DÖNEM : 20 CİLT : 25 YASAMA YILI : 2
T. B. M. M.
TUTANAK DERGİSİ
85 inci Birleşim
24. 4 . 1996 Perşembe
İ Ç İ N D E K
İ L E R
I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. – GELEN KÂĞITLAR
III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA
SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1. – İstanbul Milletvekili M. Sedat Aloğlu’nun, TBMM
Dışişleri Komisyonu üyelerinden müteşekkil bir heyetin
Arnavutluk’a yaptığı ziyarete ilişkin
gündemdışı konuşması
2. – Adıyaman Milletvekili Celal Topkan’ın, Refahyol
Hükümetinin uygulamalarına ilişkin gündemdışı
konuşması ve Devlet Bakanı Lütfü Esengün’ün cevabı
3. – Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay’ın, Ankara’nın
köylerindeki eğitim sorunlarına ilişkin
gündemdışı konuşması
B) TEZKERELER VE ÖNERGELER
1. – Erzincan Milletvekili Mustafa Kul’un (6/482, 485, 493) esas
numaralı sözlü sorularını geri aldığına
ilişkin önergesi(4/164)
C) ÇEŞİTLİ İŞLER
1. – Samsun Milletvekili Murat Karayalçın’ın, Bitlis
Milletvekili Kâmran İnan’ın, ANAPGrubu adına
yaptığı konuşmayla ilgili açıklaması
IV. – GENSORU, GENEL GÖRÜŞME,
MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI
A)ÖNGÖRÜŞMELER
1. – Aydın Milletvekili İsmetSezgin ve 21
arkadaşının, Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilişkileri
konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/10)
V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
1. – 926 Sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel
Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesine İlişkin 488 Sayılı
Kanun Hükmünde Kararname ve Millî Savunma Komisyonu Raporu (1/215) (S.
Sayısı : 23)
2. – 17.7.1964 Tarihli, 506 Sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu ve
2.9.1971 Tarihli, 1479 Sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer
Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu
ile 17.10.1983 Tarihli, 2926 Sayılı Tarımda Kendi Adına ve
Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanununa Göre Tahakkuk
Eden Prim ve DiğerAlacakların Tahsilatının
Hızlandırılması Hakkında Kanun Tasarısı ve
Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu
Raporu (1/573) (S. Sayısı : 250)
VI. – SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1. – İstanbul Milletvekili Necdet Menzir’in, Ahıska Türkleri
ve Bulgaristan göçmenleri için yapılan konutların ödenmesine
ilişkin Devlet Bakanından sorusu ve Bayındırlık ve
İskân Bakanı Cevat Ayhan’ın yazılı cevabı
(7/2195)
2. – Adana Milletvekili Erol Çevikçe’nin, Çukurova’da meydana gelen don
olayının buğday ve narenciye bahçelerine verdiği zararlara
karşı tedbir alınıp alınmayacağına
ilişkin Başbakandan sorusu ve Tarım ve Köyişleri
Bakanı Musa Demirci’nin yazılı cevabı (7/2219)
3. – Bursa Milletvekili Yüksel Aksu’nun, İznik Gölünün kirlenmeye
karşı korunmasına ilişkin Çevre Bakanından sorusu ve
Tarım ve Köyişleri Bakanı ve Çevre Bakanı vekili Musa
Demirci’nin yazılı cevabı (7/2408)
4. – Niğde Milletvekili Akın Gönen’in, şehit
yakınlarının istihdamına ilişkin sorusu ve
İçişleri Bakanı MeralAkşener’in yazılı
cevabı (7/2441)
I. –
GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 14.00’te açıldı.
İstiklal Marşı söylendi.
Genel Kurulun 9.4.1997 tarihli 80 inci Birleşiminde alınan
karar uyarınca, TBMM’nin 77 nci kuruluş yıldönümü ve Ulusal
Egemenlik ve Çocuk Bayramının kutlanması ve günün önem ve
anlamının belirtilmesi amacıyla :
TBMMBaşkanı Mustafa Kalemli’nin sunuş
konuşmasından sonra;
RPGenel Başkanı ve MeclisGrubu Başkanı Necmettin
Erbakan,
ANAP Genel Başkanı ve Meclis GrubuBaşkanı A. Mesut
Yılmaz,
DYP Genel Başkanı ve Meclis GrubuBaşkanı Tansu
Çiller,
DSP Genel Başkanı ve Meclis GrubuBaşkanı Bülent
Ecevit,
CHP Genel Başkanı ve Meclis GrubuBaşkanı Deniz
Baykal,
BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu,
DTP Genel Başkan Yardımcısı İsmet Sezgin,
Birer konuşma yaptılar.
Malatya Milletvekili Oğuzhan Asiltürk, DSPGenel Başkanı
ve MeclisGrubu Başkanı Bülent Ecevit’in konuşması
sırasında partilerine sataşması nedeniyle bir konuşma
yaptı.
24 Nisan 1997 Perşembe günü saat 15.00’te toplanmak üzere,
birleşime 16.30’da son verildi.
Mustafa Kalemli
Başkan
Zeki Ergezen Mustafa
Baş
Bitlis İstanbul
Kâtip
Üye KâtipÜye
II. – GELEN
KÂĞITLAR
24 . 4 .
1997 PERŞEMBE
Sözlü Soru
Önergesi
1. – İzmir Milletvekili Atilla Mutman’a, zeytin ve
zeytinyağı üreticilerinin ürün bedellerine ilişkin Sanayi ve
Ticaret Bakanından sözlü soru önergesi (6/515) (Başkanlığa
geliş tarihi : 15.4.1997)
Yazılı
Soru Önergeleri
1. – Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner’in, bazı komutanların
emekliye sevk edileceği yolundaki iddiaların doğru olup
olmadığına ilişkin Dışişleri Bakanı ve
Başbakan Yardımcısından yazılı soru önergesi
(7/2553) (Başkanlığa geliş tarihi : 15.3.1997)
2. – İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın,
Beşiktaş’ta Ihlamur Kasrı karşısında bulunan
parka inşaat yapılacağı iddiasına ilişkin
KültürBakanından yazılı soru önergesi (7/2554)
(Başkanlığa geliş tarihi : 15.4.1997)
3. – İstanbulMilletvekili BülentAkarcalı’nın,
İstanbul’da İlçe belediyelerine tüp gaz dolum satış
yerlerinin kapasitelerinin artırılması için bir tebligatta
bulunulup bulunulmadığına ilişkin Sağlık
Bakanından yazılı soru önergesi (7/2555)
(Başkanlığa geliş tarihi : 15.4.1997)
4. – İstanbulMilletvekili BülentAkarcalı’nın,
İstanbul Haliç’teki çamurun temizlenmesi işinin verildiği
firmaya ilişkin Çevre Bakanından yazılı soru önergesi
(7/2556) (Başkanlığa geliş tarihi : 15.4.1997)
5. – İstanbulMilletvekili BülentAkarcalı’nın, özel bir
kongrede alınan bazı kararlara ilişkin Devlet Bakanından
yazılı soru önergesi (7/2557) (Başkanlığa geliş
tarihi : 15.4.1997)
6. – Tekirdağ Milletvekili Bayram Fırat
Dayanıklı’nın, hayvvan sigorta bedellerinin geç ödendiği
iddiasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/2558) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.4.1997)
7. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül’ün, Bakanlıkta görev yapan
bazı unvanlı personelin sayısına ilişkin
Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru
önergesi (7/2559) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.4.1997)
8. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül’ün, Bakanlıkta görev yapan
bazı unvanlı personelin sayısına ilişkin Adalet
Bakanından yazılı soru önergesi (7/2560)
(Başkanlığa geliş tarihi : 16.4.1997)
9. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül’ün, Bakanlıkta görev yapan
bazı unvanlı personelin sayısına ilişkin Millî
Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2561)
(Başkanlığa geliş tarihi : 16.4.1997)
10. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül’ün, Bakanlıkta görev
yapan bazı unvanlı personelin sayısına ilişkin Orman
bakaından yazılı soru önergesi (7/2562)
(Başkanlığa geliş tarihi : 16.4.1997)
11. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül’ün, Bakanlıkta görev
yapan bazı unvanlı personelin sayısına ilişkin Kültür
Bakanından yazılı soru önergesi (7/2563)
(Başkanlığa geliş tarihi : 16.4.1997)
12. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül’ün, Bakanlıkta görev
yapan bazı unvanlı personelin sayısına ilişkin Enerji
ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/2564)
(Başkanlığa geliş tarihi : 16.4.1997)
13. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül’ün, Bakanlıkta görev
yapan bazı unvanlı personelin sayısına ilişkin Çevre
Bakanından yazılı soru önergesi (7/2565)
(Başkanlığa geliş tarihi : 16.4.1997)
14. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül’ün, Bakanlıkta görev
yapan bazı unvanlı personelin sayısına ilişkin
Tarım ve Köyişleri Bakanından Bakanından yazılı
soru önergesi (7/2566) (Başkanlığa geliş tarihi :
16.4.1997)
15. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül’ün, Bakanlıkta görev
yapan bazı unvanlı personelin sayısına ilişkin Sanayi
ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/2567)
(Başkanlığa geliş tarihi : 16.4.1997)
16. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül’ün, Bakanlıkta görev
yapan bazı unvanlı personelin sayısına ilişkin
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru
önergesi (7/2568) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.4.1997)
17. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül’ün, kamu personel
atamalarına ilişkin Bayındırlık ve İskân
Bakanından yazılı soru önergesi (7/2569)
(Başkanlığa geliş tarihi : 16.4.1997)
18. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül’ün, kamu personel
atamalarına ilişkin Millî Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/2570) (Başkanlığa geliş
tarihi : 16.4.1997)
19. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül’ün, kamu personel
atamalarına ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/2571) (Başkanlığa geliş
tarihi : 16.4.1997)
20. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül’ün, kamu personel
atamalarına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru
önergesi (7/2572) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.4.1997)
21. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül’ün, kamu personel
atamalarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı
soru önergesi (7/2573) (Başkanlığa geliş tarihi :
16.4.1997)
22. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül’ün, kamu personel
atamalarına ilişkin Ulaştırma Bakanından
yazılı soru önergesi (7/2574) (Başkanlığa geliş
tarihi : 16.4.1997)
23. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül’ün, kamu personel
atamalarına ilişkin Turizm Bakanından yazılı soru
önergesi (7/2575) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.4.1997)
24. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül’ün, kamu personel
atamalarına ilişkin Kültür Bakanından yazılı soru
önergesi (7/2576) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.4.1997)
25. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül’ün, kamu personel
atamalarına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanından yazılı soru önergesi (7/2577)
(Başkanlığa geliş tarihi : 16.4.1997)
26. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül’ün, kamu personel
atamalarına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/2578) (Başkanlığa geliş
tarihi : 16.4.1997)
27. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül’ün, kamu personel
atamalarına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru
önergesi (7/2579) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.4.1997)
28. – Balıkesir Milletvekili İ. Önder Kırlı’nın,
polis emeklileri arasındaki eşitsizliğin giderilmesine yönelik
çalışmalara ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/2580) (Başkanlığa geliş
tarihi : 17.4.1997)
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma Saati :15.00
24 Nisan 1997 Perşembe
BAŞKAN :Başkanvekili Kamer GENÇ
KÂTİP ÜYELER :Ahmet DÖKÜLMEZ
(Kahramanmaraş), Zeki ERGEZEN (Bitlis)
BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 85 inci Birleşimini
açıyorum.
Sayın milletvekilleri, çalışmak için yeterli
sayımız vardır; çalışmalarımıza başlıyoruz.
Sayın milletvekilleri, gündeme geçmeden önce, üç
arkadaşıma gündemdışı söz vereceğim.
III. –
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1. – İstanbul Milletvekili M. Sedat
Aloğlu’nun, TBMMDışişleri Komisyonu üyelerinden
müteşekkil bir heyetin Arnavutluk’a yaptığı ziyarete
ilişkin gündemdışı konuşması
BAŞKAN – Gündemdışı birinci söz, 14-16 Nisan 1997
tarihlerinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Dışişleri Komisyonu
Heyeti olarak Arnavutluk'a yapmış olduğumuz özel ziyaret
hakkında Yüce Kurula bilgi sunmak isteyen İstanbul Milletvekili ve
Dışişleri Komisyonu Başkanı Sayın Sedat
Aloğlu'na verilmiştir.
Buyurun Sayın Aloğlu. (Alkışlar)
Sayın Aloğlu, süreniz 5 dakikadır.
M. SEDAT ALOĞLU (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Sayın milletvekilleri, saygılar sunuyorum.
Sayın Başkan, müsaadenizle, tüm İslam
dünyasının geçmiş mübarek bayramını tebrik etmek
istiyorum; yüce milletin egemenlik bayramını kutlamak istiyorum; en
kıymetli varlıklarımız ve geleceğimiz olan
çocuklarımızın bayramını kutluyorum; bu vesileyle,
büyük Ata'mızı ve mücadele arkadaşlarını, rahmet,
minnet ve saygıyla anıyorum.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Arnavutluk'ta olan
son gelişmeler üzerine, Dışişleri Komisyonu olarak, 26 Mart
1997 tarihinde özel gündemli bir toplantı yaptık. Bu toplantıya,
Arnavutluk'tan henüz dönmüş olan Dışişleri mensubu
arkadaşlar da katıldılar; gerekli bilgiyi verdiler. Biz, bir
durum müzakeresi yaptık ve bu durum müzakeresi üzerine özel bir
çalışma grubu oluşturma kararına vardık. Bu çalışma
grubumuz, grubu olan her partiden bir temsilciden oluştu. Bu
arkadaşlarımızın adları; Sayın Hüseyin Kansu,
Sayın Halil Yıldız, Sayın Enis Sülün, Sayın Ali Rahmi
Beyreli ve Sayın Ercan Karakaş'tır. Bu toplantıda, bu
arkadaşlarımızla beraber, en kısa zamanda Arnavutluk'a bir
ziyaret yapma kararı aldık. Sayın Meclis
Başkanımızın onayıyla, bu ziyaretimiz 14-16 Nisan
tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir.
Arnavutluk yetkilileri, çalışma grubumuzun ziyaretini, bu
ülkedeki son gelişmeleri müteakip ilk yabancı parlamenter grup
ziyareti olarak nitelendirmiş ve her vesileyle şükranlarını
sunmuşlardır. Bu ziyarette amacımız, çok zor bir dönemden
geçen Arnavutluk'a dayanışma ve moral mesajı vermek; ayrıca,
gelişmeleri doğrudan ve yerinde izleyerek ilk elden bilgi almak;
bundan sonraki dönemde neler yapılabileceği konusunda görüş
oluşturmak ve Türkiye ile Arnavutluk arasındaki zaten dostane olan
ilişkileri daha da pekiştirmek olarak özetlenebilir.
Çalışma grubumuz, başta, Cumhurbaşkanı
Sayın Sali Berişa olmak üzere, Halk Meclisi Başkanı ve
Başbakan tarafından kabul edilmiş; ayrıca,
Dışişleri Bakanı, diğer 3 bakan,
Dışişleri Komisyonu üyeleri, Türk-Arnavut Dostluk Grubu üyeleri
ve Millî Uzlaşma Hükümeti Koalisyonundaki 10 partinin tamamıyla
görüşmelerde bulunmuşlardır. Ayrıca, bu ziyaretimiz
sırasında, Türk müteşebbisleri tarafından yapılan ve
işletilen bir okulu ziyaret ettik; o tarihler itibariyle Arnavutluk'a
varmış bulunan öncü askerî kafilemizi ziyaret ettik, kendilerine
moral vermek durumunda olduk.
Arnavutluk'taki yetkililerden aldığımız ve bizdeki
bilgilerle beraber, bu ülkedeki gelişmeleri şöyle özetleyebiliriz:
Bilindiği gibi, İkinci Dünya Savaşından 1992
yılına kadar Arnavutluk'ta gayet kapalı ve sert bir rejim
vardı. 1992 yılında yapılmış olan seçimlerden
sonra Arnavutluk, demokrasi ve serbest piyasa ekonomisine büyük bir adım
atmıştır.
6 Kasım 1994'te bir anayasa teklifi referanduma sunulmuş; ama,
kabul edilmemiştir. 1996 ilkbaharında genel seçimler
yapılmış ve bu genel seçimler tamamlanmıştır;
ama, sonuçları üzerinde ve yapılış tarzı üzerinde
gerek Arnavutluk'ta gerekse uluslararası çevrelerde belli bazı
tartışmalar oluşmuştur.
1996 Ekiminde bazı yasal düzenlemelerden sonra yerel seçimler
yapılmıştır. Bu yerel seçimlerde, yapılan genel
seçimlerle benzer bir şablon ortaya çıkmıştır.
1996 Kasımında, hepinizin yakından takip ettiği gibi
bir banker krizi başgöstermeye başlamış.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Aloğlu, süreniz bitti; lütfen toparlar
mısınız efendim.
M. SEDAT ALOĞLU (Devamla) – 2 dakika daha müsaade eder misiniz?
BAŞKAN – Peki; buyurun.
M. SEDAT ALOĞLU (Devamla) – Çok teşekkür ederim.
1997 yılının ocak ayında da başgösteren bu kriz
sonunda iflaslar başlamıştır. 28 Şubatta güneydeki
Vlora Kentinde isyan başlıyor ve ordunun depoları yağma
edilerek yüzbinlerce silah sivillerin eline geçiyor. Hükümet, bu durum üzerine
1 Martta istifasını vermiştir. Nisan ayında
yapılması gereken başkanlık seçimi 3 Marta
alınmış ve Sali Berişa yeniden seçilmiştir. Bu durum
üzerine, öncülüğünü 10 partinin yapmış olduğu bir seçime
gidecek Ulusal Uzlaşma Hükümeti kurulmuştur. Seçimler, muhtemelen, 29
Haziranda veya temmuz ayında yapılacaktır.
Edindiğimiz intibaları kısaca şöyle özetlemek
istiyorum: Arnavutluk, kapalı ve aşırı baskılı
rejimden demokrasi ve serbest piyasa ekonomisine geçişin
sıkıntılarını yaşamaktadır. Bu benzer
izlenimlerimizi, yakın tarihlerde ziyaret etmiş olduğumuz
Bulgaristan'da da edinmiştik. Ayrıca, bu yaşanan
sıkıntılara bankerlik krizi, bir
hızlandırıcı etki yapmış ve birçok
sıkıntıyı su üstüne çıkarmıştır. Ancak,
şunu belirtmemiz lazım ki, bu dönem içerisinde bankerlik konusunda, o
zamana kadar yasal bir düzenlemenin olmadığını
müşahade ettik. Uluslararası alanda çok konuşulan, batan para
olarak birbuçuk milyar dolar civarında bir rakamdan söz ediliyor; ancak,
biz gerek düşüncelerimiz ve gerekse yapmış olduğumuz
müzakerelerle, bu rakamı abartılı bulduğumuzu
söyleyebiliriz. Bu rakam, büyük bir ihtimalle yüksek faiz sonunda elde edilecek
olan...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Aloğlu, lütfen, son cümlenizi söyler
misiniz efendim... Lütfen efendim...
M. SEDAT ALOĞLU (Devamla) – Efendim, Türkiye'den beklentiler
konusuna geçmek istiyorum. Türkiye'den asker göndermemizi büyük bir takdirle
karşılıyorlar; ama, önümüzdeki döneme ait olmak üzere, ekonomik
beklentiler vardır. Bu konudaki düşüncelerimizi bir rapor haline
getirerek, başta Sayın Cumhurbaşkanımız, Meclis
Başkanımız, Başbakanımız, Başbakan
Yardımcımız ve grubu bulunan tüm partilerin
başkanlarına sunacağım.
Saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Aloğlu.
Efendim, gündemdışı konuşmaya, herhalde, cevap
gerektirecek bir Hükümet uygulaması yok.
2. – Adıyaman Milletvekili Celal
Topkan’ın, Refahyol Hükümetinin uygulamalarına ilişkin
gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Lütfü
Esengün’ün cevabı
BAŞKAN – İkinci gündemdışı söz, son
zamanlardaki Hükümet uygulamaları ve Refahyol Hükümetinin parlamento
ilişkileri konusunda gündemdışı söz isteyen Adıyaman
Milletvekili Sayın Celal Topkan'a verilmiştir. (CHP
sıralarından alkışlar)
Buyurun efendim.
Sayın Topkan, süreniz 5 dakikadır.
CELAL TOPKAN (Adıyaman) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Refahyol Hükümetinin son zamanlardaki uygulamaları ve bu
uygulamaların Türk toplumunda oluşturduğu
rahatsızlıklar konusunda düşüncelerimi açıklamak üzere söz
aldım; sizleri, saygılarımla selamlıyorum.
Demokratik parlamenter sistemle yönetilen ülkelerde, siyasî partiler,
ülkede yaşanmakta olan ekonomik ve sosyal sorunlara çözüm bulmak için
iktidar olurlar. Bu partilerin, muhalefetteyken halka verdikleri sözler,
kendileri için bağlayıcıdır; iktidar olduklarında, bu
sözlerini takip etmeleri gerekir; aksi tutum ve uygulamalar, parlamenter
sisteme olan güveni azaltır.
Refah Partisi muhalefetteyken, toplumsal ve siyasî söylemleri
"İktidara geleceğiz, adil düzenimizle sizlerin ekonomik
sorunlarınızı çözeceğiz, enflasyonu ortadan
kaldıracağız, işsizliği yok edeceğiz; çünkü,
bizim, fabrikalar yapan fabrika projelerimiz var. Faiz mi; külliyen
haramdır, geldiğimiz gün kalkacaktır. Köylünün ve gecekondunun
sorunlarını biz biliriz. Bizim adil düzenimiz, ülkede yaşayan
tüm sorunların sihirli değneğidir, hepsini toptan çözer"
şeklindeydi. Halk, bu söylemlere inandı ve Refah Partisine yüzde 21
oy verdi. Refah Partisi birinci parti olarak, Doğru Yol Partisiyle
Refahyol İktidarını kurdu. Refah Partisi, muhalefette
söylediklerinin hiçbirini iktidarda yapamadı; ancak, bakınız,
neler yaptı :
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk defa bankalar önünde, sabahın
saat 05.00'inde gidip kuyruğa giren ve günlerce bekleyen emekliler
kuyruğunun oluşmasını sağladı. Türkiye ilk defa,
Refahyol sayesinde emekli kuyruğu şehitlerinin oluşmasına
şahit oldu. Memur ücretlerindeki uygulamalarıyla
eşitsizliğin ve adaletsizliğin simgesi oldu. Önce memurları
sokağa döktü, coplattı, sonra "eşitsizliği ortadan
kaldırdım" dedi; ancak, verdikleri, söyledikleri rakamlarla, çalışanların
aldıkları ücretlerin aynı olmadığı
çalışanlar tarafından gözlendi.
Doğu ve Güneydoğu Bölgesinde biriken sorunları hemen
çözeceklerini söylediler; Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi, en fazla
oyu Refaha verdi; ancak, bu dönemde Doğu ve Güneydoğuda halk,
açlığın, sefaletin eşiğine geldi; insanlar bir
öğün yiyeceğe kavuşma uğruna, çamur deryasında
birbiriyle kavga eder duruma geldiler.
Üretici, sattığı ürünün parasını alamadı.
Bakınız, daha neler oldu: "Faizi
kaldıracağız" dediler, faizler yükselerek devam etti.
"Zam yapmayacağız" dediler, zamlar otomatiğe
bağlandı... Kısacası, Refah Partisi İktidarı
döneminde, elli yıldan bu yana ülkeyi yönetmekte olan sağ partilerin
ekonomik, siyasal ve toplumsal uygulamalarının dışında
değişik bir uygulama gözlenmedi. Bu uygulamaları
değiştirme konusunda ve muhalefetteyken iktidara geldiklerinde
uygulama sözünü verdikleri hiçbir şeyi topluma sunmadılar; bu
anlamda, topluma verecekleri hiçbir şeyin olmadığı ortaya çıktı.
Kısacası, Türk toplumu meşhur adil düzenle tanışamadı
ya da Refah Partisi, ne olduğu bilinmeyen adil düzenini bu halka
tanıtmayı çok gördü. Muhalefetteyken söylediklerini, iktidara
geldiğinde yapamayacağını gören Refah Partisi yöneticileri,
oyunbozan çocuk örneği, toplumun temel değerleriyle çatışmaya
girmeye başladı; toplumun yetmişüç yıllık yaşam
biçimini değiştirmeye kalktı.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Refahyol
İktidarı, toplumun ekonomik ve sosyal sorunlarına çözüm
bulamadı, bu doğru; hiçbir şey yapmadı demek de büyük
haksızlık, yaptığı şeyler de var: Ülkede
hukuksuzluğu ve hukuk tanımamayı hizmete soktu.
Geceyarıları, makamlar, kapıları kırılarak ele
geçirildi. Dokunulmazlık dosyaları, Başbakanın keyfî
tasarrufuna göre işlem gören işler haline geldi. Devlet yönetimine,
keyfî yönetim anlayışı hâkim olmaya başladı.
Yolsuzluklar ve usulsüzlükler, hangi siyasî hesaplarla nasıl
kapatılır; onu Türk toplumu öğrendi.
Yine, Refahyol sayesinde, Parlamentonun görevi değiştirildi.
Parlamentoda çoğunluk sağlanmayarak, Parlamento
çalıştırılmamaya başlandı; ancak, liderlerin
yolsuzluklarının örtbas edilmesi söz konusu olunca, Refah ve
Doğru Yol Grupları, bir bütün olarak Parlamentoya gelmeye
başladı.
Yine, Refahyol Hükümeti döneminde, ülkenin biriken
sorunlarının çözümüne yönelik, yeni hiçbir kanun teklifi ve
tasarısı Meclise getirilmedi; çoğunluk sağlanmayarak,
Meclis kapalı tutulmaya gayret edildi.
Bütün bunların bilinçli, planlı ve programlı olarak
yapıldığını düşünüyorum. Topluma verilmek istenen
mesaj belli: "Çoğulcu, demokratik parlamenter sistem, ülkenin
sorunlarına çözüm bulamıyor" demek isteniliyor; demokratik
parlamenter sistem, yönetemeyen parlamento şeklinde sunulmaya
çalışılıyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Efendim, lütfen toparlar mısınız
konuşmanızı.
CELAL TOPKAN (Devamla) – Teşekkür ederim Başkanım.
Yüzde 21'lik oy ağırlığıyla 73 yıllık
cumhuriyetin tüm kurumları değiştirilmeye
kalkışılıp, toplumla kurumları, birbirleriyle kavga
ortamına çekilmeye çalışılıyor, toplumla rejimin
karşı karşıya gelmesi hedefleniyor.
Birbirleriyle yıllarca kardeşçe yaşayan
insanlarımız, inananlar-inanmayanlar, laikler-antilaikler
şeklinde kamplaştırılmaya çalışılıyor.
Bu insanlar, bu topraklarda yüzyıllardır beraberce
yaşadılar. Demokratik, sosyal hukuk devleti, toplumun tüm kesimlerini
tek bir şemsiye altında toplamıştır. Bu toplum,
bugünkü çağdaş ve uygar yapısından memnundur; ancak,
sorunları var. Bu sorunlarını, Büyük Atatürk'ün gösterdiği
doğrultuda, akılcılığı, bilimselliği ve
çağdaşlığı esas alarak en kısa zamanda
çözecektir, bundan kimsenin şüpheye düşmesine gerek yoktur. Bu ülke
sahipsiz değildir; bunun bilinmesinde yarar var. Hiç kimse, bu
Parlamentonun önünü tıkayarak, toplumu çözümsüzlüğe mahkûm ederek,
kendi karanlık emellerini gerçekleştireceğini sanmasın; 73
yıllık cumhuriyetin kurucuları, bu cumhuriyetin temelini
sağlam atmışlardır. Bu cumhuriyet, kurulduğu günkü
amaç ve hedeflerine varmak için gelişmeye ve yaşamaya devam
edecektir.
Sizleri saygıyla selamlıyorum. (CHP ve DSP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Topkan.
DEVLET BAKANI LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) – Sayın Başkan, cevap
vermek istiyorum.
BAŞKAN – Gündemdışı konuşmaya Devlet
Bakanı Sayın Esengün cevap verecekler.
Yalnız, tabiî, Meclisi toplama, yalnız bir partiye mahsus bir
şey değil; Türkiye'de, şu andaki Parlamentonun yapısı
içinde 281 iktidar milletvekili var, 260 küsur da muhalefet milletvekili var;
her iki taraf da Parlamentoyu toplayabilir.
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Anlayışları o kadar
kıt, Sayın Başkan!
BAŞKAN – Buyurun Sayın Bakan.
DEVLET BAKANI LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) – Sayın Başkan, muhterem
milletvekilleri; gündemdışı konuşma yapan
arkadaşıma teşekkür ediyorum; ancak, Sayın
Başkanlığa da şunu hatırlatmak istiyorum:
Gündemdışı konuşma, İçtüzüğe göre, acil
durumlarda, Parlamentoyu, Yüce Meclisi bilgilendirmek kastıyla, niyetiyle
yapılan konuşmadır, ancak o şekilde söz verilebilir. Biraz
evvel arkadaşımızın yaptığı konuşma,
baştan sona demagoji, kendi partisinin herhangi bir
toplantısında yapılması gereken ve Hükümetten ziyade de,
Refah Partisini suçlayan; ama, suçladıkça da barajın altına
düştüklerini bildikleri için hatalarında devam etmeye
çalışan bir konuşmaydı. (RP sıralarından
alkışlar)
İSMET ATALAY (Ardahan) – Yapma yahu!
DEVLET BAKANI LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) – Sayın milletvekilleri, bu
Hükümeti, bu Parlamento seçti, güvenoyu verdi; biz, bu milletin Hükümetiyiz, bu
Yüce Meclisin güveniyle işbaşına gelmiş Hükümetiz. Kim ne
derse desin; -ne bu sayın milletvekili arkadaşımız ne de
birkısım medya ne derlerse desinler- benim size tavsiyem, gidin
Anadolu'yu gezin; köyleri gezin, esnafı, emekliyi, işçiyi gezin; bu
Hükümete nasıl dua ediliyor, bu Hükümetin devamı için millet
nasıl dua ediyor görün.
ASLAN ALİ HATİPOĞLU (Amasya) – Ağlıyorlar!..
Ağlıyorlar!..
DEVLET BAKANI LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) – Bu Hükümetten memnun olmayan,
sadece birkısım çıkar çevreleridir, tezgâhları
bozulanlardır. (RP sıralarından "Bravo" sesleri,
alkışlar) Geçmişte, milletin hazinesini, zenginliklerini
hortumlayanların, o hortumlarının kesilmesinin
feryatlarıdır bu feryatlar. (RP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar)
MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Sen demagoji
yapmıyorsun, değil mi?!
DEVLET BAKANI LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) – Bu konuşmaları
yapanların akıbetini bir dahaki seçimde göreceğiz, yüzde
0,5'lere nasıl düşecekler; ama, yine, bu Hükümetin her iki
kanadının nasıl iktidar olacağını, inşallah
-bu seçim ne zaman olursa- birlikte göreceğiz.
Muhterem kardeşlerim, Refah Partisi olarak ve Refahyol Hükümeti
olarak şu Meclisi çalıştırmak için elimizden gelen gayreti
gösteriyoruz; ancak, yine, aylardan beri bütün milletimizin gözü önünde cereyan
eden bir olay var ki, şu Meclisi toplamamak için, şu Meclisi
çalıştırmamak için muhalefet partileri yoklamaya gelmiyorlar,
yoklamada hazır bulunmuyorlar veya kanun tasarı ve teklifleri görüşülürken
yoklama isteyerek, karar yetersayısı isteyerek, ellerinden gelen
bütün engellemeyi yapıyorlar. Biz, muhalefete rağmen bu Meclisi
çalıştırıyoruz, biz, bütün kötü niyete, bütün kötü niyetli
engellemelere rağmen bu Meclisi çalıştırmaya devam ediyoruz.
ALİ ILIKSOY (Gaziantep) – Ne kötü niyeti?!
DEVLET BAKANI LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) – Siz ne derseniz deyin; siz, bu
konuşmaları, bu kürsüden değil, gidin Anadolu'daki köy
kahvelerinde, çarşılarda, pazarlarda yapın, bakalım ne
cevap alacaksınız... (RP sıralarından "Bravo"
sesleri, alkışlar)
Allah'ın...
OYA ARASLI (İçel) – Sayın Başkan...
DEVLET BAKANI LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) – Bu Parlamentonun önünü siz
tıkayamayacaksınız; bu Parlamentonun önünü tıkamak
isteyenin asıl kim olduğunu, herkes şu televizyonlardan görüyor.
Cumhuriyeti biz kurduk, biz yaşatacağız; bunu da böyle
bilesiniz... (RP sıralarından "Bravo" sesleri,
alkışlar)
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.
OYA ARASLI (İçel) – Sayın Başkan... Sayın
Başkan...
BAŞKAN – Efendim, bir dakika...
OYA ARASLI (İçel) – Sayın Başkan, Sayın Bakan,
Cumhuriyet Halk Partisine, Cumhuriyet Halk Partisi Grubuna sataşmada
bulunmuştur.
BAŞKAN – Efendim, hiç isminiz zikredilmedi.
OYA ARASLI (İçel) – Hayır efendim...
BAŞKAN – Bir dakika efendim... Bir dakika ...
OYA ARASLI (İçel) – Hayır efendim...
BAŞKAN – Bir dakika... Efendim, Sayın Bakan...
