DÖNEM : 20 CİLT : 12 YASAMA YILI : 2
T. B. M. M.
TUTANAK DERGİSİ
8 inci Birleşim
16 . 10 . 1996 Çarşamba
İ Ç İ N D E K
İ L E R
I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. – GELEN KÂĞITLAR
III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA
SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1. – İçel Milletvekili HalilCin’in, Türk Medenî Kanununun
yürürlüğe girişinin yıldönümüne ilişkin
gündemdışı konuşması ve Adalet Bakanı Şevket
Kazan’ın cevabı
2. – İzmirMilletvekili Zerrin Yeniceli’nin, pamuk üreticilerinin
durumuna ilişkin gündemdışı konuşması ve Sanayi
ve Ticaret Bakanı E. Yalım Erez’in cevabı
3. – Ankara Milletvekili İrfan Köksalan’ın Ankara’nın
Başkent oluşunun 73 üncü yıldönümüne ilişkin
gündemdışı konuşması
B) TEZKERELER VE ÖNERGELER
1. – İçişleri Komisyonu
Başkanlığının, Karayolları TrafikKanununun
Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi, Ek ve Geçici
MaddelerEklenmesi; Emniyet Teşkilatı Kanununun Bazı Maddelerinin
Değiştirilmesi ve Ek Maddeler Eklenmesi; 190 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamenin Eki Cetvellerde Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısının (1/478, 2/49, 2/77, 2/295, 2/298, 2/346)
(S.Sayısı : 99) Komisyona geri verilmesine ilişkin
tezkeresi (3/518)
IV. – SATAŞMALARA
İLİŞKİN KONUŞMALAR
1. – İzmir Milletvekili Zerrin Yeniceli’nin, Sanayi ve Ticaret
Bakanı E. Yalım Erez’in şahsına sataşması
nedeniyle konuşması
2. – Antalya Milletvekili Deniz Baykal’ın, Manisa Milletvekili
Bülent Arınç’ın şahsına yönelik yanlış
değerlendirmelerde bulunması nedeniyle açıklaması
V. – ÖNERİLER
A) DANIŞMA KURULU ÖNERİSİ
1. – Genel Kurulun, 17.10.1996 Perşembe günü saat 14.00’te
toplanmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi
VI. – GENSORU, GENEL GÖRÜŞME,
MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI
A) ÖNGÖRÜŞMELER
1. – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Grup Başkanı ve
Antalya Milletvekili Deniz Baykal ile Grup Başkanvekilleri
İçelMilletvekili Oya Araslı, Ankara Milletvekili Önder Sav ve Hatay
Milletvekili Nihat Matkap’ın, Hükümetin izlediği ciddiyetsiz ve
tutarsız dış politika nedeniyle devletin dış
ilişkilerinde küçültücü duruma düşürüldüğü iddiasıyla
Başbakan Necmettin Erbakan Hakkında bir gensoru açılmasına
ilişkin önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı
konusunda görüşme (11/2)
2. – Zonguldak Milletvekili Mümtaz Soysal ve 21
arkadaşının, dış politikanın belirlenme ve
yürütülmesindeki tutarsızlıklar nedeniyle devletin küçük
düşürüldüğü iddiasıyla Bakanlar Kurulu hakkında bir gensoru
açılmasına ilişkin önergesinin gündeme alınıp
alınmayacağı konusunda görüşme (11/3)
3. – Bitlis Milletvekili Kâmran İnan ve 24
arkadaşının, Libya gezisi esnasında Türk Milleti’ne
yapılan hakaretlere duyarsız ve tepkisiz kalması nedeniyle
devletin dış ilişkilerinde küçültücü duruma
düşürüldüğü ididiasıyla Başbakan Necmettin Erbakan
hakkında bir gensoru açılmasına ilişkin önergesinin gündeme
alınıp alınmayacağı konusunda görüşme (11/4)
I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 15.00’te açıldı.
Karaman Milletvekili Fikret Ünlü’nün, yükseköğrenim
gençliğinin yurt sorunları konusuna ilişkin gündem
dışı konuşmasına Devlet Bakanı Işılay
Saygın cevap verdi.
Gaziantep Milletvekili Mehmet Bedri İncetahtacı, toplumsal
barış konusuna,
Tunceli Milletvekili Orhan Veli Yıldırım da, Tunceli
İlinin genel sorunlarına,
İlişkin gündem dışı birer konuşma
yaptılar.
Çankırı Milletvekili Mete Bülgün ve 26
arkadaşının, çiftçilerimizin sorunlarının,
Tekirdağ Milletvekili Fevzi Aytekin ve 19
arkadaşının, Trakya’yı tehdit eden çevre
sorunlarının,
Araştırılarak alınması gereken tedbirlerin
belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve
105 inci maddeleri uyarınca birer Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergeleri (10/111), (10/112) okundu;
önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve öngörüşmelerinin,
sırasında yapılacağı açıklandı.
İçtüzüğün, görev sürelerini üç ay içerisinde bitiremeyen
komisyonlara bir ay kesin süre verileceği hükmünü içeren 105 inci maddesi
gereğince,
(10/5) esas numaralı Meclis Araştırma Komisyonu
Başkanlığının, Genel Kurulun kararı tarihinden
itibaren,
(10/8, 16, 20) esas numaralı Meclis Araştırma Komisyonu
Başkanlığının, 13.10.1996 tarihinden itibaren,
Bir aylık;
(9/3) esas numaralı Meclis Soruşturma Komisyonu
Başkanlığının da, Anayasanın 100 üncü maddesine
göre, 18.10.1996 tarihinden itibaren iki aylık;
Süre talepleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu.
Yalova Milletvekili Yaşar Okuyan ve 21 arkadaşıyla İstanbul
Milletvekili Bülent Ecevit ve 12 arkadaşının, Gazeteci Metin
Göktepe cinayetinin açıklığa kavuşturulması ve
faillerinin ortaya çıkarılması amacıyla kurulun Meclis
Araştırma Komisyonu raporu (10/3, 4) (S.Sayısı : 68)
üzerindeki görüşmeler tamamlandı.
Zorunlu tasarruf kesintilerinin değerlendirilmesi konusunda kurulan
(10/17) esas numaralı Meclis Araştırma Komisyonuna
gruplarınca aday gösterilen milletvekilleri seçildi ve
Başkanlıkça, Komisyonun, başkan, başkanvekili, sözcü ve
kâtip üye seçimini yapmak üzere toplanacakları gün, saat ve yere
ilişkin duyuruda bulunuldu.
Kamu İktisadî Teşebbüsleri Komisyonunda boş bulunan ve
Anavatan Partisi Grubuna düşen 1 üyeliğe de, İstanbul
Milletvekili EminKul seçildi.
Gündemin “Sözlü Sorular” kısmına geçilerek;
1 inci sırada bulunan, Niğde Milletvekili Mehmet Salih
Katırcıoğlu’nun(6/167),
2 nci sırada bulunan, Nevşehir Milletvekili Mehmet
Elkatmış’ın (6/172),
Elazığ Milletvekili Ahmet Cemil Tunç’un :
3 üncü sırada bulunan (6/176),
6 ncı sırada bulunan (6/14),
4 üncü sırada bulunan Rize Milletvekili Şevki
Yılmaz’ın (6/8),
5 inci sırada bulunan Ordu Milletvekili Hüseyin Olgun
Akın’ın (6/10),
Esas numaralı sözlü sorularının, üç birleşim
içerisinde cevaplandırılmadıklarından yazılı
soruya çevrildikleri ve gündemden çıkarıldıkları
bildirildi.
Grupların mutabakatıyla, 16 Ekim 1996 Çarşamba günü saat
15.00’te toplanmak üzere, birleşime 17.39’da son verildi.
Uluç Gürkan
Başkanvekili
Zeki Ergezen Fatih
Atay
Bitlis Aydın
Kâtip
Üye Kâtip
Üye
II. – GELEN KÂĞITLAR
16.10.1996 ÇARŞAMBA
Tasarılar
1. – 3065 Sayılı Katma Değer Vergisi
Kanununun 41 inci Maddesinin 1 ve 4 üncü Fıkralarının
Değiştirilmesi ile 60 ıncı Maddesine Bir Fıkra
Eklenmesine Dair Kanun Tasarısı (1/512) (Plan ve Bütçe Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi :14.10.1996)
2. – Vesikasız Kıymetli Maden ve Ziynet
Eşyası Beyanı Hakkında Kanun Tasarısı (1/513)
(Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi :
14.10.1996)
Teklifler
1. – Kahramanmaraş Milletvekili Esat Bütün ve 42
Arkadaşının; Elbistan adı ile Bir İl ve Üç İlçe
Kurulmasına Dair KanunTeklifi (2/473) (İçişleri ve Plan ve Bütçe
komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 11.10.1996)
2. – Bartın Milletvekili Cafer Tufan
Yazıcıoğlu’nun; 506 Sayılı Sosyal SigortalarKanununun
58 inci Maddesinin Değiştirilmesine DairKanun Teklifi (2/474)
(Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 11.10.1996)
3. – Malatya Milletvekili Metin Emiroğlu ve Miraç
Akdoğan’ın; Yedi İlde Büyükşehir Belediyesi Kurulması
Hakkında 9 Eylül 1993 Tarih ve 504 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamenin 1 inci Maddesinin 1 inci Fıkrasının
Değiştirilmesi Hakkında KanunTeklifi (2/475) (İçişleri
ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş
tarihi : 14.10.1996)
4. – Doğru Yol Partisi Grup Başkanvekili
Aydın Milletvekili Ali Rıza Gönül, Denizli Milletvekili Mehmet
Gözlükaya ve Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük’ün; Malatya’da
Büyükşehir Belediyesi Kurulması Hakkında Kanun Teklifi (2/476)
(İçişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi : 14.10.1996)
Tezkereler
1. – Genel Bütçeli Dairelerin 1995 Bütçe Yılı
Kesinhesap Kanun Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin
Sunulduğuna İlişkin Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi (3/516) (Plan ve Bütçe Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi : 14.10.1996)
2. – Katma Bütçeli İdarelerin 1995 Bütçe
Yılı Kesinhesap Kanun Tasarısına Ait Genel Uygunluk
Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi (3/517) (Plan ve Bütçe Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi : 14.10.1996)
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 15.00
16 Ekim 1996 Çarşamba
BAŞKAN: Başkanvekili Uluç
GÜRKAN
KÂTİP ÜYELER: Zeki ERGEZEN (Bitlis),
Fatih ATAY (Aydın)
BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 8 inci Birleşimini
açıyorum.
Görüşmelere başlıyoruz.
III. – BAŞKANLIĞIN
GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1. – İçel Milletvekili HalilCin’in,
Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girişinin yıldönümüne
ilişkin gündemdışı konuşması ve Adalet
Bakanı Şevket Kazan’ın cevabı
BAŞKAN – Gümdeme geçmeden önce, 3 arkadaşıma
gündemdışı söz vereceğim.
Gümdemdışı birinci söz, Türk Medenî Kanununun ve Borçlar
Kanununun yürürlüğe girişinin yıldönümleri nedeniyle Sayın
Halil Cin’in.
Buyurun Sayın Cin. (ANAP sıralarından alkışlar)
Sayın Cin, süreniz 5 dakikadır.
HALİL CİN (İçel) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Türk toplum ve demokrasisi açısından çok önemli bir
olayın yıldönümü münasebetiyle söz almış bulunuyorum; bu,
Ekim 1926 tarihinde Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girişinin 70 inci
yıldönümüdür.
Türk Medenî Kanunu, hukukta laikleşme ve
çağdaşlaşmanın en güzel örneğidir. Bir ülkenin hukuku,
onun kültür ve medeniyetinin en güzel ölçüsüdür.
Cumhuriyetimiz 73 yaşını idrak etmesine rağmen,
temel taşı niteliğini taşıyan laiklik, hâlâ
tartışılmakta ve bu durum, ülkenin yüksek
çıkarlarını, millî birlik ve beraberliğini zarara
uğratacak boyutlara ulaşmaktadır.
Millî mücadeleden sonra, Türk inkılabıyla, imparatorluktan
millî devlete, teokratik devletten millî hâkimiyet temeline dayanan,
demokratik, cumhurî devlete geçilmiş; insanımız, tebaa
durumundan özgür insan, vatandaş konumuna yükselmiştir. Avrupa’da
asırlar alan bu büyük değişim, Türkiye’de, toplam on yıl
gibi çok kısa bir süre içerisinde gerçekleşmiştir. Bu anlamda,
Atatürk inkılapları, 20 nci Asırda Türk rönesansı olarak
isimlendirilebilir.
Laik düzenden vazgeçme hayalleri, ırmakları tersine
akıtmaksa, Allah inancının, İslam dininin temel
itikatlarının, Türk halkının büyük çoğunluğu
tarafından benimsenip yaşanmasını laikliğe
aykırılık gibi görmek de aynı şeydir.
İsviçre Medenî Kanununun iktibası bazı çevrelerce olumlu
karşılanmamış, eski hukukun devamı savunulmuştur.
Bu sorun, halen bazı çevrelerce de tartışılmaktadır.
Belirtelim ki, eski hukukun çağdışı kalmasında
en önemli etken, zamanın hukukçularıdır. İslam hukukçuları,
Mecellenin temel kuralları arasında yer alan “zamanın
değişmesiyle, hükümlerin de değişeceği” hükmünü bile
nazara almamışlar, dünyanın hızla
değiştiğini görmezlikten gelerek,
kalıplaşmış, durgun, çağın gerisinde
kalmış fıkıh kurallarına bağlı kalmışlardır.
Hukukta laikleşmeyi, uygarlığın ve kalkınmanın en
önemli vasıtası sayan Atatürk, arkadaşlarıyla istişare
ederek, İsviçre Medenî
Kanununun iktibasına karar vermiştir. İsviçre Medenî Kanunu, o
zaman, Batı’nın en yeni en liberal ve Türk toplumuna en uygun kanun
olduğu için tercih edilmiştir. Türk Medenî Kanunu, kadın-erkek
her bireye değer vermiş, topluma, çağdaş, demokrat bir
anlayış getirmiştir. Hak ehliyetine sahip olmada, medenî hakları
kullanmada, evlenmede, boşanmada, çocuklar üzerinde velayeti kullanmada,
mirasta kadın -erkek eşitliği konusunda adaleti
sağlamış, aileyi korumuş, çok kadınla evlenmeyi
yasaklamıştır; vatandaşların dinleri ne olursa olsun,
aynı hukuk kurallarına tabi olmalarını kabul etmek
suretiyle, hukukta laikliği ve uygulamasında birliği
sağlamıştır.
Türk Medenî Kanununun kadın hakları konusundaki hükümleri
çağı aşan bir inkılaptır. Türk Medeni Kanunu, temel
ilkeleri çok güzel, tutarlı, sağlam, akılcı bir hukuk
dokusuna sahip, mükemmel bir kanundur; ancak, bu kanun üzerinde,
çağın ihtiyacı olan bazı değişikliklerin süratle
yapılması gerekmektedir. Evlat edinme, şufa hakkı,
boşanma, nafaka, mal rejimleri, şahsiyetin korunması gibi
hükümlerde değişikliklere ihtiyaç vardır ve kanunun dilinde de
bir değişiklik gerekir.
Laik hukuk, ülkenin birlik ve bütünlüğüyle, sosyal
barışın sigortasıdır. Din ve mezhep
çatışmalarının en etkili ilacı laikliktir. Atatürk,
laikliği ve laik hukuku kabul etmekle, 20 nci Asırda, İslamiyete
en büyük hizmeti yapmış ve bu yüce dini, siyasî ve kişisel
çıkarların aleti olmaktan kurtarmış, vicdanlara tevdi
ederek yüceltmiştir.
Laikliği dinsizlik gibi gören ve gösterenler, teokratik devlet
özlemcileridir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Cin, eksüreniz 1 dakikadır; buyurun.
HALİL CİN (Devamla) – Buna karşılık,
laikliği din ve din duygusuna mâniymiş gibi görüp, onu, din
aleyhtarı politikalara alet edenler de, o ölçüde laikliğe
aykırı düşmekte ve ülkemizin birlik ve beraberliğini,
toplumsal barışını bozmaktadırlar.
Bin yıl dinî hukukla yönetilmiş bir ülkede, hukuku
laikleştirmek çok güç; ama, zorunlu bir işti; bunu, Atatürk ve
önderliğindeki Türk Milleti başarmıştır; O’nu ve
arkadaşlarını minnetle anıyor ve sözlerimi bitirirken,
bütün meslek hayatımda öğrencilerime söylediğim bir sözümü,
burada, bu Yüce kürsüden milletimize tekrar ediyorum: Atatürk’ü sevmeyen ne
Türk’tür ne Müslüman.
Saygılar sunuyorum. (ANAP, DYP, DSP ve CHP sıralarından
“Bravo” sesleri ve alkışlar, RP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Cin.
Değerli arkadaşlar... Değerli arkadaşlar... (RP
sıralarından gürültüler)
MİKAİL KORKMAZ (Kırıkkale) – Senden laik Türküm
ben...
BAŞKAN – Sayın arkadaşım... Sayın
milletvekili...
MİKAİL KORKMAZ (Kırıkkale) – Senden daha laik Türküm
ben... Sen faşistsin...
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Sayın Başkan,
gündemdışı konuşmaya cevap vermek istiyorum.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Bakan. (RP sıralarından
alkışlar)
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; Medenî Kanunun kabulünün 70 inci yıldönümü
münasebetiyle hislerini, duygularını ve düşüncelerini bu kürsüde
dile getiren Anavatan Partisi Milletvekili Sayın Halil Cin’in, bu Meclisin
bilgisine sunduğu gerçekten değerli fikirlerine katılıyorum
ve bendeniz, şu anda, o fikirlere, o düşüncelere cevap vermek için
söz almış bulunuyorum; yoksa, Sayın Cin’in
yaptığı gibi, birtakım yerlere, birtakım maksatlı
mesajlar verecek değilim. Arz ederim. (RP sıralarından “Bravo”
sesleri, alkışlar)
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bilindiği gibi,
Türk Medenî Kanunu 17 Şubat 1926 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde
kabul edilmiş, 4 Nisan 1926 tarihinde Resmî Gazetede ilan edilmiş ve
4 Ekim 1926 tarihinde de yürürlüğe girmiştir. Bir diğer
deyişle, Türk Medenî Kanununun kabulünün 70 inci yılı içerisinde
bulunuyoruz.
Değerli milletvekilleri, bildiğiniz gibi, Türkiye Cumhuriyeti
Devletini, 73 yıl önce milletçe yaptığımız, hep
beraber yaptığımız bir İstiklal Harbi neticesinde
kurduk ve yeni bir temel düzen ihdas ettik. Bu düzenin bir an önce tesisi
bakımından birçok temel kanunumuzu Batı’dan iktibas ettik:
Medenî Kanunu İsviçre’den aldık, Türk Ceza Kanununu İtalya’dan
aldık, usul kanunlarımızı yine İsviçre’nin bir
eyaletinden ve yine Batı ülkelerinden aldık ve bunları
uygulamaya koyduk.
Her memlekette olduğu gibi, ülkemizde de iktibas
edilen bu kanunların uygulamasında zaman zaman birtakım
eksiklikler görüldü, aksaklıklar görüldü. İşte, bu görülen
eksiklikler ve aksaklıklar nedeniyledir ki, 1926 yılından 1996
yılına kadar; yani, yetmiş yıllık süreç içerisinde
Medenî Kanunumuz 14 defa değişiklik geçirdi. Tabiî, bu, tümü
itibariyle bir değişiklik değil, aksayan yönlerinin, toplum
hayatımıza uymayan yönlerinin değiştirilmesi istikametinde
bir değişiklik. Özellikle, yine, dünyanın gelişimi içerisinde
fert hak ve hürriyetleri konusunda, ailenin ve çocukların korunması
hususunda, mal rejimleri hususunda, miras meseleleri üzerinde Batı’daki
birtakım değişiklikler bizim iç hukukumuza yansıdı ve
bu arada kendi bünyemiz açısından da, işlemeyen bazı konuları
zaman zaman değişiklik konusu haline getirdik.
Türk Medenî Kanununun, bizim bilim
adamlarımızın, bizim tatbikat adamlarımızın tam
anlamıyla bir eseri olması açısından, zaman zaman, gerek
Bakanlık bünyesinde ve gerekse birtakım çevrelerde, Medenî Kanunun,
başından sonuna değiştirilmesi konusunda birtakım
çalışmalar yapılmıştır. 1971 yılında ve
1984 yılında, iki defa, bu mevzuyla ilgili kanun tasarısı
hazırlanmıştır; ama, bunları kanunlaştırmak
her nedense mümkün olamamıştır.
1994 yılında Adalet Bakanlığı
Merkez Teşkilatı Kanununda yapılan bir değişiklikle,
Adalet Bakanlığının Kanunlar Genel Müdürlüğünde,
bazı temel kanunların toplum bünyesine uydurulması için
çalışmalar yapılması hususunda Bakanlığıma
yetki verilmiştir. İşte bu yetki neticesindedir ki, 14 Ocak 1994
tarihinde Adalet Bakanlığında, Medenî Kanunun baştan sona
gözden geçirilmesi, toplum bünyemize ve günün şartlarına
uydurulması açısından bir çalışma
başlatılmıştı.
Malum olduğu üzere, Türk Medenî Kanunu 937 maddedir. Bu
çalışmalar da şu ana kadar 799 uncu maddeye gelinmiştir.
Bir diğer ifadeyle, 800 madde görüşülmüştür ve
benimsenmiştir. Bunun dışında, daha 137 maddenin gözden
geçirilmesi durumu, belirttiğim tarihte kurulmuş olan komisyon tarafından
sürdürülmektedir. Bu komisyon, şu
anda, tamamen bağımsız bir şekilde
çalışmaktadır ve çalışmalarını
bitirdiği zaman, taslak, bakanların; yani, Adalet
Bakanlığının önüne gelecektir. Elbette, Adalet Bakanı,
bu taslağı, sadece gözden geçirmekle yetinmeyecek, bunu, değerli
bilim adamlarımızın, üniversitelerimizdeki, hukuk
fakültelerimizdeki medenî hukuk alanındaki bilim
adamlarımızın görüşlerine sunacaktır; tatbikatın
öncülüğünü yapan Yargıtay ilgili dairelerinin görüşlerine
sunacaktır; hatta, bazı konularda kamuoyunun da görüşlerine
sunacaktır ve bütün bu çalışmalar yapıldıktan sonra,
hatta, belki de, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda bu konuda bir
genel görüşme de yapılacaktır, birtakım
değerlendirmeler de alınmış olacaktır ve bunun
neticesinde, hazırlanmış olan taslak, hazırlanması
tamamlanmış olan taslak, kanun tasarısı halinde, Yüce
Meclisin huzuruna getirilecektir; ama, öyle zannediyorum ki, bu eksik
maddelerin tamamlanması yılbaşından önce
gerçekleşmeyecektir. Komisyonda bulunan arkadaşlarımdan
aldığım bilgiye göre -”ancak yılbaşına kadar bu
çalışmalar tamamlanabilir” demişlerdir- ben de bu konuda Yüce
Meclise bilgi arz ediyorum ve yılbaşından sonra böylesine bir
temel kanunu görüşeceğimize ve tam anlamıyla Türk Medenî Kanunu
diyebileceğimiz bir kanunla -bugün de diyoruz, bugün de böyle diyoruz; ama, bir iktibas kanunu
olduğunu hepimiz kabul ediyoruz- artık iktibas olmaktan çıkacak,
tamamen bizim diyebileceğimiz bir kanunla ilgili tasarıyı
Meclise sunacağımıza dair bu bilgiyi sizlere arz ediyorum.
Hepinize saygılarımı sunuyorum. (RP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
2. – İzmir Milletvekili Zerrin
Yenice’li’nin, pamuk üreticilerin durumuna ilişkin
gündemdışı konuşması ve Sanayi ve Ticaret Bakanı
E. Yalım Erez’in cevabı
BAŞKAN – Gündemdışı ikinci sözü, Sayın Zerrin
Yeniceli’ye veriyorum. Sayın Yeniceli, pamuk üreticilerinin genel durumu
hakkında konuşacaklar.
Buyurun efendim.
Süreniz 5 dakikadır.
ZERRİN YENİCELİ (İzmir) – Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; konuşmam, genelde tarımımız,
özelde ise pamuk üreticimizin durumu ile ilgili olacaktır.
Sizlerin de katılacağı üzere, bizim gibi az
gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde, tarım ve
hayvancılık sektörü önemlidir. Böylesi ülkelerin ekonomileri,
iktisadî kalkınmalarını dengeli bir şekilde yürütebilmek için
sanayileşmelerine paralel olarak, tarım ve hayvancılık
sektörünü de geliştirmek zorundadır. Çünkü, bu sektörler, en
başta kentlerde yaşayan insanlarımızın yiyecek,
endüstrimizin de hammadde gereksinimini karşılar. Millî geliri
artırması, ihracatı geliştirmesi, doğrudan ve
dolaylı sektörlere işgücü sağlaması da işlevlerinden
yalnızca birkaç tanesidir.
Ülkemizi yakından ilgilendiren bu genel iktisadî gerçeklerden
sonra, tarımımızın içinde bulunduğu duruma
ilişkin güncel belirlemelerde bulunmak istiyorum. Bugün, çiftçimizin
girdilere ödediği fiyatla ürün karşılığında elde
ettiği fiyat arasındaki fark, hiç görülmedik bir biçimde çiftçi
aleyhine açılmış durumdadır. Gidişat, özellikle
köylülerimizin, üreticilerimizin, gelir dağılımındaki
eşitsizlikten en fazla zarar gören kesim olduğunu ortaya
koymaktadır. Her yönden esen kriz rüzgârları, ülkemizi sarıp
sarmalamaktadır. Özelleştirmeyle vaat edilen gül bahçesi kehanetleri,
boşa çıkmıştır. Toplumsal, iktisadî yapı üzerinde
büyük tahribata yol açan enflasyon ipinin ucu kaçmıştır;
yakalamak da pek mümkün görünmemektedir. İşte bu koşullarda,
pamuk üreticisi, eylem hazırlıkları yapmaktadır; meydanlara
dökülmüştür. ilgililer gözlerini kapatsalar da, pamuk üreticilerimiz,
bütün haklılıklarıyla gündeme yerleşmişlerdir; meydanlardan
sonra yollara düşme planı yapmaktadırlar.
Gelin, hep birlikte pamuk üreticilerinin sorunlarına bir
bakalım. Tekstil ve konfeksiyon sektörünün ihracatımızdaki önemi
bilinmektedir. Ülkemizin dışsatım döviz girdisinin hemen hemen
yarısını sağlayan tekstil sektörünün hammaddesi olan pamuk,
geleneksel tarım ürünlerimizin en önemlilerindendir. Ege’de 65 bin,
Antalya ve Çukurova’da 80 bin üretici aile, geçimini pamuktan temin etmektedir.
Evet, pamuk, memleketimiz için önemlidir; Ege pamuğu ise, dünyanın en
kaliteli pamuklarındandır. Ege’de, pamuk üreticisinin sigortası
ve en büyük alıcısı Tariş’tir. Şimdilerde,
Tariş’in pamuk üreticisine peşin ödeme yapacak parası yoktur;
Çukobirlik ve Antbirlik de aynı durumdadır. Pamukta, Ege tipi için
verilen 70-71 bin Türk Lirası fiyat yetersizdir,
haksızlıktır; çünkü, tohumluk, gübre, ilaç ve akaryakıt
gibi girdiler ve işçilik ücretleri, pamukta maliyeti yükseltmiştir.
Üreticinin hakkının 80-85 bin lira olduğunu, Hükümet ne
yazık ki anlayamamıştır. Hükümet ve Bakanlığın,
bununla da yetinmeyip, yönetim kurullarını “70 bin lira üzerinde
fiyatla alım yaparsanız, kredi desteği vermem ve sizi görevden
alırım” diye tehdit ettiği söylenilmektedir. Başta Tariş
olmak üzere, Çukobirlik ve Antbirlik’e bağlı pamuk üreticisi de
mağdurdur. Üreticinin ve onların temsilcilerinin pamukta prim
uygulaması isteğine “soygun bitsin, prim verilsin!”
haykırışlarına Hükümet duyarsız
kalmıştır. Haksız kazancı önleyecek kayıtlı
düzenle Maliyeye de destek olacak prim sistemi benimsenmeliydi diyorum.
Bugün pamuk alımı yapan Tariş, Çukobirlik ve Antbirlik’e
bağlı üreticiler, birliklerine teslim ettikleri ürünün
paralarının ödenmesini beklemektedir. Hazinenin, Destekleme ve Fiyat
İstikrar Fonundan tahsis ettiği 8,5 trilyon kredinin gecikmeden
üreticiye ödenmesi sağlanmalıdır. Başbakan ve
Yardımcısının peşin ödeme sözü havada
kalmıştır. Sadece, sanayiciyi, tüccarı koruma
politikasından vazgeçilmelidir. Bu yönden, Hükümetin, ihracata fon
uygulamasından vazgeçeceği ve kotaya yönelik taahhütleri de hayata
geçirilmemiştir. Hükümet, sözünü yerine getirmeli ve üreticilerimizin
dünya pazarlarında yer alabilmelerinin önündeki engelleri
kaldırmalıdır.
Şu an konuşmamın konusu pamuk; ama, diğer tarım
ürünlerinde de birileri aynı oyunu oynuyor. Bu kötü oyun, ne pamuk üreticisi
ve işçisinin ne de diğer üreticilerin kaderi değildir,
olmamalıdır. Türkiye’nin sanayileşmesine kaynak yaratacak
lokomotif sektör tarımdır. Soruyorum, köylü ve çiftçi yok olduğu
takdirde Türkiye’yi kim besleyecek?.. Köyden kente göçün durdurulması
açısından da tarımın desteklenmesi gerekiyor. Şu an
gündeme pamuk yerleşmiştir; bu sorun acilen çözümlenmelidir;
üreticimiz bunu beklemektedir.
Sayın Başkan, sayın milletvekili arkadaşlarım;
hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DSP ve CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Yeniceli.
Buyurun Sayın Bakan. (DYP sıralarından
alkışlar)
SANAYİ VE TİCARET BAKANI E. YALIM EREZ (Muğla) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Demokratik Sol Parti
İzmir Milletvekili Sayın Zerrin Yeniceli’nin pamuk konusundaki
konuşması üzerine söz almış bulunuyorum.
Değerli milletvekilleri, 1994 yılında pamuğun
Tariş’çe alım fiyatı 25 bin lira, 1995 yılında ise
pamuğun Tariş’ce alım fiyatı 40 bin lira; yani, yüzde 60
fiyat farkıyla alınmıştır. 1996 yılında ise
pamuğa verilen fiyat 70 bin lira; bir evvelki yılda verilen fiyata
göre hesaplarsanız pamuğa verilen fiyat farkı yüzde 75’tir.
Dünya pamuk fiyatlarına baktığımız zaman, Ege
tipi pamuğun bugün dünyadaki fiyatı 53-55 bin lira
arasındadır; Hükümetimiz, buna rağmen, pamuğu 70 bin
liradan almıştır; gönül arzu ederdi ki, 80-85 bin liradan
alalım. Eğer, 80-85 bin liradan pamuğu almış
olsaydık, işte, birlikleri bu hale getiren zihniyetin
yaptığı yanlışı yapmış olurduk. (DYP ve
RP sıralarından alkışlar) Pamuk fiyatlarını ilan
ettiğimiz gün üreticinin kasketini havaya attırır, sonra, yedi
sekiz ay parasını vermeden üreticiyi mağdur ederdik.
Değerli arkadaşlarım, Sayın Zerrin Yeniceli,
herhalde...(DSP sıralarından gürültüler)
Dinle!.. Gelip burada konuşursun...
Sayın Zerrin Yeniceli’nin eline yazıp verdikleri için
olayı biraz saptırdı. (DSP sıralarından sıra
kapaklarına vurmalar, gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Bakan...
SANAYİ VE TİCARET BAKANI E. YALIM EREZ (Devamla) – Bir
dakika... Dinleyin... (DSP sıralarından gürültüler)
HASAN GÜLAY (Manisa) – Terbiyeli konuş!
SANAYİ VE TİCARET BAKANI E. YALIM EREZ (Devamla) – Sen
dinlemesini bilmiyorsun ki konuşmasını bilesin... (DSP
sıralarından gürültüler; DYP ve RP sıralarından
alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, Sayın Zerrin Yeniceli,
olayı incelemediği için, pamukta kota ve fonun
kaldırılmasını talep etmiştir. Pamuğa konulan
kota ve fon süreli olduğu için, haziran ayından beri, pamukta kota ve
fon uygulaması yoktur. (DYP ve RP sıralarından
alkışlar)
Bu arada, birkaç dakikamı daha vermek istiyorum size.
Geçen yıl DFİF’ten Tariş’e bir yıl içinde verilen
kredi 400 milyar lirayken, bu yıl ekim ayının 10’una kadar,
DFİF’ten Hükümet tarafından pamuk için Tariş’e
kullandırılan kredi 1 trilyon
liradır. Bir yıl önce 400 milyar, bu yıl ekim ayına kadar,
1 trilyon lira...
HASAN GÜLAY (Manisa) – Cebinden vermiyorsun...
SANAYİ VE TİCARET BAKANI E. YALIM EREZ (Devamla) – Birinci
DFİF kaynaklı kredi paketinde pamuğa ayrılan para 8,5
trilyon liradır.
1995 yılı ekim ayı ilk haftası, birlikler
tarafından alınan toplam ürün
9 trilyon 814 milyar lirayken, 1996 yılında birlikler tarafından
alınan toplam ürün 33 trilyon 608 milyar liradır. 1995
yılında alınan 9 trilyon 814 milyar liralık ürün karşılığı
kullandırılan kredi 213 milyar lira; yani, alınan ürünün yüzde
2’si kadar kredi kullandırılmışken, 1996 yılında
kullandırılan kredi miktarı 9 trilyon 839 milyar lira ve
kullanılan kredinin, alınan ürüne oranı yüzde 30’dur. Bu da, 54
üncü Hükümetin Türk köylüsüne ve Türk çiftçisine verdiği önemi
göstermektedir.
Hepinize teşekkür ederim. (DYP ve RP sıralarından
alkışlar)
3. – Ankara Milletvekili İrfan
Köksalan’ın, Ankara’nın Başkent oluşunun 73 üncü yıldönümüne ilişkin
gündemdışı konuşması
BAŞKAN – Gündemdışı üçüncü söz sırası
Sayın İrfan Köksalan’ın; Sayın Köksalan, Ankara’nın
başkent oluşunun 73 üncü yıldönümü nedeniyle konuşacaklar.
Buyurun efendim.
Sayın Köksalan, süreniz 5 dakikadır.
İRFAN KÖKSALAN (Ankara) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin
değerli üyeleri; huzurunuza, Ankaramızın, başkent
oluşunun 73 üncü yıldönümü nedeniyle çıkmış
bulunuyorum; bu vesileyle, hepinizi sevgi ve saygılarımla
selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, milletlerin hayatında önemli olaylar
vardır, tarihî olaylar vardır. Akıp giden zaman içerisinde, bu
olaylar, bazen, sıradanmış gibi kutlanır,
sıradanmış gibi geçiştirilir; ama, milletlerin
hayatına öyle dönemler gelir ki, işte o dönemlerde de bu tarihî
olayların, bir başka coşkuyla, bir başka heyecanla
yaşanmasında, hatırlanmasında fayda vardır.
Değerli milletvekilleri, 13 Ekim 1923 günü, Ankaramız,
başkent olarak, ilk Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından karar
altına alındı ve ilan edildi. İşte, o günlerde millî
mücadele kahramaları, işte o günlerde
Kuvayı Milliye ruhu, işte o günlerde Mustafa Kemal ve
arkadaşlarının kahramanlıkları var. Binaenaleyh,
içinden geçtiğimiz bu dönemde, eğer bunları anlayamazsak, o
haleti ruhiyeyi tekrar edemezsek bugünleri değerledirmekte hakikaten
güçlüğümüz olur.
Değerli milletvekilleri, 23 Ağustos 1923 günü Lozan
Barış Antlaşması Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul
edildi. Lozan Barış Antlaşmasının Türkiye Büyük Millet
Meclisinde kabul edilmiş olması, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin temel
dışpolitika sorunlarını bitirmiş olmasının
tescili idi. İşte, Mustafa Kemal ve arkadaşları, temel
dışpolitika sorunlarını Lozan Barış
Atlaşmasıyla bitirdikten sonra sıra içpolitika sorunlarına,
bu cümleden olmak üzere de sıra Türkiye Cumhuriyeti Devletinin merkezî
hükümetinin ilan edilmesine gelmişti. Her ne kadar Ankara, yıllarca
Türkiye Cumhuriyetine tabiî başkentlik yapmış ise de, bunun bir
karar, bir yasa ile bütün dünyaya duyurulması icap etmişti.
İşte, 13 Ekim günü, rahmetli İsmet İnönü ve kendisiyle
birlikte 13 arkadaşı,
Türkiye Büyük Millet Meclisine kanun teklifini vererek Ankara,
başkent ilan edildi. Bunun arkasından 29 Ekim 1923 günü de Cumhuriyet
ilan edildi ve daha sonra da 1924 yılında Türkiye Cumhuriyeti
Devletinin ilk Anayasası hazırlandı ve Türkiye Büyük Millet
Meclisi tarafından kabul edildi.
Değerli milletvekilleri, dünyamızda şu anda 37, nüfusunun
yoğunluğu Müslüman olan ülke var. Bunlardan sadece ve sadece 22
tanesinin halkı ezilmişlik içinde, mutlak surette özgürlükten mahrum;
geri kalan 14 tanesinin halkı da kısmen özgür; ama, 1 tanesi var;
işte, Türkiye Cumhuriyeti Devleti; hem demokrat hem özgür hem de
İslamı yaşıyor. Nasıl yaşıyor; işte,
biraz evvel bahsettiğim Yüce Atatürk’ün, Mustafa Kemal ve
arkadaşlarının, Kuvayı Milliye ruhunun, hem
İslamı hem de laisizmi bir arada Türk Milletine hediye etmesi
sayesindedir. (ANAP, DSP ve CHP sıralarından alkışlar) Bu,
mutlak surette özgürlükten mahrum olan 36 ülkenin halkı, ceplerinde,
bağrında, göğsünde Yüce Atatürk’ün resmini muhafaza etmekte;
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin nizamına, laisizmine ve Atatürk’e her vesileyle,
yetmiş yıldır hayranlığını söyleyerek
bugünlere kadar geldi; ama, bugün, Türkiye Cumhuriyeti Devletini yönetmeye talip olanlarda ne
görüyoruz; Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, işte, o, demokrasiden nasibi
olmayan, halkının mutlak surette özgürlükten mahrum olduğu
milletlere yüzünü çevirme -maalesef- gayreti ve sevdası içindeler. Bundan,
ben, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin milletvekili olarak, hakikaten, fevkalade
utanç duyuyorum. (ANAP, DSP ve CHP sıralarından alkışlar)
Değerli milletvekilleri, Yüce Allah’ın iradesi,
İslamın sadece ve sadece din olmasıdır. Hiç kimse,
İslamı siyasallaştırma gayreti içerisine girmesin;
işte, o gayret içerisine girdiği zaman da, İslama en büyük
kötülüğü yapmış olur. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ve Türk...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Köksalan, eksüreniz 1 dakikadır; lütfen,
konuşmanızı bu süre içerisinde toparlayın .
İRFAN KÖKSALAN (Devamla) – Değerli milletvekilleri, Sayın
Başbakan, Doğru Yol Partili milletvekillerini muhabbetle
kucaklıyor; Atatürkçülüğü, cumhuriyetçiliği,
demokratlığı, laikliği kimseye bırakmıyor.
Tabiî, burada söylenecek bir tek şey var; şu kürsünün ve bu
Parlamento çatısının altında seviyeyi düşürmek
istemiyorum; ama, bunu, galiba hak ettiler; o da şudur: Sizi gidi
takiyyeciler sizi!.. Haydi oradan, haydi, haydi, haydi!.. (ANAP, DSP ve CHP
sıralarından alkışlar, RP sıralarından “Yuh! Sana
haydi oradan” sesleri, gürültüler)
BAŞKAN – Değerli arkadaşlar... Değerli
arkadaşlar...
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Sayın Başkan...
(Gürültüler)
BAŞKAN – Bir dakika efendim... Bir dakika...
Cevap mı vereceksiniz Sayın Bakan?
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Sayın Başkan,
Sayın Miletvekiline cevap vermeyi... (Gürültüler)
BAŞKAN – Değerli arkadaşlar, Sayın Bakan bir
açıklama yapıyor; lütfen dinleyelim, ben dahi burada duymakta güçlük
çekiyorum.
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Sayın Başkan,
Sayın Miletvekilinin yapmış olduğu konuşma, Hükümet
açısından cevap verilmeye değer değildir; arz ederim. (RP
sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
BAŞKAN – Peki Sayın Bakan.
Değerli arkadaşlar, gündemdışı konuşmalar
bitmiştir.
IV. –
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1. – İzmir Milletvekili Zerrin
Yeniceli’nin, Sanayi ve Ticaret Bakanı E. Yalım Erez’in
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
BAŞKAN – Gündeme geçeceğiz; ancak, daha önce, Sayın
Zerrin Yeniceli Başkanlığa başvurarak,
gündemdışı konuşması Sayın Bakan tarafından
yanıtlanırken, konuşmanın kendisine yazılıp verildiğinin
söylenmesi nedeniyle bir sataşma olduğunu iddia etti.
Değerli arkadaşlar, bu talebi uygun buluyorum. Bu kürsünün
adabında -yarın hepimizin başına gelebilir- hiçbir biçimde,
birbirimizi bu şekilde, sanıyorum, suçlamamamız gerekir.
Buyurun Sayın Yeniceli. (DSP, ANAP ve CHP sıralarından
alkışlar)
Sayın Yeniceli, yeni bir sataşmaya meydan vermeden, lütfen,
yanıtınızı veriniz.
Buyurun.
İRFAN GÜRPINAR (Kırklareli) – Sayın Başkan, belki,
Sayın Bakan özür dilerdi...
ZERRİN YENİCELİ (İzmir) – Değerli
arkadaşlar, biraz önce, Sayın Bakanın “metni Zerrin
Hanımın eline yazmışlar, vermişler” sözüne teessüf
ederim; çünkü, ben, doğma büyüme Egeliyim ve pamuk üreten bir ailenin
çocuğuyum. (DSP, ANAP ve CHP sıralarından alkışlar)
Bir de, Türkiye Cumhuriyetinin Sayın Bakanına bu tarz bir
üslubu yakıştıramadım.
Ben, dün akşam, haberlerde
-Sayın Başbakan Yardımcısının- pamukta fon ve kota uygulamasının
kaldırıldığına dair haber izledim; fakat, bu dündü
yani, bu hafta içindeydi. (DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yeniceli
Sayın milletvekilleri, İçişleri Komisyonunun bir
tezkeresi vardır; okutuyorum:
III. –
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)
B) TEZKERELER VE ÖNERGELER
1. – İçişleri Komisyonu
Başkanlığının, Karayolları TrafikKanununun
Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi, Ek ve Geçici
MaddelerEklenmesi; Emniyet Teşkilatı Kanununun Bazı Maddelerinin
Değiştirilmesi ve Ek Maddeler Eklenmesi; 190 Sayılı Kanun
Hükmünde Kararnamenin Eki Cetvellerde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının (1/478, 2/49,
2/295, 2/298, 2/346) (S.Sayısı : 99) Komisyona geri verilmesine
ilişkin tezkeresi (3/518)
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
16.10.1996
Gündemin 27 nci sırasında bulunan 99 sıra
sayılı “Trafik Kanununun Bazı Maddelerinin
Değiştirilmesine İlişkin Kanun Tasarısı”nı,
eksik bir prosedürü tamamlamak için ve yarın tekrar gündeme alınmak
üzere, İçtüzüğün 88 inci maddesine göre Komisyonumuzca geri
çekiyoruz.
