başkanvekili
Ahmet Dökülmez Fatih
Atay
Kahramanmaraş Aydın
Kâtip
Üye Kâtip
Üye
II. —GELEN KÂĞITLAR
6.12.1996 CUMA
Raporlar
1.—1997 Malî Yılı Bütçe Kanunu
Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/518) (S.
Sayısı :134) (Dağıtma tarihi :6.12.1996) (GÜNDEME)
2. —1994 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil
Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin
Sunulduğuna İlişkin Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi ile 1994 Malî Yılı
Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/282,
3/414) (S. Sayısı :103)
(Dağıtma tarihi :6.12.1996) (GÜNDEME)
3.—1995 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil
Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin
Sunulduğuna İlişkin Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi ile 1995 Malî Yılı Kesinhesap
Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/492, 3/516) (S.
Sayısı :151)
(Dağıtma tarihi :6.12.1996) (GÜNDEME)
4. —Katma Bütçeli İdareler 1997 Malî
Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (1/519) (S. Sayısı :135) (Dağıtma tarihi :6.12.1996)
(GÜNDEME)
5. —1994 Malî Yılı Katma Bütçeli
İdarelerin Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin
Sunulduğuna İlişkin Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi ile 1994 Malî Yılı Katma
Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/283, 3/415) (S. Sayısı :102) (Dağıtma
tarihi :6.12.1996) (GÜNDEME)
6. —1995 Malî Yılı Katma Bütçeli
İdarelerin Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin
Sunulduğuna İlişkin Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi ile 1995 Malî Yılı Katma
Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/493, 3/517) (S. Sayısı :150) (Dağıtma
tarihi :6.12.1996) (GÜNDEME)
Yazılı Soru Önergeleri
1.—İstanbul Milletvekili Ercan
Karakaş’ın, İstanbul -Güngören İlçesinin bazı
sorunlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/1718) (Başkanlığa geliş tarihi :4.12.1996)
2.— İstanbul Milletvekili Ercan
Karakaş’ın, 1978 yılında İstanbul Üniversitesi
Eczacılık Fakültesinde meydana gelen bombalama olayının
faillerine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı
soru önergesi (7/1719)
(Başkanlığa geliş tarihi :4.12.1996)
3. —İzmir Milletvekili Sabri Ergül’ün, pratisyen
ve uzman doktorların iller itibariyle dağılımına
ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi
(7/1720) (Başkanlığa
geliş tarihi :4.12.1996)
4. —İzmir Milletvekili Sabri Ergül’ün, OHAL
Bölgesi ve mücavir illerde güvenlik nedeniyle öğretim yapılmayan
okullara ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru
önergesi (7/1721) (Başkanlığa
geliş tarihi :4.12.1996)
5.—İzmir Milletvekili Sabri Ergül’ün, Ankara DGM’nin
verdiği kararlar doğrultusunda bazı telefonların
dinlendiği iddiasına ilişkin Adalet Bakanından
yazılı soru önergesi (7/1722)
(Başkanlığa geliş tarihi :4.12.1996)
6.—İzmir Milletvekili Sabri Ergül’ün,
Diyarbakır Etipi Cezaevinde meydana gelen ve bazı tutukluların
ölümüyle sonuçlanan olaya ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/1723)
(Başkanlığa geliş tarihi :4.12.1996)
7.—İzmir Milletvekili Sabri Ergül’ün, Manisa
İl Emniyet Müdürlüğünde bazı gençlerin maruz
kaldığı işkence olayına ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1724) (Başkanlığa geliş tarihi
:4.12.1996)
8.—İzmir Milletvekili Sabri Ergül’ün, OHALBölgesi
ve mücavir illerde güvenlik ve terör nedeniyle boşalan yerleşim
birimlerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/1725) (Başkanlığa
geliş tarihi :4.12.1996)
9.—İzmir Milletvekili Sabri Ergül’ün, faili meçhul
cinayetlere ve OHAL Bölgesindeki terör olaylarına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1726) (Başkanlığa geliş tarihi
:4.12.1996)
10. —İzmir Milletvekili Sabri Ergül’ün,
öğrenci yurtlarına ilişkin Başbakandan yazılı
soru önergesi (7/1727)
(Başkanlığa geliş tarihi :4.12.1996)
11. —İzmir Milletvekili Sabri Ergül’ün, Kur’an
kursları ve ibadet yerleri ile din görevlilerine ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1728) (Başkanlığa geliş tarihi
:4.12.1996)
12. —İzmir Milletvekili Sabri Ergül’ün, eski
Başbakanlardan Mesut Yılmaz, Tansu Çiller ve Başbakan Necmettin
Erbakan’ın hediye ettiği silahlara ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/1729)
(Başkanlığa geliş tarihi :4.12.1996)
9.12.1996 PAZARTESİ
Teklifler
1. —Erzurum Milletvekili İsmail Köse’nin; Bir
İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifi (2/587)
(İçişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi :5.12.1996)
2. —Erzurum Milletvekili İsmail Köse’nin; 1076
sayılı Yedek Subaylar ve Yedek Askerî Memurları Kanunu ile 1111
Sayılı Askerlik Kanunlarına 1 Ek ve 2 Geçici Madde Eklenmesi
Hakkında Kanun Teklifi (2/588) (İçişleri ve Millî Savunma
komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi :5.12.1996)
3. —Erzurum Milletvekili İsmail Köse’nin; Bir
İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifi (2/589)
(İçişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi :5.12.1996)
4. —Erzurum Milletvekili İsmail Köse’nin; 657
Sayılı Devlet Memurları Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/590) (Plan ve Bütçe Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi :5.12.1996)
5. —Erzurum Milletvekili İsmail Köse’nin; 3201
Sayılı Emniyet Teşkilatı Kanununa Bir Ek Madde İlave
Edilmesine Dair Kanun Teklifi (2/591) (İçişleri ve Plan ve Bütçe
komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi :5.12.1996)
6. —Erzurum Milletvekili İsmail Köse’nin; Bir
İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifi (2/592)
(İçişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi :5.12.1996)
7. —Erzurum Milletvekili İsmail Köse’nin; Güvenlik
Şeref Madalyası ve Güvenlik Üstün Hizmet Madalyası Kanunu
Teklifi (2/593) (İçişleri Komisyonuna) (Başkanlığa
geliş tarihi :5.12.1996)
8. —Erzurum Milletvekili İsmail Köse’nin;
Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Hakkında 41
Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne
Dair Kanunun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına ve
Aynı Kanuna Bir Geçici Madde Eklenmesine İlişkin Kanun Teklifi
(2/594) (Millî Eğitim, Kültür,Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi :5.12.1996)
9. —Erzurum Milletvekili İsmail Köse’nin; Talih
Oyunları Kanun Teklifi (2/595) (Adalet ve Plan ve Bütçe
komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi :5.12.1996)
10. —Erzurum Milletvekili İsmail Köse’nin; 3.4.1930
Tarih ve 1580 Sayılı Belediye Kanununun Bir Maddesinde
Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi
(2/596) (İçişleri Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi :5.12.1996)
11. —Erzurum Milletvekili İsmail Köse’nin; Bir
İlçe Kurulmasına Dair Kanun Teklifi (2/597) (İçişleri ve
Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi
:5.12.1996)
12. —Erzurum Milletvekili İsmail Köse’nin; Kamu
Alımlarının Ekonomik Etkilerinin İyileştirilmesi Kanun
Teklifi (2/598) (Adalet ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa
geliş tarihi:5.12.1996)
13. —Erzurum Milletvekili İsmail Köse’nin; Bir
İlçe Kurulmasına İlişkin Kanun Teklifi (2/599)
(İçişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi :5.12.1996)
14. —Erzurum Milletvekili İsmail Köse’nin;
Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Hakkında 41
Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne
Dair Kanunun Bir Maddesinde
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/600)
(Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe
komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi :5.12.1996)
15. —Erzurum Milletvekili İsmail Köse’nin;
Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Hakkında 41
Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabulüne Dair 2809
Sayılı Kanuna Bir MaddeEklenmesi Hakkında Kanun Teklifi (2/601)
(Millî Eğitim, Kültür,Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe
komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi :5.12.1996)
16. —Erzurum Milletvekili İsmail Köse’nin;
Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Hakkında 41
Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne
Dair 2809 Sayılı Kanun ile 78 ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Teklifi (2/602) (Millî Eğitim,
Kültür, Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi :5.12.1996)
17. —Erzurum Milletvekili İsmail Köse’nin;
Esenyurt Adında Bir İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifi
(2/603) (İçişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi :5.12.1996)
18. —Erzurum Milletvekili İsmail Köse’nin;
Sızar Adıyla Bir İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifi
(2/604) (İçişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi :5.12.1996)
Sözlü Soru Önergesi
1.—Yozgat Milletvekili Kâzıma Arslan’ın,
Sultanbeyli İlçesinde bazı cadde isimlerinin
değiştirildiği iddialarına ilişkin Millî Savunma
Bakanından sözlü soru önergesi (6/383) (Başkanlığa
geliş tarihi :5.12.1996)
Yazılı Soru Önergeleri
1.—İzmir Milletvekili Sabri Ergül’ün, ceza ve
tutukevlerine ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru
önergesi (7/1730) (Başkanlığa geliş tarihi :4.12.1996)
2.—İzmir Milletvekili Sabri Ergül’ün, iç ve
dış borca ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/1731) (Başkanlığa geliş tarihi :4.12.1996)
3.—İzmir Milletvekili Sabri Ergün’ün, yabancı
uyruklu mültecilere ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/1732) (Başkanlığa geliş tarihi
:4.12.1996)
4.—İzmir Milletvekili Sabri Ergül’ün, silah
taşıma ve bulundurma ruhsatlarına ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1733)
(Başkanlığa geliş tarihi :4.12.1996)
5.—İzmir Milletvekili Sabri Ergül’ün, polisle
girdiği bir çatışma sonucunda hayatını kaybeden bir
şahsa ilişkin İçişleri Bakanından yazılı
soru önergesi (7/1734) (Başkanlığa geliş tarihi :4.12.1996)
6.—Ordu Milletvekili Müjdat Koç’un,
FİSKOBİRLİKtarafından yapılan fındık küspesi
ihalesine ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru
önergesi (7/1735) (Başkanlığa geliş tarihi :4.12.1996)
7. —Yozgat Milletvekili Kâzım Arslan’ın,
bazı kurumların yeni lojman aldıkları iddiasına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1736)
(Başkanlığa geliş tarihi :5.12.1996)
8.—Aydın Milletvekili Yüksek Yalova’nın, maç
yayınlarında uygulanan havuz sistemine ilişkin Devlet
Bakanından yazılı soru önergesi (7/1737)
(Başkanlığa geliş tarihi :5.12.1996)
9.—Aydın Milletvekili Yüksek Yalova’nın,
Yıldız Sarayı dış karakol binasına Kültür Bakanlığı
tarafından mahkeme kararına
rağmen el konulduğu iddialarına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/1738) (Başkanlığa geliş
tarihi :5.12.1996)
10.—İstanbul Milletvekili Bülent
Akarcalı’nın, Artvin Trafik Denetleme Müdürlüğünde görevli bir
şahsa ilişkin İçişleri Bakanından yazılı
soru önergesi (7/1739)
(Başkanlığa geliş tarihi :5.12.1996)
11. —Konya Milletvekili Nezir Büyükcengiz’in,
belediyelere yapılan yardım mikatarına ilişkin Maliye
Bakanınadan yazılı soru önergesi (7/1740)
(Başkanlığa geliş tarihi :5.12.1996)
12. —Konya Milletvekili Nezir Büyükcengiz’in,
belediyelere yapılan yardım miktarına ilişkin Çevre
Bakanınadan yazılı soru önergesi (7/1741)
(Başkanlığa geliş tarihi :5.12.1996)
13. —Manisa Milletvekili Tevfik Diker’in,
telefonların dinlenip dinlenmediğine ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/1742) (Başkanlığa geliş
tarihi :5.12.1996)
14. —Adana Milletvekili Orhan Kavuncu’nun,
İstanbul -Eminönü İsa Yusuf Alptekin Parkıyla ilgili
gönderdiği bir yazıya ilişkin Dışişleri
Bakanı ve Başbakan Yardımcısından yazılı
soru önergesi (7/1743) (Başkanlığa geliş tarihi :5.12.1996)
15.—Aydın Milletvekili Yüksek Yalova’nın,
Kültür Bakanlığı yetkililerince İstanbul 3 üncü İdare
Mahkemesince verilen yürütmeyi durdurma kararına uyulmadığı
iddiasına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru
önergesi (7/1744) (Başkanlığa geliş tarihi :6.12.1996)
16.—Kocaeli Milletvekili Bekir Yurdagül’ün, Interpol
tarafınadan aranan bir şahsa ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/1745)
(Başkanlığa geliş tarihi :6.12.1996)
17. —Kırıkkale Millevtekili Kemal
Albayrak’ın, kamu kurum ve kuruluşlarında kullanılan araç
sayısına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru
önergesi (7/1746) (Başkanlığa geliş tarihi :6.12.1996)
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 10.00
9 Aralık 1996 Pazartesi
BAŞKAN: Başkanvekili Hasan KORKMAZCAN
KÂTİP ÜYELER:Kâzım ÜSTÜNER (Burdur), Zeki
ERGEZEN (Bitlis)
BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 28 inci
Birleşimini açıyorum.
Görüşmelere başlıyoruz.
Kırşehir Milletvekili Mehmet Ali
Altın'ın vefatına ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığının bir tezkeresi vardır; okutuyorum:
III. —
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
TEZKERELER VE ÖNERGELER
1. — Kırşehir Milletvekili
Mehmet Ali Altın’ın vefatına ilişkin Başkanlık
tezkeresi (3/559
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kuruluna
Kırşehir Milletvekili Mehmet Ali Altın,
6 Aralık 1996 günü vefat etmiştir. Merhuma Tanrı'dan rahmet,
yakınlarına başsağlığı dilerim.
Aziz arkadaşımızın yüce
hatıraları önünde Genel Kurulu 1 dakikalık saygı
duruşuna davet ediyorum.
Mustafa
Kalemli
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı
(Saygı duruşu yapıldı)
BAŞKAN – Allah rahmet eylesin, ruhu şad
olsun.
Sayın milletvekilleri, gündeme geçiyoruz.
IV. —KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN
GELEN
DİĞER İŞLER
1. —1997 Malî Yılı Bütçe Kanunu
Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/518) (S.
Sayısı :134) (x)
2. —1994 Malî Yılı Genel
Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk
Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi ile 1994 Malî Yılı
Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/282,
3/414) (S. Sayısı :103) (x)
3.—1995 Malî Yılı Genel Bütçeye
Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk
Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi ile 1995 Malî Yılı
Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/492,
3/516) (S. Sayısı :151) (x)
4. —Katma Bütçeli İdareler 1997 Malî
Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (1/519) (S. Sayısı :135) (x)
5. —1994 Malî Yılı Katma
Bütçeli İdarelerin Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin
Sunulduğuna İlişkin Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi ile 1994 Malî Yılı Katma
Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/283, 3/415) (S. Sayısı :102) (x)
6. —1995 Malî Yılı Katma
Bütçeli İdarelerin Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin
Sunulduğuna İlişkin Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi ile 1995 Malî Yılı Katma
Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/493, 3/517) (S. Sayısı :150) (x)
BAŞKAN – Gündemimize göre, 1997 Malî
Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1994 ve
1995 Malî Yılları Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu
Tasarılarının görüşmelerine başlıyoruz.
Komisyon ve Hükümet yerlerini aldılar.
Sayın milletvekilleri, kanun tasarıları
ve komisyon raporları bastırılıp
dağıtılmıştır.
Şimdi, komisyon raporlarının okunup
okunmaması hususunu oylarınıza sunacağım:
Raporların okunmasını kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul
edilmemiştir.
Şimdi, bütçe kanunu tasarılarının
sunuş konuşmasını yapmak üzere, Hükümete söz
vereceğim.
Maliye Bakanı Sayın Abdüllatif Şener;
buyurun efendim. (RP ve DYP sıralarından alkışlar)
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER
(Sıvas) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 54 üncü
Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin ilk bütçesi olan 1997 konsolide bütçesi,
Anayasamızda öngörülen sürede Türkiye Büyük Millet Meclisine sevk
edilmiştir.
Plan ve Bütçe Komisyonunda bir aya yaklaşan
süreyle incelenmiş olan bütçe, bugünden itibaren Yüce Meclisin
takdirlerine sunulmaktadır. Plan ve Bütçe Komisyonunun Değerli
Başkan ve üyelerine, görüşlerini belirten diğer
milletvekillerimize, katkıları için, huzurlarınızda,
şahsım ve Hükümetim adına teşekkür ediyorum.
Bütçelerle, millî gelirin yaklaşık dörtte
biri vergi veya diğer vasıtalarla ekonomiden kamuya çekilmekte ve
harcamalar yoluyla da, tekrar ekonomiye geri dönmektedir. Bu büyüklükteki bir
hareketin genel ekonomik dengeleri etkileyeceği açıktır. Bu
itibarla, bütçeler, maliye politikasının en önemli araçlarından
biridir. Bu yönüyle bütçeler, hükümetlerin icra programı niteliğini
taşıdıkları için, Mecliste görüşülmeleri
sırasında, sadece bütçe değil, ülkenin tüm ekonomik ve siyasî
durumu da değerlendirilmektedir.
Refah Partisi ve Doğru Yol Partisi olarak,
Hükümeti kurup göreve başladığımızda, ülkemizin
içerisinde bulunduğu temel sorunları biliyorduk. Bu nedenle, bütün
hazırlıklarımızı, bu sorunları çözmeye yönelik
olarak yaptık. Sonuçta, ülkemizin bugünü ve geleceğini ipotek altına
almış olan borç-faiz kısır döngüsünü kıracak, gelir
dağılımındaki bozuklukları giderecek, fiyat
istikrarıyla birlikte yatırım, istihdam, üretim ve ihracat
artışı sağlayarak insanlarımızın refah
seviyesini yükseltecek olan bir bütçe hazırlanıp Yüce Meclise takdim
edilmiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
bu bütçenin daha sağlıklı değerlendirilebilmesi
bakımından, önce dünyadaki ve ülkemizdeki genel ekonomik durumdan
bahsetmek istiyorum.
Günümüz üretim teknolojisinin geldiği noktada, dar
olan ülke pazarlarına hitap eden küçük boyutlu sanayileşme
politikalarının geçerliliği kalmamıştır. Bir
sanayiin kurulabilmesi ve dış pazarlarda rekabet edebilir hale
ulaşabilmesi için, her şeyden önce büyük çaplı bir iç pazara
ihtiyaç olduğu, artık, herkes tarafından kabul edilmektedir.
Bu anlayış, ülkeleri ekonomik -bölgesel-
entegrasyonlara yöneltmiştir.
Küreselleşme ve bölgesel entegrasyonlar, dünya
ekonomisinin gündeminde, bugün, önemli bir yer işgal etmektedir.
Avrupa Birliği (AB), Kuzey Amerika Serbest Ticaret
Alanı (NAFTA), Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği (APEC)
bölgesel entegrasyonların en büyükleri ve dünya ticaretinde en çok söz
sahibi olanlarıdır.
Her üç blok da bir taraftan genişleme diğer
taraftan da kendi aralarındaki ilişkileri geliştirme gayreti
içerisindedirler.
Küreselleşme ve bölgesel entegrasyonların
hazırladığı uygun ortam sebebiyle, dünya ekonomisinde
ticaret hacminin büyüme hızı, üretim büyümesinin üzerinde
seyretmektedir.
"Uruguay Round" olarak bilinen çok
taraflı ticaret görüşmelerinin sonuçlanarak, Gümrükler ve Ticaret
Genel Anlaşmasının (GATT) yerine Dünya Ticaret Örgütünün
kurulması da, dünya ticaretinde yeni bir dönem
başlatmıştır.
En son verilere göre, dünya ekonomisinin, 1995
yılında yüzde 3,5 olan ortalama büyüme hızının, 1996 yılında
yüzde 3,8 olarak gerçekleşeceği ve 1997 yılında da yüzde
4,1 olacağı tahmin edilmektedir.
Diğer taraftan, 1995 yılında 8,9
artış göstermiş olan dünya ticaret hacminin, 1996
yılında yüzde 6,7 ve 1997 yılında da yüzde 7,2
oranında artması beklenmektedir.
Dünya ekonomisindeki büyüme ve ticaret hacmi
artışları, daha çok gelişmekte olan ülkelerin, özellikle de
Asya Pasifik bölgesindeki ülkelerin ulaştıkları büyüme ve
ticaret hacmi hızlarından kaynaklanmaktadır.
Sanayileşmiş ülkelerde büyüme 1995
yılında yüzde 2,1 olmuştur. Bu ülkelerde, 1996 yılında
yüzde 2,3, 1997 yılında da yüzde 2,5 civarında bir büyüme
olacağı tahmin edilmektedir.
Gelişmekte olan ülkelerin 1995 yılı
büyüme hızı ise yüzde 5,9'dur. Bu ülkelerin, 1996 ve 1997
yıllarında yüzde 6 civarında büyüme göstermeleri beklenmektedir.
Geçiş sürecindeki ülkelerde ise üretim
azalışları durmuş, hatta bazılarında
artış başlamıştır.
Ticaret hacmindeki büyüme açısından da,
sanayileşmiş ülkeler, gelişmekte olan ülkelerin gerisinde
kalmaktadırlar.
1995 yılı itibariyle sanayileşmiş
ülkelerin ihracat hacimleri yüzde 7,3 artarken, gelişmekte olan ülkelerin
ihracat hacmi yüzde 11,5 artmıştır.
1996 yılında ise ihracat hacmindeki
artışın, sanayileşmiş ülkelerde yüzde 4,3'e
gerilemesi, gelişmekte olan ülkelerde ise 10,3 olması beklenmektedir.
Sanayileşmiş ülkelerin 1995 yılında
yüzde 7,8 olan ithalat hacmindeki artış, 1996 yılında yüzde
5,3'e düşecektir. Buna karşılık, gelişmekte olan
ülkelerin ithalat artış hızı 1995 yılında yüzde
11,6 olup, 1996 yılında da yüzde 11,3 olacağı tahmin
edilmektedir.
Ancak, gelişmekte olan ülkeler,
sanayileşmiş ülkelerin enflasyonu kontrol altına almadaki
başarısını gösteremedikleri gibi, bütçe dengelerini
sağlama konusunda da bir hayli zorlanmaktadırlar.
Bununla birlikte, hem sanayileşmiş ülkelerin
hem de gelişmekte olan ülkelerin önemli ve ortak sorunlarından biri
kamu borçlarının millî gelirlerine oranının yüksek
oluşudur.
Ülkelerin gündemini işgal eden bir başka
ortak sorun da işsizliktir. Sanayileşmiş ülkelerde ortalama
işsizlik yüzde 7,7 civarındadır; Avrupa Birliği ülkelerinde
ise ortalama yüzde 11'in üzerinde seyretmektedir. Bütün ülkeler
işsizliği önlemek için yeni istihdam alanları yaratmaya
çalışmaktadırlar.
Günün teknolojisini yakalamış, dünyayla
rekabet edebilen bir sanayi kurabilmenin, geniş bir içpazara sahip
olmaktan geçtiğinin bilincinde olan Hükümetimiz, bölgesel ve tarihî
bağlarla yakın irtibat içinde olduğumuz
komşularımızla iktisadî ve siyasî işbirliği
faaliyetlerine büyük önem vermektedir. Bu bağlamda, Avrupa Birliğiyle
ilişkilerimiz önemle ele alınmış, bunun sonucu olarak ciddî
gelişmeler elde edilmiştir.
Ülkemiz, aynı zamanda, çoğu Karadeniz’e
kıyısı olan ülkelerin oluşturduğu Karadeniz Ekonomik
İşbirliği Örgütünün de kurucu üyesidir.
Türkiye, İran ve Pakistan tarafından
kurulmuş olan Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma
Teşkilatı ise, Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin de
katılımıyla, üye sayısını 10'a
yükseltmiştir.
Türkiye, 50'nin üzerinde üyesi bulunan İslam
Kalkınma Teşkilatının da üyesidir. Kasım ayında
İstanbul'da yapılan
toplantıda İslam ülkeleri arasında işbirliğinin
güçlendirilmesi ve ticaretin artırılması amacıyla çok
önemli kararlar alınmıştır.
Ülkemiz tarihî geçmişi içinde hep önemli bir ülke
olmuş, soğuk savaşın bitmesi ülkemizin önemini bir kat daha
artırmıştır. Balkan ülkeleri, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri
ve Ortadoğu Ülkeleri ile mevcut olan tarihî ve manevî
bağlarımız önümüze büyük fırsatlar
çıkarmıştır. Bu fırsatlardan daha iyi yararlanabilmek
için, başta yakın komşularımız olmak üzere İslâm
Ülkeleri, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ve Balkan Ülkeleri ile mevcut
işbirliği ve ticaret imkânlarını daha da artırmak
gayreti içerisindeyiz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
ülkemizde kamu açıkları ile kronikleşen yüksek enflasyon,
yatırım eksikliği, bölgelerarası
kalkınmışlık farkları, gelir
dağılımındaki bozukluk ve işsizlik gibi sorunlar
önemini korumaktadır.
Ülkeler ve insanların zenginlik ve refah
düzeylerinin belirlenmesinde kullanılan göstergelerin en
başında, millî gelirin büyüklüğü ile millî gelirde meydana gelen
artışlar gelmektedir.
Ekonomi büyüdükçe toplumun genel refah seviyesi
yükselmektedir. Ancak, millî gelirin istikrarlı bir şekilde
büyütülmesi yanında, insanlarımızın bu refah
artışından hak ettikleri payı alabilmeleri bakımından,
gelir dağılımının da adil olması gerekmektedir.
Ülkemizde millî gelirdeki büyüme, istikrarsız ve
dalgalı bir yapıda seyretmektedir. 1990 yılında yüzde 9.4
olan büyüme hızı, 1991 yılında binde 3'e düşmüş;
1992 ve 1993 yıllarında yüzde 6.4 ve 8.1 oranlarında
artış göstermiş, 1994 yılında ise yüzde 6.1
oranında gerilemiştir.
1995 yılında iç talepteki genişlemeye
bağlı olarak ekonomik faaliyetlerde canlanma olmuş ve gayri safi
millî hasıla sabit fiyatlarla yüzde 8 oranında büyümüştür.
1996 yılının ilk üç aylık döneminde
yüzde 9.6, ikinci üç aylık döneminde
de yüzde 8.9 oranında artış gösteren gayri safi millî
hasıla, yılın üçüncü çeyreğinde de yüzde 5.4 oranında
artmıştır. Böylece, dokuz aylık dönemdeki büyüme yüzde 7.5
olmuştur.
Bu büyüme, sanayi, ticaret ve ulaştırma sektörlerindeki
üretim artışlarından kaynaklanmaktadır.
1996 yılında, tarımda yüzde 2,8,
sanayide yüzde 6,9 ve hizmetlerde yüzde 8,8 olmak üzere, yüzde 7,5
oranında bir büyüme beklenmektedir.
Yayımlanan son istatistikler, millî gelirin,
bölgeler, üretim faktörleri ve fertler arasında
dağılımında dengesizlikler olduğunu ortaya
koymaktadır. Nitekim, Marmara Bölgesi, yurtiçi hâsılanın yüzde
36,8'ini alırken, Doğu Anadolu Bölgesi yüzde 4'ünü almaktadır.
Aynı şekilde, nüfusun en zengin yüzde 20'lik
bölümü, millî gelirin yüzde 54,9'unu alırken, diğer yüzde 80'lik
bölümü ise, yüzde 45,1'ini alabilmektedir.
Büyümenin istikrarlı, paylaşımın
daha adil olduğu durumlarda, sosyal sorunlar azalmakta, bu da,
gelişme için daha uygun bir ortam hazırlamaktadır.
Millî gelirin dağılımındaki
dengesizlikler ile büyümedeki iniş ve çıkışların
mevcudiyeti, ekonomimizin istikrarlı ve sürdürülebilir bir büyüme için,
bazı potansiyel yapısal reformlara ihtiyacı olduğunu
göstermektedir.
Sürdürülebilir hızlı bir büyümenin
sağlanması, toplumun refah seviyesinin yükseltilmesi, gelir
dağılımının iyileştirilmesi ve istihdamın
artırılması, ekonomideki kaynakların etkin bir şekilde
kullanılmasıyla mümkündür.
Bu çerçevede, bir taraftan enflasyonla ciddî bir
mücadele yapılırken, diğer taraftan da, rant ekonomisinden
üretim ekonomisine geçişi sağlayacak politikalara öncelik
verilecektir.
Üretim ve istihdamın artırılması,
ihracatın canlandırılması, bölgelerarası kalkınmışlık
farkları ile gelir dağılımındaki bozulmanın
düzeltilerek, toplumun genel refah seviyesinin yükseltilmesi ve hedeflenen
büyümenin sağlanabilmesinde, yatırımların özel bir yeri
bulunmaktadır.
Toplam sabit sermaye yatırımlarının
gayri safî millî hâsıla içindeki payı 1990-1995 döneminde yüzde 23
ilâ 25 arasında değişmektedir. Son yıllarda, özellikle faiz
ödemeleri, KİT'ler ve sosyal güvenlik kuruluşlarına ayrılan
kaynaklar sebebiyle kamu yatırımlarına yeterince kaynak tahsis
edilememesi sonucunda kamu yatırımlarının gayri safî millî
hâsıla içindeki payı giderek azalan bir seyir göstermiştir.
Nitekim, kamu sabit sermaye yatırımlarının gayri safî millî
hâsıladaki payı 1991 yılında yüzde 7,5 iken, 1993
yılında yüzde 7,2'ye, 1994 yılında yüzde 4,9'a ve 1995
yılında da yüzde 4,2'ye düşmüştür. 1996 yılında
ise bu payın yüzde 4,6 olması beklenmektedir.
Alt sektörler itibariyle incelendiğinde ise,
enerji sektörü yatırımlarının 1990-1994 döneminde reel
olarak sürekli ve önemli oranda gerilediği görülmektedir. Öte yandan,
toplam sabit sermaye yatırımları içerisinde kamunun payı,
1985 yılındaki yüzde 45,5 seviyesinden, sürekli azalarak 1995
yılında yüzde 17,8'e gerilemiştir. 1996 yılında ise,
bu oranın yüzde 19,1 olması beklenmektedir.
Yatırımların arzu edilen düzeylere
çıkarılması, her şeyden önce, kaynak meselesinin
çözülmesine bağlıdır. Bugüne kadar yapmış
olduğumuz çalışmalardan da anlaşılacağı
üzere, ülke kaynaklarının ekonomiye kazandırılması
Hükümetimizin en önemli ve öncelikli hedefidir. Kaynakların geliştirilmesi
ve üretim seferberliğinin yaratacağı gelir
artışları yanında, kamu maliyesinde israfın önlenmesi,
malî disiplinin sağlanması yoluyla yaratılacak ilave kaynaklarla
kamu yatırımlarını arzulanan düzeye çıkarmayı
hedefliyoruz.
Yatırımlar için gerekli kaynakların
ayrılması kadar önemli olan bir diğer husus da, bu
kaynakların etkin ve verimli şekilde kullanılmasıdır.
Bunu dikkate alan Hükümetimiz, 80 ilimiz ve
ilçelerindeki bütün kamu ve özel sektör yatırımlarını tek
tek izlemeye almıştır.
Bu uygulama ile, verimliliği en yüksek ve
tamamlanmaya en yakın yatırımlar belirlenecek, bir an önce
ekonomiye kazandırılmaları sağlanacaktır.
Böylece, işsizliğin azaltılarak göçün
önlenmesi, ülke refahının artırılması, üretim ve
ihracat artışı sağlanması yönünde önemli bir adım
atılmış olmaktadır.
Hükümetimiz, yatırım hamlesinin
gerçekleşmesinde özel teşebbüsümüze de önem vermektedir.
Bu çerçevede, üretim ve istihdam açısından
büyük bir potansiyele sahip olan KOBİ'leri, ekonomideki
ağırlıkları ile orantılı olarak vergi ve kredi
yoluyla teşvik etmek üzere, özel bir yardım kararını
yürürlüğe koymuş bulunuyoruz.
Diğer yandan, özel kesimin eğitim ve
sağlık sektörlerindeki yatırımları özendirilirken,
enerji, ulaştırma ve haberleşme gibi büyük altyapı
projelerinin gerçekleştirilmesinde yap–işlet–devret ve benzeri
modeller çerçevesinde özel kesimin ve yabancı sermayenin
katılımını hedeflemekteyiz.
Türkiye'de, bugün, uzunca bir süreden beri devam eden
ve yüksek düzeyde kronikleşmiş olan ciddî bir enflasyon sorunu
vardır.
Toptan eşya fiyatları, 1995
yılında, yıllık olarak yüzde 65,6 artış
göstermiştir; tüketici fiyatlarındaki artış ise yüzde 76
olmuştur.
Bu yılın Ocak-Kasım döneminde toptan
eşya fiyatlarındaki kümülatif artış yüzde 77,9'a, tüketici
fiyatlarındaki artış ise yüzde 73,8'e
ulaşmıştır.
Kasım ayı itibariyle, geçen yılın
Kasım ayına göre yıllık artış ise, toptan
eşya fiyatlarında yüzde 74,4, tüketici fiyatlarında da yüzde
80'1'dir.
ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) – Sayın
Bakan, yüzde 84,4.
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla)
– Enflasyonun normal sayılacak tek haneli rakamlara düşürülememesinin
en önemli sebebini, sürekli büyüyen kamu kesimi açıkları ile bu
açıkların finansman yöntemi oluşturmaktadır.
Kamu açıklarının borçlanma ile
finansmanı, bir taraftan faiz ve kurlar üzerinde yükseltici yönde
baskı yaratırken, diğer taraftan da enflasyonu düşürme
gayretlerini engellemektedir.
Enflasyon, dar ve sabit gelirlilerden alınan ilave
ve adaletsiz bir vergi niteliğindedir. Aynı zamanda kısa vadeli
spekülatif yatırımları hızlandırırken uzun vadeli
üretken yatırımları önler, tüketim harcamalarını
artırır ve gelir dağılımını bozar.
Bu nedenle, ekonomik ve sosyal yönden sayısız
olumsuzlukların kaynağı olan enflasyonla mücadele, ekonomik
programımızın öncelikleri arasında yer almaktadır.
Bütçe ve kamu açıklarının
azaltılmasına ve kaynak ve üretim seferberliğinin
gerçekleştirilmesine yönelik makroekonomik politikaların
uygulanmasıyla, hem istikrarlı bir büyüme sağlanacak hem de
enflasyonla ciddî bir şekilde mücadele edilecektir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
zaman zaman gelişmemizin önünde önemli bir engel oluşturan
dış ödeme güçlüklerinin ekonomimizi etkilememesi için, ödemeler
dengesinin sağlıklı bir yapıya kavuşturulması
gerekmektedir.
Bunun için de, istikrarlı bir döviz girdisinin
sağlanması büyük önem taşımaktadır.
Döviz girişinin en sağlıklı
kaynağı ise, ihracattır.
İhracat artışının süreklilik
kazanabilmesi ve beklenen hamlenin gerçekleşmesi açısından;
dış rekabet gücünün verimlilik artışı sağlanarak
yükseltilmesi, ürün çeşitliliğinin artırılması ve
gerçekçi bir döviz kuru politikası uygulanması yanında,
finansman için kredi ve garanti programlarına yeterli kaynak
ayrılması gerekmektedir.
Bunlarla beraber diğer önemli bir husus da yeni
ihracat pazarlarına girilmesidir.
Bu çerçevede, Hükümetimiz, her türlü imkân
kullanılarak ihracatın artırılması için azami
çabayı göstermektedir.
1995 yılında, ihracatımız yüzde
19,5 oranında artarak 21,6 milyar
dolara yükselmiştir. Toplam ihracat içerisinde sanayi malları
ihracatının payı yüzde 87,4; tarım ürünlerinin payı
yüzde 10,7 ve madenciliğin payı da yüzde 1,9 olmuştur. 1996
yılında ihracatımızın, yüzde 13,2 artışla,
24,5 milyar dolar olması beklenmektedir.
İthalatımız ise, 1995 yılında
yüzde 53,5 artış göstererek 35,7 milyar dolara yükselmiştir.
1996 yılı sonunda, ithalatın yüzde 26 artışla, 45
milyar dolar olacağı tahmin edilmektedir.
1994 yılında yüzde 77,8 olan ihracatın
ithalatı karşılama oranı, ithalatın ihracattan daha
hızlı artmasına paralel olarak, 1995 yılında yüzde 60,6'ya
düşmüştür; 1996 yılında ise yüzde 54,4 olacaktır.
İthalatta ve ihracattaki gelişmeler
sonucunda, 1994 yılında 5,2 milyar dolara gerileyen
dışticaret açığımız, 1995 yılında 14,1
milyar dolara ulaşmıştır; 1996 yılında da 20,5
milyar dolar olacağı tahmin edilmektedir.
Öte yandan, 1995 yılında 2,3 milyar dolar
açık veren cari işlemler dengesinin, 1996 yılında 6,9
milyar dolar açık vermesi beklenmektedir.
Diğer taraftan, uluslararası rezervlerde 1994
yılının Haziran ayında başlayan artış, 1995
yılında da devam etmiş ve aralık sonu itibariyle 23,9
milyar dolara, Merkez Bankası döviz rezervleri de 12,4 milyar dolara
ulaşmıştır. 15 Kasım 1996 tarihi itibariyle ise,
uluslararası rezervler 27,7 milyar dolara, Merkez Bankası döviz
rezervleri de 17,2 milyar dolara yükselmiştir.
Devletin üstlenmiş olduğu görevleri yerine
getirmesinde, gelirlerin giderleri karşılamaya yetmemesi sebebiyle,
son yıllarda özellikle, borçlanma vazgeçilmez bir kaynak haline
gelmiştir.
KİT'ler, sosyal güvenlik kuruluşları ve
mahallî idarelerle, fonlardan kaynaklanan finansman açıkları da
eklendiğinde, içborçlanma ihtiyacı daha da artmış ve buna
bağlı olarak toplam borç stoku hızla yükselmiştir.
1991 yılında 97,6 trilyon lira olan içborç
stoku, 1993 yılında 357,3 trilyon liraya, 1995 yılında
yaklaşık 1,4 katrilyon liraya ve Ekim 1996 sonu itibariyle de 2,9
katrilyon liraya yükselmiştir.
İçborç stokunun gayri safî millî hâsılaya
oranı ise, 1991 yılında yüzde 15,4 iken, 1994 yılında
yüzde 20,6, 1995 yılında ise yüzde 17,3 civarında
gerçekleşmiştir.
İçborç stokunda gözlenen bu yükselmede, konsolide
bütçe açıkları yanında, bütçe dışı bazı
harcamaların özel amaçlı tahvil ve bono yoluyla finansmanı da
etkili olmuştur.
KİT'lere görev zararı olarak verilen
kâğıtlarla, Hazine garantili borçlanmalarda, yükümlülüğün ilgili
kamu kuruluşu tarafından yerine getirilememesi dolayısıyla,
borcun Hazinece üstlenilerek karşılığında tahvil ve
bono verilmesi bu niteliktedir.
1995 yılında, özel amaçlı tahvil ve
bonolordan oluşan nakit dışı borç stoku, yüzde 93,4 oranında
artarak 410 trilyon liraya, 1996 yılının Ekim ayı
itibariyle ise, yüzde 84,8 oranında artışla 758 trilyon liraya
yükselmiştir.
Başka bir anlatımla, nakit
dışı borç stoku, toplam borç stokunun 1995 yılında
yüzde 30,1'ine, 1996 Ekim ayı itibariyle yüzde 26,2'sine
ulaşmıştır.
1990 yılında toplam içborç stokunun yüzde
9,6'sını bono stoku oluştururken, bu oran, 1994
yılında yüzde 38,1'e, 1995 yılında yüzde 46,4'e ve 1996
yılı Ekim sonu itibariyle de yüzde 64,9'a yükselmiştir.
Görüleceği üzere, içborçlanma yapısındaki
en önemli gelişme, borçlanma vade yapısının kısa
vadeli borçlanma yönünde değişmesidir. Bu durum ise, hem borçlanma
imkânını zorlamakta hem de faizlerin aşağıya çekilmesi
çabalarını engellemektedir.
Türkiye'nin dış borç stoku, 1995
yılı sonu itibariyle 73,3 milyar dolar iken, 1996
yılının Haziran ayı sonunda 75,8 milyar dolar
olmuştur.
Dışborcun yüzde 75,6'sı orta ve uzun
vadeli, yüzde 24,4'ü de kısa vadeli borçlardan oluşmaktadır.
Dışborçların gayri safi millî
hasılaya oranı ise 1992 yılında yüzde 35,2, 1993
yılında yüzde 37,7, 1994 yılında yüzde 49,6 ve 1995
yılında da yüzde 43,1 olmuştur.
Diğer taraftan, son altı yılın
dışborç servisi incelendiğinde, 1993 yılı hariç,
Türkiye'nin net dışborç ödeyicisi durumunda olduğu
görülmektedir. Özellikle, 1994 ve 1995 yıllarında, Türkiye her
yıl dışarıya yaklaşık 5 milyar dolar net transfer
yapmıştır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
1997 yılı konsolide bütçesiyle birlikte görüşülecek olan 1994 ve
1995 Yılları Kesinhesap Kanun Tasarıları hakkında
kısaca bilgi sunmak istiyorum.
1994 yılında konsolide bütçe giderleri 902
trilyon 454 milyar lira olmuştur. Bu tutarın 273 trilyon lirası
personel giderleri, 74 trilyon lirası diğer cari giderler, 77 trilyon
lirası yatırım, 478 trilyon lirası transfer giderleridir.
Transfer giderlerinin 298 trilyon lirası faiz giderleridir.
Konsolide bütçe gelirleri ise 752 trilyon lira olarak
gerçekleşmiştir. Bu tutarın 588 trilyon lirası vergi
gelirleridir.
1994 yılı konsolide bütçe
açığı, 151 trilyon liradır.
1994 yılı konsolide bütçe giderlerinin gayri
safî millî hâsılaya oranı, yüzde 23,2'dir. Bütçe giderlerinin yüzde 33,1'ini
faiz, yüzde 30,3'ünü personel giderleri oluşturmaktadır.
Konsolide bütçe gelirlerinin gayri safî millî
hâsılaya oranı, yüzde 19,3'tür. Vergi gelirlerinin gayri safî millî
hâsılaya oranı ise, yüzde 15,1 olmuştur.
Bütçe gelirlerinin bütçe giderlerini
karşılama oranı, yüzde 83,3; vergi gelirlerinin bütçe
giderlerini karşılama oranı ise, yüzde 65,1 olmuştur.
1995 yılında ise konsolide bütçe giderleri, 1
katrilyon 724 trilyon lira olmuştur. Bu tutarın; 503 trilyon
lirası personel giderleri, 143 trilyon lirası diğer carî
giderler, 103 trilyon lirası yatırım, 975 trilyon lirası
transfer giderleridir.
Transfer giderlerinin 576 trilyon lirası, faiz
giderleridir.
1995 yılı konsolide bütçe gelirleri ise, 1
katrilyon 409 trilyon lira olarak gerçekleşmiştir. Bu tutarın, 1
katrilyon 84 trilyon lirası vergi gelirleridir.
1995 yılı konsolide bütçe
açığı, 315 trilyon liradır.
1995 yılı konsolide bütçe giderlerinin gayri
safî millî hâsılaya oranı, yüzde 22'dir. Bütçe giderlerinin yüzde
33,4'ünü faiz, yüzde 29,1'ini personel giderleri oluşturmaktadır.
Konsolide bütçe gelirlerinin gayri safî millî
hâsılaya oranı, yüzde 17,9'dur. Vergi gelirlerinin gayri safî millî
hâsılaya oranı ise, yüzde 13,8 olmuştur.
Bütçe gelirlerinin bütçe giderlerini
karşılama oranı, yüzde 81,7; vergi gelirlerinin bütçe
giderlerini karşılama oranı ise, yüzde 62,9'dur.
1994 ve 1995 yılları kesin hesabı
hakkındaki bu bilgilerden sonra, 1996 yılı bütçe
uygulamasına geçiyorum.
1996 konsolide bütçesinin ekim ayı sonuçları
alınmıştır. Konsolide bütçe giderleri, ekim ayı sonu
itibariyle, 2 katrilyon 975 trilyon liradır. Bunun; 782 trilyon
lirası personel, 170 trilyon lirası diğer carî, 147 trilyon
lirası yatırım, 1 katrilyon 875 trilyon lirası transfer
harcamalarıdır.
Transfer harcamalarının 1 katrilyon 203
trilyon lirası iç ve dışborç faiz ödemelerine, 276 trilyon
lirası da sosyal güvenlik kuruluşlarına yapılan ödemelere
aittir.
Bütçe giderlerinin yüzde 26,3'ünü personel giderleri,
yüzde 40,4'ünü de iç ve dışborç faiz giderleri
oluşturmaktadır.
Aynı dönemde bütçe gelirlerimiz yüzde 90 artarak 2
katrilyon 105 trilyon lira olmuştur. Bu gelirlerin, 1 katrilyon 751
trilyon lirasını vergi gelirleri, 124 trilyon lirasını
vergidışı normal gelirler, 198 trilyon lirasını özel
gelirler ve fonlar, 33 trilyon lirasını da katma bütçe gelirleri
oluşturmaktadır.
Vergi gelirlerindeki artış yüzde 103,7 olup,
1996 yılı bütçe hedefinin 12,5 puan üzerindedir.
Konsolide bütçe gelir ve giderlerindeki bu
gelişmeler sonucunda, ekim ayı itibariyle bütçe 870 trilyon lira
açık vermiştir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
1997 yılı bütçesinin hazırlanmasına esas oluşturan
makroekonomik hedeflerden bazıları şöyledir: 1997 yılı
programında yüzde 4 oranında bir büyüme öngörülmüştür. Bu
büyümenin, tarım sektöründe yüzde 3, sanayi sektöründe yüzde 4,5,
hizmetler sektöründe yüzde 4 olarak gerçekleşmesi hedeflenmiştir.
Buna göre gayri safî millî hâsıla 1997 yılında 25 katrilyon 360
trilyon lira olacaktır. Gayri safî millî hâsıla deflatörü yüzde 65, yıl
sonu TEFE artışı ise yüzde 57,7'dir.
1997 yılında ithalat yüzde 11,1'lik bir
artışla 50 milyar dolar, ihracat yüzde 20,4'lük bir artışla
29,5 milyar dolar ve buna göre dışticaret açığı da
20,5 milyar dolardır.
1996 yılı için 81 250 lira olarak tahmin
edilen ortalama dolar kurunun 1997 yılında 135 bin lira olması
beklenmektedir.
1997 yılında toplam 6.3 katrilyon lira
yatırım büyüklüğü hedeflenmiştir. Bu
yatırımın, 1.3 katrilyon liralık kısmı kamu
yatırımlarıdır, özel sektör yatırımlarının
ise 5 katrilyon liraya ulaşması beklenmektedir.
Bu hedefler çerçevesinde 1997 yılı konsolide
bütçesi 6 katrilyon 255 trilyon liralık ödenek teklifi ve aynı
miktarda gelir tahminiyle denk bir bütçe olarak Yüce Meclisimize sevk
edilmişti.
Plan ve Bütçe Komisyonunda bütçeye 55 trilyon
lirası Yetki Kanunu çerçevesinde kamu personeli aylıklarında
yapılacak ilave iyileştirmeleri karşılamak üzere, toplam
106 trilyon 685 milyar lira ödenek eklenmiştir.
Bütçe dengelerinin bozulmaması için, bu ilave
ödenek, yine bütçe içinden bazı istisnalar hariç olmak üzere, yüzde 5 oranında,
106 trilyon 765 milyar lira kesinti yapılmak suretiyle
karşılanmıştır.
Sonuçta, bütçe ödenekleri ile gelir tahmini 79 milyar
liralık bir azalışla 6 katrilyon 254 trilyon 921 milyar lira
olarak Genel Kurulun onayına sunulmuştur.
Buna göre, 1997 yılı için, personel
giderlerine 1 katrilyon 729 trilyon lira, diğer cari hizmetlere 636
trilyon lira, yatırım harcamalarına 495 trilyon lira, transfer
giderlerine 3 katrilyon 395 trilyon lira tutarında ödenek
ayrılmış bulunmaktadır.
Bütçe büyüklüğü içinde, personel ödenekleri yüzde
27.6, diğer cari ödenekler yüzde 10.2, yatırım ödenekleri yüzde
7.9, transfer ödenekleri yüzde 54.3 paya sahiptir.
Transfer giderleri içinde 1 katrilyon 864 trilyon lira
olan iç ve dış borç faiz ödemelerinin toplam ödenekler içindeki
payı ise yüzde 29.8'dir. Diğer taraftan, transfer ödeneklerinde, kamu
iktisadi teşebbüsleri için 86 trilyon lira, sosyal güvenlik
kuruluşları için 530 trilyon lira, tarımsal destekleme için 95
trilyon lira, kredi ve yurtlar için 23 trilyon lira tutarında ödenek
ayrılmıştır.
1997 yılı için tahmin edilen bütçe
gelirlerinin, türler itibariyle dağılımıysa şöyledir:
Vergi gelirleri 4 katrilyon 368 trilyon lira, vergidışı normal
gelirler 1 katrilyon 445 trilyon lira, özel gelirler ve fonlar 425 trilyon
lira, katma bütçe gelirleri 17 trilyon liradır. Konsolide bütçe gelir ve
giderlerinin gayri safi millî hâsılaya oranı da yüzde 24,7'dir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
Türkiye'de, son yıllarda hazırlanan bütçelerin en belirgin
özelliği, hepinizin bildiği gibi, açık bütçe
olmalarıdır.
Harcamalarla kaynaklar arasında
sağlıklı bir denge kurulamaması sonucu oluşan
açık bütçeler, malî dengelerin bozulmasına sebep olmuştur.
Bütçe açıklarının giderek büyümesi ve bu
açıkların borçlanma ile finansmanı, hem içborç stokunu
artırmış, hem de bütçe giderleri içerisinde, faiz ödemelerinin
payını yükseltmiştir.
Bütçe ödeneklerinin her yıl daha da artan
bölümünün, faiz ödemeleri için ayrılması sebebiyle, bütçeler, etkin
bir maliye politikası aracı olma vasfını kaybetmiştir.
Bunun sonucunda da, devletin memuruna, işçisine ve
emeklisine verdiği maaş ve ücretler hızla, reel anlamda,
gerilemeye başlamış, eğitim, sağlık, savunma ve
adalet gibi devletin aslî hizmetlerine ayrılan kaynaklar
azalmış, yatırımların payı hızla
düşmüş, bütçe açıkları büyümüştür.
Bu gidişat karşısında Hükümetimiz,
bozulan malî dengelerin yeniden kurulmasını temel mesele olarak ele
almış, ilk günden itibaren ülke kaynaklarını harekete
geçirmek için çalışmalar başlatmıştır. Bütün
bakanlıklar seferber edilmiş, bilim adamlarının
düşünceleri alınmış, değişik
kuruluşların görüşleri değerlendirilmiştir.
Ayrıca, İktidarı ve muhalefetiyle, tüm
siyasî partilerimizin görüş ve düşüncelerine açık
olduğumuzu belirterek, bir genel görüşmeyle Genel Kurulumuzda konunun
tartışılması sağlanmıştır.
İlk günden itibaren
başlattığımız bu çalışmalar neticesinde,
1997 bütçesi denk bir bütçe olarak sunulmuş ve Genel Kurula da denk olarak
getirilmiştir.
Böylece, uzunca bir süreden beri ilk kez, malî
dengelerin yeniden kurulması ve ekonomik istikrarın
sağlanması yönünde ciddî bir adım atılmış
bulunmaktadır.
Amacımız, bozulan dengeleri yeniden
kurmaktır.
Bu denk bütçeyle, bir taraftan, ülkemizin
kaynakları harekete geçirilerek kamunun borçlanma ihtiyacı
azaltılacak ve buna bağlı olarak faizin yükü hafifletilecek,
diğer yandan, ortaya çıkarılacak ek kaynaklarla,
çalışan ve üreten kesimlere daha fazla imkân sağlanacaktır.
Malî dengelerin bozulmasında etkili olan faiz
ödemelerinin bütçe içerisindeki payı, 1985 yılında yüzde 10,4 iken;
1990 yılında yüzde 20,4'e; 1995 yılında da yüzde 33,4'e
yükselmiştir.
1985 yılında vergi gelirlerinin yüzde
17,6'sı faiz ödemelerine giderken, bu oran, 1990 yılında yüzde
30,8'e; 1995 yılında ise yüzde 53,1'e çıkmıştır.
1996 yılında ise, faiz ödemelerinin 1,5
katrilyon lira olarak gerçekleşeceği; bütçe içerisindeki
payının yüzde 38,2; vergi gelirlerine oranının da yüzde
68,5 olacağı tahmin edilmektedir.
Görüldüğü gibi, 1980'li yıllardan itibaren,
faiz ödemelerinin bütçe içerisindeki payı artmış, buna
bağlı olarak yıldan yıla vergi gelirlerinin daha büyük
dilimi borçlama maliyetlerine ayrılır hale gelmiştir.
Ayrıca, kamu finansmanında görülen kısa
vadeye sıkışma ve yüksek faizle borçlanma olgusu, para ve
sermaye piyasalarında kamunun hakimiyetine yol açarak, özel kesimin
borçlanmasını hemen hemen imkânsız hale getirmiştir.
Böylece, kamu kesimi borç-faiz döngüsüne girerken, özel
kesim de yatırım ve işletme sermayesini kullanabileceği
fonlardan mahrum kalmıştır.
Öte yandan, faiz-kur makasının yurtiçi faiz
lehine çok açık olması, dolar bazında yüzde 30'lara varan
seviyelerde reel faizlerin ödenmesine yol açmaktadır.
Bu kadar yüksek maliyetli borçlanmaya, dünyanın
hiçbir ülkesinin uzun süre dayanabilmesi mümkün değildir.
Bu noktada, en kısa zamanda tedbir
alınması gerektiği açıktır ve toplumun her kesiminde
de bu konuda fikir birliği
mevcuttur.
İşte 1997 Bütçesi, bu olumsuz gidişi
değiştirmek kararlılığı içerisinde
hazırlanmış ve faizlerin toplam bütçe ödenekleri içerisindeki
payının yüzde 38.2'den yüzde 29.8'e düşürülmesi
hedeflenmiştir.
Bu bütçe ile 1997 yılı için kamu personeli ve
emeklilerin aylıklarında reel artışlar
sağlanmıştır.
Biraz sonra ayrıntılarıyla
açıklayacağım üzere, önceki yıllarda reel kayıplara
uğrayan kamu personelimizin aylıklarındaki bu
kayıpları telafi etmek üzere, Hükümetimiz, işbaşına
gelmesinin hemen ertesinde maaşlarda yüzde 50 oranında
artış yapmıştır.
1997 yılının Ocak ayından geçerli
olmak üzere de, kamu personeli aylıklarında enflasyon kadar
artışa ilave olarak, refah payını da eklemek suretiyle,
yüzde 30'luk bir artış yapılması
kararlaştırılmıştır.
Ayrıca Yetki Kanunu ile yapılacak ilave
artışın ödeneği de bütçeye konulmuştur.
Ülkemizde üretimin ve ihracatın
artırılabilmesi, işsizliğin azaltılabilmesi ve
enflasyonun düşürülebilmesi için, yatırım yapılması ve
buna ayrılan kaynakların da verimli bir şekilde
kullanılması gerekmektedir.
Bu hususlar dikkate alınarak, 1996
yılına göre yüzde 118.7 oranında artışla 1997
yılı bütçesine 495 trilyon lira tutarında yatırım
ödeneği konulmuştur.
1997 yılı bütçesinde en yüksek
artış yatırımlarda yapılmıştır.
Yatırımlarda selektif bir uygulama
başlatılarak, 1997 yılında bitirilecek yatırımlar
ile özel önemi bulunan ve ekonomiye büyük katkısı olacak projelere
öncelik verilmiştir.
Diğer taraftan, ödenek yetersizliği sebebiyle
hizmet yapamaz hale gelen yatırımcı kuruluşların,
halkımıza daha fazla hizmet götürebilmesi hedeflenmiştir.
Bu çerçevede; Karayolları, Devlet Su
İşleri ve Köy Hizmetleri Genel Müdürlüklerinin yatırım
ödenekleri, önemli oranlarda artırılmıştır.
Ayrıca, kamu sabit sermaye
yatırımları içerisinde, enerjinin payı, yüzde 12,3'ten
16,3'e; eğitimin payı, yüzde 10,7'den yüzde 12,1'e ve
sağlığın payı da, yüzde 4,6'dan yüzde 5'e yükseltilmiştir.
Böylece, yatırımlar yeniden canlandırılmakta ve ülkemizde
yeni bir yatırım hamlesi başlatılmaktadır.
Diğer taraftan, araştırma ve
geliştirme faaliyetlerinin desteklenmesi, yerli savunma sanayiinin
teşviki için de gerekli tedbirler alınmıştır.
1997 yılı bütçesinde, harcamaların yüzde
78,2 oranında artırılması öngörülürken, devletin aslî
görevlerinden olan adalet, eğitim, sağlık ile savunma ve
güvenlik hizmetlerindeki artış, bu oranın çok üzerinde tutulmuştur.
Bu çerçevede, adalet hizmetlerine ayrılan ödenekler, yüzde 103,3;
eğitim hizmetlerine ayrılan ödenekler, yüzde 101,9; sağlık
hizmetlerine ayrılan ödenekler, yüzde 108,3; savunma ve güvenlik
hizmetlerine ayrılan ödenekler, yüzde 102,4 oranında
artırılmıştır.
Diğer taraftan, son yıllarda, üniversite sayısındaki
artışa rağmen, yükseköğrenime yeterli kaynak
ayrılmaması sebebiyle, eğitim kalitesinin giderek
gerilediği görülmektedir. Yükseköğrenime özel bir önem veren
Hükümetimiz, gençlerimize daha iyi eğitim imkânı sağlamak
amacıyla, üniversitelere ayrılan ödenekleri yüzde 113,2 oranında
artırmıştır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
1997 yılı için, 6 katrilyon 255 trilyon lira tutarında gelir
hedeflenmiştir. Bu tutar, 1996 gerçekleşme tahminine göre, yüzde
136'lık bir artışı ifade etmektedir. Bütçe gelirlerinin
gayri safi millî hasılaya oranı da, yüzde 17,9'dan, yüzde 24,7'ye
yükselmektedir.
Kamu harcamalarının finansmanında
kullanılan aslî gelir kaynağı, vergilerdir. Bu nedenle, bütçe
gelirleri içerisinde en büyük pay, ülkelere ve konjonktüre göre değişmekle
birlikte, vergi gelirlerine aittir.
Vergiler aynı zamanda, gelir
dağılımının düzeltilmesi, yatırım, üretim ve
istihdamın artırılması, işsizliğin önlenmesi,
fiyat istikrarının sağlanması gibi başlıca
ekonomik ve sosyal hedeflere ulaşılmasında kullanılan temel
iktisat politikası aracıdır.
1997 yılı bütçemizde vergi gelirleri
hedefimiz, 1996 gerçekleşme tahminlerine göre yüzde 98,5 artışla
4 katrilyon 368 trilyon lira olarak belirlenmiştir.
Bu miktar, bütçe gelirlerinin yüzde 69,8'ini
oluşturmaktadır ve vergi gelirlerinin bütçe giderlerini
karşılama oranı da yüzde 55,7'den, 1997 yılında yüzde
69,8'e yükseltilmektedir.
Üzerinde durmak istediğim bir husus da, ülkemizde
dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içerisindeki payının
sürekli olarak artmasıdır.
Gelir dağılımını olumsuz
etkileyen dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içerisindeki
payı, son on yılda yüzde 60'lara kadar yükselmiştir.
Biz, 1997 yılında bu eğilimi tersine
çevirerek, dolaylı vergilerin payını yüzde 58,5 seviyesine
indirmeyi hedeflemiş bulunuyoruz
1997 yılı vergi gelirleri tahminlerimizi,
geçmiş yıllar ile bu yılın ilk dokuz aylık dönemi
sonuçları, yıl sonu gerçekleşme tahminlerimiz ve 1997
yılı makroekonomik hedefleriyle her bir vergi için mevzuatın
öngördüğü hususları dikkate alarak yapmış bulunuyoruz.
Bu çerçevede nihaî tahminlere ulaşırken;
vergi kanunlarındaki maktu had ve tutarların her yıl yeniden
değerleme oranında artırılmasının etkisi,
işletmelerin 1996 yılı cirolarında meydana gelen
artışların gelir etkisi, vergilerin yıllık uygulama
sonuçlarının gösterdiği trendler, dışticaret hacminde
meydana gelecek artışlar, idarî ve yasal tedbirlerin meydana
getireceği etkiler özellikle dikkate alınmıştır.
Ayrıca, kaynak paketlerinde
açıklandığı üzere, kamu kâğıtları faizlerine
uygulanacak vergi tevkifatı, altın ve kıymetli madenler için
stok bildirimi, bedelsiz ithalat, sigara ve alkollü içkiler üzerinden
alınan ek vergide bandrol, maden ruhsat harçları, vergi
denetimlerinin yaygınlaştırılması ve
etkinleştirilmesi gibi, yürürlüğe girmiş ve girecek olan
uygulamaların vergi gelirlerine yapacağı katkılar da
dikkate alınmıştır.
Hükümetimiz, vergilere, bir yandan, temel finansman
kaynağı olarak önem verirken, öte yandan, bir iktisat politikası
aracı olarak da etkili bir şekilde kullanmayı hedeflemektedir.
Vergilerin en az maliyetle toplanması, adaletli
dağılımı, piyasa mekanizmasının
işleyişini bozmaması, basit, anlaşılır ve kolay
uygulanabilir olması temel kuraldır. Bu çerçevede gerekli
çalışmalar başlatılmıştır.
Kamu kâğıtlarından elde edilen faiz
gelirlerine yüzde 10 tevkifat koymak suretiyle, rant gelirleri üzerine önemli
br vergi yükü getirilmiştir. Bu düzenleme, vergi adaletinin
sağlanması yönünde son zamanlarda atılan en önemli
adımlardan birisidir.
Bir diğer kanunla da, kuyumculuk ve sarraflık
faaliyetlerinde bulunan mükelleflere, bir defaya mahsus olmak üzere,
kayıtdışı stoklarını beyan etme imkânı
sağlanmıştır.
Böylece, hem kayıtdışı olan bu
stokların sistem içerisine girmesi sağlanmakta hem de Hazineye ilave
bir gelir temin edilmektedir.
Diğer taraftan, gerekli kanunî düzenlemeyi
yaparak, vergiler ile diğer amme alacaklarının, süresinden önce
ödenmesini teşvik etmek amacıyla, erken ödemede indirim
uygulamasını başlatmış bulunuyoruz.
Ayrıca, muhtasar beyannameler ile katmadeğer vergisi
beyanname verme sürelerini öne alarak, vergi tahsilatının bir an önce
Hazineye intikalini sağlayacak tasarı da Yüce Meclisin gündeminde
bulunmaktadır.
Gelişmiş vergi sistemlerinin en belirgin
özelliği, basit ve kolay anlaşılabilir olmasıdır. Bu
çerçevede, tüketim vergileri sistemimizin basitleştirilmesi için özel
tüketim vergisi kanun tasarısı hazırlanarak Türkiye Büyük Millet
Meclisine sunulmuş bulunmaktadır.
Yapılacak düzenlemeyle bu vergi kapsamına
giren mallar üzerindeki vergi yükünde önemli bir değişiklik
yapılmayacak, dolayısıyla, bu verginin yatırım ve
üretime olumsuz bir yansıması olmayacaktır. Sadece,
değişik adlarla tahsil edilen on dolayındaki vergi, fon ve
paylar tek bir vergi altında birleştirilmek suretiyle uygulama ve
kontrol kolaylığı sağlanacaktır.
Benzer şekilde, Katma Değer Vergisi
uygulamasının basitleştirilmesi ve vergi kaçırma
eğiliminin azaltılması amacıyla da oran sayısı
azaltılacaktır.
Üzerinde önemle durduğumuz diğer bir konu da,
ekonomik faaliyetlerin tümüyle kavranarak, kayıtdışı
ekonominin vergilendirilmesidir.
Bu amaçla, 1997 yılında ekonomik
faaliyetlerin tamamıyla belge düzeni içinde kayda alınması ve
vergilendirilmesinin sağlanması için bazı yasal ve idarî
düzenlemelere gidilecektir.
Bu kapsamda, bono, poliçe, çek gibi ödeme
araçlarının sıkı bir şekilde izlenerek,
kayıtdışı ekonomik faaliyetlerin kavranması
amacıyla, Türk Ticaret Kanunu, Bankalar Kanunu ve diğer ilgili
kanunlarda bazı değişiklikler yapılacaktır.
Vergi tabanını genişletmeye yönelik
olarak alacağımız diğer bir tedbir de kentsel
rantların vergilendirilmesidir.
Kentleşmenin sonucu ortaya çıkan konut ve
işyeri ihtiyacı nedeniyle büyük değerlere ulaşan arsa ve
arazilerin el değiştirmesi sırasında oluşan bu rantlar
vergilendirilmek suretiyle, sermayenin yatırım ve üretime yönelmesi
özendirilecektir.
Bu çerçevede, giderek önemini ve verimliliğini
yitirme trendine giren Emlak Vergisinde, bir yandan gayrimenkullerin gerçek
değerini kavrayacak şekilde rayiç bedel esası getirilirken, bir
yandan da bu bedelin her yıl enflasyon oranına göre endekslenmesi
sağlanacaktır.
Emlak Vergisi oranlarıyla birlikte,
gayrimenkullerin alım-satımından alınan yüzde 9,6
oranındaki tapu harçlarında da indirime gidilecektir.
Böylece, mahallî idarelere sürekli ve verimli bir gelir
kaynağı sağlanarak bütçe üzerindeki yükleri hafifletilecektir.
Emlak Vergisi matrahını artıran, vergi
oranını azaltan bu düzenlemeler sonucunda inşaat sektöründe de
belge düzeni yerleşecek ve buna bağlı olarak Katma Değer,
Gelir ve Kurumlar Vergilerinde artışlar meydana gelecektir.
Keza, yine, Hükümetimiz döneminde, 4208
sayılı Karaparanın Aklanmasının Önlenmesine Dair Kanun
çıkarılmıştır.
Böylece, suç sayılan fiillerden sağlanan
paranın meşrulaştırılarak malî sisteme
sokulmasını önleme yönünde çok önemli bir adım
atılmıştır.
Buna ilave olarak, kayıtdışı
ekonominin daraltılması amacıyla
Bakanlığımızca bir dizi idarî düzenlemeye de gidilmektedir.
Bunlardan bazıları şöyledir: Bugüne
kadar 5 617 374 kişiye verilen tek vergi numarası
uygulamasının kapsamının genişletilmesi ve
yaygınlaştırılması, vergi idaresinde otomasyon
uygulamasının il ve ilçeler itibariyle
yaygınlaştırılması; ayrıntılı mükellef
bilgilerini içeren istihbarî bilgilerin, kurulan iletişim ağı
ile 1997 yılı başından itibaren vergi inceleme elamanlarının
sürekli kullanımına sunulması; yakında göreve
başlayacak olan vergi istihbarat uzmanları vasıtasıyla da
vergi incelemeleri için gerekli istihbarî bilgilerin sağlanarak, mevcut
kapasitenin artırılması.
Bu uygulamaların aşama aşama devreye
girmesiyle vergi denetiminin bilgisayar destekli olarak daha geniş
mükellef kitlelerini kavraması.
Mükelleflerin vergiye tabi işlemlerinin tespiti
amacıyla, nakit hareketlerinin yakından izlenebilmesi için, 1997
yılında banka hesaplarının ancak vergi hesap numarası
kaydedilmek koşuluyla açılması ve belli meblağın
üzerindeki nakit hareketlerinin banka sisteminden geçirilmesi
zorunluluğunun getirilmesi.
Bu suretle, bir yandan vergi gelirlerinde önemli
artışlar ortaya çıkacak; bir yandan, vergisini gerçeğe
uygun bir şekilde ödeyen mükellefler aleyhine ortaya çıkan rekabet
eşitsizliği giderilecek; diğer yandan da, vergi tabanı
genişletilerek, vergi yükünün mükellefler arasında daha adil bir
şekilde dağılımı sağlanacaktır.
Ayrıca, vergi tahsilatında bankalardan
yararlanma uygulamasına, kapsamı genişletilerek
kararlılıkla devam edilecektir. Hedefimiz, yakın bir gelecekte
vergi tahsilatının büyük ölçüde bankalara kaydırılması,
vergi dairelerimizin ise, temel vergicilik hizmetlerinde daha etkin hale
getirilmesidir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
vergilere ilişkin hedeflerin gerçekleştirilebilmesi, yeterli bir
yasal çerçeve yanında, aynı zamanda, iyi bir vergi idaresini
gerektirmektedir.
Bu bakımdan, gelir idaresini daha etkin bir hale
getirmek için başlatılan yeniden yapılandırma
çalışmalarını sürdüreceğiz.
Bu çerçevede amacımız,
Bakanlığımız bünyesindeki nitelikli personel
sayısının artırılmasıdır. Bir yandan mevcut
personelimiz sürekli eğitime tabi tutulurken, diğer yandan da uzman
personel ve denetim elemanı açığımız yeni
alacağımız elemanlarla kapatılmaktadır. Bu kapsamda,
vergi idaremizde yeni işe başlattığımız 250
civarındaki denetmen ve uzmanın eğitimine de özel bir önem
vermekteyiz. Nitelikli eleman tedariki çalışmalarımız devam
edecektir.
Diğer taraftan, ilk defa maliye
teşkilatı taşra toplantılarını
başlatmış bulunuyoruz. 1997 yılında da bu
toplantılara tüm ülkeyi kapsayacak şekilde devam edeceğiz. 1997
yılı için ortaya koyduğumuz ciddî ve kararlı politika ve
hedeflerin uygulayıcısı taşra
teşkilatımızdır. Personelimizin yüzde 90'ından
fazlası taşradadır ve mükelleflerle karşı
karşıya gelen onlardır. Bu toplantılarla kendilerine temel
hedeflerimiz verilmekte, motivasyonların sağlanmakta, sorunlar
mahallinde tespit edilerek çözümlenmektedir.
1997 yılı bütçesinde yer alan ikinci önemli
gelir kaynağı, vergidışı normal gelirlere ait
bulunmaktadır. Vergidışı normal gelirler 1 katrilyon 445
trilyon lira olarak belirlenmiştir. Vergidışı normal
gelirlerin önemli büyük kalemlerini, özelleştirme gelirleri ile kamu
gayrimenkullerinin satışından elde edilecek gelirler
oluşturmaktadır.
1997 yılı için hedeflenen konsolide bütçe
gelirlerine ulaşabilmek için atıl vaziyette bulunan kamu
taşınmazlarının satışı ve planlanan
özelleştirme hamlesi büyük bir kararlılıkla yürütülecektir. Kamu
taşınmazlarının hızla satılabilmesi için yasal
düzenleme yapılmış, esas ve usullere ilişkin Bakanlar
Kurulu kararı da yayımlanmış bulunmaktadır.
Özelleştirmek kapsamındaki Telekomun hisse ve
lisans satışı, kamu kuruluşlarına ait arsa, arazi,
sosyal tesis ve lojmanlar ile yarım kalmış elektrik
santrallarının satışı gibi kaynaklardan elde edilecek
gelirlerle vergidışı normal gelirlerde 1997 yılında
çok önemli ek artışlar sağlanacaktır.
Özelleştirme gelirleri arasında yer alan GSM
lisans satışından beklenen 135 trilyon liranın 1997
yılının ilk yarısında tahsili beklenmektedir.
Diğer özelleştirme gelirleri ise, Özelleştirme İdaresince
yapılan program çerçevesinde ilk dokuz aylık dönemde
gerçekleşecektir. Bu gelirlerin büyük bölümü, esas itibariyle, ülkemizin
borç-faiz ipoteğinden mutlaka kurtarılması yönünde 54 üncü
Hükümetin ortaya koyduğu kararlılığın ve
politikaların bir sonucudur.
Bütçelerin her geçen gün daha fazla faiz ödeme
aracına dönüştüğü bir ortamda, kamu kesimi borçlanma
gereğinin asgariye indirilmesi kararlılığı içerisinde
bulunan Hükümetimiz, hedeflenen bu gelirlere ulaşacaktır.
Konuşmamın bu bölümünde de kamu personelinin
maaşlarında 1997 yılında yapılacak
artışlarla ilgili açıklamalara geçmek istiyorum: Hepinizin
malumu olduğu üzere, Hükümetimiz 28 Haziran günü kurulmuş ve ilk
icraatı olarak yaklaşık 7,5 milyon kamu çalışanı
ve emeklilerinin maaşlarında yüzde 50 oranında artış
gerçekleştirerek aileleriyle birlikte yaklaşık 30 milyon
civarındaki vatandaşımızı memnun etmiştir.
1996 yılının Temmuz-Aralık dönemi
için ilan edilen yüzde 50 oranındaki maaş artışı,
aynı dönem içinde yüzde 30 civarında gerçekleşeceği tahmin
edilen enflasyonun üzerindedir. Hükümetimiz, Temmuz-Aralık 1996 döneminde
enflasyonun üzerinde bir maaş artışı sağlayarak, kamu
personeli ve emeklilerin refah düzeyini artırma
kararlılığında olduğunu göstermiştir. 1997
yılı ücret politikamız aynı çizgide devam edecektir;
dolayısıyla, önümüzdeki yıl için, enflasyonun üzerinde, millî
gelir artışı kadar da ayrıca reel iyileştirme
yapılacaktır. Bunun dışında, bütçe faiz yükünden
kurtarıldıkça ve ilave imkânlar temin edildikçe enflasyon artı
millî gelir artışına dayalı bu asgarî iyileştirme
oranı daha da yukarılara çekilecektir.
1997 yılının ilk altı ayındaki
enflasyon, yüzde 26 civarında tahmin edilmektedir.
Bu ilkeler çerçevesinde, Hükümetimizce, 1997
yılının ilk altı aylık dönemi için memur ve
emeklilerimizin maaşlarında yüzde 30 artış
yapılmasına karar verilmiştir. Artışlar, katsayıların
artırılması suretiyle gerçekleştirilecektir.
Buna göre, aylık katsayı 2 550'den 3 315'e,
taban aylık katsayısı 15 700'den 20 450'ye, yanödeme
katsayısı da 850'den 1 100'e çıkarılmıştır.
Katsayı artışlarıyla, memur
emeklilerimizin maaşları da memurlarımıza paralel bir
şekilde artırılmaktadır.
İşçi emeklileri ve Bağ-Kur emeklilerinin
maaşlarındaki artış oranları, biraz önce
açıkladığım katsayılar dikkate alınarak, memur
maaşlarındaki artış oranında yeniden düzenlenecektir.
Sözleşmeli personelin sözleşme ücreti
tavanlarının da yüzde 30 artırılmasına karar
verilmiştir.
Yapılan bu düzenlemeler göre, en düşük
dereceden maaş alan bir memurun maaşı 18 milyon 375 bin liradan
24 milyon 74 bin liraya; 1 inci derecenin 4 üncü kademesinden maaş alan
bir genel müdürün maaşı da 65 milyon 44 bin liradan 84 milyon 739 bin
liraya; 36 yıl hizmet ettikten sonra 3 üncü derecenin 8 inci kademesinden
emekli olan ünvansız bir memurun emekli maaşı 24 milyon 796 bin
liradan 32 milyon 269 bin liraya; genel müdürün emekli maaşıysa 58
milyon liradan 75 milyon 432 bin liraya yükseltilmektedir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
bildiğiniz gibi Hükümetimiz, Yüce Meclisten, memur maaşlarında
iyileştirme yapmak amacıyla, kanun hükmünde kararname çıkarma
yetkisi almış ve bunun için de gerekli ödeneği, Plan ve Bütçe
Komisyonunda 1997 yılı bütçesine ilave etmiştir. Bu konudaki
çalışmalarımız sonuçlanmak üzeredir.
