DÖNEM : 20 CİLT : 16 YASAMA YILI : 2
T. B. M. M.
TUTANAK DERGİSİ
31 inci Birleşim
12 . 12 . 1996 Perşembe
İ Ç İ N D E K
İ L E R
I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. – GELEN KÂĞITLAR
III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA
SUNUŞLARI
A) TEZKERELER VE ÖNERGELER
1. – Belçika'ya gidecek olan Dışişleri Bakanı ve
Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller'e, dönüşüne kadar,
Millî Eğitim Bakanı Mehmet Sağlam'ın vekâlet etmesinin
uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı
tezkeresi (3/606)
IV. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
1. – 1997 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe
Kanunu tasarıları ile 1994 ve 1995 Malî Yılları Genel ve
Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu
tasarıları (1/518, 1/519; 1/282, 3/414, 1/283, 3/415; 1/492, 3/516;
1/493, 3/517) (S. Sayıları : 134, 135, 103, 102, 151, 150)
A) VAKIFLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
1. – Vakıflar Genel Müdürlüğü 1997 Malî Yılı
Bütçesi
2. – Vakıflar Genel Müdürlüğü 1994 Malî Yılı
Kesinhesabı
3. – Vakıflar Genel Müdürlüğü 1995 Malî Yılı
Kesinhesabı
B)DİYANET İŞLERİ
BAŞKANLIĞI
1. – Diyanet İşleri Başkanlığı 1997 Malî
Yılı Bütçesi
2. – Diyanet İşleri Başkanlığı 1994 Malî
Yılı Kesinhesabı
3. – Diyanet İşleri Başkanlığı 1995 Malî
Yılı Kesinhesabı
C) TAPU VE KADASTRO GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
1. – Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü 1997 Malî Yılı
Bütçesi
2. – Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü 1994 Malî Yılı
Kesinhesabı
3. – Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü 1995 Malî Yılı
Kesinhesabı
D) DEVLET METEOROLOJİ
İŞLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
1. – Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 1997 Malî
Yılı Bütçesi
2. – Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 1994
Malî Yılı Kesinhesabı
3. – Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 1995 Malî
Yılı Kesinhesabı
E)ADALET BAKANLIĞI
1. – Adalet Bakanlığı 1997 Malî Yılı Bütçesi
2. – Adalet Bakanlığı 1994 Malî Yılı
Kesinhesabı
3. – Adalet Bakanlığı 1995 Malî Yılı
Kesinhesabı
F) YARGITAY BAŞKANLIĞI
1. – Yargıtay Başkanlığı 1997 Malî
Yılı Bütçesi
2. – Yargıtay Başkanlığı 1994 Malî
Yılı Kesinhesabı
3. – Yargıtay Başkanlığı 1995 Malî
Yılı Kesinhesabı
G) ÇEVRE BAKANLIĞI
1. – Çevre Bakanlığı 1997 Malî Yılı Bütçesi
2. – Çevre Bakanlığı 1994 Malî Yılı
Kesinhesabı
3. – Çevre Bakanlığı 1995 Malî Yılı
Kesinhesabı
V. – SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1. – Aydın Milletvekili Yüksel Yalova'nın,
Kuşadası'nda meydana gelen sel felaketinden zarar gören esnaf ve
sanatkârların vergi ve borç ödemelerine ilişkin Başbakandan
sorusu ve Devlet Bakanı Lütfü Esengün'ün yazılı cevabı (7/1333)
2. – Muğla Milletvekili Fikret Uzunhasan'ın, Ankara'daki
bazı okullarda suların akmama nedeninin "kartlı sayaç"
uygulamasından kaynaklandığı iddiasına ilişkin
sorusu ve Devlet Bakanı Lütfü Esengün'ün yazılı cevabı
(7/1565)
3. – İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın,
Bosna-Hersek Hükümetine yardım yapılıp
yapılmadığına ilişkin Başbakandan sorusu ve
Devlet Bakanı Lütfü Esengün'ün yazılı cevabı (7/1621)
4. – Burdur Milletvekili Yusuf Ekinci'nin, Bucak ilçe merkezinde
yapılan asfaltlama çalışmalarına ilişkin sorusu ve
Devlet Bakanı Bekir Aksoy'un yazılı cevabı (7/1644)
I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMMGenel Kurulu saat 10.09'da açılarak dört oturum yaptı.
Birinci, İkinci ve Üçüncü Oturum
Bartın Milletvekili Cafer Tufan Yazıcıoğlu'nun,
(6/332) numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin
önergesi okundu; sözlü sorunun geri verildiği bildirildi.
Aydın Milletvekili Cengiz Altınkaya ve 21
arkadaşının, kamuda çalışan mimar ve mühendislerin
çalışma koşullarının araştırılarak
özlük haklarının iyileştirilmesi için alınması gereken
tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/136) Genel Kurulun bilgisine
sunuldu; önergenin gündemdeki yerini alacağı ve
öngörüşmelerinin, sırasında yapılacağı
açıklandı.
1997 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe
Kanunu Tasarıları ile 1994 ve 1995 Malî Yılları Genel ve
Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu
Tasarılarının (1/518, 1/519; 1/282, 3/414; 1/283, 3/415; 1/492,
3/516; 1/493, 3/517) (S. Sayıları : 134, 135, 103, 102, 151, 150)
görüşmelerine devam olunarak;
Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı,
Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü,
Danıştay Başkanlığı,
1997 Malî Yılı bütçeleri ile 1994 ve 1995 malî yılı
kesinhesapları,
Hazine Müsteşarlığı 1997 malî yılı bütçesi
ile 1995 malî yılı kesinhesabı,
Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı 1994
malî yılı kesinhesabı,
Kadın ve Sosyal Hizmetler Müsteşarlığı 1994
malî yılı kesinhesabı,
Kabul edildi ve,
Dış Ticaret Müsteşarlığı,
Gümrük Müsteşarlığı,
Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı,
Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü,
1997 malî yılı bütçeleri ile 1994 ve 1995 malî
yılları kesinhesapları bir süre görüşüldü.
Saat 19.15'te toplanmak üzere, birleşime 18.53'te ara verildi.
Yasin
Hatiboğlu Başkanvekili
Ahmet Dökülmez Kadir
Bozkurt Kahramanmaraş Sinop Kâtip
Üye Kâtip
Üye
Dördüncü
Oturum
1997 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli
İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1994 ve 1995 Malî
Yılları Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar
Kesinhesap Kanunu Tasarılarının (1/518, 1/519; 1/282, 3/414;
1/283, 3/415; 1/492, 3/516; 1/493, 3/517) (S. Sayıları: 134, 135,
103, 102, 151, 150) görüşmelerine devam olunarak;
Devlet İstatistik Enstitüsü
Başkanlığı,
Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü
Gümrük Müsteşarlığı,
Dış Ticaret Müsteşarlığı
1997 Malî Yılı Bütçesi ile 1995 Malî Yılı Kesinhesabı,
1997 Malî Yılı Bütçeleri ile 1994 ve 1995
Malî Yılları Kesinhesapları;
1997 Malî Yılı Bütçesi,
Kabul edildi.
İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigen, Devlet
Bakanı Bahattin Şeker'in konuşması sırasında
kendisine sataşması nedeniyle bir konuşma yaptı.
Programda yer alan kuruluşların bütçe ve
kesinhesaplarını görüşmek için, 12 Aralık 1996
Perşembe günü saat 10.00'da toplanmak üzere, birleşime 00.18'de son
verildi.
Kamer Genç Başkanvekili
Kazım Üstüner Zeki
Ergezen Burdur Bitlis Kâtip
Üye Kâtip
Üye
II. – GELEN
KÂĞITLAR
12 . 12 .
1996 PERŞEMBE
Tasarılar
1. – Yabancıların Türkiye'de İkâmet
ve Seyahatleri Hakkında Kanunun Bir Maddesinde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/547) (İçişleri
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.12.1996)
2. – Türkiye Cumhuriyeti Ordusu Subay, Askerî
Memur ve Muadilleriyle Astsubayların Giyeceğine Dair Kanunun Bir
Maddesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun
Tasarısı (1/548) (İçişleri ve Millî Savunma
komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.12.1996)
3. – Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununun
Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı (1/549) (Millî Savunma Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi : 9.12.1996)
4. – Maden Kanununa Bir Ek Madde Eklenmesine Dair Kanun
Tasarısı (1/550) (Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve
Teknoloji Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi :
9.12.1996)
5. – 2380 Sayılı Belediyelere ve İl Özel
İdarelerine Genel Bütçe Vergi Gelirlerinden Pay Verilmesi Hakkında
Kanuna Bir Ek Madde İlave Edilmesine Dair Kanun Tasarısı (1/551)
(Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi :
9.12.1996)
Teklifler
1. – İçel Milletvekili D. Fikri Sağlar ve Oya
Araslı'nın; Çevre Kirliliği Yaratma İhtimali Olan Kamu ve
Özel Girişimcilerce Kurulacak Tesisler İçin Halkoylaması
Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/618) (Çevre ve Anayasa
komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.12.1996)
2. – İçel Milletvekili D. Fikri
Sağlar'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 104
üncü Maddesine Bir Fıkra Eklenmesi Hakkında İçtüzük Teklifi
(2/619) (Anayasa Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi :
9.12.1996)
3. – Cumhuriyet Halk Partisi Grup
Başkanvekili İçel Milletvekili Oya Araslı'nın; Millet
Meclisi İçtüzüğünün 9 ve 11 inci Maddelerinin Değiştirilmesi
Hakkında İçtüzük Teklifi (2/620) (Anayasa Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi : 9.12.1996)
4. – Kırklareli Milletvekili A. Sezal Özbek'in;
Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununa Bir Ek Geçici Madde Eklenmesi
Hakkında Kanun Teklifi (2/621) (Millî Savunma ve Plan ve Bütçe
komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 10.12.1996)
Tezkere
1. – Nasip Mehmet Atay Hakkındaki Ölüm
Cezasının Yerine Getirilmesine Dair Başbakanlık Tezkeresi
(3/605) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi :
10.12.1996)
Sözlü Soru
Önergeleri
1. – Yozgat Milletvekili Kâzım Arslan'ın,
Sultanbeyli'de bazı cadde ve sokak isimlerinin
değiştirildiği iddiasına ilişkin İçişleri
Bakanından sözlü soru önergesi (6/387) (Başkanlığa geliş
tarihi : 11.12.1996)
2. – İzmir Milletvekili Metin Öney'in, Foça
kıyılarında balık çiftlikleri kurulması için onay
verilip verilmediğine ilişkin Çevre Bakanından sözlü soru
önergesi (6/388) (Başkanlığa geliş tarihi : 11.12.1996)
Yazılı
Soru Önergeleri
1. – İstanbul Milletvekili Bülent
Akarcalı'nın, yeni tip plaka uygulamasına ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1755)
(Başkanlığa geliş tarihi : 11.12.1996)
2. – İstanbul Milletvekili Bülent
Akarcalı'nın, İstanbul Üniversitesinde
giriş-çıkış kontrollerine ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/1756)
(Başkanlığa geliş tarihi : 11.12.1996)
3. – İstanbul Milletvekili Bülent
Akarcalı'nın, Diyarbakır Cezaevinde meydana gelen olayla ilgili
olarak bir soruşturma başlatılıp
başlatılmadığına ilişkin Adalet Bakanından
yazılı soru önergesi (7/1757) (Başkanlığa geliş
tarihi : 11.12.1996)
4. – İstanbul Milletvekili Bülent
Akarcalı'nın, sigortasız çalışan çocuk işçilere
ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından
yazılı soru önergesi (7/1758) (Başkanlığa geliş
tarihi : 11.12.1996)
5. – İstanbul Milletvekili Bülent
Akarcalı'nın, Ağrı İl Sağlık
Müdürlüğünce açılan personel sınavını kazananlara
ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi
(7/1759) (Başkanlığa geliş tarihi : 11.12.1996)
6. – İstanbul Milletvekili Bülent
Akarcalı'nın, Avusturya Hükümetinin Türk TIR kamyonlarının
geçişini engellediği iddiasına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/1760) (Başkanlığa geliş
tarihi : 11.12.1996)
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati : 10.00
Tarih : 12
Aralık 1996 Perşembe
BAŞKAN :
Başkanvekili Uluç GÜRKAN
KÂTİP
ÜYELER : Ali GÜNAYDIN (Konya), Mustafa BAŞ (İstanbul)
BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 31 inci
Birleşimini açıyorum.
1997 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu
Tasarıları ile 1994 ve 1995 Malî Yılları Genel ve Katma
Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarıları üzerindeki görüşmelere devam
edeceğiz; ancak, görüşmelere başlamadan önce,
Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.
Cumhurbaşkanlığının bir
tezkeresi vardır; okutuyorum.
III. –
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) TEZKERELER
VE ÖNERGELER
1. –
Belçika'ya gidecek olan Dışişleri Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Tansu Çiller'e, dönüşüne kadar, Millî
Eğitim Bakanı Mehmet Sağlam'ın vekâlet etmesinin uygun
görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi
(3/606)
10
Aralık 1996
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Kuzey Atlantik Konseyi (KAK) ve Kuzey Atlantik
İşbirliği Konseyi (KAİK) sonbahar toplantılarına
katılmak üzere, 10 Aralık 1996 tarihinde Belçika'ya giden
Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı
Prof. Dr. Tansu Çiller'in dönüşüne kadar, Dışişleri
Bakanlığı ve Başbakan
Yardımcılığına Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr.
Mehmet Sağlam'ın vekâlet etmesinin, Başbakanın teklifi
üzerine uygun görülmüş olduğunu bilgilerinize sunarım.
Süleyman
Demirel
Cumhurbaşkanı
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Şimdi, bütçe görüşmelerine
başlıyoruz.
IV. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
1 – 1997 Malî
Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu
Tasarıları ile 1994 ve 1995 Malî Yılları Genel ve Katma
Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları
(1/518; 1/519; 1/282, 3/414, 1/283, 3/415; 1/492, 3/516; 1/493, 3/517) (S.
Sayıları : 134, 135, 103, 102, 151, 150)
A) VAKIFLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
1. – Vakıflar Genel
Müdürlüğü 1997 Malî Yılı Bütçesi
2. – Vakıflar Genel Müdürlüğü
1994 Malî Yılı Kesinhesabı
3. – Vakıflar Genel Müdürlüğü
1995 Malî Yılı Kesinhesabı
B)DİYANET İŞLERİ
BAŞKANLIĞI
1. – Diyanet İşleri
Başkanlığı 1997 Malî Yılı Bütçesi
2. – Diyanet İşleri
Başkanlığı 1994 Malî Yılı Kesinhesabı
3. – Diyanet İşleri Başkanlığı
1995 Malî Yılı Kesinhesabı
C) TAPU VE KADASTRO GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
1. – Tapu ve Kadastro Genel
Müdürlüğü 1997 Malî Yılı Bütçesi
2. – Tapu ve Kadastro Genel
Müdürlüğü 1994 Malî Yılı Kesinhesabı
3. – Tapu ve Kadastro Genel
Müdürlüğü 1995 Malî Yılı Kesinhesabı
D) DEVLET METEOROLOJİ
İŞLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
1. – Devlet Meteoroloji İşleri
Genel Müdürlüğü 1997 Malî Yılı Bütçesi
2. – Devlet Meteoroloji
İşleri Genel Müdürlüğü 1994 Malî Yılı Kesinhesabı
3. – Devlet Meteoroloji İşleri
Genel Müdürlüğü 1995 Malî Yılı Kesinhesabı (1)
BAŞKAN – Program uyarınca, bugün iki tur
görüşme yapacağız.
Beşinci tur görüşmelere başlıyoruz.
Komisyon ve Hükümet buradalar.
Beşinci turda, Vakıflar Genel Müdürlüğü
(Katma), Diyanet İşleri Başkanlığı, Tapu ve
Kadastro Genel Müdürlüğü, Devlet Meteoroloji İşleri Genel
Müdürlüğü bütçeleri yer almaktadır.
Beşinci turda grupları ve
şahısları adına söz alan sayın üyelerin isimlerini
okuyorum:
Refah Partisi Grubu adına, Ramazan Yenidede,
Mehmet Aykaç, Abdullah Özbey, Kemal Ateş; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına, Ali Şahin, Ahmet Küçük; Anavatan Partisi Grubu adına,
Cemil Çiçek, Mehmet Sağdıç, Yusuf Pamuk; Doğru Yol Partisi Grubu
adına, Sabri Güner, Ahmet Bilgiç; Demokratik Sol Parti Grubu adına,
Mehmet Büyükyılmaz, Abdulbaki Gökçel, Yüksel Aksu, Yavuz Bildik.
Şahısları adına, lehinde Abdullah
Arslan, Musa Uzunkaya; aleyhinde Yakup Hatipoğlu.
Şimdi, gruplar adına konuşmalara
başlıyoruz.
İlk olarak, Refah Partisi Grubu adına
Sayın Ramazan Yenidede. (RP sıralarından alkışlar)
Sayın Yenidede, buyurun efendim.
Sayın milletvekilleri, beşinci tur
görüşmeleriyle ilgili sorularınızın, grupların
konuşmalarının tamamlanmasına kadar
Başkanlığa iletilmesi gerekiyor. Grupların konuşmalarının
tamamlanması sonrasında, Başkanlık soru kabul etmeyecektir;
buna, sayın milletvekillerinin, özellikle dikkat etmesini istiyorum.
Sayın Yenidede, süreyi eşit mi
paylaşıyorsunuz?
RAMAZAN YENİDEDE (Denizli) – Evet efendim.
BAŞKAN – Buyurun efendim.
RP GRUBU ADINA RAMAZAN YENİDEDE (Denizli) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Vakıflar Genel
Müdürlüğünün 1997 malî yılı bütçesi üzerinde, Refah Partisi
Grubunun görüşlerini arz etmek için huzurlarınızdayım; bu
vesileyle, Yüce Heyetinizi ve aziz vatandaşlarımızı
saygıyla selamlıyorum.
Vakıf, bir müslümanın elindeki malın
tamamını veya bir kısmını,
karşılığını sadece Allah'tan beklemek
şartıyla, insanlığın hizmetine ve faydasına
sunmasıdır. Bir diğer anlamıyla, kulun Allah'a borç
vermesidir; verilen bu borç, katlanarak, ebedî alemde o kula Yaradan
tarafından iade edilecektir. "Kim Allah'a güzel bir borç verirse,
Allah onu katlar katlar, kuluna iade eder" fermanı da bunun en güzel
ve en açık ifadesidir.
Değerli milletvekilleri, vakıf, tam
anlamıyla İslamî bir kavramdır; bu anlayışın
kaynağı Kur'an ve sünnettir, ilk uygulama da Hazreti Peygamber
devrinde başlamıştır. Fakir ve yoksulların sosyal ve
ekonomik ihtiyaçlarının karşılanmasından tutun da
tabiattaki diğer canlılara yardımcı olmaya, hatta çevre
temizliğine varıncaya kadar hudutsuz hizmeti gaye edinen
vakıfların, bugüne kadar, her türlü tahribata rağmen ayakta
kalabilmiş olmasının temelinde sağlam ve sarsılmaz bir
inanç yatmaktadır.
Malını vakfeden insan şu hususu çok iyi
bilmektedir ve buna yürekten inanmaktadır: Şüphesiz, Allah, inananlardan,
canlarını ve mallarını, karşılığı
cennet olmak kaydıyla satın almıştır. Bu inanç devam
ettiği müddetçe, vakıflar da hayatiyetini sürdürmeye devam edecektir.
Tarihin derinliklerine indiğiniz zaman, İslam
medeniyetinin bir şefkat, merhamet, sevgi ve vakıf medeniyeti
olduğunu görürsünüz.
Kaynağı ve dayanağı Kur'an ve
sünnet olan ve ortaya koyduğu eşsiz eser ve hizmetlerle tüm
insanlığa huzur ve saadet dağıtan bu medeniyet, ne
yazık ki, 20 nci asrın başlarında yıkılmış
ve bunun yerine, İstiklal Şairimiz merhum Akif'in "Tek dişi
kalmış canavar" dediği Batı medeniyeti, özellikle
Müslümanlara karşı dişlenerek azgınlaşmış ve
sırf kendi çıkarları uğruna binlerce eseri tahrip
etmiş, yüzbinlerce masum insanın kanını içmiştir. Ama,
bu, hep böyle gitmeyecektir; kin, kan, nefret ve barbarlık temeline
dayalı bu dünya düzeni çok kısa zamanda değişecek; sevgiye,
kardeşliğe, insanlığa, merhamete ve adalate dayalı
yeni sistem mutlaka, ama mutlaka kurulacaktır. (RP sıralarından
alkışlar) Çünkü, kardan adamların hükmü güneş
doğuncaya kadardır. Güneş doğmuştur; kardan adamlar
erimeye başlamıştır. Bu erime esnasında, yere
düşen parçalar, elbette, birtakım cayırtı ve
çatırtılar çıkaracaktır; bu da gayet doğaldır.
İşte, dünyada çıkan sesler de bu seslerdir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
biz, geceleri yatağında rahat uyuyamayan ve sahrada
dolaşırken çadırından "Açız... Açız..."
âvazelerini işittiği üç yetim yavruyu, bizzat, beytülmalden kendi sırtında
taşıyarak götürdüğü erzakla doyuran bir düşünce ve
inancın hayranlarıyız ve mensuplarıyız. Bu
düşüncenin sahipleri, hem insan haklarını hem de hayvan
haklarını, gerektiğinde, canlarını ortaya koyarak
koruyabilmek için çok güzel tesisler kurmuşlar, vakıflar
üretmişlerdir.
"Kenar-ı Diclede bir kurt aşırsa
bir koyunu / Gelir de adl-i ilahî sorar Ömer'den onu" diyen Hazreti
Ömer'in bu inanç ve kararlılığı, bizim için
ulaşılması gereken en büyük hedeftir. "Komşusu aç
iken, tok yatan bizden değildir" buyuran Yüce Peygamberin,
insanlık adına ortaya koyduğu bu eşsiz merhamet ve
şefkat ve bu anlayış karşısında her insaf sahibi
insan, dünya durdukça saygıyla eğilecektir. Bu nuru söndürmeye, bu
hizmetleri durdurmaya kimsenin de gücü yetmeyecektir. Biz bu inançla,
vakıfları ve vakıf eserleri inancımızın
gerektirdiği şekilde, ısrarla korumaya devam edeceğimizi,
bu önemli mevkiden ve makamdan bir defa daha dünyaya ilan ediyoruz. Çünkü, biz,
vakıf eserleri tahrip etmenin veya vâkıfın niyet ve
şartnamesine uygun kullanmamanın başımıza hangi
belaları getireceğini çok iyi bilenlerdeniz. Ceddimiz Fatih'in
altın sözlerine kulak verelim: "Benim bu vakfiyemi koyduğum
şartların ve esasların dışında kullananlar, makam
ve mevkileri ne olursa olsun, Allah'ın, meleklerin ve bütün Müslümanların
lanetine uğrasınlar, yüzlerine bakan ve kedilerine şefaat eden
bulunmasın." Bunu, Koca Fatih söylemiştir.
Bu vasiyetnameye rağmen ecdat yadigârı
vakıf mülklerini tahrip ederek meyhane, kumarhane ve turistik otel haline
getirenler ve Ayasofya'nın müze olarak kullanılmasında hâlâ
ısrar edenler, iki yakalarının bir araya niçin gelmediğini
umarım anlamış olacaklardır. (RP sıralarından
alkışlar) Hâlâ anlamamakta ısrar ediyorlarsa, tarih, bunu bir
gün onların kafalarına vura vura anlatacaktır.
Değerli milletvekilleri, hükümetler, tembel
şehzade gibi değildir. Tembel şehzadeyi sarayda bir odanın
köşesine sabahleyin oturturlar, akşam, o köşeden alarak, tahtırevanla
odanın öbür köşesine taşırlarmış. Bir
köşeden diğer köşeye gidince de "Allah, Allah!..
İnsanlar kuş misali; sabah
nerede idik, şimdi neredeyiz" diye övünürmüş.
Yıllardır, sanki, çok büyük iş yapmış gibi övünenler,
ancak, odanın bir köşesinden
öbür köşesine gidebildiler; bir türlü odanın dışına çıkamadılar.
Şimdi, biz, 54 üncü Cumhuriyet Hükümeti olarak
odanın dışına çıktık, milletle bütünleştik
ve inançla yolumuza devam ediyoruz. Bu inanca karşı çıkarak,
Yüce Meclisin değerli üyelerinden bu kürsüde konuşanlara
"havlamak" tabirini kullanma talihsizliğini gösteren çökmüş
düşüncenin mensuplarını, bu asil millet, pek yakında
tarihin derinliklerine, hâlâ bu düşünceden medet bekleyenleri de ilk genel
seçimlerde sandığa, bir daha çıkarmamak kaydıyla, şartıyla gömecektir. (RP
sıralarından alkışlar) Çünkü, bu millet, hangi kılıf
içerisinde inancıyla, kültürüyle, tarihiyle
savaşıldığını artık, çok iyi anlamaya
başlamıştır.
Değerli milletvekilleri, önemli hizmetleri sunan
Vakıflar Genel Müdürlüğü için, elbette, çok daha iyi, çok daha
yeterli bütçelerin konulmasını arzu ederdik; ama, her şeye
rağmen, 1997 yılı için konulan ödenek tatminkâr değilse
bile, yüreğimize kısmen su serpmiştir.
BAŞKAN – Sayın Yenidede, 3 dakikanız
var.
RAMAZAN YENİDEDE (Devamla) – Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
1996 yılında 2 trilyon 60 milyar 401 milyon
olan Vakıflar Genel Müdürlüğü bütçesi, 1997 yılı için 4
trilyon 253 milyar 100 milyon olarak
kararlaştırılmıştır. Artış oranı
ise, yüzde 106,4 nispetindedir. İnşallah, ortaya çıkacak
imkânlardan da bu bütçe desteklenerek, ülkemizdeki ecdat yadigârı
eserlerin yaşatılması için elden gelen gayret gösterilecektir;
bu Hükümetin, bu gayreti göstereceğine, bu Meclisin de gösterilen bu
gayretlere destek vereceğine olan inancımız tamdır.
Değerli milletvekilleri, bir taraftan, vakıf
eserlerinin korunması ve onarılmasıyla ilgili
çalışmalar devam ederken, öbür taraftan, 54 üncü Cumhuriyet
Hükümetinin bir hatayı, bir yanlışı düzeltmesinde de fayda
olacağı inancında ve kanaatindeyim.
Ülkemizde, ülkemizin bazı yörelerinde,
birtakım vatandaşlarımıza, atalarından, dedelerinden
tevarüs eden topraklarının vakıf arazisi olduğu daha
sonradan anlaşılınca, mülk sahiplerinden, önce yüzde 10, sonra
yüzde 20, daha sonra da yüzde 50 nispetinde taviz bedeli istenmiştir. Bu
konuda vatandaşlarımızın taksiratı yoktur. Onlar,
kendilerine intikal eden bu emlakın, bu mirasın nereden geldiğinin
farkında değildiler. Atalarından, dedelerinden intikal eden bu
miras üzerinde hayatlarını sürdürdüler.
BAŞKAN – Sayın Yenidede, süreniz doldu;
bundan sonraki konuşma sürenizi Grubun diğer
konuşmacılarının süresinden almak mecburiyetindeyim.
RAMAZAN YENİDEDE (Devamla) – Teşekkür
ediyorum Sayın Başkan.
Bu yanlışın düzeltilmesini de
Hükümetimizden istediğimizi ifade ediyorum. Özellikle, Denizlimizin
Beyağaç İlçesi bu yönden mahrumdur, mağdur edilmiştir.
Bolu'nun da birtakım köylerinde aynı sıkıntının
yaşandığını biliyorum. Bu yanlışın
düzeltileceğine inanarak, Vakıflar Genel Müdürlüğü bütçesinin ve
genel bütçenin memleketimize, milletimize hayırlı olması
temennisiyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (RP ve DYP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın
Yenidede.
Sayın Mehmet Aykaç; buyurun. (RP ve DYP
sıralarından alkışlar)
Süreniz 10 dakika; eşit
paylaştınız...
RP GRUBU ADINA MEHMET AYKAÇ (Çorum) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Diyanet İşleri
Başkanlığının 1997 malî yılı bütçesi
üzerinde Refah Partisi Grubunun görüşlerini sunmak üzere huzurunuzda
bulunuyorum. Yüce Heyetinizi şahsım ve Grubum adına
saygıyla selamlıyorum. Bu vesileyle tüm
vatandaşlarımıza da sevgilerimi sunuyorum. İdrak
ettiğimiz üç ayların ikincisi mübarek şaban ayının,
hakkımızda hayırlı olmasını ve mübarek ramazan
ayına, Cenabı Hakk'ın bizleri hayırlısıyla
ulaştırmasını da diliyorum.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar;
konuşmama, dinin fert ve toplum hayatındaki önemine işaret
ederek başlamak istiyorum. İnanma duygusu insanın
fıtratında mevcuttur. Bir dine inanma, onu benimseme, öğrenme,
yaşama ve yayma hakkı, temel insan haklarındandır.
Aynı zamanda, din, insan kimliğinin önemli bir parçası,
hayatı anlamlı ve yaşanabilir kılan temel değerlerin
bütünüdür.
Başka bir ifadeyle, din, sadece bir inanç sisteminden
ibaret olmayıp, kişinin dünyevî hayatına da yön veren ahlakî,
hukukî ve sosyal kuralları ihtiva eden bir sistemdir. Kısacası,
insanlığın, dünya ve ahret saadetini temin için, Allah
tarafından konulmuş ilahî bir nizamdır.
Din, hiçbir kimsenin veya kesimin tekelinde
olmadığı gibi, toplum hakkında fikir yürüten hiçbir
aydın, hiçbir siyasî kadro, din olgusunu görmezlikten gelemez. Nitekim,
tüm ileri ülkelerde din gerçeği, modern toplumsal varoluşun
vazgeçilmez bir unsuru, korunması ve güçlendirilmesi gereken ortak bir
değeri olarak görülmektedir.
Muhterem arkadaşlar, inanç, toplumun huzuru
yönünden önemli bir kaynaktır. 70 milyonun inançsız bir
kalabalık olduğunu düşünün; herhalde, huzur ve asayiş diye
bir şey kalmayacağını herkes teslim eder. Öyleyse, dine
karşı çıkmak yerine, onunla barışmak, onu sevmek ve
onu hurafelerden arındırmak en akıllıca yoldur.
Bu itibarla, din hizmetlerinin, yetenekli ve ehil
kişiler tarafından verilmesinin sağlanması
bakımından, Diyanet İşleri
Başkanlığının devlet teşkilatında yer
almasının, bu hizmetler için devlet bütçesinden harcama
yapılmasının önemi izahtan varestedir.
Muhterem Başkan, değerli arkadaşlar;
Diyanet İşleri Başkanlığı kuruluş kanununun,
bir an önce çıkarılması gerekmektedir. Bu kanunla, Diyanet
İşleri Başkanlığı, siyasetin kaygan zemininden
çıkarılarak, her çeşit dinî, ilmî ve idarî iş ve
işlemlerinde, günlük siyasetin müdahalesi olmadan, elindeki yasa ve
yönetmelikler çerçevesinde çalışabilir bir statüye
kavuşturulmalıdır. Siyaset, dinin yönetimine müdahale etmemeli;
din hizmetleri, kendi kuralları ve Başkanlığa yasalarla
tanınmış yetkiler çerçevesinde yürütülmelidir. Kısaca,
Diyanet özerk olmalıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
din görevlileri, malî açıdan, maaş yönünden en geride bir kesimdir.
Bugün, müftülerimiz fakülte mezunu olarak göreve başlarlar, vaizler de
öyledir. Bir vaiz, müftüsünün aldığı maaşın
yarısını alır; müftülerimiz ise diğer daire
amirlerinden daha az maaş alırlar; bu bir gerçektir. İmam,
müezzin, Kur'an kursu öğreticileri ve yöneticileri de bu şekilde
emsalleri diğer memurlardan daha az ücret alırlar; bunun, mutlaka,
adil bir düzeye çıkarılması gerekir.
Diyanet hizmetlerinin belkemiğini teşkil eden
vaizlik müessesesine mutlaka önem verilmelidir. Bu hususta, Refahyol Hükümetimizin
somut adımlar atmasını bekliyoruz ve bu konunun halledilmesinde
çok geç kalındığı kanaatimi burada belirtmek istiyorum.
Muhterem milletvekilleri, diğer taraftan, kadrosu
bulunduğu halde beş yıldır boş bulunan camilerimize 7
443 imam hatibinin atamalarının yapılacak olması son derece
sevindiricidir; bu hususta Hükümetimize teşekkür ediyorum.
Ayrıca, Diyanetin acil ihtiyaç duyduğu,
çeşitli unvanlarda 16 667 kadronun bir an önce ihdas edilmesinde zaruret
vardır.
Diyanet görevlilerimizin eğitim ve bilgi düzeyini
yükseltecek hukukî düzenlemeler yapılmalı, hizmetiçi eğitim
kursları, kaynak temin edilerek, senenin her ayında faal hale
getirilmelidir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
ülkemizde 1996 sonu itibariyle cami sayısı 70 bin, Kur'an kursu sayısı
6 170'dir. Bu sayı, bazılarına göre çok sayılabilir; biz,
burada bunu tartışmayacağız. Zira, bunun
tartışılacak bir yönü de yoktur. Diyanet, anayasal bir kurumdur,
devlet adına ibadet yerlerini yönetir. Peki, ibadet yerlerini neden devlet
yapmaz? Bu soruyu hiç kendimize sorduk mu değerli milletvekilleri?
Devlet, köy konağı yapar, spor tesisleri
yapar, bale, tiyatro için başka salonlar yapar, gerçi bunların
yapılmasına karşı da değiliz, ihtiyaç bulunan her
türlü salon yapılsın; fakat, camiye olan ihtiyaç, bunlardan hiç de az
değildir. Bizler cami yapmıyoruz, bari, halkımızın
yaptırdığı camilere görevli tayin edelim.
BAŞKAN – Sayın Aykaç, son 3 dakikanız...
MEHMET AYKAÇ (Devamla) – Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
200'den fazla binası tamamlanmış
imam-hatip liselerini hemen öğretime açalım. Zira, bunlara
şiddetle ihtiyaç var, vatandaş bizden bunu bekliyor, aksini iddia
edenler, bu ülkeyi ve vatandaşı tanımıyor demektir.
Halkımızın siyasî yönelimi de bizi teyit ediyor.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; söz
buraya gelmişken cami-cemevi ikilemine, Sünnî-Alevî konusuna da
kısaca değinmek istiyorum: Zira, bu Yüce Meclisin çatısı
altında her husus doğru bir şekilde ilmî gerçekler
ışığında ortaya konulmalıdır. Nedir
Alevîlik; Hazreti Ali'yi sevmek, onun yolundan yürümektir. Hazreti Ali kimdir;
İslamın Peygamberi Hazreti Muhammed'in amcasının oğlu,
damadı ve onun açtığı çığırı devam
ettiren Dördüncü Halifesidir. Maalesef, Alevîlik zaman içerisinde çok
farklı izahlara konu olmuş, istismar edilmiş, ateizme basamak
yapılmaya çalışılmıştır. Biz, Refah Partisi
olarak, tüm bu yanlış yorumları reddediyor; Alevîliği,
İslam içerisinde bir ekol olarak görüyoruz; tıpkı, bazı
tarikatlar gibi. Sünnîlik ise, sünnete uygun yaşamaktır; Hz. Ali de
sünnete uygun yaşamıştır.
ALİ ILIKSOY (Gaziantep) – Sayın Başkan,
ehlibeyte...
MEHMET AYKAÇ (Devamla) – O halde, Sünnîsi de, Alevîsi
de aynı Peygamberi örnek alan, aynı Kitabı rehber edinen son din
İslamın mensuplarıdır. Cami, tüm Müslümanların,
Alevînin, Sünnînin, tüm inananların mabedi, ibadet yeridir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Aykaç, son dakikanız.
MEHMET AYKAÇ (Devamla) – Cemevi, caminin alternatifi
değildir, adı üstünde, bir toplanma ve sohbet yeridir. Bu konular
üzerinde politika yapmak kimseye fayda sağlamaz. Biz, Refah Partisi
olarak, dine ve onun kurumlarına saygı duyulması
gerektiğine inanıyoruz. Diyanet İşleri
Başkanlığı, Türkiye'deki tüm Müslümanlara eşit olarak
hizmet verir; herhangi bir mezhebin veya tarikatın emrinde değildir;
hepsini birden kucaklar ve onlara yol gösterir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
ülkemizdeki din öğretimi ve eğitiminin durumuna da bir cümleyle
değinmekte yarar görüyorum. Dinin vazgeçilmez bir temel insan hakkı
olduğunu, konuşmamın başında ifade etmiştim.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Aykaç, bundan sonra
vereceğim süre, arkadaşlarınızın süresinden
kesilecektir.
MEHMET AYKAÇ (Devamla) – 1 dakika uzatabilirsiniz
Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hayır, benim uygulamam öyle
değil; buyurun.
MEHMET AYKAÇ (Devamla) – Devletin asli görevlerinden
biri, fertlerin temel haklarını öğrenmelerine,
yaşamalarına ve yaymalarına imkân verecek düzenlemeyi
yapmaktır. Bu sebeple, okullarımızda din eğitimi ve öğretiminin
çok erken yaşlarda başlaması, yeterli, sürekli ve tutarlı
bir şekilde verilmesi, pedagojik, sosyolojik ve psikolojik bir gerçektir.
Bugün, Avrupa'ya, Amerika'ya bir bakalım ve
hepimizin reddettiği kötü alışkanlıklar
açısından, içki, kumar, fuhuş ve bunların sebep olduğu
kötü sonuçlar; adam öldürme, boşanma, AIDS gibi ölümcül hastalıklara
yakalanma açısından bir durum tespiti
yaptığımızda, yüce dinimiz İslamın ve onun aile
sisteminin bizim için ne kadar büyük bir nimet olduğunu görürüz.
Sonuç olarak; Diyanet İşleri
Başkanlığı, dinimizin birlik, beraberlik ve fedakârlık
gibi yüce prensiplerini halkımıza benimsetmek; kardeşlik, sevgi,
saygı, hoşgörü, yardımlaşma ve dayanışma gibi
hasletlerini yaygınlaştırmak suretiyle, ülkemizin maddî ve
manevî kalkınmasında önemli bir hizmeti gerçekleştirmektedir.
Teröre, bölücülüğe, her türlü zararlı fikir akımlarına
karşı da, Diyanet Teşkilatı etkin rol üstlenmektedir.
Bu duygu ve düşüncelerle, Diyanet İşleri
Başkanlığı bütçesinin hayırlı olmasını
diliyor, Yüce Heyetinizi tekrar saygıyla selamlıyorum. (RP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Aykaç.
MEHMET AYKAÇ (Çorum) – Uygulamanız hiç hoş
değil.
BAŞKAN – Uygulamam sizin hoşunuza
gitmeyebilir; ama, adildir; bu konuda hiçbir tereddütünüz olmasın.
Sayın Abdullah Özbey?.. Yok.
Sayın Mustafa Kemal Ateş?.. Yok.
MEHMET AYKAÇ (Çorum) – Sayın Başkan, kalan
süreyi kullanabilir miyim?
BAŞKAN – Grup olarak kullanabilirsiniz; Grubunuzun
daha 17 dakika süresi var.
RP GRUBU ADINA MEHMET AYKAÇ (Çorum) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; adalet tecelli etti. Diyanet gibi
çok önemli bir konuda, Sayın Başkanımızın, süremin 1
dakika dahi uzatılmaması konusundaki tutumunun hoş
olmadığını kendisine izah etmiştim. O konuda...
BAŞKAN – Sayın Aykaç, Grubunuz, sözcülerin
süreyi eşit paylaşacağını söyledi. Şu an, bu konuyu
daha fazla spekülasyon konusu yaparsanız, sözünüzü kesmek zorunda
kalacağım.
Buyurun.
MEHMET AYKAÇ (Devamla) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Diyanet İşleri
Başkanlığı bütçesi üzerindeki konuşmama,
kaldığım yerden devam ediyorum.
Diyanet İşleri
Başkanlığımızın imkân, araç ve gereçleri
artırılarak yazılı, sözlü, görüntülü olarak ve yoğun
bir biçimde en çağdaş teknikleri kullanarak, toplumu, din konusunda
aydınlatma görevini yerine getirmesine yardımcı
olmalıyız.
Din görevlilerimiz, vaaz ve hutbelerini, toplumun
ihtiyaçlarına göre hazırlamalıdırlar. Zaten böyle
hazırlıyorlardı; ama, bu konuya daha da dikkat etmelerine
buradan işaret ediyorum.
Diyanet İşleri
Başkanlığı-Türkiye Diyanet Vakfı
işbirliğiyle gerçekleştirilen dinî yayımlar fuarı, sadece
büyük şehirlerimizde değil, tüm vilayetlerimizde hizmete
sunulmalıdır. Zira, dinî yayımlar fuarı, ülkemizde önemli
bir boşluğu doldurmaktadır ve bu fuar, genellikle ramazan
ayında açılmaktadır. Bu fuarlar, büyük şehirlerimizde,
takriben on yıla yakın bir geçmişiyle açılmaktadır.
Bunun, tüm vilayetlerde yaygınlaştırılmasını arzu
ediyoruz.
Gerek resmî ve gerekse özel radyo ve televizyonlarda
Diyanet ve ilâhiyat fakültesi uzmanlarınca hazırlanan kaliteli dinî
yayınlar yapılmalı ve bu, bir kanunla düzenlenmelidir. Dinî
gerçeklere uymayan, dini ve dindarları aşağılayan
programların yayınlanmasına engel olunmalıdır.
Medyanın, genel ahlâka, toplumumuzun örf ve âdetlerine aykırı ve
aile yapımızı bozucu yayınlarına müsaade
edilmemelidir. Bu husus, halkımızın ortak arzusudur.
Yine halkımız, hac konusunda da, karayoluyla
hacca gidilmesine izin verilmesini istemektedir. Diyanet İşleri
Başkanlığımızın hac konusundaki
başarısını buradan tebrik etmek istiyorum. Bu, bir
ibadettir ve ibadet şartlarına uygun bir şekilde Diyanet
tarafından yapılmalı, kontrol edilmeli ve koordinasyonu
sağlanmalıdır; ancak, halkımızın hangi
şirketle veya hangi firmayla hacca gideceği konusuna da serbestlik
getirilmelidir. Zaten, halkımız, kendisine en iyi hizmet veren
firmayı ve kuruluşu seçeceğinden, bu konuyu tahdit etmeden,
genel düzenlemesini ve kontrolünü Diyanete bırakarak, hac konusunu,
karayoluyla da serbest bırakarak devam ettirmeliyiz.
Diyanet İşleri
Başkanlığının yurtdışındaki
faaliyetlerini, takdirle karşılıyoruz; bunun, kapsam ve içerik
açısından artırılarak devam ettirilmesini istiyoruz.
Özellikle, sürem uzatıldığı için, buraya, bir ilave yapmak
istiyorum. Avrupa'da, 3 milyona yakın insanımız var,
vatandaşımız var; biz, bunları, bilgiden, kültürden eksik
olarak, mahrum olarak apar topar oraya gönderdik. Bunlar, yıllar sonra,
kendilerindeki bu manevî boşluğu anladılar, fark ettiler ve
birtakım dinî düzenlemeler yapacak dernekler, vakıflar kurdular. Onun
için, Avrupa'da çalışan kardeşlerimizin kendi imkânlarıyla,
maaşını kendileri ödeyerek din görevlisi
çalıştırılması uygulamasına son verilerek,
Avrupa'da görev yapan tüm din görevlilerinin resmî statüye
kavuşturulması lazımdır. Zira, oradaki
vatandaşlarımızın kurmuş olduğu her bir
derneğin, en az 50-60, 70'den fazla üyesi vardır. Biz, 10 hanelik, 20
hanelik, 30 hanelik bir köye, bir mezraya bile imam-hatip tayin ederken,
Avrupa'nın ortasında Hıristiyanlık propagandasına
maruz kalan bu vatandaşlarımıza, imam tayin etmemiz, resmî
görevli tayin etmemiz, 10 hanelik bir köye, mezraya imam tayin etmemizden daha
önemlidir. Hem köylerimize tayin edilsin hem de Avrupa'daki bütün derneklerin
bu ihtiyaçları, resmî kanaldan karşılansın.
Türk Cumhuriyetlerindeki Müslüman kardeşlerimizin
inançlarını öğrenmelerinde, inanç kurumlarını, dinî
kurumlarını kurmalarında, onlara maddî ve manevî desteklerimizi
artırarak devam ettirmemiz lazım. Bu, bizim, Müslümanlar olarak,
tarihî, kültürel bir vazifemizdir; komşuluğumuzun da bir
gereğidir.
Muhterem Başkan, değerli milletvekilleri;
görüşmekte olduğumuz Diyanet İşleri
Başkanlığının bütçesi, geçen seneye nazaran yüzde 125
oranında artırılarak 47 trilyon 130 milyar 860 milyon Türk
Lirası olarak belirlenmiştir; bu artış, fevkaladedir.
Hükümetimizi tebrik ediyorum; lakin, Diyanet İşleri
Başkanlığının bu bütçesi yeterli değildir; zira,
bu paranın yüzde 97,6'sı, yani, 47 trilyonun 46 trilyonu personel
giderlerine ayrılmıştır. Geriye kalan toplam 1 trilyon
civarında bir para ise, diğer cari harcamalar, yatırım harcamaları
ve transfer harcamaları içindir. Bu sebeple, Diyanetten beklediğimiz
çok mühim vazifelerin ifası için, bir miktar ilave gerekmektedir.
Hükümetimizin, bu gerçeği gözardı etmeyeceğini umuyoruz.
Muhterem Başkan, değerli milletvekilleri;
Diyanet İşleri Başkanlığı, genel idare içerisinde
yerini almış anayasal bir kurumdur. Burada çalışan
görevliler memurdur; ancak, Sayıştayın ve Yargıtayın
bir kararına göre bu arkadaşlarımız memur
sayılmamaktadırlar ve Memurin Muhakematı Kanunu kapsamında
görülmemektedirler. Gerçi, bu hususta Hükümetimizin
hazırladığı ve Bakanlar Kurulunun imzasından geçen,
bütçeden hemen sonra Genel Kurula gelecek olan bir çalışmanın
olduğunu biliyoruz. Bunu bildiğimiz için, bunun bir an önce
çıkması için, bunun önemine buradan işaret ediyoruz.
Muhterem Başkan, değerli milletvekilleri;
sonuç olarak, bu bütçenin hayırlı olmasını diliyorum. Tüm
Diyanet camiamızın da üstün gayretlerini her zaman bekliyor, Yüce
Milletimize ve Yüce Heyetinize tekrar saygılarsunuyorum. (RP
sıralarından alkışlar)
Sizden de özür dilerim Sayın Başkan.
BAŞKAN – Estağfurullah.
RP Grubu adına Sayın Ateş; buyurun
Sayın Ateş, Grubunuza ait kalan süre 8 dakikadır.
RP GRUBU ADINA MUSTAFA KEMAL ATEŞ (Kilis) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Meteoroloji
İşleri Genel Müdürlüğü bütçesi hakkında Refah Partisi
Grubunun görüşlerini aktarmak üzere söz almış bulunuyorum; bu
vesileyle Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Devlet Meteoroloji İşleri Genel
Müdürlüğü 10 Şubat 1937 gün ve 3127 sayılı Kanunla
kurulmuş, daha sonra 8 Ocak 1986 gün ve 3254 sayılı Kanunla
teşkilat ve görevleri yeniden düzenlenmiştir. 1937 yılında
genç cumhuriyetimizin bir kurumu olarak günün mütevazı şartları
içinde kurulan Başbakanlık Devlet Meteoroloji İşleri Genel
Müdürlüğü, o günden bu günlere, hemen her dönemde kendisini yenilemesini
bilmiş, kuruluş kanunuyla verilen ulusal ve uluslararası
görevleri yerine getirebilmek için, bilim ve teknolojiyi takip etmiş ve
kendine tanınan imkânlar ölçüsünde bünyesine uygulamış
değerli bir kamu kuruluşumuzdur.
Bu Genel Müdürlük, devlet hizmetlerinde yüklendiği
görevleri dikkatle ve hassasiyetle yerine getirmeye gayret eden,
sağladığı meteorolojik destekle yurt savunmasında
olduğu kadar, millî ekonomimize de katkıda bulunan teknik bir
kuruluşumuzdur.
Merkez Teşkilatı 5 daire
başkanlığından meydana gelmiştir, bunlar; Hava
Tahminler Dairesi Başkanlığı, Ziraî Meteoroloji, İklim
ve Rasatlar Dairesi Başkanlığı, Araştırma, Bilgi
İşlem Dairesi Başkanlığı, İdarî Malî
İşler Dairesi Başkanlığı, Personel Dairesi
Başkanlığıyla, Hukuk Müşavirliği Dairesi
Başkanlığıyla, Hukuk Müşavirliği ve Teftiş
Kurulu Başkanlığından oluşur.
Ayrıca, Genel Müdürlüğün orta seviyede teknik
eleman ihtiyacını karşılayan 4 yıl süreli Anadolu
Meteoroloji Teknik Lisesi Müdürlüğü de doğrudan merkez birimi olarak
hizmet görmektedir.
Taşra teşkilatı, 20 bölge
müdürlüğüyle, bunlara bağlı, yurdun her köşesine
yayılmış meydan, sinoptik, deniz, radyasyon, klimatoloji ve
yağış olmak üzere, çeşitli tip ve büyüklükte, bine
yakın istasyondan oluşmuştur.
Genel Müdürlük, bu geniş istasyon şebekesi ve
3 428 personeliyle, gece gündüz, cumartesi, pazar ve bayramları kesintisiz
24 saat hizmet vermektedir.
Devlet Meteoroloji İşleri Genel
Müdürlüğü, kurulduğu günden bugüne kadar, ulaştırma,
tarım, ormancılık, enerji, turizm, doğal afetler,
şehircilik, adalet, sağlık gibi sektörlerde verdiği temel
hizmetlerle, yurt ekonomisine, Silahlı Kuvvetlerimize barışta ve
savaşta sağladığı destekle de, hem yurt
savunmasına hem de millî ekonomimize çok büyük faydalar sağlamaktadır.
Özellikle, son yıllarda, bilim ve teknolojide görülen
olağanüstü gelişmeler, doğal olarak meteoroloji bilimini de
etkilemiş, bugün, modern, haberleşme ve gözlem sistemleriyle yapay
uydular ve süper bilgisayarın devreye girmesi, meteorolojik hizmetlerin
kapsamını ve boyutlarını genişletmiştir.
Artık, bugün, bilinen ve belirli sektörlerle ilgisi olan
sınırlı, klasik meteorolojik çalışmalar ve hizmetlerin
yanında, diğer bilim dallarıyla ilgili iklim
değişikliği, doğal afetler gibi, insanlığın
geleceğiyle ilgili konular üzerinde de detaylı çalışmalar
yapılması zorunlu olmuştur ve bu da yapılmaktadır.
Meteoroloji Genel Müdürlüğü, bu yönden oldukça şanslı
sayılabilecek konumda ve durumdadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Genel Müdürlüğümüz, yurtiçinde ve yurtdışında
değişik dalda yetişmiş ve değişik sektörlere
hizmet üretebilecek personel yapısına sahiptir; bu durum, bugünkü
başarısında çok büyük etken olmuştur. Ancak, hemen hemen
bütün sektörlere, hayati önemi haiz hizmetler veren Genel Müdürlüğün,
gelişen teknoloji ve bununla beraber artan isteklerin
karşılanması için alet ve cihaz olarak modernizasyonuna ve bunu
kullanabilecek ve değerlendirebilecek elemanın yetişmesi için de
eğitime, ara vermeden devam etmesi gerekmektedir.
BAŞKAN – Sayın Ateş, 1 dakika
süreniz kaldı.
MUSTAFA KEMAL ATEŞ (Devamla) – Teşekkür
ederim. Müsaadenizle, himayenize sığınıyorum.
Muhterem Başkan, değerli milletvekilleri; söz
buraya gelmişken, şu önemli görüşümü de, hususu da bilgilerinize
arz etmeden geçmek istemiyorum. 1962 yılından beri, eğitim veren
Anadolu Meteoroloji Meslek Lisesi, Genel Müdürlüğün en önemli ana eleman
kaynağıdır. Mezunları, yurdun her köşesine, lisan
bilen birer personel olarak giderek, derhal hizmet eğitimine
başlamaya, bildikleri gibi hizmet vermeye devam etmektedirler. Diğer
elemanları da, yüksek tahsilde, Genel Müdürlüğümüzün ihtiyacı
olduğu branşlarda eğitim görmektedirler. Nitekim, özellikle, bu okul mezunları,
meteoroloji eğitimi üzerine, bilgisayar ve programlama ağırlıklı
yükseköğrenim görmektedir.
Hal böyleyken, 1995 yılı geçiş
programı icra planıyla, kurumlarda burslu ve yatılı olarak
mecburî hizmet karşılığı öğrenci okutma
işlemine son verilmiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Ateş, Genel Kurulun
müsaadesi tamamlandı, benim himayem en çok bir dakikayla sınırlı;
buyurun.
MUSTAFA KEMAL ATEŞ (Devamla) – Müsaadenizle bir
teşekkür edeyim.
Meteoroloji Genel Müdürlüğümüzün 1997
yılı bütçesinin Yüce Meclisimize ve milletimize hayırlı
uğurlu olmasını diliyor, Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. (RP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın
Ateş.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Sayın
Ali Şahin; buyurun efendim. (CHP sıralarından
alkışlar)
Sayın Şahin, galiba süreyi iki sözcü
eşit paylaşıyorsunuz?
ALİ ŞAHİN (Kahramanmaraş) – Evet,
efendim.
BAŞKAN – Süreniz 20 dakikadır.
CHP GRUBU ADINA ALİ ŞAHİN
(Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Diyanet İşleri
Başkanlığı ve Vakıflar Genel Müdürlüğü bütçeleri
hakkında görüşlerimizi sunmak üzere huzurunuza gelmiş
bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Kurulu saygıyla selamlarım.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Vakıflar Genel Müdürlüğü 3 Mart 1924 tarihinde 424 sayılı
Yasayla kurulmuştur; 227 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle
hizmetlerini sürdürmektedir. Yine 13 Nisan 1954 tarihinde kurulan Vakıflar
Bankasının sermayesinin yüzde 75'ini, Vakıflar Genel
Müdürlüğü karşılamaktadır. 1967 yılında Medenî
Kanunda değişiklik yapan 903 sayılı Yasayla yeni
vakıfların kurulmasına izin verilmiştir.
Vakıflar Genel Müdürlüğünün görevleri;
vakıf mallarını verimli ve hizmete yönelik olarak işletmek,
eski eser ve yapıları korumak ve onarmak, mülhak vakıfların
denetim hizmetleri ve yönetimleriyle boşalan vakıf mallarının
idare ve teslimini gerçekleştirmek, vakfiyelerde yazılı sosyal,
kültürel ve ekonomik hizmetleri yerine getirmek, yeni kurulan
vakıfların tescil işlemleriyle denetimlerini yapmaktır.
Ayrıca, vakıflar, kişilerin, sahip olduğu imkânların,
kendi istek ve iradeleriyle kamunun hizmetine sunulmasına öncülük eden,
sosyal, kültürel, hukukî kurumlardır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
vakıf anlayışının temelinde, insan sevgisi
vardır, ülke sevgisi vardır, doğa sevgisi vardır. Her
karış toprağı tarihin kültür hazineleriyle dolu olan
ülkemizde bulunan bu tarihî eserlerin büyük bir çoğunluğunu elinde
bulunduran Vakıflar Genel Müdürlüğünün görev ve sorumluluğu
oldukça büyüktür.
Tarihimize baktığımızda,
vakıfların, toplum yaşamında ne kadar önemli olduğunu
görmekteyiz. Vakıflar, geçmişte, gelir dağılımı
dengesizliklerinin giderilmesi ve sosyal adaletin sağlanmasında
oldukça önemli yer almıştır; hayır işlerinin ve
toplumsal dayanışmanın gerçekleştirildiği,
atalarımızın kültürlerini yansıtan, binlerce kültürel
varlığı bize ulaştıran önemli bir kurum olmuştur.
Bugünkü haliyle vakıfların durumuna
baktığımızda, içler acısı ve üzüntü verici bir
manzarayla karşı karşıyayız. Atalarımızdan
bugüne kadar ulaşabilmiş binlerce tarihî eserin,
bakımsızlıktan, kırılıp, dökülüp yok
olduğunu görmekteyiz. Oysa, bilmeliyiz ki, yıkılan, yok olan
sadece bir tarihî eser değildir; yıkılan ve yok olan,
tarihimizin kendisidir, kültürümüzdür.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Türk - İslâm vakıf anlayışı, yalnız Türk -
İslâm eserlerinin değil, Hıristiyanların, Musevîlerin ve
diğer dinlerin vakıf eserlerinin de korunmasını esas almaktadır.
Anadolu kültürü, asırlardır Anadolu'da yaşamış onca
uygarlığın bir kültür mozayiğidir. Bu kültür
mozayiğindeki her renge ve her taşa sahip çıkmak, tarihimize,
kültürümüze ve doğamıza sahip çıkmak anlamındadır.
Vakıfların bugünkü yapılanması ve
yönetim anlayışıyla, yüzlerce yıldan günümüze ulaşan
tarihî eserlerimizi ve kültürümüzü yeterince korumak, yaşatmak mümkün
değildir. Vakıflara ait sorunlar, siyasal sorumluluktan uzak
iktidarlarca, yıllarca, âdeta unutulup, terk edilerek günümüze
taşınmıştır. Batak şirket kurtaran siyasî
iktidarlar, yaşadığı topraklarda, yüzyıllardan
günümüze ulaşabilmiş tarihî ve kültürel değerlerimizin
kurtarılması ve yaşatılması konusunda duyarsız
kalmışlardır. Böylesine sorumsuzluk örneği gösteren
iktidarların, günümüze taşıdığı onlarca sorunun
bir çırpıda çözümlenmesini beklemek, elbette insafsızlık
olacaktır. Uzun dönemde, vakıfların yapılanması ve
yönetilme biçimi gözden geçirilmeli, kısa dönemde ise, sorunların
çözümünü sağlayacak önlemler alınmalı ve
uygulanmalıdır.
Vakıflar Genel Müdürlüğü, ülkemizin dört bir
yanını dolduran yüzlerce tarihsel ve kültürel varlıkların
dünü ve bugünüyle ilgili düzenli bir bilgi arşivine sahip
olmalıdır. Bugün, birçok tarihî yapı ve kültürel
varlıklarımızın durumu hakkında Vakıflar Genel
Müdürlüğünün bilgisi yoktur. Bu yapılar, âdeta kendi kaderlerine terk
edilmiştir.
Vakıflarla ilgili bir başka sorun ise,
personel sorunudur. Vakıflarda görev alacak personelin, konusunda uzman
olması temel bir zorunluluktur. Tarih bilgisinden, kültür ve doğa
bilincinden yoksun yüzlerce personel, bugün, vakıfların kadrosunu
âdeta işgal etmektedir. Yetenek ve dürüstlüğü
tartışılan yöneticiler, vakıftan elini çekmelidir.
Vakıflarla ilgili bir başka sorun ise,
vakıf malların yönetim ve işletim biçimidir. Vakıf
malları, âdeta "vakıf malları deniz yemeyen domuz"
anlayışıyla çarçur olmakta, yağma edilmektedir. (CHP, RP ve
DSP sıralarından alkışlar) Vakıflara ait yüzlerce
gayrimenkul yok pahasına kiradadır. Yine, vakıfa ait bir sürü
arsa yasadışı biçimde işgal altındadır.
Vakıf mallarının günümüz ekonomik koşullarına uygun
olarak işletilerek, vakıfların zarara uğramasını
önlemek gerekir. Vakıflar Genel Müdürlüğünün faaliyetleri
arasında yer alan yoksul ve kimsesiz çocuklarımızın
eğitiminin sağlanması amacıyla ücretsiz kalacak yer ve
beslenme hizmetlerini yerine getiren vakıflara ait bazı
yurtların amaç dışı kullanıldığı
görülmektedir. Bu yurtların acil olarak gerçek amaçlarına
döndürülmesi gerekmektedir. (CHP ve RP sıralarından
alkışlar) Yeni açılacak yurtlar ise, ülkemizin içinde
yaşadığı sosyal, siyasal ve kültürel koşullar göz
önüne alınarak yapılmalıdır. Devletin, tüm öğrenci
yurtlarında olduğu gibi, vakıf yurtlarının da
denetiminin ciddî şekilde yapılması gerekmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
vakıfları yönetirken bir şeyi kesinlikle
unutmamalıyız: Tarihi korumak, tarihi yazmak kadar önemlidir.
Vakıflar Genel Müdürlüğü bütçesinin ülkemize,
halkımıza, vakıflara hayırlı olmasını diler;
hepinize saygılar sunarken... (RP sıralarından "devam
et" sesleri, alkışlar) Diyanet İşleri bütçesine
geçiyorum.
Başkanım müsaade ediyor musunuz?
BAŞKAN – Buyurun süreniz var.
ALİ ŞAHİN (Devamla) – Değerli
arkadaşlarım, cumhuriyetle birlikte Kurtuluş Savaşı
sonunda, yaklaşık 600 yıl din ve örfî esaslarla yönetilen
monarşik bir devlet modelinden, halk egemenliğine dayalı
cumhuriyete, ümmet anlayışından millet anlayışına
geçilmiş ve bu oluşum, Türklerin, tüm tarihinde, toplumsal, siyasal,
ekonomik ve kültürel alanda gerçekleştirilen en büyük reform
olmuştur. Yeni oluşumla Türkiye Cumhuriyeti idarî
yapılanmasından ekonomiye, hukuk yapısından eğitime ve
kültüre değin bütün çağdaş ihtiyaçlarını yaratacak bir
iç dinamiğe sahip olmak durumunda kalmıştır. Osmanlı
Devletinde toplumsal nizamı ve ilişkileri düzenleyen hukuk
sisteminin, dinsel kurallar üzerine kurulmuş olması, koca
imparatorluğu yıkılmaktan kurtaramamış; bu tür
uygulamadan, devlet zarar gördüğü gibi, dinimiz de zarar görmüştür.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; geçmişte ve günümüzde yaşayan teokratik
devlet anlayışıyla yönetilenler göz önüne
alındığında ve cumhuriyetimizin ilk yıllarından
zamanımıza kadar geçen süreç değerlendirildiğinde,
toplumumuzu teokrasinin tekelinden çıkarıp, dinimizi de asıl
yeri olan vicdan ve gönüllere teslim ederek, insan ile yaratıcı
arasında kutsal ve aracısız bir inanç bağı haline
dönüştürürerek, dini istismar vasıtası olmaktan çıkarmaya
çalışan cumhuriyetimiz kurucularının ve bu kararı alan
o dönem Meclisinin görüşlerinin ne kadar isabetli olduğunu görmemek
mümkün değildir. (CHP ve DSP sıralarından alkışlar)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
dinler, insanların yaratıldığı günden beri
vardır; hukuk, ahlak gibi toplum kurallarından biridir. Dinler,
insanlığı ve toplumu, daha iyiye, daha güzele ve daha
doğruya ulaştırmaya çalışan ilahî ve kutsal
kaynaklardır. İnsanlığın son dini İslam, son
peygamberi Hazreti Muhammed, son kitabı Kur'an-ı Kerim'dir.
İslam Dini, kendisinden önce gelen ilahî mesajları tamamlayan,
insanları doğruya, iyiye yönelten, bilimden, haktan yana,
akılcı, uygar ve çağdaş olmaya açık bir dindir.
Akılcılığı sayesindedir ki, feza çağında dahi
fertlerin ruhî gereksinimine cevap veren manevî bir cihazlanmadır.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar;
bütün İslam dünyası içinde akıl, bilim ve aydınlanma yoluna
tam olarak girebilmiş, çağın gerçeklerine uyarak hukuk
düzeninde, eğitimde devleti laikleştirmek cesaret ve basiretini
gösterebilmiş tek ülke Türkiye olmuştur. (CHP sıralarından
alkışlar) Laiklik, Türkiye Cumhuriyetinde bir Anayasa ilkesidir.
Herkesin dilediği yöne çekebileceği bir deyim olmaktan, bir siyasî slogan olmaktan öteye,
sınırları ve içeriği açıkça belirlenmiş bir hukuk
kavramıdır.
Anayasamıza göre laiklik, Türkiye Cumhuriyetinin
temel ve vazgeçilmez niteliklerinden biridir. Laiklik, aynı zamanda, Türk
Milletinin çağdaşlaşma temel taşıdır. Laiklik,
bilimsel ve doğru şekilde anlaşılınca, görülür ki, o,
din, vicdan ve ibadet hürriyetinin de güvencesidir. Halbuki, laik devlette din,
kişisel bir vicdan sorunudur. Devletin resmî bir dini olmaması sonucu
olarak, Anayasamız şu açık hükme yer vermiştir: "Kimse,
dinî ibadete, dinî ayin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini
açıklamaya zorlanamaz; dinî inanç ve kanaatinden dolayı
kınanamaz, suçlanamaz." 1961 Anayasasının 19 uncu maddesi,
1982 Anayasasının 24 üncü maddesi bu hükme aynen yer vermiştir.
Keza, Anayasamızın 42 inci maddesinde "eğitim ve
öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkılapları doğrultusunda
çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, Devletin gözetim ve
denetimi altında yapılır. Bu esaslara aykırı eğitim
ve öğretim yeri açılamaz" hükmü yer almıştır.
Laik devletten, laik hukuktan, çağdaş
eğitimden uzaklaşmanın nasıl bir felaket
olacağını görmeliyiz. Bunu anlamak için çevremizde olup
bitenlere bakmamız yeter.
Teokratik bir dikta rejiminin,
çağdışı bağnazlığın, eline
geçirdiği ülkeyi nasıl karanlığa sürüklediği gözler
önündedir. Laiklik ve çağdaşlaşmaya düşman, teokratik bir
dikta rejiminin, yalnız uygulandığı ülkeye değil,
İslamiyete de ne kadar zarar verdiğini görmemek için kör olmak
gerekir. (CHP sıralarından alkışlar)
Laiklik, din düşmanlığı demek
olmadığına göre, bu konuda din ile devlet işlerinin
ayrılması, dinî inançlara baskı yapılmaması;
devletinin kanunlarının, dinî kurallara göre değil, aklın,
toplumun ihtiyaçları doğrultusunda yapmaya önem verilmesi gibi kurallar
açısından yaklaşmak doğru olur.
Laik bir devlette din özgürlüğü vardır. Bu,
devletin ne din kurallarına aykırı ne de o kurallara
bağlı olmadığı anlamına gelir. Laik devlet,
komünist ülkelerde olduğu gibi, resmen ateist olan bir devlet
değildir. O yalnız din karşısında
tarafsızdır. Dinî inanç işini ferdin vicdanına
bırakmıştır. Buna rağmen birtakım dinî
akımlar, "İslam, şeriat demektir; halkın ezici
çoğunlğu Müslümandır. Bu nedenle, devlet düzenini İslamî
esaslara uydurmak şarttır" demeye ve bu şartın yerine
getirilmesinde de kendilerinde yetki görmeye başlamışlardır.
Anayasamızın son maddelerinde, devlet kurumlarının din
kurallarına göre düzenlenmesinin yasak olduğu açıkça
gösterilmiş, Atatürk inkılaplarının temelini oluşturan
bazı kanunların değiştirilemeyeceği
vurgulanmıştır. Diyanet işleri, din dersleri gibi konuların
Anayasada geçmiş olmasını, bazıları, laiklik aleyhine
bir koz olarak kullanmaya çalışmaktadır. Aslında, Türk
halkının büyük çoğunluğu Müslümandır. Devlet,
halkın bu dinî ihtiyaçlarını da bir kamu hizmeti olarak
üstlenmiş, Anayasada yer alan bu görevin titizlikle yerine getirilmesi
için Diyanet teşkilatını kurmuş ve görev vermiştir.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; nüfusumuzun büyük bir çoğunluğu
Müslümandır. Müslümanlar arasında da farklı mezhepler mevcuttur.
Aynı hedefe yönelik olarak farklı yöntemlerle ibadet eden, ama
aynı inancı paylaşan yurttaşlarımızın
varlığı, Diyanet İşleri
Başkanlığımızın onlara bakış ve
icraatlarında farklılık yaratma nedeni olmamalıdır.
Dinî ve çağdaş bilgilerle donatılmış, hoşgörülü,
birleştirici, din ve dünya işlerinin
farklılıklarını müdrik, demokrasi ve laikliğin
erdemine inanan din adamlarının yetiştirilmesine katkı
sağlanmalıdır. Her alanda olduğu gibi, iyi
yetişmiş din adamlarına ihtiyacımız vardır; ancak
onların yardımıyla toplumda birlik, beraberlik ve
kardeşliği kurabiliriz.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte, 3 Mart 1924
tarih ve 429 sayılı Yasayla din işlerine ilişkin yürütme
yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisine ve onun oluşturduğu hükümete
bırakılmıştır. İslam dininin inanç ve ibadete
ilişkin işlerinin yürütülmesi için Cumhuriyetin Başkentinde bir
Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur.
Diyanet İşleri Başkanlığının bütçesi
başvekâlet bütçesi içinde yerini almış, ülkemizdeki bütün cami,
mescit, vaiz, müezzin ve öteki görevlilerin atanma ve görevden
alınmaları Diyanet İşleri Başkanlığına
bırakılmıştır. 1961 Anayasasının 154 üncü
maddesi, Diyanet İşleri Başkanlığını bir
Anayasa kurumu olarak düzenlemiş, genel idare içinde yer vermiş,
Kurumun özel kanunda gösterilen görevleri yerine getirmesini öngörmüştür.
Anayasa doğrultusunda, 22.6.1965 tarihli ve 633 sayılı Diyanet
İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri
Hakkında Kanunla, Başkanlık, yeni bir düzenlemeye kavuşturulmuştur.
1982 Anayasasının 136 ncı maddesiyle, Diyanet İşleri
Başkanlığının, laiklik doğrultusunda bütün siyasî
görüşlerin ve düşüncelerin dışında kalarak, milletçe
dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanunda gösterilen
görevleri yerine getirmesi sağlanmıştır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
Diyanet İşleri Başkanlığı, her türlü politika ve
ticarî faaliyetlerden uzak kaldığı dönemlerde vazifesini
gereği gibi yapmış, toplumda birlik ve beraberliği
sağlamış, halkımızı dinî bilgiler
bakımından aydınlatarak her türlü sapık dinî
akımların yayılmasını önlemiş ve inançların
sömürülmesine engel olmuştur. O dönemlerde, tarikatçılık,
gericilik ve yobazlık etkisiz kalmış; Diyanet İşleri
Başkanlığı büyük bir saygınlığa
kavuşmuştur. Yine, bu Yasayla tayin ve terfiler objektif esaslara
bağlanmış; hatta, bir bilim kurumu haline gelen Din
İşleri Yüksek Kurulu sayesinde halkımız, İslam dini
bakımından aydınlatılmış, dinî
yayınların kalitesinde yükselme sağlanmış, din
görevlilerimizin şevkle çalışmalarına ve
halkımıza üstün hizmet vermelerine yardım edilmiştir.
Ancak, 633 sayılı Kanun, 1976
yılında, 1982 sayılı Kanunla değişikliğe
uğramış ve bu değişiklik daha sonra Anayasa
Mahkemesince 1979 yılında iptal edilmiş ve 1979
yılından bu yana Anayasanın bir yıl içinde yeni kanun
çıkarılmasına yönelik amir hükmüne rağmen, Diyanet
İşleri Başkanlığı Teşkilat Kanunu
çıkarılamamıştır.
Halkımızın dinî bakımdan
bağlı bulunduğu ve bir Anayasa kurumu olan Diyanet
İşleri Başkanlığının, yeterli teşkilat
kanunu olmadan, yıllarca, Anayasanın 124'üncü maddesine
aykırı olarak çıkarılan yönetmeliklerle ve genelgelerle
yönetilmesi Meclisimiz için bir ayıptır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
İslam dini, kadın hakları bakımından da devrim
yapmış bir dindir. İslamiyetten önce, kadın, bir nevi
köleydi. İslam dinî, kadının statüsünü eskisiyle kıyaslanmayacak
ölçüde yükseltmiştir; fakat, Batı'da özellikle Fransız
İhtilalinin etkisiyle eşitlik fikri her anlamda büyük mesafe
aldığı halde, maalesef, İslam ülkelerinde bu evrim
olmamıştır.
Kadın, miras, evlilik, şahitlik, meslek
seçimi, velayet hakkı gibi alanlarda erkeklerle aynı haklara sahip
kılınmamış; Büyük Atatürk'ün kurduğu çağdaş
cumhuriyet içinde uygulanan modern yasalarla kadınlarımıza
miras, evlilik, şahitlik, meslek seçimi gibi eşit hak
verilmiştir.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; Diyanet İşleri
Başkanlığımızın yaptığı bazı
konulara değinmek istiyorum: 633 sayılı Yasaya dayalı
olarak 1971 yılında çıkarılan Din Şûrası
Tüzüğüne göre her beş yılda bir toplanması öngörülen Din
Şûrası ilk defa Kasım 1993'te toplanmış, istişarî
mahiyette bazı yapıcı kararlar almıştır.
Yine, Türk Cumhuriyetleri, Balkan ve Kafkas ülkeleri
Türk ve Müslüman toplulukları arasında din hizmetleri konusunda
istişarede bulunmak üzere, Temmuz 1995'te Birinci Avrasya İslam
Şûrası, Diyanet İşleri
Başkanlığımızın organizesi altında
toplanmıştır. Bunlar için, Diyanet İşleri
Başkanlığımızı kutluyor, teşekkür ediyorum.
Bunun dışında, Diyanet İşler
Başkanlığımıza düşen ciddî görevler vardır.
Kutsal dinimizi, çeşitli kişi ve kuruluşların kendi
kişisel ve siyasal çıkarları için kullanmalarına engel
olmak, milletçe dayanışmayı, bütünleşmeyi amaç edinerek,
her türlü siyasî görüş ve düşünceler dışında kalarak,
dinimizin birlik ve yardımlaşma gibi ilkelerini halkımıza
benimsetmek, İslam'ın güzel ahlaka dayalı, kardeşlik,
sevgi, saygı, hoşgörü gibi ilkelerini halkımıza yaymak ve
yaygınlaştırmak için dikkat ve hassasiyet göstermesi
gerekmektedir.
BAŞKAN – Sayın Şahin, 3 dakikanız
var.
ALİ ŞAHİN (Devamla) – Sayın
arkadaşlarım, burada bir konuya değinmek, seçim
sırasında gördüklerimi kısaca anlatmak istiyorum.
ABDULKADİR ÖNCEL (Şanlıurfa) –
Vakıflar Bütçesi görüşülüyor, Vakıflar_
ALİ ŞAHİN (Devamla) – Köylerimizde,
şehirlerimizde bazı din adamlarını siyasete sokma
çabaları vardı, bunu esefle görüyoruz. Camilerde bir partinin lehine,
örneğin Refah Partisinin lehine, vaazlar veriliyor, bazı
imamlarımız, Refah Partisi aracıyla köy köy geziyor, oy
topluyor...
ÖMER NAİMİ BARIM (Elazığ) – Ne
alakası var?!.
ALİ ŞAHİN (Devamla) – Lütfen_ Bu, bizim
için ciddî bir sorundur.
İmamın karşısında her partinin adamı
vardır, Müslümanım diyen herkes vardır. Din adamlarına
karşı bizi saygısızlık yapmaya lütfen
zorlamasınlar; onları seviyoruz, dini seviyoruz,
hocalarımızı seviyoruz; ama, bir partinin arabasına
binerek, gece evinde, gündüz camide propaganda yapması son derece
yanlıştır. (CHP sıralarından "Bravo"
sesleri, alkışlar)
Birkaç gün önce burada
konuşan Refahlı bir arkadaşımız, Anayasa Mahkemesi
Başkanını eleştirdi.
AHMET DOĞAN (Adıyaman) – Doğrudur...
ALİ ŞAHİN (Devamla) – Doğru
değil. Anayasa Mahkemesi Başkanını eleştirenler,
Anayasa Mahkemesi Başkanının kişiliğini değil,
fikirlerini eleştirmiştir; bu yanlıştır. Anayasa
Mahkemesi Başkanı ve hâkimleri, mümtaz yargıçlardır. Onlar,
verecekleri her kararı, Anayasa, kanun, dosya, vicdan hükümlerine göre
verirler; bundan rahatsız olmaya gerek yoktur. Burada konuşamayacak
insanı, büyük bir müessesenin başkanını, yargının
en yüksek hâkimini, eğitimin en yüksek başkanını (YÖK
Başkanını) burada eleştirmek yanlıştır. Bu,
memlekete bir şey getirmez...
MEMDUH BÜYÜKKILIÇ (Kayseri) – Bizim öyle bir
kaygımız yok.
ALİ ŞAHİN (Devamla) – Az önce söyledim,
din adamlarını politikanın içine sokmayı içinize
sindiriyorsunuz, Yargıtay Başkanının, Anayasa Mahkemesi
Başkanının, Atatürk ilke ve inkılaplarına sahip
çıkmasını yadırgıyorsunuz. (CHP sıralarından
alkışlar) Karşı çıktığınız, Yekta
Güngör Özden değil; karşı çıktığınız
Atatürk ilke ve inkılaplarıdır. Yasalarımız, Atatürk
ilke ve inkılaplarını korumak için hepimize görev
vermiştir; onu yapıyor...
RIZA ULUCAK (Ankara) – O zaman, istifa etsin; partinize
alın!..
FATİH ATAY (Aydın) – İmamlar da istifa
etsin!..
ALİ ŞAHİN (Devamla) – Onların
hâkimliğinden endişe etmeyin; onlara güvenin.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen
sükûnetle dinleyelim.
MİKAİL KORKMAZ (Kırıkkale) –
Başta ne güzel konuşuyordun...
ALİ ŞAHİN (Devamla) –
Hesabınıza geldiği gibi algılamayın.
BAŞKAN – Sayın Şahin, süreniz bitiyor;
lütfen...
ALİ ŞAHİN (Devamla) – Sayın
Başkan, Diyanet İşleri
Başkanlığımızın hac organizasyonu konusunda da
çok ciddî çalışmaları vardır; bunlardan dolayı
kutluyorum, bunları takdir ediyorum; hacılarımızın her
türlü destek görmesi için, hacılarımıza her türlü
yardımı yapması için, gerek Mekke'de gerek Medine'de,
onların müracaatları, vizesi, yer sorunu...
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Şahin, bundan sonra
konuşacaksanız, arkadaşınızın süresinden
alacağım.
ALİ ŞAHİN (Devamla) – Bitiriyorum
Sayın Başkanım.
AHMET KÜÇÜK (Çanakkale) – Sayın Başkan, 1
dakika daha verin.
ALİ ŞAHİN (Devamla) – Bunların
hepsine elden gelen yardımı yapıyorlar; onları kutluyorum.
Bu hac organizasyonunun tek elden, yani, Diyanet İşleri
Başkanlığımız tarafından yürütülmesinde yarar
görüyorum. Yani, hacılarımızın sırtından, binbir
güçlükle Kâbe'yi ziyarete giden hacılarımızın
sırtından kimsenin para kazanmasına imkân verilmemelidir.
Eğer, ödenen parada fazlalık varsa, hacıların hac
parasında indirim yapılmalıdır; herkese gitme hakkı
tanınmalıdır; üstelik, hiç gitmeyene öncelik verilmelidir; dönüp
dönüp gidenler durdurulmalıdır. (CHP sıralarından
alkışlar)
Bu nedenle, Diyanet İşleri
Başkanlığı bütçesinin, Diyanet İşleri
mensuplarına, ülkemize, din adamlarımıza hayırlı
olmasını diliyor; hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın
Şahin.
Sayın Ahmet Küçük; buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar)
Sayın Küçük, süreniz 19 dakika kaldı.
AHMET KÜÇÜK (Çanakkale) – Yani, Sayın Başkan,
biraz haksızlık olmuyor mu; dün, 2 dakikaya kadar eksüre verdi
Başkan?!.
BAŞKAN – Siz, beni, benimle yargılayın
lütfen Sayın Küçük.
CHP GRUBU ADINA AHMET KÜÇÜK (Çanakkale) – Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü ve
Meteoroloji Genel Müdürlüğü bütçeleri hakkında, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına, görüşlerimi sizlere sunmadan önce, Yüce
Meclisimizi ve televizyonları başında bizi izleyen
halkımızı, saygıyla selamlıyorum.
Tapu kadastro çalışmaları,
toprağın üzerinde meydana getirdiğimiz tüm uygarlık
ürünlerinin altyapısını oluşturur.
Yaşamımızı kolaylaştıran yol, su, elektrik,
baraj, inşaat ve kentleşmeyle ilgili tüm yatırımların
önceki çalışmaları kadastrol çalışmalardır. Bütün
bu uygarlık ürünlerinin projelendirilmesinde, öncellikle, topografik yapının
kadastrol bilgilerine ihtiyaç vardır.
Kadastro çalışmaları, arazinin soyisim
çalışmaları gibidir. Kadastro, toprağın doğru
tarifinin ve anlaşılabilmesinin temel ihtiyacıdır.
Atalarımız, yıllarca, her dereye, tepeye, vadiye bir isim
vermişler, bize, bu vatanı, canları pahasına yurt
etmişler; ama, biz, 73 yıldır, hâlâ, coğrafyamızı
bilimsel bir şekilde isimlendiremedik, poligon ve nirengi
taşlarını dikemedik, halkımızı, çağdaş
mülkiyetin sahibi yapamadık. Bizler, genel olarak, göçebe toplum
biliniriz. Bundan mıdır, bilmem; ama, Anadolu
coğrafyasının kadastrosunu bitirememiş olmanın
ayıbı, hepimize yeter diye düşünüyorum. Hâlâ, yurdumuzun yüzde
25'inin kadastrosu yok; çalışması biten alanların tapu
kayıtlarını, parsel, köşe koordinatlarını bilgisayarlara
işleyemedik. Bugüne kadar başarabildiklerimiz de, Tapu Kadastro dairelerinde
çalışan emekçilerimizin mesailerini zorlayarak yaptıkları
çalışmalar sonucudur. Kendilerine, halkımız adına
teşekkürü bir borç biliyorum.
