DÖNEM : 20 CİLT : 23 YASAMA YILI : 2
T. B. M. M.
TUTANAK DERGİSİ
71 inci Birleşim
20 . 3 . 1997 Perşembe
İ Ç İ N D E K
İ L E R
I. — GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. — GELEN KÂĞITLAR
III. — YOKLAMA
IV. — BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA
SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1. — Hatay Milletvekili Mehmet Sılay’ın, Doğu
Türkistan’daki son gelişmelere ilişkin gündemdışı
konuşması ve Millî Savunma Bakanı Turhan Tayan’ın
cevabı
2. —Elazığ Milletvekili Mehmet Ağar’ın,
Arnavutluk’taki son gelişmelere ilişkin gündemdışı
konuşması
3. —Samsun Milletvekili Ayhan Gürel’in, adliye personelinin intibak
sorunlarına ve alınması gereken tedbirlere ilişkin
gündemdışı konuşması ve Adalet Bakanı Şevket
Kazan’ın cevabı
B)TEZKERELER VE ÖNERGELER
1.—Slovakya Millî Meclisinin vaki davetine icabet edecek parlamento
heyetinde yer alacak milletvekillerine ilişkin Başkanlık
tezkeresi (3/719)
2. —Yunanistan Millet Meclisinin vaki davetine icabet edecek Parlamento
heyetinde yer alacak milletvekillerine ilişkin Başkanlık
tezkeresi (3/720)
V. —ÖNERİLER
A) DANIŞMA KURULU
ÖNERİLERİ
1.—(10/63) esas numaralı Meclis Araştırması
Komisyonunun 195 sıra sayılı raporunun gündemdeki yeri,
görüşme günü ve çalışma süresine ilişkin Danışma
Kurulu önerisi
VI.—KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER
1.—926 Sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununa
Bir Geçici Madde Eklenmesine İlişkin 488 Sayılı Kanun
Hükmünde Kararname ve Millî Savunma Komisyonu Raporu (1/215) (S.
Sayısı :23)
2. —Yurtdışında Bulunanların SosyalGüvenlikleri Hakkında
Borçlanma Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile,
Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (1/569) (S.
Sayısı :209)
3.—Emniyet Teşkilatı Kanununun Bir Maddesinde
Değişiklik Yapılmasına Dair 490 Sayılı Kanun
Hükmünde Kararname ve İçişleri Komisyonu Raporu (1/217) (S.
Sayısı :132)
4.—Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında Kanunun Bir Maddesinde Değişiklik
Yapılmasına İlişkin 492 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararname ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu
(1/218) (S. Sayısı :164)
5.— 625 Sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu ile 222
Sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanununun Bazı
Hükümlerinin Değiştirilmesi Hakkında 254 Sayılı Kanun
Hükmünde Kararname ile 625 Sayılı Özel Öğretim Kurumları
Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair 326
Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik
ve Spor Komisyonu Raporu (1/71, 1/111) (S. Sayısı :168)
6.—Denizli Milletvekili Hasan Korkmazcan ile Siyasî Parti
Gruplarını Temsilen 10 Milletvekilinin, Mahallî İdareler ile
Mahalle Muhtarlıkları ve İhtiyar Heyetleri Seçimi Hakkında
Kanunda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun
Teklifi ve Antalya Milletvekili Deniz Baykal ve 29 Arkadaşının,
Gümüşhane Milletvekili M. Oltan Sungurlu ve 3 Arkadaşının
ve İzmir Milletvekili Metin Öney’in Aynı Mahiyetteki Kanun Teklifleri
ile İstanbul Milletvekili Bülent Ecevit ve 7 Arkadaşının,
Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya’nın, 2972 Sayılı Mahallî
İdareler ile Mahalle Muhtarlıkları ve İhtiyar Heyetleri
Seçimi Hakkında Kanun ile 1580 Sayılı Belediye Kanununda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve
İçişleri ve Anayasa Komisyonları Raporları (2/612, 2/409,
2/453, 2/522, 2/466, 2/547) (S. Sayısı :247)
VII. —SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1. —Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak’ın,
Kırıkkale kapalı spor salonu ve yüzme havuzu inşaatına
ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Bahattin Şeker’in
yazılı cevabı (7/2123)
2.—Kütahya Milletvekili Emin Karaa’nın, Kütahya BAĞ-KUR
Müdürlüğünün eczacı ihtiyacına ilişkin sorusu ve
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Necati Çelik’in
yazılı cevabı (7/2144)
3.—Bartın Milletvekili Cafer Tufan Yazıcıoğlu’nun,
Bartın Kurucaşile İlçesi Meydan Köyünün orman köyü
kapsamına alınmama nedenine ilişkin sorusu ve Orman Bakanı
M. Halit Dağlı’nın yazılı cevabı (7/2149)
4. —Bartın Milletvekili Cafer Tufan Yazıcıoğlu’nun,
ziraat mühendisi istihdamı için bir sınav yapılıp
yapılmayacağına ilişkin sorusu ve Tarım ve
Köyişleri Bakanı Musa Demirci’nin yazılı cevabı
(7/2150)
5.—İzmir Milletvekili Metin Öney’in, Kaçkar Dağı Millî
Park Alanının genişletilip genişletilmeyeceğine
ilişkin sorusu ve Orman Bakanı M. Halit Dağlı’nın
yazılı cevabı (7/2163)
I. —GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 15.00’te açılarak beş oturum
yaptı.
Ankara Milletvekili Ali Dinçer, Arnavutluk’ta meydana gelen son
sosyopolitik, ekonomik gelişmeler ve Türkiye’nin Balkan politikasına,
Kütahya Milletvekili Emin Karaa, Türk Hava Kurumunun sorunlarına,
İlişkin gündemdışı birer konuşma
yaptılar.
Kars Milletvekili Yusuf Selahattin Beyribey’in, 14 Mart Tıp
Bayramına ilişkin gündemdışı konuşmasına,
Sağlık Bakanı Yıldırım Aktuna cevap verdi.
Ankara Milletvekili Cemil Çiçek ve 30 arkadaşının, Sosyal
Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu
kaynaklarının kullanımında partizanlık
yapıldığı ve keyfî davranıldığı
iddialarını araştırmak amacıyla bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/177)
Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergenin gündemde yerini alacağı ve
Meclis araştırması açılıp açılmaması
konusundaki öngörüşmelerin, sırasında yapılacağı
açıklandı.
Gündemin “Sözlü Sorular” kısmına geçilerek;
1 inci sırada bulunan (6/258),
2 nci sırada bulunan (6/259),
3 üncü sırada bulunan (6/260),
4 üncü sırada bulunan (6/261),
5 inci sırada bulunan (6/262),
6 ncı sırada bulunan (6/269),
7 nci sırada bulunan (6/270),
Esas numaralı sözlü soruların, üç birleşim içerisinde
cevaplandırılmadıklarından, yazılı soruya
çevrildikleri ve gündemden çıkarıldıkları bildirildi.
8 inci sırada bulunan (6/275),
9 uncu sırada bulunan (6/276),
10 uncu sırada bulunan (6/277),
11 inci sırada bulunan (6/278),
12 nci sırada bulunan (6/281),
13 üncü sırada bulunan (6/282),
14 üncü sırada bulunan (6/267),
15 inci sırada bulunan (6/268),
16 ncı sırada bulunan (6/279),
17 nci sırada bulunan (6/283),
18 inci sırada bulunan (6/284),
19 uncu sırada bulunan (6/285),
21 inci sırada bulunan (6/287),
22 nci sırada bulunan (6/289),
23 üncü sırada bulunan (6/290),
24 üncü sırada bulunan (6/291),
25 inci sırada bulunan (6/292),
26 ncı sırada bulunan (6/293),
27 nci sırada bulunan (6/294),
28 inci sırada bulunan (6/297),
29 uncu sırada bulunan (6/298),
30 uncu sırada bulunan (6/299),
31 inci sırada bulunan (6/300),
32 nci sırada bulunan (6/301),
33 üncü sırada bulunan (6/302),
34 üncü sırada bulunan (6/303),
35 inci sırada bulunan (6/304),
36 ncı sırada bulunan (6/305),
37 nci sırada bulunan (6/306),
38 inci sırada bulunan (6/307),
39 uncu sırada bulunan (6/308),
40 ıncı sırada bulunan (6/309),
41 inci sırada bulunan (6/310),
42 nci sırada bulunan (6/311),
43 üncü sırada bulunan (6/313),
44 üncü sırada bulunan (6/314),
45 inci sırada bulunan (6/315),
46 ncı sırada bulunan (6/316),
47 nci sırada bulunan (6/317),
48 inci sırada bulunan (6/318),
49 uncu sırada bulunan (6/319),
50 nci sırada bulunan (6/320),
51 inci sırada bulunan (6/321),
52 nci sırada bulunan (6/322),
53 üncü sırada bulunan (6/323),
54 üncü sırada bulunan (6/324),
55 inci sırada bulunan (6/325),
56 ncı sırada bulunan (6/326),
58 inci sırada bulunan (6/329),
59 uncu sırada bulunan (6/330),
60 ıncı sırada bulunan (6/333),
63 üncü sırada bulunan (6/336),
64 üncü sırada bulunan (6/337),
66 ncı sırada bulunan (6/339),
Esas numaralı sözlü sorular, ilgili Bakanlar Genel Kurulda
hazır bulunmadıklarından ertelendi.
20 nci sırada bulunan, Yalova Milletvekili Yaşar
Okuyan’ın, Atatürk Hava Limanında yaşadığı iddia
edilen bazı olumsuzluklara (6/286),
65 inci sırada bulunan, Rize Milletvekili Ahmet Kabil’in, Karadeniz
-Samsun -Sarp yolu yapımına (6/338),
Karaman Milletvekili Fikret Ünlü’nün;
67 nci sırada bulunan, Karaman -Ermenek arasındaki yol
yapımına (6/340),
68 inci sırada bulunan Karaman ile Ermenek İlçesi afet
evlerinin yapımına (6/341),
70 inci sırada bulunan, Denizli Milletvekili Hilmi Develi’nin,
Sivil Havacılık Yasasına ilişkin sözlü sorularına,
Devlet Bakanı Ahmet Cemil Tunç;
57 nci sırada bulunan, Denizli Milletvekili Hilmi Develi’nin, pamuk
taban fiyatlarına ve birliklerine (6/327),
Yalova Milletvekili Yaşar Okuyan’ın;
61 inci sırada bulunan, bürokrat atamalarındaki tutuma
(6/334),
62 nci sırada bulunan, öğretmenlerin can güvenliğine (6/335),
69 uncu sırada bulunan, Karaman Milletvekili Fikret Ünlü’nün,
bulgur ihracatına,
İlişkin sözlü sorularına da, Devlet Bakanı Lütfü
Esengün,
Cevap verdiler.
Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen
Diğer İşler” kısmının;
1 inci sırasında bulunan 23 sıra
sayılı kanun tasarısının müzakeresi, komisyon
yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından, ertelendi.
5 inci sırasında bulunan, Yurt
Dışında Bulunanların SosyalGüvenlik Hakkında Borçlanma
Kanunu Tasarısının (1/569) (S. Sayısı :209)
görüşmelerine devam edilerek 10 uncu maddesine kadar kabul edildi; 11 inci
maddesi üzerinde bir süre görüşüldü.
Kanun tasarı ve tekliflerini görüşmek için,
20 Mart 1997 Perşembe günü saat 15.00’te toplanmak üzere, birleşime
23.08’de son verildi.
Uluç Gürkan
Başkanvekili
Zeki Ergezen Fatih
Atay
Bitlis Aydın
Kâtip
Üye Kâtip
Üye
Mustafa Baş
İstanbul
Kâtip Üye
II. —GELEN KÂĞITLAR
20.3.1997 PERŞEMBE
Sözlü Soru Önergeleri
1. —Zonguldak Milletvekili Hasan Gemici’nin,
SEKAYönetim Kuruluna ve Genel Müdürlüğüne atama
yapılmamasının nedenine ilişkin Sanayi ve Ticaret
Bakanından sözlü soru önergesi(6/478) (Başkanlığa
geliş tarihi :14.3.1997)
2. —Zonguldak Milletvekili Hasan Gemici’nin, Çaycuma
Organize Sanayii Bölgesi alanı içinde yer alan arazilerin
kamulaştırma bedellerinin ne zaman ödeneceğine ilişkin
Sanayi ve Ticaret Bakanından sözlü soru önergesi (6/479)
(Başkanlığa geliş tarihi :14.3.1997)
3.—Burdur Milletvekili Kazım Üstüner’in, veteriner
hekim ve veteriner sağlık teknisyenlerinin özel hizmet
tazminatlarına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından
sözlü soru önergesi (6/480) (Başkanlığa geliş tarihi
:19.3.1997)
4.—Erzincan Milletvekili Mustafa Kul’un, Bingöl -Yedisu
İlçesi Sağlık Ocağının sağlık merkezine
dönüştürülüp dönüştürülmeyeceğine ilişkin Sağlık
Bakanından sözlü soru önergesi (6/481) (Başkanlığa
geliş tarihi :19.3.1997)
5.—Erzincan Milletvekili Mustafa Kul’un, Erzincan
-Mecidiyeköy’e bağlı Eşekmeydanı Mezrasının içme
suyu sorununa ilişkin Devlet Bakanından sözlü soru önergesi (6/482)
(Başkanlığa geliş tarihi :19.3.1997)
6. —Erzincan Milletvekili Mustafa Kul’un, Erzincan
-Kemah’a bağlı Kerer Köyünün sağlık personeli
ihtiyacına ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru
önergesi (6/483) (Başkanlığa geliş tarihi :19.3.1997)
7.—Erzincan Milletvekili Mustafa Kul’un, Erzincan
-Çayırlı’ya bağlı Mantarlı Köyünde su yükselmesi
tehlikesi olup olmadığına ilişkin
Bayındırlık ve İskân Bakanından sözlü soru önergesi
(6/484) (Başkanlığa geliş tarihi :19.3.1997)
8.—Erzincan Milletvekili Mustafa Kul’un, Erzincan’a
bağlı bazı yerleşim birimlerinde sulama kanalı ve
gölet yapımına ilişkin Devlet Bakanından sözlü soru
önergesi (6/485) (Başkanlığa geliş tarihi :19.3.1997)
Yazılı Soru Önergeleri
1.—Niğde Milletvekili Akın Gönen’in, organize
sanayi bölgelerine sağlanan kredilere uygulanan faiz oranlarına
ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi
(7/2322) (Başkanlığa geliş tarihi :19.3.1997)
2.—Tekirdağ Milletvekili BayramFırat
Dayanıklı’nın, eğitim hastanelerinde görev yapan
başasistanların görev süreleriyle ilgili yönetmelik
değişikliğine ilişkin Sağlık Bakanından
yazılı soru önergesi (7/2323) (Başkanlığa geliş
tarihi :19.3.1997)
3. —Erzincan Milletvekili Mustafa Kul’un, Erzincan
-Merkeze bağlı Sütpınar Köyünde depremden hasar gören konutlara
ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından
yazılı soru önergesi (7/2324) (Başkanlığa geliş
tarihi :19.3.1997)
4.—Gaziantep Milletvekili Mustafa R.
Taşar’ın, Antalya Manavgat’a bağlı Yaylaalan Köyünün içme
suyu sorununa ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/2325) (Başkanlığa geliş tarihi :19.3.1997)
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati : 15.00
20 Mart 1997 Perşembe
BAŞKAN : Başkanvekili Uluç GÜRKAN
KÂTİP ÜYELER : Fatih ATAY (Aydın), Zeki
ERGEZEN (Bitlis)
BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 71 inci
Birleşimini açıyorum.
lll. — YOKLAMA
BAŞKAN – Ad okunmak suretiyle yoklama
yapılacaktır; sayın milletvekillerinin, salonda
bulunduklarını yüksek sesle belirtmelerini rica ediyorum.
(Edirne Milletvekili Ümran Akkan'a kadar yoklama
yapıldı)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, toplantı
yetersayımız vardır; görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce, üç arkadaşıma
gündemdışı söz vereceğim.
IV. —
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1. — Hatay Milletvekili Mehmet
Sılay’ın, Doğu Türkistan’daki son gelişmelere ilişkin
gündemdışı konuşması ve Millî Savunma Bakanı
Turhan Tayan’ın cevabı
BAŞKAN – Gündemdışı birinci söz,
Hatay Milletvekili Sayın Mehmet Sılay'ın.
Sayın Sılay, Doğu Türkistan'daki son
gelişmeler konusunda konuşacak.
Buyurun Sayın Sılay. (RP
sıralarından alkışlar)
Süreniz 5 dakikadır.
MEHMET SILAY (Hatay) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; batıda Fransa'nın, doğuda
Kızıl Çin'in, tüm dünyanın itirazına rağmen, nükleer
patlamaları pervasızca sürdürdüğü hepinizin malumudur.
Bitki örtüsü ve insan soyuna kasteden, yeraltı ve
yerüstü nükleer denemelerin yapıldığı Doğu
Türkistan'da zorunlu kürtaj ve kanserojen ilaçlarla sözde nüfus planlaması
zaten maksatlı olarak ve acımasızca devam etmekte idi; ancak,
Komünist Çin'in, envai çeşit metotlarla yıllardır Müslüman Uygur
Türklerine karşı asimilasyon uygulaması,
yaşadığımız şu günlerde sıcak savaşa
dönüştü, hatta kitlesel kıyıma dönüştü.
Dış haber merkezlerinden, ajanslarından
ve ulusal basınımızdan birkaç spot haberle konuyu yeniden
sizlere hatırlatmak istiyorum:
"4 Şubat akşamından; yani, kadir
gecesinden beri Çin güvenlik kuvvetleri ile halk arasında sokak
çatışmaları sürüyor."
"Doğu Türkistan'da olağanüstü hal...
Binlerce Müslüman tutuklandı."
"Başkent Urumçi, Yarkent ve Kaşgar'da
sokağa çıkma yasağı ilan edildi."
"Beş büyük yerleşim merkezinin kontrolü
mücahitlerin eline geçti."
"Kızıl Çin toplama kamplarında
işkenceden, açlıktan ve soğuktan 15 ilâ 25 yaş arası
gençlerde ölümler başladı."
Değerli milletvekilleri, bu arada,
Dışişlerimizin insanı kahreden geleneksel ilgisizliği
sürerken, Avrupa Parlamentosu, bir raporla, Doğu Türkistan'daki Çin
vahşetini belgeledi.
Doğu Türkistan'ın elli yıllık
bağımsızlık davası, bugün, tekrar, en insafsız
şekilde dünya gündemine gelip oturmuştur. Dün, bizim, Anadolu'da yaşadığımız
antiemperyalist direnişimiz, bugün, Doğu Türkistan'da filizlendi.
Komünist Çin'in 1949 yılında zorla işgal ettiği Doğu
Türkistan'da tam anlamıyla bir kurtuluş savaşı
başlamıştır. Yarkent, Turfan ve Hotan'da, mücahitler, Çin
kuvvetlerini bozguna uğratıp, kurtarılmış mahalleler
ve kurtarılmış şehirler oluşturmaya devam ediyorlar.
Ayaklanma, öncekiler gibi münferit bir olayla
sınırlı kalmamış, tüm Doğu Türkistan
coğrafyasına yayılmıştır. Bildiğiniz gibi,
Doğu Türkistan'ın coğrafî durumu ve jeostratejik
yapısı, dış yardım akışı
açısından, Bosna, Filistin ve Çeçenistan'a nispetle, tam bir
imkânsızlık içindedir. Şimdiden Doğu Türkistan
Halkının hür dünyayla bütün ulaşım ve haberleşme
bağlantıları kesilmiş, havaalanları trafiğe
kapatılıp, uçuşlar iptal edilmiştir. Televizyonlardan
izlediğiniz gibi, Pekin ve Şanghay'daki patlamaların
sanığı olarak tutuklanan masum Uygur gençleri, sorgulanmadan,
sokak ortasında enselerine kurşun sıkılarak katledilmektedirler.
Değerli milletvekilleri, Kızıl Çin'in,
silahsız halk üzerinde seri infazlarla katliamı sürdürmesine, Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin ve milletimizin seyirci kalması elbet mümkün
değildir. Öz vatanlarında, inançlarını özgürce yaşama
uğruna ayaklanan Müslüman Uygur Halkına ve Kızıl Çin
hegemonyasında elli yıldan beri hayat hakkı gasp edilmiş
olan Doğu Türkistan mazlumlarına yardım etmek millî
görevimizdir...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Sılay, lütfen, 1 dakika
içinde toparlayınız.
MEHMET SILAY (Devamla) – ...insanî görevimizdir ve
İslamî görevimizdir. Bu maksatla, Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde
çalışan vefakâr işçi kardeşlerimiz ilk yardımı
başlattılar. Anadolu'nun ilçe ve köylerinde Doğu
Türkistan'ın istiklali için imza kampanyası başladı.
İstanbul Aksaray Vakıflar Bankasında açılan hesaba,
milletimiz nakdî bağışlar yapmaktadır.
Değerli milletvekilleri, demokrasilerde, bir
meclisin meşruiyeti, halkın taleplerini dile getirmekle ve hayata
geçirmekle mümkündür. Millî iradenin temsilcisi olan bu Yüce Meclis ve bu
Meclisten çıkan Hükümetimiz tarafından, Doğu Türkistan'ın
bağımsızlık davası derhal uluslararası
platformlara taşınmalıdır; yarın çok geç olabilir.
Doğu Türkistan'ın dramı, Türk Hariciyesi tarafından,
uluslararası dengeler gözetilerek, Birleşmiş Milletlerin
Güvenlik Konseyi gündemine alınmalıdır; D-8'lerin meclisinde
müzakereye açılmalıdır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Sılay, teşekkür
ediyorum.
MEHMET SILAY (Devamla) – Değerli milletvekilleri,
partilerüstü ve müşterek bir sorun oluşuyla, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin, özel gündemle ve yalnız Doğu Türkistan
olaylarını görüşmek üzere, olağanüstü toplanması
şart olmuştur.
İlgi ve
duyarlılığınızın devamını diler,
saygılar sunarım. (RP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın
Sılay.
Gündemdışı konuşmayı
yanıtlamak üzere, Millî Savunma Bakanı Sayın Turhan Tayan;
buyurun efendim.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI TURHAN TAYAN (Bursa) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hatay Milletvekili
Sayın Mehmet Sılay'ın, Çin Halk Cumhuriyetinin Sincan-Uygur
Özerk Bölgesinde yaşayan Uygur Türklerinin maruz kaldığı,
hepimizi derinden üzen muamele hakkındaki görüşlerini hep beraber
dinledik. Bu gündemdışı konuşmaya, Hükümetimiz adına
cevap vermek, daha doğrusu açıklık getirmek üzere
huzurlarınızda bulunuyorum; Yüce Meclisi saygıyla
selamlarım.
Sincan-Uygur Özerk Bölgesinde yaşayan Uygurlarla
aramızda yakın kültürel bağlar bulunmakta ve ülkemizde çok
sayıda Uygur kökenli Türk vatandaşı bulunmaktadır. Bu
nedenle, Dışişleri Bakanlığımız,
Sincan-Uygur Özerk Bölgesindeki son gelişmeleri yakinen izlemektedir. Çin
Halk Cumhuriyeti yetkilileriyle her düzeyde yapılan temaslarda, o bölgede
yaşayan Uygurların, bizim akrabalarımız olduğu, bu
nedenle de kendilerinin refah ve mutluluklarıyla ilgilenmemizin doğal
karşılanması gerektiği dile getirilmiştir.
Değerli arkadaşlarım, Hükümetimiz ve
bundan evvelki hükümetler, sadece Çin Halk Cumhuriyetinin Sincan-Uygur
Bölgesinde değil, ister Somali'de olsun ister Bosna-Hersek'te olsun ister
bir başka yerde olsun, nerede olursa olsun, yaşayan
kardeşlerimizin, Türk kardeşlerimizin, Müslüman kardeşlerimizin,
Müslüman Türk kardeşlerimizin uğradığı her
haksızlık karşısında duyarlılık göstermiştir
ve bundan sonra da, duyarlılık göstermeye devam edilecektir. Bu
çerçevede, bölgede meydana gelen son olaylardan derin bir endişe ve üzüntü
duyduğumuz, Çin Hükümetinin bilgisine bir kez daha getirilmiş ve
suhulet ve sağduyuyla hareket edilmesini beklediğimiz
kararlılıkla bildirilmiştir. Ancak, takdir
buyurulacağı üzere, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin
5 daimi üyesinden biri olan ve Türkiye ile önemli bir potansiyel ilişki
teşkil eden Çin Halk Cumhuriyetiyle ikili ilişkilerimize zarar
vermeden; ancak, buradaki haksızlığa da göz yummadan, soruna
çözüm bulmaları konusunda, ilgililer, yetkililer
uyarılmıştır.
BAŞKAN – Sayın Bakan, bir
dakikanızı rica edebilir miyim.
Sayın milletvekilleri, bir sayın
arkadaşımızın konuşmasına, Sayın Bakan,
lütfettiler, cevap veriyorlar; lütfen, dinleme nezaketini gösterelim.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI TURHAN TAYAN (Devamla) –
Türkiye, bu politikasına uygun olarak, Sincan-Uygur Özerk Bölgesini, Çin
Halk Cumhuriyetinin bir parçası olarak görmekte ve Çin Halk Cumhuriyetinin
toprak bütünlüğünün korunmasına önem atfetmektedir.
Hükümetimiz, Çin Halk Cumhuriyeti Hükümetinin, bölgede
yaşayan Uygurları, Türkiye ile Çin arasında bir dostluk köprüsü
olarak değerlendireceğine ve olayların daha fazla
tırmanmasını önleyici tedbirleri itidal ve sağduyu
içerisinde alacağına inanmaktadır. Hükümetimiz ve
Dışişleri Bakanlığımız, bir bütün olarak, bu
konunun yakın takipçisidir; günbegün, anbean olaylar takip edilmektedir.
Umarız ki, aklıselim galebe çalar ve çok
yakın bir zamanda, bu konuda, sizlere, hepimizin yüreğini
ferahlatacak haberler vermiş oluruz.
Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (DYP ve
RP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
2. —Elazığ Milletvekili Mehmet
Ağar’ın, Arnavutluk’taki son gelişmelere ilişkin
gündemdışı konuşması
BAŞKAN – Gündemdışı ikinci
konuşma, Elazığ Milletvekili Sayın Mehmet
Ağar'ın.
Sayın Ağar, Arnavutluk'taki son
gelişmeler üzerinde konuşacak.
Buyurun Sayın Ağar. (DYP
sıralarından alkışlar)
Süreniz 5 dakikadır.
MEHMET AĞAR (Elazığ) – Sayın
Başkan, çok değerli milletvekilleri; tarihî, kültürel, dinî ve
demografik bağlarıyla, Türkiye, coğrafyasının bir
parçası olan Balkan ülkeleri ve burada olan olaylarla çok yakından
ilgilenmek mecburiyetindedir. Bugünkü şartlar içerisinde, meydana gelen
Arnavutluk olaylarını daha geniş boyut ve perspektif içerisinde
görme mecburiyetimiz vardır.
Arnavutluk sınırının hemen
yanında, Kosova'da ve uzun sınırları olan Makedonya'da
önemli ölçüde Arnavut nüfusu olduğunu biliyoruz. Kader birliği
yaptığımız, yıllarca aynı devletin tebaası
olduğumuz Arnavutların, Osmanlı İmparatorluğunun
parçalanmasıyla, bugün, bağımsız bir devlet olarak
kaldığını biliyoruz ve son derece önemli bir dayanak
noktası olarak, bu bağımsız devlet ayaktadır. Ancak,
son günlerde meydana gelen banker skandalıyla birlikte, bu ülke üzerinde,
örtülü bazı oyunların, bazı devletlerce gündeme getirildiği
görülmektedir. Özellikle Yunanistan'ın, Kuzey Epir Bölgesi olarak, Güney
Arnavutluk üzerinde ciddî oyunları olduğunu görmezlikten gelebilmek
mümkün değildir. Bugün, bu ayaklanmanın organizasyonu içerisinde,
Atina'da lüks hayat içerisinde yaşayan Arnavutluk ordusunun eski
generallerinin ayaklanmayı takiben buraya gönderildiği ve buradaki
örtülü faaliyetleri organize ettiği -ciddî bir şekilde- görülmelidir.
Aynı şekilde, Sırbistan
açısından meseleye bakıldığında, önemli bir
hareket alanı olan Kosova'yı, istediği biçimde, operasyonel
biçimde halledebilmek açısından, bu kargaşanın son derece
işine yaradığı da net bir gerçek olarak görülmektedir. Hal
böyle iken, gerek Makedonya'da gerekse Kosova'da yaşayan Arnavutluk
nüfusunun tek moral güvencesinin Arnavutluk Devleti olduğu bilinen bir
olaydır.
Bugün üzerinde yaşadığımız
Küçük Asya, stratejik açıdan dünyanın en önemli bölgelerinden bir
tanesidir. Balkanlar, Kafkasya, Orta Asya ve Ortadoğu açısından
mesele ele alındığında, Türkiye, gelecekte, dünyadaki
siyasî güç dengesinin belirginleşeceği, belirleneceği en önemli
coğrafî bölge üzerindedir. Dolayısıyla, geçmişte
Çanakkale'yi geçemeyen müttefiklerin, bugün, çeşitli örtülü operasyonlarla
Türkiye'yi rahatsız ettiği gerçeği bir an bile akıldan
çıkarılmamalıdır.
Olaya bu gözlükle bakıldığında,
Balkanlar meselesinin, Türkiye'nin hayatî meselelerinden biri olduğu
gerçeği gözden ırak tutulmamalıdır. Büyük bir
imparatorluğun mirasçısı olduğumuzu bir an bile
akıldan çıkarmamamız gerekir.
Bosna'daki olaylar çok taze, henüz
hafızamızda; gelecekte, Arnavutluk, Makedonya, Kosova gibi bölgelerde
aynı olayların olmaması bakımından, Türkiye'nin,
gerçekleri çok iyi analiz etmesi, meseleleri yakın takip etmesi, ihtiyaç
olan her noktada müdahil olması mecburiyeti vardır.
Türkiye'nin bir Balkan gücü olarak kalabilmesinin iki
tane önemli dayanak noktası vardır: Bunlardan bir tanesi, Güney
Balkanların en kalabalık nüfusu olan Arnavutlar ve Sancak ve
Bosna-Hersek'teki Boşnak Müslümanlardır. Güney Balkanlardaki Arnavut
nüfusunun kalbi ise, Arnavutluk ve Kosova'dır. Eğer Arnavutluk
meselesi istenilen biçimde çözülemezse, bugün, Karadağ ve Makedonya'da
yaşayan herkes ileride katliam tehlikesiyle karşı
karşıya kalır.
Bugün Güney Arnavutluk'ta
ağırlığı olan İtalyan ve Yunan
mafyalarının karapara birikimlerinin sonucunun, burada, bu banker
olayıyla ortaya çıkan bu meselenin ağırlıkla
içerisinde olduğu görülmektedir. Burada iki önemli şehir vardır;
birisi Avlonya, diğeri Sarande Kentidir. Bunların her ikisi de Yunan,
İtalyan ve Arnavut mafyalarının en önemli faaliyet alanı
içerisindedirler. Biraz evvel söylediğime ilave olarak, gene, Afrika
ülkelerinin birisinde yaşamakta olan, Enver Hoca döneminde, daha önceki
idarî dönemlerde görev yapan eski bakanların da bugün buralara gelip
silahlı ayaklanmalar organize ettiğini yakinen görürüz.
Mevcut Arnavutluk yönetimi, Türkiye'yle bugüne kadar en
sıcak ilişkiler kuran Berişa yönetimidir. Dolayısıyla,
Yunanistan tarafından kuşatma altına
alındığı korkusuna kapılmaması için, mevcut yönetime
son derece dikkatli biçimde destek vermek mecburiyetimiz ortadadır.
Görünürdeki hedef Arnavutluk; ama, perdenin arkasında görünmeyen hedef de,
Türk-Arnavut dostluğuna çok ciddî bir şekilde darbe indirmektir.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Ağar, lütfen, 1 dakika
içinde toparlayınız.
MEHMET AĞAR (Devamla) – Dolayısıyla, bu
desteği gerçekleştirmek konusunda fazla geç kalmanın hiçbir
anlamı yoktur. Memnuniyetle aldığım bilgiye göre,
Dışişleri Bakanlığının, önümüzdeki günler
içerisinde özel bir temsilci -inşallah üst düzeyden olur- gönderme niyeti
vardır.
Burada açlık tehlikesi vardır,
sıkıntılar vardır; süratle, uluslararası bir fon
kurulması, bu yardımın yapılması konusunda öncülük
etmemiz, Kızılayın devreye girmesi, ekonomik ve siyasî destek
için İslam Konferansı Örgütünün harekete geçirilmesi, konunun, NATO
platformuna taşınması ve burada örtülü operasyon yürütme
durumunda olan devletlerin de açık seçik biçimde uyarılmasında fayda
görülmektedir. Üstelik, aramızda da savunma işbirliği
anlaşması vardır Arnavutluk'la. Bütün bu platformlardan istifade
etmek suretiyle, Türkiye'yle gerçekten çok sıcak ilişkileri olan
Arnavutluk Devlet Başkanı ciddî biçimde desteklenmelidir.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET AĞAR (Devamla) – Sayın Başkan,
saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın
Ağar.
Gündemdışı konuşmaya, hükümet
adına bir yanıt için söz talebi yok.
3. —Samsun Milletvekili Ayhan Gürel’in,
adliye personelinin intibak sorunlarına ve alınması gereken
tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Adalet
Bakanı Şevket Kazan’ın cevabı
BAŞKAN – Gündemdışı üçüncü
konuşma, Samsun Milletvekili Sayın Ayhan Gürel'in. (DSP
sıralarından alkışlar)
Sayın Gürel, adliyelerde 657 sayılı
Devlet Memurları Kanununa tabi çalışan personelin
yükseköğretim sonrası intibaklarının yeniden yapılarak
hak ettikleri dereceye yükseltilmeleri ve özel hizmet tazminatından
yararlanmaları konusunda konuşacak.
Sayın Gürel, süreniz 5 dakikadır.
AYHAN GÜREL (Samsun) – Sayın Başkan,
değerli milletvekili arkadaşlarım; adlî teşkilatta
çalışan bazı personelle ilgili -ki, zabıt kâtiplerinin-
haksızlıkların giderilmesi için tarafıma gönderilmiş
olan yazılı metne ilişkin, kendilerine Parlamentonun
desteğini alabilmek amacıyla söz almış bulunuyorum; bu
vesileyle, Yüce Heyeti içtenlikle selamlıyorum.
Yazılı metinde, 657 sayılı Kanunun
36 ncı maddesine göre, tahsil durumu itibariyle zabıt kâtiplerinin
yükselebilecekleri dereceler belirtildiği halde, 190 sayılı
Kanun Hükmünde Kararnameye Ek-7 numaralı cetvelde, 1 inci ve 4 üncü
dereceler arasında zabıt kâtibi kadrosu
bulunmadığından, 3046 sayılı Kanunda belirtilen
hiyerarşik kadrolarda yer almadıklarından, zabıt
kâtiplerine 4 ve daha üst dereceler, kadrolar verilmemektedir; 4 ve daha üst
dereceli kadrolara verilen yüzde 40, yüzde 50-60 gibi özel hizmet
tazminatlarından da yararlanamamaktadırlar ve bu
mağduriyetlerinin önlenmesi istenmektedir. Kaldı ki, bu, Millî
Eğitim Bakanlığında ve İçişleri
Bakanlığında verilmektedir. Türkiye'deki tüm adliyelerde bu
haksız durumun söz konusu olduğu belirtilmektedir.
Bu zabıt kâtibi arkadaşlarım, Fatma
Ünal, Ayşe Özdere, Reşat Ustaoğlu, Eley Aşrelin, Hanifi
Özçelik, Ramazan Cüre, Asiye Yılmaz, Alaattin Yılmaz, Abdullah
Tütüncü, Nezihe Yalçın, Sami Coşkun ve Sema Kartal'dır.
Bunlardan, Fatma Ünal'ın Samsun İdare Mahkemesinde açmış
olduğu davaya, davalı idarenin vermiş olduğu cevapta, aynen
"13.8.1984 gün ve 18488 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan
190 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin eki cetvellerde 1 ilâ 4 üncü
derecedeki kadrolar, unvanlı kadrolar olup,
Bakanlığımıza ait kadro cetvellerinde 4 üncü derecede
zabıt kâtipliği kadrosu bulunmamaktadır.
Bu nedenle, zabıt kâtibi olan davacının
3 üncü derecenin 2 nci kademesine getirilmesi mümkün bulunmamaktadır"
denilmektedir.
Şimdi, önemli olan, yasama organı Meclisin
yapmış olduğu 657 sayılı bir yasa var; bu yasanın
içerisindeki düzenlemelerde, örneğin, şu anda göstermiş
olduğum 36 ncı maddenin (A) bendinde -ki "Ortak Hükümler"
başlığı altında- "sınıfların,
öğrenim durumlarına göre giriş ve yükselebilecekleri derece ve
kademeler aşağıda gösterilmiştir" deniliyor.
Örneğin, ticaret lisesini bitirmiş bir kamu
görevlisinin, bir zabıt kâtibinin, şu anda, 12'nin 2'sinden
başlatılıp 3 üncü derecenin sonuna getirilmesi düzenlenmiş;
2 yıl süreli yükseköğrenimi bitirenlerin 10 uncu derecenin 2 nci
kademesinden 1 inci derecenin son kademesine kadar getirilmesi
düzenlenmiş. 4 yıllık öğrenimi tamamlamış olan bir
zabıt kâtibi, 9 uncu derecenin 1 inci kademesinden
başlatılıyor, 1 inci derecenin son kademesine kadar
yükseltilebiliyor.
Şimdi, böyle bir bağlamda, yine, 657
sayılı Kanunun 36 ncı maddesindeki düzenlemeyi -ki, bunu Meclis
düzenlemiş- ben size okumak istiyorum: "...memuriyete giren
emsallerinin ulaştıkları derece ve kademeyi aşmamak
kaydıyla, bitirdikleri üst öğrenimin giriş, derece ve kademesine
memuriyette geçirdikleri başarılı hizmet sürelerinin tamamı
her yıl bir kademe, her üç yıl bir derece hesabıyla ilave
edilmek suretiyle bulunacak derece ve kademeye yükseltilirler."
Yine, 36 ncı maddeyle ilgili olarak, kanun
hükmünde kararnamenin 8 inci maddesiyle 657 sayılı Kanuna bir geçici
madde eklenmiştir. Burada çok açık olarak "...1.3.1975
tarihinden sonra kadrosuzluk sebebiyle derece yükselmesi yapamayanların bu
şekilde geçen başarılı hizmet süreleri, öğrenim
durumlarına göre yükselebilecekleri dereceleri aşmamak kaydıyla
her yılı bir kademe ve her üç yılı bir derece verilmek
suretiyle kadro şartı aranmaksızın
değerlendirilir" denilmektedir.
Şimdi, burada, idarenin, o 190 sayılı
Kanun Hükmünde Kararnameye dayanması hukukî mesnetten yoksundur. Önemli
olan, 657 sayılı Yasada az önce açıklamış olduğum
madde hükümleridir. Burada, kanun "kadro şartı
aranmaksızın -altını çizerek belirtiyorum- öğrenim
durumlarına göre ulaşmış oldukları kademe ve dereceye
yükseltilirler" diyor. Şimdi, bu hususla ilgili elimde iki tane
yargı kararı var. Örneğin, İstanbul 2 No'lu İdare
Mahkemesinin vermiş olduğu bir kararında, aynen "Fatih
İcra Dairesinde zabıt kâtibi olarak çalışan Abdülkadir
Oran, 4 yıllık İktisadî ve Ticarî İlimler Akademisini
bitirmiş ve idareye başvurarak 1 inci derecenin 2 nci kademesine
yükseltilmesini istemiş, idare de 4 üncü derecenin..."
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Gürel, lütfen
toparlayalım.
AYHAN GÜREL (Devamla) – Değerli
arkadaşlarım, 5 dakika, gayet tabiî çok kısa bir zaman. Burada,
elimdeki delilleri ve elimdeki mahkeme kararlarını,
hazırlamış olduğum dosyayla Sayın Bakana ileteceğim.
Sayın Bakanın -kendisi hukukçudur, avukattır- adliyelerde bu
yükü taşıyan ve haksızlığa uğramış bu
arkadaşlarımızın mağduriyetine çözüm
bulacağına inanıyorum.
Bu kutsal çatının altında
bulunduğum müddetçe bu işin takipçisi olacağım; çünkü,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin yapmış olduğu bir yasanın
uygulanmama durumu söz konusudur. Bu mücadeleyi, 550 kişi hep birlikte
vermemiz gerekir. Bu, sadece Ayhan Gürel'in sorunu değil, benim
değil, Parlamentoda bulunan tüm milletvekillerinindir. Parlamento, aslî
görevi olarak, kanunu yapmıştır; ama, bu kanun
uygulanmamaktadır.
Bu düşüncelerle, Yüce Heyeti
saygılarımla selamlıyorum; teşekkür ediyorum. (DSP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Gürel.
Sayın Bakan, yanıt vereceksiniz...
Buyurun.
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; Demokratik Sol Parti Samsun
Milletvekili Ayhan Gürel Bey arkadaşımızın yapmış
olduğu gündemdışı konuşmaya cevap vermek üzere
huzurunuza çıkmış bulunuyorum. Yüce Heyeti saygıyla
selamlıyorum.
Önce, Samsun Milletvekili Sayın Ayhan Gürel Bey
kardeşimize, adliye mensuplarının, özellikle zabıt
kâtiplerinin dertlerine, problemlerine karşı ortaya koyduğu bu
yakın ilgiden dolayı, kendilerine teşekkür ediyorum.
Değerli milletvekillerimiz, Adalet
Bakanlığı teşkilatında 657 sayılı Kanuna
tabi olan personel, merkezde çalışan, taşrada çalışan
ve Adlî Tıp Kurumuna bağlı olarak çalışan personelden
oluşmaktadır.
1 Ocak 1997 tarihi itibariyle, 657 sayılı
Kanuna tabi personel sayımız -kadro itibariyle, kanunî kadro
itibariyle- 72 145'tir; ancak, şu anda, fiilen dolu olan kadromuz 57
528'dir, 14 617 kadromuz da boştur. Bu dolu olan 57 528 kadronun yüzde
14'ü olan 8 276'sı ilkokul mezunudur, yüzde 21'i olan 12 234'ü ortaokul
mezunudur, yüzde 36'sı olan 20 574'ü de lise mezunudur. Yani, lise mezunu
ve daha önceki devre eğitimden geçmiş personel sayısı,
fiilî kadrolarımızın yüzde 71'ini oluşturmaktadır.
2 yıllık yükseköğretim kurumundan mezun
olan 5 891 kişi, 3 yıllık yükseköğretim kurumundan mezun
olan 121 kişi, 4 yıllık yükseköğretim kurumundan mezun olan
8 927 kişi, 5 yıllık yükseköğretim kurumundan mezun olan 10
063 kişi, 6 yıllık yükseköğretim kurumundan mezun olan 442
kişidir. Yani, 2 yıllıktan 6 yıllığa kadar olan yükseköğretim
kurumundan mezun olanların oranı yüzde 29'u teşkil etmektedir.
Lise mezunu olarak memuriyete başlayan
arkadaşlarımız, bu arada, açıköğretimden faydalanarak
yükseköğrenimlerini tamamlıyorlar ve yükseköğrenimlerini
tamamlayan arkadaşlarımızın da -personel genel müdürümüzden
aldığım ifadeye göre- intibakları süratle
yapılıyor.
Burada, Ayhan Bey arkadaşımız,
özellikle, taşrada bulunan zabıt kâtipleri üzerinde durdular. Hemen
ifade edeyim: Merkezde olduğu gibi, taşrada da, bizim, 1 inci
dereceden 4 üncü dereceye kadar kadrolarımız vardır ve bu
kadrolarda personelimiz de vardır. 1 inci derece kadrodan, 4 üncü derece
kadroya kadar görev alan personel, icra müdürleridir, yazı işleri
müdürleridir, idarî işler müdürleridir, bir de şeflerdir.
AYHAN GÜREL (Samsun) – Zabıt kâtipleri yok
Sayın Bakan...
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – Bunlar,
1'den 4'e kadar derecelendirilmektedir. Bunun yanında, zabıt
kâtipleri ile programcılar -biraz daha aşağıya inelim-
şoförler, santral memurları; bunlar, 5 ilâ 15 derece arasında
kadrolarda hizmet görmektedirler. Tabiatıyla, arkadaşımızın
işaret buyurduğu, kanun hükmündeki kararname çerçevesinde bir
mağduriyetleri varsa bu arkadaşların, elbette, bunların
takibini yapmak, bu mağduriyetleri gidermek, Adalet Bakanı olarak
benim görevimdir; bunu, en kısa zamanda takip ettireceğim ve neticesinden,
değerli milletvekili arkadaşımızı
bilgilendireceğim.
Bu arada, bendenize intikal eden,
gündemdışı konuşma çerçevesi içerisinde, bir de, özel
hizmet tazminatları hususu vardı. Zannediyorum,
arkadaşımız, zaman yetersizliğinden buna temas edemediler.
Ben, o konuya da kısaca açıklama getirmek istiyorum: Bugün,
Bakanlık merkez teşkilatında, 657 sayılı Kanuna göre
çalışan tüm personelimiz, yüzde 33 ilâ yüzde 140 arasında özel
hizmet tazminatı almaktadır; bu, 10 milyondan 44 milyona kadar bir
değer arz ediyor. Taşra teşkilatında
çalışanlardan ise, sadece, icra müdürleri, yazı işleri
müdürleri ve idare müdürleri bu özel hizmet tazminatını
almaktadırlar, yüzde 45'le yüzde 95 arasında, maaşlarına
göre ve bu da, 14 milyonla 30 milyon arasında bir fark arz etmektedir.
Taşrada çalışan zabıt kâtibi ve diğer personele
gelince, onlara, özel hizmet tazminatı verilmiyor; ama, onlar, adalet
hizmeti tazminatı alıyorlar. Bu da, bir nevi özel hizmet
tazminatıdır. Bunlar da, aldıkları maaşlar
yanında, yüzde 40'la yüzde 45 oranında adlî hizmet tazminatı
alıyorlar.
Ayrıca, tatbikatta, havuz denilen; ama, bir
diğer ifadeyle, adliyede çalışanlara, yol giderleri
tazminatı şeklinde ödenen bir ödeme durumu daha vardır. O da,
merkezde çalışan memurlar için 3 ayda 12 milyon civarındadır;
taşra teşkilatında çalışanlarda -ki, zabıt
kâtipleri, şoförler, bunlar hepsi dahil- 3 ayda 5 ilâ 15 milyon
arasındadır.
Biz, bütün personelimizin mağduriyetini ortadan
kaldırmak, adaletin verimini artırmak ve kendilerini, yargıda,
gerçekten, etkin ve şevkle hizmet yapar hale getirebilmek için
-Bakanlık dışında konuşuyorum- yazı işleri
müdürlerimizden, icra müdürlerimizden tutunuz, en düşük derecede görev
yapan personelimize varıncaya kadar, tamamının
durumlarını iyileştirmek için bir çalışma içerisindeyiz.
Bu çalışmalardan, zaman zaman, gerek böyle gündemdışı
olarak yapılan konuşmalar vesilesiyle gerekse milletvekili
arkadaşlarımızın yazılı sorularına
vereceğimiz cevaplar yoluyla kendilerini
aydınlatacağımızı ifade ediyor, Yüce Heyete
saygılar sunuyor, özellikle değerli Samsun Milletvekili
arkadaşımız Ayhan Beye bu önemli konuyu gündeme getirdiği
için teşekkür ediyorum. (RP ve DSP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Sayın milletvekilleri, oldukça verimli bir
gündemdışı konuşma süreci olmuştur.
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığının iki adet tezkeresi vardır; okutup,
bilgilerinize sunacağım:
B)TEZKERELER VE ÖNERGELER
1.—Slovakya Millî Meclisinin vaki
davetine icabet edecek parlamento heyetinde yer alacak milletvekillerine
ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/719)
18
Mart 1997
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kuruluna
Slovakya Millî Meclisinin vaki davetine istinaden, Türkiye
Büyük Millet Meclisini temsilen 6 kişilik bir Parlamento heyetinin 13-17
Nisan 1997 tarihleri arasında söz konusu davete icabet etmesi, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin Dışilişkilerinin Düzenlenmesi
Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun 6 ncı maddesi uyarınca
Genel Kurulun 25 Şubat 1997 tarih ve 60 ıncı Birleşiminde
kabul edilmiştir.
Adı geçen Kanunun 2 nci maddesi uyarınca,
heyetimizi oluşturmak üzere siyasî parti gruplarınca bildirilen
üyelerimizin isimleri Genel Kurulun bilgilerine sunulur.
