T.B.M.M.
TUTANAK DERGİSİ
CİLT : 19
45 inci Birleşim
14 . 1 . 1997 Salı
İÇİNDEKİLER
I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. – GELEN KÂĞITLAR
III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA
SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1. – Millî Savunma Bakanı Turhan Tayan’ın, Güney Kıbrıs
Rum yönetiminin, son günlerde, Rusya Federasyonundan füze temin ederek
barış ortamını bozucu tutum ve davranışları
münasebetiyle gündemdışı açıklaması ve ANAP
İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı, DYPKilis Milletvekili
Doğan Güreş, RP Gaziantep Milletvekili Kahraman Emmioğlu,
CHPİstanbul Milletvekili Altan Öymen, DSP İstanbul Milletvekili
Bülent Ecevit’in grupları adına ve Adana Milletvekili Orhan
Kavuncu’nun şahsı adına konuşmaları
B) TEZKERELER VE ÖNERGELER
1. – Macaristan’a gidecek olan Devlet Bakanı Ayfer Yılmaz’a,
dönüşüne kadar, Devlet Bakanı H. Ufuk Söylemez’in vekâlet etmesinin
uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı
tezkeresi (3/644)
2. – Amerika Birleşik Devletlerine gidecek olan Devlet Bakanı
Fehim Adak’a, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Ahmet Cemil Tunç’un
vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin
Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/645)
3. – Amerika Birleşik Devletlerine gidecek olan Devlet Bakanı
Işılay Saygın’a, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı
Namık Kemal Zeybek’in vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne
ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/646)
4. – Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine gidecek olan Orman
Bakanı Mehmet Halit Dağlı’ya, dönüşüne kadar, Devlet
Bakanı Nevzat Ercan’ın vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne
ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/647)
5. – Amerika Birleşik Devletlerine gidecek olan Devlet Bakanı
Gürcan Dağdaş’a, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Lütfü
Esengün’ün vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin
Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/648)
6. – 3167 sayılı Çek Ödemelerinin Düzenlenmesi ve Çek
Hamillerinin Korunması Hakkında Kanuna muhalefet ettiği iddia
olunan İstanbul Milletvekili M. Bahattin Yücel hakkında tanzim edilen
dava dosyasının, Adalet Bakanlığına iade edilmek
üzere, Başbakanlığa gönderilmesine ilişkin
Başbakanlık tezkeresi (3/649)
7. – Sakarya Milletvekili Ersin Taranoğlu’nun, Sakarya İlinde
Büyükşehir Belediyesi Kurulması Hakkında Kanun Teklifinin (2/4)
doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/125)
8. – Rize Milletvekili Ahmet Kabil’in, 28.3.1983 Tarih ve 2809
Sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı
Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin
Değiştirilerek Kabulüne Dair Kanuna Bir Ek Madde Eklenmesi
Hakkında Kanun Teklifinin (2/244) doğrudan gündeme alınmasına
ilişkin önergesi (4/126)
IV. – GENSORU, GENEL GÖRÜŞME,
MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI
A) ÖNGÖRÜŞMELER
1. – Malatya Milletvekili Ayhan Fırat ve 38
arkadaşının, SSK sınavında usulsüzlük ve iltimas
yapılmasını önleyecek tedbirleri almadığı
iddiasıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Necati Çelik hakkında
gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/6)
2. – Denizli Milletvekili Adnan Keskin ve 28 arkadaşının,
Uğur Mumcu cinayetinin açıklığa kavuşturulması
amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/86)
V. – SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1. – İçel Milletvekili D. Fikri Sağlar’ın, kamuoyuna
“Susurluk kazası” olarak yansıyan olaya ilişkin Başbakandan
sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı M. Recai Kutan’ın
yazılı cevabı (7/1631)
2. – Sıvas Milletvekili Mahmut Işık’ın, Sıvas
İlindeki doğal kaynaklara ilişkin Başbakandan sorusu ve
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı M. Recai Kutan’ın yazılı
cevabı (7/1676)
3. – Bursa Milletvekili Ali Rahmi Beyreli’nin;
Botaş’taki usulsüz uygulamaların bir milletvekiline
ulaştırıldığı iddiasına,
Botaş’taki usulsüz uygulamalar nedeniyle başlatılan
soruşturmalara,
Botaş’taki usulsüz uygulamalara adı karışan
personele yapılan ödemelere,
İlişkin soruları ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı
M. Recai Kutan’ın yazılı cevabı (7/1706, 1707, 1708)
4. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül’ün, OHAL Bölgesi ve mücavir
illerde güvenlik ve terör nedeniyle boşalan yerleşim birimlerine
ilişkin Başbakandan sorusu ve İçişleri Bakanı Meral
Akşener’in yazılı cevabı (7/1725)
5. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül’ün, eski Başbakanlardan A.
Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller ile Başbakan Necmettin Erbakan’ın
hediye ettiği silahlara ilişkin Başbakandan sorusu ve
İçişleri Bakanı Meral Akşener’in yazılı
cevabı (7/1729)
6. – Yozgat Milletvekili Kâzım Arslan’ın, bazı
kurumların yeni lojman aldıkları iddiasına ilişkin
Başbakandan sorusu ve Maliye Bakanı Abdüllatif Şener’in
yazılı cevabı (7/1736)
7. – Manisa Milletvekili Tevfik Diker’in, telefonların
dinlenip dinlenmediğine ilişkin Başbakandan sorusu ve
Ulaştırma Bakanı Ömer Barutçu’nun yazılı cevabı
(7/1742)
8. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın, Turban ile
ilgili yolsuzluk iddialarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı H.
Ufuk Söylemez’in yazılı cevabı (7/1749)
9. – Malatya Milletvekili Ayhan Fırat’ın, İnönü
Üniversitesince açılan bir sınavın ertelenmesine ilişkin
Başbakandan sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı
Necati Çelik’in yazılı cevabı (7/1766)
10. – Artvin Milletvekili Süleyman Hatinoğlu’nun, kumarhanelere
ilişkin sorusu ve Turizm Bakanı Bahattin Yücel’in yazılı
cevabı (7/1768)
11. – Ankara Milletvekili Yılmaz Ateş’in, Ankara Anakent ve
Sakarya Belediyelerinde işten çıkarılan işçilere
ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Necati
Çelik’in yazılı cevabı (7/1777)
12. – Adıyaman Milletvekili Celal Topkan’ın, Şanlıurfa-Hilvan
Kaymakamının konutuna silahlı saldırıda
bulunulduğu iddiasına ilişkin sorusu ve İçişleri
Bakanı Meral Akşener’in yazılı cevabı (7/1778)
13. – Afyon Milletvekili Osman Hazer’in, Afyon’a bağlı
bazı ilçelerin meteoroloji hizmet binası ihtiyacına ilişkin
sorusu ve Devlet Bakanı Ahmet Cemil Tunç’un yazılı cevabı
(7/1789)
14. – Afyon Milletvekili Osman Hazer’in, Akdeğirmen ve
Yavaşlar Barajı projelerine ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanı M. Recai Kutan’ın yazılı cevabı
(7/1798)
15. – İzmir Milletvekili Veli Aksoy’un, Sayıştay
personelinin yurt dışı gezilerine ilişkin sorusu ve Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kalemli’nin yazılı
cevabı (7/1860)
I. – GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 15.00’te açılarak üç oturum yaptı.
Artvin Milletvekili Süleyman Hatinoğlu’nun, SSK Genel
Müdürlüğü hastanelerindeki sağlık hizmetleri ve personel
alımlarına,
Sakarya Milletvekili Ersin Taranoğlu’nun, fındık
üreticilerinin sorunlarına,
İlişkin gündemdışı konuşmalarına,
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Necati Çelik cevap verdi.
Kayseri Milletvekili İsmail Cem, Kıbrıs Rum kesiminin
silahlanmasına ve alınması gereken önlemlere ilişkin
gündemdışı bir konuşma yaptı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hesaplarını İnceleme
Komisyonunun, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı ve
Sayıştay Başkanlığının 1995 malî
yılı kesinhesaplarına ilişkin raporu (5/10) (S.
Sayısı : 171) Genel Kurulun bilgisine sunuldu.
İzmir Milletvekili Hakan Tartan ve 20 arkadaşının,
AIDS’le mücadele yollarının araştırılarak ulusal bir
politikanın belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci,
İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/140)
Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergenin, gündemdeki yerini alacağı
ve öngörüşmesinin, sırasında yapılacağı
açıklandı.
Malatya Milletvekili Ayhan Fırat ve 38 arkadaşının,
SSK sınavında usulsüzlük ve iltimas yapılmasını
önleyecek tedbirleri almadığı iddiasıyla Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanı Necati Çelik hakkında Anayasanın 99
uncu, İçtüzüğün 106 ncı maddeleri uyarınca bir gensoru
açılmasına ilişkin önergesi (11/6) Genel Kurulun bilgisine
sunuldu.
9.1.1997 tarihli Gelen Kâğıtlarda yayımlanan ve
okunmuş bulunan (11/6) Esas Numaralı Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanı Necati Çelik Hakkındaki gensoru önergesinin gündemin
“Özel Gündemde Yer Alacak İşler” kısmında yer alması
ve Anayasanın 99 uncu maddesi gereğince gensoru açılıp
açılmaması hususundaki görüşmelerin Genel Kurulun 14.1.1997
Salı günkü birleşiminde yapılmasına; gündemin “Genel
Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair
Öngörüşmeler” kısmının 66 ncı sırasında yer
alan Uğur Mumcu cinayetinin açıklığa
kavuşturulması amacıyla bir Meclis Araştırması
açılmasına ilişkin (10/86) esas numaralı önergenin
görüşmelerinin Genel Kurulun 14.1.1997 Salı günkü birleşiminde
yapılması ve görüşmelerin tamamlanmasına kadar
çalışma süresinin uzatılmasına; gündemin “Genel
Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair
Öngörüşmeler” kısmının 40 ıncı
sırasında yer alan (10/58) esas numaralı Meclis
araştırması önergesiyle 110 uncu sırasında yer alan
(10/135) esas numaralı Meclis araştırması önergesinin
görüşmelerinin Genel Kurulun 21.1.1997 Salı günkü birleşiminde
yapılması ve görüşmelerin tamamlanmasına kadar
çalışma süresinin uzatılmasına; gündemin “Genel Görüşme
ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair
Öngörüşmeler” kısmının 85 inci sırasında yer alan
(10/108) esas numaralı Meclis araştırması önergesinin
görüşmelerinin Genel Kurulun 28.1.1997 Salı günkü birleşiminde
yapılması, Genel Kurulun 14.1.1997 Salı, 21.1.1997 Salı ve
28.1.1997 Salı günkü birleşimlerinde sözlü soruların
görüşülmemesine; Genel Kurulun 14.1.1997 Salı gününden 6.2.1997
Perşembe gününe kadar (Perşembe günü dahil) yapacağı
toplantılarda çalışmalarını 13.30 - 16.00 ve 18.30 -
21.00 saatleri arasında sürdürmesine;
Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen
Diğer İşler” kısmının 7 nci sırasında
yer alan 129 sıra sayılı Kanun Tasarısının bu
kısmın 5 inci sırasında, 8 inci sırasında yer
alan 175 sıra sayılı Kanun Tasarısının 6 ncı
sırasına, 9 uncu sırasında yer alan 163 sıra
sayılı Kanun Tasarısının 7 nci sırasına
alınmasının Genel Kurulun onayına sunulmasına;
İlişkin Danışma Kurulu önerileri kabul edildi.
Dışişleri Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Tansu Çiller’in, Türkiye-Avrupa Birliği Karma
İstişare Komitesinin 12-14 Aralık 1996 tarihlerinde Brükselde
yapılan 3 üncü dönem toplantısına katılmak üzere bir
heyetle birlikte yaptığı resmî ziyarete iştirak etmeleri
uygun görülen milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi
kabul edildi.
Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen
Diğer İşler” kısmının;
1 inci sırasında bulunan 23 sıra sayılı kanun
tasarısının müzakeresi, komisyon yetkilileri Genel Kurulda
hazır bulunmadıklarından, ertelendi.
Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun Bazı Maddelerinde
Değişiklik Yapılmasına Dair 31.7.1996 Tarihli ve 4159
Sayılı Kanun ve Anayasanın 89 uncu Maddesi Gereğince
Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi
ve Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu
raporunun (1/496, 3/444) (S. Sayısı : 133) müzakerelerine devam
edilerek 3 üncü maddesine kadar kabul edildi.
Alınan karar gereğince, Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanı Necati Çelik hakkındaki (11/6) esas numaralı gensoru
önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı konusundaki
görüşmeleri ve Uğur Mumcu cinayetinin açıklığa
kavuşturulması amacıyla verilmiş olan (10/86) esas
numaralı Meclis araştırması önergesinin öngörüşmesini
yapmak için 14 Ocak 1997 Salı günü saat 13.30’da toplanmak üzere, 19.06’da
son verildi.
Uluç Gürkan
Başkanvekili
Kadir Bozkurt Ahmet
Dökülmez
Sinop Kahramanmaraş
Kâtip
Üye Kâtip
Üye
II. – GELEN
KÂĞITLAR
14 . 1 .
1997 SALI
Sözlü Soru
Önergeleri
1. – İzmir Milletvekili Metin Öney’in, Karadeniz’de
balıkçılığın canlandırılması için
yapılan çalışmalara ilişkin Çevre Bakanından sözlü
soru önergesi (6/410) (Başkanlığa geliş tarihi : 8.1.1997)
2. – Uşak Milletvekili Mehmet Yaşar Ünal’ın, Açık
Öğretim Sağlık Ön Lisans bölümü mezunlarına farklı ek
gösterge verilip verilmeyeceğine ilişkin Sağlık
Bakanından sözlü soru önergesi (6/411) (Başkanlığa
geliş tarihi : 9.1.1997)
3. – Bursa Milletvekili Feridun Pehlivan’ın, Ankara Büyükşehir
Belediyesi EGO Genel Müdürlüğünce yapılan doğalgaz sayacı
ihalesine ilişkin İçişleri Bakanından sözlü soru önergesi
(6/412) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.1.1997)
Yazılı
Soru Önergeleri
1. – İzmir Milletvekili Veli Aksoy’un, Sayıştay
Personelinin yurt dışı gezilerine ilişkin TBMM
Başkanından yazılı soru önergesi (7/1860)
(Başkanlığa geliş tarihi : 11.12.1996)
2. – Niğde Milletvekili Akın Gönen’in, KOBİ kredilerine
ilişkin Devlet Bakanından yazılı soru önergesi (7/1861)
(Başkanlığa geliş tarihi : 7.1.1997)
3. – Bartın Milletvekili Cafer Tufan Yazıcıoğlu’nun,
Bartın - Amasra Belediyesine yardım yapılıp
yapılmayacağına ilişkin Maliye Bakanından
yazılı soru önergesi (7/1862) (Başkanlığa geliş
tarihi : 8.1.1997)
4. – Bartın Milletvekili Cafer Tufan Yazıcıoğlu’nun,
Bartın - Amasra Belediyesi işçilerine bir yıldır ücret
ödenmediği iddiasına ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/1863) (Başkanlığa geliş
tarihi : 8.1.1997)
5. – Bartın Milletvekili Cafer Tufan Yazıcıoğlu’nun,
özürlü sporculara ilişkin Devlet Bakanından yazılı soru
önergesi (7/1864) (Başkanlığa geliş tarihi : 8.1.1997)
6. – İstanbul Milletvekili Ercan Karakaş’ın, çifte
vatandaşlık uygulamasına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/1865) (Başkanlığa geliş
tarihi : 8.1.1997)
7. – Tekirdağ Milletvekili Bayram Fırat
Dayanıklı’nın, Tekirdağ ve Çorlu civarındaki elektrik
şebekesine ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından
yazılı soru önergesi (7/1866) (Başkanlığa geliş
tarihi : 8.1.1997)
8. – Konya Milletvekili Ahmet Alkan’ın, Susurluk olayından
sonra ortaya atılan listede yer aldığı iddia edilen bir
şahsa ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/1867) (Başkanlığa geliş tarihi : 8.1.1997)
9. – Artvin Milletvekili Süleyman Hatinoğlu’nun, Artvin ve
ilçelerindeki vatandaşların Orman İşletmelerinden olan
alacaklarına ilişkin Orman Bakanından yazılı soru
önergesi (7/1868) (Başkanlığa geliş tarihi : 8.1.1997)
10. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın, Turban - Bolu
Abant İşletmesinde soruşturma başlatılıp
başlatılmadığına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/1869) (Başkanlığa geliş
tarihi : 8.1.1997)
11. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın, Turban -
İstanbul Bölge Müdürlüğünde soruşturma başlatılıp
başlatılmadığına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/1870) (Başkanlığa geliş
tarihi : 8.1.1997)
12. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın, Turban Sait
Halim Paşa Yalısında soruşturma başlatılıp
başlatılmadığına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/1871) (Başkanlığa geliş
tarihi : 8.1.1997)
13. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın, Turban -
Kuşadası Marina İşletmesinde soruşturma
başlatılıp başlatılmadığına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1872)
(Başkanlığa geliş tarihi : 8.1.1997)
14. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın, bir Turban
personelinin Ankara -Erzincan -Ankara uçak seyahatine ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1873)
(Başkanlığa geliş tarihi : 9.1.1997)
15. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın, Turban -
Bodrum Marina İşletmesinde soruşturma başlatılıp
başlatılmadığına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/1874) (Başkanlığa geliş
tarihi : 8.1.1997)
16. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın, Turban
Antalya Kaleiçi Otel İşletmesinde soruşturma
başlatılıp başlatılmadığına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1875)
(Başkanlığa geliş tarihi : 8.1.1997)
17. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın, Turban -
Yalova Termal Tesisleri İşletmesinde soruşturma
başlatılıp başlatılmadığına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1876)
(Başkanlığa geliş tarihi : 8.1.1997)
18. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın, Turban -
Marmaris Tatil Köyü İşletmesinde soruşturma
başlatılıp başlatılmadığına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1877)
(Başkanlığa geliş tarihi : 8.1.1997)
19. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın, Turban -
Kilyos Tatil Köyünde soruşturma başlatılıp
başlatılmadığına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/1878) (Başkanlığa geliş
tarihi : 8.1.1997)
20. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın, Turban -
İzmir Çeşme Otel İşletmesinde soruşturma
başlatılıp başlatılmadığına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1879)
(Başkanlığa geliş tarihi : 8.1.1997)
21. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın, Turban -
Antalya Beldibi İşletmesinde soruşturma
başlatılıp başlatılmadığına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1880)
(Başkanlığa geliş tarihi : 8.1.1997)
22. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın, Turban -
Antalya Belek İşletmesinde soruşturma başlatılıp
başlatılmadığına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/1881) (Başkanlığa geliş
tarihi : 8.1.1997)
23. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın, Turban -
Elmadağ Dağevi İşletmesinde soruşturma
başlatılıp başlatılmadığına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1882)
(Başkanlığa geliş tarihi : 8.1.1997)
24. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın, Turban -
Erciyes Dağevi Oteli İşletmesinde soruşturma
başlatılıp başlatılmadığına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1883)
(Başkanlığa geliş tarihi : 8.1.1997)
25. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın, Turban
-Kuşadası Marina Müdürlüğünde soruşturma
başlatılıp başlatılmadığına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1884)
(Başkanlığa geliş tarihi : 8.1.1997)
26. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın, bazı
Turban yöneticilerine usulsüz yeşil pasaport verildiği iddiasına
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/1885) (Başkanlığa geliş tarihi : 8.1.1997)
27. – Manisa Milletvekili Abdullah Akarsu’nun, Susurluk olayından
sonra ortaya çıkan listede yer aldığı iddia edilen
şahsa ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/1886) (Başkanlığa geliş tarihi : 8.1.1997)
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma Saati : 13.30
14 Ocak 1997 Salı
BAŞKAN : Başkanvekili Kamer
GENÇ
KÂTİP ÜYELER: Ünal YAŞAR
(Gaziantep), Ahmet DÖKÜLMEZ (Kahramanmaraş)
BAŞKAN
– Türkiye Büyük Millet Meclisinin 45 inci Birleşimini açıyorum.
Sayın
milletvekilleri, toplantı yetersayımız vardır;
çalışmalarımıza başlıyoruz.
Gündeme
geçmeden önce, Hükümetin bir gündemdışı söz isteği
vardır.
III. –
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1. – Millî Savunma Bakanı Turhan
Tayan’ın, Güney Kıbrıs Rum yönetiminin, son günlerde, Rusya
Federasyonundan füze temin ederek barış ortamını bozucu
tutum ve davranışları münasebetiyle gündemdışı
açıklaması ve ANAP İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı,
DYPKilis Milletvekili Doğan Güreş, RP Gaziantep Milletvekili Kahraman
Emmioğlu, CHPİstanbul Milletvekili Altan Öymen, DSP İstanbul
Milletvekili Bülent Ecevit’in grupları adına ve Adana Milletvekili
Orhan Kavuncu’nun şahsı adına konuşmaları
BAŞKAN
– Millî Savunma Bakanı Sayın Turhan Tayan, Başkanlığımıza
gönderdiği bir yazıda, Güney Kıbrıs Rum yönetiminin, son
günlerde, Rusya Federasyonundan füze temin ederek barış
ortamını bozucu tutum ve davranışları üzerinde,
Hükümetimizin görüşlerini anlatmak üzere, 14 Ocak 1997 Salı günü
gündemdışı söz talep etmişlerdir. Kendisine
gündemdışı söz verilmiştir.
Buyurun
Sayın Bakanım. (DYP ve RP sıralarından alkışlar)
Süreniz 20
dakikadır Sayın Bakan.
MİLLÎ
SAVUNMA BAKANI TURHAN TAYAN (Bursa) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 4 Ocak 1997 tarihinde, Güney Kıbrıs Rum yönetimi ile
devlet kontrolündeki Rus kuruluşu Rosvoorujeniye arasında Rus
yapımı S-300 füzelerinin Güney Kıbrıs Rum yönetimine
satılmasına ilişkin bir mukavele imzalanmıştır.
600 milyon dolarlık bir malî portesi olduğu tahmin edilen
sözleşme çerçevesinde,
Türkiye ve
Kıbrıs Türk tarafı, bu sözleşmeye kuvvetle tepki
göstermiştir. Bu tepkimizin haklı nedenlerinin Yüce Meclisimizce daha
iyi değerlendirilmesine katkıda bulunabileceği
düşüncesiyle, Rum-Yunan ikilisinin, Kıbrıs’ta son yıllarda
giriştikleri bazı oyunlara ilişkin olarak
hafızalarımızın tazelenmesinde yarar görülmektedir.
Yüce
Meclisimizin malumu olduğu üzere, Güney Kıbrıs Rum yönetimi ile
Yunanistan, Kasım 1993’te, ortak savunma doktrinini ilan etmişler ve
uygulamaya koymuşlardır. Bu doktrin, iki ülke arasında ortak
askerî strateji ve operasyonlarının planlanmasını, ortak tatbikatlar
yapılmasını, Girit, Oniki Adalar ve Güney
Kıbrıs’ın savunma altyapılarının yeniden
düzenlenmesini, Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’de somut bir rol
oynamasına imkân verecek şekilde, bu ülkeye deniz ve kara üsleri
tahsis edilmesini, güvenilir bir telekomünikasyon sistemi
oluşturulmasını, Kıbrıs Rum Silahlı Kuvvetlerinin
muharebe gücünün artırılmasını öngörmektedir.
Doktrinin
felsefesi de, amacı da açıktır. Yunanistan, Trakya’dan Magosa’ya
kadar uzanan bölgeyi doğal hayat sahası olarak kabul etmekte, Doğu
Ege Adaları ile Güney Kıbrıs arasında birleşmeye
giderek, Hellenizm birliğini sağlamayı amaçlamaktadır.
Doktrinin amacı ise, Ege’de olduğu gibi, Türkiye’nin hareket
sahalarını Doğu Akdeniz’de de daraltmaya çalışmak,
Kıbrıs-Rodos-Girit üçgeniyle Türkiye’yi çevrelemek, Kuzey
Kıbrıs ile Türkiye arasındaki bağı koparmaktır.
Rum-Yunan
ikilisi, ilan ettikleri ortak savunma doktrininin uygulanmasına
ilişkin olarak fiilî adımlar atmışlardır. Ada’ya Rus
malı T-80 tanklar ile modern, zırhlı personel
taşıyıcıları gelmiştir.
Baf’taki
hava üssünün inşası ilerlemiş, pist uzunluğu 2,5
kilometreye çıkarılmıştır. Yunan uçakları için 15
kadar korugan inşa edilmiştir. Tarazi’deki deniz üssünde de
çalışmalar ilerlemektedir. Kıbrıs Rum tarafı
Yunanistan’dan sözleşmeli asker almaya başlamıştır.
Ortak olarak
icra edilen askerî tatbikatlarda Yunan uçaklarının Baf
Havaalanına indikleri, kara hedeflerine ateş
açtıkları, hatta
Kıbrıs’ın çevrelenmesini amaçlayan senaryoları uygulamaya
koydukları görülmüştür.
Ortak
savunma doktriniyle Yunanistan ile Güney Kıbrıs arasında
stratejik bir birlik ve bütünlük oluşturacağını zanneden
Rum-Yunan ikilisi, Güney Kıbrıs Rum yönetiminin Avrupa Birliğine
üyeliğini gerçekleştirerek, ekonomik birliğini de bu yolla
sağlamanın ve 1974 yılında başaramadığı
Enosis’i dolaylı bir şekilde gerçekleştirmenin hayali içine
düşmüştür.
İşte,
S-300 füzelerinin satışına ilişkin sözleşmenin Güney
Kıbrıs’ta imzalanmasını, tüm bu senaryonun bir parçası
olarak görmekte yarar vardır.
Türkiye,
daha başlangıcından beri, bu senaryoyu doğru
değerlendirmiştir. Bir taraftan askerî planda gereken tedbirleri
alırken, diğer taraftan da diplomatik kanallardan Rum-Yunan
ikilisinin tuttukları yolun yanlışlığını,
silah yığarak Ada’yı bir barut fıçısına çevirme
teşebbüslerinin tehlikelerini, Ada’da artan gerilimin
sonuçlarını, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki Türk-Yunan dengesini
Kıbrıs Halkının meşru hak ve
çıkarlarını korumadaki kararlılığını en
kuvvetli şekilde muhataplarına iletmiştir.
Kıbrıs’ın, ancak bir çözümden sonra ve Türkiye ile
eşzamanlı olarak Avrupa Birliğine üye olabileceğini, aksi
bir teşebbüsün, Ada’yı tamamen bölünmeye götürebileceğini; Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyetine Türkiye ile ekonomik bütünleşmeye
gitmekten başka bir seçenek kalamayacağını
muhataplarına anlatagelmiştir.
S-300
füzelerinin satın alınmasına yönelik görüşmelerin
yoğunlaştığının tespit edildiği
aşamada, Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Avrupa
Birliğinin ileri gelen ülkeleri, Birleşmiş Milletler ve NATO
nezdinde girişimlerde bulunmuş, bu silah satımının,
Doğu Akdenizdeki askerî dengelere ve Kıbrıs müzakere sürecinin
geleceğine yönelik olumsuz yansımalarına dikkat çekmiş;
atılacak bu adımın, Ada’daki ve bölgedeki gerginliği daha
da artıracağına işaret etmiş, bu ülke ve
kuruluşlardan Rusya Federasyonu ve Kıbrıs Rum yönetimi üzerinde
etkili olmalarını istemiştir.
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Sayın Bakanımız ciddî bir konuda
Yüce Genel Kurula bilgi arz ediyorlar. Rica ediyorum; sükûnet içinde dinleyelim
efendim.
Buyurun.
MİLLÎ
SAVUNMA BAKANI TURHAN TAYAN (Devamla) – Birleşmiş Milletler
nezdindeki girişimlerimiz sonucunda, Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyi, 23 Aralık 1996 tarihinde, Kıbrıs ile ilgili
olarak aldığı kararda, Kıbrıs Rum tarafının
Ada’ya artan ölçülerde ileri teknoloji ürünü silah getirmesinden duyduğu
endişeyi dile getirmiştir.
Dışişleri
Bakanımız ve Başbakan Yardımcımız Sayın
Tansu Çiller, Rusya Federasyonuna aralık ayında
yaptığı ziyaret sırasında, T-80 tankları, Rus
malı zırhlı personel taşıyıcıları gibi
ağır silahların Güney Kıbrıs Rum yönetimine
satılmaya devam etmesinin ortaya çıkaracağı olumsuz
gelişmelere dikkat çekmiş, Rusya Federasyonunun, Güvenlik Konseyinin
daimî üyesi ve AGİT’in silah transferlerine ilişkin belgelerine imza
koymuş bir ülke olarak, sorumlu bölgelere silah sevkıyatında
bulunmama yükümlülüğü olduğunu, yine aynı kapsamda, Akdeniz’de
barış ve güvenliğin korunmasında mükellefiyetleri
bulunduğunu muhatapları Başbakan Çernomirdin ve
Dışişleri Bakanı Primakov’a hatırlatmış ve
S-300 füzelerinin Güney Kıbrıs’a satılması projesinden
vazgeçilmesini talep etmiştir.
MEHMET
SEVİGEN (İstanbul) – Dışişleri Bakanı ne
yapmıştır Sayın Bakan?
MİLLÎ
SAVUNMA BAKANI TURHAN TAYAN (Devamla) – Rus yetkilileri,
Dışişleri Bakanımıza, Güney Kıbrıs’a
saldırı silahları satmayacakları cevabını
vermiştir. Aynı şekilde, bazı dost ve müttefik ülkelerin
Rum yönetimi ve Yunanistan nezdinde girişimlerde bulunarak, S-300
projesinden vazgeçilmesini kuvvetle telkin ettikleri görülmüştür.
Rusya
Federasyonunun verdiği güvencelere, Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyinin 1092 sayılı Kararındaki uyarısına,
Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum yönetimi nezdinde çeşitli
ülkelerce yapılan ikazlara rağmen, 4 Ocak tarihli Rum basını,
silah satışı sözleşmesinin Lefkoşa’da
imzalandığını duyurmuştur.
Kıbrıs
Rum tarafı, bilinen söylevleri içinde, S-300 füzelerini savunma
ihtiyaçlarının bir parçası olarak takdim etmeye
çalışmış; ancak, inandırıcı
olamamıştır. Amerika Birleşik Devletlerinin stratejik
bölgesel dengelerden kaynaklanan endişelerle; ancak, Körfez
Savaşı sırasında İsrail’e verdiği Patriot
füzelerinin bir benzeri olan ve Hava Kuvvetlerimizi Türk hava sahasında
hedef haline getirme yeteneğine sahip S-300 füzelerinin çok büyük
meblağlar ödenerek Rum tarafınca satın
alınmasının savunma endişeleriyle izah edilmesine imkân
yoktur. Nitekim, Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri
sözcüsü 6 Ocak günü yaptığı açıklamada, bu gelişmeden
Hükümetinin duyduğu üzüntüyü vurgulamış, S-300 füzelerinin
Ada’ya yeni bir istikrarsızlık unsuru olarak
konuşlandırılacağını, Kıbrıs sorununa
çözüm bulma çabalarını güçleştireceğini, Ada’da gerilimi
artıracağını belirtmiş ve Kıbrıs Rum
yönetiminin kararını yanlış bir adım olarak
nitelemiştir. ABD sözcüsü, Hükümetinin, Güney Kıbrıs Rum
yönetimini ciddî ifadelerle protesto ettiğini de kaydetmiştir. Benzer
açıklamalar, İngiltere ve Fransa Dışişleri
Bakanlıkları sözcülerince de dile getirilmiştir. Sayın
Denktaş da, aynı konuda, yazılı bir açıklamayla
tepkisini ortaya koymuştur.
Sayın
Denktaş Güney Kıbrıs’taki çılgınca silahlanma
kampanyasını, yıllardır, dünyanın dikkatine
getirdiklerini ve bunun tehlikeli sonuçları hakkında uyarılarda
bulunduklarını kaydetmiş ve bu uyarılarının
dikkate alınmadığını, Kıbrıs Rum yönetimi ve
Yunanistan’ın, Ada’nın güneyini ağır silahlarla doldurduklarını
ve Rus füzelerinin ithali kararıyla, tahammül
sınırlarının aşıldığını ifade
ederek, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri tarafından
oluşturulan güven artırıcı önlemler paketini askıya
aldığını açıklamış ve S-300 füze sistemi,
Kıbrıs’a ithal edildiği takdirde, Maraş Bölgesini, sosyal
ve ekonomik bakımdan Gazimagosa’yla bütünleştirme yoluna
gideceğini ilan etmiştir.
Hükümetimiz,
Dışişleri Bakanlığımız sözcüsü ve bizzat
Sayın Dışişleri Bakanımız tarafından
yapılan iki ayrı yazılı açıklamayla tepkilerini ortaya
koymuştur. Bu açıklamalarımız, hepinizin malumudur. Bu
nedenle, içerikleri hakkında ilave yorum yapmayacağım; ancak, bu
çerçevede hatırlatmak istediğim husus, Sayın Denktaş
tarafından yapılan açıklamada belirtilen görüş ve
önlemlerin de Hükümetimizce kuvvetle desteklenmiş olmasıdır.
Rusya
Federasyonu Büyükelçisi Dışişleri Bakanlığına
davet edilerek, Kıbrıs Rum tarafıyla füze
satışlarına ilişkin olarak imzaladıkları mukavele
protesto edilmiş, bu kararlarını yeniden gözden geçirmeleri
istenmiştir.
Diğer
ülkeler nezdinde de girişimlerimiz sürdürülmekte ve bahis konusu
sözleşmenin iptali için, Kıbrıs Rum tarafı ve Rusya
Federasyonuna yönelik baskılarını sürdürmeleri talep
edilmektedir.
Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; Kıbrıs Türk Halkı otuz
yılı aşkın bir süredir hak ve eşitlik mücadelesi
vermektedir. Kıbrıs Türk’ü, tehdit ve baskılara her türlü
imkânsızlığı aşarak karşı koymuş;
kanı ve canı pahasına, eşitlik ve özgürlüğüne sahip
çıkmıştır. Türkiye, bu mücadelesinde her zaman
Kıbrıs Türk Halkının yanında olmuştur.
Türkiye’nin,
bölgede, Türk-Yunan dengesine dayanan stratejik menfaatları,
Kıbrıs Türk Halkına karşı ahdî yükümlülükleri
vardır. Türkiye’nin, Kıbrıs Türk toplumunun güvenliğini
tehlikeye düşürecek, askerî imkân ve kabiliyetlerine tehdit oluşturacak
gelişmeleri müsamahayla karşılayamayacağı
açıktır. Bu konuda, gerekli görülen her tedbir, şüphesiz
alınacaktır.
Türkiye,
bugüne kadar, ahdî ve tarihî sorumlulukları doğrultusunda
Kıbrıs’ta barışın ve huzurun teminatı
olmuştur. Türkiye, Kıbrıs Türk Halkının
uluslararası antlaşmalardan doğan meşru hak ve
çıkarlarını korumaya kararlıdır ve bu yönde üzerine
düşen vecibeleri yerine getirecektir. Bu konuda kimse kuşku
duymamalıdır. 1974 öncesinin karanlık döneminin geri gelmesine,
ne Kıbrıs Türk Halkı ne de Türkiye izin vermeyecektir.
Sayın
Genelkurmay Başkanımız, anavatan Türkiye’nin, Kıbrıs
Türk Halkına yönelik sarsılmaz güvencesinin bir işareti olarak,
halen, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini ziyaret etmektedir.
Hükümetimiz,
Kuzey Kıbrıs ekonomisinin, somut projelerle güçlü bir yapıya
kavuşturulması hususunda da kararlıdır. Geçen hafta,
Ankara’da, Sayın Başbakanımız ile Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti Başbakanı Sayın Derviş Eroğlu
arasında imzalanan ekonomik işbirliği protokolü, bunun en somut
göstergesidir.
Kıbrıs
sorununu yaratan ne Türkiye ne de Kıbrıs Türk tarafı
olmuştur. Türkiye, her zaman, Kıbrıs sorununa müzakereler
yoluyla çözüm bulunmasından yana ağırlığını
koymuştur; Kıbrıs Türk Halkını bu yönde teşvik
etmiştir.
Kıbrıs
sorunu, adil ve kalıcı bir çözüme ulaşacaksa, bunun yolu,
Ada’daki mevcut iki yönetim arasında serbest iradeleriyle yapılacak
müzakerelerdir. Bu soruna, dışarıda oluşturulacak
hazır formüllerle veya yaratılacak sunî gerilimlere dayalı
oldubittilerle kalıcı bir çözüm bulunamayacağı
açıktır.
Kıbrıs’ta
bir çözümün, Türkiye ve Kıbrıs Türk Halkı açısından
vazgeçilmez şartları vardır: İki toplumluluk, iki
kesimlilik, iki yönetimin siyasî eşitliği ve eşit
egemenliği; 1960 garanti ve ittifak antlaşmalarının aynen
devam ettirilmesi bu şartlar arasındadır. Ada’ya silah
yığarak, bunu bir pazarlık kozu olarak kullanmayı
düşünmek, gerilim artırarak Türkiye’nin ve Kıbrıs Türk
Halkının bir çözüm için öngördüğü aslî şartlardan
vazgeçeceğini ummak, ancak hayalperestlikle eşanlamlıdır.
Türkiye,
dış ilişkilerinde her zaman uluslararası hukuka
saygılı olmuştur. Son füze krizi, Birleşmiş Milletler
kararlarını hiçe sayanların, bölgede gerilim ve huzursuzluk
yaratanların, Kıbrıs sorununun çözüm çabalarını zora
sokanların, Ada’da uzlaşma yerine gerilim ve çatışma
arayışı içinde olanların kimler olduklarını
açıkça göstermiştir.
Türkiye ve
Kıbrıs Türk tarafı bu oyunlara gelmeyecektir. Ümidimiz,
Rum-Yunan tarafının uzun bir müddetten beri uyguladığı
gerilim ve düşmanlık politikasının sonuçlarının,
uluslararası toplum tarafından, bu kez, tüm yönleriyle
değerlendirilmesi ve gereken uyarıların zamanında
yapılmasıdır. Eğer, bu gerilim politikasını
sürdürmeleri halinde ciddî kayıplara uğrayacakları,
uluslararası camia tarafından, Kıbrıs Rum yönetimi ve
Yunanistan’ın dikkatine gereken ağırlıkta
getirilmediği takdirde, Kıbrıs’ta ve Doğu Akdeniz’de artan
gerilimin azalabileceğine ihtimal verilmemektedir.
Tabiatıyla,
Rum, Yunan tarafının da geçmişteki hatalardan ders
almaları, izledikleri politikaların
yanlışlığını görmeleri, uzlaşma ve müzakere
yoluna bir an önce geri dönmeleri de en büyük dileğimizdir.
Hükümetimiz,
bu millî davamıza gereken hassasiyetle sahip çıkmaya devam edecektir.
Yüce Kurulu
saygıyla selamlıyorum. (DYP ve RP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Bakan.
Sayın
milletvekilleri, Hükümetin yaptığı bu gündemdışı
konuşma üzerine, gruplardan birer milletvekiline, grubu olmayan
milletvekillerinden bir kişiye söz vereceğim. Gruplar adına
yapılacak konuşmaların süresi 10 dakika, grubu olmayan
milletvekilinin yapacağı konuşmanın süresi de 5
dakikadır.
Gruplar
adına ilk konuşma, ANAP Grubu adına, Sayın Bülent
Akarcalı’nın; buyurun efendim. (ANAP sıralarından
alkışlar)
Diğer
gruplardan söz isteği gelmemiştir; bekliyoruz.
Sayın
Akarcalı, süreniz 10 dakikadır.
ANAP GRUBU
ADINA BÜLENT AKARCALI (İstanbul) – Sayın Başkanım,
değerli milletvekili arkadaşlarım; Kıbrıs meselesine
en çok önem veren siyasî parti olarak, gelişmeleri endişeyle
izlemekteyiz. Bu gelişmeler, Türkiye’nin güvenliğini tehdit edecek
boyutlara gelmiştir. Bu durum da, uzun zamandır devam eden ihmal ve
yanlış politikaların sonucudur.
Şöyle
ki, 1994’te, Yunanistan’ın Güney Kıbrıs Rum kesimiyle ortak
savunma işbirliğine zamanın hükümeti ses
çıkarmamıştı. Yine, Yunanistan’ın Güney
Kıbrıs’ta deniz ve hava üssü kurmasına hiçbir tepki
gösterilmemişti. Rusya ile Güney Kıbrıs arasındaki füze
alımı da dünün işi değildir; bu görüşmelerde de,
tamamen, Türk Hükümeti sessiz kalmıştı.
Dışişleri
Bakanının son yaptığı gezide ise, Rusya’nın,
masaya vurulan yumruklar sayesinde ikna edildiği ve füzelerin Rumlara
satışından vazgeçildiği beyan edilmişti; oysa,
şimdi ortaya çıkan, bu füzelerin 12 ilâ 18 aylık bir süre
içerisinde Güney Kıbrıs’a yerleştirileceği gerçeğidir.
BAŞKAN
– Sayın Akarcalı, bir dakika efendim...
BÜLENT
AKARCALI (Devamla) – Evet, ben de bekliyordum...
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, salonda büyük bir gürültü var; burası sohbet
yeri değil, burası dinleme yeri. Rica ediyorum...
Arkadaşımızın konuşmasını
anlayamıyoruz.
Lütfen
efendim... Orada konuşmayalım... Rica ediyorum; ciddiyetle
dinleyelim...
BÜLENT
AKARCALI (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli
arkadaşlarım, ben, daha dün Kıbrıs’tan geldim. Bu
görüşmeleri, oradaki, Rum mezalimi altında yaşamış
olan 200 bin soydaşımız da izliyor. Sizlere, özellikle bunu
hatırlatmak isterim. Mesele, yalnız politikalar değil,
tavırlardır; Türkiye Büyük Millet Meclisinde böylesine bir konu
konuşulurken, herhalde, tüm milletvekillerinin, buna, asgarî ciddiyeti göstermesi
gerektiğine inanıyorum.
Değerli
arkadaşlarım, bu kürsüden, ayrıca şunları duyurmak
istiyorum: Rusya, tutumunu gözden geçirmelidir. Hırçın ve sorumsuz
Rum kesimine, bu füzeleri satmaktan vazgeçmelidir. Bu tip ucuz politikalar, iyi
komşuluk ilişkileriyle kesinlikle bağdaşmaz.
Türkiye’de,
şu anda, zayıf, tutarsız, ömrü belirsiz bir Hükümetin
işbaşında bulunmasından yararlanmak ve çıkar
sağlamak hesaplarına da, başta Yunanistan olmak üzere, kimse
girmemelidir.
Türkiye, en
zor anlarda dahi dış sorunların üstesinden gelmesini bilen bir
ülkedir. Kendi iç ihtilaflarını, Kıbrıs gibi millî
davalarda, her zaman aşmasını bilir. Böyle bir meselede,
milletimizin ve Meclisimizin tam bir birlik ve beraberlik içinde
olacağından Yunanistan’ın ve Kıbrıs Rum kesiminin
şüphesi olmamalıdır.
Bu konuda,
Amerika Birleşik Devletlerine de önemli bir görev düşmektedir. Zira,
Clinton, ikinci Başkanlık döneminde, Kıbrıs meselesini
barışçı çözüme kavuşturma isteğini belirtmişti;
ancak, füze yerleşimi, barışçı çözüm umutlarının
kökten yok olmasına yol açacak vahamette bir olaydır.
1995’te
Kıbrıs Rum yönetimiyle Avrupa Birliğinin üyelik görüşmeleri
başlatmasına ilişkin karara, Hükümetin, Gümrük Birliği
politikası uğruna sessiz kalması ve buna zımnen rıza
göstermiş olması, Kıbrıs Rum yönetiminin böylesine
şımarmasına ve sorumsuzca davranmasına yol
açmıştır. O zamanki gaflet, hem Avrupa Birliğinin
Kıbrıs meselesine müdahil olmasına imkân verdi hem de Güney
Kıbrıs’ın dokuz yıldır cesaret edemediği füze
konuşlandırmasını hayata geçirmesine vesile oldu.
Dolayısıyla, Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği
ülkeleri, Türkiye’nin kararlılığını dikkate alarak,
Yunanistan’ı ve Kıbrıs Rum kesimini, maceracı, tecavüzkâr
tutumlarından vazgeçirmelidirler. Geçmişteki bütün bu
yanlış politikalara rağmen, Türkiye’deki bütün siyasî güçlerin,
bugün, aynı kararlı noktada birleştikleri kesindir. Anavatan
Partisi olarak, Türkiye’nin güvenliğini tehdit edecek hiçbir
gelişmeye izin verilmeyeceğini, bir kere daha, ilgili bütün taraflara
duyurmak isteriz; kimse, yanlış bir hesap içinde olmasın.
Dışpolitika
konusunda ve Kıbrıs’ı da kapsayan genel görüşme
talebimizin, iktidar partilerince de destek görüp, Danışma Kurulunda
kabul edilmesini bekliyoruz. Böylece, yapılacak genel görüşmede,
Hükümetin, hem dışpolitikada şimdiye kadar Meclisten
esirgediği bilgileri almış hem de Hükümete önemli
görüşlerimizi iletir, alınmasını istediğimiz bir dizi
tedbirleri de dile getirmiş oluruz ve kimi diyalog girişimlerinin de
samimiyeti bu şekilde ortaya çıkmış olur.
Tekrarlamak
istediğim bir husus da şudur: Önümüzdeki dönemde, Kıbrıs
Rum yönetimi ve onun arkasına saklanan Yunanistan’ın, kendileri
açısından bir intihar teşebbüsü sayılacak bu politikalardan
caydırılması şarttır. Başta ABD olmak üzere,
Kıbrıs için özel temsilci görevlendiren İngiltere ve Avrupa
Birliğinin, bu noktayı Yunanistan’a, mutlaka, ama mutlaka kabul
ettirmeleri kendileri yararınadır.
Değerli
arkadaşlarım, şımartılan Yunanistan’ın 1919’da
Anadolu’ya saldırısı, pohpohlanan Rumların 1963’te
Kıbrıs Türklerine katliam saldırısı, 1974 darbesi,
tecavüzkâr ülkenin Yunanistan ve Rum kesimi olduğunu açık bir biçimde
göstermektedir. Amerika Birleşik Devletlerinden ve Avrupa Birliği
ülkelerinden bu hususları hatırlamalarını istememiz en
doğal hakkımızdır. Özellikle, Avrupa Birliği, Rum
kesimi gibi sorumsuzluğunu ve saldırganlığını
iyice ortaya koymuş bir yönetimle başlatacağı üyelik
müzakerelerinin nelere mal olabileceğini çok dikkatle hesap etme durumunda
olmalıdır.
Rum
kesiminin, kendi yarattığı krizle, Türkiye’yi tehdit unsuru
olarak gösterecek tam üyeliğine sıcak bakmaya kalkmak Yunanistan’a,
Kıbrıs’ta yeni statüler oluşmasına yol açar. Ayrıca,
Avrupa Birliğinin, genişleme politikalarıyla tam bir uyum
içerisinde sürmesi gereken NATO genişlemelerini tamamen kadük kılar
ve çıkmaza sokar.
Değerli
arkadaşlarım, özetle şunları belirtmek istiyorum:
Yunanistan’ın, Kıbrıs Rum kesimiyle
danışıklı döğüşlerle yarattığı bu
kriz ortamından yararlanmaya kalkmasına Hükümetin hem hassasiyet hem
de tepki göstermesi şarttır. Lozan ve Paris Antlaşmalarına
karşın, adaların silahlandırılması, Meis
Adasına askerî uçak konuşlandırmak küstahlığına
göz yumulmamalıdır.
Avrupa
Birliğinden elde ettiği 40 küsur milyar dolarla sivil
ihtiyaçlarını gideren Yunanistan’ın, kendi kaynaklarından
16 milyar doları silahlandırmaya ayırabilmesinde, siyasî
sorumluluğun, Avrupa Birliğine ait olduğunu kendilerine
anlatmamız şarttır. Dolayısıyla, ilgili tüm ülkelerin,
Kıbrıs Rum kesiminin, kendilerini ne gibi maceralara sürüklediklerini
çok net bir şekilde bilip, tarihten ders almayanların, tarihin
tekerrüründen doğacak sonuçlara peşinen razı olmakla
karşı karşı kalacaklarını Türkiye Büyük Millet
Meclisinin bu kürsüsünden bir kez daha duyurmak isteriz.
Beni
dinlediğiniz için teşekkür ederim. (ANAP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Akarcalı.
Söz
sırası, DYP Grubu adına, Kilis Milletvekili Sayın
Doğan Güreş’te, buyurun efendim. (DYP sıralarından
alkışlar)
Sayın
Güreş, süreniz 10 dakikadır.
DYP GRUBU
ADINA DOĞAN GÜREŞ (Kilis) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Yüce Meclisi saygıyla selamlarım.
Şu ana
kadar bu kürsüde konuşma yapan değerli arkadaşlarım bir kez
daha göstermişlerdir ki, Kıbrıs, yavru vatandır;
Kıbrıs, Türkiye’nin çok önemli millî davasıdır. Bu davaya
65 milyonluk Türk Ulusu ve onun Yüce Meclisi tekrar sahip çıkmış
ve çıkacaktır.
Değerli
arkadaşlarım, bu dava, esasta, ne Kıbrıs Türkü ile
Kıbrıs Rumu ne de Türkiye-Kıbrıs arasındaki
davadır; bu, temelde, bir Türk-Yunan davasıdır. Şimdiye
kadar yaratılan her sorunun arkasında, maalesef, Yunanistan’ın
akıl hocalığı ve fizikî desteği mevcuttur.
Ben,
geçmişte, Türk-Yunan dostluğu ve sorunları çözmede
işbirliği için çok uğraş vermiş bir insanım.
Aktif görevdeyken, karşıtım olan Yunan Genelkurmay
Başkanına defalarca davette de bulundum; Türkiye’ye gel,
istediğin yeri sana göstereyim, istersen Trakya’yı göstereyim, Trakya
hududunu göstereyim; cevap olumsuz. Sen beni davet et, ben, Atina’dan
başka bir yere gitmeyeceğim; ama, bir adım atalım dedim;
cevap, yine olumsuz. Sonuçta, anladım ki, Yunanistan’da, durumu yumuşatma,
barış yolunu aralama gibi bir niyet yok. Anlaşılan, tarih
boyunca olduğu gibi, çıkarlarının, devamlı Türk-Yunan
krizi yaratma siyasetiyle mümkün olacağına inanmışlar.
Arkadaşlar,
bilindiği gibi, millattan sonra 146 yılında
Romalıların Korint’i işgaliyle Grek ırkı
dağıtıldı ve tarihten silindi. Kaynak, Yunanlı tarihçi
Paparrigopulos. 1800’lerin ortalarına doğru, Grek hayranı
Batılıların dürtüsüyle Mora Yarımadasında sunî olarak
yaratıldıklarından beri, Türklere karşı entrika
içerisinde olmuşlardır. İşte; Teselya sorunu, Makedonya
sorunu, Batı Trakya sorunu, Girit sorunu, Ege Adaları ve bir gecede,
İtalya’dan alınıp, verilen 12 Adalar...
Hep kriz ve
çoğunda da çıkarları doğrultusunda, maalesef, kazançlar
sağlamışlardır. Elbette ki, Batı’nın direkt veya
endirekt desteğini unutmamak gerekir.
Gelelim
Kıbrıs meselesine:
1878
Kıbrıs konvansiyonunun imzalanması sonucu Yunanistan’da
başlayan Enosis hareketleri.
27
Şubat 1947’de, Yunan Parlamentosunun, oybirliğiyle
“Kıbrıs’ın Yunanistan’la birleşmesi gerektiğine” dair
alınan kriz yaratıcı karar.
1951’de,
dönemin Yunanistan Başbakanı olan Venizelos’un, kendi parlamentosunda
yaptığı konuşmada, Yunan hükümetinin Enosis istediğini
belirtmesi.
1954’te
Kıbrıs’a, gizlice Yunan silah ve cephanelerinin sokulması.
Yine
aynı tarihte, Kıbrıs’ta selfdeterminasyon ilkesinin
uygulanması için, bu isteğin Birleşmiş Milletlere
Yunanistan tarafından iletilmesi ve ikazlara rağmen, bu isteğin,
1955’te, 1957’de tekrar tekrar yinelenmesi.
Gelelim
1963’lere... Kıbrıs Anayasasında değişiklik,
kanlı çarpışmalar, kanlı noel ve Türk katliamı...
Bütün
bunların arkasında kim var; elbette ki, Yunanistan.
Bakınız,
21 Nisan 1966 tarihli Kıbrıs Rum Gazetesi Patris’te özetle ne denildi
o zamanlar: “Yunan ordusuyla birlikte hazırlanan 21 Aralık 1993
Akritos planının amacı, Kıbrıs Cumhuriyeti
varlığına son vererek Enosisi gerçekleştirmektir.”
Aynı
şekilde, 1964 yılı baharında, Kıbrıs
Rumlarının Türk Halkına karşı yürüttüğü
soykırıma karşı devrin Başbakanı rahmetli
İsmet İnönü’nün yaptığı “bu durumda, gerekirse
müdahale edebiliriz” mealindeki ikazına, o devrin Amerika
Cumhurbaşkanı Johnson’un cevaben yazdığı meşhur
mektubunu da, Batı’nın, zaman zaman tek taraflı hareketinin
acı bir örneği olarak hatırlayabiliriz.
Bilahara,
kısmen de olsa, Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakını
öngören Acheson planına yine tam Enosis değil diye Yunanistan’ın
tepkisi ve 15 Temmuz 1974’te Yunan cuntasının Kıbrıs’ta
gerçekleştirdiği darbe. Enosis yolunu açan darbedir bu. Bilahara,
Türk çıkarması, Kıbrıs’a barış ve huzuru getiren
harekât.
Görüldüğü
gibi, bu mesele, esasta bir Türk-Yunan meselesidir. Her ne kadar, mesele,
toplumlararası görüşmelerle çözülür denilse dahi, sonuçta,
dolaylı dahi olsa, Türk-Yunan arası çözüme gidilmesi
gerekebilecektir.
Şimdi,
gelelim, o tarihten bu yana yapılan Rum tarafı askerî
hazırlığına. Biraz askerî tekniğe girmiş
olacağım; ama, mümkün olduğu kadar anlaşılır
kılmaya gayret edeceğim.
Yunanistan,
1974 Barış Harekâtından sonra detaylı bir özeleştiri
yapmıştır ve Kıbrıs’taki acı mağlubiyetini,
öncelikle Türk Hava Kuvvetlerine karşı etkisiz kalmalarında
bulmuştur; yani, en büyük tehdidi Türk Hava Kuvvetleri olarak
görmüştür. Bilahara “Türk Hava Kuvvetlerini durdurursam, ikinci bir tehdit
vardır, o da zırhlı birlikler, tank harekâtı. O halde, tank
ve tanksavar noksanlığını da gidermeliyim” demiştir.
Bilahara, birliklerini bir yerden bir yere tekerlekli araçlarla naklettiği
için, bunda da zayiat vermiş, buradan da zırhlı personel
kariyerlerine ihtiyaç olduğunu çıkarmıştır ve onun
için, 1974’ten sonra yaptığı ilk iş, Trados Dağlarında
mobil ve sabit radarlarını tesis ederek Türkiye’yi ve Akdeniz’i
gözetim altına almasıdır. Biz buna, erken ikaz ve haber sistemi
deriz. Bilahara ise, hemen parayı yatırmış ve omuzdan atılan
Stinger tipi, ama Stinger olmayan füzeler ve bizim Oerlikon dediğimiz,
Bunun akabinde,
tank ve tanksavar için teşebbüse geçmiş, Brezilya’dan 90 milimetrelik
toplar almış; bilahara Fransa’ya yanaşmış, AMX
tankları almış; bilahara, 1985’te, bizim “MİLAN”
dediğimiz, Fransızların “HOT” dediği, tanklara
karşı füzeler almıştır.
1994’te ve
1995’te ise, Ruslardan T-4, T-5 100 mililitrelik tekerlekli topları
almıştır ki, çok etkilidir; gece görüş cihazları
vardır, gece görüş imkânı vardır.
En son,
1995’te, bir taburluk, 50 kadar T-80 tankı almıştır. T-80
tankı, dünyanın en güçlü birkaç tankından biridir. Amerikan
tankı, Leopard-2 ve T-80...
Halen ellerinde mevcuttur.
Birlik
kaydırmak için de AMX zırhlı personel
taşıtlarını almıştır. Topçusunu
Demek ki,
şu haliyle, Kıbrıs, kendini savunacak duruma gelmiştir
diyebiliriz.
Buna
rağmen, bununla yetinmemiş, T-80 tanklarını almak için
Rusya’ya gittiğinde, ivedi görüşme yapmış ve şimdi,
konu olan, bizim NATO’da SA-10 dediğimiz (SAM-10, yani surface to air)
karadan havaya hava savunma füzesinin ilk görüşmelerine
başlamıştır. Buna, Ruslar, S-300 diyor. Şimdi, bunu
da, biraz evvel Sayın Bakanın söylediği gibi, kesin karar
altına almışlardır ki, bu, bir taburluk önemli bir silahtır.
Şimdi,
bunun özelliğinden -merak edersiniz diye- basitçe bahsetmek istiyorum.
Bunun yatay menzili 30 metreden 150 kilometreye kadardır; ama, en önemli
özelliği, dikey menzilidir; 90 bin feet, yani 28 kilometredir. Bu,
Rusların, Sovyetlerin, 1980-1981 yıllarında, Amerika
Birleşik Devletlerinin çok yüksekten uçan uçaklarına karşı
(U-1’dir, U-2’dir) veya stratejik uçaklarına karşı
geliştirilmiş bir hava savunma silahıdır, 80 bin feette, 90
bin feette uçan uçaklar içindir.
Elbette,
bunun benzeri -biraz evvel de Sayın Bakan söyledi- Patriottur.
Biliyorsunuz, bunu, Körfez Krizinde Amerikalılar buraya getirmişti;
ama, Patriot, menzili daha kısa olmasına rağmen, bundan daha
üstündür; çünkü, füzesavardır, aynı zamanda füzeyi vurur. Bu, füzeyi
vuramaz.
Bu silah,
esasında hava savunma silahıdır; ama, geliştirilirse -ki,
bu teknik imkân vardır dünyada- satıhtan satha da atılabilir;
yani, satıhtan, Akdenizde seyreden bir gemiye de atılabilir; gemi de
Şimdi,
Ruslar diyor ki, bu, savunma silahıdır. Evet, Rusya büyük bir
ülkedir;
O halde,
bunun aksini iddia etmek, askerî bakımdan mümkün değildir ve hiç de
doğru değildir; tamamıyla stratejik bir taarruz
silahıdır.
Peki, bu
durumda niyet nedir; niyet, Türk uçaklarını alçak hava
savunmasıyla zaten nötralize edebilme imkân ve kabiliyetine sahip
olmuştur; ama, şimdi onu Türkiye’den karşılamaktır.
Elbette, bu silahın da zayıf tarafları vardır. Nedir; bu,
daha ziyade çok yüksek hava silahı olduğuna göre, alçak havada
bazı elektronik zafiyetleri olabilir. Radar güdümü
dolayısıyla, bizim F-16 uçaklarımızın elektronik
harbine karşı hassastır; yani, elektronik harp yapıldığı
zaman radarları körlenir ve saptırılabilir.
Bütün
bunlara rağmen -ben, bu silahın etkisini bir tarafa koyuyorum- bence
esas önemli olan, Güney Kıbrıs’ın niyeti ve maksadıdır
ve Güney Kıbrıs’ta Rus silah ve askerinin bulunmasıdır;
ayrıca, taviz verilirse arkasının geleceğidir.
Şahsî
kanaatime göre, Kıbrıs Rum yönetimi haddinden fazla
silahlanmış ve silahlanmaktadır. Niyet ve maksatları -biraz
evvel söylediğim gibi- öncelikle Türk uçaklarını etkisiz
kılacak imkân ve kabiliyetlere kavuşmak -ki, bu füzeler
alınırsa daha etkili olacaktır- ayrıca, Türk
tanklarını da etkisiz kılacak imkânlara kavuşarak; ki, T-80
tanklarını dahi almıştı...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN
– Sayın Güreş, süreniz bitti efendim. Ne kadar bir süre...
DOĞAN
GÜREŞ (Devamla) – 3 dakika...
BAŞKAN
– Peki, 3 dakika daha veriyorum.
Buyurun.
DOĞAN
GÜREŞ (Devamla) – Ayrıca, Türk tanklarını da durduracak
tanksavar silahları ve füzeleri de almıştır. Stratejinin,
zaman, mekân, imkân faktörleri içinde fırsat doğduğunda taarruza
geçmek ve Kıbrıs’ta tam hâkim olarak Enosisi ilan etmektir niyet ve
maksad. Bundan kimsenin şüphesi olmamalıdır.
Buna
karşı biz neredeyiz; elbette ki, çok güçlüyüz. Bizim de muhtelif
faraziyelere göre birçok tedbirimiz vardır; ama, bu tedbirlerimizi bilemez
-ki, doğaldır, bilemez- ve imkânlarımızı da
yanlış takdir ederse, Rum tarafı, Yunanistan’ın dürtüsüyle
bir çılgınlığa kalkışabilir. Bu ihtimalin oldukça
yüksek olduğunu hatırdan çıkarmamak gerekir.
O halde,
Kıbrıs için stratejik olabilecek bu silahın Güney
Kıbrıs yönetimince satın alınmaması ve bundan sonra
da, Kıbrıs Rum yönetiminin silahlanma yarışını
engellemek için, siyasî ve diplomatik kararlılığımız,
devamlı olarak, tavizsiz, belli edilmelidir,
açıklanmalıdır. Bu bapta, Hükümetin göstermiş olduğu
kararlı ve zamanlı tepkiyi destekliyoruz. Alınacak askerî
tedbirler için, burada öneride bulunmayı lüzumsuz görüyorum; çünkü, bu
tedbirler alınır ve belki de alınmıştır.
Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Güreş.
Refah
Partisi Grubu adına, Gaziantep Milletvekili Sayın Kahraman
Emmioğlu; buyurun efendim. (RP sıralarından alkışlar)
Süreniz 10
dakikadır Sayın Emmioğlu.
RP GRUBU
ADINA KAHRAMAN EMMİOĞLU (Gaziantep) – Sayın Başkan,
değerli milletvekili arkadaşlarım; Kıbrıs tarihine
baktığımız zaman, hiçbir zaman, Kıbrıs bir Yunan
adası olmamıştır.
YUSUF
SELAHATTİN BEYRİBEY (Kars) – Siz Kıbrıs’tan ne
anlarsınız!
KAHRAMAN
EMMİOĞLU (Devamla) – Osmanlılara geçtiğinde,
Osmanlılar, her zamanki yaptıkları tatbikatla, buradaki
insanların inanışlarına hürmet göstermişler ve
halklarının, kendi hukukları içerisinde yaşamasına
müsaade etmişlerdir; fakat, ne zaman ki, Kıbrıs, Rum
tarafından, İngilizlerin himayesiyle idareye
başlanmış, o zaman, orada bulunan Türk azınlık
devamlı şekilde göçe zorlanmıştır ve neticede, Rum
çoğunluğu hâkim olmaya başlamıştır.
Tarihî
niyetleri, hepimizin bildiği gibi, Enosistir; yani,
Kıbrıs’ı tamamen Rumlaştırmak ve orayı
Yunanistan’a tamamen ilhak etmektir. Bildiğiniz gibi, 1964 senesindeki
meşum kanlı Noel hadiseleri, hepimizin hafızasındadır.
Oradaki zulüm, oradaki gaddarlık ve hunharlık, ta, 1974 senesine
kadar sürmüş ve 1974 senesinde, Sampson’un, meşhur Enosise ilhak
darbesiyle birlikte, Türkiyemizi de Barış Harekâtına
zorlamıştı.
