DÖNEM : 21 CİLT : 2 YASAMA YILI : 1
T. B. M. M.
TUTANAK DERGİSİ
19 uncu Birleşim
22 . 6 . 1999 Salı
İ Ç İ N D E K İ L E R
I. GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. GELEN KÂĞITLAR
III. YOKLAMA
IV. BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1. Karaman Milletvekili Hasan Çalışın, ülkemizin sağlık sorunlarına ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması
2. Eskişehir Milletvekili Mehmet Sadri Yıldırımın, Türkiyedeki tüm emekliler ile Sosyal Sigortalar Kurumunun durumuna ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyanın cevabı
3. Gümüşhane Milletvekili Lütfü Doğanın, halkımızın Türkiye Büyük Millet Meclisinden beklentilerine ilişkin gündemdışı konuşması
B) TEZKERELER VE ÖNERGELER
1. Belçikaya gidecek olan Millî Savunma Bakanı Sabahattin Çakmakoğluna, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Ramazan Mirzaoğlunun vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/230)
2. İtalyaya gidecek olan Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürele, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Fikret Ünlünün vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/231)
3. Belçikaya gidecek olan Dışişleri Bakanı İsmail Ceme, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hasan Hüsamettin Özkanın vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/232)
4. Bosna -Herseke gidecek olan Devlet Bakanı Sadi Somuncuoğluna, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Şuayip Üşenmezin vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/233)
5. Fransaya gidecek olan Devlet Bakanı Tunca Toskaya, dönüşüne kadar, Sanayi ve Ticaret Bakanı Ahmet Kenan Tanrıkulunun vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/234)
6. Karadeniz Ekonomik İşbirliği Parlamenterler Asamblesi (KEİPA) Türk Grubu Geçici Başkanlığının, başkan seçimine ilişkin tezkeresi (3/235)
7. NATOParlamenterler Asamblesi Türk Grubu (NATO PA) Geçici Başkanlığının, başkan seçimine ilişkin tezkeresi (3/236)
8. Zonguldak Milletvekili Ömer Barutçunun, İçişleri Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi (4/1)
C) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ
1. Karaman Milletvekili Zeki Ünal ve 19 arkadaşının, yeraltı ve yerüstü su kaynaklarımızın daha etkin kullanımının sağlanması ve komşu ülkelerle olan su sorununa çözüm bulunması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/13)
2. Karaman Milletvekili Zeki Ünal ve 19 arkadaşının, trafik kazalarının önlenebilmesi için alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/14)
3. Karaman Milletvekili Zeki Ünal ve 19 arkadaşının, işsizlik ve yoksulluk sorununun araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/15)
V. ÖNERİLER
A) DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ
1. 22.6.1999 Salı ve 23.6.1999 Çarşamba günleri sözlü soruların görüşülmemesi ile gündemdeki sıralamanın yeniden yapılması ve çalışma süresine ilişkin Danışma Kurulu önerisi
VI. KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
1. Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun ile Askerî Hâkimler Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/375) (S. Sayısı : 6)
VII. SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1. Balıkesir Milletvekili İlyas Yılmazyıldızın;
Sözleşme süreleri dolmadan işine son verilen geçici işçilere,
Balıkesir İlinde meydana gelen şap hastalığına ve korunma programlarına,
İlişkin soruları ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalpin yazılı cevabı (7/27, 28)
VIII. KİT KOMİSYONU RAPORU
1. Kamu İktisadî Teşebbüslerinin denetimine ait 1995-1996 Yılı Komisyon Raporu
I. GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 14.00te açılarak iki oturum yaptı.
Antalya Milletvekili Mehmet Baysarı, turizm sektörünün sorunlarına,
Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Kaya, Türkiyedeki terörizme,
Konya Milletvekili A. Turan Bilge de, erozyonla mücadeleye;
İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hesaplarını İnceleme Komisyonu Başkanlığının, sözcü ve kâtip,
Parlamentolararası Birlik Türk Grubu Geçici Başkanlığının, başkan ve başkanvekili,
Türkiye - Avrupa Birliği Karma Parlamento Komisyonu Geçici Başkanlığının, eşbaşkan ve eşbaşkan yardımcılıkları,
AGİT Parlamenterler Asamblesi Türk Grubu Geçici Başkanlığının, başkan;
Seçimlerine ilişkin tezkereleri ile,
Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır ve 31 arkadaşının, tekstil ve konfeksiyon sektörünün sorunlarının araştırılarak (10/10),
Konya Milletvekili Veysel Candan ve 20 arkadaşının, SSKnın bugünkü durumunun araştırılarak yeniden yapılandırılması için (10/11),
Konya Milletvekili Veysel Candan ve 23 arkadaşının, Emekli Sandığının sorunlarının araştırılarak yeniden yapılandırılması için (10/12),
Alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla birer Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri;
Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemde yerlerini alacağı ve öngörüşmelerinin, sırasında yapılacağı açıklandı.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 143 üncü Maddesinin Değiştirilmesine Dair Kanun Teklifinin (2/9) (S. Sayısı : 2) ikinci görüşmesi tamamlandı; teklifin tümünün, yapılan gizli oylama sonucunda 423 oyla,
Bankalar Kanunu Tasarısının (1/5) (S. Sayısı : 1) görüşmeleri tamamlandı, yapılan açık oylama sonucunda;
Kabul edilip kanunlaştıkları açıklandı.