Kadastro çalışmalarının bitmemesi
demek, kavgalı, huzursuz bir toplum demektir. Böyle alanlarda
yaşamını sürdürmek zorunda kalan insanlar, birbirleriyle kavga
eder, devletle, davacı, davalı olur, kendisini, etrafını
mutsuz ve huzursuz eder; çünkü, mülkiyet, bizim halkımız için çok
önemlidir. Mülkiyetin güvencesi, poligon taşları ve köşe
koordinatlarıdır. Bunları yerleştiremezseniz, ülkeye huzuru
da yerleştiremezsiniz. İşte bu nedenle, bugün, halk, birbiriyle
mahkemeli, ormanla davalı, vakıflarla
tartışmalıdır.
Kadastrosuzluk, aynı zamanda sosyal bir
yaradır; kendi kendisiyle ve devletiyle barışık olmayan bir
toplum demektir. Mahkemelerimizde, hâkimlerimizin hemen arkasında
"Adalet mülkün temelidir" yazıyor. Adalet mülkün temelidir,
doğrudur; ama, mülkün güvencesi, tapu ve onun
sınırlarıdır. Siz, sınırları çizemez,
köşeleri tarif edemezseniz, halkımız, mahkemelerde,
yargıçların arkasındaki "Adalet mülkün temelidir"
yazısını çok okumak zorunda kalır. Unutmayalım, tapu
kadastro hizmetleri, mülkiyetin en önemli güvencesidir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
biz, hem ülkemizin kadastrosunu tamamlamak hem de bu çalışmaları
süratle yenilemek ve modernleştirmek zorundayız. Kadastro
çalışmaları, yaşayan hizmetlerdir. Yaşayan bir
varlık, yaşamı süresince nasıl şekil
değiştiriyorsa, tapu da, hep şekil değiştirir.
İşte bu değişikliklerin her ânının
fotoğrafının çekilmesi, tespitinin yapılması gerekir.
Küçük bir hata, yeniden kavga, yeniden huzursuzluk ve güvensizlik yaratabilir.
Demek ki tapu kayıtlarımızı, hem tamamlamak hem de süratli
ve doğru olarak yenilemek ve bu kayıtları süratle bilgisayarlara
işlemek durumundayız. Bu, modern devlet olmanın da bir
gereğidir.
Değerli arkadaşlarım, Japonya, kadastro
çalışmalarını 1850 yılında bitirdi. Ülkemizde,
149 yıllık bir kuruluş olan tapu daireleri, hâlâ bu
çalışmaları bitirememişse, bu, tapuya, mülkiyete, tapu
dairelerine ve ilgili kurumlara verdiğimiz ödeneğin ve önemin bir
ölçüsüdür diye düşünüyorum; bunu, coğrafyamıza,
atalarımıza saygısızlıktır diye düşünüyorum.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri,
tapu hizmetleri, ülkenin en büyük ve sağlıklı gelir
kaynaklarından biridir. Kadastrosu biten her alan,
kayıtdışı ekonominin suratına vurulmuş bir
şamardır; doğru ve devamlı kaynaktır; devletin
hazinesine akacak bitmek tükenmek bilmeyen bir pınardır; ama, hizmet
sağlıklı verilmezse, bu pınardan kirli sular akar ve bu
sular da mafyayı besler. Pınarın temiz ve berrak
sularını, süratle, Hazineye doğru bir kaynak olarak akıtmak
durumundayız diye düşünüyorum.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
ülkemizde kadastro hizmetleri maalesef lineer bir dağılımı
da sergilemiyor; özellikle köylerimiz açısından sorun üzücü boyutlara
gelmiştir. Halen 13 bin köyün kadastrosu bitirilememiştir. Bunun 9
bini de orman köylerine aittir; orman köyleri ve köylüsü perişan hale
getirilmiştir; orman içindeki dededen kalma birçok araziye, orman
kadastrosu el koymuştur. Orman köylüsü, içinde
yaşadığı ormanla kavga ederse, biz köylüyü ormanla
barıştıramazsak, onlardan ormanı sevmelerini ve
korumalarını nasıl isteyeceğiz?!. Bu araziler orman vasfını
kaybetmişse, süratle orman köylülerine geri verilmelidir. Eğer bu yapılamıyorsa,
daha düz alanlardan, mutlaka, takas imkânları
sağlanmalıdır. Muhalefetteyken tüm partiler bu yaraya parmak
basıyor; ama, tıpkı şimdiki iktidar gibi, herkes sonra bu konuyu unutup gidiyor.
Değerli arkadaşlarım, orman köylüsü
devletle ve ormanla davalıdır. Bakınız, seçim bölgem
Çanakkale'nin Bayramiç ilçesinde, 5 bin davanın 4 500'ünü, ormanla
halkımız arasındaki davalar teşkil ediyor. Bu
çekişmeyi, devletle köylünün çekişmesini bitirmek zorundayız;
bunu hep beraber başarmak zorundayız.
Son zamanlarda köylünün bir de vakıf derdi
çıktı. Vakıf İdaresi, zaman zaman tapu dairelerine gidiyor,
bazı tapulara vakıf arazisi olduğu veya içinde vakıf
arazisi bulunduğu gerekçesiyle, şerhler koyuyor; üstelik bunları
şerh yokken satın alan birçok insana da yazık oluyor. Yani o
anda arazi kimin üzerindeyse, vatandaş mağdur duruma düşüyor.
Bu, merminin kimde patlayacağı belli olmayan tam bir Rus ruletidir ve
bu, özellikle, ülkemizin batısında ve ortasında yaşayan
insanları canından bezdirmiştir; insanları mal mülk
edinmekten soğutmuştur. Bu sorunu da, bizler çözmek zorundayız
diye düşünüyorum. Kısaca, halkı toprağıyla,
coğrafyasıyla barıştırmak zorundayız. Bu ülke ve
bu topraklar için, sırası geldiğinde, gözünü kırpmadan
ölüme giden köylümüzü, toprağından soğutmamalıyız.
Orman köylüsünün üretim biçimlerini çeşitlendirmek
zorundayız. Or-Köy kredilerini artırmalı ve her köyden birkaç
kişiye vuran hileli bir piyango olmaktan çıkarmalıyız.
Köylümüzü modern hayvancılık, arıcılık
işletmelerinin sahibi yapmalıyız. Orman işlerinde,
öncelikle orman köylüsünü çalıştırmak ve taşeron usulü
orman işi yaptırmaktan da süratle vazgeçmeliyiz.
Biraz da tapu dairelerinde çalışan personelin
durumuna değinmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, 3402
sayılı Kadastro Kanunu değiştirilmelidir. Kadastro
Kanununun 4 üncü maddesi, orman sınırlandırması ve orman
sınırları dışına çıkarma işlemi
yapılmamış yerlerde, bu işlemin kadastro
çalışmaları sırasında yapılmasını
öngörmüştür. Bu durum, uygulamada orman haritalarının
zamanında birlik teknisyenliğine verilmediği nedenle, kadasro
çalışmalarının süratini düşürmektedir;
başlangıçta istekli olan köyleri isteksiz hale getirmekte,
dolayısıyla, çalışmalar yapılamamakta ve program,
hedefine ulaşılamamaktadır.
Özlük hakları yeniden ele
alınmalıdır. Teşkilat içinde aynı görevi yapmakta olan
ve yan yana oturan kadastro lisesi mezunlarıyla kurs mezunları
arasındaki özel hizmet tazminatlarındaki farklılık
giderilmelidir.
Başkanlığa bağlı bazı
kurumların merkez ve taşra teşkilatları, tazminat adı
altında ücret aldıkları halde, bu kuruluşumuzun taşra
teşkilatına ödenmemektedir; bu farklı uygulama da
giderilmelidir.
Arazide çalışan, ancak her akşam evine
dönen ziraat teknisyenleri ve benzeri pek çok personele yıpranma
tazminatı verildiği halde, haftanın dört gecesini evinden uzak,
çalışma mahalli olan köylerde geçiren personelimize yıpranma
tazminatı verilmemektedir; verilmelidir.
Günün şartlarında bir paket sigara
parası olan -1996 yılı için 80 bin Türk Lirası- arazi
tazminatları, günümüz koşullarına göre yukarıya doğru
çekilmeli ve zamanında ödenmesi sağlanmalıdır; halen 1995
yılından alınmamış ücret olduğu gibi, 1996
yılından da 4 aylık birikmiş alacak vardır.
Döner sermaye gelirlerinden personele ödenmesine
başlanan, Anayasa Mahkemesinin iptal ettiği hükümler nedeniyle
durdurulan ödemeler, yasal düzenlemeyle yeniden sağlanmalıdır.
1 inci derece kadroların kadro ünvanına
bağımlı olması giderilip, yüksekokul
mezunlarının, Personel Kanununda belirtildiği şekilde, 1
inci dereceye yükselmeleri sağlanmalıdır.
Değerli arkadaşlarım, tüm tapu
dairelerinde ve tapu müdürlüklerinde personel sayısı yetersizdir.
Nitelikli personelin gerekliliği şart olan bu kurumların
hızlı bir şekilde takviye edilmesi ve niteliğin
yükseltilmesi gerekmektedir.
Ülkede göç olayının yoğun bir
şekilde yaşanması, ülkenin her açıdan çehresinin
değişmesine neden olmaktadır. Bu göç, ülkede sürekli ve süratli
bir tapu el değiştirme olayını yaratmakta, aynı
zamanda da, mevcut tapuların nitelikleri de süratle
değişmektedir. Bir sahip, yüz sahip yaratmaktadır. Maalesef,
yıllardır bu hızlı oluşumlara rağmen, ne
teknolojiyi süratle tapu dairelerine yerleştirebildik ne de yeterli ölçüde
nitelikli eleman alımı sağlayabildik. Olan, Tapu ve Kadastro
hizmetlerini gece gündüz çalışarak gerçekleştirmeye
çalışan tapu kadastro emekçilerine oldu. Onlara yeni imkânlar
sunamadık; hatta sunduğumuz olanakları da yerine getiremez
duruma düştük.
Sayın Başkan, sayın millevekilleri;
kadastro hizmetlerinde çalışanlar, çok büyük zorluklarla
karşı karşıyadır. Ömürlerinin önemli
birkısmı arazide geçmektedir, yaşamları stres
altındadır; çünkü, birbirleriyle davalı ve davacı haline
gelmiş insanların, sınır sorunlarını çözmede en
önemli bilirkişi olmaları nedeniyle, yaşamları tehlike
altında ve büyük bir sorumlulukla karşı
karşıyadırlar. Verdikleri hizmet nedeniyle, devlete büyük bir
harç ve vergi geliri
sağlamaktadırlar.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planında, kadastro
çalışmalarının beş yıllık süre içerisinde
bitirilmesi öngürülmektedir; ama, biraz önce anlattığım
nedenlerden dolayı, tüm çalışanların iyi niyetine
rağmen, başta ödenek yetersizlikleri, master plan
olmayışı, kadro yetersizlikleri, birtakım yasal engeller
nedeniyle, bu çalışmaların planın öngördüğü sürede
tamamlanamayacağı anlaşılmaktadır.
Sayın Bakan, bu yetersizlikleri sizler de
biliyorsunuz; ama, bunları aşmak ve Türkiye'nin, bu, en önemli
altyapı çalışmasını en kısa zamanda bitirmek
zorundasınız. Bu sorumluluk sizin ve Hükümetinizindir.
Bu ülkeyi, toprağı için komşusuyla kavga
eden, devletiyle karşı karşıya gelen insanların ülkesi
olmaktan kurtarmak durumundasınız. Hiçbir bahaneniz yoktur. Bu
ülkenin insanları, artık, tapu dairelerinde mal alıp satarken
korkarak oralara gitmemelidir. Bu ülkenin insanları, alım
satımları -tıpkı çağdaş Batı
toplumlarında olduğu gibi- bilgisayarlarla, birtakım
yetkilerinizi de devredebileceğiniz avukatlar
aracılığıyla yapabilme imkânına süratle
kavuşturulmalıdır. Türkiye Halkının ve Devletinin buna
hakkı vardır; bu hakkı Türk Halkından esirgemeyiniz lütfen.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
şimdi de Meteoroloji Genel Müdürlüğü bütçesine değinmek
istiyorum.
Meteoroloji Genel Müdürlüğü, cumhuriyetimizin en
eski kurumlarından biridir. Kurum, 1937 yılında kurulmuş,
1986 yılında görev ve yetkileri yeniden düzenlenmiştir.
Meteoroloji hizmetleri, askerî, hava, deniz, kara
ulaşımı ve tarım, orman, bayındırlık,
enerji, sağlık, çevre, kentleşmeyle ilgili tüm
çalışmaların en önemli destek hizmetlerinden biridir; bu
konularda, kamunun ve özel sektörün en büyük yardımcısıdır.
Meteoroloji bilgilerinin paylaşımı,
hizmetin veriliş biçimiyle enternasyonal bir fonksiyon üstlenmektedir.
Uluslararası bilgilerin derlenmesi, kullanılır hale getirilmesi
ve hizmete sunulması uluslararası teknolojik standartlara uyumu da
şart haline getirmektedir.
Kurum, teknolojik olarak, ne yazık ki,
yenilenememiştir. İstasyonların yüzde 70'inde otomatikleşme
ve bilgisayarlaşma hâlâ hizmete sokulamamıştır. Kurum, bu
nedenle, sağlıklı bilgiyi -çalışanların tüm iyi
niyetine rağmen- üretememektedir. Kurum içerisinde yeteri kadar
meteoroloji mühendisi istihdam edilmemektedir.
Türkiye'de, meteoroloji mühendisi yetiştiren tek
kurum olan İstanbul Teknik Üniversitesi ile kurum arasında buzlar
vardır, ilişkiler soğuktur; ilişkilerdeki bu soğukluk
mutlak giderilmeli ve kuruma, yeni, taze, çağdaş bilgilerin süratle
aktarılması sağlanmalıdır.
Kurumun taşra teşkilatlarında
çalışan veya kadroları taşrada bulunan elemanlar,
Başbakanlık Özel Hizmet Tazminatlarından yararlanamamakta, bu
da, kurumda büyük sıkıntılara neden olmaktadır.
Başbakanlık kurumları arasındaki bu çarpıklıklar
derhal düzeltilmelidir. Kurum, döner sermaye hizmeti vermekte; fakat, bu
hizmeti veren personel, buradan hiçbir eködenek alamamaktadır. Taşra
teşkilatlarında birer kişilik istasyonlar vardır. Bir
görevli, o istasyonun hem odacısı hem teknik elemanı hem memuru
hem de müdürü olarak hizmet vermektedir.
BAŞKAN – Sayın Küçük, 3 dakikanız var.
AHMET KÜÇÜK (Devamla) – Bu istasyonlar ya Avrupa'daki
gibi otomatikleştirilmeli ya da buralarda çalışan personel
sayısı mutlaka artırılmalıdır. Bakın, bu
otomatikleşmeme nedeniyle bazı bilgilerin gözle rasat edilmek zorunda
kalınması sonucu büyük sıkıntılar meydana gelebilir.
Örneğin, bir barometre okunması sırasında, yapılacak 1
milimetrelik hatalı okuma, uçağın düşmesine bile neden
olabilir.
Kurumu, sadece hava tahmini yapan bir kurum olmaktan
çıkarmak; klimatoloji, hidrometeoroloji, biyometeoroloji alanlarında
da hizmetleri etkinleşmiş bir kurum haline getirmek gerekmektedir.
Özellikle biyometeoroloji çok önemlidir; havayla beraber yöre yöre yer
değiştiren mikropların yer değiştirmesiyle ilgili
bilgileri derlemek ve bu konudaki çalışmaları geliştirmek
üzere, araştırma geliştirme çalışmalarına mutlak
surette ihtiyaç vardır. Bu, özellikle, nükleer kazalarda en acı bir
şekilde görülmüş ve ülkemiz de, birçok Avrupa ülkesi gibi, bu
durumdan -Çernobil kazasından- çok olumsuz bir şekilde
etkilenmiştir.
Ülkemiz, genel olarak tarım ülkesidir.
Dolayısıyla, ziraî meteoroloji çok önem arz etmektedir. Bu anlamda,
meteorolojik bilgileri ziraatin ve Türk çiftçisinin hizmetine daha etkili ve
doğru bir şekilde sunmak, hem çiftçimizin gereksiz zararlara
uğramasını önleyecek hem de millî gelirimize önemli
katkılar sağlayacaktır. Bu nedenle, bu bilgilerin çiftçiye
doğru ve çabuk akmasını sağlamak zorundayız. Yani,
çiftçi, istediğinde, meteorolojik bilgilere en kısa yoldan ve en
etkili bir şekilde kavuşabilmelidir.
Değerli arkadaşlarım, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına söz aldığım iki genel müdürlüğün
bütçeleri de, ne yazık ki, genel bütçe gibi, yetersiz ve küçüktür. Yani,
bu bütçe Türkiye'ye dar gelmekte, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü ile
Meteoroloji Genel Müdürlüğüne de az gelmektedir. Bu kurumların süratle,
ellerindeki yapılması gereken işleri yapıp, teknolojiye
ayak uydurup, gerekli yatırımları yapabilmeleri, maalesef, bu
bütçelerle mümkün değildir. Tabiî ki, ülkemizin her kurumunun kendine has
önemi vardır; ama, yukarıda anlattığım nedenlerle,
coğrafyamıza saygı duyuyorsak, insanımıza saygı
duyuyorsak, insanımızı mutlu ve huzurlu etmek istiyorsak ve
insanımızı verimli, üretebilir kılmak istiyorsak, süratle
tapu kadastro çalışmalarını bitirmeli ve meteorolojik
bilgilerin de halkımıza ulaşmasını
sağlamalıyız.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Küçük, bir dakika...
AHMET KÜÇÜK (Devamla) – İki kurumumuz da, kamuya
ve özel sektöre altyapı ve destek hizmeti veren kurumlardır.
Değerli arkadaşlarım, sözlerime burada
son verirken, bugüne kadar fedakârca çalışan Tapu Kadastro
emekçilerine, onları yetiştiren bilim adamlarına ve Meteoroloji
Genel Müdürlüğü çalışanlarına, bugüne kadar
yaptıkları çalışmalar için teşekkürü bir borç
biliyorum. Bu vesileyle iki kurum bütçesinin de ülkemize hayırlı
olmasını diliyor, Yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.
(CHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Küçük.
Şimdi kürsü Anavatan Partisinin; ilk sözcü,
Sayın Cemil Çiçek; buyurun efendim. (ANAP sıralarından
alkışlar)
Sayın Çiçek, süreyi nasıl paylayacaksınız?
CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – Ben 15
dakikasını kullanacağım Sayın Başkan.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Çiçek.
ANAP GRUBU ADINA CEMİL ÇİÇEK (Ankara) –
Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Yeni bir manevî iklime girdiğimiz şu
günlerde, Vakıflar Genel Müdürlüğü bütçesi münasebetiyle, bu güzel
vatanı, âdeta, Türkmen gelininin ziyneti gibi süsleyen, bize o
muhteşem eserleri bırakan o aziz ve necip insanları
saygıyla anıyor, onlara Cenabı Hak'tan rahmet diliyorum.
Hakikaten, bugün üzerinde konuştuğumuz
Vakıflar Genel Müdürlüğü, partilerüstü bir kurum. Esas misyonu,
ecdadın bize bıraktığı bu eserleri gelecek nesillere
intikal ettirmektir. Esas görevi budur ve bu manada, kendisine tahsis edilen
bütçenin ne ölçüde kullanılabildiği, kullanılması
lazım geldiğiyle ilgili düşüncelerimizi söylemek istiyoruz.
Her zaman ifade edildiği gibi, Vakıflar, bir
hayır kuruluşudur; maksadı, hayra hizmettir, halka hizmettir.
Dolayısıyla, belki bütün toplumların, bütün sistemlerin hedefi
insana hizmettir; ama, bizim vakıflarımız, bir ölçüde, bizim,
hayatı nasıl anladığımızın, insana hizmeti
nasıl götürebildiğimizin referanslarıdır. Bu eserler tetkik
edildiğinde, özellikle bu eserlerin vakfiyeleri tetkik edildiğinde,
onlara saygı duymamak mümkün değildir; çünkü, günümüz
dünyasında, 2000'e 3 kala, insan hakları adına, insana
saygı adına, demokrasi adına, ırk ayırımı
adına, cinsiyet ayırımı adına pekçok şey söylenmiş
olmasına rağmen, bunların çok önemli bir kısmı lafta
kalmış; ama, biz, millet olarak, geçmişte, bugün söylenenlerin
çok ötesinde, bu düşünceleri hayata geçirebilmiş, bunları
müesseseleştirebilmiş bir milletiz. Bu manada, vakıf eserleri ve
vakfiyeler, bizim düşüncemizin, bizim insanlık anlayışımızın,
bizim medeniyet anlayışımızın referanslarıdır.
Vakıf eserleri, bizim, anamızın ak sütü
gibi geliştirdiğimiz, inşa ettiğimiz kültürümüzün ve bütün
insanlığa hediye ettiğimiz muhteşem medeniyetimizin
sembolleridir. Dolayısıyla, bu eserleri korumak, bu eserleri gelecek
nesillere intikal ettirmek, her Türk vatandaşının, en evvel de,
ülkede hükümet edenlerin birinci öncelikli görevi olması lazım gelir
diye düşünüyorum; ama, işin, bu noktasına
bakıldığında, bu eserleri yeteri kadar koruyamıyoruz.
Hatta, bizzat ortadan kalkmasına, ilgisizliğimizle,
alakasızlığımızla, yeterli ödenekleri ayırmamak
suretiyle neden oluyoruz. Bu eserlerin önemli bir kısmının,
kayden var olmasına rağmen, bugün fiilen mevcut
olmadığını görerek de üzüntümü ifade etmek istiyorum.
Üzerinde yaşadığımız
coğrafya, elbette, bizden evvel burada yaşamış
toplumların, birçok noktada ortaya koyduğu kültürleri, kültürel
mirasları taşıyor. Bir taraftan, o eserleri, dişimizle
tırnağımızla, özellikle turistik yörelerde, toprağın
altından kazıyıp, gün ışığına
çıkarmaya çalışırken, hemen onun yanı
başındaki Selçuklu ve Osmanlı eserlerinin kendi kaderlerine terk
edilmiş olması, bizim namımıza utanılacak bir
hadisedir diye düşünüyorum.
O halde, Vakıflar bütçesi münasebetiyle üzerinde
durulması gereken görev, sadece Hükümete düşmüyor; teker teker bu
ülkenin insanları olarak, bu millete mensup olmaktan dolayı gurur
duyan insanlar olarak, bu eserleri yaşatmak, bu eserleri aslî
hüviyetlerine uygun olarak, vakfiyelerine uygun olarak gelecek nesillere
intikal ettirmek, bizim, tarihî sorumluluğumuzdur diye düşünüyorum;
çünkü, bu eserleri yapan insanlar, bu eserleri bize bırakanlar -bunlar
bizim iftihar kaynaklarımız- devletten bir şey çalıp
çırpmadılar.
Bakınız, vergi
kaçakçılığının alabildiğine boyut
kazandığı, yolsuzluğun,
hırsızlığın siyasî gündemi günlerce
tıkadığı bir Türkiye'de, bu insanlar, devletten bir
şey almadılar, toplumdan bir şey almadılar. Bu insanlar,
helal kazançlarıyla bu eserleri meydana getirdiler; çünkü, onlar, yüksek
ideallerin sahipleriydi, biz ise, bugün, faydasız kavgaların müntesipleriyiz.
Onlar, hayırda yarıştılar, bizler ise, kuliste
yarışıyoruz; onlar, çağı aşan bir ufkun ve
evrensel bir mesajın sahibiydiler, bizler ise, bugünkü çağı bile
doğru okuyamayan, doğru anlayamayan, hatta, pek çok noktada
çağın gerisinde bir uygulamanın sahipleriyiz. Bugünkü
dünyayı kastediyorum, bugünkü uygulamaları kastediyorum.
12 Aralık sabahından itibaren, geriye
doğru, ister ülkemizde ister çevremizde, insanlık adına
uygulamalara bir bakarsanız; insan hakları adına uygulamalara
bir bakarsanız; düşünce hürriyeti, vicdan hürriyeti adına
uygulamalara bir bakarsanız, daha yüz sene kadar evvel, Darülaceze denilen
bir müessesede, hiçbir komplekse kapılmaksızın, hiçbir
endişeye kapılmaksızın, camiyi, kiliseyi ve havrayı
yan yana inşa eden o insanlara saygı duymamak mümkün değildir.
Acaba o insanlar mı demokrattı, şimdi biz mi demokratız;
acaba o insanlar mı insan haklarına saygılıydı,
şimdi biz mi saygılıyız?.. (ANAP ve RP sıralarından
alkışlar) Eğer ölçüyü böyle alırsanız, bizim
dünyamız, o insanlardan yüz sene daha geridedir. O halde, vakıf kuran
bu insanlar, hem vakıf insanlardı hem de vâkıf insanlardı.
O sebeple, bu düşünceye sahip çıkmak, bizim birinci önceliğimiz
olmalıdır diye düşünüyorum.
Şimdi, vakıflar meselesiyle ilgili olarak
birkaç hususa dikkat çekmek istiyorum: Vakıflar, asırları
aşan bir kurum; yani, geleceği de kucaklayan bir kurum; çünkü,
temelinde evrensel mesajlar var, hayra hizmet etmek var, hayırda
yarışmak var. Bugün, yalnız bizim toplumumuzun değil,
özellikle materyalist bir düşüncenin mahsulü olan Batı medeniyetinin,
getirip alkolizme, uyuşturucuya, ailevî buhranlara sürüklediği
Batı toplumlarının -en başta da Amerika olmak üzere- dahi
sosyal problemlerine çare aradığı örnek bir model olarak -bunun
adına üçüncü sektör diyorlar- üçüncü sektör adıyla, bugün, Batı
dünyasında -özellikle Amerika'da- 90 milyondan fazla insan kendi sosyal
politikalarını, vakıf kurumu üzerine inşa ediyorlar.
Eğer, bu ülkede sağlıklı bir sosyal
politika oluşturulacaksa, sağlıklı bir sosyal hizmet ve
sosyal güvenlik politikası oluşturulacaksa, bunun özünde ve temelinde
mutlaka vakıf fikri, vakıf misyonu ya da vakıflaşma söz
konusu olmalıdır. Çok şükür, bizim milletimiz, bu geleneği
bir ölçüde sürdürüyor. Bugün, 3 500'den fazla, yeni dönemde kurulmuş olan
vakıf, enflasyonun bu kadar yüksekliğine, işsizlik
sigortasının olmamasına, sosyal güvenlik sistemlerinin
eksikliğine rağmen, eğitim ve sağlık alanında,
sosyal yardımlaşma ve dayanışma alanında
insanımıza hizmet veriyor. Bu insanları da burada takdirle ve tebrikle
anmak istiyorum.
Ancak, burada dikkat çekmek istediğimiz bir husus
var: Son zamanlarda -tarihini nereye kadar götürebilirseniz götürün- bir
vakıf yozlaşmasını da yaşıyoruz. Son zamanlarda,
özellikle resmî kurumların hemen yanı başında, sözüm ona, o
kuruluşa destek sağlamak, o kuruluşun ihtiyaçlarını
bir ölçüde karşılayabilmek nam ve hesabına birtakım
vakıflar mantar gibi bitiyor.
Çok açık ve net ifade ediyorum, bunların
içerisinde çok hayırlı çalışanlar var; ama, önemli bir
kısmının vasıtai rüşvet olduğunda hiç tereddüt
yok. "Bana verme, yan cebime koy" misali, âdeta, vakıflar,
birilerinin yan cebi olmaya devam ediyor. Bir kısmı, maalesef,
bulundukları koltukları korumak isteyen kamu görevlilerinin, birilerine
bahşişte bulunduğu, ulufede bulunduğu kurumlar olmaya devam
ediyor. Bu vakıfları, bu kamu kurumlarının
başında bulunan birinci derecede sorumlu olanların
-siyasetçileri kastetmiyorum, o manada, bunun çok daha özel bir anlamı
var- âdeta, örtülü ödenek gibi kullandıklarında hiç tereddüt yok. Bunlara
özellikle dikkatinizi çekmek istiyorum; yani, vakıflar, ne rüşvetin
aracı olmalıdır, ne de israfın aracı
olmalıdır. (ANAP ve RP sıralarından alkışlar)
Çünkü, bakınız, o görevin başına gelinceye kadar, bir
gecekondusu bile bulunmayan adam, devletin verdiği lojmanla iktifa
etmiyor, ondan sonra gidiyor bir de vakfa kiralattırıyor. Daha evvel
belediye otobüsüyle seyahat eden kamu görevlisi, bugün o görevin
başına geldiğinde, devletin verdiği Fiat arabaya, Renault
arabaya itibar etmiyor, bir de vakfa kiralattırıyor! Neredeyse,
ayağına giydiği terlikten sırtına giydiği
pijamaya varıncaya kadar bu vakıftan harcamalar yapıyor; el
kesesinden ağalık yapmaya çalışıyor; seyahatler düzenleniyor
ve bu şekliyle de vakıf fikri büyük ölçüde dejenere ediliyor. Bunlara
bir çekidüzen verilmesi lazım geldiği kanaatini şiddetle
taşıyorum. Çünkü, bu, hem fikri yozlaştırıyor, hem de
hayır kavramına karşı bir saygısızlık olarak
görüyorum.
Şimdi, bu manada, bu düzenleme yapılamazsa...
Bizim toplumumuz, giderek demokratikleşmeye -inşallah- giderek
sivilleşmeye, giderek daha örgütlü hale gelmeye çalışıyor.
Örgütlü bir toplum olacaksak, bunun modelinin de bir ölçüde vakıflar
olduğu anlaşılıyor; çünkü, çok kısa bir sürede 3 500'ün
üzerinde vakıf kurulmuştur. Bunlar gönüllü hizmetlerdir. Devletin
yapamadığı, fertle devlet arasındaki pek çok hizmet, bu
model aracılığıyla götürülmeye
çalışılıyor. O halde, bu müesseselere destek vermek
lazım; bir taraftan maddî destek vermek lazım, öbür taraftan da, bu
tür yoz uygulamaları ortaya koyan vakıfları ve onların
başındakilerini cımbızla çekip alarak, bu müesseselerin
dejenere edilmemesine imkân vermek lazım gelir.
Bizim dönemimiz çok kısa sürdü, üçbuçuk-dört ay;
görevde olsaydım mutlaka yapacağım işler
şunlardı:Kamu kuruluşları adına kurulmuş bu
vakıflar, kimlere hizmet ediyor, kimlerin hesaplarını
karşılıyor, kimlerin seçim masraflarına gidiyor, o
adamların harcamaları için ne ölçüde örtülü ödenek oluyor;
-bunların mutlaka denetlenmesi lazım gelir.- kimlerin akraba ve
hısımları çalışıyor? Bunlara bakmak lazım
gelir diye düşünüyorum. Bu dönemde, özellikle, Sayın Bakandan
bunları rica ediyorum.
Bu manada, sivilleşme açısından,
vakıflar, fevkalade, önemli kuruluşlardır, bunları
desteklemek lazım; bunlara bir ölçüde maddî kaynak bulmak lazım
gelir.
Şimdi, işin bu noktasına gelince,
Vakıflar Genel Müdürlüğünün sırtında bir Vakıflar
Bankası var. Belki çok iyi niyetlerle kurulmuş olabilir, ben, dört
sene Vakıflar Genel Müdürlüğüyle ilgili konularda sorumluluk
taşıdım; Vakıflar Bankası benden ayrıldı, uzun
zamandır da ayrı, şu anda da vakıflar ve Vakıflar
Bankası ayrı ayrı bakanların sorumluluğunda. Belki
bunun bir mantığı var, yani burada bir suizan şüphesiz
aramıyorum; ama, gelin görün ki, Vakıflar Bankasının
batırdığı krediler kadar, vakıflara bir hizmetinin
olduğu kanaatini taşımıyorum. Çünkü, her defasında
enflasyon sebebiyle sermaye artırımına gidiyor. Vakıflar
Genel Müdürlüğünün oradaki hisse nispeti düşmesin diye, oraya, o
hisseleri rüçhan hakkı olarak öncelikle alması lazım. Bu
takdirde, bütün mal varlığını o hisse nispetini
tutturabilmek için kendi mamelekinden çıkarıyor; ondan sonra,
Vakıflar Bankasının aynî sermayesi haline geliyor; bir süre
sonra da giderek, vakıflar, mal varlığı itibariyle
fakirleşiyor.
Bankanın, Vakıflar Genel Müdürlüğüne en
ufak bir katkısının olduğunu sanmıyorum. Rakam olarak
çok fazla şey yapıyor gözüküyor, tamir ettiği tek bir cami,
hayata geçirdiği tek bir medrese söz konusu değildir. Kaldı ki,
vakıfların eline geçen bu arsaların vakfiyelere uygun
kullanılmadığı da ortadadır. Hayır, hasenat için
vakfedilmiş olan bir arazinin veya bir medresenin, bir kervansarayın
tutup, turizm amaçlı, içinde o vakfiyeye uygun olmayan
davranışların sergilendiği
bir maksada tahsis edilmiş olması fevkalade üzücüdür.
Dolaylısıyla, biz, geçtiğimiz hükümet döneminde, Vakıflar
Bankasının en evvel özelleşmesi lazım geldiği
kanaatini taşıyarak olumlu mütalaa verdik. İnşallah, bu
dönemde, Vakıflar Bankası, vakıfların sırtında
yük olmaktan, kambur olmaktan kurtulur, böylece, banka kanalıyla
vakıf mallarının yağmalanması bir ölçüde önlenmiş olur.
BAŞKAN –Sayın Çiçek, 2 dakikanız var.
CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – Peki, çok
teşekkür ederim.
Belli ki, bu manada anlatılacak çok konu var; ama, sürem
bitiyor.
Şunu söylemek
istiyorum; Türkiye'deki vakıflaşmayı dikkate alarak,
vakıfların yeni fonksiyonlarını, yeni rollerini dikkate
alarak, şiddetle, bir vakıflar teşkilat kanununa ihtiyaç
vardır. Mevcut kanun, maalesef ihtiyaçlara cevap vermiyor, çok eski
kadrolar buna yeterli değil. Dolayısıyla, yeni bir teşkilat
kanununa ihtiyaç var.
İkincisi, belediyeler kanalıyla, maalesef,
uzunca bir zamandan beri, vakıf malları, en evvel, yeşil alana
tahsis ediliyor veya yol oradan
geçiriliyor; resmî alan neresi olması gerekiyorsa, en evvel
vakıfların arazilerine el atılıyor, böylece, vakıf
malları, giderek vakfın amaçlarını karşılamaktan
uzak kalıyor. Dolayısıyla, imar planları
yapılırken ya da imar tadilatları yapılırken, mutlak
surette, Vakıflar Genel Müdürlüğü kesin olarak müsaaade etmediği
sürece bu değişikliklerin yapılmaması lazım gelir diye düşünüyorum.
Şayet, Vakıflar Bankası hayatiyetini
sürdürmeye devam edecekse, falanca holdinge, falanca şirkete kredi
verebildiği kadar, sosyal amaçlı vakıflara da kredi
açabilmelidir, hatta, faizsiz verebilmelidir. Çünkü, bugün eğitim
alanında, sağlık alanında vakıflar, giderek bir özel
sektör modeli oluşturmaya
çalışıyor, çok da başarılı oluyor. Bunun en güzel
uygulamaları Amerika'dadır; dolayısıyla, bu manadaki
projelere Vakıflar Bankası destek
verebilmelidir.
Vakıf kiraları yeniden
güncelleştirilebilmelidir. Vakıf hizmetlerinin bir kısım
giderleri, aynı maksatla çıkarılmış olan Sosyal
Yardımlaşma Fonundan sağlanmalıdır. Sosyal
Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları, Anavatan
Partisinin, rahmetli Özal'ın direktifiyle, benim de şahsen belediye
başkanı olarak taslağında
çalıştığım çok önemli bir projedir;
vakıfların, günümüz şartlarına uyarlanmış bir
halidir ve orjinal bir projedir, orjinal bir kanundur, millî bir kanundur.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – Sayın
Başkan, yarım dakikada bitiririm.
BAŞKAN – Buyurun.
CEMİL ÇİÇEK (Devamla) –
Dolayısıyla, Vakıflar Genel Müdürlüğü ile Sosyal
Yardımlaşma Fonu pek çok konuda aynı amaçlara yöneliktir. Bu
işbirliğinin sağlanması lazım geldiği kanaatını
taşıyorum.
Vakıflar Genel Müdürlüğü bütçesinin
milletimize hayırlı olmasını diliyor, saygılar
sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Çiçek.
Sayın Mehmet Sağdıç; buyurun.
Sayın Sağdıç, süreyi eşit mi
paylaşacaksınız?
MEHMET SAĞDIÇ (Ankara) – 15 dakikasını
kullanacağım Sayın Başkan.
BAŞKAN – Buyurun.
ANAP GRUBU ADINA MEHMET SAĞDIÇ (Ankara) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Diyanet İşleri
Başkanlığı bütçesi üzerinde, Anavatan Partisi Grubu
adına görüşlerimizi arz etmek istiyorum. Saygıdeğer
milletvekillerini ve televizyonları başında bizleri izleyen
değerli vatandaşlarımızı saygıyla
selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Anayasamızın 136 ncı maddesinde, "Genel idare içinde yer
alan Diyanet İşleri Başkanlığı, lâiklik ilkesi
doğrultusunda, bütün siyasî görüş ve düşünüşlerin
dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve
bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanunda gösterilen görevleri yerine
getirir" denilmektedir.
Diyanet İşleri Başkanlığı
Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun 1 inci maddesinde, Diyanet
İşleri Başkanlığına, İslam Dininin
inançları, ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili işleri yürütmek,
din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek gibi
görevler verilmiştir.
Diyanet İşleri Başkanlığı
birçok hizmeti birlikte vermektedir. Bunlar: Din hizmetleri, eğitim
hizmetleri, yayın hizmetleri, personel hizmetleri ve yatırım
hizmetleri. Diyanet İşleri Başkanlığı bu
hizmetleri verirken, devletin desteği yanında,
halkımızın büyük yardımları da bu hizmetlere destek
vermektedir.
Bunun yanında, Diyanet İşleri
Başkanlığı, yurtiçi hizmetlerde, cezaevlerindeki
vatandaşlara verilen eğitim, dinî günlerde ve ramazanda halka verilen
hizmetler, yurtdışında yaşayan
vatandaşlarımıza verilen hizmetler, TRT ile işbirliği
yaparak, haftada ancak bir gün "İnanç Dünyası"
programını yayınlamak, yasalar çerçevesinde Kur'an kursları
açmak, din görevlilerinin hizmetlerini düzenleyip, denetlemek, din
işleriyle ilgili konularda ilmî inceleme ve araştırma yapmak,
dinî eserleri telif ve tercüme etmek, Müslüman vatandaşlarımızdan,
millî değerlere bağlılıklarını koruyucu inanç ve
inanç ayrılıklarının istismarını önleyici
tedbirler almak, Mushafların doğru baskısını
sağlamak, yurtdışında yaşayan
vatandaşlarımızı dinî konularda aydınlatmak ve her
türlü aşırı cereyanlardan, din istismarlarından korumak,
7/17439 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla hac seyahati
organizasyonu yapmak gibi hizmetleri de vermektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
hedefimiz, toplumun ihtiyaç duyduğu insan tipini en ideal ölçüde
yetiştirmektir. Bu da, ancak, genç dimağlara Allah sevgisini, insan
sevgisini, vatan, millet ve bayrak sevgisini yerleştirmekle mümkündür.
Böyle bir nesil yarınlarımızın teminatı
olacaktır.
Değerli milletvekilleri, maalesef, toplumumuzda
aile yapısı bozulmuş, aile arası sevgi, saygı ve
hizmet bağları kopmuştur. Bu bozulmuşluğu ortadan
kaldırmanın en önemli faktörü din ve vicdan hürriyetidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
biz, laikliği, manevî değerlerin korunmasında, vicdan, dinî
inanç ve ibadet hürriyetlerinin uygulanmasında ve din kültürünün
gelişmesinde kısıtlayıcı bir unsur olarak görmek
istemiyoruz; aksine, din ve vicdan hürriyetinin tam
kullanılmasını güvence altına aldığına
inanıyoruz. Buna rağmen, hâlâ, imam hatip liselerinden, Kuran
kurslarından şikâyet edenlerin bu endişesi boşunadır.
İnançlı insanların yetiştiği bir toplum, geleceğe
umutla bakmamıza vesile olabilir. Söz bu konuya gelmişken, Avrupa'dan
özellikle Almanya'dan örnek vermek istiyorum; Almanya'da din eğitimi nasıldır,
Türkiye'yle karşılaştırmak istiyorum.
Almanya'da ilköğretim 9 yıldır ve bu
süre içinde haftada 5 saat din dersi vardır ve bunun 1 saati
uygulamalı olarak kilisede yapılmaktadır. Almanya'da,
ortaöğretimde okulların yüzde 90'ında din dersi mecburîdir, yüzde
10'unda serbesttir. Liseyi bitiren bir genç tahsil süresince 1 962 saat din
dersi görmektedir. Türkiye'de ise, imam hatip lisesinden mezun olan bir gencin
aldığı din dersi 1 504 saattir. Almanya'da 34 adet yüksek din
okulu varken, Türkiye'de sadece 27 adet ilahiyat fakültesi mevcuttur.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
bu bütçe vesilesiyle, Hükümetten ve Diyanetten bazı taleplerimiz var:
Mevcutlara ilaveten, en az 1 000'in üzerinde vaiz kadrosu ihdas edilmeli; bu
vaizler, dinî, ilmî, pedagojik formasyonu almış kişilerden oluşturulmalı
ve ülkenin en ücra köşesine varıncaya kadar milletimize hizmet
vermelidir. Bu vaizler, insanlarımıza, güzeli, iyiyi, kadir ve
kıymet bilmeyi, Hakk'a saygıyı, insan hakları,
insanlığın ve İslamın gereğini anlatmalılar.
Bence, Diyanetin birinci görevi irşat
olmalıdır. Halkı aydınlatacak şekilde
kişilerin yetiştirilememesinin
acısını milletçe hep yaşıyoruz. Çok iyi
yetişmiş elemanlarca, en kısa zamanda bu açığı
kapatmalıyız.
Gerek yurtiçinde gerek yurtdışında
yaşayan vatandaşlarımız ve gerekse yeni Türk cumhuriyetleri
ve arzu eden gayrî müslimlerin suallerine cevap verecek Türkçe, İngilizce,
Fransızca, Almanca olarak bazı kitaplar hazırlanmalı ve bu,
ilgililere ulaştırılmalıdır.
Diyanet İşleri
Başkanlığının, Millî Eğitim, TRT ve özel
televizyon işbirliğiyle, haftalık dinî yayın saatleri
artırılmalı ve görsel olarak halkımız
aydınlatılmalıdır.
Yurtdışında görevlendirilecek
personelde, gittiği ülkenin lisanını bilme şartı
getirilmeli ve bu uygulanmalıdır.
Cuma hutbelerinde ve vaazlarda güncel konuların
işlenmesinde yarar vardır; çevre, İslam açısından
insan hakları, kadın hakları, rüşvet, yolsuzluk, yalan ve
sahtekârlık gibi konular önplana çıkarılarak, halkımız
aydınlatılmalıdır.
Hizmetiçi eğitime ağırlık
verilmeli; yılda 4 000 kişiye
verilen bu hizmet sayı olarak artırılmalıdır.
Diyanet İşleri personelini denetlemek,
onların sorunlarını yerinde incelemek üzere, Diyanet
İşleri Başkanı, Yardımcısı ve üst düzey
yetkilileri, sürekli, köy, kasaba dolaşarak bu hizmetleri yerinde
görmeliler.
Globalleşen dünyada, dinlerarası rekabeti göz
önüne alarak, Diyanet, çalışmalarını buna göre yapmalı.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Diyanet İşleri Başkanlığının teşkilat
kanunu, hâlâ, bu Meclisten çıkmamıştır. 18 inci Dönemde, o
dönemde Diyanet İşleri Başkanı olan Sayın Sait
Yazıcıoğlu ile birlikte, o dönemin bakanının
talebiyle, çok önemli ve ciddî bir
tasarı hazırlamıştık. 19 uncu Dönemde bazı
çalışmalar oldu; ancak, bu tasarı, bugün ortada yok. Bir an
evvel, bu teşkilat kanununun çıkmasını Parlamentodan
diliyoruz.
Her hükümet ve siyasî parti, bu kürsüde ve diğer
mahfillerde birçok sözler verirler; ama, ne acıdır ki, bu sözler
unutulup gidiyor. Bunlardan bir tanesi de, Diyanet İşleri Başkanlığına
ait bir televizyon kanalı olacaktı ve bu, sadece Diyanete hizmet
verecekti.
Diyanet Personelinin lojmanları
yapılacaktı; o da olmadı, bugün, mevcut lojmanlar satılmaya
başlanıyor.
Diyanet İşleri Başkanlığı
binasının temeli 1991 yılında, Anavatan Partisi
İktidarı döneminde atıldı; altı yıl geçti, hâlâ
bu binanın biteceği yok; ama, 1997 bütçesinde görüyoruz ki, bu
parayla, ancak, üç yılda daha bu iş bitmeyecek.
Yine, Diyanet İşleri
Başkanlığının protokoldeki yeri hâlâ yerini
korumaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Diyanet işleri Başkanlığının en önemli
görevlerinden biri de irşattır; yani, din hizmetleridir. Bugün,
toplumumuzu maddî ve manevî yönden çökerterek, toplum düzenini bozan içki, kumar,
uyuşturucu gibi, kötü alışkanlıklardan uzaklaştırmak
için rehberlik görevi yanında, vatandaşlarımızı dinî
konularda bilgilendirme; din hizmetlerini, camilere ilaveten, okul, hastane,
cezaevi, fabrika, öğrenci yurdu, huzurevi, çocuk yuvası gibi yerlere
ulaştırmaktır. İrşat ekipleri vasıtasıyla,
çeşitli illerde konferans ve seminerler düzenlenerek, bunları, radyo
ve televizyonlar kanalıyla halka ulaştırmalıdırlar.
Diyanet İşleri
Başkanlığının mevcut personeline ilaveten, irşat
hizmetlerinden emekliye ayrılmış kişilerden, imam hatip,
müezzin, vaiz, ilahiyat fakültesi öğretim üyeleri, imam hatip liselerinin
meslek dersleri öğretmenlerinden de istifade edilmelidir. Büyük bir
personel kitlesine sahip olan Diyanet İşleri
Başkanlığı bu personeli çok iyi kullanmalıdır.
Her zamandan daha fazla dinî konularda, sosyal konularda
aydınlatılmaya, hoş görülü davranmaya ihtiyacımız
vardır; bu da ancak aydın din adamlarıyla olabilir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
irşat kadar, eğitim hizmetleri de çok büyük önem
taşımaktadır. Yurtiçinde, ayda 70 bin tirajlı Diyanet
Aylık Dergisi, 60 bin tirajlı Diyanet Çocuk Dergisi, üç ayda bir
yayımlanan 4 bin tirajlı Diyanet İlmî Dergisi ve son
yıllarda, birkaç milyon adet kitap basılarak
vatandaşlarımızın hizmetlerine sunulması, eğitim
hizmetlerinin önemini açıklamaya yeterlidir.
Hac hizmetlerini, yıllardır, iyi bir
organizasyonla halkımıza sunan Diyanet İşleri
Başkanlığı diğer ülkelere örnek olmuştur. Hac
farizasının, devletimizin onuruna yakışır biçimde
yerine getirmesinde vatandaşlarımıza yardımcı
olunduğu için Diyanet İşleri Başkanlığı Hac
Dairesi personeli ve görevli din adamlarını da kutluyorum, Allah
onlardan razı olsun diyorum.
Yurtdışı hizmetlerde
vatandaşlarımıza her türlü hizmet sunulmasına rağmen,
hem din görevlisi hem öğretmen açığı hâlâ mevcuttur.
Avrupa'nın birçok ülkesinde bizzatihi müşahede ettiğim ve
yakından takip ettiğim bu konuda, hem Hükümetin ve hem de Diyanet
İşleri Başkanlığının daha duyarlı
davranmalarını ve bu personel açığını bir an
evvel tamamlamalarını istirham ediyorum.
Bütün bu hizmetlerin yanında gözardı
edilmemesi gereken birkaç hizmet daha vardır, bu hizmetleri destekliyoruz,
bu konuda Hükümetin yapacağı her türlü yardımda bizleri de
yanında bulacaklardır. Bu hizmetlerden birisi İslam
Ansiklopedisidir. Çok ciddî bir kültür hizmeti olan bu eserin 13 üncü cildi
yayınlanmıştır; aylık yaklaşık 30 milyar
lira harcanarak hazırlanan bu eserin bir an önce tamamlanması
gerekiyor.
Bir diğer hizmet de, Birinci Din
Şûrasında alınan kararla, çağımızın
ihtiyaçlarına cevap verecek yeni bir Kur'an-ı Kerim tefsiri
hazırlanması amacıyla, bilim ve din adamlarının
katılımıyla Tefsir İstişare
Toplantısıdır. Bir an önce yeni bir tefsirin
hazırlanması gerçekleşmelidir diye düşünüyoruz.
Yine, önemli hizmetlerden biri de, ilk defa bir Din
Şûrasının toplanmasıdır, devamını diliyoruz.
Avrasya İslam Şûrası da bu önemli hizmetlerden biridir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Din Şûrasının toplanmasından büyük memnunluk duyuyoruz. Bu,
önemli bir gelişmedir; ancak, bu Şûrada alınan kararların
bir an önce hayata geçmesini bekliyoruz.
Din İşleri Yüksek Kurulunun ciddî ve olumlu
çalışmalarını pek göremiyoruz. Günümüzün önemli dinî
konularına, çağın ve ilmin ışığında
açıklamalar ve yorumlar getirerek bazı çalışmaları
beklediğimizi belirtmek istiyorum.
Camilerimizde, özellikle vaizlerin, siyasî amaç
taşıyan ve Diyanet camiasını şaibe altına alacak
şekilde görüş bildirmeleri ve propaganda yapmalarına müsamaha
gösterilmemelidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
hac konusunda yıllardır her platformda dillerinden düşürmedikleri
ve her gelen hükümeti beceriksizlikle suçlayacak şekilde üstüne giderek
kamuoyuna mesaj veren Hükümetin büyük ortağı Refah Partili
değerli milletvekili arkadaşlarıma seslenmek istiyorum:
Yıllardır hac kotalarından şikâyet ederek, karayoluyla
hacca gidilmemesini eleştirerek politika yaptınız, bu konuda
gerçekten vatandaşlarımızdan destek gördünüz. İşte,
fırsat elinizde ve Hükümettesiniz, Sayın Erbakan da
Başbakandır, bütün vatandaşlarımızın ve bizlerin
beklediği, halka verdiğiniz sözü yerine getirin. Hac
kotasını artırınız, karayoluyla hacca gidişi
serbest bırakınız; halkımıza, gerçekten gücünüzü ve
samimiyetinizi gösteriniz.
MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) –
İnşallah...
MEHMET SAĞDIÇ (Devamla) – Ama, gerçeği
şimdiden görüyorum; ne hac kotasını artırabilirsiniz ne de
karayoluyla hacca gitmeyi serbest bırakabilirsiniz; siz de
halkımızı kandırdınız...
KAHRAMAN EMMİOĞLU (Gaziantep) – Bizim, hiç
değilse teşebbüsümüz var; siz de, o da yok.
MEHMET SAĞDIÇ (Devamla) – Sayın Erbakan
Başbakanken bu olmuyorsa, bundan sonra herhangi bir şekilde bu
konunun tekrar gündeme gelmesi inandırıcı olmayacaktır.
BAŞKAN – Sayın Sağdıç, 2
dakikanız var.
MEHMET SAĞDIÇ (Devamla) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; konuşmamın sonunda, Diyanet
İşleri Başkanlığı bütçesinin, Diyanet
camiasına, milletimize ve ülkemize hayırlara vesile
olmasını Cenabı Allah'tan diliyor; Yüce Meclisin değerli
üyelerini sevgi ve saygıyla tekrar selamlıyorum.
Teşekkür ederim. (ANAP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın
Sağdıç.
ANAP Grubu adına, Sayın Yusuf Pamuk; buyurun.
(ANAP sıralarından alkışlar)
Sayın Pamuk, arkadaşınızın
konuşmasını kısa kesmesiyle, süreniz biraz uzadı.
Buyurun.
ANAP GRUBU ADINA YUSUP PAMUK (İstanbul) –
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Tapu ve Kadastro Genel
Müdürlüğü ve Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
bütçeleri hakkında Anavatan Partisi Grubunun görüşlerini ifade etmek
için söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü, yurdun en küçük
yerleşim birimlerine kadar devlet hizmeti götüren önemli
kuruluşlarımızdan biridir. Bu kuruluşun hizmetlerini en iyi
şekilde yerine getirmesi, toprağa bağlı
yatırımların gerçekleşmesi açısından bir zorunluluktur.
Bütün dünya ülkelerinde olduğu gibi ülkemizde de,
geçmişten günümüze kadar toprak, fertlerin toplumsal ilişkilerini
etkileyen en önemli faktörlerden biridir. Toprakların
sınırlı olması, her devirde önemini korumasına sebep
olmuştur. Toprak sahibi olmanın en büyük zenginlik ölçülerinden biri
olduğu, sanayi öncesi devirlerde ve gelişme eşiğindeki
ülkelerde toprak–insan ilişkileri oldukça hareketli geçmiştir.
Önceleri, ortaklaşa kullanılan topraklar, insanın mülk sahibi
olma arzusu sonucu özel mülkiyete konu olmuştur. Mülkiyet hakkı en
kutsal haklardan biridir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
kalkınma planlarında, kadastronun tamamlanması için çeşitli
hedefler belirtilmiş ve projeler yapılmıştır. Yedinci
Beş Yıllık Planda da bunlara yer verilmiştir.
Kuruluşlara, bu hedeflere ulaşmayı sağlayacak imkânlar
yeterince sağlanmadığı takdirde, yatırım
hedeflerine ulaşmak elbette mümkün olmayacaktır. Tapu ve kadastro
hizmetlerinde iyi sonuçlar elde edilen otomasyon
çalışmalarının bütün birimlere yaygınlaştırılması,
tesis kadastrosunun hızlandırılarak tamamlanması, gerekli
kaynağın, nitelikli insangücünün, uygun teknolojilerin temini ve
hizmete sunulmasıyla mümkündür.
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğüne yapılan
yatırımlar -sadece harç gelirleri dikkate
alındığında bile- millî bütçeye birkaç katı olarak
geri dönmektedir; ancak, harç gelirlerini artırmak mümkündür. Tapu
işlemlerinde harca esas olan beyan değerler, harç
oranlarının yüksek olması nedeniyle düşük gösterilmektedir.
Alıcı ve satıcıdan alınan harç oranı yüzde 10'a
yaklaşmaktadır. Bu oran düşürülerek, taşınmazın
gerçek değerinin beyanı sağlanmalı, devletin kasasına
daha çok harç girmesi temin edilmelidir.
Tesis kadastrosu çalışmalarında sona
yaklaşılmasına rağmen, kadastrosu yapılan yerlerde,
yenileme ve güncelleştirme ihtiyacı ortaya çıkmakta, diğer
taraftan, değişen ve gelişen ihtiyaçlar
karşısında, kadastronun hızla sayısal forma
dönüştürülmesi, tüm bilgileri içine alan ve toprakla ilgili bütün
alanlarda isteklere cevap verebilen arazi bilgi sistemlerine baz olabilecek bir
yapıya kavuşturulması gerekmektedir.
Birçok il ve ilçelerde, tapu ve kadastro
müdürlüklerinin çok mütevazı yerlerde çalıştıkları
bilinen bir gerçektir; tapu ve kadastro müdürlüklerinin yerleşim
yerlerinin süratle modernleştirilmesi gerektiği inancındayız.
Bütün bunlara karşılık, Tapu ve Kadastro
Genel Müdürlüğüne ayrılan ödeneklerin, hizmetleri
karşılayacak miktarda olmadığı inancını
taşımaktayız.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
3194 sayılı İmar Kanununun 18 inci Maddesinde "imar
planı olmayan yerlerde, her türlü yapılaşma amacıyla arsa ve
parselleri hisselere ayırarak, özel parselasyon planları,
satış vaadi sözleşmeleri yapılamaz" denilmektedir;
ancak, uygulamada mahkeme kararlarıyla ve icra dairelerinde cebrî hisseli
satışlar yapılmaktadır. Bu durum, uygulamada, bir fayda
sağlamadığı gibi, daha büyük sakıncalar
doğurmaktadır. Bu sorun, gerekli düzenlemeyle, belediyelerin imar
planlarını sağlıklı ve seri yapması
sağlanarak, yasa ile tatbikat çelişkisi ortadan
kaldırılabilir, şehirlerin etrafındaki gecekondulaşma
önlenebilir kanaatindeyiz.
Şehir nüfuslarının hızla
artması nedeniyle doğan konut ihtiyacının, toplukonut
alanlarıyla giderildiği bilinmektedir. Bu da, kat malikleri
anlaşmazlıklarını getirmektedir. Bugün gelinen noktada, 634
sayılı Kat Mülkiyeti Kanununda değişiklik
yapılması gerektiği kanaatini taşımaktayız.
Yine, Meclise verilen ve halen görüşülmeyi
bekleyen emlak müşavirliği kanunu teklifinin bir an önce
çıkarılması gerektiği kanaatindeyiz.
Anavatan Partisi döneminde çıkarılan
İmar Affı Yasasının 10 uncu maddesi gereği, tapu tahsis
belgesi alan veya almaya hak kazanan, ıslah imar planları belirlenen
alanlarda hak sahiplerine tapularının verilmesi yasal bir zorunluluk
olduğu halde, bugüne kadar bu gerçekleşememiştir. Tapu alma
işleminin gerçekleştirilmesi için tapu ve kadastro teşkilatı,
millî emlak teşkilatı ve ilgili belediyelerin koordineli
çalışması gerekmektedir. Bu koordinasyon, bugüne kadar
sağlanamamıştır.
Ayrıca, 1985 öncesinde yapılmış
olan İmar Affı Yasasından yararlanan ve tapu tahsis belgesi
almaya hak kazanan; ancak, bazı nedenlerden dolayı alamayan
kişilerin de bu hakları kendilerine teslim edilmelidir kanaatini
taşımaktayız.
Yine, sadece İstanbul Küçükçekmece'de, bu konuyla
ilgili müracaat sayısı 4 500 olduğu halde, bugüne kadar tapusuna
kavuşan insan sayısı 1 000'i geçmemektedir. Bu bakımdan,
İmar Kanunu, İmar Affı Kanunu gibi kanunların Tapu Kadastro
Teşkilatına getirdiği yükümlülükler vardır. Bu
yükümlülüğün yerine getirilmesi için, gerekli ekonomik ve teknik destek
sağlanmalıdır. Yerel yönetimlerde olan bazı hatalar da,
vatandaşın mağdur olmasına neden olmaktadır; bu, bir
düzenlemeyle giderilmelidir.
Köylü, dedesinden veya daha öncesinden bugüne kadar
kullandığı tarlasının tapusunu
alamamıştır. Son zamanlarda, ecri misil istendiği
görülmektedir. Köylü vatandaş, tapusuna kavuşturulmalıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
mahkemelerde, icra dairelerinde ve noterlerde düzenlenen belgelerin,
uygulamada, sahtelerine rastlanmakta olup, bu düzenlemelerin, çağın
gereklerine uygun hale getirilmesi sağlanmalı, vatandaşın
mağduriyeti önlenmelidir. Tapu kütükleri, Osmanlı yönetiminden
günümüze gelen bir sistemdir. Artık, büyük tapu kütüğü
kullanılması uygulaması terk edilmeli, bilgisayar ortamına
uygun parsel kartı sistemine geçilmelidir. Kısaca, tapu ve kadastro
hizmetleri konusunda ihtiyaç duyulan organizasyona yönelik idarî, yasal ve
ekonomik her türlü tedbir alınmalıdır. Kurumun yeniden
yapılanması sağlandığında, bu kurumun, beklenilen
hizmetleri yerine getirebilecek bilgi birikimi ve teknik kapasiteye sahip
olduğuna inanmaktayız.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü, kurulduğu günden
beri büyük gelişme göstermiş, ulusal ve uluslararası, askeri ve
sivil, hemen her sektörün isteklerine cevap verebilmek için, hızla,
istasyon şebekesini genişletmiş, personel
sayısını artırmış, eğitimine ve
modernizasyonuna büyük önem vermiştir. Tarımda, ülke
savunmasında, ulaştırmada, sağlıkta, adalette,
turizmde, enerjide, çevre sorunlarında ve şehircilik gibi, daha
birçok hayatî konularda, meteorolojinin çok önemli ve olumlu
katkıları inkâr edilemez.
Çevre sorunlarını başlamadan bitirmek,
sağlıklı ve yaşanılabilir bir kent oluşturmak
için, çevreye zarar vermeyecek biçimde sanayi bölgelerinin ve fabrika
yerlerinin seçiminde, topografik etütlerle birlikte, meteorolojik etütlerin de
yapılması ve bölgenin iklim karakterinin çok iyi tahlil edilmesi
şarttır. Aksi takdirde, hava, su, toprak kirliliği gibi çevre
sorunları, sonradan önlenmesi güç bir sorun olarak
karşımıza çıkabilecektir.
BAŞKAN – Sayın Pamuk, 2 dakikanız var.
YUSUF PAMUK (Devamla) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; özellikle, verdiği düzenli rasat ve tahmin
hizmetlerinin yanında, kullanıcıların özel isteklerine
cevap verebilecek çalışmalar yapmasını, fırtına,
don, sel, çığ, dalga gibi doğal olaylarla ilgili faaliyetler ile
bunlarla ilgili ihbarlarda, hava radar sistemini de kurmak suretiyle, daha
aktif ve daha etkili hizmet vermesini bekliyoruz.
GAP gibi dev projelerin uygulandığı
ülkemizde, diğer kuruluşlarımızla müştereken
çalışmalara ve araştırmalara önem verilmesini,
insanlığın sonu olabilecek iklim değişikliği
konusunda model çalışmalarına başlanmasını,
havaalanlarında verilen son derece hassas meteorolojik desteğin daha
modern sistem ve cihazlarla yapılmasını istiyoruz. Bunun için,
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü, daimî millî
güvenlikle ilgili kuruluş olarak mütalaa edilmelidir. Zorunlu ekonomik
kararlarda dahi, bu genel müdürlüğün ayrı bir konumu olduğu göz
önünde bulundurulmalıdır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
1994 yılına kadar, sadece genel bütçeden sağlanan imkânları
kullanan bu değerli genel müdürlük, bu tarihten itibaren döner sermaye
işletmesine kavuşmuştur. Umarım, trilyona ulaşan
gelirlerinin büyük bir kısmını altyapı ve modernizasyon
için kullanabilir ve daha etkili hizmet verebilme imkânına kavuşur.
Yeni bağımsızlığını
kazanan Türk Cumhuriyetleriyle ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetiyle
tesis ettiği işbirliği ve imzaladığı
protokollerle ve hemen vermeye başladığı eğitim ve
teknoloji desteğiyle bu cumhuriyetlerin dünyaya açılması için
gösterdiği çabayı takdirle karşılıyor ve bunun
devamını diliyorum.
Ancak, şu hususu belirtmeden geçmek de
istemiyorum. Genel Müdürlüğün temel eleman kaynağı durumunda
olan ve bugüne kadar çok değerli elemanlar yetiştiren Anadolu
Meteoroloji Meslek Lisesine öğrenci alınmadığı
bilinmektedir. İnşallah bu telafi edilir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Pamuk, eksüreniz 1
dakikadır.
YUSUF PAMUK (Devamla) – Devletimizin verdiği
imkânları en iyi şekilde kullanarak tesis ettiği, modern alet,
cihaz ve sistemlerle gece gündüz, bayram tatil demeden 24 saat kesintisiz
hizmet veren bu kuruluşumuzu başarılı
çalışmalarından dolayı kutluyorum.
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü ve Devlet
Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü bütçelerinin milletimize ve
bu iki genel müdürlüğümüze hayırlı olmasını diliyor,
hepinizi saygıyla selamlıyorum. (ANAP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Pamuk.
Şimdi, sıra Doğru Yol Partisinin.
İlk sözcü Sayın Sabri Güner.
Sayın Güner, süreyi arkadaşınızla
eşit mi paylaşacaksınız?
M.SABRİ GÜNER (Kars) – Evet efendim.
BAŞKAN – Buyurun.
Süreniz 20 dakikadır.
DYP GRUBU ADINA M.SABRİ GÜNER (Kars) – Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; Diyanet İşleri
Başkanlığı ile Vakıflar Genel Müdürlüğünün
bütçeleri üzerinde görüş arz ederken, Yüce Heyetinizi ve
televizyonları başında bizleri izleyen aziz
vatandaşlarımızı şahsım ve Grubum adına
saygıyla selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar)
"Diyanet işleri" denilince akla ilk
gelen kavram dindir. Bu sebeple bu kavram üzerinde biraz durmak istiyorum.
Fert ya da toplum bazında hayatın vazgeçilmez
unsuru olan din, ilk insanla beraber var olmuştur ve son insanın
hayat sahnesinden çekileceği ana kadar da var olacaktır. Dinsiz bir
toplumu tarih kaydetmediği gibi, belli bir inanç sisteminden mahrum bir
insana da tarih boyunca rastlanmamıştır. Özetlemek gerekirse,
insanın var olduğu her yerde, evrensel bir zorunluluk olarak din de
vardır.
Din ve diyaneti konuşmak için günler hatta aylar
gerekir; ancak, 20 dakikalık zaman dilimiyle kayıtlı
olduğumuzdan ve bu zaman dilimi içerisine vakıfları da
sıkıştıracağımızdan ne kadar
konuşulabilirse o kadar konuşacağız.
Dinî tahlillere özet olarak değinirken, bu konuda,
zaman zaman Batı düşünce yapısından da örnekler vermek
istiyorum.
Ben bu atıflarda bulunurken, din adına ortaya
çıkan garazkâr oryantalistlerin tahriflerini bir kenara bırakıp,
bu konuda, Avrupalı munsif ilim adamlarının söylemlerine yer
vermeyi yeğlemek istiyorum.
1940'lı yıllarda, bir tarih felsefecisi olan
Toynbee "eğer insanlığın dünyada bir geleceği
varsa, ben, bunun, son dört bin yılda ortaya çıkan dinlerin
içerisinde yattığına inanıyorum. O halde, bir şeyden
tamamen emin olabiliriz; din, merkezî hareketin kendini anons edeceği ilk
alan olacaktır. Bizim ödevlerimizden biri de, dinî tarihe, ekonomik ve
siyasî tarihten daha fazla önem vermemizdir; çünkü, din, insan
ırkının en ciddî meselesidir" demektedir.
Yine, Alexis Carrel "insan, her devirde, su ve
oksijen kadar Allah'a da ihtiyaç duymuştur" derken, bir Arap
şairinin, Müslüman Arap şairinin şu beytindeki gerçeği dile
getirmiyor mu:
"Allah'ı bulanın kaybedeceği ne
vardır?
Ve Allah'ı kaybedenin bulacağı ne
olabilir?"
Fransız Mistik Bilgini Pascal, bir gün sokağa
çıkarak "bana, filozofların bahsettiği Tanrı
değil, peygamberlerin tanıttığı Allah
lazımdır" diye haykırmıştır. (RP ve DYP
sıralarından alkışlar)
St. Jérome, mistisizm ile felsefe karakteristiklerinden
bahsederken "Platon, insan ruhunu insanın kafasına
yerleştirmişti; İsa gelip, bunu insanın kalbine
yerleştirdi" demektedir.
Biz ise, Kur'an adına şunu söyleyebiliriz
"insan ruhu, Kur'an'da kalp ve kafanın birleştirilmesinden
oluşan bir kudret olarak sunulmaktadır." İşte, bizim
dinimizin ulvîliği bu noktadan başlar.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
ateizmi resmî ideoloji olarak benimseyen siyasî rejimler 20 nci Yüzyıl
tamamlanmadan birer birer çöktüler. Zira, yapılan bütün sosyolojik
araştırmalar göstermiştir ki, başlangıçtan günümüze
kadar gelmiş geçmiş bütün insan toplulukları, mutlak surette,
bir din ve tanrı anlayışına sahip bulunmaktaydılar.
Yine, tarih felsefecileri, dinbilimcileri şu ortak
noktada anlaşmış bulunmaktadırlar: Semavî dinler,
toplumlara barış, huzur, kardeşlik ve sevgi duyguları
bahşetmenin yanı sıra, toplumsal ahlakî değerleri de
kaydederler.
Cenabı Hakk'a binlerce şükür, en son ve en
büyük semavî dinin mensubu olarak, Müslüman olarak
yaratılmışız ve bu yaratılış bizim imtiyazımızdır.
O din ki, insanı, önce, insan elinin ürünleri olan
mabutlara tapmaktan kurtarmıştır. Sonra, beyazın siyaha,
servet sahibinin yoksula, erkeğin kadına üstünlüğünü
engellemiştir.
O din ki, Kayserle köleyi, Kisrayla çobanı yan
yana saf tutturan ve ön safı, bunların mabede ilk girenine layık
görendir.
O din ki, onun sahibi
"... leyse kemislihi şey'a.." yani, ister mikro ister
makro planda olsun, onun misli olabilecek hiçbir şeyin mevcut
olmadığı Allah'tır. (DYP ve RP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar)
O din ki, servet, ırk, renk, bölge, beden, mevki
üzerine oturan üstünlük ve hükümranlık kavramlarını yerle bir
etmiştir.
HALİL ÇALIK (Kocaeli ) – Siyasete alet
edilmesin de..
M. SABRİ GÜNER (Devamla) – O din ki, onun
temsilcisine, onun tebliğcisine vahyedilen, içinde kuşku ve
çelişmenin asla olmadığı Kur'an'dır. (DYP ve RP
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
Bir imtiyazımız daha var- bunun için de
Cenabı Hakk'a şükrediyorum- 70 bin camimizde, beş vakit namaz
kılınan bir ülkenin insanlarıyız ve dünyanın bütün
Müslüman ülkelerine, göğsümüzü gere gere, Müslümanlığın en
iyi Türkiye'de uygulandığını söyleyebiliyoruz. Herkesin
inanç ve ibadetlerini hiçbir baskı altında kalmadan icra edebildiğini,
göğsümüzü gere gere söyleyebiliyoruz.
Dünyada marksizmin yargılanması neticesinde
komünizmin çökmesinden sonra, antitezsiz bir sistem olarak demokrasi
kaldı. Batı dünyası, Müslüman ülkeler teker teker
İran'ın, Cezayir'in durumuna düşer mi diye korkuya kapıldı;
ama, gördüler ki, nüfusunun yüzde 99.9'u Müslüman olan Türkiye, dünyaya güvence
veriyor ve inandılar ki, halkı Müslüman olan bir ülkenin
fundamentalist olması diye bir olay yok. Türkiye, bunun örneğidir.
Halkının yüzde 99.9'u Müslüman, demokratik bir ülke, inanç ve ibadet
hürriyeti var, tolerans var, kimse kimseye karışmıyor...
İşte, bizi Müslüman ülkeler arasında ve dünyada başı
dik yapan olay budur. Ecdadımızın bıraktığı
noktadan geriye dönemeyiz. İstanbul'u fethedenlerin, İslamın
bayrağını Viyana'ya kadar götürenlerin yapmadığı
şeyi yapmaya kalkışmak yanlıştır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
farklı dinî yorumlar sebebiyle insanlarımızı
karşı karşıya getirenler, hem dinimize muhalif bir
davranış biçimi sergilemekte hem de millî bütünlüğümüze
kastetmektedirler.
Bakınız, Abbasi Halifesi El Mansur, İmam
Malik'e, hukuk kurallarını toplamasını söylemiş. O da,
kendi görüşleri olan Malikî fıkhını bir araya getirerek
"El-Muvatta" isimli bir eser yazmıştır. Mansur'dan
sonra halifeliğe gelen Harun Er-Raşit, İmam Malik'e "bu
eserinizi Kâbe'nin duvarına asalım, herkes okusun ve uygulamada
birlik sağlansın" demişti; ancak, İmam Malik buna
şiddetle karşı çıkmış ve "sakın böyle
bir şey yapmayın; çünkü, ülkenin her yerinde hukukçular vardır;
onlar, bulundukları yerlerin icaplarına uygun hükümler vermek durumundadırlar.
Verdikleri hükümler değişik de olsa, İslama uygunluk
bakımından hepsi doğrudur" demişti. (RP
sıralarından alkışlar) İşte bu davranış
biçimi, her toplumun, İslamdan, kendi çevre ve zihniyetine uygun ve fakat,
vahyin temel verilerine ters düşmeyen yorumlarla istifade
edebileceğinin işaretidir.
Vahyin temel verilerini Kur'an içermektedir ve Kur'an,
Bakara Suresinin 2 nci ayetinde emrolunduğu gibi, içinde kuşku ve
çelişmenin yer almadığı kitaptır. O Kur'an ki,
İsra Suresinin 88 inci ayetinde belirtildiği üzere "eğer
insanlar ve cinler, bu Kur'an'ın benzerini getirmek üzere toplansalar ve
birbirlerine yardımcı da olsalar, yine de, O'nun bir benzerini
getiremezler."
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
bugün, sadece vatandaşlarımıza değil, aynı zamanda,
Japonya'dan Gana'ya, Moğolistan'dan Nijerya'ya kadar çok geniş bir
coğrafî alanda ihtiyaç belirten bütün Müslümanlara din hizmeti sunmaya
çalışan Diyanet İşleri Başkanlığı,
millî bir kurum olmanın yanı sıra, milletlerarası bir boyut
da kazanmıştır. Toplumumuza din hizmeti sunmak için
görevlendirilen ve ülkemizin en ücra köşesine bile hizmet götüren Diyanet
İşleri Teşkilatının çok muhterem Başkanı ve
bütün mensuplarına güvenimiz sonsuzdur.
Sayıları 90 bine yaklaşan bu
camianın içinden birkaç kişinin, siyaseti camie sokma gibi
yanlış bir hareket tarzı, bu seçkin camiaya karşı
kanaatimizi değiştiremez; ancak, onlara bu kürsüden seslenmek
istiyorum: Siyaseti camie sokmaya yeltenmeyin. Siyasetin kaideleri
değişkendir; bugün söylediğiniz şey, yarın
şartlar değişir başka kalıba girer; ama, camide öyle
değil. Cenabı Hak, Kur'an-ı Kerimini bir defa indirmiştir
ve hiç değişmeyecek şekilde indirmiştir. Hazreti
Peygamberin hadisleri de öyle iki de bir değişmez, hep sabittir.
Değişen düşüncelerle değişmeyen Allah kelamını
yan yana getirmek fevkalade yanlıştır, günahtır.
Din görevlisi, herhangi bir partinin değil,
dinimizin görevlisidir. Politika günlüktür, günün şartlarına göre
değişir; halbuki, din, asla değişmez, kıyamete kadar
da bakidir. Siz, hem ibadetinizi yapıyorsunuz, hem de bu milletin size
temin ettiği imkânlar içerisinde maişetinizi temin ediyorsunuz.
Bununla yetinin, bunun ötesine gitmeyin.
Din görevliliği Peygamber mesleğidir. Bu
sebeple, toplum içerisinde bu örnek şahsiyeti temsil edecek niteliklere
sahip olmalısınız. Tebliğ ve irşad, rasgele
yapılan bir propaganda ya da reklam faaliyeti değildir. Sakın,
ilmî bir denetimden geçmemiş, dinî yayınlardan yararlanma yoluna
gidip, insanları yanlış bilgilendirmeyin.
Bu arada, Diyanet İşleri
Başkanlığına da bir hatırlatmada bulunmak istiyorum:
İkinci Avrasya İslam Şûrası sonunda yayımlanan
bildiride de işaret edildiği üzere; din hizmetlerinin
sunulmasında takip edilecek en doğru yol olarak Hazreti Peygamber ve ashabının
takip ettiği ve uyguladığı, müjdeleyici ve
kolaylaştırıcı, nefret ve zorluktan uzak olan yol ve
metotların esas alınması gerekir. Din hizmeti sunan
kişilerin, iyi yetişmiş ve iyi seçilmiş olmaları;
Hazreti Peygamberin sünnetinde var olan sevgi, şefkat, merhamet ve
hoşgörü gibi özellikleri taşımaları ve insanlarla rahat
diyalog kurabilecek nitelikte bulunmaları esastır.
Diyanet İşleri
Başkanlığının, eğitim kurumlarıyla
işbirliği yaparak, nitelikli din görevlisine sahip olma yönünde kendi
bünyesinde gerekli düzenleme ve yapısal değişiklikleri yapması
gereklidir.
Misyonerlikle ilgili faaliyetleri izlemek,
araştırmak ve karşı tedbirleri konusunda
çalışmalar yapmak üzere, misyonerlik faaliyetlerini izleme ve
araştırma merkezi kurulmalıdır.
Misyonerlik karşıtı çalışmalar
konusunda istihdam edilecek din görevlilerinin ilgili eğitimden
geçirilmeleri de gerekir. Diyanet İşleri
Başkanlığının ilgili kurumlar nezdinde girişimlerde
bulunarak, ilk ve orta dereceli okullarda okutulan ders kitaplarına misyonerlik
faaliyetleri ve zararlarını ihtiva eden konuların konulması
yönünde gayret sarf etmesi gerekir.
Sayın milletvekilleri, bir hususun daha
altını çizmek istiyorum: Din hizmeti gören insanların bilgili
olması gerekir. Yalnız din hizmeti mi; fen hizmeti görenlerin de
bilgili olması gerekir. Din hizmeti gören insanların, din ilmi kadar
fen ilmine de; fen hizmeti gören insanların fen ilmi kadar din ilmine de
sahip olması gerekir. Yaşadığı devrin müctehidi bir büyük
zat "ulumî dinîye ile fununî medenîyenin imtizacıyla hakikat ortaya
çıkar. İrtifakiyle; bir tarafta taassup, diğer tarafta hile
ortaya çıkar" demektedir; yani, din ilmi ile fen ilminin
birleşmesinden hakikat ortaya çıkar; ikisinin ayrılmasından
bir tarafta taassup, diğer tarafta hile ortaya çıkar. Daha açık
bir tabirle, yalnız başına din ilmi taassubu, yalnız
başına fen ilmi hileyi meydana getirebilir. İkisini birbirinden
ayırmamak gerekir.
Kur'an-ı Kerim, Allah'ın
varlığından bahsederken, yıldızlardan, aydan,
güneşten de söz etmiyor mu? Teknolojinin baş döndürücü bir hızla
değiştiği, dünyanın küreselleşme sürecine girdiği
günümüzde, bilgi çağı enformatik değişimi de
etkilemektedir. Özünde okumaya, öğrenmeye ve ilme değer veren
İslam dininin kaideleri doğrultusunda din hizmeti görenlerin, bu kültürel
ve teknolojik gelişmelere herkesten daha çok taraftar, herkesten daha çok
da hazırlıklı olması gerekir.
21 inci Yüzyıl, İslam kültür ve medeniyetinin
yeni bir diriliş ve uyanış dönemi olacaktır. Bu
diriliş ve uyanışa, her yönden bilgi sahibi olmadan ayak
uyduramazsınız. Beklenilen yeni dünya düzeni döneminde,
İslamın evrensel mesajını ilim sahibi olmadan
yayamazsınız. Hazreti Peygamberin insanlığın ufkunu
aydınlatmaya başladığı tarihten günümüze gelinceye
kadar, insanlık birçok değişim ve gelişmeye sahne
olmuştur. Yüce dinimiz, bu değişim ve gelişmelere ilgisiz
kalamaz. İslam hukuku, gelişim ve değişime cevap verecek
esneklik ve kaynak zenginliğine sahiptir.
BAŞKAN – Sayın Güner, 3 dakikanız var.
M. SABRİ GÜNER (Devamla) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
İslam, olumlu her türlü gelişim ve
değişimin öncüsü bir dindir. Din görevlilerinden özellikle rica
ediyorum; iyi etüt etmeden, İslam ulemasının fikirlerini vahyin
temel verileriyle birleştirmeden, halka fikir ve yön vermeyin.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
birkaç cümle de Vakıflar Genel Müdürlüğü için söylemek istiyorum.
Eğer, bir vakıf tarlasından geçerseniz, o vakıf
tarlasından kalkan toz üstünüzdeki elbiseye sinmiş ise, o vakıf
tarlasından çıkmadan önce tozunuzu silkeleyip, öyle
çıkınız. İşte, bizim vakıf geleneğimiz,
işte, bizim vakıf inancımız... (DYP, RP ve ANAP
sıralarından alkışlar) Böyle bir inanışla
yürütülen bir hizmetin başında bulunanların, Türk-İslam
geleneği içerisinde, aslında, görev ifa ederken, eğer,
doğru yapıyorlarsa -ki, doğru yaptıklarına inanmak
istiyorum- aynı zamanda, Allah'ın rızasına uygun faaliyette
bulunma gibi bir mazhariyetleri de vardır. Binlerce fakire yemek yediren
imarethaneleriyle, onbinlerce öğrenci barındıran
yurtlarıyla, 8 bin civarında tarihî eseri korumasıyla, 300'e
yakın medrese, 6 bin civarında camiiyle yapılan çok önemli bir
hizmet, Allah'ın rızasına uygun bir faaliyet değil midir?
İnsanları, sadece maddî çözümlere yönelik motivasyonlarla huzurlu kılmak
mümkün değildir. Yardımseverliğin, karşılık
beklemeden verme duygusunun hâkim olduğu ahlakî değerlerle
bezenmiş bir toplumun mensubu olmak da o derece önemlidir. İşte
bu ikinci unsur için, vakıf, büyük bir göstergedir.
BAŞKAN – Sayın Güner, son dakikanız...
M. SABRİ GÜNER (Devamla) – Onun içindir ki, bir
değerli bilim adamının da dediği gibi, vakıf kurumu,
insan aklının bulabildiği en hayırlı kurumdur. Bu
kurum mensuplarının da sorumluluklarını müdrik olarak görev
yapmaları, milletimizin genel arzusudur.
Bu duygu ve düşüncelerle, her iki kurumun 1997
yılı bütçeleri milletimiz, memleketimiz ve kurumları için
hayırlı olsun diyor; saygılar sunuyorum. (DYP ve RP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Güner.
Sayın Ahmet Bilgiç, buyurun efendim.
Süreniz 20 dakikadır.