Hasan
Korkmazcan
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Başkanı
Vekili
Kamer Genç (Tunceli)
İsmet Atalay (Ardahan)
Bülent Tanla (İstanbul)
Recep Mızrak
(Kırıkkale)
M. Salih Katırcıoğlu (Niğde)
Kâzım Arslan (Yozgat)
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
İkinci tezkereyi okutuyorum:
2. —Yunanistan Millet Meclisinin vaki
davetine icabet edecek Parlamento heyetinde yer alacak milletvekillerine
ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/720)
18
Mart 1997
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kuruluna
Yunanistan Millet Meclisinin vaki davetine istinaden,
Türkiye Büyük Millet Meclisini temsilen 6 kişilik bir Parlamento heyetinin
12-15 Nisan 1997 tarihleri arasında Rodos'ta yapılacak Doğu
Akdeniz Bölgesi Genç Parlamenterleri Konferansına icabet etmesi, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin Dışilişkilerinin Düzenlenmesi
Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun 6 ncı maddesi uyarınca
Genel Kurulun 25 Şubat 1997 tarih ve 60 ıncı Birleşiminde
kabul edilmiştir.
Adı geçen Kanunun 2 nci maddesi uyarınca,
heyetimizi oluşturmak üzere siyasî parti gruplarınca bildirilen üyelerimizin
isimleri Genel Kurulun bilgilerine sunulur.
Hasan
Korkmazcan
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Başkanı
Vekili
Nuri Yabuz (Afyon)
Celal Esin (Ağrı)
Yılmaz Ateş (Ankara)
Cengiz Altınkaya
(Aydın)
Mahmut Sönmez (Bingöl)
Veli Aksoy (İzmir)
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Danışma Kurulunun bir önerisi vardır;
okutup, oylarınıza sunacağım:
V. —ÖNERİLER
A) DANIŞMA KURULU
ÖNERİLERİ
1.—(10/63) esas numaralı Meclis
Araştırması Komisyonunun 195 sıra sayılı
raporunun gündemdeki yeri, görüşme günü ve çalışma süresine
ilişkin Danışma Kurulu önerisi
No:60 Tarih
: 20.3.1997
Danışma Kurulu
Önerisi
18.3.1997 tarihli gelen kâğıtlarda
yayımlanan ve bastırılıp dağıtılan (10/63)
esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonunun 195 sıra
sayılı Refah Partisinin Süleyman Mercümek ile
bağlantıları ve ilişkileri konusundaki raporunun, gündemin
"Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmında yer
alması ve görüşmelerinin, Genel Kurulun 25.3.1997 Salı günkü
birleşiminde yapılmasının ve görüşmelerin
tamamlanmasına kadar çalışma süresinin
uzatılmasının Genel Kurulun onayına sunulması
Danışma Kurulunca uygun görülmüştür.
Hasan
Korkmazcan
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Başkanı
Vekili
Salih
Kapusuz Zeki
Çakan
RP
Grubu Başkanvekili ANAP
Grubu Başkanvekili
Ali
Rıza Gönül Hikmet
Uluğbay
DYP
Grubu Başkanvekili DSP
Grubu Başkanvekili
Nihat Matkap
CHP Grubu
Başkanvekili
BAŞKAN – Danışma Kurulu önerisini kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Öneri kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, gündemin "Kanun
Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler
Kısmına" geçiyoruz.
Önce, sırasıyla, yarım kalan
işlerden başlıyoruz.
VI.—KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN
GELEN
DİĞER İŞLER
1.—926 Sayılı Türk Silahlı
Kuvvetleri Personel Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesine İlişkin 488
Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Millî Savunma Komisyonu Raporu
(1/215) (S. Sayısı :23)
BAŞKAN – 926 Sayılı Türk Silahlı
Kuvvetleri Personel Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesine İlişkin 488
Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle ilgili tasarının
müzakerelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon?.. Yok.
Görüşme ertelenmiştir.
2. —Yurtdışında
Bulunanların SosyalGüvenlikleri Hakkında Borçlanma Kanunu
Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal
İşler Komisyonu Raporu (1/569) (S. Sayısı :209) (1)
BAŞKAN – Yurtdışında
Bulunanların Sosyal Güvenlikleri Hakkında Borçlanma Kanunu
Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal
İşler Komisyonu raporunun müzakerelerine kaldığımız
yerden devam ediyoruz.
Sayın Komisyon ve Hükümet?.. Burada.
Sayın milletvekilleri, geçen birleşimde,
tasarının 11 inci maddesi üzerinde gruplar adına konuşmalar
tamamlanmış, şahısları adına da bir sayın
üye konuşmuştu.
Şimdi, 11 inci madde üzerinde
şahısları adına söz alan diğer milletvekillerinin
isimlerini okuyorum: Kâzım Arslan, Mehmet Aykaç, Sıtkı Cengil,
Hikmet Sami Türk.
Buyurun Sayın Arslan.
KÂZIM ARSLAN (Yozgat) – Sayın Aykaç
konuşacaklar efendim.
BAŞKAN – Siz konuşmuyorsunuz...
Sayın Aykaç, buyurun.
Sayın Aykaç, süreniz 5 dakikadır.
MEHMET AYKAÇ (Çorum) – Sayın Başkan, değerli
arkadaşlar; Yurtdışında Bulunanların Sosyal
Güvenlikleri Hakkında Borçlanma Kanunu Tasarısının 11 inci
maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum;
Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, 11 inci madde, Kasa
gelirlerinin işletilmesini içermektedir. Şahsî kanaatim odur ki, bu
Kasanın oluşturulması, günümüz şartları içerisinde
oldukça iyi düşünülmüş ve Kasanın gelirleri de, günümüz
şartlarında, ekonomik ve iktisadî kurallar çerçevesinde
değerlendirilmeye çalışılmıştır.
Bunun üzerinde başka türlü söz söylemeye hiç gerek
görmüyorum. Bu yasanın hayırlı olmasını diliyor,
hepinize saygılar sunuyorum. (RP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Aykaç.
Sayın milletvekilleri, madde üzerinde 8
değişiklik önergesi vardır. Önergeleri...
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) –
Arkadaşlarımız önergeleri geri alıyor efendim.
BAŞKAN – Geri alıyorsunuz...
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Evet, efendim.
BAŞKAN –Önergeler geri alındı.
Maddeyi oylarınıza sunacağım;
ancak, maddeyle ilgili bir yazım hatasını Komisyonun
görüşüne sunmak istiyorum.
"Madde 11.- Kasanın gelirleri;
a) Devletin çıkardığı borçlanma
senetlerine yatırmak,
b) Faiz haddî yürürlükteki hükümlere göre en yüksek
düzeyde olmak üzere T.C. Ziraat Bankasına yatırmak
suretiyle işletilir."
Sayın Komisyon, Başkanlıkça, bu maddeyi
(a) bendindeki "yatırmak" ve (b) bendindeki
"yatırmak" süzcüklerini çıkararak, virgülle ayırarak
ve "suretiyle işletilir" ifadesinin önüne "yatırılmak"
sözcüğünü getirerek daha anlamlı, daha düzgün ve usulüne uygun bir
biçime getirmek üzere bir redaksiyon yapılması öngörülüyor. Bu
görüşe katılıyor musunuz?
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA ve SOSYAL
İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI NEVZAT KÖSE (Aksaray) –
Çoğunluğumuzun olmaması nedeniyle katılamıyoruz;
ancak, bizce uygundur.
BAŞKAN – Bu durumda, madde, Başkanlıkça,
bu şekilde düzenlenecektir.
Maddeyi düzenlenecek şekliyle oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
Şimdi, 12 nci maddeyi okutuyorum:
Yurtdışı Topluluk Sigortası
MADDE 12. – Türkiye ile ikili sosyal güvenlik
sözleşmesi bulunmayan ülkelerde iş üstlenen Türk veya yabancı
işverenler yanında çalışacak Türk işçilerinin
malullük, yaşlılık ve ölüm sigorta kollarına tabi
tutulmaları için çalışılan her ülkeye göre ve bu Kanunun 3
üncü maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen gün
karşılığı dolar esas alınarak Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca belirlenecek genel
şartlarla Kasa işverenle topluluk sigortası yapabilir.
Bu Kanuna göre topluluk sigortasına prim
ödenmiş süreler, 506 sayılı Kanuna göre prim ödenmiş süre
olarak kabul edilir.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığı, çalışılan ülkeye göre topluluk
sigortası uygulamasını zorunlu kılabilir.
BAŞKAN – 12 nci madde üzerinde, Demokratik Sol Parti
Grubu adına Sayın Mustafa Karslıoğlu; buyurun. (DSP
sıralarından alkışlar)
Sayın Karslıoğlu, süreniz 10
dakikadır.
DSP GRUBU ADINA MUSTAFA KARSLIOĞLU (Bolu) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 209 sıra
sayılı Yurtdışında Bulunanların Sosyal Güvenlikleri
Hakkında Borçlanma Kanunu Tasarısının 12 nci maddesi
üzerinde, Demoktarik Sol Parti Grubu adına söz almış
bulunmaktayım; Grubum adına hepinizi saygıyla selamlar, en iyi
dileklerimi bildiririm.
"Madde 12.- Türkiye ile ikili sosyal güvenlik
sözleşmesi bulunmayan ülkelerde iş üstlenen Türk veya yabancı
işverenler yanında çalışacak Türk işçilerinin
malullük, yaşlılık ve ölüm sigorta kollarına tabi
tutulmaları için çalışılan her ülkeye göre ve bu Kanunun 3
üncü maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen gün karşılığı
dolar esas alınarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığınca belirlenecek genel şartlarla Kasa
işverenlerle topluluk sigortası yapabilir.
Bu Kanuna göre topluluk sigortasına prim
ödenmiş süreler, 506 sayılı Kanuna göre prim ödenmiş süre
olarak kabul edilir.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığı, çalışılan ülkeye göre topluluk
sigortası uygulamasını zorunlu kılabilir."
Sayın milletvekilleri, daha önce de
belirttiğim gibi, bu yasa tasarısı, bir defa,
yazılışı, anlatışı gayet zor bir yasa
tasarısı; birbiriyle çelişkilerle dolu. Şu 12 nci maddeyi
bile anlamak için, defalarca okumak lazım; çok bozuk bir yazı
düzeniyle yazılmış, imla hatalarıyla dolu...
BAŞKAN –
Sayın Karslıoğlu, bir dakika...
Sayın miletvekilleri, lütfen, hatibi sükunetle
dinleyelim, sohbetleri kulislere taşıyalım.
Buyurun Sayın Karslıoğlu.
MUSTAFA KARSLIOĞLU (Devamla) – Sayın
milletvekilleri, bir hekim olarak, sosyal güvencenin ne kadar önemli
olduğunu biliyorum. Son yirmi yılda yurt dışında
gelişen müteahhitlik hizmetleri için ve yurt dışında bu
sektörde çalışan işçilerimiz için bir topluluk sigortası
gerekli görülebilir. Biliyorsunuz, gerçekten, müteahhitlerimizle övünebiliriz.
Özellikle, dış ödemelerde çok büyük katkıları vardır
ve dünyanın dörtbir köşesinde, artık, en gelişmiş ülkelerin
müteahhitleriyle de yarışmalara girmektedirler ve
yarışmaları almaktadırlar. Zaman zaman basında,
yayında izlediğimiz gibi, Rusya'da, Ortadoğu ülkelerinde, hatta
Batı'da, müteahhitlerimiz çok güzel hizmetler vermektedir. Birçok
insanlarımız da -tabiî, ülkemizde yoğun bir işsizlik var,
her milletvekili arkadaşıma da zannediyorum günde birçok insan gelip,
kendilerinin yurt dışında bir işe gitmelerine
yardımcı olmaları için ricada bulunurlar- her gün geliyorlar;
biz de, işte, yurt dışında yükümlülük almış
müteahhit firmalara telefon ederek "yahu, bu işsizdir, inşaat
işçisidir, bunları alabilir misiniz" diyoruz; yani, bunlar,
gidiyor, çalışıyor. Özellikle Ortadoğu'da
yıllardır yaşayan, hatta sağlıkları bozulan,
herhangi bir sosyal güvenceye kavuşmadan gelen ve belirli birikimi
yapamayan dünya kadar yurttaşlarımız vardır. Elbette ki,
bunların disiplinize edilmesi, çalıştıkları günlerin
bir sosyal güvenceye dönüştürülmesi kaçınılmaz hale gelmiştir.
Bilindiği gibi, bu yönde, daha önce de
birtakım yasalar çıkarılmıştır. 30.5.1978'de 2148
sayılı Yasa, 8.5.1985'te 3201 sayılı Yasa
çıkarılmış; bunlarda da, bu konulara gayet geniş
yerler verilmiştir. Daha önce de belirttiğimiz gibi, bu yasanın,
kısaca, özeti şudur: Bu yasayla 400 bin yurttaşımız
müracaat edecektir. 5 000 işgünü üzerinden, günde 2,5 dolardan 12 500
dolar ödeyecek ve bu, 5 milyar para yapacaktır. Bunun 1 milyarı
Yurtdışı Sosyal Güvenlik Kasasına güvence olarak verilecek,
4 milyar dolar da, işte, meşhur kaynak paketimize kaynak
aktaracaktır.
Tabiî, burada, az öncede belirttiğim gibi,
gerçekten, insanlarımızın sosyal güvenceye kavuşması
çok güzel bir şey. Ben, hekim olarak, 35 yıldır, özellikle,
genel sağlık sigortasının özlemini çeken bir kişiyim.
Biliyorsunuz, ülkemizde, 19-26 Mart, Yaşlılar
Haftasıdır. Tüm yaşlılarımıza huzur ve
mutluluklar diliyorum, uzun, sağlıklı ömürler diliyorum.
Daha önce çıkan 2022 sayılı Yasa diye
nitelendirdiğimiz bir yasayla yaşlılarımızın veya
kendilerine bakacak kadar mal varlıkları olmayan ve çalışma
gücü olmayan insanlara verilen -o yeşil karttan önce- bir de yeşil
karnemiz vardı. O bile, insanlarımız için büyük bir güvencedir.
Biz, hastanelerde, zaman zaman, yaşlılarımızda o karneyi
görünce, sanki bize bir millî piyango vurmuş gibi oluyordu; diyorduk ki:
Bak, senin de güvencen var, hastane ücretlerini devlet karşılayacak;
hiç olmazsa, üç aydan üç aya aylığını
aldığın zaman, evinin başköşesinde onurlu bir
şekilde oturabileceksin; çünkü, o gün senin almış olduğun
bir para olacak.
Bundan sonra, yeşil kart olayı,
sağlık açısından, kısmen de olsa
yurttaşlarımızı rahatlattı. Bu yasanın
çıkmasına neden olanlara da teşekkür ediyorum.
Yine, konumuza gelecek olursak, 506 sayılı
Sosyal Sigortalar Kanunu, topluluk sigortasını, yani, hastalık,
analık, malullük, yaşlılık ve ölüm gibi durumlardaki sosyal
güvenceyi belirtmiştir. Ayrıca, Anayasamızın 61 inci
maddesinde de "Devlet, harp ve vazife şehitlerinin dul ve
yetimleriyle, malul ve gazileri korur ve toplumda kendilerine yaraşır
bir hayat seviyesi sağlar" denilmektedir. Yani, bu, bir Anayasa
emridir, Anayasa gereğidir.
"Devlet, sakatların korunmalarını
ve toplum hayatına intibaklarını sağlayıcı
tedbirleri alır.
Yaşlılar, Devletçe korunur.
Yaşlılara Devlet yardımı ve sağlanacak diğer
haklar ve kolaylıklar kanunla düzenlenir."
Az önce belirttiğim 2022 sayılı Yasa
bunun bir örneğidir.
"Devlet, korunmaya muhtaç çocukların topluma
kazandırılması için her türlü tedbiri alır.
Bu amaçlarla gerekli teşkilat ve tesisleri kurar
veya kurdurur."
Bir de, artık şunu çok iyi bilmemiz
lazım: Genel olarak bir tabir vardır; ağaçlara bakmayalım,
ormana bakalım. Yani, diyorum ki burada, günü kurtaracak, geleceği
riske sokacak, ipotek altına sokacak yasalarla
uğraşmayalım; kalıcı, uygar, demokratik, hukuk
devletine yakışır yasalar çıkaralım, birlik ve beraberlik
içinde, uzlaşarak çıkaralım.
Bugün, bütün dünyada, gelişmiş ülkelerde,
gelişmekte olan ülkelerde, sosyal güvenlik kurumları,
kuruluşları, büyük bir sıkıntı içerisindedir.
Bakın, çeşitli ülkelerdeki sosyal güvenlik
harcamalarının millî gelir içindeki payı: İsveç'te yüzde
34, Hollanda'da yüzde 33, Danimarka'da yüzde 30, Fransa'da yüzde 29, Belçika'da
yüzde 27, Almanya'da yüzde 27 -Avrupa Birliği ortalaması yüzde 26- İngiltere'de yüzde 24,
İtalya'da yüzde 24, İspanya'da yüzde 22, Amerika Birleşik Devletlerinde
yüzde 12,6, Türkiye'de ise yüzde 4,5.
Bugün, çok klasik bir sosyal güvenlik kuralı
vardır, bu kural oturmuştur; sosyal güvenliğin üç
ayağı vardır; işçi primi, işveren primi ve hazine
yardımı; yani, böyle, yasaları zorlayarak, geleceği ipotek
altına alarak, riske sokarak, sağlıklı olmayan sosyal
güvenlik yasaları çıkarmaya çalışmayalım. Aklın
yolu birdir, doğru tektir; reform niteliğindeki yasaları
çıkarmaya çalışalım.
Zaten, daha önce
de, her gelen konuşmacı arkadaşımızın da
belirttiği gibi, bu yasa tasarısı Anayasaya
aykırıdır, bu Meclisten çıksa bile, belki de -tabiî ki,
kararı bağımsız yargı verecektir- Anayasaya aykırı olma nedeniyle
iptal edilecektir. Bu konuyu da göz önüne alırsak, yine de İktidara
söylüyorum, gelin, böyle, hayalî kaynak arama paketleriyle
uğraşmayın, sizin deyiminizle, pansuman tedbirleriyle
hastayı iyileştirmeye çalışmayalım, hastaya yerinde,
kararlı, sağlıklı bir teşhis koyalım,
hastayı yetenekli uzmanların eline verelim, gereken şekilde
tedavi edelim, en az zararla kurtaralım ve sağlığına
kavuşturalım.
Son olarak, bu madde de çelişkilerle doludur,
dövizle borçlanmayı amaçlamaktadır. Demokratik Sol Parti olarak, bu
maddeye de olumsuz oy vereceğiz. Demokratik Sol Parti,
yurttaşlarımızın, gerek yurt içinde gerek yurt
dışında olsun, hepsinin daha çağdaş yasalarla sosyal
güvenceye kavuşturulması ilkesini seçim bildirgesinde ve
programında net ve objektif bir şekilde dile getirmiştir.
Yüce Meclise saygılar sunarım. (DSP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Karslıoğlu.
Sayın milletvekilleri, lütfen, sohbetlerimizi
kulislerde yapalım.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Sayın
Bekir Kumbul.
Buyurun Sayın Kumbul. (CHP sıralarından
alkışlar)
CHP GRUBU ADINA BEKİR KUMBUL (Antalya) –
Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; Cumhuriyet Halk
Partisinin, Yurtdışında Bulunanların Sosyal Güvenlikleri
Hakkında Borçlanma Yasa Tasarısının 12 nci maddesi
hakkındaki görüşlerini sunmak üzere kürsüye çıkmış
bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, görünen o ki, 12
nci maddeye geldik; biz, yanlışları anlatmaktan
bıktık; ama, sizler, yine de, bunu çıkarmakta ısrarlı
gözüküyorsunuz. Yine, 12 nci madde de bir yanlıştır, onu
sergilemeye çalışacağım; ama, ondan önce, 9 uncu, 10 uncu
ve 11 inci maddelerde
şahısları adına söz alan
arkadaşlarımızın konuşmalarından sonra, bazı
konularda yanlış algılamalar olduğu kanısına
vardım; onu dile getirmeden de geçemeyeceğim.
Özellikle "neden dolar üzerinden
borçlanılıyor" sorusuna, yurt dışındaki insanlar
Türk Lirası mı arasın; işte, dolar olarak
yatırabilirler gibi bir cevap verilmişti. Oysaki, bu yasa tasarısının
özünde, yurt dışında bulunmuş
vatandaşlarımızın -ama, devamlı orada ikamet etmiyor;
bulunmuş, bir saat bulunmuş, beş gün bulunmuş, on gün
bulunmuş; kaçakçılık için gitmiş, turistik seyahat için
gitmiş veya hacca gitmiş, dönmüş- hepsi bundan yararlanır
durumda oluyor. Öyleyse, bunlar zaten Türkiye'de yaşıyor; Türkiye'de yaşadığına
göre, elbette ki, Türk Lirasını da bulur. Yani, en azından,
vatandaşlarımız, bunu bir hak gibi görürler ve yararlanmak
isterlerse, bunu bilmeleri lazım; bir.
İkinci vurgulamak istediğim, devamlı,
aktuaryel hesabın iyi yapıldığı söyleniyor. Değerli
arkadaşlarım, aktuaryel hesabı biz de yapıyoruz,
yaptırıyoruz; ama, biliyoruz ki, 2000'li yıllarda, 2003'te,
2004'te, o kasa bitecektir; ömrü olan arkadaşlarımız da
görecektir. Bunu, burada, kayıtlara geçmesi açısından söylemek
istiyorum. Onu, aslında, siz de biliyorsunuz ve onun için de 3 üncü
maddeye, zorunluluk durumlarında günlük 2,5 dolarlık borçlanma
miktarının Bakanlar Kurulu kararıyla
değiştirilebileceği hükmünü getiriyorsunuz. Nedir onun
anlamı; onun anlamı, 2003 veya 2004'te kasa
boşaldığı zaman 2,5 dolarlık miktar
artırılsın; bunun anlamı budur. Öyleyse, gerçekten ciddî
aktuaryel hesap yapılmamıştır.
Gelelim 12 nci maddeye... Değerli arkadaşlar,
12 nci madde, yurt dışında bulunan işçilerimizin topluluk
sigortasıyla ilgilidir. 12 nci maddeye kadar olan kısımda, yurt
dışında bulunan vatandaşlarımızın kendileri
için prim yatıracakları öngörülüyordu. Neydi o hüküm:
Vatandaşımız, günlük 2,5 dolar üzerinden, 5 bin işgününü dolduracak,
12 500 doları kendisi ödeyecekti. Burada öyle değil. Bu maddenin özelliği
odur. Bu maddenin özelliği: Yurt dışında çalışan
işçilerimiz -ama, ikili sosyal güvenlik anlaşması
yapmadığımız ülkelerde çalışan işçilerimiz-
işveren tarafından sigortalanacak; yani, burada, primi ödeyecek olan,
işverendir. Topluluk sigortasının anlamı bu.
Değerli arkadaşlar, genellikle bu hükmün
kapsamı da şudur: Yurt dışında, ikili sosyal güvenlik
anlaşması yapmadığımız herhangi bir ülkede, bir
vatadaşımız, düşünelim ki inşaat sektöründe
çalışıyor, altı ay, bir sene çalıştı...
Burada "bu kanun hükmüne bağlı olarak borçlanır"
deniliyor. Varsayalım ki, altı ay çalıştı. Bu
kişi, bu kanun hükmüne göre borçlanacaksa, işveren, işçiyi, 5
bin işgünü için sigortalı yapacak. Peki, ne kadar prim ödeyecek:
İşveren, işçi için, günde 2,5 dolar üzerinden 12 500 dolar
borçlanıverecek!.. Ne kadar süre için: Bunu daha önceki maddelerde
görmüştük; işveren, kısa aralıklarla üç taksit halinde, 12
500 dolar, işçi için borçlanmış olacak. Benim buradan anlamaya
çalıştığım bu. Peki, işveren, bir veya iki
yıl çalıştırdığı bir işçi için, neden 5
bin işgünü karşılığı miktarı
borçlanıversin ve baştan bunun primini ödesin?! Eğer, bundan
bunu anlayacaksak, bu bir yanlıştır.
İkinci yanlış şu: Kişi, 20
yaşında gitmiş, çalışıyor ve 5 bin işgünü
borçlandı; yani, baştan 5 bin işgünü borçlanacak, 55
yaşına kadar bekleyecek, 55 yaşında emekli olacak!.. Bunun,
mantıkla ilgisi yok. Aslında, bunu, Sayın Bakanın,
gerçekten, burada -bizim anlamadığımız bir şey mi var-
izah etmesini istiyorum. Ben, bu tasarının 12 nci maddesini,
inanın, anlamış değilim. Eğer, işveren
borçlanacaksa, neden yirmi sene yahut da yirmibeş sene yahut da
ellibeş yaşına kadar çalıştırmayacak da,
altı ay çalıştıracak ve onun için borçlanacak veya
altı ay çalıştıktan sonra geriye dönerse, bunun geri
kalanını kim borçlanacak? Kişi kendisi borçlanamazsa ne olacak?
O nedenle, tasarının diğer
maddelerindeki yanlışlıklar, 12 nci maddede de vardır ve 12
nci maddenin, bu yasa tasarısının diğer maddelerinden
farklılığı da, ödemeyi kendisi değil, işveren
yapacaktır; bu bir çelişkidir. Onun için, bu maddeye bu şekliyle
evet diyebilmek mümkün değil; ama, bizim anlamadığımız
bir şey varsa, bunu, Sayın Bakanın, burada özellikle
açıklamasını istiyorum.
Değerli arkadaşlar, baştan beri, bu yasa
tasarısının gerçekten bir sosyal güvenlik sistemine uygun
olmadığını, devletin katkısının
olmadığını, sosyal güvenlik için üçüncü ayağın
devlet ayağı olması gerektiğini vurguladık geldik,
aktuaryel hesabın ciddî şekilde
yapılmadığını vurguladık geldik; ama, her
nedense, oralarda kulaklar kapatıldı. Bu madde gerçekten bizim
anladığımız gibiyse bir yanlıştır; ama, biz
yanlış anlamışsak, Sayın Bakanın, burada bu
maddeyi izah etmesini diliyorum. Bu şekliyle, bizim, bu tasarıya "evet"
diyebilmemiz mümkün değil.
Bu vesileyle, tekrar, Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum.
Teşekkür ederim. (CHP ve DSP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kumbul.
Doğru Yol Partisi ve Refah Partisi
Gruplarının söz talebi yok.
Anavatan Partisi Grubu adına, Sayın Emin Kul;
buyurun. (ANAP sıralarından alkışlar)
Sayın Kul, şahsınız adına olan
konuşmayla birlikte, süreniz 15 dakikadır.
ANAP GRUBU ADINA EMİN KUL (İstanbul) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 209
sıra sayılı kanun tasarısının 12 nci maddesi
üzerinde, Anavatan Partisi Grubu adına, görüşlerimizi belirtmek üzere
söz almış bulunuyorum; görüşlerimizi arz etmeden evvel, sizleri
saygıyla selamlıyorum.
Sayın milletvekilleri, tasarının 12 nci
maddesi, Türkiye ile ikili sosyal güvenlik anlaşması bulunmayan
ülkelerde iş üstlenen Türk ve yabancı işverenlerle,
kasanın, bunların çalıştırdıkları Türk
işçileri için topluluk sigortası yapabileceğini belirtip, bu
konuda, Sosyal Sigortalar Kanununa atıf yapmıştır. Böylece
de, bir nevi, al gülüm ver-gülüm kasası, başka bir
sigortacılığa soyunmuştur.
506 sayılı Kanunun 86 ncı maddesiyle
öngörülen topluluk sigortası, iş kazaları ile meslek
hastalıkları, hastalık, analık, malullük,
yaşlılık ve ölüm sigortalarının birine, birkaçına
veya hepsine işçilerin toplu olarak tabi tutulmalarını içerir. Ayrıca,
topluluk sigortasının genel şartları, sigorta kurumunca
tespit edilir; Bakanlıkça sadece onaylanır; doğrudan
doğruya, Bakanlık, herhangi bir tespit yapamaz. Topluluk
sigortası, sigorta kurumu niteliği olan bir kurumca
yapılır; böyle sandukaya dönecek bir sandık tarafından
yapılmaz. Sigortacılık işlevi olduğu, bir
tüzelkişilik halinde bulunduğu ve geleceği dahi kuşkulu,
böyle bir antika kasayla, böylece sandukaya dönecek bir sandıkla, topluluk
sigortası yapmak söz konusu olamaz. Kaldı ki, bu kanaatimize, âdeta,
tasarıyı hazırlayan Bakanlık da iştirak etmiş
olacak ki, yapılacak topluluk sigortasının genel
şartlarının tespitinde, kasayı değil,
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığını yetkili
kılmıştır ve hiç gereği yokken, topluluk
sigortasını, malullük, yaşlılık ve ölüm
sigortasıyla sınırlamıştır.
Maddenin ikinci fıkrasında yer alan, topluluk
sigortasına prim ödenmiş sürelerin, 506 sayılı Kanuna göre
primi ödenmiş süre olarak kabul edileceği atfı, topluluk
sigortasına karşı yapılacak ödemelerin kasa tarafından
değil, âdeta Sosyal Sigortalar Kurumu tarafından
yapılacağı gibi bir sonuç doğurmaktadır. Sosyal
Sigortalar Kurumu primini almadığı bir sigorta işleminin
yükümlülüğüyle karşı karşıya
bırakılmaktadır. Zira, topluluk sigortası ödemeleriyle
ilgili olarak, gerek bu maddede ve gerekse tasarı hükümlerinde herhangi
bir açıklık, maalesef yoktur.
12 nci maddenin son fıkrası,
Bakanlığın çalışılan ülkeye göre topluluk
sigortası uygulamasını zorunlu kılabileceği de,
boşlukta kalan bir hüküm olarak karşımızdadır.
Topluluk sigortasının kapsayabileceği kesim itibariyle herhangi
bir aktüer hesabın yapıldığı da kuşkuludur.
Dün, burada, sandukaya dönecek bu
sandığın aktüer durumunun ne olduğunu çok açık biçimde
ve tasarı gerekçesinde yazılan rakamları ve tahminleri ele
alarak, önünüze sermiş bulunuyoruz. Bunun aksine bir aktuarya hesabı
olduğuna dair herhangi bir cevabı henüz almış değiliz.
Bizim sunduğumuz aktüer tabloda, en çok beş yıl içinde, bu
sandığın sandukaya döneceğinin ispatı
yapıldı. Bu kanunun çok faydalı olduğunu söyleyen
arkadaşlarımız, bir sigorta kanununun aktüer dengesinin nereye
dayandığını ve neye dayandığını da
buradan açıklamak ve Yüce Meclisi tatmin etmek mecburiyetindedirler. Topluluk
sigortasının kapsayabileceği kesim itibariyle herhangi bir aktüer
hesabının yapıldığından bu nedenle
kuşkuluyuz; çünkü, al gülüm-ver gülüm sandığı, bir de
topluluk sigortasına doğru el uzatmıştır.
12 nci maddenin birinci fıkrasının
atıf yaptığı "Borçlanma Esasları"
başlıklı 3 üncü maddenin ikinci fıkrası, işçinin
borçlanmasıyla ilgilidir. Bu kanun tasarısının arz
ettiğim hükümlerine göre, ölüm, maluliyet ve yaşlılık
sigortası için, işçi, 12 500 dolar ödemek suretiyle bu haller
karşılığa aylığa hak kazanabilmektedir. Bu
durumda, kasa ile topluluk sigortası yapan işveren,
çalıştırdığı işçi için, bu işçiyi
çalıştırdığı süreyle ilgili, gün sayısı
x 2,5 dolar mı ödeyecektir; yoksa 12 500 doların tamamını
mı ödeyecektir? Bu konu açıkta kalmaktadır. İşveren,
işçiyi çalıştırdığı süreyle ilgili primi
ödeyecekse, işçi, yaşlılık, malullük
aylığına, ölüm aylığına hak kazanabilmek için ve
bu kanundan yararlanabilmek için, neden bir kez daha 12 500 dolar ödesin?
İşverenin onun adına yaptığı topluluk
sigortasının gün sayısının mütebakisini öder ve
yaşlılık, ölüm, maluliyet aylığına hak
kazanır. Görülüyor ki, tasarının bütün hükümleri, birbiriyle
çatışkanlık ve çelişki içindedir. İşveren, bu
tasarının uygulanmasında öngörülen 12 500 doları
ödeyecekse, şayet, yapacağı topluluk sigortası ödemesi,
çalıştırdığı gün sayısıyla
sınırlı değilse, sonraki işveren -yani, işçi
başka bir işverene geçti, o da topluluk sigortası yapabilecek
bir işveren- neden, 12 500 dolar daha ödesin, eğer, topluluk
sigortası kapsamına girecekse? Daha önce bu işçi adına 12
500 dolar ödenmiş, bir topluluk sigortası yapılmış.
Şimdi, başka bir işyerinde, başka bir işverenin emrine
girecek, bunların içinde daha önce hakkında ödeme yapılmayan
işçiler de olabilir, yapılan işçiler de olabilir; ama, hakkında
ödeme yapılan işçiler için, niye, işveren 12 500 dolar daha
ödesin, topluluk sigortası yapsın? İşveren de yine prim
ödeyecekse, eğer, sonraki işveren, yine bu primi ödeyecekse, bu
ödemenin işçiye faydası ne olacaktır? Tabiî, bunun, ödemeye
kıyasen faydası ne olacaktır? Bütün bu sorunlar, boşlukta
kalan sorunlar olarak, tasarıyla halledilmeyen sorunlar olarak
karşımızdadır.
İşveren, işçiyi
çalıştırdığı süreyle ilgili prim ödeyecekse,
primi ödenen bu günler için, bu kanundan yararlanmak isteyen işçi için, 5
bin günü tamamlamak üzere borçlanma yapabilmek gibi bir istisna söz konusu
olmadığından, düzenlenen bu maddenin işlerliği
değil, tasarıyla -arz ettiğim gibi-
çatışkanlığı söz konusudur.
Şimdi, bu denli yekdiğeriyle çelişik ve
çatışkanlık taşıyan hükümler içeren bir
tasarının üzerinde ciddiyetle durarak yaptığımız
eleştirileri, sudan cevaplarla geçiştirmek mümkün değildir.
Hâlâ, vakit geçmiş değildir. Hâlâ, Hükümetin, Komisyonun,
tasarıyı geri alma, yeniden düzenleme, akıllarından geçen
amaca uygun olarak tekrar Yüce Meclise getirme imkânları vardır. Bu
imkânın var olduğunu, belki her madde üzerinde
yaptığımız eleştirilerin sonunda tekrar
hatırlatmak lüzumunu hissediyorum; çünkü, bu tasarı, hakikaten
literatüre geçebilecek ve Yüce Meclis kurulduğundan bu güne kadar
böylesine lafzı birbiriyle çelişen ve hedefi itibariyle görülmemiş
bir tasarı olarak karşımızda bulunmaktadır.
Sayın milletvekilleri, bu tasarıyı
müzakere ederken gruplar adına konuşan bütün arkadaşlarım
ve şahısları adına konuşan muhalefet milletvekili
arkadaşlarım, açıkça, ayrıntılı olarak
görüşlerini bildirdiler; fakat, her şeye rağmen,
tasarının oylamasında, maddelerin oylamasında, maddeler
buradan çoğunlukla geçti. Çoğunluk, hukuk demek midir; bunun
münakaşasını kendi vicdanımızda ve zihnimizde yapmak
mecburiyetindeyiz. Hatta bilimsel gerçekleri "çoğunlukla" ortadan
kaldırmak mümkün müdür; yani, 2 çarpı 2, 4 ederse; siz el
kaldırarak, hayır, 2 çarpı 2, 6 eder diye karara
bağlarsanız, bu acaba bilimsel bir gerçek olur mu?..
Demokratik yapılanma içinde çoğunluk, elbette
ki, bir unsur olarak ortada; ama, uluslararası kurallar varsa, belli
bilimsel kurallar varsa ve yüz yılların oluşturduğu inkâr
edilemeyecek gerçekler varsa ve bunların oluşturduğu bir hukuk
sistemi varsa, sadece çoğunluğa dayanarak, işi "demokratik
sonuç budur" diye bağlamak mümkün değildir. Ben, hiçbir
atıf yapmadan, yani, yanlış anlaşılmasını
arzu etmeden örnek vereyim: Hitler'in de meclisi vardı, o meclisten de
kararlar çıkmıştı; o meclisten çıkan kararlar, kanunlar
vardı; bunlar da kanundu. Jivkov'un da, daha düne kadar, Bulgaristan'da
meclisi vardı; o meclisten de kanunlar çıktı, çoğunlukla
kararlaştırıldı; bunlar da kanundu. O ülkenin halkları
tarafından kanun diye kabul edilmiş, kanun saygısı
görmüş. Acaba bunlar, uluslararası hukuka, demokratik hak ve
özgürlüklere, insan haklarına ve haysiyetine ve yüz yılların
biriktirdiği bilimsel kurallara uygun kanunlar mıydı? Yoksa,
sadece, çoğunluğun tahakkümü altında çıkmış
veyahut da belli bir azınlığın çoğunluk parmaklarıyla
ve onların tahakkümü altında çıkmış kanunlar
mıydı? Bunlara, kanun diyebilirsiniz; ama, hukuk diyemezsiniz.
Türkiye, bir kanun devleti değil; Türkiye, bir hukuk devletidir ve
demokratik bir hukuk devletidir. Çoğunlukla her şeyi halletmek mümkün
görülmemelidir ve çoğunlukla halledilen her şeyin demokratik hukuk
devleti içerisinde işlerlik kazanabilmesi için, insanlığın,
bilimin deneylerinden süzülüp gelmiş olması lazım. Yoksa, buraya
getirdiğiniz her metni, oyladığınız zaman, bunu kanun
diye kabul ettirip, sonra, işte kanun budur derseniz; bu kanun
anlayışında biz yokuz. Bu önümüzdeki tasarıyı,
oylamalarda, kanun anlayışıyla desteklememenizi istirham
ediyorum; kanun devleti anlayışıyla desteklememenizi istirham
ediyorum. Hukuk açısından bakın, sigortacılık
kuralları açısından bakın, kapsayacağı insanlar
ve Anayasamıza aykırılığı açısından
bakın ve lütfen, oylarınızı o istikamette verin.
Bu kanun tasarısı, maalesef, birbiriyle
çelişik, sosyal güvenlik sistemimizin temeline dinamit koyan,
Anayasamıza aykırı, çalışanları himaye etmeyen,
lumpen kesimleri himaye etmek isteyen, ne olduğu belli olmayan bir kasaya
bağlanan, sonunda beş sene sonra sandukaya dönüşecek ve milletin
sırtına yük olarak yıkılacak malî hükümleri içeren bir
kanun tasarısıdır. Bu madde de, arz ettiğim
çelişkilerle tasarının içerisinde yer almıştır;
reddini istirham eder, saygılarımı arz ederim. (ANAP, DSP ve CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın
Kul.
Sayın Mehmet Aykaç, buyurun efendim. (RP
sıralarından alkışlar)
MEHMET AYKAÇ (Çorum) – Sayın Başkan,
değerli arkadaşlar; 209 sıra sayılı kanun
tasarısının 12 nci maddesi üzerinde, şahsım adına
söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinize saygılar sunuyorum.
Bu kanun tasarısının 12 nci maddesinde,
Türkiye ile ikili sosyal güvenlik sözleşmesi bulunmayan ülkelerde iş
üstlenen Türk veya yabancı işverenlerin yanında
çalışacak Türk işçilerinin malullük, yaşlılık ve
ölüm sigorta kollarına tabi tutulmaları için yapılacak olan
topluluk sigortası sistemine ait esaslar belirtilmiştir. Bu, maddede,
gayet açık bir şekilde belirtilmiştir.
Bunu arz ettikten sonra, benden önce konuşan iki
değerli sözcü arkadaşımın iki husustaki ifadelerine
katılmadığımı; dolayısıyla, zabıtlara
da geçen bu ifadelerin tashihini arz etmek istiyorum.
Şöyle ki: Bir değerli sözcümüz, bu kanundan
istifade edecekleri sayarken "kaçakçılık yapmak için
yurtdışına çıkış-giriş yapan
vatandaşlar da bundan yararlanacak" dediler. Bu ifade,
vatandaşlarımızı rencide eden bir ifadedir.
Sanırım, değerli sözcü arkadaşımız sürçülisan
etmiştir; o da, bunun zabıtlara böyle geçmesini istememektedir. Bunun
düzeltilmesini arz ediyorum; zira, bu kanundan kimlerin istifade edeceği,
tasarıda gayet açık bir şekilde belirtilmiştir. Bunu
bilgilerinize arz ediyorum.
Yine, bir değerli sözcümüz, Türkiye Büyük Millet
Meclisinde çıkarılan kanunları, Hitler'in, Jivkov'un meclisinde
çıkarılan, çoğunluğa dayalı olarak çıkarılan
kanunlara benzetti. Bu, gayet talihsiz bir ifadedir; bunu da sürçülisan olarak
kabul ediyorum; çünkü, Türkiye Büyük Millet Meclisini ve bu Mecliste benimsenen
kanunları, Hitler'in meclisine ve o mecliste çoğunluğa
dayalı olarak alınan kararlara, kanunlara benzetmek, hiçbir zaman,
bir milletvekilinin bilerek söyleyebileceği bir şey değildir.
Bunun da düzeltilmesini arz ediyor, Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. (RP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Aykaç.
MURTAZA ÖZKANLI (Aksaray) – Sayın Başkan,
madde üzerinde verilmiş önergelerimizi geri çekiyoruz.
NİHAT MATKAP (Hatay) – Efendim, naylon zaten;
çekerler...
BAŞKAN – Madde üzerindeki önergeler geri
çekilmiştir.
Maddeyi oylarınıza...
ZEKİ ÇAKIROĞLU (Muğla) – Sayın
Başkan, karar yetersayısının aranmasını
istiyoruz.
BAŞKAN – Karar yetersayısını
arayacağım.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Karar yetersayısı yoktur.
Sayın grup başkanvekilleri ne kadar ara
verelim?
TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – 10 dakika ara
verelim Sayın Başkan.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Saat 16.45'e kadar ara
verelim Sayın Başkan.
BAŞKAN – Saat 16.45'te toplanmak üzere,
birleşime ara veriyorum.
Kapanma Saati : 16.32
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati : 16.50
BAŞKAN : Başkanvekili Uluç GÜRKAN
KÂTİP ÜYELER : Fatih ATAY (Aydın), Zeki
ERGEZEN (Bitlis)
BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 71 inci
Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
VI. —KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
2.—Yurtdışında
Bulunanların Sosyal Güvenlikleri Hakkında Borçlanma Kanunu
Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal
İşler Komisyonu Raporu (1/569) (S. Sayısı :209) (Devam)
BAŞKAN – Müzakerelere
kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Komisyon ve Hükümet yerinde.
12 nci maddeyi oylayıp yeniden karar
yetersayısını arayacağız.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde
kabul edilmiştir, karar yetersayısı vardır.
13 üncü maddeyi okutuyorum:
Yönetmelik
MADDE13. —Bu Kanun uygulaması ilgili usul ve
işlemler Maliye Bakanlığı Hazine
Müsteşarlığı, Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğü
ile T. C. Ziraat Bankasının uygun görüşü alınarak
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca
çıkarılacak yönetmelikle belirlenir.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, okunan
maddede bir imla eksikliği var. "Bu Kanun uygulaması
ilgili..." denilmiş "uygulamasıyla ilgili" olarak
düzeltilecektir.
Madde 13 için grupların söz talepleri?..
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Sayın
Oya Araslı; buyurun efendim. (CHP sıralarından
alkışlar)
Sayın Araslı, süreniz 10 dakikadır.
CHP GRUBU ADINA OYA ARASLI (İçel) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
sizleri saygıyla selamlayarak sözlerime başlamak istiyorum.
Yurtdışında Bulunanların Sosyal
Güvenlikleri Hakkında Borçlanma Kanunu Tasarısının 13 üncü
maddesiyle ilgili olarak Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini dile
getirmek üzere huzurunuza çıkmış bulunuyorum.
Söz konusu tasarının 13 üncü maddesi, bu
kanunun uygulamasıyla ilgili usul ve işlemlerin Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığınca çıkarılacak
yönetmeliklerle belirleneceğini ifade etmektedir. Bu yönetmelikler, hangi
kanunun uygulanmasıyla ilgili usul ve esasları gösterecektir
değerli arkadaşlar; yurt dışında bulunanlara sosyal
güvence vaadiyle oluşturulacak güvenlik kasası hesabından,
devlete, yüzde 20 kaynak aktarmaya yönelik bir kanunla ilgili usul ve
işlemleri gösterecektir.
Değerli milletvekilleri, bu kanun
tasarısındaki sosyal güvenlik anlayışının
mantığını kavramak mümkün değildir. Sosyal devlette,
sosyal güvenlik sistemiyle, toplumda korunması gereken kesimlerin, emekçi
kesimlerin sosyal güvenliği sağlanır; bunun için de kurulacak
kurumlara devlet katkı yapar. Bana, çalışanların sosyal
güvenlik için oluşturduğu kaynağa katkı sağlamak
yerine, ondan nereye harcayacağı belli olmayan paylar alan bir
başka sosyal devlet olma iddiası içerisindeki devleti
gösteremezsiniz; ama, ne yazık ki, bu kanun tasarısı,
Anayasasında sosyal devlet olduğu yazılı olan Türkiye
Cumhuriyetini böyle eşi, örneği yeryüzünde bulunmayan acayip bir
sosyal devlet konumuna düşürmektedir.
Ayrıca, bu kanun tasarısının ortaya
koymuş olduğu sosyal güvenlik anlayışı, Anayasaya
taban tabana karşıt bir sosyal güvenlik
anlayışıdır; çünkü, Anayasa Mahkememiz çeşitli
kararlarında, sosyal güvenlik sistemine katkı payı olarak
toplanan primlerin, ancak, yine sosyal güvenlik amacıyla harcanması
gerektiğini ifade etmiştir.
Anayasa Mahkemesinin bu kararları ortada dururken,
sosyal güvenlik kurumuna katkı paylarıyla oluşturulacak fonun
Hazinenin başka ihtiyaçlarına harcanmasına imkân verecek bir
düzenlemenin bu yasa tasarısıyla ortaya konulması,
Anayasanın 153 üncü maddesinde ifadesini bulan Anayasa Mahkemesi
kararlarının bağlayıcılığı ilkesine
olduğu kadar, yine Anayasamızda ifadesini bulan Anayasanın
üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkelerine de
aykırıdır.
Bu kanun tasarısı bir kasa
oluşturmaktadır ve bu kanun tasarısının gerekçesinde,
bu kasanın özerk bir yapıda olduğu ifade edilmektedir; ama,
tasarının kasa yönetimiyle ilgili hükümleri incelendiğinde, bu
yönetimin hiç özerk olmadığı, ayrıca yöneticiler
arasında prim ödeyenlere de hiç yer verilmediği gözükmektedir.
Bu kanun tasarısı kendi öz para birimimizi
bir kenara bırakmıştır değerli arkadaşlar.
Halbuki, bir devlete devlet niteliğini kazandıran birkaç unsur
vardır ve bu unsurlardan birisi de, bir devletin kendi parasını
basması, kendi para birimine sahip olmasıdır; ama, bu kanun
tasarısı, nedense, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin para birimini bir
kenara bırakmakta ve Amerikan Doları üzerine birtakım
düzenlemeler getirmektedir. Bunu da, ben, devlet olma vasfımız
açısından, devletimizin egemenliği açısından fevkalade
sakıncalı bir düzenleme olarak gördüğümüzü ifade etmek
istiyorum.
Bu kanun tasarısı eşitlik ilkesini de
bir kenara bırakmaktadır. Hepimizin bildiği gibi, sosyal
güvence, emeğin ve çalışmanın
karşılığıdır. Halbuki, burada, hiç emek sarf etmemiş
olanlara da, emek sarf ederek sosyal güvence sağlama durumuna gelmiş
olanlar gibi, sosyal güvence sağlanmaktadır. Bunun, ne sosyal
güvenlik anlayışıyla ne de Anayasadaki eşitlik ilkesiyle
uzaktan yakından bir ilişkisi yoktur; aksine, bu ilkelere fevkalade
aykırı bir durumu ortaya çıkarmaktadır. Ayrıca, bu
eşitliğe aykırı sosyal güvence, kime
sağlanmaktadır; yurt dışında bulunanlara.
Değerli arkadaşlarım, yurt
dışında bulunma, fevkalade geniş kapsamlı bir
kavramdır. Yurt dışında çalışmakta olanlar da
yurt dışında bulunanlar kavramının kapsamına
girer, seyahat amacıyla birkaç saat yabancı bir ülkede bulunmuş
olanlar da, bu kavramın kapsamına girer. Yani, biz, Türkiye'yi,
başka devlet tabiiyetinde bulunan kişilere de, para ödemeleri
karşılığında, sosyal güvenlik sağlama durumuna sokmaktayız.
Bunun da mantığını anlamak mümkün değildir.
Bunun, ILO sözleşmelerinin gerektirdiği bir
durum olduğu ifade edildi. Ben, bu sözler karşısında bir
tek şey söylemek istiyorum: Böyle bir iddiada bulunan, ILO
sözleşmelerini de okumuş olabilir ama, anlamış
olduğunu kimse söyleyemez. ILO sözleşmelerinde dile getirilmiş
olan olay başka olaydır; "milliyet farkı gözetilmeksizin,
tabiiyet farkı gözetilmeksizin" diye dile getirilmiş olan olay,
buradaki olaydan farklı bir olaydır.