Necati
Çetinkaya
Konya
Komisyon
Başkanı
BAŞKAN – Tasarı, Komisyona geri verilmiştir.
Danışma Kurulunun bir önerisi vardır; okutuyorum:
V. – ÖNERİLER
A)
DANIŞMA KURULU ÖNERİSİ
1. – Genel
Kurulun, 17.10.1996 Perşembe günü saat 14.00’te toplanmasına
ilişkin Danışma Kurulu önerisi
Danışma Kurulu Önerisi
No:32 16.10.1996
Danışma Kurulunun 16.10.1996 Çarşamba günü
yaptığı toplantıda, aşağıdaki önerinin Genel
Kurulun onayına sunulması uygun görülmüştür.
Mustafa
Kalemli Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Başkanı
RP
Grubu Başkanvekili ANAP
Grubu Başkanvekili
Salih
Kapusuz Murat
Başesgioğlu
DYP
Grubu Başkanvekili DSP
Grubu Başkanvekili
Saffet
Arıkan Bedük H.Hüsamettin
Özkan
CHP
Grubu Başkanvekili
Nihat
Matkap
Öneri:
Genel Kurulun 17.10.1996 Perşembe günü saat 14.00’te
toplanması önerilmiştir.
BAŞKAN – Danışma Kurulunun önerisini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, gündemin “Özel Gündemde Yer Alacak
İşler” kısmına geçiyoruz.
VI. –
GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI
VE
MECLİS ARAŞTIRMASI
A)ÖNGÖRÜŞMELER
1. – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına Grup Başkanı ve Antalya Milletvekili Deniz Baykal ile Grup
Başkanvekilleri İçelMilletvekili Oya Araslı, Ankara Milletvekili
Önder Sav ve Hatay Milletvekili Nihat Matkap’ın, Hükümetin izlediği
ciddiyetsiz ve tutarsız dış politika nedeniyle devletin
dış ilişkilerinde küçültücü duruma düşürüldüğü
iddiasıyla Başbakan Necmettin Erbakan Hakkında bir gensoru
açılmasına ilişkin önergesinin gündeme alınıp
alınmayacağı konusunda görüşme (11/2)
2. – Zonguldak Milletvekili Mümtaz Soysal
ve 21 arkadaşının, dış politikanın belirlenme ve
yürütülmesindeki tutarsızlıklar nedeniyle devletin küçük
düşürüldüğü iddiasıyla Bakanlar Kurulu hakkında bir gensoru
açılmasına ilişkin önergesinin gündeme alınıp
alınmayacağı konusunda görüşme (11/3)
3. – Bitlis Milletvekili Kâmran İnan
ve 24 arkadaşının, Libya gezisi esnasında Türk Milleti’ne
yapılan hakaretlere duyarsız ve tepkisiz kalması nedeniyle
devletin dış ilişkilerinde küçültücü duruma
düşürüldüğü ididiasıyla Başbakan Necmettin Erbakan
hakkında bir gensoru açılmasına ilişkin önergesinin gündeme
alınıp alınmayacağı konusunda görüşme (11/4)
BAŞKAN – 1 inci sırada yer alan, CHP Grubu adına Grup
Başkanı ve Antalya Milletvekili Deniz Baykal ile Grup
Başkanvekilleri İçel Milletvekili Oya Araslı, Ankara Milletvekili Önder Sav ve Hatay
Milletvekili Nihat Matkap’ın, Hükümetin izlediği ciddiyetsiz ve
tutarsız dış politika nedeniyle, devletin, dış
ilişkilerinde küçültücü duruma düşürüldüğü iddiasıyla,
Başbakan Necmettin Erbakan hakkındaki (11/2) esas numaralı;
2 nci sırada yer alan, Zonguldak Milletvekili Mümtaz Soysal ve 21
arkadaşının, dış politikanın belirlenme ve
yürütülmesindeki tutarsızlıklar nedeniyle devletin küçük
düşürüldüğü iddiasıyla, Bakanlar Kurulu hakkındaki (11/3)
esas numaralı;
3 üncü sırada yer alan, Bitlis Milletvekili Kâmran İnan ve 24
arkadaşının, Libya gezisi esnasında Türk Milletine
yapılan hakaretlere duyarsız ve tepkisiz kalması nedeniyle,
devletin, dış ilişkilerinde küçültücü duruma
düşürüldüğü iddiasıyla, Başbakan Necmettin Erbakan
hakkındaki (11/4) esas numaralı gensoru önergelerinin gündeme
alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelere başlıyoruz.
Konuları ayrı olan bu önergelerin birleştirilerek
görüşülmesi Genel Kurulun 10.10.1996 tarihli 6 ncı Birleşiminde
kabul edilmişti.
Hükümet?..(ANAP ve DSP sıralarından “yok, yok” sesleri,
gürültüler.
Hükümet?.. Burada.
Sayın milletvekilleri, gensoru önergeleri bastırılarak
dağıtılmıştı, onun için yeniden okutmuyorum.
Sayın milletvekilleri, Anayasanın 99 uncu maddesine göre bu
görüşmede önerge sahipleri adına birer milletvekiline, siyasî parti
gruplarına ve Bakanlar Kurulu adına Başbakan veya bir bakana söz
verileceketir.
Daha önce alınan karar uyarınca, konuşma süreleri; önerge
sahipleri için 15’er, gruplar için 30’ar dakika, Hükümet için 1 saattir.
Hükümete ve gruplara tanınan süreler ikişer konuşmacı
tarafından kullanılabilcektir.
Şimdi, söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum:
Önerge sahipleri adına, Sayın Deniz Baykal, Sayın
İrfan Demiralp, Sayın İsmail Cem.
Önerge sahipleri adına, Sayın Deniz Baykal, buyurun efendim.
(CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Genel Başkan, süreniz 15 dakikadır.
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Hükümetin dışpolitika uygulamalarıyla ilgili
olarak verdiğimiz gensoru önergesi dolayısıyla, önerge sahibi
sıfatıyla düşencelerimi ifade etmek istiyorum; bu vesileyle, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin değerli üyelerini saygıyla selamlıyorum.
Bu gensoru önergelerinin çok uygun bir zamanda verildiği,
Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu sorunlar
açısından böyle bir tartışma fırsatını
Türkiye Büyük Millet Meclisine sağlamanın gerçekten çok uygun
olduğu, bugün daha iyi anlaşılmaktadır.
Türkiye’nin dışpolitika anlayışını ve
uygulamalarını bir değerlendirme ihtiyacı içine
girdiği bir dönemde yaşadığımız, her gün, her
vesileyle açık bir biçimde ortaya çıkmaktadır.
Öyle gözüküyor ki, Türkiye, diplomasi tarihimizin en
sıkıntılı dönemlerinden birini yaşıyor.
Dışpolitikamızın, bir anlamda pusulasının
kaybolmuş, rotasının belirsiz bir biçimde işlemekte olduğuna
ilişkin kaygıların, değerlendirmelerin, her çevrede giderek
daha sık yapılmakta olduğuna tanık oluyoruz. Böyle bir
ortamda Türkiye Büyük Millet Meclisinin, bu konuları bütün yönleriyle ele
almasında yarar vardır. Önergemiz buna fırsat verecektir diye
umut ediyorum.
Dışpolitika konusunda ortaya çıkan
sıkıntıların, önce, dışpolitikayı uygulama
yönteminden kaynaklandığı açıkça gözüküyor.
Dışpolitikamızın, geleneksel olarak Türkiye’de uzun bir
süre, kararlılıkla, berrak bir anlayışla,
tutarlılıkla uygulanmış olmasından ve Türkiye’nin
bölgede ve dünyada izlediği dışpolitikayla saygınlığını
artırmış bir ülke olmasından kaynaklanan bir özel durumu
vardır. Türkiye’nin dışpolitikası, çok
sıkıntılı bir bölgede, çok bunalımlı dönemleri,
Türkiye’nin soğukkanlılıkla, başarıyla
atlatmasına yardımcı olmuş en temel devlet
araçlarından biridir. Bu kadar başarıyla uygulanmış
önemli bir dışpolitika geleneğinin, bugün bir sarsıntı
içine girmekte olduğuna ilişkin kaygıların
yaygınlaşması, mutlaka, önemle, dikkatle değerlendirilmelidir.
Bu kaygıların altında yatan nedenleri görmeye
çalışıyorum; ilk anda dikkatimi çeken unsurlar şunlar:
Önce, galiba, çok uzun süreden beri ilk kez, -Türk dış
politikası- çokbaşlı bir dışpolitika niteliğine
bürünmeye başlıyor. Dışpolitikamızın, bu alanda
uzmanlaşmış, kurumlaşmış çerçevelerin
dışında, özel temaslarla, gizli görüşmelerle, kurumsal
çerçevenin dışında, kişisel ilişkilerle ele
alınıp götürülmekte oluşunun, bugün karşı
karşıya bulunduğumuz sıkıntıların temelinde
yatan nedenlerden biri olduğunu düşünüyorum.
Dışpolitikamız, çokbaşlı ve çokkanallı bir
dışpolitika anlayışı içine sürükleniyor.
Dışişleri Bakanlığı vardır,
Dışişleri Bakanı vardır, Dışişleriyle
fiilen ilgili -ayrı bir siyasal partiden, Koalisyon ortağı
partiden- bir Devlet Bakanı vardır, Başbakan vardır,
Cumhurbaşkanı vardır ve bütün bunların da Türkiye’nin
ulusal yararları doğrultusunda, kesin, berrak bir çözüme
kavuşturulmuş ortak bir dışpolitika anlayışı
içinde, eşgüdümle davrandıklarını söyleme
olanağı, ne yazık ki, yoktur. Sanıyorum, bu,
sıkıntının temelinde yatan unsurlardan biri.
Bakınız, bu dışpolitikayla doğrudan ilgili
kuruluşların ötesinde, dışpolitikamızı etkileyen
başka bazı girişimlerle de karşı karşıya
kalıyoruz. Bir süre önce, Türk dışpolitikasının en
temel konularından biri olan sular sorunuyla ilgili olarak, Hükümetin bir
başka bakanının, yıllardan beri büyük bir
kararlılıkla, başarıyla götürülen dışpolitika
anlayışımızı çok tehlikeli şekilde sarsabilecek
bir açıklamanın içine girdiğine tanık olduk.
Bugüne kadar, Türk dışpolitikası, Fırat ve Dicle
sularının paylaşılmasını kesinlikle söz konusu
etmez, bunu bir temel felsefeye dayandırır, tahsis
tartışmasını sürdürürken, birden bire, bir Cumhuriyet
Hükümeti bakanının, Fırat ve Dicle sularının
paylaşılması konusunda Türkiye’nin hazır olduğunu
ifade eden açıklamalarına tanık olduk. Bu, tabiî, dışpolitikanın
taşıyabileceği bir yaklaşım değildir;
dışpolitikanın, daha ciddî daha iyi düşünülmüş bir
anlayışla götürülmesi ihtiyacı vardır.
Aynı şekilde, Türkiye’de kurumsal çerçevede
şekillendirilmiş bazı politika kararlarının da,
uygulamaya götürülürken, karşılaşılan tepkiler
dolayısıyla tereddütlere sürüklendiğine tanık olduk. Bunun
çok önemli ve hatta -izin verirseniz söylemek istiyorum- vahim bir örneği,
Kuzey Irak’ta bir “Tampon Bölge” ya da “Tehlikeli Bölge” ilanı
kararımızla ilgili olanıdır.
İzleyebildiğimiz kadarıyla, Türkiye’nin, hükümet
düzeyinde, Kuzey Irak’ta bir tampon bölge oluşturulmasına yönelik
çalışmaları tamamlanmıştır. Bu konuyla ilgili
devlet kuruluşları toplantıya çağrılmış,
görüşleri alınmıştır. Millî Güvenlik Kurulu bu konuda
görüş vermiştir ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, tampon bölge
ilanı, tehlikeli bölge ilanı kararını Hükümet olarak
almıştır ve bunu da ilan etmiştir; Dışişleri
Bakanı ilan etmiştir, Millî Savunma Bakanı ilan etmiştir.
Türkiye’nin, hükümet düzeyindeki bu kararı açıkça ortaya
konulmuştur; ama, ne yazık ki, bu karar hayata geçirilememiştir.
Böyle bir kararı almak uygun mudur değil midir; doğru mudur
değil midir tartışmasını bir kenara
bırakıyorum; ama, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, tampon bölge
ilanıyla ilgili olarak, değerlendirmesini yapıp,
kararını alıp ilan ettikten sonra, bunu uygulamaktan aciz bir
konuma düşemezdi. İlk kez bu Hükümet, tampon bölge konusunda,
gerçekten, Türkiye’nin, hazır olmadığı, layık
olmadığı bir konuma sürüklenmesine neden olmuştur. Türkiye’nin
bölgedeki kararlılığı, etkinliği ve
caydırıcılığı, aldığı
kararları, ciddiyetle uygulama kararıyla aldığı
konusunda yılların
çabasıyla oluşturulmuş olan izlenim, bu laubalilikle, bu
gevşeklikle ortadan kaldırılmıştır. Ne
olmuştur tampon bölge? Hükümet aldı kararı; Kuzey Irak’ta bir
tampon bölge var mı; uygulayabiliyor muyuz?.. Böyle bir kararı
alıp ilan etmiş olmanın bütün bedelini Türk
dışpolitikası ödedi; dünya çapında ödedi, dünya kuruluşları
nezdinde ödedi; ama, böyle bir kararı, sadece telaffuz etmiş
olmanın yol açtığı bu bedeli ödediğimiz halde, böyle
bir politikadan beklenebilecek olan yararların hiçbiri
sağlanamadı.
Değerli arkadaşlarım, Hükümetin, bu konularda kendisini
gösteren dışpolitika zafiyetleri, doruk noktasına, bu son
gezilerle çıktı. İki gezi planlandı; birisi Asya’ya, birisi
Afrika’ya yönelik iki gezi... Bu geziler, öyle anlaşılıyor ki,
ciddî bir değerlendirme ve ihtiyaç tespitinden çok, hangi nedenle
olduğunu çok anlayamayacağımız bir iç tercihle ortaya
çıktı. Geziler ciddî hazırlanmadı. Gezilerin
hazırlanması için, devlet kuruluşları, ilgili
büyükelçilikler devrede olmadılar. Çoğu kere, çağrı yokken
oraya gitme kararı tebliğ edildi. Bu kararlılık, bir
çağrı gelmesine de neden olmadı; direndi bazı ülkeler,
çağrı yapmamaya; bizim arzumuz üzerine, ziyaret etme isteğimizi
karşılama durumunda kaldılar. İyi
hazırlanmadığı için bu program, gezilerde, Türkiye’nin
itibarı ciddî şekilde sarsıldı. Singapur’un Devlet
Başkanı, Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanını bu gezi
çerçevesi içinde kabul etme fırsatını bulamadı; kendisiyle
görüşme imkânını yaratamadı, yaratmadı. Bu program
zaafının yarattığı eksikliği, Singapur
bölgesindeki plajların incelenmesiyle, heyetimiz, değerlendirmek
durumunda kaldı. (CHP sıralarından alkışlar) Bu,
Türkiye bakımında gerçekten üzüntü verici bir durum olmuştur.
Geziler, demin de ifade ettiğim gibi, bir telaşla
hazırlanmıştır ve birbiri ardından krizlere yol
açılmıştır. Önce, bir kararname krizi
çıkmıştır. Bu geziler kararnameye dayanan resmî geziler
midir, hâlâ belli değildir; kararname çıkmamıştır.
Kararname ötesinde, bu gezilerin resmî bir nitelik taşıyıp
taşımadığı, ziyaretine gittiğimiz ülkeler
kararıyla sonuçlandırılmış ve resmî bir gezi
olmadığı, mesela, Mısır tarafından resmen ifade
edilmiştir. Türkiye, Mısır’a gitmek istediğini açıkça
ortaya koymuş, bir davet talep etmiş, davet gelmemiş, davet
olmadan, Türkiye, Mısır’a gitmek durumunda kalmıştır.
Bunun sonucu olarak, gezi, resmî gezi sayılmamış; karşılama
töreninde ve uğurlama töreninde bayrak asılmamış;
karşılama töreninde bayrağın asılmaması “yok,
akşam saatlerini geçti, o nedenle” diye izah edilmek istenmiş; ama,
ayrılırken gündüz saatleri olduğu halde de bayrağın
asılmayışı, nedenin, sadece hareket saatiyle ilgili
olmadığını, gezinin niteliğiyle ilgili bir
Mısır davranışının söz konusu olduğunu
ortaya koymuştur. Bu, Türkiye’ye yakışmamıştır.
Türkiye buna mecbur değildir.
Bakın, bu gezide Türkiye ile Mısır arasındaki ortak
ekonomi komisyonunun toplanması talebi ortaya atılmış; bu
talebin de gereği yerine getirilmemiş, ekonomik komisyon
toplanamamıştır; Mısır, bunu da reddetmiştir.
Sadece gezi yapmış olmak için gezi yapılmıştır;
ama, Türk dışpolitikası, bu ziyaretten hiçbir şey kazanmamıştır.
Aslında, başbakan ve cumhurbaşkanı düzeyinde
yapılan geziler, bir ülkenin şerefinin, onurunun,
saygınlığının ortaya konulacağı, ülkeler
arasındaki iyi ilişkilerin vurgulanacağı, dostlukların
güçlendirileceği fırsatlardır, vesilelerdir. Başbakanlar,
cumhurbaşkanları, genellikle çalışma ziyaretleri yapmazlar.
Onlar, ülkelerinin onurunu temsil ederek,
ağırlığını sergilemek amacıyla,
dostlukları pekiştirmek amacıyla ziyaret yaparlar. O nedenle de,
bu ziyaretler, çok sık gerçekleşmez.
Türkiye, bundan önce, 53 tane hükümet gördü; bu 53 hükümetin hiçbiri,
iktidara gelişinin ilk 100 gününde 20 günlük yurtdışı
geziye kalkışmamıştır. Hiçbir Cumhuriyet Hükümeti,
iktidara gelişinin ilk 100 günü içerisinde 20 gününü
yurtdışında böyle gezilerle geçirme anlayışı içerisine
girmemiştir. Yeni bir hükümet kurulmuş, Türkiye’nin çok ciddî
sorunları var; enflasyon yüzde 80, işsizlik almış
başını gidiyor, Türkiye’de yönetimde çok tehlikeli erozyonlar
yaşanıyor, çeteleşme
ortaya çıkmaya başlamış, Türkiye’de terör
almış başını gidiyor ve Türkiye’de, gelmiş, yeni
Hükümet, ülkeyi yangın yeri gibi bırakıp, uzun, tantanalı,
gösterişli dışgezilerle üç ayının 20 gününü geçirmekte
hiçbir sakınca görmüyor... Buna, ilk kez tanık oluyoruz. Bir defa bu
yanlıştır. Bir başbakan, bu kadar dikkatsiz, bu kadar
acele, bu kadar hevesle, bu kadar erken yurtdışına kendisini
atmaz; atmıştır, yanlış olmuştur. 53 hükümetin
hiçbiri bunu yapmamıştır. Bu Hükümet, 100 günün 20 gününü
yurtdışında geçirmiştir. Nasıl geçirmiştir;
Türkiye’nin gücünü, ağırlığını, etkisini
artıracak, Türkiye’ye yeni ufuklar açacak, yeni kazanımlar getirecek
çalışmalar da yapamadan geçirmiştir. Her biri bir kriz
doğuran, iyi hazırlanmamış...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Genel Başkan, Grubunuz adına da
konuşacaksınız; buradaki sürenizi tamamlamak için... Lütfen...
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Bu, işin temel
yanlışıdır. Gittiğimiz yerler yanlış
olmuştur.
Bakın, Libya’ya ve İran’a, öncelikle İran’a ilk ziyaret
yapılmıştır. Beş yıldan beri, dünyadaki 186
ülkeden hiçbirisi, başbakan düzeyinde, cumhurbaşkanı düzeyinde
İran’a ve Libya’ya gitmemiştir. Hiçbir dünya başbakanı,
hiçbir dünya cumhurbaşkanı, beş yıldan beri Libya’ya ve
İran’a gitmemiştir; sadece Türkiye’den başbakanlar
gitmiştir. Bunun bir anlamı olmak gerekir. (RP sıralarından
“siz düşünün” sesleri) Bunun ortaya koyacağı, bunun ortaya
koyduğu bir anlam olmak gerekir. (RP sıralarından “Türkiye,
bağımsız bir devlettir” sesleri) Türkiye,
bağımsız bir devlettir, 186 devlet de
bağımsızdır. Her birisi belli bir anlayış içinde
davranma gereğini duymakta ve böyle bir uygulamanın içinden
geçmektedir. Türkiye’de, Hükümet, gelir gelmez, ayağının
tozuyla, daha iktidar olarak karşı karşıya bulunduğu
temel sorunları çözmeden, ilk ziyaret olarak, bir tavaf yerine gider gibi,
bir kutsal ziyaret yapar gibi, Türkiye’deki laik, demokratik rejimi
değiştirmeyi, bunun için teröre başvurmayı kendisine yöntem
olarak seçmiş, Türkiye’deki terörle yakından ilişkisi mahkeme
dosyalarında kanıtlanmış bir ülkeye kendisini
atmaktadır. (CHP sıralarından alkışlar)
Yanlış olmuştur.
Sayın Başkan, Grubumuz adına söz alarak,
konuşmamın geri kalan kısmını ve özellikle Libya
gezisini değerlendirme fırsatını bulacağımı
umut ediyorum.
Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Genel Başkan.
Önerge sahipleri adına ikinci konuşma için, Sayın
İrfan Demiralp; buyurun efendim. (ANAP sıralarından
alkışlar)
Sayın Demiarlp, süreniz 15 dakikadır.
İRFAN DEMİRALP (Samsun) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Anavatan Partisi Türkiye Büyük Millet Meclisi Grubu ve diğer
parti gruplarınca, Sayın Başbakan hakkında verilen gensoru
üzerinde imza sahibi olarak söz almış bulunuyorum.
Yüce Heyeti saygılarımla selamlıyorum. (ANAP
sıralarından alkışlar)
Sözlerimin hemen başında şunu ifade etmek isterim ki,
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk defa meydana gelen böyle bir olayın hiç
olmamasını ve bu gensoru nedeniyle görüştüğümüz konunun
Yüce Meclisin bu yüce kürsüsüne hiç gelmemesini arzu ederdim; fakat, Hükümetin
ilk 100 gününde, kamuoyunun endişeyle izlediği bu kabil vahim gelişmeler,
bunların ne ilk ne de son olduğu görüntüsü vermektedir.
Sayın Başbakan, Hükümeti kurar kurmaz, imparatorluk dönemi
deneyimlerini de taşıyan Türk dışpolitikasını
özellikle devredışı bırakarak, bir dizi icraata
girişmiştir. Bu icraat, Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca Türk
dışpolitikasında oluşan ve ülkenin menfaatlarını
korumaya yönelik bütün teamül ve uygulamaları yok
saymıştır.
Türkiye Cumhuriyeti, bulunduğu coğrafyada hem siyasî dengeleri
ve hem de geleceğe yönelik hedefleri gözeterek, ülkeyi çağdaş
devletler düzeyine çıkarma yönünde bir politika izleme yolunu
benimsemiştir; ancak, 54 üncü Hükümetin kuruluşunu müteakip, bir
bütünlük içinde ve çok dikkatlice izlenmesi, ülke menfaatları gereği
olduğu halde, Türk dışpolitikası, koalisyon ortakları
arasında paylaşılmış, dışpolitikanın
temel ilkeleri ve gelenekleri bir tarafa itilerek, keyfî ve çok defa ciddî
olmayan davranışlar bir usulmüş gibi adeta uygulamaya
konulmuştur.
On yılı aşkın süredir asker, polis, devlet memuru ve
sivillerden oluşan binlerce vatandaşımızı şehit
verdiğimiz terör mücadelesi bütün şiddetiyle devam ederken,
Dışişleri Bakanlığının uyarıları
yok farz edilmiş ve teröre destek veren ülkelere resmî geziler
yapılmaya başlanmıştır.
Üstelik, bu gezilerin İran bölümünde, Sayın Başbakan,
Türk istihbarat birimlerinin, bu ülkenin terörle ilişkileri konusunda
yanlış istihbarata sahip olduğu şeklinde bir talihsiz
açıklamayı da yapmıştır; fakat, çok kısa süre
içerisinde, bu komşumuzun, İran’ın, Türkiye Cumhuriyeti
Devletini yıkmaya yönelik terör faaliyetlerine vermiş olduğu
devamlı destek, bütün açıklığıyla bir kez daha Türk
kamuoyunun önüne çıkmıştır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sayın
Başbakanın Mısır, Libya ve Nijerya’ya yapmış
olduğu ziyaret ise, sadece Türkiye Cumhuriyeti tarihinin değil,
üzülerek ifade ediyorum, Türk tarihinin en büyük skandalına sahne
olmuştur.
En vahimi, Sayın Başbakanın, bu gezinin Mısır
ayağını, resmî gezi zannederek ve açıklayarak
yapmış olmasıdır. Kahire Havaalanındaki
karşılamada göndere Türk Bayrağı çekilmeyişi bütün
heyet üyelerini hayrete düşürürken, Sayın Dışişleri
Bakanı, olayı, önce, zamanın gece olmasına bağlayarak
Türk kamuoyuna açıklamaya çalışmıştır. Ancak, başından
beri, Sayın Başbakanın yaptığı geziyi resmî gezi
olarak görmeyen Mısırlılar, bir yanlış anlama
olmasın diye, Sayın Başbakanı gündüz saatlerinde
uğurlarken de, göndere Türk Bayrağı çekmeyerek
mesajlarını vermişlerdir; yani, Mısır Devleti,
Sayın Başbakanın yapmış olduğu geziyi resmî gezi
olarak kabul etmemiştir. Doğal olarak, Mısır Devleti,
gezinin, kendileri açısından resmî nitelik
taşımadığını, Sayın Başbakanın,
ülkelerinden ayrılmasından sonra, resmen açıklama nezaketini
göstermiştir. Böylelikle, kararnamesinde imzaların
tamamlanmamış olması nedeniyle, hukuken resmî nitelik
taşımayan bu gezinin Mısır ayağının
bütünüyle resmî nitelik taşımadığı ortaya
çıkmıştır. Hal böyle olunca, Mısır ziyareti
esnasında Sayın Başbakanın imzaladığını
zannettiği ve ifade ettiği anlaşmaların da hiçbir hükmü
kalmamıştır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Mısır’da
yaşanan bu skandala rağmen, Afrika gezisinin en dramatik noktası
Libya’da meydana gelen olaylardır. Libya’daki büyükelçimizin verdiği
bilgiler doğrultusunda Dışişleri Bakanlığının
yaptığı tüm uyarılara ve iki devlet bakanının,
bir ay öncesinde, yine bu ülkeyi ziyaretleri esnasında muhatap
oldukları doğrudan ve dolaylı ağır hakaretlere
rağmen, Sayın Başbakan, âdeta, aynı hakaretleri bir de
kendi kulağıyla duymak istiyormuşcasına, bu ülkeyi ziyaret
etmekte ısrar etmiştir.
Libya Lideri Kaddafi, bugüne kadar hiçbir ülke devlet başkanı
veya devlet görevlisi düzeyinde bir kişinin
yapamadığını yaparak, Türkiye’nin bölünmesi
gerektiğini Sayın Başbakanın huzurunda açıkça beyan
etmiştir.
TEVHİT KARAKAYA (Erzincan) – Ayıp!.. Ayıp!..
İRFAN DEMİRALP (Devamla) – Bu açıklamalar
karşısında, başta geziye katılan sayın
milletvekilleri ve Dışişleri mensupları olmak üzere,
heyette yer alan hemen herkes, büyük öfke içinde, tepkilerini ifade edecek
uygun sözcükleri bulmakta zorlanmışlardır. Ancak, burada, Devlet
Bakanı Sayın Abdullah Gül’ün “deli saçması der geçeriz”
şeklindeki, basına yansıyan yorumu çok anlamlıdır, çok
ilginçtir. Ancak, Kaddafi’nin, bu sözleri ilk defa söylemediği, başta
Dışişleri Bakanlığı olmak üzere, bütün
ilgililerce de çok iyi bilinmektedir. Daha önce, Kaddafi’ye, normal diplomatik
yollardan yanlışı anlatılmaya
çalışılmış ve aynı görüşlerini
tekrarlayacağı belirtilmiş olmasına rağmen, Sayın
Başbakan, bu zatın ayağına kadar gitmiş ve
muhatabından bu sözleri duyduğu anda Libya’yı terk
etmemiştir.
Türkiye için son derece onur kırıcı olan bu durumda,
herkesin aklına gelen ilk soru, tabiî olarak, Sayın
Başbakanın, Kaddafi’ye, gerçekten borcu olup
olmadığıdır.
HALİL İBRAHİM ÖZSOY (Afyon) – Var... Var...
İRFAN DEMİRALP (Devamla) – Sayın Başbakan, Libya
ziyaretinin sonunda yayınlanan ortak bildiride, Kaddafi’ye, PKK’nın
terör örgütü olduğunu kabul ettirdiğini söylüyor; oysa, bildiri
metnine bakıldığı zaman, durumun böyle
olmadığı açıkça görülmektedir. Kaddafi, Türkiye,
Amerika’yı terörist olarak ilan ederse, kendisinin de, PKK’yı,
terörist olarak ilan etmeyi düşünebileceğini söylüyor.
METİN PERLİ (Kütahya) – Nerede yazıyor?..
İRFAN DEMİRALP (Devamla) – Tabiî, tutanaklarda...
Sayın Başbakanın ve Türk heyetinin önünde, Kaddafi’nin,
Türk Devletine yönelttiği hakaretler, bununla da
kalmamıştır. Bu zat, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, iradesini
kaybettiğini, Amerika Birleşik Devletlerinin üslerinin işgali
altında olduğunu ve Türkiye’nin, iradesi ve hürriyetine kavuşuncaya
kadar mücadele edilmesi gerektiğini söyleyebilmiştir.
Yapılan, bu aşağılayıcı
açıklamaların ve davranışların dört başı
mamur hale gelmesi arzu edilmiş olmalı ki, Türkiye Cumhuriyetinin iç
işlerine de göndermeler yapılmıştır. Kaddafi, bütün
Türklerin RP’ye üye olmasını tavsiye ettikten sonra, aynen şu
cümleleri sarf etmiştir: “Refah, ancak, çoğunluğu elde
ettiği zaman sözünü doğru şekilde söyleyebilir. Şu an
ortakları var; gerçek programını hemen uygulamasını
zaten bekleyemeyiz.” Kaddafi’nin bu tespitinin doğruluk derecesi merak
konusu olmakla birlikte, buradaki ifadelerden, Kaddafi’ye, daha önce “bu
nedenle gerçek programımızı uygulayamıyoruz” diye bir mesaj
iletildiği kuşkusu ortaya çıkmaktadır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sayın
Başbakanın, geçmişte, başbakan yardımcısı
olarak görev aldığı dönemde, 2 milyar dolarlık yardım
alma ümidi ve iddiasıyla, Suudi Arabistan’a yapmış olduğu
gezi ve burada, günlerce bekletildikten sonra eli boş geri dönmesi henüz
hafızalardan silinmemiştir.
Türkiye’nin en millî davalarından biri olan Kıbrıs konusunda
Türkiye’nin yanında yer alan İslam ülkelerinin sayısı,
maalesef, iki-üçten fazla değildir. Kıbrıs Rum kesimine
yapılan yabancı yatırımlara
bakıldığında da, bunların önemli bir bölümünün
Müslüman ülkeler tarafından yapıldığı açıkça
ortadadır.
52 İslam ülkesi, hareket birliği gösterip petrol
vanalarını birkaç günlüğüne kıssalardı veya Avrupa,
Amerika bankalarındaki paralarını çekme tehdidinde
bulunsalardı, emin olunuz ki, Bosna-Hersek’te yüzbinlerce Müslüman
soydaşımız hayatlarını kaybetmeden, bugünkünden daha
iyi, daha köklü bir çözüme kavuşulmuş olurdu.
Sayın Dışişleri Bakanı ise, Amerika
Birleşik Devletlerinde bulunduğu on gün içerisinde yapmış
olduğu görüşmeler ve Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda
yapmaktan vazgeçtiği konuşma metni hakkında, Türkiye Büyük
Millet Meclisine ve muhalefet liderlerine hiçbir bilgi vermemiştir.
Aslında, Sayın Dışişleri Bakanı, Amerika
Birleşik Devletlerine, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun
olağan toplantısına katılmak üzere gitmiştir ve bu
esnada, Filistin’de çok ciddî olaylar meydana gelmiştir. 70’in üzerinde
Filistinli Müslüman Arap, meydana gelen olaylarda hayatını
kaybetmiştir ve bu nedenle yapılan özel görüşmede, Türkiye
Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı söz almış ve
kendisine dördüncü sırada söz verilmiştir. Ancak, Türkiye Cumhuriyeti
Dışişleri Bakanı, bu söz hakkını kullanmayarak,
üstelik New York’tan ayrılarak, Birleşmiş Milletler Genel
Kurulunda Türkiye Cumhuriyetini temsilcisiz bırakmıştır.
Sayın Başbakanın Türk dışpolitikasını
oturtmaya çalıştığı zemin doğru değildir
değerli arkadaşlar. Dış politikanın
oturacağı zemin, gerçekçilik ve ülke menfaatlarıdır. Bu
tespit, 52 Müslüman ülkenin de içerisinde bulunduğu tüm dünya ülkeleri
için geçerlidir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Avrupa Birliği
ile Türkiye arasındaki ilişkiler, tarihinin en alt düzeyine
inmiştir. Avrupa Birliği ile ilişkiler neredeyse kopma
noktasına gelmiştir. İrlanda’da yapılan son
toplantılarda şekillenen Avrupa Birliğinin genişleme
planlamasında, Polonya, Macaristan, Çek ve Slovak Cumhuriyetleri ile Malta
ve Kıbrıs Rum yönetimi gündeme alındığı halde,
Türkiye Cumhuriyetinin adından hiç bahsedilmemiştir. Yani, bu günler,
Türkiye’nin, Avrupa’da, Avrupa Birliği nezdinde çok yoğun diplomasi
trafiğini uygulaması gerektiği günlerdir.
Sayın Başbakan yapmış olduğu dış
gezilerde böylesine skandallara muhatap olurken, Türk cumhuriyetleriyle
ilişkilerin geliştirilmesi ve bu ilişkilerin
geliştirilmesine öncelik verilmesi konusunda bugüne kadar hiç çaba sarf
etmemiştir.
Bu nedenle, Sayın Başbakan hakkında bir gensoru
açılmasının gerekli olduğu inancındayım. Bu
vesileyle, Yüce Heyeti saygılarımla selamlıyorum. (ANAP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Demiralp.
Önerge sahipleri adına üçüncü konuşma, Sayın İsmail
Cem’in.
Buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)
Sayın Cem, süreniz 15 dakikadır.
İSMAİL CEM (Kayseri) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlarken, sizden şunu rica
etmekteyim: Kendinizi, lütfen, Türkiye’yi değerlendirmekte olan bir
yabancı ülkenin yerine koyunuz ve bir an için olaylara onun
açısından bakınız. Türkiye’nin dostu olan ya da Türkiye’ye
karşı düşmanlık besleyen, kötülük etmek isteyen bir ülke,
şu Hükümetimizi ve şu dışsiyasetimizi nasıl
değerlendirmekte ve gördüklerinden nasıl etkilenmekte...
Örneğin, bir yabancı istihbarat teşkilatı, Türkiye’yi
bölmek amacındaki örgütlere finansman sağlayan, destek sağlayan
güçler ya da Türkiye’yi Kıbrıs’ta dışlamak için oyun
üzerine oyun düzenleyenler ya da iyi niyetle, Türkiye’de yatırım
yapmak isteyen şirketler. Bunlar, iyi niyetle de baksa, kötü niyetle de
baksa aynı fotoğrafı karşısında bulacak: İki
başlı Hükümetin iki ortağı da farklı yöne gitmekte;
dağınıklık, çelişki, perişanlık ve
belirsizlik...
Öyle bir dışpolitika ki, dost olanın dostluğunu engelliyor;
dost olan tereddüte düşüyor “hele bir duralım, bir daha bakalım”
diyor; düşman olan ise, dağınık dışsiyaset
karşısında, daha fazla ve daha rahat düşmanlık
yapmanın imkânını buluyor.
Peki, neden bu perişanlığa düşüldü?.. Geçmişte
tek bir dışpolitika vardı; yani, tek bir yanlış
dışpolitika vardı; Türkiye’nin menfaatını bilemeyen,
teslimiyetçi ve kişiliksiz bir dışpolitika. Hükümetin küçük
ortağı, öncelikle kendisine ait olan bu politikayı aynıyla
devam ettirmekte. Ne var ki, şimdi, hem o geçmişteki yanlış
devam ediyor hem de bu yanlışa, Hükümetteki büyük ortağın
yeni yanlışları ekleniyor, yanlış bir iken iki oluyor.
Önce, büyük ortağın politikalarına bakmak istiyorum:
Şimdi, bu ortak, Türkiye’nin komşularıyla ilişkilerini
geliştirmek, dış ilişkilerimizi çeşitlendirmek gibi,
haklı gerekçelerden yola çıktı; çıktı da, hemen yolunu
kaybedip, komşulardan Afrika’ya uzanarak, ne kadar dikta yönetimi varsa,
insan haklarını çiğneyen, demokrasiyi yasaklayan, işkence
yapan, muhalifini, kimi örnekte olduğu gibi, sorgusuz sualsiz astıran
ne kadar darbeci varsa sırasıyla dolaşıp, onlara övgüler
yağdırdı; onlardan bize örnek getirdi ve böylece
dışpolitikada değişimin müjdesini verdi; Türkiye, bundan
böyle, öncelikli tercihi, dikta yönetimlerinin, insan hakkı ihlalcilerinin,
düşünce yasakçılarının safıdır görüntüsünü
dünyaya yaydı. Büyük ortağın vermiş olduğu mesaj, o
yanlış dışpolitikaya eklemiş olduğu mesaj, ne
yazık ki, bu oldu.
Hükümetimizin büyük ortağı bu dışpolitikayı
sergilerken, Hükümetimizin küçük ortağı, olanca mahcubiyeti içinde,
Batı’daki dostlarımıza teminat vermekteydi “siz, bizim
Başbakanımızın dediklerine bakmayınız, vallahi de
billahi de biz sizdeniz, biz Batılıyız, Batı’nın sadık
bendeleriyiz; damarımızı kesseniz, kanımız ‘Batı,
Batı’ diye akacak.” Hükümetimizin küçük ortağı bu
yaklaşımına bir de isim vermiş; ülkemizin, Türkiye’nin
geleneksel dış politikası... Tabiî, bundan kastetilen, tarihin
bir döneminde “bağımsızlık, benim kişiliğimdir”
diyen, mazlum milletlere örnek olan politika değil; tam aksine, küçük
ortağımız, amansız bir Batı aşkına
tutulmuş, kendi menfaatını kullanamayan, kendi güvenliğini
gözetemeyen, saflığıyla dillere destan olmuş bir politika
anlayışını kutsamakta ve günümüz Türkiyesine örnek
göstermekte.
Hükümetimizde küçük ortağın öncülüğünü ve
sözcülüğünü halen yapmakta olduğu bu dış politika,
kuşaklar boyunca, başkalarının ucuz asker deposu ve uzak
karakolu konumuna Türkiye’yi düşürmüş. Batılı
müttefiklerimiz ne söylerse emir bellemek
alışkanlığını yaratmış. Sovyetler
dağılıp da Batı’nın bize ihtiyacı
azaldığında, bilumum müttefikimiz tarafından
dışlanmayı, horlanmayı, Türkiye karşıtı her
çeşit faaliyete ve örgüte destek çıkılmasını sineye
çekebilmiş. Halen, Hükümetimizin küçük ortağınca uygulanmakta
olan bu geleneksel dışpolitika, sonuç olarak, Helmut Kohl’un,
Başbakanımızın elini sıkmasıyla, Bill
Clinton’ın, lütfedip telefona çıkmasıyla teselli bulan; Clinton
başını çevirdi de selamımızı aldı ölçüsüyle
tatmin olan bir konuma Türkiye’yi mahkûm etmiş. Belki, sayın
başbakanların, sayın dışişleri
bakanlarının kendilerine uygun gördükleri kimlik budur; ama,
Türkiye’nin layığı bu değildir, bu olmamalıdır.
(DSP sıralarından alkışlar)
Mevcut Hükümetimizin, bu geleneklere sahip, bu geleneksel özellikleri
sürdüren bir kanadında bunlar yaşanırken, öteki kanadı,
şimdi, buna, yeni dış politikasını eklemekte. Ufak bir
ülkenin diktatöründen, dünyanın önünde hakaret işitip, bunları
sineye çekmeyi neredeyse marifet bilmek... Diplomasi tarihinde örneği
bulunmayan biçimde azarlandıktan sonra, Sayın Kaddafi’den hakaret
işitip, ses bile çıkaramamış Başbakanın
yönettiği ülke özelliğimizi dünyaya tescil ettirdikten sonra, tevil
yolu bulmak için bin dereden su taşımak... Bu konuda hassasiyet
gösteren basını suçlu ilan etmek... Bu konuda hassasiyet gösteren muhalefet
partilerini suçlamak; ama, Sayın Kaddafi’ye toz kondurmamak... Hani,
Nasrettin Hoca’nın bir hikâyesi vardır: Evine hırsız
girmiş, ne var ne yok alıp götürmüş. Ertesi gün komşular
geçmiş olsuna geliyor; birisi diyor ki, “Hoca, sen bu kadar kocaman bir
kapıyı, küçücük kilitle nasıl muhafaza edersin?
Olacağı buydu.” Öteki, “Pencerelerinde kepenk yok, hiç bunu akıl
etmedin mi? Nasıl bunu düşünmedin Hoca?” diyor. Üçüncüsü, “Ziynet
eşyasını nasıl meydanda bıraktın Hoca?” diyor.
Hoca, sonuçta, dayanamayıp “Anladık... Anladık... Biz
kabahatliyiz de, şu hırsızın hiç mi kabahati yok?!” diyor.
Hükümetin dış siyaset
dağınıklığının, hemen bunun ardındaki
çarpıcı bir örneği, Sayın Başbakan ile
Yardımcısının; yani, aynı hükümette çok iyi geçinen,
çok anlaşan, bütünleşen iki önde gelen politikacımızın
Sayın Kaddafi’yi yorumlayış biçimleri. Sayın Başbakan,
Nijerya’da demeç veriyor hadise sonrasında ve diyor ki: “Libya ve Kaddafi
dostumuzdur. Kaddafi kardeşimizdir.” Olabilir, kendi görüşü,
bunları söylüyor. Aynı günde, hatta aynı saatlerde, Sayın
Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri
Bakanımız, basına ayaküstü demeç veriyor ve diyor ki: “İyi
ki, Sayın Kaddafi bu konuşmayı
yaptı. Böylece, Türkiye’nin dostu kim, düşmanı kim
anladık.” Yani, Sayın Başbakan Yardımcısı,
Sayın Kaddafi’yi Türkiye’nin düşmanı olarak
çağrıştırıyor ve anlatıyor.
Ee, şimdi düşününüz; Türkiye ile meselesi olan, Türkiye’ye
kötülük yapmak isteyen -ki, maalesef, bir haylisi mevcut- o güçler, o
devletler, o örgütler, böyle bir perişanlık karşısında
ellerini ovuşturup daha da güçlenmezler mi?...
