DÖNEM : 21 CİLT : 1 YASAMA YILI : 1
T. B. M. M.
TUTANAK DERGİSİ
12 nci Birleşim
7 . 6 . 1999 Pazartesi
İ Ç İ N D E K İ L E R
I. GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) TEZKERELER VE ÖNERGELER
1. İsviçreye gidecek olan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyana, dönüşüne kadar, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mustafa Cumhur Ersümerin vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/124)
2. Plan ve Bütçe Komisyonu Geçici Başkanlığının; Komisyonun, başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip üye seçimini yaptığına ilişkin tezkeresi (3/125)
3. İran İslâm Cumhuriyeti Meclisinin vaki davetine icabet edecek olan Parlamento heyetine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/126)
III. SEÇİMLER
A) KOMİSYONLARA ÜYE SEÇİMİ
1. Plan ve Bütçe Komisyonuna üye seçimi
IV. HÜKÜMET PROGRAMI
1. Başbakan Bülent Ecevit tarafından kurulan Bakanlar Kurulunun Programı üzerindeki görüşmeler
V. SORULAR VE CEVAPLAR
1. Hatay Milletvekili Metin Kalkanın, buğday üreticisine yönelik destek programı olup olmadığına ve buğday taban fiyatına ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalpin yazılı cevabı (7/23)
I. GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 15.00te açıldı.
Başbakan Bülent Ecevit tarafından Bakanlar Kurulu Programı okundu.
Plan ve Bütçe Komisyonuna, Demokratik Sol Parti, Milliyetçi Hareket Partisi, Fazilet Partisi ve Anavatan Partisi gruplarınca aday gösterilen milletvekilleri ile bağımsızlara düşen 1 üyelik için aday olan Tunceli Milletvekili Bekir Gündoğan seçildiler.
Başkanlıkça, komisyonun başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip üye seçimini yapmak üzere toplanacağı gün, saat ve yere ilişkin duyuruda bulunuldu.
7 Haziran 1999 Pazartesi günü saat 14.00te toplanmak üzere, birleşime 16.05te son verildi.
Yıldırım Akbulut
Başkan
Tevhit Karakaya Mehmet Ay Erzincan Gaziantep Kâtip Üye Kâtip Üye
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati : 14.00
7 Haziran 1999 Pazartesi
BAŞKAN : Yıldırım AKBULUT
KÂTİP ÜYELER : Melda BAYER (Ankara), Mehmet ELKATMIŞ (Nevşehir)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 12 nci Birleşimini açıyorum.
Toplantı yetersayısı vardır; gündeme geçiyoruz.
Gündemin "Başkanlığın Genel Kurula Sunuşları" kısmında, Cumhurbaşkanlığı tezkeresi vardır; okutuyorum:
II. BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) TEZKERELER VE ÖNERGELER
1. İsviçreye gidecek olan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyana, dönüşüne kadar, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mustafa Cumhur Ersümerin vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/124)
4 Haziran 1999
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Uluslararası Çalışma Örgütünün (ILO) 87 nci Genel Konferansına katılmak üzere, 6 Haziran 1999 tarihinde İsviçre'ye gidecek olan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan'ın dönüşüne kadar; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı M. Cumhur Ersümer'in vekâlet etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine, uygun görülmüş olduğunu bilgilerinize sunarım.
Süleyman Demirel
Cumhurbaşkanı
BAŞKAN Bilgilerinize sunulmuştur.
Plan ve Bütçe Komisyonu Geçici Başkanlığının bir tezkeresi vardır; okutuyorum:
2. Plan ve Bütçe Komisyonu Geçici Başkanlığının; Komisyonun, başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip üye seçimini yaptığına ilişkin tezkeresi (3/125)
4.6.1999
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Plan ve Bütçe Komisyonu, Başkanlığın çağrısı üzerine, başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip üyelerini seçmek üzere, 4.6.1999 tarihinde KİT Komisyonu salonunda toplanmış ve aşağıda isimleri yazılı sayın üyeler, hizalarında gösterilen oyları alarak belirtilen görevlere seçilmişlerdir.
Saygılarımla arz ederim.
Yılmaz Karakoyunlu İstanbul Plan ve Bütçe Komisyonu Geçici Başkanı
Adı ve Soyadı Seçim Çevresi Aldığı oy
Başkan Metin Şahin Antalya 21
Başkanvekili Mehmet Hanifi Tiryaki Gaziantep 19
Sözcü Nihat Gökbulut Kırıkkale 18
Kâtip Cafer Tufan Yazıcıoğlu Bartın 18
BAŞKAN Bilgilerinize sunulmuştur.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır; okutup, oylarınıza sunacağım:
3. İran İslâm Cumhuriyeti Meclisinin vaki davetine icabet edecek olan Parlamento heyetine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/126)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Dışişleri Bakanlığının 29 Nisan 1999 tarih ve AİKY-310-188 sayılı yazısında, İran İslam Cumhuriyeti Meclisinin 15-17 Haziran 1999 tarihleri arasında Tahran'da yapılacak olan İslam Konferansı Örgütü (İKO) üyesi ülkeler "Meclis Başkanları" toplantısına Türkiye Büyük Millet Meclisinden bir parlamento heyetini davet ettiği bildirilmektedir.
Söz konusu toplantıya katılınması hususu, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620 sayılı Yasanın 9 uncu maddesi uyarınca Genel Kurulun tasviplerine sunulur.
Yıldırım Akbulut
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı
BAŞKAN Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
III. SEÇİMLER
A) KOMİSYONLARA ÜYE SEÇİMİ
1. Plan ve Bütçe Komisyonuna üye seçimi
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, gündemin "Seçim" kısmında komisyonlara üye seçimi yer almaktadır. Plan ve Bütçe Komisyonunda Doğru Yol Partisi Grubuna düşen üyelikler için bu Grupça adaylar bildirilmiştir. Genel Kurulca uygun görüldüğü takdirde, hükümet programının görüşmelerine başlamadan önce bu seçimi yapabileceğiz; bu hususu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Şimdi, Doğru Yol Partisi Grubunca gösterilen adayların listesini okutup oylarınıza sunacağım:
Plan ve Bütçe Komisyonunda Doğru Yol Partisi Grubuna Düşen Üyeliklere Ait Aday Listesi
(6)
Adı Soyadı Seçim Çevresi
Oğuz Tezmen Bursa
Ramazan Gül Isparta
Celal Adan İstanbul
Mehmet Ali Yavuz Konya
Veysi Şahin Mardin
Kemal Kabataş Samsun
BAŞKAN Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, siyasî parti gruplarının diğer komisyon üyelikleri için adaylarını bir an önce bildirmelerini rica ediyorum.
IV. HÜKÜMET PROGRAMI
1. Başbakan Bülent Ecevit tarafından kurulan Bakanlar Kurulunun Programı üzerindeki görüşmeler
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmında, Başbakan Sayın Bülent Ecevit tarafından kurulan Bakanlar Kurulunun Programı üzerindeki görüşmelere başlıyoruz.
Görüşmelerde, İçtüzüğün 72 nci maddesine göre, siyasî parti gruplarına, Hükümete ve şahısları adına iki üyeye söz verilecektir. Genel Kurulun 3.6.1999 tarihli 10 uncu Birleşiminde alınan karar gereğince, siyasî parti grupları ve hükümet adına yapılacak konuşmalar 50'şer dakika -bu süre birden fazla konuşmacı tarafından kullanılabilecektir- kişisel konuşmalar 10'ar dakikadır.
Program üzerinde söz alan sayın üyelerin adlarını sırasıyla okutuyorum:
Bakanlar Kurulu Programı üzerinde söz sırasına ait liste:
Gruplar:
Milliyetçi Hareket Partisi: İsmail Köse (Erzurum)
Fazilet Partisi:
Doğru Yol Partisi:
Anavatan Partisi: Kâmran İnan (Van) Işın Çelebi (İzmir)
Demokratik Sol Parti:
Şahıslar:
Kamer Genç (Tunceli)
Nihat Gökbulut (Kırıkkale)
Ahmet Kabil (Rize)
Beyhan Aslan (Denizli)
Mehmet Bedri İncetahtacı (Gaziantep)
Cevat Ayhan (Sakarya)
Akif Gülle (Amasya)
Ahmet Cemil Tunç (Elazığ)
Veysel Candan (Konya)
İsmail Köse (Erzurum)
Latif Öztek (Elazığ)
Dengir Mir Mehmet Fırat (Adıyaman)
Mustafa Baş (İstanbul)
Mehmet Ali Şahin (İstanbul)
M. Zeki Çelik (Ankara)
Şeref Malkoç (Trabzon)
Ahmet Sünnetçioğlu (Bursa)
Aslan Polat (Erzurum)
Tevfik Ahmet Özal (Malatya)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, bu görüşmelerimizde, verilen sürelere tamamen riayet edilecektir. Hatiplerin bilgisine sunulur.
İlk söz, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Sayın İsmail Köse'ye aittir.
Buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA İSMAİL KÖSE (Erzurum) Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, televizyonlarının başında bizleri izleyen aziz vatandaşlarım; konuşmama başlarken, Yüce Heyetinizi ve aziz vatandaşlarımızı saygıyla selamlıyorum.
57 nci cumhuriyet hükümetinin programı hakkında Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunmaktayım. Sözlerime başlarken, hükümetimizin, Yüce Türk Milletine hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum. Bugüne kadar ülkemize hizmet eden tüm hükümetlere, Grubum ve şahsım adına şükranlarımı sunuyorum.
Sayın milletvekilleri, 20 nci Asrın sonlarına geldiğimiz bir zaman diliminde, dünyada ve Türkiye'de çok önemli gelişmeler olmakta, bütün insanlığın ve milletimizin geleceğini önemli ölçüde etkileyecek hadiseler cereyan etmektedir. Dünyanın büyük bir ekonomik dönüşüm içerisinde olduğu, teknolojik ve bilimsel hareketliliğin doruk noktasına ulaştığı, milletlerin ekonomik, kültürel ve sosyal alanlarda kıyasıya bir yarışa girdikleri, devletlerin ekonomik ve siyasal üstünlük sağlamak uğruna diğer devletler üzerinde çeşitli emeller besledikleri bu ortamdan elbette Türkiye'nin etkilenmemesi söz konusu değildir.
Yeni bir çağa ayak basmak üzere olduğumuz bu dönemde dünyada yaşanan olaylara kısaca göz gezdirirsek tam bir ateş çemberi ve siyasî entrika kuşağıyla çevrili olduğumuzu görürüz. Bu ateş çemberindeki Türkiye'yi nasıl bir siyasî gelecek beklemektedir; içinde bulunduğumuz durumun özeti şudur: 20 nci Yüzyıla damgasını vuran soğuksavaşın belirlediği statükolar yerle bir olmuştur. Orta ve Doğu Avrupa'daki kurulu düzenlerin art arda yıkılmasıyla birlikte soğuksavaş döneminin dehşet dengesi üzerinde oturan iki kutuplu uluslararası sistem de çökmüştür. Soğuksavaşın ardından, Avrasya'da, yer yer soğuk savaş dönemini fazlasıyla aratan kargaşalar ve belirsizlikler hâkim olmuştur. Soğuksavaş sürecinin bitmesinin ardından bütün insanlığa alternatif olarak sunulan yeni dünya düzeni insanları bir hayli ümitlendirmiştir. Körfez Savaşının naklen yayınlanmasıyla birlikte bütün dünyanın görmeye hazırlandığı barış ve hürriyet rüyası kısa zamanda kâbusa dönüşmüş, yeni dünya düzeni denilen yapının aslında yeni bir düzensizlik olduğu anlaşılmıştır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyini kontrol altında tutan Batılı devletlerin, kendi çıkarlarını garantiye almaktan başka bir esaslı hedefi olmadığı ortaya çıkmıştır. Eski Yugoslavya'nın parçalanmasıyla birlikte bağımsızlığını ilan eden Slovenya ve Hırvatistan'ın egemenlik hakları üzerine sıyanet meleği gibi kapanan Batılı ülkeler, sıra, Azerbaycan, Çeçenistan, Bosna-Hersek ve Kosova'ya gelince, vahşete uzun süre seyirci kalmakta beis görmemişlerdir. Yine, Azerbaycan topraklarının beşte 1'inin Rus destekli Ermeni istilasına uğraması karşısında dünyanın büyük güçleri sessiz kalmışlardır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; iki kıtanın birleştiği stratejik bir bölgede bulunmanın coğrafî, siyasî ve diplomatik sıkıntıları ve risklerini taşıyan Türkiye, aynı zamanda, Ortadoğu politikalarının da merkezi durumundadır. Komşularıyla tarihî ve dinî bağlarının zorunlu kıldığı iyi ilişkilerin yanı sıra, Amerika ve Avrupa'yla kurulan dostluk köprülerinin geliştirilerek devamındaki hassas denge de Türkiye'yi kilit bir ülke noktasına getirmiştir. Dünya tarihine asırlar boyu belirleyici bir rol oynayan milletimiz, artık, Ortadoğu ve dünya politikalarında düzenleyici ve belirleyici rol oynayan konuma yeniden gelmiştir.
Önemli uluslararası gelişmelerde, Türkiye'nin dünya barışına katkısı ve Müslüman ülke halklarına reva görülen zulme karşı takındığı millî ve uygarca tavır, tarihî misyonuna uygun, büyüklüğüyle mütenasip bir tavır olmuştur.
Bütün sıkıntı ve sorunlara rağmen, Türkiyemiz, yakın bir gelecekte, inşallah, dünyanın kalkınmış ilk on devletinden birisi olacaktır. Türkiye, gittikçe yaşlanan dünya nüfusu içerisinde, özellikle gelişmiş Avrupa ülkeleri arasında en genç, iyi yetişmiş, dinamik bir nüfusa sahiptir. Bütün sorunlarına rağmen Türk ekonomisi, gelişmiş ve önemli dünya ekonomileri arasında gösterilmeye başlanmıştır.
Genç nüfusuna verdiği eğitim, girişimcilerinin dünya standartlarını yakalamaktaki yetenekleri, özel teşebbüsün birçok devlete açılabilme kabiliyeti bakımından Türkiye, gelecek yüzyılın en güçlü devletleri arasındaki yerini mutlaka alacaktır. Bunun için milletimizin ufuklu, çaplı, yetenekli, vizyon sahibi siyasetçilere ihtiyacı vardır; millî birlik ve bütünlüğün muhafaza edilme şartı da vardır.
Bu umut dolu tablo, tarih boyunca, Türk Milletinin kalkınmasını, büyümesini, büyük devletler arasındaki onurlu yerini almasını istemeyen iç ve dış düşmanları son derece rahatsız etmektedir; bu rahatsızlık, bütün düşmanların tavır ve tutumlarının organize hale gelmesine sebep olmakta, Türkiye'nin inanç yapısı, kültürel bütünlüğü, etnik kaynaşmışlığı zedelenmeye çalışılmaktadır. Yüzbinlerce vatan aşığı memleket evladının kanlarıyla yoğrulmuş bu mübarek topraklardan iç ve dış düşmanların ifsat ettiği, kandırdığı vatan hainleri türeyebilmiştir. Ekonomik, sosyal ve kültürel ambalajlar altında süslenmeye çalışılan vatan hainliğinin, teröristlikten yarı aydınlığa uzanan birçok versiyonuna bu yüce millet yıllardır tanık olmaktadır.
Türk Devleti iç ve dış güçlerin maşalığına soyunanları hüsrana uğratacak güçte ve kudrettedir. Türk Milleti, fitne ve fesat cereyanlarını darmadağın edecek olgunluk, feraset ve kararlılıktadır. Bu yüzden, Türk Milletinin bütünlüğüne yönelik her hareket akim kalacak, Türk Devletini güçlü ve lider devlet olma yarışından koparmaya çalışan her teşebbüs sonuçsuz kalmaya mahkûm olacaktır; ama, bunun bir tek şartı vardır: Türk Milleti birlik ve bütünlüğünü her ahval ve şeraitte muhafaza edecektir. Ülkemiz, 21 inci Yüzyıla, ya ağır problemleriyle girecek ya da dünyanın kalkınmış ilk on devleti arasında yer alan, bölgesinin lider devleti olacaktır; Türk Milleti ikinci seçeneğe evet diyerek bunun gereğini yapmıştır. Bu, şahsî ve siyasî fedakârlık isteyen, önce memleket çıkarlarını, sonra siyasî amaçları, sonra kişisel tercihleri önplana çıkaran bir siyasî ahlakla başarılacak bir amaçtır. İşte, Milliyetçi Hareket Partisi, kendisi için siyaseten belki daha da yararlı olabilecek siyasî tavırlardansa, ateşten gömleği giymeyi tercih etmiştir. (MHP sıralarından alkışlar)
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye, erken genel seçime girme kararı alırken, birçok siyasî çevre, birçok aydın muhit, aynı tablonun tekrar önümüze çıkacağını, seçmenin temel tercihlerinin değişmeyeceğini, siyasî partilerin, yaklaşık olarak, aynı yüzdeleri muhafaza edeceklerini savundular; ancak, 18 Nisan seçimleriyle milletimiz yeni bir siyasî irade ortaya koymuştur: Türk Milleti, bundan sonraki siyasî yelpazede Milliyetçi Hareket Partisinin kendi kaderi üzerinde söz sahibi olmasını arzu etmiştir. Meclis dışındaki bir partiyi yüzde 18'lik bir oy oranıyla Meclisin ikinci büyük partisi yapan milletimizin bu arzusunu emir kabul eden Milliyetçi Hareket Partisi, kendisine teklif edilen koalisyon ortaklığı önerisine bu açıdan yaklaşmıştır. Milletin hizmet heyecanını, milletin güven duygusunu, milletin dürüst politika özlemini, milletin yeni kadrolar arzusunu, milletin cesur, ilkeli ve dengeli siyaset seçeneğini, milletin devlet ve milleti yüce tutan, hizmeti önplana alan yaklaşımını, Milliyetçi Hareket Partisi, elbette, görmezlikten gelemezdi.
Sayın milletvekilleri, konuşmamın başında değindiğim dünya ve ülke konjonktürü, millî hedef ve amaçlarımız ile milletimizin az önce bahsettiğim tercihleri, Milliyetçi Hareket Partisinin bu koalisyonda yer almasını zarurî kılmıştır. Milliyetçi Hareket Partisi, siyasî hesaplarını ülke ihtiyaçlarının önünde tutmaması gerektiğine inanmıştır. Milliyetçi Hareket Partisi, çözüm bekleyen ciddî memleket meselelerini gözardı edemezdi. Yine, Türk Milletinin, 21 inci Yüzyıla, kalkınmış, mutlu ve lider bir ülke olarak girme idealini, kısa siyasî hesaplar göz önüne alarak bertaraf edemezdi. Milliyetçi Hareket Partisi, acilen yapılması gereken hizmetlerin olduğu ve yaraların sarılması gerektiğine inandığı için bu koalisyon içerisine girmiştir. Milliyetçi Hareket Partisi, savunageldiği ülküler ve idealler istikametinde, milletin geleceğini ve devletin bekasını hareket noktası kabul ederek, bu sorumluluğu büyük bir cesaret ve fedakârlıkla üstlenmesini bilmiştir; bunun gereğini de en iyi şekilde yapacaktır. Milliyetçi Hareket Partisi, hükümetin, diğer ortakları gibi, güçlü, kararlı, etkili ve onurlu bir parçasıdır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi, bütün hükümet çalışmalarında, protokol hazırlıklarında, hükümet programı faaliyetlerinde ciddî, gerçekçi bir siyasî parti olmanın sorumluluğu ve ağırlığıyla gerekli katkıları yapmıştır ve yapmaya devam edecektir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hükümet, bir koalisyon hükümetidir. Koalisyon hükümetlerini meydana getiren partiler, seçim beyannamelerindeki, Türk Milletine, vaatlerini yerine getirme durumunda değillerdir; ancak, yine, üç siyasî parti, uzlaşarak, önemli memleket meseleleri üzerindeki çok önemli hizmetleri yerine getireceklerdir. Ben, hem seçim beyannamemizi hem de hükümet programını, tüm dinleyenlerimin bir tetkik etmesini istirham ediyorum; Milliyetçi Hareket Partisinin seçim beyannamesinin, şu andaki 57 nci cumhuriyet hükümetinin programına fazlasıyla girdiğini göreceklerdir.
Milliyetçi Hareket Partisi bu nezaket çerçevesi içerisinde ağırlığını hissettirmiş, önceliklerini uzlaşma zeminine taşımaya çalışmıştır. Bu hükümet programı, milletimizin Milliyetçi Hareket Partisine verdiği vekâlet oranında parti programımıza ve seçim beyannamemize uygunluk göstermektedir. Tek başına hükümet olmamız halinde yapacağımızı vaat ettiğimiz hususları, bir ortaklıkta yüzde 100 gerçekleştiremiyeceğimizin bilincinde olan milletimiz, buna rağmen, millî çıkarlar hususunda asla vazgeçemeyeceğimiz prensiplerimizi fevkalade bilmektedir.
Bugün programını tartıştığımız bu hükümet, ülkemizin gerçekleri ile milletimizin önceliklerine ve tercihlerine en uygun hükümettir. Siyaset, çare arama, çare bulma kurumudur, yeni sorunlar ihdas etme aracı değildir. Millî siyaset, siyaset-devlet, millet-siyaset ilişkilerinin hassas dengelerini bozmanın adı siyaset değildir. Devletle milletin seçkin kurumlarını karşı karşıya getirmeye siyaset kurumu rıza göstermemelidir. Milliyetçi Hareket Partisinin, etkili, dengeli, uzlaşmacı ve murakabeci ortaklığında bu sorunların hiçbirisi yaşanmayacaktır. Cumhuriyet hükümeti, millete, milletin değerlerine saygılı, bütün devlet mekanizmasının anayasal çerçevede kendisine saygı duyduğu bir hükümet olacaktır. 21 inci Yüzyıl, Türkiye Cumhuriyeti Devletimizin etkin ve öncü rol oynayacağı yüzyıl olacaktır. Küresel işlev iddiasıyla bir dünya devleti olmak için hemen her şeye sahip olan Türkiye, yüksek vasıflı, ufku geniş yöneticilerle yarınlara umutla hazırlanmaktadır.
Biliyoruz ve inanıyoruz ki, yeni hükümetimiz, göreve -değerli basınımızın da belirttiği gibi- kriz gazisi bir ekonomiyle başlıyor. Bu, siyasî ve ekonomik iki krizin ortaya koyduğu ağır bir krizdir. Ekonomik göstergelerde, 1998'li yılların koyduğu rakamlara, 1980'li yıllardan günümüze kadar ortaya çıkan rakamlara baktığımızda, Türkiye, muhakkak surette, gelişme istikametinde bazı ekonomik tedbirler almış, ihracatını artırmış, ithalatını artırmış, üretimini artırmış; ancak, bu arada da, Türk siyasî tarihinde hiç yaşamadığımız bir enflasyon belasıyla karşı karşıya kalmıştır. 1984'lü yıllardan günümüze kadar, enflasyon, yüzde 25'lerden ve 40'lardan gelerek, yüzde 150'lere çıkmış ve bugün de yüzde 50'lerde kalma durumuna ulaşmıştır.
Ancak, enflasyonun yapmış olduğu çok tahribat vardır. İstihdam yaratacak olan yatırımlar durmuş, şu anda faaliyette bulunan yatırımların tam kapasite çalışma imkânları maalesef yüzde 50'lere inmiş ve Türkiye, Uzakdoğu'da meydana gelen, komşumuz Rusya'da meydana gelen ekonomik kriz sonucunda, bu krizden etkilenmek suretiyle, maalesef, şu anda hepimizin beraberce izlemiş olduğu, çiftçimiz, köylümüz, esnafımız, sanayicimiz ve tüccarımız başta olmak üzere, yine ücretlileri de maalesef sıkıntıya sokacak bir ekonomik krizin içerisine girmiştir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; rakamlara baktığımızda, 1983'lü yıllardan günümüze kadar onbeş yıllık gelişmede, gayri safî millî hâsıladaki büyüme, 1983 yılında 4,2 iken, 1998 yılında 3,8 noktalarındadır. Arada 7, 8, 9'lu kalkınma, büyüme rakamları da vardır. Yine, enflasyon, demin bahsettiğim gibi, yüzde 25'lerden yüzde 150'lere çıkmış ve bugün de yüzde 50'ye indirilmiştir. Yine, dışticaret açığımız, 1983'lü yıllardan günümüze, yani, 1999'lu yıllara kadar, 3 milyar dolardan 20 milyar dolara kadar, maalesef, bir dışticaret açığıyla karşılaşmıştır.
İhracatta gelişme olmuş, artış olmuş; ihracatımız, 1983'lü yıllardan 1999'lu yıllara kadar, 27 milyar dolara ulaşmıştır.
Dışborç, şu anda 102 milyar dolara ulaşmıştır. 1983 yılında 18 milyar dolar olan dışborcumuz, şu anda 102 milyar dolardır. Yine, içborç, 40 milyar dolara yaklaşmıştır. İşte, Türkiye'nin ekonomik tablosu budur.
Bu bakımdan, bu meseleleri gözardı etmemizin mümkün olmayacağını ve bu meselede, ekonomide yapılacak olan gelişmelerle ilgili hükümetimizin ortaya koyacağı hedeflerin muhakkak surette yanında olacağımızı, arkasında olacağımızı ifade etmek istiyorum.
Sayın milletvekilleri, kısa şekilde özetlemeye çalıştığımız Türk ekonomisinin son yıllarda gelişimi ve ana sorunları da göstermektedir ki, ekonomik alanda çok acil ve ciddî tedbirlere ihtiyaç vardır. Bir yandan büyümeye müsait büyük bir ekonomik potansiyelle, diğer yandan, siyasî istikrarsızlıklar, yönetim beceriksizlikleri ve yapısal bozukluklar yüzünden kabuğunu kıramayan bir ekonomiyle karşı karşıyayız. Milliyetçi Hareket Partisinin ekonomik görüşleri ve yaklaşımları yetişmiş kadrolarınca uygulamaya konulunca, Türk ekonomisinin önü açılacak, büyük potansiyeline rağmen istediği atağı bir türlü yapamayan ekonomimiz dünya ekonomileri arasında saygın yerini alacaktır.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak, önümüzde duran turizm sektörünün içerisinde bulunduğu krizin aşılması için, otomotiv sektörünün, tekstil sanayiinin yeniden rayına oturması ve yeniden istediğimiz noktada ihracata başlayabilmesi için, kamu çalışanlarının enflasyonun altında ezilmemesi için gerekli ücret politikalarının uygulanmasının yanında olacağız. Tarım kesimimizin, çiftçimizin, daha iyi alım fiyatlarıyla, ürettiğinin değerlendirilmesini, sosyal güvenlik reformunun yapılmasını, bankalar yasasının bir an önce çıkarılmasını, vergi yasalarının yeniden gözden geçirilmesini Milliyetçi Hareket Partisi olarak talep ediyoruz. Zaten, bunlar, hükümetimizin de programında yer almıştır.
Yerel yönetimler yasası çıkmalıdır. Özelleştirmeye ivme kazandırılmalıdır. Kamu finansman açıklarının yapısal reformlarla düzenlenmesi gerekmektedir. Esnaf ve sanatkârlar ile küçük ve orta boy işletmelerin geliştirilmesi için, daha önce yapılan çalışmalar devam ettirilmeli ve daha da artırılmalıdır.
Yap-işlet-devret modelleriyle yapılacak projelerin, ekonomiyi ve sosyal hakları ilgilendiren yasama çalışmalarına ve uygulamalara, ekonomik ve sosyal konseyin ve genelde sivil toplum örgütlerinin etkin katılımlarının sağlanmasını ve konseyin yapısının ve temsil yeteneğinin güçlendirilmesini de arzu etmekteyiz.
Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin Avrupa'nın en genç nüfusuna sahip olması sebebiyle gençliğe yapılacak yatırımları; üniversite araştırmalarına yardımcı olunmasını; hayvancılık sektörünün canlandırılarak, özellikle sınır illerimizden kaçak hayvanların girmesine engel olunmasını -ki, hükümetimizin programında bunlar da vardır- yürekten destekliyoruz.
Kayıtdışı ekonominin kontrol altına alınması ve uyuşturucu, silah kaçakçılığı gibi, yıllardan bu yana ülkemize sıkıntı veren bu musibetten de uzaklaşmamız konusunda hükümetimizin aktif çalışmalarına muhakkak surette destek olacağız.
Çetelerle mücadeleyi ve haksız kazanç yollarının kapanması konusundaki tüm çalışmaları, yasal yönüyle ve diğer icraatlarıyla hükümetimizin yapacağına inanıyoruz.
İhracatçılarımızın kredilendirilmesi ve ihracatın, derhal, yeniden, en üst seviyede değerlendirilmesi konusunda muhakkak surette hükümetimizin çalışmaları olacaktır ve bu da, bugün, Türkiye'nin en önemli meselesidir.
Sayın milletvekilleri, özetlemeye çalıştığım bu ekonomik tablo, bugüne kadar milletimizi rahatsız eden, yoksulluğu ve yolsuzluğu, işsizliği, ekonomik durgunluğu, üretim yetersizliğini, gelir dağılımındaki adaletsizliği, bölgelerarası kalkınmışlık farkını ve bunun gibi diğer ekonomik bozuklukları meydana getiren bir tablodur. Milliyetçi Hareket Partisi, seçimden önce aziz milletimize açıkladığı seçim beyannamesinde bu bozukluklara neden olan faktörleri kendi açısından dile getirmiş ve çözüm önerilerini de ortaya koymuştur.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu amaçla, Milliyetçi Hareket Partisinin kurmuş olduğu araştırma ve geliştirme merkezinde, 600'e yakın bilim adamı -üniversiteden ilim adamlarımız, uzmanlar ve bürokratlar- Türkiyemizin 40 önemli meselesini önlerine koymuşlar ve bütün bu meseleleri kendi millî potansiyelimizle nasıl değerlendireceğimiz konusunda raporlarını hazırlamışlardır. İşte, bunları, seçim beyannamesinde, satırbaşlarıyla milletimize arz etmiş bulunmaktayız. Ancak, bu hazırlamış olduğumuz raporları, tek başımıza hükümet olmamamız dolayısıyla, ancak uzlaşabildiğimiz kadarıyla Hükümetin Programına yerleştirme fırsatı bulmuşuzdur.
57 nci Hükümet Programı, birçok bakımdan ciddî tedbirler alınması gereken ekonomimizi düzlüğe çıkaracak düzenlemeleri içermektedir. Milliyetçi Hareket Partisi -her ne kadar seçim beyannamemize uyum göstermese de- üç değerli partimizin müşterek görüşleri doğrultusunda hazırlanan ve kısa sürede olumlu sonuçlar vereceğine inandığımız bu Programı destekleyecektir.
57 nci Hükümet Programında bulunan, Milliyetçi Hareket Partisinin seçim beyannamesinde var olup da Programa alınan hususlar ile bildirgemizde olmasa bile uygulanması halinde ekonomik rahatlık sağlayacağına inandığımız önemli hususları Yüce Heyetinize arz etmek istiyorum.
Hükümet Programında yer alan Anayasanın 83 üncü ve 100 üncü maddelerinin değişikliği, seçim beyannamemizde milletimize sunulmuştur ve vaat edilmiştir.
Çeteler ve organize suç örgütleri ile yolsuzlukla mücadele, yine, seçim beyannamemizde vardır, Hükümet Programında vardır.
Kamu yönetiminin yeniden yapılanması ve kamu kurumları arasındaki görev -yetki paylaşımı- seçim beyannamemizde vardır ve Hükümet Programında vardır.
İl, ilçe ve belde kurulmasının objektif kurallara bağlanması konusu, yine, seçim beyannamemizde vardır, Hükümet Programına girmiştir.
Köy ve mahalle muhtarlarıyla ilgili düzenleme, yargı bağımsızlığının sağlanması, bürokrasinin düzenlenmesi ve azaltılması, yine, seçim beyannamemizde vardır, Hükümet Programına da girmiştir.
Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulunun işlevini değiştirmek ve tam bağımsızlığını sağlamak maksadıyla yapılacak düzenlemeler, yine, seçim beyannamemizde vardır ve Hükümet Programımızda yer almıştır.
Milliyetçi Hareket Partisinin önemle üzerinde durduğu siyasî ahlak yasasının çıkarılması, hem Hükümet Programında vardır hem de seçim beyannamemizde vardır.
Beyannamemizde bulunan merkezî nüfus idaresi projesi, yine, Hükümet Programında vardır ve yine, kamuya ve kamu denetim elemanı alımında denetmen kişiliğinin görev ve sorumluluğu bilincinin geliştirilmesine yönelik önlemler alınması konusu, Hükümet Programında da yer almıştır.
Kamu personelinin her düzeydeki terfileri, görevlerinin gerektirdiği hizmet içi eğitim ve eğitim sonunda yapılan sınavda başarılı olma şartı, bizim seçim beyannamemizde var ve şu anda da Hükümet Programına girmiştir. Aynı zamanda, kamuda çalışan memurlarımızın sendikal haklarının verilmesi konusundaki -kısaltılmış adıyla Kamu-Sen dediğimiz- sendika kanunu, Milliyetçi Hareket Partimizin uzun yıllardan bu yana takip ettiği kanun, Yüce Meclisten seçim dolayısıyla çıkmadığı için, şimdi, yeniden, biz, seçim beyannamemizde milletimize vaat ettik ve Hükümet Programında da yer almıştır, çıkarılacak yasalar arasına konulmuştur.
Haksız mal edinmelerin etkili bir şekilde izlenerek önlenmesi ve mal bildirimi konusundaki yasada değişiklikler yapılması konusu da, yine, hem seçim beyannamemizde vardır hem de Hükümet Programında vardır.
Yine, sınır ticareti ve yapısal reformlar, bütçe açıklarının azaltılması, kamu açıklarının küçültülmesi, malî piyasalara istikrar ve güven getirilmesi, vergi gelirlerinin artırılması, vergide adaletin sağlanması, istihdam sağlayacak özel sektör yatırımlarının teşviki, kırsal kalkınmaya öncelik verilmesi, köylü ve çiftçinin refah düzeyinin artırılması, bankalar yasası, sosyal güvenlik reformu, ihale yasası gibi önemli yasaların -bizim de talep ettiğimiz- Hükümet Programında yer alması ve yine, ormancılığın desteklenmesi, erozyonla mücaadele, sigortasız işçi çalıştırılmasının önlenmesi, esnaf, sanatkâr ve KOBİ'lerin desteklenmesi, şehit aileleri ile gazilerin konut ihtiyaçlarının karşılanması, engellilerin, yaşlıların ve muhtaçların hayata intibakı için çaba gösterilmesi konuları seçim beyannamemizde vardır ve Hükümet Programına girmiştir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yine, Türk kültür ve sanatının geliştirilmesi ve Türkçenin zenginleştirilmesi konusu, seçim beyannamemizde olduğu gibi, Programa da girmiştir.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin güçlendirilmesi, çağdaş ihtiyaçlarının giderilmesi, teknoloji bakımından geliştirilmesi konusu ile eğitime ve gençliğe yatırım konuları -üstün zekâlı ve yetenekli çocukların belirlenmesi, okulöncesi eğitim- bizim de seçim beyannamemizde vardır ve Hükümet Programına da girmiştir.
Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; görüldüğü gibi, seçim beyannamemizde yer alan birçok önemli konunun Hükümet Programında yer alması sağlanmıştır. Hükümetin Yüce Meclisin onayına sunduğu bu Programda yer alan diğer hususlar gibi, beyannamemizde de yer alıp Programa giren konuların takipçisi olacağız. Bu vaatlerin gerçekleşmesi, birçok sorunun çözümünü sağlayacak ve halkımızı rahatlatacak sonuçlar doğuracaktır.
Konuşmamın şimdiye kadarki bölümünde Yüce Heyetinize arz etmeye çalıştığım temel sorunlara hükümetin yaklaşımı ve Grubumuzun eleştirilerine ilaveten, bazı temel konular hakkında da bilgi arz etmek istiyorum.
Eğitim ve öğretimde, Türk Milletine mensubiyetin gurur ve şuuruna sahip, manevî ve kültürel değerlerimizi özümsemiş, düşünme, algılama ve problem çözme yeteneği gelişmiş, dış dünyaya yeni düşünce ve gelişmeciliğe açık, sorumluluk duygusu ve toplumsal duyarlılığı gelişmiş, bilim ve teknoloji üretimine yatkın, beceri düzeyi yüksek, girişimci, sağlam karakterli, demokrat, kültürlü, inançlı ve erdemli nesillerin yetiştirilmesi, eğitim politikamızın temeli olacaktır.
Bu amaca yönelik hükümet çalışmalarına, Milliyetçi Hareket Partisi destek olmaya devam edecektir. Millî devlet, millî siyaseti olan devlettir. Millî siyaset ise, millî bir eğitim ve öğretim politikasıyla oluşturulmaktadır. Millî bir eğitim politikası da, o milletin dinini, dilini, örf ve âdetlerini, tarihini, sanatını, dünya görüşünü yansıtan ve millî şuuru uyandıran bir politikadır. Milleti millet yapan değerlerin korunması ve nesilden nesile aktarılması, ancak millî bir eğitimle mümkündür. Zaten, her milletin, kendine has, kendini yansıtacak bir eğitim sistemine sahip olması vazgeçilmez bir gerçektir. Bundan dolayı, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin eğitim ve öğretiminin, Türk Milletinin damgasını taşıması; fakat, dünyadaki gelişmelere de kapalı olmaması lazımdır. Bu da, eğitimde millî, öğretimde çağdaş olmak şeklinde özetlenebilir. Mustafa Kemal Atatürk de, eğitimin ve öğretimin millî ve manevî değerler çerçevesinde olmasını, gençlerin en iyi şekilde ve çağın gereklerine göre yetiştirilmesini istemiştir.
Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi, terör ve anarşiyi, insanlarımızın can ve mal güvenliğini, millî birliğimizi, demokrasimizi ve ekonomik gelişmemizi tehdit eden en büyük tehlikelerden biri olarak görmektedir. Bu sebeple, terörle mücadeleyi, hiçbir şartta ihmal edilmemesi gereken millî bir politika olarak ele almaktayız.
Milliyetçi Hareket Partisi, başta bölücü terör olmak üzere, zor ve şiddeti yöntem olarak benimsemiş her türlü yasadışı unsurları bir an önce tesirsiz hale getirmeyi, ülkemizin her köşesinde güven ve huzuru hâkim kılmayı öncelikli temel görevlerinden biri olarak addetmektedir.
1984 yılından bu yana süren bölücü ve yıkıcı terör eylemlerinde, bugüne kadar, 30 000 insanımızın kanı dökülmüştür ve bunlardan 5 000'e yakını polis ve asker şehidimizdir; Allah rahmet etsin.
Şehitlerimizin, Apo denen cani ve bebek katilinin başını çektiği PKK çetesinin yaptığı bu eylemlerde, çocuk, genç, yaşlı, kadın demeden önüne çıkan herkesi öldürerek devletin bütünlüğüne kasteden emperyalist maşası bu cani adam, bugün, yüce Türk adaletinin önünde hesap vermektedir.
Türk Devletinin, kararlı, sürekli ve sistemli bir politikası sonucunda yakalanan bu çete başı, onbeş yıldır, Türk ekonomisinin çok ağır faturalar ödemesine -yaklaşık 100 milyar dolar- ve devletin bölgeye götürdüğü hizmetleri engelleyerek yörenin geri kalmasına sebep olmuştur. Anaları babaları evlatsız, çocukları yetim, kadınları dul bırakan bu canavar ruhlu adam, şimdi, hesap verdiği cam hücresinde, affedilmesi için Türk adaletine sığınıyor.