Bu haliyle bu tasarı, kimlere hitap ettiği
dahi belirsiz olan bir tasarı durumundadır ve bu tasarıyla
sosyal güvenlik satılmaktadır. Parayı veren, sosyal güvenlikten
yararlanacaktır. Böyle bir sosyal güvenlik mantığını kabul
etmek mümkün değildir! Böyle bir sosyal güvenlik mantığı,
çalışanlara hakaret anlamını taşır. Bugüne kadar
yürürlükte olan sosyal güvenlik sistemleri, çalışırken ödemede
bulunana, katkıda bulunana sağlamıştır; ama, böyle,
sosyal güvenlik satışı gibi, hiç emek sarf etmeyen kimselere
sosyal güvenlik sağlayan bir mantık, hiçbir yerde geçerli
değildir, buna bir örnek gösteremezsiniz. Kaldı ki, burada, öyle bir
düzenleme var ki, yurtdışında bulunanların aileleri de, bu
imkândan, sosyal güvenlik satın alma imkânından yararlanabilecekler.
Aile de, fevkalade geniş kapsamlı bir kavram değerli
arkadaşlar. Hukukta, derece derece akrabalar vardır; birinci
dereceden akrabalık, ikinci dereceden akrabalık, kan
bağları diye. Aile fertleri dediğiniz zaman, kimdir bunun
kapsamına girenler, kime uygulayacaksınız bu yasayı,
kaçıncı dereceye kadar akrabalar para vererek sosyal güvenlik
satın alma imkânından yararlanacaklar? Böyle bir yasa olmaz. Bu
tasarının fevkalade özensiz hazırlanmış bir
tasarı olduğu bu hükümlerden anlaşıldığı
gibi, ikidebir, burada, yazımıyla ilgili lüzum duyulan düzeltmelerden
de ortaya çıkmaktadır.
Bu tasarı, bir tek zihniyeti yansıtıyor:
Bir an önce para bulalım, kaynak ihtiyacımızı
karşılayalım, bizden sonra ne olursa olsun. Burada, defeatle
uyarmaya çalıştık, Anayasaya aykırı olduğunu
iddia ettiğimiz, Anayasa Mahkemesinin kararlarından bu
aykırılığın açıkça ortaya
çıktığı birtakım yasalarla, Sosyal Sigortalar
Kurumunun ve Emekli Sandığının mallarını
satış imkânı ele geçirildi. Bununla amaçlanan, sadece, Hazinenin
kaynak ihtiyacını gidermekti. Şimdi, kaynak olarak, memurun,
işçinin emeğiyle biriken fonları, malları, kendine bir
kazanç kaynağı olarak gören Hükümetin, bu kere, gözünü, yurt
dışında çalışanların oluşturacağı
fona diktiği anlaşılmaktadır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Araslı, lütfen, 1 dakika
içerisinde toparlayın.
OYA ARASLI (Devamla) – Böyle bir mekanizmanın, çok
kısa zamanda çökecek bir sosyal güvenlik sistemini ortaya
çıkaracağı açıktır. Kimseyi "size sosyal güvenlik
satıyorum" diye aldatmayalım. Çıkacak böyle bir yasayı,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak, bu şekliyle kabul etmemiz mümkün
değildir.
Bunu ifade ederken, bir şeyi, tekrar, Hükümet
üyelerine hatırlatmak istiyorum: Lütfen, bu tür düzenlemelerle Yüce
Meclisin vaktini almaktan vazgeçsinler; Anayasaya aykırı
düzenlemelerle, işçinin, çalışanın ve yurt
dışında bulunanların katkılarıyla oluşacak
kaynaktan ellerini çeksinler; Hükümete başka kaynaklar aramaya, emek
vererek kaynak oluşturup sonra onu tüketmenin yollarını
araştırmaya yönelsinler.
Saygılar sunuyorum efendim. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın
Araslı.
Anavatan Partisi Grubu adına, Sayın Aslan Ali
Hatipoğlu; buyurun. (ANAP sıralarından alkışlar)
Sayın Hatipoğlu, süreniz 10 dakikadır.
ANAP GRUBU ADINA ASLAN ALİ HATİPOĞLU (Amasya)
– Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
görüşülmekte olan 209 sıra sayılı
Yurtdışında Bulunanların Sosyal Güvenlikleri Hakkında
Borçlanma Kanunu Tasarısının 13 üncü maddesi üzerinde, Anavatan
Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle,
Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, Komisyon gündemine
alelacele getirilerek, son derece sınırlı bir sürede,
yangından mal kaçırırcasına, Plan ve Bütçe Komisyonundan
görüş dahi alınmadan geçirilerek Genel Kurula getirilen sözde kanun
olacak bu tasarı, başta Anayasamız olmak üzere, sosyal güvenlik
mevzuatımıza ve anlayışımıza tamamen
aykırı bir düzenlemedir.
Şu ana kadar görüşülmekte olan bu sözde
tasarının, birçok maddesinin Anayasamıza aykırı olduğu
ve ölü doğacağı malumlarınızdır.
Tasarının kanunlaşması durumunda "bu Kanunun
uygulanmasıyla ilgili usul ve işlemler, Maliye
Bakanlığı, Hazine Müsteşarlığı, SSK Genel
Müdürlüğü ile Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankasının uygun
görüşü alınarak, Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığınca çıkarılacak yönetmelikle belirlenir"
ifadesi yersiz ve gereksiz olacaktır; çünkü, yönetmelikler, zaten herhangi
bir bakanlığın inisiyatifinde olup, söz konusu bakanlık, yönetmeliğin
çerçevesini kendisi tayin eder; ancak, burada farklı bir durum
vardır. Bu borçlanma tasarısı, direkt olarak Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına bağlı SSK Genel
Müdürlüğünü ilgilendirdiği halde, Kasa yönetiminin farklı bakanlıklara
bağlı birçok üyenin sorumluluğuna verilmesinin izahı mümkün
olmadığı gibi, tahsil edilecek prim tutarlarının yüzde
20'sinin Yurtdışı Sosyal Güvenlik Kasası Hesabından,
Kasanın devlet güvencesi payı olarak ve bütçeye irat kaydedilmek
üzere Hazineye aktarılması hususu da izah edilecek gibi
değildir. Siyasî iktidarın gerçek niyeti, borçlanma
tasarısı adı altında para toplamak ve Kasa yönetiminde
görev alacak üyelere maddî yarar sağlamak ve toplanan paraları kendi
inisiyatifleri doğrultusunda diledikleri gibi kullanmaktır. Asıl
olan, sözde fazla veren bütçeye yama bulabilmektir. Zira, Hükümet, ne hayalî
kaynak paketlerinden ne de Bağ-Kur mensuplarının basamak
yükseltmesinden istediği amaca ulaşamamıştır ve
karşı karşıya bulunduğu malî sıkıntıların
bir kısmını bu tasarıyla giderme gayretindedir; ancak,
bugünü kurtarma adına geleceği göremeyecek ve düşünemeyecek
kadar gaflet içerisindedir. Zira, madde metninden
anlaşılacağı gibi, tahsil edilecek paralar birkaç
yılda tükenecek, sonrasında ise bu kambur, zaten bataklıkta olan
sosyal güvenlik kurumunun sırtına yüklenecektir.
Değerli milletvekilleri, söz konusu tasarıyla
uygulamaya getirilmek istenen sistem, bugün dünyanın hiçbir ülkesinde
bulunmamaktadır. Bırakın devletin vatandaşından sosyal
güvence payı kesmesini, bilakis, devletler bireylerine sosyal güvenlik
katkısı sağlamaktadır. Bütün Avrupa ülkelerinde uygulama bu
yöndedir; dolayısıyla, yüzde 20 oranında güvence payı
kesilmesi, sosyal güvenlik sistemine aykırıdır.
Sözde tasarı, birçok kuşkulara sebep olacak
mahiyettedir. Borçlanma, yurt dışında bir gün de olsa bulunma
şartına bağlanırken, yaş, tabiyet, çalışma
ve benzeri gibi hiçbir kıstasa yer verilmemiştir; yani, pasaportu
olan herkes bu haktan yararlanma şansına sahip olacaktır. Bu
durum ise, Anayasamızın 62 nci maddesine aykırıdır;
çünkü, Anayasamız, yurt dışında bulunanların
değil, çalışan vatandaşlarımızın sosyal
güvencesini düzenlemiştir.
Diğer önemli bir sakınca ise,
yurtdışına çıkanlar ve çıkmayanlar arasında
yapılmıştır. Bu husus vatandaşlarımız
arasında husumete neden olacak bir niteliktedir. Zira,
Anayasamızın 60 ıncı maddesine göre "Herkes, sosyal
güvenlik hakkına sahiptir" hükmü, bütün
vatandaşlarımızın eşit olduğunu açıkça
belirtmektedir.
Değerli milletvekilleri, Genel Kurula tasarı
diye getirilen bu düzenlemeye göre, vatandaşlarımız -Türk
Lirası yerine, sadece hobilerini tatmak ve Türk Lirasından hınç
almak için olsa gerek- 12 500 Amerikan Doları ödeyip, kadınlar 50,
erkekler 55 yaşında ve borçlanma tarihinden itibaren 3 yıl sonra
emekli olabileceklerdir. Borçlananların aile bireylerinin sağlık
yardımı ise, aylık bağlama tarihinden itibaren ve
Türkiye'de bulundukları sürece yapılacaktır; yani, bu insanlarımız
milyarlarca lira para verdikleri halde, üç yıl boyunca sağlık
yardımı alamadıkları gibi, yurt dışında
bulundukları sürece de bundan istifade edemeyeceklerdir. Bunu, ne
akıl ne vicdan kabul edebilir.
Muhalefetteyken faize karşı çıkanlar ve
faizi kaldıracaklarını söyleyenler, maalesef, bugün iktidar olunca,
faize değişik isimler vererek, tahsil edilecek primlerin yüzde 80'ini
devletin çıkardığı tahvil senetlerine veya faiz haddi en
yüksek kamu bankasına yatırarak sosyal güvenliği de faize
bağlayacaklardır; yani, vatandaşın helal parasına,
faiz karışmış haram yedireceklerdir. Bu mu sizin adil
düzeniniz!
Değerli milletvekilleri, 1991 yılında
128 milyar lira gelir fazlasıyla bıraktığımız
Sosyal Sigortalar Kurumu, 1997 yılında 350 trilyon liradan fazla
açık verecektir. Kurumun bütün gayrimenkulleri satılsa ve tüm
primleri, alacakları tahsil edilse, açıklar yine
kapanmayacaktır. O halde, yapılması gerekeni söyleyelim:
Eğer, bu Hükümet, Bağ-Kur ve SSK'yı gerçekten bataklıktan
kurtarmak istiyorsa, radikal değişiklikler yaparak, kurumların
aktuaryel dengesini sağlamalıdır. Bütün
imkânsızlıklara rağmen, bu husustaki gerekli
çalışmalar yapılmamıştır ve SSK, maalesef,
sağlık yardımları konusunda dahi yetersiz kalmaktadır.
Eğer, SSK'nın gerçek durumunu görmek istiyorsanız,
Sayın Bakan, deneyimli bir sendikacıdır
ve böyle bir tasarıya imza atması, yirmi yılı
aşkın bir mücadele hayatına ihanet etmesi demektir. Bu nedenle,
Sayın Bakanın, bilerek ve isteyerek böyle bir çalışma
yaptığını zannetmiyorum; bu, olsa olsa, Sayın
Başbakanın talimatıyla, yaklaşık 400 bin
yandaşına hem bir emeklilik hakkı hem de finansman
kaynağı sağlamak amacıyla hazırlanmış bir
yasa uydurmacası düzenlemesidir.
Hangi mülahaza ile olursa olsun, bu tasarı, ne
borçlanacak insanlara ne de SSK'ya hiçbir yarar getirmeyecektir, aksine, daha
zarar verecektir. Tasarı, anlaşılacağı gibi, bir
emrivaki hüviyetinde olup birkaç saat içerisinde çalakalem
yazılmış, konunun uzman ve bürokratlarına dahi hiç
danışılmamış ve görüşleri
alınmamıştır.
Bütün sosyal güvenlik kurumlarımız kangren
olmuş durumdadır; Hükümet ise, günü kurtarmak amacıyla,
finansman ihtiyacını gidermek için, akla hayale gelmeyen yöntemlere
başvurmaktadır. Sayın Erbakan, muhalefetteyken, siyasî
iktidarların her türlü tasarısını bir pansuman tedbir
olarak değerlendiriyordu; ama, ne yazık ki, bunlar, pansumancı
dahi olamıyorlar.
Denk bütçe adına, ocak ayı bütçesinin
denkliğini, mayıs ayı gelirleriyle; şubat ayı
bütçesinin denkliğini ise, müteahhit ve
ihracatçılarımızın 150 trilyon liralık
hakedişlerini ödemeyerek sağlamaya çalışan Hükümetin
ortaklarına sesleniyorum: Burası Türkiye, Patagonya değil;
hayalî politikaları bırakın ve abesle iştigal etmeyin!
Anayasamızın 10 uncu maddesine de
aykırı olan bu tasarı, Meclisten iktidarın marifetiyle
geçse dahi, Anayasaya Mahkemesine takılacağı açıkça belli
olduğu halde, böyle tasarıları Meclise getirerek, günlerce,
hatta haftalarca, Genel Kurulu, böyle anlamsız şeylerle meşgul
edeceğinize, aziz milletimizin sorunlarıyla ilgilenilse, onların
dertlerine deva olabilecek kanun tasarılarını görüşsek
olmaz mı?..
Bakınız, şekerpancarı
üreticilerinin paralarını hâlâ ödemediniz. Çiftçimiz, binbir
sıkıntı içerisinde tohum ve akaryakıtı nasıl
temin edeceğini düşünürken, işçimiz, memurumuz, emeklimiz, ithalatçı
ve ihracatçımız, esnafımız ve bütün ülke
insanımız hizmet beklerken, siz, Yüce Parlamentoya
haksızlık ediyor ve Türkiye'nin büyük fırsatlar kaybetmesine
neden oluyorsunuz.
MUSTAFA BAŞ (İstanbul) – Sayın
Başkan, bunun tasarıyla ne ilgisi var...
ASLAN ALİ HATİPOĞLU (Devamla) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anayasamıza ve
sosyal güvenlik sistemimize her yönden açıkça aykırı olan bu
madde ve tasarıyı, hislerinizle değil, vicdanınızla
muhakeme etmenizi, ülke menfaatlarının üç beş günlük siyasî
iktidar hayatından daha önemli olduğunun idrakiyle, bu madde ve
tasarıyı reddetmenizi temenni ediyor; hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın
Hatipoğlu.
Gruplar adına, üçüncü konuşmacı,
Demokratik Sol Partiden Sayın Mehmet Yaşar Ünal; buyurun. (DSP
sıralarından alkışlar)
Sayın Ünal, süreniz 10 dakikadır.
DSP GRUBU ADINA MEHMET YAŞAR ÜNAL (Uşak) –
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Yurtdışında
Bulunanların Sosyal Güvenlikleri Hakkında Borçlanma Kanunu Tasarısının
13 üncü maddesi üzerinde, Demokratik Sol Parti Grubunun görüşlerini sunmak
üzere, söz aldım; sizleri saygıyla selamlıyorum.
Kanun tasarısının bu maddesi,
uygulamayla ilgili usul ve işlemlerin, Maliye Bakanlığı
Hazine Müstaşarlığı, Sosyal Sigortalar Kurumu Genel
Müdürlüğü ile Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankasının uygun
görüşü alınarak, Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığınca bir yönetmelik çıkarılarak, bu yönetmelik
çerçevesinde yürütülmesi esasını getirmektedir. Önümüzdeki bu
yönetmelikle ilgili olabilecek herhangi bir görüş veya bu yasa
tasarısı hazırlanırken ilgili kurumlardan -Ziraat
Bankasından, Sosyal Sigortalar Kurumundan ve Maliye
Bakanlığı Hazine Müsteşarlığından- alınmış
bir çalışma, bir önrapor yoktur. Bu kanun tasarısı
hazırlık safhasındayken, bu kurumlardan, uygulama
yönetmeliği ve kanun tasarısının bütünü hakkında
görüş alınması çok daha iyi olurdu diye düşünüyoruz.
Bu kanun tasarısının son maddelerine
gelirken görüyoruz ki, Refahyol Hükümeti, bu tasarıyı, hiçbir
değiştirme ve düzeltmeye tabi tutmadan, muhalefetin
görüşlerinden yararlanmadan ve virgülünü değiştirmeden
yasalaştırma konusunda ısrarcı görünüyor. Oysa, prim
ödemeleri daha geniş zamana yayılarak, üç yıl değilse bile,
hiç olmazsa iki yıllık bir süre içinde eşit taksitlerle tahsil
edilse, sigortalı olacaklara bir kolaylık olabilirdi. Hükümet ise, üç
eşit taksitte ve 15 Temmuzda dolarların tamamının
yatırılmasında ısrarlı. Daha önce de
belirttiğimiz gibi, bu da şunu gösteriyor ki, Hükümet, acilen gelecek
sıcak para arayışındadır. Bu kanun
tasarısının esas amacı da kaynak bulmaktır. Bunu, bu
şekliyle, belki anlayışla karşılamak mümkün olabilir;
fakat, devlet, burada çok pahalı bir borçlanmaya giriyor ve getirdiği
esaslarla Anayasaya aykırı bir düzenlemeyi önümüze getiriyor. Sosyal
güvenlikle ilgili bu Kasanın kurulmasında
çalışmış olmak ya da çalışıyor olmak gibi
bir koşul getirilmiyor. Dolayısıyla, bu, bir çeşit
emeklilik güvencesinin satışı oluyor.
Bu arada, görüyoruz ki, bu kurulacak olan Kasada
birikecek olan paralarla en fazla dört yıl yükümlülükler yerine
getirilebilecek. Yine bu arada, sağlık giderlerinin
karşılanmasında da büyük zorlukların
çıkacağı kendini gösteriyor. Sonunda da, bu Kasa iflas
ettiği zaman buradaki bütün yük SSK'nın omzuna
yıkılacaktır.
Daha önce de ısrarla belirtmiş olduğumuz
gibi, Sosyal Sigortalar Kurumu, bu haliyle kendi sorunlarını
çözememekte, sigortalılara yeterli kalitede sağlık hizmeti
verememekte ve emekli olanlara maaş bağlamakta zorlanmaktadır.
Bu yıl denk olacağı iddia edilen bütçede
dahi Sosyal Sigortalar Kurumunun vereceği açığın
şimdiden 350 trilyon lira civarında olacağı kabul
edilmektedir. Üç yıl sonra ise SSK'nın açıklarının
daha da büyümesi olasılığı ortadayken, bu kamburla, ortada
bu yükü kaldıracak güçte bir SSK olmayacağı için bu külfet,
yine, çalışanların, vergi ödeyenlerin ve halkın
omuzlarına yıkılacaktır. Sorunların çözümünü de,
işbaşına gelecek o zamanki hükümetler üstlenecek; fakat, bu
tasarıyla Hazineye gelir olarak kaydedilecek yüzde 20'lik prim
tutarını da -ki, bunu, Hükümet şu anda 1 milyar dolar
civarında hesap ediyor- rahatça Refahyol Hükümeti harcayabilecektir. Bu,
büyük bir haksızlıktır ve benden sonrası tufan
anlayışının bir göstergesidir.
Sosyal devlet anlayışında, sosyal
güvenlik kuruluşlarına devletin ekonomik yardımı ve
katkısı esastır. Burada, kurulacak dördüncü sosyal güvenlik
kasasına yardım şöyle dursun, Hükümet, bu Kasaya ödenecek
primlerin yüzde 20'sine peşinen ve resmen elkoyuyor. Bu yüzde 20'lik
miktarı bir milletvekili, konuşmasında "Hükümetin
aldığı komisyon" olarak niteledi ki, bu en hafif bir
deyimdir; bu primlere elkoyma olayı, daha ağır bir sözle de
değerlendirilebilirdi.
Bu yasa tasarısında hangi amaçla
düşünüldüğü belli olmayan bir husus daha vardır; o da, daha önce
emekli olmuş ve emekli maaşı almakta olanlara, tekrar 5 bin
işgünü borçlanarak ve 12 500 dolar ödeyerek ikinci kez emekli
olmalarının sağlanmasıdır. Bu, hangi ihtiyaçtan
doğmuştur; Refahyol Hükümeti sözcüleri bu konuda açık bir
şey söylemediler. Bunların, borçlanarak üç tam yıl geçtikten sonra
nasıl bir maaşa bağlanacakları da belirsizdir; almakta
oldukları maaşa ek bir zam mı verilecek, yoksa, iki ayrı
emeklilik maaşı mı alacaklar; bu da belli değildir.
Şimdilik, bir günlük prim miktarı 2,5 dolar
olarak belirlenirken, Hükümetin, tasarıyı Türk Lirası üzerinden
değerlendirmekten ve yapmaktan uzak kalmasının, kendi
parasına güveninin olmadığını, daha önemlisi,
enflasyonun önlenerek Türk Lirasının değer kaybının
önleneceğine de inanmadığını gösteriyor. Bu
düzenlemenin altında, enflasyonu biz de önleyemeyiz"
anlayışı yatıyor.
Bunun yanında Hükümet, günlük 2,5 dolarlık
prim konusunda da güven verici değil; çünkü, yasayla, prim
miktarlarını artırabilme yetkisi de alıyor. Oysa, ödemeler
15 Temmuzda tamamlanacağına göre, bunu iki sebepten istiyor olabilir:
Birinci ihtimal, 6 ay içerisinde doların değerinin
düşeceğini sanıyor veya ileride, Dördüncü Sosyal Güvenlik
Kasası ve SSK'nın bu işin altından
kalkamayacağını düşünüyor ki, bu, yakın bir
ihtimaldir. Bu halde de, yükümlülerden yeni paralar talep edilecek;
dolayısıyla, toplam ödeme olan 12 500 doların da çok üstünde bir
para toplama yoluna gitmeyi hedeflemektedir.
Ayrıca, muhtelif
arkadaşlarımızın belirttikleri gibi, burada bu Güvenlik
Yasası çıkarılırken Sosyal Sigortalar Kurumunun kendi
görevini, özellikle de sağlık konusundaki görevini tam yerine
getiremediği, hastanelerde büyük kuyrukların oluştuğu,
bazı tahliller için uzak tarihler verildiği, ameliyatlar için 6 ay, 1
yıl gibi süreler verildiği de bütçe konuşmalarında
Sayın Bakan tarafından dile getirilmişti. Bu konularda Sosyal
Sigortalar Kurumu bir imkânsızlık içinde iken, şimdi, yeni
sorumluluklar getirerek Sosyal Sigortalar Kurumu çok daha güç durumlara
düşürülmektedir.
Bunun yanında, sosyal güvenlik
kurumlarının tek bakanlık çatısı altında toplanması
ve burada verilen hizmet kalitesinde iyileştirmeler getirileceği de
gene Sayın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı
tarafından dile getirilmişti. Oysa, bu uygulamayla, bu
görüşlerin aksine, Emekli Sandığı, Sosyal Sigortalar Kurumu
ve Bağ-Kur'un yanında bir de dördüncü bir emeklilik kasası
oluşturulmakta; dolayısıyla, sosyal güvenlik
kurumlarının sayısı da artmakta ve hizmette de daha fazla
dağınıklık beklenmektedir.
Sayın milletvekilleri, biz, sosyal güvenlik
kurumlarını tahrip edebilecek, çalışanların,
sigortalıların ve emeklilerin zararına olacak bu tasarıya,
Demokratik Sol Parti olarak ret oyu vereceğimizi bildirir; Genel Kurula
saygılar sunarım. (DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ünal.
Refah Partisi Grubu adına, Sayın Temel
Karamollaoğlu; buyurun. (RP sıralarından alkışlar)
RP GRUBU ADINA TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) –
Sayın Başkan, kıymetli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Sayın Başkanımızın
gösterdiği toleransa da teşekkür ediyorum; çünkü,
arkadaşlarımız, hangi madde konuşulursa konuşulsun,
maddeden çok, ilk başta, genel olarak söyledikleri sözleri tekrar ettiler.
Bundan sonraki yürürlük maddesinde de, yetki maddesinde de, zannediyorum ki
aynı şeyler tekrar edilecek. Ancak, elbette, bu
konuştuğumuz maddenin üzerinde bir iki söz söylenebilirdi; demek ki,
o madde hakkında söylenecek bir şey yok, makul kabul edilmiş...
Ancak, bir iki konuya, tekrar açıklık
getirmekte fayda görüyorum. Mesela, "para ile sosyal sigorta hizmeti
satılıyor" denildi. Aslında, bugüne kadar, sosyal
hizmetlerin, sigorta hizmetlerinin -ister Emekli Sandığına
bağlı olsun ister Bağ-Kur'a bağlı olsun, isterse
Sosyal Sigortalara bağlı olsun- tamamı, ücret
karşılığında verilen hizmetlerdir. Bunun
dışında, bizde, yeşil kartlı olarak, sadece sağlık
hizmeti verilmektedir; başka da bir sosyal hizmet verilmemektedir.
Burada farklı bir düzenleme getiriliyor. Yurt
dışında bulunmuş; ancak, belli bir prim ödememiş
kimselere, belli bir güvence sağlanıyor. Bunu farklı görmek,
yorumlamak, kanaatime göre, doğru, isabetli bir teşhis olmasa gerek.
Ancak, bunun dört yılda biteceği, paranın tükeneceği gibi
de birtakım ifadeler kullanıldı; buna, bilhassa dikkatlerinizi
çekmek istiyorum. Arkadaşlarımızın içinde bizi faizcilikle
itham edenler oldu; ancak, biz bugünkü sistemin içinde, elbette, nelerin
nasıl yürüdüğünü biliyoruz ve yürürlükte olan kanunlara da
saygılıyız, bu kanunlar dairesinde birtakım icraatı
yapıyoruz, bundan da daha tabiî bir şeyin olması mümkün
değil.
NİHAT MATKAP (Hatay) – Sayın Başkan,
maddeyle ilgili konuşmuyor.
TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Devamla) – Dün arz
etmiştim...
NİHAT MATKAP (Hatay) – Sayın Başkan,
maddeyle ilgili konuşmuyor, Sayın Karamollaoğlu madem tenkit
ediyor, maddeyle ilgili konuşsun bari.
TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Devamla) – Efendim müsaade
ederseniz, madde üzerinde konuşulurken...
BAŞKAN – Sayın Karamollaoğlu, lütfen siz
konuşmanızı sürdürün.
TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Devamla) – Tabiî.
Müsaade ederseniz, madde üzerinde
arkadaşlarımız konuşurken, maddeyle ilgisi olmasa da,
birçok fikir söylediler, asgarîden, onlara bir cevap verme hakkını da
lütfedersiniz herhalde. Arkadaşlarımız da itham edip, oturup...
YILMAZ ATEŞ (Ankara) – Siz cevap
vereceğinize, Bakan cevap versin.
BAŞKAN – Sayın Ateş, Sayın Matkap,
lütfen müdahale etmeyin.
TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Devamla) – Lütfen...
Şimdi bir iki konu söylendi, yani, dikkatlerinizi çekmek için söylüyorum,
"4 yılda biter" denildi. Muhterem arkadaşlarım, bu
para çalıştırıldığı takdirde, bu
paranın en az yıllık getirisi yüzde 10'dur.
NİHAT MATKAP (Hatay) – Faize mi vereceksiniz
Sayın Karamollaoğlu?..
TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Devamla) – Dün arz
etmiştim, bizim, Dünya Bankasından almış olduğumuz
kredilerin görünürdeki net faizi yüzde 10; ama, Türkiye'ye maliyeti yüzde 24.
Bizim, sıcakpara olarak Türkiye'ye bugüne kadar getirdiğimiz
dövizlerin karşılığında ödediğimiz, gözüken yüzde
16-17, fiilen gerçekleşen yüzde 33. Mutlaka bunları da dikkate alarak
arkadaşlarımız bir hesap yapmak istiyorlarsa, bileşik
hesabın nasıl yapılacağını ben kendilerine
şurada tablolar halinde, özel olarak arz ederim.
NİHAT MATKAP (Hatay) – İyi olur; siz,
nasıl faize vereceğinizi anlatın!
TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Devamla) – Bu
münakaşayı da birlikte yapabiliriz; ama, vatandaşın
kafasına bir soru işareti sokabilmek için, buraya,
vatandaşın, rahatlıkla, gönül hoşluğuyla
katkısını sağlayabilmek için yapılan bu
çalışmayı ters çevirip, şüphe doğurmaya kalkmak,
kanaatime göre pek isabetli bir yaklaşım olmasa gerektir, burada denk
bütçeden bile bahsedildi. Bu gibi konular, elbette, doğru değil;
ancak, burada, dikkatimizi çekecek iki tane mühim konu var: 12 500 dolar
yatırılıyor, doğru; ancak, en erken ödeme 3 yıl sonra
başlıyor. Mühim olan ikinci bir şart daha var; o da,
hanımlarda 50, erkeklerde 55 yaşın dolmasının
beklenmesidir. Bunları da nazarı dikkate alırsanız,
elbette, buraya yatırılan paranın neması...
NİHAT MATKAP (Hatay) – Faiz... Faiz...
TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Devamla) –...-ki, bunun
nasıl nemalandırılacağı yine kanunun içinde
zikredilmiş- ileride para yatıranların sosyal giderlerini çok
rahatlıkla güvence altına almaya kesinlikle yetiyor.
Ben, tekraren, aynı sözlerin bundan sonraki
konuşmalarda zikredilmeyeceğini, maddelere biraz daha riayet
edileceğini ümit ederek Yüce Meclise saygılar sunuyor; bu kanunun ve
bu maddelerin, ülkemiz için, bilahara buraya para yatırarak kendi
geleceklerini teminat altına almak isteyen vatandaşlarımız
için hayırlı olamasını diliyorum.
Tekrar saygılar sunuyorum. (RP ve DYP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın
Karamollaoğlu.
Doğru Yol Partisi Grubunun söz talebi?.. Yok.
NİHAT MATKAP (Hatay) – Doğru Yol Partisi ne
diyor bu tasarı için; hiç fikri yok mu?!
BAŞKAN – Şahısları adına,
Sayın Emin Kul?.. Konuşmayacaksınız.
Sayın Kâzım Arslan?..
Konuşmayacaksınız.
Sayın Mehmet Aykaç?.. Konuşmuyorsunuz.
Sayın Sıtkı Cengil?.. Yok.
Sayın Hikmet Sami Türk?.. Siz de
konuşmuyorsunuz.
Sayın milletvekilleri son söz haklarını
kullamadılar.
Madde üzerinde 4 önergemiz var.
NİHAT MATKAP (Hatay) – Hepsi naylon önergeler
Sayın Başkan, şimdi geri çekerler.
BAŞKAN – Henüz beyan etmediler Sayın Matkap.
NİHAT MATKAP (Hatay) – Şimdi beyan ederler
Sayın Başkan.
BAŞKAN – Kendileri söylemiyorlar mı
efendim...
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Evet, geri çekiyoruz
Sayın Başkan.
BAŞKAN – Evet.
Şimdi, sayın milletvekilleri...
ALİ RIZA BODUR (İzmir) – Sayın
Başkan, karar yetersayısının aranmasını talep
ediyorum.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, maddeyi
oylarınıza sunacağım ve istek uyarınca karar
yetersayısını arayacağım: Maddeyi kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Sayın milletvekilleri, karar yetersayısı
yoktur; 17.45'te toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.
Kapanma Saati : 15.30
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati : 17.45
BAŞKAN : Başkanvekili Uluç GÜRKAN
KÂTİP ÜYELER : Fatih ATAY (Aydın), Zeki
ERGEZEN (Bitlis)
BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 71 inci
Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
VI. —KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
2.—Yurtdışında
Bulunanların Sosyal Güvenlikleri Hakkında Borçlanma Kanunu
Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal
İşler Komisyonu Raporu (1/569) (S. Sayısı :209) (Devam)
BAŞKAN – Müzakerelere
kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Komisyon ve Hükümet yerinde.
Görüşmekte olduğumuz yasa
tasarısının 13 üncü maddesini oylayacağım ve karar
yetersayısı arayacağım.
Maddeyi kabul edenler... Kabul etmeyenler... Karar
yetersayısı vardır, madde kabul edilmiştir.
14 üncü maddeyi okutuyorum:
Sosyal Güvenlik Sözleşmesi
MADDE14. —9.1.1985 tarihli, 3148 sayılı
Kanunla onaylanması uygun görülen Türkiye Cumhuriyeti ile Libya Arap Halk
Sosyalist Cemahiriyesi Arasında Sosyal Güvenlik Sözleşmesi
kapsamındaki Türk daimi işçileri adına bu Sözleşmenin 4
üncü maddesi hükmüne göre transfer edilecek primlerin hesaplanmasında;
işçi ve işveren arasında yapılan hizmet sözleşmesinde
belirlenen ücretin Türk Lirası karşılığı ve Libya
Arap Halk Sosyalist Cemahiriyesi sigorta prim oranları esas
alınır.
Birinci fıkra esasına göre hesaplanan prim
tutarı 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu hükümlerine göre
belirlenen prime esas kazancın üst sınırı ve prim
oranına göre hesaplanan primden fazla olamaz.
BAŞKAN – Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına, Sayın Oya Araslı.
Buyurun Sayın Araslı. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA OYA ARASLI (İçel) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlayarak
sözlerime başlıyorum.
Yurtdışında Bulunanların Sosyal
Güvenlikleri Hakkında Borçlanma Kanunu Tasarısının 14 üncü
maddesiyle ilgili olarak Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini dile
getirmek üzere huzurunuza çıkmış bulunuyorum.
Söz konusu 14 üncü madde, Anayasamızdaki pek çok
ilkeye aykırı bir düzenleme niteliği
taşımaktadır. Şöyle ki; primlerin hesaplanmasında
getirilen sistem, yürütmenin ve idarenin kanunîliği ilkesine aykırıdır.
Çünkü, burada, primlerin hesaplanmasında nasıl bir yöntem
kullanılacağı belirlenmemiştir. Hizmet sözleşmesindeki
ücret, Türk Lirası karşılığı olarak hesaba
katılacaktır, Libya Arap Halk Sosyalist Cemahiriyesinin prim
oranları esas alınacaktır; ama, bu esas alınmada hangi
oranlar gözetilecektir, buna ilişkin bir belirleme, bu maddenin metninde
yapılmamıştır. Bu demektir ki, idare, yürütme, uygun
gördüğü kişi için, uygun gördüğü oranda, uygun gördüğü prim
miktarlarını ortaya koyabilecektir. Bir üst sınır tespit
edilmiştir; ama, bunun dışında herhangi bir esas belirleme
yoluna gidilmemiştir.
Böyle bir esas belirlenmemiş olması,
uygulamada farklı prim oranlarının, farklı kişiler
için karşımıza çıkmasına neden olacaktır. Bunun
da keyfî bir uygulama yaratması yanı sıra, Anayasadaki
eşitlik ilkesine de aykırı düşeceği açıkça
ortadadır. Böyle bir keyfî prim tespiti imkânının idareye ve
yürütmeye bırakılmasının, bir hukuk devletinde yeri olmamak
gerek; ama, ne yazık ki, böyle bir düzenleme, Anayasasında hukuk devleti
olduğu yazılı olan Türkiye Cumhuriyetinde gerçekleştirilmeye
çalışılmaktadır.
Böyle bir düzenlemenin, Libya'da çalışanlar
ile Libya dışında çalışanlar arasında da bir
eşitsizlik yaratacağı gayet açıktır. Sırf
Libya'da çalışanlar için ayrı hükümleri olan,
ayrıcalık getirmeye yönelik böyle bir düzenlemenin, kanun
kavramına aykırı düşeceğini de söylemek isterim;
çünkü, kanun ya da hukukî işlemler, objektif, herkes için geçerli, genel,
kişiye özgü olmayan birtakım kurallar getiren işlemlerdir.
Şimdi, burada, bakıyoruz, sırf Libya'dakiler için geçerli olmak
üzere, bu gruba özgü birtakım düzenlemeler getiriliyor ve yurt
dışında bulunanlar kategorisi içerisinde, Libya'da bulunanlar
ayrı bir statüye sokuluyor. Bunun, hem kanun kavramına
aykırı düşeceğini hem Anayasamızdaki eşitlik
ilkesine aykırı düşeceğini bir kere daha yinelemekte yarar
görüyorum.
Değerli milletvekilleri, bütün bu düzenlemeler
gösteriyor ki, Refahyol Hükümeti, böyle bir tasarıyı
hazırlarken, içeriğine ve sözel yapısına zerre kadar özen
göstermemiştir; Anayasanın birtakım ilkelerini ve hukukun genel
prensiplerini gözardı etmiştir ve çeşitli açılardan hukuk
devleti ilkesine ve Anayasaya aykırı olan bu yasa
tasarısını, sayısal üstünlüğüne dayalı olarak,
burada, geçirmek istemektedir.
Değerli arkadaşlar, yol yakınken, her
kademede bir vazgeçme sağlanabilir mi diye, bu yasa
tasarısının taşımakta olduğu
aykırılıkları, burada, yinelemekten vazgeçmek istemiyorum;
çünkü, her madde, hatadan dönmek için bize bir imkân sağlıyor. Bu
hataları, burada, tekrar tekrar dile getiriyoruz; ama, üzülerek görüyoruz
ki, Sayın Bakanımız, bunların hangileri olduğunu bir
dinleyip üzerlerine eğilmek yerine, başka konularla ilgilenmeyi
yeğliyor ve neticede, burada yapılan uyarılardan hiç ders
alınmadan, hukuk sistemimize, Anayasaya aykırı ve Anayasa
Mahkemesi önüne gittiği zaman iptal olasılığı çok
büyük olan birtakım yasalar hediye ediliyor. Bunları dile
getirdiğimiz zaman Sayın Bakan dinlemiyor, buna üzülerek, daha yüksek
sesle, bu olaydan duyduğumuz ıstırabı bir feryat olarak
dile getirdiğimiz zaman da, bunun bilimsel bakımdan zayıf
açıklamalar olduğu suçlamasıyla
karşılaşıyoruz. "Köy kahvehanelerine benzedi bu
konuşma" gibi, hiç aslı faslı olmayan ve köylerimizde,
kahvehanelerde büyük bir ciddiyetle bu olayları dinleyen insanları
küçümseyen birtakım ifadelerle yanıt alıyoruz bu
söylediklerimize.
Değerli arkadaşlarım, burada, hepimiz
bir görev yapıyoruz. Eğer, burada, ısrarla, çeşitli siyasî
parti grupları adına sözcülük yapanlar, belli birtakım hatalara,
sözbirliği etmişçesine dikkat çekiyorlarsa, bu, gözardı
edilmemesi gereken bir durumdur. Burada, bu seslere kulak verilmesi gerekir;
çünkü, yasalar, yalnız bir çoğunluğun
çıkardığı hukuk işlemleri değildir. Bu Meclisin
varlığının amacı, iktidarın ve muhalefetin
milletvekillerinin oybirliğiyle, özenle, emeklerini ortaya koyarak,
tartışarak bir ürün çıkarmasıdır; ama, ne yazık
ki, burada, işin inatlaşmaya çevrildiğini görüyoruz ve böyle bir
yasayla hiçbir şekilde saklanamayacak bir biçimde, iktidarın, Devlet
Hazinesine para temin etmek için her yola başvurmak azminde olduğunu
da görüyoruz.
Sayın Bakanlarımız, bu yasa
tasarısı, kimseye fazla bir yarar sağlamayacaktır; ama
Devlet Hazinesine, Türkiye Cumhuriyetine ve Türkiye Cumhuriyetindeki sosyal
güvenlik sistemine çok büyük darbeler indirecektir. Çünkü, bu tasarıyla
sosyal güvencenin satılması uygulaması gündeme
sokulmaktadır.
Biraz önce, bir değerli milletvekilimiz dedi ki:
"Türkiye'de sosyal güvenlik sistemi zaten para
karşılığıdır." Para
karşılığıdır; ama, onun yanında çok büyük
bir unsurla da desteklenmektedir. Türkiye'de kurulan sosyal güvenlik sisteminde,
emekçi, belli bir miktar prim ödemek suretiyle sosyal güvenlik sistemine dahil
olur; ama, esas olan, o kişinin emekçi olması,
çalışıyor olmasıdır. Sosyal güvenlik de, zaten,
çalışanı korumak için getirilmiş olan bir kurumdur, bir
uygulamadır.
Burada, biz, sosyal güvenliği, anlamından
apayrı bir biçimde kullanıyoruz; bir kasaya gelir temin etmek için,
sosyal güvenlik satmaya yöneliyoruz. Emeğini ortaya koysun veya
koymasın, herkesin yurt dışında bulunmuş olmak
koşuluyla bu sosyal güvenlikten yararlanmasına imkân
hazırlıyoruz. Bu, fevkalade yanlış bir sosyal güvenlik
anlayışıdır ve zannediyorum ki, bu tasarı
hazırlanırken asıl amaç sosyal güvenlik değil, bu yolla,
Devlet Hazinesine, Kasanın tahvil almasını sağlamak
suretiyle gelir sağlanmasıdır. Bunu gizlemek mümkün değil,
bu tasarının her satırında bu amaç ortaya
çıkıyor.
Değerli milletvekilleri, işçilerimizin,
memurlarımızın ve sosyal güvenlik isteyen çeşitli toplum
kesimlerinin beklentileriyle bu şekilde oynamayalım. Buna
hakkımız yoktur. Özellikle emekçi kesimler, ömür boyu bu sosyal
güvenliği elde etmek için çalışmaktadırlar. Hiç
çalışmayan insanlara para mukabili sosyal güvenlik temini, bu
insanlarımızı, emek mukabili sosyal güvenlik sağlamış
olanları fevkalade mağdur bir duruma düşürecektir; kendilerini
haksızlığa uğramış gibi hissedeceklerdir ve
sosyal güvenlik sağlamanın da, parası olanlara özgü bir uygulama
olduğu kanısına itileceklerdir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Araslı, lütfen
toparlayalım.
OYA ARASLI (Devamla) – Onun için, 14 üncü maddede,
gene, yol tükenmemişken ve yakınken, ben, bu hatadan dönülmesini bir
kere daha sizlere arz etmek istiyorum ve saygılar sunarak sözlerimi
tamamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın
Araslı.
Demokratik Sol Parti Grubu adına, Sayın Erol
Karan; buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)
Süreniz 10 dakikadır.
DSP GRUBU ADINA EROL KARAN (Karabük) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Yurtdışında
Bulunanların Sosyal Güvenlikleri Hakkında Borçlanma Kanunu
Tasarısının 14 üncü maddesi üzerinde Demokratik Sol Parti
Grubunun görüşlerini açıklamak amacıyla söz almış
bulunuyorum; Grubum ve şahsım adına Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum.
Bu kanun tasarısının 14 üncü maddesiyle,
Türkiye Cumhuriyeti ile Libya Halk Sosyalist Cemahiriyesi arasında sosyal
güvenlik sözleşmesi kapsamındaki Türk daimî işçileri adına,
bu sözleşmenin 4 üncü maddesi hükmüne göre, transfer edilecek primlerin
hesaplanmasına ait esasların düzenlenmesi yoluna gidilmiştir.
Oysa, hepimizin bildiği gibi, Türk müteahhit firmaları ve Türk
işçileri, salt Libya'da çalışmamaktadırlar; başta
Rusya ve Türk cumhuriyetleri olmak üzere, dünyanın birçok yerinde iş
yapmaktadırlar. Bu yasa tasarısıyla bütün bunlar gözardı
edilmiştir. Kaldı ki, sadece Libya'nın söz konusu
yapılması da düşündürücüdür. Geçen zaman içerisinde, Türkiye ve
Libya arasındaki ekonomik ilişkilerde, Libya tarafının ne
kadar güvenilmez olduğu da ortaya çıkmıştır.
Son olarak, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı
Sayın Erbakan'ın, son Libya gezisinde, müteahhit alacakları
konusunda, Kaddafi tarafından düşürüldüğü durumu hep birlikte
ibretle izledik. Oysa, çok daha iyi ve köklü ilişkilerimizin
bulunduğu, örneğin Türk cumhuriyetleriyle olan ekonomik ilişkilerimizin
gelişmesi açısından, Hükümet, maalesef, gereken önemi
vermemektedir.
Genel olarak, bu yasa tasarısı, mevcut sosyal
güvenlik yasalarımızla çelişmektedir.
Aynı zamanda, bu yasa tasarısıyla,
vatandaşlarımıza, yurt dışında bulunanlar ve
bulunmayanlar gibi bir ayırımcılık yapılarak, Anayasamızın
eşitlik ilkesi açıkça ihlal edilmektedir.
Yine, sosyal güvenlik sistemine katkı yapması
gereken devletin, yüzde 20'lik devlet güvencesi payı kesmesi de sosyal
güvenlik sistemine aykırıdır.
Bu yasa tasarısında amacın, hükümetlerin
beceriksizliği sonucu meydana gelen bütçe açıklarını
kapatmak ve kaynak paketine para bulmak olduğu ortadadır.
Yine, bu yasa tasarısıyla, yurt
dışında bulunan herhangi bir vatandaşımız, günde
2,5 Amerikan Doları üzerinden 5 000 işgünü
karşılığı toplam 12 500 Amerikan Doları
borçlanarak, kadınsa 50, erkekse 55 yaşını doldursa bile
-üçüncü taksit 15 Temmuz olarak düşünüldüğünden- 15 Temmuz 2000
yılında emekliliğe hak kazanmış olacak; bu tarihten
itibaren emekliliğe hak kazanmış kişiler ve bakmakla
yükümlü oldukları kişiler, sosyal güvenlikten yararlanır duruma
gelebileceklerdir; ancak, 12 500 Amerikan Doları ödeyerek emekliliğe
hak kazananlar, üç yıl süreyle, sağlık hizmetlerinden
yararlanamayacaklardır.
Bilindiği gibi, Sosyal Sigortalar Kurumu yönetimi,
idarî ve malî açıdan özerk gözükmesine rağmen, fiilen özerklikten
bahsetmek mümkün değildir. Sosyal Sigortalar Kurumuna, her zaman, siyasî
iktidarlar müdahale ederek, olumsuz sonuçlar doğurmaktadırlar. Oysa,
bu yasa tasarısında "Kasa, Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığı Müsteşarının
başkanlığında, Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürü ile
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Maliye
Bakanlığı ve Hazine Müsteşarlığının
bağlı olduğu Devlet Bakanlığınca
görevlendirilecek birer üyeden oluşan Kasa Yönetim Kurulunca
yönetilir" denilmekte olup, tümü devlet memuru olan bu kişilerin
yöneteceği bu kasanın özerk olması düşünülemez.
Yine, bu yasa tasarısıyla, yeni bir kasa
oluşturulacağı düşünülmektedir. Şu anda, Sosyal
Sigortalar Kurumu, Emekli Sandığı ve Bağ-Kur'un gündemde
olduğu ve günümüzde sosyal güvenlik kurumlarının tek çatı
altında birleştirilmesi, dolayısıyla, genel
sağlık sigortasına geçişin sürekli olarak
konuşulduğu da düşünülürse, bu yasa tasarısının
dördüncü bir sosyal güvenlik kurumu getirdiği kuşkusuzdur.
Bu yasa tasarısıyla, belirli bir süre
çalışan; yani, emek harcayan ve belirli bir prim ödeyenlerin Sosyal
Sigortalar Kurumundan emekli olabilecekleri yasalarla belirlenmiş
olmasına rağmen, yurt dışında bulunanlara döviz
karşılığı emekli olabilecekleri önerilmektedir.
Daha önceleri, Refahyol Hükümeti tarafından
yasalaştırılan, Bağ-Kur sigortalısının
basamak yükseltmeleri konusundaki yasayla da 43 trilyon Türk Lirası
hedeflenmiş; ancak, bu, fiyaskoyla sonuçlanmıştır;
gündemdeki bu yasa tasarısının da aynen
sonuçlanacağına eminiz.
Sonuçta, Refahyol Hükümetinin
açıkladığı kaynak paketlerinin ne kadar hayali
olduğunu hep birlikte görüyoruz ve de görmeye devam edeceğiz.
Bütçe açıklarını kapatmak için, gerçekçi
olmayan böyle yasa tasarılarıyla Meclis gündemini işgal etmenin
doğru olmadığını düşünüyoruz.
Kayıtdışı ekonominin
vergilendirilmesi ve adil bir vergi yasasıyla toplanacak vergilerle bütçe
açıklarının kapanacağı; hatta, fazlalık
vereceği de şüphesizdir.
