DÖNEM : 20 CİLT : 20 YASAMA YILI : 2
T. B. M. M.
TUTANAK DERGİSİ
54 üncü Birleşim
4 . 2 . 1997 Salı
İ Ç İ N D E K
İ L E R
I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. – GELEN KÂĞITLAR
III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA
SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1. – Kastamonu Milletvekili M. Hadi Dilekçi’nin, dövizzedelerin
dertlerine ve alınması gereken tedbirlere ilişkin
gündemdışı konuşması
2. – Hatay Milletvekili Levent Mıstıkoğlu’nun, Hatay
İlinde meydana gelen deprem felaketine ilişkin
gündemdışı konuşması ve Bayındırlık ve
İskân Bakanı Cevat Ayhan’ın cevabı
3. – Ankara Milletvekili Nejat Arseven’in, Sincan Belediye
Başkanının düzenlediği gecede yapılan konuşmalara
ve sonrası olaylara ilişkin gündemdışı
konuşması ve Adalet Bakanı Şevket Kazan’ın cevabı
B)
TEZKERELER VE ÖNERGELER
1. – Almanya’ya gidecek olan Devlet Bakanı Gürcan
Dağdaş’a, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Lütfü Esengün’ün
vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin
Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/665)
2. – Kenya’ya gidecek olan Çevre Bakanı M. Ziyattin Tokar’a,
dönüşüne kadar, Tarım ve Köyişleri Bakanı Musa Demirci’nin
vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin
Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/666)
3. – (10/86) esas numaralı Meclis Araştırması
Komisyonu Geçici Başkanlığının, Komisyonun başkan,
başkanvekili, sözcü ve kâtip üye seçimini yaptığına
ilişkin tezkeresi (3/667)
4. – Anayasa Komisyonu Başkanlığının,
Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonuna
havale edilmiş olan “Sendikalar Kanununda Değişiklik
Yapılması Hakkında (2/405) ve (2/448) esas numaralı kanun
tekliflerinin” Anayasa Komisyonuna havale edilmesine ilişkin tezkeresi
(3/668)
5. – Anayasa Komisyonu Başkanlığının, Plan ve
Bütçe Komisyonuna havale edilmiş olan “Devlet Memurları Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair (2/408) ve (2/451) esas
numaralı kanun tekliflerinin” Anayasa Komisyonuna havale edilmesine
ilişkin tezkeresi (3/669)
6. – Balıkesir Milletvekili Hüsnü Sıvalıoğlu’nun,
Sarıköy ve Edincik Adıyla İki İlçe ve Bandırma
Adıyla bir İl Kurulması Hakkında Kanun Teklifinin (2/471)
doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/136)
7. – Ankara Milletvekili İrfan Köksalan’ın, Ankara İline
Bağlı Olarak Batıkent Adıyla Bir İlçe Kurulması
Hakkında Kanun Teklifinin (2/153) doğrudan gündeme
alınmasına ilişkin önergesi (4/137)
8. – (10/5) esas numaralı Meclis Araştırması
Komisyonu raporunun sonuç kısmında belirtilen nedenlerle,
İçtüzüğün 105 inci maddesinin ikinci fıkrası da göz önünde
bulundurularak, yeni bir Meclis araştırması komisyonu
kurulmasına ilişkin, Bartın Milletvekili Zeki Çakan ve 19
arkadaşının önergesi
C)
GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE
MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ
1. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya ve 77
arkadaşının, eski Başbakan Tansu Çiller hakkında
Meclis soruşturması önergesinin oylanması sırasında
sahte oy kullanıldığı iddialarının
araştırılması amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/155)
2. – İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigen ve 22
arkadaşının, yetkililerin uyuşturucuyla mücadelede yetersiz
kaldığı iddialarının araştırılarak
alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/156)
IV. – ÖNERİLER
A)
DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ
1. – 12.2.1997 Çarşamba ve 13.2.1997 Perşembe günlerinde TBMM
Genel Kurul çalışmalarına ara verilmesine ilişkin
Danışma Kurulu Önerisi
B)
SİYASÎ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ
1. – Gündemdeki sıralamanın yeniden yapılmasına
ilişkin RP ve DYP Gruplarının müşterek önerileri
V. – GENSORU, GENEL GÖRÜŞME,
MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI
A)
GÖRÜŞMELER
1. – Konya Milletvekili Mustafa Ünaldı ve 18 arkadaşı,
Kahramanmaraş Milletvekili Hasan Dikici ve 9 arkadaşı ile
İstanbul Milletvekili Algan Hacaloğlu ve 10
arkadaşının, Yükseköğretimin sorunlarının
araştırılarak alınması gereken tedbirlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergeleri ve (10/8, 16, 20) Esas
Numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (S.
Sayısı : 153)
2. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya ve 16
arkadaşının, Petrol Ofisi Genel Müdürlüğünde meydana gelen
yolsuzluk ve usulsüzlük iddialarını araştırmak ve
alınması gereken tedbirleri belirlemek amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi ve (10/5)
Esas Numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (S.
Sayısı : 167)
VI. – SATAŞMALARA
İLİŞKİN KONUŞMALAR
1. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın, Sıvas
Milletvekili Tahsin Irmak’ın şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
2. – Kastamonu Milletvekili Murat Başesgioğlu’nun, Sıvas
Milletvekili Tahsin Irmak’ın, Partisine sataşması nedeniyle
konuşması
3. – Bartın Milletvekili Zeki Çakan’ın, Sıvas
Milletvekili Tahsin Irmak’ın şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
VII. – SEÇİMLER
A)
KOMİSYONLARA ÜYE SEÇİMİ
1. – (10/58) esas numaralı Meclis Araştırması
Komisyonuna üye seçimi
VIII. – KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER
1. – 926 Sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanuna
Bir Geçici Madde Eklenmesine İlişkin 488 Sayılı Kanun
Hükmünde Kararname ve Millî Savunma Komisyonu Raporu (1/215) (S.
Sayısı : 23)
2. – Ceza Muhakameleri Usulü Kanunu, Devlet Güvenlik Mahkemelerinin
Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun ve Bu Kanunlarda
Değişiklik Yapan 18.11.1992 Tarih ve 3842 Sayılı Kanunda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve
Adalet Komisyonu Raporu (1/543) (S. Sayısı : 175)
3. – 9.7.1945 Tarih ve 4792 Sayılı Sosyal Sigortalar Kurumu
Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi ve Bu Kanuna Bir Geçici Madde
Eklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe ve
Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler
komisyonları raporları (1/528) (S. Sayısı : 163)
IX. – SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1. – İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın,
Bosna-Hersek Hükümetine yardım yapılıp
yapılmayacağına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet
Bakanı Lütfü Esengün’ün yazılı cevabı (7/1621)
2. –Muğla Milletvekili Zeki Çakıroğlu’nun, Ören ve
Derince ovalarının sulama suyu sorununa ilişkin sorusu ve Enerji
ve Tabiî Kaynaklar Bakanı M. Recai Kutan’ın yazılı
cevabı (7/1807)
3. – Bursa Milletvekili Ali Rahmi Beyreli’nin, Orhaneli Termik
Santralinin mahkeme kararına rağmen faaliyetlerine devam ettiği
iddiasına ilişkin Başbakandan sorusu ve Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanı M. Recai Kutan’ın yazılı cevabı
(7/1813)
4. – Kastamonu Milletvekili Fethi Acar’ın,
Cumhurbaşkanlığı personeline ilişkin Başbakandan
sorusu ve Devlet Bakanı Lütfü Esengün’ün yazılı cevabı
(7/1817)
5. – İstanbul Milletvekili Cevdet Selvi’nin, SSK sınavına
ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Necati
Çelik’in yazılı cevabı (7/1818)
6. – Kocaeli Milletvekili Bekir Yurdagül’ün SSK sınavında
usulsüzlük yapıldığı iddiasına ilişkin
Başbakandan sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı
Necati Çelik’in yazılı cevabı (7/1819)
7. – Konya Milletvekili Nezir Büyükcengiz’in, şeker pancarı
fiyatlarına ve bedellerine ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret
Bakanı Yalım Erez’in yazılı cevabı (7/1824)
8. – Balıkesir Milletvekili Mustafa Güven Karahan’ın, Türkiye
Şeker Fabrikaları A.Ş.’deki personel atamalarına
ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Yalım Erez’in
yazılı cevabı (7/1836)
9. – Aydın Milletvekili Yüksel Yalova’nın, Adalet
Bakanının bir toplantıda yaptığı açıklamaya
ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Meral Akşener’in
yazılı cevabı (7/1843)
10. – Şanlıurfa Milletvekili Zülfikar İzol’un,
Şanlıurfa’da TEDAŞ’ın bazı hizmetlerindeki yetersizliğe
ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı M. Recai
Kutan’ın yazılı cevabı (7/1857)
11. – Artvin Milletvekili Süleyman Hatinoğlu’nun,
Artvin-Hopa-Kemalpaşa Lisesi ve Şavşat Yatılı
İlköğretim Okulu inşaatı ihalelerine ilişkin sorusu ve
Bayındırlık ve İskân Bakanı Cevat Ayhan’ın
yazılı cevabı (7/1859)
12. – Konya Milletvekili Nezir Büyükcengiz’in, Tümosan Motor
Fabrikasının özelleştirme kapsamında bulunup
bulunmadığına ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret
Bakanı Yalım Erez’in yazılı cevabı (7/1862)
13. – Kühatya Milletvekili Emin Karaa’nın, Kütahya’da Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Müdürlüğü kurulup
kurulmayacağına ilişkin sorusu ve Kültür Bakanı İsmail
Kahraman’ın yazılı cevabı (7/1929)
14. – Hatay Milletvekili Atila Sav’ın, Kayseri’de SİT
alanı ilan edilen bir bölgede yıkım
yapıldığı iddiasına ilişkin sorusu ve Kültür
Bakanı İsmail Kahraman’ın yazılı cevabı (7/1934)
15. – Manisa Milletvekili Hasan Gülay’ın, tütün üreticilerine olan
borçlarını ödemeyen tüccarlara karşı alınacak tedbirlere
ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Nafiz Kurt’un yazılı
cevabı (7/1970)
16. – Rize Milletvekili Ahmet Kabil’in, vatan hainliği ve bölücülük
suçlarından hüküm giyen eski milletvekillerinin üyelere tanınan
bazı haklardan yararlanıp yararlanmadıklarına ilişkin
sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kalemli’nin
yazılı cevabı (7/2032)
I. – GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 13.30’da açılarak dört oturum yaptı.
Genel Kurulun 28.1.1997 Salı günkü birleşiminde (9/10) esas
numaralı Meclis soruşturması açılmasına ilişkin
önergenin açık oylaması sonuçlarına yapılan
itirazların Başkanlık Divanında görüşüldüğüne;
öncelikle inceleme yapılması için bir heyet
oluşturulduğuna; bu incelemelerin 4.2.1997 gününe kadar
tamamlanmasının kararlaştırdığına;
Başkanlık Divanının bu inceleme sonucuna göre
kararlaştıracağı önerisini Genel Kurulun onayına
sunacağına ilişkin Başkanlık tezkeresi Genel Kurulun
bilgisine sunuldu.
Aydın Milletvekili Ali Rıza Gönül’ün, açık oylamadaki
ihtilaf ve yanlışlığın o birleşim içerisinde
anlaşıldığında; konunun, aynı birleşimde
grup başkanvekilleri tarafından Başkanlığa arz
edildiğine; İçtüzüğün 13 üncü maddesi gereğince bu konuda o
gün bir usul tartışması açılması gerektiğine;
yanlışlık, birleşimden sonra anlaşılsaydı, Başkanlık
Divanının ancak o zaman bu konuda karar vermeye ve konuyu irdelemeye
yetkili olabileceğine; o nedenle, bu konuda bir usul
tartışması açılmasına ilişkin talebi üzerine
yapılan usul tartışmasından sonra; Başkanlıkça
konunun, Başkanlık Divanında görüşülmesinin doğru
olduğu ifade edildi.
Ankara Milletvekili Yılmaz Ateş ve 23
arkadaşının, EGO Genel Müdürlüğünce yapılan
doğalgaz sayacı ihalesinde usulsüzlük yapıldığı
iddialarını araştırmak,
Burdur Milletvekili Yusuf Ekinci ve 24 arkadaşının,
Burdur ve İç Batı Anadolu’da hayvancılığın
sorunlarının araştırılarak alınması gerekli
tedbirlerin belirlenmesi,
Yalova Milletvekili Yaşar Okuyan ve 24 arkadaşının,
Devletin uyuşturucuyla mücadele konusunda yetersiz kaldığı
iddialarının araştırılarak alınması gereken
tedbirlerin belirlenmesi,
Amacıyla birer Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergeleri (10/152, 10/153, 10/154) Genel
Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin, gündemdeki yerlerini alacağı
ve öngörüşmelerinin, sırasında yapılacağı
açıklandı.
30.1.1997 tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan ve
aynı tarihte dağıtılan (10/8, 16, 20) esas numaralı
Meclis Araştırması Komisyonunun 153 sıra sayılı
yükseköğretimin sorunları konusundaki raporunun, gündemin “Özel
Gündemde Yer Alacak İşler” kısmında yer alması ve görüşmelerinin,
Genel Kurulun 4.2.1997 Salı günkü birleşiminde yapılmasına;
30.1.1997 tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan ve aynı
tarihte dağıtılan (10/5) esas numaralı Meclis
Araştırma Komisyonunun 167 sıra sayılı Petrol Ofisi
Genel Müdürlüğünde meydana gelen yolsuzluk ve usulsüzlükler konusundaki
raporunun, gündemin “Özel Gündemde Yer Alacak İşler”
kısmının 2 nci sırasında yer alması ve
görüşmelerinin, Genel Kurulun 4.2.1997 Salı günkü birleşiminde
yapılması ve görüşmelerin tamamlanmasına kadar
çalışma süresinin uzatılmasına ilişkin
Danışma Kurulu önerisi kabul edildi.
RP ve DYP Gruplarının müşterek önerilerinden;
Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen
Diğer İşler” kısmının 67 nci sırasında
yer alan 183 sıra sayılı kanun teklifinin, bu kısmın 7
nci sırasına; 76 ncı sırasında yer alan 209 sıra
sayılı kanun tasarısının, bu kısmın 8 inci
sırasına; 65 inci sırasında yer alan 181 sıra
sayılı kanun teklifinin, 9 uncu sırasına; 11 inci
sırasında yer alan 146 sıra sayılı kanun
tasarasının, 10 uncu sırasına alınmasına
ilişkin önerisi kabul edilmedi;
Genel Kurulun, 30 Ocak 1997 Perşembe, 4 Şubat 1997 Salı,
5 Şubat 1997 Çarşamba, 6 Şubat 1997 Perşembe günleri
çalışmalarının 13.30 - 16.00 ve 19.00 - 24.00 saatleri
arasında sürdürmesi, 4 Şubat 1997 Salı, 5 Şubat 1997
Çarşamba günlerinde sözlü soruların görüşülmemesi, Genel Kurulun
4 Şubat 1997 Salı günkü birleşiminde 153 sıra
sayılı yökseköğretimin sorunları konusundaki Meclis
araştırması komisyonu raporu ile 167 sıra sayılı
Petrol Ofisi Genel Müdürlüğünde meydana gelen yolsuzluk ve usulsüzlükler
konusundaki Meclis araştırması komisyonu raporunun
görüşmelerinin tamamlanmasından sonra, kanun tasarı ve
tekliflerinin görüşülmesine ilişkin RP ve DYP Grubunun müşterek
önerisi ise kabul edildi.
Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen
Diğer İşler” kısmının;
1 inci sırasında bulunan 23,
2 nci sırada bulunan 132,
3 üncü sırasında bulunan 164,
4 üncü sırasında bulunan 168,
5 inci sırasında bulunan 175,
Sıra sayılı kanun tasarılarının
müzakereleri, komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır
bulunmadıklarından, ertelendi.
6 ncı sırada bulunan 9.7.1945 Tarih ve 4792 Sayılı
Sosyal Sigortalar Kurumu Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi ve
Bu Kanuna Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun
Tasarısının (1/528) (S. Sayısı : 163) 2 nci maddesi
üzerinde bir süre görüşme yapıldı.
İçel Milletvekili Oya Araslı, Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanı Necati Çelik’in, konuşmasında, Grubuna
sataştığı iddiasıyla bir konuşma yaptı.
Alınan karar gereğince, yükseköğretimin sorunları
konusundaki 153 sıra sayılı ve Petrol Ofisi Genel
Müdürlüğünde meydana gelen yolsuzluklar ve usulsüzlükler konusundaki 167
sayılı Meclis araştırma komisyonu raporlarını ve
kanun tasarı ve tekliflerini görüşmek için 4 Şubat 1997
Salı günü saat 13.30’da toplanmak üzere birleşime 23.59’da son
verildi.
Yasin
Hatiboğlu
Başkanvekili
Kâzım Üstüner Ali
Günaydın
Burdur Konya
Kâtip
Üye Kâtip
Üye
II. – GELEN
KÂĞITLAR
3 . 2 . 1997
PAZARTESİ
Tasarılar
1. – 17.7 1964 Tarih ve 506 Sayılı Kanun, 24.5.1983
Tarih ve 2829 Sayılı Kanun ile 17.10.1983 Tarih ve 2925
Sayılı Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun Tasarısı (1/572) (Plan ve Bütçe ve Sağlık, Aile,
Çalışma ve Sosyal İşler komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi : 28.1.1997)
2. – 17.7.1964 Tarihli 506 Sayılı Sosyal
Sigortalar Kanunu ve 2.9.1971 Tarihli 1479 Sayılı Esnaf ve
Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal
Sigortalar Kurumu Kanunu ile 17.10.1983 Tarihli 2926 Sayılı
Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal
Sigortalar Kanununa Göre Tahakkuk eden Prim ve Diğer Alacakların
Tahsilatının Hızlandırılması Hakkında Kanun
Tasarısı (1/573) (Plan ve Bütçe ve Sağlık, Aile,
Çalışma ve Sosyal İşler komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi : 29.1.1997)
Teklifler
1. – İzmir Milletvekili Metin Öney’in; 29.6.1956
Tarih ve 6762 Sayılı Türk Ticaret Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/680) (Adalet Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi : 28.1.1997)
2. – İçel Milletvekili Oya Araslı ve
İzmir Milletvekili Birgen Keleş’in; 765 Sayılı Türk Ceza
Kanununun 237 nci Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun
Teklifi (2/681) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş
tarihi : 28.1.1997)
Tezkere
1. – Mehmet Arı ile Ekrem Gökçe Haklarındaki
Ölüm Cezalarının Yerine Getirilmesine Dair Başbakanlık
Tezkeresi (3/664) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş
tarihi : 29.1.1997)
Raporlar
1. – Türkiye Cumhuriyeti ile Litvanya Cumhuriyeti
Arasında Hukukî ve Ticarî Konularda Hukukî ve Adlî
İşbirliği Anlaşmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Adalet ve Dışişleri
komisyonları raporları (1/382) (S. Sayısı : 198)
(Dağıtma tarihi : 31.1.1997) (GÜNDEME)
2. – Türkiye Cumhuriyeti ile Avustralya Arasında
Suçluların Geri Verilmesi Andlaşması ile Bu Andlaşmada
Değişiklik Yapılmasına İlişkin
Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğu
Hakkında Kanun Tasarısı ve Adalet ve Dışişleri
komisyonları raporları (1/372) (S. Sayısı : 203)
(Dağıtma tarihi : 31.1.1997) (GÜNDEME)
3. – Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Arnavutluk
Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Askerî malzeme, Silah Teçhizat ve
Melbusatın Hibe Edilmesine Dair Anlaşmanın
Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun
Tasarısı ve Millî Savunma ve Dışişleri
komisyonları raporları (1/447) (S. Sayısı : 206)
(Dağıtma tarihi : 31.1.1997)(GÜNDEME)
Yazılı Soru Önergeleri
1. – Konya Milletvekili Nezir Büyükcengiz’in,
uyuşturucuyla mücadelede yetkililerin yetersiz kaldığı iddialarına ilişkin
İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/2021)
(Başkanlığa geliş tarihi : 29.1.1997)
2. – İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak’ın,
İstanbul - Taksim’de yapılması düşünülen cami ile ilgili
beyanatına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/2022) (Başkanlığa geliş tarihi : 29.1.1997)
3. – Gaziantep Milletvekili Mustafa R.
Taşar’ın, GAP Bölgesine yapılacak yatırımların
teşvikine ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2023)
(Başkanlığa geliş tarihi : 30.1.1997)
4. – Gaziantep Milletvekili Mustafa R.
Taşar’ın, Gaziantep Havaalanına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/2024) (Başkanlığa geliş
tarihi : 30.1.1997)
5. – Gaziantep Milletvekili Mustafa R.
Taşar’ın, Gaziantep’e serbest bölge kurulmasıyla ilgili bir
çalışma olup olmadığına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/2025) (Başkanlığa geliş
tarihi : 30.1.1997)
6. – Gaziantep Milletvekili Mustafa R.
Taşar’ın, Gaziantep Organize Sanayii Bölgesine ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2026)
(Başkanlığa geliş tarihi : 30.1.1997)
7. – Gaziantep Milletvekili Mustafa R.
Taşar’ın, ekmek fiyatına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/2027) (Başkanlığa geliş tarihi
: 30.1.1997)
8. – Gaziantep Milletvekili Mustafa R.
Taşar’ın, memurlara ek zam verilip verilmeyeceğine ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2028)
(Başkanlığa geliş tarihi : 30.1.1997)
9. – Gaziantep Milletvekili Mustafa R.
Taşar’ın, bürokraside partizan atamalar yapıldığı
iddiasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/2029) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.1.1997)
10. – Kars Milletvekili Selahattin Beyribey’in, Köy
korucularının elinde bulunan silahlarla ilgili Bakanlar Kurulu
Kararına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı
soru önergesi (7/2030) (Başkanlığa geliş tarihi :
30.1.1997)
11. – Niğde Milletvekili Akın Gönen’in,
bazı vali ve emniyet müdürlerinin maaşlarına ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2031)
(Başkanlığa geliş tarihi : 30.1.1997)
12. – Rize Milletvekili Ahmet Kabil’in, vatan
hainliği ve bölücülük suçlarından hüküm giyen eski
milletvekillerinin, üyelere tanınan bazı haklarından
yararlanıp yararlanmadıklarına ilişkin Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanından yazılı soru önergesi (7/2032)
(Başkanlığa geliş tarihi : 9.1.1997)
13. – Artvin Milletvekili Süleyman Hatinoğlu’nun,
gönüllü korumalarına ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/2033) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.1.1997)
14. – Manisa Milletvekili, Tevfik Diker’in, M.S.B.’da
çalışan sivil mumurlara ek özel hizmet tazminatının ödenip
ödenmediğine ilişkin Millî Savunma Bakanından yazılı
soru önergesi (7/2034) (Başkanlığa geliş tarihi :
30.1.1997)
15. – Niğde Milletvekili Akın Gönen’in, özel
korumalara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı
soru önergesi (7/2035) (Başkanlığa geliş tarihi :
30.1.1997)
16. – İstanbul Milletvekili Bülent
Akarcalı’nın, otoban gişeleri ücretlerine ilişkin
Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru
önergesi (7/2036) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.1.1997)
17. – İstanbul Milletvekili Bülent
Akarcalı’nın, canlı hayvan ihracatına ilişkin
Dışişleri Bakanı ve Başbakan
Yardımcısından yazılı soru önergesi (7/2037)
(Başkanlığa geliş tarihi : 30.1.1997)
18. – Ankara Milletvekili Nejat Arseven’in, özel giysili
korumalara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı
soru önergesi (7/2038) (Başkanlığa geliş tarihi :
30.1.1997)
4 . 2 . 1997
SALI
Raporlar
1. – Cebri veya Mecburî Çalıştırma
Hakkında 29 Sayılı Sözleşmenin Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile,
Çalışma ve Sosyal İşler ve Dışişleri
komisyonları raporları (1/515) (S. Sayısı : 210)
(Dağıtma tarihi : 4.2.1997) (GÜNDEME)
2. – İstihdama Kabulde Asgarî Yaşa
İlişkin 138 Sayılı Sözleşmenin
Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun
Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal
İşler ve Dışişleri komisyonları raporları
(1/516) (S. Sayısı : 211) (Dağıtma tarihi : 4.2.1997)
(GÜNDEME)
3. – İzmir Milletvekili Hasan Denizkurdu ve 5
Arkadaşının; Ticaret ve Sanayi Odaları, Ticaret
Odaları, Sanayi Odaları, Deniz Ticaret Odaları, Ticaret
Borsaları ve Türkiye Ticaret, Sanayi, Deniz Ticaret Odaları ve
Ticaret Borsaları Birliği Kanununa Bir Ek Madde Eklenmesine Dair
Kanun Teklifi ve Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji
Komisyonu Raporu (2/542) (S. Sayısı : 215) (Dağıtma tarihi
: 4.2.1997) (GÜNDEME)
4. – Maden Kanununun Bir Maddesinde
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı
ve Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ve Plan ve
Bütçe komisyonları raporları (1/388) (S. Sayısı : 216)
(Dağıtma tarihi : 4.2.1997) (GÜNDEME)
5. – Türkiye Cumhuriyeti ile Moğolistan
Arasında Dostane İlişkiler ve İşbirliği
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu
(1/505) (S. Sayısı : 218) (Dağıtma tarihi : 4.2.1997)
(GÜNDEME)
6. – Türkiye Cumhuriyeti ile Belarus Cumhuriyeti
Arasında Dostluk ve İşbirliği Antlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/536) (S. Sayısı :
219) (Dağıtma tarihi : 4.2.1997) (GÜNDEME)
7. – Türkiye Cumhuriyeti ile Özbekistan Cumhuriyeti
Arasında İmzalanan Ebedi Dostluk ve İşbirliği
Antlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu
(1/514) (S. Sayısı : 220) (Dağıtma tarihi : 4.2.1997)
(GÜNDEME)
8. – Muhafazasına Lüzum Kalmayan Evrak ve
Malzemenin Yok Edilmesi Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin
Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanunun Bir Maddesinde
Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/455) (S. Sayısı :
221) (Dağıtma tarihi : 4.2.1997) (GÜNDEME)
9. – Türkiye Cumhuriyeti ve Türkmenistan Arasında
Konsolosluk Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/322) (S. Sayısı
: 222) (Dağıtma tarihi : 4.2.1997) (GÜNDEME)
10. – Refah Partisi Grup Başkanvekili Kayseri
Milletvekili Salih Kapusuz ve Doğru Yol Partisi Grup Başkanvekili
Aydın Milletvekili Ali Rıza Gönül’ün; 2547 Sayılı
Yükseköğretim Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi ve
İki Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifi ve Plan ve Bütçe ve
Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor komisyonları raporları
(1/616) (S. Sayısı : 226) (Dağıtma tarihi : 4.2.1997)
(GÜNDEME)
Sözlü Soru Önergesi
1. – Rize Milletvekili Ahmet Kabil’in, ASİLSAN
tarafından üretilen bir silaha ilişkin Sanayi ve Ticaret
Bakanından sözlü soru önergesi (6/421) (Başkanlığa
geliş tarihi : 31.1.1997)
Yazılı Soru Önergeleri
1. – Aydın Milletvekili Fatih Atay’ın,
Aydın - Dilek Millî Parkının satışa
çıkarıldığı iddiasına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2039)
(Başkanlığa geliş tarihi : 30.1.1997)
2. – İstanbul Milletvekili Ercan
Karakaş’ın, Almanya’nın, 16 yaşından küçükler için
vize ve oturma izni uygulamasına ilişkin Dışişleri
Bakanı ve Başbakan Yardımcısından yazılı
soru önergesi (7/2040) (Başkanlığa geliş tarihi :
30.1.1997)
3. – Giresun Milletvekili Rasim Zaimoğlu’nun,
Tirebolu - Torul karayolunun yapım çalışmalarına
ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından
yazılı soru önergesi (7/2041) (Başkanlığa geliş
tarihi : 30.1.1997)
4. – Tekirdağ Milletvekili Enis Sülün’ün,
buğdaya zarar veren böcek ile mücadele konusunda alınacak tedbirlere
ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/2042) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.1.1997)
5. – Kocaeli Milletvekili Bekir Yurdagül’ün, özel
korumalarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/2043) (Başkanlığa geliş tarihi : 31.1.1997)
6. – Sinop Milletvekili Metin
Bostancıoğlu’nun, Sinop - Merkez - Bostancılı Köyünün afet
konutu sorununa ilişkin Bayındırlık ve İskân
Bakanından yazılı soru önergesi (7/2044)
(Başkanlığa geliş tarihi : 31.1.1997)
7. – Rize Milletvekili Ahmet Kabil’in,
ASİLSAN’ın üretim kapasitesine ilişkin Sanayi ve Ticaret
Bakanından yazılı soru önergesi (7/2045)
(Başkanlığa geliş tarihi : 31.1.1997)
8. – İstanbul Milletvekili Bülent
Akarcalı’nın, personel atamalarına ilişkin Tarım ve
Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2046)
(Başkanlığa geliş tarihi : 31.1.1997)
9. – Ankara Milletvekili Nejat Arseven’in, Sincan Belediye
Başkanı tarafından tertiplenen Kudüs gecesine ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2047)
(Başkanlığa geliş tarihi : 3.2.1997)
10. – Ankara Milletvekili Nejat Arseven’in, Sincan
Belediye Başkanı tarafından tertiplenen gecede İran Büyükelçisi
tarafından yapılan konuşmaya ilişkin
Dışişleri Bakanı ve Başbakan
Yardımcısından yazılı soru önergesi (7/2048)
(Başkanlığa geliş tarihi : 3.2.1997)
11. – İzmir Milletvekili Ali Rıza Bodur’un,
siyanürle ayrıştırma yöntemiyle altın
çıkarılmasına ilişkin Çevre Bakanından
yazılı soru önergesi (7/2049) (Başkanlığa geliş
tarihi : 30.1.1997)
Meclis Araştırması Önergeleri
1. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya ve 77
arkadaşının, Eski Başbakan Tansu Çiller hakkındaki
Meclis Soruşturması Önergesinin oylanması sırasında
sahte oy kullanıldığı iddialarının
araştırılması amacıyla Anayasanın 98 inci,
İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/155)
(Başkanlığa geliş tarihi : 31.1.1997)
2. – İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigen ve 22
arkadaşının, yetkililerin uyuşturucuyla mücadelede yetersiz
kaldığı iddialarının araştırılarak
alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın
98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/156)
(Başkanlığa geliş tarihi : 31.1.1997)
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma Saati : 13.30
4 Şubat 1997 Salı
BAŞKAN : Başkanvekili Uluç GÜRKAN
KÂTİP ÜYELER : Zeki ERGEZEN (Bitlis), Kadir
BOZKURT (Sinop)
BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 54 üncü
Birleşimini açıyorum.
Toplantı yetersayısı vardır;
görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce, üç arkadaşıma
gündemdışı söz vereceğim.
Gündemdışı birinci söz, Hatay
Milletvekili Sayın Levent Mıstıkoğlu'nun.
Sayın Mıstıkoğlu?.. Yok.
III. –
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1. – Kastamonu Milletvekili M. Hadi
Dilekçi’nin, dövizzedelerin dertlerine ve alınması gereken tedbirlere
ilişkin gündemdışı konuşması
BAŞKAN – Gündemdışı birinci söz
-Sayın Mıstıkoğlu'nu beklerken- Kastamonu Milletvekili
Sayın Hadi Dilekçi'nin. Sayın Dilekçi, dövizzedeler hakkında
konuşacak.
Buyurun Sayın Dilekçi. (DSP sıralarından
alkışlar)
Süreniz 5 dakikadır.
M. HADİ DİLEKÇİ (Kastamonu) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 19 uncu Dönem Meclisimizde,
çeşitli zaman dilimleri içerisinde, bu kürsüde ve medyada dile
getirilmiş sosyal bir yaraya, hatta, kangren olmuş, kamu ve özel
bankalardan dövize endeksli konut kredisi alan, toplumun dövizzedeler olarak
adlandırdığı insanların dertlerine çare bulmak için
Meclisin tekrar dikkatini çekmek ve bu dönemde, Yüce Meclisin, ortadirek
dediğimiz dargelirli insanlarımızın
sıkıntılarına çare üretmesi amacıyla
gündemdışı söz almış bulunmaktayım.
1992 yılında, Bakanlar Kurulu kararıyla,
kamu ve özel bankalarca dövize endeksli kredi verilmesi uygulamasına
olanak sağlanmıştır; ancak, bankalar, bu arkadaşlara,
kredileri Türk Lirası olarak ödemişler; bunun yanında,
sözleşmeleri döviz verilmiş gibi yapmışlar, geri ödemeler
de döviz cinsinden talep edilmiştir. Yüzde 95'i memur, işçi, emekli,
dargelirli insanlar olup, bankalarca maaş bordroları esas
alınmak suretiyle geri ödemeleri sağlanmıştır.
Taksitlerini ödemeye çalışan bu insanlar, satabilecek neleri varsa
satmış, çoğu, parmağındaki alyansına kadar satmak
durumunda kalmıştır; bu insanlar, bir şeyi
satmamışlar; o da, onurları ve namusları... Bu durumu
hazmedemeyen, çeşitli depresyonlar ve hastalıklar sonucu vefat
etmiş 22 insan, başını sokacağı bir yuva
uğruna hayatını kaybetmiştir. Boşanan ailelerin,
hastalanan yüzlerce insanın eş ve çocuklarının
yaşadıklarını tasavvur etmek bile mümkün değildir.
Meclis, daha fazla, ocakların sönmesine, ailelerin
dağılmasına seyirci kalmamalıdır.
19 uncu Dönemde bununla ilgili bir tasarı
hazırlanmıştı. Şimdi, Hükümet ve siyasî parti
yetkililerinin, çeşitli tarihlerde, oy almak için verdikleri sözleri, hep
beraber yeniden hatırlayalım; bazı çevrelere de yeniden
hatırlatmış olalım. Bakınız, Sayın Mehmet
Gölhan Eylül, 1996'da ne diyor: "Sizler haklısınız, Parti
olarak biz de bitmesini istiyoruz." Ben, şimdi Sayın Gölhan'a
sesleniyorum: Hükümet değil miydiniz; neden, bitirilmesini arzu
ediyordunuz da, bu zamana kadar bu yarayı tedavi etmediniz, bu
yaranın çaresini bulmadınız?!.
Necmettin Cevheri, Nisan 1995'te bakınız ne diyor:
"Sizlere namus ve şeref sözü veriyorum." Arkadaşlar,
ağızdan çıkan laf namustur, şereftir. (DSP
sıralarından alkışlar) Hükümet değil miydiniz de, bu
sorunu bu zamana kadar çözmediniz, bu dargelirli insanlarımızı
perişan duruma soktunuz?!.
Başbakan Yardımcımız Sayın
Tansu Hanım, o zamanın Başbakanı, bakınız ne
diyor: "Arkadaşlarıma talimat verdim; bu olay ya bitecek ya
bitecek." O meşhur lafı "ya bitecek ya bitecek..."
(DSP sıralarından alkışlar) Ben, Tansu Hanıma buradan
sesleniyorum: Neden bitirmediniz? Söylediğiniz, verdiğiniz sözün
tarihi Ekim 1996. İki anahtar vereceğim vaadiyle iktidara kendinizi
taşıdınız; ama, bırakın vatandaşa iki
anahtar vermeyi, resmen, elindeki anahtarı geri aldınız, geri
çektiniz.
ANAP Genel Başkanı Sayın Mesut
Yılmaz, Aralık 1995'te bakınız ne demiş: "Söz
vermiyorum, taahhüt ediyorum; dövizzedeler olayı bitecek..." Hükümet
değil miydiniz, neden bitirmediniz?!. Bunun hesabını mutlak
vermeniz gerekecektir.
Bugünkü Hükümetin büyük ortağı Refah
Partisine mensup Sayın Şevket Kazan, Haziran 1995'te Tansu
Hanıma seslenerek, şöyle demiş: "Birazcık analık
duygunuz varsa, bu olayı çözersiniz." Şimdi, ben, Sayın
Kazan'a sesleniyorum: Tansu Hanım analık ruhunu taşıyamamış;
lütfen, şimdi, siz babalık ruhunu taşıyınız ki,
bu insanları hep beraber sıkıntıdan kurtaralım.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Dilekçi, 1 dakika içerisinde,
lütfen toparlayınız.
M. HADİ DİLEKÇİ (Devamla) – Değerli
arkadaşlarım, Sayın Başbakanımız da, bu kürsüde,
iki kez dövizzedeler konusunu gündeme getirmiştir; hatta, gündeme
getirdiği zaman da, Tansu Hanımı eleştirerek -kendilerine
iki anahtar vaat ettikleri şekliyle eleştirerek- bu konunun üzerine
gitmişler; ama, şimdi, kendileri Hükümet, kendileri Başbakan.
Lütfen, bu konunun çözümüyle ilgili, bu dargelirli insanlarımıza
yardımcı olmalarını istiyoruz. Biz de, Demokratik Sol Parti
olarak, kendilerine destek vereceğimizi buradan vaat ediyor, hepinize
saygılar sunuyorum. (DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Dilekçi.
NECMETTİN CEVHERİ (Şanlıurfa) –
Sayın Başkan...
BAŞKAN – Buyurun Sayın Cevheri.
NECMETTİN CEVHERİ (Şanlıurfa) –
Sayın Başkan, Sayın Milletvekilinin konuşması
arasında benimle ilgili beyanı oldu. Hakkımı oradan
kullanmak istemiyorum; ama, müsaadenizle, buradan sözlerimi zabıtlara
geçirmek istiyorum.
Burada namus ve şereften bahsedilmiştir.
Namus ve şereften bahsedilerek, hizmetin, namus ve şeref sözleriyle
teyit edilmesine gerek yok.
Ben, bu dövizzedelerle iki seneden beri
uğraşıyorum. Hatta, daha evvelki gün, 6'sı bana
gelmişlerdi, onların da durumlarını, ayrıca Emlak
Bankasına bildirmek suretiyle, bir ödeme planı içerisinde
yardımcı olmalarını rica ettim.
Bunların, ölüm oruçlarını, Yüksel
Caddesindeki... ("Duyamıyoruz" sesleri)
BAŞKAN – Sayın Cevheri, bu yerinizden
yaptığınız açıklamayı yeterli görüyor musunuz,
yoksa, kürsüden yanıt vermek istiyor musunuz?
NECMETTİN CEVHERİ (Şanlıurfa) –
Hayır; kürsüden cevap vermek istemiyorum.
BAŞKAN – Açıklamanız tutanaklara geçti.
Gündemdışı konuşmayla ilgili
olarak, Hükümet adına söz talebi var mı efendim? Yok.
2. – Hatay Milletvekili Levent Mıstıkoğlu’nun,
Hatay İlinde meydana gelen deprem felaketine ilişkin
gündemdışı konuşması ve Bayındırlık ve
İskân Bakanı Cevat Ayhan’ın cevabı
BAŞKAN – Gündemdışı ikinci
konuşma, Hatay Milletvekili Sayın Levent
Mıstıkoğlu'nun.
Sayın Mıstıkoğlu, Hatay İlinde
meydana gelen deprem felaketi üzerine konuşacak.
Sayın milletvekilleri, bu konuda, bir başka
Hatay Milletvekilimiz Sayın Mehmet Sılay da gündemdışı
söz talebinde bulundu, duyarlılıklarını gösterdiler; ancak,
aynı konuda yalnızca bir kişiye -eşit dağıtabilmek
için- söz verebiliyorum; ama, inanıyorum ki, Sayın
Mıstıkoğlu, burada, parti ayırımı gözetmeksizin
bütün Hatay milletvekillerinin duyarlılıklarını dile
getirecektir. Bu vesileyle, Başkanlık olarak biz de, Hatay'da, deprem
felaketinde zarar gören yurttaşlarımıza, geçmiş olsun
dileklerimizi iletmek istiyoruz.
Buyurun Sayın Mıstıkoğlu.
LEVENT MISTIKOĞLU (Hatay) – Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri,
merkez üssü Antakya olan Hatay İlindeki depremle ilgili bilgi arz etmek
üzere söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
22 Ocak 1997 Çarşamba günü, saat 19.57
civarında, Hatay İlini, Rihter ölçeğine göre 5,5 şiddetinde
sarsan şok depremle başlayan sarsıntılar,
yaklaşık bir hafta boyunca, üçyüzü aşkın artçı
depremleriyle devam etmiştir.
Sizleri, 15 gün sonra bilgilendirmekten dolayı,
son derece üzgünüm. Ancak, geçtiğimiz hafta, bu konuyla ilgili olarak
talep etmiş olduğum gündemdışı söz isteğime,
İçtüzüğün 59 uncu maddesindeki "olağanüstü acele haller" amir hükmüne rağmen,
Sayın Başkan, adil düzen anlayışı içerisinde, söz
vermemiştir; kendisini kınıyorum!.. Depremden önemli
olağanüstü halin, adil düzen içerisindeki tasvirinin de ne olduğunu
çok merak ediyorum. Bu konuda söz veren Değerli Başkan Sayın
Uluç Gürkan'a da, huzurlarınızda teşekkürü bir borç biliyorum.
(DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Mıstıkoğlu,
Başkanlığın, gündemdışı sözler tasarrufu
hakkında, geçen hafta birleşimleri yöneten Başkanvekilimiz
Sayın Hatipoğlu ile ilgili bu sözlerinizde, lütfen,
maksadını aşacak bir şekilde üzerinde durmayın; yani,
Başkanlığın takdiridir gündemdışı söz
vermeler. Böyle bir değerlendirme çok doğru olmadı kanımca;
bunu belirtmek istiyorum.
Buyurun, devam edin.
LEVENT MISTIKOĞLU (Devamla) – Teşekkür
ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Hatay İlimizde yaşanan bu felaketin, bütün milletimizi üzdüğü
tartışmasızdır. Ancak, Hataylıları derinden
yaralayan, Hükümetin ilgisizliği ve Hataylılarla alay etmesi
olmuştur. Depremden birbuçuk saat sonra; yani, saat 21.30'da
Bayındırlık ve İskân Bakanımız Sayın Cevat
Ayhan'a ulaştık. Ne kadar üzücüdür ki, Hatay, Adana, İçel,
Adıyaman, Kahramanmaraş ve Gaziantep İllerini sarsan bu deprem
felaketinden, ilgili Sayın Bakanımızın bilgisi yoktu.
Yalnız, şunu da sizlere arz etmeden geçemeyeceğim: Sayın
Bakanımızı bulduktan sonra, göstermiş olduğu
sıcak ilgi ve alakaya, huzurlarınızda teşekkürü yine bir
borç biliyorum.
Bu deprem olayından sonra yaşananlar, Hatay
ve Hataylılar için çok daha acı olmuştur. Depremden sonra,
Hataylılar, dört gün boyunca, gecenin sıfır derece
soğuğunda sokaklarda yatarak sabahlamaya
çalışmışlardır. Yapılan tespitlerde toplam 1 052
binanın hasar gördüğü, bunlardan 116 adedinin ağır
hasarlı, 408'inin ise orta hasarlı olduğu devletin ilgili
birimleri tarafından tespit edilmiştir; ancak, bu geçen zaman
içerisinde, yine de çok değerli Hükümetimizden tık yoktur. Ne zamana
kadar; Sayın Orman Bakanımız Halit Dağlı Bey Hatay'ı
teşrif edene kadar. Sayın Dağlı, 27 Ocak günü Hatay'ı
teşrif etmişlerdir. Depremin üzerinden yaklaşık yedi sekiz
günlük bir zaman geçmiş olmasına rağmen, Sayın
Dağlı, o gün, Hatay Valiliğine, Hükümet tarafından acil
yardım olarak 15 milyar lira çıkarıldığını
söylemiştir, bu beyanları da gazete kupürlerinde yer
almıştır; ama, bir tek kuruş o gün Hatay'a
çıkarılmamıştır.
Daha sonra, yine, iktidar partilerinden birine mensup
bir milletvekili arkadaşımız, 30 Ocak günü gazetelere
verdiği beyanatla aynen şunu söylemiştir: "Depremzedelere
50 milyar..." Bu 50 milyar parayı da bu milletvekili
arkadaşımız, 31 Ocak günü Hatay'a beraberinde götüreceğini
belirtmiştir. Hatay'a, 31 Ocak günü de böyle bir para gelmemiş;
ancak, 11 milyar lira intikal ettirilmiş, bu para da harcanamamıştır.
ABBAS İNCEAYAN (Bolu) – Demir para verdikleri için
harcanamamıştır.
LEVENT MISTIKOĞLU (Devamla) – Zannediyorum ki, bu
arkadaşımız, ortağına çabuk
alışmıştır. Bizde "Körle yatan
şaşı kalkar" derler; sanıyorum, bu parayı, örtülü
ödeneği taşıdıkları balonla Hatay'a götüreceklerdi;
onu bulamamıştır. Bugünlerde, biz, artık, deprem
sonrası için yeniden gönderilecek acil yardım paralarının,
bu Hükümet döneminde, milletvekili eliyle de göndereldiğini öğrenmeye
başladık. Nihayet, 3 Şubat 1997 günü, yani dün, Devlet
Bakanı Sayın Sacit Günbey, Hatay'ı teşrif etmişler 11
milyar liranın gönderildiğini söylemişlerdir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Mıstıkoğlu,
lütfen, sözünüzü toparlayınız.
LEVENT MISTIKOĞLU (Devamla) – Toparlıyorum
efendim.
Ancak, vilayetin tespitlerine göre, depremden zarar
gören vatandaşlarımızın yaralarının
sarılması için, acilen 45 milyar liraya ihtiyaç olduğu
anlaşılmıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Hatay İlinde evi yıkılan insanlar, 15 gündür sokaklarda yatmakta
ve hiçbir yardım alamamaktadırlar; perişan vaziyettedirler; ev
bulabilenler komşularında veya yakınlarında konaklamakta,
bulamayanlar, geceninin soğuğunda, sokakta vakit geçirmek ve
iaşelerini temin etmek durumunda kalmaktadırlar.
Hükümetin bu konuya acilen eğilip, bu konuyla
ilgili Hatay'a acil yardım göndermesini bekliyor, hepinize saygılar
sunuyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın
Mıstıkoğlu.
Hatay'daki depremle ilgili gündemdışı
konuşmaya cevap vermek üzere, Bayındırlık ve İskân
Bakanı Sayın Cevat Ayhan.
Buyurun Sayın Bakan. (RP sıralarından
alkışlar)
BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI CEVAT AYHAN (Sakarya)
– Muhterem Başkan, muhterem üyeler; Hatay Milletvekili Levent
Mıstıkoğlu Beyefendinin gündemdışı
konuşmasına cevap vermek üzere huzurunuza gelmiş bulunuyorum.
Hatay'daki depremi gündeme getirip, cevap vermemize imkân
sağladığı için kendilerine teşekkür ederim.
Kendileri, konuşmalarında da ifade ettiler;
depremin olduğu gün ve saatte ben, Bakanlıkta
çalışmaktaydım. Depremin hemen akabinde iki milletvekili
arkadaş geldi, diğer milletvekili arkadaşlarımız da
Bakanlıktaydılar; Valiyle görüştüm, bilgi aldım ve depremin
gelişmesini de Bakanlık olarak çok yakından takip ettik.
Bakanlığımızın Afet İşleri Genel
Müdürlüğü vardır, depremle ilgili gelişmeleri günün her saatinde
takip ederler, gerekli tedbirlerin alınması için ilgililerle
görüşürler ve Bakan olarak da bendenize bilgi verirler. Yani, biz
meselenin uzağında değiliz. Kendileri de teşekkürlerinde
yakın ilgimizi ifade ettiler; tabiî, ilgi bizim vazifemizdir bakan olarak,
memleketin her tarafındaki afete karşı. Serzenişinin
manasını anlayabilmiş değilim; çünkü, kendileri,
teşekkür ederim, defaatle de teşekkür ettiler yakın ilgimiz
sebebiyle.
Deprem sonrası, valiyle devamlı görüştük
ve her türlü ihtiyacın Adana'da Kızılay depolarında mevcut
olduğunu, ihtiyaç halinde her türlü çadır, battaniye vesairenin
ulaştırılmak üzere sevke hazır beklediğini ve
merkezden herhangi bir yardıma ihtiyaç olmadığını Vali
Bey ifade ettiler. Hemen, depremin akabinde de -gece oldu- ertesi gün, 23'ünde
Afet İşleri Genel Müdürlüğümüz, acil yardımdan 1 milyar
gönderdiler ve Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı
Teşvik Fonundan da, bilahara, 11 milyar gönderildi ve 9 milyar da bu anda
gönderilmek üzeredir; yani, toplarsak, 21 milyar liraya ulaşmış
bulunmaktadır.
Depremden sonra, Afet İşleri Genel
Müdürlüğümüz, hasar tespit komisyonlarını derhal harekete
geçirdi. Ankara'dan bölgeye intikal eden 12 kişilik hasar tespit
komisyonumuz, deprem olan yerleri, evleri ziyaret ederek hasar tespitini yapmaktadır.
Ön hasar tespitine göre 113 ağır hasarlı bina, 385 orta
hasarlı ve 526 da hafif hasarlı bina olduğu görülmektedir.
Tabiî, aralıklarla deprem devam ettiği için, bu sayılar zaman
içerisinde değişebilir; kesin hasar tespitinde de kesin rakamlar
ortaya çıkar. Buna göre de, Bakanlık olarak, yapılacak olan
evlerin inşaına ve onarılacak evlerin de onarım
çalışmalarına gireriz; yani, meseleyi yakinen takip ediyoruz.
Meselenin hiçbir zaman uzağında da olmadık; bunu ifade etmek
istiyorum.
Bakanlığım, memleketimizin muhtelif
yerlerinde meydana gelen deprem, yangın, su baskını, feyezan
(taşkın) ve benzeri bütün afetlere süratle el koymakta ve her türlü
yardımı da anında ulaştırmaktadır.
Gelişmeleri yakinen takip ediyoruz; mesele budur. Bilgilerinize arz
ederim.
Teşekkür ederim. (RP, DYP ve ANAP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
3. – Ankara Milletvekili Nejat
Arseven’in, Sincan Belediye Başkanının düzenlediği gecede
yapılan konuşmalara ve sonrası olaylara ilişkin
gündemdışı konuşması ve Adalet Bakanı Şevket
Kazan’ın cevabı
BAŞKAN – Gündemdışı üçüncü
konuşma, Ankara Milletvekili Sayın Nejat Arseven'in.
Sayın Arseven, Sincan Belediye
Başkanının düzenlediği gecede yapılan konuşmalar
ve sonrası olaylar üzerinde konuşacak.
Bu konuda, Yalova Milletvekili Sayın Yaşar Okuyan
ve İstanbul Milletvekili Sayın Erdoğan Toprak'ın da
gündemdışı söz talepleri oldu; ancak, ilk müracaat nedeniyle,
önceliği Sayın Arseven'e tanımak zorunda kaldık; diğer
arkadaşlardan özür diliyorum.
Buyurun Sayın Arseven.
NEJAT ARSEVEN (Ankara) – Teşekür ederim Sayın
Başkanım.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ben
de, Hatay depreminden sonra, hepinizin mutlaka çok önemli gördüğü
"Sincan depremi" üzerinde söz almış bulunuyorum ve bu
konuda görüşlerimi size ifade edeceğim.
Çok değerli arkadaşlarım, benim de seçim
bölgem olan Sincan'da, Sincan Belediye Başkanının Kudüs gecesi
adı altında düzenlemiş olduğu bir gece var. Refah
Partisinin Sincanlı Belediye Başkanı, arkasında Hamas ve
Hizbullah örgütlerinin; yani, bütün dünyanın terörist olarak nitelendirdiği
iki örgütün liderlerinin resimleri altında, Türkiye Cumhuriyeti
kanunlarına, usullerine aykırı bir gece düzenliyor ve tabiî,
burada, esas önemli olan, bu geceye konuşmacı olarak katılan
İran'ın Ankara Büyükelçisinin yaptığı konuşma.
Ben, aslında, İran Büyükelçisinin yaptığı bu
konuşmalar karşısında, kendisine hakaret edilen Sayın
Başbakanın ve Sayın Dışişleri Bakanının
bu konuda daha hassas davranmalarını beklerdim.
Bakın, İran'ın Ankara Büyükelçisi diyor
ki: "Gençler ayakta; İsrail ve Amerika'yla anlaşma
yapanların cezalarını verecektir."
Değerli arkadaşlarım, burada acaba
-hepinizin malumu olduğu gibi- son günlerde İsrail ve Amerika'yla
-özellikle İsrail'le- anlaşmaları imzalayan Sayın
Başbakan mı kastedilmektedir? Ben, bu Yüce Parlamentonun içerisinde
görev almış bir milletvekili olarak, bu konudaki hassasiyetimi dile
getirdim ve pazar günü olmasına rağmen, hem Sayın
Dışişleri Bakanımıza hem de İçişleri
Bakanına yazılı olarak cevaplandırmaları için bir soru
önergesi verdim.
Çok değerli arkadaşlarım, Sincan'da
meydana gelen, bütün toplumumuzu çok ciddî bir şekilde rencide eden bu
olayı şiddetle kınıyorum; ama, bunun yanında,
kınadığım ve hepinizin dikkatini çekmek istediğim bir
konu daha var.
Değerli arkadaşlarım, dün, Sincan'da
basın görevini yerine getirmek için, haber alma özgürlüğünü kullanmak
üzere oraya giden değerli bir basın mensubunun, Işın Gürel
arkadaşımızın uğramış olduğu durum
içler acısıdır; ama, şunu da ifade edeyim ki, bir ülkenin
Sayın Başbakanı, eğer, basından, ülkede haber alma özgürlüğünü
kullanan insanlardan "geveze basın" diye bahsederse, işte o
partinin mensupları da, oraya haber alma özgürlüğünü kullanmak için
giden insanı saçından tutar, yere düşürür ve hastanelik eder.
(ANAP, DSP, CHP ve Bağımsızlar sıralarından
alkışlar)
Çok değerli arkadaşlarım, ülkede son
günlerde ciddî bir şeyler oluyor. Refah Partisinin, artık iktidarda
olduğundan, muhalefette olmadığından, muhalefette iken
söylediği sözleri, artık iktidar sorumluluğuyla
söyleyemeyeceğine, Sayın Başbakanın da, bugün bulunduğu
konum itibariyle, Başbakanlığın gereğini yaparak
ülkede icraat yapması gerektiğine inanıyorum.
Bundan bir süre önce yine ifade ettim, Cumhuriyet
Başsavcılığına müracaatta bulundum; Refah Partisinin
Kayseri'de kurmuş olduğu üniformalı illegal bir örgütü hepinizin
önüne getirdim. Değerli arkadaşlarım, Türk Bayrağı ve
Refah Partisi amblemi taşıyan giysiler giydirilmiş
insanların, Siyasî Partiler Kanununu açıkça ihlal ettikleri bir
ortamda, Sayın Başbakanın bu işe duyarsız
kalmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?! Ben bunu
değerli Refah Partili arkadaşlarıma soruyorum. Ama, Allah'a
şükürler olsun ki, bu ülkede bağımsız yargı ve
savcılar var. Cumhuriyet Başsavcılığı, Refah
Partisine, Anayasanın kendisine vermiş olduğu yetkileri
kullanarak, Kayseri İl Teşkilatının görevden
alınması için yazı yazdı.
Çok değerli arkadaşlarım, Hükümet
programı hakkındaki görüşlerimi siz değerli Yüce Heyetinize
arz ederken, bu Hükümet Programının, aslında, görünen yüzü
olduğunu; ama, asıl Hükümet Programının, aysberg gibi suyun
altında olduğunu ifade etmiştim.
Şimdi, değerli Doğru Yolcu
arkadaşlarıma soruyorum: Bütün bunlara değiyor mu? Bizi,
karanlığa gömme avazeleriyle itham ettiğiniz Refah Partisiyle, o
gün biz -sandıktan çıkmış Refah Partisinin kendisiyle
görüşülebilir, kendisiyle hükümet kurulabilir bir parti olarak-
görüştüğümüz zaman yaptığınız bu suçlamalardan
sonra, Refah Partisiyle hükümet kurduktan ve laik, demokratik cumhuriyetin
savunucusu olarak kendinizi ifade ettikten sonra, ülkenin Refah Partisi
tarafından getirilmiş olduğu bu durumu karşısında
niye sessiz kalıyorsunuz?
Cumhuriyet hükümeti olarak, bu ülkeye cami
tartışmasını getirdiniz. Cami demek, kelime manası
itibariyle, toplanılan, bir araya gelinen, üzerinde ittifak edilen yer
demektir; ama, Refah Partisi, camiyi, ülkede tartışılır
hale getirdi. (ANAP, DSP, CHP ve Bağımsızlar
sıralarından alkışlar)
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Arseven, lütfen, 1 dakika
içerisinde toparlayınız.
NEJAT ARSEVEN (Devamla) – Biz, Anavatan Partisi olarak,
kendi hükümetimiz döneminde, ülkenin manevî değerlerini hiç
tartışma konusu yapmadık. Şimdi, ülkede, bunların
tartışma konusu haline getirilmesinden de büyük
sıkıntı duyuyoruz. Hele hele televizyonlarda bu gibi hassas
konuların tartışılıyor olmasından ve toplum
önünde -dün Sincan'da- gerçekleşen olayların, her gün, birbirini
aratmadan tekrarlanır olmasından büyük üzüntü duyuyorum. Hükümetin bu
konuda çok ciddî tedbirler alması gerektiğine ve ortağı
Doğru Yol Partisinin de, o Hükümet kurulurken bu kamuoyuna ifade
etmiş olduğu, vermiş olduğu sözlerin gereğini yerine
getireceğine inanıyorum.
Beni dinlediğiniz için Yüce Heyetinizi
saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum. (ANAP, DSP, CHP ve
Bağımsızlar sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Arseven.
Sayın Kazan, Hükümet adına cevap
vereceksiniz; buyurun. (RP ve DYP sıralarından alkışlar)
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Anavatan Partisi Ankara Milletvekili
Sayın Nejat Arseven'in biraz önce yapmış olduğu gündemdışı
konuşma üzerine, değerli Genel Kurula açıklama yapmak için
huzurunuza çıkmış bulunuyorum.
Her şeyden önce şunu ifade etmek istiyorum:
Türkiye'de Anayasayla müesses olan demokratik rejim üzerinde kimsenin oyun
oynamaya hakkı yoktur, velevki Refah Partili olsun. (RP
sıralarından alkışlar; ANAP, DSP ve CHP
sıralarından gürültüler)
AYHAN FIRAT (Malatya) – Çok doğru...
BEKİR KUMBUL (Antalya) – Oyun oynayan sizsiniz.
İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – Adalet Bakanı
mısınız, yoksa, Refah Partisinin bir ferdi olarak mı
konuşuyorsunuz?!.
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – Refah
Partisinin 400 belediye başkanından bir tanesinin
katılmış olduğu toplantıda yapmış
olduğu bir konuşma, basın tarafından kamuoyuna intikal ettirilmiş
ve bu haber üzerine, Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi
Başsavcılığı olayla ilgili tahkikata
başlamıştır. (DSP ve CHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen sessiz
dinleyelim.
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – Şu
anda, Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi, olayın tahkikatını
yapmaktadır. Eğer, olay suç ise, bunun tahkikatını,
elbette, bir cumhuriyet başsavcısı yapacaktır ve o
yapılmaktadır.
ALİ DİNÇER (Ankara) – İçişleri
Bakanı nerede?!.
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) –
Ayrıca, Refah Partisi Meclis Grubu da bu olay karşısında
duyarlılığını ortaya koymuş ve Refah Partisi,
Meclis Grubundan İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin'i, Karabük
Milletvekili Hayrettin Dilekcan'ı ve Trabzon Milletvekili Şeref
Malkoç'u olayın tahkikatıyla görevlendirmiştir.
MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) – Görünen köy
kılavuz istemez...
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – Şu
anda, hem Partimiz gereken araştırmaları,
soruşturmaları yapmakta ve hem de Devlet Güvenlik Mahkemesi
Başsavcılığı, basında çıkan haberleri ihbar
kabul ederek gerekli tahkikatı yapmaktadır. Hukuk bunları
gerektirmektedir ve hukukun gereği yapılmaktadır.
ALİ DİNÇER (Ankara) – Bozacının
şahidi şıracı...
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) –
Dolayısıyla, meseleyi olduğundan daha fazla büyütmenin
manası yoktur. (DSP sıralarından "yok yahu" sesleri)
Türkiye'de, eğer bir suç işleniyorsa, o suç mutlaka takip
edilecektir; Türkiye'de bir suçlu varsa, o suçlu mutlaka
cezalandırılacaktır; bundan kimsenin şüphesi olmamalıdır.
Ben, sadece, Yüksek Heyetinizi, yapılan
çalışmalar hakkında kısaca bilgilendirmek üzere söz
aldım. Maruzatım budur.
Hepinize saygılar sunuyorum. (RP
sıralarından alkışlar)
UĞUR AKSÖZ (Adana) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Buyurun Sayın Aksöz.
UĞUR AKSÖZ (Adana) – Efendim, benim
anladığıma göre, Sayın Bakanın, Hükümet adına
cevap vermesi gerekirken, burada, Refah Partisi adına bir cevap verdi.
Böyle bir usul var mı?
İkincisi; bu bir...
BAŞKAN – Hayır, Sayın Aksöz, Sayın
Bakan, Hükümet adına konuştu. Onun takdiri bizim. Lütfen...
UĞUR AKSÖZ (Adana) – Ama, Hükümet adına
konuşma...
BAŞKAN – Lütfen... Sayın Aksöz, rica
ediyorum...
Sayın milletvekilleri, terör örgütlerinin
bayrağı altında, maalesef, münasebetsiz bir olayı, hepimiz
bir arada yaşadık; ama, ben inanıyorum ki, laik cumhuriyete
küfretmeyi ibadet sayan, mevcut Hükümete tehditler savurmayı marifet sayan
anlayışlara, kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk olan bu Yüce Meclis,
hiçbir parti ayırımı göstermeksizin karşı
duracaktır, gereğini yapacaktır.
Hepinize teşekkürler. (Alkışlar)
Sayın milletvekilleri, gündemdışı
konuşmalar bitmiştir.
Gündeme geçiyoruz.
Sayın milletvekilleri, sunuşlar var;
sunuşlar oldukça uzun, Divan Üyesi arkadaşımızın
oturarak okuması hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Cumhurbaşkanlığı tezkereleri
vardır; okutuyorum:
B)
TEZKERELER VE ÖNERGELER
1. – Almanya’ya gidecek olan Devlet
Bakanı Gürcan Dağdaş’a, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı
Lütfü Esengün’ün vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin
Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/665)
31 Ocak 1997
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşmelerde bulunmak üzere 1 Şubat 1997
tarihinde Almanya'ya gidecek olan Devlet Bakanı Gürcan
Dağdaş'ın dönüşüne kadar, Devlet
Bakanlığına, Devlet Bakanı Lütfü Esengün'ün vekâlet
etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine uygun görülmüş
olduğunu bilgilerinize sunarım.
Süleyman
Demirel
Cumhurbaşkanı
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Diğer tezkereyi okutuyorum:
2. – Kenya’ya gidecek olan Çevre
Bakanı M. Ziyattin Tokar’a, dönüşüne kadar, Tarım ve
Köyişleri Bakanı Musa Demirci’nin vekâlet etmesinin uygun
görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi
(3/666)
31 Ocak 1997
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Birleşmiş Milletler Çevre Programı
(UNEP) 19 uncu Dönem Yönetim Konseyi Toplantısına katılmak
üzere, 3 Şubat 1997 tarihinde Kenya'ya gidecek olan Çevre Bakanı M.
Ziyattin Tokar'ın dönüşüne kadar; Çevre Bakanlığına,
Tarım ve Köyişleri Bakanı Musa Demirci'nin vekâlet etmesinin,
Başbakanın teklifi üzerine, uygun görülmüş olduğunu
bilgilerinize sunarım.
Süleyman
Demirel
Cumhurbaşkanı
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Sayın milletvekilleri, Uğur Mumcu cinayetinin
açıklığa kavuşturulması amacıyla kurulan (10/86)
esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Geçici
Başkanlığının, başkan, başkanvekili, sözcü
ve kâtip seçimine ilişkin bir tezkeresi vardır; okutuyorum:
3. – (10/86) esas numaralı Meclis
Araştırması Komisyonu Geçici
Başkanlığının, Komisyonun başkan,
başkanvekili, sözcü ve kâtip üye secimini yaptığına
ilişkin tezkeresi (3/667)
30.01.1997
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Komisyonumuz, başkan, başkanvekili, sözcü ve
kâtip üyelerini seçmek üzere, 30.1.1997 Perşembe günü saat 11.00'de 172
nolu araştırma komisyonu salonunda 9 üyeyle toplanmış ve
aşağıda isimleri yazılı sayın üyeler belirtilen
görevlere seçilmişlerdir.