Barış
Harekâtıyla birlikte orada teessüs edilen nizam -bildiğiniz gibi- en
sonunda, Güney Kıbrıs ve Kuzey Kıbrıs olarak iki idareye
bölünme şeklinde olmuştur ve bütün dünya bugün biliyor ki, bu nizam
içerisinde insanlar rahat yaşıyorlardı; ta ki, son zamanlara
gelene kadar. Demin, DYP’nin değerli sözcüsü, burasının, Güney
Kıbrıs’ın müdafaasının, kendilerince, geçmişten
ders alarak yapılması hususunda, birçok silahlanmaya gittiklerini
ifade etti. Evet, bugün, artık, Güney Kıbrıs’ın bir silah
deposu olmuştur. Buna rağmen, şu anda, silahlanmayı kâfi
görmüyorlar, stratejik olarak S-300 silahını da almak üzere, Ruslarla
anlaşma yapılmıştır.
Tabiatıyla,
Türkiye, bu stratejik silahlar karşısında bigâne kalamazdı.
Gerçi, bazıları, Güney Kıbrıs silahlanmaya
başladığı zaman Türkiye’den gerekli tepkiler
gelmediğini ifade ediyor; bir bakıma doğrudur; fakat, son
stratejik silahın alınmasında, Hükümetimizin tepkisi çok
makuldur. Aksi halde, bu silahlanma, daha da ileri boyutlara gidecek;
artık, zaman, onların lehine işler hale gelecek ve Türkiye’yi,
istikbalde, çok büyük sıkıntılara maruz bırakacaktı.
Aslında,
iki ülkenin, gerek Yunanistan’ın gerek Türkiye’nin müşterek problemi
olan Kıbrıs konusunda, Yunanistan’ın bu gerginliği
tırmandırmada hiçbir menfaatı yoktur; hatta, bana göre,
zararları vardır ve Yunanistan’ın zararları çok daha
fazladır. Buradan, Yunan halkına da seslenmek istiyorum: Devamlı
bir kompleksle, Türkiye’nin kendilerine saldıracağını
devamlı şekilde telkin eden üst idarecilerine
aldırmasınlar. Bütün gayretler, aslında,
barışadır ve barışın bütün ülkelere de
faydası hepimiz tarafından bilinmektedir. Evet, son silahları
almakla, aslında, Enosis hülyasının, hâlâ, onlarca dipdiri
olduğunu göstermişlerdir ve Türkiyemizi tehdit edecek bir
silahtır; kendilerinin ifade ettiği gibi değildir; yani,
yalnız savunmaya tahsisli bir silah değildir. Nitekim, eğer, biz
bu silahları alsaydık, onlar kıyameti koparacaklardır.
Elbette, şimdi, biz de diyoruz ki, Hükümetimizin bu konuda göstermiş
olduğu reaksiyonu, almış olduğu tedbirleri gayet yerinde
görüyoruz.
Değerli
Başbakanımızın, Başbakan
Yardımcımızın, Millî Savunma Bakanımızın bu
konudaki tutumları da, bir savaş istemi şeklinde değil,
bilakis, barışın sağlanmasına yöneliktir.
Hükümetimizin
almış olduğu kararları destekliyor, bu
tutumlarının devam etmesinde yarar bulduğumuzu ifade ediyor,
hepinizi hürmet ve muhabbetimle selamlıyorum. (RP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Emmioğlu.
Söz
sırası, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Sayın Altan
Öymen’in.
Buyurun
efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın
Öymen, süreniz 10 dakikadır.
CHP GRUBU
ADINA ALTAN ÖYMEN (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın arkadaşlarım;
Sayın Millî Savunma Bakanının izahatı üzerine, Cumhuriyet
Halk Partisi Meclis Grubunun, Kıbrıs sorununun son
aşamasıyla ilgili görüşlerimi açıklamak için
huzurlarınızdayım. Hepinizi Grubum adına saygıyla
selamlarım.
Kıbrıs’la
ilgili gelişmelere değinirken, Kıbrıs’ın yakın
tarihini kısaca hatırlamayı hiçbir zaman ihmal etmemek gerekir.
Yunanlı ve Kıbrıslı komşularımız bunu hiç
istemezler; Kıbrıs’ın tarihi, sanki, 1974’te
başlamış gibi bir tavır içinde olurlar; sanki, Türkiye,
oraya, durup dururken müdahale etmiş gibi davranırlar. Oysa, tabiî,
bunun, 1974 öncesi var ve bunun özetini hem kendimize hem de bütün dünyaya
mütemadiyen hatırlatmakta sayılamayacak kadar fayda var.
1959 Londra
ve Zürih Antlaşmalarıyla kurulan Kıbrıs Devletinin
uluslararası antlaşmalarla konulan statüsünde, bu devletin,
Kıbrıs’taki Türk toplumu ile Kıbrıs’taki Rum toplumu
arasında bir ortak devlet olması öngörülmüştü. İki
toplumun, devletin her kademesinde, Cumhurbaşkanlığından
güvenlik güçlerine ve millî savunmadan parlamentoya, bakanlar kuruluna kadar,
her toplumun, burada, kontenjanlara göre temsil edilmesi esastı.
Kıbrıs, bu şekilde ortaya çıktı.
Başlangıçta
buna Kıbrıs Rum toplumu da imza attı, Türk toplumu da imza
attı, İngiltere, Türkiye ve Yunanistan da imza attı; fakat,
kısa bir süre sonra görüldü ki, gerek Kıbrıs Rum kesimi gerekse
Yunanistan, bu anlaşmayı, sadece ana amaçlarına varmak için bir
geçici süreç olarak görmektedirler ve hepimizin bildiği gibi, ama, her
zaman hatırlamamız gerektiği gibi, 1963 yılında, 1963 yılının
Noelinde, Türk kesimine karşı katliama ve etnik temizlik hareketine
fiilen başladılar.
1963,1964,1967
yıllarında tırmanan, zirve noktasına tırmanan, aradaki
yıllarda da devamlı bir baskı hareketi halinde gelişen bu
davranışların, bu politikanın, 1990’lı yılllarda
Bosna-Hersek’te uygulanan etnik temizlik politikasıyla, esas itibariyle
hiçbir farkı yoktur. Kıbrıs’taki Rumlar, Yunanistan’ın
desteğiyle, Kıbrıs’ta, bu hareketin ilk örneğini, Akdeniz
bölgesindeki ilk örneğini, tabiî, o zamanın şartları içinde
vermişlerdir.
1974’e
gelindiğinde de, artık bu sürecin sonuna gelindiğini
düşünerek, malum Sampson darbesiyle, Kıbrıs’ı tam bir Yunan
adası haline getirmenin son adımını
atmışlardır ve bizim de, tabiî, anlaşmalara dayanan,
uluslararası anlaşmalara dayanan müdahalemiz
gerçekleşmiştir. Belirttiğim gibi, bunu, burada
tekrarlamanın -bazı arkadaşlarım da tekrarladılar-
faydası büyüktür, her forumda, uluslararası her forumda; çünkü,
Yunanlılar bunu unutturmak için, şimdiye kadar ellerinden geleni
yapmışlar ve büyük ölçüde de muvaffak olmuşlardır.
Şimdi,
burada, yeni bir aşamaya geliyoruz. Millî Savunma Bakanı
izahatında, durumun özetini verdi. Bir yandan, Kıbrıs’a,
şimdiye kadarki silahların getirilmesinden sonra getirilmek yoluna
girilmiş olan S-300 füzeleri, bir yandan da, Yunanistan’ın,
diğer bölgelerdeki faaliyeti. Yunanistan’ın, diğer bölgelerdeki
faaliyeti derken, Ege bölgesindeki son adımlarını da unutmamak
gerekir. Yunanistan, 1947’de kendisine geçen adaları, anlaşmalara
rağmen, silahlandırma hareketine durmaksızın devam
etmektedir, dün -daha dün- bunun bir örneği verilmiştir, Atina’dan
resmen açıklanmıştır ki, Meis Adasında da, artık,
bir F-16 filosu konuşlandırılacaktır.
Bir yandan,
Ege’de, bilinen hava sahasından kıta sahanlığına kadar
uzanan Yunan iddiaları, bir yandan adaların
silahlandırılması, bir yandan da -onu da unutmamak lazım-
sahipsiz olan, Yunanistan’ın üzerinde sahiplik iddia edemeyeceği
besbelli olan bazı adacıkların ve kayalıkların
yerleşime açılması. Kardak, bunun son örneğidir; Kardak’a
benzer gelişmelerin diğer bazı adalarda devam ettiği
görülmektedir; bunu da göz önünde tutmak gerekir, bunun da tedbirini
düşünmek gerekir; çünkü, bütün bunlar, Ege’de olanlar ve
Kıbrıs’ta olanlar, aslında, Millî Savunma Bakanının da
belirttiği gibi, bir politikanın parçalarıdır.
Şimdi,
S-300 füzeleriyle Yunanistan ne yapmak istiyor; bu, Türkiye ile bir
çatışmayı, bir savaşı göze alma
hazırlığı mıdır? Yani, bir yandan Ege’deki adalar
silahlandırılacak, bir yandan güneyden kuzeye doğru Türkiye’yi
de vurabilecek olan füzeler orada konuşlandırılacak, bundan
sonra bir çatışma çıkarsa, çatışmada Yunanistan biraz
daha avantajlı bir duruma geçecek; bu mudur; yoksa, bir pazarlık
hareketi midir? Pazarlık için elinize önce bir koz alacaksınız,
o kozun etkisiyle karşınızdakini taviz vermeye
zorlayacaksınız, geri adım atmaya zorlayacaksınız, bu
mudur? Hangisi olursa olsun, bu, bir yanlış hesaptır; çünkü,
daha geçmişte de görüldü, Yunanistan’ın -millî mücadele zamanına
kadar gitmeyelim- 1974 Kıbrıs hadisesi meydandadır; bu
hesapları genellikle yanlış çıkmıştır. Bir
şeyi hesaplayamamıştır, Türkiye’nin bu konudaki
kararlılığını. Türkiye’nin bu konudaki
kararlılığı derken, ülkemizin, şu sırada, çok
büyük sorunlarla karşı karşıya bulunduğu hepimizin
malumudur.
Biz, muhalefet
partisi olarak, bu iktidardan çok çeşitli açılardan
şikâyetçiyiz. Eleştirilerimiz bellidir; bunları burada
söylüyoruz. Memleketin birçok alanında, bu iktidarın yanlış
yaptığını ve tehlikeli adımlar
attığını görüyoruz. Bu münakaşaları sürdürmeye
elbette devam edeceğiz, eleştirilerimizin peşini
bırakmayacağız; ama, dost-düşman şunu bilsin ki, bu
işlerin, bu eleştirilerimizin takipçisi olurken, Türkiye’ye yönelik
dış tehditler karşısında millî bir politikanın
oluşmasına katkıda bulunabileceğimiz her yerde, bu
imkânın ortaya çıktığı her yerde buna katkıda
bulunmaktan da hiçbir zaman geri kalmayacağız.
Bir millî
politika oluşmasının ve bu politikanın izlenmesinin,
elbette birtakım şartları da var. Muhalefet partisi olarak biz
ve öteki muhalefet partileri de bu anlayıştayken -benden önce
konuşan ANAP’lı arkadaşım da bunu söyledi- tabiî, buna iktidarın da katkıda
bulunmasının önemi meydandadır.
İktidarın,
Kıbrıs konusunda ve güvenliğimizi ilgilendiren diğer
konularda Meclisimize bilgi vermesi, bugün, ilk defa, Millî Savunma
Bakanının beyanıyla yapıldı. Bundan elbette memnuniyet
duyuyoruz; yalnız, bu konunun bir de dışpolitika boyutu var ve
bu konularda Dışişleri Bakanlarının da izahat vermesi esastır.
Gerçi, bizim Dışişleri Bakanımız, Meclise gelerek,
kendi bakanlığını ilgilendiren konularda Meclise muhatap
olma alışkanlığını altı aydır
edinebilmiş değildir. (CHP sıralarından alkışlar)
Ama, bu alışkanlığı edinmek için, artık, bir
şeyler yapsa iyi olacaktır. Şimdi Millî Savunma
Bakanını dinlerken, kendisi “Dışişleri
Bakanımız dedi ki, şu beyanatı verdi, Moskova’da bunu
yaptı” diyor; bunu kendisinin anlatmasını beklemek elbette bu
Meclisin hakkıdır. (CHP sıralarından alkışlar)
Ayrıca,
İktidarın, dış ilişkilerdeki, dış
konulardaki bazı adımlarını içpolitika malzemesi olarak
kullanma alışkanlığından da herhalde vazgeçmesi
lazımdır. Bir kere bu, bir millî politika etrafında
birleşilmesini güçleştirir. Eğer, İktidar, bunu bir
içpolitika malzemesi olarak kullanırsa, bu yolda içpolitika polemiklerine
girişirse, tabiî, böyle bir birleşme imkânı azalır.
İkincisi
de, bazen son derece tatsız sonuçlar ortaya çıkar; Moskova’daki son
durumda olduğu gibi.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Sayın Öymen, size de eksüre veriyorum, toparlayın efendim.
ALTAN ÖYMEN
(Devamla) – Peki.
Kendisi
Moskova’da iken Türkiye’ye gelen haberlere göre, Sayın
Dışişleri Bakanı orada yumruğunu vurmuş ve Ruslar
hemen Kıbrıs Rum kesimine füze vermekten vazgeçmek zorunda
kalmışlar; haberler böyle geldi. Sonuç malum; sonuç, kendisini de
mahcup edici bir sonuç olmuştur; tabiî Türkiye’nin
dışpolitikasını da... Bundan da vazgeçmek
lazımdır.
Bir
başka yol olarak, muhalefet ile iktidar arasında ve genellikle
milletvekilleri arasında bu konularda bilgi iletişimini
geliştirmek gerekir. Bunun organlarından biri olarak
Dışişleri Komisyonu akla gelir. Dışişleri
Komisyonu sadece kendine sevk edilen kanun tasarılarını
görüşmekle yetinmeyip, bu gibi dış konuların, hele bu gibi
bunalım hallerinde, enine boyuna görüşülmesini ve oradaki muhalefet
ve iktidar milletvekillerinin bilgi edinmesini sağlayabilecek bir
mekanizmadır. Bu mekanizmanın kullanılması, Parlamentoda
temsil edilen bütün partilerin uzman milletvekillerinin, hem konuyu bir arada
ele almalarını hem bilgilenmelerini hem de politikaların
birlikte oluşturulmasına katkıda bulunmalarını
sağlayacaktır.
Bu
dileklerle -süremin bittiğini de dikkate alarak- Türkiye’nin,
Kıbrıs’taki emrivakilere karşı gereken tedbirleri almakta
kararlı bir politika izlemesi için, Cumhuriyet Halk Partisinin elinden
gelen her katkıyı göstereceğini bir kere daha vurgularım;
hepinizi derin saygılarımla selamlarım. (CHP, ANAP ve DSP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Öymen.
Gruplar
adına son konuşmayı yapmak üzere, DSP Grubu adına
İstanbul Milletvekili Sayın Bülent Ecevit; buyurun efendim. (DSP
sıralarından ayakta alkışlar)
Sayın
Ecevit, süreniz 10 dakika.
DSP GRUBU
ADINA BÜLENT ECEVİT (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; sözlerime başlarken, Demokratik Sol
Parti Grubu adına hepinizi saygılarla selamlarım.
Bundan
birkaç gün önce verdiğim bir demeçte, bir dilekte, bir temennide bulunmuştum;
bir bakanın, Kıbrıs ile ilgili son gelişmeleri
gündemdışı konuşmayla Meclise getirmesini, böylelikle
muhalefetin de görüşlerini açıklama fırsatı bulabilmesini
temenni etmiştim. Bu temennim, bugün gerçekleşmiş bulunuyor;
onun için, Millî Savunma Bakanına şükranlarımı sunuyorum.
Değerli
arkadaşlarım, son yıllarda, son üç dört yılda,
Kıbrıs konusuyla ilgili olarak üç önemli gelişme yer aldı:
Bunlardan
birisi, Millî Savunma Bakanının da biraz önce belirttiği gibi,
Yunanistan ile Kıbrıs Rum yönetimi arasında bir ortak savunma
doktrini anlaşmasının imzalanması. Böylelikle,
Kıbrıs yönetimi ile Yunanistan arasında fiilî bir askerî
işbirliği, dayanışma, hatta bütünleşme süreci
başlamış oldu; bu, çok önemli bir gelişme.
İkincisi,
Kıbrıs Rum yönetimine, Avrupa Birliğinde tam üyelik
kapısı, Türkiye’nin bütün itirazlarına, haklı
itirazlarına karşın açıldı.
Üçüncü
önemli gelişme de Rusya Federasyonunun, Bosna-Hersek’ten
başlayıp, Yunanistan, Rusya, Kafkaslar üzerinden dolanıp, Güney
Kıbrıs’a kadar inen bir Ortodoks kolu kuşatmasıyla
Türkiye’yi çevirmesi. Bunlar çok önemli üç gelişmedir. Bu üç gelişme,
Kıbrıs’la ilgili olarak durumu ve dengeleri temelinden
değiştirmiştir. Kıbrıs Rum yönetimi ve Yunanistan da politikalarını
ve stratejilerini bu gelişmeler ışığında yeniden
belirlemişlerdir; fakat, yıllardan beri bu gelişmeler gözler
önünde yer almakta olduğu halde, Türkiye, maalesef, Rus füzeleri meselesi
ortaya çıkıncaya kadar, Kıbrıs’la ilgili olarak kendi
tutumunu yeniden gözden geçirme gereğini, ne yazık ki, duymamıştır,
hâlâ da, görünüre göre, Türkiye’nin, Hükümet düzeyinde yeni bir politikası
ve stratejisi saptanmış değildir.
Bu
gelişmelerle ve değişikliklerle neler oldu; bunları
kısaca özetlemek isterim. Bir kere, Güney Kıbrıs ile Yunanistan
arasında Enosis kapısı fiilen açılmış oldu; yani,
Kıbrıs Rum yönetiminin Yunanistan’la bütünleşmesi
kapısı büsbütün açılmış oldu; Yunanistan’ın
Batı Avrupa’yla bütünleşmesi kapısı da aralanmış
oldu.
Bu arada,
Avrupa Mahkemesi, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine ekonomik ambargo
uygulama kararını aldı.
Bundan iki
üç yıl öncesine kadar, Kıbrıs Rum yönetimi ile Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti arasında liderler düzeyinde diyalog
vardı; fakat, bu belirttiğim gelişmelerden sonra, Rum yönetimi,
artık, Türk kesimiyle diyaloğa gerek kalmadığı
sonucuna vardı ve Kuzey Kıbrıs Cumhurbaşkanı
Sayın Rauf Denktaş’ın bütün iyi niyetli
çağrıları, Kıbrıs Rum Lideri Sayın Klerides
tarafından yıllardan beri geri çevrildi; yani, artık, Türklerle
diyalog kurmaya ihtiyaç görmüyor Kıbrıs Rum yönetimi; ben arkamı
bir yandan Avrupa Birliğine, bir yandan Rusya’ya dayamışım,
bundan sonra, artık, Türklerle Kıbrıs için diyalog kurmama gerek
yoktur” anlayışına geldi.
Bildiğiniz
gibi, bundan birkaç yıl önce, Birleşmiş Milletler Genel
Sekreteri, Kıbrıs’la ilgili olarak bir güven yaratıcı
düşünceler dizisi hazırlamıştı. Bu düşünceler
dizisinde, bizim görüşümüze, Demokratik Sol Partinin görüşüne göre,
Kıbrıs Türkleri açısından bir hayli sakıncalı
bazı unsurlar da yer alıyordu; fakat, bildiğimiz kadar,
Türkiye’deki hükümetlerin baskısı altında, Sayın Rauf
Denktaş, o koşulları bile, içine sindiremeden, kabul etmek
zorunda kaldı. Ona rağmen -yani, Kıbrıs Türklerinin
aleyhinde birtakım unsurları içermesine karşın- son
gelişmeler üzerine Kıbrıs Rum yönetimi, artık,
Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin o güven yaratıcı
düşünceler dizisini bile elinin tersiyle bir tarafa itme cüretini
gösterdi.
Yine, bu son
gelişmelere gelinceye kadar, Kıbrıs Rum yönetimleri, yürekten
inanmasalar bile, gerçekte istemeseler bile, iki toplumlu, iki kesimli bir
federal çözüme yatkın gibi görünüyorlardı; fakat, artık, böyle
bir görüntü verme gereğini bile duymaz hale geldiler; federal bir çözümün
adını bile anma gereğini artık duymuyorlar.
Bunun da
ötesinde, özellikle, geride bıraktığımız yıl, cüreti
büsbütün artan Kıbrıs Rum kesimi, yirmiiki yıldır
kesintisiz bir barış içerisinde yer almış olan ve
barışın güvencesi olarak yer almış bulunan
sınırı, fiilen delme girişimlerine geçti.
Bütün bu
gelişmelere karşın, Türkiye, yeni bir Kıbrıs politikası
ve stratejisi belirlemediği gibi, Türkiye’nin üye olmadığı
bir Avrupa Birliğine, Güney Kıbrıs’ın veya bütünüyle
Kıbrıs’ın üyeliğini kabul etmeyeceği konusunda
haklı temellere, anlaşmalara dayanan tavrını da, maalesef,
yumuşatma yoluna girdi.
Biraz önce Sayın
Doğan Güreş’in ve Millî Savunma Bakanının da
belirttiği gibi, Rumların silahlanması yeni değil; Rumlar
yıllardan beri hızla silahlanıyorlar. Ruslardan füze almasalar
başka yerlerden alırlar.
Biraz önce
Millî Savunma Bakanını dinlerken, bir kere daha öğrendik ki,
Kıbrıs Rum yönetimi, bazı yakın müttefiklerimizden bile,
Türkiye için sorun teşkil edebilecek silahları yıllardan beri
almaktadır; ama, buna, şimdiye kadar Türkiye, maalesef, tepki
göstermemiştir. Evet, Millî Savunma Bakanının biraz önce, burada
belirttiği gibi, bazı notalar, bazı uyarılar belki
yapılmıştır; ama, ben, Türkiye gibi bir devletin tepkisi
etkili olmadıkça, o tepkiye tepki demem. (DSP sıralarından
alkışlar)
Türkiye,
ancak bu Rus füzeleri konusunda harekete geçti. Elbette, bu da hakkıydı;
ancak, burada da, hazırlıksız, hesapsız kitapsız
birtakım açıklamalar yapıldı. Örneğin, Sayın
Millî Savunma Bakanı “nasıl 1960’lı yıllarda, Amerika
Birleşik Devletleri Küba Adasına abluka uyguladıysa, biz de
Kıbrıs’a abluka uygularız” dedi. Oysa, Amerika Birleşik
Devletleri Küba Adasını her yönden kuşatabilecek, abluka
altına alabilecek durumda olduğu halde, Türkiye’nin coğrafî
açıdan öyle bir durumu da yoktur.
Bu arada,
Türkiye, çok haklı olduğu bir zeminde, bazı
bakanlarının ağzından, biraz aşırı sertlik
ifade eden; hatta, savaş eğilimi varmış gibi izlenim
yaratan ifadeler kullanmaya başladı; bu da, tabiî, Rumlar
tarafından ve Yunanistan tarafından derhal istismar edilmeye
başladı. Herhalde Sayın Genelkurmay
Başkanımızın, dün Kıbrıs’ta konuşurken uyguladığı
üslup, hem çok daha etkili hem de çok daha diplomatiktir. Biz, Hükümetin o
üslubu kullanmasını beklerdik; fakat, Sayın Genelkurmay
Başkanı, Hükümetin kullanamadığı ölçüde, hem etkili
hem de diplomatik bir üslup, kimsenin
kışkırtıcılıkla suçlayamayacağı bir
üslup kullandı.
Değerli
arkadaşlarım, Rumların silahlanmaktan, aşırı
ölçüde silahlanmaktan amacı, herhalde savunma olamaz. Neden olamaz; çünkü,
buna ihtiyacı yoktur; çünkü, Türkiye’nin, Kıbrıs’ın tümünü
ele geçirmek gibi, Kıbrıs’ın güney kesimini işgal etmek
gibi bir niyeti yoktur; eğer, Türkiye’nin öyle bir niyeti olsaydı,
Türkiye, 1974’teki Barış Harekâtını üç dört gün daha
uzatır ve Kıbrıs’ın tümünü denetimi altına
alırdı. Oysa, Türkiye, bunu yapmaya teşebbüs bile
etmemiştir; çünkü, Türkiye’nin amacı, Kıbrıs Türkünü
soykırımdan kurtarmak, güvenliğe ve özgürlüğe
kavuşturmak ve bütün adayı barışa kavuşturmaktı;
bu amaçlarımız da gerçekleşmiştir.
Herhalde,
Kıbrıs Rumlarının bu ölçüde silahlanmaktan amacı
-biraz önce Sayın Doğan Güreş’in de belirttiği gibi-
kendileri, Kuzey Kıbrıs’ı yeniden ele geçirme girişiminde
bulundukları takdirde, Türkiye’nin, bir olası müdahalesini
caydırmak, önlemektir; bunun için bu silahlanmayı yerine getiriyor
olsalar gerektir.
Türkiye,
elbette, bu durumda gerekeni yapar; ama, davul zurnayla ilan etmeden yapar.
Türkiye’nin, bence, şu sırada bir askerî eylemde bulunmasına
gerek yoktur; ama, bulunması gerektiği takdirde, bunu da, bütün
dünyaya, önceden davul zurnayla ilan etmek gerekmez. Biz, Kıbrıs
Barış Harekâtını başlatırken -o zamanki Hükümet
olarak- Amerika’nın ağır baskılarına karşın
haşhaş ekimi yasağını kaldırırken, Ege’de
çakıltaşı söylevleri vererek değil, araştırma
gemilerimizi denize çıkarıp Türkiye’nin haklarını
kullanırken sesimizi yükseltmemiş, sağı solu tehdit
etmemiştik, konuşmak yerine, gerekeni yapmıştık. (DSP
sıralarından alkışlar)
Değerli
arkadaşlarım, Türkiye neler yapmalıdır? Buna gelmeden önce,
kısaca, Türkiye’ye karşı nasıl bir senaryo sahneye konulmak
isteniyor, Türkiye nasıl bir tuzağa düşürülmek isteniyor; bu
konudaki kanımı belirtmek isterim. Birkaç gün önce bu
konuşmayı yapıyor olsaydım, tahminimi veya izlenimimi
derdim; fakat, şimdi, kanımı diyorum; çünkü, özellikle Amerika
Birleşik Devletlerinin ve başka bazı devletlerin, son günlerde
yapmakta olduğu açıklamalar, benim o izlenimimi kanıya
dönüştürmüştür. Senaryo şudur: Bu, Rus füzeleri üzerine,
Türkiye, kaygılanacaktır, telaşa kapılacaktır, sert
bir üslup kullanmaya başlayacaktır; o zaman, müttefiklerimiz ve Rusya
Federasyonu araya gireceklerdir. “Siz, hele, Kıbrıs’taki
askerlerinizi çekmeye razı olun; sizin askerleriniz yerine,
Bosna-Hersek’teki gibi bir karma askerî gücün, çokuluslu gücün gelmesine
razı olun; ayrıca, Kıbrıs Rumlarının Avrupa Birliğinde
üyeliğini engellemeye çalışmaktan da vazgeçin; o zaman, biz de,
Kıbrıslı Rumları bu ölçüde silahlanmaktan vazgeçiririz”
demek istemişlerdir ve niyetlerinin bu olduğunu da, dediğim
gibi, son günlerde, yetkili ağızlardan açığa
vurmaktadırlar. Türkiye de adım adım bir tuzağa
sürüklenmektedir. Bu arada, tabiî, Ege sorununu da gündeme getireceklerdir
“siz, hele, Ege’de de şu ödünü verin” diyeceklerdir, Türkiye’yi bu
şekilde tuzağa düşüreceklerdir ve Türkiye de, adım
adım bu tuzağa sürüklenmektedir.
Bu arada,
gerek Amerika Birleşik Devletleri yetkilileri gerek Kıbrıs Rum
Lideri Sayın Klerides aynı nitelikte birer açıklama yaparak
“canım, Türkiye’nin bu kadar telaşlanmasına gerek yok; bu
füzelerin Kıbrıs’a gelmesi onaltı ay geciktirilebilir” demişlerdir.
Yani “bundan vazgeçilmeli” değil, “bundan vazgeçilecek” değil,
“onaltı ay gecikecek...” Ne olacak bu onaltı ayda; Avrupa
Birliğinin, Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti üzerindeki
baskıları büsbütün artacak, kademeli olarak artacak ve
Kıbrıs Türkleri, onaltı ay, bir Çin işkencesine veya bir
Rus işkencesine tabi olacak.
Bu arada,
yine, senaryonun dayandığı hesaba göre, Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti halkı iyice bunalacak “aman, artık ne olursa olsun;
hatta, biz de Avrupa Birliğine girelim” diyen sesler, belki
azınlıktan da olsa, yükselmeye başlayacak. Hükümetin, son
zamanlarda Kıbrıs’ta üretken yatırımları artırmak
için vaat ettiği 250 milyon dolarlık yardıma karşın
-ki, bu çok yerinde bir karar tabiî- ona rağmen, girişimciler,
Kıbrıs’ın geleceğinden duyacakları kaygı
nedeniyle, Türkiye’nin sağladığı bu olanağa
karşın yatırım yapamayacaklardır ve Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin başlıca gelir kaynağı
olan turizm de, bu belirsizlik ve tehlike dolayısıyla büyük ölçüde
aksayacaktır.
Bu arada,
yine, senaryonun dayandığı hesaba göre, Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti de, giderek Avrupa Birliğinin kucağına
düşecektir. Hele, Türkiye, yanılıp da, bu Rus füzeleriyle ilgili
ve Rumların silahlanmasıyla ilgili
kızgınlığını, tepkisini, bir şikâyet olarak,
Birleşmiş Milletlere veya Avrupa Birliğine götürecek olursa,
yakasını büsbütün kaptıracaktır; hepsi birden “siz, şu
ödünü verin, bu ödünü verin, askerinizi çekin, Avrupa Birliğine
Rumların girmesine engel olmayın, Ege’de şu tavizleri verin; o
zaman, biz de bu silahlanmayı durduruz” diyeceklerdir, eğer, Türkiye,
Birleşmiş Milletlere veya Avrupa Birliğine başvuracak
olursa.
Türkiye’nin,
kendi ulusal haklarını ve Kıbrıs Türklerinin ulusal
haklarını korumak için Birleşmiş Milletlere de, Avrupa
Birliğine de ihtiyacı yoktur. (DSP sıralarından
alkışlar) Biz, Kıbrıs Barış Harekâtını,
onların yeşil ışığıyla değil,
Türkiye’nin gücüyle aşabildik. (DSP sıralarından
alkışlar) Yani, Türkiye, kendi işini -1974’te
yaptığı gibi- kendisi görmelidir. Bunun için de, öyle “vururuz,
kırarız” yollu konuşmalara ihtiyaç yoktur; çünkü, bu
konuşmalar, ister istemez “tutun beni, yoksa fena yaparım ha!”
tavrı şeklinde yorumlanabilir. (DSP sıralarından
alkışlar)
Değerli
arkadaşlarım, Türkiye, elbette, tepkisini gösterecektir, önlemlerini
alacaktır; ama, söylevle değil, ille silahlı eylemlerle de
değil, etkili siyasal davranışlarla, eylemlerle Türkiye’nin
gerekeni yapması beklenir. Neler yapabilir ve yapmalıdır
Türkiye? Bir kere, bütün dünyaya şunu şimdiden açıkça ilan
etmelidir: Biz, hiçbir koşul altında, Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti topraklarından asker çekmeyeceğiz. (DSP
sıralarından alkışlar) Bunu açıkça söylemelidir; bunun
ayıp tarafı yoktur. Barış harekâtından sonra bana çok
baskılar geldi Batı’dan. Özellikle, zamanın Amerikan Dışişleri
Bakanı Sayın Kissinger, ikide bir, telefonlarında “canım,
sen, hele ‘işler düzeldiği vakit, Türklerin güvenliği
sağlandığı vakit askerlerimizi çekeriz’ de; bunun
zamanını kendiniz tayin edersiniz” dediğinde, ben, kendisine
“ben, dünyayı aldatamam, tutmayacağım sözleri veremem”
demişimdir ve bu konuda hiçbir ödün vermemişimdir. (DSP
sıralarından alkışlar) Yani, bizim asker çekmeye razı
olmayacağımızı dünya iyice algılamalı, içine
sindirmelidir; bunu sağlamalıyız.
İkincisi,
Maraş, derhal yerleşime açılmalıdır (DSP
sıralarından alkışlar) Şimdi, Sayın Denktaş
“eğer, bu füze anlaşmasından vazgeçilmezse Maraş’ı
yerleşime açarız” dedi. Oysa, ben, tabiî, kendisine sormuş
değilim; ama, Sayın Denktaş’ı yakından tanıyan
bir kimse olarak şuna inanıyorum ki, Sayın Denktaş’a kalsa,
bu eğerli bir konuşma olmazdı “biz, derhal Maraş’ı yerleşime
açıyoruz” derdi. Bu konuda, kendisini, Türkiye’deki Hükümetin
frenlediğine, engellediğine inanıyorum. O zaman, bu da,
boşlukta kalan bir tehdit olarak etkisiz kalabilir.
Üçüncü
olarak ve en önemlisi, yıllardan beri, Demokratik Sol Parti olarak önerdiğimiz
gibi, artık, bu Kıbrıs konusunun dosyası rafa
kaldırılmalıdır. Nasıl; Türkiye Cumhuriyeti ile Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti arasında bir özerklik
anlaşması imzalanmalıdır. (DSP sıralarından
alkışlar) Bundan ne kastettiğimizi bir kez daha
açıklayayım: Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, yine, bir
bağımsız devlet olarak kalır; kendi anayasası,
yasaları, hükümeti, polisi olan bir bağımsız devlet olarak
kalır; ancak, dış ilişkilerini ve dış
güvenliğini Türkiye üstlenir. Fiilî durum zaten budur. Özerklik anlaşmasıyla
bu fiilî durum hukukî durum haline gelmiş olur (DSP sıralarından
alkışlar) ve o zaman, artık, kimse 200 bin nüfuslu Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyetine baskı uygulayamaz. Baskı yapmak
isteyenler, karşılarında 200 bin nüfuslu Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyetini değil, güçlü ordusuyla 65 milyon nüfuslu Türkiye
Cumhuriyetini bulur. (DSP sıralarından alkışlar) Bu anlamda
özerklik ilişkisinin dünyada pek çok başarılı örneği
vardır; onun için, hiç kimse bunu meşru olmayan bir çözüm olarak
göremez. Tabiî, bu çözümün uygulanabilmesi için, Kıbrıs Türklerinin
de bunu uygun bulmaları gerekir. Ayrıca, Türkiye, Kıbrıs
konusunda mutlaka etkin ve yaygın bir duyuru kampanyası
açmalıdır.
Değerli
arkadaşlarım, Kıbrıs Barış Harekâtının
üzerinden yirmiiki yılı aşkın süre geçti. Dünyada bugün
yeni bir politikacılar kuşağı var; yeni gazeteciler, yeni
siyaset bilimcileri kuşağı var. Bunlar, Kıbrıs’ta,
1960’lı yıllarda, Türklerin ne kadar ağır tehlikelerle
karşılaştığını yaşayarak
öğrenmiş değillerdir. Bunlar, 1974’te, niçin, Türkiye’nin
garantörlük görevini yerine getirmek üzere, Ada’ya asker
çıkardığını gereğince bilmeyebilirler. Türkiye,
bunları çok sade bir dille ve somut örneklerle -o banyo içinde öldürülen
çocukların da resimlerini bastırarak- bütün dünyaya duyurmak üzere
bir kampanya açmalıdır. Uluslararası ilişkilerde kamuoyunun
etkisi artık gitgide belirginleşmektedir. Onun için, Türkiye, bu
kamuoyuna da gerçekleri duyurma görevini ihmal etmemelidir.
Değerli
arkadaşlarım, şimdi, acaba Hükümet, Sayın
Denktaş’ın da desteklediği özerklik ilişkisini benimsiyor
mu benimsemiyor mu bilemiyorum. Buna bir teşhis koymak için, ben,
şimdi işbaşında bulunan Hükümet güvenoyu aldıktan
hemen sonra, arkadaşlarımla birlikte Başbakan Sayın
Erbakan’ı ziyaret ettim; hem kutladım hem de gündeme tek bir konu
getirdim, Kıbrıs konusu. Dedim ki, biz, öteden beri -birkaç
yıldan beri- bu özerklik ilişkisini savunuyoruz. Siz, daha da ileri
gidip “Kıbrıs bizim bir vilayetimiz olsun” diyor idiniz. Şimdi
Başbakansınız; en azından, bu özerklik ilişkisini gerçekleştirecek
misiniz? Sayın Erbakan’ın bana verdiği yanıt şu oldu:
“Bundan birkaç ay sonra Amerika Birleşik Devletlerinde Başkanlık
seçimi var, hele o seçim geçsin, ondan sonra yaparız” dedi. O seçim yapılalı
aylar geçti; ama, Hükümetten hiçbir somut adım gelmedi.
Daha önceki
yıllarda bazı üst düzey devlet adamlarımız çok talihsiz
beyanlarda bulundular. Dediler ki: “Kıbrıs, uluslararası alanda
bizim önümüzde bir engel. Kıbrıs’ın faturası bize
çıkarılıyor.” Böylelikle, dünya kamuoyuna, yabancı
devletlere, Türkiye’nin Kıbrıs konusunda baskılara açık
olduğu izlenimini verdiler. Oysa, Kıbrıs’ın Türkiye için
büyük stratejik önemi vardır.
Değerli
arkadaşlarım, farz edelim ki, Kıbrıs’ta bir tek Türk
yaşamıyordu; o takdirde bile, Türkiye’nin güvenliği
açısından Kıbrıs çok büyük önem taşıyacaktı.
Bunu, haritaya bakan herkes görebilir. Şimdi, Amerika Birleşik
Devletlerinin Kıbrıs’ta stratejik açıdan amacı olacak,
Rusya’nın olacak, Avrupa Birliğinin olacak, Almanya’nın,
Fransa’nın olacak, Türkiye’nin stratejik açıdan Kıbrıs’la
ilgisi olmayacak!.. Oysa, Kıbrıs, bütün güney sahillerimizi koruyan
veya tehdit eden bir ada konumundadır. Bildiğiniz gibi, şimdi,
boru hatlarıyla ve Orta Asya ile ilişkilerimiz geliştikçe, İskenderun,
Yumurtalık, Mersin, bütün buralardaki limanlar çok büyük önem
taşımaktadır. Eğer, Kıbrıs, Türkiye’yi tehdit
etmek isteyen bir devletin eline geçecek olursa, bütün bu limanlar, güney
sahillerimizle birlikte, ağır bir tehlikeyle
karşılaşacaktır.
BAŞKAN
– Sayın Ecevit, toparlar mısınız...
BÜLENT ECEVİT
(Devamla) – Bitirmek üzereyim Sayın Başkan; teşekkür ederim.
Şimdi,
Türkiye açısından Kıbrıs’ın stratejik önemini
yalnız ben söylemiyorum. 1937 yılında, Türkiye’nin güneyindeki
bir manevra sırasında Atatürk “Türkiye’nin dünyaya açık tek
sahil kapısı ve ikmal yolu güneydedir. Onun için, Kıbrıs
düşman bir ülke elinde olursa, Anadolu’nun bütün ikmal yollarını
kapatır ve Türkiye’nin güvenliğini tehdit eder” diyordu ve
şunları ekliyordu Sayın Atatürk: “Efendiler, Kıbrıs’a
dikkat ediniz; bu Ada, bizim için çok önemli.”
Değerli
arkadaşlarım, Kıbrıs’ın Türkiye açısından
stratejik önemini kavrayabilmek için, ille Atatürk kadar büyük bir stratej
olmak gerekmez. 16 ncı Yüzyılda İngiliz ozanı Shakespeare
bile, Othello piyesinde, Kıbrıs’ın Türkler için büyük önemini vurgulamıştır.
Bir şair sezgisiyle 16 ncı Yüzyılda bile dile getirilmiş
bir gerçektir bu; fakat, maalesef, Türkiye’yi yönetenler, şimdilik
yönetenler, bu gerçeğin pek bilincinde görünmüyorlar.
Değerli
arkadaşlarım, Kıbrıs’ta Türkler, benim edindiğim izlenime
göre, hem güvenlik ve özgürlük istiyorlar hem de bunların barış
içinde sağlanmasını istiyorlar. Türkiye’nin de bunu
gerçekleştirmek elindedir; ancak, bunun için, Türkiye,
konuşmamın başında belirttiğim yeni gelişmeleri
ve değişiklikleri göz önünde tutarak, yeni bir Kıbrıs
politikası ve stratejisi oluşturmalıdır. Böyle bir
girişimde bulunacak olurlarsa, o konuda da bir yöntem tavsiyem
olacaktır. Biz, 1974’te o zamanki adıyla Millî Selamet Partisiyle
birlikte hükümetteyken, Kıbrıs Barış Harekâtı
öncesinde ve sonrasında, sırasında, bütün muhalefet liderlerini
yalnız Mecliste bilgilendirmekle kalmıyorduk,
Başbakanlığa davet ederek hem onlara her bilgiyi veriyorduk hem
de görüşlerini alıyorduk. O şekilde, bir ulusal Kıbrıs
politikası oluşmuş oldu. Şimdi, o politikanın,
değişen koşullara göre gözden geçirilmesi gerekiyor. Bunun da,
yeniden, bir yeni ulusal politika olarak saptanmasını dilerim.
Değerli
arkadaşlarım, bunun için, birkaç gün önce, Doğru Yol Partisinin
başlattığı uzlaşma ve diyalog girişiminde de, biraz
önce Anavatan Partisi sözcüsü Sayın Akarcalı’nın da
söylediği gibi, diyaloğa buradan başlanmalıdır,
Kıbrıs’tan başlamalıdır Türkiye. Şu anda,
Türkiye’nin Kıbrıs’tan daha önemli ve yaşamsal bir güncel konusu
yoktur. Bu ulusal sorunu, hep birlikte ele aldığımız
takdirde, dünyanın hiçbir gücü, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
Halkını özgürlüğünden ve güvenliğinden yoksun
bırakamayacaktır.
Hepinize
saygılar sunarım. (DSP sıralarından ayakta
alkışlar, ANAP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Ecevit.
Şahsı
adına, Sayın Orhan Kavuncu; buyurun. (BBP sıralarından
alkışlar)
Sayın
Kavuncu, konuşma süreniz 5 dakika.
ORHAN
KAVUNCU (Adana) – Muhterem Başkan, muhterem milletvekilleri;
Kıbrıs meselesinde, oluşacak bir millî politikada, bütün partilerin
görüş birliği içerisinde olması gerektiği düşüncesine
biz de katılıyoruz ve Genel Kurulumuzu böyle bir anlayışta
işbirliği içerisinde görmekten duyduğumuz memnuniyeti de ifade
etmek istiyoruz. Mesele, bir dışişleri meselesidir. O
bakımdan, burada yapılan tenkitlere katılmamak elde
değildir; diplomatik girişimler ve gelişimleri konusunda,
elbette, Yüce Meclise bilgi verilmesi gerekirdi.
Sunî bir
kriz meydana getirilmek mi isteniyor? Meseleyi içpolitikada malzeme haline
getirmeyen, Kıbrıs’ı Türkiye’nin elinde her an harcanabilecek
bir kozmuş gibi görmeyen, önemini müdrik, orada yaşayan
soydaşlarımız gerçeğini unutmayan dışpolitikalara
Türkiye’nin ihtiyacı vardır.
Ben, bu
kısa süre içerisinde, Kıbrıs konusunda dikkat etmemiz gereken
hususlarda görüşlerimi ifade etmek istiyorum. Kıbrıs’ta 1974
Harekâtıyla ortaya çıkan yeni yapı, takdir edileceği gibi,
daha önceki duruma nazaran, daha huzurlu, Kıbrıs’a sükûn ve
barış getiren bir yapı olmuştur. O halde, Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin, Kıbrıs’ta meydana gelen bu 1974 sonrası
siyasî yapıdan, o istikametten sapma gösterecek değişikliklere
itibar etmemesi, 1974’le başlayan prosesi devam ettirmesi gerekmektedir.
Kıbrıs
konusunda veya Güney Kıbrıs’ın Avrupa Birliğine
alınması konusunda verilecek tavizleri kamufle etmek için bu krizi
kullanmaya hiç kimsenin hakkı olmadığını, Hükümete
hatırlatmak istiyoruz. Eğer füzeler konuşlandırılsa,
elbette misilleme yapılmalıdır. Bu, Sayın Rauf Denktaş’ın
ifade ettiği gibi, mesela, Maraş’ı yerleşime açmak ve daha
sonra düşünülecek başka misilleme şeklinde olabilir.
Türkiye,
yarın, bir oldubittiye getirilip, füzelerin kaldırılması
karşılığında Silahlı Kuvvetlerimizin oradaki
mevcudiyetinin sona erdirilmesi veya bir kuvvet azaltma yoluna gitmemiz bizden
istenebilir. Hükümeti şimdiden ikaz ediyoruz. Yarın, bir gün, böyle
bir durumda “işte, füzeleri biz, masaya vurduk, kaldırttık”
demeyiniz. Türkiye’de, bu meselede hiçbir tavize yanaşılmaması
gerekmektedir.
Bu
vesileyle, ben, bir hususu Yüce Meclisin görüşlerine arz etmek istiyorum.
Boğazların
uluslararası trafiğini belirleyen ilkeler ve uluslararası
antlaşmalar, çevre kirliliği açısından gözden
geçirilmelidir. Rusya’nın Güney Kıbrıs’a füzeleri askerî
gemilerle değil, ticarî gemiler vasıtasıyla gönderdiği, bu
yüzden, Montrö Antlaşması kapsamı dışında,
bunlara geçiş için izin verildiği ifade ediliyor. Meseleyi, sadece
askerî boyutlar açısından değil, Türkiye’nin ve bölgenin çevre
kirliliği açısından ele alarak, boğazların
uluslararası trafiğini düzenleyen ilkeleri ve uluslararası antlaşmaları
yeni baştan gözden geçirmemiz gerekmektedir.
Bu
vesileyle, hepinize saygılar, sevgiler sunuyorum. (BBP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Kavuncu.
Sayın
milletvekilleri, Hükümetin yaptığı gündemdışı
konuşma ve buna karşılık grupların ve
şahısların yaptığı konuşmalar
bitmiştir.
Biz de,
Kıbrıs gibi temel bir sorunumuzun, Türkiye
barışını tehdit etmeyecek, dünya
barışını tehlikeye sokmayacak bir biçimde, herkesin,
aklıyla, izanıyla, sağduyusuyla hareket ederek, çözüleceğine
inanıyoruz.
Cumhurbaşkanlığı
tezkereleri vardır; okutup bilgilerinize sunacağım:
B) TEZKERELER VE ÖNERGELER
1. – Macaristan’a gidecek olan Devlet
Bakanı Ayfer Yılmaz’a, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı H.
Ufuk Söylemez’in vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin
Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/644)
6
Ocak 1997
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşmelerde
bulunmak üzere, 7 Ocak 1997 tarihinde Macaristan’a gidecek olan Devlet
Bakanı Ayfer Yılmaz’ın dönüşüne kadar; Devlet
Bakanlığına, Devlet Bakanı H. Ufuk Söylemez’in vekâlet
etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine, uygun görülmüş
olduğunu bilgilerinize sunarım.
Süleyman
Demirel
Cumhurbaşkanı
BAŞKAN
– Bilgilerinize sunulmuştur.
Diğer
tezkereyi okutuyorum:
2. – Amerika Birleşik Devletlerine
gidecek olan Devlet Bakanı Fehim Adak’a, dönüşüne kadar, Devlet
Bakanı Ahmet Cemil Tunç’un vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne
ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/645)
9
Ocak 1997
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşmelerde
bulunmak üzere, 10 Ocak 1997 tarihinde Amerika Birleşik Devletlerine
gidecek olan Devlet Bakanı Fehim Adak’ın dönüşüne kadar; Devlet
Bakanlığına, Devlet Bakanı Ahmet Cemil Tunç’un vekâlet
etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine, uygun görülmüş
olduğunu bilgilerinize sunarım.
Süleyman
Demirel
Cumhurbaşkanı
BAŞKAN
– Bilgilerinize sunulmuştur.
Diğer
tezkereyi okutuyorum:
3. – Amerika Birleşik Devletlerine
gidecek olan Devlet Bakanı Işılay Saygın’a, dönüşüne
kadar, Devlet Bakanı Namık Kemal Zeybek’in vekâlet etmesinin uygun
görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi
(3/646)
9
Ocak 1997
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Kadınlara
Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan
Kaldırılması (CEDAW) Sözleşmesi çerçevesinde düzenlenecek
olan toplantıya katılmak üzere, 10 Ocak 1997 tarihinde Amerika
Birleşik Devletlerine gidecek olan Devlet Bakanı Işılay
Saygın’ın dönüşüne kadar; Devlet Bakanlığına,
Devlet Bakanı Namık Kemal Zeybek’in vekâlet etmesinin,
Başbakanın teklifi üzerine, uygun görülmüş olduğunu
bilgilerinize sunarım.
Süleyman
Demirel
Cumhurbaşkanı
BAŞKAN
– Bilgilerinize sunulmuştur.
Diğer
tezkereyi okutuyorum:
4. – Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyetine gidecek olan Orman Bakanı Mehmet Halit Dağlı’ya,
dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Nevzat Ercan’ın vekâlet etmesinin
uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı
tezkeresi (3/647)
9
Ocak 1997
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşmelerde
bulunmak üzere, 10 Ocak 1997 tarihinde Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyetine gidecek olan Orman Bakanı M. Halit Dağlı’nın
dönüşüne kadar; Orman Bakanlığına, Devlet Bakanı
Nevzat Ercan’ın vekâlet etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine,
uygun görülmüş olduğunu bilgilerinize sunarım.
Süleyman
Demirel
Cumhurbaşkanı
BAŞKAN
– Bilgilerinize sunulmuştur.
Diğer
tezkereyi okutuyorum:
5. – Amerika Birleşik Devletlerine
gidecek olan Devlet Bakanı Gürcan Dağdaş’a, dönüşüne kadar,
Devlet Bakanı Lütfü Esengün’ün vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne
ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/648)
10
Ocak 1997
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
13 Ocak 1997
tarihinde Amerika Birleşik Devletlerine gidecek olan Devlet Bakanı
Gürcan Dağdaş’ın dönüşüne kadar; Devlet
Bakanlığına, Devlet Bakanı Lütfü Esengün’ün vekâlet
etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine, uygun görülmüş
olduğunu bilgilerinize sunarım.
Süleyman
Demirel
Cumhurbaşkanı
BAŞKAN
– Bilgilerinize sunulmuştur.
Başbakanlığın
bir tezkeresi vardır, okutuyorum:
6. – 3167 sayılı Çek
Ödemelerinin Düzenlenmesi ve Çek Hamillerinin Korunması Hakkında
Kanuna muhalefet ettiği iddia olunan İstanbul Milletvekili M.
Bahattin Yücel hakkında tanzim edilen dava dosyasının, Adalet
Bakanlığına iade edilmek üzere, Başbakanlığa
gönderilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/649)
13
Ocak 1997
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi :
a) Adalet
Bakanlığının 06.06.1995 gün ve B.03.0.CİG.0.00.00.0-1.128.8.1995/012971
sayılı yazısı.
b)
19.03.1996 gün ve B02.0.PPG.012-304-4175 sayılı
yazımız.
c) Adalet Bakanlığının
09.01.1997 gün ve B.03.0.CİG.0.00.00.0-1.128.8.1995/000968
sayılı yazısı.
3167 Sayılı Çek Ödemelerinin
Düzenlenmesi ve Çek Hamillerinin Korunması Hakkında Kanuna muhalefet
ettiği iddia olunan İstanbul Milletvekili Mehmet Bahattin Yücel
hakkında tanzim edilen soruşturma dosyası ile Adalet
Bakanlığının ilgi (a) yazısının sureti ilgi
(b) yazımız ekinde gönderilmişti.
Bu
defa; İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının
7.1.1997 gün ve 1995/292 C.B.S. sayılı yazısı ile
müşteki vekilinin, şikâyetten feragatı sebebiyle 3863
sayılı Kanunla değişik 3167 sayılı Kanunun 16/2.
maddesi gereğince, dava dosyasının işlem yapılmadan
iadesi istenildiğinden, söz konusu dava dosyasının Adalet
Bakanlığına iade edilmek üzere Başbakanlığa
gönderilmesi hususunda gereğini arz ederim.
Prof.Dr.Necmettin
Erbakan
Başbakan
BAŞKAN
– Anayasa ve Adalet Komisyonları üyelerinden kurulu karma komisyonda
bulunan dosya geri verilmiştir.
İçtüzüğün 37 nci maddesine göre
verilmiş doğrudan doğruya gündeme alınma önergeleri
vardır. Önce, bu önergeleri okutacağım, sonra işleme koyup
oylarınıza sunacağım.
7. – Sakarya Milletvekili Ersin
Taranoğlu’nun, Sakarya İlinde Büyükşehir Belediyesi
Kurulması Hakkında Kanun Teklifinin (2/4) doğrudan gündeme
alınmasına ilişkin önergesi (4/125)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
10.1.1996 tarih ve 07-96/182 sayı ile Sakarya
İlinde büyükşehir kurulması hakkındaki kanun teklifimizin
Başkanlığa sunulmasından sonra İçtüzüğün 37 nci
maddesi gereğince 45 gün geçmesi nedeniyle Genel Kurulda gündeme
alınması hususunu emir ve müsaadelerinize arz ederim.
Saygılarımla.
Ersin
Taranoğlu
Sakarya
BAŞKAN
– Efendim, bu konuda Komisyon ve Hükümetin söz istemi var mı? Yok.
Teklif
sahibinin söz istemi var mı?
Buyurun
Sayın Taranoğlu.
Sayın
Taranoğlu, süreniz 5 dakikadır.
ERSİN
TARANOĞLU (Sakarya) – Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; Sakarya İlinde büyükşehir kurulması
hakkındaki kanun teklifimizin, İçtüzüğün 37 nci maddesi
gereğince doğrudan gündeme alınması konusunda huzurunuza
çıktım. Bu vesileyle, şahsım ve Sakaryalılar
adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekili arkadaşlarım, milletvekilleri, kendi illeriyle ilgili bu
tip kanun teklifleri verebilirler. Bunlar, siyasî nedenlerle olabilir, seçim
dönemlerinde verilen sözlerle alakalı olabilir, bir kısmı da
seçmenin baskısıyla alakalı olabilir. Ancak, bugün huzurunuza
getirdiğimiz Sakarya İlinin büyükşehir olmasıyla ilgili
kanun teklifimizin özünde, bizatihi bir zorunluluk, bir gereklilik söz
konusudur. Çünkü, Sakarya İli, baktığınız zaman, 17
dilin konuşulduğu, içerisinde Kürdü, Çerkezi, Lazı, Gürcüsü,
Boşnağı, Arnavutu, Rumelilisi, manavı, yerlisiyle bir arada
yaşadığımız, ne 1980’den önce ve ne de 1980’den sonra
herhangi bir kavganın olmadığı, terörün
olmadığı bir huzur kentidir.
Ancak,
Sakarya Vilayetine baktığımız zaman, Adapazarı merkezi
diye bildiğimiz belediyenin, aslında, etrafında 12 tane
belediyeyle çevrilmiş olduğunu; iç içe girmiş, hatta,
sokaklarla, caddelerle ayrılmış birden fazla belediye
olduğunu görmekteyiz. Hepinizin İstanbul’a giderken geçtiği E-5
karayolunun sağ tarafı Adapazarı Belediyesi, sol tarafı
başka belediyelerdir. Dolayısıyla, Adapazarı, Türkiye’de
emsali olmayan, iç içe girmiş bir belediye yumağıdır.
Nüfusu itibariyle baktığınızda, Adapazarı merkezinde,
istatistiklerde köy diye geçen 45 bin nüfuslu iki tane belediye söz konusudur;
biri Erenler, biri Serdivan Belediyeleridir ki, Türkiye’de, çoğu il
belediyelerinden daha büyük nüfusa sahiptirler.
Adapazarı’nı,
batıdaki illerden, baktığınız zaman,
gecekondulaşmanın olmadığı tek emsal olarak sizlere
sunabiliriz. İstanbul’un ve İzmit’in artık sanayide doyuma
ulaştığını, Sakarya’da sanayileşmenin
süratlendiğini ve Sakarya’nın gelecekte büyük bir sanayi şehri
olacağını düşünürsek, sanayileşmenin getirdiği
gecekondulaşma gibi problemlerle de karşılaşmamak için,
işte bu 12 belediyenin bir koordinatör belediyeyle, yani, büyükşehir
belediyesiyle organize edilmesi gerekmektedir.
İlimizin
Sapanca Gölü meselesi vardır. Sapanca Gölünün kirlilikten korunması
için de, büyükşehir belediyesi konusunda ittifak vardır.
Değerli
milletvekilleri, bu 12 belediyenin hepsi, ulaştırma için servis
kurmuşlardır, temizlik için servis kurmuşlardır. Bu
civardaki bütün belediyeler, gündüz Adapazarı merkezine gelmekte, gece
şehirden ayrılmaktadır. Dolayısıyla, 11 belediyenin
külfetini de bir belediye taşımak mecburiyetinde kalmaktadır.
Hepsinin, ayrı ayrı, ulaşım, temizlik gibi meselelerle
uğraşması, rantabl bir çalışmayı ortadan
kaldırmaktadır.
İşte,
bu konu, yıllardır Sakarya kamuoyunda
tartışılmış, bu meselede bütün siyasî partiler
görüşlerini ortaya koymuştur. Aslında, bu teklifimiz, geçen
yasama döneminde de Genel Kurula gelmiş ve Genel Kurulda, Refah Partisi,
Doğru Yol Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi, DSP ve Anavatan Partisinin
oybirliğiyle gündeme alınmıştır. Bugün huzurunuza
sunduğumuz bu kanun teklifimiz konusunda, yine, Refah Partisinin
Değerli Bakanı Cevat Ayhan ve Nezir Aydın arkadaşımla
birlikte Doğru Yol Partisinden Devlet Bakanımız Nevzat Ercan ve
Ertuğrul Eryılmaz arkadaşlarımız, Demokratik Sol
Partiden Teoman Bey ve Anavatan Partisinden bizler ve bizlerin mensup
olduğu hepimizin siyasî partileri ve siyasî partilerimizin
mensupları, Sakarya kamuoyunda, ittifakla bir araya gelmiş
bulunuyoruz. İşte, Sakarya’da bir araya gelen sizlerle,
oylarınızla, bu ittifaka vereceğiniz desteklerle,
Sakarya’nın bir meselesini kesin çözüme ulaştırmış
olacağız.
Bu konuda
desteklerinizi bekliyor; bütün milletvekili
arkadaşlarımızın, siyasî mülahazaların
dışında, haktan yana ve doğrudan yana
olacağını, bu konuda mahallinde ettiğimiz ittifakı, birliğimizi,
Sakarya’ya, Meclisten de göstereceğimizi ümit ediyor; hepinize, şimdi
vereceğiniz destek için teşekkür ediyor, sevgi ve
saygılarımı sunuyorum. (ANAP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Taranoğlu.
Önerge
üzerinde başka söz isteyen?.. Yok.
Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Önerge kabul
edilmemiştir.
İkinci
önergeyi okutuyorum:
8. – Rize Milletvekili Ahmet Kabil’in,
28.3.1983 Tarih ve 2809 Sayılı Yükseköğretim Kurumları
Teşkilatı Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair Kanuna Bir Ek Madde
Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifinin (2/244) doğrudan gündeme
alınmasına ilişkin önergesi (4/126)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Tarafımızca hazırlanarak 16.4.1996
tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunulan
2/244 esas numaralı “Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı
Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin
Değiştirilerek Kabulü Hakkında 2809 Sayılı Kanuna Ek
ve Geçici Maddeler Eklenmesi ve 78 ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına İlişkin”
Kanun Teklifim sevk edildiği Millî Eğitim ve Plan ve Bütçe
Komisyonlarında 45 günlük süre içinde görüşülmediğinden,
Teklifimin İçtüzüğün 37 nci maddesinin ikinci fıkrasına
göre doğrudan doğruya gündeme alınmasını Yüce Meclisin
takdirlerine arz ederim.
Saygılarımla. 26.11.1996
Ahmet
Kabil
Rize
BAŞKAN
– Bu konuda, Komisyon ve Hükümet herhangi bir beyanda bulunacaklar mı
efendim?.. Bulunmuyorlar.
Teklif
sahibi olarak, Sayın Kabil; buyurun.
Süreniz 5
dakika efendim.
AHMET
KABİL (Rize) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 5
Temmuz 1991 tarihli Anavatan İktidarının Hükümet Programı
uyarınca, çok ciddî kriterler değerlendirilerek “Yükseköğrenim
Gelişme Planı” diye bir plan hazırlanmıştı;
açılması istenilen üniveristeler arasında Rize üniversitesi de
vardı. Yine, 1992 hükümet değişikliğinden sonra, bu plan
bir tarafa bırakılarak değişik kriterlerle 24 yeni
üniversite açılmış; fakat, Rize üniversitesi bunların
arasına girememişti.
1995
yılında, Millî Eğitim ve Plan ve Bütçe Komisyonlarından
geçip Türkiye Büyük Millet Meclisinde Genel Kurula inebilen; fakat, erken seçim
dolayısıyla görüşülemeyen ve 20 nci Dönemin başından
beri komisyonda bekleyen Rize üniversitesinin, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
gündemine alınması hususunda görüşlerimi arz etmek için söz
almış bulunuyorum. Hepinizi
saygıyla selamlıyor, beni dinleyen herkesin ramazanının
hayırlı ve mübarek olmasını diliyorum.
Sayın
milletvekilleri, bugün, Türkiye’de, 18-21 yaş grubundaki 5 milyon
gencimizin, ancak yüzde 25’ine, yani, dört kişiden birine yüksek tahsil
yaptırabiliyoruz. Türkiye’de, yükseköğrenimde okullaşma
oranı, yüzde 13’ü örgün, yüzde 14’ü yaygın olmak üzere, yüzde 27’dir.
Bu tablo, iyi bir tablo değildir. 1993 istatistiklerine göre, dünyada
örgün eğitimde okullaşma oranı, Amerika Birleşik
Devletlerinde yüzde 63, Kanada’da yüzde 65, İngiltere’de yüzde 41,
Yunanistan’da yüzde 29, Türkiye’de, o tarihte yüzde 12, bugün yüzde 13’tür.
Gelişmiş ülkelerle aradaki farkı kapatmak için, yükseköğretimde
açıköğretimin oranını yıldan yıla
artırıyoruz. Türkiye’de yükseköğretimin açıköğretime
oranı, 1983’te yüzde 38, 1989’da yüzde 43, 1992’de yüzde 49, 1995’te ise,
yükseköğretime alınan 793 bin öğrencinin 584 bini
açıköğretime, sadece 206 bini örgün öğretime
alınmıştır, yani, 1995’te bu oran yüzde 74’e
ulaşmıştır. Bu düşünce, herkese bir diploma verelim,
nasıl olursa olsun düşüncesidir. Bu yanlıştır. Bana
göre, kendimizi kandırıyoruz.
Dünyada,
açıköğretimin bu oranda olduğu başka bir ülke yoktur.
Gerçek çare, yeni üniversite açmaktır. Esas olan, insangücünü nitelikli
olarak yetiştirmektir. Toplumlarda, artık, hızlı bir
değişim süreci devam etmektedir. Teknolojideki
değişiklikler, çağımızı, bilgi ve iletişim
çağı haline getirmiştir. Günümüzde, iyilerle en iyilerin
yarıştığını unutmamak gerekir. Sosyal, ekonomik,
bölgesel ve yerel farklılıkları giderebilmek, üniversitenin
öncülüğünde bölgelere uygun sanayi geliştirmek, herkese imkân ve
fırsat eşitliği sağlamak, ihtiyaç duyulan alanlarda kaliteli,
teknolojik gelişmelere uyabilen, bilgili, kendine güvenen eleman
yetiştirmek esas alınmalıdır. Bunun için, kanunlaşan
üniversitelerimizin binaları, hocalarının temini,
laboratuvarları, kütüphaneleri kısa zamanda bitirilmelidir.