Milliyetçi Hareket Partisi, şehit analarını incitmeyecek, yargılama süreci ve sonrasında milletin hassasiyetleri istikametindeki tavrını sürdürecek, kararın neticesinde de Türkiye Büyük Millet Meclisine gelecek sonuca evet diyecektir. (MHP sıralarından alkışlar) Milliyetçi Hareket Partisinin etkili olduğu bir Meclis ve hükümet ortamında, şehit yakınlarının gözlerini yaşartacak, milletimizi rencide edecek hiçbir tavır, hareket ve karar, uygulama imkânı bulamayacaktır. (MHP sıralarından alkışlar)
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu dava, sıradan bir dava değildir; bu dava, bin yıllık tarihimizin, inanç ve kültürümüzün yoğurarak tek millet haline getirdiği milletimizi parçalamak ve Türkiye Cumhuriyeti Devletini ortadan kaldırmak için dış düşmanlarımız ile ona alet olan hainlerin sorgulandığı, yargılandığı millî bir davadır. Bu dava, 65 milyon nüfuslu Türk Miletinin, tüm siyasî partilerimizin, şehit yakınlarımızın ve gazilerimizin teyakkuz halinde takip ettiği millî bir davadır.
Ankara'da, Mudanya'yı ve o millî heyecanı birlikte soluyoruz. Mudanya'ya gitmememiz, İmralı'daki Türk yargısına olan saygımızdan; emperyalist zihniyetin, millî değerlerimizin ve bayrağımızın düşmanlarının, tarafsız Türk yargısına gölge düşürmemesi içindir. Mudanya'da 1920'li yıllarda nasıl Sevr belgeleri yırtıldı ise, 1999 yılında da, İmralı'daki yargılama sonucunda bunların kalemleri kırılacak, kafalarındaki düşünceleri beyinlerinde parçalanacak ve yeniden hüsrana uğrayacaklardır. (MHP sıralarından alkışlar)
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Avrupalı basın ve onun arkasındaki zihniyet, şehit analarımızı, bacılarımız... Yıldız bacımız gibi, kaybettiği Murat'ının acısını hissedip, gözyaşlarını tutamayarak, Mahkeme Başkanını dahi gözyaşlarını dökme noktasına getiren o yürekler acısı tabloyu, heyecanla ve aynı duygularla paylaşıyoruz ve yine, o kanlı katilin ortaya koyduğu bu çirkin olaydan sonra, bacağını kaybederek, protez bacağıyla oradaki emperyalist zihniyeti protesto eden Naim Karabıçak kardeşimizin o hissiyatına aynen iştirak ediyoruz (MHP sıralarından alkışlar) ve diyoruz ki, müdahil avukatlarımızın, şehit yakınlarımızın, analarımızın, bacılarımızın ve gazilerimizin koymuş olduğu bu protesto sonucunda, Avrupalı basın ve dünya milletleri, herhalde, bir parça, Abdullah Öcalan'ın bir vatan haini olduğunu, bir terörist olduğunu, insanlık zulmü yapan bir katil olduğunu anlamışlardır ve bu tablo da onlara anlatmıştır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak, buradan, tüm barolara ve avukatlara sesleniyoruz. Bu caninin ortaya koymuş olduğu ifadeleri göz önüne alarak, hangi devlet stratejik, lojistik, parasal ya da siyasal yönüyle buna yardım ettiyse, bu PKK terör örgütünü onbeş yıldan bu yana destekleyip tüm milletimizi sıkıntıya soktuysa ve kim yardım ve yataklık yaptıysa bunların peşini bırakmayalım; Birleşmiş Milletlerin, Avrupa Konseyinin bize vermiş olduğu imkânları kullanarak insan hakları mahkemelerinde, bu caniyle, birlikte yardımcı olan devletleri, kişileri mahkûm ettirmenin peşinde olalım. Yine, hükümetimizden istirhamımız, yardımcı olan, yataklık yapan komşu devletlerimizden uzakta bulunan, aynı ittifak içerisinde bulunmamıza rağmen yüreğimize sapladıkları bıçağı, nasıl hainane bir düşünceyle yapmışlarsa, yine bunların da -başta Yunanistan olmak üzere- Birleşmiş Milletler nezdinde, insan hakları nezdinde ve İnsan Hakları Mahkemesi nezdinde mahkûm ettirilmesi konusundaki siyasî çalışmalarını gerçekleştirmesidir; inşallah bunu gerçekleştirecekdir, buna inanıyoruz.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak dışpolitikada ana hedefimiz, önce millî çıkarların korunması, daha sonra da geliştirilerek, Türkiye'nin, bölgesinde ve dünyada saygın bir devlet olma noktasındaki aktif politikaların devam etmesinden yanayız. Türk dışpolitikasının, Türk Milletinin büyüklüğüne, Türk Devletinin güç ve kudretine uygun, kararlı, haysiyetli ve onurlu bir çizgide yürümesi, Milliyetçi Hareket Partisinin en büyük arzusudur.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; uzlaşma ve atılım hükümeti olarak çalışmaya başlayan 57 nci cumhuriyet hükümetimizin tüm bu sorunların altından kalkabilmesi için, yalnız hükümetin ortağı olan üç siyasî partimizin değil, burada bulunan tüm siyasî partilerimizin, kamuoyunun, bu önemli meselelerin hayata geçirilmesinde, bu millî, önemli günlerden geçtiğimiz, omuz omuza vermemiz gereken sevgi, barış ve kardeşlik ortamı içerisinde, hep beraberce meseleleri omuzlamamız gerektiğinin şuurunda olmamız lazım.
O bakımdan, diyoruz ki, günümüzde diyaloğa ihtiyaç vardır. Diyalog, bizim insanımız için yabancı olmayan, millî kültürümüzde, inançlarımızda var olan ve binlerce yıldan bu yana insanca yaşadığımız bu topraklarda bizi birbirimize bağlayan en önemli faktördür. Diyoruz ki, insanların evde, okulda, işyerinde, komşulukta, alışveriş yerlerinde barış ve huzur içinde yaşayabilmesi için diyaloğa ihtiyaç vardır. Diyoruz ki, sosyal projeler üretmek ve üretilen projelere katkı sağlayabilmek için diyolağa ihtiyaç vardır. Karşılıklı güven duygusunun ve samimiyetin geliştirilmesine büyük katkılar sağlamak için diyaloğa ihtiyaç vardır. Sosyal adaleti sağlamak, barış ve huzuru temin etmek ve insan haklarını, din ve vicdan hürriyetini sağlamak için ve diğer konularda olduğu gibi uluslararası ilişkilerde, ekonomik işbirliğinde, partilerarası uzlaşmada, muhakkak surette, uzlaşmaya ve diyaloğa ihtiyaç vardır.
Günümüzde de kavga ve siyasî çekişmelere değil, barış, işbirliği ve beraberce yanyana gelmeye ihtiyacımız vardır. Siyasî istikrarı sağlamakla, ülkede kardeşlik ve dayanışmayı tesis etmekle, siyasî yakınlaşma ve hoşgörüyle, ancak bu ağır yükün altından kalkmamız mümkün olacaktır.
İşte, bunun için diyoruz ki, Milliyetçi Hareket Partisi, kavga için değil, sevgi için gelmiştir Türkiye Büyük Millet Meclisine. (MHP sıralarından alkışlar) Bunun için diyoruz ki, bütün siyasî partiler ve onlara destek veren insanlarımızın hepsinin kardeş olduğu şuurundan hareket edecek olan Milliyetçi Hareket Partimiz, zaman zaman partilerimizle yanyana olacak, onların desteğini isteyecektir.
Milliyetçi Hareket Partisi, ülkenin ve milletin en çok ihtiyaç duyduğu bir ortamda, işte bu duygularla, millî menfaatları siyasî ve şahsî çıkarların önüne alarak, cesaretle, kararlılıkla, sorumlulukla, siyasî uzlaşmanın önündeki engelleri ortadan kaldırmıştır. 57 nci hükümet, işte bu sorumluluk duygusunun güzel bir sonucu, güzel bir eseridir; Allah, hayırlı ve uğurlu etsin.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Hükümet Programı, koalisyon ortağı partilerin bir uzlaşma beyanı, kamuoyu önünde uymayı taahhüt ettikleri bir uzlaşma metnidir. Bütün partilerimizin bu metne sadakatle uyacaklarından, Milliyetçi Hareket Partimizin hiçbir şüphesi yoktur. Milliyetçi Hareket Partisi, uyumlu, uzlaşmacı tavrıyla hükümetin başarısı için elinden geleni yapacaktır ve partimiz, hükümet faaliyetleri ve diğer siyasî çalışmalarda, millî çıkarları, vatanın yüksek menfaatlarını, demokrasi, insan hakları, inanç hürriyetleri gibi millî ve evrensel değerleri geliştirecek ve devamını sağlayacaktır.
Bu duygularla, Yüce Meclis ve milletimizin önünde Programı ve hükümeti desteklediğimizi tekrar ifade ediyor; hükümetin hayırlı hizmet yapmasını ve başarılı olmasını Cenabı Allah'tan niyaz ediyor, Yüce Heyetinize ve bizi televizyonları başında izleyen aziz vatandaşlarıma saygılar sunuyorum.
Teşekkür ediyorum. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, ikinci söz sırası, Fazilet Partisi Genel Başkanı Sayın Mehmet Recai Kutan'a aittir.
Buyurun efendim. (FP sıralarından ayakta alkışlar)
FP GRUBU ADINA MEHMET RECAİ KUTAN (Malatya) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, meşruiyetin ve iktidarın tek kaynağı olan aziz milletimiz; hepinizi, Fazilet Partisi adına saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar.)
Bugün, Türkiye Büyük Milllet Meclisinde, 57 nci cumhuriyet hükümetinin programı üzerinde yapmakta olduğumuz bu görüşmelerin, doğruların anlaşılmasına vesile olmasını, ülkemize hayırlar getirmesini, millet ve ülke olarak iyiye, doğruya, güzele yönelik arayışlarımıza katkı sağlamasını diliyorum.
Bu Hükümet Programı hakkında görüşlerimizi Fazilet Partisi adına açıklayacağız. Bu meyanda, geleneğe uygun olarak, çeşitli ülke sorunları hakkında da Fazilet Partisinin düşüncelerini Muhterem Heyetinize ve milletimize sunacağız.
Görülüyor ki, bu Hükümet Programına, 28 Mayıs 1999 günü açıklanan koalisyon protokolü temel teşkil etmiştir. Bu koalisyon protokolü ve Hükümet Programı için çeşitli ve birbirinden çok farklı değerlendirmeler yapılmıştır. Genel olarak, bu belgeler için şunlar söylenmektedir:
"Bunlar birer olumsuzluklar metnidirler."
"Hükümet protokolünde dikkati çeken, gerek içpolitika gerekse dışpolitika açısından, her konuya tepkisel ve negatif bir şekilde yaklaşılmasıdır."
"Bireylerin özgürlük alanını geliştirmek yerine, devleti korumaya yönelik öncelikle işe başlayan bir hükümet görünüyor."
Her cümle, bir icraat hükümetinden ziyade, 28 Şubat ruhunun kılavuzluğunda bir tepki hükümetiyle yüzyüze bulunduğumuzu ifade etmektedir. (FP sıralarından alkışlar)
Bu takdim edilen metinler, her şeyden önce, sistematik değildir. Konular, birbiri içine girmiş durumdadır. Metinler baştan aşağı çelişkilerle doludur. Bu metinlerde heyecan da yoktur, ruh da yoktur; renksiz, iddiasız ve belirsiz bir metindir. Evet, bu protokol, bu Program, yasakçı bir zihniyetle hazırlanmıştır. Anlaşılıyor ki, 57 nci hükümeti kuranlar, 28 Şubat kararlarının etkisi altında kalmışlardır. (FP sıralarından alkışlar) Halbuki, halkımız, 18 Nisan seçim sonuçlarının 28 Şubatın etkilerini geride bırakacağını ve bunun, tam ve kâmil manada bir demokratik düzenin mutlu bir başlangıcı olacağını ümit etmekteydi. Görülüyor ki, 57 nci hükümet döneminde de, 55 ve 56 ncı hükümet döneminde olduğu gibi, yasaklar ve baskılar aynen devam edecektir.
Koalisyonun iki ortağı önceki hükümetlerde sorumluluk üstlenmişti. O zaman yapamadıklarını yeni bir ortakla birlikte nasıl yapacaklardır; aziz milletimiz, doğrusu, bunu merak etmektedir. Protokol ve Programın hemen başında "Demokratik Sol Parti, Milliyetçi Hareket Partisi ve Anavatan Partisi, 57 nci cumhuriyet hükümetini oluşturmuştur" denilmektedir. 55 inci Sayın Yılmaz Hükümetinin Programının başında da, buna benzer şekilde, Anavatan Partisi, Demokratik Sol Parti ve Demokrat Türkiye Partisinin 55 inci cumhuriyet hükümetini oluşturduğu yazılıydı. Peki, iki beyan arasında fark nedir; DTP'nin yerini Milliyetçi Hareket Partisi almış, partilerin sıralaması değişmiş; yani, iki yıldır işbaşında bulunan ANAP'lı, DSP'li 55 inci ve 56 ncı hükümetlerin iskeleti, aynen, 57 nci hükümetin de omurgasını teşkil ediyor.
55 inci ve 57 nci hükümetler arasındaki benzerlik, yalnızca, koalisyonu oluşturan partilerin iskeletinde değildir; program hedeflerinde de ilginç benzerlikler vardır. Her iki programda da bir uzlaşma ve atılım hükümetinin kurulacağından bahsedilmektedir. Elbette, bir hükümet içerisinde uzlaşma çok büyük önem taşımaktadır; ama, 57 nci hükümette uzlaşmanın sağlanabilmesi hususunda kamuoyunda ciddî tereddütler ve şüpheler vardır. Çünkü, DSP Genel Başkan Yardımcısı Sayın Rahşan Ecevit'in, daha koalisyon müzakereleri başlamadan "MHP ile koalisyonu içimize sindiremiyoruz. MHP ile koalisyonda ciddî kuşkularımız var. Bunlar, gençleri silahlandırdılar, sayısız can yaktılar, can aldılar. Bunlar, demokratik anlamda parti sayılamaz; mafyalarla, çetelerle kaynaştılar" şeklindeki sözleri, herhalde herkesin hatırındadır. Sayın Bülent Ecevit de bu görüşleri paylaştığını açıkça ifade etmiş idi.
Basit bir ticarî teşebbüste bile, ortaklardan birisi diğerine, bunlara benzer bir iddiada bulunsa, acaba, o şirkette uzlaşma olur mu ve ortaklık yürür mü?!.
Bunun için, bu koalisyondaki uzlaşma hususunda kamuoyunda ciddî kuşkular ve tereddütler doğmuştur; bunun en kısa zamanda giderilmesini temenni ediyoruz.
Değerli milletvekilleri, siyasî partiler demokratik siyasî hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır. Bir ülkede siyasî partiler yoksa, demokrasi de yoktur; iktidarın karşısında muhalefet yoksa, demokrasi de yoktur. Farklı siyasî partiler, farklı görüşleri, farklı tonları, farklı çözüm önerilerini ifade ederler. Toplumdaki farklı düşünme, farklı inanma, farklı yaşama biçimleri, o ülke için en büyük zenginliktir. Farklılıklar harmonisi, bir renk cümbüşü gibi, daha iyiye, doğruya ve güzele ulaşmanın temel motivasyonu olan özgürce tartışma ve doğruları arama heyecanını uyandırır; insanların önünü ve ufkunu açar.
Demokrasiler, demokratik kurumları var kılan insanların gönüllerindeki demokrasi kültürüyle yeşerir. Farklılıkları, tehdit ve tehlike olarak değil, zenginlik olarak algılayanların çığ gibi büyümesiyle, o ülkede demokrasi kök salar. Hayalî sorunlar üretip, yıllarını vehimlerinin peşinde harcayanlar ise, baskıcı, dayatmacı ve yasakçıdırlar; ellerine yetki geçtiği zaman, ekonomiyi de, özgürlükleri de tahrip ederler. Halkımızın sesi, halkın siyasal talepleri, kısacası millî irade, bütün anlaşmazlıkların ve aşılmazlıkların çözüm noktası olmalıdır; ilerici olmanın da, Türkiye'nin geleceğini aydınlatmanın da yolu budur.
Evet, egemenlik kayıtsız şartsız milletindir; iktidarın ve meşruiyetin kaynağı millî iradedir; iktidarın ve meşruiyetin kaynağı, halkın sandığa yansıyan iradesidir; doğrunun ölçüsü de bu millî iradedir. Bu iradenin yanıldığını ifade etmek, sahibi açısından, demokrasi kültürünün kısırlığını gösterir. Bu anlayışla, 18 Nisan seçimlerini iyi değerlendirmek zorundayız; kurulan yeni hükümeti isabetli değerlendirmek de buna bağlıdır; dünü anlamak, yarınlarımızı iyi görmek de buna bağlıdır.
Zenginliğimizin bir parçası olan halkımızın farklı siyasal talepleri, 18 Nisan seçimleri sonrasında Türkiye Büyük Millet Meclisinde farklı siyasî partilerin temsiline imkân vermiştir, 5 siyasî parti Meclise milletvekili sokabilmiştir; DSP, MHP, Fazilet Partisi, ANAP ve DYP. İktidar bu partilerden oluşabilecekti, hükümeti bu partiler kurabilirlerdi. Halkımız, bu partilerden hiçbirine tek başına hükümet kurma yetkisi vermemiştir; hükümet etme yetkisi, ancak ve ancak, en az 3 partinin bir araya gelmesiyle mümkün olacaktır demiştir. Halk, hükümet etme yetkisini, hangi 3 partiye vermiştir; şu anda Programını görüştüğümüz 57 nci hükümeti oluşturan DSP- MHP ve ANAP'a mı, bir araya gelin, hükümet kurun demiştir; hayır; herhangi 3 parti bir araya gelin ve hükümeti kurun demiştir.
Seçim sonuçları, bu 5 partiden hiçbirine, diğerine göre daha farklı, daha üstün bir hareket alanı da tanımamıştır. Milletvekili sayıları öyle dengeli dağılmıştır ki, partiler eşit hareket alanına, eşit inisiyatife sahiptiler. Bu 5 partinin kurabileceği en az 10 ayrı koalisyon imkânı vardı.
Neticede, diğer hükümet alternatifleri hiç müzakere bile edilmeden, DSP-MHP-ANAP koalisyonu kuruldu. Bu sebeple halkımız, acaba bu koalisyon en uygun hükümet alternatifi miydi diye sormaktadır. Bize göre, millî iradenin isteğine daha uygun hükümet alternatifleri vardı. Nitekim, Fazilet Partisi olarak, böyle bir hükümet alternatifi ve alternatifleri için çağrıda bulunduk; ama, gerçekleşmedi.
Şimdi, bir hükümet kurulmuştur; 57 nci hükümet. Bize düşen, hayırlı olsun demektir. Ülkemize, milletimize hayırlı hizmetler yapsınlar temennisinde bulunmaktayız.
Şimdi biz, muhalefet partisiyiz; anamuhalefet partisiyiz. Anamuhalefet partisi olarak, elbette, gerekenleri yapacağız, yanlışları tenkit edeceğiz, doğruları tavsiye edeceğiz, halkın menfaatlarının yılmaz takipçisi olacağız; doğrularınız olursa, onaylayacağız, destekleyeceğiz.
Değerli milletvekilleri, yeni bir yüzyılın eşiğinde bulunuyoruz. Bütün dünyada demokrasi ve değişim rüzgârları esiyor. Ülkelerin pek çoğunda eski totaliter rejimler yıkıldı; yerine, demokrasi ve özgürlüğe giden bir yol açıldı. Şimdi insanlar, daha çok demokrasi, daha geniş özgürlükler ve herkese refah istiyor. Bunun en canlı örnekleri, eski komünist ülkeler. Bürokratik, dayatmacı, yasakçı, her şeyi merkezden planlamaya çalışan çağdışı zihniyet tarihin mezarlığına gömülürken, insanın ve insan onurunun öne çıktığı demokratik bir yapı tesis edilmeye çalışılıyor.
Devlet felsefesi de değişiyor; hâkim devletten hadim devlete, hizmet devletine hızlı bir geçiş yaşanıyor. İnsanların inançlarını yaşamada, fikirlerini söylemede, teşebbüs gücünü serbestçe kullanıp geliştirmede evrensel mutabakatlar oluşuyor.
Bütün dünyada demokrasi, insan hakları ve özgürlükler, hukukun üstünlüğü ve refah, ülkelerin öncelikli sorunu haline gelmekte; hatta, bütün insanlığın müşterek sorunu haline geliyor. Türk Halkı da, daha çok demokrasi, özgürlükler ve refah istiyor. Hiç şüphesiz, kurulmuş olan bu hükümetin başarısı ya da başarısızlığı, en evvel, dünyadaki bu gelişmeleri, değişimleri nasıl anladığına ya da anlamadığına bağlıdır. Çünkü, kendi insanını çağın gerisinde bırakan, evrensel gelişmelerden koparan her hükümet başarısızlığa mahkûmdur.
Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin büyük çoğunluğu, toplumlarını 2025-2030'lu yıllara hazırlamaktadırlar; ama, ülkemiz ise 21 inci Yüzyıla maalesef büyük sorunlarla giriyor. Evet, ülkemizde, siyasal, sosyal ve ekonomik bakımlardan istikrarsızlıklar var, bunalımlar var.
Anayasa, devletimizi, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olarak tarif etmekte; ama, vatandaşlarımız arasında genel kanaat, ülkemizde gerçek anlamda bir demokrasinin, kâmil manada insan hakları ve özgürlüklerin olmadığı şeklindedir; Batılı anlamda çağdaş ve demokratik bir laiklik tatbikatının da bulunmadığı istikametinde düşünmektedir aziz vatandaşlarımız.
Yine, Türkiye'nin Batılı anlamda bir hukuk devleti olduğu hususunda da, gerek içeride ve gerek dışarıda ciddî şüpheler mevcuttur.
Ülkemizde, maalesef, barış ortamı bozulmuş, huzursuzluklar artmıştır. Terör ve anarşi, zaman zaman şehir merkezlerine kadar intikal etmiştir.
Geçim sıkıntısı korkunç boyutlardadır. Bu sebeple, işçi, memur, çiftçi, esnaf sokağa dökülmüş veya dökülmek üzeredir.
Üretim ve millî gelir çok düşük seviyededir, âdeta durmuştur.
Esasen çok büyük olan iç ve dışborçlar süratli bir şekilde artmaktadır.
Yatırımlar âdeta durmuştur, işsizlik had safhadadır.
Enflasyon üç rakamlı seviyeler civarında dolaşıp durmuştur.
Aylık mutfak masrafı 80 ilâ 90 milyon olarak ilan edilmişken, asgarî ücretle çalışan pek çok vatandaşımızın eline, ayda 55 milyon lira geçmektedir.
Türkiye, dışpolitika bakımından büyük tehlikelerle karşı karşıyadır. Ülkemiz, Batı âleminden de, İslam âleminden de âdeta dışlanmış durumdadır.
Elbette, Türkiye, böylesine istikrarsızlıklara, bunalımlara layık bir ülke değildir; çünkü, Türkiye, çok büyük fırsat ve imkânlara sahiptir; şöyle ki:
Coğrafî konumumuzla çok büyük avantajlara sahibiz; Avrupa, Asya ve Afrika Kıtalarının tam merkezindeyiz. Yine, Ortadoğu, Kafkasya ve Ortaasya enerji kaynaklarının da terminali durumundayız.
Çevremizde 100 milyonlarca, tarihî, kültürel ve inanç bağlarıyla bağlı olduğumuz bir nüfus yaşıyor.
Dünyanın en büyük medeniyetlerinin vârisiyiz.
Yaklaşık 65 milyon, çalışkan, fedakâr ve genç bir nüfusa sahibiz. 24 yaşın altında, toplam nüfusumuzun yüzde 55'ini teşkil eden 35 milyon gencimiz var; bu, en büyük zenginliğimizdir.
Su, toprak, maden gibi, zengin doğal kaynaklarımız var.
İklim şartlarımız da fevkalade elverişli; tropik bazı bitkilerin dışında her şeyi üretebilmekteyiz. Nitekim, yakın bir zamana kadar, gıda üretiminde kendine yeterli mahdut sayıdaki ülkelerden birisiydik; ama, maalesef, şimdi değiliz.
Yetmişbeş yıldan bu yana da, ülkemiz hiçbir savaşın içerisinde olmadı.
Bu kadar büyük fırsat ve imkânlara rağmen, içinde bulunduğumuz sıkıntılar, ancak yönetimlerde bulunan yanlış zihniyetlerle izah edilebilir. Türkiye siyasetinde iki zihniyet ve eğilim, başından beri hep olagelmiştir:
Birinci eğilim, statükoyu sürdürmekten yarar umanların, Batılı anlamda bir demokrasiyi içine sindiremeyenlerin, gelenekçi, tutucu ve gerici politikalarından kaynaklanmaktadır. Statükocu elitlerin, modası geçmiş kutsal devlet yanlısı devletçi seçkinlerin demokrasiyi devlete feda eden bu anlayışları, Türkiye'yi çağdışı bir konuma itmektedir. (FP sıralarından alkışlar) Bu eğilimin belirgin özelliği, devletçi, otoriter, yasakçı ve buyurgan olmasıdır. "Halka rağmen, halk için" şeklinde formüle edilen bu eğilim, bugün hâlâ egemenliğini sürdürmektedir. Ecevit Hükümetinin Programında, bu zihniyetin izlerini görmekteyiz maalesef. (FP sıralarından alkışlar)
İkinci siyasal eğilim, özü itibariyle demokratik bir eğilimdir; çünkü, temelde, milletin iradesini esas almaktadır ve millet iradesinin üstünde hiçbir irade, ama hiçbir irade tanımamaktadır. (FP sıralarından alkışlar) Milletimizin arzu ve temayüllerini iktidara taşımak üzere gayret göstermektedir. Artık herkesin şunu çok iyi kavramış olmasını diliyoruz: Mevcut statükoyu koruyarak, Türkiye'yi, 2000'li yıllara yaraşır, alnı açık, başı dik, mutlu, huzurlu, müreffeh ve demokratik bir ülke olarak taşımak mümkün değildir.
Bizim Fazilet Partisi olarak tercihimiz bellidir; biz, Türkiye için daha çok demokrasi ve daha fazla özgürlük talep ediyoruz. Türkiye toplumunun da tercihinin bu doğrultuda olduğuna içtenlikle inanıyoruz.
Değerli milletvekilleri, Hükümet Programında "Hükümetimiz, 21 inci Yüzyıla girerken, demokrasimizin eksikliklerini gidermeyi, insan haklarını geliştirmeyi, düşünce özgürlüğünün önündeki engelleri kaldırmayı öncelikli görevleri arasında saymaktadır" denilmektedir. Halbuki, dikkatlice incelendiğinde görülmektedir ki, Program, alabildiğine yasaklarla doldurulmuştur. Bu yasaklar bile, sanki topluma yeni özgürlükler bahşediliyormuş şeklinde takdim edilmektedir. Aşağıda takdim edeceğimiz örnekler, ülkemizin insan hakları ve özgürlükler bakımından ne durumda olduğunu açıkça göstermektedir.
Bir kere, Türkiye, son beş yıldan beri, dünyada en çok gazeteci hapseden ülke olarak kabul edilmektedir. Basın Konseyinin yaptığı bir araştırmaya göre, 1998 yılında gazetecilik nedeniyle fiilen hapsedilmiş veya hakkında hapis cezası verilmiş gazetecilerin sayısı en az 40'tır. 1998 yılı sonu itibariyle Türkiye'de hapishanede bulunan gazeteci sayısı 12 idi. Bunlara ilaveten, daha bundan birkaç gün önce bir gazeteci daha -Cumhuriyet Gazetesinden Oral Çalışlar- hapse koyuldu; ama, buna, hükümet ortaklarından, ciddî sayılabilecek herhangi bir reaksiyon gelmedi; Sayın Ecevit, sadece, üzüldüğünü ifade etti.
Fazilet Partimizin 1999 Seçim Beyannamesinde bu konuda şunlar söylenmektedir: "Özellikle son yıllarda, Türk Ceza Kanununun 312 nci maddesinin yorumu değiştirilerek, hiçbir suçu övmediği ve kimseyi suça teşvik etmediği halde, sadece görüşlerini açıklayan siyaset ve bilim adamları, gazeteci ve yazarlar, bu maddeye dayanılarak mahkûm edilmişlerdir. Bu nedenle, Fazilet Partisi, düşünce suçlarını derhal kaldırmayı ve Türk Ceza Kanununun 312 nci maddesi ile Terörle Mücadele Kanununun 8 inci maddesi başta olmak üzere, düşünceyi cezalandıran hükümleri kanunlardan çıkarmayı temel görev ve sorumluluk saymaktadır." (FP sıralarından alkışlar)
Hatırlayacaksınız, Anayasa Mahkemesi Başkanı Sayın Ahmet Necdet Sezer, Anayasa Mahkemesinin 37 nci kuruluş gününde, töreni açış konuşmasında, bu istikamette şunları söylemişti: "Kişinin varlığının temeli olan düşünce ve düşünceyi açıklama özgürlüğü, demokrasinin de temeli ve ayrılmaz bir parçasıdır. Çoğulcu demokratik ülkelerde, toplumun yerleşik değerlerine ters gelen düşünceler bile, tam bir özgürlük içinde açıklanıp tartışılabilmektedir."
Bu Hükümet Programında, insan hakları ihlallerinin önlenebilmesi için herhangi bir somut teklif görebiliyor musunuz? Bu hükümet, Türk Ceza Kanununun 312 nci maddesi, Terörle Mücadele Kanununun 8 inci maddesi hakkında ne düşünüyor, ne teklif ediyor; Programda, biz, herhangi bir teklif görmedik.
Sayın Cumhurbaşkanı bir konuşmasında "benim ülkemde, vatandaşlarımın kapılarını, sabahın erken saatlerinde sadece sütçüler çalacaktır" demişti. Şimdi, sayın hükümet üyelerine soruyorum: Sabahın ikisinde üçünde, bazı yazarların, düşünürlerin, siyasîlerin ve işadamlarının, tıpkı teröristler gibi evlerinden alınması tatbikatı için ne düşünüyorsunuz, ne tedbirler alacaksınız? (FP sıralarından alkışlar)
Saygıdeğer arkadaşlarım, şu anda Türkiye'de, hiçbir siyasî partinin güvencesi yoktur; siyasî partilerin akıbeti, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının insafına bırakılmıştır.
1995 yılında Anayasada değişiklikler yapıldı. Aradan dört yıl geçmesine rağmen, bu değişiklikler Siyasî Partiler Yasasına yansıtılamadı. Hükümet Programında, Siyasî Partiler Kanununda yapılacak uyum değişikliği hakkında hiçbir şey göremedik. Siyasî Partiler Kanununda, en az 20'den fazla madde değişiklik bekliyor. Hükümete soruyorum; bu konuda ne yapacaksınız?
Sayın milletvekilleri, son günlerin insan hakları ihlaliyle ilgili önemli olaylarından biri de, medyanın "telekulak" diye nitelendirdiği telefon dinleme olayıdır. Dünyanın çeşitli ülkelerinde, telefon dinleme olaylarına rastlanmaktadır. Nitekim, Amerika'da ortaya çıkan Watergate Skandalı bunların en ünlülerinden birisidir. Hatırlanacaktır; bu rezalet ortaya çıkarılınca, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Nixon istifa etmek zorunda kalmıştı. Bizde ise, Başbakanın, bakanların, milletvekillerinin, siyasîlerin, belediye başkanlarının, basın mensuplarının telefonları dinlendiği halde, bu telefon dinleme olayları, bu anayasa ihlalleri son derece hafife alınmaktadır. Nitekim, Hükümet Programında, bu konuya ait en ufak bir ilgi bile görülmemiştir. Buna benzer bir olay bir Batı ülkesinde cereyan etseydi, emin olunuz yer yerinden oynardı.
Şu hale bakınız: Anayasadaki, haberleşmenin gizliliği, özel hayatın korunması ilkesine aykırı olarak, yasadışı yollardan sağlanmış bir teyp kasetini, Yargıtay Başsavcısı, kanıt diye Anayasa Mahkemesine sunabiliyor; hem de, ses bantlarının delil olamayacağı hususunda Anayasa Mahkemesinin müteaddit kararlarına ve CMUK'un 254 üncü maddesinde hukuka aykırı yollardan sağlanan delillerin hükme esas olamayacağının belirtilmesine rağmen! Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca Anayasa Mahkemesine gönderilen 4.6.1999 tarihli yazıda "bu kaset, ismini açıklamak istemeyen bir vatandaşımız tarafından, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş'a teslim edilmiştir" denilmektedir! Dikkat ediniz "gönderilmiştir" denilmemekte "teslim edilmiştir" denilmektedir. Bize göre, böyle bir iddia, hiç de inandırıcı değildir. Kaldı ki, böyle de olsa, o durumda yapılması gereken, yasadışı yollarla telefon dinleyen, bunu banda kaydeden ve Başsavcıya götüren kişi hakkında, Başsavcının suç duyurusunda bulunması gerekmez miydi? Böylesine bir tutum, suç işleyen bir insanın eylemine meşruiyet kazandırmak değil midir? Görülüyor ki, Başsavcı Savaş, hukuku çiğneyerek delil toplama gayretindedir. Hükümeti ikaz ediyoruz; bu anayasa ihlallerinin üzerine ciddiyetle gitmelisiniz; sorumluları yargıya sevk etmeli, böylece, yasadışı eylemlerin tekrarını önlemelisiniz. Bu konu, elbette, Yüce Meclisimiz tarafından da sorgulanacaktır.
Fazilet Partisi olarak her vesileyle ifade ettiğimiz gibi, biz, Batı normlarına uygun demokratik bir laiklik anlayışından yanayız. Hükümet Programında, çok tehlikeli sonuçlar doğurabilecek yeni bir laiklik anlayışı ifade edilmektedir. Anayasada, din kurallarının devlet işlerine karıştırılması laiklik ilkesine aykırı sayılmıştır. Evet, hepimiz böyle biliyoruz; ancak, Hükümet Programında bu ilke daha da daraltılarak, kutsal din duygularının devlet işlerine karıştırılması laiklik ilkesine aykırı sayılmaktadır. Din kuralları farklı şey, din duyguları farklı şeydir. Sayın hükümet eğer sehven yazmadıysa, kamu görevi yaparken dinî duygu tezahürünü de laikliğe aykırı sayacak bir yaklaşım içerisindedir; bu, mutlaka tashih edilmelidir. (FP sıralarından alkışlar)
Değerli milletvekilleri, netice olarak, Türkiye, iki yıldır temel hak ve özgürlüklerin baskı altına alındığı bir ülke haline getirilmiştir. Düşünce özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü zedelenmektedir. Hukuk devleti kavramı yara almaktadır. Bazı yargı kararları, kamu vicdanında rahatsızlık oluşturmaktadır.
Evet; bütün bunlardan sonra diyoruz ki, toplumumuz buna layık değildir. Bunların hepsi, bu yanlış gelişmeler, kavgayla değil, aklıselimle gözden geçirilmelidir. Özgürlükler hepimize gereklidir. Hukuk devleti hepimizin ihtiyacıdır. Benim özgürlüğüm, senin özgürlüğündür; benim hukuk devleti güvencem, senin güvencendir.
Sayın milletvekilleri, Başbakan Sayın Ecevit Hükümet Programını okurken, üzerine basa basa "hanımların özel yaşamlarında giyim kuşamlarına karışmak söz konusu değildir; ancak, kamu kurumlarında, türbanın, cumhuriyetin temel niteliklerini hedef alan bir siyasal simgeye dönüştürülmesine karşı, yürürlükteki kurallar uyarınca alınmış önlemler titizlikle sürdürülecektir" diyor idi. Biz de diyoruz ki, lütfettiniz Sayın Ecevit; acaba, sokaktaki hanımlarımızın başörtüsünü yasaklamadığınız için size teşekkür mü etmeliyiz?! (FP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Evet, bu iktidar, evinde, çarşıda, pazarda hanımların kıyafetine karışmayacakmış! Bu cümlenin, koalisyon protokolüne ve Hükümet Programına alınmasından daha büyük bir ayıp olamaz. (FP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Kendinizde hangi hakkı ve yetkiyi görüyorsunuz da, özel yaşamdaki giyim kuşama müdahaleden veya müdahale etmemeden söz edebiliyorsunuz?! Demokratik bir ülkede yaşadığınızın farkında değil misiniz?! (FP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Yöneticilerin, kişilerin özel hayatını düzenleyebildikleri ve bu hakkı kendilerinde gördükleri rejimlere "demokrasi" denilmez, "totaliter rejim" denilir. (FP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Burası Türkiye Cumhuriyetidir; demokratik, laik bir hukuk devletinde yaşıyoruz.
"Kamu kurumlarında, türbanın, cumhuriyetin temel niteliklerini hedef alan bir siyasal simgeye dönüştürülmesine karşı, önlemler titizlikle sürdürülecektir" cümlesine gelince... Kamu kurumlarındaki yasaklama, kamu kurumlarında çalışanlara, yani kamu hizmeti sunanlara mı, yoksa, kamu hizmetinden yararlananlara mı? Protokol ve Programdaki cümle, yasağı her ikisine de getiriyor. Yasak, memurlar için de geçerlidir, bir kamusal hizmeti talep eden, eğitim talep eden üniversiteler ve diğer okullardaki öğrenciler için de geçerlidir. Bu, kendi içinde binbir açmazı olan çağdışı bir yaklaşımdır. Bir kamusal hizmeti talep eden için yasak koymayı programlarsanız, bunun sonu gelmez. Bir devlet hastanesinden sağlık hizmeti isteyen vatandaşa da, nüfus cüzdanı almak için nüfus müdürlüğüne giden yurttaşa da, tapu müdürlüğüne uğrayan yurttaşa da işi uzatır ve işin içinden çıkamazsınız. (FP sıralarından alkışlar)
Diğer bir iddia, türbanın siyasal bir simgeye dönüştürülmesidir. Bu ifade, yasakçılığın bir gerekçesi olarak kullanılmaktadır. Önce, siyasal simge kullanmanın suç sayılması mümkün değildir. Eğer suç sayılsaydı, parti rozeti takan bütün milletvekillerinin ve vatandaşların mahkûm edilmesi gerekirdi. (FP sıralarından alkışlar) Sonra, kimin, başını siyasal bir simge olarak örttüğünü nasıl belirleyeceksiniz? Her başını örtene siyasal simge olarak bunu yapıyor diyemezsiniz. Ne zaman diyebilirsiniz; eğer keramet sahibi olduğunuzu iddia ediyorsanız. (FP sıralarından alkışlar) Eğer bu suçsa, suçların şahsîliği ilkesinin temel bir kural olduğunu unutmayınız. 57 nci Hükümetin Programına kadar yansıyan bu yasakçı anlayışın ülkeye hiçbir faydası yoktur; hiçbir toplumsal sorun yasaklarla çözülemez. Baskı ve dayatmalar, temel görevimiz olan halkın mutluluğunu sağlayamaz.
Bakınız, Sayın Ecevit şu anda yasaklamadan yana en şiddetli tepkileri gösteriyor; ama, samimî inancının bu olduğuna kesin olarak inanmıyorum; pek çok dengenin içinde politikasını böyle belirlemiş durumdadır. Başörtüsü tartışmalarının alevlendiği bir sırada, 1989 yılında, Sayın Ecevit şunları söylüyordu: "Benim düşünceme göre, dünyadaki uygulamalara göre ilk ve orta eğitim çağındaki çocuklara belli bir kıyafet mecburiyeti veya yasaklamaları getirilebilir. Bu, antidemokratik olmaz; ama, yükseköğretim çağına gelmiş kimselere, gençlere ahlak kuralları dışında kıyafet mecburiyeti ve sınırlama getirilemez; isteyen örter, isteyen örtmez. Bazı kimseler diyor ki: "Biz, başörtüsüne karşı değiliz; ama, ideolojik nedenle başlarının örtülmesine karşıyız.' Ben, bu görüşe katılmıyorum; demokrasi varsa, ideolojik nedenler bile söz konusu olabilir." (FP sıralarından alkışlar) Evet, Sayın Ecevit böyle diyordu.