Refik
Aras
İstanbul
Komisyon
Geçici Başkanı
Aldığı
Oy:
Başkan: Ersönmez Yarbay (Ankara) 9
Başkanvekili: Tevfik Diker (Manisa) 9
Sözcü: Eşref Erdem (Ankara) 9
Kâtip: Ahmet Bilgiç (Balıkesir) 9
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Anayasa Komisyonu
Başkanlığının, Sendikalar ve Devlet Memurları
Kanunlarında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifleri hakkında İçtüzüğün 34 üncü maddesi uyarınca
verilmiş tezkereleri vardır; okutuyorum:
4. – Anayasa Komisyonu
Başkanlığının, Sağlık, Aile,
Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonuna havale edilmiş
olan “Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması
Hakkında (2/405) ve (2/448) esas numaralı kanun tekliflerinin”
Anayasa Komisyonuna havale edilmesine ilişkin tezkeresi (3/668)
30.01.1997
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
1995 yılında gerçekleşen Anayasa
değişikliklerinin kanunlara yansıtılması veya halen
yürürlükte olan kanunların sözü geçen Anayasa değişikliğine
aykırı hükümlerinin uygun hale getirilmesine ilişkin teklif ve
tasarıların esas komisyonunun Anayasa Komisyonu olduğu
düşünülmektedir.
Meclis Başkanlığının
girişimiyle bütün partilerden oluşan eşit temsilli uyum
komisyonunda da bu görüş hâkim olmuştur.
Esasen sorun, temelde bir Anayasa ve Anayasaya uygunluğu
sağlama sorunudur. (Anasaya Md.11)
Anayasaya uyum sağlanması amacına
yönelik olarak Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılması
Hakkındaki 2/405 ve 2/448 sayılı kanun tekliflerinin
Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonuna
esas; Anayasa Komisyonuna, tali komisyon olarak havale edildiği
görülmektedir. Belirtilen nedenle, bu tekliflerin diğer uyum
kanunlarında olduğu gibi, İçtüzüğün 34 üncü maddesi
uyarınca, esas komisyon olarak Anayasa Komisyonuna havale edilmesi için
gereğini arz ederim.
Saygılarımla
Ahmet
İyimaya
Amasya
Anayasa
Komisyonu Başkanı
BAŞKAN – İkinci tezkereyi okutuyorum:
5. – Anayasa Komisyonu
Başkanlığnın, Plan ve Bütçe Komisyonuna havale edilmiş
olan “Devlet Memurları Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair (2/408) ve (2/451) esas numaralı kanun
tekliflerinin” Anayasa Komisyonuna havale edilmesine ilişkin tezkeresi
(3/669)
30.1.1997
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
1995 yılında gerçekleşen Anayasa
değişikliklerinin kanunlara yansıtılması veya halen
yürürlükte olan kanunların sözü geçen Anayasa değişikliğine
aykırı hükümlerinin uygun hale getirilmesine ilişkin teklif ve
tasarıların esas komisyonunun Anayasa Komisyonu olduğu
düşünülmektedir.
Meclis Başkanlığının
girişimiyle bütün partilerden oluşan eşit temsilli uyum
komisyonunda da bu görüş hâkim olmuştur.
Esasen sorun, temelde bir Anayasa ve Anayasaya
uygunluğu sağlama sorunudur. (Anayasa Md. 11)
Anayasaya uyum sağlanması amacına
yönelik olarak Devlet Memurları Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair 2/408 ve 2/451 sayılı kanun tekliflerinin
Plan ve Bütçe Komisyonuna esas; Anayasa Komisyonuna tali komisyon olarak havale
edildiği görülmektedir. Belirtilen nedenle, bu tekliflerin diğer uyum
kanunlarında olduğu gibi, İçtüzüğün 34 üncü maddesi
uyarınca esas komisyon olarak Anayasa Komisyonuna havale edilmesi için
gereğini arz ederim.
Saygılarımla.
Ahmet
İyimaya
Amasya
Anayasa
Komisyonu Başkanı
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, okunmuş
bulunan tezkerelerdeki Anayasa Komisyonunun talepleri, Sağlık, Aile,
Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu ile Plan ve Bütçe
Komisyonunca da uygun bulunduğundan, bu istemleri, İçtüzüğün 34
üncü maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca
Başkanlığımızca yerine getirilmiştir.
Bilgilerinize sunarım.
Meclis araştırması önergeleri
vardır; okutup bilgilerinize sunacağım:
C)
GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE
MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ
1. – İstanbul Milletvekili Halit
Dumankaya ve 77 arkadaşının, eski Başbakan Tansu Çiller
hakkında Meclis soruşturması önergesinin oylanması
sırasında sahte oy kullanıldığı
iddialarının araştırılması amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/155)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Eski Başbakan Sayın Tansu Çiller'in,
hakkında verilen soruşturma önergesinin oylanması
esnasında, Mecliste bulunmayan milltvekilleri adına sahte oy
düzenlenip kullanılmıştır.
Bu sahte oyları kullananların bulunup,
haklarında gerekli işlemlerin yapılması için
Anayasamızın 98, İçtüzüğümüzün 104 ve 105 inci maddeleri gereği bir
Meclis araştırması açılmasına zaruret vardır.
Gereğini arz ederiz. 30.01.1997
1. Halit Dumankaya (İstanbul)
2. Seyit Eyyüboğlu (Şanlıurfa)
3. Korkut Özal (İstanbul)
4. Erkan Mumcu (Isparta)
5. Aslan Ali Hatipoğlu (Amasya)
6. Yıldırım Aktürk (Uşak)
7. Refik Aras (İstanbul)
8. Sebgetullah Seydaoğlu (Diyarbakır)
9. İbrahim Çebi (Trabzon)
10. Yaşar Okuyan (Yalova)
11. Şükrü Yürür (Ordu)
12. Eyüp Aşık (Trabzon)
13. Ahmet Kabil (Rize)
14. İsmail Durak Ünlü (Yozgat)
15. Muzaffer Arslan (Diyarbakır)
16. Yavuz Köymen (Giresun)
17. Ahmet Neidim (Sakarya)
18. Abdulkadir Baş (Nevşehir)
19. Nejat Arseven (Ankara)
20, Y.Selahattin Beyribey (Kars)
21. H.İbrahim Özsoy (Afyon)
22. M.Cavit Kavak (İstanbul)
23. Ali Coşkun (İstanbul)
24. Recep Mızrak (Kırıkkale)
25. Enis Sülün (Tekirdağ)
26. İbrahim Yılmaz (Kayseri)
27. Yılmaz Karakoyunlu (istanbul)
28. Mete Bülgün (Çankırı)
29. Ahmet Alkan (Konya)
30. Agâh Oktay Güner (Ankara)
31. Edip Safder Gaydalı (Bitlis)
32. İbrahim Yaşar Dedelek (Eskişehir)
33. Yücel Seçkiner (Ankara)
34. Süleyman Hatinoğlu (Artvin)
35. İrfan Demiralp (Samsun)
36. Ünal Yaşar (Gaziantep)
37. Eyyüp Cenap Gülpınar (Şanlıurfa)
38. Mustafa Rüştü Taşar (Gaziantep)
39. Cemil Çiçek (Ankara)
40. Metin Öney (İzmir)
41. Mehmet Keçeciler (Konya)
42. Ömer Ertaş (Mardin)
43. Halil Cin (İçel)
44. Rüşdü Saracoğlu (İzmir)
45. Ali Talip Özdemir (İstanbul)
46. Işın Çelebi (İzmir)
47. Ersin Taranoğlu (Sakarya)
48. İbrahim Yazıcı (Bursa)
49. A. Ahat Andican (İstanbul)
50. Hüsnü Sıvalıoğlu (Balıkesir)
51. Mahmut Bozkurt (Adıyaman)
52. Bülent Akarcalı (İstanbul)
53. Şerif Bedirhanoğlu (Van)
54. Tevfik Diker (Manisa)
55. Avni Akyol (Bolu)
56. Mehmet Salih Yıldırım (Şırnak)
57. İrfan Köksalan (Ankara)
58. Mustafa Küpeli (Adana)
59. Uğur Aksöz (Adana)
60. Yusuf Pamuk (İstanbul)
61. Hayrettin Uzun (Kocaeli)
62. Avni Kabaoğlu (Rize)
63. İsmail Safa Giray (Balıkesir)
64. Ali Kemal Başaran (Trabzon)
65. Cengiz Altınkaya (Aydın)
66. Nabi Poyraz (Ordu)
67. Burhan Kara (Giresun)
68. Yaşar Eryılmaz (Ağrı)
69. Ülkü Güney (Bayburt)
70. Mustafa Bahri Kibar (Ordu)
71. Rüştü Kâzım Yücelen (İçel)
72. İbrahim Gürdal (Antalya)
73. Sami Küçükbaşkan (Antalya)
74. Cemal Özbilen (Kırklareli)
75. Süleyman Çelebi (Mardin)
76. Cemal Alişan (Samsun)
77. İlker Tuncay (Ankara)
78. Yusuf Ekinci (Burdur)
Gerekçe:
Türkiye Büyük Millet Meclisinin en önemli görevlerinden
biri de denetim görevidir.
Mecliste denetim görevi, sözlü ve yazılı soru
sorularak, Genel Kurulda gündemdışı konuşmalarla, genel
görüşme isteyerek, araştırma önergesi vererek, soruşturma
önergesi vererek ve nihayet gensoru verilerek yerine getirilir.
Sait Halim Paşa Yalısı yangını
ve TURBAN'da yapılan yolsuzluklarla ilgili 10/2 nolu Meclis
Araştırma Komisyonu çalışmalarını tamamlayarak,
yapılan yolsuzlukların bir kısmını belgeleri ile
tespit etmiş, hazırladığı rapor sonucunda Sayın
Tansu Çiller'in Başbakanlığı döneminde "bu
yolsuzluklara göz yumulduğu" nedeni ile hakkında soruşturma
yapılması için Anavatan Partili milletvekillerince Yüce Meclisimize
önerge verilmişti.
Bu soruşturma önergesinin oylanması
sırasında, Mecliste bulunmayan milletvekilleri adına sahte oy
düzenlenip kullanılmıştır.
Bu olay nedeni ile, Yüce Meclisimizin itibarı
sarsılmış, milletvekilliğine olan saygınlığa
gölge düşmüştür. Bu çirkin olaya karışmayan
milletvekillerimiz, olaydan, ciddî üzüntü duymuşlardır.
Kullanılan oylar matbu oylar olmayıp, elle
yazılıp imzalanan oylardır. Meclisimizin onurunu korumak, en
başta milletvekillerimizin görevidir. Bu sahte oyları
kullananları bulup, bunları tespit ederek, haklarında ne gibi
işlemlerin yapılmasını ve bu olayların bir daha
tekerrür etmemesi için ne gibi önlemlerin alınması gerektiğini
belirlemek için Anayasamızın 98, İçtüzüğümüzün 104 ve 105
inci maddeleri gereği, bir Meclis araştırması açılmasında
zaruret vardır.
Gereğini saygılarımızla arz ederiz.
30.01.1997
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Önerge, gündemde yerini alacak ve Meclis
araştırması açılıp açılmaması konusunda
öngörüşme, sırasında yapılacaktır.
İkinci Meclis araştırması
önergesini okutuyorum:
2. – İstanbul Milletvekili Mehmet
Sevigen ve 22 arkadaşının, yetkililirin uyuşturucuyla
mücadelede yetersiz kaldığı iddialarının
araştırılarak alınması gereken tedbirlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/156)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Türkiye'nin, uyuşturucu
kaçakçılığı konusunda sürekli gündeme gelmesi ve bazı
olaylar sonrasında, uyuşturucu kaçakçılığına kimi
resmî görevlilerin karıştığı iddiaları karşısında,
Türkiye'nin onurunun korunması, demokratik hukuk devletinin
yaralanmasının önüne geçilmesi, terörle mücadelede etkinliğin
artırılması, gençlerimizin zehirlenmesinin önlenmesi,
uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadelenin
etkinleştirilmesi, ortaya atılan iddiaların
araştırılması, gerçeklerin ortaya
çıkarılması ve gerekli önlemlerin alınması için Anayasanın
98, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince bir Meclis
araştırması açılmasını
saygılarımızla arz ederiz.
1 – Mehmet Sevigen (İstanbul)
2 – Ali Şahin (Kahramanmaraş)
3 – Yahya Şimşek (Bursa)
4 – Orhan Veli Yıldırım (Tunceli)
5– Bekir Kumbul (Antalya)
6– Fatih Atay (Aydın)
7– Ali Rıza Bodur (İzmir)
8– Oya Araslı (İçel)
9– Nezir Büyükcengiz (Konya)
10– Ahmet Güryüz Ketenci (İstanbul)
11– Algan Hacaloğlu (İstanbul)
12– Ayhan Fırat (Malatya)
13– Metin Arifağaoğlu (Artvin)
14– Sabri Ergül (İzmir)
15– Yılmaz Ateş (Ankara)
16– Celal Topkan (Adıyaman)
17– Şahin Ulusoy (Tokat)
18– Mahmut Işık (Sıvas)
19– Erdoğan Yetenç (Manisa)
20– Yusuf Öztop (Antalya)
21– Zeki Çakıroğlu (Muğla)
22– Altan Öymen (İstanbul)
23– İrfan Gürpınar (Kırklareli)
Gerekçe:
Türkiye'de uyuşturucu
kaçakçılığı önemli tartışma konularından
biriyken, şimdi Türkiye bu konuda tartışılmaya
başlanmıştır.
Uyuşturucu trafiğini gösteren haritalarda
Türkiye önemli bir yer tutmakta, Asya'dan Avrupa'ya yapılan sevkiyatta
köprü ülke olarak değerlendirilmektedir. Uyuşturucu trafiğinde
Afganistan, İran gibi, şeriat rejiminin egemen olduğu ülkelerin
adının geçmesi de üzerinde düşünülmesi gereken bir husustur.
Uyuşturucusu kaçakçılığında
öne çıkan, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki bazı bölgelerin, yaklaşık
17 yıldır olağanüstü bir yönetim altında bulunması,
uyuşturucu kaçakçılığının giderek
artmasının ve son yıllarda bu stratejik bölgede önemli
miktarlarda uyuşturucu yakalanmamasının izahını
güçleştirmektedir.
Terör örgütü PKK'nın bölgede uyuşturucu
kaçakçılığı yaptığı ve bu
kaçakçılıkta bazı çetelerin zaman zaman PKK ile
çatışmaya girdiği, zaman zaman uzlaştığı
çeşitli kereler ifade edilmiştir. Resmî araçların, görevlilerin,
terörle mücadelede görevli timlerin de bu işe dahil olduğu
çeşitli raporlarda tespit edilmiştir.
Bazı resmî görevlilerin uyuşturucu
kaçakçılığına karıştıkları ve
uyuşturucu kaçakçısı olarak adı geçen bazı kimselere
özel pasaport ve emniyet mensubu olduklarına dair belgeler verildiği,
gözaltına alınan bazı kişilerin emniyet üst düzey
yetkililerinin talimatıyla serbest bırakıldıkları
iddiaları yaygınlaşmıştır. Uyuşturucu
ticareti yapan kişilerden komisyon, haraç ve fidye
alındığı, direnenlerin öldürüldüğü söylenmektedir.
Uyuşturucu madde ve silah kaçakçılarıyla terör odakları
arasındaki ilişkiler, tartışmasız biçimde
açıklık kazanmıştır.
Son günlerde konu, uluslararası bir boyut
almış, ABD, Kanada,Fransa, Hollanda ve Almanya gibi ülkeler de,
uyuşturucu kaçakçılığı konusunda Türkiye
Cumhuriyetiyle ilgili ağır ithamlarda bulunmuştur.
Türkiye, Bayrağına eroin
şırıngası monte edilerek yabancı televizyonlara haber
olmaktadır. Uluslararası kuruluşlara uyuşturucu konusunda
raporlar hazırlayan Uyuşturucu Jeopolitik Gözlemevi, Avrupa'ya gelen
uyuşturucunun yüzde 70'inin Türkiye'den geldiğini ifade
etmiştir.
İngiltere İçişleri Bakan
Yardımcısı, Asya'dan Avrupa'ya kaçırılan
uyuşturucunun Türkiye'den geçtiği, Türk yetkililerinin
uyuşkurucu kaçakçılığına karıştığı
yolunda bulguların varlığından söz etmiştir.
Alman mahkemeleri, sanık ve tanık beyanlarına
dayanarak, Türk makamlarınca uyuşturucu
kaçakçılığına karşı önlem
alınmadığı ve bazı hükümet üyelerinin bu kişilere
destek verdiği iddialarını kararlarına geçirmiştir.
Bu iddiaların ortak yönleri, Türkiye'nin,
uyuşturucu trafiğinde çıkış yolu ve kara paranın
aklanma merkezi haline geldiği, bazı devlet görevlilerinin
uyuşturucu kaçakçılığına dahil oldukları,
Interpol tarafından aranan bazı suçluların Türkiye'den himaye
gördüğüdür.
Türkiye'nin onurunun korunması,
Anayasamızdaki demokratik hukuk devleti ilkesinin zedelenmesinin
engellenmesi, terörle mücadelede etkinliğin artırılması ve
gençlerimizin zehirlenmesinin önüne geçilmesi, uyuşturucu
kaçakçılığıyla mücadelenin etkinleştirilmesi, ortaya
atılan iddiaların araştırılması, gerçeklerin
ortaya çıkarılması ve gerekli önlemlerin alınması için
bir Meclis araştırması açılması zorunlu olmuştur.
Bu nedenlerle, Anayasanın 98, İçtüzüğün
104 ve 105 inci maddeleri gereğince bir Meclis araştırması
açılmasını saygılarımızla arz ederiz.
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Önerge, gündemde yerini alacak ve Meclis
araştırması açılıp açılmaması konusunda
öngörüşme, sırasında yapılacaktır.
Sayın milletvekilleri, Danışma Kurulu
önerisi vardır; okutup oylarınıza sunacağım:
IV. –
ÖNERİLER
A)
DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ
1. – 12.2.1997 Çarşamba ve 13.2.1997
Perşembe günlerinde TBMM Genel Kurul çalışmalarına ara
verilmesine ilişkin Danışma Kurulu Önerisi
Danışma Kurulu
Önerisi
No: 51 Tarih:
4.2.1997
12.2.1997 Çarşamba ve 13.2.1997 Perşembe
günlerinde Türkiye Büyük Millet Meclisinin çalışmalarına ara
verilmesinin Genel Kurulun onayına sunulması Danışma
Kurulunca uygun görülmüştür.
Mustafa Kalemli
Türkiye Büyük Millet
Meclisi
Başkanı
RP
Grubu Başkanvekili ANAP
Grubu Başkanvekili
Salih
Kapusuz Murat
Başesgioğlu
DYP
Grubu Başkanvekili DSP
Grubu Başkanvekili
Saffet
Arıkan Bedük Hikmet
Uluğbay
CHP Grubu
Başkanvekili
Oya Araslı
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri,
Danışma Kurulu önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Öneri kabul edilmiştir.
Refah Partisi ve Doğru Yol Partisi
Gruplarınca, İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre verilen
müşterek bir önerge vardır; okutup oylarınıza
sunacağım:
B)
SİYASÎ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ
1. – Gündemdeki sıralamanın
yeniden yapılmasına ilişkin RP ve DYP Gruplarının
müşterek Önerileri
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulunun 4.2.1997 Salı günü
yapılan toplantısında siyasî parti grupları arasında
oybirliği sağlanamadığından,
gruplarımızın aşağıdaki müşterek önerilerinin
Genel Kurulun onayına sunulmasını saygılarımızla
arz ederiz.
Salih
Kapusuz Mehmet
Gözlükaya
RP
Grup Başkenvekili DYP
Grup Başkanvekili
Öneriler:
1. Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle
Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının
67 nci sırasında yer alan 183 sıra sayılı kanun
teklifinin, bu kısmın 7 nci sırasına; 76 ncı
sırasında yer alan 209 sıra sayılı kanun
tasarısının, bu kısmın 8 inci sırasına; 65
inci sırasında yer alan 181 sıra sayılı kanun
teklifinin, 9 uncu sırasına; 11 inci sırasında yer alan 146
sıra sayılı kanun tasarısının, 10 uncu
sırasına alınması önerilmiştir.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, öneri
üzerinde söz talebi var mı? Yok.
Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler...
Sayın milletvekilleri, lütfen, oturun... Boş
sıra bırakmayın... Lütfen, ayakta durmayın...
MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) –
Sayın Bakanlar da yerine geçsin Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, ayakta
bulunan arkadaşları sayamayacağız; lütfen, yerinize oturun.
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Sayın Başkan,
lütfen, sayın bakanlar da yerine geçsinler.
NİHAT MATKAP (Hatay) – Sayın
Başkan, vekâleti olmayan Sayın Bakanlar ellerini
kaldırmasınlar.
BAŞKAN – Merak etmeyin.
...Kabul etmeyenler... Öneri kabul edilmiştir.
İçtüzüğün 37 nci maddesine göre verilmiş
doğrudan gündeme alınma önergeleri vardır. Bu önergeleri ayrı
ayrı okutup işleme koyacağım ve oylarınıza
sunacağım.
İlk önergeyi okutuyorum:
III. –
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)
B)
TEZKERELER VE ÖNERGELER (Devam)
6. – Balıkesir Milletvekili Hüsnü
Sıvalıoğlu’nun, Sarıköy ve Edincik Adıyla İki
İlçe ve Bandırma Adıyla bir İl Kurulması Hakkında
Kanun Teklifinin (2/471) doğrudan gündeme alınmasına
ilişkin önergesi (4/136)
02.12.1996
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Plan ve Bütçe Komisyonunda bulunan (2/471) esas
numaralı Sarıköy ve Edincik Adıyla İki İlçe ve
Bandırma Adıyla Bir İl Kurulması Hakkında Kanun
Teklifimizin, İçtüzüğün 37 nci maddesine göre doğrudan gündeme
alınmasını arz ederiz.
Saygılarımla.
Hüsnü
Sıvalıoğlu
Balıkesir
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, önerge
üzerinde, istemleri halinde Komisyona, Hükümete, teklif sahibine ve bir
milletvekiline söz verilecektir.
Komisyonun söz talebi var mı?.. Yok.
Hükümetin söz talebi var mı?.. Yok.
Önerge sahibinin söz talebi var mı?..
HÜSNÜ SIVALIOĞLU (Balıkesir) – Evet efendim.
BAŞKAN – Buyurun Sayın
Sıvalıoğlu. (ANAP sıralarından alkışlar)
HÜSNÜ SIVALIOĞLU (Balıkesir) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Sarıköy, Edincik adlarıyla
iki ilçe kurulması ve Bandırma adıyla bir il kurulmasıyla
ilgili verdiğimiz kanun teklifi hakkında konuşmak üzere, önerge
sahibi olarak söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla
selamlarım.
Değerli milletvekilleri, bugün, ülkemizde kangren
olmuş bir yaraya yeni bir neşter vurmak üzere buradayım.
Bandırma, Balıkesir'in kuzeyinde, Marmara
Denizinin güneyinde; doğusunda Karacabey, batısında Erdek,
güneyinde Susurluk ve Manyas, güneybatısında da Gönen İlçesiyle
çevrili, Marmara Bölgesinin hemen hemen ortasında bir yerde kurulu bir
liman şehridir.
Bu ilçe, M.Ö. 10 uncu Yüzyılda güvenilir liman,
emin liman adıyla "Panormos" olarak anılırken
"Bandırma" ismini de buradan almıştır.
Önemli bir liman hüviyetinde olan bu şehir,
Osmanlılar döneminde İstanbul'a bağlı bir ilçeyken, 1923'te
Balıkesir İline bağlanmıştır. (ANAP
sıralarından "duyamıyoruz" sesleri)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, bir
değerli arkadaşımız, bir yasa teklifininin, doğrudan,
Genel Kurula indirilmesini savunuyor; biraz sonra oylayacağız.
Lütfen... Kendisini, Türkiye Büyük Millet Meclisine yakışan özenle
dinleyelim...
Buyurun.
HÜSNÜ SIVALIOĞLU (Devamla) – Bandırma,
yüzölçümü 599 kilometrekare, 1990 sayımına göre 102 300 nüfusu olan
bir şehrimizdir. Bu şehrin, 77 400 kişisi ilçe merkezinde, 24
856 kişisi ise köylerde oturmaktadır. Bugünkü tahmini sonuçlara göre,
Bandırma'nın şehir merkezi nüfusu 120 bin
civarındadır. Coğrafî konumu gereği, kısa zamanda bir
ziraat, ticaret ve sanayi merkezi haline gelen ve çevre il ve ilçelere
yakınlığıyla önemli bir ticaret merkezi durumunda olan
Bandırma, etrafındaki Susurluk, Gönen, Erdek, Manyas ve Marmara
ilçelerine çok kısa mesafelerdedir.
Bugün, bağlı olduğu Balıkesir
İline 95 kilometre mesafede olan Bandırma'nın, etrafındaki
illere olan yakınlıkları aşağı yukarı
şöyledir: Bandırma - Erdek 22 kilometre, Bandırma - Gönen 44
kilometre, Bandırma - Manyas 46 kilometre, Bandırma Susurluk 55
kilometre, Bandırma Marmara İlçesi 22 kilometre artı deniz
mesafesidir. Yine, büyük merkezlerden, Ankara'ya 490 kilometre, Bursa'ya 105
kilometre, İzmir'e 260 kilometre ve İstanbul'a 350 kilometre olan bu
şehir, hammadde kaynakları, tarım gelirleriyle çok
hızlı bir şekilde gelişen ve tarıma dayalı
sanayiin güzel örneklerini sunan, gelişmiş bir şehrimizdir;
ancak, bu gelişmişliğini, mevcut ilçe pozisyonundaki güçlükler nedeniyle
yenememektedir.
Bugün, 1970'li yıllarda Etibank fabrikaları,
BAGFAŞ gübre fabrikalarıyla kimya sanayiine adım atan,
fabrikalaşan ve sanayileşen Bandırma, 1983 yılından
sonra, özellikle gıda kesimine sağlanan desteklerle, gıda
fabrikalarına, gıda sanayiine yönelik bir sanayi şehri haline
gelmiştir.
Şu anda, ulaşım sorunu olmayan...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen, sözünüzü toparlar
mısınız.
HÜSNÜ SIVALIOĞLU (Devamla) – Değerli
milletvekilleri, Bandırma adıyla bir il kurulduğu takdirde, bu
ilin Gönen, Manyas, Erdek, Susurluk, Marmara -kabul edildiğinde- Edincik
ve Sarıköy adlarıyla ilçeleri olacaktır; toplam nüfusu, bugünkü
rakamlara göre -yani, merkez ve şehirlerde yaşayan nüfusu- 400 bin
civarında olan bir il kurulmuş olacaktır. Coğrafî konumu,
ekonomik durumu, güvenlik sorunu, en yakın illere olan
ulaşımı nedeniyle, bir an evvel il olması gereken bir
yerdir Bandırma.
Bandırma, bugün -son aldığım
rakamlara göre- 1996 yılı sonu itibariyle, 4 trilyona yakın
vergi tahakkuk eden bir ilçemizdir.
Hepinize saygılar sunuyorum. (ANAP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Önege kabul edilmemiştir.
BAŞKAN – İkinci önergeyi okutuyorum:
7. – Ankara Milletvekili İrfan
Köksalan’ın, Ankara İline Bağlı Olarak Batıkent
Adıyla Bir İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifinin (2/153)
doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/137)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Plan ve Bütçe Komisyonunda bulunan (2/153) Esas
Numaralı Ankara İline Bağlı Olarak Batıkent
Adıyla Bir İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifimin,
İçtüzüğün 37 nci maddesine göre doğrudan gündeme
alınmasını arz ederim.
Saygılarımla.
İrfan
Köksalan
Ankara
BAŞKAN – Komisyonun söz talebi var mı? Yok.
Hükümetin söz talebi var mı? Yok.
Önerge sahibi olarak, Sayın İrfan Köksalan;
buyurun. (ANAP sıralarından alkışlar)
İRFAN KÖKSALAN (Ankara) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Yüce Meclisi sevgi ve saygılarımla
selamlıyorum. Bu vesileyle, siz değerli milletvekillerinin ve
televizyonları başında bizleri izleyen bütün
vatandaşlarımın mübarek kandilini de buradan tebrik ediyorum...
(Gürültüler)
Sayın Başkan, burada bir gürültü var; buna
müdahale eder misiniz; lütfen... Meclisin şanına
yakışır tarzda konuşalım. (ANAP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, gerçekten,
sayın hatibin müdahale istemekte hakkı var. Hiç hoş olmayan bir
görüntü sergiliyoruz. Lütfen... Dikkatli olalım...
Sayın milletvekilleri, lütfen... Sohbet düzeni
yerine, Genel Kurula yakışan bir düzene geçelim...
İRFAN KÖKSALAN (Devamla) – Değerli
milletvekilleri, bir atasözümüz vardır; mum dibine ışık
vermez diye; galiba, bu, Başkent Ankara için söylenmiş bir söz.
Ankara denince, Ankara'yı hiç tanımayanların aklına
Kızılay, Ulus Meydanı veya Çankaya gelir. Oysa, Ankara'da
takriben 1 100 adet köy vardır; yani, bana göre, büyükçe bir köy. Bu
köyler, maalesef ve maalesef, geri kalmışlığın bir
örneğidir. İşte, bu, geri kalmışlık örneği
veren köylerden, zaman içerisinde, Ankara'ya vaki göçler ve Anadolumuzun
muhtelif yerlerinden Ankara'ya vaki göçler nedeniyle, bu merkezin
etrafında metropol ilçeler teşekkül etti. İşte, bunlardan
bir tanesi de Yenimahalle İlçemiz.
Yenimahalle İlçesinin, takriben 700 bin nüfusu var
ve bu Yenimahalle İlçesinin içerisinde "Batıkent"
adında bir semt vardır. Semt midir, mahalle midir o da belli
değil; ama, Yenimahalle İlçesine bağlı bir semt ve bu
Batıkent'in nüfusu, bugün 250 bin; dikkatinize sunuyorum, Batıkent'in
nüfusu 250 bin!.. Burada, karakol yok, polis yok, bekçi yok!..
İnanınız, Batıkent'te oturanlar, geceleri sokağa
çıkamıyor. Başkent Ankara'da, 250 bin nüfusun
yaşadığı bu bölgede, vatandaşlarımıza,
insanımıza böyle yaşamı reva görmek hak mıdır;
böyle bir mahrumiyeti reva görmek hak mıdır? O nedenle, 19 uncu
Dönemde getirdiğimiz, maalesef, seçim nedeniyle kadük olan bu teklifimizi,
20 nci Dönemde de getirdik.
Bu bölgede, bugün, Türkiye Büyük Millet Meclisinde
grubu bulunan bütün partilerin milletvekili vardır; Refah Partisinin 4
milletvekili var, Doğru Yol Partisinin 2 milletvekili var; Anavatan
Partisi, Demokratik Sol Parti ve Cumhuriyet Halk Partisinin de var...
Doğru Yol Partisi Grup Başkanvekili Sayın Bedük'ün de bu konuda
vermiş olduğu bir yasa teklifi vardır. Öyle zannediyorum ki, Grup
Başkanvekili olarak da yöresine sahip çıkacaktır; sahip
çıkması ricasını burada bir kere daha tekrarlamak
istiyorum.
Değerli milletvekilleri, ülkemizde 40 bin, 50 bin
nüfusu olan ilçelerin vilayet yapıldığı göz önüne
alınırsa, 250 bin nüfusu bulunan böyle bir semtin de, herhalde, ilçe
olmasına engel olunmayacağı kanaatindeyim. O nedenle, Refah
Partisinden bu bölge milletvekillerinin, Doğru Yol Partisinden bu bölge
milletvekillerinin, DSP ve Cumhuriyet Halk Partisinin bu bölge milletvekillerinin
bana iştirak edeceği kanaatindeyim. Şu anda Divanı yöneten
Sayın Uluç Gürkan da herhalde beni destekleyecektir; zira, bu bölgenin
milletvekilidir.
Şimdi, bu işin zamanı ve günü
kalmamıştır; bir an evvel, bir gün evvel, bir saat evvel
neticeye ulaşmasında hakikaten ... Daha sonra telafisi kabil olmayan
birtakım sıkıntılar çıkabilir.
Şu anda Batıkentliler de beni dinliyor ve
bizleri görüyor; o nedenle bütün grupların ve bu bölge milletvekillerinin
bu teklifimizi destekleyeceği kanaatiyle, hepinize sevgi ve
saygılarımı sunuyorum. (ANAP ve CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın
Köksalan.
Haklısınız; sizi gönülden destekliyorum;
ama, maalesef, konumum itibariyle, oyumla katkıda bulunamıyorum.
M. ERDOĞAN YETENÇ (Manisa) – Sayarak, sayarak
Sayın Başkan!..
M. NECATİ ÇETİNKAYA (Konya) – Sayın
Başkan, Sayın Köksalan'ın belirttiği, Batıkent'in ilçe
olmasıyla ilgili yasa teklifi, teklifler birleştirilerek
komisyonumuzca alt komisyona havale edilmiştir; önümüzdeki günlerde alt
komisyonda tamamlanarak komisyona gelecek ve inşallah Genel Kurula intikal
ettirilecektir.
BAŞKAN – İçişleri Komisyonu
Başkanı olayın komisyondaki seyri hakkında bilgi verdi.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.
Sayın milletvekilleri, gündemin "Özel
Gündemde Yer Alacak İşler" kısmına geçiyoruz.
Genel Kurulun 30 Ocak 1997 tarihli 53 üncü
Birleşiminde alınan karar gereğince, bu kısımda yer
alan yükseköğretimin sorunları konusundaki 153 sıra
sayılı ve Petrol Ofisi Genel Müdürlüğünde meydana gelen
yolsuzluk ve usulsüzlük iddiaları konusundaki 167 sıra
sayılı Meclis araştırması komisyonları
raporlarını görüşeceğiz.
V. – GENSORU,
GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI
VE
MECLİS ARAŞTIRMASI
A)
GÖRÜŞMELER
1. – Konya Milletvekili Mustafa
Ünaldı ve 18 arkadaşı, Kahramanmaraş Milletvekili Hasan
Dikici ve 9 arkadaşı ile İstanbul Milletvekili Algan
Hacaloğlu ve 10 arkadaşının, Yükseköğretimin
sorunlarının araştırılarak alınması gereken
tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergeleri ve (10/8, 16, 20) Esas
Numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (S.
Sayısı : 153) (1)
BAŞKAN – Şimdi, birinci sırada yer alan,
Konya Milletvekili Mustafa Ünaldı ve 18 arkadaşının,
Kahramanmaraş Milletvekili Hasan Dikici ve 9 arkadaşının ve
İstanbul Milletvekili Algan Hacaloğlu ve 10
arkadaşının, yükseköğretimin sorunlarının
araştırılarak, alınması gereken tedbirlerin tespit
edilmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105
inci maddeleri uyarınca birer Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergeleri üzerine kurulan (10/8, 16, 20)
esas numaralı Meclis Araştırma Komisyonu raporu üzerindeki genel
görüşmeye başlıyoruz.
Komisyon ve Hükümet yerlerini aldılar.
Sayın milletvekilleri, İçtüzüğümüze göre
Meclis araştırma komisyonu raporu üzerindeki genel görüşmede ilk
söz hakkı, Meclis araştırması önergesi sahiplerine aittir.
Daha sonra, İçtüzüğümüzün 72 nci maddesine göre, siyasî parti
grupları adına birer üyeye, şahısları adına da
iki üyeye söz verilecektir. Ayrıca, istemleri halinde, Komisyon ve
Hükümete de söz verilecek. Bu suretle, Meclis araştırma komisyonu
raporu üzerindeki genel görüşme tamamlanmış olacaktır.
Konuşma süreleri, Komisyon, Hükümet ve siyasî
parti grupları için 20'şer dakika, önerge sahipleri ve
şahıslar için 10'ar dakikadır.
Komisyon raporu, 153 üncü sıra sayısıyla
bastırılıp, dağıtılmıştır.
Rapor üzerinde söz alan sayın milletvekillerinin
isimlerini okuyorum: Gruplar adına: Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına, İstanbul Milletvekili Sayın Algan Hacaloğlu;
Demokratik Sol Parti Grubu adına, Kırklareli Milletvekili Sayın
Necdet Tekin; Refah Partisi Grubu adına, Konya Milletvekili Sayın
Remzi Çetin. Şahıslar adına, Trabzon Milletvekili Sayın
Hikmet Sami Türk.
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Anavatan Partisi Grubu
adına, Sayın Salih Yıldırım...
BAŞKAN – Tamam efendim...
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Doğru Yol Partisi
Grubu adına, Tayyar Altıkulaç...
ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) – Sayın
Başkan, önerge sahibi olarak söz istiyorum.
BAŞKAN – Efendim, önerge sahipleri adına
Sayın Hacaloğlu söz istedi. Başka söz isteyen var mı?..
Yok.
Sayın Hacaloğlu, buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar)
Sayın Hacaloğlu, gruplar adına ilk söz
de sizin olduğu için, sürenizi birleştiriyorum.
Süreniz, önerge sahibi adına ve grup adına
birleşmiş olarak, 30 dakikadır.
CHP GRUBU ADINA ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 153 sıra
sayılı, yükseköğretimin sorunlarının
araştırılarak, alınması gereken tedbirlerin tespit
edilmesi amacıyla oluşturulmuş olan Türkiye Büyük Millet Meclisi
araştırma komisyonunun raporu üzerinde önerge sahibi ve Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi, bu
vesileyle, saygıyla selamlıyorum.
Türkiye'nin çok yönlü sorunlarla
kuşatıldığı bir ortamda, ülkemizin temel
sektörlerinden birinde; eğitim alanında, yükseköğretiminde
mevcut sorunları tartışmaktayız. Üç yıl sonra
gireceğimiz 21 inci Yüzyıl, bilgi ve insan hakları
çağı olarak tanımlanmaktadır. 21 inci Yüzyılın üç
temel alanda insanlığı ve toplumları derinine etkileyeceği
şimdiden açıkça görülmektedir. Eşiğinde bulunduğumuz
bu yeni yüzyılda, çoğulcu kültür ve toplum yapılanması yeni
boyutlara ulaşacaktır...
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri;
lütfen... Sayın bakanların önünde Genel Kurul
çalışmalarını engelleyecek kuyruklar
oluşturmayalım.
Buyurun Sayın Hacaloğlu.
ALGAN HACALOĞLU (Devamla) – Keza, bireyin temel
hak ve özgürlüklerini eksiksiz olarak kullanabilmesi; yani, bireylerin
özgürleştirilmesi, ulusların öncelikli ilgi alanları haline
gelecektir. Bireyin özgürleşmesi eşliğinde, bilginin ve
teknolojinin dönüşümü ve global dolaşımı, yeni hız ve
derinlik kazanacaktır; yani, değerli arkadaşlarım,
önümüzdeki yüzyılda, eğitimde atılım ve çok yönlü
demokratikleşme, ülkelerin gelişme yarışında
belirleyici faktör olacaktır. Çoğulcu ve özgürlükçü demokrasi
çıtasını yükselten; bilgi üretim, erişim ve paylaşımında
öne çıkan ülkeler, bu yarışta, toplum ve bireyler olarak da öne
çıkacaklardır.
Dünya ülkeleri, hızla, demokrasilerine yeni
derinlikler kazandırarak, eğitimi, ülkelerinin en öncelikli sektörü
haline dönüştürerek, bilgi ve insan haklarına geçişi şimdiden
göğüslerken, biz, ne yazık ki, ülke ve toplum olarak
gericiliğin, çıkarcılığın, sekterliğin ve
oportünizmin sığ sularında çırpınmaktayız.
Yetmişdört yıl evvel, çağdaş
ülkeler konumuna ulaşmak hedefiyle kurduğumuz, özellikle, Atatürk
Devrimleri ve eğitimde atılımlarla kısa sürede önemli
mesafeler kazandığımız laik, demokratik cumhuriyetimiz,
çağı paylaşma sürecinde, ne yazık ki, son 10-15
yıldır, gerekli olan ivmesini yitirdi.
Refahyol Hükümetiyle, bu alandaki duraklama âdeta bir
gerilemeye dönüştü. Demokratikleşme ve bilgi çağını
yakalama değil, 21 inci Yüzyılı olumlu yönleriyle kucaklama
değil, geriye dönüş, taassuba dönüş, çöküntüye dönüş
hız kazandı.
Değerli arkadaşlarım, eğitim
hakkı, en temel evrensel insan haklarındandır. Diğer temel
insan hakları gibi, eğitim hakkı da ertelenemez, geriletilemez;
bu haktan, hiçbir koşul altında vazgeçilemez. Ne yazık ki,
yaşam hakkı gibi, düşünceyi ifade hakkı gibi, eğitim
hakkı da uzunca zamandır saldırı altında. Temel hak ve
özgürlüklerde 12 Eylülle başlayan kısıtlama ve engellemeler, ne
yazık ki, Refahyol Hükümetiyle daha da hız
kazanmıştır. Oysa, eğitim hakkının
kullanılmasının önünde var olan engelleri kaldırmak,
ülkemizin her kesiminden gençlerimize yeteneklerini sonuna değin
değerlendirebilecekleri eğitim olanakları yaratmak, tüm
gençlerimize eğitimde fırsat eşitliği sağlamak, sosyal
devletin en öncelikli görevidir.
Anayasamızın 42 nci maddesi, kimsenin
eğitim ve öğrenim hakkından yoksun
bırakılmamasını; devletin, maddî imkânlardan yoksun, ancak,
başarılı öğrencilerin öğrenimlerini sürdürebilmeleri
amacıyla burslar ve başka yollarla gerekli yardımları
yapmasını; yani, fırsat eşitliğinin eğitim
sektöründe sağlanmasını öngörmektedir. Keza, Anayasanın
eşitlik ve sosyal devlet ilkelerini kapsayan maddeleri de, fırsat
eşitliğini temel alan ilkeleri kapsamaktadır.
Peki, biz ne yapıyoruz? Gençlerimize
çağdaş eğitim olanaklarını yeterince yaratıyor
muyuz; eğitimde fırsat eşitliğini sağlıyor muyuz;
öğrencilerimize, öğretmenlerimize, öğretim görevlilerimize sahip
çıkıyor muyuz; üniversitelerimizi, demokrasinin beşiğini
oluşturacak, ülkeyi bilgi çağına taşıyacak
çağdaş eğitim yuvaları olarak yapılandırıyor
muyuz? Bu soruların tümünün cevabı, maalesef, kocaman bir
hayırdır. Kim, bu kürsüye çıkıp da, bu söylediklerimin aksini
ortaya koyarsa, biliniz ki, bu konuyu çarpıtmaktadır, doğruyu
saklamaktadır.
Yılların sağcı, tutucu, radikal
sağcı siyaset uygulamaları sonucu, Türkiyemiz, demokrasisi,
ekonomisi ve eğitimiyle, dünya liginin çok gerilerine düştü.
Türkiye, 12 Eylülün yasakçı hukukunu aşarak,
demokrasimizi prangalarından kurtararak, yaralarını onararak,
hızla, baskıcı, kapalı toplumdan, şeffaf, açık,
örgütlü topluma geçmek zorundadır.
Türkiye, günümüzün, emeği ezen, rantçı,
tekelci ekonomik yapısından, yozlaşmış, kirli sömürü
düzeninden, hızla, emeğe saygıya, erdem ve dürüstlüğe,
eğitimde fırsat eşitliğine, sosyal hukuk devletine geçmek
zorundadır.
Türkiye, günümüzün, ırkçı,
şeriatçı, karanlık güçlerce kuşatılan devlet
yapısından, hızla, her inanç ve kökenden yurttaşlarımızın
güvencesini oluşturacak laik, demokratik devlet düzenine geçmek
zorundadır.
Kısacası, ülkemiz, hızla, basiretini
bağlayan, sağduyusunu körleten koşulları aşarak,
bağnazlıktan çağdaşlığa, şiddet
ortamından hoşgörüye, karanlıktan aydınlıklara geçmek
zorundadır.
Değerli arkadaşlarım, bu
koşullarda, bu kritik ortamda, ülkemizin bilgi ve insan hakları
çağına taşınmasında, yaşamsal önemde olan bu
konularda ülkemizin önündeki tüm engellerin aşılmasında,
herkese, hepimize önemli görevler düşmektedir; başta bize, yani
Parlamentomuza görev düşmektedir; Atatürk cumhuriyetinin laik, demokratik
kurumlarına görev düşmektedir; bilinçli ve duyarlı tüm
yurttaşlarımıza, tüm aydınlarımıza, gerçek
aydınlarımıza görev düşmektedir; ancak, hepsinden öte,
çağdaşlığın, hoşgörünün,
aydınlığın bayraktarlığını yapması
gereken, bilimin ve bilginin kaynağını oluşturması
gereken üniversitelerimize görev düşmektedir.
Değerli arkadaşlarım, oysa, çok iyi
bilindiği gibi, gelişmiş ülkeler bilgi çağını
kucaklamak için, eğitim sektörünü, bilim üretimini ve
araştırmayı, toplumlarının en öncelikli
yatırım ve gelişme alanı olarak belirlerken, 12 Eylül
askerî müdahalesinden günümüze, sağ iktidarların yönetiminde,
eğitim sistemimiz için için çökertildi. Eğitim
kurumlarımızın, üniversitelerimizin, çağdaş normlar
çerçevesinde gelişmeleri, âdeta kösteklendi. 12 Eylül döneminin,
katılımcılığı ve bilim özgürlüğünü
kısıtlayan, baskıcı, tepeden inmeci
anlayışını üniversite sistemimize yansıtan YÖK düzeni,
o günden günümüze, 12 Eylülle özdeşleşen kafalar ve siyasetler
tarafından benimsendi ve YÖK'ün kaldırılması için, bugüne
değin, Anayasa düzeyinde yaptığımız girişimler,
Parlamentonun sağcı çoğunluğu tarafından engellendi. Bu
anlayış ve yapılanma sürecinin doğal uzantısı
olarak, üniversitelerimiz, yüksekokullaşma, hatta liseleştirme
sürecine sokuldu. Bu arada, eğitim dünyamızda, başka, çok temel
yanlışlıklar, eksiklikler, hatalar da yapıldı. Bu
hatalar, yanlışlıklar ve eksiklikler, doğal olarak,
eğitim sürecinin kendi bütünselliği içerisinde, üniversitelerimize de
gerekli tahribatı taşıdı.
Doğru Yol Partisi, ANAP ve Refah Partisi
arasındaki sessiz, âdeta mahcup ittifakla, sekiz yıllık temel
eğitim ve eğitim birliği ilkesi rafa kaldırıldı.
İhtiyacın çok ötesinde yaygınlaştırılan
imam-hatip okulları ve tarikat kolejleriyle, ilk ve ortaeğitim
geleceği kuşatma altına alındı. Çoğunluğuyla
tarikatların ve şeriatın sesini yansıtan özel Kur'an
kursları ile Diyanet İşleri Başkanlığının,
yeterince eğitici bulamadığı için -nitelikleri ve kime
hizmet ettikleri belirli olmayan- özel eğiticiler tarafından
yürütülen resmî Kur'an kursları, ülkemizin çoğu bölgelerinde,
ilkeğitim, ilkokul sistemini ikame etti.
Yıllardır, sağ kadrolar tarafından
yönetilen, yetmişüç yılda 62 bakan değiştiren Millî
Eğitim Bakanlığı, giderek dinci kadrolaşmanın
geniş eylem alanına dönüştü, eskidi, giderek çağın
gerisinde kaldı. Atatürk ilkeleri ekseninde, Necati Beylerin, Hasan Ali
Yücellerin ve nice diğer aydınlık eğitimcilerin öncülüğünde
sağlanan birikimler ve kazanımlar, giderek hoyratça tüketildi.
Neoliberalizmin, sosyal devleti çökerten, enflasyonu
devlet politikasına dönüştüren rantçı iktisat politikaları uygulamaları
altında, eğitim sektörü, öncelikli sektör olma niteliğini
yitirdi; kamu kaynakları, ilkokullardan üniversitelere değin tüm
eğitim kurumlarından esirgendi; eğitim, ikincil bir sektör
konumuna itildi.
Yaygınlaştırılan paralı
eğitim uygulamalarıyla, eğitimde fırsat
eşitsizliği toplumsal bir yaraya dönüştürüldü.
Ortaeğitim, üniversiteye hazırlık
kurslarına tutsak kılındı. Anadolumuzun yetenekli, ancak
yoksul gençleri için meslek ve üniversite eğitimi,
ulaşılması zor bir özleme dönüştürüldü.
Değerli arkadaşlarım, bu nedenlerle,
artık, gençlerimiz, aydınlarımız, bilinçli, duyarlı
tüm yurttaşlarımız, eğitim dünyamızın, radikal
sağ kuşatmadan kurtarılmasını, bu konudaki yeni
senaryoların engellenmesini istemektedir; YÖK'ün
kaldırılmasını, üniversitelerimizin, tepeden
tırnağa çağdaş ilkeler ve değerler çerçevesinde
yeniden yapılanmasını istemektedir.
Toplumumuz, toplumsal kültür mozaiğimizin
zenginliklerini, insanlığın evrensel çağdaş
değerlerini, Atatürk devrimlerini özümlemiş, yüreği
barış ve sevgi dolu, demokrat ve laik karakterli, ulusal
bağımsızlığa tutkun, başı dik, özgüvenli
yurtsever gençler yetiştiren, ırkçılığa, gericiliğe,
şeriata, şovenizme ödün vermeyen bir eğitim sistemi
istemektedir; gençlerimiz ve bilinçli eğitim kadrolarımız, böyle
bir eğitim sistemiyle, Türkiye'nin bilgi toplumuna öncülük etmesini
istemektedir; böyle bir üniversite yapısı istemektedir; yani, demokratik,
özgür ve özerk üniversite istemektedir; devlet otoritesi ve akademik
oligarşi arasında tıkanmayan, idarî, akademik ve malî
özerkliği olan üniversite istemektedir; düşünce özgürlüğünün
simgesi olan üniversite, özgür düşüncenin, çoğulcu demokrasinin, laik,
çağdaş toplumun kaleleri olan üniversite istemektedir.
Değerli arkadaşlarım, bir süredir rant
ekonomisini korumayı, rantiyeleri kollamayı temel hedef olarak
benimseyen Refahyol Hükümeti, halktan kopuk, ilkesiz ve vurguncu
politikalarıyla sosyal devleti, her sosyal devletin temel önceliğini
oluşturan eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik
kurumlarını çökertmektedir. Ülkenin stratejik tesislerini haraç mezat
satmaya, eğitim ve sağlık gibi temel kamusal görev
alanlarını dahi özelleştirmeye yönelen Refahyol Hükümeti, bu
uygulamalarıyla, gençlerimizin ve ülkemizin geleceğini
karartmaktadır.
Değerli arkadaşlarım, eğitim,
gelişmiş ülkeler için dahi kamusal bir hizmet alanıdır, bir
sorumluluk alanıdır. Eğitimde fırsat eşitliğini
sağlamak, ilke olarak eğitim hizmetini gençlerimize bedelsiz olarak
sunmak, sosyal devlet olmanın, gençlerimize ve ülkemize gereğince
duyarlı olmanın gereğidir. Oysa, üniversitelerde zorunlu
eğitim katkı payı uygulamasıyla, ilköğretimde haraç
benzeri ödenti zorlamalarıyla, eğitim sistemi, fiilen paralı
hale getirilmekte, eğitimde fırsat eşitliği giderek
-bilinçli olarak- daha çok bozulmaktadır.
Sosyal devlete ideolojik alerjisi olan Sayın
Çiller, dün, Muğla'da "tüm devlet hastanelerini derhal
özelleştireceğiz" dedi. Kendileri de eski bir öğretim üyesi
oldukları halde, ne Sayın Erbakan'ın ne de Sayın Çiller'in,
eğitim sektörümüz için, üniversitelerimiz için iyi şeyler
düşünmedikleri, gençlerimiz ve eğitim ordumuz için hayırlı
projeler üretmedikleri, halkımızca, yurttaşlarımızca
bilinmektedir. Ancak, buradan, kendilerini ve partilerini uyarmak istiyorum;
devlet hastanelerini ve üniversiteleri ezip geçmenize müsaade etmeyeceğiz.
Bu hizmet ve bilim yuvalarını, özelleştirerek,
bazılarına peşkeş çekerek, tarikat
kadrolaşmalarına yönelerek çökertmenize, Cumhuriyet Halk Partisi
olarak kesinlikle geçit vermeyeceğiz. Üniversitelerimizi, üniversite
hocalarımızı, öğretmenlerimizi ve her yaştaki
öğrencilerimizi, Sayın Çiller'in ve Sayın Erbakan'ın, sağ
siyasetin ve gericiliğin hışmından ve tasallutundan kurtarmaya,
Cumhuriyet Halk Partisi olarak kararlıyız değerli
arkadaşlarım.
Değerli arkadaşlarım, toplumun
dikkatini, devlet, servet ve şiddet arasındaki karanlık
ilişkilere yönelten, polis, mafya, aşiret arasındaki
işbirliğini su yüzüne çıkaran Susurluk kazasıyla,
insanlarımız şaşkın; ancak, toplumsal
şaşkınlığımız, sadece, Susurluk'tan
kaynaklanmıyor; şaşkınlığımız, sadece,
Hükümetin, İçişleri Bakanlığının, emniyet
güçlerinin ve Adalet Bakanlığının Susurluk kazasındaki
iflasından kaynaklanmıyor. Bu oluşumları içine sindiremeyen
insanlarımız, son günlerin toplum vicdanını derinden
rahatsız eden bazı gelişmeler nedeniyle de son derece
şaşkın. Refahyol yönetiminde hızla bunalıma
taşınmakta olan Türkiye demokrasisi, şeriatçlığın
ve ırkçılığın girdabında, her yeni gün, yeni bir
şok olayla, yeni kan kaybetmekte.
Tarikatlarda, tekkelerde, yurttaşların dinî
inançlarını sömüren çirkinlikler, her geçen gün yeni boyutlara
ulaşıyor. "Taksim'de İstanbul'u yeniden
fethedeceğiz" diyebilen çarpık anlayış ortaya
çıkabiliyor. Sincan'da Refahlı bir gafil belediye başkanı,
laik, demokratik, aydın insanlarımızı, laik, demokratik
cumhuriyetin çocuklarını, Atatürk devrimlerine gönül koymuş
gençlerimizi, yere yatırarak, gericiliğin, şeriatın
şırıngasını zorla uygulayacağını
söyleme cüretini gösterebiliyor. Şeriatın ve PKK ile ittifak içinde
olan Hizbullah'ın, Hizbullah terörünün temsilcisi olan bir büyükelçi de,
küstahça, bu Refahlı belediye başkanına arka çıkabiliyor.
Nihayet, dün, Sincan'daki olayları izlemek için görev yapan bir değerli,
çağdaş bayan medya görevlisi, Refah Partisinin, son zamanlarda
yükseltmekte olduğu partinin gerçek kimliğini oluşturduğu
anlaşılan şeriatçı, din istismarcısı
tavrından güç alan bir Refahlının çirkin,
insanlıkdışı saldırısına uğrayabiliyor.
Değerli arkadaşlarım, tüm bu
olumsuzluklar, doğal olarak, bir temel demokrasi sorunudur, çok önemli
siyaset sorunudur; hatta, rejim sorunudur. Ancak, bunlardan öte, aynı
zamanda, bu, bir eğitim sorunudur.
Ülkemizde yaşamakta olduğumuz bu sorunlar,
aynı zamanda, eğitim sistemindeki çöküntünün çok açık bir
göstergesidir. Bu sorunlar, aynı zamanda, eğitim sistemimizin,
yıllardır sağ siyasete, son on aylık Erbakan döneminde ise
şeriatçı sağ radikal siyasete teslim olmasının
sonucudur.
Bu nedenlerle, toplumumuz, kaliteli ve çağdaş
eğitim sağlayan, bilim üreten, paylaşan ve yayan, bilgi
toplumuna geçişe köprü olan üniversite istemektedir. Araştırma
yapan, teknolojide gelişmeye öncülük eden, sanayileşme sürecine
katkıda bulunan üniversite istemektedir. Çevreye, çevresine duyarlı
olan, çevresindeki toplumsal dokuyla bütünleşen, yöresinin sosyoekonomik
kalkınmasında sorumluluk üstlenen üniversite istemektedir. Bu
nedenlerle, toplumumuz, bağnaz, ırkçı, şeriatçı
gençler yetiştiren, baskıcı ve şiddetle yoğrulmuş
çağdışı üniversite istemiyor; hoşgörülü, demokrat ve
laik karakterli, yarınların gerçek aydınlarını
yetiştiren özgür ve aydınlık üniversite istiyor. Yeni Çatlı
benzerlerini değil, yeni Uğur Mumcular yetiştirecek
çağdaş eğitim sistemi, çağdaş üniversite istiyor.
Değerli arkadaşlarım, hukukun
üstünlüğü zedelenmiş, yargı
bağımsızlığı gölgelenmiş olan ülkemizde,
sistem, duvarlara yazı yazan liseli gençleri çete oluşturdukları
gerekçesiyle onsekiz yıla kadar mahkûm edebiliyor; ancak, aynı
sistem, bu gençlere işkence yaparak, baskı altında ifadelerini
aldığı belirtilen polisleri yargılayamıyor; o
yargılamayı sonuçlandırmadan, cumhuriyetimizin geleceği
olan o körpe yavruları mahzenlere tıkabiliyor.
Gözü dönmüş sağcı provokatörler,
İstanbul Marmara Üniversitesi veya diğer üniversitelerde, âdeta
polisten destek alarak, şiddete yönelebiliyor; tekbir getirerek, ellerinde
satırlarla öğrencilerin üzerlerine saldırabiliyor ve tüm bu
oluşumlara Refahyol Hükümeti suskun kalabiliyor; suskunluğuyla, âdeta
bu saldırılara göz yumuyor; saldıranları âdeta koruyor. Bu
tavrıyla, Hükümet, gençliğimize ve üniversitelerimize büyük kötülük
yapıyor.
KAHRAMAN EMMİOĞLU (Gaziantep) – Gerekeni
yapıyor...
ALGAN HACALOĞLU (Devamla) – Hükümet, bu
tavrıyla, gençlerimizi sakınmıyor ne yazık ki. Hükümet, bu
tavrıyla, gençlerimizin Atatürkçü, laik, çağdaş değerleri
özümseyen demokrat bireyler olarak yetişmelerini sağlayacak özgür
eğitim ortamının yaratılmasını değil;
üniversitelerimizin, karanlık güçlerin çıkarları için, yeniden
terör ve çatışma ortamına dönüşmesine, yarınların
yeni karanlık senaryoları için, yeni Çatlı'lar, yeni
Ağca'ların yetişmesine katkıda bulunmaktadır, belki
isteyerek, belki istemeyerek.
Değerli arkadaşlarım,
Birleşmiş Milletler, UNESCO, bildiğiniz gibi, 1997
yılını, tüm dünyada, Hasan Ali Yücel yılı olarak ilan
etti.
Tonguç ile beraber, köy enstitülerinin öncüsü olan
Hasan Ali Yücel'in onbir yıllık Millî Eğitim
Bakanlığı dönemi, eğitim dünyamız için, planlı,
çağdaş, devrimci yapılanma dönemiydi, o günden bugüne, bir daha
tam anlamıyla yaşayamadığımız bir
atılım dönemiydi; çıkarılan Üniversiteler Yasasıyla,
üniversitelerde düşünce ve kürsü özgürlüğünün, bilim
özerkliğinin korunmasının temellerinin atıldığı
bir dönemdi.
Günümüzün Refahyol Hükümeti, ilkelerini UNESCO'nun
simgeleştirdiği Hasan Ali Yücel'i, ne yazık ki,
hatırlamamakta, onun ilkeli anısına sahip
çıkmamaktadır; zira, görülmektedir ki, Hükümet, Hasan Ali Yücel'in,
ülkeyi çağdaşlaştırmak, eğitim sistemini ve
üniversiteleri, Atatürk devrimleri ve laik, demokratik cumhuriyet ilkeleri
çerçevesinde geliştirmeyi hedef alan yüce davasını
sahiplenmemektedir. Ne yazık ki, o yüce değerleri
paylaşmadığını, her geçen gün dozu artmakta olan
çağdışı politikalar, gerici ve baskıcı
uygulamalarla kanıtlamaktadır.
Değerli arkadaşlarım, bugünlerde,
Hükümet, üniversiteleri kendi emrine sokabilmenin arayışı
içerisindedir. Bu amaçla, DYP ve Refah Grup Başkanvekilleri
aracılığıyla Türkiye Büyük Millet Meclisine bir kanun
teklifi sundu. Teklif, komisyonlarda görüşüldü. Bu kanun teklifiyle,
Hükümet, mevcut YÖK Başkanının ve rektörlerin, ülkemizin içinde
bulunduğu yozlaşma ortamına karşın, aydın
sorumluluğu gereği olarak dile getirdikleri, düşünce
özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmesi gereken bazı
beyanlarını hedef almış görünmektedir; ancak, asıl amacın,
asıl hedefin, YÖK yöneticilerine gözdağı vermekten öte, YÖK'ü
Bakanlar Kuruluna tabi kılmak, YÖK'ü, emrini yerine getirecek bir
yapıya dönüştürmek, sonra da bu yetkiyle ve etkinlikle, üniversite
yönetimlerini kendi çağdışı anlayışına uyum
sağlayabilecek kadrolarla teslim almak olduğu, gün gibi
aşikârdır. Anayasanın 131 inci maddesine aykırı olan
bu düzenleme, üniversite özerkliğine doğrudan doğruya bir
saldırı niteliğindedir. Üniversiteleri, sağ radikal siyaset
doğrultusunda yapılandırmak, üniversitelerimizdeki laik,
demokratik değerleri paylaşan Atatürkçü kadroları tasfiye
etmektir. Türkiye Büyük Millet Meclisi, Refahyol'un, bilim özgürlüğüne
yönelik bu şaibeli saldırısına, demokrasiye duyarlı
her partiden tüm üyelerinin yürekli direnişiyle "dur" diyecek,
Çiller'e ve Erbakan'a hak ettiği tepkiyi ortaya koyacaktır.
Değerli arkadaşlarım, 1982
Anayasasının ürünü olan YÖK, çağdışıdır,
üniversitelerimiz için öngörülen katkıyı
sağlayamamıştır.
BAŞKAN – Sayın Hacaloğlu, son 2
dakikanız.
ALGAN HACALOĞLU (Devamla) – Mevcut YÖK, anayasa
değişikliğiyle lağvedilmelidir. Üniversite özerkliği
kavramı, ülkenin demokratikleşme, çağı paylaşma, dünya
ile bilime ortak olma ve yeniden yapılandırma amaçları
doğrultusunda yeni ilkelere bağlanmalıdır. Bu çerçevede
yeniden oluşturulacak bir üst kurul, üniversiteleri yönetmeye yönelmeden,
sadece genel denetim ve genel eşgüdüm işlevlerini üstlenmelidir.
Üniversiteler, idarî özerkliğe, katılımcı demokratik idarî
yapıya kavuşturulmalı; üniversiteler, kendi kendini
yönetmelidir.
Öğrenciler, üniversitelerde özgürce dernekler
kurabilmeli, araştırma görevlileri, öğrenciler ve üniversite
çalışanları, üniversite kurullarında yeterince temsil
edilmelidir.
Üniversite yönetim kurullarına torba kadro ihdas
edilerek, idarî yapılanmada esneklik sağlanmalıdır.
Üniversiteler, akademik özerklikle, ülkede,
demokratikleşmenin, bilim özgürlüğünün, düşünce ve ifade
özgürlüğünün öncüsü olmalı, bilim ve sanata karşı her türlü
sansür ve kısıtlamanın karşısında toplumun
vicdanını yansıtmalıdır.
Değerli arkadaşlarım,
tartışmakta olduğumuz rapor, benim bu ifade ettiğim
ilkeleri ve görüşleri genel anlamıyla paylaşan bir rapordur.
Sadece bir noktasında, özel üniversitelerden korkulmamasını
belirtmekte. Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz, kâr amaçlı eğitim kurullarına
karşıyız. Onun ötesinde, temelinde, bütün ilkeler,
paylaştığımız ilkeler.
O nedenle, farklı partilerden milletvekillerinin
ortaklaşa hazırladıkları bu güzel rapor
karşısında, Türkiye Büyük Millet Meclisi görevinin gereğini
yapmalı ve gerekli yasal düzenlemelerle, YÖK'ü ve üniversitelerimizi...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Hacaloğlu, lütfen,
sözünüzü toparlayınız.
ALGAN HACALOĞLU (Devamla) – ...çağdaş
bir anlayışla, laik, demokratik cumhuriyetimizin ilkeleri ve Atatürk
devrimleri doğrultusunda yeniden yapılandırılacak bir ileri
reform tasarısını gündeme getirmeli ve geleceğimizin
güvencesi olan gençlerimize fırsat eşitliği sağlayacak
çağdaş bir üniversite yapılanmasını
gerçekleştirmelidir.
Bu duygularla, hepinize saygılarımı
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın
Hacaloğlu.
İkinci söz, Demokratik Sol Parti Grubu adına,
Kırklareli Milletvekili Sayın Necdet Tekin'in.
Buyurun Sayın Tekin.