Bu bütçeyi önceki bütçelerden ayıran diğer
önemli bir özellik de, gelir dağılımının
düzeltilmesine yönelik tedbirlere sahip olmasıdır.
Konuşmanın önceki bölümlerinde de
belirttiğim üzere, yayımlanan son rakamlar, gelir
dağılımında bozulmalar olduğunu göstermektedir.
Bu gerçeği dikkate alan Hükümetimiz, bütçede,
gelir dağılımını düzeltici tedbirlere yer
vermiştir.
Bu tedbirlerden bazıları şunlardır:
1. Rant geliri sayılan faizin bütçe içerisindeki
payı yaklaşık 10 puan aşağıya çekilmektedir.
2. Dolaylı vergilerin payı yüzde 60,1'den
yüzde 58,5'e düşürülmektedir.
3. Daha önce vergidışı
bırakılan devlet tahvili ve Hazine bonosu faizlerine yüzde 10 stopaj
getirilmiştir.
4. Vergidışı kalan kesimlerin kayıt
altına alınarak vergilendirilmesine yönelik uygulamalar
başlatılmıştır.
5. Gayrimenkul rantları vergilendirilecektir.
6. Kamu personeli ve emeklilerin aylıkları,
enflasyon oranına ilave olarak refah artışı da eklenmek
suretiyle iyileştirilmiştir.
7. Eğitim, sağlık ve altyapı
hizmetlerine ayrılan ödenekler artırılmıştır.
8. Tarımsal desteklemeye daha çok kaynak
ayrılmaktadır.
Bu tedbirlerin, gelir dağılımındaki
dengesizlikleri giderici yönde olumlu etkileri olacaktır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
Hükümetimizin ana gayesi, halkımızın ve ülkemizin önündeki
meseleleri çözmektir. Hükümeti oluşturan Refah Partisi ve Doğru Yol
Partisi, canla başla ve uyum içerisinde bu amacı gerçekleştirmek
için çalışmaktadır.
54 üncü Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini kurarken, ilk
tercihimiz, ülke sorunlarını, ancak uzun vadeli bir hükümetin
cesaretle göğüsleyebileceği gerçeğinden hareketle, siyasî
istikrarın sağlanması olmuştur.
Diğer bir tercihimiz de, sorunlar
aşılırken, zaten sıkıntıda olan
halkımızdan biraz daha fedakârlık isteyen acı reçeteler
uygulamamaktır.
Bu anlayışla, Hükümetimiz, bugüne kadar,
halkımızın büyük çoğunluğunu oluşturan dar ve
sabir gelirli memur, işçi, emekli, Bağ-Kur emeklisi ve asgarî
ücretliler ile küçük esnaf ve çiftçimizin refah seviyesini iyileştirici
yönde icraatlar yapmıştır.
Hükümetimiz, bütçe gelirlerinin ülkemize yeterli hizmet
yapacak düzeyde olmadığını, bu gelirlerin giderek artan
kısmının faiz ödemelerine gittiğini, bunun neticesinde de
devlet hizmetlerinde aksamalar olduğunu tespit etmiştir. Bu olumsuz
tabloyu tersine çevirmek için de, öncelikle, mevcut ekonomik kaynakların
harekete geçirilerek ülkemizin borç ve faiz batağından kurtarılması
gereğinden hareketle, kaynak paketleri kapsamında bir dizi yeni
düzenlemeyi uygulamaya koymuştur.
Bu düzenlemelerin odak noktasını
oluşturan kamu açıkları, özelleştirmenin
hızlandırılması, ihtiyaç dışı kamu
taşınmazlarının satışı, sosyal güvenlik
kurumlarının malî yapılarının iyileştirilmesi,
kamu nakit yönetiminin etkin hale getirilmesi ve vergilendirmede
etkinliğin artırılması gibi tedbirlerin de desteğiyle
ortadan kaldırılacaktır.
Hedefimiz, devlet bütçesini halka daha fazla hizmet
yapabilecek bir yapıya kavuşturmaktır. Bu çerçevede, yoğun
çalışmaların ürünü olan ilk bütçemizi denk bütçe olarak
huzurlarınıza getirdik.
Denk bütçe demek, gelirler kadar harcama yapılacak
demektir; biz de, uygulamayı buna göre yönlendireceğiz.
Bu bütçe, ekonomik potansiyeli hareket geçiren,
dengeleri kuran, borç-faiz sarmalını kıran, israfı ve
enflasyonu önleyen, dargelirlileri gözeten, daha çok hizmet daha çok
yatırım öngören, ülkemiz insanının refah seviyesinin
yükseltilmesini hedefleyen, bir değişim, bir istikrar bütçesidir.
Siyasî istikrarı sağladık; şimdi,
ekonomik istikrarı sağlayacağız.
Bütçemizin, ülkemiz ve milletimiz için
hayırlı olmasını temenni ediyor; hepinize sevgi ve
saygılarımı sunuyorum. (RP ve DYP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Hükümet adına, 1997 yılı
bütçe sunuş konuşmasını yapan Maliye Bakanı Sayın
Abdüllatif Şener'e teşekkür ediyorum.
Sayın milletvekileri, bütçe görüşmeleri,
26.11.1996 tarihli 22 nci Birleşimde alınan karara uygun olarak,
bastırılıp dağıtılan programa göre
yapılacaktır.
Bu aşamada, görüşme programında
yapılmış olan bir değişikliği bilgilerinize
sunmak istiyorum. Bu değişiklik, her ne kadar daha önce siyasî parti
gruplarına ve ilgili bakanlıklara yazılı olarak
bildirilmiş ise de, bir kere daha hatırlatmakta yarar görüyorum.
Bastırılıp dağıtılan
programda 7 nci turda yer alan Orman Bakanlığı bütçesiyle, 12
nci turda yer alan Turizm Bakanlığı bütçesi yer
değiştirmiştir. Buna göre, Turizm Bakanlığı
bütçesi 13.12.1996 Cuma günü yapılacak 7 nci turda, Orman Bakanlığı
bütçesi ise 15.12.1996 Pazar günü yapılacak 12 nci turda görüşülecektir.
Başlangıçta, bütçenin tümü üzerindeki
görüşmelerde, siyasî parti grupları ve Hükümet adına
yapılacak konuşmalar 1'er saat -bu süre, iki konuşmacı
tarafından kullanılabilir- kişisel konuşmalar 15'er
dakikadır.
Şimdi, bütçenin tümü üzerinde gruplar ve
şahısları adına söz alan sayın üyelerin
adlarını sırasıyla okuyorum:
Refah Partisi Grubu adına, Manisa Milletvekili
Bülent Arınç, Bitlis Milletvekili Zeki Ergezen; Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına, Antalya Milletvekili Deniz Baykal; Anavatan Partisi Grubu
adına, Ankara Milletvekili Agâh Oktay Güner, İstanbul Milletvekili
Güneş Taner; Doğru Yol Partisi Grubu adına, Şanlıurfa
Milletvekili Necmettin Cevheri; Demokratik Sol Parti Grubu adına,
İstanbul Milletvekili Bülent Ecevit.
Kişisel söz alanlar; lehinde, Adana Milletvekili
Uğur Aksöz, Rize Milletvekili Ahmet Kabil; aleyhinde, İstanbul
Milletvekili Halit Dumankaya.
Sayın milletvekilleri, 1997 Malî Yılı
Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1994 ve 1995 Malî
Yılları Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanun
Tasarılarının tümü üzerindeki görüşmelere devam ediyoruz.
Şimdi, sırasıyla gruplara söz
vereceğim.
Sayın Bülent Arınç, Manisa Milletvekili. (RP
sıralarından alkışlar)
Sayın Arınç, grubun konuşma süresini
bütün olarak ayarlıyorum...
BÜLENT ARINÇ
(Manisa) – Eşit olarak kullanacağız...
BAŞKAN – Buyurun, konuşma süreniz 30 dakikadır.
RP GRUBU ADINA BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; Refah Partisi Grubu adına
hepinizi hürmetle selamlıyorum.
Bugün, bütçe tasarısı üzerinde ilk
görüşmeleri yapıyoruz. Refah Partisi Grubu adına, ilk
konuşan bendenizim; bu sebeple, bütçemizin, milletimize, memleketimize,
hayırlı olmasını Cenabı Hak'tan diliyorum.
Bütçeler, hükümetlerin ekonomik ve siyasî tercihlerini
gösteren önemli belgeler ve metinlerdir. Bütçeler, hükümetlerin en önemli
referanslarıdır. 54 üncü Cumhuriyet Hükümetimizin Yüce Meclise
getirdiği bu denk bütçe, büyük bir çalışmanın, büyük bir
iddianın neticesidir. Bu kıymetli belge sebebiyle, bütçeyi hedefine
ulaştırma konusunda, memleketimize, halkımıza yararlı
hizmetler yapabilme konusunda Hükümetimize, Sayın
Başbakanımıza, Sayın Başbakan
Yardımcımıza ve onun değerli bakanlarına yürekten
başarılar diliyorum.
Sayın milletvekilleri, Parlamentomuzda, her siyasî
partiye mensup çok değerli teknisyenler; maliye, ekonomi ve bütçe
uzmanları var; bütçe üzerinde onlar da konuşacaklar, kıymetli
fikirlerini hep birlikte dinleyeceğiz. Refah Partisi Grubu adına
süremi, bütçenin sosyal yönü üzerinde konuşmak üzere
harcayacağım; bu sebeple önemli bir tespiti yapmaya kendimi mecbur
sayıyorum; çok da gerilere gitmeden, bulunduğumuz noktayı tespit
edebilme konusunda, 1980 sonrasından başlayacağım.
Bildiğiniz gibi, 1980 sonrası parlamenter
sistem, 1983 seçimleriyle başladı; bu seçimlerden ve bu hükümetlerin kurulmasından bu yana tam
13 yıl geçti; 13 yıllık bu periyot içerisinde bütçemizin,
ekonomimizin, sosyal hayatımızın hangi noktada olduğunu
müsaadenizle tespit etmek istiyorum.
Hatırlayacağınız gibi 24 Ocak 1980
kararları ve sonrasında, uluslararası finans
kuruluşlarının da etkisiyle, gelen yönetimlerin hemen hepsi,
faizlerin serbest bırakılması, yatırımların
durdurulması, işçi ve memur ücretlerinin yükseltilmemesi, taban
fiyatların sabit tutulması ve devalüasyonların
yapılabilmesi konusunda hemen hemen müştereken hareket ettiler.
Maalesef faizler serbest bırakıldı, tafecilik hortladı,
yatırımlar durduruldu; maalesef işsizlik büyüdü, işçi ve
memur ücretleri, taban fiyatlar, üreticileri ve çalışanları
daima borçlu hale getirdi. Bunların sonucu olarak da -kısa kısa
ifade ediyorum- 1983'lerde 17 milyar
dolar seviyesinde olan dışborcumuz, her yıl da ödenmesine
rağmen, ödenip eksileceği yerde, şimdilerde 80 milyar dolarlar
civarına yaklaştı. Zamlar geldi, vergiler geldi, mal ve
hizmetler sürekli zam gördü, içborçlanma katrilyonlara yükseldi, döviz
çılgın bir tarmanış içerisine girdi; 1983'lerde 200 lira
civarında olan doların, bugünlerde 100 binlere gelmesi, fevkalade
önemli bir olaydır.
Para değerimiz düştü, satınalma gücü
azaldı. 1981'lerde ilk defa 5 binlikler banknot halinde
basılınca, sıfırları bol rakamlar görülmeye
başlayınca, saçımızı başımızı
yolmaya başlamıştık, ama şimdi milyonluk banknotlar
piyasada dolaşıyor. Yatırımların durması ve
işsizliğin artmasıyla -yüksek faizler sebebiyle- çalışabilir
nüfusumuzun hemen yüzde 20'si bu işsizlikten nasibini aldı; enflasyon
üç rakamlı hale geldi, tarım ve hayvancılık ülkede çok
önemli bir sektörken, büyük bir krizin içerisine, maalesef, ölme noktasına
geldi. Başka da bir çare bulunamayınca, susamış bir
insanın tuzlu su içmesi gibi, devlet, bütçedeki açığı
kapatmak ve borç taksitlerini ödeyebilmek için sürekli yüksek faizle borç
aldı, karşılıksız para bastı; bütün bunların
yükü orta ve dargelirlilerin üstüne geldi, fakir daha fakir, zengin daha zengin
oldu.
Maalesef, her yıl bütçeler açık verince,
aynı fasit daireyi, aynı kısır döngüyü tekrar
yaşadık, yeniden darphane çalıştırıldı,
karşılıksız para basıldı, yine işsizler
ordusu büyüdü, faiz ve enflasyon arttı, fakir fukaradan alınan
vergiler daha da çoğaldı, zamlar daha da artarak şiddetle devam
etti; maalesef, gelir dağılımındaki adaletsizlikler daha da
büyüdü. Bu adaletsizlik ve dengesizlikler sosyal patlamalara yol açabilecek
seviyeye ulaştı; evine sadece ekmek götürebilen yüzbinlerce aile
mevcutken, maalesef banka patronları, sadece bir ressamın tablosuna
milyarlar ödeyerek satınaldı ve Boğaz kenarında
beşinci yalısının duvarlarına astı; 7,5 metre
uzunluğundaki limuzinlerin milyarlık fiyatları, maalesef,
Türkiye'de çok müşteri bulabildi.
Bir yanda, televizyon ve basına yansıyan lüks
ve sefahat dolu yaşam sahneleri, bir yanda, çöplükte yiyecek toplayan,
maalesef, emekli devlet memuru fotoğrafları, bir yandan,
çocuğuna milyonlarca liralık oyuncak otomobil alabilenler, bir yanda,
taksi şoförlüğü, işportacılık yapan emekli
öğretmenler, bir yanda, düğünlerde havaya savrulan paralar, bir
yanda, ailesini geçindirmeye gücü yetmediği için canına kıyan
genç kızlar, bir yanda acı tablolar, bir yanda rakamlar... İstatistiklere
göre, Türkiye'de işçi ailelerinin üçtebiri, geçim
sıkıntısı yüzünden çocuklarını okutamıyor,
her 3 aileden biri, geçinebilmek için eşyalarını satıyor,
ailelerin yüzde 62'si, ancak borçla ayakta durabiliyor, her 100 aileden 34'ü boğazından,
44'ü giyiminden kuşamından kesiyor, toplumun en fakir yüzde 20'si
millî gelirin yüzde 4'ünü alırken, en zengin yüzde 20'si millî gelirin
yüzde 55'ine sahip çıkıyor ve Türkiye'de, televizyon
reklamlarında, kilosu birkaç yüzbin lirayı bulan sucuğu,
ağzı sulanarak seyreden çocukların haline bakıp, gözleri yaşaran
babaların sayısı çoğalıyor.
Bir ülkede, eğer, 10 yaşındaki çocuk,
sabahın dondurucu soğuğunda, evdeki hasta annesine, yatalak
babasına bakabilmek için, simit satmak zorunda kalıyorsa, eğer,
her köşe başında, çocuğuna süt bulabilmek için, namusunu tezgâha
koymuş gencecik kadınlara rastlanabiliyorsa, eğer, birkaç
yıldızlı otellerin bir gecelik ücretleri, milyonlarca, yüzlerce
aç ve ilaçsız insanın, aylık kazancını kat kat
aşabiliyorsa, ehlinamusun, başını, ellerinin arasına
alıp, bir daha düşünmesi gerekiyordu.
Başbakanlar itiraf ediyorlardı "sizden
aldığımız vergilerimiz borca ve faize gidiyor" ve
bütün bu tablo karşısında, Türkiye'de, bir
sıkıntı giderek artıyor, kat kat yükseliyordu.
Elbette bu saydıklarımın
dışında, bu 13 yıllık periyot içerisinde, ekonomide
olumlu gelişmeler de vardır. Bunlardan, ihracatımız
artmıştır diyebiliriz. Turizm gelirlerimizde patlama
olmuştur diyebiliriz. Büyüme hızında gelişmeler
olmuştur diyebiliriz; ama, 65 milyon insanın, hemen her kesimini
ilgilendiren bu acı ve üzüntü veren tabloların hepimizi
ilgilendirdiğini düşünüyorum ve sadece ekonomideki bu çöküntü,
ekonomiyle sınırlı da kalmadı. Toplumun bütün kesimlerini
etkilediği gibi, aile yapısını da etkiledi. İşsizlik
ve parasızlık geçimsizliklere, boşanmalara, cinayetlere,
intiharlara yol açtı. Ahlakî tahribat giderek büyüdü, haksız ve
alın tersiz kazanç, âdeta, savunulur hale geldi, cazip hale geldi. Ahlakî
telakkiler giderek yoklaştı, namuslu ve ahlaklı olmak,
çağdışı olmakla, enayi olmakla, âdeta, eşdeğerde
görüldü.
Rüşvet, yolsuzluk, suiistimal arttı.
Mafyalar, çeteleşmeler başladı. Adaletin durduğu yerde,
mafya ve çetelerin adalet dağıtır hale geldiğini
acıyla, üzüntüyle gördük. Uyuşturucu, maalesef arttı, İçki
tüketim arttı, kumar, sektör haline geldi, sadece millî piyangoyla
sınırlı kalmadı, çok masum olarak, her çeşidi, her
gün, maalesef, artar hale geldi. Hayalî ihracatlar bundan sonra görünmeye
başlandı. Haksız vergi iadeleri, Susurluklar, belki,
bunların neticesinde karşımıza geldi.
Ekonomik çöküntü, ülkemizin
bağımsızlığını,
dışpolitikasını da engelledi. Dördüncü Murat'ın ne
güzel bir sözü var: "Borç alan, buyruk alır." Ne kadar büyük bir
gerçek ki, borç aldığımız için, borçlu ve suçlu bir ülke
haline geldik ve maalesef, bunun utancını zaman zaman
yaşadık. Maalesef, Türkiye'nin ekonomideki bu
zayıflığı karşısında, ikinci Sevr'i
hortlatmak isteyenler bile cesaret buldu. Bu yüzden, Çekiç Güç'ü buyur ettik de
gönderemedik. Bunun için, milyarlarca dolarlık zararımıza
rağmen, ambargolara en önde katıldık, dışpolitikada
atak ve cesur kararlar alamadık.
Ekonomik çöküntü, maalesef, ülkeyi sadece bunlarla da
sınırlandırmadı; terör ve anarşi de arttı. On
yıldır, ülkemizin bir büyük kısmında acı ve
ıstırap var. Sadece o bölgeyle de sınırlı değil,
Türkiyemizin her karış toprağında bu terör ve
anarşinin, bu gözyaşı ve ıstırabın
sıkıntısını hep beraber yaşıyoruz. Ekonomik
geri kalmışlık, büyük bir bölgemizin halkını, açlık,
işsizlik ve göçe mecbur bıraktı. Trilyonluk harcamalara
rağmen, hâlâ terörü önleyemiyorsak, bunun altında, ekonomik
çöküntünün de olduğunu unutmamamız gerekir.
Değerli arkadaşlarım, bütün bu
sıkıntıları uzatmak mümkün; ama, sonuç ortada...
İşte, en son 1996 bütçesi... 1 Mayıs 1996'da yürürlüğe
girmesine rağmen -şu kadar aylık bir bütçe- daha gelirken, 800
küsur trilyon açıkla gelmişti; giderken, 1,4 katrilyon açıkla
gidiyor. Demek ki, borç-faiz sarmalı devam ediyor. Devlet, büyük faizlerle
borç almaya mecbur tutuluyor; yüzde 120-130'luk yıllık faizle,
devletin bütün kasası sömürülüyor; olan da, köylüye, işçiye, memura,
esnafa oluyor.
Değerli milletvekilleri, biraz evvel, Sayın
Maliye Bakanımızın, bütçenin bütün özelliklerini bir bir ortaya
koyan konuşmasını dinledik. Burada, artış ne
kadardır, hangi sahalara daha büyük pay ayrılmıştır,
geçtiğimiz yıllardaki trend nedir; bunları, hep beraber dinledik
ve istifade ettik. Ben, bunun biraz ötesinde meseleye bakıyorum.
Şimdi, anlattığım bütün bu tablodan
sonra şunu söylemem gerekir: 1980'den sonra ülkeyi yönetenlerin, o
partiler içerisinde bulunan yöneticilerin, onlara destek olan muhalefet
partilerinin bu tabloda payı olduğunu söylebilirim; ama, bunu
yapmayacağım, hakkım olduğu halde de
yapmayacağım; çünkü, hiçbirimiz masum değiliz. Zaman, bu
gerçekleri görerek çözüm bulma zamanıdır; şikâyet ve suçlamayla
vakit geçirme yerine, ilimle, akılla, ülke yararına çözüm üretmenin
zamanıdır; Refah Partili ve Doğru Yol Partili Hükümet, işte
bunu yapacaktır. (RP ve DYP sıralarından alkışlar)
Değerli milletvekilleri, inanıyorum ki,
ülkeyi ve ekonomiyi düze çıkarmak, sadece monetarist bir politikayla da
mümkün değil. Yani, parayı oradan alıp buraya koymakla,
enflasyonu belki geçici bir süre önleyebilirsiniz; ama, toplumun bütün
kesimlerini ilgilendiren bu büyük, bu global düşünce
karşısında başka desteklere de ihtiyacımız var.
Yıllardan beri mücadelesini ve
tartışmasını yaptığımız için,
yıllardan beri ülke gerçeklerini bu noktadan incelediğimiz için,
naçizane fikirlerimi ortaya koymak istiyorum.
Yani, salt para politikalarıyla ülkenin
ekonomisini düze çıkarmanın ve böylece bir nefes almanın da
mümkün olamayacağını söylemek istiyorum. Bize göre, tüm
kalkınma hareketlerinin temelinde, ilim, siyaset, ahlak ve ekonomi,
elbette, birbiriyle ilgili, birbirini tamamlayan önemli bir yapıda
olmalıdır; biri diğerinden farklı, biri diğeriyle
kavga eder tarzda değil, birbiriyle iç içe geçmiş, yardımcı
olan ve gerçekten, ilimsiz bir ahlakı, siyasetsiz bir ekonomiyi,
ahlaksız bir siyaseti birbirinden ayırmadan, önemli bir
bütünleşmeyle ülke sorunlarına çare bulabileceğimizi
düşünüyorum.
Mesela, enflasyonun önlenmesi de böyledir. Enflasyonun
önlenmesi için faizleri yükseltmenin, dövizi geriye çekmenin, şöyle veya
böyle yapmanın yararlı olmadığı geçmişimizde görüldü.
İşin ahlak boyutunu da ele almalıyız. Enflasyonu,
ekonomistler başka türlü tarif edebilir; ama, ahlakî tarifi içerisinde,
bir insanın meşru kazancından çok daha fazlasını
tüketmek, bir enflasyon sebebi olarak görülmelidir veya en basit tarifiyle,
üretmeden tüketebilmek, bir enflasyon sebebi olarak görülmelidir. Tasarrufa
riayet etmenin, israfı önlemenin, elbette enflasyonu önlemekle
eşanlamlı olduğunu söylemek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, işte, bütün
bunların ışığında Hükümetimizin ne
yaptığına bir bakmak gerekiyor. Biraz evvel sözlerimin
başında da ifade etmiştim, bütçe, hükümetlerin ekonomik ve
siyasî tercihlerini gösteren çok önemli bir belgedir. Bu belgeyi, 1997 bütçesi
olarak, Hükümetimiz denk bütçe şeklinde getirmiştir. Bu bir
iddiadır, alkışlanması gereken bir
çalışmadır; çünkü, özellikle son yıllarda, hiçbir zaman,
denk bütçe çalışması yapılmamış, bütçeler daima
açıkla gelmiştir. Elbette, bu iddianın gerçekleşmesi, 1997
yılı içerisinde hedeflerine varabilmesi, söylenenlerin
yapılabilmesi, Hükümetin bu konuyu sıkı tutmasına, samimi
olmasına ve gayretli çalışmasına bağlıdır.
Biz, bu gayreti ve samimiyeti bu Hükümette görüyor, o bakımdan onları
takdir ve teşvik ediyoruz. (RP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, işte, bu denk
bütçe, en basit tarifiyle, kamu giderlerinin normal kamu gelirleriyle
karşılanabildiği bütçe demektir. Yani, bir başka tarifle
de, ürettiğimiz kadar tüketmek veya en az ihtiyacımız
kadarını üretebilmektir. Hükümet, bu konuda fevkalade bir cesur karar
almıştır. Önümüze gelen bütçenin rakamları 6 katrilyon 255
trilyon lira olarak bağlanmıştır.
Esasen, Sayın Başbakanın, Hükümet
Programı üzerinde 6 Temmuz tarihli konuşmasında, bu bütçenin
önümüze geleceği belli idi. Hükümet Programını açıp
okuduğumuz zaman, pek çok yapılacak işler
sıralanmış; altına da "denk bütçe
hazırlanacak" denilmişti. Koalisyon Hükümeti, bu konuyu, uzun
çalışmalardan sonra, önümüze getirmek durumundadır.
Şimdi, Hükümet, bu programda, özetle iki ana gaye
için kurulmuş; birisi, halka hizmet, ikincisi de ülkemizin meselelerini
çözmek, bu konuda samimî gayret sarf etmek.
Bakınız, bu Hükümet Programı üzerinde,
Sayın Başbakanın taahhütleri ve vaatleri nelerdir... Şöyle
diyor Sayın Başbakan:
1. "Biz, bir üretim hükümetiyiz." Biz,
üretimi artıracağız ve en büyük hizmeti,
ağırlığı kaynak teminine vereceğiz. Allah'ın
verdiği bu nimetleri servete dönüştürmek için, bu güzel ülkede bir
üretim seferberliği başlatacağız; çünkü, üretimin
artırılması, enflasyonun önlenmesi için de çok önemli, çok
gerekli bir çalışmadır.
2. "Her türlü gelişmenin önündeki engelleri
kaldıracağız." Teferruatına girmiyorum.
3. "İsrafı önleyeceğiz."
Çünkü, ülkemizde sayısız israf var ve bu israflar devam ettiği
müddetçe de, üzerine ne koyarsanız koyunuz, ne kadar çok vergi
alırsanız alınız, maalesef, iki yakamız bir araya
gelmemektedir.
Tabirimi mazur görünüz, dibi delik bir kovaya
yukarıdaki musluktan ne kadar su akıtırsanız
akıtın, aşağıdan giden su nedeniyle kova
dolmayacaktır; dolayısıyla, kamudaki israfın, hatta, özel
hayatımızdaki israfın, Meclisteki israfın her kademede
önlenebilmesi; bunun için, aile terbiyesi, okul terbiyesi, ülkeyi yönetenlerin
dirayeti, ciddiyeti ve samimiyeti çok önemlidir. Yapılabilecek
işlerin belki de en önemlilerinden birisidir.
4. "Kaynakları geliştireceğiz, verimini
artıracağız." Bunu derken, bugüne kadar atıl vaziyette
kalmış, tamamlanmamış, hizmete açılmamış pek
çok büyük tesisin maden sahalarının varlığını
söylüyor.
5. "Devlet yeniden
yapılandırılacaktır." Bu, çok önemli bir taahhüttür.
6. "Yerel yönetimler güçlendirilecektir." Bu,
çok önemli bir taahhüttür.
7. "Şahsiyetli dış politika
izleyeceğiz, takip edeceğiz." Bu, çok önemli bir taahhüttür.
Sayın Hükümet, temmuz ayından bu yana,
geçtiğimiz günler içerisinde, bu taahhütlerine uygun çalışmalar
yapmıştır. İşte "Kardeş ve Müslüman Türk
Cumhuriyetleriyle ticarî münasebetlerimizi, sosyal, tarihî, manevî
ilişkilerimizi geliştireceğiz ve böylece, ticaret hacmimizi
artıracağız" derken, yapılan seyahatlerde ve
seyahatler sonrası o ülkelerle yapılan çalışmalarda çok
önemli adımlar atılmıştır.
Yine, Hükümetin önemli bir vaadinde "köylü,
işçi, memur, işsiz, esnaf, sanayici, ihracatçılarımız
bütün üreticilerimize, işsiz ve emeklilere sahip çıkacağız;
yoksulların, kimsesizlerin kimsesi olacağız"
denilmiştir.
Değerli arkadaşlarım, bu sözlerin
söylenmesi çok güzel; yapılması ondan daha güzeldir; ama, bu samimî
gayretlerin, temmuz ayından başlayarak bugüne kadar, ne büyük bir
özenle yerine getirildiğini de görmezlikten gelemeyiz. Bakınız,
bu programa göre, temmuz ayından bu yana, toplumun her kesimini
yakından ilgilendiren ekonomik kararlar alınmıştır.
Mesela, temmuz ayında, memur, işçi ve
emekliler sevindirilmiştir.
Yapılan yüzde 50 zam, Bağ-Kur emeklileri için yüzde 300'den
fazla, işçi emeklileri için yüzde 100'den fazla olmuştur. Senenin
ikinci yarısı için verilen bu yüzde 50 zammın, elbette
memurlarda ve diğer kesimlerde büyük bir sevinç
yarattığını görmekteyiz.
Ağustos ayından itibaren asgarî ücret yüzde
100'den fazla artırılmıştır; zorunlu tasarrufa son
verilmiştir; veto sebebiyle, belki tekrar yeni bir şekil
verilecektir; ama, yapılan bu çalışmalar, Hükümet
Programındaki vaatlerin ve taahhütlerin yerine getirilmesidir.
Üreticilerimiz sevindirilmiştir;
fındıktan başlayarak, ziraatla uğraşan bütün
kesimlerimiz, üzümünde, buğdayında, ayçiçeğinde ve diğer
ürünlerinde, enflasyonun üzerinde bir imkâna kavuşmuşlar;
kendilerine, elbette hak ettikleri paralar, peşine yakın, hatta
peşin diyebileceğimiz ödemelerle gerçekleştirilmiştir.
Ülkemizin kaynakları harekete geçirilmiştir;
fakir fukaraya yardım dağıtılmış, envanter
yapılmıştır; esnafa yeni kredi imkânları ve
kolaylıklar temin edilmesi için önemli adımlar
atılmıştır.
Değerli arkadaşlarım, bütün bunları
süratli bir şekilde sayarken, benden sonra bütçenin belki tekniği
üzerinde konuşacak çok değerli arkadaşıma bir imkân vermek
istiyorum. Sayın Başbakanımızın ve Hükümetimizin
göreve başladığı andan itibaren, kaynak paketleri diye
halkımıza sunduğu yeni, önemli çalışmalar vardır.
Bunlardan birisi, 31 Temmuz 1996'da birinci kaynak paketi olarak
açıklanmıştır, 10 zenginlik potansiyeli ortaya
konulmuştur. Daha sonra 19 Eylül 1996'da ikinci kaynak paketi
açıklanmış ve burada yeni potansiyeller ortaya konulmuştur.
Nihayet, geçtiğimiz günlerde de üçüncü kaynak paketi
açıklanmıştır.
Yeni vergileri ve Hükümetin bizzat kendi
kararlarıyla yapacağı zamları içerisine almayan ve sadece
üretmeyi amaçlayan bu kaynak paketlerinin ülkemizde bir önemli
çalışma ürünü olarak ortaya konulması, uygulanabilir hale
gelmesi, hedeflenen 10 milyar dolarlık bütün gayretlerin,
katkıların büyük bir ölçüde devlet kasasına girmeye
başlaması elbette hepimizi sevindirmektedir.
Hükümet Programında madde madde sayılan bu
konulardan ve atılan adımlardan sonra, bugünkü bütçenin hedeflerine
aynı ölçüde paralellik arz eden bir şekilde bakmamız gerekiyor;
vaatler, atılan adımlar, yapılan çalışmalar ve nihayet
önümüze getirilen 1997 malî yılı bütçesi... Bu bütçenin temel
hedefleri nedir; denk olmasıdır. Yani, ekonomide dengelerin
sağlanması, kamu açıklarının süratle
aşağıya çekilmesi hedeflenmektedir. Bu, bir onüç yıllık,
onaltı yıllık periyot içerisinde, ülkemizin karşı
karşıya bıraktırıldığı bu ekonomik ve
ahlakî çöküntünün önlenebilmesi ve temelde yatan hastalıkların
teşhis edilebilmesi açısından çok önemli bir
çalışmadır. Dengeleri kurmamız ve kamu açıklarını
süratle aşağıya çekmemiz, faiz ödemelerinden kurtulmamız ve
bunları ekonomiye kazandırarak, yeni yatırımlar, yeni
iş sahaları açabilecek hale gelmemiz gerekmektedir.
Yine, bu bütçenin hedefleri içerisinde, faiz
harcamalarının azaltılması, bir önce söylediğimle
paraleldir ve buradan yapılacak tasarruflar devletin diğer
hizmetlerine daha fazla kaynak olarak aktarılacaktır. Bildiğiniz
gibi, Devlet Su İşleri gibi, Karayolları gibi, Köy Hizmetleri
Genel Müdürlüğü gibi kuruluşların ödenekleri
artırılmıştır. Ayrıca, enerjinin payı
artırılmıştır, eğitimin payı
artırılmıştır, sağlığın payı
artırılmıştır, üniversitelerin payı
artırılmıştır ve böylece, ülkemizde temel
altyapıyı teşkil eden bu konular, Hükümetimiz tarafından
bütçede gerekli öneme kavuşturulmuştur.
Yine, bu bütçenin hedefleri içerisinde, personel
maaşlarının reel artışlarla karşılanması,
araştırma geliştirme faaliyetlerine önem verilmesi, yerli
savunma sanayiinin teşviki ve yükseköğretime destek verilmesi hususu
vardır.
Dördüncü önemli temel hedef de, kaynakların
harekete geçirilerek, vergi gelirleri ile vergidışı gelirlerin
artırılması ve toplam bütçe gelirlerinin gayri safî millî
hâsıla içerisindeki payının yükseltilmesidir.
Değerli arkadaşlarım, bütçe giderleri 6
katrilyon 255 trilyon liradır ve gelirler de buna denk olarak
bağlanmıştır. Bu konsolide bütçe ödeneklerinin şu kadarı
-rakam vermiyorum- personel harcamalarına, şu kadarı
yatırım harcamalarına ve şu kadarı transfer
harcamalarına ayrılmıştır. Bu transfer
harcamaları içerisinde 1 katrilyon 864 trilyon lira borç faizlerine
gidiyor ve bütçe büyüklüğü içerisinde de bunların nispetlerini
notlarıma almışım.
Bu teknik konuları sahiplerine bırakarak
huzurlarınızdan ayrılacağım; ancak, sözlerimin
sonunda, özetle şunları tekrarlamak istiyorum: Gerçekten, bu
Hükümetimiz, Parlamento içerisinden çıkmış, çoğunluğa
dayalı bir Hükümettir. İki partinin müşterek
çalışmalarıyla ve müşterek kararlarıyla yürümektedir.
Bu Hükümetin başarılı olması, ülkemizin
yararınadır. Bu başarıya bütün Parlamentonun katkıda bulunmasını,
elbette, arzu ediyor ve temenni ediyoruz. İktidarda olmak, ne kadar büyük
bir sorumluluğu içerisinde taşıyor ve ne kadar büyük bir gayreti
gerektiriyorsa, muhalefet olmak da, o kadar şerefli, o kadar önemli bir
iş yapmak demektir.
Bu yüzden, bu bütçenin hedeflerine varabilmesi için, bu
Hükümete yardımcı olabilmek, ikazda bulunmak, destekte bulunmak,
önünü açmak ve yapılamayacak, yapılması mümkün olmayan
işler varsa, bu konularda, Hükümeti, en yakın şekilde etkileme
yolunu seçmek mecburiyetindeyiz. Yoksa, bu bütçeye -başta da söylendiği
gibi- "'hayalîdir, rüyadır, safsatadır" diyerek
yaklaşmanın, ülkenin meselelerine çok uzak kalmak olduğunu
düşünüyorum.
Şimdi, bir muhalefet anlayışı,
eğer, karşımıza gelir de "bu, rüyadır, bu,
hayaldir, bununla bir iş olmaz" derse ve bunun çaresi olarak da
"bu Hükümet hemen gitmelidir" diye konuşursa, hemen şunu
ilave etmemiz lazım: Bu işsizlik nasıl çözülecek, bu enflasyonla
nasıl mücadele edilecek, bu enflasyonla nasıl mücadele edilecek; bir
SSK sınavında 90 bin kişinin Ankara'ya gelmesi karşısında
duyduğumuz üzüntüyü ve utancı, acaba, Hükümetin istifasıyla
nasıl sağlayacağız ve Türkiye'nin meselelerine, bu Hükümet
olmazsa, bir başka hükümet sahip çıkacağına göre, bu
işlerin Hükümetsiz mi düzeleceğini ümit ediyoruz?
Elbette, biz, Parlamentomuzda, bundan önce olduğu
gibi, bundan sonra da, büyük bir gayret içerisinde, ülke meselelerine sahip
çıkılmasını düşünüyor, ümit ediyor ve bekliyoruz.
Böyle olduğu takdirde, ülkede yasadışı kaynaklar
önlenebilir; ülkede yasadışı çalışmalar bizi artık üzüntüden kurtarabilir; hayalî
ihracatlarla başlayan ve daha kötüleriyle devam eden bir ekonomik tablodan
kurtulabiliriz; bir aysberg gibi suyun yüzüne ancak küçük bir kısmı
çıkmış olan bir olay karşısında duyduğumuz
infiali, başka olaylar karşısında da duymaya devam ederiz.
Yıllardan beri ihmal edildiği için bugün
hepimizi sıkıntıya sokan bu tablolar karşısında,
ekonomideki hedefleri nasıl gerçekleştirmeye
çalışıyorsak, sosyal hedefleri de aynı özenle yürütmeye
mecburuz; ahlakî hayatımızı yeniden restore etmeye mecburuz.
Ülkede bir yılda açılan boşanma davası milyonun üzerine
çıkmışsa, kadın, erkek ve çocuk olarak toplumun nüvesini
temsil eden bu önemli yapı büyük darbeler almışsa, aileyi
ayağa kaldırmak, ahlak ve maneviyata önem vermek, eğitim
seferberliğini başlatmak, devletle milleti kaynaştırmak ve
kucaklaştırmak da, o kadar önemlidir. Yoksa, münferit hadiselere
bakmak, sağlıksız bir vücutta, her gün, cerahat dolu
yaraların ve çıbanların ortaya çıkmasını
seyretmekten başka bir iş yapmayız. Bu yüzden, münferit
olaylarla günlerimizi geçireceğimize, asıl hedeflerimizi, asıl
ilaçlarımızı, çarelerimizi ortaya koymamız gerektiğine
inanıyorum; 65 milyon insan, bizden bunu bekliyor ve bunu beklemekte de
haklı. Parlamentomuzun, milletimizin meselelerine sahip çıkacağı
ümidini her zaman taşıdık, bundan sonra da taşıyacağız.
Değerli arkadaşlarım, sözlerimin
sonunda, ülkemizin bugüne kadar çektiği sıkıntılardan bir
an önce kurtulabilmesi için, elbirliğiyle yapacağımız
çalışmalarda, Cenab-ı Hak'tan yardım diliyoruz ve bir
kardeşlik içerisinde, bir sevgi, merhamet, aşk içerisinde, 65 milyon
insanın, yeniden, layık olduğu büyük Türkiye'de
yaşaması, yeniden, güçlü hale gelmesi için, bir büyük ümit içerisinde
olduğunu, bu ümidinde, onu, sukutu hayale uğratmamak gerektiğini
düşünüyorum.
Sayın Hükümetimize, tekrar başarılar diliyor,
Sayın Başkanımıza ve Parlamentomuzun değerli
milletvekillerine saygılar sunuyorum. (RP ve DYP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Refah Partisi Grubu adına
konuşan Manisa Milletvekili Sayın Bülent Arınç'a teşekkür
ediyorum.
Refah Partisi Grubu adına ikinci sözcü, Bitlis
Milletvekili Sayın Zeki Ergezen.
Buyurun Sayın Ergezen. (RP sıralarından
alkışlar)
Süreniz 30 dakikadır.
RP GRUBU ADINA ZEKİ ERGEZEN (Bitlis) – Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; sözlerime başlarken, Grubum
adına hepinizi saygıyla selamlar, 1997 bütçesinin milletimize,
Hükümetimize hayırlı olmasını diler, milletimizin ve sizin
geçmiş Miraç Kandilini tebrik eder, iki gün önce vefat eden Anavatan
Partisi Milletvekilimize Allah'tan rahmet, yakınlarına başsağlığı
dilerim. (RP sıralarından alkışlar)
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 24
Aralık seçimlerinden sonra olup bitenleri bir hatırlamaya
çalışalım. Gazeteler başlık atmış,
vefasız Hükümet; herkes başbakan olur; ama, Erbakan olamaz... Millî
irade unutulmuş, halkın sesine kulaklar tıkanmış,
meşru düzen bir kenara itilmiş; sadece, rantiyecilerin sesine kulak
verilmiş. Yedi aylık zaman, sırf Refah Partisi iktidar
olmasın diye boşa geçirilmiş. Çocuklarımız, dernekler,
halk, bir anda Anıtkabir'e koşuvermiş; çelenkler konulmuş;
Atatürk hatırlanılmış.
Ordu, bu işe alet edilmiş; millî iradeye saygısızlar hem
orduyu hem Atatürk'ü hem milletimizi bu saygısızlıklarına
alet etmişler. Temenni ediyoruz, bundan sonra bunlar devam etmesin.
Bazen insanın hatırına geliyor; acaba
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, demokrasi, mutlu azınlığın
mutluluğu için mi kuruldu? Acaba Çanakkale şehitleri, İstiklal
Savaşının şehitleri, mutlu azınlığın
mutluluğu için mi savaştılar? Bütün bunları
düşündüğümüz zaman, bir hazımsızlığın
olduğunu, Refahın iktidarını hazmedemediklerini görüyoruz.
İnsan düşünüyor; acaba laik eğitim
"Ortadoğu'yu, Afrika'yı, Asya'yı efendiler sömürsün, onlar
alsın, onlar satsın, onlar bize emrettiği kadar gidelim,
emretmedikleri oranda da gitmeyelim" demeyi mi öğretti bize?
Hayır, böyle öğretmediyse, acaba Ortadoğu'ya, Afrika'ya
yapılan seyahatlere karşı çıkmanın anlamı neydi?
Bütün bunlar olup biterken, binbir zahmetle,
meşakkatle bu Hükümet kurulurken, birkaç gündür, ANAP'ın Sayın
Lideri, Refah Partisiyle hükümet kuracağını söylüyor.
ANAP'ın Sayın Liderine sormazlar mı, altın tepsinin içinde
hükümet size takdim edildiği zaman aklınız neredeydi? (RP ve DYP
sıralarından alkışlar) Yine size sormazlar mı, siz
Sayın Ecevit'e danıştınız da mı böyle bir
beyanatta bulundunuz. Bunu size sormazlar mı. (RP ve DYP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar)
Ben, şuradan ANAP'a sesleniyorum; siz ne hükümette
başarılı olabildiniz ne muhalefette başarılı
olabildiniz. Hiç kimseye verilmeyen bir nimet, bir hükümet, size, altın
tepsinin içinde takdim edildi; ama, kimin tesiriyle bilinmiyor, bir anda
terkedip gittiniz.
Bakınız, 280 kişiyle iktidarı bıraktınız
gittiniz, 114 kişiyle geldiniz; milletvekili sayısı 550'ye
çıktı, sayınız yine değişmedi. Muhalefet de
yapamadınız; ama, muhalefet Refah gibi yapılır; 38
milletvekiliyle geldi, 158 milletvekiliyle Hükümet oldu.
MEHMET SALİH YILDIRIM (Şırnak) – TEDAŞ
gibi, TOFAŞ gibi.
ZEKİ ERGEZEN (Devamla) – Tabiî, bunların
hepsi sizin ayıplarınız, bu düzenin ayıpları, bu
sistemin ayıpları, o rantiyecilerin ayıpları, bizim
ayıplarımız değil; biz, bunları önlemek için, bunlar
yapılmasın diye Hükümet olduk.
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Bütçeyle ilgili
konuş.
ZEKİ ERGEZEN (Devamla) – Ben, şunu da ifade
etmek istiyorum: Bütçenin dışında da olsa, acaba, 24
Aralıktan sonra feryat edenler, millî harp sanayiinin dışa
bağımlılığı gündeme geldiğinde; vurgun,
soygun, talan gündeme geldiğinde, millî hâsılanın kişi
başına düşüşündeki uçurum oranındaki
farklılıklar gündeme geldiğinde niye o feryatları
göstermiyorlar da, bu milletin çocuklarının iradesiyle
işbaşına gelmiş olan Hükümet söz konusu olunca feryadı
figan ediyorlar.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
Erbakan Başbakan olamazmış! İşte oldu Erbakan
Başbakan; oldu da ne oldu; yıllardır hiç kimsenin
yapamadığı denk bütçeyi ortağıyla beraber
gerçekleştirmiş oldu. Denk bütçe, aslında bir devrimdir. Denk
bütçe, aslında, elini taşın altına koymak demektir. Denk
bütçe, yıllardan beri iktidarıyla muhalefetiyle
tartışılan ve devamlı gündemde olan bir meseleydi. Nihayet,
Allah, bu Hükümete denk bütçeyi nasip etti. 6,2 olan bütçemizi nasıl
denkleştirdiler... Belki, bu denklik konusunda muhalefetin endişesi
olabilir. Bakınız, Hükümet kurulur kurulmaz ilk işi ne oldu;
yıllardan beri gündemde olan bütçe açığını nasıl
kapatırım diye ekonomik kurulunu topladı, Başbakan
Yardımcısıyla bakanlarını topladı,
bürokratları topladı, üniversitedeki ilim adamlarını
topladı; alternatif görüşler ortaya sürüldü; bununla da yetinilmedi,
Meclisin gündemine getirildi ve fikirlerinden istifade edilmek istendi.
Neticede, denk bütçe için birinci kaynak paket, ikinci
kaynak paket ve üçüncü kaynak paket devreye sokuldu. Birinci kaynak pakette 10 milyar
dolarlık yapılan tespit nihayet hedefine ulaşmış oldu.
Bir taraftan imkânlar kullanılırken, diğer taraftan da gelir
temin edilmeye başlandı.
Bakınız, şimdiye kadar, özellikle
1980'den günümüze kadar bütçenin açığı büyüyerek gelmiş;
nihayet, 1996 yılında gayri safî millî hâsılanın yüzde
8,8'ine varan bir bütçe açığı. Bütçede yer alan faizlerin oranı 1996 yılı bütçesinde
yüzde 38,2. Eğer, bu Hükümet tedbirleri almamış olsaydı,
1997 yılı bütçesinde faizlere ödenen miktar 26 milyar dolar
olacaktı. Yani, nüfusun yüzde 50'sine rant, yüzde 50'sine de... Bütçenin
yüzde 50'si de nüfusun 65'ine hizmet edecekti...
AYHAN FIRAT
(Malatya) – Karıştırdın...
ZEKİ ERGEZEN (Devamla) – Bu Hükümet denk bütçeyi
kurabilmek için önce yüzde 38,2 olan faizleri, 10 puan aşağı
çekerek, yüzde 28'e, yani, 13 milyar dolara indirmiştir. Eğer,
müdahale edilmemiş olsaydı, belki de bir zafiyet doğacaktı;
bunun altında millet olarak da ezilecektik.
Devletin gelirleriyle hizmet yapılamaz hale
gelinmişti; faizlere giden paralardan dolayı, rantiyecilere giden
paralardan dolayı, Karayolları iş yapamaz hale gelmiş,
Devlet Su İşleri iş yapamaz hale gelmiş, Köy Hizmetleri
iş yapamaz hale gelmiş, yatırımlar durma noktasına
gelmişti. Memura yüzde 30'dan fazla zam veremeyecek duruma
gelmiştiniz; ama, bu Hükümet İşbaşına gelir gelmez ne
oldu; memura enflasyonun üzerinde, yüzde 50
zam verdi; Bağ-Kur'luya yüzde 300 zam verdi; asgarî ücretliye yüzde
100 zam yaptı. Hiçbir Hükümete nasip olmayan bu bahtiyarlık Refahyol
Hükümetine nasip olmuş, memurumuzu, emeklimizi enflasyona
ezdirmemiştir.
BEKİR YURDAGÜL (Kocaeli) – Geri
aldınız... Geri...
A. TURAN BİLGE (Konya) – 3 ay içinde geri
aldınız!..
ZEKİ ERGEZEN (Devamla) – Geri almayacak; 1997 bütçesiyle daha da
iyileştirecek. Çünkü, 1997 yılı bütçesinde kamu personeli için
ayrılan miktar yüzde 72 oranındadır, yani, 1,6 katrilyondur.
Halbuki, 1996 yılı bütçesinde, verilen yüzde 50 zamla birlikte, 996
trilyon vardı; bu yıl için bütçede 1,6 katrilyon ödenek ayrılmıştır;
hem enflasyonun üzerinde hem büyüme oranının üzerinde, artı, bir
de Refah payını ilave ederek, memurun, emeklinin, Bağ-Kur'lunun
durumunu iyileştireceklerdir. İyileştireceklerine de inanıyoruz;
çünkü, ilk icraatları, enflasyon karşısında ezilen sokaklara
dökülen 65 milyona hizmet eden, 1,5 milyon memurumuzun
ıstırabını dindirmiştir; memurumuza,
halkımıza, Bağ-Kur'luya ümit gelmiştir, yüzleri
gülmüştür; Anadolu'yu gezdiğimizde bunları görüyoruz.
Evet, akaryakıta gelen zamlardan dolayı
şikâyetçi olabilirsiniz; bizler de şikâyetçiyiz, bunu
bakanlarımıza soruyoruz; ama, bu, elde olmayan bir sebepten
kaynaklanıyor. Yurtdışındaki petrolün fiyatının
dolar üzerinden artmasına hiçbir şekilde müdahale edemezsiniz; ama,
biz inanıyoruz ki, Hükümetimiz ileride bu kaynak paketlerinden elde
edeceği gelirlerle bunu sübvanse edecektir, dolayısıyla, bunu halka
yansıtmayacaktır. Daha dört aylık bir hükümetken, Bağ-Kur
emeklisine yüzde 300 zam veren, asgari ücretliye yüzde 100 zam veren, memura
yüzde 50 zam veren ; daha dört aylık bir hükümet iken Mısır'da
doğal gaz anlaşmasını yapan, İran'la doğal gaz
anlaşmasını yapan, Türkmenistan'ın doğal
gazını Türkiye'ye getirmeyi planlayan, Rusya'daki doğal gaz
oranını yüzde 100 artırmayı hedefleyen bu Hükümetin, dört
yıl sonra neler yapacağını sizler de çok iyi tahmin
ediyorsunuz. Aslında,
telaşınız da, sıkıntınız da
bundandır. (RP sıralarından alkışlar)
Bakınız, bu Hükümet denk bütçeyi yaparken
kaynak paketlerini hazırlamış; özelleştirmeyi sizin
yaptığınız gibi değil, - bu hükümetler 10 yılda
özelleştirmeden 3,8 veya 4 milyar dolar elde ettiler, bu 4 milyar
doları da masraf ettiler- akılcı politikalarla
özelleştirmenin önündeki engelleri kaldırarak, gerekli düzenlemeleri
yaparak bütçenin denkliğinde kullanılması gereken miktarların
planlarını yapmış, gerekli düzenlemeyi
yapmıştır.
Lojman satışları, arsa
satışları, sosyal tesislerin satışları Hükümetin
gündemindedir.
AHMET ALKAN (Konya) – Ne zaman?
ZEKİ ERGEZEN (Devamla) – Bunların takvimleri
yapılmıştır, bunların takribi değerleri tespit
edilmiştir, hazırlıkları yapılmıştır.
Telekom'dan dolayı 450 trilyon elde edilecektir. Ayrıca, Turkcell'in
500 milyon dolarlık kâr paylaşımı ilgili bakanlık
tarafından halledilmiş, 135 trilyon da ayrıca ilave olarak
getirilmiştir.
Şimdi, tabiî, bu Hükümet, sadece
özelleştirmeden elde edecekleriyle kalmamış, bu Hükümet, sadece
kaynak paketleriyle bunları temin etmekle kalmamış, rantiyecinin
cebine giden 18,2 milyar dolarlık faizleri, bütçede 13 milyar dolara indirmek
suretiyle, hem yatırımlara pay ayırmış hem
rantiyecinin rantiyesinin önüne geçmiş hem de kişi başına
millî gelir dağılımındaki dengesizliği önlemek için de
ilk adımını atmıştır.
SÜLEYMAN HATİNOĞLU (ARTVİN) – Faizler ne
kadar yükseldi bugünlerde... Rantiyecilere ortak oldunuz neredeyse.
ZEKİ ERGEZEN (Devamla) – Şimdi,
arkadaşlarımız diyebilirler ki: Denk bütçede, acaba vergi
dışı gelirler nasıl sağlanacaktır? Vergi
dışı gelirleri temin etmek mümkün müdür? Elbette ki mümkündür;
biraz önce de izah ettik.
Bakınız, sadece bunlarla kalınmamış,
ayrıca birtakım gelirler temin eden hazırlıklar
yapılmıştır.
Ben, önce, bütçenin gelirler bölümüne değinmek
istiyorum. Bütçede, yüzde 70'e varan gelir vergisinden elde edilen miktar 4,368
katrilyondur. Diyeceksiniz ki, bunu toplamak mümkün mü: Bakınız, dört
aylık bu Hükümet döneminde, gelir vergileri yüzde 103 gerçekleşmiştir.
Yüzde 103 gerçekleşmesi, bu gelirlerin tamamının
toplanabileceğinin en iyi işaretidir ve ifadesidir. Birçok gelir
kalemleri vardır; bunların ayrı ayrı formülleri
vardır. Bu formüller ilgili genel müdürlük tarafından tespit
edilmiştir; alt birimlerce çalışılmış, bu
vergilerin yüzde 98, yüzde 100 toplanacağına dair ilgili genel müdür
ve genel müdürlüğün alt birimlerince teyit edilmiştir, garanti
verilmiştir.
Bununla da kalınmamış, altın ve
kıymetli madenler stokundan elde edilecek bir gelir bütçeye dahil
edilecektir.
Tekel ürünlerine bandrol uygulamasından
dolayı bir gelir, bütçeye dahil edilecektir.
Bunun dışında, inşaat sektöründeki
belge düzenine bağlı gelirler, kurumlar, artı, KDV
artışlarıyla ilgili gelirler sağlanacaktır. Bütün
bunları düşündüğümüz zaman, ilave ettiğimiz zaman Gelir
Vergisinin tamamının toplanacağını, bütçenin hedefine
ulaşacağını tahmin ediyoruz ve ümit ediyoruz.
Vergi dışı gelirler... Vergi
dışı gelirlerin yüzde 400 artırılması en çok
dikkati çeken husus olabilir. Vergi dışı gelirlerin yüzde 400
artırılmasını en çok muhalefet eleştiriyor "denk
bütçeyi yapamazsınız" diyorlar "bundan dolayı denk
bütçe akamete uğrar" diyorlar. Belki geçmişteki tereddütlerden
dolayı haklı olabilirler; çünkü, geçmişte, özelleştirmeden
arzu edilen miktarlar elde edilememiştir; ama, bu Hükümet
özelleştirmeden arzu edilenleri elde edeceğinin
hazırlıklarını, planlarını yapmış,
tamamlamış ve bu kalemin bütün ödeneklerini bir bir temin edip,
bütçeye aktaracaktır.
Muhterem arkadaşlar, bu Hükümet sadece denk bütçe
yapmakla kalmamış, yatırımlara büyük önem vermiştir.
Bütçede yatırımlar için ayrılan pay yüzde 131 olarak, reel
olarak da yüzde 39'luk bir iyileştirme vardır. Bütçenin daha fazla
artan bir bölümünün yıllar yılı faizlere gitmesi sebebiyle, bütçe
içerisinde yatırım harcamalarının payı sürekli
düşmüş ve bu zamana kadar da artmıştır. 1977'de
bütçede ayrılan miktar yüzde 22 iken, 1996'ya geldiğimizde
yatırımlara ayrılan payın yüzde 5,7 olduğunu
görüyoruz; ama, bugün tam tersine dönmüş, bütçede yatırımlara
ayrılan pay reel olarak yüzde 39'a çıkmıştır.
Şimdi, bu Hükümetin yatırımlara ne kadar
önem verdiğini ifade etmek bakımından birkaç örnek vermek
istiyorum: Bakınız, Afşin-Elbistan'ın 1 400 megavat 9
milyar kilovatsaatlık elektrik santralını ihale etmek üzere
hazırlıkları tamamlanmış, yıllardan beri
sürüncemede kalan Mersin-Akkuyu'daki nükleer santralın yapımına
başlanmış, bu iki santralda çalışacak toplam insan
sayısı 3 500'dür.
Bursa'da, 10 milyar kilovatsaat enerji üretecek
doğalgaz çevrim santralının temelini atmış; burada
çalışacak insan sayısı 350 ilâ 400'dür.
Güneydoğu, Doğu ve Orta Anadolu'daki sulama
yoğun bölgelerde, iletim sistemlerinde maydana gelen hatalardan
dolayı yıllardır enerji sıkıntısı
çekilmekte, sulama yapılamamakta, sanayi tesislerimiz atıl kalmakta;
bunlarla ilgili bütün hazırlıklar yapılmış, ihaleler
yapılmış; dolayısıyla, sanayici ve sulamayı
harekete geçirecek bir adım atılmıştır.
Sadece bununla da kalmamış,
yıllardır bir türlü düşünülüp yapılamayan, cesaret
edilemeyen, Beypazarı'ndaki tabiî soda trona tesislerinin temelini
atmış; burada çalışacak insan sayısıysa 400 ilâ
500 civarındadır.
Bununla da kalınmamış, 12 tane termik
santral kiraya verilerek, hem kaynak temin etmiş, hem de burada
insanların çalışmasına imkân sağlamış;
ayrıca, 19 tane hidrolik santral yapımı için gerekli
hazırlıkları tamamlamış; burada çalışacak
insan sayısı da 2 000 civarındadır.
Bu dört aylık zaman içerisinde, temelini
attığı veya ihale etmek üzere olduğu tesisler bittiği
zaman, 6 000 insanımıza iş bulunmuş olacaktır.
İşte icraat hükümeti, işte verdiği
sözlerin üzerinde duran hükümet, işte işsize iş bulmak için
yatırım seferberliğini
başlatan hükümet. (RP sıralarından alkışlar)
Siz neden bunları yapamıyordunuz?!
Beypazarı'ndaki tronayı göremiyor muydunuz, Mersin'deki santralı
göremiyor muydunuz?! Niçin bunlara el atmıyordunuz, niçin memura yüzde 50
vermiyordunuz?! Cebimizden mi veriyorduk; hayır, cebimizden değil,
milletin parası milletten esirgeniyordu, milletin parası milletten
saklanıyordu; çünkü, vurguncuya, soyguncuya, rantiyeciye ayrılan
paydan milletin çocuklarına kalmıyordu; tabiî, dolayısıyla,
bu Hükümet, bu çalışmalarıyla bu milletin yüzünü güldürecektir.
Bu Hükümet, sadece bununla kalmamış,
bakınız, doğu ve güneydoğuda köylere dönüşü başlatmıştır;
çok hızlı yürümese bile, kısmen, köyler dönmeye
başlamış, terör azalmaya başlamış; Mardin
İli olağanüstü hal listesinden çıkarılmakla
halkımıza müjde verilmiştir; yani, en kısa zamanda, geriye
kalan illerdenden de olağanüstü halin
kaldırılacağının işareti ve ifadesidir. Ve
temenni ediyoruz, arzu ediyoruz, bakanlarımızla
görüştüğümüzde, özellikle doğu ve güneydoğuda
hayvancılığın canlanması için gerekli
hazırlıkların yapıldığını çok
düşük bir faiz oranıyla kredinin verileceğini görüyoruz.
ADNAN KESKİN (Denizli) – Halka düşmez o!..
ZEKİ ERGEZEN (Devamla) – Bakınız, bu
Hükümet ne yaptı? Yıllardır, bu milletin çocuklarının
görmediği, yıllardır bu kürsülerden
anlattığımız halde bir türlü inandıramadığımız
Amerika'nın ajanlarını Kuzey Irak'ta ortaya çıkardı.
Ferasetiyle, tedbiriyle, akıllı uygulamalarıyla, âdeta, Amerika,
orada 4 500 kişilik bir ordu oluşturmuştu, Çekiç Güç'te ona
hizmet ediyordu, onları silahlandırıyordu, eğitiyordu, hem
Kuzey Irak'ı hem de ülkemizin doğusunu ve güneydoğusunu
karıştırıyordu.
Hatırlarsanız, Hayri Kozakçıoğlu
Olağanüstü Hal Bölge Valiliğinden ayrıldığı zaman
"bölgede, terörden daha fazla ajanlar cirit atıyor"
demişti. İşte, onun için, o olayların ortaya
çıkması ve o ajanların oradan
uzaklaştırılmasıyla Çekiç Güç'ün de görevinin sona
erdiğine inanıyoruz. Yani, en azından Çekiç Güç'ün
taşı yerinden oynatılmıştır, Çekiç Güç'ün
gideceğine dair bir işarettir, ifadedir ve herkes de bu konuda
ittifak etmeye başlamıştır.
Biz yıllar önce "orada hadiseler var, olaylar
var; Çekiç Güç'ün helikopterleri, askerleri, başka maksat için oraya
gidiyor, orayı karıştıranlar var" dediğimiz
zaman, sizleri inandırmak mümkün değildi; ama, Allah'a şükürler
olsun, hamdolsun, bugün, bunlar ortaya çıkmıştır.
Bakınız, bu Hükümet sadece bununla da kalmamış,
dışpolitikada onurlu adımlar atmıştır. Doğru
Yol Partisinin milletvekilleriyle beraber Ürdün'e gittiğimizde, Ürdün
milletvekillerinin bir sözünü unutmak hiç mümkün değil "Sayın
Erbakan'ın Amerika'yı dinlemeyerek Asya seyahatini
gerçekleştirmesi, Sultan Abdulhamit'ten sonra ilk defa sahibimizin
olduğunun ifadesidir ve işaretidir" demişlerdir. (RP
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
BÜLENT AKARCALI (Devamla) – Mustafa Kemal
başlatmıştı onu.
ZEKİ ERGEZEN (Devamla) – Ve yine, şunu ilave
ederek, "bu hareket, bize doping olmuştur; bu hareket, tekrar,
İslam aleminin liderliğini yapacak bir Türkiye'nin işaretidir;
başsız olmadığımızın, sahipsiz
olmadığımızın bir işaretidir ve onore olduk"
demişler; Hükümeti ve Başbakan Yardımcısını
tebrik etmişlerdir.
Bu dışpolitikayla neler gerçekleşti bir
görelim: Sizlerin, yıllardır yanlış
politikalarınız sonucu, Kıbrıs Harekâtı
gerçekleştiği zaman sırtında mermi taşıyan,
Avrupa'ya giden petrol tankerini Türkiye'ye boşaltmak için talimat veren;
ama, Amerika onun yuvasını bombaladığı zaman onu
sahipsiz bırakan, terk eden, ambargoyu koyduğu zaman
Batılılarla beraber işbirliği yapan hükümetlerimiz
sayesinde kendini yalnız hisseden Kaddafi, Türkiye'nin aleyhine
konuşmaya başlamış; ama, onurlu bir Hükümet, onurlu
davranışıyla kısa bir müddet sizin aleyhinizde olan bir
devletin liderini sizin lehinize çevirebilmenin onurlu
adımlarını atmış ve başarı
sağlamıştır. (RP sıralarından alkışlar,
ANAP, DSP ve CHP sıralarından gürültüler)
Bununla da kalmamış, 17'lere karşı
18'ler oluşturulmuş. Bununla da kalınmamış,
ihracatımız yüzde 100 artırılmış.
ZEKİ ERGEZEN (Devamla)—Yani, beyler, efendiler
diye laflar söylüyoruz... Yani, bu ülkelere gitmek, bu ülkelerle
alışveriş yapmak, ihracatımızı artırmak,
işbirliği yapmak ille de efendilerimizin müsaadesine mi
bağlıdır; ille efendilerimiz müsaade edecek de ondan sonra
mı gideceğiz?! (RP sıralarından alkışlar)
Kıbrıs Savaşında Batı, sizi
yalnız bırakırken, Kıbrıs Savaşında Amerika,
sizi yalnız bırakırken, o ülkeler bütün güçleriyle sizin
yanınızda yer almışlardı, destek vermişlerdi,
imkânlarını bizler için seferber etmişlerdi. Elbette ki,
bunlardan beklenen zaten o olmalıydı; çünkü, kardeşlerimizdir,
çünkü, tarih birliğimiz var, fikir birliğimiz var, tabiî ki, ekonomik
birliğimiz de olacak, tabiî ki, sanayide, savunmada birliğimiz
olacak; müşterek projeler üreteceğiz, müşterek projeler
geliştireceğiz.
Biz, ne zamana kadar Amerika'nın müsaadesini
bekleyip de, ondan sonra İran'ın doğalgazını
alacağız? Yani, ille de, onlardan mı müsaade çıkması
lazımdır, ille, onlardan mı talimat gelmesi lazımdır?
Onlar devletse, biz de devletiz. Onlar süpergüçse, biz de süpergüç olmalıyız.
Onların onuru kadar bizim de onurumuzun söz konusu olduğunu bütün
dünya bilsin, bütün insanlık bilsin, bütün menfi güçler bilsin ki,
yeryüzünde süperdevlet olmanın adımları atılmış,
çalışmaları başlatılmıştır.
LEVENT MISTIKOĞLU (Hatay) – Kaddafi'ye söyle!..
ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) – Kaddafi'ye
git!..
ZEKİ ERGEZEN (Devamla) – Bakınız, bu
Hükümet, sadece bunlarla kalmamış. Bu Hükümet, yıllardır
süren kişi başına millî gelir dağılımındaki
uçurumları düzeltmek için bütçede ilk adımları atmış.
Ne yapmış?..
İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – Faizi
yükseltmiş!..
ZEKİ ERGEZEN (Devamla) – Faiz... Değerli
kâğıtlardan yüzde 10 vergi almak suretiyle, kıymetli
kâğıtlardan vergi almak suretiyle, rantiyecilerin cebine giden
miktarı başka tarafa kaydırmış; bununla da kalmamış,
bu Hükümet, faiz oranını yüzde 38'den yüzde 28'e indirmek suretiyle
(CHP- DSP sıralarından "Oo" sesleri, alkışlar
[!]) rantiyecilerin musluğunu kesmiştir. Bu Hükümet bununla da kalmamış,
bütçede tarımı desteklemek için, geçmişte 38 trilyon lira verilirken
100 trilyonu öngörmüş ve bu Hükümet bununla da kalmamış, memurun
durumunu iyileştirecek önemli adımlar atmış ve yine bu
Hükümet, millî gelir dağılımındaki dengesizliği
düzeltmek için, sağlığa, eğitime gerekli payları
ayırmış, gerekli ödenekleri ayırmıştır.
Hedefleri budur; kısacası bu Hükümet, millî gelir
dağılımındaki dengesizliği düzeltmenin
adımını atmış, işsizliği önlemek için
yatırımların adımını atmış, denk
bütçeyi sağlamış, dışarıdan borç almanın,
içeriden borç almanın yolunu kesmenin tedbirlerini almış, bizim
diğer devletler düzeyinde kalkınabilmemizin, millî savunma sanayii
bakımından dışa bağımlılıktan
kurtulabilmemizin, kendimize gelebilmemizin adımlarını atmış,
Güneydoğu'da olup bitenlerin önüne geçebilmenin adımlarını
atmıştır. Bu Hükümet başarılı olacaktır, bu
Hükümeti tebrik ediyoruz, takdir ediyoruz.
Siz dediniz ki "Erbakan Başbakan
olmasın, Erbakan iktidara gelmesin" Peki, neydi endişeniz; tabiî
ki denk bütçenin olmasını arzu etmeyenler vardı, Asya ülkelerine
gidilmesini arzu etmeyenler vardı.
YUSUF SELAHATTİN BEYRİBEY (Kars) – Asya
ülkelerine kaç defa gittin?
ZEKİ ERGEZEN (Devamla) – Erbakan gelecekti de
hanımlarınıza çarşaf giydireceğini mi zannediyordunuz?
Hanımlarınızın başını zorla örteceğini
mi zannediyordunuz? Biz, kimseye zorla ibadet yaptırmayız; ama,
bazılarının fikirdaşları, bizim
kızlarımızın başını zorla açmaya halen devam
ediyorlar, halen başörtüsü zulmü devam ediyor. Temenni ediyoruz, bu
Hükümet bu eksikliği de giderir.
Elbette ki Refah Partisi kendi programının
tamamını uygulama şansına sahip değildir, bir
koalisyon vardır. Bu koalisyon kurulurken herkes kendi
programını bir tarafa bırakmış, ülkenin menfaatleri
doğrultusunda yeni bir program hazırlanmış ve Koalisyon
Hükümeti o program çerçevesinde yoluna devam etmektedir. İnşallah,
biz tek başımıza iktidara geldiğimiz zaman, elbette ki
kendi programımızı uygulayacağız. Bugüne kadar
savunduklarımızın, konuştuklarımızın
takipçisiyiz, sahibiyiz, bunlara bir bir inanıyoruz ve bunların da
gerçekleşeceğine inanıyoruz.
Bu cümlelerle, tekrar, bütçemizin hayırlı
olmasını diler, hepinize saygılar sunarım. (RP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Refah Partisi Grubu adına ikinci
konuşmayı yapan Bitlis Milletvekili Sayın Zeki Ergezen'e
teşekkür ediyorum.
Sayın milletvekilleri, yeni sözcüyü kürsüye davet
etmeden önce, bir açıklama yapma ihtiyacı duyuyorum: Sayın
Ergezen'in sesi yüksek olduğu için mahzuru pek görülmedi; ama, salondaki
konuşmalar, buraya uğultu olarak intikal ediyor. Bundan sonra ki
hatiplerin konuşmalarında duyma zorluğu çekebilirsiniz; o
bakımdan, kendi aralarında konuşacak
arkadaşlarımızın, lütfen, bu işi, Genel Kurul salonu
dışında yapmalarını rica ediyorum.
Şimdi, söz sırası, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı ve
Antalya Milletvekili Sayın Deniz Baykal'ın.
Buyurun Sayın Baykal. (CHP sıralarından
alkışlar)
Konuşma süreniz 1 saattir Sayın Baykal.
CHP GRUBU ADINA DENİZ BAYKAL (Antalya) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1997 Malî Yılı
Bütçe Kanunu Tasarısı üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun
düşüncelerini ifade etmek üzere huzurunuzdayım; bu vesileyle, kendi
adıma, Cumhuriyet Halk Partisi adına, hepinizi içten sevgilerle,
saygılarla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, bütçe
görüşmeleri, ülkelerin içerisinde bulunduğu ekonomik durumların
değerlendirilmesi için önemli bir fırsattır. Özellikle, ekonomik
ve sosyal durumun ciddî bir değerlendirmeyi kaçınılmaz
kıldığı ortamlarda, bütçe görüşmelerinin, bu
açıdan, bir fırsat olarak değerlendirilmesi gerekir. Türkiye'nin
de, uzun bir süreden beri süregelen ve giderek biriken, yoğunlaşan
ekonomik sorunlar karşısında, bu bütçe görüşmesini, bir
anlamlı tartışma olarak değerlendirmesinin çok yararlı
olacağına inanıyorum ve bu anlayışla, ben de, bu
konuşma fırsatını değerlendirmeye çalışacağım.
Bir bütçe uygulamasının sonuna geldik, yeni
bir bütçe hazırlığını sonuçlandırmak üzereyiz.
Herhalde, yapmamız gereken ilk iş, 1996 bütçe
uygulamalarını, bu uygulamalardan çıkan sonuçları ve ortaya
çıkan dersleri değerlendirmek, bu değerlendirmenin ışığında,
1997 yılı bütçesiyle ilgili görüşlerimizi geliştirmektir.
Yapılması gereken, sanıyorum budur.
Öncelikle, 1996 bütçe uygulamasının ortaya
koyduğu sonucu doğru görmemiz, fotoğrafı açık bir
biçimde çekebilmemiz lazımdır. 1996 yılı bütçesi, üç
siyasal partinin katkısıyla oluşmuştur. Önce, Anavatan
Partisi-Doğru Yol Partisi Azınlık Hükümeti bu bütçeyi
tasarlamış, oluşturmuş ve Meclise sunmuştur. Daha
sonra bu bütçeyi, Refah Partisi-Doğru Yol Partisi İktidarı
ikinci yılda uygulamıştır. Bu bütçenin hazırlanması
ve uygulanması, Anavatan Partisi, Refah Partisi ve Doğru Yol
Partisinin bir anlamda ortak sorumluluğu içerisinde
gerçekleşmiştir. Bu bütçe döneminde iki başbakan ortaya
çıkmıştır, üç siyasal parti sorumluluk üstlenmiştir.
Bu siyasal Partilerden Refah Partisi, uzun bir muhalefet döneminin sonucunda,
Türkiye'nin ekonomik sorunlarıyla ilgili olarak, kendine özgü
tespitlerini, teşhislerini ortaya koymuş, çözüm önerilerini,
iddialarını sergilemiş ve içinde bulunduğumuz
yılın son yarısında bu zihniyetini, bu
politikalarını, bu anlayışını uygulama
fırsatını elde etmiştir. Yani, demek oluyor ki, Refah
Partisinin de Türkiye sorunlarına dönük anlayışının
son altı ayda uygulandığına tanık oluyoruz, 1996 bütçe
performansını değerlendirirken, bir anlamda, her üç siyasal
partimizin de anlayışını görmüş olacağız.
Nedir 1996 bütçesinin sonuna geldiğimiz şu
sırada ortaya çıkan? 1996 yılıyla ilgili ekonomik gerçekler
nelerdir, hangi gerçekler ortaya çıkmıştır?
Değerli arkadaşlarım, ayinesi iştir
kişinin lafa bakılmaz. Uygulama ortada, sonuç ortada; bu
sonuçları esas alarak değerlendirme yapmak zorundayız.
Bir ekonomik uygulamayı değerlendirirken,
bakılacak çok kriter belki akla gelebilir; ama, bir tanesi vardır ki,
bu hepsinin üzerindedir, o da enflasyon oranıdır. Türkiye gibi, uzun
süreden beri kronik bir enflasyonun içinden geçmekte olan bir ülkede, eğer
bir yıl o dönemde ekonomi politikasının sorumluluğunu
üstlenmiş olanlar, uygulama sonucunda enflasyonu indirmeyi değil,
artırmayı gerçekleştirmişlerse bunun
başarılı bir uygulama olduğundan söz etmek kesinlikle
mümkün değildir. Hele bunun mazur görülecek, haklı ülke
dışı nedenleri, dayanakları yoksa, bir olağanüstü
durumdan kaynaklanan zorunlulukla bu artış gerçekleşmemişse
bu enflasyon artışını mazur görmek kesinlikle mümkün
değildir.