OYA ARASLI (İçel) – Hilafı hakikat beyanlarda
bulunmuştur.
BAŞKAN – Bir dakika, Sayın Araslı, siz, bir şey
söylüyorsunuz ve hemen hücum ediyorsunuz kürsüye; olur mu böyle canım?!.
OYA ARASLI (İçel) – Sayın Başkan, ne söylediğimizi dinleyiniz
ve ondan sonra cevap veriniz.
BAŞKAN – İyi ama, dediğinizi anladım; bir de, beni
dinleyin canım!..
OYA ARASLI (İçel) – Ama beni bir dinleyin, lafımı
kesiyorsunuz.
BAŞKAN – Allah Allah... Olur mu; yani, böyle bir tahakküm
yaratılır mı Başkanlık üzerinde?!
OYA ARASLI (İçel) – Sayın Başkan, maruzatımı
bütünüyle arz etmedim ki...
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Sayın Bakan burada
yaptığı konuşmada, işte, Başkanlık
Divanını da muaheze eden bir beyanda bulundu. Aslında,
gündemdışı söz, Genel Kurula veyahut da kamuoyuna bildirilmesi
gereken olağanüstü olayların Genel Kurulda dile getirilmesi
amacıyla talep edilir; ama, biz, Başkanlık Divanı olarak
-mesela arkadaşımız "son zamanlardaki Hükümet uygulamaları
ve Refahyol Hükümetinin Parlamento ilişkileri konusunda" diye bir
ifade kullanmış; tabiî, biz, bu konuşmanın
muhtevasını bilmediğimiz için, arkadaşımız, kendi
takdir ölçüleri içerisinde buraya çıkar konuşur-
gündemdışı konuşma için söz verirken, milletvekili
arkadaşlarımıza karşı Tüzükteki bu
"olağanüstülük" ifadesini biraz daha bir tarafa iterek,
arkadaşlarımız çıksın, hiç olmazsa,
İçtüzüğün sağladığı olanaklar çerçevesinde Genel
Kurulda beyanda bulunsunlar diyoruz; yani, onun için, burada, Başkanlık
Divanının, bir gündemdışı sözü, muhtevasını
bilmeden reddetmesi mümkün değil.
Ayrıca, Sayın Bakan, burada yaptığı
konuşmada muhalefet partisinden bahsetti, sayın
arkadaşımız burada konuşurken "Meclis, çoğunluk
sağlanmamak suretiyle çalıştırılmıyor" dedi;
Sayın Bakan da "muhalefet partisi
çalıştırmıyor" dedi; Cumhuriyet Halk Partisinin sözünü
etmedi ki, hanımefendi...
İSMET ATALAY (Ardahan) – "Cumhuriyet Halk Partisi
oylarının yüzde 0,5'e düşeceğini" söyledi.
OYA ARASLI (İçel) – Partimizin "oylarının
düşeceğini, oylarının barajı aşamayacak noktaya
geldiğini" söyledi.
BAŞKAN – Efendim, Partinizin isminden bahsetmedi... Sayın
Araslı, Partinizin isminden bahsetmedi efendim; muhalefetten bahsetti.
(ANAP, DSP ve CHP sıralarından gürültüler)
OYA ARASLI (İçel) – Sayın Bakan burada hilafı hakikat bir
beyanda bulundu; gerçekleri tahrif etti. Muhalefetin... (ANAP, DSP ve CHP
sıralarından gürültüler)
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Hepiniz bir ağızdan konuşursanız ben
kimi dinleyeceğim; benim iki tane kulağım var. (ANAP, DSP ve CHP
sıralarından gürültüler)
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Sayın Başkan, ben sustum,
hanımefendiyi dinleyelim.
BAŞKAN – Peki, o zaman siz oturun yerinize.
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Oturuyorum.
OYA ARASLI (İçel) – Efendim, bizim izlediğimiz muhalefetin bir
geleneği vardır.
BAŞKAN – Efendim, sizin dediğinizi anladım. Partinizin
ismini zikretmek suretiyle bir şey söylemedi; bir sataşma görmedim.
(ANAP, DSP ve CHP sıralarından gürültüler)
OYA ARASLI (İçel) – Muhalefetin, muhalefet yapma imkânını
tamamen inkâr eden beyanlarda bulunmuştur. Partimizin barajı
aşamayacağı, yüzde 0,5 oy alacağı şeklinde
beyanlarda bulunmuştur; Grubuma sataşma vardır, söz istiyorum.
BAŞKAN – Efendim, burada tek muhalefet partisi siz değilsiniz
ki, bakın, ANAP var, DSP var, Demokrat Türkiye Partisi var, Büyük Birlik
Partisi var... Var da var; yani, maşallah memlekette parti çok. (ANAP, DSP
ve CHP sıralarından gürültüler)
OYA ARASLI (İçel) – Efendim, Partimizi, Cumhuriyet Halk Partisini
ima ediyor.
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Sayın Başkan,
hanımefendi sözünü bitirdi, ben de bir şey söylemek istiyorum.
BAŞKAN – Buyurun.
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Şimdi, kendi
ağzınızla "Sayın Bakan konuşmasında bütün
muhalefet partilerini kastetti" diyorsunuz.
BAŞKAN – Evet.
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Burada yüz tane muhalefet partisi
yok, sizin beyanınıza göre, bütün muhalefet partilerine de bir
şey söyleme imkânı doğmuştur.
BAŞKAN – Hayır ama, sataşma yapılmadı, denildi
ki...
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Hayır efendim... Bir dakika
Sayın Başkan... Bir dakika...
BAŞKAN – Arkadaşlar, rica ediyorum...
Sayın Ersümer, muhalefet partilerinin burada zaman zaman
yoklamalara girmedikleri doğru mudur? (RP ve DYP sıralarından
"doğrudur" sesleri)
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Doğrudur.
BAŞKAN – Doğrudur. Yoklama istedikleri doğru mudur? (RP
ve DYP sıralarından "doğrudur" sesleri) Doğrudur.
Doğru olan şeyleri dile getirmeyi niye sataşma olarak kabul
ediyorsunuz?! (ANAP, DSP ve CHP sıralarından gürültüler)
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Sayın Başkan, tabiî,
sataşma kabul ediyoruz; çünkü, Sayın Bakan, burada gerçekleri tahrif
etmiştir. Açıkça söylüyorum, bu Mecliste, keyfî uygulamalarına,
tabiî ki muhalefet olarak karşı çıkacağız.
BAŞKAN – Hayır, hakkınız efendim, yani, muhalefetin
engelleme yapmasına ben bir...
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Bu sabah Meclise kanun teklifi
verecekler, öğleden sonra da görüştürmeye kalkacaklar; tabiî ki bu
keyfîliktir, tabiî ki karşı çıkacağız.
BAŞKAN – Peki, efendim, teşekkür ederim.
CELAL TOPKAN (Adıyaman) – Sayın Başkan, Emekli
Sandığına mensup emeklilerin bankalar önündeki kuyruklarda
beklemeleri, son günlerin güncel olaylarından değil mi ki Sayın
Bakan karşı çıkıyor...
BAŞKAN – Efendim, o, Bakanın takdiri, ben diyemem ki, şu
şu konuşmalara cevap verin... Rica ediyorum... (ANAP, DSP ve CHP
sıralarından gürültüler)
CELAL TOPKAN (Adıyaman) – Ama, Sayın Bakan yanlış
bilgi veriyor.
OYA ARASLI (İçel) – Demokrasiye ne biçim saygı bu?!.
BAŞKAN – Rica ediyorum...
3. – Ankara Milletvekili Ersönmez
Yarbay’ın, Ankara’nın köylerindeki eğitim sorunlarına
ilişkin gündemdışı konuşması
BAŞKAN – Üçüncü gündemdışı sözü, Ankara'nın
köylerindeki eğitim sorunlarıyla ilgili olarak, Ankara Milletvekili
Sayın Ersönmez Yarbay'a veriyorum. (ANAP, DSP ve CHP
sıralarından gürültüler)
Buyurun Sayın Ersönmez Yarbay. (RP sıralarından
alkışlar)
ERSONMEZ YARBAY (Ankara) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum, geçmiş Kurban
Bayramınızı ve Millî Egemenlik ve Çocuk
Bayramınızı kutluyorum. Bayramda ve daha önce, Ankara köylerine
yapmış olduğum ziyaretler ve Ankara köylerinin eğitimiyle
ilgili olarak Yüce Meclise bilgi vermek için söz aldım. 8 yıllık
eğitim tartışmalarının devam ettiği bugünlerde,
bu gerçeklerin bilinmesi ve 8 yıllık eğitim
tartışmalarına bir açıklık getirir düşüncesiyle
aşağıdaki konuları arz etmek istiyorum.
Türkiye'de, çeşitli sebeplerle hızlı bir göç var ve bir
rakam vermek istiyorum; Ankara'nın 900 köyü, 34 beldesi, 16 taşra
ilçesi var. 900 köy, 34 belde, 16 taşra ilçesinde seçmenlerimizin sadece
yüzde 12'si oturuyor, yüzde 88'i metropol ilçelerde oturuyor; yani, bütün
kırsal kesim hızla boşalıyor. Kırsal kesimin
hızla boşalması sebebiyle, bu 900 köyden 270'inde şu anda
taşımalı eğitime geçilmiş durumda. Çünkü, öğrenci
sayısı 15'ten aşağıya düştüğü için, 270 köyümüzde şu anda
taşımalı eğitim var. Bu taşımalı eğitim
sebebiyle de, öğrencileri olmayan okul binalarının hepsi
çürüyor. Dolayısıyla, bu okul binalarının, bir an önce,
ekonomiye faydalı bir hale getirilmesi için gereken tedbirlerin
alınması gerekiyor.
Değerli milletvekilleri, eğitim yılının sonuna
geldik, şu anda Ankara'da 2 bin öğretmen açığı var. Bu
sene, Haymana İlçemize 110 öğretmen verilmiştir, bu 110
öğretmenin 90'ı geri alınmıştır. Yine,
Balâ'nın Bağyaka Köyü var; 39 öğrencisi var, 5 sınıf
bir arada okuyor, bir tek öğretmeni var; ziraat mühendisi. 2 ay önce okula
gelmiş ve şu anda eş durumundan tayin bekliyor.
Yine Balâ'nın Çatalçeşme Köyü var. Yılbaşından
bu tarafa 14 öğretmen verilmiş olup 14 öğretmenin de tayini
çıkmış; sadece 4 öğretmen görev yapıyor. 4
öğretmenin de 2'si eş durumundan tayin istemiş, 2'si de her gün
100 kilometre uzaklıktaki Ankara'dan gelip gidiyor, 100 kilometreyi her
gün gelip gidiyor. Tabiî, sabahları vasıta bulamadıkları
zaman, yağış olduğu zaman da öğrenciler
öğretmensiz kalıyor.
Yine -dikkatlerinize arz etmek istiyorum- Haymana'nın Bahçecik
Köyünün 300 öğrencisi var; ama, sadece 2 öğretmeni var. 300
öğrenci, 2 öğretmen...
NECDET TEKİN (Kırklareli) – İktidar biz miyiz?
ERSÖNMEZ YARBAY (Devamla) – Yine, Haymana'nın Sinanlı Köyünün
220 öğrencisi var, 2 öğretmeni var. Haymana Yenice beldesinin 600
öğrencisi var, 8 öğretmeni var.
NECATİ ALBAY (Eskişehir) – İktidar sizsiniz...
ERSÖNMEZ YARBAY (Devamla) – Tabiî, siz bu şekilde bir miras
devrettiniz. Maalesef, sizin devrettiğiniz miras sebebiyle bunlardan
bahsediyoruz...
HASAN GÜLAY (Manisa) – Buraya bakmayın... İktidar biz miyiz?..
BAŞKAN – Peki efendim, buyurun, siz devam edin.
ERSÖNMEZ YARBAY (Devamla) – Yoksa, bu problemlerin kısa zamanda,
böyle beş altı aylık iktidar döneminde çözülmesi tabiî mümkün
değil; ancak, 8 yıllık eğitime geçelim derken, bu
gerçekleri gözardı edemeyiz. Ankara merkezde 8 yıllık
eğitime geçmeden...
HASAN GÜLAY (Manisa) – Geçelim mi geçmeyelim mi?..
ERSÖNMEZ YARBAY (Devamla) – ...sadece 732 dersliğe ihtiyaç var; bu
732 dersliğin bedeli de 3 trilyon 425 milyar 500 milyon lira. Gene,
Ankara'daki sobalı merkez okulların kaloriferli sisteme,
doğalgazlı sisteme dönüştürülmesi için de 644 milyar liraya
ihtiyacı var.
Dolayısıyla, bütün bu ihtiyaçlar ortada iken, Ankara'da, masa
başında oluşturulan birtakım düşüncelerle
eğitimin 8 yıla çıkarılması çok güzel. Biz istiyoruz
ki eğitim 11 yıla çıkarılsın; ancak, eğitim 11
yıla çıkarılırken öğretmenlerin sorunlarını
da gözardı etmemek durumundayız. Özellikle köy öğretmenleri için
lojman yetersizliği var. Gittiğimiz köylerde...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Yarbay, süreniz bitti; lütfen toparlar
mısınız efendim.
ERSÖNMEZ YARBAY (Devamla) – Gittiğimiz köylerde, lojmanların
çoğunun tek odalı olduğunu, çatısının
aktığını ve bakımsız olduğunu görüyoruz.
Bütün bu konuların dikkate alınması, iktidar ve muhalefetin sunî
gündemlerle uğraşmaması, eğitimin çok ciddî yapısal
sorunlarının çözülmesi gerekmektedir.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (RP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yarbay.
Sayın milletvekilleri, Sayın Millî Eğitim
Bakanımız, gönderdiği bir pusulayla, bugün saat 15.00'te
Sayın Cumhurbaşkanımızla, önceden
kararlaştırılmış bir görev randevusunda bulunmak
zarureti dolayısıyla, bugün kendi bakanlığıyla ilgili
olarak Genel Kurulda yapılan gündemdışı konuşmaya
cevap veremeyeceğini; ancak, mümkün olan ilk birleşimde bu
gündemdışı konuşmaya cevap vereceğini
belirtmiştir.
Ayrıca, Sayın Ersönmez Yarbay arkadaşıma şunu
belirtmek istiyorum; öğretmen açıklarının bugün böyle devam
etmesinde, Sayın Maliye Bakanımızın epey bir
katkısı var; 19 bin kadro istenmiş ve imzada bekliyor.
Arkadaşımız, bu 19 bin öğretmen kadrosunu verdirirse, bu iş
hallolur.
İSMET ATALAY (Ardahan) – Sayın Başkan,
gündemdışı konuşmaya sen devam et...
BAŞKAN – Gerçekten, öğretmen açığı benim ilimde
de çok fazla ve bu taşıma eğitim de çok önemli.
Efendim, gündemdışı konuşmalar ve bunlara verilen
cevaplar bitmiştir.
Sözlü soru önergelerinin geri istendiğine dair bir önerge
vardır; okutuyorum:
B) TEZKERELER VE ÖNERGELER
1. – Erzincan Milletvekili Mustafa
Kul’un, (6/482, 485, 493) esas numaralı sözlü sorularını geri
aldığına ilişkin önergesi (4/164)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Gündemin "Sözlü Sorular" kısmının 145, 148 ve
156 ncı sıralarında bulunan (6/482), (6/485), (6/493) esas
numaralı sözlü soru önergelerime yazılı cevap
aldığımdan, önergelerimi geri alıyorum.
Gereğinin yapılmasını arz ederim.
Mustafa
Kul
Erzincan
BAŞKAN – Sözlü soru önergeleri geri verilmiştir.
Sayın milletvekilleri, gündemin "Genel Görüşme ve Meclis
Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler"
kısmına geçiyoruz.
IV. –
GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI
A)ÖNGÖRÜŞMELER
1. – Aydın Milletvekili
İsmetSezgin ve 21 arkadaşının, Türkiye’nin Avrupa
Birliği ile ilişkileri konusunda genel görüşme
açılmasına ilişkin önergesi (8/10)
BAŞKAN – Genel Kurulun, 3.4.1997 tarihli 77 nci Birleşiminde
alınan karar gereğince, 145 inci sırada yer alan, Aydın
Milletvekili İsmet Sezgin ve 21 arkadaşının, Türkiye'nin
Avrupa Birliğiyle ilişkileri konusunda, Anayasanın 98 inci,
İçtüzüğün 102 ve 103 üncü maddeleri uyarınca bir genel
görüşme açılmasına ilişkin önergesinin öngörüşmelerine
başlıyoruz.
Hükümet burada.
Malumunuz, İçtüzüğümüze göre, genel görüşme
açılıp açılmaması hususunda, sırasıyla, Hükümete,
siyasî parti gruplarına ve önergedeki birinci imza sahibine veya onun
göstereceği diğer bir imza sahibine söz vereceğiz. Hükümet ve
siyasî parti grupları adına yapılacak konuşmalar
20'şer dakika, önerge sahibinin konuşma süresi de 10 dakikadır.
İlk söz Hükümetin.
Sayın Dışişleri Bakanımız, ilk söz sizin
efendim; buyurun. (DYP sıralarından alkışlar)
Süreniz 20 dakika efendim.
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI TANSU
ÇİLLER (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 1997 yılı, hepimizin bildiği gibi, Avrupa
bütünleşmesi bakımından önemli kararların alınmakta
olduğu bir yıldır. Bildiğiniz gibi, Avrupa'da komünist
sistemin çökmesi ve demirperdenin ortadan kalkmasıyla, totaliter
idarelerden kurtulan milletler, geleceklerini ve güvenliklerini teminat
altına almak için, Batı Avrupa'nın özgürlükçü kurumlarına
dahil olmak istemektedirler.
Avrupa Birliği, Batı Avrupa Birliği ve NATO gibi örgütler
de, kıtamızda barış, istikrar ve refahın
yaygınlaştırılması için, bu ülkelerin bu
beklentilerine karşılık verme ve onlara
kapılarını açma kararı vermişlerdir. Bu çerçevede
Devletimizin bir gerçek politikası olarak, önümüzde, Avrupa Birliği
ve ona tam üyelik gibi, 1963 yılından bu yana, devletin, devlet
politikası olarak gördüğü bir önemli konu yatmaktadır. Bu
çerçevede ülkemiz, her hükümet döneminde, aşağı yukarı bu
kararlılık içerisinde, bu konularda, Avrupa'nın bir çekirdek olarak
bütünleşme sürecine girdiği ilk günlerden itibaren, kurumlarına,
değişik ortamlarda ve değişik hükümetler çerçevesinde,
1950'lerden itibaren müracaatlarını yapmıştır.
1997 yılı niçin bu kadar önemli; neden 1997 yılında
Türkiye'nin Avrupa Birliği konusu gündemin başına geldi? Bunu
iyi görmek lazım. 1997 yılı, tıpkı 1990'ların
başında olduğu gibi, dünyanın yeniden
yapılanacağı ve özellikle Sovyetler Birliğinin çöküşünden
sonra, yeni bir yapıyla birlikte, dünyada bir yandan değişik
global değerlerin bütünleştiği bir ortam devam ederken,
diğer taraftan bu dünya köyünün veya global köyün değişik
bölgelere açıldığı bir gelişimi ve değişimi
yaşamaktadır.
Olay şudur: Bugün dünyamızda 6 milyar insan
yaşamaktadır. Bu 6 milyar insan, bir yandan demokratik değerler
çerçevesi ve şemsiyesi altında bütünleşirken, diğer yandan
değişik parsellere ayrılma gibi bir bölgeleşmeyi gündeme
getirmişlerdir. Bunun içinde NAFTA vardır, bunun içinde APEC
vardır, ASEAN vardır ve Avrupa Birliği vardır. Bu
bölgelerin tümüne bakıldığı zaman, Avrupa Birliği,
APEC ve ASEAN, hatta hariç olmak üzere NAFTA'ya baktığınız
zaman, dünya nüfusunun sadece yüzde 50'sinden biraz daha azı bu bölgelerde
yaşamakta, ancak, parsellenmiş olan bu üç bölgede dünya gelirinin
yüzde 85'i, dünya ticaretinin yüzde 91'i tutulmaktadır ve artan biçimde
bir bölgeleşme süreci içerisine girmişlerdir. Bunun içerisinde en
zengin pazar ve en büyük ticareti olan pazarsa Avrupa Birliğidir. Böyle
bir ortamda, 6 milyarlık dünya nüfusu içerisinde ciddî bir fakirleşme
gündemdedir. Bu fakirleşmenin bazı boyutlarını anlamak
lazım. Bu fakirleşmenin bazı misallerini vermek istiyorum.
Mesela, dünyamızda 100 milyon kadar insanın cep telefonu, 100
milyondan az insanın özel kişisel bilgisayarı varken, bugün,
dünyamızda, 3 milyar insanın telefonu hiç yok, 2,5 milyar insan ise
hayatında hiç telefon etmemiştir.
Bunun anlamı nedir? Bunun anlamı şudur: Dünya, fakir ve
zengin dünya olarak bölünmekte ve bu bölgeleşmede fakirler giderek
fakirleşmekte, zengin bölgeler de birbirleriyle işbirliği
çerçevesinde, yeni bölge sınırları çizmektedirler.
Dolayısıyla, bu bölgeler -ki, değişik biçimde kendileri
arasındaki kanalları açmışlardır; NAFTA, Avrupa
Birliği ve APEC bir iktisadî bütünleşmeyi bu şekilde gündeme
getirmiştir- zengin dünyanın nüfusunun yüzde 50'sinden
azını; ama, gelirinin yüzde 85'inden fazlasını, ticaretinin
yüzde 90'ından fazlasını tutmaktadırlar. Yine, bunun
içerisinde olan yüzde 20, dünya gelirinin yüzde 80'ine sahiptir. Bunun dışında
kalmış, alt yüzde 20, dünya gelirinin yüzde 2'sinden daha azına
sahip bir konumdadır. İşte, dünyadaki bölgeleşme, dünyadaki
iktisadî bütünleşme ve fakirleşme böylesine bir yolda doludizgin
devam ediyor.
İşte, böyle bir durumun dünya gündemini işgal ettiği
ortamda, 1990 başlarında Sovyetler Birliği
dağılıyor ve Berlin Duvarı -ki, Avrupa'nın doğu
sınırını aşağı yukarı Berlin
Duvarı çizmiş- dünyayı bir başka biçimde bölme
hazırlığı içerisine girecek mi girmeyecek mi sorusunun
cevabı 1997 yılında veriliyor.
Bu süreç içerisinde karşımızda olan sual şudur:
Türkiye, yerini nerede alacak? 1950'lerden itibaren çizilmiş olan devlet
politikaları çerçevesinde, yine 1997 yılında, Türkiye, bu defa
global bir köy haline gelmiş dünyada, acaba hangi bölgenin içerisinde
olacak veya dışarısında kalıp dışlanacak?
Daha önemli sual, Türkiye'nin neyi tercih edeceği değil, Türkiye'nin
böyle bir süreç içerisinde, Avrupa tarafından dışarıda
bırakılıp bırakılmayacağı sualidir.
Dolayısıyla, 1997 yılını önemsiyoruz.
Bu çerçevede baktığımız zaman, 1997
yılında, Avrupa Birliğinde, Batı Avrupa Birliği gibi
bir savunma organizasyonunun kurulması ve bunun da ötesinde, NATO'dan,
Batı Avrupa Birliğinin gücünü alarak, Avrupa Birliğinin
korunmasının gündeme geldiğini görüyoruz; yani, NATO'nun
anlamı değişiyor, Avrupa Birliğinin savunmasını
yapacak olan organizma ve organizasyon yeni kimliğini buluyor; yani,
Türkiye'nin, Avrupa'nın içerisinde kalıp kalmaması, aynı
zamanda savunmanın içerisinde kalıp kalmayacağı; yani,
Avrupa savunmasının içerisinde yerini alıp almayacağı
gibi bir suali de gündeme getiriyor.
İşte, Türkiye, böyle bir ortamda, ilk kez Dublin Zirvesinde,
aralık ayında yapılmış olan Dublin Zirvesinde,
Hükümetimizin devlet politikası haline gelmiş olan bu çizgisini
kararlılıkla devam ettirmeye niyetli bir biçimde tezlerini ortaya
koyuyor.
Önemli olan -tekrar ediyorum- Türkiye'nin tam üyeliği kadar, belki
ondan da önemli olan, Türkiye'nin, bu ülkeler tarafından ve Avrupa
tarafından dışlanmasıdır. Eğer bu kararı
verecekse, Türkiye'nin kendisi verir ve Dublin'de yapılmış olan
bu zirvede, açıkça şunu ortaya koyduk: Türkiye, kırkaltı
yıldır NATO üyesi olmuş bir ülkedir; kırkaltı
yıldır, NATO'da, ikinci büyük güç olarak, bugün, dünyanın
gündemine girmiş olan ve 11 ülkenin de eklenmesiyle büyüme sürecinde tam
üyelik statüsüne geçecek olan aday 11 ülkenin içerisinde yerini neden
almalı veya neden almamalı suali, objektif kıstaslar üzerine
oturtulmalıdır.
Şunu açıkça söyledik: Büyüyen Avrupa'da, 11 yeni ülke, yerini
alacaktır. Bu 11 ülkenin Türkiye ile kıyaslanması, objektif
kıstaslar çerçevesinde değerlendirilmesi Türkiye için önemlidir,
dünya barışı için önemlidir ve bu 11 ülkeye
bakıldığı zaman, Türkiye, bu 11 ülkenin, büyüyen Avrupa
içerisinde yerini almasını istemektedir. Neden; biz,
kırkaltı yıldır bu hürriyet için mücadele vermişiz;
kırkaltı yıldır, NATO'da, Amerika'dan sonraki ikinci büyük
güç olarak, bu özgürlüğün kazanılması için -sadece Kore'de
değil, ondan sonraki bütün etaplarda- mücadele vermiş ve bu
özgürlüğün ve demokratik hakların, Doğu Avrupa ülkeleri
tarafından da kullanılabilir bir ortama getirilebilmeleri için, bir
büyük mücadelede, kendi evlatlarımızı feda etmeye kadar yerimizi
almış ve dünyanın bu sonuca götürülmesinde etkin
olabilmişiz.
Şimdi, bu 11 ülkenin içinde olduğu büyüyen bir Avrupa,
nihayet, bu yeni barış ve yeni özgürlüğü kutlarken, Türkiye
bunun içinde olacak mı olmayacak mı meselesine hangi suallerle cevap
verecek? Bir Türkiye ki, düşünün, bu 11 ülke içerisinde, NATO'ya
kırkaltı yıldır üye olan yegâne NATO üyesi. Bir Türkiye ki,
Avrupa Birliğine en öncelikli müracaatı yapmış ve bugün de
o müracaatı devam eden, en eski müracaata sahip yegâne ülke ve bir Türkiye
ki, gümrük birliğine üye olabilmiş ve o rekabeti
taşıyabilmiş yegâne ülke, bu 11 ülke arasında. İşte,
bu çerçevede, Türkiye'yi hangi kıstaslarla dışarıda
bırakacağız... 1989 yılında, Türkiye'nin
yapmış olduğu, Sayın Özal dönemindeki müracaatın
reddine, eğer, 1997 büyümesini oturtacak olursak, bu bir büyük
haksızlık olur. Niye büyük haksızlık olur; çünkü, o zaman o
ret kararını vermiş olan Avrupa, daha Avrupa Birliği dahi
değil; daha Maastricht Anlaşması imzalanmamış ve
Avrupa Birliği, içinde olması gereken veya adayların tam üye
statüsünde değerlendirilmesi gereken 11 ülkeden 10'u daha o dönemde ya
Sovyetler Birliğinin bir parçası veya Varşova Paktının
bir üyesi. Böyle bir ortamda, daha Berlin duvarları
yıkılmamış, daha Avrupa'da Doğu Almanya ile Batı
Almanya bütünleşmemiş ve Maastricht Antlaşmasının
imzalanmadığı bir ortamda, Türkiye, büyümeyecek olan bir Avrupa
içerisinde, o gün için büyümeyeceği tescil edilmiş bir Avrupa
içerisinde, elbette yerini alamazdı. Dolayısıyla, 1989'da
verilen cevap doğru değildi. Nitekim, Dublin Zirvesinde gündeme
getirdiğimiz konu bu oldu.
Ancak, dünya kamuoyunun önüne Türkiye'nin bu konudaki
kararlılığının hemen çıkmasından sonra, daha
büyük gelişmelere, ondan sonra yapılmış olan Roma
Zirvesinde tanık olduk. Roma Zirvesinde, bilindiği gibi, 29 Ocak 1997
tarihinde, İtalya, Fransa, Almanya, İngiltere dışında,
ayrıca Türkiye'nin de katıldığı bir 6'lı zirvede,
birtakım objektif kıstasların konulması gereğini
gündeme getirdik.
Objektif kıstaslar nedir? Objektif kıstaslar açıkça
şunlardır: Büyüyen Avrupa, eğer 11 ülkeyi daha içine alacaksa,
Türkiye'nin objektif kıstaslarla bu değerlemenin içinde yerini
alması gerekir ve Türkiye'nin son gelişmelerinin özellikle
farkına varılması gerekir. Türkiye, bu 11 ülke arasında
değil, bütün Avrupa'da, iki yıl üst üste, dünya OECD birincisi
olabilmiş yegâne ülke. Tekrar ediyorum; yüzde 8 ve yüzde 7,9 büyüklükteki
bir millî gelir büyümesini sadece 11 ülke arasında değil, en fazla
büyümeyi gündeme getirebilmiş ve üstelik iki yıl ardı
ardına getirebilmiş yegâne ülke... Cumhuriyet tarihimizin son yirmi
yılının yegâne örneği bu. Bunun ötesinde, Türkiye'nin
ihracatında çok ciddî bir patlama olabilmiş. 12 ilâ 15 milyar
arasında olan ihracatımız, IMF önerisiyle, birkaç yıl
içerisinde, resmî rakamlarla 33-34 milyar dolarlara çıkmış.
Bunun da ötesinde, Türkiye'de bütün Avrupa ülkelerinin herbirinde
olduğundan daha fazla özel televizyon, özel radyo var. Türkiye 13 genel
seçimi geçirebilmiş, bu 11 aday ülke daha henüz en fazla iki tanesini
geçirebilmiş...
Türkiye'deki işsizlik, Çekoslovakya gibi bir ülkeyle ancak
kıyaslanabilecek ve en sonda, en düşük işsizlik. Bu
işsizlik karşılaştırmalarına
baktığınız zaman, İtalya'nın, hatta
Fransa'nın gerisinde olduğunu görüyoruz. İşsizlik
konusunda, sadece 11 ülke arasında değil, diğer ülkeler
arasında da aynı durumda... Bir yandan büyümede birinci bir yandan
işsizlikte sonuncu ve kişi başına gelirde de diğer
aday ülkelerin yarısından daha fazlasının önünde.
Aslında bu rakamları sizlerle paylaşmayı özellikle
istiyorum; çünkü, bu rakamlar Dünya Bankasının Türkiye'yi 10 uncu dev
ilan etmesinin arkasındaki rakamlardır ve son iki üç yılda
Türkiye'nin varmış olduğu noktalardır.
Şimdi, kısaca, eğer bu
karşılaştırmaları yaparsak -ki, objektif
kıstaslar olarak ortaya koyduğumuz için kullanılması
gerekli kıstaslar- Avrupa'nın büyüme sürecinde bu kıstaslar olacaktır.
Bakın, size bazı rakamları veriyorum: Şimdi,
Macaristan, Litvanya, Slovakya, Romanya, Bulgaristan, Çekoslovakya gibi bu 11
ülkenin 7'sini bir arada aldığınız zaman; yani,
Çekoslovakya'nın, Polonya'nın, Macaristan'ın içinde olduğu
bu 7 ülkenin tümünü ele aldığınız zaman, Türkiye'deki
sadece ticaret filomuz; yani, Türkiye'deki deniz ticareti filomuz -ki, son
birkaç yılın başarısıdır bu- bu 7 ülkenin
tümünden fazladır. Türkiye'nin millî geliri, bu 7 ülkenin tümüne
eşittir. Türkiye'de sadece giren turistler bu 7 ülkenin tümünden daha fazladır.
Türkiye'deki Türk Havayollarının taşıdığı
yolcu, bu 7 ülkeden; yani, Polonya, Macaristan, Çekoslovakya ve
diğerlerinin içinde olduğu 7 ülkenin tümünden 3 misli fazladır,
hepsinin 3 katı kadardır ve Türkiye, son yıllar içerisinde, olmayan
bankacılık kesimindeki bir dev büyümeyle en fazla bankaya sahip bir
ülkedir ve Türkiye'nin finans merkezi olarak konumu ve büyüklüğü,
İspanya'yı son ikibuçuk yılda geçmiştir. Böylesine veriler,
Türkiye'yi, dünyanın 10 uncu devi sırasına sokmuştur ve 17
nci büyük pazarıdır.
İşte, Türkiye'nin değerlendirilmesi gerekli olan
rakamları bunlardır. Bütün bunları ortaya koyduğumuz bu
Roma Zirvesinde (6'lı zirvede) Türkiye'nin bu kıstaslarla
değerlendirilmesi gereği tescil edilmiştir. Kim tarafından
tescil edilmiştir; buraya katılan, 6'lı zirveye katılan
diğer 5 büyük ülke tarafından -ki içinde Fransa'nın,
İspanya'nın, İtalya'nın, Almanya'nın olduğu bu
ülkeler tarafından- bizim bu argümanlarımız tescil edilmiş
ve kabul edilmiştir. İşte, Roma Zirvesi, o açıdan bir büyük
atılım olmuştur.