Oysa, bilindiği gibi, sosyal güvenlik, ülkede
yaşayanların hiçbir ayırım gözetmeksizin, ekonomik ve
sosyal gereksinmelerini karşılayacak tarzda, bugünlerini ve
yarınlarını güvence altına almayı amaç edinmiş
bir sistemler bütünüdür. Gerek sanayileşmiş gerekse gelişmekte
olan ülkelerde, hükümetlerin ve sosyal tarafların, sosyal güvenlik
sistemlerinin geleceği konusunda birlikte arayış içerisine
girmelerine rağmen, şimdiki Hükümet, yine, ülkemizdeki sosyal
güvenlik sistemine köklü bir çözüm bulmak yerine, günün kurtarılması
amacıyla karşımıza gelmiştir. Bu tür popülist
yaklaşımlarla bu sorunlar çözülemez.
Bu yasa tasarısı, Sayın Erbakan'ın
da sıkça söylediği gibi, bir çeşit pansuman tedbiridir. Hayali
kaynak paketlerinde açıklanan gelirlerden biri olarak gösterilen,
Yurtdışında Bulunanların Sosyal Güvenlikleri Hakkında
Borçlanma Kanunu Tasarısı, Refahyol Hükümetinin yeni bir
aldatmacası olarak gündeme gelmektedir. Gerçekçi olmayan bu yasa
tasarısı ve güven vermeyen bu tür uygulamalar,
insanlarımızın, hükümetlere ve dolayısıyla,
devletimize olan güvenini ortadan kaldırmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
sonuç olarak, Sosyal Sigortalar Kurumunun zararına olan, kaynak paketine
para bulmak; kısaca, günü kurtarmak amacıyla hazırlanan bu yasa
tasarısı, başta işçi ve işveren temsilcileri olmak
üzere, toplumun her kesiminden olumsuz tepkiler almaktadır.
Aynı zamanda Anayasaya da aykırı olan bu
yasa tasarısına, Demokratik Sol Parti Grubu olarak olumsuz oy
kullanacağımızı belirtir; hepinize saygılar
sunarım. (DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Karan.
Anavatan Partisi Grubu adına Sayın Emin Kul;
buyurun. (ANAP sıralarından alkışlar)
Sayın Kul, şahsî söz talebinizle birlikte
süreniz 15 dakikadır.
ANAP GRUBU ADINA EMİN KUL (İstanbul) –
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 209 sıra
sayılı kanun tasarısının 14 üncü maddesi üzerinde, Anavatan
Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek üzere huzurunuzdayım;
şahsım ve Grubum adına, sizleri saygıyla selamlarım.
Tasarının 14 üncü maddesi,
tasarının tümü ve amacıyla ilgisi bulunmayan bir konunun
tasarıya eklenmesinden ibaret bir maddedir. Bu maddenin, bu tasarıda
yer almasına hiçbir gerek ve zorunluluk yoktur; tasarısının
tümüyle, bu madde ilgisizdir.
Libya'yla yapılan sosyal güvenlik
sözleşmesinin 4 üncü maddesine göre, Libya'da çalışan
işçilerimizden, Sosyal Sigortalar Kurumuna kesilecek primlerin Türkiye'ye
transfer edilmesi, işverenlerin bir yükümlülüğü olarak
belirtilmiştir. Sözleşmeye ek olarak yapılan idarî
anlaşmanın 3 üncü maddesi ise, transfer edilecek bu primlerin,
işçinin mensubu olduğu ülkenin mevzuatına göre transfer
edileceğini hükme bağlamıştır; yani, işçinin
mensubu olduğu ülke Türkiye'dir ve ilgili mevzuat da, Sosyal Sigortalar
Kurumunun mevzuatıdır, 506 sayılı Kanundur.
İşçilerimizin -sağlık
yardımları Libya'da karşılandığı için-
sağlık sigortası dışındaki sigortaları için
yüzde 24 oranında prim kesilerek Türkiye'ye transferinin
sağlanması gerekmekte olup, bu husus, 1985 yılında bir
genelgeyle belirtilmiş ve zaman zaman teyit edilmiştir.
Libya'da iş yapan müteahhitler, Sosyal Sigortalar
Kurumuna, yükümlü oldukları ödemeleri yapmaktan, çeşitli nedenlerle
kaçındıkları gibi, prim kesintileriyle ilgili de, Libyalı
işçiler için Libya mevzuatında öngörülen yüzde 10,5 oranında
prim kesilmesini talep edegelmektedirler. Yani, Türk işçilerinden, Türk
mevzuatına göre değil, yüzde 24 oranında değil;
Libyalı işçiler için, Libya mevzuatına göre tespit edilen yüzde
10,5 oranında prim kesilmesinde ısrar etmektedirler ve talep
etmektedirler. Bu kesinti miktarına, Bakanlık zaman zaman müdahale
etmiş, Sosyal Sigortalar Kurumu Yönetim Kurulu ve Bakanlık, Türk
mevzuatına göre prim ödenmesi gerekeceğini karara
bağlamış ise de, bu kararlardan sapmalar sonucu, kurum
alacaklarını tahsilde, işverenlerin ısrarları
karşısında, zorluklarla karşılaşılmıştır.
Şimdi, bu madde, işverenlerin taleplerinin
yerine getirilmesiyle ilgili bir maddedir; yüzde 24 yerine, yüzde 10,5 prim
kesilmesini istihdaf eden, bunu sağlayan bir maddedir.
İşverenler, hem prim kesinti oranının yüzde 10,5
olmasını hem de bu oranda kesinti tutarının, 506
sayılı Kanuna göre, prime esas kazancın üst
sınırından ve prim oranına göre hesaplanan prim
tutarından fazla olmamasını istemektedirler. İstekleri, 14
üncü maddedeki düzenlemeyle böylece sağlanmış olmaktadır.
Şimdi, bunun, yurt dışında
bulunanların borçlanmasıyla ne ilgisi vardır; hiçbir ilgisi
yoktur. Bu tasarının genel gerekçesiyle, bu tasarının
diğer hükümleriyle ne ilgisi vardır; hiçbir ilgisi yoktur. Bu, son
anda akla gelen ve Libya'da iş yapan müteahhitlerin müracaatları
üzerine tasarıya eklenen ve bu tasarının amacı ve
hükümleriyle ilgili olmayan bir maddeden ibarettir. Siz, bunlara, eskiden, gece
yarısı maddesi diyordunuz; bu, gündüz maddesi işte...
Olaya bu çerçevede de, bu mantık içinde de
baktığımız zaman, gece yarısı maddesi
mantığı içinde de baktığımız zaman
eleştirilecek yönü şudur: Libya'da prim oranlarının
yakın geçmişteki seyrine bir bakalım; Libya'da, prim
oranları yüzde 5,5 iken, sonra 8,5 olmuş; nihayet, bugünkü gibi,
10,5'e getirilmiş. Kaldı ki, mevzuatımızda olduğu
gibi, bizim mevzuatımızda bulunduğu gibi, prime esas bir kazanç
sınırı da Libya'da söz konusu değil.
Sosyal Sigortalar Kurumu, bir sigorta kuruluşudur
ve gelirleri, işçi ve işverenlerce ödenen primlerden oluşur.
Devletin bir katkısı, yasal zorunluluk olarak katiyen söz konusu
değildir. Sigorta kuruluşu, vereceği hizmetleri
karşılamak için prim oranlarını ve gelirlerini tespit eder;
bu, kanunla tespit edilir; nitekim de edilmiştir. Bu hizmetten yararlanmak
isteyenler, tespit edilen prim oran ve tutarlarını ödemek
zorundadırlar; çünkü, bir aktüer denge meselesidir; ne ödeyecekseniz ona
göre hizmet alacaksınız.
Kurum, iştirakçileri arasında, onlara
vereceği eş hizmetler karşılığı bir
ayırım yapamaz. Herkese ayrı ayrı işlem ve muamele
yapamaz ve yerine getireceği yükümlülüklerini, başka ülkelerin
mevzuatlarına da bırakamaz. Yani, bir sigorta kuruluşu
"ben, şu sigorta kollarından faydalanacağım; ama, 506
sayılı Kanunun Türkiye'de öngördüğü oranlarda değil;
Libya'da 10,5 oranı öngörülmüş, Türkiye'de yüzde 24 oranı
öngörülmüş; hayır, ben, kendi tasarruf hakkımı
Libya'nın mevzuatına terk ederim" diyemez.
Yurt dışında çalışan
işçilerimiz için, onların ve işverenlerinin lehinde bir
ayrıcalık yapılması söz konusu ise, bu
ayrıcalığın bedeli, olsa olsa, devletçe karşılanabilir;
yani, siz, yurt dışındaki işçileri veya iş yapan müteahhitleri
belli ölçüde himaye etmek istiyorsanız, işçilerin ve
işverenlerin ödediği primlerle ayakta duran Sosyal Sigortalar
Kurumuna takaddüm ederek "sen filan yerdeki işçilerden az prim
alacaksın, filan yerdeki işçilerden fazla prim alacaksın, falan
ülkedeki işçilerden, o ülkenin mevzuatında öngörülen oranda prim
keseceksin" diyemezsiniz. Eğer, derseniz, devletin böyle bir
görüşü varsa, o zaman, Sosyal Sigortalar Kurumuna, devlet, eksik kalan
primleri ödemek suretiyle, böyle bir işlemi, belki yapabilir; ama, bu
şekilde yapamaz.
Libya'nın gelecekte değişebilecek prim
oranları -ki, olabilir, nasıl 5,5'ten 8,5'e, 10,5'e
çıkmışsa, yarın bakarsınız, Libya da, 15,5'e
çıkarır, 25,5'e çıkarır- ve buna karşılık
değişecek prim tutarları olabileceği gibi, bizim mevzuatımızda
da prime esas kazanç tavanında değişiklik olabilir,
varsayılabilir. O zaman, bu düzenlemenin sürekli boşlukta
kaldığını görürüz; bu düzenlemenin eşitsizlik
doğurduğunu görürüz. Burada geçirilmek, bu tasarıya, gece
yarısı eklemesi yapılmak istenilmesine rağmen, kendi
mantığı içinde dahi, düzenleme, tutarsızdır ve
düzenlemenin tutarsızlığı çok açıktır.
Kaldı ki, başka bir açıdan olaya
baktığımızda, bu husustaki bir düzenleme, bu tasarıyla
yapılamaz; çünkü, uluslararası sözleşmelerin ve eklerinin
hükümleri, iç hukukta yapılacak düzenlemelerle değiştirilemez.
Siz, uluslararası bir sözleşme yaptıysanız, bir
anlaşma yaptıysanız, bunun hükümlerini, o anlaşmanın
tarafıyla oturup değiştirebilirsiniz. Yoksa, iç hukukta, gelip,
istediği düzenlemeyi yaparak, uluslararası sözleşmelerin,
anlaşmaların ve eklerinin hükümlerini değiştiremezsiniz. Bu
açıdan da getirilen madde, tamamen sakattır, hukuka uygun
değildir, usule uygun değildir.
Libya ile yapılan sözleşmeye ek idarî
anlaşmanın ilgili hükümlerinin yeniden düzenlenmesi yoluyla, belki bu
konuya çözüm bulunabilir. Uluslararası anlamda, iki ülke arasında bir
sosyal güvenlik sözleşmesi yapmışsınız, bunun
arkasından da bir idarî anlaşma yapmışsınız; bu
idarî anlaşmada da, bu sosyal güvenlik sözleşmesinde de bu hususlar
yer almış. Eğer, bir düzenleme yapmak isteniyorsa Hükümetçe, bu
hususta bir düzenleme ihtiyacı varsa, o zaman, idarî anlaşmayı,
oturup, yeniden görüşür ve idarî anlaşmanın bu konuyu kapsayan
hükümlerini düzenler; iç hukukta yapılacak düzenlemeyle, uluslararası
sözleşmenin hudutlarına tecavüz edemez.
Kaldı ki, bu yolla dahi yapılacak; yani,
idarî anlaşmanın düzeltilmesi yoluyla yapılacak, meydana
getirilecek bir çözümün dahi, Sosyal Sigortalar Kurumunun
çıkarlarına, hesaplarına ve aktüer dengesine aykırı ve
onu tahrip edecek boyutta olmaması gerekir; fakat, bütün bunlar dikkate
alınmadan bu madde huzura getirilmiştir.
Şimdi, bir de, bu madde üzerinde, İktidar
Gruplarının akıllarına gelmiş, bir önerge
vermişler. Burada iki büyük tecavüz daha yapılıyor. Madde, hem
gece yarısı maddesi hem kanunla ilgisiz hem de şimdi verilen
önergeyle, Libya'da çalışan Türk işçilerinin sosyal güvenlikle
ilgili kesilecek primlerinin, bu tasarının 3 üncü maddesinde
gösterilen, günde 2,5 dolar olarak tespiti öngörülüyor, maddenin böyle
düzeltilmesi isteniyor.
Bakınız, bir defa, bu tasarıda bu
maddenin yeri yok. İkincisi, iç hukukta düzenleme yaparak,
uluslararası sözleşmeleri tadil edemezsiniz. Üçüncüsü, 2,5 dolar
kıstasını nereden buldunuz, nereden çıkardınız;
yüzde 24'e mi eş geliyor, neye eş geliyor, nasıl buldunuz?
Dördüncüsü, eğer, böyle bir düzenleme yapacaksanız, yeri 506
sayılı Kanundur. Beşincisi, muhtelif ülkelerde çalışan
işçiler vardır, onlardan alınan primler ne olacaktır; 2,5
dolar mı olacaktır?
Her önünüze geleni, siz, kanun diye veyahut da
önergeyle düzeltiyorum diye buraya getirirseniz, zannederim, doğru bir
işlem yapmış olmayız; daha önceden düşünülüp
taşınılması, nasıl yapılması gerektiğinin
yolunun çizilmesi, bilinmesi gerekir.
Bakınız, dolar meselesini de söyleyeyim:
"Efendim, daha önceki borçlanma kanunlarında da dolar birimi
vardı." Evet, vardı; ama, daha önceki borçlanma kanunları,
yurt dışında çalışanlarla ilgiliydi; yoksa, sokaklarda
dolaşanlarla değil; yurt dışında bir gün
çalışıp yurda dönen ve bir daha hiç yurt dışına
çıkmamış olanlarla ve boşta gezenlerle ilgili değil.
Onun için, orada dolar bazı kullanılmış olabilir; ama, bu
kanun tasarısında, ne kapsadığı kişiler
bakımından ne de usulî bakımdan; benim şahsî kanaatime
göre, hiçbir şekilde -yasalarımızda- dolar bazı
olmaması lazım gelir ve esasen yersizdir, tartışmaya bile
değmez; biz, onları, bir fantezi olarak, siz bilesiniz diye dile
getirdik.
Bakınız, geçen maddeler üzerinde birçok
önerge verdiniz. 130 önergeyi buluyor bu kanun tasarısı üzerinde
verdiğiniz önergeler. Sadece 11 inci madde üzerinde 8 önerge takdim
edildi. Bu 8 önergenin 4'ü, 11 inci maddenin üçüncü fıkrası üzerinde
ve bu 4 önergenin altındaki imzalar da, aynı milletvekillerinin.
Yani, siz, bir kanun tasarınızın üzerinde bu kadar tereddütler
içindeyseniz, aynı imzalar, aynı fıkra üzerinde dört ayrı
şekil tavsiye ediyorsa, bu işin içinden biz nasıl
çıkalım?!.
HİKMET ULUĞBAY (Ankara) – Onlar
görevlendirilmiş...
EMİN KUL (Devamla) – Yani, bunu nasıl
cevaplandırabiliyorsunuz?!
Bakınız, ben size bir şey söyleyeyim bu
çoğunluk anlayışı bakımından: 20.12.1992 tarihli,
38 inci Birleşimi Türkiye Büyük Millet Meclisinin. Seçimden
çıkalı bir yıl olmuş. Muhterem Başbakanımız
diyor ki "bu millet, 20 Ekimde DYP-SHP'ye toplam olarak yüzde 48 oy
vermiştir. Bu Hükümet, çarpık bir Seçim Kanununun ürünüdür; tamamen,
bir azınlığın Hükümetidir." Yüzde 48 oy verilen
partilerin kurduğu hükümete, çarpık ve bir azınlık hükümeti
diyor. Şimdi, Refah Partisi yüzde 21 oy almış, DYP yüzde 19
küsur oy almış; yüzde 40'lık bir Hükümet acaba neyin ürünü
oluyor?!.
ABDULKADİR ÖNCEL (Şanlıurfa) – Yüzde
60...
EMİN KUL (Devamla) – Yüzde 40'lık bir
Hükümet, acaba, tamamen azınlığın Hükümeti değil
midir?! Yüzde 60 çoğunluğa karşı parmak hesabıyla
buradan kanun geçirirseniz, bu, kanun mu olacaktır? Hukuk mu
olacaktır? İnsaf ediniz!.. (ANAP, DSP ve CHP sıralarından
alkışlar) Olaya dikkatli bakınız, Muhterem
Başbakanınız sizi uyarmış oluyor.
Saygılar sunarım. (ANAP, DSP ve CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kul.
Sayın Mehmet Aykaç, buyurun.
Sayın Aykaç, konuşma süreniz 5
dakikadır.
MEHMET AYKAÇ (Çorum) – Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar;
14 üncü madde üzerinde konuşuyoruz. Tabiî, bu maddede, özellikle
Libya'nın adı geçiyor. Bazı sözcü arkadaşlarımız,
bu kelimeye takılıyor neden geçiyor diye; ama, biraz
araştırma yapıp kürsüye çıksalar benim gibi, neden,
Libya'nın adı burada geçiyor, bunu bilebilirler. (RP
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Yani,
Libya, burada bizi niye ilgilendiriyor; şundan dolayı: 1985
yılından beri, Türk müteahhitlerinin yanında çalışan
Türk işçilerinin primlerinin ödenmesi konusunda bir ihtilaf var. Bu
işçilerimizin primleri Türkiye'ye ödeniyordu ve primlerinin, Türkiye prim
sistemine göre mi, Libya prim sistemine göre mi ödeneceği konusunda bir
ihtilaf var; bugüne kadar da bu ihtilaf devam ediyor. İşte, bu
maddeyle ve yapılacak bir değişiklik önergesiyle, bu ihtilaf
ortadan kaldırılıyor ve bir sisteme bağlanıyor; bu, bu
kadar basit. Burada demagoji yapmaya ne gerek var Libya'yla ilgili...
Öbür taraftan, değerli eski
bakanlarımızdan Emin Kul Beyefendi, son iki madde üzerindeki
konuşmalarında hep demokrasi, çoğunluk üzerinde durmaya
başladı; "efendim, çoğunluk her zaman doğru karar veremez,
Hitler'in, Jivkov'un Meclisinde de kararlar alınmıştı"
dedi. Demin onu cevaplandırdım. Çok talihsiz benzetmeler
yapıyor. Rica ederiz... Yani, Mecliste kanunların nasıl
yapıldığını, sizler daha iyi biliyorsunuz. Bu sözleri,
ilgisi olmayan bir madde üzerinde buraya getirmeye hiç gerek yok.
Sonra, bir değerli sözcümüz de "bu kanun
tasarısıyla, Hazinenin kaynak ihtiyacı
karşılanacaktır" dedi. İyi ya, Hazinenin kaynak
ihtiyacını karşılamanın kime ne zararı var?
HİKMET ULUĞBAY (Ankara) – Doğru kaynak
bulun.
MEHMET AYKAÇ (Devamla) – Hazinedeki kaynakları biz
mi tükettik? Hazineye kaynak lazım değil mi? (RP
sıralarından alkışlar)
Yine, bu kanun tasarısıyla, "Benden
sonrası tufandır; benden sonrası ne olursa olsun"
anlayışının var olduğu iddia ediliyor. Hayır; bu
mantık, bu konuda daha önce çıkarılmış 2147 ve 3201
sayılı Kanunlar için iddia edilebilirdi. Bu kanunlarda, bir güne 1
dolar esas alınmıştı. Bu husus, bunu açıkça ortaya
koyuyor. İktidarımız, bu yanlışlığı da
telafi ediyor, düzeltiyor ve 3201 sayılı Kanunda
yaptığı değişiklikle, bir güne 2,5 dolar üzerinden, bu
mantığı işleyebilir hale getiriyor.
MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) – Zam yaparak...
MEHMET AYKAÇ (Devamla) – Onun için, bunları
bilmenizi arzu ediyorum ve özellikle, bir arkadaşımızın
talihsiz bir cümlesini de burada ifade edip sözlerimi tamamlıyorum:
Neymiş efendim; Başbakan, bu kanunla yandaşlarına emeklilik
imkânı, hakkı sağlayacakmış... Bu
"yandaş" kelimesi, bizim edebiyatımıza hiç uymuyor.
Bunu, bu sözün sahibine iade ediyorum.
Son maddesine geldiğimiz bu kanun tasarısının,
buradan bir an önce çıkmasında yarar olduğuna inanıyorum.
Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (RP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Madde üzerinde verilmiş 8 önerge
vardır...
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Önergeleri geri
alıyoruz.
BAŞKAN – Geri alıyorsunuz.
TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – İlk önerge
hariç...
HASAN GÜLAY (Manisa) – Niye verdiniz?!.
NİHAT MATKAP (Hatay) – 7'si naylondu!..
BAŞKAN – 7 önerge geri alındı; kalan
önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclise Başkanlığına
Görüşmekte olduğumuz
Yurtdışında Bulunanların Sosyal Güvenlikleri Hakkında
Borçlanma Kanunu Tasarısının 14 üncü maddesi
aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
Salih
Kapusuz Mehmet
Gözlükaya
Refah
Partisi Doğru
Yol Partisi
Grup
Başkanvekili Grup
Başkanvekili
Alaattin
Sever Aydın Hüseyin
Olgun Akın
Batman Ordu
Abdulkadir Öncel
Şanlıurfa
Değişiklik önerisi:
Sosyal Güvenlik Sözleşmesi
MADDE 14.- 9.1.1985 tarihli, 3148 sayılı
Kanunla onaylanması uygun görülen Türkiye Cumhuriyeti ile Libya Arap Halk
Sosyalist Cemahiriyesi Arasında Sosyal Güvenlik Sözleşmesi
kapsamındaki Türk daimî işçileri adına bu sözleşmenin 4
üncü maddesi hükmüne göre alınacak primlerin hesaplanmasında; bu
Kanunun 3 üncü maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen prim
karşılığı dolar esas alınır.
BAŞKAN – Sayın Komisyon, önergeye
katılıyor musunuz?
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL
İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI NEVZAT KÖSE (Aksaray) –
Çoğunluğumuzun olmaması nedeniyle katılamıyoruz
efendim.
BAŞKAN – Sayın Hükümet, önergeye
katılıyor musunuz?
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ
ÇELİK (Kocaeli) – Katılıyoruz efendim.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Sayın
Hükümet, önergeye katıldılar; Komisyon, çoğunluğu
olmadığı için katılamadığını beyan
etti.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmiştir.
Şimdi, maddeyi, kabul edilen önerge
doğrultusunda oylarınıza...
İSMET ATALAY (Ardahan) – Karar
yetersayısının aranmasını istiyoruz.
BAŞKAN – Maddeyi, kabul edilen önerge
doğrultusunda oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Madde kabul edilmiştir; karar yetersayısı
vardır.
Geçici madde 1'i okutuyorum:
GEÇİCİ MADDE1. —Kasanın
oluşması için yapılacak ödemeler avans niteliğinde Sosyal
Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğünce karşılanır.
MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Anavatan
Partisi Grubu adına, Sayın Hatinoğlu konuşacak Sayın
Başkan.
BAŞKAN – Madde üzerinde, Anavatan Partisi Grubu
adına, Sayın Süleyman Hatinoğlu; buyurun efendim.
ANAP GRUBU ADINA SÜLEYMAN HATİNOĞLU (Artvin)
– Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; aslında,
tasarının bu maddesi üzerinde hiç söz almayı
düşünmemiştim; ama, tasarının gerçek yapısına
inanmadığım için, bu madde üzerinde Grubum adına söz
aldım; herkesi saygıyla selamlıyorum. Özellikle Kasa
olayını duyunca dayanamadım; çünkü, Kasa, geçmişten bana
epey şeyleri hatırlatıyor. Son madde de, aşağı
yukarı onunla ilişkili bir durumdadır, bu nedenle de söz
almış bulunuyorum.
Değerli arkadaşlar, bugünkü Hükümet ve
geçmiş hükümetler; beş yıldır, aktifi ve pasifi eşit
durumda olan Sosyal Sigortalar Kurumunun tüm dengelerini altüst ettiniz ve
yıkıma devam ediyorsunuz. Şimdi, 506 sayılı Kanunda
-Sayın Bakan burada- hiçbir değişiklik yapmadan, ulufe toplar
gibi, Türkiye'deki gayrimenkulleri sattınız, yetmedi; Emekli
Sandığını sattınız, yetmedi; şimdi,
yurtdışından hilei şeriye ile tekrar, bütçeye nasıl
katkıda bulunabilinir amacını düşünerek, bazı hileli
yolları deneyerek, böyle bir tasarı getirdiniz.
Siz, eğer, iyi niyetliyseniz, Sosyal Sigortalar
Kurumunu, Bağ-Kur'u önce ıslah edin, sosyal güvenlik
kuruluşlarının problemlerini çözün, ondan sonra sosyal güvenlik kuruluşlarına
yeniden problemler ve yükler getirelim; ama, hiçbir problemini
halletmemişsiniz, hiçbir sorununu çözememişsiniz, 9 ayda, sadece 5 bin kişiyi istihdam
etme politikasıyla, Hükümette, buraya kadar gelmişsiniz. Şimdi
de, yurt dışında kalan, sosyal güvencesi olmayan bazı
yandaşlarınız, millî görüş taraftarlarını ve
taraftarlarınızı; Türkiye'nin yükü üzerine bir yük daha
getirmektir- için bu kanun tasarısını hazırlayıp
getirdiniz. Sizleri cidden tebrik ediyorum; hakikaten, büyük bir olay, bravo!..
(RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar [!])
Madem ki bravo diyorsunuz, şuna da
"bravo" deyin; geldiğinizden beri -Sayın Bakan da burada-
emekli, dul ve yetimin, sigortalının sağlığına
bakamıyorsunuz, maaşını doğru dürüst
ödeyemiyorsunuz... Ha, diyeceksiniz ki, "yüzde 100 zam yaptık."
Yahu insaf, siz geldiğinizde dolar 50-60 bin liraydı, şimdi 130
bin liraya dayandı; orayı geçin, onu izah edemezsiniz. Dün, biz,
iktidarı bıraktığımız zamanda, insanlar,
aldığı maaşla kaç tane ekmek alıyordu; bugün, sizin
verdiğiniz maaşla kaç tane ekmek alıyor; onun hesabını
yapın, cevabı onun içindedir.
Hastanelerde doktorunuz yok, sağlık hizmeti
vermiyorsunuz...
TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Olmaz olur mu!
SÜLEYMAN HATİNOĞLU (Devamla) – Yahu,
ilacını veremiyorsunuz, ilacını... Emeklinin ilacı
verilmiyor; onu biliyor musunuz?!
TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Sadede gel...
SÜLEYMAN HATİNOĞLU (Devamla) – Sosyal
Sigortalar Kurumu taşraya bir genelge göndermiş, diyor ki: Şu,
şu ilaçların dışında ilaç yazma, ucuz ilaç yaz...
Yahu, böyle bir yasak var mı?! Ucuz adam, pahalı adam diye ülkede bir
ayırım mı var?! Nereden çıktı bu?! Bunu da sizden
öğreniyoruz.
TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Aynı
ilacın fiyatının farklı olduğunu bilmiyor musunuz?!.
LÜTFİ YALMAN (Konya) – Maddeye gel, maddeye...
SÜLEYMAN HATİNOĞLU (Devamla) – Sayın
Bakan, önce, Sosyal Sigortaların bütün kuruluşlarını elden
geçirmeniz lazımdı. Sakatlık nerede, problem nerede; niye bu
sektör çalışmıyor; niye Bağ-Kur ve sigortalılar
hastane köşelerinde perişan ediliyor? İlaçların
parasını ödemeyen ve mevcut emeklilerin problemini halledemeyen bu
Hükümet, yurt dışında çalışan adamları, neden, 12
500 dolara Türkiye'de emekli yapacak?! Böyle bir yağma var mı; nerede
görülmüş, nasıl olacak?! Adam, turistik bir geziye gidecek ve emekli
olarak dönecek Türkiye'ye!.. Allah Allah; ne güzel yahu!.. Vallahi, müneccim
bile bulamazdı bunu; cidden tebrik ediyorum!..
TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Sadede gel
Sayın Hatinoğlu... Geçici madde üzerinde...
SÜLEYMAN HATİNOĞLU (Devamla) – Şimdi,
yurt dışında çalışanların zaten sigortası
var. Refah Partisi, bu kanun tasarısını -demin de izah
ettiğim gibi- kendi taraftarlarına ve millî görüş
taraftarlarına avantaj sağlamak maksadıyla, Türkiye'nin mevcut
emeklisinin sorununu çözemeyen bir İktidar, bunun yanında, yeni bir
yük daha getirerek, bakın, Türkiye'nin başını nasıl
belaya sokuyor.
TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Bu, geçici
maddenin neresine giriyor?!
SÜLEYMAN HATİNOĞLU (Devamla) – Geçici
maddenin kasasına girecek, merak etme!.. Şimdi, oraya geleceğim;
sıkı dur, Kasaya geleceğim...
Şimdi, Kasanın gelirlerinin ne şekilde
işletileceği ve Kasanın, hangi kuruluşlarla... "Kasa,
Sosyal Sigortalar Kurumu, Maliye Bakanlığı, Hazine Müsteşarlığı
ve bunların iştirakleriyle oluşan kurulca yürütülür"
deniliyor.
Şimdi, buna göre, paranın nerede
toplanacağı belli; ama, son ek maddede "yapılacak ödemeler
avans niteliğinde Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğünce
karşılanır" deniliyor. Yahu, kime ulufe
dağıtıyorsunuz?!
TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Ulufe
değil, avans niteliğinde...
SÜLEYMAN HATİNOĞLU (Devamla) – Yahu, Sosyal
Sigortalar Kurumu kendi borcunu ödeyemiyor ki; gayrimenkul satıyor, ev
satıyor, bina satıyor, öyle maaş ödüyor. Demek ki, siz, buradan
ne kapabilirseniz, ne çarpabilirseniz, onu alıp geleceksiniz; ondan sonra,
Sigortanın başına bu işi yıkacaksınız. Buna
müsaade etmeyiz. Türkiye, demokratik, laik, hukuk devletidir; Türk adaleti,
Türk hukuku, buna mutlaka engel olacaktır. (RP sıralarından
alkışlar[!]) O konuda hiçbir tereddütünüz olmasın...
Değerli arkadaşlar, şimdi, biz, buna
geldik... (RP sıralarından "Budapeşte'ye gel" sesleri)
Ben, şimdi, Budapeşte'ye gitmeyeceğim; ama, Bosna-Hersek'e
gideceğim, Mercümek kasasına gideceğim!.. Bu kasa, aynen
ayarlanmış; çünkü, deneyimli insanlar çok; çok deneyimli
arkadaşlar var! Sosyal Sigortaların... Bu kanun
tasarısıyla, bu değişiklikle; yurt dışından
gelecek dolara endeksli olarak -daha önce yurt dışında
Bosna-Hersek için toplanan paralar gibi- paralar toplanacak... Tamamen, Refah
Partisine bir tezgâh hazırlanmaktadır, ona bir kasa
hazırlanmaktadır; tamamen, kendi kasasına götürecek şekilde
bir Kasa tanzimi yapılmıştır. İşte, bu; Mercümek
kasasıyla Bosna-Hersek'e ne kadar yardım gittiyse, buradaki
emeklilere de ancak bu kadar yardım gidecektir. (RP sıralarından
"Bravo, çok zekisin!" sesleri) Bu nedenle, Sayın Doğru Yol
Partili arkadaşlarımın dikkatini çekiyorum, onlara seslenmek
istiyorum; zaten, sizin fikriniz neyse zikriniz de odur, o doğrudur; yani,
ne düşünüyorsanız onu yapıyorsunuz.
MİKAİL KORKMAZ (Kırıkkale) – Senin
kültürün ne?!.
SÜLEYMAN HATİNOĞLU (Devamla) – Doğru
Yoldan çok deneyimli arkadaşlarımız vardır, buna alet
olmamaları lazımdır. Bu tasarı kanunlaşıp
yürürlüğe girmeden önce de bazı tedbirlerin alınması
gerekir; ama, artık tasarının sonuna geldiniz, 2 maddesi
kaldı -onlar da yürürlük ve yürütme maddeleri- haydi, gözünüz aydın;
bu kanunu da çıkardınız ve Türkiye'nin başını da
belaya soktunuz; ama, gelecek dönem siz burada olmayacaksınız. Bizde
çok deneyimli arkadaşlar vardır.
MİKAİL KORKMAZ (Kırıkkale) – Senin
de ağzının suyu akıyor!
SÜLEYMAN HATİNOĞLU (Devamla) – Tabiî, Hükümet
ortağı olduğunuz için Doğru Yol Partisi belki bu konuda
size destek verdi; ama, ne yapsın, bir taraftan bir sürü dosyalar var!
Önümüzdeki salı günü de Mercümek'in kasası falan gelecek, o nedenle
zor durumdasınız; ama, biz buna
katılmadığımızı ifade ediyoruz. Bu, Türkiye'deki
sosyal güvenlik kuruluşlarına hiçbir fayda getirmeyecektir; sadece,
zarar getirecektir.
Bugüne kadar, Sosyal Sigortalar Kurumunun bütün
mallarını sattınız. Sosyal Sigortalar Kurumunda hiçbir
iyileştirme yapmadan, bugün, bu şekilde bir planla, bir tezgâhla bu
tasarıyı getirdiniz.
Hani kasada para çoktu?! Hani, Hocanın para
koyacak yeri yoktu?! Ne yapacaksınız bu parayı?! Niye para
topluyorsunuz?! Hani, ocak, şubat aylarında Hazine fazla vermişti?!
Daha bu parayı ne yapacaksınız, niye topluyorsunuz?! Madem bu
kadar paranız var, Türkiye'deki emeklinin, dulun, yetimin gerekli
hakkını, hukukunu niye ödemiyorsunuz?!
LÜTFİ YALMAN (Konya) – Siz ödediniz mi?
SÜLEYMAN HATİNOĞLU (Devamla) – Niye insanların
ilaç bedellerini ödemiyorsunuz?! Cenazeler bile doğru dürüst
nakledilemiyor; değil mi?! Buna göre de burada politika
yapacaksınız.
Refah Partisi olarak, bundan, hiçbir
zararınız olmaz, yararınız olur; çünkü,
planınızı biliyoruz; ama, bu kanunun Türkiye Cumhuriyetine
hiçbir yararı olacağına inanmıyorum,
inanmadığımız için de ret oyu verdik, ret oyu vermeye devam
edeceğiz ve bu konuyu da yargıya götürmek için gereğini
yapacağız.
Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (RP
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar!)
HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) – Yazıklar
olsun!
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın
Hatinoğlu.
Madde üzerinde, Demokratik Sol Parti Grubu adına,
Sayın Mustafa Karslıoğlu; buyurun efendim.
Sayın Karslıoğlu, süreniz 10
dakikadır.
DSP GRUBU ADINA MUSTAFA KARSLIOĞLU (Bolu) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 209 sıra
sayılı Yurtdışında Bulunanların Sosyal
Güvenlikleri Hakkında Borçlanma Kanunu Tasarısının geçici 1
inci maddesi üzerinde, Demokratik Sol Parti Grubu adına söz
almış bulunmaktayım; hepinizi, saygıyla selamlıyorum.
Az önce, Refah Partisi Grup Başkanvekili
Sıvas Milletvekili Sayın Temel Karamollaoğlu "her
çıkan aynı şeyleri söylüyor" dedi. 14 madde var, hepsinde
de aynı şeyler var: 5 000 iş günü, 2,5 dolar, 12 500 dolar;
erkekse 55 yaşında, kadınsa 50 yaşında; bunu verdikten
üç sene sonra da emekli olur... Yani, kusura bakmayın, 14 maddede de hep
aynı şeyler söyleniyor. Bir de, geçici madde var, yine aynı
şeyler söyleniyor; yani, biz, aynı şeyleri söylemeye mecburuz.
Tabiî ki, birleşimi yöneten Büyük Millet Meclisi Başkanvekilimiz de
görevini gayet iyi yapıyor, kendisine teşekkür ediyorum.
Hoşgörüsü de var tabiî; yani, o da, Meclisin dinlediği gibi,
sıkılmadan bunları dinliyor; ama, ne yapalım, tasarı
böyle gelmiş, teşekkür ediyorum.
Şimdi, ben, kısaca, geçici 1 inci maddeyi
yine açacağım, yine aynı lafları konuşacağız
burada. Bu kanun tasarısının 8 inci maddesinde
"Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına bağlı
Yurtdışı Sosyal Güvenlik Kasası kurulmuştur"
deniliyor; tamam... Devam ediyor: "T.C. Ziraat Bankası, tahsil edilen
prim tutarlarının yüzde 20'sini ayı içinde
Yurtdışı Sosyal Güvenlik Kasası Hesabından,
Kasanın Devlet güvencesi payı olarak ve bütçeye irat kaydedilmek
üzere Hazineye aktarır."
Hesaba göre, bu kanundan 400 bin kişinin
yararlanacağı düşünülmektedir. 5 000 işgünü baz
alınmakta ve gün başına 2,5 dolar düşünülmektedir; böylece
de, kâğıt üzerinde 5 milyar dolarlık bir kaynak ortaya
çıkmış olacaktır. 5 milyar doların yüzde 20'sinin;
yani, 1 milyar doların da Hazineye gelir olarak kaydedilmesi
düşünülmektedir.
Özellikle, Demokratik Sol Parti olarak, biz, seçim
bildirgemizde, programımızda, gerçekten, sosyal güvenceye çok yer
veren bir partiyiz; yani "insanların, artık, sosyal güvenceye
kavuşması bir insanlık hakkı" diyoruz. Türkiye Cumhuriyeti,
uygar, demokratik bir hukuk devleti; elbette ki, insanlarının en
başta gelen bu hakkını verecek, sosyal devletin gereği olan
görevini yerine getirecektir.
Objektif düşünen ekonomi yazarlarına, ekonomi
dergilerine bakın; bu yasa tasarısına işveren karşı,
işçi temsilcileri karşı ve objektif ekonomistler
karşı... Hani, hep "bu devlet bürokrasiye boğuldu, devletin
küçülmesi lazım; devletin, bürokratik devletten fonksiyonel devlete
dönüşmesi lazım" diye konuştuk; bunu, seçim
meydanlarında da söyledik. Biz "bakın, yine, burada, bürokrasiyi
çoğaltıyoruz" diyoruz. Neden çoğaltıyoruz; Sosyal
Sigortalar Kurumu var, Emekli Sandığı var, Bağ-Kur var; bir
de, Yurtdışı Sosyal Güvenlik Kasası meydana getiriyoruz ve
konuyu dağıtıyoruz.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, Emekli
Sandığına bağlı yükümlüler var, SSK'ya bağlı
yükümlüler var, Bağ-Kur yükümlüleri var; bir de, yurt
dışında bulunanların yükümlülüğü ortaya
çıkıyor.
Yine "sosyal güvenlik
kuruluşlarının, 1993'e kadar fazlalık veren Sosyal
Sigortalar Kurumunun, 1993'ten sonra açık vermesinin en büyük nedeni de,
hizmet borçlarının birleştirilmesi, erken emeklilik gibi
konulardır" deniliyor; bu gibi konular göz önüne getiriliyor.
Yine, burada, her ne kadar, aktuaryel hesapların
çok iyi yapıldığı söylense de -biz de yapıyoruz- biz,
bu aktuaryel hesapların çok iyi yapılamadığını,
ileride, bu konunun da, karşımıza, kambur olarak
çıkacağını, sosyal güvenlik kuruluşlarını
olumsuz yönde etkileyeceğini söylüyoruz. Bunu, muhalefet olarak
söylüyoruz; ama, sadece muhalefet olarak değil, sorumluluk
taşıyan kişiler olarak da söylüyoruz; çünkü, burada, gelecek
nesilleri; yani, Türkiye'nin geleceğini riske edecek, ipotek altına
sokacak bir konumun olduğu çok somut olarak ortada.
Kısaca bunları belirttikten sonra, yine,
aynı konulara devam edeceğiz; çünkü, maddede aynı şeyler
söyleniyor.
Belirttiğimiz gibi, bu bir kaynak kanun
tasarısıdır; günü kurtarmak için geleceği risk altına
sokmaktır. Aynı düşünce, günlük bir gazetede -okudunuz-Türkiye
işverenler Sendikası tarafından da dile getirildi. Bu kanun
tasarısıyla, devlet, ileride çok büyük açıklarla karşı
karşıya kalacaktır; bunu da bu şekilde düşünmemiz
lazım.
Biz diyoruz ki, gelin, Türkiye'de uzlaşalım.
Bakın, 24 Aralık 1995 Milletvekili Erken Genel Seçiminde ortaya
çıkan tabloyla, Türk Ulusu, Parlamentoya "uzlaşın"
mesajını vermiştir; en çok oy alan partimiz yüzde 21,5 oy
almıştır. Ortaya çıkan tablo, uzlaşmayı
gösteriyor; yani, yapılacak seçimlerde... Bilmiyorum, artık siyaset
doğal tabanına oturmuştur diye düşünüyorum ve her zaman da,
Türkiye, koalisyonlarla idare edilecek bir ülke haline gelecektir -ki, biz,
koalisyonlara da sıcak bakan bir partiyiz- demokrasinin temel koşulu
olan uzlaşma, koalisyonlarda yaşama geçecektir.
Ayrıca, şunu da belirtmek istiyoruz:
Çağdaş, demokratik, sosyal bir hukuk devletinde, ekonomik ve sosyal
konsey diye, objektif karar veren bir konsey vardır. Bu konsey,
geniş, planlı, memleketin geleceğini, ufkunu açacak programlar
hazırlar ve objektif olarak hazırlar; bunları da Parlamento
olarak yaşama geçirmek bizim görevimizdir.
Yine tekrarlıyorum; bu Parlamentoda, halkın,
bizden çok büyük beklentileri var; ben, bir hekim olarak, yıllardır,
hep bunun acısını yaşadım. Gelin, bütün
insanlarımızı sosyal güvenceye kavuşturalım; yani,
sosyal güvenlik kurumuna kavuşturalım; başta, işsizlik
sigortasını çıkaralım; başta, genel sağlık
sigortasını çıkaralım. Askerî ve üniversite hastaneleri
hariç, tüm hastaneleri tek elde toplayalım; çünkü, çok büyük kaynak
israfı vardır. Düşünebiliyor musunuz; bir hasta, acil olarak SSK
hastanesine gidiyor, belirli bir müdahale yapılıyor... "Sen
SSK'lı değilsin" deniliyor... Sonra, devlet hastanesine telefon
ediliyor... Devlet hastanesinden ambulans gelecek, hastayı alacak, devlet
hastanesine götürecek!... Hangi çağda yaşıyoruz?!.. Bunların
hepsini düzeltelim; beraber düzeltelim, uzlaşarak düzeltelim.
Bunların kazanımları, prestiji de Hükümete yazılsın;
biz, ona da razıyız. Diyorum ki, uzlaşarak, Türkiye'yi
sağlıklı bir yöne götürelim; çünkü, hepimiz halkın içinden
gelen kişileriz, halkın içinde dolaşıyoruz...
Şu 3 üncü kanalı artık herkes izliyor.
Bana, Malatya Doğanşehir'in Kurucaova beldesinde, Mecliste meydana
gelen bir olayı sordular. Ben adama baktım; acaba, bu bey kentte
oturuyor da buraya mı geldi düşüncesiyle "sen kentte mi oturuyorsun"
diye sordum; adam "hayır, ben bu köyde oturuyorum" dedi ve
konumu da köyde oturandı. Artık kimin ne
yaptığını insanlar gayet iyi inceliyor, işliyor.
Şunu söylüyorum. Türkiye'de
sağlıklı kamu oluşmaktadır. Kendimizi kandırmaya,
hele, ulusumuzu kandırmaya hiç gerek de yoktur, hiç hakkımız da
yoktur. Ulusumuza gerçekleri söyleyelim; yani, ülkemiz bu durumdadır. Hani
Churchill'in "ben size kan ve gözyaşı vaat ediyorum"
dediği gibi; biz, gerçekleri söylersek, Türk Ulusu gerçekler
doğrultusunda hareket etmeye hazırdır, özveride bulunmaya
hazırdır.
Bir de şunu belirtiyorum: Gerçekten, bugün,
ülkemizde gelir dağılımı çok bozuldu,
insanlarımız çok büyük sıkıntıda. Hep, burada
söyleniyor; ama, gelin, adil bir vergi yasası çıkaralım; gelin,
kayıtdışı ekonomiyi kayıt içine alalım,
çalışanlarımıza biraz daha ücret verelim, insanca
yaşasınlar. Böylece, her gün odalarımızda dert dinlemekten
kurtulalım; ilacını alamayan, doktora gidemeyen insanlarımızla
karşı karşıya gelmeyelim; aldığı
aylıkla, kirasını bile karşılayamayan
insanlarımızın sıkıntılarını,
üzüntülerini dinlemeyelim.
Türkiye, güçlü bir ülkedir; elbette, bir genel
sağlık sigortasını çıkarabilir; elbette, işsizlik
sigortası çıkarabilir; insanlarına, insanca
yaşayabilecekleri ücreti verebilir. Bunları araştıralım.
Böyle, günübirlik şeylerle boşu boşuna zaman kaybetmeyelim.
Yılların birikimi vardır, yılların
sıkıntıları vardır... Elbette, bütçe
açığı vardır, paraya ihtiyacınız vardır, onu
da anlayışla karşılıyorum; ama, bunun yanında
köklü reformlar yapalım.
Bugünün Meclisi, 1920'lerin Meclisinden çok daha iyi
bir Türkiye'dedir ve bu nedenle de, bize, bugünü sağlayan, Çanakkale'de
savaşmayı değil, ölmeyi göze alan 250 bin şehitimizi
rahmetle, minnetle anıyorum. Biliyorsunuz, bugünlerde, Çanakkale
Şehitlerini Anma Gününün 82 nci Yıldönümünü yaşıyoruz.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Karslıoğlu, lütfen;
toparlayınız.
MUSTAFA KARSLIOĞLU (Devamla) – Peki efendim.
Başta da belirttiğim gibi, bu kanun
tasarısı, bir sosyal güvenlik kanun tasarısı olmaktan çok,
kaynak arayışıdır; gerçekçi değildir,
çelişkilerle doludur.
Demokratik Sol Parti olarak, bu maddeye de olumsuz oy
vereceğimizi belirtir; Yüce Meclise, tekrar, saygılar sunarım.
(Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın
Karslıoğlu.
Gruplar adına başka söz talebi var mı
efendim? Yok.
Şahsı adına, Sayın Emin Kul;
buyurun. (ANAP sıralarından alkışlar)
Sayın Kul, süreniz 5 dakikadır.
EMİN KUL (İstanbul) – Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 209
sıra sayılı kanun tasarısının geçici 1 inci
maddesi üzerinde, Anavatan Partisi milletvekili olarak söz almış
bulunuyorum. Görüşlerimi belirtmeden önce, sizleri şahsım
adına selamlıyorum.
Geçici 1 inci maddeyi aynen okuyorum:
"Kasanın oluşması için yapılacak ödemeler avans
niteliğinde Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğünce
karşılanır."
Şimdi, ne olduğu belirsiz bir Kasa
kuruyorsunuz -kanun tasarısının başından beri
anlattım- fakat, bu Kasanın kurulmasıyla ilgili birtakım
masrafların yapılacağını da düşünmüşsünüz;
bu masrafları da, Sosyal Sigortalar Kurumuna ödetiyorsunuz. Hem, bir
taraftan, Kasanın, Sosyal Sigortalar Kurumu ile ilgisi yok diye iddia
ediyorsunuz hem de avans niteliğinde de olsa, bu Kasanın kuruluş
masraflarını Sosyal Sigortalar Kurumuna ödetiyorsunuz. Niçin
Bağ-Kur'a ödetmiyorsunuz; niçin Emekli Sandığına
ödetmiyorsunuz; niçin herhangi bir bankanın sosyal yardımlaşma
ve dayanışma sandığına, emeklilik
sandığına ödetmiyorsunuz? Yani, Sosyal Sigortalar Kurumunu, olsa
olsa, en çok açığı bulunan kurum, batmakta olduğu gözüken
kurum diye görüp, onun için mi acaba avans olarak o kurumun sırtına
yüklüyorsunuz?! Sosyal Sigortalar Kurumunu, bu parayı, avans olarak
ödemeye mecbur ediyorsunuz; peki, bu Kasayı kuran Hazine, yani devlet;
niye Hazine avans vermiyor bu kuruluşla ilgili de, Sosyal Sigortalar
Kurumu avans veriyor? Diyelim ki, Sosyal Sigortalar Kurumu avans verdi; ne
zaman mahsup edileceği burada yazılı mı? Onu niye
koymuyorsunuz?.. Bu avans, Kasa tarafından Sosyal Sigortalar Kurumuna üç
ay içinde iade edilir... Var mı böyle bir kayıt; ne zaman iade
edilecek bu avans? Namütenahi; ne zaman iade edileceği belli değil!..