Kaddafi bozgununa bir mazeret bulabilmek için Sayın Başbakan
ve Yardımcısı, belki de Kaddafi olayından daha da acı
olan bir zeminde buluşuveriyor ve bütünleşiyor. Her ikisi de
aynı şeyleri söyledi: “Efendim, ABD, bölücü terörün televizyon
yayınına destek çıkmadı mı? Fransa
Cumhurbaşkanının eşi, terörist destekçiliği
yapmadı mı? Avrupa Topluluğu, Almanyası, Hollandası,
Belçikası, Yunanistanı ve diğerleriyle, PKK’yı
barındırıp beslemiyor mu?..”
Hem Başbakanımız hem Başbakan
Yardımcısı ve Dışişleri Bakanımız,
Libya olayının ve Kaddafi’nin mazur gösterilmesi için, bir
bakıma, mazeret beyan ederken, kendi garabetini, düşünce
fukaralığını ve belki de yürek yetmezliğini
sergilediler ve esas görevleri, Batı’daki o yanlışlarla mücadele
etmek iken, şimdi, o yanlışları, bugünkü
yanlışın mazereti olarak getirdiler.
ZEKİ KARABAYIR (Kars) – Siz neyle mücadele ediyorsunuz? Sizin
göreviniz ne?
İSMAİL CEM (Devamla) – Hükümetteki küçük ortak Batı’ya
aşık; büyük ortak doğumuzdaki dikta yönetimlerine hayli
meraklı, gözünü gönlünü onlardan alamıyor. Şimdi, biz, bu
gensoru önergemizi bunun için verdik. Öncelikle, Türkiye’ye sevdalı olan;
öncelikle, Türkiye sevdalısı bir hükümet istiyoruz; hem de, bir an
önce böyle bir hükümetin oluşmasında zorunluluk görüyoruz. (DSP
sıralarından alkışlar)
Sayın milletvekilleri, konu, dışsiyaset olmasa, böylesi
bir önem taşımaz. Ne var ki, dış siyaset alanında
günümüz İktidarının sergilediği çapsızlık ve
kargaşa, Türkiye’yi, her boyutta ciddî kayba uğratıyor. Biz, bu
nedenle, bu kaybın bir noktada önlenebileceği umuduyla gensoruyu
Meclisimize sunduk; çünkü, bu Hükümetin devamı halinde, bu çelişkili,
yanlışı yanlışla bütünleyen dış siyaset
devam edecek; Türkiye, her geçen gün, daha büyük dış
baskıların hedefi yapılacak; güvenliğinde, ticaretinde,
sınır boyunda ve Kıbrıs davasında Türkiye’ye daha
fazla kaybettirilecek. Ben, bu kaygımın yersiz
çıkmasını dilemekteyim; ama, eğer, şu iki başlı,
iki yanlışlı Hükümet devam ederse, maalesef,
yanılmayacağımı biliyorum. Çünkü, farklı yönde bile
olsa, iki yanlışın toplamından ortaya doğru
çıkmaz; daha büyük yanlış çıkar.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Cem, lütfen, toparlayabilir
miyiz efendim.
İSMAİL CEM (Devamla) – Yani, hem
kayıtsız şartsız ve kişiliksiz bir Batı
teslimiyetini Hükümetin küçük ortağının izinde devam ettirmek
hem de demokrasi ve insan haklarından yoksun diktatörlüklerin yönünde ve
safında Hükümetin büyük ortağının peşinde özenti
sergilemek... Türkiye’nin dışsiyaset ufku bu ölçüde
daralmış değildir. Aslında, daralma, Türkiye’yi
yönetegelenlerin ve bugün yönetenlerin
zihinlerinde ve yüreklerinde yatmaktadır.
Türkiye’nin, kimliğini ve kişiliğini
Batı yollarında kaybetmiş bir ülke olmadığını
göstermek, siz milletvekillerinin elindedir. İnsan hakları
fukarası diktatörlere özenmek durumunda olmadığını
sergilemek, sizin gücünüz dahilindedir. Ben, bu umutla sözlerimi tamamlamaktayım.
Hepinize, saygımı, sevgimi sunuyorum;
sağ olun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Cem.
Önerge sahipleri adına konuşmalar
tamamlanmıştır.
Gruplar adına konuşmalara geçiyoruz. Birinci
sırada, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Sayın Deniz Baykal.
Buyurun Sayın Genel Başkan. (CHP
sıralarından alkışlar)
Efendim, süreniz 30 dakikadır.
CHP GRUBU ADINA DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisi, ülkemizi, ülkemizin
yararlarını, çıkarlarını, geleceğini çok
yakından ilgilendiren bir müzakere yapıyor; ama, bu müzakereyi
yaparken, bakıyorum, Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı, Türkiye
Büyük Millet Meclisi Genel Kurul Salonunda yoktur. Türkiye Cumhuriyeti
Dışişleri Bakanı da Genel Kurul Salonunda yoktur.
HALİL İBRAHİM ÖZSOY (Afyon) – Maalesef yoktur.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Bunun bir anlamı varsa, bu
anlamı açıkça ortaya koymalıdırlar.
Türkiye Büyük Millet Meclisine saygı söylemiyle siyaset yapıp
işbaşına geldikleri noktalarda, doğrudan hükümeti
ilgilendiren konularda bile Türkiye Büyük Millet Meclisini göreve
çağıranların, Türkiye Büyük Millet Meclisinden bu kadar çabuk
kaçma noktasına sürüklendiğini bütün millet ibretle görmelidir. (CHP,
DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)
Türkiye, bir dışpolitika sorununu konuşuyor, ulusal
sorunları konuşuyoruz; Türkiye’nin yararlarını
konuşuyoruz, geleceğini konuşuyoruz.
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı, Türkiye’yi, olağanüstü
sıkışık bir noktaya bıraktığı bir
geziden sonra, kendisine bu konuda soru sormak isteyen Türkiye Büyük Millet
Meclisinin önüne gelemez hale düşmüştür.
HALİL İBRAHİM ÖZSOY (Afyon) – Doğru.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Bunu elemle müşahede ediyorum ve
Türkiye Büyük Millet Meclisi tutanaklarına bu gerçeği intikal
ettiriyorum. Meclis kaçağı bir Başbakanla Türkiye gensoru
görüşmesi yapıyor. Böyle şey olur mu? Dışişleri
Bakanı yok, Başbakan yok; Türkiye Büyük Millet Meclisi bu konuyu
konuşacak!.. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, Türkiye’de dışpolitika
alanında bir perişanlığın ortaya
çıktığı, bir dağınıklığın
ortaya çıktığı açık. Her gün yığınla
vesile ortaya çıkıyor bu gözlemi yapmamız için. Gerçekten, çok
sıkışık bir dönemden geçiyoruz. Bunun nedenlerini, burada,
iyi niyetle katkı getirerek, gruplarımız, partilerimiz ortaya
koymaya çalışıyor. Böyle bir müzakerenin içinden geçiyoruz.
İyi niyetle teşhisler koyuyoruz, dersler, sonuçlar çıkarmaya
çalışıyoruz.
Türkiye’de bu dışpolitika
dağınıklığının nedenleri,
dışpolitika kanallarının bir yana
bırakılması, özel temasların, yakınlıkların,
ilişkilerin, ahbap-çavuş ilişkilerinin, Türkiye’nin kurumsal
dışpolitikasının yerine almaya başlaması, hiç
kuşkusuz, bir temel olay olarak gözüküyor.
Türkiye Cumhuriyeti adına yurtdışında temas yapan
yetkililerin, devleti temsil eden bir görevlinin yanlarında
bulunmasına bile tahammül edemeden dışpolitika götürdüklerinin
örneklerini biliyoruz.
Türkiye’nin dışpolitika temasları, devletin arşivine
intikal etmiyor; gece yarıları, özel evlerde, parti binalarında,
bürolarda dışpolitika temasları yapılıyor. Böyle bir
anlayışla götürülen dışpolitika, elbette Türkiye’ye
sorunlar yaratır, sıkıntılar yaratır.
Görüşmelerin zabıtları yok, tutanakları yok,
kaydı yok... Kayıt içinde olmayan bir dışpolitika
götürülüyor. Kayıtdışı ekonomiyi biliyorduk,
kayıtdışı istihdamı biliyorduk, şimdi,
Türkiye’de, Refah Partisi-Doğru Yol Partisi İktidarı sayesinde,
kayıtdışı diplomasiyi de gördük!.. (CHP ve DSP
sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, bu Libya gezisi pek çok açıdan
çok önemlidir. Bu gezinin Türkiye’yi yakından ilgilendiren çok boyutu var.
Libya gezisine “işte, alacaklarımızı tahsil etmek için
gittik; ticarî ilişkiler önemli, ticareti artırmak için gidiyoruz”
değerlendirmesiyle, bir gerekçe bulunmak isteniyor.
Değerli arkadaşlarım, Rusya’nın, Libya’dan 4 milyar
dolar alacağı var; tahsil edemediği 4 milyar dolar
alacağı var. Siz, bir gün, Yeltsin’in, Kaddafi’nin ayağına
gittiğini gördünüz mü?.. İtalya, Libya’yla en yoğun ticarî
ilişki yapan ülke. Libya’nın dışticaretinin
yarısından fazlası İtalya’yla; İtalya’nın önemli
bir ticaret partneri Libya. Siz, bir gün, İtalya
Başbakanının -üstelik de çok yakın bir komşusu, en
yanında bulunan ülke- Kaddafi’nin ayağına gittiğini
gördünüz mü?
Değerli arkadaşlarım, şimdi, bu gezi çok
tartışmaya neden oldu. Bu gezinin irdelenmesi gereken iki yönü var:
Birincisi, Kaddafi’nin, meşhur basın toplantısında
yaptığı açıklamalar; ikincisi de, ortak bildiri ve bunun
anlamı.
Kaddafi, o meşhur basın toplantısında, diplomatik
geleneğe, teamüle, nezakete kesinlikle uymayan bir biçimde, Türkiye için,
bir Türk devlet yetkilisinin resmî bir temas çerçevesi içerisinde muhatap
olmayı hazmedemeyeceği ağır hakaretler yaptı;
suçlamalar demiyorum, ağır hakaretler yaptı.
Libya lideri, Türkiye’nin bölünmesi gerektiğini, Türkiye
Cumhuriyeti Başbakanına resmen söyledi. İkili temasta,
basının önünde Türkiye’nin parçalanması gerektiğini,
ayrı bir devletin Türkiye’de oluşması gerektiğini resmî
müzakere çerçevesi içinde ortaya koydu. Sayın Erbakan da buna “Türkiye’de
ırkçılık yoktur” mantığı etrafında, oldukça
yumuşak bir cevap verdi.
Bir defa, şunun tespitini burada yapmak istiyorum: Bugüne kadar, Türkiye
Cumhuriyeti Hükümetinin hiçbir Başbakanına, hiçbir Devlet
Başkanına, 53 hükümetin 53 Başbakanından herhangi birisine,
ziyaretçi olarak gittiği bir ülkenin başbakanı ya da
cumhurbaşkanı, Türkiye’nin bölünmesi gerektiğini söyleyecek bir
noktada kesinlikle olmamıştır, hiçbir zaman Türkiye’ye böyle bir
resmî telaffuz yapılmamıştır. Şimdi, ilk kez, Erbakan,
millî görüşçü Erbakan, Libya liderinden, Türkiye’nin bölünmesi
gerektiğine ilişkin telkinini dinliyor. Hiçbir Başbakan bu
noktaya düşmemişti, hiçbir başbakan ülkesini bu noktaya
düşürmemişti. Şimdi, ilk kez bunu yaşadık, bu
olmuştur.
İkincisi -tabiî, Türk tarihine, yine ağır
haksızlıklar, kabul edilemez suçlamalar yöneltilmiştir-
Türklerin Araplara zulmettiği anlamında değerlendirmeler ifade
edilmiştir. Bunu kabul etmek kesinlikle mümkün değildir. Türk
çocukları, Anadolu’daki insanlar, kuşaklar boyunca, Arap
halklarının inançları doğrultusunda yaşayabilmelerini
sağlamak için oluk oluk kan akıtmışlardır. Bütün
tarihimiz, Osmanlı döneminin bütün tarihi, Arapların kimliklerine,
görüşlerine, ahlaklarına, benliklerine ve dinî inançlarına uygun
bir yaşamı sürdürmelerini sağlamak için, Anadolu’da yaşayan
çocuklarımızın akıttığı kanların
tarihidir. (CHP sıralarından alkışlar)
Şimdi, bu koca tarihi arkasında bulunduran Türkiye
Cumhuriyetinin Başbakanına, Libya Lideri Kaddafi, Araplara
zulmettiğimizi söyleyecek, daha El Alameyn’in anıları, Kanal
Harekâtının ıstırapları canlı
yaşanırken, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı, bu tarihi
çarpıtan, Türkiye’ye hakaret getiren bu suçlamaları sessizce
geçiştirecek ve Türkiye de bunu anlayışla
karşılayacak!.. Ne adına; olgunluk adına!.. 165 milyon
dolarlık müteahhit alacağının 40 milyon dolarını
ödemeyi kabul etmeleri adına, Türkiye, bu hakaretleri içine çekecek!..
Değerli arkadaşlarım, bu, hiçbirimizin kabul
edemeyeceği bir tablodur. Bu olayın bu boyutlarını
açıkça ortaya koymamız gerekiyor. Ayrıca, bununla da
yetinmeyecek Kaddafi; çıkacak “Türkiye, Birinci Dünya Savaşından
sonra iradesini, bağımsızlığını
kaybetmiştir” diyecek. Türkiye,
Birinci Dünya Savaşından sonra, yani, 1918’den sonra,
iradesini, bağımsızlığını kaybetmiştir
diyecek. Yani, ondan önce irademiz var; 1918 öncesi dönemde irademiz var;
Anadolu işgal altına girdiği dönemlerde, İstanbul’un
işgal edildiği dönemlerde Türkiye’nin iradesi var; İzmir’in
işgal edildiği günlerde Türkiye’nin iradesi var. Onlardan
şikâyeti yok Kaddafi’nin!.. Neden şikâyeti var; ondan
sonrasından şikâyeti var!..
MUSA OKÇU (Batman) – Az önce “şikâyeti var” dediniz.
AYHAN FIRAT (Malatya) – Sus da dinle!..
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Bu değerlendirmeyi Erbakan,
tabanın parkelerini sayarak izleyecek!.. Türkiye Cumhuriyetini temsil eden
Başbakan, orada, Türkiye Cumhuriyetini...
MİKAİL KORKMAZ (Kırıkkale) – Yok!..
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Kim diyor “yok” diye. Var...
MİKAİL KORKMAZ (Kırıkkale) – Yok!..
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Aynen böyle oldu...
MİKAİL KORKMAZ (Kırıkkale) – Yok!..
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Aynen böyle oldu... Ne orada, ne ondan
sonra, sen burada bağırıyorsun diye tarihin gerçeğini
değiştiremezsin!.. Efendi, otur oturduğun yerde!.. (CHP, DSP ve
ANAP sıralarından alkışlar)
Cumhuriyet Hükümetinin Başbakanı, cumhuriyete hakaret eden
Kaddafi’nin karşısında susacak, sonra susacak, burada, sen, ben
konuşurken cevap vereceksin. Haddini bil!.. (CHP, DSP ve ANAP
sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, Kaddafi konuşmuştur ve
susmuştur Erbakan. (RP sıralarından “yalan söylüyor” sesleri,
gürültüler)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri... Sayın milletvekilleri,
lütfen... Müdahale etmeden dinleyebilir misiniz... (RP sıralarından
gürültüler) Lütfen... Grubunuz adına konuşma yapılacak... Siz,
sessizce dinleyin.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Değerli
arkadaşlarım, Kaddafi, Birinci Dünya Savaşı sonrası
Türkiye’nin iradesini kaybettiğini ilan etmiştir ve buna cevap
verilmemiştir. Televizyon bantları ortadadır; istenildiği
zaman oynatılır. Binlerce insan bunu biliyor. Orada yüze yakın
tanık vardır; olay gazetecilerin gözü önünde aynen yaşanmıştır.
Buna cevap verilmemiştir; bu, çok önemli bir olaydır. Cumhuriyet
Hükümetini temsil eden bir Başbakan, Cumhuriyete hakaret anlamındaki
sözler karşısında cevap verme gereğini
duymamıştır.
Değerli arkadaşlarım, daha sonra da
ortak bir bildiri yayımlanmıştır. Bu ortak bildiride, PKK
terörünün takbih edildiği, PKK karşısında bizi ferahlatan
bir tavrın takınıldığı ifade edilmiştir.
Değerli arkadaşlarım, diplomatik dili okumasını
bilenler, ortak bildirilerde uzlaştırılamaz görüş
farklılıkları ortaya çıkınca, tarafların kendi
görüşlerini ifade etmeleriyle bir formül bulunduğunu çok iyi
bilirler. Bu ortak bildiride de yapılan odur. Bu ortak bildiride “Türk
tarafı demiştir” diye anlatılıyor “Libya tarafı
demiştir” diye anlatılıyor ve sonra bu bir yerde
bağlanıyor. Ne diye bağlanıyor? Taraflar, bu
düşünceleri ikna olarak dinlemişlerdir. Türkiye’nin
anlattığı nedir? PKK’nın terörist bazı faaliyetleri;
PKK’nın terörist bir kuruluş olduğu değil. PKK, bu
bildiriyle de terörist bir kuruluş olarak takbih edilmemiştir.
PKK’nın terörist bazı faaliyetlerini bizim şikâyet
ettiğimizi Libya kabul etmiş, ikna olarak bunları
dinlediğini burada ifade etmiştir. Yani, PKK’nın terörist
bazı faaliyetleri olduğu kabulü, Libya’nın üstüne
yıkılabilir hale gelmiştir, bir. Buna karşılık,
Türkiye de, Libya’nın terörden bazı şikâyetlerini kabul etme
noktasına çekilmiştir. Libya’nın terörden şikâyetleri, Amerika’nın Libya’ya
yönelttiği terörist faaliyetlerdir. Yani, Libya’nın, PKK’nın
bazı terörist faaliyetleri olabileceğini kabulü
karşısında Türkiye, Amerika’nın Libya’ya yönelttiği
terörist faaliyetler olduğunu kabul etme noktasına gelmiştir ve
bunlara karşı verilecek olan mücadelenin hedefinin,
zamanının, sırasının ne olacağının daha
sonra görüşüleceği ifade edilerek, bu angajmanlardan da
sıyrılmak istenilmiştir.
Şimdi, bu bildirinin altında, Amerika’nın terörist bir
ülke olduğu iması vardır. Ben, Dışişleri
Bakanının -kendisi burada olamadığı için- Partisine
mensup milletvekillerine soruyorum: Doğru Yol Partisi ve bu Hükümet ve
Dışişleri Bakanlığı, Amerika’nın terörist
bir faaliyet içerisinde olduğu tespitini paylaşıyor mu,
paylaşmıyor mu; ben, bunu anlamak istiyorum.
MUSA OKÇU (Batman) – Siz paylaşıyor musunuz?
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Hükümetimiz, bu tespiti
paylaşıyor mu; bunun anlaşılması lazım. Efendim,
orada Refah Partisi öyle söyler, burada ben farklı söylerim; Türkiye
Cumhuriyeti de dışpolitika götürür, bu dışpolitikayı
Amerika’ya da kabul ettiririz, Libya’ya da kabul ettiririz, Türkiye’nin
menfaatını takip ederiz anlayışıyla şu ana kadar
gelindi, eğer biraz daha gitmeye kalkarsak, bu gidişin sonunun
Türkiye için iyi olmayacağını ifade etmek istiyorum. Böyle
dışpolitika olmaz...
Şimdi, buradan çıkan ince nokta şu: Kaddafi, Türkiye
Cumhuriyetini, Türk toplumunu ve tarihini çok haksız bir biçimde
suçlamıştır; ama, Kaddafi, bu ziyarette, Refah Partisini,
kesinlikle bu suçlamaların dışında tutmaya özen
göstermiştir. Aynen okuyorum: “Türkiye’de bütün vatandaşların
Refah’a katılmalarını teşvik ediyorum. O Partinin
-Refah’ın- İktidarda olması bizim için tek tesellidir.” Bunu
söyleyen Kaddafi’dir. Kaddafi, Türkiye’yi, Türk toplumunu, Türk tarihini mahkûm
ediyor, Refah Partisini de taltif ediyor.
Şimdi, ben, şunu anlamak istiyorum: Acaba, bu olay
karşısında Sayın Erbakan’ın ikircikli
davranışı, Hükümetin şizofrenik tutumu, buradan, Doğru
Yol kanadı mahkûm ederken, Sayın Erbakan’ın “filozoftur” diye
değerlendirmesinin altında...
LÜTFİ YALMAN (Konya) – Filozoftur... Filozoftur...
DENİZ BAYKAL (Devamla) – ...Kaddafi’nin, bu
yaklaşımı yatıyor mu yatmıyor mu? Yani, Kaddafi’nin,
Refah Partisine yönelik davranışının etkisi altında,
Sayın Erbakan, Kaddafi’nin, Türkiye’yi haksız bir biçimde mahkûm eden
suçlamalarını görmemezlikten gelme pazarlığını
bilinçle mi yapıyor? Bu soru ortadadır.
HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) – Gerekli cevap
verilmiştir.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Değerli arkadaşlarım,
şimdi, Refah Partisiyle Libya arasında, böyle bir duygu
bağının; Refah Partisiyle Libya arasında, böyle bir dostluk
anlayışının, dayanışmanın; Türkiye’nin
sırtından gerekirse, Türkiye’nin çıkarlarının
sırtından gerekirse, bir ittifakın, bir
yakınlaşmanın bulunduğu, sadece, Kaddafi’nin bu sözleriyle
kanıtlanmıyor. Başka bir noktaya dikkatinizi çekiyorum...
MUKADDER BAŞEĞMEZ (İstanbul) – Pişman
mısınız Sayın Baykal?
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Sizi doğru yola getirmeye
çalışıyorum; Doğru Yol Partisine değil de...
Bakın, bütün bu yanlışlardan, Atatürk’ün resmini
asıp, tam bu müzakere öncesinde “biz
de Atatürkçüyüz” diyerek kurtulamazsınız. Daha açıkça
girin... Daha açıkça girin!..( CHP sıralarından “Bravo” sesleri,
alkışlar) Sizi, çekeceğim... Sizi, daha millî, daha demokratik
bir çizgiye çekme mücadelesi veriyorum. Onun için, bütün
olumsuzluklarınızın faturasını
çıkaracağız. (RP sıralarından “siz, önce kendi
çizginizi çiziniz” sesleri)
MİKAİL KORKMAZ (Kırıkkale) – Geç bile
kaldınız...
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Şimdi, değerli
arkadaşlarım, bakınız, elimde bir çekin fotokopisi var...
MİKAİL KORKMAZ (Kırıkkale) – Hangi çek; ona gel...
Ona gel...
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Bu çek, Banque Intercontinentale Arabe
tarafından... (RP sıralarından “aslı nerede, aslı”
sesleri)
MİKAİL KORKMAZ (Kırıkkale) – İSKİ çeki
o...
DENİZ BAYKAL (Devamla) –... 7 Nisan 1989 tarihinde, hamiline
olarak, 500 bin Amerikan Doları üzerinden tanzim edilmiş bir çektir.
MİKAİL KORKMAZ (Kırıkkale) – İSKİ çeki
o...
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Bu çekin numarası, her şeyi
üzerinde.
HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) – Kendin pişir, kendin ye...
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Şimdi, başka bir belgeyi
dikkatinize sunuyorum. Bu belge, Uluslararası İslama Çağrı
Cemiyetinin, cemiyet bürosunun mühürüyle düzenlenmiş olan bir belgedir.
(RP sıralarından “para nerede, para?..” sesleri)
Bu belgeyi, Arapça belgeyi, Türkçe tercümesinden okuyorum. Bakın,
bu belgenin düzenlenme tarihi mayıs, o çekin düzenlenme tarihi nisan.
Nisanda Paris’te düzenlenmiş. Ankara’da mayıs ayında şu
belge şunları ortaya koyuyor: Bu belge; Necmettin Erbakan, Refah
Partisi... 1989 Mayıs ayında... Güven Sokak, 28/2 adresinde... Çek
numarası... Demin size gösterdiğim bu çekin numarası... (RP
sıralarından “çekin aslını göster” sesleri, gürültüler)
Çekin tarihi aynı tarih, çekin miktarı aynı miktar. “Bu
çek, 500 bin dolar, yukarıda adı geçen partiye yardım olarak
verilmiştir. Böylece, cemiyetimiz, bu partinin İslamî
çalışmalarına da destek sağlamıştır.
Hesabın adı, malî ve idarî işleri bürosu, yukarıda
yazılı çekteki meblağı, Abdülselam Haribe’ye kullanma
yetkisini vermiştir.” (RP sıralarından “savcıya ver; sen
savcı mısın?” sesleri) Düzenleyen Fikret Nusret Ali, çeki teslim
alan Beşir Darçın, teslim alanın imzası...
Bu, Ankara’da tanzim edilmiş. Paris’te 7 Nisanda tanzim edilen çeki
esas alan ödeme pusulasının belgesidir; yani, o çek, Beşir
Darçın’a 500 bin dolara verilmiştir. (CHP sıralarından
alkışlar)
Şimdi, buradaki tablo şudur: Efendim, Beşir Darçın’a
bu çekin verilmediğini söyleyecek bir kişi var mı aranızda?
(RP sıralarından gürültüler)
LÜTFİ YALMAN (Konya) – Beşir Darçın’a sor, ben bilemem;
burayla alakası ne?
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Bravo... Çok doğru...
Arkadaşlarım “Beşir Darçın’a sor, ben bilemem”
diyor; evet, doğrudur. Bunun altını çiziyorum, siz bilemezsiniz.
“Siz biliyorsunuz” demiyorum; ama, siz, buna niye tepki gösteriyorsunuz? Böyle
bir ilişkinin olmadığını bilme durumunda
mısınız? (CHP sıralarından alkışlar) Bir
suçluluk duygusuyla mı, bir suçluluk kompleksiyle mi bu kadar reaksiyon
gösteriyorsunuz? (RP sıralarından gürültüler) Siz,
bilemeyeceğiniz bir şeye itiraz ediyorsunuz. (RP
sıralarından gürültüler)
Burada, Beşir Darçın’ın, 500 bin dolarlık bu çeki
aldığı, imzasıyla ortadadır.
ZEKİ KARABAYIR (Kars) – Yedi yıldır niye halletmedin?
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Yedi yıldır bunun söyleniyor
olması, yedi yıl önce Refah Partisinin milletvekili
sayısının bugünkünün çok altında olması, Refah
Partisinin bugün İktidara gelmiş olması, bu belgenin
içeriğinin doğru olup olmadığı konusunda hiçbir etki
getirmez. (RP sıralarından gürültüler, CHP sıralarından
alkışlar) Yedi yıl önce de doğru olabilir, yedi yıl
önce de yanlış olabilir. Yedi yıl önce Refah Partisinin oyu ne
olursa olsun doğru olabilir, yanlış olabilir. Şimdi, bu,
doğru mu değil mi? Türkiye, bunu araştırma
ihtiyacındadır. (RP sıralarından “Araştır”
sesleri) Türkiye, bunu aydınlığa kavuşturacaktır. Çok
açık bir biçimde, bu belge, 500 bin doların
alındığını gösteriyor.
TEVHİT KARAKAYA (Erzincan) – Yedi yıldır niye
ispatlamadınız?!
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Her şeyiyle ortadadır... Her
şeyiyle ortadadır.
TEVHİT KARAKAYA (Erzincan) – Niye ispat edemiyorsunuz?
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Bu
çekin aslı da Bank İntercontinentale Arabe’da durmaktadır.
Çünkü, bu çeki onlar tanzim etmişlerdir ve o çek tediye edilmiştir,
orada duruyor. (RP sıralarından gürültüler)
Türkiye’de, yetkili mercilerin bu konunun üzerine yürümesi halinde, bu
konunun çözülmemesi için hiçbir neden yoktur. (Gürültüler)
Değerli arkadaşlarım, şimdi, önümüzdeki soru
şudur: Refah Partisiyle Libya arasında bu dayanışma, bu
sevgi nereden kaynaklanıyor?..
ZEKİ KARABAYIR (Kars) – Tarihten.
ÖMER EKİNCİ (Ankara) – İslamdan kaynaklanıyor...
DENİZ BAYKAL (Devamla) – İslamdan?!.
Peki, Türkiye’nin sırtından mı İslamdan o
dayanışmayı yapıyorsunuz?!. Türkiye’nin sırtından
o İslam dayanışmasıyla mı yürüyorsunuz?!.
ÖMER EKİNCİ (Ankara) – Gönlümüzden...
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Değerli arkadaşlarım,
bakınız, bu geldiğimiz noktada artık bir şey ortaya
çıkmıştır: Refah Partisinin dışpolitikası,
ulusal dışpolitika olmanın ötesindedir. Ulusal
kaygıların ötesindeki anlayışlar ve ihtiyaçlar, Refah
Partisinin yönlendirdiği bu dışpolitikanın temelinde
yatmaktadır.
Bir başka gelişme de
şudur: Doğru Yol Partisi, bu Koalisyon ortaklığında
Dışişleri Bakanlığını almış
olmasına rağmen, Türkiye Cumhuriyetinin
dışpolitikasını giderek seyretme durumuna doğru
sürüklenmektedir. Hataları kapatmak için, durumu kurtarmak için yetersiz,
geçersiz reaksiyonlar sergilemenin ötesinde yapılan bir şey yoktur.
Refah Partisi dışpolitikasının arkasından Doğru
Yol Partisi sürüklenmeye başlamıştır.
ZEKİ KARABAYIR (Kars) – Aramızı bozamazsınız.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Bu politikanın hedefi
aynıdır, içeriği aynıdır, yöntemi aynıdır;
Doğru Yol Partisi de bu politikayla işbirliği içine
girmiştir. Bu politikanın ortaya koyduğu sorunlar,
sıkıntılar açıktır.
Şimdi, Koalisyon ortağı parti diyor ki “alternatifimiz
yok.” Önce bu, bir itiraftır; yani, bu Hükümetin bir işe
yaramadığını, bu Hükümetin çok ciddî
sıkıntılar doğurduğunu kabul etmek demektir.
Alternatif bulamadığımızdan, çaresizlikten, çözümsüzlükten
dolayı biz buradayız; çare olsa ararız, aranmasını
gerektiğini biz de kabul ediyoruz demektedirler.
Değerli arkadaşlarım “alternatifimiz yok” diyen
değerli Doğru Yol Partili arkadaşlarıma söylüyorum: Siz,
alternatif yok diye şikâyet etme mevkiinde değilsiniz; siz,
alternatifi oluşturmak mevkiindesiniz, alternatifi oluşturmak
durumundasınız. (CHP sıralarından alkışlar)
Eğer, siz, Türkiye bu noktaya geldiği halde, şu nedenle bu
nedenle, alternatif oluşturma konusundaki sorumluluğunuzu bir kenara
bırakıp sadece, “alternatif yok, başkaları
hazırlayıp pişirip önümüze getirmedi” diye kendinizi savunmaya
çalışırsanız, bu, geçerli değildir, bu, yeterli
değildir, bu, kabul edilebilir değildir.
BAŞKAN – Sayın
Baykal, tamamlamanız için 2
dakikanız var.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Değerli arkadaşlarım,
bakın; Türkiye, bu dışpolitika karşısında çok
ciddî sıkıntılar içine sürüklenmeye
başlamıştır. Türkiye, dünyadan hızla kopuyor. Basında
feryatları görüyoruz “dünyadan kopuyor, Türkiye’nin kazanımları
elinden hızla çıkıyor...”
Türkiye, Refah Partisinin yönlendirdiği bu açılımla
İslam dünyasında yeni kazanımlar da elde edemiyor. İslam
dünyasında da Türkiye, marjinalleşmeye başlıyor.
MUSA OKÇU (Batman) – Sayenizde...
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Mısır Hükümetinin yeraltı muhalefetini
muhatap olarak alıp Ankara’da ve hatta, resmî ziyaret olmasa da,
gittiğiniz Kahire’de onların muhalefetiyle böyle temaslar
yaparsanız, o temaslar, sizi, Mısır Hükümeti
karşısında yabancılaştırır.
Mısır’la sıkıntıya girmeye
başlamışızdır, Tunus’la o sıkıntıya
girmeye başlamışızdır; bir anlamda, Refah Partisi,
Türkiye Cumhuriyetini Müslüman dünyasındaki yeraltı hareketleri,
terörist gruplarla düşen kalkan marjinal bir İslamî etkinlik noktasına
doğru çekmektedir.(CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) – İftira, iftira...
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Çok ciddî bir sorumluluğu
vardır. Bunun karşılığında elde edilmiş
hiçbir şey yoktur.
Bakın, orada, Kafkasya ve Orta Asya’daki Türk cumhuriyetleri
Türkiye ile yakın ilişkiye en sıcak cevabı vermeye
hazır durumda beklerken, onlar kendi başına terk
edilmiştir. O ilişkiden, Türkiye’nin de, onların da,
dünyanın da, bölgenin de kazanacağı çok şey var;
bırakılmıştır. Türkiye’nin
dışpolitikası ciddî sıkıntılarla karşı
karşıya gelmeye başlamıştır.
Gazetelerde görüyoruz; artık, Dışişleri
Bakanlığındaki büyükelçiler tepki gösterme noktasına
gelmişlerdir. Şunun bilinmesini isterim; bu büyükelçilerin tepkisinin
altında, Dışişleri Bakanlığının,
Dışişleri Bakanının gereken tepkiyi gösterememesi,
olup bittiler karşısında
ağırlığını koyamamış olması
yatıyor. Dışişleri Bakanı, Türkiye’nin
dışpolitika yararlarını kollamakta etkisiz kalınca,
şikâyet etme görevi de, Türkiye’nin bürokratlarına,
teknokratlarına, büyükelçilerine düşüyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Baykal, konuşmanızı
tamamlanız için eksüre veriyorum; buyurun.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Bu, hepimiz için hüzün verici bir
manzaradır. Kurumlar çözülmeye başlamıştır;
anlayışlar birbirine ters düşmeye başlamıştır;
Türkiye, diplomasi tarihimizin en sıkıntılı dönemlerinden
birisinin içine girmiştir. Türkiye, sanki bir askerî darbe
yaşamış gibi, dünyada tecrit edilir hale gelmeye
başlamıştır. Güney Afrika kendisini toparladı, dünya
içindeki saygın yerini aldı; şimdi, Türkiye, Refah Partisinin ve
bu Koalisyonun sayesinde, Güney Afrika’nın yerini almaya dönük bir ülke
haline doğru sürükleniyor. Buna izin vermemek, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin görevidir, başta bu Koalisyonu oluşturan siyasî partinin
görevidir. Çare yok, kriz istemiyoruz, ne olacağını bilemiyoruz,
önümüzü göremiyoruz laflarıyla, Türkiye’nin tarihsel doğrultusu,
ulusal yararları tehlikeye atılamaz, tehlikeye atmanın çok
ağır vebali vardır. Bu genel görüşmelerimiz, umarım,
Doğru Yol Partisine ve Türkiye Büyük Millet Meclisine bu vebali anlatmakta
bir yarar sağlayacaktır.
Türkiye Büyük Millet Meclisindeki bu gensoru müzakerelerinin sonucunda,
biz, gensoruyu destekleyeceğiz, açılmasını isteyeceğiz
ve ondan sonrası dönemde de, iyi niyetle, Türkiye’nin sorunlarını
çözecek bir oluşumun ortaya çıkmasını izleyeceğiz.
Bu duygularla, Türkiye Büyük Millet Meclisini saygıyla
selamlıyorum; hepinize teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Baykal.
Gruplar adına ikinci konuşma, Sayın Mesut
Yılmaz’ın.
Buyurun Sayın Genel Başkan. (ANAP sıralarından
ayakta alkışlar)
Süreniz 30 dakikadır.
ANAP GRUBU ADINA A. MESUT YILMAZ (Rize) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; biraz önce konuşan Cumhuriyet Halk Partisi
Genel Başkanı Sayın Baykal’ın konuşmasının
başında dile getirdiği tablo, bu Meclis adına hakikaten
üzüntü duyulacak acıklı bir tablodur.
Düşününüz ki, bu Mecliste grubu bulunan üç muhalefet partisi,
dışpolitika alanında, çok önemli bir alanda yaşanan
olaylardan sonra, Meclis denetim yolları içerisinde en ciddî müessesesi
olan gensoruya başvurmuşlardır ve bu gensorunun
görüşülmesinde Sayın Başbakan Meclise gelmemektedir,
dışpolitikayı savunma durumunda olan Dışişleri
Bakanı Meclise gelmemektedir...
Değerli miletvekilleri, bunun iki anlamı olabilir, ya Meclise
saygıları yoktur ya da Meclisin önüne gelecek yüzleri yoktur! (ANAP,
DSP ve CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
MEHMET AYKAÇ (Çorum) – Ya da gensorunun aslı yoktur.
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Refah Partisi ile Doğru Yol Partisinin
ortaklığında kurulan 54 üncü Hükümetin geçtiğimiz 100 gün
içerisinde izlediği dışpolitika, özellikle son Libya gezisinde
yaşanan skandalın da ortaya koyduğu gibi, şimdiye kadar
benzeri görülmemiş bir gaflet ve utanç örneği teşkil
etmiştir.
Libya’da, Türk Milletinin ve Devletinin maruz kaldığı
hareketin, bu Hükümetin genel dışpolitikasından soyutlanarak tek
başına ele alınması, yanıltıcı sonuçlara
götürebilir. Bu gelişme, bir bütün içerisinde, Türk
dışpolitikasının hedefleri, amaçları ve uygulamasının
bütünlüğü içerisinde değerlendirilmelidir.
Libya’da yaşananlar, bu dışpolitika
anlayışının Türkiye’yi sürüklemek istediği
macerayı gözler önüne seren, ibret verici bir uyarı olarak
görülmelidir. Bu bakımdan, Libya olayının anlamı ve gerçek
boyutları, ancak, Hükümetin, dışpolitikaya ilişkin
bakış açısının ve buna yön veren temel
düşüncelerin bir bütünlük içinde ele alınmasıyla
anlaşılabilir.
Değerli milletvekilleri, bu Hükümetin, 54 üncü Hükümetin bir
programı var. O programda, Hükümet, dışpolitikaya ilişkin
temel amacını, dışilişkilerdeki aleyhimizdeki
gelişmelerin önlenerek, şahsiyetli bir dışpolitika takip
edilmesi -altını çizmek için
tekrar okuyorum, şahsiyetli bir dışpolitika takip edilmesi- şeklinde takdim etmiştir. 100 gün
içerisinde gelinen noktaya bakıldığında, devletin
itibarını ve Türkiye’nin temel çıkarlarını zedeleyen,
ciddiyetten uzak, tutarsız bir dışpolitika
anlayışının pervasızca uygulandığı
görülmektedir.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin, bugün, gensoru vesilesiyle önünde olan
mesele, bu çarpık anlayışın, Türkiye’nin
dışilişkileri ve dışpolitikasının ana
yönelimleri bakımından doğuracağı tehlikelerdir. Libya
skandalı, bu anlayışın, esef verici, ancak, maalesef,
doğal bir sonucudur.
Değerli milletvekilleri, Türkiye, uzun ve köklü bir devlet
geleneğine sahiptir. Dışpolitikamız, her dönemde millî
karaktere sahip olmuştur; esasları ve amaçları, Türkiye’nin
temel çıkarları doğrultusunda şekillenmiştir.
Cumhuriyet hükümetleri, aralarındaki üslup farklılıklarına
rağmen, her zaman, dışpolitikayı bu temel doğrultuda,
tutarlı biçimde uygulamışlardır. Oysa, 54 üncü Hükümetin
şu 100 günlük uygulamalarına bakıldığında, millî
çıkarlarımıza dayalı bu geleneksel çizgiden sapma niyetinin
çok ciddî işaretleri görülmektedir. Dışpolitikaya, dar ve
bağnaz bir ideolojik muhteva kazandırılmak istenmekte ve bunun
için, devletin ve milletin itibarının ve temel
çıkarlarının ayaklar altına alınmasından
çekinilmemektedir; üstelik bu, büyük bir ciddiyetsizlikle ve acemice
yapılmak istenmektedir.
Bugün, Türkiye, dışpolitikada temel tercihlerinin
değişmekte olmasından endişe edilen, güvenilirliliği
sorgulanan, itibar görmeyen, ciddiye alınmayan bir ülke konumuna
itilmiştir. 73 yıllık cumhuriyet döneminde yaşanmayanlar,
bu Hükümetin ilk 100 günlük yönetiminde, maalesef,
yaşanmıştır.
Sayın Başkan, Yüce Meclisin saygıdeğer üyeleri;
karşı karşıya bulunduğumuz durumun ciddiyeti ve
vahametinin daha iyi anlaşılabilmesi için, Refahyol
ortaklığının dışpolitika alanındaki
anlayışını gösteren bazı uygulamaların
hatırlatılmasında yarar olacaktır.
Bildiğiniz gibi, hatırlayacağınız gibi, bu
Hükümetin dışpolitika alanındaki ilk icraatı, kamuoyunda
Çekiç Güç olarak bilinen Huzur Harekâtının süresinin
uzatılması olmuştur. Bu amaçla, Hükümet, Refah Partisinin
ideolojik olarak karşı çıktığı Çekiç Güç’ün
süresinin uzatılmasını haklı ve makul göstermek
telaşıyla, Amerika Birleşik Devletleri ve Batılı
müttefiklerden bazı tavizler alındığı hususunda
Türkiye Büyük Millet Meclisine ve kamuoyuna teminat vermiştir. Bu konuda
kamuoyuna açıklanan iki somut hususun üzerinde durmak istiyorum.
Evvela, Hükümet, Körfez Savaşı nedeniyle uğranılan
ekonomik zararların hafifletilmesi amacıyla, Irak ile petrol
karşılığında ticaret yapılması
imkânının sağlanması için Amerika Birleşik Devletleri
ve Batılı müttefiklerin desteğinin ve taahhüdünün
sağlandığını açıklamıştır.
İkinci olarak, Amerika Birleşik Devletlerinin, 3
fırkateynin yanı sıra Türkiye’ye cobra helikopterleri
satışını da onaylayacağını kamuoyuna
açıklamıştır.
Çekiç Güç’ün süresi, Hükümetin bu açıklamalarını da
dikkate alarak, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından
uzatılmıştır; ancak, bunu takip eden dönemde ortaya
çıkan gelişmeler, maalesef, Hükümetin, Türkiye Büyük Millet Meclisini
ve Türk kamuoyunu aldattığını ortaya koymuştur.
Nitekim, Türkiye’nin Irak’tan ilaç ve sivil amaçlı malzeme
karşılığı petrol ithal etmek için Birleşmiş
Milletlere yaptığı başvuru işleme dahi
konulmamış, görüşülmesi belirsiz bir tarihe ertelenmiştir.
Birleşmiş Milletler Yaptırımlar Komitesi, Çekiç Güç
pazarlığı çerçevesinde desteklerinin
sağlandığı söylenen Amerika Birleşik Devletleri ve
müttefiklerimizin karşı çıkması sonucu bu kararı
almıştır. Daha da üzücü olan, Amerika Birleşik Devletleri
ve müttefiklerimiz, Türkiye’ye böyle bir söz vermediklerini, bu konudaki görüşmelerin
Türk Hükümetince saptırıldığını resmen
bildirmişlerdir. Bunun da ötesinde, Birleşmiş Milletler Genel
Kurul toplantıları için New York’a giden bu Hükümetin
Dışişleri Bakanı, Türkiye’ye döndüğünde, Irak petrol
boru hattının birkaç hafta içinde açılacağını
ilan etmiş; maalesef, bu beyanın da mesnetsiz olduğu,
Birleşmiş Milletler tarafından yapılan ve söz konusu boru
hattının daha bir süre açılamayacağını belirten
bir açıklamayla anlaşılmıştır.