Hemen ardından, üzülerek söylemek gerekir ki -bugün verilen
önergede de görüldüğü gibi- Brüksel'de yapılmış olan ve
Hıristiyan Demokratların, 4 Mart 1997'de bir araya geldikleri resmî
olamayan bir toplantıda, Türkiye'yi değerlendirmeleri, hepimizin
belki fark ettiği, belki bildiği; fakat, hiçbir zaman bize resmî
olarak iletilmeyen bir boyutta gündeme getirilmiştir. O nedir; o
şudur: "Avrupa Birliği, bir medeniyet projesidir"
denilmiştir. "Avrupa Birliği bir medeniyet projesidir.
Türkiye'nin, din ve kültür farklılığı dolayısıyla
böyle bir medeniyet projesinin içerisinde yerini alması mümkün
değildir."
Elbette, bu, dünya kamuoyuna yansır yansımaz, çok büyük
reaksiyonlar sadece Türk kamuoyundan gelmemiştir. Biz, ânında, bütün
büyükelçileri çağırarak, bu konuda bilgi istemişizdir; hemen ardından,
büyükelçiler bunun resmî bir görüş olmadığını ifade
etmişlerdir; bütün ülkelerin hükümetleri, teker teker, kendi resmî
görüşleri olmadığını ifade etmişlerdir. Ancak,
bu, herşeye rağmen, bir büyük hata olarak, dünya
barışını tehdit edebilecek bir büyük
yanlışlık olarak dünya kamuoyuna büyük biçimde angaje eder gibi
bir konumla Türkiye'yi karşı karşıya
bırakmıştır.
Tabiî, bunun hemen ardından, bunun tashihi için Türkiye, gerekli
girişimleri yapmıştır ve hemen 10 gün sonra, Mart ayı
içerisinde, Apeldoorn'da yapılmış olan, 15 ülkeyi kapsayan
toplantıda, bu, tümüyle reddedildiği gibi, Türkiye'nin objektif
kıstaslarla -benim biraz önce saydığım kıstaslarla-
değerlendirilmesi gereği, bu 15 ülke tarafından tescil
edilmiş ve Van Mierlo tarafından, 15 ülke adına ifade
edilmiştir.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, olay budur. Ancak,
şunu ifade etmek lazım ki, Türkiye, bütün bunları yaparken,
gümrük birliği gibi bir süreci de yaşatmaktadır. Gümrük
birliğinde, Avrupalı dostlarımız, Türkiye'ye vermiş
oldukları sözleri tutmamışlardır; tutmamalarının
nedeni, karar mekanizmaları içerisinde, veto hakkının herhangi
bir ülkeye dahi tanınması gibi bir karar altyapısıyla ve
hukukuyla karşı karşıya kalmalarıdır; yani,
Avrupa Birliğinde, tek bir üyenin vetosu, malî protokolün işlemesini
durdurabilecek bir konumdadır; yani, tek bir ülke veto ediyorsa, malî
protokol işlemez hale gelmektedir. Bu, bundan sonra, bu ayın 29'unda
yapılacak olan Ortaklık Konseyinde, Lüksemburg'da ayrıca ele
alacağımız ve üzerinde çalışmalara devam edeceğimiz
bir konudur.
Ancak, şunu da açıkça ifade etmek gerekir ki, gümrük
birliğine girildiği günlerde, Türkiye için çok farklı
şeyler, hem içeride hem dışarıda söylenmişti. Gümrük
birliğini ve rekabeti Türkiye'nin kaldıramayacağı ifade
edilmişti. Neden kaldıramayacaktı; çünkü, çökerdi; sanayi
çökerdi, Türkiye'nin döviz rezervleri erirdi, Türkiye'nin carî işlemler
açığı büyürdü, ticaret açığı büyürdü; Türkiye
bunu kaldıramazdı. Türkiye'nin sanayii, özellikle otomotiv sanayii
çökerdi. Türkiye'nin aramalları üreten otomotiv sanayiinde
sıkıntılar çıkardı... Bunun, içte ve dışta,
kamuoyunda söylendiğini biliyoruz. Türkiye, icraatıyla ve kendi
ortaya koyduğu sonuçlarla, bunların hepsini yanıltmıştır.
Bakın, Avrupa Birliğine karşı yüzde 50'ye yakın bir
ithalat büyümesi, yüzde 5'lik bir ihracat büyümesi olmuştur; ancak,
ithalattaki bu büyümenin yüzde 80'i, aramalları ve yatırım
mallarında olmuştur; yani, tekstil sanayiinin bir yıl sonraki
üretim kapasitesini artıracak bir yeni atılımı Türkiye
gündeme getirmiştir. Ondan da daha önemlisi, Türkiye, o bir yıl
içerisinde, döviz rezervlerini 4 milyar dolara yakın artırarak, ilk
kez -Merkez Bankası rezervleri olarak- 16 milyar doları
aşmıştır. Türkiye'nin cari işlemler açığı
belirmemiştir. Türkiye'nin bu yıl, tahmin ettiğimiz gibi, gümrük
birliğinden sonra yaşanan -diğer ülkelerde; yani, Portekiz'de,
İspanya'da gördüğümüz gibi- turizm gelirlerinde çok ciddî, 4-5 milyar
dolardan, resmî olarak 7-8 milyar dediğimiz, belki de 10 milyara gidecek
artışlar... Çoğunluğu Avrupalı olan bir büyük turist
akımı, Türkiye'nin gündemini bir yıl içinde işgal
etmiştir.
Türkiye'de otomotiv sanayii çökmemiştir; tam tersine, o yıl
içerisinde, 1 milyar dolardan daha fazla bir ihracat Türkiye'nin otomotiv
sanayiinde gündeme gelmiştir ve Türkiye'nin otomotiv sanayiinin tüm
üretimi, biraz önce saydığım 7 ülkenin tümünün üretiminden fazla
hale gelmiştir. Türkiye'nin otomotiv sanayii aramallarında patlama
yaşanmış; çökecek, çok büyük ölçüde istihdam kaybı olacak
denilen otomotiv sanayiinin aramalları üreten sektöründe ihracat
artışı -üretim demiyorum, ihracat artışı- yüzde
40 olmuştur. İşte bu, Türkiye'nin gerçek gücünün, rekabet
gücünün tescil edilmesidir. Düşünün ki, bir yıl içinde o Türkiye, iki
yıl üst üste OECD'nin en büyük büyümesine sahip oluyor ve cumhuriyet
tarihinin son yirmi yılının rekorunu kırıyor; toplam
itibariyle ihracatta patlama yapıyor; döviz rezervlerini 3-4 milyar dolar
yükseltiyor ve Dünya Bankasının 10 büyük devi arasında kendisini
tescil ettiriyor. İşte, Türkiyenin büyüklüğü...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Efendim, süreniz bittiği halde biraz da
uzatmıştım. Kaç dakika daha istersiniz?..
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI TANSU
ÇİLLER (Devamla) – 5 dakika içinde toparlıyorum.
BAŞKAN – Peki; buyurun efendim.
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI TANSU
ÇİLLER (Devamla) – Şimdi, önümüzdeki günlerde, Türkiye, bu önemli
davaya bir devlet projesi olarak bakmaya devam edecektir. Türkiye, bir büyük
ülkedir; önüne konulan tezleri bu çerçevede yorumlayacaktır. Türkiye'nin
bundan sonra, ayın 29'unda, yine Lüksemburg'ta yapılacak
Ortaklık Konseyinde ortaya koyacağı tez açıktır. Olay,
sadece 65 milyon insanın Avrupa Birliğinde yerini alması
meselesi değildir; onun çok ötesinde bir meseledir; çünkü, bir büyük ülke
olarak, bir yandan, Türkiye'nin, İpek Yolunu
canlandırdığı... Yani, söylemek istediğimiz şey
açıktır: Sadece, Türkiye'nin 65 milyonunun bir büyük pazara
açılması değildir; bu, bir bölge barışı
meselesidir. Neden bölge barışı; çünkü, bir yandan,
arkasında 300 milyon Türkçe konuşan, kendi soyundan gelen, kendi
dinini paylaşan bir büyük grup ve yine, bu bölgede, yüzbinlerce,
milyonlarca Müslüman kardeşi...
Türkiye, böyle bir bölgede, bir barış köprüsü mü olacak;
yoksa, yeniden inşa edilen yeni bir Berlin Duvarıyla, din
bazında ve kültür bazında, bu bölgenin yeniden bölündüğünü mü
göreceğiz? Önemli olan olay ve dünyanın ele alması gereken olay
budur, bölgenin ele alması gereken olay budur. Olay, Türkiye meselesi değildir.
Avrupa'nın, bu konuyu, en az Türkiye kadar, gerçekçiliğiyle ve o
kapsamıyla yorumlaması gereği vardır. Onun için,
Türkiye'nin bu bölgede yerini alması, Türkiye için değil, daha fazla,
Avrupa için gereklidir ve daha önemlisi, Avrupa içindir. (DYP ve RP sıralarından
alkışlar)
Açıkça söylüyorum, Türkiye yoluna devam eder. Yoluna devam eder;
ama, büyük kayıp, bölgenin olur. Kayıp, bölgenin ve kayıp,
barışın olur; çünkü, bir büyük Türkiye düşünün ki, bir eli
kendi civarında olan...
Bakın, bugün, petrolün yüzde 60'ı Ortadoğu'dadır;
yüzde 20-25'i Kafkaslar ve Hazar Denizi civarındadır. Petrolde,
Türkiye'nin bugün mevcut kapasitesi, kendi üretiminin 3 mislidir. Sadece
Irak'tan gelen ve bugün açabilsek hemen işletebileceğimiz,
altyapısı yapılmış olup da açamadağımız
Irak petrol boru hattı açıldığı zaman, Türkiye
tüketiminin 3 mislinin, Akdeniz üzerinden Avrupa Birliğine gitmesi
gündemdedir. Türkiye, Bakü-Ceyhan boru hattını
imzalamıştır, Türkmenistan doğalgaz hattını
imzalamıştır. Türkiye, Rusya doğalgaz hattını
imzalamıştır. Bütün bunların hepsi, Türkiye'yi, petrol
üretmeyen; ama, bu enerji bölgesinde petrolü Batı'ya taşıyan
konumda bırakacaktır.
Türkiye, dağlarındaki karı, suyu, petrol misali
kullanmaya, 21 inci Yüzyılda namzet yegâne ülkedir ve böyle bir ortamda,
demirden İpek Yolunun, yine Türkiye'nin içerisinden, Kars'tan Gürcistan'a,
Tiflis'e giden 120 kilometresi tamamlandığı zaman -ki,
Hükümetimiz bunu çıkarmıştır, DPT kararı
çıkmıştır- Özbekistan'dan İspanya'ya kadar demiryolunun,
demirden İpek Yolunun biteceği bir ortamdadır. Böyle bir Türkiye'nin,
Avrupa içinde mi yer alacağı veya kültürel bazda, bir farklı
dünyada mı kalacağı meselesi, dünya barışını
ilgilendiren bir meseledir. Türkiye, yeni Berlin Duvarlarının
inşa edilmemesi için, bir büyük devlet anlayışı içerisinde,
bu politikasını devam
ettirecektir.
Yüce Meclis, bu konuda, her alanda destek vermiştir.
Dolayısıyla, Yüce Meclisin bu desteğine, bir kez daha, içten
teşekkür ediyorum. Bu büyük proje, Türkiye'nin, bir büyük Türkiye
olması projesidir. Bu büyük proje içerisinde insan hakları vardır,
demokrasi vardır, uyum kanunları vardır. Bunların her biri
için, bu süreç içerisinde, yine, Meclisin desteği, en büyük gücü
olacaktır bu büyük davada Türkiye'nin.
Yine, önümüzdeki günlerde, bu çerçevede, eğitimden tutun,
demokratikleşmeye kadar, bir büyük süreç içerisinde hazırlanacak
reformlarda, büyük Türkiye olma, büyüyen Avrupa içerisinde, büyükler
arasında, büyük olma gibi bir hedefe, bütün Meclisiyle, bunu bir devlet
politikası yaparak gitmesi, Türkiye'nin önündeki en büyük hedeflerinden ve
devlet hedeflerinden bir tanesidir.
Bu anlayış içinde, bütün Meclise teşekkürlerimi
sunuyorum.
Teşekkür ederim. (DYP, RP ve ANAP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çiller.
Genel görüşme önergesi üzerinde gruplar adına söz isteyen
sayın üyelerin isimlerini okuyorum: ANAP Grubu adına, Sayın
Kâmran İnan; CHP Grubu adına, Sayın Hikmet Çetin; DSP Grubu
adına, Sayın Nami Çağan.
ANAP Grubu adına, Bitlis Milletvekili Sayın Kâmran İnan;
buyurun. (ANAP sıralarından alkışlar)
Sayın İnan, süreniz 20 dakikadır; Sayın Çiller'e 6
dakikaya yakın bir eksüre vermiştim, zatıâlinize de o hakkı
tanıyacağım efendim.
ANAP GRUBU ADINA KÂMRAN İNAN (Bitlis) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; önümüzde görüşülmesi yapılan konu,
gerçekten, 38 yıldan beri Türkiye'nin gündeminde bulunan ve sadece bir
iktidar ve bir hükümet meselesi değil, bir millî meselesi olan Avrupa
Birliğiyle ilişkiler konusu. Bu itibarla, meseleye, bir iktidar
muhalefet, bir hükümet veya muhalefet açısından değil, Türkiye
bakımından gayet objektif bir şekilde yaklaşmak
lazımdır. Bu çerçevede, aslında, sonuna doğru temas etmeyi
düşünüyordum; ama, Sayın Bakan, konuşmalarında, iki defa,
gelecek hafta salı günü -bu ayın 29'unda- Lüksemburg'ta
yapılacak Ortaklık Konseyi toplantısına temas ettikleri
için, onunla ilgili ve kendilerini de üzeceğinden emin bulunduğum,
bizi de çok üzen son bir gelişmeyi Yüce Meclisin huzurlarına getirmek
istiyorum. (Gürültüler)
Sayın Bakan, bu işin muhatabıdır, eğer rahat
bırakırsanız...
VELİ ANDAÇ DURAK (Adana) – Bıraktılar...
KÂMRAN İNAN (Devamla) – Evet.
Bir defa, takdir buyurulur ki, Türkiye, gümrük birliğine girdikten
sonra dahi, Avrupa Birliğiyle ilişkileri, Ortaklık
Anlaşması çerçevesinde yürütülmekte; dolayısıyla,
Ortaklık Konseyiyle götürülmektedir, ki, bu, aslında, bizim bir
kademe yukarıya çıktığımız değil, yerinde
saydığımız anlamına, en
aşağısından, Avrupa Birliği bakımından,
yerinde saydığımız anlamına gelmektedir.
Sayın Bakana, eminim ki, sunulmuştur; dün, çok garip bir
şekilde, Yunanistan Dışişleri Bakanı Sayın
Pangalos, Avrupa Birliği Onbeşlerinin, Lüksemburg'da, Türk
Dışişleri Sayın Bakanının önüne getirecekleri
ortak tutumun bir açıklamasını yaptı. Bir defa,
Yunanistan'ın yapmaya hakkı olmamak gerekir; yapılacaksa, bunu,
Dönem Başkanı olarak Hollanda Dışişleri Bakanı
Sayın Mierlo'nun yapması lazımdır. Sayın Pangalos,
bunu, Atina'da, bir basın konferansıyla, ilavelerle yaptı.
Burada, dikkatle incelendiği zaman -ki, önemli noktalarını
huzurlarınıza getireceğim- Yunanistan'ın bütün
görüşleri ağırlıkla yer almıştır. Gümrük
birliğinden söz eden paragrafında, hiçbir malî hükümden söz yok.
Gümrük birliğinin ve müesseselerin işletilmesi sözü var; ama, malî
hükümlerin işletilmesi konusunda en ufak bir angajman yok.
Beşinci paragrafında ise, Yunanistan'la ikili ilişkiler
oraya sokulmuş ve bunu Lahey Adalet Divanına getirme lüzumu üzerinde
duruluyor. Türkiye'nin kendilerini tehdit etmemesi ve toprak talebinde
bulunmayacağı yolunda yaptığı beyanları da
memnuniyetle karşılamakla beraber "Meclisin bu yoldaki
kararı muvacehesinde, Hükümetin, yeniden bu iradesini tazelemesi
lazım" şeklinde bir beyanları var ve bununla da
kalmıyor "Ayrıca, Birleşmiş Milletler Şartı
muvacehesinde de, Türkiye'nin, kendi komşularını tehdit etmeden,
barış içinde ve toprak bütünlüğüne saygılı bir
şekilde yaşaması lazım..." deniliyor; ki, bu, biraz,
bizimle son bir aydan beri bir diyalog başlangıcında bulunan
Yunanistan'a yakışmayan bir tutum tarzıdır ve bunu
Onbeşlere mal etmesi de, kendi durumunu takviye sadedinde rahatsız
edici olmuştur.
Beşinci paragrafın son alt paragrafında, doğrudan
doğruya Türkiye'nin iç işlerine müdahale vardır. Türkiye'deki
gelişmeler, durum, Güneydoğu Anadolu konusu işlenmiş ve
burada bir ifade kullanılmıştır; "Türk Hükümetinin
siyasî çözüm araması" denilmiştir. Onbeşlerin, böyle bir
meseleyi, kendi tebliğlerine almaya ve Türk Sayın Bakanının
huzuruna getirmeye hakları yoktur. Bu konuda, İrlanda konusunda bir
karar alabiliyorlar mı, bir açıklama yapabiliyorlar mı? İspanya
konusunda, ETA konusunda bir karar alabiliyorlar mı, bir açıklamaya
giriyorlar mı, içişlerinden dolayı? Binaenaleyh, burada, son
derece, Türkiye'yi rahatsız edici bir ifade
kullanılmıştır ve bu ifade, Yunanistan'ın belli ki,
kendi teşvikiyle -çünkü, o kadar sabırsızlık göstermiş
ki- daha Onbeşler açıklamadan, hatta, muhatabı olacak Türk
Sayın Bakanı bilgi edinmeden bunu yayınlamıştır.
Ondan sonraki altıncı paragrafta, Kıbrıs'la ilgili
olarak daha da rahatsız edici hususlar var. Daha önceleri burada
görüştük "gümrük birliğiyle ilgili müzakereler sırasında,
Kıbrıs'ın 1990'da yaptığı ve askıda tutulan
tam üyelik müracaatının ele alınması hususunda Türkiye
yeşil ışık yaktı, göz kırptı" dedik. Bu
kürsülerden aksi ifade edildi, iddia edildi; ama, burada bir cümle var ve
Onbeşlerin cümlesi; 6 Mart 1995 tarihli Türkiye ile gümrük birliğini
oluşturan Avrupa Birliği Konsey Toplantısında yapılan
ve Türkiye'nin de katıldığı genel müzakereler çerçevesinde
"discussiong which also involved Turkey" deniliyor. -Özür dileyerek
söylüyorum, aslına sadık kalmak için İngilizcesini okuyorum,
henüz Türkçe tercümesi yapılmadı- Binaenaleyh, demek istediği,
Kıbrıs'ın, Avrupa Birliğine tam üyeliğini, Türkiye,
bugün, net olarak tasvip etmiştir; yani, garanti anlaşmasındaki,
Türkiye'nin tam üyesi bulunmadığı bir milletlerarası kuruluşa
üye olmayacağı şeklindeki hakkından vazgeçtiğini ifade
ediyor ve burada da ilave ediyor ki, daha sonrası, daha da rahatsız
edici "tam üyelik konusunda, Kıbrıs Hükümeti ile ve Türk
toplumuyla görüşmeler yapılacak; tam üyeliğinin,
Kıbrıs'taki Türk toplumu iyiliği için olduğu da kendilerine
izah edilecek ve ikna edileceklerdir" deniliyor. Bu, bizim
tanıdığımız, en aşağıdan, Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyetine karşı büyük bir saygısızlıktır
ve bu saygısızlık, Sayın Bakanımızın
katılacağı 29 Nisan tarihli toplantıda resmî bir doküman
olarak önümüze çıkarılacaktır. "...Bir an evvel bu
müzakerelerin bitmesinde, tarafların, saymakla bitmeyecek faydası,
menfaatı vardır ve esasen, hükümetlerarası konferansın bitiminden
altı ay sonra müzakerelerin başlaması
kararlaştırılmıştır" deniliyor. Orada, takip
buyuruyorsunuz, Yunanistan, 11 aday ülke arasında Kıbrıs'ın
tam üyeliğine öncelik verilmediği takdirde, Avrupa Birliği
genişlemisini veto edeceklerini, iki üç defa beyan ve ifade etmiştir.
Türkiye'nin, NATO ile ilgili bir muhtemel vetosu sözü karşısında
kıyamet koparanlar, bunun karşısında sessiz
kalmışlardır; binaenaleyh, burada, çok büyük bir tuzak
vardır; bu, gizli Enosis yolunun açılması hadisesidir, burada
çok dikkatli olmak gerekecektir.
Yedinci paragrafta, yine, Kıbrıs'la ilgili "gerek
Birleşmiş Milletler ve gerekse Avrupa Birliği Konsey
Başkanının yeniden tayin ettiği temsilci
aracılığıyla, iki taraf bir araya getirilip çözüm
araştırılacak ve 1997 yazı içerisinde bu çözümün ortaya
çıkması lazım; bunda, Türkiye'nin menfaatı var ve bilhassa,
Türkiye-Avrupa ilişkileri bakımından, bu, çok önemli bir
hadisedir" deniliyor.
Binaenaleyh, Sayın Kinkel'in 25-26 Mart tarihlerinde Ankara'ya
yaptığı ve diplomatik bakımdan bir skandala dönüşen
ziyareti sırasında ısrarla söylediği -ki, bunu, De
Charette, daha sonraki ziyaretinde ifade etti- "tam üyelik veya Avrupa
Birliğiyle ilişkilerinizin geliştirilmesi, Yunanistan ile olan
ihtilafların çözülmesine ve Kıbrıs meselesinin halline
bağlıdır" sözleri, burada çok açık ve biraz da
rahatsız edici bir şekilde yer almış bulunmaktadır.
Şimdi, böyle, daha önceden tespit edilmiş bir ortak tutum var ve bu
ortak tutumda da, bir taraftan içişlerimize müdahale, bir taraftan
Yunanistan'ın bütün tutumlarının arkasına ondörtleri de
alır bir durum varken, buraya katılıp katılmama hususunu
iyi düşünmek lazım; bunu Sayın Hükümetten rica etmek istiyoruz.
Bana göre, Sayın Hükümet, böyle bir konunun, Yunanistan
tarafından önceden açıklanmasını protesto etmelidir. Dönem
başkanı olarak Hollanda'nın görevi olan bir hadisenin Atina'dan
duyulmaması lazımdır ve yine, bana göre, Sayın Hükümet,
mademki, önceden 15 olarak, bütün maddelerde tutumunuzu tespit etmişsiniz,
o zaman ne müzakere edeceğiz, zaten açıklamışsınız
da kamuoyuna; işte doküman burada. Bu doküman muvacehesinde, Sayın
Bakan, Lüksemburg'ta neyin müzakeresini yapacak, neyi anlatacak? Olsa olsa Türk
kamuoyunun tepkilerini, Türkiye'nin isyanını ve bu maddelerin kabul
edilemez olduğu hususu üzerinde durulacak ve orada da, ondörtler, tabiatıyla,
daha önce bize karşı yaptıkları gibi, Yunanistan'ın
yanında yer alacaklardır. Bu, Türkiye'yi rahatsız eder, çok da
rahatsız eder...
Değerli milletvekilleri, şimdi, bunu belirttikten sonra,
Avrupa Birliğiyle ilişkilere bakışta açıyı
değiştirmek lazım. Biz, 31 Temmuz 1959 tarihinde müracaat ettik;
12 Eylül 1963 tarihinde Ankara Antlaşması, 1970 yılında
Katma Protokol, 1973 yılında yürürlüğe girmesi, 14 Nisan 1987
tarihinde, zamanın sayın hükümetinin tam üyelik müracaatı -ki,
bu ayın 14'ünde onuncu yılını doldurmuştu- ondan 32 ay
sonra Komisyonun mütalaasını vermesi ki, mütalaa, maalesef,
Yunanistan için daha önce verilen mütalaanın aksine, siyasî unsurları
ihtiva eden, içişlerimize karışan bir mütalaa. 1976
yılında Yunanistan için verilen mütalaanın yedinci
pragrafında "Yunanistan'ın, Türkiye olmadan tek taraflı
girmesi, Türk Yunan ihtilaflarının Avrupa Birliğine mal edilmesi
olur, kabul edilemez" hükmü vardı; Fransa, bunu, elinin tersiyle itti
"Komisyon, sadece teknik ve ekonomik mütalaa verir; siyasî mütalaa
veremez" dedi; ama, aynı Komisyon, 32 ay sonra, Türkiye için, enine
boyuna siyasî mütalaa verdi ve bu, üstelik de, işlerine geldi; ama,
burada, hiçbir cevap da vermediler. Bu rapor, bu mütalaa askıda
kaldı; 1989 yılı sonundan bugüne kadar askıda ve bize
karşı hiçbir tutumları da olmadı.
Sonra ne oldu? Sonra soğuk savaş bitti; soğuk
savaşın bitimiyle bize karşı tutum değişti; ama,
bu arada, tabiî, Avrupa değişti, dünya değişti ve Türkiye,
aynı Türkiye değil. Bugünkü Türkiye, Avrupa Birliğiyle bu
müzakereleri yürütürken 1959'lar, 1963'ler tutumuyla hareket edemez; dev bir
memleket olmuş bir Türkiye ve Avrupa, aynı Avrupa değil.
Bakınız, burada çok büyük bir yanılgı var. Avrupa,
aslında bugün çökmekte; 20 milyon işsizi var; 4 milyon 700 bini
Almanya'da, 1933 yılından beri en yüksek seviye. Altyapısı
yaşlandı, teknolojisi yaşlandı ve en mühimi, nüfusu
yaşlanıyor, kendisini yenileyemiyor. Bugün bana
sırtını çeviren Avrupa, çok fazla değil, on yıl sonra,
gelip, 1960'larda Almanya'nın yaptığı gibi, benden
elemeği rica edecektir; çünkü, o zaman nüfusunun ancak yüzde 30'u
çalışabilir çağda olacak; diğerleri, emekliler,
yaşlılar ve çok az sayıda çocuk olacaktır.
Fransa'da aynı durum vardır; 3,5 milyon işsiz... Fransa,
nihayet sosyal ve ekonomik baskıya dayanamadı; neredeyse bir yıl
önceden erken seçim kararı aldı, mayıs ayı sonunda erken
seçim yapacaklar.
Avrupa'nın dünya ticaretindeki ve üretimindeki payı süratle
düşüyor. Buna mukabil, Asya Pasifik'in yükseliyor. Daha da önemlisi, iki
tane beyan yapıldı; birisi- her ikisi de yetkili şahıslar.-
NATO Askerî Komite Başkanı Alman General -ki, eski Genelkurmay
Başkanı idi- Naumann'ın bir beyanı. "Amerikasız
Avrupa bir hiçtir" dedi ve örnekleri de gösterdi, vaktinizi almamak için bunları
saymıyorum.
15 Nisanda Paris'te, İtalyan, Belçika, Fransız stratejik
araştırmalar enstitülerinin ortaklaşa yaptıkları ve
benim de bulunduğum bir toplantıda, Batı Avrupa Birliği;
yani Savunma Teşkilatı Parlamenter Meclis Başkanı İspanyol
Puig, gayet açık bir itirafta bulundu: "Batı Avrupa
Birliğinin hiçbir yaptırımı ve gücü yoktur. Kesinlikle bunu
bilin. Biz, şeklî olarak varız, bunun ötesinde yokuz" dedi.
Neden söyledi; çünkü, gerçek ortada. Dört yıl boyunca, eski Yugoslavya'da
cereyan eden savaşlarda, Avrupa, güçsüz bir seyirci olarak kaldı. Ne
zamana kadar; Amerika Birleşik Devletleri gelip Holbrooke'un Dayton'da
yaptığı anlaşmaya kadar... Ortadoğu barış
sürecinde Avrupa yok; Arnavutluk'taki son feci gelişmelerde yine Avrupa
Birliği yok; hiçbir dünya meselesinde, Avrupa ve Avrupa Birliğinin
sözü ve ağırlığı yok.
Bunu, çok acı bir şekilde sergilediğimiz için, tekrar
edilmemesi düşünce ve ricasıyla arz ediyorum: 1995'te gümrük
birliğine girmek için Avrupa'yı göklere çıkardık. Ee,
girdik, ne oldu? Doğru, hepimiz de destekledik, bunun münakaşasını da burada
yaptık, tekrar değinmeyeceğim; 6 Mart 1995 dokümanı,
Türkiye'ye çok pahalıya mal olmuş bir dokümandır. Biraz önce arz
ettiğim Kıbrıs şartına ilaveten başka
şartlarla; ama, yüzde 59 ithalat patlaması oldu, yüzde 5, yüzde 6
ihracat patlaması. Malî hükümler askıda kaldı ki, o malî
hükümlere de tenezzül etmek, Türkiye bakımından rahatsız
edicidir; 1980 için bile öngörülen Dördüncü Malî Protokol 600 milyon ECU ile
başlamış -bugünkü 750 milyon dolar- bu sefer öngörülen, Katma
Protokolün yerini alacak olan yenisi, 375 milyon ECU. Diğerleri, Akdeniz
Fonundan hâlâ gelecek, son Malta Konferansı neticesiz kaldı;
diğeri de Avrupa Yatırımlar Bankasından, o da, neye
bağlı olduğu belli ve o da, vetoya mevzu. Ee, ne oldu bir
senelik tecrübeden sonra ve biz, buna, niye bu kadar büyük bir arzuyla destek
verdik; çünkü, beyan edildi ve ümit ettik ki, bu, tam üyeliğin bir
basamağı olur; olmadı...
Bize, bugün, açıkça söyledikleri, Türkiye için düşünülen özel
bir formül: "Gümrük birliği artı (+)" veya başka bir
şekliyle "tam üyelik eksi (-)." Bunu, Sayın Kinkel, burada
çok açık söyledi, Dışişleri Komisyonunda "Türkiye için
düşündüğümüz, daha çok, geliştirilmiş bir gümrük
birliği anlaşması" dedi. Bunu, Sayın De Charette de
söyledi, 15-16 Mart tarihlerinde Apeldoorn'da yapılan toplantıdaki
ifadelerin, beyanların da metni burada ve ayrıca, 4 Martta,
Brüksel'de, Val Duchesse'de yapılan 6 Hıristiyan Demokrat Parti
toplantısı sonunda Sayın Martens'in yaptığı, daha
sonra Van Walgen'in daha genişleterek ifade ettiği ve kıyametler
koparan görüşlerden geri adım da atılmış
değildir. Burada, elimde, 20 Mart tarihli La Libre Belgique'te, Sayın
Martens'in yeni bir beyanı var. Diyor ki: "Türkiye'nin, Avrupa
Birliği içerisinde tam üye olarak yer alması mümkün değildir.
Bizim, toplu bir kültürümüz ve birliğimiz vardır. Bu birlik
içerisinde, Türkiye'nin, tarihi itibariyle, bugünkü kültürü ve yapısı
itibariyle yeri yoktur."
Ondan sonra, bir daimi konferans fikri ortaya atıldı. Yani,
Onbirlerin -belki de Türkiye onikinci olarak- daimi konferansı; gelecek
sene veya bu sene... O da havada kaldı. Son gelen bütün bilgiler 11 aday
üzerinde cereyan ediyor ve 11 adaydan bir tanesi de Malta'da; seçimler sonunda,
sosyalist hükümet gelmekle; o da dondurdu, askıya aldı; bugün
gündemde olan 10 aday.
Sayın Kinkel'e sorduk, daha sonra başkalarına sorduk:
"Peki, kriterlerini söylüyorsunuz, Sayın Bakan da burada işaret
ettiler kriterlere; onların üzerinde durduğu kriterler,
Bulgaristan'da ve Romanya'da Türkiye'den daha mı fazladır, bizden
daha mı iyidir kriterleri?" Polonya'nın enflasyonu yüzde
124'tür; Polonya'ya öncelik veriyor, hem Avrupa Birliği
bakımından hem NATO bakımından. Burada nedir asıl
işleyen faktör; aileden olmak meselesidir. Türkiye ailedendi; ne zaman;
komünizm tehdidi bulunduğu, Sovyetler Birliğinin askerî ve siyasî
baskısı olduğu, NATO'nun müdafaasında en büyük
katkıyı ve rolü oynaması, Varşova Paktıyla yüzde 37
sınırları, ortak sınırları tek başına
savunması itibariyle Türkiye önplandaydı. O bitti ve o zamanlar, 1988
Nisanında, Edward Mortimer, Financial Times'ta -ki, geçen sene
Ankara'daydı, Sayın Cumhurbaşkanımızı da ziyaret
etti- bir makale yazdı -bir vesileyle, burada, yine arz ettim- dedi ki:
"Türklerin Avrupa'da bulunması Stalin'in bir hediyesidir. Komünizm
tehdidi altında, Avrupa, Türkiye'yi içine almıştır. Bugün
tehdit bitmiştir, soğuk savaş bitmektedir, Türkiye'nin bizim
içimizde yeri yoktur, evine dönsün" dedi. Düşünebiliyor musunuz, bu
kadar geçmişimiz, kırkbeş yıl NATO içinde, Avrupa Konseyi
içerisinde 1949'dan beri ve bütün Avrupa kuruluşları içerisinde
mevcudiyetimiz... 16 Mart tarihli Le Monde Gazetesi, Claire Trean
imzasıyla "La Turquie ets-elle un pays Europeen", "Türkiye
bir Avrupa memleketi mi? Hâlâ bu sual soruluyor. Bir taraftan, 1853'te,
Lamartine "Türkiye Avrupa önsavunma cephesidir" diyor, bir taraftan
1997'de, bu kadar ortaklıktan ve elli yıla varan mevcudiyetimizden
sonra, Le Monde'ta, hem de başmakale olarak "Türkiye bir Avrupa
memleketi mi?" diyor. Bu realiteleri görmek lazım.