Bakınız, şu madde dahi, işin ne
kadar tutarsız olduğunu gösteriyor. Burada, aktüer dengenin hiç de
bizim söylediğimiz gibi olmadığından bahsedildi; halbuki,
bu madde de onu apaçık yansıtıyor. Maalesef, bu Kasanın
aktüer dengesi yok ve aktüer dengesi, yurt dışından, devletin
dolar olarak aldığı borcun faizi belirtilerek kurulamaz; yurt
dışından dolar olarak aldığınız borcun
Türkiye'ye maliyeti yüksektir; doğrudur; ama, siz,
topladığınız bu paraları, kanun tasarısına
göre, Ziraat Bankasının en yüksek faizli hesabında
tutacaksınız; yani, dolara verilen en yüksek faiz de yüzde 10... Biz,
aktuarya hesabını yüzde 10 üzerinden katlamalı olarak
yaptık; ama, bu izahatımızı dinlemediğiniz için, siz,
kendi kendinize bir hayalî aktuarya hesabı kurmuşsunuz; o hesabı
da burada vermiyorsunuz.
Şimdi, bakınız "12 500 dolara
emeklilik satıyorum" diyorsunuz -Kadıköy vapurları
aklıma geldi- yanında "çalışma şartı
aranmayacak" diyorsunuz; yanında "yurt dışında
bulunmuş olanlar ve yurt dışında bulunmuş
olanların Türkiye'deki yakınları dahi yararlanacak"
diyorsunuz; yanında "yurt dışında bulunanlara da
veriyoruz" diyorsunuz; yanında "herhangi bir şekilde bir sosyal
güvenlik kurumunda süreniz olsun olmasın buna da bakılmayacak"
diyorsunuz; yine, yanına bir şey daha ilave ediyorsunuz
"geleceğe doğru da borçlanabilirsiniz, geçmiş
hayatınızla ilgili de borçlanabilirsiniz" bu da yetmedi,
yanında bir şey daha, sadece kendiniz için değil, aileniz için
de, onların bireyleri için de borçlanabilirsiniz!.. (DSP
sıralarından alkışlar) Bu da yetmedi, yanında bir
şey daha; topluluk sigortası da yapıyoruz; bu da yetmedi, Libya'da
prim kesilmesi konusunu da hallediyoruz!.. Yani, şimdi, 12 500 dolara bir
emeklilik satışa çıkarıyorsunuz, yanına da yirmi tane
tarak, kalem, jilet koyuyorsunuz!..
HASAN GÜLAY (Manisa) – Promosyon... Promosyon...
EMİN KUL (Devamla) – Sonra, geliyoruz, bu geçici
maddeye bakıyoruz, sonu iflas; çünkü, bunun avansını bile Sosyal
Sigortalar Kurumundan alıyorsunuz. 12 500 doları
kapacaksınız; ortada, ne emeklilik kalacak ne tarak ne kalem ne jilet
ne silgi!.. Böyle bir kanun tasarısı olmaz.
HASAN GÜLAY (Manisa) – Seyyar kuruluş!..
EMİN KUL (Devamla) – Halen, şu sırada,
bunu geri çekme imkânınız var, lütfen; geri çekin.
Saygılar sunar teşekkür ederim. (ANAP ve DSP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kul.
Sayın milletvekilleri, madde üzerinde önerge
yoktur.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, yürürlük maddelerine
geldik; ama, üzerlerinde gruplar adına söz talepleri vardır, son söz
talebi vardır; onun için, birleşime saat 20.00'ye kadar ara
veriyorum.
Kapanma Saati : 18.57
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati : 20.00
BAŞKAN : Başkanvekili Uluç GÜRKAN
KÂTİP ÜYELER : Fatih ATAY (Aydın), Zeki
ERGEZEN (Bitlis)
BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 71 inci
Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.
VI. —KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
2.—Yurtdışında
Bulunanların Sosyal Güvenlikleri Hakkında Borçlanma Kanunu
Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal
İşler Komisyonu Raporu (1/569) (S. Sayısı :209) (Devam)
BAŞKAN – Görüşmelere kaldığımız
yerden devam ediyoruz.
Komisyon?.. Yok.
Hükümet?.. Yerinde.
VELİ ANDAÇ DURAK (Adana) – Sayın Başkan,
iki üç dakika uzatabilirsek...
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Genel Kurulu
bekletemeyeceğiz; 20.10'da yeniden toplanmak üzere, birleşime ara
veriyorum.
Kapanma Saati : 20.02
BEŞİNCİ
OTURUM
Açılma Saati : 20.10
BAŞKAN : Başkanvekili Uluç GÜRKAN
KÂTİP ÜYELER : Fatih ATAY (Aydın), Zeki
ERGEZEN (Bitlis)
BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 71 inci
Birleşiminin Beşinci Oturumumu açıyorum.
VI. —KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
2.—Yurtdışında
Bulunanların Sosyal Güvenlikleri Hakkında Borçlanma Kanunu
Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal
İşler Komisyonu Raporu (1/569) (S. Sayısı :209) (Devam)
BAŞKAN –Görüşmelere
kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Sayın Komisyon ve Sayın Hükümet yerinde.
Görüşmekte olduğumuz tasarının 15
inci maddesini okutuyorum :
MADDE 15. —Bu Kanun yayımı tarihinde
yürürlüğe girer.
BAŞKAN – Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına, Sayın Yılmaz Ateş; buyurun.
Sayın Ateş, süreniz 10 dakikadır.
CHP GRUBU ADINA YILMAZ ATEŞ (Ankara) –
Teşekkürler Sayın Başkan.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsım adına hepinizi
saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Yurtdışında Bulunanların Sosyal
Güvenlikleri Hakkında Borçlanma Kanunu Tasarısının 15 inci
maddesi üzerinde görüşlerimizi arz etmeye çalışacağım.
Sayın milletvekilleri, bu yasa tasarısı
yasalaşıp yürürlüğe girmemelidir. Yürürlüğe girmemesi
gerektiğininin nedenlerini Yüce Meclise arz etmek istiyorum. Çünkü, bu
tasarının yasalaşması halinde, ne sosyal güvenlik kurumu
ihtiyacını görebilecektir ne finans kurumu ihtiyacını
görebilecektir ne de özel bir sigorta işlevini görebilecektir. Bir
başka deyimle, bu tasarı, ne kuş ne deve; ne sosyal güvenlik
kurumu ne finans kurumu ne de özel bir güvenlik kurumu... Bu yasa
tasarısı, yurt dışında alınteri akıtan, emek
veren, çalışma yaşamını çoluğundan
çocuğundan, yurdundan ayrı sürdüren vatandaşlarımıza
sosyal güvenlik sağlamak değil, bütçe açığını
kapatmaya yönelik bir işlev yüklenmiştir.
Yurt dışında emek sarf edenleri
değil, özellikle, belirli bir partinin yandaşlarına bir sosyal
güvenlik şemsiyesi açmak için çıkarılan bir yasa
tasarısı olduğu için, bu tasarı, kesinlikle
yasalaşmamalıdır; çünkü, bu yasayla, ayrıca, bir de,
vatandaşlarımız arasında, yurt dışına
çıkanlar-yurt dışına çıkmayanlar
ayırımı yapılmıştır. Bir başka deyimle,
resmen, Hükümet, bu tasarıyla bir bölücülük yapmış; yurt
dışına çıkanlara ayrı bir muamele, yurt
dışına çıkmayanlara ayrı bir muamele getirerek,
Anayasanın eşitlik ilkesine aykırı
davranmıştır.
Memurlarımızın çalışma
koşullarını belirlerken, bu çalışan
vatandaşlarımızı, ağır silah sahibi olanlar,
hafif silah sahibi olanlar ve silahı olmayanlar şeklinde
ayırarak, bir kısmına yüzde 18, bir kısmına yüzde 40,
bir kısmına da yüzde 70 zam yaptınız; ama, şimdi de,
bakıyoruz, karşımıza bir yasa tasarısı getirmişsiniz,
yurt dışına çıkanlar, yurt dışına
çıkamayanlar... Yurt dışına çıkanları bir sosyal
güvenlik şemsiyesi altına almaya çalışıyorsunuz; ama,
yurt dışına çıkma olanağı olamayan, herhangi bir
nedenle yurt dışına çıkma olanağı bulamayan
vatandaşlarımızı da bu haktan mahrum ederek,
vatandaşlar arasında bir nevi bölücülük
yapılmıştır.
Bu tasarı yasalaşmamalıdır; çünkü,
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk defa, Türk Lirasının hiçbir
şekilde geçerli olmayacağı bir yasa tasarısıyla
karşı karşıyayız. Komisyonda Sayın Bakana sorduk:
Sayın Bakan, bu 12 500 doların o günkü kur değeri üzerinden
vatandaşlarımız eğer para yatırmak isterlerse kabul
edecek misiniz? "Hayır, kabul etmeyeceğiz, kesinlikle Amerikan
Doları olmalıdır" dedi. Daha önce de belirttik, Refah
Partimizin bu Amerikan Doları sevgisi de, iktidar
ortaklığıyla beraber başgösterdi.
ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Diyarbakır) –
İngiliz Sterlini olsun!
YILMAZ ATEŞ (Devamla) – Vallahi, Suudî Arabistan
Riyalinden başladınız, dinarından
başladınız, dolara çıktınız, yakında da
sterline başvurursunuz.
MİKAİL KORKMAZ (Kırıkkale) – Kalite
meselesi, kalite...
MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) – Yeşil
olmalı, yeşil!..
YILMAZ ATEŞ (Devamla) – Sevgili arkadaşlar,
Sayın Çelik, bakan koltuğuna oturduktan sonra, Hak-İş
Konfederasyonumuzun yayın organına, bakın, verdiği bir özel
röportajda şunları söylüyor... (RP sıralarından
"Yürürlük..." sesleri)
Evet, yürürlük... Neden yürürlüğe girmemesi
gerektiğini söylüyorum da...
"Batı ülkelerinde devletin sosyal
güvenliğe katkısı yüzde 30-35 civarındadır; imkânlar
ölçüsünde, Türkiye'de de, başlangıçta aynı oranlarda olmasa bile,
tedricî olarak bu oranlara ulaşmak üzere, sosyal güvenliğe devlet
katkısı sağlamak, hedefimizdir" diyen Sayın Bakan;
ama, bu yasa tasarısıyla, bırakın devletin
katkısını koymayı, bir de
vatandaşlarımızın ödedikleri o 12 500 doların yüzde
20'sine de el koyarak, devlete bir güvence parası alınıyor.
Sayın milletvekilleri, bununla da, güvenlik
sistemine katkı koymadan, bir de pay almaya kalkmakla, devletimizin sosyal
hukuk yapısı da zedelenmiştir. Tasarı, buna da yer
verdiği için, bu tasarının yasalaşmaması gerekir.
Sayın milletvekilleri, az önce, geçici maddede de
gördünüz; peki, bu Kasanın oluşumu için, niye Emekli
Sandığından değil de, o güvence parası olarak
Hazineden değil de niye SSK'dan avans para alıyorsunuz?.. Bu SSK bu
kadar sahipsiz mi?.. Tüyü bitmemiş yetimin hakkı var onda. Siz, ne
hakla, SSK'nın paralarını, böyle, gayri ciddî
amaçlarınız için kullanıyorsunuz?..
Sayın milletvekilleri, bir de, bu Kasanın
oluşumunda sekreterya görevini de SSK'ya yükleyerek, Sosyal Sigortalar
Kurumunu yeniden çok gereksiz bir riske atmış bulunuyorsunuz.
Sayın milletvekilleri, ayrıca, Kasa gelirleri
iç borçlanmada kullanılacak, toplanan paralar devlet tahviline
kaydırılacak. Bu da, sandığın, bu gelirlerinin verimli
kullanılmayarak, tıpkı Sosyal Sigortalar Kurumu gibi, önümüzdeki
yıllarda nasıl batağa batacağının işaretini
vermektedir.
Bu konuda, Bakan Sayın Necati Çelik
Hak-İş Başkanıyken, 25 Haziran 1992'de düzenlediği
basın toplantısında bakın neler söylüyor, aynen Sayın
Bakanın ifadesi: "Şimdi, devlet bir yasa hükmüyle SSK'nın
gelirlerini ucuz devlet tahvillerine yatırma mecburiyeti getirirse,
SSK'nın gelirleri, işverenlere ucuz kredi, KİT'lerin finansman
açıklarını kapatan bir yama, bütçe açıklarını
kapatan bir kaynak olursa, KİT'lerin ve belediyelerin önemli bölümü SSK'ya
olan borcunu, nasıl olsa devlet malı haczedilemeyeceği için, SSK
haciz yoluna da başvuramaz zihniyetiyle ödemezse, bununla birlikte, SSK,
gerçek sahiplerince yönetilmesi gerekirken, siyasî otorite tarafından
yönetilirse, bu durumda, nüfusun yaklaşık üçte birine hizmet vermekle
yükümlü olan bu kuruluş, yaklaşık 9 trilyon alacağına
karşılık 2 trilyonluk borç içinde boğulup kalır. Bu
durum böyle devam ederse, SSK'yı daha karanlık günler bekliyor
demektir." Sayın Bakanın o günkü görüşleri böyle. Şimdi,
peki, SSK'nın, malını bu yöntemle
batıracağını söylüyorsunuz da, bu yeni
sandığı, neden, daha doğmadan ölü doğurmaya
kalkıyorsunuz?!.
Yine, sayın milletvekilleri, prim ödeyenler,
hiçbir şekilde Kasa yönetimine dahil edilmemiştir. Sayın Bakan
bunun özerk bir yönetim olacağını söylüyordu; özerk
olmadığının yanıtını verdik. Kasa
yönetimine, prim ödeyenleri temsilen bir tek kişi
alınmamıştır. Sayın Bakanın, yine, Konfederasyon
Başkanlığı dönemindeki sözlerine atıfta bulunmak
istiyorum. Diyor ki: "SSK, sosyal güvenlik hizmeti veremez hale
getirilmiştir. Bu kurumu, hiçbir katkısı olmadığı
halde, devlet, neden yönetmektedir?" Şimdi, Sayın Bakana buradan
soruyorum, Sayın Hükümete soruyorum: Peki, devletin hiçbir
katkısı olmadığı halde, yüzde 20 de güvence parası
alıyorsunuz...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Ateş, lütfen,
konuşmanızı toparlayınız.
YILMAZ ATEŞ (Devamla) – Peki, hiçbir katkı
koymadığınız halde, üstelik güvence parası da
alıyorsunuz; ama, Yönetim Kuruluna, bir kayyım heyeti gibi, devletin
atadığı, Hükümetin atadığı bürokratlarla bu
Kasayı yönetiyorsunuz...
O nedenle, sayın milletvekilleri, bu yasa
tasarısından yol yakınken dönülmesinde yarar var. Bu kadar
sakıncalar taşıyan bir tasarının
yasalaşmaması, yürürlüğe girmemesi gerekir.
Bu duygularla, Yüce Meclisi tekrar saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın
Ateş.
Demokratik Sol Parti Grubu adına, Sayın
Hikmet Uluğbay; buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)
Süreniz 10 dakikadır.
DSP GRUBU ADINA HİKMET ULUĞBAY (Ankara) –
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; bu yasa
tasarısının tümü ve bütün maddeleri üzerinde eleştiriler
yapıldı ve yasanın vatandaşlarımıza gereken
hizmeti üretebilmedeki sorunları arizamik dile getirildi. Ben, şu ana
kadar gündeme getirilmemiş iki konuyu, yürürlük maddesinde, dikkatlerinize
sunmak istiyorum.
Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak,
sıfatımız, yasa koyucudur. Yasaları yaparken
vatandaşın kör kuruşuna sahip çıkmak durumundayız.
Yani, bir hizmeti üretirken bu hizmet karşılığında bir
bedel alınıyorsa, lazım gelen miktardan fazlasını
almamak lazım. Şu ana kadar yapılan tüm eleştirilere aynen
katılıyorum; şu anda söylediklerim, bu eleştirilere
ilaveten getirdiğim bir eleştiridir. Eğer, dikkat edilirse,
vatandaştan, 12 500 dolar üzerinden kendisine hizmet olarak dönmeyecek,
ayrıca bir para da alınacaktır ve bu yasa tasarısı
hazırlanırken, bu, gözden kaçmıştır.
Yapılan şudur: Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşı olarak yurt dışında bulunan
insanlarımızdan, muhtemelen yüzde 1'inden azı, Amerikan
Dolarının kazanıldığı ülkelerin içinde
yaşamaktadır. Sistem, ancak o yüzde 1'in altındaki bölüme dolar
olarak ifade edecektir. Geri kalan yüzde 99'dan fazlası, yurt dışında
gelirini, Doyçe Mark, İsviçre Frangı, Fransız Frangı,
sterlin, Libya parası, Suudî Arabistan parası ve diğer ülkelerin
parası olarak kazanıyor.
Şimdi, bu kanun tasarısında, normal
olarak, Türk Lirasının reddedilmesi büyük bir hataydı. Diyelim
ki, o konuda sizlerle anlaşamıyoruz; siz döviz cinsinden bir kanun
çıkaracaksınız; o görüşünüze saygı duymuyorum; ama,
sizin görüşünüz olduğu için, siz de çoğunluk olarak bunu
çıkaracaksınız...
Şimdi, vatandaşlarımıza diyoruz ki,
sen Almanya'da para kazandın, bunu dolara çevireceksin, Türkiye'ye öyle
göndereceksin... Arkasından diyoruz ki, Suudî Arabistan'da para
kazandın, dolara çevirip Türkiye'ye göndereceksiniz. İstediğimiz
dolar. Oysa, kanun vazıı, yani bizler -burada, illâ dolarda
ısrar ediyorsanız- dolar veya eşiti diğer dövizler diye
yazabilirdi. Bu dili tercih etmemenin vatandaşa ilave maliyeti
vardır. Nedir; Uluslararası Para Fonu, bir ülkenin
parasının alış ve satış değerleri
arasında yüzde 4,5'e kadar farklılık olabileceğini
söylüyor. Eğer, para konvertibl değilse, bu yüzde 4,5'in çok daha
üzerine çıkan farklar geliyor.
Şimdi, 12 500 dolar üzerinden
düşünelim...Federal Almanya'daki bir yurttaşımız,
Türkiye'ye 12 500 dolar gönderecek. Sizlerin hazırladığı
tasarıyla, Alman Markını reddettiğimiz için, bu vatandaşımız,
en azından yüzde 2 ilave bir fark ödeyecektir. Bu, 250 dolar demektir. Bu
250 dolar sizin kurduğunuz sisteme girecek mi; yok; ama,
vatandaşın cebinden çıkacak. İlaveten çıkan bu 250
dolar kimin cebine girecek; burada, kanun vazıı olarak "Amerikan
Doları veya muadili diğer dövizler" demediğiniz için, Alman
bankalarının komisyonu olarak Alman bankalarında kalacak.
Bu ne biçim yasa yapmak?.. Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşının cebinden 12 500 dolar değil, 12 750 dolar
çıkaracaksınız. Transfer masraflarını falan bir tarafa
bırakıyorum, sırf kanun yazmasını beceremediğimiz
için, her bir Türk vatandaşının 200 dolarını Alman
bankasında, İsviçre bankasında, Suudî Arabistan bankasında
ve diğer bankalarda bırakacaksınız? Türkiye'ye 12 500
dolarını getireceksiniz... Bu mudur vatandaşın kör
kuruşuna sahip çıkmak?..
Felsefesinde anlaşamıyoruz; anladım;
ama, bakın, vatandaşın minimum 200 dolarını, hizmet
vermeden yabancı bankalara bırakıyorsunuz. İşte,
teknisyenle, muhalefetle diyalog kurmadan bir kanun çıkarmanın
vatandaşa getirdiği bir maliyeti var. İşte bu maliyet,
birbirimizi dinlememenin, birbirimizin söylediği sağlıklı
şeylere kulak tıkamanın size bedeli değil, bana bedeli
değil, vatandaşa bedeli. Niye kulaklarımızı
tıkıyoruz birbirimize?..
Bakın, şu anda bana laf atıp,
diyeceksiniz ki, niye bunu önergeyle vermediniz? Veremedim; çünkü,
tıkadınız, buna ait maddelerde tıkadınız.
İşte, yasa yaparken, yapay yollarla bu Meclisi sağlıklı
çalıştırmadığımız sürece, hizmet ediyoruz
diyerek, vatandaşın cebinden ilave parayı
çıkarırız ve bizim ekonomize ve vatandaşımıza
hizmet olmayacak şekilde de bir külfet yükleriz; bu, birincisi.
Diyeceksiniz ki, efendim, 200 doların, 250
doların ne maliyeti var... Eğer bunu diyorsanız, doğru,
sizin cebinizden çıkmıyor; ama, vatandaşın cebinden o 250
doları gereksiz yere çıkarmaya hakkımız var mı?! Onun
için mi vatandaş bizleri buraya gönderdi?! Onun için, beyefendiler,
lütfen, muhalefet temsilcileri buraya geldiği vakit,
kulağınızı açarak dinleyin; çünkü, muhalefetin
milletvekilleri de bu ülkenin milletvekilleridir ve bu ülkenin
vatandaşlarının oylarıyla buraya gelmişlerdir.
İkinci bir konu: Devlet ile vatandaş
arasında bir güven ittifakı vardır. Bu güven
ittifakını bozduğumuz anda, onu onarabilmek, çok uzun bir süreç
gerektirir. Yıllarca önce, bu Meclis, yurt dışında
emeklilik için bir yasa çıkarmış ve beher gün için sizden 1
dolar alacağım demiş ve böylece, vatandaş ile devlet
arasında, bu Meclisten çıkan bir kanunla, bir güven
anlaşması imzalanmış. Vatandaş, yurt dışından
1 dolar göndermek suretiyle, kendi tarafından, bir mukavelenin
yükümlülüğünü yerine getirmiş. Şu anda, belki, 2 500
dolarını ödemiş bir vatandaşımız var ve biz, bu
kanunla ve daha önce Bakanlar Kurulu kararıyla bunu 2,5 dolara
çıkarıyoruz. Tek taraflı mukaveleyi bozuyoruz. Vatandaş,
bundan sonra çıkaracağımız kanunlarda, bu Meclise, bu
devlete nasıl güvenecek?! Ahde vefa diye bir şey hatırlıyor
musunuz beyler? Ahde vefa, bu Meclis ile vatandaş arasında olmayacak
da, kimin arasında olacak?! Ondan sonra, vatandaş Parlamentoyu
eleştiriyor, bizi eleştiriyor diyoruz. Vatandaşı veya
medyayı eleştirmeye hakkımız yok. Biz burada, mesaimizi,
sağlıklı, sağduyuya kulak açarak yapmadığımız
sürece her türlü eleştiriye müstahak hale geliyoruz.
Başkasını eleştirmeyelim, kusuru başka yerde
aramayalım.
Bakın, iki tane unsur söyledim. Yeteri kadar
çalışılmadığı için, vatandaşa ilave bedel
ödetiyoruz, vatandaş ile devlet arasında bir güven bunalımı
yaratıyoruz ve burada da durmuyoruz; bu kanun tasarısında
diyoruz ki: "Günde 2,5 dolar bugün için tercihimizdir." Vatandaş
1 dolarla başlamış, 2,5 dolara çıkarıyorsunuz;
yarın, diğer bir ihtiyacınız oldu, hükümet kararıyla
bunu 4,5 dolara çıkarttım... Siz, böyle bir devletin
vatandaşı olarak ne duyguya sahipseniz, vatandaş da bizim
hakkımızda o duyguya sahip oluyor. İşte, sizlere,
arkadaşlarımız, yol yakınken bu kanun
tasarısını ait olduğu komisyonlara geri götürelim, müzakere
edelim, sağduyuyla ülkemiz vatandaşlarına yurt içinde ve yurt
dışında hizmet üretelim derken, bu Meclisin bu şuurla
hareket etmesi gereğinin altını çizegeldiler; ama, üzülerek bu
maddeye kadar izledim ki, sizler, kulakları ve gönülleri
kapanmış olarak, bunları gözardı ettiniz. İşte,
bu gösterdiğim şeylerden dolayı, vatandaşın cebinden
gereksiz kaynaklar çıkarıyorsunuz ve yabancı bankalara bu
paraları bırakıyorsunuz ve vatandaş ile devlet
arasında ve Meclis arasında bir güven bunalımının da
tohumlarını ekiyorsunuz. Bu söylediklerim, ümit ederim, sizleri, bu
kanun tasarısını gözden geçirmek üzere geri çekmeye davet eder
ve gereğini yaparsınız.
Bu duygu ve anlayışla, hepinize saygılar
sunuyorum. (DSP, RP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın
Uluğbay.
Anavatan Partisi Grubu adına Sayın Emin Kul;
buyurun.
Sayın Kul, şahsî söz hakkınızla
birlikte 15 dakika süreniz var.
ANAP GRUBU ADINA EMİN KUL (İstanbul) –
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 209 sıra
sayılı Kanun tasarısının bu maddesi üzerinde
görüşlerimi arz etmeden önce, sizleri saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle, bazı yanlış anlamaları
düzeltme ihtiyacını hissetmekteyim. Hemen ifade edeyim ki,
diktatörlüklerin en korkuncu ve en güç yıkılanı çoğunluk
diktatörlükleridir. Azınlıkta olanların diktatörlükleri çok
çabuk yıkılır gider, şahısların diktatörlükleri
yok olur gider; ama çoğunluk diktatörlükleriyle başa çıkmak
güçtür. Hele hele, aslında azınlıkta olup da, kendilerini
çoğunluk sananların diktatörlükleri, çoğunluk
diktatörlüğünden de tehlikelidir. Demokratik bir hukuk devletinde, çoğunluğu
sınırlayan kurallar vardır. Bunlar, başlıca evrensel
ve temel insan hak ve özgürlükleri, yüzyılların birikimi olan
uluslararası ortak, temel, demokratik hukuk belgeleri ve bilimin yol
göstericiliğidir. Bu gerçeklere itibar etmeyenler,
beyanlarımızı talihsiz bulabilirler veya talihsiz diye
niteleyebilirler; ancak, muhataplarımızın, çoğunluk
olgusunu bu yönleriyle algılamama talihsizliği
beyanlarımıza yansımışsa, bu,
beyanlarımızın talihsizliği demek değildir.
Bir başka husus da şudur:
Hayatlarının hiçbir devresinde çalışma ilişkisi
içerisinde hayatlarını sürdürmeyenler, geçirmeyenler,
çalışma ile bulunma halinin ayırdına varmaktan elbette ki
mazurdurlar.
Sayın milletvekilleri, bu kanun tasarısı
yürürlüğe girmemelidir. Ben, hâlâ, şu maddenin üzerine
geldiğimiz şu saatte dahi ümidimi muhafaza ediyorum.
Bakınız, bu ümitlerle ilgili olarak,
ayrı ayrı pencerelerden bakan iki şairin birer beytini
söyleyeyim. Birisi Ziya Osman Saba; diyor ki:
"Ümitler içindeyim
Çok şükür öleceğiz."
Bir diğeri, Cahit Sıtkı Tarancı:
"Her mihnet kabulüm
Yeter ki, gün eksilmesin penceremden" diyor.
Ben, yine, ümit ediyorum, siz bu tasarıyı
reddedeceksiniz, inşallah geri çekeceksiniz; ama, geri çekmeniz için de
her mihnet kabulüm, bu kürsüye inip çıkıp doğruları
anlatmaya çalışacağım. Lütfen bu maddeyi reddediniz.
Teşekkür eder, saygılar sunarım. (RP
sıralarından "Bravo"[!] sesleri, alkışlar; ANAP,
DSP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kul.
Sayın Kâzım Arslan?..
KÂZIM ARSLAN (Yozgat) – Konuşmayacağım
Sayın Başkan.
BAŞKAN – Görüşmeyeceksiniz.
Sayın Mehmet Aykaç; buyurun. (RP
sıralarından alkışlar)
MEHMET AYKAÇ (Çorum) – Sayın Başkan,
değerli arkadaşlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
15 inci madde diyor ki: "Bu Kanun,
yayımı tarihinde yürürlüğe girer." Böyle diyor Sayın
Başkanım. Değerli arkadaşlarımızın
diğer 14 madde üzerinde ne kadar çok konuştuklarını
biliyoruz; ama, bu madde üzerinde de bu şeyleri konuşmaya ne gerek
var?!
Bir değerli sözcümüz, Demokratik Sol Parti
adına konuşan değerli hocam diyor ki: "Yarın Hükümet
bu 2,5 doları 4 dolara çıkarırsa ne olacak?" Siz, hiç, bir
ülkede, o ülkenin hükümetinin, o ülkenin insanlarının aleyhinde,
alenen, bilerek hata yaptığını gördünüz mü?! (DSP
sıralarından "çok gördük" sesleri) Geçmişteki
hükümetler yaptıysa...
AYHAN GÜREL (Samsun) – Onun için Anayasa Mahkemesinden
dönüyor...
MEHMET AYKAÇ (Devamla) – Peki, 4 dolara
çıkarılacağı bir kehanetse, bu 2,5 dolar, 1 dolara
indirilirse ne dersiniz?.. Bu, bir
tahmindir...
HASAN GÜLAY (Manisa) – Güven vermiyorsunuz.
AYHAN GÜREL (Samsun) – Varsayımlarla hareket
etmeyin.
MEHMET AYKAÇ (Devamla) – Onun için, bir değerli
sözcümüz de "en tehlikeli diktatörlük çoğunluk
diktatörlüğüdür" derken, bu tabirin, demokrasi adına ne kadar
büyük bir talihsizlik olduğunu ifade etmek istiyorum. (RP sıralarından
alkışlar)
HASAN GÜLAY (Manisa) – Siz, anlamıyorsunuz...
MEHMET AYKAÇ (Devamla) – Eski Bakanımız
Sayın Emin Kul, üç dört maddedir "çoğunluk... Demokrasi...
Çoğunluk yanlış üzerinde birleşebilir" şeklinde
yorumlar yapıyor. Başka konuşacak bir şey yok herhalde ki,
artık, demokrasi teorisi üzerinde konuşuyoruz. Üzerinde
bulunduğumuz rejim, demokrasi; çoğunluğa dayanıyor. Sonra,
bu kanun tasarısı pat diye ortaya düşmedi; komisyonlardan
geçti... Taa 1 inci maddesinden beri değerli fikirlerinizden istifade
ediyoruz. Gerekirse, değişiklik önergeleri veriliyor ve
değiştiriliyor; biliyorsunuz, 12 nci maddede öyle bir
değişiklik yapıldı.
Onun için, bu tenkitler tutarlı değildir ve
üstelik, böyle yürürlük maddesi üzerinde benim çıkıp konuşmam da
gerekmezdi; ama, bu iki hususu düzelteyim diye çıktım.
Saygılar sunuyorum. (RP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Aykaç, sizin düzeltme
ihtiyacınız doğrultusunda, arkadaşlarımız da
herhalde düzeltme ihtiyacı duyuyorlar; onlar da aynı gerekçeyle
konuşuyorlar. Bunu hoşgörüyle, anlayışla karşılayacağız.
Madde üzerinde önerge yok.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
16 ncı maddeyi okutuyorum:
Yürütme
MADDE 16.- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu
yürütür.
BAŞKAN – Madde üzerinde, Demokratik Sol Parti
Grubu adına Sayın Hikmet Sami Türk. (DSP ve RP sıralarından
alkışlar)
Buyurun.
Sayın Türk, süreniz 10 dakikadır.
DSP GRUBU ADINA HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biraz sonra, İktidar
Partilerinin oylarıyla, yürütme görevi Bakanlar Kuruluna verilecek olan
tasarı, 1978'de çıkarılan 2147, 1985'te çıkarılan ve
halen yürürlükte bulunan 3201 sayılı Kanunlardan farklı olarak,
yurt dışında çalışmak ya da yurt
dışında belirli bir süre bulunmak koşulunu aramaksızın,
borçlanmak suretiyle sosyal güvenlik olanağı getirmektedir. Bir
kimsenin, kendisinin veya aile bireylerinin bu olanaktan yararlanması
için, sadece bir günlük; hatta, birkaç saatlik bir turistik geziyle yurt
dışına çıkması yeterlidir. Şu anda veya daha önce
yurt dışında bulunmak arasında fark yoktur.
Tasarıya göre, herhangi bir tarihte yurt
dışında bulunup da ölenlerin hak sahibi yakınları da
aynı olanaktan yararlanabilirler. Tasarı, ayrıca, 2147 ve 3201
sayılı Kanunlara göre borçlanıp kısmî aylık bağlanmış
olanlara veya hak sahibi yakınlarına da, bu kanuna göre yeniden
borçlanmak suretiyle, ek sosyal güvenlik olanağı getirmektedir.
BAŞKAN – Sayın Türk, bir dakikanızı
rica edeceğim.
Sayın milletvekilleri, Sayın Hatibe, kürsüye
çıkarken lütfettiğiniz alkışlara paralel bir sükûneti
salondan rica ediyorum.
Buyurun Sayın Türk.
HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Bu çerçeve içerisinde, tasarı, yurt
dışında veya yurt içinde geçen günler, geçmiş veya gelecek
günler arasında bir ayrım yapmamaktadır.
Görüldüğü gibi, tasarı, genel gerekçede
hareket noktası olarak gösterilen ve devlete, yabancı ülkelerde
çalışan Türk vatandaşlarının sosyal güvenliklerinin
sağlanması için gereken tedbirleri alma görevini yükleyen
Anayasanın 62 inci maddesinin kapsamı dışına
çıkmış bulunmaktadır.
Tasarı, sosyal güvenlik vermek istediği
kimselerin, işçi veya memur gibi, belirli bir sosyal statüde
bulunması koşulunu aramadığı için, aslında,
sosyal sigorta kavramıyla bağlantısı olmayan, özel sigorta
yönü ağır basan bir sigorta ilişkisini düzenlemektedir. Böyle
olunca, sağlanan olanağın, niçin herkese değil de, sadece,
birkaç saatliğine de olsa yurt dışına çıkma
fırsatını bulan kişilere tanındığı
sorulabilir. Eğer, 12 500 dolar ödeyen herkes bu kanundan
yararlanabilseydi, hiç değilse bu yönden, Anayasanın 10 uncu maddesindeki
eşitlik ilkesine aykırı bir durum ortaya çıkmazdı;
ama, Hükümetin asıl amacı, yurt dışında
çalışan vatandaşlara sosyal güvenlik olanağı
sağlamak değil -ki, o, zaten, 3201 sayılı Kanunla
sağlanmış durumdadır- kısa vadede döviz kaynağı
elde etmek ve bütçe açıklarını kapatmak olduğu için, yurt
dışında bulunmak veya bulunmuş olmak, asgarî düzeyde
biçimsel bir bağlantı noktası olarak
alınmıştır.
Şüphesiz, Hükümetin, yurt dışında
çalışan vatandaşlarımızın döviz
tasarruflarının Türkiye'de değerlendirilmesi için çareler
araması yerindedir; ancak, tasarıyla benimsenen yöntem doğru değildir.
Her şeyden önce, bir devletin, kendi ülkesinde kurduğu bir sosyal
güvenlik sistemiyle ilgili prim ödemelerinin yabancı bir parayla
yapılması koşulunu getirmesi, bu bağlamda, kendi ulusal
parasının geçersizliğini ilan etmekten başka bir anlam
taşımaz. Ulusal paranın, egemenliğin simgesi olduğu
düşünülürse, İktidar Partilerinin oylarıyla kabul edilecek olan
tasarının bu konudaki hükümlerinin, doğrudan doğruya
egemenlik kavramına ters düştüğü anlaşılır.
Öte yandan, tasarının getirdiği sosyal
güvenlik olanağından yararlanacak olanların yurt
dışında çalışması koşulu
aranmadığı için, bu kanun nedeniyle, Türkiye'ye döviz
girişi olasılığı da fazla yüksek görünmemektedir.
Büyük bir olasılıkla, prim ödemeleri için gerekli döviz iç piyasadan
toplanacak ve bu durum, doların, Türk Lirası
karşısında değer kazanmasının, başka bir
deyişle, Türk Lirasının dolar karşısında
değer kaybının yeni bir nedenini oluşturacaktır.
Hükümetin bu tasarıdan beklediği yarar ile Türk Lirasına
verilecek zararın gerçekçi ölçüler içerisinde
karşılaştırılması gerekir.
Üstelik, tasarının, 12 500 dolar
karşılığında sigortalı veya hak sahiplerine
sunduğu sınırlı sosyal güvenlik hizmeti de, ancak 3 tam
yıllık bir bekleme süresinden sonra işlerlik kazanacaktır.
Bu, sağlanmak istenilen sosyal güvenliğin yararını
sigortalı ve hak sahipleri açısından önemli ölçüde azaltacak
büyük bir haksızlıktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
tasarının önemli bir özelliği de, Yurtdışı Sosyal
Güvenlik Kasası adı altında yeni bir sosyal güvenlik
kuruluşu getirmesidir; ancak, bu Kasayla ilgili hükümler öylesine
bulanıktır ki, kurulmak istenilen Kasanın hukukî niteliği
dahi belli değildir. Örneğin, bu Kasanın tüzelkişiliği
var mıdır, bu belli değildir; ancak, tüzelkişiliği
olduğu dahi açıklığa kavuşturulmayan bu Kasa
adına işlem yapılabilmektedir. Bu Kasanın bir yönetim
kurulu vardır, bütçesi vardır, yargı mercileri önünde temsil
edilmesi öngörülmüştür, dava ve icra takiplerine taraf olması söz
konusudur; ancak, bu Kasanın tüzelkişiliği olup
olmadığı belli değildir. Bu da, hazırlanan
tasarının, iyi düşünülmeden, konunun her yönü tam olarak
açıklığa kavuşturulmadan, aceleyle
hazırlanmış olan bir tasarı olduğunu göstermektedir.
Öte yandan, tahsil edilen primlerin yüzde 20'sinin,
Yurtdışı Sosyal Güvenlik Kasası hesabından,
Kasanın devlet güvencesi payı olarak ve bütçeye irat kaydedilmek
üzere Hazineye aktarılacağı öngörülmektedir. Genel olarak,
devletin, sosyal güvenlik kuruluşlarına katkısı beklenir;
oysa, burada, getirilen bu hükümle, tam tersi yapılmaktadır; üstelik,
devletin hangi güvenceyi sağladığı da belli değildir.
Kurulmak istenen Kasa, prim borçlarının
tamamı ödendikten sonra, artık, hiçbir aktif sigortalısı
kalmayan, sadece pasif sigortalısı bulunan, dolayısıyla,
sadece ödeme yapması söz konusu olan bir sosyal güvenlik kuruluşu
durumuna gelecektir.
Daha önce tahsil edilen primlerin, devletçe
çıkarılmış borçlanma senetlerine veya Türkiye Cumhuriyeti
Ziraat Bankasına mevduat olarak yatırılmak suretiyle
değerlendirilmesi dışında, Kasaya yeni prim girişi söz
konusu olmayacaktır. Dolayısıyla, bu Kasa, daha
başlangıçtan itibaren, aktuaryel dengesi bozuk bir sosyal güvenlik
kuruluşu olarak ortaya çıkmaktadır. O nedenle, bu Kasanın,
çok uzak olmayan bir gelecekte ödeme güçlükleriyle
karşılaşması ve Sosyal Sigortalar Kurumuna devredilmesi
zorunluluğunun ortaya çıkması, böylelikle, Sosyal Sigortalar
Kurumunun yeni sorunlarla karşı karşıya
bırakılması kaçınılmaz görünmektedir.
Bütün bu nedenlerle, Demokratik Sol Parti, yeni bir
süper emeklilik faciası yaratmaya aday görünen, üstelik, Sosyal Sigortalar
Kurumunun sorunlarını daha da ağırlaştırabilecek
olan bu tasarının reddi yönünde oy kullanacaktır.
Grubum ve şahsım adına, Yüce Meclisi bu
düşüncelerle saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Türk.
Anavatan Partisi Grubu adına, Sayın Emin
Kul...
EMİN KUL (İstanbul) –
Konuşmayacağım Sayın Başkan.
BAŞKAN – Konuşmuyorsunuz.
Şahsı adına, Sayın Mehmet Aykaç...
MEHMET AYKAÇ (Çorum) – Konuşmayacağım
Sayın Başkan.
YILMAZ ATEŞ (Ankara) – Sayın Başkan,
Grubum adına söz istemiştim.
BAŞKAN – Pardon... Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına, Sayın Yılmaz Ateş; buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar)
Özür diliyorum Sayın Ateş.
Süreniz 10 dakikadır.
CHP GRUBU ADINA YILMAZ ATEŞ (Ankara) – Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; Yüce Meclisi şahsım ve
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına saygı ve sevgiyle
selamlıyorum.
Sayın milletvekilleri, bu tasarının son
maddesine gelmiş bulunuyoruz. Biraz sonra, tıpkı, 15 madde
üzerinde muhalefet partileri olarak yaptığımız bütün olumlu
önerileri reddettiğiniz gibi, inanıyorum ki, bu
kararınızı bu son maddede de sürdüreceksiniz; "evet"
oyu vererek, bu 1 inci maddesi sonuncu maddesiyle çelişen, çelişkiler
yumağını oluşturan bir tasarıyı
yasalaştıracaksınız. Allah, bu yasayı uygulayacak olan
hükümete kolaylık versin. (RP sıralarından "âmin"
sesleri, alkışlar)
Şimdi, doğrusu merak ediyorum, siz, bu
tasarı yasalaştıktan sonra, bu yasayı kime
uygulayacaksınız? Bakın, Sayın Bakanımız göreve
geldiğinin hemen arkasından, uzun süre başkanlığını
yaptığı Hak-İş Konfederasyonunun yayın
organına verdiği demeçte şunları söylüyor:
"İşbaşına geldiğimiz şu günlerde açıkça
taahhüt ediyorum; bu dönemde, işçi ve işveren
kuruluşlarımızı hiçbir zaman emrivakilerle karşı
karşıya bırakmayacağız. Her türlü kanunî ve idarî
düzenlemeleri, sosyal taraflarla tartışarak ve olabildiğince
uzlaşma sağlayarak gerçekleştireceğiz. Uzlaşma
sağlayabildiğimiz düzenlemeleri Bakanlar Kuruluna ve daha sonra
Parlamentoya götüreceğiz; sağlayamadıklarımız üzerinde
taraflarla müzakereye devam edeceğiz. Bu durum, çalışma
hayatının yapısından kaynaklanan bir zorunluluktur. Sosyal
tarafların katkısı sağlanmadan hiçbir sorunun çözümlenmesi
mümkün değildir."
Şimdi, burada, bu Hükümete sormak istiyorum: Bu
tasarıya işveren kuruluşları karşı;
karşı olduklarını da, Komisyonumuza gelerek, açıkça
Hükümet üyelerine söylediler; işçilerimiz karşı, işçi
kuruluşlarımız karşı, işveren kuruluşu
karşı. Peki, Bakanlar Kurulu bu yasayı kime uygulayacak?
Hükümet, bu yasayı, hangi gerekçelerle, kimlere uygulayacak? Bu,
doğrusu...
MUSTAFA BAŞ (İstanbul) – Onları dün
söylemişti o...
YILMAZ ATEŞ (Devamla) – Bir daha dinleyin, bir
daha dinleyin; çünkü, elli defa söylesek, yine yanlışta ısrar
ediyorsunuz. Onun için, bu ısrarınızı sürdürmeyin. Önceki
gün de söyledik, dün de söyledik, Komisyonda da söyledik, yarın da
yanlışlarınızı söylemeye devam edeceğiz. Gelin,
şu yanlışlarınızdan vazgeçin
İBRAHİM HALİL ÇELİK
(Şanlıurfa) – Bravo!..
YILMAZ ATEŞ (Devamla) – Fakat, bu tasarı
da, Hükümetin bugüne kadarki uygulamalarını teyit eden bir
tasarıdır; çünkü, bu Hükümetin geldiği günden bu güne kadar
yaptığı bütün yasal düzenlemelere baktığınız
zaman, bu Hükümet, halkla uzlaşan, taraflarla uzlaşan, muhalefetle
uzlaşan değil, muhalefetin en
yapıcı önerilerini dahi elinin tersiyle iten bir politikayı
vazgeçilmez temel ilke olarak kabul etmiştir. Bu yasa tasarısı
da bu zihniyetin bir ürünüdür. Tarafları dikkate almayan, sayısal
çoğunluğu, hukukun en temel ilkesi olan hukukun üstünlüğü ilkesi
yerine ikame eden bir anlayışın ürünüdür bu yasa tasarısı.
Şu anda, Hükümet
sıkışmış... Sayın Başbakan -bu tasarı,
Sayın Başbakanın o sözleriyle de çelişiyor- diyor ki:
"Para çok bizde, akıyor, Hazine doldu taşıyor, koyacak yer
yok." Fakat, şimdi, bu tasarıya da bakıyoruz, yurt
dışında bulunan veya yurt dışına hasbelkader
çıkan vatandaşlarımızın cebindeki 12 500 dolara göz
koymuş. "Alavere dalavere, Kürt Memo nöbete" misali, şimdi,
bir yasal düzenleme peşine düşmüşsünüz, acaba ne yapar eder de
biz vatandaşların 12 500 dolarını alırız,
Hazinenin açığını kapatırız diyorsunuz. Zaten,
erkek ise 55, kadın ise 50 yaşına gelmiş de olsalar,
vatandaşlarımızın şu anda bu yasadan yararlanma
olanağı yok. Neden yok; çünkü, diyorsunuz ki, 12 500 doları
yatırmış da olsanız, üç yıl bekleyeceksiniz.
Şimdi, sizin de ömrünüz üç ay mıdır, bir
yıl mıdır, üç yıl mıdır; onu doğrusu siz de
bilemiyorsunuz; çünkü, Hükümeti oluşturan iki ortak, birbirine pamuk
ipliğiyle bağlanmış. Daha doğrusu, sanırım,
önümüzdeki salı günü önümüze gelecek olan Mercümek dosyasından da
Refah Partimiz eğer aklanırsa, İktidar Partilerini birbirine
bağlayan o ip, o pamuk ipliği de kopmuş demektir. Herkes serbest
olacak, boğazda düğümler kalmayacak ve bu kalmadığı
için, sizin de bu yasayı uygulama olanağınız olmayacak. O
nedenle, üç yıl sonra nasıl olsa olmayacağınıza göre,
bizden sonrası tufan diyorsunuz. Bu mantık, vatansever bir
mantık değildir. Bu mantık, doğru bir mantık
değildir.
Yaşamı boyunca özerk SSK'yı savunan bir
üyenin bulunduğu hükümetin, bu kayyım heyetiyle yöneteceği
Sandığın nasıl işleyeceğini doğrusu çok merak ediyorum.
ÖMER EKİNCİ (Ankara) – Görürsün canım;
niye endişe ediyorsun?..
YILMAZ ATEŞ (Devamla) – Yaşamı boyunca,
hatta Bakan olduktan sonra da Sayın Çelik verdiği demeçlerde
"efendim, sosyal hukuk devleti Batı'da olduğu gibi güvenlik
sistemine katkı koymalıdır. Bu oran yüzde 35 olmasa da, belli
bir katkı koymalıdır" derken, öbür taraftan da, o
işçilerimizin, fakir fukaranın cebinden aldığınız
12 500 doların, 2 500 dolarına el koyarak, dünyada eşi
görülmemiş bir güvenlik sistemi yaratan bu Hükümetin elinde bu sistemin
nasıl uygulanacağını doğrusu çok merak ediyoruz;
bunları göreceğiz.
Vatandaşlarımıza da yazıktır,
yaşamları boyunca, demokratik, özerk, kendi kendini yöneten sosyal
güvenlik kurumlarını savunmaya ömrünü adayan
arkadaşlarımızı infaz etmeniz de yazıktır; bu bir
haksızlıktır. Bu Hükümetin, bu İktidarın, bu
takıyye yöntemine, biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak, siyasetin de
politikanın da onurunu korumak açısından "hayır"
oyu vereceğiz "ret" oyu vereceğiz. Sizin de, yol
yakınken, bu anlamsız, anlamsız olduğu kadar da, bir sosyal
güvenlik kurumu oluşturmaktan uzak bu tasarıya "evet"
dememenizi diliyorum; çünkü, yanlıştan dönmek de erdemdir.
Siz, bunu da çıkarsanız, bütçe
açığını kapatamazsınız. O nedenle, bu sosyal
güvenlik kurumlarının temeline dinamit koymayın bari. Kötü bir
geleneği bu İktidar başlatmasın.
Bu duygu ve düşüncelerle Yüce Meclisi tekrar
saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın
Ateş.
Sayın Aykaç?..
MEHMET AYKAÇ (Çorum) – Konuşmayacağım.
BAŞKAN – Şahsınız adına
konuşmaktan imtina ediyorsunuz.
Sayın Kâzım Aslan?..
KÂZIM ARSLAN (Yozgat) – Konuşmayacağım
efendim.
BAŞKAN – Konuşmuyorsunuz.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum...
AHMET KÜÇÜK (Çanakkale) – Karar
yetersayısının aranmasını istiyoruz.
BAŞKAN – Arayacağız efendim.
Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul
edilmiştir.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ
ÇELİK (Kocaeli) – Sayın Başkan, söz istiyorum.
BAŞKAN – Sayın Bakan, bu aşamada mı
konuşmak istiyorsunuz?