Sayın Tekin, süreniz 20 dakikadır.
DSP GRUBU ADINA NECDET TEKİN (Kırklareli) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yükseköğretim
Kurumlarının Sorunlarını İnceleme Komisyonu Demokratik
Sol Parti üyesi olarak söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi en derin
saygılarımla selamlarım.
Sözlerime, Anayasanın 42 nci maddesini okuyarak
başlamak istiyorum:
"Kimse, eğitim ve öğretim hakkından
mahrum bırakılamaz.
Öğrenim hakkının kapsamı kanunla
tespit edilir ve düzenlenir.
Eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve
inkılapları doğrultusunda, çağdaş bilim ve
çağdaş eğitim esaslarına göre, Devletin gözetim ve denetimi
altında yapılır."
Yükseköğretim Kurumlarının
Sorunlarını İnceleme Komisyonu, raporunu, Anayasanın bu
amir hükmü olan 42 nci maddesi ışığında
hazırlamıştır. Yükseköğretimin sorunlarını
ülkenin temel sorunlarından en önemlisi sayan komisyonumuz,
üniversitelerimizin sorunlarını incelerken, raporumuzda da
görüleceği gibi, bu sorunları şu sekiz başlık
altında toplamıştır:
Birincisi, üniversitelerin altyapı ve tesislerine
ilişkin sorunları.
İkincisi, üniversitelerde yönetim sorunları.
Üçüncüsü, üniversitelerin malî yapıları ve
kaynak sorunları.
Dördüncüsü, akademik personelin yetiştirilme ve
akademik kalite ve diğer özlük sorunları.
Beşincisi, Ar-Ge ve bilim üretimi sorunları.
Altıncısı, vakıf üniversiteleri.
Yedincisi, açıköğretimin kendine özgü
yapısına ilişkin sorunları.
Sekizincisi, Türk yükseköğretim gençliğinin
sorunları.
Bu sekiz temel başlık altında inceleme
yapılmış; anketler, yüz yüze görüşmeler ve yerinde
araştırmalar yapılarak, komisyonun değerlendirmeleri
komisyon raporunda tespit edilmiş, Yüce Meclisin takdirlerine
sunulmuştur.
Sayın milletvekilleri, 2000'li yılların
Türkiyesi, bilim cumhuriyeti olmak zorundadır. Dahası, Mustafa Kemal
Atatürk, bilimsel bilgi olgusunu en iyi algılamış ve Türkiye
Cumhuriyeti Devletini bir bilim cumhuriyeti olarak kurmuştur. Bu
perspektiften bakılınca, 1996 yılı verilerine göre, bilim
cumhuriyetinin temelini oluşturacak olan üniversitelerimizi, kısaca
Türk yükseköğretimini hiç de iç açıçı noktada bulmamış
durumdayız.
O halde, bu eksiklikleri belirlemek ve çözümler
üretmek, bu Meclisin ve hepimizin en önemli görevidir.
Sayın milletvekilleri, yukarıda
başlıklar halinde değindiğimiz konuları kısaca
açarak incelemeye çalışmak istiyorum.
Bugün, üniversitelerimizde, derslik, sosyal alan ve
idare binaları olarak öğrenci başına 13 metrekarelik bir
alana ulaşılmış durumdadır. Bu oran, 25 metrekarelik
uluslararası standartların çok altında bir orandır.
Kurulumuz, yerinde yaptığı
araştırmalarda, yükseköğretimin, altyapı ve tesis
sorunlarını, başlıklar halinde, aşağıda
sıralayacağım şekilde saptamıştır:
1. Yatırıma alınan kampusler, ödenek
ayrılarak veya gönüllü kişi ve kuruluşlar özendirilerek
tamamlanmalıdır.
2. Ellerinde kullanımı mümkün olmayan kamu
arazileri var olan üniversitelere, 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu
Tasarısının 15 inci maddesine göre satılacak
gayrimenkullerden ayrılacak pay, bugün için, yüzde 50'dir. Bunun, bu
Meclisçe, mutlaka, yüzde 90'lara çıkarılması gerekmektedir.
3. Altyapı ve tesislere, üniversite
vakıfları ve döner sermayelerinden pay ayrılmalı ve bu
paylar, zaman geçirilmeden artırılmalıdır.
4. Üniversitelerin inşaat ödenekleri mutlaka
artırılmalı ve serbest bırakılmalıdır.
5. Zarar eden KİT'lerin veya bazı kamu
tesislerinin, kültür değerleri taşıyan bina ve arsaların,
üniversite bulunan şehirlerde üniversiteye devri, hem bu değerlerin
talanını önleyecek hem de üniversitelerimize daha
sağlıklı mekânlar yaratılmış olacaktır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; üniversitelerimizin
malî yapı ve kaynak sorunlarına gelince: Reel bazda
bakıldığında, üniversitelerimize, 1987-1996
yılları arasında ayrılan bütçe, ne yazık ki, belirgin
bir artış göstermemiştir. Yükseköğretim ödeneklerinin gayri
safî millî hâsıla içerisindeki payları da düşmüştür. Bu
ödenek miktarlarıyla, çağdaş eğitim yapma olanağı
yoktur.
Elbette, üniversiteleri kaynak açısından
rahatlatmanın yolları vardır. Bu yollar, süratle ve zaman
geçirilmeden, mutlaka ve mutlaka, üniversitelere kaynak yaratacak şekilde,
üniversite-sanayi işbirliğini koruyacak, kollayacak ve yaşatacak
şekilde geliştirilmelidir. Aksi halde, bu kaynaklarla, mevcut 68
üniversitemize imkân yaratmak mümkün olmayacaktır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
üniversitelerimizin, yönetim sistemi ve yönetim anlayışıyla
ilgili pek çok sorunları vardır. 2547 sayılı ve 1981
tarihli Yükseköğretim Kanunu, bütün yükseköğretim
kurumlarını bir çatı altında birleştirerek, üniversiteler
için tek bir sistem geliştirmiştir. Kendi başkanının
seçiminden rektör ve dekan seçimine kadar YÖK yetkilidir. Rektör ve dekanlar
yoluyla bölüm başkanlarının ve ana bilim dalı
başkanlarının seçimleri de, sistemde esas unsur olan
öğretim elemanını, yani öğretim üyesini tamamen
dışlamış durumdadır.
Şimdi ise, DYP-Refah Partisi Hükümeti, bu sistemi
de aratacak şekilde, 2547 sayılı Kanunun 6 ncı maddesini
değiştirerek, yani Yüksek Öğretim Kurulunu 15 kişiye
düşürerek, siyasî etkisini üniversitelere dayatmak istemektedir. Kanun teklifinin
diğer maddelerine bakıldığında ise, seçimin hemen
yapılacağı ve 15 gün içinde mevcut yönetimin
değişeceği belirtilmektedir.
Sayın milletvekilleri, bu kanun teklifi , Refah
Partisinin üniversiteleri ele geçirme planıdır. Bakın, bu kanun
çıkınca, önce YÖK Yönetim Kuruluna, sonra YÖK Başkanına,
sonra da sırasıyla rektörlere, rektörlerden dekanlara, dekanlardan
bölüm ve ana bilim dalı başkanlarına sıra gelecektir. Bu
kanun teklifi, Refah Partisinin üniversiteleri ele geçirme ve üniversitelere
dayatma teklifidir. Zaten, demokratik olmayan mevcut seçim sistemi, bu kanun
teklifiyle tamamen ortadan kaldırılmak istenmekte ve bir emrivaki
yapılma durumunda bulunulmaktadır. Onun için, tüm Meclisin, bu güzide
kuruluşumuzun bu kanununa yeterli ilgiyi göstermelerini dilemekteyim.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
üniversitelerin akademik sorunlarına gelmek istiyorum.
İncelediğimiz Türk yükseköğretiminde ciddî akademik sorunlar
yaşanmaktadır. Yerleşmiş, kendi akademik kimliğini
kanıtlamış üniversitelerimiz hariç, hemen hemen her üniversitede
ve kurulan 8 vakıf üniversitesinin hepsinde, ne yazık ki, pek çok
kriter gözardı edilerek akademik unvanlar veren enstitüler
açılmıştır. Bunlar, yeterli kriterlerden maalesef
yoksundurlar; bu aksaklıklar süratle giderilmelidir. Bunun için, 16
Kasım 1983 tarihinde yürürlüğe giren, bir üniversite adına bir
diğer üniversitede lisansüstü eğitim veren araştırma
görevlileri hakkındaki yönetmelik mutlaka uygulanmalıdır. Bu
yönetmelikle, gelişmekte olan üniversitelerin öğretim üyesi
ihtiyacının, bu tür üniversitelerin araştırma görevlilerine
gelişmiş üniversitelerde doktora yaptırmak suretiyle
karşılanması yoluna zaman geçirilmeden gidilmelidir.
Üniversitelerin, gelişmelerini
tamamladıkları, yeterli öğretim üyesi ve teknik donanıma
sahip oldukları tespit edilinceye kadar, sadece eğitim
yapmaları, yükseklisans ve doktora eğitimi vermemeleri gerekmektedir.
Profesörlüğe atanma, asla ama asla, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
tekeline bırakılmamalıdır.
Vakıf üniversitelerine gelince. Vakıf
üniversitelerinde de YÖK'çe tespit edilecek kriterler sağlanmadıkça,
yükseklisans ve doktora yaptırma hakkı bu üniversitelere
tanınmamalıdır. Bugün, bütün vakıf üniversitelerine bu hak,
öğrenci almakla birlikte, bilim adamı yetiştirme hakkı
kanunla tanınmıştır. Bu, ileride göreceğiz, son derece
büyük sakıncalar doğuracaktır.
Sayın milletvekilleri, üniversitelerde,
yükseköğretimde ar-ge sorunları da vardır. 1995 yıında
Türkiye, araştırma geliştirme için, gayri safî millî
hâsılasından sadece binde 44 pay ayırmıştır;
halbuki, Güney Kore, aynı yıl, gayri safî millî
hâsılasından yüzde 2,38, İtalya yüzde 1,21 pay
ayırmıştır. Üniversitelerimizde öğretim üyesi
başına düşen öğrenci sayısı yaklaşık
40'tır ve bu, uluslararası rakamların hemen hemen en
büyüklerinden biridir. Sosyal bilimlerdeki yükseklisans öğrenci
sayısı 15 537'dir; ancak, temel bilimlerde, fen bilimlerinde bu
sayı sadece 2 812'dir. Üniversitelerimizde, yayın ve dokümantasyon
merkezi, kütüphane ve laboratuvar olanakları gelişmiş
üniversiteler hariç, yok denecek seviyededir. Bu nedenle, mutlaka, bu
eksiklikleri giderici tavırların ve kararların Yüksek
Öğretim Kurulu tarafından alınması gerekmektedir.
Kurulumuz, üniversitelerde tartışmayı, bilimsel gelişmeyi
ve ar-ge çalışmalarını teşvik eden bir
değerlendirme sisteminin, maalesef, YÖK içerisinde yasal bir çizgiye
oturtulmadığını tespit etmiştir.
Kurulumuz, yeni kurulan pek çok üniversitede ar-ge
birimlerinin kurulmadığını gözlemlemiştir.
Üniversitelerimizin pek çoğunda ar-ge'nin temel aracı olan
bilgisayar, enformasyon ve uluslararası bilgi ağının kurulmadığı,
kurulanlarda ise, eleman eksikliğinden, optimum yararlanmanın mümkün
olmadığı, video ve bilgisayar destekli eğitime
başlanmadığı, multimedya sistemleri ile akıllı
sistemlerin geliştirilmediği, çağdaş bilim sunan bilimsel
kaynakların incelenemediği ve ne yazık ki, bu kaynaklardan
yararlanamadığı gözlenmiştir.
Sayın milletvekilleri, öğretim üyelerinin
özlük ve personel sorunlarına da araştırma komisyonumuz enine
boyuna değinmiştir. Türk devlet yükseköğretiminde görev yapan
öğretim üyelerinden, bugün, üç yıllık bir profesör 84 milyon,
doçent 66 milyon, yardımcı doçent 59 milyon, araştırma
görevlisi 43 milyon maaş ve ücret almaktadır. Bu ücretler,
üniversitelerimizde verimliliği, morali giderek bozmuştur.
Üniversiteden mezun olmuş üç yıllık bir Sayıştay
denetçisi ve bir assubay dahi, bir üniversite profesöründen daha çok maaş
almaktadır; onların hakkıdır şüphesiz; ama, 20 nci
Yüzyılın sonlarında, Türk üniversitelerinde çalışan
bilim adamlarının bu ücretler hakkı değildir ve diyorum ki,
bu dengesizlik zaman geçirilmeden mutlaka düzeltilmelidir. Üniversite
öğretim üyesi bilim üretir; yayın ödeneği yoktur -bunların
altını çizerek söylüyorum- kitap satın alma olanağı
tanınmamıştır; bütün devlet kuruluşlarının
yurtdışı olanakları varken, bütün bakanlıkların
yurtdışı olanakları varken, bu olanaklar üniversite
öğretim üyesinde yoktur; YÖK'ten önce bir miktar vardı; şimdi,
tamamen yok oldu. Bütün bu politikaların sonucunda, ne yazık ki,
arkadaşlar, üniversite öğretim üyesinin sosyal statüsü kamuoyunda
tartışılır hale gelmiştir. Bu durum süratle
düzeltilmelidir ve bu Meclis, bu işe mutlaka çare bulmak zorundadır.
Değerli milletvekilleri, vakıf
üniversitelerinin sorunlarına da değinmek istiyorum; en azından
sorunları demeyeyim, vakıf üniversitelerine de değinmek istiyorum:
Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Hakkında 41
sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle -biliyorsunuz- vakıf
üniversiteleri kuruyoruz. Şu anda bunlar 8 adet vakıf
üniversitesidir. Bu 8 vakıf üniversitesinin şu an için öğrenci
sayısı çok da fazla değildir, Türk yükseköğretiminin
aşağı yukarı yüzde 1'i civarındadır; ancak,
vakıf üniversitelerine araştırma komisyonumuz eğildiği
zaman, bunlara ilişkin bazı tespitlere varmıştır. Bu
tespitlere ana hatlarıyla burada değinmek istiyorum; çünkü,
detaylı bir şekilde raporumuzda yazdık. Vakıf
üniversiteleri, öğretim ücretleri ve Türk üniversite yapısında,
maalesef, haksız bir rekabet yaratmış, üniversitelerimizin içini
boşaltma yönünde, üniversitelerimizi zora sokmuştur. Vakıf
üniversitelerine devlet yardımı şarttır; ancak, mevcut
kanun, vakıf üniversitelerine devlet bütçesinden yüzde 50 oranında
finansman desteği sağlarken, devlet bu taahhüde girerken, herhangi
bir sınırlama getirmemiştir, bu yanlıştır.
Diğer kurullarda bunları söyledik ve
"alınacak ve yetiştirilecek öğrencilerin anabilim
dallarına bir planlama ve yönlendirme yapmadan -vakıf üniversiteleri
için söylüyorum- sadece öğrenci başına bu ödeneği
vereceğini taahhüt etmesi yanlıştır ve bu, üniversitelerimizi
sosyal bilimlere doğru itmektedir, temel ve fen bilimlerinden
uzaklaştırma yönünde işlev görmüştür ve özendirici
olmamıştır" dedik.
Değerli milletvekilleri, yükseköğretimde
öğrenci sorunlarına gelince. Kurulumuz, öğrenci
sorunlarını, üniversiteye giriş öncesi sorunlar, üniversite
yaşamındaki sorunlar, yükseköğretim öğrencilerinin yurt
sorunları, beslenme sorunları, kredi ve harç sorunları, sosyal,
kültürel, sportif örgütlenme ve yönetime demokratik olarak katılma
sorunları olmak üzere ve eğitim sonrası iş bulma
sorunları olmak üzere bu temel başlıklarda incelemiştir. Bu
sorunların tespiti için, komisyonumuz, anketler, yüzyüze görüşmeler
yapmış ve üniversitelerimizin çoğunun öğrencileriyle de tek
tek görüşme imkânına varmıştır.
Üniversite giriş öncesi bir faciadır;
milyonlarla ifade edilen öğrenci sayımızdan 100 ilâ 200 bin
öğrenci üniversiteye girebilmektedir. Bunun, mutlaka lise düzeyinde
çözülmesi gereklidir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Tekin, lütfen,
konuşmanızı toparlayınız.
NECDET TEKİN (Devamla) – Üniversitelerde okuyan
öğrencilerimizin sadece yüzde 1 ilâ 5'i devam ettikleri üniversitelerden
memnundur. Öğrenciler, üniversitelerde çağdaş eğitim
koşullarının yaratılmasını istemektedirler;
özgürce dernek kurabilme ve katılım istemektedirler.
Yurt sorunlarına gelince; bu, ayrı bir
felakettir. Üniversite yurtları, maalesef, yeterli donanıma sahip
değildir; ama, bazı kuruluşların ve tarikatların
yurtları son derece lükstür; bunları kınamaktansa,
üniversitelerin yurtlarını bu seviyeye çekerek sorunu çözmemiz
lazım. (DSP sıralarından alkışlar)
Değerli milletvekilleri, öğrenciler,
üniversitenin özgür düşünceye, yaratıcı ve bilimsel
tartışmaya daha açık olmasını istemektedirler.
Kredi sorunları bir çığ gibi
büyümektedir. Öğrenciye, aylık 3 milyon lira para vereceksiniz, en az 1 milyar, 2 milyar,
3 milyar, 5 milyar liralık senet imzalatacaksınız; bu nerede
görülmüştür?! Siz olsanız ayda 3 milyon lira para alacağım
diye, beş yıl sonra 5 milyar ödemeyi imzalar mısınız?!
Bunun ortak bir yolunu, ortak bir felsefesini bulmak zorundayız.
Son söz olarak şunu söylüyorum: Üniversite
öğrencileri, bizim evlatlarımızdır, geleceğimizdir ve
her şeyimizdir. Bütün demokratik ülkeler, hatta her ülke üniversite
öğrencisini desteklemektedir; biz, niye desteğimizi az tutuyoruz, ne
kazanacağız bundan?!. Sonuna kadar üniversite öğrencisinin
yanında olmak zorundayız.
Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Tekin.
Şimdi, söz sırası, Refah Partisi Grubu
adına, Sayın Remzi Çetin'de.
Sayın milletvekilleri, Sayın Çetin'in
konuşmasını tamamlaması belki çalışma süremizin
birkaç dakika taşmasına vesile olabilir.
Bu nedenle, çalışma süremizin, Sayın
Çetin'in konuşmasını tamamlamasına kadar
uzatılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sayın Çetin, süreniz 20 dakikadır; buyurun.
RP GRUBU ADINA REMZİ ÇETİN (Konya) – Muhterem
Başkan, muhterem milletvekilleri; Refah Partisi Grubu adına hepinizi
saygıyla selamlar, bu gece idrak edeceğimiz mübarek kadir gecenizi de
tebrik ederim.
Yaşadığımız siyasî
tecrübelerden hareketle, yeni, sağlıklı projeleri hayata
geçirmemiz gerekir. Büyük, tarihî birikime sahip bir milletiz. Bir ve beraber
olarak büyük milletimizi yüceltmek için yapacağımız millî hamleler
mutlaka netice verecektir. Ülkemizin geleceği, kesinlikle
aydınlık olacaktır.
Hepimizin bu ülkeye kazandıracağı çok
şeyler vardır. Herkes kendi ihtisas alanıyla ilgili olarak
üreteceği projelerle olumlu katkılar sağlayabilir.
Hareketlerimizin rotasını iyi tespit etmemiz gerekir. Gerek içeride
gerekse dışarıda kritik dengeler üzerinde yol almaktayız;
70 milyonluk büyük Müslüman Türk Milletinin selameti bakımından, bu
hassas yapıyı gözardı etmememiz gerekir. İlmî, aklî ve
hakkaniyet esaslarına istinat eden çalışmalarla siyasî
istikrarı mutlaka temin etmeliyiz. Bu noktaya erişmeden, ülkemizin
problemlerine sağlıklı çözümler üretmek mümkün değildir.
Hepimiz şahidiz ki, işbaşındaki
Hükümetimizin başarısı, sağlanabilen istikrarla mümkün
olabilmiştir. Elde edilen müspet gelişmeler, bütün vatan
sathında bir ferahlığa yol açmıştır. Büyük bir
ilim ve devlet adamı olan Muhterem Hocamızın
Başbakanlığındaki 54 üncü Hükümetimizin
başarısı, aynı zamanda 70 milyonluk büyük milletimizin
başarısıdır. Çünkü,
tarihen görülmüştür ki, kendi milletine inanan, güvenen ve başarma
azmini ortaya koyan siyasî kadrolar, mutlaka muvaffak olmuştur. Böylece,
bizler de büyük milletimizin yüksek tasvipleriyle seçilmiş 550
milletvekili, iktidarı ve muhalefetiyle, tarihiyle övünen, milletiyle
kaynaşmış olarak, milletimize hizmet etmekte
yarışacağız.
Değerli arkadaşlarım, hepimizin
hedefleri aynıdır; insanları mutlu, problemlerini çözmüş,
güçlü bir Türkiye. Kabul etmemiz gerekir ki, uluslararası sahada güç ve
itibar birbiriyle yakından ilgilidir. Büyük milletimizin, çok ciddî
zorlamaların ve hileli uygulamaların bir sonucu olarak, dünya
siyasetindeki etkisinin azalmasıyla, dünyamızda insanlık
düşmanı güçlerin kurduğu dengesizlik, denge kabul
edilmiştir. Dünya nüfusunun çok büyük bir kısmını
ilgilendiren bu ahlaksız yapının behemehal değişmesi
gerekir. Bu değişikliği yapabilecek tek adil güç Müslüman
milletimizdir. Bu yüzden, Türkiyemizin hızla bu konuma
taşınması gerekir. Biliyoruz ki, bu kolay olmayacaktır;
ama, her şeye rağmen, 70 milyon omuz omza vererek, bunu
başaracağız.
Değerli arkadaşlarım, üniversiteler
milletlerin beynidir. Ülkemizin kalkınmasında üniversitelerimize
büyük görevler düşmektedir. Bugün, örgünöğretimde 973 012,
açıköğretimde 599 960, toplam 1 572 972 öğrencimiz yükseköğrenim
görmektedir. 148 991 meslek yüksekokulu öğrencimiz vardır. 6 509
profesör, 3 531 doçent, 6 058 yardımcı doçent, 6 257 öğretim
görevlisi, 3 636 okutman, 20 393 araştırma görevlisi ve 1 795 uzman
ve diğer yardımcı personel üniversitelerimizde hizmet vermektedir.
Üniversitelerimizin özel durumunu, ülkemizin genel
durumundan ayrı düşünmek mümkün değildir; çünkü, en başta,
bütçelerinin yüzde 80'i devlet tarafından sağlanmaktadır.
Üniversitelerimizin birçok noktadan analizi
yapılarak, ihtiyaçları sıralanabilir; fakat, en evvel
öğretim üyesi meselesinin halledilmesi gerekir. Öğretim üyeliği,
araştırma görevliliğiyle başlayan bir süreci takip
etmektedir. Bir öğretim üyesinin yetişmesi gerçekten kolay
olmamaktadır; büyük bir beden ve beyin gücünü seferber etmesi
gerekmektedir. İlim aşkı ve ideali olanlar ancak bu yükün
altına girebilir. Öğretim üyeliği, bir anlamda ömür boyu
öğrenciliktir. İlmî gelişmelerin süreklilik arz ettiği ve
bunun dünya durdukça devam edeceği göz önüne alınırsa, ilim
adamlarımıza düşen görevin önemi ortaya çıkmaktadır.
Öğretim üyeliği cazip hale getirilmelidir. Konumlarıyla
mütenasip hayat standardına kavuşturulmaları gerekir.
Hükümetimizin bu yöndeki çalışmalarını takdirle
karşılıyor ve devam etmesini temenni ediyoruz.
CELAL TOPKAN (Adıyaman) – Ne
çalışması yaptınız?!.
REMZİ ÇETİN (Devamla) – Araştırma
görevlilerimiz yükseklisans ve doktora çalışmalarını çok
zor şartlar altında sürdürmeye çalışmaktadırlar;
aldıkları maaşla, yayın taramaları, yolculuk etmeleri
ve geçimlerini sağlamaları mümkün değildir. Bilimsel
çalışma için sağlanan özel imkânlar yetersizdir. Hazırlanan
raporumuzda da dile getirildiği gibi, yurtdışına
dayalı öğretim üyesi yetiştirilmesi oldukça pahalıdır.
Bir araştırma görevlisine, yurt dışındaki lisansüstü
eğitim için, ortalama 1 500 dolar masraf yapılmaktadır -üniversitelere
ödenen öğretim ücreti buna dahil değildir- bu, iki profesörün
maaşına denktir. Yılda 50 trilyona yakın harcama
yapılmakta olup, bu rakam, bütün üniversitelerimizin bütçesinin yüzde
25'ine tekabül etmektedir.
Yurt dışındaki bazı üniversiteler
belli bilim dallarında oldukça ileri bir seviyeye sahiptirler. Özellikle,
ülkemizin ihtiyacı olan ve ancak gelişmiş bir
yurtdışı üniversitede yapılması halinde daha verimli
olan ilmî çalışmaları mutlaka yaptırmamız gerekir. Bu
alanda yapılacak yatırım, ileriye dönük ciddî bir bilgi
birikimine ve teknolojik atılıma yol açacaktır.
Bu cümleden olarak, nükleer teknolojiye geçmeye
hazırlık yaptığımız dikkate alınarak, fizik
mühendisliği ve nükleer mühendislik dallarındaki
ihtiyaçlarımızın acilen telafi edilmesi gerekir. Bilimin belirli
dallarında temayüz etmiş bilim adamlarımızı iyi
değerlendirmemiz gerekir. Bugün, gelişmiş ülkelerdeki beyin
gücünün büyük bir kısmının dışarıdan
sağlanan ilim adamlarıyla olduğu bilindiğine göre,
aramızdan yetişen bu değerli insanların kıymetini
bilmeliyiz. Bu yetişmiş hocalarımıza dayanarak, yurtiçi
yükseklisans ve doktora programlarına ağırlık vermeliyiz.
Böylece, ülke gerçeklerine daha iyi hitap eden çalışmalar
yapabiliriz. Bütün hayatını ilim ortamında geçirmiş, YÖK
Başkanlığı yapmış değerli bir bilim
adamı olan Sayın Mehmet Sağlam Hocamızın Millî
Eğitim Bakanı olması ülkemiz için bir şanstır.
Memnuniyetle müşahede ediyoruz ki, yurt içinde de,
kayda değer oranda lisansüstü eğitim programları
hazırlanmıştır. Lisansüstü eğitim programlarının,
araştırma-geliştirme faaliyetleriyle birlikte ele
alınması fevkalade önemlidir.
Uzun bir emek ve mesai verilerek gerçekleştirilen
yükseklisans ve doktora çalışmalarında tez konusu seçimlerinin,
araştırma konularına hasredilmesi halinde çok daha faydalı
olacaktır. Böylece, bir arkadaşımız yükseklisans veya
doktora çalışmasını bitirirken, önemli bir
araştırma çalışması da yapılmış
olacaktır.
Bunu bir adım daha ileriye götürerek, üniversite
lisansüstü çalışmaları, artı
araştırma-geliştirme faaliyetleri, artı üniversite–sanayi
işbirliği üçgenini tesis etmeliyiz. Bunları birbirinden
ayrı düşürmek mümkün değildir. Araştırma
faaliyetlerinde özel sektörün katkısı ihmal edilmemelidir. Bütün
sanayi kuruluşlarımızın, büyüklükleri ne olursa olsun,
kendi cesameti ölçüsünde araştırma faaliyetlerine katkıda
bulunması gerekir; öğrencilere burs vererek, belli
araştırmaların finansmanına katkıda bulunarak, bizzat
kendilerinin yapılmasını istedikleri araştırmaları
finanse ederek, ciddî destek sağlayabilirler.
ABD ve gelişmiş ülkelerde, sanayi
kuruluşları, kendi üretim sahalarındaki teknolojik
gelişmelere destek vermek amacıyla üniversitelere yardım
etmektedir. Bunun en çarpıcı örneğini Japonya sergilemektedir. Ülkemizde
ar-ge faaliyetlerinin gayri sâfi millî hâsılaya oranı binde 4 iken,
Japonya'da yüzde 3'tür.
Öğretim üyelerimizin yurt içindeki ve
dışındaki konferans, seminer ve benzeri ilmî faaliyetlere
iştiraklerini sağlamalıyız. Böylece, bilimsel
gelişmeleri daha yakından takip etme imkânına kavuşarak,
daha verimli olacaklardır. Maalesef, ödenek yetersizliği yüzünden, bu
tip faaliyetler istenilen oranda yapılamamaktadır. Ayrıca,
öğretim üyelerimizin, bilimsel tetkikler ve araştırmalar için
makul sürelerde yurt dışında kalmaları gerekir; hatta, bu
çalışmalar uygun periyotlarla tekrarlanarak, bütün öğretim üyelerinin
faydalanabileceği bir sisteme dönüştürülmelidir.
21 yaşın altında 30 milyona yakın
insanımız var. İnsan kaynağımız çok önemli beşerî bir güçtür. Bu genç nüfus, iyi
bir şekilde organize edilebilirse önemli faydalar sağlar. Gereksiz ve
faydasız tartışmalarla devlet-millet kaynaşmasını
zedelemeyelim. Bizim insanımız zeki ve kabiliyetlidir. Devlet-millet
kaynaşmasıyla her işin üstesinden gelebiliriz.
Bizim milletimiz Müslüman bir millettir; Anadolu
topraklarına da Müslüman olarak ayak basmıştır; bin yıldan
beri de varlığını Müslüman olarak sürdürmektedir.
Medeniyetimizi İslama borçluyuz. İslamın yüce değerleri
sayesinde, büyük medenî ürünler meydana getirdik. Bilimin bütün
dallarında, mimaride ve bütün medenî alanlarda ortaya koyduğumuz
eserlerle insanlığa hizmet ettik. İnsan sevgisi,
misafirperverlik, güçlü aile yapısı, düşküne yardım etmek,
mazlumun yanında yer almak gibi daha pek çok hususta yüksek insanî
hasletlerde önderlik ettik. Bizim milletimizin içinden, bütün
insanlığın gıptayla tanıdığı Mevlanalar,
Yunuslar, Hacı Bektaş Veliler, Ahmet Yesevîler ve daha pek çok
büyüğümüz insanlık numunesi olarak yetişmişler ve örnek
olmuşlardır. Bu değerleri yetiştirebilmiş bir toplum
olarak ne kadar iftihar etsek azdır. Bu yüzden, bizim milletimizi idare
edenler ve millet adına devlet görevi ifa edenler, milletimizin Müslüman
olduğu gerçeğini gözardı edemezler. Bir toplumun inancı,
sosyal planda mutlaka tezahür eder. Hıristiyan bir ülkede kiliseler,
Müslüman bir ülkede camiler ve caddede yürüyen insanların giyimi, hali,
tavrı inanç hakkında bir fikir verir. Durum böyle olunca, Türk
Milleti adına görev yapanlarımızın, kendi özel
yaşantıları ne olursa olsun, inanca ait nasıl bir hayata
sahip olurlarsa olsunlar, millet adına görev yaparlarken, bu milletin
Müslüman olduğunu unutmamaları gerekir...
CELAL TOPKAN (Adıyaman) – Üniversitelerle ne
alakası var?!.
REMZİ ÇETİN (Devamla) – ... adına görev
yaptıkları milletin değer yargılarını bilmeleri
icap eder; öyle Merihten gelmiş, bu milleti hiç
tanımıyormuş gibi hareket edemezler. Kendisi, kendisini
ilgilendirir; ancak, görev halindeki tavrı hepimizi ilgilendirir. Bu
yüzdendir ki, görevlerin mahiyeti kanunlar, tüzükler ve yönetmeliklerle tespit
edilmiştir; kimse bunların dışına çıkma hakkına
sahip değildir.
Değerli arkadaşlarım, bu cümleden
olarak, yıllardan beri bir başörtüsü meselesini, milletimizin
vakarına yakışır şekilde ele alamadık ve bir
sürtüşme konusu olarak bugünlere taşıdık. Gerçekten bize
yakışmayan bir durum. Halbuki, biz, başörtüsüyle yeni
tanışmıyoruz. Annelerimiz, bacılarımız,
teyzelerimiz, ninelerimiz asırlardır başörtüsü
kullanıyorlar. Yeri gelmiş, başörtüsünü cephede
kucağındaki mermiye siper etmiştir. Sanki başörtüsüyle yeni
tanışıyormuşuz gibi, acemi bir tavır sergilendi.
Bir bacımızın, inancının gereği
olarak -eğer istiyorsa- hiçbir engele ve kınamaya maruz kalmadan
başörtüsü kullanabilmesi gerekir; çünkü, Yüce Kitabımız
Kur'an'da, Müslüman hanımlar için sarahaten bu konuda emir vardır.
Ayrıca, isteyenin, bu hakkı, hür ve demokratik bir ortamda rahatça
kullanması gerekir. Aziz milletimizi üzmeyelim. Devlet millet
kaynaşmasını sağlayalım; milletimizin,
istemediğimiz bir gözle devletine bakmasına mâni olalım ve
bacılarımızı mağdur etmeyelim.
Şu anda, 6 milyona yakın
kadınımız okuma yazma bilmiyor. Bu, büyük bir rakamdır. Bir
tarafta halimiz bu iken, öbür tarafta üniversite kapılarında, fakülte
koridorlarında kızlarımıza gözyaşı döktürmenin
manasızlığı her türlü tartışmanın
dışındadır.
Hepimiz iyi bilmekteyiz ki, bir insanı kendi
değer yargıları dışında yaşamaya ve hareket
etmeye zorlamak bir zulümdür. İnsanlarımızın ve
toplumumuzun moralini bozacak uygulamalardan kaçınılması
gerekir.
Ne yazık ki, bazı yerlerde, başörtüsü
kullanan bacılarımız zulüm derecesinde muameleye maruz
kalmışlardır. Bu, bize yakışmayan bir durumdur;
devlet-millet kaynaşması bakımından son derece
sakıncalıdır. Hükümetimizin başörtüsü meselesini çözmeye
yönelik faaliyetlerini takdirle karşılıyor ve bir an evvel
tamamlanmasını istiyoruz.
Değerli milletvekilleri, duygu ve düşüncelerimizi
lisanla anlatırız. Bilgi transferi, yazılı metinler halinde
lisanla olmaktadır. Güzel Türkçemizle insanlığa
ışık saçan çok değerli eserler
yazılmıştır. Türkçemiz, oldukça uzun bir süre, dünya bilim
dili olarak hizmet görmüştür. Bir dilin gücü ve güzelliği, ifade
gücünde yatar. Türkçemiz, her türlü duygu ve düşüncemizi derinlemesine
ifade edebilecek çaplı bir lisandır.
Sir James Redhouse, ticaret ataşesi olarak
bulunduğu yıllarda, 90 bin kelimelik Redhouse sözlüğünü
hazırlamıştır. Bir dilde kullanılan kelime
sayısı, lisan gücünün de bir başka ifadesidir.
Bugün, Türkçemiz, her türlü ilmî çalışmalara
ve edebî metinlere cevap verecek güçlü bir dil konumunu muhafaza etmektedir.
Lakin, bir dönem, dilimizi tahrip edecek faaliyetlerde bulunduğumuz,
hepimizin malumudur. Ciddî bir kelime kıyımına gidilerek, güzel
Türkçemiz hızla fakirleştirilmiş ve ifade gücü
düşürülmüştür. Bu durum, ilim, akıl ve izan dışı
yapılan bir zorlamayla olmuştur; fakat, güçlü Türkçe, yaşamaya
devam etmektedir; ona sahip çıkanlara hitap etmeye devam edecektir. Bu
yanlışın hızla telafi edilmesi gerekir. Kendi dilimizi
öğrenmeden, yabancı dil öğrenmek de mümkün değildir.
YÖK Başkanının Türkçeye
bakışını yadırgamamak mümkün değildir. Kültür
dejenerasyonu ve kendi değerlerimizden kopmanın tipik bir örneği
sergilenmiştir. Bu kişinin YÖK Başkanı olması,
ayrı bir garabettir. Türkiye'nin bilim siyasetinin belirlendiği en
yüksek makamda Türkçeye bakış açısının bu
olmaması gerekirdi. Değerli hocalarımızın, Türkçe ilmî
eserler yazması, değerli ilmî eserlerin dilimize tercüme edilmesi,
Türkçemizin ilim dili olma özelliğini artıracak; ayrıca, ilmî
tabirlerin Türkçe karşılıklarının bulunmasına yol
açacaktır; yani, bir anlamda, şikâyet ettiğimiz konuyu, yine
kendimiz çözeceğiz. Türkçemiz, büyük bir milletin ve büyük bir medeniyetin
dilidir, bir kabile dili değildir; herkes bunu böyle idrak etsin.
Değerli arkadaşlar, bilim,
insanlığın malıdır; sahip olmak isteyen herkese hitap
eder. Bilim hayatında insanları ayırıma tabi tutmak, bilim
hayatı bakımından son derece sakıncalıdır; çünkü,
bu çok özel bir sahadır ve çok özel kabiliyet ister. Yurt
dışında lisansüstü eğitim yapan birkısım
arkadaşlarımıza karşı YÖK Başkanının
tavrı, son derece sakattır. Hayatlarını ilme
adamış, büyük emekle çalışma yapan bu insanlar,
çalışmaları yarıda kestirilerek apar topar Türkiye'ye
döndürülüyor. Onca emek, onca masraf nereye gidiyor; düşünen yok.
Gerekçeleri son derece abestir. Türkiye'nin bilim hayatının bu
tiplerden kurtarılması gerekir. Bilimsel çalışmalara
bazı sakat politik düşünceler musallat olmasın, bu ülkede
yetişecek değerlere kıymayalım. Aynı şekilde,
yurtdışına öğrenci gönderirken, yazılı ve sözlü
bilimsel imtihanlar yeterlidir; ayrıca sözlü mülakat ile bazı
yanlış tasnifler yapıldığını, esefle
öğreniyoruz.
Türkiye'nin bilim hayatı, yanlış hareket
ettikleri baştan belli bir avuç kimseye emanet edilemez. İsteyen
bütün fertlerin, bilimsel çalışma yaparak, kabiliyetlerini ispatlama
imkânına kavuşmaları gerekir. Bilimsel çalışmalara
ideoloji karıştırmak, bilime ihanettir.
Tıpta uzmanlık imtihanları,
tarafsız ortamda, merkezî sistemle yapılmaktadır ve son derece
de verimli olmuştur, şaibeden kurtulunmuştur. Objektif, merkezî
sistem imtihanlarla başarılı olanlar, bu hakkı elde
etmişlerdir; aynen devam etmesinde fayda görürüz, aksi uygulamalar yeni
yanlışlara yol açar. Esasen, yurtdışına öğrenci
gönderme, uzmanlık ve benzeri imtihanların, objektif ortamda,
şaibeden uzak, merkezî sistemle yapılması çok faydalıdır.
Böylece, kendini ispatlayan, bu hakkı kullanır.
Vasıflı ilim adamlarının
yetişmesi, tarafsız, hür ortamlarda olur. Milletimizin tarihe mal
ettiği ilim adamları böyle yetişmiştir. Günümüzde, ciddî ve
medenî devletler, kendilerine büyük hedefler çizmişlerdir, faydasız tartışmalarla
zaman kaybetmiyorlar. Ülkemizin zaman kaybetmeye tahammülü yoktur.
Fakir ve kabiliyetli öğrencilerimizi devlet
himayesine almamız gerekir; bunların arasından çok büyük
değerler çıkacaktır. Barınma, yemek, harçlık ve okul
masrafları karşılanmalıdır; böylece, şer
mihrakların tasallutundan korunmuş olurlar.
Öğrencilerimizi kötü
alışkanlığa düşürmeyecek tedbirler
almalıyız. Fuhuş, uyuşturucu, kumar gibi illetlerden
toplumumuzu korumalıyız.
Kâr amacı olmayan vakıf üniversiteleri ve
özel okullar teşvik edilmeli ve belirli kolaylıklar
sağlanmalı, eğitimde katkı payında adalet
sağlanmalıdır.
Dünyada, tek diplomalı temel eğitim yoktur,
zorunlu eğitim ve temel eğitim vardır. Uygulamalar ülkeden
ülkeye değişmektedir. Her ülke, kendi millî şartlarına göre
düzenlemeler yapmıştır. Hatta, İsviçre'de, kantonlar
arasında bile farklılıklar vardır. Bizim de kendi millî
şartlarımıza göre düzenlemeler yapılabilir. Akıl ve
ilimle bu meseleye yaklaştığımız zaman en gerçekçi
çözümü bulacağımız muhakkaktır. Bazı ülkelerde, temel
eğitim, dört artı dört, dört artı beş, dört artı
altı gibi dilimlere ayrılmıştır. İlk bölümde,
okuma yazma, matematiğin dört işlemi ve bazı genel bilgiler
verilir. İkinci bölümde, belirlenen kabiliyetlere göre, okul idaresi ve
aile işbirliği halinde kısmî yönlendirme yapılmaktadır
ve buna göre de lise tahsili devam etmektedir. Bizde de, beş artı üç
sistemiyle verimli bir takibata geçilebilir.
Üniversitelerimizin ve okullarımızın
fizikî kapasiteleri, laboratuvar şartları ve benzeri ihtiyaçları
hepimizin malumudur. Öğretmenlerimizin durumunu iyileştirmeliyiz ve
meslekiçi eğitimlerine ağırlık vermeliyiz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Çetin, lütfen, sözünüzü
toparlayınız.
REMZİ ÇETİN (Devamla) – Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, araştırma
komisyonumuz, gayretli ve samimî bir çalışmayla bu raporu
takdirlerinize sunmuştur; komisyondaki arkadaşlarımıza
teşekkür ediyorum; eğitim camiasına faydalı
olacağını ümit ediyorum.
Necdet Tekin arkadaşıma, yapmış
olduğu çok sağlıklı değerlendirmeler ve olgun bir
konuşma için teşekkür ediyorum. Lakin, Algan Hacaloğlu
arkadaşımız, çok sivri ve keskin ifadeler
kullanmıştır.
ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) – Raporu
anlattım.
REMZİ ÇETİN (Devamla) – Millet, bizim
milletimizdir; insanlar, bizim insanlarımızdır.
İnsanlarımızı terminal yorumlarla tasniflere tabi tutmak,
siyasetçiye yakışmaz. Dolayısıyla, biz, Algan
Hacaloğlu arkadaşımızın, Necdet Tekin
arkadaşımızın, bu raporun hazırlanması
esnasında, güzel fikirlerinden istifade ettik; gerçekten, teşekkür
ediyoruz; fakat, ben, Algan Hacaloğlu'ndan, daha dikkatli bir konuşma
yapmasını beklerdim. Biz, siyasîler, toplumumuzu kamplara
ayıracak şekilde bir tavır içerisinde olmayabilmeliyiz.
Saygılar sunuyorum, teşekkür ediyorum. (RP ve
DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Çetin.
Sayın milletvekilleri, saat 19.00'da yeniden
toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 16.05
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 19.00
BAŞKAN: Başkanvekili Uluç GÜRKAN
KÂTİP ÜYELER: Zeki ERGEZEN (Bitlis), Kadir BOZKURT (Sinop)
BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 54 üncü Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
Görüşmelere kaldığımız yerden devam ediyoruz.
V. – GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE
MECLİS ARAŞTIRMASI (Devam)
A) GÖRÜŞMELER (Devam)
1. – Konya Milletvekili Mustafa Ünaldı ve 18 arkadaşı, Kahramanmaraş Milletvekili Hasan Dikici ve 9 arkadaşı ile İstanbul Milletvekili Algan Hacaloğlu ve 10 arkadaşının, Yükseköğretimin sorunlarının araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri ve (10/8, 16, 20) Esas Numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (S. Sayısı : 153) (Devam)
BAŞKAN – 153 sıra sayılı Meclis araştırması komisyonu raporu üzerindeki genel görüşmede, şimdi, söz sırası, Anavatan Partisi Grubu adına, Sayın Salih Yıldırım'da.
Buyurun Sayın Yıldırım.
Süreniz 20 dakikadır.
ANAP GRUBU ADINA MEHMET SALİH YILDIRIM (Şırnak) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yükseköğretimin sorunlarının araştırılarak alınması gereken tedbirlerin tespit edilmesi amacıyla açılan Meclis araştırması konusunda, Anavatan Partisi Grubunun görüşlerini sunmak için huzurunuzdayım. Bu vesileyle, Yüce Meclise, Grubum ve şahsım adına saygılar sunuyorum.
Eğitim, sadece ülkemiz için değil, tüm dünyanın en güncel ve en önemli konusudur. Bugün, çağdaşlıkta ölçüt, eğitilmiş insangücüdür. Eğitim düzeyi ve kalitesi düşük olan ülkeler, gelişme sürecinde başarılı olamazlar. Çağdaş eğitimin amacı, ferdin yalnız zihinsel değil, bedensel, sosyal ve ruhsal bütünlük halinde gelişimini sağlamaktır. Eğitimin içeriği, millî kültüre sahip, yeni gelişmelere açık, bilimsel ve teknolojik gelişmelerden yararlanan bir yapıda olmalıdır. Eğitim programları, bilgi yükleme yerine, araştırma, merak etme, üretme ve bilgiye ulaşma yönünde şekillendirilmelidir.
Bugün, ülkemizde, millî eğitimin pek çok sektöründe olduğu gibi, yükseköğretimde de büyük sıkıntılar, büyük sorunlar vardır. Bu sorunlar her yıl artarken, eğitimde kalite düşmekte, sorumlular, anayasal buyruğa uygun eğitim olanağını sağlayabilme başarısını gösterememektedirler. Hükümetler, siyasî çıkarlar doğrultusunda iş yapma tutkularını eğitime de yansıtmaktadırlar. Eğitimin millîlik karakteri, maalesef, bugün, tartışılır hale gelmiştir. Bugünkü Hükümetin YÖK Yasasıyla ilgili tasarrufları, bunun en çarpıcı örneğidir; bir yandan Yüksek Öğrenim Kurulunun üye dağılımını Hükümet ağırlıklı olarak değiştirmek, öte yandan da YÖK başkanının belirlenmesinde Hükümeti etkili kılmak amaçlanmaktır. Bunun bilimle, bunun eğitimle, bunun ülke gerçekleri ve devlet sorumluluğuyla bir ilgisi yoktur. Amaç, önce YÖK'ü, daha sonra da tüm üniversiteleri siyasal iktidarın güdümüne sokmaktır. Bu özel çabada, laik cumhuriyet ilkelerinde kararlı tutum sergileyen YÖK Başkanı yerine, kendi standartlarına uygun kişi arayan Sayın Sağlam'ı unutmamak gerekmektedir.
Değerli milletvekilleri, yükseköğretimde, maalesef, fırsat eşitliği kalmamıştır; buna karşın, parasal imkânlara göre eğitim, olanaklı hale getirilmiştir. İlgi alanı keşfedilip uygun bir eğitim ortamı yaratıldığında, her öğrencinin başarılı olacağı düşünülmelidir. Oysa, bugün, öğrencinin ne ilgisini ne birikimini ne yeteneklerini ne maddî gücünü ne de bölgesel farklılıklarını dikkate alıyoruz. Ekonomik faktör ile yükseköğrenim arasındaki ilişki gözardı edilmemelidir. Bugün, tüm üniversitelerde temel sorun, ekonomik yetersizliktir.
1997 yılı bütçesinden yükseköğrenim için ayrılan para, 196 trilyon 700 milyar liradır. Bu, konsolide bütçenin yüzde 3,1'ine, gayri safî millî hâsılanın binde 8'ine tekabül etmektedir. Rakamların her yıl büyümesine karşın, tahsis edilen reel parada, maalesef, istenilen artış sağlanamamaktadır.
1997 yılında üniversite öğrencilerine devlet tarafından yapılan cari harcama, 191 milyon Türk Lirasıdır; ancak, öğrenci başına 300 milyonun üzerinde ödenek alan üniversiteler olduğu gibi, öğrenci başına 100 milyon Türk Lirası ödenek alan üniversiteler de vardır. Örneğin, İstanbul Üniversitesi öğrenci başına 207 milyon, Marmara Üniversitesi 112 milyon, Ankara Üniversitesi 246 milyon, Hacettepe Üniversitesi 355 milyon, Galatasaray Üniversitesi 498 milyon, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi 337 milyon almaktadır. Dağılımın orantısız, dengesiz ve adeletsiz olduğu görülmektedir. Öğrenci başına ayrılan ödenek, 1980-1997 yılları arasında 1 500 ile 2 000 dolar arasında gezinmiş; maalesef, beklenen artış sağlanamamıştır. Halbuki, bu değer, Amerika Birleşik Devletlerinde 13 bin dolar, İngiltere ve Hollanda'da 10 bin dolar, Fransa, Japonya ve Almanya'da 6-7 bin dolar kadardır.
Üniversitelerimizin ekonomik sorunlarına çözüm için, kamu bütçesinden ayrılan pay mutlaka artırılmalıdır; mevcut kaynakların rasyonel kullanılması gerekmektedir; tamamını kendilerinin kullanabileceği ek kaynaklar yaratılmalıdır; üniversitelerin dışa dönük hizmetlerinden elde edilen gelirlerden vergi alınmamalıdır; döner sermaye gelirlerinin maaşla birlikte vergilendirilmemesi sağlanmalıdır; üniversite bütçelerinin kullanımında temel üç büyük olan, personel, yatırım giderleri ile cari giderlerin kendi içlerinde aktarma kolaylıklarına kavuşturulması sağlanmalıdır; yatırım giderleri ile diğer cari giderler arasında dikey aktarma olanağı sağlanmalıdır; kaynak tahsisinde yeni kurulan ve gelişmekte olan üniversitelere öncelik tanınması zarurîdir; üniversite olan illerdeki mahallî idarelerin üniversitelere destek olması sağlanmalıdır; öğrencilerden makul ölçüde katkı payı sağlanmalı, bu tür desteklerle birlikte üniversitenin malî özerkliğe kavuşturulması sağlanmalıdır, düşünülmelidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizde, yeni üniversite ve fakültelerin açılma yetkisi, Türkiye Büyük Millet Meclisine aittir. Bu yetki kullanılırken, popülist politikalar yerine ülke gerçekleri, akılcılık ve bilimsellik önplanda tutulmalıdır. Kuruluş aşamasını tamamlamış, gelişmiş bir üniversitenin desteğini alacak bir protokolün ortaya konulması zorunlu hale getirilmelidir. 1992 yılı temmuz ayında, bir gecede, mevcut 29 üniversiteye 21 üniversite, 2 yüksek teknoloji enstitüsü ilave edilmiştir. Bu olumsuz tasarrufa, zamanın YÖK Başkanı, şimdiki Millî Eğitim Bakanı Sayın Sağlam, direnemediğini itiraf etmiştir. Amaç, derme çatma yapılara tabela asmak değil, yeterli kadro ve donanıma sahip, çağı yakalayabilmeyi, çağın getirdiği teknolojiyle yeniliklere ayak uydurabilmeyi, hatta teknolojinin önünde yer alabilmeyi sağlayabilecek eğitim kurumları kurmak olmalıdır. Büyük şehirlerdeki birkaç üniversite bir kenara bırakılırsa, çevredeki üniversitelerin performansı objektif bir kurul tarafından değerlendirildiğinde ortaya çıkacak tablo, herhalde, sorumluluk sahibi herkesi üzecektir. Bu nedenle, yeni üniversitelerin açılması konusunda, Devlet Planlama Teşkilatının beş yıllık kalkınma planı ile yükseköğrenim master planı esas alınmalıdır. Yurt sathında fakülte ve üniversitelerin sayısını artırmak yerine, mevcut üniversitelerde birden fazla aynı maksatlı fakülte ve yüksekokul kurulabilmelidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; üniversiteler, toplumun, sadece eğitim alanında değil, sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel yaşamına yön veren, demokratik, laik, sosyal hukuk devletinin teminatı olan, demokrasinin vazgeçilmez kurumlarıdır. Üniversitelerimizin bu misyonu gereği gibi yerine getirdiğini söylemek, bugün için, maalesef, mümkün değildir.
Ülkemizde üniversite mezunu oranımız yüzde 5, yükseköğrenimde okullaşma oranımız yüzde 17'dir. Yükseköğrenimde, 1 407 039'u örgün öğretim, 986 503'ü açıköğretimde olmak üzere, toplam 2 393 542 öğrenci vardır. Devlet ve özel üniversitelerin sayısı 68 olup, bu sayının bugünkü popülist politikalarla 100'e ulaşacağını söylemek kehanet sayılmaz.
Yükseköğretim kurumlarında görevli öğretim üyesi sayısı, 6 581'i profesör, 3 571'i doçent, 6 161'i yardımcı doçent olmak üzere toplam 16 317'dir; ancak, profesörlerin yüzde 51,6'sı, doçentlerin yüzde 45,9'u, yardımcı doçentlerin yüzde 29'u, toplam öğretim üyelerinin yüzde 41,78'i, üniversitelerin yüzde 9'una tekabül eden 6 üniversitede görev yapmaktadırlar. Öğrenci sayısı göz önüne alınsa bile, dağılımın çok dengesiz ve adaletsiz olduğunu görmek mümkündür. Öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısı, gelişmiş ülkelerde 10-15, ülkemizde ise, bu değer, ortalama 47'dir; ancak, bazı üniversitelerde bu oran 30'a kadar düşebilirken, bazı üniversitelerde 110'a kadar çıkabilmektedir. 12 öğretim üyesiyle açılan üniversitelerimiz vardır. Bu sistem, objektif ölçülerle standardize edilmediği takdirde, yükseköğretim kurumlarımızda eğitim düzeyi ortaöğrenim düzeyinin bile altına düşebilecektir.
Eğitim sistemimizin en önemli öğelerinden biri olan öğretim üyeliği, cazibesini kaybetmiştir; kalitesi tartışılır hale gelmiştir. Akademik kariyer sahibi olmanın ölçütleri, objektiflik ve bilimsellik olmaktan, maalesef, uzaklaşmıştır. Bu uygulama, öğretim üyeleri arasındaki dengeyi bozmuş, piramidi tersine çevirmiştir. Örneğin; Ankara Üniversitesinde 764 profesör, 345 doçent, 272 yardımcı doçent vardır. Bir diğer anlatımla, 1 yardımcı doçente 3 profesör düşmektedir. Akademik unvan verilmesinde, uluslararası standartlara uyulması ve bu standartlardan ödün verilmemesi gerekmektedir. Üniversitelerdeki akademik ve idarî personel istihdamı, tümden, kadroya bağlı sözleşmeli olarak yapılmalı; bu kadroların kullanımı, üniversite yönetimine bırakılmalıdır. Ücretler, akademik unvan ve kadro derecesi yerine, bilim alanları, ehliyet ve performansa göre tespit edilmelidir. Üniversite profesörlerine 750 dolar maaş veren mantıktan, üniversiteler ve toplum, çok fazla bir şey beklememektedir.
2547 sayılı Yasada değişiklik yapılarak, öğretim üyeleri için cazip öneriler mutlaka düşünülmelidir. 2914 sayılı Yasada yapılacak değişikliklerle, nitelikli, başarılı bilim adamları ödüllendirilmelidir.
Çevre üniversitelerinde görev alma, cazip hale getirilmelidir. Üniversitelerde çalışma, tam gün statüsüne mutlaka dönüştürülmelidir.
Üniversitelerdeki bütün öğelerin yönetime katılmaları sağlanmalı; öğrencilerin, kendileriyle ilgili sorunları ilgililere sunabilecekleri organlar oluşturulmalıdır.
Üniversitelerde, yönetici seçimlerinde seçmen iradesi zedelenmemelidir. Rektör seçimi dışındaki tüm seçimler, üniversite içinde sonuçlanacak şekilde düzenlenmelidir.
Öğretim üyelerinin derneklere üye olmalarını izne bağlayan, siyasal faaliyette bulunmalarını yasaklayan hükümler kaldırılmalıdır.
Üniversitelerde görev yapan genel sekreter, daire başkanları, fakülte, enstitü ve yüksekokul sekreterleri gibi kilit personele, 657 sayılı Yasada özel yer verilmeli, nitelikli personelin bulunma ve atanabilme olanakları kolaylaştırılmalıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; günümüzde, üniversiteye girebilmek, büyük bir dert; alınan diplomayı işe çevirebilmek, yararlı hale getirebilmek ise, ayrı bir dert. Üniversite mezunlarının yüzde 75'inin işsiz olduğunu biliyoruz; ama, ondan da kötüsü, çalışanların yüzde 65'i, ilgi alanlarının dışında çalışmaktadırlar.
1996 yılında, ÖSYM'ye 1 398 776 kişi müracaat etmiş; 216 352 kişi örgün öğretime, 167 933 kişi ise açıköğretime yerleştirilmişlerdir. 1 milyon öğrenci, maalesef, her yıl olduğu gibi bu yıl da, umutlarını üniversite kapılarında bırakmıştır.
Üniversite öğrencilerinin kaynağı, ortaöğretim kurumlarıdır. Üniversite öğretiminin kalitesi, ortaöğretimin kalitesiyle doğrudan ilişkilidir. Maalesef, ortaöğretim, kalite açısından en çok erozyona uğrayan kurumlarımızın başında gelmektedir. Ortaöğrenim, vakit geçirilmeden yeniden düzenlenmeli; sekiz yıllık ilköğretim zorunlu hale getirilmeli; bundan sonra, öğrenciler, kabiliyetlerine göre, normal veya meslek liselerine yönlendirilmelidirler. Yeterli düzeyde yabancı dil eğitimi, bu kademelerde mutlaka verilmelidir.
Meslek lisesi mezunlarının üniversiteye geçişleri kısıtlanmalı; ara eleman ihtiyacını karşılayacak iki yıllık meslek yüksekokullarının sayısı artırılmalı; meslek lisesi mezunlarının meslek yüksekokullarına girebilmeleri sağlanmalıdır. Bu uygulama, öğrencilerin üniversite kapılarında yığılmalarını büyük ölçüde kaldıracaktır.
Üniversite önündeki yığılmalar, üniversitelerde kontenjan artışlarına neden olmakta; bu da, eğitimin kalitesinin düşmesine neden olmaktadır. Kaliteyi olumsuz etkileyen bir diğer önemli faktör de öğrenci affıdır. Eğitimin amaçları ve adaletle bağdaşmayan bu tasarrufa, Türkiye Büyük Millet Meclisi, bundan sonra vasıta olmamalıdır.
Üniversite önündeki yığılmalar için, açıköğretim, umut kapısı olmuştur; ancak, açıköğretim, şimdiki gibi, yalnız bir üniversiteden değil, imkânları yeterli birkaç üniversitede yürütülür hale getirilmelidir. Açıköğretimin yaygınlaştırılması, çeşitlendirilmesi, bölgesel olması yarar sağlar, öğrenci-öğretmen ilişkisi kolaylaşır, eğitimde kalite yükselir.
Açıköğretimde şu hususlara özen gösterilmesi gerekmektedir:
Sınavlar ciddî olmalı; gözetmenlerin akademik personel olmasına dikkat edilmelidir. Gözetmenlere verilen sınav ücretleri artırılmalıdır.
Sınav sayıları azaltılmalıdır.
Akademik danışmanlık hizmetlerinin cazip olabilmesi için, bu hizmetlere ödenen ücretler artırılmalıdır.
Tek dersten geçme hakkı tanınmalıdır; tıpkı örgün öğretimde olduğu gibi.
49 puanla sınıfta kalma, diğer alt rakamlar için de aynı sıkıntıyı doğuracağından, sonuçlar rakamla değil, başarılı ve başarısız diye değerlendirilmelidir.
Sınav sürelerinin biraz daha artırılabilmesi sağlanmalıdır.
Sınav sonuçlarının gecikmeden duyurulması temin edilmelidir.
Internet faktörü mutlaka değerlendirilmelidir.
Pedagojik formasyon alanlara öğretmenlik hakkı sağlanmalıdır. Bu formasyon, öğrencilerin bulundukları üniversitelerce verilebilir hale mutlaka getirilmelidir.
Kitap, açıköğretimde isteyenlerce alınmalı; alım zorunlu olmamalıdır.
Açıköğretim fakültelerinin yaygınlaştırılmasını kolaylaştıracak yasalar geciktirilmeden çıkarılmalıdır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; geçmişte, üniversitelerde olaylara neden olmuş bir konu olan öğrenci harçlarına kısaca değinmek istiyorum.
Anayasamızın 42 nci maddesinin, eğitimin bir hak olduğunu belirttiğini, bunun gerekleri için de devlete yükümlülük getirdiğini biliyoruz. Şunu itiraf etmeliyiz ki, dünyada en ucuz yükseköğrenim ülkemizdedir; cari hizmet maliyetinin küçük bir kısmı, öğrenci harçlarıyla karşılanmaktadır. İki taksitle alınan harçlar, 7 milyon ile 15 milyon Türk Lirası arasında değişmektedir. Toplam 5-6 trilyon olan bu meblağın, yükseköğrenim kurumlarının bütçesi içerisindeki payı yüzde 3'tür. Özel kurs ve dershanelere öğrencilerin ödedikleri paranın 80 trilyona yakın olduğunu söylersek, öğrencilerin üniversitelere yaptığı bu cüzi katkının çok fazla olmadığını söylemek mümkündür.
Bu nedenle, malî kaynak açısından büyük sıkıntı içerisinde olan üniversitelerimizin öğrenci katkısından vazgeçmesini istemek, gerçekçi bir beklenti olmaz; ancak, harçların tespitinde, yöresel öncelik göz önüne alınabilir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Yıldırım, lütfen, sözünüzü bağlayınız.
MEHMET SALİH YILDIRIM (Devamla) – Tamamlıyorum Sayın Başkan.
Olanakları sınırlı olan tüm öğrencilere harç kredisi, öğrenci kredisi, burs sağlanmalıdır. Bu konuda, uygulamada bir sıkıntı görülmemektedir. Öte yandan, olanakları yetersiz olan öğrencilerden harç alınmaması düşünülmelidir. Krediyle sağlanan parasal destekteki komik rakamlardan vazgeçilmiştir. Önlisans öğrencilerine 3 milyon, lisans öğrencilerine 6 milyon, mastır öğrencilerine 9 milyon kredi verilmektedir.
Görüldüğü kadarıyla, öğrencilerin yurt sorunu, yok denecek kadar azdır. Devletin 151 yurdunda 162 bin yatak mevcuttur. İlgililer, bu rakamın ihtiyaca cevap verdiğini belirtmektedirler. Özel yurtların bu ihtiyacın giderilmesinde önemli katkıları vardır; ancak, bu yurtların, Millî Eğitim Bakanlığınca çok ciddî olarak denetlenmesi gerekmektedir.
Üniversite, eğitim, araştırma ve yayın, birbirinden ayrılmaz unsurlardır. Yükseköğrenim kurumlarımızda, okumayı alışkanlık haline getirecek ve buna olanak sağlayacak altyapıda kütüphaneler mutlaka oluşturulmalıdır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; son olarak da, özel üniversitelerle ilgili birkaç kelime söyleyip konuşmamı bağlamak istiyorum.
BAŞKAN – Sayın Yıldırım, lütfen... Süreniz doldu...
MEHMET SALİH YILDIRIM (Devamla) – Yükseköğrenimle ilgili önerilerin değerlendirilmesini ve buna uygun çözümlerin üretilmesini Yüce Meclisten bekliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Yıldırım.
Gruplar adına son konuşma, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Sayın Tayyar Altıkulaç'ın. (DYP sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın Altıkulaç.
Sayın Altıkulaç, süreniz 20 dakikadır.
DYP GRUBU ADINA TAYYAR ALTIKULAÇ (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Yükseköğretimin Sorunlarını Araştırma Komisyonunun (10/8, 16, 20) esas numaralı raporu üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu adına görüşlerimizi arz etmek üzere huzurlarınızdayım. Sözlerime başlamadan önce şahsım ve Grubum adına, sizleri saygıyla selamlıyorum.
Üniversiteler, sürekli olarak ilmî geleneğini ve kendi kendini yenileyebilen, hatta kendini yeniden üretebilen, üretmesi gereken kurumlardır; yükseköğrenim gençliğini eğitip öğreten, her çeşit düşüncenin özgürce yeşerip tartışıldığı, bilimin geliştiği ve gelişen bilimiyle toplumun aydınlığa erdiği, araştırma ve buluşlarıyla ülkelerin sosyal ve ekonomik yapısına olumlu katkıların sağlandığı "ilim, ibadetlerin en faziletlisidir" anlayışıyla konuya yaklaştığımızda, en faziletli değerlerin ve ürünlerin topluma ve Yaradana sunulduğu kutsal mekânlardır.
Üniversiteleri meslek ve ekmek kapısı olarak görmeyi, anlatmaya çalıştığımız üniversite anlayışıyla bağdaştırmak, elbette mümkün değildir. Eğer böyle değil de, üniversiteler, bilginin üretilmediği, düşüncelerin özgürce yeşeremediği ve tartışılamadığı yerler haline gelmişse, dayatmacı yönetimlerle yönetiliyorsa, ona en öldürücü darbe vurulmuş, sıradan bir mektep durumuna düşürülmüş demektir.