"Avrupa" sözü ne zaman siyasî anlam
kazanmıştır; 1453'te, bizim İstanbul'u fethimizden sonra. O
zamana kadar coğrafî bir terim olarak kalmıştır. Hatta,
Martens burada konuşuyor ve gayet de açık; diyor ki: "Aynı
Türkler değil midir, Balkanlara geldiler, İslamı getirdiler,
kendi kültürlerini getirdiler, yüzlerce yıl kaldılar; bu Türkleri,
ben, kendi içime nasıl alırım." Aslında, onların
söylemek istediklerini, Türkiye, nedense duymak ve anlamak istemiyor; mesele
bu.
Biz, seneler boyu, aslında, Türkiye'ye karşı muhalefetin,
sadece Yunanistan'dan gelmediğini biliyorduk; ama, bir türlü kimse inanmak
istemedi; ta ki, günü geldi, 4 Martta, nihayet, Alman fili, arkasına
saklandığı Yunan çalısının arkasına
sığınamadı ve ortaya çıktı, hem de bir heyula
gibi ve kendisiyle özel ilişkiler sürdürdüğümüz, yüz yılı
aşkın bir mazimiz, ortaklığımız, hatta
imparatorluğu neredeyse onların yüzünden feda ettiğimiz, kendi
ekonomisinin ayağa kalkması ve yeniden inşaı için Türk
elemeğinin milyonlarını verdiği, canını,
emeğini heba ettiği bir Almanya önümüze çıktı "siz
giremezsiniz; kültürünüz buna müsait değildir; dolayısıyla,
dininiz de buna müsait değildir" dedi. Bu kimdi; bu, en çok
güvendiğimiz Almanya...
Şimdi, bakınız, Batı'nın çok enteresan bir
taktiği var Türkiye'ye karşı. Sayın Kinkel'in Ankara'daki,
çok rahatsız edici, saygı dozu çok noksan olan tutum ve
beyanları, Sayın Kohl'ün ve onun tertip ettiği toplantıdan
sonra, acaba Türkler hiddetlenir de Avrupa'yla bağları, ipleri
koparır mı diye bir hafta sonra Fransız Sayın Dışişleri
Bakanını gönderdiler. Ucunda hiçbir şey bulunmayan, sunî bir
parmak balla bizi idare etmek... Onunla da yetinmediler, Hollanda
Dışişleri Bakanı Sayın Mierlo geldi "aman, siz
çok lazımsınız; siz kahramansınız..."
Bunun hepsinin altında şu var: "Siz, evet,
Batı'nın savunması için lazımsınız; siz
-Sayın Bakan işaret ettiler- enerji yolları üzerindesiniz, 200
milyar varillik rezervi bulunduğu söylenen Kafkasya ve Hazar Denizi
petrolleri de, nihayet, ya sizin denizlerinizden ya topraklarınızdan
geçecektir, Ortadoğu hariç; yarın bir ihtilaf olur, gene
lazımsınız; ama, bugün, içimizde yeriniz yok; sizi ikinci
sınıf muameleye tabi tutacağız..." Bunun daha
açık anlamı şudur: "Savaş bitti; siz, iyi askersiniz,
terhis oldunuz; ama, giderken adresinizi bırakın; ne olur ne olmaz,
yarın sizi çağırırız." Bize uygulanan bugünkü
politika budur Sayın Bakanım.
Sayın milletvekilleri, bu politikayı Türkiye'nin, iyi görmesi
lazım. Bana göre, bunu da, kendi görüşümüz olarak Yüce Meclise ve
Hükümetin takdirine arz ediyoruz. Tam üyelik konusunda bize karşı
takınılan bu sert tavır muvacehesinde, Sayın Hükümetin
derhal gümrük birliği protokolünü veya anlaşmasını yeniden
müzakereye açması lazım. Biz bu şartları niye kabul ettik;
tam üyeliğe bizi götürür bir basamaktır diye fedakârlıkları
kabul ettik. Bunu yapmıyorsanız, biz bunu gözden geçiririz, müzakere
ederiz dememiz lazımdır.
Bakınız, değerli milletvekilleri, bizi, Batı'ya,
savunma bakımından, ekonomik bütünleşme bakımından
zorlayan dünya şartları bugün değişmiştir. Bugün,
artık, Avrupa, bölünmüş olmaktan çıkmış, Almanya
çıkmış, dengeler değişmiş. Düşünebiliyor
musunuz, Çin Devlet Başkanı Kremlin'de yatıyor halen. Yeni bir gelişme; Amerika'ya
karşı, NATO'nun genişlemesine karşı Moskova'nın
verdiği bir cevap... Daha bugün Rus Federasyonu Başbakanı diyor
ki: "Mayısın 27'sinde bize getirecekleri NATO
Şartını imzalasak bile muhalefetimiz devam edecektir." O
"muhalefetimiz devam edecektir" dediği sürece prim alıyor,
taviz alıyor; biz, muhalefet göstereceğiz dediğimiz zaman hepsi üstümüze
yürüyor. Neden?.. Neden bana bu şekilde bakmak cesaretini sürdürsünler?
Çok memnun oldum; konuşmalarının sonunda, Sayın
Bakanımız, Türkiye'nin büyük devlet olduğunu ifade ettiler.
Büyük devlet gibi davranmak lazımdır. Üzülerek arz ediyorum, 1995'te
böyle davranmadık gümrük birliği için. Bu sefer müstağni olmak
lazım. Ricacılık değil... Hakkımızı ya
verirsiniz ya yoksunuz; bildiğiniz yolda gidin. Benim kendi birliğim
var. Sayın Bakanın kendileri temas ettiler; 200 milyondan fazla bir
Türk dünyası var. Kendi birliğim, 600 milyonluk bir piyasam var;
Karadeniz ekonomik bölgesi, Ortadoğu, Orta Asya... Ben, bu piyasada,
teknolojik ve ekonomik güç itibariyle daha üstünüm. Orta Asya'ya ve diğer
memleketlere 2,5 milyar dolara varan kredi açmış bir memleketim. Bu
noktaya gelmiş bir devletim. Ben bunu bırakacağım, gideceğim,
380 milyonluk gümrük birliğinin -ki, her bakımdan benden
yukarıda- pazarı haline gelmeyi niye kabul edeceğim! Olsa olsa,
bütünleşme uğruna belki. O da olmuyor. Ayrıca, gam yememek
lazım. Bu bütünleşme ve Maastricht gerçekleşmez efendim. Fransa,
erken seçime bir bakıma ondan gitti. Fransa, tek paraya direndi. Son
yapılan bir anketi CNN verdi. Bugün Avrupa memleketlerine, Avrupa
Birliğine olan destek, kamuoyunda yüzde 40'lara düşmüş
bulunmaktadır. Bugün İsveç'te yeni bir referandum yapılsa Avrupa
Birliği kaybedecektir, Avusturya kaybedecektir. Binaenaleyh, dünyanın
değiştiği bir dönemde Türkiye, bundan 40 yıl, 30 yıl,
38 yıl önceki rayda yürümeye devam edemez, etmemesi de lazımdır;
yeni bir politika oluşturmamız lazım.
Cumhuriyetin temel dışpolitikası değişmez;
doğrudur; ama, bir manevra marjı vardır. Değişen bir
dünya ışığında bunun gözden geçirilmesi lazım. Bu
meftunluk -Batı meftuniyeti- bir yerde, artık yetti efendim; bir
yerde, gerçekçi olmak lazım ve şunu kabul etmek lazım: Avrupa
Birliği, önünde sonunda serbest mübadele bölgesi olarak bitmeye mahkûmdur.
Bugünkü 15'ler; yarın 11 de alınırsa veya 10 tane
alınırsa, 25'li 26'lı bir Avrupa'nın bütünleşmesi
düşünülebilir mi?
Bir Bulgaristan, maalesef, açlık çekiyor ve Sayın Hükümetin 30
ton buğday göndermesini de memnuniyetle, saygıyla
karşılıyoruz; komşumuzdur, komşu komşuya bakar,
bunu yapmak lazım; bunu, savaş sırasında da Yunanistan'a
yaptık; işgal altında, açlık içerisinde, gönderdik; ama,
talihsizlik, o ekmekle büyüyenler, sonra gidip Kıbrıs'ta
soydaşlarımızın gözünü oydular. Bunu, Bulgarlardan
beklemiyorum, inşallah böyle bir şey olmaz. Bu imkânlar var
Türkiye'nin önünde. Binaenaleyh, bu işlere daha gerçekçi gözle
bakmalı.
Bugün dünyada realiteler var. Bir realite, Japon realitesidir.
Değerli milletvekilleri, düşünebiliyor musunuz, 1950'de
Türkiye'de fert başına millî gelir, Japonya'dan ve Güney Kore'den
daha yüksekti. Ee, bunu nasıl izah edersiniz?!. Üzülerek söyleyeyim -ben
de içerisinde bulunduğum için ifade etmekte zorluk çekmiyorum- bazı parantezli
dönemler hariç, dünyanın en kötü idare edilen memleketi olmuştur da
ondan. Biz, kendi el emeğini, bu 65 milyon potansiyeli kullanırsak;
böyle, 30 milyar, 40 milyar ihracat mı olur; 200 milyar ihracat olur.
Sayın Bakan, Başbakanlık da yaptılar, biliyorlar; devlet
bürokrasisi, Türk çarkları, saat 10.30'dan 11.00'den evvel
ısınıyor mu; ısınmıyor efendim; dünyanın en
çok zaman tüketen toplumuyuz. Dünyanın bütün kavgası ne üzerinedir;
zaman ve emek. Nedir bunun da özü; emeğin, zaman içerisinde sermayeye
dönüştürülmesidir ve Japonya bunu yaptı. Öğle yemeğine 15
dakikadan fazla ayırmıyor ve bugüne kadar, yıllık izninin
tamamını kullanmış bir Japon işçisi ve memuru
bulunamamıştır. Geçen gün, bir Japon ev hanımı, CNN'de
kocasından dert yanıyordu "günde 15 saat
çalışıyor, senede ancak bir hafta izin alıyor" diye.
Türkiye'de, 2 milyon memurdan, senede, yıllık izinlerine, rapor veya
mazeret izni eklemeyenini bulursanız, ben ona madalya veririm.
(Alkışlar) Bunun kabahati kimde; bizdedir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın İnan, size de 5 dakika eksüre verdim; daha
ne kadar süre istersiniz?
KÂMRAN İNAN (Devamla) – Lütfettiniz Sayın Başkan,
müteşekkirim; bitirmeye çalışıyorum.
Şimdi, onun için "şartlanma" denilen bir olay
vardır değerli milletvekilleri; hepimiz şartlandık.
1945'lerden bu yana Sovyet tehditi altında bir şartlanma oldu; bundan
kurtulmak kolay değil. Einstein'ın bir itirafı var "atom
gücüyle her şeyi değiştirirsiniz; ama, insanın düşünce
tarzını değiştirmek zordur" diyor ve bundan
dolayı, biz, dünya değişmesine rağmen, düşünce
tarzımızı değiştirmemekte ısrar ediyoruz; hâlâ
Batı Avrupa... Bitti efendim Avrupa... Bugün, kalkınma hızı
en düşük olan memleketler değil midir? OECD'de en yüksek biz
olmamızın bir sebebi de, onların hepsinin yüzde 1'lerde,
1,5'larda, yarımlarda seyretmeleridir. Binaenaleyh, hadise bu; satürasyon
geldi, bitti; artık, 19 uncu Yüzyıl Avrupa yüzyılıydı,
20 nci Yüzyıl Amerika, gelecek yüzyıl Asya-Pasifik yüzyılı
olacaktır.
Bir noktaya -izinleriyle- katılmıyorum. Mutlaka, AFTA, NAFTA,
Asya-Pasifik, APEC, Avrupa Birliği şart değil efendim. Kendi
başına, Türkiye'nin kendi birliği vardır, kendi potansiyeli
var; kullanamıyorsa kusur bizimdir. 80 milyar dolar dış borcum
varsa, bir 30-35 milyar dolar iç borcum varsa, bunu akılsızca
kullanmamın neticesidir bu. Dünyanın en müsrif devleti
olduğumuzu kabul etmek lazım efendim. Bir taraftan memleketin
sıkıntıları, realiteleri gözümüzün önünde, bir taraftan
devlet lüksüne bakın!..
Hangi parametrelerde çalışıyoruz -yine aynı konuyu
açmak istemiyorum- bir de araştırma yaptık; o
araştırmanın raporunu zatıâlinize, Sayın Bakana özel
bir mektupla arz ettim. Burada, içim çok yandığı için söylüyorum
ve tekrar etmeyi de isyan olarak biliyorum; Cenevre'de 500 milyara bir büyükelçi
evi alınmaz efendim. Bu devlet, Suudî petrollerine sahip olsa bile bu para
bu şekilde kullanılmaz ve bunun gibi yüzlerce misal sayabilirim.
Hazinenin yaptığı israfla 44 kişi Hazineden 1996'da
dış seyahate çıkmış, 1 500 gün kullanmışlar.
Sizin, bununla kalkınabilip de Avrupa Birliğini yakalamanız,
Japonya'yı yakalamanız veya Güney Kore'yi yakalamanız mümkün
değil.
Değerli milletvekilleri, bizim meselemiz kendi içimizdedir,
kendimize çekidüzen vermemiz lazım; meselelerimizin halli kendi
içimizdedir. Adil bir sistem kurmamız lazımdır; bölgeler
arasındaki dengesizlikleri kaldırmak ve gelirlerden herkesin
eşit payını almak ve güneşte herkesin yerine sahip
olabilmesi şartlarını hazırlamak lazımdır; bunu
yapmıyoruz.
Kendimize yönelik bir tenkidimi tekrar edeceğim. Parlamento, her
geldiğinde, vekâletini aldığı toplumdan koparak
bürokrasiyle bütünleşiyor. Şimdi, en yoğun bütünleşme
dönemindeyiz. Genel müdürlerle "sen şu işimi, tayinimi yap; ben,
seni..." Bu değil efendim Türkiye; bambaşka bir Türkiye var ve
ümit ediyorum ki, Sayın Hükümet ve İktidar Partileri
katılır, genel görüşme açma kararı alınır ve daha
geniş -Danışma Kurulunun müsaadesiyle- bir zaman içerisinde,
1997 dünyası nedir; dengeler nereye gidiyor?.. Japonya, arkasından
2010 yılında Amerika'yı da geçecek ve dünyanın en zengin
gücü haline gelecek bir Çin realitesi var; Amerika Birleşik Devletlerinin
yılda 2,5 milyon istihdam yarattığı, Avrupa'nın
battığı bir dönemde, realitesi var; Ortadoğu'daki süreç
var; Türkiye realitesi var; bunlara bakmak lazımdır. Tek ray üzerinde
ve sanki hayat memat meselesi; Avrupa olmazsa Türkiye olmaz!.. Kendileri de
belirttiler. Bugünkü geldiğimiz noktada, stratejik bakımdan, Avrupa,
bize daha çok muhtaç hale gelmiştir, daha bağımlı hale
gelmiştir. Ben, bunu, Paris'te 15 Nisanda üç stratejik enstitü
toplantısında söylediğim zaman böyle gözleri açıldı ve
kafalarına vura vura söylemek lazımdır. Benim hiçbir kompleksim
yoktur; hiçbir kompleksim yok; ama, seneler boyu hep kompleksle davrandık;
hep kapılar önünde bekledik ve nihayet bu kompleksler ne yaptı;
Sayın Kinkel'in bize karşı
saygısızlığının bir nevi hazinesi veya sermayesi
haline dönüştü. Bir Alman Sayın Bakanı gelip, Türkiye'de,
herkesi, neredeyse azarlar bir davranış içerisine girdi. Bunlara
meydan vermemek lazım. Bu vesileyle, bu müesseselere eğilmek
lazım; gelip de kendimize çekidüzen vermemiz lazımdır ve
inanın, eğer Türkiye toparlanır, kendi millî
kaynaklarını mobilize eder ve israfı devletten
kaldırır; kendi milletine, toplumuna güven verir; müesseselere güven,
devletin adaletine güven, demokrasiye güven, siyasî partilere güven... Bu
memleketi ayağa kaldırdığınız zaman bunun önünde
hiçbir kuvvet duramaz; ama, kaldıramıyoruz maalesef.
BAŞKAN – Sayın İnan, sürenizi çok aştınız
efendim. Rica ediyorum, son cümlenizi söyler misiniz.
KÂMRAN İNAN (Devamla) – Bitiriyorum.
Bir millî günümüz 23 Nisan, nihayet, bu Meclisin mevcudiyetinin
başlangıç noktasında Türk Milleti önünde sergilediğimiz
manzaraya bir bakın!.. Bunu yapmamak lazımdı ve bugün,
Türkiye'nin, her zamandan daha fazla bir siyasî mutabakata ihtiyacı var,
millî mutabakata ihtiyacı var ve şu Yüce Meclisin kendi iradesiyle
kendisini bir kurucu Meclis yerine sokup, bu memleketin birikmiş temel
meselelerini, reformlarını aşmamız lazım; kendimize
ortak bir hedef çizmemiz lazım ve onun sonunda da istikrarı getirecek
ve temsili sağlayacak bir seçim kanunuyla milletin hakemliğine
başvurmamız lazımdır.
Bakınız, ben, 20 yıldır siyasetteyim, 40-50
yıldır da takip ederim. Türkiye'nin 50 yıldır siyasî
gündemi hep aynı; hep gerginlik, kavga, sen-ben çekişmesi ve
yarattığımız sunî meseleleri çözmek yolunda enerji
sarfı!.. Bir de Avrupa'nın gündemine bakın, Amerika'nın,
dünyanın gündemine bakın. Bakmak zor da değil; ama, görmek çok
zordur.
Değerli milletvekilleri, görmek için gözler yetmiyor, dürbün de
yetmiyor, gözlük de yetmiyor. Dünyayı evvela görebilmek, gördüğünü de
bütün boyutlarıyla okuyabilmek meselesidir. Türkiye'nin bugünkü
sıkıntısı odur.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın İnan...
KÂMRAN İNAN (Devamla) – Bitirdim; son cümleyi söylüyorum.
Türkiye'de, maalesef, çok defa, birçok yöneticimiz dahil, değil
dünyayı görmek, kendi önümüzdekileri bile görmekte sıkıntı
çekenlerimiz çok. Biraz açılmak lazım, bunlara bakmak lazım ve
bu vesile güzel olmuştur, bunu devam ettirmek lazım.
Eğer, meselelerin çözüm mercii burası ise -ki, hiç şüphe
yok burasıdır- Sayın Hükümet burayı kullansın,
milletin Meclisini millet için kullansınlar ve buraya lütfetsinler, devam
buyursunlar ve beraberce, milletin meselelerini göğüsleyelim. O zaman,
Avrupa'nın karşısında da başımız dik olur.
Bana, Avrupalı, insan hakkı dersi veremez efendim.
Noksanlıklarım yok mu, var; kimin yok ki!.. Almanya'daki ölen
insanlarıma bakın!.. 16 yaştan aşağı olanlara
vize uygulaması hadisesini kazara biz yapsak hepsi ayağa kalkmaz
mı?!
Bir vakitler, bir Hollandalı uyuşturucu
kaçakçısını tevkif ettik; bütün Hollanda ayağa kalktı.
500 Türk, Alman cezaevlerinde...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın İnan, 12 dakika fazla süre kullandınız;
rica ediyorum...
KÂMRAN İNAN (Devamla) – Oldu; emriniz olur, bitiririm.
BAŞKAN – Buyurun efendim.
KÂMRAN İNAN (Devamla) – Yüzlerce insanımız var oralarda,
sahipsiz bırakıyoruz. O bakımdan, bu meseleleri, evvela
kendimize bakarak... Ben Avrupalılara hep söylerim, siz, aynayı
başkalarının önüne koyuyorsunuz; ama, kendiniz de ara sıra
kullanın ve kullanmadıkları bir gerçek; ama, üzülerek arz
edeyim, biz de ayna kullanmıyoruz. Bizim daha büyük bir kötülüğümüz
var: Tarihimizle barışık değiliz, nereden geldiğimize
bakmıyoruz ve büyüklüğüne bakmıyoruz; bugünkü
insanlarımızın boyu benim tarihim önünde cüceleşiyor.
Saygılar sunuyorum. (ANAP, RP, DYP, DSP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın İnan.
Konunun çok önemli olduğunu gördüğüm için
arkadaşlarımıza fazla süre veriyorum; ama, artık, biraz da,
bu konuda konuşmacıların takdir hakkı önemli.
III. –
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
C) ÇEŞİTLİ İŞLER
1. – Samsun Milletvekili Murat
Karayalçın’ın, Bitlis Milletvekili Kâmran İnan’ın, ANAP Grubu
adına yaptığı konuşmayla ilgili açıklaması
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Sayın Murat
Karayalçın gönderdiği bir pusulada; 6 Mart 1995 tarihli
toplantıda, Türkiye'nin, Kıbrıs'ın tam üyeliğini kabul
ettiği şeklinde Sayın İnan tarafından bir
beyanatı olduğunu ve bunun doğru olmadığını
belirterek, bu konuda bir açıklama yapmak istemiştir; ben de,
kendisinin, bu konuda kısa bir açıklama yapmasını
istiyorum.
Kısa bir açıklama yapmak için, buyurun efendim. (CHP
sıralarından alkışlar)
MURAT KARAYALÇIN (Samsun) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Sayın Kâmran İnan'ın açıklamaları
nedeniyle söz talebinde bulundum; bir düzeltme yapmak istiyorum.
Sayın İnan, biraz önce, burada, 6 Mart 1995 tarihinde,
Türkiye'nin, Avrupa Birliğiyle gümrük birliği ilişkisinin
kurulmasının kararının alındığı
toplantıda, Kıbrıs'ın tam üyeliği konusunun da
görüşüldüğünü dile getirdi; bir belgeye göndermede bulundu ve
İngilizce bir cümleyi o belgeden okudu. O toplantıda
Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı
olarak, Türkiye'yi temsil etmiş olan bir arkadaşınız olarak
konuya ilişkin bir düzeltmede bulunmak istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, o belge ve o belgede verilen bilgi,
doğru değildir. 6 Martta böyle bir görüşme
yapılmamıştır. 6 Martta iki toplantı olmuştur;
bir tanesi, Genel İşler Konseyinin toplantısı, öteki de,
Avrupa Birliği ile Türkiye'nin yaptığı Ortaklık
Konseyi toplantısı. Genel İşler Konseyi
toplantısında, hiç kuşkusuz, Kıbrıs'la ilgili
konuşma yapıldı, bunu biliyoruz; ama, biz, orada yoktuk, bizim
bulunduğumuz toplantının gündeminde Kıbrıs'la ilgili
herhangi bir konu yoktu. Dolayısıyla, Kıbrıs'la ilgili
herhangi bir tartışma da yapılmadı.
Değerli arkadaşlarım, Kıbrıs'la ilgili, 6 Mart
tarihinden bu yana, Türkiye Büyük Millet Meclisinde çok yoğun
toplantılar yapıldı; Türkiye'de, değişik
platformlarda, o zamanın Hükümetinin Kıbrıs'ı
sattığı ileri sürüldü, dile getirildi. Aslında, 6 Mart 1995
tarihinde, zamanın Hükümeti, Kıbrıs'la ilgili, belki de o tarihe
kadar alınmış en ileri ve en olumlu kararı elde
etmiştir.
Değerli arkadaşlarım, yanlış
anımsamıyorsam, Kıbrıs, 5 Temmuz 1990 tarihinde
başvuruda bulunmuştur; Kıbrıs Rum Yönetimi, tüm
Kıbrıs adına bu başvuruyu Avrupa Birliğine
sunmuştur. O tarihten sonra, Temmuz 1990'dan sonra, Avrupa Birliğinin
değişik doruk toplantılarında Kıbrıs konusu ele
alınmıştır ve maalesef, daha çok, Avrupalılar, Avrupa
Birliğine üye ülkelerin temsilcileri, Kıbrıs Rum Kesiminin
kavramlarına, sözcüklerine yakın ifadeleri karara
bağlamışlardır; örneğin "tek egemenlik"
gibi; örneğin "toprak bütünlüğü" gibi kararlar o çerçevede
dile getirilmiştir; ama, ilk kez 6 Mart 1995 tarihinde, bizim
parametrelerimiz Ortaklık Konseyi Toplantısında dile
getirilmiştir; ilk kez "iki toplumluluk, iki kesimlilik ve federatif
çözüm" orada ifade edilmiştir. Bu, son derece önemli bir
gelişmedir; ama, daha önemlisini söyleyeyim: Biz, Avrupa Birliğine
tam üye değiliz; dolayısıyla, veto yetkimiz yok. Bununla
birlikte, Türkiye, 6 Martta öteki kararların yanı sıra,
Kıbrıs'la ilgili olarak şu görüşünü çok açık bir biçimde
dile getirmiştir ve 6 Mart 1995 tarihinden bu yana da, değişik
hükümetler, o zamanın Hükümetinin bu açıklamalarını
izleyegelmişlerdir.
Türkiye şunu söylemiştir: "Eğer, Kıbrıs'ta
nihaî çözüm olmadan, Kıbrıs, Avrupa Birliğine tam üye olursa,
bunun anlamı; gerçekte, bizim için Kıbrıs'ın üyeliği
değildir, Kıbrıs Rum Yönetiminin üyeliğidir. Avrupa
Birliği bu kararı alırsa, Türkiye, o gece yarısı,
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile bütünleşme kararını
alacaktır." Bundan daha açık bir ifade olur mu?!. Türkiye, bunu,
çok açıklıkla söylemiştir ve "Türkiye'nin ve Yunanistan'ın,
eşzamanlı olarak, üye olmadığı hiçbir
uluslararası kuruluşa Kıbrıs giremez" demiştir. O
tarihten bu yana çok hükümet geldi geçti. Aslında,
Kıbrıs'ın satıldığını ileri sürenler de
yönetimde görev aldılar, hâlâ da görevdeler; Kıbrıs yerinde
durmakta.
BAŞKAN – Sayın Karayalçın, lütfen; toparlar
mısınız.
MURAT KARAYALÇIN (Devamla) – Kıbrıs, tam tersine, çok ileri
bir çözüm noktasına getirilmek üzeredir.
Bu açıklamaları yapma ihtiyacını duydum. Söz
verdiğiniz için çok teşekkür ederim Sayın Başkan. (CHP,
ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Karayalçın.
IV. – GENSORU, GENEL GÖRÜŞME,
MECLİS SORUŞTURMASI VE
MECLİS
ARAŞTIRMASI (Devam)
A) ÖNGÖRÜŞMELER (Devam)
1. – Aydın Milletvekili İsmet
Sezgin ve 21 arkadaşının, Türkiye’nin Avrupa Birliği ile
ilişkileri konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin
önergesi (8/10) (Devam)
BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi adına, Gaziantep Milletvekili
Sayın Hikmet Çetin; buyurun efendim. (CHP sıralarından
alkışlar)
Süreniz 20 dakika Sayın Çetin; tabiî, size de eksüre veririm.
CHP GRUBU ADINA HİKMET ÇETİN (Gaziantep) – Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi, Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına ve şahsım adına saygıyla
selamlıyorum.
Sayın milletvekilleri, öncelikle, iki konunun altını
çizmek istiyorum: Birincisi, çoğunluğu Hükümetten kaynaklanan
sorunlardan dolayı, aylardır, Türkiye'nin gündemini içpolitika
konuları kaplamaktadır. Çevremizde ve dünyada çok önemli olaylar
olmakla birlikte -bu, Hükümetin de gündeminde yeteri kadar yok- bunlar Parlamentoya
getirilmiyor, böylece, Türkiye'nin gündeminde de yeterli şekilde yer
almıyor.
Altını çizmek istediğim ikinci konu şudur:
Dışpolitikada yıllardır bir gelenek var; o gelenek de
şudur; önemli konularda Parlamentoya ve çok kere de muhalefet parti liderlerine
bilgi verilir. Benim anımsadığım kadarıyla, bu Hükümet
döneminde bu gelenek de terk edildi. Bugüne kadar, ne siyasî parti liderlerine
ne de Parlamentoya önemli konularda bilgi verilmedi. (CHP
sıralarından alkışlar)
Ayrıca, dışpolitika konularının konuşulduğu
bir toplantıda, ilk defa Sayın Dışişleri
Bakanını görmekten de mutluluk duyduğumu belirtmek istiyorum;
umarım, bundan sonra da devam eder. (CHP, ANAP ve DSP
sıralarından alkışlar) Aslında, dışpolitika
konularında, sadece Hükümetle Parlamento arasında, Hükümetle siyasi
partiler arasında değil, Hükümetin iki kanadı arasında da
zaman zaman çelişkiler, diyalogsuzluklar ve ikilemler
yaşanmaktadır; bu da, aslında, dışpolitika gibi önemli
konuları olumsuz yönde etkilemektedir.
Sayın milletvekilleri, 1997 yılı, gerçekten, Türkiye ve
Türkiye'nin Avrupa'nın temel örgütleriyle ilişkileri
bakımından son derece önemli bir yıldır, önemli
gelişmeler beklenmektedir.
Avrupa Birliğiyle ilişkilerimizi, bazılarının
sandığı gibi; öyle, basit bir ekonomik işbirliği ya da
ekonomik bütünleşme diye almamak gerekir. Aslında, bu
işbirliği ya da bütünleşme, Türk hükümetlerinin, özellikle
cumhuriyet yıllarının başından beri, hatta daha
öncesinde, kendi tercihleriyle yaptıkları bir politikanın
sonucudur; yani, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin, cumhuriyeti kuran
kadroların tercihi; başından beri, bir yaşam biçimini
seçerek ve bunun da Batı'nın örgütleriyle, Batı'nın
savunma, ekonomik ve diğer örgütleriyle birlikte olmak, o bütünlüğün
içerisinde yer almak şeklinde ortaya konulmuştur. Onun içindir ki,
Türkiyem, 30'lardan itibaren, Avrupa'nın tüm örgütleri içinde, ya kurucu
üye olarak ya da önemli üye olarak yer almıştır.
İşte, ilk kuruluş yılında, Roma
Antlaşmasıyla Avrupa Ekonomik Topluluğu olarak ortaya çıkan
bu örgüte başvuruyu da bu genel politikanın bir uzantısı
olarak görmek lazım; yani, Türkiye'nin
hükümetleri, 1957 Roma Antlaşmasından hemen sonra bu
ilişki içerisine girmişler, 1959'dan itibaren çalışmalar
yoğunlaşmış ve bunun sonucu olarak da 1963 Ankara
Antlaşması, daha sonra, Avrupa Ekonomik Topluluğunun ilk
genişlemesiyle birlikte, 1970'te Katma Protokol imzalanmıştır.
Onun için, Avrupa ile Avrupa Birliğiyle ilişkilerimizi basit anlamda
bir örgütsel ilişki diye görmemek gerekir; yıllardır, kendi öz
irademizle verdiğimiz bir tercihin sonucu olarak görmek lazım.
Gümrük Birliği de, aslında, Ankara Antlaşması ile
Katma Protokolün öngördüğü bir aşamaydı; ancak, Gümrük
Birliği açısından -ki, Sayın İnan da değindi-
aslında çok kritik bir noktaya geldik. Neden kritik bir noktaya geldik;
çünkü, Gümrük Birliği kararı verilirken -ki, o zaman ben hükümette
görevdeydim- üç temel hedefimiz vardı, üç temel hedef öngörülmüştü.
Bunlardan birincisi -Türkiye anlaşmalara sadıktır, Türkiye
yükümlülüklerini yerine getirir- Ankara Antlaşması ile Katma
Protokolün öngördüğü gümrük birliğini 1973'ten sonra, 22 yıl
sonra gerçekleştirmek; birinci hedef buydu; ama, daha önemli iki hedef
daha vardı. Bunlardan ikincisi, 1980 yılından beri
Yunanistan'ın vetosu nedeniyle işlemeyen malî işbirliğine
işlerlik kazandırmak. Sorun orada, Avrupa Birliğinden
alacağımız birkaç milyarlık para değil sadece; bütün
mesele, bu işbirliğini, bu malî işbirliğini
işletebilmek; ikinci hedef buydu; ama, çok daha önemli üçüncü hedef,
Türkiye'nin Avrupa Birliğine tam üye olmasının güç olduğu
görülüyordu; gümrük birliğiyle birlikte tedrici olarak tam üye olmak.