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ
ÇELİK (Kocaeli) – Hayır; oylamadan sonra eleştirileri cevaplamak
istiyorum.
İSMET ÖNDER KIRLI (Balıkesir) – Açık
oylamaya tabi Sayın Bakan; konuşacaksan, oylamadan önce konuş.
BAŞKAN – Sayın Bakan, yalnız, Genel
Kurulun zamanı bakımından bir şey hatırlatayım:
Biliyorsunuz, tasarı açık oylamaya tabi; sayım
sırasında yeni tasarıya geçebilirim. Onun için, size o
sırada söz veremem. Onun için, şimdi konuşursanız...
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ
ÇELİK (Kocaeli) – Şimdi konuşmak istiyorum.
BAŞKAN – Buyurun. (RP sıralarından
alkışlar)
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ
ÇELİK (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; sözlerime başlarken, hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Öncelikle, bir hususu bilgilerinize sunmak istiyorum:
Bazı arkadaşlarım, Necati Çelik olarak, Bakan olarak
söylediğim daha önceki beyanlarımı bu kürsüye getirmişler
ve çelişkilerden bahsetmişlerdir. Bütün içtenliğimle ifade
ediyorum ki, dün söylediğimle bugün yaptığım arasında
hiçbir çelişki yoktur. Sosyal taraflarla, işçi, işveren kuruluşlarıyla
uzlaşarak, paylaşarak, hatta, çalışma
yaşamını onlarla programlayarak, onlarla yönetmek istiyorum.
Bugün, Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler
Komisyonunda kabul edilen 506 sayılı Yasayla ilgili tasarı da,
arkadaşlarımın takip ettikleri gibi, bu anlayışla
hazırlanmıştır ve komisyonlardan geçirilmiştir. Bugün,
burada görüşmekte olduğumuz tasarının, direkt işçi ve
işveren kuruluşlarıyla bir ilgisi yoktur. Bu, tabir uygunsa, bu
haktan yararlanmak isteyenler ile devlet arasında yapılmakta olan bir
mukaveledir. Dolayısıyla, bu insanlar, ne işçi
sendikalarının üyesidir ne işveren sendikalarına üyedir; bu
bakımdan, bu kuruluşlarla bir uzlaşma aranmaması, bu
gerçekten kaynaklanmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Genel Kurulumuzda görüşülmekte olan Yurtdışında
Bulunanların Sosyal Güvenlikleri Hakkında Borçlanma Kanunu
Tasarısı üzerinde, gerek grupları gerekse
şahısları adına görüşlerini açıklayan sayın
milletvekillerine, huzurlarınızda teşekkürlerimi sunuyorum;
ancak, dile getirilen hususlardan bazılarıyla ilgili olarak ben de
açıklamalarda bulunmak istiyorum. Bu vesileyle, Yüce Meclisi, Sayın
Başkanın şahsında, saygıyla tekrar selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, temas etmek
istediğim hususlardan birisi, tasarının Plan ve Bütçe
Komisyonunda görüşülmemiş olmasıyla ilgili tenkittir. Yüksek
malumlarınız olduğu üzere, Anayasanın 88 inci maddesi
"Kanun tasarı ve tekliflerinin Türkiye Büyük Millet Meclisinde
görüşülme usul ve esasları İçtüzükle düzenlenir" hükmünü
amirdir. İçtüzüğün 73 üncü maddesinin üçüncü fıkrası ise,
kanun tasarılarının ilgili komisyona havale edilmesi görev ve
yetkisini Türkiye Büyük Millet Meclisi Sayın Başkanına
tanımıştır. Görüşmekte olduğumuz kanun tasarısı
da, bu çerçevede, 15.1.1997 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığınca, esas komisyon olarak, Sağlık,
Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonuna havale
edilmiştir. Tasarı, Komisyonun 21.1.1997 tarihli 14 üncü
Birleşiminde, bütün yönleriyle incelenerek kabul edilmiştir. Bu
sebeple, tasarının İçtüzüğün 88 inci maddesine göre Hükümet
tarafından geri çekilmesine gerek olmadığı gibi, usul
yönünden de Anayasaya aykırı bir durum söz konusu değildir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
bazı konuşmacılar tarafından tasarının Anayasaya
aykırı olduğu ileri sürülmüş, özellikle Anayasanın 10,
62 ve 73 üncü maddelerine aykırılık iddiasında
bulunulmuştur. Kanun tasarısı, amaç ve kapsam itibariyle,
yurtdışında bulunanlar ile yurtdışında
bulunmuş olanlar arasında hiçbir ayrım yapmaksızın
eşit şekilde borçlanma hakkı tanımaktadır. Anayasa
Mahkemesi, 1988/33 sayılı Kararında, Sosyal güvenlik
bakımından Anayasanın 10 uncu maddesini "aynı durumda
bulunan kişilerin yasanın öngördüğü haklardan aynı esaslara
göre yararlanmaları eşitlik ilkesinin gereğidir"
şeklinde yorumlamıştır. Kanun tasarısında da,
yurt dışında bulunan ve yurt dışında
bulunmuş olanlara, aynı esaslara göre borçlanma ve aylık
bağlanması hakkı tanınmaktadır. Bu sebeple,
tasarının, Anayasanın 10 uncu maddesine
aykırılığı söz konusu değildir.
Yurt dışında bulunanlar ile
bulunmayanlar arasında bir mukayese yaparak eşitlik ilkesine
aykırılık iddiasında bulunmak, yurt içinde bulunan, ancak
farklı esasları ihtiva eden sosyal güvenlik kanunlarına tabi
vatandaşlar arasında da eşitsizlik bulunduğu,
dolayısıyla, tüm sosyal güvenlik kanunlarımızın
Anayasaya aykırı olduğu sonucunu ortaya çıkarır ki,
böyle bir yorumun doğru olmayacağı, Anayasa Mahkemesinin
görüşüyle de ortaya konulmuştur.
Kanun tasarısında amaçlanan, yine
Anayasanın 62 nci maddesi çerçevesinde, yurt dışında
bulunan veya yurt dışında bulunmuş olan
vatandaşlarımızın sosyal güvenlik haklarının
sağlanmasıdır. Bu sistem, ilk defa bu tasarıyla gündeme
getiriliyor da değildir. 1978 yılında çıkarılan 2147
sayılı Kanunla, yurt dışında bulunan veya yurda
dönüş yapan vatandaşlarımıza, sosyal güvenlikleri
bakımından borçlanma hakkı tanındığı, yüksek
malumlarınızdır. 1985 yılında, 1 gün 1 dolar
esasına göre yurt dışında bulunanlardan kesin dönüş
yapanlara borçlanma hakkı tanındığı, yine
malumlarınızdır. Her iki kanunun da Anayasaya
aykırılığı ileri sürülmemiştir değerli
arkadaşlarım.
Anayasanın 73 üncü maddesi bakımından
tasarının değerlendirilmesi halinde ise, durum şöyledir:
Anayasanın 73 üncü maddesinin son fıkrası, vergi, resim, harç ve
benzeri malî yükümlülüklerle ilgili olup, alt ve üst sınırlar içinde
Bakanlar Kuruluna muafiyet, istisna ve indirim oranlarında
değişiklik yapma yetkisi verilmesini öngörmektedir. Görüşmekte
olduğumuz kanun tasarısında Bakanlar Kuruluna verilen yetki ise,
zorunluluk halinde, 1 gün karşılığı borçlanma bedeli
olan 2,5 doların yükseltilmesiyle ilgilidir. Kaldı ki, aynı
yetki 1985 yılında çıkarılan 3201 sayılı Kanunda
da benzer şekilde yer almaktadır. Nitekim, Hükümetimiz, bu yetkiyi
kullanarak, 3201 sayılı Kanunda 1 dolar olan borçlanma
miktarını, 16.1.1997 tarih ve 97/9064 sayılı Kararnameyle
2,5 dolara yükseltmiştir.
Değerli Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; bir başka eleştiri konusu,
tasarının kaynak sağlama amacıyla
hazırlandığı iddiasıdır. İfade etmeliyim ki,
tasarının hazırlanmasında hareket noktamız,
Anayasanın 62 nci maddesinde öngörüldüğü şekilde, yurt
dışında bulunan vatandaşlarımızın sosyal
güvenliklerinin yeni bir anlayışla sağlanması
olmuştur. Oluşturacağı kaynak göz önünde bulundurularak,
tasarıya kaynak paketi içinde yer verilmesinin de garipsenecek bir
tarafı yoktur. Belirtmek gerekir ki, kanun tasarısı zorunlu bir
sosyal güvenlik borçlanmasını öngörmemektedir. Sistem, tümüyle, yurt
dışında bulunan veya bulunmuş olanlar ile aile bireylerinin
istekleri halinde borçlanmaları esasına dayanmaktadır.
Dolayısıyla, tasarıda, yıllardan bu yana yurt
dışındaki vatandaşlarımız tarafından
şikâyet konusu yapılan kesin dönüş yapma ve
çalışmayı belgeleme zorunluluğu gibi şeklî
şartlara özellikle yer verilmemiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
tasarıyla yeni bir sosyal güvenlik kurumu oluşturulduğu
iddiası da doğru değildir. Tasarıda öngörülen tüm
işlemler, bu konuda uzman kuruluş olan Sosyal Sigortalar Kurumu
tarafından yapılacaktır; ancak, primlerin ayrı bir kasada
toplanması, ödemelerin buradan yapılması ve Kasanın
ayrı bir yönetiminin bulunması gerekli görülmüştür. Bu, hiçbir
zaman yeni bir kurum kurulduğu anlamına gelmemektedir.
Kanun tasarısı, devlet güvencesinde özel bir
borçlanma hakkı getirmektedir. Dolayısıyla, getirilen sistemin,
ne Sosyal Sigortalar Kurumuyla ne de diğer sosyal güvenlik
kuruluşlarıyla malî bakımdan bir ilişkisi vardır. Bu
sebeple, borçlanmanın gelecekte Sosyal Sigortalar Kurumu için bir kambur
oluşturacağını ileri sürmek mümkün değildir.
Burada bir kere daha ifade etmek istiyorum ki,
tasarı hazırlanırken, aktuarya hesabı, her türlü siyasî
yaklaşımdan uzak bir şekilde, konunun uzmanları
tarafından yapılmıştır. Bu çalışmalar, Bakanlığımız,
DPT ve Hazine Müsteşarlığının teknik
elemanlarınca gerçekleştirilmiştir. Bu çerçevede, tasarı,
çok uzak yılları da kapsayan aktuaryel hesaplar yapılarak Yüce
Meclise sevk edilmiştir. Bu hesaplamalar sonucudur ki, 1 gün
karşılığı borçlanma miktarı 2,5 dolar olarak benimsenmiş,
aylığa hak kazanabilmek için 3 yıl bekleme süresi ve
ayrıca, kadınlarda 50, erkeklerde 55 yaşını
doldurmuş olma şartı getirilmiş, en az 5 bin gün borçlanma
zorunlu tutulmuştur. Bu hesaplamalarda sağlık
yardımları da dikkate alınmış, sağlık
yardımlarının, aylık bağlandıktan sonra ve
yalnızca Türkiye'de bulunulan sürelerde yapılması, tasarıda
öngörülmüş bulunmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
bu düzenleme, bir borçlanma kanunu olmakla birlikte, diğer borçlanma
kanunları gibi değerlendirilmemelidir. Tasarıda öngörülen
borçlanma yöntemi ile kişilerin sosyal güvenliklerinin
sağlanmasına yönelik haklar, kapitalizasyon sistemine göre ve aktüer
hesaba dayanarak tespit edilmiştir. Dolayısıyla, buradaki
borçlanma, ayrı bir sistemdir; diğer borçlanma kanunlarında
olduğu gibi, ek bir hakkın doğmasını öngörmemektedir.
Bu bakımdan, kanunda düzenlenen borçlanma sistemiyle sağlanan sosyal
güvenlik haklarını devletçe verilen bir promosyon olarak
nitelendirmek, yanlış ve haksız bir yaklaşımdır.
Değerli arkadaşlarım, kanun
tasarısının diğer bir özelliği de, göçmen
vatandaşlarımıza sağladığı sosyal güvenlik
hakkıdır. Yıllardan bu yana göçmen
vatandaşlarımızı sosyal güvenlik haklarından mahrum
bırakanların bu tasarıyı eleştirmeye hakları
olmaması gerektiğine inanıyorum.
Sosyal sigorta sistemi, takdir edilir ki, prim
esasına dayanan bir sosyal güvenlik hakkı olduğuna göre,
tasarıyla göçmen vatandaşlarımıza tanınan borçlanma
hakkı da, nitelik itibariyle, bir sosyal sigorta hakkıdır;
dolayısıyla, karşılığında prim ödenmesi
zorunludur. Bunun dışında, göçmen vatandaşlarımız
dahi olsa, korunmaya muhtaç olanların sorunları, diğer sosyal
yardım programları içinde değerlendirilerek, devlet
tarafından çözüme kavuşturulmaya çalışılmaktadır.
Kanun tasarısında getirilen düzenlemelerin,
özellikle Avrupa'da çalışan vatandaşlarımızın var
olan birtakım sosyal güvenlik haklarının zarar görmesine sebep
olması asla mümkün değildir.
Bildiğiniz gibi, Avrupa'da çalışan
vatandaşlarımız, bulundukları ülkelerde zorunlu sosyal
sigortalar kanununa tabidir; bu sistemlere prim ödeyerek sosyal güvenlik
hakkı elde etmektedirler. Diğer taraftan, Türkiye ile 10 Avrupa
ülkesi arasında yapılan sosyal güvenlik sözleşmeleriyle
vatandaşlarımızın sosyal güvenlikleri
sağlanmıştır. Borçlanma yoluyla, yurt
dışındaki sürelerin sosyal güvenlik bakımından Türkiye'de
değerlendirilmesi ise, daha önce çıkarılmış bulunan
2147 ve 3201 sayılı Kanunlarla da öngörülmüştür.
1978 yılından bu yana, bu kanunların
sağladığı borçlanma hakkından yararlanan
vatandaşlarımızdan hiçbiri, Avrupa ülkelerinde elde ettikleri
sosyal güvenlik hakları bakımından herhangi bir zarara
uğramamıştır. Bu kanun tasarısı da, 2147 ve 3201
sayılı Kanunlarda öngörülenlere benzer bir sistem içermektedir.
Sistem, vatandaşlarımız açısından ek bir sosyal
güvence olarak değerlendirilmelidir. Değerli arkadaşlarım,
kaldı ki, sistem, tamamen isteğe bağlıdır. Bunun
dışında, kanun tasarısının, sosyal güvenlik
sözleşmesi yapılamamış bulunan birçok ülkede
çalışan veya çalışmış bulunanlar ve aile
bireylerine de sosyal sigorta hakkı sağladığı
dikkatten uzak tutulmamalıdır.
Değerli arkadaşlarım, mümkün mertebe,
cevaplandırılması gereken, önemli gördüğüm hususlara
konuşmamda işaret etmeye çalıştım. Birkısım
eleştiriler, ne yazık ki, genelde, bir muhalefet
anlayışı, bir miktar seçmene selam ve bir miktar da, belki, bu
kürsüyü kullanma alışkanlığından doğmuştur
diye düşünüyorum.
Bu duygu ve düşüncelerle -tasarı
hakkındaki eleştirileri cevaplamış olduğumu
zannediyorum- Muhterem Heyetinizi, yeniden saygıyla selamlıyor;
tasarıya, olumlu oy vererek veya vermeyerek katkıda bulunacak Yüce
Meclisin değerli üyelerine teşekkürlerimi arz ediyorum.
Sağ olun efendim. (RP ve DYP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Sayın milletvekilleri, tasarının tümünün
oylamasına geçmeden önce, İçtüzüğümüzün 86 ncı maddesi
uyarınca, son söz talepleri vardır.
Lehte, Sayın Kâzım Arslan?.. Yok.
Sayın Memduh Büyükkılıç, buyurun. (RP
sıralarından alkışlar)
Sayın Büyükkılıç, İçtüzüğümüz,
son sözün kısa ve öz olmasını öngörüyor; lütfen, buna
duyarlı olalım.
MEMDUH BÜYÜKKILIÇ (Kayseri) – Değerli Başkan,
değerli milletvekilleri; öncelikle, hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Gerçekten hayırlı olduğuna
inandığımız bir yasanın yoğun
çalışmalarının son anlarına geldik.
Başkanımızın önerisi doğrultusunda, fazla söze bence
de gerek yok.
Vurgulayacağım iki cümle var: Birincisi, bu
yasa devlet güvencesindedir, bu yasayla kurulmuş olan sosyal güvence
devletin güvencesindedir. Elbette ki, nimet-külfet dengesiyle, bu...
ÖNDER SAV (Ankara) – Parayı yiyeceğiz.
MEMDUH BÜYÜKKILIÇ (Devamla) – Şimdi, tabiî, bu
söylediğiniz, herhalde, size yakışmayacak kelimeler. Türkiye
Büyük Millet Meclisi çatısı altında bulunan hiçbir
arkadaşımızın, birilerinin, devlet adına yasa yaparken
"parayı yiyecek" gibi sözler sarf etmesi, herhalde,
yakışmasa gerektir.
İSMET ÖNDER KIRLI (Balıkesir) – Nimet-külfet
olunca, doğal...
MEMDUH BÜYÜKKILIÇ (Devamla) – Kem söz sahibine aittir.
İkincisi ve en önemli olanı; değerli
arkadaşlar, takdir edersiniz -işte, 12 500 dolar alınacak, yok
şöyle yapılacak, yok böyle yapılacak- sanki, birilerinin
cebinden metazori 12 500 doları alan bir yasa
çıkarılıyormuş gibi bir hava estirilmeye
çalışıldı. Buna katılmak mümkün değildir. Bu
yasada yer alan şartlar gereği, bu yasaya katılmak zorunlu
değildir, isteğe bağlıdır.
O açıdan, bu tasarının bir an evvel
yasalaşmasını bekleyen yurt dışındaki tüm
vatandaşlarımızı da buradan saygıyla selamlıyor,
hayırlı, uğurlu olsun diyorum ve Yüce Meclisin değerli
üyelerine de saygılar sunuyorum. (RP ve DYP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın
Büyükkılıç.
Aleyhteki son söz, Sayın Emin Kul'un.
Buyurun Sayın Kul. (ANAP ve DSP
sıralarından alkışlar)
EMİN KUL (İstanbul) – Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
kanun tasarısının tümünün oylanmasından önce oyumun rengini
belirtmek üzere, aleyhte söz almış bulunuyorum; sizleri, bu
tasarıyla ilgili olarak son kez saygıyla selamlıyorum.
Sayın milletvekilleri, Sayın Bakanın
tasarıyla ilgili eleştirilere verdiği cevabın tümünü
eleştiriler sırasında cevapladığımız için,
muhtemelen söyleyeceklerini bilerek cevapladığımız için,
burada tekrar cevaplamaya gerek görmüyorum.
Bu tasarı, kanaatime göre, sosyal güvenlik
sistemimizin ve sosyal güvenlik kuruluşlarımızın temeline
döşenen bir mayın niteliğindedir. Onun içindir ki, biz, Anavatan
Partisi Grubu olarak, bu tasarının her maddesi üzerinde ciddiyetle
durarak Yüce Meclisi uyarmaya gayret ettik ve bu arada, cevap veren
birkısım arkadaşlarımıza da demokrasi ve çoğunluk
kavramının ne olduğunu anlatmak gayretinde bulunduk. Biz,
işçilerimizi ve Sosyal Sigortalar Kurumunu, sosyal güvenlik sistemimizi
yakın bir gelecekte berhava edecek ve kısa vadede de işçilikle
ilgisi, çalışmakla ilgisi olmayan, özellikle yağmadan pay
almaları hedeflenmiş insanları müstefit etmeye yönelik bu
mayına basmamaya özen gösterdiğimiz için bu tasarıya
karşıyız. Bu tasarı, hükümleri itibariyle, ne yurt
dışındaki ne de yurt içindeki işçileri, emeğiyle
geçinenleri, çalışanları esas olarak hedeflemiyor. Bu
tasarı, bir yönüyle kaçakçıları, eroincileri, karapara sahiplerini,
Türkiye Cumhuriyetinin düşmanları ülke kaçkınlarını,
onların fedai ajanlarını, onların malî destekçilerini,
toplumun sırtından geçinenleri -asalak olanları-
çalışmadan kesesine güvenip sosyal güvenlik satın almak
isteyenleri hedefleri içine alıyor; aziz göçmen
yurttaşlarımız dışında, halen ve geçmişte,
yurt dışında ne sebeple bulunduğu belli olmayan
birtakım lümpen grupları da hedefliyor. Bu tasarı, fesat
odaklarınca, adlarına para yatırılarak sosyal
güvenliğe kavuşturulma diyetinin aldatıcı tatmini içinde
kendilerinden yıkıcı faaliyet beklenen ajanları ve
kitleleri de hedefliyor. Bu tasarı, bütün bu saydığım
unsurlara açıktır; bunun aksini ispat etmek de mümkün değildir.
Devlet, böyle bir sosyal güvenlik anlayışını yürürlüğe
koyamaz ve koymamalıdır.
Bu tasarının kabulü halinde, sayısal
çoğunluk hukukun üstünde sayılacaktır, Anayasanın açık
hükümleri pervasızca çiğnenecektir, sosyal güvenlik hukukunun bütün
kavramları berhava edilmiş olacaktır; özellikle, Sosyal
Sigortalar Kurumu ve dolayısıyla, onarılmaya
çalışılan sosyal güvenlik sistemi ağır bir darbe
yiyecektir; hakkın değil, kuvvetin, yani, kaba bir çoğunluk
baskıcılığının üstün gelmesine yol verilecektir;
yasama faaliyetindeki dayatmacılığa boyun eğilmiş ve
Meclisin, âdeta, Kavaklıdere noterliğine indirgenmesine ve bu
gayretlere seyirci kalınmış olunacaktır...
TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Bu konuşma
antidemokratik; kusura bakmayın.
EMİN KUL (Devamla) – Takıyyeci faşizan
eğilimleri cesaretlendirmiş olacaktır; böylesine
akıldışı, hukukdışı,
hesapdışı, topyekûn bilimdışı, her maddesi yekdiğeriyle
çelişkili bir metni kanun diye kabul etmek, yasama görevini, güveni,
açıkça sarsacaktır.
Ben, şahsen, bu mülahazalarıma ilaveten,
yeminine sadık kalmak üzere direnen bir milletvekili olarak, asgarî,
yasama görevini ihmal ve suiistimal etmemek bakımından bu
tasarıya kırmızı oy vereceğimi, ret oyu
kullanacağımı açıklamaktan onur duyuyor, son kez dikkatlerinizi
çekerek, sizleri de ret oyu kullanmaya çağırıyor, saygılar
sunuyorum. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Sayın
Başkan...
BAŞKAN – Buyurun Sayın Kapusuz.
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Sayın sözcünün,
Parlamentonun şanına yakışmayan bir ithamda
bulunduğuna dikkatlerinizi çekmek istiyorum. Burası Kavaklıdere
noteri falan değildir, Türkiye Büyük Millet Meclisidir; bir.
İkinci olarak, bu tasarıdan istifade etmek
isteyen vatandaşları, kim olduğunu bilmeden, şimdiden bölücülükle,
kaçakçılıkla itham etmekte de katî surette doğru değildir.
Bu konuları, vatandaşlarımıza bir
nevi hakaret gibi kabul ediyoruz; bu sözü geri almaları uygun
olacaktır. (RP sıralarından "Bravo" sesleri,
alkışlar)
EMİN KUL (istanbul) – Geri almıyorum,
tekrarlıyorum; bu yasa tasarısı, saydığım bu
insanlara açıktır.
BAŞKAN – Sayın Kapusuz, Sayın Sözcü
"bu tasarı, sadece, bu amaçladır" demedi; öyle
olsaydı, ben de müdahale ederdim; "Açıktır" dediler ve
bir esneklik içerisinde, Türkiye Büyük Millet Meclisini de rencide etmeyecek
bir üslup kullandılar. (RP sıralarından gürültüler)
TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Ama, Sayın
Başkan, çok yanlış bir şey...
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri,
tasarının tümünün oylamasına geçmeden önce, bir konuyu
bilgilerinize sunmak istiyorum. Tasarıda, bazı değerler rakamla
ifade edilmiştir; yasa tekniği bakımından, bunların
yazıyla ifadesinin sağlanması için,
Başkanlığımız, redaksiyon yetkisini kullanacaktır.
Tasarının tümü açık oylamaya tabidir.
Açık oylamanın şeklini belirlemek üzere
oylarınıza başvuracağım.
Açık oylamanın, kupaların sıralar
arasında dolaştırılması suretiyle
yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, üzülerek -bir olaya buradan
şahit olduğumuz için- bir uyarıda bulunmak istiyorum. Mevcut
bakanların sayısı kadar vekâlet oyu ve elinde birden fazla oy
pusulası olan arkadaşlarımızın, lütfen -onu
gözleyeceğim- yalnızca bir oy pusulasını kupalara
atmalarını rica edeceğim; bazı
arkadaşlarımızın elinde birden fazla oy pusulası var.
Lütfen, bunu, tekrar etmeyelim. (RP sıralarından "kimin
var" sesleri)
MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) –
Sayın Başkan, zaten, herkesin bir oy pusulası var; kimseyi
rencide etmeyin!
BAŞKAN – Sayın milletvekilim, ben kimseyi rencide
etmek istemiyorum; ama, Başkanlığın gözüne bakarak...
Lütfen... Bazı arkadaşların da biraz dikkatli olması
gerekir.
Kupalar, sıralar arasında
dolaştırılsın.
(Oylar toplandı)
BAŞKAN – Oyunu kullanmayan sayın milletvekili
var mı? Yok.
Kupalar kaldırılsın.
(Oyların ayırımına
başlandı)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri,
çalışmalarımıza sayım sırasında devam
edeceğiz.
3.—Emniyet Teşkilatı Kanununun
Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair 490
Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve İçişleri Komisyonu
Raporu (1/217) (S. Sayısı :132)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Emniyet
Teşkilatı Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına
Dair 490 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle ilgili
tasarının müzakeresine başlayacağız.
Komisyon?.. Yok.
Müzakere ertelenmiştir.
4.—Millî Eğitim
Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında
Kanunun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına
İlişkin 492 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Millî
Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/218) (S.
Sayısı :164)
BAŞKAN – Millî Eğitim
Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında
Kanunun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına
İlişkin 492 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle ilgili
tasarının müzakerisine başlayacağız.
Komisyon?.. Yok.
Müzakere ertelenmiştir.
5.— 625 Sayılı Özel
Öğretim Kurumları Kanunu ile 222 Sayılı
İlköğretim ve Eğitim Kanununun Bazı Hükümlerinin
Değiştirilmesi Hakkında 254 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararname ile 625 Sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanununun
Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair 326
Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik
ve Spor Komisyonu Raporu (1/71, 1/111) (S. Sayısı :168)
BAŞKAN – 625 sayılı Özel Öğretim
Kurumları Kanunu ile 222 sayılı İlköğretim ve
Eğitim Kanununun Bazı Hükümlerinin Değiştirilmesi
Hakkında 254 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile 625
sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanununun Bir Maddesinde
Değişiklik Yapılmasına Dair 326 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnameyle ilgili tasarının müzakeresine
başlayacağız.
Komisyon?.. Yok.
Müzakere ertelenmiştir.
6.—Denizli Milletvekili Hasan Korkmazcan
ile Siyasî Parti Gruplarını Temsilen 10 Milletvekilinin, Mahallî
İdareler ile Mahalle Muhtarlıkları ve İhtiyar Heyetleri
Seçimi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına
İlişkin Kanun Teklifi ve Antalya Milletvekili Deniz Baykal ve 29
Arkadaşının, Gümüşhane Milletvekili M. Oltan Sungurlu ve 3
Arkadaşının ve İzmir Milletvekili Metin Öney’in Aynı
Mahiyetteki Kanun Teklifleri ile İstanbul Milletvekili Bülent Ecevit ve 7
Arkadaşının, Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya’nın,
2972 Sayılı Mahallî İdareler ile Mahalle Muhtarlıkları
ve İhtiyar Heyetleri Seçimi Hakkında Kanun ile 1580 Sayılı
Belediye Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Teklifleri ve İçişleri ve Anayasa Komisyonları Raporları
(2/612, 2/409, 2/453, 2/522, 2/466, 2/547) (S. Sayısı :247) (1)
BAŞKAN – Denizli Milletvekili Hasan Korkmazcan ile
siyasî parti gruplarını temsilen 10 milletvekilinin, Mahallî
İdareler ile Mahalle Muhtarlıkları ve İhtiyar Heyetleri
Seçimi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına
İlişkin Kanun Teklifi ve Antalya Milletvekili Deniz Baykal ve 29
arkadaşının, Gümüşhane Milletvekili Oltan Sungurlu ve 3
arkadaşının ve İzmir Milletvekili Metin Öney'in aynı
mahiyetteki kanun teklifleriyle, İstanbul Milletvekili Bülent Ecevit ve 7
arkadaşının, Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın,
2972 sayılı Mahallî İdareler ile Mahalle Muhtarlıkları
ve İhtiyar Heyetleri Seçimi Hakkında Kanun ile 1580 sayılı
Belediye Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Teklifleri ve İçişleri ve Anayasa Komisyonları
raporlarının müzakeresine başlıyoruz.
Komisyon?.. Yerinde.
Hükümet?.. Yerinde.
Sayın milletvekilleri, Komisyon raporunun okunup
okunmaması hususunu oylarınıza sunacağım: Komisyon
raporunun okunmasını kabul edenler... Kabul etmeyenler... Raporun
okunması kabul edilmemiştir.
Sayın İyimaya, Komisyon adına bir
talebiniz var. İçtüzüğümüze göre,
Komisyon, istediği zaman konuşabilir. Gruplardan önce mi
konuşmak istiyorsunuz, sonra mı?
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI AHMET
İYİMAYA (Amasya) – Önce konuşmak istiyorum; çünkü,
açıklayıcı efendim.
BAŞKAN –Buyurun. (RP ve DYP sıralarından
alkışlar)
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI AHMET
İYİMAYA (Amasya) – Teşekkür ediyorum efendim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
sözlerime başlamadan önce, Anayasa Komisyonu ve şahsım
adına, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Öyle inanıyorum ki, Yüce Parlamento,
akılcı ve yönetebilir demokrasi yolunda tarihî bir müzakere icra
etmektedir.
Türkiye'de 1963 yılından beri, mahallî
idarelerin organlarındaki boşalmalar sebebiyle, kısa
aralıklarla yerel araseçimler yapılmaktadır. Şu anda
yürürlükte olan yasalara göre, her altı ayda bir ara mahallî seçim yapma
zorunluluğu vardır. Özellikle belediye başkanlığı
araseçimleri, hem devlet yönetimi hem de demokrasimiz için artık
taşınamayacak bir yük halini almıştır. Sorunun, hukuk,
demokrasi ve Anayasa üçgeni içinde bugüne kadar çözülememiş olmasını,
sergilenen çalışmalara rağmen, yasama organının ve
siyaset rolcülerinin mazeretlendiremeyecekleri ihmalleri olarak görüyorum.
Huzurunuza gelen teklif, belediye
başkanlığının ölüm, istifa ve benzeri sebeplerle
boşalması halinde araseçimin yapılamayacağını,
başkanın belediye meclisi tarafından seçilmesini, yeni kurulan
belediye ve illerde de mahallî idare organları için genel yerel seçimlere
kadar hiçbir seçimin olamayacağını öngörmektedir.
İlk bakışta, yerel demokrasiye ve
siyasal katılım prensibine, bu teklifle, ölçüsüz bir
sınırlama getirildiği eleştirisi yapılabilir; ancak,
ara belediye başkanlığı seçimi sorunu tüm boyutlarıyla
ele alındığında ve ülke şartları içerisinde
değerlendirildiğinde, önerilen çözümün isabet ve zarureti
açığa çıkacaktır.
Türkiye, her yıl, oniki ayın iki
ayını, ortalama 50 adet yerel birimde yapılan belediye
başkanlığı seçimleri için harcamaktadır. Sözgelimi,
24.12.1995 tarihinde, 38 yerde, yeni kurulan belediyeler için, 8 yerde ise,
boşalma sebebiyle yerel seçimler yapılmıştır. Bu süre
içerisinde, Parlamento, örtülü tatil yapmakta, yasama görevi askıya
alınmakta, Ankara ve siyaset birkaç beldeye taşınmaktadır.
Elde edilen seçim ve sandık verimi, makro siyaseti bu derece işlemez
kılmasının makul ve izah edilebilir sebebi olabilir mi?!
Bu seçimlerde de, plansız ve hedefsiz harcamalar
olmaktadır. Yılda iki defa kısmî bir seçim ekonomisini
yaşamak, ekonomik dengelere ve gelişmeye bir olumsuz faktörü elimizle
eklemek Türkiyemizin kaderi midir?!
Yerel araseçimlerin, gerek taahhüt ve gerekse reel
harcamalar bakımından millî ekonomiye getirdiği yük konusunda
istatistikî bir araştırmanın bugüne kadar
yapılmamış olması, herhalde bize özgü bir lakaydîliktir.
Araştırmalar, bir ilçeyi il yapmanın millî ekonomiye maliyetinin
49 trilyon lira olduğu yönündedir.
Ölçüsüz siyasal taahhütler, gerçekleştirilemez
vaatler, bu seçimlerin de büyük bir iştiha ile başvurulan
araçlarıdır. Köyleri belde, beldeleri ilçe, ilçeleri il yapan ve ömürleri,
seçim günü akşamında sona eren numaralı beyanlar, "bana rey
verirseniz, size karada, denizde ölüm yok" yollu, ecele ipotek koyan
parlak vecizeler, hemşerilerin demokrasiye ve siyasete olan güvenlerini
sarsmaktadır. Yerel demokrasi, böylesi bir laçkalığa
indirgenemeyecek kadar duru ve anlamlı bir ortak kavramdır.
Yerel seçimler, genel olarak yerel
katılımı ifade eder; ancak, bu katılımın ulusal
düzeyde katılım olarak yorumlanması, ara genel seçim anlamı
verilmesi, siyasal istikrarı bozucu, ülke bazında ortaya çıkan
millî iradenin süre dolmadan tartışılmasına zemin
hazırlayıcı bir atmosfere yol açmaktadır. Birkaç beldenin
mahallî iradesini millî irade olarak gören anlayıştaki analoji
yanlışlığı bir yana, seçimi bu denli yoğun ve
zamansız biçimde siyaset aracı kılmanın, demokrasiye,
siyasete ve yüce milletimize zarardan başka bir faydası yoktur. Türk
sistemi, seçimi, neredeyse demokrasinin yorgun koşu atı haline
getirmiş ve millete hizmet hedefini, katılım
aşırılığı içinde kısa zamanlı
sandıklara gömen bir yapı özelliğine dönüştürmüştür.
İşimize geldiği zaman geçerli
standardın örneği olarak başvurduğumuz kimi
batılı ülkelerde bizdeki seçim bolluğunu görmek mümkün
değildir. Hollanda'da belediye başkanı, belediye meclisinin görüşü,
valinin teklifi esas alınarak kraliyet kararnamesiyle atanmaktadır.
Belçika'da belediye başkanı, seçilmiş organ olan belediye
meclisi üyeleri içinden kral tarafından atanmaktadır. Neuchatel
Kantonunda başkan, belediye meclisinin gizli oyuyla seçiliyor. İsveç
ve Norveç'te aynı yöntem uygulanıyor. Fransa'da belediye
başkanı, belediye meclisi tarafından gizli oyla ve üç turu
aşmayacak yöntemle seçilmektedir.
Yürütme organlarının, halk veya başka
bir kurul organın seçimiyle veya atamayla oluşturulması, deney
ve örnekleme metoduyla görülmektedir ki, bir demokrasi koşulu
değildir. Seçilmemiş kişinin bakan olarak atanması, mansup
belediye başkanı, il özel idaresinin yürütme organının
seçilmemiş bir kamu görevlisi olması -ki, bizde validir- ülkemiz
bakımından bu çerçevede hatırlanması gereken örneklerdir.
Teklifin, yüksek kabullerinizle kanunlaşması
halinde, belediye başkanının il veya ilçe olma amacına
yönelik zorlayıcı taktik istifaları ve her altı ayda bir
tabela belediyeleri kurma dönemi kapanacak, akılcı demokrasinin
zaferi tescil edilmiş olacaktır.
Sorunun anayasal yönü, hem tarihî süreç içerisinde ve
hem de kurumsal yaklaşımla tarafımızdan incelenmiş,
önerilen düzenlemenin anayasal yapımıza aykırı
olmadığı akademik sonucuna ulaşılmıştır.
Anayasamızın 127 nci maddesi, mahallî idarelerin
yalnızca karar organları için seçimi zorunlu görmektedir. Belediyenin
karar organları, encümen ve meclistir. Belediyenin yürütme organı
olan başkan için seçim, zorunlu bir koşul olarak
öngörülmemiştir. Anayasanın 127 nci maddesi, yalnızca bir
organik norm olarak değil, aynı zamanda ve belki de daha çok
tanım normudur. Tanım normlarının temel karakteri,
bünyelerinde bulunmayan unsurların kurucu nitelik
taşımamalarıdır. Esasen, hükmün bu kapsamını,
yasama belgelerinde, 1961 anayasa görüşmelerinde açıkça görmekteyiz.
Anayasanın bu hükmünün, 1961
Anayasasının 116 ncı maddesi hükmünün tekrarı olduğu,
kurucu belgelerde müşahede edilmektedir. Mahallî idarelerin yürütme
organlarının da seçimle oluşturulması yönündeki Vecihi
Tönük'ün değişiklik önergesi, 1961'de Komisyon ve Temsilciler Meclisi
tarafından reddedilmiştir. Seçimin yürütme organını
kapsamadığı hususu, dönemin üyesi Prof. Feyzioğlu
tarafından açıkça tasrih edilmiştir.
Anayasanın 127/2 hükmündeki yerinden yönetim
ilkesinin yorumu yoluyla, başkan için de seçimin öngörüldüğü anayasal
çözümüne ulaşamayız. Anayasanın tanımlayıcı
açık hükmünde, seçimin, yalnızca karar organları için zorunlu
görülmesi karşısında, tanımlanmayan bir kavrama, yerinden
yönetim ilkesine seçim yüklemek, anayasa koyucunun açık metne
yansıyan iradesini tanımamak olur. Ne yasama organının ve
ne de yüce anayasa yargısının, yorum yoluyla yürürlükteki
Anayasaya aykırı bir anayasa kuralı veya yorum üretme yetkisi
yoktur. Leon Duguit, yerinden yönetim kavramının, yürütme
organını illâ seçimle oluşturmayı
kapsamadığını, atamanın da olabileceğini büyük
bir yetkinlikle ortaya koymaktadır. Kaldı ki, çağdaş
demokrasilerdeki anlayışın ve uygulamanın bu şekilde
olduğu, verilen örneklerle açığa çıkmıştır.
Anayasanın 127/4 hükmündeki "seçilmiş organlar" ifadesi,
mahallî idareler yönünden seçilmemiş organların da var
olabileceğini gösteren bir başka anayasal argümandır.
Varılan sonuç odur ki, sorunu düzenleyen özel
anayasa kuralı, bir ölçü norm olarak, belediye
başkanlığı için seçimi zorunlu kılmamaktadır.
Anayasamızın, yerel idarelerin yürütme organları için seçimi
zorunlu görmemesinin yasama erki bakımından
taşıdığı anlam, Parlamentonun bu konuda
yapacağı düzenlemenin bir anayasa tahdidiyle karşı
karşıya olmadığı, sorunun bir anayasa sorunu
niteliği taşımadığıdır.
Yasama organı, çıkaracağı
yasalarda, belediye başkanının atama ile yahut hemşeriler
tarafından doğrudan doğruya salt veya nispî çoğunluklu
seçimle ya da belediye meclisinin seçmesiyle ve hatta bunlardan başka bir
yöntemle belirlenmesini öngörebilir. Sorun, politikaya hâkim iradenin, ülke
koşullarına en uygun yöntemi, yerindelik sınırları
içinde takdirinden ibarettir.
Önümüzdeki öneri, hâkim siyasal iradeyi de aşan
yoğunlukla ve oybirliğine yaklaşan bir uzlaşmayla yerel ara
belediye başkanlığı seçimi yerine, bu halde, belediye
meclisince başkan seçimi çözümünü tercih etmiştir. Yasama
organı, anayasal bağlayıcılığa
ulaşmamış önceki yasalarla ve tercihleriyle bağlı
değildir. Yasama organının, 1963 yılında ara belediye
başkanlığı seçimi çözümünü öngörmesi, uzun bir deneyimin
kazandırdığı birikim ve değişen ülke
koşulları içinde bu düzenlemeden dönülemezlik, dönülürse geri
adım atma anlamına gelmez.
Bir büyük Türkiye'yi ve genel siyaseti, bir dönemin
Oxford'u olan Amasya'nın şirin Aydıncasına, münbit
Adanamızın Osmaniyesine, yeşil Baframızın
Çetinkayasına iki ay boyunca hapsetme hakkımızın
olmadığını düşünüyorum. ("Bravo" sesleri,
alkışlar)
YASİN HATİBOĞLU (Çorum) – Amasya'ya
selam gönderdin yine...
AHMET İYİMAYA (Devamla) – Seçimli ve
katılımcı demokrasi büyük yara alıyor denebilir.
Kavramlara, pozitif hukukun üstünde aşırı anlamlar verir ve
romantik beklentiler içerisine girersek, akılcı demokrasinin ve
siyasal istikrarın meyvelerini topluma sunamayız.
Anayasanın izin verdiği rasyonel yasal düzenlemeler,
bir demokrasi ödünü değil, anayasal demokrasi gereğidir. Seçim,
siyasal katılmanın tek aracı değildir. Seçim, seçenlere,
sorunları ve çözümleri tartışma ve belirleme imkânını
değil, bu tartışmayı yapacak kişileri saptama
olanağını vermektedir. Kaldı ki, anayasal zorunluluk
olmamasına rağmen, belediye başkanı, başlangıçta,
genel seçimle belirlenmekte, ancak özel zaruretlere dayalı olarak ara
belediye başkanlığı seçimi veya bir tür katılım
önlenmektedir.
Sonuçları, ülke genelindeki istikrarı etkileyen
böylesi lokal bir önlemin, katılımcı ve yarışmacı
demokrasiyle bağdaşmadığı söylenemez. Gerçek yerel
katılım, önerici ve referandumlu katılımdır. Ne var
ki, bu yöntem dahi Anayasanın 127/1 hükmündeki sarahat
karşısında bir yasama takdiri sorunudur.
Mevcut öneride belediye meclisi, ikinci seçmen
niteliğini taşımaktadır. Demokratik anlatımla,
boşalma halinde, belediye başkanı çift dereceli seçimle
belirlenmektedir. "Kanunda gösterilen seçmenler tarafından"
biçimindeki Anayasa ibaresi, kıyasla da olsa, böylelikle uygulama yeri
bulmaktadır.
Bir başka düzenlemeyle ilgili olarak Anayasa
Mahkememizin 1988 yılında verdiği iki kararı
karşısında, görüşmekte olduğumuz teklifin, Yüksek
Mahkememizin çözümlerinin bağlayıcılığına
aykırı düştüğü ileri sürülmektedir.
Sözü geçen yüksek mahkeme kararı, doğrudan
sorunumuzla ilgili olmadıktan başka, yine Anayasa Mahkemesince
düzenlenen bir sempozyumda, birlikte çalışma onuruna
ulaştığım değerli bilim adamı Profesör Hikmet
Sami Türk tarafından akademik temelde ayrıntılı olarak
eleştirilmiştir. Karardaki muhalefet şerhlerinde dayanılan
gerekçeler de önemlidir.
Yüksek mahkemenin denetlediği yasa ile teklif
edilen kural aynı olmadığı için, kararın, yasama
organını bağlaması düşünülemez. Anayasa Mahkemesinin
dayandığı gerekçeler, esasen yasama organını
bağlamamaktadır; ancak, ona ışık tutmaktadır.
Yasama organı, yargı organının dayandığı
argümanları anayasal değerde çürüterek, gerekçe karşıtı
bir düzenlemeye rahatlıkla gidebilir. Her iki organ da -yüksek mahkememiz
de, Meclisimiz de- belli yetkinlik içerisinde anayasal gerçeğin
arayıcılarıdır. Gerekçelerde yanılmazlık
vasfını yüksek mahkemeye veya yasama organına izafe eden
görüşün felsefî boyutundaki noksanlığı görmek için,
herhalde bilim gözlüğünü takmaya gerek yoktur. Anayasa Mahkememiz, bu
konuşmada ileri sürülen önemli argümanları, özellikle yürütme
organının seçimle gelme zorunluluğunu öngörmeyen yasama
belgelerini, yerinden yönetim ilkesinin başkanın seçimle
belirlenmesini içermediği yönündeki Avrupa uygulamasını ve
bununla ilgili bilimsel tanımlamaları değerlendirmemiştir.
Kaldı ki, yüksek mahkemenin kararından bu
yana, Anayasamızda ve ülke koşullarında önemli
değişiklikler olmuş, eğilim değişmeleri
yaşanmış ve henüz karşılanmayan, cevaplandırılmamış
bilimsel eleştiriler getirilmiştir. Örneğin, her iki kararda,
karar organı-yürütme organı ayırımının kabul
görmesine ve başkanın yürütme organı olduğunun
benimsenmesine rağmen, başkanın seçilme zorunluluğunun
dayanağı olan temel normun gösterilmemesi, önemli bir
çelişkidir. Gerek genel değişim ve gerekse temel normdaki
başkalaşma karşısında, Anayasanın yeniden
okunması ve ülke koşullarına en uygun anlamının
keşfedilmesi gerekir. Anayasa Mahkemesi kararlarının
değişmezliğini kabul ile hukukun dondurulmasını kabul
arasında, esasen, temelde hiçbir fark yoktur. Anayasa Mahkemesi, çok daha
kısa sürede yapılmasını Anayasaya aykırı
bulmasına karşın, anayasa koyucu, milletvekili seçimlerinden bir
yıl öncesinde veya sonrasında yapılacak yerel ara seçimleri bu
seçimlerle birleştirdi. Yüksek Mahkemenin reddettiği gerekçe,
Anayasanın lafız ve ruhuna girdi. Keza, yerel idareler seçiminin de
esaslarını oluşturan Anayasanın 67 nci maddesi, yeni
değişiklikle "yönetimde istikrar" prensibini temel kural
haline getirdi. Anayasa Mahkemesinin kararından sonra meydana gelen bu
değişiklikleri, gerek yasama organının ve gerekse norm
yargısının görmezlikten gelmesi mümkün değildir.
Yönetimde istikrarın bir varyantı olarak
siyasal istikrar, ideal demokrasinin sınırlarını çizer.
Katılımcı demokrasi ile akılcı demokrasinin ülke
koşulları içerisinde denkleştirilmesini zorunlu kılar. Öte
yandan, anayasal yargı hukukunda hâkim olan prensibe göre "norm
denetiminde konuyla doğrudan ilgili anayasa kuralları varken,
dolaylı biçimde ilgili hükümlere dayanılamaz." Kuşkusuz, bu
doğrudan kural ise Anayasanın 127/1 hükmüdür. Yerel demokrasiyi, iki
elin on parmağı sayısında belediye
başkanlığı araseçimine indirgemek ve bu konuda
oluşturulan akılcı çözümü önlemek yerine, onun temel
yapısal problemlerine yönelmek gerekir.
Değerli arkadaşlar, gelin, merkezî hükümetin
tekelinde olan...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
AHMET İYİMAYA (Devamla) – Bitti
Başkanım; 1 dakika...
BAŞKAN – Sayın İyimaya, lütfen
bağlayalım.
AHMET İYİMAYA (Devamla) – Bitiriyorum
Başkanım.
Gelin, merkezî hükümetin tekelinde olan ve fakat yerel
idare coğrafyasını ilgilendiren yetkileri onlara devredelim.
Yerel idareleri, merkezî kaynak dilencisi olmaktan çıkaracak malî
reformları yapalım. Seçilmiş yerel oligarşi yerine, kristal
kadar şeffaf ve saydam belediyeler ikame edelim. Önemli yerel sorunlarda,
doğrudan, demokrasinin çağdaş metodu olan referandumu, halk
katılımını gerçekleştirelim.
Yumak yumak sorunların bize
haykırdığı gerçekleri, sihirli gibi görünen romantik
kavramların dar muhtevalarına kilitleme gayreti ile çözümlerden firar
etme arasında bir tavır farkı yoktur. Genel demokrasiyi, bir
filozofun ifade ettiği gibi, kötü seçmeye, sistem bozukluğuna teslim
edemeyiz. Şu anda yapılmakta olan düzenleme, her altı ayda bir
Yüce Türk Milletinin ibretle, hayretle ve mizahî istihza ile seyrettiği yerel
araseçim komedisine Parlamento tarafından son verilmesinden ibaret bir
inisiyatif tezahürüdür.
Divanı ve sizleri saygıyla selamlıyor,
teklifin milletimize hayırlı olmasını Allah'tan diliyorum.