Şehirlerin gelişmesi açısından, üniversite en etkili bir
kurumdur. Bu nedenle, üniversitelerimizi büyük şehirlerde toplama yerine,
yurt sathına yaymak gerekir. Tekelleşmeye son verelim artık. Bu,
aynı zamanda, Yedinci Beş Yıllık Planın hedefidir. Bu
nedenle, üniversitelerin yerlerini seçerken çok hassas davranmalıyız.
Rize’nin en uygun yerlerden birisi olduğu kanaatindeyim.
Türk
cumhuriyetlerinin, yani, Orta Asya’nın dünyaya açılan
kapısında, Rize’de kurulacak bir üniversite, Türkiye’nin,
gelişmişlik açısından bir reklamı ve bir imajı
olacaktır. Bu üniversite, Karadeniz ülkelerinin araştırma
merkezi olmak durumundadır. Türk cumhuriyetlerinden gelen
öğrencilere, hafta sonunda ülkelerine gidebilme imkânı
doğacaktır.
Rize’nin bir
terör sorunu olmamasına rağmen, Türkiye’de en çok göç veren, ekonomik
yönden her gün fakirleşen, işsizlik oranı her gün artan bir
ilimizdir. Rize’nin kaderinin değişmesinin çarelerinden en önemlisi,
Rize’nin üniversite şehri olmasıdır. Bu da, bugün, siz
değerli milletvekillerinin parmaklarının ucundadır. Bunu
Rize’ye çok görmeyin artık.
Halen,
Rize’nin 2 fakültesi, 1 yüksekokulu öğretime devam etmekte, 110 dönümlük
üniversite arsası ve halk desteği sağlayacak derneğimiz
faaliyettedir. Bütün partilerin yetkilileri, Rize’deki mahallî televizyonlarda
Rize’ye üniversite sözü vermişlerdir. Halen, zaman zaman Rize’ye gelen
parti yetkilileri, bu taahhütlerini teyit edip, tekrar etmektedirler.
Benim bu
teklifimin, bugün, parti grupları için, sözlerini, taahhütlerini yerine
getirmek açısından bir fırsat olduğunu düşünüyorum.
Ayrıca, büyük bir hizmetin ilk etabını aşmış
olacağız.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN
– Sayın Kabil, size eksüre de verdim; lütfen toparlar
mısınız, son cümlenizi söyler misiniz efendim.
AHMET
KABİL (Devamla) – Toparlıyorum efendim.
Daha önce,
iktidar partilerine mensup dört arkadaşımın üniversite
tekliflerine, muhalefet olarak hep beraber destek verdik, gündeme
alındılar. Bugün, Rize’ye karşı, bir ayrıcalık,
bir yanlışlık yapmayacağınızı ümit ediyorum.
Şu anda, bütün Rize halkı bizi izliyor; müjdeli haberinizin
kararını bekliyor.
Gelin, hep
beraber bu hayırlı kararın şerefini paylaşıp,
Rize üniversitesinin gündeme alınmasını sağlayalım
diyorum ve hepinize saygılar sunuyorum. (ANAP ve DSP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Kabil.
Aynı
konuda söz isteyen başka üye?.. Yok.
Öneriyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul
edilmemiştir. (ANAP sıralarından gürültüler)
Arkadaşlar,
oylamaya itirazınız varsa, 5 kişi kalkarsınız, yeniden
oylarız. Bizde her şey de şeffaflık vardır.
Sayın
milletvekilleri, gündemin “Özel Gündemde Yer Alacak İşler”
kısmına geçiyoruz.
IV. –
GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE
MECLİS
ARAŞTIRMASI
A) ÖNGÖRÜŞMELER
1. – Malatya Milletvekili Ayhan
Fırat ve 38 arkadaşının, SSK sınavında usulsüzlük
ve iltimas yapılmasını önleyecek tedbirleri
almadığı iddiasıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanı Necati Çelik hakkında gensoru açılmasına
ilişkin önergesi (11/6)
BAŞKAN
– Bu kısımda yer alan, Malatya Milletvekili Ayhan Fırat ve 38
Arkadaşının, SSK Sınavında Usulsüzlük ve İltimas
Yapılmasını Önleyecek Tedbirleri Almadığı
İddiasıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Necati
Çelik Hakkında (11/6) esas numaralı gensoru önergesinin gündeme alınıp
alınmayacağı hususundaki öngörüşmelere
başlıyoruz.
Hükümet?..
Burada.
Önergeyi,
daha önceden okutulup dağıtıldığı için, yeniden
okutmuyorum.
Anayasamızın
99 uncu maddesine göre, gensoru önergesinde, önerge sahibi milletvekiline,
gruplara ve Hükümete söz verilecektir.
Hükümet ve
gruplar adına yapılacak konuşmaların süresi 20’şer
dakika, önerge sahibi için de 10 dakikadır.
Önerge
sahibi olarak Sayın Ayhan Fırat, buyurun efendim. (CHP
sıralarından alkışlar)
Sayın
Fırat, süreniz 10 dakikadır.
AYHAN FIRAT
(Malatya) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin sayın üyeleri; sözlerime
başlarken, Yüce Meclise en derin saygılarımı sunuyorum.
Hepinizin de
bildiği gibi, 9 Kasım 1996 günkü Resmî Gazetede, SSK’ya açıktan
eleman alınması için bir ilan çıkmıştı. Bu ilan
üzerine -o günün şartlarını düşünün- 88 bin gencimiz,
yurttaşımız Ankara’ya gelerek, türlü meşakkatlerden sonra
müracaat etmişti. Şimdi, bu ilanda, aslında, bir çok da eksiklik
vardı; ilanda yaş alt sınırı belirtilmiş “18
yaş” denmiş, üst sınırı belirtilmemişti. Ben, o
zaman, bunu, unutkanlığa, acele hazırlanmaya hamletmiştim;
ama, şimdi -Sayın Bakan buraya gelip çıktığı
zaman konuşacak- soruyorum: 40 yaşında, 45 yaşında adamları
da aldılar mı?.. Bu çok mühimdir...
NURETTİN
AKTAŞ (Gaziantep) – 75 yaşındakileri de aldık(!)
AYHAN FIRAT
(Devamla) – Sayın milletvekilleri, bu imtihana başından beri
hile karıştırıldığı açıktı. Ben,
ilk gündemdışı konuşmamda da bunu belirttim. Basın
mensubu arkadaşlarımız da, bunu, kepazelik olarak
nitelendirdiler. O zaman, gündemdışı konuşmama
başlarken “gelin, bundan vazgeçin, ÖSYM’ye yaptırın bu
sınavları” demiştim. Sayın Bakan buraya çıktı,
aynen şunu söyledi: “ÖSYM’ye yaptıramayız, uzar; ama, size söz
veriyorum, bu Meclisin huzurunda, Türk Milletinin huzurunda size söz veriyorum,
adil ve şeffaf bir imtihan yapacağım” demişti. Hepiniz bunu
hatırlıyorsunuz.
“CHP, daha
önce illerde müracaat yaptırdı ve bir imtihan açtı, 130 bin
kişi katıldı. Biz, illerde yapsaydık 300 bin kişi
katılırdı. Onu, ÖSYM’den başkası da yapamazdı,
süre uzardı. Halbuki, bizim, acele, elemana ihtiyacımız var”
dediler.
Sonra, 28.11
1996’da yapılacak imtihana 2 gün kala, hava şartları bahane
edilerek imtihan tehir edildi. Ne zamana tehir edildiği belli değil.
Aradan 6 gün geçti, tekrar bir basın toplantısı yapıldı
ve 6-7-8 Aralık günlerinde yazılı sınavın
yapılacağı ilan edildi. 88 bin müracaattan 75 bini gelebildi; 4
gün sonraya gün veriliyor; Ağrı’dan, Kars’tan
arkadaşlarımız nasıl gelsin?! Bu insanları buraya
getirttiniz, bir sürü masraf ettiler. Müracaat edenlerin altıda biri
imtihana gelemedi. Halbuki, SSK’nın Personel Yönetmeliğinin 32 nci
maddesi “İlan tarihiyle imtihan tarihi arasında en az 15 gün gerekir”
der. Bu lazımeye de maalesef uyulmadı.
İlandan
tam 10 gün sonra, 19’unda listeler ilan edildi. Gazeteleri aldık
bakıyoruz -2 tane misal veriyorum, fazla vermiyorum, çünkü vakit yok-
ilkokul mezunlarından, 11216’dan 11248’e kadar ara vermeden devam ediyor;
ayrıca, lise mezunlarından, 33431’den 33500 küsura kadar -100’e yakın-
ara vermeden devam ediyor. Aramızda profesörlerimiz var; bir hesap
etsinler,
acaba böyle bir şey mümkün mü? Bu arada, bir basın mensubu,
kartı olmadan imtihana giriyor, çıkıyor.
Şimdi,
bütün bu konularda, Sayın Müsteşara, basın mensupları
soruyorlar; diyorlar ki: “Nedir imtihanın şekli?” Sayın
Müsteşarın cevabı şu: “SSK sınavının
objektif ve adil yapıldığını söyleyemem; samimî olmak
lazım, bir kere yanlış yola girildi, dönüşü olmadı. Benim
de 18-20 akrabam sınava girdi” demiştir. Yine, Sayın
Müsteşara “Sayın Bakanın yakınları da girdi mi
“deniliyor; “bakın, o yöreden olanlar var, Kocaeli’nden çok kişi
geldi. Bakan, ben o yöreye sahip olmadım derse, gerçekçi olmaz yani.”
Bakan da adamlarına sahip oldu.
Sayın
milletvekilleri, görüyorsunuz, Sayın Bakan, adil ve şeffaf bir
imtihan yaptığını söylüyor, Müsteşarı “adil ve
şeffaf bir imtihan yapmadık” diyor. Yani, ya Sayın Bakan Yüce
Meclise hakikat dışı ifadelerde bulunuyor yahut
Müsteşarı yalan söylüyor; hangisinin yalan söylediğini, ben,
konuşmamın sonunda söyleyeceğim.
Şimdi,
bakın, bu kürsüde, yine, Sayın Bakan “ben, benden önceki Halk Partili
bakanların yaptığı şekilde imtihanı yaptım”
dedi. Bakın, kendisinden önce, 1993 yılında, kendisinin de
bahsettiği, 1 760 kişi alınan sınav
yapılmış. Nasıl yapılmış: İllere, genel
müdürlükten birer müfettiş gönderilmiş; her ilde, komisyon
başkanı o müfettiş olmuş; kâğıtlar kapalı
olarak Ankara’ya getirtilmiş, bilgisayara verilmiş, üniversitelerden
birer mümeyyiz çağrılmış ve kâğıtlar, Ankara 20
nci Noterinin huzurunda, noter kanalıyla açılmış, kimin ne
numara aldığı kaydedilmiş. Sizin
yaptığınız imtihanla bunun arasında bir benzerlik var
mı; insaf edin!..
CAFER
GÜNEŞ (Kırşehir) –Moğultay açıkladı...
AYHAN FIRAT
(Devamla) – Sizin için gereken, Borçka Refah Partisi İlçe
Başkanı kazanmış, şu kazanmış... Kaç tane
ilçe başkanınız kazandı; onu burada söyleyebilir misiniz?
Yazılı
sınav kâğıtlarını 10 günde okuyorlar, 10 günde... 10
gün, 24 saatten 240 saat, 60 dakikadan 14 400 dakika eder. 20 sual soruluyor
imtihanda; her suale 1 saniyede bakılsa, 20 saniye; bir de
imzalıyorlar, 5 saniye de o, 25 saniye; kâğıdı
açıyorlar, kaydediyorlar, 5 saniye de o, 30 saniye... Diyelim ki, 30
saniyede -mümkün değil ama- 1 kâğıda baktılar; 14 400
dakikada 28 800 kâğıda bakarsınız. Nerede 75 bin
kâğıdın gerisi? Niye yalan söylüyorsunuz; mümkün mü bu?! Yani,
ne yaparsanız yapınız, hesapla, insafla, vicdanla izah etmeniz
mümkün değil. Bence, bu adil düzenin l’si düşmüş, adi düzenle
yapılmış bir imtihan. (CHP sıralarından “Bravo”
sesleri, alkışlar)
Bakın,
çağdaş hukukçular, bu imtihan için, başta Sayın Bakan olmak
üzere, resmî evrakta sahtekârlıktan başsavcıya müracaat ettiler.
Eğer, milletvekilliği dokunulmazlığı olmasaydı
-ki, böyle adi suçlarda olmaması lazım- Bakan, şimdi, cumhuriyet
savcılığında ifade verir durumda olacaktı. (CHP
sıralarından alkışlar)
Sayın
arkadaşlar, sözlülerde de aynı karagöz oyunu... 5 300 kişinin
sözlüsüne bakılmış ve neticeler ilan edilmiş. Ne zaman;
yılbaşından sonra, ayın 3’ünde. Ben de, görmek için,
yanıma iki kişi aldım, ayın 7’sinde, kalktım, Kasalar
mevkiine gittim, “neticeler kaldırıldı...” Nedir aceleniz?! Üç
günde -5 300 kişi gelip bakacak- niye kaldırıyorsunuz; neden
korkuyorsunuz?! Orada, eğer, onların nüfus kâğıdında
kayıtlı olduğu yerleri de yazsaydınız, hangi
kazananın kimin yakını olduğunu, ben, burada tek tek size
söylerdim; ama cesaretiniz yok.
BAŞKAN
– Sayın Fırat, 1 dakikanız var.
AYHAN FIRAT
(Devamla) – Şimdi, Türk-İş bir yazı yazıyor, diyor ki,
“bana neticeyi bildirin, çok soruyorlar benden” 23 gündür cevap yok.
Şimdi,
bakın, Sayın Müsteşar imtihanın adil
yapılmadığını söyledi, Bakanı yalancı
çıkardı. Sayın Bakan burada “CHP’nin yaptığı gibi
yaptım” dedi, biraz önce anlattım, yalan söyledi. Geçen gün
Sayın Bakan burada Sayın Taranoğlu’nun fındık
konusundaki gündemdışı konuşmasına cevap verirken,
“fındığı alınan müstahsilin fındık
parası bir hafta onbeş gün içinde ödenmiştir” dedi; halbuki,
daha 7 trilyon fındık borcu var.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Sayın Fırat, son cümlenizi söyler misiniz.
AYHAN FIRAT
(Devamla) – İşte, Ordu’da çıkan bir gazetenin dünkü kupürü...
BAŞKAN
– Bunun fındıkla ilgisi ne? (CHP sıralarından gürültüler)
Bir
dakika... Süre bitti; ben ne yapayım?! (CHP sıralarından “niye
süre vermiyorsun?” sesleri, gürültüler)
AYHAN FIRAT
(Devamla) – Teşekkür edip, ineceğim. (CHP sıralarından
gürültüler)
BAŞKAN
– Ne bağırıyorsunuz canım... (CHP sıralarından gürültüler)
Efendim,
yani, fındığı fıstığı ilgilendirmiyor
beni de; ama, bunun gündemle ilgisi yok.
Efendim,
kesildi süreniz. (CHP sıralarından gürültüler)
AYHAN FIRAT
(Devamla) – Evet...
BAŞKAN
– Sayın Fırat, ben size 1 dakika eksüre veriyorum, son cümlenizi
söyleyin.
Efendim,
süreniz bitti; bu hiddetiniz niye, ben anlamıyorum.
Sayın
Fırat, bir dakika beni dinler misiniz... (CHP sıralarından gürültüler) Kürsüyü ben yönetiyorum, siz yönetmiyorsunuz.
Efendim,
bakın, süreniz bitti...
AYHAN FIRAT
(Devamla) – Bir hafta içinde üç defa...
BAŞKAN
– Efendim, bir dakika... Ben size söz vermedim. Bakın, süreniz bitti. Ben
size dedim ki, size 1 dakika eksüre vereceğim; ama, şimdi, siz
gündemdışına çıkarak...
AYHAN FIRAT
(Devamla) – Hayır, söze “fındık, fıstık” diye
başladınız...
BAŞKAN
– Efendim, bakın...
AYHAN FIRAT
(Devamla) – Sayın Başkan, bu hareketinizi her zaman
yapıyorsunuz.
BAŞKAN
– Ben niye yapayım canım...
AYHAN FIRAT
(Devamla) – Şimdi, soruyorum: Veriyor musunuz 1 dakika, vermiyor musunuz?
BAŞKAN
– Verdim canım, işte konuşuyorsunuz.
AYHAN FIRAT
(Devamla) – Arkadaşlar, bir hafta içinde Yüce Mecliste ve milletin önünde
üç defa yalan söyleyen bir insanın o koltukta oturmaya hakkı var
mı? (CHP sıralarından “yok, yok” sesleri, gürültüler) O koltuk,
o Bakana, üç beş gömlek büyük gelmiştir.
Şimdi,
sizden rica ediyorum, oyunuzu, kıt kanaat artırdıkları
paralarla Ankara’ya bir iş bulmak ümidiyle gelen, ancak, figüran olarak
kullanılan 80 küsur bin gencimizin yenen hakkının iadesi için
kullanın. Sizden bunu rica ediyor, saygılar sunuyorum.(CHP
sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Fırat.
Sayın
Fırat, bu kadar kızmanıza hiç gerek yok; ben, size eksüre
verdim.
Efendim,
şimdi, gruplar adına söz alan sayın milletvekillerini okuyorum:
ANAP Grubu adına Sayın Emin Kul, Refah Partisi Grubu adına
Sayın Musa Uzunkaya, CHP Grubu adına Sayın Nihat Matkap, DSP
Grubu adına Sayın Cevdet Selvi.
ANAP Grubu
adına Sayın Emin Kul; buyurun efendim. (ANAP, DSP ve CHP
sıralarından alkışlar)
Sayın
Kul, süreniz 20 dakika efendim.
ANAP GRUBU
ADINA EMİN KUL (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; Malatya Milletvekili Sayın Ayhan
Fırat ve 38 arkadaşının, Sosyal Sigortalar Kurumunda
açılan sınavda usulsüzlük ve iltimas yapılmasını
önleyecek tedbirleri almadığı iddiasıyla, Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanı Necati Çelik hakkında gensoru
açılmasına ilişkin önergesi üzerinde, Anavatan Partisi Grubu
adına söz almış bulunuyorum. Grubumuzun görüşlerini arz
etmeden önce, idrak ettiğimiz mübarek ramazanın milletimize, bütün
İslam âlemine ve insanlık âlemine huzur, barış ve dirlik
getirmesini, hayırlara vesile olmasını dileyerek, sizleri
saygıyla selamlıyorum.
Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; görüştüğümüz gensoruyla
ilgili olarak, Sosyal Sigortalar Kurumu, 9 Kasım 1996 tarihli Resmî
Gazetede yayımlanan bir ilanla, personel alımı konusunda
sınav açılacağını duyurmuş ve bu ilan
çerçevesinde işlemlere başvurmuştur.
Bilindiği
gibi, Sosyal Sigortalar Kurumu, Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığının bir bağlı kuruluşudur ve bu
nedenle, Bakanlığın kuruluş kanununa göre, faaliyetleri,
Bakanlığın gözetimi ve denetimi altında yürütülür.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı ise, Sosyal Sigortalar
Kurumunun görevlerini yasal çerçevede, mevzuat çerçevesinde yürütmesinden,
elbette ki, en üst düzeyde görevli ve denetlemede sorumlu bir bakandır.
Sayın Bakan, Sosyal Sigortalar Kurumunun açtığı sınav,
sınavın safahatı ve sınavın sonuçları ile
yapılan işlemler konusunda, en azından, iletişim
araçlarında yer alan yayınlar ve tartışmalar nedeniyle
haberdardır. Kaldı ki, onbeş gün kadar önce, önerge sahibi
Malatya Milletvekili Sayın Ayhan Fırat’ın Yüce Mecliste bu
konuda yaptığı gündemdışı konuşmaya
verdiği cevaptan, sınavla ilgili gelişmelerin bütün
safahatından Sayın Bakanın haberdar olduğu da açıkça
anlaşılmaktadır.
Sayın
Bakanın Sosyal Sigortalar Kurumunun açtığı sınavla
ilgili işlemleri ve sonuçlarını ısrarla savunması ve
Bakanlığın bu bağlı kuruluşunun
işlemlerindeki ileri sürülen usulsüzlük ve yolsuzlukları bir
araştırma veya soruşturma konusu yapmaması dikkate alınırsa,
Sosyal Sigortalar Kurumunun ilgili yöneticileriyle birlikte ve onların
önünde olarak Sayın Bakanın da sorumlu olduğu
tartışmasız bir gerçektir. Bu nedenle, Sayın Bakan
hakkında verilen bu gensoru önergesi yerindedir, isabetlidir ve idarenin
takdir yetkisinin “iş bilenin, kılıç kuşananın”
keyfîliğine hukuk devleti kuralları içerisinde yol ve yer
vermediğinin Yüce Meclisçe tespiti bakımından da önemlidir.
İdarede
ve icrada aldıkları görevler ve unvanlar ne olursa olsun, herkes için
genel kuralları belirleyen yasalar ve onları tamamlayıcı
ayrıntıları içeren tüzük, yönetmelik, yönerge gibi hukuk
normları, hukuk devletinin bağlayıcı belgeleridirler.
İdare ve icra yetkilileri, bütün iş ve işlemlerini, bu belgeler
çerçevesinde, hiçbir siyasî amaç, özel yarar, kişisel inanç gütmeden ve
gözetmeden yürütmek ve yerine getirmekle yükümlüdürler. Bu gerçek, hukuk
devleti kavramının kaçınılmaz ve vazgeçilmez bir
kuralıdır.
Yüce
Meclisin, gensorunun konusu olan olayla ilgili olarak biraz sonra arz
edeceğim bilgi ve belgeleri değerlendirirken, sayısal
çoğunluğa dayalı siyasî bir tercihi ölçüt olarak kullanmaktan
şiddetle, özenle kaçınacağını, keyfîliğe yol
vermeyeceğini, hukuk devleti kurallarını esas almak suretiyle
hareket etmek zorunluluğunu duyacağını ümit ediyorum.
Gensoruya
konu olan Sosyal Sigortalar Kurumu sınavları hakkında,
Sayın Bakan, bu sınavın, üniversite giriş
sınavlarından sonra, ülkemizde yapılan en adil, en güvenli, en
açık ve yasalara, yönetmeliklere uygun bir sınav olduğunu iddia
etmektedir. Oysaki, yapılan sınavlar, Sosyal Sigortalar Kurumunun
başvurduğu istihdam türünde yapılacak sınavların
esaslarını belirleyen Personel Yönetmeliği hükümlerine
aykırıdır.
Usul
bakımından önemli bir aykırılığı, Personel
Yönetmeliğinin 32 nci maddesiyle ilgili olarak, biraz evvel, Sayın
Ayhan Fırat dile getirdi. Hava muhalefeti nedeniyle iptal edilen
sınavların ikinci defa yapılması öngörülen tarihten 15 gün
önce sınav tarihinin ilan edilmesi lazımken, maalesef, bu hususa
riayet edilmediği ve 4 gün aradan sonra ikinci sınavın
yapılacağının ilan edildiği apaçık
meydandadır. İşte, bu nedenle, müracaat eden 88 bin kişiden
ancak 75 229 kişi sınava girebilmiş, 13 bin kişi
sınava girememiştir; usulsüzlüğün ve
karmaşıklığın doğurduğu hak mahrumiyetine
uğratılmıştır.
Personel
Yönetmeliğinin 38 inci maddesi, sınavların düzenli bir
şekilde yapılacağını ve sınav
sorularının, başvuranların girecekleri sınav ve
kadronun gerektirdiği konularda, öğrenim seviyelerinde olmak üzere,
bilgi, yetenek ve becerilerini ölçecek şekilde düzenlenmesini amirdir.
Oysaki, aşçı, bekçi, şoför, hizmetli gibi kadro
unvanlarında istihdam edileceklere fizik, kimya ve biyoloji gibi
konuları içeren sorular düzenlenmiş, yönetmelik hükümleri dikkate
alınmamıştır. Kaldı ki, sınavların düzenli
yapılmadığı da, herkesin televizyon ekranlarından
seyrettiği gibi apaçık ortadadır.
Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; Sosyal Sigortalar Kurumu Personel
Yönetmeliğine aykırı bu usulî ve fiilî uygunsuzluklar
yanında, esasa daha müessir bir husus, Personel Yönetmeliğinin 37 nci
maddesinin ihlalidir. Personel Yönetmeliğinin 37 nci maddesi, Kuruma,
sınavların adil ve eşit şartlar altında yapılmasını
sağlama görevini vermiştir. Oysaki, sınavlara girişte,
yeterli hiçbir denetim, kimlik tespiti yapılmamıştır.
Örneğin, Yeni Yüzyıl Gazetesi muhabiri Sayın Dilek Gedik
sınava girmiş, soruları almış ve cevaplamıştır.
Sınav
sonuçlarının değerlendirilmesi ise tam bir skandaldır.
Personel Yönetmeliği, sınav kurulunun, sınav
kağıtlarını birlikte değerlendirmelerini, birlikte
puanlandırmalarını ve bu değerlendirme sonucunu birlikte
imza etmelerini öngörmektedir. Sınav komisyonuysa, 5 kişiden
müteşekkildir. Yazılı sınava 75 bin 229 kişi
girmiştir. Yazılı sınav 8.12.1996 günü bitmiş,
sonuçlar 19.12.1996 tarihinde; yani, 11 gün sonra
açıklanmıştır. 20 sorunun yer aldığı her
sınav kâğıdı 1 dakikada değerlendirilmiş olsa
dahi, bütün sınav kâğıtlarının, 75 bin 229 dakikada,
yani, 1 253 saatte, yani, güne çevirirsek, ancak 52 günde
değerlendirilebilmesi mümkündür; yani, günde 24 saat aralıksız
çalışılması halinde, sınav sonuçları ancak 52
günde değerlendirilebilir. Oysaki, sınav sonuçları, sınavdan
11 gün sonra açıklanmıştır.
Değerlendirmenin
11 günde yapıldığı bir an için kabul edildiğinde ise,
sınav komisyonunun, yemeden, içmeden, doğal ihtiyaçlarını
gidermeden ve uyumadan 24 saat aralıksız çalışarak, her bir
sınav kâğıdını 6,4 saniyede değerlendirmiş
olmaları gerekir. Yazılı sınav sonuçlarının
bilgisayarla değerlendirildiği hususu da, yapılan
araştırmalar sonucu, söz konusu değildir.
Yazılı
sınav kâğıtlarının böylesine
akıldışı bir değerlendirmeye tabi tutulması
sonucunda, 5 310 kişinin sınavı kazandığı, isim
ve soyadı zikredilmeden, sadece başvuru numaraları
sıralanarak 19.12.1996 tarihinde açıklanmıştır; fakat,
bu açıklama dahi, sınav ilanında belirtilen şekilde, sözlü
sınav tarihi de belirtilerek, genel müdürlük ilan tahtasına
asılmak suretiyle yapılmamıştır.
Yazılı
sınav sonuçlarının açıklandığı 19.12.1996
tarihinden bir hafta önce, yani, 12.12.1996 tarihinde Ankara 30 uncu
Noterliğine müracaat eden Gürsel Aslan isimli bir
yurttaşımız, 50591 sayı ve noter imzasıyla tasdik ve
tespit olunan beyan tespiti işlemiyle, Bakanlık Müsteşarı,
Bakanlığa bağlı bir kuruluşun genel müdür
yardımcısı, Sosyal Sigortalar Kurumu Ankara Bölge Müdür
Yardımcısıyla aynı soyadlarını taşıyan
ve akrabalık derecelerini belirten yakın akrabaları ve çocuklarına
ait 27 kişilik bir isim listesinde yer alanların sınavı
kazanacaklarını noterlik tutanağına
bağlatmıştır. İşte, noterlik tutanağı
buradadır. (CHP sıralarından alkışlar)
AYHAN FIRAT
(Malatya) – Bravo!..
EMİN
KUL (Devamla) – Noterlikçe düzenlenen bu beyan ve tespit tutanağında
yer verilenlerin büyük bir kısmının, sınav sonuçları
açıklandığında, sınavı kazandıkları da
anlaşılmıştır.
Bunun
yanında, Sayın Bakanın, Bakanlığın iki
müsteşar yardımcısının, SSK Genel Müdürünün, Genel
Müdür Yardımcısının ve bir bakanlık
danışmanının soyadlarıyla aynı soyadları
taşıyan 114 kişinin de, yazılı sınavı
kazandığı anlaşılmaktadır; Bakanın ve
yakın mesai arkadaşlarının aynı soyadlarını
taşıyan 114 kişinin de sınavı kazandığı
anlaşılmaktadır.
21
Aralık 1996 tarihli Sabah Gazetesinin 16 ve 17 nci sayfalarında yer
alan müracaat numaralarına göre sınavı kazananların
listesinin incelenmesinde -örneğin, ilkokul mezunlarında 11216’dan
11248’e, ortaokul mezunlarında 11241’den 11269’a, lise ve dengi okul
mezunlarında 33431’den 33544’e kadar- yekdiğerini takip eden aday
numaralarının bloklar halinde yer aldığının
görülmesi, sınavı kazanacakların listeler halinde
belirlendiğini delillendirmektedir. İşte, Sabah Gazetesinin ilan
ettiği sınav sonuçları. Burada, kırmızı olarak tespit
edilenler de, birbirinin peşini takip eden sınavı
kazananları gösteren numaralar. Bu da gösteriyor ki, sınavlar,
önceden belirlenen listelerde yer alanların kazanmaları için
düzenlenmiş sınavlar olarak karşımızdadır.
İRFAN
KÖKSALAN (Ankara) – Adil düzen!..
EMİN
KUL (Devamla) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; herhalde bu
gerçekler, ilahî bir tesadüfün eseri olmaktan ziyade, önceden
planlanmış bir sonuç belirlenmesine yönelik olarak
değerlendirilmelidir.
Böylesine
bir değerlendirme tablosunun sonucunda, yazılı
sınavları kazandıkları ilan edilen 5 310 kişi, 23 - 28
Aralık 1996 tarihleri arasında, 6 gün süresince sözlü sınava
alınmışlardır. Sözlü sınava girenlerin
sayısıyla sınavın yapıldığı gün
sayısı karşılaştırıldığında,
sınava giren her kişinin sınav mahalline girişi
çıkışı, soruların sorulması, cevapların
alınması ve cevapların değerlendirilmesi dahil, kişi
başına düşen sürenin -sınav kurulunun, 6 gün boyunca, günde
aralıksız 24 saat çalışmaları şartıyla- 1
dakika 36 saniye olduğunu ortaya koymaktadır. Gerek yazılı
sınav kâğıtlarının arz ettiğim koşullarda
değerlendirilmesi ve gerekse sözlü sınavların belirttiğim
şekilde yapılması, işte, böylesine, maddî gerçeklere ve
hayatın akışına uymayan, sonuçları önceden belirlenen
bir sınavın yapılmış olduğunu kanıtlamaya
fazlasıyla yeterlidir.
Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; Sosyal Sigortalar Kurumu Yönetim
Kurulu da, yapılan sınavlarda uygulanacak esaslar konusunda hiçbir
şekilde bilgilendirilmemiştir. Sınavların
yapılacağı ilan edilen tarihten 8 gün önce, Sosyal Sigortalar
Kurumu Yönetim Kurulunda işveren kesimini temsil eden Yönetim Kurulu Üyesi
Sayın Kubilay Atasayar bir önerge vererek “Yönetim Kurulunun
öngöreceği çerçeve içerisinde yapılacak ciddî ve objektif
uygulamalar, gelecekte, Kurumun ve yetkililerin, hatta, ilgililerin
başının ağrımasını önleyecektir”
uyarısıyla birlikte Yönetim Kuruluna bilgi sunulmasını
istemiş olduğu halde, bugüne kadar, sınavı
kazananların kimlikleri dahil, yapılan sınavla ilgili olarak,
Sosyal Sigortalar Kurumu Yönetim Kuruluna hiçbir bilgi verilmemiştir.
İşte, Sayın Kubilay Atasayar’ın Yönetim Kurulu
Başkanlığına verdiği önerge...
Sözlü
sınavı kazandığı söylenen 2 500 kişinin de
kimlikleri bir sır olarak herkesten saklanmakta olup, ülkemizin en büyük
işçi teşkilatı Türk-İş Konfederasyonunun, 23
Aralık ve 27 Aralık 1996 tarihli, Kuruma ve Kurum Yönetim Kurulunda
işçileri temsilen görev yapan yönetim kurulu üyesine muhatap
yazılı başvurusu dahi bugüne kadar
cevaplandırılmamış, sınavı kazananlar sır
gibi saklanmıştır. İşte, Türk-İş
Konfederasyonunun ilgililere yazdığı yazıların
örnekleri, cevaplandırılmayan yazıların örnekleri...
Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; her işlemi ve her safhasında
tam bir usulsüzlük ve yolsuzluğun sergilendiği böylesine
yapılmış bir sınav hakkında soruşturma açmak
yerine, Sayın Bakanın, bu sınavın işlem ve
sonuçlarını savunması, görevi ihmal ve kötüye kullanma
kavramına örnek verilecek bir davranış olarak Yüce Meclisçe de
tespit edilmelidir. (CHP sıralarından alkışlar)
Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Müsteşarı dahi, bugüne
kadar tekzip etmediği bir beyanatında “samimî olmak lazım; bir
kere yanlış yola girildi, dönüş olmadı” demek suretiyle,
arz ettiğim hususları âdeta ikrar etmiştir. Böylece, sınava
girme hakkından mahrum bırakılan 13 bin yurttaşımız
ile sınava giren ve fakat bu şartlar altında elenen 72 bin
yurttaşımızla birlikte yaklaşık 85 bin kişinin
hakkı yenmiş, mağdur ve perişan edilmiş ve en
önemlisi, hak kavramına ve hukuk devleti ilkelerine inançları yok
edilmiştir. Bu yok edilişin baş sorumluluğunda, Susurluk
olayları ile Sultanbeyli’de yapılan Atatürk heykellerini
karşılaştırıp, hukuk devleti ve demokrasi
fetvaları vermeye soyunan Sayın Bakanın yer alması,
Sayın Bakanın, söylemleri ile işlemleri arasında ne denli
tutarsızlık ve samimiyetsizlik içinde bulunduğunu somut olarak
ispatlamaktadır.
Sayın
Bakan, açıkça ortaya çıkan bu sınav yolsuzluğu
karşısında, bir taraftan, kendi kadrosunu
kuracağını pervasızca ilan etmekte, diğer taraftan,
SHP (CHP)-DYP Koalisyonu Hükümetleri zamanında yapılan istihdamları
kastederek ve örnek vererek “siz de zamanında adamlarınızı
yerleştirmediniz mi; iş bilenin, yani, at binenin, kılıç
kuşananın” derken, aslında, suimisali emsal almak gibi bir
garabet içine düştüğünü ikrar etmektedir. Mecelle ahkâmı olarak,
suimisal, hiçbir zaman emsal alınmaz. Herhalde, Sayın Bakan bunu
bilmektedir; ama, bile bile, suimisali emsal alıp, kendisini savunma
yolunu seçmektedir.
Bugün,
Sosyal Sigortalar Kurumunda, sadece bu sınav skandalı değil,
kadrolaşmaya yönelik yüzlerce tayin skandalı yaşanmaktadır.
Sayın Bakanın -fakat, teeddüp ederek, bu kürsünün mehabetine
uymayacağı kanaatiyle, sadece baş harfini ifade ederek- “ipin
ucu P’lerin elinde” beyanlarıyla yapılan girişimler,
bakanlık makamına duyulması gereken saygıyı
yitirttiği gibi, bakanın da saygıdan uzak
davranışları olağan hale getirdiğinin göstergesidir.
(CHP sıralarından alkışlar) Halbuki, Sayın
Bakanın mensup olduğu Grupta, edep, ahlak, iman, fazilet, kemal gibi
ilkeleri kendisinden öğreneceği arkadaşları vardır ve
bunların başında da gelen çok değerli
arkadaşlarımızdan birisi Sayın Lütfi Doğan
bulunmaktadır. Sayın Bakan, bakanlık öğrenmek istiyorsa,
kendi Grubunda, Bayındırlık Bakanı Sayın Cevat
Ayhan’ı kendisine davranış örneği olarak alabilir.
Sosyal
Sigortalar Kurumu Yönetim Kurulunda Hazine temsilcisi olarak bulunan ve
işçi hareketimizin unutulmaz seçkin bir lideri olan Sayın Halil
Tunç’un görevden alınma kararnamesi, Sayın Cumhurbaşkanı
tarafından iki kez reddedildiği halde, Sayın Bakan üçüncü kez
kararnameyi imzaya sunmakla, saygıdan uzak davranışlarına
yeni örnekler katmaktadır. Genel müdürler, yönetim kurulu üyeleri, tüm
daire başkanları, şube müdürleri, başhekimler ve daha alt
kadrolardaki personel dahil yüzlerce kişi yerinden edilirken, sadece
gensoruya konu sınavla 82 bin yurttaşımızın
hakkının ve hukukunun çiğnenmesi, sadece hukuk önünde
değil, Allah indinde de, kul hakkı yenildiği için suçtur,
günahtır. Cenabı Hak, kendi rızası için yapılan ibadet
ve taattaki eksiklikleri, günaha ve harama sapanları af ve
mağfiretine mazhar kılmakta; fakat, kul hakkı yiyenleri af ve
mağfiretinin dışında tutarak, bu tür kişileri, ancak
haklarını yedikleri kulların affedebileceğini beyan
etmektedir.
BAŞKAN
– Sayın Kul, 1 dakikanız var efendim.
EMİN
KUL (Devamla) – Milletimize dönüp hak, hukuk fetvaları verenler, siyasî
iktidar gücünü ele geçirdiklerinde, kendi yakınlarını müstefit
etmek için kul hakkı yemekten geri kalmamakta, Allah için kurban
çağrısı ve görüntüsü, aslında, kurban kesiyor gözüküp,
küpleri için kavurma devşirme gözbağcılığına
sapmaktadırlar. (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; Sosyal Sigortalar Kurumunda ihtiyaç
duyulan personelle ilgili olarak öncelikle yapılacak iş,
kadroları doğuda, güneydoğuda, Orta Anadolu’da ve Batı
Karadeniz’deki sigorta tesislerinin ve hastanelerinin üzerinde gözüküp de
fiilen İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Adana ve hatta Antalya gibi
şehirlerimizdeki hastane ve kurum tesislerinde çalışıyor
gözüken 7 200 kişinin, kadrolarının bulunduğu hastanelere
ve tesislere gönderilmeleri, iade edilmeleridir.
BAŞKAN
– Sayın Kul, bir dakika efendim.
Sayın
milletvekilleri, alınan karar gereğince çalışma süremiz
saat 16.00’da bitiyor; Sayın Kul konuşmasını bitirinceye
kadar bu çalışma süremizin uzatılmasını
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Buyurun
efendim.
Süreniz
bitti; ama, size eksüre veriyorum.
EMİN
KUL (Devamla) – 1 dakika verin efendim.
BAŞKAN
– Tamam, verdim.
Buyurun.
EMİN
KUL (Devamla) – Bu öncelikli husus yerine getirilmeden, önceliğin bu tür
sınavla istihdama verilmesi, nihayet, sınav için bazı objektif kurallara
uymak zorunluluğunun doğal koşullarına dahi uymayı bir
yük sayıp sınavsız istihdama yol verilmesinin mevzuata
aykırı olduğu mütalaasını veren Devlet Personel
Dairesi Başkanının derhal görevden alınmasını
sağlamak, kul hakkı yemek keyfiliğine en çarpıcı
örnektir; hak ve hukuk tanımazlığın hangi boyutlara
vardırıldığını göstermektedir. İşte bu
konudaki mütalaa ve görevden alınan Devlet Personel Dairesi
Başkanı...
İşte,
hukuku ve hakkı değil, kuvveti üstün tutan anlayış budur.
Şimdi, bu gensorunun oylanmasında, haklının ve hakkın
mı, yoksa kul hakkı yiyen ve hukuku çiğneyen güçlünün mü
yanında olunduğu kullanılan oylarla belirlenecektir.
“At binenin,
iş bilenin” deyimi, gerçekten, kendi binicilik hüneriyle atı denetimi
altına alabilenleri tanımlamak içindir. Yoksa üç kuruşluk yem
için sırtını binektaşı yapanların
sırtına basarak atın rızası hilafına at
bindiğini sananlar, hele binek taşının altındaki,
kokusu demokratik hukuk devletini saran ve sürekli oynayan metayı Türk
Milletinden gizlemeye cüret edenler o attan çabuk düşerler.
“Kılıç kullananındır” deyimi, her önüne gelenin
kılıç sahibi olamayacağını, kılıcın
hakkı ve adaleti sağlamak yönünde kullanılacağını
tanımlamak içindir. Kılıcı, Allah için kurban görüntüsü
altında, milleti kandırarak, küpünüze kavurma doldurmak için,
hakkın ve hukukun kellesini parçalamak için sallarsanız, oy
çokluğu güvencesi olsa bile, o kılıç, ilahî adaletin tecellisi
olarak er geç döner, kendi başınıza vurulur ve başınızı
önünüze düşürür. Yüzde 23’lük bir azınlığın, yüzde 80’lik
bir çoğunluğu, hak ve hukuku çiğneyerek yönettiği hangi
demokratik ülkede vardır? Bugün, bu gensorunun sonuçlarından
kaçabilirsiniz, ama, ilahî adaletten asla kaçamayacağınızı
özenle hatırlatıyor; Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (ANAP, DSP
ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Kul.
Sayın
milletvekilleri, alınan karar gereğince, saat 18.30’da toplanmak
üzere, birleşime ara veriyorum.
Kapanma
saati: 16.03
İKİNCİ
OTURUM
Açılma Saati : 18.30
BAŞKAN : Başkanvekili Kamer
GENÇ
KÂTİP ÜYELER : Mustafa BAŞ
(İstanbul), Fatih ATAY (Aydın)
BAŞKAN
– Türkiye Büyük Millet Meclisinin 45 inci Birleşiminin İkinci
Oturumunu açıyorum.
IV. – GENSORU, GENEL GÖRÜŞME,
MECLİS SORUŞTURMASI VE
MECLİS ARAŞTIRMASI (Devam)
A) ÖNGÖRÜŞMELER (Devamla)
1. – Malatya Milletvekili Ayhan
Fırat ve 38 arkadaşının, SSK sınavında usulsüzlük
ve iltimas yapılmasını önleyecek tedbirleri
almadığı iddiasıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanı Necati Çelik hakkında gensoru açılmasına
ilişkin önergesi (11/6) (Devam)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, bilindiği üzere, Malatya Milletvekili Ayhan
Fırat ve 38 arkadaşının, SSK sınavında usulsüzlük
ve iltimas yapılmasını önleyecek tedbirleri
almadığı iddiasıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanı Necati Çelik hakkında (11/6) esas numaralı gensoru
açılmasına ilişkin önergesinin gündeme alınıp
alınmayacağı konusundaki görüşmeyi yaparken, alınan
karar gereğince, saat 16.00’da ara vermiştik.
Şimdi,
çalışmalarımıza kaldığımız yerden devam
ediyoruz.
Hükümet?..
Yerinde.
Söz
sırası, Refah Partisi Grubu adına, Sayın Musa Uzunkaya’ya
ait.
Sayın
Uzunkaya, buyurun efendim. (RP sıralarından alkışlar)
Konuşma
süreniz 20 dakika.
RP GRUBU
ADINA MUSA UZUNKAYA (Samsun) – Teşekkür ederim Sayın
Başkanım.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Malatya Milletvekili Sayın
Ayhan Fırat ve 38 Arkadaşının, SSK sınavında
usulsüzlük ve iltimas yapılmasını önleyecek tedbirleri
almadığı iddiasıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanı Sayın Necati Çelik hakkında verdikleri gensoru
önergesiyle ilgili olarak, Refah Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek
üzere huzurlarınıza çıkmış bulunuyorum. Mübarek
ramazan ayının, şu çok feyizli saatlerinde, böyle bir gensoru
vesilesiyle, Muhterem Genel Kurul üyelerine ve bizi izleyenlere saygılar
sunuyorum.
Sayın
Başkan, muhterem milletvekilleri; öncelikle, böyle bir önergenin son
derece yersiz bir şekilde verildiği görüşümü ifade etmek
istiyorum. İddia nedir; sınavda usulsüzlük ve iltimas. Böyle bir
iddiada bulunuyorsanız, ciddî delillerini ve karineleri ortaya koymak
zorundasınız. Aksi takdirde, Türkiye Büyük Millet Meclisinin en
önemli denetim yolu olan gensoruyu da tartışılır hale
getirir ve güvenilmezlik noktasına düşmüş olursunuz.
İddialar,
tamamen, birkısım medyanın, Hükümeti yıpratmak ve de
özellikle, son günlerde ilgili Sayın Bakan hakkında farklı
konuları da derpiş etmek suretiyle, birkısım farklı
düşünceleri ortaya koymak amacıyla, günlerce tefrika ettiği hususlardan ibarettir. Bazı muhalefet
partilerimiz de, her zaman olduğu gibi, maalesef, bu olayda da
medyanın arkasından gitmiştir; ancak, tüm iddiaların
cevabı da, Sayın Bakan tarafından daha önce müteaddit defalar,
muhtelif zaman ve zeminlerde ifade edilmiştir.
Türkiye’de,
SSK imtihanı kadar, bu ölçüde basının ve kameraların
gözleri önünde yapılmış bir başka imtihandan son dönemde
bahsetmek mümkün değildir. Deniliyor ki “Efendim, 88 bin kişi
Ankara’da niçin toplandı? Niye sınav başvuruları illerde
kabul edilmedi?” Bir sınav, illerde de düzenlenebilir, merkezî
teşkilatta da; mevzuata göre her ikisi de mümkündür; ama, bakanlık,
nedenleri daha önce çeşitli vesilelerle açıklandığı
şekilde, sınavın, Ankara’da yapılmasını uygun
görmüştür.
Değerli
arkadaşlarım, burada önemli olan ve üzerinde durulması gereken
nokta, neden, 2 500 kişinin kazanacağı bir sınava 88 bin
kişinin başvurduğudur. SSK’nın eleman ihtiyacı
vardır; hizmetin gereğinin yerine getirilebilmesi için de bu
ihtiyacı karşılamak zorundaydı. Sayın Bakan ne
yapmıştır; kurumun, 10 binden fazla personel ihtiyacı
bulunduğunu -ki, bu ihtiyaç daha önce belirlenmiş ve önceki hükümetler
tarafından da tensip buyurulmuştur- ve bu eksiklik nedeniyle, SSK
hastanelerinde yeterince hizmet verilemediği ki, bu konuda da,
zannediyorum, muhalefetiyle İktidarıyla, bütün partilerimiz
müttefiktir. Halkımızın çok büyük bir kesimine sağlık
hizmeti götüren SSK hastanelerimiz, maalesef, personel yetersizliği
nedeniyle, âdeta perişandı. İşte, bütün bunların
giderilmesi için sınav açmıştır. Oluşan
kalabalıkların sorumlusu, ne mensubu olduğu Refah Partisidir ne
de Sayın Bakanın bizzat kendisidir veya ne de sadece SSK’dır.
Sorumlu, bu ülkeyi bu duruma düşürenlerdir; sorumlu, ekonomiyi üretim
değil, rant ekonomisi haline getirenlerdir.
TUNCAY
KARAYTUĞ (Adana) – Hükümet ortağınıza söyle...
MUSA
UZUNKAYA (Devamla) – Sorumlu, sermayenin, yatırıma, istihdama
değil, faize, repoya yönlendirilmesini, kolay para kazanmayı
teşvik edenlerdir.
On
yıllardan bu yana, Türkiye’nin işsizlik sorununun çözümünde, gözle
görülür bir gelişme sağlanamamıştır. Umuyorum,
değerli Cumhuriyet Halk Partili arkadaşlarım da, önergeyi
hazırlarken, bu sonuçta kendilerinin de sorumluluk payı
bulunmasının vicdan azabını duyuyorlardır. (RP
sıralarından alkışlar)
Hükümetimizin
ise, temel amacı, bu çarpık ve bozuk yapıyı
değiştirmek, üretimi, istihdamı, verimliliği teşvik
etmektir. Bu hedef doğrultusunda, her gün, yeni bir adım
atılmaktadır. Ben, bu Hükümetin, bu güzel, reform niteliğindeki
atılımlarından, inşallah, amacına
ulaşacağına da inanıyorum.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle belirtmek gerekir ki,
devlette her işlem belli kurallara bağlanmıştır. Bu
çerçevede, SSK’da da, personel işlemlerini düzenlemek üzere, 3
Ağustos 1987 tarih ve 19537 sayılı Resmî Gazetede
yayımlanan personel yönetmeliği uygulanmaktadır. Açılan
sınav, herhangi bir kayıt ve kurala bağlı olmadan, tamamen,
yöneticilerin kendi arzuları ve inisiyatifleriyle değil, bu
yönetmeliğin sınavla ilgili hükümlerine uygun olarak
yapılmıştır. Yönetmeliğin 34 üncü maddesinde, Sosyal
Sigortalar Kurumuna ilk defa işe alınmada aranacak genel
şartlar, 37 nci maddesinde, sınav kurulunun nasıl teşekkül
edeceği, 38 inci maddesinde, sınav şekilleri, sınav
komisyonunun yetki ve sorumlulukları, sınavın yapılma
şekli, soru şekli, konuları ve sınavların nasıl
değerlendirileceği açıkça belirtilmektedir.
Sosyal
Sigortalar Kurumu, Bakanlar Kurulunun 6.12.1985 tarih ve 85/10260
sayılı Kararıyla yürürlüğe konulan, İlk Defa Devlet
Kamu Hizmeti Ve Görevlerine Devlet Memuru Olarak Atanacaklar İçin Mecburî
Yeterlik Ve Yarışma Sınavları Genel Yönetmeliği
kapsamında bulunmaktadır; çünkü, 4792 sayılı Sosyal
Sigortalar Kurumu Kanununun 1 inci maddesine göre, SSK idarî ve malî
bakımdan özerk bir kuruluştur; bazı
arkadaşlarımızın yanılgıları buradan
kaynaklanmaktadır. SSK, kendi sınavını kendi personel
yönetmeliğine göre yapmak zorundadır. Nitekim, 1987
yılından bu yana, CHP’li bakanlar dönemi de dahil olmak üzere, SSK
tarafından yapılan birçok sınav aynı yönetmelik
esaslarına göre gerçekleştirilmiştir.
Muhterem
Başkan, değerli arkadaşlar; sınav
başvurularının kabulünde herhangi bir biçimde mevzuata
aykırılık olmamıştır; müracaatların
çokluğundan dolayı izdiham oluşmuş; ancak, adayların
kayıtları sırayla yapılmıştır. Sınav
için müracaatlarda, art niyetli küçük bir grup medya, malzeme
hazırlamak ve sınavı
provoke etmek için gayret sarf etmiş ise de, kurum personelinin ve emniyet
mensuplarının özverili çabaları sonucu herhangi bir olaya meydan
verilmemiştir. Sınav müracaat formları 300 bin adet
bastırılmış ve zaten imtihana girme niyeti olmayan birkısım
provokatörlerin dışında, sınav belgesi almayan tek bir fert
kalmamıştır. Sınavın her aşaması, Resmî
Gazetede ilan edilen sınav şartlarına uygun olarak
gerçekleştirilmiştir.
88 bin
kişinin girdiği bir sınavda, kazananlardan çok az bir
kısmının aday numaralarının art arda gelmesinden bir
anlam çıkarılması, ancak önyargılı bir
anlayışın ürünü olabilir.
REFİK
ARAS (İstanbul) – 100 tane peşpeşe, 100... Az mı?!.
MUSA
UZUNKAYA (Devamla) – SSK Personel Yönetmeliği, sınavların,
Kurumca oluşturulacak sınav kurulunca
yapıldığını, sınavların düzenli bir
şekilde yürütülmesinden, sınav kurulu başkan ve üyelerinin
sorumlu olduğunu, değerlendirmelerin sınav kurulu tarafından
gerçekleştirileceğini ve yine, itirazların, sınav kurulu
tarafından inceleneceğini öngörmüştür. Buna göre, SSK Personel
Yönetmeliği, sınavların ÖSYM (Öğrenci Seçme ve
Yerleştirme Merkezi) tarafından yapılmasına imkân
vermemektedir. Geçmiş yıllarda ve 1993 yılında yapılan
sınavlar da, ÖSYM tarafından değil, aksine, Kurum
tarafından bizzat yapılmıştır. Sınavın
ÖSYM’ce yapılması konusunda yönetmelik değişikliğine
gidilmesi, Bakanlıkça ve Kurumca hedeflenmiş; ancak, zaman
darlığı sebebiyle, buna, fiilen imkân
bulunamamıştır.
Değerli
arkadaşlar, yazılı sınav sonrasında, kazananlar
listesinde 50 kadar soyadı “Çelik” olan isimler olduğu belirtilerek,
kazananlar arasında Bakanın da akrabalarının yer
aldığı iddia edilmekteyse de, Sayın Bakanın, kendi
soyadını taşıyan akrabalarından tek birisinin girmesi
halinde istifa etmeye, Bakanlıktan ayrılmaya hazır olduğunu
defaatle açıkladığını, burada da beyan etmek
istiyorum. Dolayısıyla, kendi soyadını taşıyan
akrabasından bir isim bulunur getirilirse... Yazılı ve sözlü
sınavların kısa sürede yapılabilmesi, SSK personelinin,
günlerce evlerine gitmeden, özverili çalışmalarıyla
gerçekleştirilmiştir. Dolayısıyla, bu noktanın,
eleştirilmesi değil, emeği geçenlere teşekkür edilmesi
gereken bir husus olduğunu, burada, hatırlatmak istiyorum.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; gensoru önergesinin son bölümünde
“kaldı ki, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı, şu ana
kadar çalışma yaşamıyla ve sosyal güvenlik alanıyla
ilgili önemli sorunların çözümü için de herhangi bir adım
atmamıştır” şeklinde, gerçekten haksız, mesnetsiz bir
ifadeye yer verilmiştir.
Böyle bir
iddiada bulunamayacak bir siyasal parti varsa, o da, ancak, Cumhuriyet Halk
Partisi olmalıdır. 4 yıllık sürede, Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığında 5 bakan eskiten CHP, sorunları
çözmek bir yana, daha da karmaşık ve çözülmez hale getirmekte son
derece başarılı olmuştur. Oysa, uzun bir
sendikacılık geçmişi bulunan Sayın Çalışma
Bakanının dirayetli ve deneyime dayanan yönetiminde, son altı
ayda, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı,
geçmiş dönemlerle mukayese edilemeyecek kadar verimli ve
başarılı bir dönem geçirmiştir. Bunlardan birkaç tanesini
sıralamak istiyorum.
Asgarî
ücret, enflasyon oranının çok üzerinde olmak üzere, yüzde 100’den
fazla artırılmış ve CHP’li bakanlar döneminde, maalesef bir
ay geciktirilmeyle başlanan asgarî ücretin yürürlük tarihi, yeniden 1
ağustosa çekilmiştir.
ALİ
RIZA BODUR (İzmir) – Yüzbinlerce işçiyi Kızılay’a döktünüz.
MUSA
UZUNKAYA (Devamla) – Onları, siz provoke ederek getirdiniz oralara.
1996
yılının son altı aylık dönemi için, işçi emekli
aylıkları, ortalama yüzde 50, Bağ-Kur emekli aylıkları
yüzde 65 ile yüzde 136 arasında, Bağ-Kur tarım sigortası
emekli aylıkları ise yüzde 111 oranında
artırılmıştır.
ALİ
RIZA BODUR (İzmir) – 5 milyonun mucidisiniz siz.
BAŞKAN
– Müdahale etmeyelim... Müdahale etmeyelim...
MUSA
UZUNKAYA (Devamla) – 1997 yılının ilk altı aylık
dönemi için emekli aylıklarının yüzde 30
artırılması öngörülmüş, ilave artışlar
yapılması için de çalışmalar başlatılmıştır.
506
sayılı Sosyal Sigortalar Kanununda değişiklik
yapılmasıyla ilgili kanun tasarısı, yine bu Hükümet
döneminde hazırlanmıştır. Önümüzdeki günlerde Türkiye Büyük
Millet Meclisine gelecek olan tasarıda, emeklilik
şartlarının yeniden düzenlenmesi, kaçak çalıştırmanın
önlenmesi, kurumun malî durumunun düzeltilmesine yönelik tedbirlerin
alınması, işçi emeklilerine yeni bazı haklar
tanınması, yine bu Hükümet dönemindeki çalışmalar
içerisinde öngürülen gayretler
arasındadır.
Tasarı,
işçi ve işveren konfederasyonlarıyla, işçi emeklileri
kuruluşları temsilcilerinin, fiilen katıldığı
çalışmalar sonucu, söz konusu kuruluşların
uzlaşmalarıyla hazırlanmıştır. CHP’li
değerli arkadaşlarımız, sanıyorum, kendi dönemlerinde
bütün yurdu kaplayan mezarda emeklilik eylemlerini herhalde
unutmamışlardır.
Bağ-Kur
sigortalılarına, 12 basamağa kadar basamak yükseltme hakkı
verilmesiyle ilgili kanun tasarısı, yine bu Hükümet döneminde
hazırlanmış ve çıkarılmıştır. SSK
gayrimenkullerinin değerlendirilmesiyle ilgili kanun tasarısı
yine bu Hükümet tarafından tahakkuk ettirilmiştir. Bağ-Kur
Kanununda ve Tarımda Kendi Adına ve Hesabına
Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanununda önemli değişiklikler
öngören tasarılar, yine bu dönemde hazırlanmıştır. SSK
ve Bağ-Kur alacaklarının tahsilatının hızlandırılması
amacıyla yeni bir kanun tasarısı yine bu dönemde
hazırlanmıştır.
ALİ
RIZA BODUR (İzmir)– Zorunlu tasarruflar yine bu dönemde iç
edilmiştir.
BAŞKAN
– Müdahale etmeyelim efendim.
MUSA
UZUNKAYA (Devamla) – Efendiler, zorunlu tasarrufların 428 trilyonu sizin
Hükümetiniz döneminde iç edilmiştir. Bunu biliyorsunuz. (RP
sıralarından alkışlar)
Eğer,
birkısım belgeler istiyorsanız...
Bakın
beyler, bakın, ben, daha sizin cemaziyelevvelinize ait belgeleri
burada teşhir etmedim.
ALİ
RIZA BODUR (İzmir) – Ne biliyorsanız o...
MUSA
UZUNKAYA (Devamla) – Beyefendi, buyurun, bakın, ben, size söyleyeyim.
İmtihanda nasıl yolsuzluk olurmuş ve olmuş, bunların
belgeleri elimde; ancak, ben, size, şunu söylüyorum...
ALİ
RIZA BODUR (İzmir) – Bildiğinizi söyleyin lütfen...
MUSA
UZUNKAYA (Devamla) – Evet, söyleyeceğim, gayet tabiî, buraya
konuşmaya geldim; sen de dinleyeceksin yerinde, senin de görevin o.
Değerli
arkadaşlar, bakınız, bizden önceki dönemde yapılan
yolsuzluklardan sadece bir iki örnek veriyorum, fazla değil, bir iki
örnek. Mesela, 1993 yılında hakkında idarî kovuşturma
yapılmış, zimmet suçundan mahkûm olmuş, 3 yıl 2 ay 26
gün süreyle ağır hapis cezasıyla mahkûm edilmiş bir
vatandaş, ilgili kurumların raporları ve ısrarla göreve
alınmaması istemine rağmen, o dönemin bakanının
talimatıyla bizzat göreve alındığı, müfettiş
raporlarıyla müsellemdir. İsmini istiyorsanız, ismini de
verebilirim: İsmail Uçar. Aldığı cezanın tarih sayısını
da verebilirim.
İSMET
ATALAY (Ardahan) – Hükümlülerin de işe alınma zorunluluğu var!..
MUSA
UZUNKAYA (Devamla) – Bir başka belge vereyim; değerli
arkadaşlar, bakınız, şizofren hasta olduğu raporla,
iki dönem de hastanede yattığı bilinen bir hasta; ki, en son
4.8.1996 yılında gece saat 3.00-3.30 arası SSK Okmeydanı
Eğitim Hastanesinde yatmakta olan bir hastaya cinsel tecavüzde bulunacak
kadar ahlaken sefih, esasen hasta olan bir şahsın, hasta olduğu
raporla bildirildiği halde, zorlamayla göreve alınmış ve bu
şahsın, yine elimizdeki belgelere göre, morgtaki ölülere kadar taciz
ve tecavüzleri raporla tespit edilmiş. Bunlar da bu dönemde işe
alınan şahıslardır.
Değerli
arkadaşlar, taşrada imtihan yaptık diyorlar; bakın,
taşrada, Çorum’da yapılan bir imtihanda, imtihan bittikten sonra,
komisyonun, imtihana katılan 6 şahsın imtihan tutanaklarını
nasıl değiştirdikleri, benim müfettişlerim değil,
sizin döneminizdeki müfettişlerin raporlarıyla ortadadır.
ALİ
RIZA BODUR (İzmir) – Onlar devletin müfettişleri.
MUSA
UZUNKAYA (Devamla) – Yani, sizin dönemiz müfettişleri...
BAŞKAN
– Sayın Uzunkaya, 1 dakikanız var efendim.
MUSA
UZUNKAYA (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, şunu demek
istiyorum, meseleyi ben kişiselleştirmek istemiyorum; ama, ortada bir
vakıa vardır, samimiyetle söylüyorum; Sayın Çelik, bu dönemde
-Sayın Bakan, Plan ve Bütçe Komisyonunda da söylemiştir, burada,
Genel Kurulda da söylemiştir- esasen, önü tıkanan Sosyal Sigortalar
Kurumunun, Çalışma Bakanlığının önünü açma
konusunda, daha önce geldiği iş âlemini de yakînen tanıdığı
için, büyük bir özveriyle, azimle, gayretle, casaretle meselelerin üzerine
gitmiştir. Şu anda, özellikle
işçiyi savunduğunu beyan eden değerli kardeşlerim, bu
hakları savunan, sendikadan gelen bir arkadaşlarının azimle
yapmak istediği işler konusunda alabildiğine önünü açıp,
vakti saati geldiğinde de niçin bu hastaneler düzelmedi diye, bizimle
beraber, onun hesabını, Değerli Bakanımıza hep beraber
sormak için bu zamanı değerlendirmeleri lazımdı; bunu
temenni ederdim; ama, görülmüştür ki, çok basit, çok sığ bir
mantıkla, biraz da acul olmak suretiyle, böyle bir yönteme
başvurmuşlardır.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Sayın Uzunkaya, lütfen, son cümlenizi söyler misiniz.
AYHAN FIRAT
(Malatya) – Kaç ilçe başkanınız girdi?..
BAŞKAN
– Efendim, müdahale etmeyelim.
MUSA
UZUNKAYA (Devamla) – Değerli arkadaşlar, esasen, gensoruya konu
teşkil eden sınavla alınacak personelin, Sosyal Sigortalar
Kurumunun sağlık ve sigorta hizmetlerinde önemli bir ferahlama
sağlayacağı hepimizin malumudur. Yine, hepiniz biliyorsunuz
ki...
Seçim
bölgelerine gidiyorsunuz, hakikaten, SSK hastanelerinden size feryatlar
gelmiyor mu? İşçi, eleman sıkıntısından
doğan bu feryatları duymayan tek bir arkadaşım var mı?
İşte, söz konusu sınav, konuşmamın başından
beri izah ettiğim gibi, tamamen, kanunlara ve diğer mevzuata uygun
bir şekilde gerçekleştirilmiştir.
Açık
olarak söylüyorum, iki yeğeni imtihana girmiş bir milletvekiliyim.
Numaralarını veriyorum, bu numaralar kazanmışsa...