Şimdi, Sayın Ecevit'e, Sayın Başbakanımıza soruyorum: Acaba, şu anda hangi görüşü savunmaktadırlar? (FP sıralarından alkışlar) Evet, bu sözlerin sahibi Sayın Ecevit; inançlara saygılı, laiklik taraftarı Sayın Ecevit, o tarihte tarikatlara bile müsamaha gösteriyordu "tarikatçılığın yasaklanmasına karşıyım" diyordu.
Muhterem milletvekili arkadaşlarım, televizyon ekranlarında üniversiteden görüntüleri birlikte izliyoruz. 18-25 yaşlarındaki başörtülü, başı açık, mini etekli, kotlu öğrenciler, kampus bahçelerinde birlikte el ele dolaşıyorlar, birlikte ders çalışıyorlar, birlikte eğleniyorlar, birbirlerini tehdit ve tehlike olarak algılamıyorlar; hoşgörü dersi veriyorlar herkese, özellikle de bizlere. Bu gençlerimiz Türkiye'nin geleceğidir, bu hoşgörü toplumunu onlar inşa edeceklerdir.
Muhterem arkadaşlarım, benim başörtüsü konusunda yaptığım bu açıklamalardan sonra, bundan önce de olduğu gibi, bazı siyasîler, bazı medya mensupları ve bazı enteller "Fazilet Partililer başörtüsü meselesini istismar ediyorlar, bundan siyasî bir menfaat, çıkar bekliyorlar" diyeceklerdir.
Şimdi, koalisyon ortaklarına teklif ediyorum, sesleniyorum: Geliniz, şu başörtüsü meselesini siz çözünüz. (FP sıralarından alkışlar) Bunun siyasî menfaatı da, çıkarı da, kazancı da sizin olsun. Bilesiniz ki, kamuoyu önüne çıkarak sizleri ilk tebrik edecek, ilk alkışlayacak olanlar da bizler olacağız. (FP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
Değerli milletvekilleri, eğitimin, ülke ve toplum için önemi herkesçe bilinmektedir. Genç kuşakların, çağın şartları ve gelecek için yetiştirilmesi gerekir. Bugün, ülkemizde, ilkokuldan üniversiteye kadar eğitimde özden çok şekille uğraşıldı; tek tipleştirici ve demirperde özentisi politikaların uygulandığı görülmektedir. Günümüz dünyasında, okulöncesinden itibaren, zihinleri açık, kendisi düşünüp karar veren, eleştiren, yeni buluşlar peşinde koşan, donmayan, statik değil dinamik, geleceğe hep umutla bakan insanı hedefleyen metotlar geliştirilmektedir. Ülkemizde ise, tamamen siyasî ve ideolojik yaklaşımlarla eğitim düzenlemeleri yapılmaktadır. Oysa eğitim düzenlemeleri, pedagojik ve eğitim kuralları içinde yapılmalıdır.
57 nci hükümet programında eğitimin acil çözüm bekleyen sorunlarına dair yeterli hiçbir şey yok. Hükümet, sadece, kendisini sekiz yıllık kesintisiz eğitime kilitlemiş bulunmaktadır. Kesintisiz zorunlu eğitimle ilgili kanunu 55 inci ANAP-DSP-DTP koalisyon hükümeti çıkardı. Başta imam-hatip okulları olmak üzere meslekî ve teknik okulların orta kısımlarını bu partiler kapattılar, lise kısımlarını işlemez hale getirdiler. Daha önce her yaşta çocuklarımız yaz tatillerinde, hatta okul saatleri sonrasında, hafta tatillerinde Kur'an kurslarına gitme imkânına sahipken, bunları yasakladılar. Bu yanlış tatbikatla, sanayimize ara eleman yetiştiren sanat eğitimini ve çıraklık eğitimini perişan ettiler. Şimdi, 57 nci hükümet de aynı misyonu devam ettiriyor.
Sayın milletvekilleri, 57 nci hükümetin daha önceki 55 ve 56 ncı hükümetlerin bir devamı olduğunu söylemiştik. 57 nci hükümetin programındaki ekonomik hedefler dikkatlice incelenirse bu nokta yine açıkça anlaşılacaktır; ancak, 57 nci Hükümetin Programı, aynı zamanda, iki yıldır iktidarda olan DSP zihniyetinin ülkemizi ekonomik bir çöküntüye sürüklediğini de açıkça göstermektedir.
Program, maliye politikaları uygulamasında ekonomik canlılığın korunmasının esas olduğunu vurguluyor. Hangi ekonomik canlılıktan, bu canlılığı korumaktan bahsediyorsunuz? İki yıllık iktidarınızda ekonomi çökmüştür, yaprak kımıldamıyor, işyerleri kapanıyor, iflaslar devam ediyor. Ne zaman DSP zihniyeti geldi de ekonomi çökmedi ki! (FP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Milletimiz, Sayın Ecevit'in iktidarlarını hep ekonomik bunalım olarak görmüştür; hatırlamaktadır. Son iki yıl, Sayın Ecevit'in ilk tahribatı değildir. 1970'li yıllarda hükümet olduğunda yine, yoksul halkı perişan etmişlerdi. 1970'lerin Ecevit iktidarı hep yağ kuyruklarıyla, benzin kuyruklarıyla, karaborsa ve yokluklarla hatırlanmaktadır. (FP sıralarından alkışlar) Şimdi, iki yıldır bu zihniyet yine işbaşındadır. Bu güzel ülke, yine, yangın yerine dönüştürülmüştür.
Yine 57 nci hükümet programında "ülkemizin en temel ekonomik sorunu, içborçlarımızın vadelerinin kısalığı ve faiz oranlarının yüksekliğidir" deniliyor. Görülüyor ki, ülkemizin en temel ekonomik sorununu, iki yıllık iktidar döneminizin sonrasında nihayet anlamış bulunuyorsunuz. (FP sıralarından alkışlar) Ülkeyi iki yıldır borç faiz batağına siz sürüklediniz. Yoksul halkın, ekmek, tuz, şeker, zeytin, peynir alırken fiyatlara karışmış olarak ödediği vergileri, tüm diğer vergilerle birlikle bir emmebasma tulumba gibi faizcilere, rantiyeye faiz olarak aktardınız. 4 katrilyon lira olarak devraldığınız içborç stokunu, iki yılda 4 katına çıkardınız; bugün içborç stoku 16 katrilyon liraya çıkmıştır. Türkiye'nin geldiği nokta ortadadır; dışborç 100 milyar dolar -bugün, Plan ve Bütçe Komisyonunda aşağı yukarı 103 milyar dolar diye ifade ediliyordu- içborç 39 milyar dolar, Ziraat ve Halkbankası görev zararı 10 milyar dolar da eklenince toplam borç 150 milyar dolar.
Toplam borç stoku gayri safî millî hâsılanın yüzde 73'ü düzeyine çıkmıştır, uluslararası piyasalarda kabul edilebilir borç limiti, gayri safi millî hâsılanın en fazla yüzde 60'ıdır. Türkiye, uluslararası standartların üzerinde bir borç batağına saplanmıştır. Ama, aynı zamanda faiz oranlarını da yükselttiniz. 1998'in ikinci yarısında yaptığınız içborçlanmadaki ortalama faiz oranı yüzde 140 olmuştu. 54 üncü Refahyol Hükümeti, borçlanma ve faiz politikalarında kararlı bir mücadele programı ortaya koymuştu, bunu, yıllık programda açıkça siz de itiraf ediyorsunuz. Geldiniz, Refahyolun programını terk ettiniz, azalmaya başlayan faizleri artırdınız. Rakamlar ortadadır; 1996'da bütçe giderlerinin yüzde 32'si faiz ödemelerine giderken, Refahyol'un hazırladığı 1997 bütçesinde bu oran 10 puan düşmüştü; bu kararlılığı terk ettiniz, sonunda, 1998 giderlerinin yüzde 40'ını faiz olarak ödediniz.
Sayın Başkan, muhterem arkadaşlarım; bana ayrılan zaman dolmak üzere, bu itibarla, ekonomiyle ilgili olarak daha ekleyeceğim bazı hususları ifade edemeyecek durumdayım. En son şunu ifade etmek durumundayım: Gelir dağılımında korkunç bir adaletsizlik var, bölgelerarası kalkınmışlıkta da, yine aynı şekilde çok büyük dengesizlikler var. Bir bakıyorsunuz, kişibaşına millî gelir Kocaeli'nde 7 bin dolar civarında, buna mukabil, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da 600 ile 700 dolar civarında dolaşıyor. 56 ncı hükümet döneminde Sayın Ecevit, Diyarbakır'a da giderek, Doğu ve Güneydoğu Anadolu için bir paket açmış idi ve o zaman ifade edildi ki, bu bölgeye 40 trilyon liralık bir imkân tahsis edilmektedir. Bu 40 trilyon dediğiniz nedir muhterem arkadaşlarım? Şu anda, her gün, faizcilere ödemekte olduğumuz faiz, 30 trilyon liradır; yani, birbuçuk günlük faiz parası, doğu ve güneydoğuya layık görülmüştür; ancak, o da, bugüne kadar ödenememiştir. (FP ve DYP sıralarından alkışlar)
Evet, devri iktidarınızda, yabancı sermaye girişi, 1998 itibariyle, gerileyerek 1 milyar dolar seviyesinde kalmıştır. Buna karşılık, 1998'in ikinci yarısında, piyasadan, yaklaşık 7 milyar dolar dışarı kaçmıştır ve sizler, dışarıya kaçan paraları değil, dışarıdan gelen paraları, rengi yeşil mi, kırmızı mı diye, hep ısrarla takip ettiniz. (FP sıralarından alkışlar)
Tüm bu yanlış politikalarınız sonucu, işsizlik korkunç boyutlardadır. 1998 yılında 23 milyon olan aktif işgücü, 2003 yılında 25,5 milyonu aşacaktır. Böylece, her yıl 500 000 kişiye yeni istihdam ihtiyacı doğarken, mevcut işsizler ordusundan da en az 500 000 kişi olmak üzere, her yıl yaklaşık 1 milyon kişiye aş ve iş bulma zorunluluğu vardır. Yanlış ekonomik politikalarınız sonucu, işsizler ordusuna, 1998 yılında, 500 000 kişi daha işten çıkarılarak eklenmiştir. Aktif nüfusun yaklaşık yüzde 20'si işsiz, diplomalı gençlerin üçte 1'i boştadır. Memur, çiftçi, işçi, emekli, dul, yetim, esnaf, özet olarak dargelirli, geçim sıkıntısı içerisindedir. 13 milyon vatandaşımız, açlık sınırında yaşamaktadır. İki yıllık iktidarınızda, tüm gelir gruplarının reel geliri azalmıştır.
Evet, enflasyonu kontrol ettik diyorsunuz; bizim için en önemli husus, mutfaktaki enflasyondur. Devlet İstatistik Enstitüsünün verilerine göre, ekmek yüzde 100, kıyma yüzde 217, pirinç yüzde 125, zeytin yüzde 124, tavuk eti yüzde 185, kurufasulye yüzde 173, margarin yüzde 87, beyazpeynir yüzde 91 zamlanmış. İşte, gerçek enflasyon budur. Hele hele, böyle, toptan eşya endeksleriyle yüzde 50'ye indirdik diye, vatandaşa takdim etmenizi tasvip etmek, elbette mümkün değildir.
MAHMUT ERDİR (Eskişehir) Doğru değil...
BAŞKAN Lütfen, hatibe müdahale etmeyelim efendim.
MEHMET RECAİ KUTAN (Devamla) Evet, dışpolitikayla ilgili olarak, sadece şu hususu arz etmek istiyorum: Diplomatik ilişkilerimizde, ülkemizdeki terör hareketlerine destek veren ülkelerle olan ilişkilerimiz titizlikle gözden geçirilmeli, durumu önleyici ve düzeltici tedbirler alınmalıdır. Halen mahkemesi devam eden Apo'nun açıklamalarından, bazı Avrupa devletlerinin PKK terörüne ne ölçüde destek verdiklerini ibretle ve dehşetle öğrendik. Görülüyor ki, bu devletlerin gözünde, teröristbaşı Öcalan bir kurtuluş savaşçısıdır. Bu iddiada bulunanlar, gerçek kurtuluş savaşçılarının kimler olduğunu çok iyi bilirler; çünkü, vaktiyle, bu mübarek toprakları işgal eden sömürgeciler, emperyalistler, Haçlı sürüleri ve onların teşvikçileri, bu aziz milletin her ferdinin, nasıl birer kurtuluş savaşçısı olduğunu çok yakından gördüler. İnanıyorum ki, o kurtuluş savaşçılarından yedikleri köteğin tadını da hâlâ unutmamışlardır. (FP sıralarından alkışlar)
Saygıdeğer milletvekilleri, sözlerime son vermeden önce, aziz milletimizin huzurunda, şu hususları bir kere daha vurgulamakta fayda görüyorum ve herkese çağrıda bulunuyorum: Geliniz, siyaseti kavga konusu yapmaktan, kısır çekişmelerden arındıralım, siyaseti, millet yararına yapılan bir hizmet yarışı olarak görelim. (FP sıralarından alkışlar).
Evet, netice olarak arz edeceğim husus; baştan beri açıkladığım sebeplerden dolayı, Fazilet Partisi olarak 57 nci hükümete güvenoyu vermeyeceğiz.
Konuşmamın sonunda, ülkemize ve aziz milletimize aydınlık yarınlar diliyorum. Siz değerli milletvekili arkadaşlarımı ve televizyonları başında bizleri izleyen sevgili vatandaşlarımızı sevgiyle saygıyla selamlıyorum. (FP sıralarından "Bravo" sesleri, ayakta alkışlar)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, üçüncü söz sırası, Doğru Yol Partisi Genel Başkanı Sayın Tansu Çiller'e aittir.
Buyurun efendim. (DYP sıralarından ayakta alkışlar)
DYP GRUBU ADINA TANSU ÇİLLER (İstanbul) Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin çok değerli üyeleri, televizyonlarının başında bugün bizi izleyen çok değerli vatandaşlarım; şahsım ve partim adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sandıktan yeni çıkmış Meclisin huzurunda, bu Meclisten çıkmış yeni hükümetin başta Başbakan olmak üzere bütün üyelerini kutluyorum. Bu yüzden, bu hükümeti, milletimiz ve demokrasimiz açısından da bir kazanç gördüğümüzü ifade ederek başlamak istiyorum; çünkü, 57 nci hükümet, her şeyden önce, millet iradesine dayanmaktadır; bu, bir önceki yasama döneminden sonra yeni bir demokratik başlangıçtır.
Umuyoruz ve diliyoruz ki, bu hükümet, yeni demokratik kazanımlarla, bu ülkenin gerçek sorunlarına çözümler arasın; halkın acil beklentilerine çare bulsun; hem içinden çıktığı Meclisin hem de bütünüyle siyasetin itibarını iade etsin.
Umuyor ve diliyoruz ki, bir olgunluk içinde geçen seçimlerden sonra siyaset bir arınmaya ve tazelenmeye fırsat bulsun. Bu yüce millete yakışan, onun hakkı olan olgunluğu ve demokratik seviyeyi hep birlikte yakalayalım.
Bu düşünce ve temennilerle, 57 nci Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine yüksek huzurlarınızda başarılar diliyorum. (DYP ve DSP sıralarından alkışlar)
57 nci hükümet zor bir dönemde işbaşına gelmiştir. Demokraside, iktidarın yanında bir de muhalefet vardır. Bizim görevimiz, millî meselelerde devlet işinde, millet işinde hükümete destek olmaktır; yanlışlarını, hatalarını gördüğümüz zaman da eleştirmektir. Biz, bu görevi, Türkiye sevdasının ışığında, yüksek bir sorumluluk bilinciyle yerine getireceğiz; pozitif siyaset anlayışı içinde yerine getireceğiz.
Umuyoruz ve bekliyoruz ki, Türkiye'yi bugün krizin ortasına getirip bırakan bir dönem, seçimlerle birlikte sona vermiş ve yeni bir dönem başlamış olsun.
İtiraf etmek gerekir ki, ortaya çıkan hükümet kompozisyonu, bu hükümet içinde ortakların iş bölümü, ülkeyi son iki yıldır yönlendiren ekonomi yönetiminin ve anlayışının devamı görüntüsündedir. Bu açıdan, ekonomide bir durum tespiti yaparak, çözüm noktalarına özellikle işaret etmeyi pozitif siyasetin bir gereği olarak değerlendiriyorum.
Ve yine itiraf etmeliyim ki, açıklanan Hükümet Programında, milletin acil çözüm bekleyen ekonomik sorunlarına somut olarak değinilmemiş olması, bizi, böyle bir ihtiyaca yönlendirmiştir.
Çok değerli milletvekilleri, hepimiz biliyoruz ki, iktisadî analizde durgunluk vardır, bir daralma mümkündür; Türkiye, böyle bir daralmayı yaşıyor. Onunla birlikte, yine, hepimiz gayet iyi biliyoruz ki, Türkiye, aynı zamanda bir enflasyonu, hatta yükselen bir enflasyonu eşanlı yaşıyor; hem enflasyon hem de daralma; buna, kısaca stagflasyon diyebiliyoruz. Bu, olabileceklerin kötüsüdür.
Şimdi, nasıl oldu, bu olay nasıl gelişti, Türkiye'de bunun çözümleri var mı, buna değinmeyi, buna işaret etmeyi görev biliyorum. 1995, 1996 ve 1997 yıllarında yüzde 7,8 ile OECD birincisi olan bir Türkiye, büyümede rekor üzerine rekor kıran bir Türkiye ve son yıl içerisinde hedefi aşağı çeken 55 inci hükümet. Bu hükümet, hedefi, açıkça yüzde 4'lere çekeceğini beyan etmiştir ve bununla birlikte şimdi görüyoruz ki, bu yılın başı itibariyle, ilk dört ayı itibariyle büyüme yüzde 1. Daha vahim olanı, imalat sanayiindeki büyümenin eksi yüzde 7'ler düzeyine inmiş olmasıdır; daralan bir Türkiye, işsizlik içerisinde kıvranan bir Türkiye. Her sektör, aşağı yukarı çekici bütün sektörler krizdedir. Otomotiv sanayiinde, aşağı yukarı daralma yüzde 39, beyazeşyada yüzde 35, otomotiv, elektronik ve bütün inşaat sektörü -konut dahil- ciddî bir çöküşü açık bir biçimde yaşıyor; kapasite kullanımı yüzde 70'lere gelmiş. Yüzde 90'lar seviyesinden sonra ancak enflasyonist baskı kuran bu oran yüzde 70'lere çok kısa bir dönemde inebilmiş ve bu konumda enflasyon; öğreniyoruz ki, enflasyon, âdeta Türkiye'yi dünya birinciliğine doğru götürüyor; şu anda ikinci -çok az bir farkla- olan ülkemiz, dünya birinciliğine namzet.
Yirmi yıldan beri enflasyonun ortalamasının yüzde 60 olduğu bir Türkiye'de enflasyonun düştüğü iddia edilebilmiştir ve öyle ki, bugün toptan eşyanın yüzde 50 ve tüketici fiyatlarının yüzde 63 olduğu ülkemizde yirmi yıldan beri böyle gelen bir enflasyonun toptan eşyada yüzde 50'lere düşmüş olduğu görüntüsünün yapay bir aritmetik olduğu açıkça bellidir. Nereden bellidir; çünkü hepimiz biliyoruz ki, özel sektördeki fiyat artışları yüzde 4 iken geçen yıl yüzde 2,6 civarında dondurulmuş, bilinçli olarak bırakılmış; kamu kesiminin enflasyon yükselmesi, elbette, yapay olarak toptan eşyayı geride imiş gibi göstermiştir. Bu yıl tekrar gerçek dengeler ortaya çıkmaktadır ve bütün bunların içerisinde hepimiz bilmeliyiz ki, petrol fiyatlarının düşmüş olmasına rağmen -24 dolardan 12 dolara- Türkiye enflasyon birincisi, dünya şampiyonu bir kademede kendi akıbetini belirleyebilmiştir. Bu, açıkça, bir stagflasyondur. Büyüme içerisinde değil, daralma içerisinde fiyatların yükseldiği bir ortamdır.
Türkiye acaba buraya bir krizle mi gelmiştir; bu iddia edildi. Açıkça ve net olarak söylüyorum, şimdi herkes de görüyor, bu böyle değil. Asya krizi ortaya çıktığı zaman, bunun ticaret dengesine etkisinin ancak yüzde 2'lerde olabileceğine işaret etmiştik. Nitekim, eğer o krizin etkisi olsaydı, bugün o krizin başını çeken Malezya olsun Güney Kore olsun, bir büyüme sürecine girmişlerdi; o zaman bizi çıkarırlardı, bu daralmadan çıkarırlardı.
Bugün, biliyoruz ki, Malezya, IMF'nin her dediğinin tersini yapmış olmasına rağmen, Eurobanktan 1 milyar dolarlık bir dış borçlanmayı bir anda bulabilmiştir. Bugün, yine, biliyoruz ki, kriz içerisinde olan Güney Kore -çoğunlukla Japonya'nın arkasından gelen bu ülke- bugün, yüzde 5'lik bir büyümeyle karşı karşıyadır; ama, Türkiye, daralma sürecinde, daralmanın da ötesinde, âdeta, sanayinin çöküş noktasındadır. Böyle bir durumda, bu büyümenin krizle ilgisi olmadığını, daralmanın bununla ilgisi olmadığını, bunun bir hedef olarak tayin edildiğini ve Türkiye'deki krizden önce, dünya krizinden önce, iç talep düşmesinin 1998 yılında açıkça ortaya çıktığını biliyoruz. Eğer, bu, böyleyse, bu, bilinçli bir seçimdir. Onun için, özellikle bu noktanın üzerinde durma gereğini görüyorum.
Şimdi, böyle bir ortamda -ayrıca içeride satamıyorsunuz- iç talebi bilinçli olarak daraltmaktasınız. Niye; çünkü, çiftçiye vermiyorsunuz, esnafa vermiyorsunuz, KOBİ'lere vermiyorsunuz, işçiye vermiyorsunuz, memura vermiyorsunuz, emekliye vermiyorsunuz. Kim alacak? Hiç kimse yok; iç talep daralacak. Peki, o zaman üretimi nereye satacaksınız; dışarıya, umutla dışarıya... Dışticaret, ihracat... Peki, o ne durumda; ondaki durum daha da vahim. Bakın, 1995, 1996, 1997 yıllarında ihracattaki artış, ortalama yüzde 16'dır Türkiye'de. Bu yıl itibariyle ihracatımıza baktığımız zaman, gördüğümüz şey, ilk dört ay içerisinde vahimdi, yüzde 10,4'lük bir daralma... Mayıs ayı itibariyle yüzde 12,4'lük bir daralma... Bu, dışarıya da satamayan bir Türkiye demektir. İçeride satamıyorsunuz, dışarıya da satamıyorsunuz. Nasıl oluyor bu, neden oluyor bu, hangi mallarda oluyor bu; aşağı yukarı her alanda bunu görmek mümkün, aynı zamanda da geleneksel olarak, mesela tütünde yüzde 71, yüzde 40 deri mamüllerinde, yüzde 40 fındık ve fındık mamüllerinde, her alanda, gerek gıda sanayii gerek tekstil gerek konfeksiyon gerek metal dışı, bütün ürünlerde, her alanda bir ciddî daralma... Türkiye içeride satamıyor, Türkiye dışarıda satamıyor ve bu IMF'nin dikte ettiği bir program. Yıllarca, aylarca Türkiye, IMF'den 40 milyar dolar bulacağız umuduyla ve yalanıyla oyalanmıştır. (DYP sıralarından alkışlar)
Bunun nedenlerine kısaca girmek isterim. Eğer, bir ülkede finansman, döviz üzerinden yüzde 20'lere çıkmışsa, o ülkede ihracat yapılamaz. Ama, daha vahim gördüğüm bir husus, bu modelin dikte edilmiş olmasıdır. En ufak bilgi sahibi olan bir kişi bilir ki, çipa olarak dövizi kullanırsanız ve eğer o ülkede bütçe açığı varsa ve bu bütçe açığı kapanmıyor, yükseliyorsa, sizin kullandığınız bu döviz kuru, mutlaka ihracatı düşürür. IMF açık bir biçimde dövizdeki artışları bir kur endeksine bağlamıştır ve o kur endeksi toptan eşyalara da bağlıdır. Toptan eşya fiyat endeksi ise, açıkça, baskı ile aşağıda tutulan bir endekstir. Böyle bir durumda ihracatın -çok uzunca bir süredir- düşeceğini ifade ettik.
Türkiye'nin programda görmek istediğimiz önemli meselelerinden bir tanesi özelleştirme idi; 55 ve 56 ncı hükümetin özelleştirme hedefi 12 milyar dolardı. Yapabildikleri, eğer PTT'nin T'sini dışarıda bırakırsanız, lisans anlaşmalarını bırakarak ellerinde bıraktığımız 1 milyar doları bırakırsanız eğer, sadece 1 milyar dolar olmuştur. 12 milyar dolar nerede, 1 milyar dolar nerede?!
Bununla ilgili ne yapılacak; bu belli değil. Hepimiz biliyoruz ki, POAŞ, Deniz Nakliyat, Türkbank, skandallarla ve değişik iddialarla durdurulmuş ve bütün özelleştirme tıkanmıştır. Bu konuda acaba ne yapılacaktır?.. (DYP sıralarından alkışlar)
KOBİ'lere ilişkin en ufak bir işaret dahi yok. Birkaç ay önce Uşak'taydım. Uşak, battaniye ve halı merkezidir, aynı zamanda da, deri merkezidir. O gün itibariyle, buradaki 380 fabrikadan sadece 40'ı açık kalabilmiş. Bunun da birçoğunun daha geçen aylar içerisinde kapandığını duydum. Aynı zamanda, bakın, Gaziantep'te durum böyledir, Hatay'da böyledir, Kahramanmaraş'ta böyledir... KOBİ'nin merkezi olan Anadolu'nun bütün illeri bugün ciddî bir çöküş içerisindedir. Doğuya o tekstil fabrikalarını kolay götürmedik; yepyeni fabrikaların hepsi teker teker kapanma sürecine girmiştir.
Esnafımız çok ciddî zorluklar içindedir; küçümsenecek bir olay değildir. Esnaf, işçi alabilen, işçiyi istihdam eden bir kesimdir. Bunun tümüyle tıkandığını görüyoruz.
Bu arada, peşin vergi konusunda ne yapılacağı, ülkeyi âdeta kilitleyen bir soru haline gelmiştir. Açıkça söylüyorum; bu peşin vergi, Türkiye ekonomisini açıkça çökertmektedir ve Doğru Yol Partisi olarak, bunun kaldırılması için bir yasa tasarısını en kısa zamanda Meclise indirmeyi bir görev addediyoruz. (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
Çöktü ve kriz var denilen bir ortamda Laleli'ye gittik, işaret ettik; dedik ki, Laleli'yi kapamayın, Laleli'yi çökertmeyin; Rusya bir büyük imkândır. Dünya krizi içerisinde, Rusya, aslında, daha az kaliteli malları almaya yönelik bir tıkanış içindedir. Türkiye bundan faydalanmalıdır. Üzülerek görüyorum ki, Laleli, bugün, Çin'e kaymıştır ve Türkiye, bir fırsatı daha açıkça kaybetmiştir.
Turizm, bir istihdam kapısıdır. Turizmde, bugün, 2 milyar doları, Türkiye, bugünden ne yaparsa yapsın kaybetmiştir. Son birbuçuk iki ay içerisinde çıkarılmış olan işçi 50 000 düzeyine varmıştır. Bu işin siyasî tarafı yoktur. Siyasî tarafı olsaydı eğer, 1994-1995 yıllarında, Türkiye ekonomisi krizdeyken ve aynı zamanda bir büyük PKK mücadelesi yapılırken, kesilen, bıçak gibi kesilen turistleri hemen gidip getirmek imkânı olmazdı. O gün, hatırlayacaksınız, bir Başbakan statüsünde olan bizler, gidip, tur operatörlerini bizzat Türkiye'ye getirmiş ve bir anda turizm patlamasını Türkiye'nin gündemine yeniden taşıyabilmiştik. (DYP sıralarından alkışlar) Bugün, tur operatörleri bir teşvik bekliyor; en ufak bir laf, en ufak bir sözcük, bunlarla ilgili, geçmiyor. Düşündürücüdür ki, Türkiye, bugün, IMF'den 2-3 milyar dolar bekliyor; ama, turizm gibi bir istihdam kapısı, bir döviz kapısı sadece birbuçuk ay içerisinde 2 milyar dolarını, Türkiye'nin, alıp götürebilmiştir.
Bankacılık sektörüne ilişkin bazı meseleler gündemde. Bunu söylerken, şu meseleyi de açıkça ifade etmek istiyorum ki, bütçe düzelmeden bankacılık sektörüne bakmak mümkün değildir. Bugün, bütçede bir çöküş görüntüsü vardır. Nasıl var; o büyük vergi reformu dediğimiz şeyden sonra verginin artışı yüzde 44 civarında, giderlerdeki artış ise yüzde 81; arada, bir büyük açılım gündemde. Bütçe, giderek daha büyük açıklar veriyor. Diyeceksiniz ki, faiz... Doğrudur, bu faize bu açık verilir; ama, daha vahim olan tarafı, faizin bütçe açığına katkısı yüzde 50'ler düzeyindeyken, asıl, sosyal güvenlik kurumlarının etkisi bunun üç misline, yüzde 160'lara çıkmıştır. Bununla ilgili ne yapılacak? Hangi uyum sağlanabilmiştir? Özellikle aktif-pasif oranlarının yüzde 2'ye 1'den yüzde 4'e, 1'e çıkarılması, bir hedef olarak konulmalıdır; ama, bunun nasıl yapılmasının çok çeşitli yolları vardır, Türkiye'nin gündeminde olan meselelerden bir tanesi de budur.
Bütçe açığının 1,3 katrilyondan -bir evvelki yıl aynı dönem itibariyle- bu yıl 3,5 katrilyona çıktığını görüyoruz. Bu, geçen senenin, bir yılın açığına aşağı yukarı eşittir. Bunun anlamı, her ay 1 katrilyonluk bir açık demektir. Bu, Türkiye'nin giderek bütçesinin tümüyle kontrolden çıkmasının yanında, içborç stoklarının da geometrik olarak yükselmesi demektir. Bakın, 1997 yılında 6 katrilyon olan içborç, 1998 yılı sonu itibariyle 11 katrilyona çıkmış; ancak, dört ay içerisinde 16 katrilyona çıkabilmiştir; bir geometrik yükselme gündemdedir. Türkiye'nin içborçları halen de oran olarak millî gelire yüksek değildir; ama, bunun içerisindeki en önemli mesele, vadelerin de kısalmış olması ve faizin reel faiz olarak Türkiye'yi dünya ikincisine taşıyabilmiş olmasıdır.
Bu arada, bütün istihdamı götürecek olan emlak kesiminin de çöktüğünü, bunun da verginin sonucu olarak gündeme geldiğini ortaya koymayı bir vazife biliyorum.
Bugün, Türkiye, herşeyi bırakarak tek bir şeyi halletmek mecburiyetindedir, o da, işsizlik, işsizlik, işsizlik. (DYP sıralarından alkışlar) Gençlerimiz ciddî bir sıkıntı içerisindedir. Bununla ilgili bir atılıma ihtiyaç vardır. Şimdi, çözümleri açıkça ifade ediyorum: Birincisi, IMF'nin dikte ettiği programlardan hemen kurtulun; hemen kurtulun... (DYP sıralarından alkışlar) Burada, IMF'nin söylemiş olduğu programları uygulayan ülkelerin yüzde 80'e yakını çökmüştür. Bu, bir iktisadî bilgidir; yüzde 80'e yakını çökmüştür. Daralarak, Türkiye'nin enflasyonu aşağı çekmesi mümkün değildir. Türkiye'nin gündeminde tek bir yol vardır; bu da, büyümeyi yükselterek enflasyonu aşağı çekebilmektir; Türkiye'nin tek çıkarı da budur. Dolayısıyla, bu konuda, IMF'yi değil, Türkiye'nin gerçeklerini dinlemekte yarar vardır.
Bu yapılabilir mi? Evet, bu yapılabilir. Ne zaman yapıldı bu? Bakın, 1994 krizinde, eksi 6 büyümeden, birbuçuk yıl içinde, Türkiye, artı 8'e çıkarken, aynı zamanda da, yüzde 146 olan enflasyonunu 65'e çekebilmiştir; yani, büyümeyi eksiden yukarı çekerken, enflasyonu da yüzde 146'lardan 65'e bir yıl içerisinde çekebilmiştir.
İkincisi, yine IMF'nin dikte etmiş olduğu bu kur politikasını çipa olarak kullanmaktan vazgeçin. Bunun en önemli göstergesi, özellikle ihracattaki düşmedir; ama, sadece ihracatta değil, aynı zamanda ithalatla rekabet eden sanayideki daralmanın önemli nedenlerinden bir tanesi de kur politikasıdır. Mutlaka, Türkiye'nin, toptan eşyaya değil, tüketici eşya endeksine, fiyat endeksine endekslenmesi, kur politikasını buna göre ayarlaması hayatî bir hale gelmiştir. Neden; çünkü, bütün doğu, ihracat yapan Doğu Asya ülkeleri, yüzde 40'lık bir devalüasyon yapmış, bunun yanında, Avrupa'da, özellikle Yunanistan'da ve İspanya'da, bize rakip ülkelerde ise, yine devalüasyon gündeme gelirken, Türkiye'nin rekabet gücü, bu kur politikasıyla, yaklaşık yüzde 50'lere yakın bir kayba uğramıştır.
Bir diğer mesele, Türkiye'de içe kapanmadır. Türkiye, hızla, bu konumdan uzaklaşmalıdır. Bütün krize giren ülkeler, Malezya olsun, Endonezya olsun, Güney Kore olsun, hatta Brezilya olsun, dünya kamuoyunun ve dünya bilgilisinin ortaya koyduğu gerçek şudur ki, bu ülkeleri bu krize götüren esas payda, ortak payda bunların bir ahbap çavuş demokrasisiyle yönetiliyor olmasıdır. (DYP sıralarından alkışlar) Kayırmacılık, bu ülkelerde, çeşitli kurumlara belirli imkânları çeşitli çıkarlar çerçevesinde verme, seçilmiş firmaları, âdeta birer özel sektör KİT'leri haline getirme, rekabetten uzaklaşma, bu ülkelerdeki çöküşün esas nedenleri haline gelmiştir. İtiraf etmek gerekir ki, Türkiye'nin bugünkü görüntüsü Asya ülkelerini krize götüren şartlara ve düzene yakın bir görüntü vermektedir.
Sistemin yenilenmesi ve şeffaflaşması esastır. Biz, bu gerçeği görerek, 1994 yılında, Doğru Yol Partisi iktidarının döneminde, o zaman büyük oranda Başbakan emrinde olan ve miktarları katrilyonlara varan fonları Maliye denetimine verdik; bu, çok önemli bir evrimdi. Sonra, yine, büyük ölçüde Başbakan emrinde olan nakit teşvikleri kestik, kaldırdık. Bu, şeffaflaşmanın önemli adımlarından biriydi; ancak, son yıllarda sistemin bugün geldiği noktada ciddî bir yenilenmeye ihtiyaç vardır. Seçim öncesinde özel seçilmiş birkaç kuruma katrilyonluk kaynak aktarılırken, devletin imkânları birkaç seçilmiş kuruma âdeta seferber edilirken, çiftçiyi, esnafı, KOBİ'leri ezen, işçi ve memuru, çiftçiyi, emekliyi görmezden gelen, ekonomideki ahbap çavuş demokrasisi anlayışı artık hızla değiştirilmelidir.
Bu bağlamda, DYP olarak, biz, şeffaflaşmaya imkân tanıyan, siyasî ahlak normlarını çağdaş demokrasi normlarına oturtan her türlü anlayışa, uygulamaya ve yasaya her türlü desteği vermeye hazırız. (DYP sıralarından alkışlar)
Hatırlanacağı üzere, antitekel yasasını, 1994'te DYP iktidarı döneminde çıkarmıştık. Bununla birlikte Rekabet Kurulunu da kurduk. Bunun iyi uygulanması esastır. Ayrıca, büyük ve küçük sermaye için, haksız rekabeti önleyen antitekel yasalarının genişletilmesine ve günümüze uygun hale getirilmesine destek vermeye de hazırız. Bu, ekonomide çağdaş demokrasinin, haklı rekabetin ve gerçek şeffaflaşmanın bir gereğidir.
Değerli milletvekilleri, tarım, Türkiye'nin kanayan bir yarasıdır. Yüzde 46 çalışan, nüfusu besleyen kesim tarımdır; ancak, millî gelirden, yüzde 12'lik bir pay almaktadır.
Şimdi, acilen, hasat zamanı, 1,2 katrilyon paraya ihtiyaç var; ancak, görüyoruz ki, bütçede, 265 trilyonluk bir ödenek ayrılmış. Geçen sene tarım kesiminin yükü 2 katrilyon; bu yıl en az 3 katrilyon olması beklenir, 4 katrilyon olması doğaldır. Böyle bir ortamda, geçen yıl özellikle kamu bankalarına giden büyük ölçüdeki yönlendirme yüzünden finansman açığı 6 katrilyon civarına varmıştır.
Stoklar, ciddî bir yönetim eksikliğini ve yanlışını ortaya koymaktadır. Bakın, pamuk ve ayçiçeği birlikleri ağzına kadar stokla doludur. Fındıkta Fiskobirlik stoktan geçilmiyor; şeker fabrikasında 1,5 milyon tonluk şeker stoku var, 280 dolar fiyatı bunun, 780 dolar fiyatı bunun dış dünyada; 208 dolar... Uluslararası fiyatta tam tersi, uluslararasında 780... Bakıldığı zaman, bunun arasındaki farkın görev zararı olarak bütçeye konulması gerekecek; bunun da karşılığı yok.
Türkiye, özellikle, Toprak Mahsulleri Ofisi açısından ciddî bir çöküşü yaşamakta. Burada, hem devleti hem de üreticiyi mağdur eden anlayışa işaret etmeyi bir görev biliyorum. Türkiye'de, Toprak Mahsulleri Ofisi bir regülatör konumunda olmalıdır. Nedir bu? Başını çekeceksiniz; yani, bir fiyat verip, o fiyatı çekeceksiniz. Toprak Mahsulleri Ofisi, son iki yıldır, özellikle alıcı konumuna gelmiş ve stoktan geçilmezken, üreticiye de rekabet eder konuma getirilmiştir. Üreticinin tam satacağı zaman, maliyet altında Toprak Mahsulleri Ofisi satarak, üreticiye rakip hale getirilmiştir. (DYP sıralarından alkışlar)
Fiyatlar ve maliyetler arasındaki fark giderek açılmaktadır. Bakın, maliyetlerde yüzde 32-42'de bıraktığımız faiz, kâğıt üzerinde yüzde 76 gözüküyor. Ancak, bunun, aslında, yüzde 110'lara kadar çıktığı bir gerçek. Aynı zamanda, gübre sübvansiyonunu yüzde 50'lerde bıraktık; yüzde 19'lara, yüzde 17'lere kadar çekildi.