DYP GRUBU ADINA AHMET BİLGİÇ (Balıkesir)
– Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Doğru Yol Partisi Grubu adına, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü
ile Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 1997
yılı bütçeleri üzerinde söz almış bulunmaktayım;
şahsım ve Doğru Yol Partisi Grubu adına
saygılarımı sunarım.
Tapu ve kadastro, en basit anlamıyla, toprak
mülkiyetini güvence altına alan önemli bir hizmettir. Tapu ve kadastro
çalışmaları sonucu tespit edilen taşınmaz
malların sınırları, sahipleri ve nitelikleri zaman
içerisinde değişir. Bu dinamik yapı izlenerek güncel hale
getirilmez ise tapu ve kadastro bilgileri eskir, değerini yitirir. Bu
nedenle, tapu ve kadastro çalışmaları sürekliliği
gerektirir.
İnsanların yaşamını
sürdürebilmesi için çok önemli bir üretim aracı olan toprak, çağlar
boyunca önemini korumuş ve insan hayatının bir parçası
olmuştur. Toprak üzerinde yaşanılmakta, barınılmakta,
beslenmemiz ondan elde edilen ürünlerden olmakta, eşyalar ondan elde
edilen maddelerden elde edilmekte, velhasıl, hayatın her
safhasında toprakla ilişkimiz olagelmektedir. Bu sebeple, toprak
sistemi üzerinde bütün toplumlar titizlik göstermişler, en eski
çağlarda bile toprak tasarrufuyla ilgili kaideler koymuşlar, kanunlar
yapmışlardır.
Toplumların refahı, âdeta, toprak sistemlerinin
mükemmelliğine bağlı olmuştur; çünkü, toprak, hayatın
her safhasında -sosyal hayatta, ekonomide, siyasette- etkili olduğu
gibi, devletler arasındaki çatışmaların da en önemli
sebebini oluşturagelmiştir.
Türkler, toprak hukuku konusunda kendine has
özellikleri olan bir sistem geliştirmişlerdir. Diğer
toplumların toprak sistemlerinden farklı olan Türk toprak
sistemindeki başarılı uygulamalar, yabancı devlet
adamları ve birçok düşünürü etkilemiştir. Toprak sistemi, Türk
tarihinin bütünü içinde, başlangıcından itibaren yaşanan
coğrafyanın ve onun üzerinde yaşayan insanların hayat
tarzları, inanç ve idealleri doğrultusunda kendisine haz bir
gelişim çizgisi izlemiş; başlangıcındaki çekirdek
yapı ve öz muhafaza edilmekle beraber, devletteki gelişme ve büyümeye
paralel olarak şekillenmiş; devletteki gerileme ve küçülmeye paralel
olarak da bozulmuştur.
Toplumda özel mülkiyet fikrinin
yaygınlaşması, sanayi toplumuna geçiş ve hızlı
kentleşme, taşınmaz malların üzerindeki haklarla birlikte,
devlet tarafından güvence altına alma zorunluluğunu ortaya
çıkarmıştır. Bu zorunluluk, taşınmaz
malların konumlarının belirlenip haritaya aktarılması
ve üzerindeki hak ve mükellefiyetlerin düzenli bir tapu sicilinde
gösterilmesini içeren hukuksal kadastro olgusunu sistemimize
yerleştirmiştir.
Sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçiş sürecinin
başlaması, kentleşme hızının artan bir seyir
izlemesi, buna bağlı ihtiyaçların çoğalması, tapu ve
kadastroya da yeni bir anlayış ve tanımlama getirmiştir.
Kendi meslek çerçevesinde tapu ve kadastro,
toprak-insan ilişkilerini modellendiren bir bilgi sistemi olarak
tanımlanmaktadır.
Günümüzde, tapu ve kadastro, tarımsal ve
endüstriyel kalkınma planları ile çeşitli mühendislik
projelerinin hazırlanması ve uygulanması, adaletli bir vergi
sisteminin oluşturulmasında en önemli altyapıyı
oluşturmaktadır.
Temeli yüzelli yıl önceye dayanan Tapu ve Kadastro
Genel Müdürlüğü, hizmetlerini, ülke çapında, yaklaşık 13
bin personeliyle yürütmektedir. Kalkınma planlarında verilen hedefler
doğrultusunda, tesis kadastrosu çalışmalarını 2000
yılına kadar bitirmeyi hedefleyen bu kurumun her alanda desteklenmesi
gerektiğine inanıyoruz.
Bu kurum, kendine verilen görevlerini yerine
getirebilecek bilgi birikimine sahiptir. Ancak, sadece görev ve sorumluluk vermek
yetmez; gerekli yatırım imkânları mutlaka
sağlanmalıdır. Çalışanların maddî durumları
arazi tazminatları bu işin yapımı için gerekli seviyede ele
alınarak sonuçlandırılmalıdır.
Bununla birlikte, tesis kadastrosu henüz
tamamlanmamış yerlerde yapılacak olan yatırımlarda,
kadastronun tamamlanmamış olması, bir darboğaz
yaratmamaktadır. Tapu ve Kadastro kurumu, bu tür yerleri, öncelikli
kadastro kapsamına alarak, süratle tamamlamaktadır. Ancak, gerekli
yatırım imkânlarını sağlamazsak, 2000
yılında bitirmemiz gereken kadastro işlemlerini, 2050
yılında bile bitirmemiz hayal olarak kalacaktır.
1983 yılında tamamlanması öngörülen tapu
ve kadastro çalışmalarının, ondört yıllık bir
gecikmeyle, ancak yüzde 78'i tamamlanabilmiştir. Mahalle adedi
bazında yüzde 98'i tamamlanmış olmasına rağmen, köy
adedi bazında yüzde 63'te kalınmıştır. Henüz kadastrosu
yapılamayan 36 bin 863 köyden 12 bin 764 köyümüzün kadastro
işlemlerine hiç el atılamamıştır. Bu kalan
işlerin 2000 yılına yetiştirilebilmesi için, Genel
Müdürlüğe ayrılan genel bütçe dışı bir kaynak olan
döner sermaye gelirlerinin, yatırımların büyük bir
kısmını karşılayabilecek seviyede
kullanılmasına gerekli yasal zemini mutlak
sağlamalıyız.
1995 yılında
döner sermayeden sağlanan gelir, 549 milyar, ödenen vergi 279
milyar, yatırımlar için kullanılan meblağ ise 270 milyar
TL'dir. 1996 yılı ekim ayı itibariyle 911 milyar gelir elde
edilmiş, 425 milyar vergi ödenmiş, 430 milyar TL de
yatırımlarda kullanılmıştır.
Tapu ve kadastro çalışmalarının
2000 yılında bitirilebilmesi için, 1997 yılından itibaren,
döner sermayeden elde edilecek gelirlerin tümünün, vergiden muaf tutularak,
kadastro çalışmalarında kullanılmak üzere tahsis
edilmesini, Genel Müdürlük emrine verilmesini ve bu yönde hazırlanacak
yasal düzenlemenin bir an önce yapılmasını önermekteyiz.
1995 yılı Bütçe Kanununun 47/f maddesi
uyarınca, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünde çalışanlara,
döner sermaye işletmesinden 5,5 aylık ödeme
yapılmıştır. Bütçe Kanununda yer alan söz konusu madde
Anayasa Mahkemesince iptal edildiğinden ödemeler durdurulmuş ve
çalışanlar mağdur edilmiştir. Anayasaya
aykırılık giderilerek, çalışanların
mağduriyetinin giderilmesi gerekmektedir. Ayrıca, Tapu ve Kadastro
bölge müdürlükleri döner sermaye işletmeleri vakit geçirilmeden
kurulmalıdır. Bu yöndeki Genel Müdürlük talepleri, Devlet Personel
Başkanlığı ve Maliye Bakanlığı tarafından
olumlu olarak neticelendirilmelidir. Bu konuda görev alacak personel
eğitilmiş ve hazır beklemektedir.
Tapu ve kadastro işlemlerinin
hızlandırılması ve kurumun yükünün hafifletilebilmesi için,
özel sektörde görev yapan 1 400 civarındaki özel büronun bu
çalışmalara katkı sağlaması gözardı
edilmemelidir. 3402 sayılı Kadastro Kanununun 39 uncu maddesi
uyarınca, yeterli ödenek temin edildiğinde, özel sektör
imkânları kullanılarak, ihale suretiyle kadastronun teknik yönünün
yaptırılması imkân dahilindedir. Özel sektörün devreye
sokulmasıyla kurumun eleman ihtiyacı azalacak, demirbaş,
elektronik donanım, oto, araç gereç yatırımları
düşecek, Genel Müdürlüğün yükü yüzde 25-30 civarında
azalacaktır. Dünyada 30 ülkede, özel sektörün tapu ve kadastro
çalışmalarına katıldığı bilinmektedir.
Orman kadastrosu sonucunda, orman rejimi
dışına çıkan ve köylümüzün halen kullanmakta olduğu,
yani zilyetlik ettiği arazilerinin, uygun koşullarla Maliye
Bakanlığı tarafından kendilerine bir an önce satılması
kaçınılmazdır. Böylece, üretim dışı kalan
topraklarımızın değerlendirilmesi de sözkonusu
olacaktır.
Yukarıda da değinildiği gibi, tesis
kadastrosu çalışmalarının artık sonuna
yaklaşılmaktadır; ancak, kadastrosu tamamlanmış
yerlerde, teknolojik sebeplere dayalı yenileme ve güncelleştirme
zorunlulukları ortaya çıkmaktadır. Buradan çıkan fikir,
kadastronun yaşatılmasının, yapılması kadar
önemli olduğudur.
Teknolojideki gelişmeler, küreselleşmenin
sonucu yaklaşımlar, toprağa dayalı hizmetlere de yeni bir
anlayış getirmiştir. Değişen toplumsal ihtiyaçlara
göre de, kadastrodan beklentiler değişerek artmıştır.
Bu durum, gerek kamu kuruluşlarını gerekse özel sektör
kuruluşlarını, çağdaş hizmet üretimi ve sunumunda yeni
statüler belirlemeye zorlamaktadır.
Toprağa ilişkin bilgilere hızlı
ulaşım, bu alanda bilgisayar teknolojisinin yaygın bir
şekilde kullanımıyla mümkün olacaktır. Bir sistem
altında yürütülecek bu çalışmalar, yargının, kamunun,
ekonominin, istatistiğin ve proje faaliyetlerinin ihtiyacına cevap
verebilecektir.
Dünyada küreselleşmenin gerekliliği
tartışılmaktadır. Toprağa ilişkin bilgileri
kapsayan tapu ve kadastro bilgi sistemi de, küreselleşmenin bir
gereği olarak kabul edilmelidir. Ülkemizde, kalkınmaya yönelik
altlık haritalar üreten kurum ve kuruluşların koordinasyonu
gereklidir. Gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, ülkemizde de bu
sektörün öncülüğünü yapabilecek olan Tapu ve Kadastro Genel
Müdürlüğüne, gerekli kaynak ve yetki verilmelidir.
Başbakanlığa bağlı olan bu kurumun, bugünkü
yapısı ve kuruluşu, bu amaç için oldukça uygun gözükmektedir.
Günümüzde, moda deyim olarak sıkça kullanılan
yeniden yapılanma, tapu ve kadastro çalışmalarımızda
da kaçınılmaz olarak ortaya çıkmaktadır. Artık, küçük
işletmelerin bile klasik anlayışla yönetilmediğini
görüyoruz. Kurumun bu yönde yapmış olduğu çalışmalar,
modern yönetim tekniklerini dikkate alarak desteklenmeli, yasalaşması
sağlanmalıdır.
Kadastro Kanununda yapılması gereken
değişiklikler, reform niteliğindeki emlak müşavirliği
yasası gibi düzenlemeler, bir an önce sonuçlandırılmalıdır.
Kadastro birimlerinde yeni teknolojilerin yaygın
ve verimli kullanımı, tapu sicil müdürlüklerine modern bir
anlayış ve görünüm getirilmesi, oldukça sevindiricidir.
Bu bağlamda, tapu ve kadastro
teşkilatlarına bilgisayar ağı kurulması
çalışmalarını 1994 yılında başlatan Devlet
eski Bakanı Sayın A. Baki Ataç'a, Sayın Genel Müdürümüz Yüksel
Akın'a ve emeği geçenlere huzurunuzda teşekkürü bir borç
biliriz.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü bütçesi üzerindeki görüşlerime
burada son verirken, tapu ve kadastro hizmetlerinde, üstün hizmet anlayışıyla, yaz
kış, dağ bayır demeden çalışan, emeği geçen
tüm personele çalışmalarında başarılar diliyor;
kendilerini bütün projelerinde destekliyor; bütçenin hayırlı
olmasını temenni ediyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri,
şimdi de; Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü bütçesi
üzerindeki görüşlerimizi arz etmek istiyorum.
İnsanoğlu, yaratıldığı
günden itibaren meteorolojik olaylarla iç içe olmasına rağmen,
meteorolojinin gerçek anlamda bir bilim dalı olarak ortaya
çıkması, ancak 19 uncu Yüzyıl sonlarına rastlar.
Türkiye'de, cumhuriyet döneminde, 1937
yılında kurulan Devlet Meteoroloji İşleri Genel
Müdürlüğü, modern anlamda meteorolojik hizmetleri o günden bugüne devamlı
olarak geliştiren; bugün, Türkiye'nin, hava ve iklim
şartlarının tespit edilebilmesi için yurdumuzun her
köşesinde açmış olduğu değişik tip ve amaçtaki
meteoroloji istasyonlarında rasat yapan; bu rasatlarla,
yurtdışından aldığı bilgileri değerlendirerek,
hava tahminleri ve meteorolojik ihbarları hazırlayan, ilgili yerlere
ulaştıran ve kullanıcıya sunan bir kamu kuruluşu
haline gelmiştir.
Meteorolojik hizmetlerin kendisine has özellikleri
vardır. Bu hizmetler, teknik ve bilimsel nitelik
taşımaktadır. Meteorolojik hizmetlerin günün
şartlarına ve gelecekteki ihtiyaçlara cevap verebilecek şekilde
planlanması ve yürütülmesi gerekmektedir. Bunun için, bilimsel
araştırmaları ve teknolojik gelişmeleri yakından takip
etmek, yeni araştırmalar ve incelemeler yapmak ve bunları
uygulamak gerekir. Bu bakımdan, söz konusu hizmetlerin ve
çalışmaların sağlıklı olarak yerine
getirilebilmesi için kalifiye personel istihdamı, teknik personelin
yurtiçi ve yurtdışı eğitimleriyle, alet ve cihazların
modernizasyonu büyük önem arz etmektedir.
Hızlı ve dengesiz olarak artan dünya nüfusu;
plansız ve sağlıksız olarak gelişen çarpık
şehirleşme; gittikçe karmaşık hale gelen trafik; koyu,
durgun, pis denizler; sisli, puslu, kirli bir gökyüzü; atmosferik dengeyi
bozacak ozon ve karbondioksitteki artma veya azalma; iklimde olabilecek
değişimler sonucu görülebilecek çevre felaketleri; atmosferin her gün
doğallığını kaybederek bozulması; insanların
bilerek veya bilmeyerek yarattığı bu sorunlar da, meteorolojinin
konuları arasına girmiştir.
Devlet Meteoroloji İşleri Genel
Müdürlüğü, yurtdışı ilişkileri çok yoğun olan
kuruluşlarımızdan biridir; çünkü, meteoroloji ve meteorolojik
hizmetler, uluslararası bir hüviyet taşır. Ürettiği
hizmetlerin hemen hepsini uluslararası standart ve tavsiyelere göre yapmak
zorundadır. Mevcut bilgisayar sisteminin hemen hepsi, uydu
-yeralıcı sistemi ve bunlara benzer birçok alet, cihaz ve sistemler,
uluslararası kuruluşlardan hibe yoluyla
sağlanmıştır.
Türk cumhuriyetlerinin meteoroloji
teşkilatları ile Devlet Meteoroloji İşleri Genel
Müdürlüğü arasında başlayan fevkalade sıcak ilişki ve
işbirliği sonucunda imzalanan protokollerin hükümleri yerine
getirilememiştir.
BAŞKAN – Sayın Bilgiç, 3 dakikanız var.
AHMET BİLGİÇ (Devamla) – Tamam Sayın
Başkan.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Azerbaycan,
Türkmenistan ve Özbekistan'dan defalarca üst düzeyde heyetler geldiği
halde, o ülkelerden elemanlar gelip Meteoroloji İşleri Genel
Müdürlüğünde eğitildiği halde, Devlet Meteoroloji İşlerinden
bugüne kadar hiç kimse bu ülkelere gidememiştir. Bu durum, Türk
cumhuriyetleri meteoroloji teşkilatlarını başka devletlerle
ilişki kurmaya yöneltmiştir. Türk devletleriyle yapılan
protokoller gereği, ülkemizde halen 7 öğrenci öğrenim
görmektedir.
Devlet Meteoroloji İşleri Genel
Müdürlüğünün, çok geniş bir istasyon şebekesi ve
eğitilmiş personeliyle, askerî ve sivil, hemen hemen her sektöre,
hayati önemi haiz hizmetler verdiğini biliyoruz. Bütün
imkânsızlıklara ve son derece kısıtlı bütçesine
rağmen, Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğünün askerî
ve sivil sorumluluklarını başarılı bir şekilde
yerine getirdiği ve tahmin oranını gelişmiş ülkeler
seviyesine çıkardığını biliyoruz.
Bu hizmetler, uluslararası hüviyet
taşıdığından, belirli standart ve usullere uyularak
yerine getirilmektedir. Bunun için de, uluslararası bilgi ve teknolojinin
yakından takip edilmesi zorunluluğu, meteoroloji bilgisinin
yanında, lisan bilen elemana olan ihtiyacı da beraberinde
getirmektedir. Nitekim, bu konuda, 1962 yılından beri,
başarılı bir şekilde, lise seviyesinde eğitim
öğretim veren Meteoroloji Meslek Lisesi, 1985 yılından itibaren
Anadolu Meteoroloji Teknik Lisesi haline getirmiş ve İngilizce
eğitime geçilmiştir. Genel Müdürlüğün temel eleman
kaynağı durumunda olan bu okul mezunlarının, Türk
Meteoroloji Teşkilatının ulusal ve uluslararası
kuruluşlar arasında belirli bir seviyeye gelmesinde büyük
katkıları olduğu, inkâr edilemez bir gerçektir.
BAŞKAN – Sayın Bilgiç, son
dakikanızın içerisindesiniz.
AHMET BİLGİÇ (Devamla) – Tamam Sayın
Başkanım; toparlıyorum.
İnsanlığın geleceğini
yakından ilgilendiren iklim değişikliği konusunda ulusal
iklim çalışmalarının sürdürülmesi, küresel gözlem sistemi
içerisinde ozon tabakasındaki değişimlerin tespiti için ozon
gözlemlerine devam edilmesi, doğal afetlerde zararların azaltılması,
hava ve su kirliliği gibi önemli çevre sorunları konularında
araştırmaların yürütülebilmesi ve bu konularda ilgili kurumlarla
işbirliğine devam edilebilmesi, kullanılan alet, cihaz ve sistemlerin
bir kısmının kendi imkânlarımızla üretilmesi, teşkilatımıza,
Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğüne büyük fayda temin edecektir
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Bilgiç, eksüreniz 1 dakika;
buyurun.
AHMET BİLGİÇ (Devamla) – Sağ olun
Sayın Başkanım.
Devlet Meteoroloji İşleri Genel
Müdürlüğünün 1994 yılında döner sermayeye geçmesiyle... Bütçeden
aldığı parayla hizmetlerini yeterli derecede sürdürmesinde
zorluk çektiği bir gerçektir. Bunun için, bugüne kadar olduğu gibi,
bundan böyle de, hizmetlerini, her gün, televizyonlardan, radyolardan
dinlediğimiz, basından izlediğimiz Meteorolojiye destek
verilmesi gerektiği inancındayım.
Bugün, burada görüşmekte olduğumuz tüm
kuruluşların bütçelerinin, devletimize, milletimize hayırlı
olmasını temenni ediyor; başta Sayın
Bakanlarımıza, kadrolarına ve Yüce Meclise saygılar
sunuyorum. (DYP ve RP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bilgiç.
Sayın milletvekilleri, çalışma süremizin
bir iki dakika sarkmasıyla, şimdi kürsüye gelecek olan Demokratik Sol
Parti Grubunun birinci sözcüsünün konuşmasını da dinleme
fırsatımız var. Onun için, çalışma süremizin bir iki
dakika uzatılması hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Sayın Başkan,
Grubu hiç bölmeseydik...
BAŞKAN – Sayın Mehmet Büyükyılmaz,
buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)
Sayın Yılmaz, süreyi eşit
paylaşıyorsunuz sanıyorum; süreniz 10 dakikadır.
DSP GRUBU ADINA MEHMET BÜYÜKYILMAZ (Adana) –
Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Demokratik
Sol Parti Grubu adına, Vakıflar Genel Müdürlüğü bütçesi
hakkındaki görüşlerimizi belirtmek üzere
huzurlarınızdayım ve hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Vakıf, bir malı, bir gayrimenkulü,
akarı, hayrî ve kamu hizmetlerinin görülmesine tahsis etmek amacıyla
ve bu hizmetin ebediyete kadar devamı niyetiyle, vakfeden kişinin
mülkiyetinden çıkarıp, özel bir mülkiyet kategorisine aktarma ve
orada tutma anlamına gelmektedir.
Tarihimizde vakıflar, en fazla Osmanlı
döneminde gelişmişlerdir; çünkü, Osmanlının devlet
anlayışı, bütünüyle, ne İslama ne de günümüz sosyal devlet
anlayışına uyuyordu. Osmanlıda devlet, sadece, iç ve
dışgüvenlikten sorumluydu. İşte, o şartlar içerisinde
vakıflar, önemli toplumsal görevler üstlenmişlerdir; eğitim,
sağlık, bayındırlık, şehircilik, askerlik, dinî
ve bazı özel alanlar, bunlar içerisinde sayılabilir.
Türkiye Cumhuriyeti tarif edilirken, laik, demokratik,
sosyal bir hukuk devletidir deniliyor ve biz, bunları korumak, kollamak
için yemin ettik.
Günümüzde, devlet, eğitimi, sağlığı,
bayındırlık hizmetlerini ve dinî hizmetleri, sosyal devlet
ilkesi olarak kendisi üstlenmiştir. Geçmişte bu hizmetleri
yapmış olan vakıfların, tabiî ki o günkü işlevlerini
bugün yapmaları mümkün değildir; çünkü, devlet yapısı
değişmiştir, Türk Devleti hükümdarlıktan
çıkmıştır; ama, bu vakıflar ve uygulamaları bize
birer kültürel mirastır ve ecdat yadigârıdır. Onun için,
cumhuriyetle birlikte devlete intikal etmiş bulunan vakıf
mallarını işletmek, tarihî vakıf eserlerini korumak,
vakıfları amaçları doğrultusunda desteklemek ve diğer
vakıfları da devlet adına denetlemekle görevli,
tüzelkişiliği olan, katma bütçeli Vakıflar Genel Müdürlüğü
1924 yılında kurulmuştur. 1967'de vakıflara vergi muafiyeti
getiren kanunun çıkmasıyla 3
binin üzerinde vakıf kurulmuştur. İşte, problemlerin
bazıları da bundan sonra başlıyor.
Gerçekten, öyle vakıflarla
karşılaşıyoruz ki, bu, hayır hizmeti midir, kamu
hizmeti midir, yoksa Türkiye Cumhuriyetinin temellerine dinamit koymak için mi
kurulmuştur; anlamakta güçlük çekiyoruz. Öyle vakıflar görüyoruz ki,
tüm mallarını vakfa dönüştürmüş; ama, o mallar kendi
üzerinde olsa bile bu kadar rahat kullanamazdı... Dolayısıyla,
vakfın içi boşalıyor, vergiden muaf, yağma Hasan'ın
böreği... Soygun yine devletten ve vergi muafiyeti yoluyla... Öyle
vakıflar görüyoruz ki, mal varlığı değil insan
topluluğu... Dernek kurar gibi üyeleri var; aidat toplanıyor.
Halbuki, vakıflar bir mal topluluğu... Öyle vakıflar görüyoruz
ki, şirketler kurmuşlar; sanki o şirketler de vakıf
hizmetleri görmektedir... Halbuki, durum öyle değil. Vakıfla,
vakfın iktisadî işletmelerini birbirine karıştırmamak
gerekir. Bu iktisadî işletmeler, hayır ve
karşılıksız kamu hizmeti yapmıyor. Bu şirketler,
normal piyasa kurallarında koşullar neyi gerektiriyorsa, orada
faaliyette bulunuyor. Bu şirketlere, toplumumuz, hatta kamu bile
"madem vakıf hizmetidir, vakıf görevidir veya vakıf
şirketi tarafından yapılıyor; o halde güvenilir" diye,
başlangıçta, güvenilirlik damgasını vuruyor.
İşte, bu noktadan itibaren kamuya verdikleri hizmetlerde, piyasa
koşullarında çalışan diğer şirketlerle
haksız bir rekabete girdiklerini görüyoruz.
Öyle vakıflar görüyoruz ki, dersaneler, okullar,
üniversiteler kurmuşlar; ama, bunların bir kısmının,
Türkiye Cumhuriyetinin eğitim birliği felsefesine hizmet etmedikleri;
laik, demokratik, sosyal devlet ve Atatürk ilkelerine sıkı
sıkıya bağlı yetişmesi gereken
evlatlarımızı yanlış saplantılara kanalize
ettikleri de gözlenmektedir.
Ayrıca, devlet tarafından bu vakıflara
tahsis edilen arazi ve ormanları, çeşitli dolambaçlı yollardan
imara açtıkları ve haksız bir kazanç elde ettikleri de
gözlenmektedir.
Bütün bunları söyledikten sonra, sakın,
Demokratik Sol Partinin vakıflara karşı olduğunu
sanmayın. Kişinin, tertemiz duygularla, malını, mülkünü ve
servetini, kendisinden sonra gelecek olanlara ve kamuya açması çok güzel
bir olay ve hizmettir. Ancak, bu kadar ulvî duygularla yapılan, ortaya
çıkarılan kurumların da yıpratılmaması gerekir
kanaatindeyim.
Devlet hazinesinden, vakıflara, 1997
yılı için 4 trilyon 253 milyar lira pay ayrılıyor. Bunun da
ancak 1,5 trilyon lirası, vakıf eserlerinin bakım ve onarım
çalışmasına ayrılabiliyor. Düşünebiliyor musunuz,
Meclis Genel Kurul salonunun tekrar düzenlenmesine 2,5 trilyon, vakıf
mallarının tümünün bakımına sadece 1,5 trilyon!..(DSP
sıralarından alkışlar)
A. TURAN BİLGE (Konya) – Aferin Mehmet!
MEHMET BÜYÜKYILMAZ (Devamla) – Devlete intikal
etmiş olan vakıfların
rantabl değerlendirildiğini söylemek de mümkün değildir.
Eğer, vakıf mallarının, gayrimenkullerinin kiraları,
günün rayiçlerine uydurulsa, Vakıflar Genel Müdürlüğünün kendi iç
gelirlerinin 10 trilyonun üzerine çıkacağı söylenmektedir.
Ayrıca, Vakıflar Bankasının yüzde
75 hissesi, Vakıflar Genel Müdürlüğüne aittir; fakat, her yıl
sermaye artırımı gerekçesiyle, Vakıflar Bankasından
Vakıflar Genel Müdürlüğüne dişe dokunur bir para gelmemektedir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; çok
uzun bir tarihten beri insanlar zenginliklerini, ihtişamlarını
sergilemek ihtiyacı duymuşlardır. Bunları, ya
mallarını yağmalatarak ya lüks tüketim mallarına
yatırarak yahut kumar ve içki partileriyle ya da böyle kamu yararına
hayırlı işler yaparak sergilemişlerdir. Tabiî ki, bunlar
içerisinde en güzeli kamu yararına olanlardır. İşte, bunun
gelişmesi için de sakıncalı ve zararlı olanların
ayıklanması gerekmektedir ki, daha da gelişsin ve serpilsin.
Peki, bu iş nasıl olacaktır; işte, işin püf
noktası buradadır. Çok güzel işler yapabilirsiniz, çok güzel
müesseseler, işletmeler kurabilirsiniz; ama, bunlar denetimden yoksunsa, çok
uzun yıllar başarılarını ve güzelliklerini
sürdüremezler. Onun için biz, Demokratik Sol Parti olarak, bu
vakıfların ve şirketlerin, Vakıflar Genel Müdürlüğü
denetim elemanlarınca çok iyi denetlenmelerini istiyoruz...
BAŞKAN – Sayın Büyükyılmaz, son 2 dakikanız.
MEHMET BÜYÜKYILMAZ (Devamla) – Teşekkür ederim
efendim.
Denetimi yapacak olan elemanlar da yetişmiş,
birikimli ve liyakati yüksek müfettişler olmalıdır.
İktisadî hayatımızdaki varlıkları itibariyle, devlet
bütçesinin yüzde 25'e yakınını elinde bulunduran
vakıfları, sadece 57 müfettişle nasıl denetlersiniz ? Bu
müfettiş sayısının yüzlerle, binlerle ifade edilmesi gerekmektedir.
Biz, vakıfların, bu olumlu niteliklerinin
daha iyi değerlendirilmesi için siyasetten, politikacılardan
arındırılıp, bununla birlikte, genel müdürün yanı
sıra, bir mütevelli heyetinin oluşturulmasını yararlı
görüyoruz. Bu mütevelli heyetinin Cumhurbaşkanlığı, yüksek
yargı organları, Turizm ve Dışişleri
Bakanlıkları ile üniversitelerden önerilecek birer üyeden
oluşturulması gerekir.
Vakıfların, kira tespitinde,
yatırımlarda, belli baskılarla karşılaşmadan,
siyasî arpalık olmaktan çıkarılıp özerk bir yapıya
kavuşturulmasında yarar vardır diyoruz. (DSP ve DYP
sıralarından alkışlar)
Aslında, vakıflar için bütçeden pay
ayırmak değil, vakıfların kendi ayakları üzerinde
durabilecek duruma getirilmesi gerekmektedir. Çünkü, asıl amacı, sosyal hizmet
yapmasıdır. Bunun için de etkili denetim diyoruz.
Bu yasama yılında, Vakıflar Genel
Müdürlüğüyle ilgili yasaların hazırlanıp acilen görüşülmesi
ve Meclisten geçirilmesi dileğiyle, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın
Büyükyılmaz.
Sayın milletvekilleri,
çalışmalarımıza, kaldığımız yerden
devam etmek üzere, saat 14.00'e kadar ara veriyorum.
Kapanma Saati
: 13.04
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati : 14.00
BAŞKAN : Başkanvekili Uluç GÜRKAN
KÂTİP ÜYELER : Ali GÜNAYDIN (Konya), Mustafa BAŞ (İstanbul)
BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 31 inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
IV. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
1. – 1997 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1994 ve 1995 Malî Yılları Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/518; 1/519; 1/282, 3/414; 1/283; 3/415; 1/492; 3/516; 1/493; 3/517) (S. Sayıları : 134, 135, 103, 102, 151, 150) (Devam)
A) VAKIFLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam)
1. – Vakıflar Genel Müdürlüğü 1997 Malî Yılı Bütçesi
2. – Vakıflar Genel Müdürlüğü 1994 Malî Yılı Kesinhesabı
3. – Vakıflar Genel Müdürlüğü 1995 Malî Yılı Kesinhesabı
B) DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI (Devam)
1. – Diyanet İşleri Başkanlığı 1997 Malî Yılı Bütçesi
2. – Diyanet İşleri Başkanlığı 1994 Malî Yılı Kesinhesabı
3. – Diyanet İşleri Başkanlığı 1995 Malî Yılı Kesinhesabı
C) TAPU VE KADASTRO GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam)
1. – Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü 1997 Malî Yılı Bütçesi
2. – Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü 1994 Malî Yılı Kesinhesabı
3. – Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü 1995 Malî Yılı Kesinhesabı
D) DEVLET METEOROLOJİ İŞLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam)
1. – Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 1997 Malî Yılı Bütçesi
2. –Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 1994 Malî Yılı Kesinhesabı
3. –Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 1995 Malî Yılı Kesinhesabı
BAŞKAN – Çalışmalara kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Kürsü, Demokratik Sol Partinindi.
Komisyon ve Hükümet yerlerinde.
Demokratik Sol Parti adına, ikinci sıradaki sözcü Sayın Abdulbaki Gökçel; buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)
Sayın Gökçel, süreniz 10 dakikadır.
DSP GRUBU ADINA ABDULBAKİ GÖKÇEL (İçel) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Diyanet İşleri Başkanlığının 1997 malî yılı bütçesi üzerinde, Demokratik Sol Parti Grubunun görüşlerini arz etmek için söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, şahsım ve Grubum adına, televizyonları başında bizleri izleyen değerli vatandaşlarımı ve Yüce Meclisimizi saygıyla selamlarım.
Değerli milletvekilleri, Diyanet İşleri Başkanlığı, Anayasamızın 136 ncı maddesinde ifadesini bulan anayasal bir kuruluş olarak, İslam dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek amacıyla, 3 Mart 1924 tarihinde kurulmuş, genel bütçeye dahil ve Başbakanlığa bağlı bir teşkilattır.
Din, fert ya da toplum bazında hayatın vazgeçilmez unsurudur. Dinsiz bir toplumu tarih kaydetmediği gibi, din olarak isimlendirilmese bile, belli bir inanç sisteminden mahrum bir insana da, tarih boyunca rastlanmamıştır. Din, bir inançtır, kişinin dünyevî hayatında da etkileri görülür. Dindar kişi, hem dinî cemaatin hem de içinde yaşadığı cemiyetin bir üyesi olarak, bir taraftan inancının gereklerine, diğer taraftan da, içinde yaşadığı cemiyetin kurallarına uymak zorundadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; din, bir inanç olarak, hangi parti ve gruptan olunursa olunsun, hep birlikte sahip çıkmamızı gerektiren ortak değer hükümlerimizi ihtiva etmektedir. Dinin değişmez kaidelerini ve hizmet prensiplerini politikalara göre ayarlamak veya yeniden tespit etmek mümkün değildir. Bu bakımdan, Diyanet İşleri Başkanlığını, her şeyden evvel, bir hizmet ve itibar müessesesi şeklinde görüyoruz; camiye, okula ve kışlaya siyasetin sokulmaması düşüncesinin tabiî bir gereği olarak, partiler dışı kalmasına, tüm partiler titizlik göstermelidir diyoruz. (DSP sıralarından alkışlar)
Din işlerinin, dinî inanç ve prensiplere uygun tarzda yerine getirilmesi, dinin taassup ve hurafelerden korunması, din hizmetlerinin yetkili ve ehil kişiler tarafından verilmesinin temini bakımından, Diyanet İşleri Başkanlığının, devlet teşkilatında yer almasının ve bu hizmetler için devlet bütçesinden harcama yapılmasının önemi açıktır.
Türkiye’de, din ve devlet hizmetlerinin yeniden yapılanması gerekmektedir. Devlet kuruluşumuz olan Diyanet İşleri Başkanlığımız, inançlara aynı mesafede olmalıdır. Alevî yurttaşlarımız da, Diyanet İşleri Başkanlığında temsil edilmelidir; din adamı kadrosu alabilmelidir; inançlarını, geleneklerini, gelecek nesillerine anlatabilecek, öğretebilecek ibadethanelerini, cemevlerini Diyanet İşleri Başkanlığının denetiminde açabilmelidir ve bunları yapabilmek için maddî yardım alabilmelidir. (DSP ve RP sıralarından alkışlar)
Türkiye, bunları, kendi içindeki Keldanilere, Süryanilere, bin kişilik cemaatlere, tarikatlara hoşgörürken, 20-25 milyon kardeşini görmezden gelemez. (DSP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Diyanet İşleri Başkanlığının yetkisinde olmasına rağmen, Sayın Diyanet İşleri Başkanının da zaman zaman basın organlarında ifade ettikleri gibi, bu Kur’an kurslarımızın ne yaptıkları, ne Diyanet İşleri Başkanınca ne de müftülüklerimizce bilinmemektedir.
Bu Kur’an kurslarının bazılarının, maalesef, demokrasi ve laikliği yıkmayı hedefleyen hareketlerin içinde bulunduğu gözlemlenmektedir. Bundan dolayı, Kur’an kurslarının da mutlaka Dinayet İşleri Başkanlığının denetimi altında yapılması gerekmektedir.
Başta Atatürk olmak üzere, ülkemizin bağımsızlık mücadelesini veren ve cumhuriyetimizin kurulmasına hizmet vermiş tüm insanlarımızın anısını burada şükranla yâd ediyorum. Zira, onların, bu hizmetleri, birçok şeyin yanında, laik bir ortamda, dinî inançlarımızı özgürce yaşadığımız bir zemini hazırlamıştır. Hepsini rahmetle ve saygıyla anıyorum. (DSP sıralarından alkışlar)
Din, tarih boyunca, çok önemli bir etken olagelmiştir; onun için, genel anlamda, din kültürünün okullarda verilmesi doğaldır. Ancak, belirli inançlara, belirli değişik dinlere, mezheplere göre her ailenin kendi çocuğuna özel bir eğitim sağlaması hakkı da doğaldır.
Demokratik Sol Partinin uzun yıllardır benimsediği ve açıkladığı görüşe göre, mecburî din dersleri, genel anlamda, din kültürüyle ve din tarihiyle ilgili olmalıdır. Onun dışında, Sünnî aileler kendi çocuklarına, kendi inançları doğrultusunda; Alevî aileler de kendi inançları doğrultusunda eğitim verebilmelidirler.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Dinayet İşleri Başkanlığı konusuna gelince; ilk bakışta, biçimsel bir yaklaşımla üzerinde durulduğunda, Dinayet İşleri Başkanlığı diye bir kuruluşun laik bir devlette yeri olmaması gerektiği öne sürülebilir; ama, Türkiye’nin kendine özgü birtakım koşulları var, Diyanet İşleri Başkanlığı, ortadan tamamen kaldırıldığı takdirde, Ortadoğu’daki bazı başka devletlerin Türkiye’deki etkinliğinin büyük ölçüde artacağına kesinlikle inancımız vardır. Zaten, şimdiden, bazı bölge ülkeleri, çağdışı bir din anlayışını benimsemiş olan, çağdışı rejimlerle yönetilen bazı ülkeler, Türkiye’de laik demokrasinin bulunmasından çok tedirgindirler. Çünkü, Türkiye, İslam ile laikliğin, çağdaşlık ile demokrasinin bağdaşabileceğini kanıtlamış tek ülkedir. Onun için bazı çağdışı rejimle yönetilen Ortadoğu ülkeleri, Türkiye’nin, kendi halklarına örnek olmasından, esin kaynağı olmasından korkuyorlar ve Türkiye’deki laik demokratik rejimi çökertmek için ellerinden geleni yapıyorlar.
BAŞKAN – Sayın Gökçel, son 2 dakikanız...
ABDULBAKİ GÖKÇEL (Devamla) – Dinayet İşleri Başkanlığı kaldırılsa bile, onlar bu gayretlerini sürdürecekler hem de şimdikinden çok daha etkili olarak sürdüreceklerdir. O bakımdan, bölgemiz ve dünyanın gerçekleri açısından, özellikle de laikliğe karşı saldırıların, laiklikten sapma eğilimlerinin arttığı bir aşamada, biz, Diyanet İşleri Başkanlığının kaldırılmasını doğru bulmuyoruz; ancak, Diyanet İşleri Teşkilatının yapısının, daha katılımcı ve daha demokratik hale getirilmesinin gerektiğine inanıyoruz. Karışmacı değil, katılımcı olmasını istiyoruz. Laik bir devlette hiçbir devlet organı inançlara karışamaz; ama, bir katılımcılık anlayışı içinde inanç gruplarının bir kamu kuruluşunda birlikte yer almalarının, birçok sakıncaları, yakınmaları ortadan kaldıracağı düşüncesindeyiz.
Din hizmetlerinde devlet, adaletli biçimde davranmalıdır; belli inançları kayırıp, bir başka inançları dışlayacak şekilde değil. Eşitlikçi bir şekilde din hizmetlerine maddî kaynak ayrılmasını da biz, devletin görevi olarak düşünüyoruz. Çünkü, Sünnî vatandaşlarımız da Alevî vatandaşlarımız da bu devlete vergi ödüyorlar; ama, Diyanet işleri Başkanlığı yoluyla değerlendirilen kamu kaynakları daha çok Sünnî yurttaşlarımızın gereksinimlerini karşılayacak şekilde kullanılıyor; Alevî yurttaşlarımızın gereksinimlerini de karşılayacak şeklide kullanabilmeliyiz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biz, bu eşitsizliğin ortadan kaldırılması gerektiğine inanıyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Gökçel, eksüre, grubun toplam süresinden düşülüyor biliyorsunuz.
Buyurun.
ABDULBAKİ GÖKÇEL (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, biz bu eşitsizliğin ortadan kaldırılması gerektiğine inanıyoruz. Bölgemizde değişik olaylar yaşanır, dünya değişir, Türkiye’deki laik demokratik rejime yönelik tehlikeler, inşallah ortadan kalkar; o zaman, Diyanet İşleri Teşkilatı diye bir teşkilat kalksın mı kalkmasın mı konusunu daha rahat bir ortamda tartışabiliriz; ama, bugün, Diyanet İşleri Başkanlığımızın işleyişinde ve hizmet sunuşunda aksaklıklar, haksızlıklar olsa da, bunları gidererek, bu kuruluşun görev yapmasını doğru buluyoruz.
Değerli arkadaşlar, bu konuda, bütün ilgili kesimlerin dikkatle, hoşgörüyle ve birbirlerini dışlayarak değil, birbirlerini kabullenerek, birlik ve beraberlik içinde olmalarının, toplumumuza huzur getireceğine, sevgiyi artıracağına inanıyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Gökçel, toparlayınız lütfen.
ABDULBAKİ GÖKÇEL (Devamla) – Toparlıyorum efendim.
Din, insanların gönlündedir; siyasî görüşlerin tekelinde değildir. Müslümanlık, toplumumuzun bütününün ortak inancıdır. (DSP sıralarından alkışlar)
Sayın milletvekilleri, sözlerime son verirken, şunları söylemek istiyorum: Eğer, bugün, camilerimizin kapısı açıksa, ezan seslerini rahat duyabiliyorsak, ibadetlerimizi rahat yapabiliyorsak; bunun, Yüce Önder Atatürk ve onun kurduğu laik ve demokratik Cumhuriyet devleti sayesinde olduğunu bilmenizi istiyorum. (DSP, CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Bu düşüncelerle, bütçemizin, Diyanet İşleri Başkanlığına ve aziz milletimize hayırlı olmasını diliyor, Yüce Meclise saygılarımı sunuyorum. (DSP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Gökçel.
Demokratik Sol Parti Grubunun üçüncü sözcüsü; Sayın Yüksel Aksu; buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)
MEHMET AYKAÇ (Çorum) – Sayın Başkan, bütçesi üzerinde konuşmakta olduğumuz kurumun ismi Diyanettir; Sayın sözcü “Dinayet” demiştir (DSP sıralarından “Hayır” sesleri) yanlış kullanmıştır; tutanaklara öyle geçmesini arz ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Aykaç, kendileri düzelttiler; bir dil sürçmesi vardı, düzelttiler.
Sayın Aksu, bakiye 18 dakikalık süreyi eşit paylaştırıyorum. Süreniz 9 dakikadır; buyurun.
DSP GRUBU ADINA YÜKSEL AKSU (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1997 malî yılı Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü bütçesi üzerinde Demokratik Sol Parti Grubunun görüşlerini sunmak üzere söz almış bulunuyorum; bu nedenle, sizleri ve televizyonları başında bizleri izleyen sevgili vatandaşlarımızı şahsım ve Parti Grubum adına saygıyla selamlıyorum.
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü, bakanlığa bağlı olarak, 15 bölge, 998 tapu sicil, 313 kadastro müdürlüğü ve 145 kadastro şefliğiyle, yılda yaklaşık 10 milyon insanımıza hizmet vermektedir.
Bu kuruluşumuza, 1997 bütçesinden 10 trilyon 571 milyar 104 milyon lira ödenek ayrıldığını görmekteyiz. Bunun 9 trilyon 602 milyar 104 milyon lirası cari giderlere, 900 milyar Türk Lirası yatırım harcamalarına, 69 milyar Türk Lirası transfer ödemelerine ayrılmış. Sizler de takdir edersiniz ki, bütçeden ayrılan bu kaynakla, bu kadar yaygın ve önemli bir hizmetin karşılanması mümkün değildir. Kaldı ki, yıllardır, kurumun sorunları, kaynak yetersizliği yüzünden hep bir sonraki yıla aktarılmıştır.
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü, tüm bu zorluklara rağmen, ciddî bir katma değer sağlamış, 1995 yılında tapu sicil müdürlüklerinde gerçekleştirilen işlemler sonucunda 19 trilyon lira harç geliri elde etmiştir.
Değerli milletvekilleri, ülkemizin sosyoekonomik yapısını incelediğimizde, tapu ve kadastro hizmetinin, toprak ilişkilerinin düzenlenmesi ve toprak mülkiyetinin güvence altına alınmasının yanında, kentleşme, turizm, altyapı, orman, bayındırlık ve iskân çalışmalarına varıncaya kadar, pek çok alanı yakından ilgilendirdiğini görürüz. Bu, olayın görünen boyutudur. Olayın, bir de, toprak davalarına, kamu arazilerinin talanına, rant mafyasına kadar uzanan yönü vardır. Orman, vakıf ve Hazine arazisinin arsa mafyasınca bu denli kolay talan edilmesinin temelinde, tapu ve kadastro hizmetinin, toplumsal gelişmenin gerisinde kalması, tapu kadastro ve arazi rejimimizdeki yanlış politikalar yatmaktadır. Biliyorsunuz ki, ülkemizde şu anda üçlü bir tapu kadastro ve arazi rejimi kullanılıyor. Bu düzenlemelerden ilki, özel mülkiyetteki arazi veya gayrimenkulleri; ikincisi, devletin mülkiyetindeki gayrimenkulleri ve sonuncusu da, devletin korumasında olan, hüküm ve tasarrufunda olan gayrimenkulleri kapsamaktadır.
Devletin hüküm ve korumasında olan yerler tapu haricidir; işte sorun da buradadır. Bu arazilerle ilgili ciddî bir düzenleme şarttır. Eğer bu yapılmazsa, bu boşluğu arazi mafyası bir şekilde dolduracaktır. Nitekim, birçok yerde olan da budur.
Değerli milletvekilleri, ne yazık ki, bugün adliyeye intikal eden davaların çoğu, tapu davalarıdır ve bu davalar yıllarca sürmektedir. Bu durum, hem vatandaşı mağdur etmekte hem de devlete yeni yükler getirmektedir. Bu davaların bir an önce çözülmesi, adalet mekanizmamızdaki yığılmaları da azaltacaktır. Özetle, toplumsal yarar ile toprak mülkiyeti, uyum içerisinde, birbirini bütünleyen unsurlar olarak topluma hizmet verirken, kadastro da bu uyum içinde işlevini yerine getirmek zorundadır. Bunu başaramadığımızda ise, bugün ülkemizde olduğu gibi, bir dizi sorunla karşı karşıya kalmak kaçınılmaz olacaktır. Köyden kente göçün de kaçak yapılaşmanın da altyapı sorunlarının da, çevre kirliliğinin de, tarım ve orman arazilerinin düzensiz kullanılmasının da temelinde, toprak, toplum, mülkiyet ilişkisindeki çarpıklıklar yatmaktadır. Özellikle, büyük şehirlerimizde, Hazine arazilerinin bir an önce belediyelere devri ve imar planına kavuşturulması gerekmektedir. Bu çalışma, çarpık kentleşmeyi de önleyecek çözümlerden birisi olacaktır. Orman arazileri kapsamında kalan özel mülkiyetlere ilişkin düzenlemelerde de sorunlar vardır. Bu konuda, binlerce köylümüz devletten davacı durumdadır. Bu sorunun kaynağında, yine, tapu kadastro uygulamalarındaki hatalar yatmaktadır. Bu sorunları öncelikle çözümleyecek çalışmalara hız verilmelidir.
Değerli milletvekilleri, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün karşı karşıya bulunduğu malî sorunları üç ana başlık altında izleyebiliriz: Cari harcamalar, yatırım harcamaları ve transfer ödemeleri. Cari harcamalarda yaşanılan yetersizlikler nedeniyle, demirbaş alımlarında, kira ödemelerinde, elektrik, su ve kırtasiye ihtiyaçlarının karşılanmasında sorunlar yaşandığını görmekteyiz. Zorunlu hizmetler gereği kullanılan kaynaklar için ise, içinde bulunulan malî yıla borçlanılmakta ve bu borçlar, bir sonraki yıla aktarılmaktadır. Görülen odur ki, bu yıl da durum değişmeyecektir.
Çağdaş ve merkezi devlet olmanın şartlarından biri de, devletin ülkesi ve vatandaşları hakkında her türlü enformasyona sahip olması zorunluluğundan geçer. Bundan dolayı, devletin, kendi toprağına ilişkin bilgileri elde etmesi ve bu amaçla, plana dayalı modern tapu sicillerinin sağlıklı bir şekilde oluşturulması kaçınılmazdır. Toprağa ilişkin verileri güncelleştirecek, sağlıklı bir biçime sokacak tapu ve kadastro çalışmalarının, bir an önce düzenlenmesi ve tamamlanması gerekmektedir. Bildiğiniz gibi, kadastro, toplum yapısının geçmişini ve bugününü gösterirken, geleceğin planlanması ve saptanmasında da yol gösterici olmalıdır.
Günümüz teknolojisiyle, ülkemizin tapu kadastro sorununu çözmek mümkündür. Bugün, çağdaş ülkelerin tümü, tapu kadastro bilgilerinin tamamını veri tabanı altında saklayabilmekte, bu verilere istedikleri anda ulaşabilmektedirler. Ülkemiz, bu alanda benzeri çalışmaları yapabilecek teknolojiyi kurmak ve etkin olarak kullanmak zorundadır. Bunun yolu, önce, tapu kadastro çalışmalarının tamamlanmasından geçer.
BAŞKAN – Sayın Aksu, 2 dakikanız var.
YÜKSEL AKSU (Devamla) – Peki Başkanım.
1996 itibariyle, 12 790 köyümüzün halen kadastrosu yapılmamıştır. Kadastrosu yapılmayan köylerimizden 8 649’u orman köyüdür. Dileğimiz, bir an önce bu köylerimizin orman kadastro işlemlerinin ve tahsislerinin tamamlanması yönündedir. Şehir kadastrosu çalışmalarında eksiklikler vardır. 6 merkez ve 163 ilçemizde tapu kadastro işlemleri halen bitirilememiştir. İlk yapılacak iş, bu çalışmaların bitirilmesi olmalıdır. Bu tempoyla, sanırım yirmi yılda da başarılamayacaktır.
Değerli milletvekilleri, olayın ilk ayağı tapu kadastro çalışmalarının tamamlanmasıdır. Sonra, etkin bir enformasyon ağı ve teknolojinin kullanılması işin içine girer. Ardından, hizmet içi eğitimle bu çalışmayı tamamlarsınız. Bu amaçlara yönelik olarak, personelin bilgi ve becerilerinin geliştirilmesi, bilgisayar ve bilgisayar destekli donanımların etkin kullanılması hedeflenmelidir. Bu konuda ciddî eksiklikler olduğunu görmekteyiz. Tapu kadastro çalışmaları, ülkemizin emlak ve arazi değerlerinin sağlıklı bir şekilde vergilendirilmesi, tarımsal üretimimizin artırılabilmesi açısından da önem arz etmektedir. Tapu kadastro işlemlerinin bitirilmemesinin tarımsal alanda yarattığı olumsuzluklar, kayıtdışı arazilerden doğacak harç ve vergi kayıpları, ülkemizi ciddî bir kaynaktan yoksun bırakmaktadır.
Değerli milletvekilleri, sorun, bir anlayış, bir yaklaşım sorunudur. Çağdaş bir anlayışın temelinde, tapu kadastro hizmetini çok yönlü kullanmak vardır. Çok yönlü kadastro anlayışı, otomasyon, teknik donanım ve buna uygun personel ile gerçekleştirilebilir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Aksu, lütfen toparlayınız.
YÜKSEL AKSU (Devamla) – Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğümüz, bünyesinde otomasyon çalışmaları yapılmaktaysa da, kanaatimizce, bu çalışmalar sağlıksız ve yetersizdir. Bunun iki nedeni vardır: Birincisi, personel yönetiminde yaşanılan sorunlar, diğeri ise sisteme bağlı sorunlardır.
Değerli arkadaşlarım, tapu ve kadastro yaşayan bir hizmettir; değişen ve gelişen koşullara göre kendini yenilemelidir. Görüşümüz, 1997 bütçesinden Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğüne ayrılan kaynakla, tapu kadastro hizmetinin istenilen şekilde verilemeyeceği yönündedir. Bu kaynakla hem teknolojik yenilenmeyi sürdüreceksiniz hem etkin bir personel rejimi izleyeceksiniz hem de öncelikle bitirilmesi gereken işleri sonuçlandıracaksınız. Bütçenin bu haliyle, bu pek olası görünmüyor.
Özetle, tapu ve kadastro müdürlüklerinin normal faaliyetlerini sürdürebilmesi, tapu ve kadastro çalışmalarını etkin şekilde yürütebilmesi, üretken olabilmesi için, cari ödeneklerin, yatırım ödeneklerinin yüksek tutulması gerekmektedir ve 1997 bütçesi bu açıdan yetersiz bir bütçedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Meclisimize çalışmalarında başarılar diler, 1997 yılı bütçesinin başarılı olmasını temenni eder, saygılar sunarım. (DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Aksu.
DSP Grubu adına, Sayın İbrahim Yavuz Bildik.
Sayın Bildik, süreniz epey kısaldı; ama, bir değerli şairimiz olarak, siz, bu kısa sürede herhalde toparlayacaksınız.
Buyurun.
DSP GRUBU ADINA İBRAHİM YAVUZ BİLDİK (Adana) – Teşekkür ederim. Herhalde, sadece, hayırla yetinmek düşecek bize.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Demokratik Sol Parti Grubu adına Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğünün bütçesi hakkında görüşlerimizi bildirmek üzere söz almış bulunuyorum.
Sözlerime başlarken, şahsım ve Demokratik Sol Parti Grubu adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Yaşamakta olduğumuz bilgi ve iletişim çağında tarımdan ulaşıma, sanayiden turizme, enerjiden sağlığa, doğal afetlerden yerleşim yerlerinin seçimine kadar hayatın tüm alanlarında meteorolojik verilerden yararlanmaktayız. Saydığım bütün bu alanlara ilişkin bilimsel verileri derleyen, bunları, insanların ve kurumların kullanımına sunan ulusal meteoroloji kurumumuz dünyadaki gelişmelere paralel olarak gelişmesini sağlamaya çalışmaktadır.
Bilindiği gibi, meteorolojik olaylar ve tahminler salt kendi ülkemiz topraklarıyla sınırlı olmayıp, diğer ülkelerdeki meteorolojik bilgilerin de değerlendirilmesiyle lokal meteorolojik değerlere ulaşılmaktadır. Bu da meteoroloji teşkilatımızın uluslararası alanda yaygın ve modern bir iletişim çağına sahip olmasını gerektirir. Bu amaçla, kurumumuz, çeşitli uluslararası meteorolojik kuruluşların üyesidir. Genel Müdürlüğümüzün yapacağı yatırımlarla, dünyadaki ve alanındaki teknolojik gelişmeleri yakından takip ederek uyum sağlaması gerekmektedir. Ancak, Kurumun 1997 yılı bütçesi incelendiğinde, toplam yatırım harcamalarının Kurum bütçesine oranının sadece yüzde 14 olduğu görülecektir. Bütçenin en önemli kalemini personel harcamaları oluşturmaktadır. Aynı durum, 1995 ve 1996 yılları için de geçerlidir. Kurum, 1995 yılında kendisine tahsis edilen 138 milyar liralık yatırım ödeneğinin ancak 43 milyarını kullanabilmiştir. Bu da, gerçekleşme oranı yüzde 30 demektir.
Yine 1996 yılında, kendisine tahsis edilen 160 milyarlık yatırım ödeneğinin ilk altı ayında, sadece 13 milyarı kullanılabilmiştir. Bu uygulamaları, Demokratik Sol Parti olarak, doğru bulmuyoruz.
1995 ve 1996 yılları dikkate alındığında, 1997 yılı bütçesinde öngörülen 520 milyarlık yatırım harcamalarının da ne derece gerçekleşebileceği kuşkuludur. Buradan da anlaşılıyor ki, Meteoroloji Genel Müdürlüğü, son üç yıldır ciddî bir yatırıma yönelmemiştir; gerekli modern cihaz ve teçhizatla donatılmamıştır.
Meteoroloji Genel Müdürlüğünün yapmış olduğu iş, teknik bir iştir. Bundan dolayı, Kurumda istihdam edilen personelin de nitelikli ve bu alanda eğitim görmüş, uzman teknik elemanlardan olması gerekir. Ülkemizde bu amaçla eğitim veren, meteoroloji mühendisi yetiştiren İstanbul Teknik Üniversitesine bağlı bir bölüm mevcuttur. Buna karşılık, Kurumda çalışan meteoroloji mühendislerinin sayısı oldukça azdır. Toplam personelin ancak yüzde 2,88’i mühendistir.
Bu meslek grubu, azlığının yanında, yeterli yetki ve sorumluluklarla donatılmış değildir. Örneğin, şimdiye kadar, hiçbir meteoroloji mühendisi, genel müdürlük ve üst düzey yöneticiliğe getirilmiş değildir; bu da oldukça düşündürücüdür.
Yine, Kuruma ara eleman yetiştiren Anadolu Meteoroloji Meslek Lisesinin mecburî hizmet karşılığı yatılılık durumu, 1995 Yılı Bütçe Kanununun 50 nci maddesi (c) bendi gereğince kaldırılmıştır; bu da, olumsuz ikinci bir etkendir.
Meteoroloji alanında eğitim görmüş mühendisler istihdam edilmez ve kalifiye ara eleman yetiştiren meslek okulları kapatılırsa, bu özellik ve uzmanlık gerektiren işleri kimlere yaptıracağız, doğrusu merak ediyorum. Ancak, bize gelen duyumlara göre, yöneticiler bu konuyu çözüme kavuşturmuşa benziyor.
Son zamanlarda, kuruma yapılan atama ve nakillerde imam hatiplilerin de olduğu söylenmektedir. Bu söylentilerin doğru olmadığına inanmak istiyoruz; ancak, eğer doğruysa, Refahyol İktidarının son derece yanlış bir kadrolaşma içerisinde olduğunu belirtmek isterim.
Dünya Meteoroloji Örgütü, dünyada yerleşim merkezlerini ve insan yaşamını doğrudan etkileyen doğal afetlerin yüzde 84’ünün meteorolojik ve hidrolojik olduğunu söylüyor. Ülkemizde de, çeşitli zamanlarda çığ, su baskınları, fırtına ve toprak kayması nedeniyle birçok yurttaşımız yaşamını yitirmiştir, önemli miktarda maddî zararlara uğramışızdır.
Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü, bu yönde yeteri kadar teşkilatlanmış olsaydı ve gerekli tahminleri, öngörüleri yapıp, merkezî ve yerel yönetimlerin işbirliğine, bilgilerine sunsaydı, bu kadar can ve mal kaybımız olmayabilirdi.
Yine, her yıl, yaz aylarında ulusal kâbusumuz olan orman yangınlarında, Meteorolojinin çok önemli görevleri vardır.
Bugün, birçok kentimiz hava kirliliği tehditi altındadır. Bu konuda da Meteorolojimize oldukça büyük yük düşmektedir. Meteoroloji tarafından hava kirliliği ve yoğunluğunun ne derecede olabileceğinin önceden bilinebileceği bilimsel bir gerçektir. Bu öngörüler yapılarak, kirliliğin yoğun olacağı günler yerel yönetimlerimize bildirilerek, önceden gereken önlemlerin alınmasına yardımcı olunmalıdır. Gerekirse, Meteoroloji Genel Müdürlüğü, kirliliğin yoğun olduğu kentlerde, bu amaçla, belediyelerle ortak birimler oluşturmalıdır. Bunun için de, bir büyükkent belediye başkanının dediği gibi, hava kirliliğinden kurtulmamız için kaçak kömür dağıtımını durdurma yerine dua etme tercihini yapmış olmak gerek.
Bilindiği gibi, 1986 yılında, Ukrayna’da olan Çernobil nükleer kazasında Türkiye hazırlıksız yakalanmış ve nükleer serpinti, ülkemizin bir bölümünü de etkilemiştir. Gerçi, hâlâ, bu etkilerin sonuçları araştırılıp ortaya çıkarılmış değildir. Bu, büyük bir noksanlıktır. Türkiye ve Türkiye dışında oluşacak muhtemel nükleer kirlilik durumunda, kirliliğin etkileyebileceği alanları belirleyip ona göre önlemler geliştirmek önemlidir. Örneğin, Ermenistan’da, Ukrayna’da veya bir başka ülkede kurulu nükleer santrallarda oluşabilecek bir nükleer kazadan Türkiye’nin nereleri, hangi oranda etkilenebilecektir; Meteorolojinin bu yönde bir çalışması var mıdır veya bu çalışmaları yapabilecek teknik donanıma sahip midir? Kurumun çalışmalarında bu konuya özel bir önem verilmesi zorunluluktur.
Ayrıca GAP, bir dizi barajlar ve sulama sistemlerinden oluşmaktadır. Bu barajların ve sulama sistemlerinin bölgenin iklimini nasıl etkileyeceği konusunda bir çalışma yapılmış mıdır? Mevcut bitki örtüsü, olası bu iklim değişikliğinden nasıl etkilenecektir? Projeden sonra uygulanması planlanan bitki deseni belirlenirken, bu muhtemel iklim değişiklikleri hesaba katılmış mıdır? Bu projeye yönelik çalışan kuruluşlara, Meteoroloji, gerekli desteği vermelidir. Bu çalışmaların en kısa sürede tamamlanmasında büyük fayda vardır.
BAŞKAN – Sayın Bildik, 2 dakikanız var.
İBRAHİM YAVUZ BİLDİK (Devamla) – O zaman çok kısa tutmam gerekecek. Teşekkür ediyorum.
Bilindiği üzere, ülkemiz nüfusunun yaklaşık yarıya yakını geçimini tarımdan sağlamaktadır. Tarım sektörü ise, doğaya ve meteorolojik olaylara, diğer sektörlere oranla daha fazla bağımlıdır. Bu nedenle, meteorolojik bilgilerin bu kesim için önemi daha büyüktür. Zaten, Meteoroloji Genel Müdürlüğü bünyesinde buna yönelik bir daire başkanlığı mevcuttur.
Bugün, teşkilatın gerekli ve yeterli teknolojiyle birlikte dünya gelişmelerinden de yararlanacak verilere ulaşması, bunları derlemesi kolaylaşmıştır. Burada önemli olan, bu bilgileri ve verileri pratiğe aktararak etkin bir biçimde kullanımını sağlamaktırp; yoksa, her akşam haber bültenlerinde izlediğimiz hava sıcaklık tahminleri ve bulut hareketleri, tek başına, bu kuruluşun görevlerini tanımlamaya yetmez.
Teleteks yöntemiyle veya TRT’nin bir kanalında belli saatlerde yapılacak detaylı meteorolojik yayınlar, gereksinim duyan kurum ve kuruluşların yararlanmasını kolaylaştıracaktır. Ne zaman ki, meteoroloji bilimi yardımıyla bir orman yangını engellenirse, bir sel taşkını en az can ve mal kaybıyla atlatılırsa, herhangi bir yöredeki bir tarım ürünü önceden alınacak tedbirlerle donmaktan kurtarılabilirse ya da insanlarımız çığ altında kalmaktan kurtulursa, işte o zaman, meteorolojik bulgu ve öngörülerin insan hayatında, pratikte ne derece etkili olduğu görülecektir.
Meteorolojinin uygulamadaki büyük yararlarından birini, geçmiş günlerde değerlendirmiş olduk. Bir kurumun açtığı ve 2 500 kişinin alınacağı bir sınav için 90 bin kişi müracaat ettiğinde, sınavı stadyumlarda yapmaktan başka çaremiz kalmamıştı. Tabiî, meteorolojik değerlendirmeleri dikkate almadığımız için, bu insanlarımızı çaresizliğe ve büyük maddî sıkıntılara soktuk. Daha sonra, meteoroloji devreye girince, kapalı alanları seçmek zorunda kaldık.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Meteoroloji Genel Müdürlüğü, tekrar gözden geçirilerek, saymaya çalıştığımız bütün görevleri...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Bildik, eksüreniz 1 dakika. Lütfen...
İBRAHİM YAVUZ BİLDİK (Devamla) - ... yerine getirebilecek şekilde imkânlarla teçhiz edilmelidir; istihdam anlayışı dahil, teşkilat yapısı, amaç ve görevleri yeniden belirlenerek, bilimsel özerkliğe kavuşmuş şekilde, çağdaş dünyanın gerektirdiği tüm modern cihaz ve ekipmanlara kavuşturularak, daha üstün nitelikli ve etkin bir hizmet verecek şekle dönüştürülmelidir. Bunun ilk adımı da, liyakat esasına göre, bu konuda eğitim görmüş ehil ellere teslim etmekle başlar.
Erozyonun, doğal afetlerin, orman yangınlarının kader olmaktan çıktığı bir Türkiye dileğiyle, saygılar sunarım. (DSP, RP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bildik.
Sayın milletvekilleri, gruplar adına yapılan konuşmalar bitmiştir; dolayısıyla, soru kabul işlemlerimiz de tamamlanmıştır. Bu dakikadan sonra, Başkanlığa gönderilecek soruları kabul edemeyeceğimizi bildiriyorum.
Şahıslar adına konuşmalara geçiyoruz.
Aleyhinde, Sayın Yakup Hatipoğlu?.. Yok.
Hükümet adına...
ABDULLAH ARSLAN (Tokat) – Lehinde söz vermeyecek misiniz Sayın Başkan ?
BAŞKAN – Efendim, uygulamamız son sözü lehinde vermek.
Sayın bakanlar ... Kaç sayın bakan konuşacak acaba?
DEVLET BAKANI NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Üçümüz de konuşacağız efendim.
BAŞKAN – İlk konuşma için, Sayın Saygın; buyurun. (DYP ve RP sıralarından alkışlar)
Sayın Saygın, süreyi eşit paylaşacağınız düşüncesiyle, 13 dakika süre veriyorum.
DEVLET BAKANI IŞILAY SAYGIN (İzmir) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü, Başbakanlığa bağlı, genel bütçe içerisinde ayrı bütçeli bir kuruluştur. Bu hizmet, Başbakan adına, bizim tarafımızdan yürütülmektedir.
Bu Genel Müdürlük, yılda, ortalama oniki milyon vatandaşa hizmet vermektedir; yılda, yaklaşık üç milyon tapu işlemiyle, bir milyona yakın parselin kadastrosu gerçekleştirilmektedir. Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü, bu görevlerini, 15 bölge müdürlüğü, 998 tapu sicil müdürlüğü, 307 kadastro müdürlüğüyle yürütmektedir.
1995 yılında, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğüne, 2,8 trilyon Türk Lirası bütçe tahsis edilmiştir; buna karşılık, 17 trilyon Türk Lirası harç geliri sağlanmıştır. 1996 yılında ise, 5,1 trilyon bütçeye karşılık 25 trilyon gelir beklenmektedir. Bu sonuca göre, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü, bütçeden aldığı payın yaklaşık beş katı gelir sağlayarak, genel bütçeye katkısı olan kuruluşlar arasında yerini almış bulunmaktadır.
Son yıllarda uygulanan tasarruf tedbirlerine rağmen, mevcut kaynaklar en uygun şekilde kullanılarak, Devlet Planlama Teşkilatı tarafından verilen hedefler üzerinde, kadastroda gerçekleşme sağlanmış bulunmaktadır. 1996 yılının ilk dokuz ayında da, yıllık 5 bin kilometrekare hedefe karşılık, 5 400 kilometrekare kadastro üretimi gerçekleştirilmiştir. Yıl sonuna kadar da, üretimin 7 bin kilometrekare kadar olacağı tahmin edilmektedir.
Ülkemizde, gerçek anlamda, kadastro hizmetleri, 62 yıldan beri devam etmektedir. Kalkınma planlarında, tesis kadastrosu yapılması gereken alan 417 bin kilometrekare olarak tespit edilmiştir. Günümüze kadar, 325 bin kilometrekare alanın kadastrosu tamamlanmıştır. Buna göre, gerçekleşme, yüzde 78’dir. Bu oran, kentsel alanlarda yüzde 98’e ulaşmıştır.
Teknolojide meydana gelen gelişmeler sonucunda, dünyada endüstri çağı, yerini, bilgi çağına hızla terk etmektedir. Ülkemizdeki kurum ve kuruluşlarda, dünyadaki bu gelişmelere uygun atılımlar yaparak, uğraş alanlarıyla ilgili bilgilere hızla ulaşacak ve işletecek bilgi sistemlerini kurmak mecburiyetindeyiz.
Günümüzde, toprağa ilişkin verilerin belirli bir sistem içerisinde toplanması, güncelleştirilmesi ve hizmete sunulmasında, harita ve tapu kadastro hizmetlerinin çağın gereklerine uygun bir yaklaşımla sürdürülmesi zorunludur. Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, ve stratejisinde, toprağa dayalı bilgilerin daha geniş ve sağlıklı bir şekilde toplanıp istifadeye sunulabilmesi için, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü bünyesinde tapu ve kadastro bilgi sisteminin kurulması öngörülmüştür. Bunun için, harita, tapu ve kadastro sektöründe temel kurum olan Bakanlığıma bağlı Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünde kurulması planlanmış olan tapu ve kadastro bilgi sistemine yönelik ihtiyaç duyulan altlık bilgilerin birçok birimde, bilgisayar ortamına aktarılması çalışmaları başlamış bulunmaktadır. Bu proje çerçevesinde, ülkemizde yaklaşık 45 milyon olan tapu kaydının 19 milyonu birçok birimde, bilgisayar ortamına aktarılmıştır. Bu çalışmalara 1997’de de daha hızlı şekilde devam edeceğiz.
Tapu ve kadastro bilgi sisteminin kurulmasına yönelik bu çalışmalarda, kayıt ve bilgilere daha kısa sürede ulaşılmasını sağlayacak teknolojik donanımlara ve finansmana da ihtiyaç bulunmaktadır. Bakanlığıma bağlı Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün 1997 yılı bütçesinde, yatırım ödeneği, 1996 yılına göre yüzde 70 artırılarak Yüce Meclise sunulmuştur. Harita, tapu ve kadastro hizmetlerinin temel altlığını teşkil eden yüzey ağının yapımı için, 1997 yılı yatırım bütçesinden 100 milyar lira ödenek ayrılmış bulunmaktadır. Bu yaptırımla, yıllarca gündemde tutulan yüzey ağı oluşturma projesi, 1997 yılında uygulamaya konulmuş olacaktır. Bu suretle, harita, tapu ve kadastro bilgilerinin, ülke genelinde aynı sistem içinde üretilmesi sağlanacaktır.
Tesis kadastrosu hizmeti tamamlanan birçok yerde de birtakım hak ve fiziksel değişiklikler meydana gelmiştir. Birçok yerde değişikliklerin izlenememiş olması, bilgilerin güncelliğini de yitirmiş bulunmaktadır. Bu hususu dikkate alarak 3402 sayılı Kadastro Kanununun bazı maddelerinin değiştirilmesine yönelik hazırlanan kanun tasarısı, Başbakanlığa sunulmuştur. Kanun tasarısı yürürlüğe girdiği takdirde, kadastro yenileme hizmetlerinin daha hızlı yürütülmesi sağlanacaktır. Ayrıca, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü döner sermaye hizmetlerinden elde edilen gelir bu hizmette daha kapsamlı kullanılarak finansman sıkıntısı da aşılmış olacaktır.
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünde döner sermaye hizmet alanı genişletilerek yapılan uygulamayla kaynak konusunda iyileştirme sağlanmış bulunmaktadır. Bu kaynağın Türk özel sektörünün imkân ve gücünden de yararlanılacak hizmet alanlarına kaydırılması halinde soruna köklü çözüm bulunacaktır. Bu suretle, devlet, tapu ve kadastro hizmet alanında düzenleyici, gözetici, denetleyici işlevini yapmış olacaktır.
Ülkemizin, harita, tapu ve kadastro konusunda, kamu ve özel sektörde köklü deneyime, güçlü donanıma, nitelikli insan gücüne sahip olduğunu memnuniyetle müşahede etmiş bulunmaktayım. Nitekim, özel mülkiyete geçme aşamasında olan Azerbaycan, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Arnavutluk ile tapu ve kadastro hizmetleriyle ilgili karşılıklı işbirliği çerçevesinde, mutabakat projeleri yapılmıştır. Protokollerde yer verilen konular uygulamaya konulduğu takdirde, bu ülkelere de tapu ve kadastro konusunda deneyimimizi sergileme imkânı bulmuş olacağız.
Ankara, İstanbul, İzmir ve Bursa gibi büyük kentlerimizde kurulması planlamış olan kent bilgi sistemlerinin önemli bir boyutunu oluşturan mülkiyet bilgilerinin de bu sistemlerde yer alması önem arz etmektedir.
Belediyeler ile Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü arasında yapılan protokollerin hayata geçirilmesi için gösterilen gayret ve duyarlılık memnuniyet vericidir. Kuruluşların, uğraş alanları ve ilgili birikim deneyimlerini ortak çalışmalar yaparak vatandaşlarımızın hizmetine sunmaları anlamlıdır ve takdire değerdir.
Herkesin yararlandığı ölçüde, kamu hizmetlerinin bedelini ödemesi çerçevesinde ve kuruluşların kendisine kaynak yaratan bir yapıya kavuşturulması ilkesinden hareketle, Bakanlığıma bağlı Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünde, yeniden yapılanmayla ilgili çalışmalar başlatılmıştır. Yeniden yapılanmayla ilgili çalışmalar sonuçlandığında, harita, tapu ve kadastro hizmetlerinde, her alandaki kaynak ve kapasitenin değerlendirilmesi ve hizmete konulması mümkün olacaktır. Bunlardan daha önemlisi, bu alanda yetişmiş insan gücüne ve sektörde uğraş veren kişi ve kuruluşlara iş istihdam alanı açılacaktır.
Ülkemizde yapılması gereken çok fazla harita ve tapu kadastro hizmeti bulunmaktadır. Amacımız, teknolojik gelişmeler doğrultusunda, uygulamada pratik yöntemleri bularak, birikim ve beklentileri asgariye indirmek suretiyle vatandaşlarımıza, hızlı, kaliteli hizmeti sunmaktır.
Sözlerimi tamamlarken, Sayın Başkan ve Yüce Meclisin saygıdeğer üyeleri, sizleri saygıyla selamlıyorum. (DYP ve RP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Sayın Tunç; buyurun. (RP sıralarından alkışlar)
Sayın Bakanım, Hükümet adına 32 dakika kaldı, yarısını size veriyorum; süreniz 16 dakika.
DEVLET BAKANI AHMET CEMİL TUNÇ (Elazığ) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; diğer bütçelerde olduğu gibi bu bütçenin de hayırlı olmasını, diğer arkadaşlarım gibi ben de temenni ederek sözlerime başlamak istiyorum. Sabahtan beri yapılan görüşmelerde eleştirilerini, tekliflerini sunan arkadaşlarıma da huzurunuzda teşekkür etmek istiyorum.
Bilindiği gibi, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Türkiye’de, gerçekten birçok sosyal, ekonomik faaliyeti yerine getiren bir kurumumuz ve bu kurum, birçok görevi beraber yapmak durumunda. Bunlardan bir tanesi, eskiden bize intikal eden tarihî eserlerimizi onarmak, restore etmek ve dolayısıyla kültürümüz, dolayısıyla tarihimiz mesabesinde olan bu eserleri gelecek nesillere taşımaktır. Vakıflar Genel Müdürlüğü, imkânları ölçüsünde, bu görevi, bugüne kadar yerine getirdi; bundan sonra da, bu görevi yerine getirmenin çabası, çalışması içinde olacaktır.
1996 sonu itibariyle restore edilen, yeniden ayağa kaldırılan, hizmete sunulan tarihî eser sayısı 100’ün üzerindedir. Bu sene, 1997 için, biz, 400 tarihî eseri onarma, restore etme ve dolayısıyla, gelecek nesillere tarihimizi taşıma planlamasını yaptık. Bu sene, bu sayıyı bulabileceğimizi, ben, kuvvetle umut ediyorum.
Şimdi, onarmamız gereken 9 bin civarında tarihî eser var ve ayrılan paranın miktarı 1,5 trilyon. Biz, bununla, şüphesiz çok büyük hizmet yapabileceğimize inanıyoruz; ancak, yaptığımız ve yapacağımız hizmetlerin yeterli olmadığına da inanıyoruz. Bunun için, kaynak arayışı içine girdik ve sık sık şikâyet ettiğimiz, hepimizin şikâyet ettiği vakıf kira mallarıyla ilgili bir düzenleme getirmeye çalıştık. Şu anda, teklifimiz Bakanlar Kurulundan çıktı; Türkiye Büyük Millet Meclisine, sanıyorum, bugün veya yarın takdim edilecek.
Burada şunu öngörüyoruz: Bizim Vakıflar Genel Müdürlüğünün, şu anda, kirada olan işyeri sayısı 20 bindir. Biz, bu sene 20 bin işyerinden, Vakıflar Genel Müdürlüğü olarak 1,5 trilyon lira gibi bir kira elde ettik; ancak, biz, bunun bu hizmetlere yetmeyeceğine, dolayısıyla, çok daha fazla hizmet üretebilmek için kaynağı çoğaltmak, artırmak gerektiğine inanıyoruz. Bundan dolayı, bu kanun teklifini hazırladık. Bununla şunu öngörüyoruz: Bu kanun, yürürlüğe girdikten sonra, kiracılarımızla mevcut sözleşmenin feshini ve yeni bir kira sözleşmesinin yapılmasını öngörüyor. Dolayısıyla, bütün bu düzenlemeler yapılırken, hiçbir zaman kiracılarımızı mağdur etmek gibi bir düşüncemiz yok. Hatta, vakıf işyerlerinde, şu anda, bedel fiyattan daha fazlaya oturanlar var; belki onların da kiralarını aşağıya çekmek mümkün olacak. Yine bu kanun teklifiyle, zaman içinde, ihtiyaçların çok gerisinde kalmış, normalin çok altında kalmış kira gelirlerimizi de, belli, makul bir düzeye getirmeyi öngörüyoruz. Bu hususta, sanıyorum, Türkiye Büyük Millet Meclisi yardımını bizden esirgemeyecek ve hepimizin şikâyetçi olduğu, hepimizin zaman zaman çokça talep ettiği böyle bir ihtiyaç da giderilmiş olacaktır diye düşünüyorum.
Arkadaşlarımıza, özellikle Cemil Beye huzurunuzda teşekkür etmek istiyorum; âdeta benim söylemek istediklerimin hepsini, kendileri, buradan ifade ettiler. Kendilerini kutluyorum, teşekkür ediyorum; bundan sonra da katkılarını bekliyorum. Söylediklerinin hepsine katılıyorum ve kendilerinin de tespit ettiği, bizim de tespit ettiğimiz eksiklikleri, aksaklıkları giderme hazırlıklarımızın da devam ettiğinide ifade etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, bir de, bizim yapmış olduğumuz hayrî hizmetlerimiz var. Şu anda, 59 öğrenci yurdumuzda 12 bin civarında öğrencimiz barınıyor. Yine, 5 bin civarında insana, her gün, sıcak aş temin ediliyor; çalışamayacak durumda özürlü olan, yoksul olan kimselere, sembolik de olsa, nakdî yardımlar yapılıyor ve bu muhtaçlarla devlet arasında sıcak bir ilişki, sıcak bir bağ oluşturulmaya çalışılıyor.
Bunun yanında, Vakıflar Genel Müdürlüğü, bir de sağlık hizmetleri veriyor. Türkiye’nin âdeta en büyük hastanesi durumunda olan Vakıf Gureba Hastanesinde -800 yataklı bir hastane- bu hizmetleri veriyoruz ve biz, bu hastaneyi, önümüzdeki yıllarda, bir üniversite olarak görmek istiyoruz. Üniversiteyi kurmanın hazırlıklarını da şu anda başlattık, çalışıyoruz. İnşallah, bir vakıf üniversitesini kurmak da bize nasip olacak. Bu hususta da, tabiî ki, Parlamentonun desteğini bekliyoruz. Bizim malî denetimini yapmış olduğumuz vakıfların büyük bir kısmı vakıf üniversitesini kurarken, vakıfların anası mesabesinde olan Vakıflar Genel Müdürlüğünün böyle bir müessese kurmaması söz konusu değil diye düşünüyorum. Bu hususta da, şimdiden, hepinizin desteğini bekliyorum. Biz bunun hazırlıklarını başlattık. İnşallah, kısa bir süre sonra, Meclisin önüne böyle bir teklifle gelme imkânına sahip olacağız.
Bunun dışında, tarımsal faaliyetlerimiz var. Vakıf malları, tarla şeklinde, bahçe şeklinde olabiliyor.
Bu hizmetlerin yanında bir de ekonomik faaliyetlerimiz var; iş hanları, kirada olan -biraz önce söz ettiğim- işyerlerimiz var. Ekonomik faaliyetlerin içinde, yine, Vakıflar Bankasından söz etmek mümkün; ama, Vakıflar Bankasının Vakıflar Genel Müdürlüğüyle olan irtibatının kesildiğini zaten arkadaşlarımız burada ifade ettiler. Yine, Vakıflar Genel Müdürlüğünün bazı şirketlerde iştirakleri var.
Böyle ekonomik faaliyetlerin içinde olan çok büyük bir genel müdürlük kendi imkânlarını, kaynaklarını yeterince değerlendirdiği takdirde, biz, Türkiye’nin çok büyük sosyal hizmetlere imza atabileceğini söyleme imkânına sahibiz şu anda. Biz, vakıfların ellerindeki mevcut imkânları yeterince değerlendirebildiğimiz takdirde, şu anda 12 bin öğrenciyi barındırıyorsak, bunu 50 bine; 5 bin insana aş temin edebiliyorsak, bunu 20-30 bine çıkarmak işten bile değil. Ancak, biz, bu hazırlıkların içindeyiz; önümüzdeki yıl inşallah, Vakıflar Genel Müdürlüğünün bütçesi görüşülürken, daha değişik, daha farklı bir anlayışla karşınıza çıkma çabasının içindeyiz.