İşte, birinin numarası 39477, yazılıyı
kazandı, sözlüyü kaybetti; diğeri, İstanbul’da halen mukim olan
bir yeğenim, yine numarasını veriyorum 39157 numara, hem
yazılıyı hem de sözlüyü kaybetmiş iki yeğenin
amcası olan, dayısı olan bir milletvekili olarak buradayım;
yani, şunlar kayırıldı, bunlar kayırıldı
demenin mantığı yoktur. Dolayısıyla, siyasî amaçlarla...
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN
– Sayın Uzunkaya, tamam efendim... Epey savunma yaptınız...
MUSA
UZUNKAYA (Devamla) – Bitirdim zaten Sayın Başkan; görüyorsunuz...
BAŞKAN
– Peki, o zaman son cümleyi söyleyin.
MUSA
UZUNKAYA (Devamla) – Evet, bu nedenle, siyasî amaçlarla verilmiş bulunan
gensoru önergesinin gündeme alınmamasının uygun
olacağına inandığımızı ifade ediyor, Genel
Kurula ve Muhterem Başkana saygılar sunuyorum. (RP ve DYP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Uzunkaya.
Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına Sayın Nihat Matkap, buyurun efendim. (CHP
sıralarından alkışlar)
Sayın
Matkap, süreniz 20 dakikadır.
CHP GRUBU
ADINA NİHAT MATKAP (Hatay) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partili milletvekilleri tarafından,
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sayın Necati Çelik
hakkında verilmiş bulunan gensoru önergesi üzerinde, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubunun görüş ve düşüncelerini açıklamak üzere söz
almış bulunmaktayım. Sözlerime başlarken, sizleri,
şahsım ve Grubum adına en içten saygılarımla
selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, Refahyol Hükümetinin kuruluşundan bu yana geçen yedi
aylık süre içerisinde, kimi Hükümet üyelerinin yanlış ve eksik
tutum ve davranışlarından kaynaklanan ve kamuoyunda “Skandal” ve
“Kriz” sözcükleriyle nitelendirilen bir dizi vahim olayla karşı
karşıya kaldık. Bu olayların başlıcaları:
Sayın Başbakanın Libya gezisi sırasında yaşanan
kriz; bir diğeri, Susurluk kazası sonrası ortaya çıkan
skandal; sonuncusu da, aralık ayında Sosyal Sigortalar Kurumunun
gerçekleştirmiş bulunduğu sınavla ilgili skandaldır.
Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu olarak, kamuoyunda infial yaratan bu üç ciddî olay
karşısında, tereddüt geçirmeksizin, Meclis denetim
yollarının en etkin aracı olan gensoru mekanizmasını
devreye soktuk. Kimi siyasetçiler, ilk etapta, belki de, bu girişimimize
sempatiyle bakmadılar; ama, daha sonra, onlar da bize gerekli desteği
verdiler. Bugün de, diğer muhalefet partili arkadaşlarımızdan
gördüğümüz destekten mutluluk duyduğumuzu ifade etmek isterim.
Değerli
arkadaşlarım, bugünkü gensorumuzun amacı, hedefi, aralık
ayında yapılmış bulunan Sosyal Sigortalar Kurumu memur
sınavında yaşanan usulsüzlüklerin, yolsuzlukların,
haksızlıkların sorgulanmasıdır. Ancak, bu noktaya,
aşama aşama geldik. Bu sınavların duyurulmasından
itibaren, başvuru esnasında bir hayli olumsuzluklar
yaşandı. Ardından, bu sınavların yazılı
aşamasında bir hayli olumsuzluklar yaşandı. Grubumuza
mensup Malatya Milletvekilimiz Ayhan Fırat, gündemdışı söz
alarak, çıktı, çok dikkatli bir üslupla, Sayın Bakana gerekli
uyarıları yaptı. Sayın Bakan, suçluluk kompleksiyle
olacaktır ki, bu uyarıları dikkatle dinleyip gereğini
yerine getireceğine, sıradan, ucuz, basit polemiklerle konuyu
geçiştirmeye çalıştı. Yok efendim, Cumhuriyet Halk
Partililerin Bakanlığı yönlendirdiği dönemde de benzer
sınavlar yapılmış; yok, Cumhuriyet Halk Partililerin
Bakanlığı yönlendirdiği dönemde çok usulsüzlükler
yapılmış; sol davadan hüküm giymiş bir kişi, işçi
olarak, Bakanlıkta istihdam edilmiş; yok, CHP’liler döneminde,
çalışma yaşamının iyileştirilmesine,
demokratikleştirilmesine dönük çalışmalardan ziyade, sadece
ideolojik kadrolaşmayla meşgul olunmuş...
Değerli
arkadaşlarım, konumuz bu değil. Eğer, Cumhuriyet Halk
Partisi döneminde bir usulsüzlük, bir yolsuzluk yapılmışsa,
Cumhuriyet Halk Partililer bir yıldır bu Bakanlığın
başında değil. Daha önce, Anayol Hükümeti döneminde Sayın
Emin Kul, üç ayı aşkın bir süre Bakanlık yaptı.
Sayın
Bakan yedi aydır Bakanlığın başında; eğer,
Cumhuriyet Halk Partililerin döneminde bir usulsüzlük, bir yolsuzluk
yapılmışsa ve bugüne kadar bu usulsüzlük, yolsuzluk Meclise
taşınmamışsa, zaten Sayın Bakan suçludur. (CHP
sıralarından alkışlar) Bu nedenle, böyle polemiğe
girmemin anlamı yok.
Değerli
arkadaşlarım -Sayın Bakan not alsın; sizler de, lütfen
dikkatle dinleyin- biraz önce konuşan değerli arkadaşlarım,
bu sınavın yolsuzluklara, usulsüzlüklere muhatap olduğu
yönündeki iddialarını çok ciddî bir biçimde sergilediler; ben de,
şu an, bir kısmını, yeniden sergileyeceğim. Sayın
Bakan çıksın, bu sorularıma, bu iddialarıma yanıt
versin, hepimizi tatmin etsin; değilse, bu konuyu polemikle
geçiştirme hakkı olamaz; çünkü, sınava, yaklaşık 90
bin işsiz gencimiz başvurdu. Burada 80 bin küsur gencimizin; yani,
sınavı kazandığı ilan edilen 2 500 kişinin
dışındaki arkadaşlarımızın hakkı gasp
edilmiştir. Bu mağduriyetleri gidermek, milletvekilleri olarak bizim
onur görevimizdir. Biz, bu nedenle, bu gensoru önergesini
taşıdık. Eğer, Sayın Bakanın, Cumhuriyet Halk
Partili bakanlar döneminde bir usulsüzlük sorunu varsa -tekrar ediyorum-
Meclisin denetim yolları her zaman açıktır. Sayın Bakan,
bugün kürsüye çıkacak; onun için, özellikle, önce bizim iddialara
yanıt versin; zamanı artarsa, yine çıksın, polemik
yapsın lütfen.
Evet,
birinci iddia -biraz önce Refah Partili arkadaşım da iddia etti; o
bir yanılgı içinde- 30 Ocak 1986 tarihinde Resmî Gazetede
yayımlanan Kamu Hizmeti ve Görevlerine Devlet Memurları Olarak
Atanacaklar İçin Mecburî Yeterlilik ve Yarışma
Sınavları Genel Yönetmeliğinin 8 inci maddesine göre, sınav
için yapılacak duyuruda, atama yapılacak boş kadroların
unvanı, sınıfı, derecesi ve sayısı,
bulundukları yer ve hatta, aylık tutarlarının yer
alması zorunludur. Oysa, bu aralık ayında yapılan Sosyal
Sigortalar Kurumunun sınav duyurusunda bu husus yer
almamıştır. Bu olay bile başlıbaşına, bu
sınavın iptali için yeterli nedendir. Eleştirdiği CHP
döneminde benzer bir sınav yapılmış 1993 yılında.
Değerli arkadaşlarım, sınav 25 yerde
yapılmış; sınav açılacak olan kadronun unvanı,
sınıfı, derecesi ve adedi belirtilmiş; ayrıca, bu
sınavların test usulüyle yapılacağı ve bilgisayarla
değerlendirileceği de bu duyuruya yazılmıştır ve
basın önünde değerlendirmeler yapılmıştır.
Değerli
arkadaşlarım, bir ikinci eksiklik, aynı genel yönetmeliğin
15 inci maddesine göre “sınav duyurusunda sınav konuları ve
sorular çok açık şekilde belirtilir” denilmektedir. Bu hüküm de ihlal
edilmiştir.
Değerli
arkadaşlarım, üçüncü iddia; sınav duyurusunun 13 üncü maddesine
göre “sınav konuları, tahsil durumuna uygun olarak, genel kültür
kapsamında olacaktır” denilmekte, ayrıca, Sosyal Sigortalar
Kurumu Personel Yönetmeliğinin 38 inci maddesine göre “sınav
soruları, başvuranların girecekleri sınav ve kadronun
gerektirdiği konularda ve öğrenim seviyelerinde olmak üzere,
bilgilerini, yetenek ve becerilerini ölçecek şekilde yapılır”
hükmü mevcutken, bu sınavda, neden matematik, fizik, kimya, biyoloji gibi
konularda soru sorulmuştur; adaylar neden yanıltılmıştır?
Sayın Bakandan bu sorunun da yanıtını bekliyorum.
Değerli
arkadaşlarım, yine, Sosyal Sigortalar Kurumu Personel
Yönetmeliğinin 37 nci maddesine göre, Kurumun, sınavları, adil
ve eşit şartlarda yapılmasını sağlama görevi
vardır. Adil düzenci olmak için çırpınan Sayın Bakan,
sınav yerlerinde oturma düzeni ve güvenlik ortamı açısından
bu sınavların adil ve eşit şartlarda
yapıldığını kabul ediyor mu? Hepimiz ekranlardan
izledik; neredeyse, adaylar kucak kucağa oturdu. Eğer, Sayın
Bakan, evet, adil ve eşit şartlarda yapılmıştır,
güvenli bir ortamda yapılmıştır diyorsa, o zaman Sayın
Bakana şunu soracağım: Yeni Yüzyıl Gazetesi muhabiri Dilek
Gedik, sınav başvurusu olmadan bu sınava nasıl
girmiştir?
ADNAN
KESKİN (Denizli) – İlahî güçle girmiştir.
NİHAT
MATKAP (Devamla) – Nasıl test kağıdı alıp
işaretlemiştir? Bunun da yanıtını Sayın Bakandan
rica ediyorum.
Değerli
arkadaşlarım, beşinci çok ciddî iddia: Sınav
sorularını içeren test kâğıtlarının, bilgisayarla
değil, sınav kurulu tarafından değerlendirileceği ilan
edilmiş olmasına rağmen, test kâğıtlarının
kurşun kalemle işaretlenmesi neden zorunlu olmuştur; bunu da
merak ediyorum. Burada aklımıza gelen şey, olası
şikâyete karşın tedbir almaktır; alınması
gereken, alınması düşünülen adayların cevap
kâğıdı ile oynanmasıdır; belki, bir başka
şey vardır. Sayın Bakan çıksın, bu konuda da bizi ikna
etsin.
Değerli
arkadaşlarım, yapılan hesaplamalara göre -ki
arkadaşlarım da bu konudaki rahatsızlığını
dile getirdi; dilerdim ki, umardım ki, Refah Partisi sözcüsü
arkadaşım, bu iddialarla ilgili, Grubunun görüşlerini belirtsin;
kıyısından bile geçmedi bu iddiaların- yapılan
tespitlere göre...
FETHULLAH
ERBAŞ (Van) – O sizin anlayışınız.
NİHAT
MATKAP (Devamla) – O, sizin anlayışınız; biraz sonra
göreceğiz.
...her
sınav kağıdı 6 saniyede değerlendirilmiş.
Şimdi,
bakınız, personel yönetmeliğine göre, bu sınav
kâğıtlarının, 5 kişilik sınav kurulu
tarafından, birlikte değerlendirilme ve birlikte
puanlandırılma mecburiyeti vardır. Şimdi, bu 5 arkadaşımız
6 saniyenin içerisinde nasıl değerlendirdi, nasıl puan verdi?
Gerçi, basında, Sayın Bakana “Jet Necati” diyorlar; ama, inanın,
jet hızıyla da buna yetişmek mümkün değil. Sayın
Bakan, çıkıp, burada, bize
aktaracak; oluyormuş 6 saniyede, bari bundan sonraki bakan
arkadaşlarıma da örnek olur.
Değerli
arkadaşlarım, bir de diğer arkadaşlarımın
sıraladığı bu seri numaraları var. Şimdi, bugüne
kadar yapılan Millî Piyango çekilişlerine baktık. Hiçbir zaman,
böyle seri şekilde, kesintisiz giden Millî Piyango adayları oldu mu
veya bugüne kadar, cumhuriyet tarihinde, açılan sınavlarda bu oldu
mu?
Kaldı
ki, Ankara 30 uncu Noteri, sınavlardan önce, bu seri numaraları
içerisinde, Bakanlık üst düzey yöneticilerinin yakınlarının
olduğunu da tespit etmiş. Sayın Bakan, çıksın, bizi,
bu konuda da ikna etsin. Anlaşılan, Grubuna hiç söz etmemiş;
çünkü, Grubu adına söz alan arkadaşım, bunlara hiç
değinmedi.
Değerli
arkadaşlarım, bakınız, biz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
olarak, Sayın Bakanın siyaset üslubuyla, Sayın Bakanın
siyasî anlayışıyla, yaklaşımıyla hiç meşgul
değiliz. Meşgul olduğumuz yegâne konu, sayıları 80
bini aşan, mağdur edilen, haksızlığa uğrayan bu
işsiz gençlerimizin, hakkını, hukukunu korumaktır; onun
için buradayız; onun için, bu gensoru önergesini verdik.
Değerli
arkadaşlarım, bakınız, eğer, biz, Sayın Bakanla
meşgul olsaydık, birtakım şeyler sorardık. Sayın
Necati Çelik, Bakan oldu; ilk demecinde, bugüne kadar ülke yönetiminde görev
alan insanlara, “p” ile başlayan, değil bir bakanın, değil
bir milletvekilinin, sade bir yurttaşın dahi ağzına
almaması gereken bir nitelemede bulundu. Ben, bugün, konumuz
değişik diye, bunun hesabını sormuyorum.
ALİ
RIZA BODUR (İzmir) – Ne dedi?
REFİK
ARAS (İstanbul) – Yakışıksız bir şey
söylemiştir.
NİHAT
MATKAP (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, Sayın Necati
Çelik, bu ülkede, sade bir yurttaşken, Atatürk’ün kurduğu sistem
sayesinde, cumhuriyet sayesinde, önce, büyük bir konfederasyonun genel
başkanı oldu; ardından, bu ülkede milletvekili oldu,
ardından, bakan oldu. Buna rağmen, niye Atatürkçülerden,
cumhuriyetçilerden rahatsız; onu anlamakta da çok güçlük çekiyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
Hatta,
Sayın Bakan biraz daha ileri gidiyor; diyor ki: “Atatürkçülerin,
cumhuriyetçilerin yüzüne tükürün.” Bunun da hesabını bugün
sormuyorum.
Değerli
arkadaşlarım, Sayın Bakan bununla da kalmıyor, bu ara,
Atatürk’ün büstlerinden bile rahatsızlığını dile
getiriyor. Sayın Bakan, Noel tatilinde, çalışma
yaşamına dönük bir mesaj vereceğine, Sultanbeyli’deki Atatürk
anıtından rahatsızlığını dile getiriyordu.
Tabiî, bu talihsiz açıklama üzerine...
MUHAMMET
POLAT (Aydın) – Bu nasıl hukukun üstünlüğü?!..
NİHAT
MATKAP (Devamla) – ... baskı kurulunca, Sayın Bakan, geri adım
atıyor....
AYHAN FIRAT
(Malatya) – Özür diliyor sonra...
MUHAMMET
POLAT (Aydın) – Siz, hukukun üstünlüğüne inanmıyor musunuz?!...
NİHAT
MATKAP (Devamla) – Cevap vereceğim, acele etmeyin.
Diyor ki
“ben, Atatürk büstünün dikilmesinden rahatsız değilim -ya neden
rahatsızsın?- yerel yöneticilerin görüşü
alınmamış, muvafakatı alınmamış, demokratik
olmayan bir yöntem kullanılmış; ondan rahatsızım” Haa,
güzel...
SITKI
CENGİL (Adana) – Sınavın ne alakası var?!..
AYHAN FIRAT
(Malatya) – Bakanın tutumuyla alakası var.
NİHAT
MATKAP (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bakınız, bir
müddet önce, kamu çalışanları arasında ayrıma neden
olan, bir ek zam kararnamesi söz konusu oldu. Otuzdan fazla sayın bakan arkadaşım,
çalışanlardan birebir sorumlu olmadığı için bu hususu
atlayabilirdi. Çalışanların geleceğinden,
çalışanların yaşam standartlarından birebir sorumlu
olan Sayın Bakan, gerçekten, eğer, demokrasiyi bu kadar
benimsemişse, o gün, Bakanlar Kurulunda, ayrıma neden olan bu
Bakanlar Kurulu Kararnamesini imzalamak benim demokratik
anlayışıma aykırıdır deseydi, ben, o
çıkışına da saygı gösterebilirdim. (CHP
sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Değerli
arkadaşlarım, bakınız, yine, Sayın Bakan,
Hak-İş Konfederasyonu Genel Başkanıyken, önceki
hükümetlerin, zorunlu tasarruftan kaynaklanan nemaları
değerlendiriş biçimini dahi sürekli eleştiriyordu. Bakan
olduktan sonra, bu zorunlu tasarruflardan kaynaklanan nemaları meçhule
atan bir yasa tasarısına imza attı. Sayın Çelik,
Hak-İş Konfederasyonu Genel Başkanıyken, CHP’li
Çalışma Bakanlarına methiye dizerdi. Ben, bir gün olsun, onun
tenkidini, hiçbir basın organında okumadım. CHP’li bakanlara
şatafatlı karşılama törenleri yapardı; o zaman
takıyye mi yapıyordu Sayın Bakan?.. Şimdi mi CHP’li
bakanları eleştirmek aklına geldi?..
Değerli
arkadaşlarım, bakınız, 87 bine yakın işsiz
gencimizin hakkı gasp edilmiştir, mağdur edilmiştir; bu
insanların hakkını, hukukunu korumak hepimizin görevidir.
Şimdi,
Sayın Bakana bir telkinim var; çıksın bu kürsüye -bu iddialara
cevap verme şansı yok; bakınız, bu sınav da yargı
yolunda, belki de yargıya vardı- desin ki “ben yanlış
yaptım, 80 bin küsur insanımızdan, kamuoyundan özür diliyorum,
bu sınavları iptal edeceğim; ÖSYM kanalıyla
yenileyeceğim.” Değilse, bakınız değerli
arkadaşlarım, eğer, bu sınavları, yargı iptal
ederse, Türkiye’de, değil bakan olarak, Sayın Çelik’i milletvekili
olarak dahi dolaştıramazlar; uyarısı bizden...
AYHAN FIRAT
(Malatya) – Doğru.
NİHAT
MATKAP (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, tabiî, bugün,
değerli Refah Grubu da, Sayın Bakanı dinledikten sonra bir karar
verecek. Refah Grubu, TOFAŞ, TEDAŞ ve Mal Varlığı
Komisyonlarındaki tutumuyla çok ciddî bir prestij kaybına
uğradı. Artık, Refah Partisi deyince, (U) dönüşleri geliyor
akla, haksızlık geliyor, hukuksuzluk geliyor. Halbuki, 20
yıldır, iktidara gelene kadar, adil düzen adına, hak hukuk
adına, adalet adına söylemlerde bulunarak, gelip ülke yönetiminde söz
sahibi oldunuz.
BAŞKAN
– Sayın Matkap, 1 dakikanız var efendim.
NİHAT
MATKAP (Devamla) – Bugün, bu iddialarımız karşısında
alacağınız tutumla, vereceğiniz oylarla, bütün Türkiye’nin
ve Meclisin sizi test etmesi söz konusu olacak. Eğer, bugün de, siyasî
çıkar uğruna yanlış karar verirseniz, inanın
değerli Refah Partililer, ne zaman haksızlık, hukuksuzluk,
adaletsizlik konuşulursa, o zaman, akla yalnızca Refah Partisi
gelecek.
Bugünkü
durumunuza güvenmeyin; gün gelir, bu Parlamentoda grup kurma
şansını dahi bulamazsınız. Ben, yine de çoğu
arkadaşımın bu konuda dürüst davranacağına
inanıyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN
– Sayın Matkap, süreniz bitti; son cümlenizi söyler misiniz.
NİHAT
MATKAP (Devamla) – Bu gensoru önergesi görüşmelerinin, mağdur edilen,
hakkı gasbedilen 80 bin küsur işsiz gencimizin, bu
mağduriyetlerinin kalkmasına katkı vereceğine olan
inancımla hepinize teşekkür ediyorum; tekrar, sizleri, Grubum
adına en derin saygılarımla selamlıyorum. (CHP. DSP ve ANAP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Matkap.
DSP Grubu
adına Sayın Cevdet Selvi; buyurun efendim. (DSP ve CHP
sıralarından alkışlar)
Sayın
Selvi, süreniz 20 dakika.
DSP GRUBU
ADINA M.CEVDET SELVİ (İstanbul) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; ilkönce hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugün Sosyal
Sigortalar Kurumuna personel alımı için yapılan sınavda
usulsüzlük ve iltimaslarla ilgili Sayın Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanı için verilen gensoru hakkında Demokratik Sol Parti
adına görüş ve düşüncelerimizi bildirmek üzere
huzurunuzdayım.
Değerli
milletvekilleri, sınavla ilgili duyuru, 9 Kasım 1996 tarihinde Resmî
Gazetede yayımlandığı andan itibaren bir skandal, bir
karmaşa ortamı Türkiye’de yaratıldı. Sosyal Sigortalar
Kurumuna 2 500 kişinin sınavla işe alınacağı söz
konusu olunca, onbinlerce işsiz ve yoksul insan, elbette bunu bir çare
olarak gördü ve bir umutla, bu sınavda da kazanırım
noktasını düşündü. Ama, ne yazık ki, sadece form alabilmek
için, sadece başvuruda bulunabilmek için Türkiye’nin dört bucağından
yoksul insanlar, işsiz insanlar Ankara’ya davet edildiler, Ankara’ya
gelmeye mecbur bırakıldılar ve bilindiği gibi, borç bularak, ekonomik sıkıntı
içine girerek; yetişebilen doksanbin işsiz yoksul insan, bir umutla
Ankara’ya geldi. İşte, bu sınav daha başvuru
aşamasında yoksul insanları burada ekonomik yönden vurdu, üzdü.
Başkente geldikleri zaman karşılaştıkları olay
ise, onurlarını kırdı, kişiliklerini rencide etti
-gördükleri karmaşa bir sınav için değil- sınava başvurmak
için almak istedikleri bir form için ezilenler oldu, bunalım geçirenler
oldu. Âdeta bir esir kampını andıran hareketler içerisinde
onurları kırıldı, hayal
kırıklığına uğratıldılar ve medya bunu
her gün tüm kamuoyuna açık seçik yansıttı, kamu
vicdanını sızlatan olayların ardı arkası
kesilmedi. İşte, bu sınav, daha başlarken olumsuzlukların,
artniyetin, beceriksizliğin ilk halkasını oluşturdu ve 2
500 kişinin işe alınacağı imtihana, doksanbin
işsiz, umutla geldiği Ankara’da tüm ailesiyle birlikte hayal
kırıklığına uğradı. Bu sınavın bu
şekilde yapılması, sanki, Türkiye’de yaşamayan bazı
insanların yaptığı hesap sonucu gibiydi.
Ancak, bu
sınavın insanî, sosyal boyutu bu iken, hukukî yönüne
geldiğimizde artniyetin, hesabın başka olduğu açıkça
görüldü ve anlaşıldı. Bu sınavlar, Sosyal Sigortalar
Kurumunun personel alma yönetmeliğine uygun olarak yapılmadı;
onbeş gün önce bildirilmedi ve Sayın Genel Müdürün kendine göre
yaptığı bir açıklamayla imtihanların tarihi
değiştirildi, ertelendi; yani, bu, personel yönetmeliğinin 32
nci maddesine uymadı.
Yine,
sınavların SSK Genel Müdürlüğünde yapılacağı
açıklanmasına rağmen, sınavlar SSK Genel Müdürlüğünde
yapılmadı, bir başka yerde yapıldı, hiçbir adaya da
yeri, saati ve günü resmen bildirilmedi.
Yine, bu
sınavlarda, Kurumun, sınavları, adil ve eşit koşullar
altında yapma görevi olmasına ve bu yönetmeliğin 37 nci
maddesinde açık seçik
belirtilmesine rağmen, bu sınavlarda hiç de adil, hiç de eşit
bir bir imtihan yapılma gayreti gösterilmedi.
Yine, bu
yönetmeliğin 38 inci maddesine göre, sınavların
sorularının nasıl sorulacağı açık seçik belirtilmiş
olmasına rağmen, sorular bu yönetmeliğe uygun şekilde
sorulmadı, katılan insanlar hayal
kırıklığına uğratıldı.
Burada
şunu size belirtmek istiyorum. Aslında, tüm Türkiye’yi ilgilendiren,
üzen bu sınav olayı, Türkiye’de bu Hükümet tarafından ilk defa
uygulanmadı. Eskişehir Kırka Boraks Tesislerine 170
civarında işçinin alınacağı sınavlarda da aynısı yapıldı; âdeta
işsizlerle alay edildi, hakaret edildi, o gün de medya tarafından tüm
kamuoyuna gösterildi. Sorular, bu yönetmeliklere göre değil, yasalara göre
değil, o işin başında bulunan Hükümetin
anlayışına uygun şekilde soruldu. Üzülürek söyleyeyim
-kulaklarda hâlâ çınlar- bu imtihana girenlere, “eşekte kaç tane
vites vardır?” diye sorulacak noktaya gelindi, Uganda
Dışişleri Bakanı soruldu. İşte, bu sınav da
onun devamıydı; ama, ne yazık ki, binlerce insan, masrafa
sokuldu, onurları kırıldı hem insanlar, vatandaşlar
masrafa sokuldu hem devlet maddî, manevî kayba uğradı; işte bu
imtihanlar böyle devam etti.
Eğer,
imtihanların hukukî yönden ne olduğuna bakarsanız, bu
imtihanlarda ve duyurularda, yaş sınırı bile belirtilmedi.
Yasalarda açık seçik yaşın belli olduğu bir noktada, bunun
dahi yazılma, duyurulma ihtiyacı görülmedi. Bu bir telaşın,
bu bir başka amacın varlığını da bize açık
seçik gösteriyordu. Sınavlar yine Türkiye’de izlendi; kimliği
olmayanlar girdi, önceden notere tespit yaptırılmış
insanlar, hiç de ummadıkları halde, nedense bu sınavı
kazanıverdiler. Benden önce konuşan arkadaşlarım
bunları, tek tek, satır satır söyledikleri için, belge
gösterdikleri için üstünde uzun uzadıya durmak istemiyorum; ancak, burada,
bir vicdanî sorumluluk, mantıkî yanlışlık ve hatayı
vurgulamak istiyorum.
Eğer,
sizin niyetiniz, kendi yandaşlarınızı almak ise, neden 70
binin üstündeki insana masraf ettirdiniz, bunları figüran olarak
kullandınız; bunu anlamak mümkün değildi. Her vesileyle, yasaya,
hukuka, saygılı olduğunu söyleyenler, tüm 65 milyonun önünde,
yasaları, kuralları, hukuku açık seçik çiğneyerek, bu
insanları rencide etme hakkını, en azından kendilerinde
görmemeleri gerekirdi.
Evet, bu
yönetmelik öyle, bu sınav ilanı öyle hazırlandı ki,
şoförlerin bile hangi sınıf olacağının
yazılma zamanı bulunamadı. Böyle bir sınav, Türkiye
Cumhuriyetinde hiç görülmedi; ilk defa, yasaların bu kadar açık
çiğnendiği, hukukun yok sayıldığı bir sınava
şahit oldu.
Elbette bu
sınavın, ÖSYM’ye verilerek, o kanalla yapılması en
doğruydu; ama, alınan cevap gecikecekti. İşte, bu
sınavların başlangıcında ve sonucunda, Sayın
Bakan ve Bakanlık uyarıldı; “bu sınav geçerli olmaz, bu
sınav hukukî değil, bu sınav adil değil, bu sınavda
büyük haksızlıklar var” denilmiş olmasına rağmen,
Sayın Bakan, uyarılara hiçbir yanıt vermedi;
kalabalığı, izdihamı, oradaki
insanlıkdışı hareketlerini 3sorumluluk bizde değil,
bizden öncekilerde” demek suretiyle geçiştirmeye kalktı.
Sosyal
Sigortalar Kurumu Yönetim Kurulu Üyeleri, işçi ve işveren
temsilcileri, Bakanı, yazılı olarak, bu sınavlar
hakkında uyarmasına ve soru sormasına rağmen,
uyarılara hiç dikkat etmedi; medyada ve çeşitli yerlerdeki
açıklamalar, kendisini hiç etkilemedi; çünkü, amacı farklıylı,
çünkü, imtihan bir an önce yapılmalıydı.
Değerli
milletvekilleri, imtihan hangi ortamda, hangi koşulda yapıldı;
uzatmadan, kısaca onu da belirtmek istiyorum: Bu sınavların
alelacele açılmasının nedenlerinden bir tanesi de, Türkiye’deki
sıkıntıların çok büyük boyutlara
ulaştığının açıkça görülür hale gelmiş
olmasıdır. Hükümet, kurulması üzerinden uzun bir süre geçmesine
rağmen, verdiği sözlerin hiçbirini tutamıyordu; sendikal haklar
sınırlanıyor, memurların, kamu
çalışanlarının sendikal hakları verilmiyordu ve
ekonomik yönden güç durumda bulunan insanlar, sabırsızlıkla
dışarı çıkmaya, seslerini yükseltmeye
başlamıştı. Enflasyon kontrol altına
alınamamıştı ve pahalılık hızla devam
ediyordu. Her paket boş çıkmış, paketten önce söylenen
“bundan sonra zam yapılmayacak” sözlerine rağmen, daha yüksek
zamların yapılmasına hızla devam ediliyordu. Tüm halk,
artık bu Hükümetin hiçbir şey yapamayacağını ve adil
düzen teranelerinin bu koşullar içerisinde ne olduğunu
anlamıştı. Halkımızla beraber, Refah Partisi ve
kısmen de Doğru Yol Partisi örgütlerinin, destekçilerinin ve umutla
oy verenlerin artık sabrı tükenmişti, sıkıntılar
büyümüştü. İşte, bu nedenle, böyle bir imtihan
açılmalıydı. Diğer taraftan çeteler, diğer taraftan
vurgunlar, soygunlar, diğer taraftan hükümetin oluşumuna uygun olan
soruşturma komisyonlarında Sayın Çiller’in affedilmesi,
artık, tabanı rahatsız etmişti.
ALİ
RIZA BODUR (İzmir) – 8’e 7...
M. CEVDET
SELVİ (Devamla) – Bir imtihan açılmalıydı, dikkatler
başka yere çekilmeliydi. İşte bu imtihan, onun için alelacele
açıldı, onun için ÖSYM’ye yaptırılmadı.
Bu, Türkiye’nin
durumuydu. Bu huzursuzluğu giderebilmek için, elbette, 2 500 insanın
iş kapısı bulması, kamuoyunun dikkatini başka yere
çekecekti.
Türkiye’nin
durumu bu iken, Çalışma Bakanlığının
sorunları da çok büyüktü. Sosyal Sigortalar Kurumunun çökmek üzere olduğu
herkes tarafından biliniyordu. Sayın Bakan bile, bu konuda, Bakan
olmadan önce araştırma önergeleri vermiş, çeşitli kurumlar
ve kuruluşlar, sendikalar, sosyal güvenlik kurumuyla ilgili, SSK ile
ilgili raporlar hazırlamış, çözüm önerileri ortaya koymuştu;
ama, bu konuda ciddî bir adım atılmamıştı. Sadece,
Sosyal Sigortalar Kurumunun mal varlığını alma–satma
gayreti ortadaydı. Doktorlar rahatsızdı, sağlık
personeli rahatsızdı, memurlar rahatsızdı, işçilerin
hepsi rahatsızdı. O halde, dikkatleri başka yere çekmek
lazımdı. Memurlar bölünmüştü. Memurlar, parça parça, haksız
zamlarla, âdeta bölücülük niteliği taşıyan şekilde
oyalanmaya çalışılıyordu ve diğer taraftan, geçici
işçiler, sözleşmeli personel karmaşası süratle devam
ediyordu. Sendikalaşmanın üstünde baskılar
artmıştı ve Çalışma Bakanlığının,
Sosyal Sigortalar Kurumunu kurtaracak şekilde en ufak bir gayreti,
çalışması görülemiyordu. O nedenle, bu sınavın
açılma gereği vardı.
Arkadaşlarım
belirttiler, sadece yazılı sınavda değil, sözlü
sınavda da aynı haksızlıkların, aynı
olayların tezahür ettiği herkes tarafından görüldü. 75 229
kişinin sınavının 11 günde incelenmesi mümkün değildi;
hesaplar yapıldı. Diğer taraftan, sözlü imtihanda da, 5 300
kişinin on onbeş günde değil, 6 günde sınavının
bittiğini söylemek ise, inandırıcı değildi.
Burada bir
noktaya temas etmek istiyorum. Bu sınav kurulunda, bu sınav
kağıtları ve bu sınavın
yapıldığına dair tutanak tutuldu, zabıtlar
imzalandı ortaya çıktı. Bunlar birer resmî evrak; ancak,
görülüyor ki ve incelendiğinde anlaşılacak ki, bu
evrakların hepsi düzmecedir, bunun altına imza atanlar sahte evrak
düzenleme suçuyla karşı karşıyadır. Bu
alışkanlık çok derinleşmiştir. Hükümetin devletle
ilgili konularındaki sahte evraklar, sahte belgeler, evrakta düzenleme ve
sahtecilik artık buraya da yansımıştır. Elbette, bu
gerçekleri gören Bakanın görevini kötüye
kullanmadığını iddia etmek ise haksızlıktır,
240 sayılı Yasa hükmünde değerlendirmek zorunluluğu
vardır. Çünkü, insanlar iktidara gelmek, bakan olmak, sorunları çözmek
ve oradaki olumsuzluklara egemen olmak, düzeltmek için bu göreve gelirler.
Bu konuda
şunu kısaca belirtmek istiyorum: Sayın Bakan ne zaman
eleştirilse, ne zaman sorumluluğuyla ilgili görevini yerine
getirmediği söylense, gerek Kocaeli’de gerek Ankara’da gerekse Antalya’da
bulduğu çözüm ve görevini yerine getiremeyişinin gerekçesi olarak,
çok özür dileyerek söylüyorum, iplerin ucunun puştların elinde
olduğunu söylemektedir.
İSMET
ATALAY (Ardahan) – Bir bakana yakışmıyor!..
M. CEVDET
SELVİ (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bunlar yalan
yanlış laflar değil, söylerken bile üzülüyorum.
Sendikacılar düzgün konuşmaz, sendikacıların üslubu
farklıdır; ama, bu kadarını da hoş görmek mümkün değildir.
Hemen tükürmek ve bu kelimeleri kullanmak...
Peki,
Sayın Bakanın görevi nedir; eğer, görev yapmasını
engelleyen iplerin ucu başkasının elindeyse bunu
açıklamalıdır ve ikinci görevi, o ipleri kendi eline
almaktır. Bakanlık öyle olur, iktidar öyle olur. İşte,
üslubuyla beraber mantığı da ortaya çıkmaktadır. (DSP
ve CHP sıralarından alkışlar)
Değerli
arkadaşlarım, işte, bu görevi yerine getirememe olayı son
derece üzücü olmuştur; ama, Sayın Bakan, her gün, medyada, gerek
üslubuyla ilgili gerekse diğer konularla ilgili açıklamaları
sık sık sürdürmüştür. İlginçtir ki, yaptığı her
açıklamadan sonra tevil etmek, onu düzeltmek için uzun zaman
harcamaktadır. Atatürk’le ilgili konuda, Sultanbeyli’ye dikilen heykel
konusunda düzeltme yapmıştır; “ben öyle demedim; ben
Anayasayı savundum, ben hukuku savundum, ben sistemi savundum” demiştir.
“Ben yasalara, kurallara...”
BAŞKAN
– Sayın Selvi, bir dakikanızı rica edeyim.
Sayın
Köksalan, Genel Kurul salonunda devamlı telefonla konuşuyorsunuz.
Olmaz canım... Burası telefon salonu değil. Sabahtan beri
konuşuyorsunuz.
Rica
ediyorum, bu salonda telefonla konuşulmasın arkadaşlar.
Buyurun
efendim.
M. CEVDET
SELVİ (Devamla) – Sayın Bakan, sistemi koruduğunu, kim olursa
olsun, gücü ne olursa olsun, hukuka, Anayasaya ve yasalara karşı ve
onun dışında herhangi bir hareket yapma hakkının
olmadığını defalarca anlatmıştır,
söylemiştir; ama, Sayın Bakanın konuşmalarını ve
uygulamalarını dikkatle izlediğimizde, bu sözlerinin çok
dışında hareketler ve tavırlar içinde olduğunu
görürüz. Hemen bir tanesi, bu kürsüden “ben yüksek bürokratlarımı
değiştiririm, siz de değiştirdiniz” ve “iş bilenin,
kılıç kuşananın” demesiyle beraber, işte
saydığım yasaları, hukuku çiğneyerek sınav
yapmıştır. Arkasından, Sosyal Sigortalar Kurumu Yönetim
Kurulu Üyelerini, hiç de yasal olmayan ve kurallara uymayan bir şekilde
görevinden uzaklaştırma girişiminde bulunmuş, bunun
kavgasını sürdürmüştür. Halil Tunç bunlardan birisidir.
Sayın Cumhurbaşkanı, 3 defa “yasaya, kurala uymayan bir istek”
diye reddetmiştir. Bir diğer yönetim kurulu üyesini görevinden
almıştır, idare mahkemesi başkanlığına
başvuran Artantaş, kararla geriye dönmüştür; ama, Bakan belirli
bir süre olmasına rağmen bunu kabul etmemektedir. Sayın Bakan,
bunları, bilmediği için değil, anlayışının
gereği olarak yapmaktadır. Sayın Bakan “ben,
memurlarımı kendim değiştiririm; benimle gelirler, ben
gittiğim zaman da sorun çıkarmazlar” gibi laflar söylemektedir. Bu,
yasaya ve hukuka aykırıdır, devletin
devamlılığına aykırıdır, 657
sayılı Yasanın 7 nci maddesine tamamen aykırıdır.
Devlet memurları, bu yasalar çerçevesi içerisinde görev yaparlar; yoksa,
gelen bakanın, giden bakanın arkasından değişmesi ve
değiştirilmesi gibi bir anlayış yoktur. Şu kısa
sürede, pek çok Çalışma Bakanı değişti; bütün bürokratları
değiştirmeye kalkarsanız, Sosyal Sigortalar Kurumunun,
dolayısıyla devletin işlerini çözemezsiniz. İşte, bu,
sakat bir anlayıştır, yanlış bir
anlayıştır.
BAŞKAN
– Sayın Selvi, 1 dakikanız var efendim.
M. CEVDET
SELVİ (Devamla) – Sayın Bakan “onlar yaptı, başkaları
yaptı” diye kendisini savunmaya kalkmaktadır.
Yanlışları örnek göstererek yeni yanlış yapma
hakkı kimseye ait değildir. Sayın Bakan, bu şikâyetleri
yapmak yerine, hukuka, yasalara uymalıdır; orada bir
yanlışlık varsa, yetkisi var, ipleri kurtarıp, o yanlışların
hesabını sorma gibi bir görevi vardır.
Sayın
milletvekilleri, bu gensoru önergesi çok önemli. Eğer, bu sınav için
verilen gensoru, basitçe, bir beceriksizlik, başarısızlık,
olayı kavrayamama biçiminde değerlendirilirse, bu gensoruya mutlaka
olumlu oy vermek lazımdır; çünkü, bir sınavı dahi kurallara
uygun, adil şekilde yapamayan bir Bakan ve Bakanlığın daha
fazla durması, diğer sorunların çözümlenmeyeceğine, daha
derinleşeceğine ve yaygınlaşacağına işaret
eder. Bunun için, Sosyal Sigortalar Kurumunu en azından kurtarmak,
sorunlarının derinleşmesini önlemek için, bu gensoruyu mutlaka
olumlu oyla karşılamak gerektiğine inanıyorum. Olayı,
hayır, bu, beceriksizliğin,
başarısızlığın ötesinde bir olay diye
değerlendirirsek, hukuka saygısı olmayan, 65 milyonun önünde
herkesin gördüğü hukukdışı, yasadışı,
yönetmelik ve kuraldışı uygulamaları yapan ve bunlara,
kendi anlayışı doğrultusunda gerekçeler getiren bir bakan
hakkında verilen gensoruya, daha vahim olduğu için, mutlaka olumlu oy
vermek gerekir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN
– Sayın Selvi, süreniz bitti; lütfen, son cümlenizi söyler misiniz
efendim, rica ediyorum.
Buyurun.
M. CEVDET
SELVİ (Devamla) – İşte bu anlayışla, adil düzenin adil
sınavı hepimizi üzdü; iyi niyet ve küçük hatalar olarak göstermek
ise, bu açıklamalar ve uygulamalar karşısında mümkün
değil. Artık, bu Parlamentoda herkesin, her koşulda hukuka uyma
mecburiyetini kabul etmesini, Sayın Bakanın da bu anlayışa
uygun hareket etmesini dilerim.
Hepinize
saygılar sunarım. (DSP, ANAP ve CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Selvi.
Sayın
Selvi, eşekte kaç vites olduğunu tespit ettiniz mi?
M. CEVDET
SELVİ (Devamla) – Arkadaşlar araştırıyor.
BAŞKAN
– Peki, teşekkür ederim.
Sayın
milletvekilleri, söz sırası, DYP Grubu adına Sayın Yahya
Uslu’da.
Buyurun
Sayın Uslu. (DYP ve RP sıralarından alkışlar)
Süreniz 20
dakika.
DYP GRUBU
ADINA YAHYA USLU (Manisa) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sayın Necati Çelik
hakkında verilen gensoru görüşmeleri dolayısıyla,
Doğru Yol Partisi Grubu adına görüşlerimizi aktarmak üzere
huzurlarınızdayım. Sayın Başkan ve Yüce Meclise
saygılarımı sunuyorum. Değerli üyelerin ve yüce
milletimizin mübarek Ramazanı Şeriflerini de bu arada kutlamak istiyorum.
Bu Ramazanı Şerifin Türk Milleti için hayırlara vesile olmasını
Cenabı Hak’tan niyaz ediyorum.
Gensoru,
elbette, Yüce Meclisin denetim yollarından biridir. Hükümetlerin, onun
üyelerinin icraatlarını gözetlemek, Anayasaya veya meri kanunlara
uygun olup olmadığını denetlemek Yüce Meclisin en tabiî
haklarından biridir. Gensorunun intac ettiği hâsılaysa, bahse
konu bakanın düşürülmesini sağlamaktır. Böylesine ciddî bir
sonucu doğuracak muamelenin ciddî verilere dayandırılması
hususu izahtan varestedir. Aksi halde, Yüce Meclisin zamanının
boşa harcanmasına sebep olmaktan öteye bir işlem
yapmış olmayız.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; demokrasimizin 50 nci
yılını geride bıraktığımız şu
günlerde, yetmişyedi yıllık geleneğe sahip bir Türkiye
Büyük Millet Meclisimiz var. Ancak, yaşadığımız
demokratik süreçte, bu Meclis, bir muhtıraya, iki de ihtilale muhatap
olmuştur. Sebebi nedir? En azından zahirî sebep olarak, Meclisin iyi
çalışmaması, konsensüsün sağlanamayışı,
iktidar- muhalefet münasebetlerinin diyalogtan yoksun kavga ortamında
cereyan etmesi, sonuçta, demokrasiyi iyi kullanma becerisini
gösteremeyişimizi gösterebilir ve düşünebiliriz.
Parlamento,
kendi varlık sebebi olan bu demokrasiyi, bindiği dalı kesme
aracı olarak kullanmamalıdır. Eğer, bir musibet bin
nasihatten hayırlıysa, bize musibetler de kâr etmemiş demektir.
İktidarlar, demokratik yetkilerini muhalefeti susturma aracı olarak
kullanmamalıdır; muhalefet de anayasal denetim görevlerini,
münhasıran, iktidarı yıkma ve yıldırma aracı
olarak kullanmamalıdır. Her iki hal de fevkalade yanlış ve
tehlikelidir. Nitekim, yakın tarihimize baktığımızda,
bunun örneklerini görmekte zorlanmayız.
Araştırma,
soruşturma, gensoru müesseseleri, lüzumunda, yerinde, gerçekçi olarak, art
niyetten arınmış, popülist politikalar içermeyen, şov
kokmayan bir tarz içerisinde kullanılmalıdır; amaç-araç-sonuç
üçgeni iyi tespit edilmelidir; neyi amaçladığımızı iyi
bilmeliyiz, hangi araçları kullandığımızı iyi
bilmeliyiz, ne sonuç elde edeceğimizi de iyi tespit etmeliyiz. Maalesef,
bu gensoruda da üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek tercih
edilmiştir.
Geri dönüp,
Meclis zabıtlarına bir göz atarsanız, geçmişte de bu
tespitimizi haklı gösteren birçok örnekleri görmeniz mümkündür. Türk
demokrasisi, kurulduğundan bugüne, bu işlevlerinden dolayı hiç
de iyi sınav verememiştir; hangi açıdan; iktidar-muhalefet
ilişkileri açısından. Elli yıllık süreçte hep kavga,
hep çekişme, hep didişme vardır. Bunlar, hep, eleştiri
dozunu iyi ayarlayamayan parti liderleri ve parti sözcülerinin söylem
hatalarından kaynaklanmıştır. İktidar ve muhalefet
işlevi, şahsiyetçiliğe ve kişisel kimliğe
oturtulmuştur; sen-ben ekseninden kurtulup, siz-biz düzeyine dahi terfi
edememiştir. Kısır çekişmeler, namus tacirliği,
dürüstlük romantizmi hep öne çıkarılmıştır.
Halbuki
“kişinin ayinesidir işi, lafa bakılmaz” özdeyişini düstur
edinebilseydik; siyaset anlayışımızı sataşma,
karalama, engelleme yerine, iş ve çözüm üretme bazına
oturtabilseydik, gelişmişlik düzeyimiz, herhalde şimdiki
bulunduğumuz nokta olmazdı, belki bir İspanya seviyesini
yakalamış olurduk, demokrasimiz de Batı demokrasilerinin
kıvamına ulaşmış olurdu. Görülen o ki, yetmişdört
yıllık cumhuriyet, ellibir yıllık demokrasi tecrübemiz de
bizi olgunluğa eriştirememiştir. Bu tespit, bugün dahi geçerlidir.
Bu
kısır döngü bizim kaderimiz olmamalı; çünkü, Türkiye, bayram
yerinde değil, harman yerindedir. Her işini bitirmiş,
kalkınmasını tamamlamış, refah seviyesini
yakalamış bir ülke değildir bizim ülkemiz. Keşke öyle olsa
da, bu gibi beyhude meşgaleleri bayram cümbüşü olarak
kabullenebilsek. Oysa, ülkemiz -evet, tekrar ediyorum- harman yerinde
bulunmaktadır. Ne demek bu; ter dökmek, efor sarf etmek, performans
göstermek, çalışmak durumundayız, milletin meselelerini çözmek
durumundayız.
Türkiye
Büyük Millet Meclisi, halkın sorunlarına çözüm aramak, ekonomik ve
sosyal yaralar için tedavi yöntemleri bulmak ve iyileştirme reçeteleri
hazırlamak zorundadır. Yazık oluyor halkımıza. Beyhude
konuları gündem yapıp, zaman israfına neden
olmamalıyız. Sen - ben kavgalarına bir son vermemizin
zamanı geldiğine inanıyorum.
Sayın
Başkan, muhterem milletvekilleri; demokrasimiz 50 yaşında,
olgunlaşmış olması lazım; oysa, hiç de olgunluğa
yakışır bir Meclis portresi çizemiyoruz. İnanın,
millet, bizi ibretle seyrediyor, gülüyor. Siz, milletvekilleri olarak, fanatik
partici bireylerin dışında kalan halka bir sorun ya da
gözlemleyin, dinleyin; Meclise verilen puanların iyi
olmadığını göreceksiniz. Milletvekillerinin Meclisteki
tavır ve hareketleri, halkımızca tasvip görmemektedir. Halk,
hoşgörü ve diyalogta, bizden çok daha ileridedir; partiler, birbirleri
arasındaki münasebetlerde, tabanda, bizden çok daha ileridedir.
Halkın gerisinde seyreden bir Meclis olmaktan süratle
çıkmalıyız. Bu demokrasi, 20 yaşında değil,
şebabet devrini de yaşamıyor; yarım asırlık
yaştadır. Bizler de, o olgunluk duygusunu
paylaşmalıyız. Kurumları oturmuş, teamülleri
oluşmuş, gelenekleri olgunlaşmış olması
lazım. İktidar - muhalefet ilişkilerinin seviyeli olması
lazım. Bu platformun, sadece milletin meselelerinin konuşulduğu
yer olması lazım.
Biraz önce
konuşan parti sözcülerimiz, bu söylediklerimize sanki kulak
tıkarcasına, geçmiş olaylardan bahsederek, bakınız ne
diyorlar: Cumhuriyet Halk Partisi değerli sözcüsü, meseleyi dönüp
dolaştırıp TOFAŞ, TEDAŞ konusuna getiriyor. Yani,
Komisyondan çıkmış, mesele bitmiş ve konu, Meclisin konusu
olmaktan çıkmış bir noktadayken biz ne yapıyoruz; hemen
geri dönüyoruz “hani vardı ya” der gibilerden, TOFAŞ, TEDAŞ
meselesine dönüyoruz. Tekrarında ne fayda var, soruyorum; ama, biz
hoş görüyoruz. Neden; neden biliyor musunuz değerli üyeler; çünkü,
ramazan ayındayız, temcit pilavına ihtiyaç vardır...
Varsınlar söylesinler.
DSP sözcüsü
de, bu arada, yine, Genel Başkanımızın
konularının kapanması için bu imtihanların
açıldığından dem vuruyor. Yanlış bir söylem bu
da. Yani, bu gibi meseleleri gündem yapıp bu kürsülere taşımakta
fayda olduğunu sanmıyorum.
Sayın
Başkan, bu gensorunun içeriğinde, ciddî ve verilişini haklı
kılacak bir sebep görmüyoruz. Bize göre, incir çekirdeğini
dolduramayacak kadar sığ, küçük isnatlarla, Yüce Meclisin gündemini
boşa harcamaktan öte bir işlem yapmış
olmayacağımız aşikârdır. Sonucu önceden belli bir
muameledir bu.
Bir
atasözümüzü burada zikretmeye değer buluyorum, o da şu: “Akıl
ermeyince neylesin sakal, kayışı dağa
ağdırmış çakal.” Ne demek; yani, başta akıl yoksa
sakal ona ne yapsın... (CHP sıralarından “Bravo” sesleri,
alkışlar [!]) Hani, akıllı olmayan sakallı olsa ne
olur; kayışı et sanıp dağa çıkaran çakalın
durumuna düşer. Deriden yapılmış kuru kayışı
dağa çıkaran çakal, onu çiğneyerek su
çıkaramazmış; ama, dişlerini kırar,
ağzını yorarmış, başka bir şey
olmazmış.
Değerli
üyeler, sakal, tabiî, bir bilgeliğin, bilginliğin, olgunluğun,
kocalığın, hatta, liderliğin sembolüdür. Aklı da,
sakalı da yerinde kullanmak lazım. Adınızın Müslüm
olması bir şey ifade etmez ya da sizi Müslüman kılmaz. Meclis
üyelerimize kanunlarla verilen haklar mutlaka yerinde
kullanılmalıdır; bunu ondan söylüyorum. Kurumları,
kuralları tahrip etmemeliyiz, dejenere etmemeliyiz. Geçmişten ders
almazsak geleceğe güvenle bakamayız; bunu, her zaman söyler dururuz.
Bu Meclis,
çok tekdire uğramıştır. Buraya dikkatinizi çekiyorum;
takdire demiyorum, tekdire uğramıştır; kesintiye
uğramış, askıya alınmıştır. Neden? Sen
ben kavgalarından, sert ve hırçın
davranışlarından, yıkım müteahhitliğini marifet
saymasından, kendi kendisini tahrip etmesinden askıya
alınmıştır. Bakınız, Ziya Paşa’nın bir
beytini burada söylemek istiyorum:
“Nush ile
uslanmayanı etmeli tekdir,
Tekdir ile
uslanmayanın hakkı kötektir.”
İmza:
Ziya Paşa
Ancak, bu
mısraın altına geçmişte çok değişik paşalar
imza koymuş, uygulamıştır. Belki, bir tarihî hatayı,
bir ilkel işlemi ve bir şarklı kafa ürününü, Arap
toplumlarına yaraşır bir işlevi tekrar edecek, artık,
paşalarımız da yoktur; inanıyorum. Böyle bir şeyin,
bundan sonra, bu tarihten sonra düşünülmesi de, herhalde, hataların
en büyüğü olacaktır.
Meclis
üyelerimiz, parti liderlerimiz bu beyti bir kere daha okumalıdırlar,
sandıkta halktan yedikleri köteği unutmamaları için.
Bakınız, koca koca partiler ne hale gelmiş; hangi seviyelerden
hangi seviyelere getirmiş bu millet sizi. Yüzde 50 oylardan nerelere
gelmişsiniz... Bunlar birer kötektir. Bunlar, milletin size
yaptığı nasihatlerı tutmamanızdan
kaynaklanmıştır. Halkın tekdirinden herhangi bir yarar
çıkarmadığınızdan bu derekelere düşmüştür
partilerin durumu. (DYP sıralarından alkışlar)
Son
günlerdeki olaylar Türkiye’yi arapsaçına döndürmüştür.
FERİDUN
PEHLİVAN (Bursa) – Yine müdafaa ediyorsun...
YAHYA USLU
(Devamla) – Bakınız, koca koca parti liderleri, devletin
kurumlarına inanmadıklarını söylemektedirler; teftiş,
tetkik, komisyon veya inceleme kurumlarından yargı birimlerine
varıncaya kada,r dürüst bulmadıklarını, hep, taraflı
olabileceklerini dile getirmektedirler. Suçun tespitindeki bu yasal görevlilere
inanmamakla kalmıyorlar -Türkiye Cumhuriyetinde suçun tespiti için
kullanacağımız başka kurum ve kurallar var mı? Bunlar
kullanılıyorsa neden inanmıyorsunuz; inanmamakta neden
ısrar ediyorsunuz, sormak lazım. Bunlara inanmamakla kalmıyoruz-
İtalyan savcılardan yardım ister hale geliyorlar. Ne yazık
ki, sıradan bir yabancı savcıdan reçete bekliyorlar. Ne üzücü
bir manzara. Başbakanlık yapmış, Başbakan
Yardımcılığı yapmış koskoca liderlerimizin
düştüğü bu durum fevkalade calibi dikkattir (DYP
sıralarından alkışlar)
FERİDUN
PEHLİVAN (Bursa) – Allah senin liderinin düştüğü duruma
düşürmesin!..
YAHYA USLU
(Oevamla) – Evet, fevkalade calibi dikkatttir, dikkatlerinizi çekiyorum. Böyle
bir açıkoturuma, Türkiye Cumhuriyetinin büyük partilerinin
başkanlarının gelip oturması calibi dikkattir; başka
sözcük kullanmak istemiyorum. Belki bir görevli gönderebilirlerdi. Daha iyi
olurdu başka bir görevli gönderselerdi. Ne idiği belirsiz,
sıradan bir İtalyan, yabancı bir savcının
karşısına geçip Türkiye meselelerinin reçetesini aramak herhalde
üzücü!.. Üzücünün ötesinde utanç verici bir hadisedir... (DYP
sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
AHMET ALKAN
(Konya) – SSK’ya işçi alımıyla ne alakası var?
BAŞKAN
– 2 dakikanız var efendim.
YAHYA USLU
(Devamla) – İtalya’nın sakallı savcısından bir nevi
destek bekler durumdaydılar; sanki gözünün içine bakıyor hale
gelmişlerdi.
Değerli
milletvekilleri, düştüğümüz durum, demokrasimizin kuruluşundan
bugüne kadar bu Meclislerin içinde bulunduğu durumu tespit etmeye
çalıştığım noktalardan bir tanesi de bu; gelmek
istediğim yer yahut da ifade etmek istediğim noktalardan birisi de
bu. Liderlerimiz böyle bir açıkoturumda neden olsunlar?! Kim, kime
karşı oturuyorsunuz?
Bir
şeyi daha burada söylemek istiyorum değerli milletvekilleri...
BAŞKAN
– Konuya bağlı konuşur musunuz efendim... Konuya bağlı
konuşun. O biraz konumuz dışında.
YAHYA USLU
(Devamla) – Konuya bağlı konuşuyorum.
REFİK
ARAS (İstanbul) – Neresi bağlı, neresi?
YAHYA USLU
(Devamla) – Bu, konuya bağlı işte. Bu, esas konuya
bağlı.
Sayın
Başkan, bir şey daha söylemek istiyorum. Parti liderlerimizin,
partilerimizin, böyle konularda, yabancılardan medet umması
doğru mu yahut da yabancıların fikirlerinden, sıradan bir
adamın fikirlerindan yararlanmaya kalkması doğru mu? Doğru
değil. Bu, benim tespitim. Kendi namı hesabıma söylüyorum,
kusura bakmayın; ben utandım.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN
– Sayın Uslu, süreniz bitti. Lütfen, son cümlenizi söyler misiniz efendim.
YAHYA USLU
(Devamla) – Sayın Başkan, son cümlemi de bitiriyorum.
Savcıya
“siz olsanız ne yapardınız” diye soruyorsunuz. Böyle bir
şey de olmamalıdır. Eğer, Türkiye’de iktidar olsanız,
acaba, siz, İtalya’dan savcı ithal edip adaleti teslim mi
edeceksiniz? Kendi savcısına, kendi yargıcına güvenmeyen
bir Türk tasavvur edemiyorum.
Bir ara, bir
liderimizin Aczmendiler hakkında konuştuğunu ve
karşısındakinin de sakallı olduğunu unuttuğunu
görüyorum.
Sayın
Başkanım, değerli milletvekilleri; şu noktada şunu
söylemek istiyorum: Ey Atatürk, kendi hekimine, kendi hâkimine güvenmeyenlere
kalk da bir bak; oysa, sen “Beni Türk hekimlerine teslim ediniz” diyor, vasiyet
ediyordun...
BAŞKAN
– Efendim, lütfen... Rica ediyorum, son cümlenizi söyleyin.
YAHYA USLU
(Devamla) – Son cümlemi söylüyorum.
“Ne mutlu
Türküm diyene” diyerek haykırıyordun. “Türk Milleti zekîdir,
çalışkandır” diyordun; bakınız, ne hale gelmiş!..
“Türk, öğün, çalış, güven” diyordun... Muhtaç olduğu
kudreti damarlarındaki asil kanda arayacakları görüyor musun diye
haykırmak geliyor...
Değerli
milletvekilleri, sözümü burada bağlıyorum. Önünde de söylediğim
gibi, bu gensoru önergesinin neticesinin ne olacağı bellidir.
Arkadaşlarımızın verdiği gensoru önergesinin, bu
nedenlerle, gündeme alınmasının doğru olmayacağı
kanaatini, Doğru Yol Partisi Grubu adına ifade ediyor; hepinize
saygılarımı, sevgilerimi sunuyorum. (DYP ve RP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Uslu.
Sayın
milletvekilleri, gensoruyla ilgili olarak gruplar adına yapılan
konuşmalar bitmiştir.
Efendim,
İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Moğultay, gönderdiği bir
pusulada “Refah Partisi sözcüsü, konuşmasında, 1993 yılında
İsmail Uçar’ın usulsüz olarak işe
alındığını ileri sürmüştür. Bu tarihte ben
Bakandım. Bu konuda açıklık getirmek istiyorum” diyor.
Buyurun,
yerinizden bir açıklık getirin efendim. (CHP sıralarından
gürültüler, “kürsüden konuşsun” sesleri)
Olur mu
canım!.. Takdir hakkı benim;
müsaade edin...
Buyurun
yerinizden söyleyin.
AYHAN FIRAT
(Malatya) – Sizin takdirinizi biraz önce gördük Sayın Başkan!..
BAŞKAN
– Bir dakika efendim... Rica ediyorum.
AYHAN FIRAT
(Malatya) – Biraz önce gördük takdirinizi!..
BAŞKAN
– Bir dakika efendim...
Buyurun
efendim.
MEHMET
MOĞULTAY (İstanbul) – Sayın Başkan, niçin orada
konuşmuyorum?..
BAŞKAN
– Efendim, oradan söyleyin...
DENİZ
BAYKAL (Antalya) – İddia orada söylendi, cevap da orada verilecek.
NİHAT
MATKAP (Hatay) – Biraz rahatsız; oraya gelsin...
BAŞKAN
– Efendim, oradan söyleyin, tamam...
ÜLKÜ GÜNEY
(Bayburt) – Hayır... hayır...
BAŞKAN
– Buyurun efendim, buyurun söyleyin...
MEHMET MOĞULTAY
(İstanbul) – Sayın Başkan, niçin oradan değil?..
BAŞKAN
– Efendim, oradan söyleyin; fark etmez burayla orası.
ÜLKÜ GÜNEY
(Bayburt) – Hayır, duymuyoruz...
BAŞKAN
– Hayır efendim, oradan açıklayın işte... Kısa bir
açıklama yapın. Açıklayacaksanız açıklayın
canım, açıklamıyorsanız...
EYÜP
AŞIK (Trabzon) – Niye oradan?..
BAŞKAN
– Hayır efendim... Açıklama yapmak istemiyorsanız...
Açıklayacak
mısınız?..
MEHMET
MOĞULTAY (İstanbul) – Oraya çıkıp konuşayım...
BAŞKAN
- Efendim, oradan açıklayın...
MEHMET
MOĞULTAY (İstanbul) – Ama, efendim...
BAŞKAN
– Hayır efendim, oradan açıklayın...
MEHMET
MOĞULTAY (İstanbul) – Sataşmaya meydan vermeden... Niçin oradan
müsaade etmiyorsunuz?..
NİHAT
MATKAP (Hatay) – Rahatsız efendim...
BAŞKAN
– Efendim, oradan açıklayın.
MEHMET
MOĞULTAY (İstanbul) – İki cümle söyleyeceğim Sayın
Başkan.
BAŞKAN
– Hayır efendim, oradan açıklayın. (CHP sıralarından
gürültüler)
Efendim, bu,
ilk yaptığım bir şey değil ki...
Açıklayacaksanız açıklayın; açıklamayacaksanız
geçeceğim...
MEHMET
MOĞULTAY (İstanbul) – İki cümle efendim...
BAŞKAN
– Hayır efendim, oradan söyleyin... Oradan söyleyin canım ne olur?..
(CHP sıralarından gürültüler, sıra kapaklarına vurmalar)
Efendim, bu
iş inada gelir mi yani?..
MEHMET
MOĞULTAY (İstanbul) – Sayın Başkanım, Refah Partisi
sözcüsü, konuşmasında “1993 yılında İsmail Uçar isimli
birinin usulsüz işe alındığını” söylemiştir.
1993 yılında Bakanlık yaptığım dönemde,
İsmail Uçar, 657’ye göre değil... (CHP sıralarından
gürültüler, “biz duymuyoruz” sesleri, sıra kapaklarına vurmalar)
DENİZ
BAYKAL (Antalya) – Duymuyoruz kardeşim... Duymuyoruz...
BAŞKAN
– Tamam efendim...
ALİ
RIZA BODUR (İzmir) – Çamur at izi kalsın; olur mu?!.