Maliyetlerde ciddî yükselmeler var; yüzde 200'lere varan maliyet ziraî kesimi ezmekte ve böyle bir ortamda Vergi Yasası çıkıyor. Vergi Yasası, kendi hasadını kendi traktörüyle yapan bir üreticiye, bir ziraî kesimdeki çiftçiye defter tutma zorunluluğu getiriyor... Bunu anlamak mümkün değil ve yine, bakıyoruz ki böyle bir konumda Hal Yasası çıkıyor, üreticiyi mağdur ediyor ve böyle bir ortamda, yine, özellikle tabiî afetlerden zarar gören çiftçiler tamamen safdışı bırakılıyor... Bunların her biri, bir maliyet artışına götüren değişkenlerdir. Böyle bir ortamda, fiyat artışlarının yüzde 44'lerde kalacağı ifade ediliyor.
Çaya 118 000 lira verildi; yüzde 18'lik bir artış. Bunu, üreticinin kabul etmesi mümkün değil.
Hemen arkasından hububat geliyor; 115 000 lira, maliyeti ancak karşılayacak bir rakamdır. Bugünlerde, hükümetin, bu konuda ne yapacağını bütün çiftçi kesimi merakla beklemektedir ve biz de, elbette, bunun takipçisi olacağız.
Pamukta, 20 sent halen verilebilmiş değildir ve bütün bunların yanında, çok üzülerek görmekteyiz ki, 270 milyon dolar, bizim kendi pamuk üreticimize verilmeyen bu miktar -1 katrilyondur, bütçe açığının yaklaşık dörtte 1'idir- ithalata ödenmiş ve bizim çiftçimize verilmeyen, kendi öz çiftçimize verilmeyen, Suriye'nin ve Yunanistan'ın üreticilerine, götürülüp, ceplerine konabilmiştir. (DYP sıralarından alkışlar) Açıkça bir bilgisizlik görülüyor.
Şimdi, çözüm önerilerine ve bunun nasıl çözülebileceğine gelmeyi de bir borç biliyorum.
Bakın, hem devlet mağdur hem de üretici mağdur. Bunun çözümü açıktır, bu uygulanmıştır; dünya fiyatlarından hiç şaşmayacaksınız. Eğer pamukta dünya fiyatları verip, onun üzerine primi verebilmiş olsaydınız, dünya fiyatlarında olduğu için, ucuz diye dışarıdan ithal etmek gereği olmazdı; aynı zamanda da üreticinin ihracat imkânları açılırdı, prim ise, refah payı olarak verilirdi. Bunu daha önce biz uyguladık; buna bakmak yeterli.
Onun ötesinde, Toprak Mahsulleri Ofisi... Bir yandan alacaksınız, devamlı yüksek fiyatla alacaksınız, dünya fiyatlarının üzerinde alacaksınız, sonra, maliyetlerin de altında satarak üreticiye rakip olacaksınız... Hem stokları yükselteceksiniz hem de üreticiyi çökerteceksiniz... Bunların hepsi eğer bilgisizlikten değilse yönetim anlayışındaki savurganlıktandır. (DYP sıralarından alkışlar)
Vergi Yasasının hızla değiştirilmesi, âdeta, bir gerekliliğin de ötesinde, bir zaruretin de ötesinde, çıkışın yegâne yolu haline gelmiş durumdadır. Aynî kredilerin yerine, artık, nakdî kredileri vermek de çiftçi kesimi açısından gereklilik arz etmektedir.
Ürün borsalarının kurulması ve işlemesinden bahsediliyor; eğer, dünya fiyatları yoksa, bunun da yapılamayacağı gerçektir.
Değerli milletvekilleri, eğer, Türkiye ekonomisi bu kadar bozuksa, Türkiye ekonomisinin krizde olduğunu bugün hükümet yetkililerinin kendileri de ifade ediyorlarsa, ne oldu da, bunca zamandır bu konuya hiç kimse değinmedi; esas buradadır.
Şimdi, açıkça ifade etmek istiyorum ki, topluma güven ve moral takviyesi yapmak başka bir şeydir; ama, sebepsiz ve gerekçesi anlaşılmayan iltifatlarla problemin üstünü örtmek daha farklı bir şeydir. Bütün bunlardan, hem siyasetin hem sivil toplum örgütlerinin hem devletin tüm kademelerinin çıkaracağı dersler vardır. Ekonomi-politik vardır; ama, politik ekonomi yoktur. Siz, politikadaki tercih ve tavrınıza göre, ekonomide yapılan doğruları yanlış, yanlışları doğru farz edebilirsiniz; bunun reel hayat karşısında hiçbir değeri olmaz; günün birinde, rakamlar karşınıza çıkar ve sizi yalanlar. Gerek Türkiye'nin iki yıllık ekonomi yönetimi ve gerekse DYP'nin bu yönetim üzerine söyledikleri, işte böyle bir bakış açısıyla değerlendirilmiştir. Bununla da kalınmamış, ne yazık ki, bu değerlendirme, toplumun geniş bir kesimine benimsetilebilmiştir. Üzüldüğümüz nokta şudur ki, bunun bedelini, yine ülke ve millet ödeme konumunda bırakılmıştır.
Değerli milletvekilleri, Türk yargı kurumu, tarihinin en önemli sınavlarının birinden daha geçiyor. Terörist örgütün başı, arkasında bıraktığı acı ve gözyaşından sonra, Türk adaletinin önünde hesap veriyor. Adalet elbette yerini bulacaktır; Türk adaletine olan güvenimiz tamdır. İnanıyorum ki, dost-düşman, hiç kimsenin itiraz edemeyeceği bir hukukî süreç yaşanacak ve adalet tecelli edecektir. Bu dava ve bu davanın sonuçları gösterecektir ki, Türkiye, vatanın varlığı ve bütünlüğüne yönelik her türlü saldırıyı ve tecavüzü defetmeye her zaman muktedirdir. (DYP sıralarından alkışlar) Umarım, Türkiye'nin varlığına ve bütünlüğüne kastedenler ve bundan sonra zihinlerinden böyle bir düşmanlık geçirecek olanlar, bu tablodan gerekli dersleri çıkarırlar.
Diğer taraftan, söz konusu dava ile de ilişkilendirilen bir başka tartışma Türkiye'nin gündemindedir. Bilindiği gibi, DGM'leri sivilleştirme adı altında bir değişiklik teklifi hükümet tarafından gündeme getirilmiştir.
Değerli milletvekilleri, biz, demokratikleşme doğrultusunda atılacak her adımı destekleme çerçevesinde, ikinci demokrasi programında bu konuya açıklık kazandırmış ve özellikle yargı birliği prensibi içerisinde, hatta DGM'lerin kaldırılmasına kadar giden bir hedef ortaya koymuştuk. Bu prensip çerçevesinde böyle bir tasarıyı, böyle bir yaklaşımı elbette destekleriz. Ancak, süratle yapılması gereken şey, adil ve süratli bir yargılamadır.
Yargılama süreci başlamıştır ve böyle bir ortamda kişiye özel bir anayasa değişikliği, elbette, çağdaş hukuk normlarıyla bağdaşmayacaktır. Eğer, bunu, dış dünya istiyor diye yapmıyorsak niye bu kadar bekledik? Yok, eğer, dış dünya istiyor diye yapıyorsak, bu defa, bu da büyük devlet olgusuyla elbette bağdaşmayacaktır. Bir ülkenin yargılama hakkı hükümranlık hakkıdır. Yarın mahkemenin verdiği kararın infazını da dış dünya istemeyebilir; o zaman ne yapacaksınız?!
Bütün bu konuların yanında yine de söylemek isterim ki, biz, Doğru Yol Partisi olarak, demokratikleşme doğrultusunda atılacak her atılımı ve adımı desteklemeye kararlıyız. Ancak, kamuoyunun belleğinde bir sual vardır: Eğer, bu anayasa değişikliği süreci Mecliste başlatılacaksa, bunun başlatıldığı süreç çerçevesinde, mahkeme, herhangi bir ertelemeye gidebilir mi? Kamuoyu bu konuda son derece hassastır. Bu yargının, değil birkaç gün, değil birkaç hafta, birkaç saat dahi ertelemesi kamuoyu vicdanına sığmaz. (DYP sıralarından alkışlar) Dolayısıyla, hükümetin, bu konuda kamuoyunu, milleti ve bizleri süratle bilgilendirmesinde ve bu konuda beklentilerini ifade etmesinde yarar görüyoruz.
Komşumuz Yunanistan'ın, son günlerde, Ege'yi yine ısıtan yaklaşımına yine tanık olmaktayız. Keçi Adasından sonra, Angathonisi Adasında da 31 Mayıs 1999 tarihinde, yine, bir bayrak dikme eylemini gerçekleştirmişlerdir. Lozan Antlaşmasının hükümleri ve Türkiye ile Yunanistan arasında 28 Aralık 1932'de imzalanan tutanağa göre, Keçi Adasının konumu Kardak ile aynı statüdedir. 1995-96 yıllarında, DYP iktidarı döneminde Kardak Kayalıklarına bayrak dikmeye, asker getirmeye kalkışan Yunanlar, 48 saat içinde o bayrağı indirmek, o askeri de çıkarmak mecburiyetinde kalmışlardır. (DYP sıralarından alkışlar) Kimse Türkiye'nin gücünü sınamasın. Hükümetin bu konudaki kararlı tutumunu kamuoyu beklemektedir, biz de, elbette, takipçisi olacağız.
Yine, bugün, ülkemizin gündeminde olan ve görülmekte olan Öcalan mahkemesi çerçevesinde görülmektedir ki, bu itiraflar 1993, 1994 ve 1995 yıllarında, yani, Doğru Yol Partisinin iktidar döneminde, terör örgütünün en büyük darbeyi aldığını ortaya koymuş ve zaten belleklerde olan bir gerçek böylece tazelenmiştir. Bunun onuru ise, başta şehitlerimiz, onların aileleri, kahraman ordumuz olmak üzere, o dönemde dış dünyayla ilişkilerimizde olumlu adımlar atabilen Dışişlerimizindir. Ancak, devletle bir tür pazarlığa girildiğini görmekteyiz. Eruh'ta ilk kurşunu sıkan, sıktıran, bunu devlete sormamıştı. Gencecik evlatlarımızı, gençlerimizi kandırıp silahlandıranlar da, onları dağa çıkaranlar da devlete yine sormamışlardı. Şimdi, ateşkes için, silahlarını bırakmak için, dağdaki gençlerimizi indirmek için devlete sormak niye?!. Kimse devleti muhatap almasın. Kimse devletle pazarlık etmeye kalkışmasın. Devlet, elbette şefkatli kollarını dağdaki gençleri ve vatandaşları için açacaktır, açmalıdır; ama, kimse devletle pazarlık yapmasın. (DYP sıralarından alkışlar)
Öcalan'ın dış bağlantıları konusundaki itirafları ise, tarihe ışık tutan belge niteliğindedir. Teröre destek veren tüm ülkeler, bugün İmralı'da, tarih önünde insan hakları dersi almaktadırlar.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Avrupa Birliği Köln Zirvesi yine umut vermemiştir. Devlet ve hükümet başkanlarının, Avrupa Birliği zirvesinde, ilk kez Türkiye'ye hiç değinilmeyen bir bildiri yayınladığına tanık olduk. Öyle görülüyor ki, Yunan vetosu yine etkin olmuştur. Avrupalı dostlarımız bilmelidirler ki, bu, hem haksızlık hem de kendileri açısından zararlıdır. Hatırlanacağı üzere, 55 inci hükümet döneminde de, Strasbourg raporuna göre Türkiye'deki demokrasinin Avrupa düzeyinde bir demokrasi olmaması ve bir üçüncü dünya demokrasisi olması nedeniyle, Türkiye, diğer tüm aday ülkelerin dışında ve daha geride bırakılmıştı.
Ancak, bugünkü gerçekler, yine gözden kaçmamalıdır. Yeni bir bin yılda, dünya, âdeta üç büyük bloka bölünme konumundadır; Avrupa Birliği, NAFTA ve APEC ASEAN'la birlikte, dünya gelirinin yüzde 85'ini, dünya ticaretinin yüzde 90'ını, âdeta, kendi sınırları içerisinde, kendi vatandaşları ve kendi bölgelerinde kullanmaktadırlar. Bu bölgelerin toplam dünya nüfusunun yüzde 50'sinden daha az bir nüfusa sahip olduğu gözlerden kaçmamalıdır. Demek ki, dünya nüfusununun yarısından daha azı dünya gelirinin yüzde 85'ini, dünya ticaretinin yüzde 95'ini, âdeta, kendi kullanımlarına alabilmişlerdir. Böyle bir konumda, fakir ile zengin dünya arasındaki farkın da açıldığını, giderek daha açıldığına işaret etmek isterim.
6 milyar insan, dünyamızda yaşamaktadır. 400 milyon insan internet kullanıyor, 400 milyona yakın insan da cep telefonu kullanıyor. Ancak, 6 milyar insanın 4 milyarının hiç telefonu yok; 3 milyar insan ise, hayatlarında telefon çevirmemişler. Böyle bir ayırım devam ederken, temel eğitim için, herkesin eğitim görmesi için dünyada 6 milyara ihtiyaç varken, Avrupa, sadece parfüme 12 milyar sarf edebilmektedir. Dünya, âdeta, fakirler ile zenginler arasında, giderek fakirleşen ve giderek zenginleşen dünya arasında bölünmektedir. Türkiye yerini nerede alacaktır...
Avrupa Birliği projesi, sadece ekonomik değil, bir açıdan bakıldığı zaman, bir zenginlik, bir uygarlık projesidir. Türkiye bunun dışında kaldığı zaman, neden korkuyorsa, hepsinin başına geleceği bir bölgeye münhasır, bir bölgede, âdeta kapalı kalmak tehlikesiyle karşı karşıyadır. Avrupa Birliği, bir çağdaşlık, bir muasır medeniyet ve bir demokrasi projesidir; Türkiye bu hakkından vazgeçemez.
Gümrük birliği konusunda çok şey söylenmiştir; denilmiştir ki: "Gümrük birliğine girince Türkiye çökecektir." Nitekim, bu, gümrük birliğine girilmeden önce, bir büyük iddia olarak Türkiye'nin önündeydi; ama, gümrük birliğini bir statik olgu olarak göremeyiz. Türkiye, gümrük birliğine girdikten sonra yüzde 8 büyümüş müdür; büyümüştür... Yüzde 16 ilâ 18 ihracat büyümesini, kendi ihracatını çıkarabilmiş midir; çıkarmıştır... Türkiye'de çökecek denilen otomotiv sanayii, bilakis bir ivmeyle yukarıya çıkmış mıdır; çıkmıştır... Türkiye'nin çökecek denilen otomotiv yan sanayii, yüzde 40'lık gibi bir ihracat patlamasını gündeme getirmiş midir; getirmiştir... Bugün Türkiye'nin sorgulayacağı meselesi gümrük birliği değildir, kendi ekonomik idaresindeki beceriksizliktir. (DYP sıralarından alkışlar)
Bu arada, Türk cumhuriyetlerinin son yıllarda ihmal edildiği gerçeği Türk kamuoyunun vicdanına sinmiştir. Görüyoruz ki, asıl önemli olan, bu bölgede bir serbest ticaret bölge kurma atılımları ve adımları, bizim başlatmak istediğimiz adımların hepsi yarım kalmıştır. Bu, son derece önemlidir; çünkü, bu serbest ticaret bölgesi, Türkiye'nin, Avrupa Birliği ile imzalamış olduğu Gümrük Birliği Anlaşmasının da kabul ettiği bir varsayımdır, bir gerçektir; bunun üzerine hızla gidilmesinde büyük yarar görüyoruz.
Keza, demirden ipekyolu: Bizim başlattığımız ve özellikle Gürcistan nezdinde yapmış olduğumuz bütün girişimler ile Kars-Tiflis arasındaki 134 kilometrelik bir demiryoluyla, tamamlandığı takdirde, ta Özbekistan'dan İspanya'ya kadar bir demiryolu ile demirden bir ipekyoluyla Türkiye'nin, Asya'yı, Avrupa'ya bağlaması mümkün olacaktır. Bizim başlattığımız bu proje, bu iktidar tarafından bitirildiği takdirde, kendilerini en içten sevinçle alkışlayacağımızı da ifade etmek istiyorum. (DYP sıralarından alkışlar)
Bu arada, yine Karadeniz Ekonomik İşbirliği ve bunun yanında Ceyhan petrol boru hattını da önemsediğimizi ifade etmek isterim. 9 Ekim 1995 tarihinde Azeri Petroller Konsorsiyumunda Türkiye'yi temsil eden Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığının payını yüzde 6,75'e çıkarabilmiştik. Bu, bir büyük evrimdi, bir önemli adımdı. Ondan sonraki hükümetler de bu meselenin üzerine gitmişlerdir; ancak, Sayın Aliyev, son ziyareti çerçevesinde, bu projenin yavaşladığına işaret etmiştir. Bu projenin, bir an önce, finansman imkânlarının da bulunarak, konsorsiyumun da bütün eksiklikleri tamamlanarak, AIOC ile bir nihaî noktaya vardırılmasının elbette takipçisi olacağız.
Yeni bir bin yılda, Türkiye, çağdaş dünyada hak ettiği yerini mutlaka alacaktır. Bir eli Avrupa Birliğinde, bir eli Türk dünyasında, büyükler arasında bir büyük Türkiye, 21 inci Yüzyıl gerçeğidir. Bu gerçeğin altyapısını hazırlayacak olan da bu projelerdir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 57 nci Hükümet Programının, bir kez daha, ülkemize hayırlı olmasını diliyorum. Diliyoruz ve ümit ediyoruz ki, siyaset kurumu, geçen dönemde yaşadığı ve bir sonuca bağlayamadığı tartışmalardan kurtulmuş olsun, halkın gündemi ile siyasetin gündemi arasındaki derin uçurum artık ortadan kalksın. Bunu sağlayacak olan kurum hükümettir. Şayet, kurulmuş olan hükümet, halkın gündemini yakalama ve o gündemin icaplarını yerine getirme çizgisinde olursa, biz de kendilerine azamî katkıyı sağlarız; çünkü, Türkiye'yi içine hapsolduğu bu kısırdöngüden kurtarmak, siyasî değil millî bir mesele halini almıştır. Ne hükümetin ne de muhalefetin bundan kaçınmak gibi bir lüksü vardır. Aradığımız şey, sorun yaratan ve o sorunları yüzüstü bırakan bir siyaset değil, yönetebilen, çözüm üretebilen bir demokrasidir; yarım değil, tam ve çağdaş bir demokrasidir.
Hepinize saygılarımı sunarım. (DYP sıralarından ayakta alkışlar.)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, dördüncü söz sırası, Anavatan Partisi Grubu adına, Van Milletvekili Sayın Kâmran İnan'a aittir.
Buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar)
ANAP GRUBU ADINA KÂMRAN İNAN (Van) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlarken, Fazilet Partisi Sayın Genel Başkanının Türk siyasî hayatından kavga ve kısır çekişmenin çıkarılması ve son verilmesi yolundaki çağrıları ile Doğru Yol Partisi Sayın Genel Başkanının pozitif siyaset, dolayısıyla pozitif muhalefet teklif ve beyanlarını büyük takdir ve memnuniyetle karşıladığımızı ve bunun 21 inci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi için son derece hayırlı bir başlangıç olduğunu beyan etmek isterim.
Değerli milletvekilleri, programı görüşülmekte bulunan 57 nci cumhuriyet hükümeti, tarihî dönüm noktalarının kesiştiği bir ortamda kurulmuştur. Bunun birinci dönüm noktası, 75 inci yıldönümünü kutlamış bulunduğumuz cumhuriyetin buraya gelmesi hadisesi ve bundan sonra, 100 üncü yıla doğru yol alması ve kilometretaşının bu hükümet ve bu Türkiye Büyük Millet Meclisiyle atılacağı hadisesidir. Bu, çok önemlidir. 13 milyonla başladık 65 milyondayız; o zamanki dünya çerçevesiyle bugünkü dünya çerçevesinde de yerimiz ve ilerisi için iddialarımız...
Bunu yaparken, tabiatıyla, sayın hükümetin ve hepimizin yapması gereken, insanlarımıza, cumhuriyetin ilk kuruluş yıllarındaki ruhu vermek, heyecanı vermek ve o heyecanla 21 inci Yüzyıla Türkiyemizi taşımak olmalıdır. Bu heyecanın yeterince verildiğinden emin değilim.
Yine, bunu yaparken, 75 yılda neleri yanlış yaptık, neleri eksik bıraktık, neleri yaptık ve daha nelerin yapılması gerekiyor şeklinde bir geniş muhasebenin de yapılması gerekiyor düşüncesindeyim.
Tarihin ikinci önemli dönüm noktası; muhteşem Osmanlı İmparatorluğunun kuruluşunun 700 üncü yıldönümünü kutlamakta bulunmamız hadisesi. Bu, çok büyük bir olaydır. Bu olayın yeterince ve gerektiği ölçüde kutlandığından, faaliyet gösterildiğinden, maalesef, emin değilim. Sayın hükümetten ricam, önümüzde kalan dönem içerisinde bunun çok daha geniş çerçevesinde insanlarımıza ve genç kuşaklara götürülmesi ve gençlerimizin kendi büyük tarihleriyle kucaklaşması yolunun açılmasıdır. O heyecanı yeniden yaratmamız lazımdır. Buna, milletçe de ihtiyacımız var; buna, ileriye fırlamak ve kendimizle iddialı bir hale gelmek bakımından da ihtiyacımız vardır. Büyük bir tarihtir, büyük bir hadisedir.
Bu vesileyle, şu parantezi açarak belirteyim ki, daha dün fezadan bir discovery mekiğini geri getiren Amerika Birleşik Devletlerinin, üzerinde bulunduğu kıtanın keşfinden 39 yıl önce, atalarımız İstanbul'u fethetmiştir. Bu tarihe sahip bir milletin kötümser olmaya ve hiçbir başka millet karşısında kompleks duymaya hakkı yoktur. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar.)
Değerli milletvekilleri, üçüncü büyük dönüm noktası, şu programın görüşülmekte bulunduğu sırada, 2000 yılından ancak altı ay bir uzaklıkta bulunduğumuz ve 2001, yani, 21 inci Yüzyıl, yani, dolayısıyla, 3000 inci yüzyıllara doğru gitme yönündeki mesafenin de ancak 18 ay ötede bulunduğu hadisesidir.
Gönül isterdi ki, sayın muhalefet liderleri, konuşmalarında gelecek yüzyılda dünya ve onun içerisindeki Türkiye şablonu, yeri, teknolojik gelişmeler ışığında nasıl bir istikamet alınacağı ve bizim bu alandaki noksanlıklarımız, almamız gereken tedbirler hakkında da görüşlerini beyan buyursalar, bundan da Hükümet ve iktidar partileri istifade etselerdi.
Değerli milletvekilleri, bu çok büyük bir olaydır; bunu, sadece, bir takvimin otomotik olarak değişmesi şeklinde almak, eksik ve yanlış olur. Dünya bir teknolojik ihtilale doğru gidiyor. Negro Ponte'nin Dijital Dünya adlı kitabında, gelecek yüzyıldaki teknolojinin insan hayatına, sanayie ve sosyal hayata olan etkileri çok geniş şekilde işlenmektedir. Yine, Arthur Schelezinger'in Foreign Affairs Dergisinde çıkan makalesinde, bir teknolojik ihtilalin, bilgisayar ihtilalinin, gelecek yüzyılda, sosyal ve hatta politik hayat üzerindeki etkileri işlenmektedir. Daha şimdiden teknolojinin etkileri görülmektedir. Zaman ve mekân mefhumları ortadan kalktı; bir operasyonla, anında, dünyanın her türlü ticarî muamelesini, ekonomik muamelesini gerçekleştirebiliyorsunuz.
Yine, bu gelişmeler neticesi, ekonomik bakımdan millî sınırlar yok oldu. Bugün, hiçbir ekonomik koruma tedbiri almak imkânınız kalmamıştır ve böyle bir dünyaya çok süratle gidiyoruz. Daha şimdiden, dünya ticaretinin yüzde 15'i elektronik şekilde; yani, internet vasıtasıyla yapılmaktadır. Türk işadamı, İstanbul'da, internet vasıtasıyla, Seul'den, görmediği insanlardan, görmediği maldan siparişte bulunuyor ve kredi kartının numarasını vermek suretiyle muamele anında tamamlanıyor.
Bunlar çok önemli gelişmelerdir; gelecek yüzyılın tümüyle değişmesi ve gelecek yüzyılda bir bilgi, bir enformasyon ve bir teknolojik ihtilalin, insanları önüne katarak götürmesi hadisesiyle karşı karşıyayız. Türkiye bu alanda yeterli hazırlığı yaptı mı; maalesef yapmadı ve maalesef, bunu, yeterli bir çalışmayla gelecek yüzyıla taşıdığımız kanaatinde değilim.
Bir defa -yapmamız gereken ve çok zor olan bir hadise- bu yüzyıl düşünce kalıplarının hepsini değiştirmemiz, hatta atmamız lazımdır. Düşünce kalıpları, sanayileşmiş memleketlerin, 100-150 yıl süreyle gelen endüstriyel ve ekonomik düşünce kalıplarının mahsulüdür. Bunları atmak lazım. Teknoloji, düşünce kalıplarını kabullenmiyor. Teknoloji, çok süratli değişimlere ayak uydurabilmeyi kabulleniyor; ama, bu çerçevede şunu da belirtmek lazım: Türkiye'nin içerisinde birikmiş büyük çarpıklıklar vardır. Bundan hepimiz mesulüz. Bu çarpıklıklarla Türkiye'yi gelecek yüzyıla taşıyamayız.
Size ufak bir örneğini arz edeyim. İçinden senede 22 milyar metreküp su taşıyarak geçen Dicle'nin bulunduğu Diyarbakır'ın bir semtinde, televizyon ekranlarına yansıyan su kavgası ve susuzluk hadisesini düşünün ve bu hadise karşısında, Ankara'nın Eskişehir Yolu üzerinde bir devlet bankasının 10 trilyona genel müdürlük binası yapmakta bulunması çarpıklığını düşünün. (ANAP sıralarından alkışlar)
Devletin içerisinde yaşadığı ve bizzat Sayın Başbakanın rahatsız olduğunu yakından bildiğim israf ve lüks...Bir devlet, kendi insanlarının ve milletinin imkânları üzerinde yaşayamaz. Bizim, devlet çapındaki israfımızın tahmini bile insanı rahatsız edecek boyutlara varmaktadır.
Üç sene önce, dış teşkilat konusunda yürüttüğümüz bir Meclis araştırması komisyonu çalışmasıyla, bunun yalnız bir yönünün ne kadar büyük israfa yol açtığını, büyük rakamlara vardığını ve devlet kuruluşlarının kıt kaynaklarının, 3 300 kişilik bir müşavirler ordusuyla, dışarıda nasıl israf edilmekte bulunduğunu tespit ettik, Yüce Meclise sunduk. Sayın hükümet, bir kararla, bunun yüzde 35 civarında kısıtlanması yoluna gitti. Bazı kuruluşlar, başta Dışişleri Bakanlığı olmak üzere, bu kararı bugüne kadar da uygulamış değildir.
Değerli milletvekilleri, Sayın Hükümetin öncülüğünde ve bu Meclisin de iştirakiyle, evvelâ Meclisten başlayarak, Türkiye'nin bir millî tasarruf kampanyasına başlaması lazımdır. Kaynaklarımızı dağıtamayız. İnsanlarımızın gelir seviyesi arasındaki 1'den 11'e olan farkları gelecek yüzyılda anlatmamız mümkün değildir.
İnsanlarımız teknolojik bombardıman altında 21 inci Yüzyıla âdeta adım atar şekilde uyanmıştır. Geçen yüzyılların kaybolan zamanı ve kendilerinden geçmiş idarelerin, devletlerin veyahut da hükümetlerin esirgediği hakları acil bir şekilde ve ısrarla istemek durumundadırlar ve bu çok iyi bir gelişmedir; milletin, kendi hükümetlerini kamçılaması. Türkiye'de çok güzel bir gelişme kaydedilmektedir; o da, kamuoyu baskısının, Parlamento ve hükümetler üzerinde etkili olmaya başlaması. Aslında, bunsuz demokrasiyi işletmeniz de mümkün değildir. Bunları söylerken yalnız hükümeti düşünmemek lazım, bu Meclise büyük vazifeler düşüyor. 21 inci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türkiyemizi icrasıyla ve bütün kuruluşlarıyla gelecek yüzyıla taşıyacak bir Meclistir. Bizim misyonumuz büyüktür, bunun idraki, bunun şuuru içerisinde olmamız lazımdır.
Geçmişte, Meclis üzerine düşürülen gölgeleri hep birlikte kaldırarak ve milletle kaynaşmış bir şekilde devleti ileriye götürmek ve gelecek yüzyıla taşımak lazım. Bundan dolayı da bu Meclise çok çalışma düşmektedir. Eğer bir hükümet, kamuoyunca yetersiz bulunuyor ve tenkit ediliyorsa onun kusuru evvela Meclistedir; Meclis denetim görevini yeterince yapmıyor, hükümetleri kamçılamıyor demektir.
Meclisin, bazen icranın emrinde olduğu görüntüsünü yıkmak bu büyük Meclisin vazifesi olacaktır.
Değerli milletvekilleri, tabiî, maalesef bizim gündemimiz, çok defa, son derece kısır ve kendi içinde dönüp büyüyen, çoğu da suni olan maddeler ve meselelerle dolup taşıyor; bunun üstüne çıkmak lazımdır. Bunun üstüne çıkarak ve üst seviyeden dünyayı görmek, dünyadaki gelişmeler, gelecek yüzyıla, diğer milletlerin nasıl hazırlandığını ve dünyanın yeni oluşumlarının ne istikamette olduğuna bakmamız lazımdır. Çok fazlasıyla içine kapanık bir hale geldik ve çok fazlasıyla çağdışı kalmış olan bazı konular üzerinde durduk ve yine bu çağda yeri olmayan bazı siyasî taktikler ortaya atılıyor. Bunlardan sıyrılmak lazım.
Sayın Doğru Yol Partisi Genel Başkanının ifade buyurdukları pozitif siyaset... Geçenlerde Viyana'da, Avrupa Parlamentosu seçimleri için, duvarda bir afiş gördüm "pozitif muhalefet" diyor (positive opposition); buralara gelmek lazım ve üstelik, değerli milletvekilleri, şunu açıklıkla söylemek ve kabul etmek lazım: Bu kadar büyük meselesi bulunan, bu kadar büyük reform ihtiyaçlarıyla karşı karşıya bulunan, dünya içerisinde bu kadar kendisine yönelik baskılar ve tahriklerin bulunduğu bir memleketin, kalkıp da, klasik politika yapmaya ve siyasî kavgalara zaman ayırmaya hakkı yoktur. Birçok kereler, millî beraberlik ve bütünlük içerisinde olmamız lazımdır ve buna yönelerek, bu birlik ve beraberlik ruhuyla 65 milyonun potansiyelini harekete geçirdiğimiz takdirde, aşamayacağımız hiçbir zorluk yoktur.
Soğuk savaştan sonra ve Yalta sisteminin yıkılması, blok sistemlerinin ortadan kalkmasıyla, Türkiye'nin Avrupa'yla ilişkilerinde gözle görülür bir soğuma olmuştur. Eski dünya düzeni ortadan kalkmıştır. Komünist tehdidi, Sovyetler Birliği askerî ve siyasî tehditi altında birleşen Batı, o zaman Türkiye'ye büyük ihtiyaç duymuş ve Türk Ordusunun gücü ve Türk Milletinin büyük kahramanlığıyla, kendisine bir savunma siperi halinde bizi görmüş ve kucak açmıştır. Vaktaki soğuk savaş son bulmuştur, bize karşı tutumları da, maalesef, gözle görülür ve çok rahatsız edici bir şekilde değişmeye başlamıştır değerli milletvekilleri.
3 Nisan 1990'da Financial Times'ta bir başmakale çıktı, Edward Mortimer'in ifadeleri aynen şöyleydi: "Türkiye'nin Batı kuruluşlarında bulunuşu ve Avrupa'daki mevcudiyeti, Stalin'in ve komünist tehdidinin bir hediyesidir. Stalin gitti, komünizm yıkıldı, Türkler, ait oldukları yere dönmelidirler. "
Kendisiyle, bu yazısından üç gün sonra Londra'da karşılaştım; ama, fikrini değiştirmek mümkün değildi ve aslında, orada söyledikleri, daha sonra kendisini göstermeye başlayan gelişmelerle doludur.
Singapur'un, halen Birleşmiş Milletler Büyükelçisi olan Kıshor Mahbubani'nin çok ilginç bir ifadesi var ki, 50 yıl boyunca hâkim olmuş bir tutumu, bir durumu tespit eden ifade; " the west and the rest " (batı ve gerisi). Türkiye, Doğu-Batı dengeleri çerçevesinde, 50 yıl boyu, the west içerisinde kaldı Batı içerisinde; şimdi, gözle görülür şekilde the rest; yani, gerisine doğru itilmektedir. Bunu, açıkça, realist bir şekilde de kabul etmek lazım. Avrupa Birliğine Türkiye'nin tam üyeliği lüzumu üzerinde duruldu; fakat, bunlar, bize her dilde, buraya giremeyeceğimizi ifade etmeye çalışıyorlar. Bunu, 13 Aralık 1997'de Lüksemburg'da söylediler. Lüksemburg'da tespit ettikleri 11 aday memleket arasında; ki, içerisinde Bulgaristan, Romanya, eski Varşova Paktı üyeleriyle bizi en çok kahreden Güney Kıbrıs'ın bulunduğu listede, Türkiye yok. Türkiye'ye, bir nevi, bekleme odasında, tarihi belli olmayan bir randevuda "orada ilanihaye duracaksınız" dediler ve hükümeti de o zaman bir fotoğraf veya yemek için davet ettiler. Zamanın sayın hükümeti, çok onurlu bir şekilde buna "Hayır" dedi.
Eski Fransa Ankara Büyükelçisi Eric Rouleau zaman zaman karşılaştığımızda bana hep derdi ki: "Sabredin, birgün kapılar açılacak, Avrupa Birliğine gireceksiniz" Benim cevabım şu olmuştu: "O gün, kapınızdan geçemeyecek kadar büyük oluruz" ve buna samimiyetle inanıyorum. (ANAP, DSP, MHP ve FP sıralarından alkışlar)
Değerli milletvekilleri, Lüksemburg'dan sonraki gelişmeleri hep beraber yaşadık. 3 Mart 1997'de, yine Brüksel'de Wale Duchesse'te toplanan Avrupa Birliği Altı Hıristiyan Demokrat Partisi Toplantısı sonunda bir açıklama yapıldı ve "Türkiye, Hıristiyan medeniyet ve kültüründen olmadığı için Avrupa Birliğine alınamaz" denildi. O zamanki Alman Meclisi İkinci Başkanı bunu söyledi. Lüksemburg Sayın Başbakanı, pek de nazik olmayan bir dille, iki üç defa, doğrudan doğruya Türkiye'yi hedef alarak bu ifadeleri kullandı. Bizzat Avrupa Komisyonunun on yıl başkanlığını yapan Jacques Delors, iki üç defa, Avrupa Birliğinin, Hıristiyan medeniyetinin bir ürünü olduğunu ifade etti.
Burada, aslında, bizim lehimize ve iftihar edeceğimiz bir tespit var: Yediyüz yıllık imparatorluğu, cumhuriyetiyle beraber bir araya getirirseniz sekizyüz yıla yaklaşıyor; yüzde 99'u Müslüman olan bir memleket; Hıristiyan dünyasıyla ekonomik ve sosyal bakımdan bütünleşmede bir beis görmüyor, kendisine güveni var, korkmuyor ve o kadar medenî ve o kadar laik olduğunu iddia eden Batı medeniyeti, beni, kendi içerisine almaktan korkuyor... Burada, benim iftihar edeceğim bir tespit vardır: Asıl onlar utansınlar... (ANAP ve MHP sıralarından alkışlar)
Üzülerek söyleyeyim, soğuk savaşın bitiminden sonra, Avrupa, bir bakıma, bir Hıristiyan kulübü haline geldi; Gorbaçov'un kendi ifadesiyle "ortak Avrupa evimiz." Neydi bu ortak Avrupa evimizin kriterleri; kültür ve din birliği. Bunun, bizden farklı olduğunu iddiayla söylediler. Bu, çok başka bir açıdan, Samuel Huntington'ın, o meşhur makalesinde ortaya atıldı; yani, medeniyetlerin çatışması, ideolojik çatışmanın son bulmasıyla -ki, aşağı yukarı yetmişbeş yıl dünyayı işgal etti- ondan sonra, bu defa, din ve medeniyet farklılıkları alanına ihtilafların çekilmesi ve burada da verdiği örnek, thorn country; yani, araya sıkışmış, medeniyetler ve dinler arasına sıkışmış Türkiye...
Burada, bu tespitleri yaptıktan sonra, değerli milletvekilleri, bunlardan hiçbir şekilde gocunmamak lazımdır. Aslında, bir ders aldık Batı Avrupa'dan -Batı derken, Kuzey Amerika'yı dışarıda tutuyorum- bize, elli yıl ve büyük fedakârlıklara mal oldu; ama, bu vesileyle, kendilerini, bir kere daha yüzlerini tanımış olduk.
Aslında, Japonya, Avrupa Birliği içerisinde bugünkü noktaya gelmiş değildir değerli milletvekilleri. Japonya, bu yüzyılın başında dahi, hatta 1950'de, fert başına millî geliri Türkiye'nin gerisinde olan bir memlekettir. Hiroşima ve Nagasaki'de, 6 ve 8 Ağustos 1945'te iki tane atom bombası altında kül haline gelmiş bir memlekettir; ama, kendisiyle yarışması neticesi, Japonya, bugün, Amerika'dan 2 trilyon dolar alacaklı bir memlekettir; 1 trilyon 300 milyar doları hazine bonoları, 700 milyar doları Amerika'daki yatırımları olmak üzere.
Benim önümde, bugün, aslında, kendi etrafımda bir cazibe merkezi olabileceğim imkânlar var. 600 milyonluk bir piyasa var; 400 milyonu Karadeniz bölgesinde, 200 milyonu Ortadoğu ve Ortaasya'da olmak üzere ve ben, bu 600 milyon içerisinde teknolojik ve ekonomik güç bakımından hepsinden daha üstünüm. Benim işadamlarımın, bugün, çoğu Rusya'da ve eski cumhuriyetlerde olmak üzere, dışarıda 17 ilâ 20 milyar dolarlık projeleri vardır. Ben, kendim cazibe merkezi haline gelebilecek bir memleketim.
Binaenaleyh, illâki Avrupa Birliği... Kaldı ki, bu birlik de, ne Maastricht manasında ne Roma Antlaşması ne Amsterdam manasında birliği gerçekleştirme imkânından mahrumdur; çünkü, dinamikleri ortadan kalkmıştır; çünkü, Avrupa bütünleşmiştir. Berlin duvarının 9 Kasım 1989'da yıkılmasından ve Almanya'nın 3 Ekim 1990'da birleşmesinden sonra Avrupa bütünleşmiş, bir dinamik ortadan kalkmıştır. Komünizm tehdidi, Sovyetler Birliği askerî ve siyasî tehdidi ortadan kalkmıştır, Amerika'nın ekonomik hegomonyası, üstünlüğü hafiflemiştir. Binaenaleyh, Avrupa'yı bütünleşmeye götürecek faktörler zayıflamıştır ve bugün, aslında, Avrupa Birliği nedir veya EURO dedikleri; Almanya, Deutshe Mark...
Avrupa Birliği tümünün millî geliri 6,9 trilyon dolardır. Bunun 2,5 trilyon doları, yalnız Almanya'nındır. Amerika Birleşik Devletlerinin tek başına 7 trilyon dolardır değerli milletvekilleri.