Şimdi, bir yıllık uygulamadan sonra
baktığımızda şunu görüyoruz: Türkiye, kendi
yükümlülüğünü, yani, birinci hedefini yerine getirmiş. Avrupa
Birliğinden gelen tüm sanayi ürünleri ithalatını
sıfıra indirmiş, ortak gümrük tarifesine uymuş, gerekli
gördüğü birtakım uyum yasalarını çıkarmış;
böylece, birinci hedefi gerçekleştirmiş; ama, diğer iki hedef
yerine gelmemiş; yani, malî işbirliği işlemiyor. Çok daha
önemlisi; son ortaya çıkan gelişmeler gösteriyor ki, tedricen de
olsa, tam üyelik, Avrupa'nın gündeminde yok. O zaman, gümrük birliğinin
bizim bakımımızdan gözden geçirilmesi gerekir eğer böyle
kalacaksa, yani, bu karar böyle devam edecekse. Eğer bize yararı
varsa, gümrük birliği devam eder veya belirli alanlarda devam eder;
eğer yararı yoksa, yeniden gözden geçirilmesi gerekir; çünkü,
diğer iki hedef; yani, Avrupa'nın, Avrupa Birliğinin
gerçekleştirmesi gereken iki hedef gerçekleşmemiştir, yerine
gelmemiştir.
Değerli milletvekilleri, aslında, 1997 yılında,
önümüzde önemli gelişmeler var. Bunlardan bir tanesi, 1997
Haziranında, yani bundan iki ay sonra, Amsterdam'da yapılacak olan
Avrupa Birliği Zirvesi, arkasından, yıl sonunda, Lüksemburg'da
yapılacak olan zirve ve bununla bağlantılı olarak -bir
bütün olarak görmek lazım- yine 8–9 Temmuzda NATO'nun genişlemesiyle
ilgili olarak Madrid'te yapılacak olan zirve. Şimdiki bulgular şunu
gösteriyor ki, Avrupa'nın coğrafyası yeniden çizilmeye
çalışılıyor; savunma örgütleriyle ki, NATO, Batı
Avrupa Birliği, siyasi ve ekonomik örgütleriyle yeni bir Avrupa
haritası, yeni bir Avrupa coğrafyası çiziliyor. Eğer, 1997
yılı sonunda Avrupa Birliğinin genişlemesinde Türkiye 12
nci üye olarak veya 12 nci üye ülke olarak yer almaz ise; bence, Avrupa
Birliği tam üyeliği belirsiz bir geleceğe
bırakılmıştır. Avrupa Birliğinin bir daha yeni
üyelere kapı açabileceğini sanmıyorum. 11 ülkeyi içine alacak bir
haritayı çizdikten sonra, bir daha yeni bir üyenin Avrupa Birliğine
alınması kolay kolay söz konusu olmayacaktır. O nedenle, 1997
yılında alınacak olan bu karar, Türkiye bakımından çok
önemlidir.
Dışişleri Bakanları geliyor, gidiyor,
değişik şeyler söyleniyor; ama, bugüne kadar hiçbiri "siz
12 nci aday olarak yer alacaksınız" demiyor ve
"önemlisiniz, büyük ülkesiniz, bunun farkındayız; ama, biraz
dersinize çalışın" anlamında sözler söyleniyor.
Şimdi, Avrupa Birliğinin, Türkiye'ye bakış
açısını da aslında üç grupta toplamak mümkün:
Birinci grup ülkeler, ya da ülke ki, Yunanistan, kendi
açısından, kendisinin uygun göreceği şekilde Türk-Yunan
ilişkileri çözülmedikçe -ki, bunun da o yönde çözülmesi mümkün
değildir- veto hakkını kullanacaktır, yani, bir vetolu grup
var.
İkinci grup, öncülüğünü -son kararlar ve son toplantılar
gösterdi ki- Almanya'nın yaptığı gruptur; yani, Türkiye ile
gümrük birliğini ve gümrük birliğini geliştirerek bir
işbirliği yeterlidir, bundan öteye geçmeyelim, gümrük birliğiyle
yetinin, siz önemlisiniz; bu, size yeter.
Üçüncü grup ülkeler var, bunların sayısı az çok. Onlar
da, Türkiye'nin, değişik nedenlerle -ayrıntılarına
girmek istemiyorum- tam üye olması gerektiğini; ama, Türkiye'nin,
demokrasi, insan hakları ve ekonomik sorunlar bakımından Avrupa
standardının gerisinde olduğunu söylüyor. Burada bir
haklılık payı var; bunlar, Türkiye'nin de gündeminde olan
konular. Bizim de, bir an önce -Avrupa Birliği istediği için
değil- bu Parlamentoda, böyle öneriler geldiği zaman, hiçbir partinin
hayır demeyeceği, anayasal, yasal bazı eksiklerimiz varsa,
bunları tamamlayalım; hem kendi hedefimiz olduğu için
tamamlayalım hem de iyi niyetle Türkiye'nin tam üyeliğini isteyen
ülkelere bir anlamda güç katalım, destek verelim. Bu konuda da, Hükümetin,
bugüne kadar yeterli çaba içinde olmadığını görmekteyiz.
Tabiî ki, yüzde 80 enflasyonla ve bugünkü ekonomik sorunlarla
Türkiye'nin hemen tam üye olması söz konusu değil. Burada
yapılan bir yanlışlığın altını çizmek
istiyorum: Bu yılın sonunda, Türkiye'nin, 12 ülke arasında
-bunlar arasında 12 nci olarak- yer alması demek, Türkiye'nin bugünkü
koşullarla fiilen hemen tam üye olacağı anlamına gelmez. Bu
arada, söz konusu olan, bir anlamda aktif üyeliktir, aktif adaylıktır;
yani, Türkiye, aktif aday olacaktır. O konuda, eğer eksiklikler
varsa, elbette ki tamamlanması gerekir. Aktif aday olmayla, fiilen tam
üyeliğin gerçekleşeceği zaman arasında büyük süre
farkı var, büyük süre geçecektir. Her ülke için -özellikle İspanya,
Portekiz ve Yunanistan gibi ülkeler için- başvuruyla, verilen kararla,
müzakerelerin sona erdiği tarih arasında asgarî dört beş sene
fark var, dört beş sene süre var. O nedenle "siz tam üye
olamazsınız" demeleri hiçbir şey ifade etmiyor; çünkü, söz
konusu olan -tekrar ediyorum- hemen tam üyelik değil; aktif
adaylıktır.
Sayın milletvekilleri, değerli arkadaşlarım; gümrük
birliği, hiçbir zaman tam üyeliğe bir seçenek olarak görülmemelidir.
Tekrar ediyorum; Gümrük Birliği bir amaç değildir, tam üyeliğe
götüren bir araçtır, gideceğimiz son kapı değildir.
Eğer, tam üyelik gerçekleşmeyecekse, gümrük birliğini bu kadar
çok savunmanın da anlamı kalmıyor; çünkü, Türkiye'nin kendi
verdiği bir karardır, birçok başka ülkeyle serbest ticaret
anlaşması yaptığı gibi, Avrupa Birliğiyle de
yapmış olacaktır. Zaten, dünyada da gelişmeler, çok
sayıda serbest bölgeler kurmak ve geliştirmektir.
Çok değerli milletvekilleri, Türkiye, elbette ki, Orta ve Doğu
Avrupa ülkelerinin Avrupa Birliğine tam üye olmalarına
karşı değildir; bunların NATO'ya da tam üye olmalarına
karşı değildir; ama, Türkiye'ye karşı yapılan bu
haksızlığı Türkiye kabul edemez; yani, Avrupa'nın
ekonomik, siyasal ve savunma işbirliği bir bütündür.
Şimdi, şöyle bir manzara düşünün, şöyle bir Avrupa
düşünün: Yeni bir Avrupa haritası çizilecek; Türkiye, 1952
yılında girdiği için NATO'nun üyesi olacak; ama, Avrupa
Birliğinin üyesi olmayacak... Avrupa Birliğinin üyesi
olmadığı için Batı Avrupa Birliğine tam üye olmayacak,
Batı Avrupa Birliği ise NATO'nun imkânlarını kullanacak.
Türkiye, NATO'da üye; ama, Batı Avrupa Birliğinde üye değil...
Böyle bir konumu kimse Türkiye'ye reva göremez, Türkiye böyle bir şeyi
kabul edemez; bu, mümkün değildir.
Bu nedenle, Hükümetin bir bütün olarak görmeye
çalıştığı, yani NATO'nun genişlemesi, Avrupa
Birliğinin genişlemesi bir bütündür. Çünkü, Avrupa Birliğinin
genişlemesine ilk aday olan ülkelerden Çek Cumhuriyeti, Polonya ve
Macaristan, aynı zamanda, NATO genişlemesinin de ilk adayları.
Görülüyor ki, bunlar bir beraberlik içinde gidiyor. O nedenle, aralarında
böyle bir ilişkiyi görmek lazım.
Sayın milletvekilleri, söz buraya gelmişken, aslında,
Avrupa Hıristiyan Demokratlar Birliğinin aldığı karar
üzerinde de biraz durmak istiyorum. Aslında, bu karar, Türkiye'yi, Avrupa
uygarlığının dışında bir ülke olarak görmek
demektir. 20 nci Yüzyıl biterken, çağımızı böyle bir
kararla yorumlamak, aslında, ortaçağ Avrupasının
kalıntısıdır, ortaçağ Avrupası düşüncesidir.
Bu düşünce, Avrupa Hıristiyan demokratlarının
kısırlığını, dışlayıcı
olduğunu ve hoşgörüden ne kadar uzak olduğunu göstermektedir.
Aslında, şunu da kabul etmek gerekir ki, Refahyol Hükümetinin olmasa
bile, bir anlamda, Refah Partisinin görüşleriyle de paraleldir.
Aslında, Refah Partisi de, yıllarca, Avrupa'nın ayrı bir
uygarlık olduğunu, dinimizin ayrı olduğunu, kültürümüzün ayrı
olduğunu ve o nedenle orada olmamamız gerektiğini
söyleyegelmişlerdir ve bu nedenle, Avrupa Hıristiyan Demokratlar
Birliği, bu kararı alma cesaretini, Refahyol Hükümeti döneminde
bulabilmişlerdir. (CHP ve DSP sıralarından "Bravo"
sesleri, alkışlar) Daha önce, böyle bir kararı alma cesaretini
gösterememişlerdir; ama, şimdi, bunu cesaretle ortaya
koymuşlardır; çünkü, bu Hükümetle paralel bir düşünce içerisinde
olduklarını görmüşlerdir.
TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Sayın Özal zamanında
da söylendi ama...
KAHRAMAN EMMİOĞLU (Gaziantep) – Tarih öyle söylemiyor Hikmet
Bey!
TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Aynı ifadeler Sayın
Özal zamanında da söylendi.
ALİ RIZA BODUR (İzmir) – Hatibe sataşmayalım lütfen!
TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Sataşma değil,
açıklama...
HİKMET ÇETİN (Devamla) – Şimdi, değerli
arkadaşlarım, tabiî, burada konuşulacak, söylenecek; yani, ben,
böyle bir polemik açmak istemiyorum; ama, bunlar, söylediğiniz laflar;
eğer "hayır, söylemedik" diyorsanız, kalkın,
gelin, söyleyin; bundan da çok büyük mutluluk duyacağım. Yani,
"biz, o düşüncede değiliz" diyorsanız, bundan da
Cumhuriyet Halk Partisi olarak büyük mutluluk duyacağımızı
özellikle belirtmek istiyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
ALİ RIZA BODUR (İzmir) – (U) dönüşü serbest...
HİKMET ÇETİN (Devamla) – Değerli milletvekilleri, hemen
şunu söyleyeyim: Türkiye, Türkiyem, hiçbir şekilde -buradan,
Hükümete, bu uyarıyı tekrar yapmak istiyorum- hiçbir şekilde,
ikinci sınıf bir Avrupalılığı kabul edemez. (CHP
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Yani, ne
Batı Avrupa Birliğiyle ilişkilerde ne Avrupa Birliğiyle
ilişkilerde ikinci sınıf bir Avrupalılığı
kabul edemeyiz. Bunu, halkımıza kabul ettiremeyiz, Parlamentoya kabul
ettiremeyiz, partilerimize kabul ettiremeyiz. O nedenle, bunun
altının çok iyi çizilmesi lazım. Yani, siz, önemli ülkesiniz,
büyük ülkesiniz, savunma bakımından çok önemlisiniz; ama,
kapıda, varoşta bekleyin, ayağınızı da başka
yere atmayın, önemlisiniz çünkü; ama, içimizde de olmayın, başka
yere de gitmeyin... Bir anlamda, ikinci sınıf bir Avrupalı
önerisi de yapılmak isteniyor. Hükümetin, çok açıklıkla, her
platformda, bunu, tekrar tekrar dile getirmesi gerekir. Hükümet, bu konuda,
Parlamentonun ve siyasî partilerin desteğini her zaman yanında
bulacaktır. Bizim, hiçbir şekilde, hiçbir koşulda, ikinci
sınıf bir üyeliği, ikinci sınıf bir
Avrupalılığı kabul etmemiz söz konusu değildir.
Türkiyem, Avrupa Birliğinin, eşit haklı, onurlu bir üyesi
olmak istiyor. Bunda, Avrupa'nın da yararı vardır, Türkiye'nin
de yararı vardır; ama, bütün Avrupa da, dünya da şunu bilmelidir
ki, dünya da sadece Avrupa'dan ibaret değildir. Türkiyem, 1920'lerden
bugüne kadar, cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar -73 yıldır-
belirli bir noktaya geldi. Bunu, Avrupa Birliği üyesi olmadan yaptı,
Avrupa'nın önemli desteği olmadan götürdü. Türkiyem, Avrupa olsa da
olmasa da, laik, demokratik, çağdaş cumhuriyetini, bugüne kadar
yaşattığı gibi, bundan sonra da sonuna kadar
yaşatacaktır, yaşatmaya devam edecektir. (CHP ve DSP
sıralarından alkışlar)
Ama, biz, Avrupa'ya diyoruz ki, sizinle biz aynı değer
yargılarını paylaşıyoruz...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Efendim, size de 6 dakika eksüre veriyorum; buyurun.
HİKMET ÇETİN (Devamla) – Sayın Başkan, o kadar
kullanmayacağım.
BAŞKAN – Peki, sağ olun.
HİKMET ÇETİN (Devamla) – Türkiye, başından beri,
kendi tercihiyle, sizinle aynı değer yargılarını
paylaşarak, birlikte olmak istedi, yine birlikte olmak istiyoruz. Bu,
bizim irademiz; sizinle eşit koşullarda birlikte olmak istiyoruz;
ama, buna rağmen, siz, bunu kabul etmiyorsanız, Türkiye,
inandığı ve bugüne kadar getirdiği yoldan bundan sonra da
devam edecektir.
Bunu yaparken -önemli olduğu için tekrar söylüyorum; bu
Parlamentoda buna karşı çıkacak hiçbir parti yok- insan
hakları eksikliklerimizi, demokrasi konusundaki eksikliklerimizi, gerek
yasalardan gerek Anayasadan gerek uygulamadan kaynaklanan bu eksikliklerimizi
giderelim ve Türkiye'nin, en azından, diğer standartlar
bakımından da, Avrupanın eşit standartlarına, eşit
noktasına geldiğini hep birlikte görmüş oluruz; bu konuda da
Cumhuriyet Halk Partisi olarak sonuna kadar destek vereceğimizi özellikle
belirtmek istiyorum.
Değerli milletvekilleri, bütün bunları yaparken, sadece böyle
bir genel görüşme önergesi vesilesiyle değil, Hükümetin, kendisinin
bu konuları Parlamentoya getirmesi gerekirdi. Bugün, eğer, Sayın
Sezgin ve arkadaşlarının verdiği bu genel görüşme
önergesinin öngörüşmeleri olmasaydı, bu kadarını bile
konuşma olanağını bulamayacaktık, belki Sayın
Dışişleri Bakanımızı da burada görmeyecektik. O
nedenle, ben, bu konuları daha ayrıntılı
görüşebilmemiz için, bu genel görüşmeye olumlu oy
kullanmamızın gerekli olduğuna inanıyorum.
Değerli milletvekilleri, bugün, yoğun iç ve dış
sorunlarla karşı karşıyayız. Cumhuriyetin bazı
temel değerleri yargılanıyor. Anayasal kurumlar arasında
bir tartışma ve kavga ortamı yaratılmaktadır.
Hükümetin, kabul edelim ki, içeride fiilen güvenilirliği,
dışarıda saygınlığı kalmamıştır.
Bu ortamda, ben, bu Hükümetle, Avrupa Birliğiyle de ilişkilerimizin
çok sağlıklı bir şekilde yürütülebileceğini
sanmıyorum.
Buna rağmen, Parlamentonun konuya sahip çıkabilmesi için, bir
genel görüşme açılmasını ve konunun tüm yönleriyle
değerlendirilmesini yararlı ve gerekli görmekteyim.
Cumhuriyet Halk Partisi olarak, genel görüşme açılması
için olumlu oy kullanacağımızı belirtir; hepinize
sevgilerimi ve saygılarımı sunarım. (CHP, ANAP, DYP ve DSP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Çetin, teşekkür ederim efendim.
DSP Grubu adına, Sayın Nami Çağan; buyurun efendim. (DSP
sıralarından alkışlar)
Sayın Çağan, sizin de süreniz 20 dakika; biliyorsunuz, eksüre
de veriyoruz.
DSP GRUBU ADINA NAMİ ÇAĞAN (İstanbul) – Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; Demokratik Sol Parti Grubu adına
söz almış bulunuyorum; sizleri, Partim ve şahsım adına
saygıyla selamlıyorum.
6 Mart 1995 tarihli Avrupa Birliği-Türkiye Ortaklık Konseyi
kararından sonra, 1995 yılı sonunda, Avrupa Birliği ile
Türkiye arasında, kendine özgü özellikleri bulunan bir gümrük birliği
ilişkisi başlamıştır. Bu ilişki, o kadar kendine özgü
bir ilişkidir ki, o kadar nev'i şahsına münhasır bir
ilişkidir ki, herhangi bir gümrük birliğinde bulunması gereken
aslî koşullar bu ilişkide bulunmamaktadır. Tarımsal
ürünlerin serbest dolaşımı ile ortaklık
anlaşmalarında bulunan hizmetlerin serbest dolaşımı,
bu ilişkide yer almamaktadır.
Aynı şekilde, ortaklık anlaşmalarında bunlara
ek olarak bulunan işgücünün serbest dolaşımı da gümrük
birliği uygulamasına alınmamıştır. Buna
karşılık, Türkiye, karar alma mekanizmasına
katılmamasına karşın, Avrupa Birliği kurumlarınca
belirlenen ortak ticaret politikasına uyacaktır. Bu ana
özellikleriyle, Avrupa Birliği-Türkiye gümrük birliği ilişkisi,
bir prototip özelliği taşımaktadır; yani, türünün, dünyadaki
tek örneğidir; bu ilişkinin başka bir benzeri de bulunmamaktadır.
Halkımız, Avrupa Birliğinin gümrük birliğine üye
olduk şeklindeki bir söylemle, yanıltılmıştır.
Gerçekte, biz, Avrupa Birliğinin gümrük birliğine girmedik ya da üye
olmadık. Esasen, Avrupa Birliğinde, gümrük birliğine üyelik diye
bir statü de mevcut değildir. Biraz önce, Sayın
Dışişleri Bakanı, yine, gümrük birliği
üyeliğinden söz etti; böyle bir statü mevcut değildir. Avrupa
Birliği ile Türkiye arasında, koşulları farklı, adı
gümrük birliği olan, başka bir ilişki kurulmuştur; yani,
Avrupa Birliğinin kendi gümrük birliği kendine özgü kurallarıyla
işlemektedir; Türkiye ile Avrupa Birliği arasında da, Avrupa
Birliğinin gümrük birliğinden çok farklı bir gümrük birliği
ilişkisi kurulmuştur.
1995 yılı sonunda, 24 Aralık seçimlerinden önce, bu
gümrük birliği ilişkisi başlarken, çok çeşitli
değerlendirmeler yapılmıştı. Bu değerlendirmeler,
genellikle iki uç görüşü yansıtıyordu.
Birinci uç görüş, bu kendine özgü gümrük birliği
ilişkisinin mimarı Doğru Yol Partisi-Cumhuriyet Halk Partisi
Koalisyonu ile medyanın bir bölümünün yaptığı, gümrük
birliğiyle biz ilk adımı attık, artık Avrupalı
olduk değerlendirmesidir. Hatta, seçimden önce, neredeyse, bir gümrük
birliği, Avrupa Birliği bayramı yaptık.
İkinci uç görüş ise, Refah Partisinin öncülüğünü
yaptığı, Avrupa'nın sömürgesi oluyoruz
yaklaşımıdır.
Bu iki uç görüş, bugün, koalisyon olarak iktidardadır. Bu
İktidar, bugün içerisinde bulunduğumuz rejim
bunalımının da temel kaynağını oluşturuyor.
(DSP sıralarından alkışlar) Böyle bir Hükümetle, Avrupa
içerisindeki yerimizi alamayız; eğer varsa böyle bir yerimiz tabiî.
Bu Hükümet devam ettiği sürece, Avrupa Birliği içerisinde Türkiye'nin
yeri olmayacaktır.
Biz, Demokratik Sol Parti olarak, Doğru Yol Partisi-Cumhuriyet Halk
Partisi Hükümetinin aşırı hevesliliğinin ve gümrük
birliğini oya dönüştürme amacının bu ilişkiye zarar
verdiğini, Türkiye'nin pazarlık gücünü iyi
kullanamadığını, küçük ve orta ölçekli işletmelerin
rekabet gücüne kavuşabilmeleri için; yani, girilecek yeni düzene uyum
sağlayabilmeleri için yeterli yapısal uyum yardımı
almadığını, bu koşullar altında
işsizliğin büsbütün yaygınlaşacağını
söyledik. Aradan onaltı ay geçmesine karşın, yetersiz malî yardım
bile alınamamıştır.
Demokratik Sol Parti olarak, Avrupa Birliğiyle gümrük birliği
ilişkisine gireceğimiz yirmidört yıl öncesinden bilinmesine
karşın -ki, 1971 yılında katma protokolün
imzalanmasıyla, adı gümrük birliği olan, koşulları
farklı olan bir ilişkiye gireceğimiz biliniyordu- böyle bir
gümrük birliğine hazırlıksız
yakalandığımızı ısrarla vurguladık.
Ekonomimizi, rekabet düzenimizi bu yapıya uygun duruma getiremedik. Bu
ilişkinin gerektirdiği teknik hazırlıkları
yapmadık.
Son aşamada, bütün pazarlık gücümüzü de "ya
gireceğiz ya gireceğiz" diyerek ve Refah Partisinden
kurtulmanın tek yolunun gümrük birliği olduğunu söyleyerek,
siyasal açıdan müzakere masasında bıraktık; hiçbir
pazarlık gücümüz kalmadı. Aldığımız çok
sınırlı ödünlerden bir bölümünü de, malî kaynak yaratmak
gerekçesiyle, kullanılmış otomobilde bedelsiz ithalat
kararnamesiyle kısmen geri verdik.
Gümrük birliği ilişkisi başlarken Demokratik Sol Parti
olarak yaptığımız değerlendirmelerin yerindeliği
bugün ortaya çıkmıştır. Aradan geçen onaltı aylık
uygulamadan sonra, ne kadar Avrupalı olduğumuz ortadadır. Avrupa
Birliğinin yeni yapısının belirleneceği
hükümetlerarası konferans sürecindeki toplantılara,
Dışişleri Bakanlığımızın bütün
çabalarına karşın, gözlemci sıfatıyla bile
çağrılmadık.
Refah Partisinin "sömürge oluyoruz" değerlendirmesine
gelince... Artık Avrupalı olduğumuz düşüncesi ne kadar
doğru değil idiyse, sömürge olduğumuz değerlendirmesi de o
kadar doğru değildir. Artık Avrupalı olduğumuzu iddia
edenlerin ileri sürdükleri gibi, Avrupa Birliğine, karar alma
mekanizmasına katılmadan, Avrupa Birliği hukukunun uluslarüstü
bağlayıcılığı olan kurallarına tabi olarak
girseydik, bu değerlendirmede bir ölçüde haklılık payı
bulunabilirdi. Bu durumda, Avrupa Birliği kurumlarının gümrük
birliği, ortak gümrük tarifesi, ortak ticaret politikası ve mevzuat
uyumlaştırmasıyla ilgili hukukî işlemleri Türkiye
açısından doğrudan uygulanabilir ve doğrudan etkili
kılınabilirdi. Türkiye de, bu durumda, uluslararası alandaki
egemenliğini, Anayasanın 6 ncı ve 7 nci maddelerine
aykırı olarak devretmiş sayılırdı. Oysa, 6 Mart
1995 tarihli Ortaklık Konseyi kararıyla kurulan düzende, Türkiye,
Avrupa Birliğinin gümrük birliğiyle ilgili karar alma sürecine
katılmamakta; ancak, bu konudaki Avrupa Birliği hukuk düzeni, Türkiye
açısından doğrudan bağlayıcılık
taşımamaktadır. Avrupa Birliği -Türkiye Gümrük Birliği
Ortak Komitesi ve Avrupa Birliği- Türkiye Ortaklık Konseyi,
kararların alınmasında ara mekanizmayı
oluşturmaktadır. Yani, sistem, tavsiye kararlarıyla
işliyor; daha doğrusu, işlemiyor.
Demokratik Sol Parti olarak, Avrupa Birliği ile Türkiye
arasındaki kendine özgü gümrük birliği ilişkisini pamuk
ipliği ilişkisi olarak nitelendirmiştik ve bu ilişki
içinde, Avrupalı olamayacağımız gibi sömürge de
olmayız demiştik. Onaltı aylık uygulama bizi
doğrulamıştır. Bu süre içinde, Ortaklık Konseyi,
Yunanistan'ın vetosu nedeniyle, bir kez bile toplanamamış, yine,
Yunanistan'ın ve Avrupa Parlamentosunun engellemeleriyle, malî
yardımlar işletilmemiştir. Önümüzdeki hafta, 29 Nisanda,
Ortaklık Konseyi toplanıyor; ancak, hangi koşullar altında
toplanıyor; bunu, Sayın Kâmran İnan, bütün
açıklığıyla açıkladı ve Hükümete, bu
toplantıya katılmamamızı tavsiye etti; bu tavsiyenin
dikkate alınmasını diliyorum.
Gümrük birliği ilişkisine ne kadar hazırlıksız
olduğumuz, bu onaltı aylık süre içinde ortaya
çıkmıştır. Gümrük birliğinin ilk
değerlendirmesini yapabilmek için zorunlu olan 1996 yılı
dışticaret istatistiklerini bile ortaya çıkaramadık; yani,
değerlendirmeyi yapabilecek verileri bile ortaya koyamadık. Ne kadar
hazırlıksız olduğumuzu en iyi gösteren, bu durumdur. Hâlâ,
1996 yılının ilk altı aylık verilerine göre
değerlendirme yapmaya çalışıyoruz.
Avrupa Birliğine dışsatımımız çok
sınırlı ölçüde artmasına karşın, Avrupa
Birliğinden dışalımımız yaklaşık yüzde
50 oranında artmıştır biçiminde bir tahminde bulunuyoruz.
Dışticaret açığının patlama yaparak daha da
artmadığına seviniyoruz. Bunda, hiç kuşkusuz, Avrupa
Birliği ülkelerinde, özellikle de Almanya'da yaşanan göreli ekonomik
durgunluğun payı vardır. Avrupa'daki durgunluğa
karşın, Türkiye'nin, Amerika Birleşik Devletleri ve Japonya ile
dışticaret hacmi düşerken, Avrupa Birliğinin payı
artmıştır. Türkiye, daha önce, Avrupa Birliğinin 10 uncu
büyük ticaret ortağıyken, 1996 yılı sonunda, 7 nci büyük
ticaret ortağı olmuştur.
Gümrük birliğinin ilk yılında, Hükümetin denk bütçe
masalına karşın, 1997'nin ilk üç ayının bütçe
açığı 400 trilyon lirayı aşmıştır.
Halkımız, bütçe açığı rakamını,
gözbağcılığı yapan Hükümetten değil, Türkiye'ye
gelen IMF heyetinden öğreniyor; bu, son derece acıdır. (DSP
sıralarından alkışlar) 1996 yılında, gümrük
birliğiyle, dışsatımla birlikte yabancı sermaye
girişinde önemli bir artış beklenirken, bu konuda tam bir
düş kırıklığı yaşanmıştır.
Bunda, Türkiye'nin uluslararası kredi notunun düşmesinin yanı
sıra, siyasal iktidara duyulan güvensizlik de son derece etkili
olmuştur.
Gümrük birliğinin ilk yılını ya da ilk onaltı
ayını değerlendirmek, gümrük birliğinin kısa vadeli
etkilerini değerlendirmek anlamına gelmektedir. İlk
yılın değerlendirilmesi, Türkiye açısından çok iç
açıcı görünmemektedir. Avrupa Birliği, gümrük birliğine konu
olan sınaî ürünlerindeki gümrük indirimlerini, 1973 yılında
katma protokolün yürürlüğe girmesiyle yapmıştı. Avrupa
Birliğinin 1996 yılında yaptığı, tekstilde ve
hazır giyimde kotaların kaldırılması olmuştur;
ancak, tekstilde ve hazır giyimde, Avrupa'daki durgunluğa koşut
olarak dışpazar daralması vardır. Türkiye'nin, rekabet
kurulunu oluşturmada gecikmesi ve ticarete konu olan ürünlere ürün
pasaportu niteliğindeki "CE" işaretini verecek millî akreditasyon
kurulunu kuramaması, Türk ürünlerine, üçüncü ülke ürünleri gibi
antidamping vergisi uygulanması sonucunu doğurmuştur. Millî
akreditasyon kurulu kurulmasına ilişkin Demokratik Sol Partinin
verdiği yasa önerisi, Meclis komisyonlarından hâlâ
geçirilmemiştir.
Türkiye, gümrük birliğiyle üzerine düşen yükümlülükleri,
Avrupa Birliğinden yeterli malî yardım alamamasına
karşın, önemli ölçüde yerine getirmeye
çalışmıştır. Gümrük yasası henüz
çıkarılmamakla birlikte, gümrük tarifemiz, Avrupa Birliğinin
daha düşük olan tarifelerine uydurulmuştur. Vergi gelirlerimizdeki
kayıplar da, Ek Taşıt Alım Vergisi ve Katma Değer
Vergisindeki artışlar gibi, dolaylı vergiler
artırılmak suretiyle karşılanmaya
çalışılmıştır.
Türkiye, Avrupa Birliğinin tercihli ticaret ilişkisi içinde
bulunduğu ülkelerle -İsrail hariç- henüz serbest ticaret
anlaşmaları yapmamıştır. Böylece, sıfır
gümrük yerine, Avrupa Birliğinin ortak gümrük tarifesinde yer alan gümrük
vergisi oranları dışalımlara
uygulandığından, bu ülkelerden Türkiye'ye giren hammaddeler ve
aramaddeler üzerine ek maliyetler binmekte, bu durum da Türkiye'nin aleyhine,
rekabet eşitsizliğine neden olmaktadır.
Avrupa Birliği, Türkiye'yi, sürekli olarak, demokratikleşme ve
insan haklarıyla ilgili eksiklikleri dolayısıyla
sıkıştırmaktadır. 1995 yılı ortasında
yapılan ve demokratik, siyasal katılımı artıran
anayasa değişikliklerine uyum yasaları da henüz
çıkarılamamıştır. Bu yasaların
çıkarılması, Avrupa Birliğini tatmin etmekten çok, Türk
Halkının yararına olan bir konudur.
Gümrük birliği ilişkisi içinde Avrupa Birliği, Türkiye'ye
karşı son derece olumsuz bir tavır takınarak, bu
ilişkinin bir pamuk ipliği ilişkisi olduğu yönündeki
değerlendirmemizi doğrulamıştır. Ortaklık
ilişkisinin en yetkili organı olan Ortaklık Konseyi,
Yunanistan'ın engellemeleri dolayısıyla, bir kez bile
toplanamamıştır. Aynı şekilde, 6 Mart 1995 tarihli
Ortaklık Konseyi kararına eklenen tek taraflı bildirimle
Türkiye'ye verilmesi öngörülen ve tutarı beş yıl için 2,5 milyar
ECU olan malî yardım -MEDA fonları dışında-
Yunanistan'ın vetosuna takılmıştır. Türkiye'nin, bir
Akdeniz ülkesi olarak yararlanmak durumunda olduğu ve dört
yıllık tutarı 375 milyon ECU, 1996 dilimi 33 milyon ECU olan
MEDA Fonu da, Avrupa Parlamentosu tarafından engellenmiştir.
MEDA Fonu, Avrupa-Akdeniz İşbirliği Programı olarak,
1995 Barselona Konferansı çerçevesinde oluşturulmuş ve 2000'li
yılların ilk on yılı içinde, Akdeniz serbest ticaret
bölgesi kurulması hedefine yönelmiştir. Avrupa Parlamentosu, 19 Eylül
1996 tarihli kararıyla, bu fondan yararlanacak olan projelerimizin,
demokrasi, insan hakları, sivil toplum kurumlarının
geliştirilmesi alanlarına yönelik olmaları ve coğrafî
olarak Türkiye'nin en az gelişmiş olan bölgelerini kapsaması
gibi ek koşullar getirmiş; bu koşullara uyulmadığı
takdirde ödeneğin rezerve alınacağını
bildirmiştir. Avrupa Birliğinin, Türkiye'ye karşı
izlediği bu ayırımcı ve aşırı müdahaleci
tutumunun kabul edilir bir yönü bulunmamaktadır. Avrupa Birliği
kurumlarının bu kasıtlı ayırımcı
tutumlarının, bir ekonomik bütünleşmede
karşılıklı olarak bulunması gereken
dayanışma ilkesine ters düştüğü açıktır. Avrupa
Birliği, birkısım Akdeniz ülkelerine, bütünleşme
ilişkisi içinde bulunduğu Türkiye'ye oranla daha fazla malî
yardımda bulunmuştur. Oysa, Türkiye'nin, üçüncü ülkeler olarak
nitelendirilen diğer Akdeniz ülkeleriyle aynı muameleye tabi tutulmak
istenmesi bile doğru değildir.