MEHMET
MOĞULTAY (İstanbul) – ...işçi statüsüne göre, hükümlüler
faslından işe alınmıştır; hükümlülerle ilgili
olarak İş ve İşçi Bulma Kurumundan hükümlüler faslı
izni alınarak... Dolayısıyla, 657’ye tabi bir işlem yoktur.
İşlem tamamen hükümlüler faslından ve İş Kanununa göre
yapılmıştır.
BAŞKAN
– Teşekkür ederim. Mesele anlaşılmıştır.
AYHAN FIRAT
(Malatya) – Bak da, doğruyu öğren.
BAŞKAN
– Şimdi, söz sırası, hakkında gensoru verilen Sayın
Çalışma Bakanında.
Çalışma
Bakanı Sayın Necati Çelik, buyurun. (RP ve DYP sıralarından
alkışlar)
Süreniz 20
dakika.
AYHAN FIRAT
(Malatya) – Taraflı davranma.
BAŞKAN
– Taraflılığı sizden öğrenmem. Lütfen, susar
mısınız... Size söz verdim mi?.. Lütfen yerinize oturur
musunuz...
AYHAN FIRAT
(Malatya) – Biraz önce ispatladınız.
BAŞKAN
– Açıklama hakkını verdim. Allah, Allah...
DENİZ
BAYKAL (Antalya) – Yazıklar olsun sana!..
BAŞKAN
– Sayın Bakan, ne bağırıyorsunuz?..
Bir
dakika... Açıklama hakkını vermedim mi; verdim.
DENİZ
BAYKAL (Antalya) – Yazıklar olsun sana!..
BAŞKAN
– Siz Genel Başkan olarak geçmişte, yerinizde...
DENİZ
BAYKAL (Antalya) – Yazıklar olsun sana!..
BAŞKAN
– Ben de size başımı sallarsam iyi sallarım...
Lütfen,
oturur musunuz yerinize...
DENİZ
BAYKAL (Antalya) – Neden kürsüden söyleme fırsatı vermiyorsun?!
Suçlamayı oradan yaptırıyorsun; cevaplama hakkını
oradan vermiyorsun. Kürsünün şerefini kötüye...
BAŞKAN
– Ben açıklama hakkını verdim; oradan müdahale etme
hakkınız yok; tamam mı?!. (CHP sıralarından
gürültüler, sıra kapaklarına vurmalar; RP sıralarından
alkışlar)
DENİZ
BAYKAL (Antalya) – Yakışmıyorsun o kürsüye!.. Yazıklar
olsun sana!..
BAŞKAN
– Şimdi, böyle, kürsüyü tehdit etmekle, beni tehdit etmekle bir yere
varamazsınız...
DENİZ
BAYKAL (Antalya) – Yakışmıyorsun o kürsüye!..
ALGAN
HACALOĞLU (İstanbul) – Ayıp!.. Ayıp!..
BAŞKAN
– Ben, sizin tehditlerinize gelmem; istediğiniz gibi konuşun! (CHP sıralarından
gürültüler)
Efendim,
susar mısınız... Lütfen, susar mısınız...
Sayın
Bakan, buyurun, konuşma süreniz 20 dakika.
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Kocaeli) –
Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; Cumhuriyet Halk
Partili birkısım milletvekilinin SSK sınavıyla ilgili
olarak, hakkımda verdikleri gensoru önergesi üzerine, Hükümet adına
söz almış bulunuyorum. Sözlerime başlarken Yüce Heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından gürültüler)
ALGAN
HACALOĞLU (İstanbul) – Hükümet adına olur mu Sayın Bakan?
Şahsı adına...
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri...
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Hükümet
adına olur mu Sayın Bakan?!.
BAŞKAN
– Efendim, ne diyorsunuz?.. Bir dakika, susun!..
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) – ...bu
sabırsızlığınızı anlayamıyorum; nedir
telaşınız?!. (CHP sıralarından gürültüler)
AYHAN FIRAT
(Malatya) – Devam et sen!.. Devam et!..
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) – Ben
sözcünüzü, hem de 2 sözcünüzü sabırla dinledim. Bakınız,
dinlemeyi öğrenmezseniz, dinlenmezsiniz. Önce, bir dinlemeyi öğrenin.
(CHP sıralarından gürültüler)
Sayın
Başkan, bunları, süremden lütfen düşünüz.
BAŞKAN
– Bir dakikanızı rica ediyorum.
Sayın
Arkadaşlar, bakın, burası Türkiye Büyük Millet Meclisi...
Sayın
Baykal, bana başınızı sallamayın. Ben de size
başımı sallarsam, iyi sallarım, tamam mı!.. (CHP
sıralarından gürültüler)
DENİZ
BAYKAL (Antalya) – Yazıklar olsun sana!..
BAŞKAN
– Onun için, lütfen, burada, bir genel başkan
ağırlığı içinde hareket edin. (CHP
sıralarından “Yuh” sesleri, gürültüler)
BAŞKAN
– Buyurun, buyurun efendim.
ADNAN
KESKİN (Denizli) – Terbiyesiz herif, eşkiya mısın sen!..
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) – Sayın
Başkan...
ADNAN
KESKİN (Denizli) –Ahlaksız herif!.. Ayıp!... Ayıp!..
BAŞKAN
– Efendim, Genel Başkanınıza söyleyin!..
Oturur
musunuz yerinize!.. (CHP sıralarından gürültüler)
ADNAN
KESKİN (Denizli) – Sen kimsin!... Sen, saygısız adamın
tekisin!..
Saygısız
adam, kime yaranmaya çalışıyorsun?!.
BAŞKAN
– Sayın Keskin, bağırmaya gerek yok. Genel
Başkanınıza söylüyorum. Orada başını
sallamanın bir anlamı yok.
ADNAN
KESKİN (Denizli) – Hangi niyetle oturuyorsun orada?!.
BAŞKAN
– Lütfen, oturur musun yerine!..
ADNAN
KESKİN (Denizli) – Oturmuyorum!.. oturmuyorum!..
BAŞKAN
– Meclis çalışmalarını aksatıyorsunuz. Bakın,
ceza vereceğim size.
ADNAN
KESKİN (Denizli) – Senin gibi Başkan olmaz!.. Senden Başkan
olmaz!..
BAŞKAN
– Buyurun efendim.
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri...
ADNAN
KESKİN (Denizli) – Kimsin sen kim?!. Kimsin sen?!
BAŞKAN
– Oturur musunuz yerinize!.. Oturur musunuz yerinize!.. (CHP
sıralarından gürültüler)
ADNAN KESKİN
(Denizli) – Oturmuyorum!..
BAŞKAN
– Otur yerine!..
Sayın
Keskin, size bir uyarma cezası vereceğim... Oturur musunuz
yerinize!..
Buyurun
Sayın Bakan.
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) – Kamuoyu,
sizin düştüğünüz bu tabloyu izliyor Sayın Cumhuriyet Halk
Partililer. (CHP sıralarından gürültüler)
ADNAN
KESKİN (Denizli) – Saygısız herif!.. Kimsin sen!..
BAŞKAN
– Sayın Keskin, yerine oturur musun!.. Bana
bağıracağına Genel Başkanına bağır;
Meclis Başkanını tehdit ediyor.
Evet,
buyurun.
ADNAN
KESKİN (Denizli) – Niye bağırıyorsun!.. Kime
bağırıyorsun!..
BAŞKAN
– Lütfen, oturur musunuz yerinize!..
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri;sözlerimin hemen başında, şunu bütün
içtenliğimle ifade ediyorum: Cumhuriyet Halk Partisinin bu telaşı
da beni teyit etmektedir ki, gensoru önergesi, suçluluk telaşıyla ve
tamamen intikam duygusuyla verilmiştir. (RP sıralarından “Bravo”
sesleri, alkışlar; CHP sıralarından gürültüler)
Sayın
Matkap, daha önce bu kürsüde yaptığı bir konuşmada,
mert-namert tartışmasına girmiştir; ben, Yüce Meclisin
mehabetine uygun olarak, konuşmamı, bu seviyeye düşürmek
istemiyorum. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
OYA ARASLI
(İçel) – Düşürmeyin.
AYHAN FIRAT
(Malatya)– Allah, allah!
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) – Ne var ki,
bir hususa, yüksek müsaadelerinizle işaret etmek istiyorum: Sayın
Matkap ve Sayın Cumhuriyet Halk Partililer; benden önceki ANAP’lı
Sayın Bakan, sizin dört yılınızla ilgili olarak
müfettiş incelemesi istemiş ve inceleme sonuçları fevkalade
ciddî bulunmuş, ben de, bu incelemeleri soruşturmaya
dönüştürdüm; telaşınız bundandır.
AYHAN FIRAT
(Malatya) – Dönüştür_ Dönüştür...
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) – Bana, geri
adım attırmak istiyorsunuz,... Beni sindirmek istiyorsunuz...
NİHAT
MATKAP (Hatay) – Ayıp ediyorsun, ayıp...
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) – ...ama, bu
kürsüden ifade ediyorum ki, Türkiye’nin sahipsiz
olmadığını, SSK’nın sahipsiz
olmadığını göstermek boynumun borcudur. (RP sıralarından
alkışlar)
AYHAN FIRAT
(Malatya) – Yaptırmayan namerttir.
İRFAN
GÜRPINAR (Kırklareli) – Yedi
aydır, neredeydin; yedi aydır?!.
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) – Değerli
Başkan, değerli milletvekilleri; üzülerek ifade ediyorum, gensorudaki
iddiaların tümü; ama, tümü, gazete bilgilerine dayanmaktadır. Ne
yazık ki, gensoruyu verenler, ne 657 sayılı Kanunu
okumuşlardır ne SSK Personel Yönetmeliğini
okumuşlardır. Tamamen, gazete bilgilerine dayalı olarak bu
gensoruda iddialar bir bir sıralanmıştır; bu hususu,
Muhterem Heyetinizin bilgilerine sunmak istiyorum.
Malum,
Anadolu’da bir deyim vardır: Ahaliyi nasıl bilirsiniz? Kendimiz gibi_
Cumhuriyet Halk Partililer; siz, esasen, bu gensoruyla kendinizi ele verdiniz,
kendinizi tarif ediyorsunuz_(RP sıralarından “Bravo” sesleri,
alkışlar)
BAŞKAN
– Sayın Bakan, lütfen, isim zikretmeyin. Rica ediyorum_
Siz cevap
verin efendim.
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) – ...ve
şimdi...
AYHAN FIRAT
(Malatya) – Senden önce konuşan ANAP’lı Bakan ne dedi?..
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) – ...ve
şimdi, bakınız, hem iddialarınızı bir bir
çürüteceğim hem de dört yılınızı, Muhterem Heyetin ve
muhterem kamuoyunun önüne koyacağım.
NİHAT
MATKAP (Hatay) – Önce iddialara cevap ver...
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) – Cumhuriyeti
korumak mı amacınız ve faaliyetleriniz; yoksa, cumhuriyeti
yıkmayı hedefleyen insanları, devletin kurumlarına
doldurmak mıdır faaliyetiniz, bütün bunları bir bir
sergileyeceğim burada. (RP sıralarından alkışlar; CHP
sıralarından gürültüler)
MUSTAFA
YILDIZ (Erzincan) – Senin gibi düşünenlerden kurtarmaktır.
YUSUF ÖZTOP
(Antalya) – Sen, hesap ver önce...
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) – Muhterem
Başkan, muhterem milletvekilleri; biz, hizmet etmek istiyoruz; ben, bu
Bakanlıkta hizmet etmek istiyorum. Daha önce de söyledim; hem
şahsım adına hizmet etmek istiyorum hem Partim adına hem de
mensubu olmakla şeref duyduğum işçi kitlesi adına...
YUSUF ÖZTOP
(Antalya) – Sen bunu söyleyemezsin!..
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) – ...ben bu
Bakanlıkta hizmet etmek istiyorum. Dolayısıyla, ben,
geçmişi tartışmak yerine, bugünü ve geleceği keşke
konuşma imkânımız olsaydı diyorum.
Cumhuriyet
Halk Partililere, bu kürsüden, birkaç kez, imalı olarak, dostça bir
uyarıda bulundum “SSK yönetimiyle aramda güven bunalımı
doğmuştur; ben, bu kadrolarla çalışamam dedim” ve çok
açık yüreklilikle, ne yapmak istediğimi de söyledim. Evet, üst düzey
bürokratları değiştireceğimi huzurlarınızda ifade
ettim; ben bunu gizlemiyorum ki. Niçin; güven bunalımı doğdu
aramda; daha sonra, güven bunalımını Muhterem Heyete
sunacağım.
M.
ERDOĞAN YETENÇ (Manisa) – Tarikatları anlat!..
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) – Muhterem
milletvekilleri, ne var ki, Cumhuriyet Halk Partililer, beni anlamadılar,
âdeta arandılar; günah benden gitti.
YUSUF ÖZTOP
(Antalya) – Ne demek?!.
ALGAN
HACALOĞLU (İstanbul) – Ne demek, arandılar?!.
NİHAT
MATKAP (Hatay) – Sayın Başkan, dikkatli üsluba davet edin.
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) – Muhterem
Başkan, muhterem milletvekilleri; şimdi, izin verirseniz...
NİHAT
MATKAP (Hatay) – Sayın Başkan, dikkatli üsluba davet edin.
BAŞKAN
– Sayın Bakan, rica ediyorum; hiç isim zikretmeden konuşun efendim.
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) –
...sınava ilişkin iddiaları bir bir cevaplamak istiyorum.
Muhterem
milletvekilleri, SSK sınavı, SSK Personel Yönetmeliğine göre,
baştan sona düzenlenmiş ve gerçekleştirilmiştir. Allaha
şükürler olsun, 90 bin kişi müracaat etmiş, 78 bin kişi bu
sınava girmiş ve hiç kimsenin burnunu kanatmadan -memnuniyetle ifade
ediyorum ki- bu sınavlar sonuçlandırılmıştır.
ALİ
RIZA BODUR (İzmir) – Yüreğini kanattınız, yüreğini!..
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) – Benden önceki
bütün yönetimler de bu yönetmeliğe dayanarak sınav
yapmıştır.
Değerli
milletvekilleri, niçin, sınav, bölgelerde veya illerde
yapılmamıştır? Evet, bu, bilinerek,
tartışılarak böyle yapılmıştır; şayet,
bölgelerde ve illerde sınavın yapılması mümkün olsaydı
bunu yapardık. Şimdi, sınavın merkezde
yapılışının, sınavın iptaline veya gensoruya
neden yapılmasını anlamak mümkün değil.
Değerli
arkadaşlarım, bakınız, 2 500 kişinin
alınacağı sınava 90 bin kişi başvuruyorsa,
işin bünyesinde bu tartışmalar olacaktır, vardır.
Şimdi,
sınavla ilgili “sınavda kepazelik” gibi, gazete
beyanlarını, kupürlerini buraya getirdiniz. İşte, sizin,
daha önce, 1993’te yaptığınız sınavlara ilişkin
de aynı beyanlar yapılmıştır: “Bir sınav rezaleti
daha...” İşte, bir sayın bakana atfen “suç kanıtı...”
İşte “sınav rezaleti...” “Bu sınav iptal edilmeli...”
Dolayısıyla, değerli arkadaşlarım, işin
bünyesinde, işin tabiatında bu vardır, bunu kabul etmek
lazım ve işsizliğin sorumlusu ne Partimdir ne
şahsımdır; bu hususu da Muhterem Heyetin bilgilerine,
takdirlerine sunuyorum.
EMİN
KARAA (Kütahya) – İllerde niye olmuyor?..
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) – Değerli
arkadaşlarım, bakınız, illerde ve bölgelerde bu sınav
açılsaydı, asgarî 500 bin müracaatın olacağı tahmin
edilmiştir. (DSP sıralarından “olsaydı” sesleri) Bu
sınavı hiç kimsenin yapma şansı yoktur.
AYHAN FIRAT
(Malatya) – Daha önce yapılmış...
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) – Nitekim, siz,
1993’te böyle bir sınav açmışsınız, 130 bin müracaat
olmuş.
AYHAN FIRAT
(Malatya) – Ee, olabilir...
EMİN
KARAA (Kütahya) – O zaman, Almanya’da yapsaydınız 30 bin kişi
katılırdı!
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) – Değerli
arkadaşlarım, her gün, SSK hastanelerinde, insanlar itilip
kakılıyor, kuyruklarda çile çekiyor. SSK’nın 10 bin eleman
ihtiyacının bir şekilde karşılanması lazım.
Ben, bunu yapıyorum. Siz, şayet, 90 bin insanın, müracaat
ederken birkaç saat çile çekmesini fevkalade önemsiyorsanız, her gün, SSK
hastanelerinde, poliklinik kuyruklarında, ilaç kuyruklarında,
onlarca, yüzlerce insanın; her gün 25 milyon insanın çile çekmesini,
niye gözardı ediyorsunuz? Burada amaç, insanları düşünmek
değil, duygu sömürüsü yapmaktır, duygu sömürüsü... (RP sıralarından
alkışlar)
Değerli
milletvekilleri, müracaatçıların bir kısmının
başvuru formu bulamadığı iddiası doğru
değildir; 300 bin form bastırılmıştır ve herkes,
formu çok rahatlıkla almıştır.
657
sayılı Devlet Memurları Kanununda ve SSK Personel Yönetmeliğinde,
memuriyete giriş için asgarî yaş öngörülmüştür; ama,
değerli milletvekilleri, azamî yaş sınırı yoktur. (CHP
sıralarından gürültüler)
AYHAN FIRAT
(Malatya) – Olur mu... 50 yaşındaki adam sınava
katılır mı!..
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) –
Dolayısıyla, biz de, 18 yaşı koyduk; ama, üst
sınırı koymadık. Ne SSK Personel Yönetmeliğinde üst
yaş sınırı vardır ne de 657 sayılı Devlet
Memurları Kanununda vardır. Biraz bunları okuyun... (CHP
sıralarından “30” sesleri)
AYHAN FIRAT (Malatya)
– Cehalete bak, cehalete!..
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) – Değerli
milletvekilleri, ilanda açıklandığı üzere, sınav, test
yöntemiyle yapılmıştır. Yazılı sınav, hava şartları
nedeniyle kısa bir süre ertelenmişse de, ilanda, sınavın 28
Kasım 1996’dan itibaren yapılacağı ifade edildiğinden,
ilana aykırı bir durum söz konusu değildir. Yazılı
sınavı kazananların listesiyle, sözlü sınav tarihi, yalnızca
ilan tahtalarına asılmakla kalınmamış, aynı
zamanda, gazeteler aracılığıyla da ilan edilmiştir.
Yönetmelikte yer alan “sınavın nitelikleri ve konularıyla,
başvurulacak yer ve sürelerinin, sınav gününden en az 15 gün önce
duyurulacağı” hükmüne uygun olarak, sınav tarihi 19 gün önce ilan
edilmiş, 16 gün süreyle başvuru kabul edilmiştir.
Dolayısıyla “başvuru yapılamadı” gibi bir iddiayı
kabul etmek mümkün değildir.
SSK, devlet
kamu hizmeti ve görevlerine, devlet memuru olarak atanacaklar için, mecburi
yeterlilik ve yarışma sınavları genel yönetmeliğine
tabi değildir. Değerli milletvekilleri, SSK, genel yönetmeliğe
tabi değildir, SSK’nın kendi özel yönetmeliği vardır; bu
yönetmeliğe uygun olarak sınavlar yapılmaktadır.
Yazılı
sınav sonuçlarıyla ilgili listede bazı aday
numaralarının ardı ardına gelmesi, 75 bin kişinin
katıldığı bir sınavda doğal bir tesadüftür. (CHP
sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar [!])
Bakınız
şunu atlıyorsunuz... Bakınız, çok ucuz kahramanlık
peşindesiniz. Değerli milletvekilleri, sınav iki
aşamalıdır ve sonuçta, sınavı kazananlarda, sizin
söylediğiniz gibi ardı ardına kazanma da söz konusu
değildir.
AYHAN FIRAT
(Malatya) – Yazılıyı söyle, yazılıyı!..
Ayıp!.. Ayıp!..
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) –
Bakınız, sınav iki aşamalıdır.
Yazılıyı kazananlar sözlüde kaybetmişse,
dolayısıyla ardı ardına kazanmak iddiası doğru
değildir.
AYHAN FIRAT
(Malatya) – Aradan çıkardın mı?!.
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) – Nitekim,
siz,.”İmtihanı, Çelik soyadlı 50 yakınınız
kazandı” dediniz, birini de, burada, ispatlayamadınız. Sizi,
müfteri ilan ediyorum... Sizi, müfteri ilan ediyorum ve bütün
iddialarınız bu kadar gerçekdışıdır. (RP
sıralarından alkışlar)
AYHAN FIRAT
(Malatya) – İspatı var... Doğum yerini yaz... Doğum yerini
yaz... Müsteşarın söylüyor...
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) – Değerli
milletvekilleri, sınavın test usulü yapılmış
olması nedeniyle değerlendirme işlemi, doğru
cevapların yerlerini belirleyen bir şablonun sınav
kâğıdının üzerine konulması sonucu, sadece doğru
cevapların sayılmasından ibarettir. Bu işlem de, ancak
birkaç saniye ile yapılmaktadır. Dolayısıyla, bu
kâğıtlar, on gün içinde nasıl okundu iddiası doğru
değildir.
Değerli
milletvekilleri, izin verirseniz, konuşmamın bu bölümünde, Muhterem
Heyete, Sosyal Sigortalar Kurumu hakkında, birkaç cümleyle bilgi arz etmek
istiyorum. Sosyal Sigortalar Kurumu, 25 milyon vatandaşımıza
sağlık ve sigorta hizmeti vermektedir. Kurumun hizmetleri önemli
ölçüde genişlemiş, buna karşın, personel sayısı
yeterince artmamıştır. Hastanelerimizin durumu, hepinizin
yakından bildiği gibi, içler acısıdır; emekliler
maaş kuyruklarında çile çekmektedir ve demin ifade ettiğim gibi,
ilaç kuyruklarında, poliklinik kuyruklarında, fiş
kuyruklarında 25 milyon SSK’lı her gün çile çekmektedir.
Şimdi,
bu gensoruyu verenlere soruyorum: Siz, bu çileleri ortadan kaldırmak için
ne yaptınız?.. kKuyrukları mı önlediniz?.. Kurumu,
düşürüldüğü çıkmazdan kurtarmak için ne yaptınız?
Değerli
milletvekilleri, bakınız, biz, Bakanlığımız
döneminde, SSK hastanelerini ve Sigorta müdürlüklerini çile kapısı
olmaktan çıkarmak istiyoruz. Önce, maaş bağlamayı azamî 1
aya indirmek istiyoruz ve bunu yapacağız, bir. İki, maaş
kuyruklarını tamamen önlüyoruz. Üç, özürlülere ve belli
yaşın üstündeki emeklilere maaşlarını evde
ödeyeceğiz. İnşallah, ilaç kuyrukları bitecektir, ilaç
israfı bitecektir. SSK’nın açıkları, göreceksiniz, 1997
yılında büyük oranda düşürülecektir. Poliklinik kuyrukları,
büyük oranda ortadan kaldırılacaktır, hatta, tamamen ortadan
kaldırılacaktır.
Muhterem
milletvekilleri, dolayısıyla, burada gönlüm arzu ediyor ki,
“Sayın Bakan bunları nasıl yapacaksınız? SSK’nın
açıklarını nasıl kapatacaksınız? Kuyrukları
nasıl önleyeceksiniz” şeklinde beni, hizmetlerimle,
yaptıklarımla ve yapacaklarımla sorgulayın, bu konuda,
varsa, önerilerinizi bana sunun; millet bunu bekliyor.
Değerli
milletvekilleri, gensoru önergesini veren arkadaşlarımızın
telaşı şundandır ve Kurumdan gitmek istemeyişinizin
nedenlerini şimdi daha iyi anlıyorum: Bakınız, CHP
dönemindeki bazı bakanlarla ve Sayın Baykal’la dostane
ilişkilerimiz olmuştur. Bunlara gölge düşmesin istedim; ama,
buna izin vermediniz. Demin de ifade ettim, günah benden gitti...
Değerli milletvekilleri, bizi izleyen
muhterem, aziz milletimiz; bakınız,. 1993’te yönetmeliğe
aykırı olarak yapılan sınavda, yazılı sınav
komisyonu sözlüde görevden uzaklaştırılmış, yerine, üç
sözlü sınav komisyonu kurulmuştur ki, bu, yönetmeliğe
aykırıdır... Taşradaki sınavlara, merkezden görevliler
gönderilmiştir, yönetmeliğe aykırıdır... Sınav
soruları Genel Müdürlükçe hazırlanmış, komisyonun haberi
olmamıştır, yönetmeliğe aykırıdır...
Değerlendirme, komisyona yaptırılmamış, sonuçlardan
komisyonun sonradan haberi olmuştur, yönetmeliğe
aykırıdır... Taşrada yapılan sınavların
kâğıtları, Genel Müdürlükte okunmuştur; sınav
komisyonunca okunması gerekir, yönetmeliğe
aykırıdır...
AYHAN FIRAT
(Malatya) – Tabiî, bilgisayara verildi, okundu.
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) – Tarsus’ta,
sınav sorularının, iki gün önce adaylara
sızdırıldığı noterce tespit edilmiş,
aynı sorular, tüm Türkiye’de sorulduğu halde, yalnızca
Tarsus’taki sınav iptal edilmiştir, diğerleri
gerçekleştirilmiştir, yönetmeliğe aykırıdır,
usulsüzdür...
Muhterem milletvekilleri, muhterem kamuoyu;
burada ifade edildi, 1993 yılı işçi sınavı için
Okmeydanı Hastanesinde şizofreni teşhisiyle iki kez hastaneye
yatan bir kişi, Okmeydanı Hastanesine alınmıştır
ki, işe alınan bu kişi, morgta ölülere tecavüz eden kişidir,
1993’te işe alınmıştır. (RP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
– Sayın Bakan, 1 dakikanız var efendim.
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) – Bu, klinik
bir vakadır. Alınanlar arasında -dosya buradadır,
isterseniz gösteririm- soyad benzerlikleri çoğunluktadır.
Değerli milletvekilleri, aziz milletimiz;
bakınız, Kartal Hastanesine alınan 63 kişiden 28’i Tunceli
ve Erzincan doğumludur.
M.
ERDOĞAN YETENÇ (Manisa) – Tuncelili olmak suç mu Kamer?..
İRFAN
GÜRPANIR (Kırklareli) – Kamer Başkan, sen, Tuncelili değil
misin?
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) – Kartal
Hastanesine iki eski hükümlü alınmış olup, bunlardan biri
silahlı çete kurmaktan 10 yıl 8 aya hükümlü bir kişidir.
BAŞKAN
– Sayın Bakan, lütfen, son cümlelerinizi söyler misiniz efendim.
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) – Diğeri,
zimmet suçundan 3 yıl 2 aya hükümlü -dikkatlerinize sunuyorum-
memuriyetten ömür boyu yasaklı bir kişidir, memuriyetten ömür boyu
yasaklı bir kişi işe alınmıştır.
NİHAT
MATKAP (Hatay) – İşçi olarak alınmış... İşçi
olarak işe alınmış...
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) – 1995
yılında sakat sınavını -değerli milletvekilleri,
bakınız, bunlar kendilerini tarif etmiştir bu gensoruda-
kazanamayanların bazıları, fazla puan verilerek
kazandırılmıştır. Hakkında 6 aydan fazla
mahkûmiyet kararı bulunan kişi sınava kabul edilerek,
kazandırılmıştır. 18 yaşını bitirmeyen
kişiler sınava alınmış ve
kazandırılmıştır. İlanda, sakatlık
oranları yüzde 40 ilâ yüzde 70 arasında olanların sınava
alınacağı belirtilmesine rağmen, sakatlık
oranları çok yüksek olanlar alınmıştır,
yönetmeliğe göre sakat sayılmayanlar, yani, sağlamlar işe
alınmıştır.
FATİH
ATAY (Aydın) – Sayın Başkan, süre doldu.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN
– Sayın Bakan, lütfen, son cümlenizi söyler misiniz efendim. Rica
ediyorum... Son cümlenizi söyleyin, son cümlenizi...
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) – Müsaade edin
efendim.
BAŞKAN
– Efendim, son cümlenizi söyleyin.
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) – Hayır
efendim, nasıl olur?! Müsaade
edin...
M.
ERDOĞAN YETENÇ (Manisa) – Tuncelilere sataşma var Kamer!..
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) – Değerli
milletvekilleri, bakınız, dahasını söylüyorum, PKK örgüt
mensuplarıyla irtibatlı olduğu, yasadışı örgüt
mensuplarını tedavi ettiği, bunlara yardım ettiği,
ırkçılık ve bölücülük propagandası yaptığı
bildirilen kişi, başhekimliğe atanmıştır. Bunlar
resmî vesikadır, resmî vesika...
BAŞKAN
– Efendim, ismini söyler misiniz... Sayın Bakan, böyle yuvarlak laflarla
olmaz; isim söyleyin.
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) – Dev-Yol
örgütü adına, çeşitli tarihlerde öldürme, bombalama, kurşunlama
olaylarından yakalanarak müebbet ağır hapis ve ömür boyu kamu
hizmetlerinden men cezası alan kişiler işe
alınmıştır.
M.
ERDOĞAN YETENÇ (Manisa) – Kes!.. Kes!.. Kes!.. Kamer kes şunu!..
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) – THKP/C örgüt
liderinin görüşleri doğrultusunda, otonom Dev-Genç adlı örgütü
kurduğu, örgüte üye olduğu, adam öldürmek, yaralamak,
patlayıcı madde atmak suçlarından kaydı bulunan kişi,
1995 yılında işe alınmıştır.
NİHAT
MATKAP (Hatay) – Sayın Başkan nedir bu tolerans?! Süreyi
uzattıkça uzatıyorsunuz!.. Arkadaşımıza, bitirmesi
için 2 dakika eksüre vermediniz...
BAŞKAN
– Sayın Bakan, lütfen, son cümlenizi söyler misiniz?
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) – Muhterem
milletvekilleri, bakınız, cumhuriyeti koruma iddiasında bulunan,
gensoruyu veren arkadaşlarımız, işte, cumhuriyeti
yıkmayı, Türkiye Cumhuriyeti Devletini ve milletini bölmeyi amaçlayan
insanları işe doldurmuşlardır. (RP sıralarından
alkışlar; CHP sıralarından gürültüler) İşte,
Cumhuriyet Halk Partisinin telaşı bundandır; suçluluk
telaşı içerisindesiniz...
Değerli
milletvekilleri...
BAŞKAN
– Tamam efendim, son cümlenizi tamamlayın.
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) – Müsaade eder
misiniz... Sürem bitti mi efendim? (CHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN
– Evet, süreniz bitti. 2 dakika eksüre vermiştim, o da bitmek üzere...
Rica ediyorum...
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) – Değerli
milletvekilleri, son olarak şunları söylüyorum: Burada zamanım
yetmedi. İddiaları çürüttüm. Ne var ki, CHP’nin dört yıllık
dönemine ilişkin daha pek çok söyleyeceğim var. (CHP
sıralarından gürültüler)
AYHAN FIRAT
(Malatya) – Hiçbirine cevap vermedin...
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) – Bunu bir
basın toplantısında muhterem milletvekillerimize ve kamuoyuna
duyuracağımı ifade ediyorum.
Son olarak
şunları söylüyorum: Sınav, tamamen mevzuata uygun olarak
yapılmıştır; bundan, Muhterem Heyetinizin müsterih
olmasını temenni ediyorum.
Takdir,
Muhterem Meclise aittir diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (RP ve
DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Bakan.
Sayın
Bakan, zatıâliniz bir Bakansınız; siz burada, belirli
birtakım örnekler verirken,isim vermek suretiyle, tarih vermek suretiyle,
mahkûmsa mahkûmiyetini belirtmek suretiyle vermeniz lazım.
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Kocaeli) – Sayın
Başkan...
BAŞKAN
– Efendim, size söz vermedim...
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Kocaeli) – Ama, bir
şey söylüyorsunuz...
BAŞKAN
– Hayır efendim, söz vermedim size... Buyurun...
ÇALIŞMA
VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Kocaeli) – Ama, bir
şey söylüyorsunuz, cevap vermem lazım. Ben, konuyla ilgili
dosyayı Başkanlığa verdim.
BAŞKAN
– Tamam, siz buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
ORHAN
VELİ YILDIRIM (Tunceli) – Sayın Başkan, bir şey söylemek
istiyorum.
BAŞKAN
– Buyurun efendim.
ORHAN
VELİ YILDIRIM (Tunceli) – Sayın Başkan, Sayın Bakan,
burada, Tunceli’nin ismini vermek suretiyle, 3 kişinin Tunceli
doğumlu olduğu için işe alındığını
belirtti, zatıâliniz de Tuncelili; Tuncelilerin işe girmesi yasak
mıdır? Sayın Bakanın bu sözlerini kınıyorum.
BAŞKAN
– Sayın Bakanın o lafını tasvip etmiyorum ki...
İmtihana alınan Tuncelili de olabilir...
ORHAN
VELİ YILDIRIM (Tunceli) – O 3 kişi Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşı değil mi?..
BAŞKAN
– Orada, İmtihan heyetinin, alınan...
ORHAN
VELİ YILDIRIM (Tunceli) – Sayın Başkan...
BAŞKAN
– Efendim, rica ediyorum... (CHP sıralarından gürültüler) Bir
dakika... Tamam efendim... Siz söylediğinizi söylediniz... Bir
dakika...(CHP sıralarından gürültüler)
Sayın
milletvekilleri, zaten, imtihana girenler, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin...
(CHP sıralarından gürültüler)
ORHAN
VELİ YILDIRIM (Tunceli) – Sayın Başkan...
MEHMET
MOĞULTAY (İstanbul) – Sayın Başkan...
BAŞKAN
– Bir dakika efendim... Ben açıklayayım...
MEHMET
MOĞULTAY (İstanbul) – Sayın Başkan...
BAŞKAN
– Ben size söz vermedim... Oturur musunuz yerinize.
MEHMET
MOĞULTAY (İstanbul) – Sayın Başkan, Tuncelili bir kişi
Türkiye Cumhuriyetinde Meclis Başkanvekili olabiliyor da işçi
olamıyor mu?..
BAŞKAN
– Olur efendim.
Ben tasvip
etmedim ki... Şimdi, aslında, bence,Sayın Bakanın...
MEHMET
MOĞULTAY (İstanbul) – Sayın Başkan, hakarettir bu...
Sayın Bakan sözünü geri alsın.
BAŞKAN
– Efendim, yerinize bir oturun bakalım...
MUSTAFA KUL
(Erzincan) – Sayın Başkan...
BAŞKAN
– Sayın Kul, oturur musunuz...
MUSTAFA KUL
(Erzincan) – Sayın Başkan bir açıklama yapabilir miyim...
BAŞKAN
- Efendim, ben, bunun cevabını veririm; bir Tuncelili olarak ben
cevap veririm.
Oturur
musunuz yerinize...
MUSTAFA KUL
(Erzincan) – Sayın Başkan, Tunceli’yle ilgili değil...
BAŞKAN
– Sayın Kul, efendim, bakın...(CHP sıralarından gürültüler)
MUSTAFA KUL
(Erzincan) – Sayın Başkan...
BAŞKAN
– Sayın Kul, bir dakika... Oturur musunuz yerinize...
MUSTAFA KUL
(Erzincan) - Sayın Bakan, konuşmasında 1995 yılında
sakatların sınavıyla ilgili birtakım iddialarda bulundular.
Sınavın yapıldığı dönemde bakan olmam
dolayısıyla bu konuya bir cevap vermek istiyorum.
BAŞKAN
– Efendim, sizin zamanınızdaki sınavdan bahsetmedi... Oturur
musunuz.
MUSTAFA KUL
(Erzincan) – Benim zamanımdaki sınavdan söz etti.
BAŞKAN
– Hayır efendim... Rica ediyorum...(CHP sıralarından gürültüler)
Şimdi,
sayın milletvekilleri, bir sınav açılınca, sınavda...
(CHP sıralarından gürültüler)
MUSTAFA KUL
(Erzincan) – Benimle ilgili iddialar var; bunlara cevap vermek zorundayım.
BAŞKAN
– Sayın Kul, sizin isminiz zikredilmedi; yerinize oturur musunuz... (CHP
sıralarından gürültüler)
MUSTAFA KUL
(Erzincan) – Sayın Başkan... Sayın Başkan...
BAŞKAN
– Rica ediyorum... Ben söz vermedim size... Rica ediyorum... (CHP
sıralarından gürültüler)
MUSTAFA KUL
(Erzincan) – Sayın Başkan, ismim zikredilmedi; ama, dönemimle ilgili
iddialarda bulundular.
BAŞKAN
– Oturur musunuz yerinize...
MUSTAFA KUL
(Erzincan) – Açıklama yapmak istiyorum.
BAŞKAN
– Siz oturur musunuz yerinize...
MUSTAFA KUL
(Erzincan) – Kısaca açıklayayım...
BAŞKAN
– Sizin isminiz zikredilmedi, genel bir ifade kullandı. (CHP
sıralarından gürültüler)
MUSTAFA KUL
(Erzincan) – Sayın Başkan, ismimi vermesi gerekmiyor...
BAŞKAN
– Sayın Kul, rica ediyorum sizden... (CHP sıralarından
gürültüler)
Şimdi,
herkes çıkıp da, beni böyle oyalarsa...
MUSTAFA KUL
(Erzincan) – Sayın Başkan, dönemimle ilgili bir açıklama yapmak
istiyorum.
BAŞKAN
– Size “söz vermiyorum” dedim... Oturur musunuz yerinize... (CHP
sıralarından sıra kapaklarına vurmalar, gürültüler)
MUSTAFA KUL
(Erzincan) – Sayın Başkan...
NİHAT
MATKAP (Hatay) – Sayın Başkan, arkadaşımız yerinden
bir açıklama yapsın; ne var bunda?
BAŞKAN
– Hayır efendim... Oturur musunuz yerinize. (CHP sıralarından
gürültüler)
Sayın
milletvekilleri, bir sınav yapıldığı zaman, (A)
ilinden, (B) ilinden herkes sınava girer; önemli olan, o sınavda
sorulan soruların bilinmesidir; bu, (A) vilayetinde de olabilir, (B)
vilayetinde de olabilir; önemli olan, sınavın dürüstçe
yapılmasıdır. (RP sıralarından alkışlar)
Eğer, dürüstçe yapılıyorsa mesele yok.
Gensoru
üzerinde görüşmeler bitmiştir.
Gensorunun
oylamasıyla ilgili iki önerge vardır; okutuyorum.
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Görüşülmekte
olan gensoru oylamasıyla ilgili oylamanın açık oylama
yapılması için gereğini arz ederim.
BAŞKAN– Şimdi, önergeki imza sahiplerinin
burada olup olmadıklarını arayacağım.
Muhammet
Polat?.. Burada.
Murtaza
Özkanlı?.. Burada.
Cemalettin
Lafçı?.. Burada.
Mustafa
Yünlüoğlu?.. Burada.
İsmail
Coşar?.. Burada.
Ahmet
Tekdal?.. Burada.
Abdulilah
Fırat?.. Burada.
Hasan
Belhan?.. Burada.
Nurettin
Aktaş?.. Burada.
Cafer
Güneş?.. Burada.
Mehmet
Sılay?.. Burada.
Latif
Öztek?.. Burada.
Kemal
Albayrak?.. Burada.
Aslan Polat?..
Burada.
Hüseyin
Yıldız?.. Burada.
Şinasi
Yavuz?.. Burada.
Ekrem
Erdem?.. Burada.
Mikail
Korkmaz?.. Burada.
İlhan
Sungur?.. Burada.
Hüseyin
Arı?.. Burada.
Nurettin
Kaldırımcı?.. Burada.
Şevki
Yılmaz?.. Burada.
Salih
Katırcıoğlu?.. Burada.
Efendim, aynı
konuda, Cumhuriyet Halk Partisinin de bir önergesi var, okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
(11/6) esas
numaralı, Malatya Milletvekili Ayhan Fırat ve 38
arkadaşının, SSK sınavında usulsüzlük ve iltimas
yapılmasını önleyecek tedbirleri almadığı
iddiasıyla, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Necati Çelik
hakkında gensoru oylamasının açık oylama şeklinde
yapılmasını arz ve teklif ederiz.
Saygılarımızla.
Önder
Sav Oya
Araslı Nihat
Matkap
Ankara İçel Hatay
Ali
Dinçer Mustafa
Kul Mahmut Işık
Ankara Erzincan Sıvas
Celal
Topkan Ali
Rıza Bodur Bekir
Kumbul
Adıyaman İzmir Antalya
Ahmet
Küçük Nezir
Büyükcengiz Metin
Arifağaoğlu
Çanakkale Konya Artvin
Ali
Şahin Ercan
Karakaş Mustafa
Yıldız
Kahramanmaraş İstanbul Erzincan
Zeki
Çakıroğlu Algan
Hacaloğlu Birgen
Keleş
Muğla İstanbul İzmir
Ahmet
Güryüz Ketenci Atilâ
Sav Ayhan
Fırat
İstanbul Hatay Malatya
Eşref
Erdem Mehmet
Sevigen
Ankara İstanbul
BAŞKAN
– Yeterli derecede imza vardır.
Açık
oylamanın şeklini belirleyeceğiz.
Açık
oylamanın, kupaların sıralar arasında
dolaştırılması suretiyle yapılmasını
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Açık
oylamanın, kupaların sıralar arasında
dolaştırılması suretiyle yapılması kabul
edilmiştir. (CHP sıralarından “Rakam söyle, rakam” sesleri;
gürültüler)
MEHMET
SEVİGEN (İstanbul) – Kaç oy Sayın Başkan?
BAŞKAN
– Yanında basılı oy pusulası bulunmayan sayın
milletvekilleri, beyaz bir kâğıda, adını,
soyadını, seçim çevresini ve oyunun rengini yazıp imzalamak
suretiyle oylarını kullanabilirler.
MEHMET
CAVİT KAVAK (İstanbul) – Sayın Başkan,
görüşeceğimiz başka konu var mı?
BAŞKAN
– Arkadaşlar, bundan sonra Meclis araştırması önergesinin
görüşmesi var.
MEHMET
CAVİT KAVAK (İstanbul) – Devam edecek mi?
BAŞKAN
– Çalışma süremiz, bu işlerin bitimine kadar.
Alınan
Danışma Kurulu kararında, bugün, çalışma süremiz,
Uğur Mumcu ile ilgili araştırma önergesinin müzakeresinin sona
ermesine kadar. Onun için, arkadaşlarımız bunu bilsinler de, ona
göre durumlarını değerlendirsinler.
Çalışmaya
devam ediyoruz; çalışma süresi 21.00’e kadar değil. Bakın
ben size alınan kararı okuyayım:
“Daha önce,
9.1.1997 tarihinde alınan Danışma Kurulu kararında,
gündemin ‘Genel Görüşme ve Meclis Araştırması
Yapılmasına Dair Öngörüşmeler’ kısmının 66
ncı sırasında yer alan, Uğur Mumcu cinayetinin
açıklığa kavuşturulması amacıyla bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin (10/86) esas
numaralı önergenin görüşmelerinin, Genel Kurulun 14.1.1997 Salı
günkü birleşiminde yapılması ve görüşmelerin
tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılması
önerilmiştir.”
MEHMET
CAVİT KAVAK (İstanbul) – Kimse kalmadı, arkadaşlar gitti.
BAŞKAN
– Efendim, oraya yazmamışlar; ama, Danışma Kurulu
kararı burada.
Arkadaşlar,
nasıl olsa çalışmaktan bir zarar gelmez, uyumaktan zarar gelir.
Kupalar,
sıralar arasında dolaştırılsın.
(Oylar toplandı)
BAŞKAN
– Salonda bulunup da oyunu kullanmayan sayın milletvekili var mı? Yok.
Oy verme
işlemi bitmiştir. Kupalar kaldırılsın.
(Oyların
ayırımına başlandı)
MEHMET
GÖZLÜKAYA (Denizli) – Sayın Başkan, çalışmalarımıza
devam edecek miyiz?
BAŞKAN
– Evet, eğer arkadaşlar isterlerse, oy ayırım işlemi
devam ederken, bir yandan çalışmalarımıza devam edebiliriz;
çünkü, yeterli çoğunluk da zaten var.
2. – Denizli Milletvekili Adnan Keskin ve
28 arkadaşının, Uğur Mumcu cinayetinin
açıklığa kavuşturulması amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/86)
BAŞKAN
– Şimdi, daha önce alınan karar gereğince, Denizli Milletvekili
Adnan Keskin ve 28 arkadaşının, Uğur Mumcu cinayetinin
açıklığa kavuşturulması amacıyla Anayasanın
98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi
üzerindeki öngörüşmelere başlıyoruz.
Hükümet?..
Burada.
Önergeyi,
daha önceden bastırıp üyelere dağıtmıştık.
Önerge üzerinde, Meclis araştırması açılıp
açılmaması hususunda, sırasıyla, Hükümete, siyasî parti
gruplarına ve önergedeki birinci imza sahibine ya da onun göstereceği
bir diğer imza sahibine söz vereceğim.
Hükümet ve
gruplar adına konuşma süresi 20’şer dakika; önerge sahibinin konuşma
süresi 10 dakikadır.
Şimdi,
Uğur Mumcu cinayetinin açıklığa kavuşturulması
amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önerge üzerinde Hükümete söz veriyorum.
ADALET
BAKANI ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Sayın Başkan...
BAŞKAN
– Sayın Adalet Bakanı, zatıâliniz mi
konuşacaksınız?
ADALET
BAKANI ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Kısa bir bilgi vereceğim
Sayın Başkan.
BAŞKAN
– Peki efendim.
Buyurun
Sayın Bakan; süreniz 20 dakikadır.
ADALET
BAKANI ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 24 Ocak 1993 tarihinde, evinin önünde park halindeki özel
aracına konulan patlayıcı maddenin infilaki sonunda
hayatını kaybeden, araştırmacı-gazeteci merhum
Uğur Mumcu’nun, bu suikastı kendisine düzenleyen failin bir an önce
bulunması konusunda verilmiş olan Meclis araştırma
önergesiyle ilgili olarak, 14 Ekim 1996 tarihinde, bir yazımız
üzerine, Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet
Başsavcılığından almış olduğum
yazılı bilgiyi, aynen, Yüksek Heyetinize arz edeceğim:
“Sanıkların
araştırılması ve yakalanması işlemleri,
Cumhuriyet Başsavcılığımızın (1994/86)
hazırlık sayılı soruşturma evrakıyla
sürdürülmektedir. Olayı müteakıp, gerekli çevre araştırması
yapılmış, elde edilen maddî deliller uzman ekip ve
bilirkişilerce incelenip değerlendirilmiş, şüpheli
kişiler ve yerler soruşturmaya alınmış; daha önce
meydana gelen ve benzer patlayıcı madde kullanmak suretiyle
gerçekleştirilen öldürme olaylarıyla bağlantısı
araştırılmış, alınan her türlü ihbar üzerinde
durulmuş, konuyla ilgili basın ve televizyon kuruluşlarında
yer alan haber ve yorumlar göz önünde bulundurulmuş, öldürülen Uğur
Mumcu’nun yakınları tarafından ileri sürülen iddialar üzerinde
durulmuş; gerek yurt içinde gerekse uluslararası alanda faaliyet gösteren
örgüt ve dış mihraklarla bağlantılı olabileceği
düşünülerek, MİT Müsteşarlığı, Emniyet Genel
Müdürlüğü, Ankara Emniyet Müdürlüğü ve İstanbul Devlet Güvenlik
Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı ile
işbirliği içine girilmiş olmasına rağmen, bugüne
kadar, öldürme olayının aydınlatılması, faillerinin tespit
ve yakalanmaları hususunda olumlu bir sonuç elde edilememiştir.
Uğur
Mumcu’nun öldürülmesi de dahil olmak üzere, faili meçhul kalan diğer
olayların açıklığa kavuşturulması,
sanıkların belirlenip yakalanmalarının sağlanması
için, Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesinde görevli 1
başkomiser, 1 başkomiser yardımcısı ve 5 polis
memurundan oluşan bir ekip görevlendirilmiştir.
Cumhuriyet
Başsavcılığımız ile işbirliği yapmak
suretiyle alınan tüm ihbarların değerlendirilmesi, delillerin
toplanması ve belli kişilerin devamlı takip altında
bulundurulması ve Türkiye’nin her yerine giderek çalışmalarda
bulunmaları ve sonuçlarının bildirilmesi ile bu kişiler
yetkilendirilmişlerdir.”
Biraz önce
bir sürçülisan oldu, yazıda “belli kişiler” ibaresi yok; yazı
fotokopi olduğu için bir kelimesi silinmiş, özür diliyorum,
yanlış bir anlam çıkarılmasın.
“Olay
tarihinden bu yana dört seneye yakın bir sürenin geçmiş olması
ve çözüme götürecek yeterli maddî delilin bulunmaması, bu şekilde
öldürülen ve topluma mal olan Uğur Mumcu’nun kişiliği nedeniyle,
her kesimin olayla yakından ilgilenmek istemesi ve kendi görüşleri
doğrultusunda olayı değerlendirip sonuç çıkarılmak
istenilmesi; sık sık basın ve görsel yayın yoluyla konu ele
alınarak, devamlı, kamuoyunun gündeminde tutulması sonuç
almayı daha da güçleştirmektedir.
İlgi B,
C ve D bölümlerinde belirtilen yazılarımızda, yürütülmekte olan
soruşturma hakkında geniş bilgi yüksek makama sunulmuştur.
Halen gizliliğini muhafaza eden Uğur Mumcu’nun öldürülmesi
olayının açıklığa kavuşturulması,
faillerinin belirlenip yakalanmaları için başlatılan
hazırlık soruşturması titizlikle sürdürülmekte, ilgili
kurum ve kuruluşlarla da işbirliği yapılarak her türlü ihtimal
üzerinde durulup bu ihtimaller değerlendirilmektedir.
Arz olunur”
denilmektedir.
Gerçekten,
Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığımız,
bahsedilen ekiple, bu çalışmaları sürekli olarak devam
ettirmektedir. Bugün Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi
Başsavcılığından Adalet Bakanlığı Ceza
İşlerine gönderilmiş olan bir yazıda -bu yazıda
tanığın ismi de belli- çok önemli bir tanığın
tespit edildiği ve bu kişinin ifadesinin alınmak üzere ilgili
makamlara -ki, bu kişi resmî bir kişi- yazı
yazıldığı ifade edilmiştir. Benim, tahkikatın
gizliliği açısından bu ismi vermem, bu kürsüden açıklamam
mümkün değildir. O nedenle, ben Meclis araştırmasının
müzakere edileceği böyle bir ortamda, sadece Bakanlığımıza
intikal etmiş olan bu bilgileri arz ediyorum.
Meclis
araştırması açılması hususundaki
çalışmaları takdirle karşılıyorum. Bir yandan
Meclis tarafından yapılacak çalışmalar, diğer taraftan
Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığının
takriben üç yılı aşkın bir süreden beri devam ettirmekte
olduğu bu soruşturmalar, inşallah, çok sevdiğimiz Uğur
Mumcu cinayeti failinin bulunması bakımından er geç bize
yardımcı olacaktır.
Böyle bir
neticenin bir an önce tahakkukunu gönülden arzuluyor; Yüce Heyete saygılar
sunuyorum. (RP, DYP, ANAP, DSP, CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Bakan.
1. – Malatya Milletvekili Ayhan
Fırat ve 38 arkadaşının, SSK sınavında usulsüzlük
ve iltimas yapılmasını önleyecek tedbirleri
almadığı iddiasıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanı Necati Çelik hakkında gensoru açılmasına
ilişkin önergesi (11/6) (Devam)
BAŞKAN
– Sayın milletvekilleri, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı
Necati Çelik hakkındaki (11/6) esas numaralı gensoru önergesinin
gündeme alınıp alınmayacağı hususunda yapılan
açık oylamaya 465 sayın milletvekili katılmış; 215 kabul, 247 ret oyu, 3 mükerrer oy
kullanılmıştır; böylece önergenin gündeme
alınması reddedilmiştir. (RP
sıralarından alkışlar)
2. – Denizli Milletvekili Adnan Keskin ve
28 arkadaşının, Uğur Mumcu cinayetinin
açıklığa kavuşturulması amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/86)
(Devam)
BAŞKAN – Araştırma önergesi üzerinde, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına, Sayın Önder Sav ; buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar)
Sayın
Sav, süreniz 20 dakikadır.
CHP GRUBU
ADINA ÖNDER SAV (Ankara) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli
üyeleri; 7 Haziran 1996 tarihinde Cumhuriyet Halk Partisi Denizli Milletvekili
Sayın Adnan Keskin ve arkadaşları tarafından verilen
Uğur Mumcu cinayetiyle ilgili Meclis araştırması
açılması isteğinin uzun süre görüşülememiş olması
nedeniyle, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Danışma Kuruluna yaptığı, konunun Türkiye Büyük Millet
Meclisinde öncelikle görüşülmesine ilişkin önerisinin
oybirliğiyle benimsenmiş olmasından duyduğumuz memnuniyeti
ifade etmek istiyorum; grubu bulunan diğer partilere de, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına teşekkürlerimi sunuyorum.
3 Kasım
Susurluk olayı ve bu olay nedeniyle, Türkiye Büyük Millet Meclisinde
oluşturulan Meclis araştırması komisyonu, bazı gerçekleri
su yüzüne çıkarmaya başlamıştır. Türkiye Büyük Millet
Meclisi, üzerine gidilmesi ve aydınlatılması gereken kimi
olaylarda, nedense, çok fazla ilgili görülmemiş ya da zamanla ilgi
azalmış, olay unutulmaya terk edilmiştir.
19 uncu
Dönemde, ülkemizin çeşitli yörelerinde işlenmiş faili meçhul
cinayetler konusunda, o zaman Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu bulunan
Doğru Yol Partisi, Anavatan Partisi, Sosyaldemokrat Halkçı Parti,
Refah Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisinin ortak önerisiyle verilmiş bulunan
Meclis araştırma önergesi üzerine, 9 Şubat 1993 tarihinde Meclis
araştırması komisyonu kurulmuş; iki yılı
aşkın bir süre sonra da, etraflı, detaylı bir rapor
vermiş; ancak, 19 uncu Dönem Parlamentosunun bu raporu görüşmeye
süresi yetmemiştir.
Anılan rapordaki
şu değerlendirme fevkalade ilginç ve dikkat çekicidir; aynı
zamanda, Susurluk olayından sonra da daha dikkat çekici hale
gelmiştir. Şöyle deniliyor raporda: “...devlet içerisinde
bulunduğu izlenimi komisyonumuzca tespit edilen birtakım
odakların, devlet içerisinden temizlenmesi ve hukuk kurallarının
hâkim kılınması için otoriteyi eline almak zorundadır.”
Rapordaki
bir diğer görüş ve tespit ise şöyle: “İyi niyetli
vatandaş bile, devletin ya acz içinde olduğunu veya faillerinin
yakalanamamasından güvenlik güçlerinin iyi çalışmayıp,
yeterli gayreti göstermediğine veya bu cinayetlerin, devlet veya devlet
içerisindeki bir grup tarafından desteklendiği inancının
oluşmasına yol açmaktadır. 24 Ocak 1993 tarihinde, değerli
gazeteci-yazar Uğur Mumcu’nun öldürüldüğünden bu yana, cinayetin
aydınlatılması konusunda, maalesef, bir arpa boyu yol
alınmamıştır.
Sayın
Adalet Bakanının biraz önce Hükümet adına yaptığı
konuşmada da, bu tespitimiz doğrulanmış bulunmaktadır.
Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığından sıcağı
sıcağına yazılmış ve gönderilmiş olan iki
yazı, bunu doğrular niteliktedir. Temenni ederiz, son yazıda
belirtilen bir önemli tanığın bulunmuş olması,
Uğur Mumcu cinayetinde bir ipucu ele geçirtmiş olsun.
Acaba,
Uğur Mumcu’nun öldürülmesinde, devlet içerisinde bulunduğu Faili
Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonunca da kuşkulanılan
birtakım odakların etkisi, hatta katkısı var
mıdır sorusu, ister istemez insanın aklına takılıyor.
Soruşturmayı
yürüten ve Adalet Bakanlığı müfettişlerince hakkında
disiplin cezası tayini istenen Devlet Güvenlik Mahkemesi
savcısının, Uğur Mumcu’nun eşi Güldal Mumcu’ya
söylediği “bu olayı devlet yapmıştır, siyasal iktidar
isterse bu iş çözülür” sözleriyle ne anlatılmak, hangi odak tarif
edilmek istenmiştir? Kim ya da kimler, Uğur Mumcu’yu, alçakça,
acımasızca, hunharca öldürmüşlerdir? Uğur Mumcu’nun
öldürülmesinden bir gün sonra, 1993 Ocak ayında, bu kürsüde, hükümet ve
siyasî parti grupları adına cinayet kınandı ve her yönüyle,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin denetim yapması ve olayı
aydınlığa kavuşturması istendi; ama, sonra
hazırlanmış rapor, maalesef, Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir
türlü görüşülemedi.
Uğur
Mumcu’nun tabutunun arkasından yürüyen yüzbinler, cinayeti unutmadı,
unutturmadı. 24 Ocak 1994 tarihinde, iki milyona yakın imzalı
dilekçelerle, vatandaşlarımız, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanından cinayetin aydınlatılmasını talep
etti. Burada, Sayın Bakanın okuduğu, Devlet Güvenlik Mahkemesi
Başsavcılığından gelen yazıdaki bir ibareye de,
doğrusu üzüntülerimi belirterek takılmak istiyorum. Medyanın,
yazılı ve görüntülü basın-yayın organlarının,
insanlarımızın, Uğur Mumcu cinayeti konusundaki
duyarlılığından, Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığı
yakınıyor “eğer, bu duyarlılık olmasaydı,
Uğur Mumcu cinayeti, belki daha çabuk aydınlığa
çıkarılabilirdi” deniliyor. Bu duyarlılık, Uğur Mumcu
cinayetinin failleri bulunana kadar yazılı ve görsel basın
yayın organlarında ve kamuoyunda sürecektir, sürdürülecektir;
kimsenin bundan kuşkusu olmasın. (CHP ve ANAP sıralarından
alkışlar)
Devletin
herhangi bir yetkilisinden başlayarak, hiçbir sorumlu devlet adamı,
Devlet Güvenlik Mahkemesi savcıları, emniyet yetkilileri, Uğur
Mumcu cinayetine yeterli ve gerekli biçimde eğilmemişlerdir.
Uğur
Mumcu gibi yılmaz, yorulmaz, bir hukuk devleti ve demokrasi
savaşçısı, gözüpek aydın bir yazarın cinayetini
aydınlatamayan devlet organları yıpranıyorlar,
güvenilirliklerini giderek yitiriyorlar; caniler de, yakalanmadıkça
cesaretleniyorlar, yeni cinayetler işlemenin tezgâhları peşinde
koşuyorlar.
Yazılarıyla,
her türlü teröre karşı koyan, hırsızların,
vurguncuların, yolsuzluk yapanların, devlet malına göz
dikenlerin, uyuşturucu ve silah kaçakçılarının,
mafyanın, teokratik devlet özlemcilerinin karşısında saf
tutan Uğur Mumcu’nun cinayetine, artık, Türkiye Büyük Millet Meclisi
el koymalıdır.
Çatısı
altında görev yaptığımız Yüce Meclisin, parlamenter
demokratik rejimin savuncusu olan, insan hak ve özgürlüklerinin, demokrasi,
hukukun üstünlüğü ve ulusun bütünlüğü için yaşamı boyunca
uğraşmış ve bu düşünce ve ilkeleri nedeniyle
bombalanmış olan Uğur Mumcu için Türkiye Büyük Millet Meclisinde
her türlü olanağın sağlanması kaçınılmazdır.
Uğur
Mumcu cinayeti dosyası, Devlet Güvenlik Mahkemesi
Başsavcılığının görüşü aksine, eğer,
kamuoyu ve yakınları tarafından izlenmemiş olmasaydı,
bugün, Devlet Güvenlik Mahkemesi savcılığından bir
başka yazı gelecek, belki, muhtemelen, Uğur Mumcu cinayetinin
üstü örtülmüş olacaktı.
Aslında,
cinayet konusunda pek mesafe de alınmış sayılmaz. Henüz,
sanıklar bulunup, dava açılabilmiş değildir. Konunun,
Anayasanın 138 inci maddesi kapsamında düşünülmemesine dikkat
edilmeli, bu konuda Türkiye Büyük Millet Meclisi özen göstermelidir.
Anayasanın, görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisine
yasakladığı husus, sadece, yargı yetkisinin
kullanılmasıyla ilgili soru sorulması, görüşme
yapılması, herhangi bir beyanda bulunulmasıdır. Türkiye
Büyük Millet Meclisince yapılacak Meclis araştırmasıyla,
mahkemelerin bağımsızlığının zedelenmesi,
yargı organınca verilecek kararın etkilenmesi, asla söz konusu
değildir.
Anayasa
Mahkemesinin görüşü de bizim bu anlatımlarımız
doğrultusunda oluşmuştur. Meclis araştırması
açılması benimsenir ve bir komisyon kurulması gündeme gelirse,
çok şey aydınlatılabilir;
belki de, başka faili meçhul cinayetlerin de
aydınlatılmasında Uğur Mumcu cinayeti bir öncü olur.
Uğur
Mumcu cinayetinin soruşturmasında, delil toplamada, maalesef, gerekli
dikkat ve özen gösterilmemiştir. Cinayeti izleyen saatlerde çok önemli
deliller süpürülüp, alelacele naylon torbalara konulmuş, inceleme
değerini de bilahara yitirmiştir.
Uğur
Mumcu’nun eşi cinayetten günlerce sonra dinlenmiş,
yakınındaki komşularından hiçbiri ise, bugüne kadar,
maalesef dinlenmemiştir.
Uğur
Mumcu’nun katillerini gördüğünü söyleyen bir tanık hakkında
yalancı tanıklıktan dava açılmıştır.
Eğer, tanık yalancı ise, kimlerin çıkarı için, ne için
yalan söylemiştir, arkasında hangi güç ya da güçler vardır?
Yalan tanıklık nedeniyle açılan davada beraat kararı
verilmiştir. Verilen bu beraat kararı, tanığın
söylediklerinin yeniden değerlendirilmesi, tanığın
söylediklerine yeniden dönülmesi gerekliliğini de vurgulamaktadır.
Uğur
Mumcu’nun arabasına bomba yerleştiren caniyi, yüzündeki çıbana,
ayağındaki pantolona, sırtındaki cekete varıncaya
kadar belirleyen, tanıyan tanığın söyledikleri, özellikle,
emniyet mensuplarınca tutanaklarda tahrifat yapılarak çürütülmeye
çalışılmıştır. Tanık Ayhan
Aydın’ın teşhis ettiği İslamî Hareket Örgütünün mensubu
iki tanığın, Uğur Mumcu’nun öldürüldüğü gün
İstanbul Emniyetinde olduklarını ispat için özel çaba
harcanmış, bunun için Ankara’dan özel olarak bir Devlet Güvenlik
Mahkemesi savcısı İstanbul Emniyetinde inceleme
yapmıştır. Anılan savcı, Faili Meçhul Cinayetleri
Araştırma Komisyonunun raporunda da belirtildiği gibi,
İstanbul’da görevini savsaklamış, resmî belgeleri tam olarak
dikkatli bir şekilde inceleyemediğinden, yanlış
tespitleriyle, maalesef, soruşturmanın seyrini
değiştirmiş, dikkatlerin başka noktalara çekilmesine neden
olmuştur.
İslamî
Hareket Örgütüyle ilgili emniyet operasyonu ve sanıkların
yakalanmaları 20 Ocak 1993 tarihinde olmuş iken, 23 Ocak 1993’te
başladığı belirtilerek çok önemli bir kusur
işlenmiştir. Bu operasyonda, tanık Ayhan Aydın’ın
teşhis ettiği sanıklar Mehmet Ali Şeker ve Ayhan
Usta’nın evlerinde Uğur Mumcu cinayetinde kullanılan C-4 plastik
patlayıcı bomba malzemelerinden kilolarca bulunmuş olması,
Ankara ve İstanbul Emniyetinin irtibatsızlığından
Uğur Mumcu cinayetiyle bir türlü ilişkilendirilememiş, C-4
plastik bombasının benzer diğer olaylarda kolaylıkla
kullanılmadığı gözlerden, dikkatlerden
kaçmıştır.