Binaenaleyh, meselelere, biraz, artık, kendi ayaklarıyla, olgunlaşmış, büyümüş ve gelecek yüzyıla dev adımlarla girebilme imkânlarına sahip bir memleket gözüyle bakmak lazımdır; illâki başkalarının kervanına ve peşine takılmak değildir. Eğer, aslında, Sovyet İmparatorluğu -ki, bu asrın son imparatorluğudur- 21 Aralık 1991'de Alma Ata'da son bulduğu ilan edildikten sonra, o sıralarda Türkiye siyasî istikrarsızlık içerisinde bulunmasaydı ve o zaman önüne açılan ve bütün dünyanın böyle dehşet ve hayranlıkla takip ettiği imkânları değerlendirebilseydi; bugün, Türkiye etrafında, bir bağımsız Türk devletleri, Türk dünyası topluluğu oluşmuş olurdu; ama, bu fırsat gecikmiştir; kaçmamıştır, önümüzdedir. Bunu değerlendirmek bize düşer.
Orta Asya ile kardeş cumhuriyetlerle, Kafkaslarla ilişkilerimize gereken önemi zaman zaman vermedik. Mütemadiyen anlaşma; ama, muhtevasını işletemediğimiz anlaşmalar... Yanılmıyorsam, Azerbaycan'la yapılan sözleşmeler, anlaşmalar 92'yi buldu; bunun canlı olan, işleyebilenleri 3'ten, 4'ten fazla değildir. Buraya yeni bir bakış açısı getirmek lazımdır.
Aslında, Dış Türkler Bakanlığı zamanı gelmiştir. Belki "Türkler" derse başka manada anlaşılabilir; ama, hiç olmazsa bir denizaşırı ekonomik ve teknik işbirliği bakanlığının Türkiye tarafından kurulması zamanı gelmiştir. Bunları değerlendirmek lazımdır.
Türkiye'nin, aslında, dışpolitika vokabülerini değiştirmesi lazım. Demin, 21 inci Yüzyıla geçerken, bu yüzyılın kalıplarını değiştirmek lazım demiştim; kalıpların en çok değiştirilmesi gereken saha, dış politikamızdır, Dışişleri Bakanlığımız ve bürokrasimizdir ve bu, çok da zordur -son derece muhafazakâr, son derece tutucu- ama, değişmesi lazım. Biz, daha doğu - batı dengelerinin değiştiğine adapte olmadık; biz, daha, dünyanın yeni dengelerinin nereye geçmekte bulunduğuna adapte olamadık ve hâlâ eski adresler üzerinden çalışılmaktadır.
Değerli milletvekilleri, Economist Dergisinin yaptığı ve son derece objektif kriterlere dayanan -3 Ocak 1998 tarihli sayısında çıkan- bir araştırmaya göre, 2030 yılına kadar dünya dengeleri olarak 20 puan üzerinden dört faktör ele alınarak, Amerika Birleşik Devletlerinin 14 puanla birinciliği kayıtsız şartsız devam ettireceği, arkasından 13 puanla Çin'in geleceği, ondan sonra 9 puanla bir taraftan Japonya, bir taraftan da 15 Avrupa Birliği memleketinin geleceği, 8 puanla Rusya'nın yer alacağı belirtilmektedir -şimdi dikkat buyurun lütfen- daha sonra, 1 milyarı aşkın ve 56 memleketten oluşan İslam dünyası, sadece 4 puanla gelmektedir. Burada, haklı olarak, sizler, hepimiz ve bizi dinleyenler şunu sorabiliriz: Peki, bu dengelerde Türkiye'nin yeri nerede? Bu dengelerde Türkiye'nin yeri, Türkiye'dedir, kendisinin bir güç merkezi olduğunu kabullenmesidir ve kendisinin, dış dünyaya, bu güç merkeziyle, katsayısını artırarak gitmesidir. Brzezinski'nin kitabını Türkçe'ye de çevirdiler, hepiniz de gördünüz, okudunuz "Büyük Satranç Tahtası" Avrasya'nın gelecekteki önemi ve aslında blok sistemlerinin son bulmasıyla, dünyanın yeniden İkinci Dünya Savaşı öncesi, bir nevi hayatî ekonomik bölgeler dengesine dönüştüğü ve hayatî ekonomik bölgelerin başında da, enerjinin stratejik madde olarak 1 numaralı yeri işgal ettiği, Amerika Birleşik Devletlerinin 70'ler enerji bunalımında dışarıya bağımlılığı yüzde 8'ken, bugün yüzde 55'e, yakın gelecekte yüzde 70'lere varacağı hadisesi ve bundan dolayı, bütün dünyanın, başta Batı sanayileşmiş memleketlerinin dikkatlerinin Orta Asya'ya, Avrasya'ya yöneldiği hadisesini ve bu çerçevede Türkiye'nin bir enerji koridoru bulunduğu ve bugüne kadar Türkiye'nin kullandığı ve vazgeçilmez olan stratejik katsayısını, bu defa, ekonomik bir katsayı, enerji katsayısının katlandığı hadisesini göz önünde bulundurmak lazımdır. Yapılan bir araştırmada, Suudî Arabistan, Arap Yarımadasından başlayarak, Irak ve Hazar Denizinden geçip Kazakistan'a kadar giden diktörtgen içerisindeki 16 memleket -ki, 16'nın büyük çoğunluğu Müslüman memleketlerdir nüfusları itibarıyle- burada dünya petrol rezervlerinin dörtte 3'ü, doğalgaz rezervlerinin üçte 1'i bulunmaktadır. Bu realitelere Türkiye'nin bakıp değerlendirmesi lazım...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın İnan, süreyi Sayın Işın Çelebi'yle paylaşmış bulunuyorsunuz. Size tahsis edilen 25 dakikanız doldu; toparlamanız için 1 dakika daha veriyorum efendim.
KÂMRAN İNAN (Devamla) Emredersiniz Sayın Başkanım.
Değerli milletvekilleri, bu müzakerelerin, aslında, bu gibi meselelerin, yeni, gerçek çalışmalarına başlamakta bulunan 21 inci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi çerçevesinde ele alınması lazımdır ve bu Meclis, bu memleketi, bu devleti gelecek yüzyıla omuzlarında taşıyacak olan bir Meclistir ve bu Meclis, bu Meclisin dayandığı millet ve tarih ve onun büyüklüğü, hiçbirimizin, hiçbir ferdimizin ümitsizliğe kapılmaya hakkı bulunmadığını göstermelidir. Yalnız, çalışacağız, hükümetleri biz çalıştıracağız, topluma biz örnek olacağız.
Değerli milletvekilleri, demin Japon örneğini verirken şunu kaydetmek lazım: Yapılan bir araştırmada, bugüne kadar Japonya'da senelik izninin tamamını kullanmış bir memur ve işçi bulunmamıştır. Bu, çok büyük bir hadisedir. Öğlen yemeklerine 15 dakikadan fazla vakit ayrılmaz. Dünyanın en çok tatili bulunan, en çok çalışmayan ülkesi maalesef biziz; senede 150 gün, 5 ay... Bunu 3 milyon devlet görevlisiyle çarpın, 15 milyon ay; bunu ortalama maaşla çarpın, sadece negatif çalışmanın katrilyonları, bir de eğer bu dönemde pozitif çalışma olsaydı, ondan mahrum kaldığımız geliri düşünün.
Değerli milletvekilleri, 75 yıl, geldiğimiz nokta, nüfus potansiyelimiz; genç bir millet ve bugün bize sırtını dönmek isteyen Avrupa'nın yaşlanmakta bulunduğu gelecek yüzyılın 2010 yılından sonra gelip bana diz çökecektir. Nüfusunun ancak yüzde 30'u çalışabilir çağda, yüzde 70'i büyük yaşlılar kütlesi ile az çocuk. Hatta, savunmasını bile benden isteyecektir. Böyle bir Türkiye'nin, hâlâ, kapı önünde bekleyip "ben ille buraya gireceğim" şeklinde mesajlar vermeye hakkı yoktur. Biraz kendimize bakmak lazımdır. Ben, zaman zaman, Avrupalı dostlarımıza diyorum ki, siz, aynaya bakmayı unutmuşsunuz; kendinize bakınız.
Değerli milletvekilleri, büyük bir vazife, sizleri, bizleri hep beraber bekliyor...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
KÂMRAN İNAN (Devamla) Bağlıyorum Sayın Başkanım; özür diliyorum.
O da, büyük görmek, büyük düşünmek ve gelecek yüzyıl teknolojik yarışında Türkiye'nin iddia sahibi olduğuna evvela kendimizi inandırarak, sonra dünyaya göstermek suretiyle adım atmamızdır.
Saygılar sunuyorum. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar)
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN Buyurun Sayın Çelebi.
ANAP GRUBU ADINA IŞIN ÇELEBİ (İzmir) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 57 nci hükümetin Türkiye Büyük Millet Meclisindeki ciddî desteğini, gelecek açısından önemli bir şans olarak değerlendiriyoruz ve bu desteğin, bu çoğunluğun, sorunları çözecek bir dinamizmi ve potansiyeli de oluşturduğu inancındayız ve 57 nci hükümete başarılı olmalarını diliyoruz. Çünkü, Türkiye'nin birikmiş sorunlarını, 21 nci Yüzyıla girerken, çözerek girmemiz gerektiğini ve bu hükümetin, belirttiği gibi, bir uzlaşma ve atılım hükümeti olması gerektiğine inanıyoruz.
Burada, 1997 yılı temmuz ayı ile 1998 Aralık döneminde uçurumun kenarında bir Türkiye'nin ve azınlık hükümetiyle Türkiye Büyük Millet Meclisinde yeterliği desteği olmayan bir hükümetin, dünyada krizin derinleştiği bir süreçte, yüzde 100'e çıkmış bir enflasyon ortamından ve ciddî bütçe açıkları noktasından Türkiye'yi alıp önemli sonuçlar elde ettiğini belirtmek isterim. Çünkü, burada, biraz önce sözcüler, Asya krizinden söz ettiler. Bugün, Asya krizinin etkileri hafiflemeye başlamıştır; ama, 1997 yılı temmuz ayında başlayan Asya krizi, dünya ticaretinin çökmesine, yüzde 9'lardan yüzde 3'lere gerilemesine ve daralmasına yol açmış; dünya mal fiyatlarının önemli ölçüde aşağı inişine neden olmuş; reel sektörlerde önemli bir rekabet ortamını oluştururken durgunluklara neden olmuş ve dünyayı yavaş büyüme ve durgunluk, hatta bir gerileme sürecine sokmuştur. En önemlisi de dışkaynaklar, sermayenin Batı'ya kaçışına yol açmıştır. Bütün bu süreçte, 1997 Temmuzundan sonra görev alan 55 inci hükümet, bir azınlık hükümeti olmasına rağmen, dünyadaki krize rağmen, bütçe disiplini sağlamış, ihracatını reel yüzde 6 artırmış, ekonomisinin yüzde 4 düzeyinde büyümesini temin etmiş ve enflasyonunun yüzde 100'lerden yüzde 50'lere düşmesini organize etmiş, sağlamış ve bu başarıyı elde etmiştir.
1999 yılı ocak-mayıs dönemine baktığımızda, dünyadaki krizin hafiflemesine rağmen, ihracattaki yüzde 5'lik bir gerileme, üzerinde durulması ve çözülmesi gereken bir temel problemdir. İthalatta yüzde 20'nin üzerindeki gerileme, yatırım mallarındaki ithalatın durması, Türkiye'de durgunluğun çok tipik bir göstergesidir.
Enflasyonun geçen yılki düzeyini koruyor olması ve düşüş trendine girmemiş olması düşündürücüdür.
Bütçe disiplininin kayıp bir disiplin haline gelmesi ve bütçe açığının ilk dört ayda geçen yıl öngörülen hedeflerin çok üstünde bir noktaya ulaşması da hepimizin endişe duymasına neden olan sonuçlardır; ama, biz, bugün, Parlamentoda ciddî desteğe sahip 57 nci hükümetin, bu sorunları aşacağına ve dört beş ayda oluşan bu noktaları, bu problemleri aşacağına inanıyoruz.
Biz, Türkiye'nin, temel problemlerinin aşılarak, çözülerek 21 inci Yüzyıla girmesini diliyoruz. Öngörülen, başta tahkim olmak üzere, Anayasa değişikliklerinin yapılmasını, Hükümet Programında sözü edilen yasaların çıkarılmasını ve Ekim 1999'da Parlamento yeniden açıldığında, bütün bu yasalarını çıkarmış, bütün sorunlarını çözmüş ve Türkiye'nin 21 inci Yüzyıla hazır ve bu yüzyılın getirdiği yeni problemleri aşma noktasında bir çaba içerisine girmesini bekliyoruz.
Ayrıca, 57 nci hükümete, eğitimde -sadece sekiz yıllık eğitimi değil- bilgisayar destekli eğitim ile eğitimde teknoloji düzeyini yükseltmeye dönük proje konusunda ne yazık ki, son bir birbuçuk yılda yeterince mesafe alınamadığını söylemek istiyorum. Bu projenin bir an evvel bitirilmesini temenni ediyoruz.
Dünya Bankasından iki bölüm halinde temin edilen 300 artı 300 milyon dolarlık kredinin, ne yazık ki, henüz 4 milyon dolarının harcanabilmiş olması ve bürokrasi ağına bu projenin takılmış olması, 21 inci Yüzyıla giren Türkiye açısından, bence, eğitimde atılması gereken adımların gerçekleşmediğini ve millî eğitim bürokrasisinin bu anlamda yeterince dinamik olmadığını ve değerli bakan arkadaşlarımızın bu meseleyi öncelikli proje olarak ele almasını temenni ediyoruz.
Biz, iktidarın ateşten gömlek olduğunu bilen insanlar olarak, problemlerle mücadele etmekte ve bu mücadelede insanların yıprandığını, çeşitli erozyonlara yol açtığını bilen insanlar olarak, Türkiye'nin 21 inci Yüzyıla girerken, temel çarpıklıkların çözülmesini ve bu konuda kararlı olunmasını diliyoruz. Her türlü yıpratıcı etkiden, erozyondan ve yolda karşılaşılan engellerden ürkülmemesini temenni ediyoruz.
Biz, toplumsal atmosferin ve beklentilerin olumlu olması gerektiğine, bu beklentilerin pozitif bir biçimde oluşturulması gerektiğine; bunun da, alınacak kararların ve uygulamaların başarı şansını atıracağına inanıyoruz.
Beklentileri olumluya çevirmeliyiz ve istikrar, başarının temel şartı. Olumlu bir beklenti ve toplumsal atmosfer, 57 nci hükümetin başarı şansını artıracaktır. Bu anlamda, 57 nci hükümetin, bir icraat programını; yani, neyi nasıl yapacağını belirten bir nevi aksiyon programını, Hükümet Programına paralel bir zamanlama takvimiyle Parlamentoya ve topluma sunmasının yararlı olduğunu düşünüyoruz.
Hükümet Programında sorunların ve çözümlerin ortaya konuluşunda geçen yıllarda çıkan Vergi Kanununun ve geçici bütçenin sorunlara yol açtığı net biçimde ifade edilmektedir. Bu süreç, Türkiye'de, dünya krizinin de etkisiyle, ihracatın düşmesine, yatırım malları ithalatının durmasına ve büyümenin önemli ölçüde alt düzeye inmesine yol açmıştır. 1999 yılı başında alınan kararların yeterince uygulamaya konulmamış olması da, bugün, karşılaştığımız bu sorunlar açısından, bence, bu uygulamaya konulamayışın da büyük rolü olduğu inancındayım.
Eximbank sermayesinin artırılmasına dönük verilen kararın yeterince uygulanmayışı, sadece 22 trilyonluk bir kaynak aktarılması, 1 milyar dolara çıkarılacak sermayenin çok cüce kalması ve yaklaşık 500 milyon dolardan fazla ihracatçının Eximbank kapısında beklemesi, ithalatta karşılaşılan durgunluk ve enflasyonda çekirdek enflasyon olan özel imalat sanayiinin yüzde 4 düzeyinde seyretmesi, çözülmesi gereken temel problemler olarak gözükmektedir. Ancak, biz, Anavatan Partisi olarak, gelecekten ve yarından umutluyuz; çünkü, Türkiye'nin üstesinden gelemeyeceği sorunları yoktur; biz, buna inanıyoruz. Bugün bu sorunların çözüleceğine inanıyoruz ve ben buna yürekten inanıyorum. Türkiye, 21 inci Yüzyıla girerken gerekli olan atılımları gerçekleştirecektir. Gelecekten ümitliyiz; ancak, sorunların üzerine cesaretle gitmeliyiz, işin içine girmeliyiz, karar almalıyız, kolları sıvamalıyız ve uygulamalıyız.
Çok kapsamlı ve çok amaçlı bir hükümet programı söz konusudur. Genel ve bilinen ifadeler, büyük ölçüde yer almıştır. Sorunların ortaya konuluşu, belirlenmesi ve çözümler doğrudur; ama, genel ifadeler, nasıl yapılacağını, hangi zaman dilimi içinde yapılacağını net olarak ifade etmemektedir. Bizim beklentimiz, önümüzdeki ekim ayına kadar, burada bekleyen yasaların çok önemli bölümünün Parlamentodan geçmesi ve uygulamaya konulmasıdır.
Somut program ve projelere ihtiyaç vardır. Öncelikler ve zamanlama konusunda, Parlamentoya ve kamuoyuna -biraz önce belirttiğim gibi- yöntemi, amacı ve kaynaklarıyla beraber bilgi vermekte yarar olduğu düşüncesindeyim. Örneğin, enflasyonun tek haneli rakama indirilmesi hedefi doğru bir hedeftir, katıldığımız bir hedeftir; ama, ne zaman, nasıl gerçekleşeceği belli değildir. ihracat yüzde 5 gerilerken ihracatın nasıl artırılacağı burada belirtilmemiştir. Kamu bankalarının durumunun ne olacağı burada belirtilmemiştir; kamunun, bankacılık sisteminin dışına çıkarılmasının belirtilmesi gerekir diye düşünmekteyiz. Verginin, artık -tasarruflardan ve üretim üzerinden alınan vergilerin düşürülmesi, tüketim üzerinden verginin alınması- tasarruflardan ve üretimden alınmaması, tüketim üzerinden alınması gerekir. Ayrıca, vergi, kalkınmanın tek kaynağı değildir.
Burada, içborçlanma vadelerinin kısalığı, reel faiz oranlarının yüksekliği temel bir sorun olarak sayılırken, birçok temel sorun daha belirtilmiştir. Oysa, içborçlanma vadelerinin kısalığı ve reel faiz oranının yüksekliği bir sorun değil, bir sonuçtur. Bu sonuç, kamu kesimi açığının ve kamu harcamalarının yüksekliğinden kaynaklanmaktadır. Temel mesele, kamu harcamalarını disipline etmektir. Türkiye'nin bir harcama reformuna ihtiyacı vardır; bunun net biçimde 1999 bütçesi ve 2000 bütçesiyle gündeme gelmesinde ve uygulamaya konulmasında büyük yarar görüyoruz.
Kamunun borçlanma ihtiyacı mutlaka azaltılmalıdır. Bugün, son üç dört ayda da görüyoruz ki, kamu harcamaları hızla artmaktadır. Kamu harcamalarında disiplin sağlanmadığı sürece, bu Hükümet Programında öngörülen birçok uygulamayı yapmakta zorlanırız.
Değerli arkadaşlarım, geleceğe bakmalıyız. Geleceğe bakarken, bugünü ve geçmişi de doğru değerlendirmemiz, cesur ve kararlı olmamız gerekir. O nedenle, geçmişi tartışmak veya kısır bir çekişme için değil, burada konuşma yapan değerli sözcülerin belirttiği bazı noktalarda kendilerine bazı rakamları hatırlatmak istiyorum.
Büyümeyi yükselterek enflasyonu düşürmek fikri çok tartışmalı bir konudur, olabilir; ama, 1994 yılında Türkiye eksi 6 gibi bir noktaya gelirken ve kişibaşına millî gelir 3 bin dolardan 2 100 dolara düşerken, enflasyon yüzde 150'lere çıkarken, 1995 yılında enflasyonun yüzde 150'lik bir bazın üzerine yüzde 60 yükselmesi bir başarı değildir. Türkiye, 2 100 dolara düşmüş millî geliri, ancak 1998 yılında 3 200 dolara getirebilmiştir. Yüzde 150'lik enflasyon sürecinde devalüasyon yaparak ihracatı artırmak bir başarı değildir. Önemli olan, reel olarak 1998 yılında dünyada alabildiğine kriz varken Türkiye'nin ihracatını reel olarak yüzde 6 artırabilmek başarıdır. 12 ülkeyle yapılan serbest ticaret anlaşmalarının yürürlüğe konulması ve uygulamanın kuvvetlendirilmesi gerekir.
Değerli arkadaşlarım, 1991 yılında gayri safî millî hâsılanın yüzde 6'sını oluşturan nakit borç stoku hızla artmıştır. Ne zaman artmıştır; devletin resmî rakamlarına göre, en belirgin artış, 1994 krizi sonrası oluşmuştur. Kriz döneminin etkisiyle faizler artmış ve 1995 yılından itibaren Türkiye'de malî disiplin ortadan kalkmıştır.
İktisat, bir bilimdir; rakamları doğru analiz etmek ve doğru bakmak gerekir. Buradan, devletin resmî rakamlarından, size bazı rakamlar okuyacağım: 1991 yılında, Türkiye'nin ortalama vadesi 7 aydı, ortalama faiz yüzde 80; 1994 yılında, bu, 4 aya düştü ve faiz oranı yüzde 65,8 oldu; 1995 yılında, vade 6 ay, faiz oranı yüzde 122,7; 1996 yılında, vade 7 ay, faiz oranı yüzde 132,1.
Değerli arkadaşlar, 1997 Temmuzunda biz hükümet olduğumuzda, bunlar resmî rakamlardır. Türkiye'nin yapısal sorunu, problemi, 1994 krizinde derinleşmiştir, kronikleşmiştir. İktisat bilimi açısından, burada doğruları söylemek zorundayız.
1997 yılında, vade 11 aya çıkmış, faiz oranı yüzde 109,7 olmuştur. 1998 yılında, vade -nakit borçlanma ve vade maliyeti açısından söylüyorum- 7,7 aya düşmüş ve faiz oranı yüzde 118,1 olmuştur. 1999 Mayısında, vade 12,3 aya çıkmış ve ortalama faiz yüzde 114,4 olmuştur. Yüzde 65,8 faiz ve 4 ay vade, sadece 1994 yılında olmuştur. Sayın Çiller'in burada olmasını dilerdim ve bu rakamlara "hayır, siz yanlış söylüyorsunuz, doğrusu bu" demesini beklerdim.
Ben, şimdi, size başka bir rakam daha söyleyeceğim; yine devletin resmî rakamlarından söyleyeceğim: Toplam içborç stokunun gayrisafî millî hâsılaya oranı, 1993 yılında yüzde 17 idi, 1994 yılında yüzde 20,6 oldu ve yüzde 21 düzeyini koruyor bugüne kadar.
Değerli arkadaşlar, biz, Türkiye'yi yönetmeye talip insanlar olarak, son derece birbirimize saygılı olmak, hoşgörüyle ve uzlaşmayla sorunlara çözüm getirmek zorundayız; ama, gerçekleri eğip bükmememiz lazım. Rakamlar değiştirilemez; devletin resmî arşivlerinde bu rakamlar yer almıştır.
Önemli olan, geçmişi tartışmak değil. 57 nci hükümetin önümüzdeki dönemde başarılı olması açısından, yapılması gereken noktalarda Hükümet Programında netleşmesini uygun gördüğümüz bazı düşüncelerimizi sunmak istiyorum.
Yatırımı, üretimi ve ihracatı artıracak, bunları bir bütünlük içerisinde değerlendirecek tedbirlere ihtiyaç vardır. Başta, Eximbankın kaynakları geliştirilmelidir. 12 ülkeyle yapılan serbest ticaret anlaşmaları ciddî biçimde takip edilmeli ve devreye sokulmalıdır.
Türkiye'nin temel meselesi, önümüzdeki dönemde, ödemeler dengesi sorunu olmamalıdır. İthalat bugün çok ciddî ölçüde düştüğü için, cari işlemler açığı fazla vermektedir; ama, bu, geçici bir durumdur.
Enflasyonu aşağıya çekmek için, kamu açığını azaltan bir somut programa ihtiyaç vardır. Kamu bankaları, bütçe açığının finansmanında kullanılmamalıdır ve 21 inci Yüzyıla girerken, atılım hükümeti olarak, bilgisayar destekli eğitim projesinin, çok ciddî biçimde önümüzdeki eylül ayına yetiştirilmesi, bilemediniz 2000 yılının başında uygulamaya konulması gerekir.
Yerel yönetimler ve kamu yönetimine ilişkin reformlar geliştirilmeli, özelleştirme işlemleri bitirilmeli ve piyasaların gelişmesi temin edilmelidir.
Biraz önce belirttiğimiz gibi, başta tahkim olmak üzere, anayasa değişiklikleri ve temel yasalar Ekim 1999'a kadar çıkarılmalıdır. Hükümetimiz, hızla önceliklerini belirlemeli, kritik program ve projeleri bizlere ve kamuoyuna sunmalıdır. İsteyerek ve inanarak güvenoyu vereceğimiz 57 nci hükümetin, Türkiye için başarılı olmasını temenni ediyoruz.
Kâğıt üzerinde iyi ve doğru olan şeylerin uygulamada ve gerçeklerle yüzyüze gelindiğinde ne kadar yıpratıcı ve zor olduğunu biraz önce söylemiştim. İktidarlarda yıpratıcı bir sürecin söz konusu olduğunu bilen insanlar olarak, birçok sorunu çözmüş, hizmette bulunmuş insanlar olarak, hükümete, kararlı olmasını ve cesaretle kararları uygulamaya koymasını öneriyoruz. Hizmet yapmanın ve çözüm üretmenin maliyeti olduğunu biliyoruz; karalanmanın çok acı ve üzücü olduğunu biliyoruz; haksız yere eleştirilerin çok üzücü olduğunu biliyoruz; ama, karar almanızı, bu kararları uygulamaya geçirmenizi ve kollarınızı sıvamanızı sizden bekliyoruz ve size destek olacağız bu konuda.
Değerli arkadaşlarım, bütün bu haksız ve acımasız eleştirilere uğrayan insanlar olarak, bunları bilen ve yaşayan insanlar olarak, hizmet etmenin zevkini ve hizmet etmenin onurunu yaşamış insanlar olarak sizlere başarı diliyor, doğru ve hızlı karar alma sürecinde ve uygulamada geriye adım atmadığınız sürece de başarının kesin olduğuna inanıyoruz ve bu doğrultuda 57 nci hükümete başarılar diler, hepinize saygılar, sevgiler sunarım. (ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, Demokratik Sol Parti Grubu adına iki arkadaşımız konuşacaklar.
Herhalde süreyi paylaşıyorsunuz?..
FİKRET UZUNHASAN (Muğla) Evet efendim.
BAŞKAN O halde, birinci olarak, Muğla Milletvekili Sayın Fikret Uzunhasan; buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)
DSP GRUBU ADINA FİKRET UZUNHASAN (Muğla) Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 18 Nisan 1999 tarihinde yapılan seçimlerden sonra kurulan 57 nci hükümetin programı üzerinde Demokratik Sol Parti Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum; şahsım ve grubum adına, hepinizi saygıyla selamlarım. (DSP sıralarından alkışlar)
Bilindiği gibi, 18 Nisan seçimlerinden sonra oluşan siyasî tablo, ülkemizde hiçbir partiye tek başına iktidar olanağı vermemiştir. Hatta Meclis aritmetiği, iki partinin bile bir araya gelerek bir hükümet oluşturmasına olanak tanımamıştır, böylece üçlü koalisyon seçenekleri ortaya çıkmıştır. Sonuçta, hükümeti kurma görevi, Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından, seçimlerde en çok oyu alan birinci parti konumundaki Demokratik Sol Partinin Genel Başkanı Sayın Bülent Ecevit'e verilmiştir.
Demokratik Sol Parti, üzerine aldığı görevin öneminin bilinciyle hareket ederek hükümet arayışlarını sürdürmüş ve ulusumuzun arzuladığı hoşgörü, uzlaşma ve işbirliği anlayışı içerisinde çalışarak ülke sorunlarına çözüm getirebilecek bir hükümeti başarıyla kurmuştur.
Demokratik Sol Parti, demokrasinin bir uzlaşma rejimi olduğuna inanmış ve ülkemizde bir uzlaşma kültürünün yerleşmesi gerektiğini her fırsatta dile getirmiştir. Bu sebeple, hükümet kurma çalışmaları sırasında yine böyle bir uzlaşma ve hoşgörü ortamı içinde, Türkiye Büyük Millet Meclisinde temsil edilen diğer siyasî partilerle diyalog sürecini başlatmıştır. Bu sürecin sonucunda da, karşılıklı güven ve işbirliği anlayışı çerçevesinde ulusal çıkarları ön planda tutmayı temel alan üç partili koalisyon hükümetini kurmuştur.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Demokratik Sol Parti, Milliyetçi Hareket Partisi ve Anavatan Partisinin birlikte oluşturdukları 57 nci hükümetin birçok bakımdan önemi büyüktür; halkımızın da bu hükümetten umutları ve beklentileri vardır; arkasında yüzde 53'lük bir halk desteğine dayalı parlamento çoğunluğu bulunmaktadır. Yani, 57 nci hükümet, ülkemizin önünü açacak cesaretli adımları atması için yeterli desteğe sahiptir, bunları gerçekleştireceğine de inanıyoruz.
57 nci hükümetin ülkemizde demokratikleşme ve insan hakları alanlarında gelişme sağlayabilecek kamu yönetiminin ve devletin işleyişiyle ilgili gerekli yapısal reformları gerçekleştirebilecek, ekonomideki istikrarı sağlayabilecek, laik cumhuriyetimizi ve demokrasimizi koruyup güçlendirebilecek bir hükümet olacağına inanıyoruz.
Demokratik Sol Parti, daha önce ortak olarak yer aldığı 55 inci hükümette olduğu gibi, 57 nci hükümette de, yapıcı bir anlayışla, ülke sorunlarının çözümüne katkıda bulunmaya devam edecektir. Bu hükümetin, görüşleri farklı partilerden meydana gelmesi, toplumdaki gerilimlerin azalması, kamplaşmaların önlenmesi ve ülkemizde kavga yerine huzur ortamının, zıtlıklar yerine hoşgörü ve uzlaşma kültürünün yerleşmesine katkıda bulunması açısından da büyük önemi bulunmaktadır. Bu bakımdan, 57 nci hükümeti, ülkemiz için bir şans kabul etmek gerektiğine inanıyoruz.
Takdir edersiniz ki, bu, bir koalisyon hükümetidir ve bazı zorlukların olması doğaldır. Böyle bir koalisyonda, hiçbir parti, kendi programını ve hedeflerini gerçekleştiremez; ancak, ortakların demokrasi ve uzlaşma azmi, zorlukları yenmekte en büyük etken olacaktır. Her üç partide de böyle bir azmin varolduğuna inanıyoruz.
Genel Başkanımızın, yıllardır, ısrarla söylediği gibi, ülkemizde kurulan ve kurulacak olan bu tür koalisyonlarda, esasen demokrasinin doğasında varolan uzlaşma kültürünün yerleşmiş olması, ülkemiz demokrasisinin en büyük kazanımı olacaktır.
55 inci hükümet de, bildiğiniz gibi, bir koalisyon hükümetiydi; anlayış ve uyum içerisinde çalışarak çok başarılı reformlara imza attı, o güne kadar hiçbir hükümetin cesaret edemediği konuları ele aldı. Demokratik Sol Parti, 55 inci ve 56 ncı hükümetlerdeki başarılarından, yapıcı tutumundan, uzlaşma ve hoşgörü ortamının ülkemizde yerleşmesine yaptığı katkılardan dolayı herkesin güvenini kazanmıştır. Bu, bizim için bir kıvanç kaynağıdır. Şimdi, aynı tutumu diğer partilerden de bekliyoruz. Sonuçta kazanan, halkımız ve ülkemiz olacaktır. Koalisyon Protokolünde de yer aldığı gibi, 57 nci hükümet, halkımızı toplumsal değerler etrafında birleştirerek huzur sağlama amacını ortaya koymuştur. Bu amaca ulaşmada, sivil toplum örgütlerinin katkısına ihtiyaç duyduğunu da ayrıca belirtmiştir. Sivil toplum örgütleriyle de uzlaşma ve onlardan destek alma isteklerini belirtmiş olmaları, sevindirici bir gelişmedir. Böylece, her fırsatta dile getirilen sivil toplumun güçlendirilmesi sağlanmış olacak ve devlete olan güven artacaktır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ülkemiz, 55 inci hükümetin gensoruyla düşürülmesi sonrasında bir siyasî istikrarsızlık içine sürüklenmiş ve hükümet arayışlarıyla zaman harcamıştır. Uzun bir süreden beri Parlamentomuz çalışamaz durumdadır. Oysaki, ülkemizin ivedilikle çözülmesi gereken birçok sorunu bulunmaktadır. Acilen çıkarılması gereken yasalar vardır. Ülkemizin daha fazla siyasî istikrarsızlığa ve zaman kaybına tahammülü yoktur. Halkımız, artık, toplumsal gerginlik ve kavga yerine anlaşma ve huzur istemektedir; kamu yönetiminde ve toplumdaki yozlaşmanın durdurulmasını, temiz bir yönetimi, çetelerden arındırılmış bir devlet çarkını arzulamaktadır. Şu anda içinde bulunduğumuz iç ve dış konjonktür göz önüne alındığında, demokratikleşme açılımlarının bir an önce gerçekleştirilmesinin büyük önemi vardır. 55 inci ve 56 ncı hükümetler döneminde ekonomide alınan önlemlerin ödün verilmeden devam ettirilmesi gerekmektedir.
Bu bakımdan, 57 nci hükümetin, toplumda kamplaşma ve kutuplaşma yaratmadan, bütün toplumu kucaklayarak tüm vatandaşlarımıza hizmet götürmesi, uzun yıllardır çözüm bekleyen köklü sorunları çözmesi ve bunun için gerekli yapısal değişiklikleri gerçekleştirmesi için cesaretle adım atmasını bekliyoruz ve diliyoruz. Ayrıca, bu hükümetin uzun ömürlü olmasını, ekonomik önlemlerin olumlu sonuç vermesi yönünden diliyoruz; çünkü, ülkemizde sık sık yaşanan siyasî istikrarsızlık ve belirsizlik ortamı, sürüklendiğimiz seçim ortamı, tüm ekonomik dengeleri altüst ettiği gibi, ülkemizin dış itibarının da zedelenmesine yol açmaktadır. Ekonomik istikrarın önkoşulu siyasî istikrardır. Bilindiği gibi, ülkemizin ağır ekonomik sorunları vardır. Dünyada yaşanan ekonomik krizin etkilerini en az hasarla atlatmış olsak da, bu krizin Türkiye'ye faturası yine de yüksek olmuştur. Ekonomide köklü ve uzun vadeli yapısal değişiklikleri yeterince gerçekleştirememiş olmamızdan dolayı ağır ekonomik sorunlarla karşı karşıyayız. Bu nedenle, ülkemizin uzun ömürlü ve istikrarlı bir hükümete ihtiyacı vardır. Bu hükümet, demokrasimizin ve ülkemizin geleceği açısından çok önemli görevler üstlenmiştir. Bu bakımdan, bir uzlaşma ve atılım hükümeti olarak çalışmaya karar vermiş olan 57 nci hükümete, ülkemizin çıkarları ve halkımızın yararına yapacağı çalışmalarında başarılar diliyoruz. Ancak, buradan, bir dileğimizi daha belirtmeliyim: 21 inci Dönem Meclisimizin de, bu dönemde, tıpkı bir kurucu meclis anlayışı içerisinde çalışmasını ve ülkemizin öncelikli beklentilerine cevap verecek yasaları çıkarmasını, hükümet çalışmalarına paralel katkıyı temin etmesini diliyoruz.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hükümetler -Anayasamızda da belirtildiği gibi- hiçbir ayırım gözetmeksizin, bütün vatandaşlarımızın hizmetinde olmak zorundadırlar. İcraatlarında, belli bir kesimin yararını gözetmezler. Ne var ki, işsizlik oranının yüksek olduğu ülkemizde, kamuda istihdam edilecek personelin işe alımında partizanlık, akrabacılık ve kayırmacılık gibi uygulamaların varlığı, tüm vatandaşlarımızı rahatsız eder hale gelmiştir. Bu nedenle, Demokratik Sol Parti, tek başına kurduğu 56 ncı hükümet döneminde, devlet kurumlarındaki personel alımlarında partizanlığı ve adam kayırmacılığını önlemek için merkezî sınav sistemini getirmiştir. Gerek işe alımlarda gerekse atama ve yükselmelerde liyakat ve nesnel ölçüler temel alınarak yapılacak sınav sisteminin bir an önce kurumsallaştırılmasını diliyoruz. Bu gerçekleştiğinde şikâyetler sona erecek, vatandaşlarımız arasındaki ayrıcalık giderilmiş olacak, kamu bürokrasisinde kalite yükselecektir. Demokratik Sol Parti olarak çok olumlu bulduğumuz bu merkezî sınav sisteminin yasal bir temele oturtulmasını diliyoruz ve buna sonuna kadar destek vereceğimizi taahhüt ediyoruz.
Sayın milletvekilleri, siyasette ve kamu yönetiminde kirlenme, yozlaşma ya da yolsuzluk, ülkemizin en büyük sorunlarından birisidir. Bu, yalnızca Türkiye'nin sorunu da değildir. Öyle ki, bu sorunla mücadele edebilmek için, uluslararası alandaki çabalar büyük bir hız kazanmıştır. Yolsuzluk, toplumdaki ahlak sistemini yozlaştırmakta, demokrasiyi temelinden sarsmakta ve ekonomik kalkınmayı geciktirmektedir. Bu nedenle, çeşitli uluslararası konferansların sonuç bildirgelerinde, bütün ülkeler yolsuzlukla mücadeleye çağrılmıştır. Yolsuzluk olayları ve devleti saran karanlık ilişkiler ağı, ülkemizde büyük rahatsızlık yaratmaktadır. Rüşvet ve yolsuzluk olaylarına karışanların, ister siyasetçi ister bürokrat olsun, cezasız kalması ve halk arasında "yaptığının yanına kâr kalması" şeklinde bir düşüncenin yerleşmesi, halkın, hukuka ve adalete olan inancının sarsılmasına yol açmaktadır. 57 nci hükümetin bu konunun üzerine gideceğini görüyoruz, alınacak her türlü önlemin destekçisi olacağımıza söz veriyoruz.