Gündemdeki kanun tasarı ve tekliflerinin görüşmeleri tamamlanmış bulunduğundan, TBMMnin 19 Haziran 1999 Cumartesi günkü çalışmalarının yapılmamasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi kabul edildi.
Alınan karar gereğince, 22 Haziran 1999 Salı günü saat 15.00te toplanmak üzere, birleşime 21.57de son verildi.
Murat Sökmenoğlu
Başkanvekili
Mehmet Elkatmış Vedat Çınaroğlu
Nevşehir Samsun
Kâtip Üye Kâtip Üye
Cahit Savaş Yazıcı Burhan Orhan
İstanbul Bursa
Kâtip Üye Kâtip Üye
No. : 13
II. GELEN KÂĞITLAR
21 . 6 . 1999 PAZARTESİ
Teklifler
1. Balıkesir Milletvekili Mustafa Güven Karahanın; Balıkesir İlinde Edincik Adıyla Bir İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifi (2/60) (İçişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 15.6.1999)
2. Balıkesir Milletvekili Mustafa Güven Karahanın; Edremit Adı ile Bir İl Kurulmasına Dair Kanun Teklifi (2/61) (İçişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 15.6.1999)
3. Balıkesir Milletvekili Mustafa Güven Karahanın; Balıkesir İlinde Altınoluk Adıyla Bir İlçe Kurulmasına Dair Kanun Teklifi (2/62) (İçişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 15.6.1999)
4. Balıkesir Milletvekili Mustafa Güven Karahanın; Balıkesir İlinde Altınova Adıyla Bir İlçe Kurulmasına Dair Kanun Teklifi (2/63) (İçişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 15.6.1999)
5. Erzurum Milletvekili Zeki Ertugayın; Doğu Anadolu Projesi Bölge Kalkınma İdaresi Teşkilatının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Teklifi (2/64) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 15.6.1999)
6. Samsun Milletvekili Kemal Kabataş ve 6 Arkadaşının; 193 Sayılı Gelir Vergisi Kanununun Mükerrer 120 inci ve Geçici 51 inci Maddeleri ile 5422 Sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 25 inci Maddesinin İkinci Fıkrasının Yürürlükten Kaldırılması Hakkında Kanun Teklifi (2/65) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 15.6.1999)
7. Ankara Milletvekili Yücel Seçkinerin 5682 Sayılı Pasaport Kanununun 13. Maddesinin Değişik 3. Fıkrasının Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifi (2/66) (Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve İçişleri komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 15.6.1999)
8. Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük ve 5 Arkadaşının; 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifi (2/67) (İçişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 15.6.1999)
9. Ankara Milletvekili Yücel Seçkinerin; Dünya ve Olimpiyat Şampiyonluğu Kazanmış Sporculara Cumhurbaşkanlığı Onur Madalyası Verilmesi ile Maaş Bağlanması ve Avrupa Şampiyonluğu Kazanmış Sporculara Maaş Bağlanması Hakkında Kanun Teklifi (2/68) (Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 15.6.1999)
10. Ankara Milletvekili Yücel Seçkinerin; 18 Mart Gününün Şehitler Günü İlan Edilmesi Hakkında Kanun Teklifi (2/69) (İçişleri Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 15.6.1999)
11. Ankara Milletvekili Yücel Seçkinerin; Polatlı Adı ile Bir İl ve İki İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifi (2/70) (İçişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 15.6.1999)
12. Ankara Milletvekili Yücel Seçkinerin; Bir İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifi (2/71) (İçişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 15.6.1999)
13. Ankara Milletvekili Yücel Seçkinerin; Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanununa Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (2/72) (İçişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 15.6.1999)
14. Ankara Milletvekili Yücel Seçkinerin; 21.5.1986 Tarih ve 3289 Sayılı Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun 2 nci Maddesine Bir Bent Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifi (2/73) (Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 15.6.1999)
15. Ankara Milletvekili Yücel Seçkinerin; Şereflikoçhisar Adı ile Bir İl Kurulmasına Dair Kanun Teklifi (2/74) (İçişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 15.6.1999)
16. İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalının; Siyasi Ahlak Komisyonu Kanunu Teklifi (2/75) (Adalet ve Anayasa komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.6.1999)
Rapor
1. Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü Şartının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe ve Dışişleri komisyonları raporları (1/346) (S. Sayısı : 5) (Dağıtma tarihi : 21.6.1999) (GÜNDEME)
No. : 14
22 . 6 . 1999 SALI
Kanun Hükmünde Kararnameler
1. Olağanüstü Hal Bölge Valiliği İhdası Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (1/88) (İçişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi :20 nci Dönemden)