Tanığın
teşhis ettiği sanıkların Uğur Mumcu cinayetinden önce
Ankara’ya çalıntı bir otoyu neden getirdikleri, bu otoda neleri
beraberlerinde taşıdıkları, bu otoda taşınan
nesnelerin, malzemelerin Uğur Mumcu cinayetinde kullanılıp
kullanılmadığı üzerinde asla durulmamıştır.
Bir
başka yabancı uyruklu zanlının evinde ele geçirilen
bilgisayar disketlerini çözecek makine bulunamayıp deşifre
edilemeyişi, ayrı bir trajedidir. Sayın Bakan, burada, Devlet
Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığından gelen
yazıyı okudu, dikkatle dinledim. Terörle Mücadele Şubesinde bir
başkomiser, bir başkomiser yardımcısı ve 5 polisin
görevlendirildiğini söylüyor. Bu kadar hassas, belki
yurtdışında yapıldığı, çok önemli olaylarda,
çok önemli cinayetlerde kullanıldığı bilinen C-4 plastik
patlayıcı bombanın, bu şekilde, emniyette kurulan, işin
uzmanı da olduğu kuşkulu bu ekip tarafından Uğur Mumcu
cinayetinin araştırılıp, incelenip, suyüzüne
çıkarılması mümkün müdür; mümkün değildir. Devlet Güvenlik
Mahkemesinin yazısından anlıyoruz bunu. Niçin mümkün
değildir; Uğur Mumcu cinayeti zanlısı olan bir yabancı
uyruklunun evinde yapılan aramada disketler ele geçiyor; teknolojinin
geldiği bu aşamada, bizim “bu kadar ekip oluşturdu”
dediğimiz emniyetimiz o disketleri deşifre bile edememiş
durumdadır. Disketler deşifre edilememiş durumda; siz hangi
ekipten bahsediyorsunuz, hangi terörle mücadele ekibinin Uğur Mumcu
cinayetini aydınlatacağından bahsediyorsunuz!... Lütfen, evvela,
terörle mücadelede oluşturduğunuz ekibi teknik donanımla takviye
ediniz. Uğur Mumcu cinayeti, ancak, teknik donanımla, yan unsurlarla
desteklenerek aydınlatılabilir.
Bir
başka yabancı uyruklunun zanlı olduğu istihbaratı
yapılınca, ayın 17’sinde bu bilgi emniyete intikal ediyor; ne
gülünç ve komiktir ki, emniyetimiz, beş gün sonra o zanlının
evine gidiyor; tabiî, emniyet oraya ulaştığı zaman, bütün
deliller yok edilmiş, karartılmış oluyor.
Bütün
bunlara ek olarak, Devlet Güvenlik Mahkemesi savcısının,
görevlerini yapmayan ya da yapmaları engellenen kimi emniyet görevlileri
için -aynen- yorgunluk, uykusuzluk ortamı içerisinde bulunmaları
sonucu, insanî ve beşerî hatayla, yoklama tutanaklarındaki sanık
ve saat çelişkilerinin meydana geldiğini söyleyebilmesi ise,
ayrı bir hukuk faciasıdır. Uğur Mumcu cinayeti gibi çok
önemli bir cinayette, toplumun tüm kesimlerinin gözünün üzerinde olduğu,
aydınlatılması için dört gözle haber bekledikleri bir cinayette,
nedense, emniyetteki tutanaklarda tahrifat yapılabiliyor ve devletin
görevli bir Devlet Güvenlik Mahkemesi savcısı, tahrifat
yapanların üzerine gideceğine, tahrifat yapanları
kollayıcı bir ifade kullanıyor.
Susurluk
kazasıyla ortaya çıkan gerçekler, zihinlerde Uğur Mumcu
cinayetinde de yeni çağrışımlar yapıyor. Tehdit, gasp,
uyuşturucu ve silah kaçakçısı canilere yeşil pasaport,
sahte kimlik verilen, yurtdışında hapishanelerden
kaçırılabilen, mafya mensuplarına, kumarhane patronlarına
bile diplomatik pasaport sağlanan bir ortamda, Uğur Mumcu’nun
katillerinin, bir günde İstanbul’dan Ankara’ya gelip, C-4 bombasıyla
işlerini görüp, Uğur Mumcu’yu öldürüp İstanbul’a dönmüş
olmaları, pekala mümkündür. İslamî Hareket Örgütünün ileri
gelenlerinden Şefik Polat ve Necmi Aslan’ın, Uğur Mumcu’nun
ölümünden iki gün sonra serbest bırakılmaları ve kaçmaları
ve halen yurtdışında kaçak olarak yaşamlarını
sürdürmeleri ise, ayrı bir dramdır.
Yazılarıyla,
düşünceleriyle, kalemiyle, eleştirileriyle pek çok nasırlara
basan, pek çok rejim ve devlet düşmanının husumetini çeken
Uğur Mumcu’nun devletin güvenlik güçlerince resen korunması
gereğinin bile düşünülmemesi, ağır bir hizmet kusurunu
oluşturur.
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Faili Meçhul Cinayetler Komisyonu raporundaki “âdeta, olayın
açıklığa kavuşmaması için her türlü ortam
hazırlanmaktadır” şeklindeki teşhis doğru ise, bu, bir
devlet ayıbı oluşturmaktadır. Hiçbir demokratik hukuk
devleti, cesur bir kalemin, önemli bir yazarın öldürülmesi olayında
acz içinde olma ayıbını uzun süre taşıyamaz,
taşımamalıdır.
BAŞKAN
– Sayın Sav, 1 dakikanız var efendim.
ÖNDER SAV
(Devamla) – Biliyorum efendim, görüyorum saati.
Uğur
Mumcu cinayetinde, görevini savsaklayan, tahkikatın seyrini
değiştiren, yanlış yapan kamu görevlileri savunulup,
korunmamalıdır. Hele hele, Türkiye Büyük Millet Meclisi, asla uygun
bir ortam biçimine sokulmamalıdır. Cumhuriyet Halk Partisi
milletvekillerinin verdikleri ve yedi aydır görüşülme
sırası bekleyen Uğur Mumcu cinayetiyle ilgili
araştırma önergesinin önü açılmalıdır. Komisyon
kurulmamasının ya da fazla bekletilmesinin ayıbını
kimse kolay kolay taşıyamaz.
Bir
başka değerli aydın, yazar ve hukukçunun, faili meçhul cinayete
kurban giden Prof. Muammer Aksoy’un öldürülmesinin ardından 31 Ocak
1991’de Uğur Mumcu’nun yazdığı yazının şu
bölümü bizlere çok şeyler söylemeli.
Sayın
Başkan, sürem doluyor; eğer yarım dakika verirseniz,
tamamlayayım.
BAŞKAN
– Veriyorum, tamam.
Buyurun
efendim.
ÖNDER SAV
(Devamla) – “Devletin görevi, bu gibi cinayetlerin kanıtlarını
bulmak değil midir? Devlet, İslamî hareket adına, uçlarına
susturucu takılmış silahlarla cinayet işleyen çetelere
karşı bu kadar çaresiz midir?” 1991’de, Uğur Mumcu, Aksoy’un
ölümündün sonra böyle yazıyor ve devam ediyor.: “Yoksa, devlet
dediğimiz şu büyük aygıta takılan başka susturucular
var da biz mi bu susturucuları bilmiyoruz?” Evet, Uğur Mumcu
cinayetinde, devlet dediğimiz aygıta takılan susturucular var
mıdır, yok mudur? Bunun aydınlatılması için, Yüce
Meclise, Uğur Mumcu’nun ölümünün 4 üncü yılında ve ölüm günü 24
Ocaktan önce, Meclis araştırması için olumlu oy vermenizi
saygılarımla diliyorum; bu vesileyle, Uğur Mumcu’yu sevgi ve
özlemle anıyorum.
Teşekkür
ederim. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Sav.
DYP Grubu
adına, Sayın Ahmet Sezal Özbek; buyurun efendim. (DYP
sıralarından alkışlar)
Sayın
Özbek, süreniz 20 dakika efendim.
DYP GRUBU
ADINA AHMET SEZAL ÖZBEK (Kırklareli) – Sayın Başkan,
değerli milletvekili arkadaşlarım; Cumhuriyet Halk Partisi
Grubunca verilmiş bulunan gazeteci-yazar Uğur Mumcu’nun cinayetinin
araştırılması hakkındaki önerge üzerinde Doğru
Yol Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Grubumuz
adına, mübarek ramazan ayının İslam âlemine ve bütün
vatandaşlarımıza hayırlara vesile olmasını
Cenabı Hak’tan niyaz ediyor; Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlar, rahmetli gazeteci-yazar Uğur Mumcu’nun 24.1.1993
tarihinde katledilmesi ve bugüne kadar da bu olayın faillerinin
bulunamamış olmasından fevkalade üzüntü duymaktayız.
Vatandaşlarımızın büyük bir bölümü tarafından sevgi,
saygı ve takdirle anılan kıymetlerimizin katledilmeleri, iç ve
dış düşmanlarımız tarafından planlanan ve gayesi,
devlet otoritesini zaafa uğratmak, vatandaşlarımıza korku
salmak, rahmetli Mumcu gibi, uyuşturucu ve uluslararası terör
örgütlerine karşı acımasızca mücadele etmeye gayret eden
diğer yazar ve devlet görevlilerine karşı bir gözdağı
vermek ve onları yıldırmaktır.
Peşinen,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu tarafından verilen önergeye, Doğru Yol
Partisi Grubu olarak olumlu oy vereceğimizi ifade etmek istiyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
Cumhuriyet
Halk Partisi Grubunun önergede mesnet
olarak gösterdiği 19 uncu Dönem Meclis Faili Meçhul Cinayetleri
Araştırma Komisyonunun [(10/90) esas numaralı] raporunu
dikkatlice inceledim. Uğur Mumcu’yla ilgili bölümünde, tüm
Araştırma Komisyonu üyelerinin ittifakla
katıldığı bazı şüphe ve iddialar olduğunu
gördüm. Bunlara, bir de zamanın İçişleri Bakanı İsmet
Sezgin’in bazı televizyon kanallarındaki
açıklamalarını da eklediğimizde, konunun yeniden
incelenmesinde büyük faydalar mülahaza etmekteyim.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Anayasa ve Meclisimiz
İçtüzüğüne göre kurulan araştırma
komisyonlarımızın çalışma şekillerine bir göz
atma mecburiyetimiz vardır.
19 uncu
Dönemde de, aynen bugünlerdeki gibi, tamamen politik mücadeleye dayanan, bir
parti faaliyeti olarak görülen; hatta, acaba, bu çalışmalardan bir
iktidar çıkarabilir miyiz gayretleriyle, iyi niyetle kurulan
komisyonlardan bir netice almak mümkün olamamıştır.
İnşallah, bu gece kurulmasını kabul edeceğimiz
araştırma komisyonu da, benzerleri gibi, gaye dışına
çıkarılmaz.
Bu konuda
sizlere çarpıcı bazı örnekler vermek istiyorum. Daha dün gece
bir televizyon kanalında, gece haberlerindeki canlı yayına
katılan bir milletvekili arkadaşımız; ki, Susurluk
Araştırma Komisyonu üyesidir... Görevleri, araştırıp,
raporlarını Yüce Meclise sunmak olan bu
arkadaşlarımız, bir taraftan araştırma komisyonu
üyesi, bir taraftan savcı, diğer taraftan hâkim, en sonunda da,
âdeta, infaz eden durumuna gelebilmişlerdir. Bunu anlamak mümkün
değildir. Bu beyanlar, halisane duygularla görev yapan değerli
araştırma komiyonu üyelerine ve Yüce Meclisimize -en hafif tabiriyle-
saygısızlıktır. Katılmadığınız
yönler olabilir, olayları siyasî olarak kullanmak isteyebilirsiniz; ama,
araştırma komisyonu üyelerinin öncelikli görevi, içeriğine
katılmasalar da, önce Yüce Meclise raporlarını sunmak, daha
sonra da, itirazlarını, basın toplantıları yoluyla
veyahut yazılı olarak kamuoyuna bildirmeleridir. Bu yöntemi
sağlayamazsak, maalesef, bütün araştırma komisyonu
raporlarına gölge düşer, istenilen gayeye ulaşılması
mümkün olmaz.
Hükümet
adına Sayın Adalet Bakanı ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına Sayın Önder Sav, konuyu derinliğine değerlendirdiler.
Bu bakımdan, benzer şeyleri tekrar etmek istemiyorum.
Cumhuriyet
Halk Partisi Grubunun vermiş olduğu araştırma önergesine
katılacağımız için, Grubumuzun kanaatlerini ortaya
koyduğumuzu zannediyor; rahmetli Mumcu’yu saygıyla anıyor;
faillerinin en kısa zamanda Türk adaleti önüne
çıkarılmasını diliyor, Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Özbek.
Refah
Partisi Grubu adına, Sayın Fikret Karabekmez; buyurun efendim. (RP
sıralarından alkışlar)
Süreniz 20
dakikadır.
RP GRUBU
ADINA FİKRET KARABEKMEZ (Malatya) – Sayın Başkan, muhterem
üyeler; Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun, Uğur Mumcu cinayetiyle ilgili
olarak Meclis araştırması açılması talebi
hakkında, Refah Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz
almış bulunuyorum. Şahsım ve Grubum adına Yüce
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Türkiye
Büyük Millet Meclisi, 19 uncu Dönemde, faili meçhul cinayetlerin
araştırılmasını, 9.2.1993 tarihindeki 65 inci Birleşiminde
kabul etmiştir. Oluşturulan Araştırma Komisyonu, 12.10.1995
tarihinde çalışmalarını tamamlayarak, raporunu Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunmuştur.
Rapor
incelendiğinde, raporda, Uğur Mumcu cinayetine önemli bir yer
verildiği görülmektedir.
Komisyon,
çalışmaları sırasında, Adalet
Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı,
Başbakanlık, MİT Müsteşarlığı, Millî Savunma
Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı, Emniyet
Genel Müdürlüğü, Dışişleri Bakanlığı, TRT
Genel Müdürlüğü ve Devlet Güvenlik Mahkemesi
Başsavcılığından bilgi ve belgeler talep
etmiştir.
Yine,
Komisyon, çalışmaları sırasında, Uğur Mumcu
cinayetiyle ilgili olarak, 23 Eylül 1993 tarihinde, Uğur Mumcu cinayeti
tanığı olduğunu belirten Ayhan Aydın’ı; 13 Ekim
1993 tarihinde, Uğur Mumcu’nun eşi Güldal Mumcu’yu; 15 Eylül 1993
tarihinde, Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürü
Burhan Tansu ile Mustafa Bal’ı; 18 Ekim 1993 tarihinde, TRT “Ateş
Hattı” Programının yapımcılarını; 18 Ekim
1993 tarihinde, Van eski Milletvekili Remzi Kartal’ı; 15 Kasım 1993
tarihinde de, Ankara eski Milletvekili Ömer Çiftçi’yi dinlemiştir.
Van eski
Milletvekili Remzi Kartal, ifadesinde, Komisyon üyesi Süleyman Ayhan’ın,
Uğur Mumcu cinayetine, eski SHP’li bir HEP’li milletvekilinin
bulaştığı yolundaki iddialarının gerçekle ilgisi
olmadığını savunmuştur.
Yine,
Komisyonca dinlenen Ankara eski Milletvekili Ömer Çiftçi,
açıklamasında, gazeteci - yazar Uğur Mumcu’nun öldürülmesi
olayıyla ilgili olarak, EP isimli bir dergide, hakkında yazı
yazıldığını, hakkında ileri sürülen
iddiaların gerçekle bir ilgisi olmadığını,
apartmandaki komşuları ve çevredeki komşuları, kurulacak
taksi durağından rahatsız olacaklarını kendisine
söylemeleri üzerine, başlangıçta, taksi durağı
kurulmasına karşı olduğunu, taksi durağının
kurulmasının mevcut yönetmeliğe de aykırı
olduğunu; ancak, daha sonra, Uğur Mumcu’nun, taksi
durağını kuracak olanların Kırşehirli ve
hemşerileri olduğunu, bu işe karışmamasını
söylemesi üzerine, taksi durağı kurulmasına karşı olma
fikrinden vazgeçtiğini ve taksi durağının kurulduğunu;
evinin, taksi durağını görmediğini beyan etmiştir.
21.9.1993
tarihinde Komisyonca dinlenilen tanık Ayhan Aydın eski ifadesinde
ısrar etmiş ve poliste vermiş olduğu ifadesinin
aynısını Komisyona tekrar etmiştir. Ayhan Aydın, 31.1.1993
günü Emniyet Müdürlüğüne müracaatla, Uğur Mumcu olayı
olduğu sırada olay yerinde olduğunu belirterek, özetle;
boşta gezdiği için, 24.1.1993 günü, iş bulabilmek
maksadıyla evinden ayrıldığını, daha önce
çalıştığı cami inşaatına geldiğini,
orada iş bulamayınca, caminin alt tarafındaki kebapçıdan
yemek aldığını, kıyafeti düzgün
olmadığı için, yemeği taksi durağının
köşe başına getirdiğini, yemeğini yerken, 30-35
yaşlarında birisinin kendisini lafa tutarak meşgul etmeye
çalıştığını, o esnada, lacivert bir Doğan
marka hususî arabanın geldiğini, lastiği patlak arabadan iki
kişinin çıktığını, patlak lastiği
değiştirirken, şahıslardan birinin, somun arama
bahanesiyle, Uğur Mumcu’ya ait olduğunu sonradan öğrendiği
aracın altına girdiğini, burada bir dakika kadar
kaldığını, lastiğin bu arada değişmiş
olduğunu ve adamların, saat 13.05’te oradan
ayrıldıklarını, 10-15 dakika sonra, üzerinde gri renkli
palto, kahverengi çizgili renkli pantolon bulunan, 45 yaşın üzerinde,
gri, yani, tam ağarmayan saçlı, bıyıksız,
şişmanca, şapkası olmayan, elinde hiçbir şey olmayan
bir erkek şahsın otoya bindiğini, bu şahsın, sağ
elini vites koluna atar atmaz aracın infilak ettiğini, olay üzerine,
evine girerek korkusundan sekiz gün dışarıya
çıkmadığını, o gün de, yani, 31.1.1993 günü polise
gelerek bildiklerini anlattığını söylemiştir.
Komisyona gelen belgelere göre, Ayhan Aydın, bu beyanı üzerine,
İstanbul Emniyet Müdürlüğünce yakalanan şahıslarla
yüzleştirilmiş, bu yüzleştirme sırasında, tanık
Ayhan Aydın, Mehmet Ali Şeker ile Ayhan Usta’nın aracın
altına bomba koyan şahıslar olduğunu iddia etmiştir.
Tanık
Ayhan Aydın’ın bu teşhisi üzerine, bu şahıslarla
ilgili olarak İstanbul Emniyet Müdürlüğünden gelen cevabî
yazıda, Mehmet Ali Şeker ve Ayhan Usta’nın 24.1.1993 tarihinde
İstanbul Emniyet Müdürlüğünde gözetim altında olduğu ve
tanık Ayhan Aydın’ın beyanlarının doğru
olmadığı bildirilmiştir.
Tanık
Ayhan Aydın’ın 20.9.1993 günü saat 21.15’te TRT 1’de yayınlanan
Ateş Hattı Programına çıkarılarak, program
yapımcısı tarafından tanığın yüzünün 60
milyon kişiye açıkça gösterilerek, âdeta, sorgulanır biçimde
bilgisine başvurulması ve kamuoyunda, çelişkili bilgiler veren
bir kişi imajı yaratılmış olması üzerine,
Komisyon, TRT Genel Müdürlüğünden, Ateş Hattı
Programının video kayıtlarını ve program
yapımcılarının Komisyona bilgi vermesini talep
etmiştir.
Ateş
Hattı Programının yapımcılarından Reha Muhtar ile
Celal Kazdağlı’nın komisyona bilgi vermelerine rağmen,
Komisyon raporunda bu bilgilere yer verilmemiştir. Tanık Ayhan
Aydın’ın Komisyona verdiği ifadede, televizyon programına,
kendisine bir şey sorulmadan, polislerce götürüldüğünü,
görüşmeden sonra kendisine polis tarafından tutanak
imzalatıldığını ve bu tutanağı
okumadığını beyan etmiştir.
Bu tezatlar
karşısında, Komisyon, İstanbul Emniyet Müdürlüğü
evraklarında tahrifat olup olmadığını çok geniş
olarak araştırmıştır. Bu araştırmalara
cevaben, soruşturmayı yürütmekle görevli Ankara Devlet Güvenlik
Mahkemesi Cumhuriyet Savcısı Ülkü Coşkun, tutanaklarda tahrifat
olmadığını ve Mehmet Ali Şeker ile Ayhan
Usta’nın, Uğur Mumcu’nun öldürüldüğü tarih olan 24.1.1993 günü
gözaltında olduklarını, çok sayıda resmî evrakla bunun
kanıtlanmış olduğunu, bu evraklarda yeminli
tanıkların ifadesinin bulunduğunu, 23.1.1993 günü sanık
Ayhan Usta’nın emniyetteyken rahatsızlık geçirerek
Haydarpaşa Numune Hastanesine götürüldüğünü, bu resmî
kayıtların da mevcut olduğunu, tutanaklardan birinde
çelişkili tarih ve saatin bulunmasının, yorgun ve uykusuz
personelin beşerî hatasından kaynaklandığını
belirtmiştir.
Yine,
aynı Cumhuriyet Savcısı, bazı yayın organlarında
çıkan hususların hiçbir şekilde doğru
olmadığını; Uğur Mumcu suikastıyla ilgili
İslamî Hareket Örgütü soruşturmasında hiçbir delilin elde
edilemediğini, sadece, İstanbul’da örgüt hücre evlerinde, Uğur
Mumcu’nun öldürülmesinde kullanılan plastik patlayıcı madde
benzeri C-4’lerin ele geçirildiğini ve İslamî Hareket Örgütüyle
ilgili sanıkların, gerek İstanbul Emniyet Müdürlüğünde
gerekse Ankara Emniyet Müdürlüğünde, cumhuriyet
başsavcılığının bilgisi tahtında, son derece
ciddî bir sorgulama ve soruşturmaya tabi tutulduklarını; buna
rağmen bu konuda bir delil elde edilemediğini ve netice olarak,
yukarıda arz edilen çalışmalar sonucu, şahit Ayhan
Aydın’ın bilgi ve görgüsünün doğru ve samimî ve itibar edilecek
bir ifade olmadığı sonuç ve kanaatine varıldığını
beyan etmiştir.
Yine, Ankara
Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcısı Nusret Demiral, Ankara
Emniyet Müdürlüğüne göndermiş olduğu 18.10.1993 tarih ve
B-1993/1493 sayılı yazısıyla Uğur Mumcu’nun
öldürülmesi olayıyla ilgili olarak ifadesinin alınması için
başvuran tanık Ayhan Aydın’ın beyanlarında teşhis
ettiği Mehmet Ali Şeker ile Ayhan Usta’nın, İstanbul
Emniyet Müdürlüğünce, başka bir olay nedeniyle, 23.1.1993 günü
gözetim altına alındıkları; bu nedenle 24.1.1993 günü
Ankara’da bulunmalarının imkânsız olduğunu belirtmiştir.
Komisyonca
dinlenen Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürü Burhan
Tansu ile Mustafa Bal da, Uğur Mumcu cinayetinde görgü
tanığı olduğunu ifade eden Ayhan Aydın isimli
şahsın boşta gezer, iş bulamamış bir kişi
olduğunu; ifadesinin hayal mahsulü olduğunu; Ayhan Aydın’ın
bunu daha sonra itiraf ederek böyle bir şeyin
olmadığını kendilerine söylediğini beyan
etmişlerdir.
Görüldüğü
üzere, Faili Meçhul Siyasal Cinayetler Meclis Araştırma Komisyonu,
araştırma sahasına giren olaylar içinde Uğur Mumcu
cinayetine özel bir yer vermiş ve olayı geniş bir şekilde
incelemeye çalışmıştır. Bu çalışmalar
doğrultusunda, Uğur Mumcu’nun eşi Güldal Mumcu’nun ifadesi de
Komisyonca dinlenmiştir. Güldal Mumcu, söz konusu ifadesinde, özetle,
olayın görgü tanığı olduğunu söyleyen Ayhan
Aydın’ın ifadesinde çelişkiler olduğunu; örneğin
Uğur Mumcu’nun giydiği kıyafet konusunda verdiği bilgilerin
tamamen yanlış olduğunu, Özgür Gündem Gazetesinde çıkan bir
yazıda Uğur Mumcu’nun hedef gösterilmiş olduğunu, bu
gazeteyi Uğur Mumcu okuyunca, kendisine “beni öldürecekler” dediğini
“bunu nereden çıkarıyorsun” diye sorduğunda, aynı gazetede
yer alan “halkın dinamiği bunun üstesinden gelecektir” sözünün bu
anlama geldiğini kendisine söylediğini; bu nedenle, eşinin bu
çevrelerce öldürülmüş olabileceğini, eşi Uğur Mumcu için
emniyetçe hazırlanan bomba raporunun televizyondan
açıklanmasının doğru olmadığını, bunu
DGM savcısına söylediğini, savcının isteğine
rağmen yayınlanmış olduğunu, Ayhan Aydın’ın
olaya şu veya bu şekilde müdahil olduğunu
sandığını, bazı kişileri açıklayabilmek ya
da olayı bazı kişilerin üzerine yıkabilmek için, bu
şahsın kullanılmış olabileceğini, olayı
yönlendirme amacıyla bu şahsın ortaya
çıkarılmış olabileceğini beyan etmiştir.
Sayın
Başkan, sayın üyeler; Komisyon raporu bir bütün olarak ele
alındığında, Komisyonun, Ayhan Aydın’ın ifadesi
üzerinde çok detaylı olarak çalışmış olduğu
açıkça görülmektedir. Komisyon, Ayhan Aydın’ın ifadelerinin
doğruluğunu ve emniyet kayıtlarının muharref
olduğunu ispatlamaya çalışmış ve bu hususta hukukî
teamülleri zorlamıştır. Komisyonun, garip bir şekilde
olaydan sekiz gün sonra ortaya çıkan, bir dedektif gibi olayı tüm
inceliğiyle ve dakikasıyla anlatan, verdiği bilgiler
çelişkilerle dolu olan bu tanığın beyanları üzerinde
bu kadar çalışmış olmasına rağmen, Güldal
Mumcu’nun beyanlarını hiç dikkate almamış olması büyük
bir eksikliktir. Bu eksiklik, belki de, Komisyonun gündeminin hayli
kabarık olmasından kaynaklanmıştır. Bu nedenle, faili
meçhul siyasal cinayetler içinde incelenmiş olan Uğur Mumcu’nun
öldürülmesi olayının ayrı bir komisyonda yeniden incelenmesi
talebini olumlu buluyoruz. Bu nedenle, Refah Partisi Grubu olarak, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubunun Uğur Mumcu cinayetini araştırmak üzere
Meclis araştırması açılması talebini destekliyoruz.
(ANAP ve CHP sıralarından alkışlar)
CHP Grubunun
önerge talebine katılmamıza rağmen, önergenin içeriğine
katılmıyoruz. Önergenin içeriği, kurulması istenen
araştırma komisyonunun ufkunu daraltmaya ve (10/90) esas
numaralı Komisyonun hatalarını tekrarlatmaya yöneliktir. Biz,
Refah Partisi Grubu olarak, Uğur Mumcu’nun eşi Güldal Mumcu’nun
açıklamaları da dikkate alınarak, herhangi bir peşin
fikirden arındırılmış bir Meclis
araştırması komisyonu tarafından Uğur Mumcu
cinayetinin araştırılmasını talep ediyoruz.
Sözlerime
son verirken, Grubum ve şahsım adına, Yüce Heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Karabekmez.
Söz
sırası, DSP Grubu adına, Sayın İstemihan Talay’da.
Buyurun efendim. (DSP ve CHP sıralarından alkışlar)
Sayın
Talay, süreniz 20 dakika.
DSP GRUBU ADINA
M. İSTEMİHAN TALAY (İçel) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 24 Ocak 1993 günü haince bir suikast sonucu ölen Uğur
Mumcu’nun katilleri, maalesef, aradan dört yıl geçmesine karşın
hâlâ bulunamamıştır. O dönemin hükümet yetkililerinin “bu
cinayeti aydınlatmak, bizim namus borcumuzdur” şeklindeki
beyanlarına karşın, kamuoyunda, Uğur Mumcu cinayetinin
derinlemesine araştırılmadığı konusunda
yaygın bir kanaat mevcuttur ve biz de, bu kanaati paylaşıyoruz.
Oysaki, Türkiye Cumhuriyetinin ve Türk adaletinin, Uğur Mumcu’nun
saygın anısına karşı bir vefa ve sorumluluk
gereği olarak bu cinayeti çözmek ve faillerini bulmak görevi, bugün, her
zamankinden daha da önem kazanmış bulunmaktadır; çünkü,
Uğur Mumcu, ulusal birliğin, laikliğin ve demokrasinin yürekli bir
savunucusuydu. Onun öldürülmesine karşı toplumdan gelen tepki, Türk
Halkının çok büyük çoğunluğunun Uğur Mumcu’nun
savunduğu ve cumhuriyetimizin dayandığı bu değerler
konusundaki duyarlılığını açığa vurdu. Bu
değerleri yıpratma çabalarına karşı, toplumda içten
içe kaynayan tepki birikimi, Uğur Mumcu’nun ölümüyle bir yanardağ
gibi patladı. Cenazesi, genç yaşlı, kadın erkek,
sağcı solcu ayrımlarını ortadan kaldırıp,
bir ulusal patlamaya dönüştü.
Türkiye’nin
her ilinden gelen her kesimden her düşünceden vatandaşlarımız,
Uğur Mumcu’nun etrafında kol kola, omuz omza kenetlendiler ve
yüreklerden kopan sloganların çoğunu hep bir ağızdan
haykırdılar. Böylece, Uğur Mumcu, yaşamında olduğu
gibi, ölümüyle de ulusal birliğin ve ulusal dayanışmanın
halkımız arasında güçlenmesi ve kökleşmesi
açısından üzerine düşen görevi, eksiksiz olarak yerine getirdi.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Uğur Mumcu bir hukukçuydu;
hukuku, bir bilim adamı olarak özümsemiş ve
uygulamıştı. Uğur Mumcu, doğrudan ve haktan yana bir
gazeteciydi. Ne hukuk bilgisini ne de kalemini, hiçbir zaman kişisel
çıkarlar için kullanmamıştı. Araştırmadan,
doğruluğunu saptamadan, hiçbir konuda, gelişigüzel yazı
yazmamıştı.
Yazılarında,
bölücülere, şiddet yanlılarına, dini siyasete alet eden ve din
sömürücülüğü yapanlara, uyuşturucu çetelerine ve silah
kaçakçılarına her zaman karşı çıkmış ve
onlara savaş açmıştı.
Uğur
Mumcu, terörün arkasındaki gizli ilişkilere, PKK’nın
uyuşturucu ve silah kaçakçılığına kadar uzanan
çeşitli konularda, belgelere dayalı yazılarıyla kamuoyunu
aydınlatmıştı. Çarpık ve gizli mafya ilişkilerini
ve temiz siyaset kavramını, basında ilk dile getiren gazeteci
Uğur Mumcu’ydu.
Türkiye’yi
çökertmek ve destabilize etmek isteyen bazı güç odaklarının,
teröre karşı çıkan ve ulusal birliği savunan Uğur
Mumcu gibi aydınları boy hedefi olarak görmesi
kaçınılmazdı. Nitekim, Uğur Mumcu’nun öldürülmesinden hem
sonra, Millî İstihbarat Teşkilatı tarafından
hazırlanan bir raporda, özetle, şu görüşlere yer verilmektedir:
24 Aralık 1992 günü, Özgür Gündem Gazetesi yazarlarından Yalçın
Küçük tarafından Suriye’de yapılan röportajda, Abdullah Öcalan
tarafından, Mumcu aleyhinde iddialara yer verilmiştir. Bu durumun,
Mumcu’nun son dönemlerdeki yazılarında PKK’yı hedef alması
ve eleştirmesiyle bağlantılı olduğu
düşünülmektedir.
Mumcu,
İran yanlısı dinci grupları eleştiren
yazılarıyla, bu kesimin de hedefi konumuna gelmiştir. Yine,
başta uyuşturucu kaçakçıları olmak üzere,
yasadışı maddî gelir teminini benimseyen kesimlerin de tepkisini
çekmiştir.
Refah Partisi
milletvekillerinden Hasan Mezarcı’yla katıldığı bir
televizyon programında, adı geçeni, Atatürk’e ve laikliğe
karşı tutumu nedeniyle ağır bir dille eleştirmiş;
Atatürk düşmanı kesimlerin husumetlerini
tırmandırmıştır.
Eylemin,
yapılış tarzı ve uygulanan yöntemler itibariyle,
dış odaklarca, teröre karşı alınan mesafeyi etkisiz
kılmak üzere organize edilmiş olması ihtimal dahilindedir.” Bu,
bir MİT raporunun özetidir.
Durum
böyleyken, İçişleri Bakanlığı Hukuk
Müşavirliği, Uğur Mumcu’nun kardeşleri Ceyhan Mumcu ve
Beyhan Gürson tarafından, Mumcu’nun öldürülmesinde idarenin ihmali ve
ağır hizmet kusuru bulunduğu gerekçesiyle açılan manevî
tazminat davasına verdiği yanıtta, Uğur Mumcu’yu, terör
örgütlerinin hedefi olmadığı gerekçesiyle
korumadıklarını, yargı önünde itiraf etmiştir. Hukuk
Müşaviri “Uğur Mumcu tarafından koruma talebi
olmadığı için, kendisi hakkında bir tedbir
alınmasına gerek görülmedi; boy hedefi haline gelinmesini devlet
tayin edemez” diyerek, İçişleri Bakanlığını bu
cümlelerle savunmuş; fakat, aynı zamanda da, Uğur Mumcu’nun
kendi kaderiyle baş başa bırakıldığını
da bir anlamda kabul etmiştir.
Biraz önce
açıkladığım MİT raporundaki değerlendirmelere
tamamen karşı olan bu savunma, daha sonra, yargı tarafından
da şayanı kabul görülmemiş ve Sekizinci İdare Mahkemesi,
Beyhan Gürson ve Ceyhan Mumcu’nun sembolik olarak istedikleri tazminat
istemlerini lehte sonuçlandırmıştır.
Uğur
Mumcu’nun dış odaklar tarafından öldürüldüğüne
ilişkin, hem Sayın Erbakan’ın hem de Sayın Şevket
Kazan’ın açıklamaları vardır; bu kürsüden
açıklamaları vardır. Ülke ve gizli servis isimlerini açıkça
telaffuz eden Sayın Erbakan, bugün, Başbakan, Sayın Kazan da
Adalet Bakanı olarak her türlü bilgi ve belgeye ulaşacak yetkili
konumda bulunmaktadırlar. Ancak, ne var ki, dün, siyasetleri gereği
ölçüsüz ve sorumsuz beyanlarda bulunanlar, bugün, en yetkili makamlarda
oldukları halde susmayı tercih etmektedirler.
Türkiye
Cumhuriyeti, bir an önce, faili meçhul cinayetlerin üzerine giderek bu
cinayetleri aydınlatmalıdır. Devletin, her türlü şüpheden
ve töhmetten arındırılması için, bu durum artık bir
zorunluluk haline gelmiş bulunmaktadır; bunun için de, hükümetlerin
yeniden bu dosyaları takibe almaları şarttır. Örneğin,
Uğur Mumcu suikastının birinci savcısına, dosyadaki
tutumu nedeniyle, Adalet Bakanlığı müfettişleri
tarafından yapılan soruşturmada, görevini
savsakladığı için disiplin cezası tayini verilmesi gerektiği
sonucuna varılmıştır. Daha sonra, dosyanın
verildiği ikinci savcı, 26 Haziran 1995 tarihinde evinde ölü olarak
bulunmuştur. Bu kadar önemli bir konuyu soruştururken evinde ölü
bulunan savcıya otopsi dahi yapılmamıştır.
“Uğur
Mumcu dosyası daha sonra hangi savcıya verilmiştir? Dosya
üzerinde başka ne gibi işlemler yapılmıştır? Yeni
belge ve bulgulara ulaşılabilmiş midir? Adalet Bakanı
Sayın Şevket Kazan, bu dosya üzerindeki çalışmalardan ne
ölçüde bilgi sahibidir?” gibi bir dizi soru Türkiye Büyük Millet Meclisinin ve
kamuoyunun bilgisi dışındadır.
ALİ
DİNÇER (Ankara) – Kazan hâlâ İsrail‘i mi suçluyor; sormalı?!.
M.
İSTEMİHAN TALAY (Devamla) – Uğur Mumcu. gerçekten, ülkesini ve
halkını yürekten seven bir insandı; ulusal birlik ve
bütünlüğe yönelen tehlikeleri çok iyi bir şekilde teşhis eder ve
kamuoyunu aydınlatırdı.
Uğur
Mumcu, Çetin Emeç’in katledilmesi üzerine, 9 Mart 1990 tarihinde, Cumhuriyet
Gazetesinde şunları yazmıştı: “Bugün için üzerinde
durulması gereken asıl konu, elde kanıt bulunmadan, genel suçlamalarla
ve kuşkulu varsayımlarla, İslamcı çevrelerin tümünün birden
suçlanması ve bu genel suçlamaların yaratacağı olası
gerilimler olmalıdır. Bu gibi suçlamalardan kaçınmak gerekir.
Genel suçlamalar, her zaman tehlikeli gerilimler yaratır.
İslamcıları laiklere, laikleri de İslamcılara
düşman etmek, belki de, Aksoy ve Emeç’i alçakça pusuya düşürüp
öldürenlerin yaratmaya çalıştıkları ortamdı.
Olağanüstü duyarlılık gerektiren günler yaşıyoruz. Bu
ortamda, devlete düşen görev, demokrasi övgüleri düzüp, kuşkulu
varsayımlarla soyut komplo teorileri üretmek değil, bir an önce,
somut kanıtlar bulup, bu iki cinayeti aydınlatmaktır.”
Şimdi,
bu cinayetlerin faillerinin yanı sıra, Uğur Mumcu’nun
katillerinin de bulunması gerekiyor; ülkedeki tehlikeli
kutuplaşmanın ve cepheleşmenin önlenmesi için de, bu zorunludur.
Oysaki, 9 Şubat 1993 tarihinde kurulan Faili Meçhul Cinayetleri
Araştırma Komisyonunun Raporu, hiçbir sonuç elde edilemeden, Türkiye
Büyük Millet Meclisinde görüşülemeden arşive
kaldırılmıştır ve 19 uncu Dönem sonunda kadük
olmuştur. Dolayısıyla, ilgili kurumlara iletilmemiştir ve
geçerliliğini bu şekilde kaybetmiştir.
Bir milyonu
aşkın kişi, Uğur Mumcu’nun katillerinin bir an önce
bulunması istemiyle, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına dilekçeyle başvurmuştur. Bu
dilekçeler de, araştırma komisyonuna gönderilmiştir ve
komisyonun görev süresi sona erip, dağılmasından sonra 30 Ekim
1995’te, raporla birlikte Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık arşivine
kaldırılmıştır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; faili meçhul cinayetler, devletin
sırtında büyük bir yüktür. Devleti bu yüklerden kurtarmak
zorundayız. Uğur Mumcu gibi halkın vicdanı seviyesine
yükselmiş, dürüst ve namuslu insanlarımızı katledenleri
tespit ve teşhis etmek, devletimize olan güveni artıracaktır ve
bu güveni daha da güçlendirecektir, halkın moralini yükseltecektir,
saldırganların cesaretini kıracaktır; bundan sonra bu tip
cinayetlerin işlenmesine engel olacaktır.
Türkiye
Büyük Millet Meclisindeki tüm grupların ortak bir kararıyla,
Uğur Mumcu cinayetinin yeniden araştırılmasına
ilişkin bu kararlı tutumu, ben, yüksek huzurlarınızda,
yürekten kutluyorum. Hükümet yetkililerinin, bu araştırma
komisyonuna, her türlü bilgi ve belgelerle de destek vermesi gerektiğini,
burada bir kez daha vurgulamak istiyorum.
Uğur
Mumcu’nun cenazesinde, nasıl milletimiz, yekvücut olarak, ona olan sevgi
ve saygısını ortaya koymuşsa, bugün de, Uğur Mumcu’nun
demokrasiden ve barıştan yana olan kişiliği etrafında,
iktidarıyla, muhalefetiyle tüm Parlamentomuzun bir bütünlük sergilemesi,
ulusal birliğimiz açısından da sevindirici bir gelişme
olarak değerlendirilmelidir.
Biz
Demokratik Sol Parti olarak, Uğur Mumcu cinayetinin yeniden
araştırılmasını destekliyoruz ve bu konuda her türlü
katkıyı sağlayacağımızı ifade ediyoruz.
Bu duygu ve
düşüncelerle Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.
(Alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Talay.
Sayın
milletvekilleri, Ankara Milletvekili Sayın Ömer Faruk Ekinci,
Başkanlığa gönderdiği
pusulada “DSP Grubu Sözcüsü Sayın İstemihan Talay, bir
cümlesinde, Sayın Mezarcı’dan Refah Partisi milletvekili olarak söz
ettiği, bu nedenle, tutanaklarda düzeltilmesi bakımından, Refah
Partisiyle ilgili olmadığını arz ederim” diyor; ama, Sayın Talay, o televizyon
programına çıktığı zaman, Sayın
Mezarcı’nın, Refah Partisi Milletvekili olduğunu belirtmek
istedi.
ÖMER
EKİNCİ (Ankara) – Şu anda değil.
BAŞKAN
– O yönden söylüyorum.
Efendim,
ANAP Grubu adına, Sayın Yüksel Yalova; buyurun.
Sayın
Yalova, süreniz 20 dakika efendim.
ANAP GRUBU ADINA
YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Sayın Başkanım, sayın
milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu tarafından verilmiş
bulunan Meclis araştırmasına ilişkin Anavatan Partimizin
görüşlerini sunmak üzere yüksek huzurlarınıza gelmiş
bulunuyorum; şahsım ve Grubum adına Yüce Heyetinizi en üstün
saygılarımla selamlıyorum.
Faili meçhul
siyasal cinayetlere ilişkin, biraz önce, değerli grup sözcülerini
izlerken, atıfta bulunulan bir raporda, görev yapmış bir
arkadaşınız olarak, başka sorumluluklarım
olduğunu gördüm. O nedenle, izin verirseniz, 19 uncu Dönem Parlamentosunun
bana göre en yararlı ve verimli çalışmalarından birini
teşkil eden faili meçhul siyasal cinayetlerle ilgili komisyon raporunun
veriliş gerekçesini bir kez daha dikkatlerinize sunmak istiyorum:
“Faili
meçhul siyasal cinayetler ülkemiz gündeminde uzunca bir süredir yer
almaktadır. Bu cinayetlerin bir kesimi, en son Gazeteci-Yazar ve
Araştırmacı Uğur Mumcu’nun öldürülme olayında
olduğu gibi, toplumu çok derinden sarsmıştır. Siyasal
nitelikli cinayetlerin önemlice bir kesiminin suçlularının
bulunamamış ve cezalandırılamamış olması,
bir yandan bu cinayetleri yüreklendirici bir ortam yaratırken, diğer
yandan da devlete olan güveni ciddî bir biçimde sarsmaktadır.
Siyasal
nitelikli cinayetlerin faillerinin meçhul kalması, ayrıca, bu
cinayetlerin kimler tarafından işlenmiş olabileceği yolunda
çeşitli tahmin, spekülasyon ve suçlamalara da neden olmaktadır.
Bazen, bu suçlamalar, çeşitli siyasal odaklarca amaçlı olarak da
yapılmaktadır. Bunun sonucunda, çeşitli siyasal görüşler,
hatta çeşitli yabancı ülkeler zan altında kalmaktadır.
Tahmin, spekülasyon ve suçlamalar bazen öyle boyutlara ulaşmaktadır
ki, bunun sonucunda, suçlamaları yönelten ve suçlama altında kalan siyasal
görüşleri benimseyen kitleler arasında kırgınlıklar,
güvensizlikler ve zaman zaman da kutuplaşmalar doğmaktadır. Tüm
bunlar, toplumun iç bütünlüğünü, iç başarısını
ağır bir biçimde sarsmakta ve devlet-toplum ilişkisini ciddî bir
biçimde zedelemektedir.
Faili meçhul
kalmış cinayetler, genelinde, olağanüstü bir profesyonellikle
işlenmiş cinayetlerdir. Görünen odur ki, ülkemizin çeşitli
yörelerinde işlenmiş bu cinayetlerin arkasında, iyi
eğitilmiş, disiplinli ve güçlü odaklarca desteklenen örgütler ve örgütlenmeler
vardır. Bu cinayetlerin her birinin, gözdağı vermek, intikam
almak gibi kendine özgü, ayrı ayrı amaçları olsa da, hepsinin
gene de bir ortak amacı vardır; o da, demokratik rejimi güçsüz
kılmak, yeni demokratik açılımları önlemek, toplumun
demokratik rejime olan güvenini sarsmak ve rejimi, baskıcı,
yasakçı ve kapalı yönetimlere itmektir. Bununla, Türkiye’nin iç ve
dış dengelerinin ve istikrarının bozulacağı
umulmaktadır.
Görünen odur
ki, faili meçhul cinayetler, bazı odaklarca, bir siyasal mücadele yöntemi
olarak kamusallaştırılmak istenmektedir. Bunlar, demokrasi
dışı yollardan iktidar mücadelesi yapan iç odaklar
olabileceği gibi, ülkemizin istikrar içinde gelişip güçlenmesini
istemeyen dış odaklar da olabilir. Bunların birbiriyle
ilişkili olması ve birbirlerine destek vermesi de büyük bir
olasılıktır.
Toplumu
derinden sarsan siyasal cinayetlerin büyük bir çoğunluğunun
faillerinin meçhul kalmış olmasının birçok nedeni olabilir.
Örneğin, güvenlik güçleri için çeşitli yetmezlikler söz konusu
olabilir; ama, asıl neden, büyük bir olasılıkla, bu cinayetlerin
ardında son derece karmaşık bir siyasal örgütün var
olmasıdır. Bu cinayetler, basit birer öldürme olayı
değildir; bunların arkasında, birbirleriyle iç içe girmiş
çok çeşitli siyasal motifler, ilişkiler ve örgütlenmeler
bulunmaktadır. Su kadar yoğun ve karmaşık siyasal motif,
ilişki ve örgütlenmenin rol oynadığı bir cinayet türü,
ancak, Türkiye Büyük Millet Meclisi araştırması komisyonu gibi
bir siyasal heyetin geliştirebileceği çeşitli siyasal önlemlerle
Türkiye siyasal yaşamından silinebilir. Bu sorun, yasal, demokratik
yollardan faaliyet gösteren tüm siyasal partilerin ortak sorunudur. Rejime ve
siyasete, zorun, tehdidin, kaba kuvvetin, silahın ve cinayetin
bulaştırılmak istenmesi, nihaî tahlilde, demokratik, yasal ve açık
siyasetin kurumları olan tüm siyasal partilere yönelik bir tehdit ve
saldırıdır.
Bu nedenle,
biz, aşağıda imzaları bulunan siyasî parti temsilcileri
Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 102 nci ve 103 üncü maddeleri
uyarınca, faili meçhul cinayetler konusunda bir Meclis
araştırması talep etmekteyiz.
Güneş
Müftüoğlu Mustafa
Kalemli Aydın Güven
Gürkan
DYP Grup
Başkanvekili ANAP Grup
Başkanvekili SHP Grup
Başkanvekili
Şevket
Kazan Uluç
Gürkan
RP
Grup Başkanvekili CHP
Grup Başkanvekili”
Değerli
milletvekilleri, geçmiş dönemdeki Meclis araştırması
komisyonu raporunun gerekçesini burada dikkatlerinize sunmam, boşuna
değil.
Biraz önce,
Refah Partisi Grup sözcüsü arkadaşım, komisyonun bazı
hatalarından söz etti, doğrudur; hataları yoktur filan demek
mümkün değil; ama, burada, sorun, komisyonun sahip olduğu yetkilerin
neler olduğunu öncelikle ortaya koymak, giderek, yasama organı
adına görev yapan bir komisyonun sahip olduğu ya da
olamadığı yetkilerle önüne konulan problemi çözme konusundaki yasal,
anayasal imkânların neler olduğunu ve bu imkânları iyi niyetle
kullandığı takdirde karşısına çıkabilen
sorunların, güçlerin neler olduğunu bir kez daha tespit etmek.
Bakın,
bu komisyon, 24 Ocak 1993’te Sayın Uğur Mumcu’nun pusuya
düşürülerek kahpece vurulmasından hemen sonra kurulmuştur. O
dönemde Parlamentoda bulunan beş siyasî partinin temsilcileri, grup
başkanvekilleri bir önerge vermiş, tüm Meclis
paylaşmış; ama, ortaya çıkan -bırakalım o Meclis
araştırması komisyonunun raporunun o dönem Mecliste incelenip
incelenmemesini, kadük olup olmamasını- asıl sorun, Meclis
araştırması komisyonunun yasama organı adına görev
yaptığı bir sırada, sahip olduğu, içinde
bulunduğu statünün ne olduğu.
Açıkça
söyleyeyim; ben, o komisyonun Başkanvekiliydim. Galiba, Genel Kurulun
9.2.1993 tarihli 65 inci Birleşiminde kurulan bu Meclis
araştırması komisyonunun Başkanlık Divanını
da söylememiz gerekir: “Kırıkkale Milletvekili Sadık
Avundukluoğlu, Başkan; Aydın Milletvekili Yüksel Yalova,
Başkanvekili; Sakarya Milletvekili Nevzat Ercan sözcü, Malatya
Milletvekili Mustafa Yılmaz, Kâtip Üye seçilmişlerdir” deniliyor.
Burada -bir vefa borcudur- Sadık Avundukloğlu Milletvekilimizin, o
dönemdeki bu komisyonun raporunun hazırlanmasında ve çalışmalarının
yürütülmesinde gösterdiği olağanüstü çabayı, Refah Partili
Milletvekilimiz Hüsamettin Korkutata’nın, o dönem CHP Milletvekili Mustafa
Yılmaz arkadaşımızın olağanüstü
çabalarını anmayı, bir vefa borcunun gereği sayarım.
(CHP sıralarından alkışlar)
Bizim
karşılaştığımız husus ne? Önce, bu
araştırma komisyonu kurulma önerisini getiren Cumhuriyet Halk
Partisine; ama, daha önemlisi, bir ahlakî yükümlülük olarak bu önergeyi
algılayan ve peşinen komisyonun kurulmasına evet diyeceğini
belirten tüm siyasî partileri, ben, burada, kutlamak istiyorum, kutlamak
zorundayım. (CHP sıralarından alkışlar) Niçin?..
Eğer, sorunu, biraz önce, çok değerli Milletvekilimiz İstemihan
Talay Beyin ifadesinde olduğu gibi, o dönemin bir parti genel başkanının
-ki, İktidar ortağıydı- “Uğur Mumcu’nun katillerini
bulmak, bizim onur meselemizdir” cümlesini hatırlatarak, belki de,
siyasetin gereği, sorgulamaya giderek, oradan bir yaklaşım elde
etmek mümkün; ama, sorun orada değil. Sorun, o kişinin onurlu olup
olmamasıyla açıklanabilecek bir sorun değil; sorun, Refah
Partisi sözcüsü arkadaşımın “Komisyon, şu şu şu
noktalarda hata yaptı, bunları yapmasaydı...”
yaklaşımıyla çözülebilecek sorun değil. O, basına
“yalancı tanık” olarak geçen ve dolayısıyla dönemin Emniyet
Genel Müdürlüğünü, Ankara Emniyet Müdürlüğünü, Devlet Güvenlik
Mahkemesi Başsavcılığını suçlayarak -diyelim-
değerlendiren yaklaşımının olmaması halinde, bu
cinayeti işleyen insanların ortaya çıkarılabileceğini
düşünmek son derece yanlıştır. Bir kere, örneğin, ben,
İstanbul Emniyetinin değişik birimlerinin teftişinde
görevli Komisyonun Başkanı idim -açıkça söyleyelim-
yurtdışındaki terör hadiselerini araştırmakla görevli
olan birimin başındaki komiserin boynuma
sarılışını hiçbir zaman unutamam. Ortada, sıradan
bir masa -kendi imkânlarıyla almışlar- yine, ortada, bir iki
tane bomba yapımında kullanılan malzemeleri analiz etmeye
yönelik, son derece ilkel bir iki araç,
üstelik yurtdışındaki terör hadiselerini
araştırmaktan, incelemekten, soruşturmaktan sorumlu... “Kaç defa yurtdışına
çıktınız” diye sorduğum zaman, boynunu büktü o ilgili
birimin amiri komiser. Şimdi, burada, emniyetin elindeki yetkiler ne?..
Doğrudur,
İstanbul Emniyeti ile Ankara Emniyeti arasındaki, o döneme
ilişkin -diyelim- konjonktürel birtakım ihtilafların bu
olayların ortaya çıkarılmamasında,
çıkarılamamasında etken olduğunu söylemek,
yaklaşımlardan biridir; ama, çok sathidir; sorun orada bitmiyor.
Sorun, sadece Uğur Mumcu’nun katillerinin bulunması meselesiyle de
sınırlı değil. Dikkat buyurulursa -o dönemin Komisyon
raporunu okuyan arkadaşlarımız bilirler- özellikle
güneydoğuda -ki CHP’nin verdiği önergede İslamî Hareket
Örgütünden bahsedilmiş; onu, öylece sınıflamak da doğru bir
yaklaşım değil- işin içerisinde başka başka
yasadışı örgütlerin bulunduğunu ve bunların başka
başka boyutlarda, başka başka güçlerden destek
aldığını eğer görmezseniz, Komisyonun
yaptığı hatalardan bu işle ilgili netice çıkarmaya
çalışırsınız.
Bakın,
20 Kasım 1991’de kurulan Parlamentoda, Hükümet Programını
okurken, dönemin Sayın Başbakanı “faili meçhul cinayetlerin
sayısı artmaktadır. Ülkemizin her yanında terör mutlaka
önlenecek, yurttaşların can güvenliği ve huzur
sağlanacaktır. Siyasî cinayetlerin son bulması ve faillerinin
yakalanması, devletin en önemli görevlerinden biridir” demiş. Bugün,
hangi sayın başbakan hükümet programını okusa, herhalde bu
cümlelerden vazgeçemez, herhalde yine tekrarlayacak. Demek ki, statü
itibariyle, her bir sayın başbakanın ya da her bir sayın
İçişleri ve Adalet Bakanlarının tabi olduğu, âdeta
kurumsallaşmış; temeli, salt yasadışı örgütler,
yasadışı kurumlara dayanmayan, biraz da -belki daha fazla-
sosyolojik müesseselere dayanan, oralardan çözümüne gidilmesi gereken bir
sorunla karşı karşıya bulunuyoruz.
Bakın,
aynı dönemde, İçişleri Bakanı Sayın İsmet Sezgin
-ki, CHP’nin önergesinde yer verilmiş- “bu örgüt üyelerinden şunlar,
şunlar, şunlardan birisi yakalansaydı -takma kod adları var
burada- Mumcu olayının aydınlatılmasında önemli mesafe
alınacağı aşikârdı” demiş. Yine, CHP
önergesindeki iddiaya göre, bir özel televizyon programında da, bu iddia,
daha sonraki yıllarda tekrarlanmış. Ama, hiç unutmamamız
gereken sorun, kurumsallaşmış sorun şu ki, sayın
milletvekilleri, o dönem koalisyon ortağı bir partiye mensup bir
İçişleri Bakanı “bu olayların arkasında şu ülke
var” derken, o dönem, yine koalisyonun diğer ortağına mensup
Dışişleri Sayın Bakanı da “hayır o ülke yok”
demişti. Dönemin Başbakanı Sayın Demirel de “bu işin
arkasında o ülke niye olsun, anlayamadım” diyerek, her iki tarafa
ilişkin bir dengeyi, dengesel bir yaklaşımı tercih etmişti.
Var mıydı, yok muydu; ben, size, bir tek rakam arz edeyim. Bugün,
sadece İstanbul’da, o bahsedilen ülkeye ilişkin kaç yüz bin
vatandaşın olduğunu, eğer, biz, bunun gelişim
çizgisiyle beraber neden böyle olduğunu da ortaya koyamazsak, bunun
azaltılmasının ya da en azından, güvenlik birimleri eliyle
kontrol altına alınmasının sebeplerini, yollarını
bulamazsak, hele hele, devletler hukukundaki mütekabiliyet esası
gereği, o ülkenin bu kadar vatandaşı, bizim İstanbul gibi
bir ilimizde, ellerindeki bunca imkânla şöyle şöyle siyasal
davranış gösterebilirken, bizim vatandaşlarımız, o
ülkede, acaba, ne kadarına sahip sorusuna cevap bulunmadıkça
-açık söyleyeyim- teşkil edilecek komisyon, kimlerden olursa olsun,
hangi sayın milletvekillerinden oluşursa oluşsun, bu sorunda
-belki tesadüfler işe yarar bilemem, ama- akılcı bir kurumsal
değerlendirme yapamaz. Neden yapamaz?.. Ben, o
sıkıntıyı yaşamış, o komisyonun
başkanvekili sıfatıyla, bu dönem, henüz bu Susurluk’la ilgili
Meclis araştırma komisyonu kurulmadan önce, İçtüzükte bir
değişiklik önergesi verdim; Meclis araştırma komisyonu
yetkileri arasında “devlet sırları ve ticarî sırlar
hariçtir” cümlesinin yürürlükten kaldırılmasının
gerektiğini savunan bir İçtüzük değişikliğiydi. Niçin;
eğer -parlamenter rejimlerdeki yasama, yürütme ilişkilerine çok fazla
girmeyeceğim, ama- yasama organının -toplumu yönetmek üzere her
türlü yasayı yapabilen organ olduğundan hareket edersek- içinden
çıkan yürütme organı üyelerinden, diyelim bir sayın bakan,
devletin her türlü sırrına, her türlü ticarî sırra
ulaşabilirken, o organı bünyesinden çıkaran yasama
organının kurum olarak devlet sırlarını kendi içinden
kurduğu bir Meclis araştırma komisyonu eliyle araştıramayacağını,
öğrenemeyeceğini, değerlendiremeyeceğini düşünmek, en
azından, bu içerisinde bulunduğumuz organın üyeliğinin
ruhuna terstir. Eğer, bu İçtüzük değişikliğini
yapmazsak ne olur?
Bakın,
burada, hakkı teslim etmeye yönelik bir yaklaşım içerisinde
bulundum; hiç başka türlü yorum çıkarılmasın lütfen. Özel
Kuvvetler Komutanlığına ilişkin bir konuda, Komisyon olarak
yazı yazdık. İçtüzüğe göre, Silahlı Kuvvetler, bu
noktada bilgi vermekle yükümlü değillerdi; ama -burada haklarını
teslim edeyim- hemen gönderdiler birkaç yetkiliyi. Şimdi, o Silahlı
Kuvvetler bu yaklaşımı gösterirken, bu demokratik -tırnak
içerisinde söylüyorum- ve iyi niyetli yaklaşımı gösterirken,
devletin başka başka organları, karşımıza
değişik yalancı tanıklar çıkarmaktan tutunuz da,
konuyu başka mecralara saptırmaya kadar, değişik, hukuk
dışı davranışların içerisine girebildiler. Niye;
çünkü, bu sorunun özü, hukuk kavramıyla, hukuk devleti kavramı ile
kaba güç kavramının çarpışması; çünkü, o kaba
güçten... Açıkça söyleyeyim, Uğur Mumcu’ya ya da başka başka
böylesi faili meçhul cinayetlere kurban verilmiş kişilere
ilişkin, lirik ya da daha edebî, daha ağıt boyutu yüklü
değerlendirmeler yapmak mümkün, yapanları da
kınadığımı lütfen zannetmeyelim; ama, bir şey var
ki, Uğur Mumcu’nun, özellikle, 1980 öncesindeki yazdıklarına
bakarsanız, aradan geçen yirmi yıla yakın bir süre
sonrasında, bugün, Türkiye’de siyaset gündemini işgal eden
birtakım baş aktörlerin, yirmi yıl önce orada
anıldığını görürsünüz.
BAŞKAN
– Sayın Yalova, 1 dakikanız var efendim.
YÜKSEL
YALOVA (Devamla) – Peki, efendim.
Eğer bu
bir gerçekse, o zaman başka bir şey ortaya çıkıyor.
Araştırma komisyonunu kuralım. Zaten, bütün partiler, bu konuda
mutabık olduklarını belirttiler, ahlakî ve fikrî bir
beraberlikte siyasî yükümlülüklerini -geçmişten gelen- yerine getirme
konusunda büyük bir örnek teşkil edecek çalışma yaptılar,
kabul; ama, bu araştırma komisyonuna seçilecek üyelerin, mutlaka,
yasama organının demokratik parlamenter rejimlerde sahip olması
gereken imkânlarla donatılması gerekir; değilse, bu, bir anma
toplantısından öteye geçmez. Olabilir, üç beş kişi
yakalanır, yakalanmaz demiyorum; ama, gerçek sorumlular
yakalanmış olmaz, gerçek sorun çözülmüş olmaz.
Tüm siyasî
partilerin, önergenin kabulü sırasında gösterdikleri
duyarlılığı, komisyon çalışmaları,
komisyonun üye teşkili sırasında ve özellikle, komisyonun devlet
sırları ve ticarî sırlar konusundaki yetkilerle
donatılması hususunda da göstermesi inanç ve dileğimle, hepinize
en üstün saygılarımı sunuyorum. (ANAP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Yalova.
Gruplar
adına yapılan konuşmalar tamamlanmıştır.
Önerge
sahibi olarak Sayın Keskin konuşacak mı efendim?
NİHAT
MATKAP (Hatay) – Sayın Eşref Erdem konuşacaklar.
BAŞKAN
– Efendim, Sayın Eşref Erdem konuşamaz.
ÖNDER SAV
(Ankara) – Konuşsun efendim... Sayın Adnan Keskin’in önergesi var.
BAŞKAN
– İçtüzüğümüzün 103 üncü maddesine göre...
Efendim,
bunlar bize daha önceden bildirilse...
Sayın
Adnan Keskin bir önerge göndererek, yerine, Sayın Eşref Erdem’in
konuşmasını istemiştir.
Buyurun
Sayın Erdem. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz 10
dakikadır.
EŞREF
ERDEM (Ankara) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri;
yaklaşık yedi ay kadar önce, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına, faili meçhul cinayetler ve özellikle de
Uğur Mumcu cinayetiyle ilgili olarak verdiğimiz araştırma
önergesinin bir bölümünde, o tarihte, şöyle demişiz:
“Faili
meçhul cinayetler, ülke gündemindeki yerini korumaya devam etmektedir. Bu
cinayetler, kamuoyunca yakından izlenmekte ve toplumu çok derinden
etkilemektedir. Ne var ki, yapılan soruşturmalar, kamuoyunu tatmin
edecek bir aşamaya ulaştırılamamıştır.
Kamuoyu ve basın, bu olayla ilgili esrar perdesinin
kaldırılamamış olmasından büyük rahatsızlık
duymaktadır.
Diğer
siyasî cinayetlerin önemli bir kısmında olduğu gibi, Uğur
Mumcu cinayetinde de suçluların bulunamamış ve
cezalandırılamamış olması, bu meçhul failleri
yüreklendirici bir ortam yaratmış, diğer yandan da, devlete olan
güveni ciddî bir biçimde sarsmıştır.
Faili meçhul
cinayetler içinde, Uğur Mumcu, önemli bir halkadır. Bu cinayetin
faillerinin ortaya çıkarılması, diğer siyasî cinayetleri ve
bu cinayetleri işleyenlerin mensup oldukları örgütlü suç
odağının da aydınlatılmasında en önemli
aşama olacaktır.