Değerli arkadaşlarım, Cemil Bey konuşmasında özellikle can alıcı noktalara değindi. Ben, bunları, tekrar da olsa ifade etmek istiyorum:
Vakıf nedir; vakıf, bir insanın, dişinden tırnağından artırdığı, çeşitli zorluklarla kazandığı bir malı, bir amaç, bir maksat doğrultusunda kullanılsın diye tahsis etmesidir, bağışlamasıdır ve bu insan, bu malını vakfederken, vakfettiğim mal şu şu hususlarda kullanılır diye de vasiyet ediyor, vakıf senedine yazıyor. Bizim görevimiz, bu malları, bu amaç doğrultusunda kullanmaktır. Eğer, biz, bu malları, vakfedenin vakıf senedinde ifade ettiği amaç doğrultusunda kullanamıyorsak, o insana ihanet içindeyiz -üzülerek ifade ediyorum- demektir. Ne yazık ki, biz, uygulamalarda böyle şeylerle, zaman zaman, karşı karşıya kalabiliyoruz; ama, şu anda en büyük gayretimiz, vakıf senedindeki maksat ne ise, vakıf malını o amaç doğrultusunda kullanmaya ve vakfın aslının sosyal bir müessese olduğunu bildiğimiz için de, ekonomik yönünden daha fazla-sosyal bir müessese olması hasebiyle-bu hususunu öne çıkarmaya çalışıyoruz. Ne yazık ki, Medenî Kanunun kabulünden sonra kurulmuş olan yeni vakıflarda, biz, eski vakıflardaki ruhu ve şuuru göremiyoruz.
Bakın, üzülerek ifade ediyorum -Cemil Beyde bunu ifade etti- ne yazık ki, vakıfların bir kısmı, vakıf levhasının altında, vakfın ruhuna ve vakfın özüne uygun olmayan faaliyetlerin içindedir. Bunu herkes biliyor. Düşünebiliyor musunuz; bir kamu kurumunun içinde bir vakıf kuruluyor -Cemil Bey çok güzel ifade etti- ve bu kamu kurumunun başındaki adam, bu vakfın başındaki adamdır. Bizim bildiğimiz vakıf, tarihimizden gelen vakıf, hep verendir, alan değildir hiçbir zaman, hep verir. Adam malını bırakmış, siz, o malından muhtaca, fakire, yetime, yoksula veriyorsunuz, onların ihtiyaçlarını görüyorsunuz; fakat, ne yazık ki, bu vakıflar, bir yerde, veren değil, hep alan durumunda oluyor ve bir de bakıyorsunuz, çok kısa süre içerisinde -bunların üyeleri de sınırlı, mütevellileri de sınırlı, bunun dışında oraya bir başkasının girmesi de artık mümkün olmuyor- çok büyük varlıklara, gayrimenkullere sahip oluyorlar ve âdeta bir kooperatifin görmesi gereken_ Bunlar, kendilerine gayrimenkul kazandıracak bir kooperatif kurmaları gerekirken,vakıf kurarak, ne yazık ki, vakfın ayrıcalıklarından veya manevî havasından istifadeyle kendilerine çıkar temin etme gibi bir durumla da karşı karşıya kalabiliyorlar. Hepimiz bunları tespit ediyoruz, biliyoruz.
Ancak, şu anda, bizim teftişle yükümlü olduğumuz vakıf sayısı 9 bin civarındadır. Bizim, şu anda, Genel Müdürlüğümüzün sahip olduğu müfettiş sayısı 57’dir. Biz, 57 mütefttişle bütün bu vakıfları teftiş etme imkânına, ne yazık ki, sahip değiliz ve yine, bu kurumların iştiraklerini, kurmuş oldukları şirketleri de teftiş etme imkânına ve yetkisine sahip değiliz. Yeni bir teşkilat kanununu hazırladık; bu teşkilat kanununda, biz, Genel Müdürlüğü, bu iştirakleri de denetleme, onları teftiş etme yetkisine kavuşturmak istiyoruz.
Bizim şu anda yapmak istediğimiz şey, vakıf şuurunu yerleştirmek, vakıf ruhunu yeniden diriltmek ve devletin ulaşmakta güçlük çektiği, bütçesinin yetmediği, bu ülkenin yoksuluna, fakirine, fukarasına ihtiyaç temin edecek veya en azından bunları, başkalarına muhtaç durumdan kurtaracak bir faaliyetin, bir çalışmanın içindeyiz. Osmanlı’da, bu söylediğimiz hususların çok başarılı bir şekilde uygulandığını, devletin, âdeta, iç ve dış güvenliğin dışında, bütün bu hizmetleri, bu gönüllü kuruluşlar, bu vakıflar vasıtasıyla götürdüğüne şahit oluyoruz.
Peki, ecdadımız bunu yapıyorken, biz niye yapmayalım? Biz, bunu yapma çabası içerisindeyiz; ancak, bazı kuruluşların veya çevrelerin, vakfı yozlaştıracak, vakfı ana maksadından uzaklaştıracak çeşitli çabalar, çalışmalar içerisinde olduğunu da görüyoruz ve bundan üzüntü duyuyoruz. Biz, bunu düzeltmek için, Genel Müdürlük olarak çalışıyoruz. Bu hususta, vakfın ruhunu diriltmede, vakıf şuurunu yeniden yerleştirmede ve vakıfları amaçları doğrultusunda hizmet ettirmede muvaffak olacağımızı ifade etmek istiyorum. Tabiî ki, bu, Yüce Parlamentonun çok değerli üyelerinin desteğiyle olacaktır.
BAŞKAN – Sayın Bakan, 3 dakikanız var...
DEVLET BAKANI AHMET CEMİL TUNÇ (Devamla) – Çok teşekkür ediyorum.
Burada, tabiî, çokça soru geldi -hepsini not aldım- teker teker cevaplamak istiyordum; ancak, sanıyorum, ona zaman kalmayacak. Sadece, bir hususu ifade etmek istiyorum çok önemsediğim için. Ben de imam-hatip kökenliyim. Âdeta bir şey var; yani, nerede bir atama yapılıyorsa, bu imam-hatipli mi değil mi...
Bir arkadaşımız, biraz önce, burada konuşurken, Meteorolojiye imam-hatip kökenlilerin atandığını ifade etti. Bakın, bugüne kadar, beş ay geçti. Bu beş ay zarfında benim yapmış olduğum dört atama var: Bir tanesi Genel Müdür, matematik mühendisi; bir tanesi Genel Müdür Yardımcısı, bu arkadaşımız meteoroloji mühendisi ve Meteoroloji Genel Müdürlüğünün tarihinde ilk defa bir meteoroloji mühendisi Genel Müdür Yardımcısı oluyor; bir tanesi Daire Başkanı, fizikçi; yine, bir tanesi de Teftiş Kurulunda, imam-hatip mezunu; ama, bunu ben getirmedim ki; yani, benden önce kim getirmişse getirmiş...
MEMDUH BÜYÜKKILIÇ (Kayseri) – Getirsin... Ne olur ki?!.
DEVLET BAKANI AHMET CEMİL TUNÇ (Devamla) – Hayır... Yani, şeyi ifade etmek istiyorum...
TEVHİT KARAKAYA (Erzincan) – Bizim kompleksimiz yok Sayın Bakan.
DEVLET BAKANI AHMET CEMİL TUNÇ (Devamla) – Arkadaşlarım tatmin olsun diye açıklık getirmek istiyorum.
Kurumun üç müfettişi var; bu üç müfettişten ikisi, ne yazık ki, Yüksek İslam Enstitüsü mezunu -özür dileyerek söylüyorum- ve bunlardan biri Teftiş Kurulu Başkanı, diğeri de Başmüfettiş; fakat, biz, baktık, geçmişte, rutin teftişler bile yapılmamış. Biz, Yüksek İslam Enstitüsü mezunu bir müfettişi, Teftiş Kurulu Başkanlığından aldık, yine, bir başka Yüksek İslam Enstitüsü mezunu bir müfettişi Teftiş Kurulu Başkanı yaptık. Yani, bizim, Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğünde yapmış olduğumuz imam-hatiplik kadrolaşmanın hepsi bu kadar.
TEVHİT KARAKAYA (Erzincan) – Bunlara gerek var mı Sayın Bakan? !
DEVLET BAKANI AHMET CEMİL TUNÇ (Devamla) – Ben, arkadaşlarım müsterih olsunlar diye ifade etmek istedim.
BAŞKAN – Sayın Bakan, son dakikanız.
DEVLET BAKANI AHMET CEMİL TUNÇ (Devamla) – Ben, tekrar, eleştirilere teşekkür ediyor, bütçenin hayırlı olmasını diliyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (RP ve DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Sayın Ercan, buyurun efendim. (DYP ve RP sıralarından alkışlar)
Sayın Bakan, süreniz 16 dakikadır.
DEVLET BAKANI NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Sayın Başkan, muhterem milletvekilleri; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Mensubu bulunmakla iftihar ettiğimiz ve hizmetlerini yürüttüğümüz İslam dini, barış, selamet ve esenlik anlamına gelmektedir ve ana ilkesi tevhit, yani, birliktir. Ana ilkesi birlik olan bir dinin, bölünmeyi, zulmü, kavgayı hoşgörmesi asla düşünülemez. Dinimiz, kavga ve nifak vasıtası değil, maddî ve manevî bütünlüğün kaynağıdır.
Yüce Allah’ın insanlığa gönderdiği ilahî mesaj bütün olarak ele alınıp incelendiğinde görülecektir ki, bu tebligatın ana hedefi, insanlığın dünya ve ahret mutluluğunu sağlamaktır. Bizleri, birlik, beraberlik, kardeşlik, dayanışma, barış ve selamete davet eden, pek çok ayeti kerime ve hadisi şerif bulunmaktadır. İşte, bu ayet ve hadislerin akıllara ve gönüllere nüfuz etmesi sebebiyledir ki, daha önce birbirlerinin kanını içen bir topluluktan, dünya tarihinin emsalini görmediği kardeşlik örnekleri ortaya çıkmıştır. Kur’an-ı Kerimdeki hitaplar evrensel ve bütün insanlığa yöneliktir, bu da İslamın barışçıl ve evrensel bir din olduğunun apaçık delilidir.
Örnek olarak Kur’an’da şöyle buyurulmaktadır: “Muhakak ki müminler kardeştirler; öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki, esirgenesiniz.”
Burada Yüce Allah, bütün inananları kardeşliğin gereklerini yerine getirmeye davet etmekte, herhangi bir nedenle çatışmaya giren müminlerin arasını düzeltme, onları kardeşçe, barış içinde yaşamaya yöneltme vazifesini de kendilerine yüklemektedir.
İslamın öngördüğü kardeşlikte ırk, renk, dil, sosyal durum, makam ve mevki farkı da asla ölçü değildir; bir tek ölçü konulmuştur, o da takva, yani Allah’tan korkma, O’na layıkıyla kul olmadır.
İşte bu husustaki ilahî kaide:
“Ey insanlar, sizi bir erkekle bir kadından yarattık ve sizi, birbirinizi tanıyasınız diye soylara ve kabilelere ayırdık. Biliniz ki, Allah katında en iyiniz, takva, yani Allah’tan korkma konusunda en ileri durumda olanınızdır.” (DYP ve RP sıralarından alkışlar)
Kan bağı, nesep ve kabilecilik anlayışları yerine, üstünlüğün Allah’tan en çok korkmada olduğunu tebliğ eden İslam, kendi yönetimi altında yaşayan diğer din ve inanç mensuplarının da hukukunu korumuş, onların hukukunu devletin zimmetinde kabul etmiş, bu konuda bağlayıcı, kesin hükümler koymuştur; gerek İslam tarihi ve gerekse Türk tarihi, bunun örnekleriyle doludur.
Değerli milletvekilleri, biz Müslümanlar olarak insanlığın arayıp durduğu sevgi, saygı, barış, kardeşlik, yardımlaşma, dayanışma, hak, hukuk, merhamet, adalet ve güzel ahlak gibi cihanşümul prensiplerin bizim dinimizde var olduğunu, kendi insanımız ve tüm insanlığa gereği gibi anlatabilmiş olsak, toplum huzuru çok kısa zamanda tesis edilmiş olur. Bu vazife de, öncelikle, Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesi içinde teşkilatlanmış bulunan din görevlilerimize düşmektedir.
Toplumu dinî konularda aydınlatma, ibadet yerlerini yönetme görevleriyle yükümlü bulunan ve Anayasamızın 136 ncı maddesine göre genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasî görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak, millî birlik ve beraberliği amaç edinerek, özel kanununda kendisine verilen görevleri yerine getirmektedir.Diyanet İşleri Başkanlığının birleştirici ve bütünleştirici din ve irşat hizmetleri sayasinde yurtiçinde ve yurt dışında vatandaşlarımız arasında millî birlik ve beraberliğimiz pekişmektedir. Çünkü din, insanda var olan fıtrî bir duygu olarak toplum fertlerinin kaynaşmasını ve dayanışmasını sağlayan ve millet varlığını oluşturan yüce bir müessesedir.
Din, insanlığın gelişmesinde ve huzura erişmesinde kutsî bir tesirdir. Hiç şüphe yoktur ki, din müessesesi, tarihin başlangıcından beri, iptidaî toplumlardan medenî toplumlara kadar her devirde insanlığa hâkim olmuştur. Dinî duygu ve dinî hayat, insanların sağlıklarını, mutluluklarını ve başarılarını etkileyen bir faktördür, manevî bir destektir. İnsanları ayakta tutan din, aynı zamanda toplumları da ayakta tutan bir disiplindir.
Tarih, dinsiz toplumların varlıklarını sürdüremediğine ve mazinin karanlığında kaybolduğuna şahit olmuştur. Nitekim, asrımızda yetmiş yıl boyunca toplumu dinden uzaklaştırmak ve dinin izlerini ve etkilerini sosyal hayattan silmek amacıyla kurulan, eğitim sistemini ve bütün kurumlarını ateizm üzerinde bina eden Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinin, insanları nasıl esarete, sefalete ve perişanlığa sürükledikten sonra iflas ettiğine dünya tanık olmuştur. (DYP ve RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Gerçek bu olduğuna göre, devlet olarak bize düşen; dine bigâne kalmak değil, aksine, insanların dünya ve ahiret mutluluğunu savunmak üzere Allah tarafından Peygamberimizin yüce şahsında bizlere gönderilen evrensel, insanî ve ahlakî prensipleri ihtiva eden, en son ve en mütekâmil bir din olan İslamın ölümsüz mesajından insanlarımızın huzuru, mutluluğu, birliği, beraberliği ve kardeşliğini temin etme yönünde faydalanmak maksadıyla gayret sarf etmektedir.
Diyanet İşleri Başkanlığı, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan beri Anayasamızda bir müessese olarak yer almıştır. Bu müessese; Anayasamızda öngörülen prensipler doğrultusunda, toplumu din konusunda aydınlatmak suretiyle, millî birlik ve beraberliğimizi geliştiren önemli bir yapıya sahiptir. Bu müessesenin; toplum üzerindeki önemli fonksiyonunu icra edebilmesi için bütçe, kadro, altyapı ve diğer imkânlar bakımından güçlendirilmesi gereklidir. Bugüne kadar, Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri, imkânlar dahilinde bu müesseseye gerekli yardım ve desteği sağlamışlardır.
Değerli milletvekilleri, din hizmetlerinin en ücra köylere kadar götürülebilmesi, din işlerinin dinî inanç ve prensiplere uygun tarzda, taassup ve hurafelerden arınmış olarak yerine getirilmesi, dinin toplum için manevî bir disiplin olmasının sağlanması ve bu hizmetlerin yetkili ve ehil kişiler tarafından yerine getirilmesinin temini bakımından, bu hizmetlerin devlet eliyle yürütülmesini, bu işler için devlet bütçesinden harcama yapılmasını zarurî görmekteyiz.
Diyanet İşleri Başkanlığı kanunla kendisine verilen görevleri, Anayasamızda çerçevesi çizilen anlayış ve düşünce içerisinde etkinlikle yerine getirmekte, bütçe imkânlarını en iyi şekilde değerlendirerek yurtiçinde ve yurt dışında vatandaşlarımızın manevî değerlere bağlılıklarının geliştirilmesine, millî birlik ve beraberliğin sağlanmasına, kardeşlik duygularının pekişmesine, toplum huzurunun teminine gayret sarf etmektedir.
Diyanet İşleri Başkanlığı mensupları, kendilerine, Anayasa ve kanunlarla verilen bu görevin şuur ve idrakinde, her türlü siyasî düşünceden, parti taassubundan arınmış olarak görevlerini yerine getirme gayreti içerisindedirler. Esasen, din adamlarına düşen görev de budur; çünkü, bu, Yüce Allah’ın sevgili Peygamberinin tebliğ ettiği mukaddes bir görev olduğu gibi, devletimiz de, her yıl bütçesinden trilyonlarca lira ödenek koymak suretiyle, din adamına bu görevi vermiştir; ancak, bu hizmetler yürütülürken; yüce dinimiz, politikaya, dünyevî çıkar ve menfaatlara alet edilmeden anlatılmalı, etnik kökeni, mezhebi, meşrebi, siyasî düşüncesi ne olursa olsun, bütün insanlarımız kucaklanmalıdır. Din görevlisi, herhangi bir partinin değil, bütün milletimizin ve dinimizin görevlisidir.
Muhterem milletvekilleri, Diyanet İşleri Başkanlığının gerçekleştirdiği ve gerçekleştirmeyi planladığı hizmetlerden de kısaca bahsetmek istiyorum:
Diyanet İşleri Başkanlığı, toplumu din konusunda aydınlatmak amacıyla, hizmetlerini, toplumun her kesimine ulaştırma gayreti içerisindedir.
Sadece camilerde değil, okul, hastane, fabrika, öğrenci yurtları, huzurevleri, ceza ve tevkifevleri gibi yerlerde de bu hizmetlerini yürütmektedir.
Gerek merkezde ve gerekse müftülükler bünyesinde oluşturulan irşat ekipleri vasıtasıyla vaaz, konferans ve seminerlerle vatandaşlarımız aydınlatılmakta; radyo ve televizyonlardan istifade edilerek, daha geniş kitlelere ulaşılmaya çalışılmaktadır.
Ramazan ayı, mübarek gün ve geceler, dinimizin güzelliklerini, millî birlik ve beraberliği, sevgi, saygı, barış ve kardeşlik duygularını anlatmakta müsait zaman dilimleri olarak değerlendirilmektedir.
Toplumun dinî konularda aydınlatılmasında hutbelerin önemli bir rolü vardır. Hutbeler, mahallî şartlar ve problemler göz önünde tutularak, müftülüklerin kontrolünde din görevlilerince hazırlanmaktadır.
İslam dininin Kur’an ve sünnete uygun olarak, hurafe ve batıl inanışlardan arındırılmış bir şekilde vatandaşlarımıza sunulabilmesi, yetişmiş elemanlarla mümkündür. Ehliyetli din görevlilerinin yetiştirilmesi bakımından, hizmet içi eğitimin önemi çok büyüktür.
Diyanet İşleri Başkanlığı bir istihdam müessesesidir. İstihdam ettiği personel, Millî Eğitim Bakanlığına bağlı imam-hatip liselerinde yetiştirilmektedir. Göreve yeni başlayan bu personelin, Başkanlık hizmetlerine uyum sağlayabilmesi de, ancak hizmet içi eğitimle mümkün olabilmektedir.
Burada, sizlerin de kabul edeceğinizi düşündüğüm bir hususun altını, özellikle ve önemle çizmek istiyorum. Din, kendisinden özüne uygun olarak istifade edildiği zaman, huzurun, sosyal dayanışmanın, toplumsal kaynaşmanın, barış ve kardeşliğin en önemli etkeni ve menbaı olduğu gibi, kötü niyetli, çıkarcı istismarcılarla cahillerin elinde de en büyük kargaşa, huzursuzluk ve sosyal çatışma vasıtası ve nedeni olabilir. İşte, bu noktada dini topluma anlatma ve aktarma durumunda olan din görevlilerinin önemi ve fonksiyonu ortaya çıkmaktadır.
Diyanet İşleri Başkanlığı, personel eğitim çalışmalarını, İstanbul, Konya, Antalya, Bolu, Elazığ, Kastamonu ve Manisa Eğitim Merkezlerinde sürdürmektedir. Açılma çalışmaları tamamlanmak üzere olan Trabzon-Akçaabat Eğitim Merkezi ve inşaatı bitirilmek üzere olan Erzurum Eğitim Merkeziyle, eğitim merkezi sayımız 9’a yükselecektir. Ayrıca, Bursa-İhsaniye Eğitim Merkezinin inşaatı da devam etmektedir.
Eğitim merkezlerinde yapılan hizmet içi eğitim kurslarına ilaveten, il ve ilçe müftülüklerince de hizmet içi eğitim kursları açılmaktadır.
Dinimizin yüce kitabı Kur’an-ı Kerim’i ve dinî bilgileri öğrenmek isteyenler için açılan ve bugün sayıları 6 169’u bulan Kur’an kurslarında, sadece 1996 yılında, 180 989 kişi eğitim görmüştür. Yine, 1996 yılında, 5 bin civarında hafıza da belgeleri verilebilmiştir.
Ayrıca, akşam kursları ile yaz aylarında camilerde düzenlenen kurslarda, daha çok kişinin Kur’an-ı Kerim’i ve dinî bilgileri öğrenmesi sağlanmakta, böylece yaygın din eğitimi gerçekleştirilmiş bulunmaktadır.
Değerli milletvekilleri, Diyanet İşleri Başkanlığının hizmet alanlarından biri de, yayım yoluyla toplumu aydınlatmaktır. Bu maksatla, ayda bir yayımlanan Diyanet Aylık Dergi ile Diyanet Çocuk Dergisi ve üç ayda bir yayımlanan Diyanet İlmi Dergisi, vatandaşlarımızın istifadesine sunulmaktadır.
Bağımsızlıklarını kazanan Türk Cumhuriyetleri ile Balkan, Kafkas ülkelerinde, Türk ve Müslüman topluluklarında yaşayan soydaş ve dindaşlarımızın dinî ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla, Türk Kültür Varlığını Koruma ve Tanıtma Projesi çerçevesinde, 1992-1995 yılları arasında, çeşitli lehçe ve dillerde beş çeşit kitap, 690 bin adet bastırılarak ilgili ülkelere dağıtımı yapılmıştır.
BAŞKAN – Sayın Bakan, son 3 dakikanız...
DEVLET BAKANI NEVZAT ERCAN (Devamla) – 1996 yılında, bu maksatla, sekiz türde 370 bin adet kitap bastırılmış ve bunların da dağıtımı yapılmıştır.
Ülkemizdeki tarihî ve turistik camileri ziyaret eden yerli ve yabancı kişilere ücretsiz olarak dağıtılmak üzere, Türkçe, Almanca, İngilizce, Fransızca ve Arapça dillerinde, tarihî camileri ve İslam dinini anlatan broşürlerden 100’er bin adet bastırılmış ve dağıtılmıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İslamın beş temel esasından biri olan hac, mal ve bedenle yapılan bir ibadettir. Hac, bir turizm ve ticaret olayı değil, ibadet yönü önplanda olan, bilgi ve tecrübeyi gerektiren, farklı iklim ve tabiat şartlarında gerçekleşen, çeşitli milletlere ait insanların oluşturduğu izdiham sebebiyle ciddî tedbirlerin alınmasını zorunlu kılan büyük bir organizasyondur. Haccın bir turizm olayı olmadığı da, açık ve tartışmasızdır.
Değerli milletvekilleri, Diyanet İşleri Başkanlığımızın devletimizin vermiş olduğu bu ulvî görevi yerine getirmedeki başarısı, hemen hemen bütün konuşmacılar tarafından takdirle ifade edilmiştir. İfade ettiğim gibi, genellikle son günlerde, bilhassa mevsim itibariyle de hac dönemine doğru girdiğimiz günlerde, genellikle, Türkiye’nin gündeminde, bilhassa hac olayı, çok haksız ve gereksiz bir biçimde tartışmaya açılmıştır. O bakımdan, şunu, özellikle ifade etmek istiyorum: Biliyorsunuz, 1987 yılından itibaren, hacda kota uygulanmaktadır. Bu, İslam ülkelerinin ortak bir kararıdır; ama, o gün bugündür, bütün geçmiş hükümetler ve bugünkü Hükümetçe de -hatta cumhurbaşkanı seviyesinde- bu kotanın artırılmasına ilişkin gayret ve çabalar sürdürülmüştür; bugün, tarafımızdan da sürdürülmektedir. İnşallah, önümüzdeki günlerde, öngörülen, yani, ülke nüfuslarının yüzbinde biri nispetinde uygulanan kotanın, Türkiye açısından artırılmasına ilişkin taleplerimiz, belki olumlu bir sonuca da vardırılabilecektir.
Bir önemli hususu daha açıklamak istiyorum...
BAŞKAN – Sayın Bakan, son dakikanız.
DEVLET BAKANI NEVZAT ERCAN (Devamla) – ...o da, hacca havayoluyla mı gidilsin, karayoluyla mı gidilsin meselesi. Bu mesele, tamamen, güvenlik açısından önem arz etmektedir. Eğer, karayoluyla hacca gidildiği takdirde -ki, güzergâh Suriye ve Ürdün üzerindendir- Suriye ve Ürdün üzerinden geçilecek o güzergâhta yol emniyeti varsa, güvenlik varsa, pekala karayoluyla da hacca gidilebilecektir. (RP sıralarından alkışlar) Böyle bir emniyetin varlığı veya yokluğu konusunda da, sadece, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ilgili birim ve kuruluşlarının bu konudaki görüşleri ve raporları alınarak bir sonuca varılacaktır; onu da açıkça ifade etmek istiyorum.
Vaktimiz yok. Çok şey söylemeyi arzu ediyorum; ancak...
Sayın Başkan, birkaç dakikam olabilir mi acaba?
BAŞKAN – 1 dakika daha eksüre veriyorum; buyurun.
DEVLET BAKANI NEVZAT ERCAN (Devamla) – Teşkilat yasamızla ilgili çalışmalar var. Diyanet İşleri Başkanlığında, arkadaşlarımız, genellikle Diyanet teşkilatımızın sorunlarına ilişkin ortak noktalara değindiler; çok yararlı görüşlerini burada ifade ettiler; yararlandık. Kendilerine, gerçekten ayrı ayrı, içtenlikle teşekkür ediyorum. Diyanet teşkilatı yasa tasarısı çalışmaları tamamlanmıştır, sevk aşamasındadır. Memurin Muhakematı Hakkında Kanununa ilişkin kanun tasarı taslağı Bakanlar Kuruluna sevk edilmiş, imzalar tamamlanmak üzeredir.
Ayrıca, 16 667 adet kadro ihdasına ilişkin talebimiz de, Maliye Bakanlığından ve Devlet Personel Başkanlığından olumlu görüş alınarak geçmiş ve imza için Başbakanın önündedir; inşallah, önümüzdeki günlerde de bu kadro ihdası gerçekleşecektir. 72 300 adet, ibadete açık camimiz var; ama, kadrosu olup görevlisi olmayan, hem kadrosu olmayıp hem görevlisi olmayan camilerimiz var. Böylece, bu kadro ihdasıyla, bu camilerimizin din görevlileri eksiği de tamamlanmış olacaktır inşallah.
BAŞKAN – Sayın Bakan, süreniz doldu.
DEVLET BAKANI NEVZAT ERCAN (Devamla) – Hemen tamamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, toplumumuza din hizmeti sunmak üzere görevlendirilen ve ülkemizin en ücra köşesine bile hizmet götüren bu büyük teşkilatın mensuplarıyla bir arada çalışmak, benim için en büyük bir gurur kaynağı olmaktadır; bunu burada söylemeyi bir görev addediyorum kendime.
Diyanet İşleri Başkanlığının hizmetleri bundan böyle de artarak devam edecektir inşallah.
Bu vesileyle, Diyanet İşleri Başkanlığımızın 1997 yılı bütçesinin Diyanet camiasına ve milletimize hayırlı olmasını diler, Yüce Meclisin değerli üyelerine içtenlikle saygılar sunarım. (DYP ve RP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Şahısları adına son konuşmacı Sayın Abdullah Arslan, bütçenin lehinde konuşacaklardır.
Buyurun Sayın Arslan. (RP sıralarından alkışlar)
ABDULLAH ARSLAN (Tokat) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan Diyanet bütçesi hakkında şahsım adına söz almış bulunuyorum; hepinizi hürmetle selamlıyorum. (RP sıralarından alkışlar)
Biz, konuşmamızda, öncelikle, dinin lüzumu üzerinde duracak, zamanımız kalırsa, Diyanet teşkilatımızın da görevleri hakkında hatırlatmalarda bulunmaya çalışacağız.
Dine niçin lüzum vardır; dine lüzum vardır; çünkü, insanoğlunun yaratılışının gayesi budur. İnsanoğlunun yaratılışının en büyük gayesi Yaradan’a kulluk yapmaktır; kulluk şerefiyle şereflenmektir. En büyük şeref, en büyük nimet de, bu kadar nimetleri bizim emrimize veren Allahü teâlâya kul olmaktır.
Belki tam söyleyemeyeceğim; ama, şairin ifade ettiği gibi:
“Kul olduk Allah’a kalubelâda
Kula kul olmamak kararındayız
Üç günlük ömr üçün şu yalan dünyada
Kula kul olmamak kararındayız”
Sayın milletvekilleri, yine, Kur’an’ı Azimüşşan’da muazzez, mübarek ve mukaddes olan kitabımızda, öpüp başımıza koyduğumuz Kur’an’ı hakîmde, yaratılışımızın gayesini Cenabı Hak şöyle ifade buyuruyor: “Öldüren O’dur, yaşatan O’dur; öldüren de yaşatan da Hazreti Allah’tır. Niçin; sizden hanginiz daha iyi amel edeceksiniz, Allah’a kulluk yapacaksınız, insanlığa hizmet edecek, medeniyete katkıda bulunacaksınız.”
Sayın milletvekilleri, bu konuda, muazzez kitabımızdan bir ayeti kerimeyi daha hatırlatmak istiyorum.
“De ki, habibim...
YUSUF ÖZTOP (Antalya) – Burası Millet Meclisi...
ABDULLAH ARSLAN (Devamla) – Rahatsız olmaya lüzum yok, bizden önce konuşan bakanımız birçok ayetten bahsettiler ve bizden önce konuşan DYP sözcüsü ayetten bahsettiler. Diyanet bütçesinde dinin birinci kaynağı Kur’andan bahsetmeyeceğiz de neden bahsedeceğiz!.. (RP sıralarından alkışlar)
NİHAT MATKAP (Hatay) – Camide söylenecek şeyler bunlar, orada okusun Sayın Başkan.
ABDULLAH ARSLAN (Devamla) – Mevla buyuruyor: “De ki, habibim, eğer, ibadetiniz olmasa, eğer kulluğunuz olmasa Allahü teâlâ size ne kıymet verir! Sizin kıymetiniz makamda değil, rütbede değil, servette değil, şöhrette değil, sizin kıymetiniz bana kulluktadır” diyor Mevla ve -bakanımız gayet güzel ifade ettiler, ayeti kerime hatırlattılar- “Takva ile ancak, İslama uymakla, İslamı yaşamakla insan en şerefli olur, en itibarlı hale gelir” Bakınız, bu konuda bir de hadisi şerif okumak istiyorum; çünkü dinimizin kaynağı dörttür...
NİHAT MATKAP (Hatay) – Sayın Başkan, camide okusun...
ABDULLAH ARSLAN (Devamla) – Birincisi, Kur’an; ikincisi, sünnet; üçüncüsü, icmâi ümmet; dördüncüsü de kıyası fukahadır...(CHP sıralarından “Bütçeye gel” sesleri)
Bütçeye geliyorum... Dinin lüzumundan bahsediyorum, lüzumunu anlayacağız ki, bütçenin de ehemmiyetini anlamış olalım. (RP sıralarından alkışlar)
NİHAT MATKAP (Hatay) – Mecliste kimsenin itirazı yok dinin gereğine; onu anlatmanıza gerek yok.
ABDULLAH ARSLAN (Devamla) – 124 bin sahabîye Yüce Peygamberimiz hitap ediyor...
NİHAT MATKAP (Hatay) – Sayın Başkan, dinin gereksiz olduğunu iddia eden olmadı ki; buna ne gerek var? !
ABDULLAH ARSLAN (Devamla) – Bakınız, senelerce sizi dinledik, biraz bizi de dinleyeceksiniz.
BAŞKAN – Sayın Arslan, lütfen Genel Kurula hitap edin.
ABDULLAH ARSLAN (Devamla) – Genel Kurula hitap ediyorum Sayın Başkan.
Bizi de dinleyeceksiniz, artık alışacaksınız; demokrasi varsa, fikir hürriyeti varsa, inanç hürriyeti varsa, alışacaksınız.
AYHAN FIRAT (Malatya) – Terbiyeli ol,...terbiyeli...
HASAN GÜLAY (Manisa) – Dinliyoruz devam et, demagoji yapma!
ABDULLAH ARSLAN (Devamla) – Demagoji değil, dinin esasından bahsediyoruz...
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen...
NİHAT MATKAP (Hatay) – Sayın Başkan, burası yeri değil, sizin müdahale etmeniz gerekir.
ABDULLAH ARSLAN (Devamla) – ...ve Arafat meydanında 124 bin sahabîye Allahın Resulü şöyle hitap ediyor: “Arabın Aceme üstünlüğü, beyazın siyaha üstünlüğü yoktur; üstünlük, ancak takvadadır...
AHMET GÜRYÜZ KETENCİ (İstanbul) – Vaazı camide ver.
NİHAT MATKAP (Hatay) – Camide yapın bunları.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri...
YAHYA ŞİMŞEK (Bursa) – Bu, fikir hürriyetiyle açıklanamaz.
NİHAT MATKAP (Hatay) – Ne gerek var bunlara Sayın Başkan?!
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen sessiz dinleylelim.
ABDULLAH ARSLAN (Devamla) – “Siyahın beyaza, beyazın siyaha üstünlüğü yoktur– tekrar ediyorum– üstünlük,ancak, takvadadır.”
NİHAT MATKAP (Hatay) – Dinin gerekli olup olmadığını sizin anlatmanıza gerek var mı?!. Herkes sizin kadar biliyor.
ABDULLAH ARSLAN (Devamla) Sayın milletvekilleri, dini tarif edelim; dini tarif edelim de, kardeşlerimiz iyice meseleyi kavramış olsunlar da itiraz etmesinler.
NİHAT MATKAP (Hatay) – Sayın Başkan, sizin müdahale etmeniz lazım.
ABDULLAH ARSLAN (Devamla) – Din, nedir; din, hem dünya saadeti hem de ahiret saadeti için Allahü teâlânın Cebrail vasıtasıyla peygamberlerine gönderdiği ilahî hükümlerin bütünüdür.
Tekrar ediyorum; din, Cebrail vasıtasıyla peygamberlere bildirdiği ilahî hükümlerin bütünüdür. Din, sadece iman değildir; din, sadece ahlak değildir; din, sadece ibadet değildir; din, Allah’ın gönderdiği şekilde Kur’anda 6 666 ayetten ibarettir; din, Peygamber aleyhisselamın sünnetinden ibarettir.
Bakın, bazı sözcüler “din, vicdan işidir” diyorlar. Din vicdan işi de, vicdanlarda kalacakda, niçin binlerce hacı, haca gider?..
YALÇIN GÜRTAN (Samsun) – Arapları zengin etmek için.
ABDULLAH ARSLAN (Devamla) – Hayır, hayır; Arapları değil, Allah’ı memnun etmek için giderler. (RP sıralarından “Bravo”sesleri, alkışlar)
O Kâbe, Arabın değil, 1,5 milyar İslam âleminindir; o Hacer-ül Esved, Onundur. İşte, biz, sizin bu zihniyetinize karşıyız .
Sayın milletvekilleri, dinin lüzumu üzerinde konuşurken; diyoruz ki, din, sadece vicdanlarda değildir, sadece camiye mahkûm edilmez; Allah’ın gönderdiği din, mülk O’nundur, âlemler O’nundur, her yerde, her zaman yaşamak mecburiyetindeyiz inanıyorsak; ama, inanmıyorsak, bu hususta, bir mecburiyet yoktur, bir zorlama yoktur. Namaz Allah’ın emridir de, bacılarımızın tesettüre riayet etmesi Allah’ın emri değil midir; elbette emridir.
YAHYA ŞİMŞEK (Bursa) – Değildir...
ABDULLAH ARSLAN (Devamla) – Değildir diyorsanız, iman ettiğimiz Kur’anda...
NİHAT MATKAP (Hatay) – Yazıklar olsun!..
YAHYA ŞİMŞEK (Bursa) – Türkiye demokratik hukuk devletidir; din devleti değildir.
ABDULLAH ARSLAN (Devamla) –...Nur Suresinde, Ahzâb Suresinde, Allahü teâlâ bize emir veriyor.
YAHYA ŞİMSEK (Bursa) – Halkın Müslüman olması ayrı bir şey, devletin dininin olması ayrı bir şey...
BAŞKAN – Sayın Arslan, karşılıklı konuşmayın, süreniz bitmek üzere.
ABDULLAH ARSLAN (Devamla) – Dinle... Dinle...
Sayın milletvekilleri, beş şeyi korumak mukaddestir, mübarektir, muazzezdir...
NİHAT MATKAP (Hatay) – Bütçe konuşması mı bu?!.
ABDULLAH ARSLAN (Devamla) – Aklı korumak mübarektir, malımızı korumak mübarektir, canımızı korumak mübarektir, neslimizi korumak mübarektir; her şeyin başında bunların besleyicisi, kaynağı olan dinimizi korumak bütün Parlamentonun görevidir. (RP sıralarından alkışlar)
YAHYA ŞİMŞEK (Bursa) – Bunu burada söylediğin için korunmuyor, Atatürk’ün getirdiği laiklikle korunuyor.
BAŞKAN – Sayın Arslan, son dakikanız.
ABDULLAH ARSLAN (Devamla) – Sayın milletvekilleri, dinden bahsediyorum; dinin lüzumundan bahsediyorum.
NİHAT MATKAP (Hatay) – Sayın Başkan, Meclisteki hiçbir üyenin vaza ihtiyacı yok.
ABDULLAH ARSLAN (Devamla) – Size itiraz etmedim, siz de beni dinleyiniz.
NİHAT MATKAP (Hatay) – Efendim, dine saygısı olmayan insanlara anlatın bunları.
ABDULLAH ARSLAN (Devamla) – Evet, son sözlerimi söylerken şöyle diyorum; insanı insan yapan, insanı, insanı kabîl yapan ancak dindir.
YAHYA ŞİMŞEK (Bursa) – Burası Türkiye Büyük Millet Meclisi, mollalar meclisi değil!..
ABDULLAH ARSLAN (Devamla) – İşte, Hazreti Ömer’e bakınız; kız çocuğunu, Müslüman olmadan evvel, canlı canlı kumlara gömüyor ve Peygamberi (aleyhissalatü vesellem) öldürmeye kastediyor; ama, velakin, ne zaman ki Müslüman oluyor...
NİHAT MATKAP (Hatay) – Biz bunları biliyoruz, bizim ihtiyacımız yok bunlara...
ABDULLAH ARSLAN (Devamla) – Dinle!..
Ne zaman ki Müslüman oluyor “‘Dicle Nehrinin üzerinde köprü yıkılır da, Hazreti Ömer onu yaptırmazsa, yarın mahşerde onun hesabını sorar” diyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapandı)
YAHYA ŞİMŞEK (Bursa) – Kocatepe Camiinde söylersiniz bunları...
AHMET KÜÇÜK (Çanakkale) – Kocatepe Camiinde devam edin...
ABDULLAH ARSLAN (Devamla) – İşte, din, insanı bu şekilde yüceltmiştir.
BAŞKAN – Sayın Arslan, süreniz tamamlanmıştır; buyurun.
NİHAT MATKAP (Hatay) – Bu suiistimaldir...
ABDULLAH ARSLAN (Devamla) – Bakanımıza 1 dakika verdiniz, 1 dakika da ben istiyorum toparlamak için...
BAŞKAN – Bakiye süreydi... Lütfen... Teşekkür ediyorum.
ABDULLAH ARSLAN (Devamla) – Eşitlik var.
BAŞKAN – Lütfen...
ABDULLAH ARSLAN (Devamla) – 1 dakika diyorum.
BAŞKAN – Lütfen... Teşekkür ediyorum.
ABDULLAH ARSLAN (Devamla) – Ama herkese veriyorsunuz...
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum. Bütçeye gelmeye niyetiniz yok; buyurun Sayın Arslan.
ABDULLAH ARSLAN (Devamla) – Hepinizi sevgiyle selamlıyorum. (RP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Arslan, lütfen, kürsüyü... Lütfen...
Sayın milletvekilleri, beşinci turdaki görüşmeler tamamlanmıştır.
AYHAN FIRAT (Malatya) – Sayın Başkan, söz istiyorum.
BAŞKAN – Ne hakkında efendim?..
AYHAN FIRAT (Malatya) – O cahile bu şekilde konuşma müsaadesi verdiğiniz için üzüntü duyuyorum. Ben, bir milletvekili olarak üzüntü duyuyorum. (RP sıralarından gürültüler)
ERDOĞAN TOPRAK (İstanbul) – Sayın Başkan, bir şey söylemek istiyorum. (RP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Lütfen... Bir dakika susar mısınız... İtiraz ne?..
ERDOĞAN TOPRAK (İstanbul)– Sayın Başkan, Refah Partili hatip arkadaşım, sanki, kendi partileri dışındaki insanların İslamiyete inanmadığını...
BAŞKAN – Sayın Toprak... Sayın Toprak...
(RP, DSP ve CHP sıralarından karşılıklı laf atmalar)
Bir dakika susar mısınız sayın milletvekilleri...
Sayın Toprak, böyle bir usulümüz yok.
ERDOĞAN TOPRAK (İstanbul) – Sayın Başkan, kimse dine karşı değil; ama, biz, dinin siyasete alet edilmesine karşıyız... (RP sıralarından gürültüler)
YAHYA ŞİMŞEK (Bursa) – Dini siyasete alet ediyorsunuz!..
(RP, DSP ve CHP sıralarından karşılıklı laf atmalar)
BAŞKAN – Sayın Toprak... Sayın Toprak... Böyle bir usulümüz yok, lütfen...
NİHAT MATKAP (Hatay) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Sayın Matkap, Grup Başkanvekilisiniz, böyle bir usulümüz yok...
NİHAT MATKAP (Hatay) – İzin verirseniz yerimden bir şey söylemek istiyorum; arkadaşlarımız neden tepki gösterdi, onu izah etmek istiyorum. (RP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Matkap, tepkiyi açıklamak diye, yerinizden de olsa müdahale hakkınız yok; buyurun...
(RP, DSP ve CHP sıralarından karşılıklı laf atmalar)
Sayın milletvekilleri, sorulara geçiyoruz.
Soruların süresi işlemeye başladı.
Şimdi, soru sahibi sayın milletvekillerinin isimlerini okuyorum: Cafer Tufan Yazıcıoğlu– iki adet– Şaban Şevli- iki adet– Abdullah Örnek, Hasan Gülay, Aydın Tümen, Mustafa Güven Karahan, Mustafa İlimen, Ahmet Alkan, Ahmet Doğan, Ramazan Yenidede, Aslan Ali Hatipoğlu –üç adet– Ali Şahin, İbrahim Özsoy, Lütfi Doğan, Müjdat Koç, Musa Uzunkaya, Nezir Büyükcengiz, Mustafa Yünlüoğlu iki adet; Abdulkadir Öncel...
Soruları, sırasıyla okutacağım, soru sahibinin Genel Kurul salonunda bulunup bulunmadığını arayacağım.
Bu arada, sorular bir hayli uzun. Onun için, kâtip üye arkadaşımızın yerinden oturarak okuması hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sayın Cafer Tufan Yazıcıoğlu?.. Burada.
Buyurun:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Vakıflar Genel Müdürlüğü bütçesiyle ilgili sorularım gereği için bilgilerinize arz olunur.
Saygılarımla.
1– Bartın İli dahilindeki tarihî camilerin onarımı yapılacak mıdır?
2– Bartın İline bölge müdürlüğü kurulması planlanmakta mıdır?
3– Çok yüksek olan vakıf taviz bedelinin düşürülmesi için yasal bir düzenleme düşünülüyor mu?
BAŞKAN – Sayın Yazıcıoğlunun diğer sorusunu okutuyorum:
Bartın İli Kurucaşile İlçesine, tapu fen müdürlüğü kurulacak mı?
BAŞKAN – Sayın Bakan?..
DEVLET BAKANI AHMET CEMİL TUNÇ (Elazığ) – Yazılı olarak cevap vereceğiz.
BAŞKAN – Yazılı cevaplandırılacak.
Sayın Şaban Şevli?.. Burada.
Sorusunu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Diyanet İşleri Başkanlığından sorumlu Sayın Devlet Bakanımızca, aşağıdaki sorumun cevaplandırılmasını delaletlerinizle arz ederim. Şaban Şevli Van
Soru:
Özellikle, doğu ve güneydoğuda görev yapan imam hatiplerimiz için lojman yapımı düşünülüyor mu?
BAŞKAN – Sayın Bakan?..
DEVLET BAKANI NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Sözlü olarak cevap vereceğim.
Lojman yapım çalışmaları, önceki hükümetler döneminden itibaren devam ediyor. Aslında, bunun bir tespiti yapılmış Türkiye genelinde, sadece doğu ve güneydoğuyla ilgili değil, 30 bin civarında imamevine, lojmana ihtiyaç duyulduğu öngörülmüş; bugüne kadar, ancak 5 bin civarında imamevi yapılabilmiş. Bu, tabiî ödenek meselesi; o bakımdan, mevcut ödenekleri, ağırlıklı olarak Güneydoğu ve Doğu Anadolu Bölgelerinde kullanmak suretiyle imamevleri, lojmanların yapımına önümüzdeki yıl itibariyle hız verilecektir.
Arz ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Abdullah Örnek?.. Burada.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Diyanet İşleri Başkanlığından sorumlu Sayın Devlet Bakanımızdan aşağıdaki sorularımın cevaplandırılmasını delaletlerinizle arz ederim. Abdullah Örnek Yozgat
Soru: Din görevlilerimizin yaptığı ulvî görevlere karşılık, maddî olarak çok büyük eksiklik ve sıkıntıları vardır. Yaptıkları görevlerine layık olarak, maaşlarında ve sosyal haklarında, bu kesime, özel olarak ne gibi iyileştirmeler yapılacaktır?
DEVLET BAKANI NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Sözlü olarak cevap vereceğim Sayın Başkan.
Malî ve özlük haklarının iyileştirilmesine ilişkin çalışmalar tarafımızdan tamamlanmıştır; ilgili bakanlıkların görüşleri kısmen alınmıştır; tamamlandığı takdirde de süratle sevki sağlanacaktır.
Doğrudur; bugün, din görevlileri, çok düşük ücretlerle, maaşlarla çalışmaktadırlar. Din hizmetlerinin daha sağlıklı, verimli ve etkin bir biçimde verilebilmesi için, bilgili, ehliyetli, yetenekli din adamlarının istihdamına ihtiyacımız var. Elbette ki, malî ve özlük haklarının iyileştirilmesi, tarafımızdan, önemli bir faktör olarak görülmektedir. Bu konuda çalışmalar -önümüzdeki günlerde- tamamlanmak üzeredir.
BAŞKAN – Sayın Hasan Gülay?.. Burada.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorumun ilgili Sayın Devlet Bakanı tarafından sözlü olarak cevaplandırılması hususunu bilgilerinize arz ederim.
Saygılarım ve hürmetlerimle.
Hasan Gülay Manisa
Soru: Seçim Bölgem Manisa İli merkez ilçeleri, beldeleri, ilçeleri ve köylerinde toplam olarak 170 adet imam ve müezzin kadrosuna ihtiyaç bulunmaktadır. 1997 yılı içerisinde Manisa İline ihtiyaç duyulan bu kadroları tahsis etmeyi düşünüyor musunuz?
BAŞKAN – Sayın Bakan ...
DEVLET BAKANI NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Efendim, sözlü olarak cevap veriyorum.
Bilindiği gibi, 7 443 adet boş kadro var; yani, kadrosu var, din görevlisi yok. Sınav açtık ve yazılı sınavları pazar günü yaptık; bu ayın 11-15’i arasında mülakatları yapıldıktan sonra, bu yıl sonu itibariyle 3 100 imam hatibin atamaları yapılacaktır. 4 343 imam hatibin atamaları da önümüzdeki yılın ilk aylarında -atama izni alındığı takdirde ancak- yapılabilecektir. Ancak, bu da kâfi değildir. Ayrıca, 8 300 adet kadrosu olmayan camilerimiz vardır, kadrosu yoktur, kadro ihdasına ilişkin açıklamayı da konuşmam sırasında yapmıştım, tekrar ederek vaktinizi almak istemiyorum, onunla ilgili çalışmalar da Başbakanlıktadır, kadro ihdas edildiği takdirde de umarım ki, din görevlisi olmayan cami kalmayacaktır.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Şaban Şevli?.. Burada.
Soruyu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorumun aracılığınızla Diyanet İşlerinden sorumlu Sayın Devlet Bakanı tarafından cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim.
Şaban Şevli Van
Soru: Olağanüstü Hal Bölgesinde görev yapan öğretmenlere tanınmış olan Türk Hava Yolları uçaklarında indirimli seyahat etme hakkının Diyanet İşlerinde görevli imam, vaiz ve müezzin vesaire personele de tanınması konusunda çalışmalarınız var mıdır?
BAŞKAN – Sayın Bakan ...
DEVLET BAKANI NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Efendim, gerçekten aynı şeyleri paylaştığımızı ifade etmek istiyorum. Orada görev yapan, Olağanüstü Hal Bölgesinde çok zor şartlarda görev yapan din görevlilerimizin havayollarıyla seyahat etmeleri halinde indirimden yararlanmalarına ilişkin Başkanlığımızın istek yazısı ilgili Bakanlığa, Ulaştırma Bakanlığına gönderildi, umarım, inşallah olumlu bir cevap alırız.
BAŞKAN – Sayın Aydın Tümen?.. Burada.
Soruyu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanına
Aşağıdaki sorularımın Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğünden sorumlu Devlet Bakanı tarafından yanıtlanmasını arz ederim. Aydın Tümen Ankara
1 - Meteoroloji Genel Müdürlüğünde istihdam edilen personel içerisinde, meteoroloji eğitimi gören mühendis ve diğer teknik elemanların personele oranı nedir?
2– Meteoroloji İşleri Genel Müdürü olarak, bugüne kadar kaç meteoroloji mühendisi görev yapmıştır?
3– Meteorolojik veriler, dönersermaye aracılığıyla kurum ve kuruluşlara hangi esaslar gözönünde bulundurularak verilmektedir?
4– 1995 ve 1996 yıllarında kuruma ayrılan yatırım bütçesinin gerçekleşme oranı yüzde 30 dolayındadır.
a) Yatırıma dönüşmeyecek kaynağın ayrılmasının anlamı nedir?
b) Kullanılmayan bütçelerinize karşın, 1997 bütçesinin 1996 yılı bütçesine göre 3 kat artırılmasının gerekçesi nedir?
BAŞKAN – Sayın Bakan ...
DEVLET BAKANI AHMET CEMİL TUNÇ (Elazığ)– Çok uzun olan bu soruya, arkadaşımızın tatmin olması için, yine, çok uzun yazılı bir cevap vereceğiz.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Mustafa Güven Karahan?.. Burada.
Sorusunu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Vakıflar Genel Müdürlüğü ile ilgili sorumun, aracılığınızla ilgili Sayın Bakan tarafından yanıtlanmasını saygılarımla arz ederim. Mustafa Güven Karahan Balıkesir
1– Seçim bölgem Balıkesir’de olduğu gibi, tüm ülkemizde vatandaşlarımızı büyük sıkıntıya sokan vakıf taviz bedeli, 1995 yılında yüzde 50’ye çıkarılmıştır. Bu oranın, eskiden olduğu gibi yüzde 10’lara düşürülmesi yerinde bir yasa değişikliği olacaktır; bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?
2– Çeşitli vakıfların tapulara şerh koyma işlemi bir an önce bitirilerek, ülkemizdeki vakıf arazilerinin haritası kısa zamanda çıkarılmalıdır. Bu, gün geçtikçe büyüyen yara konusundaki düşünceleriniz nelerdir?
BAŞKAN – Sayın Karahan’ın Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğüyle ilgili sorusunu okutuyorum :
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğüyle ilgili sorumun, aracılığınızla ilgili Bakan tarafından yanıtlanmasını saygılarımla arz ederim.
1– Seçim bölgem Balıkesir’de ve diğer illerimizde kadastronun geçtiği yerlerde, bazı yurttaşlarımızın mağdur edildiğini bilmeyen yoktur. Mağdur durumda olan yurttaşlarımız için ne düşünüyorsunuz?
BAŞKAN – Sayın Bakan ...
DEVLET BAKANI AHMET CEMİL TUNÇ (Elazığ) – Bu soruya da yazılı cevap vereceğim.
BAŞKAN – Sayın Mustafa İlimen?.. Burada.
Soruyu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorumun, vakıflardan sorumlu Devlet Bakanımız tarafından cevaplandırılmasını arz ederim. Mustafa İlimen Edirne
Soru : Tarihî Edirne Alipaşa Çarşısının onarımı büyük ölçüde tamamlanmıştır. Bu konuda, Vakıflar Genel Müdürlüğüne çarşı esnafı adına teşekkür ederim. Yangından sonra, mesleğini sürdüremez duruma düşen, birçoğu barakalarda ticaret hayatını sürdüren çarşı esnafına, başta Cumhurbaşkanımız olmak üzere, devlet yetkililerimiz, dükkânların eski sahiplerine kiralanacağını beyan etmişlerdir. Konuyla ilgili, Bakanlığınız çalışmaları hangi aşamadadır? Dükkânları eski sahiplerine kiralama konusunu ne zaman gerçekleştireceksiniz?
BAŞKAN – Sayın Bakan ...
DEVLET BAKANI AHMET CEMİL TUNÇ (Elazığ) – Edirne’deki Alipaşa Çarşısı, bildiğiniz gibi, yanmış; şu anda da onarımı, restorasyonu devam eden -onarımı ancak 4 üncü ayda bitebilecek olan- bir çarşı. Şimdiye kadar bu soruyla sık sık karşılaştık; ancak, hukukî bir mesele. Biz, bu meseleyi çözmek için, Genel Müdürlük olarak, şu anda çalışıyoruz. Sanıyorum, teslim edilinceye kadar çözüm bulacağız.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.
Sayın Ahmet Alkan?.. Burada.
Soruları okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Devlet Bakanı Sayın Nevzat Ercan tarafından cevaplandırılması için yüksek delaletlerinizi arz ederim. Ahmet Alkan Konya
1. – Dinî gün ve bayramların İslam dünyasında birlikte kutlanmasını teminen, Diyanet İşleri Başkanlığınca 1978 yılında uluslararası bir konferans düzenlenmiş ve bazı kararlar alınmıştı. 2 yıl öncesine kadar Din İşleri Yüksek Kurlunca da teyit edilen bu kararlar uyarınca, takvimler hazırlanırken 1995 ve 1996 yılları takvimlerinde sözü edilen kararlara uymadığı, bu yüzden dinî günlerin tespitinde hatalar yapıldığı, bu konuda Din İşleri Yüksek Kurulunun uyarılarının da gözardı edildiği, aynı hatanın, önümüzdeki Ramazam Bayramı için de söz konusu olduğu doğru mudur?
Doğru ise, Başkanlığın, bu gayri ciddî tutumu daha ne kadar devam edecektir?
2.- 633 sayılı Kanuna göre, Başkanlıkça yapılacak her çeşit yayınların Din İşleri Yüksek Kurulunun kararıyla olabileceği hükme bağlandığı halde, bu kanunî lazimeye uyulmadan yayınlar yapıldığı iddia edilmektedir; bu iddia doğru mudur?
Anılan Kurulun kararları olmaksızın herhangi bir yayın yapılmış mıdır?
Kurulca, yayımlanamaz denildiği halde yayımlanmış kitap veya makale var mıdır?
BAŞKAN – Sayın Bakan, buyurun efendim.
DEVLET BAKANI NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Yazılı cevap vereceğim efendim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Ahmet Doğan?..Burada.
Sorusunu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın ilgili bakanımızca cevaplandırılmasına delaletlerinizi arz ederim. Ahmet Doğan Adıyaman
l.- Yıllardır çıkarılamayan Diyanet İşleri Teşkilat Kanunu, bu dönemde çıkarılabilecek midir?
2.- Yıllardır milletimiz tarafından, devletten yardım talep edilmeden kendi imkânlarıyla yapılan camilere kadro tahsisleri yapılabilecek midir?
3.- Alınan Yetki Kanunu ile yıllardır sıkıntılı bir şekilde vatandaşlarımızı dinî bilgilerle bilgilendirmeye çalışan vaizlerimize ve müftülüklerde çalışan memurlarımıza din hizmeti tazminatından istifade imkânları sağlanabilecek midir?
4.- Kur’an kursu öğretmenlerimize, öğretmenlerimize tanınan eğitim ödeneğinin ödenmesi imkânı olacak mıdır?
BAŞKAN – Sayın Bakan, buyurun efendim.
DEVLET BAKANI NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Efendim, aslında konuşmamda da ifade etmiştim, başkanlığın teşkilat yasasıyla ilgili çalışmalar tamamlandı, sevk aşamasındadır.
Diğer sorulara, yazılı cevap vereceğim efendim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Ramazan Yenidede?.. Burada.
Soruyu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorumun, ilgili Bakan tarafından cevaplandırılmasını delaletlerinize arz ederim. Ramazan Yenidede Denizli
SORU: Ülkemizin birçok yerinde olduğu gibi, Denizli İlimizin Çivril İlçesinde de, tapu tescil işlemleri, personel eksikliği nedeniyle arzu edilen seviyede yürütülememektedir. Şu anda, başında müdürü bile bulunmayan Çivril Tapu Sicil Müdürlüğünün ve diğer müdürlüklerin personel eksikliğinin giderilmesi konusunda, Bakanlığınızca, ne gibi tedbirler düşünülmektedir?
BAŞKAN – Sayın Bakan...
DEVLET BAKANI IŞILAY SAYGIN (İzmir) – Efendim, Türkiye genelinde çalışıyoruz; zaten, yakın zamanda neticelenecek. Yazılı cevap vereceğiz.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Aslan Ali Hatipoğlu?.. Burada.
Soruları okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Sayın Başkanım, delaletlerinizle, aşağıdaki soruların, Meteoroloji Genel Müdürlüğünün bağlı olduğu Bakan tarafından cevaplandırılmasını arz ederim. Aslan Ali Hatipoğlu Amasya
1. – Amasya İl Müdürlüğünün bulunduğu yer, konum olarak çok iyi olduğu için, çalışanların mağduriyetlerinin giderilmesi için kampus içine lojman yapmayı düşünüyor musunuz?
2. – İl Müdürlüğünün, her yıl düyuna kalan ödeneklerinin, bu yıl olsun zamanında ödenmesi için emir verebilir misiniz?
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Sayın Başkanım, aşağıdaki sorularımın, delaletlerinizle Vakıflar Genel Müdürlüğünün bağlı olduğu Bakan tarafından cevaplandırılmasını arz ederim. Aslan Ali Hatipoğlu Amasya
1. - İlimize bağlı hiçbir ilçede vakıflar yurdu olmadığı ve ekonomik yapısı itibariyle de talebin çok olması gereği, tahsis edilmiş arsasının da olmasına rağmen, 1990 programına alınan ve sonradan vazgeçilen 300 öğrencilik yurt ihtiyacımızın 1997 yılı programında var olup olmadığı; şayet yoksa, emirlerinizle programa alınmasına yardımlarınızı.
2. - Amasya İli Suluova İlçesi Yolpınar Köyünde medrese külliyesi ve Taşova İlçesi Alpaslan Kasabasındaki Seyit Nurettin Alpaslan Türbesi’nin 1997 onarım programında olup olmadığı,
3. - Amasya Merkez Yukarı Türbe’de yıllardır devam eden onarımın 1997’de bitirilip bitirilemeyeceği,
4. - Amasya Vakıflar İl Müdürünün çok çalışkan, dürüst olmasına rağmen görevden alınmasında politik bir olayın var olup olmadığının cevaplandırılmasını arz ediyorum.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın, delaletinizle Tapu Kadastro Genel Müdürlüğünün bağlı olduğu Bakan tarafından cevaplandırılmasını arz ederim. Aslan Ali Hatipoğlu Amasya
1. - Amasya Merkez, İpekköy, Ovasaray, Kayabaşı gibi köylerimizde zemin– pafta uyuşmazlığından doğan mağduriyetlerin giderilmesi için, yenileme yasası gereği, kadastro çalışmalarına 1997 yılında başlanacak mı?
2. - Amasya İli çalışmalarının, memur harcırahları ve araç tamir ödenekleri ne zaman gönderilecektir?
BAŞKAN – Sayın Bakanlar ...
DEVLET BAKANI IŞILAY SAYGIN (İzmir) – Efendim, yazılı cevap vereceğiz.
DEVLET BAKANI AHMET CEMİL TUNÇ (Elazığ) – Sayın Başkan, ben, bir kısmına hemen cevap vermek istiyorum.
Bu sene yatırım programımızda, lojmanlar, ne yazık ki yok.
İkinci bir sorunuz vardı meteorolojiyle ilgili, ödenek zamanında gidecek bu sene; bununla ilgili bir sıkıntı çekilmeyeceğini ifade etmek istiyorum.
Bu sene, yeni yurt, programımızda ne yazık ki yok. 14 tane yarım kalmış yurdumuz var; onları tamamlamayı hedefledik. Önümüzdeki yıllarda, inşallah, bir yurt düşünür, programlayabiliriz.
Geri kalanları da yazılı olarak cevaplayacağım.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, sorular için ayrılan 20 dakikalık süre tamamlanmıştır.
Kalan sorular, Sayın Bakanlara, yazılı olarak cevaplandırılmaları için ayrıca iletilecektir.
Şimdi, sırasıyla, beşinci turda yer alan bütçelerin bölümlerine geçilmesi hususunu ve bölümlerini ayrı ayrı okutup oylarınıza sunacağım:
Vakıflar Genel Müdürlüğü 1997 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesi oylarınıza sunuyorum : Kabul edenler ... Etmeyenler ... Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum :
A) VAKIFLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
1. – Vakıflar Genel Müdürlüğü 1997 Malî Yılı Bütçesi
A– CETVELİ
Program
Kodu Açıklama Lira
101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 1 309 193 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler ... Etme-
meyenler ... Kabul edilmiştir.
111 Vakıf İşlemlerinin Yürütülmesi 170 130 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler ... Etme-
meyenler ... Kabul edilmiştir.
112 Sosyal Yardım ve Kültürel İşlemler 2 616 527 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler ... Kabul
etmeyenler ...Kabul edilmiştir.
900 Hizmet Programlarına Dağıtılmayan
Transferler 157 250 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler ... Kabul
etmeyenler ... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 4 253 100 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler ... Etmeyenler ... Kabul edilmiştir.
(B) cetvelini okutuyorum.
B– CETVELİ
Gelir
Türü Açıklama Lira
2 Vergi Dışı Normal Gelirler 2 384 799 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler ... Et-
meyenler ... Kabul edilmiştir.
3 Özel Gelirler, Hazine Yardımı ve
Devlet Katkısı 1 868 301 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler ... Et-
meyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 4 253 100 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler ... Etmeyenler ... Kabul edilmiştir.
Vakıflar Genel Müdürlüğü 1997 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.
2 . – Vakıflar Genel Müdürlüğü 1994 Malî Yılı Kesinhesabı
BAŞKAN – Vakıflar Genel Müdürlüğü 1994 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum : Kabul edenler ... Etmeyenler ... Kabul edilmiştir.
(A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum :
Vakıflar Genel Müdürlüğü 1994 Malî Yılı Kesinhesabı
A – CETVELİ
Genel Ödenek Toplam İptal Edilen Ödenek Dışı Ertesi Yıla Devreden
Toplamı Harcama Ödenek Harcama Ödenek
TOPLAM : 879 203 777 000 957 045 338 000 86 375 705 000 164 489 371 000 272 105 000
Mazbut ve
Mülhak 87 427 268 000 19 158 038 000 — — 68 269 230 000
BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
(B) cetvelinin genel toplamını okutuyorum :
B– CETVELİ
Tahmin Tahsilat Lira Lira
TOPLAM : 670 965 000 000 875 055 919 000
Özel Kanunlara
Göre Elde Edilen
Gelirlerin Toplamı 19 158 038 000
BAŞKAN – Kabul edenler .... Etmeyenler ... Kabul edilmiştir.
Vakıflar Genel Müdürlüğü 1994 malî yılı kesinhesabı kabul edilmiştir.
3 . – Vakıflar Genel Müdürlüğü 1995 Malî Yılı Kesinhesabı
BAŞKAN – Vakıflar Genel Müdürlüğü 1995 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesi oylarınıza sunuyorum : Kabul edenler ... Etmeyenler ... Kabul edilmiştir.
(A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum :
Vakıflar Genel Müdürlüğü 1995 Malî Yılı Kesinhesabı
A – CETVELİ
Genel Ödenek Toplam İptal Edilen Ödenek Dışı Ertesi Yıla Devreden
Toplamı Harcama Ödenek Harcama Ödenek
TOPLAM : 1 818 947 239 000 1 759 495 261 000 256 878 356 000 205 938 711 000 8 512 333 000
Mazbut ve
Mülhak 170 354 059 000 76 343 126 000 — — 94 010 933 000
BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
(B) cetvelinin genel toplamını okutuyorum :
B– CETVELİ
Tahmin Tahsilat Lira Lira
TOPLAM : 989 751 000 000 1 814 127 899 000
Mazbut ve Mülhak
Vakıf Geliri – 76 343 126 000
BAŞKAN – Kabul edenler ... Etmeyenler ... Kabul edilmiştir.
Vakıflar Genel Müdürlüğü 1995 malî yılı kesinhesabı kabul edilmiştir.
Böylece Vakıflar Genel Müdürlürğü 1997 malî yılı bütçesi ile 1994 ve 1995 malî yılları kesinhesapları kabul edilmiştir; hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ederim.
Diyanet İşleri Başkanlığı 1997 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesi oylarınıza sunuyorum : Kabul edenler ... Etmeyenler ... Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum :
B) DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI
1. – Diyanet İşleri Başkanlığı 1997 Malî Yılı Bütçesi
A– CETVELİ
Program
Kodu Açıklama Lira
101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 6 036 626 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler ... Etme-
meyenler ... Kabul edilmiştir.
Program
Kodu Açıklama Lira
111 Toplumun Dinî Konularda Aydınlatıl-
ması ve İbadet Yerlerinin Yönetimi 40 969 724 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler ... Etme-
meyenler ... Kabul edilmiştir.
900 Hizmet Programlarına Dağıtılmayan
Transferler 124 510 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler ... Kabul
etmeyenler ... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 47 130 860 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler ... Etmeyenler ... Kabul edilmiştir.
Diyanet İşleri Başkanlığı 1997 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.
2. – Diyanet İşleri Başkanlığı 1994 Malî Yılı Kesinhesabı
BAŞKAN – Diyanet İşleri Başkanlığı 1994 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum : Kabul edenler ... Etmeyenler ... Kabul edilmiştir.
Genel toplamı okutuyorum :
Diyanet İşleri Başkanlığı 1994 Malî Yılı Kesinhesabı
A – CETVELİ
Genel Ödenek Toplam İptal Edilen Ödenek Dışı Toplamı Harcama Ödenek Harcama
TOPLAM : 8 817 368 409 000 8 579 588 283 000 250 291 600 000 12 511 474 000
BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Diyanet İşleri Başkanlığı 1994 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir; hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ederim.
3. – Diyanet İşleri Başkanlığı 1995 Malî Yılı Kesinhesabı
BAŞKAN – Diyanet İşleri Başkanlığı 1995 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum : Kabul edenler ... Etmeyenler ....Kabul edilmiştir.
Genel toplamı okutuyorum :
Diyanet İşleri Başkanlığı 1995 Malî Yılı Kesinhesabı
A – CETVELİ
Genel Ödenek Toplam İptal Edilen Ödenek Dışı Toplamı Harcama Ödenek Harcama
TOPLAM : 14 509 254 000 000 14 466 215 959 000 162 809 654 000 119 771 613 000
BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Diyanet İşleri Başkanlığı 1995 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.
Diyanet İşleri Başkanlığı 1997 malî yılı bütçesi ile 1994 ve 1995 malî yılları kesinhesaplarının bölümleri kabul edilmiştir; hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ederim.
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü 1997 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum : Kabul edenler ... Etmeyenler ... Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyoum :
C) TAPU VE KADASTRO GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
1. – Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü 1997 Malî Yılı Bütçesi
A– CETVELİ
Program
Kodu Açıklama Lira
101 GenelYönetim ve Destek Hizmetleri 1 996 013 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler ... Etme-
meyenler ... Kabul edilmiştir.
111 Tapu-Kadastro ve Fotoğrametri
Çalışmalarının Yürütülmesi 8 506 091 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler ... Etme-
meyenler ... Kabul edilmiştir.
900 Hizmet Programlarına Dağıtılmayan
Transferler 69 000 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler ... Kabul
etmeyenler ... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 10 571 104 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler ... Etmeyenler ... Kabu edilmiştir.
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü 1997 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.
2. – Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü 1994 Malî Yılı Kesinhesabı
BAŞKAN – Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü 1994 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum : Kabul edenler ... Etmeyenler ... Kabul edilmiştir.
Genel toplamı okutuyorum :
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü 1994 Malî Yılı Kesinhesabı
A – CETVELİ
Genel Ödenek Toplam İptal Edilen Ödenek Dışı Ertesi Yıla Devreden
Toplamı Harcama Ödenek Harcama Ödenek
TOPLAM : 2 007 884 826 000 1 937 237 320 000 73 752 348 000 3 107 275 000 2 433 000
BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü 1994 malî yılı kesinhesabı kabul edilmiştir.
3. – Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü 1995 Malî Yılı Kesinhesabı
BAŞKAN – Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü 1995 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum : Kabul edenler ... Etmeyenler ... Kabul edilmiştir.
Genel toplamı okutuyorum :
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü 1995 Malî Yılı Kesinhesabı
A – CETVELİ
Genel Ödenek Toplam İptal Edilen Ödenek Dışı Ertesi Yıla Devreden
Toplamı Harcama Ödenek Harcama Ödenek
TOPLAM : 3 300 725 533 000 3 257 139 341 000 87 433 740 000 43 849 981 000 2 433 000
BAŞKAN – Kabul edenler ... Etmeyenler ... Kabul edilmiştir.
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü 1995 malî yılı kesinhesabı kabul edilmiştir.
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü 1997 malî yılı bütçesi ile 1994 ve 1995 malî yıllları kesinhesaplarının bölümleri kabul edilmiştir; hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ederim.
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 1997 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum : Kabul edenler ... Etmeyenler ... Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum :
D) DEVLET METEOROLOJİ İŞLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
1. – Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 1997 Malî Yılı Bütçesi
A– CETVELİ
Program
Kodu Açıklama Lira
101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 965 150 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler ... Etme-
meyenler ... Kabul edilmiştir.
111 Meteorolojik Rasat ve Analiz Hiz-
metlerinin Düzenlenmesi ve Geliş-
tirilmesi Hizmetleri 2 136 050 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler ... Etme-
meyenler ... Kabul edilmiştir.
Program
Kodu Açıklama Lira
900 Hizmet Programlarına Dağıtılmayan
Transferler 582 000 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler ... Kabul
etmeyenler ... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 3 683 200 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler ... Etmeyenler .... Kabul edilmiştir.
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 1997 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.
2. – Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 1994 Malî Yılı Kesinhesabı
BAŞKAN – Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 1994 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum : Kabul edenler ... Etmeyenler ... Kabul edilmiştir.
Genel toplamı okutuyorum :
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 1994 Malî Yılı Kesinhesabı
A – CETVELİ
Genel Ödenek Toplam İptal Edilen Ödenek Dışı 1050 S.K. 83. madde
Toplamı Harcama Ödenek Harcama gereğince saklı tutulan ödenek
TOPLAM : 606 293 616 000 538 234 364 000 70 126 065 000 2 066 813 000 21 531 963 000
BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 1994 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir; hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ederim.
3. – Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 1995 Malî Yılı Kesinhesabı
BAŞKAN – Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 1995 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum : Kabul edenler ... Etmeyenler ... Kabul edilmiştir.
Genel toplamı okutuyorum :
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 1995 Malî Yılı Kesinhesabı
A – CETVELİ
Genel Ödenek Toplam İptal Edilen Ödenek Dışı Akreditif, taahhüt art. ve
Toplamı Harcama Ödenek Harcama dış proje kred.saklı tut. ödenek
TOPLAM : 1 122 368 713 000 1 003 787 987 000 120 910 332 000 2 329 606 000 44 800 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler ... Etmeyenler ... Kabul edilmiştir.
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 1995 malî yılı kesinhesabı kabul edilmiştir.
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 1997 malî yılları kesinhesaplarının bölümleri kabul edilmiştir; hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ederim.
Sayın milletvekilleri, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Diyanet İşleri Başkanlığı, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü ve Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğünün 1997 malî yılı bütçeleri ile 1994 ve 1995 malî yılları kesinhesapları kabul edilmiştir; hayırlı olmalarını dilerim.
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI İ. ERTAN YÜLEK (Adana) – Sayın Başkanım, bir zühul eseri olarak, Komisyonumuzda uzun süre müzakere edilen ve ittifakla alınan bir kararın zabıtlara geçmesi bakımından, Vakıflar Genel Müdürlüğünün 1995 Malî Yılı Kesinhesap Kanun Tasarısının acaba yeniden görüşülmesi mümkün olur mu? Komisyon olarak, bir cümlelik veyahut da bir dakikalık malumat arz edeceğim ve o malumatın zabıtlara geçmesi suretiyle, bazı şeyler belki ileride daha faydalı hale gelecek.
ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) – Katılıyoruz buna.
HİKMET ULUĞBAY (Ankara) – Destekliyoruz.
BAŞKAN – Sayın Başkan, talebiniz tekriri müzakeredir.
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI İ. ERTAN YÜLEK (Adana) – Evet efendim.
BAŞKAN - Tekriri müzakere talebini Başkanlığımıza yazılı olarak bildirmeniz, gerekçeyi iletmeniz gerekmektedir. Şu anda, şifahî olarak bu talebinize olumlu yanıt vermem İçtüzük bakımından mümkün değildir.
EDİP SAFDER GAYDALI (Bitlis) – Ara verin, hazırlasınlar Sayın Başkan.
MEHMET KEÇECİLER (Konya) - Ara verin Sayın Başkan.
ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) – Milletvekilleri olarak katılıyoruz.
BAŞKAN – Zorunluysa, yazılı olarak başvurmanız gerekiyor.
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI İ. ERTAN YÜLEK (Adana) – Hemen arz ediyorum Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Kaç dakikaya ihtiyacınız var?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI İ. ERTAN YÜLEK (Adana) – 2 dakika Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Bu konuda Danışma Kurulu toplayacağız; tekriri müzakere istiyorsunuz. Zorunluysa, en az 20 dakika ara vermek zorundayım.
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI İ. ERTAN YÜLEK (Adana) – Zabıtlara geçmesi bakımından, arz edeyim meseleyi.
BAŞKAN – Buyurun.
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI İ. ERTAN YÜLEK (Adana) – Vakıflar Genel Müdürlüğünün, 1995 malî yılında, 205 milyar lira fazla, ödenek dışı harcama bulunmaktadır. Bütün kamu kurum ve kuruluşlarının toplam harcamaları 245 milyar lira, eködenek dışı harcamalarının toplamı 245 milyar lira olduğu halde, tek başına, Vakıflar Genel Müdürlüğünün, 205 milyar lira olması, Komisyonumuzun dikkatini çekmiştir ve Komisyonumuz yapmış olduğu incelemelerde, almış olduğu raporlarda, bunların daha çok yurtlarda yakıt ihtiyacının giderilmesi için, ısınma ihtiyacının giderilmesi için harcandığını tespit etmiş; ancak, alt başlıklarına bakıldığında, her yıl, yakıt harcamalarında büyük bir tutarsızlık görüldüğü; bazı yıllar yüzde 1 100 arttığı, müteakip yıl yüzde eksi 22 olduğu tespit edilince, bunun araştırılmasına karar verilmiştir. “Bunun araştırmasının yapılması halinde acaba sorumluluktan kurtulmam mümkün müdür” denildiğinde, Meclisimiz, bu kanun tasarısını kabul etmiş olsa dahi, Sayıştay tarafından, eğer bir suç varsa, bir kusur varsa, bu suçun ve kusurun devam edeceği; dolayısıyla hakkında açılması icap eden tahkikat varsa, açılabileceği hususu beyan edilmiştir. Bu sebeple de, Komisyonumuz raporuna derc etmiş ve Genel Kurulda da bunu arz etmemizi benden talep etmişlerdi. Bu vesileyle talep ediyorum ve tekriri müzakereden de vazgeçiyoruz Sayın Başkanım.
Arz ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Zaten, yasa gereği, Sayıştay, gerekli denetimi yapmak konumundadır; bu açıdan bir sorun bulunmamaktadır.
HİKMET ULUĞBAY (Ankara) – Sayın Başkan, izninizle... Zabıtlara bunların geçmiş olması, onaylanan kesinhesapların o anlayışla onaylandığı anlamını taşıyor, değil mi efendim.
BAŞKAN – Evet, zaten kanun gereği Sayıştay denetimi yapacaktır.
E) ADALET BAKANLIĞI
1. – Adalet Bakanlığı 1997 Malî Yılı Bütçesi
2. – Adalet Bakanlığı 1994 Malî Yılı Kesinhesabı
3. – Adalet Başkanlığı 1995 Malî Yılı Kesinhesabı
F) YARGITAY BAŞKANLIĞI
1. – Yargıtay Başkanlığı 1997 Malî Yılı Bütçesi
2. – Yargıtay Başkanlığı 1994 Malî Yılı Kesinhesabı
3. – Yargıtay Başkanlığı 1995 Malî Yılı Kesinhesabı
G) ÇEVRE BAKANLIĞI
1. – Çevre Bakanlığı 1997 Malî Yılı Bütçesi
2. – Çevre Bakanlığı 1994 Malî Yılı Kesinhesabı
3. – Çevre Bakanlığı 1995 Malî Yılı Kesinhesabı
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 6 ncı tur görüşmelere başlıyoruz.
Komisyon?.. Burada.
Hükümet?.. Burada.
6 ncı turda, Adalet Bakanlığı, Yargıtay Başkanlığı ve Çevre Bakanlığı bütçeleri yer almaktadır.
6 ncı turda, grupları ve şahısları adına söz alacak olan sayın üyelerin isimlerini okuyorum: Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Ahmet Güryüz Ketenci, Seyfi Oktay, Yılmaz Ateş; Anavatan Partisi Grubu adına Süleyman Çelebi, Feridun Pehlivan; Doğru Yol Partisi Grubu adına Cevher Cevheri, Mustafa Dedeoğlu; Demokratik Sol Parti Grubu adına Metin Bostancıoğlu, Tufan Yazıcıoğlu, Zerrin Yeniceli; Refah Partisi Grubu adına Hayrettin Dilekcan, Mustafa Kamalak, Mehmet Sılay, Ertuğrul Yalçınbayır.
Şahısları adına; aleyhinde, İsmail Durak Ünlü; lehinde, Orhan Kavuncu, Aslan Polat.
Sayın milletvekilleri, grupların konuşmalarına başlayacağız; lütfen, tebrik işlemini bitirelim ve sükûneti sağlayalım.
Kürsü, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun; ilk konuşmacı, Sayın Ahmet Güryüz Ketenci.
Buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Ketenci, Grup Başkanlığınızın bana bildirimine göre, süreniz 14 dakika.
CHP GRUBU ADINA AHMET GÜRYÜZ KETENCİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Adalet Bakanlığı bütçesiyle ilişkili olarak sözlerime başlamadan evvel, Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesine ilişkin Refah Partili milletvekili arkadaşımızın bu kürsüden yaptığı açıklamalar konusundaki düşüncemi çok kısa olarak aktarmak istiyorum.
Bir defa, arkadaşımızın, dinin lüzumu, Kur’an’ın vazgeçilmezliği konusundaki açıklamalarının içeriğine bir itirazımız yok. Bizim itirazımız, bu açıklamaların buradan, bu kürsüden yapılmış olmasınadır. (CHP ve DSP sıralarından alkışlar) Din başka, siyaset başkadır. Dine kendi kulvarında, siyasete de kendi kulvarında saygı göstermek gerekir. Eğer, siz, siyaseti, dinin emrine sokmak yolundaki, birilerine bir mesaj vermek biçimindeki açıklamanızı yapıyorsanız, onun yeri burası değildir, burada size onu yaptırmayız; çünkü, bu kürsü, bütün bir ulusun kürsüsüdür. O nedenle, eğer, birilerine mesaj vermek biçimindeki açıklamanız doğrudan mesaj niteliğinde ise, söylüyorum, lütfen, bunu başka yerlerde yapın; camide yapacağınız konuşmayı, hutbede yapacağınız açıklamayı burada yapmayın. (CHP ve DSP sıralarından alkışlar) Aksi takdirde, bu kürsüden indikten sonra, bunun provokasyon olduğunu düşüneceğim, öyle yorumlayacağım.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, televizyonları başında bizi izleyen sevgili yurttaşlarımız; Adalet Bakanlığı bütçesi nedeniyle, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, görüş ve düşüncelerimi açıklamak üzere kürsüdeyim, karşınızdayım; bu nedenle, en içten sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Bugün, dışarıdan ülkemize bakıldığında manzara şudur: Türkiye bir karapara aklama cennetidir; insan hakları ihlallerinin yaşandığı bir cehennemdir; uyuşturucu trafiğinin yönetildiği bir merkez konumundadır; faili meçhullerin, gözaltında kaybolmaların bulunduğu bir coğrafyadır; terör bataklığına saplanmış bir toprak parçasıdır; nihayet, paraya ve şiddete teslim olmuş bir devlettir; şeriatın kurumlaştığı, örtülü rejim taleplerinin içten içe tekrarlandığı ve tırmandırıldığı; mafyanın, toplum düzeninde derinleştiği bir zemindir. Hiç şüphesiz, bütün bu görünenler, yargının ilgi alanının ötesinde, adaletin ilgi alanının dışında değildir.