1996 yılının temel gerçeği
şudur: Enflasyon, bir önceki yılda yüzde 64.9 iken, bu yıl yüzde
88.5 düzeyine çıkmak üzeredir. Yüzde 85'i kasım sonu itibariyle
gerçekleşmiştir, trend ve veriler, yıl sonu itibariyle
enflasyonun yüzde 88.5 olacağını bize göstermektedir. Ne
olmuştur, lafı bırakınız, gerçek ortada, yüzde 69'luk
bir enflasyon devralınmıştır, yüzde 88.5'luk bir enflasyon
çıkarılmıştır. Bu rakamın
karşısında hiçbir cambazlığın sonuç vermesi
mümkün değildir. (CHP sıralarından alkışlar) Enflasyon
artmıştır, bu artışın hiçbir haklı gerekçesi
yoktur, mazur görülebilecek hiçbir nedeni yoktur, Türkiye'de enflasyon
birdenbire hızlandırılmıştır.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye, 20
yıldan beri, yüzde 60'ın üzerinde bir enflasyonun altında
yaşıyor. Dünyada 186 tane ülke var; bu ülkelerden hiçbirisi, bu
yıl, Türkiye'nin olduğu gibi, arkasında 20 yıllık,
yüzde 60 üzeri bir enflasyon bandında yaşayıp, yüzde 90
civarında bir enflasyon gerçeğinin içerisinde değildir. 186
ülkenin içerisinde, yeni kurulmuş ülkeler
var, Doğu Avrupa ülkeleri var rejimini değiştirmiş
olan, Latin Amerika ülkeleri var, Ortadoğu ülkeleri var, hiçbir ülkede,
yeryüzünde hiçbir ülkede, 20 yıldan beri, bu düzeyde bir enflasyon ve
şimdi de, yüzde 90'a çıkmış bir enflasyon gerçeği
yoktur.
Enflasyon, bilmeliyiz ki, aslında, ekonomik bir
hastalık değildir, siyasal bir hastalıktır; ekonomik
hastalık olmaktan çok, siyasal bir zafiyeti yansıtır.
Enflasyonun temelinde de, siyasî kadroların
başarısızlığı ve beceriksizliği yatar;
hiçbir mazereti olmayan bir açık gerçektir.
Dünyada, Türkiye, tek başına, yüzde 90
düzeyinde bir enflasyona çıktı bu yıl, yüzde 65'lerden
çıktı. Bu yıl, enflasyonu, yüzde 65'ten yüzde 90'a
çıkarmanın haklı ve mazur gösterilir bir tarafı var
mı; işin temeli budur.
Bu yılın fotoğrafına
baktığımızda, bu ana fotoğrafın yanı
sıra, başka bazı tespitler de yapıyoruz bununla
bağlantılı olarak; bunun hem nedeni olan hem de sonucu olan
diğer görüntüleri de tespit ediyoruz. Nedir; bu yıl, Türkiye, bir
rekor içborç içerisine girmiştir; Türkiye'nin, bu yıl, içborç düzeyi
4 katrilyona yakındır. 1996 yılının sonunda,
Türkiye'nin ortaya koyacağı içborç stoku 4 katrilyona yakın
olacaktır, 4 katrilyon civarındadır.
Değerli arkadaşlarım, bu içborcun,
Refahyol Hükümeti tarafından son altı ayda yapılan
kısmı, 1995 yılında geçmiş dönemlerden oluşup
gelmiş, toplam dışborç stokundan fazladır. Yani, 1996
yılının ikinci yarısında, Sayın Erbakan'ın
Başbakan olduğu dönemde, Türkiye, 1995 sonuna kadar oluşmuş
tüm içborçlardan daha fazla borç yapmıştır. Yani, bu Hükümet,
Sayın Erbakan'ın Hükümeti, aşağı yukarı her gün,
yaklaşık olarak 10 trilyon borç almıştır. Bu, bir
rekordur, bundan önceki hükümetlerin aldığı borçların
tümünden daha fazladır. 1995 stokundan daha fazla borç, 1996'nın
ikinci yarısında, altı ay içerisinde
yapılmıştır. Borç konusunda şikâyet ederek iktidara
gelip, borç hızını artırma konusunda rekor kıran
Sayın Erbakan'ın, öyle sanıyorum ki, frene basacağım
diye gaza basması gibi bir yanlışlık söz konusudur. (CHP
sıralarından alkışlar)
Bu yıl, 1996 yılında, Türkiye, bir rekor
bütçe açığıyla karşı karşıya
kalacaktır. Bütçe açığı, 1,4 katrilyon civarında,
kensini gösterecektir. Bir önceki yıl, 315 trilyonluk bir açık
vardı.
Bu yılın fotoğrafındaki
olumsuzluklar, sadece, enflasyonun hızlanması, içborcun artması,
bütçe açığının artmasından ibaret değildir. Bu
yıl, cari açık da çok kaygı verici bir tırmanış
göstermiştir. Cari açık, dış ödemeler dengesinin bütün
girişlerinin sonucunda ortaya çıkan tablo, geçen yıl 2,4 milyar
dolar açık verirken, bu yıl, 6,9 milyar dolarlık bir açık
vermiştir.
Değerli arkadaşlarım, bu yıl, yine,
dışticaret açısından bir büyük alarm ortaya
çıkmıştır. Önemli olan bunlardır. Niyetimiz budur,
amacımız budur, buna çalışıyoruz; bunların hepsi
boş sözdür. Uyguladığınız politikanın ortaya
koyduğu somut sonuç var, yaşanan gerçek var. Rakamlar yalan söylemez.
Siyasî değerlendirmelerle gerçeğin saptanması, gözden
kaçırılması mümkün değildir.
Acı gerçek, Türkiye, ekonomik bakımdan 1996
yılında kötü yönetilmiştir, dengeleri bozulmuştur,
çarpıtılmıştır ve tehlikeli bir biçimde, Türkiye, bir
hiper enflasyon noktasına doğru sürüklenip gelmiştir. 1996
yılının ekonomi ve maliye yönetimi, buna, doğrudan ve çok
önemli bir katkı yapmıştır.
Değerli arkadaşlarım, 1996
yılında dışticaretimiz alarm çalmıştır. Bu
yıl dışticaret açığının 20,5 milyar dolar
olacağı ifade edilmektedir. İfade edilmektedir diyorum; çünkü,
ortada daha resmî rakam yoktur. Türkiye, ancak ilk üç ayın
rakamını bilir haldedir.
Düşünebiliyor musunuz, Türkiye, çok önemli bir
dünyaya açılma deneyimi geçiriyor, ekonomisi büyük bir bunalımın
içerisinden geçiyor ve Türkiye, nisan ayının, mayıs
ayının, ihracat rakamını bilmiyor, nisan ayının
ithalat rakamını bilmiyor ve değerlendirme yapıyor.
İlk kez böyle bir tablo oluyor. Bundan önceki yılların
hiçbirinde bu manzara yoktu. Ne yazık ki sistem değişikliği
gerekçesiyle, bugün dışticaret gelişmelerini güvenilir biçimde
izleyemez hale geldik; ama, kabaca rakamlar ortada. Türkiye, 20 milyar
doların üzerinde -20-21 milyar dolarlık- bir dışticaret
açığı veriyor. Gözüken nedir; gözüken, Türkiye'nin ihracatı
duraklamıştır, ithalatı patlamıştır,
dışticaret açığı da tehlikeli bir düzeyde ortaya
çıkmıştır.
Değerli arkadaşlarım, bu tablodan
alınması gereken çok ders var. Türkiye ihracatı
duraklamış bir noktada. Ne zaman; Sayın Erbakan'ın
gösterişli dış gezilerle ihracatı artırma iddiasını
takip ettiği dönemde. Malezya'ya gidip ihracatımızı
artıracaktık, Mısır'a gidip ihracatımızı
artıracaktık, İran'a gidip ihracatımızı
artıracaktık. Bunun yaşandığı dönemde, Türkiye, bir önceki yıl
ihracatını dahi yapamaz hale gelmiştir.
Değerli arkadaşlarım, bunda
şaşılacak bir şey de yoktur; çünkü, bir ülkenin
ihracatı, Başbakan gezileriyle artmaz; bir ülkenin ihracatı,
ekonomisinin rekabet gücünün yükselip yükselmemesiyle ilgili olarak artar ya da
azalır, kur politikasıyla ilgili olarak artar ya da azalır. (CHP
sıralarından alkışlar) Yanlış kur politikası
izleyeceksiniz, sıcakpara girişini teşvik edeceğim diye
kuru bastıracaksınız, ekonominin rekabet gücünü artıracak
yatırımları, teknoloji transferlerini yapmayacaksınız,
gösterişli yurtdışı gezilerle, dostluk, kardeşlik,
İslam dayanışması diyerek ihracatınızı
artıracağınızı zannedersiniz!.. İşte, Halep
oradaysa arşın burada; o geziler oradaysa, dışticaret
rakamları da burada. Kıpırdamamıştır...1996'daki
bile, bir önceki yıldaki bile gerçekleşmemiştir. (CHP
sıralarından alkışlar)
HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) – Dört
yıllık dönemi unutma!..
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Değerli
arkadaşlarım, bunlar, hepimizin değerlendirmesi gereken temel
noktalar. Böyle, yanlış umutlarla olmayacak işlere bel
bağlayarak, ekonomik sorunları çözmenin mümkün olmadığını
görmeliyiz. Artık, öğrenme süreci, acemilik dönemi bitmelidir. Refah
Partisi, iktidara alışacağım diye, bir o kapıyı,
bir bu kapıyı çalarak Türkiye'ye daha fazla zaman
kaybettirimemelidir; yapılması gereken işler ortada, bir an önce
onlara yönelmelidir.
Değerli arkadaşlarım, kamu kesimi
borçlanma gereği, tehlikeli biçimde artmıştır. Türkiye'de,
yüzde 11 civarında, kamu kesiminin borçlanma gereği ortaya
çıkmıştır; yüzde 6,5 idi, yüzde 11'e doğru fırlamıştır.
Bunların hepsi alarmdır görmesini bilenler için. Boş laflarla,
ucuz demagojilerle bunlar değiştirilmez. Dünya buna bakar, bankalar
buna bakar, uluslararası kuruluşlar buna bakar, vatandaşın
yaşamına da bu yansır; senin buradaki lafların değil.
Acı gerçek, ekonominin, maliyenin gerçeği rakamı,
yaşamın bir gerçeği olarak da önümüze çıkar.
Dışborçlar da, haziran başı
itibariyle, 75 milyar 757 milyon dolara ulaşmıştır; en son
rakamın ne olduğunu da tam bilemiyoruz.
Kalkınma hızı da düşmeye
başlamıştır. Kalkınma hızı, yüzde 8,1'den
yüzde 7,5'a doğru inmiştir.
Kalkınma hızı inmiş, enflasyon
hızlanmış, içborç artmış, bütçe borcu
artmış, carî açık artmış, ödemeler dengesi
açığı artmış, bunun sorumluları ortada; ne
konuşuyorsunuz? Buradan alınması gereken ders var; niye bu böyle
oluyor?.. "Canım, bu böyle olacak; gelecek yıl da bu
doğrultuda biraz daha gidecek. Biz günümüzü geçirelim, vaktimizi
oyalayalım, kafamızdaki hesapları takip edelim, yeter..."
Böyle bir şey olur mu? Bu politikanın sorumlusu kimdir; hangi
politikalarla bunun değiştirileceğine kim inanıyor;
çıksın, bir söylesin, bir anlayalım.
Bugüne kadar izlenilen politikalar ortada, Türkiye'nin
geldiği nokta ortada. Refah Partisi İktidarı da bu politikalara
hiçbir ciddî katkı yapmamıştır, birazdan
konuşacağız o katkı arayışlarını;
hiçbir ciddî katkı yapmamıştır. Bu koroya o da
katılmıştır, o şarkıyı şimdi Refah
Partisi de söylemeye başlamıştır; ANAP'ın, DYP'nin
izlediği politikaların bir parçası haline, hiçbir
sıkıntı çekmeden gelmiştir ve o politikanın da
uygulayıcısı olarak, bugün önümüzde bulunuyor.
Değerli arkadaşlarım, bu tablonun yol
açtığı sonuçlar nelerdir; Türkiye'de gelir
dağılımı çok tehlikeli biçimde çarpılmaya
başlamıştır. Elimizdeki rakamlar -unutmayalım- 1994
rakamlarıdır. 1996'da durumun, o rakamların gösterdiğinden
daha da kaygı verici olduğunu düşünüyorum. Yani, millî gelirin
yüzde 54'ünü, yüzde 55'ini beşte birin aldığına
ilişkin rakam 1994'ün rakamıdır; bugün, çok daha vahim bir
manzaraya geldiğimiz kanısındayım.
1987'den 1994'e, çok tehlikeli bir bozulmanın
işaretleri çıkmıştır. Türkiye'de, sadece en çok
kazanan beşte birin millî gelir içindeki payı
artmıştır; onun altındaki dört kesimin -diğer,
beşte birliği oluşturan dört kesimin- dördünün de zaten
düşük olan payları, 1987-1994 döneminde azalmıştır ve
bu, 1994'ten sonra da hızlanarak devam etmektedir.
Değerli arkadaşlarım, millî gelir
dağılımı çarpıklaşmıştır.
Türkiye'de var olan millî gelir farklılıkları, ülkeler
arasında görülmesi mutat olan farklılıklardan daha
fazladır. Bugün, Doğu Avrupa ile Batı Avrupa arasındaki iki
ülkede kendisini gösterecek ayrımdan daha büyük bir ayrımın
Türkiye'nin ulusal sınırları içinde var olduğunu görüyoruz.
Bulgaristan ile İsviçre arasındaki gelir uçurumundan daha büyük
uçurum, Türkiye'de yaşayan vatandaşlarımız, toplumsal
kesimlerimiz arasında var. Türkiye'nin Ağrısıyla
İstanbulu arasındaki gelir farkı, Bulgaristan ile İsviçre
arasındaki, İsveç arasındaki gelir farkından daha
fazladır. (CHP sıralarından "Doğru" sesleri,
alkışlar)
Dünya, demirperdeyi kaldırıyor; biz, kendi
ülkemize, görünmeyen bir demirperdeyi indiriyoruz; bir ekonomik ve sosyal
ayrıcalık perdesini, bir büyük uçurumu, kendi toplumumuzda, kendi
ülkemizde kendi ellerimizle yerleştiriyoruz. Gelir
dağılımının giderek tehlikeli biçimde
çarpıklaşması, bu politikaların sonucu olarak ortaya
çıkıyor. Gelir dağılımı
çarpıklaşmıştır, sosyal devlet çözülmeye
başlamıştır, eğitim paralı hale gelmeye
başlamıştır, ancak hayırsever zenginlerin gönüllü
katkılarıyla okul açılabilir hale gelmiştir. Yıllarca
eğitim mücadelesi verildikten sonra bugün geldiğimiz noktada,
artık, okullaşmama oranından söz etmek zorunda kalıyoruz;
yani, okullaşma oranının, artık, bir anlamda, geriye
gittiğinden, sadece Doğu Anadolu'da, Güneydoğu Anadolu'da terör
nedeniyle değil, İstanbul'da, İstanbul'un göbeğinde,
merkezinde, varoşlarında ekonomik nedenlerle
çocuklarımızın okula gidemez hale geldiğine tanık
oluyoruz. Okullar yetersiz, öğretmenler yetersiz,
yurttaşlarımızın koşulları yetersiz ve Türkiye,
eğitim yapamaz bir noktaya geliyor; sağlık aynı
şekilde, sosyal güvenlik aynı şekilde ve Türkiye'de sosyal
devlet hızla çözülüyor.
ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Diyarbakır) –
Doğru söylüyorsun; ama, beş ay daha dolmadı.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Evet, doğrudur; onu
konuşmak istiyorum.
Bu Meclisin yapması gereken de odur. Elbette
beş ayda olmadı; yalnız, beş ayda, bundan önce bu noktaya
getirilen politikalara ayak uyduruldu; onu söylüyorum. O politikayla
bütünleşildi; o politika aynen devam ettiriliyor; tespitim budur ve bundan
farklılığa ihtiyaç vardır. Bu, çok temel bir noktadır.
Eğer, şunu söylüyorsanız "biz, o politikaları
uygularız; ama, biz uyguladığımız için farklı bir
sonuç alırız" alamazsınız; yanlıştır.
Alınmadığı ortaya çıkmaya
başlamıştır.
Değerli arkadaşlarım, bakın neden
buraya geldik; önce onun tespitini birlikte yapalım. Bunun temelinde,
1980'li yıllarda, dünyada esen rüzgârlardan da etkilenerek, Türkiye'de,
yeni bir ekonomi politikasına canhıraş bir şekilde
sarılınması yatar. Bu yeni ekonomi politikasının temelinde,
vergi alma borç al anlayışı vardır. Bu anlayış
iddia eder ki; bir insan kazandığı parayı devletten daha
iyi harcar. Bir insanın parasını nasıl
harcayacağını devlete sormak yanlıştır. O
nedenle, bırakınız almayınız ve 1983'ten itibaren,
Türkiye'nin vergi mevzuatında vergi gelirini azaltmayı öngören
düzenlemeler yapılmıştır; yani, muafiyetler
getirilmiştir; istisnalar getirilmiştir ve verginin artması
değil azalması doğru olur zannedilerek, o politika
doğrultusunda yürünmüştür. Bu politikanın doğal sonucu,
Türkiye'nin kamu kesiminin finansman ihtiyacı içine sürüklenmesi
olmuştur. Bu ihtiyacı karşılamanın yolu olarak da
borçlanma kendisini dikte etmiştir. Önce, düşük faizlerle borçlanma
bugünkü noktaya kadar bizi getirmiştir.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, bu,
bilinen, dünyada da denenmiş bir sağ politikadır. Bu finansman
politikası Türkiye'yi bu çıkmaza getirmiştir. Türkiye, vergi
almanın modasının geçtiğini; vergi almanın artık
anlamsız ve yanlış olduğunu; piyasa koşulları
içinde devletin de bir şirket gibi borç alarak, faizini ödeyerek etkin ve
verimli çalışabileceğini düşünen anlayışın,
zihniyetin bizi getirdiği nokta işte budur. Şimdi, bunu
şunun için söylüyorum, Refah Partisi çare diye geliyor, Refah Partisinin
ilk kararı "vergi almayacağım" oluyor. Refah Partisi
diyor ki "vergi almayacağım." Eğer, vergi
almayacaksan, sen, borç almaktan nasıl kurtulacaksın; borç almak
mecburiyetinden nasıl çıkacaksın? Vergi almayacağım
demek, bugünkü vergi düzenini haklı buluyorum demektir. Vergi
almayacağım demek, bugünkü vergi uygulamasını benimsiyorum
demektir. Vergi almayacaksan, kaldır bugünkü vergileri de göreyim.
Hayır; onları kaldırmam, bu vergileri alacağım... Ee,
peki, bu vergileri alacaksın da sonra "niye vergi
almıyorum" diyorsun. Bugünkü çarpık bir vergi düzeni, adaletsiz
bir vergi düzeni. Bu vergi düzenini değiştirmek lazım. Bugünkü
vergi düzeni, işçiye, memura yüklenen bir vergi düzeni. (RP sıralarından "doğru
söylüyorsun" sesleri)
Ee "vergi almayacağım" demek, bunun
doğru olmadığını iddia etmek demektir. Şimdi,
Refah Partisinin açmazı budur. Refah Partisi diyor ki "ben vergi
almayacağım. Ne yapacağım; kaynak paketi
çıkaracağım."
Değerli arkadaşlarım, kaynak paketi
çıktı, üç tane kaynak paketi çıktı; her birisi 10 milyar
dolarlık. (RP sıralarından "doğrudur" sesleri)
A. TURAN BİLGE (Konya) – Havuz doldu!.. Havuz
doldu parayla!..
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Geçen sene
-hatırlayınız- Sayın Erbakan bütçe konuşması
yaparken "bu bütçe -1996 bütçesi- bir defa küçük bir bütçedir; 46 milyar
dolarlık bir bütçedir -daha sonra ek bütçeyle 48'e çıktı- 46
milyar dolarlık bir bütçeye Türkiye'nin sığmasını
istiyorsunuz. Türkiye buna sığamaz. Üstelik, bu bütçe, bizim içinde
bulunduğumuz malî ilişkilerin sadece dörte birini oluşturuyor,
dörtte üçü de aysberk gibi suyun altında" demişti ve "o
nedenle, bir daha önümüze böyle yanlış bütçelerle gelmeyin, 46 milyar
dolarlık bütçeyle gelmeyin; bütün borçları; içborçları,
dışborçları, hepsini içine alan bir bütçeyle gelin"
demişti. Bu sene Sayın Erbakan geldi; geçen sene 46 milyar
dolarlık bütçeye küçük demişti, bu sene huzurumuza getirdiği
bütçe 41 milyar 282 milyon dolarlıktır. (CHP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar) Erbakan 41 milyar dolarlık
bir bütçeye sığdı. Geçen sene Türkiye'nin 46 milyar
dolarlık bir bütçeye sığamayacağını söylüyordu;
bu sene 41 milyar dolarlık bir bütçenin içine girdi. Türkiye büyüdü, nüfus
arttı, Türkiye'nin sorunları arttı, millî gelir arttı; ama,
bütçe küçüldü. Ee, bu ne perhiz bu ne lahana turşusu...
HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) – Tahribatın
tamiratıdır bu.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Değerli
arkadaşlarım, 30 milyar dolarlık kaynak ilan edildi, 30 milyar
dolarlık kaynak. Şimdi, huzurunuza gelen bu bütçe 41 milyar
dolarlık -geçen sene 46 yapılmış- 30 milyar dolarlık
da kaynak paketi var. Şimdi, eğer, bu önümüze gelen bütçe, bütçe ise,
30 milyar dolarlık kaynak paketi nerede; çünkü, bu 41 milyar dolar?..
Geçen sene Türkiye 46 milyar dolar koymuş ortaya. Bu 41 milyar dolar
Sayın Özal. O 30 milyar dolarlık kaynak paketi nerede? Eğer, bu,
kaynak paketinde oluşuyorsa geçen senenin 46 milyar dolarlık bütçesi
nerede? (CHP sıralarından "Bravo" sesleri,
alkışlar) Bu bütçe midir kaynak paketi midir? Bu ciğer midir
kedi midir? Eğer, bu kedi ise ciğer nerede; ciğeri ne
yaptınız hesabını verin; eğer bu ciğerse, kedi
nerede?
HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) – – Ekranda, ekranda... Biraz sonra görürsünüz.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Hiç
tartışmıyorum o kaynak paketi gerçekçidir değildir,
toplanır toplanmaz, uygulanır uygulanmaz; teknik bakımdan kaynak
paketi içinde yer alanlar borçlanma mıdır, gizli borçlanma
mıdır, gizli vergi midir, gelir olarak kabul edilip bütçe içinde yer
alır mı almaz mı, o tartışmaların hiçbirisine
girmiyorum; ne söylüyorsanız doğru kabul ediyorum. 30 milyar
dolarlık ek kaynak paketi koyduğunuzu varsayıyorum. Ne güzel,
kutluyorum. Ne kadar mutlu, 30 milyar dolarlık bir ek kaynak
yaratmışsınız. Peki, o, bütçenin içinde niye gözükmüyor? Bu
bütçe 41 milyar dolarlık bütçe... Geçen sene 46'sını
yaptık, "küçük" dediniz; "bu sene
artıracağız" dediniz. 30 milyar dolar kaynak paketinden
bahsediyorsunuz, bütçede yok.
TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Bu
soruları sormak iyi; çünkü, cevaplarını alınca daha rahat
anlaşılır; faydası var.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Değerli
arkadaşlarım, vergi almayacağım diyen hükümet, bu politikanın
dışına çıkma imkânına sahip değildir. Vergi
almayacağım diyorsunuz, büyük hata yapıyorsunuz. Türkiye'nin
içine sürüklendiği bu borç batağından çıkmasının
temel koşulu vergi almaktır. Vergi vermeyenden vergi almaktır.
Türkiye'de adaletsiz bir vergi düzeni var. Türkiye'de vergiyi, işçi ve
memur ödüyor, esnaf ödüyor. İşçinin, memurun esnafın
sırtından bu vergi yükünü almak zorundayız.
Bakınız, geçen yıl, 1,6 katrilyon faiz
ödendi; 1,6 katrilyon faiz. Türkiye'de toplam Kurumlar Vergisi geliri geçen
yıl ne kadar biliyor musunuz; 190 trilyon Türk Lirası. 1,6 katrilyon
faiz verdiniz. Onlardan değil, pek çok namuslu, dürüst şirket
sahibinden, kazancının karşılığı olarak
aldığınız toplam vergi geliri 190 trilyon lira. Türkiye'de
Gelir Vergisinin toplam miktarı 1996 yılında 670 trilyon lira.
670 trilyon lira gelir vergisi alacağız memurdan, işçiden.
Değerli arkadaşlarım, bu, Türkiye'de
vergi konusuna girecek cesareti göstermeden bu sorunun altından
kalkmamızın mümkün olmadığını bize gösteren bir
tablodur. Vergi almayacağım demek, bugünkü çarpık vergi düzenini
sürdürmeye devam edeceğim demektir; yani, 17 milyon 10 bin lira alan bir
asgarî ücretliden, 3 207 050 lira vergi almaya devam edeceğim demektir.
Yine, vergi almayacağım demek, Türkiye'de bir avukat kazansa da
kazanmasa da bu yıl 225 milyon 544 bin lira vergi ödeyecek demektir. Yine,
bu yıl bir esnaf kazansada kazanmasada 135 milyon 036 bin lira vergi
ödeyecek demektir. Vergi almayacağım diyerek, siz, bunların
üzerine yatıyorsunuz; bunu sahipleniyorusuz; bunu haklı buluyorsunuz;
bunu idame ettirmeyi tercih ettiğinizi ortaya koyuyorsunuz. Yüzde 23'lere
kadar alınan ve çok haksız, adaletsiz olduğu açıkça görülen
Katma Değer Vergisine yüklenmeye devam edeceğim demektir. Bunlar,
Türkiye'de vergi politikasının, Refah Partisi tarafından çok
yanlış bir şekilde ele alındığının
örnekleridir. Geldiniz "vergi almayacağım" diyorsunuz.
Türkiye'de, vergi ödemesi gerekenlerden vergi almıyorsunuz; ama, vergi
yüzsüzünün, vergi kaçakçısının borcunu affediyorsunuz. (CHP
sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, bu politikayla,
işte, bunun altından kalkılamaz. Böyle, kaynak paketleri gibi
fiktif, ekonomik ve malî anlamı olmayan, politik pazarlamaya dönük, iç
tüketime dönük açılımlarla, Türkiye'nin ciddî enflasyon sorununun çözülmesi
kesinlikle mümkün değildir.
Yapılması gereken iş çok
açıktır, Türkiye'nin, derhal ciddî bir vergi reformu yapması
lazımdır. Eğer, burada Refah Partisinin sözcüsünün de
bahsettiği olumsuzluklardan kurtulmayı istiyorsak, yapmamız
gereken ilk iş, adilane, hakkı esas alan, gücü olandan gücü kadar
vergi almayı öngören bir reformu getirip, uygulamaktır; ilk
yapılması gereken iş budur. (CHP sıralarından
alkışlar)
Bunun yanı sıra, Türkiye'nin, böyle
günübirlik, uydurma paketlerle, kaynak paketleriyle değil, derli toplu,
ciddî, orta vadeli bir istikrar programıyla önünü görmeye
çalışması lazımdır. Türkiye'nin, ciddî bir istikrar
programına ihtiyacı vardır; orta vadeli, bir yılı
aşan bir süreyi -üç yıllık bir dönemi- öngören bir programa
ihtiyaç vardır.
Seçim yapıldı, yeni bir Parlamento var. Bu
Parlamentonun ilk yılını, demin anlattığımız
şekilde harcadık, günah değil midir?! İlk
yılını harcamış Parlamento, 1997'yi de
kullanamadığı takdirde, seçim arayışı içine
girmiş bir siyasî heyetin, ciddî bir vergi reformunu yapması, orta
vadeli bir istikrar programını uygulaması mümkün müdür? Merkez
Bankasını güvenilir, saygın bir para programını,
cesaretle uygular hale derhal getirmek lazımdır.
Bunların gereği, bir an önce yerine
getirilmelidir, çıkış yolu budur ve Türkiye, derhal reformlar
yapmaya başlamalıdır. Bir an önce reformları uygulamak
durumuna Türkiye gelmelidir; yoksa, bu sorunların altından kalkmak,
kesinlikle mümkün olmaz.
Yapılması gereken reformlar da çok
açıktır: Yönetimi, artık, aşırı merkeziyetçi bir
yapıdan çıkarmak lazımdır; daha demokratik, daha ademi
merkeziyetçi, desantralize, katılıma olanak veren ve israfı
önleyen, yerinden denetimi mümkün kılan bir anlayışla
şekillendirmek lazımdır.
Tarımın, mutlaka yeniden
yapılandırılması lazımdır. Tarım, kendi
haline bırakılmıştır; ucuz, demagojik vaatlerle
tarımı toparlamak mümkün değildir. Tarımın,
örgütlenmeye, çağdaş anlayışa dayalı örgütlenmeye
ihtiyacı vardır. Tarımı, bir işletme olarak, ihracat
potansiyeli taşıyan bir işletme olarak tasavvur edip ciddiyetle
ele almak lazımdır. Bu çerçevede, tarım kredi birliklerinin,
tarım satış birliklerinin demokratikleştirilmesi
doğrultusundaki projeyi de ciddîye almak lazımdır.
Türkiye, ancak bunları ele alabilir; esaslı
bir eğitim reformunu gerçekleştirebilirse, enflasyonu indirecek ciddî
bir politikanın içerisine girmiş olur; bunun işaretlerini
göremedim; günübirlik, alışılmış, sıradan,
demagojik yaklaşımlar...
Bu Hükümetin, bu son Hükümetin getirdiği iki
katkı var: Deniliyor ki: "Kaynak paketleriyle biz kaynak
buluruz." Bulunmaz, böyle bir şey olmaz; kaynak diye ayrı bir
olay yoktur; ekonominin içerisinde her birisi kayıtlıdır. Yani,
Manavgat suyundan 120 trilyon... Manavgat suyu, on yıldır Türkiye'nin
projesi; daha birkaç yılı gerektiren bir tablo; hızlandırabilirsen,
hızlandır; büyük bir hizmet yapmış olursun. Kaynak paketi
diye bunu ilan edip...
TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Kaynak
değil efendim...
DENİZ BAYKAL (Devamla) – ...olmadık
işleri, böyle, sanki varmış gibi göstererek bir yere varmak
mümkün mü; ciddî olmak lazım.
Değerli arkadaşlarım, önemli
saydığım bir nokta da şu: 1997 yılı bütçesi, hiç
kuşku yok, arkadaşlarımızın siyasî heveslerini
yansıtıyor; bu siyasî heveslere değer veriyorum, saygı
gösteriyorum; ama, bütçenin bir siyasî heves belgesi olarak
anlaşılması kadar bir ülkeye zarar verebilecek bir şey
olamaz. Üniversitede, maliye derslerinde, bütçe okutulurken, çocuklara ilk
öğretilen şey şudur: Bütçe samimî olmalıdır. Bütçenin
samimî olmasını söyleyenler; yani, ahlaklı olun, dürüst olun
anlamında bunu söylemiyorlar, bir teknik mecburiyetten dolayı bunu
söylüyorlar. Bütçenin samimî olması senin yararınadır;
eğer, samimî bir bütçe yapmazsan kendini aldatırsın,
hesabını kitabını bilemezsin, adımını
attığın yeri bilemezsin; İlk yapacağın şey,
acı dahi olsa, olumsuz dahi olsa gerçeği görmektir. Kerrat cetveliyle
kavga edilir mi, iki kere iki dört ederle kavga edilir mi... Onu
değiştirmeye kaltığın zaman kendini
yanıltırsın.
Bütçe bir temenni belgesi değildir. Sayın
Erbakan'ın, siyasette temennileri esas alan bir anlayışın
içine zaman zaman girdiğini biliyorum. O meşhur olayda da,
hatırlarsınız; hani, 100 bin tank 100 bin uçak
konuşulduğunda, efendim, ben, bunu yapacağız diye
değil, temenni sadedinde söyledim demişlerdi. Şimdi, öyle
anlaşılıyor ki, bu bütçeyi de temenni sadedinde söylüyorlar.
(CHP sıralarından alkışlar) Temenni iyi de, yeri
burası değil; burası bütçe; burası teknik bir belge;
hesabın kitabın tutması lazım, neyin ne olduğunun
belli olması lazım... Kendi kendimizi aldatıyoruz.
Efendim "denk bütçe yaptık.."
Bakıyorum, buna en çok destek vermek isteyenler bile, denk bütçenin
olmayacağını biliyorlar da "canım, denk'e doğru
bir katkı getirir hiç olmazsa, yararlı olmaz mı" diyorlar.
Katkıya saygı duyuyoruz; denk'e doğru yürüyelim de, hesabı
doğru görelim. Böyle bütçe olur mu? Denk bütçe deyince, işin özünde
çok ciddî yanlışlıklar çıkıyor, teknik zafiyetler var.
Değerli arkadaşlarım, bunları, bir
yana bırakarak -bu bütçenin konuşmamız gereken çok yönü var- bu
Hükümetin kuruluşundan bu yana, bir ciddî hükümet sorumluluğu içinde
söylenmemesi gerektiği halde söyleyip de gerçekleştiremediği
bazı noktalara dikkatinizi çekmek istiyorum. Yani, hükümet etmek ciddî bir
iştir, sorumluluk gerektiren bir iştir; çünkü, yöneticilerimiz sadece
kendilerini değil bizleri de temsil ediyorlar, bütün ülkeyi temsil
ediyorlar. Hükümette bulunan insanların da gerçekdışı
konuşmaya hakları yoktur; gerçekdışı
konuşmayı doğal karşılamaya da bizim hakkımız
yoktur. O nedenle, ben, bu Hükümetin işbaşına geldikten sonra
-daha önceki muhalefet dönemini bıraktım- ortaya
attığı ciddî bazı iddiaları irdeledim; gördüm ki, bu
Hükümetin kırkbir tane balonu var; rengârenk balonlar... Bu balonlarla, bu
Hükümet ve bu bütçe önümüze gelmiş durumda.
Şimdi, bu balonları bilginize ve dikkatinize
sunmak istiyorum:
Birinci balon: "Memurlara eşel-mobil
uygulayacağız." Denildi mi denilmedi mi; denildi ve
uygulanmadı. (CHP sıralarından "Patladı" sesleri)
Birinci balon bu.
İkinci balon: "Dolarla ödeyeceğiz."
(CHP sıralarından "O da patladı" sesleri) Dolarla
ödendi mi; o da patladı.
Üçüncü balon: "Enflasyona memuru
ezdirmeyeceğiz." Üçüncü balon bu.
Değerli arkadaşlarım, demin, burada,
Sayın Bakan da bilgi verdi; diyor ki "1996 yılının
ikinci altı ayı için, biz, yüzde 50 artış getirdik..."
Ee, birinci altı ay için artış var mıydı? Siz,
altı aydan sorumlu hükümet misiniz? Siz, 1996 yılı için
uygulamayı yapacaksınız. 1996 yılında, memurlara,
sadece yüzde 50 zam verilmiştir; enflasyon yüzde 68 olmuştur; yüzde
18 ezdirilmiştir. Şimdi, önümüzdeki dönem için de yüzde 30
vereceğiz diyorsunuz. Neye bağlı olarak bu böyle ezdirilmeyecek;
enflasyon altı ayda yüzde 26 olursa... Altı ayda yüzde 26 nasıl
olacak bu enflasyon? Yüzde 88,5'tayız, yüzde 88,5'tan yüzde 26'ya ikinci
altı ayda, indireceğinizi, nasıl ciddiyetle kabul edip, bize
söylersiniz... Üçüncü balon "enflasyona ezdirmeyeceğiz."
MİKAİL KORKMAZ (Kırıkkale) – Seçim
meydanlarında niye konuşmadınız...
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Söylendi, seçime
geldikten sonra söylendi.
Dördüncü Refah balonu: "Asgarî ücretten vergi
almayacağız."
Beşinci balon: "Hayat standartını
kaldıracağız." Kalkmadı...
Altıncı balon: "Malezya'ya 500 bin
işçi göndereceğiz." (CHP sıralarından gülüşmeler)
Yedinci balon: "Paraları koyacak yer
bulamıyoruz." (CHP sıralarından gülüşmeler)
M. ERDOĞAN YETENÇ (Manisa) – Sizi gidi
münafıklar...
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Değerli
arkadaşlarım, Sayın Başbakan, paraları koyacak yer
bulamıyorsanız, fındık üreticisi 10 trilyonunu alamadı
aylardır. Hâlâ ayçiçeği parasını alamamış olanlar
var. Hâlâ Hatay'daki pamuk üreticisi parasını alamadı. Onlara
himmet edin de, o koyacak yer bulamadığınız paraları
önce onlara bir gönderiverin. (CHP sıralarından alkışlar)
ŞEREF MALKOÇ (Trabzon) – İnsaf Sayın
Baykal...
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Türkiye'de, daha 15
yıldan beri, malı kamulaştırıldığı
için, istimlak edildiği için parasını alamamış,
malının istimlak parasını alamamış, kuyrukta
bekleyen insanlar var. Bayındırlık ve İskân
Bakanınıza bir sorunuz; onun bu paraya ihtiyacını
hiçolmazsa görünüz de, o koyacak yer bulamadığınız
paraları onlara veriniz. (RP sıralarından gürültüler)
ŞEREF MALKOÇ (Trabzon) – İnsaf Sayın
Baykal, sizin zamanınızda fındık 45 bin liraydı,
şimdi...
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Sekizinci balon:
"Göç edenler köylerine dönüyorlar..." Değerli
arkadaşlarım, ne dönüş var, ne bir şey var; milletvekili
arkadaşlarım buradalar, kimi aldatıyorsunuz, onbinlerce insan
perişan halde, sahipsiz, dökülmüş kalmış; bir hükümet
çıkıyor "dönüyorlar, talimatı şimdi verdim, hemen
kumanda ettim" diyor; ne dönen var, ne dönecek olan var.
SEBGETULLAH SEYDAOĞLU (Diyarbakır) – Ahrette
dönecekler... Ahrette...
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Dokuzuncu balon:
"Gecekondulara af çıkacak..."
Onuncu balon: "Nemalar ödenecek..." Nemalar
ödendi, ödenecek... (CHP sıralarından "ahrette" sesleri.
ALİ RIZA BODUR (İzmir) – Balık
kavağa çıkınca...
BAŞKAN – Sayın Baykal, bir saniyenizi rica
edeceğim.
Sayın milletvekilleri, programımıza göre
öğleden evvelki çalışma süremiz tamamlandı.
Sayın Baykal konuşmasını
tamamlayıncaya kadar çalışma süresinin uzatılması
hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
Sayın Baykal, buyurun efendim; 20 dakika daha
süreniz var.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Teşekkür ederim.
Onbirinci balon: "Türkiye'nin her yerinde ekmek 15
bine satılacak..."
İSMET ATALAY (Ardahan) – Ekmeğin
gramajını düşürdüler.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Evet... Evet... Yani,
İstanbul'da ekmek 18 bine satılıyor; ama, ekmeğin
gramajı 220 grama indirilerek satılıyor.
ALİ DİNÇER (Ankara) – Ekmek, bir lokmaya
indi, 15 bin liraya satılıyor.
M. ERDOĞAN YETENÇ (Manisa) – Seni gidi
münafık seni!..
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Onikinci balon:
"Fındık paraları peşin ödenecek..."
Onüçüncü balon: "Zam yapmayacağız..."
Zam yapılmadı mı?!. "Zam yapmayacağız..."
(CHP sıralarından "Ohoo" sesleri, alkışlar!)
Ondördüncü balon: "Bütçe denktir..."
Onbeşinci balon: "Olağanüstü hali
kaldıracağız.."
Onaltıncı balon: "İsrail'le
anlaşmayı yırtacağız..." (CHP
sıralarından "Yırttı, yırttı" sesleri)
Onyedinci balon: "İsrail'le yeni bir
anlaşma yapmayacağız..." Yenisini de yaptılar.
Onsekizinci balon: "Belediyelere destek
artacak..." Tam tersine belediyelere destek daha da
azalmıştır, yüzde 5,5'a inmiştir, Anayasaya
aykırı olarak bütçeye de hüküm koyarak bu
yapılmıştır; hukuku da yoktur, adaletsizdir,
haksızdır ama, yapılmıştır.
ALİ DİNÇER (Ankara) – Refahlı
belediyeler hariç!..
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Evet; bu da 18 inci
balon.
Ondokuzuncu balon: "İşsizlik
sigortası çıkarılacak."
Yirminci balon: "Çiftçi borçlarını
affedeceğiz."
Yirmibirinci balon: "Aç ve açıkta kimse
kalmayacak, faks numaralarını ilan edeceğiz ve ihtiyacı
olan herkes aşevlerinde kartla yiyecek ve giyinecek."
ŞERİF BEDİRHANOĞLU (Van) – Yalan!..
MURZATA ÖZKANLI (Aksaray) – Gazete kupürlerini mi
okuyorsun?
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Hayır, bu,
Başbakanın açıklamalarından.
Yirmiikinci balon: "Besicinin elindeki
hayvanların tümünü satın alacağız." Başbakan
söyledi. 150 bin mal alacağız, kilosunu 330 bin liradan alacağız
denildi, hiçbiri alınmadı; Doğu ve Güneydoğu Anadoluda
hayvan üreticisi perişan; onun canlı şahidi olarak önümüzde
duruyor.
Yirmiüçüncü balon: "Kapalı kombinalar
açılacaktır." denildi; kombinalar açılmadı,
kapalı olmaya devam ediyor.
Yirmidördüncü balon: "Tütün kotasız
alınacak" denildi; tütün kotalı alınıyor.
Yirmibeşinci balon: "Doğuya
yatırım yapana bedava arsa vereceğiz, vergi
almayacağız ve yüzde 20 faizle kredi vereceğiz." denildi;
bu da tamamen bir balon olarak durdu.
Yirmialtıncı balon: "IMF de kim
oluyor" denildi.
Yirmiyedinci balon: "Çekiç Güç kalkacak
denildi" uzatıldı.
Yirmisekizinci balon: "İran teröre destek
vermeyecek" denildi; bu ziyaretin ve açıklamanın
arkasından, 20 askerimiz PKK saldırısıyla şehit oldu.
ALİ DİNÇER (Ankara) – Palavracılığı
İran'dan öğreniyorlar.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Yirmidokuzuncu balon:
"Kuzey Irak'ta güvenlik kuşağı
oluşturacağız" denildi; güvenlik kuşağı,
Türkiye'nin güvenilirliği, ciddiyeti ve inanılırlığı
açısından çok büyük bir zafiyet olarak ortalıkta durdu,
kaldı.
Otuzuncu balon: "Malezya ile ticaret hacmimiz 100
milyon dolardı, 1,5 milyara çıkacak" denildi.
HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) – Otomatikman
mı çıkacak!..
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Otuzbirinci balon:
"Malezya bizden F-16 alacak" denildi.
Otuzikinci balon: "Malezya bizden 700
zırhlı araç ve 2 denizaltı alacak" denildi.
Otuzüçüncü balon: "İslam ortak pazarı
kuracağız" denildi.
Otuzdördüncü balon: "Uzakdoğu gezisi,
ödemeler dengesi bakımından atılmış büyük bir
adımdır", "ticaret
hacmi 9 milyar dolara çıkacak" denildi.
Otuzbeşinci balon: "İran ile ticaret
hacmi 2,5 milyar dolara çıkacak" denildi.
Otuzaltıncı balon: "Malezya ile ticaret
hacmi 1,5 milyara; Endonezya ile 2 milyar dolara çıkacak" denildi.
Otuzyedinci balon: "Mısır ile ticaret
hacmimiz 2 milyar dolara çıkacak" denildi.
HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) – Beklerseniz
görürsünüz...
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Otuzsekizinci balon:
"Sudan ile dış ticaret hacmimiz 1 milyar dolara
çıkacak" denildi.
Otuzdokuzuncu balon: "Susurluk olayı
fasafisodur" denildi, sonra "ben öyle bir şey söylemedim"
denildi. (CHP sıralarından alkışlar)
Kırkıncı balon: "Göçe zorlananlara
tazminat vereceğiz" denildi.
Kırkbirinci balon da: "Ayçiçeğine fon
koyacağız" denildi; ama, fon koyma kararnamesi
imzalanıncaya kadar, imza birtürlü atılamadığı için,
Türkiye ayçiçeği tüccarları bol ithalat yaptılar ve yük,
Yağlı Tohumların sırtına yıkıldı, büyük
bir sıkıntının doğmasına neden olundu.
Bu 41 tane balon, kırkbir kere maşallah,
hayırlı olsun. Bu, Refahın balonları, bu balonlar...
ADNAN KESKİN (Denizli) – Daha çok var... 42 nci
balon var...
EYÜP AŞIK (Trabzon) – Daha var...
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Daha var da, ben
küçüklerini söyledim. Asıl önemli olduğunu düşündüğüm 41
tane balon var.
Şimdi, bu balonların temelinde yatan da, tabiî,
adil düzenin kendisinin bir balon olduğudur. (CHP sıralarından
alkışlar) Açıkça ortaya çıkmıştır ki, adil
düzenin bizzat kendisi bir balondur, bir boş laftır, geçersiz bir
iddiadır. Zaten, dünyanın 186 ülkesinden bir tanesi bile adil düzenle
yönetilmiyor. (RP sıralarından "Doğru" sesleri
gürültüler)
Evet... Evet... Evet... Hiçbir yerde yoktur.
Türkiye'de de adil düzen getireceğiz diyenlerin,
adil düzenle hiçbir ilgisinin olmadığı görülmüştür.
Değerli arkadaşlarım, tabiî,
insanın aklına...
MURTAZA ÖZKANLI (Aksaray) – Adil düzeni sen
anlayamazsın.
DENİZ BAYKAL (Devamla) ...İnsanın
aklına Ziya Paşa'nın şu sözü geliyor, diyor ki "Çok
hacıların çıktı haçı zır-i bagalde" yani
"koltuğunun altında çok hacıların haç çıktı,
biz biliriz" diyor Ziya Paşa. (CHP sıralarından
alkışlar) Adil düzenin de koltuğunun altındaki haç, bu
balonlarla ortaya çıkmıştır. Altı aylık iktidar
bunu açıkça ortaya koymuştur. (RP sıralarından gürültüler)
ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU – Ama, bu, bir
Genel Başkana yakışmıyor.
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Sayın Başkan... Sayın
Başkan... Yakışmıyor...
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri... Sayın
milletvekilleri... Yerinizden müdahalede bulunmayın; hatibin
konuşmasında cevaplanması gereken bir husus varsa,
programın sonunda Hükümetin 1 saatlik cevap süresi var efendim. Lütfen
sabırlı olun.
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Bu sataşma...
BAŞKAN – Sayın Baykal...
DENİZ BAYKAL
(Devamla) – Yani, adil düzen deyerek, oyları alırken mesele
yok. Adil düzen diyerek vatandaşı inandırırken mesele yok,
ondan sonra, onun gereğini yapmaktan kaçınınca, bunun da
faturası önünüze çıkarılınca niye şikâyet ediyorsunuz?
(CHP sıralarından alkışlar)
TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Sizi, biz...
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Adil düzen diyeceksiniz,
oy alacaksınız; adil düzenin geçerli olmadığını
da söylemek bizim hakkımız, onu da söylüyoruz. Adil düzen dediniz,
adaletsiz bir düzen getirdiniz.
SALİH KAPASUZ (Kayseri) – Sayın
Başkan...
TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) –
Sayın Başkan, elbette, her türlü tenkidi yapma hakkına
sahiptir...
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Getirdiğiniz düzenin adil
düzenle ilgisinin olmadığı açık, bunu da söylemek benim
görevim, o görevi de yerine getiriyorum.
TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Düzeltmenin
kürsüde yapılması gerekir.
BAŞKAN – Sayın Karamollaoğlu, böyle bir
usul yok efendim. Böyle bir usul yok, yerinize oturun lütfen..
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Bir partinin genel
başkanına bu tür sözler yakışmıyor...
BAŞKAN – Efendim, kürsüde hatip konuşurken,
ayrıca, yerinden de bir arkadaşımızın
konuşması usulü yok... Cevaplandırmayı sonra
yaparsınız efendim... Yerinize oturun lütfen... (RP sıralarından gürültüler)
TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Sayın
Başkan...
BAŞKAN – Efendim, böyle bir görüşme usulü yok
Sayın Karamollaoğlu... Lütfen yerinize oturun...
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Sayın Başkan,
arkadaşlarımın...
TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Sayın
Başkan...
ADNAN KESKİN (Denizli) – Burası Sıvas
Belediyesi değil, Türkiye Büyük Millet Meclisi; sen, git, Sıvas
Belediyesinde konuş!
BAŞKAN – Sataşmadan dolayı söz
istiyorsanız, cevap verecekseniz, biraz sonra söylersiniz
söyleyeceğinizi... Kürsüdeki hatibin sözünü kesip yerinden konuşmak
diye bir usulümüz yok.
Devam edin efendim.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Bir dakika... Sayın
Karamollaoğlu, yardımcı olacağım.
Değerli arkadaşlarım, öyle anlaşılıyor
ki...
BAŞKAN – Sayın Baykal,
karşılıklı konuşmadan efendim...
13 dakika konuşma süreniz var.
Buyurun efendim.
ALİ OĞUZ (İstanbul) – Sayın
Başkan, sözünü geri alsın...
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Evet, evet... Bu
"hac" ve "haç" sözleri arkadaşlarımı rencide
ettiyse, özür diliyorum.
MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) – Bütün
Müslümanlardan...
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Evet... Bunu bilmenizi
isterim... Böyle, hacla, haçla bir ilgisi yok. O, Ziya Paşanın
-teşbihte hata olmaz- bu tip hayal kırıklığı yaratan,
vaadini gerçekleştiremeyen durumlara yönelik olarak bir
değerlendirmesi. O değerlendirmesini bu çerçeve içinde dile getirdim.
İsterseniz, adil düzen ve bu kırkbir balonla ilgili tespitlerimi
başka bir fırkayla noktalayayım, bunu bırakalım.
KAHRAMAN EMMİOĞLU (Gaziantep) – Teşbihte
hata yapmayın...
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Anladım,
anladım... Başka bir fıkrayla tamamlayayım.
M. ERDOĞAN YETENÇ (Manisa) – Zekâ özürlüler...
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Biliyorsunuz,
zamanın birinde bir sahte peygamber çıkmış,
vatandaşlara peygamberlik iddiasını kabul ettirmeye
çalışıyor.
KAHRAMAN EMMİOĞLU (Gaziantep) – Zekâ özürlü
diyen kim, ayağa kalksın!.. Ayağa kalksın...
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Tabiî, kimse ciddiye
almayınca, birisi kalkmış demiş ki "bir mucize göster
de, peygamber olduğunu anlayalım." Sahte peygamber de,
durmuş, demiş ki "şu duvarı konuşturursam,
peygamber olduğuma inanır mısınız?" "Elhak,
inanırız" demişler. "Konuş duvar"
demiş; duvar da dile gelmiş "sen bir sahte peygambersin"
demiş. (Gülüşmeler, alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, olayı böyle
kabul ediniz. Siyasette, ortaya atılan iddiaların ve verilen
sözlerin, sizi takip edeceğinden hiç kuşku duymayınız.
Ortaya atılan iddiaların mutlaka bir yerde hesabı sorulur; o
hesap, Mecliste de sorulur, ahrette de sorulur; Mecliste sormak bizim
işimiz, ahrette sormak da Allah'ın işi.
Değerli arkadaşlarım, içinde
bulunduğumuz durumun ele alınması gereken bir başka yönü
daha var. Siyasal sorunlara da birkaç cümleyle değinmek istiyorum.
Bir büyük krizden geçtiğimiz anlaşılıyor,
aslında, bu krizde şaşılacak bir şey de yok. Yani, bu
ekonomik kriz bu düzeyde yaşanınca, Türkiye'nin, aslında,
gösterdiği istikrara şaşmak lazımdır; Türkiye'nin,
sabrına, sağduyusuna ve anlayışına şaşmak
lazımdır. 20 yıldan beri yüzde 60'ın üzerinde sürekli bir
enflasyon ve Türkiye'de, yine, namuslu, dürüst bir toplum var olmaya devam
ediyor. Rüşvet var, yolsuzluk var, mafya var, çete var; ama, toplumun
tabanı, hâlâ sağlıklı olmaya devam ediyor; bu, hepimizin
iftihar edeceği çok büyük bir millî hasletimizdir; gerçekten,
yurttaşlarımızla, toplumumuzla, vatandaşlarımızla
ne kadar iftihar etsek hakkımızdır; ama, onlara da layık
olmayı bilmek lazımdır. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, son zamanlarda
Susurluk'ta ortaya çıkan olay, siyasetimizi çok sarstı. Bugün,
geldiğimiz noktada, üzerinde durulması ve sorulması gereken
bazı yeni sorular var. Şimdi, önce şunu bir defa tespit etmek
istiyorum: Bu tartışmanın üstünde durmak, çete tartışmasını
konuşmak, mafya gerçeğine dikkati çekmek, acaba, devlete zarar vermek
anlamına mı geliyor? Bu konuyu tartışmak isteyenlerin önüne
böyle bir baraj çekilmek istendiğini görüyorum; yani, sanki, bu olaydan
şikâyet edersek, devlete karşı bir saygısızlık
yapmış, devlete karşı haksızlık yapmış
duruma düşecekmişiz gibi bir kamuoyu anlayışı önümüze
getirilmek isteniyor. Böyle bir şey olabilir mi? Yani, mafyadan
şikâyetçi olmak, Susurluk'ta ortaya çıkan ipin ucunu çekmek, orada
kendisini gösteren olumsuzluğun üzerine yürümek devlete karşı
bir saygısızlık olarak kesinlikle alınamaz ve
alınmamalıdır. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, şimdi, o
olayla ilgili birtakım tartışmalar yaşandı,
onların da hesabına girmek istemiyorum. Başta, böyle bir
olayın olmadığı söylendi. Bunun üzerine yürüyenler, Refah
Partili Bakan tarafından devlet düşmanlığıyla
suçlandı "devleti nasıl suçlarsınız, ne hakla
suçlarsınız" diye kıyamet koparıldı; ama, sonunda
-çok haklı bir noktadır, üzerinde durulması lazımdır-
bu gerçek de ortaya çıktı. Bu gerçek soruşturuluyor, soruşturulmuyor;
soruşturma mekanizması yeterlidir, değildir; bunların
hepsini yaşayacağız ve göreceğiz; ama, şimdi yeni bir
noktaya geldik. İstanbul'da, birkaç gün önce, kadar emniyet müdürü olarak
görev yapan ve bu olayla ilgili önemli bir dosyayı soruşturmakta olan
bir emniyet müdürü görevden uzaklaştırıldı. Hukukî tabiri
de tam bulamıyorum, işten mi uzaklaştırıldı,
görevden mi uzaklaştırıldı, alındı mı,
hukukî gereği yapılarak mı alındı!.. Tamamen tabiî bir
perişanlık, oraya girmek istemiyorum; ama, şu anda İstanbul
Emniyet Müdürlüğü koltuğunda oturmasına, İçişleri
Bakanının, Başbakan Yardımcısından
aldığı talimatla son verildi. Sayın Başbakanın
da, bu tabloyu onaylamak durumunda kaldığı, bundan çok mutlu
olmasa da, bunu koalisyon hatırına hazmettiği kamuoyu tarafından
tespit edildi.
ALİ DİNÇER (Ankara) – Afiyet olsun.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Değerli
arkadaşlarım, şimdi ben şunu anlamak istiyorum: Bu Emniyet
Müdürü niçin görevden alınmıştır; yani, hangi yetkiyle
alınmıştır, nasıl alınmıştır,
Hükümetin ortak sorumluluğu içindeki durumu nedir, onlara girmiyorum da,
niçin görevden alınmıştır? İstanbul Emniyet Müdürü,
Cumhurbaşkanına ve Başbakana söylediklerini, İçişleri
Bakanına söylemediği için mi görevden alınmıştır?
Ya da, Cumhurbaşkanına ve Başbakana söylediklerini,
yazılı olarak, resmî cevapta ifade etmediği için mi görevden
alınmıştır? Cumhurbaşkanıyla
konuşmuştur, Başbakanla konuşmuştur, her iki zat da,
bu konuşmadan memnun olduklarını, göreve devam etmesini
beklediklerini ifade etmişlerdir ve görevden alınmıştır.
Alınma gerekçesi de, M uhalefet Liderinin iddialarının
gösterdiği adres İstanbul Emniyetidir "İstanbul Emniyetinde
Topal cinayetiyle ilgili bir tespit ve bir çalışma yoktur" diye
cevap vermiştir. Biz sormuşuzdur: "Doğru mu söylüyor
Anamuhaletef Partisi Genel Başkanı?" Bize, o konuda bir bilgisi
olmadığını söylemiştir; ama, Başbakana ve
Cumhurbaşkanına bu konuda bilgi vermiştir, bize ise bilgi
vermemiştir. Bu mudur gerçeği? En azından bunu bir anlamak
istiyoruz; yani, acaba İstanbul Emniyet Müdürü, Cumhurbaşkanından
ve Başbakanından saklamadığı bazı tespitleri
İçişleri Bakanından saklamakta mıdır? Eğer
saklıyorsa niçin saklamaktadır? Bunun, mutlaka aydınlığa
kavuşturulması lazımdır. İstanbul Emniyet Müdürünün
bildiklerini Cumhurbaşkanı biliyor, Başbakan biliyor,
İçişleri Bakanı bilmiyor -öyle anlaşılıyor-
Başbakan Yardımcısı bilmiyor -öyle
anlaşılıyor- Türkiye Büyük Millet Meclisi bilmiyor...
İstanbul Emniyet Müdürünün bildiklerini Türkiye Büyük Millet Meclisi
bilmiyor... Türkiye Büyük Millet Meclisi, bilmediği bu bilgilerin ne
olduğuna bağlı olarak karar almak durumunda, tercih yapmak
durumunda bulunuyor. İstanbul Emniyet Müdürünün uygun gördüğü zevat
bu bilgileri paylaşıyor. Bu bilgiler nedir, gereği yapılacak
mı, yapılmayacak mı, bunu tespit etmek olanağından
yoksun bulunuyoruz.
Değerli arkadaşlarım, bu konuda, kim ne
biliyorsa, Cumhurbaşkanı da, Başbakan da, Anamuhalefet Partisi
Genel Başkanı da, İstanbul Emniyet Müdürü de, artık
kendisine saklama hakkını kullanamazlar. Bu hakkın süresi
dolmuştur. Bu konuda, rejimi bu kadar doğrudan ve yakından
ilgilendirdiği iddia edilen bilgilerin, belgelerin tüm ilgili, yetkili
merciler tarafından paylaşılmasına ihtiyaç vardır.
Kimse, bunu, kamuoyunun bilgisine sunmaktan kaçınamaz. "Efendim
söylersek devlet zarar görür" demek, devletin daha büyük bir zarara
uğramasına rıza göstermek demektir. (CHP sıralarından
alkışlar) Çünkü, bu belgeler yayımlanırsa, bu belgeler
açıklanırsa, birileri zarar görür de, zarar görenin devlet
olmadığı ortaya çıkar; zarar görenin devlet
olmadığının ortaya çıkması için,
sorumluların şahıs olarak kimler olduğunun
çıkması lazım. Eğer, Türkiye, Anamuhalefet Partisi
lideriyle, Cumhurbaşkanıyla, Başbakanıyla sahip olduğu
bilgilerin gereğini yerine getiremezse, getirmesi için aleniyet
sağlanamazsa, işte, asıl o zaman devlet bu yükün altında
kalır ve devleti böyle bir yükün altında bırakmaya kimsenin
hakkı yoktur. Ya gereğini yapınız,
yaptırınız ya da bunu açıkça ilan ediniz. Bütün Türkiye'nin
bunun sorumlularının kimler olduğunu görmesine fırsat
veriniz. Devleti aklayınız. Devletin hükmî şahsiyet olarak bu
işin içinde olmadığını görmemiz için, bu işin
içinde kimlerin olduğunun ortaya çıkmasını sağlamak
zorundayız; iddia olarak, mahkeme kararı olarak. Önce iddiayı
bir görelim, sonra da mahkeme kararını bekleriz, durumu görürüz; ama,
daha iddiayı görmüyoruz. Sanki, devlet de o iddianın muhatabı
gibi bir görüntü yaratılıyor. O nedenle, bunu saklamanın hiçbir
haklı, kabul edilebilir gerekçesi kalmamıştır.
İstanbul Emniyet Müdürü, gerçekleri
İçişleri Bakanına söylemediği için görevden
alınıyor; ama, İstanbul Emniyet Müdürünün gerçekleri söylemeyi
uygun görmediği bir insan Hükümette görev yapmaya devam ediyor. (CHP
sıralarından alkışlar) Şimdi, bu çelişkiyi
"efendim, biz, onu tam uzaklaştırmadık; kendisi de zaten
çok değerli bir zattır; kendisinden de çok memnunuz; merak etmeyin,
yakında geliyor" diyerek örtbas etmek mümkün değildir. Tekrar
gelir mi, gelmez mi bilmiyorum; ama, Emniyet Müdürü oraya gelirse,
İçişleri Bakanına ve o Bakana talimat veren Başbakan
Yardımcısına da herhalde yapması gereken bir siyasî görev
düşer. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, bugüne kadar
dünyada siyaset teorisi, dürüst yöneticiler tarafından idare edilmek
ihtiyacını ortadan kaldıran bir rejim bulmayı
başaramamıştır. Hiçbir rejim yoktur ki, dürüst ve namuslu
yöneticiler tarafından işletilmesi zorunluluğu olmasın.
Siyaset adamının dürüstlük açısından zafiyetine
karşı, şerbetli bir rejim yoktur. O nedenle, siyaset
adamlarının dürüstlüğü konusunu en temel nokta olarak gözetmek
zorundayız.
Değerli arkadaşlarım, artık, elinde
belge olup açıklamayan herkes sorumludur. (CHP sıralarından
alkışlar) Hele, bu belgelerin açıklanmadığı bir
ortamda, efendim, işte, bu belgeler açıklanırsa ya da bu
konularda işin gereği yapılırsa Hükümet boşluğu
ortaya çıkar. Bu Hükümet boşluğunu kapatmak için biz üzerimize
düşeni yaparız demek, olayın, ciddî bir devlet sorunu durumundan
çıkıp, bir siyasî iktidar kavgasının malzemesi haline
dönüşmesine katkı yapmak demektir. Yanlış olmuştur...
Bu belgelerin, kapalı kapılar arkasında bir...
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Baykal,
konuşmanızı tamamlayın efendim.
SEBGETULLAH SEYDAOĞLU (Diyarbakır) –
Biliyorsanız, siz açıklayın.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Bizim o çevrelerle hiçbir
ilgimiz yok; o nedenle, açıklayacak belgemiz de yok, hiçbir şeyimiz
de yok bizim.
Değerli arkadaşlarım, bu konunun
aydınlatılması, Sayın Erbakan'ın ortak
değiştirmeye ikna edilmesine bağlı olamaz, olmamalıdır.
(CHP sıralarından alkışlar) Bu konunun
aydınlatılmasının, Sayın Erbakan'ın ortak
değiştirmeye ikna edilmesine bağlı olduğunu kabul
etmek, Sayın Erbakan'a haksızlık yapmak olur diye
düşünürüm. Kabul edelim ki, eğer, bu konunun özünde,
içeriğinde gerçekten yanlışlık varsa, bunu gören Sayın Başbakanın, "acaba,
benim, Hükümetteki konumum ne olur" kaygısına düşmeden,
bunun gereğini yapmasını beklemek, hepimizin hakkıdır.
TAHSİN IRMAK (Sıvas) – Dürüst
politikanın gereğidir.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Değerli
arkadaşlarım, Sayın Cumhurbaşkanı "vahim,
olaydır; nereye kadar giderse, kovalayın" diyor. Sayın
Başbakan, önce "fasa fiso" diyor, ondan sonra, "üç koldan
araştırıyoruz" diyor. Sayın Başbakan
Yardımcısı, Susurluk kazasında ortaya çıkan bir
sanıkla ilgili olarak "şereflidir" diyor "devlet için
kurşun atan da, kurşun yiyen de bizim gözümüzde şereflidir"
diyor. Sayın Cumhurbaşkanı da aynı kişi için
"cinayetlere adı karışmış birisidir" diyor.
Şimdi, Sayın Cumhurbaşkanı
"cinayetlere karışmış birisidir" diyor.
Sayın Başbakan Yardımcısı "şerefli bir
insandır" diyor. Sayın Başbakan Yardımcısı,
o kişiye "şereflidir" derken, acaba, o kişiyi mi
savunuyor, kendisini mi savunuyor?!. (CHP sıralarından
alkışlar)
Sayın Başbakan
Yardımcısının ona "şereflidir" derken, onu
mu kendisini mi savunduğunu bilmiyorum; ama, hiç kuşku duymuyorum ki,
o insanla ilişki kurup, onu kullanan bazılarının,
şimdi, onu suçluyor olmasından daha tutarlı bir
davranış sergiliyor. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, Türkiye, bu olayların
altından çıkmalıdır, çıkabileceğimize
inanıyorum; çıkmak zorunda olduğumuzu düşünüyorum.
Türkiye'nin bir yeni ve taze, ciddî atılıma ve bir
başlangıca ihtiyacı var; anlayışı, zihniyeti
değiştirmeye ihtiyacı var; bugüne kadar olduğu gibi, bundan
sonra devam ederek varacağımız yerin, bugün geldiğimizden
daha kötü olduğunu görmemize ihtiyaç var.
Türkiye'yi yönetecek olan da, bu Meclistir. Daha
seçimden yeni çıktık. Sorumluluk duygularımızı yerine
getirerek, kişiliklerimizi aşarak, ülkenin içinde bulunduğu
durumu görerek, tutarlı ve cesaretli bir atılımı
gerçekleştirmek zorunda olduğumuza inanıyorum. Bu Meclisi, bu
anlayışla göreve çağırmak istiyorum ve bu bütçenin, bu
bütçenin altında yatan ekonomi politikası
anlayışının, siyaset anlayışının,
devlet anlayışının, umutlarımızı ayakta
tutma özelliğinde bulunmadığını da ifade etmeyi görev
sayıyorum.
Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.
(CHP sıralarından ayakta alkışlar)
BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
konuşan Genel Başkan Antalya Milletvekili Sayın Deniz Baykal'a
teşekkür ediyorum.
Sayın milletvekilleri, bütçe görüşmelerine
devam etmek üzere, birleşime 1 saat ara veriyorum.
Birleşimin İkinci Oturumu, saat 14.30'da
başlayacaktır.
Kapanma Saati : 13.30
İKİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 14.30
BAŞKAN:
Mustafa KALEMLİ
KÂTİP
ÜYELER: Kâzım ÜSTÜNER (Burdur), Zeki ERGEZEN (Bitlis)
BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 28
inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
IV. —KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN
GELEN
DİĞER İŞLER (Devam)
1. —1997 Malî Yılı Bütçe Kanunu
Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/518) (S.
Sayısı :134) (Devam)
2. —1994 Malî Yılı Genel
Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk
Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi ile 1994 Malî Yılı
Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/282,
3/414) (S. Sayısı :103) (Devam)
3.—1995 Malî Yılı Genel Bütçeye
Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk
Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı
Tezkeresi ile 1995 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/492, 3/516) (S. Sayısı :151)
(Devam)
4. —Katma Bütçeli İdareler 1997 Malî
Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (1/519) (S. Sayısı :135) (Devam)
5. —1994 Malî Yılı Katma
Bütçeli İdarelerin Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin
Sunulduğuna İlişkin Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi ile 1994 Malî Yılı Katma
Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/283, 3/415) (S. Sayısı :102) (Devam)
6. —1995 Malî Yılı Katma
Bütçeli İdarelerin Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin
Sunulduğuna İlişkin Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi ile 1995 Malî Yılı Katma
Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/493, 3/517) (S. Sayısı :150) (Devam)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 1997 Malî Yılı Genel
ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1994 ve 1995 Malî
Yılları Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu
Tasarılarının tümü üzerindeki görüşmelere
kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Komisyon ve Hükümet yerlerini aldılar.
Birinci oturumda Refah Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisi grupları
adına konuşmalar tamamlanmıştı.
Şimdi, Anavatan Partisi Grubu adına ilk konuşmacı
olarak Sayın Agâh Oktay Güner'i kürsüye davet ediyorum; buyurun Sayın
Güner. (ANAP sıralarından alkışlar)
ANAP GRUBU ADINA AGÂH OKTAY GÜNER (Ankara) – Sayın Başkan,
Yüce Meclisin sayın üyeleri;
Anavatan Partisi Grubu ve şahsım adına, Muhterem Heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Sayın milletvekilleri, takdir buyurulacağı gibi, hukuka
saygı, hükümet olmanın temel şartıdır. Hukuka
saygı, siyaset üslubu, muhalefetle diyalog kurmak, iktidarların temel
görevlerindendir. Bugün burada konuşulan bu bütçe, hukuka
saygısı fevkalade münakaşalı Hükümetin, hüzün veren, elem
veren, ülkedeki karanlığa atılan bir belgesi
niteliğindedir.
Değerli arkadaşlarım, bugün, Türkiye'de devletin en büyük
bankası olan Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası, hukukun
dışında bir yönetimin elindedir. Ziraat Bankasının
kuruluş kanununa göre, yönetim kurulu üyesi olmayan bir kimsenin banka
genel müdürlüğüne vekâlet etmesi, genel müdür olması mümkün
değilken, ne yazık ki, bu Hükümet elinde bu bankanın
birkısım tasarrufları, bu genel müdürvekilinin
birkısım tasarrufları idarî yargı tarafından iptal
edilmiştir.
Bir diğer acı örnek, TRT'nin
başsızlığıdır. İktidar, hâlâ, TRT'ye bir
genel müdür tayin edememiştir.
Susurluk olayı hakkında, başlangıçta, çok hafif bir
üslup sergileyen Sayın Başbakanın, olayın cereyanından
üç hafta sonra kendisini ziyaret ettiğimiz zaman, bize söylemiş
oldukları, anlatmış oldukları tavırlarından olaya
verdikleri önemi bir parça olsun öğrenmiş bulunduk.
Başbakan Yardımcısı ise, bu olayda, tamamen garip
bir polemik ve savunma psikolojisine girmiştir. Böyle bir olayda, Hükümete
yakışan, asla çok sessizliğe girmeden, hukukun bütün
imkânlarını kullanarak hakikatin kamuoyuna aksettirilmesine
yardımcı olmaktır.
Değerli arkadaşlarım, bugün, bu kürsüden, bazı
sayın milletvekilleri, Anavatan Partisi Genel Başkanının
tavrıyla ilgili düşünce ve kanaatlerini ifade ettiler. Bu olayla
ilgili bütün bilgi ve belgeler, Sayın Yılmaz tarafından
Cumhurbaşkanına eksiksiz anlatılmış,
Cumhurbaşkanı bu bilgileri Başbakana intikal ettirmiştir.
Sayın Başbakan ve Sayın Cumhurbaşkanı bu olayla ilgili
her türlü bilgiye ve belgeye sahiptirler.
Sayın Yılmaz'ın bu konuyu bir basın
toplantısıyla, kamuoyuna neden açıklamadığı
sorusuna verilecek cevap ise, olayın aslına, olayın köküne,
olayın bütününe ulaşabilmek için eldeki belgelerin heder edilmesini
önlemektir. Sayın Yılmaz bu konuda devlet güvenlik mahkemesi
savcısına gerekli açıklamaları da yapacak ve gerektiği
zaman, hiç şüphesiz, bu kürsüye de çıkarak bildiği
doğruları ifade edecektir. Bizim bu noktadaki endişemiz ve
hesabımız, sadece ve sadece bu ülkenin bir hukuk devleti
olmasının şartına ve şuuruna erdirilmesidir. Bunun dışında
bizim asla ve kat'a bu meseleyi kullanarak hükümet olma gibi bir
hesabımız yoktur. Defalarca Sayın Başbakan
Yardımcısının hurda bir Mercedesten hükümet çıkarma
iddialarına vereceğimiz cevap
şudur: Hurda olmuş Hükümeti, biz kendi kaderine terk etmiş
bulunuyoruz. (ANAP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım,
bu ülkede hukuk devletini kuramadığımız için, bu
ülkede sağlıklı bir siyaset üslubunu
gerçekleştiremediğimiz için, ne yazık ki, çok büyük acılar
yaşanıyor. Dünyanın herhangi bir yerinde, ülkenin herhangi bir
köşesinde bir vatandaşımıza, bir insana yapılan
haksızlığı, kendimize yapılmış hissetmezsek,
o haksızlık, bir gün bizi
bulur, o felâket bize de uğrar; bizim buradaki ölçümüz budur.
Hükümet kurulduğundan bu yana aşağı yukarı
altı ay geçiyor; bu altı ay içerisinde, Sayın Başbakan,
zannediyorum, Meclisi altı kere teşrif buyurdular. En önemli
dışpolitika görüşmelerinde Sayın Dışişleri
Bakanının yerinde bulunmadığını üzülerek gördük.
Değerli arkadaşlarım, demokrasilerin
sağlıklı bir biçimde işleyebilmesi, ancak, sıhhatli
bir diyalogla mümkündür. Bu diyaloğa önem verilmediği için, muhalefet ve iktidar arasında
sağlıklı bir diyalog zemini kurulamadığı için, bu
memlekette demokrasi 1960 darbesine maruz kalmıştır; 1971
Muhtırasının temelinde de ne yazık ki, siyasî partiler
arasındaki diyalog eksikliği vardır; 1980 askerî müdahalesinin
temeli de, âdeta demir duvarlar arasında kendini hisseden liderlerin
tavrıdır.
Bu Meclisin verimli bir biçimde çalışmasını
istiyorsak, diyaloğa büyük önem vereceğiz ve diyalog teklifi, hiç
şüphesiz ki, İktidardan gelecek. Memleketin yaşamış
olduğu en ciddî olaylarda, en ciddî dışpolitika
gelişmelerinde bütün ısrar ve temennilerimize rağmen Sayın
Başbakan muhalefetle diyalog kurma ihtiyacını
duymamıştır.
Değerli arkadaşlarım, siyaset hayatımız ahlak,
siyaset hayatımız dürüstlük, fazilet, karakter, söz üstünlüğü
değil, bilgi üstünlüğü beklemektedir. Bugün, Türkiye'nin gelmiş
olduğu gelişme çizgisi, Türkiye'nin hâlâ tezekten yüzde 8
civarında enerji sağlaması ve Türkiye'de 1 milyon okuma
yaşındaki çocuğun, maddî imkânsızlıklar sebebiyle
eğitim imkânından mahrum kalması ve Türkiye'nin, Anavatan
Partisinin 85 milyar kilovatsaat elektrik üretimine çıkararak teslim
ettiği enerji tablosuna bir tek enerji santralı ekleyemeden, yeniden
enerji sıkıntılarına girmesi, herhalde hepinizin
yüreğini derinden yakmaktadır. Bunun yolu ve çaresi nedir; bunun yolu
ve çaresi, hakikati görmek, hakikati konuşmak ve hakikatten
korkmamaktır.
Ne yazık ki, bugün, bu ülkede, bütün mukaddes değerler siyaset
meydanına taşınmıştır. Bayrak, siyaset
meydanındadır; ezan, siyaset meydanındadır; Kur'an, siyaset
meydanındadır; başörtüsü, siyaset meydanındadır.
Mukaddes bütün kavramlar politik başarı uğruna
alabildiğince sömürülmektedir. Bunların hepsi, bizim ortak
kültürümüzün değerleridir. Bunlardan bahsedenler, bunların
şuuruyla konuşmalı ve hele iktidarda ise, bu şuura gölge
düşürecek tavır ve davranışlardan şiddetle uzak
durmalıdırlar. Eğer, Kur'anı öpüp başına koyan
siyaset adamları veya siyaset hanımefendileri, yalan söyler,
hırsızları aklar, soygunları komisyonlarda affederlerse,
onların Kur'ana saygısı, sadece ve sadece yalan olmaktan öte bir
mana ifade etmez. (ANAP sıralarından alkışlar)
KAHRAMAN EMMİOĞLU (Gaziantep) – Kur'anı istismar
etmeyin... (ANAP sıralarından gürültüler)
Meydanda Kur'an öpmeyle ne ilgisi var?..