12.10.1995
gün ve (10/90) esas numaralı Meclis Araştırma Komisyonu
raporunda, Uğur Mumcu cinayetine ayrılan bölümdeki bilgiler ve son
zamanlarda ortaya çıkan yeni gelişmeler, iddia ve bilgiler
ışığında, yeni bir araştırma
kaçınılmaz hale gelmiştir.”
Sayın
milletvekilleri, son zamanlarda ortaya çıkan gelişmeler, iddialar ve
bilgiler ışığında, yeni bir Meclis
araştırması açılması istemimizi içeren önergemizin ne
denli haklı ve yerinde olduğu açıkça
anlaşılmıştır.
3 Kasım
1996 günü gerçekleşen Susurluk kazasıyla görüldü ki, devleti
kuşatan ve şiddeti olağan araç gibi kullanarak, kimi zaman özel,
kimi yerde ise ortak çıkar için oluşturulan suç örgütleri ve
örgütçüler hakkında bilebildiklerimiz bile tüyler ürpertecek düzeydedir.
Siyasîden bürokrata, katliam sanıklarından kaçakçı ve
kumarcılara uzanan bir yelpazede oluşturulan birtakım
odakların, bilinebilen bütün insanî, hukukî ve ahlakî değerlerle
temelden çelişen, demokratik hukuk devletiyle
bağdaştırılması olanaksız amaç ve yöntemlerle güç
ve iktidar sahibi olduklarını öğrendik.
Basının
tüm yasadışı eylemlere ve artık bilinen adıyla
çetelere karşı yürüttüğü yoğun savaş sonucu ortaya
konulan kanıtlar, soluk kesen inanılmaz ilişkiler, ihanetler,
şantajlar, itiraflar, devlet içindeki suç yuvaları, yetkilerini
korkusuzca yasa dışı işlere peşkeş çeken
görevliler... Bütün bunlar, giderek, gerçeklerin özüne biraz daha yakın
olduğumuz yolundaki inancımızı güçlendiriyor ve
öngörülerimizi doğruluyor.
Ortaya
çıkan tablo karmaşık; ama, karmaşık olduğu kadar
da düşündürücüdür. Tablo, bu denli net ortaya çıkmadan dahi, faili
meçhul cinayetlerin toplumda yarattığı korkuya, devleti
aşağılayan yanına ve bu yönelişin yaratacağı
giderilmesi olanaksız zararların üzerine dikkatler çekilmeye
çalışılıyordu.
Bütün faili
meçhul cinayetlerin kamu vicdanında oluşturduğu yara,
yarattığı acı, kuşkusuz aynıdır; ama,
toplumsal bellek, sanki birini daha bir özenle korumaktadır, Uğur
Mumcu suikastından söz ediyorum. Her tür kokuşmuşluğun,
ahlaksızlığın ve yolsuzluğun korkusuzca üzerine giden
Mumcu’nun katli, gerek işleniş biçimi gerekse soruşturma yöntemi
ve süreciyle her zaman yoğun ilgi toplayan bir olay olmuştur. Tüm
uğraşılara karşın, bir adım ilerleme
kaydedilmeyen bu cinayetin, pek çok yönden önemli bir kavşak noktası
olduğuna inanıyoruz. Sanki, bulduğunuzda iplik çilesini
baştan sona çözen o meşhur uç misali...
Bu
olayın ardında kimlerin, hangi güçlerin bulunduğunun, uygulamaya
konulmaya çalışılan senaryonun kimlerce kaleme
alındığının belirlenmesinin, toplumun ve demokratik
hukuk devletinin geleceği açısından çok büyük önemi
olduğuna inanıyoruz. Bu bağlamda da, Susurluk olayını,
düşündürücü ve tiksindirici ilişkiler yumağının bir
ucunun yakalandığı tarihsel rastlantı olarak
değerlendiriyoruz. Ancak, bu olayın, çeteler şemasından
bağımsız ve sıradan, münferit olaylar gibi sunulmak
istenmesi çabalarını, ciddî bir temel yanlış olarak
değerlendiriyoruz. Bu anlayışa, basınıyla, siyasî
partileriyle, kamuoyuyla karşı çıkılmalı ve bu konuda
oluşan duyarlılık daha geliştirilerek sürdürülmelidir. Her
faili meçhul cinayetin, aşağılık bir düşüncenin bir
halkasını oluşturduğuna inanıyoruz.
Bugün,
açıklıkla görülmektedir ki, 1980 öncesi ve sonrasında, faili
bilinmeyenler sınıfına sokulmaya çalışılan pek
çok siyasî cinayet, devlet içinde yer edinmiş çetelerin veya bunların
desteğini sağlayan terör örgütlerinin el izini
taşımaktadır. Bu gerçek herkesten saklanmaya
çalışıldı ve açıkça söylemek gerekirse, bunda
kısmen başarılı da olundu. O günlerin azılı
faşistlerinin ve gericileriningırtlaklarına kadar pisliğe
batmış oldukları, adam kaçırıp fidye
aldıkları, işkence ederek adam öldürdükleri, bugün, bütün
kanıtlarıyla ortadadır. Bu çetelerin yıllardır hangi
şemsiyenin altına sığındıkları, kimler
tarafından korunup yüreklendirildikleri de açık ve seçik hale
gelmiştir.
Her
cinayetin ardından, toplumda oluşan yansımaya koşut, ancak,
dereceleri değişen sözler verilmektedir. Toplumsal tepkileri
denetlemek ve dindirmek amacını taşıdığından
kuşku duymadığımız benzer ifadeler, Mumcu
suikastında da görülmüştür ve hâlâ belleklerimizdedir.
9 Şubat
1993 günlü birleşimde kurulan ve araştırmalarının
sonuçlarını 186 sayfada toplayan Araştırma Komisyonunun
raporunda yer alan “...bazı kamu görevlilerinin âdeta bu olayı örtbas
etmeye dönük gayretler içinde oldukları izleniminin edinilmiş
olması olasıdır” değerlendirmesi, kanımızca,
Mumcu cinayetinin sıçrama tahtalarından ilkidir.
Gerçeklerin
açığa çıkarılabilmesinin ilk koşulu,
bağımsız yargı ve siyasî etkilerden uzak güvenlik
örgütüdür. Burada değinmeliyiz ki, Anayasanın 159 uncu maddesi
değiştirilmediği sürece yargının
bağımsızlığını sağlamak
olanağı bulunmamaktadır.
Adalet
Bakanının, başkanı ve Adalet Bakanlığı
Müsteşarının da üyesi bulunduğu Hâkimler ve Savcılar
Yüksek Kurulunun bu yapısı kesinlikle değiştirilmelidir. Bu
şekliyle, yürütme organı, yani siyasî iktidar, yargının
içerisine elini uzatmış olmaktadır. Yargıç ve savcı
atamaları ile özlük durumlarının karar altına
alındığı bu Kurulun, yürütme organının bir
üyesinin başkanlığında yaptığı
toplantıda alınacak kararların yansız ve her türlü etkiden
uzak olduğunu iddia etmek, pek kolay olmasa gerek. Güçler ayrılığı
ilkesini temelden zedeleyen bu ilişkinin, yargının
bağımsızlığını olumsuz yönde doğrudan
etkilediğini de kabul etmeliyiz.
Bunun kadar
önemli bir diğer konu da, adlî kolluktur. Bugünkü sisteme göre, her türlü
hazırlık soruşturması, yürütmenin denetimindeki idarî polis
tarafından yapılmaktadır. Bilinen özellikleri ve düzeyiyle bu
görevlilerin, yargının sağlıklı işlemesini
sağlayacak yönde ve yeterlikte kanıt toplayabildikleri ve
soruşturma yapabildikleri savunulamaz. Bu nedenle, Yedinci Beş
Yıllık Planda da yer verildiği gibi, adalet reformunun temel
taşlarından biri de, adlî kolluk kurulmasıdır.
Doğrudan cumhuriyet savcısına bağlı, geçerli
eğitim ve teknik olanaklarla donatılmış bu kolluğun
kurulması bir zorunluluktur.
Kısaca
değinmeye çalıştığım bu konuların, Mumcu
suikastıyla çok yakından ilgisi bulunmaktadır. Mumcu
suikastını soruşturmakla yetkili bir savcının “bu
işi devlet yapmıştır, siyasî iktidar isterse çözer”
biçiminde bir tümce kullandığı, Adalet Bakanlığı
müfettişlerince düzenlenen 20 Haziran 1995 günlü raporda kaydedilmektedir.
Bir savcının böyle bir değerlendirme yapabilmesi için önemli
kanıtlara ve ciddî bilgilere sahip olması gerekir. Ne var ki, bu
kanıtlar ve bilgiler, Parlamentodan saklanabilmekte, soruşturma
dosyaları dahi komisyona gönderilmemektedir. Önergemizi verdiğimiz
tarihten bir hafta sonrasına, yani, 13 Haziran 1996 gününe ait haberlerde,
hiç ipucu bulamadıklarını sürekli yineleyen DGM
Başsavcısının “bilgi verseydik, ipuçları öğrenilir;
bu da faillerin kaçmasına yol açardı” sözleri son derece ciddî; ama, ciddî olduğu
kadar da hazindir. Demek ki, ortada hem ipuçları ve sanık olduğu
sanılan bazıları var ve hem de bütün bu bilgiler Yüce
Parlamentonun bir komisyonundan esirgenmektedir.
BAŞKAN
– Sayın Erdem, 1 dakikanız var efendim.
EŞREF
ERDEM (Devamla) – Bitiriyorum efendim.
Sudan
mazeretlerin ve esrarlı sözlerin arkasına saklanarak Parlamentoya
direnen savcılarla kapsamlı soruşturmalar sürdürülemez.
Mumcu
cinayetinin arkasında olduğundan kuşku duyulan İslamî
Hareket Örgütüne ilişkin saptamalar arasındaki derin çelişkinin
nedeni anlaşılabilir gibi değildir. Emniyet Müdürü “böyle bir
örgüt vardır” açıklaması yaparken, DGM “hayır yoktur”
diyebilmektedir. Dönemin İçişleri Bakanı, Uğur Mumcu’yu
öldüren kişinin adını vererek açıklamada bulunurken,
olayı gördüğünü söyleyen bir tanık, daha dinlenmeden
yalancı tanıklıkla suçlanmakta, hatta, bu iddiayla,
hakkında dava açılmaktadır.
İşte,
bu ve benzeri kombinezonlarla önceki komisyonumuz engellenmiş,
gerçeğin kendisini elde edememiştir. Nisan 1995 tarihli ve (10/90)
no’lu Meclis Araştırma Komiyonu raporunun şu cümlesi ise son
derece vahimdir: “Âdeta, olayın açıklığa
kavuşmaması için her türlü ortam hazırlanmaktadır.”
Mumcu
cinayeti, toplumsal, ahlaksal ve yapısal kirlenmenin sürmesinden yarar
umanların, aydınlığa düşmanların, demokratik,
laik cumhuriyet karşıtlarının, karanlık ellerin
eseridir...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN
– Sayın Erdem, süreniz bitti; eksüre veriyorum; yalnız,
toparlayın efendim.
EŞREF
ERDEM (Devamla) – Elimizi uzatıp “şu” diyemiyoruz; ama, onları
tanımlayabiliyoruz. Tarih ve gerçeğin hep aydınlığa
dönen yüzü, bir gün elbette egemen olacaktır.
Pandoranın
kutusu artık açılmıştır. Sürekli yinelediğimiz
gibi, devletin kuşatılmışlığına dair
iddialarımız, hiçbir bir duraksamaya yer bırakmayacak
şekilde doğrulanmıştır. İşte, bu çerçevede
belleğimize kazılı, kamu vicdanının sürekli kanayan
yarası ve hiç unutamadığı Mumcu cinayetinin, pek çok
olayın düğüm noktasını oluşturduğuna
inandığımız bu suikastın perde arasındaki
gerçeği araştırmanın ve faillerini ortaya
çıkarmanın hepimiz için kaçınılmaz bir görev olduğunu
ifade etmek istiyorum.
Son olaylar
karşısında, kesinlikle yeni bir araştırma komisyonuna
gereksinim vardır. Parçaları
bir araya getirmek, bütünü görebilmek, bilinçle saklanmış
gerçeği aramak ve elde edebilmek için buna karar vermeliyiz.
Olayları, kanıtları, dosyaları, yeniden, yeni bilgiler
ışığında
değerlendirmeliyiz. İnançlı bir Atatürkçüye, su
katılmamış bir cumhuriyetçiye saygımız gereği;
laik, demokratik, hukuk devletine olan inancımız gereği bunu
yapmalıyız. Toplumsal duyarlılığın doruğa
ulaştığı günümüzde
kamuyonunun da beklentisi budur.
Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; bu önergemizin öne
alınmasında katkıları olan ve uzlaşmayla bunu buraya
getiren siyasî partilerimizin grup başkanvekillerine ve burada destek
olacaklarını ifade eden bütün partilerimizin gruplarına
şükranı bir borç biliyorum.
Bu
vesileyle, yılmaz bir demokrasi savunucusu ve yakın
arkadaşım olan Uğur Mumcu’yu rahmet, özlem ve saygıyla
anıyorum ve Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN
– Teşekkür ederim Sayın Erdem.
Sayın
milletvekilleri, araştırma önergesi üzerindeki n öngörüşmeler
sona ermiştir.
Şimdi,
Meclis araştırması açılıp açılmaması
hususunu oylarınıza sunacağım: Meclis
araştırması açılmasını kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Meclis araştırması açılması kabul
edilmiştir.
Meclis
araştırmasını yapacak komisyonun 9 üyeden
oluşması hususunu oylarınıza sunuyorum : Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Komisyonun
çalışma süresinin, başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip
üyenin seçimi tarihinden başlamak üzere 3 ay olması hususunu
oylarınıza sunuyorum : Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Komisyonun
gerektiğinde Ankara dışında da çalışabilmesi
hususunu oylarınıza sunuyorum : Kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
Sayın
milletvekilleri, bugünkü çalışma süremiz dolmuştur. Sözlü
sorular ile kanun tasarı ve tekliflerini görüşmek için, 15 Ocak 1997
Çarşamba günü saat 13.30’da toplanmak üzere, birleşimi
kapatıyorum.
Kapanma Saati
: 22.32
V. – SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1. – İçel Milletvekili D. Fikri Sağlar'ın, kamuoyuna "Susurluk kazası" olarak yansıyan olaya ilişkin Başbakandan sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı M. Recai Kutan'ın yazılı cevabı (7/1631) (1)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Başbakan Sayın Necmettin Erbakan tarafından yazılı olarak yanıtlanması hususunda gereğini saygılarımla arz ederim. 3.11.1996
D. Fikri Sağlar
İçel
Son bir kaç aydır birbiri ardına kamuoyuna yansıyan yasadışı, örgütlü faaliyetler içerisinde devletin son derece hassas mevkilerinde görev yapan memurların da yer aldığı görülmektedir. Kamu görevlileri, suç çeteleri ve siyaset üçgeninin gündeme geldiği bu organize yasadışı faaliyetler toplumda devlete duyulan güveni giderek daha fazla sarsmaktadır. Son olarak kamuoyuna "Susurluk kazası" olarak yansıyan olay toplumun tüm kesimlerinde büyük kaygı yaratırken kamu kurumlarına güvensizliği daha da artırmıştır. Demokratik hukuk devleti tanımı içerisinde hukukun üstünlüğü en temel değer olması gerekirken, bu değerin yerini organize suç çetelerinin yasadışı yöntemlerine bıraktığı gözlenmektedir. Tüm bu gelişmeler karşısındaki sessizliğinizin anlamını kamuoyu ciddî olarak merak etmektedir. Bu konuların açıklığa kavuşturulması, kamu vicdanının rahatlatılması ve kamuoyunun aydınlatılması için aşağıdaki sorularımın içtenlikle yanıtlanması gereğine inanmaktayım
1. Uyuşturucu kaçakçılığı nedeniyle İsviçre'de yargılanarak mahkûm olmuş ve ülkemizde de başta Bahçelievler katliamı olmak üzere birçok terörist faaliyetin sanığı olarak aranan ve Interpol tarafından da yakalanması istenen Mehmet Özbay sahte kimlikli Abdullah Çatlı'nın yeşil pasaport taşıdığı doğru mudur? Doğru ise devlet memurlarının özel koşullarla edinebildiği bu pasaporta nasıl sahip olmuştur? Yasal prosedür gereğince ibraz edilmesi gereken devlet memuru olduğunu belirtir hizmet belgesi hangi kurum tarafından verilmiştir? Bu belge kimler tarafından tanzim edilmiştir? Tanzim edenler hakkında herhangi bir araştırma yapılmış mıdır?
2. Aynı şahsa emniyet amiri ya da emniyet görevlisi kimliği verilmiş midir? Verildi ise hangi merci tarafından ve ne amaçla verilmiştir? Bir yandan Interpole yakalanması için başvurulan bir şahsa aynı kurum tarafından güvenlik görevlisi kimliği ve yeşil pasaport verilmesini nasıl açıklayabilirsiniz? Kamuoyunca bilinen devletin en önemli güvenlik kurumlarından biri olan Emniyet Genel Müdürlüğünce aranan bu kişiye yine aynı kurum tarafından pasaport ve kimlik verilmesi emniyetin yetersiz olduğunu mu yoksa bu kişiyi çeşitli amaçlarla koruyarak kullandığını mı göstermektedir?
3. Türk emniyeti ve Interpol tarafından terörist faaliyetleri ve uyuşturucu kaçakçılığı nedeniyle aranan bir kişinin tabutunun Türk Bayrağına sarılması yasal mıdır? Değilse bu konuda sorumluluk taşıyan kamu görevlileri hakkında herhangi bir soruşturma açılmış mıdır? Açıldı ise sorumlular belirlenerek gerekli yasal müeyyideler uygulanmış mıdır?
4. Korkut Eken isimli şahıs hangi kamu görevinde bulunmaktadır? BOTAŞ A.Ş. ile bir bağlantısı var mıdır? Mehmet Özbay sahte kimlikli Abdullah Çatlı adlı şahıs BOTAŞ'tan herhangi bir ihale almış mıdır? Almış ise Korkut Eken'in bu ihaledeki rolü nedir? Korkut Eken'in İçişleri eski Bakanı Mehmet Ağar'ın danışmanı olduğu doğru mudur? Şu anda Daire Başkanlığı görevini sürdürdüğü söylenen Eken'in Abdullah Çatlı ile ilişkisi nereden kaynaklanmaktadır? Bu konuda herhangi bir araştırma yapılmakta mıdır?
(1) 24.12.1996 tarihli 39 uncu Birleşime ek cevap (7/1631)
5. Kamuoyunun gündeminde yoğun biçimde yer almaya devam eden Susurluk kazası ile ilgili olarak trafik kazası dışında devletçe herhangi bir araştırma yapılmadığı iddia edilmektedir. Ayrıca kaza yapan araçta bulunduğu öne sürülen silah, susturucu ve dinleme cihazları gibi delillerle ilgili balistik, mülkiyet v.b. konularda bugüne kadar neden bir araştırma yapılmamıştır? Böyle durumlarda ilk elde yapılması gereken bu araştırmaların geciktirilmesinde sizin özel bir amacınız var mıdır? Böyle bir talimatınız yoksa araştırmalar neden yapılmamıştır. Bu gecikmenin sorumluları hakkında ne yapmayı düşünüyorsunuz?
6. Sokaktaki adamın ve hatta ilkokul öğrencilerinin bile konuştuğu, tartıştığı Susurluk kazası ve sonrasındaki gelişmeler üzerinde bugüne değin hiçbir açıklama yapmaya gerek duymadınız? Bu olayı çok önemsiz bulmanızdan mı, yoksa sonuçların yıllar sonra ele geçirdiğiniz Başbakanlık makamını kaybetme kaygısından mı kaynaklanıyor? Açıkça sergilediğiniz bu tedirgin davranışınız kamuoyuna bu hükümet tarafından bu olayın çözülmesine yönelik samimî çaba göstermeyeceğiniz izlenimi yaratıyor. Bu izlenimi kırmayı ve ciddî biçimde konuyu araştırmayı düşünüyor musunuz?
T.C.
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 10.1.1997
Araştırma, Planlama ve Koordinasyon
Kurulu Başkanlığı
Sayı : B.15.0.APK.0.23-300.43-531
Konu : Yazılı Soru Önergesi
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : a) T.B.M.M. Başkanlığının 20.11.1996 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/1631-4163/11467 sayılı yazısı.
b) Devlet Bakanlığının 9.12.1996 tarih ve B.02.0.0010/01285 sayılı yazısı.
Devlet Bakanlığının ilgi (b)'de kayıtlı yazısı gereğince; İçel Milletvekili Sayın D. Fikri Sağlar'ın Sayın Başbakanımıza tevcih ettiği ve Devlet Bakanı Sayın Lütfü Esengün koordinatörlüğünde cevaplandırılması tensip edilen 7/1631 Esas No.lu yazılı soru önergesi içeriğinde Bakanlığımı ilgilendiren hususlara ait bilgiler hazırlanarak ekte sunulmuştur.
Bilgilerinize arz ederim.
M. Recai Kutan
Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanı
İçel Milletvekili Sayın D. Fikri Sağlar'ın Yazılı Soru Önergesi Cevabı (7/1631-4163)
Son bir kaç aydır birbiri ardına kamuoyuna yansıyan yasadışı, örgütlü faaliyetler içerisinde devletin son derece hassas mevkilerinde görev yapan memurların da yer aldığı görülmektedir. Kamu görevlileri, suç çeteleri ve siyaset üçgeninin gündeme geldiği bu organize yasadışı faaliyetler toplumda devlete duyulan güveni giderek daha fazla sarsmaktadır. Son olarak kamuoyuna "Susurluk kazası" olarak yansıyan olay toplumun tüm kesimlerinde büyük kaygı yaratırken kamu kurumlarına güvensizliği daha da artırmıştır. Demokratik hukuk devleti tanımı içerisinde hukukun üstünlüğü en temel değer olması gerekirken, bu değerin yerini organize suç çetelerinin yasadışı yöntemlerine bıraktığı gözlenmektedir. Tüm bu gelişmeler karşısındaki sessizliğinizin anlamını kamuoyu ciddî olarak merak etmektedir. Bu konuların açıklığa kavuşturulması, kamu vicdanının rahatlatılması ve kamuoyunun aydınlatılması için aşağıdaki sorularımın içtenlikle yanıtlanması gereğine inanmaktayım:
Soru 4. Korkut Eken isimli şahıs hangi kamu görevinde bulunmaktadır? BOTAŞ A.Ş. ile bir bağlantısı var mıdır? Mehmet Özbay sahte kimlikli Abdullah Çatlı adlı şahıs BOTAŞ'tan herhangi bir ihale almış mıdır? Almış ise Korkut Eken'in bu ihaledeki rolü nedir? Korkut Eken'in İçişleri eski Bakanı Mehmet Ağar'ın danışmanı olduğu doğru mudur? Şu anda Daire Başkanlığı görevini sürdürdüğü söylenen Eken'in Abdullah Çatlı ile ilişkisi nereden kaynaklanmaktadır? Bu konuda herhangi bir araştırma yapılmakta mıdır?
Cevap 4. M. Korkut Eken, 8.11.1990 tarihinde BOTAŞ Genel Müdürlüğüne intisap etmiş olup, 8.4.1993 tarihinde Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığında, 8.9.1993 tarihinde Başbakanlıkta, 2.8.1994 tarihinde ise İçişleri Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğünde görevlendirilmiş, 12.4.1996 tarihinde tekrar BOTAŞ Genel Müdürlüğüne iade edilmiş ve 3.6.1996 tarihinde de ilişiği kesilmiştir.
BOTAŞ Genel Müdürlüğünden Mehmet Özbay ya da Abdullah Çatlı isimli şahıs herhangi bir ihale almamıştır.
Adı geçen kişiyle ilgili olarak basında yer alan iddialardan birinin BOTAŞ Genel Müdürlüğü ile ilinti kurulduğunun öğrenilmesi üzerine Genel Müdürlükçe ciddî incelemeler yapılmıştır. Adı geçen şahısla bağlantılı olduğu iddia edilen BOTAŞ ihalesi ile ilgili detay bilgiler aşağıdaki gibidir.
Bahse konu ihale, petrol sektöründe (Sludgue) diye tabir edilen Petrol Artığı Çamur Malzemenin BOTAŞ Ceyhan Bölge Müdürlüğü açık toprak havuzlarından ve balast tankından tahliye edilmesi işlemidir.
Bu konuda BOTAŞ Genel Müdürlüğünce 4 Nisan 1995 tarihinde yedi kişiden oluşan bir komisyon huzurunda açık artırma ihalesi yapılmış ve tarif edilen petrol çamuru işi toplam 220 000 (ikiyüzyirmibin) ABD Doları bedelle BAYSA İnşaat ve Tic. A.Ş. isimli firmada kalmıştır. BOTAŞ Genel Müdürlüğü, açık artırma yoluyla yapılan ihale öncesi, ihaleye katılacak firmalardan şirket yapısıyla ilgili bütün belgeleri talep etmiş ve firmalar bu belgeleri ibraz ettikten sonra ihaleye katılmışlardır. İhaleyi kazanan BAYSA İnş. San. ve Tic. A.Ş. Firmasının ihale öncesi BOTAŞ'a ibraz ettiği ve şirketin ortaklık ve yönetim yapısını gösteren Ticaret Sicil Gazetesinin bir örneği ekte yer almaktadır. Adı geçen belgeler incelendiğinde de görüleceği üzere, Mehmet Özbay veya Abdullah Çatlı ismi şirket ortakları arasında bulunmamaktadır. Basında çıkan haber üzerine yapılan araştırma sonucunda Mehmet Özbay'ın BOTAŞ ihalesinden yaklaşık 4-5 ay sonra BAYSA A.Ş. firmasının yönetim kurulu üyeliğine getirildiği anlaşılmaktadır. Kaldı ki ihale zamanında ihaleye giren firmaların herhangi birisinin yönetim kurulu üyesi veya ortağı olması durumunda da idarenin yapacağı bir işlem bulunmamaktadır. Zira bilindiği üzere söz konusu ihalelerde kuruluşlar muhatap firmaların sadece malî yapı, teknik yeterlilik, iştigal sahası vb. gibi konumlarını esas almak durumundadır. İhaleye katılan firmalarda kimlerin ortak olduğu, kimlerin yönetim kurulu üyesi olduğu, önceden belgeli bir biçimde bir ikaz ya da uyarı olmadığı takdirde, ihaleyi yapan kuruluşlar için göz önüne alınacak bir husus değildir. Yine ayrıca adı geçen ihalede herhangi bir kişi ya da kuruluşun hiçbir biçimde etkileme ya da yönlendirmesi gibi bir husus kesinlikle olmamıştır. Esasen bu da mümkün değildir. Zira adı geçen ihale, kurumun hukuk müşaviri, ilgili genel müdür yardımcısı, ilgili daire başkanlıkları, bölge müdürü ve teknik yetkililerinin katılımıyla oluşan 7 kişilik bir komisyon huzurunda en şeffaf biçimde firmaların da birlikte katılımıyla gerçekleştirilmiştir. Diğer taraftan, ihalenin yapıldığı tarihte M. Korkut Eken isimli şahıs Emniyet Genel Müdürlüğünde görevini sürdürmektedir.
Not : Yazılı soruyla ilgili diğer bilgiler dosyasındadır.
2. – Sıvas Milletvekili Mahmut Işık'ın, Sıvas İlindeki doğal kaynaklara ilişkin Başbakandan sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı M. Recai Kutan'ın yazılı cevabı (7/1676) (1)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Başbakan tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasına aracılığınızı saygıyla arz ederim.
Mahmut Işık
Sıvas
Malumunuz olduğu üzere; Sıvas-Divriği'de demir, bakır ve altın madenleri; Zara-Gürlevik dağında talk ve yine Zara Celalli nahiyesinde de petrol yatakları olduğu bilinmektedir.
Bu nedenlerle olsa gerek ki; her olağanüstü dönemlerde Sıvas İli birileri tarafından karıştırılmak istenmektedir.
Bunlara bağlı olarak;
1. Sıvas - Divriği'deki demir, bakır ve altın madenleri rezervleri ne kadardır?
2. Divriği İlçesinde yerli ve yabancı hangi firmalara ruhsat verilmiştir?
3. Zara-Gürlevik dağlarında olduğu bilinen talk madenlerinin rezervi nedir?
4. Gürlevik dağlarındaki talk madenlerinin ruhsatları yerli-yabancı kimlere verilmiştir?
5. Fransa eski Devlet Başkanının eşi Bayan Mitterand'ın kardeşleri dünyanın talk tüccarı olduğu ve buradaki ruhsatların da, bunlara yakın yerli ve yabancı firmalara verildiği söylenmektedir. Bu doğru mudur?
6. Zara İlçesi Celalli nahiyesinde petrol yatakları var mıdır? Rezervi nedir? Yerli ve yabancı firmalara ruhsat verilmiş midir?
7. Zara-Celalli'deki petrol rezervlerinin saklandığı söylenmektedir. Bu doğru mudur?
8. Sıvas - Divriği, Zara ve İmranlı ilçelerindeki terör olayları ile yukarıda sayılan doğal kaynakların sizce ilişkisi var mıdır?
9. Yukarıda sayılanların dışında Sıvas'ta doğal başka ne gibi kaynak vardır?
T.C.
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 10.1.1997
Araştırma, Planlama ve Koordinasyon
Kurulu Başkanlığı
Sayı : B.15.0.APK.0.23.300-42-530
Konu : Yazılı Soru Önergesi
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : a) TBMM Başkanlığının 2.12.1996 tarih ve A.01.GNS.0.10.00.02-7/1676-4348/12019 sayılı yazınız.
b) Devlet Bakanlığının 11.12.1996 tarih ve B.02.0.0010/01369 sayılı yazısı.
Devlet Bakanlığının ilgi (b)'de kayıtlı yazısı gereğince; Sıvas Milletvekili Sayın Mahmut Işık'ın Sayın Başbakanımıza tevcih ettiği ve Devlet Bakanı Sayın Lütfü Esengün koordinatörlüğünde cevaplandırılması tensip edilen, 7/1676 Esas No.lu yazılı soru önergesi içeriğinde Bakanlığımı ilgilendiren hususlara ait bilgiler hazırlanarak ekte sunulmuştur.
Bilgilerinize arz ederim.
M. Recai Kutan
Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanı
(1) 26.12.1996 tarihli 41 inci Birleşime ek cevap (7/1676)
Sıvas Milletvekili Sayın Mahmut Işık'ın Yazılı Soru Önergesi Cevabı (7/1676-4348)
Malumunuz olduğu üzere; Sıvas - Divriği'de demir, bakır ve altın madenleri; Zara-Gürlevik dağında talk ve yine Zara Celalli nahiyesinde de petrol yatakları olduğu bilinmektedir.
Bu nedenlerle olsa gerek ki; her olağanüstü dönemlerde Sıvas İli birileri tarafından karıştırılmak istenmektedir.
Bunlara bağlı olarak;;
Soru 1. Sıvas-Divriği'deki demir, bakır ve altın madenleri rezervleri ne kadardır?
Cevap 1. Sıvas-Divriği yöresi demir yatakları :
Yatağın Adı Rezervi Görünür+Muhtemel
A-B Kafa 53 358 849
Ekinbaşı 11 051 563
Dumluca 2 500 000
Akdağ 200 000
Purunsur 1 940 000
Tüllüce 41 400
Dişbudak 2 069 000
Divriği Toplam Demir Rezervi 71 160 812 ton
Bu sahalardan Ekinbaşı yöresinde halen Divhan-Maden adına MTA tarafından yürütülen sondaj çalışmaları devam etmekte olup, rezerv miktarında artış beklenmektedir. Diğer taraftan yörede belirlenmiş işletilebilir bakır-altın yatağı bulunmamaktadır. Ancak, 1997 yılında yörede altın ağırlıklı olmak üzere polimetal maden aramalarına devam edilecektir.
Soru 2. Divriği ilçesinde yerli ve yabancı hangi firmalara ruhsat verilmiştir?
Cevap 2. Divriği İlçesi işletme ruhsatlı sahalar;
Maden Adı Firma Adı Ruhsat No. İl İlçe
Krom Yorulmaz Mad. San. Tic. A.Ş. İR 1900 Sıvas Divriği
Krom Birlik Mad. San. ve Tic. A.Ş. İR 2218 " "
Demir Şark Demir Mad. San. Tic. Ltd. Şti. İR 651 " "
Demir TDÇİ Genel Müdürlüğü İR 922 " "
Demir Demir Export A.Ş. İR 1174 " "
Demir İhsan Yılmaz İR 1418 " "
Demir TDÇİ Genel Müdürlüğü İR 2778 " "
Kömür Abdurrahim Oyal İR 513 " "
Kömür Miktad Demirkale İR 1491 " "
Soru 3. Zara-Gürlevik dağlarında olduğu bilinen talk madenlerinin rezervi nedir?
Cevap 3. Talk madenleri ve rezerv durumları :
Yörede MTA Genel Müdürlüğünce çalışmaları yapılmış 4 adet talk yatağı bulunmaktadır.
Rezerv (Ton)
İli İlçesi Mevkii Gör+Muh Tenör-Kalite
Sıvas Hafik Örencik 44 296 Gör İyi
150 310 Muh
Sıvas Hafik Yağmurluseki 61 067 Gör İyi
138 138 Muh
Sıvas Hafik Yağmurluseki 8 300 Gör İyi
24 000 Muh
Sıvas Hafik Virancık 10 780 Gör İyi
45 845 Muh
Toplam 482 736 Gör+Muh
Soru 4. Gürlevik dağlarındaki talk madenlerinin ruhsatları yerli-yabancı kimlere verilmiştir?
Cevap 4. Talk madenleri ruhsatlı sahaları;
Maden Adı Firma Adı Ruhsat No. İl İlçe
Talk Akmaden Mad. San. Tic. A.Ş. İR 3344 Sıvas Hafik
Talk Sıvas Mad. San. ve Tic. A.Ş. İR 3928 " "
Talk Cemal Gürsoy İR 2373 " "
Talk Cemal Gürsoy İR 2382 " "
Talk Cemal Gürsoy İR 2381 " "
Soru 5. Fransa eski Devlet Başkanının eşi Bayan Mitterand'ın kardeşleri dünyanın talk tüccarı olduğu ve buradaki ruhsatların da, bunlara yakın yerli ve yabancı firmalara verildiği söylenmektedir. Bu doğru mudur?
Cevap 5. Yürürlükteki 3213 sayılı Maden Kanununun 6 ncı maddesinde maden haklarının; medenî hakları kullanmaya ehil T.C. vatandaşlarına, madencilik yapabileceği statüsünde yazılı, Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına göre kurulmuş tüzelkişiliğe haiz şirketlere, bu hususta yetkisi bulunan Kamu İktisadî Teşebbüsleri ve müesseseleri, bağlı ortaklıkları ve iştirakleri ile diğer kamu kurum, kuruluş ve idarelerine verileceği hükme bağlanmıştır. Dolayısıyla Maden Kanununa göre, madencilik ruhsatı bu özellikleri taşıyan gerçek veya tüzel tek kişi adlarına verilmektedir.
Soru 6. Zara İlçesi Celalli Nahiyesinde petrol yatakları var mıdır? Rezervi nedir? Yerli ve yabancı firmalara ruhsat verilmiş midir?
Soru 7. Zara-Celalli'deki petrol rezervlerinin saklandığı söylenmektedir. Bu doğru mudur?
Cevap 6-7. Yaklaşık 14 00 km2'lik bir alanı kapsayan ve 5 000 m.lik bir sediman istife sahip olan "Sıvas Baseni" petrol ve gaz aramaları açısından 1970'li yılların başından beri dikkat çekmektedir. Bu nedenlerle, bu basende, hidrokarbon aramacılığının gerektirdiği tüm disiplinlerdeki çalışmalar TPAO'ca yapılmıştır. Bu amaçla, öncelikli olarak bölgenin jeolojik haritası yapılmış, sonuçta 30 adet 1/50 000 ölçekli harita üretilerek, basenin tümü haritalanmıştır. Bu çalışmalara paralel olarak, 400 adet jeokimyasal, 5 456 adet diğer amaçlı numuneler de toplanarak, bunlardan çeşitli analizler yapılmıştır. Sonuçta, Sıvas Baseni'nin Ağcakışla, Ulaş ve Celalli Zara yörelerinin, daha çok "petrol kökenli gaz" açısından önemli olabileceği düşüncesi ile bu kesimlerde jeofizik çalışmalar yapılmasına karar verilmiştir. Bu çerçevede, öncelikle 17 622 noktalık gravite-manyetik çalışma yapılmış ve bunların da değerlendirilmesi sonucu, önemli görülen yersel kesimlerde, 499 km. uzunluğunda sismik çalışma yapılmıştır. Ancak, bölgedeki sediman istifin en üst düzeylerini oluşturan ve yüzeyde olan, kalın, tuz-jips gibi evaporitik düzeyler sismik kaliteyi olumsuz yönde etkilemiş, dolayısıyla, yerin altındaki, rezervuar ve kaynak kayaların yapısal konumlarını açıklayıcı bilgiler edinilmesini imkânsızlaştırmıştır. Ayrıca, MTA Enstitüsü tarafından Celalli Nahiyesi yöresinde açılan Celalli-1 Kuyusu da, sözü edilen kalın evaporitik seviyeler ile petrol-gaz aramacılığı açısından fazlaca bir önem arz etmeyen karasal çakıltaşları kesilmiş ve 3 643 m.'de "kuru kuyu" olarak terkedilmiştir. Yeraltı bilgisi açısından çok sınırlı bilgilere sahip olduğumuz bu yörede ispatlanmış bir gaz veya petrol bulgusu olmadığından, belirli bir "rezerv"den söz edilemez. Dolayısıyla rezervlerin saklanmış olması da söz konusu değildir.
TPAO Genel Müdürlüğü, teknolojinin son yeniliklerini de uygulayarak, sismik kalitenin, zamanla düzeltilebileceği, dolayısıyla daha sağlıklı yeraltı bilgilerinin elde edilmesinden sonra, ileriki yıllarda daha detaylı ve hatta sondajlı çalışmalara geçilebileceği görüşündedir.
Sıvas İlinde bugüne kadar 2 adet arama ruhsatnamesi verilmiştir.
– 1985 yılında, AMOCO Turkey Petroleum Şirketine 1 yıl süreyle 1 adet,
– 1989-1991 yıllarında ise Türkiye Petrolleri A.O.'na 3 yıl süreyle 1 adet, ruhsat verilmiş olup, bu ruhsatlarda yapılan faaliyetler, petrol aramalarına yönelik haritalama ve genel amaçlı jeolojik çalışmalar şeklinde olmuştur.
Soru 8. Sıvas - Divriği, Zara ve İmranlı ilçelerindeki terör olayları ile yukarıda sayılan doğal kaynakların sizce ilişkisi var mıdır?
Cevap 8. Konu, İçişleri Bakanlığını ilgilendirmektedir.
Soru 9. Yukarıda sayılanların dışında Sıvas'ta doğal başka ne gibi kaynak vardır?
Cevap 9. Sıvas İlinde tespit edilen maden kaynaklarını gösterir harita ektedir.
Not : Yazılı soruyla ilgili diğer bilgiler dosyasındadır.
3. – Bursa Milletvekili Ali Rahmi Beyreli'nin;
Botaş'taki usulsüz uygulamaların bir milletvekiline ulaştırıldığı iddiasına,
Botaş'taki usulsüz uygulamalar nedeniyle başlatılan soruşturmalara,
Botaş'taki usulsüz uygulamalara adı karışan personele yapılan ödemelere,
İlişkin soruları ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı M. Recai Kutan'ın yazılı cevabı (7/1706, 1707, 1708) 29.11.1996
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki soruların, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Recai Kutan tarafından yazılı olarak yanıtlanmasını, İçtüzüğün 94 üncü maddesi gereğince arz ederim.
Ali Rahmi Beyreli
Bursa
1994 yılı içinde, Bursa Doğalgaz Proje ve İşletme Müdürlüğünün işlem ve faaliyetleri ile ilgili, Botaş'taki, 10 milyon dolara yaklaşan, usulsüz uygulamalar ile ilgili olarak, Botaş Genel Müdürlüğü ve Refah Partisinin, aynı yıl haberdar edilmiş oldukları iddiası ortaya atılmaktadır. Yolsuzluğun ortaya çıkmasında önemli rol oynayan bir kurum çalışanının, ilgili dosyaları Botaş Genel Müdürlüğü ile birlikte partinize mensup bir milletvekiline de ulaştırdığı, iddia edilmektedir.
1. Bu iddia ne denli doğrudur?
2. Yolsuzluklar hakkında oldukça duyarlı olduğunu her fırsatta dile getiren Refah Partisinin bu olayda, gerekli duyarlılığı 2 yıldır, gösterememesinin nedeni nedir?
3. Söz konusu milletvekilinin Botaş Yolsuzluğu ile ilgili olarak önemli bilgilere sahip bulunduğu, ancak bunları açıklamaması hususunda bazı çevrelerce tehdit ve baskı altında tutulduğu iddiaları vardır. Bu iddia doğru mudur? Doğru ise ne gibi bir önlem almayı düşünüyorsunuz?
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki soruların, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Recai Kutan tarafından yazılı olarak yanıtlanmasını İçtüzüğün 94 üncü maddesi gereğince arz ederim.
Ali Rahmi Beyreli
Bursa
1994 yılı içinde, Bursa Doğalgaz Proje ve İşletme Müdürlüğünün işlem ve faaliyetleri ile ilgili, Botaş'taki 10 milyon dolara yaklaşan, usulsüz uygulamalar neticesinde, Botaş Genel Müdürlüğü ve savcılık soruşturma başlatmıştır.
1. Açılan Savcılık soruşturmasında suçlanan kişileri, aynı zamanda da Botaş'ın avukatlığını yapan, Ayfer Bebek Uzunırmak tarafından savunulduğu, iddiaları ne denli doğrudur?
2. Bir kurum avukatının, aynı zamanda, kuruma zarar verdiği gerekçesiyle haklarında dava açılan kişileri savunması hukuk açısından doğru mudur?
3. Bu avukatın suçlanan kişilerle ne gibi bir ilişkisi vardır?
4. Bir diğer iddia da Botaş'tan ayrılarak, bir şirkete ortak olan Cüneyt Teker'in şirketine, Botaş tarafından iş verildiği yönündedir. Botaş İhale Kanununa göre bu tür durumlarda 3 yıllık bir kısıtlama yok mudur? Eğer varsa, böyle bir uygulama suç unsuru teşkil etmiyor mu?
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki soruların, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Recai Kutan tarafından yazılı olarak yanıtlanmasını İçtüzüğün 94 üncü maddesi gereğince arz ederim.
Ali Rahmi Beyreli
Bursa
Basında yer alan bazı haberlere göre, 1994 yılı içinde, Bursa Doğalgaz Proje ve İşletme Müdürlüğünün işlem ve faaliyetleri ile ilgili, Botaş'taki, 10 milyon dolara yaklaşan, usulsüz uygulamalar neticesinde, Botaş Genel Müdürlüğü ve savcılık soruşturma başlatmış ve olayın sorumluları görevden uzaklaştırılmak yerine, âdeta ödüllenerek geçici görevle Ankara'ya alınmışlardır.
1. Çeşitli kaynak paketlerinin açıldığı bu günlerde, bu kişilere, şu anda günlük 800 000 TL. harcırah ve 60 USD/Gün otel parası ödenerek Devletin parasının, savurganlık içinde tüketilmekte olduğu iddiaları ne denli doğrudur?
2. Olayın sorumluları olan, bu kişiler Ankara'ya geçici görev ile alınırken, bu yolsuzluğun ortaya çıkmasında büyük rol oynayan kurum çalışanlarından, "Burhan Naharcı" önce Ankara'ya tayin edilmiş, daha sonra da Eskişehir'e geçici görevle gönderilerek mağduriyeti daha da artırılmıştır. Bu şekilde bir uygulamaya, neden gerek duyulmuştur?
T.C.
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 10.1.1997
Araştırma, Planlama ve Koordinasyon
Kurulu Başkanlığı
Sayı : B.15.0.APK.0.23.300-44/532
Konu : Yazılı Soru Önergesi
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : 9.12.1996 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-4542-12245 sayılı yazınız.
Bursa Milletvekili Sayın Ali Rahmi Beyreli'nin tarafıma tevcih ettiği ve Millet Meclisi İçtüzüğünün 99 uncu maddesi gereğince cevaplandırılması istenen 7/1706-4412, 7/1707-4413, 7/1708-4414 Esas No.lu yazılı soru önergeleri ile ilgili bilgiler hazırlanarak ekte sunulmuştur.
Bilgilerinize arz ederim.
M. Recai Kutan
Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanı
Bursa Milletvekili Ali Rahmi Beyreli'nin Yazılı Soru Önergesi ve
Cevapları (7/1706-4412)
1994 yılı içinde Bursa Doğalgaz Projesi ve İşletme Müdürlüğünün işlem ve faaliyetleri ile ilgili, Botaş'taki, 10 milyon dolara yaklaşan, usulsüz uygulamalar ile ilgili olarak, Botaş Genel Müdürlüğü ve Refah Partisinin aynı yıl haberdar edilmiş oldukları iddiası ortaya atılmaktadır. Yolsuzluğun ortaya çıkmasında önemli rol oynayan bir kurum çalışanının, ilgili dosyaları Botaş Genel Müdürlüğü ile birlikte partinize mensup bir milletvekiline de ulaştırdığı, iddia edilmektedir.
Sorular 1, 2, 3. Bu iddia ne denli doğrudur?
2. Yolsuzluklar hakkında oldukça duyarlı olduğunu her fırsatta dile getiren refah partisinin bu olayda, gerekli duyarlılığı 2 yıldır, gösterememesinin nedeni nedir?
3. Söz konusu milletvekilinin Botaş yolsuzluğu ile ilgili olarak önemli bilgilere sahip bulunduğu, ancak bunları açıklamaması hususunda bazı çevrelerce tehdit ve baskı altında tutulduğu iddiaları vardır. Bu iddia doğru mudur? Doğru ise ne gibi bir önlem almayı düşünüyorsunuz?
Cevaplar 1, 2, 3. Botaş Genel Müdürlüğüne bağlı Bursa İşletme ve Proje Müdürlüğünün 1994 yılı faaliyetlerinin periyodik teftişi sonucunda tespit edilerek, Botaş müfettişlerince hazırlanan söz konusu iddialarla ilgili 1994/4 ve 1995/5 sayılı soruşturma raporlarının ekleri arasında yer alan şikâyetçi dilekçesindeki kişinin o dönem milletvekili olmadığı ayrıca dilekçede belirtilen adresin şikâyetçiye ait bulunmadığı tespit edilmiş olup, dolayısıyla şikâyet mektubunun yaygın bir yöntem olan uydurma ve ilgisiz bir isimle gönderildiği düşünülmektedir.
Bunun ötesinde, takdir edileceği üzere, soru önergenizde adı geçen siyasî partiye veya mensubu herhangi bir milletvekiline ulaşmış bir ihbarın, ancak o siyasî parti veya milletvekili tarafından bilinebileceği ve Bakanlığım veya Botaş Genel Müdürlüğünde bu tür bilginin bulunamayacağı aşikârdır.
Bursa Milletvekili Ali Rahmi Beyreli'nin Yazılı Soru Önergesi ve
Cevapları (7/1707-4413)
1994 yılı içinde, Bursa Doğalgaz Proje ve İşletme Müdürlüğünün işlem ve faaliyetleri ile ilgili, Botaş'taki 10 milyon dolara yaklaşan, usulsüz uygulamalar neticesinde, Botaş Genel Müdürlüğü ve savcılık soruşturma başlatmıştır.
Soru 1. Açılan Savcılık soruşturmasında suçlanan kişileri, aynı zamanda da Botaş'ın avukatlığını yapan, Ayfer Bebek Uzunırmak tarafından savunulduğu, iddiaları ne denli doğrudur?
Cevap 1. Adı geçen Avukat Ayfer Bebek Uzunırmak'ın; serbest avukat olarak çalışmakta olduğu ve Botaş Genel Müdürlüğü ile yapmış olduğu Avukatlık Sözleşmesinin 31.10.1996 tarihinde sona erdiği tespit edilmiştir.
Botaş Bursa İşletme Müdürlüğünün 1994 yılı faaliyetleri ile ilgili Bursa Cumhuriyet Savcılığı tarafından ilgili kişiler hakkında, 11.10.1996 tarihinde açılan ve Botaş Genel Müdürlüğünün müdahil olarak katıldığı davanın ilk duruşmasının 24.12.1996 tarihinde yapıldığı ve adı geçen avukatın bu kişilerin savunmasını üstlendiği belirlenmiştir.
Soru 2. Bir kurum avukatının, aynı zamanda, kuruma zarar verdiği gerekçesiyle haklarında dava açılan kişileri savunması hukuk açısından doğru mudur?
Cevap 2. Botaş Genel Müdürlüğünün geçmişte kadrolu elemanı olmayan adı geçen Avukatın, doğrudan Genel Müdürlük aleyhine olmamak kaydıyla, istediği kişinin vekâletini almasında hukuken bir sakınca bulunmadığı tespit edilmiştir. Ancak, bu konuda avukatın, Avukatlık Kanunundan doğan sorumlulukları bulunmakta olup, bu sorumluluklar kendisine aittir. Diğer taraftan davanın seyrine göre hukuken mümkün olabilecek tedbirler alınacaktır.
Soru 3. Bu avukatın suçlanan kişilerle ne gibi bir ilişkisi vardır?
Cevap 3. Anılan Avukat, Botaş Bursa işletme Müdürlüğü ile ilgili işlere bakmak üzere sözleşmeli olarak çalışmış bulunduğundan, suçlanan kişileri bu yolla tanımış olabileceği tahmin edilmekte olup, bunun dışındaki bir ilişkinin tarafımızdan bilinmesi mümkün değildir.
Soru 4. Bir diğer iddia da Botaş'tan ayrılarak, bir şirkete ortak olan Cüneyt Teker'in şirketine, Botaş tarafından iş verildiği yönündedir. Botaş İhale Kanununa göre bu tür durumlarda 3 yıllık bir kısıtlama yok mudur? Eğer varsa, böyle bir uygulama suç unsuru teşkil etmiyor mu?
Cevap 4. A. Cüneyt Teker 2.11.1995 tarihinde Botaş Genel Müdürlüğünden istifaen ayrılmıştır. Botaş İhale Yönetmeliği gereğince, işten ayrılanlara, üç yıllık bir ihale yasaklaması bulunmaktadır. Ancak anılan şahsın adına kayıtlı bir firmanın Botaş kayıtlarında bulunmadığı tespit edilmiştir.
Bursa Milletvekili Ali Rahmi Beyreli'nin
Yazılı Soru Önergesi ve Cevapları
(7/1708-4414)
Basında yer alan bazı haberlere göre, 1994 yılı içinde, Bursa Doğalgaz Proje ve İşletme Müdürlüğünün işlem ve faaliyetleri ile ilgili, Botaş'taki, 10 milyon dolara yaklaşan, usulsüz uygulamalar neticesinde, Botaş Genel Müdürlüğü ve savcılık soruşturma başlatmış ve olayın sorumluları görevden uzaklaştırılmak yerine, âdeta ödüllenerek geçici görevle Ankara'ya alınmışlardır.
Sorular :
1. Çeşitli kaynak paketlerinin açıldığı bu günlerde, bu kişilere, şu anda günlük 800 000 TL. harcırah ve 60 USD/Gün otel parası ödenerek Devletin parasının, savurganlık içinde tüketilmekte olduğu iddiaları ne denli doğrudur?
2. Olayın sorumluları olan, bu kişiler Ankara'ya geçici görev ile alınırken, bu yolsuzluğun ortaya çıkmasında büyük rol oynayan kurum çalışanlarından, "Burhan Naharcı" önce Ankara'ya tayin edilmiş, daha sonra da Eskişehir'e geçici görevle gönderilerek mağduriyeti daha da artırılmıştır. Bu şekilde bir uygulamaya, neden gerek duyulmuştur?
Cevaplar 1, 2 :
Halen soruşturulmakta olan ve yargıya intikal eden söz konusu usulsüz uygulamaların müsebbibleri oldukları iddia edilen kişilerin, Bursa Asliye Ceza Mahkemesinde dava açıldığına ilişkin Bursa Cumhuriyet Savcılığının iddianamesinin Genel Müdürlüğe ulaşması üzerine, 1.11.1996 tarihinden itibaren geçici görevli olarak Ankara'da görevlendirildikleri ve Botaş Yolluk Yönetmeliğine göre harcırahlarının ödendiği daha sonra Ankara'ya tayinlerin gerçekleştirildiği tespit edilmiştir.
Ayrıca ikinci soruda adı geçen ve Bursa Proje ve İşletme Müdürlüklerinde 17.11.1992 tarihinden bu yana görev yapan Burhan Naharcı'nın Merkezi Ankara'da bulunan Yatırımlar Daire Başkanlığına bağlı Eskişehir Projesinde çalıştırılmak üzere 25.10.1996 tarihinde nakledildiği (Ek 2) belirlenmiştir.
Tarafıma daha önce tevcih ettiğiniz 7/1317-3424, 7/1318-3425, 7/1322-3430 Esas No.lu soru önergeleriniz cevaplarında da açıklandığı üzere, Botaş Genel Müdürlüğünün yanısıra söz konusu olaya, 24.9.1996 tarih, 101 sayılı soruşturma onayıyla derhal el konularak Bakanlığımca soruşturma başlatılmıştır. Halen iki Bakanlık Müfettişi tarafından yürütülmekte olan soruşturmada, bu soruda belirtilen husus ve tespitler de dahil tüm iddialar değerlendirilerek, varsa yasaya aykırı işlem yapanlar hakkında gereği yerine getirilecektir.
4. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, OHAL Bölgesi ve mücavir illerde güvenlik ve terör nedeniyle boşalan yerleşim birimlerine ilişkin Başbakandan sorusu ve İçişleri Bakanı Meral Akşener'in yazılı cevabı (7/1725)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Başbakan tarafından yazılı olarak yanıtlanması için gereğini dilerim.
Saygılarımla 2.12.1996
Sabri Ergül
İzmir
1. Son 10 yılda Olağanüstü Hal Bölgesi ve mücavir illerde (halen devam eden ve kaldırılan iller dahil) güvenlik, terör nedeniyle, gerek terör örgütü baskısı ve gerekse güvenlik güçlerinin güvenlik gerekçesiyle boşalan, sakinlerince terk edilen kaç köy, mezra, kom, oba gibi yerleşim birimi vardır? Bunların illere, yerleşim birimi ve cinsi itibariyle illere göre dağılımı, sayıları nedir?
Bunların il, il etkilediği, yerleri yurtlarını terk etme durumunda kalan yurttaşlar itibariyle sayısı nedir? Köy, oba, mezra kom gibi yerleşim birimlerini güvenlik, terör örgütü PKK baskısı nedeniyle terk etme durumundaki yurttaşlarımızın genel sayısı nedir?
2. Yukarıda sayılan nedenlerle yerleşim yeri birimlerini, ikamet ettikleri yerlerini-yurtlarını terk etme durumunda olan yurttaşlarımıza, gayrimenkul, menkul, hayvan, arı, bağ-bahçe, otlakiye gibi kaybettikleri terk etmek durumunda kaldıkları, kaybettikleri mal-mülkleri için herhangi bir bedel, kamulaştırma bedeli, tazminat ödenmiş midir? Kendilerine yapılan yerleşme, konut, iş, aynî ve maddî yardım miktarı nedir?
3. Yukarıda 1 inci soruda belirtilen illerde, boşaltılmış, boşalmış, terk edilmiş yerleşim birimlerine "köye" dönüş projesi programları çerçevesinde ve/veya terk edilen yurttaşlarca geriye dönüş gerçekleştirilen yerleşim birimi, köy, mezra var mıdır? Varsa iller itibariyle kaç yerleşim birimine kaç yurttaş dönmüştür?
T.C.
İçişleri Bakanlığı 8.1.1997
Jandarma Genel Komutanlığı
Gn. Pl. P. ve Koor. : 7 500-16-96/İNS.HAK.Ş. (5905)
Konu : Yazılı Soru Önergesi.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : (a) TBMM Başkanlığının 9 Aralık 1996 gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.02/7/1725-4477/12416 sayılı yazısı.
(b) Devlet Bakanlığının 18 Aralık 1996 gün ve B.02.0.0010/041428 sayılı yazısı.
1. İzmir Milletvekili Sabri Ergül tarafından TBMM Başkanlığına verilen ve ilgi (b) ekinde alınan yazılı soru önergesindeki konular hakkında yapılan araştırma sonuçları müteakip maddelere çıkarılmıştır.
2. Bugüne kadar (1 017) köy, (1 726) mezra ve (16) kom olmak üzere toplam (2 759) yerleşim birimi boşalmış olup, illere göre dağılımı Ek-A'dadır.
3. Terör baskısı nedeniyle (335 967) vatandaşımız göç etmek zorunda kalmıştır.
4. Göç eden vatandaşlara gerekli yardımlar mülkî makamlarca yapılmakta olup; bugüne kadar toplam 223 721 092 071 TL.'sı tutarında nakit, gıda, giyim, eğitim, sağlık, ulaşım ve yakacak yardımı yapılmıştır.
5. Ayrıca (5 483) adet konut yapılarak hak sahiplerine teslim edilmiş, (581) konutun inşaatına devam edilmektedir.
6. Bugüne kadar (62) köy ve (82) mezraya toplam (15 691) vatandaşımız geriye dönüş yapmış olup, illere göre dağılımı Ek-B'dedir.
7. Göç eden vatandaşların yol, su, elektrik, sağlık ve okul gibi alt yapı hizmetlerinin tamamlanması ve hizmete sunulması amacıyla OHAL, Hassas ve Mücavir illerdeki valilikler emrine 2 trilyon 808 milyar TL. gönderilmiştir.
Bilgilerinize arz ederim.
Dr.Meral Akşener
İçişleri Bakanı
Not : Yazılı soruyla ilgili diğer bilgiler dosyasındadır.
5. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, eski Başbakanlardan A. Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller ile Başbakan Necmettin Erbakan'ın hediye ettiği silahlara ilişkin Başbakandan sorusu ve İçişleri Bakanı Meral Akşener'in yazılı cevabı (7/1729)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Başbakan tarafından yazılı olarak yanıtlanması için gereğini dilerim.
Saygılarımla. 2.12.1997
Sabri Ergül
İzmir
1. Başbakanlık yaptığı dönemlerde eski Başbakan Sayın Mesut Yılmaz kaç kişiye silah hediye etmiştir? Bu kişilerin isimleri nedir?
2. Başbakanlık yaptığı dönemlerde eski Başbakan Sayın Tansu Çiller kaç kişiye silah hediye etmiştir?
3. Başbakan Sayın Necmettin Erbakan şimdiye kadar kaç kişiye silah hediye etmiştir?
Bu kişilerin isimleri nedir?
T.C.
İçişleri Bakanlığı 14.1.1997
Emniyet Genel Müdürlüğü
Sayı : B.05.1.EGM.0.12.01.01-019377
Konu : Yazılı Soru Önergesi.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : a) TBMM Başkanlığının 9.12.1996 gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/1729-4481/12420 sayılı yazısı.
b) Başbakanlık Kan. ve Kar. Gen. Müd'nün 13.12.1996 tarih ve B.02.0.KKG/106-420-11/4813 sayılı yazısı.
c) Devlet Bakanlığının 18.12.1996 gün ve B.02.0.0010/01432 sayılı yazısı.
İzmir Milletvekili Sabri Ergül tarafından TBMM Başkanlığına sunulan ve Sayın Başbakanımıza yöneltilen, Sayın Başbakanımızca da kendileri adına tarafımdan cevaplandırılması istenilen soru önergesinin cevabı aşağıya çıkarılmıştır.
Başbakanlıkları döneminde Sayın Mesut Yılmaz 37, Sayın Prof. Dr. Tansu Çiller 51 ve Sayın Prof. Dr. Necmettin Erbakan 1 kişiye silah armağan etmiştir.
Bilgilerinize arz ederim.
Dr. Meral Akşener
İçişleri Bakanı
6. – Yozgat Milletvekili Kâzım Arsaln'ın, bazı kurumların yeni lojman aldıkları iddiasına ilişkin Başbakandan sorusu ve Maliye Bakanı Abdüllatif Şener'in yazılı cevabı (7/1736)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Sayın Başbakanımız Prof. Dr. Necmettin Erbakan tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını talep etmekteyim.
Gereğini saygılarımla arz ederim. 5.12.1996
Dr. Kâzım Arslan
Yozgat
1. Kamuya ait lojman ve tessilerin satışı için kanun çıkarılmasına rağmen bazı kurumların yeni lojman alımında bulundukları iddiaları doğru mudur?
2. Var ise bu Kurumlar hangileridir? Ve neden izin verilmiştir?
T. C.
Maliye Bakanlığı
Millî Emlak Genel Müdürlüğü 8.1.1997
Sayı : B.07.0.MEG.0.26/3100-1114-00903
Konu : Soru Önergesi.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : 12.12.1996 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/1736-4487/12452 sayılı yazınız.
Yozgat Milletvekili Sayın Dr. Kazım Arslan tarafından, Başbakanımız Sayın Prof. Dr. Necmettin Erbakan'a tevcih edilen ve Sayın Başbakanımız tarafından cevap vermem tensip edilen 5.12.1996 tarihli yazılı soru önergesine verilen cevap aşağıda sunulmuştur.
Yeni lojman alımı ve kiralanması Başbakanlığın 9.9.1996 tarih ve 1996/55 sayılı Genelgesi ile durdurulmuştur. Aynı Genelgeye göre, hizmetin yerine getirilmesinde hayati önem arzeden satınalma ve kamulaştırmalar, Başbakanlığın iznine bağlanmıştır.
Yeni lojman satınalınabilmesi işleminin anılan Genelge çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir.
Arz ederim.
Doç. Dr. Abdüllatif Şener
Maliye Bakanı
7. — Manisa Milletvekili Tevfik Diker'in, telefonların dinlenip dinlenmediğine ilişkin Başbakandan sorusu ve Ulaştırma Bakanı Ömer Barutçu'nun yazılı cevabı (7/1742)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Prof. Dr. Necmettin Erbakan tarafından TBMM İçtüzüğünün 96 ncı maddesine göre yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.
Saygılarımla. 5.12.1996
Tevfik Diker
Manisa
Sorular :
1. Telefonlarım dinleniyor mu?
2. Dinleniyorsa neden ihtiyaç duyulmuştur? Gerekçe nedir?
3. Hukukî mesnedi nedir?
4. Dinlemek için Devlet Güvenlik Mahkemesi veya başka bir mahkeme kararı var mıdır?
5. Milletvekilliği öncesi Genelkurmay, Hava Kuvvetleri Komutanlığı, Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğinde görev yaptığım zamanlarda Devlet Güvenlik Mahkemesinini kapsamına giren herhangi bir durumum olmuş mudur?
6. Devlet Güvenlik Mahkemesi kapsamında değil isem, telefonlarımı dinletenler hakkında yasal işlem yapılacak mıdır?
T. C.
Ulaştırma Bakanlığı
Araştırma, Planlama ve Koordinasyon
Kurulu Başkanlığı 13.1.1997
Sayı : B.11.0.APK.0.10.01.20-EA/61-687
Konu : Manisa Milletvekili Tevfik Diker'in Yazılı Soru Önergesi.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : Devlet Bakanlığının 23.12.1996 gün ve B.02.0.00.10/01474 sayılı yazısı.
Manisa Milletvekili Tevfik Diker'in Sayın Başbakanımıza yönelttiği 7/1742-4502 sayılı yazılı soru önergesinin cevabı ekte gönderilmiştir.
Bilgilerinize arz ederim.