Amerika Birleşik Devletlerinden Cobra helikopterleri alınması
konularında da Hükümetin gerçekleri söylemediği ortaya
çıkmıştır. Bu noktada, çok vahim bir gelişmeye
dikkatinizi çekmek istiyorum: 54 üncü Hükümet, bu iki konuda, Çekiç Güç’ün
süresinin uzatılması öncesi Amerika Birleşik Devletleri ile
yapılan görüşmelerde yanlış bir izlenim
aldığı veya aldatıldığını savunamaz;
çünkü, bu iki husus da, Amerika Birleşik Devletlerinin resmî tutumu
olarak, yazılı biçimde, 1996 Temmuz ayı sonunda, tam tarihiyle
26 Temmuz 1996’da Türk Hükümetine bildirilmiştir. Bu resmî bildirimde,
Amerika Birleşik Devletleri yönetiminin Türkiye’ye Cobra helikopterleri
satışı konusunda herhangi bir kararı
olmadığı açıkça belirtilmiştir. Hükümet, buna
rağmen, Türkiye Büyük Millet Meclisine ve kamuoyuna aksini
söyleyebilmiştir.
Değerli milletvekilleri, Hükümetin dışpolitikaya
bakış açısı ve anlayışı, Başbakan
Erbakan’ın yurtdışı gezilerine de hazırlık
safhasından başlayarak yansımıştır. Sayın
Erbakan, dış temaslara -aslında kendisi bakımından
tutarlı bir yaklaşımla- Asya ve Afrika seferleriyle
başlamıştır.
Kamuoyunda çok konuşulan bir konuda, bir hususu vurgulamak isterim.
Türkiye, Müslüman ülkelerle ortak bir tarih, kültür ve gelenek
mirasını paylaşmaktadır. İslam ülkeleri, Türkiye’nin
dış ilişkilerinde önemli bir konuma sahiptir. Türkiye, çoğulcu
demokratik gelenekleri ve laik devlet anlayışıyla,
uyguladığı serbest pazar ekonomisiyle, nüfusunun çok büyük
çoğunluğu Müslüman olan yegâne ülke olarak, Batı toplumu ile
İslam âlemi arasında bir köprü rolü üstlenebilecek konumdadır.
Bu nedenlerle de, İslam ülkeleriyle iyi ve yakın ilişkilerini
sürekli geliştirmek, cumhuriyet hükümetlerinin ortak amacı
olmuştur.
Bu bakımdan, Sayın Erbakan’ın Asya ve Afrika seferlerinin
haklı olarak eleştirilmesi, ziyaret edilen ülkelerin Müslüman
olmalarından kaynaklanmamaktadır. Bu ülkelere, hiçbir ciddî
hazırlık yapılmadan, rica minnet gidilmiştir. Bunun
gerisinde, Sayın Erbakan’ın Batı’ya karşı İslamî
bir cephe oluşturma hayallerinin yattığı
anlaşılmaktadır. Nitekim, 7 gelişmiş Batılı
ülkenin oluşturduğu G-7’ye benzer M-7 oluşumu
ütopyasının peşinde olduğu basına da
yansımıştır. Ancak, Sayın Erbakan bu konuda bile
tutarlı davranmamıştır. Ziyaret edilen bazı ülkelerin
aleyhine faaliyet gösteren gruplarla temaslarını sürdüren Sayın
Başbakan, bu tutumuyla bu ülkeleri de rahatsız etmiştir.
Bu koşullarda, zorla davet edilme ısrarlarıyla
yapılan bu gezilerde karşılaşılan bazı rencide
edici muameleler, hepinizin malumudur. Sayın Erbakan, Türk Devletini ve
Milletini yaralayan bu muameleleri şahsen hak etmiş olsa bile, Türk Devleti
ve Milleti bunlara asla müstahak değildir. Sayın Başbakan, Türk
Devleti ve Milletinin itibarının, şahsî hevesleri uğruna
ayaklar altına alınmasında beis görmemiştir.
İşte, asıl üzerinde durulması gereken bu zihniyettir.
Mısır’da yaşanan bayrak olayının protokol
açısından taşıdığı şeklî önemin
ötesindeki anlamı, burada aranmalıdır. Hükümetin küçük
ortağı Doğru Yol Partisi Genel Başkanının, bayrak
çekilmemesini günbatımıyla ve yerleşik protokol usulleriyle
tevil etme gayretleri, bu gerçeğin üzerini örtmeye yetmemiştir.
İran gezisi sırasında yaşanan esef verici olaylar
da, Sayın Başbakanın, Türkiye’nin hayatî
çıkarlarını şahsî gündemi uğruna feda etmekten
çekinmeyeceğini açıkça ortaya koymuştur. Sayın
Başbakan, PKK’nın İran bağlantısı tereddüt
göstermeyecek şekilde ortadayken, İran rejimini bu konuda aklayan ve
Türk güvenlik makamlarını itham altında bırakan bir
tavır sergilemiştir. İran ziyareti sonrası bu konuda
meydana gelen gelişmeler, devletin güvenlik birimlerini haklı
çıkarmıştır. Sadece bu tavır, Sayın
Erbakan’ın devlet anlayışının ideolojik
boyutlarının gözler önüne serilmesine yetmektedir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sayın
Başbakanın son Afrika gezisinin kamuoyunda en çok
tartışılan bölümü, Libya ziyareti olmuştur. Libya’da
yaşananlar, kamuoyuna yansıyan yönleriyle bile, bu Hükümetin,
dışpolitikada Türkiye’yi sürüklemeye
çalıştığı maceranın vahametini, tüm
çıplaklığıyla ortaya koymaktadır.
Libya’da çadırda yaşananlar, ansızın ortaya
çıkan bir yol kazası değildir. Hükümet, Libya Lideri Kaddafi’nin
Türkiye aleyhindeki beyanlarını önceden biliyordu. Kaddafi’nin,
ziyaret öncesi, eylül ayı başında, 54 üncü Hükümetin iki
bakanının Libya’da bulunduğu sırada da benzer ifadelerde
bulunduğu biliniyordu. Türk Dışişleri ve Libya
Büyükelçimiz, gezinin bu safhada yapılmasının doğru
olmayacağı yolunda çeşitli uyarılarda
bulunmuşlardı. Bunlar kale alınmayarak geziye
çıkılmasının kabul edilmez bir risk olduğu herkesin
malumuydu.
Ancak, Sayın Erbakan, İslam Birliği ütopyasında
önemli bir yeri olan ve ideolojik akrabalığı bulunan Libya’ya,
tüm bu uyarılara rağmen gitmiştir. Üstelik, ziyaretten hemen
önce, Libya’nın güdümlü basını Türkiye aleyhindeki hakaret ve
hezeyanların dozunu artırmasına rağmen bu ziyarette
ısrar etmiştir.
Değerli milletvekilleri, 4 Ekim 1996 tarihli Eşşems Gazetesinde bu konuda çıkan yorum ibret
vericidir. Türk Hükümetinin Başkanı olarak değil,
“Uluslararası Halk Komutanlığından seçkin bir üye olarak
hoş geldin Necmettin Erbakan” başlığını
taşıyan yorumda, Libya’nın bu ziyarete ihtiyacının
olmadığı belirtilerek, “bundan ilk ve son fayda görecek olan
Libya değil, Türkiye” denilmekte ve şu hususlara yer verilmektedir:
“Necmettin Erbakan, Lider Kaddafi’nin üstlenmiş bulunduğu İslam
Halk Liderliğinde önde gelen bir üye olarak
karşılanmalıdır.” Sayın Erbakan’ın, Türk
Hükümetinin Başkanı olmadığı belirtilen bu yorumda,
“Türkiye’nin, Atatürk dönemiyle birlikte İslamdan ayrılarak, laik bir
ülke olduğu, bu nedenle, Refah Partisi gibi bir İslamî partinin,
Erbakan gibi bir devlet adamının laik Türkiye’yi yönettiğine
inanılmasının mümkün olmadığı, bunun kabul
edilemez olduğu” ifade edilmektedir. Libya ziyareti hakkında
bazı bakanların yaptıkları açıklamaları hayret
verici bulan bu resmî yorumda, İçişleri Bakanı Sayın Mehmet
Ağar’ın ziyarete karşı çıkması örnek olarak
gösterilmekte ve Sayın Ağar’ın, kraldan fazla kralcı olup
olmadığı, Türk menfaatları üzerine mi; yoksa, Amerikan
menfaatları üzerine mi titrediği sorulmaktadır.
Kaddafi, 5 Ekim günü Sayın Erbakan’ı çadırında
kabulünde, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanını, ne olduğu hâlâ
belli olmayan İslam Halk Komitesi üyesi olarak selamlamış,
tarihimize ve cumhuriyet dönemi dışpolitikasına dil uzatan
hezeyanlarda bulunmuş, Türk Devletine ve Milletine hakaret etme cüretini
göstermiştir. Türklerin, tarihte Araplara da yaptığı gibi,
Kürtleri katlettiğini, Türkiye Cumhuriyetinin iradesini kaybettiğini
ve Ortadoğu güneşi altında bağımsız bir Kürt
devleti kurulması gerektiğini söyleyen Kaddafi, bir devlet
başkanı gibi değil, kanlı terör örgütünün
elebaşısının ağzıyla konuşmuştur.
Bunları, yanında oturan, İslam Halk Komitesi üyesi dediği
Sayın Erbakan’ın yüzüne karşı söylemiştir.
Sayın milletvekilleri, bu hezeyan ve hakaretlere karşı,
birinci görevi Türkiye’nin itibarını ve haysiyetini korumak olan
Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin Başbakanı ne
yapmıştır; sadece eziklik içerisinde, Türkiye’deki terör
sorununu mahcup ifadelerle dile getirmiştir. Şimdi, bu gaflet,
diplomasi kuralları içinde Kaddafi’ye verilmesi gereken cevap olarak
topluma takdim edilmeye çalışılmaktadır. Sayın
Erbakan’a buradan sormak isterim; tepki olarak ortaya koyduğunuz o birkaç
cümle, cumhuriyet tarihini inkâr ederek, İslam tarihi
dışında Türklerin tarihi olmadığı hezeyanına
cevap mıdır; yoksa, söyledikleriniz, geçmişte Araplara,
şimdi de Kürtlere soykırım uygulandığı
iddiasına cevap mı teşkil etmektedir?.. Aynı şekilde,
Ortadoğu’da bağımsız Kürt devleti kurulması
gerektiğinin yüzünüze karşı söylemek cüretinde bulunulması
da böylece cevaplandırılmış mı olmaktadır?..
Eziklik içerisinde ettiğiniz birkaç kelime, Türkiye’nin işgal
altında olduğu ve iradesini kaybettiği suçlamalarını
ve azarlamalarını cevaplamış mı olmaktadır?..
Bunların hiçbirinin geçerli olmadığı, Türk Devletine ve
Milletine karşı pervasızca yapılan hakaretler
karşısında sessiz ve tepkisiz kaldığınız,
tevil götürmeyecek şekilde ortadadır.
Libya macerası, çadırdaki bu skandalla da
sınırlı kalmamış; Türkiye Cumhuriyetinin
Başbakanı, ortak bildirinin terörizme ilişkin paragrafı
üzerindeki anlaşmazlık nedeniyle gezisini uzatmak zorunda
kalmıştır. Yunanistan ve Suriye gibi birkaç istisna
dışında tüm dünyanın terör örgütü olarak kabul ettiği
PKK’nın terörist kimliğini, üyeliğini
yaptığınız söylenen İslamî Halk Komitesinin Lideri
Kaddafi’ye kabul ettirebilmek için, Türk heyeti, sokak ortasında görüşmelerin
sonuçlanmasını beklemiştir. Buna karşı
başarı olarak takdim etmeye
çalıştığınız sonuç ortadadır.
Ortak basın bildirisinde, terörle ilgili paragrafın yetersiz
ve kabul edilmez olduğu, geziye katılan Dışişleri
yöneticileri tarafından da Sayın Başbakana yazılı
olarak bildirilmiştir. Dışişleri Bakanının da
gezinin o noktada kesilmesini Sayın Başbakana telkin ettiği,
basına intikal eden haberlerden anlaşılmaktadır. Türk tarafının,
PKK’nın terör faaliyetleri hakkında verdiği bilgiler ve Libya’ya
ve Arap Milletine yönelik olarak bazı ülkelere mensup kuruluşlar
tarafından uygulanan terör hakkında Libya’nın verdiği
bilgiler ışığında, iki tarafın ikna olduğunu
ifade eden ve bu açıklamalar çerçevesinde terörün her türünün
kınandığını belirten garip bir paragraf, ortak
bildiride yer almıştır.
YAŞAR CANBAY (Malatya) – O paragrafı okur musunuz!
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – PKK’nın açıkça
kınanmasından bile kaçınılmıştır. Üstelik,
Libya’ya yönelik olduğu iddia edilen ve herhalde, Amerika Birleşik
Devletleri ve Batılı müttefiklerimizin istihbarat örgütlerini hedef
alan terör uygulaması iddiası ile PKK, aynı kefeye
konulmuştur. Bildiride, Türkiye ile Libya’nın ilgili mercilerinin en
kısa zamanda bir araya gelerek, bölgedeki teröre karşı
yapılacak ortak mücadelede hangi örgütlere öncelik vereceklerini
belirleyecekleri kaydedilmektedir.
Değerli milletvekilleri, Türkiye ile Libya, aynı
coğrafyayı paylaşmadıklarına göre, terörle mücadele
edilecek olan bu bölgenin hangi bölge olduğunu anlamak mümkün değildir. Herhalde, bu görüşmelerde,
Türk tarafı, PKK, CIA ve MOSSAD gibi örgütler arasında hangisine
öncelik verileceğini, Libya tarafıyla müzakere edecektir.
Bu ziyaret programının son ayağı olan Nijerya gezisi
de, Türkiye’nin dışpolitikasında kara bir leke olarak kalmaya
mahkûmdur. Afganistan’daki Taliban yönetiminden sonra dünyanın en zalim
yönetimlerinden birisi olduğu şüphe götürmeyen Nijerya Hükümetiyle
bir masaya oturarak Batı’ya hakaretler yağdıran -sanki,
aynı kategoride iki ülkeymişiz gibi- Batı’nın
eleştirilerine karşı cephe oluşturulması
gerektiğini savunan Erbakan’ı, evvelemirde, Nijerya Halkı hiçbir
zaman affetmeyecektir. (ANAP, DSP ve CHP sıralarından
alkışlar)
ABDULLAH ARSLAN (Tokat) – Batı adil mi?!..
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Önünde sonunda...
ABDULLAH ARSLAN (Tokat) – Batı adil mi?!.. (ANAP
sıralarından “Dİnle!.. Dinle!..” sesleri)
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Önünde sonunda demokrasiye kavuşacak
olan Nijerya, maalesef, Türkiye’yi, Erbakan’la hatırlayacaktır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu gerçekler, bütün
bu gerçekler, benim ve benden önce konuşan sayın
konuşmacıların bu kürsüden dile getirdiği gerçekler
ortadayken, Sayın Erbakan, büyük bir pişkinlikle, gezisinin çok
başarılı sonuçlar verdiğini millet önünde
sıkılmadan söyleyebilmektedir. Bu nasıl başarıdır
ki, gezi sırasında Türk Dışişleri
Bakanlığı resmî bir açıklama yaparak, Kaddafi’nin Türk
Milletini rencide eden beyanlarını kınama gereğini
duymuştur!..
Bu nasıl bir başarıdır ki, Türkiye’nin Trablus
Büyükelçisi, tepki olarak Ankara’ya
çağırılmıştır!.. Bu nasıl bir
başarıdır ki, Libya gezisinin resmî
olmadığını göstermek, yok saymak için kendi Hükümetinin
bakanları, gezinin kararnamesini imzalamayacaklarını kamuoyu
önünde açıklamışlardır!..
Sayın Başbakan, bütün bu rezaletler Türk Halkının ve
dünyanın gözleri önünde yaşanmıştır. Gerçekleri
gizlemek ve Libya rezaletini başarı olarak göstermek gayretleri,
beyhudedir. Ziyaretin başarısı konusunda, belki, sadece Kaddafi
ile mutabık olabilirsiniz; ancak, çok iyi bilinmektedir ki, zırva
tevil götürmez. (ANAP sıralarından “Bravo” sesleri) Türk Milletine ve
Devletine dil uzatılmasına karşı, diplomatik nezaket
kuralları içinde kalınarak, gerekli asgarî tepkiyi bile
göstermemiş olmanın izahı ve savunması olamaz.
Sayın Başbakan, Libya’ya, Refah Partisi Genel
Başkanı sıfatıyla, siyasî hüviyetiyle gitmemiştir;
yakın ilişkiler içinde olduğu ideolojik akrabalarına özel
bir ziyaret de yapmamıştır; İslama Çağrı
Teşkilatının kongresine katılmak amacıyla da oraya
gitmemiştir; Sayın Başbakan, oraya, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini
temsilen gitmiştir. Türk Halkı, bu hakaretlere karşı sessiz
ve tepkisiz kalmanızın nedenlerini haklı olarak öğrenmek
istemektedir.
Acaba, üyesi olduğunuz söylenen İslam Halk Komitesinin lideri
Kaddafi’nin bu hezeyanları, ortak düşüncelerinizi dile getirdiği
için mi, gerçek hissiyatınıza tercüman olduğu için mi sessiz
kaldınız?! (ANAP, DSP ve CHP sıralarından “Bravo” sesleri,
alkışlar) Yoksa, Libya ile Parti olarak -Refah Partisi olarak-
parasal ilişkileriniz mi sizi asgarî tepkiyi göstermekten bile
alıkoydu?! Kaddafi’ye ve Libya’ya diyet borcunuz mu vardı ki, bu,
sizi, Türkiye’nin itibarını ve haysiyetini hedef alan bu
hezeyanları ezik ve suskun bir biçimde dinlemeye mecbur
bıraktı?! Yoksa, İslama Çağrı Teşkilatından
aldığınız maddî yardımları gösteren çekler mi
sizi bu zillete katlanmaya mahkûm etti?! (ANAP sıralarından “Bravo”
sesleri, alkışlar)
Bakın sayın milletvekilleri, nedenleri ne olursa olsun,
biliniz ki, Türk Milletinin şaşmaz vicdanında, bu Başbakan
ve bu Hükümet mahkûm olmuştur. bu kamburu da ebediyen
taşıyacaktır.
NURETTİN AKTAŞ (Gaziantep) – Ona siz değil, milet karar
verecek.
A. MESUT YILMAZ (Devamla) –
Şimdi, bütün bu gerçekler ortadayken, Koalisyonun küçük ortağı
Doğru Yol Partisinin Genel Başkanı ve Dışişleri
Bakanının, Libya gezisini savunma konusundaki beyhude gayretleri de
ibret vericidir.
Sayın Çiller, önceden bilinerek yaşanan bu rezaletleri,
kendisinin de daha önce Libya’yı ziyaret etmiş olması ve
müteahhit alacaklarının tahsil edilmesi amacıyla mazur
göstermeye çalışmıştır.
Burada ilginç olan, Sayın Çiller’in gerekçeleri ile Libya’nın
savunma gerekçelerinin tıpatıp aynı olmasıdır. Biraz
önce alıntı yaptığım 4 Ekim 1996 tarihli
Eşşems Gazetesinde de, Libya gezisine karşı çıkan
Sayın İçişleri Bakanına, Doğru Yol Partisinin Genel
Başkanı Tansu Çiller’in 1 Kasım 1994 tarihinde Libya’yı
ziyaret ettiklerinde niçin bu ziyarete karşı
çıkmadıkları sorulmaktadır. Bu husus çok anlamlı ve
dikkat çekicidir.
Sayın Tansu Çiller, Refah Partisinin, Hükümet Programının
dışına çıkmadığını, Koalisyon
Protokolünü ihlal etmediğini söylemektedir. Bu nedenle gensoruya
karşı çıkmakta ve Koalisyon Hükümetini Kaddafi’nin değil,
ancak kendisinin yıkabileceğini söylemektedir. Ama, şimdi, bizim
de kendisine sorma hakkımız vardır; Türk
dışpolitikasının temel unsurları ve yönelimlerinin
dışına çıkmayı amaçlayan, İslam birliği
peşinde koşan, bu amaçla G-7 benzeri M-7 oluşumunun hayallerini
hayata geçirmeye çalışan bu politikalar, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin güvenoyuna mazhar olan Hükümet Programının içinde var
mıdır?!
Türkiye’nin Batı’da güvenilirliğinin sorgulanması,
Başbakanın Afrika gezisinin siyasî zafer olarak nitelendirilerek
Batı çevrelerinde alay konusu olması Hükümet Programı
açısından doğal bir durum mudur?! Hükümet Programında ifade
edilen şahsiyetli dışpolitika anlayışı bu mudur?!
Bunlar, Hükümetin, millî duygulara sahip çıkma ve manevî değerlere
saygı anlayışını mı yansıtmaktadır?!
Koalisyonun küçük ortağının, Refah Partisinin, Türkiye’nin
dış ilişkilerini tahribe yönelik bu politikasının ve
uygulamasının taşeronu olarak görev almayı içlerine
sindirmesi acaba Hükümet Programının bir emri midir?!
Değerli milletvekilleri, dünya diplomasi tarihinde ilk kez, bir
Başbakanın resmî ziyarette bulunduğu bir ülkeye,
Dışişleri Bakanlığı resmen tepki
göstermiştir. Sayın Erbakan’ın söylediği doğru ise,
eğer, bu yolculuktan “muzaffer bir Romalı komutan gibi” döndüyse,
Dışişleri Bakanlığı acaba neye tepki
göstermiştir?! Büyükelçimizi neden Türkiye’ye geri
çağırmıştır? Türk tarihinde değil, cumhuriyet
tarihinde değil, dünya diplomasi tarihinde böyle bir rezalet
yaşanmamıştır.
BAŞKAN – Sayın Genel Başkan, 2 dakikanız var.
A.MESUT YILMAZ (Devamla) – Tamamlıyorum.
Bütün bunlar, bu Koalisyonun nasıl perişan ve derbeder
olduğunu göstermektedir. Bunların hiçbiri, oldubittiye
getirilebilecek şeyler değildir. Bu Koalisyon, bu kürsüden
bunların cevabını vermek zorundadır. (RP
sıralarından “verecek, verecek” sesleri)
Sayın Çiller, Batı ile ilişkilerimizin içinde
bulunduğu durumu çok iyi bilebilecek durumdadır. Bu konularda,
Batıda giderek kökleşmekte olan endişeler, bizzat kendisine,
resmen iletilmiştir.
Sayın Erbakan’ın dışpolitika
anlayışına hâkim olan ve artık tabiatının üstün
bir niteliği haline gelen, gerçeklerin tahrifine ve ciddiyetsizliğe
dayalı yaklaşımın son bir örneğini burada bir defa
daha hatırlatmak isterim.
Sayın Erbakan, 11 Ekim 1996 tarihli Sabah Gazetesinde
yayımlanan bir demecinde “Alman Başbakanının üç aydır
kendisini davet ettiğini; ama ısrarına rağmen Almanya’ya
gitmediğini” söylemiştir. Sayın Erbakan, Şansölye Kohl’ün
tüm ısrarlarına rağmen Almanya’yı ziyaret etmemesini “önce
İslam devletlerinin Asya ve Afrika’dan oluşan iki kanadını
birleştirmek istemesiyle” açıklamıştır.
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanının dış dünyada
aranması, itibar görmesi, davet edilmesi Türk Halkına sadece gurur
verir; Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında bundan
rahatsız olacak tek bir üyenin olduğuna da inanmıyorum. Ama,
Sayın Başbakan, maalesef, bu konuda da inanılmaz bir
sorumsuzlukla gerçekdışı konuşmaktadır.
Şimdi, Sayın Erbakan’a ve burada olmayan Sayın
Yardımcısına soruyorum: Almanya, Sayın Erbakan’ın
Almanya’yı ziyaret etmek istediği hakkında Türk
basınında çıkan bu haberlerden rahatsızlık
duyduğunu Türk Hükümetine resmî kanallardan iletmiş midir? Sayın
Başbakanın Almanya’yı ziyaret etmesi gibi bir konunun
gündemlerinde bulunmadığını bizzat Dışişleri
Bakanı Sayın Çiller’e...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Size eksüre veriyorum efendim; buyurun.
A.MESUT YILMAZ (Devamla) – ...bundan iki ay önce resmen bildirmiş
midir?
Maalesef, sayın milletvekilleri, bunların hepsi olmuştur.
Buna rağmen Sayın Erbakan, Alman Dışişlerinin de hemen
yalanladığı bu gerçekdışı beyanları sıkılmadan
yapabilmiştir. Bunun devlet anlayışıyla
bağdaşır bir tarafı yoktur. Bu ciddiyetsizliği
sergileyebilen bir Hükümetin, Batılı ülkeler tarafından,
itibarlı bir muhatap olarak ciddîye alınması da beklenemez.
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinde
görüşülmekte olan gensoru, esas itibariyle, 54 üncü Hükümetin yüz gün
içerisindeki dışpolitikasının Türkiye’yi sürüklemeyi
amaçladığı macerayla ilgilidir. Libya skandalı bu
anlayışla sürdürülen uygulama ve politikaların sadece
çarpıcı bir örneğidir. Yüce Meclisin değerli üyeleri, bu
konuda parti düşüncelerini aşarak, hür vicdanlarıyla karar verme
olgunluğuna sahip olduklarını göstereceklerdir.
Gensorunun kabulü için tüm koşullar oluşmuştur. Bu
Hükümetin içteki tahribatının zamanla ve imkânlar ölçüsünde
giderilmesi belki mümkün olabilecektir; ancak, bu anlayışın
dış ilişkilerde yaratmakta olduğu tahribatın,
korkarım ki, telafisi mümkün olmayacak bir noktaya doğru hızla
sürükleniyoruz. Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu gidişatı içine
sindirmeyi isteyip istemediğini, bugün, bu gensoru oylamasıyla ortaya
koyacaktır. Türkiye’nin millî çıkarlarını korumak
düşüncesini herşeyin üstünde tutarak vicdanımızın ve
aklıselimin sesini dinleyerek tavrımızı belirlemek
zorundayız.
Yüce Meclisin, her gecenin bir sabahı olduğunu düşünerek,
bu gidişata “dur” deme iradesini göstereceğini umuyorum. Burada,
Libya’da maruz kalınan hakareti ve buna gösterilen tepkisizliği
içlerine sindiremedikleri için tepkilerini Libya’da, yazılı olarak,
“Büyük Turgut Reis’in evlatlarından” imzasıyla dile getiren
değerli arkadaşlarımızın, şimdi, o imzaya
yakışan bir tutum sergilemelerini beklemeye, herhalde, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin hakkı vardır. Bu yapılmadığı
takdirde, Türkiye’nin bu macera yolunda sürüklenmesine Yüce Meclisin iradesiyle
set çekilemediği takdirde, bunun
vebali hepimizin omuzlarında olacaktır. Türkiye’nin millî
çıkarlarını korumakla yükümlü Yüce Meclisin değerli
üyeleri, şimdi, bu sorumluluklarının bilinci içinde hareket
etmek tarihi sorumluluğuyla karşı karşıyadırlar.
İradeleri ipotek altında olmayan ve kendilerini rehine olarak
görmeyen tüm arkadaşlarımın bu görev ve sorumluluğun
icaplarını yerine getireceğine inanıyor; hepinize
saygılar sunuyorum. (ANAP sıralarından ayakta
alkışlar, DSP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.
Gruplar adına üçüncü konuşmacı, Refah Partisi Grubu
adına, Sayın Bülent Arınç; buyurun efendim. (RP sıralarından
alkışlar)
Sayın Arınç, süreniz 30 dakikadır.
RP GRUBU ADINA BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; Refah Partisi Grubu adına ve şahsım
adına hepinizi hürmetle selamlıyorum. Gensoru önergesi üzerinde,
Refah Partisi Grubumuzun düşüncelerini arz etmeye
çalışacağım.
Değerli arkadaşlarım, üç parti tarafından
verilmiş bulunan gensoru üzerinde konuşuyoruz. Bildiğiniz gibi,
gensoru, Meclisimizin denetim yollarından birisidir;
Anayasamızın 99, İçtüzüğümüzün 106 ncı maddelerine
göre yapıyoruz ve sonucu itibariyle fevkalade önemli denetim yollarından
birisidir.
Öncelikle, gensoru taleplerinin özeti şudur: Genelde, Türk
dışpolitikasındaki, Hükümetin tutarsız söz ve
davranışları; özelde ise, Ağustos ayında yapılan
Uzakdoğu gezisi, Ekim ayında yapılan Afrika gezisiyle ilgili
olarak basında çıkan birtakım haberler ve bununla ilgili olumsuz
tutumlar söz konusu edilmiş. Şüphesiz, bu gensoru önergesini veren üç
siyasî partiye de, huzurlarınızda teşekkür ediyorum. En
azından, bu konunun, Mecliste konuşulması ve
tartışılması bir imkân dahiline girmiştir. Fikirlerini
açıklayan sayın grup sözcülerine de teşekkür ediyorum; çünkü,
Türkiye’nin çok önemli bir meselesini konuşuyoruz; bu,
dışpolitikadır. Türkiyemizin güvenliği, Türkiyemizin,
dünyadaki saygınlığı, millî menfaatlarının
korunması, şüphesiz, dışpolitikamıza
bağlıdır. Bu bakımdan, olumsuzlukları, yapılması
gerekenleri ve bugün tespit edebildiğimiz
yanlışlıkları burada konuşabilirsek, çok yararlı,
çok faydalı bir iş yapmış olacağız.
Sözlerimin başında şunu ifade etmek istiyorum: Refah
Partisi olarak, kavgadan, tartışmadan uzak, bu konuyu görüşmek
istiyoruz; sağduyu içerisinde, aklıselim içerisinde,
soğukkanlılıkla bu konuyu görüşmek istiyoruz. Esasen, buna
ihtiyacımız var. Türkiye’de, yeniden kamplaşmalara gidilmesinin,
sadece Hükümetin yıkılması için birtakım spekülasyonlar
yapılmasının kimseye faydası
olmadığını, özellikle ülkemiz açısından çok da
zararlı olduğunu ifade ediyorum. (RP sıralarından
alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, bu bakımdan, üslubumuzu,
itinayla korumaya ve ülkemizin yararlarını gözetmeye mecburuz.
İnanıyorum ki, arkadaşlarımız da, bu özenle dikkat
edeceklerdir.
Ancak, sözlerimin başında ifade etmeye mecburum; biraz evvel
konuşan Cumhuriyet Halk Partisi Sayın Genel Başkanı ve Grup
Sözcüsü, çok haşin ve çok kavgacı bir tutumla meseleleri ortaya
koydular. Esasen, gensoru önergesinde de, tekrarlamaktan dahi hicap
duyduğum bazı cümleler var. Dolayısıyla, biz, burada
-maksadımız, üzüm yemektir; bağcıyı dövmek
değildir- ortaya konan iddiaları, uygunsuz söz ve
davranışları görüşmeli ve bir daha tekrarlanmaması ve
telafisi için ne gerekiyorsa onu yapmalıyız. (RP
sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım -sözlerimin başında
söylüyorum ki, daha sonradan arkadaşlarımızı üzmüş
olmayalım- Sayın Baykal’ın, dört-beş iddiasına hemen
cevap vererek gündeme girmek istiyorum. Bakınız, Kaddafi’nin
konuşması sırasında Sayın
Başbakanımızın ona cevap vermediğini, Türkiye açısından olumlu bir
davranışta bulunmadığını ifade ettiler. Resmî
metinler de elimizde. Bu gensoruların verilme tarihlerine bakarsanız,
Cumhuriyet Halk Partisinin gensoru verme tarihi 7 Ekimdir; DSP’nin verdiği
gensoru 8 Ekim, Anavatan Partisinin verdiği 9 Ekim tarihlidir.
Hatırlayacağınız gibi, Sayın Başbakan, 2
Ekim ile 8 Ekim tarihleri arasında seyahatte bulunmuştur, 8 Ekim
gecesi saat 24.00’te Türkiye’ye avdet etmiştir. Dolayısıyla, Cumhuriyet
Halk Partisi çok acele davranarak, basından edindiği birtakım
başlıkları gensoruya dökmüş ve muhalefeti arkasında
toplayarak, DSP ve ANAP’la birlikte, fırsat bu fırsattır, bu
Hükümeti yıkmanın tam zamanıdır diyerek bir
gayretkeşliğin içerisine girmiştir.
Eğer, basında yazılan bütün haberlere inanacak olursak,
herkesin, herkes hakkında bir şey söylemeye elbette imkânı
olacaktır. Daha, resmî metinler gelmeden, bu gezinin başında
bulunan Sayın Başbakan daha Türkiye’ye dönmeden,
açıklamalarını yapmadan, böylesine acele
davranılmış olması, dolayısıyla birtakım
yanlışlıkları da peşinden getirmiştir.
Kaddafi’nin konuşması ve Sayın Başbakanın buna
cevabını, sanıyorum, Hükümet adına konuşacak olan
Sayın Bakanımız ifade edeceklerdir. Dolayısıyla
“hayır, Başbakan uygun davranışta bulunmadı; hak
ettiği cevabı Kaddafi’ye vermedi” derseniz, merak ediyorum,
Sayın Başbakanımız ne yapmalıydı?!
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Yüzüne tükürmeliydi, yüzüne!...
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Yani, masaya yumruğunu vurarak “yetti
artık; ben buradan gidiyorum” mu demeliydi; yoksa, bir yumruk atarak “sen
ne biçim konuşuyorsun” diyerek cevabını mı vermeliydi;
yoksa, Libya’ya harp mi ilan etmeliydi?
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Yüzüne tükürmeliydi!
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Yüzüne mi tükürmeliydi, arkadaşımızın
ifade ettiğine göre.
Değerli arkadaşlarım, bunları, medyada eli kalem
tutan ve bunu fırsat bilerek iktidarı yıpratmaya
çalışan herkes söylemiştir; ama, geçmişimize
baktığımızda, bu tür davranışlara
karşı, hiç de öyle istenildiği gibi hareket etmediğinizi
çok açık olarak görüyoruz. Zaten, şu
yaşadığımız çağda da, sizin arzu ettiğiniz
şekilde bir karşılığı, hiçbir seyahatte, hiçbir
toplantıda kimse göstermemiştir.
İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – Elini öpseydi bari.
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Merak ederek baktım; acaba, diplomaside bu
tür olaylara karşı nasıl bir tepki konulabilir diye. Yumruk
atmak, kavga çıkarmak, ülkeyi terk etmek, “Allah cezanı versin gibi
sözlerle karşılık vermek şeklinde, diplomaside hiçbir
olayın vuku bulmadığını gördüm; ancak, bir olaya
rastladım, bilginiz olsun diye aktarıyorum: 1960 yılında,
Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda bir görüşme
yapılıyor, İngiliz Macmillan konuşurken Rusya’yı
tenkit ediyor, orada bulunan Kruşçev de buna fevkalade kızıyor
ve ayağından ayakkabısını çıkarıp
masanın üzerine vurmaya başlıyor. Eğer, arzu ettiğiniz
tepki böyleyse, Kruşçev’e bunun karşılığında
söylenilen sözleri de ifade etmiş olayım, o zaman, herkes gülümseme
içerisinde “delidir ne yapsa yeridir” diyerek karşılık
vermiştir. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, Sayın Başbakanın
Kaddafi’ye verdiği cevapları biraz sonra okuyacaksınız;
ancak, bir şeye işaret etmek istiyorum: Demek ki, aradan üç beş
gün geçince, meseleler, soğukkanlı olarak biraz daha kolay
görüşülebiliyor. Biraz evvel, konuşmacılar, özellikle,
sanıyorum Sayın Cem, Kaddafi’den, hep “sayın” hitabıyla
bahsetti. Halbuki, bir hafta evvel burada konuşma yapan değerli bir
arkadaşımıza “sen nasıl Kaddafi’ye ‘sayın’ dersin”
diyerek dövmedikleri kalmıştı. Demek ki, şimdi, bir hafta
sonra konuşurken “sayın” da denebiliyor ve buna tepki gösteren
arkadaşımız da yerinde çok rahat bir şekilde oturup
dinleyebiliyor. O zaman, biz, kendi noktamıza gelelim; bunun cevabı
verilmiştir, en güzel biçimde verilmiştir. Sayın Başbakanın,
İcraatın İçinden Programında yaptığı
konuşmada, bunlar, hem resimle hem de konuşma metinleriyle ulusumuza
duyurulmuştur.
Yayınlanan ortak bildiride, Amerika’nın da terörist ülkeler
içerisinde ilan edilmiş olmasından, ne gariptir ki, Sayın Baykal,
büyük bir üzüntü duymaktadır! (RP sıralarından “Bravo” sesleri,
alkışlar)
İBRAHİM HALİL ÇELİK (Şanlıurfa) – Eski
solcu bu!
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, “Yankee go
home”lardan sonra, gelinen bu noktayı ibretle karşılıyoruz.
İBRAHİM HALİL ÇELİK (Şanlıurfa) – Bravo!..
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Amerika’nın listesinde terörist bir ülke
olmak, bir delil, bir hüccet değildir; herkes tarafından kabul
edilmesi de gerekmez; ama, terörizm veya terörist eylemler, insanlığa
karşı yapılan haksız eylemlerse, o zaman, Amerika’nın
sabıka kayıtlarını çıkarmamız gerekir. Bir tane
misal olsun diye söylüyorum: Almanya’da bir gece kulübüne bomba
atılıp, iki tane Amerikan çavuşu öldü diye, sorgusuz sualsiz, Libya,
Amerika tarafından bombalanmıştı. Eğer bu eylem
haklıysa, biz, bunu haksız olarak kabul ediyoruz ve işte,
terörist ülke olarak bir adres gösteriyoruz. (RP sıralarından “Bravo”
sesleri, alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, Panama’nın işgalinden
Nikaragualara varıncaya kadar, Kunta Kintelerin burunlarından sürüklenip
Amerikalara götürülmesine kadar... Konumuz bu değil... Ancak,
haksızlık ve zulme karşı hepimizin ortak bir tavır
koyması gerekir; bunu, Sayın Baykal’da bulamadığım
için fevkalade üzgünüm. (RP sıralarından “Bravo” sesleri,
alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, yine Sayın Baykal ve ona
ilaveten Sayın Mesut Yılmaz, Libya’dan Refah Partisine yardım
olarak gönderildiği iddia edilen 500 bin dolarlık bir çekten
bahsettiler. Özellikle Sayın Baykal. Tabiî, Sayın Yılmaz da,
onu, birkaç cümleyle birlikte, belki ortaya getirmek istedi.
Değerli arkadaşlarım, eğer bu konu gerçekse ve
ortada bir suç varsa -diyelim ki, böyledir- 1989’dan bu yana -yedi yıldan
beri- bu konuşma, her yerde yapılmış ve neticeye de
bağlanmıştır. Bu konuda yeterli delil
olmadığı da ifade edilmiştir.
Şimdi, isterseniz, ben susayım, daha dün gazetede çıkan
bir haberle bu konuyu kapatalım. Bakınız, Anayasa Mahkemesine
Refah Partisinin kapatılması için dava açalım diye
konuşulduğu yerlerde, Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcısı Sayın Haluk Yardımcı -onun ifadesi
olarak söylüyorum- şöyle diyor: “Biz, bu konuda soruşturma,
araştırma yaptık; Türkiye Büyük Millet Meclisi
araştırma komisyonunda buna ilişkin delil bulunduğu ileri
sürüldü; biz, komisyona müracaat ettik; ancak, komisyon, 7.3.1995 günlü cevabî
yazısında bu konuda ellerinde hiçbir delil
olmadığını ifade etti.” (RP sıralarından “Bravo”
sesleri, alkışlar) Konuşma uzun... “Eğer, bu konuda bir
delil varsa, getirin de gereğini yapalım. Eğer, bu konuda bir
delil varsa, Yargıtay Başsavcılığına siz de müracaat
edebilirsiniz; Anayasa Mahkemesine, bu partinin kapatılması için, siz
de ihbarda bulunabilirsiniz”.
Şimdi, Sayın Yardımcı’nın gazetelere de akseden
bu beyanı karşısında, Sayın Baykal ve Sayın
Yılmaz’a dönerek şunu ifade ediyorum: Refah Partisi onurlu
insanların partisidir. (RP sıralarından “Bravo” sesleri,
alkışlar) Eğer, bu konuda elinizde şu fotokopi olduğu,
nereden, kime gönderildiği...
Herkesin çek defterinden istediği adama çek kesebileceği bir dünyada,
sadece böyle yapay suçlamalarla Refah Partisine karşı
geleceğinize, bu konuda elinizde ne kadar delil varsa, gerekli mercilere
ulaştırmazsanız, sizde hakkımız kalır. Başka
bir şey söylemek istemiyorum. (RP sıralarından “Bravo” sesleri,
alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, Sayın Baykal -Sayın
Başbakan ve Yardımcısının burada
bulunmadığından yakınıyorlardı; cevapları
dinlemek nezaketinde bulundular mı bilemiyorum; oradalar zannediyorum-
bakınız, bir şey söylüyor: “Efendim, bu gezilerde
Dışişleri enterne edilmiştir, görüşmelere
katılmamışlardır, görüşmelerde tutanaklar
tutulmamıştır, hele hele Dışişlerindeki
birtakım görevliler bu işlerden, olan bitenden fevkalade
rahatsızdır” diyor. Sormak istiyorum: Sayın Baykal’ın
Dışişlerinde köstebeği mi var?!. (RP sıralarından
“Bravo” sesleri, alkışlar) Kendilerine özel bilgiler mi geliyor?!.
Dışişleri Bakanlığı Hükümete
bağlı bir kuruluştur; oradaki bürokratların Hükümetten
şikâyet etmesi kadar yanlış bir davranış olamaz.
Eğer, bu türde insanlar varsa, Hükümet de, bunlar hakkında, elbette
gereğini yapmalıdır. (RP sıralarından
alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, bilindiği gibi,
dışpolitikanın tespiti ve uygulaması, elbette, hükümetlerin
görevidir. Hükümetler, dışpolitikayı fevkalade itinayla
uygulamak mecburiyetindedirler. Bunu hepimiz biliyor ve takdir ediyoruz. Zaten,
gensoruların temelinde yatan da budur: “Dışpolitikamız,
Türkiye’nin millî menfaatlarına yeterince hizmet etmiyor” deniliyor.
Dışpolitikamızdan biz de yıllardan beri şikâyetçiyiz.
Zaten, içinde bulunduğumuz durum da bunu göstermiştir. Bu yüzden yeni
kurulan Hükümet, yeni hedefler tespit ederek, yeni oluşumlara
başını çevirerek, dünyayı yeniden tanıma gayretine
girerek, dışpolitikadaki temel hedefimizin millî menfaatlar
olduğunu, bir defa, açıkça ifade etmektedir.
Kısaca arz etmem gerekirse, bu Hükümetin Koalisyon Protokolünün 13
üncü sayfasından bir tek cümleyi ifade etmek istiyorum: “Türkiye’nin
dışpolitika alanındaki hedef ve amacı, dünyada, bölgede,
ülkede barışın muhafazasıdır. Dış ülkelerle
ilişkilerimiz, dostluk, iyi komşuluk ve
karşılıklı işbirliği esasları çerçevesinde
yürütülecektir. Hem Batılı ülkelerle hem de manevî ve tarihî
değerlerle bağlı olduğumuz İslam ülkeleri, Orta Asya
Türk Cumhuriyetleri ve Balkan ülkeleriyle işbirliği daha da
geliştirilecektir.” Bu açıdan olmak üzere, Hükümetimiz, kurulduktan
sonra, elbette, Kıbrıs’a ziyarette bulunmuştur; ağustos
ayı içerisinde on gün süren İran, Pakistan, Singapur, Malezya,
Endonezya seyahatleri yapılmıştır -bu seyahatlere,
Parlamentoyu temsilen, Partimiz adına gidenlerden birisiyim- 2 Ekim-8 Ekim
tarihleri arasında da Libya, Nijerya ve Mısır’a seyahatler
yapılmıştır.