MEDA Programından Türkiye'ye sağlanacak malî yardım,
bütünüyle, Türkiye'nin ekonomik büyüklükleri açısından anlamlı
olmayan malî paketin en önemsiz parçasıdır. 1996 yılı
dilimi olan 33 milyon dolar ise, Türkiye'nin birkaç saatlik ihracat bedeline
eşittir.
İçinde bulunduğumuz koşullar altında, Barselona
Deklarasyonunun ve MEDA Programının, en azından, Türkiye
açısından inandırıcılığını ve
güvenilirliğini yitirdiğini söyleyebiliriz.
Avrupa Birliği içerisinde ekonomik, ticarî ve sosyal açıdan en
yoğun ilişkide bulunduğumuz Almanya, ortaklık
ilişkimizin gereği olan işgücünün serbest
dolaşımını uygulamak bir yana, ülkesinde bulunan Türk
ailelerinin ve diğer yabancı ailelerin 16 yaşından küçük
çocuklarına oturma izni ve vize zorunluluğu koymuştur. Öte
yandan, işadamları için Avrupa Birliğine üye devletlerin
koydukları vize zorunluluğu, malların serbest
dolaşımını ve Türkiye'nin dışsatımını
engelleyen faktörlerin başında gelmektedir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Avrupa
Birliğinin 2000'li yılların başındaki yeni
yapısının belirleneceği Hükümetlerarası Konferans
sürecine, Merkezî ve Doğu Avrupa ülkeleri ile Malta ve Kıbrıs
Rum Yönetimi dahil, 11 devlet çağrılmasına karşın
Türkiye'nin çağrılmaması, Avrupa Birliğinin, gümrük
birliğini nihaî ilişki kılmak istemesiyle açıklanabilir.
Avrupa Parlamentosundaki çeşitli siyasî gruplar, bu sonucu,
değişik gerekçeler kullanarak açıklamaktadırlar.
Hıristiyan demokratlar, açıkça dinî ve kültürel
farklılığı ortaya koyarlarken, sosyal demokratlar,
liberaller ve yeşiller, insan hakları, demokrasi, Kürt ve
Kıbrıs konuları gibi gerekçelerle, yine aynı sonuca
varmaktadırlar.
Türkiye'nin 1987 yılında Avrupa Birliğine tam üyelik
başvurusu üzerine, 20 Aralık 1989 tarihinde verilen Konsey
kararıyla, bu başvuru, ekonomik ve siyasal nedenlerle kabul
edilmemiş; fakat, Türkiye'nin tam üyeliğe ehil olduğu
belirtilmişti. 4 Mart 1997'de Hıristiyan demokrat partilerin,
Türkiye'nin tam üyeliğine dinî ve kültürel nedenlerle karşı
çıkması üzerine, Avrupa Birliği dışişleri
bakanlarının Apeldoorn'da yaptıkları gayri resmî
toplantıda, Türkiye'nin tam üyeliğe ehil olduğu
yinelenmiştir. Aynı şekilde, 14-16 Nisan tarihlerinde Ankara'da
toplanan Türkiye-Avrupa Birliği Karma Parlamento Komisyonunda da, yine,
Türkiye'nin tam üyeliğe ehil olduğu, alınan tavsiye
kararında yinelenmiştir.
Şimdi, Türkiye'nin gözleri, Hükümetlerarası Konferansın
yapacağı son iki toplantıdadır. Bunlardan ilki,
Amsterdam'da yapılacak toplantıdır; ikincisi de, yıl
sonunda Lüksemburg'da yapılacak olan toplantıdır. Eğer,
Türkiye, adaylık listesi içerisinde yerini almazsa, Sayın Hikmet
Çetin'in de belirttiği gibi, gümrük birliği ilişkisini yeniden
gözden geçirmek durumundadır; ama, bunu yaparken de duygusal
olmamalıdır; çünkü, Türkiye'nin dışticaretinin yüzde
50'sinden fazlası Avrupa Birliği ülkeleriyle yapılmaktadır.
Daha rasyonel bir temele oturtmak üzere, bu ilişkinin yeniden düzenlenmesi
gerekir.
Fransa Cumhurbaşkanı Chirac, Hükümetlerarası
Konferansın 1997 Haziran ayında Amsterdam'da yapacağı
toplantıdan sonra, katılma müzakeresi yapılacak ülkeler
dışında kalan tam üyeliğe aday ülkelerle daimî konferans
toplama düşüncesini ortaya atmıştır. Bu düşünce, İngiltere'den
de bir miktar destek görmüştür. Bu konferansa katılan ülkeler arasında,
ilk aşamada siyasî bir ayırım yapılmayacak, ikinci
aşamada ise komisyonun görüşlerine dayanan teknik bir
ayırıma gidilecektir. Bu düşünce yaşama geçirildiği
takdirde, Türkiye, yine, daimî konferans içerisindeki yerini
almalıdır. Türkiye, diğer ülkelerden önce tam üyelik
başvurusunu yaptığı gibi, gümrük birliğini,
eksikliği de olsa, farklı bir yapıdaki gümrük birliği de
olsa, şeklen uygulamaya soktuğu için, görünüşte bir avantaja da
sahiptir.
Bununla birlikte, son günlerde, Türkiye için, Almanya ve Avrupa
Birliği Komisyonu çevrelerinde, tam üyeliğe adaylık yerine
"gümrük birliği artı" biçiminde ifade edilen
güçlendirilmiş gümrük birliği formülü geliştirilmeye
çalışılmaktadır. Bu formül, sakat ve işlerliği
olmayan mevcut gümrük birliği temeli üzerine oturacağından,
çözüm getirici bir nitelik taşımayacaktır. Türkiye'nin, tam
üyelik perspektifini içermeyen bir gümrük birliği formülünü benimsemesi,
20-25 tam üye devletin arkasında ikinci sınıf bir statüyü içine
sindirmesi mümkün değildir.
Sayın milletvekilleri, Avrupa Birliğinin, Yunanistan ve
Kıbrıs Rum Yönetiminin bilmesi gereken bir konu da, Kıbrıs
Rum Yönetiminin, Ada'nın bütününü temsil ederek, Avrupa Birliğine tam
üye devlet olarak kabul edilmesinin, Kıbrıs Cumhuriyetini kuran
anlaşmalarda yer alan açık hükümlere aykırı olduğudur.
Kıbrıs'ın, hem Türkiye'nin hem de Yunanistan'ın üye
olmadıkları bir örgüte üye olması mümkün değildir.
Son zamanlarda, hükümetlerarası konferansın
tamamlanmasından sonra, altı ay içinde başlaması öngörülen
Kıbrıs'ın tam üyelik müzakerelerine Türk tarafı
temsilcilerini de katma çabası gözlemlenmektedir. Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti tanınmadan, Türk tarafı temsilcilerinin bu
görüşmelere katılmasının düşünülmesi, Ada'da yeni bir
oyunun oynanmak istendiğini göstermektedir; Yunanistan da, böyle bir
öneriyi şimdilik kabul etme eğilimi içinde görünmemektedir.
Son olarak, kısaca değinmek istediğim bir konu da,
NATO'nun merkezî ve Doğu Avrupa ülkelerini de kapsamına alarak
genişlemesi konusuna, Hükümetimizin, Avrupa Birliği, Batı Avrupa
Birliği ve NATO arasında bağlantı kurarak gösterdiği
tepkidir. Hükümetimiz, bu genişlemeyi, 1997 Temmuz ayında toplanacak
olan NATO doruğunda veto edeceğinin işaretini vermiştir.
Türkiye'nin bu yaklaşımı, Avrupa Birliği ülkelerince, blöf
ya da şantaj yapma biçiminde algılanmıştır. Türkiye,
böyle bir genişlemenin Türkiye'nin güvenliği açısından
doğuracağı tehlikeyi, yeniden hortlayabilecek olan Slav-Ortodoks
birliğini gerekçe gösterebilir -Demokratik Sol Parti olarak bu
görüşümüzü ifade etmiştik- eğer, böyle bir yaklaşım
benimsenirse, kimse, böyle bir durumu blöf ya da şantaj olarak
değerlendiremez.
Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri konusunun Türkiye Büyük
Millet Meclisinde bir kez daha görüşülebilmesi için, Demokratik Sol Parti
Grubu olarak genel görüşme önergesine olumlu oy
kullanacağımızı belirtiyor, hepinize saygılar
sunuyorum. (DSP, ANAP, DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çağan.
Doğru Yol Partisi Grubu adına, Sayın Sedat Aloğlu;
buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)
Sayın Aloğlu, süreniz 20 dakikadır.
DYP GRUBU ADINA M. SEDAT ALOĞLU (İstanbul) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Yüce Meclise, Doğru Yol Partisi Grubu ve şahsım
adına, saygılarımı ve en iyi dileklerimi sunuyorum.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye'nin
Avrupa'yla ve Avrupa Birliğiyle olan ilişkilerine bir tarih
perspektifi içerisinde bakmakta fayda var. Türkiye'nin ve bizlerin Avrupa'ya
yönelmesi, esasen Osmanlı zamanında başlamıştır.
Onurlu mirasçısı bulunduğumuz Osmanlı
İmparatorluğu, son ikiyüz yılındaki yapmış
olduğu reform hareketlerini -yani, tanzimat ve ıslahat hareketlerini-
Avrupa'dan esinlenerek uygulamıştır. Ayrıca, Osmanlı
İmparatorluğu, birçok önde gelen tarihçi tarafından da, bir
Avrupa imparatorluğu olarak tescil edilmiştir.
Ulu Önderimiz, Büyük Atamız, millî mücadelemizin kahramanı
Atatürk, bu mücadeleyi, bazı Avrupa ülkelerine karşı
yöneltmiş olmasına rağmen, modern Türkiye Cumhuriyeti
kurulduktan sonra, bu ülkenin, bu yeni cumhuriyetin dokusunu oluşturan
birçok yasal düzenlemeyi, Avrupa ülkelerindeki mevzuatları örnek alarak
yapmıştır. Modern Türkiye Cumhuriyeti, İkinci Dünya
Savaşı sonrasında oluşan, Birleşmiş Milletler,
NATO, Avrupa Konseyi, OECD gibi tüm önde gelen, Batı veya Batı
inisiyatifiyle doğan kuruluşların içerisinde yer almıştır.
Bu hareketi, Ulu Önder Atatürk'ün göstermiş olduğu
"çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşın" hedefi
yolunda atılmış önemli adımlar olarak görüyoruz.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; demin
saymış olduğum örgütler ve Osmanlı
İmparatorluğunun konumu, esasen Türkiye Cumhuriyetinin bir Avrupa
devleti olduğunu tescil etmektedir. Yani, bizim, hiçbir zaman için, biz Avrupalı mıyız, değil
miyiz diye bir kompleksimiz yoktur; biz Avrupalıyız. Ancak, Avrupa
Ekonomik Topluluğu, 6 Batı Avrupa ülkesi tarafından 1950'li
yıllarda kurulmaya başlanıp 1 Ocak 1958'den itibaren resmen
faaliyete geçtikten sonra, bir anlamda, Avrupa'nın içerisinde bir birinci
lig oluşmaya başlamıştır. Buna, bir "exclusive
kulüp" de diyebilirsiniz. 1959 yılı haziran ayında
Yunanistan, hemen arkasından, temmuz ayında da Türkiye, bu
topluluğa, tam üye olmak için ve ortaklık ilişkisini
geliştirmek için başvurmuştur.
Türkiye'nin, ivedilikle Avrupa Ekonomik Topluluğuna bağlanma
isteğinin iki önemli nedeni bulunduğu, zamanın yetkililerince
şu şekilde açıklanmıştır:
Türkiye, uzun dönemde, Batı Avrupa'da kurulabilecek siyasal bir
birliğin dışında
kalmak istememektedir. Öte yandan, Türkiye, gümrük birliği içinde
Yunanistan'a verilecek ticarî tavizlerden de yoksun kalmamak
amacındadır.
Bunu biraz daha açarsak, bu faaliyetlerin, bu girişimlerin sonunda,
dört yıl süren bir müzakere dönemi başlamıştır ve
Yunanistan ile yakın dönemlerde, Yunanistan'ın Atina
Anlaşması, Türkiye'nin de Ankara Anlaşması adıyla
imzalamış olduğu birer anlaşma söz konusudur.
Bu anlaşmalar, birbirine çok benzer anlaşmalardır. Bu
anlaşma, yani Türkiye ile Avrupa Ekonomik Topluluğu arasındaki
Ankara Anlaşması ve sonradan, bunun, bir anlamda, bazı
konularına uygulama bazı teşkil eden Katma Protokol, esas olarak
üç aşama öngörmektedir. Bunlardan bir tanesi hazırlık
aşamasıdır; ikincisi, geçiş aşamasıdır;
üçüncüsü de, tam üyeliği hedefleyen dönem olan, nihaî dönemdir. Türkiye,
1960 yıllarını ve 1970'li yılların ilk
yarısını bu dönemlere ve bu dönemlerin şartlarına
uygun olarak normal sayabileceğimiz ilişkiler içerisinde
geliştirmiştir.
1971 yılında imzalanmış bulunan Katma Protokol, 22
yıllık bir geçiş dönemi öngörmekte ve bu geçiş döneminin
sonunda, karşılıklı olarak indirilen gümrüklerden sonra,
1995 yılının içerisinde gümrük birliğini hedeflemiş
olmaktadır. Bu anlaşmanın imzalanmasıyla, Avrupa Ekonomik
Topluluğu Türkiye'ye karşı gümrüklerini hemen sıfırlamıştır.
Türkiye ise, 1973 yılından itibaren 22 yıllık bir dönem
içerisinde tedrici olarak bunları sıfırlama yükümlülüğüne
girmiştir; yani, burada şunun altını çizmek istiyorum: Bir
anlamda, Avrupa Birliği, gerek Roma Anlaşmasının ve gerekse
Ankara Anlaşmasının mantığına uygun olarak, Türk
ekonomisine bir güç vermek için, Türk ekonomisinin güçlenmesine imkân
sağlamak için, 1971 yılından itibaren, ufak tefek bazı
istisnalar hariç, tüm sanayi mallarına gümrüksüz olarak
kapılarını açmıştır, Türkiye'nin Avrupa Ekonomik
Topluluğuna olan ihracatını teşvik etmiştir. Türkiye
ise, bu yükümlülüğü 22 yıllık bir süreye
yaymıştır. 1970'lerin ortasına kadar bu hedefte devam
edildi. 1970'li yılların ortasından itibaren ve ikinci
yarısında, altını çizmek durumunda olduğumuz, iki tane
önemli olay var; bunlardan bir tanesi içeride, bir tanesi de
dışarıda. 1975 yılında albaylar cuntasından
çıkmış olan Yunanistan tam üyelik müracaatında
bulunmuştur. Bunu takip eden günlerde içerde olan gelişmelerde ise,
Türkiye, demin bahsetmiş olduğum bu yükümlülükleri ertelemek ve belli
bazı yeni taleplerle ortaya çıkma durumunda olmuştur ve bu
yükümlülüklerini de, yani gümrük indirimlerini de 1975 yılından
itibaren geciktirmiştir. Şunu söylemek istiyorum: 1970'li
yılların ikinci yarısında Türkiye, Avrupa Birliğine
karşı olan yükümlülüklerini yerine getirmemiştir.
1980 yılının 12 Eylülünden, aşağı
yukarı 1986 yılının 16 Eylülüne, yani yaklaşık
altı sene boyunca Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki
ilişkiler donmuştur. Bunun sebebini burada geniş olarak
anlatmaya gerek yok; ancak, Parlamentonun kapanmış olması,
siyasî partilerin kapanmış olması ve bazı siyasilerin
tutuklanmış olması, Avrupa Birliğinin hem hedeflerine hem
de oluşum sürecine uygun olmayan bir siyasî gelişme olduğu için,
bu dönemde, Avrupa Birliği, Türkiye'yle olan ilişkilerini bir anlamda
buzdolabına koymuştur; hatta, derindondurucu diyeceğimiz bir
yere koymuş ve dondurmuştur.
Yine bu dönemde, ilginç bir konuya değinmek istiyorum, o da, 1975
yılında tam üyelik müracaatında bulunan Yunanistan'ın, 1981
yılında tam üyeliğinin kabul edilmesidir. Demokrasi konusunda
bir daha inkıta olmasın endişesiyle Avrupa Ekonomik
Topluluğu, Yunanistan'a, anlaşması bizimle paralel olmakla
beraber, onların başvurusu üzerine bazı kolaylıklar
sağlamış ve Yunanistan'ı 1981 yılında tam
üyeliğe kabul etmiştir.
Altını bir daha çizmek istiyorum. Burada gördüğünüz gibi
bir yol ayrımına gidiyoruz; yani, 70'li yılların ikinci
yarısında, Türkiye de bu şansını kullanabilirdi,
Yunanistan'la beraber o zamana kadar götürmüş olduğu yolda devam
edebilirdi, tam üyelik başvurusunda bulunabilirdi; tabiî, o
başvurunun ne sonuçlar doğurabileceği, bugün, spekülasyon
konusudur, geçmişin falına bakmak mümkün değildir; ancak, muhakkak
ki kaybedilmiş -ne ölçüde olduğunu söyleyemeyeceğim ama- bir
fırsattır ve Yunanistan, 1981 yılında tam üye olduktan
sonra, hepimizin çok yakından bildiği gibi, Türkiye-Avrupa Ekonomik
Topluluğu veya bugünkü adıyla Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerine
engel olmak için elinden geleni yapmıştır.
1986 yılının 16 Eylülünde, Türkiye ile Avrupa
Birliği arasındaki esas çalışma organı olan
Ortaklık Konseyi, yaklaşık altı yıl donmuş olan
bu ilişkileri tekrar harekete geçirmiştir.
1987 yılında, Sayın Özal Hükümetinin, biraz da sürpriz
sayılabilecek bir tavırda, bir tam üyelik başvurusu vardır.
Bu tam üyelik başvurusu, o günkü adıyla Avrupa Topluluğu
tarafından yaklaşık iki yıllık bir incelemeden
geçirilmiştir; bu incelemenin sonunda varılan sonuçları da
şöyle özetleyebiliriz: Avrupa Topluluğu, o dönem itibariyle, yani
1989 itibariyle genişlemeye müsait değildir, kendi içerisindeki,
kendi üyelerinin o dönemdeki sorunlarını çözmek durumundadır.
Türkiye, Avrupa Birliğiyle hukuken bir ilişkisi olan ve bu
ilişkisinin gelişme imkânı olan bir ülke durumundadır;
bazı ekonomik, bazı sosyal, bazı siyasî göstergeler daha tam
üyeliğe aday bir konuma getirmemiştir; ancak, bir gümrük birliği
dönemi söz konusudur; bu sürecin işletilerek ilişkilerin daha
geliştirilerek bu yolun açık tutulması ve bu kapının
açık tutulması şeklinde "avi" denilen bir cevap
vermiştir. Türkiye, kabul etmemiz lazım ki, bu cevabı biraz
buruk karşılamıştır ve 1989, 1990 ve 1991
yıllarında, biraz da bu burukluğun içerisinde, ilişkilerin
resmî olarak geçerli olduğu; ama bir parça soğuk bir dönemden
geçtiği bir zaman sürecini yaşamıştır.
1992 yılından itibaren, gerek dünyadaki konjonktürel
gelişmeler gerekse Türkiye'de yeni oluşan Hükümet -merkez sağ
ile merkez sol hükümeti- ve bu Hükümetin Avrupa Birliğine yönelik, tekrar,
ısrarlı çabaları, gayretleri, ilişkileri 1992
yılında tekrar canlandırmıştır ve 1993
yılından itibaren, özellikle 1994 ve 1995 yıllarında,
Avrupa Birliğiyle ilişkileri geliştirmek ve gümrük
birliğini tamamlamak yolunda, Hükümet, çok yoğun çaba
göstermiştir. Doğru Yol Partisi adına, bu konunun
bayraktarlığını -Demokrat Parti zamanından itibaren-
yapmış olan Doğru Yol Partisi adına, 1991
yılının sonundan 1995 yılının sonuna kadar SHP ve
CHP ile olan ortaklıklarımızda bu konuya emeği geçen bütün
o partiden olan arkadaşlara, özellikle Sayın İnönü'ye,
Sayın Karayalçın'a, Sayın Baykal'a ve Sayın Çetin'e çok
teşekkürlerimizi ve saygılarımızı sunuyorum.
1 Ocak 1996'da gümrük birliği gerçekleştirilmiştir.
Türkiye'nin gerçekleştirmiş olduğu bu önemli aşamayı,
üzülerek görüyorum ki, bugün de küçümseyenler var. Biz, meseleye, sadece,
maalesef, tek boyutlu bakmaya alışmışız. Bir
düşünelim, eğer Türkiye gümrük birliğini
gerçekleştirmemiş olsaydı neler olurdu: Bir defa, ekonomik
olarak, Türkiye'nin en büyük ortağına karşı
yükümlülüklerini yerine getirmemiş olacaktı. İkincisi, her ne
kadar bazı konuşmacılar küçük görmeye
çalıştılarsa da, bugün dünyanın en büyük bloku olan Avrupa
Birliğine karşı ekonomik açıdan bir ortak değil, bir üçüncü
ülke olma durumuna düşecektik. Bugün dahi, gereksiz de sayılabilecek
birçok konu hakkında, acaba Türkiye nereye gidiyor endişesini
taşıyan bazı çevrelerin, gümrük birliğini
gerçekleştirmeyip, Avrupa Birliğiyle aramızda ciddî
sıkıntılar çıktığı zaman ne gibi
davranışlar içerisinde bulunacağını da, ayrıca
sizin takdirlerinize sunarım.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu yıl -birçok
konuşmacının da belirtmiş olduğu gibi- fevkalade
önemlidir. 1997 yılı, belki de, Bush'un, Sovyet Sosyalist
Cumhuriyetleri Birliği yıkıldıktan sonra söylemiş
olduğu yeni dünya düzeninin kurulmasının temel yılı
olabilir. Buradaki en önemli iki olgu, Avrupa Birliğinin ve NATO'nun
genişlemesidir; Türkiye, bu iki konuda da yerini almak durumundadır.
Biz, yapmış olduğumuz anlaşmayla, Avrupa Birliğinin
-bugüne kadarki olan genel politikamızla- önemli bir aday ülkesiyiz; bir
hukukî belge söz konusudur, Avrupa Birliği de bunu kabul etmektedir. Bunun
yanında, eğer, bugün, NATO'nun genişlemesi söz konusu
ediliyorsa, bu, NATO'nun içerisindeki ikinci büyük orduyu bütün soğuk savaş
döneminde ve halen taşıyan, maddî ve manevî sorumluluğunu
taşıyan ve bunun yükünün altına girmiş olan Türkiye'nin
katkısıyla olmuştur; yani, Türkiye, NATO'nun
başarısına en önde gelen imzayı atmış, en önde
gelen katkıyı yapmış olan bir ülkedir;
dolayısıyla, gayet tabiî ki, NATO'nun bundan sonraki
genişlemesinde söz hakkını kullanacaktır. Türkiye,
haklı görüşlerini -Sayın Bakanımızın da ifade
buyurdukları gibi- bu dönemde, çeşitli platformlarda dile getirme
durumunda olmuştur.
Şimdi, benim ve Doğru Yol Partisi Grubunun biraz da hayretle
izlediği bazı gelişmeler oluyor Türkiye'de ve hatta, bugün bu
Meclisteki bazı konuşmacıların da bu ifadeleri
kullandığını gördüm. Avrupa'daki herhangi bir kişinin
-bu, milletvekili de olabilir- yapmış olduğu beyanat, aradan
cımbızla çekiliyor, sanki Türkiye ile Avrupa Birliği
ilişkilerini etkileyecek veyahut da bütün Avrupa'nın göstergesi diye
getirip önümüze konuluyor.
Sayın milletvekilleri, bizim bu dönemdeki muhatabımız,
birinci planda ve en önemli olarak, Avrupa Birliği ülkelerinin
hükümetleridir; çünkü, aramızda Avrupa Birliğinin
yapısını bilen çok değerli milletvekillerimiz var, onlar
bilirler ki, esas olarak, şu dönemde en önemli güce sahip olan,
karşı tarafın yetkili organı hükümetlerdir; ülkelerin
mahallî parlamentolarıdır; ondan sonra, bir anlamda Avrupa
Birliğinin yürütme organı olan Komisyondur ve ondan sonra da, bir
ölçüde, Avrupa Parlamentosu gelmektedir. Şimdi, Avrupa Parlamentosu
içerisinden sarf edilmiş olan bir ifadeyi, bir ülkenin, bir
milletvekilinin sarf etmiş olduğu bir ifadeyi, devamlı olarak
Türkiye'nin gündemine taşımak, esasen o milletvekilinin
istediği, kendisine kendi ülkesinde veya Avrupa Parlamentosunda
sağlayamadığı popülariteyi Türkiye'de sağlama
imkânı vermekten başka bir şey değildir. Ben, bu konularda,
bütün Parlamento olarak, bütün medya olarak, bütün sivil toplum örgütleri
olarak, ucuz kahramanlık peşinde koşmaya çalışan
bazı Avrupalı kesimlere imkân sağlamamamız gerektiğini
takdirlerinize sunmak istiyorum ve her aklına gelenin söylemiş
olduğu yanlış ifadelere de kapılarak, hissî
davranış içerisinde bulunmamızın doğru
olmadığını söylemek istiyorum.
Bir ifade de, Kinkel'in ziyaretiyle ilgili oldu. Kinkel'in
yapmış olduğu bazı davranışları bir
diplomasi çerçevesinde değerlendirmenin detayına girmek istemiyorum;
o, bugünün konusu da değil; ama, Kinkel'in, Dışişleri
Komisyonunda, Türkiye'ye tam üyelik değil, buna gümrük birliğinin bir
miktar daha gelişmişi, bir özel formül önerdiğinden bahsetti bir
konuşmacı. Ben, Dışişleri Komisyonu Başkanı
olarak, Kinkel'in ev sahibi sayılırım...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Aloğlu, toparlar mısınız
efendim.
M. SEDAT ALOĞLU (Devamla) – Bana, 5 dakika eksüre verebilir
misiniz?
BAŞKAN – Hayır, size 3 dakika eksüre vereyim artık...
Yeter, çok fazla süre verdim.
M. SEDAT ALOĞLU (Devamla) – Bana eksüre vermediniz efendim. Ben
sadece...
BAŞKAN – Şimdi 3 dakika eksüre veriyorum. Canım, zaten
konu çok anlaşıldı...
Buyurun.
M. SEDAT ALOĞLU (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın
Başkan, sağ olun.
Kinkel'in ev sahipliğini bir anlamda ben yaptım Başkan
olarak. Kinkel, ısrarlı iki milletvekilimizin ve muhalefetten olan
milletvekilinin ısrarlı şekilde sorusuna şu şekilde
cevap vermiştir: "Bu söylemiş olduğumuz formül, kesinlikle
bir tam üyelik alternatifi değil. Tam tersine, biz, bu dönem ile tam
üyelik arasında geçecek olan zamanı, bugünkü statüde değil,
bundan daha güçlendirici bir statüde kullanmak istiyoruz. Yani, gümrük
birliğini tamamladınız, tam üyeliğe geçene kadar her
şey bu şekilde donsun değil, daha güçlü bir şekilde bu ilişkilerimizi
götürelim. Bu da, kesinlikle tam üyeliğin alternatifinde
değildir."
Dolayısıyla, bizim, bu konularda, Türk kamuoyuna
yanlış bir bilgi verme, yanlış ifadelerde bulunma
hakkına sahip olmadığımızı düşünüyorum;
çünkü, bu konu, bir millî davadır, bu konu millî bir politikadır.
Sizlere sunmaya çalıştığım gibi, onurlu
mirasçısı olduğumuz Osmanlıdan başlayıp gelen bir
politikanın devamıdır. Biz, Doğru Yol Partisi olarak, bu
dönemde ve Demokrat Partinin kuruluşundan itibaren, üzerimize düşen bütün
görevleri yaptık; burada, bazı partiler de bize destek
olmuşlardır.
Şunu da söylemek istiyorum: Bu vesileyle, Sayın Menderes'i,
Sayın İnönü'yü ve Sayın Özal'ı rahmetle anmak istiyorum.
Allah uzun ömürler versin, Sayın Süleyman Demirel'e uzun ömürler diliyoruz...
Bu liderlerimiz, Türkiye'nin bu rasyonel politikasında -hissî değil-
çok büyük katkıda bulunmuşlardır. Bir komplekse kapılmadan,
hislerimize kapılmadan, Türkiye'nin doğru yoldaki bu hareketine
destek olmamız lazım. Avrupa Birliğinin genişlemesini
izleyenler çok yakından bilirler; bizim konuştuğumuzun misli
olan tartışmalar, bugün, üye olan ülkeler arasında
gelişmiştir. Ayrıca, unutmayalım ki, Avrupa Birliğinin
iki kurucusu, önayak olan iki ülkesi, Fransa ile Almanya'dır; İkinci
Dünya Savaşında hangi cenahlarda bulunduklarını
takdirlerinize sunuyorum.
Hissiyata yer yok, akla yer var. Muhakkak ki, zorlu bir yoldur.
Sayın Özal'ı tekrar rahmetle anacağım "bu, ince uzun
bir yoldur" demişti. Hakikaten uzun bir yoldur; muhakkak ki, birçok
sıkıntısı olacaktır; ama, Türkiye'nin rasyonel
politikasıdır; başka sayılan bloklaşmalara -yani,
Karadeniz Ekonomik İşbirliği de olabilir veya Uzakdoğu'daki
bloklar da olabilir- tercih edilebilecek durumlar değildir. Özellikle
Karadeniz Ekonomik İşbirliği Projesi, Türkiye'nin Avrupa
Birliğiyle yakınlaşmasını
karşılıklı olarak olumlu etkileyecek olan bir konudur.
İnanalım ki, Avrupa Birliğine tam üye adayı olmayan bir
Türkiye, Karadeniz Ekonomik İşbirliği Projesinde ve Türkî
Cumhuriyetlerde de, bugünkü kadar -yani, aday olduğu kadar- büyük prestij
sahibi olmayacaktır. Dolayısıyla, bugüne kadar götürmüş
olduğumuz bu akıllı, bu rasyonel politikaya devam etmemizi
diliyorum.
Bu konuda, Doğru Yol Partisinin, bundan evvel de, tarihinde de,
Demokrat Parti zamanından başlamış olduğu gibi,
üzerine düşen her görevi yapmaya devam edeceği ve bu konuda, Yüce
Meclisin bugüne kadar olan anlayışının ve
yardımının bundan sonra da devam edeceği düşüncesiyle
hepinize saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Aloğlu.
Böylece, size de 5 dakika daha süre verdim efendim.
Refah Partisi Grubu adına, Sayın Kahraman Emmioğlu;
buyurun efendim. (RP sıralarından alkışlar)
Süreniz 20 dakikadır.
RP GRUBU ADINA KAHRAMAN EMMİOĞLU (Gaziantep) – Sayın
Başkan, Yüce Meclisin değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Avrupa Birliğinin karşısında Türkiye'nin durumunun
son değerlendirmesiyle ilgili genel görüşme isteği oldukça
yerindedir ve bununla ilgili Grubumuzun görüşlerini sizlere arz etmeye
çalışacağım. Gerçi -son konuşmacıyım- son
konuşmada, elbette, bütün dikkatler dağılmıştır;
ama, ümit ediyorum, şu anda, bizi dinlemekte bulunan
vatandaşlarımız, bu konuda da iyice aydınlatılmış
olacaklardır.
Ben, bambaşka bir metot tatbik etmek istiyorum; evvela, olması
icap eden bir Türkiye profiliyle başlamak istiyorum. Türkiye öyle
olmalıydı ki: Fert başına düşen millî geliri 16 bin
dolar; oldukça dengeli bir dağılma var. Gelir
dağılımı oldukça düzgün. İhracat 170 milyar dolar,
ithalat 165 milyar dolar; bunun büyük bir kısmını da Avrupa'ya
yapıyoruz. Şehirleşme yüzde 85, enflasyon yüzde 2-3
civarında, faizler libor seviyesinde. Nüfusun ancak yüzde 15'i köylerde
yaşıyor; mamur şehirler, insanca yaşanabilir köyler...
Bugünkü gibi ortaçağdan kalma su, kanalizasyon, yol, sağlık
problemleri kalmamış, hepsi çözülmüş durumda. İşsizlik
oranı yüzde 5, bütçe açığı, gayri safî millî
hâsılanın yüzde 3'ü civarında. Terör yok, asayiş berkemal,
insanlarımız demokrasi bilincinde, darbe söylentisi insanların
hayalinden bile geçmiyor, tanklar yürümüyor, inançlara herkes
saygılı. Azınlıkların, çoğunlukların
hakları korunmuş, adalet mekanizması hızlı ve adil
çalışıyor. Huzursuzluk yok. Fertler birbirinin hakkını
gözetiyor. Halk istikbale güvenle bakıyor. Devlet, sivil alanların
hâkim olduğu alanlardan çekilmiş, aslî olan adalet, savunma, güvenlik
durumundaki fonksiyonlarda yoğunlaşmış, genel siyasî ve
koordinasyon çalışmalarını yapar vaziyette; mahallî
idarelere geniş yetkiler verilmiş, her şey yerli yerinde idare
ediliyor. Sanatın ve sporun bütün dallarında kendi şahsiyetini
kanıtlamış, yerel değerlerini evrensel kaliteye yükseltme
çalışmaları yapan bir Türkiye. Ne tatlı bir Türkiye! Böyle
bir profilin içinde şimdiye kadar olmamız lazımdı.