Sayın milletvekilleri, bu konuyla bağlantılı olarak, Parlamento üyelerine tanınmış bir ayrıcalık olan dokunulmazlık kurumunun da, Anayasamızdaki mevcut şekliyle toplumda hoşnutsuzluklar yarattığı bilinen bir gerçektir. Haklarında birçok yolsuzluk iddiası ortaya atılan parlamenterlerimizin sürekli şaibe altında kaldığı, bu türden olayların Parlamentonun geneline mal edildiği ve tüm Parlamento üyelerini halkın gözünde güvenilmez kıldığı, hepimizin malumudur. Halkın, temsilcilerine güven duymaması, Parlamentonun saygınlığını yitirmesine yol açmaktadır. Bu nedenlerle, Hükümet Protokolünde ve Hükümet Programında yolsuzluklarla mücadeleye büyük önem verilmiştir. Dokunulmazlıkların sınırlandırılması da, bu çerçevede ele alınan konulardan en önceliklisidir. Temiz topluma giden yolda, temizlik, siyasetten başlamalı ve giderek kamu yönetiminin her alanına yayılmalıdır. Milletvekilleri ve bakanlar, haklarındaki yolsuzluk iddiaları sebebiyle sürekli şaibe altında kalmamalıdır. Sorun, artık, bir kişinin ya da bir partinin sorunu değildir; sorun, Türkiye Cumhuriyetinin ve Parlamentonun sorunudur. Parlamento olarak, halkın bu kuruma olan saygısını ve güvenini kaybetmesini istemiyorsak, bunun yolu, yargının önünü açmaktan ve mevcut iddiaların tümünün aydınlatılmasından geçmektedir; halkımızın beklentisi de budur. Bu nedenle, hükümetimizin önceliklerinden biri olan Anayasanın 83 üncü ve 100 üncü maddelerinin değiştirilmesi bir an önce gerçekleştirilmelidir. Bunun yanında, siyasî ahlak yasasının da bir an önce çıkarılması gereklidir. 57 nci hükümetin bu doğrultuda gerekli adımları atacağına inanıyor ve destek veriyoruz.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bunun yanında, 55 inci hükümet döneminde başlatılan ve çok başarılı sonuçlar elde edilen çete ve mafyayla mücadeleye ödün verilmeden devam edilmelidir. Örgütlü suçlarla mücadele ve örgütlü suçlara karşı yaptırımları daha etkin duruma getirici anayasal ve yasal değişikliklere de ülkemizin acil olarak ihtiyacı vardır. Hükümetimiz bu konuyu da öncelikleri arasında saymıştır. Demokratik Sol Parti olarak, ülkemizin, yolsuzluklardan, çetelerden, mafyalardan tamamen temizlenmiş bir ülke olması ve hukuk devletinin tam olarak tesis edilmesi yönündeki bütün çabalara destek vereceğiz. 21 inci Yüzyıla çok az bir süre kala, bu açılımları gerçekleştirmek zorundayız.
Ayrıca, yolsuzluklarla ve çetelerle mücadele için, bizim, Demokratik Sol Parti olarak, yıllardan beri önerdiğimiz çözümler arasında, Yüksek Denetleme Kurulunun bağımsız hale getirilmesi de bulunmaktadır. Bu konudaki kanun tasarısı 20 nci Dönemde Genel Kurul gündemine girmiş; fakat, görüşülmeden, kalmıştır. Öyle umuyoruz ki, Yüksek Denetleme Kurulunun bağımsız hale getirilmesi kısa zamanda gerçekleşebilecek ve böylece, yargı organlarına bilgi akışı hızlandırılmış olacaktır. Bu arada, sorunun, bizce, en büyük kaynağı, soruşturma kanallarının büyük ölçüde tıkalı olmasıdır; o yüzden, yargının beklenen ve gereken verimi sağlayamamasıdır. Bununla ilgili bazı yasal ve hatta anayasal ve kurumsal düzenlemeler yapılması zorunludur. Yargı bağımsızlığının sağlanması için gerekli adımların atılması, ülkemizin acil konularından biridir. Yargıya kanıt ulaştırma kanalları, maalesef, büyük ölçüde sınırlıdır. Onun için, adlî kolluğun kurulması ve mutlaka yürürlüğe girmesi gerekmektedir. Demokratik Sol Parti olarak, biz, adlî kolluk üzerinde önemle durmaktayız; ancak, bu konuyla ilgili siyasal bir mutabakat henüz sağlanmış değildir. Memurların yargılanması hakkındaki kanunun da, yani, Memurin Muhakematı Kanununun da mutlaka ele alınması gerektiğine inanıyoruz.
Öte yandan, ülkemizin, demokratikleşme ve insan hakları alanındaki eksikliklerinin giderilmesi de, Demokratik Sol Parti olarak, en çok üzerinde durduğumuz konulardan biridir. Bilindiği gibi, Batı ülkeleri de, Türkiye'deki insan hakları konusuna büyük ilgi göstermektedir. Bu konudaki iddialar bazen ölçüsüz boyutlara varsa da, bu ülkelerin duyarlılığını anlayışla karşılamaktayız; ancak, insan hakları konusu öncelikle kendi sorunumuzdur. Bazı yabancı ülkeler istediği için değil, kendi vicdanımızın buyruğu olduğu için bu eksiklikleri gidermek durumundayız.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 21 inci Yüzyıla çok az bir süre kala, daha fazla ilerleme kaydetmek zorunda olduğumuz bir başka alan da, belki de en önemlisi, eğitimdir. İnsana yatırımın en büyük ve en önemli yatırım olduğunun bilinciyle, eğitim alanında başlatılan reform çalışmalarının ödünsüz devam etmesi gereğinin altını özellikle çizmek istiyorum. Hükümetimizin, eğitime ve gençliğe yatırımı, ülkemizin geleceğine yatırım olarak kabul etmesi, çocuklarımızı ve gençlerimizi, çağdaş bilgi teknolojilerinden de yararlanarak, bilgi çağına hazırlama yönündeki kararlılığı bizi memnun etmektedir. 55 inci hükümet döneminde, bildiğiniz gibi, çok iddialı ve kapsamlı bir eğitim reformu yasası çıkarıldı. Bu, yalnız, sekiz yıllık zorunlu ilköğretimi içeren bir reform değildi; ülkemiz insan kaynaklarının, çağdaş koşullara ve ülke gereksinimlerine uygun ve özgür düşünen genç bir nesil yetiştirilmesi de amaçlanmaktaydı. Çağdaş eğitim ve iletişim teknolojilerinin tüm olanaklarının, ülkemizin her yanına eşit olarak ulaştırılması hedeflenmişti. Bu amaçlardan ve sekiz yıllık eğitim uygulamasıyla birlikte eğitimde kalitenin de yükseltilmesi hedeflerinden sapılmamalıdır. Hükümetimizin de bu konuya gereken önemi vermiş olduğunu görmek sevindiricidir.
Sayın milletvekilleri, çocuklarımız ve gençlerimiz, ülkemizin geleceğidir. Onları, Büyük Önderimiz Atatürk'ün dediği gibi "fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür" nesiller olarak yetiştirmeliyiz. Hükümetimiz, Atatürk'ün önderliğinde kurulan, laik, demokratik ve bir hukuk devleti olan cumhuriyetimizi her türlü tehlikeye karşı korumak ve din ve vicdan özgürlüğünün teminatı olan laiklik ilkesinin gereği olarak, kutsal din duygularının devlet işlerine karıştırılması ve dinin siyasal amaçlarla istismarını önlemekte kesin kararlılığını ifada etmiştir. Biz de, Demokratik Sol Parti olarak, hükümetimizin bu konudaki kararlılığını yürekten destekliyoruz.
Sayın milletvekilleri, sağlık sistemimiz, maalesef, vatandaşımızın yeterli düzeyde hizmet alamadığı, sağlık kurumlarımız da, son yıllardaki gelişmelere rağmen, hâlâ, hizmet standartlarını çağdaş bir düzeye getiremediğimiz bir alandır. Sağlık sigortası uygulamalarını yaygınlaştırmak, sağlık kurumlarının hizmet standartlarını yükseltmek ve ülkemizin her yanındaki vatandaşlarımızın aynı kalitede sağlık hizmetinden yararlanmasını sağlamak üzere, hükümetimizin kararlı olduğunu görmek memnuniyet vericidir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye Devleti, ülkemizi bölmeyi amaçlamış ırkçı terör örgütüne karşı, yaklaşık onbeş yıldır bir mücadele yürütmektedir. Bilindiği gibi, bölücü terör örgütünün başı, 55 inci cumhuriyet hükümeti zamanında başlatılan ve 56 ncı cumhuriyet hükümetinin de aynı şekilde yürüttüğü kararlı ve ciddî dışpolitikanın bir sonucu olarak yakalanmış ve ülkemize getirilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, yurt dışında yakalanarak ülkeye getirilen ve yargıya teslim edilen bölücü terör örgütü PKK'nın elebaşı Abdullah Öcalan davasında çok başarılı bir sınav vermektedir. Bazı kötü niyetli ve yanlı basın organları ve siyasiler dışında, Türkiye'yi, bu davayı yakından izleyen ülkelerde hiç kimse, Türk yargısına ve mahkemenin örnek tutumuna söyleyecek bir şey bulamamıştır. Bu dava, ülkemizin gurur kaynağıdır; hukuk devletinin, hukukun üstünlüğünün ve bağımsız Türk yargısının kıvancıdır. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar) Türkiye Cumhuriyeti, her fırsatta insan haklarından bahseden kimi ülkelere örnek olmuştur. Bu davanın, terörü yok etmede önemli bir aşama olacağına inanıyoruz.
Bu arada, uluslararası yükümlülüklerimizin bir gereği olarak, devlet güvenlik mahkemelerinin yapısının süratle değiştirilmesi gerekiyor. Devlet güvenlik mahkemelerinde görev yapan askerî savcı ve yargıçlarımızın da en az sivil savcı ve yargıçlar kadar adil ve tarafsız olduğundan şüphemiz yoktur; ancak, altına imza koyduğumuz uluslararası sözleşmelerin gereğini de yerine getirmemiz gerekmektedir. Parlamentomuzun da büyük bir çoğunlukla bu duyarlılığı göstereceğine ve devlet güvenlik mahkemeleriyle ilgili anayasa değişikliği teklifinin, halkoyuna gerek kalmadan, yeterli çoğunlukla Parlamentomuzdan geçeceğine inanıyoruz. Aksi halde, çok haklı olduğumuz bir davada haksız duruma düşebiliriz.
Terör örgütü elebaşı Öcalan'ın açıklamaları, Türkiye'nin en yakınında bulunan komşu ülkeler tarafından desteklendiğini, ülkemizin dört bir yandan nasıl bir şer cephesiyle kuşatıldığını göstermektedir. Bundan böyle, bölücü teröre destek olan ülkeler ile Türkiye'nin ilişkilerini gözden geçirmesi gerekecektir. Bu durum, Hükümet Programında da açık bir biçimde yer almaktadır.
Sayın milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti, dünyanın en kritik ve istikrarsız bölgesinde bulunmaktadır. Türkiye, bir yanda istikrarsız ve antidemokratik Ortadoğu rejimleri, bir yanda ise savaşın hüküm sürdüğü Balkanlarla çevrilidir. Bu nedenle, ülkemizin bölgesel güç olma potansiyelinin çok yönlü ve dengeli ilişkiler geliştirilerek pekiştirilmesi yönündeki hükümet politikasını çok olumlu bulduğumuzu belirtmek istiyorum. Dünyadaki bütün ülkelerle iyi ilişkiler içinde olmak "yurtta sulh, cihanda sulh" anlayışına dayanan geleneksel Türk dışpolitikasının bir gereğidir. Hükümetimizin dışpolitika alanında da başarılı bir sınav vereceğine, ciddî ve kararlı bir dışpolitikayla, ulusal çıkarlarımızdan ödün vermeden ülkemizin itibarını artıracağına inancımız tamdır.
Sonuç olarak, Demokratik Sol Parti Grubunun, 57 nci hükümetin uzun ömürlü bir hükümet olması yönündeki dileklerimizi yineliyor, ülkemiz ve halkımız için başarılı çalışmalar yapmasını diliyor ve hükümete güvenoyu vereceğimizi ifadeyle, Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Demokratik Sol Parti Grubu adına, ikinci konuşmacı, Bursa Milletvekili Sayın Recep Önal.
Buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)
DSP GRUBU ADINA RECEP ÖNAL (Bursa) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 57 nci cumhuriyet hükümetinin, Değerli Başbakanımız tarafından huzurunuzda okunan Hükümet Programının ekonomik ve finansal kesimleriyle ilgili, Demokratik Sol Parti Grubunun görüşlerini sizlere sunmak amacıyla söz almış bulunuyorum; şahsım ve grubum adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Ekonomi, genelde hükümet programlarının önemli bölümünü oluşturur. Bu nedenle, 57 nci hükümetin Programında da, halkımızın özlemle beklediği sonuçların alınabilmesi için öngörülen ekonomik program ağırlıklı bir yer tutmaktadır.
Türkiye, iç ve dış talebin ve bunlara bağlı olarak üretimin düştüğü, dünya finansal krizinin her gün biraz daha derinleşip yaygınlaştığı, yabancı fonların yükselen piyasalardan çekildiği, dışkaynak bulmanın iyice güçleştiği bir konjonktürde genel ve yerel seçimlerini güvenli bir biçimde yapmış ve üç partimizin özverili çalışmaları sonucunda 57 nci cumhuriyet hükümetinin kurulması kararlaştırılmıştır.
1997 yılında Uzakdoğu finansal piyasalarında başlayan ve diğer ülkelere yayılarak derinleşen bunalım, bir süre sonra reel piyasalarda da etkisini göstermiş, üretim ve tüketimde daralma, ihracat ve istihdamda azalmaya yol açmıştır.
Bir yandan, krizi yoğunlukla yaşayan ülkelerin peşi peşine aldıkları önlemler sonucu dışsatımımızın daralması; öte yandan, finans piyasalarına yansıyan ürkeklik nedeniyle, diğer ülkeler gibi ülkemizde de fon akımlarının azalması, hatta, kısa vadeli yabancı fonların, yatırıldıkları alanlardan çözülerek ülkemizi terk etmesi, Türk ekonomisinde önemli sıkıntılar yaratmıştır.
55 inci ve 56 ncı cumhuriyet hükümetleri, tanımlanan bu ortam içinde Türk ekonomisini ayakta tutmayı başarmıştır. Hükümetimiz, bir yandan, ülkeyi dürüst ve güvenli bir ortamda seçimlere taşırken; öte yandan, küresel kriz ortamında ekonomik istikrarını korumak ve kalkınma hamlesini durdurmamak için büyük bir çaba harcamıştır.
Krizi yaşayan sektörlerdeki sorunların bir bölümü yapısal, diğer bölümü ise global krizden kaynaklanan talep daralması ve likidite sorunuyla ilgilidir. Likidite sorununun, ülke yararına olmayan popülist amaçlı geçici çözümü çok kolaydır. Bunun, enflasyonu körüklemeksizin yapılması ise büyük önem taşımaktadır. İşte, 56 ncı cumhuriyet hükümeti, seçim ortamında, oy kaybetmeyi de göze alarak bunu başarmıştır.
Global ekonomik krizin etkilerinin devam ettiği bir dönemde görev alan 57 nci cumhuriyet hükümeti de, bir yandan, krizin olumsuz etkilerini kısa sürede ortadan kaldıracak onarım önlemlerini alarak, öte yandan, ülkemizin ihtiyacı olan reformları ve ekonomi politikalarını süratle uygulayarak, güçlü ve saygın bir Türkiye'yi elbirliğiyle yaratacak azim ve kararlılık içerisinde görülmektedir. Özellikle, istikrarsızlık, çatışma ve kutuplaşma yerine, hoşgörü, uzlaşma ve işbirliğini esas alan, şeffaflığa özen gösteren bir ekip çalışmasına değer veren bu anlayışı takdirle karşılıyoruz.
Geçmiş dönemde terörle yapılan etkin mücadele, ülke kaynaklarının önemli bir bölümünün bu amaçla kullanılmasına yol açmıştır. Doğu ve güneydoğu ekonomisinin canlandırılması ve kalkınmasına yönelik önlemlerle, terörün, ekonomik ve sosyal kaynaklarının kurutulması gerçekleştirilecektir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; uzun yıllardır ekonomimizin en büyük sorunu yüksek enflasyondur. Enflasyon, ekonomideki ve toplumdaki sorunların temel kaynağıdır. Enflasyon, tüm kötülüklerin anasıdır. Gelir dağılımındaki adaletsizliği büyülten, toplum ahlakını, manevî değerleri yozlaştıran unsurların en önemlisidir. Bu hastalıktan ülkemizi kurtarmak için 55 inci hükümet döneminde başlatılan uygulamalarla oldukça yol alınmıştır.
Küresel krizin ülkemize yansımalarına rağmen, enflasyon, yüzde 100'ler düzeyinden yüzde 50'ler düzeyine indirilmiştir. Enflasyonla mücadeleyi 57 nci hükümetin de kararlı bir biçimde sürdüreceğine; ancak, bu yapılırken, alınması gereken önlemlerden dargelirli vatandaşlarımızın zarar görmesinin önlenmesine özen gösterileceğine inanıyoruz.
Değerli Başkan, sayın milletvekilleri; benim konuşmam, genellikle, finansal konular ağırlıklı olarak ülke sorunlarıyla ilgiliydi; ancak, muhalefet partileri sözcülerinin yaptıkları konuşmalarda ortaya koydukları doğru olmayan görüşleri cevaplamak için, konuşmamın bundan sonraki bölümünde, onlara cevap niteliğinde, Türkiye gerçeklerini söylemeye çalışacağım.
Sayın Kutan ve Sayın Çiller, enflasyonun yüzde 90'lardan yüzde 50 düzeyine inmesini eleştirmişlerdir. Bu eleştiriyi gündeme getirenlerden biri, ülkemiz tarihinde, 1994 yılında, enflasyonu yüzde 150'ye tırmandıran ve faizleri yüzde 400'e çıkaran bir şampiyondur. Niye derseniz... Bakın, dünyada global ekonomik kriz yaşanıyor. Bu krizin rüzgâr etkisi, ışın etkisi, bir atom bombası gibi, ses etkisi, dalga dalga bütün dünyaya yayılmaktadır. Halbuki, 1994 yılında dünyanın hiçbir ülkesinde kriz yoktur, sadece Türkiye'de kriz yaratılmıştır ve o zamanki Hazine Müsteşar Vekili "ben, Japonya'dan, bir yığın parayla geliyorum, sakın, devlet borçlanma yapmasın" demiştir ve arkadan kriz patlamıştır ve bu krizin bedelini, toplumumuz, Servet Vergisi ödeyerek, beyannameleri üzerinden yüzde 10 ilave vergi ödeyerek yüklenmiştir.
Diğer bir sözcü ise, Haziran 1997 tarihinde şampiyon ortağıyla birlikte hükümetten ayrılırken, toptan eşya fiyatları endeksinde yüzde 76'ya, tüketici fiyatları endeksinde de yüzde 78'e ulaşan enflasyonu gerçekleştirmiştir.
Bütçe açığıyla ilgili bazı konular gündeme getirilmiştir; onları da söyleyeyim izin verirseniz. 1999 yılının ocak-nisan döneminde, geçen yılın aynı dönemine göre, bütçe açığı yüzde 159 oranında artmıştır. Bu, reel olarak yüzde 73'lük bir artışa karşılık gelmektedir. 1998 yılının ilk dört ayında ise, bütçe açığı, 1997 yılının aynı dönemine göre yüzde 258 oranında artış göstermiştir. Buradaki reel artış yüzde 95 olmuştur. Yani, bizim dönemimizdeki artış yüzde 73, kendi dönemlerindeki artış yüzde 95. 1999 yılında bütçe açığının artmasındaki önemli etken, vergi gelirlerinde görülen gerilemedir; ilk dört aylık dönemde, vergi gelirleri, 1998 yılının ilk dört ayına göre, nominal olarak yüzde 44 oranında artarken, reel olarak sadece yüzde 4 oranında gerilemiştir. 1998 yılında ise, ilk dört aylık dönemde, 1997 yılının aynı dönemine göre, vergi gelirleri nominal olarak yüzde 126 oranında artarken, reel artış yüzde 23 olmuştur; yüzde 4 nerede, yüzde 23 nerede!..
1999 yılında vergi gelirlerinde görülen azalmaya, 1998 yılının son çeyreğinde reel sektörde yaşanan durgunluğun önemli katkısı olduğu söylenebilir. Ayrıca, vergi reformunun gelir azaltıcı etkisi, yılın ilk aylarında yoğun olarak hissedilmiştir; vergi reformunun gelir artırıcı etkisi mayıs ayından itibaren görülmeye başlanmıştır. Nitekim, hazine nakit dengesi, mayıs ayında, 785 trilyon lira faizdışı fazlayla kapatılmıştır.
Enflasyondaki gelişmelerde, uluslararası piyasalarda petrol fiyatının 24 dolardan 12 dolara düşmesinin katkısı dile getirilmektedir; ancak, aynı sözcü, enflasyonun yüzde 50 düzeyine indirilmesi sırasında, dünya petrol fiyatlarının 10 dolardan 16 dolara çıkmasını ise dile getirmemektedir. Aynı sözcü, ülkemizde, 1998 yazından bu yana, petrolde otomatik fiyat düzenlemesi uygulamasının yer aldığını da unutmuş görünmektedir; çünkü, o uygulamayı getiren kendileridir. İşte bu ortamda enflasyonun yüzde 50 düzeyine inmesi büyük bir başarıdır.
DYP Genel Başkanı Sayın Çiller'in, sosyal güvenlik açıklarını gündeme getirmesi "hafızai beşer nisyan ile maluldur" anlayışına güzel bir örnek oluşturmaktadır. Sosyal güvenlik kuruluşlarının açıklarının çığ gibi büyümesinin ve bütçeden giderek artan pay almasının mimarlarından birisi de kendileridir. Çünkü, kendilerinin, ekonomi bakanı olarak görev aldığı DYP-SHP hükümetinin 1992 yılında çıkardığı yasayla bu yol açılmıştır. Bu konuda en son eleştiri yapacaklardan birisinin kendisi ve partisi olması gerekmektedir. 57 nci hükümet, bu konuda çözüm üretmeyi ve üreteceği çözümü programına alan bir hükümettir.
Bakın, ekonomiyi etkileyen sosyal güvenlik açıklarına ilişkin rakamları söyleyeceğim size. Sosyal güvenlik için bütçeden ayrılan kaynak 1991 yılında 1 trilyon 355 milyar lira, 1999 yılının mayıs ayına kadarki dönemde 1 katrilyon 81 trilyon liradır; yani, sosyal güvenlik kuruluşlarının bütçeye yükü 1998 yılında 1 500 kat, 1999 yılında 1 000 kat artış göstermiştir.
Kamu borç stokunun arttığına yönelik eleştirilere gelince; önce, kullanacağımız objektif kriterlerin belirlenmesi gerekmektedir. Maastricht kriterlerine göre, kamu borç stokunun gayri safî millî hâsılaya oranı 1996 yılında yüzde 38,2'dir; 1998 yılı sonunda ise bu oran yüzde 37,7'dir. Görüldüğü üzere, kamu borç stokundaki gelişme, makul bir gelişme içinde olmuş ve sürmüştür.
Burada ayrıntılı rakamları da söyleyebilirim. Yine aynı kriterlere göre içborç 1996'da 29,9 milyar dolar, 1997'de 30,7 milyar dolar, 1998'de 37,1 milyar dolardır. Dış borcumuz 1996'da 40,6 milyar dolar, 1997'de 39,7 milyar dolar, 1998'de 39,9 milyar dolardır. Toplam borç stokumuz 1996'da 70,7 milyar dolar, 1997'de 70,4 milyar dolar, 1998'de ise, sadece 77 milyar dolardır. Bunun gayri safî millî hâsılaya oranı da, yukarıda söylediğim gibi, 1996 yılında yüzde 38; 1997 yılında yüzde 36 ve 1998 yılında da yüzde 37 oranındadır.
IMF ve kur politikasından söz ettiler... 55 inci ve 56 ncı hükümetler döneminde, özellikle, IMF ve kur politikası konusunda herhangi bir taahhüde girilmiş değildir. 55 inci hükümet döneminde IMF ile varılan yakın izleme anlaşması çerçevesinde Merkez Bankası kur politikasında tamamıyla serbestçe ve piyasa koşullarına uygun bir biçimde hareket etmiştir; Merkez Bankasına bu konuda müdahale edilmemiştir.
Sayın DYP Genel Başkanının Türk Lirasının yüzde 50'ye varan oranda değer kazandığı iddiasının herhangi bir bilimsel gerçeklikle bağdaşır bulunmadığı ortadadır. Türk Lirası, 1997 bazlı reel efektif kur endeksine göre, mayıs ayı itibariyle toptan eşya fiyatları endeksine göre yüzde 1,5, özel imalat sanayii fiyat endeksine göre yüzde 4 değer kaybetmiştir. Yani, söylediğinin tam tersi.
Sayın Çiller'in tüketici fiyat endeksleriyle yaptığı karşılaştırmayı anlamak mümkün değildir. İçerisinde ev kiralarının, sağlık ve eğitim hizmet giderlerinin ağırlıklı olarak bulunduğu bir endeksle dışticaretteki rekabet gücümüzü ölçmek, kendisinin hem bilimsel yeteneğini hem de muhalefet yapma hırsını ortaya koymaktadır. Kaldı ki, hem 1998 hem de 1999 yıllarında ihracatımız miktar olarak da artmaktadır.
1999 yılında, turizm gelirlerinde, eldeki verilere göre -ki, en son şubat verileri elimizde bulunmaktadır- henüz yıl sona ermeden, 2 milyar dolarlık bir gerilemeden bahsetmek doğru değildir.
Sayın Çiller, tarımsal ürünler ve özellikle, şeker stoku ile fiyatları konusunda da eleştiri getirmektedir. Yine burada, aynı hafızayi beşerin nisyan ile malul olduğunu söylemek istiyorum.
Sayın Çiller, bahsettiğiniz, o şeker stoklarının oluşmasının ve şeker ihracatının durmasının ve hatta ithal edilmesinin mimarlarından biri gene sizlersiniz. Zira, 1997 yılında Refahyol döneminde pancar fiyatlarına yüzde 150 zam yaparak, pancar üretiminin, 13,5 milyon tondan 18 milyon tona yükseltilmesine de yol açan sizlersiniz.
Gene, 1992 seçimleri sırasında meydanlarda "tütüne ne fiyat verilirse biz 5 bin lira daha fazla vereceğiz" diyen sizin partiniz değil midir?
KAMER GENÇ (Tunceli) O, Süleyman Bey... Şimdi Çankaya'da... Sizin hükümeti kuran.
RECEP ÖNAL (Devamla) Demokratik Sol Parti bu taktikleri 1999 seçiminde kullanmayarak, siyaset ile ekonomiyi karıştırmadığını sergilemiştir.
KAMER GENÇ (Tunceli) Süleyman Beye sor.
NEVZAT ERCAN (Sakarya) Adres yanlış, adres... Devirleri karıştırıyorsun.
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, hatibe müdahale etmeyelim efendim.
RECEP ÖNAL (Devamla) KOBİ'lere yatırımları teşvik amacıyla, düşük faizli uzun vadeli kredi kullandırılmasının önemi dikkate alınarak, bölge ayırımı gözetilmeksizin, tümüne işletme kredisi sağlanmaya devam edilmektedir. 30.4.1999 itibariyle, Teşvik Fonundan 3 407 firmaya 54,9 trilyon lira kredi sağlanmış ve istihdama da katkıda bulunulmuştur. Aynı şekilde, Halk Bankası kaynaklarından da, mart ayı itibariyle, toplam 75,7 trilyon lira kredi kullandırılmıştır. Halk Bankasının, bu kesime kaynak aktarabilmesi için bütçeden çeşitli kaynak transferleri sağlanmıştır; 1999 yılında 23,8 trilyon lira nakit, 80 trilyon lira tahvil olmak üzere, toplam 103,8 trilyon lira aktarılmıştır.
Kamu bankalarının görev zararlarının oluşumuna baktığımızda; Halk Bankasının görev zararları, tamamen, tüm hükümetler döneminde uygulanan politikaların sonucudur. Esnaf ve sanatkârlara, genç kadın girişimcilere kullandırılan düşük faizli krediler ile ticarî faiz oranları arasındaki farktan doğan görev zararı, bütçe imkânlarıyla ödenmeye çalışılmaktadır. Bugünkü tarih itibariyle, Halk Bankası görev zarar alacağı 1,5 katrilyon liradır.
Ziraat Bankası görev zararı ise, 1993-1994 döneminde uygulanan kötü pamuk destekleme primi ödemelerinden kaynaklanmaktadır. 1993-1994 yıllarında, Ziraat Bankasınca üreticiye ödenen 4,6 trilyon lira, bu yıla kadar bütçeden yeterli düzeyde ödeneğin yaratılamaması ve 1994 yılında yaşanan kriz sonucu faiz oranlarının artması nedeniyle, ödenmeyen görev zararına yürütülen faizle birlikte, bugün 2,1 katrilyon lira düzeyine çıkmıştır. Bu uygulamaların yarattığı olumsuzluklar tamamen geçmiş hükümetlerin kararlarına bağlı olup, bu olumsuzlukları ortadan kaldırma, hükümetimizin amaçları arasında yer almaktadır.
Sayın Çiller, Mevduat Sigorta Fonundan yapılan ödemelerin...
NECMİ HOŞVER (Bolu) Ona göre mi hazırladın... Her lafında Çiller, Çiller... Hayret bir şey!..
BAŞKAN Lütfen efendim... Lüften...
RECEP ÖNAL (Devamla) ...devlet bütçesinden karşılandığı izlenimini veren ifadelerde bulunarak, bazı devlet harcamalarıyla, bunların mukayesesi yoluna gitmektedir. Eğer, bir yanlış bilgilenme yoksa, bunu, zihinleri bulandıran talihsiz ifadeler olarak nitelemek gerekir. Bunları dürüst siyaset anlayışıyla bağdaştırmak mümkün değildir.
Hepimizin bildiği gibi, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu iki temel amaçla kurulmuştur; bunlar: Malî piyasalarda güven ve istikrarın sağlanması ile tasarrufların sigorta edilmesidir. Bu amaçla kurulan fonun gelirleri de, hiçbir şekilde devlet bütçesinin gelirleriyle ilgili olmayıp, bankalardan sağlanan sigorta primleridir.
Eleştiri konusu edilen sınırsız mevduat güvencesi, Sayın Çiller'in iktidarı döneminde, 1994 krizinden çıkışın bir amacı olarak kullanılmıştır; gereken önlemler alınmadan sınırsız mevduat güvencesi verilmiştir. Sınırsız güvencenin kaldırılabileceği bir ortam oluşmamakla birlikte, hedefimiz malî piyasalarda güven ve istikrarı koruyarak, söz konusu güvencenin tedricen kaldırılması şeklindedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; programda, 57 nci hükümetin ülkemizin ekonomik ve sosyal temel sorunlarını kavradığı, bu sorunların çözümü için getirmeyi öngördüğü önlemleri, varılan ekonomik, siyasal ve sosyal koşullar içinde yeterli bulmaktayız.
Huzurunuzda programı tartışılan 57 nci hükümetin, karşılıklı anlayış, güven ve uyum içerisinde çalışabilmesi halinde, ülkemiz sorunlarına gerekli çözümleri üretebileceğine inanıyoruz.
Bu inançla, Demokratik Sol Parti olarak, 57 nci cumhuriyet hükümetine çalışmalarında başarılar diliyor, hükümete güvenoyu vereceğimizi bir kez daha yineliyor, şahsım ve Demokratik Sol Parti Grubu adına, Yüce Meclise en derin saygılarımı sunuyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Sayın milletvekilleri, grupların, Hükümet Programı üzerindeki görüşlerini açıklamaları tamamlanmıştır.
Şimdi, hükümetin söz talebi varsa, kendilerine söz vereceğim.
BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT (İstanbul) Birinci konuşmacıdan sonra...
BAŞKAN Peki.
Şimdi, şahsı adına söz isteyen ve birinci sırada yer alan Tunceli Milletvekili Sayın Kamer Genç.
Buyurun efendim.
Süreniz 10 dakikadır. (DYP, FP ve DSP sıralarından alkışlar)
KAMER GENÇ (Tunceli) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
18 Nisan seçimlerinden sonra oluşan bu Meclisin çıkardığı 57 nci hükümetin, ülkemize, milletimize barış, huzur ve her alanda başarı getirmesini diliyorum. (DSP sıralarından alkışlar) Eğer bu hükümet olumlu adımlar atarsa, biz de, bu hükümeti her aşamada destekleriz; bize de bu yakışır. Ancak, biraz sonra da bazı önşartlarım olacaktır.
Yalnız, anlaşılan, bu hükümetimizin yemeğini erkekler pişirecek, bulaşığını erkekler yıkayacak; çünkü, bu hükümet, tam bir erkekler hükümeti; bir hanım almamıştır. Halbuki, koalisyonun üç ortağının içinde çok saygıdeğer hanımefendiler var, bu hanımefendilerin bu hükümete alınmaması, bence, bir nakısedir, bir eksikliktir. Aslında, hanım elinin değdiği her yerde güzellikler biter. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)
Hükümet Programında da bazı şeyler var; onu da, isterseniz, vurgulayayım: Şimdi, Hükümet Programında "kadınlarımızın ekonomik ve sosyal yaşamımızın her aşamasında üretime katılmaları özendirilecek" deniliyor; ama, kadınlarımız karar safhasından çıkarılmış; haklarında karar verme yetkisi, maalesef, erkeklere bırakılmıştır; bu bir eksikliktir.
Değerli milletvekilleri, bakın, bir şey daha vurgulamak istiyorum. Bu Meclisin verimli çalışması lazım. Bu Meclisin verimli çalışabilmesi için de, herkesin, burada, fuzulî işlerle uğraşmaması lazım.
Türkiye bir hukuk devletidir. Bu hukuk devletinde kuvvetler ayrılığı vardır. Türkiye bir hukuk devletidir ve anayasayla yönetilmektedir.
Şimdi, bir türban meselesi zaman zaman burada dile getiriliyor. Anayasa Mahkemesinin Refah Partisinin kapatılmasıyla ilgili olarak verdiği kararda deniliyor ki: "Resmî dairelerde ve öğretim kurumlarında türbanın serbest olduğuna ilişkin veyahut bunun takılacağına ilişkin bir konuşma veyahut da bir program Anayasanın laiklik ilkesine aykırıdır." (DSP sıralarından alkışlar) Laiklik ilkesine aykırı olunca da, biz, bu konuda ne bir kanun çıkarabiliriz ne bir içtüzük hükmü koyabiliriz; getirdiğimiz zaman da Anayasa Mahkemesi bunu değiştirir.
Bakın, yine, Anayasa Mahkemesinin milletvekili emekli maaşlarını düzenleyen hükmün iptaliyle ilgili olarak verdiği son bir kararda deniliyor ki: Demokratik ülkelerde yasama organları, hukukun genel ilkeleri ve anayasanın sınırları içinde yasama görevini yapmak zorundadır. Aksi takdirde, anayasaya aykırı olduğunu bile bile bir tasarrufta bulunurlarsa, bu, anayasayı ihlaldir. Bunu, parantez içerisinde söyleyeyim.
Hükümetimiz, Programa, Alevî-Sünnî kardeşliğini koymuş; teşekkür ediyoruz. Yalnız, bunlar lafla olmuyor. Ben, ayırımcılıktan yana değilim; ama, biz, isterdik ki, bu hükümetin içerisinde birkaç tane Alevî temsilcisi olsaydı daha iyi olurdu. Kadın temsilcisinin olmaması...
Değerli milletvekilleri... (MHP sıralarından "Sayın Başkan..." sesleri)
Efendim, ben, kendi düşüncelerimi söylüyorum; yani, hiç müdahale etmenize gerek yok.
BAŞKAN Lütfen, Genel Kurula hitap edin efendim.
Sayın milletvekilleri, lütfen, hatibe müdahale etmeyelim.
KAMER GENÇ (Devamla) Bu Programda, 5 inci sınıftan sonra, Diyanet İşlerine bağlı bir Kur'an kursunun getirileceği ilkesi var. Bunun, Tevhidi Tedrisat Kanununa ve Anayasanın 174 üncü maddesine aykırı olduğunu belirtmek istiyorum.
Değerli milletvekilleri, tabiî, 18 Nisandan sonra, beş parti Meclise girdi; bu beş parti içinden çok çeşitli, alternatif hükümetler çıkabilirdi; ama, maalesef, işte, bugünkü koalisyonu oluşturan partilerden ikisi arasında başlangıçta bir ihtilaf çıkınca, birileri araya girdi. İşte, başta, tabiî, Süleyman Bey girdi araya, elçiler gönderdi... Aslında, şunu da söyleyeyim: Süleyman Bey, yani, Sayın Cumhurbaşkanı, dünyanın en pahalı cumhurbaşkanıdır. Hatta, süresinin de uzatılmasını istiyorlar; aman ha, buna teşebbüs etmeyin; çünkü, Çankaya'da, artık, sökülerek, üzerinde lüks inşaatların yandaşlara yapılacağı arsalar yok. Yeter de; yani, zaten, bu kadarı da yeter. O bakımdan, yani, Türkiye'de 65 milyon insan vardır; bu 65 milyon insan içinde çok daha güzel cumhurbaşkanlığı yapacak insanlarımız vardır. Bu kişi, hemen... Biliyorsunuz, 1997 tarihinde bir Hattatlar kararnamesi çıktı; basında "Hattatlar kararnamesi" denilen bir kararname çıktı. Güya, işte, güneydoğuda yapılacak yarım işlere bir kredi verilecekti; ama, oraya bir geçici madde konuldu, paraların hepsi Gaziosmanpaşa'da imara aykırı büyük bir otelin yapılmasına kaydı. Tabiî, bunun da bir karşılığı olacaktır. İşte, bilmiyorum tabiî; yani, bu böyle işte, Cumhurbaşkanının temsilcisi Hattatlar, bu yeni koalisyonun oluşumu için bu kadar aracı yapıldıktan sonra, temenni ederiz ki, yeni hükümet zamanında kendisine özel kararnameler çıkmaz.
Şimdi, değerli milletvekilleri; bu hükümet, tabiî, tercih... Tabiî ki, parti tercihi yapan arkadaşlarımıza saygı duyuyoruz. Yalnız, kimi tercih ettiler? İşte, mesela, bir parti tercih edildi; yani, üç parti bir araya geldi, tercih edildi. Bir parti genel başkanı ve bakanları hakkında şu anda aşağı yukarı yedi soruşturma önergesi var. İşte, yoksulluk ve işte, şeylerle... (MHP sıralarından "yolsuzluk" sesleri) Yolsuzluklarla mücadeleye ahdetmiş veya vaat etmiş, yolsuzluk ve yoksullukla mücadele etmeyi ilke edinen insanlar... Yarın göreceğiz nasıl mücadele edecekler. Çünkü, yani, geçmişi o kadar yolsuzluklarla dolu ki... Bakın, bir bankalar meselesi var. Şimdi, bankalar meselesinde, en yakında çıktı ortaya. Tabiî, bazı büyük gruplar arasında çatışma çıkıyor.
Son hükümetler zamanında bir Türkbank meselesi çıktı ortaya, ihale yolsuzluğu çıktı ortaya. Türkbank ihale edilecekti, 600 milyon dolara ihale edilmedi; bankanın içi boşaltıldı, 500 milyon dolar bu bankaya devlet kaynağı aktarıldı. Bankeksprese 200 milyon dolar gitti. Arkasından da bir bakıyorsunuz, İnterbankın içi boşaltılmış; kimler tarafından; Sayın Cumhurbaşkanının özel uçağında özel gezilere giden kişiler tarafından. Tabiî, Cumhurbaşkanının yakını olunca mümkün mü birileri size dokunsun; sıkıysa dokunsun. Hatta gidip size...
BAŞKAN Sayın hatip, Sayın Cumhurbaşkanı hakkında...
KAMER GENÇ (Devamla) Hayır, bir dakika... Siz niye rahatsız oldunuz efendim?
BAŞKAN Sayın Hatip, burada olmayan Sayın Cumhurbaşkanı hakkında daha nazik bir üslup kullanın efendim.
KAMER GENÇ (Devamla) Şimdi, efendim, bu arkadaşımız İnterbankın içini 1,5 milyar dolar boşalttı. Bu kimin zamanında boşaltıldı; maalesef, geçen hükümet zamanında boşaltıldı. Tabiî, bu bankaların içi boşaltılırken, böyle 2,5 milyar dolar giderken, geçen hükümetin ortakları vardı... Diyorum ki, yani, birileri bazen bankaların içini boşaltırken, sizler de, biraz fazla şiirle uğraşmayın; canım, çok duygusal olmaya da gerek yok.
MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) Bankalar Kanununu niye çıkarmadınız?
KAMER GENÇ (Devamla) Efendim, Bankalar Kanununda eksiklik yok. Bankalar Kanununda eksiklik... Uygulama olmadıktan sonra ne yapacaksınız? Bakın, bunların hesabını sormalıyız.
Değerli milletvekilleri, bugün insanlarımız aç, çıplak. Benim memleketimde insanlar aç; evine ekmek getiremiyor. Bakın, gıda ambargosu var... İşte, güneydoğuda hayvancılığı teşvik ediyoruz diyen hükümetimiz... Şimdi, şu anda göçerlerin yaylaya gitme durumları var; o insanların karşılaştıkları sıkıntıları, insan olarak, gördükçe utanıyorum. Hayvanlarını yürütemiyorlar, pahalı pahalı kamyon tutuyorlar ve her aşamada güçlüklerle karşı karşıya kalıyorlar. Biz istiyoruz ki, bu 57 nci hükümet... Bakın, benim memleketimde hiçbir yatırım yapılmıyor. Geçen dönemde Çemişkezek ve Mazgirt'te iki tane sulama suyu vardı, Sayın Bakan iki defa bana yazı yazdı, ihalesini yapmadılar; ama, öte yandan enerji ihaleleri için çok acele ediyorlar.
Sayın milletvekilleri, enerji ihaleleri, Türkiye rejiminin geleceği için çok büyük bir rizikodur. Bu Hükümetten rica ediyorum; enerji ihalelerine dikkat etsin. Evvela, RTÜK tuttu... "Enerji ihaleleri RTÜK Kanununa aykırı değil" dendi, arkadaşımız buraya milletvekili olarak geldi. Arkasından, özel temsilci, firma adına Hükümetle pazarlık yapan kişi, geldi, milletvekili oldu.
Arkadaşlar, bakın, bu enerji dağıtımı çok büyük bir meseledir. Devletin ürettiği enerjiyi bir direkten alıyorsunuz, öteki direğe, özel sektörün direğine veriyorsunuz; fiyat 3 misli pahalanıyor. Yarın, basın patronları, televizyon patronları bu ihaleleri aldıktan sonra, hem bunların dağıtım hizmetlerini yapmazlar hem de fiyatları 10 misli, 20 misli artırırlar ve kimse bunlarla mücadele etmez. Bakın, bunlar rejimimiz için çok tehlikeli şeylerdir.
Kaldı ki, bunlar, devlete 1 milyar 300 milyon dolar veriyorlar, karşılığında da, devletten, zaten, teminatlar karşılığında 1 milyar 300 küsur milyon dolar alacaklar.
Bakın, burası yeni bir Meclis; yeni bir Meclis başlarken bunların üzerinde çok ciddî duralım. Bu memleket hepimizin. Bakın, insanlar aç. Bakın, gençlerimiz, askerlerimiz, gidiyor, bu ülkenin bütünlüğü için kan döküyor, can veriyor; biz de burada dürüstlüğümüzü vereceğiz, enerjimizi vereceğiz. Bunları kendi menfaatımız için söylemiyoruz; bugün buradayız yarın yokuz; ama, burada, bu memleketin, bu milletin birliğini, bütünlüğünü pekiştirecek, bu memleketin refahını artıracak...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
KAMER GENÇ (Devamla) Sayın Başkan, kusura bakmayın; bundan önce, 5 dakika hep 15 dakika oluyordu, biz olunca herhalde bir 5 dakikamız kesildi. Bu önemli bir konu...
Ve istiyoruz ki, artık, Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu memlekette, hem milletvekillerinin itibarının artması hem de burada bir huzur ve güvenin olması... Şurada birer partiyiz, gelmişiz; paylaşmayacağımız bir kişi yok. Tek hedefimiz laik Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bütünlüğüdür; bu iki kuralı koymamız lazım. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar) Birincisi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti bölünmez bir ülkedir. İkincisi, laik cumhuriyettir. Bunları koruyacağız, bunlar üzerinde tartışma açmayacağız; ama, onun dışında, ülkemizin bütünlüğüne, memleketimizin yönetimine yönelik her türlü haksız eylemin karşısındayız.
Değerli milletvekilleri, geçen hükümetler zamanında, benim ilime kimse gelmedi. Ben rica ediyorum; buyurun, Türkiye hudutları içinde bir Tunceli var deyin. 1994 yılında orada, Ovacık İlçesinde, birçok ilçede tek gözlü barakalarda yaşayan 130 hane var ve bu insanlar çamur içinde yaşıyorlar, bu insanlar evlerine ekmek götüremiyorlar.
Bakın, ben, burada altı sene Meclis Başkanvekilliği yaptım, bağırdım, sözümü dinletemedim. Sizlerden rica ediyorum, yeni bir Meclis, bu memlekete barışı, huzuru getirebilmemiz için evvela insanlara bir şeyler vermek lazım. İşsizlik çok önemli bir sorundur. İşsizlik sorununu halledebilmemiz için işsizlik sigortasını getirelim. Bakın, bir holdingin devletten götürdüğü para devlet hizmetinde, işsizlik sigortasında kullanılsa, pekala bunu karşılayabilecek düzeydedir.
Ben, bunları özellikle rica ediyorum. İnsanlarımızın kardeşlik duygularını pekiştirelim. Burada sağ sol diye bir şey kalmamış. Eskiden sağ sol diye insanları birbirine vurduruyorlardı, birtakım patronlar da arkasında bunun keyfini sürüyorlardı. Artık bu işler bitti. Burada tek hedefimiz, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, güçlü bir devlettir...İşte, Abdullah Öcalan'ın açıklamaları da gösteriyor ki, dünyadaki birçok devlet bize düşmandır. Niye düşman; çünkü, Türkiye'nin dağ köyünden bir Türk gidiyor, Avrupa'da kısa zamanda patron oluyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
KAMER GENÇ (Devamla) Sayın Başkan, bir de hemşeriliğimiz var; onun için 1 dakika daha verirseniz...
BAŞKAN - 1 dakika daha, buyurun.
KAMER GENÇ (Devamla) Efendim, aslında Sayın Başkanla hemşeriyiz; onun için biraz da iltimas etmesi lazımdı; teşekkür ederim.
Değerli milletvekilleri, bu hükümete bir destek vereceğiz; ama, nasıl vereceğiz; bir şartla: Isparta ile Rize'ye yapılan yatırımların yüzde 10'unu ben istiyorum, Tunceli'ye istiyorum, kendime de istemiyorum. (DYP sıralarından alkışlar)
Isparta'ya gidin, bakın, asfaltsız köy yok, bütün köyleri asfaltlı...
MÜCAHİT HİMOĞLU (Erzurum) Erzurum'a gel, Çat'a gel...
KAMER GENÇ (Devamla) Neyse, sen de kendi memleketinden bahsedersin.
NECMİ HOŞVER (Bolu) Rize'de bir yatırım yok Kamer Bey. Rize'de köylerin asfalt yolları yok.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen karşılıklı konuşmayalım efendim.
KAMER GENÇ (Devamla) Efendim, sağlık ocağı olmayan köyü yok...
Mesela, geçen hükümetler zamanında çay ekim alanlarının sınırlandırılması konusu çıktı. Tabiî, çay ekim alanlarının sınırlandırılması kapsamında çay ekemeyenlere birtakım tazminatlar ödeniyor; ama, öte tarafta, şekerpancarı ekim alanlarının sınırlandırılması için de bir kararname geldi, o insanlara herhangi bir tazminat ödenmiyor.
Değerli milletvekilleri, benim en fazla üzerinde durduğum, gerçekten, bu Mecliste, geçmişte yapılan bütün suiistimalleri, hiç kimsenin gözünün yaşına bakmadan ortaya koyalım; çünkü ihalelerde çok büyük suiistimaller yapıldı. Mesela, bir Karadeniz otoyolu var, o zaman, 14 milyar dolar dışkredi bulunacak denildi, bir kuruş dışkredi bulunmadan getirildi, o yollar ihale edildi ve müteahhitler hâlâ bir kuruş kredi bulmamışlardır. Yani biz bunları söylerken, kimseye bir düşmanlığımız yok. Bizim tek isteğimiz, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kaynakları var, zengin bir ülke, bu ülkenin kaynaklarını insanlarımıza, bölgelerimize hakça dağıtmaktır. Dolayısıyla, bu iktidarınız zamanında, istiyorum ki, artık kendi aranızda da kavga etmeyin, birleştiniz, bir iktidar kurdunuz; yarın basın diyecek ki size, efendim bilmem şu parti şu bürokratı getirdi, bu parti bu bürokratı; bunlara da kulak asmayın. Bakın, geçen dönem bir küskünler meselesi çıktı burada, bundan da ders alın.
Ben yirmi seneden beri bu salondayım, milletvekiliyim, epey de deneyimim var, hiç basına masına aldırmadan... (Gülüşmeler)
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
KAMER GENÇ (Devamla) Peki, efendim, saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN Hükümet Programı üzerinde Başbakan Sayın Bülent Ecevit söz istediler; kendilerini davet ediyorum.
Buyurun efendim. (DSP sıralarından ayakta alkışlar)
BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT (İstanbul) Sayın Başkan, Sayın milletvekilleri, bizi televizyonlarında izleyen sayın yurttaşlarım; sizlere, hükümetimiz adına saygılar sunuyorum.
Demokratik Sol Partinin, Milliyetçi Hareket Partisinin ve Anavatan Partisinin birlikte oluşturdukları 57 nci cumhuriyet hükümeti dönemine ben umutla bakıyorum; çünkü, bu hükümet, üç partili bir koalisyon hükümeti olduğu halde, gerek protokolün ve Programın hazırlanışında gerek bakanlıkların dağılımında herhangi bir güçlükle karşılaşılmamıştır; üç parti de, demokrasinin gereği olan uzlaşma yeteneğini, daha göreve başlarken göstermişlerdir.
Koalisyon ortakları, Atatürk devrimine ve ilkelerine bağlılıkta, ulusal birliği, laikliği ve demokratik cumhuriyeti ödünsüz koruma ve güçlendirme azminde ve yoksulluk ve yolsuzlukla etkin mücadele kararlılığında uzlaşmayı da aşan bir birliktelik temeli oluşturmaktadırlar.
Bu hükümetin, bu hükümeti kuran üç partinin toplam milletvekili sayıları 351'dir. Bu, çok büyük bir rakam; fakat, biz, büyük çoğunluğumuz var, Mecliste her istediğimizi kendi bildiğimiz gibi yaparız davranışında olmayacağız, her konuda, demokrasinin bir uzlaşı rejimi olduğunu göz önünde tutacağız. Yalnız koalisyon ortakları olarak değil, yalnız koalisyon ortakları olarak kendi aramızda değil, Meclisteki muhalefet partileriyle de, olabildiğince uyum sağlamaya çalışacağız.
Türkiye Büyük Millet Meclisinde geniş bir diyalog, uzlaşı ve uyum ortamı sağlanabilirse, Büyük Millet Meclisinin 21 inci Döneminde, Türkiye Büyük Millet Meclisi bir kurucu meclis gibi çalışabilir, demokrasimizin eksikliklerini giderici anayasa değişiklikleri elbirliğiyle yapılabilir, ekonomide ve sosyal alanda gerekli yapısal reformlar dayanışma içinde gerçekleştirilebilir. Bu olanağı değerlendirebilirsek, gerek hükümet olarak gerek Parlamento olarak, ülkemize büyük hizmette bulunmuş oluruz.
Hükümet içinde ve Türkiye Büyük Millet Meclisinde uyum sağlamak da yetmez, aynı zamanda, ekonomimizin güçlenmesine, adaletli bir düzen kurulmasına, insan ve çevre sağlığına, doğa dengesine ve eğitime katkıda bulunan ve bulunabilecek olan toplumsal örgütlerle de sürekli diyalog ve dayanışma içinde çalışmaya özen göstereceğiz.
Bütün dünyada yaygınlaşan pazar ekonomisi sürecinde, ekonominin sorunlarına, yalnız hükümetlerden ve devletten çözüm beklenemez. Bu alandaki çözüm arayışlarına, girişimci ve işçi kesimlerinin de etkin katkıları zorunludur. Onun için, biz, ekonomik ve sosyal konseye büyük önem veriyoruz. Bu konseyi kurumlaştırma kararındayız -bu, Programda da açıkça ifade edilmiştir- ve buna katkıda bulunan kesimleri de, tatmin edici bir işleyişe ulaştırma kararındayız. Zaten, bu yılın başlarında da bunun ilk örneği verilmişti. Ekonomik ve sosyal konseye katılanlar dışında, başka meslek kuruluşlarıyla da diyalog kurmaya, diyaloğu sürdürmeye özen göstereceğiz.
Böyle bir katılım sürecinin kökleştirilmesi, yalnız ekonomik ve sosyal alanda değil, demokrasimizin eksikliklerini giderme, toplumsal huzuru ve barışı güçlendirme ve ulusal birliğimizi pekiştirme yolunda da ülkemize ve kalkınmamıza ivme kazandıracaktır.
Ekonomimiz, geçen yılın güz aylarından itibaren, bir durgunluk ve daralma dönemine girmiştir. Bunun nedenleri bellidir. Bunun nedenlerinin başında, bütün dünyayı sarsan, ciddî ve ağır ekonomik kriz gelmektedir. Bu ekonomik kriz, Güneydoğu Asya'da başlayıp özellikle Rusya'ya taşındıktan sonra, Türk ekonomisini büyük ölçüde olumsuz yönde etkilemeye başlamıştır ve bu etkileyiş hâlâ sürmektedir.
Ekonomimizdeki durgunluğun ve daralmanın bir başka nedeni de, siyasal belirsizlik ve istikrarsızlıktır. Düşünün ki, Türkiye, geçen nisan ayında yapılan seçimlerin bir yıl öncesinden itibaren, bir siyasal belirsizlik, bir seçim oldu olacak havası içine sürüklenmiştir. Bu durumda da, ekonomide istikrarlı önlemler, orta ve uzun vadeli önlemler alabilmek çok güçleşmiştir.
Yine, ekonomideki durgunluğun ve daralmanın bir başka nedeni, kaynak yetersizliğidir ve ayrıca, yılların oluşturduğu, ağır iç ve dış borç yüküdür. Nitekim, bildiğiniz gibi, 1999'un ilk 5 ayında, Türkiye, yaklaşık 30 milyar dolar tutarında iç ve dış borç ödemesi yapmak zorunda kalmıştır ve bütün zorluklarına rağmen de bu görevi yerine getirmiştir.
Yine, ekonomideki daralmanın bir başka nedeni, petrol fiyatlarının kısa sürede, 10 dolardan 16-17 dolara yükselmiş olmasıdır; fakat, bunlar, Türkiye'nin aşamayacağı güçlükler ve etkenler değildir. Bu güçlükleri aşabilmek için başta gelen bir koşul, siyasal istikrardır.
Türkiye, 1994'te, dünyada hiçbir kriz belirtisi bile yokken sürüklendiği ekonomik felaketi bile aşabilmiştir. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar) Gerçi, o felaketin açtığı yaralar, hâlâ kapanabilmiş değildir; ama, kısa bir durgunluk döneminden sonra, bir ekonomik kargaşa döneminden sonra, ekonomi, yine, 1994'te rayına girmeye başlamıştır.
Ekonomiye yeniden canlılık kazandırabilmek için, hükümetin uyumlu çalışması ve olabildiğince uzun ömürlü olması gerekir. Türkiye, 1983 güzünden beri -yani, askerî yönetim dönemi sona erdiğinden beri- bugünlere kadar, sürekli seçim ortamında yaşamıştır. Sürekli seçim ortamında yaşayan, on yılı aşkın bir süre seçim atmosferinde yaşayan bir ülkede, ne siyasal istikrar sağlanabilir ne ekonomik istikrar sağlanabilir ne de orta ve uzun vadeli yapısal önlemler alınabilir veya yapısal değişiklikler yapılabilir.
Aslında, sık sık hükümet değişikliklerine karşın bile siyasal istikrar korunabilir. Bunun için, kamu yönetiminde istikrar gereklidir. Her iktidar değişikliği kamu yönetiminde deprem yaratırsa, yine, ne siyasal ne de ekonomik istikrar sağlanabilir.
56 ncı hükümet döneminde, kamu yönetiminde istikrar sağlayabilmek için, bazı önemli adımlar atılmıştır; memur alımları, atamalar ve görev yükseltmeler belirli kurallara bağlanmıştır. 57 nci hükümeti oluşturan tüm partiler de bu önlemleri açıkça desteklediklerini belirtmişlerdir. Nitekim, Hükümet Programında, buna belirgin biçimde yer verilmiştir. Programdan, o kısmını, bölümünü, bence çok önemli olduğu için, bir kez daha, huzurunuzda okumak istiyorum:
"Kamu yönetiminde ve kamu hizmetlerinde adaletli, şeffaf, verimli ve katılımcı bir yönetim anlayışı benimsenecektir.
Kamuda işe alınmada yeterlilik, görevlerde yükseltilmelerde ehliyet ve liyakat esas alınacak, kayırmacılık önlenecektir.
Kamu personelinin atama ve yükseltilmelerinde ehliyet ve liyakat şartları nesnel ölçülere ve sınav esasına dayandırılacaktır.
Kamu görevlerine giriş sınavlarının merkezi sistemle gerçekleştirilmesi uygulamasının yerleşmesi sağlanacaktır.
Aynı işi yapan personel arasındaki ücret farklılıkları giderilecektir. Bu amaçla yapılacak düzenlemede, iş, görev ve sorumluluk tanımlarına yer verilecek ve 'eşit işe eşit ücret' ilkesi uygulanacaktır."
Bunlar, hükümetin programında aynen yer alıyor. Bu düzenlemenin kalıcı olması, kamu yönetiminde başlıbaşına bir reform niteliği taşıyacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; siyasal istikrar sağlamanın, dolayısıyla da ekonomik istikrar sağlayabilmenin bir başka koşulu, temel ulusal politikalarda ulusal uzlaşı sağlanmasıdır. Hükümetimiz, Meclisle ve toplumla uyum içerisinde çalışmaya göstereceği özenle, bu koşulun da yerine gelmesine elinden geldiğince katkıda bulunacaktır.
Hükümetin ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündeminde, bildiğiniz gibi, çok ivedi bazı görevler var. Bunların başında, tabiî, 1999 bütçesinin, yıl yarılandıktan sonra yahut yarılandığı sırada görüşülmesi ve bir an önce uygulamaya konulması geliyordu. Sayın Meclis Başkanının da değerli katkısıyla, Plan ve Bütçe Komisyonu, bildiğiniz gibi, toplanmıştır, görev bölümü yapmıştır ve bütçe çalışmalarına başlamıştır. Aynı zamanda, yine Plan ve Bütçe Komisyonu, çok büyük bir ivedilik taşıyan Bankalar Yasasını da gündemine almış, şimdiden o konuda çalışmaları başlatmıştır. Bunun için, Plan ve Bütçe Komisyonunun değerli üyelerini şükran duygularıyla kutluyorum.
Bu arada, Bankalar Yasasıyla ilgili olarak, zihinlerde gereksiz yere kuşku uyandırıcı birtakım söylentiler son zamanlarda yaygınlaşmıştır. Bu arada, haziran ayının 11'ine kadar Bankalar Yasası çıkmazsa, mevduat üzerinde devlet güvencesi ortadan kalkacak iddiası yayılmıştır. Sayın Başbakan Yardımcımız Hikmet Uluğbay'ın da geçen gün belirttiği gibi, bu söylentilerin gerçekle hiçbir ilgisi yoktur. Biz, Bankalar Yasasının bir an önce çıkmasını istiyoruz; çünkü, o şekilde, bankalar, daha verimli bir çalışma süreci içine girebilecek ve üreticilerin, dışsatımcıların yardımlarına daha etkili bir şekilde koşabileceklerdir ve daha etkili biçimde denetlenebileceklerdir. Bizim, bankalar konusunda, yılbaşından beri, ısrarla "bunu gündeme getirelim, Meclisten bir an önce çıksın" dememizin nedeni budur; yani, ekonomideki daralmayı önlemeye ciddî bir katkısı olabileceğine inanıyoruz Bankalar Yasasında öngörülen değişikliklerin; yoksa, bunun, devlet garantisiyle bir ilgisi yoktur. Bunun da, bütçeyle birlikte, bir an önce, Büyük Millet Meclisinden çıkıp yürürlüğe gireceğini umuyorum. Dediğim gibi, Bankalar Yasası, bir sıkıntı döneminden geçmekte olan ekonomimiz için bir ilaç yerine geçecektir kanısındayım.
Büyük Millet Meclisimizi bekleyen bir başka görev, bildiğiniz gibi, Devlet Güvenlik Mahkemelerinin yapısının değiştirilmesiyle ilgili Anayasa değişikliğidir. Ayrıca, bir pişmanlık yasası, yine, hükümetin ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündeminde ivedilikli bir yer tutmaktadır.
Bu hükümeti kurma çalışmaları, hazırlığı içindeyken, bütün sayın parti liderleriyle yaptığım görüşmelerde, muhalefet partileri dahil bütün partilerin, bu ivedilikler sıralamasında birleştikleri izlenimi edinmiştim. Bunu da şükranla belirtmek isterim.
Bu arada, muhalefet partileri, yani Fazilet Partisi ve Doğru Yol Partisi -edindiğim izlenim doğru ise- devlet güvenlik mahkemelerinde bir değişiklik yapılmasını da kabul etmektedirler. Mecliste, bu anayasa değişikliği eğer referanduma kalmadan yapılırsa, ülkemiz bundan büyük yarar sağlayacaktır. Başka konularla bunun arasında bağlantı kurulmazsa veya "değişiklik gerekliydi; ama, daha önce yapılmalıydı" gerekçesiyle destek esirgenmezse, bu anayasa değişikliği daha çok geç kalınmadan Meclisten çıkabilir ve uygulamaya konulabilir; bu şekilde, çok haksız bir istismar da önlenmiş olur. Haksız diyorum; çünkü, Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu olan savcılar ve yargıçlar, uzun yıllardan beri çok başarılı bir sınav vermişlerdir. Askerî yönetim dönemlerinde bile, sıkıyönetim dönemlerinde bile, hiç kimse, askerî yargıçlarımıza ve savcılarımıza toz konduramamıştır. Bu bir gerçektir. O nedenle, bu konudaki dışarıdan gelen ısrarların haksız olduğunu söylüyorum; ama, bir haklı tarafı da var: Biz, bazı sözleşmelere imzamızı atmışız; o imzamızın gereği de, bu gibi mahkemelerin tamamen sivil hâkimlerden ve savcılardan oluşmasını gerektiriyor. O nedenle, haksız da olsa gerekli bir değişikliktir.
Öngördüğümüz pişmanlık yasası da, haklı olarak çok duyarlı bir ortam içinde bulunan kamuoyunun kabul edebileceği ölçüler içinde olacaktır. Böylelikle, PKK'nın tuzağından kurtulmak isteyen gençlere bir şans tanınmış olacaktır. Eğer bu gençler İmralı duruşmalarını televizyondan veya radyolardan izleyebiliyorlarsa, nasıl bir tuzağa düşürülmüş olduklarını herhalde anlayacaklardır.
Bu arada, İmralı'daki yargılama sürecinden, bu memleketin bir vatandaşı olarak kıvanç duyduğumu da belirtmek isterim. Devletin ilgili bütün organları, tam bir uyum içinde çalışmışlardır, Türkiye'de ne kadar köklü ve ciddî bir devlet yapısı bulunduğunun yeni bir kanıtını, yeni bir örneğini vermişlerdir. Aynı zamanda, mahkeme de, hiç üzerine gölge düşürülemeyecek bir yansızlıkla, bir hukuk devleti anlayışı içinde işlemektedir.
Yine, öncelikle ele almamız gereken konulardan biri de vergi konusudur. 55 inci cumhuriyet hükümeti döneminde gerçekleştirilen Vergi Reformu Yasası, aslında çok önemli bir yasadır ve geniş toplum kesimleriyle uyum içinde, diyalog içinde hazırlanmıştır ve Yüce Meclisten geçirilmiştir; ama, bütün vergi reformları, toplumun değişik kesimlerinde, sonradan, yürürlüğe girdikten sonra sızlanmalar yaratır, şikâyetler yaratır. Herkes, vergide sosyal adaletten yanadır; herkes "çok kazanandan çok, az kazanandan az vergi alalım" der; herkes "vergi ödenmelidir, ödemelidir" der; ama, birçok toplum kesiminde, işte, herkesten daha fazla alınsın, ama, benden daha az alınsın veya hiç alınmasın havası içine girebilirler; ama, bunlar bir yana -bu, her ülkede rastlanan bir durumdur- gerçekten, belki de, Vergi Reformu Yasasında, özden ayrılmaksızın, özünden sapmaksızın bazı değişiklikler yapmakta büyük yarar olabilir; çünkü, bu Vergi Reformu Yasasının bir talihsizliği, uygulama aşamasında dünya ekonomik kriziyle çakışmış olmasıdır. O yüzden, bazı bakımlardan, beklenen getiriler sağlanamamış olabilir; ama, biz, katı bir anlayış içinde değildik bu vergi reformuna katkıda bulunduk diye, bu asla değişmeyecek bir şeydir tavrı içine girmedik. Dediğim gibi, özü kaybedilmemek koşuluyla, bu ekonomik kriz döneminde sıkıntılar yaratan unsurları, elbette, Meclisin iradesiyle değiştirilebilir.
Bu saydıklarımın hemen ardından, yine, öncelik taşıyan bazı konuları anımsatmak isterim; tabiî, bunlara hepinizin ekleyebileceği başka konular da olabilir. Bir kere, milletvekili, bakan ve başbakan dokunulmazlığını sınırlayıcı bir anayasa ve yasa değişikliğinin mutlaka ve kısa sürede, çok erken zamanda yürürlüğe girmesi gerekir. Bu konuda da, Büyük Millet Meclisinin tümünü kapsayan bir uzlaşma ortamı içine girdiğimizi sanıyorum, inanıyorum. Bir an önce, bu konunun, artık, Türkiye'nin gündeminden çıkarılması gerekir.
Yargıya daha çok bağımsızlık tanınması ve soruşturmaların daha etkili duruma gelmesi için, kapsamlı bir yargı reformunun öncelikle gerçekleştirilmesi gerekir. O arada, Hükümet Programında belirtildiği gibi, benim başkanı olduğum partinin de yıllardır belirttiği gibi, adlî zabıta üzerinde de çalışmalar sürecektir.
Çetelere, organize suçlara karşı 56 ncı cumhuriyet hükümeti döneminde bir yasa hazırlanmıştır ve komisyon aşamasına kadar gelmiştir; fakat, orada engellenmeye veya yozlaştırılmaya başlanmıştır. Oysa, Türkiye'de, bu "çete" denilen nitelikte suç örgütleri son yıllarda arttığı halde, çetelere karşı uygulanabilecek yaptırımlar, maalesef, çok yetersizdir. Bu çetelerin başını çeken bazı kimseler, bütün yaptıklarının, marifetlerinin kanıtları gözler önüne serildikten sonra, mahkemeye götürülüyorlar, bazıları tutuklanıyor, bazıları tutuklanmıyor bile ve kısa bir cezayla da kurtuluyorlar. Yani, çok yaygın bir benzetmeyle, 6 baklava çalan çocuğun uğradığı cezadan çok daha hafifiyle kurtulabiliyorlar; çünkü, yargı düzenimizde çete suçları öngörülmemiş. Onun için, bir an önce, çetelerle mücadeleyi daha etkili hale getirici bir yasa değişikliğinin de Meclisten çıkması gerekiyor. Hükümet ortakları da yolsuzluklarla mücadelede ne kadar duyarlı olduklarını açıklamışlardır. Bu çetelere karşı yaptırım daha etkili hale gelmekle de toplum vicdanı büyük ölçüde rahatlayacaktır.
Öte yandan, devlet içindeki denetleme kuruluşlarının daha verimli işler duruma gelmesi gerekmektedir. Bu arada, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kuruluna da tam bağımsızlık ve daha çok işlev verilmesi gerektiğine inanıyoruz. Bu amaçla hazırlamış olduğumuz bir yasa tasarısı zaten -bildiğiniz gibi- vardı; ama, kadük olmuştur. Bunun da bir an önce çıkarılması gereği Hükümet Programında vurgulanmıştır.
Öte yandan, yine öncelik, hatta ivedilik taşıyan bir konu da sosyal güvenlik reformudur. Benden önce yapılan konuşmalarda, sosyal güvenlikteki yılların biriktirdiği sorunların Türkiye'ye ne kadar ağır bedeller ödettiği açıklanmıştır. Bir an önce bu sosyal güvenlik reformunun da yapılması gerekir. Hükümet Programında, hükümeti oluşturan partiler, bu konuda çok cesur ifadeler kullanmışlardır; herhangi bir istismar kaygısına, popülist istismar kaygısına kapılmaksızın, sürelerle ilgili, emeklilik yaşıyla ilgili çok açık ve kesin ifadeler kullanmışlardır. Bu da, hükümetimizin bu konuyu ne kadar ciddiye aldığını göstermektedir.
Öte yandan, tahkim konusunda ulusal egemenliğimize gölge düşürmeyecek ölçüde, ama, çağın gereği olan değişikliğin de, bununla ilgili Anayasa değişikliğinin de bir an önce yapılması gereklidir; çünkü, aksi halde, özellikle enerji alanında gereksinme duyduğumuz yabancı sermaye girişlerinin ve dış kredilerin sağlanabilmesinde büyük güçlüklerle karşılaşabiliriz. Oysa, enerji, Türkiye'nin ivedilik taşıyan bir sorunu durumuna gelmiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yaz aylarında yoğun ve hızlı bir çalışma sürdürebilirsek -ki, bütün milletvekillerimizde bu kararlılığı görüyorum- böyle bir hızlı çalışma, Türkiye Büyük Millet Meclisinin hakkı olan saygınlıgına büyük katkı sağlayacaktır ve toplumun göreve daha çok güvenle bakabilmesi sağlanmış olacaktır. Aynı zamanda, Büyük Millet Meclisinin İçtüzüğünde de yasama çalışmalarını hızlandırıcı bazı değişikliklerin yapılabileceği kanısındayız. Bunun da, Değerli Meclis Başkanımızın gayretiyle, Büyük Millet Meclisinin gündemine bir an önce getirilmesini temenni ediyorum.
Eğitim reformu, 1997 ortalarında yapılan eğitim reformu, çok önemli bir reformdur; Türkiye'nin geleceğini kurtaran, Türkiye'yi önümüzdeki çağa hazırlayan, bilgi çağını yakalar duruma getirebilecek olan bir reformdur. Hükümetimiz, bunun eksiksiz uygulanmasında kararlıdır. Bu reformun ilk aşaması sekiz yıllık zorunlu ilköğretimdir. Bu ilköğretimden herhangi bir sapma olmayacağı konusunda görüş birliği sağlanmıştır hükümette; programımızdaki ifadeler de bunu açıkça kanıtlamaktadır.
Eğitim reformunun diğer bir aşamasında, tabiî, eğitim ve iletişim teknolojisinden çok yaygın ölçüde yararlanarak, Türkiye'nin en gözden ırak köyüne bile çağdaş bilgi akışını sağlama olanağı üzerinde durulmaktadır. Ayrıca, bu teknolojiden, iletişim ve bilgi teknolojisinden, eğitim teknolojisinden yaygın ölçüde yararlanıldığı zaman, açık yükseköğretim gören öğrencilerin olanakları büyük ölçüde artmış olacaktır. Hükümet Programında belirttiğimiz gibi, bir yandan, bu teknolojik olanaklar gençlerimize yaygınlaştırılacaktır; bir yandan da, açık yükseköğretim öğrencilerinin örgün üniversitelerle işlevsel bağlantıları kurulacaktır. Bunu sağlayabildiğimiz noktada, artık, üniversitelere giriş sınavlarına da gerek kalmayacaktır; çünkü, açık yükseköğretim çok ileri bir düzeye, yüksek bir düzeye varmış olacaktır. Dünyada bunun cesaret verici örnekleri vardır.
Yine, bu eğitim reformu, meslekî ve teknik eğitime büyük önem vermektedir. Şimdiden, meslekî ve teknik eğitime geçişi özendirici önlemler, bildiğiniz gibi, alınmaya başlamıştır. Aynı zamanda, kalkınma hedeflerine ve ekonominin gereklerine uygun bir eğitim planlaması, daha doğrusu, eğitimden yararlanacak kesimler planlaması gereklidir. Bir örnek vereyim: Türkiye'de gereğinden çok fazla ziraat mühendisi, gereğinden çok fazla maden mühendisi, gereğinden çok fazla jeolog vardır; ama,hemen hemen her açılan ünivesitede, bunlarla ilgili kürsüler veya fakülteler kurulmaktadır. Bunun dışında, bir de, yetişmiş insan gücünün yetersiz kaldığı görev alanları vardır. Onun için, bu konuda, ciddî bir planlama yapma zamanı gelmiştir. Hükümetimiz, umarım ki, bunu da kısa sürede başaracaktır. Böylelikle, aslında, işsizliğin, okumuş insan işsizliğinin de giderilmesine büyük bir katkıda bulunulmuş olacaktır.
Sözlerimin başında belirttiğim gibi, büyük ölçüde dışarıdan gelen etkenler nedeniyle, kısmen de geçmiş yıllardan gelen etkenler nedeniyle ekonomimiz bir durgunluk sürecine girmiştir; fakat, Türkiye, uzun süre böyle bir durgunluk dönemine tahammül edemez; çünkü, Türk toplumu, artık, çok dinamik bir toplum haline gelmiştir; Türk işadamları, Türk girişimcileri kaplarına sığamaz hale gelmişlerdir. Onun için, Türkiye, uzun süre bu durgunluğa tahammül edemez. Bir an önce ekonomimizi canlandırma gereğinin bilinci içindeyiz hükümet olarak. Bir yandan ekonomiyi canlandırmalıyız bir yandan da ekonomide istikrar sağlamalıyız; fakat, bu istikrar, durağan bir istikrar veya durgun bir istikrar olmamalı, dinamik bir istikrar olmalıdır. Yani, istikrarın içinde canlanmayı da sağlamamız gerekir. Bu arada, enflasyonla mücadelenin yakasını bırakmamak gerekir. Türkiye, seçim kampanyası sırasında, enflasyon oranında bir düşüşü yaşamıştır. Bu, dünyada pek görülmemiş bir sorumluluk örneğini gösterse gerektir. Bir seçim ortamına rağmen, enflasyon aşağılara çekilmiştir ve bugün de, yüzde 50 dolaylarında, şimdilik sabitleşmiş gibi görünüyor. Enflasyonu aşağı çekme gayretlerini, 55 inci ve 56 ncı hükümetlerin başlattığı gayretleri, bu hükümet döneminde de sürdürmek gerektiğine inanıyorum. Bu arada, yüksek faiz sorunu, çok ciddî bir sorun haline gelmiştir; buna karşı da gerekli önlemler üzerinde, şimdiden, ekonomist arkadaşlarımız çalışmaktadır.
Ekonomide öncelikle gerçekleştirmemiz gereken bir başka önemli ödev de, kayıtdışı ekonomi alanının olabildiğince sınırlandırılmasıdır. Aslında, gönül büsbütün ortadan kalkmasını ister; ama, hemen her ülkede kayıtdışı ekonomi vardır; fakat, bizdekine nazaran çok sınırlı ölçüdedir. Bizde, son yıllarda, ekonominin yaklaşık yarısı kayıtdışı haline gelmiştir. Bu, yalnız işçiyi ezmekle kalmıyor, yalnız sigortalılığı sınırlamakla kalmıyor, aynı zamanda, girişimciler arasında da bir adaletsizlik ortaya çıkarıyor; çünkü, aynı işi gören yan yana iki fabrikadan, biri, kayıtdışı çalıştığı zaman devlete doğru dürüst vergi ödemeden, Sosyal Sigortalar Kurumuna pirim ödemeden büyük kârlar sağlayabiliyor, onun yanındaki kayıtiçi çalışan işletmeyse, bütün o görevleri yerine getirdiği için, bir haksız rekabetle karşı karşıya kalmış oluyor. Onun için, kayıtdışı ekonomiyle mücadelede yalnız işçi kesimi değil, girişimci kesimi de kararlıdır ve elbirliği içinde çalışmaya hazırdır. Biz, buna da, hükümet olarak, gereken katkıyı yapacağız.
Türkiye'de, tabiî anlaşılabilir siyasal eğilimlerle ve toplumdan gelen baskılarla çok büyük bir proje stoku hazırlanmıştır. Oysa, içinde bulunduğumuz kaynak sıkıntısı döneminde, bu stoktaki projelerin tümünün yürürlüğe konması, uygulamaya geçirilmesi mümkün değildir. Hiçbir ülkede, hatta kaynak sorunu bizdeki gibi olmayan, bizdekine nazaran çok daha elverişli şartlarda olan ülkelerde bile, bu kadar çok sayıda proje kısa sürede gerçekleştirilemez. Onun için, kamu yatırımlarında, özellikle de altyapı yatırımlarında, daha gerçekçi bir öncelikler sırası saptamamız zorunludur.
Bu arada, kaynak yetersizliğimizi gidermek için yap-işlet-devret yöntemine ağırlık verilecektir. Yine, kendi girişimcilerimizi ve köylümüzü, çiftçimizi korumak için, dampingli dışalım ve sınır ticaretine karşı da etkili önlemler alınacaktır, gümrüklerin denetimi çok daha etkili hale getirilecektir, ihtisas gümrüklerine işlerlik kazandırılacaktır; böylelikle, kendi çiftçimiz, köylümüz, işçimiz ve işverenimiz haksız bir rekabetten kurtulmuş olacaktır. Bu dampingli dışalımları önleyemezsek, sınır ticaretine makul bir düzenleme getiremezsek, Türkiye, kendi çiftçisinden çok, başka ülkelerdeki çiftçileri destekler duruma, kendi sanayiinden çok, başka ülkelerdeki sanayicileri destekler duruma gelmiş olacaktır; şimdiden de öyle bir görüntü vardır.
Özelleştirmede ilke olarak bütün partilerin birleşiyor olması sevindiricidir. Bu, bütün partilerin, dünyadaki değişikliklere uyum sağladığını gösteriyor; ama, son yılların uygulamaları, Türkiye'de özelleştirme politikalarını ve stratejilerini yeniden gözden geçirmemiz gerektiğini gösteriyor.
Biraz önce konuşan bir değerli hatip "işte, 55 inci, 56 ncı hükümetler döneminde ancak 1 milyar dolarlık özelleştirme yapabildiniz" diyor; ama, ondan önce, kendi hükümetleri döneminde ne kadar yapılabildiğini söylemiyor. Demek ki, partilerin bu konuda birbirlerini eleştirmeleri haksızlık. Belli ki, bir yerde bir tıkanıklık var, o tıkanıklığın mutlaka aşılması gerekir ve özelleştirmenin, işsizleştirmeyle eşanlamlı olmaktan kurtarılması gerekir. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)
Bugün, Türkiye'de bütün işçi sendikaları özelleştirmeye karşıdır; çünkü, özelleştirme, işsizleştirmeyle birlikte gelmektedir; buna karşı önlem almak gerekir. Yine, özelleştirmeye kamuoyu desteğini genişletebilmek için, özelleştirme sürecinde hisseleri yaygınlaştırmak gerekir. Bu, depoya alınan, özelleştirilecek diye depoya alınan ve umutsuz hasta durumunda, âdeta komada bırakılan KİT'lerin sorununa mutlaka bir çözüm getirmemiz gerekir inancındayım. Bunları yerine getirirsek, bir de anayasa değişikliğiyle tahkim sisteminde bir çağdaş değişiklik sağlayabilirsek, özelleştirmenin kısa sürede hızlanabileceğine inanıyorum.