BAŞKAN – Devam edin Sayın Güner.
AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bu
Hükümet kurulmadan önce, bu Hükümeti kuranların birbirleri hakkında
söyledikleri sözleri, huzurunuzda tekrar etmeye, siyasî terbiyem ve siyasî
nezaketim müsaade etmiyor. Ancak, üzülerek şunu söyleyeyim; dünya rekorlar
kitabına girecek bir hükümettir; çünkü, bu Hükümetin Başbakanı,
bu Hükümetin Başbakan Yardımcısı hakkında bir tazminat
davası açmış ve 4 milyar kazanmıştır. Şimdi,
bilemiyoruz, belki, bu paranın değerlendirilmesini Sayın
Mercümek yapacaktır; ama, kim yaparsa yapsın, bu Hükümet çok
sağlıksız şartlarda kurulmuştur.
Değerli arkadaşlarım, bütçenin bütün dünyada kabul
edilmiş kuralları vardır. Benden sonra konuşacak
arkadaşım malî konularda rakamları dile getireceği için,
ben, sadece, Sayın Başbakanın akıl almaz bir biçimde denk
dediği bu bütçenin, en az 2,5 katrilyon açıkla
kapanacağını, huzurunuzda ifade edeceğim. Eğer, bu
bütçenin açığı 2,5 katrilyondan aşağı olursa, bu
kürsüye çıkıp, Sayın Erbakan'dan özür dilemeyi görev
bileceğim. Acaba, Sayın Erbakan "ben, siyasette, çok rahat,
hakikatin dışında söz ederim; bütçenin denk olduğu
yolundaki beyanımı da böyle değerlendirin" diyecek midir?
Aziz kardeşlerim, bu bütçede, 100 liranın 54 lirası faiz
ve KİT açıklarına, 27 lirası maaş ve ücretlere, 11
lirası cari masraflara, 8 lirası da icraata, yatırıma
gidecek. Yani, 100 lirada 8 lira yatırım yapabilen bir bütçeyi, büyük
yatırım bütçesi diye takdim etmek, bu bütçeyi denk diye ifade etmek
mümkün değildir.
Şimdi, bırakın, sloganların beyninize vurduğu
kilitleri çözerek, hakikati görmeye çalışın; çok daha isabetli
bir yol tercih etmiş olursunuz.
Değerli arkadaşlarım, Sayın Başbakan, bu
Hükümeti kurarken, Parlamentoyla çok sıkı bir işbirliği
içersinde olacağını söyledi, Parlamentoya bilgi vereceğini
söyledi. Biraz önce, kendilerini burada gördüğüm zaman, doğrusu
memnun olmuştum; ama, üzülerek görüyorum ki, Meclisteki en önemli
oturumlara Başbakan katılmıyor, Başbakan Yardımcısı
katılmıyor ve gördüğünüz gibi, Bakanlar Kurulu
sıraları bomboş!
MİKAİL KORKMAZ (Kırıkkale) – Maliye Bakanı
burada.
AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) – Belki, vicdanlarında kabul ettikleri
hakikatin, bu kürsüde bizler tarafından sözlü hale getirilmesinden hicap
duydukları için gelmiyorlar; onları anlayışla
karşılıyorum.
Değerli arkadaşlarım, Kuzey Irak'ta çok önemli olaylar
cereyan etti. Bu olaylar sırasında, Hükümetten ısrarla bilgi
talep ettik, Anamuhalefet Partisi Genel Başkanvekili sıfatıyla
Başbakandan yaptığım müracaatların hiçbirisine cevap
alamadım; Sayın Cumhurbaşkanı bizi bilgilendirdiler.
Üzülerek huzurunuzda ifade ediyorum, bu Hükümetin bütün
dışpolitikası bir tezatlar yumağıdır.
Şahsiyetli dışpolitika, adil düzenin dışpolitika
anlayışı vesaire, açıkça görülmüştür ki,
hazırlıksız, tutarsız, Dışişleri
Bakanlığının bütün birikimini devredışı
yaparak birtakım maceralarla hükümet etme sanatıdır (!)
Değerli kardeşlerim, biz Anavatan Partisi olarak ve insan
olarak kendim, ömrümüzün her döneminde şahsiyetli
dışpolitikayı savunduk. Şahsiyetli dışpolitika
demek, ülkeyi maceraya sokmak demek değildir.
Sovyetler Birliği İmparatorluğunun
yıkılış olayına, ne yazık ki, Türkiye çok
hazırlıksız yakalanmıştır.
Kırkbeş sene NATO'nun yükünü taşıyan Türkiye, Avrupa
Birliğine alınmamıştır.
Türkiye, hiç şüphesiz ki, Avrupa Birliği
karşısında haklarını korumalıdır; ama, ne
hazin tecelli ki, Sayın Çiller'in Başbakanlığı
döneminde, gümrük birliği uğruna, bizim Anamuhalefet Partisi olarak o
yıllarda da yaptığımız bütün ikazlara rağmen,
Türkiye, gözü kapalı atlamış ve hele hele Kuzey
Kıbrıs'ın Avrupa Birliğine üyeliğine, Londra ve Zürih
Anlaşmalarının bize verdiği hakka rağmen, muhalefet
etmemiştir.
Sayın Demirel'in ve Sayın Denktaş'ın, Türk
Milletinin hislerine tercüman olarak, hiçbir suret ve şekilde, Türkiye'nin
ortak olmadığı, olamayacağı bir kuruluşa,
Kıbrıs'ın giremeyeceği yolundaki beyanlarının,
hepimizin ortak sesi halinde, bütün grupların ortak sesi halinde,
önümüzdeki günlerde, Türk ve dünya kamuoyuna, Parlamento kararı halinde
ifade edilmesinde sayısız faydalar görüyorum.
Değerli arkadaşlarım, NATO'nun sadık üyesi olmak,
Avrupa Birliğine müracaat etmek, Türkiye'nin, Batı
karşısında, teslimiyetçi bir politika takip ettiği
manasına gelmez. Türkiye, hem komşularıyla hem
milletlerarası kuruluşlarla, bütün münasebetlerini şahsiyetli
bir çizgiye çekebilir; bu güçtedir, bu dirayettedir; yeter ki, Türkiye'yi
yönetenler bu şuurda olsunlar.
Sayın Erbakan'ın Uzakdoğu seyahati, Afrika seyahati gibi
unsurlar, önşartları hazırlanmadan, altyapısı
düşünülmeden yapılmış seyahatlerdir. Bu seyahatlerin
sonunda Sayın Erbakan bir basın toplantısı yaptı ve
bizlere de bir kitapçık gönderdi. O kitapçıkta, bu ülkelerle
yapılan anlaşmalar yok, somut ulaşılan neticeler yok. Ya ne
var? Bu ülkelerin coğrafyasıyla ilgili çok güzel bilgiler ve bu
ülkelere uçakla kaç saatte gidilip dönülebileceği yolunda malumat var.
Sayın Millî Eğitim Bakanımızın, Sayın
Erbakan'ın bu seyahat kitabını, ortaokullara yardımcı
doküman olarak tavsiye etmesinde sayısız fayda görüyorum (!) (ANAP
sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, şahsiyetli
dışpolitikayı dilinden bırakmayan Sayın Erbakan,
Başbakan olarak "Kuzey Irak'ta bir güvenlik şeridi
oluşturacağız" demiştir. Bu şerit,
Erbakan'ın dilinde kalmış, Hükümetin elinde kalmış,
Kuzey Irak, ne yazık ki, bugün, Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhindeki
güçlerin kontrolüne terk edilmiştir. Bütün bunlar neyi gösteriyor; bütün
bunlar, Türkiye'de devlet olmanın ciddî bir iş olduğunu
gösteriyor.
Sayın Erbakan, her vesileyle, yaptığı işlerin
kendisinden önce asla ele alınmadığı havasını
veriyor. Anavatan Partisi İktidarından, önceki -1983'ten önceki-
hükümetler, İslam ülkeleriyle münasebetleri geliştirmeye büyük önem
vermişlerdir. İslam Konferansının ilk toplantısını
yapan insanlardan birisi benim; bakan sıfatıyla bulundum, daha önce
müsteşar sıfatıyla sekreteryasını
hazırladım.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bütün
buralarla çok ciddî münasebetlere girmiştir. Sayın Erbakan'ın
görmediği ve görmek istediği acı gerçek şudur: Bugün dünya
üzerinde 52 İslam devleti var; bunlardan ne yazık ki, 45'i
sanayileşmiş ülkelerin menfaatları uğruna kendi
halklarını ezen, kendi halklarının menfaatlarını
gözetmeyen yönetimlerin elindedir.
Şimdi, Sayın Erbakan'a tavsiyem; dünyadaki tekelci,-
monopolist- kapitalist sermayenin dünya düzenindeki gücünü tahlil ve tetkik
buyurmasıdır. Kendisinin Gümüş Motoru yaparken sarf ettiği
zamanın, yeterli bir biçimde ekonomi tetkiklerine zaman
ayırmasına fırsat vermediğini çok iyi biliyorum; eğer,
o zaman içerisinde ciddî bir ekonomik tedbir dizisine ulaşabilmiş
olsalardı, “Adil Düzen” adını taşıyan bu belgeler,
sadece laf kalabalığından ibaret olmaz, çok ciddî
araştırmaların ürünleri halinde kamuoyuna takdim edilebilirdi.
Değerli arkadaşlarım, Sayın Erbakan şu
gerçeği görmelidir; sermayenin din ve imanı, menfaatından
ibarettir. Kapitalist, monopolist sermayeyle birleşmiş olan bu
Müslüman kardeşimiz memleketler, Bosna-Hersek'te 200 bin insan
katledilirken, petrol vanalarını 48 saat kapatabilselerdi, Bosna'da o
insanlar katledilmezdi. Ayrıca, bu Müslüman memleketler arasında ne
yazık ki, bir ittifak da yoktur. Güney Kıbrıs'ı ihya eden
bunlardır; Yunanistan ile bu 47 memleketin veya 52 memleketin ticaret ve
iş hacmi Türkiye'nin 10 katından fazladır.
Şimdi soruyorum: Neden, bir tek Müslüman memleket Kuzey
Kıbrıs Türk Devletini tanımamıştır? O zaman
bizim, çok ciddî bir biçimde düşünmemiz lazım. Cumhuriyeti kuranlar,
Osmanlının aydınlarıydı, Cumhuriyetin
paşalarını, Osmanlı devleti yetiştirmişti. Onlar,
acaba, Cumhuriyetin ilk döneminde, neden komşumuz Müslüman memleketlerle
soğuk bir çizgiyi takip ettiler? Bu konunun meraklılarına 1914
yılları civarındaki tarihî belgeleri okumalarını ve
Lawrence'ın altınlarıyla Anadolu evlatlarının karnına
bıçak sokup, altın arayanların ihanetini incelemelerini tavsiye
ediyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, bu Müslüman kardeşlerimizden
birisi de güneyimizdedir. Yunanistan ile anlaşma yapmış,
Ermenistan ile anlaşma imzalamış ve Türkiye'yi çembere alan bir
askerî anlaşmalar dizisini Ermenistan, Yunanistan ve diğer
müttefiklerine de yayma gayreti içerisine girmiştir. Bugün, Türkiye'deki
terörün arkasında da, adı Müslüman olan bu memleketin gizli hedefleri
yatmaktadır ve Türkiye, âdeta, teröristler eliyle devamlı bir biçimde
kan kaybına mahkûm edilmiştir. Hiç şüphesiz ki, Türkiye bunu
aşacaktır, Türkiye bunu aşmalıdır; Türkiye'nin bunu
aşacak gücü ve Türkiye'ye bu zaferi sağlayacak sivil ve asker
kadroları hamd olsun hayattadır ve hayatta olmaya devam edecektir.
(ANAP sıralarından alkışlar)
Sayın Başbakanım, teşrifiniz beni ziyadesiyle memnun
etti. Getirmiş olduğunuz bütçenin ekonomik raporu burada. Zatı
âlinizin imzasıyla Bakanlar Kurulu olarak Meclise sevk edilen bu bütçeyle
ilgili Resmî Gazetenin 9 Kasım 1996 tarihli 22812 sayılı
nüshasında yer alan program da burada. Üzülerek huzurunuzda ifade
ediyorum: Bu programı, Refah Partili milletvekili
arkadaşlarımın ciddiyetle okumasını kendilerinden
istirham ediyorum. Bu program, bu bütçeyi delik deşik ediyor ve siz bu
programla -otuz yıldır içerinizde davanıza hizmet eden
arkadaşlarınız var- başta Sayın Erbakan,
bitişinizi ilan ediyorsunuz. 30 yıl boyunca, Sayın Erbakan
değil miydi "Avrupa Birliğine girersek, Avrupa Topluluğuna
girersek Bayrağımızın üstüne haç konacak" diyen; evet,
Sayın Erbakan'dı. Sayın Erbakan, programın 56 ncı
sayfasında, büyük dönüşünü yapıyor ve Avrupa Birliğini çok
güzel bir biçimde savunuyor.
Değerli arkadaşlarım, daha ilerisi var; Refah Partisinin
bugünkü Maliye Bakanı, bizim Hükümetin bütçesini tenkit ederken
"bunlar, özelleştirme yoluyla milletin bütün birikimini satacaklar ve
ne yazık ki memleket, faizci politikaları ancak bu birikimi satarak
kapatacak" diyor. Aziz arkadaşlarım, bu programın her
sayfasında bu satıştan bahis var.
Refah Partisi, ömür boyu, doğum kontrolüne karşı oldu ve
bunu gelişmiş, kapitalist ülkelerin, Siyonizmin, Türk Milletini
bitirmesi planı olarak ilan etti. Aziz arkadaşlarım, bu
programın 25 inci, 28 inci ve 29 uncu sayfalarında "ulusal bir
plan halinde, kısırlaştırmanın Türkiye'de
uygulanacağı” yazılı. Şimdi, ya siz söylediklerinizi
unuttunuz, ya birtakım dokümanları okumadan imzalıyorsunuz.
Değerli arkadaşlarım, denk bütçenin
olmadığını, bu bütçenin 2,5 katrilyon açık
vereceğini program söylüyor. Kaynak paketlerinden gelenlerin ne
olduğu, programın 164 üncü sayfasında yazılı.
Değerli arkadaşlar, denk bütçe, geliri ve gideri birbirine
denk olan, eşit olan bütçeye denir. Bunu istememek mümkün mü; bunu hepimiz
istiyoruz; ama, aramızdaki fark şu: Biz, bütçeyi Yüce Meclisin
huzuruna getirdiğimiz zaman, biz de PTT'nin, Telekom'un
satışını düşünüyorduk, Hükümet Programımızda
da vardı; ama, bundan bahsetmedik. Bir 5 milyar dolar gelir
sağlayacağımızdan, asla bütçemizde bahsetmedik. Niye
bahsetmedik; çünkü, iki yıldan önce bu gelirin gelmesi mümkün
değildir. Şimdi, sayın Hükümet, Telekom'un satış
kanunu tasarısını getirecek, Telekom'un satış
tasarısını Meclisten geçirip, milletlerarası bir banker
şirketi bulacaklar, o banker şirketi Telekom'u inceleyecek,
Telekom'un hisselerini milletlerarası borsada kote edecek, Telekom
satılacak. En erken, Telekom gelirinin -bu 5 milyar doların- Türkiye
bütçesine girmesi 1998 yılıdır.
Şimdi siz, 1997'de, sanki bütçe uygulamaya girdiği gün bu para
elinizdeymiş gibi bundan bahsediyorsunuz. Bu, hayalciliktir; bu, kendinizi
ömür boyu aldattığınız hayallerinize bir yenisini
eklemenizdir; ama, ne olur, milletin size olan, bize olan, Meclise olan,
Devlete olan güven duygusunu daha fazla yıkmayın ve yaralamayın.
Çünkü, bu bütçenin, sizin adil düzen dokümanlarınızla, ömür boyu
verdiğiniz mücadeleyle çatışan yeri, sadece nüfus ve aile
planlaması değil, sadece Avrupa Birliği ile ilişkiler
değil, sadece gümrük birliğiyle ilgili her türlü işin
yapılacağı yolundaki beyanlar değil, aynı zamanda ve
daha acı bir biçimde özelleştirmenin avukatlığını
yüklenmiş olmanız. Dün, muhalefette iken, bunu, millî birikimin
satılması olarak değerlendiren sizler, ne yazık ki, Hükümet
olduktan sonra, bu iddianızdan dönüyor, olan olmayan her şeyi
satacağınızı beyan ediyorsunuz.
Aziz arkadaşlarım, program, tamamı tamamına dikkatle
incelendiğinde, bu konuda, çok acı bir tabloyla
karşılaşıyorsunuz. Bütçenin bir prensibi var; her bütçe
kendi çıktığı zamanki kanunlarla, kendi
çıktığı zamanki mevzuatla gelir sağlar. Eğer bir
bütçe, muhtemel kanunları ve o muhtemel kanunların
sağlayacağı geliri hedef alıyorsa ve bunu da programda
açıkça ifade ediyorsa, buna, denk bütçe denmez, buna, denk olduğu
iddia edilen bir yalan bütçe denir.
Değerli arkadaşlarım, bu kaynak paketleri çok
konuşuldu ve çok ifade edildi. Ben, sadece bir noktaya temas
edeceğim: İkinci kaynak paketinde yer alan, Bağ-Kur
sigortalılarına, bulundukları basamakları 12 basamağa
kadar artırabilme imkânı veren düzenlemeden, Hazineye, 40 trilyon
lira gelir bekliyorsunuz; 1997 Programı, sayfa 177.
Şimdi, Sayın Erbakan, Sayın Başbakan, Sayın
bakanlar, sayın İktidar milletvekilleri, Bağ-Kur
esnafının 12 basamak yükseltebilmek için, fert başına, 750
milyon lirayı, siftah etmedikleri bu ticarî şartlarda nereden
bulacağını bekliyorlar.
Değerli arkadaşlarım, bütün bunlar
hazırlıksız Hükümet olmanın
acı sonuçlarıdır. Türkiye nüfusunun yüzde 50'si
tarımda, gayri safî millî hâsıladan yüzde 15 pay alıyor;
sanayide nüfusumuzun yüzde 16'sı var, gayri safî millî hâsıladan
yüzde 35 pay alıyor; hizmet sektöründe yüzde 34 nüfusumuz var, gayri safî
millî hâsıladan yüzde 50 pay alıyor.
Ve ne acı, dün, Sayın Başbakan
Yardımcısını televizyonda izliyorum; kendileri,
taşıdıkları ağır sorumluluğa rağmen,
biraz zaman ayırıp Türkçe öğrenme ihtiyacını
duymadıkları için, çay üreten çiftçiden "çaycı" diye
bahis buyuruyorlar, pancar üreten çiftçiden "pancarcı",
buğday üreten çiftçiden "buğdaycı" diye bahis
buyuruyorlar. (ANAP, DSP ve CHP sıralarından gülüşmeler)
Şimdi, aziz arkadaşlarım, yani bu milletin kaderine bakın;
bir yanda hayallere dayanan bir Başbakan, bir yanda Türkçeyi bilmeyen bir
Başbakan Yardımcısı; Allah, bize acısın!...
(ANAP, DSP ve CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Erbakan, doğuya gidiyor... Doğu Anadolu'ya,
muhalefet yıllarında neler vaat etti, neler vaat etti, neler vaat
etti... Güvenoylamasından önce diyor ki: "Artık, köylerinize
geri döneceksiniz; 17 trilyonluk bir fonu, hemen devreye sokuyorum."
Değerli milletvekillerim, şimdi, gelin durumu birlikte
değerlendirelim: Güvenlik sorununda azalma olmamış, hatta yer
yer artmıştır; Olağanüstü Hal Bölgesine, 17 trilyon lira
yerine 200 milyar lira para gönderilmiştir; istisnalar bir kenara
bırakılınca, geriye dönüş, fiyaskoyla
sonuçlanmıştır. Şimdi, buna, ciddîyet denilebilir mi; buna,
devlet adamlığı sorumluluğu denilebilir mi?! Hele,
Sayın Çiller'in, bir noel annesi gibi, torbasında hiç bitmeyen
ümitlerle doğuya, güneydoğuya gidip, halı tezgâhları,
hayvancılık kredileri, yarım kalmış projelerin
tamamlanması yolunda yaptığı vaatlerin hiçbirisi
bulunamamıştır.
Tabiî, bu konuda temel hedef, öncelikle, bu ülkede, insan hak ve
özgürlüklerinin teminat altına alınmasıdır, Türkiye'de
hukuk devletinin kurulmasıdır. Eğer, Türkiye'de hukuk devletini
kurabilmiş olsaydık, Türkiye, bugün şikâyetçi olduğu pek
çok konuyu yaşamayacaktı.
Sayın Erbakan, bizim bütçeyi tenkit buyuruyor ve bakın neler
diyor: "Bir defa, köylü borçlarını silmemiz lazım."
Güneydoğu Anadolu'ya ilk seyahatlerinde lütfettiler "köylü
borçlarını sileceğiz" dediler, Ziraat Bankası iflas
etti. "Faizi sileceğiz" dediler, hiçkimse para
yatırmıyor. Ee, şimdi, arkadaşlarım, köylü
borçlarını silme imkânı elinize geçti, neredesiniz Sayın
Erbakan?! Köylülere sübvansiyon yapmamız lazım; kilosuna 26 bin lira
verdiğimiz buğdayı satın almak üzere Ofise para vermeyip,
köylünün, buğdayını 15-16 bin liradan satması mecburiyetini
doğuran siz değil misiniz?! Orta Anadolu pancar çiftçisi -teslim
ettiği pancarın parasını almaktan geçtim- daha
pancarın söküm avansını alamadı.
Sonra, siz, "asgarî ücretten vergi almamamız lazım"
diyorsunuz; niye alıyorsunuz, elinizi kolunuzu bağlayan mı var?!
Zamanı gelecek almayacaksınız!.. Ee, bize gelince, bu zaman
hemen geliyor; size gelince, zaman hiç gelmiyor.
Değerli arkadaşlarım "memurun, zorunlu tasarruf ve
konut edindirme fonunda toplanmış paralarını da, taahhüt
edilen şekilde ödememiz lazım" diyor Sayın Erbakan,
muhalefet lideri olarak. Ee, şimdi Başbakansınız, memurun
zorunlu tasarrufu gitti!.. Hani, çocukken okuduğumuz bir tekerleme
vardı "su nerede; inek içti. İnek nerede; dağa gitti.
Dağ nerede; yandı, bitti, kül oldu." Memurun zorunlu tasarrufu
da yandı, bitti, kül oldu.
Sonra, siz "peşin verginin kaldırılması
lazım" diyorsunuz, 17 Nisan 1996 günü Millet Meclisi kürsüsünde
yaptığınız konuşmada. İşsizlik
sigortasının getirilmesi lazım. Hayat standardının
kaldırılması lazım. Peşin vergi, bugün,
avukatları, esnafı, tüccarı, herkesi perişan ediyor; ama,
hiç, bu konularda ciddî ve tutarlı bir neticeye gidemiyoruz. Hele hele
"siyaset ahlaktır, siyasette ahlakîlik şarttır"
dediniz. TEDAŞ ve TOFAŞ kayalarına ahlak
anlayışınız çarptı ve döküldünüz, perişan
oldunuz. (ANAP, DSP ve CHP sıralarından alkışlar) Sayın Çiller'in, devlete...
MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Şinasi beye de söylüyorsunuz
değil mi? Size hatırlatıyorum...
AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) – Kulağı ve vicdanı açık
herkese söylüyorum beyefendi. Kulağı ve vicdanı açık
herkese....
Değerli arkadaşlarım, TEDAŞ dosyasını,
TOFAŞ'ı, Refah Partili milletvekilleri -o, bugün, Adalet Bakanı
olan Sayın Şevket Kazan, 71 arkadaşıyla- getiriyor.
Sayın Şevket Kazan'ın satırlarından kan damlıyor.
Şimdi, Sayın Şevket Kazan, bakınız ne diyor Sayın
Çiller için:
MİKAİL KORKMAZ (Kırıkkale) – Dedikodu yapma Hocam.
AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) – Diyor ki "Londra borsasında
aynı hisseler 72 bin liradan satışa sunulmak suretiyle 1 trilyon
115 milyar liradan daha fazla Hazine zararına sebebiyet verilmiştir
ve ayrıca 575 bin 500 dolar devlet zarara sokulmuştur."
Şimdi benim hakkım değil midir buradan (ANAP
sıralarından "kim diyor, kim?" sesleri) Sayın
Şevket Kazan'a dönüp sormak: Sayın Kazan, siz, bu delilleri
yazılı hale getirip Sayın Çiller'i komisyona sevk ettikten sonra
hangi deliliniz boş çıktı da 8'e 7 oyla aklayabildiniz? Acaba
Adalet Bakanı olmanın bedeli bu paralarla mı ölçülüyor,
bunları affetmekle mi ölçülüyor? (ANAP, DSP ve CHP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar)
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Adalet Bakanının, dün, hakikat
olarak kamuoyuna açıkladığı, bir insanın şeref ve
haysiyetine vurulabilecek en ağır darbe olan "evinde ihale
zarflarını açmıştır ve devleti şu kadar zarara
uğratmıştır" iddiasından dönüp, çark etmesi,
Sayın Erbakan'ın, ne olursa olsun Başbakan olmasının
şartı mıdır?
HALİL ÇALIK (Kocaeli) – Müslümanlığa sığar
mı?
AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bir
mahkeme değildir bu; bu, bir komisyondur; ama şunu iyi bilmekte fayda
var. Bir mahkeme huzurunda beraat eden bir suçlu ile kendi kalbinde ve
diğerlerinin nazarında beraat eden bir suçlu arasında çok büyük
farklılık vardır. (ANAP sıralarından
alkışlar)
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Devam edecek misiniz Sayın Güner?
AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) – 5 dakika efendim.
BAŞKAN – Buyurun, devam edin efendim.
AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) – Değerli arkadaşlarım,
şurada da 1997 programıyla ilgili bütçe hedeflerine varabilmek için,
çıkarılması gereken 230 kadar hukukî ve kurumsal düzenleme var
programda. Bu düzenlemelerin 100'e yakını yeni kanun ve kanun
değişikliği. Şimdi anlıyor musunuz denk bütçeyi?
Aziz arkadaşlarım, merkez hücumun Sayın Erbakan'a, yan
kanadın Sayın Çiller'e ait olduğunu zannetmeyin. Sayın
Çiller'le ilgili söyleyeceğimiz çok meseleler var; ama bu 5 dakikayı
çok iyi kullanmak zorundayım.
Şimdi, Sayın Erbakan, siz, "Mücahit Erbakan" olarak
otuz yıl mücadele verdiniz, "Avrupa Birliğine hayır"
dediniz, "Gümrük Birliğine hayır" dediniz, "Avrupa
Birliğine girmek, al bayrağın üzerine haç koymaktır"
dediniz, karşı olduğunuz faizi yüzde 140'a
çıkardınız; "bizim 65 milyon Müslüman kardeşimize
saygımız sonsuz" dediniz, SSK imtihanıyla Hindistan'da
paryalara reva görülmeyen muameleyi, bu 100 bin işsiz insana siz
yaptınız. (ANAP ve DSP sıralarından "Bravo"
sesleri, alkışlar) Dövdünüz, copladınız, hor gördünüz,
hakir gördünüz. Bu insanları, kendi memleketlerinde, kendi illerinde
imtihana sokabilirdiniz...
NURETTİN AKTAŞ (Gaziantep) – O bize geçmişteki
iktidarlardan kaldı!
AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) – Hayır, oraya
yaptığınız imtihanı ÖSYM'ye yaptırabilirdiniz;
ama, o zaman, Refah Partili kadroları yerleştirmek mümkün
olmayacaktı. Bu işin kılıfı, bu insanlara
yaptığınız hakaret olmuştur. O sebeple...
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Sayın Güner, bu millete hiçbir zaman
hakaret etmedik, etmeyiz de...
CEMALETTİN LAFÇI (Amasya) – Biz de, sizi bir şey biliyor
sanırdık; ama, yanılmışız.
BAŞKAN – Devam edin Sayın Güner.
AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) – Değerli arkadaşlarım,
altı ay içerisinde, adil düzen adına, Sayın Erbakan'ın 30
yıldır iddia ettiği, mücahit Erbakan'ın elinde bayrak olan
bütün bu fikirler ve düşünceler, Başbakan Erbakan tarafından
toprağa gömülmüştür. (RP sıralarından gürültüler) Adil
düzen, artık, mücahit Erbakan'ın mezar kitabesinden ibarettir. (ANAP
ve DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
Şimdi, beni, iyi dinleyin; bu tahammülsüz... (RP
sıralarından gürültüler)
Sakin olun, sakin olun, daha neler duyacaksınız. Siz
değil miydiniz "mahalle mahalle rey almaya değil, Müslüman
saymaya geldik" diyen...
CEMALETTİN LAFÇI (Amasya) – Hiçbir zaman böyle söylemedik.
AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) – Müslümanlık bu mu?.. (RP
sıralarından gürültüler, ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)
Hırsızlıkları aklamak mı Müslümanlık,
hırsızları adliyeye teslim etmemek mi Müslümanlık. (RP
sıralarından gürültüler)
Değerli arkadaşlarım, bu İktidarın
diyaloğa şiddetle ihtiyacı var. Bu diyaloğu eğer
kurmazsanız, hakikatin önünde diz çöküp, vicdan muhasebesi yapıp
"Affet Allah, bizi affet" demezseniz, bu işin sonu
hüsrandır. (RP sıralarından gürültüler, ANAP ve DSP
sıralarından alkışlar)
Meclis araştırma komisyonlarının görevi, Demokrat
Parti dönemine olan reaksiyonla fevkalade
sınırlandırılmıştır. Bizim teklifimiz,
tutuklamanın dışında, sorgu hâkimlerinin sahip olduğu
bütün yetkilerin, bu komisyonlara tanınmasıdır.
Meclise verdiğimiz üç kanun teklifinin kabulünde bize
yardımcı olunuz. Yolsuzluklardaki müruruzaman süresini beş
yıldan on yıla çıkaran teklifimizi, iktidar oylarıyla
reddederken, yolsuzlukları teşvik ettiğiniz gibi bir kanaatin,
bazı çevrelerde doğmasını önleyemezsiniz.
Değerli arkadaşlarım, bugün, acı bir gerçekle
karşı karşıyayız: 1980'den sonra, devlete 800 binin
üzerinde memur alınmıştır; bunu
taşıyamıyoruz; Amerikan ekonomisi de taşıyamıyor.
Gelin, bu memleketi sağlıklı bir biçimde donatacak bir idarî
düzenlemeyi, taşraya yetkiyi vermeyi, ademi merkeziyete geçmeyi,
muhalefetle el ele vererek yapın. İdare ve personel roformunu yapmadan,
bu devleti döndürmeniz mümkün değildir.
Ekonomik ve Sosyal Konsey, çağdaş toplumların en önde
gelen, en verimli kurumudur; bunu, biz de yapamadık; ama, siz yapın;
İtalyan, Alman, Fransız Anayasalarında, bu var.
DYP-SHP Hükümeti döneminde, 1992'de sosyal devlet baba
anlayışıyla, genç emekliliğe, erken emekliliğe
kapı açtınız. Bu yıl, bütçede 574 trilyon lira sosyal
güvenlik kurumlarının açığını kapamaya gidiyor.
Bu yolun önüne durmanın çaresi de çalışma yaşını,
muhalefetle el ele vererek, makul bir seviyede yükseltmektir.
İnsan hakları ve demokratikleşme konusunda çok zaman
kaybediyoruz. Tekliflerinizi getirin, düşüncelerimizi söyleyelim ve
Türkiye'yi, milletlerarası forumlarda haksız yere taşlanan, hor
görülen, hakaret gören bir ülke olmaktan çıkaralım.
Biz, Anavatan Partisi olarak, ömür boyu itiraz ettiğiniz, namaz
arkadaşı ilan edip, fikir arkadaşı olduğunu
söyleyemediğiniz, kendinize rehber seçtiğinizi ve onun çok kötü
talebesi olduğunuzu bir türlü kabul etmediğiniz, merhum Özal'ın
ekonomik düşüncelerini kabul etmenizden ve onun çok kötü bir
uygulayıcısı olmanızdan elem ve üzüntü duyuyoruz.
ŞEREF MALKOÇ (Trabzon) – Sayın Yılmaz'a söyle...
CEMALETTİN LAFÇI (Amasya) – Kendinize söyleyin, kendinize...
AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) – Ama, size şunu söyleyeyim: Tenkite
tahammül ettiğiniz ölçüde hakikate ulaşacaksınız.
Allah'a şükür, benim sesim gür, savunduğum fikirler de sizi
temelden sarsacak kadar güçlü. (RP sıralarından
"Vay..Vay..." sesleri, alkışlar [!] )
Allah, bu vatanı açlıktan, yalandan ve düşmandan
kurtarsın diyorum, korusun diyorum; hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (ANAP sıralarından "Bravo" sesleri,
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Güner.
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Bir dakika Sayın Güner.
Sayın Taner, bir dakikanızı rica edeceğim.
Buyurun Sayın Kapusuz.
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Sayın konuşmacı,
ifadesinin bir yerinde "Şevket Kazan'ın yazısından ve
ifadesinden kan damlıyor" dedi. Böyle bir ifadenin zabıtlardan
çıkarılmasını ve konuşmacının bu sözü geri
almasını istiyorum, bu bir. (ANAP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Bir dakika dinleyelim efendim.
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – İkinci olarak, çok iyi biliyorlar
ki, koalisyon hükümetleri program ve protokollerle yönetilir. Bir siyasî
partinin programı müstakilen iktidarın .... (ANAP
sıralarından "böyle bir usul var mı" sesleri)
BAŞKAN – Bir dakika efendim... Olmasa söz vermem.
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Dolayısıyla, biz,
geçmişimize sahibiz. Hiçbir zaman geçmişimizin aleyhinde
bulunmadık, programımıza da sahibiz, bu Hükümetin Protokolüne de
sahibiz. Geçmişine sahip olmayanları bu millet çok iyi biliyor efendim.
(ANAP sıralarından gürültüler)
Arz eder, teşekkür ederim. (RP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Güner, arkadaşımızın ifade ettiği
zabıtlardan çıkarılma diye bir usul, Meclis
çalışmalarımız içerisinde mevcut değildir; bunu, bu vesileyle
bir kere daha hatırlatıyorum.
Sanıyorum, siz, o ifadeyi, edebiyatta kullanılan bir mecazî
ifade olarak kullandınız, öyle değil mi efendim?
AGÂH OKTAY GÜNER (Ankara) – Evet efendim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim, buyurun efendim.
İBRAHİM HALİL ÇELİK (Şanlıurfa) –
Sayın Başkan, Sayın Güner burada kürsüden fikirlerini kustu, ben
de edebî ifadeyle söyleyeyim.
BAŞKAN – Anlayamadım efendim.
İBRAHİM HALİL ÇELİK (Şanlıurfa) –
Sayın Güner de biraz önce âlim olan fikirlerini kürsüden kustu diyeyim,
edebî olarak.
BAŞKAN – Lütfen Sayın İbrahim Halil Çelik... Hem siz,
bugün, asayişi teminle görevli idare âmirisiniz. Bütün bu hususu unutup,
yerinizden de müzakerelere katılırsanız, bu müzakereleri
yürütmemiz hakikaten güç olur. Onun için, sizi itidale davet ediyorum.
İBRAHİM HALİL ÇELİK (Şanlıurfa) – Edebî
olarak söyledim Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Lütfen efendim... İstirham ediyorum...
Sayın Güner, tekrar teşekkür ederim efendim.
Anavatan Partisi Grubu adına, kalan süreyi kullanmak üzere,
İstanbul Milletvekili Sayın Güneş Taner; buyurun efendim. (ANAP
sıralarından alkışlar)
MİKAİL KORKMAZ (Kırıkkale) – No, no!..
BAŞKAN – Anlayamadım efendim... Anlayamadım, bir
sayın milletvekili bir ifadede bulundu ama... (ANAP sıralarından
"demek ki sayın değil" sesleri)
MİKAİL KORKMAZ (Kırıkkale) – “No, no dedim.”
BAŞKAN – Efendim?..
MİKAİL KORKMAZ (Kırıkkale) – "No" dedim.
BAŞKAN – Ne dediniz?..
MİKAİL KORKMAZ (Kırıkkale) – "No..."
BAŞKAN – Anlayamıyorum efendim...
MİKAİL KORKMAZ (Kırıkkale) – Sayın
Başkanım "no" dedim.
BAŞKAN – Ne demek o?
MİKAİL KORKMAZ (Kırıkkale) – "No"
kelimesini, İngilizce bilenler bilir.
BAŞKAN – Oturun; oturun lütfen yerinize. Burası İngiliz
Parlamentosu değil, Türk Parlamentosu; onu öğrenmediniz mi hâlâ?!.
(ANAP sıralarından alkışlar, RP sıralarından gürültüler)
Biraz ciddiyet lütfen!..
Devam edin Sayın Taner.
ANAP GRUBU ADINA GÜNEŞ TANER (İstanbul) – Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri...
MİKAİL KORKMAZ (Kırıkkale) – Eğer bir ülkede...
(ANAP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın milletvekili, tutumunuzda ısrar ederseniz,
size disiplin hükümlerini uygularım. (ANAP sıralarından
alkışlar)
Efendim, lütfen siz de sabırlı olun.
Devam edin Sayın Taner.
GÜNEŞ TANER (Devamla) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri...
MUHAMMET POLAT (Aydın) – Sayın Başkanım, bakın,
bir parlamenter arkadaşımız...
BAŞKAN – Söz vermedim size, lütfen oturun.
Sayın Taner, devam edin.
GÜNEŞ TANER (Devamla) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bizleri, bugün, televizyondan izleyen değerli
vatandaşlarım; hepinizin, birbirinize ve yakalayabildiğiniz,
sizi temsil eden milletvekillerine, her gün sorduğunuz bir suali, ben de,
buradan, Yüce Meclise soruyorum: Ne olacak bu memleketin hali?.. Şu hale
bakın!.. (DYP sıralarından "sen kendi haline bak"
sesleri) Ne olacak bu memleketin hali?!. (RP ve DYP sıralarından
gürültüler)
Ne var halinde değil mi, ne var memleketin halinde?..
İşte, siz, çıkın, bunu, sayın vatandaşlara sorun.
Onlar soruyorlar bize; biz de, onların temsilcisi olarak, Anayasanın,
demokrasinin bizlere vermiş olduğu bu güzel ortamda konuşup,
tartışıp, hep beraber iyiyi, doğruyu ve güzeli bulmaya
çalışıyoruz. Çalışıyoruz diyorum; ama, maalesef,
kusura bakmayın, sizler beş aydır iktidardasınız, ama,
daha iktidar olmayı öğrenememişsiniz. İktidar, icraattan
sorumludur. Oturduğu yerden, daha hatip konuşmaya başlamadan laf
atmak, hatibin ne dediğini dinlemeden karışmak... Bunlar, her
şeyden evvel ayıptır.
Onun için, ben, heyecanlanmadan, sinirlenmeden konuşmama rahat bir
şekilde başlamak istiyordum. Ben, demek istiyordum ki, Sayın
Başbakana teşekkür ederim... (ANAP sıralarından
"Çıkıyor, gidiyor" sesleri, gürültüler)
BAŞKAN – Efendim, lütfen... Lütfen...
GÜNEŞ TANER (Devamla) – Sabahleyin olan Askerî Şûra
toplantısını bir kenara bırakarak Yüce Meclisi
şereflendiren Sayın Başbakana tam teşekkür ederken,
Sayın Başbakan kalktı ve gitti. (ANAP ve DSP
sıralarından gülüşmeler) Şimdi, yani, ben teşekkürümü
geri mi alacağım... (ANAP ve DSP sıralarından
"Al..." sesleri) Hayır... Hayır efendim... Ben
teşekkürümü geri almayacağım; ben ona yine de teşekkür
ederim. (RP sıralarından "Sağ ol" sesleri) Çünkü,
biraz sonra, ben size Başbakan ve Başbakanlık hakkında
düşüncelerimi anlatacağım; bunun ne olduğunu izah
edeceğim.
Efendim, biraz evvelki konuşmalarda aklıma güzel bir hikâye
geldi. Malumu âliniz, karınca hazırlanmış, bir
yolculuğa çıkmak üzereymiş. Sormuşlar "hayrola, ne
yapıyorsun?" Demiş ki "niyet ettim, hacca
gideceğim." "Yahu, sen garip bir karıncasın, sen
nasıl gidersin hacca" demişler; "olsun" demiş
"niyet ettim ya..."
ÖMER EKİNCİ (Ankara) – Sen ne zaman gidiyorsun?..
GÜNEŞ TANER (Devamla) – Şimdi, efendim, hacca gitmeye niyet
etmekle, Sayın Hükümetin bu bütçeyi hazırlama niyeti arasında
büyük fark vardır; o manevî bir görevdir, bu hukukî bir görevdir. Siz, 65
milyon vatandaşın bugününü, yarınını "ne olacak
bu memleketin hali" dedirtmeyecek şekilde düzenlemekle görevlisiniz.
Hükümet ağlama yeri değildir; hükümet, çözüm yeridir.
ŞEREF MALKOÇ (Trabzon) – Siz ağlıyorsunuz!..
GÜNEŞ TANER (Devamla) – Eğer bunu bilmiyorsanız,
eğer bunu anlamıyorsanız, eğer bunu yapacak ehliyete sahip
değilseniz -ki, Kur'an-ı Kerim söylemiştir "işi, ehil
olanlara verin" diye- o zaman bırakın, buraya ehil olanlar
gelsin. (ANAP sıralarından alkışlar, RP
sıralarından gürültüler)
RAMAZAN YENİDEDE (Denizli) – Yanlış söylüyorsun;
Kur'an'da öyle bir şey yok; hadis o... Evvela, hadisi, ayeti öğren de
konuş.
GÜNEŞ TANER (Devamla) – Şimdi, gelelim, ne olacak memleketin
bu hali...
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biraz evvel,
konuşmaları sırasında Sayın Deniz Baykal'ı
dikkatle izliyordum; çok güzel tespitlerde bulundu. Birinci tespiti, Sayın
Erbakan'ın 41 tane balonunu, burada, hepinizin huzurunda anlattı.
Yalnız, tabiî, ben düşündüm -yani, kusura bakmasın ama-
Sayın Erbakan'ın ilk defa mı böyle balonları var;
Sayın Erbakan'ın bütün geçmiş hayatı balonlarla dolu.
Dolayısıyla, kendisini burada mazur görmek lazımdı.
Balonlarla, siz, çocukları kandırırsınız; oysa,
Sayın Erbakan, kalkıp, bu memleketi kandırmaya
çalışıyor. Kusura bakmasınlar; onun için, onu öyle bir
geçmek istiyorum.
İkinci konu; yine, Sayın Baykal, bütçeyi incelemiş, diyor
ki "Sayın Erbakan 'vergiler artmayacak' diyor." Efendim,
Sayın Erbakan bunu laf ola beri gele söylüyor. Bütçeyi inceler, 166
ncı sayfaya bakarsanız, 1997 senesi içerisinde vergileri bal gibi
artıracağı yazılı, bal gibi!.. Bu memlekette
ezilmiş olan bu vatandaşı daha fazla ezmenin yolunu, lafla
değil, fiiliyatla bu bütçede yapacaktır. Onun için, bu bütçe rakamları,
bu devletin kitapları yalan söylemez. Siyasetçiler işlerine göre
kıvırırlar; ama, devletin rakamları, maalesef ve maalesef,
doğruyu söyler; bugün söylediği gibi.
Son olarak şunu hatırlatmak istiyorum: Sayın Baykal, 1996
bütçesini çok güzel rakamlandırarak 1997 bütçesiyle bir kıyaslama
yaptı. Yalnız, tabiî, şunu unutmasınlar: 1996 bütçesinin
yarı ortağı da kendileridir. Sayın Tansu Çiller ile beraber
o bütçeyi hazırlamadılar mı! Onların
hazırladığı bütçeyi biz getirdik. O getirilen bütçe, zaten,
ilk dört ay içinde 400 trilyon lira borç verdi. Onun için, bakın, böyle,
gerilere fazla gidip, hesapları kurcalamayalım. Eğer,
hesapları kurcalamaya başlarsak, o taşların altından
neler çıkar neler! Bakın neler çıkar: Şimdi, bugün hükümet
eden iki partinin iki değerli ortağının geçmişine bir
bakalım; yani, birdenbire, dört ay evvel seçimler yapıldı da, bu
iki ortak birdenbire çıktılar da ilk defa mı Türkiye'de hükümet
ediyorlar?.. Daha evvel siyasî hayatları belli, icraatları belli...
Sayın Tansu Çiller, muhterem Bacınız, üç sene bu
memlekette Başbakanlık yaptı, bir senedir Bakanlık
yapıyor. Kendisi Başbakanlık yaparken, o günkü, o muhteşem
icraatları içerisinde önce SHP, sonra da CHP vardı; beraberce, bu
memleketi gayet güzel yönettiler. O kadar güzel yönettiler ki, ekonomi, patlaya
patlaya, dikiş tutturamaya tutturamaya bugünlere kadar geldi. Hangi
günlere geldi; önce şu ekonomiye bir bakalım; ne var yani bu
ekonomide; millete, ne olacak bu memleketin hali dedirtecek mesele nedir.
Dışborç 76 milyar dolara çıkmış.
FİKRET KARABEKMEZ (Malatya) – Sayenizde.
GÜNEŞ TANER (Devamla) – Sayemizde değil mi; bak, ben sana
söyleyeyim sevgili arkadaşım. Anavatan Partisi
bıraktığı zaman 51 milyar dolar, şimdi 76 milyar
dolar; söyle bakayım aradaki farkı kim getirmiş. ("Söyle,
söyle" sesleri.) Peki, içborcun 90 trilyonunu Anavatan Partisi
bırakmış, 3 katrilyona getirmişsiniz. Kim getirmiş...
KAHRAMAN EMMİOĞLU (Gaziantep) – Siz
başlattınız.
GÜNEŞ TANER (Devamla) – Efendim, “siz, biz” demeyin,
anlatıyorum ben size. Siz, on senedir bu lafları söylüyorsunuz. Hani
bu kürsülere çıkıp da "sizi gidi Batı taklitçileri
sizi" dediğiniz günleri unuttunuz mu; unutmadınız... O
zaman ben anlatayım size. Şimdi "sizi gidi Batı
taklitçileri" dediğiniz günlerde, bu dışborçlar çıktığı
zaman, içborçlar çıktığı zaman, hayat
pahalılığı, enflasyon çıktığı zaman,
Sayın Erbakan çıkıp bu kürsülerden "bu işleri yapan,
madalya alan şampiyonlar mareşali Sayın Tansu Çiller"
demedi mi; dedi. Ee, şimdi, Sayın Tansu Çiller ile bir araya gelmişler;
Bacı ile Hoca güzel bir Hükümet kurmuşlar, ne güzel yuvarlanıp
gidiyoruz. Ah şu muhalefet olmasaydı; değil mi; ah şu
muhalefet bu lafları söylemeseydi...
KAHRAMAN EMMİOĞLU (Gaziantep) – Hayır, hayır...
GÜNEŞ TANER (Devamla) – Siz bu lafları söylerken,
yarın bir gün, bu lafların size döneceğini ve
sorulacağını hiç ümit etmediniz mi? Yani, siz
çıkacaksınız, burada on sene "bu memleket faiz altında
inliyor faiz haramdır" diyeceksiniz. Sonra,
yaptığınız ilk bütçede faizleri katmerli katmerli
çıkaracaksınız; yüzde 100'den yüzde 110'a, yüzde 120'ye, yüzde 140’a çıkacaksınız. Ha,
milleti kandırmak için, faizin adını kaynak gösterip,
yurtdışında oturanlara “ilave para getirin, ben size, yüzde 5
olan mark faizine yüzde 10 vereyim; yüzde 6 olan, yüzde 5,5 olan dolar faizine
yüzde 10 vereyim” derken, bu faizin, faiz olduğunu bilmiyor musunuz siz;
bal gibi biliyorsunuz; ama, bakın, Batı taklitçileri, sizi gidi
Batı taklitçileri sizi (ANAP sıralarından alkışlar)
Hükümet olunca Versage kravat, Cartier gözlük takmakla bu memlekette böyle
hükümet idare edilmez. Siz, inandığınız, bildiğiniz,
iddia ettiklerinizi yıkmakla değil, yapmakla yükümlüsünüz...
ÖMER EKİNCİ (Ankara) – Yapacağız.
GÜNEŞ TANER (Devamla) – Kalkıp kötüyü taklit ederek,
yanlışın daha da fazlasını yaparak, bu memleketi ve bu
memleketin insanlarını ezmeye kalkarsanız, altında
kalırsınız, altında!.. (RP sıralarından
gürültüler)
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; şimdi,
bakın, onlar oradan konuşuyorlar. Ben size arz edeyim. Hayat
pahalılığı, enflasyonu, dört ay evvel 76'da
bırakmışız; dört ay geçmiş 86 olmuş. Ee, peki,
bunun sahibi kim? "Bunun sahibi bu eski hükümetler" diyeceksiniz.
Yahu, peki, sizin Genel Başkanınız Sayın Erbakan'ın
bakın burada ne güzel lafları var. 1994 senesinde Meclis
konuşmaları sırasında ortağı Sayın Tansu
Çiller'e diyor ki "bütün bunları yaptıktan sonra üç sene
geçecek, hâlâ yılların birikimi diyeceksiniz; bunu söyleyemezsiniz;
bu mümkün değil." Hangisi doğru, o gün söylediği mi, bugün
söylediği mi doğru? Bakın, beyler, Hükümet ağlama yeri
değildir. Dün yapılanlar eğer eksikse, siz eksiği
tamamlayacaksınız ve eğer, dün yapılanlar yetmiyorsa, siz
yetirmeye çalışacaksınız; eğer, vatandaşın
iki yakası bir araya gelmiyorsa, onu bir araya getireceksiniz.
AHMET DERİN (Kütahya) – Doğru, tabiî ki öyle.
GÜNEŞ TANER (Devamla) – Doğru. Nasıl getireceksiniz; bu
bütçeden memura verdiğiniz yeni zamlarla getireceksiniz.
KAHRAMAN EMMİOĞLU (Gaziantep) – Ee, dört ay...
GÜNEŞ TANER (Devamla) – Hayır dört ayı geçtim; hadi
bıraktım dört ayı; şimdi, geldim 1997 senesine...
KAHRAMAN EMMİOĞLU (Gaziantep) – Tamam. Bir sene sonra
görüşürüz; doğru da olabilir, yanlış da.
GÜNEŞ TANER (Devamla) – Bakın, ben size bir şey
anlatayım. Sayın milletvekilleri, 1991 senesinde Anavatan Partisi
İktidardayken devlette 1 milyon 270 bin civarında memur vardı.
Biz, bu memura, o günkü dolar kurundan yaklaşık 13 milyar dolar
maaş veriyorduk; yani -şurada rakamlarıma bakayım,
yanlış söylememeyim size- o günkü rakamlarla memurun eline ayda
yaklaşık 850 dolar civarında para geçiyordu, sene 1991. Şimdi
geliyoruz sene 1996'ya; memur sayısı 1 milyon 900 bine
çıkmış; yüzde 50 artmış; daha fazla memur
almışlar. Peki, bütçe içerisinde memura ödenen para ne 96'da: Dolar
bazında 11,9 milyar dolar; yani, daha aşağı
düşmüş; memur sayısı yüzde 50 artmış; ama, memura
ödenen para düşmüş. Peki, memurun eline ne geçiyor; memurun eline 521
dolar geçiyor. Peki, sizi gidi Batı
taklitçileri sizi; siz bundan aşağı mı
kalacaksınız, yıllar yılı düşürülen, sizin
ortağınızın düşürdüğü, memuru perişan
ettiği ortamın, siz, üstüne mi çıkaracaksınız;
hayır. Batı taklitçiliği nasıl olur. Onun
yaptığından daha kötüsünü yaparak.
İşte, bu bütçe içerisinde sizin getirdiğiniz rakamlara
bakalım -Sayın Maliye Bakanı burada; düzeltsin- 11,17 milyar
dolar verecekler memura. Eğer, bu 1 milyon 900 bin memur, yani, 1 tane
yeni memur almazsanız -ki, tahmin ediyorum, geçen kanunla, siz, 200 bin
civarında yeni memur alacaksınız- bile, o günkü kurla memurun
maaşı 508 dolara düşüyor 521 dolardan; ya 200 bin memur
alırsanız, memurun eline 423 dolar maaş geçecek. Memuru
ezdirmenin bundan daha iyi Batı taklitçiliği olur mu?
Peki, burada, oturdum, ben bir hesap yaptım, bu memur nasıl
geçiniyor diye. Şimdi, 25 milyon lira alan bir memuru alalım;
isterseniz 30 milyon lira alan bir memuru alalım; bir polisi alalım:
3 tane ekmek alır mı eve günde; almaya çalışır... Kaç
paradan alır ekmeği; bulabilirse, sizin iddianız olan 15 bin
liradan alır; 15 bin liradan eder ayda 1 milyon 350 bin lira ekmek için.
Bir gazete 60 bin lira. Bir gazete alsa -memurunuz gazete okumayacak mı? Ama,
siz, tabiî, basına karşı olduğunuz için, basına sansür
uyguladığınız için, keşke bunlar gazete de
okumasın dersiniz; ama, okuyacak vatandaş- 1 milyon 800 bin lira da
bu tutar.
KAHRAMAN EMMİOĞLU (Gaziantep) – Ne ayıp... Ne
ayıp...
GÜNEŞ TANER (Devamla) – Şimdi, 1 tane tüpgaz almayacak mı
ayda, 590 bin lira; 2 kilogram sıvıyağ almayacak mı, 300
bin lira; peki, bir ay boyunca 2 kilo beyazpeynir yemeyecek mi, 700 bin lira; 2
kilo şeker 140 bin lira, 2 kilo un 100 bin lira, 2 kilogram et 1 milyon
lira -ha, dersiniz ki, et fazla; et yemesin; ona bir şey demem- 2 kilogram
pirinç alsın 200 bin lira, 4 paket margarin alsın 160 bin lira, 10
tane de yumurta alsın 80 bin lira. Ee, işine gidecek, otobüs bileti
alacak...
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Yayan gitsin.
GÜNEŞ TANER (Devamla) – Şimdi, ısınacak, kömürünü
alacak; kömür masrafı da ayda 6 milyon 800 bin lira tutuyor.
Topluyorsunuz, alt alta koyuyorsunuz, memur aldığı paranın
15 milyon lirasını böyle harcadı. Şimdi, bakın bu
memura: Nerede oturuyor; kirada oturuyor. 10 milyon lirasını kiraya
verir mi bu adamcağız; verecek. Ee, parası bitti. Şimdi, bu
zavallı memur -emekliye daha gelmedim- meyve, sebze yemedi, elektrik, su
parasını da vermedi, süt, yoğurt yok... (DSP
sıralarından "Telefon yok" sesleri) Telefon yok. Telefon
nerede memura. Adam bunların altında ezilir gider. Hani, şöyle
dost akrabaya gitmek için de, seyahat için de, otobüse binmek için de para yok;
çocuğuna defter yok, kalem yok... İşte, sizin, memura reva
gördüğünüz, hak gördüğünüz adil düzenin hediyesi bu. Şimdi,
geldiniz, hükümet oldunuz. Değiştirin bunu!
ÖMER EKİNCİ (Ankara) – Değiştirdik.
GÜNEŞ TANER (Devamla) – Nasıl değiştirdiniz? Size
gösterdim; 97 bütçesine koyduğunuz parayı gösterdim. 97 bütçesinden
memurun alacağı para, bugünkü parayla, bundan da
aşağı.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; şimdi, bu
şartlarla biraz da bütçeyi konuşalım, şu bütçenin ne
durumda olduğuna bakalım; nasıl dengelenmiş, nasıl
denk bütçe olmuş. Şimdi, ne demiştik size? Bu ortaklardan bir
tanesini gayet iyi tanıyorsunuz. Hani, iki anahtarla
başlamıştı işe; arkasından, UDİDEM
demişti, hani cekler, caklar... Bir beyaz sayfa açmıştı,
kararmıştı; arkasından, her bahar PKK'nın belini
kırmıştı. Sonra, bunlarla da bitmedi, seçimler sırasında
çıktı "Ey Türkiye! Sizi büyük bir tehlike bekliyor, Refah
tehlikesi. O Refahı ben durdurum. Haydi Türkiyem İleri" dedi.
Refahı durdurdu Allah için... Refahla beraber hükümet sıralarına
geldi, Refahla beraber hükümet etmeye çalışıyor. Üç
yılın Başbakanı, kimseleri layık görmeyen, kimseleri
kendisine muhatap almayan Sayın Başbakan, Başbakan
Yardımcılığı konumunda, bir destek olarak, bir koltuk
değneği olarak Refah Partisini iktidara getirdi.
Şimdi, iktidar, koltuk hırsı, Türkiye'yi bir yerden bir
yere götürdü. Bundan dörtbeş sene evvel Türkiye konuşulurdu bütün
dünyada. Adriyatik'ten Çin Seddine emsal verilirdi Türkiye. Hiç
konuşuluyor mu; yok; hiç kimse bahsetmiyor. Ortadoğu’nun ağabeyi
olarak görülürdü Türkiye; Avrupa olsun, Amerika olsun Türkiye'ye
danışırdı. Şimdi bırakın onu, Amerika'nın,
Avrupa'nın üvey evladı oldu Türkiye. Kimse telefonu açıp hal
hatır bile sormuyor.
Dış itibarımız sıfırlandı,
dış ekonomik itibarımız bitti. Avrupa piyasaları,
Amerikan finans piyasaları, Japon finans piyasaları Türkiye'ye
kapandı, kilitlendi. İtibarımız o kadar kötü ki, Dublin'de
yapılacak olan, Türkiye'yi çağırdıkları Avrupa
Birliğinin yemeğine Sayın Başbakan icabet etmiyor diye,
Sayın Tansu Çiller'le yememek için, Kohl ve Chirac katılma lütfunda
bulunmuyor. Bu, Sayın Tansu Çiller'e değil, Türkiye'ye yapılan
bir hakarettir. Bu, Türkiye'nin nereye geldiğini gösteren bir şeydir.
Şimdi, Sayın Hocayı unuttuysanız
hatırlatayım size; yani, zaman değişiyor; ama, insanlar
fazla değişmiyor. Hani, kadayıfın üzerini
kızartıp altının kızarmasını bekleyen
Hocamız var ya... Hani, 100 bin tank, 100 bin uçak yapan Hocamız var
ya... Hani, otomobil yapıp da Türk otomobilini yürütemeyen Hocamız
var ya... Hani, şu vita tenekelerine temeller atıp da o temelleri
Türkiye'nin her tarafında dolaştırıp, trilyonluk
yatırımlar yapan Hocamız var ya... İşte, Sayın
Hocamız, Bacımızla bir araya geldiler, şimdi, bu Hükümeti
kendilerince yönetmek istiyorlar.
Şimdi, iktidar olmayı bazı arkadaşlar
anlamamışlar. Bugün, Sayın Ergezen, konuşması
sırasında dedi ki: "Sayın Erbakan Başbakan olamaz
deniyordu, işte oldu." Hatırlayacaksınız, ben,
defalarca televizyonlara çıktım, Sayın Erbakan Başbakan
olamaz dedim; doğru, bunu söyledim. Ben, hiçbir zaman “Sayın Erbakan,
başbakan koltuğuna oturamaz” demedim; başbakan olmakla,
başbakan koltuğuna oturmak çok farklı şeylerdir sayın
milletvekilleri.(ANAP sıralarından alkışlar) Başbakan,
devlet gemisinin kaptanıdır; görevi, milletin menfaatı
uğruna, gemiyi batırmadan, kayalara çaptırmadan, bir limandan
bir limana götürmektir.
ABDULLAH ÖRNEK (Yozgat) – Siz batırmışsınız;
biz kurtaracağız.
GÜNEŞ TANER (Devamla) – Oysa, bu kaptan, geminin dümenini
bilmediği için, ehil olmadığı için, doğru
kayalıklara çevirmiş, Türkiye'yi götürüyor.
ABDULKADİR ÖNCEL (Şanlıurfa) – Millet takdir ediyor.
GÜNEŞ TANER (Devamla) – Millet takdir ediyor; bak, nasıl
takdir ediyor göreceksin.
Şimdi, insanları kandırmanın yolu vardır.
İnsanları her zaman kandıramazsınız, bazı
insanları kandırırsınız; ama, her insanı, her
zaman kandıramazsınız...
Şimdi, denk bütçe adı altında, geliyorsunuz, burada bir
rakamlar manzumesi sunuyorsunuz. Deniz Bey söyledi: “İşte, dolar
bazında bütçe, Türkiye'nin içine sığmayacağı bir
bütçe.” Biz, oturduk, bu bütçeyi bir inceledik, bakalım nasıl bu
bütçe denk olmuş?
Şimdi, ne yapıyorsunuz; bir kere, personele geçen seneden daha
az maaş veriyorsunuz, oradan bir tasarrufunuz var. Yatırımlar?..
Yatırımları da yapmıyorsunuz, yüzde 8
yatırımı yapsan ne olur yapmasan ne olur. Ha, geriye ne
kaldı; vergi. Vergileri alalım; nasıl alalım? Şimdi,
bütçenin gelirler kısmı basittir "vergiler" vardır,
artı "diğerler" vardır. Özelleştirme
çıkıp da moda olunca, diğerlerin adı özelleştirme
oldu.
Şimdi, Sayın Hükümet, bu "diğerler" kalemine
rakam koymuş, nasıl koymuş bu rakamı? Önce, devletin
giderlerini almış, sonra devletin gelirlerini almış,
ikisini çıkardığı zaman -normalde bu borçlanmadır- bu
borçlanma kısmını denk yapacağım diye, gitmiş, bu
miktarı vergilerle özelleştirme arasında yedirmiş;
özelleştirme gelirini çıkarmış, biraz da vergileri
artırmış; dolayısıyla olmuş size bir denk
bütçe... Aman ne kadar güzel(!)
Peki, bu denk bütçe içinde hâlâ dışborç yok mu? Bu denk bütçe
içinde hâlâ bugün 3 katrilyon, seneye 7 katrilyon olacak borç yok mu? Var. (RP
sıralarından "olacak o kadar" sesleri)
Olacak o kadar; tabiî_
Şimdi, bakın ne var; bir de, bunun içinde varsayımlar
var. Şimdi, sizin bu varsayımlarınızla doları
hesaplamışsınız, bir rakam; daha şimdiden o rakama
yaklaşıyor; faizleri hesaplamışsınız, bir rakam;
o faizler de artacak. Sadece dolardaki fark 20 puan olsa, 40 puan da faizlerden
fark gelse, 1,5 katrilyonluk açık verirsiniz, bütün özelleştirmeyi
yaptığınızı kabul etsek bile, bütün vergileri
topladığınızı kabul etsek bile.
Şimdi, demek ki, bunlarla olmayacak. Ne lazım buraya; bize,
bir kaynak paketi lazım; birtakım hayalî şeyler lazım. Onun
üzerine, bütçeden evvel, Sayın Başbakan bir basın toplantısı
yaptı; çıktı, vatandaşa ikibuçuk saat anlattı;
yanında da Başbakan Yardımcısı hiç gık demeden
dinleyerek. Şimdi, ben dinliyorum; 10 milyar dolar kaynak, o oldu 20
milyar dolar, tutamadı 30 milyar dolar, tutamadı 50 milyar dolar;
Allah'tan, 70 milyar dolarda kaynak paketi durdu.
Şimdi, oturdum, 70 milyar dolara şöyle bir baktım; ne var
bu 70 milyar doların içerisinde: Birincisi, Türkiye'nin görüp
görebileceği en büyük hayalî kaçakçılık yatıyor.
Anlamadınız değil mi; izah edeyim, arz edeyim:
Yıllardır, Türkiye, hayalî kaçakçılıkla
uğraştı durdu; birileri parayı götürdü; az götürdü, çok
götürdü, şöyle götürdü... Şimdi, siz, kalkıyorsunuz, diyorsunuz
ki, Laleli'de bizim çok büyük ticaret yapan, ihracat yapan esnafımız
var; biz, bu esnafı, ülkelerin daha evvel yaptığı
şekilde değil, başka bir şekilde değerlendirelim;
getirsin, döviz büfelerinden...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Devam edecek misiniz efendim?
GÜNEŞ TANER (Devamla) – Edeceğim efendim; müsaade ederseniz,
sataşmalara ayrılan zamanı da verirseniz...
BAŞKAN – Sizden önceki gruplara tanınan zaman nispetinde, size
de aynı zamanı tanıyoruz efendim; buyurun.
GÜNEŞ TANER (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Döviz büfelerinden, bankalardan aldığınız dövizleri,
getireceksiniz, bozduracaksınız; bununla gideceksiniz, KDV'yi mahsup
edeceksiniz; o KDV kadar kısmını, size kâr getirdiği için
içpiyasada satacaksınız. Ondan sonra, Türkiye, bir taraftan ihracat
yaptım diye, ihracat patlaması oldu diye kendi kendine
rakamlarını bozacak, diğer taraftan buradan ufak ufak
başlayarak millet havuduyla malı götürecek. Yapmayın,
yazıktır... Bu işi yapmak istiyorsanız, bu esnafı
teşvik etmek istiyorsanız, bunun yolu bu değildir. İşte,
taklit ettiğiniz Avrupa'da var bu, Fransa'da var, İngiltere'de var.
RAMAZAN YENİDEDE (Denizli) – Kendi
yaptıklarınızı anlatıyorsun.
GÜNEŞ TANER (Devamla) – Evet... Evet... Sizin
yaptıklarınızı anlatıyorum; biz bunları
yapmadık; biz bunları yapabilirdik... Siz, buradan, böyle elinizi
kadırmayın; bunlar olduğu zaman, yarın, bunun
hesabını ben sizden sorarım burada; kimler, hangi
yandaşlarınız, paraları nasıl götürdü diye... Mercümek
hesabına benzemez bu...
Bundan başka ne var; altın affı diye bir şey var.
Duydunuz mu, bu altın affı nasıl bir şey? Bizim
vatandaşımızın hali belli; eti belli butu belli,
aldığı altın belli, sünnette, düğünde takılan
takıları belli, üç beş kuruş parası kalırsa
onunla aldığı bileziği, cumhuriyet altını, ata
altını belli. Bundan başka hangi altını var bu
adamın? Böyle, kilo kilo, kaçak altın benim
vatandaşımın neresinde var? Ama, başkalarında var bu;
bu kaçak altınlar var. Şimdi, bu kaçak altınları,
eğer, siz getirip yüzde 6'yla affa koyarsanız, yarın öbür gün
birileri, kalkıp, size, servet beyanına baktığı zaman
" benim 150 kilo altınım vardı; bak, işte, beyan da
etmişim, ben şimdi trilyoner oldum" der.
Sayın milletvekilleri, bu vatandaşa bunun hesabını
veremezsiniz. Yapmayın!.. Bu, kaynak değildir; bu, milleti,
vatandaşı aldatmak değildir; bu, sisteme ihanettir.
Yapmayın!..
Başka ne var; bedelsiz araba gelsin... Ne kadar kolay değil
mi; hemen, 50 bin mark yatırın; iç piyasalardaki, bankalardaki
paranızı çekin, götürün Ziraat Bankasına yatırın,
ondan sonra... Aman, kaçacak, acele edin, 25 bin araba getirin. Peki, niye,
bugüne kadar sadece 3 binde kaldı; çünkü, millet, bunun hesap kitap
olmayacağını biliyor.
AHMET DERİN (Kütahya) – 7 bini geçti.
GÜNEŞ TANER (Devamla) – Bu, bazılarına, yine, üç beş
tane pahalı araba getirerek köşe dönmek için açılan yollardan
bir tanesi. Buradan da para gelmez.
Şimdi, gelelim en korkunç numaraya. Kaynak paketi diye bir havuz
yaptınız, bütün paraları bu havuza koyuyorsunuz; bu da yetmedi;
diyorsunuz ki bankalara, yurtdışında tuttuğunuz
mevduatı siz de buraya getirin... Getirsinler... O zaman ne olacak; sizin
serbest rezerv diye gösterdiğiniz, bankaların elindeki rezervler de
buraya gelince, sizin rezervlerinizde bir azalma olacak. Ne kadar olacak;
bunlar, buraya ne kadar para getirirlerse. Şimdi, ben bunu şey yapmak
istemiyorum; yani,ne kadar gelir veya
gelmez; ama, şunu arz etmek istiyorum: Bakın, Türkiye bir bıçak
sırtında yürümektedir; ödemeler dengesi, cari işlem dengesi iki
senedir arka arkaya, 5-6 milyar dolar açık vermektedir; sizin
hesaplarınıza göre seneye de 5,5 milyar dolar açık verecektir.
Rezervleriniz şu anda 27 milyar dolar, yurtdışında
yaşayan vatandaşların bankalara yatırdıkları para
24 milyar dolar; dışarıdan Dresdner Bankası kanalıyla
Türkiye'ye getirilen mevduat yaklaşık 12 milyar dolar. Siz, bunun
altından rezervleri çıkarırsanız, demek ki, Türkiye'nin
şu andaki rezervleri -Merkez Bankası ve bankalardaki rezervleri-
kendi vatandaşlarının yatırdığı döviz
mevduatını karşılayamayacak seviyede.Peki, 1997'de 11
milyar dolar dışborç ödeyeceksiniz...
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1997 senesinde,
Türkiye'yi bir döviz tehlikesi bekliyor. Bu bekleyen döviz tehlikesi
içerisinde, vatandaş korkup da, ver benim paramı dediği zaman
panik başlarsa, siz müdahale edebilir misiniz? Edemezsiniz. O zaman ne
olur; döviz fırlar çıkar. Döviz fırlayınca, arkasından
faiz fırlar çıkar. Bu ikisini tutmak için, aynen 1994'te olduğu
gibi, yine, vatandaşın, getirir beline vurursunuz, bugünkü parayla
330 trilyon lirayı bu sefer vatandaştan 1 katrilyon lira olarak
almaya kalkarsınız. Yazıktır, günahtır, etmeyin
eylemeyin!..
Bakın, biz, bu memleketi sekiz sene idare ettik,
alnımızın teriyle çıktık, burada
hesabımızı verdik. Bu memlekete yaptıklarımızdan
hep beraber faydalanıyoruz; yollardan geçiyoruz, telefonları
kullanıyoruz, televizyonları seyrediyoruz, bir yerden bir yere
geldik. Siz, bugün iktidardasınız, bir koltukta iki kişi
oturmaz. Gönül ister ki, siz bunun iyisini yapın, bizim
bıraktığımızdan daha iyisini yapın; ama, siz,
yaptığınız bu icraatla, yapacaklarınızla,
Türkiye'yi daha kötüye götüreceksiniz -ki, rakamlar bunu gösteriyor- ve bunun
altına girebilecek kabadayı çıkamaz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; vergi affı
diye bir şey çıkarıyorsunuz. Bakın, Türkiye'deki esnaf, bu
faizlerden korktuğu için vergisini gününde ödüyor; onun hiç
kaçağı maçağı yok. Peki, bu vergi affı nereden
çıkıyor?.. Kodamanların parası, kodamanlar vermiyor bu
parayı. Siz, şimdi bunlara vergi affı
çıkarırsanız, adam borcunun yarısını verecekse,
bunu gören, 1997 senesinde size vergisini yatırır mı; bekler
1998 senesini, bir vergi affı daha çıksın diye. Siz, verginin
toplanmaması için bir başka yol daha koyuyorsunuz.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sonunda şuna
getiriyorum bana kalan vakti bitirmeden evvel. Şimdi, bütün bunları,
Hoca, gayet iyi biliyor, bu hesapları gayet iyi yaptı; peki,
yaptı da, neden böyle bir bütçe getirdi, onu açıklayayım. Bu
rakamlar içerisinde, Türkiye'nin, ağustos ayından sonra
çıkamayacağını, ekonomik olarak, biliyor.
Dolayısıyla, Erbakan Hoca, 1997'nin haziran ayında bir erken
seçime hazırlanıyor. Bütün ümidi, o zaman içerisinde, memura para
verelim, çiftçiye para verelim...
Ha, bu arada çiftçi deyince aklıma geldi; biliyor musunuz, dün
akşam Mesut Beyle konuşuyorduk, o sırada televizyona Sayın
Başbakan Yardımcısı çıktı. Kendisine, işte
bu Susurluk musurluk hikâyelerini soruyorlar; "aman bana onları
sormayın, bana pamuğu sorun" dedi, ben de sordum pamuğu, pancarı; inanılır
gibi değil, bu insanların 25 trilyonluk alacakları para var.
Peki, siz, bu borcu ödemeden hâlâ borç alıyorsunuz da, pamuk üreticisine 11
trilyon, fındık üreticisine 11 trilyon, ayçiçeği üreticisine 2,5
trilyon takıp, bu bütçeyi burada
Meclisin önüne nasıl getiriyorsunuz?!. Elinsaf denir...
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Hocanın
hesabı, bu işte, takke düştü, kel göründü olmadan seçime gidip,
oylarını iki üç puan daha artırıp...
MEMDUH BÜYÜKKILIÇ (Kayseri) – Yenilen pehlivan güreşe
doymazmış.
GÜNEŞ TANER (Devamla) –...Doğru Yol Partisinin
oylarının da 10 civarında kalacağını
hesaplayarak, onun da eli mahkûm, benimle bundan sonra ortaklık kurar,
sene sonunda ona başbakanlığı devretmem diye bir
hesaptır. Benden size söylemesi, siz hesabınızı buna göre
görün.
Bu bütçe hayalî bütçedir. Bu bütçenin arkasında, Türkiye'yi 1997
senesinde alelacele seçimlere götürüp, bu işin foyası çıkmadan,
bu işten kaçmanın yolunu aramak vardır.
Eee, Başbakan olmak kolay değil; ama, inanın
Başbakanlık koltuğuna oturmak çok kolay; kırmızı
plakalı arabaya binersiniz, uçaklarla Edremit'e, Antalya'ya gidersiniz
"beş boynuzlu" dediğiniz beş yıldızlı
otellerde zevkü sefayı sürersiniz, yurtdışı gezilerinden
aldığınız hazlardan doymadan birini bırakıp
öbürüne gidersiniz, ondan sonra vatandaşı da burada
bırakırsınız... Kendisi burada...
MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Ayıp oluyor...
İRFETTİN AKAR (Muğla) – Geçmişte yaptıklarını
söylüyorsun galiba burada...
GÜNEŞ TANER (Devamla) – Ben ne yapmışım
geçmişte?!.. (DYP sıralarından gürültüler)
Bak şimdi, böyle yuvarlak laflar söyleme. Güneş Taner bir
şey yaptıysa, çık şunu yaptı de...
BAŞKAN – Karşılıklı konuşmayın efendim,
lütfen...
GÜNEŞ TANER (Devamla) – Unutmayın...
Sayın Başkan...(RP sıralarından gürültüler)
Yahu, ne olur...
BAŞKAN – Sayın Taner, bir dakika.
KAHRAMAN EMMİOĞLU (Gazianteep) – Sayın Başkan; 5
dakika mı 10 dakika mı ilave ettiniz?
BAŞKAN – Müsaade eder misiniz, Başkanlık takdir etsin
efendim.