AYHAN GÜREL (Samsun) – Hata kimin?
KAHRAMAN EMMİOĞLU (Devamla) – Demin Kâmran İnan
Beyefendinin de ifade ettiği gibi, geçmiş idarenin
hatalarını burada söylememiz gerekiyor -elbette, bu, şu andaki
sekiz aylık Hükümetin kabahati değildir- şu zamanın bütün sıkıntılarını
yeniden masanın üzerine koyup şöyle bir düşünmemiz lazım
geliyor ve sorgulamamız gerekiyor.
Böyle bir Türkiye olsaydı, Avrupa, bu Türkiye hakkında ne
düşünecekti. Belki bazılarımız diyebilir ki, böylesi bir
Türkiye'nin Avrupa Birliğine girmeye ihtiyacı bile yok; çünkü, bizde,
Avrupa Birliğine böyle olmak için giriyoruz düşüncesi hâkim.
İnsanlarımız, kendilerini yükseltmek veyahut geliştirmek,
kendi kendilerine olmak yerine, gelişmelerini bir başkasına
ihale edemezler. Bunun imkânı yok; ama, Türkiye'nin şu andaki
profiliyle de, Avrupa'nın birçok itirazının olması çok
tabiîdir. İstesek de istemesek de, şu andaki hazır profil
karşısında, Avrupa, gereken itirazları elbette
yapacaktır.
Aslında, Avrupa'nın bizi Birliğe almasında temel
olarak gördüğümüz üç ana faktör var: Birincisi, biziz -kendimiz- ikincisi
Avrupa; üçüncüsü ise -ne derseniz deyin- şu anda dünyanın gücünü
temsil eden Amerika. Bizimle ilgili meselelerde, demin söylediğimiz
profile sahip olmamamız sebebiyle
sıkıntılarımızın olması gayet
doğaldır. Avrupa parlamenterleriyle teker teker görüştüğümüzde,
önümüze bu profilleri çıkardılar. Demek ki, meselenin esas
düğümü, evvela biziz. Biz, siyasî istikrarı sunî gündemlerle altüst
edip, gelişmeleri devamlı engeller vaziyette olduğumuz sürece,
elbette, gelişmemizi yapamayacağız. Artık, bu duruma bir
son vermek gerekiyor.
İkincisi Avrupa dedim. Avrupa'da iki büyük blok var bizimle ilgili
olarak; bir "Türkiye'yi Avrupa Birliğine alalım" diyenler
var, bir de "Avrupa Birliğine almayalım" diyenler var. Ben,
evvela "Avrupa Birliğine almayalım" diyen grubun temel
düşüncelerinden biraz bahsetmek istiyorum. Demin, Hikmet Çetin
arkadaşımız, Hıristiyan demokratların "Müslüman
Türkiye'nin Avrupa Birliğinde yeri yoktur" ifadesini, Refahyol
Hükümetinden cesaret alarak söylediklerini ifade etti. El insaf!.. Ben, size,
1929 senesinde söylenen bazı sözleri nakledeceğim; çok
enteresandır. 1929'da Avrupa Birliğini kurarken, Fransa
Dışişleri Bakanı Aristide Brillande...
MURAT KARAYALÇIN (Samsun) – 1949...
KAHRAMAN EMMİOĞLU (Devamla) – Hayır, 1929'da.
...Milletler Cemiyetinde, Avrupa ülkelerine, Avrupa Birliği kurma
yolunda Türkiye'yi sırf Müslüman olduğu için düşünmediğini
ifade etmiştir.
Çok enteresan tarihî bir vesikadır. Geçenlerde, şu andaki
Dışişleri Bakanı Pangalos'un söylediği "Türkiye
Avrupalı değilse, Yunanistan hiç değildir" ifadeden
başka, Venizelos da "Avrupa Birliğini kurarken, bir İslam
ülkesini almamakla ikilik yaratıyor ve dünyayı bölüyorsunuz. Ben,
Türkiye'yle barış kurdum ve bu barışın
kalıcı olmasını istiyorum. Eğer, Türkiye'yi
aranıza almayacaksanız ben de yokum" demiştir.
Burada, enteresan bir durumla karşı karşıyayız.
Yunanistan, hep, Türkiye tarafından hayırcı olarak
görülmüştür, vetocu olarak takdim edilmektedir ve tatbikat da hep bu
meyanda olmuştur; ancak, buna aldanmayalım. Bana göre, aslında,
Avrupa'daki ana ülkelerden olan Almanya'nın Türkiye'yi Birliğe
almamak istemesinde, Yunanistan bir noktada kullanılıyor. Yunanistan,
aslında, kendi istikbali yönünden, stratejisi yönünden, Türkiye'nin Avrupa
Birliğinde olmasını arzu etmektedir; aynı Venizelos'un
söylediği gibi, Simitis'in, Pangalos'un ifade ettikleri gibi. Neden;
çünkü, eğer Avrupa blokunun içerisinde olmazsa, arka bahçesiyle
birleştiğinde Türkiye'nin büyük bir güç olacağı tabiîdir.
Bugün, büyük bir ufuk açılmıştır. Tarihiyle
coğrafyasıyla Türkiye, gerisinde büyük devletleri kucaklayacak, büyük
bir blok oluşturacak vaziyettedir. Yunanistan, bu blokun
karşısında zayıf bir Yunanistan'ı, elbette arzu etmez;
ancak, Yunanistan'la beraber aynı blokta olan bir Türkiye, tıpkı
ilk kurulduğu şekliyle -1957 Roma Antlaşmasıyla ilk
kurulduğu gibi, Avrupa Ekonomik Topluluğu- Fransa ile
Almanya'nın müşterek düşmanlığı ortadan
kaldırıldığı gibi, Türkiye ile Yunanistan'ın da düşmanlığı
ortadan kalkacaktır düşüncesi hâkimdir. Bu sebeple, Yunanistan,
aslında, içten içe istemektedir ve bu düşünceyi de Amerika telkin
etmektedir. Diğer taraftan, Amerika, Türkiye'nin Avrupa Birliğine
girmesini istemektedir; ancak, Almanya, buna inatla karşı
gelmektedir. Neden?.. Arkadaşlar, demin ifade edilen Hıristiyan
Demokratlardan Martens de, daha önce Willy Brandt da, Fransız
sosyalistlerinden Jacques Delors da aynı şeyleri söylemiş ve
"Müslüman bir Türkiye'nin Avrupa Birliğinde yeri yoktur"
demişlerdir. Bu, aslında, çok zahirîdir; Avrupa'nın kendi
kültürüne de ters düşen bir ifadedir. Yani, din
ırkçılığı yapmaktadırlar. Bunu kendilerine
açıkça ifade ettik. Biz, Refah Partisi olarak bunu söylediğimiz
zaman, bunların ta 1929'dan beri söylediklerini, 1957 yılında
ilk kuruluş sırasındaki ifadelerinden hareketle bunları
söylüyorduk; ama, Avrupa'nın kendi kültürü içerisinde bunu söylemeye
hakkı yoktur. Ben bunu söylerim; ama, o söyleyemez; çünkü, Avrupa,
kendisini takdim ederken, din, ırk, cinsiyet ve sair farkı
gözetmiyor; ama, bu durumda gözetiyor demektir ki, kendisiyle tenakuza düşmüştür
demektir.
Nedir peki; Almanya niçin istemiyor? Bana göre, Almanya'nın
Türkiye'yi Birliğe istememesinin altında şu hususlar
yatıyor: Şu anda, Almanya'da 2,5 milyon Türk var; bu Türklerin
entegrasyonuyla ilgili bazı sıkıntıları var.
Aslında, bu sıkıntı da izafîdir; daha doğrusu
yalancılık vardır meydanda. Şu anda Almanya'da
işsizlik var, bu işsizliğin bedelini oradaki Türklere ödetmek
istemektedir ve de 16 yaş vizesi de koyarak, yine Avrupa, kendi
medeniyetine ters düşen bir vaziyet almıştır. Bundan
sıkılan Almanya, yarın işgücü sirkülasyonunun
olacağı bir Avrupa Birliğinin, Türkiye'deki büyük nüfusun,
içerisine gelmesini ve mas etmesini kabul edemiyor, bunun için reddediyor; bu
bir.
İkincisi -belki komplo teorisi denilecek, ama, düşündüğüm
bir şey daha var- bugün Avrupa Birliğinin ağababası
Almanya'dır; çünkü, gereken malî yardımları yapan
Almanya'dır ve Almanya, Avrupa Birliğinin en büyük devletidir.
Düşünün; bir de Batı ve Doğu Almanya birleşince dev bir
Almanya meydana geldi. Ancak, Almanya'nın bu
ağababalığı karşısında, Avrupa Birliği
içerisindeki Portekiz, İspanya ve Yunanistan gibi güney ülkeleri ileride
mutazarrır olacaklardır; bunun karşısında bir
bloklaşmaya geçmek istemeleri tabiidir. Ekonomisi oldukça
gelişmiş ve 100 milyon nüfuslu bir Türkiye bunlarla beraber
olduğu zaman, Almanya'nın ağababalığı
düşecektir. Buna da Almanya razı değildir. Almanya, bana göre,
içten içe bunun planlarını kurmaktadır.
Almanya'nın almayışının bir üçüncü sebebi de
şudur: Para harcayan esas devlet Almanya olmaktadır. Geçmişte,
her iltihakta, yeni entegrasyonda, Almanya -Portekiz ve İspanya'ya- avuç
dolusu para vermiştir. Avrupa Birliğinin en büyük finansörü
Almanya'dır. Şimdi yeniden olacak, gelecek olan entegrasyonlarla,
Almanya'nın, daha çok para vermesi söz konusu. Halbuki, Almanya'nın
da artık damarı kalmadı, akacak kanı kalmadı; daha
fazla para vermek istemiyor; onun için de istemiyor.
Bugün Avrupa Birliği içerisinde bulunan 11'leri de alma konusu
tamamen siyasî bir karardır. Hatta, Avrupa Parlamenterlerinden bazılarıyla
görüştüğümüzde, açıkça "Polonya'yı nasıl
alıyorsunuz; ekonomisi berbat, her tarafı berbat; niçin almak
istiyorsunuz" dediğimizde "bu iş siyasî bir
karardır" diyorlar; çünkü, Almanya, tarihi itibariyle hep Polonya'ya
hâkim olmak istemiştir. Dolayısıyla, bu, bir siyasî
karardır. Almanya, bu sebeplerden ötürü, muhtemelen, 11'leri de
alırken zorlanacaktır ve bir zamana yayacaktır. Şunu ifade
etmek istiyorum: Avrupa'da kimle görüştüysek, hiçbiri, Türkiye'nin, on
veya yirmi sene içerisinde dahi Avrupa Birliğine gireceğini
düşünmüyor. Şimdi, bizim, Türkiye olarak, düşünmemiz lazım;
ama, Amerika Birleşik Devletleri, Türkiye'yi Avrupa Birliğinin içinde
görmek istiyor. Niçin görmek istiyor; onu da
yorumlayalım. Bize göre, İsrail Devletinin Ortadoğu'da
muhkem olarak kalabilmesi için müttefiklere ihtiyacı vardır.
Komşularının içerisinde müttefik olacak tek Türkiye mevcuttur;
Türkiye'nin dışında müttefik bulması mümkün değildir.
Bunun için de, Türkiye'nin, başka bir blokta değil, Avrupa
Birliği blokunda olması gerekir ve böylece, Amerika Birleşik
Devletlerinin menfaatlarını, yararlarını İsrail
kanalıyla, bu eksen etrafında, Türkiye-İsrail ekseni, hatta, az
olarak Mısır ekseniyle birlikte götürmeye çalışacaktır.
Onun için de, özellikle, Avrupa devletlerine, bugün, Amerika Birleşik
Devletleri baskı yapıyor ve bunu da gittiğimiz zaman açıkça
ifade ettiler ve bundan rahatsız olduklarını da ifade ettiler.
Niçin Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa'ya bu derece baskı
yapıyor; Türkiye'nin alınması için diyorlar. Aslında,
Avrupa -demin de çok kıymetli, değerli konuşmacılardan
Sayın Kâmran İnan Bey ifade ettiler- Amerikasız bir işe
yaramıyor; bunu Birinci Dünya Savaşında, İkinci Dünya
Savaşında da gördüler, şu anda da öyledir ve bu bakımdan
da, Amerika Birleşik Devletlerinin baskısı Avrupa'da makes
bulabiliyor.
Nitekim, bu zorlamalar neticesinde, Avrupa devletlerinde seslerin
değişmesi söz konusu oldu. Ancak, ifade etmem icap ediyor ki, biz, ne
kadar zorlarsak zorlayalım, Türkiye ne yaparsa yapsın, Avrupa
Birliğinin içerisinde bizi yakın bir zamanda görmek istemiyorlar;
ancak ve ancak, bekleme odasında, hatta, bekleme odasının
yanındaki bekleme odasında, bizi istirahata sevk edecekler; ama,
gönlümüzü de alacaklar; çünkü, Avrupa Birliğinde Türkiye'nin stratejik
olarak yeri vardır, Avrupa bunu
biliyor; ama, içerisine aldığı zamanki
sıkıntıları da taşımak istemiyor. O zaman ne
yapıyor; işte, gümrük birliği ile birlikte kendisine güzel,
problemsiz bir pazar hediye edildi, verildi ve son durumda da -diğer
konuşmacılar net olarak söylediler- ithalatımız yüzde
50'den fazla arttı, ihracatımız yüzde 5 arttı. Evet,
memnuniyet verici bir hadisedir ki, ithalatımız, hammaddeler ve
yatırım mallarıyla ilgili. Bunlar, inşallah, ileride iyi
bir gelişmeye sebep olur.
Şunu da ifade edeyim: Gümrük birliğine girdik; kendimizin
karar vermediği, karar organlarının içerisinde kendimizin
bulunmadığı bir organizasyonun içindeyiz. Bu, çok acı;
ancak, Türkiye, dinamizmiyle, özellikle özel sektörün dinamizmiyle bazı
handikapları aşıyor gözüküyor ve daha da fazla aşarsa, bunu
lehimize çevirmek de mümkün gibi görünüyor. Elbette, gümrük birliği, salt
bir gümrük indirmesi, gümrük sıfırlaması değildir;
diğer taraftan, birçok ülkelerle olan bağlantımıza da tesir
ediyor. Bu bağlantılarla ilgili olarak...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Emmioğlu, size de ek süre vereyim; lütfen toparlar mısınız.
KAHRAMAN EMMİOĞLU (Devamla) – Bu ülkelerle olan
bağlantılarımızda şu anda
sıkıntılarımız vardır; Malezya ile
sıkıntımız vardır, diğer birtakım ülkelerle
sıkıntılarımız vardır ve gümrük birliğinin
işleyişinde de sıkıntılarımız vardır.
Ümit ediyorum, bütün bunların hepsi nazarı itibara alınır
ve Türkiyemizin lehine olacak şekle getirilir. Bütün dileğimiz budur.
Ben, hepinizi hürmetle selamlıyor, saygılar sunuyorum. (RP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Emmioğlu.
Gruplar adına yapılan konuşmalar bitmiştir.
Son olarak, önerge sahibi olarak, Sayın İsmet Sezgin; buyurun
efendim. (DTP, ANAP, DSP ve CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz 10 dakika Sayın Sezgin.
İSMET SEZGİN (Aydın) – Sayın Başkan,
değerli milletvekili arkadaşlarım; Türkiye ile Avrupa
Birliği arasındaki ilişkiler hakkında, Demokrat Türkiye
Partisince verilen genel görüşme önerge sahipleri adına söz
almış bulunuyorum. Bu vesileyle, Yüce Meclisimizi en derin
saygılarımla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, Demokrat Türkiye Partisi
tarafından verilen ve birçok değerli milletvekili
arkadaşımızın da imzasını taşıyan genel
görüşme önergesi, 29 Nisan tarihinde, uzun bir aradan sonra toplanacak
olan Türkiye-Avrupa Birliği Ortaklık Konseyi nedeniyle, son derece
önemli bir tarihte Yüce Meclisimizin gündemine gelmektedir. İçinde
bulunduğumuz dönem, Avrupa'nın gelecekteki siyasî ve güvenlik
mimarisinin şekillenmekte olduğu bir dönemdir ve Türkiye ile Avrupa
Birliği arasındaki ilişkiler, yeni boyutlar kazanmaktadır.
Bu gelişmelerin, Yüce Meclisimizce, etraflıca
tartışılması amacıyla önergemizi vermiş
bulunuyoruz.
Değerli arkadaşlarım, işin aslına
bakılacak olursa, bugün, Demokrat Türkiye Partisi ve bu önergeyi imzalayan
değerli arkadaşlarım tarafından yerine getirilmekte olan bu
görevin, Türk Milleti adına, gerek Avrupa Birliği gerek NATO ile
müzakereleri sürdüren Hükümete düşmesi gerekirdi. Hükümet, diğer pek
çok konuda olduğu gibi, üzerine düşen demokratik görevini yerine
getirmemiş ve her konuda olduğu gibi, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
denetiminden uzak kalmayı yeğlemiştir. Bu konuda gelinen
durumun, ülkemizin çıkarları bağlamında ve uzun vadeli
yansımaları açısından, Yüce Meclisimizce süratle ele
alınması, tartışmaya açılması gerekmektedir.
Değerli Başkanım, değerli milletvekili
arkadaşlarım; dışpolitika ciddî bir iştir ve bir
milletin kaderini doğrudan etkiler. Bu itibarla, uygulanacak temel
politikaların Parlamentoda güçlü bir mutabakattan faydalanması,
milletimizin bu politikaları kuvvetle desteklemesini sağlar ve bu
politikanın meşruiyetini takviye eder. Bugün, Türkiye'nin Avrupa
Birliği ve NATO'nun gelişmelerine yönelik olarak uyguladığı
politikaların isabetliliğiyse, giderek kamuoyunda ciddî şüpheler
doğurmaktadır. Bu politikaların dayandığı temelin
sağlamlığının yanı sıra, uygulanış
tarzı ve uygulayıcıların inandırıcılığı
da, kamuoyunda yaygın bir biçimde sorgulanmaktadır. Bugün, Türkiye
ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkilerin geldiği
sıkıntılı durum, bazı Avrupa Birliği üyesi
ülkelerin ve siyasetçilerinin önyargılı ve kabul edilemez
tutumlarının yanı sıra, Hükümetin, Türkiye Büyük Millet
Meclisinde desteğini almış, akılcı, gerçekçi ve
ihtimaliyet planlamaları sağlıklı yapılmış
bir politika oluşturması hususunda üzerine düşen demokratik
sorumluluğu zamanında yerine getirmemiş olmasından
kaynaklanmaktadır.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Türkiye'nin
Avrupa Birliğine tam üye olma tercihi, demokrasi coğrafyasıyla
yaşama tercihidir, bir ekonomik model ve yüksek düzeyli büyüme ve topyekûn
kalkınma tercihidir, uluslararası camiada oluşan birliktelikler
karşısında bir denge tercihidir, bir ilerleme
anlayışı tercihidir. Avrupa Birliğine tam üyelik,
milletimizin yüz yılı aşan yöneliminin doğal bir hedefidir.
Ülkemizin çoğulcu parlamenter demokratik rejim tarihi, aynı zamanda,
Batı kurumlarıyla bütünleşmesinin de tarihidir. İşte,
bunlar içindir ki, Türkiye, bulunduğu ekonomik gelişme
aşamasında ve uluslararası dengelerin yeniden biçimlendiği
bugünün fevkalade hassas konularında, Avrupa Birliğiyle
bütünleşmesi tartışma konusu haline getirilen bir noktada
olmamalıydı. Kaldı ki, Türkiye, Avrupa'nın geleceği
açısından da son derece önemlidir.
Tam üyelik hedefimiz açısından yaşanan darboğazın
Avrupa Birliği üyesi bazı ülkelerin hükümetlerinden kaynaklanan,
onların ciddî değerlendirme hatalarından, vizyon ve hikmet
eksikliklerinden, tarihin öğretilerini zihinlerine ve yüreklerine
sindirememiş olmalarından kaynaklanan nedenleri, tabiî ki vardır.
Burada, komşumuz Yunanistan'ı da sağduyuya ve aklın yoluna
davet ettiğimizi de belirtmek istiyorum; ancak, değerli
arkadaşlarım, darboğazın bizce en büyük sebebi, mevcut
Hükümetimizin konuya yaklaşımı ve ele alış şekli,
verdiği işaretlerin, mesajların bozukluğudur. Bu çerçevede,
inanılırlık ve güvenilirlik boyutlarındaki
noksanlıkları ayrıca vurgulamam gerekmektedir.
Sorunlara bakarken, mevcut Hükümetin, öncelikle, Türkiye'nin bugüne
kadar takip ettiği Avrupa politikasının stratejisini temelden
değiştirmeye yöneldiğini görüyoruz. Türkiye'nin Refahyol
Hükümetine kadar izlediği politikayı, tedricî ilerleme olarak
tanımlamak mümkündür. Türkiye, bu sayede, öncelikle NATO, Avrupa Konseyi,
Avrupa Güvenlik İşbirliği Teşkilatı ve OECD gibi,
Avrupa'nın siyasî, askerî ve ekonomik örgütlenmelerinde kurucu ve tam üye
olarak yer almış, 1963 Antlaşmasının öngördüğü
aşamalardan geçilerek, Türkiye'nin Avrupa bütünleşmesi içerisinde hak
ettiği yeri alabilmesi için bugüne kadar görev yapan tüm cumhuriyet
hükümetlerince gayret sarf edilmiştir; nitekim, gümrük birliği,
rahmetli Menderes Hükümetleri döneminde başlatılan sürecin
aşamalarından birini oluşturmaktadır.
Gümrük birliğinin tamamlanmasıyla birlikte, ortaklık
ilişkimiz de, bizi tam üyeliğe götürmesi mutasavver nihaî döneme
girmiş bulunmaktadır. Refahyol Hükümeti, öncelikle, bu gerçekçi
politikanın temel dayanağı olan gümrük birliğinin iyi
işletilmesine gereken hüsnüniyet, ciddiyet ve önemi maalesef
atfedememiştir. Bu bağlamda, değerli arkadaşlarım,
gümrük birliği anlaşmasıyla üstlendiğimiz yükümlülükler
arasında yer alan gümrük kanunu hâlâ
çıkarılamamıştır,
ihracatçılarımızın gümrük birliğinden daha iyi
faydalanmalarını sağlayacak bazı düzenlemeleri
yürürlüğe koyacak olan millî akreditasyon merkezi
kurulamamıştır, ocak ayının ilk gününde yürürlüğe
girmiş olması gereken ithalat rejimi, Hükümetin iki
ortağının anlaşamaması yüzünden henüz yürürlüğe
girememiştir ve gümrük birliği müzakerelerinde Avrupa Birliğinden
elde edilen en önemli taviz olan otomotiv sektöründeki ayrıcalık,
yerli sanayiin de zarar göreceği biline biline, Hükümetin kısa
dönemli finansman ihtiyacını karşılamak uğruna
"bedelsiz ihtalat rejimi" adı altında
harcanmıştır.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Hükümetin
Avrupa Birliği bağlamında NATO'nun genişlemesine
ilişkin yaklaşımları da, ülkemizin uzun vadeli
çıkarları açısından bütün boyutlarıyla
tartışılması gereken bir konudur; bu hususta da Hükümet,
Parlamentoyu devredışı bırakmayı tercih etmiştir.
Hükümet, Avrupa Birliği genişlemesinde ilk planda değerlendirilecek
ülkeler arasında yer alamadığımız takdirde NATO
genişlemesini veto edeceğimiz tehdidiyle yola
çıkmıştır. Bunu yaparken, konunun alabileceği
boyutlar, ittifak ülkelerinin muhtemel tepkileri, NATO üyesi olmayı
bekleyen ve yakın ilişkiler içinde olduğumuz birçok Orta ve
Doğu Avrupa ülkesinde yarattığımız hayal
kırıklığı ve böyle bir yaklaşımın
ülkemizin uzun vadeli çıkarlarına ne derecede hizmet edeceği
hususlarının da ne kadar isabetle değerlendirildiği,
sonuçları itibariyle şüphelidir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Sezgin, size de eksüre veriyorum efendim.
İSMET SEZGİN (Devamla) – Çok teşekkür ederim.
BAŞKAN – Buyurun efendim.
İSMET SEZGİN (Devamla) – Ancak, Hükümet, başta Amerika
Birleşik Devletleri olmak üzere, ittifak üyelerinin sert tepkileri sonucu, veto tehdidinden
vazgeçmiş, bu defa, NATO genişlemesinin, Türkiye Büyük Millet
Meclisi tarafından
onaylanmayacağı savını ileri sürmeye
başlamıştır; bu da Türkiye'nin ciddiyetine gölge
düşürmektedir.
Değerli arkadaşlarım, Hükümetin,
tutarsızlıklarının ve kısa görüşlülüğünün
faturasını, Türkiye'ye ödetmeye hakkı yoktur. Yüce Meclis, bu
hususu dikkatle değerlendirmelidir.
Değerli arkadaşlarım, büyük devletler şantaj yapmaz,
müzakere yapar. Türkiye'nin büyüklüğüne bu anlamda da gölge
düşürülmemesine özen göstermeliyiz.
Hükümet, başlangıçta, haziran ayında yapılacak
Avrupa Birliği zirvesinde Türkiye'nin Avrupa Birliği
genişlemesine ilk alınabilecek ülkeler listesine dahil
olabileceği beklentisini yaratmış, bu hedefe varmak için NATO
genişlemesini veto edebileceğini ileri sürmüştür. Zaman içinde
genişlemeye ilk alınacak ülkeler arasına giremeyeceğimiz
belli olduğunda, bu defa, haziran zirvesindeki aile fotoğrafına
girebilmek amacıyla, NATO kartının oynanmasına tevessül
etmiştir; oysa, Türkiye'nin uzun vadeli güvenlik çıkarları
açısından hayatî önemi olan NATO'ya ilişkin böylesine hassas bir
unsur, daha doğru bir zamanlamayla değerlendirilebilirdi.
Değerli arkadaşlarım, kısacası, Hükümet,
tutarsız beklentilerle kamuoyunu yanlış yönlendirmiş ve
NATO kartında olduğu gibi, başvurduğu yöntemler,
Türkiye'nin ciddiyetine, vakarına ve uzun vadeli çıkarlarına
gölge düşürmüştür.
Hükümetin tevessül etmeye hazırlandığını,
Sayın Dışişleri Bakanı dahil, en yetkili
ağızlardan duyduğumuz bir husus da, NATO kartının da
tutmaması halinde, gümrük birliğinin askıya
alınacağı tehdididir. Daha gümrük birliği tam olarak yerine
getirilememiş ve bu mekanizma layıkıyla işletilememişken
bu yola başvurulması, Türkiye'nin tam üyelik yönündeki iradesi, hatta
temel dışpolitika tercihleri konusunda ciddî şüpheler ilave
edecektir. Dışpolitika söylemini ve
yaklaşımlarını, bir kutuptan diğerine fütursuzca
taşıyan bir Hükümetin gerçek iradesi konusunda, hem dahilde hem
hariçte, şüpheler oluşmasında da şaşılacak bir
şey yoktur.
Hükümetin, ne strateji ne taktik bağlamında izlenmesi ve
değerlendirilmesi mümkün olan, mantık örgüsü bulunmayan politika ve
uygulamalarının tümüne, bana verilen süre içinde değinmem mümkün
olmuyor. Ancak, gerçek şudur değerli arkadaşlarım; gümrük
birliği konusuna, popülist, sorumsuz ve kısa vadeli politikalarla
yaklaşmak maceracılıktır ve kimsenin, Türkiye'nin
dışilişkilerine, sonradan tamir edilmesi güç yaralar açmaya hakkı
yoktur. Yüce Meclisi, bu konuda da gereken denetim ve uyarı vazifesini
yapmaya davet ediyoruz.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sonuç olarak,
Türkiye'nin Avrupa Birliği ve NATO ile ilişkileri, tarihsel
perspektifte ve uzun vadeli çıkarlar göz önünde bulundurularak,
aklıselimle değerlendirilmesi gereken bir konudur. Türkiye, Avrupa
Birliğine er veya geç tam üye olmak hedefi doğrultusunda ısrarla
ve akılcılıkla yürümek zorundadır. Bu derecede önemli bir
hedefin tehlikeye atılmasına Meclis olarak müsaade edemeyiz. Oysaki,
Hükümetin yaptığı aynen budur; Türkiye'yi, sonu belli olmayan
maceralara sürüklemektir. İçeride olduğu gibi dışarıda
da durum böyledir.
Bugün, 1963 Ankara Antlaşmasıyla elde edilmiş olan
Türkiye'nin Avrupa Birliğine tam üyelik hakkı, gerek içeride gerek
dışarıda izlenen politikayla erozyona uğramış ve
Türkiye'nin Avrupa'ya aidiyeti ve Topluluğa tam üyeliğe ehil olup
olmadığı tartışılır hale getirilmiştir.
Türkiye'nin Avrupalılığının
tartışılamayacağı yeterince
anlatılamamıştır.
Bir hükümetin dışpolitikada en önemli kozu, ciddiyeti,
inandırıcılığı ve
saygınlığıdır. Bu üç unsura sahip olamayan bir
hükümet, ülkenin çıkarlarını layıkıyla koruyamaz.
BAŞKAN – Sayın Sezgin, size de 5 dakika eksüre verdim; lütfen
son cümlenizi söyler misiniz efendim.
İSMET SEZGİN (Devamla) – Bitiriyorum efendim.
Sayın Başkanım, değerli arkadaşlarım;
genel görüşme talebimizi kabul buyurmanız, milletimizin bugününü ve
geleceğini etkileyen bu fevkalade önemli konuyu Yüce Meclisin daha çok
sahiplenmesini ve bu yönde yeni görüşler ve fikirler üretilmesini
sağlayacaktır. Böylece, demokrasinin gereği de, görev ve
sorumluluğumuzun bir icabı da yerine getirilmiş olacaktır.
Değerli arkadaşlarım, öte yandan, bu genel görüşme,
okulda aldıkları eğitim nedeniyle Anadolu'nun tarih içindeki
konumunu ve Türkiye'nin geleceğe yönelik rolünü idrak edemeyenlere de bir
mesaj oluşturacaktır; Atlantik Okyanusuna kıyısı
olmayan Türkiye'nin onların Kuzey Atlantik camiasına girmelerinde
sağladığı katkıları anımsatacaktır; Avrupa
Birliğinin Türkiye'ye bakışını, Avrupa Birliğinin
kendi ölçütünü teşkil edecek, vurgulayacak...
BAŞKAN – Sayın Sezgin, süreniz çok geçti; lütfen son cümlenizi
söyler misiniz, rica ediyorum.
İSMET SEZGİN (Devamla) – Son cümlemi söylüyorum.
...ve Roma İmparatorluğunun stratejilerinin veya 19 uncu
Yüzyıl denge anlayışlarının bugün zemin
bulamayacağını, Türkiye'nin tampon devlet konumuyla
yetinemeyeceğini ihtiyacı olanlara izah etmiş olacaktır.
Sayın Başkanım, değerli arkadaşlarım; bu
duygu ve düşüncelerle hepinizi saygıyla selamlıyor ve bu genel
görüşmenin açılması hususunda olumlu oy kullanmanızı
rica ediyorum.
Saygılarımla. (DTP, ANAP, DSP ve CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Sezgin.
Sayın milletvekilleri, genel görüşme önergesinin
öngörüşmeleri tamamlanmıştır.
Şimdi, genel görüşme önergesini oylarınıza sunuyorum:
Genel görüşme açılmasını kabul edenler...
A. HAMDİ ÜÇPINARLAR (Çanakkale) – Sayın Başkan, karar
yetersayısının aranmasını istiyoruz.
BAŞKAN – Efendim, oylamaya geçtik...
A. HAMDİ ÜÇPINARLAR (Çanakkale) – Söyledim efendim; niye
aramıyorsunuz?!
BAŞKAN – Efendim, oylamaya geçtik... Oturur musunuz...
A. HAMDİ ÜÇPINARLAR (Çanakkale) – Karar
yetersayısının aranmasını istemeye hakkımız
var.
BAŞKAN – Efendim, lütfen oturur musunuz... Usulümüz var... Arada
sırada buraya gelirseniz böyle olur. (RP ve DYP sıralarından
alkışlar)
A. HAMDİ ÜÇPINARLAR (Çanakkale) – Sayın Başkan, karar
yetersayısının aranmasını istiyoruz.
BAŞKAN – Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir;
ayrıca, karar yetersayısı da var.
A. HAMDİ ÜÇPINARLAR (Çanakkale) – Yok... Yok...
BAŞKAN – Efendim, nerede yok?..
A. HAMDİ ÜÇPINARLAR (Çanakkale) – Yok...
BAŞKAN – Nereden biliyorsunuz siz?
METİN ARİFAĞAOĞLU (Artvin) – Biz de sayıyoruz
Başkan...
BAŞKAN – Bize ya güvenin ya da kendiniz gelin, burada, Divan
Üyeliği yapın.
METİN ARİFAĞAOĞLU (Artvin) – 138 kişi yok
orada...
BAŞKAN – Efendim, arkadaşlar burada sayıyorlar...
METİN ARİFAĞAOĞLU (Artvin) – Biz de
sayıyoruz...