Bir ülkenin üniversitesi, o ülkenin aynasıdır. Üniversitelerimize bakarak, Türkiye'yi, bütün köşe bucaklarıyla görmemiz mümkündür; ancak, görünen odur ki, ülkemizin aynalarındaki göstergeler, hiçte onurlanacağımız ve gururlanacağımız düzeyde değildir. Araştırma raporu da, bunu göstermektedir. Üniversitelerimiz her geçen gün biraz daha durgunlaşıp donuklaşmakta, toplumun beklentilerine yeterince cevap vermek bir yana, ona söyleyebilecekleri şeyler giderek azalmaktadır. Eğer, üniversitelerimiz, özgün fikir ve bilgi üretemiyorsa, yerli kültürün ihtiyaçlarına cevap veremiyor, onu besleyemiyorsa, bilimsel çabaları toplumda meydana gelen tıkanıklıkların önünü açmıyor, üzerine düşmeyen işlerle meşgul oluyorsa ve bilim grafikleri, ancak geri kalmış ülkelerin üniversiteleriyle mukayese edilebilir hale gelmişse, bu üniversiteler sorununun ciddî şekilde masaya yatırılması zamanı çoktan gelmiş, hatta geçmiş demektir.
Bir bilim adamımızın şu sözleri, üzerinde durmaya değer niteliktedir: "Liyakatsizlik, akademik kadroların arasında bir hayalet gibi dolaşmaktadır. Adam kayırma, partizanlık, çıkar örgütlenmeleri bu kurumların altını oymaktadır. On yıldır doğru dürüst bir makale yayımlamamış bir insan, nasıl olmaktadır da, sözgelimi, bir bölüm başkanlığı makamını işgal edebilmektedir? Üniversiteler neden kan değişimine bu denli kapalıdır? Neden başarısız akademisyenler kolaylıkla görevlerinden alınamamaktadır? Bir akademisyenin düşünce çizgisi yönünden meslektaşı bilim adamları tarafından ihbar edildiği üniversiteler, bizim ülkemizdedir. İnsanlar, yaptıkları kayda değer bilimsel çalışmalarla değil, dünya tasavvurlarıyla sıygaya çekilmekte, duygudaşlık, akademik yükselme için zarurî kılınmaktadır."
Evet, bilim adamımızın bu tespiti doğru ise, bunu, çok vahim bir sonuç olarak değerlendirmek gerekir. Şüphesiz, üniversitelerimizin pek çok sorunları var ve yokluklar içinde varlıklarını sürdürmeye çalışan üniversitelerimizden çok şey beklemek, elbette, hakkımız değildir; ancak, Türkiye'nin üniversitelerinde dünya tasavvurlarıyla sıygaya çekilen akademisyenler varsa, duygudaşlık ölçüsüyle akademik yükselme mekanizması işliyorsa, asıl sorun budur. Üniversitelerimizin pek çok sorunları içerisinde, gerçeklik oranı ne olursa olsun, bu sorunun öncelikle ele alınmasının zorunluluğu vardır. Bu sorun halledilmedikçe, hür düşüncenin bu çatılar altında yeşerip gelişmesinin, akademik kadrolar arasında işbirliği, barış ve hoşgörü anlayışının egemen hale gelmesinin, öğrencilere kadar yansıyan gerginliklerin önlenmesinin mümkün olmadığını görüyoruz. Ürettikleri fikirler bizimkilere benzemeyenleri ve dayatmacı yönetim anlayışımıza karşı çıkanları hoşgöremedikçe "bu bizden değil" çarpıklığından ve ilkelliğinden kurtulmadıkça, üniversitelerimizde özgür düşüncenin yerini statik kafalar almaya devam edecek, başı dik bilim adamı her zaman horlanacaktır. Evet, bu asıl sorun halledilmedikçe, çok para, çok bütçe, çok bina ve çok imkân, bunların hiçbiri onurlu bir üniversite anlayışına ulaşmamızı sağlamaya yetmeyecektir.
Üniversitelerimizin sorunları üzerine, ülke gerçekleri ve ihtiyaçları göz önünde bulundurularak, cesaretle gidilmelidir. Zira, üniversitenin uğraş konusu insandır; bugünü yöneten, yarını emanet edeceğimiz insan. Bu insanı iyi yoğurmak, onun kafasını doğru bilgiler, gönlünü güzel duygularla beslemek mecburiyetimiz vardır. İktisat politikaları ve tasarruf anlayışlarıyla, bu insanı yoğurmamız, bu insanı yoğuracak üniversiteleri kurmamız hayaldir. Bizim yaptığımız, yasak savma anlayışıyla, giderek daha kötü malî şartlara terk edilen bir üniversite anlayışıyla, günümüzü gün etmekten ibarettir.
Rektörlerimiz, çeşitli platformlarda acı acı sesleniyorlar "Ne olur, biz, bütçelerimizin artırılmasını filan istemiyoruz; bari, her yıl biraz daha kısıntıya gidilmesin, enflasyonun yol açtığı erime karşılansın, yeter" diyorlar; ama, araştırma raporu da gösteriyor ki, malî zorluklar içerisinde kıvranan üniversiteleri rahatlatıcı bir adım atamadığımız gibi, bu kurumlar, yine tasarruf ve kısıntı hesaplarımızın yoğunlaştığı yerler olmaya devam etmektedir.
Yükseköğretim ödeneklerinin gayri safî millî hâsıla içerisindeki payı, 1995'te binde 9 iken, 1996 ve 1997'de binde 8'e gerilemiş, konsolide bütçe içerisindeki payı ise, 1992'ye baktığımızda yüzde 4,3 iken, 1997'de bu rakam yüzde 3,1 olmuştur. Bunu izah etmemiz ya da savunmamız imkânsızdır. Yüksek Öğretim Kurulunun 1997 yılı için 290 milyar Türk Lirası olan ödenek talebi, ancak 196 milyar Türk Lirası olarak karşılanabilmiş. Üniversitelerimizi malî yönden rahatlatacak tedbirlerin alınması ve tahsis edilen imkânların, bürokrasinin zorluklarına ve çarpıklıklarına maruz kalmadan kullanılmasının sağlanması zorunludur. Çağdaş öğretim, çağdaş eğitim... Dilimizden düşürmediğimiz bu sözcüklerle amaçlanan hedefe ulaşmak, bunun asgarî gereği olan malî fedakârlığın milletçe ve cömertce ortaya konulmasıyla olur. Türk Milletinin gençlerinin daha iyi yetişmesi uğrunda göze alamayacağı fedakârlık düşünülemez. Çocuğunun iyi bir vatandaş olarak hazırlanması ve iyi bir istikbal kazanması için anne ve babaların yaptıkları özveriler ortadadır; yeter ki, gençlerimiz için tahsis edilen ödeneklerin, yerine masruf olduğunu, kişiliksiz ve kimliksiz nesiller yerine, bilgili, vatanperver gençlerin yetiştirildiğini onlara gösterebilelim.
Üniversitelerimizin diğer önemli bir sorunu, plansız bir şekilde ve sadece kısa vadeli siyasî hesaplarla açılan tabela üniversitesi anlayışıdır; bu konuda çeşitli kesimlerin katılımlarıyla, ülke imkân ve ihtiyaçları birlikte göz önünde bulundurularak, ulusal bir politika oluşturamamış olmamızdır. 1992 yılında 28 olan devlet üniversitesi sayısı, takvimler 1994'ü gösterdiğinde, benzeri dünyanın hiçbir yerinde görülmemiş şekilde, altyapı hazırlıkları yapılmadan ve öğretim kadrosunun bulunup bulunmadığı hesaplanmadan 53 oluvermiş, bu arada açılan vakıf üniversiteleriyle bu sayı 61'e yükselmiştir. Eski üniversitelerin fizikî kapasitelerini artırmak, yeni üniversitelerin aynı ihtiyaçlarını karşılayabilmek için gerekli olan 200 trilyon Türk Lirası ödeneğin 1997 bütçesi için öngörülen miktarı sadece 57,5 trilyon Türk Lirasından ibarettir. Bu meblağın 16,6 trilyonu makine, teçhizat yatırımına ayrıldığı takdirde, bu husus dikkate alınırsa, fizikî kapasite artırımı ve yatırımı için, ihtiyacın ancak 1/5'inin karşılanabildiği açıkça görülmektedir.
Bir üniversite açmanın, bin hapishane kapatmak anlamına geldiğine hepimiz inanıyoruz. Evet, bir üniversite açıyorsak, inanıyoruz ki, bin hapishane kapatıyoruz; ancak, bu plansız ve hesapsız tutumumuza bir mazeret bulmamız imkansızdır.
Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonuna havale edilmiş olan ve Komisyonun gündemine alınmak üzere sıra bekleyen yeni açılacak üniversitelerin sayısının 34 olduğunu hatırlayacak olursak, sanki üniversitelerimizdeki kaliteyi daha da düşürmek için yarıştığımız görülmekte, siyasî düşüncelerle ülkenin candamarı olan irfan yuvalarını yozlaştırmak gibi vahim bir çabanın içerisinde olduğumuz anlaşılmaktadır. Fizikî şartlar hazırlanmadan, yeterli sayıda ve kalitede öğretim elemanı ihtiyacı karşılanmadan üniversite açma yoluna bundan böyle gidilmemeli, önümüzdeki hizmet döneminde, mevcut 53 devlet üniversitesinin sözü edilen ihtiyaçlarının karşılanması yolunda çaba sarf edilmelidir.
İçtüzük hükümlerinden yararlanarak, ilgili komisyonlarda görüşülmeyen yeni üniversite kanun tekliflerinin Genel Kurulda görüşülmesi isteğinden vazgeçilmelidir; hem üniversitelerimizin hem milletimizin âli menfaatları bunu gerektirmektedir.
Plansız üniversite açma yarışımız bir başka olumsuzluğa kapı açmış, üniversitelerimizde eğitim öğretim kalitesi ciddî şekilde düşmüştür. Gerekli sayı ve nitelikte öğretim elemanı ihtiyacı karşılanamamış; buna bağlı olarak, akademik kademelerde yükselme disiplini bozulmuştur.
Tarihteki "beşik uleması" sözünü hatırlatırcasına, akademik yükselme, bilimsel verimliliğe değil, kadroda geçirilen hizmet yıllarına endeksli ve neredeyse rutin bir işlem olmuştur. Üniversitelerimiz bu durumdan acilen kurtarılmalı, eğitim öğretimin yanında bilimsel çalışmayı önplana çıkaracak düzenlemeler yapılmalı, doçentlik ve profesörlük için bilimsel çalışma ve üretme şartları ciddî şekilde ağırlaştırılmalıdır.
Ayrıca, üniversitelerimizin araştırma fonları artırılmalı, bilimsel yayın desteği yapılmalıdır; doğru ve gerekli olan budur, kaliteyi yükseltmenin yolu da budur. Kısa vadeli hesaplarla yeni üniversiteler açma yoluna gidersek, bu doğrunun gerçekleşme şansı olmayacak, üniversitelerimiz, okullaşmaya, hem de sıradan okullar haline gelmeye devam edecektir.
Üniversitelerimiz, toplumun sorunlarına ışık tutacak çözümler üretemiyorlarsa; bazı özel televizyon kanallarının, toplum ve kamu alanlarına tahripkâr bir üslupla daldığı bir dönemde, mesela, devletin iletişim fakülteleri akisler uyandıracak plan ve eylemler ortaya koyamıyorlarsa; yargı kararlarının ideolojik olmakla itham edildiği ve yasama-yargı tartışmasının gündeme geldiği durumlarda, hukuk fakültelerimiz, toplumun, yansızlığına güveneceği yorumlar üreterek, kamunun önünü açan bir bilimsel otorite olarak ortaya çıkamıyorlarsa; bunun sebebi, üniversitelerimizin, gerçekten üniversite olmaktan çıkmaları ve okullaşmalarıdır; bunun sorumlusu, öncelikle, siyasî kadrolarımız, daha sonra, bu konuda sessizliği ve suskunluğu tercih eden bilim çevreleridir; artık, bu hatalardan dönülmeli, bu sessizlik bozulmalıdır.
Devletin öncelikle ele alması gereken konulardan biri, hiç şühpesiz, öğretim elemanlarının ekonomik durumlarının düzeltilmesi, ilmin özendiriciliğinin sağlanmasıdır. Bugünün ekonomik şartları içerisinde 50-60 milyon Türk Lirası aylık alan bir ilim adamından -kira da ödüyorsa- kitaba para vermesi, bilimsel periyodikleri izlemesi beklenemez; bunu yapamayan öğretim elemanı da, bugünün bozulan akademik ilerleme düzeni içerisinde, doçent ya da profesör de olsa, ilim adamı olamaz, ancak sıradan bir öğretmen olarak kalmaya mahkûm hale gelir.
Üniversite ve fakülte kütüphanelerinin yetersizlikleri ayrı bir sorundur. Ancak mutfağını çevirebilen, kitap ve dergiye bütçesinden para ayırması mümkün olmayan üniversite öğretim elemanının, üniversitesinin kütüphanesinde de bu ihtiyacını karşılayamıyorsak, bu üniversite bilim üretebilir mi; bilim adamı yetiştirebilir mi; toplumun tıkanıklıklarına çözümler getirebilir mi; kendini yenileyebilir okul olmaktan kurtularak üniversiteleşebilir mi?.. Şüphesiz, üniversitelerimizin hepsinin durumu aynı değil, aralarında, gerçekten bilimsel kişiliğini kazanmış, çok değerli bilim adamlarına sahip üniversitelerimiz de var; ancak, üniversitelerin ve öğretim elemanlarının genel sorunlarının bu üniversitelerimizi de olumsuz şekilde etkilediğinden ve onların gelişmelerini geciktirdiğinden şüphe yoktur.
Devletin, eğitime, gereken desteği esirgemeden, hiçbir tasarruf hesabı yapmadan vermesi zorunludur. Batı kalkınmışsa, bugün Amerika Birleşik Devletleri yerkürenin süper gücü haline gelmişse, bunun bellibaşlı sebeplerinden biri, eğitime verdikleri önceliktir. Bakınız, Bill Clinton'un, Amerikan başkanlık seçimleri öncesinde, televizyonda rakibiyle tartışırken söylediği "bizim bir numaralı önceliğimiz eğitimdir" ifadesi, eğitim konusunun bu ülkede dahi hâlâ önceliğini koruduğunu göstermektedir. İngiltere İşçi Partisinin bir müddet önce yapılan genel kongresinde Parti Başkanı Tony Blair'in söylediği söz, Napolyon'un savaşı kazanmak için söylediklerini hatırlatmaktadır; Tony Blair, bu konuşmasında şöyle diyor: "Bizim üç tane önceliğimiz var: Eğitim, eğitim, eğitim." Bu örnekten hareketle söylemek gerekirse, Türk Milleti olarak bizim önceliklerimiz, hiç şüphesiz çok daha fazla ve eminim ki hepsi eğitimle ilgili olacaktır.
Sorunlarla dolu bir üniversitede, sorunsuz öğrenci unsurundan söz etmek elbette mümkün olmayacaktır. Üniversite öğrencisinin birinci sorunu, hiç şüphesiz, kalitesiz eğitim öğretimdir, aradığını bulamamasıdır, tatminsizliktir. Bunun sebebi buraya kadar söylediklerimizden herhalde anlaşılmış olmalıdır. Bu tatminsizlik, onun huzursuzluk ve mutsuzluğunun, kanaatimizce asıl nedenidir.
Yurt kapasitelerinin ihtiyaca cevap verememesi, özellikle kırsal kesimlerden okumak için kentlere gelen kız öğrenciler açısından ciddî sorundur. Bu sorun, önemle ve öncelikle ele alınmalı, özel yurtlar teşvik edilmeli; ancak, ciddî şekilde denetlenmelidir.
Sayın milletvekilleri, üniversitelerde kılık kıyafet tartışması da, öğrencilerimizi huzursuz eden konuların arasındadır. Bir öğrenci inancından dolayı başını kapatabilir mi kapatamaz mı tartışması, Türkiye'ye, ne yazık ki, çok şey kaybettirmiştir. Artık, bu tartışmalar geride bırakılmalı, öğrencilerimizin kafalarının içiyle meşgul olunmalıdır. Kafaları bilgisiz, kalpleri duygusuz olarak yetiştirilecek gençlerimiz, başlarını açsa ne olacak, kapatsa ne olacaktır.
Araştırma komisyonu raporunda yer alan ve eğitim katkı payı olarak alınan öğrenci harçlarıyla ilgili görüşe katılmadığımızı, bu uygulamayı eğitimde fırsat eşitliğine aykırı bulan anlayışı paylaşmadığımızı burada belirtmek istiyorum. Asıl eşitsizliğin ve adaletsizliğin, bu ülkede yaşayan ve bu ödemeyi rahatlıkla yapabilecek durumda olan onbinlerce ailenin çocuklarına, dar gelirli insanlardan toplanan vergilerle meccanî eğitim öğretim imkânı sağlamak olduğunu düşünüyoruz. Bu harçlar, verebilenlerden, makul seviyede alınmalı; veremeyecek durumda olanlar ise, kredi ve benzeri uygulamalarla desteklenmelidir diyoruz.
Bu düşüncelerle sözlerimi noktalıyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (DYP ve RP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Altıkulaç.
Sayın Cin, Komisyon olarak yerinizden mi konuşacaksınız?
(10/8, 16, 20) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI HALİL CİN (İçel) – Kürsüden konuşacağım efendim.
BAŞKAN – Buyurun efendim.
Süreniz 20 dakikadır.
(10/8, 16, 20) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI HALİL CİN (İçel) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yükseköğretimin ve açıköğretimin sorunlarını araştırmak için Türkiye Büyük Millet Meclisince kurulmuş olan Araştırma Komisyonunun Başkanı sıfatıyla konuşmak üzere huzurlarınızda bulunuyorum. Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu, 21.3.1996 tarihli 27 nci Birleşiminde, konuyla ilgili olarak verilen üç önergeyi birleştirmiş ve 7.5.1996 tarihli 48 inci Birleşiminde de, Araştırma Komisyonu üyelerini belirlemiştir.
Komisyon, 8.5.1996 tarihinde yaptığı ilk toplantısında görev bölümü yapmış ve 16.5.1996 tarihinden itibaren çalışmalarına başlamıştır. Araya tatil girmesine rağmen üç ay gibi kısa bir sürede değerli bir çalışma yapan ve yükseköğretimin sorunlarını Türkiye Büyük Millet Meclisinin görüşlerine sunan Komisyonumuzun değerli üyelerine buradan teşekkür etmek istiyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konu -eğitim- o kadar önemlidir ki, insanlığın tarihi, medeniyetin tarihi, bir bakıma eğitimin tarihidir; ancak, üzüntüyle ifade etmek istiyorum ki, böylesine önemli bir konuda Türkiye Büyük Millet Meclisinin kurduğu Araştırma Komisyonunun raporu tartışılırken, Genel Kurulumuzda bu kadar az üye bulunmakta. Halbuki, eğitim, insanı insan yapan, toplumdaki bütün sorunların temelini teşkil eden bir olaydır, bir faaliyettir. Bugün Türkiye'de hangi konudan şikâyet ediyorsak, onun temelinde, mutlaka, eğitimde yetersizlik veya yeterli eğitimin verilememesi hadisesi yatar. Örnek vermek gerekirse, siyasetçi-halk ilişkisi, halkın siyasetçiye güveni konusu, en çok tartışılan ve bizleri milletvekili olarak rahatsız eden, üzen konulardan birisidir.
20 nci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi, eğitim düzeyi en yüksek olan dönemlerden biridir ve bu Mecliste, ayrıca, üniversitelerden, çeşitli kademelerden, öğretim elemanı olarak gelen ellinin üzerinde değerli üye vardır.
Halk, Türk Milleti bekliyor ki, Türkiye'nin, Türk halkının sorunları, partilerin, genel başkanların, milletvekillerinin çıkarlarının, gelecek düşüncesinin, koltuk hesabının üzerinde tutulabilsin ve çözüm bekleyen sorunlara bu Yüce Mecliste süratle çareler, çözümler getirilsin. İşte bu kadar önemli bir konu, yükseköğretim konusu, bu Komisyon tarafından, Türkiye'de sorunlarıyla birlikte araştırılarak huzurlarınıza getirilmiştir.
Yükseköğretimden bahsedilirken, şüphesiz ki, üniversiteler, öncelikle ele alınması gereken yükseköğretim kuruluşlarıdır. Yalnız bilgili meslek sahibi insan yetiştirmekle kalmaz üniversiteler, aynı zamanda, araştırma yapan, bilgi üreten ve toplumun sorunlarıyla bütünleşebilen, toplumla sorunlarını çözme yolunda bütünleşebilen müesseselerdir. Özellikle, çağdaş üniversitelerin, bulundukları topluma, hatta insanlığa, çeşitli konularda önderlik ederek çözümler ortaya koymaları beklenir. Üniversiteler, toplumların lider kuruluşlarıdır. Bu manada, ülkelerin üniversitelerine tanıdıkları hareket özgürlüğü, onların kültür düzeyinin bir ölçüsüdür. Üniversiteleri serbestçe düşünemeyen, fikir üretemeyen, ülke sorunlarına çözüm aramayan, suskun bulunan ülkeler, üniversitelerin liderlik misyonlarından mahrumdur demektir.
İfade ettiğim gibi, üniversiteler, sadece bilgili insan yetiştirmez, aynı zamanda, kültürlü insan yetiştirmek durumundadır. Üniversiteler, kültürel değerleri, bilgiyle birlikte, öğrencisine, gençlere nakleden, aşılayan kuruluşlardır. Çalışkan, çalışkanlığı ibadet sayan, dürüst, ahlaklı, imanlı, demokrat, ülke ve millet sevgisiyle dolu ve kendisini toplumuna ve insanlığa karşı sorumluluk duygusu içinde hisseden insanlar yetiştiren üniversiteler, kendi görevlerini, hakkıyla yerine getirmiş demektir.
Türkiye'de, yükseköğretimin sorunları, ülkenin sorunlarından farklı değildir. Türk ekonomisinin sorunları, bir noktada, üniversitelerimize de yansımaktadır.
Komisyonumuz, yaptığı çalışmalar esnasında, üniversitelerin sorunlarını, başta kaynak sorunları olmak üzere -buna bağlı olarak- altyapı ve tesis sorunları, yönetim sorunları, akademik kalite sorunları, araştırma geliştirme sorunları ve öğrenci sorunları olarak ele almış ve bu arada, örgün öğretimin yanında, Türk gençliğine, Türk insanına önemli bir hizmet veren açıköğretimin sorunlarını da incelemiştir. Vakıf üniversiteleri ve sorunları da, komisyonun incelediği konular içerisinde yer almıştır.
Komisyon, yaptığı çalışmalar sonucunda, Türkiye Büyük Millet Meclisine ve kamuoyuna şu önerileri sunmaya karar vermiştir:
Üniversitelerimizin sayısı artıyor; ancak, eğitim kalitesi düşüyor. Yükseköğrenimin sorunları artıyor. Mevcut üniversite yapısı, hantal, verimsiz ve pahalıdır. Özelikle sosyal bilimlerde öğretim, bir konferans niteliğine dönüşmüştür. Üniversiteler, bilim üreten ve bilimi paylaşan öğretim ve araştırma merkezleri işlevlerini tam olarak yerine getirememekte, araştırmaya yeterli kaynak ayrılamamakta ve gerekli bilim ortamı yaratılamamaktadır ve dolayısıyla, eğitim, her türlü gelişime ve değişime açık dinamik bir saha olmasına rağmen, Türkiye'de, eğitim öğretim kendisini yenileyememektedir.
Üniversiteye hazırlık amacı güden dershaneler, eğitim sistemimiz içerisinde önemli bir yer işgal etmektedir. Burada, dershaneleri tenkit etmek, onları sistemin dışına atmak, hiçbir zaman sorunu çözmez. Dershanelerin ortaya çıkış nedeni, ortaöğretimdeki sıkıntılar ve kalitesiz eğitim öğretimdir. O halde, dershaneleri ya özel okullar haline dönüştürmek yahut da ortaöğretimdeki öğrencileri, dershaneye ihtiyaç duymayacak düzeyde, kaliteli bir eğitim öğretim süreci içinde üniversiteye hazırlamak gerekir.
Eğitimin kamusal cephesi yanında bireysel faydası da vardır ve bugün, artık, eğitimin bireysel faydası, fertlere önemli bir ekonomik getiri de sağlamaktadır. Bu açıdan, eğitim masraflarının altından tek başına kalkamayan devlete, bu aslî, temel hizmeti yerine getirmek açısından, mutlaka, eğitimden istifade eden fertlerin, bireylerin, imkânları ölçüsünde katkıda bulunmak mecburiyetleri vardır. Aksi halde...
BAŞKAN – Sayın Cin, bir dakikanızı rica edeceğim.
Sayın milletvekilleri, salondaki manzaramız gerçekten hiç hoş değil ve sayın hatibi izlemekte, ben dahi, buradan bir hayli zorlanıyorum. Lütfen, sayın hatibi, biraz daha Genel Kurul usulleri içerisinde dinleyelim.
Buyurun Sayın Cin.
(10/8,16,20) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI HALİL CİN (Devamla) – Sayın Başkanım, işte bu da, herhalde, eğitim sistemimizden kaynaklanıyor. Dinleme alışkanlığını insanımıza verememişiz. Kusura bakmayın, kendi kendimizi eleştirmezsek doğruyu bulamayız.
Bu amaçla, sosyal hukuk devleti ilkeleri esaslarına uygun olarak, ödeme gücü olanlardan, eğitim öğretime katkıda bulunmaları için, gerekli ücretlerin, gerekli harçların, katkıların alınması gerekir.
Üniversitelerimiz, idarî, akademik ve malî özerkliği güçlendirecek tedbirler almalıdır. Üniversite ne kadar özerk olursa, üniversite kendi idaresini ne kadar hür bir şekilde yürütebilirse, o kadar başarılı olacağı inancındayım. Üniversiteler, evrensel fikir ortamı olan, her türlü görüş ve düşüncenin serbestçe, şüphesiz, kanunlar ve hukuk çerçevesi içerisinde savunulabildiği, açıklanabildiği hür ortamlar olmak durumundadır. Bu manada, üniversiteler, ülkelerin dış dünyaya açılan pencereleri ve farklı kültürler arasındaki köprülerdir. Türkiye, üniversiteleri, bu manada, çağdaş ülkelerin üniversiteleri düzeyine yükseltebildiği ölçüde kalkınmasını kolaylaştıracak ve dünya milletleri arasındaki yerini de daha şerefli ve onurlu bir düzeye çıkaracaktır.
Üniversitelerimizin akademik özerkliği konusunda bugün fazla şikâyet konusu olacak, şikâyet edilecek bir durum mevcut değildir. Herkes istediği konuda araştırma, yayın yapabilmekte; ancak, üniversitelere, malî konularda, torba bütçe uygulamasıyla daha geniş bir özerklik getirilebilir. Üniversitelerin, kaynak yaratacak statüye ve hukuksal yapıya kavuşturulmasında zaruret vardır. Döner sermaye sisteminin, çağdaş bir sisteme kavuşturulması ve üniversite ihtiyaçlarının, inşaatlarının ödeneklerinin karşılanmasında kullanılması önem arz etmektedir. Bu manada, Hükümetçe desteklenen ve Doğru Yol Partisiyle Refah Partisi grup başkanvekilleri tarafından verilen, Yükseköğretim Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi ve Bu Kanuna Geçici Maddeler Eklenmesi Hakkında Kanunda yer alan döner sermayelerle ilgili hükmün değiştirilmesine ilişkin teklifi ben, uygun ve faydalı görüyorum. En çok sıkıntılı olan konulardan biri bu şekilde giderilmiş olmaktadır. Yalnız, özerklik konusu üzerinde konuşurken, mutlaka, yine, Hükümet tarafından desteklenen bu kanun teklifi üzerinde birkaç cümleyle durmadan geçemeyeceğim.
Yükseköğretim Kanununun 6 ncı maddesinde yapılmak istenen değişiklik, ilk gelen şekliyle, hükümete, üyelerin seçimi açısından ağırlık veriyordu. Bu, oldukça tehlikeli bir durum gösteriyordu; ama, Millî Eğitim Komisyonundan geçen şu andaki son şekliyle dahi 15 kişiye indirilmiş YÖK Yürütme Kurulunun 4 üyesi Sayın Cumhurbaşkanı tarafından, 6 üyesi Hükümet tarafından, 1 üyesi Genelkurmay Başkanlığı tarafından, 4 üyesi de Üniversitelerarası Kurul tarafından seçilecektir. Benim, şahsen önerim, bu sayıların Millî Eğitim Bakanlığının 4, Üniversitelerarası Kurulun 6, Cumhurbaşkanlığının 4 ve Genelkurmay Başkanlığının 1 şeklinde olmasıdır.
Üniversiteleriyle siyasî düşüncelerle oynayan, üniversite sistemlerini değiştiren iktidarlar, hiçbir zaman huzur bulamamışlardır. YÖK, şimdiye kadar, bütün siyasî partiler tarafından kaldırılması vaat edilen bir kuruluş olmasına rağmen, bugüne kadar hiç kimse tarafından kaldırılmaya teşebbüs edilmemiştir; çünkü, bütün tenkitlere rağmen, yararlı olan, ülkeye hizmet eden bir kuruluştur; ama, eksikleri vardır, hataları vardır, yanlışları vardır. Müesseseler, müesseselerin başında bulunan kişilerden farklıdırlar. Yöneticilerin, şu veya bu şekilde, fikirlerine, düşüncelerine katılmayabilirsiniz; ama, özerk bir kuruluşun başındaki bir başkanı, görev süresi dolmadan, kanunda değişiklik yaparak görevden almak isterseniz, bu, YÖK'ü, üniversiteleri siyasî vesayet altına almak demektir. Bugün, bu Hükümet vardır, yarın başka hükümetler gelecektir. Bu nedenle, müesseseleri düzenlerken, sistemler vazederken, Parlamento hiçbir zaman tepki duygularıyla hareket etmemelidir. Ne yazıktır ki, Türkiye'de kanunların, anayasaların, çeşitli yasaların çıkarılmasında hep ifratlarla tefritler arasında koşmuşuzdur. 1961 Anayasası, 1971 değişiklikleri, 1982 Anayasası, 2547 sayılı Kanun ve işte, şimdi getirilmek istenen 2547 sayılı Kanundaki değişiklikler bu tepkinin ifadesidir. Bu tepkilerden vazgeçelim. Objektif olarak, akla dayalı, ülke çıkarlarını önplanda tutan; geleceği, hakikaten gençliğimiz, insanımız için daha mutlu, daha müreffeh kılacak öneriler üzerinde konuşalım ve bunları yasalaştırmak için gayret sarf edelim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'de vakıf üniversiteleri desteklenmelidir; ama, bu destek, hiçbir zaman devlet üniversiteleri aleyhine olmamalıdır.
BAŞKAN – Sayın Cin, lütfen toparlayın.
(10/8, 16, 20) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI HALİL CİN (Devamla) – Açıköğretim, örgünöğretimde yaratılamayan kapasiteyi telafi etmek amacıyla başvurulan bir yol olarak değil, aynı zamanda, sürekli öğrenme ihtiyacında bulunan ve teknolojinin gelişmesi sonucunda eğitimin bütün halka yaygınlaştırılması anlamına gelen bir eğitim şekli olarak mütalaa edilmeli ve açıköğretimi, ciddî bir şekilde organize edip bütün vilayetlerimizde, illerimizde açıköğretim danışmanlıkları bulundurup, televizyonun, TRT'nin bir kanalının sürekli olarak açıköğretime tahsis edilmesi ve netice itibariyle de açıköğretimle örgünöğretim arasında, mezunlar arasındaki farkı...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
(10/8, 16, 20) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI HALİL CİN (Devamla) – Tamamlıyorum efendim.
BAŞKAN – Lütfen...
(10/8, 16, 20) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI HALİL CİN (Devamla) – ...ortadan kaldırarak açıköğretimi, çağdaş ülkelerdeki uygulandığı şekilde Türkiye'de uygulamakta zaruret görüyorum.
Bu duygu ve düşüncelerle hazırlamış olduğumuz raporun Türk yükseköğretimine faydalı olmasını temenni eder, hepinizi derin saygılarla selamlıyorum efendim. ( ANAP, DYP ve DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Bakan, buyurun efendim.
Sayın Bakan, süreniz 20 dakika.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ilk önce, yükseköğretimin sorunlarıyla ilgili komisyonda görev alan Değerli Başkana ve milletvekili arkadaşlarımıza, yükseköğretimin sorunlarıyla ilgili olarak hazırladıkları bu rapordan dolayı şükranlarımı sunuyorum. Ayrıca, bugünkü müzakerelerde gruplar adına söz alan arkadaşlarımızın, yükseköğretim sorunlarıyla ilgili fikirlerini serdetmelerinden ve Değerli Başkanın, tekrar, komisyon raporuyla ilgili bizlere verdiği bilgiden dolayı da şükranlarımı sunuyorum.
Değerli milletvekilleri, yükseköğretim, dünyanın her yerinde, her zaman tartışma konusu olmaktadır. Tartışma konusu olmaktadır; çünkü, bilimsel gelişmenin ve ilerlemenin sınırı yoktur. Ne kadar kaliteli ve ne kadar arzu edilir düzeyde bir yükseköğretim sistemi kursanız bile, onun da daha iyisi vardır, iyinin de daha iyisi vardır; çünkü, bilimsel gelişme, evrensel ölçüde, hızla devam etmektedir. Dolayısıyla, yükseköğretim sorunlarının ve eğitim ve öğretimle ilgili konuların, ülkelerin sürekli gündemlerinde olması, aslında iyi bir olaydır. Yükseköğretime ve eğitime toplumun ilgisinin devam etmesinde de fayda vardır.
Şimdi, Türkiye'de, yükseköğretimle ilgili, şöyle kısaca, hafızalarımızı tazelersek, 1960'lara geldiğimizde, Türkiye'nin, sadece 5-6 üniversitesi vardır. 1981 yılında Yükseköğretim Kanunu çıktığı zaman, Türkiye'de üniversite sayısı 17 civarındadır ve yükseköğretimdeki çağ nüfusunun sadece yüzde 5'ini eğitir durumdayız. 1981'de Yükseköğretim Kanunu yürürlüğe girdikten sonra, yükseköğretim kurumlarının sayısındaki artışı, ülke sathına yayılımı ve öğrenci kapasitelerindeki artışı dikkate aldığınız zaman, gerçekten, Yükseköğretim Kanunu, Türkiye'de, üniversitelerin yurt sathına dağılımında, kapasitelerinin artırımında ve giderek daha fazla gencimize yükseköğretim şansı sağlamada fevkalade başarılı olmuştur.
Neden başarılı olmuştur; 1992'ye gelindiğinde, sadece 28 olan üniversite sayısı, 1992'den sonra, 25 daha kurulmak suretiyle, 53'e ve vakıf üniversiteleriyle bugün 61'e ulaşmıştır. Şimdi, bunların sayı itibariyle artışlarını şöyle veya böyle eleştirebilirsiniz; ama, dünyanın hiçbir yerinde bir üniversite, kurulmadan ya da kurulduğu anda bütün imkânlarıyla, daha önce kurulmuş olanlara oranla veya onlar kadar eğitim ve öğretim yapamaz. Bütün kurumların gelişiminde olduğu gibi üniversitelerin de, kuruluş aşamaları, gelişmeleri, olgunlaşmaları ve giderek daha fazla, daha kaliteli öğretim ve eğitim yapma şansına ulaşmaları söz konusudur.
Raporda da belirtildiği gibi, aşağı yukarı yirmi yıl içerisinde Anadolu'da açılan üniversitelerden -rapordaki örneklerde de görüldüğü gibi- Samsun'da, Konya'da, Bursa'da, Çukurova'da, gerçekten, çağdaş eğitim ve öğretim kalitesine ulaşan üniversiteler oluşturulabilmiştir, geliştirebilmiştir. Demek ki, bir yerden başlamak zorundasınız. Şimdi, bu bir yerden başlamaya, bir taraftan üniversitelerin Anadolu'nun önemli merkezlerine yayılması ve yükseköğretimdeki öğrenci sayısı açısından baktığınız takdirde, gerçekten, son onbeş yılın uygulaması bir başarıyı göstermektedir; ama, bir taraftan üniversite sayısını artırırken -yani, yükseköğretim kurumları sayısını artırırken- genç nüfusun yükseköğretim talebi karşısında yükseköğretim kapasitesini artırırken -yani, öğrenci sayılarını artırırken- kaliteyi de gözden uzak tutmamak gerekir. Kalite neyle olur; kalite, yeterli düzeyde öğretim üyesi yetiştirmek ve yeterli düzeyde ders araç ve gereçlerinin, fizikî imkânların sağlanmasıyla olur.
Kısaca, öğretim üyesi yetiştirmek ve bir an önce, kampusların tamamlanması en önemli sorun olarak karşımıza çıkmıştır; ama, cumhuriyet hükümetleri, son onbeş yılda, 38 yeni kampustan 24'ünü tamamlayabilmiştir. Bugün, inşa halinde 14 kampus vardır. Demek oluyor ki, 38 kampusun 24'ünü, cumhuriyet hükümetleri son 14 yıl içerisinde tamamlayarak, eğitim ve öğretime açmıştır; bu, küçümsenecek bir başarı değildir. Geriye kalan 14'ü ise, bir an evvel tamamlanmalıdır, bunlar için gerekli yatırım ödenekleri ayrılmalıdır. Bu, doğrudur; ama, gelişim çizgisine baktığınız zaman, bir taraftan üniversite sayısını artırarak, diğer taraftan öğrenci kapasitesini artırarak bir atılım yapmamıza rağmen, öğretim üyesi sayısında aynı oranda ve aynı paralelde gelişim sağlayamamışızdır. İşte bunun için, bugün, Türkiye'de, üniversitelerimizin en önemli sorunlarının başında öğretim üyesi yetiştirilmesi gelmektedir. Bu cümleden olarak, 1992 yılında bir proje hazırlanmış, bugün 38 öğrenciye 1 öğretim üyesi düşen sistemi, bütün dünyada olduğu gibi, hiç olmazsa 18-20 öğrenciye bir öğretim üyesi hesabıyla, 2000 yılında 30 bin öğretim üyesine ihtiyaç olacağı düşünülerek, bunların, hiç olmazsa dörtte birinin, dışarıda, dünyanın gelişmiş üniversitelerinde yetiştirilen öğrencilerle karşılama projesi uygulamaya konulmuştur ve bu, üç yıl başarıyla uygulanmıştır. Raporda ileri sürüldüğü gibi, şöyle veya böyle politik etkilerle bu öğrencilerin dışarıya gönderilmesi söz konusu bile değildir. Bunların sınavlarının nasıl yapıldığı Yüksek Öğretim Kurulunca konulan esaslara göre, Üniversitelerarası Seçme ve Yerleştirme Merkezince yapılmıştır ve bunların sınav evrakları da oradadır. Bugüne kadar, başarısızlıklarını gösteren ciddî bir araştırma da söz konusu değildir. Demek ki, biz, bir taraftan, yükseköğretimde öğretmen-öğrenci oranını düşürmeye çalışırken, diğer taraftan da, öğretim üyesi yetiştirme konusunda ciddî adımlar atmaya muhtacız. İşte, bu proje, eğer, önümüzdeki yılllarda, 2000 yılına kadar devam ettiği takdirde –ki, devam edecektir– öğretim üyesi yetiştirmede, içte ve dışta gerekli düzenlemeler ve çalışmalar sürdüğü müddetçe, Türk üniversite sisteminde genişlemenin, kapasite yanı sıra, kalite de, giderek muhafaza edilebilmiş olacaktır.
Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; raporda, büyük ölçüde, kampusların tamamlanmasının gereği vurgulanmıştır. Yine, araştırma raporunda, yirmi yıllık süre içerisinde, fevkalade kaliteli eğitim ve öğretim veren üniversitelerimizin yaratıldığı, ortaya çıktığı kabul edilmiştir. Yine, raporda, bazı tesislerin, özellikle, kamu kurum ve kuruluşları tesislerinin üniversitelere devredilmesinde yarar olduğu vurgulanmıştır. Yine, raporda, 1993, 1994 ve 1995 yıllarında emsali görülmemiş ölçüde kapasite yaratıldığı, üç yıl içerisinde, öğrenci kapasitesinde yüzde 245 oranında genişleme olduğu vurgulanmıştır. Bu anlamda, arkadaşlarımıza şükranlarımı sunuyor ve raporlarındaki bu fikirleri aynen paylaşıyorum; ama, diğer taraftan, Üniversiteler Kanununun, üniversitelerin yurt sathına dengeli dağılımını sağlayamadığı vurgulanmaktadır; bu, yanlış bir sonuçtur. Üniversiteler Kanununa kadar Türkiye'de üniversiteler sadece Ankara, İstanbul ve İzmir'in prerogatifi idi, ondan sonradır ki, ancak, yurt sathında 53 üniversite Anadolu'ya, Anadolu'nun çeşitli şehirlerine yayılmıştır. Dolayısıyla, Üniversiteler Kanununun, üniversitelerin yurt sathına dengeli dağılımını sağlayamadığını söylemek insafsızlıktır, en azından, doğru değildir.
İkinci olarak; yine raporda "Üniversiteler Kanunu, üniversitelerde, yabancı dil sorununa çözüm getirememiştir" denilmektedir. Kanunlar, yabancı dil sorununa çözüm getirmez; yabancı dil sorununa, yabancı dil öğretmekle çözüm bulabilirsiniz.
Üçüncü olarak; yine raporda, özel statülü üniversiteler savunulmaktadır. Bir taraftan, bu ülkede fırsat eşitliğinden, kanun önünde eşitlikten söz ediyoruz, diğer taraftan, özel statülü üniversitelerden söz ediyoruz. Türkiye'de hep belirli gruplar, çoğu zaman, kendi problemlerini çözerler, tuzları kuru hale gelir, ondan sonra gerisi hak getire, kim ne yaparsa yapsın. Özel statülü üniversiteler diye bir şeyin Türkiye'de kabulü mümkün değildir. Türkiye'deki bütün üniversiteler, statü itibariyle, üniversite statüsünde olmalıdır; ama, eksik olanları varsa, bunların eksikliklerini tamamlamalıyız. Yoksa, belirli üniversitelere özel statü vermenin hiç kimseye faydası yoktur.
Şimdi, öğretim üyesi yetiştirmek üzere dışarıya gönderilen gençlerin yüzde 35'inin başarısızlığından söz ediliyor. Böyle bir bilimsel araştırmayı ben bilmiyorum. Neye dayanılarak bu yüzde 35 başarısızlık ortaya konulmuştur, bilemem. Çok eski yıllarda OECD'nin bir araştırması vardır, o da bu oranda değildir. Öğretim üyesi yetiştirmek üzere dışarıya gönderilen gençler üzerinde ciddî bir araştırma yapılıp, hangi başarısızlıkların olduğunu ortaya koyan bir bilimsel araştırma yoktur. Dolayısıyla, rapordaki bu yüzde 35 de indî bir rakamdan ileri gidememektedir.
Bir başka enteresan olay, raporda sağlık üniversitelerinden söz edilmesidir.
Değerli milletvekilleri, tıp üniversiteleri, ziraat üniversiteleri, kolektif sistemin bir ürünüydü; onlar da bunu bırakmışlardır. Dünyanın hiçbir uygar ülkesinde "tıp üniversitesi, ziraat üniversitesi" diye bir üniversite sistemi yoktur. Kolektif sistem de bunu çoktan bırakmıştır; bugün, Doğu Avrupa'da ve Sovyet Rusya'da da üniversitelerin genel üniversiteler olarak organizasyonu vardır. İngiltere'de teknik üniversiteler bile bırakılmıştır; iki yıl önce, hepsi, teknoloji enstitüleri, üniversiteler halinde yeniden organize edilmektedir. Dolayısıyla, bütün branşların bir araya geldiği üniversite modeli, uygar dünyanın modelidir. "Sağlık üniversitleri" diye bir şey önermek, doğrusunu isterseniz, çağla bağdaşmıyor.
Değerli milletvekilleri, peki, nedir üniversitedeki sorun? Arkadaşlarımız yönetimle ilgili sorunları tartışmış ve diyorlar ki: "Eğer, rektörü, dekanı, bölüm başkanını seçimle getirirseniz üniversitenin sorunları çözülür."
Değerli milletvekilleri, 1980 yılına kadar, daha doğrusu Yükseköğretim Kanununa kadar, ta darülfünundan bu yana, bizim üniversitelerimizin yönetim şekline bakarsanız, bölüm başkanlarının, dekanların, rektörlerin, doğrudan doğruya, seçimle geldiği bir sistem vardı. Bu sistem bizi 1980'lerde nereye getirdi; bunu takdirinize bırakıyorum.
İşin doğrusu ve bilimsel olanı şudur: Dünyada, bazı ülkelerin sistemlerinde, üniversitelerde seçim olmaz; yani, rektörler, dekanlar, bilimdalı başkanları, bölüm başkanları seçimle gelmezler. Hangi sistem bu; İngiliz, Amerikan üniversiteleri böyle. Kanada'dan Birleşik Amerika'ya, Avustralya'dan İngiltere'ye, Yeni Zelanda'ya kadar bütün ülkelerde, üniversitelerde hiç seçim yapılmaz. Buralarda üniversiteler, arkadaşlarımızın söylediği gibi mi, raporda ileri sürüldüğü gibi mi bir bakalım: Avrupa'nın bazı ülkelerinde ise, seçimler yapılır; bunlar da kollegiel seçimlerdir; yani, bizde ve Yunanistan'da olduğu gibi, sadece, bugün profesör olanın rektörlüğe aday olduğu, bugün profesör olanın dekanlığa aday olduğu ve herkesin oy kullandığı, tek dereceli seçimle üniversite yönetimi. Bugün, bu, Avrupa'da bile yoktur; sadece, Yunanistan'da vardır; Yunanistan'ın hali pürmelali ise meydandadır. Dolayısıyla, Avrupa sisteminde, belirli derecede seçimle gelinen belirli derecedeki kadrolar ve makamlar vardır; ama, dünyada, Kıta Avrupası üniversiteleriyle İngiliz ve Amerikan üniversitelerini mukayese ettiğiniz zaman, özerklik açısından bile, OECD'nin yaptığı çalışmaya göre, İngiliz ve Amerikan üniversitelerinin, yani rektör ve dekanlarını seçimle getirmeyen üniversitelerin, özerklik endeksinde, Kıta Avrupasına oranla çok daha ileride olduğunu görürsünüz. Yani, kısaca, "üniversitelerde seçim olursa, her şey kurtulur, güllük gülistanlık olur; seçim olmazsa, üniversiteler ilerlemez" fikiri, bilimsel olarak yanlıştır. Dünyadaki uygulamaya baktığınız zaman, ülkeler, kendi yapılarına göre, seçim veya tayin sisteminden birisini benimsemişlerdir; ama, ille bir mukayese yapmak isterseniz, bütün dünya biliyor ki, İngiliz ve Amerikan üniversiteleri, Kıta Avrupası üniversitelerinden daha ileri düzeydedirler, hangi açıdan ele alırsanız alınız. Şimdi, öyleyse, biz, bir yönetim sistemini önerirken, ülkenin bugünkü kabul ettiği sistemde, dekanların ve rektörlerin göreve getirilmelerinin, bir nevi, seçim ve atama arasında bir şekilde yürütüldüğünü görüyorsunuz; ama, şunun veya bunun seçim ya da tayinle olmasının, üniversite sorununu çözeceğini söylemek, bilimsel gerçekle bağdaşmamaktadır.
Öğretim üyesi yetiştirme -biraz önce söyledim- en önemli konudur. Yetiştirme de yetmez, değerli arkadaşlarımızın raporda da vurguladığı gibi, öğretim üyesini tatmin edici, yani üniversitedeki maddî durumunu tatmin edici bir sistemin oluşturulması da şarttır. Öğretim üyesi meslektaşlarımızın maddî sıkıntılarını biliyoruz ve çok yakında da Bakanlar Kurulunca yapılan çalışmaların sonuna doğru gelineceğini ve öğretim üyesi arkadaşlarımızın -öğretmenlerimizle beraber- durumlarının düzeltileceğini ümit ediyorum.
Şimdi, bir de, üniversitelerde çok önemli olan bilimsel araştırmalar meselesi vardır. Üniversitelerde bilimsel araştırmalar, doğrudan doğruya, bilimsel araştırmalara toplumun ayırdığı kaynakla çok yakından ilgilidir. Her şeye rağmen son beş yıla baktığınız takdirde, Türkiye, dünya literatür sıralamasında 44 üncü sıradan 34 üncü sıraya sıçramıştır. Bu, küçümsenecek bir şey değildir; öğretim üyesi meslektaşlarımızın büyük çabalarıyla ortaya konulmuştur. Yeterli midir; hayır, değildir, daha da ileri gidilmesi gerekir; ancak, şunu vurgulamam gerekiyor ki, doğrudan doğruya, son yıllardaki bilimsel araştırmalardaki başarı, ülkemizi 10 derece birden, 44'ten 34'e sıçratabilmiştir. Araştırmayı yapan arkadaşlarımıza şükranlarımızı sunuyorum.
Öyleyse, yükseköğretimdeki sorun nedir? Bence, en önemli sorunların başında öğretim üyesi yetiştirme gelmektedir. 54 üncü Cumhuriyet Hükümeti olarak bunu, mutlaka, önümüzdeki yıldan itibaren, geçen yılki, yani, 1996'daki eksikliği de tamamlayarak, en az 3 bin öğrenciyi yurtdışına göndermek suretiyle, öğretim üyesi yetiştirmenin aradaki farkını kapatacağız. Proje, 2000 yılına kadar, en az 7-8 bini dünyanın sayılı üniversitelerinde olmak üzere, öğretim üyesi yetiştirmek için öğrenci göndermeye devam edecektir.
İkinci konu, üniversitelerde kaynak sorunudur. Değerli milletvekilleri, gayri safî millî hâsıladan üniversitelere ayrılan payı hangi açıdan değerlendirirseniz değerlendirin, konsolide bütçeden üniversitelere ayrılan payı hangi açıdan değerlendirirseniz değerlendiriniz, buralarda rekor, yine, 1993, 1994, 1995 yıllarındadır. Yani, 1993, 1994 ve 1995 yıllarının cumhuriyet hükümetleri, gerek gayri safî millî hâsıladan yükseköğretime ayırdığı pay gerekse konsolide bütçeden ayırdığı pay bakımından en yüksek düzeyde olanlarıdır. Değerli arkadaşlarımız raporda bunu da vurgulamışlardır; kendilerine şükranlarımı sunuyorum. Özellikle, 1993, 1994 ve 1995 yıllarındaki cumhuriyet hükümetleri, yükseköğrenime en yüksek payı ayırmışlardır.
Değerli arkadaşlarım, kaynak sorununda -Sayın Araştırma Komisyonu Başkanı da söyledi- doğrudan doğruya üniversitelerimizin kendi yarattıkları kaynakları kullanmalarında, kendilerine kolaylık gösterilmesinde büyük yarar vardır...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Bakan, lütfen, 1 dakika içerisinde toparlayınız.
MİLLİ EĞİTİM BAKANI MEHMET SAĞLAM (Devamla) – Bu arada, Yükseköğretim Kanunu üzerindeki son düzenlemeyle ilgili bir iki şey söylemek istiyorum.
Yükseköğretimle ilgili yeni düzenleme 3 maddelik bir kanun taslağıdır. Bu taslağın 2 nci ve 3 üncü maddeleri -arkadaşlarımızın da burada belirlediği gibi- üniversitelerimizin, malî bakımdan, bütün raporlarında ittifakla istedikleri konulardır. Sadece bir maddesinde, yani, Yükseköğretim Kanununun 6 ncı maddesinin düzenlenmesinde, son şekliyle ortaya konan nokta şudur: Yüksek Öğretim Kurulu, 9 kişilik tam zamanlı yürütme kurulunun 15 kişiye çıkarması suretiyle yeniden düzenlenmektedir. Bu yeni düzenlemede, Sayın Cumhurbaşkanının 24 kişi arasından atadığı 7 kişi 4 kişiye, yine, Üniversitelerarası Kurulun 24 kişi arasından atadığı 7 kişi 4 kişiye ve bunlardan sonra, Genelkurmayın atadığı 1 ve Hükümetin, 24 kişi içerisinden atadığı kişilerin sayısı da 9'dan 6'ya inmektedir. Kısaca, 15 kişilik kurulda 6'sı Hükümetin, 9'u da üniversitelerarası kurul, Sayın Cumhurbaşkanı ve Genelkurmayın atadığı kurul üyeleri olmaktadır.
Şimdi, hepinizin izanına ve değerlendirmesine sunuyorum: 15 kişilik kurulda 6 kişiyle temsil edilen Hükümet, nasıl oluyor da YÖK'ü Hükümetin emri altına almaya çalışıyor?!.
Yüksek Öğretim Kurulunun, şimdiye kadar, başkanın atamasıyla ilgili hiçbir yetkisi yokken, bugünkü düzenlemede Yüksek Öğretim Kurulu kendi arasından 4 kişiyi seçecek, bu 4 kişinin 2 kişiye indirilmesi Hükümet tarafından yapılacak, Sayın Cumhurbaşkanı da bunlardan birisini atayacaktır. Bunun neresinde, Hükümetin Yüksek Öğretim Kurulunu emri altına alma vardır, bunun neresinde YÖK'ün özerk statüsüne dokunma hakkı vardır. Bunu, Yüce Meclisin değerlendirmesine sunuyorum; ama, bir kere daha, değerli arkadaşlarımıza ve burada fikir ileri süren arkadaşlarımıza şükranlarımı sunuyorum. Müspet olan yerlerini, anlaştığımız yerlerini mutlaka değerlendireceğiz ve eleştirilerden de ders alacağız.
Yüce Meclise saygılar sunarım. (DYP ve RP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
NECDET TEKİN (Kırklareli) – Sayın Başkan, zabıtlara geçmesi açısından, bu komisyonun kâtip üyesi olarak bir şeyi belirtmek istiyorum: Bu komisyon raporunda "sağlık üniversitesi, tarım üniversitesi" şeklinde bir ibare yoktur.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Tekin.
Şimdi, şahsı adına, Sayın Hikmet Sami Türk; buyurun efendim.
Süreniz 10 dakikadır.
HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yükseköğretim sorunlarıyla ilgili üç önergenin birleştirilmesi sonucunda kurulan Meclis araştırması komisyonunun raporunu görüşüyoruz.
Bu rapor, yükseköğretim sorunlarının önemli bir bölümüne parmak basmış ve çözümler göstermiştir. Bunların hepsine katılmasak bile, raporun çok önemli bir katkı olduğunu ifade etmek gerekir. Hükümetin de, raporu, bu anlayış içerisinde değerlendireceğini umuyorum; çünkü, bu rapor, bütün partilerden milletvekili arkadaşlarımızın temsil edildiği bir komisyonca, geniş araştırmalar sonucunda hazırlanmıştır.
Sayın milletvekilleri, 20 nci Yüzyıl sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçiş dönemi olmuştur. Şimdi, 21 inci Yüzyılın eşiğinde, bilgi çağının eşiğindeyiz. 21 inci yüzyıl, bilgi çağı olacaktır. 20 nci yüzyılda bilimsel gelişmeler, teknolojik yenilikler öyle bir ivme kazanmıştır ki, bu yüzyılda -hatta denebilir ki, son elli yılda- üretilen yeni bilgi ve teknolojiler, geçmiş bütün yüzyıllarda ortaya konulan bilgi ve teknolojilerden daha fazladır. Bu ivmenin, 21 inci yüzyılda daha da artacağını söylemek için kâhin olmaya gerek yoktur.
Günümüzde, bilgi, artık –eskiden, girişimci, emek, sermaye ve doğal kaynaklar biçiminde ifade edilen klasik üretim faktörlerinin yanında- yeni bir unsur olarak belirtilmektedir.
Bilgiyi ve teknolojiyi üreten ve öğreten kurumların başında, üniversiteler ya da daha geniş bir terimle yükseköğretim kurumları gelir. Üniversiteler, fakülte, yüksekokul, enstitü, araştırma ve uygulama merkezlerinden oluşan kamu tüzelkişileridir; amaçları, bilimsel araştırma ve inceleme yapmak, yeni bilgi ve teknolojiler üretmek, yükseköğrenime dayalı meslek adamı ve uzman yetiştirmek, hatta, insanlara, yaşam boyu eğitim vermektir. Böylelikle üniversiteler, bir ülkenin geleceğini hazırlayan kurumların başında gelmektedir. Bu yönleriyle, üniversiteler, toplumlar için birer Kutupyıldızı, birer denizfeneri ya da toplumu aydınlatan birer projektördür. Bu benzetmelerin hepsinde büyük bir gerçek payı vardır. Bilgiyi rehber almayan toplumlar, karanlıktadır. Atatürk, hayatta en gerçek yol gösterici olarak bilimi göstermiştir. Çağdaş uygarlık düzeyine, ancak bilimin gösterdiği yoldan ulaşılabilir.
Şimdi, bilimi üreten ve öğreten kurumlar olarak üniversitelerimiz, kendilerinden bekleneni, acaba, layıkıyla yerine getirebilecek durumda mıdır? Türkiye'de, üniversitelerimizin, yükseköğretimin çok çeşitli sorunları vardır. Araştırma Komisyonumuzun raporunda, bunların önemli bir bölümüne değinilmiştir. Ben, burada, sadece, çok temel nitelikteki birkaç konuya değinmek istiyorum.
Üniversitelerin, işlevini tam olarak yapabilmesi için en başta gereken şey bilimsel özgürlüktür, bilimsel özerkliktir; ancak, bilimsel özerkliğin, aynı zamanda, yönetsel özerklik ve gerekli olduğu ölçüde, malî özerklikle de tamamlanması zorunludur.
Anayasamızın 130 ve 131 inci maddeleri, bilimsel özerkliği tanımakta; ancak, yönetsel özgürlüğü sınırlı bir ölçüde benimsemektedir. 1981 yılında çıkarılan, 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanununun getirdiği yönetim modeli, o kanunun yürürlüğe girdiği andan itibaren, sürekli tartışma konusu olmuştur. O kanunun öngördüğü, kurduğu Yükseköğretim Kurulu, ileride, bütün hataları ve sevaplarıyla, daha objektif bir biçimde değerlendirilecektir. Ancak, burada, Türkiye'nin yapısına uygun olarak, geçmişte denenen yöntemlerin içerisinde en uygununun, üniversitelerin, kendi yöneticilerini kendi aralarından seçtikleri demokratik yönetim biçimi olduğunu söylemek gerekir.
Sayın Başkan, Sayın Bakanımız bazı karşılaştırmalar yaptılar; bu karşılaştırmalar yanıltıcı olabilir. Başka bazı ülkelerin kendi özel koşulları içerisinde, üniversite yöneticileri, atanmış kişiler olabilir, seçilmeden görev başına gelen kimseler olabilir; ama, o ülkelerin kendi özel koşulları içerisinde, üniversitelerin özerkliği vardır; bu, tartışma konusu değildir. Bir benzetme yapmak gerekirse, İngiltere, İskandinav ülkeleri, Benelüks ülkeleri monarşiyle yönetilir; ama, bu ülkeler, dünyanın en demokratik ülkeleridir. Şimdi, bu ülkelerin, seçimle işbaşına gelmeyen hanedan üyeleri tarafından yönetilen ülkeler olduklarını dikkate alarak, bizde de, böyle bir anlayışı savunabilir miyiz... Birçok ülke, demokrasiyi, cumhuriyette bulmuştur. Türkiye'de de, üniversiteler, en iyi yönetim biçimini, öğretim üyelerinin, kendi rektörlerini, dekanlarını, bölüm başkanlarını, anabilim başkanlarını kendilerinin seçtikleri yönetim biçiminde bulmuştur.
Üniversitelerimizin karşı karşıya bulunduğu sorunların başında, bilim adamı yetiştirmekteki darboğaz gelmektedir. Bugün, maalesef, üniversite öğretim üyeliği, bilim adamlığı, maddî ve manevî bakımlardan çekiciliğini yitirmiştir. Bu konuda, 12 Eylül 1980 askerî müdahalesinden sonraki gelişmeler ve 1981'de çıkarılan Yükseköğretim Kanunu uygulamasıyla, üniversitelerimiz, çok kan kaybetmiştir, çok değerli elemanlarını kaybetmiştir ve akademik kalite, kolay kolay onarılamayacak biçimde düşmüştür.
Son yıllarda, ciddî bir eğitim planlaması yapmaksızın, üniversite ve yüksek teknoloji enstitülerinin sayısı hızla artmıştır. Şüphesiz, nüfus artışına paralel olarak yeni üniversiteler kurmak zorundayız; ancak, bunları, birer tabela üniversitesi olarak değil, öğretim üyeleri olan, öğrencileri olan ve araç gereçlere sahip, çağdaş öğretim, eğitim yapan kurumlar olarak kurabildiğimiz takdirde bunun bir anlamı olacaktır.
Üniversitelere ayrılan kaynakların yetersizliği, raporda çok çarpıcı rakamlarla belirtilmiştir. Türkiye'de, maalesef, yükseköğretim ödeneklerinin gayri safî millî hâsıla içindeki payı, 1996 ve 1997 yıllarında binde 8 oranındadır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı.)
BAŞKAN – Sayın Türk, lütfen toparlayalım.
HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) – Tamamlıyorum efendim.
Yükseköğretim Kanunu, hatta onun temelindeki Anayasanın 130 ve 131 nci maddeleri, üniversite özerkliğini bütün unsurlarıyla gerçekleştirecek biçimde değiştirilmelidir. Yüksek Öğretim Kurulu, yükseköğretimde bir planlama ve eşgüdüm organı durumuna getirilmelidir. Öğretim üyeliğini, maddî ve manevî açılardan çekici kılacak bir ortamın yaratılması kaçınılmazdır. Üniversitelere, Türkiye'yi çağdaş uygarlık düzeyine ulaştıracak, bilimsel ve teknolojik atılımı yapabilecek ölçüde yeterli kaynak verilmelidir.
Bu anlayış içerisinde, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Türk.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Buyurun Sayın Bakan.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Bir arkadaşımız "raporda sağlık üniversiteleri diye bir şey yoktur" dedi. 31 nci sayfada "Tıp fakülteleri, yeni sağlık üniversiteleri biçiminde teşkilatlandırılabilirler. Bu konu yükseköğretimin gündemine ivedilikle girmelidir" diye aynen var.
Zapta geçmesi bakımından arz ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Sayın milletvekilleri, yükseköğretimin sorunlarının araştırılarak alınması gereken tedbirlerin tespit edilmesi amacıyla kurulan (10/8, 16, 20) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Raporu üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
2. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya ve 16 arkadaşının, Petrol Ofisi Genel Müdürlüğünde meydana gelen yolsuzluk ve usulsüzlük iddialarını araştırmak ve alınması gereken tedbirleri belirlemek amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi ve (10/5) Esas Numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (S. Sayısı : 167) (1)
BAŞKAN – Şimdi, ikinci sırada yer alan, İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya ve 16 arkadaşının, Petrol Ofisi Genel Müdürlüğünde meydana gelen yolsuzluk ve usulsüzlük iddialarını araştırmak ve alınması gereken tedbirleri belirlemek amacıyla, Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca, bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi üzerine kurulan (10/5) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonunun Raporu üzerindeki görüşmelere başlıyoruz.
Komisyon?.. Burada.
Hükümet?.. Burada.
(1) 167 sıra sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Sayın milletvekilleri, İçtüzüğümüze göre, Meclis araştırması komisyonunun raporu üzerindeki görüşmede ilk söz hakkı, Meclis araştırma önergesi sahibine aittir. Daha sonra, İçtüzüğümüzün 72 nci maddesine göre, siyasî parti grupları adına birer üyeye, şahısları adına iki üyeye söz verilecektir. Ayrıca, istemleri halinde, Komisyon ve Hükümete de söz verilecek; bu suretle, Meclis araştırması komisyonu raporu üzerindeki görüşmeler tamamlanmış olacaktır.
Konuşma süreleri, Komisyon, Hükümet ve siyasî parti grupları için 20'şer dakika, önerge sahipleri ve şahıslar için 10'ar dakikadır.
Komisyon raporu, 167 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Rapor üzerinde söz alan sayın milletvekillerinin isimlerini okuyorum: Gruplar adına; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Sayın Yahya Şimşek, Refah Partisi Grubu adına Sayın Veysel Candan konuşacaklar.
Şimdi, önerge sahibi...
HASAN HÜSAMETTİN ÖZKAN (İstanbul) – Demokratik Sol Parti Grubu adına Cevdet Selvi.
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – ANAP Grubu adına Hatay Milletvekili Sayın Levent Mıstıkoğlu.
BAŞKAN – Demokratik Sol Parti Grubu adına Sayın Cevdet Selvi, Anavatan Partisi Grubu adına Sayın Levent Mıstıkoğlu konuşacaklar. Doğru Yol Partisi herhalde daha sonra bildirecek...