Dolayısıyla, bu ülkelerle hem ekonomik işbirliği hem
tarihten gelen bağlarımızın yeniden güçlendirilmesi ve
kuvvetlendirilmesi hem Türkiye’nin yeniden bir dinamik dışpolitika
anlayışına kavuşması, elbette, hedeflenmiştir. Bu
hedefler içerisinde, Türkiye’nin geleneksel
dışpolitikasının “yurtta sulh, cihanda sulh” sözüne
dayandırıldığını hepimiz biliyoruz. Ancak,
şunu ifade ediyorum: Cihan, sadece Batılı ülkelerden ibaret
değildir. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, bu yüzden, İran’a da gitmek
tabiîdir, Libya’ya da gitmek tabiîdir, Mısır’a da gitmek tabiîdir,
Patagonya’ya bile gitmek gerekebilir. Dünyada bütün ülkeler, kendi
menfaatlarını gözetmek için bu dış seyahatleri yapar ve bu
ülkelerle kültürel, ekonomik diğer anlaşmaları yaparak bir
şeyler kazanmaya çalışırlarken, maalesef, Türkiye’deki
çifte standart, böyle bir Hükümetin bu tür gezilerine imkân vermemeye
çalışmaktadır.
Değerli arkadaşlarım, yıllar süren politikaların
neticesinde çok şeyler kazandığımızı da ifade
edemeyiz. Türkiye, kendi bölgesinde bir ateş çemberinin içinde
kalmıştır. Komşu ülkelerle bile iyi ilişkileri
bulunmamaktadır. Balkanlarda, Ortadoğu’da, Afrika ülkeleriyle
bağları çok zayıftır ve maalesef, Batılı ülkeler
tarafından da, Türkiye, çoğu zaman, hakaretlere,
aşağılanmalara, azarlanmalara maruz kalmaktadır. Elbette,
bu konuda, gensoru üzerinde konuşurken, bunları da dile getirmemiz
lazım. “Yurtta sulh cihanda sulh”e, evet; ama “yurtta sus cihanda sus”a,
hayır! (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Böyle bir Hükümetin, ancak böyle çalışmalarla inisiyatif
kullanabileceği, dinamik bir politika uygulayabileceği, tarihteki
eski şerefli yerini tekrar alacağı ortaya konulmuştur.
Bundan, hepimizin elbette sevinmesi gerekir diye düşünüyorum.
Değerli arkadaşlarım, bakınız, burada ifade
etmem gereken bir husus var: Biz, konuşmalarımızda
yapıcı olmaya mecburuz. Biz, konuşmalarımızda
insanımıza üzüntü, korku değil, ümit ve heyecan
aşılamalıyız. Bu Hükümetin de eğer
başarısı varsa zaten, Türkiye’de yeni bir heyecanın, yeni
bir ümidin, devletle milletin yeniden kaynaşması ve
kucaklaşmasının işaretleri görüldüğü içindir. Bu
konuda yanlışlıklar varsa, muhalefetin en şerefli görevi,
bu yanlışlıkları ortaya koymaktır; ama, maksat, üzüm
yemek olmalıdır; eğer, bağcıyı dövmek olursa, o
zaman, bu yanlışlıklarda hepinizin payı olduğunu da
biliniz ve Türkiye’yi bugüne kadar yöneten kadroların içerisinde hepinizin
ulusal onur adına vereceği hesap da olduğunu biliniz. (RP
sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Bütün bu Meclisimiz içerisinde bizim söylemek istediğimiz
şudur: Bakınız, Refah Partili bir Hükümetin kurulmasına, ta
24 Aralıktan itibaren karşı
çıkılmıştır. Bu, demokrasi adına fevkalade
utanılacak bir durumdur. Halkın oyunu almış, 6 milyondan
fazla insanı temsil eden bir legal siyasî kuruluşa, uzaydan
gelmiş gözüyle bakıp, onu bir cüzamlı haline koymak kimsenin
haddi değildir. (RP sıralarından “Bravo” sesleri,
alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, işte bu sebeple, ta
baştan beri devam eden bir muhalefetin şimdi yeni bir versiyonuyla
karşı karşıyayız. Türkiye’de şu anda, en önemli
konulardan birisi de, ülke menfaatlarını gölgeleyecek kadar
yoğunlaşan, maalesef, muhalefet saplantısıdır. Sadece
Parlamentodaki muhalefetimizi kastetmiyorum -tenzih ederim- bir genel çerçeve
içerisinde baktığımızda, Türkiye’de bir iç muhalefet, ülke
çıkarları zemininde yapılırsa elbette onurlu ve
yararlı olur; ancak, özel çıkarları öne alan bir muhalefetin,
sağlıklı çözümler üretmesi söz konusu olamaz. Türkiye’deki iç
muhalefet, özel bir çıkar cephesi oluşturmuş bulunuyor. Kimi
işadamı, kimi medya, kimi politikacı paylaşım
alanının tehlikeye düştüğü endişesiyle, Refahlı
bir hükümetin oluşumuna başlangıçta prensip olarak
karşı çıkmış, devamında da prensip olarak
karşı durmaktadır; kurulurken de, kurulduğundan bu yana da,
maalesef, bu Hükümetle savaş halindedir. Bu yüzden, maalesef, yeri
geldiğinde laikliği ortaya atmakta, yeri geldiğinde darbeyi
istemekte, yeri geldiğinde de ulusal onuru istismar etmektedir. (RP
sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, laikliğin ne olduğunun ve
ne olmadığının tarifini değişik zeminlerde
yapıyor ve konuşuyoruz; ancak, biz, Parlamentoyu, biz, demokrasiyi
esas almış insanlarız; burada bulunuşumuzun hikmeti de
budur. Bu yüzden, belki içlerinde Parlamento üyesi insanların da
bulunduğu -gazetelerin yazdığına göre- bir resepsiyonda
yapılan konuşmayı dikkatlerinize arz ediyorum: Bir sayın kişi,
bir üst rütbeli generale yaklaşarak “umudumuz sizsiniz” diyerek bir
yalvarışta bulunmakta; çok şükür ki, şerefli Türk Ordusunun
o üst düzey generali de “hayır, umudumuz Meclistedir” diyerek cevap
vermektedir. (RP sıralarından alkışlar)
Evet, maalesef, resepsiyonlarda bu tür konuşmalar cereyan etmekte.
Çok satan gazetelerimiz de, her gün sayfalarında, ismi, hüviyeti belli
olmayan birtakım kişilerden alınmış -halbuki,
asparagas, masa başında yazılmış- haberlerle,
Türkiye’de demokrasiyi istiyor görünerek, militarizmi davet etmektedirler.
Demokrasi adına askeri darbeye çağırmak da, herhalde, dünyadaki
garabetlerin en büyüğüdür. (RP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, işte, bu yüzden, ben,
muhalefetimizden -zamanında Refah Partisi de elbette
yaptığı için- yapıcı, Türkiye için faydalı ve
yararlı konuşmalar ve görüşmeler istiyorum; bunu da
bulacağımdan eminim.
Bakınız, bu konuda araştırma yaparken, Türkiye Büyük
Millet Meclisinde 1974 yılında yapılmış bir
konuşmayı fevkalade yararlı buldum. Bu konuşma, o
tarihlerde, Cumhuriyet Halk Partisi-Millî Selamet Partisi Hükümetinde
Başbakanlık yapan Sayın Bülent Ecevit’e aittir. Bu konuşma
fevkalade yararlıdır; birbuçuk saat kadar sürmüş,
dışpolitika üzerine bir gündemdışı
konuşmadır. Bu konuşmasında, Başbakan Sayın
Ecevit, o tarihlerde Türkiye dışpolitikasının durağanlaştığını,
Türkiye dışpolitikasının yeniden, yeni temeller ve ufuklar
üzerinde yükselmesi gerektiğini, Türkiye’nin yeni hedefinin Ortadoğu
ve Afrika ülkeleri olması gerektiğini ifade ediyor. Tutanaklar
elimdedir ve fevkalade yararlı görüşler ifade etmiştir. Aradan
yirmiiki yıl geçtikten sonra, Sayın Ecevit’i, bu ileri görüşlü
fikirleri dolayısıyla kutluyorum ve bu konuşmadan her zaman
yararlanacağımızı ifade ediyorum. (RP
sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Elbette,
Türkiye’nin dışpolitikasında...
EROL ÇEVİKÇE (Adana) – Gerçek...
HASAN GÜLAY (Manisa) – Demagoji yapma hemşerim!..
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Sayın Başbakanına iltifat edilen
bir partiden aldığım cevaplar, beni, doğrusu,
düşündürdü.
HASAN GÜLAY (Manisa) – Demagoji yapma dedim...
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Evet... Burada hepsini okuma imkânım yok.
Bu konuşmasında Sayın Ecevit, fevkalade yararlı, doğru
şeyler söylemiş.
O tarihte Maliye Bakanımız olan Sayın Deniz Baykal da, 1
Eylülde Libya’yı ziyarete gitmiş. Sayın Baykal, Libya’yı ziyaretlerinde...
(RP sıralarından “vay vay!..” sesleri).
Hayır, utanılacak bir şey değil; fevkalade bir görev
yerine getirmiş.
Sayın Baykal’a, 1 Eylül 1974 tarihinde gazeteciler soruyor:
“Libya’dan borç para almak için mi gidiyorsunuz?” “Hayır, borç para almak
için gitmiyorum. Bu gezimizin asıl amacı, dar günlerde
sıkıntılarımızı coşkunlukla paylaşan
dost Libya’nın bir ulusal gününde mutluluğuna ortak olmaktır,
Libya’yla ilişkilerimizi geliştirmektir” diyor. (RP
sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
MUSTAFA YILDIZ (Erzincan) – O gün için doğru...
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, şimdi
“bu doğru” diyorlar...
EROL ÇEVİKÇE (Adana) – Evet, doğru...
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Elbette doğru; doğru olan
yapılmış zaten...
EROL ÇEVİKÇE (Adana) – O gün için öyleydi.
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Hayır... Libya’yı ziyarete giden bir
Bakan bir görev yapıyor da, Türkiye’nin Başbakanı, Libya’yla
ilişkilerimizi güçlendirmek için bu ülkeyi ziyaret ediyorsa, bunda
yadırganacak ne var?! (RP sıralarından “Bravo” sesleri,
alkışlar)
EROL ÇEVİKÇE (Adana) – Orada, bize hakaret ettiler.
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, objektif
olmaya mecburuz. Libya’ya, 1974’te, Kıbrıs çıkarmasında en
büyük yardımı yapmış bir ülkeye şükran borcu için
giden bir bakan ne kadar doğru bir iş yapıyorsa, Türkiye’nin
yeni Hükümetinde, yeni dış ufuklarla ülkeyi güçlendirmeye
çalışan bir Başbakan ve onun refakatı, aynı görevi
yapıyor. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Elbette, bu, İran meselesinde de böyledir. Sayın Ecevit,
İran devrimiyle ilgili fevkalade olumlu sözler söylerken
alkışlanır; ama, Sayın Başbakan Necmettin Erbakan,
İran’ın ulusal gününde, o ülke için övücü sözler söylerse, bu suç
olur. Bu çifte standarttır, bu samimiyetsizliktir; onun için ifade
ediyorum. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, bakınız, bu
gensoruların, maalesef, bir tek sebebi var; o da, darbeyle, laikle,
Atatürkçülükle yıkamayacaklarını anladıkları bir
Hükümeti, şimdi, Libya’da olan bitenlerle yıkmaya
çalışmaktır. Bu yüzden paçaları erken
sıvamışlar, gazete haberleriyle yola çıkmışlar ve
sadece, hakaret ifade eden birtakım cümlelerle, Türkiye
Başbakanını ve Hükümetini, maalesef, çok aşırı,
çok yıkıcı bir dille itham etmişlerdir.
Vaktim kalmıyor; ancak, şunları ifade etmem lazım:
Ben, ANAP’ın gensorusuna baktığım zaman -Sayın Kâmran
İnan ve arkadaşlarının verdiği önerge olarak önüme
geldi- mümkün değil, Sayın İnan bunları yazamaz diye
düşündüm; çünkü, biz, Sayın İnan’ın hem dış
politikada hem de devlet idaresinde, Parlamentoda, ne büyük, ne ciddî görevler
yaptığını bilen insanlarız.
İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – Kendisi orada oturuyor. Sor...
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Evet, zaten ona duyurmak maksadıyla da
söylüyorum.
Onun, dışpolitika konusundaki kitabı
başımızın ucundadır. Türkiye’nin hayır demesi
gerektiğini ifade eden kitap yazmıştır, o da
başucumuzdadır. Devlet idaresinin nasıl yönetilmesi
gerektiğini ifade eden yazıları da her zaman takdirimizde,
kitabı da başucumuzdadır; ancak, şu cümleleri, o
kitapları yazan bir insanın elinden çıkmış olarak,
mümkün değil, tahayyül edemiyorum. (RP sıralarından
alkışlar)
“Her vesileyle kendini Türk dünyasından ve Türkiye Cumhuriyetinden
soyutlayan Başbakan...” Kim için söylüyor bunu; Sayın Başbakan
için söylüyor. “Libya’da yaşanan bütün bu olaylar, şeref ve
haysiyetine düşkün hiçbir Türk vatandaşının, artık,
Erbakan’ın Başbakanlığına tahammül etmesine imkân
bırakmamıştır. Biz, hakaretlere duyarsız, tepkisiz kalan...”
şu şu deniliyor.
Bakın, ANAP, aslında, bu gensoruyu genel görüşme olarak
verdi; ancak, daha sonra, bunu, CHP ve DSP’nin verdiği gensoruların
arkasına bir gensoru olarak ekledi. Genel görüşme olarak verirken,
işin bir gensoruluk olmadığını çok iyi biliyordu;
ancak, CHP ve DSP ile birlikte hareket etmesinin ve “Hükümeti acaba sarsabilir
miyiz” diye bir düşüncenin, maalesef, bugüne kadar getirdiği nokta
karşımızda ibretle durmaktadır. (RP sıralarından
“Bravo” sesleri, alkışlar)
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – O zaman Libya olayı yoktu.
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bu gensoru
önergeleri içerisinde, Cumhuriyet Halk Partisinin verdiğinde de, maalesef,
birtakım iddialar, isnatlar, iftiralar vardır; bunlar
cevaplandırılacaktır; ancak, DSP’nin verdiği önergeyi
bunlardan tenzih ediyorum; gerçekten, yazılışı ve
muhtevası itibariyle sorumluluk taşıyan, genel, objektif bir
değerlendirme yapılmıştır; ne hakaret vardır
içerisinde ne de Hükümetin Başbakanından utanç duyacak ifadeler yer
almıştır. Dolayısıyla, Meclisimizin, bu gensorular
üzerinde kararını verirken, ortada olup biten nedir, aslında ne
amaçlanıyor, bunu ciddî olarak düşüneceği kanaatindeyim.
Değerli arkadaşlarım, basında çıkan
birtakım haberleri delil kabul ederek, alelacele gensoru vermenin,
elbette, Türkiye açısından karşımıza getirdiği
birtakım sorumsuzluklar olacaktır.
Bakınız “Mısır’da bayrak
asılmadığı” ifade ediliyor.
BAŞKAN – Sayın Arınç, 2 dakikanız kaldı.
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Teşekkür ediyorum.
Mısır’daki bayrak meselesi, Sayın Hükümet Sözcüsü
tarafından dile getirilecek; ancak, milyonlarca insan,
Cumhurbaşkanlığı Sarayının üzerinde dalgalanan
Türk bayrağını herhalde gördü.
Libya’da olup bitenler, Kaddafi’nin konuşması ve buna verilen
cevaplar ortaya konulmuştur. Bunları da bir nebze ifade
etmiştim; ancak, vaktin kısalığı sebebiyle... Hükümet
sözcüsünün kendi görev alanı itibariyle bu konuyu
cevaplandıracağını zannediyorum; ancak, ulusal onur
konusunda, elbette, söyleyeceğimiz çok şeyler bulunmalıdır.
Bakınız, yaralı bir milletiz. Çok çok şükür,
İstiklal Harbini büyük bir başarıyla bitirip, cumhuriyetini
kuran, yetmiş küsur seneden beri de harp etmemiş bir ülkeyiz. Çok
büyük sıkıntılarımız var. Enflasyondan şikâyet
ediyoruz, işsizlikten şikâyet ediyoruz, dışborçlardan
şikâyet ediyoruz, sanayileşememekten şikâyet ediyoruz... Çöp
bidonlarında ekmek arayan insanlar bizi üzüyor. Bütün bunları,
dağ gibi meseleleri, Türkiye, önünde, bitirmek zorunda olduğu büyük
meseleler olarak görüyor.
Ulusal onur diye elbette şunu ifade etmem lazım: Hakaret
kimden gelirse gelsin, haysiyetli bir ülke için kabulü ve hazmedilmesi mümkün
olmayan bir hadisedir. (RP sıralarından alkışlar) Bu
yüzden, çok açık biçimde söylüyorum, ne İslam ülkeleriyle ilişki
kuracağız diye Kaddafi’nin terbiyesizliğini hazmetmek mümkündür
ne de Batı’yla ilişkilerimiz aman iyi gitsin diye Batı’nın
ve Amerika’nın azarlamalarına “aman ne iyi ediyorsunuz” diye mukabele
etmek, herhalde, ulusal onurla bağdaşmaz. (RP sıralarından
“Bravo”sesleri, alkışlar)
METİN ŞAHİN (Antalya) – Sen onu Genel Başkanına
söyle...
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Daha birkaç ay evvel, İstanbul’da toplanan
Habitat Kongresinde, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Butros Gali,
Cumhurbaşkanının da hazır bulunduğu bir sırada,
“Federe Türk Devletinin Cumhurbaşkanı”diyerek Türkiye’den
bahsederken, hangi ulusal onur adına tepki gösterdiniz? (RP
sıralarından alkışlar)
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Arınç, size eksüre vereceğim; ama,
sizden önce konuşan sayın genel başkanların 2 dakikayı
aşmadıkları konusunda gösterdikleri duyarlığa sizin de
katılacağınızı düşünüyorum.
Buyurun.
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Buna itiraz edilmiştir; Refah Partililer bu konuda tenkitlerini
yapmışlardır. Saratoga Muhribinden Muavenet Muhribine yöneltilen
füzeler kaptan köşkünde 5 denizcimizi şehit ederken, ulusal onurdan
bahsetmek kimsenin aklına gelmedi mi? (RP sıralarından “Bravo”
sesleri alkışlar) Değerli arkadaşlarım, Silopi’de Türk
kaymakamına tokat atan İngiliz çavuşuna “sen kimsin, ne
belasın, seni kim buraya getirdi” diye söylemek hiç aklınıza
gelmedi mi? (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
YUSUF ÖZTOP (Antalya) – Denildi, denildi... Sen uyuyorsun...
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, Madam
Mitterrand’ın bir komiser edasıyla Türkiye’ye gelerek “siz şu
zulmü yapıyorsunuz, siz şunlara haksızlık
yapıyorsunuz” şeklindeki suçlamaları karşısında
dut yemiş bülbüle dönenler, nasıl şimdi o ulusal onurdan
bahsedebiliyorlar. (RP sıralarından ‘Bravo” sesleri,
alkışlar) Daha 19 Eylül tarihinde Avrupa Parlamentosunun
aldığı kararda, Türkiye’nin, hem Kıbrıs’ta
işgalci olduğu hem de güneydoğuda halka zulmettiği
açık açık yazıyorken, Avrupa Parlamentosunun bu kararına
karşı hepimizin aynı tepkiyi göstermesi gerekmez miydi?
Bütün bu konuşmalar, bütün bu yapılanlar bir çifte
standardı ortaya koyuyor. Bir ülkeye kim giderse gitsin suç değil;
ama, Erbakan giderse suç... Bir ülkeye kim gidecekse, ne zaman gidecekse
gidebilir. İran’a Cumhurbaşkanı gider “aa ne kadar güzel”,
Libya’ya Sayın Çiller gider “aa ne kadar faydalı oldu...” Ama,
Sayın Erbakan veya bu Hükümeti temsilen bir başbakan bu ülkelere
giderse... Bu çifte standart Türkiye’nin karşısına getirilemez.
(RP sıralarından “Alışacaklar, alışacaklar”
sesleri)
Değerli milletvekilleri, bu gensoruları, maalesef,
samimiyetten uzak, muhtevadan yoksun ve sadece Hükümeti yıpratarak
Sayın Erbakan’ın şahsında bu Hükümetin düşmesini
temine matuf bir hareket olarak görüyorum. Takdir, değerli
millletvekillerinindir.
Hepinizi hürmetle selamlıyorum. (RP sıralarından “Bravo”
sesleri, alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Arınç.
IV. –
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
2. – Antalya Milletvekili
DenizBaykal’ın, Manisa Milletvekili Bülent Arınç’ın
şahsına yönelik yanlış değerlendirmelerde
bulunması nedeniyle açıklaması
BAŞKAN – Sayın Baykal, Sayın Refah Partisi Sözcüsünün
sarf ettiği sözler nedeniyle söz istiyorsunuz. Sataşma nedeniyle mi,
yoksa sizin Libya’ya yaptığınız ziyaret...
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Yanlış takdim efendim,
yanlış takdim.
BAŞKAN – Evet... Çünkü, ben, sataşma konusunda bir şey
görmedim.
O konuyu düzeltmek için, buyurun efendim. (RP sıralarından
gürültüler)
Efendim, sataşma değil; Sayın Baykal’ın bakan olarak
bir eylemi hakkında yapılan değerlendirmeye Sayın Baykal
“yanlış bilgi” diyor, onu düzeltme ihtiyacını duyuyor.
Buyurun Sayın Baykal.
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sayın Başkan, bir açıklama
fırsatı verdiğiniz için size teşekkür ediyorum; Sayın
Meclisi de tekrar saygıyla selamlıyorum.
Refah Partisi Sözcüsü Sayın Arınç konuşmasında,
benim, 22 yıl önce, 1974 yılında, Libya’ya
yaptığım geziden hareket ederek, burada yaptığım
değerlendirmelerle bir çelişki olduğu izlenimini vermeye
çalıştı. Bu, çok haksız bir yaklaşımdır;
böyle bir çelişki kesinlikle yoktur.
1 Eylül 1974 devrim kutlamaları için, ben, Libya’ya gittim;
doğrudur. Libya’ya yardım almak için gitmedim; 1974 Kıbrıs
Harekâtında Libya’nın bize gösterdiği yakınlığa,
şükran duygularımı da bu vesileyle ifade etmek için gittim; bu
da doğrudur. (RP sıralarından alkışlar [!]) Libya’ya
gidilmesi yasak değildir, Libya’ya gidilmesi ayıp değildir. (RP
sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar [!]) Libya’ya
gidilmesi kendi başına yanlış bir şey değildir.
Ben, Libya’ya gittim. Libya’ya, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin bir mensubu
olarak, şerefle gittim; Türkiye Cumhuriyetinin
başarılarını hayranlıkla dinlemek isteyen Kaddafi
tarafından özel bir törenle karşılandım. Sayın
Erbakan’ın o azarları işittiği Sirte’deki o çadırda,
ben, 1974 Kıbrıs Harekâtının ayrıntılarını
anlattım; bunu hayranlıkla dinleyen Kaddafi’nin
alkışlarıyla konuşmam bitti. (CHP sıralarından
alkışlar, RP sıralarından alkışlar [!]) Ve ben,
orada, Kaddafi’nin, ilk kez bir yabancı devlet adamına tahsis
ettiği özel uçağıyla Türkiye’ye döndüm. (RP
sıralarından alkışlar [!])
Yani, burada yanlış olan şudur: Libya’ya gidilir; ama,
Libya’ya gidip Türkiye’nin tarihi, Türk toplumu, Türkiye Cumhuriyeti
hakkında hakaretler dinlenmez. Sayın Erbakan’ın
yanlışı, o hakaretlere muhatap olmayı içine sindirmesidir.
(CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) O hakaretleri
sessizce dinleme durumuna düşmüş olmasıdır, onlara gereken
cevabı vermemiş olmasıdır; yoksa, Libya’ya gitmiş
olmasında yanlış bir şey yoktur...
BAŞKAN – Sayın Baykal... Sayın Baykal... Açıklamayı
yapınız... Lütfen...
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Sayın Başkan,
bitiriyorum, son cümlem.
BAŞKAN – Lütfen... (RP sıralarından
gürültüler, sıra kapaklarına vurmalar)
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Ayrıca, benim ve
Cumhuriyet Halk Partisinin, Saratoga zırhlısına, Silopi’de
yaşanan olaylara tepki göstermediğimiz iddiası da
yanlıştır.
BAŞKAN – Sayın Baykal... Sayın Baykal...
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Saratoga
zırhlısına karşı da, Silopi’de yaşananlara
karşı da, ulusal onura değer veren, her ülkeye karşı
ulusal onuru koruyan bir anlayış içinde gereken tepki
tarafımızdan gösterilmiştir.
Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar, RP sıralarından gürültüler))
TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Sayın
Başkan... Sayın Başkan...
BAŞKAN – Buyurun Sayın Karamollaoğlu. (RP
sıralarından gürültüler)
Arkadaşlar, Grup Başkanvekiliniz bir şey
söylemek istiyor. Herhalde, onu siz de dinlemek istiyorsunuz değil mi?
TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Sayın
Başkan, Sayın Baykal, konuşmasında, Sayın
Başbakanın, Libya’da söylenen birtakım sözleri içine
sindirdiği tarzında bir ifade kullandı. Bunu kabul etmemiz
mümkün değil. Müsaade ederseniz, ben de aynı şekilde bu konuda
açıklık getirmek için söz istiyorum. Aynı açıklamayı
yapmak için kendisi söz aldı...
YUSUF ÖZTOP (Antalya) –Hükümetle Partiyi birbirine
karıştırıyorsunuz.
BAŞKAN – Bir dakika...
Sayın Karamollaoğlu, Hükümetiniz adına
birazdan konuşulacak.
TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Müsaade eder
misiniz?..
BAŞKAN – Bir dakika efendim.
Siz, yerinizden, bunu...
TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Grup
adına...
BAŞKAN – Efendim, gensoru önergesi Grubunuza
verilmedi. Lütfen, olayı usulü içinde götürelim. 1 saat süreyle,
Başbakan -istiyorsa- bizzat kendisi ya da görevlendirdiği Bakan
konuşacak. Siz, Grup olarak, Başbakan hakkında bu
hassasiyetinizi dile getirdiniz ve tutanaklara geçirdiniz.(RP
sıralarından gürültüler)
TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Ancak...
Müsaade eder misiniz?.. Bir hususu belirtmek istiyorum. Müsaade edin efendim...
Müsaade edin...
BAŞKAN – Bir dakika efendim...
TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Sayın
Baykal, sadece açıklık getirmek için söz aldı.
BAŞKAN – Ben de müdahele ettim o noktada
Sayın Karamollaoğlu.
TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) –
İfadelerinde, doğrudan doğruya hakaretler yağdırarak
indi. Bu hakaretini kınıyor, aynen iade ediyorum.
YUSUF ÖZTOP (Antalya) – Otur... Otur...
BAŞKAN – Sayın Karamollaoğlu, Libya ziyaretinin
açıklamasından sonra, ben de, konuşmasında, kendisine,
gördünüz; müdahale ettim.
TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Aynen iade ediyoruz.
VI. –
GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI
VE
MECLİS ARAŞTIRMASI (Devam)
A)ÖNGÖRÜŞMELER (Devam)
1. – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına Grup Başkanı ve Antalya Milletvekili Deniz Baykal ile Grup
Başkanvekilleri İçelMilletvekili Oya Araslı, Ankara Milletvekili
Önder Sav ve Hatay Milletvekili Nihat Matkap’ın, Hükümetin izlediği
ciddiyetsiz ve tutarsız dış politika nedeniyle devletin
dış ilişkilerinde küçültücü duruma düşürüldüğü
iddiasıyla Başbakan Necmettin Erbakan Hakkında bir gensoru
açılmasına ilişkin önergesinin gündeme alınıp
alınmayacağı konusunda görüşme (11/2) (Devam)
2. – Zonguldak Milletvekili Mümtüz Soysal
ve 21 arkadaşının, dış politikanın belirlenme ve
yürütülmesindeki tutarsızlıklar nedeniyle devletin küçük
düşürüldüğü iddiasıyla Bakanlar Kurulu hakkında bir gensoru
açılmasına ilişkin önergesinin gündeme alınıp
alınmayacağı konusunda görüşme (11/3) (Devam)
3. – Bitlis Milletvekili Kâmran İnan
ve 24 arkadaşının, Libya gezisi esnasında Türk Milleti’ne
yapılan hakaretlere duyarsız ve tepkisiz kalması nedeniyle
devletin dış ilişkilerinde küçültücü duruma
düşürüldüğü ididiasıyla Başbakan Necmettin Erbakan
hakkında bir gensoru açılmasına ilişkin önergesinin gündeme
alınıp alınmayacağı konusunda görüşme (11/4)
(Devam)
BAŞKAN – Gruplar adına dördüncü konuşmayı,
Demokratik Sol Parti adına, Sayın Şükrü Sina Gürel yapacaklar.
Buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)
Sayın Gürel, süreniz 30 dakikadır.
DSP GRUBU ADINA ŞÜKRÜ SİNA GÜREL (İzmir) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli üyeler; Demokratik Sol Partinin
gensoru önergesiyle ilgili görüşlerini sunmak üzere
huzurlarınıza geldim. Hepinize Grubum adına saygılar
sunarım.
Demokratik Sol Partili milletvekillerinin imzaladıkları
gensoru önergesinde, genel olarak, bu Hükümetin
dışpolitikasının sorgulanması istenilmektedir ve bu politikadan,
yalnız Sayın Başbakanın değil, aslında bütün
Hükümetin sorumlu olduğu da vurgulanmaktadır; çünkü, gerçekten, bir
koalisyon hükümeti de olsa, bu Koalisyon Hükümetinin
dışpolitikasının yürütülüşünden, yalnız
Sayın Başbakanın değil, bütün Hükümet üyelerinin sorumlu
tutulması gerekir.
Demokratik Sol Parti Grubu içerisinde, bu konuda, gensorudan daha hafif
geçiştirilebilecek bir denetim usulünün bulunamayacağı
kanısına vardık; çünkü, demokratik laik cumhuriyet -bugün
Sayın Genel Başkanımın da Grup konuşmasında
belirttiği gibi- şimdi, yalnız içeriden değil,
dış ilişkilerimiz bakımından da tehlikeye girmek
üzeredir.
Aslında, dışpolitikayı,
dışpolitikanın yürütülmesini, içpolitikadan ayırmak da
mümkün değildir; çünkü, içpolitikayı temellendiren dünya görüşleri,
içpolitikayı temellendiren siyasal görüşler,
dışpolitikayı da temellendiren görüşlerdir;
dolayısıyla, içpolitika ile dışpolitika arasında bir
ayırım yapmak da son derece zordur.
Bu Hükümetin neredeyse yüzüncü gününde, daha yüzüncü gününe gelmeden,
yüz kızartıcı bir dışpolitika skandalı, rezaleti
yaşanmıştır. Refahyol Hükümeti, aslında, yüz gündür,
kendisine güvenmiş bulunanların yüzünü ak çıkarmak için de pek
bir şey yapabilmiş değildir. Bu gensoru önergesiyle ya da bütün
bu gensoru önergeleriyle, Yüce Meclis, bu Hükümetin, dışpolitikadaki
başarısızlığını ve geldiği noktayı
tartışmaktadır; ama, bugün, Türk Halkı, Refahyol
Hükümetinin, aynı zamanda, ekonomide ve devlet yönetiminde
tıkandığı yeri de tartışmaktadır.
Sayın Başbakanın gezisi -Kuzey Afrika gezisi, özellikle
Libya durağı- bir skandalla, bir rezaletle
sonuçlanmıştır ve gerçekten, Türk Halkının ulusal
onuru incinmiştir; ancak, bu skandalı, bir kaza olarak görmek mümkün
değildir; çünkü, bir görünmez kaza -adı üstünde- önceden ortaya
çıkacağı kestirilemeyen bir olaydır. Oysa, Sayın
Erbakan’ın Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olarak Libya’da
karşılaştığı olay, geldiği, geleceği
daha önceden görünen bir skandaldır; çünkü, eğer, böyle bir
dışpolitika yürütürseniz böyle bir skandalla
karşılaşırsınız ve bu skandal, Libya’da olmaz
ama, başka bir yerde mutlaka olacaktır. Göz göre göre, uygulanan
dışpolitikanın sonucu olarak ortaya çıkan, uygulanan
dışpolitikanın yürütülüş biçiminden ve dayandırıldığı
esaslardan ötürü ortaya çıkan bir sonuçtur Libya’da
karşılaşılan skandal.
Sayın Başkan, değerli üyeler; dışpolitika, hata
kaldırmaz; çünkü, dışpolitikada atılan yanlış
adımlar, hükümeti aşan devleti bağlayan, ulusun geleceğini
bağlayan sonuçlar doğurur. Bu bakımdan, dışpolitikada
yapılan hatalar, belki de içpolitikada ülkeyi yönetmekte yapılan
hatalardan daha vahim, daha uzun dönemli sonuçlar doğurur. İşte
bunun için, dışpolitikanın yürütülmesiyle ilgili olarak devlet
kural ve gelenekleri oluşmuştur. Böyle kural ve gelenekler
vardır ve bunlara uyulması gerekir. Dışpolitika ne bu
Hükümetin örneğini verdiği gibi bir uyumsuzluk içerisinde
yürütülebilir -böyle bir lükse hiçbir hükümet sahip değildir- ne de
Sayın Erbakan’ın bir alışkanlık haline getirdiği
gibi devlet kural ve geleneklerine aykırı olarak yürütülebilir.
Şimdi, Sayın Erbakan, Hükümet adına konuşacaksa ve
Türkiye Büyük Millet Meclisine bu gensorunun görüşüldüğü gün
gelecekse ya da onun yerine herhangi bir bakan Hükümet adına bu
söylenenlere cevap verecekse, eminim -belki yumuşak bir üslupla- özellikle
Libya gezisinin ya da bütünüyle Afrika gezisinin ne kadar büyük bir
başarı getirdiğini, ne kadar büyük bir başarı
olduğunu hepimize anlatmaya çalışacaklardır. Ancak, ben,
Demokratik Sol Parti Grubu adına yapmaya
çalıştığım bu konuşmada, somut bazı noktalara
değineceğim ve Sayın Başbakanın ya da Sayın
Başbakan adına, burada Hükümet adına konuşacak olan
değerli bakanın da, bu konulara cevap vermesinin uygun
olacağını şimdiden belirtmeyi gerekli buluyorum.
Sayın Başbakan, dışpolitikada,
Dışişleri Bakanlığını dışlayarak,
Dışişleri Bakanlığıyla herhangi bir ortak
hazırlık yapmaya gerek duymadan hareket etmeyi, seyahatlerini,
dış gezilerini böyle planlamayı bir alışkanlık
haline getirmiştir. Sayın Başbakan, Ankara’da bulunduğu
sırada da, yabancı devlet temsilcileriyle yaptığı pek
çok görüşmeyi, Dışişleri Bakanlığından
herhangi bir temsilciyi bu görüşmelere almadan, yani, devleti
kapının dışında tutma alışkanlığını
sürdürerek yapmayı tercih edegelmiştir. Bu görüşmeler,
Sayın Erbakan’ın yabancı devlet temsilcileriyle
yaptığı bu görüşmelerin pek çoğu, tutanaksız
olarak yapılmaktadır, yabancı tercümanların
aracılık etmesiyle yapılmaktadır ve devletin
hafızası bir anlamda zayıflatılmaktadır; bu
görüşmeler ve bu temaslar devletin hafızasına
yazılmamaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
dışpolitika uygulamaları, hükümetlerin sorumluluk
taşımadıkları bir alan değildir. Hükümetler,
içpolitika uygulamaları konusunda olduğu gibi, dışpolitika
uygulamaları konusunda da Türkiye Büyük Millet Meclisinin önünde hesap vermek
zorundadırlar ve devlet arşivlerine dayanmadan, resmî tutanaklara
geçirilmeden yapılan görüşmelerin oluşturduğu bir
dışpolitika konusunda bugünkü Hükümet nasıl hesap verecektir, o
konuda benim kaygılarım var.
Ayrıca, Sayın Başbakan, yine, devletin kural ve
geleneklerini hiçe sayarak, yabancı ülkelere gittiğinde, devletin
kadrolarının, kurumlarının, kendisine verdiği
bilgileri tamamen yadsıyan birtakım demeçler vermeyi ve âdeta,
yabancı devlet temsilcileriyle yaptığı görüşmeleri,
devletin kurumlarının, kadrolarının bilgilerinin tersine
niyetlerle yaptığını açığa vurmayı da bir
âdet haline getirmiştir. Âdeta, Sayın Başbakan ile devlet
arasında bir güven bunalımı var gibidir.
Sayın Başkan, değerli üyeler; bunlar, bugünkü Hükümetin
dışpolitikasının yürütülüşüyle ilgili
sakıncalardır. Şimdi, bu Hükümetin
dışpolitikasını dayandırdığı
esasların yarattığı sakıncalara gelmek istiyorum.
Ancak, daha önce, bu esasların nasıl oluşturulması
gerektiği konusunda bir örnek oluşturacağı için, Sayın
Arınç’ın, biraz önce Sayın Bülent Ecevit’le ilgili iltifat dolu
sözlerini de, Demokratik Sol Partinin üyesi olarak, nasıl
yorumladığımı buradan açıklamak ihtiyacını
duyuyorum.
Sayın Arınç, Sayın Ecevit’in 1974’te söylediği
sözlerden alıntılar yaparak, aslında, Sayın Ecevit’in temellerini
attığı çok yönlü
ilişkilere dayanan, yalnızca Batının bütüncül
çıkarları çerçevesine sığdırılmayıp
dünyanın başka yerlerindeki ülkelerle ve özellikle bölgemizdeki
ülkelerle iyi ilişkiler kurulması temellerine dayanan
dışpolitikasından ya da dışpolitika esaslarından
örnekler verdiler; kendisine teşekkür ederim. (DSP sıralarından
alkışlar)
Gerçekten, Sayın Ecevit, 1974’te ve daha sonra 1978’de
başbakanken böyle bir dışpolitikayı yürütmüştü.
Batı’nın bütüncül çıkarlarının içine hapsolmadan,
bölgemizdeki devletlerle iyi, sağlıklı, kalıcı
ilişkiler kurma esasına dayalı ve dünyanın öteki
bölgelerini de ihmal etmeyen bir dış politikanın yürütülmesinin
temellerini atmıştı ve bununla hepimiz övünüyoruz.
Üstelik, Sayın Arınç’ın söylediği, şunu da
gösteriyor: Aslında, Refah Partisi, çoğu kez iddia etmesine
karşın, dışpolitika anlayışımıza olumlu
bir yenilik getiren bir siyasal anlayışa sahip değil. Yani, daha
önce yapılmayan bir işi yapmaya kalkışmak, çok yönlü
ilişkiler gerçekleştirmek, Türkiye’nin dış-politikasını
yalnızca belirli bir çerçevenin içinde kalmaktan kurtarmak iddiası
eğer Refah Partisinin iddiasıysa, bunlar, Türkiye’de ilk defa
söylenen ve ilk defa yapılan şeyler değil. Sayın
Arınç, Sayın Ecevit’in sözlerine atıf yaparak, bunu da,
şimdi belirtmiş oluyor. Üstelik, Sayın Ecevit, dış
politikasını yürütürken, resmî görüşmelerini yaparken, bugünkü
Sayın Başbakanın karşı karşıya
kaldığı hakaretler karşısında ve Türk
insanının onurunun incitilmesi karşısında
takındığı tavır gibi sessiz ve mahcup bir tavır
da izlememiştir. (DSP sıralarından alkışlar)
Ben size bir tek örnek vereyim. Sayın Ecevit, 1978
yılında Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı olarak
Almanya’yı ziyaret ettiğinde, Alman Başbakanıyla
görüşürken, Alman Şansölyesinin Kıbrıs konusunu açmaya niyetlenmesi
üzerine -Sayın Arıç, dikkatinizi çekerim- Kıbrıs konusunda
olumsuz bir şey söylemesi üzerine değil, Kıbrıs konusunu
görüşmek niyetini belli etmesi üzerine “eğer bu konu açılacaksa,
bu görüşme burada biter” diyebilmek kararlılığını
göstermiştir. (DSP sıralarından alkışlar)
Biraz önce de belirtmeye çalıştığım gibi,
zaten, Refah Partisi dışpolitika anlayışında olumlu
bir yenilik getirmiyor. Eğer, bir yenilik getiriyorsa Refah partisi, o
yenilik de şudur: Refah Partisi, hâkimi olduğu bu Koalisyon Hükümetinin
dışpolitikasını din temeline dayandırmak istiyor.
Bu din temeline dayandırma niyetini açmadan önce, genel bir saptama
yapmak istiyorum. Dine dayalı siyaset, ateşle oynamak gibidir.
Unutulmasın ki, tarihte ve bugün en kanlı insanlık
kavgaları, en büyük kıyamlar, savaşlar aynı dinden olan
insanlar arasında olmuştur, olmaktadır. Dine dayalı
siyaset, birleştirici değil,
ayırıcı olur ve yalnız rejimi, laik cumhuriyetin temel
dayanaklarını değil, aynı zamanda Türkiye’nin dünyadaki
konumunu da tehlikeye sokar.
Sayın Erbakan ve Refah Partisi, dış ilişkilerimizi
din temeline dayandırmak istediklerini saklamıyorlar; Refah
Partisinin Programına bakarsanız, seçim bildirgelerine
bakarsanız, Sayın Erbakan’ın meydan konuşmalarını
dinlemişseniz, İslam birleşmiş milletlerini, bugünkü
Birleşmiş Milletler yerine koyma iddiasından, İslam ortak
pazarı kurma iddiasından, İslam NATO’su kurma iddiasından
haberdar olmanız gerekir. Şimdi de Sayın Başbakan, 100 günlük
iktidarının 20 gününü “İslam ülkeleri” diye
adlandırdığı ülkeleri dolaşmakla geçiriyor. Sayın
Başbakan ve bu Hükümet, İslam ülkeleriyle kurulacak ilişkilere
önem verdiklerini açıklıyorlar; ama, Orta Asya ve Kafkaslardaki Türk
Cumhuriyetlerini ağızlarına bile almıyorlar. Neden; çünkü,
Orta Asya ve Kafkasya’daki Türk Cumhuriyetleri, köktenciliğe teslim olmak
niyetinde değildir ve laikliğe bu yüzden sıkı
sıkıya sarılmaktadırlar. (DSP sıralarından
alkışlar)
Bugün, Kıbrıs’ta, tehlikeli bir dönemece girilmiştir;
sonunun ne olacağı pek belli olmayan bir dönemece girilmiştir.
Yeni bir uluslararası çerçeve içerisine Kıbrıs konusu oturtulmak
istenmektedir, bir Avrupa sorunu haline getirilmek istenmektedir, Türkiye’nin
Kıbrıs ile ilgili, Kıbrıs’ın bütünüyle ilgili söz hakkı
kısıtlanmak istenmektedir ve Kıbrıs Türk halkı,
sonunda bir azınlık konumuna düşürülmek istenmektedir. Bu
konuda, Sayın Erbakan’ın başkanlığındaki
Hükümetin nasıl bir politika izlemek niyetinde olduğu,
Kıbrıs ile ilgili ne yapmak istediği henüz belli değildir.