KAHRAMAN EMMİOĞLU (Gazianteep) – Elbette siz takdir
edeceksiniz, ama...(RP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – İdarenin şeklini Başkanlığa
bırakır mısınız lütfen...Sayın Taner'in süresini
uzatırken, sizden önce gruplara tanınan fazla süre kadar süre
tanıyorum diye ilave etmiştim; o sırada siz laf atmakla
meşguldünüz de onun için duyamadınız.
Devam edin Sayın Taner. (RP sıralarından "Bravo" sesleri,
alkışlar[!])
KAHRAMAN EMMİOĞLU (Gaziantep) – İlave süre 5
dakikayı geçti.
GÜNEŞ TANER (Devamla) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; yeni gelen arkadaşlarımız biraz
sabırsız,
BAŞKAN – Sayın Taner lütfen, siz de şahsiyata dökmeyin,
Genel Kurula hitap edin.. İstirham ediyorum.
GÜNEŞ TANER (Devamla)– Haklısınız; benim öyle bir
huyum yok Sayın Başkanım.
Şunu arz etmek istiyorum: Basını sansür etmeye
çalışabilirsiniz, bu, Hükümetin elindeki yetkilerini kötüye
kullanmaktır, bunun hesabı sorulur; ama, ne zaman kalkar, muhalefetin
sesini kısmak için bizim buradaki konuşmalarımıza müdahale
edersiniz, bakın o zaman kayaya çarparsınız o zaman kayaya
çarparsınız... Bu o kadar kolay değil...
Kardeşim, biz burada milleti temsil ediyoruz, milletin sesini
getiriyoruz, aç kalan insanların, cop yiyen gençlerin sesini buraya
getiriyoruz.. (RP sıralarından "Bravo" sesleri,
alkışlar[!])
MEMDUH BÜYÜKKILIÇ (Kayseri) – Kaç aydır Meclise gelmiyorsun?..
GÜNEŞ TANER (Devamla) –Sokaklarda yürüyen memurun sesini
getiriyoruz. Siz bunlara "Bravo" deyip alkışlayacağınıza,
bunları çözeceksiniz. (RP sıralarından "Bravo"
sesleri, alkışlar[!]) Çözmesini bilmezseniz, bu
alkışlarınızın hesabını yakında size
sorarlar.
Sayın Başkan, bu hayalî bütçenin, bu hayali bütçeyi bile
yönetemeyecek olanların, bu Hükümetin, bu Hükümeti meydana getiren
kanatların, maalesef Türkiye'yi ne şekilde ne kadar kötü yönettikleri
ortadadır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir dakika efendim...
Evet, son cümlenizi söyleyin ve kapatıyorum.
GÜNEŞ TANER (Devamla) – Bizim buna söyleyecek lafımız
şudur: Geçmiş zamanlarda bütçe sonunda, her şeye rağmen,
bütçenin memleketimize, milletimize hayırlı olmasını
temenni etmek âdet idi, ama görüyorum ki benden evvelki konuşmacılar
da bu lafı söyleyemediler; gönüllerinden geçmediğinden değil,
mantıklarından geçmediği için. Böyle bir bütçeyle bu memleket,
bu millet ancak daha kötü olur; ama, hiç merak etmeyiniz, (RP
sıralarından "ANAP var" sesleri) bunlardan büyük Yüce Allah
vardır, Allah , Allah gerekeni bilir, -bu memleketin
acısını, yarasını- bu memleketin imdadına
yetişecektir.
Yüce Meclise sevgiler, saygılar sunarken, sevgili
vatandaşlarıma diyorum ki, korkmayın, ne olacak bu memleketin
hali diye üzülmeyin, bir gün bu düzen gidecek, bu çıkar yolu için bu
Hükümeti kuranlar, dün birbirlerini suçlayanlar, bugün o Hükümette beraber
oturanlar gidecek, yerine bu memleketin hak ettiği insanlar gelecek.
Hepinize sevgiler, saygılar sunarım. (ANAP
sıralarından alkışlar, RP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar[!])
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Taner.
Anavatan Partisi Grubu adına yapılan konuşmalar
tamamlanmıştır.
Şimdi, söz sırası Doğru Yol Partisi Grubunda.
Doğru Yol Partisi Grubu adına, Şanlıurfa
Milletvekili Sayın Necmettin Cevheri; buyurun efendim. (DYP
sıralarından alkışlar)
Süreniz 1 saat efendim.
DYP GRUBU ADINA NECMETTİN CEVHERİ (Şanlıurfa) –
Sayın Başkan, Yüce Meclisin saygıdeğer üyeleri,
değerli arkadaşlarım; 1997 malî yılı bütçesi üzerinde
Doğru Yol Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek üzere
huzurlarınıza çıktım; Yüce Meclisinizi ve Sayın
Başkanlığı, şahsım ve Grubum adına,
saygıyla selamlayarak sözlerime
başlamak istiyorum.
Sözlerimin hemen başlangıcında, yine şahsım ve
Grubum adına, geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz
Kırşehir Milletvekili merhum Mehmet Ali Altın
arkadaşımın hem ailesine
hem de muhterem Grubuna başsağlığı dileklerimi
sunuyorum.
Değerli Başkanım, değerli arkadaşlarım;
demokrasimizin çok partili hayata geçişinden bu yana -ondan önce de var
mıydı pek iyi hatırlayamıyorum- yerleşmiş ve
doğru olan bir geleneği icabı, bütçe müzakereleri, daima,
birtakım malî görüşmelerin sınırları içerisinde
kalmayıp, haklı ve yerinde olarak, ülkenin bütün meselelerinin,
Parlamentonun ve Parlamentoyla birlikte, milletin önüne serildiği ve
görüşüldüğü ve tartışıldığı ve
çözümlerin arandığı, çoğu zaman, çözümlerin aranması
gerektiği düşüncesine vardığımız, çok
faydalı bir müzakere tarzı olmuştur.
"Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir"
sözünün, 1924 Anayasasında çok güzel bir ifadesi vardır
"Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir. Türkiye Büyük
Millet Meclisinde tecelli ve temerküz eder." Yani, o hâkimiyet
dediğimiz şey, burada oluşur, burada oluşmakla kalmaz,
yalnız burada toplanır. Onun için, hâkimiyeti milliyenin, yani, millî
egemenliğin oluştuğu ve toplandığı bu Mecliste
zaman zaman, her ne kadar, olmaması gereken; yani, sen şunu dedin,
ben bunu dedimin ötesine aşabilip, yay gibi gergin ortamlardan kendimizi
kurtararak, bu Mecliste ben, arkadaşlarımın görüşlerini
saygısızlık gibi ifade etmek düşüncesi içerisinde hiçbir
zaman olmadım, gene de olmam; hatta, cevaplanması gereken ve hatta
şart olan birtakım görüşleri bile, gene bir ölçü içerisinde, bir
düzeyin altına indirmeden cevaplamaya çalışırım.
Değerli arkadaşlarım, şunu söyleyeyim ki, biz, yani,
Doğru Yol Partisi, hepiniz gibi, bütün partilerimiz gibi, bu Meclisi
teşkil eden bütün değerli üyelerimiz gibi, bu genel görüşmenin
yanında, sadece bununla da yetinmeyip, çağın demokrasisinin
artık, çoğulcu demokrasi olma evresini, aşamasını
geride bırakmış, katılımcı demokrasiyi
yaşayan toplumların dünyası olmuştur. Yani,
baktığınız zaman, çoğulcu demokrasi, bir yerde, bir
statik yapıyı, bir durgun, bir dingin yapıyı anlatır,
masif bir kitleyi, bir hareketi gösterir. Oysa, katılımcı
demokraside bir aktivite vardır, bir dinamizm vardır; yani, toplumu
hep beraber yönetmek. Toplumun demokratik güçleriyle, hatta, tek tek
fertleriyle, devletini ve toplumunu, âdeta, her gün, her dakika soluyarak
yaşadığı bir sistem, bir rejim olarak demokrasiyi kabul
etmek lazımdır.
Değerli arkadaşlarım, ben, demokrasiyi, bir yönetim
yöntemi olmaktan öte, bir yaşam biçimi olarak -hepiniz gibi- kabul ederim;
yani, demokrasiyi, bu anlamı içerisinde, bu değeri içerisinde,
eğer kendimiz yaşamaz ve yaşatmazsak, öyle sanıyorum ki, işte,
katılımcı demokrasinin çağımıza getirdiği
zorunluluklar icabı, bugünkü çağın, artık, koşarak
değil, uçarak giden dünyasını yakalamanın imkânı
yoktur. Bu bakımdan, katılımcı demokrasi dediğimiz bu
büyük olayı, her gün, her aşamada, her yerde, her zeminde kendi
içimizde yaşamak mecburiyetindeyiz.
Parlamento, rejimin kalbidir; milletin, temsilî demokrasi esasına
göre -demin arz etmeye gayret ettiğim gibi- iradesinin oluştuğu
ve toplandığı yerdir. Binaenaleyh, çağın,
katılımcı demokrasinin gereği olarak, herkese
açılması gereken oluşumunu, biz, burada, bu Parlamentoda, bu
çatının altında da en mükemmel şekilde ve yüce milletimizin
beklentilerine uygun olarak ve o düzey içerisinde de yaşatmak
mecburiyetindeyiz.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; demokrasi,
muhakkak ki, asırlar boyu, bin yıllar boyu, insanlığın
mücadele ettiği, uğruna eziyetler çektiği,
sıkıntılara düştüğü -zaman zaman, hep birlikte
düştüğümüz sıkıntılarda olduğu gibi- bir rejim
olmaya değer büyük bir hizmetler, büyük bir sistem manzumesi; yani,
şunu söylemek istiyorum: Eğer, demokrasi dışında
insanların kalkınması mümkün olmuş olsaydı;
insanlığın onuru olarak tavsif edilen, anlatılan, tarif
edilen bu sistem, yalnız insanlığın onuru olmakla kalmayıp,
toplumların, devletlerin yücelmesinin, kalkınmasının,
refahının ve mutluluğunun da en büyük etkeni olmamış
olsaydı; o zaman, insanlığın, asırlar boyu bunu
gerçekleştirmek ve yaşamak için yaptığı mücadele
içerisinde, boşuna bir uğraşta sayılması gerekirdi;
oysa, öyle değil.
Bunun, toplumumuza, toplumlara, bütün toplumlara, onu yaşama
mutluluğuna sahip olmuş toplumlara getirdiği en büyük şey,
insan kaynağını değerlendirmesidir. İşte, burada,
onu söylemek istiyorum; yani, sen-ben kavgalarının, sen-ben
gerginliklerinin içerisinde kaybolmaması gereken en büyük değerin
insan olduğunu ve bu insanın en büyük yaratıcı gücünün
topluma ve devlete kazandırılması demek olan demokratik sistemi,
bu anlamı içerisinde yaşayabilmemiz, her şeyden önce, işte,
dediğim gibi, bu insan varlığını öne çıkarmaya
bağlıdır.
İnsan, toplumsal bir yaratık olarak, devletini meydana getiren
toplumun bir ferdi, bir parçası olarak, her şeyiyle, bütün
haklarıyla ve inançlarıyla bu toplumun içerisinde demokrasiyi
yaşattığı zaman, görüyoruz ki, meselelerini çok daha kolay
hallediyor.
Zaman zaman, burada dinlediğimiz -katılsak da katılmasak
da, katıldığımız veyahut
katılmadığımız- bütün görüşlerin, saygıyla
dinlediğimiz bütün görüşlerin içerisinden, eğer, devletimize ve
toplumumuza bir yarar çıkarabiliyorsak, ondan, toplumumuza bir hizmet
üretebiliyorsak, bir varlık, bir değer meydana getirebiliyorsak,
işte, o zaman, demokrasinin erdemini kabul etmiş değil,
yaşamış oluruz. Ben, böyle düşünüyorum, hepimiz böyle
düşünüyoruz.
Değerli arkadaşlarım, insan, en büyük kaynak. Zaman
zaman, liberal demokrasiden veyahut ekonomideki liberalizmden bahsedildiği
gibi, devletteki birtakım otarşik heveslerden de bahsedilir; yani,
ekonomide liberal olacaksınız; fakat, şu veya bu sebepten
dolayı, hiçbir mazeret milletin yerine başka bir gücün veyahut
başka bir kuvvetin, bir haminin konulmasını haklı
gösteremez. Zaman zaman olmuştur, işte şöyle otoriter bir idare
gelir, bu işi bilen birtakım adamlar getirir, ondan sonra bir
liberalizm uygularsınız. Yani, bir insanın cebindeki paraya, cüzdanındaki
servetine veyahut ekonomik varlığına
tanıdığınız serbestliği,
yaratılmış en büyük değer olan insanın beynine
tanımadığınız zaman; yani, demokrasiyi
yaşamadığınız zaman, kendinizi -bırakın
diğer kaynakları- en büyük kaynaktan mahrum etmiş olursunuz.
Bunu, zaman zaman geçmişte tartışmaları
yapıldığı için söylemek ihtiyacını duydum.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; ben, yine
-kısaca üzerinde duracağım- pozitif bir politika
arayışı içerisinde olmalıyız diyorum. Yani, bugün
ülkemizde baktığımız zaman, kimin, neyi, nasıl daha
doğru yapacağını; kimin, neyi, nasıl
yaptığıyla bu ülkeye bir şeyler
kazandıracağını değil, maalesef, bakıyoruz ki,
acaba bu memlekette kim daha kirli, kimin daha çok kusuru var, onu
araştırıyoruz. Hiç kimsenin, bizi, benim Grubumu,
kusurların, hataların üzerlerinin örtülmesini istiyor şeklinde
anlamaya hakkı yoktur, buna da geleceğim; ama, bir şey var ki,
pozitif politika dediğimiz, ülkemize bir yarar çıkarmayı
hedeflediğimiz ve o amaç istikametinde olmasını kabul etmek
zorunda olduğumuz politikada, negatiflerin değil, pozitiflerin
yarışmasıyla ancak ülkeler yararlanır.
Bir arkadaşımızın, benim herhangi bir
arkadaşımın -kendi arkadaşlarımı göstereyim-
Sayın Mehmet Gözlükaya'nın kusuru nasıl ki bana bir meziyet
olmazsa, kimsenin eksileri de politikada başkalarına artı olmaz.
(DYP sıralarından alkışlar) Eğer politika
yapılacaksa, pozitif politika yapılacaksa, pozitif politika, müspet
politika, olumlu politika dediğimiz bu şeyle eğer bu ülkeye
hizmet edilmek isteniyorsa, herkes artılarını ortaya
koymalıdır. Ülkeyi, eksilerin değil artıların
yarıştığı bir hale veyahut bir siyaset platformu
haline getirdiğimiz zaman ancak bu memlekete hizmet edebileceğimize
inanıyorum. Cebirdedir o, bir tarafta eksi olan, eşitin diğer
tarafına geçtiği zaman artı olur. Siyasette bu böyle
değildir. Hiçkimsenin eksisi, hiçkimseye artı olmaz. Herkes kendi
artılarıyla, kendi kabiliyetleriyle, kendi fikrî birikimleriyle,
kendi değerleriyle ve ülkenin önüne koyacağı kendi
programlarıyla ancak ülkeye ve politikaya hizmet etme imkânına
sahiptir.
Bunu da, bu şekilde söylemek mecburiyetinde kaldığım
için, değerli arkadaşlarımdan, Parlamentomuzun değerli
üyelerinden özür diliyorum; çünkü, hep beraber görüyoruz ki, ülkeyi, âdeta
sadece yanlışları arayan, âdeta sadece kusurları arayan,
yayın organlarının programlarında veyahut
başlıklarında bile alarm verici işaretleri veyahut
ifadeleri taşımayan haberlerin âdeta rağbet
bulmadığı, alıcı bulmadığı,
okunmadığı bir toplum haline getirmişsek, bu yere,
yanlışların yarışıyla, sadece kendimize artı
sağlayabileceğimizi zannettiğimiz yine kendi yanlış
politikalarımızla getirdik.
Ülke, bir isteri nöbeti haline sokulmuştur. Kimde acaba ne var?..
Kimde ne varsa araştırılacaktır - değerli
arkadaşlarımın söylediği gibi, onların hepsini de
söyleyeceğim- kimde ne varsa meydana çıkarılacaktır; ama,
gelin, bu ülkenin varlarını araştıralım.
İşte, ben, onun için, sözlerime... Ben inanıyorum ki, ülkenin en
büyük varlığı insan kaynağıdır, ülkemizin en
büyük varlığı demokrasisidir. Hiçbir şeyi onun yerine
koyamayız. Zaman zaman koymaya teşebbüs ettiğimiz gibi, zaman
zaman koymayı mazur gösterdiğimiz gibi -maalesef, mazur
gösterdiğimiz gibi- hiçbir şeyi, insanımızın,
insanımızın yaratıcı zekasının ve onun hür
düşüncesinden oluşan demokrasimizin önüne veyahut yerine koymaya
hakkımız yoktur. Onu koyduğumuz zaman hep kaybetmişizdir.
Bakınız, demokrasimizin üç defa kesintiye
uğradığı dönemleri hep birlikte hatırlamaya
çalışalım. Değerli arkadaşlarım, aslında,
benim yine katılmadığım, arz ettiğim zaman
paylaşacağınıza inandığım bir başka
düşüncem var; bizim, yanlış bir deyimimiz, demokrasimize ve
siyaset hayatımıza yerleşmiştir : Demokrasiye geçiş,
demokrasiden çıkış... Demokrasiye geçişi ve
çıkışı; yani, demokrasiyi, bir tiyatro perdesi gibi, istenildiği
zaman açılan, istenildiği zaman kapatılan bir olay olarak kabul
etmek, sanmak, onun öyle olacağına inanmak, bana göre demokrasiyi hiç
bilmemek; insanın, onu, ne ruhunda ne gönlünde ne de kafasında hiç yaşatamamış
olması demektir; çünkü, zaman zaman bunu gördük.
Biz, Doğru Yol Partisi olarak, yerine gelmekten gurur
duyduğumuz Adalet Partisi olarak ve yine, o partide de görev
yapmış olmayı kendime hayatımın gururu
saydığım Demokrat Parti olarak, hep bunun mücadelesini
yaptık. Demokrasimiz, zaman zaman kesintilere
uğradığında, hep onun mağduru olduk. Burada, 12
Eylülün koğuşlarında birlikte olduğumuz
arkadaşlarımız var. Zaman zaman, bakıyorsunuz ki, onu bile
çare olarak düşünen birtakım fikirlerin ifade edilmesini dahi, ben,
bu milletin insanına, bu Parlamentoya ve kendimize bir bühtan
sayıyorum.
Değerli arkadaşlarım, bunları hepiniz benden daha
iyi bilirsiniz. Ben, size bunları anlatmak ihtiyacında
olduğunuzu sanmıyorum. Bu Meclisten önünü iliklemeden geçmemiş
bir arkadaşınız olarak, hepinize duyduğum saygının
gereği ve onun hudutları içerisinde birtakım şeyleri size
anlatmaya çalışıyorsam, sizlerin bunu bilmediğinize
inandığım veyahut öyle kabul ettiğim için değil; hep
beraber, hep birlikte, demokrasi dediğimiz, en büyük
varlığımız olduğuna, en büyük kaynağımız
olduğuna inandığımız bu olayı, kendi
istikametinde, kendi yönünde; doğrulukları, güzellikleri, iyilikleri
arayarak, programlar, projeler üreterek; artık, bugün, programların
ve projelerin değil, maalesef, kozların havada uçuştuğu bir
siyasî oyunlar arenasına döndürülmüş olan bu Hükümetin, bu devletin,
bu toplumun, siyasî platformundan, ülkemize, eğer bir şeyler
çıkarmak istiyorsak, hep bu müspet düşünce içerisinde ve hep bu
müspet istikamette olmamız gerektiğini anlatmaya
çalışıyorum. Yoksa, haddim değildir benim size bunları
anlatmak.
Değerli arkadaşlarım, bunları niçin söylüyorum. Bir
yere geleceğim. Geçtiğimiz günler içerisinde, bu günlerde biraz
rahatlamış olan bir tartışma konusu var ki, basın
hürriyeti, oraya geleceğim. Yani, ben, hepiniz gibi, ülkenin -deminden
beri tekraren arz etmeye çalıştığım gibi- sadece,
demokrasiyle kalkınacağına, sadece, hür düşünen, hür ifade
eden, hür söyleyen, hür hareket eden insanlarının bu hareketinden doğan
değerlerle ülkenin kalkınabileceğine inanan bir kimse olarak,
basın hürriyeti veyahut basın kanunu üzerinde yapılan
tartışmalara da değinmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, Atatürk'ün Onuncu Yıl Nutkunda
bir sözü vardır. Bu, İstanbul Gazeteciler Cemiyetinin giriş
holündeki Atatürk büstünün altındaki mermer kaidede
yazılıdır. Bunu, ben, basın mensubu değerli
arkadaşlarımıza da, zaman zaman ve özellikle bu son günlerde
Basın Kanunu vesilesiyle görüştüğümüz değerli basın
mensuplarına da hep söylemişimdir. Onuncu Yıl Nutkunda, Büyük
Nutukta, o günün lisanıyla, yani, 1933'ün lisanıyla diyor ki:
"Matbuat hürriyetinden doğan mahzurların yegâne izale yolu yine
bizzat matbuat hürriyetidir." Yani, biz, buna daima böyle
inanmışızdır. Ben şahsen bunu daha da genelleştirerek,
her zaman içimde yaşattığım bir inanç olarak daima ifade
etmişimdir ki, demokrasinin de, eğer varsa,
uygulanışından, her rejimde olduğu gibi... Anayasa
Hocamız merhum Nihat Erim -nur içerisinde yatsın- derdi ki "Demokrasi, insanoğlunun
bulabildiği en uygun rejimdir." İnsanoğlunun
bulabildiği en uygun rejim dediğine göre, yani, en uygun olmanın
içerisinde birtakım mahzurları da taşıyabileceğini
ifade eden bu tanımlamadan sonra, şuna inanmak mecburiyetindeyiz ki,
demokrasinin de, eğer varsa, mahzurlarının giderilmesinin yegâne yolu da yine bizzat demokrasidir. Eğer, buna böyle
inanmazsak, o zaman, milletin üzerine hami kabul etmek, yani, demokrasinin,
kendi kendini düzeltemeyeceğini, varsa kendi hatalarını tashih
edemeyeceğini kabul ettiğimiz zaman, onu düzeltecek birisini kabul
ettiğimiz ve ona davetiye çıkardığımız
anlamına gelir ki, bu, her şeyden önce, millî hâkimiyet
kavramına aykırı düşer ve şu yazıyı buradan
silmeyi gerektirir.
Değerli arkadaşlarım, o bakımdandır ki,
basından sorumlu Sayın Devlet Bakanı
arkadaşımız, o kadar
dikkatli ifade kullanmaktadır ki "taslak taslağı"
diyor. Yani, ortada henüz bir şey yokken, daha ortaya konmuş,
tartışılmış bir yasa tasarısı,
taslağı dahi yokken, arkadaşımızın "taslak
taslağı" demesinin mecburiyeti budur.
Değerli arkadaşlarım,
taslak taslağı denilen bir çalışma,
gruplarımıza verildi, bu Meclise gelecektir; hep beraber
çalışırız. 1993 senesinin sonunda, o günkü Hükümette
bulunmam hasebiyle bana, yine, bu Basın Yasası, İhale
Yasası, Mal Varlığı Yasası ve Siyasî Partiler
Yasasını -4 yasa verilmişti- düzeltmek için, daha doğrusu,
bunlara yapılması gereken ilaveleri, eklemeleri veya düzenlemeleri
yapmak için görev verilmişti. Yaptığımız
çalışmada, Basın Konseyimizin Başkanı eski
parlamenterimiz Sayın Oktay Ekşi'yi davet etmiş, o günkü
çalışmanın her maddesini, kendisiyle tek tek görüşerek
düzenlemiştik. Ben diyorum ki, burada zaman zaman
rastladığımız gibi "sen dedin, ben dedim"
sözlerini bırakalım değerli arkadaşlar. Bir taslak var
ortada, burada duruyor. Koyarız ortaya
çalışmalarımızı hep beraber; basın mensuplarını
da çağırırız -arkadaşımızın,
Hükümetimizin düşüncesi de o- neyin neresi, nasıl yapılması
gerekiyorsa, onu, hep beraber düzenleriz.
Değerli arkadaşlarım, basın, muhakkak ki,
artık, bugün, çağımızda, hatta, klasik kuvvetler
ayırımı -yasama, yürütme ve yargı diye üçe ayrılan
klasik kuvvetler ayırımı- düşüncesini geride
bırakıp, üniversiteyle birlikte, bilimle birlikte, dördüncü güç
olarak devlet hayatı içerisinde yerini almıştır. Biz, buna,
yürekten inanan insanlarız.
Şimdi, şunu demek lazım: 17 nci Asrın sonunda ortaya
atılan ve bugünkü çağdaş hukukun, çağdaş demokrasinin
temeli sayılan klasik kuvvetler ayırımının yanına
bir dördüncü kuvvet olarak konmaya veya getirilmeye aday olan basını,
niçin ayrıcalıkla donatmışız; halkın
aydınlatılması için. Demokrasinin işleyebilmesi,
halkın kendi adına karar verebilmesi, temsilcilerini seçebilmesi,
kendisinin huzurunda kendi adına yapılan şeylerin
değerlendirmesini yapabilmesi -aynen, bugün, şu canlı televizyon
yayınında bizleri izledikleri gibi- doğru haber almaya
bağlıdır.
Hür insan, hürriyetini, düşüncesini hür olarak ifade edebilmek
için, haberleri doğru almak mecburiyetindedir. Binaenaleyh, basına
tanınan ayrıcalığın kökeninde yatan gerekçe, sebep,
halkı doğru haberle aydınlatmasıdır. Bizim
aradığımız da, tek budur değerli
arkadaşlarım; halkın değerlerine riayetkâr olmaktır.
"Yanlış haber", "yalan haber" kelimelerini dahi
kullanmak istemiyorum "doğru olmayan haber" diyelim. Doğru olmayan
haberle, halkı aydınlatma görevinin, halkı yanıltma
şeklinde kullanılmasına, demokrasi içerisinde, demokrasi
adına razı olmanın mümkün olmadığını
söylemek istiyorum.
Her gün, sabahtan akşama kadar düzeltmeler... Günde, asgarî iki
tane düzeltme gönderiyoruz. Buraya gelirken, huzurunuza çıkarken,
birtakım olumlu şeyleri, bu ülkenin birtakım güzelliklerini ve
doğrularını anlatmak için, yine, iki tane düzeltme göndermek
mecburiyetinde kaldım. Bu, olmamalı... Diyoruz ki: Haber güzel bir
şey; haber, insanı aydınlatmanın ve insanın demokratik
hayatın içerisinde, görevini gerçek anlamda yapabilmesinin en kuvvetli
aracı, vasıtası; ama, doğruyu bilmesi lazım.
Aydınlatma hakkınızı, daha doğrusu, aydınlatma
mecburiyetinizi, aydınlatma görevinizi, yanıltma hakkı olarak kullanmanız
doğru değildir.
Değerli arkadaşlarım, diyoruz k, bu olsun; düzeltme
hakkı işler olsun. Düzeltmeyi gönderirsiniz, kullanılmaz.
Yazı işleri müdürünü ararsınız, eşinizi dostunuzu
ararsınız "kardeşim, yapın şunu
kullanın" dersiniz. Bu, vatandaşlık hakkıdır.
Demokraside bir vatandaş olarak, demokrasinin parçası olan bir vatandaş
olarak, demokratik haklarınızı kullanmak için, haberleri
doğru almak hakkına sahipsiniz. Binaenaleyh, bu düzeltme
hakkınız da, artık, hiç kimsenin, hatırana, gönlüne,
ricasına ve minnetine bağlı kalmamalıdır diyoruz,
düzeltme hakkı işlemelidir diyoruz.
Değerli arkadaşlarım, kişilik haklarına riayet
edilmelidir, saygı gösterilmelidir diyoruz. Olur olmaz şeylerle,
küçültücü, hatta, Türk ve İslam ahlakına sığmayan
birtakım şeyler içerisinde, tanımlamalar içerisinde,
insanları küçültmeye hiç kimsenin hakkı yoktur. Hukukun içerisinde
kalmak mecburiyetindeyiz. Mesela, bir bankanın, diyelim ki, yönetim
kurulunda olmayan bir kimsenin, o bankanın genel müdürlüğüne vekalet
etmesini, kendi hukukî anlayışımıza sığdırmadığımız
zaman, burada, hüküm tesis etme, bizim adımıza görev yapan bir
komisyonun üzerinde, temyizen, kendimize karar ve hüküm hakkı
tanıyarak karar verme hakkına da sahip olmamız lazım ve hem
de değerli bir arkadaşımızın, burada, kendi
aramızda, kendi sıralarında oturduğunu unutarak. Hukuk
anlayışı bu... (DYP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, kişilik hakkı, bir
insanlık hakkı olduğuna göre, genel ahlaka riayetkâr olunsun
diyoruz. Genel ahlaka uymayan birtakım hareketlerle, demokrasiye hizmet
etmiş olunduğunu ve o hizmet etmiş olmaktan kaynaklanan
birtakım ayrıcılığa sahip bulunulduğunu ifade
etmeye imkân var mıdır? Zaman zaman, burada, tekrarlamaya dilimizin
varmadığı, nefret ile istikrah ile seyredilen programları
hepimiz biliyoruz. Ne hakkı var?!.. Bu mudur basın hürriyeti,
yanlış olan bu mudur diyoruz.
Bunları da, hep beraber oturup konuşalım. Yani, Türk
ahlakına, İslam ahlakına sığmayan şeyleri, her
gün sabahtan akşama kadar seyretmek mecburiyetini, basın hürriyeti
adına kabul etmenin acaba gereği var mıdır, acaba böyle bir
mecburiyet var mıdır diye, yine kendileriyle birlikte, yine hep
beraber oturup düşünelim diyoruz; ülkede millet birbirine riayet etsin
diyoruz; devletin yüceliğine, devletin sarsılmazlığına
dikkat edilsin diyoruz.
Değerli arkadaşlarım, burada bir şeyi söylemek istiyorum,
değerli genel başkanlarımızdan birisinin
konuşmasında "Devletin arkasına sığınıp
bir şeyleri örtmeyelim" gibi, belki o anlama gelen, belki
birtakım ifadeler kullanıldı.
Değerli arkadaşlarım, ben, hepiniz gibi,
akşamları, çoğu zaman, o üçgenin bir köşesinde devleti
görmekten, devletin oraya yazılmış olmasından
ıstırap duyduğumu söylemek istiyorum. Devletin içerisine
birtakım yanlışlar ve yanlışlıklar
sızabilir, birtakım yanlış insanlar sızabilir; ama,
topyekûn devletimizi, getirip, böyle birtakım çirkin benzetişlerin
içerisine koymak, devleti yıpratmak doğru değildir, ona
hakkımız yoktur diyorum. Çünkü, değerli arkadaşlarım,
devlet, her şeyden önce, bizim, burada, bir vatandaş olarak bulunmamızı
sağlayan bir yüce varlıktır. Eğer devlet olmazsa... Devlet,
başımızın üzerindeki bu çatıdır, üstümüzde yanan
bu ışıktır; devlet, bana göre, nefes
aldığımız şeydir, soluğumuzdur; rasgele, şu
olayda, bu olayda siyasî bir malzeme olarak kullanmak için devleti ortaya
koymayalım. Ecdadımız "Devlet, ebet müddettir" diyor,
devlet sonsuza kadar yaşayacak diyor.
Geçenlerde "Gönüllü Kuruluşlar" ismindeki bir
kuruluşumuzun konferansına davet etmişlerdi. Sayın
Başbakan da oradaydı. Konuşturdular, bize de, lütfettiler, zaman
verdiler. Orada, aklıma gelen, yıllar önce okuduğum bir
şeyi ifade ettim; bunu, eğer, tekraren dinlemiş olanlar varsa
onlardan özür dileyerek huzurunuzda ifade etmeye değer bulurum.
Yıllar önce okuduğum yazı -nereden okuduğumu da
hatırlamıyorum; aynen şöyleydi:"Bir kıta, hali
ihtiramdayken –yani, bir askerî birlik, esas duruştayken– eğer, bir
akrep, bir neferin ayağını sokar da, o neferin yüzü
buruşursa, mehabeti devlet bundan zarar görür." Osmanlı
Devletinin anlayışı bu. İşte, ecdadımızın
"devleti ebet müddet" dediği, yani sonsuza kadar yaşayacak
olduğu şeklinde tarif ettiği, böylesine kutsal bir inanç
içerisinde anladığı ve anlattığı devleti, biz,
her gün, onun içerisine sızmış veya sızabilmiş
birtakım insanlar dolayısıyla -var mıdır yok mudur,
hepsi çıkacaktır meydana- varsa, devletimizi küçültmeye, devletimizi
tereddütlü bir kavram gibi göstermeye kalktığımız zaman,
her şeyden önce, başımızın üzerindeki bu
çatıyı zedelediğimizi bilmemiz gerekir düşüncesindeyim,
bunu ifade etmek istiyorum. (DYP ve RP sıralarından
alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, diyoruz ki, inanç
hakkımıza tasallut edilmesin. İnanç hakkı, bir sosyal
devletin, vatandaşlarının bütün hakları gibi, korumak
mecburiyetinde olduğu bir haktır. Günümüzün yapılan
tartışmalarının içerisine fazla girmek istemiyorum.
Sosyal devlet, ... Laiklik üzerine yapılan tartışmalar...
Vatandaşlarımızın mülkiyet hakkını, ondan önce
hayat hakkını, can hakkını koruduğunuz gibi, siyasî
haklarını koruduğunuz gibi, inanıyorsa, o inancı ve o
inancın gereğini de korumak mecburiyetindesiniz. Sosyal devletin
gereği budur.
Haklar... Mademki, devlet, vatandaşlarının
haklarını korumak için vardır; eğer, bir insanın
inanmak hakkı varsa, inanç hakkı varsa, o inanç hakkına, o inanç
hürriyetine, onun gereklerine riayetkâr olmak değil sadece, onun
gereklerini yerine getirmek de devletin görevidir. Bu konuya fazla girmek
istemiyorum; çünkü, daha başka anlatmak istediğim şeyler var.
Zamanımızın aşağı yukarı
yarısını kullandım. Hatta, ben, benden önce konuşan
değerli arkadaşlarımın aşmış olduğu
süreyi de kullanmak istemiyorum.
Devlet yıpratılmasın diyorsak, öyle sanıyorum ki,
yanlış bir şey yapıyor değiliz değerli
arkadaşlarım.
Basın Yasası üzerinde, onun, demokrasinin ayrılmaz bir
parçası, ancak, demokrasinin kendi anlamı ve hedefleri içerisinde
gerçekleştiricisi olduğuna olan inancımıza işaret
ettikten sonra, kısaca, bir zamanlar, değerli
arkadaşımızla birlikte de görev yaptığım ve onu
da kendim için bir onur saydığım adalet camiasıyla ilgili
bazı düşüncelerimi çok kısa ve özet olarak arz etmek istiyorum.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Türkiye'de
bir adalet reformuna, bir yargı refomuna, daha doğrusu, bir hukuk
reformuna ihtiyaç olduğuna yirmi yıldır daima
inanmışımdır. Bunu, değerli
arkadaşımızla beraber görev yaptığımız o
hükümet içerisinde de ifade ettiğimi hatırlıyorum. Yasalarımız
eskimiştir; Medenî Kanun üzerindeki çalışmalar
hızlandırılmalı ve çabucak nihayete erdirilmelidir. Ceza
yasalarımız gözden geçirilmelidir; çünkü, değerli
arkadaşlarım, dünyanın, artık, millî hudutları kaldırmaya
hazırlandığı 21 inci Asırda, bir ölçüde de, hatta,
globalleşen dünya içerisinde yer yer kaldırıldığı
bugünkü dünyada, çağdaş hukukla, dünyanın hukukuyla, ancak kendi
değerlerimizi içinde taşıyan çağdaş hukukla geleceğin
dünyasında yaşayabiliriz.
Yani, şöyle ifade etmek istiyorum: Birtakım birliklere, Avrupa
Birliğine girmeye hazırlanıyoruz. Girdiğimiz gümrük
birliği nedir; birtakım ölçülerinizi şu mala ne kadar vergi
vereceğinizi müşterek hale getirirken, bir olayda hangi hukukî hükmü
tesis edeceğinizi de, ister istemez, 21 inci Asrın dünyası kendi
gündemine getirecektir; yani, o ondan çok daha önemlidir. Bir olayda aynı
ölçüyü kullanmak, bir olaya, başka bir mala hangi nispette gümrük tarifesi
veyahut vergi tayin etmekten çok daha önemlidir. Zaten, insanlık bunu yapmak
mecburiyetindedir ki, insanlık bunu yaptığı zaman ancak bir
aile olmaya gider, o zaman insanlık mutluluğa kavuşur. Hep
beraber düşünmek lazım.Değişik mallara, aynı tarifeyi
uyguladığımız gibi, insanlık, değişik
olaylara, değişik oluşumlara aynı ölçüleri
uygulayabildiği zaman, işte bugün yaşadığı
sıkıntıların, ıstırapların,
savaşların birçoğunu da
geride bırakmış olur.
Değerli arkadaşlarım, bununla ilgili son söylemek
istediğin husus şudur:
Muhakkak ki, seçim sistemi, rejimin kalbidir. Seçim sistemlerimizi gözden
geçirmeliyiz. Seçimlere yaklaşıldığı zaman seçim
sistemlerine el atılması pek mümkün olmamaktadır. Onun için,
zaman varken, seçim sistemlerinin ve seçilen insanların, yani, bizlerin,
daha ziyade, bizi seçenlerle bağlayıcı birtakım
oluşumların geliştirilmesi lazımdır. Bu, demokrasinin
yaşaması için gereklidir. Yıllar boyu, bu Parlamentoda
hasbelkader bulunmuş, bu seçim
sistemleri üzerinde yurtdışında da inceleme yapmak mecburiyetinde veya görevinde bulunmuş
bir arkadaşınız olarak şunu ifade edeyim ki, seçen ile
seçileni ne ölçüde birbirine yaklaştırabilirsek, demokrasimizi de,
ancak o ölçüde sağlıklı işler vaziyette tutabiliriz. Bunun
teferruatları var, çalışmalarımız var; ama, ben, kendi
çalışmalarımı mesele olarak oluşum halinde ortada
bulunan ve özellikle Grubuma arz etmek imkânını henüz
bulamadığım birtakım şeyleri burada huzurunuza
getirmek istemiyorum.
Yalnız bunu düşünmemiz lazım. Ben, bunu, demokrasimizin
bir gereği sayıyorum. Çünkü, her üç müdahalede bazı şeyler
işittik; yalnız bırakıldığımız zaman
dediler ki “zaten o, bu milletin Meclisi
değildi; kendilerini seçen, delege dediğiniz birtakım
insanların meclisi idi. Bu, o müdahaleler karşısında
yalnız bırakıldığımız zaman önümüze konulan
sebeplerden veyahut bahanelerden birisi idi; ama, sadece bir bahane olmadığını
ve bir ölçüde de haklılık taşıdığını
kabul etmemiz lazım; seçenle seçilene yön veriyorsunuz. Parlamento üyesi,
kendi geleceğini, kendi seçilme imkânını ve şansını,
burada değil, millette arayacak. Burada kimsenin gözüne bakmayacak,
millete gidecek, milletin gözüne bakacak. Bana göre, benim
inanışıma göre, işte o zaman demokrasimiz
sağlıklı bir hal alır.
Değerli arkadaşlarım, ben, aslında,
konuşmamın bu kısmını fazla uzatmak istemiyordum; ama,
öyle sanıyorum, öyle görüyorum ki, zamanımın
yarısından fazlasını buna kullanmışım.
Benim, asıl anlatmak istediğim daha başka konular da var.
Burada, sadece “sen şu tarihte şunu demiştin, ben bu tarihte
bunu demiştim” sözleriyle zaman kaybetmeye ve bu ülkenin Meclisini,
şu hâkimiyeti milliyenin, 24 Anayasasının çok güzel tarifiyle,
tecelli ve temerküz ettiği bu kutsal çatıyı, daha fazla, bu gibi
şeylerle işgal etmeye hakkımız
olmadığını düşünüyorum. Memleketin varlarını
konuşalım.
Değerli arkadaşlarım, günün meşhur olayına,
sözlerimin sonunda değineceğim tabiî.
Şunu da düşünüyorum: Türkiye, her şeyiyle, bir ucundan
bir ucuna baktığınız zaman pekçok varları olan, pek
çok güzellikleri olan bir ülke. Dediğim gibi, her şeyden önce, en
güzel şeyi demokrasisi. Uzlaşı içerisinde olmamız
lazım değerli arkadaşlarım.
Bunu da tamamladıktan sonra, bütçenin birtakım teknik veya
fizikî olayları üzerinde; yine, şahsımın ve Grubumun
görüşlerimi ifade etmek istiyorum.
Uzlaşıyı unuttuk, sevgiyi ise terk ettik değerli
arkadaşlarım; ben, en büyük noksanımızın bu
olduğu kanaatindeyim.
Koalisyon hükümetleri kurulur. Daha önce, 1991'den beri... Her şeyi
bizden farklı, sosyal yaşayışlarından tutun,
felsefelerine kadar, programlarına kadar bizden farklı olan bu
değerli partimizle, onlarla birlikte ülkeye hizmet etmiş olmaktan
dolayı, kendilerine, burada, şükranlarımızı,
minnetlerimizi ifade etmeye değer buluyorum.
Ayrı düşüncelerin insanlarıydık; ama, bir şeyi,
1991'den 1995'e kadar, anlattık ki, ayrı düşüncelere, ayrı
felsefelere, ayrı siyasî ve ekonomik inanışlara sahip
olmanın, birlikte görev yapmaya, birlikte mesuliyet, sorumluluk
taşımaya engel olmadığını -tam aksine-
olmaması gerektiğini ispat ettik ki, geçirdiğimiz beş
yıl içerisinde, beraberliğimizi burada minnetle tekrarladığım
arkadaşlarımızla birlikte bunu iktidar yaptık; hiçbir şey
yapmadıysak uzlaşıyı iktidar yaptık. Hiçbir şey
yapmadıysak -ki, çok şey yaptık- insanların bir araya
gelip, bu ülkeye hizmet etmek mecburiyetinde olduklarını gösterdik.
(DYP ve RP sıralarından "Bravo" sesleri,
alkışlar)
49 uncu Hükümetin birinci yılında, bugün,
Cumhurbaşkanımız olan Sayın Demirel bir değerlendirme
yapılmasını istemişti o günkü Bakanlar Kurulunda ben de
arkadaşlarım adına, naçizane, söz alarak bu size
anlattıklarımı ifade etmiştim. Şunu yaptık, bunu
yaptık, az yaptık, çok yaptık; ama, koalisyonlarla -bir de
politizasyon dönemi yaşamış olan, maalesef, bu ülkede, hep, o,
öcü olarak gösterildi- bir araya gelinebileceğini gösterdik; bu büyük bir
başarıydı ve bugün de aynı şey caridir.
Değerli arkadaşlarım, farklı düşünebiliriz,
farklı düşünmemiş olsak, zaten, farklı partiler
olmazdık; ama, farklı düşünmenin, hep farklı kalmaya, hep
ayrı kalmaya eğer -biraz önce burada ifade edildiği gibi-
şunun hakkında şunu demiştiniz, bunun hakkında bunu
demiştiniz çerçevesinin içerisinde meseleleri alırsak, o zaman bu
partilerin, şurada -5 partimiz, bir de grubu olmayan bir partimiz daha
var, 6 partimiz- hiçbir zaman bir araya gelmemesi lazım. Oysa, geçen dönem
-Sayın Soysal burada değiller galiba- (DSP sıralarından
"Burada" sesleri) Anayasanın temsilde adalet, yönetimde istikrar
hükmünü beraber yazdık. Yani, bu Parlamento, sadece, temsilde adaleti
değil, aynı zamanda yönetimde istikrarı da sağlamak
mecburiyetinde. Bizim parlamenter sistemimizde, bizim Anayasamızda, icra,
bu Meclisten çıkıyor. O zaman, farklı insanlar eğer yan
yana gelemezlerse, hiçbir zaman bu Meclisten icra çıkmayacak demektir;
böyle bir şey olamaz, bunun için burada değiliz; icrayı
çıkarmak, hükümet çıkarmak göreviyle karşı karşıyayız.
Biraz önce burada bir ifadede bulunuldu; efendim, filan müdürün,
güvenmediği insanın durması, bakan olarak... Ben, çok
değerli o liderimizden özür dileyerek söylüyorum -yani, cevap için falan
değil, benim kendi görüşüm- burada Hükümet sizin güveninizle ayakta
durur. Bir hükümet üyesinin burada durup durmaması; görevi, mevkii,
haklılığı, haksızlığı ne olursa olsun,
bir devlet memurunun değil ancak Yüce Heyetinizin görevine
bağlıdır. (DYP ve RP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, bunu, kesinlikle, herhangi bir
cevap olarak arz etmiyorum, benim bir düşüncemdir, öyle inanıyorum;
hükümetler ve onların üyeleri, şu "hâkimiyet kayıtsız
şartsız milletindir" sözünün ruh ve manasının
gereği olarak, sadece sizin güveninizle ve sizin güveniniz sürdükçe ayakta
durur; sadece bunu ifade etmek istedim.
Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; bütçenin
birtakım rakamları üzerinde kısaca durmak istiyorum.
Aslında, yarından itibaren başlayacağımız, her
bakanlığın bütçesi üzerinde ayrı ayrı
görüşlerimizi söyleme imkânına sahibiz; ancak, ben, burada,
Hükümetimizin, toplumumuzun önünde durduğuna inandığım
birtakım temel meseleleri anlatmak istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, 524 trilyon liralık
yatırım öngörmüşüz. Bunun reel fiyatlarla -yani, 1994 fiyatlarına da vurduğunuz zaman-
yüzde 17 ilâ 18'lik bir artışı içerdiğini görüyoruz ki,
bunu da, bu Hükümetin burada bahsedilen sıkıntılarına
rağmen, burada bahsedilen açıkla kapanacağı
iddialarına rağmen getirmiş olmasını da, yine, olumlu
bir olay olarak değerlendiriyorum.
Bütçe içerisindeki yatırımlar, bütçe dışı
yatırımlarla birlikte yani KİT'lerin, belediyelerin, birliklerin
ve sair kamu kuruluşlarının ilave edilen
yatırımlarıyla, bunun, 1 katrilyon 306 trilyon liraya
varmış olmasını da, yine, olumlu bir hareket olarak, Hükümetimizin
desteklenmesine esas olması icap eden bir icraat
saydığımı, burada, huzurunuzda ifade etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, başka anlatacak şeyler
var; ama, benim üzerinde durmak istediğim birtakım temel meseleler
var. Birçok meselemiz var. Burada, 30'u aşkın
bakanlığımızın her birinin iştigal konusu,
uğraştığı konular, muhakkak ki, son derece önemli
konulardır; ama, baktığım zaman, ben, kendime,
birtakım önemli konuları, ülkenin gelecek projeksiyonları
içerisinde seçmek mecburiyetinde olduğumu düşünüp
ayırdığım zaman, bunların en başına enerji
meselelerini alma ihtiyacını duydum.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye, bugün, 86 milyar kilovat
elektriğe sahip. 60 milyar kilovatta devraldık 86 milyar kilovata
çıkardık. Ancak, orada bir şey var ki, 2000 yılında
134 milyar kilovat, olması lâzım 2010 yılında 290 milyar
kilovat, 2020 yılında ise 546 milyar kilovat elektrik üretmemiz
lazım.
Bunu, şunun için söylemek istiyorum; yani, yüksek huzurunuzda arz
edilmeye değer bulduğum tarafı şudur: Türkiye'nin,
taşkömüründen ve linyitten kaynaklanan termik elektrik üretim potansiyeli
120 milyar kilovat; hidrolik kaynaklarımızdan
çıkaracağımız elektrik ise 125 milyar kilovat;
bunların ikisini birbirine eklediğimiz zaman dahi, görüyoruz ki, 2020
yılında, özellikle, girdiğimiz Avrupa piyasasında, Avrupa
Birliği içerisinde, onlarla rekabet edebilmek için, sanayimizi ayakta
tutabilmek için, üretmek mecburiyetinde olduğumuz elektriğin -bugünkü potansiyelimizin de o da
tamamını kullanmak şartıyla; yani, kömür kaynaklarımızın
ve su kaynaklarımızın tamamını elektriğe
dönüştürdüğümüz zaman- ancak yarısına ulaşabiliyoruz.
Değerli arkadaşlarım, buradan çıkarmak
istediğimiz netice, mutlaka, diğer enerji kaynaklarını
-başta nükleer enerji olmak üzere- aramak mecburiyetindeyiz. Bugün,
artık,dünyanın her yerinde, -çevre meseleleriyle birlikte de olsa-
nükleer enerji konusu halledilmek yolundadır; çünkü, dünya, bunun
mecburiyetini anlamıştır.
Buradan varacağımız ikinci bir nokta da; Orta Asya,
özellikle Türkmenistan doğalgazının Türkiye'ye geçişi
dolayısıyla... Yani, bu mevcudumuzla, 2020'de, ancak
ihtiyacımızın yarısına ulaşabileceğimiz o
ortamda, mutlaka, birtakım alternatif enerji kaynakları bulmak
mecburiyetindeyiz. Doğalgaz, diğer akaryakıt gazları ve
nükleer santrallardan enerjimizi tamamlayıp bu rakamları bulmak
mecburiyetindeyiz. Bulmadığımız takdirde “vallahi, o
tarihte biz şununla uğraşıyorduk, bununla
uğraşıyorduk” meseleyi anlatamayız. Onun için, diyorum ki,
her şeyimizi konuşalım... Tamam, her şeyimizi
konuşalım; ülkenin gündemindeki -biraz sonra onu da
anlatacağım tabiatıyla- her şeyi konuşalım. 2020
yılında, hayatta olmasak, da bunun hesabını vermek
mecburiyetinde olduğumuzu da unutmayalım diyorum.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye, dünyanın en hassas
bölgesinde yaşıyor. Etrafımıza
baktığımız zaman, bir tarafımızda Orta Asya petrolleri,
Rusya, güneyimizde Körfez ve biz bunun ortasındayız. Petrol
bakımından, maalesef, bir şanssızlık içerisindeyiz.
Zaten, birtakım iddialar var, demin bazı
arkadaşlarımız da ona değindiler ve "Türkiye ile
Irak'ın hududunu İngiliz jeologları çizmiştir"
dediler. Yani "petrolün bittiği yerde Türkiye başlar"
denilir. Bunun, inandırıcı olan tarafları da birtakım
bulgularıyla var; ama, bunu bilmek mecburiyetindeyiz ki...
Değerli arkadaşlarım,
bu konuda bir şey daha söylemek istiyorum: Orta Asya'daki gerek
doğalgaz gerek akaryakıt ve sıvı yakıt
hatlarının Karadeniz'in güneyinden geçmesi ile kuzeyinden geçmesi
arasında, sadece ekonomik bir olay olarak değil, dünya siyasetini
etkileyecek çok önemli yönleri olduğunu da hep bilmek mecburiyetindeyiz.
Bunu, Batılı ülkelerin yöneticilerine zaman zaman hep anlattık.
Bağımsızlığını kazanan, bugün
bayraklarını zevkle ve gururla seyrettiğimiz kardeş
cumhuriyetlerin birtakım ekonomik varlıkları, eğer,
Karadenizin kuzeyinden Batı'ya akmak mecburiyetinde
bırakılırsa; bu, geçmişte bir imparatorluğu yeniden
ihya etmekten hem de -ekonomik bağlarla- daha güçlü olarak ihya etmekten
başka bir sonuç vermez.
Değerli arkadaşlarım, bundan fazlasını
söylemek, belki, bu kürsüde taşımak zorunda olduğumuz sorumluluk
gereği icap etmeyebilir. Yani, bundan daha fazlasını
söylediğimiz zaman, komşularımızla olan birtakım
siyasî değerlendirmelere, belki, şu anda girmemiş veyahut da o
istikamette, o manada girmemiş olmak gerekir; yani, buna çok dikkat
etmeliyiz. O hatların Anadolu’dan geçmesi; yani, Supsa hattı ve
İran üzerinden gelecek olan Türkmenistan hattının Anadolu’dan
geçmesi, bizim için, sadece, ekonomik varlık doğurucu bir olay
değil, aynı zamanda, dediğim gibi, dünyadaki birtakım dengeleri
yeniden değiştirecek önemli bir olaydır.
Değerli arkadaşlarım, bu enerji
açığımızı, Türkiye'nin her hükümeti, her gün, her dakika, mutlaka, gözlerinin
önünde tutmak mecburiyetindedir. Nitekim, bunun neticesi olarak, bizden önceki
hükümetlerin de yapmış olduklarını burada teşekkürle
karşılarız.
Bir Birecik Barajını, yap–işlet–devret modeliyle ihaleye
çıkardık; 2 milyar 300 milyon DM değerinde...
Değerli arkadaşlarım, ben, bununla şunu söylemek
istiyorum: Karkamış başladı, iki tane Marmara
Doğalgaz; çevrim santralı her birisi 670 megavat... Bursa Doğalgaz
Çevrim Santralının geçen gün temeli atıldı; bu Marmara
Doğalgaz Çevrim Santrallarının birinin temelini Sayın
Yılmaz, diğerinin temelini de Sayın Çiller Başbakan olarak
attılar. Rize'de, Dilek–Güroluk diye bir santralımız var. Bunun
da sözleşmesi yap–işlet–devret modeliyle yapıldı, kredisi
araştırılıyor. Aynı şekilde, Trabzon–Of
Sulaklı'da var, Yamula var, Bayramhacılı var. Afşin–
Elbistan Projesi önemli bir projedir ve Danıştayda inceleme
halindedir.
Değerli arkadaşlarım, önümüzdeki günlerde açılacak olan
Kerkük–Yumurtalık Petrol Boru Hattının
açılışını, çok önemli bir olay olarak, şu devrin
ve bu devrin anlayışları içerisinde değerlendirmeden,
hepimizin, memnuniyetle ve sevinçle karşılaması gerektiğine
inanıyorum. Olay, sadece, Türkiye'nin buradan alacağı
yıllık 40 milyon dolarlık gelir değildir; olayın
içerisinde, bir komşumuzla, 1990'da bozulmuş olan dengelerimizin ve
düzenimizin tekrar kurulmasına yardımcı olunması bahse
konudur. O bakımdan da önemlidir; kaldı ki, petrol yönünden de son
derece önemlidir. Güneydoğudaki birçok vilayetimizin -Gaziantep gibi
sanayileşmiş, Anadolu kaplanları arasında haklı yerini
almış bir vilayetimiz dahi- bu petrol boru hattının ve Irak
ile olan münasebetlerimizin işleyemeyişinden -işte Sayın
Kavak'ın da, benim de memleketlerimizde olduğu gibi- bu yönden ne
kadar sıkıntı çektiğini hep birlikte biliyoruz. Yani,
petrol boru hattının açılışı veyahut
işleyişiyle, o düzen tekrar kurulduğu zaman, orada, bugün, yol
üzerindeki boynu bükük yüzlerce tesis, en azından canlılığa
ve hayatiyete kavuşacaktır.
Değerli arkadaşlarım, çok süratli olarak söyleyip geçmek
istediğim bir diğer konu da yap-işlet-devret modelidir. Demin
arz ettiğim, Birecik modelini onun için söyledim. Geçenlerde bir tören
düzenlendi, değerli arkadaşlarımız -geçmişte beraber
görev yaptığımız arkadaşlarımıza- bize birer
plaket verdiler. 50'nin üzerinde toplantı yapmışlar. Ben,
yap-işlet-devret modelini, sadece bir finansman modeli, bir finansman
kaynağı olarak düşünmediğimi söylemek istiyorum. Bizim,
bugün özelleştirmeye çalıştığımız, süt
yapan, yoğurt yapan, kasaplık yapan, bez dokuyan devletin birçok
müesseselerinin artık dünyada kalmamış olduğunu anlamakta
bir hayli gecikmiş olmamıza rağmen; dönüp tarihimize
baktığımız zaman, 700-800 yıllık medreseler
görüyoruz. Onların hiçbirisini devlet yapmamış. Kayseri
Darüşşifahanesi, Sıvas Medresesi; bunların hepsi vakıf
eseri, hiçbirisini devlet yapmamış. Ecdadımız, bugün bizim
devlet eliyle yaptığımız sağlık hizmetlerini,
eğitim hizmetlerini, vakıflar yoluyla -devletten ayırarak-
yapmış. İşte, bugün, bizim özelleştirmeye
çalıştığımız şeyleri, yüzlerce yıl önce
Selçuklular, Osmanlılar yapmış. Bir dönüp onlara baksak, sadece
onlara bakmakla yetinsek, meselenin birçoğunu aşmış
olacağız diyorum.
Ben, burada, yap-işlet-devret modelinin sadece bir finansman
modeli, bir finansman kaynağı olarak düşünülmemesi
gerektiğini söylemek istiyorum. Elektrik üretimi : Birisi üretiyorsa, bunu
da vatandaşa ulaştırıyorsa, devletin, bunun arasına
girmeye ne mecburiyeti var? Ötekisi daha iyi yapıyorsa bırakalım
yapsın; bizim insanımız yapacak veyahut birisi gelip yapacak,
bizim insanımız kullanacak.
Değerli arkadaşlarım, özelleştirmede zaman zaman
yapılmış bir tartışma vardı: " efendim,
stratejik mal ve hizmetleri özel sektöre, özel şahıslara veremeyiz,
devlet bir gün sıkıntıya girer” diye. Hayır, böyle
olmadığı görülmüştür. Bunun en yakın örneği,
Çukurova Elektriktir. ÇEAŞ'ı işleten bir yönetim var;
biliyorsunuz, devletle, daha doğrusu benim de içinde bulunduğum
hükümetlerle -Sayın Şinasi Altıner burada mı bilmiyorum-
hep ihtilaf halinde oldu Mahkemelere gidildi, tazminatlar, şunlar bunlar
oldu; yönetim kurullarına el konuldu, el çektirildi,
başlattırıldı; ama, bir şey var ki, elektrik üretimi
aksamadı. Demek ki, stratejik hizmetler bahanesiyle vatandaşımızın
birtakım hizmetleri ve malları üretemeyeceğinin
düşünülmemesi; artık bunun, bir dünya gerçeği haline
geldiğinin kabul edilmesi lazım, yani o tür bahanelerin olmaması
lazım.
Değerli arkadaşlarım, Bilecik Barajı
dolayısıyla bir duygumu, bir hissiyatımı
paylaşacağınıza inanarak bir konuyu ifade etmek istiyorum :
Onlarla ortak olan Türk firmaya 1 milyar 850 milyon DM kredi
sağlandı. Projenin toplam tutarı 2 milyar 300 milyon DM Bunun
için bir sözleşme yapıldı. Zannediyorum, yap-işlet-devret
süresi 20 seneydi. 1 milyar 850 milyon DM’yi yani yaklaşık 1,5 milyar
doları veren insanlar, yabancılar 20 sene bu tesisi
işleteceğine, 20 sene sonra parasını alıp
gideceğine ve kâr edeceğine inanıyor. Bir yabancının,
20 sene sonrasına inandığı Türkiye'nin, eğer biz,
bugün, 20 gün sonrasına inanmıyorsak, inanamıyorsak, öylesine
bir güvensizlik içerisindeysek, her şeyden önce, kendimize yazık
ederiz diye düşünüyorum. (DYP sıralarından alkışlar)
Sayın Ayfer Yılmaz o zaman Hazine Müsteşarıydı,
birkaç defa kendisini yurtdışına gönderdik; İngiltere'den
ve Amerika'dan parça parça birtakım krediler buldular ve bu konsorsiyumu
meydana getirdiler. O adamlar, Türkiye'nin 20 senelik geleceğine ve 20
sene sonra parasını kazancıyla birlikte alıp
gideceğine inanıyor da, biz, kendi kendimize inanmıyorsak
yazık ediyoruz diye düşünüyorum değerli arkadaşlarım.
Yap-işlet-devlet modeli sadece bir finansman modeli değil, bir
üretim modeli.
Hastanecilik : Baktığınız zaman; devletin,
hastanelerine sarf ettiğinin çok daha fazlasını, herhangi bir
hastane de, kendi bakmak mecburiyetinde olduğu insanlarına -eğer
sigortalıysa- ondan çok daha rahat hareket ederek harcıyor.
Değerli arkadaşlarım, biraz da özelleştirmeye
değinmek istiyorum; Sayın Recep Mızrak
arkadaşımızı da burada görünce... Bir Et-Balık Kurumu
vardı; özelleştirmek istedik. Bir arkadaşımız orada,
bir arkadaşımız orada, bir tanesi de burada...
Düşündüğümüz şuydu: 6 bin tane çalışan insanla...
Sayın Başkanım, acaba, bana da birkaç dakika süre
lütfetme imkânınız olacak mı?
BAŞKAN – Gayet tabiî efendim, devam edin; gayet tabiî...
NECMETTİN CEVHERİ (Devamla) – Çünkü, notlarımı ona
göre düzenledim. Yoksa, ben de, Susurluk'a girip, meseleyi
bağlayıp...
BAŞKAN – Devam edin efendim; süre verilecek.
MAHMUT IŞIK (Sıvas) – Biraz da Susurluk'tan bahset Necmettin
Ağabey...
NECMETTİN CEVHERİ (Devamla) – Evet, özelleştirme...
Arkadaşlarım, demin söylediğim gibi -Recep Mızrak
arkadaşımla hep düşündük- dünyada kasaplık yapan devlet
kalmamış; gelin, bunu, çalışan insanlarına verelim.
Bildiğiniz gibi, birtakım şeyler oldu. Demokratik bir
olaydı... Biz de, ona saygılı olarak, belki de yanlış
veya doğru hareket ederek durdurduk. Eğer,
arkadaşlarımızla beraber -birisi orada, birisi burada- düşündüğümüz
o özelleştirme yürütülmüş olsaydı, bugün, ben inanıyorum
ki, hayvancılığımız çok daha iyi bir durumda olurdu.
Değerli arkadaşlarım, kıyametler
koparıldı... Bize şunlar söylendi: "Efendim, sendika,
işletmecilik nasıl yapar?" Peki, sendika işletmecilik
nasıl yapar?! Aynı sendika, bugün, Demir-Çeliği işletiyor.
Kasaplığı yapamayacağı iddia edilen sendikamız,
işçimiz, bugün, dünyanın en ileri teknolojisini gerektiren
ağır sanayilerinden biri olan Demir-Çeliği işletiyor.
Bildiğiniz gibi, birçok insan çıktı ve bunu kürsülerde
tartıştı. Onun arkasında; basının arkasındaki
olayları ise, burada ifade etmeyi, kendi kendimi hep yapıcı ve
olumlu şeyler söyleme mecburiyetinde tutma ilkeme aykırı
buluyorum onun için, söylemiyorum. Bunu da, böylece, çok kısa olarak...
Değerli arkadaşlarım, Türkiye, mutlaka, bu
özelleştirmeyi yapmalıdır. 49 uncu Hükümetin başında
-belki, birkaç ay geçmiş veyahut geçmemişti- o günün
Başbakanı Sayın Demirel'e, o günün ekonomik işlerden
sorumlu Devlet Bakanı Sayın Çiller'in de bulunduğu bir yerde
-projeksiyonlar yapmıştık, şu iş yüz günde, şu
iş beşyüz günde, şu iş şu kadar zamanda diye.
Şunu arz etmiştim ve demiştim ki, “efendim, biz, beş on
senedir veyahut sekiz on senedir bir mahzene
tıkılmıştık, yasaklanmıştık...” Yani, o
yasaklarımıza falan da değinmek mümkündür; ama, onları da
geçelim, geçsin diyoruz. Şimdi, bu Mecliste hep beraber bulunduğumuz
zaman, birbirimizin düşünecelerini, duygularını
tamamlamamızla, kendimize de, ülkemize de bir zarar vermememize
rağmen, Anayasanın 4 üncü maddesinin devam etmesi için; yani, siyaset
içerisinde yaşayıp, siyaseti birtakım insanlara yasaklayan
olayı da geride bırakalım. Bu, şuradan aklıma geldi;
yedi sekiz sene bir mahzende oturduk da onun için. Sayın Demirel'e dedim
ki, “biz, o mahzende, devletin bazı şeylerini takip etme
imkânını bulamamışız...”
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir dakika... Bir dakika efendim...Sürenizi
uzatıyorum.
Buyurun efendim.
NECMETTİN CEVHERİ (Devamla) – Sayın Başkan,
değerli arkadaşlarım; o zamanın Başbakanı
Sayın Demirel'e demiştim ki, eğer, Türkiye, bu kamu iktisadî
teşebbüslerinin ekonomik faaliyetlerini -çok gerekli olanlar olabilir,
tedricen olabilir- devletin bünyesinden ayırmadığı sürece,
bu rakamlarınızı, bu projeksiyonlarınızı 2 ile çarpmanız
lazımdır. Sayın Cumhurbaşkanımızın bana
verdiği cevap aynen kulaklarımdadır "hayır, 2 ile
değil, 4 ile çarpmamız lazım; tutamazsınız bunu"
dedi. Artık, bunun üzerinde, bu koskoca Rusya'yı çökertmiş
sistemin arkasında, dünyada sayısı azalmış veyahut çok
düşük sayıya inmiş sosyalist ülkelerinin veyahut o anlayışların
içerisinde bulunamayız.
Değerli arkadaşlarım, geçen asırda dünyanın
buğday ambarı olan Rusya, bugün, tarihî ve geleneksel rakibi
Amerika'ya avuç açmak mecburiyetindedir. Her yıl 13 milyon ton ila 30
milyon ton arasında buğdayı Amerika'dan almazsa aç kalır.
Çünkü, o modelinin hantallığı altında kendi ekonomisi
çökmüştür. COMECON” dediğimiz birlik, artık, dünyanın
ekonomik sistemleri arasından veda etmiştir.
Değerli arkadaşlarım, buraya da kısaca değinmek
istiyorum : Dünya globalleşiyor, globalleşen, küreselleşen dünya
aynı zamanda gruplaşıyor. Bu grupların
dışında yaşamayı düşünmemeliyiz.
İslam birliği için Hükümetimizin yürüttüğü faaliyetleri
memnuniyetle karşılıyor ve bu küreselleşen dünyada,
kendimiz için bir güç olarak kullanma imkânına ve şansına sahip
olduğumuz şeklinde anlıyorum. Değerlerimizle
çağdaş dünyanın içerisinde olmalıyız.
Değerli arkadaşlarım, 160 yıl önce tanzimatı
yapanlar da, inanmalıyız ve kabul etmeliyiz ki, bizimle aynı
inançları paylaşıyorlardı. Onlara birtakım lakaplar da
takıldı; ama Türkiye'yi bir hukuk devleti yapanlar, Türkiye'yi,
Batı toplumunun içerisinde yer aldırmak için çırpınan
insanlar da bizimle aynı duyguları, aynı inançları
paylaşan değerli insanlardı.
O hareketi hazırlayanlardan Sultan Mahmut; Kur'an yazarı,
Osmanlının en büyük hattatlarından birisiydi. Biz de, Doğru
Yol Partisi olarak diyoruz ki, kendi değerlerimizle, millî ve manevî
değerlerimizle, hazinemiz olan, servetimiz olan, tarihimiz olan,
varlığımız olan, her şeyimiz olan
inançlarımızla birlikte Batı dünyasının içerisinde yer
alabiliriz.
Kaptan-ı Derya Halil Paşa isminde bir zatın 1833
yılında Rusya'ya yaptığı bir seyahatten sonra
söylediği bir söz var "eğer çağdaşlaşan uygar
dünyanın birtakım kurumlarını alıp kendimize
uygulamazsak, o kanaate vardım ki, topyekûn, hepimizin Asya'ya geri
dönmesi lazım."
Değerli arkadaşlarım, işte, biraz önce de
dediğim gibi, globalleşen dünya içerisinde COMECON çöktü.
Taşımaya çalıştığı ve
taşıyamadığı bir modelin hantallığı
altında ezildi, gitti; ama, bir bakıyorsunuz ki, yani, Kuzey Amerika
Birliği NAFTA north'u atıyor ve AFTA yapıyor, böylece Güney Amerika'yı da içine alıyor.
Hangi Güney Amerika'yı; o, rejimine karşı olduğu, dünyanın
başka bir yerinde olsa, yaşama hakkı bile
tanımayacağı birtakım devletleri... Eğer “AFTA” diye
Amerikan Birliğinin içerisine, Pan Amerikan Birliğinin içerisine
alıyorsa, demek ki, bu birliklerin içerisine girmekte hayatî bir
zorunluluk var.
Bugün, dünyanın sanayileşmiş 7 devinden biri olan
İngiltere; Avrupa Birliğinin, Gümrük Birliğinin
kapısında, -özelliklede o dönemde karşı çıkan De
Gaulle'ün gayretleriyle- yıllarca bekletildi; yani, bunları, kendimiz
için, kendi değerlerimizi dünyanın ve tarihin gerçekleriyle birlikte
değerlendirmek mecburiyetindeyiz.
Değerli arkadaşlarım, hiç ihtiyacınız
olmadığı kanaatini her zaman muhafaza etmeme rağmen
-yalnız yaşayamayız bu dünyada- çok yakın bir tarihten bir
küçük örnek vermek istiyorum : 1853-1856 Kırım Harbi, -Batı
sistemi içerisinde, oradaki münasebetlerimizi isabetli
kullanmışız, doğru kullanmışız- biz,
Sivastopol'un önündeyiz, hâlâ şarkıları söylenir
"Sivastopol önünde yatan gemiler" diye. Çok değil, 20 sene
sonra, 1876'da, Sivastopol gelmiş Ayastafanos'a; yani, Yeşilköy'e!..
Niye; çünkü, yalnızlamışız, yanlış şeyler
gütmüşüz.
Dünyanın en hassas yerinde yaşıyoruz. Bir gün, bunu,
Grubumda, değerli arkadaşlarıma anlatmaya
çalışmıştım. Türkiye, doğu ile batı, kuzey
ile güney eksenlerinin kesiştiği dünyanın en hassas
noktasındadır.
Bir gün, Amerikan Dışişleri eski Bakanlarından
birisine Türkiye, aynen, dürbünlü tüfeğin içerisindeki o çapraza benzer;
öyle bir noktadadır” demiştim. Tarih, Anadolu’nun üzerinden bir
doğuya, bir batıya akmıştır. Kuzey-güney ekseniyse;
kuzeyde, dünyanın en büyük güçlerinden birisi, güneyde de dünyanın en
büyük cazibe merkezlerinden birisi var. İşte, bu eksenin
ortasında olan Anadolu'da, bin yıl, bizden başka yaşayan
yok. Tarihi uzun boylu incelediğimiz zaman; bugün, bizim
yaşadığımız toprakların tamamında, bin
yıl, bizden başka, yaşayan yok. Yine, bir Amerikan Dışişleri eski Bakanı
"neye borçlusunuz" diye sorduğu zaman, "Türklüğün
büyük devlet kurma sanatına ve mensup olduğumuz dinin de büyük
hosgörüsüne..." dedim. (DYP ve RP sıralarından “Bravo” sesleri,
alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, sözlerimi toparlamak istiyorum;
çünkü, gözlerimin içine bakıyor arkadaşlar.
Yine, demin arz ettiğim konferansta, o Amerikalı
Dışişleri Bakanına şunu demiştim:
"Bakın, Bosna'yla bütün dünya başa çıkamıyorsunuz;
oysa beşyüz yıl çıt çıkarmadan idare ettiğimiz
toprakların içerisinde, Bosna, bir noktadan ibaretti. Bugün, Osmanlı
topraklarında 35
bağımsız devletin başkenti var, 35
bağımsız devletin bayrağı dalgalanıyor.
40'ın üzerinde ırkın yaşadığı, 40'ın
üzerinde dilin konuşulduğu, o milyonlarca kilometrekare araziyi,
toprağı -araziyi değil- kıtaları- biz, işte, bu
hoşgörümüzle, bu devlet anlayışımızla idare
ettik." O konferansta söylediğim şeyi, burada, huzurunuzda
tekrarlamaya değer buluyorum. Amerikalı "nasıl" diye
sordu; ona söylediğim şey, şuydu: "Senin dinin sana, benim
dinim bana diyerek..."Değerli arkadaşlarım, dünyayı beşyüz yıl idare
ettikten sonra, eğer, bugün, senin düşüncen sana, benim düşüncem
bana diyemiyorsak, kendimize yazık etmiş oluruz, memleketimize
yazık etmiş oluruz diyorum. (DYP ve RP sıralarından
alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, şimdi, her
toplantının final paragrafı olan, günün belli olayı
Susurluk'a gelmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, cumhuriyet, kavramlar, kurumlar ve
kurallar rejimidir. Kimse, kimsenin yerine görev yapamaz; herkes, kendi
görevini bilmelidir.
Bir olay cereyan etmiştir. Olayın içerisine girmek
değil... Meclis ne yapabilir; Meclis, araştırma komisyonunu
kurmuştur ve kurduğumuz komisyonlardan da -değerli
arkadaşlarımın müsamahasına sığınarak
söylemek isterim ki- tereddüt duyduğumuz, kuşku duyduğumuz anda,
bu kuşkunun, bu tereddütün kendimize raci olacağını da
bilmemiz lazım. Bir komisyon seçmişiz. Burada -bilemiyorum Sayın
Elkatmış burada mı- her partiden arkadaşımız var,
bunlar neyin üstünü örtecekler?
MAHMUT IŞIK (Sıvas) – O zaman niye görevden alındı
emniyet müdürü?
NECMETTİN CEVHERİ (Devamla) – Bakanlıklar, bunu
Teftiş Kuruluna, polise ve müfettişlerine, İçişleri
Bakanlığı müfettişlerine vermiş. Zannediyorum,
Başbakanlıkda Teftiş Kuruluna vermiş. Savcılar el
koymuş. Bu ülkenin savcılarına mı güvenemiyoruz?
Bu grubun mensubu olan bir sayın milletvekili
arkadaşımız "dokunulmazlık da mevzubahis değil,
hastalığım da mevzubahis değil; savcıları
bekliyorum, gelsinler ifademi alsınlar" demiş. Bir savcı
gitmiş ifadesini almış. Hazırlık tahkikatı yasalarımız
gereği gizlidir, yalnız o savcı bilir. Önüne çıkacak hâkim
de bilmez bunu. Kural bu; kuralları altüst edemeyiz.
Değerli arkadaşlarım, netice itibariyle şunu
söylemek istiyorum : Türkiye'de hâkimler var.
Bir Alman köylüsünün, hepinizin çok iyi bildiğiniz bir cümlesini, o
zaman değerli adliyeci arkadaşlarımıza hep söylerdim.
Burada oturduğum günden kalktığım güne kadar, size, şu
hâkim şurada görev yapacak, bu savcı şunu yapsın
demeyeceğim. Bir tek şey isteyeceğim -ki, siz de onu
istiyorsunuz- Türkiye'de hâkimler var diyeceğiz.
Değerli arkadaşlarım, Alman İmparatorlarından
birisi -çok iyi bilirsiniz- bir av dönüşü, zannediyorum bir köylünün
tarlasına veyahut bahçesine zarar vermiş...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Cevheri, sürenizi uzatıyorum.
NECMETTİN CEVHERİ (Devamla) – Sayın Başkanım,
sadece yarım dakika istirham istiyorum... Tamamlıyorum.
BAŞKAN – Buyurun efendim, devam edin.
NECMETTİN CEVHERİ (Devamla) – Köylünün kendisine itirazı
karşısında "ben imparatorum" dediği zaman,
köylünün verdiği cevap şu olmuştu : "Sen imparatorsun; ama,
Berlin'de hâkimler var".