Sayın Dumankaya, önerge sahibi olarak söz istiyorsunuz; buyurun.
Süreniz 10 dakikadır.
HALİT DUMANKAYA (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, bizleri, televizyonlarının başında izleyen aziz vatandaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum; bu mübarek kandil gecesinde hepinizin kandilini tebrik ediyorum.
Anavatan Partisi Grubundaki arkadaşlarımla TURBAN'dan sonra vermiş olduğumuz, Petrol Ofisindeki yolsuzluklarla ilgili araştırma önergesi, şu anda görüşülmektedir. TURBAN görüşülürken, buradan, eski bir bakan ve şu anda genel başkan yardımcısı olan bir kişi, bir milletvekili, bize dönerek aynen şöyle diyordu -onun tabiriyle söylüyorum- "bu Meclisin içine ettiniz, bunları buraya getirerek Meclisi işgal ettiniz; bu Meclisi kapatırlar."
Değerli arkadaşlarım, buradan, hem size hem Yüce Milletimize seslenmek istiyorum: Biz, nasıl yolsuzlukların üzerine gidiyorsak, bu Meclisin de bekçiliğini öyle yaparız. Bu Meclisi hiç kimse kapatamaz. (Alkışlar) Ancak, bu Meclis yara alır. Nasıl yara alır; işte, sahtekârlığı, sahte oy atarak... Milletvekili sahte oy atarsa, bu Meclis yara alır, milletvekilleri yara alır. İşte, milletvekillerinin, bu Meclis üzerine titremesinin nedeni bu olmalıdır; çünkü, milletvekilleri, yolsuzlukları ortadan kaldırmak için kanun yapıyor; ama, bu milletvekili yolsuzluk yaparsa, o zaman bu Meclisin itibarı sarsılır. Hepimizin görevi, bu Meclisin itibarını korumaktır, kollamaktır.
Değerli arkadaşlarım, bu Meclise meşhur TURBAN önergesini getirmiştik. Bütün belgeleriyle getirdik. 150 dosyayı Meclis Başkanlığına verdik ve iddia ettik, yolsuzlukları tespit ettik. Buraya geldi, işte o karışık oylamayla. Ne olacağı kamuoyunda önümüzdeki günlerde belli olacaktır. Şimdi, Petrol Ofisini getirdik.
Bakınız, değerli arkadaşlarım, biz, hasmane önerge vermiyoruz. Biz, verdiğimiz her önergenin arkasındayız. Gönlümüz arzu ederdi ki, Anavatan Partisi olarak, bu komisyon "evet, TURBAN'da yolsuzluk var; ama, Petrol Ofisinde yoktur; işte, Petrol Ofisi konusuyla bu Meclisi işgal ettiniz" dese. Hayır, öyle demiyor; komisyon raporunda diyor ki "Petrol Ofisinde de yolsuzluk var; çalıştık, dört ay çalıştık; ama, bitiremedik. 92'yi 93'ü ancak bitirebildik; 94, 95, 96 duruyor" ve devamında da diyor ki "bu Petrol Ofisinde kısıtlı çalışmamızda ancak, 238 milyar liralık yolsuzluk tespit ettik."
Değerli arkadaşlarım, demek ki biz, bu Meclisi işgal etmiyoruz. Anavatan Partisi, hasmana bir önerge vermiyor. Bizim verdiğimiz önergeler, fakirin fukaranın hakkını ortaya çıkarmak için yapılan çalışmalardır.
Değerli arkadaşlarım, bakınız, gündemin 2 nci maddesindeki, özelleştirme uygulamalarıyla ilgili yolsuzluklara ilişkin önerge bizimdir; gündemin 8 inci maddesindeki TRT ile ilgili yolsuzluklara ilişkin önerge bizimdir; gündemin 26 ncı maddesindeki Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünde yapıldığı iddia edilen yolsuzluklara ilişkin önerge bizimdir; yine, gündemin 29 uncu maddesindeki Ulaştırma Bakanlığındaki yolsuzluklara ilişkin önerge bizimdir; yine, gündemin 34 üncü maddesindeki Tarım Kredi Kooperatiflerinde yapıldığı iddia edilen yolsuzluk ve usulsüzlüklere ilişkin önerge bizimdir; gündemin 69 uncu maddesindeki et ithaliyle ilgili önerge bizimdir; yine, gündemin 71 inci maddesinde Marmarabank, Impexbank, TYT Bank'ın batırılışlarıyla ilgili önerge bizimdir; yine, 72 nci maddede Kazakistan'da bulunan Hoca Ahmed Yesevî Türbesinde, o mukaddes türbede yapılan yolsuzluklarla ilgili önergeyi biz vermişiz. Şimdi, bu önergeleri verirken, muhalefete bakmadık, iktidar olmaya da bakmadık; biz, olayların yolsuzluk penceresine baktık. İster iktidar olalım, ister muhalefet olalım, biz siyasî olarak vermedik bu önergeleri. Şimdi, bakınız, değerli arkadaşlarım, bu Mecliste, bunlar, bizim araştırma önergelerimiz; halbuki, Refah Partili arkadaşlarım, örtülü ödenek, TEDAŞ, TOFAŞ, mal varlığıyla ilgili önergeleri, soruşturma önergesi olarak verdiler. Soruşturma önergesi önemli bir önergedir; yani, tetiği çekeceği şekle gelmiştir, belgelerin elinde, hazır olarak gelmiştir. Bugün, bunlarda, komisyonlarda 7'ye 8 aklama olursa, işte, burada, Meclisin güvenirliliği kalmaz; muhalefetteyken söylem, iktidardayken eylem birbirini tutmaz. Ha, bizim önergelerimiz böyle değil değerli arkadaşlarım.
Şimdi, arkadaşlarım bu raporu hazırladılar. Bu rapor, Petrol Ofisindeki yolsuzlukların çok küçük bir bölümünü ortaya koyuyor; çünkü, esas yolsuzlukların yapıldığı seneleri, zaman darlığı nedeniyle, arkadaşlarım inceleme fırsatını bulamadılar. Burada, Tüzükte yaptığımız değişiklik, gerçekten bu komisyon çalışmalarını biraz zora itiyor.
Bakınız değerli arkadaşlarım, Petrol Ofisi şu anda zor durumdadır. Neden zor durumdadır? Pazar payı, yaklaşık olarak, 1 milyon tondan 400 bin tona düşmüştür. Ne yapmış Petrol Ofisi? Bakınız, İstanbul Belediyesinden kiraladığı 8 tane istasyonu, İstanbul Belediyesi ihaleye çıkarıyor, o da giriyor, müdahale etmiyor; müdahale etse, 10 senelik mukavelesi var. Değerli arkadaşlarım, mesela, Tophane'deki senede 10 bin ton mal satıyor, Kabataş'taki 10 bin ton, Kireçburnu'ndaki 3 500 ton, Baltalimanı'ndaki 10 bin ton, Florya'daki 7 500 ton, Üsküdar'daki 10 bin ton, Harem'deki 7 500 ton, Kadıköy'deki de 10 bin ton; yani, yaklaşık 70 bin ton mal satarken, Belediye bunları ihaleye çıkarıyor; kendi de ihaleye giriyor ve Petrol Ofisinin, bu 70 bin tondan kaybı, 17 milyon dolar. Elbette, bu Petrol Ofisi, iyi idare edilmiyor, iyi yönetilmiyor.
Değerli arkadaşlarım, Petrol Ofisinin, otuz çeşit satış usulü vardır; trilyon liraya varan cirosu vardır. İşte, bu Hükümet -DYP-CHP Koalisyonu- kurulunca, devlette bir tahribat başladı; bütün memurların yerleri bir kalemde değiştirildi. Petrol Ofisinin İstanbul bölgesi ki...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Dumankaya, lütfen, 1 dakika içerisinde toparlayınız.
HALİT DUMANKAYA (Devamla) – Şimdi, İstanbul bölgesinde, lise mezunu bir kızcağız muhasebe müdürü yapılıyor -onun finans şefi, Adnan Barlak diye bir gözüaçık- Petrol Ofisini milyarlarca lira dolandırıyor. Kime; bayilere.
Bakınız, burada -zaman çok kısa- hemen şunu söylemek istiyorum: Bu önergeyi yenilememiz lazım. Eğer, araştırma önergesi olarak yenilemezseniz, biz, bunu, buraya, soruşturma önergesi olarak getirmeye mecburuz. Onun için, bu önergeyi öne alalım, araştırma önergesi olarak getirelim; 1993'ün, 1994'ün, 1995'in, 1996'nın hesaplarını da tetkik edelim.
Değer Nakliyat vardı; kişi bana geldi "benim suçum yok" dedi; raporda yok. Eğer, suçu olmayan da varsa, onu kutluyorum. Bizim, illa suçlama niyetimiz yok; ama, biz, fakirin fukaranın hakkını yiyenin gırtlağına sarılacağız. Benim, bütün Meclis üyesi arkadaşlarımdan, milletvekili arkadaşlarımdan isteğim, bu önergeyi, behemehal, araştırma önergesi olarak yenileyelim. Eğer, araştırma önergesi olarak yenilenmezse, gündemin son sırasına kalırsa, biz, bunu, soruşturma önergesi olarak bu Meclise getireceğiz.
Yüce Heyetinize saygılar sunuyorum. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Dumankaya.
Sayın milletvekilleri, şimdi, gruplar adına konuşmalara geçeceğiz; ancak, daha önce, bazı sayın milletvekillerinin, Başkanlığa bir başvuruları var:
"Sürekli aydınlık için 1 dakika karanlık" kampanyasına TBMM olarak destek vermek üzere, saat tam 21.00'de 1 dakikayla uygulamaya katılmak istemekteyiz.
Bu isteğimizin kabulünü saygıyla arz ederiz.
Rasim Zaimoğlu Mahmut Bozkurt Hilmi Develi
Giresun Adıyaman Denizli
Yüksel Aksu
Bursa
Sayın milletvekilleri, bu uygulamaya kendi evimde ben de katılıyorum; ama, şu an, burada, arkamda bir Genel Kurul kararı olmaksızın, gönlüm öyle istiyor diye, maalesef, böyle bir önergeyi işleme koyamayız; ama, isteyen sayın milletvekilleri, uygulamayı, gerekirse, gözlerini kapatarak, kendi kendine yapabilir; ben öyle yapacağım. (Alkışlar)
CHP Grubu adına, Sayın Yahya Şimşek; buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA YAHYA ŞİMŞEK (Bursa) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Petrol Ofisi araştırma komisyonu raporuyla ilgili, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak için söz almış bulunmaktayım. Sizleri, şahsım ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına saygıyla selamlıyorum.
Konuyla ilgili görüşlerimizi sunmaya geçmeden önce, 31.1.1997 günü, Refah Partili Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız'ın düzenlediği Kudüs Gecesi toplantısında yaşanan olaylarla ilgili düşüncelerimizi de, kısaca belirtmek istiyorum.
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Konuya... Konuya...
YAHYA ŞİMŞEK (Devamla) – Konuyla ilgisi var Sayın Kapusuz; çünkü, ülkede yaşanan yolsuzluk, usulsüzlük olayları, sırf bu görüntüler için, görmezlikten geliniyor; o nedenle bağlantısı var.
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Gözlük takarsınız...
YAHYA ŞİMŞEK (Devamla) – Bize göre, burada, gündem maddesi ne olursa olsun, ülkede yaşanan sel gibi, deprem gibi felaketler nedeniyle kürsüde konuşan hatip, nasıl bu konularla ilgili görüş ve düşüncelerini açıklıyorsa, Sincan felaketiyle de ilgili görüş ve düşüncelerimizi açıklamanın çok doğal olduğunu düşünüyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
Bize göre, Sincan toplantısında, üzerinde durulması gereken 3 durum var:
1- İran Büyükelçisi içişlerimize burnunu sokarak, Türkiye'ye yönelik şeriat çağrısı yapmıştır.
2- Bu toplantıda, Arafat yuhalanırken salonu terör örgütü Hamas'ın fotoğrafları süslemiştir. Böylece, bu toplantı, terörist Hizbullah örgütünün gölgesi altında yapılmıştır.
3- Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız "başörtüsü şeref sancağımızdır" diyerek, başörtüsünün bir ideolojinin amblemi olduğunu açıkça haykırmıştır.
Sayın Başkan, değerli üyeler; benim saatim şu anda tam 21.00. (RP sıralarından "senin saatin yanlış" sesleri) Ben, konuşma hakkımdan 1 dakika fedakârlık yaparak, bu eyleme katılıyor ve susuyorum. (CHP, ANAP, DSP ve Bağımsızlar sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar; RP sıralarından gürültüler)
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Sayın Başkan... Sayın Başkan...Sayın Başkan, bu Parlamentoda, böyle bir uygulama yok. Teamüle uymayan şeylere fırsat vermeyiniz...
YAHYA ŞİMŞEK (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sincan toplantısındaki olayların amacı bellidir...
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – İstirham ediyoruz efendim... Lütfen!...
BAŞKAN – Sayın Kapusuz...
Sayın Şimşek, bir dakika!..
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Sayın Kapusuz...
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Sayın Başkan, böyle bir uygulama yok. Böyle bir uygulamaya fırsat vermek size yakışmıyor, müdahale etmeniz lazım.
HALİL ÇALIK (Kocaeli) – Niye korkuyorsunuz?!. (RP sıralarından gürültüler)
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Hiç kimseden korkmuyoruz...
ALİ OĞUZ (İstanbul) – Neden korkacağız!... Sizden mi korkacağız!..
BAŞKAN – Bir dakika, sayın milletvekilleri!...
Sayın Kapusuz!...
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Evet, Sayın Başkan...
BAŞKAN – Lütfen bağırmayın!...
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Buyurun efendim!...
BAŞKAN – Lütfen bağırmayın!..
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Duymuyorsunuz efendim...
BAŞKAN – Lütfen bağırmayın!... Bir grup başkanvekili olarak müdahalenizi, sunî sinir gösterileriyle değil kendi yaklaşımınızla söyleyin...
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Hayır efendim... Tabiî haliyle söylüyorum...
BAŞKAN – Ben, sayın hatibi, zorla konuşturma iradesine sahip değilim...(ANAP, DSP CHP ve sıralarından alkışlar)
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Ama, müdahale edebilirsiniz...
BAŞKAN – Böyle bir iradeyi, kimse, sayın hatibin üzerine geçiremez...Lütfen!...
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Sayın Başkan, siz elbette konuşturamazsınız; ama, ikaz etmek gibi bir göreviniz var; ona davet ettim.
BAŞKAN – Sayın Kapusuz, sayın milletvekilleri de alkışlarıyla katıldılar; herhalde "alkışınızı kesin" demek de, benim üstüme ya da sizin üstünüze vazife değildir. (ANAP, DSP ve CHP sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın Şimşek.
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – İkaz etmek sizin vazifenizdir!... O kürsüde boşuna oturmuyorsunuz.
Böyle bir uygulama yok!.. Olmamıştır...
BAŞKAN – Sayın Kapusuz, sizin de, bugüne kadar bu şekilde bir müdahaleniz olmamıştır.
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Evet efendim, olmamıştır...
BAŞKAN – Bu Mecliste, bazı olayları, birbirimize hoşgörüyle, anlayışla götürebileceğiz. Sizin şu an bu müdahalenizi, bir güzel ortama tahammülsüzlük olarak, ben, üstüme almıyorum. (RP sıralarından gürültüler)
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Hayır efendim!..
BAŞKAN – Buyurun Sayın Şimşek.
YAHYA ŞİMŞEK (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1 dakikalık susmam, elbette ki, konuşma süremden düşülecektir; ama, Sayın Kapusuz'un müdahalesiyle geçen süreyi, inanıyorum ki, konuşma süreme ekleyeceksiniz.
BAŞKAN – Sayın Şimşek, o sırada saati durdurdum; ama, sustuğunuz zaman saat çalışıyordu.
YAHYA ŞİMŞEK (Devamla) – Tamam Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sincan toplantısının amacı belli...
FİKRET KARABEKMEZ (Malatya) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Bir dakika, Sayın Şimşek...
Sayın milletvekilim ne diyorsunuz, söyler misiniz? (RP sıralarından gürültüler)
FİKRET KARABEKMEZ (Malatya) – Sayın Başkan, Mecliste...
BAŞKAN – Sayın milletvekilim, anlayamıyorum sözlerinizi...
İSMAİL YILMAZ (İzmir) – Sayın Başkan, Sincan'ı konuşmuyoruz. Lütfen, hatibi konuya davet edin, rica ediyorum.
BAŞKAN – Susarsanız... Eğer, siz izin verirseniz, hatibin ne konuştuğunu da algılama fırsatını bulabiliriz.
Sayın Şimşek buyurun.
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – 7 dakika oldu...
YAHYA ŞİMŞEK (Devamla) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; başlangıçta belirttim, nasıl ki ülkede sel felaketi yaşanıyorsa, nasıl ki ülkede deprem felaketi yaşanıyorsa, o günkü gündemdeki konu ne olursa olsun, kürsüdeki hatip bu felaketlerle ilgili görüşlerini nasıl dile getiriyorsa, ben de Sincan felaketini bu anlayış içerisinde dile getiriyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Şimşek, aşağı yukarı konuşmanızın yarısına geldiniz; lütfen... Bu konuda biraz önce Sayın Refah Partisi Grup Başkanvekilini nasıl ikaz ettiysem, sizi de ikaz etmek durumundayım; lütfen, siz de konuyu artık bağlayın.
YAHYA ŞİMŞEK (Devamla) – Sayın Başkan, birkaç cümleyle bu konudaki düşüncelerimi tamamlıyorum.
Bu toplantının amacı belli, yapılan toplantı bir şeriat provasıdır, iç ve dış güçlerin laik cumhuriyete, Atatürk ilke ve devrimlerine de saldırısıdır. Bütün bu ibret verici olayları kınıyoruz ve bir kez daha haykırıyoruz; Türkiye, şeyhler, şıhlar, meczuplar ve tarikatlar ülkesi olmayacaktır. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Şimşek, artık, lütfen konuya gelin.
YAHYA ŞİMŞEK (Devamla) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; geçen yıl Petrol Ofisi Genel Müdürlüğünde meydana gelen yolsuzluk ve usulsüzlük iddialarını araştırmak ve alınması gereken tedbirleri belirlemek amacıyla (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar[!]) İstanbul Milletvekili Sayın Halit Dumankaya ve 16 arkadaşının Meclis araştırması önergesi gündeme geldiğinde, yine, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına sözcü bendim. O günkü konuşmamın son bölümünde şunları söylemiştim: (RP sıralarından "Aynı plak" sesleri) "Türkiye, uzun süredir temiz toplum arayışları içindedir. Bu doğrultuda ülkenin her yerinden temiz topluma giden yolların açılması konusunda demokratik talepler yükselmektedir. Şimdi bize düşen görev, toplumun her kesiminde var olan ve kurumlaşan vurgun, soygun ve mafya düzenini ortadan kaldıracak girişimlerden geri durmamak, bu yolda her türlü yasal ve idarî yapılanmanın gereğini yerine getirmektir. 20 nci Dönem milletvekilleri böylesi bir onuru paylaşmalıdır."
Aradan geçen bir yıl içerisinde yaşadığımız olaylarla ortaya çıktığı gibi, kirlenen, toplum değil; kirlenen, siyaset ve siyasetçi... Kirlenmenin tarihi belki eski; ancak, son onbeş onaltı yıldan günümüze bir değerlendirme yaptığımızda görülmektedir ki, bu süreç içerisinde ülkemizde acımasız bir soygun, akıl almaz bir yağma, olağanüstü bir talan, giderek artan ahlakî bir çöküntü, ardında binlerce, onbinlerce yaralı bırakan kanlı bir terör hüküm sürmektedir.
CAFER GÜNEŞ (Kırşehir) – Hep zamanınızda olmuştur.
YAHYA ŞİMŞEK (Devamla) – Yolsuzluk, savurganlık, yağma ve rüşvet, köşe dönme ideolojisinin temel dayanakları olarak yüzlerce yıllık toplumsal değerlerimizi altüst etmektedir. Bütün bu süreç içinde, yönetime gelenler, bu sorunları doğru tahlil etmek, çözüm üretmek, hafifletmek yerine, akıl almaz bir ilkesizlik ve tutarsızlık içinde daha da ağırlaştırmakta, giderek kronikleştirmektedirler.
Günümüzdeki durumu ise basın kısaca şöyle özetliyor: Devleti çeteler sarmış; güvenlik güçlerine sızan ideolojik kılıflı suç örgütleri inanılmaz cinayetler işlemekte; manevî boşlukta sallanan yüzbinlerce insanımız, sahte tarikat şeyhlerinin her türlü istismarına açık; hapishaneler kaynıyor; halkın her türlü protesto gösterisi vahşi dayaklarla bastırılmakta; rüşvet ve yolsuzluk bataklığında çırpınan politikacılar siyasî hesaplarla kurulan komisyonlarda aklanıyorlar.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; işte, Petrol Ofisi Araştırma komisyonu bu ortamda önem kazanıyor. Komisyon, ciddî ve titiz bir çalışmayla, falanca, filanca suçlu veya suçsuz gibi bir önyargı taşımadan oluşturduğu bu raporu Yüce Meclise sunuyor. Komisyon, hiçbir etki altında kalmadan, sadece vicdanî kanaatini rapora yansıtmıştır. Bu nedenle, vicdan huzuru içindeyim ben de komisyonun bir üyesi olarak. Bu raporun hazırlanmasında emeği geçen herkese de teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; elbette ki, Petrol Ofisiyle ilgili oluşturulan komisyonun çok titiz çalışması ve böylesine bir raporu ortaya koyması, ülkede yaşanılan sorunları çözmeye yeterli değil; çünkü, raporda da açıkça belirtildiği gibi, bize tanınan süre içerisinde, ancak 1992 yılına ait yolsuzluklar tespit edildi; zaman yetersizliğinden, diğer yıllara ait yolsuzluklar, ne yazık ki tespit edilemedi. Ancak, ülkedeki diğer yaşanılan olaylarla ilgili gelişmeler ortadayken, rapor, bu saydığımız yılları da kapsar şekilde olsaydı, yine, sağlıklı çözüm bulunabilmesi salt bu raporla olanaksızdı.
Ülkede gelişen olaylara bakalım; çok yakın bir geçmişte tarih düştüğümüz olayların altında neler var: 3 Kasım 1996, Mercedesin kamyona bindirdiği tarih; yani, görünüşte bir trafik kazası; ama, kazanın olduğu gün "devlet içinde devlet, bütün işleri çeteye devret" mantığının kamyona çarptığı gün.
28.12.1996 tarihi ise, Müslüm Gündüz baskınının yapıldığı tarih; ama, gerçekte, bu tarih "kur bir tarikat, gelirin artsın kat kat" mantığının gün ışığına çıktığı tarih. Bakın, her iki olayın altında da yatan, köşe dönmecilik, vurgunculuk, yolsuzluk...
Bu çirkin ilişkiler, bu çürümüşlük, bu kokuşmuşluk ortadayken, biz, hâlâ, 14 yaşındaki çocukları eli silahlı çete diye topluma gösteriyoruz, her gün sayıları artan faili meçhul cinayetleri, neredeyse alkışlıyoruz ve eli kanlı katilleri vatan kahramanı ilan ediyoruz; ama, toplum yutmuyor, toplum gerçekleri görüyor, ülkenin bu hale gelmesinden politikacıların sorumlu olduğunu biliyor ve bunu haykırıyor.
Bakın, Uğur Mumcu'yu anma töreninde, yüzbinlerden, milyonlardan yükselen ve basına yansıyan sesler -hepimizin düşünmesi gerekiyor- şunlar: "Uğur burada, katiller nerede"; "Çeteler Mecliste"; "Çeteleri Çiller koruyor"; "Şeriata geçit yok"; "Hesap sorulsun."
Dünyanın her yanında, mafya, çete, polisin, milletvekillerinin, savcıların, iş dünyasının, hükümetin içinde yandaşlar bulup örgütlenmek zorundadırlar. Siyasal iktidarın yapısına işlemeyen mafya yaşayamaz. Yine, gazetelerde, bu konu, yani, bizdeki durum çok net ifade edilmiş: "Eski ülkücüler, kurtlar, korucu düzeniyle bütünleştiler; özel timlerle al takke ver külah oldular; terör bataklığında istediklerini yaptılar; ne Amerika'da böyle olanaklar vardı ne İtalya'da, hatta, ne de Kolombiya'da. Türkiye'de mafyalaşan eski kurtlar, üstelik, vatanseverlik madalyasını da göğüslerine takıyorlar."
Bakın, gelişmelerden sonra, basın, yine, nasıl bir sonuç çıkarıyor: "İnsanlara can güvenliği sağlayamamış bir düzene hukuk devleti denilemez. İnsanların faili meçhul cinayetlere kurban gittiği bir düzene demokrasi denilemez. Yolsuzlukların devlet yetkililerini sardığı bir düzene de Anayasa düzeni denilemez."
Durum bu kadar açık ve ortadayken, ne yapılması gerekir? Yapılması gerekenler belli; bizler, bu vurguncu, bu soyguncu düzeni, yani, uzunca yıllardan beri devam eden, hatta, yol gösteren "bir koy üç al, köşeyi dön" ideolojisini ya yaşama geçireceğiz ya herkese bu fırsatı vereceğiz. Onun için de, belki, bunun altyapısını oluşturmak zorunda kalacağız. Nedir o altyapı? O altyapı, ta, okullarda başlayacak, okullarda bunun temelini atacağız; yani, mühendislik fakültelerinde köprü kurma yerine, çete kurmanın, tıp fakültelerinde, sadece muayene ederken değil, köşeyi dönerken de soymanın; eczacılık fakültelerinde ilacı, ağrıyı dindirmek için değil, cüzdanı indirmek için kullanmanın; sosyal bilimlerde, mafyayı, sivil toplum kuruluşu olarak topluma kazandırmanın öğretilmesini yapmamız gerekecek. Veya buna gülüyorsanız -elbette ki gülünür- ciddiye almıyorsanız, o zaman ciddî kararlar vermek zorundayız; yani, Türkiye'yi demokratik hukuk devleti yapmak zorundayız. Türkiye'nin demokratik hukuk devleti olabilmesinin yolu da, hukuk devletinin vazgeçilmez unsuru olan yargıyı bağımsız hale getirmek zorundayız.
METİN PERLİ (Kütahya) – Şüpheniz mi var?!
YAHYA ŞİMŞEK (Devamla) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; Meclise geliyoruz, bir gündem belirlenmiş; ama, hergün, Danışma Kurulu kararlarıyla veya Hükümet tezkereleriyle gündem değişiyor, başka başka yasa tasarı ve teklifleri, görüşülmekte olanların önüne geçiveriyor. Peki, Türkiye'nin, yargı bağımsızlığına bu kadar acil ihtiyacı olduğu halde, Türkiye'nin demokratikleşmeye bu kadar acil ihtiyacı olduğu halde...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Şimşek, lütfen toparlayınız.
YAHYA ŞİMŞEK (Devamla) – Toparlıyorum Sayın Başkan.
...neden bunlar, yine böyle Danışma Kurulu kararlarıyla yine hükümet tezkereleriyle acil olarak gündeme getirilmiyor?! Hodri meydan; getirin bunları gündeme, destek verelim ve siyaseti çirkinleşmekten ve çamurlaşmaktan kurtaralım.
Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (CHP ve DSP sıralarından alkışlar)
ALİ OĞUZ (İstanbul) – Ne güzel tarif ettiniz; şiir gibi!..
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Şimşek.
Refah Partisi Grubu adına, Sayın Veysel Candan, buyurun efendim. (RP sıralarından alkışlar)
Sayın Candan, süreniz 20 dakikadır.
RP GRUBU ADINA VEYSEL CANDAN (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Petrol Ofisi Genel Müdürlüğü ile ilgili olarak kurulan araştırma komisyonunun raporu üzerinde Refah Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; Partim ve şahsım adına Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Gönül öyle arzu ederdi ki, buraya gelen arkadaşlarımız, komisyon çalışmalarıyla ilgili bilgi versin; Genel Kurulu, Petrol Ofisinde yapılan uygulamalarla ilgili olarak bilgilendirsin; ama, maalesef, burada, şov yapmak, olmayanları olmuş gibi göstermek, hatta bir derece ileri giderek ifade edeyim, -inanmıyorum ki- Atatürkçülük ve laiklikten bahsetmek ve Petrol Ofisiyle hiç ilgisi olmayan konuları gündeme getirmek suretiyle, maalesef, son günlerde, Türkiye'nin siyasî gündemi de saptırılmaktadır.
Sizleri şu kadar uyarmak istiyorum ki, bu tür konuları lütfen fazla kaşımayın; gündemi ve konuşmak istediğiniz konuları, bu Meclisin mehabetine ve kalitesine yakışır, usulüne uygun, üsluba yakışır şekilde ifade edin.
CELAL TOPKAN (Adıyaman) – Rahatsız mı ettik...
VEYSEL CANDAN (Devamla) – Sayın Dumankaya ifade ettiler: "Hasmane önerge vermiyoruz." Ben bakıyorum -KİT Komisyonu üyesiyim- 1980'li yıllara kadar KİT'ler kâr ediyor; ihtilalle birlikte duraklama dönemine giriyor; 1983'te özelleştirme çıktıktan sonra da zarar etmeye başlıyor... Yolsuzluklara bakıyoruz; 1983'ten 1991'e kadar; 1991'den 1995'e kadar da hızla artıyor. Şimdi, arkadaşım, gelmiş, burada aynen diyor ki: "Hasmane önerge vermiyoruz." Aslında, bu Meclis daha önce yapılanları temizlemeye çalışıyor. Niye buna bakmıyoruz da, buraya geliyor, laiklik edebiyatı yapıyorsunuz; Sincan'da birisi bir toplantı yapıyor, onu tenkit ediyorsunuz ve gidiyorsunuz, orada meydanları doldurup olaylar çıkarıyorsunuz? Bu memlekete hiç yakışıyor mu? (RP sıralarından alkışlar, DSP ve CHP sıralarından gürültüler)
Bakın, ben size şunu söyleyeyim; ben inanmıyorum, siz Atatürkçü değilsiniz, siz laik de değilsiniz... Hayır, değilsiniz. (RP sıralarından alkışlar)
CELAL TOPKAN (Adıyaman) – Atatürk'ün adını ağzına alma...
VEYSEL CANDAN (Devamla) – Eğer hakikaten olmuş olsaydınız, şuraya çıkar, Atatürk'ün bu memleketi kurtarmasıyla ilgili bir iki cümle ederdiniz, davanızı anlatır, birkaç kişiyi Atatürkçü yapardınız, birkaç kişiye laikliği anlatırdınız. Sizin burada yaptığınız şov. Bakın -komisyonda ben de bulundum- konuşmacı arkadaşım, komisyonun Petrol Ofisiyle ilgili yaptığı çalışmadan bir tane bilgi verdi mi; yok. Bu Genel Kurul nereden bilgilenecek?! Bırakın şov yapmayı, gerçeklere dönelim. (RP sıralarından alkışlar) İkide bir, şeriat kelimesini istismar ediyorsunuz.
İRFAN GÜRPINAR (Kırklareli) – Sen ne yapıyorsun şimdi?..
VEYSEL CANDAN (Devamla) – İstismar ediyorsunuz... Şeriat eşittir İslam demektir; yanlış anlıyorsunuz... (RP sıralarından alkışlar)
CELAL TOPKAN (Adıyaman) – Bağımsız yargı organı var; sen üzülme...
VEYSEL CANDAN (Devamla) – Yanlış anlıyorsunuz... Camie "simge" diyorsunuz...
CELAL TOPKAN (Adıyaman) – Niye görevden aldınız?!
VEYSEL CANDAN (Devamla) – Başörtüsüne "simge" diyorsunuz. Peki, her şey simgeyse, bu millet camiini yapmayacak mı, başını örtmeyecek mi siz böyle dediniz diye... Halkla rağmen siz ne oluyorsunuz ki...
İRFAN GÜRPINAR (Kırklareli) – Senin iktidarın görevden aldı.
CELAL TOPKAN (Adıyaman) – Konuyla alakası ne?!
NİHAT MATKAP (Hatay) – Sayın Başkan, arkadaşı uyarın lütfen...
VEYSEL CANDAN (Devamla) – Muhterem arkadaşlar, ben, konunun esasına gelmek istiyorum.
Bakınız, şimdi, araştırma önergesi, 30.11.1995 tarihinde Halit Dumankaya ve arkadaşları tarafından veriliyor. İki ay içerisinde Komisyon kuruluyor ve çalışmaya başlıyor; çalışma, dört ay devam ediyor.
Muhterem arkadaşlar, bakınız, sizlere teknik bilgi arz ediyorum: Komisyon, dört ayda -önerge sahibi dahil- üst düzey 21 kişinin ifadesini alıyor. Bakınız, bunlar; Genel Müdür, Teftiş Kurulu Başkanı, bazı müfettişler, İstanbul Bölge Müdürü, personeli, Genel Müdürlük Hukuk, Muhasebe, Finansman Daire Başkanları gibi üst düzey 21 kişinin ifadesi alınıyor. Olaylara kimler karışıyor; İstanbul Bölge Müdürlüğü görevlileri, başmüfettişler, bir banka şubesi ve bazı Petrol Ofisi bayileri olaya karışıyor.
Araştırma Komisyonu masaya oturduğu zaman, anlatıldığı gibi, hiçbir şey yapılmamış değil; Sayın Genel Müdür 53 olur vererek meseleyi incelemeye alıyor. Zaten Sayın Dumankaya da, bu incelemelerden, konu basına intikal ettikten sonra buraya gelip araştırma önergesi veriyor. Olay, 1992-1994 yılları arasında cereyan ediyor. Şu anda, 12 kişi hakkında Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunulmuş ve davalarına Bakırköy 3 üncü Ağır Ceza Mahkemesinde devam edilmektedir.
Ayrıca, aylıktan kesme, sözleşme feshi, göreve son verme, kınama, görev değişikliği gibi idarî cezalar verilmiş; bayiler için, icra iflas davası, ayrıca Çek Kanununa muhalefetten dava açılmış; personelin zimmetinde bulunan 24 milyar lira için, tazminatlarından kesme yapılmış; ayrıca, bayilerle mutabakat zaptıyla alacak resmîleştirilmiş, tahsilat hızlandırılmıştır.
Özetle, Komisyon araştırmaya başlamadan önce Genel Müdürlük bütün görevlerini yapmış ve bu çalışmalarla ilgili olarak da, Başbakanlık Denetlemeye bilgi vermiş; ayrıca, özelleştirme kapsamında olan KİT'ler, özel müşavirlik firmaları tarafından da denetlenmiş ve hiçbir yolsuzluk iddiası ortaya atılmamış maalesef. Bu sırada Komisyon kurulmuş. Şu anda Komisyonun yaptığı ne biliyor musunuz: 14 kişi savcılığa sevk edilmiş, ilave olarak ancak 3 kişi hakkında daha suç duyurusunda bulunabilmiştir; 1 tanesi de Genel Müdür; bu da tamamen siyasî. Daha önce hükümetin göreve getirdiğini görevden almak için iki yılda 53 defa dava açan, ilgilileri hakkında cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunan ve ağır cezaya sevk eden kişiyle ilgili olarak da suç duyurusunda bulunmuş. Maalesef, Komisyon Başkanı arkadaşımız, Genel Müdürle ilgili verdiğimiz muhalefet şerhini elimizdeki tutanaklara bastırmamış, görevini de tam yapmamıştır.
Özetle, İstanbul bölgesinde idarenin parası çalınmış, evraklar yok edilmiş, inceleme zora sokulmuş, bilgisayar programlarına girilmiş, faturalar iptal edilmiş... Dolayısıyla, burada yolsuzluğun boyutunu tam olarak tespit etmek bile mümkün değildir. Malî boyutunu yaklaşık olarak vermek gerekirse, 10 bayiden, 1992-1994 birim fiyatlarıyla 140 milyar liranın tahsil edilemediği, ayrıca, 2 muhasebe görevlisinde de 24 milyar lira zimmette para bulunduğu tespit edilmiştir.
Konu nasıl ortaya çıkıyor?.. Sayın Dumankaya'nın araştırma önergesiyle mi; hayır; bazı ihbar mektupları, şikâyetler ve bankanın, çekleri karşılıksız olarak bildirmesi neticesinde, Genel Müdür oluruyla, Finans Daire Başkanlığı ve Muhasebe Daire Başkanlığı malî koordinatörleri işe el koyuyorlar ve Teftiş Kurulu faaliyete geçiyor, iki yılda da, ancak 12 kişiyi ağır ceza mahkemesine sevk ediyor. Yani, buraya kadar çalışmalara baktığımız zaman, bir noktada, müessese kendi içinde otokontrol sistemini kurmuş ve çalışmalara devam etmiştir.
İkinci olarak da, nakliyede yapılan yolsuzluklar; yani, kaçak olarak getirilen akaryakıtların normaliyle değiştirilerek, Petrol Ofisi depolarına adi malın stoklandığı ve ihalede yolsuzluk yapıldığı iddiası var. Bunda da, İkmal ve Fiyatlandırma Daire Başkanlığı, yani, Petrol Ofisi Satın Alma Daire Başkanlığı 32 firmayı çağırıyor; en ucuz veren firmaların arasından birini seçiyor. TÜPRAŞ'ın Kırıkkale Rafinerisinden, Mersin'e, İskenderun'a akaryakıt çekilecektir ve bu çekilme işlemi, Yönetim Kurulu kararıyla imza altına alınıyor ve çekim işlemi başlıyor. Şimdi, bu sırada, Kırıkkale Rafinerisinden mal alınırken mutlaka, hem Petrol Ofisi görevlisi hem TÜPRAŞ görevlisi dolum yapan tankerleri muayene ediyor, dolduruyor ve mühürlüyor. İskenderun'a geldiği zaman, yine, tartımlar yapılıyor, numune kontrolleri alınıyor ve ancak ondan sonra açımına izin veriliyor. Eğer, numune uygun değilse, orada, hemen sözleşme feshediliyor veya ücretlerinden kesiliyor. Kimilerinde fire üzeri noksanlık çıkmış veyahut kirlenme olmuştur; yani, karışık ürün söz konusu değildir; petrol ürün spektlerine uygun olduğu görülmüştür; yani, nasıl İstanbul bölgesinde birtakım yolsuzluklara kani olduk ise, nakliyede ve taşımada da herhangi bir yolsuzluk olayı, maalesef, yoktur. Komisyonun, burada birçok konuya siyasî olarak yaklaştığı kanaatindeyim.
Ayrıca, jet yakıtları ile ilgili de bir iddia söz konusu. Burada jet yakıtları, yani, süper benzin, özel epoksi boyalarla boyanmış tankerlerle taşınmaktadır. Yine, burada, 54 ton malzeme, maalesef, epoksi boyalarının kirlenmesi neticesinde, yani, akaryakıta karışması neticesinde teslim alınmamış ve fiyat indirimleri yapılmıştır.
Yani, netice itibariyle, özetle, taşımada, fire üzeri noksanlık düşülmüş, kirlenmiş jet benzinleri de alınmamıştır. Kaldı ki, nakliyat firması Petrol Ofisini mahkemeye vermiş ve şu anda da dava devam etmektedir. Yani, eksik taşımalarda ve kirli mal taşımalarında, Petrol Ofisi, üzerine düşen görevi yapmış, müdahale etmiş ve ödemeleri durdurmuşlardır.
Daha, iddialar devam ediyor; ancak, İstanbul Bölgesinin dışındaki iddiaları ciddî bulmak mümkün değildir. Raporu bir bütün olarak ele aldığımız zaman, İstanbul Bölgesi için söylenen ve yazılanların büyük ölçüde doğru olduğu; yani, İstanbul Bölgesinde yolsuzlukların olduğu kati ve kesindir.
Ben, şimdi, konuya esas olmak üzere, birkaç hususu ifade etmek istiyorum.
Şimdi, konunun bir tanesi KİT'lerle ilgilidir. KİT'lerin yönetim kurulları, acilen iptal edilmelidir. Yönetim kurullarına, o meslekle, o müesseseyle ilgili olmayan insanlar gelmektedir. Yan kuruluşları olan vakıflar iptal edilmelidir. Yüksek Denetlemenin fonksiyonları yeterli hale getirilmelidir. KİT'lerin yıllık çalışmaları, mutlaka, o yıl içinde denetlenmelidir. Olay 1992'de başlamış, 1994'te devam ediyor; yıl 1997, mahkemeye intikal ediyor; belki de muhakeme daha beş yıl sürecek; yani, on yıla yaygın bir program söz konusudur.
Özelleştirme dışında olanların teknolojilerinde mutlaka yenilemeye gidilmelidir. KİT Komisyonunun görevleri yeniden düzenlenmelidir. KİT Komisyonu, DPT'yle ilgili bakanlık ve Hazine koordineli çalışmalıdır.
İkinci en önemli tespitimiz de, bu yolsuzları önlemek için hazırlanacak kanunlar, yönetmelikler mutlaka olacaktır, teftişler olacaktır; ancak, ahlakî ve manevî değerlerine sahip, Allah'tan korkan, ahirete inanan, Kitabını, dinini, imanını bilen bir nesil ve toplum yetiştirmek mecburiyetindeyiz.
Netice olarak, Petrol Ofisindeki cari olaylarda, cari işlemlerde, birtakım sıkıntılar ve yolsuzluklar vardır; ancak, buraya gelip, birtakım toplantıları, gösterileri konuşmak değil, bu KİT'ler için ne yapacağımız noktasında kafa yormak veya birtakım prensipler ortaya koymak, tavsiyelerde bulunmak lazım gelir diye düşünüyorum.
Petrol Ofisinde, mutlaka, stok kontrolü yapılmalı; tahsilat, banka hesapları, bayi münasebetleri, kredilendirme, haberleşme, merkezî muhasebe, Petrol Ofisinin aktifleri, nakit ve nakit dışı çekler, günlük, haftalık, aylık programlar halinde kayıtlanmalı, resmîleştirilmelidir. Siyasetçilerin, bu noktalarda fazla müdahil olmaması gerekir. Netice itibariyle söylemek gerekirse, araştırma komisyonu öncesi, yolsuzluğun tespit edilerek yargıya intikal etmiş olması fevkalade sevindiricidir.
Konuşmacılar buraya geldikleri zaman, sanki, müessesenin hiçbir şey yapmadığı gibi bir imajla geliyorlar. Tabiî, başka konuşmalardan Petrol Ofisine sıra gelmiyor ki, zaman bulamıyor ki adam, hakaret etmekten, başkasına kötü söz söylemekten... Ama, şunu, her zaman hatırlatayım: Arzu ettiğiniz şeyleri her zaman istediğiniz gibi söylerseniz, arzu etmediğiniz şeyleri de bir gün mutlaka duyarsınız.
Olay, 1992-1994 yılları arasında meydana geliyor ve mahkemeye intikal eden konular, belki de beş on yıl devam edecek. Bu bakımdan da, bu sistemi iyileştirici birtakım düşünceleri ortaya koymak lazım.
Sayın Komisyon Başkanına, raporu hazırlayıp müzakere ettiğimiz zaman, muhalefet şerhini gönderdik "raporu beraber okuyalım" dedik ve buna göre şerhi genişleteceğimizi söylememize rağmen, maalesef, elimizdeki belgelere de muhalefet şerhi geçmemiştir.
Petrol Ofisinin görevden alınan Genel Müdürü, DYP-CHP döneminde tayin edilmiş; ANAP döneminde de ANAP'lı bir komisyon başkanı tarafından sorgulanmış ve mutlaka gitmesi -yargısız infazla görevden gitmesi- gerektiği peşin hükmüyle sorgulanmıştır. Yani, Petrol Ofisinde ne oluyor, ne cereyan ediyor, yolsuzluk nerededir, bu işlerden kim mesuldür diyecekleri ve sorgulanacağı yerde "Bu kadar yolsuzluğun olduğu yerde genel müdürün haberi olması lazımdı; haberi olmadıysa, biz, bunu, kamuoyuna nasıl aktaracağız, nasıl anlatacağız?" mantığıyla genel müdür, maalesef, hem de siyasî düşünceyle yargıya gönderilmiştir.
ALİ KEMAL BAŞARAN (Trabzon) – Size göre...
VEYSEL CANDAN (Devamla) – Şimdi, bundan sonra ne yapılmalıdır; hakikaten, tekrar komisyon kurulmalı mı, araştırma devam etmeli mi, etmemeli mi?
Muhterem arkadaşlar, biliyorsunuz, KİT, bir Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu tarafından incelenmiş, bir Maliye Bakanlığı uzmanları tarafından incelenmiş -bu, raporlarda var- bir de, idarenin kendi içerisinde, teftiş kurulu tarafından incelenmiş. Zaten, 1992-1994 incelemesi yapıldıktan sonra soruşturulan konularda, şu andaki Genel Müdürlük birtakım tedbirlerini almış, muhasebe kayıtlarını resmîleştirmiş, petrol alacaklarıyla ilgili hızlı bir hareketin içerisine girmiştir.
Şimdi, tekrar, konu araştırmaya devam edildiği zaman görüyoruz ki, Petrol Ofiste, satışlarında birtakım gerilemeler olmuş; Türkiye'de akaryakıt olarak 1 katrilyon hesaplandığı zaman, Petrol Ofisinin burada payı 300 trilyon hesaplanıyor. Yani, burada, yıllık, Petrol Ofisinin nakit kârından 1 trilyon civarında bir azalma olmuştur şu andaki programa göre. Devletin bütün imkânlarıyla kurmaya çalıştığı bir müessesenin üzerinde fazla spekülatif hareketler, oynanan oyunlar olursa, kamuoyuna kötü yansıtılırsa, görev başına gelen insanlar da çalışamazlar, kendi otoritelerini kullanamazlar, risk alamazlar. O bakımdan, zannediyorum ki, bu Komisyon, çalışmalarını eksik de olsa tamamlamıştır. Zaten, fazlaca ilave edilen bir konu da yoktur, yeni bir şey de bulunmuş değildir. İnsanı üzen tarafı, konuşmaya gelen arkadaşlarımızın, konuyu, yarıdan başlayıp anlatmaya çalışmalarıdır. Genel müdür 53 tane dava açmış, 12 kişi yargılanmış ve bunlar da haklıdır, eksiktir, biz de şunu gördük demiyorlar. Yani, tamamen bir potansiyel suçlu bulacaksınız ve onun üzerine gideceksiniz...
Hepimiz bu koltuklarda oturuyoruz; bir gün, birimiz hakkında da aynı suçlama olabilir. Doğrularla yanlışları ayırmak bizim görevimizdir. Çalanla çalmaya mani olan insanları aynı kefeye koymak uygun değildir. Kaldı ki, KİT'in 1994 ve 1995 yılları hesapları önümüzdeki günlerde KİT Komisyonuna gelecek, tekrar incelenecektir. Yapılacak iş, kanaatime göre, soruşturmaya mani olacak halleri ortaya getirebilmektir. Yani, biz, KİT'lerde ne tür bir muamele yapar, ne tür tedbirler alırsak soruşturma açılmaz, hile hurda yapılmaz, hırsızlık yapılmaz...
Bu olayların olduğu tarihlerde, Refah Partisi hükümette değil; kaldı ki, olmuş olsun, ANAP olsun, DYP veya CHP olsun, birileri birtakım yanlışları yaptığı zaman, bütün camiayı kirletmek, lekelemek ve insanlara çamur atmak prensibimiz değil.
Bakın, burada konuşmamın birinci bölümünde "İstanbul ile ilgili iddialar doğrudur; ancak, nakliyeyle ilgili iddialar doğru değildir" dedim. Benden önce konuşan arkadaşımın, komisyon raporunu okuduğuna bile inanmıyorum; bunu açık ve net söylüyorum, okumadılar. (RP sıralarından alkışlar) Ancak, diyorlardı ki "bu kadar şeyler şayi olduysa, mutlaka burada bir şey var." O zaman, okuyacaksınız, inceleyeceksiniz ve ayıracaksınız; komisyon üyesi olmanın özelliği budur.
Şu anda 150'nin üzerinde KİT vardır ve bunların birçoğu da özelleştirme kapsamı içerisindedir. Yüksek Denetleme Kurulunun ve KİT Komisyonunun yetkileri mutlaka değiştirilmelidir, Yüksek Denetleme Kuruluna özel yetkiler verilmelidir ve ara raporları çok mühimdir; maalesef, hiçbir komisyona doğru dürüst bir ara raporu getirilmemiştir.
Netice itibariyle, yargıya giden insanlar orada kendilerini savunacaktır; doğru veya yanlış ne yaptılarsa mutlaka hesap vereceklerdir.
Refah Partisi Grubu olarak şunu ifade edeyim ki: Biz, hiç kimsenin ne suçunu örtmekle mükellefiz ne de öyle bir mecburiyetimiz var. Doğruları söylemek, vicdanî kanaatimizi kullanmak mecburiyetindeyiz.
Bu duygularla Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (RP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Candan.
NİHAT MATKAP (Hatay) – Sayın Başkan, izin verirseniz, sayın sözcünün biraz önceki açıklamalarıyla ilgili olarak yerimden bir iki şey söylemek istiyorum.
BAŞKAN – Hangi açıklamalarıyla ilgili?
NİHAT MATKAP (Hatay) – Sayın Başkan, Refah Partisi Grubu adına konuşan sayın sözcü, biraz önce, Grubumuza dönerek, çok öfkeli bir biçimde, dün Sincan'a giden arkadaşlarımızla ilgili haksız bir ifadede bulundu. İzin verirseniz yerimden düzeltmek istiyorum.
Sayın Başkan, dün Sincan'a giden arkadaşlarımız, 2 Şubat günü bütün Türkiye'yi dehşete düşüren, bir anlamda...
BAŞKAN – Sayın Matkap, lütfen, olayı anlatmak yerine "haksız itham" dediniz...
NİHAT MATKAP (Hatay) – Onu anlatmaya çalışıyorum Sayın Başkan; hemen yarım dakikada bitireceğim...
BAŞKAN – Yani, o ithamı nasıl düzeltecekseniz onu... Lütfen olayı anlatmayın.
NİHAT MATKAP (Hatay) – Tabiî.
Sayın Başkan, dün, arkadaşlarımız, Sincan'a, ayın 2'sinde Sincan Belediyesi tarafından düzenlenmiş bulunan, Türkiye'yi dehşete düşüren, laik, demokratik cumhuriyete saldırı mahiyeti taşıyan toplantıyla ilgili demokratik yöntemle bir protesto yapmak üzere gittiler. Ne var ki, dün televizyon ekranlarından izlendiği gibi, orada olay çıkarmak isteyenler, iddialara göre, Refah Partisine kayıtlı, kendini bilmez birkaç kişidir. Bizim arkadaşlarımız olay çıkarmaya gitmedi; sadece, olayı protesto ettiler.
Bu arada, sayın sözcü "siz Atatürkçü değilsiniz, laik değilsiniz" dedi; Atatürkçülük, laik sisteme bağlılık, ettiğimiz yemine bağlılık, siyasî tavırlarla, yaklaşımlarla olur. Bunları düzeltmek için söz aldım.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Matkap.
YAHYA ŞİMŞEK (Bursa) – Sayın Başkan, izin verirseniz, sayın sözcü kürsüde konuşurken çok iddialı, çok kararlı bir şekilde, benim için, raporu okumamış olduğum kanaatini söyledi. Komisyon üyesiyim ve Komisyonun sözcüsüyüm. Sayın sözcüye hatırlatıyorum, o raporun hazırlanmasında katkısı olan kişiyim; yani, zekâm da yerinde, katkım olduktan sonra tekrar okumama gerek yok; ama, ben, Sayın Veysel Candan'ı, o zamanki gayretleri nedeniyle de anlıyorum...
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Sağ olun...
ALİ OĞUZ (İstanbul) – Okusaydın, bir cümle söylerdin...
VEYSEL CANDAN (Konya) – Rapordan konuşsaydın... Hiç konuşmadın ki!...
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Sayın Candan'ın konuşmasıyla ilgili bazı yanıt haklarını yerlerinden kullandılar; lütfen, karşılıklı konuşmayalım. Herhangi bir şey olduğu zaman, ben dinlemeye hazırım; lütfen, yerinizden kalkarak kürsüye hitaben konuşun.
Demokratik Sol Parti Grubu adına, Sayın Cevdet Selvi; buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)
Sayın Selvi, süreniz 20 dakikadır.
DSP GRUBU ADINA M.CEVDET SELVİ (İstanbul) –Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ilk önce hepinizi saygı ve sevgiyle selamlarım.
Bugün, Petrol Ofisi Genel Müdürlüğünde meydana gelen yolsuzluk, usulsüzlük iddialarını araştırmak ve alınması gereken önlemleri belirlemek amacıyla kurulan Araştırma Komisyonu raporu üzerinde, Demokratik Sol Parti Grubu adına görüş ve düşüncelerimi sunmak üzere huzurunuzda bulunmaktayım.
Biraz önce diğer konuların geniş yer aldığını görünce, benden önceki hatibin de "konuya teknik yönden girilmeli, rapor çerçevesi içerisinde bakılmalı" diye uyarılarından sonra ben de, elbette, teknik olarak, özellikle rapor üzerinde konuşacağım.
Ancak, bugün, gerçekten tüm insanlarımızı huzursuz eden ve rahatsızlığı her geçen gün gelişen Sincan olayını unutmak ve onu burada hatırlamamak mümkün değil.
ALİ OĞUZ (İstanbul) – Sen de mi Brütüs?!.
M.CEVDET SELVİ (Devamla) – Ben, milyonlarca vatandaşımızın, bu ülkenin gerçek sahiplerinin, Atatürk ilkelerine ve cumhuriyet ilkelerine sıkı sıkı bağlı, demokrasiden vazgeçmeyecek insanlarımızın, bu olumsuzlukları elbette durduracağını ve beklentilerin mutlak gerçekleşmeyeceğini bilmekteyim; bu Meclisin de, demokrasinin kurallarını yerine getirerek bu endişeleri ortadan kaldıracağı inancındayım. İşte, o nedenle, fazla vaktinizi almamak için teknik olarak bu rapor üzerinde konuşmak istiyorum.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun 27 Şubat 1996 tarihli 15 inci Birleşiminde araştırma komisyonu kurulması kararı alınmıştır. Genel Kurulun 26.3.1996 tarihli 28 inci Birleşiminde yapılan seçim sonucunda, Demokratik Sol Parti Grubu adına benim de içerisinde olduğum Komisyon oluşmuştur. Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün ilgili maddeleri gereğince görev bölümünü yapan Komisyonumuz, Meclis İçtüzüğünün verdiği yetkiler çerçevesinde görevini sürdürmüştür. Bazı partiler Komisyon üyelerini değiştirmiş olmasına rağmen, Komisyonun Başkan ve üyeleri, raporun oylanması noktasına kadar sorumluluk içinde görevini sürdürmüştür.
Kamu kurum ve kuruluşlarından gerekli bilgiler istenerek, incelemeler yapılmıştır. İlgili ve yetkililer davet edilerek, bilgilerine başvurulmuştur. Ayrıca, pek çok uzman çağrılarak, bilgilerinden ve deneyimlerinden yararlanılmıştır. İşte, bu komisyon raporu, bu ciddî çalışmalar sonucu ortaya çıkmıştır.
Komisyon, olayların ve konunun çok geniş boyutlu olmasına rağmen, sürenin sınırlı olması nedeniyle, çalışmalarını belirli konular üzerinde yoğunlaştırmak durumunda kalmıştır.
Sayın milletvekilleri, sadece POAŞ İstanbul Bölge Müdürlüğünde, belgeleriyle tespit edilen olayların satırbaşları şunlardır:
Kasada fiilen bulunan para ile kasa kayıtlarının mutabık olması gerektiği halde, kasa fazlası yaratılmak suretiyle kasadan para alındığı veya doğrudan zimmete geçirildiği;
Tahsilat için bankaya verilen bazı bayilerin çekleri karşılıksız çıktığı halde işleme alınmadığı, karşılıksız çek bilgilerinin kayıtlara intikal ettirilmediği; böylece, provizyon limiti programının devre dışı bırakılarak, karşılıksız çek keşide eden bazı bayilere mal verilmeye devam edildiği;
Kasadan bankaya nakit para çıkışı yapılmış gibi muhasebe kaydı düzenlendiği; ancak, paranın bankaya yatırılmadığı ve zimmet fiili oluştuğu,
Bazı bayilerin karşılıksız çeklerinin işleme alınmayarak, sürekli ve yetkisiz bir şekilde yeni çeklerle değiştirildiği;
Birkısım bayilerin karşılıksız çeklerinin muhasebe kayıtlarından tahsil edilmiş gibi gösterilerek imha edildiği;
Bayilerden alınan birkısım çeklerin, muhasebe kayıtlarında, bankaya gönderilmiş gibi işleme alındığı; ancak, çeklerin bankaya verilmeyerek yok edildiği;
Bazı bayilerin müşteri kredisi kapsamında verdiği çeklerin, zamanında tahsil edilmediği ve yetkisiz bir şekilde değiştirildiği;
Akaryakıt müşteri kredisi kapsamındaki bazı faturalara, Ticaret Şube Müdürlüğü tarafından faiz tahakkuk ettirilmediği, bazı faturalara ise eksik faiz tahakkuk ettirildiği;
Bazı bayi borçlarının, muhasebe kayıtlarında tahsil edilmiş gibi gösterildiği; ancak, borcun başka bayilerin hesabına geçirildiği.
Yolsuzluk olaylarını izlemek amacıyla faturaların, bayilerin akaryakıt, madeniyağ talep yazılarının, çek döküm listelerinin, ödeme belgelerinin imha edildiği, karıştırıldığı, bazen de bayi borçlarının ilgisiz hesaplara aktarıldığı tespit edilmiştir; bu, araştırma raporunda da belirtilmiştir.
Sayın milletvekilleri, POAŞ'ta ve özellikle İstanbul Bölge Müdürlüğünde yapılan usulsüzlük ve yolsuzlukların ihbar edilmesi ve saklanamaz duruma gelmesi üzerine, POAŞ Genel Müdürlüğü tarafından, 1994 Ekim ayından geriye doğru 1992 yılı Haziran ayına kadar inceleme yapılması için müfettişler görevlendirilmiş ve gönderilmiştir. Kısa süreli yapılan dört beş teftiş raporunda da, yeni ve değişik usulsüzlük ve yolsuzlukların olduğu ortaya çıkmıştır. Bu teftiş raporları sonucunda, sadece İstanbul Bölge Müdürlüğünde, alt düzeydeki işçi ve memurların bir bölümü mahkemeye verilerek, olayın örtbas edilmesi istenmiştir.
POAŞ Genel Müdürlüğündeki incelemeler devam ederken, 1994 yılında İstanbul Bölge Müdürlüğü kasasından yaklaşık 10,6 milyar Türk Lirası para alındığı tespit edilmiştir. Ayrıca, bir petrol bayiinin 1994 yılındaki açık çeklerinin, faiz tahakkuk ettirilmeden gecikmeli olarak tahsil edildiğinin anlaşılması üzerine, bu konuda da, POAŞ tarafından soruşturma açılmış ve halen devam etmektedir.
Yine, incelemeler sırasında, yolsuzluk olayına adı karışan 8 bayie 1992, 1993, 1994 yıllarında verilmiş olan akaryakıt ve madeniyağlara ait takribi 1,6 trilyon lira tutarındaki faturaların ve bayi sipariş mektuplarının POAŞ nüshalarının tamamına yakını POAŞ Genel Müdürlüğü tarafından ibraz edilmemiştir.
Bayilerin çeklerini gösterir çek döküm listelerinin getirilmediği; ortaya konulan bu durum karşısında, POAŞ İstanbul Bölge Müdürlüğündeki yolsuzluk olaylarının malî boyutu, Komisyonumuzun sınırlı çalışma süresinde tam olarak tespit edilemeyeceği için, Komisyon marifetiyle, POAŞ personelinden oluşturulan heyet, çalışmalarına devam etmektedir.
Özetle, sadece İstanbul Bölge Müdürlüğündeki yolsuzluk olayları nedeniyle meydana gelmiş POAŞ zararının, tespit edilenden çok daha fazla olduğu anlaşılmaktadır. Daha önce yapılan eksik ve hatalı incelemeler ve düzenlenen eksik belgeli raporlar, POAŞ'ı, talep ettiği kurum zararını ispat edemeyecek duruma düşürmüştür.
Sayın milletvekilleri, dönemin İstanbul Bölge Müdürünün, çeşitli petrol şirketleriyle, 1992 yılında, usulsüz işlemler tesis ettiği; 1992 ve 1993 yıllarında, karşılıksız çıkan çekleri, yetkisi olmadığı halde yeni çeklerle değiştirdiği; belirli bayilerden faiz aldırmadığı; 1992 yılında, bazı şirketlere, bayilik sözleşmesi olmadığı halde, kredili akaryakıt almasını sağlamak için Genel Müdürlüğe yalan beyanda bulunduğu, POAŞ müfettişlerinin 1993 yılındaki raporlarında yer aldığı halde, Genel Müdürlük tarafından; yani, Genel Müdür tarafından ciddî bir işlem yapılmadığı ortadadır. POAŞ'ı büyük ölçüde zarara sokan ve yolsuzlukları sürekli hale getiren sözleşmeli personel statüsünde bulunan bölge müdürünün POAŞ ile ilişkisi kesilmesi gerekirken, özellikle korunmuştur.
İstanbul Bölge Müdürü, Genel Müdürlük tarafından, denetimin sağlanması, hizmetin daha kolay yapılması için hazırlanan bilgisayar programlarını, kesinlikle, İstanbul Bölge Müdürlüğünde kullandırmamış, ikazlara, ısrarlara rağmen direnmiştir.
POAŞ Genel Müdürü de, birçok yolsuzluğu ortaya konulan, görevden alma teklifi getirilen İstanbul Bölge Müdürünü görevden almamıştır; bu yolla da, yolsuzluk olaylarının devamına ve artmasına sebebiyet vermiştir; ayrıca, İstanbul Bölge Muhasebe Müdürlüğüne kifayetsiz, tahsil ve tecrübesi yetersiz kişiyi atamakla, âdeta yardımcı olmuştur; 1992 yılından itibaren rutin teftiş programlarını uygulatmayarak, yolsuzlukların zamanında tespit edilme olanağını ortadan kaldırmıştır. Diğer taraftan, POAŞ'a borcu kesinleşen firmalarla protokol imzalamak suretiyle, firmalar nezdinde açılan ceza ve hukuk davalarının ortadan kalkmasına neden olmuş, kamu alacağının tahsilini zorlaştırmıştır.
Sayın milletvekilleri, Komisyon, yaptığı yoğun çalışmalar sonucu, İstanbul ve İskenderun Bölge Müdürlüklerindeki yolsuzluk ve usulsüzlüklerle ilgili iddiaları araştırmış, raporunu da huzurunuza getirmiştir; ancak, bu araştırma, süresinin kısa olması nedeniyle sonuçlanamamıştır.
Sadece İstanbul Bölge Müdürlüğünde yaklaşık 380 milyar Türk Lirası kurum zararı tespit edilmiştir. 1992 yılına ait muhasebe işlemleri incelenebilmiş, 1993 ve 1994 yıllarına ait çalışmalar hâlâ devam etmektedir. Bunun sonunda POAŞ'ın kesin zararı ve finans kaybı tespit edilebilecektir.
Bu nedenle, söz konusu yıllardaki zararın saptanması için yeni bir araştırma komisyonunun kurulması mutlaka gerekmektedir.
Sayın milletvekilleri, bu araştırma sonucunda 14 görevli hakkında, Türk Ceza Kanununun değişik maddelerine istinaden suç duyurusunda bulunulması kararlaştırılmıştır. Ayrıca, sorumluluğu görülen personel hakkında, POAŞ tarafından disiplin soruşturması açılması gerektiği belirtilmiştir.
Değerli milletvekilleri, POAŞ'ta meydana gelen usulsüzlük ve yolsuzlukların münferit olaylar olmadığı, sistemli ve sürekli olduğu, yıllarca devam ettiği açıkça görülmüştür, görülmektedir.
Bilgisine başvurulan görevli ve sorumluların, hiçbir gelişmeden haberdar olmadıklarını söylemeleri veya devleti koruma, kurumu yıpratmama gerekçesi altına sığınmaları dikkat çekmektedir. En üst düzeyde görev almış ve yetki sahibi olanların dahi sorumluluk duymadığı, kendisini olayların dışında tutmaya çalıştığı açıkça gözlenmiştir. En yetkili makamlara atananların bile, yetersiz ve görevinin bilincinde olmadığı izlenmiştir. Yöneticiler, yasaları, yönetmelikleri uygulamak yerine, kendisini o makama getiren siyasilerin talimatlarını yerine getirmeyi görev saydıkları görülmüştür. Yöneticilerin, teftiş kurullarını, hukuk müşavirlerini ve diğer personeli çalıştırmadığı veya çalıştıramadığı açıkça saptanmıştır.