Yine, bugünkü Hükümetin kararsız ve biraz mahçup ve sessiz
kaldığı bir konu da Kuzey Irak konusudur. Sayın Erbakan
başkanlığındaki bu Hükümetin, bu konuda da herhangi bir
olumlu tasarısının, projesinin ya da girişiminin bulunduğunu
bilmiyoruz; zaten, herhalde böyle bir girişim de yoktur. Belki de,
Sayın Erbakan ve Hükümeti, burayı da, kendi kendine nizama girecek
bir İslam toprağı olarak görüp, işi böyle geçiştirmek
istiyor; ama, Türkiye’nin çok önemli konularında dışpolitika
üretemeyen bu Hükümetin, İslam dünyasıyla iyi ilişkiler
kuracağız iddiasıyla ortaya çıkıp, böyle bir
dışpolitika yürüterek vardığı yer bugün
ortadadır. Türkiye, bu Hükümetin yürüttüğü dışpolitikayla,
Balkanlarda, Kafkaslarda, Orta Asya’da ve en önemlisi Ortadoğu’da
etkinliğini yitiren bir ülke durumuna gelmiştir.
Bu Hükümetin bir kanadı hayalî bir İslam dünyasına
liderlik edebileceğini düşlerken, Türkiye’nin şimdiye kadarki
birikimini, dünya sistemi içerisindeki yerini tehlikeye atmaktadır;
Hükümetin öteki kanadıysa, içpolitikada olduğu gibi
dışpolitikada da Refah Partisinin ardından sürüklenip
gitmektedir. (DSP sıralarından alkışlar)
Sayın Başkan, değerli üyeler;
dışilişkilerin din temeline dayandırılması, hem
Türkiye’nin dünyadaki yerine bir zarar verme istidadındadır hem de
bir hayalden ibarettir; çünkü, dışpolitika ortak çıkarlar
üzerinde yükselir, dışilişkiler ortak çıkarlar üzerinde
yükselir. Sayın Erbakan ve Sayın Refah Partililer, hangi İslam
dünyasından, hangi İslam ülkeleri birliğinden söz ediyorlar
acaba?! Hangi ortak çıkarlar çerçevesinde İslam ülkesi denilen ülkeler
çıkarlarını birleştirebilmişlerdir şimdiye
kadar?! Bu ülkeler, hangi ortak çıkarlar çerçevesinde kendilerine bir
ortak konum sağlamaya çalışmaktadır dünyada?!
Bırakınız İslam devletlerini, Arap devletleri için bile
böyle ortak çıkarlardan ve dünya
sistemi içerisinde bir ortak konum arayışından, bugün söz etmek
mümkün değildir. Dolayısıyla, M7’ler yaratmak, İslam
dünyasının liderliğine soyunmak, bir hayalciliğin
göstergeleridir ve hayallere dayalı bir dışpolitika olamaz,
yürütülemez.
Sayın Başkan, değerli üyeler; ancak, Sayın
Erbakan’ın ve Refah Partisinin, son Afrika gezisini yapma, bu geziye
çıkma konusundaki ısrarcı ve telaşlı tutumları,
yalnızca, hayalciliğin masumiyetiyle de açıklanamaz. Çünkü,
belirtiler şunları gösteriyor: Refah Partisinin ve Sayın
Erbakan’ın dine dayalı dış siyaset yürüteceklerini
açıklamaları, yalnızca çok hayalci olduklarını
göstermiyor, aynı zamanda, dünyadaki belirli çevrelerle birtakım
ilişkiler kurmak istediklerini ve onlara belirli mesajlar göndermek
niyetinde olduklarını da gösteriyor. İşte, işin bu
yönü, kanımca, ülke çıkarları açısından daha
tehlikelidir. İşin bu yönü, ülkemiz, demokratik, laik cumhuriyetimiz
için daha büyük tehlikeler ortaya çıkarmaktadır.
Sayın Erbakan ve genel olarak Sayın Refah Partililer,
birtakım çevre ve kişilerle
-burada, karanlık dememek için karanlıkta kalan demeyi tercih
ediyorum- karanlıkta kalan özel
ilişkiler kurmayı sürdürüyorlar. Örneğin, Sayın
Başbakan, Mısır Devlet Başkanına, Mısır’da,
resmî rejim tarafından terörist örgüt olarak bilinen, tanınan
Müslüman Kardeşler Örgütüne, Mısır Hükümetinin hoşgörülü
davranmasının gerekliliğinden söz edebiliyor. Örneğin,
Tunus’ta, rejim karşıtı, terörist olarak tanınan biriyle
Sayın Erbakan, kapalı kapılar ardında özel bir görüşme
yapabiliyor. Örneğin, Libya’daki İslama Çağrı Cemiyetinden,
Refah Partisine bir çek geldiği konusunda kanıtlar var ortada ve
Refah Partisi Kongresine de kendi ülkelerinde rejim karşıtı
olarak tanınan birtakım İslamcı fraksiyonların
liderleri konuk olarak çağrılabiliyor.
Bu ilişkilerin karanlık niteliğini belirtmeye
çalışırken “karanlık” sözcüğünün iki
anlamını da kastediyorum. Bunlardan bir tanesi, aydınlık
nitelikli olmayan, Türk toplumunu, çağdaş ulus olmaktan geriye götürmek, ümmet,
aşiret yapmaya yönelen ilişkiler anlamına karanlık
ilişkilerdir. Öteki de gerçekten gün ışığından
uzak, gizli kapaklı kurulan ilişkiler anlamına karanlık
ilişkilerdir.
Sayın Başbakan, Libya ve Nijerya’ya giderken, hatta
Mısır’ı da bu geziye katmak için son derece telaşlı ve
aceleci davranırken, Mısır’a kendisini davet ettirmeyi de büyük
bir çabayla istemiştir ve görünen o ki, Mısır Devleti, bu geziyi
resmî bir gezi olarak kabul etmediğini de belirtmiştir. Acaba, böyle
bir telaş içerisinde ve istenilen bir zaman süresi içerisinde Libya’ya ve
Nijerya’ya gitmekte Sayın Başbakanın birtakım özel
gerekçeleri, özel nedenleri mi vardı sorusu da ister istemez insanın
aklına geliyor. Çünkü, eğer, böyle olmasaydı, Sayın
Başbakanın akılcı bir karar verip Libya’ya gitmemesi
gerekirdi.
Şimdi, yeniden Sayın Arınç’a döneyim: Sayın
Arınç, Sayın Ecevit’in 1974’teki Libya ile ilgili sözlerini
hatırlatırken, o zaman, Sayın Ecevit’in, Libya’nın dost bir
ülke olduğunu söylediğini belirtti. Bugün de Libya dost bir ülkedir.
Libya Halkıyla, Türk Halkı arasında dostluktan başka bir
alışveriş zaten olamaz; ama, Sayın Erbakan’ın bu
dönemde, şu konjonktür içerisinde Libya Devlet Başkanı
Sayın Kaddafi’nin daha önce Libya’da yarattığı bir rezalet
ve Türk Halkına açıkça hakaret etmesi ortada dururken gitmesi büyük
hataydı. Çünkü, Sayın Erbakan, bütün sorumlu devlet ve siyaset
adamları tarafından uyarılmıştı,
Dışişleri Bakanlığı tarafından
uyarılmıştı; ama, yine de, Libya’ya ve Nijerya’ya gitmeyi
seçti. Eğer, bu uyarılar yetmiyor idiyse, Sayın Erbakan’ın
önünde, eylül başında; yani, bu geziden bir ay kadar önce, hem de
Sayın Gül’ün ve bir başka bakanımızın da hazır
bulunduğu bir toplantıda Kaddafi’nin Türkiye ile ilgili
söylediği sözlerin metni de duruyordu; ama, Sayın Erbakan, yine de
dayanamadı ve Libya’ya ve Nijerya’ya bu geziyi düzenledi.
Herhalde, özel nedenleri olmasa, Sayın Erbakan bu geziyi
yapmazdı diye düşünmekten insan kendisini alamıyor ve işte,
tam bu özel nedenler konusu insanın aklına takılınca da, 4
Ekim tarihli Eşşems Gazetesini açıp okumak gerekiyor; çünkü, bu
Eşşems Gazetesi, özgür ülkelerde yayımlanan herhangi bir gazete
gibi, özgür bir iradeyi ve kamuoyunun bir bölümünün görüşlerini
yansıtan bir yayın organı değil, Eşşems Gazetesi,
Libya Devlet Başkanı Kaddafi’nin görüşlerini yansıtan bir
gazetedir ve bir resmî yayın organı niteliğindedir de onun için.
Bu Eşşems Gazetesinin 4 Ekim tarihli sayısında bir
yorum var. Başlığını Sayın Yılmaz daha önce
okudu ve bazı alıntılar yaptı; ama, ben,
zamanınızı almak pahasına bunu okumak niyetindeyim. Türk
Hükümetinin Başkanı Olarak Değil Uluslararası Halk
Komutanlığında Seçkin Bir Üye Olarak Hoş Geldin Necmettin
Erbakan başlığında bir yazı ve şöyle deniliyor
“Necmettin Erbakan, Türk Hükümetinin başkanı olarak
karşılanmamalıdır. Türkiye, Atatürk dönemiyle birlikte
İslamdan ayrılarak laik bir ülke olmuştur. İşte, bu
nedenledir ki, Refah Partisi gibi bir İslamî parti veya Erbakan gibi
dindar bir adamın laik Türkiye’yi yönettiğine inanmamız mümkün
değildir.” Eşşems’in buraya kadarki yorumlarına diyecek
hiçbir şey yok. Eşşems, ondan sonra şöyle devam ediyor:
“Erbakan’ı, lider Kaddafi’nin liderliğini üstlenmiş
bulunduğu İslam Halk Liderliğinde önde gelen bir üye olarak
karşılamalıyız. Erbakan bu liderliği ziyaret etmeye
gelmiştir. Bu da oldukça doğaldır ve hiç kimse tarafından
yadırganmamalıdır.” Belki bazıları
yadırgamayabilir; ama, biz yadırgıyoruz, Türk halkı
yadırgıyor. (DSP sıralarından alkışlar)
Yine bu özel ilişkilerden söz ederken, Libya Devlet
Başkanı Kaddafi’nin, çadırdaki o ünlü söylevini bitirirken
söylediği sözlere de değinmek istiyorum. Kaddafi şöyle diyor:
“Zaten Erbakan ile bir toplantımız daha var, kendisiyle İslam
Halk Komutanlığı Kongresinin toplantısına gidiyoruz.
Erbakan da bu komutanlığın üyesidir.” Ve buradan, Sayın
Erbakan ile birlikte, iki saatlik, başbaşa bir toplantıya
gidiyorlar. Herhalde, işte bu İslam Halk
Komutanlığının toplantısı olsa gerek. Bu
İslam Halk Komutanlığı nedir derseniz, İslam Halk
Komutanlığı şudur: Libya’nın resmî bir kuruluşu
olan, Libya Devletinin kurduğu bir cemiyet olan İslama
Çağrı Cemiyeti var; hani, şu çeki Refah Partisine
yolladığı kanıtlanan cemiyet... (RP sıralarından
gürültüler)
AHMET DOĞAN (Adıyaman) – Ayıptır...
ŞÜKRÜ SİNA GÜREL (Devamla) – Ve bu cemiyetin, bir
uluslararası örgüt olarak oluşturduğu ve Libya Devlet
Başkanı Kaddafi’nin başkanlığını
yaptığı, Sudan, Tunus, Cezayir gibi ülkelerin dinci grup ve
partilerinin üye oldukları bir uluslararası örgüttür bu İslam
Halk Komutanlığı denilen örgüt.
Şimdi, Libya Devlet Başkanının ve Eşşems
Gazetesinin yorumunu birleştirirsek; yani, Kaddafi’nin, bu İslam Halk
Komuta Örgütünün Başkanı olduğunu düşünürsek, o zaman bir
soru daha geliyor aklımıza; acaba Sayın Kaddafi ile Sayın
Erbakan arasında bir ast-üst ilişkisi mi vardı? (DSP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Gürel, son dakikanız içerisindesiniz.
ŞÜKRÜ SİNA GÜREL (Devamla) – Şimdi, aslında
Sayın Erbakan ile Libya Devlet Başkan Sayın Kaddafi
arasında böyle bir ast-üst ilişkisi var mıydı; onu
bilemeyiz, onu, kendisine sormak gerekir.(RP sıralarından gürültüler)
Ama, Libya Devlet Başkanı_
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Gürel, eksüre veriyorum. Sanıyorum, siz de
bu eksüreye duyarlı olacaksınız.
Buyurun.
ŞÜKRÜ SİNA GÜREL (Devamla) – Sayın Erbakan ile Libya
Devlet Başkanı arasında bir dostluk olduğunu Sayın
Erbakan’ın kendisi de söylüyor. Zaten, bu Libya’daki İslam Halk
Komutanlığına üye olduktan sonra, Sayın Erbakan, sekiz
dokuz defa Libya’ya gitmiş gelmiş ve Kaddafi ile
görüşmüştür ve Kaddafi, kanımca, Türkiye’yi yorumlarken,
Türkiye’yi yorumlayan, Türk tarihini ve Türk halkını
aşağılayan sözlerini söylerken, Sayın Erbakan’ın önünde
de bunu yaparken, bir dost meclisinde bunu söylermiş gibi söylemiştir
ve işin vahim tarafı odur ki, Sayın Erbakan, Libya Devlet
Başkanının bu sözlerini de, bugüne kadar
cevaplandırmış değildir.
Aslında, bu özel ilişkilerle ilgili söylenecek başka
sözler de var; ama, Sayın Erbakan’ın, Libya ve Nijerya gezileriyle ilgili
olarak; yani, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanının, dünyadan
dışlanmış, kara para aklamak ihtiyacında olan,
neredeyse terörist ilan edilmiş bu iki devlete ziyaretiyle ilgili olarak,
doğrusu, birtakım özel nedenler kaygısı, kuşkusu Türk
halkında da vardır ve bugün, Hükümet kararnamesi de
imzalanmamış bulunduğuna göre, belki de Libya Devlet
Başkanı Sayın Kaddafi’nin söylediği doğrudur ve
Sayın Erbakan, Libya’ya, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin Başbakanı
olarak değil de, İslam Halk Komutanlığının bir
üyesi olarak gitmiştir.
Sözlerimin bu noktasında ve sonunda, değerli Doğru Yol
Partili milletvekillerine seslenmek istiyorum. “Biz olsaydık
yumruğumuzu masaya vururduk” gibi sözlerle, bu Hükümetin
dışpolitikasının ve Kuzey Afrika gezisinde ortaya
çıkan skandalın sorumluluğundan kurtulmak mümkün değildir.
Ellerimizi, böyle, masalara vurmak için değil, bu gensoru önergesine
olumlu oy vermek için kullanalım. (DSP sıralarından “Bravo”
sesleri, alkışlar) Aydınlık bir Türkiye geleceği için
ellerimizi kaldıralım.
Demokratik Sol Parti olarak, bu gensoru önergesinin gündeme
alınması için oy vereceğiz ve Demokratik Sol Parti Grubu olarak
umuyoruz ki, bu gensoru, Sayın Erbakan’ın deyimiyle, hayırlara
vesile olur da, bu hayalci Hükümet gider ve yerine, ülke sorunlarını
ve dünyayı gerçekçi bir gözle değerlendirebilecek yeni bir hükümetin
kurulması için kapı açılır.
Yüce Meclise en derin saygılarımla. (DSP, ANAP ve CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Gürel.
Gruplar adına son konuşma için, Doğru Yol Partisinden
Sayın Ali Rıza Gönül; buyurun efendim. (DYP sıralarından
alkışlar)
Sayın Gönül, süreniz 30 dakikadır.
DYP GRUBU ADINA ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Yüce Meclisinizi, şahsım
ve Grubum adına saygıyla selamlıyorum.
Bugün, 3 muhalefet partisi milletvekillerince verilen gensoru
önergelerindeki iddiaların tartışıldığı ve
Yüce Heyetinize sunulduğu, öngörüşmeyi icra etmekteyiz. Şu ana
kadar, grupları adına görüşen ve görüşlerini Yüce
Heyetimize sunan değerli konuşmacıların iddialarını,
mesajlarını, Doğru Yol Partisi olarak bize yönelttikleri
soruları aldık. Tabiî ki, önümüzdeki süre içerisinde hem
iddiaları hem de bize sorulan
soruları cevaplandırmaya gayret edeceğim.
Hiç şüphe yok ki, devlet ve hükümet başkanlarının ve
hükümet üyelerinin dış gezilerinin, ülkelerarası siyasî, sosyal,
kültürel ve ekonomik alanlarda, yoksa yeni ilişkiler tesis etmek, varsa,
güçlendirmek amacıyla yapıldığı hepimizin
malumlarıdır. Bu ziyaretler, özünde egemenlik haklarına
saygı, içişlerine karışmama, toprak bütünlüğünün
korunması gibi temel ilkeler doğrultusunda yapılmakta ve
karşılıklı çıkarlar gözetilmektedir.
Değerli milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti Devleti büyük ve
bölgesinde güçlü bir ülkedir; çevresindeki yakın ve uzak tüm ülkelerle olan
münasebetlerini hep bu açıdan ele almış ve bu anlayış
üzerine tesis etmiştir. Bu ilkeler, dışpolitikamızın
yerleşmiş ve gelenekselleşmiş temel çizgisidir.
Kısacası, Büyük Atatürk’ün “yurtta sulh cihanda sulh” prensibinin
ifadesidir.
Bugüne kadar, hiç şüphe yok ki, cumhurbaşkanlarımız,
başbakanlarımız diğer ülkelere temel
politikalarımız doğrultusunda ziyaretlerde
bulunmuşlardır. Diğer ülkelerin devlet başkanları ve
başbakanları da ülkemizi ziyaret etmişlerdir. Gayet tabiî ki, bu
ziyaretlerde, biraz önce yukarıda ifade ettiğim gözetilmesi gereken
temel ilkelerin yanı sıra, en azından, diplomatik nezaket ve
zerafetle birlikte, misafire saygı ve hoşgörülü yaklaşım,
her zaman esas olmuştur. Aslında, bu tavır, ülke ve devletlerin
büyüklüğünün ifadesidir, büyüklüğünün işaretidir.
Buraya kadar, bunları niye söyledim; tabiî ki, bir şeyi ifade
etmek, daha doğrusu, doğru olanı ifade ederken,
yapılmış yanlışı da vurgulamak istedim.
Doğru olan, ülkelerarası münasebetlerde, yukarıda
saydığım ve ortaya koyduğum kurallara
karşılıklı uymaktır. Yanlış olan, bu ve
bunlara uymamaktır ki, tek cümleyle terbiyesizlik ve
saygısızlıktır; kısacası, haddini bilmezliktir ve
haddini aşmaktır.
Değerli milletvekilleri, gensoru önergelerine gelelim ve
olayı, kısaca irdelemeye, kısaca açıklamaya
çalışayım: Hükümet Programımızın bir bölümünde
“başta yakın komşularımız olmak üzere, İslam
ülkeleriyle ikili ekonomik ve ticarî ilişkilerimizin geliştirilmesi
ve istikrarlı bir yapıya kavuşturulması için, önümüzdeki
dönemde gerekli tedbirler alınacaktır” denilmektedir. “Bir bölümünde”
dedim; çünkü, diğer bölümlerinde Türkî devletler, Balkan ülkeleri, Avrupa
Birliği ülkeleri, müttefikimiz ülkelerle olan münasebetlerin kapsamı
ve amacı ele alınmaktadır.
Burada, bir konuya değinmek istiyorum: Şurası bir
gerçektir ki, Doğru Yol Partisi ile Refah Partisini Hükümet olmakta bir ve
beraber tutan temel çerçeve, her iki siyasal parti arasında imzalanan ve
54 üncü Koalisyon Hükümetine hayat veren protokoldür; bu protokolün ilkelerinin
Koalisyon Hükümetinin vazgeçilmez, ortak, uzlaşma zeminini teşkil
ettiğidir.
Her zaman ve her zeminde ifade ettiğimiz gibi, Doğru Yol
Partisi, devletimizin üniter yapısından en ufak bir taviz veremez.
Doğru Yol Partisi, Atatürk ilke ve inkılaplarının
sahibidir. Doğru Yol Partisi, laikliğin teminatıdır.
Doğru Yol Partisi, sosyal hukuk devletinin ve manevî değerlerin,
inanç ve ibadet hürriyetinin inançlı savunucusudur.
İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) – Kaddafi’ye gir
biraz, Kaddafi’ye...
ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla) – Değerli milletvekilleri, Sayın
Erbakan, Hükümet Programı ve Protokolünde belirlenen bu esasler içerisinde
İran’ı ziyaret etmiş, Mısır, Libya ve Nijerya’yı
kapsayan bir dış geziye çıkmıştır. Gezi sonucu,
bu ülkelerle ticaret anlaşmaları, ortak ekonomik
yatırımların teşvik ve korunması ve
geliştirilmesi gibi sözleşmeler imzalamıştır.
İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) – Kararname
imzalamış!..
ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla) – Özellikle, bu gezi öncesi, Sayın
Erbakan’ın İran’ı veya Libya’yı ilk defa ziyaret eden bir
Hükümet Başkanı olarak algılanmasını yanlış
bulduğumuzu ifade etmek istiyorum. Geçmişte, hepimizin malumu
olduğu üzere, devlet başkanları, hükümet başkanları,
hatta, hükümet üyeleri, çeşitli vesilelerle bu gezilere
katılmışlardır. Özellikle, bu ziyaret öncesi, gerek
basınımızda gerekse muhalefet sözcülerinin basın
demeçlerinde konu, doğruluk yanlışlık, zamanlı
zamansız gibi çeşitli açılardan ele alınmış ve
yorumlanmıştır. Olaya bu ve bu açılardan
yaklaşmanın doğruluğunu ve yanlışlığını
Yüce Heyetinizin ve yüce milletimizin takdirine bırakıyoruz.
Burada, bölgesel gelişmeler ve uluslararası
değerlendirmeler açısından, ziyaretlerin zamanlama yönüyle
doğruluğu ve yanlışlığı
tartışılabilir. Doğru Yol Partisi olarak, bu gezinin,
zamanlama açısından yanlışlığını ve
uygun koşulları taşımadığını kamuoyuna
birçok kereler ifade ettiğimizi belirtmek isterim.
Bilindiği üzere, bu ziyaretler sırasında, üzülerek
belirteyim ki -önergelerde ifadesini bulan- ulusumuzu, devletimizi inciten,
üzen sözlere maruz kaldık. Bu saygısızlığı yapan
ülkenin Başkanını bu kürsüden kınıyoruz.
İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) – Oy verme!.. Oy
verme!..
ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla) – Ev sahibi olmanın
yükümlülüğünü idrak edemeyen, asgarî terbiye ve nezaket
kurallarını çiğneyen Kaddafi’yi buradan kınıyoruz.
Bu olay, şüphesiz hepimizi derinden üzmüş ve
yaralamıştır. Diplomatik kuralları böylesine hiçe sayan,
misafirine ve şahsında temsil ettiği ülkeye suçlamada bulunan
lider, aslında hem kendini hem de devletini küçültmüştür.
Burada, biraz evvelki konuşmaları sırasında,
Sayın Baykal ve Sayın Cem, Doğru Yol Partisine bir soru
yönelttiler; bizi, Sayın Erbakan’ı ve Koalisyon
ortağımız Refah Partisini korumak ve kollamakla itham ettiler.
Biz, inanıyoruz ki, ne Refah Partisinin ne de Sayın Erbakan’ın
bizim korumamıza ihtiyaçları yoktur. (RP ve DYP
sıralarından alkışlar) Kendileri, tabiî ki bu kürsüden
gerekli cevapları vereceklerdir.
NİHAT MATKAP (Hatay) – Erbakan verecek mi?..
METİN ŞAHİN (Antalya) – Bu söz bile bir korumadır.
ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla) – Türkiye Cumhuriyeti Devleti büyüktür,
diplomatik yönüyle büyükelçisini geri çekmiştir. Sayın
Dışişleri Bakanı, Genel Başkanımız, derhal
bu terbiyesizlik ve saygısızlık karşısında
büyükelçimizi geri çekmekle ilk cevabı vermiş ve tavrını
koymuştur. (CHP sıralarından alkışlar [!] ) Hadsiz
olana haddini bildirmiş, Devletimiz, uluslararası diplomatik
teamüllere uygun olarak tavrını ortaya koymuştur. Ayrıca,
Dışişleri Bakanlığı 7 Ekim 1996 tarihinde bir
basın açıklaması yayınlamıştır. Bu açıklamada
“Libya liderinin, Türkiye’nin etnik yapısı konusunda gerçeklere ve
sağduyuya aykırı beyanlarda bulunmasının
yadırgandığını; bir yabancı hükümet yetkilisinin,
Türkiye’nin içpolitikasına taalluk eden konularda fikir yürütmeye
kalkışmasının yakışıksız olduğu,
evvelce de bu tür beyanlarına tanık olduğumuz Libya liderinin,
bundan böyle, ülkemiz hakkında daha dikkatli bir üslup benimseyerek Türk
Milletini rencide edecek beyanlardan kaçınmaya özen göstermesini beklediğimiz”
belirtilmiş ve vurgulanmıştır.
Değerli milletvekilleri, hepimizin malumudur ki, olayın
gensoru haliyle ele alınması, konuyu, ortak tavır koyma ve tepki
göstermenin ötesine taşımıştır. Hassasiyetiniz,
hepimizin ortak hassasiyetidir; devletimizi ve milletimizi incitecek her
saygısızlığa tepki göstermek ortak
tavrımızdır ve ortak tavrımız olmalıdır;
ama, siyasî sonucu Hükümeti düşürmeye yönelik gensoru ile ortak tepki
göstermeyi birbirinden de ayırmamız gerektiğine inanıyoruz.
Telin etmekse beraberiz; kınamaksa kınamakta da beraberiz; mütecavizin
haddini bildirmekte yine beraberiz ve beraber olmalıyız.
Devletimizin, milletimizin onurunu hiç şüpheniz olmasın ki, biz
koruruz, sizinle birlikte koruruz; bu, bu Meclisin ortak tavrı
olmalıdır diyoruz; ama, bunun arkasında ve ötesinde Hükümeti düşürmek
hedefleniyorsa -ki, gensoruyla siyaseten ve hukuken bu
amaçlanmıştır- buna katılmıyoruz; çünkü, Türkiye
Cumhuriyeti Devleti ve milleti bir belirsizliğe, iktidar kaosuna ve
boşluğuna terkedilemez ve bırakılamaz. Gerçekçi ve
uygulanabilir hiçbir hükümet modeli ortaya konulmadan Hükümetin
düşürülmesi tek kelimeyle belirsizliktir ve kaostur.
Burada, Sayın Baykal, biraz evvel, Doğru Yol Partisine hitaben
şu sözleri söylediler: “Alternatifsizliği bir kenara
bırakın, siz, Doğru Yol Partisi olarak, alternatif hükümet
modelinin arayışı içinde olun veya bu arayışlara
katılın” Sayın Bakanım, bilemiyorum, aynen bu şekilde
mi ifade ettiniz...
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Evet.
ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla) – Sayın Bakanım, inanıyorum
ki, bu Mecliste, Doğru Yol Partisinin özverili hükümet
arayışı içerisine girdiğini en iyi bilenlerdensiniz.
Doğru Yol Partisinin, daha önceki hükümet modeli içinde bulunmak ve o
hükümet modelinin güvenoyu alması için yaptığı
fedakârlığı en iyi bilenlerdensiniz. 53 üncü Hükümetin
kuruluşunu takiben, Doğru Yol Partisinin ve Sayın Genel
Başkanı Çiller’in üçlü, olmazsa, dörtlü hükümet
arayışları içerisinde çırpındığını
en iyi bilen sizsiniz.
Biz, Doğru Yol Partisi olarak, siyaseten ve bu memleketi, bu
milleti düşünen insanlar olarak, üzerimize düşeni fazlasıyla
yaptığımız kanısındayız; ama, yeniden, bir
belirsizliğin içerisinde, yeniden bir iktidar boşluğu ve kaosu
içerisinde hükümet arayışı içerisine girerek, birilerinin veya
bazı insanların siyasî geleceklerini korumak veya kurtarmak gibi
tarihî bir sorumluluğumuzun olmadığını ve böyle bir
taahhüdümüzün de bulunmadığını bu kürsüden ifade etmek
istiyorum. (DYP ve RP sıralarından alkışlar)
ALİ HAYDAR ŞAHİN (Çorum) – Sizi göreve
çağırıyoruz.
ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla) – Onun içindir ki, Doğru Yol Partisi,
gensoruların arkasına takılıp gidemez. Ne Kaddafi’nin bu
Hükümeti yıkmasına ne de gensoruların arkasına
takılıp, bu Hükümetin düşürülmesine sorumluluk
anlayışı içinde katılamaz ve fırsat veremez.
Burada, biraz evvel, önerge sahibi olarak konuşan Sayın Cem
“Türkiye sevdalısı bir hükümet istiyoruz” gibi, kanımca talihsiz
bir söz sarf ettiler; yani, bu Hükümetin ve bu çatı altında güvenoyu
alacak hükümetlerin, Türkiye sevdalısı olduğundan şüpheniz
mi var Sayın Cem?
MEHMET CAVİT KAVAK (İstanbul) – Biraz öyle oluyor...
ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla) – Eğer siz, bunu tersinden
alırsanız, bu Hükümete güvenoyu vermiş milletvekillerinin,
Türkiye sevdasından ve Türkiye sevdalısı olduğundan
şüpheniz mi var? (DYP sıralarından alkışlar)
Ama, ben inanıyorum ki, siz, bu sözlerinizle, bunu
amaçlamamıştınız; çünkü, ben ve biz, biliyoruz ki, bu
çatı altında görev alan her milletvekili arkadaşım ve
güvenoyu almış her hükümet, Türkiye sevdalısıdır; bunu
belirtmeyi de, bir görev kabul ediyorum. (DYP ve RP sıralarından
alkışlar)
Değerli milletvekilleri, tekrar ifade ediyorum ki, Doğru Yol
Partisi, laik düzene; Doğru Yol Partisi, Atatürk ilke ve
inkılaplarına; Doğru Yol Partisi, üniter devlet
yapısına, sosyal hukuk devleti anlayışına ve
Doğru Yol Partisi, inanç ve ibadet serbestisine ve hürriyetine sahiptir ve
bunların savunucusudur.
ADİL AŞIRIM (Iğdır) – “Sahip değil” diyen yok
ki!..
ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla) – Tümüyle protokole aykırı
davranış ve icraat gördüğünde ne yapar diye sorarsanız;
sizin gensorunuzun arkasına takılmaz; ama, bu Hükümeti, o zaman,
Doğru Yol Partisi kendisi yıkar; bunu, herkesin böyle bilmesini
istiyoruz.
EMİN KUL (İstanbul) – Olur mu Türkiye sevdalısı
Hükümeti yıkmak.
ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla) – Bu sebeple, gensoruların gündeme
alınması isteğine katılmadığımızı;
Doğru Yol Partisi Grubu olarak, gensorulara ret oyu vereceğimizi
belirtir, Yüce Heyetinizi en derin saygılarımla selamlarım. (DYP
ve RP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Gönül.
Sayın Gül, sanıyorum, Hükümet adına, Bakanlar Kurulu
adına siz konuşacaksınız; buyurun efendim. (RP ve DYP
sıralarından alkışlar)
Sayın Gül, süreniz 60 dakikadır.
METİN ŞAHİN (Antalya) – Nerede Başbakan? Böyle
şey olur mu canım!.. Başbakan yok, Dışişleri
Bakanı yok; böyle laubalilik de az görülür.
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Kayseri) – Sayın Başkan,
değerli milletvekili arkadaşlarım; 54 üncü Hükümetimizin
dışpolitikasıyla ilgili, Sayın Başbakanımız
ve Bakanlar Kurulumuzu hedef alan, Bitlis Milletvekili Sayın Kâmran
İnan ve arkadaşlarının, Sayın Mümtaz Soysal ve
arkadaşlarının ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun verdiği
gensoru açılmasına ilişkin önergeleri üzerine, Hükümetimizi
temsilen söz almış bulunuyorum; sözlerime başlamadan önce,
başta Sayın Başkan ve Yüce Meclisimizin siz değerli
üyelerini saygıyla selamlıyorum. (RP sıralarından
alkışlar)
Değerli arkadaşlar, bu gensoru önergelerini veren
arkadaşlarımıza, Hükümetimize bu açıklamaları yapma
imkânını verdikleri için de ayrıca teşekkür ediyorum;
çünkü, gensoruda sözü edilen konularla ilgili bizlere açıklama
fırsatı vermişlerdir. Gazetelerin çarpık, yalan ve tamamen
hayali bilgilerinin dışında, en azından, burada, neler olup
neler bittiğini sizlere anlatma imkânımız olmuştur; bu
açıdan kendilerine teşekkür ediyoruz.
AHMET ALKAN (Konya) – İyi okumamışsınız demek
ki Sayın Gül...
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – Şimdi, uzun süredir, önerge
sahibi arkadaşlarımızı dinledik; grupların
temsilcilerini dinledik. Daha önce de, tabiî, elimizde yazılı olan
gensoru önergeleri var. Önce, müsaade ederseniz, bu yazılı gensoru
önergeleriyle ilgili fikirlerimi kısaca söylemek istiyorum.
Sayın Kâmran İnan ve 24 arkadaşı adına verilen
önerge, gerçekten, tamamen hamasi duyguları içeren ve laf olsun diye
verilen bir önerge. Sayın Bülent Arınç arkadaşımın da
dediği gibi, kendilerinin konuşmasını burada çok dinledik,
birçok kitaplarını okuduk, herhalde önergeye bir itibar vermek için
onun ismi konulmuş; tamamen boş, tamamen hamasi ve tamamen
ciddiyetten uzak bir önerge, bunu söylemek istiyorum. (RP
sıralarından alkışlar)
Sayın Mümtaz Soysal’ın önergesi, tabiî, daha dikkatle kaleme
alınmış ve ciddî. Orada, Hükümet içinde tutarlı bir
dışpolitika çizgisinin izlenilmediği söyleniliyor;
Dışişleri Bakanlığının birçok konuda devre
dışı bırakıldığı iddia ediliyor.
Bunlarla ilgili görüşlerimizi biraz sonra vereceğim; ama,
bunların hiçbirisinin de gerçekle alakası yoktur.
Üçüncü gensoru önergesiyse, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
verilmiştir. Burada, üzülerek belirtmek isterim ki, son yıllarda,
içinden üç tane Dışişleri Bakanı çıkarmış
bir parti grubunun önergesine hiç benzemiyor kaleme alınış
şekli. (RP sıralarından alkışlar) Tamamen, gazete
kupürleri alt alta getirilmiş ve konulmuş, alakasız şeyler
yazılmış... Halbuki, şu andaki grubunda bile üç eski
Dışişleri Bakanı barındıran bir grup, dışişleriyle, dış
politikayla ilgili çok daha ciddî bir önerge hazırlayabilirdi. Gensorunun
hemen başında, arkadaşlarımız, tamamen gündemini
kaybetmiş bir meseleye giriyorlar; Malezya’daki Müslüman Kadın
Parlamenterler Toplantısıyla ilgili bir meseleyi gensorularında
dile getiriyorlar ve bunun için, Hükümetin düşürülmesini istiyorlar;
sanki, bunun için buraya gelmiş gibi. Halbuki, bu konuyu üç ay önce çok
konuştuk.
Bilgilerinize sunmak için tekrarlamak istiyorum. Malezya’dan Refah
Partisinin Genel Merkezine faksla bir davet aldık; Malezya’da tertiplenen,
gönüllü kuruluşların, parlamenterlerin organize ettiği bir
toplantıya bizim de heyet göndermemizi istiyorlar. Ben de Refah Partisinin
dışişlerinden sorumlu Genel Başkan
Yardımcısı olarak, Meclis üyesi hanım
arkadaşlarımızdan müteşekkil bir heyeti gönderdim. Daha
sonra öğrendik ki, aynı davet Türkiye Büyük Millet Meclisimize de
yapılmış ve Meclisimizin çok değerli hanım
milletvekilleri Malezya’ya gitmişler. Durum ortaya çıkınca hemen
Malezya’da Meclisimizi temsil eden
heyetin Başkanı İmren Hanımı, oradaki Büyükelçimizi ve
bizim oradaki parti heyetimizi arayıp “bir kargaşanın
olmamasını” söyledim. Bu konuyla ilgili de, burada, bütün
grupların grup başkanvekillerine bilgi vermiştim; mesele buydu.
Şimdi, böyle bir gensoruya, -yani Hükümeti düşürmeye davet
ediyorsunuz- üç ay önce bu kadar açıklanmış, ortaya
çıkmış bir konuyu getirip koymanın ciddiyetini doğrusu
hiç anlayamadım. Dediğim gibi...
HASAN HÜSEYİN CEYLAN (Ankara) – Malzemesizlikten.
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – Belki de odur; ama, tamamen laf
olsun diye verilen bir gensoru. Çok daha ciddî bir gensoruyla gelinebilirdi.
HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) – Dostlar alışverişte
görsün!..
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – Sayın Başkan, değerli
arkadaşlar; bu izahlardan da görüleceği gibi, bu önergeler...
METİN ŞAHİN (Antalya) – Sen mi takdir edeceksin
ciddiyetini?..
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – Vallahi söyledim, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu şu anda üç Dışişleri Bakanı bulunduruyor.
Gensorunuzu okudunuz mu bilmiyorum, okursanız göreceksiniz. (RP
sıralarından alkışlar) Ben, kendi açımdan, size onu
yakıştıramadım.
METİN ŞAHİN (Antalya) – Cumhuriyet Halk Partisi üyesi
değilim.
BAŞKAN – Sayın Şahin, lüften... Sayın Bakan
konuşsun...
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – O zaman, sizi hiç
ilgilendirmiyor, siz ne diye soruyorsunuz?.. (RP sıralarından
“Bravo”sesleri, alkışlar)
METİN ŞAHİN (Antalya) – O Dışişleri
Bakanlarının hepsi şu anda parlamenter değil...
BAŞKAN – Sayın Şahin, lütfen, Sayın Bakan
konuşmasını müdahalesiz yapabilsin... Lütfen...
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – Peki, şimdi, sormak
istiyorum: Hükümetimize karşı bu düşmanca muhalefetin, bu
asabiyetin ve bu hiddetin sebebi nedir?.. Gensoruların içeriğine
baktığımız zaman, mademki,
tutarlı, böyle Hükümeti düşürmeye davet edici ciddî bir
şey olmağına göre, bu asabiyetin, bu
hırçınlığın ve bu muhalefetin sebebi nedir; tabiî ki,
iktidar mücadelesi; gayet açık bir şey. Elinizden
kaçırdığınız fırsatı ve kıymetini
bilmediğiniz halka hizmet etme imkânını kaybetmiş
olmanın öfkesinden başka bir şey değil bu; gayet
açık... (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Halbuki, siz de icraatınıza devam edebilirdiniz ve halka hizmet
nasıl edilirmiş gösterebilirdiniz. Biz, üç aydır bunu
yapıyoruz, üç aydır gece gündüz çalışıyoruz; üç
aydır, sizin bundan önceki iktidarınızda ancak birkaç kez
toplayabildiğiniz Bakanlar Kurulunu en az 10 kez topladık, saatlerce
oturup konuşuyoruz ve her toplantının neticesinde...
NEJAT ARSEVEN (Ankara) – Boşa...
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) –
Boş mu, değil mi; onu halkımız biliyor. (RP
sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Onu millet
biliyor... Milletin içine çıkarsanız, o zaman görürsünüz boş
olup olmadığını... Halkımızın refahı
için, halkımızın biraz nefes alması için getirdiğimiz
tedbiri milletimiz biliyor.
Dolayısıyla, bunun bir hırçınlığı
içerisindesiniz ama, bunun ölçüsü kaçıyor, muhalefeti burada yapmak
lazım. Şu anda, muhalefet, aslında, Meclis içinde değil açıkçası,
dışarıdaki çeşitli mihraklar tarafından
yapılıyor. (RP sıralarından “Bravo” sesleri,
alkışlar) O mihraklar da, biliyorsunuz ki, Hükümetimizin
aldığı tedbirlerle, halkı sömüren musluklarının
birazcık sıkılmaya başlamasından dolayı bu
feryadı yapıyorlar. (RP sıralarından “Bravo” sesleri
alkışlar) Yoksa, ne
Hükümetimizin ne bizim Libya’ya gitmemizden ne İran’a gitmemizden...
Eğer, o sömürü musluklarına hiç ellemesek, Libya’ya da gitsek,
Mısır’a da gitsek, İran’a da gitsek hiç umurlarında
değildir onların; bu, bu kadar açıktır. (RP
sıralarından alkışlar)
Dolayısıyla, bu seyahatlardan önce
başlamıştı bu muhalefet ve maalesef, görüyoruz ki, dün,
sizler hakkında olmadık yalanları, bugünkü Anamuhalefet Partisi
Başkanımız hakkında olmadık yalanları,
iftiraları, hakaretleri yapan insanları da çok çabuk unuttunuz ve
onları ziyaret edip, onlarla beraber olmaya başladınız.
YAVUZ KÖYMEN (Giresun) – Onlarla siz beraber oldunuz.
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – Bilirsiniz hangi gazeteler
olduğunu; çok çabuk unuttunuz. Ha, ama, biz, onlara karşı
şerbetliyiz açıkçası. (RP sıralarından
alkışlar) Çünkü, onların yalanlarına millet o kadar itibar
etmiyor ki, bakın, size hemen göstereyim: Sayın
Başbakanımız, biliyorsunuz, Afrika seyahatinden döndükten sonra
İcraatın İçinden Programında bir konuşma yaptı ve
bütün bu yalanları, iftiraları ve düzmece haberleri orada gayet
açıkça ortaya getirdi. O konuşmasını çarşamba günü
akşam 9’da yapacaktı; televizyonlara da bilgi verdik; fakat, daha
sonra öğrendik ki, o gün bir millî maçımız var; son anda onu
erteledik. Ertesi günü -perşembe günü- çıkan, Türkiye’nin en çok
satan gazetelerinden birisi “Yalan Rüzgârı” diye manşet attı ve
içinde “Erbakan, İcraatın İçinden Programında
yaptığı konuşmada safsatalar, yalanlar söyledi, halkı
aptal yerine koydu” diye manşet yaptı ve bu gazete perşembe günü
Türkiye’de satıldı.
HASAN HÜSEYİN CEYLAN (Ankara) – Skandal!
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – Sizin bu
gensorularınıza kaynak olan gazeteler bunlar!..(RP
sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Sizin, Hükümetimiz
hakkında, burada, tamamen tutarsız, tamamen yalanlara... Sizin
suçunuz yok; açık söyleyeyim; sizin suçunuz var, ama, az; çünkü, bu
açıklamaları biz yapmadan, Sayın
Başbakanımızın İcraatın İçinden
Programı televizyonlarda yayınlanmadan ve biz de gerekli
cevapları vermeden önce bu gensoruları takdim ettiniz.
AHMET PİRİŞTİNA (İzmir) – Sizin Hükümetiniz
geri çekti büyükelçiyi.
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – Tabiî ki, Türkiye’deki baskı
karşısında, gelip, ne oldu ne bitti diye büyükelçimizden bilgi
almak istemiştir Dışişleri
Bakanlığımız.
A. ZİYA AKTAŞ (İstanbul) – Sizin resminiz de fotomontaj
mıydı?!
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – Bakın... Dinleyin...
Sizin bütün bilgi kaynaklarınız ve kol kola olduğunuz
budur işte. (RP sıralarından “Bravo” sesleri,
alkışlar) Bu gazete perşembe günü yayınlandı,
Türkiye’de satıldı ve burada diyor ki: “Dün gece, Erbakan,
İcraatın İçinden Programında konuştu ve
şunları dedi.” Erbakan, perşembe günü konuştu,
bildiğiniz gibi. Dolayısıyla, değerli
arkadaşlarım, kaynaklarınız ve bilgileriniz sağlam
olsun; böyle mahcup duruma düşmeyin.