2. Olağanüstü Hal Bölge Valiliği İhdası Hakkında 285 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 4 üncü Maddesinin İkinci Fıkrasının (d) Bendine Bir Hüküm Eklenmesine Dair Kanun Hükmünde Kararname (1/89) (İçişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 20 nci Dönemden )
3. Olağanüstü Hal Bölge Valiliği İhdası Hakkında 285 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci Maddesinin Beşinci Fıkrasının Değiştirilmesine Dair Kanun Hükmünde Kararname (1/90) (İçişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 20 nci Dönemden )
4. Olağanüstü Hal Bölge Valiliği İhdası Hakkında 285 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 4 üncü Maddesinin İkinci Fıkrasına Bir Bent Eklenmesine Dair Kanun Hükmünde Kararname (1/96) (İçişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 20 nci Dönemden)
5. Olağanüstü Hal Bölge Valiliği İhdası Hakkında 285 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 4 üncü Maddesinin İkinci Fıkrasına Bir Bent Eklenmesine Dair Kanun Hükmünde Kararname (1/107) (İçişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 20 nci Dönemden)
6. Olağanüstü Hal Bölge Valiliği İhdası Hakkında 285 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci Maddesinin Yedinci Fıkrasının Değiştirilmesine Dair Kanun Hükmünde Kararname (1/111) (İçişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 20 nci Dönemden )
7. 2935 Sayılı Kanun ile 285 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (1/166) (İçişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 20 nci Dönemden )
8. 2935 Sayılı Kanun ile 285 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (1/172) (İçişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 20 nci Dönemden )
9. Şiddet Olaylarının Yaygınlaşması ve Kamu Düzeninin Ciddi Şekilde Bozulması Sebebine Dayalı Olağanüstü Halin Devamı Süresince Alınacak İlave Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (1/174) (İçişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 20 nci Dönemden )
10. 2935 Sayılı Kanun ile 285 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (1/175) (İçişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 20 nci Dönemden )
11. Olağanüstü Hal Bölge Valiliği İhdası Hakkında 285 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname (1/176) (İçişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 20 nci Dönemden )
12. Olağanüstü Hal Kanununa İki Ek Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (1/177) (İçişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 20 nci Dönemden )
13. Olağanüstü Hal Bölge Valiliği İhdası Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci Maddesine Bir Fıkra Eklenmesine Dair Kanun Hükmünde Kararname (1/178) (İçişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 20 nci Dönemden )
14. Olağanüstü Hal Bölge Valiliği ve Olağanüstü Halin Devamı Süresince Alınacak İlave Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (1/179) (İçişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 20 nci Dönemden )
15. Olağanüstü Hal Bölge Valiliği İhdası Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci Maddesinin Son Fıkrasının Değiştirilmesine Dair Kanun Hükmünde Kararname (1/180) (İçişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 20 nci Dönemden )
Teklifler
1. Balıkesir Milletvekili Mustafa Güven Karahanın; Hastane ve Sağlık İşletmeleri Kanun Teklifi (2/76) (Adalet ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 15.6.1999)
2. Balıkesir Milletvekili Mustafa Güven Karahanın; Bandırma Adı ile Bir İl Kurulmasına Dair Kanun Teklifi (2/77) (İçişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 15.6.1999)
3. Balıkesir Milletvekili Mustafa Güven Karahanın; Balıkesir İlinde Sarıköy Adıyla Bir İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifi (2/78) (İçişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 15.6.1999)
4. Balıkesir Milletvekili Mustafa Güven Karahanın; Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/79) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 15.6.1999)
5. Balıkesir Milletvekili Mustafa Güven Karahan ve Antalya Milletvekili Metin Şahinin; Sosyal Sigortalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/80) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 15.6.1999)
6. Ankara Milletvekili Yücel Seçkinerin; Askerlik Kanunu ile Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/81) (Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Milli Savunma komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 15.6.1999)
7. Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük ve 6 Arkadaşının; Memurlar ile Diğer Kamu Görevlilerinin Bazı Disiplin Cezalarının Affı Hakkında Kanun Teklifi (2/82) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.6.1999)