Arkadaşlar, yalnız Berlin'de hâkimler yok, Türkiye'de de
hâkimler var. O hâkime teslim ederiz. (DYP sıralarından
alkışlar) Gider... Nereye kadar giderse oraya kadar gider. Benim
hâkimim, onu, nereye kadar giderse, kime kadar giderse oraya kadar götürür.
O inanç içerisinde olmaktan başka yapacağımız
herhangi bir şey olmadığı düşüncesiyle, Yüce
Heyetinize saygılarımı arz ediyor, bu bütçemizin de, yine, büyük
milletimize ve aziz vatanımıza hayırlı olmasını
diliyor, tekrar tekrar saygılarımı sunuyorum ve
müsamahaları için de Sayın Başkana teşekkürlerimi arz
ediyorum. (DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Cevheri.
Şimdi sıra, Demokratik Sol Parti Grubu adına, Genel
Başkan Sayın Bülent Ecevit'in.
Buyurun efendim. (DSP sıralarından ayakta alkışlar)
DSP GRUBU ADINA BÜLENT ECEVİT (İstanbul) – Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri, bizi televizyonlarından izleyen
değerli yurttaşlarım; sözlerime başlarken, sizleri, kendi
adıma ve Demokratik Sol Parti Grubu adına içten saygılarla
selamlıyorum.
Sayın milletvekilleri, 1997 bütçesi, Sayın Erbakan'ın
endazesiz hayalciliğinin çarpıcı bir örneğidir. Şöyle
ki : Cumhuriyet tarihimizin en büyük açığını vereceği
kesin olan bu bütçe, Sayın Erbakan'a göre, cumhuriyet tarihimizin hiç
açık vermeyen ilk denk bütçesi olacakmış!
Aslında, kamu gelirleri ile giderleri kâğıt üzerinde
eşleştirilerek, her bütçe denkmiş gibi gösterilebilir; ama,
gerçek anlamda denk bütçe, kamu giderlerinin, normal kamu gelirleriyle
karşılandığı bütçedir. Normal kamu gelirleri ise,
vergi gelirleri ile harçlardan ve bazı vergidışı
gelirlerden oluşur. Oysa, 1997 bütçesinin açığı, normal
kamu gelirleriyle karşılanacak değildir; bütçenin
olağanüstü büyüklükteki açığı, borç vadeleri
uzatılarak karşılanacaktır, yeni borçlanmalarla
karşılanacaktır, Türk Lirası borçların döviz cinsinden
borçlanmaya dönüştürülmesiyle karşılanacaktır,
KİT'lerin ve sosyal amaçlı kamu mallarının haraç mezat
satışıyla karşılanacaktır, fiyatlara sürekli
zamlarla karşılanacaktır. Bunlar da yetmeyince, bütçe
açığı, Hükümetin son günlerde ortaya çıkan bir niyetinden
anlaşıldığı gibi, karşılıksız para
basmayla, yani enflasyon körüklenerek karşılanacaktır.
Açığı bu yollardan karşılanan bütçe ise, denk bütçe
değil, hem açık hem enflasyonist hem rantiyeci hem de adaletsiz
bütçedir. (DSP sıralarından alkışlar)
Hükümetin ilk haftalarında, Başbakan Sayın Erbakan,
Partisini hâlâ muhalefette sanarak, öteden beri verdiği bazı sözleri
sürdürüyordu. Örneğin "artık, borçlanma yok" diyordu,
"zam yok" diyordu, "faiz kalkacak" diyordu,
"rantiyeliğe son" diyordu; fakat, bütün bu sözlerin, Erbakan
deyimiyle "fasa fiso" olduğu kısa sürede ortaya
çıktı. (DSP sıralarından alkışlar)
Borçlanma konusunda, bu bütçeyle ilginç bir
gözbağcılığı da yapıldı. Önce "bütçe
denktir, açık vermeyecektir; onun için, borçlanmaya gerek
kalmayacaktır" savıyla, Hükümet, bütçe yasa tasarısının
3 üncü maddesinde borçlanma yetkisini kaldırdı; fakat, aynı yasa
tasarısının 30 uncu maddesiyle, bu yetkiyi yine kendine
tanıdı. Böylece, bütçenin denk olmadığı itiraf
edilmiş oldu.
Şimdi, borçlanma, hem doğrudan hem dolaylı yollardan;
yani, vade uzatılarak veya Türk Lirası borçlar döviz cinsinden
borçlanmaya dönüştürülerek sürdürülmüş oluyor; bir yandan da, yüksek
faizle rantiyeliği beslemeye devam ediliyor. Üstelik, Sayın Erbakan,
yerli yabancı, olası alıcılara "bu toprakları,
arsaları elden kaçırmayın; bunlar, size kısa sürede büyük
kârlar getirecektir" diyerek, kamu mallarını, usta bir tellal
ağzıyla pazarlamaya uğraşıyor. (DSP
sıralarından alkışlar) Böylelikle, rantiyeliği
büsbütün özendiriyor. Rantiyeliği böylesine açıktan destekleyip
özendiren bir Başbakan, sözde rantiyeci düşmanı Sayın
Erbakan'dır.
Zamların ise ardı arkası gelmiyor. Refah
Partisi-Doğru Yol Partisi Hükümetinin ilk beş ayında, zam
furyasından kendini kurtarabilmiş hiçbir mal, girdi veya hizmet
kalmamıştır. Özellikle, fiyatları zincirleme etkileyici
zamlarla, enflasyon, şimdiden yüzde 90'lara tırmanıyor. Beş
ayda sadece akaryakıta beş kez zam geldi. Özellikle çiftçinin,
kamyoncunun kullandığı akaryakıtın fiyatı
beş ayda yüzde 35,5 oranında zam gördü.
Bütçe açığını kapatmanın en
sağlıklı yolu, verimli ve adaletli bir vergi reformudur; fakat,
bu Hükümet, vergi reformuna açıktan karşı çıkıyor;
vergi reformu yerine, günü kurtarmak için, dengesiz ve adaletsiz aflarla vergi
kaçakçılığını özendiriyor.
Ekonominin müzmin hastalığı haline gelen ve
rantiyeliğin başlıca kaynaklarından biri olan enflasyonun
hızını kesmek için de Hükümetin hiçbir girişimi yok. Tam
tersine, adil düzenci Refah Partisinin başında bulunduğu
Hükümet, ekonomiyi, enflasyon lobisine, dolayısıyla, rantiyeliğe
teslim etmiş durumdadır. Zaten, artık, dikkat ederseniz, adil
düzenin sözü bile edilmiyor; zaman zaman, sadece muhalefet partileri bunu
hatırlatıyorlar. Adil düzenin de bir hayal ürünü, fasa fiso
olduğu, artık, ortaya çıkmıştır.
Bu arada, şu tehlikeyi de vurgulamakta yarar vardır:
Birkısım içborçların döviz cinsi borca dönüştürülmesi, bu
yüksek enflasyon ve sürekli devalüasyon ortamında, devleti -Allah
esirgesin- dövizzede durumuna düşürebilir.
Aslında, ilke olarak, borçlanmaya karşı
çıkılamaz; yeter ki, borç, devletin ödeme gücünü artıracak,
kaynak yaratacak, yatırımları hızlandıracak ve
ekonomiyi düzlüğe çıkaracak yönde kullanılsın. Oysa, Refah
Partisi-Doğru Yol Partisi Hükümeti, yeni borçları da, vadesi
uzatılan veya dövize dönüştürülen borçları da, KİT'lerin ve
kamu mallarının satışından ve fiyat zamlarından
elde edilecek gelirleri de, yatırım ve kalkınma için değil,
borç faizlerini ve cari masrafları karşılamak için kullanmak
eğilimindedir.
Bu Hükümet, kaynak yaratan değil, kaynak kurutan bir hükümettir;
günü kurtarmak uğruna ekonominin yakın geleceğini karartan
hükümettir. Nitekim, bedelsiz araba dışalımını
özendirerek Hükümet, otomotiv sanayimizi baltalamaktadır ve yüzbinlerce
işçiyi işsizlik tehlikesiyle, binlerce küçük ve orta sanayi
kuruluşunu da kapanma tehlikesiyle karşı karşıya
bırakmaktadır. Bedelsiz dışalım, yalnız
taşıt araçları konusunda değil, başka iş
araçları konusunda da özendiriliyor. Bugün, Ankara'nın
sokaklarında bunun reklamları yapılıyor. Birçok küçük ve
orta sanayi kuruluşu o yüzden de kapanma tehlikesiyle karşı
karşıya kalacaktır. Böylece, yabancı sanayicilere kaynak
yaratılırken, kendi millî sanayimizin kaynağı büyük ölçüde
kurutulmuş olacaktır. Bu da, Refah Partisinin millî görüşünün
iktidarda ne denli gayri millî bir görüşe dönüştüğünün ilginç
bir göstergesidir. (DSP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, Tükiye, ciddî bir enerji
darboğazı tehlikesiyle karşı karşıya. Bunun
başlıca sorumlusu da, dört yıllık hükümet döneminde enerji
santralı yatırımlarından gereken kaynağı
esirgemiş olan Doğru Yol Partisi ve onun sosyal demokrat
ortağıdır. Şimdi, Refah Partisi-Doğru Yol Partisi
Hükümeti, bunları bir an önce tamamlayıp devreye sokmak yerine,
kiralayarak veya satarak elden çıkarmak istiyor. Bu hidrolik enerji
santrallarından birçoğunun yapımı yüzde 70-80 oranlarında
tamamlanmış durumda. Hele bunlardan 6’sı yüzde 90'ın
üzerinde tamamlanmış durumda. O arada, Dicle Barajı yüzde 98
oranında tamamlanmıştır. Beyköy, Seyhan-Çatalan,
Kralkızı Barajları yüzde 97 oranında
tamamlanmıştır. Yenice ve Kelkit-Karataş Barajları
yüzde 90 oranında tamamlanmış durumdadır. Devlet, sadece 28
trilyonluk kaynak ayırsa, bu 6 barajın enerji santralları
süratle devreye girebilir ve böylece hem enerji krizi bir ölçüde
ertelenmiş hem de ekonomiye -yılda- azımsanamayacak düzeyde
gelir sağlanmış olur. Oysa, Hükümet, bunları bir an önce
devreye sokmak yerine özelleştirip elden çıkarmak istiyor. Biz, ilke
olarak özelleştirmeye karşı değiliz; fakat, bu durumda
özelleştirme adayı KİT'lerden birçoğunun başına
gelen, bu enerji santrallarının da başına gelecektir;
yatırımları tümden duracaktır; özelleştirme
işlemleri de gecikeceği için devreye girmeleri büsbütün
ertelenecektir. Üstelik, tamamlanmadan pazarlandıkları için piyasa
değerleri de çok düşük düzeyde kalacaktır. Oysa, bunlar, küçük
bir devlet katkısıyla tamamlansa, pazarlanmaları durumunda,
özelleştirilmeleri durumunda çok daha büyük kazançlar, kaynaklar, devlet
tarafından elde edilmiş olacaktır. Kısacası, Hükümet,
bütçeye bir defalık yama vurabilmek uğruna, kamunun elinde ne varsa
satıp savma kararındadır; kaynak yaratmak yerine kaynak kurutma
yolundadır. Oysa, Sayın Erbakan'ın dilinden “kaynak” sözü
düşmüyor. Herhalde, birazdan, arkada görülen bu ekrandan da Sayın
Erbakan'ın kaynaklarla ilgili açıklamalarını ve
temennilerini dinleyeceğiz.
Beş ayda üç kaynak paketi açıklandı. Bu paketlerden 30
milyar dolarlık kaynak bekleniyor. Hatta, Sayın Erbakan, bundan
sonraki paketlerle kaynak beklentisinin 50 milyar doları
aşacağını söyledi. Bunu müjdelerken yanında oturan
Başbakan Yardımcısı Sayın Çiller bile kendisini
gülmekten alıkoyamadı. Bütçe açığı büyük ölçüde bu
kaynaklarla sağlanacakmış! Oysa, bunların ancak küçük bir
bölümünden gelir bekelenebileceğini, geri kalanın ise ancak imkân
niteliğinde olduğunu Sayın Başbakan da itiraf ediyor.
İmkân denilen kaynaklardan birçoğu ise borçlanmadan ibarettir.
Kısacası, bu kaynaklar, büyük ölçüde Sayın Erbakan'ın
meşhur temennileridir; yani, pek ciddiye alınacak yanları
yoktur. Olacak şey değil ama, diyelim ki, bu kaynaklarla veya
temennilerle, bu satıp savmalarla 1997 bütçesinin en az 3 katrilyonu
bulması beklenen açığı kapatıldı. Peki,
kaynaklarımız büyük ölçüde kurutulmuş olarak girilecek 1998
yılında halimiz ne olacak?! 1998'de bütçe
açığının, 1997 açığını en az ikiye
katlayacağında pek çok iktisatçımız ve o arada
Uluslararası Para Fonu birleşmektedir. Eğer, şimdiden, bir
defalık değil de, sürekli gelir sağlayacak kaynaklar ve önlemler
devreye sokulmazsa, 1998 bütçe açığı nasıl
kapatılacak..? Hele bugünü kurtaralım, ondan sonrası için Allah
kerim zihniyetiyle Türkiye'nin geleceğini karartmaya hiçbir hükümetin
hakkı olamaz. (DSP sıralarından alkışlar)
1997 bütçesi hem hayalî hem de hileli bir bütçedir. Hayalî olduğuna
somut bir kanıt, özelleştirmeden beklenen gelirdir. Son üç yılda
özelleştirme hedeflerinin ancak yüzde 10'una
ulaşılabilmiştir. 1985 ilâ 1996 arası onbir yılda ise,
özelleştirmeden, toplam, ancak 3 milyar 100 milyon dolar gelir
sağlanabilmiştir.
Bu gerçeklere karşın, şimdi, Refah Partisi-Doğru Yol
Partisi Hükümeti, özelleştirmeden, önümüzdeki yılda, yani tek bir
yılda, son onbir yıldakinin yaklaşık iki katı, 5
milyar 900 milyon dolar gelir bekliyor. Böyle bir beklentinin de ciddiye
alınabilmesi olanaksızdır.
Bu sözlerimden, bizim, Demokratik Sol Parti olarak, özelleştirmeye,
ilke olarak karşı çıktığımız sonucuna
varılmamalıdır. Bildiğim kadar, partiler arasında,
özelleştirmeye, seçim bildirgelerinde en ayrıntılı yer
veren parti Demokratik Sol Partidir. (DSP sıralarından
alkışlar) Fakat, bundan önceki hükümetler -inşallah, bu Hükümet
yinelemez aynı hatayı- özelleştirmeyi kamuya çirkin göstermek
için, ülkeye zararlı göstermek için her şeyi
yapmışlardır. Öncelikle, hisseleri, payları
çalışanlara, yöre halkına sunacak yerde -bir tek Karabük
istisnasıyla- blok satışlar yoluna gitmişlerdir. Bazı
devlet kuruluşlarını, bazı KİT'leri, arazi
fiyatlarını bile karşılayamayacak kadar düşük
fiyatlarla pazarlamışlardır ve halkımızın büyük
çoğunluğunun gözünde özelleştirme, işsizleştirmeyle
eşanlamlı hale gelmiştir. Eğer, bu hatalar tekrarlanmazsa,
elbette, özelleştirmeden, kamuoyu da tatmin edilerek, şimdiye kadar
elde edilen gelirlerin çok üstünde gelir sağlanabilir; ama, yine de, Hükümetin
hedeflediği rakam bir hayli hayalidir.
Bütçenin hileli yönüne bir örnek ise, enflasyona karşı hiçbir
önlem alınmadığı halde, tam tersine, izlenen bütün
politikalar, enflasyonu azaltıcı değil, büsbütün
azdırıcı nitelikte olduğu halde, Hükümet, şimdiden
yüzde 90'lara dayanan enflasyonun, önümüzdeki yıl yüzde 65 düzeyine
ineceğini varsayıyor. Bu hayalî varsayıma dayanarak da, kamu
görevlilerine yılın ilk yarısında sadece yüzde 30 zam
öngörüyor; yani, bir varsayım hilesiyle kamu görevlilerini avutabileceğini
sanıyor.
Peki, partisi muhalefetteyken Sayın Erbakan ne demişti;
"sırf memura, işçiye az zam vermek için enflasyon düşük
gösteriliyor" demişti. Şimdi, aynı hileyi kendi
başında bulunduğu Hükümet uygulamaya kalkışıyor.
"Enflasyon doğru tahmin edilmediği için bütçe
rakamlarının da hiçbir anlamı yoktur" diyordu Sayın
Erbakan, muhalefetteyken. Şimdi, kendi Hükümeti, Meclisin önüne, eski
bütçelerin hepsinden daha hayalî; yani, çok daha anlamsız rakamlarla dolu
bir bütçe getirmiştir.
Refah Partisi muhalefetteyken, Sayın Erbakan, kamu görevlileri için
eşelmobil sözünü veriyordu; yani, kamu görevlilerine, memurlara, enflasyon
oranında sürekli zam vaat ediyordu. Sayın Erbakan hükümete geldikten
sonra bununla da yetinmedi; eşelmobil sözüne, bir de, kamu görevlisi
aylıklarını dolara endeksleme vaadini ekledi. O kadarla da
kalmadı, bunlara, Refah Partisinin gönlünden bir de "refah
payı" vaadini kattı.
Peki, ne oldu, Sayın Erbakan'ın hem muhalefette hem de
iktidarda kamu görevlisine verdiği sözler?.. Eşelmobil, sürekli
düşen mobil oldu; dolara endeksli maaş hayali, geçen hafta 100 bin
lirayı aşan dolar karşısında tuş oldu; refah
payının yerine ise, kamu görevlilerini ve halkın büyük
çoğunluğunu büsbütün ezen fiyat zamları geldi. Kamu görevlisi
aylıklarını dolara endekslemekten vazgeçildi; ama, bu kez de, telefon
konuşmalarının dolara endekslenmesi gündeme geldi. Böylece,
millî görüşçü Refah Partisi sayesinde, konuşurken bile, telefonda
nefes alırken bile dolara bağımlı olacağız.
Nerede kaldı millî görüş; nerede kaldı İslam dinarı?!
(DSP sıralarından alkışlar)
Yine, muhalefetteyken Sayın Erbakan ne diyordu; "benim köylüm
diyerek ne yaptınız; tüpgaz, gübre, mazot, şeker, kömür,
elektrik, benzin gibi mal ve malzemelere zam yaptınız” diyordu;
“Refah Partisi iktidara gelince zam olmayacak” diyordu. Üstelik, hükümete
geldikten aylar sonra bile, Sayın Erbakan, hâlâ, ikide bir "zam yok,
zam yok" diyor; ama, muhalefetteyken eleştirdiği tüm
zamları katlayarak sürdürüyor. Demek ki, Sayın Erbakan'ın,
yalnız muhalefetteyken değil, iktidara geldikten sonra verdiği
sözler de fasa fiso.
Muhalefetteyken, Sayın Erbakan, KİT'ler konusunda bakın
ne diyordu: “Devlet mallarının satışıyla bekledikleri
gelir -yani, o zamanki hükümetin beklediği gelir- 3 milyar dolar.
Bunları satıp ne yapacaklar; dışborç faizlerine
yatıracaklar. KİT'leri sattınız; bu ne demek;
dışarıdan borç almayıp, kendi evladınızı
yiyorsunuz.” Böyle diyordu Sayın Erbakan. Oysa, şimdi, Sayın
Erbakan'ın başında bulunduğu Hükümet, özelleştirmeden,
3 milyar dolar yerine, onun 2 katını hedef alıyor,
yaklaşık 6 milyar dolar bekliyor. Yani, şimdiki Hükümet,
öncekilerden daha büyük bir iştahla kendi evladını yemeye
hazırlanıyor, Sayın Erbakan'ın muhalefetteki
mantığına göre. (DSP sıralarından alkışlar)
Hele, KİT'ler dışındaki kamu malları için,
Sayın Erbakan, muhalefetteyken daha da ağır sözler söylüyor,
“SSK'nın mal varlıkları dahil, kamu mallarının
satışıyla açık kapatılmaya
uğraşılmaktadır; yani, sizler, kendi
evladınızı yemeden önce kanını emiyorsunuz” diyordu.
Peki, şimdi, Hükümete geldikten sonra ne yapıyor Sayın Erbakan;
SSK mallarını, kamu topraklarını, öğretmen ve kamu
görevlisi konutlarını haraç mezat satarak, kamunun kanını,
kendi tabiriyle, emmeye hazırlanıyor.
Ya köylüler, çiftçiler için muhalefetteyken neler söylüyordu Sayın
Erbakan; 30 milyon köylümüzün borçlarının ve faizlerinin
silineceğini, köylüye en az 2 milyar dolarlık sübvansiyon
verileceğini; ayrıca, hayvancılık için de 2 milyar dolar
ayırmak gerektiğini söylüyordu. Oysa, bu sözlerin hiçbiri tutulmadı.
Köylüler, çiftçiler, son yılların en çok ezilen toplum
kesimidir. Nüfusumuzun en az yüzde 40'ını oluşturan bu kesim,
1960'larda ulusal gelirden yüzde 40 pay alırken, şimdi bu pay yüzde
10 dolaylarına düşmüştür; yani, kırsal alanda âdeta bir
sömürge ekonomisi uygulanmaktadır ve köylü, tarlasına küser duruma
gelmiştir.
Köylü, çiftçi bu ölçüde yoksullaşırken, tarım ve hayvan
ürünleri üretimimiz de büyük ölçüde gerilemektedir. Yani, yakın
geçmişe kadar, kendi ürünleriyle kendi halkını besleyebilen,
üstüne de bunların dışsatımıyla döviz kazanabilen
Türkiye, şimdi, bu bakımdan gitgide dışa
bağımlı duruma gelmektedir. Kendi köylümüzden, çiftçimizden
esirgenen devlet desteğiyle, yabancı çiftçilerin gelirleri
artırılmaktadır.
Güya, serbest pazar ekonomisinde, çiftçi desteklenmezmiş! Oysa,
çiftçilere en yüksek desteği sağlayan ülkelerin başında,
serbest pazar ekonomisinin de öncülüğünü yapan Amerika Birleşik
Devletleri gelmektedir, tüm Avrupa Birliği üyesi ülkeler gelmektedir ve
Avrupa Birliği ülkelerini yalnız kendi devletleri değil, Avrupa
Birliğinin ortak fonları da cömertçe desteklemektedir.
Köylü, çiftçi Türkiye'de bu ölçüde yoksullaşırken, tarım
ve hayvan ürünleri üretimimiz de büyük ölçüde gerilemektedir. Yakın zamana
kadar, kendi ürünleriyle kendi halkını besleyebilen Türkiye'nin
şimdi bu duruma düşmüş olması, son derece acıdır.
Refah Partisi-Doğru Yol Partisi Hükümeti döneminde, köylümüzün
yoksullaşması yine hızla sürmektedir. Bir yandan, başta
mazot olmak üzere, tüm girdi fiyatları büyük ölçüde
artırılırken, bir yandan da ödemeler aylarca geciktirilerek, köylümüz
ezilmektedir.
Rakamlarda eğer bu sabaha kadar önemli bir değişiklik
olmadıysa, köylümüzün, çiftçimizin, bugün gübre priminden 14,5 trilyon
alacağı vardır, süt priminden 1,8 trilyon alacağı
vardır, şekerpancarından 36 trilyon alacağı
vardır, fındıktan 8,5 trilyon alacağı vardır,
pamuktan 10 trilyon alacağı vardır, ayçiçeğinden 2 trilyon
alacağı vardır, zeytinden, zeytinyağından ve
başka ürünlerden 5 trilyon alacağı vardır; yani, toplam
olarak, yaklaşık 77 trilyon alacağı, aylardır
köylümüze, çiftçimize ödenmemiştir.
Toprak Mahsulleri Ofisine çok sınırlı alım
yaptırıldığı için, tüccar, buğdayı ucuza
kapatabilmiştir. Ardından, buğday dışalımına
yüzde 15 vergi konularak, tüccarın elindeki buğdayın fiyatı
büyük ölçüde yükseltilmiştir. Bunun sonucu olarak da, ekmek
fiyatları, 8 bin liradan 15 bin liraya, yer yer de 18 bin liraya
yükselmiştir. Böylece, köylü büsbütün yoksullaşırken,
kentlerdeki dargelirli yurttaşlarımız da, başlıca
tüketim maddeleri olan, başlıca besin kaynakları olan ekmek
tüketimlerini kısmak zorunda bırakılmışlardır.
Buna karşılık, iktidar partilerinin yandaşı
aracılara, halk sırtından büyük kârlar sağlanmaktadır.
Köylünün yoksullaşması yüzünden, tarımda girdi
kullanımı da hızla gerilemektedir. Örneğin, son bir
yılda, gübre kullanımı, neredeyse yarı yarıya
azalmıştır; bu da, üretimin büsbütün düşmesi demektir.
Değerli milletvekilleri, biraz önce belirttiğim gibi,
Türkiye'de, nüfusun en az yüzde 40'ı köylüdür; yani, yarıya
yakını köylüdür. Nüfusunun yarıya yakını köylü olan
bir ülkede, köylü yoksullaştırılarak hakça ve dengeli bir
kalkınma sağlanamaz. Böyle bir ülkede, nüfusunun yarıya
yakını hızla yoksullaştırılan ve
yatırım gücünden yoksun hale getirilen bir ülkede ne tarım
kalkınabilir ne de sınaileşme atılımları
yapılabilir. (DSP sıralarından alkışlar)
Daha, Demokratik Sol Parti kurulmadan önce, 1960'lı yıllarda,
demokratik sol hareket başladığında, biz, temel ilkelerden
biri olarak şunu ortaya koymuştuk: "Kalkınma köylüden
başlayacak" demiştik. (DSP sıralarından
alkışlar) Bugün de, Demokratik Sol Partinin programında, bu
ilke, vurgulanarak yer alıyor. Bizim, bundan amacımız, köylüyü
köylü bırakarak kalkındırmak değil; bizim
amacımız, kentliliğin tüm nimetlerinden, göçe zorlanmaksızın
onu yararlandırmaktır. Bu amaçla, çok dağınık bir
yerleşim düzeni içerisinde bulunan köylerin aralarında
işbirliği kurmalarını -köylerin birleştirilmesi
değil- köylülerin gücünün birleştirilmesini öngörerek, bir köy-kent
projesi oluşturduk. Köy-kentler yoluyla, köylüleri, tarım
alanında olsun tarım sanayileri alanında olsun, ortak
yatırımlara özendirici bir proje hazırladık. Buna, uzun
yıllardır, çok yakın zamana kadar, bazı masa başı
entelektüelleri alaycı bir gözle baktılar; bunu, bir köylü romantizmiymiş
gibi gösterdiler. Oysa, şimdi, bunların yıllardır ihmal
edilmiş olmasının doğurduğu acı sonuçları
bütün Türkiye görüyor, entelektüeller de görüyor, uzmanlar da görüyor. (DSP
sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, bunu görebilmek için,
tarımın iyice yoksullaşması, o yoksullaşma yüzünden
kentlere göçün iyice hızlanması gerekmiştir ve böylelikle,
kentlerde sosyal sorunlar patlama noktasına varmıştır,
özellikle büyük kentlerde; ancak, onun üzerine, bizim yıllardır
vurguladığımız bir gerçek Türkiye'nin gündemine
gelmiştir. Yani, büyük kentlerin gitgide ağırlaşan, patlama
noktasına varan sorunları büyük kentlerde çözülemez; ancak köyde
çözülür, kırsal alanda çözülür. (DSP sıralarından
alkışlar) Eğer, köylü, yerinden yurdundan olmaksızın,
kendi isteği, iradesi dışında göçe zorlanmaksızın
kendi yöresinde kalkınabilirse, refaha kavuşabilirse,
uygarlığın bütün nimetlerine kavuşabilirse, çocuğunu
çağdaş eğitim ve iletişim teknolojisinin
olanaklarından da geliştirilecek açıköğretimin olanaklarından
da yararlandırarak yetiştirebilecekse, neden kentlere göç
akını devam etsin?.. Fakat, bu akının sona erdirilebilmesi,
bazı kimselerin ileri sürdüğü gibi, İstanbul'a girişi
vizeye bağlamakla değil; ancak köylüyü kalkındırmakla
olabilir (DSP sıralarından alkışlar) ve bu şekilde,
insanlar arasında olduğu kadar, bölgeler arasında da adalet ve
denge sağlanır; üstelik, ulusal birliğimiz ve ülke
bütünlüğümüz de büsbütün sağlam temellere kavuşmuş olur.
Demokratik Sol Parti, bu, köy-kent ve köylülerin ortak
yatırıma yöneltilmesi projeleri dışında, ayrıca,
güçlü ve gerçek anlamda demokratik kooperatiflere kavuşmasını
savunmaktadır; üretim planlamasını zorunlu görmektedir. Böyle
bir planlama, bizim yıllardır yaptığımız
uyarılara karşın gerçekleştirilmediği için ne oluyor;
bir yıl domates, soğan veya patates çok para getirdiğinde,
ertesi yıl, birçok köylü, birçok çiftçi aynı ürünleri
yetiştirmeye yöneliyor; o zaman hepsi birden perişan oluyor. Oysa,
devlet, bu konuda, zorlayıcı değil, aydınlatıcı
bilgilerle, özendirici biçimde bir üretim planlaması yapsa, bu gibi
sorunlarla da karşılaşılmaz.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye'de bazı uzmanlar,
bazı politikacılar, bazı entelektüeller, Türkiye'nin
sınaileşme ile tarımda gelişme arasında bir seçme
yapması gerektiğine inanırlar. Bu, son derece yersiz bir
görüştür. Bunun ne kadar yersiz bir görüş olduğunu gösteren
kanıtların başında şunlar gelir: Amerika Birleşik
Devletleri gibi, Hollanda gibi, Benelüx ülkeleri gibi, Almanya gibi, Japonya
gibi, Fransa gibi tarımda en ileri ülkeler, aynı zamanda sanayide en
ileri ülkelerdir. Yani, sanayide gelişme ile tarımda gelişme
ancak birlikte yürüyebilir; fakat, Türkiye'de, maalesef, tarım,
yıllardan beri bağışlanmaz bir biçimde ihmal
edilmiştir ve bu ihmalcilik, bugünkü Hükümet döneminde de, maalesef devam
etmektedir.
Bu Hükümetin bir tarım politikası olmadığı gibi,
görebildiğimiz kadar, bir sanayi politikası da yoktur; oysa, Türkiye
için, artık, bir ciddî sanayi politikasının gündeme gelmesi
zorunludur; çünkü, kıvançla görüyoruz ki, Türkiye'de, dünyaya nasıl
açılacağını bilen, gelişmiş ülkelerle nasıl
rekabet edilebileceğini bilen, cesur, yürekli bir girişimciler
kuşağı yetişmiştir. Bunlar, devletin de önünde
gitmektedirler. Devletten hemen hiçbir destek almadıkları halde,
özellikle küçük ve orta ölçekli sanayiler, devletten hiçbir destek
almadıkları veya çok yetersiz destek aldıkları halde, kendi
başlarına, Anadolunun en umulmadık yerlerinde, mucize gibi
sanayi merkezleri yaratabilmektedirler. Yeni
bağımsızlıklarına, özgürlüklerine kavuşan Orta
Asya ülkelerine, Kafkasya ülkelerine, Doğu Avrupa ülkelerine, hatta Rusya'ya,
devletten önce, büyük sermayeden önce, bu küçük ve orta ölçekli
işletmelerin girişimcileri yönelmektedir; ama, devlet, bu cesur, yürekli girişimcilere
verdiği sözü hâlâ tutmamıştır. Şimdi
"KOBİ'lere ayrılan parayı, desteği şu kadar
artırdık" deniliyor. Oran olarak ne artırdınız,
önemli olan o. KOBİ'lere sağlanan destek, oran olarak dün neydiyse
bugün de odur; dün yüzde 4 idi, bugün de yüzde 4, bilemediniz yüzde 5'ten
ibarettir; onu da, bürokratik işlemler dolayısıyla alabilmek son
derecede zordur. Bu Hükümet, bir yandan "KOBİ'lere büyük önem
veriyoruz" diyor, bir yandan da, bildiğim kadarıyla, bir
yıldır hâlâ KOSGEB'e bir başkan atanmamıştır.
Hükümet, sözde, rantiyeliğe karşıdır; ama,
rantiyelik en çok bu Hükümet döneminde -biraz önce verdiğim örneklerden de
görülebileceği gibi- özendirilmektedir, kayıtdışı
ekonomi genişlemeye devam etmektedir.
Büyük sanayi kuruluşlarının kazancının büyük
bir bölümü de, sanayi üretiminden değil, sanayi dışı
alanlardan sağlanmaktadır.
KOBİ'ler, gereğince desteklenmediği gibi, Hükümetin her
iki kanadı, büyük sermaye kuruluşlarıyla da
kavgalıdırlar. Oysa, sadece küçük ve orta işletmecilikle sanayi
ülkesi olunamaz; tam tersine, küçüklerin ve ortaların da büyümesini
kolaylaştırmak gerekir. Önemli olan, büyük sanayi
kuruluşlarını önlemek değildir; önemli olan
tekelleşmeyi ve kartelleşmeyi önlemektir. Bunu sağlamanın
en önemli araçlarından biri de Rekabet Kuruludur; ama, Rekabet Kurulu
Yasası çıktığı zamandan beri iki yıl geçtiği
halde, ne bundan önceki hükümetler, ne de beş ayı aşkın bir
süredir işbaşında bulunan bugünkü Hükümet, hâlâ Rekabet Kurulunu
oluşturmamıştır.
Tekelleşmeyi ve kartelleşmeyi önleyebilmenin, aynı
zamanda da tarımı ve köylüyü kalkındırabilmenin
başlıca koşullarından bir başkası da, gerçek
kooperatifçiliği, demokratik kooperatifçiliği geliştirmektir.
Oysa, Türkiye'de kooperatif birlikleri devlet sultası
altındadır, iktidara bağımlıdır; birçok komünist
ülkede bile bu derece, bizdeki kadar, iktidara bağımlı
kooperatif birlikleri yoktu; komünizmin revaçta olduğu bir dönemde bile,
birçoğunda, kooperatiflerin üzerinde bu ölçüde devlet sultası yoktu.
Bundan önceki Meclis döneminde, Doğru Yol Partili değerli bir
milletvekili arkadaşımız, kooperatif birliklerinin iktidar
sultasından kurtulup, gerçek anlamda kooperatifçiliğe dönüşmesi
için bir yasa önerisi hazırladı; fakat kendi partisi o yasa önerisini
kadük olmaya mahkûm etti ve bu dönemde de -aynı milletvekili yine Mecliste
olduğu halde- yeniletmedi; fakat bizim arkadaşlarımız, Demokratik
Sol Parti Grubu, bu konuda yeni bir teklif hazırladı ve bu, mayıs ayından beri görüşülmeyi
bekliyor.
Değerli arkadaşlarım, gerek sanayimiz gerek
tarımımız önündeki en büyük tehlikelerden biri, gümrük
birliğinin son aşamasına hazırlıksız olarak ve
pazarlık gücümüz değerlendirilmeden, kullanılmadan geçilmiş
olmasıdır; bundan da hem Doğru Yol partisi hem de onun iktidar
ortaklığını yapmış olan, yeni Cumhuriyet Halk
Partisi sorumludur. Her iki partinin Genel Başkanları, hükümette
bulundukları sırada, geçen son genel seçim kampanyasını
-düşünün- Türkiye'den çok Batı Avrupa'da geçirmişlerdir;
Madrid'de, Bonn'da, Roma'da, Paris'te, Londra'da geçirmişlerdir; o
şekilde seçim kazanabileceklerini zannetmişlerdir. Onları böyle
bir gayret içinde, gümrük birliğini kendi ülkelerinin içpolitikasına
alet etme gayreti içinde gören Avrupa Birliği ülkesi
politikacıları, hükümetleri de, Türkiye'ye en olumsuz
koşulları dayatmışlardır. Gümrük birliğinin son
aşamasında Türkiye'ye, beş yıl için, ancak 3 milyar
dolarlık, sözde, destek vaadi verilmiştir. Bunun da sadece 450
milyonu hibe olacaktır; fakat, bunlar da, artık, hasıraltı
edilmiştir şu veya bu bahaneyle, birtakım siyasal gerekçelerle,
bu sadaka kabilinden destekler bile Türkiye'den esirgenmektedir.
Türkiye, Avrupa Birliği’yle gümrük birliğine girişinin
son aşamasında, sadece otomotiv sektörü için bir ölçüde avantaj
sağlayabilmişti; fakat, onu da bugünkü Hükümet, şimdi, kendi
eliyle yabancılara geri veriyor. Bu arada, Avrupa Birliğinden
dışalımımız, ithalatımız, hızla
artarken, dışsatımımız aynı ölçüde artmıyor
ve bu nedenle, Türkiye'nin dışsatım geliriyle
dışalım geliri arasındaki fark, kendi aleyhimize,
dışsatım aleyhine hızla büyüyor, bir uçuruma
dönüşüyor.
Sayın Merkez Bankası Başkanı, geçen gün verdiği
bir demeçte "ödemeler dengesinin 20 milyar dolar, dışticaret
dengesinin de 6 milyar dolar açık vermesine karşın, döviz
rezervinin yüksek kalabilmesini Laleli'ye borçluyuz" diyordu. Yani, ancak
Laleli'deki kayıtdışı dışsatımlar sayesinde,
Türkiye, yüksek sayılabilecek bir döviz rezervini koruyabiliyor; fakat,
bu, güvenilmez bir kaynaktır. Bildiğiniz gibi, Rusya'daki son
seçimlerden önce, az daha bu olanak elimizden gidiyordu. Türkiye
dışsatımda, ihracatta, bir büyük atılımı süratle
yapmak zorundadır; fakat, bu Hükümet bu atılımı yapabilecek
gibi görünmemektedir, aksine, ithalatı, dışalımı
özendirmektedir.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye'de yalnız köylü
yoksullaşmıyor, aynı zamanda, kâğıt üzerinde oldukça
geniş haklara -toplupazarlık, toplusözleşme, grev
haklarına- kavuşmuş olmasına rağmen, işçi kesimi
de, hızlı bir yoksullaşma içerisindedir. Evet,
birkısım sendikalı işçilerimiz, toplusözleşme
hakkını kullanarak, enflasyonla bir ölçüde olsun mücadele edebiliyorlar;
enflasyona karşı geçim düzeyini, yeterince değilse de, bir
ölçüde koruyabiliyorlar; fakat, bugün, Türkiye'de, en az kayıtlı
işçi kadar, kayıtdışı işçi de vardır; bu,
Sosyal Sigortalar Kurumunun açıkladığı rakamlardan,
bilgilerden bellidir. Yani, işçilerin yarısı toplusözleşme
ve grev hakkından da, sosyal güvenlikten de yoksun durumdadır. Bu
durumda, artık, Türkiye'de, işçiler açısından bile, sosyal
adaletten söz etmek kolay değildir. Bu durum, sözleşme yapabilen
işçilerin de pazarlık gücünü kısmaktadır.
Öte yandan, Türkiye'de, işçi kesiminin yaşadığı
bir büyük dram, geçici işçilerle ilgilidir. Türkiye'de, yüzbinlerce geçici
işçi veya mevsimlik işçi, yılın ancak üç dört ayında
çalışıp ücret alabilmekte, ondan sonra geçimini nasıl
sağlayacağı düşünülmemektedir. Bu yüzden, geçici
işçilerin birçoğu, sosyal güvenlik haklarından bile
yararlanamamaktadır.
Kamu görevlilerinin, Anayasa değişikliğiyle
sağlanan, sendika ve toplusözleşme hakları ise, son derecede
yetersizdir; kamu görevlilerine, âdeta, alay edermiş gibi verilmiş
bir sözde haktır. Ona rağmen, o hak bile, hâlâ,
kanunlaşabilmiş, uygulama alanına geçebilmiş değildir.
Demokratik Sol Parti, iktidara geldiğinde, Anayasadaki
sınırlamalara karşın, kamu görevlilerinin kendi geçim
düzeylerini yükseltebilmelerini sağlamak için, gerekli bütün önlemleri
alacaktır. (DSP sıralarından alkışlar)
Bu arada bir büyük haksızlık da, değişik tarihlerde
emekli olmuş işçilerin emekli aylıkları arasındaki
büyük farklılıklardır. Bu farklılıkları gidermek
için gerekli girişimi de, Demokratik Sol Parti Grubu, daha bugünden
yapmış durumdadır.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye'de, işsizlik sorununun
ne ölçüye vardığı, son Sosyal Sigortalar Kurumu sınavı
olayında görüldü. Bu sınavdaki usulsüzlükler, densizlikler üzerinde
duracak değilim; bunu, benden önce konuşan hatipler, haklı
olarak yerine getirdiler; fakat, 2 500 kadro için, 90 bin
yurttaşımızın başvurmuş olması,
bunların, çok zayıf bir umutla da olsa, kış ortasında,
en uzak illerden, köylerden, kasabalardan Ankara'ya akın etmek zorunda
kalmaları ve Ankara'da, günlerce, açıkta, soğukta, kuyruklarda
beklemeleri, Türkiye'de işsizliğin ne kadar ciddî bir sorun haline
geldiğini göstermektedir.
İşsizliği giderebilmek için üretken yatırımlara
ağırlık vermek gerekir. Oysa, bugünkü bütçe, bir
yatırım bütçesi değildir; bir faiz ödeme bütçesidir, borç ödeme
bütçesidir, cari masrafları zoraki karşılamaya çalışma
bütçesidir. Oysa, Türkiye, her yıl, kırsal alan nüfusuna 500 bin
iş olanağı yaratmak zorundadır; kent nüfusuna ise,
yılda 700 bin iş alanı sağlamak zorundadır. Kentlerde
yeni iş sahaları, istihdam olanakları, sağlamanın
maliyeti, kırsal alanda bunu sağlamanın maliyetinden çok daha
yüksektir; bu bakımdan da, kalkınmayı kırsal alandan
başlatmakta büyük yarar vardır.
Değerli arkadaşlarım, insanlık açısından
en yaşamsal önem taşıyan iki alan, sağlık ve eğitimdir;
fakat, Türkiye'de, son yıllarda, özellikle Doğru Yol Partisi-SHP/CHP
hükümeti döneminde birtakım sağlık reformu tasarıları
hazırlandığı halde ve bunlar, yetersiz ölçüde de olsa,
gereksinmeyi karşılayabilecek nitelikte olduğu halde, bu reform
tasarılarını yaşama aktarmak için hiçbir çaba
gösterilmemiştir, kaynak ayrılmamıştır ve
vatandaşlarımız ağır bir hayal
kırıklığına sürüklenmiştir. Şimdi, bugünkü
Hükümet döneminde de, bütçenin yapısına
baktığımız vakit, görüyoruz ki -bütün o temennilere
rağmen- öyle bir sağlık reformunun yapılabilmesi son
derecede zor bir olanaktır.
Eğitimde de hemen hiçbir atılım yoktur. Binlerce okul,
yalnız doğuda, Güneydoğu Anadolu'da değil, bazı büyük
kentlerde bile öğretmensiz durumdadır.
Bu arada, açık yükseköğretim 1974 yılında, benim
Başbakanlığım sırasında
başlatılmıştır; benim çok umut verdiğim bir
projeydi, çok güvendiğim bir projeydi, hâlâ güveniyorum ve umutla
bağlıyım bu projeye; fakat, açıköğretimi, biz,
çağın ileri iletişim teknolojisiyle ve örgün yükseköğrenimle
birleştirerek, en yüksek düzeyde, en doyurucu düzeyde eğitim
verebilecek hale getirmeye kararlıydık. Başta
Eskişehir'deki Anadolu Üniversitesi olmak üzere, bunu yapabilecek
kuruluşlarımız var; fakat, şimdiye kadar, son yıllarda
gelip geçen hükümetler, maalesef, bu açık yükseköğretime de gereken
önemi vermemişlerdir, bugünkü Hükümetin de buna önem vereceğini
gösteren hiçbir gösterge, hiçbir gelişme yoktur.
Bu arada, eğitim sorununa son vermeden önce, bir güncel soruna
kısaca değinmek isterim; o da, temel ilköğretimin 8 yıla
çıkarılması. Fakat, aynı zamanda, bu 8 yılın
ikiye bölünmesi projesi, önerisi de ısrarla gündeme getirilmek isteniyor
bazı çevreler tarafından; o zaman, bu 8 yıllık temel
öğretimin anlamı ne? Eski düzen sürecek demektir; 5 yıllık
ilkokul, 3 yıllık ortaokul sürecek demektir. Bunu izah etmek mümkün
değildir. Bazı çevreler, çocukların daha ortaokul
yaşındayken imam-hatip okullarına geçişinin önlenmesi için
buna karşı çıkıldığını
düşünüyorlar. Öyle düşünenler, o nedenle karşı
çıkanlar olabilir; fakat, bizim buna karşı çıkarken
asıl hareket noktamız şudur: Henüz 11-12 yaşında olan
bir çocuk, kendi geleceğini kendi özgür iradesiyle saptayabilecek durumda
değildir; kendi yeteneklerini, kendi eğilimlerini tam olarak ortaya
koyabilecek durumda değildir. Onun için, bu 8 yıllık temel
ilköğretim projesini ikiye bölmek, çocuklara büyük haksızlık
olur, Demokratik Sol Parti, öncelikle, bu nedenle bu projeye
karşıdır. (DSP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, Sayın Cevheri, zevkle
dinlediğim konuşmasında inanç hakkına ve özgürlüğüne
değindi; o konudaki görüşlerine tamamen katılıyoruz. Türk
toplumu, gerçekten, İslama, zaten onun özünde var olan toleransı,
hoşgörüyü büsbütün kazandırmıştır ve öncelikle de
kendi içinde bu hoşgörüyü ve inanç bakımından özgürlüğü,
eşitliği uygulamak durumundadır. Fakat, Türkiye'de, devlet,
nüfusumuzun çoğunluğunu oluşturan Sünnî kesimin ibadet
ihtiyaçlarını, sosyal, kültürel ihtiyaçlarını
karşılamaya gayret ettiği, buna oldukça geniş kaynak
ayrıldığı halde, yine nüfusumuzun çok önemli bir kesimini
oluşturan Alevî yurttaşlarımız bu olanaktan yoksun
bırakılmaktadırlar. Bu yoksunluğun giderilebilmesi için,
Sayın Çiller, bundan önceki hükümetler döneminde, birkaç trilyon liralık
bir ödenek ayrılacağı sözünü vermişti. Bu ödenekle, Alevî
yurttaşlarımızın ibadet gereksinmelerinin, sosyal ve
kültürel gereksinmelerinin karşılanmasına katkıda
bulunulacaktı; fakat, başka birçok vaatler, sözler gibi, bu söz de
unutulmuştur. Son Plan ve Bütçe Komisyonundaki görüşmeler
sırasında, Demokratik Sol Partili arkadaşlarım, Alevî
kesime, bu amaçla; yani, inançlarına, sosyal ve kültürel
ihtiyaçlarına katkıda bulunmak amacıyla, 10 trilyon liralık
bir ödenek ayrılması önerisini vermişlerdir; fakat, maalesef, bu
Hükümet, bu öneriyi de reddetmiştir.
Değerli arkadaşlarım, ekonominin sürüklendiği
bunalımda, toplumu tiksindirecek ölçülere varan yoksulluklarda ve
kirlenmelerde, bankaların da payı gözardı edilemez. Türkiye'de
bankalar gereği gibi denetlenemiyor. O yüzden, bazı kamu
bankalarının veya özel bankaların
karıştığı yolsuzluk, rüşvet ve kayırma
olayları, ya hiç ortaya çıkamıyor ya da ancak cinayet gibi
tesadüfler sonucunda veya basının gayretiyle ortaya
çıkıyor. Sorumlular da, hiç caydırıcı olmayan
cezalarla, hatta bazen hiç ceza görmeden kurtulabiliyorlar. Kimi de, kendine
verilen küçük cezaları bile çekmeden, kolayca yurtdışına
çıkıp ortadan kaybolabiliyor. Tabiî, bunda adaletteki, emniyetteki ve
devletin denetim kurumlarındaki tıkanıklıkların da
etkisi var. O arada, bazı bankalar batıyor, daha doğrusu bile
bile batırılıyor; ama, batıranların
yaptıkları yanlarına kâr kalıyor. Batık bankalara
tasarruflarını yatırmış
yurttaşlarımızın ise yaşamları sönüyor.
Bankazedeler ve dövizzedeler arasında, ruhsal bunalıma sürüklenenler,
hatta intihar edenler az değildir.
Kârlı çalışan bankalar da, genellikle
kârlarının büyük bölümünü, gerçek bankacılık
işlevlerinden değil, yüksek faizli devlet
kâğıtlarından sağlıyorlar. Böylece, üretimden çok,
rant ekonomisine, enflasyondaki tırmanışa ve devletin borç
gereksinmesinin karşılanmasına katkıda bulunuyorlar.
Refah Partisi-Doğru Yol Partisi Hükümeti de, bankalar sistemindeki
yozlaşmanın ve sakatlıklarının üzerine yürüyebilecek
durumda değildir; çünkü, bankacılık sistemindeki yozlaşmada
ve kirlenmede, her iki Hükümet ortağı partinin de parmağı
vardır. (DSP sıralarından alkışlar) Fakat, her konuda
olduğu gibi, bu konuda da, Demokratik Sol Partinin alnı
açıktır, eli temizdir. (DSP sıralarından alkışlar)
Onun için biz, bankalar sistemindeki sorunların da üstüne kararlı biçimde
yürümek yolundayız. Bu amaçla hazırladığımız bir
araştırma önergesini de, Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına sunmuş bulunuyoruz.
Sayın Başkan, ne kadar vaktim kaldı; lütfeder misiniz?
BAŞKAN – Efendim, 13 dakikanız var. (DSP
sıralarından "Müsamaha var mı?" sesleri)
Gayet tabiî... Arzu ederlerse, süreyi uzatacağım efendim.
BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Çok teşekkür ederim efendim.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Türkiye'nin
en kaygı verici, en üzücü olaylarının başında, hâlâ,
yıllardır süren, Güneydoğu Anadolu'nun sorunları geliyor.
Biz, bu sorunların üzerine koyduğumuz teşhisleri, kamuoyunun
bazı etkili kesimlerine anlatabilmekte yıllarca büyük güçlük çektik.
Özellikle Körfez Savaşı ardından, Türkiye'nin, Kuzey Irak'ta
düşürüldüğü tuzak nedeniyle, terörün tırmanışa
geçeceğini, devletin, hem büyük can hem de büyük malî kayıplara
uğrayacağını, yıllarca anlatmaya
çalıştık; fakat, bu anlattıklarımızın
doğruluğu, ancak son zamanlarda kabul edilmeye, algılanmaya
başlandı.
O arada, sorunun sadece bir güvenlik sorunu
olmadığını, hele hele bir etnik sorun
olmadığını; temelde, o bölgenin çağdışı
feodal yapısından kaynaklandığını; o bölgenin
sınaileşmesini önleyen, ekonomik, kültürel anlamda başka
bölgelerle bütünleşmesini önleyen feodal yapıdan
kaynaklandığını; işsizlikten, yoksulluktan
kaynaklandığını anlatmaya çalışıyorduk.
Bunlar giderilmezse, bunların tedbiri alınmazsa, güvenlik
önlemlerinde ne kadar başarılı sonuçlar elde edilirse edilsin,
bölücü akımın kaynağının
kurutulamayacağını yıllarca anlatmaya
çalıştık. Bu anlattığımız gerçekler, ancak
şimdi anlaşılmaya başladı, son zamanlarda
anlaşılmaya başladı, son bir iki yılda
anlaşılmaya başladı; ama, hâlâ gereken önlemler
alınmıyor.
Düşünün, güvenlik gereksinmesiyle, en az 2 bin köy ve mezra
boşalmış veya boşaltılmış durumda. Bir köylü
ailesi köyünde yaşarken, hiçbir geliri olmasa bile, çoluk çocuğunun
ihtiyaçlarını karşılayabilir; altında
barınacağı bir damı vardır; ısınması
için en azından tezeği vardır; kendi yiyecek
ihtiyacını karşılayabilmesi için küçük bir bahçesi,
koyunları, tavukları, biraz sebzesi, meyvesi vardır; ama, o
köylü ailesini kapısının dışına, köyünün
dışına bıraktığınız andan itibaren, o,
çaresiz durumdadır. İşte, o anda devletin ona çareyi getirmesi
gerekirdi; bu, ordunun vazifesi değildi; bu, polisin vazifesi,
jandarmanın, özel timin vazifesi değildi; bu, hükümetlerin
vazifesiydi. (DSP sıralarından alkışlar) Fakat, bundan
önceki hükümetler gibi, bugünkü Hükümet de bunu gözardı ediyor ve hâlâ bu
önlemleri almaya yanaşmıyor.
Terör yüzünden yarım kalmış yatırımların
tamamlanması ve köye dönüşün kolaylaştırılması
için devletin ayırdığı kaynak ne? Sayın Çiller'in bir
süre önce açıkladığına göre, 4,5 trilyon lira... Onun da ne
kadarı gitti belli değil; ama, son ara yerel yönetim seçimlerinde bir
beldeye giderken Sayın Çiller "size, elimde 5 trilyonluk yardım
paketiyle geliyorum" demişti. Yani, bir beldeye vaat edilenden daha
düşük bir miktarla bütün Güneydoğu Anadolu'nun ivedi
ihtiyaçlarının karşılanabileceği sanılıyor.
Sayın Erbakan -bilinen hayalciliğiyle ve kuşkusuz iyi
niyetiyle- Başbakan olur olmaz, Sayın Genelkurmay
Başkanının yaptığı ziyaretin hemen ardından,
Genelkurmay Başkanını da çok güç durumda bırakacak bir
açıklamada bulundu "sizlere müjdeler olsun; artık, bütün
köylere, mezralara dönülebilir" dedi. O zamandan beri beş ay geçti,
boşalan köylerin, mezraların daha onda birine bile dönülebilmiş
değil. Dönülen köylerde de, köylü, nerede, nasıl
barınacağını, yaşamını, geçimini nasıl
sağlayacağını bilemez durumda.
Değerli arkadaşlarım, yıllardan beri bu bölgede,
devletin resmî rakamlarına göre, 3 bin okul kapalı; açık
okullarda da, 2 binin üstünde öğretmen açığı var.
BAŞKAN – Sayın Ecevit, bir dakika efendim.
Değerli milletvekilleri, acaba biraz daha sükûneti temin edebilir
miyiz; hatibi izlemekte zorlanıyoruz.
Buyurun efendim.
BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bu
yüzden, o bölgede yetişen çocuklarımızın yüzbinlercesinin
geleceği kararmaktadır, hiçbiri geleceğe
hazırlanamamaktadır; çoğu erkek çocuklar bile Türkçe
öğrenememektedirler. Bu durumda, siz, istediğiniz kadar, güvenlik
durumunu etkili duruma getirin, bölücü akımın kaynağı kolay
kolay kurutulamaz. Geçen gün gittiğim Diyarbakır'da
öğrendiğime göre, Diyarbakır gibi önemli bir kültür merkezinde bile
30 bin çocuk okula gidemez durumdadır.
Bu arada, kısaca, köy koruculuğu sorununa da değinmek
istiyorum. Bu konuda da başından itibaren hükümetleri uyardık.
1985'ten itibaren, Anavatan Partisi Hükümetini, Doğru Yol Partisi-CHP/SHP
hükümetlerini uyardık ve bugünkü Hükümeti de uyarmaya devam ediyoruz.
Bölgenin geri kalmışlığının ve bölücü
akımlara elverişli ortamının başta gelen nedeninin
feodal yapı olduğunu, köy koruculuğu sisteminin, kendi haline
bırakılsa kendiliğinden çözülme sürecine girebilecek feodal
yapıyı büsbütün kökleştirdiğini anlatmaya
çalıştık; fakat, anlatamadık. Halkın da
uyarılarına kulak verilmedi. Ben, 1989 sonbaharında, yarı
politikacı yarı gazeteci olarak güneydoğuya
yaptığım bir gezide köylü vatandaşlara, köy koruculuğu
konusunda ne düşündüklerini sormuştum. Bakın, o köylülerin
teypten çıkardığım sözleri neler? Köylülerden biri
"ağaların, aşiret reislerinin, zaten kendi aralarında
kan davası var. Eğer koruculuk yerleşirse, kendi meselelerini bu
ortamda giderirler. Bu önlemler uygun değildir; devlet devletliğini
bilmelidir" diyordu daha o tarihte. (DSP ve ANAP sıralarından
alkışlar)
Bir başka köylü şunu ekliyordu: "Bu ağalık,
aşiretlik, çıktıysa, demek ki, devlet, devletliğini
reddetmiş."
Daha 1989'da, bir başka köylü "bu aşiret reisleri, bu
ağalar, kimleri silahlandırıp, dağa çıkarıyor?
Yine, benim gibi fakir fukaraları. Ölürsem yine ben öleceğim;
ağa ölmez" diyordu. Tabiî, bu "ağa ölmez"in
anlamı "buradaki bozuk düzen değişmez"idi. Oysa, kendi
haline bırakılsa, devlet engellemese,
bozuk düzen kendiliğinden çözülmeye başlayacaktı.
Değerli arkadaşlarım, düşünün, devletin askeri,
polisi, jandarması, partilere üye olamazken, siyaset yapamazken, onlarla
aynı görevleri paylaşan köy korucuları ve onların
başındakiler, partilere üye de olabiliyorlar, siyasete de
karışabiliyorlar. Tabiî, bu kadar zaman geçtikten sonra, köy
korucuları kapının dışına çaresiz durumda
bırakılamaz. Onlardan bir kısmını devletin gerçek
güvenlik güçleri içerisine almak, bir kısmına da yeni iş
olanakları sağlamak gerekir.
Değerli arkadaşlarım, 1997 bütçesinde geçici köy
korucularına ayrılan ödenek, 14 trilyon 300 milyon liradır.
Enflasyon farkı hesaba katılırsa, demek ki, son on yılda
bugünkü para değeriyle yaklaşık 150 trilyon ödenmiş köy
korucularına. Bu 150 trilyonla Güneydoğu Anadolu'da üretken
yatırımlar yapılsaydı, hem Güneydoğu Anadolu
kurtulurdu hem bölücü terör sona ererdi hem de köy korucuları,
ağalarına muhtaç olarak değil, kendi başlarına iş
yapma ve hayatlarını kazanma olanağını
bulurlardı. (DSP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, vaktim çok az olduğu için ve
sonunda, elbette, ben de, bir ölçüde Susurluk olayına
değineceğim için, çok önem verdiğim bir alan olan
dışpolitika alanı üzerinde, vakit darlığı
nedeniyle çok kısa durabileceğim.
Sayın Erbakan'ın, o iyi niyetli hayalcilikleri,
çelişkileri, temennileri, dışpolitikada da sürüyor.
İçpolitikada, o yüzden başımıza gelebilecek sorunları,
kendi içimizde çözeriz; ama, uluslararasında, Sayın Erbakan'ın...
Sayın Erbakan'ın dinleyebilme özgürlüğüne kavuşmasını
bekliyorum; çünkü, kendisiyle ilgili. (DSP sıralarından
alkışlar)
Bir hükümetin, Türkiye içinde yapacağı hatalar zamanla tamir
edilebilir; ama, uluslararası ilişkiler alanında
yapacağı hatalar kolay kolay tamir edilemeyebilir.
Şimdi, bu konu üzerinde, Hükümetin çelişkileri, Hükümetin
densizlikleri, özellikle Sayın Erbakan'ın tutumu üzerinde çok
duruldu; ben, bu ayrıntılara tekrar girerek vaktinizi alacak
değilim; yalnız, Sayın Erbakan'ın, o hayalciliğinin,
temenniciliğinin yeni bir örneğindeki garabet üzerinde kısaca
durmak istiyorum.
Bildiğiniz gibi, dünyada, G-7'ler diye bilinen bir grup
vardır. Bu grubun içinde, dünyanın en güçlü, dev ekonomilerine sahip
olan ülkeler yer alıyor; Amerika Birleşik Devletleri, Japonya,
İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Kanada yer alıyor.
Şimdi, Sayın Erbakan "bu, haksızlık
anlamına gelir" diyor; doğru... Bunun karşısına,
bir karşı güç çıkarmak istiyor; o da bu amaçla, M-8'leri
-Türkiye, İran, Pakistan, Mısır, Bangladeş, Endonezya,
Malezya, Nijerya- kuracak.
Bu devletler, bir araya gelecekler!.. Amerika'nın her türlü
diyaloğu reddettiği İran; dünyanın
dışladığı Nijerya; dünyanın en yoksul
ülkelerinden biri olan Bangladeş; ekonomisi, ancak, cömertçe Amerikan
yardımlarıyla ayakta durabilen Mısır... Bunlar bir araya gelecekler
ve o büyükler kulübünün karşısına fakirler kulübü olarak
çıkıp, dünya âleme nizam verecekler!.. (DSP sıralarından
alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, Sayın Erbakan'ın 7
Aralık günü Millî Gazetede çıkan uzun bir söyleşisinden
öğrendiğimize göre, bu girişimi ve gelişmeyi “Cenabı
Hak tanzim ediyor”muş!.. Sayın Erbakan, öyle diyor.
Lütfen, Sayın Erbakan, olmayacak duaya "amin" deyip de,
bunun günahını, sonradan, Cenabı Hakkın üstüne yıkmaya
kalkışmayın. (DSP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, Sayın Erbakan'ın
dış ilişkilerdeki tutumunda gözden kaçan bir özelliği de
dikkatlerinize sunmak isterim: Sayın Erbakan, İslam âlemini
birleştirmek istiyor -güzel, inşallah gerçekleşir- ve gezilerine
de İslam ülkelerinden başladı; Güneydoğu Asya'da, Güney Asya'da,
Afrika'da İslam ülkelerine gitti. Peki, Orta Asya'daki yeni Türk
cumhuriyetlerine niçin gitmedi? (RP sıralarından "oraya da
gidecek" sesleri) Efendim, niçin öncelik vermedi? Ben söyleyeyim nedenini
: Çünkü, onların gözünde Türkiye, laikliğin önderidir,
örneğidir. (DSP sıralarından "Bravo" sesleri,
alkışlar) Onlar, Türkiye'nin, Atatürk'ün açtığı yolda,
laik demokrasiyle kendilerine örnek olmasını beklemektedirler. (DSP
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Onun
için, elbette, önünde sonunda gidecek, gitmezse çok ayıp olur; ama, bunu
geciktirmesinin de nedenleri arasında, benim bu ileri sürdüğüm
nedenin payı, herhalde küçük değildir.
HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) – Nihayet, Amerika'yı siz de
müdafaa ettiniz yani...
BÜLENT ECEVİT (Devamla) –Değerli arkadaşlarım,
şimdi, yine, bu konuyu bitirmeden önce, bir tehlikeye dikkati çekmek
isterim...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir dakikanızı rica ediyorum efendim; sürenizi
uzatacağım.
Buyurun efendim.
BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Çok teşekkür ederim efendim.
Hoşgörünüzü suiistimal etmemeye çalışacağım.
Belli ki, Amerika, Irak politikasının iflas ettiğinin
bilinci içerisindedir ve Irak'tan elini eteğini büyük ölçüde çekme
eğilimindedir. Bu, bizim de temennimizdir; ama, bunun yerine nasıl
bir düzenleme geleceğini Türkiye belirlemelidir. Benim bildiğim,
Türkiye'de, devletin, böyle bir projesi yoktur; ama, Demokratik Sol Partinin
böyle bir projesi vardır ve 15 Nisanda bütün dünyaya açıklanmıştır.
(DSP sıralarından alkışlar) İster benimsensin ister
ayrı, gerçekçi bir proje hazırlansın; ama, süratle, bu konuda
gereken adımları atmak, Türkiye'nin görevidir. Aksi halde -Batı
basınında da sözü edilmeye başlayan bir
olasılığı dikkatlerinize sunmak isterim- bazı Avrupa
ülkelerinin demokrasilerinden, hoşgörülerinden yararlanarak veya onu
suiistimal ederek, Batı‘da kurulan sözde kürdistan parlamentosunu,
şimdi, Kuzey Irak'a taşıma eğilimleri olduğu
anlaşılıyor. Bu bakımdan da Hükümeti uyarıyorum.
Değerli arkadaşlarım, Sayın Başkanın
müsamahasıyla, sözlerimi bitirmeden önce, Susurluk'ta patlak veren olaya
da kısaca değinmek isterim.
Devleti yıllardır sarıp sarmalayan karanlık
ilişkilerin ne denli utanç ve kaygı verici bir düzeye
eriştiği, Susurluk'taki araba kazasıyla, bir ucundan gözler
önüne serilmiştir. Silahlı eylemcilerle ve çetelerle, ihale, kumar,
eroin mafyalarının, feodal güçlerin, bazı siyasal güçlerin ve
bazı güvenlik birimlerinin, el ele, devleti yıllardır içinden
çürütmekte oldukları artık bellidir. Devleti bu ilişkiler
ağından kurtarabilmek için, Susurluk olayıyla ortaya çıkan
gerçeklerin altı kazınmalıdır. Buna yürek gerekir; ama,
yürek de yetmez; yürekli emniyet görevlilerine, denetim elemanlarına, savcılara,
yargıçlara her güvenceyi vermek gerekir. Karanlık ilişkiler
ağının üstüne yürürken, onları, iktidarın keyfî
uygulama ve atamalarıyla engellenmekten esirgemek gerekir. Devlet ancak
öyle temizlenir, failî meçhul cinayetler ancak öyle önlenir, demokratik hukuk
devleti de ancak öyle işlerlik kazanır. Bunun yolunu
yordamını da Demokratik Sol Parti göstermiştir; Susurluk
olayından önce değil, ondan çok daha önce göstermiştir.
Yüksek Denetleme Kurulunun Başbakanlıktan ayrılarak,
tamamen özerk ve bağımsız bir kuruluş haline gelebilmesi ve
bu gibi olayların hiç değilse parasal yönünün üzerine rahatlıkla
eğilebilmesi için, bir yasa önerisini, birbuçuk yılı
aşkın bir süre önce Meclise sunduk; fakat, hâlâ, komisyonlarda
gündeme alınabilmesini bile sağlayamadık.
Öte yandan, 12 Eylül döneminden sonra bir hayli kısılmış
olan yargı bağımsızlığının yeniden
tatmin edici bir düzeye çıkarılabilmesi için, bir Anayasa
değişikliği önergesini, bundan aylar önce, Meclisteki
değerli partilerin imzalarına açtık; ama, bugüne kadar,
Demokratik Sol Partili milletvekilleri dışında hiçbir partinin
milletvekilinden tek bir imza gelmedi arkadaşlarım. (DSP
sıralarından alkışlar)
Toplumdan yükselen tepkiler çok yerindedir; fakat, Mecliste temsil
edilen partiler tepki göstermekle yetinemezler. Temiz toplum için, Meclis
dışında imza toplamak da yetmez. Mecliste temsil edilen
partilerin, bir yandan tepki gösterirken bir yandan da çözüm göstermeleri
gerekir. Çözüm gösteren tek parti ise, Demokratik Sol Partidir. (DSP
sıralarından alkışlar) Çünkü, Demokratik Sol Partinin alnı
açıktır, eli temizdir, hiçbir yasadışı güce veya
akıma diyet borcu da yoktur. Meclis dışından gelen
tepkileri, Meclis dışında toplanan ve toplumun
duyarlığını gösteren imzaları etkili kılabilmenin
başta gelen bir yolu, bir koşulu, bizim çözüm önerilerimize Meclis
dışından destek, Meclis içinden de imza ve oy vermektir. Bu
katkıyı esirgeyenler, o karanlık ilişkiler
ağının üstüne yürümekteki içtenliklerine bizi
inandıramazlar.
Değerli arkadaşlarım, Sayın Çiller, mafya
bağlantılı cinayet şebekelerini, yakın geçmişte
bizzat kendisinin de kullandığını ve kullananları
onayladığını geçen gün açığa vurmuştur.
Onları, devlete hizmet eden vatansever kahramanlar gibi göstermiştir.
"Devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir" derken,
siyasal cinayet işleyenleri, yargısız infazcıları, mafya
hesaplaşması canilerini, Sayın Çiller, devletin yasal güvenlik
güçleriyle bir kefeye koymuştur.
Genel Başkan Sayın Çiller'in ardından bir
yardımcısı, Sayın Mehmet Gölhan da, yasadışı
eylemlerde sıkılan kurşunlar için "o kurşunlar olmasa
biz burada oturamazdık" demiştir.
Demin, Sayın Cevheri "devlet olmasa biz burada
oturamazdık" diyor; yine aynı görevde bulunan, Doğru Yol
Partisinin Genel Başkan Yardımcılığında bulunan
Sayın Gölhan "o güçler olmasa, o kurşunlar atılmasa biz
burada oturamazdık" diyor. Böylelikle, can güvenliklerini devlete
değil, Millet Meclisindeki ve Hükümetteki yerlerini de millete değil,
cinayet şebekelerine borçluymuş gibi konuşmuşlardır
Sayın Çiller ve Sayın Gölhan.
Yıllardır içeride ve dışarıda aranan bir suçlu
için, Çatlı için,Sayın Gölhan –benim çok değer verdiğim bir
devlet adamı -Sayın Gölhan-
"o, benim gözümde büyüdü" diyebilmiştir.
Çiller'in ve Yardımcısının bu sözleri ardından
ne olmuştur? Kendilerini ülkücü, yani idealist olarak adlandıran bir
militan gençler grubu, 12 Eylül öncesinin kanlı eylemlerinin bir benzerini
tezgâhlamaya kalkışmışlardır. Bu gençler, kendilerini,
Başbakan Yardımcısı Sayın Çiller'in "devlet için
kurşun atan kahramanlar" tanımı içinde görerek,
İstanbul Üniversitesinde, öğrencilerin üstüne satırlarla,
tabancalarla yürümüşlerdir. (DSP ve CHP sıralarından
alkışlar) 7 Aralık günü Bursa'da yaptığı bir
konuşmada Sayın Çiller "kimse devleti yıpratmasın,
evvel Allah, onu hallederiz" demiştir. Oysa, devleti en başta
kendisi yıpratmaktadır. Sayın Çiller'in övüp
kışkırttığı eylemcilerin, kimleri, nasıl
hallettikleri de, artık, çok iyi bilinmektedir.
Sayın Çiller, densizliği daha da ileri götürerek, övdüğü
cinayet şebekelerini eleştirenleri, ASALA ve PKK destekçileri gibi
göstermeye kalkışmıştır. Öylece, Ermeni terör örgütü
ASALA'yı sindirenlerin de, PKK eylemlerini frenleyenlerin de, o cinayet
şebekeleri olduğunu ima etmiştir. Oysa, ASALA, Paris'teki bir
kanlı eyleminin Batı ülkelerinde uyandırdığı
tepki üzerine, kendiliğinden eylemlerini sona erdirmek zorunda kalmıştır.
PKK ile dağlarda, kentlerde vuruşanlar da, o cinayet şebekeleri
değil, devletin şerefli güvenlik güçleridir. (DSP ve CHP
sıralarından alkışlar)
Hukuk devleti kurallarının doğru dürüst
işlediği bir ülkede, mafya bağlantılı siyasal cinayet
şebekelerine Sayın Çiller gibi sahip çıkan bir liderin veya
bakanın siyasal yaşamı bir günde sona ererdi. Şimdi, ben
şunları merak ediyorum değerli arkadaşlarım:
1. Kendi partisi, Sayın Çiller'in ağır sorumluluğunu
paylaşmaya devam edecek midir; yoksa, temel devlet sorunları
konusunda, kendini, Sayın Çiller'in sorumsuzca tutumuna tutsaklıktan
kurtarabilecek midir?
HASAN EKİNCİ (Artvin) – Sana ne!
BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Bana ne değil; bu, bütün milleti
ilgilendiriyor.
2. Refah Partisi, Doğru Yol Partisiyle iktidar
ortaklığının ağır bir suç
ortaklığına dönüşmesini içine sindirecek midir; yoksa,
yasadışı eylemlerin üstüne etkin biçimde yürünebilmesi için,
yargı erkine ve devlet denetimine tam bağımsızlık
sağlamayı kabul edecek midir?
HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) – Kabul edecektir, devam da
edecektir...
HALİL ÇALIK (Kocaeli) – Başka yolu yok!..
BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Eğer bu partiler, devletteki
kirlenmenin üstüne etkin biçimde yürüyebilmenin gereklerini Çiller engelini
aşamadıkları için yerine getiremezlerse, hele bir de basın
özgürlüğünü kısarak, yolsuzlukların ve siyasal cinayetlerin
açığa çıkmasını zorlaştırırlarsa, ne
ülkeye ne de kendilerine hayırları dokunur. (DSP
sıralarından alkışlar)
Herhalde, şimdiki haliyle bu Hükümeti, devlet ve millet, uzun süre
sırtında taşıyamaz. Taşıyamaz da ne olur?
Artık, sabrı taşan ve kabından taşan millet, Hükümet
sorununun çözümünü, değişecek yeni koşullar içinde bulur. Biz
de, Demokratik Sol Parti olarak, buna, elimizden gelen katkıyı
yaparız. Mecliste temsil edilen partiler arasında, 1980'lerin,
1990'ların sorumluluğuna ve kirliliğine
bulaşmamış tek parti olarak da, ilk seçimlerde iktidara
adaylığımızı koyar ve milletten yetki isteriz. (DSP
sıralarında "Bravo" sesleri, alkışlar)
Sayın Başkana müsamahası için şükranlarımı
ve siz değerli milletvekillerine ve aziz vatandaşlarımıza
saygılarımı sunarım. (DSP sıralarından ayakta
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ecevit.
V. –
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1. – Ankara Milletvekili Mehmet
Gölhan’ın, İstanbul Milletvekili Bülent Ecevit’in, basında
çıkan sözlerini yanlış aksettirmesi nedeniyle
konuşması
MEHMET GÖLHAN (Ankara) – Sayın Başkan?..
BAŞKAN– Buyurun Sayın Gölhan.
MEHMET GÖLHAN (Ankara) – Sayın Başkan, Sayın DSP Genel Başkanı, ismimden bahsederek,
basında çıkan bazı hususları yanlış ifade
etti.Müsaade eder misiniz, bir açıklama yapayım.(Gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Gölhan, şunu mu söylemek istiyorsunuz :
Sayın Ecevit, sizin basında yayımlanan sözlerinizi tekrar ederek
bazı ifadelerde bulundu. Siz de, yerinizden "hayır, böyle
değildir" demediniz, "yanlış
anlamışsınız"
dediniz. Bunu mu düzeltmek
istiyorsunuz?
MEHMET GÖLHAN (Ankara) – Evet.
BAŞKAN – Buyurun efendim. (DYP sıralarından
alkışlar; DSP sıralarından "televizyondan
dinledik" sesleri)
Sayın milletvekilleri, müsaade
buyurun; herkes, burada her şeyi söyler; müsaade buyurun...
MEHMET GÖLHAN (Ankara) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Sayın DSP Genel Başkanı benim ismimi
zikrederek, burada, hakikaten, basında çıkan konuları biraz
yanlış aksettirdi. Ben şunu söylüyorum; tekrar ediyorum: Evet,
devlet için kurşun sıkan da, kurşun atan da şereflidir,
haysiyetlidir, kahramandır. Bunun, şu veya bu mafyayla veya
Çatlı ile alakası yok. (DSP sıralarından “televizyondan
dinledik” sesleri, gürültüler)
YUSUF ÖZTOP (Antalya) – Sen onları kastetmiyorsun; sen,
Çatlı'yı kastediyorsun.
METİN ŞAHİN (Antalya) – Televizyondan dinledik, gazeteden
okumadık.
BAŞKAN – Bir dakika efendim... Bir dakika...