Bu nedenle, böylesi yapılanmaya karşı olanlar adına, itirazı olanlar adına ve Grubumuz adına diyorum ki, yaşadığımız süreç, halkımızın hak ettiği bir süreç değildir. İçinde bulunduğumuz yüzyılda insanlığın kaderini değiştiren, dünya nüfusunun yarısına yakın bölümünü etkileyen iki büyük siyasal ve kültürel devrimden birini yapan ve kalıcı olan ve de mazlum ulusların kurtuluş yolunu gösteren Türk devrimini, onun bir parçası olan hukuk devrimini gerçekleştirmiş bir halkın hak ettiği bir süreç değildir içinde yaşadığımız süreç.
Elbette ki, hukukun tarihi, adaletin tarihi, insanlık tarihi kadar eskidir. Ne var ki, ilahî adaletin başka, yaşayan adaletin daha başka olduğunu gören Türk devrimi, binüçyüz yıl evvelki kurumlarla bugüne, çağa bakarak adalet arama yolunun yanlış olduğunu, beyhude olduğunu bilerek, dine dayalı bir hukuk ve yargılama sistemi yerine, laik, çağdaş bir hukuk ve yargılama sistemini seçerek, doğru ve ileri bir tercih yaptı; ne var ki, böylesi doğru bir tercih, sonraki aşamalarda ve uygulamalarda bütün sorunları çözmek anlamına gelmedi.
Ülkemizde ve dünyada çok önemli ekonomik, siyasal, toplumsal ve kültürel gelişmeler oldu. Teknolojide devrimler yaşandı. İletişim teknolojisinde büyük değişimler, yenileşmeler yaşandı. İnsan önem kazandı; önce, insan denildi. Ekonomik ve demokratik talepler, toplumun her kesiminde dile getirilmeye, hak arama istemleri yoğunlaşmaya, nihayet, değişim özlemleri yükselmeye başladı. Toplumun böylesine değişime dönük istemlerini, demokratik taleplerini karşılamak yerine, düzene ve sisteme yapılan geri, demokratik olmayan müdahaleler -başta, 1982 Anayasası ve yasaklı pek çok yasa- hukuk ve yargı sistemimizi daha bir geri mevzie çeken, çürümeye, yozlaşmaya giden yolları açtı. Hukuk ve yargı sistemimize, dar, kısır ve sığ bir anlayışı, demokratik olmayan bir yapılanmayı egemen kıldı. Bu durum, hantallaşmış kurumları daha da ağırlaştırdı, adaleti geciktirdi. Geciken adalet nedeniyle, mafya, örtülü örgütler, hatta özel örgütlerin, devlette ve toplumda kurumlaşmaya derinlik kazanmasına neden oldu. İşte bu gerçek, Türk adalet örgütünde yeniden yapılanmayı, yargı sistemimizde reformu gündeme getirdi.
Değerli milletvekilleri, sevgili arkadaşlarım; soyut olarak hukuk kuralları, sistemi ve düzeni korumaya yönelik ilkeler manzumesidir. Toplumdaki gelişme ve değişim istemleri, hukukun önünde olursa, hukuk kuralları, gelişimi ve değişimi engelleyen bir işlev üstlenir, değişime ayak bağı olur, onu frenler, her türlü reform işlemlerinin önüne taş koyar. Öyleyse, hukuk, daima toplumdaki gelişmenin önünde, hiç değilse, onunla birlikte ve eşzamanlı olarak değişime açık olmalı; kendi kurumlarında yapısal değişimi, yahut gerektiğinde yeniden yapılanmasını gerçekleştirebilmelidir.
Bakınız, Türkiye’nin önünde duran terör, enflasyon, demokratikleşme gibi üç büyük sorundan biri olan demokratikleşme, içeriğinde başta 1982 Anayasası olmak üzere, pek çok yasaklı yasanın ayıklandığı ve değişikliğe uğrayacağı ciddî bir hukuk ve yargı reformu paketinin kaçınılmaz olduğu belki de terörü bitirmenin, hatta enflasyonu aşağıya çekmenin birinci ayağının bu olduğu gerçeği, artık kavranmalıdır.
Bu bağlamda, reform için de -sırasıyla- her şeyin başının eğitim, bilgi, ahlak ve çalışma olduğu gerçeği kabul edilerek; adaletin, cumhuriyetimizin temeli olduğu gerçeğinden hareketle, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesini benimsemiş, devriminin ilkelerini özümsemiş, düşüncesi ve inancı özgür, aklı ve bilimi önder sayan hukukçular yetiştirmeliyiz.
Öğrenim birliği yasasına uygun hukuk fakültelerimiz, kadro ve program yönünden güçlendirilmeli, yeni fakülteler; ancak, bu koşullar sağlandığında açılabilmelidir. Seçim çevresinde fabrika kurmaya önderlik edemeyen siyasetçiler, siyasî amaçlı hukuk fakültelerinin açılmasına önderlik etmemelidir. Mantar biter gibi, kasabalarda hukuk fakültesi açmanın hiç kimseye yarar sağlamayacağı bilinmeli, dinsel ve etnik kadrolaşma için, bu yolda başvuruların, adaleti yok ettiğini, giderek devleti çökerttiğini düşünmeli, çöken devlet altında, bu yolda başvuranların, öncelikle kalacakları hiçbir zaman hatırdan çıkarılmamalıdır. Kaliteli eğitim mi? Evet; ama, meslekiçi eğitim de mutlaka sağlanmalıdır.
Değerli milletvekilleri, tüm çağdaş demokrasilerde olduğu gibi, Anayasamıza göre, ülkemizde egemenlik ulusumuzundur. Ulus, bu yetkiyi, yasama, yürütme, yargı organları eliyle kullanmaktadır; o kadar ki, organların birbirine üstünlükleri söz konusu değildir. Aralarında, Anayasadan kaynaklanan, uygar, çağdaş bir işbölümü ve de işbirliği vardır. Ne var ki, bütün bu iddialar, Anayasadan kaynaklanan soyut yetkileri olarak görülmektedir. Örneğin, adaletin temeli olan yargı bağımsızlığı, maalesef, soyut olarak karşımızda durmakta, yaşam ve uygulamada yargı bağımsızlığı, asla bağımsız olmadığı, aksine, yargı yetkileri budanmış, çerçeve içine alınmış bir manzara arz etmektedir.
Hukuksuz devlet olmayacağı gibi, bağımsız olmayan yargı da, yargı olamaz. Bağımsız yargı ilkesi, yalnız bizim hukukumuzun değil, evrensel hukukun ortak gücü ve dayanağıdır. Yargı hukuku, somutlaştırıp, varlığını duyuran organdır; hukukun ocağıdır. Bu ocağın tütmesi için, ürettiklerinin adil, kalıcı; herkesçe ve her kesimce kabul edilebilir olması, onun bağımsız olmasıyla mümkündür.
Yargının niteliği, düzeyi, gücü, etkinliği, güvenilirliği ve saygınlığı, yargının bağımsız olmasına, yargıcın güven içinde bulunmasına bağlıdır. Bunun için, öncelikle Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunda, Adalet Bakanı ve Müsteşar yer almamalıdır. Yüksek mahkemeler, kendi üyelerini kendileri seçmeli ya da 1961 Anayasasına geri dönülmelidir. Yargı bağımsızlığı denildiğinde, hiç şüphesiz, savunmanın da bunun dışında olmadığı bilinmelidir. Adalet devletin ne kadar temeliyse, savunma da o kadar adaletin temelidir. Baroları bağımsız olmayan yargı, bağımsız yargı olamaz. Barolar, Adalet Bakanlığının ağır vesayetinden kurtarılmalıdır. Avukatlık Yasası geciktirilmeden değiştirilmeli; savunma dokunulmazlığı getirilmelidir. Savunma sadedinde söylenen sözlerden, savunmalardan, avukat yargılanmamalı; savunma kürsüsüne masuniyet mutlaka kazandırılmalıdır.
Değerli milletvekilleri, bugün, bütün dünya, insan hakları devleti kavramına uygun yapılanmaya giderken, Türkiye Cumhuriyeti, ne yazık ki, hukuk devleti olmanın koşullarından biri olan adlî zabıtayı henüz kuramamıştır. Güvenlikten sorumlu bir bakanlık, adlî işlere müdahale edebilmekte; yetki tecavüzüyle, yargının bağımsızlığı zedelenebilmektedir. Peşinen belirtelim ki, her bakımdan İçişleri Bakanlığına bağlı; ancak, adlî işlerde savcının emrine verilen polisin kim olduğu belli değildir. Bu emrin sınırı ve çerçevesi çizilmemiştir; ne olduğu, ne anlama geldiği hiç belli değildir. Bir yerde meydana gelen bir olayla ilgili, o yer karakolu soruşturma yaptığı gibi, o yerin emniyet amiri, emniyet müdürü, kaymakamı, o yerin bağlı olduğu asayiş müdürü, emniyet müdür yardımcısı, emniyet müdürü, vali, emniyet genel müdürlüğünde asayişten sorumlu daire başkanı, terörle mücadele daire başkanı, emniyet genel müdürü, İçişleri Bakanlığı müsteşarı ve nihayet, İçişleri Bakanı da adlî kolluk hizmetini, yani, adlî işleri gerektiğinde yaptırmakta ve yönlendirmektedir. En ücra bir yerde olan olayda, olay yeri savcısından önce, yukarıda saydığım tüm silsile takip edildikten ve haber, İçişleri Bakanına ulaştıktan sonra olay yeri savcısına haber verilmekte, olayda ölüm veya otopsi tutanağı yoksa, çoğu kez haber de verilmemekte, soruşturma tamamen polisle sürdürülüp sonuçlandırılmaktadır. Savcı, ancak, adliye aşamasında olaya muttali olabilmektedir.
Değerli milletvekilleri, yansız bir soruşturma ve yargılama düşünüyor, hukuk devleti iddiasını taşıyor, hukukun üstünlüğüne ve insan haklarına dayalı bir toplum ve devlet düzeni kurmak istiyorsak, her gün, CMUK’u çıkaranlara, dolayısıyla, bu Parlamentoya hakaret yağdıran polisin elinden adlî soruşturmayı kurtarmalı; onu, doğrudan Cumhuriyet Savcılığına bağlı olarak kurulacak ve çalışacak bir adlî polis teşkilatı emrine vermelidir. Yargı bağımsızlığının ilk ayağının adlî polis olduğu kabul edilmelidir.
Değerli milletvekilleri, yaklaşık birbuçuk aydır Türkiye’nin gündemini kapatan son Susurluk olayı, devletin kuşatılmışlığı yolundaki kuşkuları doruk noktaya çıkarmış, devlet-mafya-politikacı üçgenini açığa çıkarmış, devlet yapımızda kurumlaşan ve giderek toplumda derinleşen, yoz, çarpık, karanlık ve içi karartan ilişkileri deşifre etmiştir. Bu olay, Cumuhuriyet Halk Partimizin, 9 Eylül 1992 tarihinden itibaren, Türkiye siyasetinin gündemine taşıdığı, temiz toplum ve temiz siyaset için, dokunulmazlığın sınırlandırılması yolundaki istemlerin yoğun bir biçimde yaşanmasına, milletvekillerinin dokunulmazlığın arkasında saklanmaması gerektiği yolundaki taleplerin yükselmesine neden olmuştur.
BAŞKAN – Sayın Ketenci, son 2 dakikanız efendim.
AHMET GÜRYÜZ KETENCİ (Devamla) – Bu konuda, muhalefet partilerinin ortak bir anlayışa vardıkları meydandadır. Ne var ki, daha, aşiret-mafya-siyaset üçgeninin böylesine yoğun yaşanmadığı bir süreçte, 1992 yılından önce ve daha sonra Susurluk olayından 7 ay evvel, Anayasamızın bazı maddelerinin değiştirilmesine ilişkin kanun teklifini, Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine taşıyan Partimizin, bu eylemdeki isabetinin ne kadar yerinde olduğu anlaşılmıştır. Eğer, Türkiye ve Yüce Parlamentosu, temiz toplum ve temiz siyasete giden yolların açılmasını istiyorsa, yasama dokunulmazlığının sınırlandırılmasına ilişkin, Partimiz tarafından verilen ve Türkiye Büyük Millet Meclisi gündeminde bulunan yasa teklifine destek vermelidir. Ne var ki, bu yasa teklifi yasalaşıncaya kadar, ben ve tüm Cumhuriyet Halk Partisi milletvekillerimiz, her hangi bir nedenle Meclis dışındaki söz ve eylemlerimizden ötürü soruşturmaya muhatap olmamız halinde, dokunulmazlık zırhının arkasına saklanmayacağımızı, doğrudan, ilgili savcılığa başvurarak, soruşturma başlatacağımızı taahhüt ettiğimizi, bu kutsal kürsüden, Büyük Türk Ulusuna açıklamaktan onur duyduğumu ifade etmek istiyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Ketenci, süreniz bitmek üzeredir; lütfen, toparlayın.
AHMET GÜRYÜZ KETENCİ (Devamla) – Devlet güvenlik mahkemelerinin, olağan mahkeme dışında bir mahkeme olarak, yargılama sistemimizin merkezinde oturmakta olduğu bilinmektedir. Devlet güvenlik mahkemelerinin böylesine istisnaî özellikte bir mahkeme olduğunun, yargı birliği ilkesine ters düştüğünün bilinmesine rağmen, yeniden, 26 adet mahkemenin hemen kurulmasının zorunluluğunun bütçede belirtilmesi, 45 devlet güvenlik mahkemesine daha ihtiyaç bulunduğu yolundaki istemlerin yoğunlaşması, Refahyol İktidarının yargıya nasıl baktığının bir işareti değil midir?
Hatırlayınız, daha dün, Erzincan, Kayseri, Konya Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kapatılarak...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Ketenci, toparlayın lütfen.
AHMET GÜRYÜZ KETENCİ (Devamla) – Bitiriyorum efendim.
...yerlerine, Erzurum, Van, Adana İllerine DGM’nin açılmasına ilişkin, DGM Kuruluş Kanununda değişiklik yapan yasa tasarısının görüşülmesinde, Sayın Bakan, ihtiyaç nedeniyle Erzurum, Van, Adana İllerine devlet güvenlik mahkemeleri kurulduğunu ifade etmiş, yeni DGM’lerin artırılması yolunda bir düşünceleri bulunmadığını belirtmişti. Aradan 20 gün geçmeden, 26 hemen, 45 de yolda olmak üzere, devlet güvenlik mahkemesine ihtiyaç duyulduğu belirtilmektedir.
Ne yapmak istemektesiniz?..Müstakbel, kapalı devlet anlayışına hazırlık mı yapıyorsunuz? ... Nedir bu Allah aşkına; bu halk hiç mi özgürleşmeyecek, demokratikleşmeyecek?..Türk insanının, çağdaş, demokratik hukuk devletinin normlarına müstahak olmadığını mı düşünüyorsunuz? Oynamayın hukukla; hukuk herkese lazım; ama, sevgili Bakan, önce size lazım. İstemem ve dilemem ki, yeni kurduğunuz devlet güvenlik mahkemeleri, bir gün, kurulmasını isteyenleri yargılamak zorunda kalmasın. Yapılacak iş şudur: Tüm devlet güvenlik mahkemeleri kapatılmalı, bu görev, güçlendirilmiş ağır ceza mahkemelerine verilmelidir. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, cezaevleri hiçbir zaman insan onuruna yakışır, uluslararası standartlara uygun bir yapıda olmadı; hep insanı eritme, insanı bitirme, insanı tüketme, onu teslim alma kampları olarak görüldü ve kullanıldı. Hemen belirtelim ki, 1980 sonrası insan hakları ihlallerinden en çok nasibini alan kurumlardan biri, hiç şüphesiz cezaevleri olmuştur. Dünyanın hiçbir yerinde tutuklu ve hükümlünün durumuna, konumuna göre çift standardı esas alan bir infaz uygulaması yoktur; örneğin siyasî suçlu- adi suçlu ayırımı yoktur, sol siyasî suçlular arasında barışçı- terörst ayırımı hiç yoktur, siyasî suçlular arasında kültür ve etnik yapılarına göre farklı uygulamalar yapılmamaktadır. Bir cezaevinde uygulanan kural başka, bir diğerinde farklı uygulama yaşanmamaktadır. Bu ve benzeri uygulamalar, maalesef, cezaevlerinde görülmekte ve yaşanmaktadır; bu yapı ve anlayış geciktirilmeden terk edilmelidir.
BAŞKAN – Sayın Ketenci, sizden sonra konuşacak Grup arkadaşlarınızın süresini kullanıyorsunuz; her ikisinin de birer dakikasını kullandınız.
AHMET GÜRYÜZ KETENCİ (Devamla) – Tamam efendim, tam 1 dakikanızı istiyorum.
BAŞKAN – Arkadaşlarınızın süresinden alıyorsunuz Sayın Ketenci.
AHMET GÜRYÜZ KETENCİ (Devamla) – Tam 1 dakika Sayın Başkan, uzatmadan 1 dakika istiyorum.
Teorik olarak infazın amacı ıslah, tutuklu ve hükümlüyü tekrar topluma kazandırmak olmasına rağmen, uygulamada tecrit, her şeyden tecrit, insanî ögelerden arındırma, onu her açıdan teslim almaya dönük, ona bir tutsak muamelesi yapmayı yeğleyen anlayışlar bu çağın anlayışları değildir. Tutuklu ve hükümlülerin, önce insan, sonra da ülkelerin yurttaşı olduğu unutulmamalıdır.
Sonuç itibariyle, cezaevlerinde mutlak surette bir infaz yargıçlığının kurulmasını öneriyorum. İnfaz yargıçlığı, cezaevindeki bütün idarî tasarrufların yargı denetiminden geçirilmesi demektir.
Bu duygu ve düşüncelerle, hepinize saygılar sunuyorum, sevgiler sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ketenci.
Sayın Seyfi Oktay, buyurun efendim.
Sayın Oktay, sayın arkadaşımız, süresini 3 dakika geçti.
M. SEYFİ OKTAY (Ankara) – Efendim, benim sürem 12 dakika.
BAŞKAN – Efendim, 11 dakika verebilirim, 1 dakika sizden 2 dakika Sayın Ateş’ten kesmek zorundayım.
Buyurun efendim.
CHP GRUBU ADINA M. SEYFİ OKTAY (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Yargıtay bütçesi üzerinde görüşlerimi sunmak üzere huzurlarınızdayım; şahsım ve Grubum adına Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Yargıtayımız, yüce milletimiz adına yargı yetkisi kullanan ve yetkileri Anayasada düzenlenen bir yüksek yargı organımızdır. Adliye mahkemelerince verilen kararlar hakkında, son merci olarak, yasalarda belirtilen bazı konularda da, ilk ve üst derece mahkeme olarak karar vermektedir.
Değerli arkadaşlarım, Yargıtayımız, bu görevleri yanında, içtihat yaratma ve bu yolla gelişen ve değişen koşullar karşısında hukuka yön verme, yeni ve çağdaş norm ve anlayışlarla hukukumuzu güçlendirme ve geliştirme gibi çok önemli görevleri de yerine getirmekle yükümlü bulunmaktadır.
Yargıtayımızın, kuşku yok ki, kendine özgü sorunları vardır. Ancak, genelde, Yargıtayın sorunları tüm yargının da sorunlarıdır. Yargıtayı, yargının bütünündeki sorunlardan soyutlamak mümkün değildir. Yargıtayımız, çok geniş bir kadro ile yargı görevini yerine getirmektedir. Bu yüce görevi dağınık bir şekilde, dört ayrı binada sürdürüyor. Bu durumu Yüce Yargıtayın rahat çalışma koşullarına ve saygınlığına gölge düşüren çok önemli bir noksanlık olarak görüyoruz. Çok acilen, her türlü donanıma sahip, modern, ulusumuzun adalete verdiği önemi ve değeri simgeleyen bir binaya kavuşturulmasında zorunluluk vardır. İşin gerçeğinde, yargının fizikî ve teknik donanımı, araç, gereç ve bina gereksinimi çok had safhadadır. Kanun hükmünde kararnamelerle sağladığımız çok büyük kaynak, Anayasa Mahkemesinin iptal kararıyla, maalesef, ortadan kalktı. Teklif haline getirdiğim bu düzenleme Meclis komisyonlarında beklemektedir; buna, Bakanlığın sahip çıkmasını dilemekteyim.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; ülkemizde hemen her alanda çok boyutlu büyük sıkıntılar yaşanmaktadır. Sorunlar darboğazlar yaratmakta, insanlarımız bunalıma girmekte ve çok daha vahimi, yarınlarla ilgili umutsuzlukları yaşamaktadırlar. Ne yazık ki, yakın bir gelecekte de ciddî ve köklü çözümler olasılığı gözükmemektedir.
Ülkemizde, siyasal, sosyal, ekonomik, demokratik ve hukuksal altyapı eskimiş, hantallaşmış ve tümüyle yetersiz kalmıştır. Bu altyapı, bu işleyen sistem, daha doğrusu sistemsizlik, artık, Türkiye’yi taşıyamıyor. Bilinmelidir ki, bu sistemi muhafaza ederek, bu sistemin üzerine oturarak, sistemin kökten değişmesinin önüne engeller koyarak ülke sorunlarını çözmek mümkün değildir.
Muhafazakâr partiler, yıllardan beri bu düzenin, deyim yerindeyse, çürümüş bu sistemin bekçiliğini yapıyorlar; keşke, yalnızca bekçiliğini yapsalardı; onu ilkelleştirmek, yozlaştırmak, çelişkiler yumağı haline getirmek için her fırsatı âdeta değerlendirdiler; bütün bunları ülke çıkarları adına yaptıklarını ifade ettiler. İşte, bu anlayış ve bu politikalar bugünleri yarattı. Bütün bunlara ve tüm başarısızlıklarına karşın, sisteme yönelik köklü değişimlerden hiç mi hiç söz etmiyorlar, köklü çözüm önerilerine itibar etmiyorlar, hem kendilerini hem de insanlarımızı oyalamakta sakınca görmüyorlar.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; yargı sorunu; doğrudan hukuk devleti sorunu, hukukun etkin ve egemen olması sorunu, demokrasi, insan hakları sorunu, özgürlükler sorunu, eşitlik sorunu, hak sorunu, hukukî güvence sorunu, açık rejim sorunu, hatta ulusal varlık sorunudur.
Demokratik, laik, sosyal hukuk devleti sözcüklerinin yalnızca nitelik tanımlaması yapan birer sıfat olmaktan çıkarılıp, uygulamaya taşınarak yaşama sokulması zamanı gelmiş ve hatta geçmektedir.
Objektif, yansız, hızlı ve etkin bir adalet işleyişini gerçekleştirmeden, rejimi, devleti ve toplumu esenliğe çıkarmamız mümkün değildir.
Çağdaş teknolojinin egemen olduğu, uluslararası iletişimin yoğunlaştığı bir dönemde, özellikle, enflasyon gibi büyük ekonomik rahatsızlıkların sürekli ve kalıcı hale geldiği de dikkate alınırsa, hakkın geç elde edilmesi, hakkı etkisiz ve anlamsız bırakmaktadır.
Yargılama yetkisini kabul ettiğimiz Avrupa İnsan Hakları Komisyonu ve Divanı, adaletin gecikmesini hakkın ihlali olarak değerlendirmekte ve adaleti geciktiren ülkeleri mahkûm etmektedir. Korkarım ki, hakkını zamanında alamayan milyonlar, yakında, Avrupa İnsan Hakları Komisyonunun kapılarını çalmaya başlayacaklardır. Zamanında ve adalete uygun biçimde hakkını elde edemeyen insanlar, hukukdışı yollara başvurmaktadırlar. Bu durum, bugünkü mafyasal oluşmaların kaynağını oluşturmaktadır.
İlk kez kapsamlı ve köktenci bir yargı reformunu hazırlayarak Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine kadar getirmiştik. Paketin yasalaşması için partilerin ve destek için de hemen tüm medyanın kapısını çaldık. Yargının işleyişinden yakınanlar, bu paketin yasalaşmasına katkıda bulunmaya yanaşmadılar.
Yargı işleyişini basitleştirmeyi, şeffaflaştırmayı, yargı işleyişini hiç kimsenin kuşku duymayacağı bir konuma getirmeyi amaçlayan 12 kanunluk paket seçimlerden sonra kadük olduğundan, tarafımdan sahiplenilmiştir. Bu büyük paket, halen, Türkiye Büyük Millet Meclisi komisyonlarında teklif olarak beklemektedir. Tüm partilere ve ilgililere yeniden sesleniyorum: Toplumu ve rejimi esenliğe kavuşturmak istiyorsanız, buyurun, bu paketi birlikte değerlendirelim ve yasalaştıralım.
Bir Susurluk olayı, günlerden beri -çok haklı olarak- ülkemizin gündeminde bulunuyor. Susurluk olayı, hukuku devredışı bırakan, eskimiş ve çürümüş sistemin ürettiği bir olaydır. Hukuku etkin kılan yeni bir sistem oluşturulmadığı sürece, bu ülke, daha çok Susurluklar yaşayacaktır. Bu nasıl bir hukuk devletidir ki, Susurluk olayının aydınlığa çıkarılması için, Refah Partisince kurulacak azınlık hükümetinden ve bir emniyet müdürünün özel gayretinden medet umuluyor! Bu durum dahi, bu sistemin yetersizliğinin tescili değil midir değerli arkadaşlarım?
İyi bilinmelidir ki, statükoyu koruyarak, ciddî reformlar gerçekleştirilmeden bu olayların kökü kurutulamaz. Daha bu olaylar gündemde yokken, ceza kovuşturması sisteminin tümden değiştirilmesini amaçlayan adlî kolluk teşkilat kanununu oluşturan bu paketi hazırlayarak sunduk. Adlî işlemleri, yürütme organının bir unsuru ve bir partinin mensubu ve çoğu olaylarda da zaman zaman taraf durumunda olduğunu gördüğümüz, bildiğimiz bir bakanın emrindeki polis hiyerarşisine tabi kadrolara bırakırsanız, daha büyük olayları yaşamak durumunda kalınması kaçınılmaz olacaktır.
Bir eskimiş daktilo, bir sekreteri bile çoğu zaman bulunmayan, polisin eline ve ağzına bakmak zorunda olan cumhuriyet savcısından, daha ne kadar görev bekleme hakkını kendinizde buluyorsunuz; bunu anlamak çok zor diye düşünüyorum.
Değerli arkadaşlarım, gerçek anlamda bir yargı bağımsızlığını sağlamak zorundayız. Yargıca, savcıya, güvencede olduğunu duyumsatan koşulları gerçekleştirmek zorundayız. Yargıyı, kişisel olarak ne kadar etkilerden uzak tutma gayreti içerisinde olursak olalım, bu, yeterli olamamaktadır. Hiçbir koşulda, muhtemel hiçbir durumda, herhangi bir baskı ve etki olamayacağı güvencesini verecek sistemi oluşturmak zorundayız. Kuşku yok ki, Yargıtayımız da, bütün bu çarpıklıkların ve olumsuzlukların etki alanı içerisindedir; buna karşın, toplum için, aydınlık gelecekler için bir umut olma çabasını hiç esirgemiyor.
Bakınız, 1996-1997 Adlî Yıl Açılış Töreninde, Yargıtay Başkanımız Sayın Müfit Utku, tüm Yargıtayın görüşüne de tercüman olarak ne diyor: “Unutulmamalıdır ki, bir devletin hukuk devleti sayılabilmesinin en önemli koşulu, bağımsız yargı organlarınca yapılan denetimdir.”
“Laiklik ilkesinin, ulusal birlik ve bütünlüğümüzün harcı olduğu, bir an için bile olsa akıldan çıkarılmamalıdır. Devletin temeline aklı koyduğumuz zaman ulaşacağımız nokta laikliktir. Devletin temeline halkı koyduğumuz zaman ulaşacağımız, gideceğimiz yer, cumhuriyet ve demokrasidir.”
BAŞKAN – Sayın Oktay, son 2 dakikanız.
MEHMET SEYFİ OKTAY (Devamla) – Bu nedenle, laik sistemi sanki dinsizlik gibi gösterip, halkımızın mukaddes din duygularını istismara çalışarak onu laikliğe karşı kışkırtan dış destekli örgütlerin amacı, ülkenin bütünlüğünü bozmaktır. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli milletvekilleri, Yargıtayımız, son kararlarıyla bazı konulara da ışık tutmuştur. Yargıtayımızın, kurban derisine ilişkin kararı, Sıvas olaylarına ilişkin kararı, muhalefet şerhiyle de olsa sunulan Yaşar Kemal olayındaki görüşü, toplumun yolunu aydınlatmıştır; dileriz ki, siyasîlerin de yolunu aydınlatmış olsun. (CHP sıralarından alkışlar)
Yargıtayımızın şimdiki iş yoğunluğunu azaltacak ve onu, hukuk yaratma, böylesine güzel konularda, ülkemizi, ulusumuzu, toplumumuzu aydınlatma konusunda hukuku yönlendirme imkânına kavuşturacak üst mahkemelerin oluşumunu bir an önce gerçekleştirmeliyiz diye düşünüyorum.
Bu bütçenin Yargıtayımıza ve tüm insanlarımıza hayırlı olmasını diler, Yüce Meclise tekrar saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Oktay.
Sayın Yılmaz Ateş; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Ateş, Grup adına kalan süre 12 dakika.
CHP GRUBU ADINA YILMAZ ATEŞ (Ankara) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi şahsım ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkanımızın, geçen yıl, benden sonraki arkadaşlarımın konuşma süresi konusunda gösterdiği titizliği, şimdi, benim sürem konusunda da göstereceğine inanıyorum.
NİHAT MATKAP (Hatay) – Ankara milletvekilisiniz.
YILMAZ ATEŞ (Devamla) – Sayın milletvekilleri, ülkemiz, çevre bakımından, özürlü bir ülke konumundadır. Yıllar yılı, turizmi geliştirelim derken, kıyılarımız ve denizlerimiz yağma edilmiş, talan edilmiş; sanayileşiyoruz, sanayileşmeye çalışıyoruz denilirken, kıyılarımız, nehirlerimiz, göllerimiz, körfezlerimiz talan edilmiş, harap edilmiş; kentleşiyoruz diye, şehirlerimiz gecekondu yuvasına dönüştürülmüş; Hükümetimizin Başbakanı ile Başbakan Yardımcısı, gecekondulaşmayı teşvik etmek anlamında, birbirleriyle yarışır konuma girmişlerdir.
Bir Devlet Bakanımız “biz, erkek milletiz, bize radyasyon, vız gelir; onun için, korkmayın” deme cüretkârlığını göstermiş ve ülke olarak da, yıllar yılı, çevreyi kirleten enerji politikasını, bir temel ilke olarak edinmişiz. Hava kirliliği, normal standardın 4 katı üzerine çıkmış; basın uyardıkça, Anakent Belediye Başkanımız çok rahatlıkla çıkıp “efendim, bu da basının uydurması” diyebilmiş; Sayın Bakan, göreve başlamış “ben, çevre temizliğine, önce Bakanlığımdan başlarım” deyip, çoğunluğu kadın olan 20 yetişmiş uzmanı bir anda biçip kenara atmıştır. Türkiye, şimdi, bu zihniyetlerle, bu politikalarla, çevre temizliğini yapma, çevresini koruma konumuyla karşı karşıya kalmıştır.
Sayın milletvekilleri, Ankaramızın hemen yanı başındaki Mogan ve Eymir Gölleri -Ankara’nın akciğerleri olan bu iki gölümüz- maalesef, yetki kimdedir tartışmasıyla, bugün, ölümle karşı karşıya bırakılmışlardır.
Sayın milletvekilleri, Tuz Gölüne, tarım suları, kanalizasyon suları karışmış ve bugün, maalesef, özelliğini, ekolojik dengesini önemli ölçüde yitirme konumuna gelmiştir.
Yine, Afyonumuzun Eber Gölü ve Sakaryamızın Sapanca Gölü, maalesef, bu sağlıksız kentleşmeden ötürü, kanalizasyon artıklarından kendini arındıramaz konuma gelmiştir.
Dünyanın sayılı incilerinden olan Haliç, İzmit ve İzmir Körfezlerimiz, maalesef, bu sağlıksız kentleşmeden ötürü, izlenemez, hatta ve hatta, nefes alınamaz konuma gelmişlerdir.
Sayın milletvekilleri, nehir yataklarımıza, son yıllarda, bir talan çetesi dadanmış; kum ocağı işletmeciliği yapıyoruz denilerek, maalesef, o güzel akarsularımızın hem yatakları hem kendileri hem de çevreleri talan edilmiştir. Bugün, birçok akarsuyumuzda canlı dahi yaşamamaktadır.
Aydın İdare Mahkemesi, Yatağan, Yeniköy ve Gökova Termik Santrallarını çevre açısından son derece sakıncalı kurumlar, işletmeler olarak görüp, kapatma kararı vermesine rağmen, maalesef, bu Hükümet, çevre düşmanı olan bu santralları işletmekte bir sakınca görmemektedir.
Sayın Bakan, valiliklere gönderdiği bir genelgede, Hava Kalitesinin Korunması Yönetmeliğine aykırı davranan, gerekli önlemleri almayan kurum, kuruluş ve işletmelerin tespitini istemiştir.
Sayın Bakan, valilerden size geldi mi bilemiyorum; ama, ben, buradan, size bir kurumu, bir müesseseyi gösteriyorum. Ankara’da insanlar nefes alamaz konuma gelmişlerdir. Ankara Anakent Belediyesi, bırakın hava kirliliğini önlemeye çözüm bulmayı, yeni yeni kirlilik faktörlerini Ankara’ya getirmiştir.
Biz söylediğimiz zaman, muhalefet olduğumuz için söylediğimiz ifade ediliyor. Bakın, Ankara’daki hava kirliliği konusunda, MHP’li olan Keçiören Belediye Başkanı da “eğer acil önlemler alınmazsa, Ankara’da kitlesel katliamlar olur” şeklinde uyarı yapmaktadır.
Kaçak kömür, bizim dönemimizde Ankara’nın giriş kapılarına konan karakollarla önleniyordu. Ankara’ya bir tek gram kaçak kömür sokulmazken, bir bakıyoruz, bu dönem, bu yönetim döneminde sadece bir apartman bloğu altında 500 ton kaçak kömür yakalandığı söyleniyor ve bunu da, Sayın Belediye Başkanı, tarikatçı vakıflara vererek çocuklarımızı zehirliyor ve “ben, bu kaçak kömürü bu tarikatçı yuvalara vermekten onur duyuyorum” diyor. (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın milletvekilleri, hiç kimsenin, Ankaralıları, çocuklarımızı, gençlerimizi zehirleme pahasına, bu ülke vatandaşlarının cebinden hayırsever kesilmesine gerek yoktur. Bu kurumlar, hiç kimsenin babasının çiftliği de değildir. (CHP sıralarından alkışlar) Eğer, çok hayırsever iseler, giderler, o hayır kurumlarına, kendi ceplerinden, gereken yardımı, gereken katkıyı yaparlar.
Sayın milletvekilleri, “temizlik imandan gelir” diye hepimizin yürekten inandığı bir özdeyişimiz var. Peki, şimdi, bu bizim belediye yetkililerine, yöneticilerine ne dememiz gerekir; eğer, biz sosyal demokratlar 1994’te iktidarda kalabilseydik, 1994’ün sonunda, Türkiye’nin de en ciddî problemi olan Mamak çöplüğü tamamen ortadan kaldırılmış olacaktı. Ankara’nın merkezinden her gün 40 bin ton çöp, şehrin bir ucundan bir ucuna götürülüp, ortalığa mikrop saçmazdı; ama, maalesef, 1994 yılından bu yana, bıraktığımız noktada aynen devam ediyor; bir tek katkı konulmadı ve Ankara, bu çöp rezaletiyle her gün karşı karşıya.
Sayın milletvekilleri, dünyada gelişen çevre bilinci Türkiye’ye de yansıdı; daha önce genel müdürlük, arkasından müsteşarlık şeklinde korunan gelişen kurum, 1991 yılından bu yana da Çevre Bakanlığı statüsüne geçti. Ama, maalesef, üzülerek söylüyorum, her fırsatta hukukun üstünlüğünü, kendi bireysel çıkarlarına denk geldiği an savunan Hükümet, her ne hikmetse, aradan geçen bunca süre içerisinde bu Bakanlığın Anayasaya aykırı olan kuruluşunu gerçekleştiremedi. Bakanlık, 1991 yılında, kanun hükmünde bir kararnameyle kuruldu. Hükümet, bu Anayasaya aykırılığı gidermek için olumlu bir adım attı; Bakanlığın kanunu, önce, Çevre, arkasından, Anayasa, Plan ve Bütçe Komisyonlarında da görüşüldü; ama, her ne hikmetse, Anayasa Komisyonuna gelince, bu, bilmediğimiz bir gerekçeyle geri çekildi. Şu anda, ne olacağı konusunda da bir bilgimiz yok.
Bizim için, çocuklarımız için, geleceğimiz için, Türkiye için önemli olan Çevre Bakanlığımıza, maalesef, yeteri kadar bir bütçe de ayrılmamış durumda. Kayıtlara baktım, 8 trilyon liralık bir bütçesi var; bunu da dolara endekslediğimiz zaman, 80 milyon dolar dolayında bir rakamdır. Bu, diğer kalkınmış ülkelere baktığımız zaman çok komik bir rakam; çünkü, Almanya’da 1995 yılında, sadece özel sektör 30 milyar dolar, Fransa’da 16 milyar dolar, İngiltere’de de 13 milyar dolar çevreye yatırım yapmış; ama...
BAŞKAN – Sayın Ateş, son 2 dakikanız.
YILMAZ ATEŞ (Devamla) – ...maalesef, bizim Çevre Bakanlığımızın bütçesi, sadece ve sadece 77 milyon dolar! Konumu bu iken, Çevre Bakanlığımız yatırımcı bir bakanlık olma sevdasından vazgeçmelidir. Çevre Bakanlığımız, kurumlar arasında koordinasyonu sağlayan ve eğitime önem veren çalışmalar yapmalı, dış kadroları edinme sevdasından vazgeçmelidir.
Bakanlığımız bir konudan daha vazgeçmelidir; bu belediyelere yaptığı araç gereç yardımı, gerçekten, bu Refah Partisinin adil düzenini çok mükemmel gösteriyor. Sayın Bakanın göreve geldiği günden itibaren bir ayını inceledim, bu bir ay içerisinde belediyelere 102 adet araç gereç yardımı yapılmış, bu 102 aracın 78 adedi Refah Partili belediyelere yapılmış...
ALGAN HACALOĞLU (istanbul) – Vay, vay! Ne adil düzen be!
YILMAZ ATEŞ (Devamla) – 12 tanesi DYP’ye, 8’i ANAP’a, 2’si Cumhuriyet Halk Partisine, 2’si bağımsızlara yapılmış. (CHP sıralarından alkışlar [!]) Bunların toplam ederi,167 milyar lira...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Ateş, eksüreniz 1 dakika.
HALİL İBRAHİM ÖZSOY (Afyon) – ANAP’a değil, ANAP’tan transfer olanlara... (Gülüşmeler)
YILMAZ ATEŞ (Devamla) – Burada sayın bakanı bir kez daha uyarıyorum. Sayın Bakan, Çevre Bakanlığının bütçesini, Refah Partisine belediye başkanı transfer etme kasası olarak kullanmasın. (CHP sıralarından “Bravo”sesleri, alkışlar) Ankara’nın Balâ İlçesi Belediye Başkanımız bir tek itfaiye aracı için üç ay yollarda süründürülmüş; kendisine yapılan son teklif, “eğer, partinizden istifa eder Refah Partisine gelirseniz size bunu veririz” şeklinde olmuş; bir sayın belediye başkanı üç ay süründürülmüş. (CHP sıralarından “ayıp, ayıp” sesleri)
Sayın Bakan, Refah Partisinin çok gizli kasaları olduğunu biliyorduk; ancak, Çevre Bakanlığının bütçesini de Refah Partisine belediye başkanlarını transfer etme bütçesi olarak kullanmayın.
Bu duygu ve düşüncelerle Yüce Meclisi tekrar saygıyla selamlıyorum. (CHP,ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ateş.
Şimdi, sıra, Anavatan Partisi Grubu adına ilk konuşmacı Sayın Süleyman Çelebi’nin.
Buyurun, Sayın Çelebi. (ANAP sıralarından alkışlar)
Sayın Çelebi, süreyi eşit mi paylaşacaksınız ?
SÜLEYMAN ÇELEBİ (Mardin) – Evet.
BAŞKAN – Buyurun.
ANAP GRUBU ADINA SÜLEYMAN ÇELEBİ (Mardin) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli milletvekilleri; 1997 yılı Adalet Bakanlığı bütçesi üzerinde, Anavatan Partisi Grubunun görüşlerini sunmak üzere huzurunuzdayım. Konuşmama başlamadan evvel, Yüce Meclise ve televizyonları başında beni dinleyen bütün vatandaşlara saygılar sunarım.
Sayın milletvekilleri, adalet duygusu, insanların insanca yaşaması, toplum içerisinde huzur, güven ortamında bulunması, devletine ve milletine sahip çıkması için, yüce ve manevî bir mefhumdur.
Adalet denilince, devletin oluşumu akla gelir. Devlette aranan en önemli unsur adalettir. Adalete, herkes, her an muhtaçtır. Adaletin bulunmadığı yerde, hak ve hukuktan bahsetmek mümkün değildir. Bu münasebetle, bunun için adaletin hürmet telkin etmesi, itimat ilham eylemesi gerekir. Eğer, bir ülkede, yargı bağımsızlığı, hâkim ve savcı teminatı yoksa veya bu haklar kısıtlıysa, adaletin gerçek ifadesiyle tecelli etmesi mümkün değildir. Keza, yargı, bağımsız, güçlü, adil ve süratli değilse, yargısız infazları, toplum içerisinde karışıklığı ve adalete olan güvensizliği asla önleyemezsiniz; ama, ülkemizde, bu güzel olgulardan bahsetmek mümkün değildir. Zira, son zamanlardaki olaylar ve bunların başlıcası olan Susurluk olayı, ülke insanlarını ister istemez başka düşüncelere sevk etmiştir. Bugünkü Hükümet sayesinde adalet tıkanmıştır. Sayın Bakan, eğer, Plan ve Bütçe Komisyonunda bizatihi itiraf ederek, yargı sisteminin tıkandığını ifade ediyorlarsa, demek ki, gerçekten, Türkiye’yi büyük bir tehlike beklemektedir. Bunu söyleyen Sayın Bakan, Hükümetin bir tarafını oluşturuyor. Hükümetin küçük kanadının başı durumunda olan Başbakan Yardımcısı da, Grubundaki bir konuşmasında, “bu ülke bitmiştir, tükenmiştir” şeklinde, Bakanın konuşmasını teyit ediyorlarsa, bu milletin haline acımamak elde değildir ve Allah yardımcısı olsun demekten başka bir çaremiz de kalmamıştır.
Sayın milletvekilleri, bilindiği üzere, Türkiye, çok tehlikeli bir kaosa sürüklenmektedir. Bu kaos, Hükümetin küçük ortağı Doğru Yol Partisinin, ülkeyi kötü yönetmesinden ve buna, Hükümetin büyük ortağı Refah Partisinin de seyirci kalmasından kaynaklanmaktadır. Ülke, silahlı çeteler ve mafya örgütlerinin tasallutu altındadır. Son olaylar, vatandaşların bütün sıkıntılarını, hatta enflasyonu bile unutturmuştur. Hazin olan ise, devlete rağmen, ülkenin, başka güçler tarafından yönetilmesidir. Yüzbinlerce devlet gücüne rağmen, devletin, bir siyasî partiye bağlı, 1980 öncesi gençlik grubunun bir bölümü tarafından yönetilmesine ilişkin sansasyonel haberlerle ülke çalkalanırken, bu kargaşa ortamında insanların medet umdukları yargı mensupları, kenarda, sanki, olayları temaşa etmektedir. Neden; siyasî baskılardan çekindiklerinden mi; yoksa, bu düzenin başıbozukluğundan korktuklarından mı olayların üzerine layıkıyla gitmiyorlar veya gidemiyorlar?
Sayın milletvekilleri, yargının suskunluğunun ve olayların üzerine gidemeyişinin nedenlerini kısaca ifade etmeye çalışacağım: Bilindiği üzere, 1982 Anayasasının 2 nci maddesine göre, Türkiye Cumhuriyeti, sosyal bir hukuk devletidir. Hukuk devletinin temel unsurunu, bütün devlet faaliyetlerinin hukuk kurallarına uygun olması teşkil eder. Bu uygunluğu ise yargı organları sağlar.
Yargı yetkisinin bağımsız mahkemeler tarafından kullanılacağı; hâkimlerin, görevlerinde, bağımsız, Anayasa, kanun ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verecekleri; hiçbir makam, merci veya kişinin, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremeyeceği, genelge gönderemeyeceği, tavsiye ve telkinde bulunamayacağı Anayasamızın 9 uncu ve 138 inci maddelerinde yer almaktadır.
İnsanı etkileyen bu ifadeleri takiben, Anayasının 139 uncu maddesinin birinci fıkrasında “hâkimler ve savcılar azlolunamaz” 140 ncı madesinin ikinci fıkrasında “hâkimler, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre hareket ederler” şeklindeki ifadelerle devam eden Anayasa maddelerinden sonra, yukarıda sorduğumuz soruların cevaplarını içinde taşıyan aynı Anayasanın hâkim ve savcıların denetimiyle ilgili 144 ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna dair 159 uncu maddelerini ve buna mütedair kanunî düzenlemeleri incelemekte yarar görüyorum:
Anayasamızın 144 üncü maddesi “Hâkim ve savcıların görevlerini; kanun, tüzük, yönetmeliklere ve genelgelere (hâkimler için idarî nitelikteki genelgelere) uygun olarak yapıp yapmadıklarını denetleme, görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında suç işleyip işlemediklerini, hal ve eylemlerinin sıfat ve görevleri icaplarına uyup uymadığını araştırma ve gerektiğinde haklarında inceleme ve soruşturma, Adalet Bakanlığının izniyle adalet müfettişleri tarafından yapılır. Adalet Bakanı soruşturma ve inceleme işlemlerini, hakkında soruşturma ve inceleme yapılacak olandan daha kıdemli hâkim veya savcı eliyle de yaptırabilir.”
Anayasanın 159 uncu maddesi ise, 144 üncü maddede belirtilen denetim neticesinde hâkim ve savcılar hakkında verilecek karar mercii olan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanının, Adalet Bakanı ve Müşteşarının, Kurulun tabiî üyesi olduğuna ilişkin kayıtları taşımaktadır.
Yine, Adalet Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkındaki 29.3.1984 gün ve 2992 sayılı Kanunun, Ceza İşleri Genel Müdürlüğü başlıklı 9 uncu maddesinin (f) bendi, kanunların Adalet Bakanlığına verdiği soruşturma, kovuşturma ve disiplin işlemlerini yürütmekten bahseder.
Teftiş Kurulu başlıklı 15 inci maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentlerinde ise Teftiş Kurulu Başkanlığı, Başkanın emri ve onayı üzerine, bakan adına aşağıdaki görevleri yapar :
a) Adlî ve idarî yargı hâkim ve savcılarının görevlerini kanun, tüzük, yönetmelik ve genelgelere, hâkimler için idarî nitelikteki genelgelere uygun olarak yapıp yapmadıklarını denetlemek; hâkim ve savcıların görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında suç işleyip işlemediklerini, hal ve faaliyetlerinin sıfat ve icaplarına uyup uymadığını araştırmak ve gerektiğinde haklarında inceleme ve soruşturma yapmak.
b) Soruşturma izni verilen veya müfettiş vasıtasıyla incelenmesi bakan tarafından istenen işlerde, denetim ve soruşturma sırasında öğrenilen, soruşturmayı gerektirir nitelikteki kanunlarda özel kanunların verdiği yetkiye dayanarak soruşturma yapmak” şeklindeki hükmü uyarınca, Adalet Bakanı, maiyetindeki adalet müfettişleri aracılığıyla hâkim ve savcıları denetlemekte, haklarında vaki olacak şikâyet veya lüzum gördüğü hususlarda resen soruşturma ve inceleme yaptırabilmekte, gelen raporları, Ceza İşleri Genel Müdürlüğü aracılığıyla bir mucibe bağlamak suretiyle başkanlığını deruhte ettiği Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna sunmaktadır.
Bu duruma göre, siyasî partiye mensup olan bakanın, yürütme erkinin bir unsuru olduğu düşünüldüğünde, yargının, kuvvetler ayrılığı ilkesindeki yeri ile sosyal hukuk devleti iddiasını taşıyan Anayasadaki ifadenin ne derece komik bir durum arz ettiği görülmektedir.
Yine, 2992 sayılı Kanunun birinci fıkrasının (g), (h) ve (j) bentleri uyarınca, Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğünün Atama ve Nakil Yönetmeliği uyarınca hazırlayacağı taslağı ve özlük işleriyle ilgili olarak yapacağı ön hazırlık çalışmalarını Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna sunmak ve adı geçen kurulun sekreterya görevlerini yerine getirmesi yasal görevleri arasında olduğu görülmektedir.
Yukarıdaki ifadelerin tek açıklaması vardır, o da, tayin, terfi ve disiplin cezaları, çoğunlukla siyasî iradenin temsilcisi olan Adalet Bakanının istemi doğrultusunda oluştuğundan, hâkim ve savcıların bağımsızlığından bahsetmek mümkün değildir. Bu komediye son verilmediği sürece, bu ülkede daha da vahim olayların vuku bulacağını tahmin etmek kehanet sayılmayacaktır. Mevcut uygulamalarla da, bağımsız olmadığı için yargıyı suçlamak insafsızlıktır, cehalettir ve belki de, cehaletin ötesinde, bu kuruma ihanettir.
Sayın milletvekilleri, Türkiye’de meydana gelen suiistimallerin, gayrimeşru olayların, yalan ve talanın üzerine yargı mensuplarının gitmediği düşünülmekte; yargının hantallığı, adaletin geç tecelli etmesi, insanların gündemini sürekli meşgul etmekte; hatta, geç gelen adaletin, çek–senet mafyasının doğmasına, rüşvet ve irtikâbın artmasına vesile olduğu ifade edilmektedir.
Bütün bu olayların meydana gelmesinin yegâne sebebi, gerçekten, hâkim ve savcıların, gerçek itibariyle bağımsız olmadıklarından kaynaklanmaktadır.
Değerli milletvekilleri, yargıdaki tıkanıklıkların aşılması için, aşağıda belirteceğim hususların bir an önce yapılması gerekir:
1- 1982 Anayasasının yargıya ilişkin maddelerinin gözden geçirilmesi, bilhassa, 144 ve 159 uncu maddelerinin, 2 nci maddede belirtilen sosyal hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşmadığı nazara alınarak, yargı fonksiyonu ve gücünün, yasama ve yürütmeye karşı bağımsız olması, yasama ve yürütmenin etkisinden kurtarılması suretiyle, yargı bağımsızlığının sağlanması. Bu meyanda, 2992 Sayılı Adalet Bakanlığı Teşkilat Kanununun, 2802 Sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile, 2461 Sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanununun değiştirilmesi; Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun, Adalet Bakanlığı dışında, başka bir yere taşınması ve Adalet Bakanı ile müsteşarın kurul üyeliğinin kaldırılması, Teftiş Kurulunun, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna bağlanması, Ceza İşleri Genel Müdürlüğü bünyesindeki şîkâyet ve muhabere bölümleriyle, Personel Genel Müdürlüğünün, hâkim ve savcılara ilişkin özlük kayıtları, tayin, terfi işlemleri ve sekreterya görevinin, Adalet Bakanlığı uhdesinden alınmak suretiyle, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna devri gerekmektedir. Bu meyanda, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun, Adaleti Güçlendirme Vakfı Temsilciler Meclisi ve yönetimiyle ekonomik gücüne ortak edilmesi zorunludur. Bu yapılmakla, oluşturulacak kurul, ekonomik yönden takviye edilmiş olunacaktır.
Memurin Muhakematı Hakkında Kanunun mutlaka ortadan kaldırılması gerekir.
Manevî huzurun ancak maddî refahla kaim olabileceğinden hareketle, hâkim ve savcıların maddî durumlarının iyileştirilmesi, hâkim ve savcılarımızın sosyal mevkileriyle mütenasip bir hayat sürmeleri için maddî fedakârlıktan kaçınılmaması gerekir. Nitekim, Mecellenin 1812 nci maddesi bakın bunu ne güzel ifade ediyor:1812 nci maddede ifadesini bulan “hâkim gam ve gussa ve açlık ve galebei nevm gibi, sıhhati tefekkürüne mani olabilecek bir arıza ile zihni müşevveş olduğu halde hükme tevsaddi etmemelidir’” hükmünde açıklandığı gibi, sağlıklı düşünmesini ve karar vermesini engelleyecek her türlü gaileden uzak olacak şekilde, hâkimin ve savcının maddî durumları iyileştirilmelidir.
Yine, Mecellenin 1792 nci maddesinde tarifini bulan hâkim, “hâkim fehim, mustakim ve emin, mekin, metin olmalıdır” konumunu bulsun.
BAŞKAN – Sayın Çelebi, 3 dakikanız var.
SÜLEYMAN ÇELEBİ (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Hâkimler, bulunduğumuz çağa ayak uydurmaları için, sosyal bilgilerle mücehhez hale getirilmeli ve artık, hâkimlerin daha sıhhatli karar verebilmeleri için ihtisaslaşmaya gidilmeli, buna göre, ceza ve hukuk hâkimleri ile diğer hâkimliklerin ihtisaslaşmasına özen gösterilmelidir.
Değerli hukukçu Senai Olgaç’ın “iyi bir hâkim olabilmek için hukukî bilgilerden başka, hukuk biliminin yardımcısı olan sosyal bilgilerle de mücehhez olmak lazımdır. Akıl, mantık yeterli rehber değildir. Uzmanlık derecesinde ilim ve bilgiye dayanmayan hükümde adalet şüphelidir” özdeyişinde büyük bir haklılık payı ile yılların tecrübe ve birikimini bulmamak mümkün değildir.
Adaletin geç tecelli etmesi, davaların artmasına sebebiyet vermektedir. Dolayısıyla, bu da toplumda sosyal rahatsızlıklara sebebiyet vermektedir. Davaların artmaması, iş hacmine büyük ölçüde bağlıdır. O halde, yapılması gereken bir diğer husus, hâkim ve savcı sayısının artırılmasıdır.
Adalet Bakanlığının, Türkiye ve Avrupa Birliğiyle ilgili yargının geleceğine yönelik kısa, orta ve uzun vadeli herhangi bir çalışması yoktur. APK Başkanlığı, klasik iç sürgün görünümünü doğrularcasına küstürülmüş veya siyasî ulufeden yararlandırılmış bürokratların eline terk edilmiş bulunmaktadır.
Hâkim ve savcıların meslek içi seminerlere çağrılması suretiyle sorunlarının ilk elden tartışılması ve meslekî dayanışmanın sağlanmasına önem verilmesi gerekir.
Hâkim ve savcıların, Avrupa Birliği, dış dünyaya açılma, Ortadoğu ve Türk Cumhuriyetleriyle olan ilişkiler göz önüne alınarak yabancı dil eğitimi almaları sağlanmalıdır.
Cezaevleri şartları iyileştirilmeli; personeli, meslek içi eğitimden geçirilmeli ve maddî durumları iyileştirilmeli; cezaevi müdürlerine verilen yetkiler yeniden gözden geçirilmeli, varsa aksaklıkları giderilmelidir.
Cezaevlerindeki hükümlü ve tutukluların eğitilmesine önem verilmeli, onların topluma kazandırılması için ilmî çalışmalar yapılmalı ve iaşeleri günün şartlarına uygun olarak verilmelidir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Çelebi, bundan sonra vereceğim ek süre, arkadaşınızın süresinden gidecektir. Ne kadar süreye ihtiyacınız var efendim?
SÜLEYMAN ÇELEBİ (Devamla) – 1 dakikaya ihtiyacım var Sayın Başkan.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Çelebi.
SÜLEYMAN ÇELEBİ (Devamla) – Bugünkü iaşe, 110 bin liradır. 1997 yılı itibariyle, hükümlü ve tutuklunun cezaevlerindeki günlük iaşesi 165 bin lira olarak düşünülmektedir. Bunun, kaloriye göre yetersiz olduğu, herkesce bilinmektedir. Askerî cezaevlerindeki erat iaşesiyle eş duruma getirilmelidir. Bu sağlanmadığı takdirde, cezaevindeki insanlarımızı layıkıyla besleyememiş olacağız.
Muhterem arkadaşlarım, zamanın kifayetsizliği sebebiyle, değineceğim konular, başlıklar halinde olacaktır.
Neticede, adliye personelinin içinde bulundukları sıkıntıları gidermek için, az da olsa, maddî yönde bir iyileştirmeye gidilmeli; adlî zabıta kurulmalı; istinaf mahkemeleri kurulmalı; adliye binalarının tefrişine önem verilmeli ve bugünkü gülünç durumdan kurtarılmalı, hâkim ve savcılık mesleğine münasip, oturulabilir bir duruma getirilmeli ve adliye binaları müstakil hale getirilerek, araç ve gereç eksiklikleri hemen giderilmelidir.
Savunmaya önem verilmeli; Avukatlık Kanunu yeniden gözden geçirilerek, düzenlenmelidir.
Güvenlik mahkemelerinin yetkileri gözden geçirilmeli ve varsa, aksaklıkları giderilmeli; mümkünse, en kısa sürede bunlar kaldırılmalıdır.
İcra dairelerinin, İcra İflas Kanununda tadilat yapılmak suretiyle, anlaşılmaz, karmaşık ve işi uzatıp sürüncemede bırakan maddeleri, deneyimli hukukçulardan oluşturulacak komisyonlar vasıtasıyla revize edilmelidir.
Çocuk ıslahevleri ve cezaevlerinin artırılması için, Bakanlığın büyük bir çalışma içerisine girmesi gerekmektedir.
Büyük şehirlerde görev yapan hâkim ve savcılara hizmet veren servis araçları kifayetsizdir. Bu araçlara binen bu zevatı ve hatta, Adalet Bakanlığı mensuplarını, lütfen, oturtarak işlerine götürüp getirelim.
1997 malî yılı bütçesi içerisinde yer alan, Adalet Bakanlığının, yüzde 1 nispetindeki bütçesiyle, bu soruna çözüm getirileceğine inanmıyorum.
Sayın milletvekilleri, bütün bu olumsuzluklara rağmen, büyük bir gayretle çalışan, gece ve gündüz demeden, adaletin tecellisi için büyük bir uğraş veren hâkim ve savcılarımızı ve Adalet çalışanlarını, huzurunuzda yürekten kutluyor ve şükranlarımı sunuyorum.
Bu duygu ve düşüncelerle, Adalet Bakanlığı bütçesinin, ülkemize, milletimize, Adalet camiasına hayırlı ve uğurlu olmasını Yüce Allah’tan diler, saygılar sunarım. (ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çelebi.
Anavatan Partisi Grubunun ikinci sözcüsü, Sayın Feridun Pehlivan; buyurun. (ANAP sıralarından alkışlar)
Sayın Pehlivan, size kalan süre 18 dakikadır.
ANAP GRUBU ADINA FERİDUN PEHLİVAN (Bursa) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yargıtay ve Çevre Bakanlığının 1997 malî yılı bütçesinin görüşülmesi nedeniyle huzurlarınızda bulunuyor, Anavatan Partisi Grubu adına, konuşmama başlamadan önce, hepinize saygılarımı sunuyorum.
Yargı teşkilatımızın içerisinde bulunduğu sorunlar hepimizce bilinmektedir. Yıllarca süren davalar vatandaşlarımızı bezdirmektedir. Mahallî mahkemelerden gelen kararları incelemekle görevli bulunan Yargıtayın işi fevkalade ağırdır. Cumhuriyet hükümetlerinin, Yargıtayın işlerinin azaltılması için gereken tedbirleri almaları kaçınılmazdır. Yargıtayın, rahat bir çalışma ortamına imkân verecek yeni bir binaya ihtiyacı vardır. Yargıtaydaki üye sayıları artırılmalıdır. Görev yapan Yargıtay mensuplarının malî ve sosyal durumları iyileştirilmelidir. Ancak, 1997 yılı bütçesine baktığımızda, Yargıtaya ayrılan ödenekler fevkalade komik ve ciddiyetsizdir. Adaletin tecellisi için uğraş veren tüm yargı mensuplarına daha iyi çalışma imkânları verilmesi, bizim vazifemizdir. O nedenle, Yargıtayda bu kutsal görevi yapan arkadaşlarımızın bizden bekledikleri, durumlarının, şartlarının iyileştirilmesidir görüşünden hareket ederek, bu konuda çok konuşmak yerine, çok hizmet verme gereğine olan inancımla saygımla bütçenin hayırlı olmasını diliyorum; Yargıtayla ilgili konuşmamı tamamlıyorum efendim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, insanoğlu var olduğundan beri, sürekli daha iyi yaşam koşulları yaratmak için bir mücadele içinde olmuştur. Bu mücadeleler birçok hakları gündeme getirmiştir. Bu haklar; insan hakları, toplumsal haklar, kültürel haklar, dayanışma hakları ve çevre haklarıdır.
İnsanın yaşadığı ortamda bu haklara sahiplenmesi yolunda adımlar atması son derece doğaldır. Devletin asıl varlık nedeni ise güvenli bir ortamda ve sağlıklı çevre koşullarında, vatandaşlarına insanca yaşama hakkı sağlamak ve hepimizin istediği hizmetlerin etkili dağılımında uzlaşmacı bir işbirliği yaratmaktır.
Bu nedenle, toplum ve devlet yaşamını yöneten, yönlendiren ve etkileyen tüm kesimlerin, çevre alanında, farklı biçimde rol üstlenmesi gereklidir. Bu noktada parlamentoların, yasama ve denetim faaliyetlerinde, çevre konularına, giderek artan ölçüde yer vermesi gerektiğini düşünüyorum.
Çevre sorunlarının çözümünde, toplumumuzun her kesimine sorumluluklar düşerken, bu alanda politikacıların, parlamenterlerin örnek davranış biçimi sergilemelerini sağlamak zorunda olduğumuzu vurgulamak isterim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye’de çevre alanındaki gelişmelerin 1991 yılında Anavatan Partisinin inisiyatifiyle kurulan Çevre Bakanlığını takiben giderek hız kazandığını hepimiz izledik ve gördük ki, bu konu, mutlaka çok yönlü ve çok disiplinli bir yaklaşımı gerektiren ve en önemlisi toplumsal uzlaşmayı gerektiren önemli bir konudur. Bu nedenle, çevre alanında koordinasyon ve işbirliği imkânlarını güçlendirmek gereği açıkça ortaya çıkmıştır.
Yüklendiği görevler açısından bakıldığında henüz genç bir teşkilat olan Çevre Bakanlığının etkili hizmet yapmasını kesin sağlamalıyız. Çevre Bakanlığının görevlerini, yetkilerini ve sorumluluklarını diğer kuruluşlardan net olarak ayırmalı ve böylelikle yetki karmaşasını kesin engellemeliyiz.
Çevre Bakanlığı, bugünkü yapısıyla, bugüne kadar, Çevre Kanunu ve ilgili mevzuatın öngördüğü görevlerini layıkıyla yerine getirememiştir. Bakanlığın bazı yeni görev ve yetkilerle donatılması elzem hale gelmiştir.
Eğer, bu görev ve yetki olaylarını artıramazsak, Bakanlığa, görev olayını tam oturtamazsak, o zaman, bu Bakanlık, arazöz vermeye, traktör vermeye devam edecek ve dünyanın siyaset üstüne baktığı iki konu vardır ki, biri çevre, diğeri insan hakları, her bir şekilde de bu makam istismar görecektir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi -ki, Komisyon olarak bunu üstlendik, 24 arkadaşıma, siyasetüstü baktığımız için teşekkür ediyorum- bu teşkilatları, şartları oturtmalı, güçlendirmeli, bu tüccar alışverişinden Çevre Bakanlığını sıyırmalı, çevre işlerinde tarafsızlığını vurgulamalı. Bakanlık, arazöz dağıtacak, traktör dağıtacak, sonra da, buralarda, Çevre Bakanlığı sorunlarını tartışmak zorunda kalacağız!..
Enerji Bakanlığı, enerji sıkıntısıyla uğraşır. Dünyanın her yerinde, onun görevi, enerji sıkıntısını gidermek, ona alternatifler aramaktır. Sanayi Bakanlığının görevi, sanayide büyümek, dışa açılmak, ihracatı artırmaktır. Bana söyler misiniz, Çevre Bakanlığının görevi nedir? Dünyanın her yerinde, çevre bakanlıklarının, diğer bu bakanlıklar üzerinde otokontrol gibi bir görevi vardır; yoksa, arazöz dağıtma, traktör dağıtma gibi bir görevi yoktur.
Geliyorsunuz Bursa’nın ovasına, bin dönüm arazi üzerine, üç gün önce doğalgaz çevrim santralini kuruyorsunuz.
BEKİR SOBACI (Tokat) – Bursa katledilirken neredeydiniz?..
FERİDUN PEHLİVAN (Devamla) – Ne dediniz efendim?..
BEKİR SOBACI (Tokat) – Bursa katledilirken neredeydiniz geçmişte? Engel olsaydınız...
FERİDUN PEHLİVAN (Devamla) – Ben oradaydım. Bugünkü sorumluluğu da üstlenmek size düşer; çünkü, onun kavgasını sizin milletvekillerinizle beraber veriyorduk; ben, iktidara karşı, kendi İktidarıma karşı veriyordum; gel, şimdi, sen de kendi iktidarına karşı ver. Bir görelim bakalım adamlığını!... (ANAP ve CHP sıralarından alkışlar, )
BAŞKAN – Sayın Pehlivan, lütfen, Genel Kurula konuşun.
FERİDUN PEHLİVAN (Devamla) – Adamlığını görelim.
Çok önemli değil. Osmanlı’nın şehrine biz sahip çıkarız, sana hiç gerek kalmaz. (RP sıralarından gürültüler) Osmanlı’nın şehrine ben sahip çıkarım, sana hiç gerek kalmaz ...
BAŞKAN – Sayın Pehlivan, lütfen, Genel Kurula hitap edin.
FERİDUN PEHLİVAN (Devamla) – Sevgili arkadaşlar, geldiler, Bursa Ovasının göbeğine, bin dönüm arazi üzerine, dünyanın en iyi incirini çıkarıp, ihraç ettiğimiz yere bir beton yığını dikiyorlar.
İBRAHİM HALİL ÇELİK (Şanlıurfa) – Şeftali yok mu ?
FERİDUN PEHLİVAN (Devamla) – Şeftalisi de var tabiî...
Orada, öncelikle, karaincirimizi yetiştirip, ihraç ettiğimiz yere doğalgaz çevrim santralını kuruyorlar.
Şimdi, ben soruyorum: Bundan üç ay önce, ben, kendi iktidarımda, kendi Genel Başkanıma bunu anlatma mücadelesi verdiğim günlerde, Refah Partili kardeşlerim bana destek oluyordu; ne değişti üç ayda?!.
Doğalgaz çevrim santrali için 16 yer tespit edilecekti, 16 yerde araştırması yapılacaktı; hiçbir yerde araştırma yapılmadı. Hiçbir yerde yapılmadı... Bakın, ben burada, açık ve net söylüyorum; gelindi Bursa Ovasına, bu karar verildi. Bundan önceki Hükümet zamanında, 1 milyar 200 küsur milyon dolara -Bakanlar Kurulu kararıyla- verilmesi düşünülen doğalgaz çevrim santrali, itirazlarla, mücadelelerle 400 küsur milyon dolara, aynı Japon firmasına verildi. Daha ilk gününden rant kokan, çirkinlik kokan bu beton yığınını, Osmanlı’nın kurulduğu Bursa’ya, başkentlik yapan Bursa’ya, reva görenlere teessüflerimi iletiyorum. (ANAP ve CHP sıralarından “Bravo” sesleri , alkışlar)
Bakanlık, makro bir yaklaşımla çevre politikalarını ve önceliklerini uygulamaya yansıtmak zorundadır. Tabiî ki, bu politika ve öncelikler tüm ilgili kuruluşların işbirliğiyle belirli hale gelecektir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu noktada, on gün önce, Çevre Komisyonu Başkanı sıfatımla katıldığım, Çevre Bakanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin kanunlaşma çalışmaları sürecinde çok müzakere yaptık. Bu bakanlığımızı, denetim yetkileri güçlü, hizmet tanımına uygun teknik ve personel altyapısına kavuşturmak için çalıştığımızı sizlere samimiyetle açıklamak istiyorum; hem de hiçbir siyasî parti hem de hiçbir siyasî görüş öne sürmeksizin.
Burada önemli olan ve Çevre Bakanlığının görevleriyle oldukça yakından ilgili olan bir diğer konu, yine komisyonumuzun gündeminde olan, 1993 yılında çıkarılmış Çevre Kanununda bazı değişikleri öngören kanun tasarısıdır. Bu tasarıyı büyük bir hassasiyetle ve kanunun, diğer mevzuatla ilişkisini ve uyumunu güçlendirici yönde olması için müzakere ediyoruz. Kanun tasarısını yasakçı değil, katılmacı ve dayanışmacı bir yaklaşımla şekillendirmeye çalışıyoruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tabiî ki, çevre mevzuatı bu kadarla sınırlı değildir. Bugün, Türkiye’de, çevre ve çevre sağlığı konularıyla doğrudan ve dolaylı 100’ü aşkın kanun var.
Türkiye’nin Avrupa Birliğine geçiş sürecinde, birliğin çevre alanında benimsediği yöntemlere, standartlara, mevzuat ve politikalara uyumu gereğini de dikkate alırsak, çevre alanında mevzuat açısından yapılacak daha çok iş olduğunu göreceğiz.
Bütün bu çalışmaları yaparken, gözden kaçırmamamız gereken en önemli nokta, çevre ve kalkınmayı bağdaştıran politikaları temel almamız konusudur. Bugün, Türkiye’de çevre sorunları daha çok kalkınmamızın gereği olarak karşımıza çıkmaktadır. Burada “gelişmeyelim” demek mümkün değildir. Mesele, dengeyi kurmaktır.
1992 Rio Zirvesinde küresel düzeyde kabul gördüğü gibi, çevre haklarından ve kalkınma haklarından vazgeçilmesi mümkün değidir. Kalkınmayla ilgili özel önemi haiz bazı sektörlerin, büyük bir dikkatle izlenmeye alınması kesin zorunludur. Bu sektörlerin başında, enerji sektörü gelmektedir. Hepimiz, enerji sektörünün, doğal kaynaklara en fazla müracaat eden sektör olduğunu biliyoruz ve bu nedenle, çevresel kaygıları gözeten bir enerji politikasının olması gerektiğine inanıyoruz. Türkiye’de, kalkınma ve sanayileşmenin ana girdilerinden birisini sağlayan bu sektörün gelişmesinin, çevrenin korunması kadar önemli olduğunun bilincindeyiz. Ben, çevre korumayı, sanayimizin önünde engel olarak görmeyi, dar görüşlülük olarak nitelendiriyorum; çünkü, Türkiye, artık 1980 öncesinde olduğu gibi “üç ampulünüzden ikisini yakın, iki mumun altında çocuğunuz dersini çalışsın, fabrikaların biri bir yarım gün, biri öbür yarım gün çalışsın; ihracatınız ne olursa olsun” diye dar bir görüşle bakamaz. 1983’ten sonra, Anavatan Partisi, bu dar görüşü olduğu gibi yıkmıştır.
Sevgili milletvekilleri, altı yedi senede 60 küsur baraj yapan, bütün santrallarını desülfürizasyon tesisi yapılır halde bırakan Anavatan Partisi ve onun başındaki rahmetli Özal’dan sonra, beş yılda, bir tane baraj yapmazsanız, Anavatan Partisinin yaptığı barajların, santralların desülfürizasyon tesislerini, filtrasyon tesislerini dahi koyamazsanız, kabağı, çevrecilerin, yeşilcilerin, doğaseverlerin başına patlatmaya kimsenin hakkı yoktur. (ANAP sıralarından alkışlar)
Türkiye’de, sektörle ilgili yatırımlarda, Türkiye’nin en çok başını ağrıtan konu olan yer seçimlerinde yapılan hatalara son verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bunu, siz yaparsınız, biz yaparız; hiçbir şey fark etmez; ama, Çevre Bakanlığını, bu konuda bir karar noktası, bir karar merkezi haline getirmek zorundayız. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, pilot sanayi bölgeleri hakkında karar verirken, Enerji Bakanlığı termik santrallarının yerleri hakkında karar verirken, niye Çevre Bakanlığı, bu yerlere karar verecek ana merkez olmamalıdır?! Çevre Bakanlığı bu şartlarla donatılmazsa, yetkileri artırılmazsa, o zaman, Bursa gibi, yarın, Konya, İstanbul, Hakkâri, her şehrin merkezinde, iki dudak arasında çıkan birtakım kararlarla bunları göğüslemek zorunda kalırsınız. Yanlış, bir tanedir; o nedenle, Yüce Meclisi bu konuda tedbir almaya davet ediyorum.
Sayın Başkan, değerli üyeler; tüm vatandaşlarımızın, birer birey olarak, çevre konularında söz sahibi olması, çevre sorunlarının çözümlenmesini sağlayacak belki de tek anahtardır. Hepimiz, çevre kaygısı duymayı bir davranış tarzı haline getirmek zorundayız. Böylelikle, geleceğimizi tayin etme hakkımızı kullanabiliriz. Burada, gönüllü çevre kuruluşları ve sivil toplum kuruluşlarına çok ciddî sorumluluklar düşüyor. Bu kuruluşların çevre ve çevreyi etkileyen faaliyetlere katılmalarını ve söz sahibi olmalarını, bizler, parlamenterler olarak özellikle desteklemeliyiz.
Sayın milletvekilleri, doğaseverler, çevreseverler, yeşilseverler; bunlar birer vatansever, cumartesisini pazarını, tatil günlerini bu işlere ayırmış; ülkesinin doğası için mücadele veren, son derece samimî insanlardır; ama, birtakım art düşünceyle, bu insanları, kalkınma, enerji ve sanayileşmenin karşısında göstermek vicdansızlığına lütfen katılmayalım.
BAŞKAN – Sayın Pehlivan, 2 dakikanız var.
FERİDUN PEHLİVAN (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Bu noktada, Türkiye Büyük Millet Meclisi Çevre Komisyonunun gündemindeki her konuyu, gönüllü kuruluşlardan görüş alarak ve birlikte toplantı yaparak müzakere ettiğimizi ve bunu bir prensip haline getirdiğimizi, gururla Yüce Meclisimize bildirmek istiyorum.
Özellikle vurgulamak istediğimiz bir başka önemli husus; çevre yönetiminde belediyelerin rolüdür. Çevre sorunlarının çözümünde, mutlaka, merkezî ve yerel yönetimler arasında sıkı ve sağlıklı işbirliği ortamı sağlayan formüller bulmak zorundayız, uygulamak zorundayız. Politikacılar olarak, büyük ölçüde, yerel çevre hizmetlerinin sorumluluğunu üstlenmeliyiz. Hani, ne oldu yerel yönetimlere vereceğimiz yetkiler, donatacağımız yetkiler; daha, doğayla, çevreyle ilgili Çevre Bakanlığımıza yetkileri tam vermemişiz ki, yerel yönetimlerimize verebilelim!..
Şimdi, bir de havuz çıkardık; havuza alacağız üç kuruşlarını; iki tane ağacını diken, iki tane çocuk parkını yapan, üç aylık ödemede gecikmeyle onu bankada üç kuruşuna çevirip iki tane sokağını süsleyen, yeşiline, doğasına harcayan belediyelerimizin, bir de Ankara’da yaptığımız havuzla, bütün gelirlerine el koyduk. Eskiden, onlara “faiz” diyorduk; şimdi, faizi, Ankara’dan, merkezden yönlendirir hale geldik!.. Şimdi, kalkıyoruz, bir de, belediyelere, doğayla, çevreyle, çocuk parklarıyla, spor sahalarıyla ilgili olarak “aman bize yardım edin, şehirlerinizde destek olun ” diyoruz...Böyle şeyler olmaz, hiç hayalî olmayalım; daha samimî, daha ciddî destekler vermeye bakalım.
Mevzuat, idarî yapının oluşması ve halkın bilinçlenmesiyle ilgili sürdürülmekte olan çalışmalar dikkate alındığında, Türkiye’de, çevrenin korunması ve kirliliğin önlenmesi yolunda epey yol katedildiğini görüyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Pehlivan, eksüreniz 1 dakikadır; lütfen toparlayınız.
FERİDUN PEHLİVAN (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
ALİ OĞUZ (İstanbul) – Biraz da manevî kirlilikten bahsedin.
FERİDUN PEHLİVAN (Devamla) – Evet efendim, onu hep beraber inşallah halledeceğiz. Onda samimî olursanız, gelir, şu Yüce Meclisten, şöyle, milletvekili dokunulmazlığına destek verirseniz manevî temizliğin ağası olacaktır. Böyle, önergeleri oy birliğinin arkasına saklamayacaksınız, hâkimin karşısına geldiğinizde, Allah’ın huzurunda da hep beraber aklanacağız inşallah; biz, onda varız; haydi, gelin, siz de oluverin; hep beraber bir yaşayıverelim bu manevî hazzı!.. (ANAP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Sevgili arkadaşlar, Habitat’ın son bir toplantısında, Profesör Sayın Ziya Aktaş Milletvekilimizle beraber bulunduk. Sayın Başkanım, müsaade buyurursanız, doğayla ilgili bir anımı anlatmak istiyorum; 1 dakika, belki 30 saniye...
BAŞKAN – Süreniz bitti. Lütfen... Anıyı sonra dinleyelim.
FERİDUN PEHLİVAN (Devamla) – Efendim, bu, çok enteresan bir şey; Sayın Bakanlığımıza da çok destek olacak, hepimiz için...
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Pehlivan. (ANAP sıralarından alkışlar)
Sıra, Doğru Yol Partisi Grubunda.
Doğru Yol Partisi Grubunun ilk sözcüsü Sayın Cevher Cevheri; buyurun. (DYP sıralarından alkışlar)
Sayın Cevheri, süreyi eşit mi paylaşacaksınız?
DYP GRUBU ADINA İ. CEVHER CEVHERİ (Adana) – Eşit paylaşacağız; ama, gerek kalmayacak, hemen bitireceğim.
BAŞKAN – Buyurun.
DYP GRUBU ADINA İ. CEVHER CEVHERİ (Adana) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Adalet Bakanlığı ve Yargıtay Başkanlığının 1997 malî yılı bütçeleriyle, 1994 ve 1995 yılları kesinhesapları üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu adına görüşlerimi ifade etmeye çalışacağım. Sözlerime başlarken, şahsım ve Grubum adına Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar)
1994 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısına göre, Adalet Bakanlığının 10 trilyon 14 milyar liralık harcaması, 1995’te 18 trilyon 249 milyar lira olarak gerçekleşmiştir. Bakanlığımızın 1996 ödeneği 29 trilyon 463 milyar, 1997 ödeneği ise 60 trilyon 681 milyar 420 milyon lira olarak öngörülmüştür. Bu ödenek, bir yıl öncesine göre yüzde 100’lük bir artışı öngörmesine rağmen, yine de yeterli olduğunu söylemek mümkün değildir.
Adalet Bakanlığı ve yüksek mahkemelerin bütçeleri görüşülürken, bu kürsüden, bugüne kadar konuşan sözcülerin tamamına yakını -bendeniz de dahil olmak üzere- geciken adaletin adalete olan inancı sarstığını, bu inançsızlığın da vatandaşlarımızı hukuk dışı yollara ittiğini beyan etmişizdir. Adalet mekanizmasının hızlı çalışması, elbette ve her şeyden önce, hâkim savcı ve yardımcı personel açığının giderilmesine bağlıdır. Adlî ve idarî yargıdaki 9 408 hâkim-savcı kadrosunun 7 641’i dolu olup, 1 767 kadro boştur. Her ne kadar, şu anda 1 418 hâkim-savcı adayı staj yapmakta ve 423 aday da bu ayın içerisinde yapılacak sınavla mesleğe alınacak ise de, bu kadroların dahi ihtiyacı karşılayabileceğini söylemek mümkün değildir.
Hâkimlerimizin birçoğu– bilhassa hukuk hâkimlerimiz– küçücük çalışma odalarında duruşma yapmak mecburiyeti altındadır. Öyle duruşma odalarıdır ki bunlar, orada, hâkim ve zabıt kâtibi, avukatlar, bilirkişiler, tanıklar; alt alta, üst üste bir vaziyette duran dosyaların arasında görev yaparlar. Keza, yine savcılarımız, üçü dördü bir odada oturarak görev yapma mecburiyeti altındadırlar.
Halen 8’in 1’inden 42 milyon lira maaş alan hâkim ve savcımız, 1997 ‘nin ocağında, inşallah, 55 milyon lira civarında maaş alabilecektir.
Meslek öncesi ve meslekî eğitimin yetersiz olduğu aşikârdır. Hâkimlerimiz, savcılarımız ve avukatlarımız, mesleği, mesleği icra ederken öğrenebilmektedirler.
Yardımcı personel kadrolarında da büyük eksiklik göze çarpmaktadır. İcra müdürü, müdür yardımcısı, zabıt kâtibi, yazı işleri müdürü, mübaşir ve hizmetli kadrolarının önemli bir kısmı boştur. Ayrıca bu kadrolar dahi kifayetsizdir.
Değerli milletvekilleri, tıpkı bizler gibi, vatandaşı temsil yetkisini taşıyan ve savunma makamını işgal eden avukatlarımızın sorunları da artarak devam etmektedir. Sayıları son yıllarda gereğinden fazla artan hukuk fakültelerinden mezun olanlar, hâkimlik ve savcılık yerine, daha ziyade, avukatlık mesleğine yönelmektedir. Yeni başlayan meslektaşlarımız ise, vergi mevzuatının getirdiği külfetlerin altındadırlar.
Öte yandan, kamu avukatlarımızın özlük hakları ve çalışma şartları bakımından da pek çok sıkıntıları vardır. Kamunun büyük rakamlarla ifade edilen haklarını, kişi ve kurumlara karşı savunma durumunda olan bu arkadaşlarımızın imkânlarını da hep beraber iyileştirmek borcu altındayız.