BAŞKAN – Bakın, bizim, burada, oylamanın sonucunu
söyleme alışkanlığımız yok; karar
yetersayısı fazlasıyla var.
REFAİDDİN ŞAHİN (Ordu) – Yani, iki
yardımcınla beraber yanlış değerlendiriyorsun...
BAŞKAN – Efendim, evvela, herkesi kendiniz gibi kabul etmeyin.
Biz, burada, en dürüst şekilde görev yapmaya çalışıyoruz.
Sayın milletvekilleri, görüşmelerimize devam ediyoruz.
Şimdi, gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle
Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına
geçiyoruz.
Önce, sırasıyla, yarım kalan işlerden
başlayacağız.
V. – KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN
DİĞER
İŞLER
1. – 926 Sayılı Türk
Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesine
İlişkin 488 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Millî
Savunma Komisyonu Raporu (1/215) (S. Sayısı : 23)
BAŞKAN – 926 Sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel
Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesine İlişkin 488 Sayılı
Kanun Hükmünde Kararnameyle ilgili kanun tasarısının
müzakeresine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Arkadaşlar, lütfen yerimize oturalım. Ne oluyor?.. Devam
ediyoruz çalışmalara efendim...
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Niye devam ediyoruz Sayın
Başkan?
BAŞKAN – Efendim, devam ediyoruz... Niye yani?.. Daha
zamanımız var; yani, şurada daha 15 dakika zamanımız
var. Meclis çalışmasında 15 dakika az bir zaman değil.
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – "Bitimine kadar"
yazıyor...
BAŞKAN – Efendim, Komisyon var mı? Yok.
Ertelenmiştir.
2. – 17.7.1964 Tarihli, 506
Sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu ve 2.9.1971 Tarihli, 1479
Sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız
Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu ile 17.10.1983 Tarihli,
2926 Sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına
Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanununa Göre Tahakkuk Eden Prim ve
DiğerAlacakların Tahsilatının
Hızlandırılması Hakkında Kanun Tasarısı ve
Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu
Raporu (1/573) (S. Sayısı : 250) (1)
BAŞKAN – 17.7.1964 Tarihli, 506 Sayılı Sosyal Sigortalar
Kanunu ve 2.9.1971 Tarihli, 1479 Sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve
Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar
Kurumu Kanunu ile 17.10.1983 Tarihli, 2926 Sayılı Tarımda Kendi
Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanununa
Göre Tahakkuk Eden Prim ve Diğer Alacakların Tahsilatının
Hızlandırılması Hakkında Kanun Tasarısı ve
Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu raporunun
müzakeresine kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Komisyon var mı efendim? Var.
Komisyon ve Hükümet yerlerini aldılar. (DTP ve CHP
sıralarından gürültüler)
Sayın arkadaşlar, niye rahatsız oluyorsunuz ben
anlamıyorum.
A. HAMDİ ÜÇPINARLAR (Çanakkale) – Niye rahatsız
olacağız.
BAŞKAN – Yani, çalışmak niye sizi sıkıyor bu
kadar?!
A. HAMDİ ÜÇPINARLAR (Çanakkale) – Meclisin
çalışmasından korkuyorsunuz; nedir?!.
BAŞKAN – Hayır efendim. İşte, karar
yetersayısı var, çalıştırıyoruz; daha
birleşimin kapanmasına 15 dakika var; ama, sizin işiniz varsa,
buyurun gidin efendim; işiniz varsa, buyurun gidin.
A. HAMDİ ÜÇPINARLAR (Çanakkale) – Avrupa Birliği niye
konuşulmasın?!.
REFAİDDİN ŞAHİN (Ordu) – Dürüst ol!
Başkanlıkta dürüst ol! Dürüst değilsin Başkanlıkta.
BAŞKAN – Dürüstlüğü senden öğrenecek değilim.
REFAİDDİN ŞAHİN (Ordu) – Öğreneceksin!
BAŞKAN – Kimin dürüst olup olmadığını bu
kamuoyu iyi bilir.
REFAİDDİN ŞAHİN (Ordu) – Değilsin...
BAŞKAN – Haa, yani, karar yetersayısı varken, karar
yetersayısı yoktur diyeyim ki, dürüst olayım sizin gözünüzde!..
REFAİDDİN ŞAHİN (Ordu) – Biz de saydık;
yoktu...
BAŞKAN – Efendim, geçen birleşimlerde tasarının tümü
üzerindeki görüşmeler tamamlanmış, maddelere geçilmesi...
NİHAT MATKAP (Hatay) – Sayın Başkan, karar
yetersayısının aranmasını rica ediyorum.
MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Biz de karar
yetersayısının aranmasını istiyoruz.
BAŞKAN – Peki efendim; karar yetersayısını
arayacağız.
Geçen birleşimde, tasarının tümü üzerindeki müzakereler
tamamlanmıştı, maddelere geçilmesinde
kalınmıştı.
Şimdi, tasarının maddelerine geçilmesini yeniden
oylarınıza sunacağım ve -arkadaşlar karar
yetersayısının aranmasını zamanında istediler-
karar yetersayısını arayacağım.
Maddelere geçilmesini kabul edenler...
NİHAT MATKAP (Hatay) – Oyalamayın Sayın Başkan; yok
zaten; 70 kişi var.
BAŞKAN – Efendim, arkadaşlar sayıyorlar. Biz, hiçbir
zaman burada sayı değiştirmedik. Biz bu kürsüyü, kutsal bir
kürsü kabul ediyoruz.
REFAİDDİN ŞAHİN (Ordu) – 126 kişi var; iyi bak,
iyi say!..
NİHAT MATKAP (Hatay) – Böyle oylama da hakkaniyetli olmuyor
Sayın Başkan. Şimdiye kadar sayılırdı.
BAŞKAN – Efendim, Divan Üyesi arkadaşlarımız
sayıyor, niye o kadar acelecisiniz? Sizin amacınız, ille her
şeyi isteğiniz doğrultusunda mı sonuçlandırmak?
NİHAT MATKAP (Hatay) – Siz yorum yapmayın. İçtüzük
gereğince o hakkımı kullanıyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN – Efendim, İçtüzüğü biz de kullanıyoruz.
Kabul etmeyenler... Karar yetersayısı yok.
Demin arkadaşlarımızın büyük bir kısmı
dışarıya çıktı, gördünüz.
A.HAMDİ ÜÇPINARLAR (Çanakkale) – Var... Var...
Yanıldınız... Gözlüğünüzü çıkarıp da sayın.
BAŞKAN – Onları söylemek size yakışıyor, bize
yakışmaz.
Şimdi, sayın milletvekilleri, çalışma süremizin
bitmesine çok az bir zaman kaldı. Herhalde, yeniden ara verirsek, karar
yetersayısını bulmak tekrar mümkün olmayacak.
Sözlü soruları görüşmek ve TPAO adlı tankerde meydana
gelen yangın ve boğazlardan geçen gemilerin oluşturduğu
tehlikeler konusunda verilen Meclis araştırması önergelerinin
öngörüşmelerini yapmak için, 29 Nisan 1997 Salı günü saat 15.00'te
toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.
Kapanma
Saati: 18.48
VI. – SORULAR
VE CEVAPLAR
A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1. – İstanbulMilletvekili Necdet
Menzir’in, Ahıska Türkleri ve Bulgaristan göçmenleri için yapılan
konutların ödemesine ilişkin Devlet Bakanından sorusu ve
Bayındırlık ve İskân Bakanı Cevat Ayhan’ın yazılı
cevabı (7/2195) (1)
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Devlet Bakanı
Sayın Namık Kemal Zeybek tarafından yazılı olarak
cevaplandırılmasını arz ederim.
27.2.1997
NecdetMenzir
İstanbul
Ahıska Türkleri ve Bulgaristan’dan zorunlu göçe
tabi tutulan soydaşlarımızdan Göçmen Konutları için;
– 1991 yılında arsa bedeli için peşin 2
800 000 TL. ve sekiz ay 400 000 TL. taksitle toplam 6 000 000 TL.,
– Konut için peşin 2 500 000 TL. ile 13 000 000
TL. arasında değişen miktarda para Emlak Bankası
Şb.Kod. 156 Dışkapı/Ankara, Tasarruf-HS, SH, Devlet
Bakanlığı Göçmen Konut Hesabına
yatırılmıştır.
T.C.
Bayındırlık
ve İskân Bakanlığı
Basın ve
Halkla İlişkiler Müşavirliği
Sayı :
B.09.0.BHİ.0.00.00.25/2-A/734 10.4.1997
Konu : İstanbulMilletvekili Necdet Menzir’in
Yazılı Soru Önergesi.
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : T.B.M.M.’nin 21 Mart 1997 gün ve
A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/2195-5595/15794 sayılı yazısı.
İlgi yazı ekinde alınan, İstanbul
Milletvekili NecdetMenzir’in yazılı soru önergesi incelenmiştir.
Soru : Ahıska Türkleri ve Bulgaristan’dan zorunlu
göçe tabi tutulan soydaşlarımızdan Göçmen Konutları için;
– 1991 yılında arsa bedeli için peşin 2
800 000 TL. ve sekiz ay 400 000 TL. taksitle toplam 6 000 000 TL.,
– Konut için peşin 2 500 000 TL. ile 13 000 000
TL. arasında değişen miktarda para Emlak Bankası
Şb.Kod. 156 Dışkapı/Ankara, Tasarruf-HS, SH, Devlet
Bakanlığı Göçmen Konut Hesabına yatırılmıştır.
Konut ve Arsa bedeli olarak peşin ve taksitler
halinde 1991 yılında toplam tutarı şahıs
başına ortalama 8 500 000 TL. ile 29 000 000 TL. daha önce vaad
edildiği gibi ana paradan düşürüldü mü?
Eğer düşürülmedi ise bu paralar nerede, ne
şekilde kullanılmıştır?
Cevap : Eski Sovyetler Birliğini oluşturan
Cumhuriyetlerde dağınık halde yaşayan Ahıska
Türklerinin Yurdumuza kabulü ve iskânı için 11.7.1992 tarihinde
yayınlanan 3835 sayılı Kanunla Yurdumuza gelmeleri
sağlanmıştır.
Sözü edilen kanunun 1 inci maddesine dayanılarak
çıkarılan ve 27.11.1992 gün ve 21418 sayılı Resmî Gazetede
yayınlanan Bakanlar Kurulu kararı gereğince ilk etapta 150
ailenin Türkiye’ye gelmeleri sağlanmıştır.
Türkiye’ye gelen Ahıska Türkleri için, Köy
Hizmetleri Genel Müdürlüğünce Iğdır İlinde 180 konut
yapılarak anahtarları hak sahiplerine teslim edilmiştir.
1989 yılında zorunlu göçe tabi tutularak
Bulgaristan’dan Türkiye’ye gelen soydaşlarımızdan konut sahibi
olmak isteyen 44 452 kişi T.Emlak Bankasına peşinat
yatırarak başvuruda bulunmuştur.
Başvuru sahiplerinin arsa ve konut bedeli olarak
peşinat ödeme tutarı “Devlet Bakanlığı”
tarafından hazırlanan “Göçmen Konutları Dağıtım
Esasları” broşüründe belirtildiği gibi konutun yapıldığı
projeye göre farklılık arz etmektedir.
Bu kapsamda asgari 2 500 000 TL. olmak üzere
peşinat yatırmışlardır. Konut sahibi olmak için
başvuran 44 452 kişiden toplam 117 900 000 000 TL.
toplanmış ve Devlet Bakanlığı Koordinatörlüğünde
Avrupa İskân Fonu kaynaklarından kredilendirilmek üzere toplam 21 556
konut, Sosyal Yardımlaşma Fonu kaynaklarından ise 1 333 konut
yapılmıştır. Hak sahibi olup, konut borçlanması
yapanların, yatırdığı peşinatlar maliyetlerden
düşülerek T.Emlak Bankası tarafından borçlandırılmaktadır.
Konut sahibi olamayan soydaşlar da
müracaatları halinde yatırdıkları peşinatlar
kendilerine ödenmektedir.
Bilgilerinize arz ederim.
Cevat
Ayhan
Bayındırlık
ve İskân Bakanı
2. – Adana
Milletvekili Erol Çevikçe’nin, Çukurova’da meydana gelen don olayının
buğday ve narenciye bahçelerine verdiği zararlara karşı
tedbir alınıp alınmayacağına ilişkin
Başbakandan sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Musa
Demirci’nin yazılı cevabı (7/2219)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Çukurova’da Şubat ayı içerisinde son 48
yılın en şiddetli soğuklarının
yaşanmasıyla meydana gelen don olayında narenciye bahçeleri ile
buğdaylar büyük ölçüde zarar görmüştür.
Beklenmeyen bu olay zaten finansal
sıkıntı içerisinde bulunan üreticileri daha da
sıkıntıya sokmuştur. Tarımsal üretimin devam
ettirilebilmesi, üretici mağduriyetinin sosyal devlet
anlayışı çerçevesinde paylaşılmasına
bağlıdır. Bu bakımdan Çukurova çiftçisinin, acilen
mağduriyetinin giderilmesi için aşağıdaki
sorularımın Başbakan Sayın Necmettin Erbakan tarafından
yazılı olarak yanıtlanmasını saygı ile arz
ederim.
Erol
Çevikçe
Adana
Sorular:
1. Zarar gören çiftçilerin ürün çeşidine göre
bireysel tespitleri süratle yapılıyor mu?
2. Zarar gören buğday üreticilerine birinci ve
ikinci ekim yapabilmeleri için gereken girdi ve kredi yardımı
sağlanması konusunda çalışmalarınız var mı?
Hangi aşamadadır?
3. Narenciye bahçeleri mevcut zararın telafisi
için asgari üç yıllık özel bakım gerektirdiğinden, bu da
bakım maliyetlerini yükselttiğinden, ayrıca verim de önemli
ölçüde düşük olduğundan, götürü gider nisbetlerinin yüzde
yetmişten, yüzde seksenbeşe çıkarılması konusunda
çalışmalarınız var mıdır?
4. Narenciye işletme kredilerinde 22 Ocak 1997
itiabariyle yüzde otuzluk bir kısıtlama
yapılmıştır. Çukurova’da yaşanan özel durum nedeniyle
narenciye kredilerinin bölgemize özel, tekrar eski nisbetine yükseltilmesi
konusunda çalışmalar var mıdır?
5. Çukurova çiftçisinin don nedeniyle içinde
bulunduğu sıkıntının süratle giderilmesi
açısından Çukurova bölgesinde bulunan, Ziraat Bankası ve
Tarım Kredi Kooperatiflerinin finansman ihtiyaçlarının öncelikle
sağlanması için çalışmalar var mıdır? Bunlar
hangi aşamadadır?
T.C.
Tarım
ve Köyişleri Bakanlığı
Araştırma,
Planlama ve Koordinasyon
Kurulu
Başkanlığı
Sayı :
KDD-BŞV-2-02/1045-28485 16.4.1997
Konu : Don tahribatının giderilmesi
Türkiye
Büyük MilletMeclisi Başkanlığına
İlgi : Devlet Bakanlığı’nın
24.3.1997 gün ve B.02.0.0010/02346 sayılı yazıları.
Devlet Bakanlığı’nın ilgi
yazılarıyla Bakanlığımıza intikal eden ve Adana
Milletvekili Erol Çevikçe’nin Başbakan Sayın Necmettin Erbakan
tarafından cevaplandırılması isteğiyle Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığı’na yönelttiği bila tarih ve
7/2219-5639 sayılı yazılı soruları ile ilgili
Bakanlığımız görüşleri aşağıda
belirtilmiştir.
Soru : Çukurova’da Şubat-1997 ayı içinde
meydana gelen şiddetli donlardan zarar gören çiftçilerin bireysel
tespitleri yapılıyor mu?
Cevap: Çukurova yöresinde yetiştiriciler,
Bakanlığımızca don olaylarının olabileceği
konusunda, çeşitli basın-yayın organları
vasıtasıyla önceden uyarılmalarına rağmen, bunların
27-31.1.1997 ile 1-7.2.1997 tarihlerinde yaşanan şiddetli donlardan
zarar görmeleri önlenememiştir. Don hasarı ile ilgili tespitler için,
hasar tespit komisyonlarının çalışmaları
tamamlanmıştır. Adana Valiliği’nce alınan ve
Bakanlığımıza intikal eden 13.3.1997 gün ve 1 no.lu ihtiyaç
komisyonu kararına göre; Karaisalı İlçesi’nde 12,
İmamoğlu İlçesinde 4, Yumurtalık İlçesinde 10, Seyhan
İlçesinde 28, Yüreğir İlçesinde 53, Kozan İlçesinde 22 ve
Karataş İlçesinde 46 köy olmak üzere toplam 175 köyde 5 021 çiftçi
ailesinin ekili ve dikili alanlarında zarar meydana gelmiştir. Don
tahribatının ekili ve dikili alanlarda, dekar ve yüzde olarak ifadesi
aşağıdaki gibidir :
Ekili,
Dikili Alan(da) Zarar Gören
Alan(da) Zarar %si
220293 Buğday 79349 Buğday 24
174
874 Narenciye 174 051 Narenciye 65-90
8
057 Örtüaltı sebze 8 057 Örtüaltı sebze 100
1
101 Sebze 856 Sebze 50-100
120 Meyve — —
TOPLAM 262 313 —
Soru : Zarar gören buğday üreticilerine birinci ve
ikinci ekimlerde girdi ve kredi sağlanması konusunda
çalışmalarınız var mıdır; varsa hangi
aşamadadır?
Cevap : Adana İl İhtiyaç Komisyonu
tarafından zarar gören yetiştiricilere güzlük ekilişlerde
değerlendirilmek üzere, talebedilen 305 ton buğday tohumluğunun
dağıtımı yapılacaktır. Bunun yanında, dondan
zarar gören ekili ve dikili alanlarda uygulanacak; gübreleme, sulama, budama,
ilaçlama gibi kültürel faaliyetler konusunda,
bakanlığımızca düzenlenecek çiftçi toplantıları,
TV ve radyo programları, basın bültenleri ve çiftçi mektupları
gibi etkinliklerle yetiştiriciler aydınlatılacaktır.
Ayrıca Tarım Kredi Kooperatifleri Merkez
Birliği Genel Müdürlüğü’nden aldığımız bilgilere
göre, dondan zarar gören kooperatif ortaklarının tohumluk talepleri
de, kredilerinin imkân verdiği ölçüde, mahallin tarım kredi
kooperatiflerince karşılanacaktır.
Soru : Narenciye bahçelerindeki zararın telafisi
için, götürü gider nispetlerinin yüzde yetmişten yüzde seksenbeşe
çıkarılması konusunda çalışmalarınız var
mıdır?
Cevap : Bu konu bakanlığımızın
ilgi alanına girmemektedir.
Soru : Narenciye işletme kredilerinde 22 Ocak 1997
itibariyle yüzde otuzluk bir kısıtlama
yapılmıştır. Don tahribatı nedeniyle narenciye
kredilerinin bölgeye özel, tekrar eski nispetine yükseltilmesi konusunda çalışmalar
var mıdır?
Cevap : Narenciye işletme kredilerinin
yükseltilmesi konusundaki sorunuzu cevaplamadan önce, dondan zarar gören
yetiştiricilerin kredi borçlarının faizsiz olarak ertelenmesi
konusunda bakanlık olarak yaptığımız çalışmalara
değinmek istiyoruz. İl ihtiyaç komisyonu kararı
doğrultusunda, dondan zarar gören yetiştirici borçlarının
faizsiz olarak ertelenmesi hususu, bakanlığımızın
21.3.1997 gün ve SÜÇAD-A-95-953/317-006038 sayılı
yazılarıyla Ziraat Bankası Genel Müdürlüğü, Tarım
Kredi Kooperatifleri Merkez Birliği Genel Müdürlüğü, Maliye
Bakanlığı, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü,
Toprak Mahsulleri Ofisi Genel Müdürlüğü ve Çukobirlik Genel
Müdürlüğü’ne intikal ettirilmiştir.
Ayrıca Adana, Antalya, İçel ve Osmaniye
illerinde dondan zarar gören yetiştiricilerin kredi kuruluşlarına
olan borçlarının bir yıl süreyle faizsiz olarak ertelenmesi için
bakanlığımızca hazırlanan kararname taslağı,
Başbakanlığa sunulmuştur.
Sorunuzun dondan zarar gören tarım kredi
kooperatifi ortaklarını ilgilendiren boyutu ise, yine Tarım
Kredi Kooperatifleri Merkez Birliği Genel Müdürlüğü’nün verdiği
bilgilere göre şöyledir : Kooperatif ortaklarının
kullanabilecekleri azami kredi limiti 350 milyon TL. olup, bunun 60 milyon TL.
sı nakdî kalanı aynı olarak kullandırılmaktadır.
Bu limitin artırılabilmesi için, birliğin Ziraat Bankası
GenelMüdürlüğü nezdindeki girişimleri devam etmektedir. Kredi
limitlerinin Çukurova Bölgesi’nde özel olacak şekilde
arttırılması da, yine Ziraat Bankası Genel
Müdürlüğünün onayını gerektirmektedir.
Soru : Çukurova’da, yetiştiricinin
yaşadığı sıkıntının giderilmesi için,
bölgedeki ZiraatBankası ve tarım kredi kooperatiflerinin finansman
ihtiyaçlarının öncelikle karşılanması konusunda
çalışmalarınız var mıdır? varsa hangi
aşamadadır?
Cevap : Bu konuda yine Tarım Kredi Kooperatifleri
Merkez Birliği Genel Müdürlüğünden ulaştırılan
bilgilere göre, don’dan zarar gören kooperatif ortakları
borçlarının ertelenmesi çalışmaları
başlatılmıştır. Ancak kooperatifler mevzuatına
göre, erteleme işlemleri ancak faizli olarak yapılabilmektedir. Faizsiz
erteleme için bakanlar kurulu kararı gerekmektedir. Kredi limitlerini
doldurmamuş ortakların kredi ihtiyaçlarının
karşılanması için, Ziraat Bankası’nda herhangi bir problem
yaşanmamaktadır. Bununla birlikte kredi limitlerinin
arttırılmaması Ziraat Bankası kaynaklarının
yetersizliğinden kaynaklanmaktadır. Tarım Kredi
Kooperatiflerinin plasman ihtiyaçlarının karşılanabilmesi
için, ya merkez bankasından ziraat bankasına reeskont kredisi kullanma
imkânı verilmesi ya da bu iş için hazineden doğrudan kaynak
aktarılması gerekmektedir.
Bilgilerinize arz ederim.
Musa
Demirci
Tarım
ve Köyişleri Bakanı
3. – Bursa
Milletvekili Yüksel Aksu’nun, İznik Gölünün kirlenmeye karşı
korunmasına ilişkin Çevre Bakanından sorusu ve Tarım ve
Köyişleri Bakanı ve Çevre Bakanı vekili MusaDemirci’nin
yazılı cevabı (7/2408)
Türkiye
BüyükMillet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Çevre
Bakanı Sayın M. Ziyattin Tokar tarafından yazılı
olarak yanıtlanmasını arz ederim.
26.3.1997
Yüksel
Aksu
Bursa
Bursa İlimiz sınırları içerisinde
bulunan İznik Gölünün özellikle son yıllarda temiz bir göl olma
özelliğini hızla yitirerek kirlendiğini gözlemekteyiz. Konuya
ilişkin olarak yapmış olduğumuz araştırmalar
zaman geçirilmeden bu kirlenmeyi önlemeye ilişkin
çalışmaların yapılması ve gerekli tedbirlerin
alınması yönündedir.
1. İznik Gölünde ortaya çıkan ve giderek
ciddi bir şekilde kendini hissettiren kirlenmeye ilişkin
bakanlığınızın saptamaları nelerdir?
2. Kirlenmenin önlenmesine ilişkin bir
çalışma yürütüyor musunuz?
3. Yanlış sanayi politikalarının,
çevreyi hor gören anlayışın ürünü olan sonuç; başta Nilüfer
Çayı olmak üzere Yeşil Bursa’yı yer altı suları,
ormanları, gölleri ve insanlarının soluduğu havasıyla
ciddi bir çevre kirlenmesinin tehdidi altında bırakmak olmuştur.
Bu duruma ilişkin hükümetin duyarsızlığı
ortadadır. İznik Gölünde yaşanmaya başlanan kirlenmeye
ilişkin tutumunuz, henüz kirlenmenin önlenmesine imkân varken somut olarak
ne olacaktır?
T.C.
Çevre
Bakanlığı
Çevre
Kirliliğini Önleme ve
Kontrol
Genel Müdürlüğü
Sayı :
B.19.0.ÇKÖ.0.06.00.02/1245-2571 17.4.1997
Konu : İznik Gölü
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
(Kanunlar
ve Kararlar Dairesi Başkanlığı)
İlgi : 4.4.1997 tarih ve
A.01.0.GNS.0.10.00.02-6008-16826 sayılı yazınız.
İlgi yazınızda Bursa Milletvekili
Sayın Yüksel Aksu’nun İznikGölü’nün kirlenmeye karşı
korunması ile ilgili yazılı soru önergesinin
cevaplandırılması istenmektedir.
Soru önergesinde yer alan hususlarla ilgili bilgiler ve
Bakanlığımızca yapılan çalışmalar
aşağıda verilmektedir;
1. İznik Gölü içme ve kullanma suyu
kaynağı olarak kullanılan temiz göllerimiz arasında yer
almakla birlikte, son yıllarda çevresindeki artan yerleşim
birimlerinden ve endüstriyel tesislerden kaynaklanan atıksu deşarjları
nedeniyle giderek kirlenmeye başlamıştır.
2. Ülkemiz su kaynaklarının korunması ve
kirliliğinin önlenmesi ile ilgili hukukî ve teknik esasları
düzenleyen Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği
Bakanlığımızca hazırlanarak yürürlüğe girmiştir.
Yönetmelikle, evsel ve endüstriyel nitelikli atıksuların
alıcı ortamlara deşarjı izne bağlanmış olup,
kurum ve kuruluşlara arıtma tesisi kurma zorunluluğu
getirilmiştir. Yönetmelikte, İznikGölü, gibi içme ve kullanma suyu
teminine elverişli su kaynaklarımızın korunması için
kısıtlayıcı özel hükümlere yer verilmiş ve bu
kaynaklar çevresinde koruma bantlarının oluşturulması hükme
bağlanmıştır.
3. Bakanlığımızca 1994
yılında Valiliklere gönderilen bir genelge ile, arıtma tesisi
olmayan işletmelerin uyarılarak arıtma tesisi
inşaatları ile ilgili iş termin planlarının
alınması istenmiştir. Bu çerçevede İznik Gölü’nde
kirliliğin önlenmesi için, göl çevresinde yer alan, evsel ve endüstriyel
nitelikli atıksuyu bulunan kuruluşlardan arıtma tesisi
inşaatı ile ilgili noter tasdikli iş termin planları
alınarak, bunların takibi yapılmaktadır.
4. Bakanlığımız, içme suyu teminine
elverişli su kaynaklarımızın korunması
çalışmalarına büyük bir önem vermektedir. Bu itibarla, bugüne
kadar yayınlanan genelge ve talimatlara ilave olarak 30.1.1997 tarihinde
bir genelge yayınlanarak, bu kaynaklara olan kirletici
deşarjların önlenmesi, su kaynakları çevresindeki kaçak
yapılaşmaların durdurulması ve mevzuatlarda öngörülen
koruma tedbirlerinin eksiksiz uygulanması hususunda Valilik ve Belediye
Başkanlıklarına talimat verilmiştir.
5. Bilindiği gibi,
Bakanlığımızca 4-6 Aralık 1996 tarihinde Antalya’da
düzenlenen 3. Çevre Şurası’nda, 1997 yılının ülkemizde
Çevre Yılı ilan edilmesi oybirliği ile kararlaştırılmıştır.
Çevre Yılı nedeniyle Bakanlığımızca planlanan
çalışmalardan birisi de, ülkemizdeki çevre sorunlarının su
havzaları boyutunda bir bütünlük içinde ele alınarak
değerlendirilmesi ve bir yönetim modelinin ortaya konulmasıdır.
Bu itibarla bir dizi toplantı düzenlenecektir. Haziran ayı sonunda
İznik Gölü dahil Marmara Havzasındaki Valilerimiz,
Kaymakamlarımız, Belediye Başkanlarımız ve diğer
ilgililerin katılımı ile gerçekleştirilecek
toplantıda, havzadaki çevre sorunları ile çözüm önerileri
tartışılarak, alınan kararların uygulanmaya
geçirilmesi sağlanacaktır.
Bilgilerinize arz ederim.
Musa
Demirci
Çevre
Bakanı V.
4. –
Niğde Milletvekili Akın Gönen’in, şehit
yakınlarının istihdamına ilişkin sorusu ve
İçişleri Bakanı Meral Akşener’in yazılı
cevabı (7/2441)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Şehit yakınlarının istihdamı
ile ilgili aşağıdaki sorularımın İçişleri
Bakanı Sayın Meral Akşener tarafından yazılı
olarak cevaplandırılmasını arz ederim.
Saygılarımla.
1.4.1997
Akın
Gönen
Niğde
1. Güneydoğu’da şehit düşen
görevlilerimizin yakınlarının işe yerleştirilmesi ile
ilgili mevzuatın, ağırlıklı olarak
Bakanlığınız tarafından
uygulandığını biliyor musunuz?
2. Bakanlığınıza bu konuda kaç hak
sahibi müracaatta bulunmuştur?
3. Kaç kadronuz mevcuttur?
4. Kaç müracaatçı işe
yerleştirilmiştir?
5. Bu tempo ile bu müracaatçıların, Kanun
koyucunun amacına uygun tarzda ivedilikle işe yerleşeceklerine
inanıyor musunuz?
6. Bu konuda ilgililerden yeterli bilgi
aldınız mı ve şayet bir tıkanıklık var ise
sebebi sizce nedir? Nasıl çözmeyi düşünüyorsunuz?
T.C.
İçişleri
Bakanlığı
Personel GenelMüdürlüğü
Sayı :
B050.PGM.007.0000/4729 17.4.1997
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : T.B.M.M. Bşk. lığı Gen.
Sekreterliği Kan. Kar. Dai. Bşk. lığının 7.4.1997
gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-6172 sayılı yazısı.
Niğde Milletvekili SayınAkın Gönen’in,
tarafımdan yazılı olarak cevaplandırılmasını
istediği soru önergesine (7/6172) ait cevaplar aşağıya
çıkarılmıştır.
Arz ederim.
Dr.
Meral Akşener
İçişleri
Bakanı
1. 12.4.1991 tarih ve 3713 sayılı Terörle
Mücadele Kanununda değişiklik yapan Terörle Mücadele Kanununun
bazı maddelerinde değişiklik yapılması ve Bu Kanuna
Bir Ek Madde Eklenmesi Hakkındaki 13.11.1995 tarih ve 4131
sayılı Kanunun 3 üncü maddesi ile getirilen Ek : 1 inci maddesi hükmü
gereğince Bakanlığımızca hazırlanan ve 29.3.1996 gün
ve 22595 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe
giren “Terör Eylemleri Nedeniyle Şehit ve Malul Olanların
Yakınlarının ve Çalışabilecek Durumdaki Malullerin
Kamu Kurum ve Kuruluşlarında İstihdamı Hakkında
Yönetmelik” hükümleri gereğince, şehit olan ve
çalışamayacak derecede malul olan kamu görevlileri ile er ve
erbaşların varsa eşlerinin, yoksa çocuklarından birisinin,
çocukları da yoksa kardeşlerinden birisinin veya, malul olup da
çalışabilir durumda olanların istihdamı
Bakanlığımızca yapılmaktadır.
2. 15.4.1997 tarih itibariyle
Bakanlığımıza, bu amaçla mürcaatta bulunan 3506 hak
sahibinin dosyası intikal etmiştir.
Bunlardan :
Dosyası tamam olan 2029 kişi çeşitli
kurum ve kuruluşlara atanmış, anılan Kanun kapsamında
bulunmayan 581 müracaatçının dosyaları kendilerine iade
edilmiş olup, 480 müracaat sahibi, atanmaya esas teşkil edecek
belgeleri dosyalarına koymadıkları için, bu
noksanlıkların giderilmesi için yazışmalar
yapılmaktadır.
Bu Kanun kapsamına girip ataması
yapılan, 62 kişi bir mazeret beyan etmeden, 56 kişi de
ataması yapılmış olmasına rağmen özel sektörde
işe girdiklerini beyan ederek göreve başlamamışlardır.
Halen 298 kişinin dosyası hazır olmakla
birlikte talep edilen ilde ve nitelikte uygun kadro
bulunmadığından, çeşitli kurumlarla görüşülerek bu
problem çözülmeye çalışılmaktadır.
3. Kamu kurum ve kuruluşları 4131
sayılı Kanun çerçevesinde kullanılmak üzere 6754 kadro
bildirmiş olup, bunun 2029’u kullanılmıştır.
4. Bugüne kadar
Memur : 1
349
İşçi :
443
Sözleşmeli :
237
olmak üzere, toplam 2 029 kişi istihdam
edilmiştir.
5-6. Yukarıda açıklandığı
gibi, şehit ve malul yakınlarının işe
yerleştirilmesiyle ilgili çalışmalar aralıksız
sürdürülmekte olup, hak sahiplerinin niteliklerine (çok yaşlı
olmaları, tahsil durumları gibi) ve malul olanların
sakatlık derecelerine uygun kadro ve pozisyon olmaması gibi
sebeplerle sıkıntılar yaşanmakta ise de
Bakanlığımızca ilgili kurumlar nezdinde yapılan
girişimlerle bu problemler süratle çözülmeye
çalışılmaktadır.