MEHMET GÖLHAN (Devamla) – Ülkenin bölünmez bütünlüğü için
güneydoğuda teröre karşı mücadele eden 5 bin şehit verdik,
5 bin tane! 5 bin tane de vatandaş
şehit verdik; 10 bin kişi şehit oldu orada. Onları
kastederek söylenmiş olan bir sözü, gelip de buraya... Ne olduğu
belirsiz, kendisini hiç tanımadığım, bilmediğim, bir
Abdullah Çatlı ile ilgili sözler değil bunlar. (DSP
sıralarından gürültüler) Tekrar söylüyorum Sayın Genel
Başkanım: Alakası yok bunun.
BAŞKAN – Anlaşıldı Sayın Gölhan.
Teşekkür ederim efendim.
MEHMET GÖLHAN (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın
Başkanım. (DSP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, efendim, bakınız,
problem yok.
Bir hatip, burada sözünü söylüyor -itiraz olursa, o da çıkar-
İçtüzük hükümleri içerisinde itirazını yapıyor, demokratik
kurallar içinde tartışıyoruz. Yeter ki, iktidar tarafı
hoşgörü içerisinde, muhalefet tarafı da itidal içerisinde olmayı
becerebilsin. Bütün mesele budur. Bunu yapabildiğimiz ölçüde, bu Genel
Kurulda, bütün müzakereleri sağlıklı yürütürüz.
ASLAN ALİ HATİPOĞLU (Amasya) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Bir dakika efendim; söz vermedim size.
IV. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
1.
– 1997 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/518) (S. Sayısı : 134) (Devam)
2.
– 1994 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların
Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi
ile 1994 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/282, 3/414) (S. Sayısı : 103) (Devam)
3.
– 1995 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların
Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi
ile 1995 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/492, 3/516) (S. Sayısı : 151) (Devam)
4.
– Katma Bütçeli İdareler 1997 Malî Yılı Bütçe Kanunu
Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/519) (S.
Sayısı : 135) (Devam)
5.
– 1994 Malî Yılı Katma Bütçeli İdarelerin
Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi
ile 1994 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu
Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/283, 3/415) (S.
Sayısı : 102) (Devam)
6. – 1995 Malî Yılı Katma Bütçeli
İdarelerin Kesinhesaplarına Ait GenelUygunluk Bildiriminin
Sunulduğuna İlişkin Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi ile 1995 Malî Yılı Katma
Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/493, 3/517) (S.Sayısı: 15) (Devam)
BAŞKAN – Değerli
milletvekilleri, bütçenin tümü üzerinde gruplar adına konuşmalar
tamamlanmıştır.
Şimdi, şahıslar adına
görüşmelere geçeceğim.
Bütçenin tümü üzerinde, aleyhinde
Sayın Halit Dumankaya; buyurun. (ANAP sıralarından
alkışlar)
Süreniz 15 dakikadır.
HALİT DUMANKAYA (İstanbul) –
Sayın Başkan, muhterem milletvekileri; bizleri televizyonları
başında izleyen dargelirlilerimiz, memurlarımız,
işadamlarımız, işçilerimiz, esnafımız,
köylülerimiz, çiftçilerimiz, özürlülerimiz, terörden evlatlarını
kaybeden analarımız, bacılarımız; hulasa, dertli
insanlarımız, dürüst insanlarımız; hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)
Geçen gün kaybettiğimiz, Grubumuzun
üyesi Sayın Mehmet Ali Altın'a Allah'tan rahmet diliyorum; ailesine,
Kırşehir halkına, Anavatan Partisi Grubuna ve tüm Meclise
sabır temenni ediyorum.
Değerli arkadaşlarım, ben
şu panoyu gördüğüm için konuşmama tersten
başlayacağım. Sayın Erbakan Hoca grafiklerle
konuşmayı sever, ben de belgeyle konuşmayı severim.
Şimdi, Sayın Hocamın 1991 yılındaki
"Teşhis" adlı bu kitabında -eğer, o slayt
makinesinden ben de yararlansaydım- söylediklerini,
yazdıklarını ben de burada halka göstermek isterdim; yani,
kendilerinin reklamını yapmak isterdim.
BAŞKAN – Sayın Dumankaya, bir
dakika efendim...
Biraz sonra, Sayın Başbakan söz
almadan önce, o makinenin ne sebeple, nasıl bir müracaatla oraya
kurulduğu hakkında Genel Kurula bilgi vereceğim; ama, mademki
konuya girdiniz, hemen açıklama yapayım...
HALİT DUMANKAYA (Devamla)– O zaman,
benim...
BAŞKAN – Sizden de bir arzu
gelseydi, siz de tedbirinizi önceden Başkanlığa bildirseydiniz,
size de aynı imkânı tanırdım efendim. (RP
sıralarından alkışlar)
HALİT DUMANKAYA (Devamla)–
Sayın Başkan, saat çalışıyor... İki dakika...
BAŞKAN – Ben o süreyi size
vereceğim.
Buyurun.
HALİT DUMANKAYA (Devamla)–
Şimdi, bakınız, burada bir grafik var. Ekmeğin üçte biri
İsrail'e gidiyor, üçte biri vergilere gidiyor ve üçte biri de halkın
cebinden alınıyor; yani, halkın cebindeki paranın üçte
ikisi İsrail'e gidiyor...
ÖMER EKİNCİ (Ankara) –
Anlamamışsın; dikkatli oku...
BAŞKAN – Sayın Ekinci, biraz
sabırlı olur musunuz... Lütfen...
HALİT DUMANKAYA (Devamla)–
İkinci grafiğe bakıyoruz. Yine, bakınız, kredi,
kambiyo, darphane, vergi, faiz vatandaşın sırtına
binmiş. Halbuki, faizlerin en çok arttığı dönem bu dönemdir;
kambiyonun, darphanenin çalıştığı dönem bu dönemdir.
Yine üçüncü grafiğe .bakıyoruz.
İşte, altınlar, İsrail'e gidiyor.
Yine dördüncü grafiğe
bakıyoruz. Batık krediler, altınlar İsrail'e gidiyor,
siyonizme gidiyor.
Grafikler böyle devam ediyor;
zamanım kısa olduğu için, hepsini anlatamıyorum. Yani,
düzeni, İsrail üzerine, siyonizm üzerine kurulmuştur; ama, tarihe
bakın ki, ilk defa, İsrail ile dört anlaşma
yapılmış ve bunlardan iki tanesi, şu beş ayda, Refah
Partisi döneminde yapılmış. Demek ki, kurulan düzen bu
şekilde işliyor ve Refah Partisi, İsrail ile
anlaşmaları imza ediyor.
Yine, bakınız, bu, Refah
Partisinin slogan kitabıdır; 6 ncı sayfasının 7 nci
sütünunda deniliyor ki: "Hava, su, siyaset temizlenecektir." Çok
güzel bir slogandır.
Şimdi, bu sloganlardan işe başlıyorum:
"Hava, su, siyaset, temizlenecektir." Genel Başkanımız
Sayın Mesut Yılmaz dedi ki:
"Siyasetten, yalanı ve haramı temizleyeceğiz."
Bu sloganlar, birbirine çok yakındır.
Biz, iktidara ortak olunca -yani, seçim
yapılınca- yolsuzlukları, 14 dosya olarak -ama araştırma olarak- Meclis
gündemine getirdik. Refah Partisi de “varan bir, TEDAŞ; varan iki,
TOFAŞ; varan üç, mal varlığı” dedi ve dokuz tane daha
“varan” sırada bekliyordu.
KADİR BOZKURT (Sinop) –
İstanbul'da kaç dairen var?..
HALİT DUMANKAYA (Devamla) – Biz, 53
üncü Hükümet Programı hazırlanırken, yolsuzlukların üzerine
gidileceğini açık ve net bir şekilde oraya koyduk; ama, 54 üncü
Hükümetin Programına bakıyorsun, sanki "bu yolsuzlukların
üzeri örtülecektir" kelimeleri vardır.
Şimdi, bakınız değerli
milletvekilleri, biz, Hükümeti kurup, TURBAN, Sait Halim Paşa
Yalısı, Petrol Ofisi, Toprak Mahsulleri Ofisi, özelleştirme gibi
konuların üzerine gittiğimiz zaman, ortağımız bize
dedi ki "bize çamur atıyorlar, böyle bir şey yoktu." Ben,
bu kürsüden, tüm kamuoyuna ilan ettim, dedim ki: Bizim verdiğimiz
önergelerde, eğer yolsuzluk yoksa, eğer devletin namuslu bir genel
müdürüne, eğer devletin namuslu bir başbakanına iftira
ediyorsak, bunun bir bedeli olması lazım; Anayasada yok,
İçtüzükte yok; ama, ben, milletvekilliğinden istifa edeceğim.
Bugün, TOFAŞ bitmiştir, Toprak Mahsulleri Ofisi bitmiştir,
Petrol Ofisi bitmiştir ve yolsuzluğun boyutu ne biliyor musunuz
değerli arkadaşlarım; 5 trilyonu geçmiştir.
İşte bu nedenle bizim
ortaklık bozuldu. Benim Genel Başkanım dedi ki: "ben kirli
dosyaların üzerine oturmam." İşte bu kirli dosyaların
üzerine bu yeni Hükümet kuruldu. Nasıl kuruldu?..
NECMİ HOŞVER (Bolu) –
Yolsuzlukları araştıracak bakanı transfer ettiniz.
HALİT DUMANKAYA (Devamla) – Oradan
laf atacağına beni iyi dinle!..
NECMİ HOŞVER (Bolu) –
Ceremesini ben çektim. Transfer ettin...
HALİT DUMANKAYA (Devamla) –
Şimdi, burada şu oldu : TOFAŞ'la ilgili...
BAŞKAN – Bir dakika Sayın
Hatip.
Sayın Hoşver, lütfen...
Devam edin Sayın Dumankaya.
HALİT DUMANKAYA (Devamla) –
TEDAŞ'la ilgili komisyon kuruldu. DYP hemen Mercümek'le ilgili bir önerge
verdi, onunla ilgili komisyon da kuruldu; TOFAŞ'la ilgili komisyon
kuruldu, mal varlığıyla ilgili komisyon kuruldu. Bunlar,
araştırma önergeleri değil değerli arkadaşlarım,
ondan daha ileri, soruşturma önergeleridir. Eğer çoğunluk
parmağıyla bu önergeleri yok sayarsanız, üzerlerini
kapatırsanız, bunun vebali vardır; hem Allah yönünden vebali
vardır hem seçmeniniz yönünden vebali vardır.
Diyelim ki bu önergeleri
kapattınız... Şimdi, bunların evraklarını
kasalara kilitleyebilirsiniz, cebinize koyabilirisiniz. Bunların
evrakları gizlenir; ama, değerli arkadaşlarım, şu mal
varlığının evrakını gizleyemezsiniz :
Amerika'daki işyerleri, oteller, Türkiye'deki köşkler,
yalılar...
İRFETTİN AKAR (Muğla) –
Parasını sen mi verdin?
HALİT DUMANKAYA (Devamla) –
...Kuşadası'ndaki çiftlik...
İRFETTİN AKAR (Muğla) –
Senin paranla mı alıyor?..
HALİT DUMANKAYA (Devamla) – ...
yalıda bekleyen iki tane yat, uzun direkli o yatlar... Bunları
saklayamazsınız değerli arkadaşlarım.
İRFETTİN AKAR (Muğla) –
Senden mi aldı paraları?... Geç bu işleri, geç...
HALİT DUMANKAYA (Devamla) – Benden
değil, TURBAN'dan aldı paralarını.
İRFETTİN AKAR (Muğla) –
Babandan aldı, babandan...
HALİT DUMANKAYA (Devamla) – Değerli
arkadaşlarım, bunları belirttikten sonra esas konuma geçiyorum.
Ülkemizde beş altı senedir
yaşanan kara tablo, her gün, günlük basının ekonomik
sütunlarına yansımaktadır. Her geçen gün ülke daha kötüye
gitmekte, kamunun finansman açığı artmakta, bütçenin gelirleri,
giderlerini karşılayamamaktadır. Halkı ezen enflasyon
canavarı, bu Hükümet döneminde daha da azgınlaşmakta, daha da
canavarlaşmaktadır. Beş aylık kısa dönemde, fakirin
fukaranın mutfaklarında kullandığı tüpgaza yüzde 100
zam yapılmıştır.
Değerli arkadaşlarım,
halkımız geçim sıkıntısından bunalmış,
pazar artıklarından, çöp bidonlarından yiyecek toplayan
insanlarımızın sayısı yüzbinleri bulmuştur. (RP
sıralarından "sayenizde" sesleri)
Değerli arkadaşlarım,
bakın, emekli bir vatandaşın, Seyit Yılmaz'ın
yazdığı mektuptan sizlere birkaç satır okumak istiyorum:
"Bizlerin hali malum. 15 milyon alıyoruz, 10 milyonu kira; 5 milyonla
nasıl geçinilir? Onu, size yazmaya buradan elim varmıyor. Takdiri büyük
merhametinize bırakıyorum. Akrabalarımıza gidemiyoruz,
birbirimizi ziyaret edemiyoruz.Akmayan sulara para ödüyoruz,
yakmadığımız elektriğin parasını ödüyoruz,
konuşmadığımız telefonlara para veriyoruz. Bu durumda
bizim nasıl yaşadığımızı sizin
vicdanınıza bırakıyorum. Milyonlara varan insanlar,
akşam namazından sonra pazara çıkıyor veya sabah
çıkıyor. O pazar yerine gitsinler, oradaki kadınları
görsünler -sizlere "bu çöplerden ne arıyorsunuz diye sorun"
diyor- yine de utanmazlar... "
Değerli arkadaşlarım,
işte, bu, emekli bir insanın yazdığı mektup.
Sayın DYP sözcüsü ağabeyimiz,
Sayın Bakan burada konuştu; ılımlı bir konuşma
yaptı. Ben isterdim ki, bu konuşmayı, önce, kendi Genel
Başkanına yapsa... Bakınız değerli arkadaşlarım,
dört sene, beş sene bu konuşmayı yapsa...
Şimdi, değerli
arkadaşlarım, bakınız, Dışişleri
Bakanlığının bütçesi görüşülüyor ve Sayın
Dışişleri Bakanı oraya, Komisyona gelmiyor;
saygısızlık ediyor Komisyona.
YILDIRIM AKTÜRK (Uşak) – Buraya da
gelmiyor.
HALİT DUMANKAYA (Devamla) –
Değerli arkadaşlarım, bugün, burada, Türkiye Cumhuriyeti
Hükümetinin bütçesi konuşuluyor. Ne yapıyor sizin Genel
Başkanınız; Genel İdare Kurulunu topluyor ve buraya
gelmiyor değerli arkadaşlarım; bu Meclise
saygısızlık yapıyor. Bunu, lütfen, ona söyleyin;
ortağına saygısızlık yapıyor. Şimdi, ben,
bunu eleştirirsem, yanlış mı yapmış olurum?
İRFETTİN AKAR (Muğla) – O
senin sorunun değil...
HALİT DUMANKAYA (Devamla) – Ben bunu
eleştirirsem değerli milletvekili, ölen babamı mı buraya
getireceksin? (ANAP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım,
bakın, bugünkü toplantısında diyor ki: "Anavatan Partisi,
Refah Partisi için şunları söyledi: İşte, ülkeyi
karanlığa götürür, büyük tehlikedir." Şimdi, bunu biz mi
dedik, o mu dedi?..
Hasan Cemal'in yazısından
birkaç satır okuyacağım değerli arkadaşlarım,
bakınız: "Seçimden evvel de, seçimden sonra da, Anavatan
Partisi, onun Genel Başkanı 'Refah Partisi ile görüşürüm; 6
milyon oy aldı. Anlaşırsak koalisyon kurarım,
anlaşamazsak kuramayız dedi.”
Biz görüştük; ama, siz, diğer
partilerin hepsi, görüşmeyi bile reddettiniz. Biz görüştük,
anlaşamadık, vazgeçtik; ama, Sayın Tansu Çiller seçimden önce
"Refah ile koalisyon yapmak Türkiye'ye ihanettir" demedi mi? "Ey
Mesut Yılmaz, Erbakan ile koalisyon yapma, koltuk uğruna ülkeyi
karanlığa gömme, Refah'a teslim olma" demedi mi? Sayın
Erbakan Hocamız da, Sayın Çiller'e "eteğiyle
başını örten gavur gelini" demedi mi? Daha birçok şey
dedi, dört tane kaseti var bende. Şimdi, bunları diyor da...
"Mücahit Çiller" olmadı; ama, ona, şimdi, bugün
"mücahit Çiller" diyorsunuz. (RP sıralarından “Olacak,
olacak” sesleri)
Değerli arkadaşlarım,
şunu belirtmek istiyorum: Anavatan Partisi, her türlü yolsuzluğun
üzerine gitmeye kararlıdır. Üzülerek ifade etmek istiyorum.
Saygı duyduğum Sayın Ecevit burada dedi ki :"Temiz toplum
için sadece DSP imza verdi." Anavatan Partisi, seçimden hemen bir hafta
sonra -o zaman 125 milletvekilimiz vardı, hepimiz imzaladık- temiz
toplum davasını başlattı.
Değerli arkadaşlarım,
nedir bu? Dedik ki; Milletvekili dokunulmazlığı sadece bu
kürsüde olmalıdır. Eğer, ticarî hayatında, bürokrasi
hayatında devleti...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Bir dakika, Sayın
Dumankaya...
Sürenizi 3 dakika uzattım; buyurun.
HALİT DUMANKAYA (Devamla) –
Şunu söyledik; Bürokraside, ticarette devleti soyanlar, cezaevi yerine bu
çatı altına gelemeyecektir, milletvekilinin
dokunulmazlığı kalkacaktır. İmzalarımız
hazırdır, Meclis Başkanlığındadır.
Daha dün, burada, "yolsuzluklarda,
yüz kızartıcı suçlarda zamanaşımını 10
seneye çıkaralım" dedik, iktidar partilerinin oylarıyla
burada reddedildi. Başka yapacağımız ne vardır;
"Anayasa'nın 159 uncu maddesini değiştirelim" dedik ve
bununla ilgili olarak hem içeride hem de dışarıda binlerce imza
topladık.
Değerli arkadaşlarım,
bakınız, devletin dışta ve içte itibarı çok kötü
durumdadır. Nasıl kötüdür; Avrupa'nın en saygın
kuruluşu, bir araştırma yapıyor; araştırmada,
yolsuzluk yapan devlet adamları sıralamasında Sayın
Çiller'i 7 nci sıraya koyması bizi sevindirmiyor, üzülüyoruz.
Değerli arkadaşlarım,
yine, Avrupa Parlamentosunda konuşan her kişi, Sayın Çiller'in
duyarsız olduğundan...
MAHMUT YILBAŞ (Van) – Sayın
Başkan, üzerinde mi konuşuyor, yoksa sataşmada mı
bulunuyor?
BAŞKAN – Sayın
Yılbaş, Grup Başkanvekili
mi oldunuz?! Hiç duymadım, bilmiyorum!.. Olduysanız, Grubunuz
yazısıyla bana bildirsin!..
HALİT DUMANKAYA (Devamla) –
...sözlerine güvenilmediğinden bahsediyor; bu, bizi üzüyor.
Değerli arkadaşlarım, yine
Almanya’da yayımlanan...
NECMİ HOŞVER (Bolu) –
Sayın Başkan, tarafsız olmaya dikkat et; herşeye sen cevap
verme!
HALİT DUMANKAYA (Devamla) – ...bir
büyük dergi de "Allah'tan -haşa- şeytandan korkmaz insan"
diye bahsediyor. Biz, bunlara sevinmiyoruz, bunlara üzülüyoruz.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye'de, daima, zengin daha
zengin, fakir daha fakir olmuştur; bunları, sadece biz demiyoruz.
Türkiye'yi çeteler sarmıştır. Biz, dört senedir yalı
çetesinden bahsediyoruz; ama, siz, hiçbir zaman duyarlılık
göstermediniz. Dedik ki " bu yalı çetesi, Türkiye'nin
başına belâ olacaktır" Bunu, sadece biz demedik, o zamanki
İstanbul İl Başkanınız Sayın Keçeli de
söylemiştir; ama, o zaman duyarlılık göstermediniz; bugün, o
çeteden, çeteler türemiştir. Eğer biz, o yalı çetesini
temizleyemezsek; eğer biz, devlet ihalelerinden yüzde 10 alarak devleti
soyanları temizleyemezsek, size şunu söylemek istiyorum ki, Susurluk
çetesini temizlesek, Ankara çetesini temizlesek, diğer çeteleri temizlesek
bile yine bir yere varamayacağız...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Evet, bitti efendim.
HALİT DUMANKAYA (Devamla) – 2 dakika yeter Sayın
Başkanım.
BAŞKAN – Yok efendim, verdim süreyi; lütfen.
HALİT DUMANKAYA (Devamla) – Değerli arkadaşlarım,
tabiî, 15 dakikalık bir zamana her şeyi sığdırmak
mümkün değildir.
BAŞKAN – Sayın Dumankaya, mikrofon çalışmıyor
efendim.
HALİT DUMANKAYA (Devamla) – Tabiî, şimdi, ben... (Gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Dumankaya, mikrofon çalışmıyor.
HALİT DUMANKAYA (Devamla) – Peki, teşekkürümü edeyim
Sayın Başkan.
BAŞKAN – Buyurun, edin efendim; mani bir hal yok.
HALİT DUMANKAYA (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bu
bütçe, ekonomik potansiyeli harekete geçiremeyen, dengeleri kuramayan,
borç-faiz sarmalını kıramayan... (Gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Dumankaya...
HALİT DUMANKAYA (Devamla) – ...israfı ve enflasyonu
önleyemeyen, dargelirliyi...
BAŞKAN – Sayın Dumankaya... Sayın Dumankaya...
İstirham ediyorum efendim...
HALİT DUMANKAYA (Devamla) – ...ezen bir bütçedir. Bu bütçe, denk
bütçe değildir.
Yüce Heyetinize saygılar sunuyorum. (ANAP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim, buyurun efendim.
HALİT DUMANKAYA (Devamla) – 15 dakikaya neyi
sığdıralım!..
BAŞKAN – Buyurun Sayın Dumankaya... Ben, size, yeterince süre
verdim; merak buyurmayın.
MEHMET AYKAÇ (Çorum) – Zamanı bile denkleştiremedin!
BAŞKAN – Denkleştirdi efendim, denkleştirdi; merak
buyurmayın.
Değerli milletvekilleri, bütçenin tümü üzerinde, Sayın
Başbakan söz istemişlerdir.
Sayın Başbakana söz vermeden önce, Yüce Heyetinize bir hususta
bilgi sunmak istiyorum: Görüldüğü gibi, Başkanlık kürsüsünün yan
tarafına, Sayın Başbakanın konuşmaları sırasında
yararlanacağı bir tepegöz multivizyon cihazı ile bir perde
konulmuştur. Bu cihazı kullanmak üzere, dışarıdan bir
görevli de hazır bulunacaktır. Önce, görevliyi
çağıralım; gelsin yerine otursun.
Buyurun oturun efendim. Siz, orada oturacaksınız, cihazın
çalışmasından mesulsünüz; başka hiçbir hareketiniz
olmayacak.
Değerli milletvekilleri, bu usulümüz yeni değil; daha önce,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin toplantılarında da, Hükümetin
müracaatı üzerine, bu tür bir imkân sağlanmıştı; ama,
bu Meclis, her türlü imkânı, bütün gruplara sağlamaya
hazırdır. Bundan sonraki müzakerelerimiz esnasında, diğer
sayın gruplar da böyle bir istekte bulunurlarsa, Başkanlık,
aynı imkânı kendilerine sağlamaya hazırdır efendim.
MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Buyurun efendim.
MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Sayın Başbakan,
muhalefet döneminde, bütçe görüşmeleri sırasında, kürsüde, bu
tip araçlardan yararlandı; ama, bugün yapılan şu: Muhalefet
partileri, burada, bütçeyi tenkit ettiler. Sayın Başbakanın, bu
kürsüden, bu tenkitlere cevap vermesi gerekir; ama, anlaşılan odur
ki, Sayın Başbakan, bu tenkitleri, muhalefetin tüm
ikazlarını hiç kale almadan, kendi hazırladığı...
(RP sıralarından "hayal kurma" sesleri) Burada, teknik
cihazlarla, kendi kafasındakileri burada tekrarlayacak. Bu, Meclise olan
bir saygısızlıktır.
BAŞKAN – Sözleriniz zabıtlara geçti efendim.
Sayın Başbakanın ne şekilde
konuşacağının takdiri bize ait değil. Tabiî, o,
konuşmacının kendi inhisarı içerisindedir. (RP
sıralarından alkışlar)
Sayın Bedük, bir müracaatınız mı var? (Gürültüler)
Bir dakika efendim... Bir Sayın Grup Başkanvekili ayakta ve
kendisini dinleyeceğim.
Buyurun efendim.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkanım, biraz
evvel, Sayın Halit Dumankaya, soruşturma konusu olan olaylarla ilgili
olarak bir açıklamada bulundu. 3628 sayılı Kanunun 18 inci
maddesi ve İçtüzüğümüzün 110 uncu maddesi gereğince,
soruşturma konusu yapılan konunun, gizlilik derecesi sebebiyle,
burada açıklanmaması veya konuşulmaması gerektiğini,
acaba Sayın Başkanlığımız değerlendirecekler
mi?
Takdirlerinize sunuyorum.
BAŞKAN – Efendim, değerlendiriyoruz.
Bu Meclis kürsüsünde her şey konuşulur. Kaldı ki... (DYP
ve RP sıralarından gürültüler) Bir dakika efendim... Bir dakika...
Müsaade buyurun... Bir dinleyin önce... Müsaade buyurun, bir dinleyin.
Kaldı ki, araştırma komisyonlarımız ve
soruşturma komisyonlarımız, sayın üyeleri
vasıtasıyla, bugüne kadar yaptıkları bütün soruşturma
ve araştırmaların en ince detaylarını dahi basına
vermektedirler. Gizli bir şeyimiz kalmadı; ama, ben, sayın
milletvekillerinden şunu rica edeyim: Yapabiliyorsak, araştırma
ve soruşturmanın yeni kaidelerini koyalım İçtüzük
değişikliğiyle. Artı, ayrıca, bu konuda Grubunuza
sataşma olduğu iddiasıyla söz talebiniz varsa, onu da
değerlendiririm.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Soruşturma konusunun
konuşulmaması gerekir, gizlilik derecelidir ...
BAŞKAN – Cevabını verdim Sayın Bedük.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Ben kanunu getirdim size,
değerlendirmenize arz ettim.
BAŞKAN – Efendim, cevabını verdim ve değerlendirdim.
Teşekkür ederim, buyurun.
Sayın Başbakan, buyurun efendim. (RP sıralarından
ayakta alkışlar, DYP sıralarından alkışlar)
Sayın Başbakan, süreniz 1 saat; eksüreye ihtiyacınız
olursa, vereceğim efendim.
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Konya) – Sayın Başkan,
Yüce Meclisin muhterem üyeleri ve televizyonları başında,
Meclisimizden yapılmakta olan bu yayını takip eden aziz
vatandaşlarım; hepinizi sevgiyle saygıyla selamlıyorum ve
muhabbetle kucaklıyorum.
Bugün, 9 Aralık 1996; Türkiye Büyük Millet Meclisinde 1997
yılı bütçesini konuşuyoruz. Bütçeler, Meclis
çalışmalarının en önemli konuları olduğu gibi,
ülke meselelerinin de en önemli bir konusudur ve bütçeyi konuşmak demek,
aslında, Türkiye'yi konuşmak demektir. Dolayısıyla; Yüce
Mecliste Türkiyemizi konuşma fırsatını bulduğumuz için
büyük bir bahtiyarlık içindeyiz, Türkiyemizi bütünüyle konuşmak
fırsatını bulduğumuz için, y-oksa her gün Türkiyemizi
konuşuyoruz- meselelerimize bütünüyle bakmak imkânını
bulduğumuz için büyük bir bahtiyarlık içindeyiz ve sabahtan beri,
Sayın Maliye Bakanımız bütçeyi takdim ederken, Türkiyemizin
bütününü konuştu, kıymetli parti temsilcisi
arkadaşlarımız da grupları adına ve şahısları
adına konuşmalarını yaparken konu hakkında
görüşlerini ortaya koydular. Dolayısıyla, yedi saatten beri,
Türkiyemizin bütününü konuşmak üzere çok hayırlı, çok
faydalı bir çalışma yapıyoruz.
Her şeyden evvel, burada kıymetli fikirlerini serdetmiş
olan bütün parti konuşmacılarına ve şahsı adına
konuşan arkadaşımıza güzel fikirlerinden dolayı
teşekkürlerimi sunmayı bir vazife sayıyorum ve bu
teşekkürü, Refah Partisi ile Doğru Yol Partisinin bir araya gelerek
kurdukları 54 üncü Cumhuriyet Hükümetinin bütün üyeleri adına
yapıyorum.
Hemen belirteyim ki, biraz evvel Sayın Başbakan
Yardımcımızın burada bulunmadığı konusu
görüşülmüştür, kendileri, Brüksel'de çok önemli bir NATO
toplantısına gitmek üzere yola çıkmışlardır.
Elbette, böyle önemli bir memleket meselesi münasebetiyle ayrılmaları
çok faydalı bir hizmettir. Dolayısıyla,
arkadaşlarımın bilgilerine sunuyorum. İnşallah,
dönüşlerinde, Meclis çalışmalarını izleyecekler ve
bilhassa, bu görüşmelerimizin sonuncu günü, Hükümetimiz adına
görüşlerini Yüce Meclise sunacaklardır.
Muhterem arkadaşlarım, önce, gruplar adına ve
şahsı adına konuşan arkadaşlarımızın
temas ettikleri konulara çok genel manada işaret etmek istiyorum; çünkü,
bunların bir bir içerisine girecek olursak, benim de, yedi saat, sadece o
konuda konuşmam gerekecek. Bu mümkün olmayacağına,
olmasının da bir faydası olmadığına göre, genel
manada şunu ifade ediyorum: Temenni ederdik ki,
arkadaşlarımızın konuşmaları, bu kadar önemli bir
memleket meselesinde, hakikaten, bu Meclisin mehabetine uygun, samimî bir üslup içerisinde olsun, birtakım
gerginlikler, sinirlilikler bu konuşmalar esnasında olmasın;
çünkü, bunlara lüzum yok. Türkiye hepimizin, bütçe yapıyoruz, daha
güzelini, daha iyisini ortaya koymak için, fikirlerimizi, huzurla, sükûnetle,
samimiyetle konuşmamız, inanıyorum ki, çok daha güzel olur.
Ancak, buna itina eden arkadaşlarımız oldu, onlara, hassaten,
ayrıca teşekkürlerimi sunuyorum; bir.
İkincisi : Genel olarak, arkadaşlarımız bu üslup
konusunun dışında, muhtevaya baktığım zaman
görüyorum ki, kendi kabullerini tenkit ediyorlar (RP sıralarından
alkışlar) Yani, asıl gerçekler bir yanda kalmış, kendi
kendilerine bazı şeyler kabul edip, o kendi kabullerini tenkit
ediyorlar. Teferruatına girmeyeceğim, bugün, burada dinlediğimiz
konuşmalarda, bunun pek çok misaline rastladık.
Üçüncü tespit ettiğim özellik de şudur: Biz, temenni ederdik
ki, bu önemli ülke meselelerinde, hangi meselenin çözümü için, hangi alternatif
teklif geliyor; dikkatle dinledik, burada, ben -dışarıya
çıktığım zaman odamda da takip ettim- görüyorum ki, arkadaşlarımızın
bir kısmı tenkite önem verdiler; ama, asıl yapıcı
teklif, bunlar arasında, maalesef, kolay kolay bulunamıyor.
NİHAT MATKAP (Hatay) – Hayır... Çok yapıldı
Sayın Başbakan.
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Halbuki, faydalı
olmak için, temenni ederdik ki, alternatif teklifler, burada sunulsun.
NİHAT MATKAP (Hatay) – Çözümler sunuldu.
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Bir diğer,
üzerinde duracağım nokta da şudur: Muhterem hatipler, bizim daha
önce söylediğimiz haklı, doğru sözleri burada tekrar ettiler,
hatırlattılar; kendilerine teşekkür ediyorum. Bu sözler
doğrudur, haklıdır. Bunların pek çoğunu biz şimdi
zaten uyguluyoruz. Doğru Yol Partisi de aynı idealleri
paylaşmaktadır. Ancak, hemen şunu belirteyim ki, biz bir
Koalisyon Hükümetiyiz ve bizim sorumluluğumuz, müştereken tespit etmiş
olduğumuz Hükümet Programıdır. Ondan dolayı, hiçbir parti
olarak, kendi partimizin programını uygulama hakkına sahip
değiliz bu şartlar altında. O itibarla “partinizin
programında şu var, niçin yapmıyorsunuz” sualini burada
konuşmamız, isabetli bir davranış değildir. Ancak, ben
de arkadaşlarıma şimdi hatırlatmak istiyorum. Evet, sözümün
başında bir kere daha tekrar ediyorum ki, sizlerin de işaret
ettiğiniz gibi, bendeniz, daha bu senenin başında,
yapılmış olan bütçeyi tenkit ederken, yapıcı bir
şekilde tenkit etmek için “bu bütçenin böyle değil, şöyle olması
daha uygun olur” üslubu altında buraya geldim ve dedim ki "Türkiye,
bu ölçülerin içine sığmaz; Türkiye'nin meselelerini çözmek için bu
rakamlar yetmez." Mesela, bir terör için... Şu tabloyu
hatırlayacaksınız; bu tabloyu, o vakit, renkli ve daha büyük bir
tablo olarak, size gösterdim. Çeşitli Türkiye meselelerine, daha, bütçeye
ilaveten ne kadar para ayırmak lazım gelir, bunu ifade ettim; teröre,
daha 3,5 milyar koymak lazım; işsizliği önlemek için en
aşağı 2,4 milyar kullanmak lazım, köylüye, memura, esnafa,
işçiye, emekliye şunları vermek lazım dedim ve bütün bunların, en aşağı 32 milyar dolar
olması icap ettiğini, bir tablo halinde sundum.
O konuşmamda, bu 32 milyar doların nereden
alınmasının uygun olacağını da söyledim ve dedim
ki "bakınız, Türkiye'de bir rant ekonomisi var, rantiyeciler
var. Bu rantiyecilerin haksız kazançlarından bunun büyük
kısmının telafi edilmesi uygun olur."
Size o zaman bir şey daha göstermiştim, tekrar
hatırlatıyorum: Demiştim ki "burada, bu ekonomi
vasıtasıyla, köylüden, işçiden, memurdan, devletten
alınıyor, bir pompa gibi rantiyecilere basılıyor."
Ayrıca bir şey daha söylemiştim: "Biz,
işbaşına geldiğimiz zaman bu pompanın şeklini değiştireceğiz;
ülkenin imkânları ve nimetlerinden alacağız, bütün
halkımıza, işçiye, köylüye, memura basacağız.
Aramızdaki fark bu olacak" demiştim. (ANAP, DSP ve CHP
sıralarından gülüşmeler)
Şimdi, siz de aynı şeyleri
hatırlattığınız için teşekkürlerimi sunuyorum;
ancak, bir kere daha, gördüğünüz gibi, ben de söylediklerimi
hatırlatıyorum ki, şimdi sizlere yapacak olduğum takdimi,
acaba bu söylediklerimizi yapıyor muyuz yapmıyor muyuz gözüyle takip
buyurmanızda yarar vardır. Onun için, sözüme girerken bunu ifade
ediyorum.
Şimdi, muhterem arkadaşlarım, bu bütçe nedir; bunu
apaçık bir şekilde orta yere koyabilmek için, bu bütçe hangi noktada
yapılmıştır, o noktaya nasıl gelinmiştir, genel
gidişat nedir; onunla birlikte mütalaa edilmesinde yarar vardır ki,
bu bütçenin ne olduğu tam manasıyla anlaşılmış
olsun.
Onun için, size, kısaca buraya nasıl gelinmiştir
-Türkiye, 1996 yılına nasıl gelmiştir- bunu takdim etmek
istiyorum. Bunun için Türkiye'nin ne olması lazım, geçtiğimiz
kırk yıl nasıl geçti, yirmi yıl nasıl geçti, on yıl
nasıl geçti ve buraya nasıl geldik, sadece birkaç cümleyle özetlemek
istiyorum.
Lütfen, şu tabloları birlikte takip edelim. (DSP
sıralarından "ışıkları söndürelim"
sesleri)
BAŞKAN – Öyle bir usulümüz yok efendim. Siz müdahale etmeyin.
Buyurun Sayın Başbakan.
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Muhterem
arkadaşlarım, bakınız, buradaki tabloda, bütün dünya
ülkelerinin yüzölçümleri bir sıra halinde gösterilmiş. Ne görüyoruz;
Türkiye, dünyada mevcut ülkelerin içerisinde 36 ncı sıradadır,
takriben, 780 bin kilometrekarelik toprak büyüklüğü itibariyle. Diğer
yandan, Türkiyemizin nüfusu, 1995 rakamlarına göre
-yurtdışındaki 3 milyon işçimizi de dikate alarak- 65
milyon küsurdur. Burada da, bütün dünya ülkeleri içerisinde 16 ncı
sıradayız.
Şimdi, bu ülkenin her evladının, her
vatandaşın, bu ülkenin yönetiminden, hükümetten "mademki nüfus
itibariyle 16 ncı sıradayız -geliri, ekonomiyi, vesaireyi
insanlar meydana getirmektedir; ülkemizin de hiçbir eksikliği yok -şu
halde, bütün dünya ülkeleri arasında, millî hâsıla itibariyle 16
ncı sırada olmalıyız" diye istemek hakkıdır.
Aynı şekilde "fert başına millî gelir itibariyle de,
en aşağı 16 ncı sırada olmalıyız"
isteği, çok doğal bir istektir.
Halbuki, millî gelir açısından baktığımız
zaman, sıramızın, maalesef, 23'e düştüğünü görüyoruz.
Öbür taraftan, fert başına millî gelir açısından
baktığımız zaman da, sıramızın, ta 57'ye
düştüğünü görüyoruz.
O halde, önümüzde bir mesele var; neden, Türkiye, layık olduğu
noktaya ulaşmış değildir? Hemen belirteyim ki, bu
konuşmadan maksadım, asla, ne geçtiğimiz kırk yıldaki
hükümetleri ne yirmi yıl ne on yıldaki hükümetleri, ülkeye hizmet
eden insanları tenkit değildir; bu konuşmadan maksadım,
gerçekleri görmemizdir. Bugüne kadar bu ülkenin her türlü hizmetinde bulunan
bundan önceki arkadaşlarımızın hepsine
teşekkürlerimizi sunarız. (RP sıralarından alkışlar)
Fakat, ortada bir gerçek vardır ki, bugün, Türkiye, olması icap eden
noktada değildir.
Bakınız, bundan kırk yıl önce, Avrupa'daki ülkeler
-Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya, İspanya- harpten sonra
yıkılmışlardı; ama, kırk yıl önceki
rakamları ile 1995'teki rakamları mukayese ettiğimiz zaman, bir
İspanya'nın 29 milyon olan nüfusunun 39 milyona
çıktığını; ancak, 11 milyar dolarlık millî
gelirinin 611 milyar dolara çıktığını görüyoruz. Bizim
millî gelirimiz ise -orada gördüğümüz gibi- kırk yıl önce 6,84
milyar dolar iken, 171 milyar dolara çıkabilmişiz. Yani,
aşağı yukarı birbirimize yakınmışız; o,
bu kırk yılda, arayı çok büyük mikyasta açmış.
Bir İtalya ile kendimizi mukayese edecek olursak,
İtalya'nın, arayı çok daha fazla açtığını
görürüz. Kırk yıl esnasında, şu gerçek var ki, bu ülkeler,
bize nazaran çok daha büyük bir hızla kalkındılar. Denildi ki
"Efendim, o ülkeler eskiden de gelişmiş ülkeydi, kalkınma
için uzmanları vardı. Dolayısıyla, evet, harpte
yıkıldılar; ama, asıl, insan, tecrübe önemlidir,
kendilerini böylece kalkındırdılar." Bu iddia, haklı
bir iddia değildir. Evet; eskiden gelişmiş olmanın bir
önemi vardır; ama, buyurun, işte Uzakdoğu ülkeleri... Güney
Kore'nin, Vietnam'ın, bilmem Malezya'nın, Endonezya'nın eskiden
hiçbir kalkınmışlığı yoktu. Bırakın
kırk seneyi, onlar, yirmi senede çok büyük bir kalkınma
hızını başardılar.
İşte, aşağıdaki tablodan görüyoruz: Bir Güney
Kore'nin, görüldüğü gibi, bundan yirmi yıl önce 35 milyon olan nüfusu
44 milyon oldu; 21 milyar dolarlık millî hâsılası 452 milyar
dolar oldu. Türkiye'ye gelince, yirmi yıl önce 48 milyar dolar olan millî
hâsılası, sadece 171 milyar dolar olmuştur. Biz 171, onlar 452;
biz 65 milyonuz, onlar 44 milyon. Bu tabloların teferruatına girmeye
lüzum yok. Bir gerçek odur ki, geçtiğimiz kırk yıl ve yirmi
yılda, Türkiye, bütün imkânlarına layık bir gelişmeyi
gösterememiştir; önce, bu gerçeği kabul edelim.
Son on yıllık gelişmemize baktığımız
zaman, bu on yıllık gelişmede de, yine, mukayese
edilebileceğimiz ülkelere -İtalya, İspanya, Güney Kore- nazaran,
on yılda, adım adım çok geri kalmışızdır.
Bakınız, gayri safî millî hâsılamız 76'dan 171'e
çıkmış, İtalya 603'ten 1 trilyon 200 milyara
çıkmış, İspanya 230'dan 559'a, Güney Kore 108'den 455'e
çıkmış; kat kat... Ticaret hacimleri bizden çok fazla, fert
başına millî gelirleri bizden fazla, ithalatları,
ihracatları fazla. Son on yıllık dönemde onlar bizden çok daha
büyük atılım yapmışlardır. Bizim on yıllık
gelişmemize baktığımız zaman, görüyoruz ki, on
yıl içerisindeki gelişmemiz yavaş olmuştur;
ithalatımız, ihracatımız ve asıl önemlisi -sadece
millî gelir mühim değil- ekonomimizin önemli faktörleri gittikçe
bozulmuştur.
Bakınız, borçlar... On yıl içerisinde içborcumuz süratle
artmış; dışborcumuz, toplam borcumuz süratle
artmış; borçların gayri safî millî hâsılaya oranları,
içborçlar artmış; dışborçlar, bütçenin açığı
artmış, faizler artmış, yatırımlar da
küçülmüş. 1996 yılının üzerine yıldız koyduk.
Eğer, bugünkü Hükümet kurulup da politikaları
değiştirmemiş olsaydı, bu takdirde, bu sene sonuna
geldiğimiz zaman, borçlarımızın gayri safî millî
hâsılaya oranı yüzde 61 olacaktı, açığın bütçeye
oranı yüzde 50 olacaktı, faiz yüzde 38 olacaktı,
yatırımlar da sadece bütçenin yüzde 5'i kadar olacaktı. Bu on
yıllık trendin tabiî devamı budur. Halbuki, bu on yıl
esnasında, öbür ülkelerle mukayese ettiğimiz zaman, bunun çok daha
yüz güldürücü şekilde devam etmesi gerekirdi.
Şimdi, sadece bu ana rakamlar değil, bunların yıldan
yıla gidişatında da, maalesef, on yılda, yüz güldürücü bir
gelişim kullanabilmiş değiliz. Evet, bu on yıl
esnasında, Türkiye'nin durumu işte budur.
Tam böyle bir noktadayken 1996 yılına gelinmiştir.
Başkaları hızla ilerlerken biz ilerleyememişiz;
bütçelerimizin açıkları artıyor, faizler artıyor,
yatırımlar küçülüyor. Bu şekilde 1996 yılına
gelinmiştir.
1996 yılında şöyle bir bütçe
yapılmıştır; daha önce hazırlanmış olan
17.10.1995 tarihli bütçe kadük olmuştur, Nisan 1996'da Meclisimizde tasvip
olunan bütçe şu 2 nci sütunda gösterilmiştir. Bu bütçeden sonra,
yıl sonunda, sağ tarafta gösterilmiş olan rakamlarla bu yıl
kapanmaktadır. Eğer, bu 54 üncü Hükümet işe
başlamamış olup da, 1 Temmuzda teslim almış
olduğumuz yapı içerisinde sene sonuna kadar devam edilseydi; bakınız,
baş tarafta, bütçe, Türk Lirası ve dolar olarak gösterilmiş, 1
Temmuzda yıl sonu gerçekleşme tahmini gösterilmiş; aynı
gidişle -biz işbaşına geldiğimiz zaman bu tahmin söz
konusuydu- yıl sonunda ne olacaktık; yıl sonunda ne
olacağımızı şu 3 üncü sütundan görüyoruz. Faizler 20
milyar dolar olacaktı bu yıl, 20 milyar dolar faiz ödeyecektik;
bütçenin açığı 19 milyar 632 milyon dolar olacaktı ve
yatırım olarak da bütçede 2,9 milyar dolarlık bir
yatırım yapılabilecekti. Görüldüğü gibi, daha önceki trende
göre yürüseydi yıl sonunda bu hale gelinecekti. Halbuki, şimdi, 54
üncü Hükümet geldiği zaman, faiz ödemeleri 20 milyar dolardan 18,5 milyar
dolara inmiştir, bütçenin açığı 19,6 milyar dolardan, 16
milyar dolara inmiştir; çünkü, devletin gelirleri 30,990 milyar dolardan
32,5 milyar dolara çıkmıştır. Şuna işaret etmek
istiyorum: Görüldüğü gibi, faizler indirilmiş, devletin gelirleri
artırılmış ve bütçe açığı 20 milyar dolardan
16 milyar dolara indirilmiştir. İşte, bu büyük bir olaydır;
çünkü, size, daha önce -sabahleyin bir arkadaşımız bizim
meşhur aysbergden bahsettiler; şimdi, kendilerinin dikkatlerini rica
ediyorum- ben bu aysberkten bahsettim, evet; bakın, gene bahsediyorum.
Bakınız, işte, 1 Ocak 1995'te, suyun altında,
kırmızı içborç, pembe dışborçtur; bütçe üstte
gözüküyor; ama, sarı da bütçenin açığını gösteriyor. Bu
şekiller mikyaslı çizilmiştir. 1 Ocak 1996'ya geldiğimiz
zaman, her ne kadar bütçe büyümüş gözüküyorsa da, açık da
büyümüş, borçlar da büyümüş suyun altında. 1 Temmuz 1996'ya
geldiğimiz zaman, bütçe yine büyümüş; ama, açıklar da
büyümüş, çok büyümüş; içborç da fazla büyümüş. Aynı
düşünceyle -eğer 54 üncü Hükümet gelmeseydi- 31 Aralık 1996'da
dördüncü şekle gelecektik; 31 Aralık 1997'de de aynı
politikalarla beşinci şekildeki bir Türkiye'ye ulaşacaktık.
Dikkat buyurduysanız, hesaplar yapıldığı zaman, 1997 sonuna
kadar bütçe açığı 30 milyar dolara çıkıyor, içborç 58
milyar dolara çıkıyor. İşte bu Hükümet ne
yapmıştır; bunun gerçeğini görmek istiyorsak, bu netice
yerine bugün hangi netice hâsıl olmaktadır; buna bakmamız
lazım. (ANAP sıralarından alkışlar[!])
Bakınız, 1 Temmuz 1996'da, önce, bir defa, artık aysberk
yok. (ANAP ve DSP sıralarından gülüşmeler, alkışlar
[!]) Gördüğünüz gibi, apaçık, dipdiri bir bütçe var. 31 Aralık
1997'de geldiğimiz zaman, içborç 22 milyar dolardır,
dışborç 75 milyar dolardır. Bak, yoksa, demin söylediğim
gibi, içborç 30 milyar dolar olacak idi.
31 Aralık 1997'ye geldiğimiz zaman, gördüğünüz gibi,
artık bütçede açık yok, onun yerine, içborç azalmış,
dışborç, takriben, halini muhafaza ediyor; her şeyiyle
apaçık, dipdiri bir hale gelmiş bulunuyoruz. (RP ve DYP
sıralarından alkışlar) Bu sebepten dolayı, bu bütçenin
ne mana taşıdığını görmek istiyorsak, 31
Aralık 1997'de ne olacakken, ne oluyor buna bakmamız lazım.
Şimdi, bakınız -deminki o beşli şekli, lütfen,
tekrar koyarsanız...
SÜLEYMAN HATİNOĞLU (Artvin) – Değiştir Hocam...
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Şimdi, Sayın
Baykal arkadaşımıza sesleniyorum; sabahleyin bir sürü
balonlardan bahsettiniz. Şimdi, bakınız, dikkatinizi rica
ediyorum, asıl bu Hükümet ne yapıyor; bu Hükümetin
yaptığı iş -şu beşli şekli koyar
mısınız lütfen; beşli şekli dedim- (ANAP
sıralarından "değiştir" sesleri) içborç
kırmızı balonunu söndürüyor, bütçe açığı
sarı balonları söndürüyor. (RP ve DYP sıralarından
alkışlar) Biz, balon üflemiyoruz, sizin üflediğiniz
balonları söndürüyoruz. (RP ve DYP sıralarından
alkışlar; DSP sıralarından alkışlar[!])
İşte, bu Hükümetin yaptığı iş bu ve size bunu
rakamlarla gösteriyoruz, mikyaslı şekillerle gösteriyoruz;
yapılmış olan iş budur.
Bu iş nasıl yapılmıştır; 1996
yılında, önümüze, kıymetli bürokrat
arkadaşlarımız daha önceki alışkanlığa uygun
olarak -biz çalışmalarımıza başlarken, getirdiler,
eski alışkanlıkla rakamlar koydular. Biz, yeni politikalarla
bunları değiştirdik. Neden; eski politikalarla devam edemezdik;
çünkü, bakınız, on yıldan beri bütçenin açığı
nasıl yükseliyor. Biz, ne yapmışız; bunu
aşağı indirmişiz. İşte, buna değişim
derler. (RP sıralarından "Bravo" sesleri,
alkışlar) Sabahleyin Sayın Baykal "rakamlar
yanılmaz" buyurdular. Evet, rakamlar yanılmaz. Bak, rakamlar
konuşuyor ki, bu Hükümet, değişim hükümeti. (RP
sıralarından alkışlar) Nitekim, bütçe
açığının bütçeye oranı -görüyorsunuz-
değişmiş, bütçe açığının gayri safî millî
hâsılaya oranı değişmiş -Sedat Bey, biraz daha süratli
yapın, lütfen- aynı şekilde, faizler... Bakınız,
hızı kırılmış. Neden faizler birdenbire durmuyor;
çünkü, devlette süreklilik var, bizden önce yapılmış olan
taahhütler var. Borç alınmış, şu kadar faiz ödeyeceğiz
denmiş.
AHMET TAN (İstanbul) – Ortağınızın mirası.
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Biz, devlet
ciddiyetinden dolayı bunları ödemek mecburiyetinde
kaldığımız için, eskiden aldığımız
mirası, sizin mirasınızı ödüyoruz; ama, hızını
da kesiyoruz.
SÜLEYMAN HATİNOĞLU (Artvin) – Ortakların orada.
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Bakınız,
faizleri görüyorsunuz, değişimi görüyorsunuz; on yıl nerede,
1996'daki kırılma nerede?.. Bak, bu grafikler bu Hükümetin ne
olduğunu gösteriyor. Faizin bütçeye oranı, gayri safî millî
hâsılaya oranı, hep 1996'nın nasıl bir değişim
yılı olduğunu gösteriyor.
Bakınız, yatırımlara gelelim. Yatırımlar,
Türk Lirası olarak ve dolar olarak hızlanıyor...
ALİ ŞAHİN (Kahramanmaraş) – Millete
yutturamazsınız.
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – ...ve aynı
şekilde, yatırımların bütçeye -oranları,
gördüğünüz gibi- artık, yukarıya doğru yükselme
safhasına geçiyor. Böylece, değişimleri, bütçenin
değişimlerini açık bir şekilde görmekteyiz.
Bakınız, sadece bütçe konusu değil, hepinizin
bildiği gibi, on yıldan beri gelişat, kara delikleri de gittikçe
büyütüyor. Sadece bütçe açığı değildir kara delik, sosyal
güvenlik kuruluşları, KİT'ler, belediyeler, birlikler...
Bunların hepsinin açığı seneden seneye
değişmekteydi. Bakınız, Bağ-Kur ve SSK'nın
yıldan yıla nasıl bir finansman ihtiyacı olmuştur
görüyorsunuz; ama, 1996'da, şimdi, onların da finansman
ihtiyacının beli kırılmıştır;
gördüğünüz gibi, 1997'de finansman ihtiyaçları artık dolar
bazında fevkalade büyük nispette azaltılmıştır.
Aşağıdaki tabloda, eğer, 54 üncü Hükümet gelmeseydi
ve gereken tedbirleri almasaydı bunların finansman
açığı ne olacaktı; alınan tedbirlerle, ne olduğu
rakamlarla gösterilmiştir. Ne yaptık da bunları
sağladık; sırası geldiği anda kısaca onu da arz
edeceğim.
Diğer bir önemli konu da KİT'lerdir. Görüldüğü gibi,
KİT'ler artık zarar eden müessese olmaktan çıkmaktadır.
Böylece belediyeler, gayretli çalışmalarıyla eski borç
batağından kendi gayretleriyle kurtulmaktadırlar ve devlet,
içerisine düştüğü durumdan adım adım kurtulmaktadır.
Aynı şekilde,
aldığımız tedbirlerle de birliklerin, artık,
böyle, aldığı bütün parayı yiyip bitiren kuruluş
olmasından çıkmasını sağlıyoruz; çünkü,
aldığımız tedbirlerle birliklere, aldığın
malı rehin tutacaksın, bu malı satacaksın, aynı
parayla gelecek sene yeniden malını alacaksın; yoksa, sana, pamuk
için verdiğimiz parayı götürüp fabrikaya koyduğun fazla,
lüzümsuz işçiye veya başka bir israfına harcayarak heba
etmeyeceksin. Tedbirlerini aldığımız içindir ki, birlikler
de şimdi aynı şekilde bir kara delik olmaktan
çıkmaktadır. İşte, Türkiye'nin böyle bir operasyona
şiddetle ihtiyacı vardı. Biz, her zaman ne dedik, bizim hükümete
gelmemiz, itfaiyenin yangına yetişmesidir.
YALÇIN GÜRTAN (Samsun) – İtfaiye geç kaldı, geç!..
SÜLEYMAN HATİNOĞLU (Artvin) – İtfaiyenin suyu yok!..
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Bizim hükümete
gelmemiz, cankurtaran arabasının hastaya yetişmesidir. (RP
sıralarından alkışlar) Bu grafikler, bu gerçekleri
göstermektedir. Tam vaktinde 54 üncü Hükümet kurulmuştur ve tam vaktinde
ülke, kendisini kurtarıyor ve rakamlar konuşuyor.
Şimdi, bakınız, 1997 yılının ilk bütçe
teklifi, bürokrasinin kıymetli elemanları tarafından böyle
getirilmişti: Ne diyor; 22,5 milyar dolar 1997'de faiz ödenmesi
lazım. Bütçenin açığının 18 milyar 382 milyon dolar
olması lazım ve yatırımların da bütçede 3,3 milyar
dolar olması lazım.
Bakınız, düşük bir yatırıma mukabil büyük faiz,
22,5 milyar dolar 1997 yılı için ve bütçe dengesi olarak da 18,3
milyar dolarlık açık, gelecek sene olmalıdır diyor idi. Biz
ne yaptık; şimdi, bu teklifin yerine, görüldüğü gibi
-bakınız, 24.9'da bürokratların getirdiği tekliftir; 17.10,
54 üncü Hükümetin kabul ettiği bütçedir- faiz, 22,5 milyar dolardan, 13,8
milyara indirilmiştir.
Yatırımlar -gördüğünüz gibi- 3,3 milyardan 3,882 milyara
çıkarılmıştır; bütçenin açığı 18 milyar
dolardan sıfıra indirilmiştir ve işte, 50 yıldan beri
ilk defa denk bütçe kurulmuştur. (RP ve DYP sıralarından
alkışlar; ANAP, DSP ve CHP sıralarından alkışlar
[!]) Bu Hükümetin ne yaptığının manası, bu tablodan
açık bir şekilde görülmektedir.
Huzurlarınız da, Bütçe Komisyonuna teşekkür ediyorum;
çünkü, bütçenin denkliğini muhafazada büyük bir itina
göstermişlerdir; ufak değişikliklerle, bütçe, Komisyondan da
aynen geçmiştir. Bundan dolayı, huzurlarınızda Bütçe
Komisyonuna teşekkürlerimizi sunuyorum.
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Fasa fiso bu bütçe
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Şimdi, işte
bu şekilde, bu zihniyetle, Türkiye'nin değişimi ve
onarımı için hazırlanmış olan bu bütçenin 15 tane
özelliği var.
Bu özellikleri görüyorsunuz; bu bütçe bir değişim bütçesidir,
rakamlarla gösterdik. Bu bütçe denk bir bütçedir, bu bütçenin denkliğini,
Maliye Bakanımız, Bütçe Komisyonunda kuruşu kuruşuna kaç
defa ispat etti. Komisyonun ilk başlangıcında hep bütçenin
denkliği konuşuluyordu; ama, müzakerelerin sonunda kimse, bütçenin
denkliğine itiraz edemez hale geldi.
HİKMET ULUĞBAY (Ankara) – Muhalefet şerhimize koyduk.
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Bundan
dolayıdır ki, şimdi, huzurlarınızda bir kere daha
bütçenin denkliğine işaret etmek istiyorum ve yine, Sayın Baykal
Beyefendiye -"paketler nerede" diye sordu- şimdi,
parmağımla, paketlerin nerede olduğunu göstermek istiyorum, kedi
nerede, ciğer nerede, onu da göstermek istiyorum; buyurun bakalım.
(RP sıralarından alkışlar)
Bakınız, bütçede, diğer kalemleri konuşmaya lüzum
yok; çünkü, bütçenin gelirleri -normal gelirler- bu sene, zaten yüzde 103
artmıştır; biz, burada, yüzde 98 kabul ettik; yani, 1996
yılındaki gelirlerin seyrine baktığımız zaman, bu
yıl, bütçe gelirleri yüzde 103 artmıştır; biz, yüzde 98
kabul ettik...
MUSTAFA BALCILAR (Eskişehir) – Dolar bazında mı?..
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Tabiî, tabiî; mutlak
bazda elbet; yoksa, hiçbir şey ifade etmez...
AHMET TAN (İstanbul) – İslam dinarı bazında
değil(!)..
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Yani, dolar
bazında artıyor, onu söylüyorum; bütçede, gelirler, yüzde 103
oranında yükselmiştir.
MUSTAFA BALCILAR (Eskişehir) – Yani, iki misliye yükselmiş...
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Şimdi,
bakınız, bu bütçenin denkliği hususunda, denk mi değil mi,
bunu kontrol etmek isteyen insan, vergidışı gelirler, nasıl
oluyor da başka yıllara nazaran önemli oranda artıyor, buraya
dikkat etmek ihtiyacındadır. Buraya baktığımız
zaman ne görüyoruz: Biz, özelleştirmeye 4,7 milyar dolar koymuşuz;
nereden alacağız bunu; Yüce Meclis bunun kanununu çıkardı;
Telekom lisansından 1 milyar dolar alacağız; Telekom hisse
satışından 3,3 milyar dolar alınacak.
AGÂH OKTAY GÜNER (Ankara) – Ne zaman?..
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Bu mart ayına kadar
alınacak.
Özelleştirme kapsamındaki KİT arsa
satışından, sadece 0,37 milyar dolar konulmuş -yani, 370
milyon dolar konulmuş özelleştirme kapsamındaki KİT ars
asatışından- sosyal tesis, arsa, arazi ve lojman
satışından 1,40 milyar dolar konulmuş; yarım kalmış
elektrik santralları satışından 1,48 milyar dolar
konulmuş; yurtdışı emeklilikten 1 milyar dolar
konulmuş ve toplam olarak 8,5 milyar dolar konulmuş; her yıl
tahsil edilen vergidışı normal gelir olarak da 2,10 -her
yıl bu kadardı; bu yıl da aynen- konulmuş.
Şimdi, konulan nedir; 8,5 milyar dolardır; nereden geliyor bu;
işte, bizim kaynak paketlerimiz... Birinci kaynak paketimizde, devlete, 10
milyar dolarlık bir imkân temini vardır; bunun hepsi gelir
değildir, imkândır; devlet bu parayı kullanabilecek; içerisinde
gelir olan kısım, 1,867 milyar dolardır, ikinci paketin gelir
kısmı 7,5 milyardır, üçüncü paket 10 milyardır; henüz ilan
etmediğimiz, ama, asıl, devlet arsalarının süratle
satışını öngören -2 milyar dolarlık, 5 milyar ve 3
milyar dolarlık- Türkiye'deki bütün önemli arsaların süratle
satışıyla ayrıca 10 milyar dolar gelir elde edilecek;
böylece, sadece, şu anda hazırlıkları
yapılmış olan dört tane paketle 29,367 milyar dolar gelir elde
edilecektir. Bu 29 milyar gelire mukabil, bütçenin içerisine sadece 8,5 milyar
dolar konulmuştur.
HASAN HÜSAMETTİN ÖZKAN (İstanbul) – Şu paket, oldu
olacak, 100 milyar olsun(!)..
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Bu Hükümetin, 20,5
milyar dolar daha elinde rezervi vardır. (RP sıralarından
alkışlar)
CENGİZ ALTINKAYA (Aydın) – Vay be!..
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Nasıl birinci
pakette, şu anda, 10.5 milyar dolar fiilen tahsil edildiyse, ikinci ve
üçüncü paket de tahsil edilecektir; ancak, bizim Hükümetimiz,
sağlamcı bir hükümettir. Dolayısıyla, biz, bunları,
bütçenin içerisine kanunların öngördüklerini koyduk; kanunların
dışında, Hükümet olarak bizim yapacağımız
aksiyonları ise, geldikçe, personele verilen parayı artırmak,
yatırımları artırmak, kalkınma hızını
artırmak suretiyle, ayrıca bütçeye ilave edeceğiz.
İşte, böylece, görüldüğü gibi...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Hocam, birileri sizi
işletmiş!..
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Tabiî, ben, sizin,
bunları dinlerken yüzünüze bakıyorum, hiç
şaşırmıyorum; niçin.
CENGİZ ALTINKAYA (Aydın) – Ciddiye almıyoruz ki...
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – ...çünkü, bunlar sizin
hayalinizin bile yetişmeyeceği şeylerdir de onun için. (RP
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Siz
farkında değilsiniz, bu memlekette Sultan Fatih'in torunları var,
Sultan Fatih ne diyor: "Bizim yaptığımız işlere,
sizin hayalleriniz bile yetişemez." (RP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar) Onun için, burada
şaşılacak hiçbir şey yoktur.
AGÂH OKTAY GÜNER (Ankara) – Sultan Fatih bizim, hepimizin; sadece sizin
değil...
BAŞKAN – Sayın Güner, lütfen...
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Dolayısıyla,
nasıl olsa bunlar yapılacak diye bazı
arkadaşlarımızın şaşırmasına ben hiç
şaşırmıyorum.
AGÂH OKTAY GÜNER (Ankara) – Şu hakaret hepimize
yapılmıştır...
BAŞKAN – Sayın Güner, lütfen...
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Her şey, önce
inanışla başlar; sonra, takip ve azimle gerçekleşir.
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Hocam, sizi
işletmişler...
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Çok aziz ve muhterem
milletvekilleri, bu bütçenin diğer özelliklerinin ayrıca
teferruatına girecek değilim; bu paketleri geçelim, bunları
arkadaşlarımız biliyorlar.
Bütçenin özellikleri:
Bu bütçe, bir değişim bütçesidir, denk bir bütçedir, kamu
personeli maaşlarında reel artışı hedefleyen bir
bütçedir, yatırımlarda 36 yılın en büyük reel
artışı verilmiştir -bütçedeki dolar olarak
yatırımlara ayrılan paranın artışı yüzde
40'tır- borç-faiz sarmalını kıran bir bütçedir, devletin
temel hizmetleri olan eğitim, sağlık, adalet, savunma ve
güvenlik hizmetlerine ayrılan kaynaklar, bu bütçede özel olarak
artırılmıştır. Şöyle ki, bugüne kadarki trendlere
bakılacak olursa, devletin bu trendleri içerisinde, bu yıl,
eğitim hizmetlerine yüzde 104 artış verilmiştir
-enflasyonun kat kat üzerindedir- sağlık hizmetlerine yüzde 111,
adalet hizmetlerine yüzde 106, savunma ve güvenlik hizmetlerine yüzde 108
artış verilmiştir.
Bu bütçe, ülkemiz insanının refah seviyesinin yükseltilmesine
matuf bir bütçedir. Bu bütçede, araştırma ve geliştirme
faaliyetlerini desteklemek için, gayri safî millî hâsılanın binde
1'ine yakın ilave konulmuştur. Bugüne kadar, Batı ülkelerinde
yüzde 3 olan araştırma ödenekleri, bizde, şimdi, ilk defa binde
4'ten yüzde 1'e çıkmıştır. Bu bütçe, yerli savunma
sanayiine çok büyük önem atfeden bir bütçedir;
araştırma-geliştirmenin önemli bir kısmı da, savunma
ihtiyaçlarımızın yerli kaynaklardan hazırlanmasına
ayrılacaktır.
Yükseköğrenime ayırdığımız para yüzde 118
artırılmıştır. Bu, yükseköğrenime verdiğimiz
önemi göstermektedir. Bu bütçe, aynı zamanda, özellik arz eden kamu
personeline ilave ödemeleri ihtiva etmektedir. Bu, bir enflasyonla mücadele
bütçesidir; çünkü, faizleri kaldırmıştır,
yatırımları artırmıştır ve halktan alınan
parayı, ülkenin kalkınmasına sevk etmektedir.
Bu bütçe, bir istikrar bütçesidir; çünkü, denk bütçedir, aynı
zamanda ödemeler dengesindeki iyileşmeyle birlikte yürümektedir, ülkenin
döviz rezervleri ve malî imkânları artmaktadır ve bütçe, bunları
artıracak olan bir bütçedir. Dolayısıyla, ülke istikrara
kavuşmaktadır. Bu bütçe, bütün bu özellikleriyle bir
değişim ve onarım bütçesidir.
Bütçenin bu özelliklerine ilaveten ayrıca çok önemli manaları
vardır. Bu bütçe, halkımıza hizmet eden bir zihniyetin
bütçesidir. Biraz sonra açıklayacağım, atılan
adımlarla rant ekonomisinden reel ekonomiye nasıl geçiliyor ve
rantiyecilere giden para nasıl şimdi halkın kendisine sevk
ediliyor, bütçede neler var, bunları biraz sonra kısaca
söyleyeceğim; ancak, şimdi şunu belirtiyorum ki,
bakınız, bu kısa zamanda Hükümetimiz, memura, işçiye,
emekliye ne yaptı; katsayıları yüzde 50 artırdık, 30
bin memur ailesini sevindirdik, işçi emeklilerinin
artışını yüzde 100, Bağ-Kurlularınkini yüzde 300
artırdık, asgarî ücret yüzde 100
artırılmıştır ve asgarî ücret 214 dolara
çıkarılmıştır.
Güvenlik kuvvetlerimize, özellik arz eden kamu personeline ilave refah
getirecek mevzuatlar getirilmiştir ve bütçeye buna göre para
konulmuştur.
Zorunlu tasarrufun kaldırılması için gerekli kanun
tasarısı ikinci defa Meclistedir.
1997 yılı bütçesinde,
bütün memur, işçi, emekli ve asgarî ücretlilere enflasyon üzerinde reel
artış sağlanacak ve iyileştirmelere devam edilecektir.
Hükümetimiz yurtdışında çalışan
işçilerimize sahip olan bir hükümettir. Zira, yurtdışındaki
işçilerimizin kesin dönüş şartı aranmaksızın
makine ve otomobil getirmelerine imkân tanınmıştır, oy
kullanmaları için ciddî adımlar atılmıştır,
Avrupa'da ailelerinden koparılan çocuklarla yakinen ilgilenilmiştir.
Düşününüz; aileden çocuğu alıyorlar, nereye gittiğini
annesi babası bilemiyor. İlk defa bu Hükümet, Alman makamlarıyla
bütün bu konuları masanın üzerine yatırdı, ailelerine bilgi
verme mecburiyeti getirdi. Eğer o çocukları bir Türk ailesi almak
istiyorsa, onların tercih edilmesi, bu çocukların yaz aylarında
Türkiye'ye gelmesi vesaire gibi önemli adımlar bu Hükümet tarafından
atılmıştır. Yurtdışındaki işçilerimize,
Türkiye'ye mecburi dönme ortaya konmaksızın, emekli olma
hakkını bu Hükümet tanımıştır.
Bu hükümetin en mühim özelliklerinden birisi, kimsesizlere ve yoksullara
verdiği büyük önemdir. Sosyal Yardımlaşma Fonu yeniden asıl
maksadı için kullanılmaktadır ve 800 bin fakir bilgisayara
geçirilmiştir; bunların hepsinin giyecek, yiyecek ve yakacak
ihtiyaçları karşılanmaktadır. Bunlara ilave olarak, Kredi
ve Yurtlar Kurumundan burs alan 200 bin üniversite öğrencisine ilaveten,
200 bin üniversite öğrencisine daha ayrıca burs verilmiştir.
Biz işe başladığımızda, ilk olarak
köylümüze fındık tabanfiyatını verdik; köylümüzden fındık geçen sene 40-50
bin liraya alınmıştı, sabahleyin
arkadaşlarımız da söylediler, şimdi 180-200 bin liraya
alınıyor ve dünyada fındık fiyatı 200 dolardan 400
dolara çıkmıştır. Böylece bu Hükümet,
fındığımızın değeri pahasına satılmasını,
başka ülkelerdeki komisyoncuların elde ettikleri paraların
şimdi Türkiye'ye gelmesini sağlamıştır ve
fındık, ayçiçeği, mercümek, buğday, çay, üzüm, pirinç,
pamuk ve tütün ödemeleri muntazaman yapılmıştır.
Güneydoğu illerimizde köye dönüş teşvik edilmiştir,
pek çok aile köyüne dönmüştür, köylerinde tamiratlar
yapılmıştır ve şimdi de büyük bir
hayvancılık projesi tatbikata konulmaktadır; böylece
Güneydoğu Anadolumuz ve köylümüz için çok büyük adımlar
atılmaktadır.
Esnafımıza gelince: Bağ-Kur emeklilerine kademe atlama
imkânı verildi, kredilerde büyük artmalar yapıldı;
KOBİ'lere büyük kolaylıklar sağlandı ve stok afları
getirildi. Sınır kapıları, sınır ticareti büyük
bir hızla geliştiriliyor. Bilhassa, sanayi tesisleri ve KOBİ'ler
için kalifiye eleman yetiştirme kurslarına büyük bir önem
atfedilmektedir. Bunların yanında, Hükümetimiz, Yüce Meclise
teşekkürünü arz ediyor 3 Aralık günü çıkarılmış
olan Özürlüler Kanunundan dolayı; bu verilmiş olan yetkiyi süratle
kullanmak üzere kollarını sıvamıştır.
Bu bütçe, bölgesel dengesizlikleri gideren bir bütçedir; çünkü,
yatırımlar artırılmıştır. Yatırımlarda,
selektif bir şekilde çalışılarak, bilhassa güneydoğu
gözetilecektir. 80 ilin özel sektör ve devlet yatırımları, her
ay muntazam bir şekilde takip edilmektedir. Üretim, istihdam ve ihracat
seferberliği bütün yurt sathında, sektörler bazında, takip edilmektedir.
Bundan başka, şimdi, Hükümetimiz, önümüzdeki yıl
güneydoğuda bir tek okulsuz köy ve öğretmensiz okul bırakmamak
üzere, gereken hazırlıklarını yapmış
bulunmaktadır.
İlave gelirlerin kullanılmasında dengesizliğin
giderilmesi gözetilecektir. Devlet İstatistik Enstitüsünde yapmakta
olduğumuz bir değişiklikle, artık, Türkiye'nin
istatistikleri belde bazında takip edilecektir. Şu anda, o ilçenin
geliri nedir, gideri nedir, üretim nedir, fert başına o ilçenin
geliri nedir ve ithalatı nedir, ihracatı nedir, işsizliği
ne kadar; bunlar, ilçe bazında takip edilmektedir.
Doğuya doğalgaz getirilmektedir; bir yıl sonra, Van'da,
Ağrı'da doğalgaza kavuşulacaktır ve buralara
santrallar kurulacaktır.
Hudut ticareti teşvik edilmektedir.
Bugün Butros Gali, petrol boru hattının açılması
için, son imzasını atmıştır; biraz önce kriptoyla
haber verildi. (RP sıralarından alkışlar) Binaenaleyh, hiçbir mani kalmamıştır, onun için
ayın 10'unda, yarın petrol boru hattından petrol
akıtılmaya başlanacaktır ve inşallah 16'sında da,
Hükümetimizin mensupları, Yumurtalık'ta, boru hattından, ilk
petrolün gemiye yüklenmesini kutlayacaktır. (RP ve DYP
sıralarından alkışlar)
Böylece, Güneydoğu Anadolumuz için, biraz evvel Sayın
Necmettin Cevheri Beyin işaret ettikleri, hayırlı adım
fiilen gerçekleşmektedir. Bunun ekonomik manasının yanında,
asıl, bölgesel ve siyasî manası, psikolojik manası çok büyüktür.
Bundan başka, bölgedeki et kombinaları yeniden üretime
geçirilecektir. Her bir ile 50 milyar lira olmak üzere, köye dönüş
ödenekleri gönderilmiştir ve 50 nci madde fiilen
çalıştırılacaktır. Bunun için hudutlardaki
arabalarımızın tankerleri büyütülmüştür. Bölgede düşük
kapasiteyle çalışan tesislerin tam kapasiteye çıkmaları ve
bölge için şu anda tasavvurun üzerinde çok köklü bir şekilde vergi ve
enerji teşviki hazırlıklarımız sürmektedir. Bunun için,
hatta batıdaki insanlar, bu büyük avantajlardan dolayı üretimlerini
doğuda ve güneydoğuda yapmak için o bölgeyi tercih edeceklerdir.
Bu bütçe, Türkiye'nin meselelerini çözen bir bütçedir. Teröre son
verilmesi için çok yönlü mücadele yapılmaktadır.
İşsizliğin önlenmesi için, yatırımların
artırılması, denk bütçe vasıtasıyla faizlerin
düşürülmesi, enflasyonun düşürülmesi, istihdam projeleri,
yap-işlet-devret, yap-işlet teşviki, Devlet İstatistik
Enstitüsü ile işsizliklerin takibi ve bütün projelerin selektif olarak
takibiyle, işsizliğin süratle düşürülmesi için büyük
adımlar atılıyor.
Bu bütçe ve bu Hükümet, refah seviyesinin yükseltilmesi için büyük
adımlar atıyor, dışticaret dengesinin, ödemeler dengesinin
kurulması için, bilhassa ihracatın teşvikinde AR-GE için büyük
adımlar atılıyor. Turizmde yeni atılımlar yapılmaktadır.
Dost ve kardeş ülkelere siteler, kamu kuruluşlarına ait turistik
tesislerin özelleştirilmesi, turizm projelerinin teşviki, Türkiye'nin
diğer önemli meselesi olan kamu borçlanma gereğinin azaltılması,
faizlerin ve enflasyonun düşürülmesi, reel ekonomiye geçilerek zümresel
dengesizliğin giderilmesi, bölgesel denge getirilmesi ve yeniden
yapılanma, mahallî idarelerin yetkilerinin artırılması ve
bugüne kadar bir kara delik olan bilhassa güvenlik kuruluşlarının
yapısal değişiklikleri...