Herkesin bildiği gibi, uzun bir siyasî kaostan sonra ve
bunalımdan sonra -Refah Partisi ile Doğru Yol Partisi- Hükümetimizi
kurduk, Temmuz 1996 tarihinde de sizlerden güvenoyu aldık. Demokratik
kurallar içerisinde, çerçeve içerisinde kurulmuştur bu Hükümet ve
halkımıza bir nefes aldırmıştır; bir huzur,
barış ve istikrar gelmiştir. Aslında, büyük, tarihî bir
uzlaşma da gerçekleşmiştir Türkiye’de. Tam tersine, Türkiye’nin
kutuplaştığı, bizim asabiyetimizin artık
halkımıza yansıdığı bir dönemde, bu büyük
uzlaşmayı gösterdik ve Hükümetimiz büyük bir başarıyla da
devam etmektedir.
Tabiî ki, ülkemizin büyük problemleri vardır. Bunların
bazıları kronik problemlerdir. Bunların bir günde, bir ayda,
hatta bir senede çözümlenmesini herhalde kimse beklemez; ama, önemli olan,
trendin, gidişin iyi olup olmadığıdır; problemlerin
azalıyor mu, çoğalıyor mu olmasıdır ve biz
inanıyoruz ki -bunu, tabiî ki, nihayette millet takdir edecektir-
çalışmalarımız neticesini vermektedir ve verecektir;
göreceğiz. Bunlar, rakamlara da yansıyacaktır.
Terörle mücadele akıllı ve etkili bir şekilde devam
ederken, ekonomik problemlerimizi de çözüp halkımıza nefes
aldırmak için gece gündüz gayret içerisindeyiz.
Terörle mücadelenin başarısı, sadece Türkiye içinde
alınacak önlemlerle ilgili değildir; bunu takdir edersiniz; bunu
herkes biliyor. Bu sebeple, öncelikle çevremizdeki ülkelerle, İran, Irak,
Suriye ile diyalogları geliştirip, sıkı bir temas içerisine
girdik. Şuna inanıyoruz ki, bir ülke komşusuyla devamlı
kavgalı, devamlı düşmanca tavır içerisinde oldukça o ülke
içerisinde kalkınma gerçekleşemez. Dünyanın hangi ülkesine
bakarsanız bakın, o ülkeler, önce çevresiyle barışı,
huzuru temin etmiştir, karşılıklı güveni oluşturmuştur
ve ondan sonra ekonomik kalkınmayı gerçekleştirmiştir;
Almanya’da da bu böyle olmuştur, Japonya’da da böyle olmuştur,
Malezya’da, Endonezya’da da böyle olmuştur. Şu anda bunu
gerçekleştirmek için, Hükümetimiz, etrafında bir güven çemberini
oluşturmak için bu ülkelerle devamlı temas halindedir; ama, hayretle
karşıladım, burada, bu ülkelerle görüşmeyi,
konuşmayı bile suç telakki edercesine bir tavır konuldu.
Bırakınız, düşmanınızla bile konuşursunuz
neticede; ama, onu hangi çizgiye getirdiğinizdir önemli olan. Bu
konuşmalar neticesinde, eğer, Türkiye lehine bir noktaya
getirebiliyorsanız çevrenizdeki ülkeleri, önemli olan budur; ama,
konuşma, sus, konuşma, görüşme... Ama, aynı
anlayışı, başka ülkeler söz konusu olduğunda,
Batılı ülkeler söz konusu olduğunda, maalesef, görmüyoruz.
Bu çerçevede, dışpolitikamız, güvenlik politikamız,
birbirini tamamlayan bir görünüm arz etmektedir. Şüphesiz ki, hükümetlerin
tek ve ortak bir dışpolitikası vardır.
Dolayısıyla, Hükümetimizin de sadece bir dışpolitikası
vardır. Söylenildiği gibi, çift başlı veyahut da işte,
farklı farklı dışpolitikalar... Bunlar, uyum içerisinde
görülen Hükümetin içinde nasıl bir çatlak çıkarırız diye
ileri sürülen fikirlerden başka bir şey değildir.
METİN ŞAHİN (Antalya) – Ortağınızı
uyutun, uyutun!..
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – Şüphesiz ki,
dışpolitikalar tespit edilirken, Hükümetin, Hükümetin
dışındaki birçok kurumun, bunların hepsinin
katkısı olacaktır ve vardır da. Neticede, tabiî, bunu
uygulayan da, Dışişleri Bakanlığıdır; ama,
bazı arkadaşlarımız o kadar ileri gitmektedirler ki, sanki,
siyasî iradenin politika tespitinde hiç söz hakkı yokmuş gibi bir
hale getirmektedirler. Sanki Başbakan, sanki Dışişleri
Bakanı, sanki siyasî iktidar kendilerine dikte ettirilen yahut da kendilerine
söylenilen her şeyi kabul edeceklermiş... Böyle bir şey söz
konusu değil. (RP sıralarından alkışlar)
Neticede, güvenoyunu sizden aldık, bu Meclisten aldık;
Meclisten alırken ortaya koyduğumuz bir dışpolitika
tercihimiz vardır; bu hedefleri göstermek Hükümetindir; bunu uygulamak da,
tabiî ki, Dışişleri Bakanlığının
değerli bürokratlarınındır; ama,
bazılarınızda şu anlayışı görüyorum ki,
Dışişleri Bakanlığımızın
bürokratlarının yerini değiştirmeye kalkıyorsunuz
âdeta. Demokratik ülkelerde böyle şeyler söz konusu değildir. Siyasî
irade, hükümet, hedefleri tespit eder; hangi ülkeye gidilecekse onu o tespit
eder, Başbakan tespit eder, bakan tespit eder; onun en
başarılı olmasını da, muhakkak ki,
Dışişleri Bakanlığımızın değerli
diplomatları temin eder ve bu yapılmaktadır. (RP
sıralarından alkışlar) Dolayısıyla, Hükümetimizin
dışpolitikası gayet açık ve berraktır. Türkiye’nin
menfaatlarını ve çıkarlarını korumak ve yükseltmek,
Türkiye’nin tarihten gelen potansiyelini harekete geçirmek ve rekabet gücünü
artırmak için çok yönlü bir politika izlenmeye
başlanmıştır.
Türkiye, bir yandan Batılı müttefikleriyle siyasî ve ekonomik
anlaşmalar ve işbirliği içerisindedir. Avrupa ile Gümrük
Birliği Anlaşması yapılmıştır ve devam
etmektedir. Kuzeyimizde, Karadeniz İşbirliği
Teşkilatıyla büyük çıkarlarımız söz konusudur ve
doğumuzda, Asya’da ekonomik işbirliği teşkilatı
içerisinde olan ülkeler ve özellikle Türk Cumhuriyetleriyle ilişkilerimizi
geliştirmek, kuvvetlendirmek ve çıkarlarımızı korumak
istiyoruz. Aynı şekilde, güneyimizde de -İSEDAK dediğimiz-
İslam ülkeleriyle ve bunlarla ekonomik anlaşmalar çerçevesinde
ilişkilerimizi daha da geliştirmeye gayret ediyoruz.
Şimdi, bu gerçekler ortadayken, bazı çevreler, Türkiye’yi o
kadar kısır bir çerçeve içerisine oturtma gayreti içindedirler ki,
âdeta, Türkiye’nin sadece Avrupa ile ilişkili olmasını öngörür
düşünceler içindedirler; sanki, dünyada Avrupa’dan başka bir dünya
yokmuş gibi bir hava içerisindedirler; sanki, Doğu’ya gidince, ille,
aynı anda bir de Batı’ya gitmeniz gerekiyormuş gibi!
Doğu’ya gidiyorsunuz, sonra da Batı’ya gidebilirsiniz... Şimdi
Afrika’ya gidiyorsunuz, sırası gelir, ondan sonra da kuzeye
gidebilirsiniz ve bunu defalarca, Sayın Başbakan da,
Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı
da, herkes açıklamıştır; demişlerdir ki: Bizim,
Doğu’ya gitmemiz, İslam ülkeleriyle temas içerisinde olmamız
veyahut da Afrika’ya gitmemiz, herhangi bir yere cevap anlamına kesinlikle
gelmez ki; herhangi bir yerle ilişkilerimizi, Avrupa ile ilişkilerimizi,
Batılı müttefiklerle ilişkilerimizi kopartma veyahut da, onlara
bir cevap teşkil edeceği anlamına gelmez ki, böyle bir şey
söz konusu değil.
Afrika’ya biz gittik... Peki, şu anda, Amerika da Afrika’yı
dolaşıyor... Başbakanımız Nijerya’ya gitti diye
suçlandı; Amerikan Dışişleri Bakanı Tanzanya’ya
gidiyor; evet, Afrika’daki ülkeleri dolaşıyor. Dolayısıyla,
bunlar, eğer, birinin yerine alternatif gibi konuluyor, birinin yerine
ikame ediliyorsa, o zaman belki itiraz edebilirsiniz ve yanlıştır;
ama, böyle bir şey söz konusu değildir. Senelerdir ihmal
ettiğimiz bir dünyaya, o ihmal ettiğimiz, ihmali gidermek istiyoruz.
Bundan tabiî ne olabilir, anlamıyorum!..
Sayın milletvekilleri, müsaadenizle, günlerdir basında ve
muhalefette yaygarası kopartılan, Sayın
Başbakanımızın Uzakdoğu ve Afrika gezileriyle ilgili
bazı bilgileri aktarmak istiyorum. Zaten, bildiğiniz gibi, bu geziler
başlamadan önce bu tenkitler gözü kapalı
başlamıştı; fakat, daha önce, şu gerçeğin
altını çizmek istiyorum: Ülkemizin ekonomik problemlerinin
halledilebilmesi ve halkımızın refaha ulaşabilmesi için,
dışödemeler dengemizin sağlıklı bir yapıya
oturtulması gerekmektedir. Bunun yolu da daha çok ticarettir, daha çok
ticaret hacmidir ve daha çok ihracattan geçmektedir. Tabiî, bunun için de,
Türkiye’nin, yeni ihracat imkânlarına, yeni ihracat alanlarına,
pazarlarına ihtiyacı vardır.
Türkiye, tarihte yapmış olduğu açılımı,
maalesef, bugün yapmamıştır. Malezya’yla, Endonezya’yla, bizim
geçenlerde gittiğimiz Nijerya’yla Türkiye’nin ilişkileri taa 1500’lü
yıllarda başlamıştır. Şu anda Malezya’nın
beşinci Başbakanı iktidardadır; Malezya’nın üçüncü
Başbakanı bir Türk’tü. Osmanlılar zamanında gidip oraya
yerleşen ve oradan gelen bir aile; bunu da hiçbir zaman saklamadılar,
“ben Türküm” diye övünen bir insandı. Endonezya’ya giderseniz, aynı
şekilde, taa o zamandan gidip yerleşen Osmanlılar vardır.
İngilizler, Nijerya’yı işgal etmek isteyince, 1500 küsur
yıllarında, onlara garanti veren Osmanlılar olmuştur. O
zamanlar bu açılımı yapan tarihimiz, o zamanki devletimiz
karşısında, bizim, bugün, buralarla ilişkilerimizin ne
kadar zayıf olduğunu görürseniz, ne kadar ihmalkâr olduğumuz
ortaya çıkmaktadır.
Şimdi, biz, buralarla, bu ilişkileri geliştirip, ticaret
hacmimizi, ihracatımızı artırmak istiyoruz; çünkü,
dışticaretimiz negatif olarak, çok ciddî bir şekilde açık
vermeye başlamıştır ve tehlikeli bir eğilim
içerisindedir. 1994 yılında 5,2 milyar dolar olan
dışticaret açığı, 1995 yılında 14 milyar
dolara çıkmış, 1996 yılında 20 milyar dolar
civarına ulaşmış ve tedbir alınmazsa, 1997
yılında dışticaret açığının 21 milyar
dolara çıkma tehlikesi vardır. İşte, yeni ihracat
imkânlarını değerlendirmek ve siyasî işbirliğimizi de
kuvvetlendirmek için, Sayın Başbakanımız, 250 kişilik
büyük bir heyetle; yanında bakanlar, milletvekili
arkadaşlarımız, Türkiye’nin en saygın işadamları,
basın mensuplarıyla bu ülkelere ziyarette bulunmuşlardır.
İlk ziyaret de, İran, Pakistan, Singapur, Malezya ve
Endonezya’yı içine alan Uzakdoğu gezisi olmuştur.
Şimdi bir hatırlayın... Bu seyahat başlamadan evvel
kopartılan fırtınaları, bu geziyi âdeta
başarısız kılmak için çıkarılan yalan,
yanlış ve hatta ülkelerin haysiyetini kıracak yayınları
bir hatırlayın. Bu geziye katılan Anavatan Partimizden,
Demokratik Sol Partimizden -maalesef, Cumhuriyet Halk Partisi
katılmadı- arkadaşlarımızı bir dinleyin; bu
geziler nasıl cereyan etti ve bu gezilerde hepimizin göğsü nasıl
kabardı...
Şimdi, bu geziler yapılırken, çok büyük televizyon
kanallarımızdan biri “Erbakan, Endonezya’ya gidiyor, korsanlar
ülkesine gidiyor” diye yayın yaptı; ama, eminim ki, o
yayınları yapanlar oraya gidince mahcup oldular. 100 milyonluk
Müslüman bir ülkeye gidiyorsunuz. Başkenti Cakarta, Amerika’nın
Manhattan’ını geçmiş, insanı hayretler içinde
bırakacak modernlik içerisinde.
Malezya’ya gittik; havaalanından şehre kadar 30 kilometre
boyunca, Türk bayraklarıyla bütün şehri süslediler. Her yerde Türk
Bayrakları ve Başbakanımızın resimleri
dalgalandı.
YAVUZ KÖYMEN (Giresun) – Libya’da ne oldu?..
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – Geleceğim Libya bahsine.
İran’a gittik. Şimdi, İran seyahatimizi, inanın,
Batılılar, buradaki muhalefetten daha iyi anladılar. (RP
sıralarından alkışlar) Evet, Alman Dışişleri
Bakanı Kinkel “bundan normal ne olabilir” diye, ısrarla, üst üste
demeçler verdi. Siz ve buradaki bazı basın, maalesef, bu geziyi
başarısız göstermek için elinden geleni yaparken, Amerika
Birleşik Devletlerinde çıkan en büyük dergilerde, gazetelerde
yazılar, makaleler yayımlandı “Türkiye’nin üzerine gitmeyin;
Türkiye, bu geziyi yapmak zorundaydı” diye; çünkü, biliyorlar... Adamlar
söylediler; CNN’de yorumlar yapıldı “Türkiye İran’a gitmek
zorundaydı” diye. Niçin; yaptıklarımız belli... Önce, bir
komşumuz... Ne İran’ı oradan yok edebilirsiniz ne Türkiye’yi
buradan yok edebilirsiniz; ikimizin de çıkarınadır dost olmak,
ikimizin de çıkarınadır iyi ilişkiler içerisinde olmak. Bu
iyi ilişkileri kurmak için gidilmiş ve ayrıca, tabiî ki,
ekonomik çıkarlarımız söz konusu.
1985 yılında, Anavatan Partisi iktidardayken, Rahmetli Turgut
Özal Başbakanken, sadece İran’a ihracatımız 1,2 milyar
dolardı ve bizim o zaman toplam ihracatımız 12 milyar
dolardı. Irak’a ihracatımız 1,3 milyar dolardı o zaman.
Evet, ilişkilerimiz bu noktadaydı. Bugün, bu, 200-300 milyon, 400
milyon dolar seviyesine düşmüş.
Sonra, doğalgaz var, enerji var İran’da. Yirmibeş
yıldır konuşulan; fakat, imzalanamayan anlaşmayı
imzaladık. Bugün, Türkiye, doğalgazda, tabiîgazda sadece Rusya’ya
bağımlı. Bu bağımlılıktan Türkiye’yi
kurtarmak için uğraştıysak ve İran’la bu
anlaşmayı yapmışsak kötü mü olmuştur?!.. (RP
sıralarından alkışlar) Şimdi, İran’dan gelecek
doğalgaz önce Doğu Anadolumuzu, sonra güneyi, Orta Anadolu’yu, buraları
bir enerji deposu haline getirecek. Buraların sanayisine ucuz enerji
girecek, buraların şehir kirliliği bir anda gidecek.
İran’la doğalgaz anlaşmasını imzaladıysak kötü
bir şey mi yaptık?
Sonra, başka bir boyutu da
var bunun: Biliyorsunuz, Türkmenistan, dünyanın en zengin
doğalgazına sahip ve Türkmenistan’la Tahran arasındaki boru
hattı yapılıyor şu anda ve biz,
Türkmenistan-Tahran-İran üzerinden, Türkiye ve Avrupa’ya kadar
Türkmenistan doğalgazını göndereceğiz. Kötü mü yaptık
bu anlaşmaları yapmakla? (RP sıralarından
alkışlar) Bunlar gerçekleşirse Türkiye’nin zararına bir
şey mi olur?
ŞÜKRÜ SİNA GÜREL (İzmir) – Bu anlaşmalar daha önce
yapıldı.
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – Daha önce yapılamadı...
Bakın, şimdi sizin söylediklerinize geleceğim. Siz,
doğrusu, beni sukutu hayale uğrattınız
yaptığınız konuşmayla. Şimdi, bakın, o bahse
geleceğim. Daha önce, yirmi senedir konuşuldu; ama, yirmi senedir bu
anlaşma imzalanamadı. Anlaşma imzalanacağı zaman,
aranızdan dönen bakan arkadaşımız -şimdi muhalefetin
içerisinde milletvekili; çok daha iyi bilir baskılara nasıl boyun
eğildiğini- “Hükümetimiz şahsiyetli bir dışpolitika
yapacak” dedi, değil mi? İşte, şahsiyetli bir
dışpolitika yapıyor. (RP sıralarından
alkışlar)
Anlaşmaları yapılmıştı. Daha önceden de
dediğim gibi, tabiî ki, ilk defa bu Hükümet yapmamıştır,
bundan önceki hükümet de bunları hep konuşmuştur.
Şimdi, ticaret hacmimiz 2,5 milyar dolara çıkacak diye
anlaşma yapmışız. Türkiye’nin, değerli, en
çalışkan işadamlarıyla İranlı
işadamları gelmiş, 500 kişinin
katıldığı toplantılar yapılmış ve
devletin dışında, özel sektör orada birçok anlaşmalar
imzalamış. Bunlar kötü mü olmuş İran’a gitmekle?!. Bunun da
ötesinde, İran’la yayımladığımız bildiride,
terörle mücadele etmek için işbirliği yapılacağı ve
terörü Ortadoğu’dan kazımak için ne gerekirse
yapılacağı anlaşmaya yazılı olarak
konulmuştur.
Şimdi, bununla ilgili, tabiî, çeşitli görüşmeler
yapılmaktadır; güvenlik kuvvetlerimiz bir araya gelmektedirler ve
muhakkak ki, bu, bir anda neticesi alınacak bir iş değildir;
ama, şunu herkes biliyor ki, güvenlik kuvvetlerimiz de, İran’la olan
ilişkilerimizin iyileştirilmesinden memnundurlar; çünkü, neticede,
çıkar hepimizin çıkarıdır ve bunun neticeleri de alınmaya
başlanmıştır. Geçen hafta içerisinde, bu anlaşmalar
çerçevesinde, bizim güvenlik birimlerimizin ikazı üzerine, İran
sınırımızda operasyonlar yapmıştır.
Biz, bu işbirliğinin daha iyi neticeler vereceğine ve
terörü ortadan yok etmekte müşterek hareket edeceğimize
inanıyoruz; çünkü, stratejik olarak, İran’ın da, Türkiye’nin de
bu terörden çıkarı yoktur. Eğer, İran’ın bundan bir
çıkarı söz konusu olsaydı, o zaman, tabiî ki, ortada yapacak bir
şey olmazdı.
Şimdi -üzülerek söyleyeyim ki- bazı gazeteci
arkadaşlarımız, oradan da yalan yanlış haberler
verdiler: MİT’le ilgili, istihbaratla ilgili şeyler... Şimdi,
düşünebiliyor musunuz, bir ülkenin bir başbakanı, yabancı
bir ülkede olacak ve beraberinde bulunan heyetlerle birlikte orada bir
konuşma yapacak ki, kendisinin başkanı olduğu
teşkilatları oralarda şikâyet edecek. Bunlara nasıl
inandınız ve bunları buraya nasıl
taşıdınız, hayret ediyorum doğrusu. (RP
sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Bakın, bu arkadaşlar daha neler dediler: İran’la gizli
görüşmeler yapıldığını, Dışişleri
yetkililerinin görüşmelere alınmadığını
söylediler, değil mi? İran Başbakanıyla yapılan
toplantıların -uzun toplantılar yapıldı; büyük
heyetler halinde karşılıklı oturduk- hepsinde Dışişlerimizin
mensupları vardı. Cumhurbaşkanı Rafsancani’yle yapılan
toplantı vardı; notlar alındı; tabiî, orada da
Dışişleri temsilcimiz vardı. Daha da ötesi, İran’da,
sizin en çok ilginizi çekecek, en hassas toplantı hangisidir; dini lider
Hameyni ile yapılan toplantıdır, değil mi? Orada da
vardı Dışişleri temsilcimiz; not
alınmıştır; ama, ben, şimdi, bunlar vardı
dememiş olsaydım, hepinizin kafasında, buralara
Dışişleri yetkilileri sokulmamıştır ve bunlar
gizli kapılar arkasında yapılmıştır intibaı
vardı; çünkü, buraya her şey önyargılı olarak
yansıtıldı ve yansıtan arkadaşlar da utandılar
aslında; çünkü, kendileri şahit oldular her şeye.
Size şunu söyleyeyim: Gidilen her yerde Başbakanın heyeti, büyük bir
sevgiyle karşılanmıştır; normalde, heyetin bir bakan
tarafından karşılanması gerekirken, meydanlarda,
havaalanlarında askerî merasimlerle karşılanmıştır,
başbakanlar gelmişlerdir. Bunlar, olağandışı
olmuştur. Tabiî ki, bu, sadece bizim Başbakanımıza veya
heyetimize değil, Türkiye’ye karşı gösterilen sevgiden ve
Türkiye’ye karşı gösterilen önemden dolayıdır.
Bakın, Pakistan’da, Singapur’da, Malezya’da, Endonezya’da çok
anlaşmalar yapılmıştır; Türkiye’nin çıkarı
için ekonomik anlaşmalar yapılmıştır. Pakistan’la,
müşterek savunma anlaşması yapılmıştır,
birçok ihracat bağlantıları yapılmıştır,
ortak imalatla ilgili kararlar alınmıştır; Singapur’la
da önemli görüşmeler
yapıldı.
Burada, Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Başkanı Sayın
Deniz Baykal -eğer yanlış hatırlamıyorsam- Singapur’da
Devlet Başkanıyla görüşülmedi dedi. Singapur’un bir
Cumhurbaşkanı vardır, çok semboliktir ve onunla görüşme hiç
de mutat değildir. Biz değil, hiçbir yabancı heyet onunla
görüşmemiştir ve bizim de öyle bir talebimiz
olmamıştır zaten; çünkü, fiilî olarak orada devletin
başı başbakandır ve cumhurbaşkanı sadece
semboliktir, hiçbir ülkenin başbakan heyeti de gidip onunla görüşme yapmamıştır;
mutat değildir yapan varsa da. Dolayısıyla, bizim böyle bir
talebimiz söz konusu olmamıştır; ama, maalesef, Türkiye’de yine
gazetelerde “Erbakan, Singapur Cumhurbaşkanı tarafından kabul
edilmedi” diye manşet atılabilmiştir; siz de, maalesef, onu
buraya çıkarıp burada söyleme
yanlışlığını yaptınız.
Değerli arkadaşlar, bildiğiniz gibi, Sayın
Başbakanın ikinci ziyareti aynı mahiyette bir heyetle Afrika’ya
olmuştur. Afrika’ya ziyaretten önce, aynı kasıtlı ve
aynı önyargılı tavırdan dolayı, yani, körü körüne
muhalefet yapmaktan dolayı, yani, iktidar mücadelesini vermekten
dolayı, yine yer yerinden oynamıştır.
Şimdi, bildiğiniz gibi, önce Mısır’a gittik;
başta Mısır, Libya ve Nijerya...
Tabiî, ben, bunlara niçin gidildiğini anlatacağım.
Yalnız, Mısır’la ilgili yalanlar nasıl
başlamıştır? Bildiğiniz gibi, havaalanından
normalde saat 15.30-16.00’da hareket edileceği
planlanmıştır -iki saat geç- 18.00’de hareket edilmiştir.
AYHAN GÜREL (Samsun) – Neden 18.00’de hareket ediliyor?!.
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – Şimdi söyleyeceğim.
...ve öbür gün gazetelerde manşet şuydu: “Erbakan’ın
gezisi skandalla başladı. Niçin iki saat geç çıktı, niçin
Mısır Başbakanı, Erbakan’ı havaalanında
bekletti?”
Tamamen yalan, böyle olmadı. Yazılı olan bir programa göre,
bizim heyetimiz, Mısır’a akşam inecek ve Mısırlı
bir devlet bakanı heyetimizi havaalanından alacak, otele götürecek,
istirahate alacak ve öbür gün sabahleyin Kahire’nin içerisinde merasim
yapılacaktı, resmî kabul yapılacaktı. Mısır
Başbakanı bizi arayarak “biz, Türkiye’ye verdiğimiz önemi ve
size duyduğumuz sevgiyi göstermek için havaalanına gelmek istiyoruz,
havaalanında merasim yapmak istiyoruz ve bizzat ben, sizi,
havaalanında karşılamak istiyorum; ama, biz de, Devlet
Başkanı Mübarek’le bir baraj açmak için -Mısır’ın
güneyinde, en altında- Assuan’dayız.. Bizim için büyük bir olay,
büyük bir barajın açılışını yapıyoruz.
Eğer Ankara’dan iki saat geç çıkarsanız biz de Kahire’ye dönme
imkânı bulacağız ve sizi havaalanında
karşılayacağız” dediler. Peki, böyle bir durumda siz ne
yaparsınız; ülkeniz adına sevinmez misiniz? Bir
Başbakanın, program dışı, gelip, sizi
havaalanında karşılama teklifi karşısında
“hayır” mı dersiniz?!. Biz de “evet” dedik tabiî.
METİN ŞAHİN (Antalya) – Bir hafta önceden belliydi program.
DEVLET BAKANI ABDULAH GÜL (Devamla) – Dinle, dinle... Geleceğim
oraya da... Dinle... (RP sıralarından alkışlar)
Ne oldu; üzüldünüz anlaşılan. Sevinecek miydiniz, ne
olacaktı? Yani, orada merasim yapılması, gelip de
Başbakanın, Başbakanı, havaalanında uçağın
kapısında karşılaması sizi çok mu üzdü yoksa? (RP
sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
AYHAN GÜREL (Samsun) – Bayrağa da sevgilerini! ilettiler.
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – Tabiî, bunları
kıskandığınız için böyle yapıyorsunuz, açık söyleyeyim.
Tabiî kıskanıyorsunuz gösterilen ilgileri...
Şimdi, bakın, onu da söyleyeceğim size: Türk
Bayrağı, Mısır’da her yerde dalgalandı.
Mısır Devlet Başkanı Mubarek’in sarayının
tepesinde Türk Bayrağı günlerce dalgalandı.
HASAN GÜLAY (Manisa) – İkinci gün...
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – Evet.. Bunu sakladılar
sizden; ama, Mısır’ın kendi protokolü... Her ülkenin kendi
protokolü var.
METİN ŞAHİN (Antalya) – Onu Sayın Başbakan
yardımcısına söyle.
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – Devlet başkanları
gelince direğe bayrak çekeriz diyorlar.
Şimdi, bakın söyleyeyim size; siz yoktunuz, gelmediniz...
AHMET PİRİŞTİNA (İzmir) – Onu Tansu
Hanıma söyle.
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – ... siz bağnazlık
yaptınız, maalesef, geziye katılmadınız;
katılsaydınız görürdünüz orada ne olup bittiğini. O
havaalanının terminalinde, o direkteki bayrağın 10 misli
büyüklükte bayrak dalgalanıyordu; aynı havaalanında. Bir
kasıt olmuş olsaydı o bayrak orada durmazdı. (RP
sıralarından alkışlar)
Şimdi, Sayın Baykal, burada ...
AHMET PİRİŞTİNA (İzmir) – Türkiye’nin gündemine
bayrak meselesini soktunuz.
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – Dinle dinle, öğreneceksin
daha.
...”resmî görüşme değil” dediler, sonra da “Mısır’a
gittiniz, ekonomiyle, ticaretle ilgili hiçbir anlaşma
yapmadınız” dediler; doğrusu, ben, hayretle
karşıladım; tabiî, hem çok büyük bir partimizin genel
başkanları hem de Dışişleri Bakanlığı
yapmışlar.
Şimdi, bakın, Türkiye-Mısır Ortak Ekonomik Teknik ve
Ticaret Komitesi 6 ncı toplantısı protokolü yapıldı,
imzalandı; toplantı üç saat sürdü; başbakanlar da bulundu,
ilgili bütün bakanlar da bulundu. İsterseniz bunun sayfalar dolusu kocaman
dosyası orada; getireyim sizlere; nasıl söylediniz anlamıyorum.
Türkiye-Mısır Arasında Yatırımların
Karşılıklı Teşviki ve Korunması
Anlaşması imzalandı.
ERDOĞAN TOPRAK (İstanbul) – Temenni mahiyetinde.
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – Türkiye-Mısır
Arasında Ticaret Anlaşması imzalandı.
Türkiye-Mısır Arasında Mahkeme Kararlarının
Tanınması ve Tenfizi Sözleşmesi imzalandı.
HAKAN TARTAN (İzmir) – 500 bin işçi gönderdiniz mi?
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – Şimdi “Mısır’a
gittiniz de bir ticaret anlaşması imzalamadınız” dediniz;
hayret doğrusu.
Şimdi, size şunu da söyleyeyim: “Resmî değil, işte,
Mısır Büyükelçisi açıklama yaptı” dediniz. Mısır
Büyükelçisiyle konuştunuz mu bilmiyorum; konuşmadınız;
çünkü, adamı bunalttı Türkiye’deki gazeteciler. Adam açıklama
yapa yapa bıktı ve illallah dedi; sadece o değil, bütün
büyükelçilerin yaptığı gibi.
YAVUZ KÖYMEN (Giresun) – Libya’ya gel.
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – Şimdi, bakın,
taraflararasında, Kahire’de yapılan müzakereler sonucunda, metnin
üzerinde mutabakata varılan ortak basın bildirisinde “Türkiye
Cumhuriyeti Başbakanı Ekselans Profesör Doktor Necmettin Erbakan,
Mısır Arap Cumhuriyeti Başbakanı Ekselans Doktor Kâmil El
Ganzuri’nin daveti üzerine, 2-4 Ekim 1996 tarihleri arasında, Kahire’ye
resmî bir ziyaret yapmıştır” ifadesi var ve bu şekildedir. (ANAP
ve DSP sıralarından gülüşmeler)
Niye gülüyorsunuz? Siz, o gazete kupürüne inanmaya devam ederseniz bu
şekilde mahçup olursunuz. (RP sıralarından alkışlar)
HASAN GÜLAY (Manisa) – İmzalandı mı? İmzalandı
mı?
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – İmzalandı, tabiî
imzalandı... Siz orada bekleyin...
HASAN GÜLAY (Manisa) – Ne zaman imzalandı?
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – Bak, bir dakika dur.
HASAN GÜLAY (Manisa) – Sayın Bakan imzaladı mı?
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – Siz orada bekleyin şimdi,
ben, bu dediğim 4 anlaşmanın metnini size göndereyim; mahcup
olursunuz. Bilmediğiniz şeyleri, mahcup olacağınız
şeyleri çıkıp konuşmayın burada.
HASAN GÜLAY (Manisa) – Ben onu demiyorum, Sayın Bakan imzaladı
mı?
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – Sonra, bu gazetecilerin,
arkadaşların hepsi, bize orada gösterilen büyük ilgiye şahit
oldu. Devlet Başkanıyla birbuçuk saat süren görüşme
yapıldı ve çok iyi bir görüşme oldu, Türkiye ile Mısır
arasında güveni tazeleyen. Türkiye ve Mısır’ın, beraberce,
bu bölgede çok önemli rol oynayabileceklerini orada gösterdik ve bu,
olağandışı bir görüşmeydi; birbuçuk saat ve
çıkınca kendisi söyledi. Yani, bir Başbakan, bir Devlet
Başkanıyla birbuçuk saat görüştü. Bu, büyük bir şeydi.
HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) – Anlamazlar onlar.
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – Sonra, güzel şeyleri
yansıtmadılar. Bizimle beraber dolaşan Mısır’ın
Enerji Bakanı “ben Türküm” diye övünüyordu; adam Herekeli, bizim
Adapazarı civarından.
MUSTAFA İLİMEN (Edirne) – İzmit’ten.
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – Evet, İzmit. Adam övünüyor
ve bunu saklamıyor, herkesin içinde söylüyor. Şimdi, bir tane de
güzel bir şeyi nakledin Allah için. İlle de çırpındı
bazıları ki, burada bir skandal olsa da onu Türkiye’ye nakletsek
diye.
HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) – Patronlar öyle istiyor.
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – Bunların kimseye bir
faydası yok.
Mesela, orada çok güzel bir Türk Şehitliği vardı.
Atalarımız gitmiş, oraları çok müdafaa etmişler ve
orada şehit olmuşlar. Şehitliğimizi ziyaret
ettiğimizde, maalesef, çok üzüldük ki, çevresinde büyük bir çöplük
vardı. Başbakanlarına söyledi Başbakanımız; o gün
akşam üstü oranın çevresi temizlendi ve tertemiz bir bahçe haline
getirildi -evet, Türkiye’de olsa belki beceremeyiz bunu- ve akşam da
giderken bizi götürdüler gösterdiler. Biraz da bunları söyleyin Allah
için. Yani, ille de bir skandal aramanın Türkiye’ye ne menfaatı var?!
MUSTAFA İLİMEN (Edirne) – Sayın Bakan, daha imzalar tamam
değil; geziniz resmî değil.
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – Libya konusuna geçmeden önce,
isterseniz Nijerya’yla ilgili bazı şeyler söyleyeyim. Demin
dediğim gibi, Türkiye, senelerdir, kendisini, âdeta bir yere
indekslemiş, dünyanın belli bir bölgesine. Afrika gibi büyük bir
kıta, Afrika gibi zengin... Gidin bakın bakalım,
Belçika’nın Afrika’daki çıkarları nedir? Gidin bakın
bakalım, Belçika, Afrika’ya ne kadar mal ihraç ediyor? Büyüklüğü
Ankara kadar olan, uçaklar havalanırken bile hava sahasının
dışına çıktığı Belçika’nın Afrika’yla
ilişkisi ne, Fransa’nın Afrika’yla ilişkisi ne,
İtalya’nın Afrika’yla ilişkisi ne? Senelerdir ihmal
etmişiz... Buralarda yeni bir açılım yapalım, yeni bir ufuk
açalım, yeni bir işbirliği imkânı ortaya
çıkaralım diye gitmek istediğiniz bir yer. Afrika’nın 110
milyon nüfusu olan bir ülkesi ve nüfusunun da yarısı Müslüman olan
bir ülke; petrol zengini, OPEC üyesi.
Şimdi, bize diyorsunuz ki, orası demokratik değil...
Tamam, herkesin iç meselesi, bizi ilgilendirmez; ama, başka ülkeler
nasıl gidiyor!?. Bizim, Nijerya gibi 110 milyon nüfusu olan bir ülkeye
ihracatımız 12 milyon dolar ve biz, buraya her şeyi satabiliriz.
Orada bizim işadamlarımız var, biz gittiğimizde hepsi
çırpındı.
Demin söyledim, Amerika Dışişleri Bakanı bugün
Tanzanya’da; Tanzanya’ya gitmiş
olsaydık, kim bilir Türkiye’de neler koparacaktınız, neler söyleyecektiniz!
(RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, dolayısıyla, bunlardan,
sadece Türkiye’nin çıkarı söz konusu olduğu için sevinmek
gerekir.
Şimdi, Libya’yla ilgili çok fırtınalar
koparıyorsunuz. Önce şunu hatırlatayım ve özellikle
bunu ben Anavatan Partisine
hatırlatmak istiyorum: Rahmetli Turgut Özal kaç kez gitti Libya’ya biliyor
musunuz?.. Kaç kez gitti?.. Dört kez gitti; bak, bak dört kez gitti; iki kez de
12 Eylül harekâtı döneminde ; yani, askerî hükümetler döneminde gitti...
TEVHİT KARAKAYA (Erzincan) – Özal’ı kabul etmiyor onlar.
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – ...ve şu anki Başbakan
Yardımcımız ve o zaman Başbakan olan Sayın Tansu
Çiller, biliyorsunuz, onlar da iki sene
önce gittiler. Peki, bunlar giderken niçin gitti, niye gittiler; aynı
sebepten gittiler, Sayın Başbakan niçin gittiyse, ondan gittiler...
FERİDUN PEHLİVAN (Bursa) – Aynı mı
karşılandı; onu söyle?!.
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – Şimdi, dinle, onun da
cevabını vereceğim, göreceksin.
Önce, bakın, Libya’yla ilgili, rejimi kendi meselesi; beni hiç
ilgilendirmez; beni Türkiye’nin çıkarları ilgilendirir ve Türkiye’nin
menfaatı ilgilendirir. (RP ve DYP sıralarından
alkışlar)
Eğer, siz bu açıdan yaklaşırsanız, onun iç
rejimi böyle, bunun iç rejimi böyle derseniz, o zaman, işte bugünkü
durumlara düşeriz ve Türkiye’nin ihracatı hâlâ 20 milyar dolar
civarında sürünür kalır.
Şimdi, baştan, herkes biliyor ki, Türkiye ilk defa,
müteahhitlik hizmetleriyle Libya’da açıldı dünyaya. Bugün
övündüğümüz bütün büyük şirketlerimiz, bugün, Rusya’da,
Avrupa’nın ortasında milyarlarca dolar değerinde iş alan
bütün şirketlerimiz orada başladılar ve şimdiye kadar, 14
milyar dolar değerinde bu ülkede iş yaptık biz ve şu anda
da 3 milyar dolar civarında iş devam etmektedir. Bildiğiniz
gibi, problemlerimiz var; yani, şimdi bundan önce Libya’yla ilgili -biliyorsunuz, her ülkeyle
ilgili bir bakan arkadaşımız KEK’ten sorumlu- KEK’ten sorumlu
bakan, Cumhuriyet Halk Partisinden bir arkadaşımızdı.
Duyduk ki, Libya’ya hiç gitmemekle övündü kendileri. Halbuki, probleminiz var;
binlerce işçiniz çalışıyor, yüzlerce firmanız iş
almış, 300 milyon dolar civarında alacağınız söz
konusu ve yeni ihaleler yapılıyor; siz de “ben oraya gitmedim”
diyorsunuz... Göreviniz, KEK olarak sorumlusunuz, KEK ortak
eşbaşkanısınız ve ben oraya gitmedim diye
övünüyorsunuz; yani, vazifenizi yapmadığınızı
söylüyorsunuz. Keşke o zamanlar gidip de bu meseleleri çözseydiniz, belki
bize gerek kalmayacaktı. Dolayısıyla, biz, oraya işte,
bütün bu menfaatlarımızı toparlamak ve bu
çıkarlarımızı korumak için gittik.
Orada ne oldu; Kaddafi, yanlış, hatalı, tasvip
etmeyeceğimiz bir konuşma yaptı; burada hepiniz “sustu, durdu”
dediniz. Kaddafi’nin konuşması Türkiye’de öyle
yansıtıldı ki, televizyonlarda öyle yansıtıldı
ki, eğer, İcraatın İçinden programı olup o canlı
yayını ekranlara getirmeseydik, âdeta, Sayın Başbakan
“sustu, durdu; o konuşmayı dinledi ve gitti” intibaı vardı herkeste.
Bunu özellikle milletin kafasına işlemek için elinizden geleni
yaptınız.
Şimdi, ben size
okuyayım... Adam, konuştu, konuşmasını yaptı
orada, bitirdi, ne yapacaksınız?.. Demin, arkadaşım Bülent
Bey söyledi, adama şamar mı atacaktınız, ne
yapacaktınız, yapacağınız şey nedir; onu o
noktadan alıp sizin noktanıza getirmektir; o konuşmayı
orada yapmaktır. (RP sıralarından alkışlar) Bu konuşmayı ve cevabı, orada,
o konuştuktan sonra -çıkıp, gidip başka yerde değil-
orada yapmak, onun yüzüne karşı yapmak, basın
mensuplarının ve herkesin önünde aynı yerde ona o cevabı
vermektir. O cevabı verdi mi, vermedi mi Başbakan; verdi. (CHP ve DSP
sıralarından, “vermedi”sesleri, gürültüler)
METİN ŞAHİN
(Antalya) – Ortağına söyle.
.DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – Tabiî, sizin
kaynağınız bunlar; “İcraatın İçinden
programını Başbakan Erbakan yaptı ve yine kendisini
savundu” diye, bu yalanı, yapılmamış konuşmayı
yaptı diye gösteren; sizin kaynağınız bunlar...
Bakın, okuyayım size, Başbakan orada ne dedi
bakalım...
ŞÜKRÜ SİNA GÜREL (İzmir) – Cumhuriyetle ilgili bir
şey söyledi mi? (DSP ve CHP sıralarıdan gürültüler)
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – Bakın, dinleyin, ne
söylemiş, dinleyin:
“Türkiye demokratik bir ülkedir” bu olay, yeterli bir cevaptır.
Tabiî “Türkiye demokratik bir ülkedir” demiştir ve hepinizin
hakkını savunmuştur, merak etmeyin... “Türkiye, büyük bir
imparatorluğun varisidir. Bu imparatorluğun içinde, tarihten gelen
çeşitli ırklara mensup vatandaşlarımız vardır.
Ancak, bu vatandaşlarımızın hepsi, asırlar boyu birbirleriyle
yoğrulmuştur, aynı imana sahiptir; onun için, Türkiye’de 65
milyon, hep beraber, tek bir millettir. Bunun içerisinde, Balkanlardan gelenler
vardır, Kafkaslardan gelenler vardır, Arap kardeşlerimiz
vardır; aynı şekilde, Kürt kardeşlerimiz de vardır;
ama, biz, hep beraber tek bir milletiz, Türkiye’de mevcut kanunlarımız,
Anayasamız hiçbir ırk ayırımı yapmaz, bütün ülkemiz
vatandaşlarına eşit haklar tanır; bundan dolayı,
Türkiye’de hiçbir ırkçılık ve cinsiyet meselesi yoktur.
Türkiye’de bir mesele vardır; o da terör. Türkiye, ne yazık
ki, son beş yılda, bu terör yüzünden 10 bin evladını
kaybetmiştir. Biz, beş yıllık İstiklal
Savaşımızda, sadece, 5 bin şehit vermişiz. Şimdi,
ne yazık ki, son beş sene esnasında, 10 bin memleket evladını
kaybettik. Bunların yarısı güvenlik kuvvetlerimize mensup
şehitlerimizdir. Bu terör tamamen dış kaynaklıdır.
Nasıl, Libya’da bir Çad meselesi çıkarılmışsa...” (DSP
sıralarından gürültüler)
Evet, bunu adamın yüzüne söyledi. Üzülüyorsunuz değil mi bu
cevabı verdiğimize! Siz isterdiniz ki, Başbakan bu cevabı
vermeden kalksın gitsin. (RP sıralarından “Bravo” sesleri,
alkışlar) Sizdeki bu psikolojiyi, biz, orada bazı
arkadaşlarımızda gördük. (DSP sıralarından gürültüler)
Siz, bu psikolojiyle isterdiniz ki, Sayın Başbakan, ona, orada
dersini vermesin, ona hiçbir şey demeden kalksın gitsin.