Bilirkişilik müessesesi içinde çok önemli bir yere sahip olan adlî tıp kurumumuzun da kadroları yetersizdir; mevcut kadroları dolduracak uzmanları temin etmekte müşkülatlar vardır.
Adalet camiasında tüm çalışanların şartlarının düzeltilmesi, boş kadroların doldurulması, hatta yeni kadroların ihdası, netice itibariyle, bütçe işidir. 1997 bütçesinde cari giderlere ayrılan 55 trilyonun 45 trilyonu personel harcamaları içindir. Öte yandan, yetersizliğini her vesileyle dile getirdiğimiz adliye binalarının bakım ve onarımı için 250 milyar ayrılabilmiştir. Yeni binaların yapı için ise 1 trilyon 640 milyar liralık ödenek vize edilmiştir.
Denk bütçeyi gerçekleştirmek suretiyle kamu açıklarını kapatmak ve enflasyonu dizginlemek, elbette ki, doğru bir hedeftir; ancak, adaletin, mülkün temeli olabilmesi, hızlı işlemesine bağlı olduğuna göre, bu sürati temin edecek fizikî şartların ve yeterli insangücünün temini de büyük bir zaruret olarak karşımızda durmaktadır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yargının sağlıklı bir şekilde işleyebilmesinin gereklerinden biri de usul hukukunda, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda ve İcra ve İflas Kanununda bazı değişikliklerin yapılması iktiza etmektedir. Bu konuda Yargıtayın ve Adalet Bakanlığının çalışmaları mevcut olup, siyasî parti grupları da çeşitli hazırlıklar yapmaktadırlar. Ayrıca, yargıya gidecek işleri azaltıcı tedbirlerin de alınması gerekiyor. Kanun yaparken, metnin sonuna eklediğimiz her cezaî hüküm, yargıya gidecek yeni yeni dosyalar anlamına geliyor. İdarî para cezalarıyla çözülebilecek konular da ceza mahkemelerine yük olmaktan çıkarılmalıdır. Mecburî tahkimin kanunlarda belirtilen sınırları genişletilmeli, ihtiyarî nitelikteki bazı konular da mecburî tahkim kapsamına alınmalıdır. Adlî zabıtanın kurulması, savcılarımızın daha etkin çalışmalarını sağlayacaktır; ancak, uzun yıllardır tartışılıp da bir türlü kurulamayan, hayata geçirilemeyen bu müesseseyle ilgili çalışmalar devam etmektedir. Kaldı ki, savcıların, adlî görev yapan emniyet mensuplarının sicil amiri konumuna da getirilmesi, sorunun çözümüne bir nebze katkıda bulunacaktır diye düşünüyoruz.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Yargıtayımızın 1994 Malî Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısına göre 229 milyar lira olan harcaması, 1995’te 408 milyar lira olarak gerçekleşmiştir; 1996 ödeneği 606 milyar 425 milyon, 1997 ödeneği ise 1 trilyon 236 milyar 700 milyon lira olarak öngörülmüştür. Yargıtay zirvesi, mütevazı bir yaklaşımla, bu ödeneğin yeterli olduğunu ifade etmektedir.
Yargıtayımız 21 hukuk ve 11 ceza dairesiyle görevini sürdürmektedir. Bu dairelerde 238 Yargıtay üyesi görev ifa etmekte, yardımcı personel sayısı da dikkate alındığında, Yüksek Mahkememizde 900 kişi hizmet vermektedir.
Yargıtay Kanunu, adliye mahkemelerince verilen ve başka yargı merciine bırakılmayan karar ve hükümlerin son inceleme mercii olduğunu vurgulamaktadır bu Yüksek Mahkememizin. İlk derece mahkemelerinden çıkan dava sayısının fazlalığı, temyiz mahkemesi olarak Yargıtayın da yükünü artırmaktadır. Temyiz yolunu kapatan, parasal limitlerin günün ekonomik şartlarının gerisinde kalması, Yargıtaya dosya akışını artıran bir etkendir. Yılda 400 bine yakın dosya gelen bir başka temyiz mahkemesi yoktur dünyada. Ara mahkemelerin bulunmayışı da, Yargıtayın bir içtihat mahkemesi olarak çalışmasına fırsat vermemektedir.
Yıllardır tartışılan istinaf mahkemeleri, konusu, ilk derece mahkemelerinin dahi hâkim, savcı ve yardımcı personel ihtiyaçlarının karşılanamamış olması gerçeği karşısında tatbikata konamamıştır. Bu konuda Yargıtay Başkanlığının hazırlamış olduğu bir çalışma metni mevcut olup dikkate alınması gereken bir belgedir.
Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Yargıtay, bu ağır yüke rağmen, yorucu bir tempoyla çalışarak başarılı bir performans ortaya koymaktadır. Son yıllarda, bir sonraki yıla devreden dosya sayısı hızla düşmektedir. Diğer bir ifadeyle, önceki yıldan devralınan ve yeni gelen dosyaların büyük bir kısmı o yılın içinde karara bağlanmaktadır. Bu konuda rakamlar vermek gerekirse: 1991 yılında devreden dosya sayısı 124 bin iken, 1992 yılı sonunda 122 bine, 1993 yılı sonunda 90 bine, 1994 yılı sonunda 48 bine ve 1995 yılı sonunda 35 bine düşmüştür. 1996 yılında 35 bin devir ve yeni gelen 302 bin dosyayla -ekim sonu itibariyle verilmiştir rakamlar- toplam 337 bin dosyaya ulaşılmıştır. Buna karşılık, yine 1996 yılının ekim sonu itibarıyla 296 bin dosya karara bağlanmış ve yıl sonu itibarıyla, devir rakamının 20 bin civarında gerçekleşeceğinin tahmin edildiğini memnuniyetle ifade edebiliriz.
Yargıtay dairelerinin tamamı bilgisayar ağıyla donatılmış olup, müzakere salonlarında mevzuatın tamamı ve son yirmibeş yıldaki emsal kararlar, görev yapan üyelerin bilgisine anında sunulmaktadır. Ayrıca, her gün saat 17.00’den sonra, dairelerde yapılan bütün işlemler bilgisayara yüklenmekte, ertesi gün sabah mesainin başlamasından itibaren, Yargıtaya bizzat veya telefonla başvuran ilgili herkese; dosyasının numarası, gönderildiği daire ve işlem yapılmışsa yapılan işlem hakkında bilgi verilmektedir. Büyük şehirlerimizdeki barolardaki bilgisayarlar aracılığıyla da, doğrudan doğruya Yargıtayın bilgiişlem ünitesine ulaşılabilmektedir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, görev ve yetkileri Anayasa ve Yargıtay Kanununca belirlenmiş çok önemli bir makamdır. Yargıtay nezdinde görev yapıyor olmasına rağmen, Yargıtaydaki önemli görevleri dışında Anayasa ve yasalarca kendisine başka görevlerde verilmiştir. Siyasî partilerler ilgili ve Anayasa Mahkemesinin Yüce Divan olarak çalışması sırasındaki görevlerinin Yargıtayla bir ilgisi yoktur.
1990 yılında çıkan 3611 sayılı Kanun yürürlüğe girmeden önce, Türkiye’de, bir tek cumhuriyet başsavcısı vardı. Kanun yürürlüğü girdikten sonra, il ve ilçelerde yüzlerce cumhuriyet başsavcısı olmuş ve bir kavram karışıklığına sebebiyet verilmiştir. Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının konumu ve fonksiyonları da dikkate alınmak suretiyle, Türkiye Cumhuriyeti Başsavcısı unvanıyla anılmasını ve Anayasada, ayrı bir madde başlığıyla düzenlenmesini gerekli görüyor ve teklif ediyoruz.
Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 148 inci maddesi, Adalet Bakanına, kamu davası açılması için cumhuriyet savcılarına emir verme yetkisi tanımıştır. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının da, bu yetkiye sahip olması gerekmektedir. Ayrıca, il ve ilçe cumhuriyet savcılarına, genelge gönderme yetkisi de verilmeli, bu suretle, ülkemizde kamu adına görev yapan savcılarımız arasında hiyerarşik bütünlük de sağlanmalıdır diye düşünüyoruz. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Başsavcı Vekilinin, Yargıtay üyeleri arasından seçiliyor olması, diğer bir ifadeyle Yüksek Mahkeme hâkimi olması, bu yetkilerin verilmesinde sakınca olmayacağının ifadesidir.
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunda, savcılık müessesesini temsilen, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının bulunmasını da bir ihtiyaç olarak telakki etmekteyiz. 1961 Anayasasında mevcut olup da 1982 Anayasasında terk edilen Yüksek Savcılar Kurulunun eksikliği bir nebze olsun telafi edilmiş olacaktır. Öte yandan, Yargıtay Başkanının da, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun tabiî üyesi olarak bulunmasının gerekliliği açıktır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türk adalet camiası, en kıdemsiz hâkiminden, yüksek mahkemelerin zirvelerinde görev yapan zevata kadar ve Adalet Bakanlığının tüm teşkilat ve kadrolarıyla, hukukun üstünlüğünü tesis ve muhafaza etmek için büyük bir gayret içerisindedir. Bazı kamu görevlilerinin, zaman zaman, vazifelerini suiistimal ederek, kötüye kullanarak yaptıkları ve şahsî sorumluluklarını gerektiren fiillerinden dolayı, tüm kurumlar yıpratılmak istenmektedir. Birkısım medyanın da, ülkenin gündemini değiştirmek ve siyaseti yönlendirmek iddiasıyla, hadiseleri mübalağalı bir şekilde takdim ettikleri ve hatta, tahrif ettikleri bir gerçektir; ancak, yapanların, yaptıklarının yanlarına kâr kalacağını, hadiselerin üstünün örtüleceğini düşünmek ve ileri sürmek, bizatihi Türk adaletine inançsızlıktır ya da istemeden de olsa inançsızlığın ifadesidir. Herkes emin olmalıdır ki, Türkiye’de savcılar vardır, Türkiye’de hâkimler vardır; dünyadaki meslektaşlarından daha yetenekli, daha faziletli hukukçulardır bunlar; gece ve gündüz, adalet dağıtmak için uğraşmaktadırlar. “Bir saatlik icrayı adalet, altmış saatlik ibadetten eftaldir” diye buyurulmaktadır bir hadisi şerifte.
Adalet Bakanlığı bütçesinin ve Yargıtay bütçesinin milletimize ve adalet camiamıza hayırlı olmasını diliyor; Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum. (DYP ve RP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Cevheri.
Doğru Yol Partisi Grubu adına ikinci konuşmacı, Sayın Mustafa Dedeoğlu.
Buyurun Sayın Dedeoğlu. (ANAP sıralarından alkışlar)
DYP GRUBU ADINA MUSTAFA DEDEOĞLU (Muğla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çevre Bakanlığımızın 1997 yılı büçesi üzerinde, Grubumuz adına söz almış bulunuyorum. (ANAP sıralarından alkışlar) Hepinize, şahsım ve Grubumuz adına, en içten saygılarımı sunarak sözlerime başlıyorum.
Anayasamızın 56 ncı maddesinde “çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşın ödevidir” denilmektedir. Hiç kuşku yok ki, dünyamız, bize bırakılmış bir miras değil, gelecek nesillere borçlu olduğumuz bir emanettir. Çevrenin korunması, çevre kirliliğinin önlenmesi konusunda gereken hassasiyeti göstermediğimiz takdirde, bunun faturasını çok acı bir şekilde ödeyeceğimiz gibi, çocuklarımıza, torunlarımıza, gelecek nesillere acı bir miras bırakmış olacağız. (DYP sıralarından alkışlar)
Nüfus artışı ve sanayideki ilerlemeyle paralel bir artış gösteren çevre kirliliği, insanların çevreyi koruma ve çevre kirliliğinin önlenmesi konusunda, acil önlemler almayı zorunlu kılmaktadır. Ülkemizdeki ve dünyadaki gelişmeler neticesinde, çevrenin korunması, çevre kirliliğinin önlenmesi, dünyadaki çevre kuruluşlarıyla işbirliğinin sağlanması görevleri, Çevre Bakanlığımıza verilmiştir.
Hepimizin ortak malı olan çevrenin korunması, geliştirilmesi ve çevre kirliliğinin önlenmesinin temini için, yeterli, eğitimli personel ve ekipmanla donatılmış, ülke genelinde teşkilatlanmış bir organizasyona ihtiyaç vardır. Bu amaca yönelik olarak, 1991 yılında kurulmuş olan Çevre Bakanlığımız, ülke ihtiyaçlarına cevap verebilmek amacıyla, hızla, yurt düzeyinde teşkilatlanmasını devam ettirmektedir.
Çevrenin en büyük kirleticisi insandır. Bu nedenle, çevrenin korunması, geliştirilmesi, çevre kirliliğinin önlenmesi, öncelikle, insanların eğitimiyle mümkün olacaktır. Bu bakımdan, Çevre Bakanlığımızın en önemli görevlerinden biri de, insanları çevre konusunda eğitmektir, onlara çevre bilincini yeterince aşılayabilmektir. Her konuda olduğu gibi, çevre konusunda da sadece yasaklarla bir yere varmak mümkün değildir. Çevrenin korunmasında da en büyük görev, bu konuda eğitilmiş insanlara düşmektedir.
Biz, Doğru Yol Partisi olarak, çevre konusunda her zaman gerekli hassasiyeti gösterdik ve göstermeye de devam edeceğiz. Zaten, çevre konusunun partilerüstü bir mesele olduğunun, çevre sorunlarının tüm insanların sorunu olduğunun bilinci ve sorumluluğu içindeyiz.
Bu noktadan hareketle, çevre için yapılacak her türlü yararlı hareketi desteklemek, boynumuzun borcudur; ancak, her alanda olduğu gibi, çevre konusunda da, sorunlar ve ihtiyaçlar oldukça fazladır, imkânlar ise sınırlıdır. Bizim görevimiz, bu sınırlı imkânlarla en iyi hizmeti yapabilmektir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; daha evvel de belirttiğim gibi, çevre konusu yalnızca bizim ülkemizin değil, tüm dünyanın, tüm insanlığın ortak sorunudur. Sanayiin başdöndürücü bir hızla gelişmesi, kentleşmedeki çarpıklıklar, insanların kişisel menfaat hırsları, yasalardaki bazı boşluklar, çevre sorunlarını içinden çıkılmaz bir hale getirmektedir. Düzensiz şehirleşme ve plansız sanayileşme sonucu, başta hava olmak üzere, toprak ve su kirlenmekte, doğal denge devamlı bozulmaktadır. Özellikle ısınma enerjisi temininde, sosyoekonomik şartlar nedeniyle, ucuz, düşük kalorili, kükürt oranı yüksek kömürlerin kullanılması, büyük kentlerimizde hava kirliliğine neden olmaktadır. Özellikle sanayi tesislerinin yoğun olduğu kentlerde, bu sorun, daha bariz olarak kendini göstermektedir. Filtresiz çalışan sanayi tesisleri, günden güne artan motorlu taşıtlardan çıkan egzoz gazları, soluduğumuz havanın en büyük kirleticileridir. Büyük kentlerimizde etkisini hissettiren bu kirlenme, çeşitli kamu kuruluşlarının çabaları sonunda, sınırlı da olsa, kontrol altına alınabilmiştir.
1995 yılında yayımlanan Çevre Bakanlığının genelgesiyle, ısınmada petrol koku kullanılması yasaklanmış, Ekim 1996’da yayımlanan bir genelgeyle de, özellikle sanayi tesislerinden kaynaklanan hava kirliliğinin kontrol altına alınması hedeflenmiştir.
Temiz çevreyi kirlenmeden koruma altına almak, hiç kuşkusuz ki kirletilen çevreyi temizlemekten daha kolay, daha az masraflıdır. Burada küçücük bir örnek vermek istiyorum. Benim seçim bölgem olan Muğla’nın Yatağan İlçesinde kurulan termik santralın bir ünitesinin maliyeti 220 milyon dolar civarındadır. Bir bacaya kükürtdioksit yıkama filtresinin -inşaat esnasında- kurulmasının maliyeti 30 milyon dolardır. Eğer, bu yıkama filtresi sonradan takılmaya çalışılırsa maliyet 75 bin dolara çıkmaktadır. Bu küçük örnekten de anlaşılacağı gibi, çevreyi kirlenmeden korumak, kirlenen çevreyi temizlemekten daha kolay ve daha az masraflıdır.
Kanun ve yönetmeliklere rağmen, çok sayıda sanayi ve işletme, arıtma tesislerini kurmamakta ya da kurulu tesisi çalıştırmamak için çeşitli mazeretler ileri sürmektedirler; yasalardaki boşluklara ve insanlarımızın hoşgörüsüne sığınarak çevreyi kirletmeye devam etmektedirler.
Çevre Bakanlığımız 1994 yılında bir genelge yayımlayarak, arıtma tesisi kurulması konusunda 3 278 tesise tebligatta bulunmuştur. Bu 3 278 tesisten 1 220’sinde arıtma tesisinin var olduğu, 55 tesiste arıtma tesisi inşaatının devam etmekte olduğu, 584 işletmenin arıtma tesisi kurma çalışmalarının proje aşamasında olduğu, 180 işletmenin deşarj izin belgesi aldıkları, 162 işletmenin deşarj izni talebinin inceleme aşamasında olduğu valiliklerce Çevre Bakanlığına bildirilmişti.
Buradan da anlaşılacağı üzere, arıtma tesisleriyle ilgili denetim sisteminin yeterince etkin işlemediği sonucuna varılmaktadır. Yeni kurulacak ve yeni kurulmakta olan sanayi tesisleri için arıtma tesisi kurma zorunluluğunun getirilmesi, arıtma tesisi olmayanlara arıtma tesisi kurdurulması, mevcut arıtma tesislerine de çalıştırma mecburiyetinin getirilmesi, çevre kirliliğinin önlenmesi açısından şarttır. Çevre Bakanlığımızın, diğer ilgili kuruluşlarla gerekli koordinasyonu sağlayarak ve ilave yasal düzenlemeleri en kısa zamanda gerçekleştirerek, bu boşlukları gidereceğine inancımız tamdır.
Arıtma tesislerinin gerektiği şekilde verimli çalıştırılamamasının başlıca nedenlerinden biri de, enerji maliyetenin yüksek olmasından kaynaklanmaktadır. Bu sorunun çözümü için de, Çevre Bakanlığımız, ilgili kuruluşlarla temasa geçerek, arıtma tesislerinde kullanılan elektrik ve su ücretlerinin ucuzlatılmasını sağlamalıdır. Bunun yanında, etkin bir denetim sisteminin de hayata geçirilmesi zorunludur.
Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizin üç taraflı denizlerle çevrili olup, nüfus yoğunluğu, kıyı şeritlerimizde daha fazladır. Sahillerimiz, kolayca kirletilebilecek bir yerleşim biçimiyle karşı karşıyadır ve bunu değiştirme gücüne de sahip değiliz. Üstelik, iç bölgelerden kıyı kentlerimize yoğun bir göç mevcuttur. Bunu da, bir anda durdurmak mümkün değildir; ancak, şehirleşme konusunda devletimizin alabileceği birtakım önlemler mevcuttur. 1980 sonrası akıl almaz bir hıza ulaşan şehirleşme, çevre sorunlarını da içinden çıkılamaz bir hale getirmiştir.
Çevre Bakanlığımızca özel çevre ilan edilen bazı bölgelerimizde, vatandaşlarımız büyük sıkıntı içindedir. Zira, imar planlarının hazırlanması bir türlü tamamlanamamıştır. Vatandaşımız, tapulu arazisi üzerine başını sokacak bir ev yapamamakta, evlenen çocuğuna bir ev kuramamaktadır. Vatandaşımızın, inşaat ruhsatı alabilmek için, işini gücünü bırakıp Ankara’ya gelerek, Çevre Bakanlığı ve Özel Çevre Koruma Kurulu kapılarında sefil olmaktadır. Nedeni de, her şeyin merkezden halledilmesi inadıdır. Bu konuya acilen çözüm getirilmesi gerekmektedir.
Ülkemizde ilan edilen 12 özel çevre koruma bölgesinden 5’i yine benim seçim bölgemde, yani Muğla İli sınırları içerisinde bulunmaktadır. Buna rağmen, Muğla İlinde mevcut olan Özel Çevre Koruma Bölge Müdürlüğü, nedense, Çevre Bakanlığımızca şube müdürlüğü seviyesine indirilmiştir.
Yerel yönetimlerin güçlendirilmeye çalışıldığı bu dönemde, sorunların yerinde çözülmesinin tam aksine, bütün yetki merkeze, yani Ankara’ya bırakılmıştır. Bakanlığımızca, bu hatanın en kısa zamanda düzeltilerek, sorunların yerinde çözümü konusunda gerekli duyarlılığın gösterileceğini umuyorum.
Tabiî ki, bu planlamalar oldukça önemlidir; çünkü, Muğla bazında, 5 bölgede özel çevre koruma vardır ve bugün aldığım duyumlara göre, Marmaris’in Selimiyesinde, Söğütköyünde ve bunlara yakın köylerde 150’ye yakın binanın yıkımı söz konusudur; Fethiye’nin İnlicesinde, Kargısında, Yanıklarında binaların yıkımı söz konusudur; Muğla’nın Datçasında binaların yıkımı söz konusudur ve tebligatlar yapılmıştır. Bunlar, planlamanın bugüne kadar tamamlanamamış olmasından kaynaklanan olaylardır.
Bu merkeziyetçi anlayış büyük sıkıntılara neden olmaktadır. Çevresel Etki Değerlendirme Yönetmeliği gereğince, yapılacak en küçük faaliyet için Çevre Etki Değerlendirme, yani ÇED raporu hazırlanması gerekmektedir. Bunun için de, en küçük faaliyette bile, faaliyetin sahibinin Ankara’ya, Çevre Bakanlığına ve Çevre Koruma Kurulu Başkanlığına gönderilmesi vatandaşlarımızın haklı tepkisine neden olmakta ve vatandaşın faaliyet azmini kırmaktadır.
Diğer taraftan, sorunların yerinde görülerek, yaşanarak çözümlenmesi esas olduğundan, özel çevre kapsamına alınan bölgelerde özel çevre kurullarının oluşturulması ve tam yetkili olarak teşkilatlandırılması kaçınılmaz bir ihtiyaçtır.
Sayın Başkan, değerli milletvekillerimiz; bunu bir örnekle daha belirtmek istiyorum: Dalyan’da, altı yıldır bekleyen bir otel vardır; bu otel inşaat halindedir ve görüntü kirliliğine neden olmaktadır. Bu otel, neden inşaat halinde durdurulmuş bekletilmektedir? Etrafta, kaçak yapılar vardır, bu yapılar bitmiştir; bu yapıların sahipleri işletmeye açmışlardır. Sadece, bu insanlar, Özel Çevre Koruma Kurulunun 11 metrelik irtifaını 9,5 metre olarak kabullenmiş ve Belediyeden ruhsat almışlardır. Bilahara, bu insanlara “hayır, 9,5 metre değil, bunu, 7,5 metreye düşüreceksiniz” denilmiştir. 7,5 metreye düşünce de, zaten ortada bir şey kalmıyor; alt katlar sosyal hizmetlere, onun üstü de konaklamaya ayrılıyor. Sadece, orada, yarım kat gibi bir olay görünmektedir. Bunu da, Özel Çevre Koruma Kurulunun bir an önce çözmesi dileğimizdir.
Tabiî, bu konuda mevzuat da çelişkilerle doludur. 90/1117 sayılı Bakanlar Kurulu Kararında “özel çevre koruma bölgesi tespit ve ilanına ilişkin kararların ilgili mevzuat hükümlerine göre mahallinde uygulanmasından, takibinden, köy yerleşik alanlarında muhtar sorumludur” ifedesi kullanılmaktadır. Muhtarlarımızın hiçbir imkânı olmadığının bilinmesine rağmen, bu konunun, Özel Çevre Koruma Kurulu Başkanlığınca çok üstünde durulan bir husus olduğu anlaşılmaktadır; ancak, bu husus, 383 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 19/B bendiyle çelişmektedir. Zira, 383 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 19/B bendi “köy yerleşik alanları içinde ve civarında ve mezralarda yapılacak konut, hayvancılık veya tarımsal amaçlı yapılar için, Bayındırlık ve İskân Müdürlüğünden inşaat ve iskân ruhsatı alınması gerekir” hükmü yer almaktadır.
Başlangıçtaki ifadelerde, köy yerleşik alanlarında mahallî uygulama, takip gücü ve imkânı varsayılan muhtarların, yine, köy yerleşik alanlarında inşaat ruhsatı ve iskân konusunda yetki ve imkânları yok sayılmaktadır.
Bu çelişkinin en kısa zamanda ortadan kaldırılması gereklidir.
Özel çevre koruma bölgesi ilan edilen alan sınırları ile 1/25 bin ölçekli çevre düzeni imar planları sınırları arasında, planı yapılamayan alanlar için inşaat ruhsatı düzenlenememesi ve inşaat yaptırılamaması, bu yörelerde yaşayan insanlarımızın mülkiyet ve barınma haklarını ortadan kaldırmaktadır. (DYP sıralarından alkışlar)
Bu nedenledir ki, bu bölgelerdeki imar planları bir an önce tamamlanarak, bu yörelerde yaşayan halkımızın ıstırabına son verilmelidir. Özel çevre koruma bölgesi kapsamındaki köylerde, halkımızın barınma ihtiyaçlarını gidermek, planlı ve düzgün yapılaşmaya imkân tanımak için gerekli imar planı çalışmaları bir an önce yapılmalıdır.
Çevreyi korumayı hassasiyetle sürdürmek zorundayız. Bunu yaparken, gereksiz birtakım yasaklar ve mevzuat karmaşasıyla halkımızı bezdirmemeliyiz. Ben inanıyorum ki, Bakanlığımız bu konuya gereken duyarlılığı bir an önce gösterecektir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; nüfustaki artış ve endüstriyel faaliyetler sonucu, katı atıklar, son yıllarda çok artmıştır. Katı atıkların toplanması, taşınması, depolanması ve zararsız hale getirilmesi görevi, yerel yönetimlerimize aittir; ancak, belediyelerimiz, finansman, teknik personel ve araç gereç eksiklikleri nedeniyle bu görevleri gerektiği şekilde yerine getirememektedirler.
Sorunların kesin tespitini yapmak, çözüm üretmek amacına yönelik olarak Bakanlığımızın 1995 yılında başlatmış olduğu Katı Atık Yönetimi Projesini takdirle karşılıyoruz; ancak, yeterli bulmuyoruz. Tehlikeli katı atıkların imhası konusunda Çevre Bakanlığımızın daha etkin bir rol üstlenmesini bekliyoruz. Bakanlığın İzmit Büyükşehir Belediyesiyle ortaklaşa sürdürmekte olduğu tehlikeli katı atıkların imhası çalışmalarının, bu konuda bir başlangıç olmasını diliyoruz. Ayrıca, Bakanlıkça hazırlanan ve Ağustos 1996’da İçişleri Bakanlığı ve valiliklere gönderilen büyük endüstriyel kazalar için yerel acil durum planlarının hazırlanmış olmasını takdirle karşılıyoruz. 1986 yılında çıkarılmış olan Gürültü Kontrol Yönetmeliğini, günümüz koşullarına cevap verir hale getirmek, yeniden gözden geçirmek gerekmektedir.
Daha önce de belirttiğim gibi, var olanı korumak, bozulanı, yıkılanı yeniden hayata geçirmekten daha kolaydır. Ülkemizdeki doğal kaynakların ve doğal dengenin bozulmadan korunabilmesi için, birtakım tedbirlerin zamanında alınması gereklidir; zira, bozulanı düzeltmemiz, yok olanı yerine koyabilmemiz için, akıl almaz derecede yüksek maddî külfetin yanında, bir de, zamana ihtiyacımız vardır. Buna, çoğu kez, insan ömrü de yetmeyecektir.
Bildiğiniz gibi, geçtiğimiz yaz, yüreklerimizi de yakan bir Marmaris yangınına tanık olduk; bir anda, 4 500 hektara yakın bir alan kül oldu. Anılan bölgede, her ne canlı varsa, yandı gitti. Toplam zarar 4,5 trilyon lira civarındadır. Ağaçlandırma çalışmalarına hemen başlansa bile, yanan sahanın eski halini alabilmesi için, en az 60 ilâ 80 yılın geçmesi gerekmektedir ki, buna, bir insan ömrü yetmeyecektir.
BAŞKAN – Sayın Dedeoğlu, son 2 dakikanız...
MUSTAFA DEDEOĞLU (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Onun için, elimizdeki doğal kaynakların değerini iyi bilmeli, çevremizi en iyi şekilde korumalıyız.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kirlenme sonrası temizleme çalışmaları yapmaktansa, kirlenmeyi önleyici araştırma ve incelemeler yaparak önleyici tedbirleri bir an önce almak, Bakanlığımızın ana politikası olmalıdır. Bu konuda yapmakta olduğu Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) raporu sistemine, daha etkin ve gerçekçi bir işlerlik kazandırılmalıdır. Bu konudaki eleman ve ekipman eksikliklerinin giderilmesi, gerekli tedbirlerin alınması, bu konudaki yönetmeliğin en kısa zamanda revize edilmesiyle mümkündür. ÇED raporu değerlendirmelerinin mümkün olduğunca mahallinde yapılması için, gerekli kadrolaşma ve ekipman teminine gidilmelidir.
Bunlardan başka, Çevre Bakanlığının yürütmekte olduğu, Çevre Envanteri ve Enformasyon Sistemi (ÇEES) projesinin bir an önce bitirilmesi, Türkiye çevre atlasının güncelleştirilmesi, çevre durum raporlarının periyodik olarak hazırlanması, Türkiye sanayi envanterinin gözden geçirilmesi, kıyı çevre yönetimi planlama çalışmalarının bir an önce sonuçlandırılması, çevrenin korunmasına yönelik, gerekli olan acil faaliyetlerdir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizde, ekime elverişli topraklar günden güne azalmaktadır. Bu azalmanın başlıca nedenlerinden biri, hiç şüphesiz, erozyondur. Bunun yanında, bir de, bilinçsizce yapılanmaya kurban edilen topraklar vardır. Akdeniz ve Ege kıyılarımızda, özellikle kıyı şeridindeki verimli topraklar, gerek yapılanma gerekse turistik amaçlı kullanma nedeniyle, beton yığınına dönüştürülmeye doğru gitmektedir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Dedeoğlu, eksüreniz 1 dakikadır.
MUSTAFA DEDEOĞLU (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Verimli topraklar, bağlar, bahçeler, yerini, beton yığınlarına terk etmektedir. Biz, tabiî ki, turizmi teşvik etmekte ve turizmin gelişmesi için çalışmaktayız; ancak, kaş yaparken göz çıkarmamak için, planlarımızı, uzun vadeli ve dikkatli yapmamız, tesis ve bina yeri olarak verimli toprakları, bahçeleri, ekili alanları değil, ekime elverişli olmayan çorak ve verimsiz arazileri kullanmamız gerekmektedir.
Çevre Bakanlığımızın, bu konuda da, acil bir çalışmayla birtakım tedbirler alması gerektiğine inanıyorum; zira, doğal dengenin korunduğu, doğal çevrenin bozulmadığı ve çevre kirliliğinin olmadığı yerleri tercih eden turistler buralarda yoğunlaşacaktır. Doğal ve temiz bir çevre, turist çeken en büyük etken ve en büyük faktördür. Tabiî ki, ciğerlerimizin, bu nedenler...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Dedeoğlu.
MUSTAFA DEDEOĞLU (Devamla) – Bağlıyorum Sayın Başkan... Hemen cümlemi tamamlıyorum izin verirseniz. (DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Lütfen...
MUSTAFA DEDEOĞLU (Devamla) – Sözlerime son verirken, Çevre Bakanlığı bütçemizin hayırlı uğurlu olmasını diliyorum; Yüce Heyete saygılarımı sunuyorum. (DYP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Dedeoğlu.
Gruplar adına, sıra Demokratik Sol Partide.
Demokratik Sol Partinin ilk konuşmacısı, Sayın Metin Bostancıoğlu; buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)
Gruptan, bize, 13 dakika olarak eşit paylaşacağınız bildirildi.
METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Sayın Başkan, benim sürem 20 dakika.
BAŞKAN – Peki buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)
DSP GRUBU ADINA METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 1997 yılı bütçesi içerisinde, Adalet Bakanlığıyla ilgili ödeneklerle ilgili olarak Demokratik Sol Partinin görüşlerini belirtmek üzere sözlerime başlamadan önce, sizleri, şahsım ve Demokratik Sol Parti adına saygıyla selamlarım.
Sayın milletvekilleri, Adalet Bakanlığının icra programı niteliğinde olan bütçesi, sadece gelir ve giderlerle ilgili olmayıp, bu Hükümetin hukuk ve yargı konusundaki uygulamalarının nasıl olacağı konusunda düşüncelerini de göstermektedir.
Bilindiği gibi, Adalet Bakanlığı, yargı erkinin kullanılmasıyla doğrudan ilgili olmayıp, yargıya lojistik destek ve yardımcı hizmet vermesi gereken bir Bakanlıktır; mahkemelerin, adalet tevziini ve diğer her türlü yargı hizmetini en mükemmel şekilde yerine getirebilmesi için imkânlar hazırlayan bir kuruluştur; yargılama yapan ve adalet tevzi eden bir kuruluş değildir. Bu nedenlerle, sübjektif değerlendirmelerle mahkeme kararlarının içeriğinden şikâyet söz konusu ise, bunun sorumlusu, elbette, Adalet Bakanlığı değildir. Ancak, Adalet Bakanlığı, mahkemelerin yavaş işlemesine sebep olan usul yasalarının çağın şartlarına göre değiştirilmemesinden; yardımcı personel ve araç gereç donanımının eksikliğinden; mahkemelerin, daha verimli çalışacak, daha hızlı ve daha kısa zamanda sonuca ulaşacak şekilde yeniden düzenlenmemesinden; bu nedenle, adaletin gecikmesinden, gecikmiş adaletin de adaletsizliğe sebep olmasından sorumludur.
Adaletin, gecikmeye uğramadan, hızlı, etkin ve verimli bir şekilde işlemesi, hızla gelişen teknolojiden yararlanması, gerekli insangücü ve donanım imkânlarıyla mümkündür. Yargının, yargıçların üzerindeki iş yükü çekilmez boyutlara ulaşmıştır. Bu yükün azaltılması, yargıç, savcı ve vasıflı yardımcı personelin sayısının artırılmasıyla mümkündür.
Ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlü ve tutukluların topluma yeniden kazandırılması için gerekli düzenlemelere ihtiyaç vardır.
Adlî Tıp Kurumu, kuruluş amacını gerçekleştiremeyecek yapı ve imkânsızlıklar içindedir.
Adalet Bakanlığı bütçesi içinde yer alan Yüksek Seçim Kurulu, hâlâ tam olarak bilgisayara geçmiş değildir.
Yargı, Adalet Bakanlığının lojistik desteği eksiklikleri nedeniyle ciddî problemlerle karşı karşıya kalmıştır.
1996 yılı içinde, birçok ilçemizde kırtasiye yokluğundan duruşmalar yapılamamış, ödenek yokluğundan keşiflere gidilememiş; pul parası olmayan adliye, temyiz dosyalarını Yargıtaya gönderememiştir. Bunların sorumlusu mahkemelerimiz, yargıçlarımız ve savcılarımız değil, onlara bu imkânları sağlamayan, yargıyı bu şekilde engelleyen Adalet Bakanlığıdır.
Sayın milletvekilleri, işte, bu genel tespitin ışığı altında, Adalet Bakanlığının 1997 yılı bütçesi içerisindeki ödeneklerine bakacak olursak, bütçe tasarısının 35 inci sayfasında söylendiği gibi, 1997 yılı bütçesiyle istenen ödenekler, istenilen düzeyde bir yargı hizmetini sağlamaya yeterli değildir. Bu beyan doğrudur; ancak, bu cümleden sonra gelen “ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik koşullar nazara alınarak, normal yargı faaliyetlerini sürdürecek ölçüde ödenek istenmeye çalışılmıştır” sözünü kabul etmemiz mümkün değildir. İstenen ödenek miktarıyla, 1997 yılında adalet hizmetleri yürütülemeyecek hale gelecektir.
Hükümet Programında, devletin temel hizmetleri olan eğitim, sağlık, adalet, savunma ve güvenlik hizmetlerine ayrılan kaynakların artırılması hususunda bir söz vardır. Sayın Bakan, Plan ve Bütçe Komisyonuna gelerek, orada, diğer bakanlıklar açısından olduğu gibi, Adalet Bakanlığı açısından da, geçmiş yıllara nazaran daha büyük bir payın ayrılması suretiyle, adalet hizmetine ağırlık verdiklerini söyledi. Oysaki, Adalet Bakanlığı bütçesinin genel bütçe içerisinde payı 1992 yılında yüzde 1,5; 1993 yılında yüzde 1,2; 1994 yılında yüzde 1,4; 1995 yılında yüzde 1,1; 1996 yılında yüzde 1,2 iken, 1997 yılında, yüzde 1’in de altında, binde 9’dur. Kaldı ki, ayrılan binde 9 ödeneğin de sadece yüzde 45’i; yani, yarısından azı yargılama hizmetlerine ayrılmıştır. Adalet hizmetlerine verilen ağırlık bu mudur Sayın Bakan?
1996 yılı bütçesine göre 1997 yılı bütçesine ayrılan pay daha az olduğundan, Hükümet adalet hizmetlerine daha fazla önem veriyoruz diyemez. Aksine, adalet hizmetlerinin istenilen şekilde yürümemesi için planlı bir uygulama içinde oldukları görülmektedir. 1996 yılı ödeneğine oranla 1997 yılı ödeneğinin yüzde 103 artırılmış olması, yukarıdaki gerçeği değiştirmemektedir. Bu ödenekle, 1996 yılı hizmetleri ancak durma noktasından kurtulur. Yüzde 85 enflasyon göz önüne alınırsa, bu Bakanlığın, 1997’de yargıya hizmet verme niyetinde olmadığı ortaya çıkar.
Anayasanın “mahkemelerin bağımsızlığı” başlığını taşıyan 138 inci maddesi “hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz” demektedir. Anayasanın bu açık ve amir hükmüne rağmen bugün mahkemelerin bağımsız olduğunu söylemek çok zordur.
Sayın milletvekilleri, yargıya müdahale, sadece kararları etkileyecek emir ve talimatlarla olmaz; yeterli kaynağı adaletin emrine sunmamak ve bunda yıllarca direnerek mahkemeleri ve hâkimleri fiilen yargı yetkisini kullanamaz hale sokmak, yargının bağımsızlığına açık ve çok etkili bir müdahaledir, dolaylı yoldan Anayasanın ruhunun ihlalidir. (DSP sıralarından alkışlar) Bu kuralı yıllardır ihlal edenler hükümetlerdir, Meclisin iktidarı oluşturan partileridir, adalet bakanlarıdır.
Neden adalet bakanlarıdır; çünkü, hiçbir adalet bakanı, çıkıp, “ verdiğiniz bu ödeneklerle adalet hizmeti yürütülemez, ‘adalet, mülkün temelidir’ ilkesi uygulanamaz; sadece adliyelerde, adliye duvarlarında yazılmış içi boş cümle olarak kalır; ben, bu konumu kabul eden, içine sindiren bir adalet bakanı olmak istemiyorum” dememiştir. (DSP sıralarından alkışlar)
İşte, Türkiye’nin bunu diyebilen adalet bakanına ihtiyacı vardır. O zaman, Danıştay kararlarının uygulanması da söz konusu olacaktır.
Sayın milletvekilleri, Büyük Atatürk’ün önderliğinde yapılan Türk hukuk devrimi statik değildir. Bazıları Osmanlı döneminden, bazıları cumhuriyet döneminden kalan çeşitli yasaların, çağın koşullarına göre, gerek içerik gerek dil bakımından güncelleştirilmesi gerekir. Türk hukuk devriminin simgesi olan, geçtiğimiz günlerde 70 inci yılını kutladığımız Medenî Kanunla ilgili geçmiş dönemlerde başlayan reform çalışmaları sürdürülmeli; ekonomik yaşamın temel yasaları konumundaki, başta, Borçlar Kanunu ve Türk Ticaret Kanunu olmak üzere tüm yasalar gözden geçirilmeli, özellikle, Avrupa Birliği hukukuna uyum süreci içinde, çağdaş gelişmelere paralel düzenlemeler yapılmalıdır.
Adalet hizmetindeki gecikmeler, kimi vatandaşları, yasadışı yollardan hak arayışına itmektedir. Adalet hizmetlerinin, hızlı ve etkili biçimde yürütülebilmesi için, gecikmeden, gerekli bütçe ödeneği ayrılmalı ve çok çabuk yargı reformu yapılmalıdır. Mahkemelerin ihtiyacını karşılayacak teşkilat kanunu çıkarılmalı, Yargıtayın yükünü azaltacak istinaf mahkemeleri kurulmalı, Hukuk ve Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunları bu çerçevede yeniden düzenlenmeli, suç kanıtlarını toplamak, failleri yakalamak, adlî makamlara teslim etmek üzere, doğrudan cumhuriyet savcılarına bağlı adlî zabıta kurulmalıdır.
Vasıflı eleman yetiştirmek için, adalet yüksekokullarının sayısı süratle artırılmalıdır.
Kutsal savunma mesleği olan avukatlığın ve baroların Adalet Bakanlığı vesayetinden bir an önce kurtarılması için, Avukatlık Kanunu çağdaş bir anlayışla yeniden düzenlenmelidir.
AHMET İYİMAYA (Amasya) – Mecliste...
METİN BOSTANCIOĞLU (Devamla) – Sayın milletvekilleri, adaletin ve özgürlüğün birinci koşulu, yargıçların güvencesidir. Bu güvence, adalet mekanizmasının temelidir. Tarafsız adalet, ancak güvenceli yargıçlar ve güvenceli savcılar sayesinde gerçekleştirilebilir. “Bir ülkede, hâkimlerin ve savcıların güvencesi vicdanlarındadır” sözü, o ülkede, yargıçlar ve savcılar kahraman olduğu kadar adalet vardır demektir. (DSP sıralarından alkışlar)
Demokrasi, kahramanlar rejimi değil, dürüst; fakat, sade insanların rejimidir. (DSP sıralarından alkışlar)
Adaletin tarafsızlığı, ancak ve ancak, yargıçların sübjektif güvencelere bağlı olduğu, siyasal iktidarın tamamen etkisi ve iradesi dışında kaldığı yerde gerçekleştirilir. Toplumumuz, siyasal iktidarın, yargıçları atama ve görevden uzaklaştırma deneyini çok acı olarak yaşamış ve bunun sonucunda adalet mekanizması, saygınlığını büyük ölçüde yitirmiştir. Yargıçların kaderini, değişen siyasal iktidarların keyfine, politikacıların hırsına ve kaprislerine terk etmek, son dönemde bir kez daha yaşadığımız, korkunç, partizan idare yaratma çabalarının yanında, partizan adalet mekanizması yaratma ve özgürlükleri asıl güvencesinden yoksun bırakma felaketini hortlatmıştır. (DSP sıralarından alkışlar) Yargıç güvencesi vatandaşın güvencesidir. Tüm yargıçları her türlü kuşku ve baskıdan uzak bulunmayan toplumlarda, vatandaşların özgürlüğü, huzuru ve güvenliği söz konusu olamaz. Çağdaş, çoğulcu demokrasinin de güvencesi olan ve hukuk devletinin temelini oluşturan yargı bağımsızlığının sağlanabilmesi için, 1982 Anayasasındaki hükümler yerine, Demokratik Sol Partinin önerdiği düzenlemenin, bütün partilerce, bütün milletvekillerince desteklenmesini gönülden dilemekteyiz. (DSP sıralarından alkışlar) Demokratik Sol Partinin hazırlayıp, imzaya açtığı önerge kanunlaşırsa, Adalet Bakanı ve müsteşar, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun üyesi olmayacak, bu kurulun üyeleri, belirli oranlarda, Yargıtay ve Danıştay Genel Kurullarınca seçilecek, böylece, kurul kararlarına siyasî gölge düşmesi önlenecektir. Hâkim ve savcıları mesleğe kabul etme, atama, geçici yetki verme, yükselme ve meslekten çıkarma işlemleri bu kurulca yapılacaktır. Hâkim ve savcıların denetimi, Adalet Bakanının emrindeki müfettişlerce değil, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu bünyesindeki teftiş kurulunca yapılacaktır. İşte o zaman, izinsiz Kur’an kursu açan, eğitmenlik belgesi olmadan ders veren kişi için iddianame düzenleyen Sinop’un Durağan İlçesi savcısı, Ağrı Eleşkirt’e tayin edilmeyecektir. (DSP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) İşte, o zaman, Ankara Cumhuriyet Başsavcısı, teamüllere aykırı olarak, Mersin’e atanmayacaktır.
MUSTAFA YÜNLÜOĞLU (Bolu) – Hak etmiştir.
METİN BOSTANCIOĞLU (Devamla) – Kıymetli milletvekilleri, bu gördüğünüz belgenin üzerinde Sayın Bakanın imzası vardır. Ben, yirmiyedi senedir...
ABDULLAH ÖRNEK (Yozgat) – Varsa, doğrudur.
METİN BOSTANCIOĞLU (Devamla) – Bakanın imzası vardır ve bu belgede şunlar yazıyor; 1977 yılından 19. 9. 1996 tarihine kadar Ankara’daki cumhuriyet başsavcıları nerelere gitmiş; okuyayım size, sıradan: Yargıtaya, Yargıtaya, Yargıtaya, kendi isteğiyle İstanbul hâkimliğine, kendi isteğiyle Adalet müfettişliğine, kendi isteğiyle Ankara müşavirliğine, isteği üzerine emekli, yaş haddinden emekli, Yargıtay üyeliğine, Yargıtay üyeliğine, Yargıtay üyeliğine ve son Başsavcı Nazmi Şarvan Mersin’e tayin olmuş!
ABDULKADİR ÖNCEL (Şanlıurfa) – Mersin vatan değil mi?!
METİN BOSTANCIOĞLU (Devamla) – Bu ne biçim devlet teamülü?! Bu ne biçim devlet teamülü?! (DSP sıralarından alkışlar)
Bunu söylemeyecektim; kaşındınız...
HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) – Kaşınan sensin. Ayıp, ayıp!.. Çok ayıp!..
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Bakan da konuşacak; sizin müdahale etmeniz gerekmez.
METİN BOSTANCIOĞLU (Devamla) – Kaldığımız yerden devam edelim.
Ayrıca, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun ayrı bir bütçesi olacak; böylece, hâkimler ve savcılar adalet görevlerini yaparken, Adalet Bakanlığının...
MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) – Kaşındınız ne demek?!
ABDULKADİR ÖNCEL (Şanlıurfa) – Kaşınan kim, o belli!
METİN BOSTANCIOĞLU (Devamla) – O kelimeyi düzeltiyorum, geri alıyorum.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Sayın Bakan yanıt verecek.
ABDULKADİR ÖNCEL (Şanlıurfa) – Geri alın sözünüzü!
METİN BOSTANCIOĞLU (Devamla) – O kelimeyi geri alıyorum, oturunuz lütfen.
Sayın Başkan, o kelimeyi geri alıyorum “istediniz” diyorum. Oldu mu?
KAHRAMAN EMMİOĞLU (Gaziantep) – Tamam; istedik...
METİN BOSTANCIOĞLU (Devamla) – Şimdi, kıymetli milletvekilleri, dinleyin, bakın, size, daha çok söyleceğim şeyler var.
BAŞKAN – Sayın Bostancıoğlu, lütfen, Genel Kurula...
METİN BOSTANCIOĞLU (Devamla) – Ayrıca, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun ayrı bir bütçesi olacak; böylece, hâkimler ve savcılar adalet görevlerini yaparken, Adalet Bakanlığının bütçesi içindeki kısıtlı ödeneklerle engellenmeyeceklerdir, Adalet Bakanlığı vesayetinden kurtulmuş olacaklardır.
Sayın milletvekileri, Sayın Bakan, bu gördüğünüz, Adalet Bakanlığının 1997 yılı bütçe tasarısıdır
Adalet Bakanlığının, devlet içerisinde bir teşkilat şeması içinde yeri vardır. Bakın lütfen buraya... Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun bu Adalet Bakanlığı teşkilat şeması içinde yeri neresidir? Gördüğünüz gibi hiçbir bağlantısı yoktur; çünkü, olmaması gerekir. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, ayrı bir bütçesi olan kurul olmalıdır. Bu, hepimiz için geçerlidir. Yargı reformu için Anayasanın 144 ve 159 uncu maddesini değiştirmek, bu yolda ilk adım olmalıdır. Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulunun Türkiye Büyük Millet Meclisine bağlanması da ayrıca gereklidir.
Bundan başka, hâkim, savcı ve yardımcı personelin özlük hakları iyileştirilmeli, hâkimlik ve savcılık mesleği genç hukukçuların öncelikle seçtiği iş alanı durumuna getirilmelidir.
Sayın milletvekilleri, bütün vatandaşlarımız temiz toplum isteğiyle ayağa kalkmış durumda, yolsuzluk ve terörün önlenmesini istiyorlar. Bu isteğin yerine getirilebilmesi için, temiz toplum için, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, Hükümetin denetlenmesiyle ilgili olaylar tam bir özgürlük içinde araştırılıp açıklanmalı, siyasî amaçlarla, makam ve mevki hırsıyla gerçeklerin üstü örtülmemelidir. Maalesef, iktidarı oluşturan partilerin milletvekilleri, pis kokuların bütün yurdu sardığı şu günlerde, iktidar olma uğruna delilleri örtmeye kalkışmaktalar; kendileri de bu örtünün altında kalmak istemiyorlarsa, halkımızın temiz toplum isteklerine kulak vermelidirler.
Türkiye Büyük Millet Meclisinde insan sevgisi, bütün yasaların temelini oluşturmalıdır. (DSP sıralarından alkışlar) Bu sevgiyle, hizmet duygusu kalplere yerleşmeli ve çalışmalara ışık tutmalıdır.
BAŞKAN – Sayın Bostancıoğlu, son 2 dakikanız.
METİN BOSTANCIOĞLU (Devamla) – Ne var ki, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, şu günlerde, bu ülkünün gerçekleşmesi çok zor. Çünkü, iktidarın bir kanadında kör inançlar hâlâ hükmünü sürdürmekte, diğer kanadında iktidarın gücü kötüye kullanılmakta, gözleri bürüyen hırs, etrafa korku ve ümitsizlik saçmaktadır. (DSP sıralarından alkışlar) Birkısım politikacı, bir kısım kamu görevlisi ve mafya, elbirliğiyle ülkemizi kötüye götürmekteler. Bu kötü gidiş, köylümüzün, işçimizin, esnafımızın, emeklimizin ve tüm çalışanlarımızın yaşamını hızla çekilmez boyutlara götürüyor. Temiz toplum isteminin sebebi budur. Türkiye’nin kötüye gidişten kurtulması, halkın güven ortamına kavuşması ve gerçek bir temiz toplumun oluşması için ülke yönetiminin temiz ellere geçmesi, ülkenin, alnı açık, hiç kimseye diyet borcu olmayan temiz bir lider ve onun partisi tarafından yönetilmesi gerekir; o parti de Demokratik Sol Partidir. (DSP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Sayın milletvekilleri, ahlak zaafı üzerine kurulu ve takıyyeye dayalı bir Hükümet, birtakım güçlere diyet borçlusu İktidar mensupları, yolsuzluk ve terör konularında çağdaş demokrasi gereklerini yerine getiremezler. Hele devlet içinde, ancak, devlet denetimi dışında birkısım örgütler karanlık işlerde, kirli işlerde kullanılmış ise, vaziyet daha da vahim demektir.
Daha söyleyeceğim; vaktim var, kullanacağım.
ALİ OĞUZ (İstanbul) – Kullan, kullan; kullandıkça batıyorsunuz nasıl olsa.
METİN BOSTANCIOĞLU (Devamla) – Bu tespit ve düşüncelerle, istenilen hukuksal düzenlemelerden yoksun hukuk ve yargı düzenimizin, Hükümetin de istediği miktarda, yetersiz ödenekle 1997 yılında daha kötüye gideceği görüşünü üzülerek bilgilerinize sunar, bu görüşte olduğumuzu belirtir, hepinizi saygıyla selamlarım.(DSP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bostancıoğlu.
Demokratik Sol Parti Grubunun ikinci sözcüsü Sayın Cafer Tufan Yazıcıoğlu.
Buyurun Sayın Yazıcıoğlu.
Sayın Yazıcıoğlu, süreniz 7 dakika mı?
DSP GRUBU ADINA CAFER TUFAN YAZICIOĞLU (Bartın) – Evet efendim.
BAŞKAN – Buyurun.
DSP GRUBU ADINA CAFER TUFAN YAZICIOĞLU (Bartın) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Yargıtay bütçesi üzerinde Demokratik Sol Parti adına söz almış bulunuyorum; sizleri ve televizyon başında bizleri izleyen duyarlı yurttaşlarımızı saygılarımla selamlıyorum.
Çağdaş, demokratik devlet, hukukla sınırlandırılmış sosyal hukuk devleti olmak zorundadır. Hukuk devleti olmadan, demokrasinin tam anlamıyla uygulanması düşünülemez. Devletin, ekonomik alandaki güç ve yetkileri de anayasal kurallarla sınırlandırılmalı, siyasal özgürlükler yanında, ekonomik hak ve özgürlükler de güvence altına alınmalıdır. Bunun için, öncelikle de, yargı organlarının bağımsızlığı kesin güvenceye kavuşturulmalı ve hiçbir koşul altında sınırlandırılmamalıdır.
Sadece tenkit değil, çözüm önerileri de getiren Demokratik Sol Partinin yargı bağımsızlığı için verdiği Anayasa değişikliği teklifine, diğer partilerimizden biz de destek istiyoruz. (DSP sıralarından alkışlar)
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin kabul edilişinin 48 inci yıldönümünü kutluyoruz. Türkiye, 1949’da imzaladığı bu beyannamenin tamamlayıcısı olan Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi ve Dayanışma Hakları Sözleşmesini henüz imzalamadı, Çocuk Hakları Sözleşmesine çekinceler koydu, idam cezasını yasaklayan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Ek 6 Nolu Protokolünü imzalamadı.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye’de devleti çevreleyen hukukun ve hukuk uygulamalarının eksiklikler taşıdığına karar vermiştir. Bu eksiklikleri acilen gidermek, bu Meclisin birinci görevidir. Ülkemiz, birçok olayda, hukukun işlemediği, işletilmediği, her türlü siyasal ve ekonomik yolsuzluk iddiaları karşısında hukukun çalışmadığı, çalıştırılmadığı ülke olmaktan acilen çıkarılmalıdır. Sistem düğümlenmiştir; bu düğümlenme çözülmelidir. Yargı, işlevini yerine getirmek için gerekli tüm araç ve olanaklara kavuşturulmalıdır. Ne yazık ki, devletin temel hizmeti olan adalet hizmetine ve onun içinde Yargıtaya bu bütçeden ayrılan payla bunu sağlamak mümkün değildir.
Toplumsal çıkarlara saygı gösterenlerin zarar görmeyecekleri bir hukuk düzeni için çalışmalıyız. Mafya, hiçbir zaman yargının yerini almamalıdır. (DSP sıralarından alkışlar)
Yargının bağımsızlığı çerçevesinde, öncelikle Yargıtay üyelerinin seçimine ilişkin Anayasal hüküm -eğer, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu bugünkü düzende kalırsa- değiştirilmelidir. Yargıtay üyeliğine, Yargıtaydaki tetkik hâkimliğine ve savcılığa seçimi Yargıtay Genel Kurulu yapmalıdır. Üyeliğe seçilmeden önce, belli bir süre tetkik hâkimliği ve savcılık yapması şartı aranmalıdır.
Yargıtayımız büyük bir iş yükü altındadır. Bu nedenle, ne yazık ki, aynı konuda, Yargıtayın aynı dairesinden birbiriyle zıt kararlar çıkabilmekte, bu da adliyeye olan güveni ve neticede devlete olan güveni azaltmaktadır. Yargı yavaş işlemekte, bazı dosyalar yıllarca Yargıtayda beklemektedir, bazıları da yedi gün içinde geri dönmektedir.
Yargıtayın, bir içtihat mahkemesi halinde çalışmasını sağlamak zorunluluktur. Bu nedenle, Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planının öngördüğü üst mahkemeler ve ihtisas mahkemeleri acilen kurulmalıdır. Üst mahkemelere bağlı çalışacak adlî kolluk oluşturulmalıdır. Adlî kolluk, suç delillerini toplamak, failleri yakalayarak adlî makamlara teslim etmek ve bunlarla ilgili her türlü soruşturma işleminin yapılmasını sağlamakla görevlendirilmelidir. Üst mahkemelere ve kurulacak ihtisas mahkemelerine üye atamasını da Yargıtay Genel Kurulu yapmalıdır.
Bu nedenle, yargılama usulleri yeniden gözden geçirilmeli, özellikle yargıda geç işlemeye neden olan duruşma düzeni yeniden gözden geçirilerek, duruşmanın kalkması veya belli bir süreyle sınırlandırılması sağlanmalı, yargıyı tıkayan hükümler ayıklanmalıdır.
Devlet ile vatandaş arasındaki ihtilaflar ortadan kaldırılmalıdır. Bu nedenle, birkısım uyuşmazlıkların barolara bağlı bir kurul önünde, uzlaşmayla çözülmesi esasına geçilmelidir. Kamu avukatlarının yetki ve sorumlulukları ve özlük hakları yeniden düzenlenmelidir. Kamu yöneticileri inisiyatif kullanır hale getirilmelidir.
Yargıtayımız, halen ayrı ayrı binalarda hizmet görmektedir. Öyle ki, bir binadan diğerine giderken aradan yol geçmekte, Ankara’nın bu işlek yolunda dosyalar kaybolmakta, hatta trafik kazaları olmaktadır. Yargıtay için yeni bir bina tüm modern araç ve gereçlerle donatılmış olarak, inşa edilmelidir.
Yargıda, kalite yönetimi şarttır. Kalite yönetimine ilişkin teknikler geliştirilmeli, bilgiye kısa sürede ulaşma imkânı sağlanmalıdır; bilgi çağı bunu gerektirmektedir. Yüksek mahkemeler arasındaki ilişki de bilgisayarla sağlanmalıdır. Adalet hizmetinde adil, hızlı, etkin ve ekonomik sonuç alınmalıdır ve bu zorunludur.
Bu nedenle, Yargıtayın teşkilat yapısı tüm adalet hizmetleriyle birlikte yeniden gözden geçirilmeli, yardımcı hizmetlerdeki kadro açığı eğitimli personel ile giderilmelidir.
BAŞKAN – Sayın Yazıcıoğlu, son dakikanız.
CAFER TUFAN YAZICIOĞLU (Devamla) – Hizmet içi eğitim ve mukayeseli hukuku takip için, uluslararası ilişki için Yargıtaya ayrılan yolluk ve ödenekler artırılmalıdır. Yargının, yargılama hizmetlerinde, ödenek aranmaksızın harcama yapılabilmelidir.
Atatürk, toplumumuza çağdaş uygarlığı hedef göstermiştir. Çağdaş uygarlığın özü ise insan onuruna yaraşan sosyal hukuk devleti ve çağdaş demokrasidir. Hukuk devleti, ulusal onurumuzdur. Mahkemelerin görevi de hukuku yaşama geçirmektir. Adalet, yalnız devletin temeli değil, hakların ve özgürlüklerin de güvencesidir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden aklanarak çıkan bir Türkiye’de bütçeler yapmak dileğimle ve bunu yapacak Demokratik Sol Parti Grubu adına hepinize saygılar sunuyorum. (DSP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yazıcıoğlu.
Demokratik Sol Parti Grubu adına son konuşmacı, Sayın Zerrin Yeniceli; buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)
Sayın Yeniceli, süreniz 13 dakikadır.
DSP GRUBU ADINA ZERRİN YENİCELİ (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çevre Bakanlığı bütçesi üzerinde, Demokratik Sol Parti Grubu adına görüşlerimi sunmak üzere söz almış bulunuyorum; şahsım ve Grubum adına, hepinizi saygıyla selamlarım. (DSP sıralarından alkışlar)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmama, öncelikle, çevre sorununun, sosyoekonomik ve kültürel boyutlarıyla bütünlük içerisinde ele alınması gerektiğini söyleyerek başlıyorum. Diğer konularda olduğu gibi, çevreyle ilgili olarak da, ülkemiz, iç açıcı bir görüntü sergilemiyor. Kapatılması istenen termik santrallar; kirli hava, kirli deniz ve körfezlerimiz; gerekli önlemler alınmadığı için çevreyi zehirleyen fabrikalar; talan edilen kültür ve sanat varlıklarımız ve tarihî eserlerimiz; yağmalanan kıyılarımız; çarpık kentleşmenin yarattığı, kentlerimizi gri bir kuşak gibi saran estetik görüntüyü bozan görüntü; arıtma tesislerine gerek duymayarak, atıkları, denize ve diğer iç sulara boşaltmayı tercih eden sanayi kuruluşlarımız; türlü nedenlerden dolayı yanan ya da yakılan ormanlarımız; oy hesabıyla, dere yatağı, sel yatağı gibi tehlikeli yerlere ev yapmasına izin vererek, sel baskınlarında canına, malına zarar verdirdiğimiz insanlarımız; yeterli çevre bilinci aşılamayan eğitimimiz; sağlıksız çevre koşulları yüzünden doğaya, çevreye, kendilerine yabancılaşan ve şiddete yönelen insanlarımız... Sizler de katılırsınız ki, ülkemiz resminin zincirleme bir şekilde yapılan tasviri, sorunun çok boyutlu ve yüklü olduğunun en somut göstergesidir.
Evet, dünyanın enerji harcamaları, her oniki yılda kendisini bir misli katlamaktadır. Küreselleştiği söylenen dünyada, hızlı bir teknolojik ilerleme yaşıyoruz. Bu durum, bir yanıyla muhteşem olarak nitelendirilebilir; ama, diğer yanıyla da, çevre üzerinde korkunç derecede tahribata yol açmaktadır. Nitekim, günümüzde, çevre sorunu, uluslararası alanda ela alınan, uluslararası hukuka ve anlaşmalara konu olan, yaşamsal önemde bir sorundur.
FAO’nun raporuna göre, dünyada 800 milyon kişi açlıkla pençeleşiyor; yani, her 5 kişiden 1’i aç yaşıyor; bu, korkunç bir rakamdır. Yeşil örtünün azalması ya da yok olması, aşınması ya da taşınması, dünyanın bazı bölgelerindeki açlık sorununu, kitlesel ölümleri gündeme getirmektedir.
Ülkemizdeki hızlı nüfus artışına, son yıllarda iyice hızlanan göç de eklenmiştir. Bu olgu, doğal kaynaklarımız üzerindeki baskıları artırmaktadır. Göç, özellikle, toprak, orman ve mera gibi doğal kaynaklara olumsuz etki yapmaktadır, toprak kaybımızı hızlandırmaktadır.
Erozyon konusuna gelince, toprağın kullanılmasında ve geliştirilmesinde önemli rolü olan su kaynaklarımızın, toprak erozyonu üzerinde olumsuz etkisi vardır. Su, gereği gibi denetlenemediği zaman, toprak erozyonu başta olmak üzere, birçok önemli sorunun nedeni olabilmektedir. Erozyon, ciddî bir problemimizdir. Hemen harekete geçmediğimiz takdirde, bir sonraki kuşağa, çölleşmiş bir Türkiye bırakma tehlikesiyle karşı karşıyayız; çünkü, her yıl 470 milyon ton toprağımız, su ve rüzgâr erozyonuyla denizlere gidiyor. Bu durumun yıkıcı etkisi, belki topluma anında yansımıyor; ancak, uzun ve orta vadeli düşünüldüğü takdirde, bir toplumsal yıkımın temellerinin atıldığı da bir gerçektir.
Diğer bir yaralı yanımız, ormanlarımızdır. Raporlardan edinilen bilgilere göre, ülkemizin orman varlığı, olması gerekenin çok altındadır. Birkaç ay önce çıkan yangınlarla, durum, daha da vahim boyutlara ulaştı. Ülke ekonomisine ve çevre estetiğine olan katkılarının dışında, ormanlar, topraklarımızı, su ve rüzgâr erozyonuna karşı da korumakta, hava kirliliğini engellemektedir.
Topraklarımızı doğrudan etkileyen bir diğer bombardıman da kimyasal kirlenmelerdir. Asit yağmurları, atık sular, arıtma tesislerinden çıkan çamurların toprağa yaptığı kirletici etki hep bu kapsamdadır. Daha çok orman birçok sorunu çözebilecek gibi görünmektedir; ama, bunun için gerekli hukuksal düzenlemelerin yapılması da gereklidir. İnsanlara ağaç sevgisinin aşılanması gereklidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütün bunların elbette bir maliyeti vardır, finansal sorunlar da önemlidir ve Çevre Bakanlığı bütçesinin, bu açıdan yetersizliği bilinmektedir; ama, yalnızca malî sıkıntılar, yapabileceklerimiz için engel değildir.
Sorunlara bu genel değinmeden sonra, şu anda, can yakıcı biçimde gündeme gelen, bölgemin bir sorununa değinmek istiyorum. Bu, yalnızca İzmir’in değil, Türkiye’nin de bir sorunudur. Bergama köylüleri, çokuluslu bir şirketin, köylerinde, siyanürlü yöntemle altın madeni işletmesine karşıdırlar. Onbinleri geçen katılımla protesto gösterileri düzenlemektedirler. Ovacık halkının çığlıkları “siyanürlü altına hayır” diye yükselmektedir. Ovacık Altın Madeninin işletilmesiyle ilgili olarak Bergamalılar referandum istemektedirler. Bu şirkete, DYP-SHP hükümetleri döneminde işletme izni verilmiştir. Çevre Bakanı, duyarlılık gösterip, işletme izninin nasıl verildiğini araştırmalıdır. Ayrıca, Gökova Termik Santralı yanlış yere kurulmuştur. Bu, bilim çevrelerince kanıtlansa da, politika çevrelerinde kabul edilse de yapılan yanlış bir türlü onarılmamaktadır. Hatanın bedelini, soluk alınamayan havası, kirlenen körfeziyle halk ödemektedir.
Yine Manisa ve Kemalpaşa’da, çalıştırmadıkları arıtma tesisleri yüzünden, atıklarını Nif Çayına boşaltan, dolayısıyla Gediz Nehrinin kirlenmesine neden olan fabrikalar çevreyi olumsuz etkilemektedirler. İlgilileri ve yetkilileri göreve çağırıyoruz. Denetime önem verilmelidir. Çevre kirlendikten sonra cezaî yaptırımlara değil, önleme politikalarına ağırlık verilmelidir. Şunu da özellikle vurgulamak istiyorum. Çevreyi koruma ve çevre temizliği, karmaşık ve sistematik bir düzenleme gerektirir. Herkes evinin önünü temizlerse bu iş çözümlenir anlayışı sığ bir bakış açısının ürünüdür; herkes evinin önünü temizlerse çöpler öbek öbek yığılır kalır.
Konuyla ilgili şu önemli noktayı da vurgulamak istiyorum. Çevreye rağmen sanayileşmenin bir diğer örneği nükleer santrallardır. Dünyadaki örneklerine bakarsak, Avusturya, tek santralını 1978’de kapatmıştır. İtalya bütün nükleer santrallarını kapatmıştır. Çernobil faciası daha belleklerimizden silinmedi.
Üzülerek söyleyeyim ki, “kirlensin doğa, yaşasın teknoloji” anlayışı insanî bir anlayış değildir. Teknoloji mi, doğa mı çelişkisini, ancak, sürdürülebilir kalkınma ilkesini benimseyerek aşabiliriz. Bu ilke, doğal kaynakları tahrip etmeden, ekolojik dengeleri bozmadan kalkınmayı öngörür. Asıl başarı, çevreyi koruyarak kalkınmaktır ve bunu başarmaktan başka çaremiz yoktur. Çünkü doğayı tahrip ederek sanayileşme bizi bir yere kadar götürür ve o yerde ise felaket vardır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; çözüm noktasına geldiğimizde ilk önce karşımıza Çevre Bakanlığı çıkıyor. Bakanlık, çevreyle ilgili sivil toplum örgütleri ve yerel yönetimler arasında iletişim kurmalıdır, işbirliği yapmalıdır. Bütün bunları karşısına alarak ulusal bir politika oluşturulması ve izlenmesi mümkün değildir.
Biz, Demokratik Sol Parti olarak sivil toplum örgütlerinin girişimlerini yararlı buluyoruz. İlgili kurum ve kuruluşların karar mekanizmalarına katılımını sağlamak, sağlıklı bir demokrasinin oluşumuna katkıda bulunmak açısından da önemlidir. Diğer sorunların olduğu gibi, çevre sorunlarının da böylesi bir demokratikleşme süreci içerisinde çözülebileceğine inanmak zorundayız.
Sivil toplum kuruluşlarının katkısının sağlanması gerektiğini belirtirken, bu noktada, üzülerek, sivil toplum kuruluşları bir yana, Sayın Bakanın Bakanlıkta yetişmiş onlarca personeli, onlardan yararlanamayacağı yerlere gönderdiğini belirtmek zorundayım.
Sayın Bakan, Çevre Bakanlığı bir ihtisas bakanlığıdır; genel nitelikler yetmez, özel nitelikler de gerektirir. Sayın Bakanın bu konuya bundan sonra daha özenli yaklaşacağına inanmak istiyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu dünyadan başka gidecek yerimiz yok...
ÖMER EKİNCİ (Ankara) – Öbür dünya var!.. Öbür alem var!.. Ahret var, ahret!...
ZERRİN YENİCELİ (Devamla) – ... ve Türkiye, bu dünyanın büyük ülkeleri arasında yer alıyor. Bu, dünyaya karşı sorumluluğumuzun da büyük olması demektir. Bugüne kadar, bu sorumluluğu yeterince yerine getirdiğimizi söylemesek de, 1997 yılının bu açıdan bir başlangıç olmasını diliyor ve Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum. (DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Yeniceli.
Sayın milletvekilleri, çalışmalarımıza kaldığımız yerden devam etmek üzere, birleşime saat 19.15’e kadar ara veriyorum.
Kapanma Saati : 19.00
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 19.20
BAŞKAN: Başkanvekili Yasin HATİBOĞLU
KÂTİP ÜYELER: Fatih ATAY (Aydın), Ünal YAŞAR (Gaziantep)
BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 31 inci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
Çalışmalarımızın hayırlara vesile olmasını Cenabı Allah’tan niyaz ediyorum.
Sayın milletvekilleri, bütçe çalışmalarımıza kaldığımız yerden devam edeceğiz; ancak, üzerimde borç kalmasın diye ifade etmek istiyorum: Yüce Heyete, şu anda Numune Hastanesinde tedavi görmekte olan Azerbaycanlı şair Bahtiyar Vahapzade Beyefendinin çok büyük saygı ve hürmetleri var. Benden rica ettiler “Yüce Heyete selam ve saygılarımı, Türk Milletine minnet borçlarımı ifade eder misiniz” dediler; ben de, selamınızı götürürüm dedim. (Alkışlar)
NECMETTİN CEVHERİ (Şanlıurfa) – Sayın Başkan, biz de kendilerine şifa diliyoruz Cenabı Allah’tan.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum efendim.
IV. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
1. – 1997 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu tasarıları ile 1994 ve 1995 Malî Yılları Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu tasarıları (1/518; 1/519; 1/282, 3/414; 1/283, 3/415; 1/492, 3/516; 1/493, 3/517) (S. Sayıları : 134, 135, 103, 102, 151, 150) (Devam)
E) ADALET BAKANLIĞI (Devam)
1.– Adalet Bakanlığı 1997 Malî Yılı Bütçesi
2.– Adalet Bakanlığı 1994 Malî Yılı Kesinhesabı
3.– Adalet Bakanlığı 1995 Malî Yılı Kesinhesabı
F) YARGITAY BAŞKANLIĞI (Devam)
1.– Yargıtay Başkanlığı 1997 Malî Yılı Bütçesi
2.– Yargıtay Başkanlığı 1994 Malî Yılı Kesinhesabı
3.– Yargıtay Başkanlığı 1995 Malî Yılı Kesinhesabı
G) ÇEVRE BAKANLIĞI (Devam)
1.– Çevre Bakanlığı 1997 Malî Yılı Bütçesi
2.– Çevre Bakanlığı 1994 Malî Yılı Kesinhesabı
3.– Çevre Bakanlığı 1995 Malî Yılı Kesinhesabı
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, gruplar adına konuşmalar devam ederken ara verilmişti; şimdi, çalışmalarımıza kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Sayın Komisyon ve Sayın Hükümet hazır.
Refah Partisi Grubu adına, ilk sözcü, Sayın Hayrettin Dilekcan; buyurun efendim. (RP sıralarından alkışlar)
Efendim, süreniz 10’ar dakika mı?
HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) – Evet Sayın Başkan.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Dilekcan.
RP GRUBU ADINA HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Adalet Bakanlığının bütçesi üzerinde, Refah Partisinin görüşlerini açıklamak için huzurunuzdayım; şahsım ve Grubum adına hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyorum.
Bir devletin egemenlik şartlarından birisi de yargı erkine sahip olmasıdır; bağımsız devletlerden hiçbirisi, bunu başkalarına devredemez. Herkes tarafından kabul edildiği üzere, adalet ve hukuk kavramları, son derece ulvî, yüce değerlerdir. Bu kavramlar üzerinde çok veciz sözler söylenmiştir. “Adalet mülkün temelidir” ifadesinde, bunu, çok anlamlı şekilde görüyoruz. Buradaki “mülk” kavramından murat, dünyanın, arzın, âlemin temelinin adalet olduğunu belirtmektir. Yine, insanımız “şeriatın -yani, adaletin- kestiği parmak acımaz” ifadesiyle hukukun üstünlüğünü ve adaletle hükmetmenin herkesi memnun edeceğini belirtmek suretiyle, hukukun üstünlüğüne ve adalete olan saygıya, güvene değinmek istemiştir.
Türkiye Cumhuriyeti demokratik bir hukuk devletidir. Devletin her şeyiyle hukuka uygun olarak, kurallara bağlı şekilde işleyeceği, Anayasanın emridir. Hukuk, meşruiyetin temel kaynağıdır. Adalet de toplumsal huzur ve barışın vazgeçilmez ve en önemli unsurudur. Adaletsiz kuvvet zulümdür. Güçsüz adalet de işe yaramaz. Zalimler de adalete muhtaçtır. Bizim nezdimizde, adalet, zayıfın kuvvetliden hakkını alıncaya kadar güçlü, kuvvetlinin de haklı olduğunda korunacağı bir anlamı ifade etmektedir.
Değerli milletvekilleri, toplumsal barış ve huzurun sağlanması, devletin ve milletin bütünlüğünün daim olması için, hukuk kaideleri, evrensel ilkeler de dikkate alınarak, toplumun örf ve ananelerine, geleneklerine, sosyal yaşantısına uyum sağlaması gerektiği göz önüne alınarak hazırlanmalıdır. Bugün, ülkemizde, hukuk sahasında, uluslararası düzeyde eğitim veren kurumlarımız ve ilim adamlarımız olmasına rağmen, maalesef, bu uyumu gerçekleştirdiğimiz söylenemez. Ülkemizde doğan insanlarımıza uyguladığımız temel yasalara baktığımızda, hâlâ kendi orijinalimiz değil; doğarken, şahsiyet bulurken, evlenip mirasını paylaşırken uyguladığımız Medenî Yasa, İsviçre mehazlıdır. Ticaretimizi düzenleyen kuralları Almanlardan adapte etmişiz. İdare hukukumuz, Fransız etkisiyle şekillenmiştir. Bunlara göre kendisinin fiillerini düzenleyen insanlarımıza, bu kurallara karşı geldiğinde uyguladığımız müeyyideleri de, ceza hukuku olarak, İtalya’dan devşirmişiz. Bu insanları, bu milletin evlatlarını bu kadar karmaşık bir hukuk felsefesi içinde yönetmeye çalışırken, öldüğünde de kendi değerlerine, geleneklerine, örfüne göre defnediyoruz. Hukuk yapımız, maalesef, bu şekildedir. Bu nedenle de, hâlâ, hacca nasıl gidileceğine dair kararları içimize sindirebiliyoruz, kurban derilerinin kim tarafından toplanması gerektiğine dair tartışmalar yapılabiliyor, kadınlarımızın başını örtüp örtmemesi gerektiği konuşulabiliyor. Türkiye’nin demokratik bir hukuk devleti olduğunu belirtmemize rağmen, halen, Yüksek Askerî Şûra kararları, Cumhurbaşkanının yürütmeye ilişkin icraatları, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu kararları hakkında yargı yoluna başvurulmasını Anayasada engelleyen hükümleri kaldırmayı düşünemiyoruz. Bu, hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşmadığı gibi, evrensel hukuk kaideleriyle de çelişki teşkil etmektedir.
Bir ibadet ve inanç hürriyeti olarak haccın, başörtüsünün, kurban derisinin önündeki engelleri kaldırmak için Sayın Bakanımızın ve Hükümetin yapmış olduğu çalışmaları, Grubumuz adına kutluyor, kendilerine şükranlarımızı arz ediyoruz. (RP sıralarından alkışlar)
21 inci Asra girerken, toplumla barışık olmayan bu kuralları kaldırmak için yapılan bu çalışmalar, inşallah, semeresini verecek; bu Meclis de, bu çalışmalar için elinden gelen katkıyı sağlayacaktır diye düşünüyoruz.
Gelişmiş dünya ülkeleri arasında insanların geleceği ile ilgili çok büyük etkisi olacak kararları disiplin cezası olarak verip de bu kararlara karşı yargı yolunu kapatan bir ülkenin varlığını bilmiyorum, şimdiye kadar duymadım.
Değerli milletvekilleri, ülkemizde genel olarak yargı sistemimiz, bir tıkanıklık içerisinde; bu gerçeği görmek, bir aczi ifadeden ziyade bir tespittir. Bu tespitten sonra problemin çözümü için neler yapmalıyız; bunları konuşmak isabetli olur diye düşünüyorum.
Adlî sahadaki sıkıntılarımızı ana başlıklarıyla sıralamak gerekirse ilk planda şunları söylemek mümkündür: Anayasa ve yasalardan kaynaklanan sıkıntılar; personel yetmezliğinden kaynaklanan sorunlar; bürokratik engeller; fizikî, teknik donanım azlığı; maddî imkânsızlıklar.
Adliye binalarımız, maalesef, bugüne kadarki ihmaller neticesinde, adalete yakışır hizmet mekânları haline getirilememiştir. Teknolojinin imkânları, özellikle bilgisayar, bütün adlî teşkilatımızın emrine sunulmalıdır.
Personel sayısı, ülkemizin nüfusu ve büyüklüğü dikkate alındığında yeterli değildir. Boş kadroların doldurulmasının yanında, yeni kadrolar ilave edilmelidir. Ülkenin genel şartları dikkate alındığında adlî personelin ücret durumu kötü sayılamazsa da, kendi içerisinde değerlendirildiğinde yeterli değildir.
Cezaevlerimizin durumu iç açıcı değil. Yılların ihmaliyle biriken bu sorunların çözümü için Sayın Adalet Bakanımızın ve Hükümetin gayretli çalışmalar içinde olduklarını yakînen biliyor, bundan duyduğumuz memnuniyeti tekrar ifade etmek istiyorum.
Değerli milletvekilleri; adlî sistemimizdeki tıkanıklıkların önemli bir kısmının kanunî düzenlemelerden kaynaklandığını özellikle belirtmek istiyorum. İdarî yargılama sistemimiz yeniden gözden geçirilmelidir. Temel kanunlarımızın sistematiği bozulmuştur. Bu yasalar günün ihtiyaçlarına göre yeni baştan düzenlenmelidir. Türk Ceza Kanununda, Medenî Kanunda, Borçlar Kanununda, Ticaret Kanununda, usul yasalarında, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda önemli düzenlemeler tekrar gündeme getirilmeli; bu kanunlar, kendi içinde sistematiğe uygun halde bu Meclisten çıkarılmalıdır. Bugün, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda yapılan değişiklikle, sanıklara avukat tutan devlete karşı, mağdur vatandaşlar, maalesef üzüntü içindeler, güven duymak istiyorlarlar “ ben mağdur olmuşum, ben de avukat istiyorum” diyorlar. Bu noktada da kanunî düzenlemelere ihtiyaç vardır.
Tahkim sisteminden etkin şekilde faydalanılmalıdır. Kabahat nevinden suçların önemli bir kısmı, idarî para cezasını gerektiren suçlar olarak düzenlenmeli, para cezalarının miktarları caydırıcı olacak düzeye getirilmelidir.
İcraların en fazla yükünü, icra ceza davaları oluşturmaktadır. İcra ceza davalarının ceza kararnamesiyle düzenlenmesi gündeme gelmeli, bunlara itiraz yoluyla ancak itiraz edilebilmeli, düzeltilmesi yoluna gidilmeli, icralar bu şekilde rahatlatılmalı.
Adlî zabıta mutlaka kurulmalı, hazırlık tahkikatı daha sağlıklı bir hale getirilmelidir.
Tebligat hukuku, gelişen teknolojiye uygun olarak yeniden gözden geçirilmelidir.
Bilirkişilik müessesesindeki tıkanıkların giderilmesi için etkin önlemler alınmalıdır.
Orman Kanunundaki cezalar insaf ölçülerine çekilmelidir.
Cezaların infazında yeni bir uygulama getirilmeli, 647 sayılı Yasada para cezasına tahvil ve tecil müessesesi adalete güveni sarsmayacak hale getirilmelidir.
İcra takiplerinde ve davalarda gecikme faizinin yerine enflasyon oranında ilave ödemeler gündemde olmalıdır; kamulaştırma ve devlet borçlarında, devlet alacaklarına uygulanan oran uygulanmalıdır.
Yeni avukatlık yasası mutlaka çıkarılmalı; barolar birden fazla kurulabilmeli, sendikalarda olduğu gibi barolar arasında da hizmette...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Dilekcan, 1 dakikada toparlar mısınız...
HAYRETTİN DİLEKCAN (Devamla) – Tabiî...
Birden fazla baro kurulması imkânı getirilmek suretiyle, hizmette rekabet sağlanmalıdır.
İstinaf mahkemeleri...
ÖNDER SAV (Ankara) – O ne demek öyle?.. O ne demek öyle?..
HAYRETTİN DİLEKCAN (Devamla) – Efendim, ben öneri getiriyorum. Hizmette rekabet sağlanmalıdır diyorum; izah ediyorum.
ÖNDER SAV (Ankara) – O ne demek?..