Ömer Barutçu
Ulaştırma Bakanı
Manisa Milletvekili Tevfik Diker'in 7/1742-4501 Sayılı Yazılı Soru Önergesi ve Cevabı
Sorular :
1. Telefonlarım dinleniyor mu?
2. Dinleniyorsa neden ihtiyaç duyulmuştur? Gerekçe nedir?
3. Hukukî mesnedi nedir?
4. Dinlemek için Devlet Güvenlik Mahkemesi veya başka bir mahkeme kararı var mıdır?
5. Milletvekilliği öncesi Genelkurmay, Hava Kuvvetleri Komutanlığı, Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğinde görev yaptığım zamanlarda Devlet Güvenlik Mahkemesinin kapsamına giren herhangi bir durumum olmuş mudur?
6. Devlet Güvenlik Mahkemesi kapsamında değil isem, telefonlarımı dinletenler hakkında yasal işlem yapılacak mıdır?
Cevaplar :
Anayasamızın "Haberleşme Hürriyeti" başlıklı 22 nci maddesinde, herkesin haberleşme hürriyetine sahip olduğu ve haberleşmenin gizliliğinin esas olduğu; Kanunun açıkça gösterdiği hallerde usulüne uygun verilmiş hâkim kararı olmadıkça, gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de Kanunla ilgili kılınan mercii emri bulunmadıkça haberleşmenin engellenemeyeceği ve gizliliğine dokunulmayacağı hükme bağlanmış olup, bunun dışında telefonlardan yapılan konuşmaların dinlenmesi mümkün değildir.
Diğer taraftan Anayasanın sözkonusu maddesinde ifade edilen "Kanunun açıkça gösterdiği hallerde" de Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 92 nci maddesindeki kayıt ve şartlarla Cumhuriyet Savcılarının verecekleri karar üzerine telefon konuşmaları ilgililer tarafından dinlenilebilmekte, Cumhuriyet Savcıları tarafından verilmiş dinleme kararının Hâkim tarafından onaylanıp onaylanmadığı araştırılarak karar 3 gün içerisinde onaylanmadığı takdirde müteakip konuşmalar dinlenilmemektedir.
Ayrıca 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanununun 20 ve 21 inci maddelerine göre de konuşmaların ve konuşma yapılıp yapılmadığının başkalarına ifşa edilmesi yasaklanmıştır.
Haberleşme hürriyetine ilişkin Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, CMUK, Telgraf ve Telefon Kanununun ilgili maddelerinde yer alan hükümler Türk Telekom personelinin bilgisi dahilinde olup, buna aykırı hareket eden personele Yönetmelik Hükümlerine göre disiplin cezası uygulandığı gibi, hakkında adlî kovuşturma da yapılmaktadır.
8. — İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya'nın, TURBAN ile ilgili yolsuzluk iddialarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı H. Ufuk Söylemez'in yazılı cevabı (7/1749)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Devlet Bakanı Sayın Ufuk Söylemez tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim. 10.12.1996
Halit Dumankaya
İstanbul
Soru 1. TURBAN'da yolsuzluk olduğu tespit edilen Kuşadası ile ilgili müfettiş soruşturması yapıldı mı, yapılmadı ise nedeni nedir?
Soru 2. TURBAN'ın diğer işletmelerinde tespit edilen yolsuzluklarla ilgili ne gibi bir işlemler yapılmaktadır?
Soru 3. Marsan Holding'in 114 DM borcuna karşılık ne miktar yatırdı, tarihi nedir? Diğer kalan borcu var mıdır, varsa, tahkikata başlanmış mıdır?
Soru 4. TURBAN davaları avukatlar tarafından takip edilmekte midir? Şu ana kadar kaç konuda dava açılmıştır?
Soru 5. TURBAN avukatlarından Avukat Erdal Merdol'un mukavelesi niçin iptal edildi? Kendisine bu fesih için tazminat ödendi mi, ödendi ise miktarı nedir?
T. C.
Başbakanlık
Özelleştirme İdaresi Başkanlığı 13.1.1997
Sayı : B.02.1.Ö.İ.B.0.65.00.00-0246
Konu : Önerge.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İstanbul Milletvekili Sayın Halit Dumankaya tarafından tevcih edilen 7/1749-4579 esas sayılı soru önergesine verilen cevaplar aşağıdadır.
Soru 1. TURBAN'da yolsuzluk olduğu tespit edilen Kuşadası ile ilgili müfettiş soruşturması yapıldı mı, yapılmadı ise nedeni nedir?
Cevap 1. Konu TURBAN Teftiş Kurulu tarafından incelenmekte olup yasaya aykırılık olup olmadığı hususunda soruşturmanın tamamlanması ile bir kanaat edinilebilinecektir.
Soru 2. TURBAN'ın diğer işletmelerinde tespit edilen yolsuzluklarla ilgili ne gibi bir işlemler yapılmaktadır?
Cevap 2. TURBAN işletmelerinde tespit edilen hususlarla ilgili olarak sorumluları hakkında gerekli incelemeler yapılmış, raporlara bağlanmış, suç duyurularında bulunulmuş ve 15 adet Ağır Ceza davası açılmıştır. Teftiş Kurulunca 30'un üzerinde inceleme yapılmıştır. 5 adet Teftiş raporu yazım aşamasındadır.
Soru 3. Marsan Holding'in 114 DM borcuna karşılık ne miktar yatırdı, tarihi nedir? Diğer kalan orcu var mıdır varsa, tahkikata başlanmış mıdır?
Cevap 3. Marsan Holding A.Ş.'nin 84 450 DM'lık borcu 11.11.1996 tarihi itibariyle firma tarafından itiraz hakları saklı kalmak kaydıyla yatırılmıştır. Başkaca borcu bulunup bulunmadığı konusu araştırılmaktadır.
Soru 4. TURBAN davaları avukatlar tarafından takip edilmekte midir? Şu ana kadar kaç konuda dava açılmıştır?
Cevap 4. TURBAN A.Ş. Hukuk Başmüşavirliğince halen 15'i Ceza davası olmak üzere 119 adet dava ve 110 adet icra takibi sürdürülmektedir. TURBAN A.Ş.'nin bir ticarî müessese olması sebebiyle, ticarî bir kuruluşun karşılaşabileceği her türlü konuyla ilgili dava veya ihtilaflar da takip edilmektedir.
Soru 5. TURBAN avukatlarından Avukat Erdal Merdol'un mukavelesi niçin iptal edildi? Kendisine bu fesih için tazminat ödendi mi, ödendi ise miktarı nedir?
Cevap 5.Avukat Erdal Merdol'un mukavelesi 9.10.1996 tarih ve 117 sayılı, TURBAN A.Ş. Yönetim Kurulu Kararı ile fesh edilmiştir. (Yönetim Kurulu Kararı ekte sunulmuştur.) Ayrıca 6 avukatın da sözleşmeleri fesh edilmiş olup avukatların müracaatı halinde, Avukatlık Kanununun 174 üncü maddesi gereğince sözleşmeye göre bakiye ücretleri ödenmektedir.
Sözleşmeleri fesh edilen avukatlardan Erdal Merdol'a sözleşme şartları ve Avukatlık Yasası hükümleri çerçevesinde 572 307 000 TL,. Avukat İrfan Bahar'a ise 120 000 000 TL. + KDV olarak ödenmiştir.
Bilgilerinize arz ederim
H. Ufuk Söylemez
Devlet Bakanı
Not : Yazılı soruyla ilgili diğer bilgiler dosyasındadır.
9. – Malatya Milletvekili Ayhan Fırat’ın, İnönü Üniversitesince açılan bir sınavın ertelenmesine ilişkin Başbakandan sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Necati Çelik’in yazılı cevabı (7/1766)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Başbakan tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.
Saygılarımla. Ayhan Fırat
Malatya
İnönü Üniversitesinin muhtelif branşlarda eleman alacağına dair mahalli gazete ve TV’lerde ilan yapılmış ve 5000 kişi başvuruda bulunmuştur.
Ancak; imtihan tarihinden önce, Başbakanın emri ile imtihanlar ertelenmiştir.
1. ÖSYM’nce yapılacak olan bu imtihanların ertelenme nedeni nedir?
2. Bu imtihanı ertelerken, baştan sona şaibeli SSK imtihanlarını da ertelemeyi düşünüyor musunuz?
3. İmtihanların ertelenmesini, bazı Malatya Milletvekilleri mi tavsiye etmişlerdi?
4. ÖSYM’nce yapılacak bu imtihanda, yandaşlarınızın imtihanı kazanamayacağı endişesi ertelemede etken olmuş mudur?
T.C.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı
Sosyal Güvenlik Kuruluşları
Genel Müdürlüğü 14.1.1997
Sayı : B.13.0.SGK-0-13-00-01/333-001265
Konu : Yazılı soru önergesi
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : 24.12.1996 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02.7/1766-4633/12808 sayılı yazınız.
Malatya Milletvekili Ayhan Fırat tarafından Sayın Başbakanımıza tevcih edilen Sayın Başbakanımızca da Devlet Bakanı Sayın Lütfü Esengün’ün koordinatörlüğünde cevaplandırılması tensip olunan “Sosyal Sigortalar Kurumuna personel alımı için yapılan sınavın ertelenmesine ilişkin” 7/1766 esas no’lu yazılı soru önergesi Bakanlığımca incelenmiştir.
Sosyal Sigortalar Kurumu merkez ve taşra teşkilatının personel ihtiyacının karşılanmasını teminen açılan ve işlemleri 3.8.1987 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan “Sosyal Sigortalar Kurumu ve Personel Yönetmeliği” hükümleri çerçevesinde yürütülen sınavın yazılı bölümü 6-7-8 Aralık 1996 tarihlerinde, mülakat kısmı ise 23-27 Aralık 1996 tarihlerinde yapılmıştır.
Yapılan sınava ilişkin işlemler ile yazılı ve mülakata ait değerlendirmeler, yukarıda sözü edilen Personel Yönetmeliği gereğince Sosyal Sigortalar Kurumu bünyesinde oluşturulan sınav komisyonunca usulüne uygun olarak ve objektif ölçülerle gerçekleştirilmiştir.
Bilgilerinize arz ederim.
Necati Çelik
Bakan
10. – Artvin Milletvekili Süleyman Hatinoğlu’nun, kumarhanelere ilişkin sorusu ve Turizm Bakanı Bahattin Yücel’in yazılı cevabı (7/1768)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Sayın Turizm Bakanı tarafından yazılı olarak cevaplandırılması hususunda delaletlerinizi arz ederim.
Süleyman Hatinoğlu
Artvin
Türkiye’de gündemi işgal eden kumarhanelerin belirli merkezlerde toplanacağı ifade edilmektedir.
İstanbul Silivri ve Kilyos’un merkez olarak tespit edilecek yerlerden olduğu duyumlarını almaktayım.
Bu nedenle sorularım :
1. a) Kilyos veya Silivri’de kumarhanelerin kurulacağı doğru mudur?
b) Doğru ise, kumarhanelerin kurulacağı arsalar hakkında bir araştırma yapılmış mıdır? Bu arsalar kimlere aittir?
2. Kumarhanelerde görevliler, yurtdışında ikamet edenler ve çifte pasaportlu vatandaşlarımız hariç, Türk vatandaşlarına her ne suretle olursa olsun kumarhanelere girişini yasaklamayı düşünüyor musunuz?
3. Bu konuyla ilgili Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına vereceğimiz Kanun Teklifini destekler misiniz?
4. Daha önce Türk vatandaşlarının kumarhanelere girişi bir genelge ile yasaklanmıştı. Bununla birlikte kumarhaneleri Türk vatandaşlarına yasaklayan kanun çıktığı takdirde yalnızca turistlerin girebileceği kumarhenelerin halen bulundukları yerde faaliyetlerine devam etmeleri uygun olmaz mı?
T.C.
Turizm Bakanlığı
Hukuk Müşavirliği 13.1.1997
Sayı : B.167.HKM.0.00.00.00/48-998-7/1768
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı
Genel Sekreterliğine
İlgi : 24.12.1996 tarih ve 12843 sayılı yazınız,
İlgili yazınız ekinde Bakanlığıma cevaplandırılmak üzere, gönderilen Artvin Milletvekili Süleyman Hatinoğlu’na ait yazılı soru önergesi incelenmiştir.
1. Bakanlığımızda Silivri ve Kilyos’un Talih Oyunları alanlarının toplanacağı merkez olarak tespitine ilişkin herhangi bir çalışma yapılmamaktadır.
2. Halen açık bulunan Talih Oyunları Salonlarının kapatılması ve faaliyetlerine Bakanlığımızca izin verilmemesini sağlamak üzere 2634 sayılı Kanunun 19/b maddesinde değişiklik yapan bir tasarı hazırlanarak Başbakanlığı sevk edilmiştir.
Bilgilerinize arz ederim.
Bahattin Yücel
Turizm Bakanı
11. – Ankara Milletvekili Yılmaz Ateş’in, Ankara Anakent ve Sakarya Belediyelerinde işten çıkarılan işçilere ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Necati Çelik’in yazılı cevabı (7/1777)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı tarafından yazılı olarak yanıtlanmasını arz ederim.
Saygılarımla.
Yılmaz Ateş
Ankara
1. Ankara Anakent Belediyesinde, son 2,5 yılda 4 binin üzerinde işçi işten atıldı. Çok sayıda çalışanın da yasalara aykırı olarak yerleri değiştirildi. Bakanlığınız, bu konuda ne gibi işlemler yaptı?
2. Sakarya Belediyesi son 2,5 yılda 950 işçiyi işten attı. Bakanlığınız bu konuda ne gibi işlemler yaptı?
3. Ankara Anakent Belediyesine bağlı AŞTİ’de 7 aydır grev devam ediyor. Grevin sona ermesi için sendikacı bir Bakan olarak devreye girdiniz, sonuçlandıramadınız?
Sonuçlanmamasında uzlaşmaz tavır takınan, Belediye mi, işçi sendikası mıdır?
T.C.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı
Çalışma Genel Müdürlüğü 10.1.1997
Sayı : B.13.0.ÇGM.0.11.01-637-432-000846
Konu : Yazılı soru önergesi
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : TBMM Başkanlığı’nın, 24.12.1996 tarih, A.01.0.GNS.0.10.00.02-4752/12961 sayılı yazısı.
İlgi yazı ekinde alınan Ankara Milletvekili Yılmaz Ateş’in “Ankara Anakent ve Sakarya Belediyelerinde, işçilerin işten çıkarılmaları ve Anakent Belediyesine bağlı AŞTİ Genel Müdürlüğü’nde devam eden greve ilişkin Bakanlığımca ne gibi işlemler yapıldığı” konusundaki yazılı soru önergesi incelenmiş, ilgili bilgiler aşağıda sunulmuştur.
Bakanlığım İş Müfettişlerince, işçi-işveren ilişkilerinde çalışma barışının sağlanması, hak ve menfaatlerin gözetilmesi amacı ile Bakanlığımın uygulamakla yükümlü olduğu kanunlar çerçevesinde, basın dahil alınan duyumlar ve intikal eden tüm müracaatlar üzerine gerekli incelemeler derhal ve titizlikle yapılmakta, iş mevzuatına aykırı uygulamanın tespiti halinde de kanunlarda belirtilen müeyyideler uygulanmaktadır.
Ayrıca teftiş programları çerçevesinde işyerlerinin genel denetimleri de periyodik olarak yapılmaktadır.
Nitekim; Bakanlığıma intikal eden bireysel ve toplu işçi çıkışları ile ilgili şikayetleri de kapsayan tüm başvurularla ilgili olarak, herbiri için ayrı ayrı olmak üzere, Anakent Belediyesi ve Sakarya Belediyesi işyerlerinde bugüne kadar çok sayıda incelemeler yapılmış, incelemeler sonucu tespit edilen hususlar başvuru sahiplerine ve işverenliklere tebliğ olunmuştur. Ayrıca mevzuata aykırı uygulamaları tespit edilen işverenlik hakkında idari para cezası uygulanmıştır.
Ancak, iş mevzuatımızda 2821 sayılı Sendikalar Kanunu’nun 30 uncu maddesi gereğince işyeri sendika temsilcilerinin işe iade edilebilmeleri hükmü dışında, işten çıkarılan işçilerin işe iadesini düzenleyen herhangi bir hüküm yer almadığından, iş akitleri feshedilen işçilerin işe iadesi konusunda idari bir işlem yapılamamıştır.
Diğer yandan; çalışma hayatında takip edilen uygulamalar sonucu tespit edilen eksiklik ve aksaklıklarnı giderilmesi için halen uygulanmakta olan iş mevzuatına ilişkin kanunlarda gerekli değişiklik çalışmaları da Bakanlığımca teşekkül ettirilen komisyonlarca sürdürülmektedir.
Bu kapsamda; işçilere ve sendika yöneticilerine iş güvencesi sağlamayı amaçlayan, daha önce Başbakanlıkça TBMM’ne sunulan, ancak yeni yasama döneminin başlaması ile birlikte hükümsüz kaldığından 28.3.1996 tarihinde Bakanlığıma iade edilen “1475 sayılı İş Kanunu ile 2821 sayılı Sendikalar Kanunu’nun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine İlişkin Kanun Tasarısı (İş Güvencesi)” ile ilgili değerlendirme çalışmaları da sürdürülmektedir.
Söz konusu Tasarı’nın kanunlaşmasından sonra, işten çıkarmalar ile ilgili karşılaşılan sorunların büyük ölçüde giderilebileceği düşünülmektedir.
Diğer yandan; TÜMTİS Sendikası ile AŞTİ “Ankara Şehirlerarası Terminal İşletmesi” Genel Müdürlüğü arasında sürdürülen toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde anlaşma sağlanamadığı için 31.5.1996 günü saat 11.00’den itibaren Söğütözü mevkii, Konya yolu üzerinde bulunan AŞTİ Genel Müdürlüğü’nde başlatılan grev uygulaması devam etmektedir.
TÜMTİS Sendikası ile AŞTİ Genel Müdürlüğü’nün, işyerinde uygulanmakta olan grev ile ilgili olarak yapmış oldukları müracaatlar üzerine, biri 5.6.1996 tarihinde, diğeri 9.12.1996 tarihinde olmak üzere, mahallinde, Bakanlığım İş Müfettişlerince iki defa inceleme yapılmıştır.
İncelemeler sırasında, greve katılan 65 işçiden 24’ünün sendika üyeliğinden istifa ederek çalışmak istediklerini işverene bildirmeleri ve taleplerinin işverence kabul edilmesi sonucu 9.12.1996 tarihinde işe başlatıldıkları tespit edilmiştir.
İncelemeler sonucunda tespit olunan hususlar taraflara tebliğ olunmuştur.
Bilgilerinize arz ederim.
Necati Çelik
Çalışma ve Sos. Güv. Bakanı
12. – Adıyaman Milletvekili Celal Topkan’ın, Şanlıurfa-Hilvan Kaymakamının konutuna silahlı saldırıda bulunulduğu iddiasına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Meral Akşener’in yazılı cevabı (7/1778)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Sayın İçişleri Bakanı tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.
Saygılarımla. Celal Topkan
Adıyaman
1. Şanlıurfa İli Hilvan Kazasına bağlı Kepirhisar Köyü’nde 8.9.1996 tarihinde yapılmakta olan sünnet düğününde Belediye Başkanı Mustafa Bayık, Jandarma Bölük Komutanı Üsteğmen Şadi Uçakcan ve Askerlik Şubesi Başkanı Üsteğmen Mehmet Çalışkan’ın katıldığı ve gece geç saatlere kadar silah sıkılarak eğlenildiği doğru mudur?
2. Gece geç saatlere kadar devam eden silah sıkmanın yasak olduğunu gerekli önlemin alınması ve işlemin yapılması için Bölük Komutanlığı’nı arayan Hilvan Kaymakamı H. İbrahim Akpınar’a bölük komutanının da Kepirhisar Köyü’nde olduğu söylendiğinde kaymakamın kendisinin mülki amir olarak gerekli önlemin alınmasını istemesi sonrasında Kepirhisar Köyü’nden Hilvan’a biri Toros, diğeri Tempra marka iki araçla Jandarma Bölük Komutanlığı’na gelindiği, Kaymakamlık ikametgâhına 50 metre mesafede olan bölükten çıkan Toros marka arabadan G-3 marka silah ile Kaymakamlık ikametgâhına 12 el ateş edildiği doğru mudur?
3. Daha sonra yapılan incelemede MKE yapımı G-3 'e ait boş kovanların ve mermi çekirdeklerinin bulunduğu aynı şekilde doğru mudur?
4. Olaya karışanlardan Belediye Başkanı’nın damadı olan Bilal Bayık, kendisine ait Tempra marka araçla Jandarma Komutanı Şadi Uçakcan’la beraber Şanlıurfa istikametine kaçarken polis tarafından yakalandığı, Bilal Bayık tutuklanırken Jandarma Komutanı Şadi Uçakcan hakkında herhangi bir işlem yapılmadığı doğru mudur?
5. Gıyabi tutuklu olarak aranmakta olan Mehmet Baysal adlı şahsın da Jandarma Komutanları ile beraber olduğu, silahı kullanan kişinin bu şahıs olduğu doğru mudur?
6. Olayın sanıklarından Belediye Başkanı’nın damadı Bilal Bayık, Mustafa Mastar ve Necmi Bayık’ın tutuklanmış olup, Ağır Ceza’da yargılanmakta olmasına karşın olaya azmettirmede etkin olduğu söylenen Belediye Başkanı ve komutanlar hakkında herhangi bir işlem yapılmış mıdır?
7. Hilvan Kazası’nda kaymakamının can güvenliğini sağlayamayan, kaymakamına yapılan saldırıyı gerçekleştiren kişi ve kişiler hakkında gerekli işlemi yapamayan güvenlik güçlerinin bölgede ve ilçede yaşayan insanların can güvenliğini sağlaması ve ilçe halkına güven vermesi mümkün müdür?
T.C.
İçişleri Bakanlığı
Jandarma Genel Komutanlığı 9.1.1997
HRK : 7500-15-97/ASYŞ.Ş.ŞİK.(6766)
Konu : Yazılı soru önergesi
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
(Genel Sekreterliğine)
İlgi : TBMM Başkanlığının 24.12.1996 gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-4754/12962 (7/1778-4680/12962) sayılı yazısı.
1. Adıyaman Milletvekili Celal Topkan’ın verdiği ve ilgi İçişleri Bakanlığınca cevaplandırılması istenilen soru önergesi hakkında gerekli incelemeler yapılarak, tespit edilen hususlar müteakip maddelere çıkarılmıştır.
2. Soru : “Şanlıurfa İli, Hilvan Kazasına bağlı Kepirhisar Köyünde 8.9.1996 tarihinde yapılmakta olan sünnet düğününde Belediye Başkanı Mustafa Bayık, Jandarma Bölük Komutanı Üstteğmen Şadi Uçakcan ve Askerlik Şubesi Başkanı Üsteğmen Mehmet Çalışkan’ın katıldığı ve gece geç saatlere kadar silah sıkılarak eğlendiği doğru mudur?”
Cevap : Anılan köyde 8.9.1996 tarihinde, İlçe Jandarma Komutanı J.Ütğm. Şadi Uçakcan ve Hilvan Askerlik Şube Başkanı Kd.Ütğm. Mehmet Çalışkan halkla kaynaşmak ve iyi ilişkiler kurmak düşüncesiyle sünnet düğününe katılmışlardır. Düğün esnasında geç saatlere kadar silah atıldığı iddiası doğru değildir. Bölgenin örf ve adetleri gereği düğünde silah atılmaya başlanması üzerine, İlçe Jandarma Komutanı anında müdahale ederek silah atılma olayını durdurmuştur.
3. Soru : “Gece geç saatlere kadar devam eden silah sıkmanın yasak olduğunu, gerekli önemin alınması ve işlemin yapılması için Bölük Komutanlığını arayan Hilvan Kaymakamı H. İbrahim Akpınar’a bölük komutanının da Kepirhisar Köyünde olduğu söylendiğinde kaymakamın kendisinin mülki amir olarak gerekil önlemin alınmasını istemesi sonrasında Kepirhisar Köyünden Hilvan’a biri Toros, diğeri Tempra marka iki araçla Jandarma Bölük Komutanlığına gelindiği, Kaymakamlık ikametgâhına 50 m. mesafede olan bölükten çıkan Toros marka arabadan G-3 marka silah ile Kaymakamlık ikametgâhına (12) el ateş edildiği doğru mudur?
Cevap : Kepirhisar Köyü Hilvan İlçe Merkezine çok yakındır. Silah seslerinin duyulması ve İlçe kaymakamının silah atılmasını kesmeleri ile ilgili istemi ve İlçe Jandarma Komutanının silah atılmasını men etmesi aynı zaman dilimi içinde çok kısa bir sürede gerçekleşmiştir. İlçe Jandarma Komutanı 8.9.1996 gecesi Tempra marka otomobil ile sünnet düğününden dönüp, lojmanında istirahate çekilmiştir. Aynı gece saat 02:00 sıralarında kaymakamlık lojmanına bir kaç el uzun namlulu silah ile ateş edildiği haberinin alınması üzerine, İlçe Jandarma Komutanı ile birlikte Emniyet Amirliği olaya el koyarak suçluları Hilvan C. Başsavcılığına mevcutlu olarak teslim etmiştir.
4. Soru : “Daha sonra yapılan incelemede MKE yapımı G-3’e ait boş kovanların ve mermi çekirdeklerinin bulunduğu aynı şekilde doğru mudur?”
Cevap : Emniyet Amirliğince olay yerinde yapılan incelemede, olay yerinde G-3 Piyade Tüfeğine ait (9) adet boş kovan bulunup Hilvan C. Başsavcılığına teslim edilmiştir. Boş kovanların düğüne davet edilen koruculara ait G-3 tüfeklerinden olabileceği değerlendirilmektedir.
5. Soru : “Olaya karışanlardan Belediye Başkanının damadı olan Bilal Bayık, kendisine ait Tempra marka araçla Jandarma Komutanı Şadi Uçakcan’la beraber Şanlıurfa istikametine kaçarken polis tarafından yakalandığı, Bilal Bayık tutuklanırken Jandarma Komutanı Şadi Uçakcan hakkında herhangi bir işlem yapılmadığı doğru mudur?”
Cevap : Olaya karışanlardan Bilal Bayık olay gecesi yakalanarak C. Başsavcılığına sevk edilmiştir. Bilal Bayık’ın yanında İlçe Jandarma Komutanı J.Ütğm. Şadi Uçakcan’ın bulunduğu iddiası doğru değildir.
6. Soru : “Gıyabi tutuklu olarak aranmakta olan Mehmet Baysal adlı şahsın da Jandarma Komutanları ile beraber olduğu, silahı kullanan kişinin bu şahıs olduğu doğru mudur?”
Cevap : 1996 yılı genel atamalarında göreve başlayan İlçe Jandarma Komutanı Gıyabi Tutuklu olarak aranmakta olan Mehmet Baysal’ı tanımamaktadır. Anılan şahıs İlçe Jandarma Komutanının yanında herhangi bir silah kullanmamıştır. İddia edilen husus Hilvan C. Başsavcılığınca da soruşturulmaktadır.
7. Soru : “Olayın sanıklarından Belediye Başkanının damadı Bilal Bayık, Mustafa Mastar ve Necmi Bayık’ın tutuklanmış olup, Ağır Ceza’da yargılanmakta olmasına karşın olaya azmettirmede etkin olduğu söylenen Belediye Başkanı ve komutanlar hakkında herhangi bir işlem yapılmış mıdır?”
Cevap : Olayın sanıkları Bilal Bayık, Mustafa Mastar ve Necmi Bayık suçlu görülerek Hilvan Asliye Ceza Mahkemesince tutuklanmışlardır. Olaya azmettirmede etkin olduğu iddia edilen J.Ütğm. Şadi Uçakcan ile Askerlik Şube Başkanı Kd.Ütğm. Mehmet Çalışkan’ın ise Siverek Ağır Ceza Mahkemesinde yargı işlemleri devam etmektedir. Ayrıca Diyarbakır Valiliğinin talimatı ile J.Ütğm. Şadi Uçakcan hakkında İl Jandarma Komutanlığınca, Kd.Ütğm. Mehmet Çalışkan hakkında ise Diyarbakır Askerlik Daire Başkanlığınca, Mustafa Bayık hakkında ise Diyarbakır Valiliğinin talebi üzerine, İçişleri Bakanlığınca soruşturma başlatılmıştır.
8. Soru : “Hilvan Kazasında kaymakamının can güvenliğini sağlayamayan, kaymakamına yapılan saldırıyı gerçekleştiren kişi ve kişiler hakkında gerekli işlemi yapamayan güvenlik güçlerinin bölgede ve ilçede yaşayan insanların can güvenliğini sağlaması ve ilçe halkına güven vermesi mümkün müdür?”
Cevap : Olayla ilişkisi olan ve olduğu iddia edilen şahıslar ilgili güvenlik güçlerince yakalanmış ve yargı makamlarına teslim edilmiştir.
Güvenlik güçlerimiz daima halkımızın can ve mal güvenliği ile devletimizin otorite ve itibarını sağlamaktadır.
Bilgilerine arz ederim.
Meral Akşener
İçişleri Bakanı
13. – Afyon Milletvekili Osman Hazer’in, Afyon’a bağlı bazı ilçelerin meteoroloji hizmet binası ihtiyacına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Ahmet Cemil Tunç’un yazılı cevabı (7/1789)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımı Devlet Bakanı Sayın A. Cemil Tunç tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasına saygı ile arzederim.
12.12.1996
Osman Hazer
Afyon
1. Afyon merkez, Emirdağ, Bolvadin, Dinar ilçelerimizin Meteoroloji hizmet binaları mevcut olup diğer 14 ilçemizin hizmet binasının olmadığı görülmektedir. 1997 yılında bahsedilen 14 ilçede hizmet binalarının açılması konusunda çalışmalarınız var mı?
T.C.
Devlet Bakanlığı 9.1.1997
Sayı : B.02.0.012/04.01-030
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : TBMM Başkanlığının 26.12.1996 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-4794/12994 sayılı yazınız.
Bakanlığımıza ilgi yazıyla intikal ettirilen, Afyon Milletvekili Osman Hazer’in 7/1789-4693 sayılı yazılı soru önergesine verilen cevap ekte gönderilmiştir.
Bilgilerinizi ve gereğini arz ederim.
Ahmet Cemil Tunç
Devlet Bakanı
Afyon Milletvekili Sn. Osman Hazer’in 7/1790-4694 Sayılı Yazılı
Soru Önergesine Verilen Cevaptır
Soru 1. Afyon merkez, Emirdağ, Bolvadin, Dinar İlçelerimizin Meteoroloji hizmet binaları mevcut olup, diğer 14 ilçemizin hizmet binasının olmadığı görülmektedir. 1997 yılında bahsedilen 14 ilçede hizmet binalarının açılması konusunda çalışmalarınız var mı?
Cevap 1. Bakanlığım bağlı kuruluşu Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü’nce; Afyon İlinde, merkez dahil Bolvadin, Dinar ve Emirdağ ilçelerinde Meteoroloji İstasyon Müdürlüğü hizmet binası, lojmanı ve rasat parkı mevcut olup, halen Büyük Klima İstasyonu olarak görev yapmaktadır.
Genel Müdürlüğün planları dahilinde Sandıklı İlçesinde Büyük Klima Meteoroloji İstasyonu kurulması planlanmakta olup, meteorolojik şartlara haiz Maliye Hazinesine ait arsa bulunduğu takdirde yatırım programına teklif edilecektir.
14. – Afyon Milletvekili Osman Hazer’in, Akdeğirmen ve Yavaşlar Barajı projelerine ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı M. Recai Kutan’ın yazılı cevabı (7/1798)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımı Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın M. Recai Kutan tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasına delaletlerinizi saygı ile arz ederim.
16.12.1996
Osman Hazer
Afyon
Afyon İli için çok önemli olan Akdeğirmen ve Yavaşlar Barajı bugüne kadar ihalesi yapılıyor, ayrılan ödenek az olduğu için hiç firma ihaleye çıkmıyor, dolayısı ile barajların inşaatına başlanamıyordu. 1997 yılı içinde her iki barajın inşaatına başlanabimesi için yeterli ödenek ayrılacak mı?
T.C.
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı
Araştırma, Planlama ve Koordinasyon
Kurulu Başkanlığı 10.1.1997
Sayı : B.15.0.APK.0.23-300-46
Konu : Yazılı soru önergesi
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : TBMM Başkanlığı’nın 26.12.1996 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-4793/13037 sayılı yazısı.
Afyon Milletvekili Sayın Osman Hazer’in tarafıma tevcih ettiği ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün 99 uncu maddesi gereğince cevaplandırılması istenen 7/1798 esas no. lu yazılı soru önergesi ile ilgili bilgiler hazırlanarak ekte sunulmuştur.
Bilgilerinize arz ederim.
M. Recai Kutan
Enerji ve Tabiî Kaynaklar
Bakanı
Afyon Milletvekili Sayın Osman Hazer’in
Yazılı Soru Önergesi ve Cevabı
(7/1798-4702)
Soru : Afyon İli için çok önemli olan Akdeğirmen ve Yavaşlar Barajı bugüne kadar ihalesi yapılıyor, ayrılan ödenek az olduğu için hiç firma ihaleye çıkmıyor, dolayısı ile barajların inşaatına başlanamıyordu. 1997 yılı içinde her iki barajın inşaatına başlanabilmesi için yeterli ödenek ayrılacak mı?
Cevap : Afyon-Gecek Projesi kapsamında; Afyon İli Akdeğirmen Köyünün 1,5 km batısında Akarçay Çayı üzerinde inşa edilecek olan Akdeğirmen Barajında depolanacak 50 milyon m3 su ile Gecek Ovasında 6 676 hektar, Sincanlı Ovasında 1 876 hektar olmak üzere toplam 8 552 hektarlık alanını sulanması hedef alınmıştır. 1993 yılında ihale edilen Akdeğirmen Barajı işi 94/6019 Sayılı Kararname’nin (10-3) maddesinin (c) fıkrasına istinaden tasfiye edilmiştir.
1994 yılında TBMM Plan-Bütçe Komisyonunda verilen önerge ile DSİ Genel Müdürlüğü’nün yatırım programına alınan Sandıklı-Yavaşlar Projesi kapsamında; Sandıklı İlçesi Yavaşlar Kasabası Gümü Deresi üzerinde yapılacak olan Yavaşlar Barajında depolanacak 27, 22 milyon m3 su ile Yavaşlar Ovasında 1 263 hektarlık alanın sulanması gerçekleştirilecektir.
DSİ Genel Müdürlüğü’nün 1996 Yılı Yatırım Programında yeralan Afyon-Gecek ve Sandıklı-Yavaşlar Projeleri; Başbakanlığın 1996/27 Sayılı Tasarruf Tedbirleri Genelgesi uyarınca, Devlet Planlama Teşkilatınca belirlenen uygulanmasına devam edilecek projeler arasında yeralmaması nedeniyle, 1996 yılında ihale edilememiştir.
1997 yılında; Afyon-Gecek Projesi için 500 milyon TL, Sandıklı-Yavaşlar Projesi için 500 milyon TL ödenek tahsis edilmiş olup; önümüzdeki yıllarda bütçe imkânları çerçevesinde ihaleleri gerçekleştirilecektir.
15. – İzmir Milletvekili Veli Aksoy’un, Sayıştay personelinin yurtdışı gezilerine ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kalemli’nin yazılı cevabı (7/1860)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki soru önergemin tarafınızdan yazılı olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim.
Veli Aksoy
İzmir
Denetim yönünden TBMM bağlı olan Sayıştayın, denetçi ve yöneticilerinden bir çok kişinin 1996 yılı içerisinde amaçsız ve gereksiz yere yurtdışına gittikleri söylentisi yaygın haldedir.
1. 1996 yılı içerisinde Sayıştay bünyesinde görev yapan kamu görevlilerinden kimler; hangi amaç ve gerekçeyle hangi ülkelere gitmişlerdir?
2. Eğer yurtdışına gitmişler ise gezi giderleri şahısların kendisi tarafından mı yoksa devlet veya bağlı kurumlarının bütçelerinden mi karşılanmıştır?
3. Devlet veya bağlı kurumun bütçelerinden karşılanmış ise ödenen yolluk ve harcırah miktarı ne kadardır?
4. Bu gezilere onay veren Sayıştayı denetlemekle görevli Meclis Denetçisi Kırıkkale Milletvekili Sayın Hacı Filiz katılmış mıdır?
5. TBMM denetçisi Kırıkkale Milletvekili Sayın Hacı Filiz bu geziye katılmış ise bu katılım hangi ilişkiler sonucu oluşmuştur?
6. Kırıkkale Milletvekili Sayın Hacı Filiz’in gittiği ülkenin Sayıştayını veya Sayıştay yerine geçen kurumunu denetleme yetkisi var mıdır? Yoksa gezinin amaç ve gerekçesi nedir?
T.C.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı
Genel Sekreterliği
Kanunlar ve Kararlar Dairesi Başkanlığı 13.1.1997
Sayı : A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/1860-4587/12690
Sayın Veli Aksoy
İzmir Milletvekili
İlgi : 11.12.1996 tarihli yazılı soru önergeniz.
Sayıştay personelinin yurtdışı gezilerine ilişkin ilgi önergenizde yer alan sorular aşağıda cevaplandırılmıştır.
Bilgilerinizi rica ederim.
Saygılarımla.
Mustafa Kalemli
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı
Cevap 1, 2, 3. 3677 sayılı “21.2.1967 Tarih ve 832 Sayılı Sayıştay Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine ve Bu Kanuna Bir Ek Madde Eklenmesine Dair Kanun”un 5 inci maddesinde, aynen, “Sayıştay meslek mensuplarının bilgi ve görgülerini artırmak ve meslekleriyle ilgili araştırma yapmak veya kurs ve öğrenim görmek amacıyla yabancı ülkelere iki yılı aşmamak üzere Sayıştay Başkanlığınca gönderilebilirler.” denilmek suretiyle Sayıştay meslek mensuplarının yabancı ülkelere gönderilmelerine cevap verilmiştir. Bu madde uyarınca Sayıştay Genel Kurulunca çıkarılan “Sayıştay Meslek Mensuplarının Yabancı Ülkelere Gönderilme Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik” ile de bu konu ayrıntılarıyla düzenlenmiş bulunmaktadır.
Bu Yönetmeliğin tanımlara ilişkin 3 üncü maddesinde “Meslek Mensubu” meyanında daire başkanı ve üyeler de sayılmış; 4 üncü maddesinde I inci grup, bilgi ve görgülerini artırmak, yabancı ülkelerin mali sistemleri ile Sayıştayları hakkında bilgi edinmek ve kurs veya seminerlere katılmak; II nci grup olarak da öğrenim görmek ve mesleki konularda araştırma yapmak olmak üzere iki tür gönderilme şekli kabul edilmiş; gönderilme şartlarına ilişkin 5 inci maddesinde, yabancı ülkelere I inci grupta belirtilen nedenlerle gönderilecek daire başkanı ve üyeler içi özel bir şart öngörülmediği gibi herhangi bir yaş sınırlaması da getirilmemiş; 7 nci maddesinde de bu tür göndermelerde gönderilenlerin Başkanlıkça tespit edileceği belirtilmiştir.
26.6.1996 tarih ve 4149 sayılı “832 Sayılı Sayıştay Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine ve Bu Kanuna Bazı Maddeler Eklenmesine Dair Kanun”la Sayıştay, denetimine tabi kurum ve kuruluşların kaynakları ne ölçüde verimli, etkin ve tutumlu kullandıklarını incelemeye yönelik olarak performans denetimiyle yetkili kılınmıştır. Performans denetimi, yıllardan beri tartışılan, gerek literatürde gerekse denetimle ilgili çevrelerde bir ihtiyaç olarak kabul edilen, geçmiş yasama dönemlerinde pekçok milletvekili tarafından da ısrarla vurgulanan ve diğer ülke sayıştaylarının çok büyük bir kısmında yıllardır uygulanmakta olan bir denetim türüdür. İşte bu yeni ve çağdaş denetim tekniklerinin yerinde görülüp öğrenilebilmesi ve dönüşte tatbiki bakımından Sayıştay mensuplarının yurtdışına gönderilmesi daha bir önem ve ivedilik kazanmıştır.
Sayıştay’ın müstakbel gelişmeleri nazara alınarak mezkur mevzuat esaslarına göre diğer yüksek mahkeme üyelerinin gönderilmesine benzer şekilde onsekiz Sayıştay daire başkanı ve üyesi, Amerika Birleşik Devletleri Sayıştay’ı ile yüksek denetim ve yargı konularında uzmanlığı olan diğer kurumların katkılarıyla oluşturulan bir eğitim, araştırma ve inceleme programına katılmak üzere ABD’ye gönderilmiştir.
10 Kasım-8 Aralık 1996 tarihleri arasında 29 gün süreyle ABD’deki eğitim programına katılan Sayıştay daire başkanları; İ. Hakkı Kaya, Oktay Gökdeniz, Selahattin Fettahlıoğlu, A. İlhan Oğuz, Sayıştay üyeleri; Sezai Ekinci, Ertan Dalgıç, Cavit Özkahraman, M. Eren Şenocak, Cengiz Alpay, Mehmet Sarıtaş, Ahmet Mescioğlu, Ş. Tamer Gözde, İ. Mesut Yükseltürk, Ö. Faruk Doğan, Mehmet Damar, M. Hikmet Büyükbozkırlı, Günaydın Ersoy ve E. Hadi Erdem için yurtdışı geçici görev yolluğu ve uçak bilet ücretlerine karşılık olmak üzere avans olarak 9 201 600 000 lira ödeme yapılmıştır.
Bakanlık mensupları, programları da kendileri tarafından yapılmak suretiyle bir yıl süreyle yabancı ülkelere gönderilmekte olup; yukarıda anılan mevzuata göre daha uzun süreli gönderilmeleri mümkün iken 29 gün gönderilen Sayıştay mensuplarına çok yoğun bir program uygulanmıştır. Amerika Birleşik Devletlerindeki eğitim programı ekte sunulmuştur.
Cevap 4, 5, 6. Sayıştay Üyelerinin ABD’de devam eden eğitimlerine katılmak, izlemek ve sözkonusu ülkedeki denetimle ilgili usul ve esasları yerinde görmek üzere; TBMM Hesaplarını İnceleme Komisyonu Denetçi Üyesi Kırıkkale Milletvekili Sayın Hacı Filiz Başkanlık Makamının 1.11.1996 gün ve 175 sayılı onayı ile 18-28 Kasım tarihlerinde ABD’de görevlendirilmiştir.
İlgili ayrıca, sözkonusu seyahat ve çalışmalarını içeren ayrıntılı bir raporu da Başkanlığımıza sunmuştur.
19 Kasım 1996 Salı
– Özel Savcılık Dairesi
– Liyakat sistemi Koruma Kurulu
– Öğle Yemeği
– Birlik ve Verimlilik ile ilgili Başkanlık Konseyi
20 Kasım 1996 Çarşamba
– ABD Sayıştay’ı (Genel Muhasebe Ofisi) yapısı ve işleyişi
– Öğle Yemeği
– ABD Sayıştay’ını ziyaret
21 Kasım 1996 Perşembe
– ABD Sayıştay’ı Program Değerlendirme ve Metodoloji Bölümü
– ABD Sayıştay’ı Politik tespit ofisi
– Enformasyon Yönetimi
– Teknoloji Bölümü
– Öğle Yemeği
– Yönetim ve Bütçe Ofisi
– Federal Mali Yönetim Ofisi
22 Kasım 1996 Cuma
– Kongre Komiteler Sisteminin incelenmesi
– Kongre Kütüphanesini ziyaret
– Öğle Yemeği
– Seneto Hükümet İşleri Komitesi
– Kapitol’ü Ziyaret
23 Kasım 1996 Cumartesi
– Serbest gün
24 Kasım 1996 Pazar
– Serbest gün
25 Kasım Pazartesi
– Meclis Hükümet İşleri Komitesi
– Gözetim ve Soruşturma Alt Komitesi
– Öğle Yemeği
– Senato Enerji ve Ticaret Komitesi
– Meclis Adalet Komitesi
26 Kasım 1996 Salı
– ABD Sayıştayı Savunma Programı Örnek olay incelemesi
– Pentagon Program Görevlisini ziyaret
– Öğle Yemeği
– Pentagon Genel Müfettişini Ziyaret
27 Kasım 1996 Çarşamba
– ABD Sayıştay’ı İç Program Örnek Olay İncelemesi
– Kongre İlgili Komitesinin Endüstri Temsilcisi
– Öğle Yemeği
– İç Program Görevlisi veya Genel Müfettişi
28 Kasım 1996 Perşembe
– Şükran Günü-Serbest gün
29 Kasım 1996 Cuma
– Washington’dan ayrılış-Tuscan’a hareket
29 Kasım 1996 Cuma
– Tuscan’a hareket
30 Kasım 1996 Cumartesi
– Serbest gün
1 Aralık 1996 Pazar
– Serbest gün
2 Aralık 1996 Pazartesi
– Otobüsle Phoenix’e gidiş
– Öğle Yemeği
– Phoenix’de Bölgesel Sayıştay’ı Ziyaret
3 Aralık 1996 Salı
– Genel Denetçi
– Öğle Yemeği
– Devlet Mali Yönetimi Performans değerlendirilmesi, Denetim ve Soruşturma Fonksiyonlarının İncelenmesi
4 Aralık 1996 Çarşamba
– Şehir Turu (New York)
7 Aralık 1996 Perşembe
– Phoenix’den Ayrılış-New York’a hareket
– New York’a varış
6 Aralık 1996 Cuma
– Şehir Turu (New York)
7 Aralık 1996 Cumartesi
– Serbest Gün
8 Aralık 1996 Pazar
– Türkiye’ye Hareket
Malatya Milletvekili Ayhan Fırat ve 38 Arkadaşının SSK Sınavında Usulsüzlük ve İltimas Yapılmasını Önleyecek Tedbirler Almadığı İddiasıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı
Necati Çelik Hakkında Bir Gensoru açılmasına verilen oyların sonucu :
Reddedilmiştir.
Üye Sayısı : 549
Kullanılan Oy : 465
Kabul Edenler : 215
Reddedenler : 247
Çekimserler : —
Mükerrer Oylar : 3
Geçersiz Oylar : —
Oya Katılmayanlar : 87
Açık Üyelik : 1
(Kabul Edenler)
ADANA
Uğur Aksöz
İbrahim Yavuz Bildik
Mehmet Büyükyılmaz
Erol Çevikçe
Tuncay Karaytuğ
Mustafa Küpeli
Arif Sezer
ADIYAMAN
Mahmut Bozkurt
Celal Topkan
AFYON
H. İbrahim Özsoy
AĞRI
Yaşar Eryılmaz
AKSARAY
Sadi Somuncuoğlu
AMASYA
Aslan Ali Hatipoğlu
Haydar Oymak
ANKARA
Nejat Arseven
Yılmaz Ateş
Gökhan Çapoğlu
Ali Dinçer
Eşref Erdem
Halis Uluç Gürkan
İrfan Köksalan
M. Seyfi Oktay
Önder Sav
İlker Tuncay
Aydın Tümen
Hikmet Uluğbay
ANTALYA
Deniz Baykal
Emre Gönensay
İbrahim Gürdal
Bekir Kumbul
Sami Küçükbaşkan
Yusuf Öztop
Metin Şahin
ARDAHAN
İsmet Atalay
ARTVİN
Metin Arifağaoğlu
Süleyman Hatinoğlu
AYDIN
Cengiz Altınkaya
M. Fatih Atay
İsmet Sezgin
Yüksel Yalova
BALIKESİR
Safa Giray
Tamer Kamber
Mustafa Güven Karahan
İ. Önder Kırlı
Hüsnü Sıvalıoğlu
BARTIN
Zeki Çakan
Cafer Tufan Yazıcıoğlu
BATMAN
Ataullah Hamidi
BAYBURT
Ülkü Güney
BİTLİS
Edip Safder Gaydalı
BOLU
Avni Akyol
Abbas İnceayan
Mustafa Karslıoğlu
BURDUR
Yusuf Ekinci
Kazım Üstüner
BURSA
Yüksel Aksu
İlhan Kesici
Hayati Korkmaz
Feridun Pehlivan
Yahya Şimşek
ÇANAKKALE
Hikmet Aydın
Mustafa Cumhur Ersümer
Ahmet Küçük
ÇANKIRI
Mete Bülgün
ÇORUM
Ali Haydar Şahin
DENİZLİ
Hilmi Develi
Adnan Keskin
Hasan Korkmazcan
EDİRNE
Mustafa İlimen
ERZİNCAN
Mustafa Kul
Mustafa Yıldız
ESKİŞEHİR
Necati Albay
Mustafa Balcılar
İbrahim Yaşar Dedelek
Mahmut Erdir
GAZİANTEP
Hikmet Çetin
Ali Ilıksoy
Mustafa R. Taşar
Ünal Yaşar
Mustafa Yılmaz
GİRESUN
Burhan Kara
Rasim Zaimoğlu
GÜMÜŞHANE
Mahmut Oltan Sungurlu
HAKKÂRİ
Naim Geylani
HATAY
Fuat Çay
Ali Günay
Nihat Matkap
Levent Mıstıkoğlu
Atilla Sav
IĞDIR
Adil Aşırım
ISPARTA
Erkan Mumcu
İÇEL
Oya Araslı
Halil Cin
Ali Er
Abdülbaki Gökçel
D. Fikri Sağlar
Mustafa İstemihan Talay
Rüştü Kazım Yücelen
İSTANBUL
Bülent Akarcalı
Ziya Aktaş
Ahat Andican
Refik Aras
Nami Çağan
Halit Dumankaya
Bülent Ecevit
Algan Hacaloğlu
Ercan Karakaş
Yılmaz Karakoyunlu
M. Cavit Kavak
Ahmet Güryüz Ketenci
Osman Kılıç
Mehmet Tahir Köse
Emin Kul
Necdet Menzir
Mehmet Moğultay
Yusuf Namoğlu
Altan Öymen
H. Hüsamettin Özkan
Yusuf Pamuk
Mehmet Cevdet Selvi
Mehmet Sevigen
Ahmet Tan
Bülent Tanla
Zekeriya Temizel
Erdoğan Toprak
Ali Topuz
Şadan Tuzcu
İZMİR
Veli Aksoy
Ali Rıza Bodur
Işın Çelebi
İ. Kaya Erdem
Şükrü Sina Gürel
Aydın Güven Gürkan
Birgen Keleş
Atilla Mutman
Metin Öney
Ahmet Piriştina
Rüşdü Saraçoglu
Rıfat Serdaroğlu
Zerrin Yeniceli
KAHRAMANMARAŞ
Ali Doğan
Ali Şahin
KARABÜK
Erol Karan
KARAMAN
Fikret Ünlü
KARS
Y. Selahattin Beyribey
Çetin Bilgir
KASTAMONU
Murat Başesgioğlu
Hadi Dilekçi
KAYSERİ
İbrahim Yılmaz
KIRKLARELİ
İrfan Gürpınar
Cemal Özbilen
KOCAELİ
Bülent Atasayan
Halil Çalık
Onur Kumbaracıbaşı
Hayrettin Uzun
Bekir Yurdagül
KONYA
Ahmet Alkan
Abdullah Turan Bilge
Nezir Büyükcengiz
Mehmet Keçeciler
KÜTAHYA
Emin Karaa
MALATYA
Miraç Akdoğan
Ayhan Fırat
MANİSA
Abdullah Akarsu
Tevfik Diker
Hasan Gülay
Sümer Oral
Ekrem Pakdemirli
Cihan Yazar
Erdoğan Yetenç
MARDİN
Süleyman Çelebi
Ömer Ertaş
MUĞLA
Zeki Çakıroğlu
Fikret Uzunhasan
NEVŞEHİR
Abdülkadir Baş
NİĞDE
Akın Gönen
ORDU
İhsan Çabuk
Mustafa Bahri Kibar
Müjdat Koç
Nabi Poyraz
Refaiddin Şahin
Şükrü Yürür
RİZE
Avni Kabaoğlu
Ahmet Kabil
Ahmet Mesut Yılmaz
SAKARYA
Teoman Akgür
Ahmet Neidim
Ersin Taranoğlu
SAMSUN
Cemal Alişan
Ayhan Gürel
Yalçın Gürtan
Murat Karayalçın
Biltekin Özdemir
Adem Yıldız
SİİRT
Nizamettin Sevgili
SİNOP
Metin Bostancıoğlu
Yaşar Topçu
SIVAS
Mahmut Işık
ŞIRNAK
Mehmet Salih Yıldırım
TEKİRDAĞ
Fevzi Aytekin
Bayram Fırat Dayanıklı
Enis Sülün
TOKAT
Metin Gürdere
Şahin Ulusoy
TRABZON
Eyüp Aşık
Ali Kemal Başaran
İbrahim Çebi
Hikmet Sami Türk
TUNCELİ
Orhan Veli Yıldırım
UŞAK
Yıldırım Aktürk
Mehmet Yaşar Ünal
VAN
Şerif Bedirhanoğlu
YALOVA
Yaşar Okuyan
ZONGULDAK
Tahsin Boray Baycık
Hasan Gemici
(Reddedenler)
ADANA
Cevdet Akçalı
Yakup Budak
Sıtkı Cengil
İ. Cevher Cevheri
M. Halit Dağlı
Veli Andaç Durak
İbrahim Ertan Yülek
ADIYAMAN
Mahmut Nedim Bilgiç
Ahmet Çelik
Ahmet Doğan
AFYON
Sait Açba
İsmet Attila
Osman Hazer
Yaman Törüner
AĞRI
M. Sıddık Altay
Cemil Erhan
Celal Esin
M. Ziyattin Tokar
AKSARAY
Mehmet Altınsoy
Nevzat Köse
Murtaza Özkanlı
AMASYA
Ahmet İyimaya
Cemalettin Lafcı
ANKARA
İlhan Aküzüm
Saffet Arıkan Bedük
Ahmet Bilge
Hasan Hüseyin Ceylan
Ömer Ekinci
Mehmet Gölhan
Şaban Karataş
Ahmet Tekdal
Rıza Ulucak
Ersönmez Yarbay
ANTALYA
Osman Berberoğlu
Arif Ahmet Denizolgun
Hayri Doğan
ARDAHAN
Saffet Kaya
ARTVİN
Hasan Ekinci
AYDIN
Ali Rıza Gönül
Nahit Menteşe
Muhammet Polat
BALIKESİR
Abdülbaki Ataç
Ahmet Bilgiç
İsmail Özgün
İlyas Yılmazyıldız
BATMAN
Faris Özdemir
BAYBURT
Suat Pamukçu
BİLECİK
Bahattin Şeker
BİNGÖL
Kazım Ataoğlu
Hüsamettin Korkutata
Mahmut Sönmez
BİTLİS
Abdulhaluk Mutlu
BOLU
Feti Görür
Necmi Hoşver
Mustafa Yünlüoğlu
BURDUR
Mustafa Çiloğlu
BURSA
Abdülkadir Cenkçiler
Mehmet Altan Karapaşaoğlu
Cemal Külahlı
Ali Osman Sönmez
Turhan Tayan
Ertuğrul Yalçınbayır
ÇANAKKALE
Nevfel Şahin
ÇANKIRI
İsmail Coşar
ÇORUM
Bekir Aksoy
Mehmet Aykaç
Zülfikar Gazi
Yasin Hatiboğlu
DENİZLİ
M. Kemal Aykurt
Mehmet Gözlükaya
Ramazan Yenidede
DİYARBAKIR
Abdülkadir Aksu
Ferit Bora
M. Salim Ensarioğlu
Sacit Günbey
Seyyit Haşim Haşimi
Ömer Vehbi Hatipoğlu
Yakup Hatipoğlu
EDİRNE
Ümran Akkan
Evren Bulut
ELAZIĞ
Ömer Naimi Barım
Hasan Belhan
Ahmet Cemil Tunç
ERZİNCAN
Tevhit Karakaya
Naci Terzi
ERZURUM
Lütfü Esengün
Abdulilah Fırat
İsmail Köse
Ömer Özyılmaz
Aslan Polat
Şinasi Yavuz
ESKİŞEHİR
Demir Berberoğlu
Hanifi Demirkol
GAZİANTEP
Nurettin Aktaş
Kahraman Emmioğlu
Mehmet Bedri İncetahtacı
GİRESUN
Turhan Alçelik
GÜMÜŞHANE
Lütfi Doğan
HAKKÂRİ
Mustafa Zeydan
HATAY
Abdulkadir Akgöl
Süleyman Metin Kalkan
Mehmet Sılay
IĞDIR
Şamil Ayrım
ISPARTA
Ömer Bilgin
Mustafa Köylü
Halil Yıldız
İÇEL
Fevzi Arıcı
Mehmet Emin Aydınbaş
Saffet Benli
Turhan Güven
Ayfer Yılmaz
İSTANBUL
Meral Akşener
Yıldırım Aktuna
Tayyar Altıkulaç
Azmi Ateş
Mustafa Baş
Mukadder Başeğmez
Tansu Çiller
Gürcan Dağdaş
Süleyman Arif Emre
Ekrem Erdem
Mehmet Fuat Fırat
İsmail Kahraman
Hüseyin Kansu
Hayri Kozakçıoğlu
Göksal Küçükali
Ali Oğuz
Mehmet Ali Şahin
Osman Yumakoğulları
Bahattin Yücel
Bahri Zengin
Namık Kemal Zeybek
İZMİR
Hasan Denizkurdu
Işılay Saygın
Ufuk Söylemez
Sabri Tekir
İsmail Yılmaz
KAHRAMANMARAŞ
Hasan Dikici
Avni Doğan
Ahmet Dökülmez
Mustafa Kamalak
Mehmet Sağlam
KARABÜK
Hayrettin Dilekcan
KARAMAN
Abdullah Özbey
Zeki Ünal
KARS
Sabri Güner
Zeki Karabayır
KASTAMONU
Fethi Acar
Nurhan Tekinel
Haluk Yıldız
KAYSERİ
Memduh Büyükkılıç
Osman Çilsal
Abdullah Gül
Nurettin Kaldırımcı
Salih Kapusuz
KIRIKKALE
Kemal Albayrak
Hacı Filiz
Mikail Korkmaz
KIRKLARELİ
A. Sezal Özbek
KIRŞEHİR
Ömer Demir
Cafer Güneş
KİLİS
Mustafa Kemal Ateş
KOCAELİ
Necati Çelik
İsmail Kalkandelen
Şevket Kazan
Osman Pepe
KONYA
Hüseyin Arı
Veysel Candan
Remzi Çetin
Necmettin Erbakan
Abdullah Gencer
Ali Günaydın
Teoman Rıza Güneri
Hasan Hüseyin Öz
Mustafa Ünaldı
Lütfi Yalman
Mehmet Ali Yavuz
KÜTAHYA
Ahmet Derin
İsmail Karakuyu
Mehmet Korkmaz
Metin Perli
MALATYA
Oğuzhan Asiltürk
Yaşar Canbay
Fikret Karabekmez
M. Recai Kutan
MANİSA
Rıza Akçalı
Bülent Arınç
Yahya Uslu
MARDİN
Fehim Adak
Muzaffer Arıkan
Mahmut Duyan
Hüseyin Yıldız
MUĞLA
İrfettin Akar
Enis Yalım Erez
MUŞ
Necmettin Dede
Nedim İlci
Erkan Kemaloğlu
Sabahattin Yıldız
NEVŞEHİR
Mehmet Elkatmış
Esat Kıratlıoğlu
NİĞDE
Doğan Baran
Mehmet Salih Katırcıoğlu
Ergun Özkan
ORDU
Hüseyin Olgun Akın
Mustafa Hasan Öz
RİZE
Şevki Yılmaz
SAKARYA
Nezir Aydın
Cevat Ayhan
Nevzat Ercan
Ertuğrul Eryılmaz
SAMSUN
Ahmet Demircan
Latif Öztek
Musa Uzunkaya
SİİRT
Ahmet Nurettin Aydın
Mehmet Emin Aydın
SİNOP
Kadir Bozkurt
SIVAS
Musa Demirci
Tahsin Irmak
Temel Karamollaoğlu
Abdüllatif Şener
ŞANLIURFA
Necmettin Cevheri
Zülfükar İzol
Ahmet Karavar
Abdülkadir Öncel
M. Fevzi Şıhanlıoğlu
ŞIRNAK
Mehmet Tatar
TEKİRDAĞ
Nihan İlgün
TOKAT
Abdullah Arslan
Ali Şevki Erek
Ahmet Fevzi İnceöz
Bekir Sobacı
TRABZON
Yusuf Bahadır
Kemalettin Göktaş
Şeref Malkoç
İsmail İlhan Sungur
UŞAK
Hasan Karakaya
VAN
Maliki Ejder Arvas
Mustafa Bayram
Fethullah Erbaş
Şaban Şevli
Mahmut Yılbaş
YALOVA
Cevdet Aydın
YOZGAT
İlyas Arslan
Kazım Arslan
Abdullah Örnek
ZONGULDAK
Necmettin Aydın
Ömer Barutçu
(Mükerrer Oylar)
GİRESUN
Burhan Kara (Kabul)
KASTAMONU
Hadi Dilekçi (Kabul)
ORDU
Nabi Poyraz (Kabul)
(Oya Katılmayanlar)
ADANA
İmren Aykut
M. Ali Bilici
Orhan Kavuncu
AFYON
Kubilay Uygun
Nuri Yabuz
ANKARA
Cemil Çiçek
Mehmet Ekici
Ünal Erkan
Agah Oktay Güner
Mehmet Sağdıç
Yücel Seçkiner (İ.A.)
AYDIN
Sema Pişkinsüt
BARTIN
Köksal Toptan
BATMAN
Alaattin Sever Aydın
Musa Okçu
BİLECİK
Şerif Çim
BİTLİS
Zeki Ergezen (K. Üye)
Kâmran İnan
BURSA
Ali Rahmi Beyreli
Cavit Çağlar
İbrahim Yazıcı
ÇANAKKALE
A. Hamdi Üçpınarlar
ÇANKIRI
Ahmet Uyanık
ÇORUM
Hasan Çağlayan
DENİZLİ
Haluk Müftüler
DİYARBAKIR
Muzaffer Arslan
Sebgetullah Seydaoğlu
Salih Sümer
EDİRNE
Erdal Kesebir
ELAZIĞ
Mehmet Ağar
Cihan Paçacı
ERZURUM
Zeki Ertugay
Necati Güllülü
GAZİANTEP
Mehmet Batallı
GİRESUN
Yavuz Köymen
Ergun Özdemi
HATAY
Ali Uyar
Hüseyin Yayla
ISPARTA
A. Aykon Doğan
İSTANBUL
Sedat Aloğlu
Mehmet Aydın
Ali Coşkun
H. Hüsnü Doğan
Hasan Tekin Enerem
Metin Işık
Cefi Jozef Kamhi
Aydın Menderes
Korkut Özal
Ali Talip Özdemir
Güneş Taner
İZMİR
Turhan Arınç
Sabri Ergül
Gencay Gürün
Mehmet Köstepen
Süha Tanık
Hakan Tartan
KAHRAMANMARAŞ
Esat Bütün
KARABÜK
Şinasi Altıner
KAYSERi
İsmail Cem
Ayvaz Gökdemir
Recep Kırış
KIRIKKALE
Recep Mızrak
KIRKLARELİ
Necdet Tekin
KİLİS
Doğan Güreş
KONYA
Necati Çetinkaya
KÜTAHYA
Mustafa Kalemli (Bşk.)
MALATYA
Metin Emiroğlu
MANİSA
Ayseli Göksoy
MUĞLA
Lale Aytaman
Mustafa Dedeoğlu
SAMSUN
İrfan Demiralp
Nafiz Kurt (B.)
SIVAS
Nevzat Yanmaz
Muhsin Yazıcıoğlu
ŞANLIURFA
Sedat Edip Bucak
İbrahim Halil Çelik (İ. A.)
Seyit Eyyüpoğlu
Eyyüp Cenap Gülpınar
ŞIRNAK
Bayar Ökten
TEKİRDAĞ
Hasan Peker
TOKAT
Hanefi Çelik
TUNCELİ
Kamer Genç (Bşk. V.)
YOZGAT
Yusuf Bacanlı
Lütfullah Kayalar
İsmail Durak Ünlü
ZONGULDAK
Veysel Atasoy
Osman Mümtaz Soysal
(Açık Üyelik)
KIRŞEHİR : 1
TUTANAĞIN SONU