Bu arada, özellikle hayvan ürünleriyle ilgili tesislerin, işletmelerin özelleştirilmesinde çok dikkatli davranılması gerektiğine, hatta, mümkünse, bundan vazgeçilmesi gerektiğine, şahsen inandığımı belirtmek isterim; çünkü, bunun çok acı sonuçları görülmüştür.
Ekonomimize canlılık katmanın bir başka koşulu da -üzerinde pek durulmayan bir başka koşulu- yerli malı kullanma eğiliminin toplumda yaygınlaştırılmasıdır; ama, Türkiye'de, yabancı sözcüklere merak arttığı gibi, yabancı malına da merak gitgide artmaktadır. Oysa, Türkiye'de sanayi çok gelişmiştir; dünyanın en gelişmiş ülkelerine bizim sanayi ürünlerimiz satılabilmektedir. Bu durumda, kendi sanayi ürünlerimize, kendi ev eşyamıza, giyim kuşam eşyamıza daha çok özen vermek hakkımız vardır; bu, bizim, girişimcilerimize bir görevimizdir. Bu yerli malı alışkanlığının, cumhuriyetin ilk yıllarında olduğu gibi, yeniden canlandırılmasında büyük yarar gördüğümü belirtmek isterim.
Bu arada, tabiî, başta gelen bir görevimiz -ama, çözümü de çok kolay olmayan bir görevimiz- girişimcilere, yatırımcılara uygun koşullu finansman olanakları sağlanmasıdır; zaten, yüksek faizi önlemenin de başta gelen koşulu budur.
55 inci ve 56 ncı hükümetler döneminde, aslında, bu dünya krizinden en çok etkilenen sektörlere ve alt sektörlere ciddî yardımlar yapılmıştır; ama, bunlar, yapısal değişiklik niteliğinde yardımlar değildir, kısa vadeli yardımlardır. Mutlaka, krizden etkilenen sektörlere, daha etkili ve yapısal değişiklik niteliğinde destekler de sağlamamız gerektiğine inanıyorum.
Bu kürsüde, biraz önce, çok haksız bir şekilde değinilmiş olmasına rağmen, aslında, 55 inci ve 56 ncı hükümetler döneminde, KOBİ'lere çok geniş olanak sağlanmıştır; Halk Bankasının bu alandaki etkinliği büyük ölçüde artırılmıştır, esnaf ve sanatkâra büyük olanaklar sağlanmıştır; ama, bunların daha da geliştirilmesi, genişletilmesi gerekir. Hükümetimizin bu konuda kararlı olduğuna inanıyorum.
Türkiye'de, sanayinin gelişmesinin önündeki fizikî bir engel de organize sanayi bölgelerinin, özellikle Güneydoğu ve Doğu Anadolu'da sayıca yetersiz olmasıdır. Bu eksikliğin de mutlaka giderilmesi gerekir.
Güneydoğu ve Doğu Anadolu'nun bilinen sorunlarına çözüm getirmek üzere, yine 55 inci ve 56 ncı hükümetler döneminde ciddî önlemler alınmıştı; paketle değil, kanun değişikliğiyle gidilmişti, kredilerle, yatırımlarla gidilmişti. Bu gidiş, bu yaklaşım sürüyor. 57 nci cumhuriyet hükümetinin de bu konudaki çabaları artıracağı kesindir. Bu, Türkiye'de, yalnız bölgelerarası sosyal adaletsizliği giderme bakımından değil, aynı zamanda ulusal birliğimizi daha sağlam temellere dayandırmak bakımından da zorundadır.
Bu arada, terör nedeniyle köylerini terk etmek zorunda kalmış olan yurttaşlarımızın köye dönüşlerini de hızlandırmak zorundayız. (DSP sıralarından alkışlar) Aynı zamanda, gerek güvenlik açısından gerek gelişme açısından, yeni, daha güvenli, daha huzur verici yerleşim birimlerine, yerleşim düzenlemelerine geçmek zorundayız.
Bildiğiniz gibi, özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da köyler birbirinden çok kopuktur; komlar, mezralar vardır; aralarında ciddî bir iletişim yoktur; bunların korunmaları son derecede güçtür, kalkındırılmaları son derecede güçtür. Onun için, bir yandan bu durumdaki yerleşim birimlerini olabildiğince toplulaştırmak, bir yandan da birbirine yakın köyler arasında işlevsel işbirliği ve dayanışma düzeni kurmak kararındayız; Hükümet Programında da buna ayrıntılı yer verilmiştir.
Hükümetimiz, kalkınmayı, nüfusumuzun yarıya yakınını oluşturan köylü ve çiftçi kesiminden başlatmaya kararlıdır.
Bu arada, hayvancılıkta, bildiğiniz gibi, çok büyük bir gerileme yaşanmıştır; gerek hayvancılıkta gerek tarımda büyük ihmaller yer almıştır. Gerçi son yıllarda, bu konuda bazı önemli adımlar atılmıştır ama, bunlar yeterli olamamıştır henüz. Tarımda bir üretim planlaması şarttır. Gerekenden çok fazla ürünlerin üretilmesi, hem devlete yük oluyor hem de çiftçileri zor durumda bırakıyor; onun için, tarımda mutlaka özendirici bir üretim planlaması yapılmalıdır; buna, Hükümet Programında ağırlıklı bir yer verilmiştir. Ayrıca, tarım sigortasının yapılma zamanı da gelmiştir.
Türkiye'de nüfusun büyük bir kesimi köylü olduğu halde, en yoksul kesimi köylüdür, köylülerin en yoksul kesimi de orman köylüleridir; onun için, özellikle orman köylülerinin durumunu yapısal değişikliklerle düzeltmek zorundayız. Bunun için bizim düşündüğümüz çözüm, orman köylülerinin kuracakları kooperatiflerin, birliklerin, ormanların işletilmesine etkili biçimde katılmaları ve bunun nemasından faydalanmalarıdır. Orman sanayii ürünlerinin de bu şekilde -işçilerin ve köylülerin katılımıyla- işler hale, çalışır hale getirilmesi gerektiğine inanıyoruz.
Gerek ekonomik açıdan gerek sosyal açıdan önemli bir sorun, ulaşım sorunu. Bu konuda, maalesef, bir devlet politikası oluşturulmuş değildir; fakat, 57 nci hükümetin Hükümet Programında bu konuda kesin bir kararlılık ifadesi yer almaktadır; ilk defa, ulaşımda bir denge sağlanacaktır; yani, karayolları ile deniz taşımacılığı ve demiryolu taşımacılığı arasında bir denge kurulacaktır. Türkiye'nin üç yanı denizlerle çevrili olduğu halde, yurt içinde deniz taşımacılığı yok denecek kadar azdır. Onuncu yılın "demir ağlarla ördük anayurdu dört baştan" diye marşını söylüyoruz; ama, demiryolu politikası 1930'lu yıllarda kalmıştır; onu yeniden canlandıracağız ve bu şekilde, havayollarıyla, karayollarıyla, denizyollarıyla, demiryollarıyla, dengeli bir ulaşım sisteminin temellerini atmış olacağız.
Bu arada, son iki yılda köy yolları yapımına büyük hız verilmişti; bunu artıracağız.
Köy Hizmetlerinin çok eskimiş olan makine parkı da yenilenmiş veya büyük ölçüde yenilenmek üzeredir.
Köy yolları yapımına hız katmaya, özellikle de güvenlik açısından duyarlı olan yörelerdeki köy yollarının süratle asfaltlanmasına özen göstereceğiz. Bildiğiniz gibi, kahraman askerlerimizin uğradıkları kazaların, hatta can kayıplarının başta gelen nedeni mayınlardır; mayını önlemenin başta gelen koşulu da yolu asfaltlamaktır; bu konuda bir atılım başlatılmıştı 55 inci, 56 ncı hükümetler dönemlerinde; bu atılımı daha hızlı hale getirmeye çalışacağız.
Biraz önce belirttiğim gibi...
Ne kadar vaktim kaldı Sayın Başkan?
BAŞKAN Buyurun efendim; 10 dakika kadar vaktiniz var.
BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT (Devamla) Teşekkür ederim.
Türkiye ciddî bir enerji darboğazıyla karşı karşıyadır; fakat, uluslararası ilişkilerle, Bakü-Ceyhan boru hattı, Türkmen gazı ve diğer bazı projelerde, bu konularda Türkiye çok büyük mesafeler almıştır son yıllarda. Ayrıca, Türkiye topraklarında enerji santralları yapımına hız verilmiştir, bunun için birçok proje üretilmiştir; fakat, bunların hızla yaşama geçebilmesi için tahkim sisteminde değişiklik de gerekmektedir. Bu konuda atılmaya başlamış olan adımları, 57 nci hükümet de, hiç kuşkusuz, azimle ve kararlılıkla sürdürecektir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmamı bitirmeden önce, uluslararası ilişkilerimize de kısaca değinmek isterim. Türkiye, son yıllarda uluslararası alanda bölgesel ilişkilere giderek artan ölçüde önem vermiştir ve bunun sonuçlarını da almaya başlamıştır. Bundan birkaç yıl öncesine gelinceye kadar, Türkiye, kendi bölgesinde yapayalnız bir ülke idi. Oysa bugün, birkaç ülkeyi istisna edersek, Türkiye, kendi bölgesinde birçok dostluk kazanmıştır, yeni işbirlikleri sağlamıştır; Ortaasya'da, Kafkasya'da çok etkin durumdadır; Balkanlarda -bir tek Yunanistan dışında- etkinliği gitgide artmaktadır; Ortadoğu'da ilişkileri gelişmektedir Arap ülkeleriyle, İslam ülkeleriyle; Afrika'ya ilk defa açılmaya başladık, Uzakdoğu'ya açılmaya başladık, Pasifik'e açılmaya başladık; Rusya ile ekonomik ilişkilerimiz çok ileri ölçülere vardı; Çin'e, Japonya'ya kadar uzanma kararındayız. Böylelikle, Türkiye, bir Avrupa ülkesi olmakla birlikte, Avrupa Birliğine pek de o kadar muhtaç olmadığını görmüş ve göstermiştir. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)
Kendi bölgemizdeki sorunların çözümüne çok etkili katkıda bulunur hale gelmiştir Türkiye; Bosna-Hersek'te Boşnak kardeşlerimizin yardımına en ön safta koşmuştur; son Kosova krizinde Arnavut kardeşlerimize ve Kosovalı Türk kardeşlerimizin yardımına, başka birçok zengin ülkelere örnek olacak bir özveriyle koşmuştur.
Bugün İstanbul'da bir toplantı yapılıyor; orada, Gürcistan'dan gelen Gürcü ve Abhaz liderler, temsilciler, Türkiye tarafından bir araya getiriliyorlar ve ortak sorunlarına Türkiye'nin katkısıyla çözüm arayışı içinde bulunuyorlar. Kendi yurdumuzda hem Gürcü kökenli hem Abhaz kökenli yurttaşlarımız tam bir kardeşlik ve dostluk içinde bir arada yaşayabildiklerine göre, Gürcistan ve Abhazya'da da aynı başarıyı gösterebilmeleri çok doğaldır; Türkiye buna da katkısını yapmaya başlamıştır.
Bildiğiniz gibi, Avrupa Birliği bizim üyeliğimizi veya üye adaylığımızı kabul etmiyor. Avrupa Birliğinde üyeliğimiz, tarihin, coğrafyanın ve anlaşmaların bize verdiği bir haktır; fakat, o hakkımız şimdilik tanınmıyor; ama, biraz önce belirttiğim gibi, dünya Avrupa Birliğinden ibaret değildir. Biz, kültürümüzle, tarihimizle, coğrafyamızla Avrupalıyız; ama, sadece Avrupalılığa da sığmayız. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar) Biz, aynı zamanda, bir Ortaasya ülkesiyiz, bir Ortadoğu ülkesiyiz, bir Doğu Akdeniz ülkesiyiz, bir Karadeniz ülkesiyiz, bir Balkanlar ülkesiyiz, kısmen Afrika ülkesiyiz ve bu kökenleri çok iyi bağdaştırabildiğimiz için de, Avrasyalaşma sürecinin anahtar ülkesi konumuna gelmiş bulunuyoruz.
Bir bakıma, Avrupa Birliğinin kapısını bize kapatanlara teşekkür etmemiz gerekir; dünyanın Avrupa'dan ibaret olmadığını kavramamıza katkıda bulunmuşlardır. Bu konuda Türkiye beklenen başarılarını göstermeye başlamıştır; daha ileri bir aşamaya gelindiğinde, ben eminim ki, Avrupa Birliği bizim kapımıza gelecek ve üye olmamız için çağrıda bulunacaktır. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)
Son Alman girişimi sonuç vermemekle beraber -pek de sonuç vermesini zaten beklemiyordum- Almanya'nın, bugünkü Alman yönetiminin Türkiye'ye bir iyi niyet belirtisidir -bunu ifade etmekte yarar görüyorum- ama, yeterli desteği bulamamıştır ve buna çok üzülmüştür; ama, biz o kadar üzülmedik; çünkü, fazla bir umudumuz yoktu. Almanya'yla birlikte, İngiltere, Fransa, İspanya gibi bazı ülkeler de Türkiye'ye anlayışlı davranmaktadırlar. Dediğim gibi, her şeyin bir zamanı vardır; bizim, Avrupa Birliğinde üyeliğimizin de zamanı gelecektir, er geç gelecektir.
Bu arada, bizim üyeliğimize karşı çıkanlar, Yunanistan bahanesini ileri sürüyorlar. Bu durumda, küçücük Yunanistan, koskoca Avrupa Birliğini esir almış demektir. Avrupa Birliği mi Yunanistan'ı kullanıyor, Yunanistan mı Avrupa Birliğini kullanıyor Türkiye'ye karşı; bunu anlamak da biraz zor; belki her ikisi de doğrudur.
Kosova'da nihayet bir barış umudu belirmiştir. Son aldığım haberlere göre, bazı teknik zorluklar sürüyor; ama, bu savaşın artık bir an önce sona ermesi, bu zulmün bir an önce sona ermesi gerekir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; rejim konusunda, hükümetimizin bu konuya yaklaşımı üzerinde de durmak isterim. Hükümetimiz, inançlara saygılı laiklik ilkesini benimsemiştir; dinin siyasette istismarına karşıdır; ki, bunlar zaten Anayasanın gereğidir. Buna, şunu da eklemek isterim: İslamın, kanımca, en sağlıklı yorumu ve uygulaması da Türkiye'dedir. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)
Türkiye, halkının büyük çoğunluğu Müslüman olan ülkeler arasında en çağdaşıdır, en özgürüdür, en dinamiğidir, en demokratiğidir...
ZEKİ ÜNAL (Karaman) Başörötüsü zulmü devam ediyor Sayın Başbakan.
BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT (Devamla) Bu konumunu da Türkiye, inançlara saygılı laiklikle göstermiştir. Bu konumu, bu yaklaşımı sürdüreceğiz.
Sayın Recai Kutan, Refah Partisi adına yaptığı konuşmada... (FP sıralarından "Fazilet" sesleri) ... bize bu konuda tarizlerde bulundu; fakat, bu arada, ilginç bir ikrarda bulundu Sayın Recai Kutan; bu başörtüsünün parti rozeti gibi bir siyasal simge olduğunu itiraf etti; biz de işte buna itiraz ediyoruz. (DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
Bir yandan bu inançlara saygılı laikliği inançla sürdürürken, bir yandan da hükümetimiz, Programında belirtildiği gibi, Sünnî-Alevî kardeşliğini büsbütün pekiştirmek için de her çabayı gösterecektir.
Türkiye'de son bir iki yılda, devlet içinde tam bir uyum sağlanmaya başlamıştır; birbirinden kopuk hale gelmiş olan devlet organları, birbiriyle diyalog ve işbirliği içine girmiştir ve özellikle güvenlikle ilgili konuda bu işbirliği ve dayanışmanın büyük önemi vardır. Nitekim, daha önce yakalanamayan birçok suçluyu, şimdi, Türkiye'nin içgüvenlik güçleri, dünyanın her yerinde yakalayabilmektedir. Ama, itiraf etmek gerekir ki, hâlâ, polisin içinde, geçmişten kalma bazı gruplaşmalar, biraz aşırı ölçüye varan yarışmalar vardır. Ama, ben, deneyimli İçişleri Bakanımız Sayın Tantan'ın bu sorunu da kısa sürede çözeceğine inanıyorum. Bu arada, tabiî, telekulak meselesi de inşallah çözülmüş olacak.
Değerli arkadaşlarım, demokratikleşme sürecinde de bazı adımlar atmak zorundayız. O arada, düşünce ve anlatım özgürlüğünün olabildiğince genişletilmesi için de çaba göstermemiz doğaldır. Olabildiğince diyorum; çünkü, Türkiye çok ciddî bazı tehditlerle karşı karşıyadır; bölücü terör, etkinliğini, azalarak da olsa, hâlâ sürdürüyor; dışarıdan, Türkiye'yi yolundan saptırmak için ciddî girişimler hâlâ sürüyor. Onun için, Türkiye'nin bölücü terörün cüret kazanmasına yol açmayacak, rejimin temellerini tahrip etmeyecek ölçüler içinde daha geniş bir düşünce ve anlatım özgürlüğüne kavuşturulması gerekir; hükümetimiz bu konuda da gerekeni yapacaktır.
Cumhuriyetimizin kurucusu olan ve büyüklüğü her olay karşısında daha iyi anlaşılan Önderimiz Atatürk, Türk Ulusuna çok iddiali bir hedef vermiştir; dünya uygarlığının, çağdaş uygarlığın düzeyine değil, o düzeyin üstüne çıkma hedefini göstermiştir. Ben, Türk Ulusunun bunu başarabilecek yetenekte olduğunu görüyorum. Bu konuda da en çok gençlerimize güveniyorum. Eğitim sistemimizin hâlâ var olan eksikliklerine karşın, gençlerimiz, hatta çocuklarımız, bilim alanında her katıldıkları yarışmada büyük dereceler alabiliyorlar. Bu, bizim ilerlemeye, gelişmeye, kalkınmaya ne kadar yatkın bir toplum olduğumuzu gösteriyor. Gençlerimizin bilimdeki bu başarıları, Atatürk'ün kendi kurduğu eseri gençlere emanet ederken ne kadar doğru bir davranış içinde olduğunu da gösteriyor. (DSP sıralarından alkışlar)
Yeni hükümetin güvenoyu almasını sizlerin takdirine sunuyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (DSP sıralarından ayakta alkışlar; MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)
ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) Sayın Başkan, tutanaklara geçmesi bakımından, Sayın Başbakanın bir cümlesini düzeltmek istiyorum müsaade ederseniz.
BAŞKAN Yerinizden...
ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) Buradan, tutanaklarda düzeltilmesi amacıyla söylüyorum: Sayın Recai Kutan... (FP sıralarından "Ses duyulmuyor" sesleri)
BAŞKAN Hayır efendim; oturduğunuz yerdeki mikrofona konuşun.
ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) Sayın Başkan, biraz önce, Sayın Başbakan, konuşmaları sırasında "Sayın Recai Kutan, başörtüsünün bir simge olduğunu itiraf etmiştir" dedi. Sayın Genel Başkanımızın konuşmasında böyle bir ifade yoktur. Sayın Genel Başkanımızın konuşması açıktır: "Başörtüsünü siyasal bir simge olarak değerlendiriyorsunuz; aslında, bu bir siyasal simge değildir; ama, bunu, siz böyle değerlendiriyorsunuz; fakat, şunu da bilin ki: Siyasal simge kullanmak da, laik, demokratik hukuk devletinde, Türkiye'de yasak değildir. Siz de, milletvekilleriniz de siyasal simge kullanıyorsunuz" anlamında söylemiştir; düzeltiyorum. (FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Peki, teşekkür ediyorum.
Sayın milletvekilleri, şahısları adına söz sırası, Kırıkkale Milletvekili Sayın Nihat Gökbulut'a aittir.
Buyurun. (ANAP sıralarından alkışlar)
NİHAT GÖKBULUT (Kırıkkale) Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; 57 nci cumhuriyet hükümetinin kuruluşu vesilesiyle Hükümet Programı üzerinde kişisel olarak düşüncelerimi ve değerlendirmelerimi sizlere arz etmek üzere huzurlarınızdayım. Bu vesileyle, 21 inci Asra girerken, 21 inci Yasama Döneminde seçilen milletvekili arkadaşlarıma, saygıdeğer Başkanlık Divanına ve aziz milletimize saygılar arz eder, 57 nci cumhuriyet hükümetine de başarılar dilerim.
2000'li yıllara girerken, dünya tarihinin 3 büyük imparatorluğundan en muhteşemi olan Osmanlı İmparatorluğunun 700 üncü kuruluş yıldönümünü bu yıl milletçe hep birlikte idrak edeceğiz. Geçen yıl da cumhuriyetimizin 75 inci kuruluş yıldönümünü coşku ve inançla kutlamıştık. Mustafa Kemal Atatürk'ün bir dünya imparatorluğunun küllerinden kurmuş olduğu genç cumhuriyetin, 75 yılda bölgesinde lider devlet konumuna gelmesinde, yediyüz yıllık tarihsel bir süreç vardır, ikibin yıllık devlet kurma geleneği vardır; çünkü, geçmişimiz Selçuklu ve Osmanlı'dır; Yahya Kemal Beyatlı'nın deyimiyle "kökü mazide olan atiiz." Geleceğimiz ise, Atatürk'ün kurduğu genç Türkiye Cumhuriyetidir. Ülkesini seven, geleceğe umutla ve güvenle bakan her Türk, bu tarihsel sürecin bilinci içerisindedir.
Sayın Başkan, değerli üyeler; cumhuriyetin 76 ncı yılında, 57 nci cumhuriyet hükümetinin Programı üzerinde kişisel görüşlerimizi arz ederken, 76 ve 57 rakamlarıyla ilişkili olarak bir hakikati müşahede ediyoruz: Yetmişaltı yıllık cumhuriyet tarihinde 57 hükümet kurmuşuz. Bunun siyaset lisanında adı, siyasî istikrarsızlıktır. Siyasî istikrarsızlık, bir ülkede, her türlü kötülüklerin anasıdır. Kötü yönetimi, ekonomik ve sosyal istikrarsızlığı, yolsuzluk ve yoksulluğu, hep, siyasî istikrarsızlıklar doğurur.
57 nci cumhuriyet hükümetinden halkın en büyük beklentisi, siyasî istikrarı sağlamasıdır. Çözüm üreten, kalıcı ve sağlıklı, uzun ömürlü bir hükümet, halkımızın en büyük arzusudur.
Gerçekte ise, 18 Nisan 1999 milletvekili seçimleri neticesinde, milletimiz, hiçbir partiye tek başına iktidar yetkisi ve sorumluluğu vermemiştir. Hiçbir parti, Türkiye'nin genelinde başarılı olmamıştır. Oyların dağılımında bölgesel dengesizlikler çok barizdir. Nitekim, Batı Anadolu'da birinci olan bir parti, Orta Anadolu'da ancak üçüncü parti olmuş, güneydoğuda ise daha alt sıralarda yer almıştır; Orta Anadolu'da birinci olan diğer bir parti ise, Batı Anadolu'da ikinci ve üçüncü sıralarda yer almıştır. Türk seçmeni, sandıktaki iradesiyle, tüm Türkiye'yi yönetmek isteyenlere "uzlaşarak, hoşgörü içerisinde ülkeyi yönetin" mesajını vermiştir.
Bu mesaj çerçevesinde, siyasî istikrarın sağlanması, halkımızın acil sorunlarının hızla çözümlenmesi, ülkenin 2000'li yıllara çağdaş anlayış içerisinde taşınması amacıyla DSP-MHP-ANAP koalisyonunun kurulması, seçmenin tercihi doğrultusunda doğru bir oluşumdur; çünkü, bu oluşum, 18 Nisan seçimlerinin sandık neticelerinin siyasî iradesine uygundur. Seçmenin yüzde 53'ü, kamuoyunun yüzde 60'ı, bu oluşuma destek vermektedir. Koalisyonu teşkil eden partilerin Türkiye Büyük Millet Meclisindeki ekseriyeti, acil yasaların ivedi olarak çıkmasını sağlayacaktır. Hükümet, halkın güvenine mazhar olmuş parti liderlerinin -Sayın Ecevit'in, Sayın Bahçeli'nin ve Sayın Yılmaz'ın- mutabakatlarıyla kurulmuştur. Halkın, seçmenin ve Meclisin böylesine büyük desteğiyle kurulan 57 nci cumhuriyet hükümetinin asgarîde başarısı için, kendilerinin uyum içerisinde, mutabakat dahilinde, mutabık olarak çalışmaları, şeffaf ve açık olmaları, karşılıklı güven, saygı ile işbirliği anlayışı çerçevesinde hareket edip, millî menfaatları ve halkın taleplerini önplanda tutmaları, koalisyonu teşkil eden partilerin farklılıklarını bir tecrübe zenginliği olarak değerlendirmeleri gerekmektedir.
Halkın böylesine büyük desteğine mazhar olmuş 57 nci cumhuriyet hükümetinden ise halkın beklentileri oldukça fazladır. 57 nci cumhuriyet hükümetinin, enflasyonla ve hayat pahalılığıyla kararlı mücadelesini sürdürürken, ekonomik durgunluk için de acil tedbirler alması gerekir.
Türk Halkının en büyük meselesi işsizliktir. İşsizlik Anadolu'yu yakıp kavurmaktadır. İşsiz vatandaş için, evine götüreceği bir lokma ekmek ve mutfağında kaynatacağı tencereden önemli hayatî başka hiçbir şey yoktur. Hizmette esasın, halka, dar ve sabit gelirliye, fakir ve fukaraya göre olması gerekir.
Sayın Başkan, değerli üyeler; bilindiği üzere, her rejimde mutlaka iktidar ve hükümet vardır; sadece demokrasiyle yönetilen rejimlerde iktidarın yanında muhalefet de bulunur. Demokrasilerde muhalefetin mesuliyeti, iktidara göre daha fazladır. Bu dönem, aktif, çalışkan ve sorumlu bir muhalefetin, ülke çıkarları için hükümete yardımcı olan bir muhalefetin olması umudundayız. Daha önceki konuşmalar da bu umudumuzu doğrular cihettedir; ancak, hükümetin de yönetimde muhalefetle uzlaşarak asgariden diyalogla toplumsal gerginliği azaltacak tedbirler almasında büyük yarar görüyoruz.
Hatırlanacaktır, 55 inci Cumhuriyet Hükümeti bir azınlık koalisyonu olmasına, tüm zorluk ve imkânsızlıklarına karşın önemli projelerin ve yatırımların, altına imza atmıştı. Sayın Mesut Yılmaz'ın Başbakanlığındaki 55 inci cumhuriyet hükümeti, özellikle ulaşım ve enerji hamleleleriyle darboğazları aşmış, ülke ekonomisine hız ve ivme kazandırmıştır. Tüm temennimiz, o dönemden devam eden ve aciliyet arz eden enerji ve ulaşım yatırımlarının devamı ve bu konuda tedbirler alınmasıdır.
Samsun-Ankara, Erzurum-Ankara doğalgaz boru hatları ile doğalgaz çevirim santrallarının ikmali 2000'li yıllarda enerji darboğazını aşacağımız nihaî çözüm yollarıdır.
Kalkınmada birinci derece yöre ilan edilen 49 ilin gayri safî millî hâsıladaki oranı yüzde 10'dur; bakiye kalan 31 ilin gayri safî millî hâsıladaki oranı ise yüzde 90'dır. Dünyada hiçbir ülkede bölgeler ve iller arasında böylesine bir bölgesel dengesizlik ve adaletsizlik yoktur. Biz, eğer, bölgesel dengesizliği ve bölgesel adaletsizliği çözemezsek, Türkiye'deki sosyal patlamaların, problemlerin ve işsizliğin de önüne geçemeyiz. Böylesine bir bölgesel dengesizlik ve adaletsizlik, nüfusun üç büyük kente yığılmasına ve o büyük kentlerde, sosyal ve ekonomik problemlerin yoğun olmasına sebebiyet vermiştir. 55 inci cumhuriyet hükümetinin, OHAL ve ilave Yozgat ve Ordu'da uyguladığı özel teşvikli kalkınmada öncelikli yöreler statüsünün, bakiye olan 31 ilde de sağlanmasını ülke yararı için en önemli amaç görmekteyiz. 57 nci cumhuriyet hükümetinden beklentimiz budur.
Türkiye'de üniversite kitaplıklarına yılda 20 bin kitap girerken, Japonya'da bu rakam 7 milyon 280 bindir. Sekiz yıllık kesintisiz eğitime verdiği destekle eğitime özel önem verdiğini bildiğimiz 57 nci cumhuriyet hükümetinin, araştırma ve geliştirmeye, bilimsel çalışma ve bilimsel yayın üretme yolunda üniversitelere destek vermesini diliyoruz.
Türkiye'de yeni kurulan üniversiteler, kitapsız, yurtsuz, öğretim üyesiz ve mekânsızdır. Bu üniversitelerde ders veren öğretim üyeleri de, öğrenciler de, imkânsızlıklarla eza ve cefa içerisindedirler. Yeni üniversitelere mutlaka çözüm yolu getirilmesi gerekir.
Güneydoğu Anadolu Bölgesi Türkiye'nin yumuşak karnıdır. Güneydoğu Anadolu meselesini çözmeyen Türkiye hiçbir meselesini çözemez. Güneydoğu Anadolu, bölgesi ve halkıyla huzura kavuşursa, Türkiye de huzura kavuşur.
Şu hususu da çok iyi biliyoruz. Güneydoğu Anadolu'daki meselenin temeli ve sebepleri, ekonomik ve sosyal sebeplerden ziyade, dış mihrakların ve Türk düşmanlarının kötü niyet ve tahriklerine dayanmaktadır. Yine bilinmektedir ki, Güneydoğu Anadolu'nun ekonomik ve sosyal problemleri terörün sebebi değildir. Dış mihraklı terör, Güneydoğu Anadolu'nun ekonomik geriliğine sebebiyet vermiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
NİHAT GÖKBULUT (Devamla) Sayın Başkan, 2 dakika...
BAŞKAN Devam edin.
NİHAT GÖKBULUT (Devamla) Teröre harcanan milyarlarca dolar, Güneydoğu Anadolu'nun ekonomik kalkınmasını rahatlıkla sağlardı. O halde, geliniz, elbirliğiyle, gönül birliğiyle Güneydoğu Anadolu'yu kalkındıralım, terör için de bahaneler ortadan kalksın. Mehmet Akif'in deyimiyle "Arap'ın Türk'e, Laz'ın Çerkez'e yahut Kürt'e, Acem'in Çinliye rüçhanı mı varmış; nerede" dediği gibi, bu ülkede yaşayan herkes, bir ve beraberdir ve tarihî oluşum içerisinde bu ülkenin hakiki sahipleridir.
Sayın Başkan, değerli üyeler; dünya hızla değişiyor, Türkiye de hızla değişiyor. Değerlerindeki, saplantılarındaki ve beklentilerindeki bu hızlı değişim, mevcut sistemi, tüm kurum ve kuruluşları zorluyor. Bu değişim hızla devam edecek; çünkü, değişimin arkasında iki güç var; küreselleşme ve kentleşme.
BAŞKAN Son 1 dakika verdim; toparlayınız efendim.
NİHAT GÖKBULUT (Devamla) Peki efendim.
Siyasal sistemimiz ve siyasîlerimiz bu değişime ayak uyduracaklar mı? Bu değişimde, tutucu, reaksiyonel ve aksiyonel partiler, değişime karşı aldıkları tavırlara göre halkımız tarafından kıyaslanacak ve kamuoyu vicdanında değerlendirilecektir.
Halkımız, özü bir, eylemi ve söylemi tutarlı, inandırıcı ve uygulanabilir çözüm yolları üreten partiler ve liderler istemektedir. İnandırıcılık ve güven, toplumsal hareketlerde zor kazanılan, ancak, çok kolay kaybedilen duygulardır.
Türk Milleti, 21 inci Yasama Dönemi milletvekillerinden ve bu Meclisten çok umutlu, beklentileri çok fazla; âdeta, kurucu meclis gibi çalışmasını arzuluyor. Bu Meclisin, acil yasaları ivedilikle çıkaracağına inanıyoruz; çünkü, acil çıkacak birkaç yasa, tıkanan ekonomiye, belki de canlılık ve ivme kazandıracaktır. Unutmayalım ki, Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları, mum ışığında, tahta sandalyelerde gece gündüz çalışarak bu ülkeyi kurtardılar ve cumhuriyeti kurdular.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
NİHAT GÖKBULUT (Devamla) 1 dakika daha Sayın Başkan.
BAŞKAN Buyurun.
NİHAT GÖKBULUT (Devamla) Kamuoyunun beklentileri doğrultusunda, 21 inci Dönemin, tatil yapmaksızın çalışmasını ve 57 nci cumhuriyet hükümetine yardımcı olmasını diliyoruz.
Türkiye'yi 21 inci Asra taşıyacak, insan temel hak ve hürriyetlerinden ve Atatürk ilke ve inkılaplarından taviz vermeden görev yapacağına inandığımız 57 nci cumhuriyet hükümetine başarılar dilerken, tümünüzü saygı ve sevgiyle selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri, Bakanlar Kurulu Programı üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Güvenoylamasının, Anayasanın 110 ve İçtüzüğün 124 üncü maddeleri gereğince, görüşmelerin bitiminden bir tam gün geçtikten sonra yapılması gerekmektedir. Buna göre, güvenoylaması, 9 Haziran 1999 Çarşamba günü yapılacaktır.
Sayın milletvekilleri, Başbakan Sayın Bülent Ecevit tarafından kurulan Bakanlar Kurulu hakkında güvenoylaması ve komisyonlara üye seçimi yapmak için, alınan karar gereğince, 9 Haziran 1999 Çarşamba günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati: 19.40
V. SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1. Hatay Milletvekili Metin Kalkanın, buğday üreticisine yönelik destek programı olup olmadığına ve buğday taban fiyatına ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalpin yazılı cevabı (7/23)
Türkiye Büyük MilletMeclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Tarım ve Köyişleri Bakanı Sayın Mahmut Erdir tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.
1. Çiftçimizin büyük bölümünü oluşturan buğday üreticisine yönelik uygulanan destek programı var mıdır?
2. Buğday hasat mevsiminin başlanmasına çok kısa bir süre kalmasına rağmen taban fiyatının açıklanmaması çiftçiyi olumsuz yönde etkilemektedir. Bu sebeple buğday taban fiyatını ne zaman açıklamayı düşünüyorsunuz?
3. 1998 yılı pamuk, tütün ve buğday fiyatları tatmin edici olmadığından Hatay İlimizin verimli ovasının 1/3ü ekilememiştir.
1999 yılı bu durum gözönünde tutularak taban fiyatlarının çiftçiyi mağdur etmeyecek şekilde Adana Çiftçiler Birliğinde tespit ettiği en az 85 000 taban fiyatı belirlenemez mi?
4. 1999 yılı hasat mevsimi itibariyle buğday ithalatı durdurulamaz mı?
5. Çiftçinin daha çok mağdur olmaması için Bakanlığımızca yapılan alımları peşin ödemesi yapılamaz mı?
Metin Kalkan Hatay
T.C. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Araştırma, Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı 8.6.1999 Sayı : KDD-SÖ.1.01/1154
Konu : Yazılı soru önergesi
Türkiye Büyük MilletMeclisi Başkanlığına
İlgi : 1.6.1999 gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/23-142/782 sayılı yazınız.
İlgide kayıtlı yazınız ekinde gönderilen Hatay Milletvekili Sayın Metin Kalkana ait 7/23-142 esas nolu yazılı soru önergesine ilişkin Bakanlığımız görüşleri ekte sunulmuştur.
Bilgilerinize arz ederim.
Prof. Dr. Hüsnü Yusuf Gökalp Tarım ve Köyişleri Bakanı
Yazılı soru önergesi
Önerge sahibi milletvekili : Metin Kalkan
Esas No : 7/23-142
Soru 1. Çiftçimizin büyük bir bölümünü oluşturan buğday üreticisine yönelik uygulanan destek programı var mıdır?
Cevap 1. Ülkemiz buğday üreticilerimize Toprak Mahsulleri Ofisimizce verilen destek her yıl yayınlanan Bakanlar Kurulu çerçevesinde ürün alımı şeklinde yapılmaktadır. Bu sene henüz hububat destekleme alımı kararnamesi yayımlanmamış olmakla birlikte çiftçilerimizin mağdur olmaması bakımından bedelleri bilahare kararname ile belirlenecek fiyat ve şartlara göre ödenmek üzere 26.5.1999 tarihinde alımlara başlanmıştır. Buğday üreticisine uygulanan destekler ise; dünya fiyatlarının % 50 üzerinde bir fiyatla buğday TMO tarafından alınmaktadır. Buğday üreticisi büyük ölçüde gübre tüketmektedir. Türkiyede gübreye verilen desteğin yaklaşık 1998 yılı itibariyle 53 trilyon TL.lik bölümü buğday üreticisine verilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası ve Türkiye Tarım Kredi Kooperatifleri Birliğine verilmekte olan tavizli kredilerden en fazla buğday üreticileri yararlanmaktadır.
Soru 2. Buğday hasat mevsiminin başlanmasına çok kısa bir süre kalmasına rağmen taban fiyatının açıklanmaması çiftçiyi olumsuz yönde etkilemektedir. Bu sebeple buğday taban fiyatını ne zaman açıklamayı düşünüyorsunuz?
Cevap 2. Destekleme alım fiyatlarının da yer alacağı Bakanlar Kurulu Kararnamesinin teknik anlamda hazırlıkları tamamlanmış olup, Kararname en kısa zamanda yayınlanacaktır.
Soru 3. 1998 yılı pamuk, tütün ve buğday fiyatları tatmin edici olmadığından Hatay İlimizin verimli ovasının 1/3ü ekilememiştir.
1999 yılı bu durum gözönünde tutularak taban fiyatlarının çiftçiyi mağdur etmeyecek şekilde Adana Çiftçiler Birliğinde tespit ettiği en az 85 000 taban fiyatı belirlenemez mi?
Cevap 3. 1999/2000 yılı hububat destekleme alım fiyatları, üretim durumu, dünya fiyatları, maliyetler, verim genel ekonomik sosyal şartlar ile nakdi imkânlar gözönünde bulundurularak çiftçimizi memnun edecek şekilde belirlenecektir.
Soru 4. 1999 yılı hasat mevsimi itibariyle buğday ithalatı durdurulamaz mı?
Cevap 4. Buğday ithalatının azaltılması amacıyla gerekli olan bütün tedbirler Toprak Mahsulleri Ofisimiz ve Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı görevlilerince devamlı olarak yürütülmekte olan çalışmalara paralel olarak en uygun zamanlarda alınmaktadır. Bununla birlikte, ülkemizdeki arz ve talep durumuna göre gümrük vergileri düzenlenmektedir. 1998 yılı başında % 40 ve % 45 olan gümrük vergisi oranları Eylül ayından itibaren % 50 ve % 55e yükseltilmiştir. Ülkemiz son yıllarda önemli miktarda un ve unlu mamuller ihracatçısı konumundadır. Bu konumun devam ettirilebilmesi için kaliteli buğday ithalatı yapmak zorundadır. Ancak, bu fiyatın büyük bölümü ihracat amaçlı olduğu için dahili işleme rejimi kapsamına girmektedir.
Soru 5. Çiftçinin daha çok mağdur olmaması için Bakanlığımızca yapılan alımları peşin ödemesi yapılamaz mı?
Cevap 5. Toprak Mahsulleri Ofisimizce satın alınacak ürünlerin bedelleri nakdi imkânlar elverdiği ölçüde mümkün olan en kısa zamanda ödenecektir.
12 NCİ BİRLEŞİMİN SONU