Tabiî, bunlar, sadece, görev alan kişilerden ve yapılarından kaynaklanan olaylar değildir; maalesef, tüm ülkede, KİT'lerde, kamu kuruluşlarında karşılaşılan, her gün görülebilen üzücü olaylardır. Ülkeyi, devleti düşünmeyen; kendi partisini düşünen ve önplanda tutan; yani, partizanca uygulamalar yapan iktidarların teşviki, bu insanları, bu sorunları bu hale getirdiği de açıkça bellidir. Bu tip yöneticiler ve bu zararlar, uygulanan politikaların doğal sonuçlarıdır. Özelleştirme adı altında yağmalama, üretimden vazgeçme, kârlı kuruluşları elden çıkarma tutkusu ve sonuçları, elbette tüm kuruluşları ve çalışanları bu hale getirmiştir. Petrol Ofisi bunun en açık örneğidir.
Petrol Ofisi, stratejik konumu açısından, ülke ekonomisine katkısı bakımından tartışılmaz bir öneme sahip olduğu halde, Özelleştirme İdaresine teslim edilmiş, âdeta sahipsiz bırakılarak zarar etmesi istenmiştir. Bu da, ülkeye, ülke ekonomisine, kısa vadede ve gelecekte büyük zararlar vermiştir, verecektir. Bu nedenle, bu sorunun çözüm yolu, Petrol Ofisini özelleştirme kapsamından çıkarmaktır. Genel olarak, özelleştirme, özelleştirme yöntemi mutlaka ele alınarak, yeniden gözden geçirilmelidir.
Sayın milletvekilleri, kısaca özetlemeye çalıştığım, özellikle belirgin noktalarını anlattığım bu yolsuzluklar, usulsüzlükler, belgeleriyle saptanmıştır. Bu konuda katkısı olan Komisyon üyelerine ve pek çok uzmana, huzurunuzda teşekkür etmeyi bir borç bilmekteyim.
Bu belgeler, bu kanıtlar açıkça ortada. Tüm Komisyon üyeleri de bunları kabul etmiş, bunların doğruluğuna inandıklarını söylemiş ve hiçbir şekilde de itiraz etmemişlerdir. Ancak, bazı sorumlular hakkında suç duyurusunda bulunma noktasına gelindiğinde, bir sayın üye hariç, İktidar Partilerine mensup üyeler, itiraz ve muhalefet etmeye başlamışlardır. Bu tutum, elbette, bizim tarafımızdan fazla yadırganmayacak bir olaydır; çünkü, sadece Petrol Ofisi Araştırma Komisyonunda değil, tüm yolsuzlukları araştırma komisyonlarında bu davranış açıkça görüldüğü için, burada da devam ettiği anlaşılmıştır...
REFİK ARAS (İstanbul) – 8'e 7 formülü!..
M. CEVDET SELVİ (Devamla) – İktidarın bu anlayışı ve yaklaşımı, soygun, vurgun ve yolsuzlukları ne yazık ki, teşvik etmekte ve ülkeyi, hızla, diğer alanlarda olduğu gibi, bu konuda da tehlikelere sürüklemektedir. Bu Hükümetin düşürülmesi, değiştirilmesi, köklü çözüm olarak açıkça karşımızda bulunmaktadır.
Bu anlayışlarla, sözlerimi bitirmeden önce, bir noktayı dikkatinize sunmak istiyorum. Benden önce konuşan sayın sözcü, Komisyon üyesi Sayın Veysel Candan, Komisyon çalışmalarının başlamasından yedi ay sonra, bir önceki Komisyon üyesinin ayrılması suretiyle Komisyon üyesi olmuştur. Yedi ay sonra Komisyona gelip, her şeyi çok iyi okumuş, incelemiş ve başka Komisyon üyelerine de okumadığını söyleme imkânını bulmuştur. Ancak, geldiği günden itibaren, hiçbir konuda itirazı olmadığı halde, birkaç bayiin ve özellikle Genel Müdürün haksız yere suçlandığını ısrarla söylemiştir...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Selvi; lütfen... Toparlayınız.
M. CEVDET SELVİ (Devamla) – Bu süre içerisinde, bütün saydığım ve kasıtlı olarak okuyarak belirttiğim konular aylarca, yıllarca devam ederken, genel müdür orada oturacak, hiçbir şeyden haberi yok; 3 memur, 2 işçiyle bu olayı kapatacak bir şekli kabul etmiştir. Bunu, bizim kabul etmemiz mümkün değildir. Bu komisyon -açıkça söylüyorum- hiçbir siyasî tutum ve tavır içerisinde olmamıştır; ama, benden önceki konuşmacı arkadaşımın o günkü ve bugünkü tutumunu görünce, siyasî tavrı kendisinin koyduğunu üzülerek söyledim; ama, ona rağmen, biz, vicdanımızın sesini dinleyerek, bu Yüce Meclisin verdiği görevi sorumluluk içerisinde yerine getirdiğimize inanıyor, beni dinlediğiniz için hepinize saygılar sunuyorum; Sayın Başkan teşekkür ediyorum. (DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Selvi.
Şimdi, Anavatan Partisi Grubu adına, Sayın Levent Mıstıkoğlu. (ANAP sıralarından alkışlar)
Sayın Mıstıkoğlu, süreniz 20 dakikadır.
ANAP GRUBU ADINA LEVENT MISTIKOĞLU (Hatay) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İstanbul Milletvekilimiz Sayın Halit Dumankaya ve 16 arkadaşımızın, Petrol Ofisi Genel Müdürlüğünde meydana gelen usulsüzlük ve yolsuzluk iddialarını araştırmak ve gereken tedbirlerin alınmasını sağlamak amacıyla kurulan Araştırma Komisyonu raporu üzerinde, Anavatan Partisi Grubu adına, söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle, Yüce Heyetinizin ve milletimizin mübarek kadir gecesini kutluyorum.
Değerli arkadaşlarım, Petrol Ofisi müessesesi, ülkemizde son derece hayatî önem taşıyan millî bir kurumumuzdur. Görevi, sadece akaryakıt üretim ve dağıtımıyla sınırlı kalmayıp, petrol konusunda sigortadır; iç ve dış güvenliğimizle de yakından ilgilidir.
Petrol, günümüz dünyasında ne anlam ifade ediyorsa, Petrol Ofisi de Türkiye için o anlamı ifade eder. Bu kuruluşumuz, cumhuriyet Türkiyesinde, dün, çok önemli işlevler üstlenmiş, bugün de bu görevi hiç eksilmeden sürmektedir. Bunda, bugüne kadar Petrol Ofisi yönetimini üstlenmiş, bu kuruma emek vermiş birçok insanımızın basireti, fedakârlığı ve alınteri vardır. Biz, onun adını, yalnızca akaryakıt konusunda değil; sosyal faaliyetleriyle, Türk sporuna hizmetleriyle, teşvikleriyle de duymuş, sevmiş ve desteklemiştik. Onu bu konuma getiren insanlara; yani, Petrol Ofislilere buradan teşekkür etmeden geçemiyorum.
Ne var ki, 1992 yılına gelindiğinde, bu millî kurumumuzu gölgeleyen, çalışanlarını sıkıntıya sokan, belki, güven kaybına da yol açan uygulamalar olmuştur. Yalnızca Petrol Ofisinde değil, birçok konuda ve birçok kurumda daha genel bir ifadeyle, ülkemizde birçok uygulamalar tersyüz olmuş; anlayışlar, hedefler değişmiştir; çünkü, meselelere at gözlüğüyle, sabit bir perspektiften bakan, moral gücünü kaybetmiş, dünyanın gelişmesini ve değişmesini izleyememiş, ipin ucunu kaçırmış; maalesef, bunu idrakten yoksun bazı insanlar, bazı yöneticiler, bazı siyasîler ülke yönetiminde etkili olmaya başlamışlardır. Yönetimde ahenk bozulmuş; bu bozulma derine inmese bile, görülür sonuçlarını vermeye başlamıştır. 1993 itibariyle, bu bozulma hızlanmış; işte, bu noktaya, yani, 1997 yılına gelinmiştir.
Bugün hangi alana bakarsanız bakın, bir ufuksuzluk, bir sapma; halkta, yönetimden kaynaklanan kendine güvensizlik, moralsizlik yaşanmaktadır. ANAP İktidarlarının ortaya koyduğu, asrın sonunda ilk beş ülkenin arasına girme hedefleri, planları yok olmuş; ülkemiz, kaptan köşkü darmadağın edilmiş, dümeninde kim var belirsiz, kamara ve güvertesinde panik yaşanan, fırtınalı denizde kaderine terk edilmiş, su alan bir gemiyi andırmaktadır.
Petrol Ofisinde yaşananlar buna bir örnektir. Hiçbir peşin hükme kapılmadan "şüyuu, vukuundan beterdir" özdeyişinden hareketle, iddialar, kurumu töhmet altında, şaibe altında bırakmıştır. Bugün "Petrol Ofisi" adı, petrol arama, petrol bulma, petrol teknolojisini geliştirme, alternatif enerji kaynakları keşfi, gelişimi; bu alanda, yarının Türkiyesine cevap verecek bilimsel araştırmalar, dünya petrol devleriyle uluslararası alanda rekabet gibi başarılar konusunda değil; yolsuzluk ve usulsüzlük iddialarıyla birlikte Türkiye Büyük Millet Meclisine gelmiş ve masaya yatırılmıştır.
Neden "Petrol Ofisi" adını, Asya'da Hazar petrollerinin üretiminde, Ortadoğu'da veya herhangi bir uluslararası sulardaki petrol aramaları, nakli ya da Petrol Ofisinin kuruluş amacına uygun konulardaki bilimsel faaliyetlerinde duymayalım, onun başarılarıyla övünmeyelim; neden "Petrol Ofisi" adı gurur tablomuz olmasın?!. Sadece bu durum dahi, bu millî petrol kuruluşumuza ömrünü vermiş, kurumu 21 inci Yüzyıla taşımış, Petrol Ofisi çalışanlarına zül olmuştur, başlarını öne eğdirmiştir.
Şimdi, bizim çok önemli bir görevimiz vardır; Petrol Ofisinde olan bitenleri tespit edip, sorunları ortaya çıkarmak, gereken cezayı verecek yargının önünün açmak ve yetimin hakkını aramaktır. Ancak, böylelikle "Petrol Ofisi" adı temizlenecek, çalışanlar bir zülden kurtulacak, verimli bir çalışma dönemi yeniden başlayacaktır.
Petrol Ofisinde birçok yolsuzluğun olduğu müfettiş raporlarıyla tespit edildiğine göre, şimdi, Yüce Meclise düşen görev bilinmektedir ve kamuoyunca da beklenmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; merak ediyorum, biz, hukuk devletiyle mi idare oluyoruz; yoksa, krallıkla mı? Herkes bildiğini mi uygulayacak; yoksa, bunun hak, hukuk içerisinde yerleşik kuralları var mı? Petrol Ofisi adını görünce devleti hatırlatıp, tereddütsüz akaryakıt istasyonuna girdiren, alışverişte tercih gerekince tereddütsüz "Petrol Ofisi" dedirten kuruma ne olmuştur?
Zimmete para geçirildiği, Petrol Ofisinin soyulduğu, yakıtlara yabancı hammaddelerin katıldığı, yapılan yolsuzluklara göz yumulduğu, yasal olmayan bazı bayilerin sözleşmelerinin Yönetim Kurulu kararı alınmadan tahrif edilerek uzatıldığı, bazı vakıflara özel muamele yapılarak istasyonlar verildiği iddiaları, her gün yeni bir boyutla ortaya atılmaktadır.
Bugüne kadar, bu yolsuzlukların üzerine gidilmemiş, tedbir alınmamış ve üzülerek ifade ediyorum, somut bir adım dahi atılmamıştır. Yine üzülerek ifade ediyorum ki, sokaktaki bir vatandaşa "yolsuzluk ve şaibenin ayyuka çıktığı bir kurum gösterir misiniz" diye sorulduğunda, maalesef "Petrol Ofisi" demektedir.
Değerli milletvekilleri, bu istismarlar, yolsuzluklar, şaibeler, Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında bizleri yaralamakta, devletimizi yaralamakta, insanlarımızın devletine ve Parlamentoya olan güvenini sarsmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Petrol Ofisi Genel Müdürlüğündeki yolsuzluk ve usulsüzlükleri araştıran Komisyon, kısıtlı süresi içerisinde yoğun bir çalışma yapmış ve üzerinde konuştuğumuz raporu hazırlamıştır. Bu kısıtlı zaman içerisinde, Başbakanlık müfettişleri ile Maliye Bakanlığı hesap uzmanlarından geniş ölçüde yararlanılmıştır. Tamamı belgelere dayanan inanılmaz boyuttaki yolsuzluk, zimmet, suiistimal ve usulsüzlükler tespit edilmiştir. Buradan, Komisyon üyelerine ve çalışma arkadaşlarına teşekkürü bir borç bilirim.
Bu tespitler ışığında, Petrol Ofisinin 14 yönetici ve personeli hakkında, Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulmuş, birçok yönetici ve personel hakkında soruşturma açılması, sözleşmelerinin feshi, teminat mektuplarının nakde çevrilmesi ve zimmete geçirilen paraların tahsili gibi hukukî işlemlerin başlatılması için, Petrol Ofisi Genel Müdürlüğüne bilgi verilmiştir.
1992 yılına ait 141 894 adet faturadan bir kısmı bulunamamış, bulunabilenler üzerinde yapılan incelemeler tamamlanmış ve 1992 yılı zararı tespit edilebilmiştir. Bazı bayilerin vadeli çekleri, usulsüz olarak, daha ileri tarihli çeklerle değiştirilmiş ve faiz tahakkuk ettirilmemiştir. Tahsil edilen birkısım paralar, bankaya yatırıldı gösterilerek zimmete geçirilmiştir. Birkısım bayilerden eksik KDV tahsilatı yaparak menfaat sağlattırılmıştır. Çekleri karşılıksız çıkan bayilere mal verilmeye devam edilmiştir. Bayilik sözleşmesi olmayanlara kredili satışlar yapılmıştır.
Araştırma Komisyonumuzun süresinin kısıtlı olması nedeniyle, Komisyonumuz, sadece 1992 yılı evraklarını inceleyebilmiş ve 1992 yılında incelemiş oldukları evraklar üzerinde, Petrol Ofisinin, 1996 fiyatlarıyla 238 milyar zarara uğratıldığını tespit etmiştir; ancak -Komisyonun ortak kararı da- 1993 ve 1994 yıllarının incelenmesi halinde, bu zararın çok daha yüksek seviyelere çıkacağı kanaati vardır.
Şimdi, Petrol Ofisi İstanbul Bölge Müdürlüğünde yapılmış olan yolsuzlukları, madde madde, satırbaşları halinde sizlere arz etmek istiyorum. Bütün bu tespitler belgelere dayanmaktadır; hiçbiri iddia değildir, hiçbiri bilgi değildir.
Kasada fiilen bulunan para ile kasa kayıtlarının mutabık olması gerektiği halde, kasa fazlası yaratılmak suretiyle kasadan para alındığı ve doğrudan zimmete geçirildiği; tahsilat için bankaya verilen bazı bayilerin çekleri karşılıksız çıktığı halde işleme alınmadığı, karşılıksız çek bilgilerinin kayıtlara intikal ettirilmediği, böylece, provizyon limiti programının devredışı bırakılarak karşılıksız çek keşide eden bazı bayilere mal verilmeye devam edildiği; kasadan bankaya nakit para çıkışı yapılmış gibi muhasebe kaydı düzenlendiği; ancak, paranın bankaya yatırılmadığı ve zimmet fiili oluştuğu; bazı bayilerin karşılıksız çeklerinin işleme alınmayarak, sürekli olarak, yetkisiz bir şekilde yeni çeklerle değiştirildiği; birkısım bayilerin karşılıksız çeklerinin muhasebe kayıtlarında tahsil edilmiş gibi gösterilerek imha edildiği; bayilerden alınan birkısım çeklerin, muhasebe kayıtlarında bankaya gönderilmiş gibi işleme alındığı, ancak, çeklerin bankaya verilmeyerek yok edildiği; bazı bayilerin müşteri kredisi kapsamında verdiği çeklerin zamanında tahsil edilmediği ve yeni çeklerle yetkisiz bir şekilde değiştirildiği; akaryakıt müşteri kredisi kapsamındaki bazı faturalara Ticaret Şube Müdürlüğü tarafından faiz tahakkuk ettirilmediği, bazı faturalara ise eksik faiz tahakkuk ettirildiği; bazı bayilerin borçlarının muhasebe kayıtlarından tahsil edilmiş gibi gösterildiği, ancak, borcun, başka bayinin hesabına aktarıldığı; yolsuzluk olaylarını gizlemek amacıyla, faturaların, bayilerin akaryakıt ve madenîyağ talep yazılarının, çek döküm listelerinin, ödeme belgelerinin imha edildiği; bazen, bayi borçlarının ilgisiz hesaplara aktarıldığı; incelemeler sırasında, yolsuzluk olayına adı karışan 8 bayie 1992, 1993, 1994 yıllarında verilmiş olan akaryakıt ve madenîyağlara ait takribî 1,6 trilyon Türk Lirası tutarındaki faturaların ve bayi sipariş mektuplarının POAŞ nüshalarının tamamına yakınının, POAŞ Genel Müdürlüğü tarafından ibraz edilemediği, bayilerin çeklerini gösterir çek döküm listelerinin getirilemediği görülmüştür.
Özetle, İstanbul Bölge Müdürlüğündeki yolsuzluk olayları nedeniyle meydana gelmiş olan POAŞ zararının, tespit edilenden daha fazlasının olması gerektiği; bu nedenle, komisyonumuzca başlatılan çalışmaların halen devam ettiği; ancak, yolsuzluk olaylarının soruşturulmasından sonra yapılan eksik ve hatalı incelemeler ve düzenlenen eksik belgeli raporlarla, POAŞ'ın talep ettiği kurum raporunu, kurum zararını ispat etmekten aciz hale getirildiği tespit edilmiştir.
Değerli arkadaşlarım, 1993 ve 1994 yıllarına ait incelemelerin yapılması durumunda, kurum zararının çok daha fazla yükseleceği komisyonumuzun ortak kararıdır. 1993 ve 1994 yılları incelenmediği takdirde, yapanın yanına kâr kalacak ve bu tip yolsuzluk ve suiistimale karışanlara cesaret vermeye devam edecektir.
Refah Partisi sözcüsü Sayın Candan'ın "Genel Müdürlük, üzerine düşen görevi yapmıyor mu ki yeni bir araştırma komisyonu kurulsun, yeni bir araştırma komisyonuna gerek görülsün" ifadesi vardı. Genel Müdürlüğe, bu komisyonun yapması gerekenleri 20 madde halinde yazılı olarak bildirdiği, elimizdeki raporlarda mevcuttur. Bu 20 maddede, birtakım kişilere soruşturma açması, birtakım kişilerin sözleşmelerini feshetmesi, birtakım personele de yargı yolunun açılması ve soruşturma yapılması belirtilmiş ve Genel Müdürlüğe gönderilmiştir. Yine, Cumhuriyet Savcılığına 14 personel ve yönetici hakkında suç duyurusunda bulunulmuştur. Demek ki, eksik yapılan bir şeyler vardı ki, bu komisyon raporlarında, Genel Müdürlüğün yapması gereken ve savcılığa suç duyurusunda bulunulması gereken kişiler ortaya çıkmıştır. Bu açıdan, bu olayların sayılamayacak kadar çok olduğu Petrol Ofisi Genel Müdürlüğü ve bölge müdürlüğündeki olayları araştırmak, gerçekleri su yüzüne çıkarmak için Meclisimize çok önemli bir görev düşmektedir. Yasama ve denetim göreviyle donatılmış Yüce Meclisimiz kendine düşeni yapsın ki, yargı devreye girebilsin; sorumluların yaptıkları yanlarına kâr kalmasın; bu kurum, yeniden millî hüviyetini kazansın; vatandaşlarımıza güven tazelesin ve artık kuruluş amacına uygun olarak, kendi konularında çok üst düzey faaliyetlerine, bilimsel çalışmalarına, petrol aramalarına, satış ve servisine en üst düzeyde, en ideal şekilde devam edebilsin.
Bu nedenle, söz konusu yıllardaki zararın tespiti ve suçluların açığa çıkarılması amacıyla yeni bir araştırma komisyonu kurulması gereğine, Anavatan Partisi Grubu olarak inanmaktayız. Bu konuda, Yüce Meclisin desteğini bekler; hepinize saygılar sunarım. (ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Mıstıkoğlu.
Gruplar adına son söz Doğru Yol Partisi Grubundan Sayın Tahsin Irmak'ındır.
Sayın Irmak, buyurun. (DYP sıralarından alkışlar)
ASLAN ALİ HATİPOĞLU (Amasya) – Sayın Başkan, Divandaki üyelerden birisinin eksik olduğunu üzülerek hatırlatmak istiyorum.
BAŞKAN – Evet.
Sayın Irmak, maalesef, İçtüzüğümüze göre Divanı tamamlamadan başlayamayacağız.
NİHAT MATKAP (Hatay) – 10 dakika ara verin Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, izin verirseniz, kürsüye çağırdığımız sayın milletvekilimize bir saygısızlık etmeyelim. Bu talebinizi, ben, sayın üyeyi kürsüye çağırdıktan sonra yaptığınız için, hiç olmazsa, sayın milletvekilimizi bekletmeyelim, onun konuşmasına olanak sağlayalım.
ASLAN ALİ HATİPOĞLU (Amasya) – Peki...
BAŞKAN – Buyurun. (DYP sıralarından alkışlar)
DYP GRUBU ADINA TAHSİN IRMAK (Sıvas) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulun 27 Şubat 1996 tarihli 15 inci Birleşiminde 396 sayılı kararıyla kurulmasına karar verilen POAŞ araştırma komisyonu raporunun görüşülmesi üzerine, Doğru Yol Partisi Grubu adına söz almış bulunuyor; Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum; ayrıca, bugün kutladığımız kandilin Yüce Heyetimize ve tüm İslam âlemine hayırlı uğurlu olmasını diliyorum.
Değerli milletvekilleri, Petrol Ofisi Genel Müdürlüğünde yolsuzluk ve usulsüzlük yapıldığına ilişkin iddiaları araştırmak üzere kurulan komisyonda görev aldım. 9 üyeden oluşan bu komisyon, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun 27 Şubat 1996 tarihli 15 inci Birleşiminde 396 sayılı kararıyla kurulmuştur.
Benden önce konuşan Refah Partisi Milletvekili Sayın Veysel Candan Bey, gerçekten -kendisi de bu komisyonda üye olduğu için- doğruları dile getirmiştir; buradan, kendisine teşekkür ediyorum, söyledikleri konuşmaların hepsine katılıyorum.
İstanbul Milletvekili Sayın Halit Dumankaya ve 16 arkadaşı tarafından verilen önerge istikametinde kurulan komisyonun çalışmalarına yardımcı olmak üzere, Başbakanlık Teftiş Kurulundan 3 müfettiş tayin edilmiştir.
Petrol Ofisi Anonim Şirketi Araştırma Komisyonu, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 105 inci maddesinin komisyonlarla ilgili genel hükmünün verdiği yetkiler çerçevesinde, kamu kurum ve kuruluşlarından gerekli bilgileri isteyerek ve ilgilileri dinleyerek, iddiaları aydınlatacak bilgileri toplamıştır. Çalışma süresi kısıtlı olmasına karşılık, komisyon, araştırma önergesini bütün detaylarıyla araştırarak, iddiaları aydınlığa kavuşturmuştur.
Değerli milletvekilleri, araştırma komisyonunun kurulmasına ilişkin olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilen önergede özetle şu konular hakkında araştırma yapılması istenmiştir: 1992 yılında katkı maddeleri katılmış akaryakıt ve kaçak malzemelerin nakledildiği tespit edilmiş, bunu tespit eden bir kurum görevlisinin üzerinde baskı kurularak görevinden alındığı ve yerine, yetersiz olduğu ileri sürülen bir başkasının atandığı, ihalelerin çoğunun bir şirkete verildiği; Petrol Ofisi Anonim Şirketinin İskenderun sosyal tesislerindeki bir düğünde illegal olaylar cereyan ettiği ve bölge müdürlüğünün göz yumduğu ve ihalelerde belli renklerde boyalı tankerlerin kayırıldığı; Petrol Ofisi Genel Müdürlüğünce 1992-1995 yılları arasında bu usulsüzlüklere göz yumulduğu, bazı bayilerin sözleşmelerinin usulsüz uzatıldığı, bazı vakıflara ayrıcalık tanındığı; İstanbul bölgesinde adı yolsuzluklara karışan bir kişinin finansman şefliğine getirildiği, alınan karşılıksız çeklerin işleme konulmadığı, bölge bilançolarının gerçeği yansıtmadığı, teftişlerde gereken ihtimamın gösterilmediği ve 150 sayaç alımıyla ilgili işlemlerde usulsüzlük olduğu; Ankara Dışkapı Babaharman Akaryakıt İstasyonunun usulsüz bir şekilde satışa sunulduğu ve Kurumun zarara uğratıldığı iddia edilmektedir.
Değerli milletvekilleri, yukarıda belirttiğim iddialara ilişkin Sayın Halit Dumankaya ve 16 milletvekilinin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanına verdiği önergeyle ilgili olarak kurulan araştırma komisyonumuz çalışmalarını tamamlayarak raporunu hazırlamıştır. Bu olayların örtülü ve organize olarak gerçekleştirildiğine ilişkin inanç, komisyonun bazı üyelerinin tüm çalışma süresinde temel kanaatı oluşmuştur.
Değerli milletvekilleri, benim de üyesi bulunduğum bu komisyonda, 2 Aralık 1996 tarih ve (10/5) esas numaralı rapor hazırlanmıştır. Bu raporun tamamının tarafımdan kabul edilmediğini burada vurgulamak istiyorum. Zira bu iddia ve suçlamalar ortaya atıldığı andan itibaren ilgili kurumun genel müdürlüğü tarafından araştırılarak, adlî ve idarî sürecin başladığı tespit edilmiştir -benden önce konuşma yapan Refah Partili arkadaşım da bunu belirtti- yani, burada yeni bir şey yoktur. Daha önceden Petrol Ofisi Genel Müdürlüğü bir araştırma başlatmış ve bu araştırma neticesinde de, ilgililer hakkında Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunmuş; hatta, bazıları görevden alınmasına rağmen... Sayın Dumankaya sonradan nereden duydu bilemiyorum, biraz sonra onları da detaylı şekilde dile getireceğim. Şöyle ki; 1992, 1993, 1994 ve 1995 yıllarında, kurumun yegâne denetim mekanizması olan teftiş kurulu, gerek şifahî ve gerekse yazılı ihbarlar üzerine, söz konusu konuları araştırmak üzere harekete geçmiştir. POAŞ Genel Müdürü, teftiş kurulu marifetiyle inceleme ve soruşturma yaptırmıştır. Genel Müdür, bununla da yetinmeyerek, 1995 yılında tüm bu konuların, Başbakanlık Teftiş Kurulunca da inceleme ve soruşturmaya tabi tutulmasını talep etmiştir.
Sayın milletvekilleri, Başbakanlık Teftiş Kurulu 27 Kasım 1995 tarihinde hazırladığı 109 sayılı raporda, Sayın Dumankaya'nın iddialarının bir kısmının daha önceden araştırılarak gereğinin yapıldığını; diğerlerinin de, yine, kurumca soruşturulup, adlî makamlara intikal ettirildiği açıkça ifade edilmiştir. Bu iddiaların tamamının asılsız ve mesnetsiz olduğu sonucunu da, yine, Başbakanlık Teftiş Kurulunun raporu ortaya koymuştur.
Diğer yandan, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından KİT'leri incelemekle görevlendirilen Yüksek Denetleme Kurulu da Petrol Ofisiyle ilgili 1992-1995 yılları arasında düzenlediği raporlarda, kurum hiçbir şekilde suçlanmamıştır; yani, Yüksek Denetleme Kurulu, kurumun yaptığı tüm denetim faaliyetlerini yeterli görmüştür. Diğer bir ifadeyle, Sayın Halit Dumankaya'nın iddiaları tarihinde, Petrol Ofisi Genel Müdürlüğü müfettişlerince, Başbakanlık müfettişlerince, Yüksek Denetleme Kurulu müfettişlerince, Maliye Bakanlığı müfettişlerince incelenmiş ve soruşturulmuştur.
Sayın milletvekilleri, yukarıda bahsettiğim kurumların hazırladığı raporların varlığı hiçe sayılarak, iddiaların yeni bir şeymiş gibi Meclise getirilmesi, kurumu yıpratmaktan başka bir işe yaramamıştır. Bu iddialar sebebiyle, kurumun kamuoyunda itibarı zedelenmiş; dürüst memurların çalışma şevk ve azmi kırılmıştır; yani, bu iddiaların, devlete zarar vermekten başka bir fonksiyonu olmamıştır. Ortaya atılan mesnetsiz iddialar yüzünden kurumun pazar payı küçülmüş, bahsedilen asıl zarar da burada meydana gelmiştir; dolayısıyla, devlet, bu şekilde gelir kaybına uğramıştır.
Değerli milletvekilleri, şunu hemen hatırlatmak istiyorum ki, araştırmaya konu edilen Petrol Ofisi Anonim Şirketi, bilhassa son yıllarda önemli yapısal düzenlemelere girmiştir. Kurum, otomasyona geçmiş, bilgisayar teknolojisiyle çağın gereklerine uydurulmuş, daha çok kâr etmeye ve pazar payını daha çok büyütmeye hazır hale getirilmiştir. Bütün bu gelişmelerin yaşandığı bir dönemde, bu sonuçlara ulaşılması; yani, kurumun zarar ettirilmemesi düşündürücü bir gelişme olarak karşımıza çıkmaktadır.
Sayın milletvekilleri, bu kutsal çatının altında yasama görevini yerine getiren bütün arkadaşlarımızın, temiz toplum ve temiz devlet istediğini biliyorum; ancak, böylesi iddialarla ortaya çıkanların, siyasî çıkarları için devletin bir kurumunu hedef alarak yıpratmaya çalışmalarını üzüntü verici bir gelişme olarak görüyorum.
Değerli milletvekilleri, araştırma komisyonunun kurulmasına sebep olan iddialarla ilgili olarak, komisyonca teyit edilen sonuçlar, aşağıdaki gibidir:
Kırıkkale'den İskenderun'a 8 bin ton benzin nakledilmesi için açılan ihaleye 10 firma katılmış; ihalede en ucuz teklifi veren firmanın işi yüklenmesi, ihale sisteminin mantığı gereğidir ve doğal bir sonuçtur.
Taşınan malzemeye yabancı katkı maddeleri, kaçak akaryakıt katıldığı yolundaki ihbarlar değerlendirilmiş, numuneler alınarak, Millî Savunma Bakanlığı laboratuvarında analiz edilmiştir. Analizde, iddiayı kanıtlayacak bulgulara rastlanmadığı ortaya çıkmıştır. Genel Müdürlük, kurduğu teknik komisyon ve teftiş kurulu marifetiyle konuyu inceletmiş ve görevini yerine getirmiştir.
Petrol Ofisi Genel Müdürlüğü kaçak malzemeyle mücadelede her türlü denetim yoluna başvurmuştur. Tüm istasyonlar denetim altına alınmış, cezalar uygulanmış, şikâyet mercii oluşturulmuş; İçişleri Bakanlığı, Gümrük Müsteşarlığı, Hazine Müsteşarlığıyla irtibata geçilmiş, valilik ve emniyet müdürlükleriyle bağlantı kurulmuştur. Nakledilen yakıta yabancı katkı maddesi katılması konusu Ankara 16 ncı Asliye Ceza Mahkemesine intikal ettirilmiş, yargılama süreci hâlâ devam etmektedir.
Ayrıca, nakliyeci, sadece Adana'ya değil, değişik 8 üniteye taşıma işi yapmaktadır. İddia doğru olsa, diğer ünitelerdeki personele de baskı kurulur ve görevden alma yoluna gidilirdi. Malzemeyi teslim alan tek bir kişi değil, bir grup personeldir. Görevden alınan şahıs, idarî bir işlemle görevinden alınmış olup, yerine getirilen personel, iddianın aksine, hem meslekî açıdan yeterlidir hem de halen görevde bulunmaktadır; atanması da usul ve mevzuata uygundur. Zaten, komisyon raporu da bunu teyit etmektedir.
Yine, komisyon, ihalelerin bir şirkete verildiği iddiasını da doğru bulmamış; işlemlerde usul ve mevzuata aykırı bir husus bulunmadığı raporda belirtilmiştir.
İllegal bir örgüte ait sloganlar atıldığı iddia edilen düğün, yarı resmî bir nitelik arz etmektedir. Düğün, Nahcivan Başbakan Yardımcısının kızının düğünüdür ve sosyal tesisler kiralanmış olduğundan, sözü edilen olaylardan, Petrol Ofisi Bölge Müdürlüğünün sorumlu tutulmayacağı ve durumun suç teşkil etmeyeceği, yine, raporlarla hükme bağlanmıştır.
Bayilik işlemleri, kurumca kabul edilen bayilik genel esasları çerçevesinde yürütülmekte, süresi dolan sözleşmeler Bölge Müdürlüğünce değerlendirilmektedir; Yönetim Kurulu kararına ihtiyaç yoktur; bu durum da raporda belirtilmiştir.
Şehit Anaları Vakfı gibi bazı vakıflara ayrıcalık tanımak gibi bir iddia, dayanaktan yoksundur. Konu, bayilik sayısını ve pazar payını artırmak amacını taşıyan normal bir uygulamadır. Şehit Anaları Vakfına, istasyon kurması için yer bulunmaması nedeniyle, bayilik verilmemiştir. Ofis, bazı vakıflara bayilik vermek yoluyla, müşterek istasyon kurmuştur. Olay, tamamen yasal prosedür kapsamında gerçekleşmiştir, usul ve mevzuata uygundur.
İstanbul Bölge Müdürlüğünde gerçekleştiği sözü edilen olaylar, 1994 yılının eylül ayında Genel Müdürlükçe görevlendirilen bir komisyon tarafından ortaya çıkarılmış, komisyonun bir rapor hazırlaması üzerine, kurumun Teftiş Kurulundan beş müfettiş görevlendirilmiştir. Yapılan soruşturmada tespit edilen usulsüzlüklerle ilgili olarak, hemen, idarî ve adlî kovuşturmaya gidilmiştir. Bu kovuşturmada, hem kurum görevlileri hem de bayiler takip altına alınmıştır. Yolsuzluk olayına karıştığı belirlenen Bölge Müdürlüğü elemanlarından dört kişinin Petrol Ofisiyle ilişkisi kesilmiştir. Bölge Müdürü ve Bölge Müdür Yardımcısı, Muhasebe ve Finans Daire Başkanları, bu dairenin yardımcıları, bu dairelerin şube müdürleri, dört müfettiş, idarî cezalandırma işlemine tabi tutulmuş ve mahkemeye verilmiştir.
Değerli milletvekilleri, sayın milletvekilinin iddiasının aksine, yolsuzluk, Petrol Ofisi Genel Müdürlüğü tarafından ortaya çıkarılmış, teftiş raporlarında bu durum ortaya konulmuş, kusurlu görülen personel hakkında adlî ve idarî işlem yapılmıştır. Yolsuzluk olayında, Genel Müdür ve Yönetim Kurulunun herhangi bir menfaat ilişkisinin bulunmadığı ve finansman şefliğine yapılan atamanın da usul ve mevzuata uygun olduğu açıkça belirlenmiştir. Ayrıca, Başbakanlık Teftiş Kurulunun 27 Kasım 1995 tarihli raporu ve Maliye Bakanlığı Teftiş Kurulunun yaptığı çalışmalar yeterli görülmüştür.
Petrol Ofisi Genel Müdürlüğü tarafından, İstanbul Bölge Müdürlüğünde inceleme ve soruşturma yapmakla görevlendirilen Teftiş Kurulu üyesi iki müfettiş, 20 Aralık 1993-17 Haziran 1994 tarihleri arasındaki çalışmalarında yolsuzluk ortaya çıkaramadıkları için, olaya adı karışan diğer personel ve bayilerle birlikte mahkemeye verilmiştir. Yine, İstanbul'da çeşitli usulsüzlükler yapıldığına dair alınan ihbar üzerine görevlendirilen iki müfettiş, olayı tespit edememeleri nedeniyle görevden el çektirilmiştir.
Sayın milletvekilleri, bayilere eksik mal verildiği şeklindeki şikâyetleri ortadan kaldırmak amacıyla, 1991 ve 1992 yıllarında toplam 150 adet sayaç alınmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi araştırma komisyonu raporunda, bu konuda yapılan uygulama faydalı görülmüştür.
Değerli milletvekilleri, Anayasanın 138 inci maddesinde "Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz" denilmektedir. Petrol Ofisi araştırma komisyonu raporunda, Anayasanın bu maddesi açıkça ihlal edilmiştir.
Daha önceden kovuşturmaya tabi tutulmuş olaylarla ilgili -ki, bunlar hakkında adlî ve idarî süreç başlatılmıştır- araştırma önergesini veren milletvekili arkadaşlarım, âdeta Arşimet edasıyla "buldum" nidalarıyla konuyu Meclis gündemine getirmişlerdir; böylece, siyasî çıkar peşinde koşanların çabalarıyla, itibarlı bir devlet kurumu yıpratılmıştır. Daha önce idarî ve adlî soruşturma konusu olan bu iddialar kamuoyu gündemine taşınarak, bu kurumun pazar payının 1995 yılına göre yüzde 4,3 azalmasına ve dolayısıyla, parasal kayıplara sebep olunmuştur.
Zaten, dört ay süreyle araştırma ve inceleme yapan komisyonun bazı üyelerinin siyaseti öne çıkarma gayretleri, ikinci bir sonuç raporunun yazılmasıyla sonuçlanmıştır. Komisyonca hazırlanan raporda, Başbakanlık Teftiş Kurulu müfettişlerinin hazırladığı raporun dışına çıkılmıştır. Bizim, Doğru Yol Partisi olarak, genel düşüncemiz ve çabamız, devletin saydamlaştırılması, her türlü itham ve kuşkudan arındırılmasıdır. Devlet şeffaf olmalıdır. Devleti karalayacak olayların ortaya çıkarılması, önlenmesi görevini her şeyin üzerinde tutar ve bu uğurda gereken neyse, onu yaparız.
HALİT DUMANKAYA (İstanbul) – Yani, yolsuzluk yok diyorsunuz...
TAHSİN IRMAK (Devamla) – Şimdi söyleyeceğim.
Bu komisyonun oluşturulması aşamasında, böyle bir düşünce ve niyetle kabul oyu verdik. Devletin üzerinde olduğu ileri sürülen kara bulutları dağıtmak, en başta hepimizin ve Yüce Meclisin görevidir.
Değerli arkadaşlarım, araştırma komisyonu çalışması sırasında, âdeta sinekten yağ çıkarmak ister gibi, birtakım siyasî menfaatlara alet edilmesi peşine düşüldüğünü gözlemledim. Peşine düşülen bu siyasî menfaatın, büyük bir devlet kurumunun uğrayabileceği zararları hiç dikkate almayacak ölçüye ulaştığını hissettim.
Değerli arkadaşlarım "temiz toplum, temiz devlet" diye yaygara koparanlar, umuyorum ki, arasıra da kendilerine bakıyorlardır. Eğer, bakıyorlarsa, aşağıda bahsedeceğim hususları pekâlâ hatırlayacaklardır.
1983'ten sonra başlayan süreç, şöyle, yüzeysel olarak gözden geçirilecek olursa, bugün, burada görüştüğümüz bu Petrol Ofisi Kurumu, herhalde, bir icraat, birdürüstlük abidesi olarak karşımıza dikilecektir.
Devlet yönetimi ciddî bir iştir, dedikoduyla devlet yönetilmez; ancak, bir gerçek, bazılarınca bilinmeyebilir. Yüce Türk Milletinin kutsal çatısını, böylesine dedikodu ve rivayetlerle meşgul etmek taraftarı değilim; hele hele, önümüzde, aşmamız gereken, mesaimizi üzerinde yoğunlaştırmamız gereken gümrük birliği, Avrupa Birliği, işsizlik gibi sorunlar dururken, dört aydır, dört tekerin arkasına takıldık, gidiyoruz. Duyumlara ve rivayetlere dayanarak araştırma ve soruşturma önergeleri vermek, Meclisi boş yere işgal etmekten başka bir işe yaramıyor. Biz de, duyduğumuz şeylere göre önergeler verecek olursak, Yüce Parlamento, aslî görevini yapamaz hale gelir; milletvekili arkadaşlarım, dedikodu araştıran insanlar durumuna düşer.
Şimdi aşağıda sayacağım duyumları araştırmaya kalkarsak halimiz nice olur... Mesela, dedikodu... Sayın Mesut Yılmaz, merhum Abdullah Çatlı sayesinde Anavatan Partisine Genel Başkan seçildiğine ilişkin dedikodu... (ANAP sıralarından gürültüler)
ABBAS İNCEAYAN (Bolu) – Ne alakası var!..
TAHSİN IRMAK (Devamla) – Bölücü örgütün başı Abdullah Öcalan'a yapılması planlanan suikasti Sayın Mesut Yılmaz'ın haber verdiği gibi söylentilere dayanarak araştırma, soruşturma önergesi mi verelim? (ANAP sıralarından gürültüler)
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Ne alakası var!..
TAHSİN IRMAK (Devamla) – Dinleyin beyler!.. Dinleyelim... Biz sizi dinledik...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Neyi dinleyeceğiz!...
TAHSİN IRMAK (Devamla) – Bu millet, hayalî ihracatı, Anayasayı bir kez delmekten bir şey olmayacağını, sayın bakanların ve milletvekillerinin İsviçre bankalarına gizli hesap açtırmalarını, bankerlere para kaptırmayı, otoyol yolsuzluklarını, papatyaların iş takibini, davulcuyu, Jaguarı, Horzumlamak ya da hortumlamayı Anavatan Partisi İktidarı zamanında tanımıştır. (ANAP sıralarından gürültüler) Nereden temiz toplum olup da temiz toplum savunuculuğunu yapıyorsunuz!.. (DYP ve RP sıralarından alkışlar, ANAP sıralarından gürültüler) Eğer, bunlar yanlışsa, siz de çıkın, burada, bunları söyleyin.
Temiz toplumdan bahsediyorsunuz... Sizin nereniz temiz; şöyle bir mazinize gidin, Türk Milleti sizin nasıl olduğunuzu bilmiyor mu!.. Yani, ben burada, aslında, Türk Milletinin vicdanına seslenmek istiyorum; hafızalarını biraz geriye doğru, 1983'lere, 1984'lere götürsünler... (ANAP sıralarından gürültüler) Sayın genel müdürlüğünüz zamanında yaptıklarınızı da biliyoruz.
Yalnız, şunu açık açık söylemek istiyorum: Sayın Dumankaya, gerçekten burada bir yolsuzluk var diye şikâyetlerde bulunuyor. Burada, ben bunu söylemek istemiyordum; aslında, bu tür şikâyetlerle, dedikodularla Meclisin zamanını da almak istemiyordum; ama, şunu açık açık söylemekte...
AHMET KABİL (Rize) – Ver onu mahkemeye!..
TAHSİN IRMAK (Devamla) – Doğrudur; Petrol Ofisi İstanbul Bölge Müdürlüğünde bir yolsuzluk vardır. Refah Partisi sayın milletvekili...
AHMET KABİL (Rize) – TURBAN'da yoktur değil mi?!.
TAHSİN IRMAK (Devamla) – Onu, zamanı geldiği zaman konuşuruz.
AHMET KABİL (Rize) – Örtülü ödenekte yoktur!..
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen karşılıklı konuşmayalım...
TAHSİN IRMAK (Devamla) – Şimdi, burada bir yolsuzluk vardır; yalnız, bu yolsuzluğu yapan kim; Bölge Müdürü, Muhasebe Müdürü ve bu yolsuzluğu yapan üç firma. Petrol Ofisinin üç bayii, Sayın Dumankaya'nın hemşerileridir. Bende bir şüphe uyanmaktadır; acaba Dumankaya bunlarla ortak mıydı, yoksa bir komisyon davası vardı da, onu alamadığı için mi buraya getirdi?.. Yoksa, Petrol Ofisi Genel Müdürlüğü cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunmasına rağmen, olay savcılığa intikal ettirilmesine rağmen, Yüce Meclisi burada meşgul etmenin gereği neydi?! (ANAP sıralarından gürültüler)
ASLAN ALİ HATİPOĞLU (Amasya) – Tahsin yanlış yapma!
TAHSİN IRMAK (Devamla) – Sayın milletvekilleri, ben daha fazla zamanınızı almak istemiyorum; yalnız, bu hafta sonunda...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Irmak, lütfen konuşmanızı toparlayın.
TAHSİN IRMAK (Devamla) – Tamam Sayın Başkan.
Sayın milletvekilleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Ayrıca, bu hafta sonu kutlayacağımız Ramazan Bayramının hepinize hayırlı, uğurlu olmasını diliyorum, Türk Milletine saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar, ANAP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Irmak.
VI. – SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın, Sıvas Milletvekili Tahsin Irmak’ın şahsına sataşması nedeniyle konuşması
HALİT DUMANKAYA (İstanbul) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Buyurun Sayın Dumankaya.
HALİT DUMANKAYA (İstanbul) – Sayın DYP konuşmacısı, beni komisyon almakla, çeşitli şeyle suçladı. İçtüzüğümüze göre, sataşma nedeniyle söz istiyorum.
BAŞKAN – Sayın Dumankaya, buyurun.
Lütfen, yeni bir sataşmaya meydan vermeksizin, yalnız ve yalnız sizinle ilgili, "hemşerilerinizle ortak mısınız acaba" sorusunu yanıtlamak üzere, 3 dakika içinde toparlamanızı rica edeceğim.
HALİT DUMANKAYA (İstanbul) – Sayın Başkan, muhterem milletvekilleri; DYP'nin sözcüsünü dinlediniz; "Petrol Ofisinde yolsuzluk yoktur; olsa olsa (DYP sıralarından "var diyor" sesleri) İstanbul bölgesinde yolsuzluk yapılmış; bu adamlar da Karadenizlidir; Dumankaya'nın hemşerisidir; acaba Dumankaya ile ortak mıdır, komisyon mu almış?" diyor.
Değerli arkadaşlarım, Halit Dumankaya'yı hepiniz tanıyorsunuz; ticaretten gelmiş; ama, burada, o yolsuzluk yapanların gırtlağına yapışıyor, belgelerle konuşuyor. Sizin gibi, burada, bir kâğıtla değil, dosyalarla konuşuyor. Her dosyada milyarlarca lira yolsuzluk var; ama, siz milyarları bir kenara atıyor "milyarlık yolsuzluk nedir" diyorsunuz... Size trilyonlar lazım.
Değerli arkadaşlarım, Anavatan Partisi, her kuruşunun hesabını mahkemelerde vermiştir. "Koskotas dosyası" dediniz; ama, Anavatan Partisi mensupları hesaplarını yüzlerinin akıyla vermiştir.
ERTUĞRUL ERYILMAZ (Sakarya) – Karayolları?..
İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) Emlakbank?..
HALİT DUMANKAYA (Devamla) – Ama, siz, buraya geldiğinizde, yolsuzluklarla ilgili bakanlık kurdunuz, "bu yolsuzlukları araştıracağız" dediniz; fakat, öyle bir hale geldiniz ki, TURBAN'daki yolsuzlukları....
BAŞKAN – Sayın Dumankaya, lütfen, sizinle ilgili...
HALİT DUMANKAYA (Devamla) – Benimle ilgili...
BAŞKAN – Bir dakika efendim.
Sizinle ilgili sataşmaya cevap olarak; yeni bir sataşmaya meydan vermeksizin...
HALİT DUMANKAYA (Devamla) – Vermeyeceğim zaten...
BAŞKAN – Sayın Dumankaya, "siz şunu yaptınız" derseniz, hiç kuşku yok ki, ortaya yeni bir sataşma çıkacak.
HALİT DUMANKAYA (Devamla) – Hayır, ne diyeceğim ben!..
BAŞKAN – Siz, lütfen, sizinle ilgili...
HALİT DUMANKAYA (Devamla) – TURBAN'daki yolsuzluklarını anlatacağım, başka ne anlatacağım?! Bunların yolsuzluklarını anlatacağım...
BAŞKAN – Sayın Dumankaya, ben, size, onun için söz vermedim. O konuda, başka bir vesileyle söz alabilirsiniz; ama, şu an, size, sadece ve sadece sizinle ilgili sataşmayı yanıtlamak üzere söz verdim.
Buyurun.
HALİT DUMANKAYA (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, eğer, bizim bir korkumuz olsaydı bu önergeyi vermezdik. Bizim korkumuz yoktur. Onbeş yolsuzluk dosyasını bu kürsüye getirmişim ve demişim ki, eğer burada yolsuzluk yoksa -yürek ister, ciğer ister- ben, milletvekilliğinden istifa edeceğim ve o yolsuzlukları da belgelerle suratınıza... Buraya getirmişim.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HALİT DUMANKAYA (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, biz, helal lokmayla büyüdük; biz, helal olarak kazandık. O nedenle, sizin Tansu Çiller'in 423 bin lirası olduğu zaman...
BAŞKAN – Sayın Dumankaya...
HALİT DUMANKAYA (Devamla) – Ben 3,5 milyon lira vergi vermiştim.
BAŞKAN – Sayın Dumankaya, lütfen... Bir suçlama sinirlendirmiş olabilir sizi, ama...
HALİT DUMANKAYA (Devamla) – Hayır, ben sinirlenmiyorum...
BAŞKAN – Lütfen... Sınırı içinde yanıtınızı verdiniz; lütfen sözünüzü toparlayın...
HALİT DUMANKAYA (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, eğer, sizin böyle bir şeyiniz varsa, hemen bir araştırma önergesi verin. Ben, burada, arkadaşlarımdan rica edeceğim, diyeceğim ki, bu araştırmayı önergesini ilk sıraya alın; hesaplaşalım; çünkü, burada, bu çatı altında...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Dumankaya, teşekkür ediyorum.
HALİT DUMANKAYA (Devamla) – ...milletvekili olan insan...
BAŞKAN – Sayın Dumankaya, teşekkür ediyorum.
HALİT DUMANKAYA (Devamla) – Hayır, benim 2 dakikamı da verin; ben konuşayım.
BAŞKAN – Sayın Dumankaya...
HALİT DUMANKAYA (Devamla) – Siz konuştunuz, ben konuşmadım ki...
BAŞKAN – Bir hayli eksüre verdim size...
HALİT DUMANKAYA (Devamla) – Hayır... Demin siz konuştunuz...
BAŞKAN – Sayın Dumankaya, lütfen... Lütfen Sayın Dumankaya...
HALİT DUMANKAYA (Devamla) – Onun için, bizim hiçbir şeyden korkumuz yoktur; yüzümüz aktır, alnımız açıktır.
Yüce Heyetinize saygılar sunuyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)
2. – Kastamonu Milletvekili Murat Başesgioğlu’nun, Sıvas Milletvekili Tahsin Irmak’ın, Partisine sataşması nedeniyle konuşması
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Buyurun Sayın Çakan.
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Sayın Başkan, Doğru Yol Milletvekili Sayın Tahsin Irmak, konuşma esnasında -zabıtlardan da araştırabilirsiniz- şahsımla ilgili sataşmada bulunmuştur; bu nedenle söz istiyorum.
BAŞKAN – Sizin şahsınızla ilgili mi?
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Evet, benim şahsımla ilgili, genel müdürlüğümle ilgili...
BAŞKAN – Genel müdür olarak sizi kastetti, öyle mi?
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Evet efendim.
BAŞKAN – Sayın Çakan, eğer izin verirseniz, Sayın Başesgioğlu'nun bir müraacatını yanıtlayacağım; hangi genel müdürü kastettiği konusunda bir tereddütüm var, zabıtları getirteceğim.
BAŞKAN – Sayın Başesgioğlu, Partinizi geçmiş dönemde açıkça yolsuzlukla suçladığı için size söz hakkı vereceğim; ama, lütfen, yeni bir sataşmaya meydan vermemek üzere ve süresi içinde.
Buyurun. (ANAP sıralarından alkışlar)
MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Sayın Başkan, muhterem milletvekilleri; bu gece mübarek kandil; bu vesileyle, değerli milletvekillerimizin ve aziz milletimizin kandilini tebrik ediyorum.
Böyle bir gecede, biraz evvel burada DYP Grubu adına konuşan değerli konuşmacı arkadaşımız, arzu ederdik ki, bu gecenin ulviyetine uygun konuşmalar yapsın. Petrol Ofisi gibi bir konu görüşülürken, bu konuyla hiç alakası olmayan, bu ülkede, 1983 yılından 1991 yılına kadar, bu aziz millete ve ülkeye hizmet etmiş Anavatan Partisine büyük ithamlarda bulundular. Bulunduğu ithamların hepsi, hem yüce yargı tarafından hem de Yüce Meclis tarafından aydınlığa kavuşturulmuştur. Anavatan Partisi, 1991 yılında iktidarı, yönetimi devretti. Buraya çıkan her konuşmacı, Anavatan Partisinin geçmiş dönemlerine atıfta bulunarak konuşmayı itiyat haline getiriyor.
Değerli milletvekilleri, sene 1997... 1991 yılından bu tarafa uzun bir süre geçmiş. Eğer sığınacağınız, savunacağınız başka bir mazeretiniz, başka bir gerekçeniz yoksa, bunları burada söyleyerek Yüce Meclisin kürsüsünü işgal etmeye gerek yok.
Sayın konuşmacı "otoyol" diyor... Otoyol ne oldu sayın milletvekili?!. Otoyol ne oldu?!. (DYP sıralarından gürültüler)
İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Genel Müdür mahkûm olmuş, daha ne olsun!..
MURAT BAŞESGİOĞLU (Devamla) – İki yıl, Anavatan Partisinin değerli bakanları, Yüce Divanda alınlarının akıyla hesap verdiler ve beraat ettiler. Hâlâ otoyol davasını bu kürsüden dile getirmenin, yüce yargı kararlarına saygı duymamaktan öte bir anlamı yoktur. Burada bahsettiğiniz her konu, Yüce Meclisteki, bu Parlamentodaki değerli milletvekillerinin oylarıyla aklanmıştır, beraat etmiştir.
İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Mahkûm olmuştur, mahkûm...
MURAT BAŞESGİOĞLU (Devamla) – Kim mahkûm olmuştur?! Anavatan Partisinin siyasî kadrosundan mahkûm olan bir tek kişi gösterebilir misiniz?!
İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Engin Civan mahkûm oldu, Karayolları Genel Müdürü mahkûm oldu.
MURAT BAŞESGİOĞLU (Devamla) – Değerli milletvekilleri... (DYP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen, sessizce dinleyelim.
MURAT BAŞESGİOĞLU (Devamla) – Değerli milletvekilleri, siyasî ihtirasınız, siyasî tarafgirliğiniz o kadar gözünüzü karartmış ki, hadiseleri birbirleriyle karıştırıyorsunuz.
İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Sizin gibi, sizin gibi...
MURAT BAŞESGİOĞLU (Devamla) – Anavatan Partisi, belki de cumhuriyet tarihinde...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Başesgioğlu, lütfen toparlayınız.
MURAT BAŞESGİOĞLU (Devamla) – ...hiçbir siyasî partinin muhatap olmadığı ölçüde haksızlıklara ve iftiralara maruz kalmıştır; ama, Allah'a şükür, Anavatan Partisi, bütün bunların hesaplarını, hem Yüce Mecliste hem de yargı önünde vermiştir. Bir daha, buraya çıkan konuşmacılar, lütfen, 1991'den önceki döneme atıf yaparak konuşma yapmasınlar; Anavatan Partisinin veremeyeceği hiçbir hesap da yoktur!
Hepinize saygılar sunarım. (ANAP sıralarından alkışlar)
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Buyurun Sayın Çakan.
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Şahsıma sataşma olduğu için söz istediğimi arz etmiştim Sayın Başkan.
BAŞKAN – Tutanakları getirtiyorum efendim; o konuda bir tereddütüm var, merak etmeyin, birleşim içerisinde değerlendireceğim.
V. – GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE
MECLİS ARAŞTIRMASI (Devam)
A) GÖRÜŞMELER (Devam)
2. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya ve 16 arkadaşının, Petrol Ofisi Genel Müdürlüğünde meydana gelen yolsuzluk ve usulsüzlük iddialarını araştırmak ve alınması gereken tedbirleri belirlemek amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi ve (10/5) Esas Numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (S. Sayısı : 167) (Devam)
BAŞKAN – Sayın Komisyonun söz talebi var mı?
(10/5) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI NABİ POYRAZ (Ordu) – Evet Sayın Başkan.
BAŞKAN – Buyurun. (ANAP sıralarından alkışlar)
(10/5) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI NABİ POYRAZ (Ordu) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Halit Dumankaya ve arkadaşlarının Petrol Ofisi Genel Müdürlüğü hakkında vermiş oldukları (10/5) esas numaralı Meclis araştırması önergesi üzerinde Komisyon Başkanı olarak görüşlerimi arz etmek üzere kürsüdeyim. Yüce Meclise saygılar sunarken, bütün vatandaşlarımın mübarek kandil gecesini kutlayarak sözlerime başlamak istiyorum.
Komisyon çalışmalarının özüne geçmeden, teknik bilgiler vermek üzere buraya gelmiş olmama rağmen, Doğru Yol ve Refah Partisi sözcüleri arkadaşlarımızın, komisyon çalışmaları dışında, Genel Müdürün avukatı gibi, -zaten, komisyon çalışmalarının başında- Genel Müdürü, sanki kardeşleriymiş gibi savunarak buraya kadar getirdikleri meseleyi tartışmak istiyorum.
Sayın Irmak'ın, buradan, Petrol Ofisiyle ilgili konuşmada Mesut Yılmaz hakkında söz söylemeye hakkı yoktur.
İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Oral Çelik açıklıyor.
(10/5) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI NABİ POYRAZ (Devamla) – Adama sorarlar; Çatlı olayıyla ilgili Sayın Başbakan kim? Adama sorarlar; Susurluk olayıyla ilgili, bu konuların dışında, Amerika'da hanı hamamı olan kim?
ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) – Bırak şimdi onları!
(10/5) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI NABİ POYRAZ (Devamla) – Örtülü ödenekle ilgili bütün iddialar kimin hakkındadır? Kuşadası'ndaki çiftlik kimin? Antalya'daki yazlık, TOFAŞ, TURBAN, TEDAŞ olayları kimin eseridir...
ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) – Sana yakışmıyor; sen Petrol Ofisine gel, bırak bunları!
(10/5) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI NABİ POYRAZ (Devamla) – Petrol Ofisindeki yolsuzlukların yapıldığı dönemin başbakanı ve ilgili bakanı Sayın Tansu Çiller'dir. Biz, komisyon çalışmalarımızda, saygıya binaen, ne Tansu Çiller'in lafını ettik ne de Tansu Çiller'in ilgili bakan olduğundan bahsettik.
ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) – Şimdi ediyorsun canım... Rapor üzerinde konuş.
(10/5) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI NABİ POYRAZ (Devamla) – Ama, siz eğer konuyu açarsanız, bu yolsuzlukların olduğu dönemde ilgili bakanın Sayın Çiller olduğunu söylemek mecburiyetindeyim.
ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) – Olur mu! Sen komisyon başkanısın; rapor üzerinde konuş!
İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Anavatan Partisi sözcüsü gibi değil, komisyon başkanı gibi konuş.
BAŞKAN – Sayın Poyraz, komisyon adına konuşuyorsunuz; lütfen, rapora girelim.
(10/5) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI NABİ POYRAZ (Devamla) – Sayın Başkan, bu sataşmalara cevap vermeden geçersem, hem buradaki arkadaşlarımın hem de...
ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) – Sana burada bir sataşma yok!
BAŞKAN – Sayın Poyraz, Sayın Başesgioğlu grup adına cevabı verdi.
(10/5) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI NABİ POYRAZ (Devamla) – Sayın Başkan, komisyonla ilgili görüşlerimi arz etmeye geçiyorum.
Bu Mecliste, ilk defa, bir araştırması komisyonu, çalışmalarını, Başbakanlık Teftiş Kurulu elemanları, Maliye Bakanlığı hesap uzmanları ve kurum müfettiş ve kontrolörlerinden oluşan 21 kişilik heyet tarafından sürdürmüştür. Burada, hiçbir siyasî mülahazaya yer vermeden, şu veya bu şekilde hiçbir kişi veya kişileri töhmet altında bırakmadan, gerçek bir rapor hazırlamanın dikkat ve özlemi içerisinde olduk. Burada konuşan sayın konuşmacı arkadaşlarımız da, komisyon çalışmalarımızda gösterdiğimiz bu denli özeni ve dikkati, o zaman takdir etmişlerdi.
Yaptığımız bu komisyon çalışmalarında, 21 kişilik heyet, 1992 yılı için 143 352; 1993 yılı için 141 892 adet akaryakıt, madenîyağ faturası ve bunlara ait çek ve makbuzları tek tek incelemiştir. Bu incelemeler sonunda, komisyonumuz -arkadaşlarımızın hepsi aynı gerçekleri söylediği için belki tekrar olacaktır- elde ettiği bulgularda, karşılıksız çek, kayıtlara intikal ettirilmeyen çekler, provizyon limitleri programının devredışı bırakılarak bayilere fazla mal vermek için yapılan işlemler, bayilerin haksız kazanç temin etmesi için, elde edilen bu imkânları bayilerin lehine kullanmak suretiyle bilgisayar işlemleriyle oynamak, muhasebe finansman dairesince kasadan bankaya nakit para çıkışı yapılmış gibi göstermek, bu paraları zimmete geçirmek, birkısım bayilerin karşılıksız çeklerini aradan üç beş ay geçtikten sonra başka çeklerle değiştirmek suretiyle, hem geçen süre içinde kurumu faiz ve fiyat farkı kadar zarara soktukları hem de bayilere karşılıksız menfaat sağladıkları, bazı bayilerin müşteri kredisi kapsamında verdiği çeklerin zamanında tahsil edilmeyerek yetkisiz bir şekilde kasada bekletildiği hususlarını tespit etmiştir. Akaryakıt müşteri kredisi kapsamındaki faturalara şube müdürlüğü tarafından faiz tahakkuk ettirilmemiştir. Bazı bayilerin borçları, muhasebe kayıtlarında tahsil edilmiş gibi gösterilmiş; ama, yapılan tetkik veya araştırmalar sonucunda, bu çeklerin gerçekte olmadığı tespit edilmiştir.
Yine, İstanbul Bölge Müdürlüğündeki muhasebe kayıtları tek tek incelenerek, zimmet, emniyeti suiistimal fiilleriyle ilgili tahsilat, fazla ödeme, bayilere yönelik menfaat eylemlerinin olup olmadığı araştırılmıştır.
Komisyon, bu araştırmalar sonucunda -hem Başbakanlığın hem kurumun Teftiş Kurulu elemanlarının hem de Maliyenin hesap uzmanlarının yaptığı incelemeler sonucunda- 1992 yılı itibariyle, bugünkü değerlerle, 360 milyar lira civarında bir yolsuzluğu ortaya çıkarmış, tespit etmiştir. 1993 yılı itibariyle de, bugünkü değerlerle, 230 milyar lira civarında kurum zararı tespit edilmiştir.
Bu kurum zararının tespitinde -demin söylediğim gibi- bütün fatura ve çekler tek tek elden geçirilirken, ilgili Teftiş Kurulu elemanları, bazı çeklerin, bazı makbuzların ve bazı faturaların imha edildiğini tespit etmişlerdir. Bunlarla ilgili kurum zararını tespit etme şansı da şu an bulunmamaktadır.
Komisyonumuzun çalışma süresi içinde, hepinizin malumu olduğu gibi, dört aylık bir süre içerisinde 280 bin evrakı tek tek inceleme imkânı bulamadığımız için, 1993-1994 yıllarıyla ilgili yolsuzlukları, usulsüzlükleri ve suiistimalleri tespit etme şansı bulamadık. Bunun için Başkanlığa yeni bir önerge verdik. Bu önerge, 1993-1994 yıllarındaki yolsuzlukları araştırmak amacıyla yeniden bir komisyon kurulmasını içermektedir. Bu önergemiz, Yüce Meclisin takdirine biraz sonra sunulacaktır.