Şimdi, neler söylediğini
duyunca üzülüyorsunuz...
AHMET PİRİŞTİNA (İzmir) - Tamamını
siz okuyun.
BAŞKAN – Değerli arkadaşlar, lütfen, olayı
karşılıklı konuşmaya dökmeyelim.
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – “...Nasıl, Libya’da bir Çad
meselesi çıkarılmıştır; sunî olarak, aynı
meseleyi çıkaran dışkaynaklar, Türkiye’de de bir terör meydana
getirmişlerdir. Bu teröristler geliyorlar, masum çocukları,
yaşlı insanları, öğretmenleri katlediyorlar.
Bugün, Sayın Libya Başbakanı da açıkça ifade
ettiler, -gündüz konuştuk, adama her şeyi söyledik- Biz, Libya olarak
her türlü terörün karşısındayız; çünkü, terör bir
insanlık suçudur. Hangi sebeple olursa olsun, bunun tecviz edilmesi mümkün
değildir. Bu teröristler geliyorlar, bilhassa Kürt kardeşlerimizi
katlediyorlar.”
TUNCAY KARAYTUĞ (Adana) – Kaddafi de takiyye yapıyor.
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL
(Devamla) – “...Bunların temel zihniyetleri de ateist ve komünist
zihniyetlerdir. Bunların kökleri, tamamen dış kaynaklara
gitmektedir. Bundan dolayıdır ki, Türkiye olarak, bütün Ortadoğu
ülkeleri olarak, bu terörün tamamen ortadan kalkması, Ortadoğu’da
huzur ve barış için temel bir şarttır. Türkiye’de bir Kürt
meselesi yoktur, sadece terör meselesi vardır ki, gelip, masum insanları
öldüren, dışarıdan teşvik edilen bu hareket, inşallah,
kısa zamanda son bulacaktır.” Daha var, uzun...
HASAN HÜSEYİN CEYLAN (Ankara) – PKK’ya ömürlerinde hiç ateist
demişler mi?!
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL
(Devamla) – Onları duymak istemiyorlar da onun için.
Şimdi, bunu konuştuktan sonra, önemli olan nokta, bunun burada
kalmaması tabiî. Bunu konuştuktan sonra, yapılan, adamı bir
noktaya getirip getirmemek de çok önemli.
Yapılan ortak açıklama var. Ülkenin, Türkiye’nin
çıkarlarını da, maalesef, gözardı ederek bazı
şeyleri sakladınız. Bakın, bu ortak açıklamada neler
denilmiş. Diyorsunuz ki “PKK’nın ismini hiç ağızlarına
almadılar, bildiriye bu konulmadı.” Bunları söylediniz, burada
söylediniz hepiniz. Bunları, gazete bilgilerine göre söylediniz,
dokümanlara göre konuşmadınız. Bunu ortak bildiriden okuyorum:
“Türk tarafının, PKK örgütünce uygulanmakta olan terör faaliyetleri
hakkında bilgi vermesinden sonra, Libya tarafı da, Cemahiriye ve Arap
Milletine yönelik, bazı ülkelere mensup çevre ve kuruluşlar
tarafından uygulanan terörist faaliyetler hakkında, taraflar,
kendilerini ikna eden -yani, PKK’nın uyguladığı terörde
ikna eden- bu açıklamaları dikkate
alarak, terörün her türünü kınadıklarını ve terörle
mücadelede ayırım yapılması metodunu reddettiklerini teyit
etmişlerdir.” (RP sıralarından alkışlar)
Siz çıktınız buraya, dediniz ki “PKK’nın terör
örgütü olduğuna dair ‘ikna oldum’ lafını yazdı Libya; ama,
karşısında da siz ‘Amerika’nın terörist bir ülke
olduğunu’ yazdırdınız”
ŞÜKRÜ SİNA GÜREL (İzmir) – Biz demedik.
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – Size söylemiyorum Şükrü Bey;
ama, çıktılar burada söylediler.
AHMET PİRİŞTİNA (İzmir) – DYP’ye sordular,
katılıyor musunuz diye...
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – Hayır; burada söylediniz...
Şimdi, bakın, bu noktalar hassas noktalar. Siz, bizi
yıpratmak için bazı laflar söyleyebilirsiniz; ama, neticede,
isteyerek veya istemeyerek -şüphesiz ki, isteyerek olamaz- ülkenize de
zarar verirsiniz. Burada böyle bir şey yapılmamıştır.
Burada, bazı mihraklar var. Adamın, Çad’la işte... Onu da onlar
bölmeye çalışıyorlar. Adama söyledi Başbakanımız
“bir zamanlar, seni, Libya’yı bölmek için Çad meselesini nasıl
çıkardılar ve iç harp yaptırdılarsa, Türkiye’deki mesele de
budur” dedi; bunu, orada söyledi.
ALİ DİNÇER (Ankara) – Ne alakası var?
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – Neyle alakası var?..
ALİ DİNÇER (Ankara) – O iş ayrı, o iş
ayrı... Çad, bağımsız bir ülke.
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – Ha, o zaman, siz öğrenin
biraz, tarih öğrenin. Bakın bakalım... (RP sıralarından
“Bravo” sesleri, alkışlar) Öyle olmuştur. Siz, gözünüzü sadece
belli ülkelere diktiniz. İslam ülkelerinde Müslümanlardan kan
akıyormuş, gözyaşı akıyormuş, bunlar, hiç
ilgilendirmez sizi, oradaki iç harp sizi hiç ilgilendirmez.
Orada önemli olan, o adamı belli bir noktaya getirmekti ve o görev
de en iyi şekilde yapılmıştır.
Değerli arkadaşlar, tabîi, büyük bir çelişki
içerisindeyiz. Tepkiyi, ben anlıyorum tabîi ki. Kimse, kendi ülkesi için
birisinin öyle konuşmasını istemez; ama, eğer birisi konuştuysa,
kendisine bir görev düşer, o görevi yerine getirmekten sorumludur ve o
görev de, en iyi şekilde, orada, anında yerine getirilmiştir.
Bu, saklanılmaya çok uğraşılmıştır
milletimizden; fakat, ekranlara, İcraatın İçinden
programında getirildikten sonra, açıklanmaya
başlanmıştır.
Şimdi, ben, bunun karşısında şunu sormak
istiyorum: Bu asabiyeti gösteren arkadaşlarımız -güzel, iyi-
niye aynı asabiyeti başkalarına karşı göstermiyorlar?
Evet, niye göstermiyorsunuz?(RP sıralarından alkışlar)
Arkadaşlarım söyledi, ben de tekrar edeyim: PKK’nın
sözcüsü MED-TV’ye yayın hakkı veren ülke için niçin bunları
konuşmadınız, bu feryadı yapmadınız? (RP
sralarından “Bravo” sesleri, alkışlar, ANAP, DSP ve CHP
sıralarından gürültüler)
Bunu derken, öbürünü mazur göstermek için demiyorum kesinlikle, bunun
altını çiziyorum; ama, buradaki sunî asabiyeti ve arkasındaki
esas sebebi söylemek istiyorum: Belçika’da Kürt Devleti Parlamentosu kuruldu
diye, niçin o zaman yer yerinden oynamadı ve Belçika ile ilişkileri
kopartalım demediniz? Amerikan Kongresinde çok kararlar
alınmıştır. Demin siz çıktınız,
“parasını ödediğimiz halde silahlarımız, gemilerimiz
verilmiyor” dediniz; onlara karşı niye aynı tavır
içerisinde olmadınız? Bunları saymakla bitiremem,
arkadaşlarım saydı.
En son, Sayın Cumhurbaşkanımızın gezisinde
rastladık bir olaya ve dikkat ettiniz, özellikle saklanmaya
çalışıldı, birisi, aman bir skandal olsun da Türkiye’ye
yansıtalım diye çırpınırken, bir taraftan, nasıl
olur da gündeme getirmeyiz dediniz.
BAŞKAN – Sayın Bakan, son 3 dakikanız kaldı.
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – Peki, efendim.
Üzülerek gördük, PKK bayraklarıyla
Cumhurbaşkanımızı karşıladılar ve
Cumhurbaşkanımıza karşı yapılan konuşmalarda
neler söylendi...
YAŞAR TOPÇU (Sinop) – Nerede PKK kaynaklarıyla
karşılandı? Demagoji yapma.
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – İtalya’da, Roma’da...(RP
sıralarından alkışlar, ANAP sıralarından
gürültüler)
YAŞAR TOPÇU (Sinop) – Yalan söylüyorsun, İtalya’da mı
karşılandı PKK bayraklarıyla?..
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – Evet, İtalya’da, Roma’da.
Bakın, sizin kaynağınız, yalan haber yazan
gazeteler. Anadolu Ajansının...
YAŞAR TOPÇU (Sinop) – İtalya’da PKK bayraklarıyla mı
karşıladılar Cumhurbaşkanını? (RP
sıralarından gürültüler)
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – Ne dediniz anlamadım...
Durun bir dakika... Söyleyin bakalım, söyle, söyle...(ANAP
sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen
karşılıklı konuşmayalım.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) – İtalya’da PKK bayraklarıyla mı
karşıladılar Cumhurbaşkanını?
BAŞKAN – Lütfen karşılıklı
konuşmayalım Sayın Topçu.
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – Peki. Şimdi, cevap
vereceğim, otur.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) – İtalya mı karşıladı
PKK Bayraklarıyla Cumhurbaşkanını?
BAŞKAN –Sayın Topçu, lütfen yerinizden müdahale etmeyin.
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – Otur.. Bak, söyleyeyim:
Sayın Cumhurbaşkanı...
BAŞKAN – Sayın Bakan, lütfen, karşılıklı
diyalog içine girmeyin.
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – Ben, bu konuyu açmak istemem,
ama...
YAŞAR T OPÇU (Sinop) – Aç... Aç...
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – Açayım, o zaman. Sayın
Cumhurbaşkanımızı bir Devlet Bakanı
karşılamıştır, bir Cumhurbaşkanı değil.
(RP sıralarından alkışlar, ANAP sıralarından
gürültüler)
İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) – Bununla ne
ilgilisi var?
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – Eğer, Sayın
Başbakanı bir Devlet Bakanı karşılasaydı, yeri
göğü inletirdiniz. Anadolu Ajansının ekranlarından
seyrederseniz, maalesef, PKK bayraklarını görürsünüz.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) – Siz yaptınız...
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – Dinle bak; Sayın
Cumhurbaşkanımıza karşı yapılan
konuşmayı okursanız, siz de biz de hazmedemeyiz.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) – Biz okuduk onları.
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – Ha, o zaman... Evet... Evet...
(RP sıralarından gürültüler)
YAŞAR TOPÇU (Sinop) – PKK bayraklarıyla mı
karşıladı Cumhurbaşkanı?
BAŞKAN – Sayın Topçu...
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – Ne diyorsun ya; anlamıyorum.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) – İtalya, PKK bayraklarıyla mı
karşıladı?..
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) –Tamam, benim söylediğimi
duyuyorsun işte; otur yerine!..
BAŞKAN – Sayın Topçu, lütfen müdahale etmeyin.
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – Ben, burada, Sayın
Cumhurbaşkanımıza yapılan yanlışı
söylüyorum.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) – Demagoji yapıyorsun... Demagoji yapma!..
BAŞKAN – Sayın Topçu, lütfen, yerinizden müdahale etmeyin.
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – Demagojiyi sen yapıyorsun.
Sayın Cumhurbaşkanımıza yapılan...
RİFAT SERDAROĞLU (İzmir) – Cumhurbaşkanımız,
PKK bayrağı altında mı oturdu?
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – Sayın
Cumhurbaşkanımıza yapılan bir yanlışı...
RİFAT SERDAROĞLU (İzmir) – Cumhurbaşkanı, PKK
bayrağının altında oturmadı, bir milletvekiliniz
oturdu PKK bayrağının altında. (ANAP, DSP ve CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Serdaroğlu, lütfen, yerinizden müdahale
etmeyin.
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – Vay anam vay!..
Niçin peki; niçin, bu gazetelerin hepsi o sayfaları
sakladılar? Avrupa Konseyinde...
YAŞAR TOPÇU (Sinop) – Hangi sayfaları sakladılar?..
İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) – Sen, Kaddafi’ye
gel, Kaddafi’ye..
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – Sen yokken Kaddafi’yi
konuştum ben burada; hiç merak etme!..
BAŞKAN – Sayın Bakan, lütfen, karşılıklı
konuşmayın.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) – Doğru konuşsun.
BAŞKAN – Sayın Topçu, lütfen, yerinizden müdahale etmeyin.
Sayın Bakan, devam edin lütfen; çok az bir süreniz kaldı.
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – Bakın, fark şudur: Siz,
eğer, bize bir saldırı Batı’dan olursa; bunu, sinenize
çekersiniz. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar,
ANAP, DSP ve CHP sıralarından gürültüler)
ASLAN ALİ HATİPOĞLU (Amasya) – Çekmeyiz... Çekmeyiz...
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – Çekmeyelim tamam...
YAŞAR TOPÇU (Sinop) – Biz, size yapılan bir eylemi protesto
ediyoruz burada.
BAŞKAN – Sayın Topçu, lütfen... Lütfen...
Sayın Bakan, süreniz bitti; size, aynı
duyarlılığı göstereceğiniz düşüncesiyle, çok
kısa bir eksüre veriyorum; buyurun.
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – Değerli arkadaşlar,
tabiî, arkadaşlar dinlemedi; şimdi geldiler, bu cümlelerime tepki
gösteriyorlar benim.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) – Biz, doğru şeye tepki gösteriyoruz.
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – Değerli arkadaşlar, bu
mücadelenin altında şu vardır: Bu mücadelenin altında
iktidar mücadelesi vardır. (RP sıralarından alkışlar)
İktidar olamayanlar, ellerine fırsat geçmiş, millete hizmet etme
imkânı geçmiş; ama, bunu değerlendiremeyenler, çeşitli
işbirlikleri içerisinde, özellikle de aldığımız
tedbirlerle Türkiye’yi sömürenlerin musluklarını kısmaya
başlayınca, onlarla işbirliği içerisinde bu tepkiyi
göstermişlerdir. (RP sıralarından alkışlar)
Aslında meselenin hepsi budur; ne Libya meselesidir, ne İran
meselesidir; ama, bazıları bilerek veya bilmeyerek alet oldular.
Yalnız, 54 üncü Hükümetimizin de bir şeyini
kıskanmaktadırlar; şimdi bakıyorlar -tabiî, 54 üncü
Hükümetimiz bir koalisyon hükümeti- Sayın Başbakanımız ve
Başbakan Yardımcımız birbirlerine karşı büyük bir
güven, sevgi ve saygı içerisindeler. (CHP sıralarından
“dosyalar, dosyalar” sesleri) Bakıyorlar, birbirlerini, gerektiğinde
nasıl savunduklarını görüyorlar ve kendi hallerini
hatırlıyorlar... (RP sıralarından “Bravo” sesleri,
alkışlar) Bakıyorlar, şu üç ay içinde 10 Bakanlar Kurulu
toplantısı yapmışız, saatler sürmüş,
dışarı bir kelime sızmıyor; kendi Bakanlar Kurulu
toplantılarını hatırlıyorlar... (RP
sıralarından alkışlar)
ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Sayın Başkan, ne alakası var
bunların? Abuk sabuk konuşuyor.
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – Bakıyorlar, kendi
dönemlerinde Meclise hâkim olamamışlar, 2 kanun
çıkarmışlar, birini de muhalefet çıkarmış. Bir
bakıyorlar ki, biz haziranın ortasında Meclisi
toplamışız, 8 tane kanunu, 13 tane milletlerarası
anlaşmayı geçirmişiz; bunu kıskanıyorlar... Asabiyetin
ve hepsinin altındaki esas gerçek budur.
AHMET PİRİŞTİNA (İzmir) – Kararnemenin
imzaları tamam mı?
DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) – Ben inanıyorum ki, bütün bu
tepkiler ve bu muhalefet, tamamen iktidar mücadelesidir. O açıdan, bu
gensoruları da iddia edilen konuların hiçbirinin aslı yoktur,
tamamen yalan haberlere dayalıdır ve bunun sizler tarafından
reddedileceğine de kaniyiz.
Hepinize saygılar sunuyorum. (RP ve DYP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.
ASLAN ALİ HATİPOĞLU (Amasya) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Buyurun.
ASLAN ALİ HATİPOĞLU (Amasya) – Türkiye Cumhuriyeti Büyük
Millet Meclisinin bir üyesi olarak... (RP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Bir dakika efendim... Bir milletvekilinin ne
diyeceğini dinlemeyecek mi Başkanlık? (RP sıralarından
gürültüler)
Buyurun.
ASLAN ALİ HATİPOĞLU (Amasya) – “Batı’dan
yapılan bir saldırıya karşı sesleri çıkmaz” gibi
sözlerini kınıyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisi, Batı’dan
olsun, Doğu’dan olsun, her türlü saldıraya karşı
çıkar. (ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Tutanaklara geçti efendim.
Sayın Baykal, size atfedilen görüşlere farklı bir
belirleme yapıldığını söylüyorsunuz. Lütfen, bir
cümleyle ve yerinizden_
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sayın Başkan,
konuşmamda_(CHP ve ANAP sıralarından “kürsüden konuşsun”
sesleri)
BAŞKAN – Değerli arkadaşlarım, Sayın
Baykal’ın, bir farklı görüş atfedildiği iddiası
var, yerinden düzeltme yapacaklar.
Lütfen, müdahale etmeyin.
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sayın Başkan, tutanaklara
geçmesi beni tatmin edecektir. Sadece, tutanakları düzeltmek için
söylüyorum. (ANAP sıralarından “duyamıyoruz” sesleri)
BAŞKAN – Değerli arkadaşlarım, Sayın Baykal
“tutanaklara geçmesi beni tatmin edecek” diyor. Biraz sessiz olursanız,
siz de duyabilirsiniz.
Buyurun Sayın Baykal.
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sayın Bakan, konuşmasında,
benim, Mısır’la hiçbir ticaret anlaşması
yapılmadığını iddia ettiğimi söylemişlerdir;
bu doğru değildir. Benim söylediğim, daha sonra Sayın
Bakanın da bahsettiği KEK toplantısını -Libya’da
yapılan, başka yerlerde yapılan KEK toplantısını-
Mısır’da yapma talebimiz olmuştur; ama, Mısır
Hükümeti, KEK toplantısı yapmaya hazır
olmadığını söylemiştir. O ekonomik komisyon
toplantısı gerçekleşmemiştir, bunu ifade etmiştim.
KEK toplantısının yapılmamış olması,
Mısır ile ticaret anlaşması imzalanmaması
anlamına gelmez. Elbette, hepimiz biliyoruz, anlaşma
yapıldı; ama, KEK toplantısı yapma talebimiz,
Mısır Hükümeti tarafından geri çevrilmiştir. Bunu söyledim.
BAŞKAN –Teşekkür ediyorum.
Sayın Baykal “anlaşmaya geçilmediğini iddia etmedim ben”
diyorlar. Tutanaklara geçti efendim.
Değerli arkadaşlar, açık oylama talepleri vardır;
okutup, talep sahiplerini arayacağım ve ona göre, oyunuza
başvuracağım.
NECDET MENZİR (İstanbul) – Vatandaşlar kimin ne
olduğunu görsünler...
BAŞKAN – İki talep var; birisi Sayın Önder Sav ve
arkadaşlarının, birisi de Sayın Murat Başesgioğlu
ve arkadaşlarının. Önce, geliş sırasına göre,
Sayın Sav ve arkadaşlarının talebini okutacağız;
eğer, yeterli imza sahibini burada bulursak, ikinciyi okumayıp
işlemi yapacağız.
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Başbakan Sayın Necmettin Erbakan ve Bakanlar
Kuruluyla ilgili gensoru önergesinin gündeme alınıp
alınmamasına ilişkin oylamanın, İçtüzükte belirtilen
açık oylamayla yapılmasını saygılarımızla
dileriz.
Önder Sav?.. Burada.
Ali Topuz?.. Burada.
Zekir Çakıroğlu?.. Burada.
Mustafa Yıldız?.. Burada.
Ali Haydar Şahin?.. Burada.
Ahmet Güryüz Ketenci?.. Yok.
MUSTAFA KUL (Erzincan) – Takabbül ediyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN – Takabbül ediyorsunuz.
Mahmut Işık?.. Burada.
Oya Araslı?.. Burada.
Ayhan Fırat?.. Burada.
Yılmaz Ateş?.. Burada.
Altan Öymen?.. Burada.
Atilâ Sav?.. Burada.
Algan Hacaloğlu?.. Burada.
Orhan Veli Yıldırım?.. Burada.
Nihad Matkap?.. Burada.
Haydar Oymak?.. Burada.
Yahya Şimşek?.. Burada.
M. Ercan Karakaş?.. Burada.
İrfan Gürpınar?.. Burada.
Fuat Çay?.. Burada.
BAŞKAN – Yeterli sayıda imza var.
Açık oylamanın şekli hakkında Genel Kurulun
kararını alacağım.
Açık oylamanın, adı okunan sayın milletvekilinin
ayağa kalkarak kabul, ret veya çekimser şeklinde oyunu belirtmesi
suretiyle yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler...
Değerli arkadaşlar, çok ufak bir oy farkı olabilir; o
nedenle, balkonda duran arkadaşlarımızın ve bu arada,
aşağıda salonda olup da oturmayan
arkadaşlarımızın da balkona geçerek, ellerini yeniden
kaldırmalarını rica ediyorum.
Kabul etmeyenler... (ANAP, DSP ve CHP sıralarından
alkışlar!..)
(İstanbul Milletvekili Mustafa Baş’ın Başkanlık
Kürsüsüne çıkması ve ANAP, DSP, CHP sıralarından “Yuh”
sesleri, sıra kapaklarına vurmalar)
BAŞKAN – Değerli arkadaşlarım,
arkadaşımız doğru olmayan bir şey söyledi; ama,
salonda görülen bir gerçeği hatırlatıyor. Bizim, herhalde
şöyle bir yanılgıya düşeceğimizi zannetmiş:
salonu ortadan eşit kabul edeceğimizi... Halbuki, salonun bu
tarafında, Doğru Yol Partisine mensup, kabul edilmemesi yönünde el
kaldıran 14 arkadaşımız var.
Salonda, kabul edilmeme yönünde 28 oyluk bir fark var. Bu durumda, kabul
edilmemiştir. (RP ve DYP sıralarından “Bravo” sesleri,
alkışlar)
Şimdi, açık oylamanın, adı okunan sayın
milletvekilinin kürsüye konulacak oy kutusuna oy pusulasını
atması suretiyle yapılmasını oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmemiştir.
Açık oylama, oy kutusu sıralar arasında
dolaştırılmak suretiyle yapılacaktır.
Kupalar dolaştırılsın.
(Oylar toplandı)
BAŞKAN – Oyunu kullanmayan sayın milletvekili var mı?
Yok.
Kupalar kaldırılsın.
(Oyların ayırımı yapıldı)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Başbakan ve Bakanlar
Kurulu haklarındaki (11/2,3, 4) esas numaralı gensoru önergelerinin
gündeme alınıp alınmaması konusundaki açık oylama
sonuçlarını açıklıyorum:
Kullanılan oy sayısı : 532
Kabul :
257
Ret :
270
Mükerrer : 5
Böylece, gensoru önergelerinin gündeme alınması kabul
edilmemiştir. (RP ve DYP sıralarından alkışlar)
Sayın milletvekilleri, kanun tasarı ve tekliflerini
görüşmek için, 17 Ekim 1996 Perşembe günü, saat 14.00’te toplanmak
üzere, birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati: 20.45
Hükümetin izlediği ciddiyetsiz ve tutarsız dış politika konusunda gensoru açılmasına ilişkin önergelere (11/2, 3, 4) verilen oyların sonucu :
Reddedilmiştir.
Üye Sayısı : 550
Kullanılan Oy : 532
Kabul Edenler : 257
Reddedenler : 270
Çekinser : —
Geçersiz Oylar : —
Oya Katılmayanlar : 23
Mükerrer Oylar : 5
Açık Üyelikler : —
(Kabul Edenler)
ADANA
Uğur Aksöz
İmren Aykut
İbrahim Yavuz Bildik
M. Ali Bilici
Mehmet Büyükyılmaz
Erol Çevikçe
Tuncay Karaytuğ
Mustafa Küpeli
Arif Sezer
ADIYAMAN
Mahmut Bozkurt
Celal Topkan
AFYON
H. İbrahim Özsoy
AĞRI
Yaşar Eryılmaz
AKSARAY
Sadi Somuncuoğlu
AMASYA
Aslan Ali Hatipoğlu
Haydar Oymak
ANKARA
Nejat Arseven
Yılmaz Ateş
Gökhan Çapoğlu
Cemil Çiçek
Ali Dinçer
Eşref Erdem
Agah Oktay Güner
İrfan Köksalan
M. Seyfi Oktay
Mehmet Sağdıç
Önder Sav
Yücel Seçkiner
İlker Tuncay
Aydın Tümen
Hikmet Uluğbay
ANTALYA
Deniz Baykal
Emre Gönensay
İbrahim Gürdal
Bekir Kumbul
Sami Küçükbaşkan
Yusuf Öztop
Metin Şahin
ARDAHAN
İsmet Atalay
ARTVİN
Metin Arifağaoğlu
Süleyman Hatinoğlu
AYDIN
Cengiz Altınkaya
M. Fatih Atay
Sema Pişkinsüt
İsmet Sezgin
Yüksel Yalova
BALIKESİR
Safa Giray
Tamer Kanber
Mustafa Güven Karahan
İ. Önder Kırlı
Hüsnü Sıvalıoğlu
BARTIN
Zeki Çakan
Köksal Toptan
Cafer Tufan Yazıcıoğlu
BATMAN
Ataullah Hamidi
BAYBURT
Ülkü Güney
BİLECİK
Şerif Çim
BİTLİS
Edip Safder Gaydalı
Kâmran İnan
BOLU
Avni Akyol
Abbas İnceayan
Mustafa Karslıoğlu
BURDUR
Yusuf Ekinci
Kazım Üstüner
BURSA
Yüksel Aksu
Ali Rahmi Beyreli
Cavit Çağlar
İlhan Kesici
Hayati Korkmaz
Feridun Pehlivan
Yahya Şimşek
İbrahim Yazıcı
ÇANAKKALE
Hikmet Aydın
Mustafa Cumhur Ersümer
Ahmet Küçük
A. Hamdi Üçpınarlar
ÇANKIRI
Mete Bülgün
ÇORUM
Ali Haydar Şahin
DENİZLİ
Hilmi Develi
Adnan Keskin
Hasan Korkmazcan
DİYARBAKIR
Muzaffer Arslan
Sebgetullah Seydaoğlu
EDİRNE
Mustafa İlimen
Erdal Kesebir
ERZİNCAN
Mustafa Kul
Mustafa Yıldız
ERZURUM
Necati Güllülü
ESKİŞEHİR
Necati Albay
Mustafa Balcılar
İbrahim Yaşar Dedelek
Mahmut Erdir
GAZİANTEP
Mehmet Batallı
Hikmet Çetin
Ali Ilıksoy
Mustafa R. Taşar
Ünal Yaşar
Mustafa Yılmaz
GİRESUN
Burhan Kara
Yavuz Köymen
Rasim Zaimoğlu
GÜMÜŞHANE
Mahmut Oltan Sungurlu
HAKKÂRİ
Naim Geylani
HATAY
Fuat Çay
Ali Günay
Nihat Matkap
Levent Mıstıkoğlu
Atilla Sav
Hüseyin Yayla
IĞDIR
Adil Aşırım
ISPARTA
Erkan Mumcu
İÇEL
Oya Araslı
Halil Cin
Ali Er
Abdülbaki Gökçel
D. Fikri Sağlar
Mustafa İstemihan Talay
Rüştü Kazım Yücelen
İSTANBUL
Bülent Akarcalı
Ziya Aktaş
Ahat Andican
Mehmet Aydın
Ali Coşkun
Nami Çağan
H. Hüsnü Doğan
Halit Dumankaya
Bülent Ecevit
Algan Hacaloğlu
Ercan Karakaş
Yılmaz Karakoyunlu
M. Cavit Kavak
Osman Kılıç
Mehmet Tahir Köse
Emin Kul
Necdet Menzir
Yusuf Namoğlu
Altan Öymen
Korkut Özal
Ali Talip Özdemir
H. Hüsamettin Özkan
Yusuf Pamuk
Mehmet Cevdet Selvi
Mehmet Sevigen
Ahmet Tan
Güneş Taner
Bülent Tanla
Zekeriya Temizel
Erdoğan Toprak
Ali Topuz
Şadan Tuzcu
İZMİR
Veli Aksoy
Ali Rıza Bodur
Işın Çelebi
İ. Kaya Erdem
Sabri Ergül
Şükrü Sina Gürel
Aydın Güven Gürkan
Gencay Gürün
Birgen Keleş
Mehmet Köstepen
Atilla Mutman
Metin Öney
Ahmet Piriştina
Rüştü Saracoglu
Rıfat Serdaroğlu
Süha Tanık
Hakan Tartan
Zerrin Yeniceli
KAHRAMANMARAŞ
Esat Bütün
Ali Doğan
Ali Şahin
KARABÜK
Şinasi Altıner
Erol Karan
KARAMAN
Fikret Ünlü
KARS
Y. Selahattin Beyribey
Çetin Bilgir
KASTAMONU
Murat Başesgioğlu
Hadi Dilekçi
KAYSERİ
İsmail Cem
İbrahim Yılmaz
KIRIKKALE
Recep Mızrak
KIRKLARELİ
İrfan Gürpınar
Cemal Özbilen
Necdet Tekin
KOCAELİ
Bülent Atasayan
Halil Çalık
Onur Kumbaracıbaşı
Hayrettin Uzun
Bekir Yurdagül
KONYA
Ahmet Alkan
Abdullah Turan Bilge
Nezir Büyükcengiz
Mehmet Keçeciler
KÜTAHYA
Emin Karaa
MALATYA
Miraç Akdoğan
Metin Emiroğlu
Ayhan Fırat
MANİSA
Abdullah Akarsu
Tevfik Diker
Ayseli Göksoy
Hasan Gülay
Sümer Oral
Ekrem Pakdemirli
Cihan Yazar
Erdoğan Yetenç
MARDİN
Süleyman Çelebi
Ömer Ertaş
MUĞLA
Lale Aytaman
Zeki Çakıroğlu
Fikret Uzunhasan
NEVŞEHİR
Abdülkadir Baş
NİĞDE
Akın Gönen
ORDU
İhsan Çabuk
Mustafa Bahri Kibar
Müjdat Koç
Nabi Poyraz
Refaiddin Şahin
Şükrü Yürür
RİZE
Avni Kabakoğlu
Ahmet Kabil
Ahmet Mesut Yılmaz
SAKARYA
Teoman Akgür
Ahmet Neidim
Ersin Taranoğlu
SAMSUN
Cemal Alişan
İrfan Demiralp
Ayhan Gürel
Yalçın Gürtan
Murat Karayalçın
Biltekin Özdemir
SİİRT
Nizamettin Sevgili
SİNOP
Metin Bostancıoğlu
Yaşar Topçu
SIVAS
Mahmut Işık
ŞANLIURFA
Seyit Eyyüpoğlu
Eyyüp Cenap Gülpınar
ŞIRNAK
Mehmet Salih Yıldırım
TEKİRDAĞ
Fevzi Aytekin
Bayram Fırat Dayanıklı
Enis Sülün
TOKAT
Metin Gürdere
Şahin Ulusoy
TRABZON
Eyüp Aşık
Ali Kemal Başaran
İbrahim Çebi
Hikmet Sami Türk
TUNCELİ
Orhan Veli Yıldırım
UŞAK
Yıldırım Aktürk
Mehmet Yaşar Ünal
VAN
Şerif Bedirhanoğlu
YALOVA
Yaşar Okuyan
YOZGAT
Lutfullah Kayalar
İsmail Durak Ünlü
ZONGULDAK
Veysel Atasoy
Tahsin Boray Baycık
Hasan Gemici
Osman Mümtaz Soysal
(Reddedenler)
ADANA
Cevdet Akçalı
Yakup Budak
Sıtkı Cengil
İ. Cevher Cevheri
M. Halit Dağlı
Veli Andaç Durak
İbrahim Ertan Yülek
ADIYAMAN
Mahmut Nedim Bilgiç
Ahmet Çelik
Ahmet Doğan
AFYON
Sait Açba
İsmet Attila
Osman Hazer
Yaman Törüner
Kubilay Uygun
Nuri Yabuz
AĞRI
M. Sıddık Altay
Cemil Erhan
Celal Esin
AKSARAY
Mehmet Altınsoy
Nevzat Köse
Murtaza Özkanlı
AMASYA
Ahmet İyimaya
Cemalettif Lafcı
ANKARA
İlhan Aküzüm
Saffet Arıkan Bedük
Ahmet Bilge
Hasan Hüseyin Ceylan
Ömer Ekinci
Ünal Erkan
Mehmet Gölhan
Şaban Karataş
Ahmet Tekdal
Rıza Ulucak
Ersönmez Yarbay
ANTALYA
Osman Berberoğlu
Arif Ahmet Denizolgun
Hayri Doğan
ARDAHAN
Saffet Kaya
ARTVİN
Hasan Ekinci
AYDIN
Ali Rıza Gönül
Nahit Menteşe
Muhammet Polat
BALIKESİR
Abdülbaki Ataç
Ahmet Bilgiç
İsmail Özgün
İlyas Yılmazyıldız
BATMAN
Alaattin Sever Aydın
Musa Okçu
Faris Özdemir
BAYBURT
Suat Pamukçu
BİLECİK
Bahattin Şeker
BİNGÖL
Kazım Ataoğlu
Hüsamettin Korkutata
Mahmut Sönmez
BİTLİS
Zeki Ergezen
Abdulhaluk Mutlu
BOLU
Feti Görür
Necmi Hoşver
Mustafa Yünlüoğlu
BURDUR
Mustafa Çiloğlu
BURSA
Abdülkadir Cenkçiler
Cemal Külahlı
Ali Osman Sönmez
Turhan Tayan
Ertuğrul Yalçınbayır
ÇANAKKALE
Nevfel Şahin
ÇANKIRI
İsmail Coşar
Ahmet Uyanık
ÇORUM
Bekir Aksoy
Mehmet Aykaç
Zülfikar Gazi
Yasin Hatiboğlu
DENİZLİ
M. Kemal Aykurt
Mehmet Gözlükaya
Haluk Müftüler
Ramazan Yenidede
DİYARBAKIR
Abdülkadir Aksu
Ferit Bora
M. Selim Ensarioğlu
Sacit Günbey
Seyyit Haşim Haşimi
Ömer Vehbi Hatipoğlu
Yakup Hatipoğlu
Salih Sümer
EDİRNE
Ümran Akkan
Evren Bulut
ELAZIĞ
Mehmet Ağar
Ömer Naimi Barım
Hasan Belhan
Cihan Paçacı
ERZİNCAN
Tevhit Karakaya
Naci Terzi
ERZURUM
Zeki Ertugay
Lütfü Esengün
Abdulilah Fırat
İsmail Köse
Ömer Özyılmaz
Aslan Polat
Şinasi Yavuz
ESKİŞEHİR
Demir Berberoğlu
Hanifi Demirkol
GAZİANTEP
Nurettin Aktaş
Kahraman Emmioğlu
Mehmet Bedri İncetahtacı
GİRESUN
Turhan Alçelik
Ergun Özdemir
GÜMÜŞHANE
Lütfi Doğan
HAKKÂRİ
Mustafa Zeydan
HATAY
Abdulkadir Akgöl
Süleyman Metin Kalkan
Mehmet Sılay
Ali Uyar
IĞDIR
Şamil Ayrım
ISPARTA
Ömer Bilgin
A. Aykon Doğan
Mustafa Köylü
Halil Yıldız
İÇEL
Fevzi Arıcı
Mehmet Emin Aydınbaş
Saffet Benli
Turhan Güven
Ayfer Yılmaz
İSTANBUL
Meral Akşener
Yıldırım Aktuna
Tayyar Altıkulaç
Azmi Ateş
Mustafa Baş
Mukadder Başeğmez
Tansu Çiller
Gürcan Dağdaş
Süleyman Arif Emre
Hasan Tekin Enerem
Ekrem Erdem
Mehmet Fuat Fırat
Metin Işık
İsmail Kahraman
Hüseyin Kansu
Hayri Kozakçıoğlu
Göksal Küçükali
Ali Oğuz
Mehmet Ali Şahin
Osman Yumakoğulları
Bahattin Yücel
Bahri Zengin
Namık Kemal Zeybek
İZMİR
Turhan Arınç
Hasan Denizkurdu
Işılay Saygın
Ufuk Söylemez
Sabri Tekir
İsmail Yılmaz
KAHRAMANMARAŞ
Hasan Dikici
Avni Doğan
Ahmet Dökülmez
Mustafa Kamalak
Mehmet Sağlam
KARABÜK
Hayrettin Dilekcan
KARAMAN
Abdullah Özbey
Zeki Ünal
KARS
Sabri Güner
Zeki Karabayır
KASTAMONU
Fethi Acar
Nurhan Tekinel
Haluk Yıldız
KAYSERİ
Memduh Büyükkılıç
Osman Çilsal
Ayvaz Gökdemir
Abdullah Gül
Nurettin Kaldırımcı
Salih Kapusuz
KIRIKKALE
Kemal Albayrak
Hacı Filiz
Mikail Korkmaz
KIRKLARELİ
A. Sezal Özbek
KIRŞEHİR
Ömer Demir
Cafer Güneş
KİLİS
Mustafa Kemal Ateş
Doğan Güreş
KOCAELİ
Necati Çelik
İsmail Kalkandelen
Osman Pepe
KONYA
Hüseyin Arı
Veysel Candan
Remzi Çetin
Necati Çetinkaya
Necmettin Erbakan
Abdullah Gencer
Ali Günaydın
Teoman Rıza Güneri
Hasan Hüseyin Öz
Mustafa Ünaldı
Lütfi Yalman
Mehmet Ali Yavuz
KÜTAHYA
Ahmet Derin
İsmail Karakuyu
Mehmet Korkmaz
Metin Perli
MALATYA
Oğuzhan Asiltürk
Yaşar Canbay
Fikret Karabekmez
M. Recai Kutan
MANİSA
Rıza Akçalı
Bülent Arınç
Yahya Uslu
MARDİN
Muzaffer Arıkan
Mahmut Duyan
Hüseyin Yıldız
MUĞLA
İrfettin Akar
Mustafa Dedeoğlu
Enis Yalım Erez
MUŞ
Necmettin Dede
Nedim İlci
Erkan Kemaloğlu
Sabahattin Yıldız
NEVŞEHİR
Mehmet Elkatmış
Esat Kıratlıoğlu
NİĞDE
Doğan Baran
Mehmet Salih Katırcıoğlu
Ergun Özkan
ORDU
Hüseyin Olgun Akın
Mustafa Hasan Öz
RİZE
Şevki Yılmaz
SAKARYA
Nezir Aydın
Cevat Ayhan
Nevzat Ercan
Ertuğrul Eryılmaz
SAMSUN
Ahmet Demircan
Nafiz Kurt
Latif Öztek
Musa Uzunkaya
SİİRT
Ahmet Nurettin Aydın
Mehmet Emin Aydın
SİNOP
Kadir Bozkurt
SIVAS
Musa Demirci
Tahsin Irmak
Temel Karamollaoğlu
Abdüllatif Şener
ŞANLIURFA
Sedat Edip Bucak
Necmettin Cevheri
İbrahim Halil Çelik
Zülfükar İzol
Ahmet Karavar
Abdülkadir Öncel
M. Fevzi Şıhanlıoğlu
ŞIRNAK
Bayar Ökten
Mehmet Tatar
TEKİRDAĞ
Nihan İlgün
TOKAT
Abdullah Arslan
Ali Şevki Erek
Ahmet Feyzi İnceöz
Bekir Sobacı
TRABZON
Yusuf Bahadır
Kemalettin Göktaş
Şeref Malkoç
İsmail İlhan Sungur
TUNCELİ
Kamer Genç
UŞAK
Hasan Karakaya
VAN
Maliki Ejder Arvas
Mustafa Bayram
Fethullah Erbaş
Şaban Şevli
Mahmut Yılbaş
YALOVA
Cevdet Aydın
YOZGAT
İlyas Arslan
Kazım Arslan
Yusuf Bacanlı
Abdullah Örnek
ZONGULDAK
Necmettin Aydın
Ömer Barutçu
(Katılmayanlar)
ADANA
Orhan Kavuncu
AĞRI
M. Ziyattin Tokar (B.)
ANKARA
Mehmet Ekici
Halis Uluç Gürkan (Bşk. V.)
BURSA
Mehmet Altan Karapaşaoğlu
ÇORUM
Hasan Çağlayan
ELAZIĞ
Ahmet Cemil Tunç
İSTANBUL
Sedat Aloğlu
Refik Aras
Cefi jozef Kamhi
Ahmet Güryüz Ketenci
Aydın Menderes
Mehmet Moğultay
KAYSERİ
Recep Kırış
KIRŞEHİR
Mehmet Ali Altın
KOCAELİ
Şevket Kazan (B.)
KÜTAHYA
Mustafa Kalemli (Başkan)
MARDİN
Fehim Adak (B.)
SAMSUN
Adem Yıldız
SIVAS
Nevzat Yanmaz
Muhsin Yazıcıoğlu
TEKİRDAĞ
Hasan Peker
TOKAT
Hanefi Çelik
(Mükerrer Oylar)
ÇORUM
Bekir Aksoy (Red)
DİYARBAKIR
Sacit Günbey (Red)
İSTANBUL
Namık Kemal Zeybek (Red)
KONYA
Teoman Rıza Güneri (Red)
SIVAS
Musa Demirci (Red)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
GÜNDEMİ
8 İNCİ BİRLEŞİM
16 . 10 . 1996 ÇARŞAMBA
Saat : 15.00
1
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
2
ÖZEL GÜNDEMDE YER ALACAK İŞLER
1. – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Grup Başkanı ve Antalya Milletvekili Deniz Baykal ile Grup Başkanvekilleri İçel Milletvekili Oya Araslı, Ankara Milletvekili Önder Sav ve Hatay Milletvekili Nihat Matkap’ın, Hükümetin izlediği ciddiyetsiz ve tutarsız dış politika nedeniyle devletin dış ilişkilerinde küçültücü duruma düşürüldüğü iddiasıyla Anayasanın 99 uncu, İçtüzüğün 106 ncı maddesi uyarınca Başbakan Necmettin Erbakan Hakkında bir gensoru açılmasına ilişkin önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı konusunda görüşme (11/2) (Dağıtma tarihi : 8.10.1996)
2. – Zonguldak Milletvekili Mümtaz Soysal ve 21 arkadaşının, dış politikanın belirlenme ve yürütülmesindeki tutarsızlıklar nedeniyle devletin küçük düşürüldüğü iddiasıyla Anayasanın 99 uncu, İçtüzüğün 106 ncı maddesi uyarınca Bakanlar Kurulu hakkında bir gensoru açılmasına ilişkin önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı konusunda görüşme (11/3) (Dağıtma tarihi : 9.10.1996)
3. – Bitlis Milletvekili Kâmran İnan ve 24 arkadaşının, Libya gezisi esnasında Türk Milleti’ne yapılan hakaretlere duyarsız ve tepkisiz kalması nedeniyle devletin dış ilişkilerinde küçültücü duruma düşürüldüğü iddiasıyla Anayasanın 99 uncu, İçtüzüğün 106 ncı maddesi uyarınca Başbakan Necmettin Erbakan hakkında bir gensoru açılmasına ilişkin önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı konusunda görüşme (11/4) (Dağıtma tarihi : 10.10.1996)
3
SEÇİM
4
OYLAMASI YAPILACAK İŞLER
TUTANAĞIN
SONU