HAYRETTİN DİLEKCAN (Devamla) – Kendi düşüncem; katılırsınız, katılmazsınız...
ABDULLAH ÖRNEK (Yozgat) – Ne demekse ne demek...
ÖNDER SAV (Ankara) – Açıklasın, öğrenelim.
OĞUZHAN ASİLTÜRK (Malatya) – Sizden izin alacaksa, o başka...
ÖNDER SAV (Ankara) – Açıklasın, öğrenelim.
HAYRETTİN DİLEKCAN (Devamla) – İstinaf mahkemeleri mutlaka kurulmalı, Yargıtay bir içtihat mahkemesi haline getirilmelidir.
Değerli milletvekilleri, yılların birikimiyle oluşmuş bu tıkanıkları gidermek için Hükümetin gayretli çalışmalarını yakînen görüyoruz. Bütçede ayırmış oldukları ödenekler, bunun gerçekten samimî işaretleri. Ben, denk bütçe getiren Hükümetin, sosyal ve ekonomik bozukluklar nedeniyle ortaya çıkan ihtilafların çözümüne, daha adliyeye...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Dilekcan...
HAYRETTİN DİLEKCAN (Devamla) – Efendim, bir cümleyle bağlıyorum.
Bir cümleyle de şunu ifade etmek istiyorum: Son günlerde “temiz toplum, temiz yönetim” ifadelerini sık sık duyuyoruz. Toplum temizdir; yönetimi temizlemek de, bizim görevimiz. Bunu yapmak için, sicili temiz olmak lazım gelir. Bu Parlametoda, biz, Refah Partisi olarak iddia ediyoruz, Refah Partisinin sicili temizdir ve Refah Partisi temiz yönetimi gerçekleştirecektir. (RP sıralarından alkışlar)
1997 yılı bütçesinin Adalet Bakanlığı için hayırlı uğurlu olmasını diliyor; hepinize saygılar sunuyorum. (RP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Dilekcan, teşekkür ediyorum.
Sayın milletvekilleri, gruplar adına görüşmeler tamamlanıncaya kadar, bütçesi görüşülen bakanlıklarla ilgili soruları almaya devam edeceğiz; grup görüşmelerinin tamamlanmasından sonra...
AHMET KÜÇÜK (Çanakkale) – Ortağı tükettiniz be!
ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) – Salonda, tek bir Doğru Yol Partili yok.
BAŞKAN – Sayın Hacaloğlu, ne yapmamı istersiniz efendim?
ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) – Bunu, tespit edelim; zapta geçsin.
NİKAT MATKAP (Hatay) – Hele, ortakları konuşurken niye yoklar?!
AHMET GÜRYÜZ KETENCİ (İstanbul) – Buharlaşmış, buharlaşmış!..
BAŞKAN – Efendim, ah; ne yapayım.
Şimdi, meşhur bir söz vardır: “Kesmeseydi dilimi hançeri lâ-yüs’el-ammâ yef’al ile.” Ne yapayım, bir şey diyemiyorum; yani, söylenecek çok güzel söz var da, ne yapayım, bulunduğum yer elvermiyor Sayın Matkap.
AHMET KÜÇÜK (Çanakkale) – Mealen Türkçesini rica edelim.
BAŞKAN – Efendim, grup görüşmelerinin bitiminden sonra soruları almayacağız.
Bir ricam var: Her sayın milletvekili her konuda soru sorabilir; ama, onun yolu, sözlü ve yazılı sorulardır. Bütçe görüşmeleri esnasında sorulacak sorular, münhasıran, bakanlıkların faaliyetleriyle ilgili olmalıdır. Bakanlık faaliyetinin dışında vaki soruları, soru telakki edip Sayın Bakana iletmeyeceğim. Ona göre lütfen, soru soracak arkadaşlarımız, bütçesi müzakere edilen bakanlıkların faaliyletleriyle ilgili sorular sorsun.
Teşekkür ediyorum.
Refah Partisi Grubunun ikinci sözcüsü olarak Sayın Kamalak; buyurun. (RP sıralarından alkışlar)
Sayın Kamalak, 10 dakika mı konuşacaksınız?
MUSTAFA KAMALAK (Kahramanmaraş) – Evet.
BAŞKAN – Peki.
RP GRUBU ADINA MUSTAFA KAMALAK (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Yargıtayın 1997 bütçesiyle ilgili olarak, Refah Partisi Grubunun görüşlerini belirtmek üzere huzurunuzda buluyorum; bu münasebetle, konuşmama başlamadan önce hepinizi saygıyla selamlarım.
Konuşmam, asıl itibariyle 4 bölüm halinde sunulacaktır:
1. Yargıtayın yapısı,
2. Yargıtayın bütçesi,
3. Yargıtayın sorunları,
4. Önerilerimiz.
Değerli arkadaşlarım, Yargıtay, bildiğiniz gibi, ülkemizde ilk defa 1868 yılında kurulmuştur; bugün, 32 dairesiyle hizmet vermektedir. Asıl itibariyle, bir temyiz mahkemesidir; fakat, yükünün ağırlığı münasebetiyle, yazık ki, bir istinaf mahkemesi haline gelmiş durumdadır.
Bilindiği gibi, 1997 genel bütçemiz, 6 katrilyon 255 trilyon liradır. Bundan, Yargıtayımızın aldığı pay, 1 trilyon 136 milyar 700 milyon liradır. Artış oranı, 1996 yılına göre, yüzde 100’dür. Gönül isterdi ki, Yargıtayımıza daha fazla pay verilebilsin, daha fazla hisse ayrılsın; ama, devletin imkânları, maalesef, bu kadardır.
Gönül isterdi ki, Yargıtaya daha fazla malî imkânlar tanınsın dedik; zira, diğer kurumlarımız gibi, maalesef, Yargıtayımızın da birtakım ağır problemleri vardır. Nedir bunlar; başlıcaları:
1. Davaların çokluğu,
2. Hâkimlerin azlığı,
3. Personel yetersizliği,
4. Yer sıkıntısı, vesaire.
Değerli arkadaşlarım, istatistikî verilere göre, bugün, 10 milyonu aşkın dava çözüm beklemektedir. Her davanın bir davacısı, bir de davalısı vardır; en azından tarafların birer de tanığı bulunmaktadır. Bu durumda, 10 milyonu 4’le çarpmamız lazım; bu 40 milyon eder. Nüfusumuzun en az yüzde 25’i 18 yaşın altında olduğuna göre, demek ki, mümeyyiz ve reşit olan hemen herkes mahkemeliktir. Niye böyle? Bunun, şüphesiz ki, birtakım sebepleri vardır; başlıcaları:
Bir : Hak kavramı aşınmıştır. Ülkemizde, hak kavramı, maalesef, zedelenmiş; adalet kavramı yıpranmıştır. Herkes, hak peşinde koşuyor, hak istiyor; ama, hemen hiç kimse, başkalarının hakkını hatırlamıyor. Oysa, başkalarının hakkı da en az bizim hakkımız kadar mukaddestir, kutsaldır.
Büyük bir düşünürün dediği gibi: “Bir şey ki, benim için faydalı, ailem için zararlıysa, o şeye lanet olsun; bir şey ki, ailem için faydalı, fakat, milletim için zararlıysa, o şeye lanet olsun; bir şey ki, milletim için faydalı, fakat, insanlık için zararlıysa, o şeye de lanet olsun.”
Değerli arkadaşlarım, bizim, toplum olarak, inanç ve kültürümüzün temelinde bu düşünce yatar. Karacaoğlan’ın dediği gibi:
“Yeme el malını er geç verirsin,
İğneden ipliğe sorulur bir gün.”
Dinimiz de hak ve adalet üzerine kurulmuştur; öyle ki, Yüce Rabbimizin bir adı da Hak’tır. Hukuk da hak kavramının çoğulu bildiğiniz gibi.
“Halik’ın namütenahi adı var, en başı Hak
Ne büyük şey kul için hakkı tutup kaldırmak.”
Buna rağmen, maalesef, bilhassa da yanlış eğitim politikası sonucu, ülkemizde hak anlayışı zayıflamış, ihtilaflar artmış, dava dosyaları dağ gibi büyümüştür.
Değerli arkadaşlarım, dosyaların artmasının bir sebebi de, hâkimlerin sayısal bakımdan azlığıdır. Maalesef, 10 bini aşkın dava dosyası, sadece ve sadece, 7 500 civarındaki hâkim tarafından çözülmeye çalışılmaktadır. Bunun, mutlaka, bir an önce, hal çaresi bulunmalıdır. Niye böyle artıyor?..
Değerli arkadaşlarım, dava dosyalarının dağ gibi büyümesinin bir sebebi de, kanaatimce, bizatihi kanunlarımızdır. Bildiğiniz gibi, birçok kanunumuz, kaynak bakımından yabancı, içerik bakımından yanlış yahut çelişkili, süre bakımından ise sakattır. Gerçekten, birçok kanunumuz, bugün, millî ruhtan uzaktır. Bir malı dışarıdan ithal edip, üzerine “Türk malı” yazmakla, o mal, Türk malı olabilir mi; elbette hayır. Peki, bir kanunu tercüme edip, üzerine, mesela “Türk Ceza Kanunu” yazmakla, o kanun, gerçekten millî olabilir mi? (RP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, bugün, birçok insanımız, kanundan -belki, devlete duyduğu saygıdan dolayı- çekiniyor, korkuyor; ama, ona saygı duymuyor; bu münasebetle, fırsat bulduğu ölçüde, kanunu ihlal etmekten çekinmiyor. Şu halde, kanunları, millî bünyemize, millî ruhumuza uydurmak, adapte etmek mecburiyetindeyiz.
Kanunlarımız, içerik yönünden yanlış yahut çelişkilidir dedim. Nereden başlasak; mesela, Anayasadan. Anayasamızın 2 nci maddesine göre, Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir. Hukuk devletinin temel özelliği, bütün vatandaşlarına hukukî güvence sağlamış bulunmasıdır, böyle tarif edilir; ama, gel gör ki, bugün, Cumhurbaşkanının yaptığı işlemlere karşı yargı yolu kapalıdır; hâkim tayin eden Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu kararlarına karşı yargı yolu kapalıdır; Yüksek Askerî Şûra kararlarına karşı yargı yolu kapalıdır.
Değerli arkadaşlarım “temiz toplum, temiz siyaset” diyen kardeşlerim, gelin, ilk önce, hukuku temizleyelim, hukuk devletini kuralım. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) – Onu da yaparız...
HALİL ÇALIK (Kocaeli) – Hukuku temizlemenin yolu, ordudan geçiyor!
MUSTAFA KAMALAK (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, ordudan 69 subayımız atılmıştır, atılabilir; suçluysa, daha fazlası da atılmalıdır; ama, ordudan ilişiği kesilen insanlarımızın, medenî ölçüler dahilinde, adalet huzurunda hak araması da, en tabiî hakları değil midir? Gelin, bunu düzeltelim.
Türkiye Cumhuriyeti, demokratik bir devlettir. Gelin, demokrasinin gerektirdiği gibi, unsurları yerli yerine koyalım. Atanmışları, seçilmişlerin üzerinde tutmayalım; gelin, Anayasayı değiştirelim. Badanayla uğraşmayalım, duvarı, temeli değiştirelim. (RP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, yasalarımızdaki çelişkilere bir iki örnek daha vermek istiyorum: Türk Ceza Kanununa göre, 15 yaşından küçük kızını imam nikâhıyla evlendiren bir babaya verilecek ceza 7 yıldır. Buna karşılık, aynı yaştaki kızını, para mukabili, erkeklere peşkeş çeken babaya verilecek ceza 3 yıldır. Kırmak dökmek amacıyla gözlük kıran kimseye verilecek ceza 5 yıl, göz çıkarana verilecek ceza 3 yıldır değerli arkadaşlarım. Gelin, bunları düzeltelim!..
Değerli arkadaşlarım, ordudan atılan subaylarla ilgili düşüncelerimiz yanlış anlaşılmasın. Ordu, bu milletin gözbebeğidir. Öyle ki, bu millet, asker ocağına “peygamber ocağı” demiş, askerine de peygamberinin adını vermiş “Mehmetçik” demiştir. Bildiğiniz gibi, Mehmetçik “Küçük Muhammed” demektir. Diğer hiçbir millet, ordusuna, bu sıfatı vermemiş, hiçbir millet, askerine “İsacık” yahut “Musacık” dememiştir; ama, biz “Mehmetçik” demişiz.
Değerli arkadaşlarım, adlî sistemimizin diğer bir problemi de, cezaevlerinin durumudur. Bir ıslah yeri olması gereken cezaevlerimiz, maalesef ve maalesef teröristler için bir eğitim kampı haline dönüşmüştür. Bunun mutlaka, ama mutlaka önlenmesi lazım; cezaevleri, aslî hüviyetine uygun olarak kullanılmalıdır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Kamalak, 2 dakika yeter mi efendim?
MUSTAFA KAMALAK ( Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım, özetleyeceğim.
BAŞKAN – Buyurun, lütfen...
MUSTAFA KAMALAK (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, adaletten, bu arada Yargıtayımızdan beklediğimiz hizmetleri görebilmemiz için, adlî sistemimizde, mutlak surette birtakım değişiklikler yapmamız lazım. Bırakalım kuru gürültüyü, birbirimizle didişmeyi!.. Bakın, dış âlemden, özellikle Avrupa’dan kopmuş durumdayız, daha doğrusu yarışı bırakmış durumdayız; birbirimizle uğraşıyoruz. Gelin, sistemi yeniden kuralım, olduğu gibi kuralım.
Ne yapmak lazım: İlk etapta istinaf mahkemelerinin kurulması lazım; adlî yargının da, tıpkı idarî yargıda olduğu gibi, üç aşamalı bir hale getirilmesi icap ediyor; böylece, Yargıtayımız gerçekten bir içtihat makamı haline gelecektir.
İkinci olarak: Yüksek mahkemelerin başkanlarıyla Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun bütün üyeleri, kanaatimce bu Meclis tarafından atanmalıdır, seçilmelidir. Meclisin itibarını artırmak istiyorsak, onun fonksiyonlarını artıralım, onun gerçekten görev icra etmesine imkân sağlayalım.
Üçüncü olarak: Yüce Divan görevi mutlaka Yargıtaya verilmelidir.
Dördüncü ve asıl itibariyle de birinci önerimiz: Hukuk sistemimiz baştan sona gözden geçirilmeli, bütünüyle yeniden düzenlenmeli, kanunlarımız dil ve içerik bakımından millî bünyemize adapte edilmelidir.
Bütçemizin hayırlı olmasını dileyerek, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (RP ve DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Kamalak, teşekkür ediyorum.
Refah Partisi Grubunun görüşlerini ifade etmek üzere, üçüncü konuşmacı olarak Sayın Sılay.
Buyurun.
RP GRUBU ADINA MEHMET SILAY (Hatay) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Refah Partisi Grubu adına, Çevre Bakanlığı bütçesi üzerindeki görüşlerimizi belirtmek üzere huzurlarınızdayım; bilvesile Türkiye Büyük Millet Meclisinin değerli mensuplarından, geçen hafta rahmeti rahmana uğurladığımız, Çevre Komisyonu üyemiz, Kırşehir Milletvekili merhum Prof. Mehmet Ali Altın’a Allah’tan rahmet, sizlerden ve aziz milletimizden fatihalar dileyerek sözlerime başlıyorum.
Değerli milletvekilleri, temel kitabımıza göre, yeryüzü bizim mülkümüz değildir. Tabiat üzerinde, bizim sadece kullanım hakkımız var, kullanım ruhsatımız var. Evet, mülk Allah’ındır ve bizlere, sadece emanet olarak sunulmuş. Bir emanete nasıl saygı ve duyarlılık gösterilirse, çevremize aynı ihtimamı göstermek zorundayız.
Şefkatli bir anne olan tabiat, insanı yeni metafizik doğumlara hazırlayan ana rahmidir. Onun için, tabiatla insan arasında sevgi ve şefkate dayalı bir diyalog esastır. Tabiatın sayısız imkânlarından faydalanmak için, onunla mutlaka barışık olmak zorundayız; yoksa, o, nimetlerini bizden esirger; sıcaklığıyla değil, öfkesiyle karşımıza dikilir.
Yine, temel kültürümüzün müjdecisi, arkadaşlarına Uhut Dağını göstererek “şu dağı görüyor musunuz, biz onu severiz, o da bizi sever” diyerek, doğa ile insanın sevgiye dayanan ilişkisine işaret etmiş, “elinizde bir fidan varsa ve az sonra kıyametin kopacağını -yani, evrensel kozmotik dengenin bozulacağını- bilseniz dahi, o fidanı bir yere dikiniz” buyurmuştur.
Yine, yeşilliğe ve engin denize bakmanın, tıpkı ana babanın yüzüne bakmak gibi ibadet olduğunu buyuran Peygamberimiz, bununla, tahrip edilmemiş, kirletilmemiş bir tabiata bakmanın, insanın yaratıcısıyla kuracağı mutlu bir diyalog anlamına geldiğini ifade buyurmuştur.
Değerli milletvekilleri, diğer taraftan, sosyokültürel açıdan çevre bir toplumsal sorumluluktur. Bugün dünya gündeminde tartışılan çevre, insan hakları konusunun önüne geçmiştir. Hangi noktadan bakarsanız bakın, çevre, partilerüstü bir konudur. Doğal hayatın korunması ve temiz bir çevrede yaşamak tüm insanlığın ortak hakkıdır.
Dünyamızdaki çevre kirliliği ulusal sınırları aşmıştır. Yalnız çevresel flora ve faunanın ortadan kalkması, çölleşmenin başlayıp, dünyanın yaşanmaz hale gelmesi değil, insan neslinin yarınları da buna bağlı olarak tehdit altındadır.
Türkiye, Stockholm ve Rio Sözleşmesi dahil, pek çok uluslararası anlaşmalarda taraf olmuştur. En son 1996 yılı aralık ayının ilk haftası içinde, yani bu ayın ilk haftasında, Başbakanımız Sayın Profesör Doktor Necmettin Erbakan’ın açılışını yaptığı ve Sayın Çevre Bakanımızın organize ettiği, Üçüncü Çevre Şûrası,Türkiye’nin her tarafından 1 600 kişinin katılımıyla, Antalya’da tamamlandı. Yani, arkadaşlarım, Türkiye, Çevre Bakanlığı nezdinde, ulusal ve uluslararası konferanslarla, yaşanabilir bir vatan için elinden geleni yapıyor.
Şüphesiz, ağır sanayi devrimini aşmış ülkeler ile henüz bizler gibi geçiş dönemindeki ülkelerin çevre sorunları farklıdır. İstanbul gibi bir metropol kentin çevre sorunu ile Anadolu’nun bir köşesindeki, sözgelimi Altınözü, Reyhanlı, Kırıkhan gibi bir ilçenin çevre problemi farklıdır. Hatta, aynı kentte, farklı sektörlerin sebep olduğu çevre kirlenmesi farklıdır. Ancak, sebep olacağı cilt kanseri nedeniyle, ozon tabakasının incelmesi ve delinmesi ve Çernobil nükleer felaketleri, sebebi kim ve ne olursa olsun, tüm insanlık için, ortak tehlikedir. Kirlenen içmesularının sebep olduğu salgın hastalıklar ve çeşitli organ kanserleri ve solunum yolu enfeksiyonları bütün bir toplumu ilgilendirir.
Değerli milletvekilleri, bilindiği gibi, dünyada ilk çöp patlaması, maalesef, Türkiye’de olmuş ve onlarca insanımız, vatandaşımız hayatını kaybetmiştir. İhmal ve eğitimsizlik sonucu, kendi çöpünde -tabiri caizse- kendi pisliği içinde boğulan ilk millet olma utancı tekrar yaşanmamalıdır. Büyük kentlerin çöplükleri, patlamaya hazır bombalar gibi, potansiyel birer tehlike olmaya halen devam etmektedir.
Değerli milletvekilleri, Türkiye’ye özgü çevre katliamını belki şöyle özetlemek mümkündür :
Süperfosfat, kâğıt, çimento ve demir–çelik fabrikalarının bulunduğu yörelerimizde, asit yağmurlarıyla, bitki örtüsü ortadan kalkmaktadır.
Sulak alanların kurutulup tarıma açılması, aynı amaçla çam ormanlarının kesilmesiyle erozyon ve çölleşme başlamaktadır.
Birinci sınıf tarım arazilerini, daha yüksek rant nedeniyle, toplukonutlara açarak, tabiat tahrip edilmektedir.
Göl ve akarsularımız kirletilerek, tatlı su kaynaklarının ve kıyılarımızın doğal ve ekolojik dengeleri bozulmaktadır.
Keza, milleti zehirleyen tütün ziraati uğruna, özellikle güney illerimizde yarım asırlık zeytin ağaçları bilinçsizce kesilip yakılmaktadır. Oysa, orman köylülerini sıkıştırmak bir yana, onları, ucuz kredilerle destekleyip, ormanlarımızı korumaya teşvik etmeliyiz.
Değerli milletvekilleri, hatta içdenizlerimiz ölmeye başlamıştır. İstanbul’un kanalizasyonu kırk yıldır Ataköy Plajının içerisinden geçip, derin drenajla, Marmara Denizine boşaltılıyor; tedbirler henüz alınmaya başlandı. Afyon’un atıkları Eber Gölüne, Antakya’nın kanalizasyonu Asi Nehrine boşaltılıyor ve Doğu Akdenizin en temiz köşelerinden İskenderun’un kanalizasyonu Körfeze boşaltılıyor; keza, Adana’nın kanalizasyonu da Seyhan Nehrine akıtılıyor.
Değerli milletvekilleri, memleketimizde, zengin bir bitki örtüsü ve uygun iklim şartları var; envaî çeşit canlı türler yaşamakta, barınmakta ve üremekte iken, her yıl onlarca dönüm orman alanı yangınlarla kül olup gitmektedir.
Yanlış otlatma ve kaçak kesimlerle açılan yamaçlardan, yılda -Avrupa'dakinin 3 misli- 1,5 milyon hektar toprak erozyonla denizlere boşalmaktadır; yani, Kıbrıs Adası büyüklüğündeki toprağı, biz, her yıl kaybetmekteyiz. Bu nedenle, mutlaka, ülke çapında bir ağaç dikme seferberliği ordumuzun ve üniversitelerimizin önderliğinde başlatılmalı, şehirlerimizin giriş ve çıkışları ile ilçelerarası karayolları iki taraflı ağaçlandırılmalıdır.
Saygıdeğer milletvekilleri, ayrıca, Anadolu'da pek çok kentimizde sıcak sularıyla kaplıcalar ve yeraltı suları vardır; ısınmada rahatlıkla devreye alınabilir. Canlı bir örnek takdim ediyorum: Mesela, Kırşehir'de, bugün, 2 bin konut, çevreyi kirleten kömürle değil, jeotermal enerjiyle ısıtılmaktadır. Bu sistem yaygınlaştırılabilir.
Nihayet, çevre konusunda bilinçlenmek, şüphesiz, eğitimle mümkündür. Diyoruz ki, çevre konusu topluca yaşanan bir hayat tarzına dönüşene kadar, ilkokuldan üniversiteye değin zorunlu ve uygulamalı ders olarak okutulmalıdır. İnsanlığın ortak değerlerini tehdit eden, yani, insan neslini tehdit eden çevre sorunlarına eğitimle başlamak millî mesuliyettir.
Sağlıklı nesiller, sağlıklı bir çevrenin eseri olacaktır; bu nedenle, doğal çevrenin korunması, doğal kaynakların akılcı biçimde kullanılması ve geliştirilmesiyle mümkündür.
Saygıdeğer milletvekilleri, çevre üzerine tekliflerimizi de son olarak şöyle sıralayabiliriz:
Çevre eğitimini yaygınlaştırarak, bu konuyu salt Çevre Bakanlığının sorunu olmaktan çıkarıp, bütün toplum katmanlarına yaygınlaştırmak zorunludur.
Çevre Bakanlığı, bir tabela bakanlığı, bir prestij bakanlığı değil, tam aksine, aklınıza gelen bütün bakanlıkların üzerinde bir orkestra şefi gibi yönlendiren, kontrol eden, organize eden bir statüye kavuşturulmalıdır; bu da, şühpesiz, Meclisin işidir. Meclis tarafından yeterli yetkiyle donatılmamış ve diğer bakanlıklar ve yerel yönetimlerle yetki dublikasyonuyla sınırlanmış bir Çevre Bakanlığını itham etmek insafla bağdaşmaz.
Hangi siyasî ekol, hangi siyasî parti hükümet olursa olsun, Çevre Bakanlığının ilkesel sürekliliği ve işlevi, programlandığı gibi aynen devam etmelidir.
Değerli milletvekilleri, Çevre Bakanlığı bütçesine bakıyoruz, 1997 yılı için 7,2 trilyon lira, fon dahil 7,2 trilyon lira... Buna, tüm personel giderleri dahil; Türkiye'nin havası, nehirleri, gölleri ve kirlenen sahillerinin temizlenmesi dahil; Tuz Gölünün, Eber Gölünün temizlenmesi ve Amik Gölünün yeniden ihya edilmesi dahil.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Ne kadar süre istiyorsunuz?
MEHMET SILAY (Devamla) – 1 dakika yeter efendim.
NİHAT MATKAP (Hatay) – Kendisi hemşerimdir, güzel de konuşur; 2 dakika süre verin efendim.
BAŞKAN – Efendim, biliyorsunuz, hâkim taleple bağlıdır.
Buyurun.
MEHMET SILAY (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Bu kadar yoğunluk yüklediğimiz Çevre Bakanlığının bütçesinin, bugün, bir genel müdürlük bütçesi, opera ve bale bütçesi, bir müsteşarlık bütçesi düzeyinde olması, gerçekten üzüntü vericidir.
Değerli milletvekilleri, bu nedenle, vakıfların, gönüllü kuruluşların, yerel yönetimlerin elbirliğiyle Çevre Bakanlığına destek vermesi, millî bir görevdir, insanî bir görevdir.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Sılay, teşekkür ediyorum.
Refah Partisi Grubu adına, dördüncü sözcü Sayın Yalçınbayır; buyurun efendim. (RP sıralarından alkışlar)
RP GRUBU ADINA ERTUĞRUL YALÇINBAYIR (Bursa) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Çevre Bakanlığı 1997 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı üzerinde Refah Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek üzere söz almış bulunuyorum. Sizleri ve ekranları başında bizi dinleyenleri, selam, sevgi, saygı, barış, esenlik ve mutluluk dileklerimle selamlıyorum.
Çevre hakkı, insanlığın ve siyasetin en önemli enstrümanı oldu, en önemli malzemesi oldu; çünkü, çevre sorunlarının sınır tanımazlığı ve korkutucu boyutu, insanları birlikte hareket etmeye, uzlaşmaya ve dayanışmaya itti. Bu, uluslararası platformda olduğu gibi, ülke bazında da böyle, yerel yönetimler bazında da böyle. Şüphesiz ki, bu anlamıyla çevre, toplumsal barışımızın da en önemli unsuru.
Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir; bu, Anayasanın 56 ncı maddesiyle düzenlenmiş ve bu hakkı 65 inci maddeyle "Devlet, sosyal ve ekonomik alanlarda Anayasa ile belirlenen görevlerini, ekonomik istikrarın korunmasını gözeterek, malî kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getirir" şeklinde sınırlamıştır. Bu sınırlanma, Anayasanın 166 ncı maddesi uyarınca yapılan kalkınma planlarında da görülmüştür. Başlangıçta, beş yıllık kalkınma planlarında, önce çevre kirliliğini gidermek, sonra önlemek iken, giderek, sürdürülebilir bir kalkınma anlayışına gelmiştir. Ümit ediyoruz ki, bundan sonra, bu anlayış, devletin hiçbir malî kaydına bağlı olmaksızın, insanların çevre hakkına sahip olması, bu ödev ve sorumluluk içerisinde olmasıdır ve yine ümit ediyoruz ki, dünyada da, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde de, çevre şartının, bir insanlık şartı olmasıdır. Bu, giderek kabul görmektedir. Artık, giderek yoksullaşan ülkeler, yoksulluğun giderilmesini isteme hakkına ve sürdürülebilir bir kalkınmayı isteme hakkına sahiptirler. Bunlar güvence altına alınmış; ancak, yaptırımları, henüz ortaya konulamamıştır. Bunlar, şüphesiz ki, bu anlamda, bir temenni mahiyetindedir; ümit ediyoruz ki, bunların da yaptırımları olacaktır.
Çevre Bakanlığının bütçesini görüşürken, demin, arkadaşımız "7,2 trilyon" dedi. Biz, halkımıza diyoruz ki: Türkiye'nin çevreyle ilgili ayırdığı kaynak 7,2 trilyon değil. Bütün bakanlıkların bütçelerini incelersek, orada, çevreyle ilgili birçok konunun görüşüldüğünü görürüz; oralardan da trilyonlar aktarıldı. Yine, belediyelerin bütçeleriyle trilyonlar aktarılıyor.
Halkımız şunu da biliyor: Türkiye, çevre konusunda son derece duyarlı. 1972 Stockholm Bildirgesinden sonra, bizim ilk kalkınma planımızda, çevre konuları yer aldı. Bu, Türkiye'nin gecikmemesini ve bu konuda süratli önlemler almasını doğurdu. Halkımız, gerek yerel yönetimleriyle gerek sivil toplum örgütleriyle, öğrencileriyle, kadınlarıyla, çocuklarıyla, katılarak, çevreyi koruyacak, geliştirecek ve gelecek nesillere devredecektir. Bu katılımın sağlanmasının en önemli vasıtalarından birisi de, Çevre Etki Değerlendirme Yönetmeliğidir. Bakanlık, bunun demokratik niteliğini dikkate almalı, tüm kurum ve kuruluşların, kişilerin, özellikle, en büyük kirletici olan kamu kurumlarının, bu konuda daha duyarlı olmalarını ve halkın katılımına fırsat vermelerini sağlamalıdır. Çevre Etki Değerlendirme Yönetmeliğinin amacı, çevreye en az zarar verecek alternatifler üzerinde çalışarak, bunları tespit etmektir. Son zamanlardaki çevre kirliliğinde, özellikle santrallar bakımından yer seçimindeki ciddî çalışmaların yapılmaması, hizmet kusurunun olması, çeşitli tartışmalara yol açmıştır. Halkın katılımını sağlamak, ikna, katılım ve katlanım, en önemli hadisedir. Bu noktada çevre hakkı, bizim demokrasimizin gelişmesi, derinlik kazanması bakımından da son derece önemli bir vasıtadır.
Türkiye'nin kirlilik atlasına baktığımızda, hava kirliliğiyle ilgili, şehirleşmenin ve endüstrinin getirdiği olumsuzluklar ortadadır. Türkiye, hava kirliliğinin önlenmesi için kömür kalitesinin yükseltilmesi, doğalgaza geçilmesi, motorlu taşıtların hava kirliliğine olan katkılarının azaltılması yolunda süratle çalışmalar yapmalı; konutlarda ısı yalıtımları teşvik edilmeli; belki, onlarla ilgili teşvik kredileri hazırlanmalı; sanayide yer seçimine özen gösterilmeli; ÇED formatları ilme uygun olarak tespit edilmeli ve bunların demokratik niteliği de gözardı edilmemelidir.
O yörenin geleceğini tayin etme hakkı, merkezin değil, o yerde oturanlarındır. O yerde oturanlar, onunla birlikte mutlu olacaklardır. Onların, bu tayin hakları, bu demokratik hakları, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve belediyelere, buradan, büyük kaynaklar aktarılması suretiyle olmalıdır. Yerel yönetimler, bu işin sahibidir; kimlerle beraber; hemşerileriyle, o yörede oturan sanayicileriyle, işadamlarıyla sendikalarıyla, çocuklarıyla, gençleriyle, o yöredeki okullarıyla birlikte. Devlet, aslî görevine döndüğü zaman, Çevre Bakanlığı bir koordinatördür. Devletin yapacağı, adaletle, millî savunmadır. Onun dışındaki bütün unsurlar, belediyelerin, yerel yönetimlerin olmalıdır. Bu konudaki çalışmalara bütün partilerin destek vereceğini ümit ediyoruz.
Su kirliliği konusunda da ülkemizde ciddî çalışmalar var; ama, büyük kirlilikler de var. Son günlerde, Haliç'in kurtarılması konusunda -isim de zikretmekte büyük yarar ümit ediyorum, umuyorum- İSKİ Genel Müdürü Veysel Eroğlu'nu kutluyorum ve ona, bu konuda talimat veren İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ı da kutluyorum; ayrıca, çevre konusunda duyarlı olan diğer bütün belediye başkanlarımızı da kutluyorum. (RP sıralarından alkışlar)
AHMET ALKAN (Konya) – Onları da sayalım.
ERTUĞRUL YALÇINBAYIR (Devamla) – Türkiye'deki yerel yönetimlerde "Yerel Gündem 21"i Türkiye'ye sokan, Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı ANAP'lı Sayın Erdem Saker'i de kutluyorum; onun, Sayın Erbakan'ın Ovaakça'da yaptığı açılışta, belirttiği karşı görüşünü de bir demokratik tavır olarak görüyoruz, bunları da kınamıyoruz.
Biz, muhalefetimizle iktidarımızla, birlikte yaşıyoruz. Çevre hakkı hepimizin; bizi saran, kuşatan o tehditten birlikte kurtulacağımız bir hak. O konuda, hak arama mücadelesinde, yargı kararları son derece önemli, yargının güvencesinde bizim çevre hakkımız; bu, sadece ulusal yargının değil, uluslararası yargının da güvencesinde.
Bu bağlamda, yargı kararlarının bağlayıcılığı hususunu, biz, bir idarede devamlılık gereği bütün idareye, bütün bakanlıklara da hatırlatıyoruz ve hukuk devletinin onunla gerçekleşeceğini biliyoruz. Hukuk devleti, sadece sözle değil, o konudaki uygulamalarla da olacaktır; herkesin haklarına, hukukuna -farklı görüşte de olsa, farklı çeşitlilikte de olsa- riayetle olacaktır.
Ülkemizde çeşitlilik çok, biyolojik çeşitlilik çok; onlar bizim değerlerimiz. Bu değerler, aynı zamanda uluslararası anlaşmalarla da güvence altında. Bu konuda taahhütlere girdik; bunların da, şüphesiz ki bakanlık da takipçisi, biz de takipçisiyiz.
Ormanların korunması ve yine orman prensipleriyle ilgili bildiriye attığımız imzalar ülkemiz bakımından da son derece önemli. Orman köylüsünün korunması, ormanın korunması için, orayı kullananların korunması ve desteklenmesi de, şüphesiz bir devlet politikası olarak ele alınmalıdır.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin çalışmaları arasında yer alan meralarla ilgili kanun tasarısı komisyondan geçti; çok önemli bir konu. Yaptığım incelemelerde gördüğüm kadarıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisi, çevre konusunda o kadar duyarlı ki, birçok milletvekili arkadaşımız, bulundukları yörelerle ilgili çevre sorunları hakkında ilgili bakanlara sorular sormuşlar, Meclis araştırması önergeleri vermişler, genel görüşme açılmış. Biz, çevre hakkındaki politikalarımızı şuradaki beş on dakikalık konuşmalarla değil, her bir konu hakkında...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Yalçınbayır, ne kadar süre arzu edersiniz efendim?
2 dakika yeter mi efendim?
ERTUĞRUL YALÇINBAYIR (Devamla) – Yeter efendim.
BAŞKAN – Buyurun.
ERTUĞRUL YALÇINBAYIR (Devamla) – Şüphesiz ki, elektrik santrallarıyla ilgili yoğun tartışmalar var. Bu konudaki politikaların oluşturulması bakımından da bu Mecliste genel görüşme yapılmasında, çeşitli denetim yollarının kullanılmasında fayda mütalaa etmekteyiz. Ülke sorunlarının hal mercii -şüphesiz ki, en önemli merci- burasıdır.
Katı atıklarla ilgili imha ve değerlendirme yöntemlerinde en önemli konu mevzuatın tatbik edilmesi, kuralların tatbik edilmesi. Hukuka aykırı olanlar varsa, bunları elbirliğiyle ortadan kaldıralım; ama, hak ve yetkilerimizi kullanırken, ödev ve sorumluluklarımızı unutarak hareket edemeyiz. Bu dengeyi sağlamak zorundayız; bütçenin dengesini sağlamak zorundayız. Eğer, bu dengeleri sağlamazsak açık veririz; çevre hakkında da açık veririz, başka hak ve ödevlerde de açık veririz.
Ümit ediyorum ki, bu Hükümet ve ilgili bakanlık, bu dengeyi elbirliğiyle sağlayacaktır; çünkü birlikte yaşıyoruz.
Çevre Bakanlığı bütçesinin hayırlı olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Yalçınbayır, teşekkür ediyorum.
Sayın milletvekilleri, grup sözcüleri sözlerini tamamladılar.
Şimdi, kişisel görüşlerini ifade etmek üzere ve lehinde konuşmak kaydıyla Sayın Orhan Kavuncu'yu davet ediyorum; buyurun Sayın Orhan Kavuncu.
ORHAN KAVUNCU (Adana) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Büyük Birlik Partisi ve şahsım adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Çevre meselesinin, Türkiye'de doğru algılanmadığı kanaatindeyim. Çevre deyince, sadece, insanın çevresi anlaşılıyor; oysa, çevreyi çok daha geniş anlamda, ekolojik çevre olarak algılamak gerekiyor. Doğrudur; insan, bütün herşeyin başıdır; onun, mutlu ve müreffeh olması, yine, insanın gerçekleştirdiği bütün kurumların vazifesidir. Ancak, insanı esas alan bir çevre anlayışı, çevreyi, sadece, insanın çevresi olarak görmemelidir; çevre bütün bir tabiattır. Bütün canlıların, bitkilerin, hayvanların, hatta, toprak faunasında önemli fonksiyonlar yapan toprak mikroorganizmalarının içerisinde yaşadığı çevreyi, bir bütün olarak algılamalıyız; bu bütüne ekolojik çevre diyorum. Bütün nimetler ahenk içinde olduğu zaman, insanın faydasına olacaktır.
Çevre Bakanlığının, kurulduğu günden bugüne kadar devam edegelen bu eksik algılaması, uygulamaya yönelik iki temel yanlış anlayışı da beraberinde getirmiştir: Bunlardan birincisi; personel istihdam politikalarındadır. Çevreyi, insanın çevresi olarak gören anlayış, çevre kirliliğini de, sadece, insanın yaşadığı muhitlerdeki kirlilik -hava ve su kirliliği- olarak görmüş; bunun neticesinde de, Çevre Bakanlığının yaptığı iş, hemen, sadece, bu kirliliği ölçme, bu kirliliğe karşı mücadele ve araştırma faaliyetlerine inhisar etmiştir. Bunu Çevre Bakanlığı bütçesinin kalemlerinden dahi anlamanız mümkündür. Tabiatıyla böyle bir anlayışın personel politikası da ona göre olur. Bakanlık, kimyasal kirliliği ve havadaki sülfür kirliliğini ölçme işini esas alarak daha ziyade bu konularda kimya mühendislerini istihdam etmiştir. Oysa, ekolojik çevre anlayışı, biyolojik görüşe sahip olan insanları çalışmaların merkezi haline getirmeyi gerektirmektedir.
O bakımdan, kimya, fizik ve merkezde biyolojik perspektife sahip uzmanların işbirliğine dayanan grup çalışmalarına Çevre Bakanlığımızın ihtiyacı vardır. Bunun için bakanlık teşkilatlarında daha fazla biyolog, daha fazla ziraat mühendisi, daha fazla orman mühendisi ve daha fazla veteriner istihdam edilmesi gereklidir.
Ekolojik çevre kavramını idrak edememekten kaynaklanan ikinci temel yanlışlık, vahametin uluslararası boyutunu ihmal etmekte olduğumuzdur. Çevre kirliliği ve ekolojik dengesizlik, biyolojik beslenme zincirini bozmakta ve bir ülkede meydana gelen tahribat veya kaynak azalması tahmin edilemeyecek uzaklıklardaki başka ülkelerde etkili olabilmektedir.
Mesela, Çernobil'de meydana gelen nükleer kaza, Türkiye'de hem de siyasî bir radyasyonlu çay krizine yol açmıştı. Türkiye'nin enerji ihtiyacını BDT'nin Sibirya veya Türkistan kaynaklı doğalgazdan karşılamak, ülkemizdeki is ve duman kirliliğine karşı herhalde etkili bir mücadele yoludur.
Özet olarak; çevre kirliliği, siyasî hudut tanımamaktadır; yani, Çevre Bakanlığının, Türkiye'nin ekolojisini kurtaracak etkili politikalar geliştirmesi yetmemektedir. Türkiye, uluslararası çerve çalışmalarına hem de en etkili biçimde katılmak zorundadır. Bu, insanî bir görev olduğu kadar, Türkiye'nin uluslararası politikada etkinliği bakımından da çok önemlidir.
Geçen yıl, Çevre Bakanlığı bütçesi üzerindeki görüşlerimi yine, bu kürsüden dile getirirken, Kafkasya ve Orta Asya bölgesel çevre merkezinin, behemehal hayata geçirilmesi gerektiğinden bahsetmiştim. Bir yıl içerisinde, bu konuda hiçbir gelişme kaydedilememiş olması esef vericidir.
Bu arada "Orta Asya" tabirinin son derece yanlış kullanılan bir tabir olduğunu ifade etmek istiyorum. İngiliz ve Rus bilim adamları, bu yüzyılın başlarından itibaren, siyasî sebeplerle, bu tabiri, "Türkistan" tabiri yerine ikame etmeye çalışmışlar ve maalesef, büyük ölçüde muvaffak olmuşlardır.
Kimi literatürde, "Orta Asya" tabiri ile Pakistan, Afganistan, Bengaldeş, Tibet ve Hindistan'ın kuzey eyaletlerini ve Türkistan'ı içerisine alan bir coğrafya kastedilmektedir. Böyle bir Orta Asya, tabiatıyla, sadece Türklerin yurdu değildir.
Türkistan tabirini kullanmamak, Türkistan'ı bir Türk yurdu olarak görmek istemeyenlerin, Türklükle bağlarını unutturmak isteyenlerin kasıtlı davranışlarıdır. Türkiye aydınının asgarî vazifesi, bu kasıtlı davranışın etkisiyle ortaya çıkan "Orta Asya" deme alışkanlığını terk etmek ve "Türkistan" tabirini kullanmaktır. Biz, "Türkistan" demekte ısrar edeceğiz. Türkistan, Asya'nın ortasında, BDT içerisindeki Tacikistan, Kırgızistan, Özbekistan, Kazakistan ve Türkmenistan Cumhuriyetleriyle, Çin'in Doğu Türkistan olarak bilinen Sincan Özerk Bölgesini ve Afganistan'ın kuzeyini kapsayan 6 milyon kilometre kare büyüklüğündeki coğrafyanın nomonik ismidir.
İşte, bu Türkistan'daki ekolojik bozulma, tam bir insanlık faciasıdır. Meseleyi, sadece, Türkistan aydınlarının milliyetçiliklerinin tezahür vesilesi zannetmek yanlıştır.
Sıkıntılar, insana, suya, toprağa ve diğer canlılara verilen zararlar, Birleşmiş Milletler ve başka uluslararası kuruluşların gündemindedir.
Bu ekolojik bozulmalar yanında, özel mülkiyeti kaldırmış olan komünist hukuk sisteminin yok ettiği bazı değerleri de, burada, bir mesele olarak ifade etmek gerekiyor. İnsanlar toprakta maraba olarak, devletin marabası olarak çalışır duruma düşmüşler; kendi işledikleri topraklarda pamuk monokültürü yüzünden kelimenin tam anlamıyla pamuk kölesi haline gelmişlerdir. İşte Türkiye bu soydaş Türkistan cumhuriyetlerinin bu dehşet meselelerine eğilmek zorundadır. Mesele sadece Çevre Bakanlığının meselesi değildir, Dışişleri de olaya duyarsız kalmamalıdır.
Geçen yıl 10-14 Ekim 1995 tarihlerinde AGİT'in Taşkent bürosunun açılması dolayısıyla düzenlediği ve Türkistan'ın bütün bu meselelerinin tartışıldığı "Çevreyi Islah" uluslararası toplantısına Taşkent Büyükeliçiliğimizden ve TİKA Taşkent bürosundan kimse katılmamış, Çevre Bakanlığının toplantıda okunsun diye gönderdiği tebliğ elçiliğimizce nasıl bir imkânsa, bulunamadığı için okutulamamıştı.
Bunların sebebi, yurtdışındaki temsilciliklere ehil insanları göndermiyor olmamızdır. Taşkent'teki Tarım Müşavirimiz konunun önemini azıcık müdrik olsaydı, elçiyi de ikna eder ve o toplartıya Çevre Bakanlığının tebliğini sunmak üzere katılırdı. Bu cümleden olmak üzere Türkiye, Türkistan cumhuriyetlerindeki elçiliklerimize, bölgenin ekolojik meselelerine vakıf çevre müşavirleri göndermelidir ya da tarım müşavirleri bölgenin ekolojik meselelerine vakıf kılınmalıdır. Tabiî, her şeyden önce, bu bölgelerdeki her kademeden elçilik görevlilerimizin ve bütün TİKA çalışanlarının Türk dünyası gerçeğini heyecanla benimsemiş, önümüzdeki yüzyılda ancak bu kardeşlerimizle bir güç haline gelebileceğimizin şuurunda insanlar olması gerekliliği, bir dışpolitika ilkesi olarak benimsenmelidir.
Tabiî, dışpolitikamızın önemli bir diğer ekseni de, yeryüzünde, ekolojik bozulmadan, çevre kirlenmesinden kimlerin etkilendiği meselesidir. Bunu, gelecek yüzyılın uluslararası ana meselelerinden biri kılabilmeliyiz. Gerçek o ki, dünyada nimetlerin ve külfetlerin topluluklar arasındaki dağılımında bir dengesizlik var. Nimetlerin büyük çoğunluğunu paylaşan milletler, külfetlerin çok az bir kısmını paylaşıyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN — Sayın Kavuncu, ne kadar süre istersiniz?
ORHAN KAVUNCU (Devamla) – 30 saniye.
BAŞKAN – Buyurun.
ORHAN KAVUNCU (Devamla) – Çevre kirlenmesinden, ekolojik bozulmalardan, radyoaktif zehirlenmelerden en fazla etkilenen topluluklar arasında bizim Türkistanlı kardeşlerimiz var; yani, biz varız. Bu dağılımın daha adil olması gerekiyor.
Değerli milletvekilleri, İslamın evrensel değerleri üzerine inşa edebileceğimiz cihanşümul politikalar, 21 inci Asırda bu adaleti sağlayabilecektir. Yeter ki mankurtlaşmayı, kimlik kaybolmasını, zihnî kirliliği önleyebilelim. Önümüzdeki günlerde, zihnî hazırlıklarını buna göre yapmış bir Türkiye görmek ümidiyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Kavuncu, teşekkür ediyorum.
Bu noktada, Hükümet söz istemiştir.
Bütçeyle ilgili görüşleri cevaplandırmak üzere, Adalet Bakanı Sayın Kazan.
Buyurun Sayın Bakan. (RP sıralarından alkışlar)
Efendim, 40 dakikanın ne kadarını kullanacaksınız.
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – 25.
BAŞKAN – Buyurun.
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Adalet Bakanlığı bütçesi üzerinde, bu kürsüde görüşlerini dile getiren Cumhuriyet Halk Partisi sözcüleri Sayın Ahmet Güryüz Ketenci ve Sayın Seyfi Oktay'a, Anavatan Partisi Grubu adına görüşlerini dile getiren Sayın Süleyman Çelebi'ye, Doğru Yol Partisi Grubu adına konuşan Sayın Cevher Cevheri'ye, Demokratik Sol Parti Grubu adına konuşan Sayın Metin Bostancıoğlu ve Sayın Tufan Yazıcıoğlu'na ve Refah Partisi Grubu adına konuşan Sayın Hayrettin Dilekcan ve Sayın Mustafa Kamalak arkadaşlarımıza teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, hepimizce malum olduğu üzere, Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir hukuk devletidir; herkes ve her kurum kurallara bağlıdır; devlet adına kullanılan yetkilerin gerçek kaynağı millî iradedir, yani, halkın iradesidir; devlet adına kullanılan yetkilerin yazılı kaynağı ise Anayasadır.
Devletimiz, kuvvetler ayrılığı prensibine dayalı bir devlettir; yasama organı, yürütme organı, yargı organı, bütün bunlar devlet adına fonksiyonlarını icra ederler; bunların ayrı olması, birbiriyle çatışması için değil, tam tersine, bir koordinasyon içerisinde çalışması ve devletin, devletten beklenen hizmetlerin vatandaşa sergilenebilmesi içindir.
Bu devlet yapısı içerisinde, Adalet Bakanlığı, yürütme organının bir uzvudur ve yargıya lojistik destek sağlayan kanun tasarı ve tekliflerinin Türk hukuk sistemine göre vazedilmesine gayret gösteren bir bakanlıktır.
Adalet Bakanlığı bütçesi, bu yıl, 60 trilyon 681 milyar olarak öngörülmüştür; bunun genel bütçe içerisindeki oranı, bir arkadaşımızın ifade ettiği gibi, yüzde 1 dahi değildir. Ancak, 1996 yılı bütçesiyle mukayese edildiği zaman, bu yılki bütçe, geçen yılki bütçeden yüzde 106 oranında daha fazladır. Yargıtay bütçesi ise, bu yıl 1 trilyon 236 milyar 700 milyondur; 1996 yılı bütçesi 606 milyar idi, Yargıtay bütçesinde de bu yılki artış yüzde 104 oranında olmuştur.
Tabiî, bütçe üzerinde konuşan Sayın Metin Bostancıoğlu arkadaşımız, 1991-1996 yılları bütçesiyle bu bütçe mukayese edildiği zaman, genel bütçe çerçevesi içerisinde, çok düşük olduğunu ifade ettiler; 1991'den 1996'a kadar olan seyirde genel bütçeye oranla yüzde 1,5'ten yüzde 1,1'e kadar bir rakam ifade ettiğini, bir oran ifade ettiğini söylediler; fakat, arkasından da "1996'da pul parası yoktu, keşif parası yoktu" dediler. O zaman, genel bütçe içinde tablosu buydu da, bu paraları ne yaptınız?
METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – O zaman da yeterli değildi.
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – Bu paraları ne yaptınız?
A. ZİYA AKTAŞ (İstanbul) – Biz, hiçbir şey yapmadık Sayın Bakan.
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – Şimdi, bizim bütçemiz 60 trilyondur ve inşallah bütün ödenekleri karşılamaya yetecektir, bunu da göreceksiniz, bütün arkadaşlar görecektir.
Şunu açıkça ifade etmek istiyorum ki, her yılın, her ayın son 10 günü içinde bütün cumhuriyet savcılıklarından ne kadar ödeneğe ihtiyacı oldukları sorulacaktır ve ayın ilk haftası da bütün cumhuriyet savcılıklarına ihtiyacı olan ödenek gönderilecektir. Cumhuriyet savcıları istediği zaman ödenek gönderme sistemi, artık, tarihe geçecektir. (RP sıralarından alkışlar)
Bir arkadaşımız "Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun niye şemada yeri yok, niye ayrı bütçesi yok" diye sordular. Tabiatıyla, şemada yeri yok, çünkü, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, Adalet Bakanlığına bağlı bir kuruluş değildir, bir Anayasal kuruluştur, bağımsızlığın gereği Anayasal kuruluştur. Ayrı bütçesinin olmamasının nedeni, Yüksek Kurulda görev yapan üyelerin, aynı zamanda görevli oldukları dairelerde de görev yapmış olmalarından dolayıdır. Dolayısıyla, bunların ayrı bir bütçesi yoktur ve şimdi Yüce Heyete arz ediyorum: Şu anda Türkiye genelinde, Adalet Bakanlığından ödenek isteyip de, ödeneği gönderilmemiş bir tek adliye teşkilatı yoktur; bunu, burada, bütün arkadaşlarıma ifade ediyorum.(RP sıralarından alkışlar)
Değerli milletvekilleri, Adalet teşkilatında, bilindiği gibi, 9 408 hâkim ve savcı kadrosu mevcuttur; bu 9 408 hâkim ve savcı kadrosundan 7 641'i doludur, 1 767 kadromuz boştur ve bu boş olan kadrolar için, 1 418 stajyerimiz, şu anda staj görmektedir. 14.12.1996 tarihinde; yani, bu Cumartesi günü de, 423 hâkim adayının mesleğe, stajyerliğe başlayabilmeleri için imtihan açılmıştır ve böylece, kadroların doldurulması için gereken gayret gösterilmiştir.
Görev yapan hâkim arkadaşlarımızın 5 609'u vakıf ve devlet lojmanlarında, 43'ü ise, kiralık lojmanlarda oturmaktadırlar.
Değerli milletvekilleri, mahkemelerdeki iş yükümüz, gerçekten fazladır; bugün, küçüklü büyüklü 9 milyon 500 bin dava dosyası derdesttir. Adli yargıda, idarî yargıda, icralarda, bu 9 milyon 500 bin dosyayı, yuvarlak hesap 10 milyon kabul edersek ve bu dosyalarla meşgul olan hâkimlerimizin sayısını, savcıları çıkardıktan sonra, 5 bin kabul edersek, aşağı yukarı her bir hâkimimize, yıllık 2 bin dosya düşmektedir. Şimdi, her bir hâkime bu dosya yükünü yükleyen biz miyiz; biraz sonra, ona temas edeceğim. Tabiatıyla en büyük sıkıntı asliye cezalardadır, asliye hukuklardadır, ticaret mahkemelerindedir, iş mahkemelerindedir. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun tanımış olduğu dava yükü sayısının aşağı yukarı yüzde 100, yüzde 150 fazlasıyla bu mahkemelerde hizmet verilmektedir.
İcra müdürleri kadromuzda 465 açık vardır; bu açığı kapatabilmek için de gereken gayret gösterilmektedir. Son yapılan bir imtihanla, icra müdür ve ikinci müdürlüğünü kazanan 380 kişi, en kısa zamanda kadrolara alınacaklardır. Bunların kuraları, inşallah bu ay sonunda çekilecektir.
Değerli milletvekilleri, arkadaşlarımız cezaevlerine temas ettiler. Hemen, cezaevleri hakkında kısa bir bilgi vermek istiyorum. Şu anda Türkiye'de 562 cezaevimiz vardır; bunların 44 tanesi E tipi dediğimiz büyük cezaevleridir, 5 tanesi özel tip, 24 tanesi 350 kişilik özel tip, geri kalanlar ise A tipi, K tipi dediğimiz küçük cezaevleridir. Bütün bu cezaevlerinin kapasitesi 74 bin kişiye göredir; ancak, şu anda cezaevlerinde bulunan hükümlü ve tutuklu sayısı 56 867'dir. Yani, Türkiye'de suçluluk oranı Fransa'dan daha düşüktür; Fransa'nın nüfusu 58 milyon, cezaevinde bulunan hükümlü sayısı da 58 bindir. Bizim nüfusumuz 65 milyon, bu terör olaylarına rağmen, cezaevinde bulunan hükümlü ve tutuklu sayımız 56 867'dir.
METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Suçlular dışarıda mı geziyor acaba? Suçlular dışarıda olunca...
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – Bunun da 9 300'ü terör suçlusudur. Bunların 5 280'i tutuklu, 4 078'i de hükümlüdür.
Cezaevlerimizin daha iyi hale getirilmesi konusunda, elbette çalışmalar sürdürülmektedir. Diyarbakır'da bir cezaevimiz önümüzdeki yıl açılacaktır, Midyat'taki cezaevi açılmıştır, Siirt'teki cezaevi açılmıştır, Erciş Yarı Açık Cezaevi açılmıştır, Ayaş Cezaevi gelecek sene açılacaktır.
Bazı cezaevlerimizi, cezaevi olarak kullanma yerine, bunları hayırlı maksatlara kullanma imkânı da ortaya çıkmıştır. Muş'ta bulunan açık cezaevimizin kullanım hakkını, bundan üç ay kadar önce, Millî Eğitim Bakanlığına -bölge okulu olarak kullanmak üzere- devrettik. Aydın Cezaevini Aydın Belediye Başkanlığına, Çayeli Cezaevi ile Kumru Cezaevini de boşaltarak Millî Eğitim Bakanlığının hizmetlerinde kullanılmak üzere devrettik.
Tabiî, göreve geldiğimiz zaman, cezaevlerindeki olaylar hepinizce malumdur. 9 Temmuz Genelgesiyle, bu olaylar, günbegün yatıştırılmak suretiyle 27 temmuzda sona ermiştir. Şu anda hiçbir cezaevimizde hiçbir protesto eylemi söz konusu değildir. (RP sıralarından alkışlar)
19-20 ekim tarihlerinde 100 cezaevi müdürü Ankaraya davet edilmiş ve bir seminerden geçmiştir. Cezaevinde bulunan personel için, hükümlü ve tutuklular için ve aynı zamanda tahliye olacak kişiler için 3 kılavuz kitap hazırlanmıştır.
Bunlardan birincisi, cezaevi personelinin nelere dikkate etmesi lazım geldiği konusundaki kılavuz kitapçıktır. Bugüne kadar çıkartılmamış, yapılmamış, edilmemiş...Biz yapıyoruz.
İkincisi, cezaevine giren insanların hemen eline verilmesi gereken, haklarının ne olduğunu, yasaklarının ne olduğunu bildiren bir kitapçık; bu da hazır, baskıya verilmek üzeredir.
Nihayet, tahliye olduğu zaman nelere dikkat etmesi lazım geldiğine dair bir üçüncü kitapçıktır. Bunların üçü de basılıp, dağıtılacaktır.
Cezaevi iaşe bedelleri hususuna değinmek istiyorum. Biz, göreve geldiğimiz zaman, cezaevi iaşe bedelini 55 bin lira olarak aldık. Bütçede artırma yapmak suretiyle, imkân sağlamak suretiyle 110 bin liraya çıkardık. İnşallah, 1.1.1997'den itibaren 165 bin lira olacak, yani yüzde 100 artmışken, başlangıca göre yüzde 200 artırılmış olacak. Bu da Adalet Bakanlığı için, Hükümet için gerçekten iftihar edilecek bir durumdur.
Sayın Ketenci cezaevlerinden bahsederken "Türkiye'de cezaevleri insanı hep yeme bitirme yeri oldu" dedi. E, siz 4 sene cezaevlerini idare eden bakanlığın başındaydınız; Cumhuriyet Halk Partisi olarak, insanları neden yedirdiniz , neden bitirdiniz?..(RP sıralarından alkışlar)
Şimdi, Allah'a şükür, biz, insanları yeyip, bitirmiyoruz. Bakın, cezaevlerimizde, Kütahya Cezaevinde, çini atölyesinde yapılan çini tabakları, götürüyoruz, Avrupa Konseyi üyelerine takdim ediyoruz; diyoruz ki "bakın, Türkiye'nin cezaevlerinde bunlar da var." Şimdi, sizden de rica ediyorum, lütfen, Zafer Çarşısına gidin; orada, bir resim sergisi var; bakın, insanlar, cezaevinde neler yapıyorlar, hangi meziyetlerini ortaya döküyorlar. Şimdi, soruyorum; daha önce, bu cezaevlerini yönettiğiniz; böyle bir sergi yapabildiniz mi, bu insanî meziyetlerin ortaya konulmasına imkân ve fırsat verdiniz mi? (RP sıralarından alkışlar) O zaman, lütfen, çalışmaları, herhalde insafla değerlendirmek lazım. Cezaevleri, artık, insan bitirme yeri değildir.
Siyasî-adlî ayırımı olmaz; bakın, bu, doğru. Ben, bundan sonra, siyasî ve adlî ayırımını kaldırıyorum...
AHMET GÜRYÜZ KETENCİ (İstanbul) – Bravo!..
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – Hiçbir yazışmada, hiçbir hükümlü ve tutuklu hakkında "siyasî" tabiri kullanılmayacaktır; bu kadar açık, bu kadar seçik. (RP sıralarından alkışlar) Tutuklu, tutukludur; hükümlü, hükümlüdür; değişik muamele de olmayacak.
Sonra, Avrupa'daki cezaevlerini de gözümüzde fazla büyütmeyelim. Evet, teknik donanım bakımından, bizden üstün yönleri var. Biz de, o noktaya gelmek için, gayret göstermek mecburiyetindeyiz; ama, cezaevlerinde uygulanan rejim konusunda, hiçbir zaman, bizdeki kadar insanî değillerdir. Bugün, Avrupa cezaevlerinde, herhangi bir hükümlü, çalışmak istemediği zaman, hücreye konulmaktadır; ya çalışacaksın ya hücreye gireceksin... Bunları da unutmayalım; oradaki cezaevlerinde, bunları da görelim.
YILMAZ ATEŞ (Ankara) – Diyarbakır nasıl oldu?!.
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – Değerli milletvekilleri, adliye binaları konusunda, bir milletvekili arkadaşımız "adalet binaları, gülünç durumdan kurtarılmalı" dedi. Bunu söyleyen arkadaşımız, ANAP Grubu adına konuşan Sayın Süleyman Çelebi. Eğer, adliye binalarında iyileştirme konusunda bir hamle yapıldıysa, bu, sizin döneminizde yapıldı. Şimdi, siz, kendi bakanınızı bühtan altına koyuyorsunuz. Ankara Adliye Sarayı, ANAP zamanında yapılmadı mı?
MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Evet...
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – Onun için, sayın sözcünün bu sözü yanlış...
MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – O manada değil!..
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – Bazı yerlerde, adliye binalarının yetersiz olduğunu kabul etmek mümkün; ama, adliye binaları, eskiye nazaran, gerçekten iyi durumdadır; daha da iyileştirilmelidir. Onun için de gereken yapılacaktır.
MAHMUT IŞIK (Sıvas) – Sayın Bakan, Diyarbakır'dan bahset.
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – Bu yıl, inşallah, İzmir, Bursa, Kocaeli, Diyarbakır, Muğla cezaevlerinin bitirilmesi için -programda bunlar, daha önce alınmış- elden gelen gayret gösterilecektir. Bursa'yı söyledim.
MAHMUT IŞIK (Sıvas) – Sayın Bakan, Diyarbakır Cezaevinden de bahsedin.
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – Evet, herhalde açılacak olan Diyarbakır cezaevini söyledim; belki, zühulen atladınız.
MAHMUT IŞIK (Sıvas) – İşte o ölümlerden, oradaki ölümlerden bahset.
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – Şimdi, kanun çalışmaları konusunda, kısaca, birkaç hususa temas etmek istiyorum. Gerçekten, Adalet Bakanlığı, kanun yapıp Parlamentoya sevk etme hususunda, şu beş ay içerisinde büyük bir performans göstermiştir. Bir defa, Türk Ceza Kanununun 536 ve 537 nci maddelerinde; yani, bildiri dağıtmanın hapis cezasıyla cezalandırıldığı, tecil edilmediği, paraya çevrilmediği hususundaki durumu düzeltmiştir. Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulü Hakkında Kanunda değişiklik yapmıştır. Bir arkadaşımız, Sayın Güryüz, konuşmasında şunu söyledi: Efendim, yeni mahkemeler açmışız, Devlet Güvenlik Mahkemeleri açmışız, 45 mahkeme daha açacakmışız.
AHMET GÜRYÜZ KETENCİ (İstanbul) – İsteminiz var, talebiniz var.
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – 45 mahkeme daha açacakmışız. Şimdi, Sayın Ketenci, bir defa, biliyorsunuz ki biz, mahkemelerin, sadece yerini değiştirdik; yeni mahkeme açmadık.
AHMET GÜRYÜZ KETENCİ (İstanbul) – Onu kastettim.
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – Bunları da, bazı yerde tıkanmış olan davaların bir an önce görülmesini temin için açtık; bu bir.
İkincisi, 45 tane...
AHMET GÜRYÜZ KETENCİ (İstanbul) – Efendim, ihtiyaç gösteriyorsunuz.
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – Bir dakika... 45 tane yeni mahkeme açılması diye bir durum söz konusu değil. Yalnız, siz, yanlış tefsir ediyorsunuz; neyi: Devlet Güvenlik Mahkemelerinde mevcut olan dosya sayısını, Devlet Güvenlik Mahkemesi için uygun görülen yıllık dosya yüküne böldüğümüz zaman, daha 45 mahkeme açılması lazım dedim.
AHMET GÜRYÜZ KETENCİ (İstanbul) – Altyapı oluşturuyorsunuz.
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – Müsaade eder misiniz.
AHMET GÜRYÜZ KETENCİ (İstanbul) – Altyapı bu.
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – Şimdi, altyapı değil.
AHMET GÜRYÜZ KETENCİ (İstanbul) – Ben de bunu söylüyorum; bu, altyapı.
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – Şimdi, Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kaldırılması konusunda Anayasa değişikliğini bu Parlamentoya getirdiğimiz zaman sizi göreceğiz. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
AHMET GÜRYÜZ KETENCİ (İstanbul) – Tamam, göreceksiniz.
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – Lütfen...
AHMET GÜRYÜZ KETENCİ (İstanbul) – Beraberiz.
Ortağınız da müsaade edecek!..
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – Onun için, bakın, göreceksiniz, gelecek yıl Allah'ın izniyle -bu devlet güvenlik mahkemeleri Anayasada var; ama- yavaş yavaş bu devlet güvenlik mahkemeleri 8 ise 7'ye inecek, 7 ise 6'ya inecek, 6 ise 5'e inecek ve onun sonunda Anayasa değişikliği zorunlu oldu diyeceğiz, hep beraber kaldıracağız.
AHMET GÜRYÜZ KETENCİ (İstanbul) – Sayın Bakan, biz de onu söylüyoruz.
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – İnşallah. Tabiî; ama, bu iş, çalışarak olur; bu iş, her şeyi görerek olur.
Şimdi, Türk Ceza Kanununun 522 nci maddesi, para cezalarının yeniden düzenlenmesi konusu Parlamentoda. Gözaltı sürelerinin kısaltılması ve devlet güvenlik mahkemelerinin kapsamının daraltılması, bu da komisyondan geçti, Genel Kurul gündemine geldi, girdi. Niye bunları görmüyorsunuz; niye bunları konuşmuyorsunuz?
Şimdi, Anayasaya uyum yasaları... Elbette, Parlamentomuzda da çok olumlu, güzel bir çalışma var; ama siz fazla yorulmayın diye, Adalet Bakanlığı olarak, gerek kamu kurumu meslek kuruluşlarıyla ilgili, gerek Anayasa Mahkemesiyle ilgili, gerekse Yükseköğrenim Kurumu ve Siyasî Partiler Kanunuyla ilgili bütün Anayasaya uyum taslağını, tasarısını hazırladık, Bakanlar Kuruluna sevk ettik, inşallah üç, dört gün sonra Türkiye Büyük Millet Meclisine intikal edecektir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, Sayın Ketenci, konuşmasında "bu kadar çok üniversite, her üniversitede hukuk fakültesi..." dediler.
AHMET GÜRYÜZ KETENCİ (İstanbul) – Her kasabaya...
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – "Bu kadar çok üniversite olur, bu kadar çok üniversitede, bu kadar çok hukuk fakültesi olursa, kalite düşer" dediler. Bu tabiî kendilerinin görüşüdür. Ben, herhalde, bu sözüyle gençlerin okumasına karşı olduğu anlamını kast etmediklerini ifade etmek istiyorum.
AHMET GÜRYÜZ KETENCİ (İstanbul) – İnsaf, insaf!..
ALİ RIZA BODUR (İzmir) – Çok naziksiniz!..
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – Ama, Sayın Ketenci, şunu çok iyi biliyorsunuz ki, sayı itibariyle; yani kanun numaraları itibariyle, takriben 11 bin kanunun çıktığı...
AHMET GÜRYÜZ KETENCİ (İstanbul) – Sayın Bakan, hukuk, özel bir meslektir, sıradan bir meslek değildir!..
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – Müsaade eder misiniz...
11 bin kanunun çıktığı ve bunlardan takriben 5 bin tanesinin yürürlükte olduğu bir ortamda, her hukuk fakültesine gidenin avukat olması gerekmez...
ALİ RIZA BODUR (İzmir) – Sekreter olur, sekreter!..
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – ...hiç olmazsa yaşabilmesi için hukuk bilmesi lazım. (RP sıralarından alkışlar) Onun için, bu hukuk fakültelerine bizim ihtiyacımız var.
Sayın milletvekilleri, eğitim konusunda da biraz durmak istiyorum. Adalet Bakanlığında bir kurul var; Eğitim Kurulu. Eğitim Kurulu; Bakan, 4 Bakanlık görevlisi, 2 Yargıtay üyesi, 2 Danıştay üyesi, 2 Yüksek Öğretim Kurulu üyesi olmak üzere 11 kişiden oluşuyor. Meslek içi eğitimi yaptırmak bu Kurulun görev alanı içerisinde; ama, bu Kurul, sayın bakanlar zamanında hiç meslek içi eğitim yaptırmamış; ama, inşallah, şimdi yapılacak.
Bunun yanında, aralıkta, 1997 programını, eğitim programını, meslek içi eğitim programını hazırlayacağız.
Adalet Yüksekokulu -2 yıllık olan bu okullar- bugün, sadece, Ankara, İstanbul, İzmir'de var. 1996'da 190 mezun verdi. Şu anda, 510 öğrencisi, yenisiyle 388, toplam 898 öğrencisi var bu yüksekokulun.
Bu yıl, ayrıca, Diyarbakır'da ve Erzincan'da meslek okulu açmayı planlıyoruz. Diyarbakır'da...
METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Sinop'a da açacak mısınız?
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – Sayın Bostancıoğlu, merak etmeyin, Sinop'ta da düşünürüz.
Buralarda da, inşallah, yüksekokul açmayı düşünüyoruz. Bunun yanında, adalet meslek liseleri, şu anda Ankara ve Gümüşhane'de var. Diyarbakır'da ve Elazığ'da da birer okul daha açmayı düşünüyoruz.
Değerli milletvekilleri, yargıçların, hâkimlerin ve savcıların görev yapabilmek için, elbette, her gün çıkan Resmî Gazeteye ihtiyaç duydukları yüksek malumlarıdır. Bugün, 8 500 Resmî Gazete gerekmektedir. Ama, tasarruf genelgeleri nedeniyle, şu anda, Adalet Bakanlığında, başsavcılıklara ve mahkeme başkanlarına 1 692 Resmî Gazete gönderilmekte, bütçe yetersizliğinden, başka Resmî Gazete gönderilememektedir. Ama, biz ne yaptık...
ALİ RIZA BODUR (İzmir) – Fotokopi gönderdiniz değil mi efendim?..
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – Adalet Bakanlığı Eğitim Dairesi Başkanlığıyla yaptık bunu : Resmî Gazete Yargı Bülteni; her hafta çıkıyor. Resmî Gazetede, yargıyla ilgili ne varsa -kanunlar, Anayasa Mahkemesi kararları, yargı kararları- bütün bunlarla ilgili hususları doğrudan doğruya 8 500 hâkimimize gönderiyoruz. ( RP ve DYP sıralarından alkışlar) Artık, hâkimlerimiz, savcılarımız Resmî Gazete alamamanın sıkıntısını çekmeyecekler. Bununla yaptığımız nedir; Resmî Gazete alsaydık, 100 milyar ödeyecektik -8 500 Resmî Gazete- bunu çıkararak, 18 milyar harcıyoruz. Yılda, 100 milyar yerine 18 milyar harcıyoruz ve 320 ton da kağıt tasarrufu sağlıyoruz.
YALÇIN GÜRTAN (Samsun) – Aferin size...
MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Barolara da gönderelim Sayın Bakan.
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Süleyman Çelebi Bey kardeşimiz konuşmasında “Araştırma Planlama Kurulunun bir sürgün yeri olduğunu” ifade ettiler. Merak etmeyin; Adalet Bakanlığında, Araştırma Planlama Kurulu, bir sürgün yeri olmaktan kurtarılıyor, bir beyin yeri olarak görev yapmak üzere, şu anda, faaliyete hazır durumdadır. (RP ve DYP sıralarından alkışlar)
Teknik donanım itibariyle, gerçekten, 1997, bir hamle yılı olacaktır. Bugüne kadar, bizden önce görev yapan bakan arkadaşlarımız, gerçekten, gayret göstermişlerdir. Anayasa Mahkemesinde sistem kurulmuştur. Yargıtay'da sistem kurulmuştur; hem kalem hizmeti hem içtihat verileri gerçekleştirilmiştir. Danıştay'da her dairede kalem hizmeti ve içtihat verisi imkânı vardır. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunda her üyenin...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Bakan....
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – Sayın Başkan, 5 dakika...
BAŞKAN – Sayın Bakan, yüksekokulları başka illere açıyorsunuz, Çorum'a açmıyorsunuz; eksüreyi benden istiyorsunuz. Bu hakkaniyete uygun mu yani!..
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – Çorum'a da açacağız efendim.
BAŞKAN – Peki, buyurun.
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – Adlî yargıda, şu anda, Ankara'da, 49 ceza mahkemesinde bilgisayar sistemine geçilmiştir; savcılık aynı şekilde, hukuk davaları tevzii de aynı şekilde. Türkiye'de, 130 ağır ceza merkezinin 56'sında bilgisayar sistemine geçilmiştir. Özellikle adlî sicil kayıtları açısından, inşallah bütün ağır ceza merkezlerinde bu gerçekleştirilecektir.
Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; dokunulmazlıktan bahsedildi.
ALİ RIZA BODUR (İzmir) – Kaldırılmasından bahsedildi efendim.
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – Tabiatıyla, üzerinde fazlasıyla duruldu. Ben, bunun üzerinde fazla durmuyorum. Yalnızca, ortaya bir soru atmak istiyorum. 27.1.1984 tarihinden 12.12.1996 tarihine kadar; yani, bugüne kadar, yasama dokunulmazlığıyla ilgili Türkiye Büyük Millet Meclisine 78, bilahara, bizim zamanımızda da ayrıca 11 tane olmak üzere, tam 89 tane dokunulmazlık dosyası gelmiş, komisyonda bekliyor arkadaşlarım; niye kaldırmıyorsunuz?
Dokunulmazlığı kaldıralım kaldıralım diyorsunuz, bunun tartışmasını yapıyorsunuz, Kızılaylarda mitingler yapıyorsunuz, imzalar topluyorsunuz, Parlamentoda 89 tane dokunulmazlık dosyası var; sizin oylarınızı bekliyor, niye kaldırmıyorsunuz? (RP sıralarından alkışlar)
ALİ RIZA BODUR (İzmir) – Çoğunluk kimde?..
ÖNDER SAV (Ankara) – Komisyondan geldi mi ki söylüyorsunuz.
AHMET ALKAN (Konya) – Şov yapmayın, iş yapın!..
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – Lafı bırakın da iş yapalım; benim dakikalarım gidiyor.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, rica ediyorum...
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – Yargı bağımsızlığı konusunda konuşuyorsunuz. Anavatan olarak, Cumhuriyet Halk Partisi olarak Anayasanın 144, 154 üncü maddelerinden bahsediyorsunuz. Sekiz yıl biriniz iktidarda kaldınız, dört yıl öbürünüz iktidarda kaldınız; niye bu maddeleri değiştirmediniz, niye bir teklif vermediniz?.. (RP sıralarından alkışlar)
AHMET GÜRYÜZ KETENCİ (İstanbul) – Geldi, geldi... Meclise kadar geldi...
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – Niye Adalet Bakanlığına Refah Partili bir bakan gelince bunlar sizin hatırınıza geliveriyor?..
Değerli milletvekilleri, hâkimlerin, savcıların durumuna sahip çıkın diyorsunuz; biz sahibiz. Adalet Bakanına tahsis edilen villayı, müsteşara tahsis edilen villayı, 18 tane lüks daireyi sattık; onun yerine, 104 hâkimize, savcımıza lojman aldık; bunu bilin. (RP ve DYP sıralarından alkışlar)
Sizin zamanınızda terörden sakat kalan 3 savcımızı hatırlamadınız. Biz, Başbakanımızdan rica ettik, o 3 savcıya birer daire aldık ve kendilerine hediye ettik. (RP ve DYP sıralarından alkışlar)
Tabiatıyla, siz, hâkimler ve savcılar denildi mi, hemen Ankara Savcısına geliyorsunuz. Sayın Oktay, bu bahsettiğiniz Ankara Savcısını -ismini söylemeye lüzum yok- bu zatı savcı yapmak için, tam 3 defa kurula gelmiş ve baskı yapmıştı; ancak üçüncüsünde, 3'e karşı 4 oyla bu kişiyi Ankara Savcısı yapmıştı. Ben ise, bu arkadaşı, bazı nedenlerden dolayı listeye koydum, 1'e karşı 6 oyla Mersin'e tayin ettim. (RP sıralarından alkışlar) Burası da birinci bölge, orası da birinci bölge.
YALÇIN GÜRTAN (Samsun) – Sayın Bakan, bütün bunlar iyi de, çalışanlar için ne düşünüyorsunuz?
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – Zamanım daralıyor...
Arkadaşlar, “bağımsızlık” diyorsunuz. Geçen hafta, Fransa'da, Fransa Adalet Bakanını ziyaret ettiğim zaman, kapıdan içeriye girerken "Adalet Bakanlığı 1756'da kurulmuştur ve burada faaliyete başlamıştır" diye bana hava attı. Türkiye'ye geldim, acaba, bizde Adalet Bakanlığı ne zaman kurulmuş diye, şöyle bir tarihçeyi inceledim; 1837'de kurulmuş. Ondan önce Adalet Bakanlığı yok. Adalet Bakanlığı yok da, peki, adlî işler nerede görülüyor... (CHP sıralarından “kadılar görüyor” sesleri) Evet, tam bağımsızlık var da orada görülüyor, tam bağımsızlığın olduğu yerde görülüyor. 1837'de Adalet Bakanlığı kurulmuş, o tarihten, yani Tanzimattan bu yana geliyor ve bildiğiniz gibi, 1923'te de, 1327 sayılı Kanunla, Bakanlar Kurulu çerçevesinde yeniden tesis edilmiş; ama, teşkilat kanunu 1984'te çıkarılmış.
Bu Bakanlık kurulmuş, bu Bakanlığın görevleri belli, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun görevleri belli; Bakanın, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulundaki fonksiyonu belli, görevi belli; o nedenle, Anayasayı değiştirin, ondan sonra konuşalım.
Şimdi "hâkimler ve savcıların durumunu iyileştirmiyorsunuz" diyorsunuz. Arkadaşlar, bir soru sormak istiyorum...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Bakan...
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – Sayın Başkan, son cümlemi söylüyorum.
BAŞKAN – Lütfen efendim... Son cümlenizi ifade buyurun.
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – Bir arkadaş dediler ki "Efendim, hâkimlerin yabancı dil eğitimine ağırlık verilmeli." Şimdi, ben, burada, Adalet Bakanlığı yapmış arkadaşlara soruyorum: Adalet Bakanlığında yabancı dil bilen hâkimlerin envanterini çıkardınız mı; kaç tanedir sayısı? Bakınız, ben çıkarıyorum işte; ben çıkarıyorum... (RP sıralarından alkışlar) Adalet Bakanlığında, şu anda, 82 tane, yabancı dil bilen hâkim ve savcımız var; bu sayı az, bunu geliştireceğiz.
Bunun yanında, acaba, adalette hizmet eden bu hâkimlerin, bu savcıların hangileri, hangi eseri yazmış; bir bakan olarak ilgilendimiz mi, sordunuz mu, cetvelini çıkardınız mı? Bakın, 238 tane hâkim ve savcı, adalete hizmet edeceğim diye eser yazmış. İşte, bunları tespit ediyoruz ki, bunları değerlendirelim, bunları diğer arkadaşlarına örnek gösterelim; biz, Adalet Bakanlığında bu çalışmayı yapıyoruz.
Yük fazla, sayısal yetersizlik açık, eğitim yetersizliği açık, teknik yetersizlik açık...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – Sözüm şudur: Tahkim sistemi, idarî cezalara ağırlık, medya ile toplumu eğitim, stajyer eğitimini hızlandırmak, adalet akademisi kurmak; adalet akademisi... Yargıtay üyeliğine seçilmeyi arzu eden hâkim, savcı, adalet akademisinde okuyacak, geçecek, ondan sonra yargı üyesi olacak; işte, o zaman, yargı tam bağımsız olacak. Biz, laf yapmıyoruz; biz, iş yapıyoruz.
Hepinize, konuşmalarınızdan ve desteklerinizden dolayı teşekkür ediyorum; hepinize saygılar, sevgiler sunuyorum. (RP ve DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Bakan, teşekkür ederim.
Sayın Çevre Bakanımız Ziyattin Tokar; buyurun. (RP sıralarından alkışlar)
Efendim, zatı âlinize 10 dakika gibi çok küçücük bir zaman kaldı; ama, siz bir başlayın bakalım, Allah kerimdir...
METİN ŞAHİN (Antalya) – Adalet Bakanı gerektiği temizliği yaptı; konuşmaya gerek yok...
ÇEVRE BAKANI M. ZİYATTİN TOKAR (Ağrı) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bakanlığımın 1997 yılı bütçesinin görüşülmesi nedeniyle huzurlarınızda bulunuyor ve konuşmama başlamadan önce Çevre Bakanlığımızın faaliyetleri konusunda söz alan sayın konuşmacılar, CHP Grubu adına Sayın Yılmaz Ateş'e, ANAP Grubu adına, Çevre Komisyonu Başkanı Sayın Feridun Pehlivan'a, DYP Grubu adına Sayın Mustafa Dedeoğlu'na, DSP Grubu adına Sayın Zerrin Yeniceli'ye ve Refah Partisi Grubu adına Sayın Mehmet Sılay ve Ertuğrul Yalçınbayır'a, lehte söz alan Sayın Orhan Kavuncu'ya ve hepinize saygılarımı sunuyorum.
20 nci Yüzyılı tamamlamak üzere olduğumuz şu günlerde, dünya, artık, bugüne kadar doğru bildiği birçok kavramı tartışır hale gelmiştir. Bitmez tükenmez bilinenlerin de bitebileceği veya sonu gelmez sanılanların da bir sonu olduğu artık tartışılmaz bir gerçektir. İnsanlık, artık, kalkınma adına, büyüme adına, sanayileşme adına kirletme hakkına sahip olmadığını anlamıştır.