(DYP, RP, ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın
İyimaya.
2.—Yurtdışında
Bulunanların Sosyal Güvenlikleri Hakkında Borçlanma Kanunu
Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal
İşler Komisyonu Raporu (1/569) (S. Sayısı :209) (Devam)
BAŞKAN –Gruplar adına konuşmalara
geçmeden önce, biraz önce oyladığımız,
Yurtdışında Bulunanların Sosyal Güvenlikleri Hakkında
Borçlanma Kanunu Tasarısının oylama sonucunu
açıklıyorum:
186'sı kabul, 61'i ret ve 2'si de mükerrer olmak
üzere, toplam 249 oy kullanılmıştır. Bu durumda,
tasarı kanunlaşmıştır; hayırlı
olmasını diliyorum.
6.—Denizli Milletvekili Hasan Korkmazcan
ile Siyasî Parti Gruplarını Temsilen 10 Milletvekilinin, Mahallî
İdareler ile Mahalle Muhtarlıkları ve İhtiyar Heyetleri
Seçimi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına
İlişkin Kanun Teklifi ve Antalya Milletvekili Deniz Baykal ve 29
Arkadaşının, Gümüşhane Milletvekili M. Oltan Sungurlu ve 3
Arkadaşının ve İzmir Milletvekili Metin Öney’in Aynı
Mahiyetteki Kanun Teklifleri ile İstanbul Milletvekili Bülent Ecevit ve 7
Arkadaşının, Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya’nın,
2972 Sayılı Mahallî İdareler ile Mahalle Muhtarlıkları
ve İhtiyar Heyetleri Seçimi Hakkında Kanun ile 1580 Sayılı
Belediye Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Teklifleri ve İçişleri ve Anayasa Komisyonları Raporları
(2/612, 2/409, 2/453, 2/522, 2/466, 2/547) (S. Sayısı :247) (Devam)
BAŞKAN – Gruplar adına ilk söz
sırası, Demokratik Sol Partinin.
Demokratik Sol Parti Grubu adına, Sayın Cihan
Yazar; buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)
Sayın Yazar, süreniz 20 dakikadır.
DSP GRUBU ADINA M. CİHAN YAZAR (Manisa) –
Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; 2972
sayılı Mahallî idareler ile Mahalle Muhtarları ve İhtiyar
Heyetleri Seçimi Hakkında Kanun ile Belediye Kanununda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifleriyle ilgili olarak Demokratik
Sol Partinin görüşlerini açıklamak üzere söz almış
bulunmaktayım. Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, Anayasada sadece mahallî
idarelerin karar organları için seçim zorunluluğu bulunduğu
dolayısıyla, belediye başkanlığının yürütme
organı olması nedeniyle, böyle bir zorunluluğun
bulunmadığı ve bunu teyit eden Anayasa Mahkemesi kararları
olduğu, bu sebeple, belediye başkanlığındaki
boşalmalarda ara seçimlerin kaldırılmasının bir
sakınca doğurmayacağı, bu halde iki dereceli seçim düzeni
getirildiği ve belediye meclisinin, başkanlık
makamının boşalması halinde, ikinci seçmen görevini
üstleneceği ifade edilmiştir.
1963 yılından önce de, belediye
başkanlarının, belediye meclislerince, kendi üyeleri
arasından seçildikleri ve durumun, Anayasanın mevcut düzenlemesine
uygun olacağı hatırlanmalıdır.
Değerli milletvekilleri, mahallî idareler ara
seçimlerinin sık aralıklarla yapılmasının, ekonomik
olarak, ülkenin kaldıramayacağı büyük yükler getirdiği bir
gerçektir. 8 Nisan 1990 tarihinden itibaren, her yılın haziran
ayının ilk haftası ve kasım ayında olmak üzere, tam 38
kez yerel ara seçim yapılmıştır. Hepinizin ve tüm
kamuoyunun yakından izlediği bu yerel ara seçimlerde, iktidar
partileri, en ufak beldelerde dahi, tüm imkânları seferber etmekten
çekinmemekte ve ülkeyi büyük maddî sıkıntılar içerisine
sürüklemektedirler. Gözlemlerimiz o kadar açık ve net olmuştur ki,
seçim yapılacak mahallelerde, yol kenarlarında telefon kabloları,
elektrik direkleri, kanalizasyon büzleri, su boruları, dozer ve
greyderleri görmek doğal hale gelmiştir.
Bilinçsizce, alelacele açılan imar yolları,
çamur zemin üzerinde yapılan asfalt çalışmaları,
zamanında bilinçli olarak kullanılabilse, birçok belde ve ilçenin
senelerce özlemle beklediği yatırımları
gerçekleştirebilir ölçüdedir.
Mahallî idareler ara seçimleri, ülkeyi bir genel seçim
havasına sokmakta ve âdeta bir güven oylamasına dönüşmektedir.
Bu durum, ölçüsüz seçim yatırımlarını gündeme
getirdiği gibi, Türkiye Büyük Millet Meclisinin çalışmalarını
da olumsuz yönde etkilemekte ve değerli milletvekillerini çok zor
durumlara sürüklemektedir.
1990 yılından bugüne kadar 38 ara yerel seçim
yapıldığı göz önüne alınırsa, ara seçimlere,
bakan ve milletvekillerinin hatta, başbakanların, doğal olarak,
seçim bölgelerindeki çalışmalara katılmalarının Meclis
çalışmalarını ne derecede olumsuz etkileyeceğini
takdirlerinize sunuyorum.
Kanun teklifinin kabulü neticesinde, yeni siyasî
vaatlerle, il ve ilçe kurulması yönündeki taleplerin azalacağına
ve bu konuda, alt komisyonda alınan kararların daha
sağlıklı uygulanacağına güvenimiz sonsuzdur.
Değerli milletvekilleri, 1580 sayılı
Kanunun 93 üncü maddesinde yapılan değişikliğe göre,
belediye başkanlarının, ölüm, istifa veya görevden
uzaklaştırıldıkları hallerde, belediye meclisi,
valinin talebi üzerine, on gün içerisinde toplanır; bu toplantıda,
Meclis, katılanların salt çoğunluğunun gizli oyuyla ve
kendi üyeleri arasından bir başkan, başkanın görevden
uzaklaştırılması halinde ise bir başkanvekili seçer;
yeni seçilen başkanın görev süresi, yerine seçildiği
başkanın görev süresi kadardır ve başkanın tüm
yetkilerini haizdir; başkanvekili, yeni başkan seçilinceye ve
görevden uzaklaştırılmış olan başkan görevine
dönünceye kadar görev yapar.
Bu arada, önemli bir konuyu gündeme getirmek istiyorum:
Seçilmiş organların görevden alınabilmeleri demokratiklik
ilkesine aykırıdır. Geçici olsa bile, bu yetkinin bir siyasî
makama -İçişleri Bakanlığına- tanınması
sakıncalıdır. Gerçek düzenleme, bakanın istemi üzerine
idarî yargı mercilerinin bu geçici yetkiyi kullanmalarıdır.
Kanun teklifinin 3 üncü maddesiyle, 1580
sayılı Kanunun 12 nci maddesi değiştirilerek; belediye
sınırlarının belirlenmesi, sınır
uyuşmazlıklarının çözülmesi, beldelerin ve şubelerin
oluşumu, yapılan yeni düzenlemeyle uyumlu hale getirilmiştir.
Değerli millletvekilleri, Demokratik Sol Parti,
yukarıda arz etmeye çalıştığım olumsuz nedenler,
eşitlik ilkesine aykırı yetki kullanılması, ülkeyi
büyük ekonomik zorluklar içerisine çeken seçim yatırımları ve en
önemlisi, demokratik olduğuna inanmadığımız
seçimlerden dolayı, bilindiği gibi, mahallî idareler ara seçimlerine
katılmamaktadır.
Demokratik Sol Partinin, mahallî idareler ara
seçimlerine katılmaması gayet doğaldır. Dürüst bir
adayın, güçlü iktidarın tüm maddî gücüne karşı seçim
kazanması çok güçtür. Demokratik Sol Parti, bu eşitsizliği,
sadece kendi adayı için değil, her zaman ve her yerde olduğu
gibi, tüm adaylar için savunmaktadır. (DSP sıralarından
alkışlar)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Genel Başkanımız Sayın Bülent Ecevit'in ve diğer
siyasî partilerin sayın temsilcilerinin verdiği, 2972
Sayılı Mahallî İdareler ile Mahalle Muhtarlıkları ve
İhtiyar Heyetleri Seçimi Hakkında Kanun ile 1580 Sayılı
Belediye Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Teklifleri kabul edilirse, Demokratik Sol Partinin, kurulacak olan yeni
beldelerle ilgili bazı önerilerini açıklamak istiyorum.
Mahallî idare birimlerinde, yurdumuzda en büyük sorun
yeni kurulan beldelerde yaşanmaktadır.
Bilindiği üzere, bir yeni beldenin teşekkülü
referandum, il genel meclisi kararı, İçişleri
Bakanlığının olumlu görüşü, Danıştay
kararı ve üçlü kararnameyle oluşur ve Resmî Gazetede
yayımlanır. 1580 sayılı Belediye Kanunundaki mahallî
idareler ile ilgili reform çalışmaları tamamlanmış;
fakat, henüz komisyonlara, dolayısıyla da Yüce Meclisin huzuruna
gelememiştir.
Bu reformlardan biri de, 7469 sayılı Kanunun
1 inci maddesi ile değişik 7 nci maddesinde yer alan "500 ve
Mahallî idarelerin etkin ve verimli
çalışmalarını sağlamak üzere, Mahallî İdareler
Araştırma-Eğitim ve Geliştirme Enstitüsü kurulmuştur.
İstanbul'da, Marmara Üniversitesinde, Mahallî İdareler Yüksekokulu
faaliyetlerini sürdürmektedir.
Yeni kurulan beldeler, bildiğiniz gibi, hiçbir
altyapıya sahip değildir; ne bir belediye binası ne de
yetişmiş elemanı vardır; hatta, ihdas edilen kadroları
dahi sınırlandırılmaktadır. Bu konuda, Resmî Gazetede
yayımlanan beldelerin oluşumundan sonra, İçişleri
Bakanlığı, talimat olarak, İller Bankasındaki parayı
bloke ettirmek durumunda olmalıdır. Bakanlığın tip
projeleriyle hazırlanan belediye binalarının, bu beldelere
teslim edilmesinin çok yararlı olacağı
kanısındayım.
Her ne kadar, 5442 sayılı İl
İdaresi Kanununun 9 uncu maddesinin (f) fıkrası, valilere,
ihtiyaç halinde personel görevlendirme yetkisini veriyor ise de, bundan, hiçbir
zaman olumlu bir sonuç alınamamıştır. Bu yüzden, yeni
kurulacak beldelerde, Mahallî idareler Eğitim-Araştırma ve
Geliştirme Enstitüsüyle koordineli çalışma temin edilmeli ve
Mahallî İdareler Yüksekokulu mezunlarına öncelik
tanınmalıdır. İçişleri Bakanlığı, tahsis
edilen kadrolarda kısıtlama yapmamalıdır.
21 inci Yüzyıla girerken, güçlü, demokratik,
katılımcı, özerk, merkezî vesayetten arınmış bir
belediye özlemiyle, Demokratik Sol Parti Grubu adına, hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Yazar.
Gruplar adına ikinci konuşma, Anavatan
Partisi Grubunun.
Sayın Metin Öney, buyurun.
Sayın Öney, süreniz 20 dakikadır.
ANAP GRUBU ADINA METİN ÖNEY (İzmir) –
Sayın Başkan, muhterem milletvekilleri; Mahallî İdareler ile
Mahalle Muhtarlıkları ve İhtiyar Heyetleri Seçimi Hakkında
Kanun ile 1580 Sayılı Belediye Kanununda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifi üzerinde, Anavatan Partisi
Grubu adına, görüşlerimizi arz etmek üzere söz almış
bulunuyorum; bu vesileyle, Yüksek Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Bilindiği gibi, seçim, demokratik rejimin en
önemli kurumlarındandır. Nasıl ki, iktidar bütün rejimlerde,
muhalefet sadece demokratik rejimlerde mevcuttur; gizli oy açık tasnifle
yapılan seçimler de sadece demokratik rejimlerde mevcuttur. Bu itibarla,
seçime karşı olmak diye bir düşünce kesinlikle söz konusu
olamaz; ancak, takdir edersiniz ki, her şeyin fazlası, noksan
gibidir. Bu itibarla, Türkiye'de, senede iki kez yerel ara seçimlerin yapılması,
bu seçimlerin birçok sakıncayı da beraberinde getirmesine yol
açmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
ben, aynı zamanda, teklif sahiplerinden de biriyim. Gerçekten, 3
Kasım seçimlerinden önce, İzmir Çırpı Beldesinde de seçim
vardı ve o belde, yanılmıyorsam, 1 030 seçmene sahipti. Seçimden
önceki bir gün, uçakta, çok sayıda ve değişik partiye mensup
milletvekili arkadaşımla birlikte Çırpı'ya giderken,
herkesin birbirine tebessümle baktığına tanık oldum.
Sonunda, sen de mi İzmir'e, sen de mi İzmir'e, sen de mi İzmir'e
derken, hemen hemen bir uçak dolusu milletvekilinin, 1 030 veya 1 050 seçmenli
bir beldeye hareket ettiğini de orada müşahede ettim ve orada, yine,
bütün arkadaşlar arasında, artık ara seçimlerin
yapılmaması gerektiği noktasında, uçak içerisinde âdeta bir
konsensüs sağlanmış oldu. Bu duyguyla döndüğümde,
arkadaşlarımla da müzakere ederek, böyle bir kanun teklifi
verilmesinde zaruret gördüğümüzü ifade etmek istiyorum.
Şimdi, önümüzdeki haziran ayında, yine,
yanılmıyorsam elliye yakın yerde ara seçimler yapılacaktır
ve o ara seçimler -eğer bu teklif kanunlaşmazsa- biraz sonra Yüksek
Heyetinize arz edeceğim sakıncaları beraberinde getirecektir ve
15 Nisandan itibaren, şimdi maddeler halinde arz etmeye çalışacağım
sakıncaları, maalesef, hep beraber yaşayacağız. Bu
itibarla, teklifin kanunlaşması, bu sakıncaların da ortadan
kalkmasını sağlayacaktır.
Gerçekten, kasım ve haziran aylarında bu
seçimlerin yapılması, düşünün ki, Meclisin de çalışma
dönemlerine rastlaması itibariyle, önemli ölçüde, yasama faaliyetlerinin
otomatikman tatile girmesi sonucunu doğurmaktadır.
Bir başka husus... Devlete ciddî bir biçimde maddî
yük yüklemektedir. Değerli milletvekilleri, en tabiî taleplerimiz bile
-bütün iktidarlar için söylüyorum- ya planda yok ya programda yok ya da
tahsisat yok diye reddedilirken, eğer, yerel seçimler kapıdaysa
kesenin ağzı açılmaktadır. O zaman ne plan ne program ne de
tahsisat düşünen kalmaktadır.
Bir başka konu... Dozerler, kamyonlar, kepçeler
seferber olmakta, seçimin sonucuna göre de, bazen, o kepçe, o dozer veya o
kamyon seçim mahallinde ya unutulmakta ya da orada kalmaktadır veya
bozulmaktadır.
Bir başka konu... Partilerde âdeta bir seferberlik
ilan edilmektedir. Bu seferberlik, Meclis çalışmalarını da
önemli ölçüde aksatmaktadır. Yine -tabiatıyla, kullanılan tabiri
burada doğru bulmuyorum- il ve ilçe teklifleri, vaatleri de Türkiye'yi
ciddî bir sorunla karşı karşıya bırakmaktadır.
Kanaatim odur ki, il ve ilçe yapma hususundaki kanunun da gözden geçirilmesi ve
ciddî bir biçimde ele alınması gerekir. Bu il ve ilçelerin sonraki
durumlarına da hemen her arkadaşımız tanık
olmaktadır. Mesela, son dönemlerde il ve ilçe yapılan yerlere,
çeşitli sebeplerle ve çeşitli partilere mensup milletvekili
arkadaşlarımızla ziyaretlerde bulundum. Henüz, hiçbirinin
-geçmişte yapılanlar da dahil- mahkemeleri yoktur, millî
eğitimle ilgili doğru dürüst binaları yoktur, tapu daireleri
yoktur. Netice itibariyle, devletin ana kurum ve kuruluşlarının,
o il ve ilçelerde oluşmadığını üzüntüyle müşahede
ettim.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım;
bir başka önemli konu, ki, belki hepsinden daha önemli... Siyasî huzuru da bozmaktadır; yani, ara
yerel seçimler, siyasî spekülasyonlara yol açmakta, zaten, zaman zaman çok
ciddî sıkıntılarla
karşılaştığımız siyasal
barışı önemli ölçüde bozmaya yol açmaktadır. Şimdi,
bir sayım yapılsa, Türkiye'nin 40 milyona yakın seçmeni
olduğunu zannediyorum. 40 milyon seçmeni olan bir ülkede, 10 bin, 20 bin,
50 bin, 100 bin seçmenin iştirak edeceği seçimlerle, sonuç istihsal
etmek, herhalde doğru bir netice olmasa gerektir; ama, buna rağmen,
birinci parti ben oldum, ikinci parti sen oldun, sen değil ben öndeydim
tartışmaları, bir seçimden âdeta öteki seçime kadar devam
etmektedir. Yine, bu teklifler kanunlaşmazsa, hazirandan sonra bu
tartışmalara da hazır olalım demektir.
İşte, sonuç olarak, devlete getirdiği
yük, siyasî barışı bozması, siyasî rüşvete yol
açması, hadsiz hesapsız vaatler, planda, programda, tahsisatta olup
olmadığına bakılmaksızın yapılan
yatırımlar ve nihayet demokratik rejimin -sözümün başında
ifade ettiğim gibi- çok önemli bir kurum ve kuruluşu olan seçimin
âdeta yozlaşması, araseçimlerin kaldırılmasını
zarurî kılmaktadır.
Anayasaya uygunluk meselesini, Anayasa Komisyonu
Başkanımız değerli meslektaşım Sayın
İyimaya, açık bir biçimde ortaya koymuştur; iki dereceli seçim,
demokratik rejimlerin önemli kurumlarındandır. Netice itibariyle, hem
Anayasaya uygunluk hem de zaruret sebebiyle, teklifin
kanunlaşmasını, Anavatan Partisi olarak desteklediğimizi
ifade ediyor; Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum. (ANAP ve DSP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Öney.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Sayın
Seyfi Oktay; buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Oktay, konuşma süreniz 20
dakikadır.
CHP GRUBU ADINA M.SEYFİ OKTAY (Ankara) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan
yerel yönetimlerle ilgili teklifler ve komisyon raporları üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini sunmak üzere
huzurlarınızdayım; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, anayasa
değişikliğini yasaya intikal ettiren bir hükmü ayrık
tutulursa, bu teklifle gerçekleştirilmek istenilen husus, özetle ifade
edecek olursak, yerel yönetim araseçimlerinin bütünüyle kaldırılmasıdır.
Uygulamada, çok az rastlanan bazı boşalma halleri
dışında, yerel yönetim ara seçimlerinin bütünüyle
kaldırılması istenmektedir. Bundan önce, 1988 yılında
da, ara yerel yönetim seçimlerini kısıtlayan, daha az sayıda ara
yerel seçim yapılmasını sağlayan bir düzenleme
yapılmıştı; ama, o zaman, Anayasa Mahkemesi, yerel yönetim
ara seçimlerinin belli sürelerde ve sınırlı sayıda
yapılmasını, belli ve kısa bir süre de olsa ertelenmesini
Anayasaya aykırı buldu ve yasayı iptal etti. Anayasa Mahkemesince
iptal edilen bu yasanın da, görüşülmekte olan teklifin de açık
ve gizli tüm gerekçeleri aynı gerekçelerdir. Bu gerekçeler -biraz önce
konuşmacılar da belirttiler- özetle şunlardan ibarettir: Mahallî
seçimlerin sık aralıklarla yapılması ekonomik yük
oluşturuyor. Mahallî ara seçimler, genel seçim havasına dönüşüyor.
Bu seçimler, bir güven oylaması olarak değerlendiriliyor; bu nedenle
de ölçüsüz seçim yatırımları gündeme geliyor; ülke, zaman ve
kaynak israf ediyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi çalışmaları
olumsuz etkileniyor. Tüm gerekçeler özetle bunlardan ibaret olsa gerektir.
Görülüyor ki, bu gerekçelerdeki sakıncalar,
aslında, iktidarlardan kaynaklanan, çoğunlukla iktidarlardan
kaynaklanan sakıncalar. Anayasa Mahkemesi, bu gerekçelere karşın
bu yasayı iptal etti. Anayasa Mahkemesi, hukuksal nedenleri, demokratik
nedenleri daha önde tuttu ve onları daha çok önemsedi; hukuku,
demokrasiyi, pratikteki birtakım yararlara tercih etti. Zira, en büyük
yarar hukukun üstünlüğünü, demokrasinin işlemesini sağlamak
suretiyle gerçekleştirilebilir.
Bakınız, Anayasanın 153 üncü maddesinin
son fıkrasını sizlere bir kez daha hatırlatayım:
"Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen
yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını,
idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar."
Görüyoruz ki, Anayasa Mahkemesi kararları, bir
Anayasa emri ve gereği olarak, yasama organı da dahil herkesi
bağlıyor. Yargı kararlarının
bağlayıcılığı, hukukun üstünlüğünü
sağlayan temel bir esastır. Yargı kararlarına uyulmazsa,
hukukun üstünlüğü, hukuk devleti nasıl gerçekleştirilecektir?
Anayasamız, Anayasa Mahkemesi kararlarının gerekçesi
yazılmadan açıklanamayacağını öngörmektedir. Bu hüküm
gösteriyor ki, Anayasa Mahkemesi karar gerekçeleri, hüküm bölümüyle bir bütün
oluşturmaktadır; yani, karar, gerekçeye sıkı bir
şekilde dayalı olarak anlam kazanmaktadır. Bir başka
deyişle, gerekçe de, aynen hüküm gibi geçerli ve
bağlayıcıdır. Anayasanın bu hükmünün bir başka
biçimde yorumlanması mümkün değildir.
Komisyonda gördüm ki, birkısım üye
arkadaşlarım, Anayasa Mahkemesi kararının gerekçesini ele
alıyor, tartışıyor, bu gerekçenin Anayasa
karşısında uygun düşmediğini iddia ediyorlar. Buna
dayalı olarak da, Anayasa Mahkemesi kararına karşın, karara
aykırı yeni düzenleme yapabileceklerini ifade ediyorlar. Bu
mantığın, bu yöntemin geçerli görülmesi halinde, artık
Anayasa Mahkemesi kararlarının
bağlayıcılığından söz etmek olası
mıdır değerli arkadaşlarım? Bu anlayışla,
tüm Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı
yok sayılabilir.
Değerli arkadaşlarım, günlük siyasal
olayların akışına göre, belli pratik yarar ve amaçları
gerçekleştirmek için temel hak ve özgürlükler ile demokrasinin temel
kurumları ve kurallarıyla oynamak, hukuksal güvenceyi
yıkabileceği gibi, hukukun üstünlüğü ilkesine de ters
düşer. Demokrasilerde ulusal iradenin bir göstergesi olan siyasal
çoğunluk, kendisini hukuka bağlı saymıyor ve hukukun
sayısal çoğunluktan da üstün olduğunu benimsemiyorsa, bu
çoğunluğun, hukuku ve demokrasiyi yıkan kaba güç durumuna
düşmesi kaçınılmazdır. Siyasal çoğunluğun her
şeyi yapabileceğini sanmak, demokrasi için en büyük
sakıncayı oluşturur. Yüce Meclisi zor durumlara sokmaya,
sanıyorum, hiç kimsenin hakkı olmasa gerektir.
Bir başka görüş de şudur: 1988
yılındaki Anayasa Mahkemesi
kararından sonra Anayasa değişikliği
gerçekleşti; ilgili Anayasa maddeleri değişti, seçim hükmü de
değişti; o nedenle, Anayasa Mahkemesi kararına aykırı
düşen bir düzenleme yapmakta bir sakınca yoktur denmektedir. Bir defa
şunu açıklıkla ifade edeyim ki, anayasa
değişikliği, özellikle yerel yönetim seçimleri
açısından Anayasa Mahkemesi kararını pekiştiren ve
tartışmasız bir konuma getiren doğrultuda olmuştur.
Anayasadaki değişiklik, seçimlerin ertelenmesinin
istisnasını düzenliyor.
Bakınız, değişiklik ne diyor:
"Milletvekili genel veya araseçiminden önceki veya sonraki bir yıl
içinde yapılması gereken mahallî idareler organlarına veya bu
organların üyelerine ilişkin genel veya araseçimler, milletvekili
genel veya araseçimleriyle birlikte yapılır." Bunun anlamı
şudur: Yerel araseçimleri ancak bir koşulda erteleyebilirsiniz; bunun
dışındaki herhangi bir nedene dayalı olarak yerel
araseçimleri erteleyemezsiniz. Böylece, genel kuralın istisnası,
doğrudan doğruya, Anayasa tarafından
saptanmıştır. Bu değişikliğin neresinden
yararlanarak Anayasa Mahkemesi kararını gözardı edeceksiniz?
Diğer taraftan, seçimlerle ilgili yeni Anayasa hükmünü nasıl
yorumlayacaksınız da, seçimlerin kısıtlanmasını,
siyasal katılımın engellenmesini sağlayacak yeni düzenleme
yapacaksınız? Bunları anlamak çok zor değerli
arkadaşlarım.
Bakınız, 1988 tarihli Anayasa Mahkemesi
kararı çok kapsamlı olup, bugün ileri sürülen argümanların hemen
hepsini yanıtlamaktadır, hepsini içermektedir. Anılan Anayasa
Mahkemesi kararının gerekçesinden belli bir bölümü aynen sunuyorum: "Yapılan
bu son değişiklikle, yerel yönetim araseçimlerinin Türkiye Büyük
Millet Meclisi araseçimlerine benzetilmeye
çalışıldığı öngörülmektedir. Anayasa koyucu,
Türkiye Büyük Millet Meclisi araseçimlerine bazı sınırlamalar
getirmişse de, 127 nci maddede yerel yönetimlerle ilgili olarak bu tür
sınırlamalar öngörülmemiş olduğundan, bunlar yönünden
Anayasanın 13 üncü maddesinde yer alan neden dışında
herhangi bir nedenle sınırlama yapılması
olanaksızdır.
Öte yandan, yapıları bakımından,
Türkiye Büyük Millet Meclisi ile yerel yönetimler birbirine benzememektedirler.
Gerçekten, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinde boşalma olduğu
takdirde, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri tüm milleti temsil ettiklerinden
bu durum demokratik yönetim bakımından büyük bir sakınca
oluşturmamakta, daha çok siyasî partiler arasındaki dengeyi
etkilemektedir. Oysa yerel yönetimlerdeki boşalmanın hemen
doldurulmaması, demokratik katılımın uzunca bir süre
kesintiye uğraması sonucunu doğurmaktadır. Bunun,
Anayasanın 127 nci maddesinin birinci ve ikinci fıkrasında hükme
bağlanan yerinden yönetim ilkesine açık bir aykırılık
oluşturulduğunda duraksamaya yer yoktur.
İncelenen kural, çağdaş Batı
demokrasilerinin en güçlü niteliği olan
katılımcılığın sürekli biçimde etkin olma
öğesini önemli ölçüde zedeleyerek, bireyleri ve toplumu, kamu
işlerinde söz sahibi olmaktan uzaklaştırmaktadır.
Boşalan organ, her zaman seçilmemiş üyelerle değil -biraz önce
iddialar vardı, çok önemli bir nokta bu- seçilmiş üyelerle de
doldurulsa, hukuksal sakınca giderilmiş olmaz. Önemli olan
boşalan yerlerin seçilmiş kişilerce rastgele doldurulması
değil, seçmenin o yer için seçtiği kimseler tarafından
doldurulmasıdır. Bu nedenle, yerel yönetimlerin araseçimleri için
organlarda ne zaman boşalma olduğuna bakılmaksızın,
genel nitelikte bir seçim tarihi saptanması Anayasanın 127 nci
maddesinin ikinci fıkrasına uygun düşmez, uygun görülemez. Öte yandan araseçim tarihinin
boşalmanın olduğu yıla değil, onu izleyen yıla kaydırılması
-ki bir yıl kaydırma söz konusuydu o yasada- 2972 sayılı
Yasanın 29 uncu maddesinde sayılan nedenlerle yerel yönetim
organlarında boşalma olması durumunda bu boşluğun on
ilâ yirmiiki ay doldurulamaması seçim yapılacak yılın genel
seçimlerden bir yıl önceye rastlaması durumunda ise, bu sürenin
otuzdört aya kadar çıkabilmesi, makul kabul edilebilir ölçüleri
aşarak seçme ve seçilme hakkının demokratik toplum düzeninin
gerekleriyle bağdaşmayacak biçimde sınırlanmasına yol
açacak boyuttadır.
Yeni düzenlemedeki amacın ne olduğu
anlaşılamamakla birlikte -bugünkü gerekçelere de atıf
yapıyor- eğer, amaç, kamuoyunda sık sık seçim
tartışmalarına yol açılmaması ise, getirilen
sınırlama bu amacı aşmakta, siyasî hakların özüne
dokunur bir nitelik kazanmaktadır. Kaldı ki, böyle bir amacın
kamu yararı düşüncesine dayalı olduğu da söz götürür;
çünkü, çağdaş demokrasilerde amaç, halkın kamu işlerindeki
etkinliğinin sağlanabilmesi için katılımın
azaltılması değil artırılmasıdır.
Ayrıca, ülkenin yalnız birkaç il ve ilçesinde ve farklı
zamanlarda yapılacak olan yerel ara seçimin, bütün ülke düzeyinde seçim
tartışmasına neden olabileceği, bir varsayımdan öteye
geçemez. Ülkemizde, 1963 yılında bu yana, yerel ara seçimler,
boşalmayı izleyen kısa bir hazırlık döneminden sonra
hemen yapılagelmiş ve yerinden yönetim ilkesinin
dayanağını oluşturan demokratiklik öğesinden ödün
verilmemiştir. Şimdi, bu gelenekten geriye dönüş
düşünülemez.
Tüm yasaların genel amacının kamu
yararı olduğu bilinen bir gerçektir. Oysa, yeni düzenlemenin daha çok
siyasal nedenlere dayandığı, demokratik katılımı
en aza indirmek amacını taşıdığı
anlaşılmaktadır. Bilindiği gibi, yerinden yönetim ilkesi
yönünden kamu yararı, ancak halkın katılımının ve
bu yolla etkinliğinin artırılmasıyla
gerçekleştirilebilir. Bu amaca ters düşen ve yasama belgelerinde de
bu amaçtan ödün verilmesini haklı gösterecek bir gerekçe yer almayan dava
konusunu düzenlemenin, amaç ögesi bakımından da Anayasaya
uygunluğu savunulamaz.
Yeni düzenlemenin, 27.6.1984 tarihli ve 3030
sayılı Yasaya bağlı organlardaki boşalma
durumlarında araseçim yapılmayacağına ilişkin
kuralı da, bazı anayasal sakıncaları birlikte
getirmektedir. Gerçekten, 3030 sayılı Yasaya bağlı organlar
kapsamına, yukarıda belirtilen nedenlerle ilçe belediyelerinin
organları da girdiğinden, bu organların hiçbirinde beş
yıla varacak bir süre ara seçim yapılamayacaktır. Bunun sonucu
olarak, anılan organlarda herhangi bir nedenle görevin sona ermesiyle
doğacak boşluk, ya belediye başkanlığının
boşalmasında olduğu gibi belediye meclisi üyelerinden biri ya da
meclislerin feshinde olduğu gibi, atanmış kişilerce doldurulacaktır.
Bu durumun dönem başında ortaya çıkmasında, anılan
belediyelerde organların halk tarafından
oluşturulmasını zorunlu kılan yerinden yönetim ilkesinin ne
denli gerçekleşmiş sayılabileceği ya da bir yerinden
yönetim biriminin varlığı tartışılır olacaktır.
Ayrıca, bundan, Anayasanın 67 nci maddesinde düzenlenen seçme ve
seçilme hakkının da büyük ölçüde zarar göreceği
kuşkusuzdur. Öte yandan, anılan hükümle, seçmen iradesine, seçme ve
seçilme hakkına getirilen sınırlama, demokratik toplum düzeninin
gerekleriyle bağdaşır nitelikte kabul edilemeyeceğinden,
Anayasanın 13 üncü maddesine de aykırılık söz konusu
olmaktadır.
Dava konusu düzenlemenin, mahallî idarelerin genel
seçimlerine bir yıl kala, her ne surette olursa olsun, ara mahallî
idarelerin seçimleri yapılamayacağına ilişkin kuralı
da, Anayasanın 127 nci, 67 nci ve 13 üncü maddelerine aykırı
bulunmaktadır. Zira, Anayasanın 127 nci maddesinde, yerel yönetim
seçimlerinin 67 nci maddedeki esaslara göre beş yılda bir
yapılacağı ilkesi dışında bir düzenlemeye yer
verilmemiştir. Yerel yönetim organlarında meydana gelebilecek
boşalmaların nasıl doldurulacağı konusu Anayasada bir
esasa bağlanmadığından, sorunun 127 nci maddede öngörülen
yerinden yönetim ilkesine göre çözümlenmesi gerekecektir.
Yerinden yönetim ilkesinde esas, halkın
katılımının sağlanması olduğundan, bunun
doğal sonucu, organlardaki boşalmanın zaman geçirilmeden
doldurulmasıdır. İncelenmekte olan kural bunu engellemekle;
yerinden yönetim ilkesine bir sınır getirilmiş olmaktadır.
Böyle bir sınırlamanın, Anayasanın 13 üncü maddesi
dışındaki bir nedene dayanarak yapılabilmesi
olanaksızdır. 13 üncü maddedeki nedenlerden, kamu yararı
dışında kalanların konuya uygulanabilirliği söz konusu
değildir; ancak, genel seçimlere bir yıl kala, yerel ara seçimlerin
yasaklanmasında, yerel yönetimlerin özelliği göz önünde
bulundurulacak olursa, kamu yararı değil, tersine zararı
bulunduğu kolayca anlaşılır. Bu bakımdan, getirilen
sınırlamanın, Anayasanın 127 nci, 67 nci ve 13 üncü
maddelerine aykırı olduğu sonucuna
varılmıştır.
Daha önce de belirtildiği gibi, siyasî haklar,
hukuk devleti ilkesinin temel taşlarından birini
oluşturduğundan, bunlara aykırılık, hukuk devleti
ilkesine ve dolayısıyla, Anayasanın 5 inci maddesinde düzenlenen
devletin, cumhuriyeti ve demokrasiyi koruma amacına da zarar verecektir.
Bu nedenle, anılan maddelere, dolaylı da olsa bir
aykırılığın varlığını kabul etmek
gerekir.
Değerli arkadaşlarım, şu ileri
sürülen gerekçelerden hangisini karşılamıyor şu gerekçe?!.
Bu kadar açık bir gerekçe karşısında, nasıl olacak da
Yüce Meclis, Anayasaya aykırılığı bu kadar açık,
net olan bir teklifi yasalaştıracaktır; ben şahsen
düşünemiyorum.
Düşünün ki, bu gerekçe, yerel ara seçimlerin belli
zamanlarda yapılması, bir başka ifadeyle yerel ara seçimlerin
sayısının azaltılmasına ilişkindir, yani Anayasa
Mahkemesi, yerel ara seçimlerin sayılarının
azaltılmasına, bu açık gerekçeyle, Anayasaya aykırılığı
ortaya koyarken, Yüce Meclis, nasıl olur da, yerel ara seçimlerin tümden
ortadan kaldırılmasını yasalaştırabilir.
Gerekçede görülüyor ki, Anayasa Mahkemesi özellikle
siyasal katılımı önemsemiştir. Siyasal
katılımın demokrasiyi yaşam biçimine dönüştüren,
demokrasiye anlam ve içerik kazandıran olmazsa olmaz demokratik bir
müessesidir. Bir başka ifadeyle, demokrasiyi saksıda çiçek olmaktan
çıkaran müessesedir siyasal katılım. Türkiye Büyük Millet
Meclisine yakışan, siyasal katılımı şu veya bu
gerekçeyle kısıtlamak, daraltmak değil, olabildiğince
genişletmektir.
Geçmişte, muhafazakâr partilerimiz, siyasal
katılımın genişlemesinden çok kuşku duyarlardı, o
nedenle de, siyasal katılımı hep daraltmaya gayret
gösterirlerdi; ama, daha sonra görülmüştür ki, kaygıları,
kuşkuları hep boşa çıkmıştır.
Değerli arkadaşlarım, demokrasi, siyasal
katılım, hele hele seçim, öyle korkulacak şeyler değildir,
tam tersine her türlü musibetin panzehiridir. Gelin, birtakım gerekçelerle
seçimlerden kaçmayalım, halkın demokratik
katılımını kısıtlamayalım.
Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Oktay.
Refah Partisi Grubu adına, Sayın Veysel
Candan; buyurun efendim. (RP sıralarından alkışlar)
RP GRUBU ADINA VEYSEL CANDAN (Konya) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Denizli Milletvekili Hasan
Korkmazcan ile Siyasî Parti Gruplarını Temsilen 10 Milletvekilinin,
Mahallî İdareler ile Mahalle Muhtarlıkları ve İhtiyar
Heyetleri Seçimi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına
İlişkin Kanun Teklifi ve Antalya Milletvekili Deniz Baykal ve 29
arkadaşının; Gümüşhane Milletvekili M. Oltan Sungurlu ve 3
arkadaşının ve İzmir Milletvekili Metin Öney'in Aynı
Mahiyetteki Kanun Teklifleri ile İstanbul Milletvekili Bülent Ecevit ve 7
arkadaşının; Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın,
2972 Sayılı Mahallî İdareler ile Mahalle Muhtarlıkları
ve İhtiyar Heyetleri Seçimi Hakkında Kanun ile 1580 Sayılı
Belediye Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Teklifleri üzerinde Refah Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Bu kanun tekliflerini veren
arkadaşlarımızı saymamın nedeni, bu tekliflerin
içerisinde Refah Partisinin isminin olmayışıdır; ama,
burada baktığımız zaman, genelde bütün gruplar iştirak
ettiğine göre, Refah Partisi bu kanun tekliflerinde uzlaşmacı
bir tutum izleyecektir ve müzakereler sonunda ülke menfaatları
doğrultusunda, inşallah bir karar alınacaktır. Ancak,
şunu hemen ifade edeyim: Kanun tekliflerini çok özet ve
anlaşılır hale getirerek birtakım tespitler yapmak
istiyorum, konunun anlaşılması için.
Hatırlanacağı üzere 26 Temmuz 1995'te
mahallî idareler ve organlarının seçimiyle ilgili Anayasanın 127
nci maddesi değiştirilmiştir. Bu maddede şöyle
değişiklik yapılmıştı: "Milletvekili genel
ve ara seçiminden önce veya sonra bir yıl içinde yapılması
gereken mahallî idareler seçimi milletvekili genel veya ara seçimleriyle
birlikte yapılır." Yani, beş yıla... Burada bir
istisna getirilmişti. Bu getirilen kanun teklifleri de Anayasaya uyum olarak
yorumlanmaktadır.
Şimdi, CHP sözcüsü arkadaşım, burada,
Anayasaya aykırılık noktasından kendilerine göre birçok
gerekçe getirdiler. Anayasayı da Yüce Meclis hazırlar, ciddî manada
teklifleri tetkik edilir; eğer, gerekirse Anayasada da o maddeler değiştirilir.
Yani, hiçbir şeyi dağıtma... Anayasa da değişmez
mantığıyla hareket etmek mümkün değil. Kaldı ki, DSP
sözcüsü arkadaşımın ifade ettiği gibi "mahallî ara
seçimlerde adalet yerini bulmuyor. Biz, onun için seçimlere girmiyoruz"
deniliyor. Muhalefette, DSP gibi bir partiyi birtakım
sıkıntalara sokuyor ise, bunda bir sıkıntı, bir açmaz
var demektir. İnşallah Yüce Heyetiniz bunu aşacaktır.
Efendim, şimdi, bir belediye
başkanlığı boşaldığı zaman ne
yapıyoruz -bir belediye başkanı istifa ediyor veya ayrılıyor-
mevcut kanuna göre, on gün içerisinde mülkî amir belediye meclisine bir
yazı yazıyor ve belediye meclisi on gün içerisinde bir toplantı
yapıyor, salt çoğunlukla üyelerinin içerisinden birini seçiyor.
Şimdi, burada, CHP'li arkadaşım iddia etti, atanmış...
Atanmış değil ki!.. Vatandaş, reyini verirken mutlaka
belediye meclis üyelerine de bakıyor -tahsillerine bakıyor,
kariyerlerine bakıyor- öyle rey veriyor. O bakımdan, burada
"atanmış" ifadesini kullanmamak lazım. Belediye
meclisleri de kendi listelerine ayrı oy alırlar, belediye
başkanları da ayrı oy alırlar. O bakımdan, onu kabul
etmek maalesef mümkün değil.
2 nci madde de seçim işleriyle ilgili olarak,
iptalini, boşalma noktalarını ifade ediyor; yani, oy
sayımında birtakım sıkıntılar oldu, şikâyetler
oldu, belediye başkanlığı seçimi iptal edildi.
İki; belediye meclisi veya il genel meclisinin
feshi... Bunun neden feshedileceği kanunda açık olarak vardır;
başka bir yerde toplantı yapmıştır, belediye
meclisinde siyasî konular tartışılmıştır, bu sebeple
feshedilebilir.
Üç; meclis üye tam sayısının
yarıdan aşağıya düşmesi, belediye meclisi üyelerinin
toplu istifalarıdır.
Yeni belediye ve il kurulması; bu, çok mühim bir
husus. Bu kanunla böyle sık sık seçime gittiğimiz zaman,
maalesef -işte Osmaniye örneğinde de gördüğümüz gibi- genelde,
altyapısı olmayan yerlerde hemen ilçe talepleri, arkasından il
talepleri gelmektedir. Bu talepler geldikten sonra, partilerarası -biraz
açık ve net konuşmak lazım- siyasî rekabetle bu il talepleri bu
Meclisten, maalesef geçmektedir; ama, şu anda birçok eksiklikleri de
vardır.
2 nci maddede "belediye
başkanlığının herhangi bir sebeple -ölüm veya
istifayla- boşalması halinde, mülkî amir tarafından otuz gün
içerisinde -yani, on gün, otuz gün oluyor- il seçim kuruluna bildirilir; seçim
yapılmasına karar verilir, ilan edilir ve iki yıl sonra haziran
ayının ilk pazar günü seçim yapılır" denilmektedir.
Şimdi, burada mahzurları var mı,
nedir?.. Sık sık seçim yapmamak mı lazım; evet, bu
doğrudur. CHP sözcüsü arkadaşım "seçimden kaçmayın,
seçimden kaçmak iyi değildir, demokratik sistemlerde seçim..." dedi.
Burada, kanun tekliflerini getiren arkadaşlarımın metinlerini
okudum, komisyon kararlarını da okudum, hiçbirinde "seçimden
kaçalım, yapmayalım" diyen teklif yok; ama, bu iş 6 ayda
yapılıyorsa, bu iş 1 yılda da yapılabilir demektir.
İşte, Parlamento, zannediyorum, belki de bu kanunda ortak bir
görüş belirtecek. Bütün metinleri inceledim ve şu noktaya
vardım: Gruplar arasında veya ayrı ayrı verilen
tekliflerde, sadece, uzatma süresinde bir anlaşmazlık var; yani, o
giderildiği zaman, ortak bir tarih tespit edildiği zaman, öyle
zannediyorum ki, bu iş çözülecektir.
Konuşmacı arkadaşlarım "seçim
ekonomisi yapılıyor" dediler ve doğrudur. Belediye
başkanlığından geldiğim için biliyorum; personel
alım vaatleri yapılır, lüzumsuz yatırımlar
yapılır, o belediye Hükümete aitse Köy Hizmetleri, Karayolları
araçları oraya gider, hatta, orada seçim olup
olmadığını o sarı araçlardan bilebilirsiniz;
greyderler, dozerlerle dolar, orada tanıyabilirsiniz. O bakımdan,
devlete birtakım malî yük getirilmektedir. Seçim, istikrarın
güvencesi olacağı yerde, maalesef, sık sık seçim,
istikrarsızlığın güvencesi oluyor; seçim müessesesi, bu
arada da, saygınlığını, maalesef, yitiriyor.
Ayrıca, milletvekilleri bölgelerine dağılıyor, siyasî
husumet, siyasî rekabet, genel seçim havası ve alınan neticeleri de
her parti, kendine göre, birtakım puanlamalarla ekranlardan dile
getiriyorlar.
Burada, komisyon raporlarında gördüğüm
birtakım tenkitlere de kısa cevaplar vermek istiyorum. Raporda
muhalefet şerhi koyan, öyle zannediyorum CHP'li
arkadaşlarımız "demokrasi sürekli
katılımdır, demokraside seçimi sakıncalı gören ve
gösteren bir anlayış kabul edilemez" diyorlar. Muhalefet
görüşüne katılıyoruz, burada birtakım haklılık
olan hususlar vardır; ancak "tüm yasaların genel amacı kamu
yararıdır" diyorlar, tehirde de kamu yararı
hesaplanıyor; yani, lehte ve aleyhte birtakım bilgiler ortaya
aktarılıyor, hangisi akılcıysa, onu yapmak daha uygundur
diye düşünüyorum.
"Seçimi engelleme, gecikme, erteleme ve uzun süre
seçim olmaması, halkın katılımını önler;
atamalarla doldurmak, demokrasi işleyişini önlemektedir"
deniliyor. Demin de ifade ettim, atamalarla değil, seçilmişlerle
doldurulmaktadır.
"Makul ve makbul süreleri
aştığı için bu teklif kanunlaşsa bile Anayasa
Mahkemesi iptal eder" deniliyor. Belirli bir sürede
anlaşılacağına göre, bu iddia da doğru değildir.
"Boşalan belediye
başkanlığı için seçim yetkisini ve hakkını
halktan alıp belediye meclisine verilen bir düzenleme, Anayasaya
aykırıdır" deniliyor. Halbuki "belediye meclisleri de
seçimle gelmektedir" diye ifade ettim.
Şimdi, burada, rasgele "seçimden kaçmak"
diye telaffuz etmek yerine -bu Parlamento da seçimle geldiğine göre- esas
olan, ülke menfaatlarına, mevsim şartlarına riayet edilerek,
doğru olan bir seçim yapmak, zannediyorum ki en doğru hareket
olacaktır diye düşünüyorum.
Netice itibariyle, Refah Partisi sözcüsü olarak, ben,
özellikle konsensüsle, anlaşmayla, bir tarih tespitiyle bu teklifin
çıkarılmasında ülke menfaatları olduğu kanaatindeyim.
Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
(Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Doğru Yol Partisi Grubu adına, Sayın
Necati Çetinkaya; buyurun efendim.
DYP GRUBU ADINA M. NECATİ ÇETİNKAYA (Konya) –
Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; konuşmama
başlamadan önce, Doğru Yol Partisi Grubu ve şahsım
adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, benden önce,
hazırlanan teklifin lehinde konuşan arkadaşlara
huzurlarınızda teşekkür ediyorum; çünkü, hakikaten, 8 Nisan
1990'dan bugüne kadar 38 sefer mahallî idareler seçimi olmuş. Tatbikattan
gelen bir arkadaşınız olarak, ülkenin neresinde olursa olsun,
herhangi bir mahallî idare seçiminin yapılması, ülkeyi, hizmette
fevkalade zaman kaybına, maddî israfın alabildiğine artırılmasına,
enflasyonist ekonomilerde, ekonominin fevkalade büyük etki altında
tutulmasına, menfî yönden etkilenmesine ve dolayısıyla ülkenin,
lüzumsuz yere, sık sık -senede birkaç sefer- seçim sathı mailine
girmesine sebep olmaktadır. Esas itibariyle, seçimler, demokrasinin en
önemli, vazgeçilmez unsurları niteliğindedir; ama, siz, bu
şekilde, senede birkaç sefer seçimlere giderseniz, o zaman, demokrasinin
müspet manadaki unrusunu bir tarafa bırakmış ve maalesef,
demokratik fazileti de nisbeten etkilemiş olursunuz. O sebepledir ki,
ülkenin, ekonomik yönden ivmesinin, trendin daha da yukarıya
tırmanması istikrara muzaftır. İstikrar olmayan bir ortamda
sağlıklı bir ekonomiden bahsetmek de mümkün değildir.
Öyleyse ne yapmak lazım? Zaten, Grubumuz, lehte oy kullanacaktır ve
destekleyecektir. Bence, hazırlanan tasarı, fevkalade isabet
kaydetmektedir. Ülkenin, partilerin ve de insanlarımızın,
lüzumsuz yere, senede birkaç sefer topyekûn seçim havasına sokularak,
meşguliyetine ve insanlarımızın da zamanlarının
işgaline ve rahatsız olmasına sebep teşkil eden bu durumu
da ortadan kaldıracağız.