Bakınız, şu ana kadar, Hükümetimizin, güvenlik
kuruluşların yapısal değişiklikleri için
attığı adımları size kısaca bir tablo halinde
göstermek istiyorum.
Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu yeniden
hazırlanmıştır: Hastalık sigortasında 60 gün staj
süresi getiriliyor, sosyal güvenlik destek primi yüzde 24'ten yüzde 30'a
çıkarılıyor; bunlar, sendikalarla mutabakat halinde
hazırlanmış maddelerdir. Bu tasarıda prime esas kazanç üst
sınırı, asgarî ücretin iki katına çıkarılmıştır,
Bakanlar Kurulu üç katına
çıkarmaya yetkili kılınmıştır; isteğe
bağlı sigortacılık primi yüzde 20'den yüzde 25'e
çıkarılmıştır, hizmet birleştirilmesi
uygulaması yeniden düzenlenmiştir. Emeklilikte müktesep haklar korunarak
yaş haddi getirilmiştir; kadınlarda ve erkeklerde 55. Kaçak
işçi çalıştırılmasına karşı tedbirler
alınmıştır. Sosyal Sigortalar Kurumunun gayrimenkullerinin
satılabilmesi konusunda yönetim kuruluna yetki verilmesiyle ilgili kanun
tasarısı Meclistedir. SSK prim ve gecikme zamları tahsilatının
hızlandırılmasıyla ilgili kanun tasarısı da bu da
Meclistedir.
Diğer yandan, Bağ-Kur'un sağlıklı bir
yapıya kavuşması için, 10 milyon çiftçiye sağlık
sigortası imkânı getirilmektedir. Yeni Bağ-Kur ve Bağ-Kur
tarım sigortası kanunu tasarısı ile Bağ-Kur prim ve
gecikme zamları tahsilatının hızlandırılmasıyla
ilgili kanun tasarısı vasıtasıyla ve bunların
ellerindeki gayrimenkullerin satılması suretiyle demin size
göstermiş olduğum grafikteki değişimler temin edilecektir.
Aynı zamanda, Türkiye'nin dışpolitikayla ilgili
meselelerinde de büyük adımlar atılmaktadır. Türkiye'de,
kardeş Türk Cumhuriyetlerinden 10 bin genç okutuyoruz, bu ülkelere milyar
doların üzerinde kredi veriyoruz, yatırımlar yapıyoruz, bu
ülkelerde üç tane üniversitemiz var.
Bütün dünyayla ilişkilerimizi geliştiyoruz, yeni pazarlar meydana
getiriyoruz ve içerisinde bulunduğumuz ekonomik işbirliği
teşkilatlarının aktivitelerini artırıyoruz.
Bu arada, Kuzey Kıbrıs'ı da
kalkındıracağız. İnşallah, bu bütçe
görüşmelerimizin arkasından Kuzey Kıbrıslı yetkililer
Türkiye'ye gelecekler ve önümüzdeki yıl fert başına millî gelir
3 bin dolardan 4 bin dolara çıkarılacaktır Kuzey
Kıbrıs'ta. Bunun için, 180 bin nüfuslu Kıbrıs'ın, 580
milyon dolarlık millî gelirinin -180 milyon dolar ilave olarak-
artırılması gerekmektedir. Kıbrıs'ı büyük bir
üniversite adası yapacağız ve buradan 50 milyon dolar ilave
gelir elde edilecek; sulama projelerini gerçekleştireceğiz, 50 milyon
dolar da buradan; turizmini gerçekleştireceğiz, takriben, bir 50
milyon dolar da buradan gelecek. Kıbrıs, buralardan gelir temin etmek
suretiyle, ilk defa, sağlıklı bir yapıya
kavuşacaktır.
Bu bütçenin diğer bir manası da şudur: Reel ekonomiye
geçiş bütçesidir bu. Bu, bilindiği gibi Hükümet
Programımıza sarih bir hüküm olarak konulmuştur. Denk bütçeyle,
devletin yüksek faizle borçlanmasına son vermeye
çalışıyoruz. Hazine senetlerine yüzde 10 stopaj koyduk. Yüksek
faizli borçların azaltılması, kaynak paketleri
vasıtası sayesinde sağlanıyor. Yabancı tahvillerde
vergi adaletini tesis ettik; bugüne kadar başka ülkenin tahvilini
alırsanız, bu tahvilin ne asıl parasından ne de bunun
faizinden vergi ödenmiyordu; halbuki, yerli senet -Hazine senedi- alan bunu
ödüyor; bunun adaletini tesis ettik.
Üretim, istihdam, ihracat seferberliği reel ekonomiye geçmek
demektir. Kredilerin ve imkânların üretime tevcihi; KİT'lerin yüksek
faizle borç almalarının önlenmesi; kamu alacaklarının
ödenmesi için borçlu kamu kuruluşlarının yüksek faizle
borçlanmasının önlenmesi; pompaların yavaşlatılması;
repolar, bono ve tahvillerin bundan sonra reel ekonomiye dönük hale
getirilmesi, millî imkânların yabancı ekonomileri desteklemeleri
yerine, bizim ekonomimizi desteklemeye yönlendirilmesi. Düşününüz, bu
Hükümetten önce, dış ülkeler bizi zengin görsünler, onun için
bankalarımızın dövizlerinin büyük kısmı dış
bankalarda tutulsun diye, tebliğler neşredilmişti. Bizim
bankalarımızın dövizleri başka ülkelerin ekonomisine hizmet
ediyordu; bütün bunlar değiştirilmiştir. İşte,
görüldüğü gibi, adım adım reel ekonomiye geçilmektedir.
Bu bütçenin bir diğer özelliği de, hakikaten, Türkiye'nin
büyük bir atılım yapmasına fırsat
hazırlamasıdır. Bütçenin dışında, ayrıca,
yap-işlet ve yap-işlet-devret metoduyla büyük atılımlar
yapılacaktır.
Şimdi, Türkiye hangi noktadadır; size "Flaş
Yatırımlar" adı altında bir tablo sunuyorum:
Bakınız, şu anda doğalgaz projesi olarak: İran
Doğalgaz Boru Hattı, 1 milyar 100 milyon dolarlık bir projedir.
Rusya Doğu Hattı Doğalgazı, Aliağa LPG Terminali,
İskenderun LPG Terminali, İskenderun-Ankara Boru Hattı.
Ulaşım projeleri; Otoyollar, bölünmüş yollar, İstanbul
Boğazı Tüp Geçidi ve Metrosu, havalimanları, demiryolu
projeleri. Serbest bölgeler: İskenderun, Trabzon ve Kuzey
Kıbrıs. Kompleksler: İstanbul-Pendik-Kurtköy Kompleksi.
Hidroelektrik ve termal santrallar -yeni yapılacaklar, kiraya verilenler
ayrı- nükleer santrallar.
Özelleştirme; bakınız, yukarıda
saydığım büyük projeler 57 milyar dolarlık bir
yatırımdır; özelleştirmede de 25 milyar dolarlık imkân
vardır. Dolayısıyla Türkiye bütün dünya finans kurumları
için en cazip bir hedeftir; çünkü, Türkiye'de 82 milyar dolarlık
kârlı iş vardır.
İşte, bütün bunlar, bugün Türkiye'nin nereye yürüdüğünü
açıkça göstermektedir.
Bakınız, otoyolların detayları, bölünmüş
yolların detayları, İstanbul tüp geçidinin ve
havalimanlarının detayları ayrıca bu tabloda takdim edilmiş
bulunmaktadır, teferruatına girmiyorum.
Devletin elindeki enerji santralları da bir bir burada
gösterilmiştir. Türkiye, bugün için, 80 milyar dolarlık bir finans
hedefidir. Bundan dolayıdır ki, bütün dünya, Türkiye'deki bu büyük
finans imkânından pay almaya çalışmaktadır.
Diğer yandan, bu bütçeyi uygulayacak olan hükümetin özellikleri de
büyük bir mana taşımaktadır. Görüldüğü gibi, Refah
Partisi-Doğru Yol Partisinin kurmuş olduğu 54 üncü Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti, örnek bir uyum içerisinde çalışmaktadır ve
ülkemizde istikrarı sağlamıştır. Bu Hükümet bir hizmet
hükümetidir, tahakküm hükümeti değildir. Bu Hükümet, ibadet
aşkıyla halka hizmet ediyor.
Bakınız, insan hakları hususunda
attığımız ve atmakta olduğumuz adımları da,
size, kısaca arz ediyorum:
Cezaevlerindeki huzursuzluklar ortadan
kaldırılmıştır.
DGM davalarının hızlandırılması için
yerler yeniden düzenlenmiştir. DGM'lerin görev alanına giren suçlarda
30 gün olan gözaltı süresi 7, artı -gerektiği halde, hâkim
kararıyla- 3 gün daha uzatılabilecektir. Diğer mahkemelerde 4
ilâ 3 güne indiren tasarı komisyondan geçmiştir.
Düşünce suçları başta olmak üzere, devlet aleyhine
olmayan bazı suçların, DGM'nin görev alanı dışına
çıkarılmasına dair kanun tasarısı komisyondan
geçmiştir.
Din görevlilerinin Memurin Muhakematı Hakkında Kanun
kapsamına alınmasına dair tasarı Genel Kurulun
gündemindedir.
Yurtdışındaki vatandaşlarımızın,
çalıştıkları ülkelerde oy kullanmalarının temini
için prensip mutabakatı sağlanmıştır.
Almanya'daki bazı işçilerimizin velayet haklarının
kaldırılması, ellerinden alınan çocukların kendilerine
iadesi hususunda çalışmalar başlatılmıştır.
Adalet Bakanlığında, gerek Adlî Müzaheret
Anlaşmasından doğan hakların gerek Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesindeki davaların takibi için Dışilişkiler
Genel Müdürlüğü kurulmuştur.
Adlî zabıta kurulması hakkında kanun taslağı
hazırlanmaktadır.
İnsan hakları müsteşarlığı
teşkilatının kurulması hakkında kanun
taslağı Türkiye Büyük Millet Meclisine sevk edilmek üzere
imzadadır.
Bu Hükümet, demin de söylediğim gibi, sağlamcı bir
hükümettir; yani, bütçeyi, elindeki imkânlara göre
hazırlamıştır. Gerek kamu çalışanlarına
gerekse yatırımlara, yeni gelirler elde ettikçe -bu gelirler Hazineye
girdikten sonra- ilave artışlar verilecektir.
Bu Hükümet, Türkiye'nin bütün meselelerine sahiptir; üretim, istihdam ve
ihracat seberberliğini başlatmıştır.
Bakınız, buna bir misal olmak üzere, dışticaretimiz
programlanmıştır; denizcilik, madencilik, sanayi, tarım,
hayvancılık programlanmıştır. Size, sadece bir misal
olmak üzere, madencilikte nasıl bir programımız var onu izah
edeyim: Görüldüğü gibi, 1996'da, üretim 3 milyar dolardır; ama,
ihracatımız 1 milyar dolardır; 1997'de, 1998'de, 1999'da ve 2000
yılında hızla artacak ve Türkiye'nin üretimi 10 milyar dolara
ulaşacaktır; bu bir.
Şimdi, ikinci tabloda gördüğümüz gibi, 21 çeşit maden de
hangi projeler vasıtasıyla gerçekleştirilecektir; bütün
bunların hepsi programlanmıştır. Hükümetimiz, serbest
piyasa ekonomisini esas almıştır; ancak, ülkenin nereye
varacağını da, mutlaka teşviklerle, takiple, programa
bağlı olarak gerçekleştirmek üzere çalışmaktadır.
Yine, Hükümetimizin bir diğer özelliği, özel sektör ve gönüllü
kuruluşlarla sürekli yapılan toplantılarla, birlikte ve
beraberce çalışılmaktadır.
Bütün bunlardan sonra, sözlerimi şu şekilde
bağlıyorum: Görüldüğü gibi, Türkiye, büyük bir
değişimin içerisindedir. Esasen, Türkiyemiz, dünyanın
merkezindedir. Türkiye, büyük bir devlettir; çok önemli bir ülkedir; imkânları
ve zenginlikleri büyük bir ülkedir.
Bakınız, 1996'da, biz, işe başlarken, 48 milyar
dolarlık bütçenin 16 milyar doları açık ve 18,5 milyar
doları faize ödeniyordu; ne kalıyor hizmet için; 13,5 milyar dolar.
Halbuki, bu çalışmalarla, bu 13,5 milyar dolarlık reel imkâna
ilaveten -demin de gösterdiğim gibi- 29,5 milyar dolarlık yeni bir
ilave, bunun üzerine konulmuştur. Dolayısıyla, Türkiye,
imkânları geniş olan bir ülkedir.
Şimdi, bütün Asya'ya hitap eden bir İskenderun serbest bölgesi
ve liman tesisi özel teşebbüs olarak kurulacaktır. Yine, Asya ve Türk
cumhuriyetlerine hitap eden bir Trabzon serbest bölgesi ve liman... Bu serbest
bölgeler içerisinde, aynı zamanda, tıpkı Singapur'da, Malezya'da
olduğu gibi malî finans merkezleri de kurulacaktır. Böylece, Türkiye,
Asya'nın kapısı olacaktır.
Diğer yandan, Türkiye, bir yandan, Avrupa Birliğiyle gümrük
birliği içerisindedir, Karadeniz İşbirliği
Teşkilatıyla eski Sovyetler'le işbirliği içerisindedir, 53
Müslüman ülkeyle işbirliği içerisindedir, ECO, 10 Türk cumhuriyeti ve
Müslüman ülkelerle işbirliği içerisindedir. Bütün bu grupların
içerisinde işbirlikleri artmaktadır.
D-8 Projesi, çok önemli bir projedir. Bunu, bugün, bütün bu 8 ülkenin
devlet başkanları büyük bir ilgiyle bekledikleri gibi, bu projeyi,
şimdi, Amerika da, Fransa da, İngiltere de, Almanya da bekliyor.
AHMET TAN (İstanbul) – Almayalım onları!
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Bakınız,
önemli olan şudur: Efendim, bu gelişmiş ülkelerin
karşısına kiminle çıkacaksınız; Bangladeş'le
mi, Mısırla mı... 800 milyon insanla çıkıyoruz. (RP
sıralarından alkışlar) 800 milyon insan... Bunların
karşısına biz hakla çıkıyoruz. Hak... Hak... (RP
sıralarından alkışlar) Çünkü, bugün dünyada hakikaten büyük
haksızlıklar var. En büyük güç, haklı olmaktır. Bugün,
şu Birleşmiş Milletler Teşkilatında 5 ülkenin veto
hakkı var; bu bir çelişki değil mi... Bu bir çelişki
değil mi... Bu, elli sene öncenin dünyası; bu dünya böyle yürümez (RP
sıralarından alkışlar) Şimdi, bütün dünyanın
hepsi haklı bir dünya istiyor; herkes elli yıl sonra dünyayı
yeniden kurmak istiyor. Bu, herkesin temennisidir. Bakın, bu D-8'ler
hareketinin 6 ana umdesi var:
Yeryüzünde savaş değil, barış. Kim istiyorsa, bu
masanın etrafında oturacak.
Gerginlik değil, diyalog.
Sömürü değil, işbirliği.
Çifte standart değil, adalet.
Kibir, tekebbür değil, eşitlik.
Bir arada, hakka riayet ederek yaşamak.
Yeni dünyanın prensipleri bunlar olacak. (RP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar) Ondan dolayıdır ki, o
sizin çok küçük gördüğünüz, o 800 milyon insan, evet, hakkı üstün
tuttuğu için, bütün insanlığa en büyük hayırlı
adımı atacaktır.
İşte, şartlar öyle gelişmiştir ki, Batı
ülkeleri de, bu gerginlikten, bu sunî mücadeleden bir sonuç
çıkmayacağını idrak edecek noktaya gelmişlerdir;
adım adım yeni bir dünya kuruluyor ve bu yeni dünyada da, elbette, en
önemli noktada Türkiye bulunuyor; çünkü, Türkiye, dünyanın merkezindedir.
Türkiye, bu başlattığımız ekonomik
kalkınmasını yaptığı zaman, herkesin
saygınlıkla bakacağı bir ülke noktasına geliyor. Tek
kelimeyle, yeniden büyük Türkiye kurulmaktadır.
Görüldüğü gibi, artık, Batılı ülkeler bize
geldikleri zaman, eski kırık plağı çalamıyorlar,
onları, daha baştan susturuyoruz; geldiklerinde
alışmışlar yıllardan beri "efendim, sizde insan
hakları, sizde bilmem Kürt meselesi..." Biz de Kürt meselesi filan yok.
Bir terör var, onu da siz kışkırtıyorsunuz. Hadise budur.
(RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Bu
plakları kaldırmalarını kendilerine söyledik. Sayın
Cumhurbaşkanımız son yaptığı Almanya seyahatinden
"bu sefer bambaşka bir ilgi gördüm" diyerek döndüler Türkiye'ye.
Neden; evet, tabiî, çünkü, Türkiye, bu yeni dünyada yavaş yavaş
yerini almaktadır ve zaten, bunun da, hem ekonomide hem her sahada
emareleri gözükmektedir.
Dolayısıyla, bu
bütçeden sonra ve bu anlattıklarımdan sonra, şu soruyu sorup cevabını
vererek sözümü tamamlıyorum: Türkiye nereye gidiyor; Türkiye, meselelerini
çözüyor, dengelerini kuruyor; Türkiye, iyiye gidiyor; Türkiye, öncü devlet
oluyor. Bunu, Refah Partisi, Doğru Yol Partisi yapıyor; bunu, 20 nci
Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi yapıyor; bunu, milletimiz
yapıyor...
Hepinizi ve televizyonları başında bizi seyreden aziz
vatandaşlarımızı muhabbetle kucaklıyorum.
İyiye gidiyoruz, yeniden büyük Türkiye'ye gidiyoruz.
Bütçemiz milletimize hayırlı olsun.
Hepinizi Allah'a emanet ediyorum. (RP sıralarından ayakta
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Başbakan.
MEHMET CAVİT KAVAK (İstanbul) – Grafikler girecek mi zapta?
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
Başkanvekili Sayın Önder Sav'ın bir tezkeresi vardır; aynen
okuyorum:
“Türkiye Büyük Millet Meclisi Sayın
Başkanlığına
Sayın Başbakan, Hükümet adına konuşurken, teknik
olanaklardan yararlanarak, grafiklerle bilgiler vermektedir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi tutanaklarına sadece sözler
geçirilmekte, grafiklerdeki bilgiler yansıtılmamaktadır.
Türkiye Büyük Millet Meclisine mal edilen bu bilgilerin, görüntülü
olmaktan yararlanarak, Türkiye Büyük Millet Meclisi tutanaklarına
yansıtılması nasıl sağlanacaktır? Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu olarak, aydınlanmak istiyoruz.
Gereğini takdirlerinize sunarım.” (RP sıralarından
gürültüler)
Siz mi cevap vereceksiniz; ben, cevap vereceğim... Bir dakika
müsaade buyurun.
Sayın Sav, Türkiye Büyük Millet Meclisinin çalışma
usullerinde, bilindiği gibi, esas olan, bu kürsüden söylenendir ve
tutanaklara geçen de, esas olan, bu kürsüden söylenendir. Şimdiye kadar
böyle davranıldı, bundan böyle de böyle davranılacaktır.
Hatta, zaman zaman, sayın başbakanlar, hükümet
programlarını okurken veya sayın bakanlar -mesela, bugün, Maliye
Bakanının yaptığı gibi- çeşitli mülahazalarla,
kendi takdirleri içerisinde, o yazılı metindeki bazı sözleri
okumazlar ve daha konuşmanın başında veya sonunda veya
ortasında bir yerde "esas olan, benim söylediklerimdir"
ifadesini de derc ederler. O nedenle, bugün, Sayın Başbakanın
yaptığı bu konuşmada, tutanaklara geçen esas metin,
Sayın Başbakanın mikrofondan ifade ettikleridir; fakat, bugün,
slaytlarla Yüce Meclise sunulan bilgileri de tutanaklara ek bilgi olarak
yansıtmak için, sayın konuşmacıdan ve değerli
arkadaşlarımdan biraz önce talep ettim; onları bize
verdiklerinde, tutanaklara ek bilgi olarak yansıtacağım. (1)
Teşekkür ederim.
III. –
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)
B) ÇEŞİTLİ İŞLER
1. – 1997 malî yılı bütçe
kanunu tasarılarının TBMM Genel Kurulunda yapılan
görüşmelerinde Başbakan Necmettin Erbakan’ın slayt göstermek
suretiyle istifade ettiği 36 sayfalık doküman
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Dokümanı şimdi
alalım...
SÜLEYMAN HATİNOĞLU (Artvin) – Şimdi versinler; sonra
değişebilir rakamlar...
BAŞKAN – Verirler efendim, merak buyurmayın.
Değişirse, tutanaklarımız var; esas olan
tutanaklardır.
MUSTAFA TAŞAR (Gaziantep) – Sayın Başkan, Sayın
Başbakan konuşmasında
"buradaki tablo" diyor...
BAŞKAN – Sayın Sav, anlaşıldı değil mi
efendim.
ÖNDER SAV (Ankara) – Sayın Başkan, hatta, Sayın
Başbakan, eğer, bunu, fotokopi biçiminde daha önceden
yansıtmış olsaydı, daha yararlı olacaktı.
BAŞKAN – Peki efendim, teşekkür ederim.
Sayın Başbakan, grupların bir arzusu var: Bundan sonraki
bu tür konuşmalarınız, metin halinde gruplara
dağıtılsın veyahut da önceden, sayın gruplara haber
verilsin istiyorlar; aktarıyorum.
MAHMUT IŞIK (Sıvas) – Sayın Başkan, bir önerimiz
var...
BAŞKAN – Efendim, bir dakika öneri sırası değil.
MAHMUT IŞIK (Sıvas) – Sayın Başkan, tadilatı
süren Genel Kurul Salonuna da böyle bir sistemi koyalım da...
BAŞKAN – Efendim, o tadilatı süren Genel Kurul Salonuna, onlar
konuldu zaten; otomatikman, o emirler baştan verildi, merak
buyurmayın, her türlü tedbirimiz alındı orada. Çok memnun
kalacaksınız Mahmut Bey; hiç merak buyurmayın.
Sayın Işın Çelebi'nin bir mürcaatı var:
"Sayın Başkan, İçtüzüğün 63 üncü maddesine göre usul
hakkında söz istiyorum" diyor.
Nedir efendim 63 üncü maddeye göre usul hakkında itirazınız?
IŞIN ÇELEBİ (İzmir) – Şudur: Sayın Önder
Sav'ında belirttiği gibi, Sayın Başbakan,
konuşmasında, grafiklere dayanarak, rakamlara dayanarak "şu
tabloda, şu rakama dayanarak" diye ifade etmiştir; ama,
tutanaklara geçmemişti. Rakamlar önemliyse...
BAŞKAN – İfade ettiği her şey geçti efendim.
IŞIN ÇELEBİ (İzmir) –Hayır... Tabloda "şu
rakam" demiştir, rakam söylememiştir. Rakamlarda hatalar
vardır. O yüzden, tutanaklardan, Sayın Önder'in de isteği
üzerine, bu rakamlardaki yanlışlıkları bakanlık bütçelerinde
tartışılmak üzere, ek olarak, ilave edilmesini rica
edeceğim. Sayın Önder Sav da rica ettiler, bu
yanlışlıkları, bakanlıklar bütçesinde konuşma ve
tartışma imkânı olacak.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sayın Çelebi, müracaatınız, benim usulüm
hakkındaydı; bir usulsüzlüğüm yoktur, bir.
İkincisi, Sayın Sav'a verdiğim izahata
katıldığınıza göre, mesele sizin açınızdan
halledilmiştir. Eğer, bu yanlışlıklar varsa,
bakanlıkların bütçelerinin görüşülmesi sırasında,
tutanaklardan da alınarak, bizzat tarafınızdan veya
arkadaşlarınızca bu kürsüden ifade edilecektir. (RP
sıralarından alkışlar)
IŞIN ÇELEBİ (İzmir) – Sayın Başkan, bir
şey belirtebilir miyim? Sizin şahsınızla ilgili değil,
Başkanlık Divanını ilgilendiriyor. Burada, bu İçtüzük,
sadece sese göre düzenlenmiş. Şimdi, gözle, televizyonla bütün
Türkiye'ye hitap ediliyor ve o tablolarda yanlış birtakım
rakamlar, yanlış mesajlar geliyor.
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Tablolar faso fiso.
IŞIN ÇELEBİ (İzmir) – Bu yüzden, usule göre, bu
uygulamada bir hata ve boşluk var, hata demeyeyim de ciddî bir boşluk
var. Bunun, bu Mecliste, bütçe görüşmeleri sırasında ciddî
biçimde tartışılması gereği var; çünkü, benim elimde,
içborçlara ilişkin rakamlarla, verilen rakamlarda ciddî
tutarsızlıklar var. Kaynak paketlerinden elde edilen gelirlerin bütçe
dengelerinde...
BAŞKAN – Sayın Çelebi, bir dakika efendim...
Anlaşıldı efendim.
IŞIN ÇELEBİ (İzmir) – ...bize gösterilmemek şeklinde
ciddî tutarsızlıklar...
BAŞKAN – Konumuz o değil efendim, anlaşıldı.
Sayın Çelebi, bakınız, bu usul, bu Mecliste daha önce
yapıldı efendim; görüntülü olarak izahat verildi. Ben, Sayın
Başbakanın konuşmasından önce de, bunu, Yüce Meclisin
bilgisine sundum. Onun için Başkanlık olarak bir usulsüzlüğümüz
yok.
IŞIN ÇELEBİ (İzmir) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Efendim, müsaade buyurun. Ben, sizi dinledim; ama, sizin
haklı olarak işaret ettiğiniz husus zabıtlara geçti; bütçe
müzakereleri sırasında da cevabını bulacak; bu kadar
efendim.
Teşekkür ederim.
ALİ DİNÇER (Ankara) – Sayın Başkan, izin verir
misiniz? (Gürültüler)
BAŞKAN – Bir dakika efendim... Duyamıyorum...
ALİ DİNÇER (Ankara) – Sayın Başkan, burada, usulden
doğan boşluktan dolayı...
BAŞKAN – Efendim, anlaştık, izah ettik
karşılıklı.
ALİ DİNÇER (Ankara) – Bir ilave yapacağım.
BAŞKAN – Evet, buyurun.
ALİ DİNÇER (Ankara) – Çok ciddi boşluklar doğdu.
Eğer, izin verirseniz o boşlukları göstermek üzere kürsüden söz
alıp bunları anlatayım.
BAŞKAN – O mümkün değil efendim, 63'e göre.
MUSTAFA KAMALAK (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Sayın Kamalak, bir arzunuz mu var?
MUSTAFA KAMALAK (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, usulle
ilgili tartışma, konunun görüşmelerine başlamadan
yapılır.
BAŞKAN – Usulle ilgili tartışma açmadım ki efendim;
açsaydım müdahaleniz yerinde olurdu; açmadığıma göre
müdahaleniz yerinde değil.
IV. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
1. – 1997 Malî Yılı Bütçe
Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/518) (S.
Sayısı : 134) (Devam)
2. – 1994 Malî Yılı Genel
Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk
Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi ile 1994 Malî Yılı
Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/282,
3/414) (S. Sayısı : 103) (Devam)
3. – 1995 Malî Yılı Genel
Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk
Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi ile 1995 Malî Yılı
Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/492,
3/516) (S. Sayısı : 151) (Devam)
4. – Katma Bütçeli İdareler
1997 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/519) (S. Sayısı : 135) (Devam)
5. – 1994 Malî Yılı Katma
Bütçeli İdarelerin Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin
Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı
Tezkeresi ile 1994 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap
Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/283, 3/415) (S.
Sayısı : 102) (Devam)
6.
– 1995 Malî Yılı Katma Bütçeli İdarelerin
Kesinhesaplarına Ait GenelUygunluk Bildiriminin Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi
ile 1995 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu
Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/493, 3/517)
(S.Sayısı: 150) (Devam)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, şahısları
adına konuşmalara devam ediyoruz.
Son konuşma, lehinde, Sayın Uğur Aksöz; buyurun. (ANAP
sıralarından alkışlar)
Sayın Aksöz, bir dakika.
Değerli milletvekili arkadaşlarım, bir sayın üye
daha görüşlerini belirtecek; daha sonra da oylama var, oy vereceksiniz.
Lütfen oturur musunuz. Lütfen oturun efnedim.
Sayın Aksöz, bir dakika, konuşmanıza başlamayın
efendim; önce bir sükûnet avdet etsin, ondan sonra efendim.
Sayın Aksöz, süreniz 15 dakika; ek zamana ihtiyacınız
olursa vereceğim.
Buyurun efendim.
UĞUR AKSÖZ (Adana) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bütçe üzerinde şahsım adına söz almış
bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Önce, Refah Partisini tebrik ediyorum. (RP sıralarından
"Bravo" sesleri!) Çünkü, bana, ilkokul günlerimi
hatırlattı. Şu levhayı görünce, ilkokulda okuduğumuz
alfabede "Koş, Kaya koş; at, topu at" vardı, ben onu
hatırladım. Çocukluğumu hatırlattığım için
teşekkür ediyorum; bir. (RP sıralarından gürültüler)
HASAN DİKİCİ (Kahramanmaraş) – Seviyen o, seviyen...
UĞUR AKSÖZ (Devamla) – İkincisi, ekranları başında,
uykusuzluk çeken çocuklar ve yaşlılar bir saat mışıl
mışıl uyuduğu için; Sayın Erbakan, o insanları
uyuttuğu için tebrik ve teşekkür ediyorum. (RP sıralarından
gürültüler)
Üçüncüsü, şimdi bana bazı notlar geldi "Efendim,
birliklerin 31 trilyon lira alacağı var;
antepfıstığı üreticisinin alacağı var,
kırmızıbiber üreticisinin alacağı var, pamuk
üreticisinin alacağı var; Erbakan bunları niye ödemedi"
diyor.
Bakın, niye öyle bekliyorsunuz, niye para istiyorsunuz!.. Refah
Partisi harika bir buluş yaptı; pancarcıya şeker verdi,
fıstıkçıya domates, pamukçuya da yarın kumaş verir
borçlarını öder! O bakımdan, birliklerdekiler biraz daha
beklesinler; Refah Partisinin adil düzeni sonucunda onlar da paralarını
alırlar!
Şimdi, ben, Sayın Erbakan'ı dinleyince o kadar
beğendim ve hayran oldum ki, bir saatin Sayın Başbakana
yetmediği kanaatindeyim; ben, bu 15 dakikamı da onu veriyorum. Ne
yapacağım; bakın, burada Meclisin tutanakları var, son
beş yıldır tutulan tutanaklar... Hani, böyle Susurluk lafı
gelince "belge... belge..." diyorsunuz ya, işte belge. Ben, size
şimdi buradan okuyacağım, kendim tek bir kelime
söylemeyeceğim; Sayın Erbakan'ın tutanaktaki
konuşmalarını okuyacağım, takdiri başta
Sayın Erbakan olmak üzere, tüm Meclis ve yüce halkımız yapacak.
Hemen geçiyorum; tarih 28.11.1991, kürsüde Sayın Erbakan, o günkü Erbakan, bugünkü Erbakan'a soruyor;
Erbakan, Erbakan'ı sorguluyor da diyebilirsiniz. Bir kelime katmadan
okuyorum: "Anarşi ve kan
ortalığı kaplamıştır, nerede bu meçhul
cinayetlerin failleri? Cinayetleri önleyin, terörü durdurun, failleri bulun,
bir cinayetin failinin bir haftada bulunması lazım, kaldı ki,
siz, sadece, şimdi işlenenleri değil, o tenkit ettiğiniz,
bütün eski işlenenlerin de failini bulmalısınız, hepsini
istiyoruz; kaç tane fail buldunuz?"diyor, şimdiki Erbakan'a soruyor.
(RP sıralarından "Doğru söylüyor" sesleri)
Evet, ikinci tutanak, tarih 3.7.1993, açıyoruz, kürsüde yine
Sayın Erbakan, şimdiki Erbakan'a soruyor "Şu bizim halimize
bakın, ekonomiyi iki yılda bu hale getiren başmimara -yani,
sayın Çiller'e- şimdi 'al bunları daha rahat, daha geniş
bir şekilde yap' demişiz. Adalet mekanizmamız asla gerekli
adaleti tevzi edemiyor; birçok yerde rüşvet, iltimas, vurgun, soygun
yürüyor..."
HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) – Doğrudur...
UĞUR AKSÖZ (Devamla) – Şimdi, dikkat edin, bir cümle geliyor:
"Milletimiz, temiz bir topluma hasret kalmış
durumdadır." (RP sıralarından "Doğrudur"
sesleri) "Muhterem arkadaşlarım, şimdi biz ne
yapıyoruz; hal ve gerçek böyleyken biz, iki yıldan beri bütün bu durumları
da daha da ağırlaştıran bir yönetime ve bunların
mimarlarından birine 'buyurun gelin, tahribatı daha çok yapın' diyoruz" diyor Sayın
Erbakan, ben demiyorum. Devam ediyoruz "Sayın Çiller, 7 Haziranda
medyaya 500 milyar lira teşvik veriyor; ertesi gün, medya, kendisini
methediyor. 7 Haziranda parayı veriyor, 8 Haziranda ayrılıyor,
10 Haziranda da Genel Başkan seçiliyor; şu ortak yaşama
bakın, şu ortak yaşama bakın, şu
karşılıklı destekleşmeye bakın, şu
Türkiye'de oynanan oyuna bakın! Her şey önümüzde."
Şimdi, Erbakan soruyor, bakın: "Meclis nerede? Millet
nerede? Partisi nerede?" Sonra kendi kendine soruyor; "Peki,
ortağı nerede?" Ortağı sizsiniz. (ANAP
sıralarından alkışlar)
Evet, devam ediyoruz; "Sayın Çiller, 23.7.1973'te Amerikan
vatandaşı olmak için müracaat etmiş. Vatandaşlığa
kabul tarihi -yapılan iddiayı söylüyorum- 1.7.1979. Şimdi buna
karşı ne buyuruluyor; 'ben,
müracaat etmedim, onlar teklif etti'
diyor. Hayda!.. Amerika, kime vatandaşlık teklif eder Allah
aşkına!.. Yani, bu vatandaşlık işleri dış
ülkelerde nasıl cereyan ediyor, bilmiyor muyuz?!." diyor Sayın
Erbakan ve devam ediyor; "Amerikan vatandaşı olmak için mutlaka
Amerika'da yemin etmek lazım gelir. Amerikan vatandaşı olmak
için yapılmış olan yeminde ise, Amerika'ya
bağlılık şartı vardır. Böyle, Amerika'ya
bağlılık üzerine yemin eden bir insan, nasıl Türkiye'nin
Başbakanı olur?" diyor. Türkiye'nin Başbakanı olmaz;
ama, Sayın Erbakan'ın yardımcısı olur. (ANAP
sıralarından alkışlar)
Evet, devam ediyoruz; tarih 13 Ekim 1995; bu defa kürsüde Refah Partisi
Grubu adına Sayın Abdüllatif Şener var. Bakın, ben hep
Refahlıları konuşturuyorum; çünkü, lehte konuşuyorum ya,
onlar konuşsunlar.
Bakın, Sayın Abdüllatif Şener ne diyor; "Bu
Hükümetin hiçbir şeyi çözmeye niyeti yok, heyecanı yok, kendi
varlığından bile umudu yok. Tabiî, kimseye bir faydası
olmayacak diye ifade etmiyorum, elbette birileri güç kazanacak; ama, öyle olsa
bile bu güç kazanacakların
-şimdi dikkat edin- Özer sektör gücü olacağı da herkes
tarafından takdir edilen bir gerçektir. Özer'in sonunda "r" var
burada, "l" değil; "Özer sektör gücü"diyor.
Kim diyor; Sayın Maliye Bakanım diyor ve devam ediyor;"
Sırf koltukta kalma süresini uzatabilmek için Anayasa ihlali yaparak ara
seçimlere gitmeyen de Sayın Çiller'dir. Bu anayasal zorunluluğu
koltukta biraz daha kalabilme uğruna Sayın Çiller ihlal
etmiştir; ancak, hesabın döneceği günler olacaktır ve günün
birinde bu Anayasa ihlalinden dolayı Sayın Çiller Yüce Divan'da hesap
vermek zorunda kalacaktır"diyor Sayın Şener ve devam
ediyor; "Sayın Çiller, koltukta kalabilme uğruna heba
etmiştir ülkenin aylarını...
Şimdi, bir hükümet bunalımı çıkmasın deniliyor;
ancak, hükümet bunalımının
sorumlusu da Sayın Çiller'dir; bu ülkede yaşayan 65 milyon
insanın içinde bulunduğu bunalımın sorumlusu da Sayın
Çiller'dir. Türkiye'deki vatandaşın içine düştüğü
bunalımın sorumlusu Çiller olduğu halde, bir hükümet
bunalımı çıkmasın diye -bakın şimdi, Refah'ı
tarif ediyor herhalde- milletin âli menfaatları için güvenoyu vermek
gerektiğine inananlar varsa, şunu bilsinler ki, milletin âli
menfaatları, bu Hükümete ret oyu vermekten geçer. Bu hükümetin
devamıyla Sayın Çiller'in âli menfaatlarının korunmuş
olmasından öte hiçbir sonuç ortaya çıkmaz... Dört yılın yanlışları,
dört yıldır Çiller'i destekleyenlerindir ve bundan sonra da ortaya
çıkan yanlışlardan, bu ülkenin ezilmesinden, perişan hale
düşmesinden dolayı, bu hükümete güvenoyu verme düşüncesinde
olanlar, her zaman sorumlu olacaklardır" diyor.
Devam ediyor: "Açıkça ifade ettik; hiçbir Çiller Hükümetine
destek olmayız.” Abdüllatif Şener, Sayın Bakanım burada, o
söylüyor; tutanak da burada; belge bu. “Devlet Bakanı olarak, daha sonra
Başbakan olarak bu ülkeyi tahrip etmiş bir insan var
karşımızda. Buna destek olmak, bunun iktidarının
devamına zemin hazırlamak bir vebaldir, -Sayın Şener
söylüyor, devam ediyor- bir sorumluluktur, bir
yanlışlıktır. Bu bir uzlaşma değildir; Çiller'de
uzlaşma bir uzlaşma değildir; çünkü, yanlışta
uzlaşma olmaz, tahribatta uzlaşma olmaz, felakette uzlaşma
olmaz" diyor Sayın Şener. Bakınız, belki de, aynada
bir hesaplaşmanızdır, Refahlılar, birbirinizle. Ben
okuyayım, devam edeyim: "Kimse, kendi âli menfaatlarını,
milletin âli menfaatları diye takdime kalkmasın. Bu milletin âli
menfaatları, uzlaşma, hakta uzlaşmadır, bu milletin menfaatlarında
uzlaşmadır, bu milletin içine düştüğü bunalımdan bu
milleti kurtarmada uzlaşmadır. Bunun da tek yolu dikkat edin, tek
yolu Çiller'in gitmesidir" diyor Sayın Şener ve şimdi
ortaklar... Hani arabaların arkasında bir yazı var dır,
taksilerin arkasında bir yazı vardır, ben görüyorum "o
şimdi asker" diye; görmüşsünüzdür. Ben de şimdi bunu
okuyunca diyorum ki, onlar şimdi ortak...
ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Diyarbakır) – Sen askersin,
sen!
UĞUR AKSÖZ (Devamla) – Evet, devam ediyoruz...
HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) – Başka kimi
konuşturacaksın?!
UĞUR AKSÖZ (Devamla) – Ben bir kelime söylemiyorum, sizin
konuşmanızı... (RP sıralarından gürültüler)
Efendim tarih 3.11.1995, bakın, kürsüde Refah Partisi adına...
(RP sıralarından gürültüler)
Yine Refahlıları konuşturuyorum yahu, daha ne
istiyorsunuz. Mukadder Başeğmez konuşuyor, bakın ne diyor:
"Bugüne kadar bu Koalisyon Hükümetinin nasıl kurulduğuna, hangi
pazarlıklar sonucu bugüne gelindiğine bakacak olursak, işte size
Tansu Hanımın demokrasi tarifi: Demokrasi; tek bir fikir
etrafında birleşme değil; ama
-iyi dinleyin burayı- bir menfaat etrafında birleşmedir
ve buna da karşılıklı bölüşme sanatıdır
diyebilirsiniz." Şimdi soruyor Mukadder Başeğmez, kendi
Başbakanına soruyor herhalde, bilmiyorum; soruyor, bakın ne diyor:
"Peki, şimdi hangi ilkeler ön plana çıktı da, hangi
ilkelerinizi koruyabildiniz de, yeniden hükümet kurdunuz? Başbakanın
yaptığı bir ilkesizlik ve değer ölçüleri taşımama
mazeretinin ta kendisidir" diyor ve sonra dönüyor "Doğru Yol
Partisi tarihini kaybetti, misyonunu kaybetti, ben o Doğru Yolu
arıyorum" diyor Mukadder Başeğmez; Grubu adına
konuşuyor. "Hürriyet mücadelesi veren, sivil demokrasi mücadelesi
veren Doğru Yolu arıyorum; ama, siz ne yapıyorsunuz; apoletli,
postallı, palaskalı, kasaturalı insanlarla
çıkıyorsunuz halkın huzuruna. Millete milletin vekilini mi
seçiyorsunuz, milletin sesini devlete taşıyacak milletvekili mi
seçiyorsunuz yoksa devletin sesini millete ulaştıracak polis megafonu
mu seçiyorsunuz? Siz, arkasında 20 bin ölü olan güvenlik görevlisi
sorumlularını niçin Parlamentoya taşıyorsunuz, niçin
taşıyorsunuz, niçin taşıyorsunuz?" diye üç kere
sormuş. Ben demiyorum, Başeğmez diyor.
ASLAN POLAT (Erzurum) – Senin fikrin yok mu?
UĞUR AKSÖZ (Devamla) –Devam ediyoruz. Tarih 10 Mart 1996, bakın,
10 Mart 1996...
Şimdi ben bunu niye
okuyorum, sonunda söyleyeceğim. (RP sıralarından gürültüler)
ASLAN POLAT (Erzurum) – Hiçbir şey bilmiyor musun?
UĞUR AKSÖZ (Devamla) – Bakın, 10 Mart 1996'da Sayın
Aydın Menderes -acil şifalar diliyorum kendisine- ne diyor: "Bu
Hükümet, bir zoraki nikâh hükümetidir ve aynı zamanda, bu Hükümet,
Sayın Çiller'i koruma hükümetidir. 'Hayır’ mı diyorsunuz, Halep
oradaysa arşın burada. Gelecek dosyalar -Menderes söylüyor, ben
demiyorum- gelecek Meclis soruşturmaları, o zaman
anlarsınız bu Hükümetin niçin kurulduğunu." Menderes
diyor... (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)
Devam ediyor... Sanki, bütün Refahlılar kâhin; o günden, hep,
bugünü görmüşler, çok ilginç! Devam ediyor : "Bu Hükümet, bir yoklar
hükümetidir, güvencesi yok bu Hükümetin, prestiji yok, umut yok, heyecan yok,
her şeyden önce, halkın güveni yok bu Hükümete. Yarın, bir
Meclis soruşturması verildiği vakit ne olacağı belli
değil" diyor Sayın Menderes.
Ben de, belli diyorum, verilen soruşturmalar belli oldu; o zaman
belli değildi, şimdi soruşturmaların sonucu belli. (ANAP ve
DSP sıralarından alkışlar)
Ve bakın ne diyor "Bugünden tezi yok, gelin, bu yağma,
talan ekonomisini sürdürmemek için, yol kısayken dönelim." Size
diyor...
Arkasından, yine, Sayın
Abdüllatif Şener çıkıyor, diyor ki "Dostane bir tavsiyede
bulunmak istiyorum; yol yakınken geri dönün Sayın
Başbakanım." Sanki, bugünü söylüyor!
Geliyoruz, tekrar, 6 Temmuz 1996
tarihli Meclis birleşimine. Bu defa kürsüde Sayın Necmettin Erbakan,
Başbakanımız ve bakın
neler söylüyor. (RP sıralarından alkışlar) Hemen
alkışlamayın, biraz sonra kızacaksınız.
Bakın ne diyor: "Denetleme, bu Meclisin bir görevidir. İlkönce
bu denetleme dosyalarını biz getiriyoruz, biz. Bunlar, böyle
kalmamalı; bunlar, hakikaten gerçek neyse aydınlığa
kavuşmalı. Getirdiğimizi sonuna kadar takip edeceğiz."
(RP sıralarından "doğru" sesleri) Gördünüz
TOFAŞ'ı, TEDAŞ'ı değil mi; sonuna kadar takip ediyorlar!
Ve devam ediyor... Bakın, şimdi, Sayın
Başbakanımız, tekrar bir şey söylüyor : "Şimdi,
sizin, bunu, bizden istemek hakkınızdır. Bizim getirdiklerimizi
takip edin, bizden isteyin, yakamıza yapışın" diyor.
Yapışalım mı? Peki; yapışalım. Ve devam
ediyor, son sözü de şu: "Bu Hükümet rasgele bir hükümet
değildir. Bu Hükümet iyilerin iyisidir ve halkımız, sokakta
bayram etmektedir."
Bunlar, hep Refahlıların beyanları. Bunu alın,
bugün, varsayın ki ben söylüyorum, varsayın ki bir başka parti
söylüyor, varsayın ki halk söylüyor; hepsi aynıyla vakidir...
Refahlılar o zamandan bugünü görmüşler.
Şimdi, ben, Sayın Başbakanıma bir şey söylemek
istiyorum, "halk bayram ediyor" diyor. Hayır Sayın
Başbakanım; o gördüğünüz halk, o işçiler, o memurlar, o
ayaktaki basın bayram etmiyor; o kalabalık, bayram değil, o
kalabalık, demokrasinin cenaze törenidir. Yapmayın Sayın
Başbakanım!.. Bunu bayram olarak göremezsiniz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Aksöz, devam edecek misiniz?
UĞUR AKSÖZ (Devamla) – İki cümle efendim.
BAŞKAN – Son cümlenizi alayım efendim.
UĞUR AKSÖZ (Devamla) – Bakın arkadaşlar, ben, size bir
şey söylüyorum; Sayın Mukadder Başeğmez "bu Hükümet pazarlıklarla
kurulmuştur" dedi. O zaman, ben sizinle bir pazarlık ediyorum;
gizli kapaklı, kapalı kapılar arkasında değil, 60
milyonun önünde bir pazarlık : Bu bütçe, bu bütçedeki paralar,
altınlar, makamlar hepsi sizin olsun, bana temiz Türkiyemi verin.
Saygılar sunuyorum. (ANAP, DSP ve CHP sıralarından
alkışlar)
ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Buyurun Sayın Gönül.
ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) – Sayın Başkan, Sayın
Aksöz, tutanaktan bazı konuşmaları ifade etmiş, okumuş
ve sonunda da "varsayın ki bu sözleri ben söyledim" demek
suretiyle Doğru Yol Partisini ve Grubunu hedef alan sözleri tekrar
ettiğini beyan etmiştir. Cevap hakkımız
doğmuştur; kürsüden bunu cevaplamak istiyorum.
BAŞKAN – Sayın Gönül, çok genel bir ifade kullandı; çok
dikkatli dinledim; "varsayın ki ben, varsayın ki siz,
varsayın ki hükümet, varsayın ki vatandaş söylüyor"
şeklinde bir genel ifade kullandı; Grubunuzu hedef almadı.
ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) – Ama, kendisi de söylediğini
ifade etti; kendisi de bu sözleri söylediğini kabul etmiş oldu.
BAŞKAN – Söylediğini kabul etmedi; sizin
varsaymanızı kabul etti; ikisi çok farklı şey.
ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) – Hayır efendim.
BAŞKAN – Buyurun efendim... Buyurun...
ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) – "Varsayın ki, ben
bunları söylüyorum" dedi.
BAŞKAN – Efendim buyurun... Lütfen...
ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Lütfen buyurun efendim.
Bu Mecliste bugüne kadar, zabıtlardan sataşma olduğu
iddiasıyla söz verildiği hiç olmadı. Buyurun.
ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) – Ben, burada, tutanakları
okumasından dolayı söz hakkımın doğduğunu ifade
etmiyorum...
BAŞKAN – Sayın Gönül, cevabını verdim. Buyurun
efendim.
ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) – Efendim, ifade edeyim, oturacağım.
BAŞKAN – Buyurun...
ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) – Ama, bu sözleri "varsayın
ki ben söyledim" demek suretiyle, tekrar ettiğini ifade
etmiştir.
BAŞKAN – Hayır, öyle ifade etmedi efendim.
ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) – Sataşma vardır.
BAŞKAN – Hayır efendim, öyle ifade etmedi. Buyurun...
ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) – Taraflı davranıyorsunuz.
BAŞKAN – Buyurun...
Değerli milletvekilleri, bütçenin tümü üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
Sayın milletvekilleri, 1997 Malî Yılı Genel ve Katma
Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1994 ve 1995 Malî
Yılları Genel ve Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu
Tasarılarının tümü üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
Şimdi, 1997 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli
İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1994 ve 1995 Malî Yılları
Genel ve Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu
Tasarılarının maddelerine geçilmesini oylarınıza
sunacağım:
1 – 1997 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının
maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
KÂTİP ÜYE ZEKİ ERGEZEN (Bitlis) – Saymaya gerek yok Sayın
Başkan.
BAŞKAN – Sayın efendim, sayın...
MUSTAFA TAŞAR (Ankara) – Sayın Başkan, Bakanlar iki el
kaldırıyor.
BAŞKAN – Bakan arkadaşların iki el
kaldırmalarına lüzüm yok, Bakanlar Kurulunu tam sayıyoruz zaten.
Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir efendim. (RP
ve DYP sıralarından alkışlar)
2 – 1994 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu
Tasarısının maddelerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
CEMAL KÜLAHLI (Bursa) – Sizin bütçeniz...
BAŞKAN– Efendim, ben idare
ediyorum, siz değil. Siz, buraya çıkarsınız, siz idare
edersiniz sonra. Ne kadar çok heveslisi varmış...
Kabul edilmiştir.
3 – 1995 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu
Tasarısının maddelerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
4 – 1997 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu
Tasarısının maddelerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
5 – 1994 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap
Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
6 – 1995 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap
Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Değerli milletvekilleri, böylece, 1997 Malî Yılı Genel ve
Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1994 ve 1995
Malî Yılları Genel ve Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu
Tasarılarının maddelerine geçilmesi kabul edilmiştir.
Şimdi, sırasıyla her 6 tasarının da 1 inci
maddesini okutuyorum:
1997 MALÎ
YILI BÜTÇE KANUN TASARISI
BİRİNCİ
KISIM
Genel
Hükümler
BİRİNCİ BÖLÜM
Gider ve Gelir
Gider Bütçesi
MADDE 1. – Genel bütçeye giren dairelerin harcamaları için
bağlı(A) işaretli cetvelde gösterildiği üzere (6 344 685
500 000 000) Liralık ödenek verilmiştir.
Bütçe Kanunlarına bağlı (A) işaretli cetvellerdeki
ödeneklerin (1), (2) ve (37) ödenek türü altında yer alan personel
giderleri ödenekleri; Maliye Bakanlığı bütçesinin 930.08.3.351.900
tertibinde yer alan personel giderleri ödeneği, Yükseköğretim Kredi
Yurtlar Kurumu Ödeneği, Mahallî İdarelerine yapılacak
yardım ve ödemeler, 2983 Sayılı Kanun gereğince
yapılacak ödemeler, İhbar ve Kıdem Tazminatlarını
Karşılama Ödeneği, Siyasî Partilere Devlet Yardımı
Ödeneği, İlama bağlı borçlar, Emekli
Sandığına yapılacak ödemeler, Hazine
Müsteşarlığı Bütçesinde yer alan Sosyal Sigortalar Kurumu
ve Bağ-Kur’a yardım amaçlı ödenekler, Konsolide iç borçlar faizi
ve genel giderleri, konsolide dış borçlar faizi ve genel giderleri,
faiz, acyo ve kur farkları, Hazine Bonoları Genel Giderleri ile
Hazine Yardımı almayan Katma Bütçeli İdarelerin Ödenekleri hariç
olmak üzere Genel ve Katma Bütçe Daire ve İdarelerin ödeneklerinin % 5’i
karşılığı olan 106 764 574 000 000 lira ödenek iptal
edilmiştir.
Bu iptal ile ilgili bütçe işlemlerini gerçekleştirmeye ve bu
işlemler sonucu doğacak Hazine yardımı
fazlalarını iptal etmeye Maliye Bakanı yetkilidir.
1994 Malî
Yılı Kesinhesap Kanun Tasarısı
Gider Bütçesi
MADDE 1. – Genel bütçeli idarelerin 1994 malî yılı giderleri,
bağlı (A) işaretli cetvelde gösterildiği üzere, (890 425
204 016 000) lira olarak gerçekleşmiştir.
1995 Malî
Yılı Kesinhesap Kanun Tasarısı
Gider Bütçesi
MADDE 1. – Genel bütçeli idarelerin 1995 malî yılı giderleri,
bağlı (A) işaretli cetvelde gösterildiği üzere, (1 704 845
121 341 000) lira olarak gerçekleşmiştir.
KATMA
BÜTÇELİ İDARELER
1997 YILI
BÜTÇE KANUNU TASARISI
BİRİNCİ
KISIM
Genel
Hükümler
Ödenekler, Öz Gelirler Hazine Yardımı
MADDE 1. – a) Katma bütçeli idarelerin 1997 yılında
yapacakları hizmetler için (632 327 361 000 000) lira ödenek
verilmiştir.
b) Katma bütçeli idarelerin 1997 yılı gelirleri (17 000 000
000 000) lirası öz gelir, (482 759 261 000 000) lirası Hazine
yardımı,
(132 568 100 000 000) lirası yükseköğretim
kurumlarının cari hizmet giderlerine yapılacak Devlet
katkısı olmak üzere toplam (632 327 361 000 000) lira olarak tahmin
edilmiştir.
1994 Malî
Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanun Tasarısı
Gider Bütçesi
MADDE 1. – Katma bütçeli idarelerin 1994 malî yılı giderleri,
bağlı (A) işaretli cetvelde gösterildiği üzere, (106 746
433 886 000) lira olarak gerçekleşmiştir.
1995 Malî
Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanun Tasarısı
Gider Bütçesi
MADDE 1. – Katma bütçeli idarelerin 1995 malî yılı giderleri,
bağlı(A) işaretli cetvelde gösterildiği üzere, (199 074 199
280 000) lira olarak gerçekleşmiştir.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Anayasanın 164 üncü
maddesi uyarınca, bütçe kanunu tasarıları ile kesinhesap kanunu
tasarılarının görüşmeleri birlikte
yapılacağından, okunmuş bulunan 1 inci maddeler
kapsamına giren kuruluşların 1997 malî yılı
bütçeleriyle, 1994 ve 1995 malî yılları kesinhesaplarının
görüşmelerine yarınki birleşimde başlanılacaktır.
Programa göre, kuruluşların bütçe ve
kesinhesaplarını görüşmek için, 10 Aralık 1996 Salı
günü saat 10.00'da toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.
Bütçenin, hayırlı ve
uğurlu olmasını temenni ederim. (Alkışlar)
Teşekkür ederim.
Kapanma Saati: 20.23
VI. – SORULAR
VE CEVAPLAR
A) YAZILI SORULAR CEVAPLARI
1. – Manisa Milletvekili Hasan
Gülay’ın, 1996 yılı Ege kuru üzüm taban fiyatına ve
Tariş ve Tekel’in kuru üzüm alımına ilişkin
Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Lütfü Esengün’ün yazılı
cevabı (7/1359) (*)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Sayın Başbakan
tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını
arz ederim.
Saygılarımla.
Hasan
Gülay
Manisa
1996 yılı Ege kuru üzümlerinin yüzde 80.1,
üzümler sergide iken yağan aşırı yağışlar
dolayısıyla ıslanmış bulunmaktadır.
Yağışlar devam ettiği için kuru üzümler çürümeye de
başlamıştır.
Sorular :
Soru 1. 1996 yılı Ege kuru üzüm taban
fiyatını artırmayı düşünüyor musunuz?
Soru 2. Tariş ve Tekel’in 1996 yılı kuru
üzüm alımları ne kadar olacaktır.
Soru 3. Tariş ve Tekel’e bu alımlar için ne
kadar kaynak aktarılmıştır?
Soru 4. Tariş ve Tekel, bu alımlar
karşılığı üreticiye ödemeyi en geç ne zaman
yapacaktır?
Soru 5. Üreticinin 1996 yılı bankalara olan
kredi borçlarını ve faizlerini ertelemeyi düşünüyor musunuz?
T.C.
Devlet
Bakanlığı
Sayı
: B.02.0.0010/01129 22.11.1996
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : a) TBMM
Başkanlığının 10.10.1996 tarih ve
A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/1395-3539/10019 sayılı yazısı.
b) Başbakanlık Kan. ve Kar. Gen. Müd.’nün
15.10.1996 tarih ve B.02.0.KKG/106-381-16/4166 sayılı
yazısı.
Manisa Milletvekili SayınHasan Gülay’ın;
Sayın Başbakanımıza tevcih ettiği ve Sayın
Başbakanımızın da kendileri adına
Bakanlığım koordinatörlüğünde cevaplandırılması
istenilen ilgi (b) yazı ekindeki yazılı soru önergesi
cevabı ekte sunulmuştur.
Bilgilerinizi ve gereğini arz ederim.
Lütfü
Esengün
Devlet
Bakanı
T.C.
Sanayi
ve Ticaret Bakanlığı
Basın ve
Halkla İlişkiler Müşavirliği
Sayı
: B.140.BHİ.01-306 14.11.1996
Konu :
Yazılı soru önergesi
Sayın
Lütfü Esengün
Devlet
Bakanı
İlgi : 21.10.1996 tarih ve 802 sayılı
yazınız.
Manisa Milletvekili Hasan Gülay’ın, Başbakana
tevcih ettiği ancak Bakanlığınız
koordinatörlüğünde cevaplandırılması istenilen (7/1395)
esas nolu yazılı soru önergesiyle ilgili cevabımız ekte
takdim edilmiştir.
Bilgilerinizi ve gereğini arz ederim.
Yalım
Erez
Sanayi
ve Ticaret Bakanı
Manisa
Milletvekili Hasan Gülay’ın Yazılı Sorularına
Cevaplarımız
Cevap 1. Tariş tarafından 82 500 TL. olarak
açıklanan 1996 yılı Ege kuru üzüm taban fiyatı
üreticilerimiz tarafından son derece olumlu
karşılanmıştır.
Cevap 2. Tariş’in 1996 yılı kuru üzümü
için hedeflediği alım miktarı 50 000 ton olup, hali hazırda
alınan ürün miktarı 44 126 ton’dur.
Cevap 3. Tariş’e kuru üzüm alımı için %
50 faizli DFİF kaynaklı 525 milyar TL. kredi
kullandırılmıştır.
Cevap 4. Tariş, üreticiye yapacağı
ödemeyi alım kampanyası sonuna kadar bitirmeyi hedeflemektedir.
Cevap 5. Ortak üreticilerin Tariş’e olan 1996
kredi borçlarının vadeleri 30 Eylül 1996 tarihinden 25 Ekim 1996
tarihine ertelenmiş olup, ortak üreticilerin Tariş’e cûzi miktarda
kredi borcu kalmış bulunmaktadır.
Üreticilerin bankalara olan borçları konusu ise
Bakanlığımızın yetki ve sorumluluk alanı
dışında bulunmaktadır.
2. – Yozgat
Milletvekili Kâzım Arslan’ın, Yozgat-Şefaatli Karayolunun
durumuna ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve
İskânBakanı Cevat Ayhan’ın yazılı cevabı (7/1620)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın
Bayındırlık ve İskân Bakanı Sayın Cevat Ayhan
tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını
talep etmekteyim.
Gereğini saygılarımla arz ederim.
7.11.1996
Dr.
Kâzım Arslan
Yozgat
1. Şefaatli-Yozgat Karayolu son durumu nedir?
2. Ne zaman genişletilip, standarta uygun bir hale
getirilecektir?
3. 1997 yılında bu konuda bir
çalışma yapılacak mıdır?
T.C.
Bayındırlık
ve İskân Bakanlığı
Basın ve
Halkla İlişkiler Müşavirliği
Sayı :
B.09.9.BHİ.0.00.00.25/2-A/7968 9.12.1996
Konu : Yozgat Milletvekili Kazım Arslan’ın
Yazılı Soru Önergesi
Türkiye
BüyükMillet Meclisi Başkanlığına
İlgi : T.B.M.M.’nin 14.11.1996 gün ve
A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/1620-4128/11360 sayılı yazısı.
İlgi yazı ekinde alınan, Yozgat
Milletvekili Kâzım Arslan’ın Bakanlığımıza
yönelttiği yazılı soru önergesi incelenmiştir.
Soru : – Şefaatli-Yozgat Karayolu son durumu
nedir?
– Ne zaman genişletilip, standarta uygun bir hale
getirilecektir?
– 1997 yılında bu konuda bir
çalışma yapılacak mıdır?
Cevap : (Yerköy - Yozgat) Ayr. - Şefaatli İl
yolu 30 Km. uzunluğundadır.
Ağır tonajlı araçların
çalıştığı bu yolda, trafik hizmetlerinin devam için
normal bakım ve onarım çalışmaları yapılmakta ise
de yolun geometrik ve fizikî standartlarının düşük olması
nedeniyle yapılan çalışmalar yeterli olmamaktadır.
Söz konusu yolda proje çalışmaları devam
etmekte olup, 1997 yılında bitirilmesi planlanmıştır.
Proje bitimini müteakip, yolun projeli olarak yeniden yapımı ileriki
yıllarda kaynaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Bilgilerinize arz ederim.
Cevat
Ayhan
Bayındırlık
ve İskân Bakanı
3. – Konya Milletvekili
Nezir Büyükcengiz’in, Susurluk’ta meydana gelen bir trafik kazasında ölen
bir şahsın suçlu olarak aranmakta olup olmadığına
ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Meral Akşener’in
yazılı cevabı (7/1626)
Türkiye
BüyükMilletMeclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın
İçişleri Bakanı tarafından yazılı olarak
cevaplandırılmasına aracılığınızı
saygılarımla arz ederim.
7.11.1996
Nezir
Büyükcengiz
Konya
7 Kasım 1996 Çarşamba günü bir TV
kanalının haber bülteninde kamu oyunda Drej Ali diye bilinen Ali Yasak
adlı kişi geçtiğimiz günlerde Susurluk’ta meydana gelen kazada
ölen Abdullah Çatlı’ya suç isnat edenleri şerefsizlikle itham
etmiştir.
Sorular :
1. Susurluk kazasında ölen Abdullah Çatlı
Bakanlığınıza bağlı birimlerdeki kayıtlara
göre geçmişte suç veya suçlar işleyen bir şahıs
mıdır?
2. Güvenlik güçlerimizce Adalete teslim edilmek üzere
aranmakta mıydı?
3. İşlediği suçlardan dolayı
aranmakta ise işlediği suçları dile getiren basın
mensupları, politikacılar ve yurttaşlarımızı
şerefsizlikle itham edip hakaretlerde bulunan Ali Yasak hakkında
herhangi bir işlem yapmayı düşünüyor musunuz?
T.C.
İçişleri
Bakanlığı
Emniyet
GenelMüdürlüğü
Sayı :
B.05.1.EGM.0.12.01.01-271334 9.12.1996
Konu : Yazılı soru önergesi
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : TBMM Başkanlığının
20.11.1996 gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-4272/11489-7/1626-4145/11422
sayılı yazısı.
Konya Milletvekili Nezir Büyükcengiz tarafından
TBMM Başkanlığına sunulan ve tarafımdan
yazılı olarak cevaplandırılması istenilen soru
önergesinin cevabı aşağıya
çıkarılmıştır.
1. Önergede adı geçen AbdullahÇatlı;
27.2.1977 tarihinde Ankara Emniyet Müdürlüğünce 6136 Sayılı
Kanuna muhalefet, polise ateş etmek ve suç aleti tabancayı saklamak
suçundan hakkında işlem yapıldığı,
11.7.1978 tarihinde Ankara İli Gaziosmanpaşa
semtinde Hacettepe Üniversitesi Öğretim üyelerinden Doç. Dr. Bedrettin
Cömert’in öldürülmesi olayının faili olarak Ankara 5 inci Sulh Ceza
Mahkemesince hakkında gıyabi tevkif kararı verildiği,
22.2.1982 tarihinde sahte pasaport taşımak
suçundan İsviçre’nin Zürih kentinde yakalandığı, ancak bu
ülkeden yurda iadesi talebimizin suçun siyasi nitelikli adledilmesi sebebiyle
kabul edilmediği,
26.2.1992 tarihinde İstanbul Emniyet
Müdürlüğünce Şahin Ekli kimliği ile sahte pasaport kullanarak yurtdışına
çıkmaya teşebbüs suçundan hakkında işlem
yapıldığı,
3.8.1994 tarihinde Mehmet Özbay adına
düzenlenmiş sahte kimliği ile Maliye Bakanlığına
bağlı 1 inci kadro derecede görevli Maliye Müfettişi
olduğundan bahisle Bakanlığımızdan Hususi damgalı
pasaport (Yeşil Pasaport) talebinde bulunduğu ve adına TR-A
245202 seri numaralı pasaport tanzim edildiği, konunun
müfettişlerce incelendiği,
31.8.1996 tarihinde Balıkesir Emniyet
Müdürlüğünce Mehmet Özbay sahte kimliği ile ruhsatlı tabancayla
meskun mahalde ateş etmek suçundan hakkında işlem
yapıldığı araştırmalar neticesinde
anlaşılmıştır.
2-9.10.1978 tarihinde suç ortakları ile birlikte Ankara’da 7 kişiyi öldürmek,
yasadışı örgüt kurmak, patlayıcı madde atmak ve 6136
sayılı kanuna muhalefet suçlarından Ankara Sıkıyönetim
Komutanlığı 1 Nolu Askerî Mahkemesinin 4.3.1982 gün ve
1982/172-124 sayılı gıyabi tevkif müzekkeresine istinaden
arandığı ve anılan suçtan uluslararası seviyede
aranmasını teminen 8.7.1982 tarihinde adına
Kırmızı Bülten çıkartıldığı,
1980 Ekim ayı içerisinde Mehmet Ali Ağca’ya
ve Hasan Dağaslan adıyla kendisine sahte pasaport düzenlemekten Konya
İkinci Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı Askerî
Savcılığınca arandığı,
24.10.1984 tarihinde uyuşturucu madde
kaçakçılığı suçundan Fransa/Paris’te 1.1.1954 Reyhanlı
doğumlu Hasan Kurtoğlu sahte kimliği altında 455 gr. eroin
maddesi, iki adet sahte pasaport ve Stuttgart Başkonsolosluğumuza ait
sahte mühür ile yakalandığı, 7 yıl hapis cezasına mahkum
edilerek 27.10.1984 tarihinde Sante Cezaevine konulduğu, ancak Fransa’dan
iade talebimizin 27.5.1985 tarihinde Türkiye’de idam cezası olması
sebebiyle kabul edilmediği,
25.11.1985 tarihinde uyuşturucu madde
kaçakçılığı suçundan Fransa’dan İsviçre’ye iade
edildiği, İsviçre’nin Zug kantonundaki Bostadel Cezaevinde tutuklu
bulunmakta iken 21.3.1990 günü cezaevinden firar ettiği ve buna istinaden
İsviçre İnterpolü’nün 27.4.1990 tarihli mesajı ile bu ülkeye
iadesi amacıyla arandığı,
18.8.1993 tarih ve 3626 sayı ile Nevşehir
Askerlik Şube Başkanlığınca yakalaması olduğu,
1.9.1995 tarih ve 2463 sayı ile Edirne Emniyet
Müdürlüğünce M. Ali Ağca’nın yurt dışına
çıkarılmasına yardımcı olmak, 6136 S.K.M. suçundan
arandığı,
1.8.1996 tarih ve 154792 sayı ile Ankara Emniyet
Müdürlüğünce, Bahçelievler katliamı sanığı olarak yakalaması
olduğu,
3. Ali Yasak’ın basın organları
aracılığı ile yapmış olduğu hakaret
niteliğindeki konuşmalar nedeniyle hakkında işlem yapmaya,
ilgili Cumhuriyet Başsavcılığı yetkili ve görevlidir.
Bilgilerinize arz ederim.
Dr.
Meral Akşener
İçişleri
Bakanı
4. – Ordu
Milletvekili Müjdat Koç’un, Gençlik ve Spordan sorumlu Devlet
Bakanının bedelli askerlik uygulamasından gerçeğe
aykırı belgelerle faydalandığı iddiasına
ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı Turhan Tayan’ın
yazılı cevabı (7/1638)
Türkiye
BüyükMilletMeclisi Başkanlığına
Aşağıdaki yazılı
soruların, Millî Savunma Bakanı Sayın Turhan Tayan
tarafından yazılı olarak yanıtlanması için
İçtüzüğün 96 ncı maddesince gereğini arz ederim.
18.11.1996
MüjdatKoç
Ordu
Soru 1. KanalD adlı bir özel televizyonda
yayınlanan Arena Programının 7.11.1996 tarihli
yayınında; Gençlik ve Spor’dan sorumlu Devlet Bakanı Sayın
Bahattin Şeker’in bedelli askerlik uygulamasından yararlanmak
amacıyla ibraz etmesi gereken, yurtdışında
çalışmış olduğuna dair belge ile ilgili çok önemli
iddialar ortaya atılmıştır.
Programda ayrıca Sayın Bakan’ın bedelli
askerlik yasasından yararlanabilmesi için yurtdışında 1
yıl çalışması gerekirken Ürdün’de sadece 1 ay
kaldığı, adı geçen işyerinin yetkilileri
tarafından ifade edilmiştir.
Ayrıca ayne tarihlerde Ürdün’de değil
Türkiye’de olduğu, Bilecik İlinde mensubu olup
toplantılarına katıldığı Taşıma
Kooperatifi Yönetim Kurulu karar defterlerinde imzaları olduğu iddia
edilmektedir.
Yukarıda adı geçen yayınlarda ortaya
atılan bu çok önemli iddialar karşısında,
Bakanlığınızca bugüne kadar hangi çalışmalar
yapılmıştır?
Konuyla ilgili soruşturma açılmış
mıdır?
T.C.
Millî
Savunma Bakanlığı
Kanun:
1996/1011-TÖ 5.12.1996
Konu
: Soru Önergesi
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : TBMM Bşk. lığının
22 Kasım 1996 tarihli ve KAN.KAR.MD.A.01.0.GNS.0.10.02-7-1648-4253/11751
sayılı yazısı.
Ordu Milletvekili Müjdat Koç tarafından verilen ve
İlgi Ek’inde gönderilerek cevaplandırılması istenen
“Gençlik ve Spordan sorumlu Devlet Bakanının bedelli askerlik
uygulamasından gerçeğe aykırı belgelerle
faydalandığı iddiasına” ilişkin yazılı soru
önergesinin cevabı Ek’tedir.
Arz ederim.
TurhanTayan
Millî
Savunma Bakanı
Ordu
Milletvekili Müjdat Koç tarafından verilen7/1648 sayılı
yazılı soru önergesinin cevabı
1. Devlet Bakanı Sayın Bahattin Şeker’in
askerlik hizmeti hakkında, 7 Kasım 1996 tarihinde bir özel televizyon
kanalında yapılan yayında yer alan iddialara ilişkin olarak
gerekli araştırmalara derhal başlanılmıştır.
2. Sayın Bahattin Şeker’in kayıtlı
bulunduğu Bozüyük Askerlik Şubesindeki dosyasının
incelenmesinde, 1975 yılında Samsun Kolejinden mezun olduğu,
bilahare sırasıyla; Bursa İktisadi ve Ticarî İlimler
Akademisi, Eskişehir Yabancı Diller YüksekOkulu, Ankara Üniversitesi
Fars Dili ve Edebiyatı Bölümlerinde belirli sürelerle okuduğu, bu
durumu itibariyle de askerlik hizmetinin 1111 Sayılı Askerlik
Kanununun 35/C maddesi çerçevesinde, 29 yaş sonuna kadar ertelendiği
ve 15 Kasım 1985 tarihinde askerliğine karar
alındığı anlaşılmıştır.
3. Alınan askerlik kararı doğrultusunda,
Mayıs 1986 celbinde askere sevki planlanan Bahattin Şeker
hakkında, Amman Büyükelçiliğinin 25 Mart 1986 tarihli yurt
dışı işçi erteleme belgesinin gönderilmesi üzerine,
Askerlik Kanununun 35/G maddesi uyarınca askere sevki Aralık 1988
tarihine kadar ertelenmiştir.
4. Erteli bulunduğu süre içerisinde, Kanunda
öngörüldüğü şekilde yurt dışında işçi olarak bir
yıllık süreyi tamamladığını belirterek Amman
Büyükelçiliğine başvuruda bulunan ve Büyükelçilikce de gerekli
kontrolleri yapılarak, başvuru belgesi 7 Şubat 1988 tarihinde
Bozüyük askerlik şubesine gönderilen Bahattin Şeker, 14 Eylül 1988’de
temel askerlik eğitimini yapmak üzere Burdur 58 inci Topçu Er Eğitim
Tugay Komutanlığı emrine sevk edilmiş ve tabi olduğu
statüde iki aylık temel eğitimini 14 Kasım 1988 tarihinde
tamamlamasını müteakip terhis edilmiştir.
5. Yükümlüler hakkında askerlik şubelerince
yürütülen işlemlerin tamamı, ilgili kurum ve kuruluşlarca tanzim
edilen belgeler üzerinden yapılmaktadır. Öğrencilik nedeniyle
askerlik hizmetinin ertelenmesi; okullardan gelen öğrenci durum
belgelerine, yurt dışında çalışma durumu nedeniyle
erteleme veya dövizle askerlik hizmetine başvurunun kabulü,
konsolosluklarımızın gönderdikleri belgelere göre
yapılmaktadır.
6. Sayın Bahattin Şeker’in 1111
Sayılı Askerlik Kanununun 35/G Maddesi uyarınca
askerliğinin ertelenmesi ve yine aynı Kanunun Ek-1 inci maddesi
gereğince dövizle askerlik hizmetinden yararlandırılması
ilgili konsolosluğun göndermiş olduğu belgelere
dayandığından, söz konusu belgelerin gerçeği
yansıtmadığı iddiasının ortaya
atılmasından sonra gerekli araştırmanın
yapılması Dışişleri Bakanlığından 20
Kasım 1996 tarihinde bir yazı ile istenilmiş olup, elde edilecek
bilgilere göre işlem yapılacaktır.
Arz ederim. Turhan
Tayan
Millî
Savunma Bakanı
III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA
SUNUŞLARI (Devam)
B)
ÇEŞİTLİ İŞLER
1. – 1997 malî
yılı bütçe kanunu tasarılarının TBMM Genel Kurulunda
yapılan görüşmelerinde Başbakan Necmettin Erbakan’ın slayt
göstermek suretiyle istifade ettiği 36 sayfalık doküman
T.C.
Başbakanlık
Müsteşarlık
Sayı :
B.02.0.MÜS.100/01383 12.11.1996
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Genel Sekreterliğine
1997 yılı Bütçe Kanun
tasarılarının 9.12.1996 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi
Genel Kurulunda görüşülmesi sebebiyle Sayın Başbakan Prof. Dr.
Necmettin Erbakan’ın yaptıkları konuşmada slayt göstermek
suretiyle istifade ettikleri doküman’ın sureti ilişikte
sunulmuştur.
Bilgilerinize arz ederim.
Dr.
O. Kadri Keskin
Müsteşar
V.
TUTANAĞIN SONU