Yapılan incelemeler sonucu, Petrol Ofisi Genel Müdürlüğünde, biraz önce arkadaşlarımızın bahsettiği "gerekli soruşturma, araştırma yapıldı" dedikleri konu... Genel Müdür, 1992, 1993, 1994 yılları ve 1995 yılı sonu itibariyle dört yıl boyunca yapılan suiistimal ve yolsuzluklarla ilgili, dört yılın sonunda, 1995'in ekim ayında, bir teftiş heyeti göndermiş. Sayın Genel Müdür, tarama usulüyle, 1995 yılından başlamak suretiyle, geriye doğru, 1992 yılına kadar bütün hesapların incelenmesi için bu teftiş heyetine yazılı bir talimat veriyor. Değerli milletvekilleri, aradan bir ay geçiyor, şifahen bu müfettişleri Ankara'ya çağırıyorlar ve Genel Müdürün ifadesi şu: "İstanbul'daki yolsuzlukları Ankara'ya bulaştırmayın; bu yolsuzlukları İstanbul'la kapatın." Bunun üzerine, giden ikinci bir teftiş kurulu, bayilerin hesaplarını incelemeye başlıyor. Bayi-kurum-banka mutabakatı sırasında 149 milyar liralık bir yolsuzluk tespit ediyorlar. Bu yolsuzluk tespit edilirken, bayiler -tabiî, yaptıkları usulsüzlükleri bildikleri için- müfettişlere açık çek teklif ediyorlar; "bu çekleri alın, araştırmanın sonucunda çıkan rakamlarla bunu doldurun, hesabı kapatın" diye. Ancak, hesabın büyük olduğunu gören bayiler, müfettişlere baskı yapmak suretiyle, Genel Müdürlüğü baskı altına almak suretiyle, 139 milyar liralık kamu alacağına karşılık, 41 milyar liralık çek dolduruyorlar. Petrol Ofisinin 98 milyar liralık alacağının, tahsili mümkün olmayan alacak kapsamına bırakmak suretiyle, tahsilatını zor duruma sokmuşlardır ve iki yıl, üç yıl gibi bir zaman içerisinde bunu tahsil etme imkânını da bulamamışlardır.
Bu yolsuzlukların devam etmesinde, biraz önce burada konuşan arkadaşlarımın "Genel Müdürün bunda bir kusuru yoktur" ifadelerinin... Bir genel müdürün, üçbuçuk yıl yolsuzluk yapılan bir kurumda "yolsuzluk yapıldığından haberim yok" demesi kadar... Şurada kullanmak istemediğim, ifade etmek istemediğim kadar, cehalet de demeyeceğim, vurdumduymazlık da demeyeceğim; ama bilerek, belki başkalarının baskısıyla -ben o konuya değinmek istemiyorum- bu konuyu örtbas etmenin yolunu aramıştır. Koyun bağa girmiş; çoban "benim haberim yok" diyor. Türkiye'nin yüzde 40'ı kadar cirosu olan Petrol Ofisi İstanbul Bölge Müdürlüğünde trilyonlara varan yolsuzluklar yapılıyor; Genel Müdür "benim bundan haberim yok" diyor; değerli konuşmacı arkadaşlarımız, burada "Sayın Genel Müdür gerekeni yapmıştır" diyorlar.
Değerli milletvekilleri, buna çocuklar bile güler. Bu, bir iki münferit olay olsa "Sayın Genel Müdür zabıta memuru değildir, bunu, tespit etme şansı yoktur" diyebilirsiniz; ama, deminde söylediğim gibi, Sayın Genel Müdür, üçbuçuk yıl devam eden bu yolsuzluk için -hatta, müfettişleri tehdit etmek suretiyle- "bu konuyu Ankara'ya getirmeyin, İstanbul'da kapatın" derken haberi oluyor da, bu yolsuzluk yapılırken, neden "haberim yok" diyor; bunu izah etmek mümkün değil.
Değerli milletvekilleri, biraz önce, burada "önerge sahibi değerli arkadaşımız Sayın Dumankaya'nın İstanbul'daki Petrol Ofisiyle ilgisi var" diyen arkadaşımız, biraz önce kuliste sohbet ederken, şakadan "ancak bu sözlerle Dumankaya'yı susturabilirim" ifadesiyle, bu konunun Dumankaya'yla hiçbir ilgisi olmadığını beyan etmişlerdir.
İstanbul Bölge Müdürlüğüyle ilgili ikinci bir konu: İstanbul Bölge Müdürlüğünün, İstanbul Belediyesinden, dolar bazında kiraladığı, istasyon kurmayla ilgili 8 tane arsanın ihalesinin, yine dolar bazında yapılması kararı olmasına rağmen, bu arsaların ihalesi dolar bazında yapılmayarak, TL cinsinden yapılmış, o bayilere, TL-Dolar arasındaki fark kadar menfaat sağlanmış ve kurum, o miktar kadar zarara uğratılmıştır.
Bu arsa olayıyla ilgili çok enteresan bir konu var: İstanbul Belediyesinden alınan bu arsaların bir tanesi, ORSAY Anonim Şirketi adında bir istasyona, ihaleyle veriliyor. İstasyon sahibinin, dolar olarak verilmesi gereken bu arsa bedeli karşılığında, hiç olmayan, ismi, cismi, yeri bilinmeyen bir çiçek serası çekini vermesi suretiyle hesabı kapatıyorlar. Aradan zaman geçince bu çek meydana çıkıyor; ne sera var, ne borçlu var, ne adreste böyle bir çekin sahibi var; dolayısıyla, Petrol Ofisinin, 179 700 doların hem Türk parası karşılığı ödenmesinden doğan -dolar farkından- zararının hem de bu paranın tahsil edilemeyişinden doğan zararının da, ayrıca, önümüzdeki yeni kurulacak araştırma komisyonunda gündeme geleceğini burada ifade etmek istiyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşımız Sayın Candan -yine komisyonda da aynı şeyleri ortaya koydu- bu nakliyat şirketiyle ilgili, Petrol Ofisinin bir zararı olmadığını ifade etti. Şimdi, bu Değer Nakliyatın -bilmiyorum, arkadaşlarımızın yakın dostlarıdır, o bizi ilgilendirmez- teftiş kurulu raporlarına göre, 389 tankerde kesafet değerinin üzerinde bir noksanlık olduğu için, kurum tarafından bilahara tespit edilmek suretiyle istihkakından kesilmiş; dolayısıyla, Petrol Ofisinin İskenderun Bölge Müdürlüğündeki bu olayla ilgili kamu zararı, teftiş kurulu müfettişleri tarafından bir raporla ilgili makama bildirilmiştir.
Ayrıca, Petrol Ofisi İskenderun Bölge Müdürlüğü olayında, uçak yakıtlarının karışık olduğu iddiasına karşın, Adana Hava İkmal Merkezine giden yakıtın, 5 kişilik kontrol heyeti tarafından tutulan tutanakla, karışık ve vasıfsız olduğu tespit edilmiş, ilgili makama ve Genel Müdürlüğe de bildirilmiştir. Bu raporu tutan Nafi Tosun, bu raporu tuttuğu için görevinden alınmış, yerine, İskenderun'dan ilkokul mezunu bir arkadaşın, yapılan tespitlere göre, siyasî nedenlerle -bu tip tankerlerin hava ikmal merkezine girmesi için- bu komisyonun başına getirildiği ifade edilmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; komisyon çalışmaları sırasında, komisyon üyesi arkadaşlarımızla -biraz önce de burada bir nebze değindiler- mutabık olduğumuz, hem de teftiş kurulu elemanlarının bir an önce halledilmesi gereken bir konuya değinmek istiyorum.
Şu an görüldüğü üzere, bütün yolsuzluklar özelleştirme kapsamına alınmış KİT Komisyonunun denetiminden uzaklaştırılmış kamu kuruluşlarında. Bakıyorsunuz TURBAN, bakıyorsunuz TEDAŞ, bakıyorsunuz Petrol Ofisi... Niye? KİT Komisyonunun denetiminden uzak kaldıkları için, oradaki yetkililerin, çok rahat hareket etmek suretiyle, bu tip yolsuzluklara meydan vermelerinden.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Poyraz, lütfen toparlayınız.
(10/5) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI NABİ POYRAZ (Devamla) – Bağlıyorum Sayın Başkan.
Önümüzdeki günlerde, arkadaşlarımızla mutabık kaldığımız kadarıyla, üzerinde duracağımız konu, bu özelleştirme kapsamında olan KİT'lerin, özelleştirme gerçekleşinceye kadar KİT Komisyonunun ve adına denetim yaptığı Meclisin denetiminde kalmasıyla ilgili olacaktır. Değerli milletvekillerinden, siz değerli arkadaşlarımızdan, bu konuda verdiğimiz kanun teklifine destek bekliyoruz.
Şimdi, burada biraz önce konuşan arkadaşlarımız belki yine kırılacaklar; ancak, biraz önce bir önerge verdik, birazdan oylanacak; bu önergede, şu anlattığımız 400 trilyon lirayı bulan, 1994 ve 1995 yıllarında 1 trilyon liranın üzerinde olacağı tahmin edilen yolsuzlukları tespit etmek amacıyla kurulacak komisyona değerli milletvekillerinden destek istiyoruz. Çünkü, biz, bu bataklıkları kurutmazsak, yarın başka kamu kuruluşlarında...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Poyraz, süreniz doldu.
Teşekkür ediyorum.
(10/5) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI NABİ POYRAZ (Devamla) – Sayın Başkan, bağlıyorum.
BAŞKAN – Biliyorsunuz, benim hiç öyle bir uygulamam olmadı.
Teşekkür ediyorum.
(10/5) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI NABİ POYRAZ (Devamla) – Teşekkür ediyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)
VI. – SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
3. – Bartın Milletvekili Zeki Çakan’ın, Sıvas Milletvekili Tahsin Irmak’ın şahsına sataşması nedeniyle konuşması
BAŞKAN – Sayın Çakan, Sayın Irmak'ın konuşmasında size yönelik sataşma olduğunu öne sürmüştünüz; zabıtları getirttim. İlgilendirebildiğim veya sizi rahatsız ettiğini sandığım cümle şöyle: "Türk Milletinin vicdanına seslenmek istiyorum; hafızasını ileriye doğru, 1983'lere, 1984'lere götürsün... Sayın Genel Müdürlüğünüz zamanındaki yaptıklarınızı da biliyoruz."
Burada çok soyut bir sözcük var. Konuşmanın başından beri baktım, sizin, kendisine yönelik bir laf atmanız, dolayısıyla, sizi cevaplandırıyor gibi bir ifade de yok. Zabıtlarda, bu sözden önce Sayın Mustafa Taşar'ın bir sözü var; onun da genel müdürlüğü yok.
Çok soyut, mutlaka olmaması gereken, yanlış anlamalara belki yol açabilecek bir şey var; ama, benim anlayışıma göre, doğrudan sizi ilgilendirmiyor; sizi tenzih ediyorum.
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – O Genel Müdür, bu Genel Müdür...
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Sayın Başkan, hatip, Köy Hizmetleri Sıvas Bölge Müdürlüğü görevinde bulunmuştur; dolayısıyla, bana bakarak "sizin, Genel Müdürlüğünüzde ne yaptığınızı biliyorum" demiştir.
Lütfen, sataşmadan dolayı bana söz hakkı verin.
BAŞKAN – Sayın Çakan, yerinizden bu açıklamayı yaptınız. Kendinizi benim yerime de koyun; ben, sizi anlamaya çalışıyorum, onun için sizinle diyalog kuruyorum; ama...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Sayın Başkan, arkadaş, o tarihte genel müdürdü; ondan bahsediyor...
BAŞKAN – Sayın Taşar, herhalde, Sayın Çakan kendini ifade edecek durumda; değil mi?!
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Sayın Başkanım, ısrar ediyorum; lütfen oylayın... Israr ediyorum, sataşmadan dolayı söz hakkı istiyorum; oylayın (Gürültüler) Oylayın efendim, ısrar ediyorum... Israr ediyorum Sayın Başkanım, lütfen... Çünkü, beni kastederek söylemiştir, kendisi, daha önce Köy Hizmetlerinde görevliydi (Gürültüler)
NİHAT MATKAP (Hatay) – Efendim, konuşmasında yarar görüyoruz. Mesele açıklığa kavuşsun.
BAŞKAN – Sayın Çakan, ısrarlısınız; ben, böyle bir konuyu Genel Kurulun hakemliğine bırakmak istemiyorum...
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – O zaman, sayın hatibin...
BAŞKAN – Bir saniye, dinler misiniz...
Yani, bir sayın milletvekiline sataşma olup olmadığının, Genel Kurulda siyasî mülahazalarla oy konusu olmasından, bireysel olarak, rahatsızlık duyuyorum.
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – O zaman, lütfen efendim, cevap vermeme imkân tanıyın.
BAŞKAN – Yalnız, bir dakika içinde... Israr ettiniz; yani, oyun sonucu da gözle görülür noktada; ama, ben bunu bir oy konusu yapmak istemiyorum.
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Peki efendim.
BAŞKAN – Buyurun.
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; biraz önce, kürsüden konuşan Doğru Yol Partisi Milletvekili Tahsin Irmak arkadaşımız, konuşması esnasında bana bakarak "sizin genel müdürlüğünüzde de ne yaptığınızı biliyorum" demiş ve sataşmada bulunmuştur; bu sataşmadan dolayı da söz almış bulunuyorum...
İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Yarası olan gocunurmuş...
ZEKİ ÇAKAN (Devamla) – Lütfen dinler misiniz!..
Değerli milletvekilleri, bu kürsüden birilerini suçlarken, kendi suçlarını örtbas edebilmek için, bir başkasını suçlamayla suçlarını kapatacaklarını zannedenler, yanılıyorlar. Sayın Necmettin Cevheri burada. Ben, görevden ayrıldıktan sonra Sayın Bakanıma, Sayın Necmettin Cevheri'ye gittim "Sayın Bakanım, biz, ekiple geldik...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Çakan, lütfen toparlar mısınız.
ZEKİ ÇAKAN (Devamla) – ...Genel Müdür olarak beni her an görevden alabilirsiniz; Danıştaya da gitmeyeceğim" dedim. Biz, ekibe inanan, hizmete inanan kadrolarla gelmesini ve gitmesini biliriz. Sıvas Bölge Müdürlüğü görevinde bulunan bu arkadaşımız, eğer bir tek şey biliyorsa, bunu ispatlamazsa, Yüce Meclis ve Türk kamuoyu önünde kendisini müfteri ilan ediyorum ve şerefimle bağdaştırmıyorum. (ANAP sıralarından "Bravo"sesleri, alkışlar) Yirmiiki yıllık memuriyetim ve siyasî hayatımda tek bir konuda dahi bir araştırma, bir soruşturma geçirmedim; bundan da övünç duyuyorum, kıvanç duyuyorum. Sayın Cevheri'ye, başka siyasî partiden bakan olmasına rağmen "Genel Müdürüm ben seninle çalışabilseydim..." dedirtmişimdir. Bunu söyleyen bir siyasî partinin bakanı, benim hakkımda bir şey duysaydı, herhalde icraata sokardı.
Hepinize teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN –Teşekkür ediyorum Sayın Çakan.
V. – GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE
MECLİS ARAŞTIRMASI (Devam)
A) GÖRÜŞMELER (Devam)
2. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya ve 16 arkadaşının, Petrol Ofisi Genel Müdürlüğünde meydana gelen yolsuzluk ve usulsüzlük iddialarını araştırmak ve alınması gereken tedbirleri belirlemek amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi ve (10/5) Esas Numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (S. Sayısı : 167) (Devam)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Petrol Ofisi Genel Müdürlüğünde meydana gelen yolsuzluk ve usulsüzlük iddialarını araştırmak ve alınması gereken tedbirleri belirlemek amacıyla kurulan (10/5) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu raporu üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Sayın milletvekilleri, şimdi ilk defa Genel Kurulumuzda, Meclis uygulamalarımızda karşı karşıya kaldığımız bir olay var. Komisyon raporunun sonucunda, 85 inci sayfada (c) fıkrası aynen şöyle demektedir: "Araştırma Komisyonu çalışmaları süresince, yolsuzluk olaylarının var olduğu 1992, 1993 ve 1994 yıllarından 1992 yılı zararı tespit edilebilmiş ve zararın bugünkü değerle 238 milyar Türk Lirası olduğu belirlenmiştir. Ancak, Komisyonun çalışma süresi bittiğinden 1993 ve 1994 yıllarındaki kurum zararı tespit edilememiştir."
Bu çerçevede, Başkanlığımıza bir önerge gelmiştir. Bu önerge, incelemenin tamamlanabilmesi için yeni bir komisyon kurulmasını önermektedir ve İçtüzüğümüzün, bugüne kadar uygulamamış olduğumuz, ilk defa uygulamak durumunda kaldığımız 105 inci maddesine atıfta bulunmaktadır.
İçtüzüğümüzün 105 inci maddesinin ikinci fıkrası şöyle demektedir: "Komisyon -ek bir aylık süreyi de aldıktan sonra- bu süre sonunda da çalışmasını tamamlayamadığı takdirde süre bitiminden itibaren onbeş gün içinde araştırmanın tamamlanmaması nedenleri veya o ana kadar varılan sonuçlar üzerinde Genel Kurulda görüşme açılır. Genel Kurul bu görüşme ile yetinebileceği gibi yeni bir komisyon da kurabilir."
Şimdi, biraz önce tamamladığımız görüşme, çalışma süresi içinde çalışmasını tamamlayamadığını ifade eden komisyonun, bu ana kadar vardığı sonuçlar üzerinde Genel Kurulda yapılan görüşmedir ve karşımızda, 105 inci maddenin ikinci fıkrasının son cümlesindeki "Genel Kurul bu görüşme ile yetinebileceği gibi yeni bir komisyon da kurabilir" hükmünü Genel Kurulun hakemliğine bırakan bir önerge vardır.
Şimdi, bu önergeyi okutup, oylarınıza sunacağım:
III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)
B) TEZKERELER VE ÖNERGELER (Devam)
8. – (10/5) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu raporunun sonuç kısmında belirtilen nedenlerle, İçtüzüğün 105 inci maddesinin ikinci fıkrası da gözönünde bulundurularak, yeni bir Meclis araştırması komisyonu kurulmasına ilişkin, Bartın Milletvekili Zeki Çakan ve 19 arkadaşının önergeleri
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan Petrol Ofisiyle ilgili Meclis araştırma komisyonu raporunun sonuç kısmında, belirtilen gelişmelerle yeni bir komisyon kurulması istenmektedir. Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 105 inci maddesinin ikinci fıkrasında da tarif edilen yeni bir komisyon kurulabileceği hususu da göz önünde bulundurularak, yeni bir komisyon kurulması hususunun Genel Kurulun tasviplerine sunulmasını saygılarımızla arz ederiz.
Zeki Çakan Yahya Şimşek Nabi Poyraz
Bartın Bursa Ordu
Cevdet Selvi Bekir Kumbul Mustafa Yıldız
İstanbul Antalya Erzincan
Mustafa Küpeli Metin Emiroğlu Recep Mızrak
Adana Malatya Kırıkkale
Oltan Sungurlu Yaşar Okuyan Eyüp Aşık
Gümüşhane Yalova Trabzon
Mustafa Taşar Mehmet Sağdıç Hüsnü Doğan
Gaziantep Ankara İstanbul
Murat Başesgioğlu Feridun Pehlivan Levent Mıstıkoğlu
Kastamonu Bursa Hatay
Ahmet Kabil Cumhur Ersümer
Rize Çanakkale
Gerekçe:
Komisyon raporunun sonuç bölümünde de belirtildiği üzere İçtüzüğün 105 inci maddesi gereğince bir komisyon kurulması amaçlanmıştır.
BAŞKAN – Şimdi, Meclis araştırması açılıp açılmaması hususunu oylarınıza sunuyorum: Meclis araştırması açılmasını kabul edenler...
M. ERDOĞAN YETENÇ (Manisa) – Bari, kadir gecesi, yolsuzluğa göz yummayın, bu mübarek gecenin hatırına kaldırın ellerinizi!
RAMAZAN YENİDEDE (Denizli) – Sen mübarek gece falan bilir misin?!
MUSTAFA KUL (Erzincan) – Saymaya gerek yok, açıkça görülüyor Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, kabul edenler bir daha ellerini kaldırsın.
Lütfen, yerlerimize oturalım.
Sayın milletvekilleri, iki kâtip üye arasında bir anlaşmazlık var, önemli bir fark; bir daha saymak durumundayız.
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Kadir gecesi; ona göre!..
İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – Bu gece günahlar affolur, kaldırın ellerinizi.
BAŞKAN – Kabul etmeyenler...
İRFAN KÖKSALAN (Ankara)– Sayın Başkan, 9 tane Bakan var; ona göre sayın.
BAŞKAN – Merak etmeyin... Merak etmeyin...
Sayın milletvekilleri, Meclis araştırması açılması kabul edilmiştir. (ANAP, DSP, CHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
Meclis araştırmasını yapacak komisyonun 9 üyeden kurulmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Komisyonun çalışma süresinin, başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip üyenin seçimi tarihinden başlamak üzere, üç ay olmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Komisyonun, gerektiğinde Ankara dışında da çalışabilmesi hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, gündemin "Seçim" kısmına geçiyoruz.
VII. – SEÇİMLER
A) KOMİSYONLARA ÜYE SEÇİMİ
1. – (10/58) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonuna üye seçimi
BAŞKAN – Doğal afetlerde meydana gelen can ve mal kaybını en aza indirmek için alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla, Genel Kurulun 21.1.1997 tarihli 48 inci Birleşiminde kurulan (10/58) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu üyeliklerine siyasî parti gruplarınca gösterilen adayların listesi, basılıp, sayın üyelere dağıtılmıştır.
Şimdi, listeyi okutup, oylarınıza sunacağım:
Doğal Afetlerde Meydana Gelen Can ve Mal Kaybını En Aza İndirmek İçin Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Üyelikleri Aday Listesi (10/58)
Adı Soyadı Seçim Çevresi
RP
Osman Hazer Afyon
Tevhit Karakaya Erzincan
İsmail Yılmaz İzmir
ANAP
Cengiz Altınkaya Aydın
Işın Çelebi İzmir
DYP
Abdulkadir Akgöl Hatay
Turhan Arınç İzmir
DSP
Atilla Mutman İzmir
CHP
Ali Rıza Bodur İzmir
BAŞKAN – Listeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Meclis Komisyonuna seçilmiş bulunan sayın üyelerin, 6 Şubat 1997 Perşembe günü saat 11.00'de, ana bina, zemin kat, PTT karşısındaki 172 nolu Meclis soruşturması toplantı salonunda toplanarak, başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip seçimini yapmalarını rica ediyorum.
Komisyonun toplantı yer ve saati, ayrıca, ilan tahtalarına da asılmıştır.
Sayın milletvekilleri, şimdi, gündemin, "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.
Önce, sırasıyla, yarım kalan işlerden başlıyoruz.
VIII. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
1. – 926 Sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanuna Bir Geçici Madde Eklenmesine İlişkin 488 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Millî Savunma Komisyonu Raporu (1/215) (S. Sayısı : 23)
BAŞKAN – 926 Sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesine İlişkin 488 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Millî Savunma Komisyonu Raporunun müzakerelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon?.. Yok.
Ertelenmiştir.
2. – Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu, Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun ve Bu Kanunlarda Değişiklik Yapan 18.11.1992 Tarih ve 3842 Sayılı Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/543) (S. Sayısı : 175)
BAŞKAN – Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu, Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun ve Bu Kanunlarda Değişiklik Yapan 18.11.1992 Tarih ve 3842 Sayılı Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporunun müzakerelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon?.. Yok.
Ertelenmiştir.
3. – 9.7.1945 Tarih ve 4792 Sayılı Sosyal Sigortalar Kurumu Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi ve Bu Kanuna Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler komisyonları raporları (1/528) (S. Sayısı : 163) (1)
BAŞKAN – 9.7.1945 Tarih ve 4792 Sayılı Sosyal Sigortalar Kurumu Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi ve Bu Kanuna Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonları raporlarının müzakerelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Komisyon?.. Yerinde.
Hükümet?.. Yerinde.
Sayın milletvekilleri, geçen birleşimde, tasarının 2 nci maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi ve Demokratik Sol Parti Grupları adına konuşmalar tamamlanmıştı. Şimdi, söz sırası, Anavatan Partisi Grubu adına Eskişehir Milletvekili Sayın Mustafa Balcılar'da.
Buyurun Sayın Balcılar. (ANAP sıralarından alkışlar)
ANAP GRUBU ADINA MUSTAFA BALCILAR (Eskişehir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 9.7.1945 Tarih ve 4792 Sayılı Sosyal Sigortalar Kurumu Kanununun... (Gürültüler)
Sayın Başkan, çok gürültü var, devam edeyim mi?..
(1) 163 S. Sayılı Basmayazı 30.1.1997 tarihli 53 üncü Birleşim tutanağına eklidir.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, eğer, salonda, bu uğultu, bu gürültü devam edecekse, çalışma süremizi tamamlamak için burada mesai yapmaya ihtiyacımız yok. Kısa bir süremiz kaldı; lütfen, sayın hatibi sakin bir biçimde dinleyelim, sayın hatip konuşmak için sükunet bekliyor.
Buyurun Sayın Balcılar.
MUSTAFA BALCILAR (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1945 tarih ve 4792 sayılı Sosyal Sigortalar Kurumu Kanununun bir maddesinin değiştirilmesi ve bir geçici madde eklenmesiyle ilgili kanun tasarısının 2 nci maddesi üzerinde, Anavatan Partisi Grubu adına, söz almış bulunuyorum.
Değerli milletvekilleri, kanun tasarısının özellikle 2 nci maddesiyle eklenen geçici 9 uncu madde, Sosyal Sigortalar Kurumunun mülklerinin satışında hangi kıstasların ve niteliklerin belirleneceği konularını içermektedir. Yalnız, kanun tasarısının tümü üzerinde yapılan konuşmalarda da ifade edildiği gibi, 1993 yılı içerisinde buna benzer bir kanun getirilmiş ve Sosyal Sigortalar Kurumunun mülklerinin satılabilecek olanlarının tamamı tespit edilerek satılmıştı. O tarihte, prensipte bu satışlara karşı çıkan, satış şekline karşı çıkan ve muhalefet partisi olan Refah Partisi, bugün iktidardır ve bu kanun tasarısını getirmiştir; çok da farklı değildir, nüanslar vardır. Yine, banka tarafından, rayiç bedel tespitleri yapılmaktadır ve o tarihteki kötü tecrübe konusunda endişelerimiz vardır. Burada, yine, satışlarda Kurumun, yönetimin ve ilgili arkadaşların şaibe altında kalmaması için, kanuna, net bir şekilde, satışla ilgili metinler konulmasını, komisyonda önermiştik. Mesela, satışla ilgili kararların -SSK Yönetim Kurulunun hâlâ devlet ağırlıklı olması dolayısıyla, hatta, tamamen özerk olduktan sonra bile- dörtte üçlük bir ekseriyetle alınması gibi, yöneticileri şaibe altında bırakmayacak, kafalarda soru işareti bırakmayacak bir şekilde ekseriyet nisabının olması gerektiğini ifade etmiştik. Yine, bu mülklerin tespitinde, Sosyal Sigortalar Kurumu genel kurulunda, yönetim kurulunun tespit ettiği satılacak mülklerin onaylanması ve daha sonra satışa sunulması gibi, kafalarda soru işareti bırakmayacak şekilde tespitlerin yapılması gerekliliğini ifade etmiştik. Bu kanundaki, daha evvelden, 1993'te tespit edilerek satılmış olan mülklerin... SSK'da satılacak çok da fazla bir şey olmadığını hep beraber bilmemize rağmen, Hükümetin başarısızlık ve beceriksizliklerinden doğan bütçe açıklarının kapatılması veya SSK'nın -yükünün hafifletilerek- hazineye olan yükünü azaltmak gayesiyle, ne bulursan satarsın prensibi içerisinde, SSK'nın da mülkleri satılmaya çalışılmaktadır. Burada, Hükümet, geçici bir süreyle nefes almaya çalışmaktadır, günü kurtarmaya çalışmaktadır; bir hesaba göre de, kafasındaki bir seçim tarihine kadar veya hükümet başkanlığını devredeceği tarihe kadar daha az problemle gitmek için, ne var ne yok satmanın gayreti içerisindedir. Acaba, bu satışlarla problem çözülecek midir; hayır. Sosyal Sigortalar Kurumunun problemlerinin bu satışlarla çözülebilmesi mümkün değildir.
Daha evvelki konuşmalarda da ifade edildiği gibi, 1997 yılı içerisinde, Sosyal Sigortalar Kurumunun 350 trilyon civarında hazine desteğine ihtiyaç duymasına karşın, bu mülklerin tamamının satılması halinde bile elde edilecek para 50-60 trilyon lira civarındadır; ki, yine ifade ettiğimiz gibi, satılabilecek her şey, zaten, 1993'de tespit edilmiş ve satılmıştır. Bugün, satılacaklar listesinde, baktığımız zaman, idarî binalar, hastane binaları, dispanser binaları, sağlık istasyonları gibi satılması mümkün olmayan tesislere ilaveten lojman olarak kullanılan yerler vardır. Bu lojmanların satılması halinde de İstanbul gibi geçimin zor olduğu vilayetlerde, SSK personeline lojman kirasına yetecek maaş verilemeyeceğinden dolayı, SSK'nın doğru dürüst eleman çalıştırmakta sıkıntı çekeceğini de kurumun bilmesi lazım. Geriye, inşaatı devam eden binalar gibi, boş arsalar gibi kısımlar kalıyor. Bu arsalar, eğer, satılabilecek olsaydı, zaten, 1993'te listeye dahil olurdu ve satılırdı. Dolayısıyla, satılabileceklerin tamamını toplasanız 15-20 trilyon lira yapar. Hükümetin gerek görüşmeler sırasında komisyona ve gerek kamuoyuna lanse ettiği gibi, 50-60 trilyon gelir elde edilse bile, sadece bu yılın geliri olacak, bu yılın problemlerine bile çare olamayacak, 350 trilyon civarındaki açığın yedide birini, sekizde birini kapatabilecek. Peki, önümüzdeki yıl ne olacak; önümüzdeki yıl, tufan... Yani, bütün mülk satışlarıyla ilgili getirilen kanunlarda olduğu gibi, bu kanun tasarısında da Sosyal Sigortalar Kurumu, ilgili Bakanlık ve Hükümetimiz, günü kurtarmanın gayreti içerisinde olmaktadır.
Değerli milletvekilleri, peki, buna ilaveten, bu satışlar dışında yapılması gereken şeyler yok mu; bir sürü yapılacak iş var. Bu yönetimlerin yeterince özerk olmayışından dolayı ve "politik atamalar" dediğimiz Sosyal Sigortalar Kurumu Kanununun 55 inci maddesinden dolayı -ilgili kişi, "A" vilayetinde "X" hastanesinde çalışır, kadrosu oradadır, ama, 55 inci maddeye göre falan vilayette çalışmaktadır- hep torpille, birileri, bir yerlerde, yığınak halinde çalışmaktadır. Falan vilayette aynı yatak sayısına sahip bir hastane, aynı sayıda hinterlandı var, sigortalı sayısı var, göz hekimi yok; ama, filan vilayette, kadrosu 1 veya 2 olmasına rağmen, 8 göz hekimi var. Diğer personeller için de aynı hatalar ve yanlışlıklar söz konusudur.
Zannediyorum, bu 55 inci maddeye göre çalıştırılan personel sayısı 7 binin üzerindedir. Tabiî, kurumun ihtiyaçları olması halinde, imtihanlar açılacak, yeni elemanlar alınacaktır. En son yapılan imtihanla ilgili olarak, imtihanın şekli itibariyle tartışmalar, burada, yeterince yapılmıştır; ama, şu anda, Sosyal Sigortalar Kurumunda 7 bin kişi, ihtiyacı olmayan yerlerde çalışıyorsa, o zaman, yeni eleman alınmasına gerek yoktur düşüncesi içerisinde oluruz veya yeni alınan her eleman, Sosyal Sigortalar Kurumunun malî yükünü, dolayısıyla, açığını artıracak bir etkendir diye düşünebiliriz. Bunların öncelikle düzeltilmesi gerekir.
Sosyal Sigortalar Kurumunun sağlık hizmetlerindeki rantabilitenin düşüklüğü, maliyet hesabı yapılmadan hizmet verilmesi, hem hâkim hem savcı misali, hizmeti alanın da satanın da aynı kuruluş olmasından dolayı -özel sektöre göre bile- çok yüksek maliyetlerle hizmet verilmesi, Kurumun giderlerini gereksiz yere artıran unsurlardır...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen, sözünüzü tamamlayın.
MUSTAFA BALCILAR (Devamla) – Tamamlıyorum Sayın Başkan.
Tabiî, diğer maddelerde de ifade edebiliriz...
Buna benzer, yani mülk satışıyla sadece o yılı, o ayı kurtarmaktan ziyade, Sosyal Sigortalar Kurumunu daha rantabl çalıştırmak, Sosyal Sigortalar Kurumunun malî yüklerini hafifletici önlemler almak -ifade edeceğim bir iki konu daha var; ama, bu örnekleri çoğaltmak mümkündür- hataları, yanlışları gidermek suretiyle Kurumun aktüaryasını düzeltmek varken, Kurumun, zaten, zamanında tespit edilerek satılmış olan ve şu anda gereksiz olarak tespit edilebilecek bulamadığımız mallarını satmaya çalışarak ve hayalî rakamlar ortaya koyup, kaynak paketlerinde belirlenen rakamları doldurarak bir yere varabilmek mümkün değildir.
Gerçekten bir şey yapılmak isteniyorsa, Kurumun bu tür hatalı kısımları ortadan kaldırılmalıdır. Bu suretle daha faydalı olunacağı kanaatindeyim.
Yüce Heyetinize saygılar sunarım. (ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Balcılar.
Gruplar adına başka söz talebi var mı? Yok.
Şahsı adına, Sayın Hikmet Sami Türk; buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)
Sayın Türk, süreniz 5 dakikadır.
HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan tasarının, bundan önceki birleşimde kabul edilen 1 inci maddesiyle, Sosyal Sigortalar Kurumu Yönetim Kuruluna, Kurum taşınmazlarını satma yetkisi verilmişti; ancak, tasarı bununla yetinmiyor, satış yöntemiyle ilgili bir düzenleme de getiriyor; fakat, 2 nci maddeyle eklenmek istenen hükümler, yönetim kurulunun satış yetkisini kullanacağı zaman uygulanacak sürekli bir düzenleme değil, geçici bir madde niteliğindedir. 1993 yılında çıkarılan 3917 sayılı Kanunda da bu sistem benimsenmişti. Bu, getirilen düzenlemeyle, Sosyal Sigortalar Kurumu Yönetim Kurulunun yetkileri arasında bulunmayan bir hususun tamamlanmasından çok, hemen yapılacak geniş ölçüde bir satış için hazırlık yapıldığını göstermektedir.
Esas komisyonca kabul edilen metne göre, kurumun mülkiyetindeki bütün taşınmazlar satışa çıkarılabilecektir; çünkü, tasarıda yer alan bir sınırlama, geçici 9 uncu maddenin birinci fıkrasındaki "kurum hizmetleri için gerekli olmayan" ibaresi, esas komisyonca metinden çıkarılmıştır. Komisyon, bunu, yanlış anlamalara ve tartışmalara sebebiyet vermemek gerekçesiyle açıklamıştır. Bu gerekçe tatmin edici değildir. Değişiklik isabetli olmamıştır. Değişiklikten sonra, kurumun hizmetleri için gerekli olan taşınmazlar dahi satılabilecektir. Üstelik, bu değişiklikten sonra, Emekli Sandığı Kanununun 20 nci maddesinin değiştirilmesine ilişkin kanun tasarısında, daha önce burada yapılan görüşmeler sırasında benimsenen bir ibareyle paralellik kaybedilmiştir; çünkü, Emekli Sandığı Kanunuyla ilgili değişiklikte bu yönde bir ibare vardı. Böylece, kurumlar arasında da bir fark yaratılmıştır. Bu, esas komisyonların farklı olmasından kaynaklanan bir durumdur.
Bu girişten sonra, maddeyi incelediğimiz zaman, bu maddenin, yasa tekniği bakımından da, Türkçe bakımından da bazı kusurlar taşıdığını görmekteyiz. Örneğin, geçici 9 uncu maddenin birinci fıkrasındaki "sosyal tesisler ve konutlar dahil" ibaresi, burada yapıldığı gibi, tırnak içerisinde yer almaması gereken bir ifadedir. Bunun, ya iki uzun çizgi arasına veya parantez içine ya da "sosyal tesisler ve konutlar dahil olmak üzere" biçiminde fıkranın başına alınması gerekirdi.
Öte yandan, (a) bendindeki "yukarıda belirtilen kapsam dahilinde" ibaresi, daha önce birinci fıkrada "kurum hizmetleri için gerekli olmayan" ibaresi çıkarıldıktan sonra gereksiz ve anlamsız bir duruma düşmüştür; çünkü, artık, biraz önce söylediğim gibi, kurumun mülkiyetinde bulunan bütün taşınmazlar satılabilecektir. O nedenle, bu ibarenin herhangi bir anlamı kalmamıştır.
Diğer yandan, (b) bendinde, taşınmazların rayiç bedelden daha düşük bir fiyatla satılamayacağı hükme bağlanmakla birlikte, bu konuda izlenecek olan yöntemin, kamu bankalarına veya bu bankaların iştiraki olan uzman kuruluşlara yaptırma yöntemi olduğu anlaşılmaktadır; yönetim kurulu, bu kuruluşlara, rayiç bedelin tespitini yaptırabilecektir. Bu yöntem de yeterince güvenli ve satışa çıkarılan malların gerçek değerini belirlemeye elverişli bir yöntem olarak görünmemektedir. Nitekim, daha önceki uygulamada da, bu konuda beklenenin gerçekleşmediği anlaşılmaktadır.
Öte yandan, (c) bendinde, taşınmazların satışının açık artırma usulüyle yapılacağı; ancak, bu satışa ilişkin usullerin yönetmelikle belirleneceği ifade edilmektedir.
Arkadaşlar, niçin yönetmelik?.. Niçin yasayla belirlenmesi gereken konular yönetmeliğe bırakılmaktadır? Üstelik, bu yönetmeliğin kim tarafından yapılacağı belli değildir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Türk, lütfen toparlayalım...
HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) – Başbakanlık mı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı mı, yoksa, ilgili kuruluş olarak Sosyal Sigortalar Kurumu mu bu düzenlemeyi yapacaktır, yönetmeliği çıkaracaktır; bu belli değildir.
Sayın milletvekilleri, ifade etmeye çalıştığım gibi, getirilen düzenleme, hem maddî hukuk bakımından hem yasa tekniği bakımından uygun bir düzenleme değildir.
Bu noktaları Yüce Meclisin dikkatine sunuyor; saygılarımı ifade ediyorum.
Teşekkür ederim. (DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Türk.
Şahsı adına, Sayın Muhammet Polat?..
MUHAMMET POLAT (Aydın) – Vazgeçtim.
BAŞKAN – Vazgeçiyorsunuz.
Sayın Mehmet Aykaç?.. Yok.
Sayın Suat Pamukçu?..
SUAT PAMUKÇU (Bayburt) – Vazgeçtim.
BAŞKAN – Vazgeçtiniz.
Sayın Cemalettin Lafçı?.. Yok.
Sayın Yılmaz Ateş?.. Yok.
Sayın Ahmet Tan?..
AHMET TAN (İstanbul) – Vazgeçtim.
BAŞKAN – Vazgeçiyorsunuz.
Sayın Zekeriya Temizel?..
Buyurun Sayın Temizel (DSP sıralarından alkışlar)
Süreniz 5 dakikadır.
ZEKERİYA TEMİZEL (istanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli arkadaşlar, görüşmekte olduğumuz yasa tasarısıyla ilgili olarak, daha önceden, arkadaşlarımız, gereken eleştirileri yaptılar, neden sosyal güvenlik kurumlarının mallarının satılmaması gerektiğini izah etmeye çalıştılar. Bir cümleyle tekrar etmek gerekirse "sosyal güvenlik kurumlarının mallarının satılmamasının nedeni, bizim sosyal güvenlik sistemimizin fon değerlendirme esasına göre kurulmuş olmasıdır. Dolayısıyla, fon yaratılacak, bunlar değerlendirilecek, bunların nemalarıyla da sosyal güvenlik kurumlarının yükümlülükleri yerine getirilecek. O nedenle, bu sistem değiştirilmeden, sosyal güvenlik kurumlarının fon değerlendirmeleriyle ilişkili olarak ve sistemin tamamıyla ilgili olarak düzenlemeler yapılmadan, bu konuda yapılacak bir düzenleme sistemin bütünlüğünü zedeler" dediler. Ama, sonuç olarak, sistem, bozulma konusunda emin adımlarla ilerliyor. Üstelik, Emekli Sandığıyla ilgili olarak yaptığınız düzenlemeden çok farklı bir düzenleme getiriyorsunuz burada. Hiç değilse, Emekli Sandığı Yasasında, Emekli Sandığının mülklerinin satılması sonucunda elde edilen değerlerin, yine Emekli Sandığı Yasasının 22 nci maddesinde belirtilen hükümler çerçevesinde kullanılması olayı vardı; burada o da yok. Şimdi bunların ayrıntılarına girmek istemiyorum. Sadece 2 nci maddeyle ilgili olarak üç tane değerlememi sizlere sunmak istiyorum.
Değerli arkadaşlar, yasanın ilk sevk edildiği şekliyle, bu maddenin (c) bendi aynen şöyle idi: "Satışı yapılacak gayrimenkullere ait imar ve ifraz işlemleri ile kat mülkiyetinin kurulması konusundaki hususları, 4182 sayılı Kanun hükümlerine göre yürürlüğe konulan Bakanlar Kurulu kararları ile belirlenecek usul ve esaslara göre yapılır." Bu, şu demektir: Daha önceden, kamu mallarının satışıyla ilgili olarak bu Parlamentodan, bu Meclisten bir yasa geçmişti; bunun numarası da 4182 idi. Bu yasaya göre, Bakanlar Kurulu gayrimenkullerin satış esas ve usullerini belirleyecek, Sosyal Sigortalar Kurumu da işte bu esaslara göre bu mülklerin satışını sağlayacaktı ya da bu yetkilere göre bunları kullanacaktı; ancak -o zaman da belirtildi- bu yasa, Anayasaya aykırı idi. Nitekim, Anayasa Mahkemesi de bu yasanın yürürlüğünü durdurdu; yürürlüğü durdurulunca, bu hüküm açıkta kaldı ve olay döndü dolaştı, sonunda, satılacak gayrimenkullere ait imar, ifraz işlemleri ve kat mülkiyetinin kurulması hakkındaki hususlar ile satışa ait ilke ve yöntemlerin usul ve esaslarının yönetmelikle belirleneceği hükmü getirildi.
Değerli arkadaşlar, Anayasa Mahkemesi, bu kanunu iptal ettiyse, böyle bir şeye izin verir mi? Vermesi mümkün mü daha doğrusu; vermez. Vermeyeceğini sizler de biliyorsunuz. O zaman, gecenin bu saatinde, ısrarla ve ısrarla, Anayasaya aykırı bu düzenlemeyi niye çıkarmaya çalışıyorsunuz; niye getiriyorsunuz daha doğrusu? Devlete ait gayrimenkullerin, üstelik de kim tarafından düzenleneceği belli olmayan bir yönetmelikle, satışına imkân verileceğini, bu hukuk sistemimiz içerisinde düşünebiliyor musunuz? Bunu, biraz sonra, Anayasaya aykırılık önergemiz sırasında yine konuşacağız. Bunu, bu şekilde yapmanız mümkün değil. Üstelik de, bu satılacak gayrimenkullerin, rayiç değeriyle ilgili araştırmalar değil de, rayiç değerine ilişkin bazı bankalardan bilgi alınacağını söylüyorsunuz. Sizlere soruyorum: Şu anda hangi bankaya gidip de birbirine yakın iki tane rayiç değer değerlemesi aldırabiliyorsunuz? Ben, daha önceden, kamu bankalarından, bu şekildeki değerlemelerle ilgili olarak raporlar almış bir insan olarak size söylüyorum. Hiçbir bankadan, aralarında yüzde 100 fark olmayan hiçbir değerlendirme raporu alamazsınız. Ee, bu raporlardan sonra, oturup ihaleye çıkacağız; o zaman, en iyisini veren... Olmaz arkadaşlar... Artık, Türkiye Cumhuriyetinde binlerce insan aynı gayrimenkule teklif verecek konumda değildir, ekonomik gücü yoktur onların. O zaman, istediğiniz bir bankadan, hiçbir sorumluluğu olmayan bir ekspertizden istediğiniz değeri alırsınız, ondan sonra da, o değer üzerinden "eh, nasıl olsa layık değeri buydu, ekspertiz raporu bu, o zaman, bu fiyatı da veren birisi var" dersiniz ve bunu satarsınız. Şimdi, bu içinize sinen bir uygulama mı?
Dinlemiyorsunuz, dinlenilmiyor da... Yapılan düzenlemenin ne anlama geldiğini, yarın, yasa çıktığı zaman görürseniz, gerçekten üzülürsünüz.
(Mikrofon otomotik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Temizel, lütfen toparlayınız.
ZEKERİYA TEMİZEL (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan.
Hangi bankadan isterseniz, istediğiniz değeri alırsınız. O değer üzerinden satışa çıktığınız zaman da, eğer bunun taliplisi belirli gayrimenkullere yönelik olarak seçilmiş bir veya iki kişi ise, o değeri verirler ve bu gayrimenkulü alırlar. Bu, hiç kimsenin içine sinmez. Kesin olarak, bu, kimsenin içine sinmez. Siz, yasaların en kötü uygulanma şeklini düşünerek buraya getirmek zorundasınız, kötü uygulanma olaylarının önünü kesmek zorundasınız. O zaman, niye, 2886 sayılı Kanunda belirtildiği gibi, ihale komisyonlarının belirlediği değerler üzerinden satılmıyor da, bankalardan değer belirlemesini istiyorsunuz? Niye yani?.. Kamu mallarının satılmasında böyle bir yöntem var mı; yok.
Değerli arkadaşlar, onun için, bu düzenleme, kesin olarak hukuk sistemimize ve kamu mallarının satış yöntemlerine uygun bir düzenleme değildir; değildir ve kötü sonuçlara neden olur. Biz, bu tür taşınmaz malların satışına karşı olmadığımızı her fırsatta dile getiriyoruz; ama, bunların, devlet ciddiyeti içerisinde ve ona buna peşkeş çekilmeden, değerlerini buldura buldura satılmasına ilişkin yöntemleri kuralım diyoruz. Komisyonlarda elden kaçırılıyor; burada, gecenin bir saatinde -hiç kimse dinlemeden- paldır küldür geçiyor; ondan sonra da, Anayasa Mahkemesinden döndüğü zaman veya dönmeden uygulandığı zaman, ortaya çıkan olaylardan hayıflanır konuma geliyoruz.
Bu, Türkiye Büyük Millet Meclisine yakışır bir tutum değildir diye düşünüyor; bu konudaki görüşlerinizin özellikle oylama sırasında dile getirileceğini umup, hepinize saygılar sunuyorum.
Teşekkür ederim. (DSP, ANAP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Temizel.
Madde üzerinde gruplar ve şahıslar adına konuşmalar tamamlanmıştır. Bu arada, çalışma süremiz de dolmuştur.
Bu nedenle, kanun tasarı ve tekliflerini görüşmek için, 5 Şubat 1997 Çarşamba günü saat 13.30'da toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati: 24.00
IX. — SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1. — İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın, Bosna-Hersek Hükümetine yardım yapılıp yapılmayacağına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Lütfü Esengün’ün yazılı cevabı (7/1621) (1)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Başbakan Sayın Necmettin Erbakan tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.
Bülent Akarcalı
İstanbul
1. Bosna-Hersek Hükümetine ne gibi yardımlarda bulunmayı düşünüyorsunuz?
2. Bosna’da her 8 evden biri ve her 3 dönüm araziden 1’i patlamamış mayın tehdidi altındadır. Bu mayınların temizlenmesine Türkiye katkıda bulunacak mıdır?
3. Kültür Bakanlığı ve Vakıflar Genel Müdürlüğünün Bosna-Hersek’te tahrip edilmiş Osmanlı eserlerini restore etme çalışması var mıdır? Varsa, kapsamı nedir?
4. Bosna-Hersek’in acil ihtiyacı olan doktor, hemşire sıkıntısına yardımcı olmak için Türkiye’den eleman gönderecek misiniz?
T. C.
Devlet Bakanlığı 20.1.1997
Sayı : B.02.0.0010/01553
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : a) TBMM Başkanlığının 14.11.1996 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/1621-4129/11367 sayılı yazısı.
b) Başbakanlık Kan. ve Kar. Gen. Müd.’nün 21.11.1996 tarih ve B.02.0.KKG/106-401-8/4569 sayılı yazısı.
c) 11.12.1996 tarih ve B.02.0.0010/01347 sayılı yazımız.
İstanbul Milletvekili Sayın Bülent Akarcalı’nın Sayın Başbakanımıza tevcih ettiği ve Sayın Başbakanımızın da kendileri adına Bakanlığım Koordinatörlüğünde cevaplandırılmasını istediği ilgi (b) yazı eki 7/1621 esas no.lu yazılı soru önergesinin 2 nci maddesi ile ilgili olarak alınan cevap metni ekte sunulmuştur.
Bilgilerinizi ve gereğini arz ederim.
Lütfü Esengün
Devlet Bakanı
T. C.
Millî Savunma Bakanlığı 25.12.1996
Kanun : 1996/1046-TÖ
Konu : Soru Önergesi.
Devlet Bakanlığına
(Sayın Lütfü Esengün)
İlgi : (a) TBMM Başkanlığının 14.11.1996 tarihli ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/1621-4129/11367 sayılı yazısı.
(b) Devlet Bakanlığının 28.11.1996 tarihli ve B.02.0.0010/01188 sayılı yazısı.
1. İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı tarafından Sayın Başbakan’a tevcih edilen ve ilgi (a) üzerine ilgi (b) ile soru sahibine verilecek cevaba esas olacak bilgilerin gönderilmesi istenilen Yazılı Soru Önergesinin 2 nci sırasında yer alan soruya ilişkin bilgiler müteakip maddelerde açıklanmıştır.
2. Dayton Anlaşmasına göre mayınların temizlenmesi sorumluluğu eski savaşan taraflara ait olmakla beraber, bugüne kadar mayınların temizlenmesi konusunda arzu edilen düzeye ulaşılamamıştır. Bu nedenle, bazı bölgelerdeki mayınların temizlenmesi işi sivil kuruluşlara verilmiştir.
3. Bosna-Hersek’te halen mayın temizleme faaliyeti icra eden sivil kuruluşların mayın temizleme faaliyetlerini daha hızlı bir şekilde yürütmesi için ilave mayın temizleme techizatına ihtiyaç duydukları ve bu konuda ne gibi bir desteğin sağlanabileceği hususu, Türk Millî Askerî Temsil Heyeti Başkanlığınca 4 Temmuz 1996 tarihinde bildirilmiş, buna cevaben, Türk Silahlı Kuvvetlerince personel ve eğitim desteği ile sınırlı sayıda bazı mayın temizleme malzemesinin, ilgili kuruluşlarca talep edilmesi halinde sağlanabileceği iletilmiştir.
4. 22 Ocak 1996 tarihinde imzalanan Türkiye - Bosna Hersek Askerî Eğitim İşbirliği Anlaşması mayın eğitimini ihtiva etmemesi nedeniyle, bugüne kadar Bosna-Hersek personeline mayın imhasına yönelik eğitim verilmemiştir. Ancak, “1997 Türkiye-Bosna Hersek Uygulama Planı” kapsamında yer alan “Kısa Süreli Kurslar” programı çerçevesinde Bosna-Hersek makamları, 15 personelini İzmir İstihkam Okul Komutanlığı bünyesinde açılan mayın kursuna gönderme talebinde bulunmuştur. 1997 yılı Uygulama Planının Ocak 1997 ayı içerisinde müzakere edilmesi ve müteakiben imzalanması konusundaki çalışmalar devam etmektedir. Bahse konu eğitim talebinin karşılanması hususu anılan planın imzalanmasıyla kesinlik kazanacaktır.
Arz ederim.
Turhan Tayan
Millî Savunma Bakanı
2. Muğla Milletvekili Zeki Çakıroğlu’nun, Ören ve Derince ovalarının sulama suyu sorununa ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı M.Recai Kutan’ın yazılı cevabı (7/1807)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Delaletinizle aşağıdaki sorularımın Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Recai Kutan tarafından yanıtlanması için yazılı soru önergemin işleme konulmasını arz ederim.
Saygılarımla.
Zeki Çakıroğlu
Muğla
Muğla İli Milas İlçesinin bazı ovaları sulama amaçlı elektrifikasyon sistemine kavuşmuştur.
Ören Ovası ve Derince Ovası bu hizmetten mahrumdur.
Söz konusu verimli ovalarımıza sulama amaçlı elektrifikasyon sistemi kurulması planlanmış mıdır?
— Ne zaman yapılacaktır?
— Bu konunun etüdü yapılmış mıdır?
T. C.
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı
Araştırma, Planlama ve Koordinasyon
Kurulu Başkanlığı 30.1.1997
Sayı : B.15.0.APK.0.23-300-151-1725
Konu : Yazılı Soru Önergesi.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : TBMM Başkanlığının 26.12.1996 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-13112 sayılı yazısı.
Muğla Milletvekili Sayın Zeki Çakıroğlu’nun şahsıma tevcih ettiği, 7/1807-4723 esas no.lu yazılı soru önergesi ile ilgili bilgiler hazırlanarak ekte sunulmuştur.
Bilgilerinize arz ederim.
M. Recai Kutan
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı
Muğla Milletvekili Sayın Zeki Çakıroğlu’nun Yazılı Soru Önergesi ve Cevabı
(7/1807-4723)
Soru :
Muğla İli Milas İlçesinin bazı ovaları sulama amaçlı elektrifikasyon sistemine kavuşmuştur.
Ören Ovası ve Derince Ovası bu hizmetten mahrumdur.
Söz konusu verimli ovalarımıza sulama amaçlı elektrifikasyon sistemi kurulması planlanmış mıdır?
— Ne zaman yapılacaktır?
— Bu konunun etüdü yapılmış mıdır?
Cevap :
DSİ Genel Müdürlüğünce Ören Ovasındaki arazilerin sulanması amacıyla depolama imkanları araştırılmış ve jeolojik bakımdan uygun bir baraj yeri bulunamamıştır. Bu nedenle Ören Ovasının yerüstü suyu imkanlarıyla sulanmasına yönelik bir proje çalışması yapılamamaktadır. Derince Ovasının sulanabilmesi için 1986 yılında Milas Projesi kapsamında Derince Barajı ve Selimiye Ovası sulaması Planlama Raporu hazırlanmıştır. DSİ Genel Müdürlüğü Yatırım Programında yer alan proje kapsamındaki Akgedik ve Derince Barajlarında depolanacak toplam 49 063 milyon m3 su ile 3 291 hektarlık alana sulama hizmeti götürülecektir. 13.1.1995 tarihinde ihale edilen Akgedik Barajı inşaatına devam edilmektedir. Derince Barajı ise Milas Projesinin Başbakanlığın tasarruf tedbirlerine ilişkin 1996/27 no.lu genelgesi uyarınca Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığınca belirlenen 1996 yılında, öncelikli yürütülecek projeler arasında yer almadığından ihale edilememiştir. 1997 yılında ihalesi yine tasarruf tedbirleri dışında mütalaa edilmesi ve gerekli finansmanın sağlanmasına bağlıdır. Sulama inşaatları ise baraj inşaatlarının yürütülmesine paralel olarak ele alınacak olup, Milas Projesinin gerçekleşmesi halinde bu ilçeye bağlı Selimiye Bucağı ile Çandır, Eğridere, Ekindere, Etrenli, Hacıahmetler, Hisarcık, Kandak, Karşıyaka ve Kurudere köylerine ait araziler düzenli sulama suyuna kavuşacaktır.
Adı geçen yerlerde sulama kooperatifleri olmadığından, DSİ Genel Müdürlüğünce elektrifikasyon tesisi yapılmamıştır.
3. — Bursa Milletvekili Ali Rahmi Beyreli’nin, Orhaneli Termik Santralinin mahkeme kararına rağmen faaliyetlerine devam ettiği iddiasına ilişkin Başbakandan sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı M. Recai Kutan’ın yazılı cevabı (7/1813)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki soruların, Başbakan Sayın Necmettin Erbakan tarafından yazılı olarak yanıtlanmasını, içtüzüğün 94 üncü maddesi gereğince, arz ederim.
Saygılarımla.
Ali Rahmi Beyreli
Bursa
Orhaneli Termik Santralı ile ilgili olarak, Bursa Barosu, bazı meslek odaları, sendikalar ve şahıslarca, “Santralın çevreye olumsuz etkisi” nedeniyle, “santrala deneme ve çalışma izni verilmemesi, insan ve çevre sağlığının korunması ile ilgili tedbirlerin alınması talebiyle”, Bursa 1 inci İdare Mahkemesine iptal davası açılmış ve mahkeme 13.7.1994 tarihinde talep doğrultusunda karar vermiş, daha sonra Yargıtay da, bu kararı onaylamıştır. O tarihte, bu kararın gereği yerine getirilmiş ve desülfirizasyon ünitesinin yapımına başlanmış, bu ünite devreye girene kadar da santralın çalıştırılmaması kararı TEAŞ tarafından alınmıştır.
Ancak, ünite yapımı sürerken, Bakanlar Kurulunun 96/3 sayılı, 16.5.1996 tarihli kararı ve bu karara istinaden Enerji Bakanlığının, Bursa TEAŞ Genel Müdürlüğüne gönderdiği 29.8.1996/3805-14027 sayılı yazısı ile, bu santral 6 Eylül 1996 tarihinden itibaren çalıştırılmaya başlanmıştır. Bu durum bilirkişi raporu ve mahkeme kararı ile de tespit edilmiştir.
1. Bu durumda, desülfirizasyon ünitesi bitirilip devreye girmeden santralın çalıştırılmaya başlaması, hem çevreye telafisi olanaksız zararlar verecek, hem de mahkeme kararlarına aykırı bir uygulama ve hukuk ihlali olmuyor mu?
2. Anayasamızın “Mahkemelerin bağımsızlığı” başlıklı 138 inci maddesinde “Yasama ve yürütme organları ile idare; mahkeme kararlarına uymak zorundadır” denilmektedir. Bu tür hukuk ihlallerinin olduğu bir ülkede, dilinizden düşürmediğiniz “Hukuk Devleti” var olabilir mi?
3. Söz konusu Bakanlar Kurulu kararı, hukuka aykırı olduğu bilindiğinden olsa gerek, gizli olarak alınmış ve Resmî Gazetede yayınlanmamıştır. Neticede bugün bu karara bir türlü ulaşılamamaktadır. Hükümeti bu tür gözü kara, hukukdışı uygulamalara iten önemli bir sebep var mıdır? Varsa bu sebep nedir?
T. C.
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı
Araştırma, Planlama ve Koordinasyon 4.2.1997
Kurulu Başkanlığı
Sayı : B.15.0.APK.0.23-300-175-1930
Konu : Yazılı Soru Önergesi.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : 16.1.1997 tarih ve B.02.0.0010-01658 sayılı yazınız.
Bursa Milletvekili Sayın Ali Rahmi Beyreli’nin Sayın Başbakanımıza tevcih ettiği, Sayın Başbakanımızda kendileri adına Bakanlığımız koordinatörlüğünde cevaplandırılmasını tensip ettiği 7/1813-4745 esas no.lu yazılı soru önergesi ile ilgili bilgiler hazırlanarak ekte sunulmuştur.
Bilgilerinize arz ederim.
M. Recai Kutan
Enerji ve Tabiî Kaynaklar
Bakanı
Bursa Milletvekili Sayın Ali Rahmi Beyreli’nin Yazılı Soru Önergesi Cevabı (7/1813-4745 Esas No.’lu)
Orhaneli Termik Santralı ile ilgili olarak, Bursa Barosu, bazı meslek odaları, sendikalar ve şahıslarca, “santralın çevreye olumsuz etkisi” nedeniyle “Santrala deneme ve çalışma izni verilmemesi, insan ve çevre sağlığının korunması ile ilgili tedbirlerin alınması talebiyle”, Bursa 1 inci İdare Mahkemesine iptal davası açılmış ve mahkeme 13.7.1994 tarihinde talep doğrultusunda karar vermiş, daha sonra Yargıtay’da, bu kararı onaylamıştır. O tarihte, bu kararın gereği yerine getirilmiş ve desülfirizasyon ünitesinin yapımına başlanmış, bu ünite devreye girene kadar da santralın çalıştırılmaması kararı TEAŞ, tarafından alınmıştır.
Ancak, ünite yapımı sürerken, Bakanlar Kurulunun 96/3 sayılı, 16.5.1996 tarihli kararı ve bu karara istinaden Enerji Bakanlığının, Bursa TEAŞ Genel Müdürlüğüne gönderdiği 29.8.1996/3805-14027 sayılı yazısı ile, bu santral 6 Eylül 1996 tarihinden itibaren çalıştırılmaya başlanmıştır. Bu durum bilirkişi raporu ve mahkeme kararı ile de tespit edilmiştir.
Soru 1. Bu durumda, desülfirizasyon ünitesi bitirilip devreye girmeden santralın çalıştırılmaya başlaması, hem çevreye telafisi olanaksız zararlar verecek, hem de mahkeme kararlarına aykırı bir uygulama ve hukuk ihlali olmuyor mu?
Soru 2. Anayasamızın “Mahkemelerin bağımsızlığı” başlıklı 138 inci maddesinde “Yasama ve yürütme organları ile idare; mahkeme kararlarına uymak zorundadır” denilmektedir. Bu tür hukuk ihlallerinin olduğu bir ülkede, dilinizden düşürmediğiniz “Hukuk Devleti” var olabilir mi?
Soru 3. Söz konusu Bakanlar Kurulu kararı, hukuka aykırı olduğu bilindiğinden olsa gerek, gizli olarak alınmış ve Resmî Gazetede yayınlanmamıştır. Netice de bugün bu karara bir türlü ulaşılamamaktadır. Hükümeti bu tür gözü kara, hukukdışı uygulamalara iten önemli bir sebep var mıdır? Varsa bu sebep nedir?
Cevaplar 1, 2, 3, :
Santralın Bacagazı Kükürt Arıtma Tesisinin inşaat ve montaj işleri oldukça ileri bir düzeye gelmiş olup, tesis 1997 yılı Mayıs ya da Haziran aylarında çalışmaya başlamış olacaktır.
Ancak santralın desülfirizasyon tesisinin tamamlanmasından sonra verimli olarak çalışabilmesi için santralda uzun süre çalışmamaktan dolayı kaynaklanabilecek arızaların tespit edilmesi ve onarılması gerekmektedir. Bu maksatla santral, çevre şartlarını da gözönünde bulundurarak kısmî bir işletmeye alınmıştır.
Bu önemli gerekçe dışında Orhaneli Termik Santrali’nin, ülkemizin içinde bulunduğu enerji darboğazı sebebiyle, gerekli önlemler alınmak kaydı ile, işletilebileceği Bakanlar Kurulu kararıyla kararlaştırılmıştır.
Orhaneli Termik Santralının işletmeye alınması hakkındaki 16.5.1996 tarihli ve P.96/3 sayılı Bakanlar Kurulu Prensip Kararı ile ekinin bir sureti ilişikte gönderilmiştir.
Not : Yazılı soruyla ilgili diğer bilgiler dosyasındadır.
4. — Kastamonu Milletvekili Fethi Acar’ın, Cumhurbaşkanlığı personeline ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Lütfü Esengün’ün yazılı cevabı (7/1817)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Başbakan Sayın Necmettin Erbakan tarafından yazılı olarak cevaplandırılması hususunu arz ederim.
Fethi Acar
Kastamonu
Sorular :
1. Cumhurbaşkanlığının 1993, 1994, 1995, 1996 ile 1997 TBMM’den geçen malî bütçe toplam miktarları ne kadardır. Bu yıllarda ek ödenek gerekli olmuş mudur, veya harcanmayan ödenek var mıdır, varsa hangi yıllara aittir?
2. Cumhurbaşkanlığında 1993, 1994, 1995 ve 1996 yıllarında (Kasım 1996 sonu itibariyle)
a) Büyükelçi sıfatıyla başdanışman,
b) Başdanışman,
c) Danışman, müşavir basın danışmanı vs. gibi yıllara göre kimler görevlendirilmiştir?
3. Yıllara göre bu ünvan ve pozisyondaki görevlere uygulanan maaş statüsü nedir? Yani sözleşmeli mi, 657’ye tabi mi veya başka bir statüde mi bulunmaktadır?
4. Yıllara göre isimlendirilmesini ve 1993’den itibaren bahse konu olan unvan ve şahıslara ne miktar ödeme yapılmıştır?
5. 1993’den itibaren 1996 Kasım sonuna kadar Cumhurbaşkanlığı Köşküne yıllara göre hangi vasıtalar alınmıştır ve bu vasıtaların özellikleri ve gördükleri işler nelerdir? Şu anda 1993’den bu yana alınan vasıtalar dahil olmak üzere toplam ne kadar vasıta mevcuttur?
6. Yukarıda bahsedilen unvan ve pozisyonlarla birlikte Denetleme Kurulu dahil ne miktar personel mevcuttur, unvan ve pozisyonları nelerdir?
T. C.
Devlet Bakanlığı 3.2.1997
Sayı : B.02.0.0010/01824
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : a) TBMM Başkanlığının 7.1.1997 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/1817-4762/13262 sayılı yazısı.
b) Başbakanlık Kan. ve Kar. Gen. Müd.’nün 10.1.1997 tarih ve B.02.0.KKG/106-441-4/295 sayılı yazısı.