Bakınız, İçişleri Komisyonu
Başkanlığı olarak, bize gelen birçok mesajlar var. İl
olma pozisyonunda olan ve bize müracaat eden, Meclise müracaat eden bazı
ilçelerimizin belediye başkan ve meclis üyeleri, sırf il olmak için,
yaklaşan haziran seçimlerinde topyekûn istifa etmek durumunda ve hepsi
buna hazırlanmış durumda. Arkadaşlar, bu ülke, bu
sıkıntıyı çekemez. O sebepledir ki, geliniz doğru olan
yolda birleşelim ve Trafik Kanununda olduğu gibi konsensüs
sağlayalım. (DYP sıralarından "Bravo" sesleri,
alkışlar) Ben öyle inanıyorum ki, Cumhuriyet Halk Partisi de, bu
konuda gereken konsensüste, yerini alacaktır.
Böylelikle, esas itibariyle, önümüzde, belediyelerle
ilgili yapılacak hizmet nedir; yerel yönetim reform paketini
hazırlıyoruz ve inşallah, kısa zamanda bu Meclisin önüne
getireceğiz. Bu Meclis, o yerel yönetim reformu niteliğinde olan
düzenlemelerle, merkezî idarenin yetkilerini
tamamen yerel yönetimlere devrederek onların sağlam bir
şekilde ayakta kalmasını ve kaynak imkânlarının
mahallinde teminini sağlayacak; karar verme mekanizması bizzat
mahallinde olacak ve gerçek demokrasi, işte o zaman tecelli edecektir;
geliniz, bunda birleşelim. (DYP sıralarından "Bravo"
sesleri, alkışlar; RP sıralarından alkışlar)
İnşallah, yerel yönetim reformu niteliğinde olacak bu kanun
paketini, yasa paketini, reform paketini, bir an önce, bu Meclis
gerçekleştirecektir.
Bu duygularla, şimdiden, ertelenecek olan bu
seçimlerin ve çıkacak olan bu kanunun, memleketimize, milletimize ve Türk
demokrasisine hayırlı olmasını diliyor, hepinize
saygılar sunuyorum. (DYP ve RP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın
Çetinkaya.
Teklifin tümü üzerinde gruplar adına
konuşmalar tamamlanmıştır.
Şahsı adına, Sayın Esat Bütün?..
Konuşmuyorsunuz.
Sayın Hikmet Sami Türk?.. Konuşmuyorsunuz.
Teklifin maddelerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler.. Kabul etmeyenler... Maddelere geçilmesi kabul
edilmiştir.
1 inci maddeyi okutuyorum:
Mahallî
İdareler ile Mahalle Muhtarlıkları ve İhtiyar Heyetleri
Seçimi Hakkında Kanun ile Belediye Kanununda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifi
MADDE 1. – 18.1.1984 tarihli ve 2972 sayılı
Mahallî İdareler ile Mahalle Muhtarlıkları ve İhtiyar
Heyetleri Seçimi Hakkında Kanunun 8 inci maddesinin ikinci
fıkrası, aşağıdaki şekilde
değiştirilmiş ve maddeye bu fıkradan sonra gelmek üzere iki
fıkra eklenmiştir.
“Ancak, milletvekili genel veya ara seçiminden önceki
veya sonraki bir yıl içinde yapılması gereken mahallî idareler
organlarına veya bu organların üyeliklerine ilişkin genel veya
ara seçimler milletvekili genel veya ara seçimleriyle birlikte
yapılır.”
“Yeni kurulan belediyelerin ilk belediye başkan ve
belediye meclisi üyeleri seçimleri ile yeni kurulan illerde il genel meclisi
üyeleri seçimi, yukarıdaki fıkralarda belirtilen ilk genel mahallî
idareler seçimleri ile birlikte yapılır.”
“Mahallî idareler seçiminin savaş hali nedeniyle
bir yıla kadar ertelenmesi kanunla düzenlenir.”
BAŞKAN — Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.
Önerge yok.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
2 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2. – 2972 sayılı Kanunun 29 uncu
maddesinin birinci fıkrasının (d) bendi yürürlükten
kaldırılmış ve aynı maddenin ikinci fıkrası
aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“a, b, c bentlerinde yazılı hallerde bu
ilandan sonra gelen 60 ıncı günü takip eden ilk pazar günü oy verme
günüdür. Ancak, mahallî idareler genel seçimine bir yıldan az bir süre
kalmış ise mahallî idareler ara seçimi yapılmaz.”
BAŞKAN — Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.
Önerge yok.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
3 üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3. – 3.4.1930 tarihli ve 1580 sayılı
Belediye Kanununun 12 nci maddesi aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
Madde 12. – 4 üncü, 5 inci, 6 ncı, 7 nci ve 10
uncu maddelerde bildirilen kararlar, katileşme tarihini takip eden
yılın 1 Ocak gününden itibaren tatbik olunur. Ancak yeni belediye
kurulması halinde yukarıdaki hükümler, ilk genel mahallî idareler
seçimlerinin yapılacağı yılın 1 Ocak gününden itibaren
tatbik olunur. Tatbikinden en az bir ay evvel mahallin en büyük mülkî amiri
tarafından gazetelerle ve diğer vasıtalarla ilan olunur.
BAŞKAN — Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.
Önerge yok.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
4 üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 4. – 1580 sayılı Kanunun 93 üncü
maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
Madde 93. – Belediye başkanının izin,
hastalık veya görevle, görev yerinden ayrılması hallerinde,
başkan kendisine bu süre içinde vekâlet etmek üzere bir meclis üyesini
başkanvekili olarak görevlendirir.
Belediye başkanlığının
boşaldığı veya başkanın görevden
uzaklaştırıldığı hallerde, belediye meclisinin on
gün içinde toplanması vali tarafından sağlanır. Bu
toplantıda Meclis, katılanların, salt çoğunluğunun
gizli oyuyla ve kendi üyeleri arasından, belediye
başkanlığının boşalması halinde bir
başkan, başkanın görevden uzaklaştırılması
halinde ise bir başkanvekili seçer. Yeni seçilen başkanın görev
süresi, yerine seçildiği başkanın görev süresi kadardır;
başkanvekili, yeni başkan seçilinceye veya görevden uzaklaştırılmış
olan başkan görevine dönünceye kadar görev yapar.
Belediyelerin seçilmiş organları veya bu
organların üyeleri hakkında görevleri ile ilgili bir suç sebebi ile
soruşturma veya kovuşturma açılması halinde,
İçişleri Bakanı geçici bir tedbir olarak, kesin hükme kadar bu
organları veya organların üyelerini görevden
uzaklaştırabilir.
Belediye başkanının, görevini mazeretsiz
ve kesintisiz olarak 20 günden fazla terk etmesi ve bu durumun mahallin en
büyük mülkî amirince tespit edilmesi ve İçişleri
Bakanlığına bildirilmesi üzerine idarî yargı
tarafından bir ay içinde verilecek kararla belediye başkanı
başkanlıktan düşürülür.
BAŞKAN – Madde üzerinde, şahsı
adına Sayın Hikmet Sami Türk'ün söz talebi var.
HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) – Vazgeçtim
Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın Türk, söz talebinden
vazgeçiyor.
Madde üzerinde bir önerge vardır; okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
247 sıra sayılı kanun teklifinin 4 üncü
maddesiyle değiştirilen 1580 sayılı Kanunun 93 üncü
maddesine kenar başlığı olarak "Başkanvekili
geçici görevlendirme ve yeni başkan seçimi" ibaresinin
konulmasını saygıyla arz ederiz.
Ahmet
İyimaya Oltan
Sungurlu
Amasya Gümüşhane
Mehmet
Ali Şahin Seyfi
Oktay
İstanbul Ankara
Hikmet Sami Türk
Trabzon
BAŞKAN – Sayın Komisyon, önergeye
katılıyor musunuz?
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI AHMET
İYİMAYA (Amasya) – Nisap imkânsızlığı sebebiyle
katılamıyoruz, prensipte katılıyoruz efendim.
BAŞKAN – Sayın Hükümet?..
DEVLET BAKANI NEVZAT ERCAN (Sakarya) –
Katılıyoruz efendim.
BAŞKAN – Sayın Hükümet önergeye
katılıyor; Komisyon, nisap nedeniyle katılamıyor.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmiştir.
Maddeyi, kabul edilen önerge yönündeki
değişik şekliyle oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, yasa teklifinin tümü
üzerindeki işlemlerimiz bitecek gibidir; bu nedenle, çalışma
süremizin bu teklifin tümünün bitimine kadar uzatılmasını
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Bir geçici madde ilavesi yönünde önerge vardır;
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
247 sıra sayılı kanun teklifine
aşağıdaki maddenin "Geçici Madde 1" olarak eklenmesini
arz ve teklif ederiz.
Saygılarımızla.
Hikmet
Sami Türk Ahmet
İyimaya
Trabzon Amasya
M.Seyfi
Oktay Mehmet
Ali Şahin
Ankara İstanbul
Mahmut Oltan Sungurlu
Gümüşhane
"GEÇİCİ MADDE 1.– Subay ve astsubaylar
hariç olmak üzere, 1 inci maddenin ikinci fıkrasında ve 2 nci madde
ile ilga edilen 2972 sayılı Kanunun 29 uncu maddesinin (d) bendinde
öngörülen seçimler için aday veya aday adayı olan devlet memurları
ile diğer kamu görevlileri, aday veya aday adaylığından
istifa etmeleri veya bu sıfatlarının herhangi bir nedenle düşmesi
hallerinde, bu kanunun yayımından itibaren 1 ay içinde müracaat
etmeleri kaydıyla, eski görevlerine veya kazanılmış hak
aylık derecelerindeki başka bir göreve dönebilirler."
BAŞKAN – Sayın Komisyon, önergeye
katılıyor musunuz?
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI AHMET
İYİMAYA (Amasya) – Sayın Başkanım, nisap imkânsızlığı
sebebiyle katılamıyoruz; ancak, geçici madde, 1 adet olduğu
için, teknik olarak numara vermemize gerek yok.
BAŞKAN – Sayın Hükümet?..
DEVLET BAKANI NEVZAT ERCAN (Sakarya) –
Katılıyoruz efendim.
BAŞKAN – Hükümet önergeye katılıyor;
Komisyon nisap nedeniyle katılamadığını beyan etti.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
5 inci maddeyi okutuyorum:
MADDE 5.- Bu Kanun yayımı tarihinde
yürürlüğe girer.
BAŞKAN – Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.
Önerge yok.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
6 ncı maddeyi okutuyorum:
MADDE 6.- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN – Madde üzerinde söz talebi?..Yok.
Önerge yok.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
Kanun teklifinin
tümü üzerinde son söz talebi?.. Yok
Kanun teklifinin bütününü oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmenler... Kabul edilmiştir. Böylece,
teklif kanunlaşmıştır; hayırlı olmasını
diliyorum. (Alkışlar)
Sayın milletvekilleri, Refah Partisinin Süleyman
Mercümek'le bağlantıları ve maddî ilişkileri konusundaki
Meclis Araştırması Komisyonu raporuyla diğer denetim
konularını görüşmek için 25 Mart 1997 Salı günü saat
15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati : 23.00
VII. – SORULAR VE CEVAPLAR
A)YAZILI
SORULAR VE CEVAPLARI
1.
– Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak’ın, Kırıkkale
kapalı spor salonu ve yüzme havuzu inşaatına ilişkin sorusu
ve Devlet Bakanı Bahattin Şeker’in yazılı cevabı
(7/2123)
19.2.1997
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Aşağıdaki
sorularımın Devlet Bakanı Sayın Bahattin Şeker
tarafından yazılı olarak
cevaplandırılmasının teminini arz ederim.
Kemal
Albayrak
Kırıkkale
Soru 1. Kırıkkale kapalı
spor salonunun ve yüzme havuzu inşaatının büyük bir bölümü
tamamlanmış olmasına rağmen hizmete geçmediğinden
hemşerilerimizin mağduriyetine sebebiyet vermektedir. Söz konusu
inşaatların biran önce bitirilip mağduriyetin giderilmesi
konusunda herhangi bir çalışma var mıdır?
Soru 2. Kapalı Spor Salonu ve Yüzme
Havuzu inşaatı ne zaman bitirilecektir?
T.C.
Devlet
Bakanlığı
Sayı :
B.02.0.019.0.00.00.00.-00702 19.3.1997
Konu : 7/2123-5457 Esas No.lu
Yazılı Soru Önergesi.
Türkiye BüyükMillet Meclisi
Başkanlığına
İlgi : 27.3.1997 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/2123-5457/15364
sayılı yazınız.
Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak’ın 7/2123-5457 Esas
No.lu Yazılı Soru Önergelerine verilen cevaplar ekte
sunulmaktadır.
Bilgilerinize arz ederim.
Bahattin
Şeker
Devlet
Bakanı
Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak’ın
7/2123-5457 EsasNo.lu Yazılı Soru Önergesi Cevabı
Soru 1. Kırıkkale kapalı
spor salonunun ve yüzme havuzu inşaatının büyük bir bölümü
tamamlanmış olmasına rağmen hizmete geçmediğinden
hemşerilerimizin mağduriyetine sebebiyet vermektedir. Söz konusu
inşaatların biran önce bitirilip mağduriyetin giderilmesi
konusunda herhangi bir çalışma var mıdır?
Cevap 1. Kırıkkale/Merkez
antreman spor salonu inşaatı 1997 yılında bitirilecektir.
Soru 2. Kapalı Spor Salonu ve Yüzme
Havuzu inşaatı ne zaman bitirilecektir?
Cevap 2. Kırıkkale/Merkez kapalı yüzme havuzu
inşaatının, 1997 yılı yatırım
programına göre, 1999 yılında bitirilmesi
planlanmıştır.
2. – Kütahya Milletvekili EminKaraa’nın,
Kütahya Bağ-Kur Müdürlüğünün eczacı ihtiyacına ilişkin
sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Necati Çelik’in
yazılı cevabı (7/2144)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanı Sayın Necati Çelik tarafından
yazılı olarak cevaplandırılmasını
saygılarımla arz ederim.
18.2.1997
Emin
Karaa
Kütahya
Kütahya Bağ-Kur Müdürlüğünde aylardır
eczacı kadrosu boş bulunmaktadır. Esasen Eskişehir
Bağ-Kur Müdürlüğünde beş eczacı, Afyon Bağ-Kur Müdürlüğünde
üç eczacı varken, Kütahya Bağ-Kur Müdürlüğünde bir
eczacının olması mantığını anlamakta güçlük
çekerken, bu defa bu eczacı da ayrılmış ve Kütahya
Müdürlüğümüzde hiç eczacı kalmamıştır. Ne yazık
ki; dokuz aydır kurum tarafından geçici dahi olsa eczacıların
gönderilmemesi ve bu konuda yapmış olduğum başvurulara
olumlu cevap alamamam bu soru önergesinin verilmesine neden olmuştur. Bu
durumdan şikâyetçi olan Kütahya’lı eczacılar Bağ-Kur’la
anlaşma yapmaya yanaşmamışlar aylarca süren temaslardan
sonra kendileri ile Bağ-Kur arasında anlaşma
sağlanabilmiştir. Ancak müdürlüğünüzde eczacı olmaması
yüzünden faturaların kısmen Eskişehir’e kısmenAnkara’ya
incelemeye gitmesi nedeniyle ve bu incelemenin aylardır sürüyor
olması karşısında ilaç paraları zamanında ödenememektedir.
Anlaşılan odur ki; yeni dönemde
eczacılar tekrar, bedeli mükabilinde Bağ-Kur’lulara ilaç
vereceklerdir ki bu durumda vatandaş çok büyük mağduriyete
uğrayacaktır. Bundan dokuz ay önce Bağ-Kur’lular tarafından
müdürlüğe ibraz edilen binlerce faturanın bedeli hâlâ kendilerine
ödenmemiştir. Bu durum karşısında :
Soru 1. İllerdeki Bağ-Kur müdürlüklerine
eczacı tayininin kriterleri nelerdir?
Örneğin; Eskişehir’de beş eczacı,
Afyon’da üç eczacınız görev yapmaktayken, Kütahya’da neden bir
eczacınız vardır?(Bugün oda yoktur)
Soru 2. Kütahya Bağ-Kur Müdürlüğünün
ihtiyacı olan eczacıların tayini ne zaman
yapılacaktır?
Soru 3. Mevcut olumsuzluklar yüzünden Kütahya
Bağ-Kur Müdürlüğünde aylardır birikmiş olan ilaç
faturalarının kontrol edilerek bedellerinin hemen ödenmesi için
acilen bir önlem almayı düşünüyor musunuz?
T.C.
Çalışma
ve SosyalGüvenlikBakanlığı
Sosyal Güvenlik
Kuruluşları Genel Müdürlüğü
Sayı
: B.13.0.SGK.0.13.00.01/1911 20.3.1997
Konu : Yazılı Soru Önergesi
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : 3.3.1997 tarih ve
A.01.GNS.0.10.00.02.7/2144-5499/15584 sayılı yazınız.
Kütahya Milletvekili EminKaraa tarafından
hazırlanan “Bağ-Kur Kütahya İl Müdürlüğünün eczacı
ihtiyacına ilişkin” 7/2144 EsasNo’lu yazılı soru önergesi
Bakanlığımca incelenmiştir.
Bağ-Kur Genel Müdürlüğünde açık bulunan
eczacı kadrolarına atamalar 657 sayılı Devlet
Memurları Kanununun ilgili maddelerine göre sınav açılarak
açıktan atama yoluyla yapılmaktadır. Bunun yanında naklen
atanma talebinde bulunan eczacıların talepleri yerine
getirilmektedir. Ancak, Kütahya İl Müdürlüğü eczacı kadrosu için
naklen atanma talebinde bulunulmamıştır. Eskişehir İl
Müdürlüğünde bugün için 6 adet eczacı görev yapmaktadır. Bunlardan
4 adedi il müdürlüğü kadrosunda olup diğer 2’si eş durumundan
görevlendirme şeklindedir. Bu nedenle Kütahya İl Müdürlüğünün
reçete kontrolleri Eskişehir İl Müdürlüğünde görev yapan
eczacılar tarafından yürütülmektedir.
Bağ-Kur’un taşra teşkilatının
251 eczacı kadrosundan 146 adeti boş bulunmaktadır. Sözkonusu
kadrolara 1996 yılında açıktan atama izni istenilmiş ancak,
bu talep uygun görülmediği için atama
yapılamamıştır.1997 yılında açıktan atama
yapılabilmesi için Devlet Personel Başkanlığının
19.3.1996 tarih ve B.02.21.DPB.0.10/2393 sayılı yazısı
doğrultusunda 14.1.1997 tarih ve 540 sayılı yazı ile
açıktan yeniden atama izni istenilmiş olup henüz netice
alınamamıştır. Alınacak izin çerçevesinde Kütahya
İl Müdürlüğünün eczacı ihtiyacı en kısa zamanda
giderilecektir. Ayrıca başka bir Kurumdan nakil talebinde bulunan 1
adet eczacının ataması en
kısa zamanda gerçekleştirilecektir.
Bağ-Kur Kütahya İl Müdürlüğünde mevcut
eczacı kadrosunun boş olması sebebiyle Ağustos 1996
tarihinden itibaren biriken reçeteler, kontrol edilmek üzere Bağ-Kur Genel
Müdürlüğünün 18.12.1996 tarih 270389 sayılı talimatı
doğrultusunda Eskişehir İl Müdürlüğüne gönderilmektedir.
1996 yılı eczane protokol hükümleri
gereğince anılan reçetelere ait bedeller avans olarak 45 günde % 85,
Ocak 1997 itibariyle de kalan % 15 şeklinde kontrolsüz olarak
ödenmiştir. (1997 yılı protokol hükümleri doğrultusuda
düzenlenen Ocak-Şubat 1997 reçeteleri bu ödeme planının
dışındadır.)
Bilgilerinize arz ederim.
Necati
Çelik
Çalışma
ve SosyalGüvenlik Bakanı
3. –
Bartın Milletvekili Cafer Tufan Yazıcıoğlu’nun, Bartın
Kurucaşile İlçesi Meydan Köyünün orman köyü kapsamına
alınmama nedenine ilişkin sorusu ve Orman Bakanı M. Halit
Dağlı’nın yazılı cevabı (7/2149)
Türkiye
BüyükMillet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorumun OrmanBakanı
Sayın HalitDağlı tarafından yazılı olarak
cevaplandırılmasını saygılarımla arz ve talep
ederim.
20.2.1997
Cafer
Tufan Yazıcıoğlu
Bartın
Soru : Bartınİli Kurucaşile İlçesi
Meydan Köyü, köy hudutları dahilinde Orman olmasına rağmen niçin
orman köyü değildir?
T.C.
Orman
Bakanlığı
Araştırma
Planlama ve Koordinasyon Kurulu
Başkanlığı
Koordinasyon ve Mevzuat Dairesi Başkanlığı 20.3.1997
Sayı : KM.1.SOR./174-874
Konu : Sn. Cafer Tufan Yazıcıoğlu’nun
Yazılı Soru Önergesi
Türkiye BüyükMillet Meclisi
Başkanlığına
(Kanunlar ve Kararlar Dairesi
Başkanlığı)
İlgi : Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığının 3.3.1997 tarih ve
A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/2149-5504/15589 Sayılı Yazısı.
İlgi yazı ekinde alınan Bartın
Milletvekili Sayın Cafer Tufan Yazıcıoğlu’nun
“Bartın-Kurucaşile Meydan Köyünün orman köyü kapsamına
alınmama nedenine ilişkin yazılı soru önergesi”
Bakanlığımızca incelenmiş olup, cevabî
yazımız ilişikte gönderilmektedir.
Arz ederim.
M.
Halit Dağlı
Orman
Bakanı
Bartın Milletvekili Sayın Cafer Tufan
Yazıcıoğlu’nun 7/2149 EsasNo.lu
“Bartın-Kurucaşile-Meydan Köyünün OrmanKöyü Kapsamına
Alınmama Nedenine İlişkin Yazılı Soru
Önergesi” Hakkında Orman
Bakanlığının Cevabı
Herhangi bir köyün ormanla ilişkisi 6831
Sayılı Orman Kanunu ve buna dayanılarak hazırlanan 280
sayılı tebliğ esaslarına göre belirlenmektedir.
Bartın-Kurucaşile-Meydan Köyünün köy
muhtarının da katılımı ve imzası ile tespit
edilen mülki hudutları içerisinde devlet ormanı bulunduğu ancak
verimi yeterli olmadığından 6831 sayılı Orman
Kanununun 32 nci maddesi kapsamına girdiği ve kanunî haklardan bu
madde kapsamında faydalandırıldığı tespit
edilmiştir.
4. –
Bartın Milletvekili Cafer Tufan Yazıcıoğlu’nun, ziraat
mühendisi istihdamı için bir sınav yapılıp
yapılmayacağına ilişkin sorusu ve Tarım ve
Köyişleri Bakanı Musa Demirci’nin yazılı cevabı
(7/2150)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorumun Tarım ve
Köyişleri Bakanı Sayın Musa Demirci tarafından
yazılı olarak cevaplandırılmasını
saygılarımla arz ve talep ederim.
20.2.1997
Cafer
Tufan Yazıcıoğlu
Bartın
Soru : Bakanlığınızda Ziraat
Mühendisi açığı var
mı? Açık var ise 1997 yılında ZiraatMühendisi
alımı için sınav yapılacak mı?
T.C.
Tarım
ve Köyişleri Bakanlığı
Araştırma,Planlama
ve Koordinasyon
Kurulu
Başkanlığı
Sayı
: KDD-BŞV.2.01.656-19445 19.3.1997
Konu : Tufan Yazıcıoğlu’nun Soru
Önergesi
Türkiye
BüyükMillet Meclisi Başkanlığına
İlgi : 3 Mart 1997 gün ve
KAN.KAR.MD.A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/2150-5505/15590 sayılı
yazınız.
İlgide kayıtlı yazınızda
Bartın Milletvekili Sayın Cafer Tufan Yazıcıoğlu’nun
Bakanlığımızda Ziraat Mühendisi açığı
bulunup bulunmadığı konulu soru önergesi incelenmiştir.
Bakanlığımız 5. bölge illerinde, Araştırma
Enstitüsü Müdürlüklerinde, Üretme İstasyonu Müdürlüklerinde ve İl
Kontrol Laboratuvar Müdürlüklerinde Ziraat Mühendisi ve Veteriner Hekim
unvanlı personele ihtiyaç duyulmaktadır. İhtiyaç
karşılayacak sayıda boş kadromuz
olmadığından 16.10.1996 gün ve K/113-13769-28654
sayılı yazımızla Başbakanlık Devlet Personel
Dairesi Başkanlığı ve Maliye Bakanlığı’ndan
2250 adet Ziraat Mühendisi, 1195 adet veteriner hekim olmak üzere toplam 3445
adet kadro ihdası talebinde bulunulmuştur. Talep edilen kadrolar
Bakanlığımıza ihdas edildiğinde bu kadrolara atama
yapılacaktır.
Bilgilerinize arz ederim.
Musa
Demirci
Tarım
ve Köyişleri Bakanı
5. –
İzmir Milletvekili MetinÖney’in, Kaçkar Dağı Millî Park
Alanının genişletilip genişletilmeyeceğine
ilişkin sorusu ve Orman Bakanı M. HalitDağlı’nın
yazılı cevabı (7/2163)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın
Sayın OrmanBakanı tarafından yazılı olarak
cevaplandırılmasını istiyorum.
Gereğini arz ederim.
Saygılarımla.
Metin
Öney
İzmir
Soru 1. 1994 yılında millî park ilan edilen
Kaçkar 51 000 hektarlık bir alanı kapsıyor. Oysa bir millî park
o bölgedeki en az bir ekosistemi kapsaması gerekmektedir. Bu aynı
zamanda Türkiye’nin üyesi olduğu Milletlerarası Tabiat ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Birliği (IUCN)’nın
belirlediği bir şarttır. Bir ekosistemin ancak beşte birini
kapsayan Kaçkar Dağı Millî Parkı’nın
kapsadığı alanı bu kurala uygun olarak genişletilmesi
düşünülüyor mu?
Soru 2. Millî parkların en önemli
amaçlarından olan geleneksel yaşamın korunmasına dair
çalışmalar yapılıyor mu? Geleneksel ahşap yapılar
yerine sağlıksız olan; o iklimde romatizma ve eklem
hastalıklarına yol açan betonarme yapılara yönelimin önüne
geçilmesi için ne gibi çalışmalar yapıyorsunuz?
Soru 3. Millî Parklar Kanununun 14/e maddesi “millî
parklara kesin bir zorunluluk olmadıkça her ne surette olursa olsun hiç
bir tesis ve yapı kurulamaz veya mevcut yerleşim sahaları
dışında bu yerler iskân edilemez” hükmünü getiriyor. Ancak, park
içinde Karayolları Genel Müdürlüğü’nün yol açmak için kurduğu
istasyon konaklama tesisine çevrilmiş, Rize İl idaresi’nin
yaptıracağı konutların temeli
atılmıştır. Park içinde başlayan bu
yapılaşmayı önleyici ne gibi çalışmalarınız
var?
Soru 4. Yöre halkının istememesine
rağmen millî park içine yol yapılması doğru mudur?
Avrupa’daki parklarda doğa yürüyüşleri için patikalar düzenlenirken
Kaçkar’da geniş yollar açılması dağ turizmini engelleyici
bir durum değil midir? Ayrıca yol yapımı için binlerce
ağaç kesiliyor, doğaya ve su kaynaklarına zarar veriliyor.
Doğa tahribatının önlenmesi için ne gibi çalışmalar
yapıyorsunuz?
T.C.
Orman
Bakanlığı
Araştırma
Planlama ve Koordinasyon Kurulu
Başkanlığı
Koordinasyon ve Mevzuat Dairesi Başkanlığı 20.3.1997
Sayı : KM.1.SOR./175-875
Konu : Sn. Metin Öney’in
Yazılı Soru Önergesi
Türkiye BüyükMillet Meclisi
Başkanlığına
(Kanunlar ve Kararlar Dairesi
Başkanlığı)
İlgi : Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığının 3.3.1997 tarih ve
A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/2163-5529/15652 sayılı yazısı.
İlgi yazı ekinde alınan İzmir
Milletvekili Sayın Metin Öney’in “Kaçkar Dağı Millî Park
alanının genişletilip genişletilmeyeceğine
ilişkin yazılı soru önergesi” Bakanlığımızca
incelenmiş olup, cevabî yazımız ilişikte
gönderilmiştir.
Arz ederim.
M.
Halit Dağlı
OrmanBakanı
İzmirMilletvekili Sayın Metin Öney’in 7/2163
Esas No.lu “Kaçkar Dağı Millî Park Alanının
Genişletilip Genişletilmeyeceğine İlişkin
Yazılı Soru Önergesi” Hakkında
Orman Bakanlığının Cevabı
1. Kaçkar Dağları 31.8.1994 tarihinde
BakanlarKurulu Kararıyla “Millî Park” olarak ilan edilmiştir. Hali
hazırda ilan edilen Millî Park içerisinde OrmanEkosistemi, Akarsu
Ekosistemi, Periglasiyal Ekosistem ve Buzul Ekosisteminin en güzel ve orijinal
örnekleri bulunmaktadır. Ayrıca Kaçkar Dağları
2. 2873 sayılı Millî Parklar Kanununa göre
ilan edilen millî parkların öncelikle “Koruma Planının (master
plan)” hazırlanması ve yürürlüğe konulması gerekmektedir.
Koruma planı hazırlanıncaya kadar ilgili millî parkı, ilan
edildiği günkü haliyle muhafaza etmek yasal bir zorunluluktur.
KaçkarDağları Millî Parkı ilan edildikten sonra ilgili bütün
kamu ve özel kurum ve kuruluşlara Millî Park’ın koruma planı
hazırlanıncaya kadar her türlü yapılaşmanın
yasaklandığı, mevcut arazi kullanımının önceki
koşullarda devam edeceği konularında emir
yazılmıştır. Bu görev de öncelikle
Bakanlığımız taşra birimlerine verilmiştir.
Bakanlığımız taşra birimi halen bu görevi mevcut
imkânlar ölçüsünde en iyi bir şekilde yerine getirmeye
çalışmaktadır. Life Projesi çerçevesinde Kaçkar
Dağları Millî Parkı’nın master plan
çalışmalarına 1997 yılı içerisinde başlanacak ve
en kısa sürede tamamlanacaktır.
3. Millî Park içerisindeki Ayder Yayla
yerleşiminde bulunan Karayolları GenelMüdürlüğü’ne ait istasyon
saha Millî Park ilanından önce tesis edilmiştir.
4. Millî Park içerisinde yeni açılmış
herhangi bir yol bulunmamaktadır. Sadece mevcut bazı yolların
niteliklerinin iyileştirilmesi yönünde bir çalışma söz
konusudur. Bu durum yöre halkının ulaşım
imkânlarının iyileştirilmesi amacını gütmekte olup,
oldukça sınırlı bir çalışmayı
kapsamıştır.
Yurtdışında Bulunanların Sosyal
Güvenlikleri Hakkında Borçlanma Kanun Tasarısına verilen oların sonucu :
Kanunlaşmıştır.
Üye
Sayısı : 550
Kullanılan
Oy : 249
Kabul
Edenler : 186
Reddedenler : 61
Çekimser : —
Mükerrer
Oylar : 2
Geçersiz
Oy : —
Katılmayanlar : 302
AçıkÜyelik : 1
(Kabul Edenler)
ADANA
Yakup Budak
Sıtkı Cengil
İ.Cevher Cevheri
Veli Andaç Durak
İbrahim Ertan Yülek
ADIYAMAN
Mahmut Nedim Bilgiç
Ahmet Çelik
Ahmet Doğan
AFYON
Sait Açba
İsmet Attila
Osman Hazer
AĞRI
M. Sıddık Altay
Celal Esin
M. Ziyattin Tokar
AKSARAY
Mehmet Altınsoy
Murtaza Özkanlı
AMASYA
Ahmet İyimaya
Cemalettin Lafcı
ANKARA
Saffet Arıkan Bedük
Hasan Hüseyin Ceylan
Ömer Ekinci
Mehmet Gölhan
Ahmet Tekdal
Rıza Ulucak
Ersönmez Yarbay
ANTALYA
Arif Ahmet Denizolgun
Hayri Doğan
ARTVİN
Hasan Ekinci
AYDIN
Muhammet Polat
BALIKESİR
Ahmet Bilgiç
İsmail Özgün
BATMAN
Alaattin Sever Aydın
Musa Okçu
BAYBURT
Suat Pamukçu
BİLECİK
Bahattin Şeker
BİNGÖL
Hüsamettin Korkutata
BİTLİS
Zeki Ergezen
Abdulhaluk Mutlu
BOLU
Feti Görür
Necmi Hoşver
Mustafa Yünlüoğlu
BURDUR
Mustafa Çiloğlu
BURSA
MehmetAltan Karapaşaoğlu
Ali Osman Sönmez
Turhan Tayan
ÇANKIRI
İsmail Coşar
ÇORUM
Mehmet Aykaç
Zülfikar Gazi
Yasin Hatiboğlu
DENİZLİ
Mehmet Gözlükaya
Ramazan Yenidede
DİYARBAKIR
Ferit Bora
M. Salim Ensarioğlu
Sacit Günbey
Ömer Vehbi Hatipoğlu
Yakup Hatipoğlu
ELAZIĞ
Ömer Naimi Barım
Hasan Belhan
Ahmet Cemil Tunç
ERZİNCAN
Tevhit Karakaya
ERZURUM
Lütfü Esengün
Abdulilah Fırat
İsmail Köse
ÖmerÖzyılmaz
Aslan Polat
ESKİŞEHİR
Demir Berberoğlu
Hanifi Demirkol
GAZİANTEP
Nurettin Aktaş
Kahraman Emmioğlu
MehmetBedri İncetahtacı
GİRESUN
Turhan Alçelik
HAKKÂRİ
Mustafa Zeydan
HATAY
Süleyman Metin Kalkan
Mehmet Sılay
ISPARTA
Mustafa Köylü
İÇEL
Mehmet Emin Aydınbaş
Saffet Benli
İSTANBUL
Meral Akşener
Yıldırım Aktuna
Tayyar Altıkulaç
Azmi Ateş
Mustafa Baş
Mukadder Başeğmez
Gürcan Dağdaş
Süleyman Arif Emre
Ekrem Erdem
Mehmet Fuat Fırat
Metin Işık
İsmail Kahraman
Hüseyin Kansu
Ali Oğuz
Osman Yumakoğulları
Bahattin Yücel
Namık Kemal Zeybek
İZMİR
Işılay Saygın
Ufuk Söylemez
Sabri Tekir
İsmail Yılmaz
KAHRAMANMARAŞ
Hasan Dikici
Avni Doğan
AhmetDökülmez
Mustafa Kamalak
KARABÜK
Hayrettin Dilekcan
KARAMAN
Abdullah Özbey
Zeki Ünal
KARS
Sabri Güner
KASTAMONU
Fethi Acar
Haluk Yıldız
KAYSERİ
Memduh Büyükkılıç
Abdullah Gül
Nurettin Kaldırımcı
SabihKapusuz
KIRIKKALE
Kemal Albayrak
Hacı Filiz
Mikail Korkmaz
KIRŞEHİR
Ömer Demir
KİLİS
Mustafa Kemal Ateş
KOCAELİ
Necati Çelik
Şevket Kazan
Osman Pepe
KONYA
HüseyinArı
Veysel Candan
Necati Çetinkaya
Abdullah Gencer
Ali Günaydın
Teoman Rıza Güneri
Hasan HüseyinÖz
Lütfi Yalman
Mehmet Ali Yavuz
KÜTAHYA
Ahmet Derin
Metin Perli
MALATYA
Oğuzhan Asiltürk
Yaşar Canbay
Fikret Karabekmez
MANİSA
Rıza Akçalı
Bülent Arınç
Yahya Uslu
MARDİN
Fehim Adak
MUĞLA
İrfettin Akar
Enis Yalım Erez
MUŞ
Necmettin Dede
Nedim İlci
Sabahattin Yıldız
NEVŞEHİR
Mehmet Elkatmış
NİĞDE
Doğan Baran
Mehmet SalihKatırcıoğlu
Ergun Özkan
ORDU
Hüseyin Olgun Akın
Mustafa HasanÖz
RİZE
Şevki Yılmaz
SAKARYA
Nezir Aydın
Cevat Ayhan
Nevzat Ercan
Ertuğrul Eryılmaz
SAMSUN
Ahmet Demircan
Nafiz Kurt
Latif Öztek
Musa Uzunkaya
SİİRT
Mehmet Emin Aydın
SIVAS
Musa Demirci
TahsinIrmak
Temel Karamollaoğlu
Abdüllatif Şener
ŞANLIURFA
Necmettin Cevheri
İbrahim HalilÇelik
Zülfükâr İzol
Ahmet Karavar
Abdülkadir Öncel
M. Fevzi Şıhanlıoğlu
TOKAT
Abdullah Arslan
Ali Şevki Erek
Ahmet Fevzi İnceöz
Bekir Sobacı
TRABZON
Kemalettin Göktaş
Şeref Malkoç
İsmail İlhan Sungur
TUNCELİ
Kamer Genç
VAN
Maliki Ejder Arvas
Fethullah Erbaş
Şaban Şevli
YALOVA
Cevdet Aydın
YOZGAT
İlyas Arslan
Kazım Arslan
Abdullah Örnek
ZONGULDAK
Necmettin Aydın
Ömer Barutçu
(Reddedenler)
ANKARA
Yılmaz Ateş
M. Seyfi Oktay
Önder Sav
Aydın Tümen
Hikmet Uluğbay
ANTALYA
Metin Şahin
ARTVİN
Metin Arifağaoğlu
AYDIN
M.Fatih Atay
İsmet Sezgin
BALIKESİR
Safa Giray
Mustafa Güven Karahan
İ. Önder Kırlı
BOLU
Mustafa Karslıoğlu
BURDUR
Yusuf Ekinci
BURSA
Hayati Korkmaz
ESKİŞEHİR
Necati Albay
Mahmut Erdir
GAZİANTAP
Mustafa Yılmaz
HATAY
Ali Günay
Nihat Matkap
İÇEL
Oya Araslı
İSTANBUL
Ziya Aktaş
Mehmet Aydın
Nami Çağan
Bülent Ecevit
Osman Kılıç
Emin Kul
Mehmet Moğultay
H. Hüsamettin Özkan
Zekeriya Temizel
İZMİR
Ali Rıza Bodur
Sabri Ergül
Şükrü Sina Gürel
MetinÖney
Ahmet Piriştina
KAHRAMANMARAŞ
Esat Bütün
Ali Şahin
KARABÜK
Erol Karan
KARS
Çetin Bilgir
KASTAMONU
Murat Başesgioğlu
Hadi Dilekçi
KIRKLARELİ
Necdet Tekin
KOCAELİ
Halil Çalık
KONYA
Abdullah Turan Bilge
Nezir Büyükcengiz
KÜTAHYA
Emin Karaa
MALATYA
Miraç Akdoğan
AyhanFırat
MANİSA
Hasan Gülay
Cihan Yazar
MARDİN
Ömer Ertaş
MUĞLA
Zeki Çakıroğlu
SAKARYA
Teoman Akgür
SAMSUN
Ayhan Gürel
Yalçın Gürtan
SİNOP
Metin Bostancıoğlu
ŞANLIURFA
Eyyüp Cenap Gülpınar
TOKAT
Şahin Ulusoy
TRABZON
Hikmet Sami Türk
UŞAK
Yıldırım Aktürk
Mehmet YaşarÜnal
(Mükerrer
Oylar)
KONYA
Nezir
Büyükcengiz (Red)
MANİSA
Yahya Uslu (Kabul)
(Oya
Katılmayanlar)
ADANA
Cevdet Akçalı
Uğur Aksöz
İmren Aykut
İbrahim YavuzBildik
M.Ali Bilici
Mehmet Büyükyılmaz
Erol Çevikçe
M.Halit Dağlı(B.)
Tuncay Karaytuğ
Orhan Kavuncu
Mustafa Küpeli
Arif Sezer
ADIYAMAN
MahmutBozkurt
CelalTopkan
AFYON
H. İbrahim Özsoy
Yaman Törüner
Kubilay Uygun
Nuri Yabuz
AĞRI
Cemil Erhan
YaşarEryılmaz
AKSARAY
Nevzat Köse
Sadi Somuncuoğlu
AMASYA
AslanAli Hatipoğlu
Haydar Oymak
ANKARA
İlhan Aküzüm
Nejat Arseven
Ahmet Bilge
Gökhan Çapoğlu
Cemil Çiçek
Ali Dinçer
MehmetEkici
Eşref Erdem
ÜnalErkan
Agah OktayGüner
HalisUluç Gürkan (Bşk. V.)
Şaban Karataş
İrfan Köksalan
Mehmet Sağdıç
Yücel Seçkiner (İd.A.)
İlker Tuncay
ANTALYA
Deniz Baykal
Osman Berberoğlu
Emre Gönensay
İbrahim Gürdal
BekirKumbul
Sami Küçükbaşkan
Yusuf Öztop
ARDAHAN
İsmet Atalay
SaffetKaya
ARTVİN
Süleyman Hatinoğlu
AYDIN
Cengiz Altınkaya
Ali Rıza Gönül
Nahit Menteşe
Sema Pişkinsüt
YükselYalova
BALIKESİR
Abdülbaki Ataç
Tamer Kamber
Hüsnü Sıvalıoğlo
İlyas Yılmazyıldız
BARTIN
Zeki Çakan
Köksal Toptan
Cafer Tufan Yazıcıoğlu
BATMAN
Ataullah Hamidi
Faris Özdemir
BAYBURT
Ülkü Güney
BİLECİK
Şerif Çim
BİNGÖL
Kazım Ataoğlu
Mahmut Sönmez
BİTLİS
Edip Safder Gaydalı
Kamran İnan
BOLU
Avni Akyol
Abbasİnceayan
BURDUR
Kazım Üstüner
BURSA
Yüksel Aksu
Ali Rahmi Beyreli
Abdülkadir Cenkçiler
Cavit Çağlar
İlhan Kesici
Cemal Külahlı
Feridun Pehlivan
Yahya Şimşek
Ertuğrul Yalçınbayır
İbrahim Yazıcı
ÇANAKKALE
Hikmet Aydın
Mustafa Cumhur Ersümer
AhmetKüçük
Nevfel Şahin
A. Hamdi Üçpınarlar
ÇANKIRI
Mete Bülgün
Ahmet Uyanık
ÇORUM
BekirAksoy(B.)
Hasan Çağlayan
Ali Haydar Şahin
DENİZLİ
M.Kemal Aykurt
Hilmi Develi
Adnan Keskin
Hasan Korkmazcan (Bşk. V.)
Haluk Müftüler
DİYARBAKIR
AbdülkadirAksu
Muzaffer Arslan
Seyyit Haşim Haşimi
Sebgetullah Seydaoğlu
Salih Sümer
EDİRNE
Ümran Akkan
Evren Bulut
Mustafa İlimen
Erdal Kesebir
ELAZIĞ
Mehmet Ağar
Cihan Paçacı
ERZİNCAN
Mustafa Kul
Naci Terzi
Mustafa Yıldız
ERZURUM
Zeki Ertugay
Necati Güllülü
Şinasi Yavuz
ESKİŞEHİR
Mustafa Balcılar
İbrahim Yaşar Dedelek
GAZİANTEP
Mehmet Batallı
HikmetÇetin
Ali Ilıksoy
Mustafa R. Taşar
Ünal Yaşar
GİRESUN
Burhan Kara
YavuzKöymen
Ergun Özdemir
Rasim Zaimoğlu
GÜMÜŞHANE
Lütfi Doğan
MahmutOltan Sungurlu
HAKKÂRİ
Naim Geylani
HATAY
Abdulkadir Akgöl
Fuat Çay
Levent Mıstıkoğlu
Atila Sav
Ali Uyar
Hüseyin Yayla
IĞDIR
Adil Aşırım
Şamil Ayrım
ISPARTA
Ömer Bilgin
A.Aykon Doğan
Erkan Mumcu
Halil Yıldız
İÇEL
Fevzi Arıcı
HalilCin
Ali Er
Abdülbaki Gökçel
Turhan Güven
D.Fikri Sağlar
Mustafa İstemihan Talay
Ayfer Yılmaz(B.)
Rüştü Kazım Yücelen
İSTANBUL
Bülent Akarcalı
Sedat Aloğlu
Ahat Andican
Refik Aras
AliCoşkun
Tansu Çiller (B.)
H. Hüsnü Doğan
Halit Dumankaya
Hasan Tekin Enerem
Algan Hacaloğlu
Cefi Jozef Kamhi
Ercan Karakaş
Yılmaz Karakoyunlu
M.Cavit Kavak
Ahmet Güryüz Ketenci
Hayri Kozakçıoğlu
MehmetTahir Köse
Göksal Küçükali
AydınMenderes
NecdetMenzir
Yusuf Namoğlu
Altan Öymen
KorkutÖzal
Ali Talip Özdemir
Yusuf Pamuk
Mehmet Cevdet Selvi
Mehmet Sevigen
Mehmet Ali Şahin
Ahmet Tan
Güneş Taner
Bülent Tanla
Erdoğan Toprak
Ali Topuz
Şadan Tuzcu
Bahri Zengin
İZMİR
Veli Aksoy
Turhan Arınç
Işın Çelebi
Hasan Denizkurdu
İ.Kaya Erdem
Aydın Güven Gürkan
Gencay Gürün
Birgen Keleş
Mehmet Köstepen
Atilla Mutman
Rüşdü Saracoğlu
Rıfat Serdaroğlu
Süha Tanık
Hakan Tartan
Zerrin Yeniceli
KAHRAMANMARAŞ
Ali Doğan
MehmetSağlam (B.)
KARABÜK
Şinasi Altıner
KARAMAN
Fikret Ünlü
KARS
Y. Selahattin Beyribey
Zeki Karabayır
KASTAMONU
Nurhan Tekinel
KAYSERİ
İsmail Cem
Osman Çilsal
Ayvaz Gökdemir
Recep Kırış
İbrahim Yılmaz
KIRIKKALE
Recep Mızrak
KIRKLARELİ
İrfan Gürpınar
A. Sezal Özbek
Cemal Özbilen
KIRŞEHİR
Cafer Güneş
KİLİS
Doğan Güreş
KOCAELİ
Bülent Atasayan
İsmail Kalkandelen
Onur Kumbaracıbaşı
Hayrettin Uzun
BekirYurdagül
KONYA
Ahmet Alkan
Remzi Çetin
Necmettin Erbakan (Başbakan)
Mehmet Keçeciler
Mustafa Ünaldı
KÜTAHYA
Mustafa Kalemli (Başkan)
İsmail Karakuyu
Mehmet Korkmaz
MALATYA
Metin Emiroğlu
M. Recai Kutan(B.)
MANİSA
Abdullah Akarsu
TevfikDiker
Ayseli Göksoy
Sümer Oral
Ekrem Pakdemirli
Erdoğan Yetenç
MARDİN
Muzaffer Arıkan
Süleyman Çelebi
Mahmut Duyan
Hüseyin Yıldız
MUĞLA
Muğla Lale Aytaman
Mustafa Dedeoğlu
Fikret Uzunhasan
MUŞ
Erkan Kemaloğlu
NEVŞEHİR
AbdülkadirBaş
EsatKıratlıoğlu
NİĞDE
Akın Gönen
ORDU
İhsan Çabuk
Mustafa Bahri Kibar
Müjdat Koç
Nabi Poyraz
Refaiddin Şahin
Şükrü Yürür
RİZE
Avni Kabaoğlu
Ahmet Kabil
Ahmet Mesut Yılmaz
SAKARYA
Ahmet Neidim
Ersin Taranoğlu
SAMSUN
Cemal Alişan
İrfan Demiralp
Murat Karayalçın
Biltekin Özdemir
Adem Yıldız
SİİRT
AhmetNurettin Aydın
Nizamettin Sevgili
SİNOP
Kadir Bozkurt
Yaşar Topçu
SIVAS
MahmutIşık
Nevzat Yanmaz
Muhsin Yazıcıoğlu
ŞANLIURFA
Sedat Edip Bucak
Seyit Eyyüpoğlu
ŞIRNAK
Bayar Ökten
MehmetTatar
Mehmet Salih Yıldırım
TEKİRDAĞ
Fevzi Aytekin
Bayram Fırat Dayanıklı
Nihan İlgün
Hasan Peker
Enis Sülün
TOKAT
Hanefi Çelik
Metin Gürdere
TRABZON
Eyüp Aşık
Yusuf Bahadır
Ali Kemal Başaran
İbrahimÇebi
TUNCELİ
Orhan Veli Yıldırım
UŞAK
Hasan Karakaya
VAN
Mustafa Bayram
Şerif Bedirhanoğlu
Mahmut Yılbaş
YALOVA
YaşarOkuyan
YOZGAT
Yusuf Bacanlı
Lütfullah Kayalar
İsmail Durak Ünlü
ZONGULDAK
Veysel Atasoy
Tahsin Boray Baycık
Hasan Gemici
Osman Mümtaz Soysal
(Açık
Üyelik)
KIRŞEHİR
TUTANAĞIN SONU