Tarım toplumundan sanayi toplumuna geçildiği yıllarda, kalkınma çabalarının merkezini, makine ve onu geliştiren sektör olan teknoloji oluşturuyordu. O yıllarda, özellikle Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere, kalkınma ve büyüme konusunda ısrarlı olan bütün ülkelerde, alabildiğine bir sanayileşme hamlesi görüyoruz. Bu hırs, zaman içerisinde öyle bir seyir izliyor ki, çok değil, daha yirmi yirmibeş yıl öncesine kadar, bütün hoyratlığıyla, önüne gelen güzellikleri yok edebiliyordu.
Kalkınma adına, bütün fikrî icatların çıkış merkezi olan Doğu başta olmak üzere birçok ülke ve kültürdeki icatları patent hakkını ödemeden gasp edenler, bugün de çevreciliği kendi tekellerinde görmektedirler. Tarihimizi, kültürümüzü ve her şeyden önemlisi inancımızı anlayan, yaşayan ve inceleyen herkes görecektir ki, çevrecilik, çevre bilinci ve çevre kültürü bizim özümüzde vardır.
Sözlerimin bu bölümünde Bakanlığımın çalışmalarına temas etmek istiyorum. Ülkemizde, bugün, düzensiz şehirleşme ve sanayileşmenin bir neticesi olarak hava kirliliği sorunu yaşanmaktadır. Özellikle ısınmada, düşük kalorili ve yüksek kükürt oranlı kömürlerin kullanılması, şehirlerimizi zaman zaman yaşanmaz hale getirebilmektedir. Bu amaçla, 7 Kasım 1996 tarihinde, 1 inci, 2 nci ve 3 üncü derece hava kirliliği yaşanan illerimizin valileriyle Ankara'da bir toplantı düzenlenmiş, alınacak tedbirler yoğun bir çalışmayla belirlenmiştir. Özellikle, sanayi tesislerinden kaynaklanan hava kirliliğinin kontrol altına alınmasına ilişkin ayrıntılı düzenlemeler getiren Hava Kalitesinin Korunması Yönetmeliği uyarınca (A) grubuna giren sanayi tesislerinin emisyon izlenimleriyle ilgili incelemeler düzenli olarak yapılmaktadır.
Egzoz gazı emisyonlarının azaltılmasında etkili olan kurşunsuz benzin üretiminin artırılması ve yaygınlaştırılması için tüketiciyi teşvik amacıyla katalitik konvertör ihtiva eden araçlarda vergi indirimi ve kurşunsuz benzinde fiyat indirimi çalışmaları devam etmektedir. Bu çalışmaların yanı sıra, çok eski ve yeterli bakımı yapılmamış taşıtların şehir trafiğinde seyretmeleri nedeniyle artan hava kirliliğinin önüne geçmek için, Bakanlığımızca valiliklere gönderilen genelge üzerine, egzoz gazı emisyon ölçüm denetimleri başlatılmıştır.
Bakanlığımızca, fosil yakıtların sebep olduğunu hava kirliliğini önlemek amacıyla, jeotermal alanlara sahip yerleşim birimlerinde jeotermal merkezî ısıtma sistemlerinin kurulması için proje kredileriyle destek sağlanmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tabiattaki her kaynak gibi, toprak da sınırlıdır. Ülkemizin geleceği ve ekonomisi bakımından hayatî önemi haiz olan bu konuda ciddî bir tehlikeyle karşı karşıya olduğumuz bir gerçektir. Bugün, Türkiye topraklarının yaklaşık yüzde 52'si erozyona maruzdur. Bu değerli kaynağın korunması, arazilerin kabiliyetine göre kullanılması ve tarım topraklarının amaç dışı kullanılmasına yönelik, koruma, kullanma esaslarının belirlenmesi ve bu konularda diğer kamu kurum ve kuruluşları arasında koordinasyonun sağlanması çalışmaları sürdürülmektedir.
Arıtılmadan su kaynaklarımıza deşarj edilen evsel ve endüstriyel atıklar, bilinçsizce yapılan gübreleme ve ziraî ilaç kullanımından kaynaklanan kirleticilerin dünya ortalamasına göre zengin sayılmayan su kaynaklarımız üzerinde olumsuz etkileri çevre ve insan sağlığı açısından olduğu kadar, ekonomik yönden de büyük önem arz etmektedir.
Bugün olduğu kadar gelecek nesillerimiz için de vazgeçilmez bir varlık olan su kaynaklarımızın kirlenmesinin önlenmesi amacıyla, Bakanlığımızın sürdürdüğü çalışmalar ise kısaca şöyledir: Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği gereğince, kirletici nitelikli birkısım tesisler, arıtma sistemlerini kurarak işletmeye alınmıştır. Ancak, kanun ve yönetmeliklerin açık hükümlerine rağmen, arıtma tesislerini kurmayan tesis ve işletmelere, bir genelge yayımlanarak, yönetmelikte belirtilen esaslar çerçevesinde kuracakları arıtma tesisleri için iş termin planları hazırlayarak noter kanalıyla taahhütte bulunmaları için tebligat yapılması; uymayanlar hakkında, faaliyete son verme dahil, her türlü yasal işlemin uygulanması hususu valilik ve büyükşehir belediye başkanlıklarından istenilmiştir.
Arıtma tesislerinin kurdurulması yanında, mevcut olanlarının gerektiği gibi çalıştırılması da büyük önem arz etmektedir. Bunun sağlanması için, etkili bir denetim sisteminin kurulması ve uygulanması gerekmektedir. Bu amaçla, valiliklere yazılı bir tebligat gönderilmiş ve denetim raporlarının, aylık periyotlarla Bakanlığımıza gönderilmesi istenilmiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bakanlığımız, çevre kirliliğinin önlenmesi yönünde sürdürdüğü çalışmalarına, sadece yasakçı ve denetleyici bir çerçevede yaklaşmamaktadır. Kurum, kuruluş ve işletmelerle karşılıklı iyi niyete dayalı bir yaklaşımla sorunlar tartışılarak, ülkenin, çevre değerleri yanında, ekonomik kalkınması da dikkate alınarak çözüm yolları aranmaktadır. Bu cümleden olarak, su kaynaklarımıza önemli oranda atık su deşarjı yapan kirletici sektör temsilcileriyle bir araya gelerek, çevre-sanayi uyum protokolleri imzalanmış; bugüne kadar kâğıt, deri, maya, otomotiv ve çimento sektörü temsilcileriyle protokoller imzalanarak yürürlüğe konulmuştur. 1997 yılında ise, tekstil, gübre, demir çelik, petrokimya rafinerileri ve gıda sektörleri ile protokoller imzalanacaktır.
Arıtma tesislerinin çalıştırılmama nedenlerinin başında, yüksek enerji giderleri gelmektedir. Bakanlığımızca, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı nezdinde sürdürülen girişimler sonucunda, daha önce sanayi elektriği tarifesinden tahakkuk eden arıtma tesisi enerji kullanım bedelleri, 14 Ağustos 1996 tarihinde Enerji Tarifeleri Yönetmeliğinin 1 inci maddesinin (d) bendinde yapılan bir değişiklikle, içme ve kullanma suyu, tarife cetveline alınmıştır. Yeşil fatura diye isimlendirdiğimiz bu uygulamayla, sanayi tesislerimizin arıtma üniteleri artık daha az enerji faturası ödeyeceklerdir.
Su kirliliğinin önlenmesi amacıyla, Bakanlığımızca çeşitli projeler sürdürülmektedir. Nehir havzalarıyla ilgili etüt projeler kapsamında, Konya, Antalya, Gediz, Yeşilırmak, Büyük Menderes, Sakarya ve Seyhan havzalarında kirlenme durumlarının izlenmesi ve bu havzalarda kalite sınıflarının tespiti amacıyla başlatılan projeler sonuçlandırılmıştır. Bu projeler doğrultusunda kirlilik izleme çalışmaları devam etmektedir. Ayrıca, Yukarı Murat ve Çoruh Nehri havzalarında da kirliliğin önlenmesi ve giderilmesi için, 1997 yılında bütün havzayı kapsayan bir proje daha başlatılacaktır.
Olası bir deniz kazasında çevreye verilebilecek zararları azaltmak amacıyla gerekli önlemlerin alınmasını, yetki ve sorumlulukların belirlenmesini içeren Mahallî ve Bölgesel Deniz Acil Müdahale Planının esasları hazırlanmış ve İçişleri Bakanlığına iletilmiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizde koruma boyutlarının güçlendirilmesi ve kirlenmeden koruma avantajlarının kullanılması bakımından, koruma planları büyük önem arz etmektedir. Bu kapsamda, Sapanca Gölünün Korunması Projesinin uygulamaya geçirilmesi için hazırlanan Sapanca Gölü Koruma Planı ve plan hükümleri Bayındırlık ve İskân Bakanlığına 1/25000 ölçekli Sapanca Havzası Çevre Düzenleme Planına temel teşkil etmek üzere gönderilmiştir. Sapanca Gölü ve havzası koruma kanunu tasarı taslağı hazırlanarak Başbakanlığa iletilmiştir.
İstanbul'un içmesuyu kaynaklarının korunması amacıyla başlatılan, İstanbul'un Mevcut ve Potansiyel İçmesuyu Kaynaklarının Korunması Projesi de bu yıl sonunda bitirilerek, 1997 yılı içerisinde sonuçları uygulamaya geçirecek bir çalışmaya geçilmiştir. Ayrıca, içmesuyu kaynağı olarak Eğirdir Gölünün Korunması Projesinin proje bedelinin 1997 yılında artırılması teklif edilmiştir.
Diğer taraftan, denizlerimizin kirliliğe karşı korunması için de yoğun bir mesai harcanmaktadır. Bugüne kadar hazırlık çalışmaları yürütülen iki önemli proje hayata geçirilmiştir. Bunlardan ilki, Karadeniz Stratejik Eylem Planının...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MAHMUT IŞIK (Sıvas) – Sayın Başkan, gerisi var metinde; biz okuruz.
BAŞKAN – Sayın Bakan, ne kadar süre istersiniz efendim?
ÇEVRE BAKANI M. ZİYATTİN TOKAR (Devamla) – Sayın Başkan, yarısına ancak gelebildim...
BAŞKAN – Kitabı dağıttınız; okurlar nasıl olsa...
Ne kadar süre istiyorsunuz efendim; 5 dakika yeter mi?
YALÇIN GÜRTAN (Samsun) – Sabaha kadar bitmez bu.
ÇEVRE BAKANI M. ZİYATTİN TOKAR (Devamla) – Sayın Başkan, 10 dakika verirseniz memnun olurum.
BAŞKAN – Talebinizi yerine getirdim; buyurun efendim.
ÇEVRE BAKANI M. ZİYATTİN TOKAR (Devamla) – Teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Karadeniz Stratejik Eylem Planı, 31 Ekimde, İstanbul'da, Türkiye, Rusya, Ukrayna ve Bulgaristan’ın katılımıyla imzalanmıştır. Yıllarca deşarj edilerek her türlü atık sebebiyle bugün ölü bir deniz haline gelme noktasında olan Karadeniz, imzalanan bu eylem planıyla eski günlerine dönebilecektir. Karadeniz Stratejik Eylem Planı sekreteryası da İstanbul'da olacaktır. Türkiye, bu konuda, hem malî hem de eleman yönünden büyük öncülük yapmıştır. Bu anlaşmanın imza günü, 31 Ekim Uluslararası Karadeniz Günü olarak kabul edilmiştir.
Başta Marmara Denizi, İzmir ve İskenderun Körfezleri olmak üzere, denizlerimizin kirlenmesini önlenmek maksadıyla, 1997 yılından itibaren denizlerimizin kara kökenli kirleticilerden korunması projesi başlatılacaktır. Gerek günlük yaşantımız gerekse endüstriyel faaliyetler sonucunda oluşan katı atıkların miktarlarının, ekonomimizin son yıllardaki hızla gelişmesine paralel olarak artması nedeniyle ülkemizde katı atıkların toplanması, taşınması ve bertarafına ilişkin yükümlülük belediyelere verilmiştir. 1991 yılında yürürlüğe giren Katı Atıkların Kontrolü Yönetmeliği doğrultusunda bütün belediyelere Bakanlığımızca gönderilen genelgelerle, eski çöp alanlarının rehabilitasyonunun yapılması ve söz konusu yönetmeliğe uygun olarak, yeni çöp deponi ve bertaraf alanlarının seçimi ve inşaatlarının yapılması istenmiştir. Bu çerçevede, Bursa, Gaziantep, Mersin, Çorum, Kayseri ve İstanbul İllerine ait düzenli depolama alanları faaliyete geçirilmiştir.
Çevre ve toplumu olumsuz yönde etkileyebilecek düzeyde kaza riski taşıyan Büyük Endüstriyel Kazalar İçin Yerel Acil Durum Planı hazırlanmış, uygulanması için valiliklere ve İçişleri Bakanlığına gönderilmiştir.
Tehlikeli atıkların yüzde 90'ı gelişmiş ülkeler tarafından üretilmektedir. Bu ülkeler, atıklarını, sıkı kontrol sistemlerini kuramamış ülkelere yasadışı yollarla göndermektedirler. Çevre Kanununun geçici 2 nci maddesi gereğince, her türlü yakıt, atık, artık ve kimyasal maddenin ithali Bakanlığımız iznine tabi olup, Bakanlığımızca, bugüne kadar ülkemize atık ithaline izin verilmemektedir.
1976 yılından bu yana, Türkiye dahil 20 Akdeniz ülkesinin taraf olduğu Akdeniz’in Kirlenmeye Karşı Korunması Sözleşmesinin en önemli ek protokollerinden biri olan "Akdeniz’de Tehlikeli Atıkların Sınırlarötesi Taşınımdan Kaynaklanan Kirliliğin Önlenmesi Protokolü" 1 Ekim 1996 tarihinde İzmir'de imzalanmıştır. Bu protokolün yürürlüğe girmesiyle, Avrupa Topluluğuna üye olmayan ülkelere atık ihracatı ve transit geçişleri yasaklanacaktır. Bu protokol, Uluslararası İzmir Protokolü olarak adlandırılmıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; canlı ve cansız doğal kaynakların korunması konusunda hem ulusal mevzuatımız hem de taraf olduğumuz uluslararası sözleşmeler gereğince çalışmalar, Bakanlığımızca, ilgili kuruluşlarla koordineli olarak sürdürülmektedir.
Ülkemiz, sulak alanlar bakımından çok zengindir. Uluslararası düzeyde tanınan (a) sınıfı diplomayı haiz 5 sulak alan mevcuttur.
Biyolojik çeşitliliğin korunmasına yeni bir ivme kazandıracak ulusal biyoçeşitlilik stratejisi ve eylem planı hazırlaması çalışmaları tamamlandığında ulusal biyoçeşitlilik stratejisi ve biyoçeşitliliğin korunması için Türkiye'nin öncelikleri belirlenecek ve uygulamaya yönelik önemli adımlar atılmış olacaktır. Geçmiş yıllarda olduğu gibi 1997 yılında da doğal canlı kaynaklarımızın ve yaşama ortamlarının korunması çalışmaları artarak devam edecektir.
Türkiye, bitki gen kaynakları ve genetik çeşitlilik bakımından dünyada olağanüstü bir konumdadır. Ülkemizde yetişen yaklaşık 9 bin tür bitkinin yüzde 30'u yerine özgü, endemiktir. Bu çeşitliliğin korunması için, Tarım ve Köyişleri ve Orman Bakanlıklarıyla ortak çalışmalar yürütülmektedir.
Çevre kirliliğinin bir diğer boyutu da gürültü kirliliğidir. Büyük yerleşim merkezleri, yoğun sanayi bölgeleri, taşıt araçları, müzikli eğlence yerleri, gürültü kirliliğinin başlıca odak noktalarıdır.
Üzerinde durulması gereken bir diğer sorun da görüntü kirliliğidir. Doğadaki ekolojik dengenin bir uzantısı olarak kabul edilen, doğal örtüyü bozan yapılaşma, görüntü kirliliğini meydana getirmektedir.
Bakanlığımız çevre politikasının ana unsurlarından biri de, salt kirlenme sonrası temizleme faaliyetlerini içeren reaksiyoner yaklaşım yerine günümüzde kabul gören çağdaş yaklaşımla, tamamlayıcı fonksiyon olarak kirlenmeden araştırma ve inceleme yaparak koruyucu tedbirler almaktır.
MAHMUT IŞIK (Sıvas) – Sayın Başkan, süre dolmadı mı?
ÇEVRE BAKANI M. ZİYATTİN TOKAR (Devamla) – Bu amaçla, korumacı çevre politikalarının dünyada kabul görmüş ve uygulamadaki en önemli araçlarından birisi olan ÇED uygulamaları, 2872 sayılı Çevre Kanununda yer almış ve buna bağlı olarak "Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği" hazırlanarak yürürlüğe girmiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; çevre sorunlarının çözümü, sorunların öncelik sırasına konularak ele alınmasını gerektirir. Sanayi sektöründe ilköncelik, sanayi yer seçimine verilmelidir. Yanlış yer seçimleri, uzun vadede maliyeti de yükseltmekte, işsizliği körüklemekte, telafisi mümkün olmayan çevre sorunlarını gündeme getirmektedir.
Bu yönüyle, Bakanlığımızca, özellikle organize ve ihtisas sanayi bölgeleri ve altyapı yatırımlarının planlanmasında, kalkınma ile doğal kaynakların rasyonel ve sürdürülebilir kullanım ilişkisi dikkate alınmakta ve bu doğrultuda uygun yer seçimi alanında, ilgili kurum ve kuruluşlarla işbirliği yapılarak, yer seçimi çalışmalarına katkı sağlanmaktadır.
MAHMUT IŞIK (Sıvas) – Süreyi uzatın Sayın Başkan_
ÇEVRE BAKANI M. ZİYATTİN TOKAR (Devamla) – Ayrıca, "Türkiye Sanayi Envanteri" çalışmaları, kapsamı genişletilerek "Çevreyi Öncelikle Etkileyen Bazı Sanayiler ve Temel Sektör Faaliyetleri" şeklinde yeniden düzenlemiş olup, baskısı tamamlanmak üzeredir.
ÖNDER SAV (Ankara) – Sayın Başkan, süre_
ÇEVRE BAKANI M. ZİYATTİN TOKAR (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; çevre konusunda küresel düzeyde sürdürülen çalışmalarda, ülkemizin temel politikası "ortak; ancak, farklı sorumluluk" ilkesine dayanmaktadır. Bu bağlamda, dünyamızın karşı karşıya olduğu çevre sorunlarının ortaya çıkmasına neden olan ülkelere, bu sorunların giderilmesinde daha fazla sorumluluk düştüğüne inanıyoruz.
NİHAT MATKAP (Hatay) – 8 dakika daha verin Sayın Başkan.
ÇEVRE BAKANI M. ZİYATTİN TOKAR (Devamla) – 1976 yılında Barcelona'da imzalanan Akdeniz'in Kirlenmeye Karşı Korunması Sözleşmesi doğrultusunda, 2872 sayılı Çevre Kanununda, ülke ve dünya ölçeğinde ekolojik önemi olan çevre kirlenmeleri ve bozulmalarına duyarlı alanları, tabiî güzelliklerin ileriki nesillere ulaşmasını emniyet altına almak üzere gerekli düzenlemelerin yapılabilmesi amacıyla, özel çevre koruma bölgesi olarak tespit ve ilan etme yetkisi Bakanlar Kuruluna verilmiştir.
HASAN HÜSAMETTİN ÖZKAN (İstanbul) – Sayın Başkan...
NİHAT MATKAP (Hatay) – Zabıtlara girebilir aslında Sayın Başkan...
ALİ RIZA BODUR (İzmir) – Ankara Belediyesi yok mu, Ankara Belediyesi!..
BAŞKAN – Sayın Bakan, siz, toparlar mısınız efendim; lütfen...
ÇEVRE BAKANI M. ZİYATTİN TOKAR (Devamla) – Toparlıyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; çevre konusundaki çalışmaların anamerkezi olarak kabul edilen Bakanlığımızın, günün şartlarına uygun bir teşkilat kanununa kavuşması için yapılan hazırlıklar tamamlanmış, 443 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin kanunlaşma çalışmaları, halen Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa Komisyonunda devam etmektedir. Diğer taraftan, 33 ilde il teşkilatı bulunan Bakanlığımızın, diğer illerde de teşkilatlanmasının tamanlanması çalışmaları hızla devam etmektedir.
Ülkemizin içerisinde bulunduğu ekonomik şartlar sebebiyle, bugüne kadar, Bakanlığımıza genel bütçeden yeterince pay ayrılmamıştır. Geçmiş dönemlerde, söz konusu amaçlara yönelik Bakanlık faaliyetlerinin önemli bir bölümü, Çevre Kirliliğini Önleme Fonundan karşılanmıştır. Bu nedenle, Bakanlığımız, özellikle yerel yönetimlerin çevreyle ilgili faaliyetlerine yeterince destek sağlayamamaktadır.
MAHMUT IŞIK (Sıvas) – Şu çöp kamyonlarının nasıl dağıtıldığına bir cevap ver.
ÇEVRE BAKANI M. ZİYATTİN TOKAR (Devamla) – Çevre Kirliliğini Önleme Fonu için 1997 malî yılı bütçesine konulan ödeneklerle, geçmiş yıllarda meydana gelen bazı aksamaların mümkün olduğunca giderilmesine çalışılacaktır.
ALİ RIZA BODUR (İzmir) – Solumak istiyoruz; hava kirliliğinden bahseder misiniz?!.
ÇEVRE BAKANI M. ZİYATTİN TOKAR (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerimin sonunda, bu kısa dönem içerisinde, toplumun tüm kesimlerinin ittifakla sahiplendiğini müşahede ettiğim çevre konusunda sayın milletvekillerimizin de hassasiyetini görmek bizi sevindirmiştir.
Yüce Meclisimizin, Bakanlığımıza, hiçbir zaman esirgemediği destek ve teşvikin sürekliliğinin güveni içerisinde, Bakanlığımızın 1997 malî yılı bütçesinin hayırlara vesile olmasını Cenabı Allah'tan diler; hepinize teşekkür eder, saygılar sunarım. (Alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Bakan, teşekkür ediyorum efendim.
ALİ RIZA BODUR (İzmir) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Buyurun efendim.
ALİ RIZA BODUR (İzmir) – Ankara hava kirliliğinin parametrelerini verebilir mi Sayın Bakan?
BAŞKAN – Soru tevcih imkânınız var efendim; sormuşsunuzdur herhalde...
MAHMUT IŞIK (Sıvas) – Çöp kamyonlarının dağıtımı konusunda da en ufak bir bilgi alamadık.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, söz sırası, kişisel görüşünü ifade etmek üzere ve bütçenin aleyhinde olmak kaydıyla, Sayın İsmail Durak Ünlü’de; buyurun. (ANAP sıralarından alkışlar)
Sayın Ünlü, isterseniz, sözünüzün insicamını bozmuş olmamak için şimdiden ilave sürenizi vereyim; ne kadar istersiniz?
İSMAİL DURAK ÜNLÜ (Yozgat) – Siz, lütfeder fazla verirseniz, ben, artanını size iade ederim Sayın Başkan.
BAŞKAN – Peki.
Buyurun.
İSMALİ DURAK ÜNLÜ (Yozgat) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Adalet Bakanlığı ve Çevre Bakanlığı bütçesiyle ilgili şahsî görüşlerimi açıklamak üzere söz almış bulunuyorum. Konuşmama başlamadan önce, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bu kürsüde her iki bakanlık bütçesi konusunda konuşan sayın milletvekillerinin ortak kaygı ve temennilerine iştirak ediyorum. Ben, bu konuşmamda, konuyu biraz farklı bir yaklaşımla arz etmek istiyorum; günü kurtarma politikalarını ve politik kimliklerimizin çizdiği sınırları yok sayarak dinleyeceğinizi ümit ediyorum.
Adalet mülkün temelidir; mülk, devlet demektir, mal mülk demek değildir. Devletin temeli adalettir. Bir devletin varlığının devamı, ancak adaletin hüküm sürdüğü bir düzende mümkündür. Bir şairimizin dediği gibi, adaletsiz padişahın mülküne, önünde sonunda canavar girer, saltanatı elden gider.
Adalet, sadece, bir suçu işleyene, suça uygun ceza vermekten mi ibarettir?
Çağdaş tıp anlayışında, artık, koruyucu hekimliğin çok büyük önem kazandığını hepimiz biliriz. Koruyucu hekimliğin hedefi, insanların sağlıklı yaşamalarını sağlamak, onları hastalıklardan uzak tutmak, mikroplardan korumaktır. İşte, adalet de, tıpkı koruyucu hekimlik gibi, insanların suç mikrobundan uzak kalmalarını, toplumun huzur ve sükûn içerisinde yaşamasını teminle mümkündür.
Biraz önce, Sayın Kamalak, yargı yükünden bahsetti; doğrudur. Bir an için, eksik kadroları doldurduğumuzu, yeni kadrolar ihdas ettiğimizi varsayalım. Bununla neyi çözmüş oluruz? Yeni yeni ihtilafların, yeni yeni cürümlerin, kabahatlerin önüne geçmiş olacak mıyız; maalesef, hayır. Burada arz etmek istediğim husus; kangren olan bir kolu kesmek ve tüm bedeni kurtarmak, tıbbî bir müdahaledir ve mesleğini iyi yapan tabipler eliyle başarılı sonuçlar alınır; ama, o insanın kolu, bundan sonra yoktur. Adalet mefhumu da böyledir. Suçluya, işlediği suça en uygun cezayı veren hâkim, başarılı bir hâkimdir; ama, o hüküm -diyelim ki, konu cinayet olsun- maktulü hayata geri döndüremez, suçluyu da, suçu işlemeden önceki konumuna, artık iade edemez; tıpkı, sigara tüketiminin teşvik edildiği ve tüketiminin hızla artığı bir ülkede, gırtlak kanseri olan insan sayısının artması gibi. İstediğiniz kadar doktor sayısını artırın, hastane sayısını artırın, bütçeyi artırın, değişen, sadece, boğazı delik insan sayısının artması olacaktır. Bu derdin önlenmesi, nasıl ki, insanları, sigara ve içki tüketimine karşı bilinçli hale getirmekle mümkünse, mülkün esası olan adalet de, insanların, hukukun üstünlüğü ilkesine içtenlikle inanmalarını sağlamakla mümkündür. Siz, eğer, ağzı süt kokan çocukları içkiye, sigaraya özendirirseniz, ileride, bunun doğuracağı sonuca da katlanmak zorundasınız.
Affınıza sığınarak söylüyorum; kızlık bozma suçuna verilen 980 bin liralık ceza, âdeta, suçluya "ne olur, bu suçu bir daha işle" der gibidir. Peki, sonra ne olur? Sonra, cinayetler olur ve gazeteler "21 inci Yüzyıla girerken namus cinayeti" der. Hukukun üstünlüğü olmazsa devreye ihkakı hak girer; insanlar, kendi haklarını kendileri almaya kalkarlar ve onlar da, bu hakkı, çoğu zaman, hukuku çiğneyerek almaya çalışırlar.
Hukukun üstünlüğü ilkesine şayet gereken önem verilmezse, insanlar, yöneteniyle, yöneliteniyle bir çeşit çifte standart tutturup giderlerse, tıpkı çevre bilincinin oluşmaması sonucu ekolojik dengenin bozulduğu gibi, toplumda da sosyal denge bozulur.
Çifte standart konusuna örnekler vermek istiyorum; geçmişten bir örnek: Anavatan Partisi, düşünce suçlarına karşı vermiş olduğu mücadelede, 141,142 ve 163 üncü maddelerin kaldırılmlasını istedi. Bazı üyeler, 141 ve 142, bazı üyeler de 163 üncü maddenin kaldırılmasına karşı çıktılar; çünkü, insanlar, sadece kendi ideolojilerine hürriyet istiyorlar; işte bu, çifte standarttır.
ESAT BÜTÜN (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, arkadaşı dinleyemiyoruz.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, değerli bir arkadaşımız görüşlerini ifade buyuruyor; sükûnet rica ediyorum... Sayın milletvekilleri, sükûnet rica ediyorum efendim.
Buyurun efendim.
İSMAİL DURAK ÜNLÜ (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Peki, biz, böyle bir durumda ne yaptık? Bir örnek de günümüzden vermek istiyorum, geçtiğimiz günlerde toplumumuzda yaşanan, birbirinden zıt ideolojilerin ortaya koyduğu iki örneği bir arada vermek istiyorum. İçinde yaşadığımız günlerde, öğretim dönemi başında bir grup üniversite öğrencisi, harçları yüksek bulduğu için eylem yaptı ve harçların yüksek olmasının, anayasal hak olan öğrenim hakkını ihlal ettiğini söylediler. Bir başka olayda ise, başörtülü oldukları için üniversiteye giremeyen öğrenciler, aynı anayasal haklarının ihlal edildiğini söylediler. Peki, biz ne yaptık; ideolojik yakınlık duyduğumuz tarafa destek verirken, diğerinin talebini haksızlık olarak yorumladık. Her iki taraf da birbirinin eylemlerini, siyasî olduğu teziyle suçladı. İşte çifte standart budur. (RP sıralarından alkışlar)
Hak ve adalet mefhumunun gerektirdiği şey nedir?.. Mesela, örtünmek, öyle bir şeye engel olmak elbette haksızlıktır; karşı tarafa göre ise, buna geçit vermek haksızlık olarak gözüküyor; ama, hak ve adalet mefhumlarının böyle iki yüzü olabilir mi?! Hayır. Bu kavramın evrensel, tek bir anlamı vardır.
Konuyu bir hikâyeyle açıklamak istiyorum: Arslan, kurt ve tilki arkadaş olmuşlar. Arslan bir geyik avlamış, sonra...
AHMET İYİMAYA (Amasya) – Hangi dağda?
İSMAİL DURAK ÜNLÜ (Devamla) – Takdir ettiğiniz dağda.
...kurda "şu taksimi yap da bunu beraber yiyelim" demiş. Kurt, herkesin cüssesine göre bir taksim yapmış; en büyük parçayı arslana, biraz küçüğünü kendisine, daha azını da tilkiye ayırmış. Bunun üzerine arslan, bir pençede kurdu haklamış, sonra dönmüş “tilki kardeş, şu taksimi bir de sen yap” demiş. Tilki tamamını arslanın önüne koymuş ve "buyurun efendim" demiş.Taksimden son derece memnun olan arslan "Yahu sen bu taksimi kimden öğrendin" deyince, tilki "şu yerde yatan kurttan öğrendim" demiş.
İşte burada, hukukun üstünlüğünün yerine, güçlünün üstünlüğünün geçtiğini görüyoruz. Devletlerarası hukukta da "hak" kavramına ideolojik anlam yüklenmezse, tüm dünyada hukuk üstün olur.
Bundan yaklaşık beşyüz yıl önce Batı'da yakılarak öldürülen Yahudiler, o zamanın aslanı olan Osmanlı Devleti tarafından kurtarıldılar. Hukuku üstün tuttular, "ben aslanım" diye, taksimi adaletsiz yapmadılar; ama, maalesef, bugün taksimat, biraz önce anlattığımız hikâyede olduğu gibi yapılıyor ve bunun da adına "yeni dünya düzeni" deniliyor. İşte, burada, zayıf ve mağdur toplumlar, haklarını elde etmek için, hukuk dışı yollara başvurmak zorunda kalıyorlar. Mesela; dünyadaki uyuşturucu trafiği... Uyuşturucu, zengin Batılı ülkelerin silah satıp, birbirlerini kırdırdıkları fakir toplumlarda istihsal edilip, silah satanların çocukları tarafından sarf ediliyor. Batılıların silahlarıyla, zavallı fakir ülkelerde, çocukların kolları, bacakları kopuyor, oralardan Batı'ya giden uyuşturucuyla ise, silah tüccarlarının çocukları zehirleniyor. Böylece, bir haksızlık, bir başka haksızlıkla ortadan kaldırılmış oluyor.
Sazın bir telinin kopmasıyla musikideki ahengin bozulması gibi, adalet telinin kopmasıyla da, sosyal denge altüst olmaktadır. Adaletin olmadığı yerde toplumsal barıştan da milletlerarası barıştan da söz etmek mümkün değildir. İnsanlar arasında adalet duygusu ne kadar önemliyse, insanların diğer varlıklar karşısında adalet duygusuna sahip olması da o kadar önemlidir.
Ormanları sadece endüstrinin hammaddesi olarak gören ve onu katleden insanlar, istikbalde, çölde yaşamaya mahkûmdur. Yaşlı dünyamızda bugün çevre bilinci; maalesef, eski medeniyetlerin çok gerisindedir. Evet, teknolojik olarak insanlar, insan hafsalasının alamayacağı kadar ileriye gitmişlerdir; üzerinde yaşadığımız dünyamızı tahribattaki hız da, maalesef, buna paraleldir.
Denilebilir ki, eskiden sanayi yoktu, çevre bilinci de yoktu. Ben bu görüşe kesinlikle katılmıyorum. "Dünyayı çocuklarımızdan ödünç aldık" diyen kızılderili şefi, ya da "Yaş kesenin başını keserim" diyen Fatih Sultan Mehmet Han, yüzlerce yıl önce yaşamışlardır; ama, Körfez Savaşında 10 milyon ton petrolün Basra Körfezine dökülmesine sebep olan anlayış, maalesef, günümüzün cehaletidir. Otuz yıl önce, Marmara Denizi'nde 130 çeşit balık türü varken, bugün, bir elin parmaklarından daha azdır.
Bunların da temelinde yatan, adalet duygusunun zaafa uğramasıdır. Tarık Bin Ziyad, ordusuyla birlikte bir yerde konaklar. konaklama yeri çorak ve taşlık bir arazidir. Askerler, bölgede pek çok akrep ve yılan olduğunu söyler ve onları öldürmek için izin isterler. Tarık Bin Ziyad ise, yüksek sesle "Ey hayvanlar! biz, Allah'ın, adaletle muamele emrine uyanlarız; bu gece, lütfen, buraları bize tahsis ve terk ediniz" der. Bunun üzerine, o hayvanların bölgeyi terk ettikleri, tüm askerler tarafından hayretle görülür. İşte, adalet bilinci de, çevre bilinci de budur.
Bize ne oldu ki, bu olaydan yüzlerce yıl sonra, bugün, muhtemelen suç işlemiştir diye işkenceye uğrayan insanlar, faili meçhul cinayetler, ırza tecavüzler, haksızlıklar, arsızlıklar ve daha neler neler...
İşkence deyince, aklıma geldi; 1400 yıl önce, bakın, sorgulama nasıl yapılırmış : Hırsızlık yaptığı iddiasıyla Hazreti Peygamber, huzuruna getirilen kişinin, sözlerinden, onun, hırsız olduğunu anlamış; ama, yeterli delil yok; bunun üzerine "Ben seni serbest bırakıyorum; ama, şayet, bu suçu işlemişsen, avucuna aldığın, ateştir" buyurmuşlar. Hiçbir işkenceye ve zorlamaya başvurulmamış. Günümüzde, neyin, nasıl yapıldığını, sizlerin takdirine bırakıyorum.
Çevre ve adalet konusunda da, diğer konularda da örneklerin çoğaltılması mümkündür.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; elbette, Adalet Bakanlığında da, Çevre Bakanlığında da, hem ödenek hem personel hem fizikî altyapı hem de mevzuattan kaynaklanan çok büyük sıkıntılar var; fakat, meselelerin kaynağında da hallinde de en önemli unsur, insanın kendisidir. Nakıs insandan kâmil iş çıkmaz. Kem alâttan kemalât olmaz. Statükocu insanlarla, çağdaş çözümler üretilemez. (RP sıralarından alkışlar)
Biz, 1900'lerin hukukî mevzuatını, bugüne değil, istikbale göre yeniden yapılandırmak zorundayız.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Ünlü, biliyor musunuz ki, 15 dakika süre kullandınız...
Buyurun efendim, son cümleniz lütfen...
İSMAİL DURAK ÜNLÜ (Devamla) – Siyasî Partiler Kanunundan Seçim Kanununa, sosyal güvenlikten temel hak ve hürriyetlere, velhasıl, yasama, yürütme ve yargıya dair her şeyi, Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında, demokratik haklarımızı sonuna kadar kullanarak tartışmak ve 2000'li yılların emsalsiz Türkiyesini kurmak hepimizin görevidir.
Bu duygularla, 1997 yılı bütçesinin, ilgili bakanlıklar ve kurumlara hayırlı ve uğurlu olmasını diler; hepinizi saygıyla selamlarım. (ANAP, RP ve DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Ünlü, teşekkür ediyorum.
Sayın milletvekilleri, altıncı turdaki görüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi, soru ve cevaplarıyla ilgili işlemlere geçiyoruz.
Soru ve cevap işlemleri için ayrılan süre 20 dakikadır.
Ben, soru soran arkadaşlarımı kısaca takdim ediyorum:
Sayın Atilâ Sav -iki sorusu var- Sayın Ahmet Alkan, Sayın Aslan Ali Hatipoğlu -iki sorusu var- Sayın Erol Karan, Sayın Şahin Ulusoy, Fikret Uzunhasan, Sayın Ayhan Gürel -iki sorusu var- Sayın Şaban Şevli, Sayın Mustafa Güven Karahan, Sayın Mustafa İlimen, Sayın Yüksel Aksu, Sayın Halil Çalık, Sayın Mehmet Sılay, Sayın Ali Rıza Bodur, Sayın Yalçın Gürtan, Sayın Ahmet Alkan, Sayın Avni Kabaoğlu, Sayın Süleyman Çelebi, Sayın Hasan Gülay, Sayın Yüksel Aksu, Sayın Lale Aytaman, Sayın Hüsnü Sıvalıoğlu, Sayın Mehmet Keçeciler, Sayın Ziya Aktaş, Sayın Ömer Ertaş, Sayın Turan Bilge -iki sorunuz var- Sayın Bekir Yurdagül, Sayın Mustafa Güven Karahan, Sayın Şaban Şevli, Sayın Cafer Güneş, Sayın Cemal Özbilen, Sayın Ahmet Güryüz Ketenci, Sayın Necati Albay, Sayın Evren Bulut.
ŞAHİN ULUSOY (Tokat) – Sayın Başkan, benim de iki sorum var; ama, söylemediniz.
BAŞKAN – Efendim, bendeniz ifade ettim, ulaşmadı galiba.
AHMET GÜRYÜZ KETENCİ (İstanbul) – Sayın Başkan, iki soru da benim olacaktı.
BAŞKAN – Efendim, iki sorudan kastım, iki ayrı sual kağıdı gelmiş olmasıdır. Bir kâğıtta, tabiî, üç beş soru olabilir.
Sayın Sav?.. Burada.
ÖMER ERTAŞ (Mardin) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Buyurun efendim, bir teklif mi var?
ÖMER ERTAŞ (Mardin) – Sayın Başkan, Sayın Divan üyesi arkadaşımızın oturarak okuması mümkün mü?
BAŞKAN – Sayın milletvekillerinden bir teklif var.
Sayın Divan üyesi arkadaşımızın oturarak okuması hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sayın Sav'ın sualini okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Çevre Bakanlığı bütçesinin görüşülmesi sırasında, Sayın Bakanca, aşağıdaki sorularımın cevaplanmasının sağlanmasını arz ederim.
Atilâ Sav
Hatay
Soru: Bilindiği gibi, çevre, ülkemizde yeni bir ilgi alanıdır. 1978 yılında Başbakanlığa bağlı bir müsteşarlık olarak kurulduğundan bu yana, az sayıda yetişen uzman kadrosuyla görev yapılmıştır. Bu kadronun içinde, çevre gibi partilerüstü bir alanda, bu anlayışla, hizmet gören, yetişkin uzmanların görevlerinden uzaklaştırıldığı gözlemlenmiştir. Yerlerine, Bakanın yakınlarının ve partililerin atandığı belirtilmektedir. Sayın Bakanın, bu konuda, basında yer alan "çevre temizliğine Bakanlıktan başladım" cevabını verdiği doğru mudur?
Yetişmiş uzmanların esasen az olduğu bu alanda, bu görevlilerin topluca uzaklaştırılmasıyla boşalan yerler nasıl doldurulacaktır.
Çok önemli bir kamu hizmeti görenlerin yerine yenilerinin yetişmesi için, gereken zaman ve emek nasıl karşılanacaktır? düşünülmektedir? Bu görevlere atananların tahsil ve uzmanlıkları nedir?
VELİ ANDAÇ DURAK (Adana) – Böyle soru olmaz Sayın Başkan.
YILMAZ ATEŞ (Ankara) – Müsaade edin de onu biz takdir edelim.
BAŞKAN – Sayın Sav'ın ikinci sorusunu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Çevre Bakanlığı bütçesinin görüşülmesi sırasında, aşağıdaki sorumun Sayın Bakanca cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim.
Atilâ Sav
Hatay
Soru: Göreve başlandığından beri, Refahyol Hükümetinin nükleer santralların desteklenmesi, Hazineye ait arazilerin satışı meyanında, millî park olarak özgünlenecek arazilerin bulunması, bu konuda duyarlı olan kamuoyunda düş kırıklığı ve kaygılar yaratmıştır.
Bakanlık, bu alanda, önümüzdeki dönemde, hangi telafi edici önlem ve girişimleri tasarlamakta ve uygulamayı düşünmektedir?
BAŞKAN – Sayın Bakan, sözlü cevap verme imkânınız olduğu gibi, yazılı cevap verme imkânınız da vardır.
Bütün soru ve cevaplar için 20 dakikalık süremiz vardır ve 39 sayın arkadaşım soru sormuştur.
Buyurun efendim.
ÇEVRE BAKANI M. ZİYATTİN TOKAR (Ağrı) – Sayın Başkanım, Sayın Atilâ Sav'ın sormuş olduğu ilk soru, Çevre Bakanlığının çevre temizliği konusundadır. Bakanlık binasının etrafında pislik toplanmıştı, bunu temizlemeyi kastetmiştim; ancak, yanlış bir anlayışla, sayın üye, temizliği, eleman yönünden algılamış.
Personel atamasında, görevden aldığımız arkadaşların hepsi Bakanlığımız bünyesinde çalışmaktadır. Yerine atanan arkadaşlar da kabiliyetli arkadaşlardır ve o görevin üstesinden gelebilecek kişilerdir.
İkinci soru nükleer santrallarla ilgilidir. Bu konu, bizim bilgi alanımız içerisindedir; bilgilenmeleri için kendisine yazılı cevap vereceğim.
BAŞKAN – Kısmen sözlü cevaplandırıldı, kısmen de yazılı cevap verilecek.
Sayın Ahmet Alkan?.. Burada.
Soruyu okutuyorum:
NECMİ HOŞVER (Bolu) – Sayın Başkan, öyle uzun sualleri okutmayın; diğer arkadaşlara haksızlık oluyor. Soru, öz ve kısa olacak.
BAŞKAN – Buyurun efendim.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Adalet Bakanı Sayın Şevket Kazan tarafından aşağıdaki soruların cevaplandırılmasını arz ederim.
Doç. Dr. Ahmet Alkan
Konya
1. TEDAŞ ve TOFAŞ soruşturma önergelerinde birinci imza sahibisiniz. Hukukçu ve Adalet Bakanısınız. Her iki önergede de, belgelerle suçun sabit olduğunu iddia ediyorsunuz; yani, hüküm cümlesi kullanarak "suç sabittir" diyorsunuz.
Şimdi, siz mi, belgeleri komisyonlara vermediniz, komisyon mu gerekli objektif değerlendirmeyi yapmadı; yoksa, elinizdeki belgeler, suçlu hükmünü vermek için yetersizdi de, 56 ve 70 arkadaşınızla birlikte, o gün mü siyaseten böyle bir hükmü verdiniz?
2. Son Askerî Şûra kararlarıyla görevlerine son verilen ordu mensupları için, daha önce iddia ettiğiniz ve savunduğunuz yargı yolunu açma konusunda herhangi bir çalışmanız var mıdır?
BAŞKAN – Efendim, bu soruları, müzakereye konu bütçelerle ilgili ve ilintili görmüyorum; bu suretle de, Sayın Hükümete tevcih etmiyorum. (RP sıralarından alkışlar)
A. ZİYA AKTAŞ (İstanbul) – Olur mu?!.
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Tarafsız başkan arıyoruz; ama, bulamıyoruz.
BAŞKAN – Efendim, dördüncü soru sahibi Sayın Aslan Ali Hatipoğlu?.. Burada.
Soruyu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Sayın Başkanım, delaletinizle, Amasya İlinde kurulması düşünülen çevre müdürlüğünün 1997 yılında faaliyete geçip geçmeyeceğinin Sayın Çevre Bakanı tarafından cevaplandırılmasını arz ederim.
Aslan Ali Hatipoğlu
Amasya
BAŞKAN – Sayın Bakan, sözlü mü cevap vereceksiniz, yazılı mı?
ÇEVRE BAKANI M. ZİYATTİN TOKAR (Ağrı) – Sözlü cevap vereceğim efendim.
1997 yılı içerisinde faaliyete geçmesini temin edeceğiz.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Soru cevaplandırılmıştır.
Bir soru daha var; okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Sayın Başkanım, delaletinizle, aşağıdaki sorularımın Sayın Adalet Bakanı tarafından cevaplandırılmasını arz ederim.
Aslan Ali Hatipoğlu
Amasya
1. Amasya'ya tayin edilen hâkim ve savcıların birinci sınıf hâkim olmamaları; özellikle, cezalıların gönderilmesinin sebebi nedir?
2. Amasya Adliye Binasının yetersiz olduğu malumunuzdur. 1997 programında, ilave ünite yapılmasıyla ilgili bir çalışma mevcut mudur?
3. Yine, 20 yıla yakındır değiştirilmeyen Amasya Adliyesinin büro malzemeleri ve mefruşatının yenilenmesi, 1997'de yapılabilecek midir?
4. Amasya Cezaevi, terör tipi cezaevi olmasına rağmen, kadro eksikliği nedeniyle, her bir koğuşa nöbetçi konamıyor. Yaklaşık 70 koruma ve infaz memuru ihtiyacı, 1997'de giderilecek mi?
5. Adaletin gecikmesiz temin edilmesi için gerekli olan ödenek yetersizliğinin giderilmesiyle ilgili çalışmalar nelerdir?
BAŞKAN – Sayın Bakan, yazılı cevap verme imkânınız var.
Son sorunun cevabını konuşmanızda ben de takip ettim.
Buyurun.
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Sondan başlıyorum Sayın Başkanım.
Ödenek yetersizliği bu yıl söz konusu olmayacaktır. Biraz önce, bu konuda açıklamada bulundum.
Amasya Terör Cezaevi personeli yeterlidir; eğitilecektir sadece.
Bina malzemeleri eksiktir, temin edilecektir.
Adliye binaları konusunda, bu yıl bütçemize, 60 ıncı maddesiyle yeni bir imkân getirilmiştir. İnşallah, kısa zamanda, bütün adliye binalarımızın yenileştirilmesi, tamir edilmesi veya yenilerinin yapılması konusunda, bize, imkân sağlayacaktır. Bu arada, Amasya için de imkân düşüneceğiz.
Amasya'da hâkim ve savcıların birinci sınıf olmaması meselesi; mutlaka birinci sınıf hâkimlerimiz vardır Amasya'da. Yalnız, Amasya, tabiatıyla, birinci bölge sayılan bölgelerden değildir. Bu bölgelemeyi de yapan biz değiliz, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruludur.
Arz ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum. Sual cevaplandırılmıştır.
Sayın Erol Karan?.. Burada
Soruyu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorumun, Çevre Bakanı tarafından yanıtlanması hususunu arz ederim.
Erol Karan
Karabük
Soru:
Bilindiği gibi, Kardemir, Karabük'ün gözbebeği ve ekmek kapısıdır. Kardemirsiz bir Karabük düşünülemez. Ayrıca, Karabük'ün en önemli problemlerinden biri de, Kardemir tarafından meydana getirilen hava kirliliğidir. Hatta, zaman zaman yapılan ölçümlerde, hava kirliliğinin dördüncü uyarı kademesini aştığı da gözlemlenmektedir. Son zamanlarda, Karabük'te, hava kirliliği sonucunda, akciğer ve kalp hastalıklarının arttığı da bir gerçektir. Ayrıca, yine, Kardemirde, arıtma tesisi kurulamaması sonucu, zehirli atıklar Yenice Irmağına akıtılmaktadır ve bunun sonucunda, Yenice Irmağında doğal denge bozulmuş ve hiçbir canlı yaşayamaz duruma gelmiştir. Karabük'ün bu sorunlarına ne gibi önlem almayı düşünüyorsunuz?
BAŞKAN – Buyurun Sayın Bakan.
ÇEVRE BAKANI M. ZİYATTİN TOKAR (Ağrı) – Sayın Başkan, yazılı cevap vereceğim; arz ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Soru yazılı cevaplandırılacaktır.
Sayın Şahin Ulusoy?.. Burada.
Suali okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
22 Kasım 1996 tarihinde, Tokat İlinin Zile İlçesinde meydana gelen, 2 PKK'lının öldürülmesi ve 1 jandarma assubay üsçavuşun şehit olması ile sonuçlanan olaydan sonra yapılan uygulama ile ilgili aşağıdaki sorularımın Sayın Adalet Bakanı tarafından cevaplandırılmasının sağlanmasını arz ederim.
Şahin Ulusoy
Tokat
Soru:
1. Bu olaydan sonra, aynı gün, Zile Ağır Ceza Mahkemesi Başkanının, can güvenliğiyle ilgili bir sıkıntısı olmamasına rağmen, can güvenliği gerekçe gösterilerek yetkisinin kaldırılması ve başka bir ilçede yetkilendirilmesini, bu olayla nasıl ve niçin ilişkilendirdiniz ve uyguladınız?
2. Olay, hastanede ve güvenlik güçlerin görev kapsamı içinde olmasına rağmen, yine aynı gerekçeyle ve olay günü, Zile Cumhuriyet Başsavcısının yetkisini kaldırarak niçin başka bir ilçede yetkilendirdiniz?
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, sayın bakanlar soruları takip edemiyorlar. Sükunet rica ediyorum...
Buyurun Sayın Bakan.
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Sayın Başkan, Zile Cezaevinde bulunan terör tutuklularının hastaneye götürülmesi sırasında içlerinden birisinin, tedavi için kelepçeleri çözüldükten sonra, jandarma assubay başçavuşunun belindeki silahı alarak onu şehit etmesi ve bunun arkasından da 2 PKK'lının jandarma tarafından öldürülmesi; diğerlerinin cezaevine götürülüp konulması, Zile'de fevkalade gergin bir hava meydana getirmiştir. Tokat Valisi de, bendenize yazılı olarak müracaat etmiş ve Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı, Cumhuriyet Başsavcısı ve 2 savcının buradan uzaklaştırılmasını istemiştir. Bendeniz, tabiatıyla, bu talebi, yetki kullanmak suretiyle yerine getirdim; ama, hemen arkasından müfettişleri gönderdim ve bu Ağır Ceza Mahkamesi Başkanıyla Cumhuriyet Başsavcısının, cezaevinde birtakım eylemler hususunda, bazı çalışmaları olduğunu, maalesef, tespit ettim. Şu anda bu ikisinin hakkında soruşturma vardır.
Diğer 2 savcı görevine iade edilmiştir.
Arz ederim.
BAŞKAN – Sayın Bakan, teşekkür ediyorum.
Sual cevaplandırılmıştır.
Sayın Fikret Uzunhasan?.. Burada.
Suali okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki soruların, Sayın Çevre Bakanı tarafından sözlü olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim.
Fikret Uzunhasan
Muğla
Muğla İli Yatağan-Yeniköy-Kemerköy üçgeninde birbirine yakın; fakat, yaklaşık 1 000 kilometre alanı tesiri altında bırakan ve çevreye yaptığı olumsuz etkileri nedeniyle Aydın İli Bölge İdare Mahkemesince kapatılma kararına rağmen, resmî olmayan, Bakanlar Kurulu kararıyla halen çalıştırılan bu 3 santral, özelleştirme kapsamına alınarak, işletme hakkı, 20 yıllık bir dönem için özel sektöre devredilmek üzere, 16 Kasım 1996 tarihli Resmî Gazetede ilanı çıkarılmıştır.
Sorular:
1. Bugüne kadar olumsuz çevre etkileşimi dikkate alınarak, bu santralların bazı üniteleri devredışı bırakılmak suretiyle veya çalışmayı tamamen durdurmak şekliyle, başvurulan tedbirler, özelleştirme sonrası nasıl halledilecektir?
2. Bu santralların baca filtreleri ne zaman takılacaktır?
3. Kemerköy Termik Santralının muhtelif birimlerinde kullanılmak üzere, denizden alınıp yine denize deşarj edilen, günlük, yaklaşık 2,5 milyon metreküp suyun denizin doğal ortamında ve biyotabiatında yaptığı değişiklikler bakanlığınızca incelenmiş midir?
4. Bu üç santralın yakıtı olan kömürde, radyoaktif elementler normalin çok üstündedir. 17 Şubat 1993 yılı Muğla'da bulunan radyoaktif erken uyarı sistemi sinyal vermiştir. Bakanlığınız bu konuda bir inceleme yapmış mıdır?
5. Çevre sorunlarının çok yoğun olduğu Muğla İli Çevre Müdürlüğü eleman sıkıntısı çekmektedir. Eleman alımı ne zaman yapılacaktır?
6. Türkiye'de kurulması tasarlanan nükleer santral bittiği zaman, toplam elektrik üretiminin yalnızca onda 1'ini karşılayabilecek kapasitededir. Oysa, Türkiye'nin elektrik dağıtım şebekesindeki kayıpları, bu tutarın iki katı, dünya ortalamasının üç dört katıdır. Bu nedenle, hat kayıplarının azaltılmasıyla, Türkiye, bir nükleer santral kurulmasına gerek kalmadan, aynı oranda elektriği tüketime sunabilecektir. Türkiye'nin nükleer teknolojiye ulaşması için ise, bir nükleer santral kurulmadan ve çevre teknolojisi ikilemine düşmeden yapılabilecek şeyler var mıdır?
7. Sayın Bakan, bu gerekçelere karşın, hâlâ, Türkiye'de nükleer santral kurulması gerektiğini savunmakta mıdır?
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, üzülerek ifade edeyim: İçtüzüğün 96 ncı maddesi çok açık;" ... Sorular, gerekçesiz, görüş beyan etmeden sorulur" der. Buna göre, işleme koymamam lazım; ama, uyumlu ve uygun bir ortamda şu çalışmaları bitirelim istiyorum.
Buyurun Sayın Bakan.
ÇEVRE BAKANI M.ZİYATTİN TOKAR (Ağrı) – Sayın Başkan, yazılı cevap vermek istiyorum.
Arz ederim efendim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum efendim.
Yazılı cevaplandırılacaktır sorularınız.
Sayın Ayhan Gürel?..Yok.
Sayın Şaban Şevli?..Burada.
NECMİ HOŞVER (Bolu) – Sayın Başkan, İktidar grubundaki arkadaşlarımın sual sormalarına müsaade etmeyin.
BAŞKAN – Sayın Hoşver, müsaade buyurun...
Sayın Şevli'nin sorusunu okutuyorum :
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Sayın Başkan, delaletinizle aşağıdaki sorumun Adalet Bakanınca cevaplandırılmasını arz ederim.
Şaban Şevli
Van
Soru : Van Gölü kenarında geniş arazilere sahip Çolpan Köyünde, daha önce, Adalet Bakanlığınca açık cezaevi yapılmak istenmişti ve burada özel kilimcilik yapılacaktı. Bu projeyi yeniden ele alıp tahakkuk ettirmek istiyor musunuz?
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, sual soran arkadaşlarımızın, suallerini geri çekmelerine hiçbir engel yoktur.
Sayın Bakan, cevaplandıracak mısınız?
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Sayın Başkan, Erciş'te yarı açık cezaevi açılmıştır, Erciş de, Van Gölü kenarındadır; onun için, ayrıca, Van'da açık bir cezaevi düşünmüyoruz.
Arz ederim.
BAŞKAN – Sual cevaplandırılmıştır.
Sayın Mustafa Güven Karahan?..Burada.
Sualini okutuyorum :
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Çevre Bakanlığı ile ilgili sorularımın, aracılığınızla, Sayın Çevre Bakanı tarafından yanıtlanmasını saygılarımla arz ederim.
Mustafa Güven Karahan
Balıkesir
Soru 1. Balıkesir İli Bandırma İlçesi sınırları içinde faaliyet gösteren, ülkemizin en büyük gübre fabrikalarından biri olan BAGFAŞ gübre fabrikaları;
a) Curuflarıyla doğayı, baca dumanlarıyla havayı, fabrikadan çıkan atık materyal ile denizi kirletmektedir,
b) Balıkesir İli Bandırma İlçesi sınırları içinde yer alan Etibank Boraks ve Borik Asit ile Sülfirik Asit fabrikaları da, aynı şekilde kirliliğe neden olmaktadır. Bandırma’nın çevre sorunları için neler düşünüyorsunuz? Yasal önlemleri almayı düşünüyor musunuz?
2. Manyas Gölünde yer alan Kuşcenneti, bakanlıklararası ilgilsizlikten ölmek üzeredir. Avrupa (A) diplomasına sahip bu doğa harikasının ölüme terk edilmemesi için gerekli önlemleri alacak mısınız? Nedenleri üzerine gidecek misiniz?
BAŞKAN – Sayın Bakan, buyurun.
ÇEVRE BAKANI M. ZİYATTİN TOKAR (Ağrı) – Sayın Başkan, BAGFAŞ ve Etibank tesisleri için, Balıkesir İl Müdürlüğümüz sürekli izlemededir. Gerekli uyarıları yapmayı ve önlemleri almayı il müdürlüğümüz takip etmektedir.
Kuşcennetinin kurtulması için özel izleme komitesi kurduk. Diğer bakanlıklarla birlikte hareket ediyoruz. Kuşcenneti'nin (A) diplomasına sahip olması çok önemli, orayı kurtarmak da Çevre Bakanlığına nasip olacaktır efendim.
Arz ederim.
BAŞKAN – Sual cevaplandırılmıştır.
Son bir suali cevaplayacağız efendim.
Sayın Mustafa İlimen burada mı efendim? Sayın İlimen Burada.
Sualini okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorumun, Çevre Bakanımız tarafından cevaplandırılması hususunda gereğinin yapılmasını bilgilerinize arz ederim.
Mustafa İlimen
Edirne
Soru: Ergene Nehrinin su kirliliği büyük boyutlara ulaşmış, nehir suyu ile irtibatlanan canlılar ve bilhassa tarım ürün ve arazileri büyük zarar görmektedir. Nehre atıklarını boşaltan fabrikalara, atık arıtma tesisi kurdurulması ve nehrin eski haline getirilmesi için Bakanlığımızca ne gibi çalışmalar yapılmaktadır?
BAŞKAN – Sayın Bakan, buyurun.
ÇEVRE BAKANI M. ZİYATTİN TOKAR (Ağrı) – Sayın Başkan, Ergene Nehrinin temizlenmesi için, Bayındırlık Bakanlığıyla ve Devlet Su İşleriyle yakın temastayız. Önümüzdeki yıl, Ergene Nehrinin temizlenmesi için, Devlet Su İşleri faaliyet yapacaktır.
Bu arada, Çerkezköy ve oradaki sanayi tesislerinin atık arıtma sistemi kurması yakın takibimizdedir.
Arz ederim.
BAŞKAN – Sual cevaplandırılmıştır ve süre tamamlanmıştır.
Sayın milletvekilleri, şimdi, sırayla, altıncı turda yer alan bütçelerin bölümlerine geçilmesi hususunu ve bölümlerini ayrı ayrı okutup, oylarınıza sunacağım :
Adalet Bakanlığı 1997 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum : Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum :
E) ADALET BAKANLIĞI
1. – Adalet Bakanlığı 1997 Malî Yılı Bütçesi
A – CETVELİ
Program
Kodu Açıklama Lira
101 Genel yönetim ve Destek Hizmetleri 7 325 687 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
111 Yargılama İşleri 26 944 935 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
112 Hükümlülerin Eğitimi, Cezalarının İnfazı ve Tutukluların
Muhafazası 23 445 227 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
113 Resmî Bilirkişilik Hizmetlerinin Yürütülmesi 795 962 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
114 Yüksek Seçim Kurulu 1 682 589 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler 487 020 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 60 681 420 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Adalet Bakanlığı 1997 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.
2. – Adalet Bakanlığı 1994 Malî Yılı Kesinhesabı
BAŞKAN – Adalet Bakanlığı 1994 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum : Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Genel toplamı okutuyorum :
Adalet Bakanlığı 1994 Malî Yılı Kesinhesabı
A – CETVELİ
1050 S.K. 83. Madde
Genel Ödenek Toplam İptal Edilen Ödenek Dışı Ertesi Yıla Gereğince Saklı Toplam Harcama Ödenek Harcama Devreden Ödenek Tutulan Ödenek
TOPLAM 10 081 543 000 000 10 014 572 536 000 302 113 398 000 237 015 154 000 1 872 220 000 9 012 757 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Adalet Bakanlığı 1994 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.
3. – Adalet Bakanlığı 1995 Malî Yılı Kesinhesabı
BAŞKAN – Adalet Bakanlığı 1995 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum : Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Genel toplamı okutuyorum :
Adalet Bakanlığı 1995 Malî Yılı Kesinhesabı
A – CETVELİ
Genel Ödenek Toplam İptal Edilen Ödenek Dışı Ertesi Yıla
Toplamı Harcama Ödenek Harcama Devreden Ödenek
TOPLAM 18 386 978 832 000 18 249 822 626 000 589 221 606 000 453 989 159 000 1 923 759 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Adalet Bakanlığı 1995 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.
Yargıtay Başkanlığı 1997 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum : Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum :
F) YARGITAY BAŞKANLIĞI
1. – Yargıtay Başkanlığı 1997 Malî Yılı Bütçesi
A – CETVELİ
Program
Kodu Açıklama Lira
101 Genel yönetim ve Destek Hizmetleri 527 800 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
111 Yargı Hizmetleri 682 700 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
112 Cumhuriyet Başsavcılığı Hizmetleri 15 500 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler 10 700 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 1 236 700 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Yargıtay Başkanlığı 1997 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.
2. – Yargıtay Başkanlığı 1994 Malî Yılı Kesinhesabı
BAŞKAN – Yargıtay Başkanlığı 1994 malî yılı Kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum : Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Genel toplamı okutuyorum :
Yargıtay Başkanlığı 1994 Malî Yılı Kesinhesabı
A – CETVELİ
Genel Ödenek Toplam İptal Edilen Ödenek Dışı
Toplamı Harcama Ödenek Harcama
TOPLAM 232 361 467 000 229 291 724 000 4 388 986 000 1 319 243 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Yargıtay Başkanlığı 1995 malî yılı bütçesi ile 1993 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.
3. – Yargıtay Başkanlığı 1995 Malî Yılı Kesinhesabı
BAŞKAN – Yargıtay Başkanlığı, 1995 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum : Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Genel toplamı okutuyorum :
Yargıtay Başkanlığı 1995 Malî Yılı Kesinhesabı
A – CETVELİ
Genel Ödenek Toplam İptal Edilen
Toplamı Harcama Ödenek
TOPLAM 429 356 375 000 408 005 334 000 21 351 041 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Yargıtay Başkanlığı 1995 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.
Çevre Bakanlığı 1997 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum : Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum :
G) ÇEVRE BAKANLIĞI
1. – Çevre Bakanlığı 1997 Malî Yılı Bütçesi
A – CETVELİ
Program
Kodu Açıklama Lira
101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 956 767 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
111 Çevre Hizmetlerinin Yürütülmesi 705 233 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler 6 312 700 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TOPLAM 7 974 700 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Çevre Bakanlığı 1997 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.
2. – Çevre Bakanlığı 1994 Malî Yılı Kesinhesabı
BAŞKAN – Çevre Bakanlığı 1994 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum : Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Genel Toplamı okutuyorum :
Çevre Bakanlığı 1994 Malî Yılı Kesinhesabı
A – CETVELİ
Genel Ödenek Toplam İptal Edilen Ödenek Dışı
Toplamı Harcama Ödenek Harcama
TOPLAM 630 928 588 000 515 737 371 000 115 560 056 000 368 839 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
3. – Çevre Bakanlığı 1995 Malî Yılı Kesinhesabı
BAŞKAN – Çevre Bakanlığı 1995 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum : Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Genel toplamı okutuyorum :
Çevre Bakanlığı 1995 Malî Yılı Kesinhesabı
A – CETVELİ
Genel Ödenek Toplam İptal Edilen Ödenek Dışı
Toplamı Harcama Ödenek Harcama
TOPLAM 1 049 797 256 000 753 370 557 000 299 192 255 000 2 765 556 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Çevre Bakanlığı 1995 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, böylece, Adalet Bakanlığı, Yargıtay Başkanlığı ve Çevre Bakanlığının 1997 malî yılı bütçeleriyle 1994 ve 1995 malî yılları kesinhesapları kabul edilmiştir; hayırlı, uğurlu olmasını temenni ediyorum.
Sayın milletvekilleri, altıncı tur görüşmelerle bugünkü program tamamlanmıştır.
Programda yer alan kuruluşların bütçe ve kesinhesaplarını görüşmek için, 13 Aralık 1996 Cuma günü saat 10.00'da toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati : 22.13
V. – SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1. – Aydın Milletvekili Yüksel Yalova’nın, Kuşadasında meydana gelen sel felaketinden zarar gören esnaf ve sanatkârların vergi ve borç ödemelerine ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Lütfü Esengün’ün yazılı cevabı (7/1333) (1)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Başbakan Sayın Necmettin Erbakan tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını tensiplerinize arz ederim.
Saygılarımla. 13.9.1996
Dr. Yüksel Yalova
Aydın
7, 8, 9 Eylül tarihlerinde Aydın ilimizin değişik yörelerinde özellikle Kuşadası ilçemizde meydana gelen sel felaketinde büyük maddî hasarlar meydana gelmiştir. Buna göre :
1. Kuşadası’nda faaliyet gösteren vergi mükelleflerinin, özellikle esnaf ve sanatkârlarımızın Eylül; Ekim; Kasım aylarına ilişkin vergi ödemelerinin dondurulmasını düşünür müsünüz?
2. Büyük maddî hasara uğrayan işyeri ve otellerin kamu bankalarına olan borçlarının faiz yükü getirilmeden ertelenmesini düşünür müsünüz?
3. Kuşadalı esnaf; sanatkâr ve küçük işletmecilerimize kamu bankalarından düşük faizli kredi sağlamayı düşünür müsünüz?
4. İlçemizin tamamen tahrip olan alt yapısı; yol kanalizasyon şebekelerinin, Kuşadası’nın ülke turizmindeki öncü konumu gözönünde bulundurularak gelecek sezona yetiştirilmesini düşünür müsünüz?
5. 6, 10 Ekim 1996 tarihleri arası ilçemizde 103 ülkenin katılacağı Dünya Enerji Kongresi yapılacağından anılan işlemlere başlanması için bir an önce talimat verebilir misiniz?
6. Tüm bu konuların bir bütünlük içerisinde yürütülmesini temin amacıyla Kuşadası ilçemizi ve yöresini tabiî afet bölgesi ilan etmeyi düşünür müsünüz?
T.C.
Devlet Bakanlığı
Sayı : B.02.0.0010/01270 9.12.1996
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi a) TBMM Başkanlığının 7.10.1996 tarihli ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/1333-3406/9440 sayılı yazısı.
b) Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Genel Müdürlüğünün 11.10.1996 tarih ve B.02.0. KKG/106-376-8/4089 sayılı yazısı.
c) 11.11.1996 tarih ve B.02.0.0010/0999 ve 28.11.1996 tarih ve 1149 sayılı yazılarımız.
Aydın Milletvekili Sayın Yüksel Yalova’nın; Sayın Başbakanımıza tevcih ettiği Sayın Başbakanımızın da kendileri adına Bakanlığım koordinatörlüğünde kendileri adına cevaplandırılmasını istediği 7/1333 Esas No.’lu yazılı soru önergesi ile ilgili olarak Turizm Bakanlığından alınan cevabî yazı ekte sunulmuştur.
Bilgilerinizi ve gereğini arz ederim.
Lütfü Esengün
Devlet Bakanı
T.C.
Turizm Bakanlığı
Hukuk Müşavirliği 28.4.1996
Sayı : B.17.HKM.0.00.00.00/1430-35790
Sayın Lütfü Esengün
(Devlet Bakanı)
İlgi : 18.10.1996 tarih ve 00720 sayılı yazınız,
İlgi yazınız ekinde Bakanlığıma gönderilen Aydın Milletvekili Yüksel Yalova’nın Sayın Başbakanımıza tevcih ettiği ve Başbakanımız adına cevaplandırılmasını istediği yazılı soru önergesi incelenmiştir.
Aydın İlimizin değişik yörelerinde özellikle Kuşadası İlçemizde meydana gelen sel felaketi ile ilgili olarak Turizm İşletmeleri zararlarının sigorta şirketlerinden karşılama girişimi içinde oldukları, ancak meydana gelen afetle ilgili olarak İl Bayındırlık ve İskân Müdürlüğünce yapılan değerlendirme sonucuna göre durumun afet bölgesi ilan edilmesine ilişkin sonuç oluşturmadığı öğrenilmiştir.
6-10 Ekim 1996 tarihleri arasında Kuşadası İlçesinde yapılan Dünya Enerji Kongresinin sel felaketinden olumsuz yönde etkilenmemesi için Aydın Valiliği ve ilgili Kuruluşlar nezdinde gerekli girişimlerde bulunulmuştur.
Soru önergesinin 4 üncü maddesinde belirtilen Kuşadası’nın tahrip olan altyapısının tamamlanması için bu güne kadar Bakanlığımızdan herhangi bir talep olmadığından malî katkı yapılmamıştır. Bakanlığımız 1996 malî yılı bütçesinde yeterli ödenek olmadığından, Valilik veya Belediyenin talebi halinde 1997 malî yılı bütçe imkânları çerçevesinde değerlendirilecektir.
Bilgilerinize arz ederim.
Bahattin Yücel
Turizm Bakanı
2. – Muğla Milletvekili Fikret Uzunhasan’ın, Ankara’daki bazı okullarda suların akmama nedeninin “kartlı sayaç” uygulamasından kaynaklandığı iddiasına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Lütfü Esengün’ün yazılı cevabı (7/1565)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorunun İnsan Haklarından Sorumlu Devlet Bakanı tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim. 24.10.1996
Fikret Uzunhasan
Muğla
Ankara’nın çeşitli semtlerinde Bakanlığınıza bağlı okullarda (örnek : Erdoğan Şahinoğlu İlköğretim Okulu, Aydınlıkevler Lisesi ve benzeri) içinde bulunduğumuz öğrenim yılında suların akmadığı ve bu durumun Ankara Büyükşehir Belediyesinin “Kartlı Sayaç” uygulamasından kaynaklandığı ileri sürülmektedir.
Soru : 1. Bakanlığınız, “Kartlı Sayaç” yönteminin geçmişte İtalya’da uygulandığını ve yapılan başvuru üzerine Avrupa İnsan Hakları Komisyonunca, uygulamanın “İnsan haklarına aykırı bulunması” nedeni ile durdurulduğunu biliyor mu?
T.C.
Devlet Bakanlığı
Sayı : B.02.0.0010/01362 11.12.1996
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : a) TBMM Başkanlığının 6.11.1996 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/1565-3954/10897 sayılı yazısı.
b) TBMM Başkanlığının 4.12.1996 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/1565-3954/10897 sayılı yazısı.
Muğla Milletvekili Sayın Fikret Uzunhasan’ın; Bakanlığıma tevcih ettiği ilgi (a) yazı ekindeki 7/1565 esas no.lu yazılı soru önergesi cevabı ekte sunulmuştur.
Bilgilerinizi ve gereğini arz ederim.
Lütfü Esengün
Devlet Bakanı
Cevap : Aydınlıkevler Lisesinin 1 983 614 890 TL. borcu olduğu ve 21.12.1994 tarihinden bugüne kadar hiç su bedeli ödemediği tespit edilmiş ancak suları hiç kesilmemiş ve halen suları kullanıma açıktır.
Erdoğan Şahinoğlu İlköğretim Okulu Müdürlüğünün 52 456 500 TL. borcu bulunmakta olup 23.8.1996 tarihinden bugüne kadar hiç su bedeli ödememiş, suları hiç kesilmemiş ve 12.9.1996 tarihinde Elektronik Kartlı sayaç takılmış para alınmadan sayaca 50 m3 su kredisi yüklenmiş, kredi bitince ASKİ Genel Müdürlüğüne gelerek kredi almaları gerektiği aksi halde sayaçlarının otomatik olarak suyu keseceği kendilerine ifade edilmiş ve 50 m3 su kredisi bitince cihaz (-) borç kredi vermeye geçmiş ve halen suları kullanıma açıktır. Ancak bugüne kadar ASKİ’ye sularının kesildiğine dair hiçbir başvuruda bulunmamışlardır.
Kesinlikle ve hiçbir zaman adı geçen okullarımız ve diğer okullarımızın eğitim ve öğretim döneminde suları kesilmemiştir. Kaldı ki ASKİ’nin bu uygulaması çağdaş bir hizmet olarak Ankaralı’ya yakışır bir uygulama olup, insan haklarına aykırılıkla uzaktan ve yakından hiçbir alakası yoktur. Bu uygulama ile su bedelini zamanında ödeyen vatandaşlarımızın hak ve çıkarları korunmakta ve haksız su kullanımını önler bir özellik taşımaktadır. Haksız olarak ASKİ kesinlikle hiçbir abonesinin suyunu kesmemiş ve mağdur durumda da bırakmamıştır.
Kartlı sayaç uygulaması dünyanın gelişmiş ülkelerinde başta A.B.D., İngiltere, Fransa, Almanya, İsviçre, Japonya, Güney Afrika, Suudi Arabistan, Kuveyt v.s. olmak üzere bir çok ülkede yaygın olarak uygulanmakta ve kullanım oranı giderek hızlı bir şekilde artmaktadır.
3. – İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın, Bosna-Hersek Hükümetine yardım yapılıp yapılmadığına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Lütfü Esengün’ün yazılı cevabı (7/1621)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Başbakan Sayın Necmettin Erbakan tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.
Bülent Akarcalı
İstanbul
1. Bosna-Hersek Hükümetine ne gibi yardımlarda bulunmayı düşünüyorsunuz?
2. Bosna’da her 8 evden biri ve her 3 dönüm araziden 1’i patlamamış mayın tehdidi altındadır. Bu mayınların temizlenmesine Türkiye katkıda bulunacak mıdır?
3. Kültür Bakanlığı ve Vakıflar Genel Müdürlüğünün Bosna-Hersek’te tahrip edilmiş Osmanlı eserlerini restore etme çalışması var mıdır? Varsa, kapsamı nedir?
4. Bosna-Hersek’in acil ihtiyacı olan doktor, hemşire sıkıntısına yardımcı olmak için Türkiye’den eleman gönderecek misiniz?
T.C.
Devlet Bakanlığı
Sayı : B.02.0.0010/01347 11.12.1996
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : a) TBMM Başkanlığının 14.11.1996 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/1621-4129/11367 sayılı yazısı.
b) Başbakanlık Kan. ve Kar. Gen. Müd.’nün 21.11.1996 tarih ve B.02.0.KKG/106-401-8/4569 sayılı yazısı.
İstanbul Milletvekili Sayın Bülent Akarcalı’nın; Sayın Başbakanımıza tevcih ettiği ve Sayın Başbakanımızın da kendileri adına Bakanlığım koordinatörlüğünde cevaplandırılmasını istediği ilgi (b) yazı eki 7/1621 esas no.lu yazılı soru önergesinin 3 üncü maddesi ile ilgili olarak alınan cevap metni ekte sunulmuştur.
Bilgilerinizi ve gereğini arz ederim.
Lütfü Esengün
Devlet Bakanı
İstanbul Milletvekili Sayın Bülent Akarcalı’nın 7/1621-4129 sayılı yazılı soru önergesinin 3 numaralı sorusunun cevabıdır.
3. Kültür Bakanlığı ve Vakıflar Genel Müdürlüğünün Bosna Hersek’te tahrip edilmiş Osmanlı eserlerini restore etme çalışması var mıdır? varsa, kapsamı nedir.
Cevap : 3. Bakanlığım bağlı kuruluşu Vakıflar Genel Müdürlüğü Bosna Hersek’te tahrip edilmiş Osmanlı Eserlerinin restoresi için Dışişleri Bakanlığında yapılan bu konuyla ilgili bütün toplantılara katılmış ve 22.11.1994 gün ve R-793 sayılı yazı ile Mostar Köprüsünün onarımı ile keşif raporu Dışişleri Bakanlığına sunulmuştur. Bu konuda ayrıca bir görev verilmediğinden başka herhangi bir çalışma yapılamamıştır.
4. – Burdur Milletvekili Yusuf Ekinci’nin, Bucak ilçe merkezinde yapılan asfaltlama çalışmalarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Bekir Aksoy’un yazılı cevabı (7/1644)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Köy Hizmetlerinden Sorumlu Devlet Bakanı tarafından İçtüzüğün 99 uncu maddesi uyarınca yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.
Dr. Yusuf Ekinci
Burdur
1. 1996 yılı Ekim ayı içerisinde Bucak ilçemiz merkezinde (Belediye hudutları içinde) kaç kilometrelik yol asfaltlaması yapılmıştır?
2. Bu asfaltın bedeli nereden ve ne şekilde karşılanmıştır?
3. Bu asfaltlama işlemi normal ihale ile mi? Yoksa bir firma tercihi ile mi yapılmıştır? Tercih ise tercihte hangi ölçüler dikkate alınmıştır?
4. Bu asfaltlama işleminin yapıldığı yerlerde altyapının yeterli olmadığı, bazı semtlerde hiç altyapı bulunmadığı ifade edilmektedir. Bu şartlarda yapılan asfaltlama işleminde isabet oranı nedir? Asfalt bir ay geçmeden bozulduğuna göre Hazine zarara uğratılmış mıdır? Hazineyi zarara uğratanlar hakkında bir işlem yaptınız mı? veya yapacak mısınız?
5. Bu asfalt hangi köy yollarının asfaltı kesilerek veya azaltılarak yapılmıştır?
6. Bu asfaltlamadan dolayı 1997 veya daha sonraki yıllarda Burdur iline bağlı köylerin asfaltlama hizmetlerinde eksilme olacak mıdır?
7. Bucak ilçemizdeki bu asfaltlama yaz aylarında ve ihtiyaca uygun olarak yapılsa daha iyi olmaz mıydı?
T.C.
Devlet Bakanlığı
Sayı : B.02.0.013/S-615 11.12.1996
Konu : Soru önergesi
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : 22.11.1996 tarih, A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/1644-4243/11715 sayılı yazınız.
Burdur Milletvekili Sayın Dr. Yusuf Ekinci’nin 7/1644-4243 sayılı soru önergesi incelenmiş olup, söz konusu soru önergesinde cevaplanması istenilen sorular ve yapılan işlemler aşağıda belirtilmiştir.
1. 1996 yılında Bucak Belediyesi yollarının asfalt kaplaması için Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğüne 6.9.1996 tarih ve B021KHZ 20120002/PKDT.15.Bl. 6533 sayılı Olur’la Antalya Köy Hizmetleri Bölge Müdürlüğüne, Bucak Belediyesi ile protokol yapma yetkisi verilmiş olup, 14 km. 1 inci kat asfalt kaplama işi için protokol yapılmıştır.
2. Protokol bedeli Bucak Belediyesi tarafından yatırılmıştır.
3. Asfalt kaplama işi Bucak Belediye Başkanlığı ile Köy Hizmetleri Antalya Bölge Müdürlüğü arasında yapılan protokol gereğince Burdur Köy Hizmetleri İl Müdürlüğü ekiplerince Püremanet (PE) olarak ikmal edilmiştir.
4. Asfalt kaplama işi bir bütün teşkil ettiğinden Bucak Belediyesince alt yapısı (İçmesuyu, kanalizasyon, telefon vs.) tamamlanmış yolların asfalt kaplaması asfalt ekipleri tarafından fen ve sanat kaidelerine göre yapılmıştır. Kesinlikle alt yapısı olmayan yollara girilmemiştir. Yerinde yapılan incelemelerde yapılan bu yollarda herhangi bir bozulma da mevcut değildir.
Bucak Belediyesine ait asfalt kaplama için köyyolları programınca herhangi bir kesinti yapılmadan ikmal edilmiştir. Ayrıca Burdur Köy Hizmetleri İl Müdürlüğünün 1996 yılı 1 inci kat asfalt kaplama programı % 102, II nci kat asfalt kaplama % 115 gibi fazlasıyla gerçekleştirilerek köylünün hizmetine sunulmuştur.
6. 1997 yılı için Burdur Köy Hizmetleri İl Müdürlüğüne DPT’ca tefrik edilen ödenek doğrultusunda geçmiş yıllarda olduğu gibi hizmetin en iyi şekilde yapılmasına çalışılacaktır.
7. Bucak ilçesindeki asfaltlama iş sezonu içinde yapıldığı için amacına ulaşmıştır. Protokol, Bucak Belediyesi ile önceki tarihlerde yapılmış olsa idi söz konusu yolların daha önce yapılma imkânı olacaktı.
Bilgilerinize arz ederim.
Bekir Aksoy
Devlet Bakanı
Türkiye Büyük Millet Meclisi
GÜNDEMİ
31 İNCİ BİRLEŞİM
12 . 12 . 1996 PERŞEMBE
Saat : 10.00
1
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
2
ÖZEL GÜNDEMDE YER ALACAK İŞLER
X 1. – 1997 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/518) (S. Sayısı : 134) (Dağıtma tarihi : 6.12.1996)
X 2. – 1994 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1994 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/282, 3/414) (S. Sayısı : 103) (Dağıtma tarihi : 6.12.1996)
X 3. – 1995 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1995 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/492, 3/516) (S. Sayısı : 151) (Dağıtma tarihi : 6.12.1996)
X 4. – Katma Bütçeli İdareler 1997 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/519) (S. Sayısı : 135) (Dağıtma tarihi : 6.12.1996)
X 5. – 1994 Malî Yılı Katma Bütçeli İdarelerin Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1994 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/283, 3/415) (S. Sayısı : 102) (Dağıtma tarihi : 6.12.1996)
X 6. – 1995 Malî Yılı Katma Bütçeli İdarelerin Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1995 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/493, 3/517) (S. Sayısı : 150) (Dağıtma tarihi : 6.12.1996)
3
SEÇİM
4
OYLAMASI YAPILACAK İŞLER
5
MECLİS SORUŞTURMASI RAPORLARI
6
GENEL GÖRÜŞME VE MECLİS ARAŞTIRMASI
YAPILMASINA DAİR ÖNGÖRÜŞMELER
7
SÖZLÜ SORULAR
8
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
TUTANAĞIN SONU