Kastamonu Milletvekili Sayın Fethi Acar’ın; Sayın Başbakanımıza tevcih ettiği ve Sayın Başbakanımızın da kendileri adına Bakanlığım koordinatörlüğünde cevaplandırılması istenilen ilgi (b) yazı ekindeki yazılı soru önergesi cevabı ekte sunulmuştur.
Bilgilerinizi ve gereğini arz ederim.
Lütfü Esengün
Devlet Bakanı
Not : Yazılı soruyla ilgili diğer bilgiler dosyasındadır.
5. — İstanbul Milletvekili Cevdet Selvi’nin, SSK sınavına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Necati Çelik’in yazılı cevabı (7/1818)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Çalışma Bakanı Sayın Necati Çelik tarafından yazılı olarak yanıtlanmasını arz ederim. 24.12.1996
Cevdet Selvi
İstanbul
1. Sosyal güvenlik sistemimizin ve SSK’nın temel sorunu olan kaçak-sigortasız işçilik ve düşük prim uygulamalarını takip edecek vasıflı personel alınacağı yerde çoğu merkezde görevlendirilecek vasıfsız personel alınması SSK’nın sorunları ve önceliklerine uygun mudur?
2. Daha hassas ve özellikli sınavlara mektupla başvuru yapıldığı halde sınava başvuru için yaş ve eğitimi genelleştirirken sınava başvuruyu niçin tek bir merkezde ve elden yaptırdınız?
3. Sayın bakanın “adil bir sınav olacak” demesine rağmen sınavın adilliğine yönelik şaibe ve spekülasyonlara neden olacak az sorunun (20) test ile yanıtlanması sınav tekniğine uygun mudur? 20 soru gibi test için çok az sorulu bir sınavın yanıtlarının önceden ezbere kulaktan kulağa söylenmesi ile sınavın adilliğine gölge düşürülmemiş midir?
4. Kamuoyunda tartışmalı ve ilgi uyandıran bu sınav için toplu sınavlarda yetkili ve doğal otorite olan ÖSYM’ye başvurdunuz mu? Sınavı niçin bu konuda da deneyimli olan ÖSYM’ye yaptırmadınız?
5. 75 229 kişinin yanıtlarının bilgisayar yardımı olmadan 14 günde 5 kişilik komisyonca okunması mümkün müdür?
6. Rize Milletvekili Sayın Şevki Yılmaz’ın numaraları 33412’den 33555’e dek 143 kişilik liste verdiği doğru mudur?
7. Kazananlar arasında Bakan Necati Çelik ile aynı soyadında 50 kişi Müsteşar Yardımcısı Rıfat Özer ile 16, SSK Genel Müdürü Mahfuz Güler ile 18 kişinin bulunması tesadüf müdür?
8. Kazananların hangi okul çıkışlı oldukları belirlendi mi? Kazananlar içinde imam hatiplilerin oranı nedir?
9. Bu kadar şaibeli ve spekülasyona neden olan sınavı iptal etmeyi düşünmüyor musunuz?
T. C.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı
Sosyal Güvenlik Kuruluşları Genel Müdürlüğü 3.2.1997
Sayı : B.13.0.SGK-0-13-00-01/840-003089
Konu : Yazılı Soru Önergesi.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : 10.1.1997 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-4934-13269 sayılı yazınız.
İstanbul Milletvekili Cevdet Selvi tarafından hazırlanan “Sosyal Sigortalar Kurumuna personel alımı için yapılan sınava ilişkin” yazılı soru önergesi Bakanlığımca incelenmiştir.
Sosyal Sigortalar Kurumu’nda kaçak-sigortasız işçi çalıştırma ve düşük prim uygulamalarını takip etmekle görevli personel sigorta müfettişleri olup, sözkonusu sınav memur, icra memuru, santral memuru, veznedar, daktilograf, şoför, bekçi, aşçı ve hizmetli kadroları için yapılmıştır.
Diğer taraftan; Devlette her işlem belli kurallara bağlanmıştır. Bu çerçevede, Sosyal Sigortalar Kurumunda da personel işlemlerini düzenlemek üzere, 1987 yılında yürürlüğe konulmuş bulunan Personel Yönetmeliği uygulanmaktadır. Açılan memuriyet sınavı da bu Yönetmeliğin ilgili hükümlerine göre gerçekleştirilmiştir.
Sözkonusu Yönetmelik, sınavların Kurumca oluşturulacak “Sınav Kurulu”nca yapılacağını, sınavların düzenli bir şekilde yürütülmesinden bu kurulun sorumlu olduğunu, değerlendirmelerin de sınav kurulu tarafından gerçekleştirileceğini öngörmektedir. Dolayısıyla, Sosyal Sigortalar Kurumu Personel Yönetmeliği sınavların ÖSYM tarafından yapılmasına izin vermemektedir.
Yönetmeliğin değiştirilerek sınavın ÖSYM tarafından yapılmasına imkân sağlanabileceği düşünülebilir. Ancak, alınan atama izninin 1996 yılında kullanılması gerekmektedir. Aksi takdirde uzun zaman gerektiren Başbakanlık, Devlet Personel Başkanlığı ve Maliye Bakanlığından izin alınması işlemlerinin yenilenmesi zorunlu bulunduğundan, izin alma süresi, ÖSYM’nin hazırlık süresi, sınavların yapılıp değerlendirilmesi ve atama işlemleri dolayısıyla kurum en az 6 ay daha zaman kaybedecekti.
Ayrıca; sınavın merkezî mi yoksa bölgesel mi yapılmasının doğru olacağı üzerinde, Kurum yetkililerince sınav düzenlenmeden önce titizlikle durulmuştur. Ancak, sınavın bölgelerde yapılmasının pek çok sakıncası bulunduğu gözönüne alınarak merkezî sınav düzenlenmesine karar verilmiştir.
Kurum teşkilatının bütün illerde yeterli olmaması nedeniyle sınavın tüm illerde düzenlenmesi mümkün değildir. Sınav, bölgesel yapılsaydı dahi en fazla 10-12 merkezde yapılabilecekti ve başvurmak isteyen kişilerin büyük bölümü yine bulundukları illerden sınavın yapılacağı illere gitmek zorunda kalacaklardı. Bu nedenle sınavın Ankara’da yapılmasının uygun olacağı sonucuna varılmıştır.
Sosyal Sigortalar Kurumunun personel ihtiyacı had safhaya ulaştığı ve bu ihtiyacın bir an önce karşılanması gerektiğinden, zaman darlığı da gözönüne alınarak yazılı kâğıtlarının kısa sürede okunabilmesi için Sınav Komisyonunca (20) soru sorulması uygun görülmüştür.
Yazılı sınavların değerlendirilmesi, Kurum Personel Yönetmeliği hükümleri çerçevesinde, Komisyonun büyük özveri ve fedakârlığı sayesinde gerçekleştirilmiştir.
Sınavda, Rize Milletvekili Sayın Şevki Yılmaz’ın numaraları 33412’den 33555’e kadar olan 143 kişilik liste vermesi gibi bir durum sözkonusu olmayıp, kazanan adaylar arasında Çelik Özer ve Güler soyadlarının bulunması da tamamen tesadüften ibarettir.
Sınav başvuruları ilkokul, ortaokul, lise ve dengi okul ile yüksekokul mezunları olarak kabul edilmiş olup, kazananların hangi okul mezunu olduklarının ayrıca tespitine ihtiyaç duyulmamıştır.
Sosyal Sigortalar Kurumunca yapılan sınava ilişkin işlemler ile yazılı ve mülakata ait değerlendirmeler usulüne uygun olarak ve objektif ölçülerle gerçekleştirilmiş olduğundan sınavın iptalini gerektiren bir durum sözkonusu değildir.
Bilgilerinize arz ederim.
Necati Çelik
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı
6. — Kocaeli Milletvekili Bekir Yurdagül’ün SSK sınavında usulsüzlük yapıldığı iddiasına ilişkin Başbakandan sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Necati Çelik’in yazılı cevabı (7/1819)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Başbakan Sayın Necmettin Erbakan tarafından yazılı olarak cevaplandırılması için gereğini arz ederim. 25 Aralık 1996
Saygılarımla.
Bekir Yurdagül
Kocaeli
Sosyal Sigortalar Kurumuna memur alımı için yapılan sınavlar, duyurulardan, sınav sonuçlarının açıklanmasına kadar devam eden süreçte her aşamasının yürürlükteki mevzuata aykırı olduğu görülmektedir.
Şöyle ki;
— Sorulan soruların, memur olarak alınacak kadronun gerektirdiği konularda olmadığı, bunun Sosyal Sigortalar Kurumu Personel Yönetmeliğinin 38 inci maddesine aykırı olduğu,
— Sınava girerken adayların hüviyet tespitinin yapılmadığı,
— Sosyal Sigortalar Kurumu Personel Yönetmeliğinin 37 nci maddesine göre; Kurumun, sınavları adil ve eşit şartlar altında yapılmasını sağlama görevi vardır. Sözkonusu sınavda ise adalet ve eşitlikten sözetmek mümkün değildir.
— Duyuruda sınavlar Ankara’da Genel Müdürlükte yapılacaktır denmesine karşın, resmî hiçbir duyuru yapılmadan ve 15 günlük yasal süre verilmeden, Genel Müdürlüğün dışında başka bir yerde yapılmıştır.
— Sınav yeri, saati ve tarihi hiçbir adaya bildirilmemiştir.
— Şoför olarak başvuracakların en az (E) sınıfı sürücü belgesine sahip olmaları gerekirken, bu, sınav duyurusunda (B) olarak ilan edilmiştir,
— Sınav duyurusunda yaş üst sınırı belirtilmemiştir,
— Sınava girdiği bildirilen 75 229 kişinin sınav kâğıtlarının 5 kişilik bir komisyon tarafından 11 gün gibi çok kısa bir sürede değerlendirilebilmesi kamuoyunda büyük kuşkular yaratmıştır. Görsel ve yazılı basına göre : Sınav kâğıtları değerlendirilmeden, milletvekillerinin verdiği listelerdeki kişiler kazanmış gibi gösterilerek mülakata alınmışlardır.
Buna göre;
1. Yüksek trajlı bir gazetede, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Müsteşarı Ali Toptaş’ın da objektif olmadığını itiraf ettiği, Cumhuriyet tarihimizin en şaibeli sınavını iptal edip ÖSYM (Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi) aracılığıyla yeni bir sınav yapılması için talimat verecek misiniz?
2. Doksanbin işsiz gencimizin ceplerinden milyonlar harcayarak günlerce Ankara’da çile çekmeleri, umutlarının sömürülmesi, sonu bilinen bu senaryoda, figüran rolünü oynamaları vicdanen sizi rahatsız etmiyor mu?
3. Baştan sona şaibeli bu sınavı soruşturmak için Başbakanlık Teftiş Kurulunu harekete geçirmeyi düşünüyor musunuz?
T. C.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı
Sosyal Güvenlik Kuruluşları Genel Müdürlüğü 3.2.1997
Sayı : B.13.0.SGK-0-13-00-01/838-003090
Konu : Yazılı Soru Önergesi.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : 10.1.1997 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/1819-4764/13270 sayılı yazınız.
Kocaeli Milletvekili Bekir Yurdagül tarafından Sayın Başbakanımıza tevcih edilen ve Sayın Başbakan tarafından Devlet Bakanı Sayın Lütfü Esengün’ün koordinatörlüğünde cevap verilmesi tensip olunan “Sosyal Sigortalar Kurumu personel ihtiyacının karşılanması için açılan sınava ilişkin” 7/1819 esas no.’lu yazılı soru önergesi Bakanlığımca incelenmiştir.
Sosyal Sigortalar Kurumu merkez ve taşra teşkilatının personel ihtiyacının karşılanmasını teminen açılan sınav 1987 yılında yürürlüğe konulmuş bulunan “Sosyal Sigortalar Kurumu Personel Yönetmeliği”nin ilgili hükümlerine göre gerçekleştirilmiştir.
Sözkonusu Yönetmelik sınavların kurumca oluşturulacak “Sınav Kurulu”nca yapılacağını, sınavların düzenli bir şekilde yürütülmesinden bu kurulun sorumlu olduğunu, değerlendirmelerin de sınav kurulu tarafından gerçekleştirileceğini öngörmektedir. Dolayısıyla, Sosyal Sigortalar Kurumu Personel Yönetmeliği sınavların ÖSYM tarafından yapılmasına izin vermemektedir.
Yönetmeliğin değiştirilerek, sınavın ÖSYM tarafından yapılmasına imkân sağlanabileceği düşünülebilir. Ancak, alınan atama izninin 1996 yılında kullanılması gerekmektedir. Aksi takdirde uzun zaman gerektiren Başbakanlık, Devlet Personel Başkanlığı ve Maliye Bakanlığından izin alınma işlemlerinin yenilenmesi zorunlu bulunduğundan, izin alma süresi, ÖSYM’nin hazırlık süresi, sınavların yapılıp değerlendirilmesi ve atama işlemleri dolayısıyla kurum en az 6 ay daha zaman kaybedecekti.
Ayrıca; sınavın merkezî mi yoksa bölgesel mi yapılmasının doğru olacağı üzerinde, Kurum yetkililerince sınav düzenlenmeden önce titizlikle durulmuştur. Ancak, sınavın bölgelerde yapılmasının pek çok sakıncası bulunduğu göz önüne alınarak merkezî sınav düzenlenmesine karar verilmiştir.
Kurum teşkilatının bütün illerde yeterli olmaması nedeniyle sınavın tüm illerde düzenlenmesi mümkün değildir. Sınav, bölgesel yapılsaydı dahi en fazla 10-12 merkezde yapılabilecekti ve başvurmak isteyen kişilerin büyük bölümü yine bulundukları illerden sınavın yapılacağı illere gitmek zorunda kalacaklardı. Bu nedenle sınavın Ankara’da yapılmasının uygun olacağı sonucuna varılmıştır.
Sosyal Sigortalar Kurumunca yapılan sınava ilişkin işlemler ile yazılı ve mülakata ait değerlendirmeler usulüne uygun olarak ve objektif ölçülerle gerçekleştirilmiş olduğundan soruşturma açılmasını gerektiren bir durum sözkonusu değildir.
Bilgilerinize arz ederim.
Necati Çelik
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı
7. — Konya Milletvekili Nezir Büyükcengiz’in, şeker pancarı fiyatlarına ve bedellerine ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Yalım Erez’in yazılı cevabı (7/1824)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Sanayi ve Ticaret Bakanı Sayın Yalım Erez tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasına aracılığınızı saygılarımla arz ederim. 24.12.1996
Nezir Büyükcengiz
Konya
Geçtiğimiz sezonda Anayol Hükümeti tarafından şeker pancarına 4 400 TL taban fiyat verildi ve 600 TL.’lik de bir ek fiyat verilmesi yönünde çalışmalar başlatıldı.
Yaklaşık 8 ay önce açıklanan bu fiyatlar (Pancar bedellerinin 2 veya 3 ay sonra ödeneceği varsayılırsa) yüksek enflasyon karşısında eriyerek pancar üreticisinin mağduriyetine neden oldu.
Sorular :
1. Şeker şirketi tarafından bugüne kadar teslim alınan pancara ek fiyat uygulaması yapmayı düşünüyor musunuz?
2. Pancar bedelleri üreticilerimize ne zaman ödenecektir?
3. Ek fiyat uygulanmayacaksa üreticilerimizin mağduriyetini giderecek ne gibi önlemleriniz vardır?
T. C.
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı
Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği 30.1.1997
Sayı : B.140.BHİ.01-38
Konu : Yazılı Soru Önergesi.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : 10.1.1997 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-4935-13275 sayılı yazınız.
Konya Milletvekili Nezir Büyükcengiz’in, şeker pancarı fiyatlarına ve bedellerine ilişkin olarak tarafımdan cevaplandırılmasını istediği (7/1824) esas nolu yazılı soru önergesiyle ilgili cevabımız ekte takdim edilmiştir.
Bilgilerinizi ve gereğini arz ederim.
Yalım Erez
Sanayi ve Ticaret Bakanı
Konya Milletvekili Nezir Büyükcengiz’in Yazılı Sorularına Cevaplarımız
Cevap 1. Pancar fiyatları 6747 sayılı Şeker Kanununa göre Bakanlar Kurulu Kararıyla belirlenmektedir. 29.5.1996 tarih 96/8295 sayılı B.K.K. ile 1996 yılı ürünü pancar fiyatı 4 400 TL./Kg. olarak belirlenmiştir. Prim ve tazminatlarla birlikte fiyatın 4 840 TL./Kg.’a ulaşması beklenmektedir. Ek fiyat uygulaması için Bakanlar Kurulunca bugüne kadar herhangi bir karar yayınlanmamıştır.
Cevap 2. 1996 yılında üreticiye 55.2 trilyon liralık bedel tahakkuk etmesi beklenmektedir. Pancar üreticisine bugüne kadar 20.2 trilyon TL. aynî ve nakdî avans ödemesi yapılmış olup, kalan 35 trilyon TL.’nin Mart 1997’ye kadar ödenmesi planlanmaktadır.
Cevap 3. Son iki yıldır pancar fiyatları üreticilerce yeterli bulunmuştur. 1995 yılından 8 820 bin ton olan pancar rekoltesi, 1996 yılında % 29’luk artış ile 11 400 bin tona ulaşmıştır. 1997 yılında 3 700 000 dekar alanda pancar ekilmesi beklenmektedir. Bugüne kadar alınan taahhütler 3 537 650 dekara ulaşmıştır. Taahhüt alımları devam etmektedir. Ekim miktarında bir önceki yıla göre beklenen % 6 oranında artış, pancar fiyatlarının üreticilerce tatminkâr bulunduğunun ve yeterli desteklerin sağlandığının göstergesidir.
8. — Balıkesir Milletvekili Mustafa Güven Karahan’ın, Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş.’deki personel atamalarına ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Yalım Erez’in yazılı cevabı (7/1836)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Sanayi ve Ticaret Bakanı Sayın Yalım Erez tarafından yazılı olarak cevaplandırılması hususunda gereğini arz ederim.
Dr. Mustafa Güven Karahan
Balıkesir
Soru 1. Türkiye Şeker Fabrikaları Anonim Şirketi Genel Müdürlüğüne bağlı Şeker Fabrikalarından Susurluk Şeker Fabrikasına 1995 - 1996 döneminde nakil yoluyla tayini yapılan personel sayısı kaçtır?
Soru 2. Susurluk Şeker Fabrikaları dışındaki Türkiye Şeker Fabrikaları Anonim Şirketi Genel Müdürlüğüne bağlı şeker fabrikalarında 1995 - 1996 döneminde kadroya alınan personel sayısı kaç adettir.
Soru 3. Türkiye Şeker Fabrikaları Anonim Şirketi Genel Müdürlüğüne bağlı şeker fabrikalarına personel alımında hangi yöntemler uygulanmaktadır? Bakanlığınız süresindeki uygulamalar nelerdir?
Soru 4. Türkiye Şeker Fabrikaları Anonim Şirketi Genel Müdürlüğü Susurluk Şeker Fabrikasında boşalan kadroların diğer fabrikalardan yapılan tayinler ile doldurulduğu, diğer fabrikalardaki personel ihtiyacının ise fabrikada çalışan geçici işçilerin kadroya geçirilmeleri veya açıktan atama yoluyla karşılandığı bilinmektedir. Susurluk Şeker Fabrikasında Susurluk ve çevresinden kısaca yöre insanlarından oluşan bir işçi topluluğunun belli dönemlerde yıllardan beri geçici işçi statüsünde istihdam edildikleri ve ülkemizin her köşesinde olduğu gibi işsizlik sorununun Susurluk ve çevresinde de sıkıntılarını hissettirdiği, bu insanların kadro almayı bekledikleri durumda; yapılan uygulamanın hukukî, mantıkî, ahlakî ve siyasî gerekçeleri nelerdir?
Bu durum Anayasanın 70 inci maddesindeki, “Her Türk Kamu hizmetlerine girme hakkına sahiptir. Hizmete alınmada, görevin gerektirdiği nitelikten başka hiç bir ayırım gözetilemez” hükümlerine aykırı düşmekte midir?
T. C.
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı
Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği 28.1.1997
Sayı : B.140.BHİ.01-34
Konu : Yazılı Soru Önergesi.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : 10.1.1997 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-4935-13275 sayılı yazınız.
Balıkesir Milletvekili Mustafa Güven Karahan’ın, Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş.’deki personel atamalarına ilişkin olarak tarafımdan cevaplandırılmasını istediği (7/1836) esas no.lu yazılı soru önergesiyle ilgili cevabımız ekte takdim edilmiştir.
Bilgilerinizi ve gereğini arz ederim.
Yalım Erez
Sanayi ve Ticaret Bakanı
Balıkesir Milletvekili Mustafa Güven Karahan’ın Yazılı Sorularına Cevaplarımız
Cevap 1. Susurluk Şeker Fabrikasına 1995 ve 1996 yıllarında nakil yoluyla tayini yapılan işçi, memur ve sözleşmeli personel sayısı aşağıda gösterilmiştir.
Memur ve Sözleşmeli Personel :
1995 Yılı 1996 Yılı
Naklen Gelen 20 —
Naklen giden 14 —
Daimi İşçi :
1995 Yılı 1996 Yılı
Naklen Gelen 5 12
Naklen giden 3 2
Kadrosuz Daimi İşçi :
1995 Yılı 1996 Yılı
Naklen Gelen 6 3
Naklen giden — —
Cevap 2. Susurluk Şeker Fabrikası, dışında, Genel Müdürlüğümüze bağlı Şeker Fabrikalarında alınan işçi, memur ve sözleşmeli personel sayısı :
Memur ve Sözleşmeli Personel :
1995 Yılı 1996 Yılı
17 24
(3413 sayılı Yasa gereği sınav yapılmak suretiyle Çocuk Esirgeme Kurumundan alınmıştır.)
İşçi :
1995 Yılı 1996 Yılı
17 6
(İlgililer 3413 sayılı Kanuna istinaden kadroya alınmışlardır.)
Cevap 3. Türkiye Şeker Fabrikaları A. Ş. Genel Müdürlüğüne bağlı Şeker Fabrikalarına geçici işçi temini, İş ve İşçi Bulma Kurumu Genel Müdürlüğü ile Genel Müdürlüğümüz arasında yapılan protokol esaslarına göre ve sözü edilen kurum kanalı ile yapılmaktadır.
Açıktan Sözleşmeli Personel alımında ise Teşekkülümüz Sınav Yönetmeliği hükümleri uygulanmaktadır.
1996 yılı sonunda, 50 kişilik Ziraat Mühendisi atamasının yapılabilmesi için Başbakanlıktan yetki alınmış ve ODTÜ tarafından gerçekleştirilen yazılı sınav sonucunda; ihtiyaç bulunan doğu fabrikalarında çalıştırılmak üzere 45 Ziraat Mühendisi 1997 yılında işe alınmıştır. Ayrıca, halen işçi statüsünde çalışan yüksek okul mezunlarından, doğu fabrikalarında sözleşmeli statüde çalıştırılmak üzere, Başbakanlıktan alınan 100 kişilik yetki çerçevesinde, Sınav Yönetmeliği hükümlerine göre sınavları yapılarak başarılı olanların atamaları 1997 yılında yapılacaktır.
Cevap 4. Şirketimizde iki grup işçi çalıştırılmaktadır.
a) Daimî işçiler, fabrikalar arası nakilleri mümkün olan işçiler.
b) Geçici işçiler, nakilleri yapılmayan işçilerdir.
Daimî işçilerimiz, Toplu İş Sözleşmesi hükümlerine göre her yıl boş kadrolar için terfi imtihanına girerek terfi imkânı elde ederler. Terfiler öncelikle doğu fabrikalarına yapılır. Doğu’da 3 yıl ve daha fazla bekleyenler de Batı fabrikalarında boş bulunan kadrolara nakledilirler.
Fabrikalar arası bu nakil işleminde, diğer Şeker Fabrikalarından Susurluk Şeker Fabrikasına nakil isteğinde bulunanların haklı istekleri değerlendirilerek boş kadro durumuna göre nakilleri yapılmaktadır. Susurluk Şeker Fabrikasından diğer şeker fabrikalarına nakil isteğinde bulunanların da haklı istekleri bu çerçevede değerlendirilmektedir. Ancak, diğer fabrikalardaki daimî personel ihtiyacı geçici işçilerin kadroya geçirilmesiyle veya açıktan atama yoluyla karşılanmamıştır. Hiç bir şeker fabrikasında 1995 ve 1996 yıllarında geçici işçilerin kadroya alınması veya açıktan personel alınması uygulaması yapılmamış olup, sadece 3413 sayılı Yasa gereği Çocuk Esirgeme Kurumundan 1995 ve 1996 yıllarında toplam 64 kişi işçi ve sözleşmeli statüde işe alınmışlardır.
9. — Aydın Milletvekili Yüksel Yalova’nın, Adalet Bakanının bir toplantıda yaptığı açıklamaya ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Meral Akşener’in yazılı cevabı (7/1843)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın İçişleri Bakanı Sayın Meral Akşener tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını tensiplerinize arz ederim. 2.1.1996
Saygılarımla.
Dr. Yüksel Yalova
Aydın
31 Aralık 1996 tarihinde Refah Partisi tarafından İstanbul’da düzenlenen “Alternatif yılbaşı” gecesinde bir konuşma yapan Adalet Bakanı Sayın Şevket Kazan, hakkında verilmiş gıyabî tutuklama kararı nedeniyle, Aczimendi tarikatı Şeyhi Sayın Müslüm Gündüz’le ilgili hukukî işlem ve eylemlerde bulunan polislerimiz için soruşturma açılacağını ifade etmiştir.
1. Sayın Kazan’ın, televizyonlardan kamuya duyurulan konuşmasının hukukî dayanağı nedir?
2. Bakanlıklararası işbölümü ve görev dağılımı göz önünde bulundurulursa, Adalet Bakanının kararı, “yetki tecavüzü” değil midir?
3. Teşkilat Kanununuzun size tanıdığı yetkileri kullanma konusunda herhangi bir bakana “yetki devri”niz sözkonusu mudur?
4. Anayasa ve kanunların kendilerine tanıdığı yetki ve bakanlık ilgili birimlerinin verdiği talimat çerçevesinde görev ifa eden kamu görevlileri hakkında, anılan olaya ilişkin soruşturma açtırdığınız iddiaları doğru mudur? Eğer doğru ise ya da işlem yapılırsa hukukî gerekçesi nedir?
T.C. İçişleri Bakanlığı 31.1.1997 Emniyet Genel Müdürlüğü
Sayı : B.05.1.EGM.0.12.01.01-029888
Konu : Yazılı Soru Önergesi
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : TBMM Başkanlığının 10.01.1997 gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/1843-4846/13697 sayılı yazısı.
Aydın Milletvekili Dr. Yüksel Yalova tarafından TBMM Başkanlığına sunulan ve tarafımdan yazılı olarak cevaplandırılması istenilen soru önergesinin cevabı aşağıya çıkarılmıştır.
Önergede adı geçen ve hakkında gıyabi tutuklama kararı bulunan aczimendi tarikatı şeyhi Müslüm Gündüz’ün Avukatı Abdullah Çiftçi’nin şikayet dilekçesi üzerine yakalanma olayında görev alan Emniyet Mensupları ile ilgili 13.1.1997 gün ve 500124 sayılı yazı ile konunun incelenmesi için İstanbul Emniyet Müdürlüğüne gerekli talimat verilmiştir.
Soruşturma için Emniyet Müdür Yardımcısı düzeyinde bir yetkili görevlendirilmiş olup, inceleme sonucuna göre gerekli işlem yapılacaktır.
Bilgilerinize arz ederim.
Dr. Meral Akşener İçişleri Bakanı
10. – Şanlıurfa Milletvekili Zülfikar İzol’un, Şanlıurfa’da TEDAŞ’ın bazı hizmetlerindeki yetersizliğe ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı M. Recai Kutan’ın yazılı cevabı (7/1857)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorumun Enerji Bakanı tarafından sözlü olarak cevaplandırılmasını arz ederim.
Zülfikar İzol Şanlıurfa
Soru :
GAP’ın başkenti olan Şanlıurfa’da sulu tarıma başlanmıştır.
Ama ne yazık ki TEDAŞ’ın trafo konusundaki yetersiz kalışı ihtiyaca cevap vermezken, büyük sıkıntılar yaratmaktadır.
Hem ülke ekonomisinde hem de yöre halkında büyük maddi sorun ortaya çıkmaktadır.
Bu sıkıntıların giderilmesi için Sayın Bakan ne gibi tedbirler almayı düşünmektedir?
T.C. Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı Araştırma, Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı 30.1.1997
Sayı : B.15.0.APK.0.23-300-149-1723
Konu : Yazılı soru önergesi
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : a) TBMM Başkanlığı’nın 23 Mayıs 1996 gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-1956 sayılı yazısı.
b) TBMM Başkanlığı’nın 10 Ocak 1997 gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/1857-1646/ 4491 sayılı yazısı.
Şanlıurfa Milletvekili Sayın Zülfikar İzol’un Bakanlığıma tevcih ettiği ve ilgi a’da kayıtlı yazı ile de Bakanlığıma intikal eden 6/133-1646 esas sayılı sözlü soru önergesi; 30 Ekim 1996 tarih ve B.15.APK.0.23.300-1492-17170 sayılı yazımız ile Parlamento ile ilişkilerden sorumlu Devlet Bakanlığına iletilmiştir.
İlgi b’de kayıtlı yazı ile ise, TBMM İçtüzüğünün 98 inci maddesi uyarınca üç birleşim içinde cevaplandırılmadığı gerekçesiyle sözkonusu sözlü soru önergesinin, 7/1857-1646 esas no.lu yazılı soru önergesine çevrildiği Bakanlığıma bildirilmiştir.
Bahsekonu soru önergesi ile ilgili bilgiler hazırlanarak ekte sunulmuştur.
Bilgilerinize arz ederim.
M. Recai Kutan Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı
Şanlıurfa Milletvekili Sayın Zülfikar İzol’un Yazılı Soru Önergesi ve Cevabı (7/1857-1646)
Soru :
GAP’ın başkenti olan Şanlıurfa’da sulu tarıma başlanmıştır. Ana ne yazık ki TEDAŞ’ın trafo konusundaki yetersiz kalışı ihtiyaca cevap vermezken büyük sıkıntılar yaratmaktadır.
Hem ülke ekonomisinde hem de yöre halkında büyük maddi sorun ortaya çıkmaktadır.
Bu sıkıntıların giderilmesi için Sayın Bakan ne gibi tedbirler almayı düşünmektedir?
Cevap :
Şanlıurfa İlindeki tarımsal sulama tesislerinin elektrik ihtiyacı, 154/31, 5 kilovolt’luk Yardımcı, Akçakale, Siverek ve Viranşehir Trafo Merkezlerinden karşılanmaktadır.
Yardımcı Trafo Merkezi’nin yükü, 62 köydeki sulama tesislerinin Atatürk Barajından sulanmaya başlamasıyla birlikte, 1995 yılı sulama mevsiminde 65 Megavoltamper’e yükselmiştir. Çok kısa sürede bu kadar hızlı bir artış beklenmediğinden Yardımcı Trafo Merkezi zaman zaman aşırı yükten servis dışı kalmış ve dolasıyla sulama tesislerine bu açmalar anında elektrik verilememiştir.
Ancak, süratle Yardımcı Trafo Merkezi yükünün 15 Megavoltamper’lik bölümü yöredeki mevcut dağıtım hatlarından yararlanarak, geçici olarak Şanlıurfa ve Şanlıurfa Çimento merkezlerine aktarılmış, dolayısıyla Yardımcı Trafo Merkezi’nin aşırı yükten servis dışı kalması önlenerek, sulama tesislerine ve yöredeki yerleşim birimlerine kesintisiz elektrik verilmeye başlanmıştır. Diğer taraftan, kalıcı çözüm olması bakımından Yardımcı Trafo Merkezi’nin kapasitesinin 2x25 Megavoltamper’den, 2x50 Megavoltamper’e yükseltilmesi düşünülmüş olup, Yardımcı Trafo Merkezindeki 2x25 Megavoltamper’lik trafolardan birinin yerine TEAŞ Genel Müdürlüğü’nce 21 Mayıs 1996 tarihindeki 50 Megavoltamper’lik trafo kurulmuştur. TEAŞ Genel Müdürlüğü planlamaları doğrultusunda 1997 yılı sulama sezonunda merkezdeki diğer 25 Megavoltamper’lik trafo yerine de 50 Megavoltamper’lik trafo kurulması programa dahil edilmiştir.
Akçakale İlçesi ile köylerinde de çok yoğun olarak tarımsal sulama yapılmakta ve bu tesisler, TEAŞ Genel Müdürlüğüne ait 154/31, 5 kilovolt, 2x50 Megavoltamper’lik Akçakale Trafo Merkezinden elektrik almaktadır. Sözkonusu merkezden beslenen bölgede beklenmedik miktarda bir enerji artışı olduğundan, bu merkezdeki trafolardan biri aşırı yükten arızalanmış, yeni trafo tesis edilinceye kadar müşterilere elektrik verilmesinde aksamalar olmuştur. Ancak, çok kısa sürede yeni trafo devreye alınarak elektrik ihtiyacı tekrar kesintisiz ve kısıntısız olarak karşılanmaya başlanmıştır.
Ayrıca, bu merkezden elektrik alan Aşağıkesmekaya yöresindeki mevcut ve muhtemel sulama yüklerinin daha sağlıklı beslenmesini temin etmek için TEDAŞ yatırım programına 12 km. lik Akçakale Trafo Merkezi-Cepkenli-Aşağıkesmekaya Enerji Nakil Hattı Projesi 1996 yılında ihale edilmiş ancak tesis henüz tamamlanmamıştır. TEDAŞ Genel Müdürlüğü 1997 yılı Yatırım Programı Tasarısı’nda yeterli ödenek ayrılan bu hattın yıl içinde bitirilmesi planlanmıştır.
Viranşehir İlçesinde de tarımsal sulama yüklerinin çok hızlı arttığı dikkate alınarak, yöredeki sulama müşterilerinin enerji ihtiyacının uzun yıllar sağlıklı olarak karşılanmasının temini bakımından, TEDAŞ Genel Müdürlüğü’nce çalışmalar devam edilmektedir.
Hilvan İlçesi ile bağlı köylerindeki tarımsal sulama tesislerinin elektrik ihtiyacının daha sağlıklı ve güvenceli olarak karşılanabilmesi için ise, 40 km. lik Siverek Trafo Merkezi-Hilvan Enerji Nakil Hattı Projesi, TEDAŞ 1997 yılı Yatırım Programında yeralmakta olup, ihale edilerek yıl sonuna kadar tamamlanacaktır.
11. – Artvin Milletvekili Süleyman Hatinoğlu’nun, Artvin-Hopa-Kemalpaşa Lisesi ve Şavşat Yatılı İlköğretim Okulu inşaatı ihalelerine ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Cevat Ayhan’ın yazılı cevabı (7/1859)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Bayındırlık ve İskân Bakanı tarafından yazılı olarak cevaplandırılması hususunda delaletlerinizi arz ederim.
Süleyman Hatinoğlu Artvin
Artvin Bayındırlık İl Müdürlüğünde, 26.12.1996 tarihinde Şavşat Yatılı ilköğretim okulunun;
3.1.1997 tarihinde Hopa-Kemalpaşa çok proğramlı lise inşaatının ihalesi yapılmıştır.
Şavşat Yatılı İlköğretim okulu 190 milyar keşif bedel ve % 48.77 tenzilatla;
Hopa-Kemalpaşa çok proğramlı lise inşaatı 75 milyar keşif bedel ve % 40.81 tenzilatla aynı firmaya verilmiştir.
Ayrıca Bayındırlık İl Müdürü de bu arada görevinden alınmıştır.
Bu nedenle sorularım:
1. Şavşat Yatılı İlköğretim Okulu’nun % 48.77, Hopa-Kemalpaşa Çok Proğramlı Lise inşaatının % 40.81 tenzilatla aynı firmaya verilmesi bir tesadüf müdür?
2. Bu işlerin bu tenzilatlarla bitirilmesinin mümkün olmadığı, Bayındırlık Bakanlığının ilan ettiği keşif bedellerinden anlaşılmaktadır.
Şayet bu işlerin bu tenzilatlarla yapılması mümkünse, bu kadar yüksek keşif bedelleri tespit eden sorumlular hakkında ne işlem yapacaksınız?
3. a) Bayındırlık Bakanlığının birim fiyatlarına göre bu inşaatların, bu tenzilatlarla bitirileceğine inanıyor musunuz?
b) Eğer bitirileceğine inanmıyorsanız, ihalenin iptalini düşünür müsünüz?
4. İhaleleri alan müteahhit firma daha önce bu bölgede hiç iş almamıştır. Bölgenin ve yörenin tamamen yabancısıdır. Ayrıca bu ihaledeki tenzilatlar yapılırken diğer taraftan Artvin Bayındırlık İl Müdürlüğü kadrosunun değiştirilerek RP taraftarlarının getirileceği duyumlarını almaktayım.
Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
T.C. Bayındırlık ve İskân Bakanlığı 31.1.1997 Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği
Sayı : B.09.0.BHİ.0.00.00.25/2-A/206
Konu : Artvin Milletvekili Süleyman Hatinoğlu’nun
Yazılı Soru Önergesi
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : TBMM’nin 14.1.1997 gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/1859-4864/13773 sayılı yazısı.
İlgi yazı ekinde alınan, Artvin Milletvekili Süleyman Hatinoğlu’nun “Hopa-Kemalpaşa Lisesi ve Şavşat Yatılı İlköğretim Okulu inşaatı ihaleleri”ne dair Bakanlığımıza yönelttiği yazılı soru önergesi incelenmiştir.
Sözkonusu önergede bahsedilen Artvin Hopa Kemalpaşa Çok Programlı Lise inşaatı ile Şavşat Yatılı İlköğretim Okulu İnşaatı ihaleleri Bakanlığımızca gerçekleştirilmemiştir.
Bahsekonu inşaat ihalelerinden, Şavşat Yatılı İlköğretim Okulunun ihalesi Artvin İl Milli Eğitim Müdürlüğü bünyesinde kurulan emanet komisyonu marifetiyle 26.12.1996 tarihinde; Hopa Kemalpaşa Çok Programlı Lise inşaatının ihalesi ise Artvin Valiliğinin İl Daimi Encümenince 3.1.1997 tarihinde yapılmıştır.
Her iki ihaleye, İl Bayındırlık ve İskân Müdürlüğümüzden, emanet komisyonuna 1 üye, diğer encümence yapılan ihaleye ise müşahit olarak teknik personel görevlendirilmiştir.
Adı geçen ihaleler, 1996 yılı için geçerli olan “1996 Yılında Girişilecek Yapım İhalelerinde Uygun Bedelin Tercihinde Kullanılacak Kriterler Tebliği”ne uygun hareket edilerek, istekliler arasındaki en yüksek indirimi teklif eden Firmaya ihale edilmiştir.
Şavşat Yatılı İlköğretim Okulu ihalesine 58 adet müteahhit iştirak etmiş, % 40.77 tenzilatı yapan Alban İnş. San. Tic. ve Turz. Ltd. Şti.ne ihale edilmiştir. (İş emaneten olduğundan birim fiyatlar % 8 tenzilatlıdır)
Kemalpaşa Çok Programlı Lise inşaatına ise 59 adet müteahhit iştirak etmiş ve ihale % 40.81 tenzilat yapan aynı firmaya verilmiştir.
Ayrıca, Artvin Bayındırlık ve İskân Müdürlüğü kadrosunun değiştirilerek RP taraftarlarının getirileceği söylentisi doğru değildir.
Bilgilerinize arz ederim.
Cevat Ayhan Bayındırlık ve İskân Bakanı
12. – Konya Milletvekili Nezir Büyükcengiz , Tümosan Motor Fabrikasının özelleştirme kapsamında bulunup bulunmadığına ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Yalım Erez’in yazılı cevabı (7/1862)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın sözlü olarak Sanayi ve Ticaret Bakanı Sayın Yalım Erez tarafından cevaplandırılmasına aracılığınızı saygılarımla arz ederim. 9.5.1996
Nezir Büyükcengiz Konya
Sorular :
1. Konya İlimizde kurulu Tümosan motor fabrikası özelleştirme kapsamında mıdır?
2. Özelleştirme kapsamında ise satışı ne zaman yapılacaktır?
3. Özelleştirme kapsamında değilse hantal bir teknolojiye sahip bu fabrikamızın daha rantabl çalışması için ne gibi çalışmalarınız vardır?
T.C. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı 30.1.1997 Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği
Sayı : B.140.BHİ.01-40
Konu : Yazılı soru önergesi
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi :10.1.1997 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/1862-1735/4589 sayılı yazınız.
Konya Milletvekili Nezir Büyükcengiz’in, Tümosan Motor Fabrikasının özelleştirme kapsamında bulunup bulunmadığına ilişkin olarak tarafımdan cevaplandırılmasını istediği (7/1862) esas nolu yazılı soru önergesiyle ilgili cevabımız ekte takdim edilmiştir.
Bilgilerinizi ve gereğini arz ederim.
Yalım Erez Sanayi ve Ticaret Bakanı
Konya Milletvekili Nezir Büyükcengiz’in Yazılı Sorularına Cevaplarımız
Cevap 1-2. TÜMOSAN Motor fabrikası özelleştirme kapsamı dışındadır.
Cevap 3. TÜMOSAN’da motor ve traktör montaj hatları son teknolojiye göre kurulmuş olup her iki projedeki imalat hatlarında transfer teknolojisi ve özel tezgâhlar kullanılmaktadır.
Kapasite, bir vardiyada motorda 25 000 adet/yıl, traktörde ise 15 000 adet/yıl olup, 1996 yılı için motorda 15 000 ve traktörde ise 2 000 adedi TÜMOSAN, 1500 adedi düşük kaliteli olmak üzere 3500 adet traktör üretimi öngörülmüştür.
Ancak bazı müşterilerin siparişlerindeki azalmalar sonucu, motorda güncel üretim hedefi 12 500 adet iken, 11 450 adet olarak gerçekleşmiştir.
TÜMOSAN traktöründe tedarik aksamalarından dolayı üretim 1464 adet olarak gerçekleşmiştir. ÜNİVERSAL üretimi ise Romanya’dan bir başka firma tarafından getirtilen gövde sayısına bağlı olup proğramın gerisinde kalınarak, yıl sonu itibariyle 622 adet üretilmiştir.
Motorda Türk Traktör Firmasının taleplerini azaltmasına karşılık TÜMOSAN motorlarının üretimi arttırılmakta olan TÜMOSAN traktörlerinde kullanımı yanında ÜNİVERSAL ve HEMA traktörlerine de temini yoluyla üretim sayılarında düşme olmayacaktır. Bu konuda her üç firmayla da 1997 yılı sipariş görüşmelerine devam edilmektedir. Özellikle 70 BG. ve üzerinde rekabet şansı fazla olan TÜMOSAN traktör üretiminin 1997’de asgari 3 000 adet/yıla çıkartılması için gerekli çalışmalar yapılmıştır. Bu sayının GAP projesi ihtiyaçları yanında özellikle dış pazarlara açılma yoluyla daha da arttırılmasına çalışılmaktadır. Bu konuda ilgili dış firma ile temaslar sürdürülmektedir.
Daha önce de belirtildiği üzere motorda yerlileştirme çalışmaları % 2’lik kısım hariç tamamlanmış, traktörde ise % 75 seviyesine ulaşılmıştır. Traktördeki yerlileştirme çalışmaları sürdürülmektedir.
TÜMOSAN’ın ürün gamı dolayısıyla da hedefi yüksek özelliklere sahip traktör üretimi olup, halen piyasanın talebi doğrultusunda 12 vites, elektrolift, yeni kabin gibi özelliklerin seri üretimine geçilmiştir. Bu konudaki diğer yenilikler için çalışmalar sürdürülmektedir.
13. – Kütahya Milletvekili Emin Karaa’nın, Kütahya’da Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Müdürlüğü kurulup kurulmayacağına ilişkin sorusu ve Kültür Bakanı İsmail Kahraman’ın yazılı cevabı (7/1929)
14.1.1997
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Kültür Bakanı Sayın İsmail Kahraman tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını, saygılarımla arz ederim.
Emin Karaa Kütahya
Kütahya üçbin yıl öncesine dayanan tarihi ile bünyesinde antik kalıntıları, camileri, han, hamam ve türbeleriyle eski ile yeninin içiçe olduğu nadir illerimizden biridir.
Kütahya’da müze müdürlüğü kayıtlarına göre 541’i merkez ilçede olmak üzere 834 tescilli kültür varlıkları ve sit alanları vardır. Kütahya’da böylesine tarih zenginliği olmasına rağmen ne yazık ki Bakanlığınıza ana hizmet birimlerinden biri olan Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü’nün bir dairesi bulunmamaktadır.
Ancak komşumuz Eskişehir’de tescilli eser sayısı yok denecek kadar az olmasına rağmen her ne hikmetse Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Müdürlüğü kurulmuş olup Kütahya ve Afyon İli de buraya bağlanmış bulunmaktadır.
Kütahya’da tescilli sit alanlarının çokluğu ve kurulda görüşülecek konuların yoğun olması ve ayrıca Eskişehir koruma kuruluna Afyon ve Eskişehir İllerinin de bağlı olması nedeniyle özellikle kentsel sit alanlarında yer alan tescilli taşınmazların konuları hemen görüşülememektedir ve yerinde incelenememektedir. Bu nedenle başvuru sahipleri mağdur duruma düşmektedir. En önemlisi ilgisizlikten yakınan Kütahya halkı işin peşini bırakmayı düşünecektir ki bu durumda tarihi ve kültürel varlıklar bakımsızlık yüzünden tamamen ortadan kalkacaktır.
Bu kadar çok tarihi eseri bulunan bir ilde koruma kurulunun olmaması kabul edilir değildir.
Üçbin yıllık bir tarihi barındıran Kütahya’da ciddi bir çalışma yapılması gerekmektedir. Bunun yapılabilmesi için Kütahya’da mutlaka Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Müdürlüğü’nün kurulmasını istiyoruz.
Bu cümleden olmak üzere;
1. Kütahya’da Bakanlığınız ana hizmet birimlerinden olan Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Müdürlüğü kurulmasını düşünüyor musunuz?
2. 1997 yılında bu dairenin oluşturulması mümkün müdür?
T.C. Kültür Bakanlığı 3.2.1997 Araştırma, Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı
Sayı : B.16.0.APK.0.12.00.01.940-26
Konu : Yazılı soru önergesi
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : TBMM Başkanlığının 24 Ocak 1997 gün KAN. KAR. MÜD. 7/1929-4988/14038 sayılı yazısı.
Kütahya Milletvekili Sayın Emin Karaa’nın “Kütahya’da Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Müdürlüğü kurulup kurulmayacağına ilişkin” yazılı soru önergesinin cevabı ekte gönderilmiştir.
Bilgilerinize arz ederim.
İsmail Kahraman Kültür Bakanı
2863 sayılı Kanunun 3386 sayılı Kanun ile değişik 51 nci maddesi uyarınca yurtiçinde bulunan ve bu Kanun kapsamına giren korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile ilgili hizmetlerin bilimsel esaslara göre yürütülmesini sağlamak üzere, Bakanlığa bağlı “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu” ile Bakanlıkça belirlenecek bölgelerde “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulları” kurulur hükmü getirilmiştir.
Bu hüküm uyarınca taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının yoğunluğu ile Üniversitelerin ilgili bölümlerinin bulunduğu yerler gözönüne alınarak Koruma Kurulları Büro Müdürlüklerinin merkezleri ve sorumluluk alanları belirlenerek on yedi adet Koruma Kurulu teşkil edilmiştir.
Mevcut on yedi Koruma Kuruluna ek olarak Muğla, Samsun ve Çanakkale illerinde de Koruma Kurulları oluşturulması gereği doğduğunda, Başbakanlık Devlet Planlama Müsteşarlığından görüş talebinde bulunulmuştur.
Anılan Müsteşarlık tarafından uygun bulunmasına rağmen talebimizin Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Genel Müdürlüğünün 30.9.1996 gün, B.02.0.KKG/196-7/3974 sayılı yazısı ile hükümet programında yer alan tasarruf tedbirlerine uymadığı gerekçesiyle imzalanmayarak iade edildiği bildirilmiştir.
Bursa Koruma Kuruluna bağlı olan Kütahya ili ile, Konya Koruma Kuruluna bağlı olan Afyon ve Eskişehir illerindeki taleplerin yoğunluğu gözönüne alınarak, konuların bekletilmeden süratle çözümlenmesinde duyulan lüzum üzerine Afyon, Kütahya, Eskişehir illerindeki kültür ve tabiat varlıklarına ilişkin taleplerin ivedilikle değerlendirilmesi amacıyla Eskişehir Koruma Kurulunun kurulması Bakanlığımızca uygun görülmüş olup, sözkonusu kurul 1995 yılında faaliyete geçmiştir.
Kütahya iline ilişkin konular Eskişehir Koruma Kurulunda değerlendirilmekte olup dosyalarda herhangi bir bekleme sözkonusu değildir. Halen Kurulda görüşülmek üzere bekleyen Kütahya iline ait toplam 5 dosya Şubat ayında yapılacak ilk kurul toplantısında değerlendirilerek sonuçlandırılacaktır.
14. – Hatay Milletvekili Atila Sav’ın, Kayseri’de SİT alanı ilan edilen bir bölgede yıkım yapıldığı iddiasına ilişkin sorusu ve Kültür Bakanı İsmail Kahraman’ın yazılı cevabı (7/1934)
13.1.1997
Türkiye Büyük Millet Meclisi Sayın Başkanlığına,
Tarihsel SİT alanını yok etmek için karanlıkta yıkım operasyonu yapıldığı açıklamasıyla bir günlük gazetede yer alan olaylar ve gelişmeler konusunda aşağıdaki sorunun yazılı olarak Sayın Kültür Bakanınca cevaplandırılmasını takdirlerinize sunarım.
Saygılarımla
Atila Sav
Hatay
Soru :
1. 1979 yılında “eski eser” olarak tescil edildiği belirtilen Kayseri’de Kain Mollaoğlu Konağı ile Güdüllü Çeşmesi’nin Haziran 1996 ayı içinde yeni sahibi olan Kayseri Belediyesince yıkıldığı doğru mudur?
2. 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası’nın 9 uncu maddesi uyarınca bu iki yapı koruma altına alınmış mıdır?
3. Tarihi yapı oldukları kuşku götürmeyen bu iki yapının Kayseri Belediyesince yıktırıldığı doğru ise, 2863 sayılı Yasa uyarınca cezayı gerektiren bu eylemler hakkında işlem yaptırılmış mıdır? Yapılmamışsa gerekçesi nedir? Yapılmışsa kovuşturma hangi aşamadadır?
4. XVIII inci yüzyıldan kalma bir yapıt olduğu ve bu nedenle yasanın 6 ncı maddesi uyarınca “korunması gereken” yapılardan olduğu belirlenen Mollaoğlu Konağı’nın eski maliklerince yapıldığı anlaşılan başvurulara karşın gerekli ilgi ve duyarlığın gösterilmediği doğru mudur?
Yıkımdan bu yana geçen süre içinde Kültür Müdürlüğünce yapılan -daha doğrusu yapılmayan- çalışmalar ve müdahaleler nedeniyle yıkımı yapılan bu yapının korunması ve restorasyonu konusunda ne düşünülmektedir?
5. Yine Kayseri’de SİT alanı olarak belirlenmiş bölgede Büyükşehir Belediyesince trafiği rahatlatmak amacıyla izinsiz yıkımlar yapılmakta mıdır? Yapılıyorsa Bakanlığınızca yasaya aykırı bu durumun önlenmesi için hangi girişimlerde bulunulmuştur?
T.C.
Kültür Bakanlığı 3.2.1997
Araştırma, Planlama ve Koordinasyon
Kurulu Başkanlığı
Sayı : B.16.0.APK.0.12.00.01.940-25
Konu : Yazılı Soru Önergesi
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : T.B.M.M Başkanlığı’nın 24 Ocak 1997 tarih ve KAN. KAR. MÜD. 7/1934-5004/14088 sayılı yazısı.
Hatay Milletvekili Sayın Atila Sav’ın “Kayseri’de SİT alanı ilan edilen bir bölgede yıkım yapıldığı iddiasına ilişkin” yazılı soru önergesinin cevabı ekte gönderilmiştir.
Bilgilerinize arz ederim.
İsmail Kahraman
Kültür Bakanı
Cevap 1. Kayseri, Melik Gazi İlçesi, 36 pafta, 130 ada, 26-54 nolu parsellerde kayıtlı bulunan Mollaoğlu Evi ve Mollaoğlu Çeşmesinin (Güdüllü Çeşmesi) Belediyesince yıktırıldığının bildirilmesi üzerine Kayseri Koruma Kurulu Müdürlüğünce mahallinde yapılan incelemede sözkonusu konak ve çeşmenin Kayseri Koruma Kurulundan herhangi bir izin alınmadan yıktırıldığı tespit edilmiştir.
Cevap 2. Sözkonusu yapılar Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulunun 9.7.1976 gün A-75 sayılı kararıyla korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı olarak tescil edilmiştir.
Cevap 3. Bu yapıların izinsiz yıktırıldığının tespit edilmesi üzerine hazırlanan rapor Kayseri Koruma Kurulunda değerlendirilerek 25.6.1996 gün ve 2068 sayılı karar alınmıştır.
Kararda; Mollaoğlu Evi ve Çeşmesi (Güdüllü Çeşmesi)’ni yıkan ve yıktıranlar hakkında 2863 sayılı Yasanın 3386 sayılı Yasa ile değişik 9 uncu maddesi gereğince yasal soruşturma açtırılmasına ve bu taşınmazlar üzerinde ikinci bir fiziki müdahalede bulunulmamasına, taşınmazların tescilinin devamına, Yüksek Kurulun yok olan tescilli yapılara ilişkin 19.4.1996 gün ve 427 sayılı ilke kararı gereğince; sözkonusu tescilli taşınmazlara ait bilgi ve belgelerle temel kalıntısından yararlanmak suretiyle yapıların daha önce bulunduğu yerde ve yapı oturma alanında, eski cephe özelliğinde, aynı gabaride, özgün cephe çatı, malzeme ve yapım tekniği kullanılarak kapsamlı bir restitüsyon etüdüne dayalı çalışmaların ivedilikle adı geçen koruma kuruluna iletilerek rekonstrüksiyon uygulamasına gidilmesi gerektiğine karar verilmiştir.
Karar, gereği yapılmak üzere Kayseri Valiliğine ve İl Muhakemat Müdürlüğüne iletilmiştir. Muhakemat Müdürlüğünden faillerin bildirilmesi halinde davanın açılabileceği bildirilmiştir. Bunun üzerine Kurul Müdürlüğüne yapılan telefon ihbarlarından minübüs durağı olarak kullanılmak amacıyla Kayseri Büyükşehir Belediyesi araçlarınca yıktırıldığının öğrenildiği ilgili Muhakemat Müdürlüğüne bildirilmiştir. Soruşturma ile ilgili hususlar ilgili Valiliğin görev ve yetki alanına girmektedir.
Cevap 4. Koruma Kurulu Müdürlüğüne konuya ilişkin olarak yapılan başvurulara gereken işlemler yapılmış ve alınan karar hakkında ilgili yerlere bilgi verilmiştir.
Kayseri Koruma Kurulunca alınan 25.6.1996 gün ve 2068 sayılı kararla yapının rekonstrüksiyon uygulamasına gidilmesi gerektiğine karar verilmiş olup 2863 sayılı Yasanın 3386 sayılı Yasa ile değişik 57 nci maddesi gereğince kamu kurum ve kuruluşları ile gerçek ve tüzel kişiler (Belediyeler dahil) Koruma Kurulu kararlarına uymak zorundadırlar.
Cevap 5. Bakanlığımıza yapılan telefon ihbarları üzerine sit alanı içerisinde yapılan izinsiz uygulamaların durdurulması için 8.1.1997 gün ve 41 sayılı telgrafımızla ilgili mercilere gerekli talimat verilmiştir. Ayrıca, Kayseri Koruma Kurulunun 10.1.1997 gün ve 2123 sayılı kararıyla izinsiz müdahaleyi yapan ve yaptıranlar hakkında soruşturma açılmasına karar verilmiş ve kararın ilgili yerlere dağıtımı yapılmıştır.
15. – Manisa Milletvekili Hasan Gülay’ın, tütün üreticilerine olan borçlarını ödemeyen tüccarlara karşı alınacak tedbirlere ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Nafiz Kurt’un yazılı cevabı (7/1970)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Devlet Bakanı Eyüp Aşık tarafından sözlü olarak cevaplandırılmasını arz ederim.
Saygılarımla. 16.5.1996
Hasan Gülay
Manisa
Binlerce Ege ve Manisa tütün üreticilerinden bir kısmı, 1995 yılında tüccara verdikleri ürünün parasını hala alamamışlardır.
Aynı üreticiler 1995 yılında tütün kredisi olarak bankalardan aldıkları kredi borçlarını da ödeyememişlerdir.
Ödeyemedikleri 1995 yılı kredi borçları sebebiyle 1996 yılında bankalardan yeni kredi de alamamışlardır.
Sorular :
1. Üreticiden 1995 yılında aldıkları tütün ürününün borcunu hala ödemeyen Tüccara karşı önlem alınmış mıdır, alınmadıysa önlem almayı düşünüyor musunuz?
2. Adı geçen tüccarlar, 1996 yılında da üreticiden tütün alımı yapmışlar mıdır, kendilerine izin verilmiş midir?
3. Bu tip tüccarların, izin belgelerini iptal etmeyi düşünüyor musunuz?
T.C. Devlet Bakanlığı 31.1.1997 Sayı : B.02.0.007-28/0133
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : 29.1.1997 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/1970-1878/5021 sayılı yazınız.
İlgi yazınıza istinaden, Manisa Milletvekili Hasan Gülay’ın Tekel Genel Müdürlüğü hakkındaki sözlü soru önergesinin, yazılı soru önergesine çevrilen konu hakkındaki cevap ekte sunulmuştur.
Bilgilerinize arz ederim.
Nafiz Kurt Devlet Bakanı
Soru 1. Üreticiden 1995 yılında aldıkları tütün ürününün borcunu hala ödemeyen tüccara karşı önlem alınmış mıdır, alınmadıysa önlem almayı düşünüyor musunuz?
Cevap 1. Ege Bölgesinde 1995 yılında tütün alım faaliyetlerinde bulunan bazı tütün tüccarlarının ekicilerden satın almış oldukları tütünlerin bedellerini ödemedikleri hususunda ekicilerden gelen talepler üzerine, sözkonusu tüccarlar nezdinde gerekli girişimlerde bulunularak tütün bedellerinin ödenmesi sağlanmıştır. Bu vesile ile 1995 yılında tüccardan tütün bedelini alamayan ekici kalmamıştır. Ekicilerden satın almış oldukları tütünlerin bedellerini zamanında ödemelerini, aksi halde 1177 sayılı Tütün ve Tütün Tekeli Kanunu’nun 58 inci maddesi gereğince tütün ticaret belgelerinin iptal edileceği hususunda tütün tüccarlarına gerekli uyarılar yapılmaktadır.
Soru 2. Adı geçen tüccarlar, 1996 yılında da üreticiden tütün alımı yapmışlar mıdır, kendilerine izin verilmiş midir?
Cevap 2. 1995 yılında ekicilere tütünlerinin bedellerini zamanında ödemeyen tütün tüccarları 1996 yılında tütün alımlarına iştirak etmemişlerdir. 1996 yılı için bugüne kadar tüccarlar ile ilgili olarak Tekel Genel Müdürlüğüne ve Bakanlığımıza herhangi bir şikayet vuku bulmamıştır.
Soru 3. Bu tip tüccarların, izin belgelerini iptal etmeyi düşünüyor musunuz?
Cevap 3. Önceki yıllarda, 1177 sayılı Tütün ve Tütün Tekeli Kanunu’nun 58 inci maddesine istinaden ekiciye karşı vecibelerini süresi içerisinde yerine getirmediği sabit olan tütün tüccarlarından 15 adedinin tütün ticareti belgeleri iptal edilmiştir.
Bundan sonra da vecibelerini yerine getirmeyen alıcılara karşı uygulama aynen devam edecektir.
16. – Rize Milletvekili Ahmet Kabil’in, vatan hainliği ve bölücülük suçlarından hüküm giyen eski milletvekillerinin üyelere tanınan bazı haklardan yararlanıp yararlanmadıklarına ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kalemli’nin yazılı cevabı (7/2032)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın yazılı olarak Başkanlığınızca cevaplandırılması için gereğini saygılarımla arz ederim.
9.1.1997 Ahmet Kabil Rize
Soru 1.
TBMM veya Yasama Organı Üyeliği yapmış olup da, çeşitli nedenlerle dokunulmazlıkları kaldırılanlardan hüküm giyenler TBMM eski üyelerine tanınan haklardan istifade ediyorlar mı? (sağlık, telefon, uçak vs.)
Soru 2.
Bunlardan vatan hainliği ve bölücülük suçlarından hüküm giyenler hakkında ne gibi bir işlem yapıldı? Kendileri eş ve çocukları ve bakmakla yükümlü oldukları kişilere eski üyelik sıfatlarından dolayı bir yardım alıyorlar mı?
Soru 3.
Vatan hainliği ve bölücülük suçlarından hüküm giyenlere bugünkü mevzuat gereği bu yardımlar ödeniyorsa, bir mevzuat değişikliği olması gerektiğine inanıyor musunuz?
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Sekreterliği 3.2.1997 Kanunlar ve Kararlar Dairesi Başkanlığı Sayı : A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/2032-4915/13873
Sayın Ahmet Kabil Rize Milletvekili
İlgi : 9.1.1997 tarihli yazılı soru önergeniz.
Vatan hainliği ve bölücülük suçlarından hüküm giyen eski milletvekillerinin, üyelere tanınan bazı haklardan yararlanıp yararlanmadıklarına ilişkin ilgi önergenizde yer alan sorular aşağıda cevaplandırılmıştır.
Bilgilerinizi rica ederim.
Saygılarımla.
Mustafa Kalemli Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı
Cevap 1,2. Yasama Organı eski üyeleri ve dışarıdan atandıkları Bakanlık görevi sona erenler ile ölenlerin dul ve yetimleri “Türkiye Büyük Millet Meclisi Üyeleri’nin Ödenek, Yolluk ve Emekliliklerine Dair 26.10.1990 tarih ve 3671 sayılı Kanun”un 4049 Sayılı Kanun’la değişik 4 üncü maddesi gereğince sağlık yardımından yararlanmakta, aynı Kanun’un 5 inci maddesine göre de bunlara, aylık olarak “Tazminat” adı altında bir ödeme yapılmaktadır.
Söz konusu ödemenin yapılması, bu görevde en az iki yıl bulunmuş olma şartına bağlıdır. Ancak aynı Kanun’un geçici 3 üncü maddesinde “Bu Kanun’un yürürlüğe girdiği 28.10.1990 tarihinden önce görevleri sona ermiş olanlar için bu Kanun’un 2 nci maddesinin 4 üncü fıkrasında söz konusu edilen “Makam Tazminatı” ile 5 inci maddesine göre tespit edilen “Tazminat”ın ödenmesinde iki yıllık görev süresini doldurma şartı aranmaz : Ancak bu hüküm, görevleri cezaen sona ermiş olanlar hakkında uygulanmaz” denilmek suretiyle çeşitli nedenlerle iki yılı doldurmadan Yasama Organı Üyeliği sona erenlerin hakları korunmakta, ancak görevleri cezaen sona erenler bu haktan mahrum bırakılmaktadır. Kanunda bu haktan yararlanmak için öngörülen iki yıllık asgari süreyi doldurduktan sonra görevi, cezaen de sona ermiş olsa Yasama Organı Eski Üyelerinin bu haktan yararlanmaları mümkün bulunmaktadır.
Bu nedenle de, Yasama Organındaki görevi, hem cezaen hem de iki yılı doldurmadan sona ermiş olan Zonguldak Eski Milletvekili Nuri Beşer ile görev süreleri iki yılı doldurmuş olmakla birlikte, haklarındaki yargı kararının uygulanmasını beklemeden yurtdışına çıkan ve bir daha dönmeyen, Anayasa Mahkemesi’nce kapatılan “DEP” Demokrasi Partisi Eski Milletvekilleri, Mahmut Kılınç, Nizamettin Toğuç, Ali Yiğit, Zübeyir Aydar, Naif Güneş, Remzi Kartal dışında bu haktan yararlanamayan Yasama Organı Eski Üyesi bulunmamaktadır.
Cevap 3. Milletvekilleri, Yasama Organı Eski Üyeleri ve bakmakla yükümlü bulundukları kimseler ile bunlardan ölenlerin dul ve yetimlerinin mali ve sosyal hakları Kanunla düzenlenmiştir. Mevcut hakların kapsamının genişletilmesi veya daraltılması da yine yasal düzenlemeyi gerektirmektedir.
TUTANAĞIN
SONU