8. Giresun Milletvekili Burhan Karanın; Olağanüstü Hal Bölgesinde ve Kalkınmada Öncelikli Yörelerde İstihdam Yaratılması ve Yatırımların Teşvik Edilmesi ile 193 Sayılı Gelir Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/83) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.6.1999)
9. İstanbul Milletvekili Yılmaz Karakoyunlunun; Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Sekreterliği Teşkilat Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi (2/84) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.6.1999)
Rapor
1. Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun ile Askeri Hakimler Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/375) (S. Sayısı : 6) (Dağıtma tarihi : 22.2.1999) (GÜNDEME)
Yazılı Soru Önergeleri
1. İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalının, 1998 yılında Kanadada Büyükelçiler düzeyinde yapılan bir toplantıya katılmamamızın nedenine ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/65) (Başkanlığa geliş tarihi :17.6.1999)
2. İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalının, İstanbulda yapılması planlanan 3. boğaz köprüsü projesine ilişkin Bayındırlık ve İskan Bakanından yazılı soru önergesi (7/66) (Başkanlığa geliş tarihi :17.6.1999)
3. İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalının, büyükşehirlerin telefon rehberi ihtiyacına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/67) (Başkanlığa geliş tarihi :17.6.1999)
4. Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksunun, Orta Öğretim Kurumları Öğrenci Seçme ve Yerleştirme sınavına başörtülü öğrencilerin alınmadığı iddiasına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/68) (Başkanlığa geliş tarihi :17.6.1999)
5. Bayburt Milletvekili Suat Pamukçunun, Bayburt-Demirözü yolu yapımının ne zaman bitirileceğine ilişkin Bayındırlık ve İskan Bakanından yazılı soru önergesi (7/69) (Başkanlığa geliş tarihi :18.6.1999)
6. İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalının, Sivil Havacılık Daire Başkanlığı Tescil Şube Müdürünün ihalelerde kardeşine ayrıcalık yapıp yapmadığına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/70) (Başkanlığa geliş tarihi :18.6.1999)
Meclis Araştırması Önergeleri
1. Karaman Milletvekili Zeki Ünal ve 19 arkadaşının, yeraltı ve yerüstü su kaynaklarımızın daha etkin kullanımını sağlamak ve komşu ülkelerle olan su sorununa çözüm bulmak amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/13) (Başkanlığa geliş tarihi : 3.6.1999)
2. Karaman Milletvekili Zeki Ünal ve 19 arkadaşının, trafik kazalarının önlenebilmesi için alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/14) (Başkanlığa geliş tarihi : 3.6.1999)
3. Karaman Milletvekili Zeki Ünal ve 19 arkadaşının, işsizlik ve yoksulluk sorununun araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/15) (Başkanlığa geliş tarihi : 3.6.1999)
Rapor
1. Türkiye Büyük Millet Meclisi Kamu İktisadi Teşebbüsleri Komisyonunun, kamu iktisadi teşebbüslerinin geçmiş yıllara ait bilanço ve netice hesapları ile faaliyet raporlarından denetimleri tamamlananlara dair raporu (Sayı : 1 - 88) (Dağıtma tarihi : 22.6.1999) (Rapor, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 22.6.1999 tarihli 19 uncu Birleşim Tutanak Dergisine eklenmiştir.)
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati : 15.00
22 Haziran 1999 Salı
BAŞKAN : Başkanvekili Mehmet Vecdi GÖNÜL
KÂTİP ÜYELER : Levent MISTIKOĞLU (Hatay), Hüseyin ÇELİK (Van)
BAŞKAN Türkiye Büyük Millet Meclisinin 19 uncu Birleşimini en iyi dileklerimle açıyor, saygılar sunuyorum.
III. Y O K L A M A
BAŞKAN Elektronik cihazla yoklama yapacağız.
Yoklama için 5 dakika süre vereceğim.
Sayın milletvekillerinin oy düğmelerine basarak salonda bulunduklarını bildirmelerini, bu süre içerisinde elektronik sisteme giremeyen milletvekillerinin salonda hazır bulunan teknik personelden yardım istemelerini, buna rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise, yoklama pusulalarını teknik personel aracılığıyla 5 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.
Yoklama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN Toplantı yetersayımız vardır; görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden evvel, üç arkadaşıma gündemdışı söz vereceğim.
Gündemdışı ilk söz, ülkemizin sağlık sorunları hakkında söz isteyen Karaman Milletvekili Sayın Hasan Çalış'a aittir.
Buyurun Sayın Çalış. (MHP sıralarından alkışlar)
Süreniz 5 dakikadır.
IV. BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1. Karaman Milletvekili Hasan Çalışın, ülkemizin sağlık sorunlarına ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması
HASAN ÇALIŞ (Karaman) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygılarımla selamlıyorum;. 21 inci Yasama Döneminin hayırlı hizmetlere vesile olmasını diliyorum.
Değerli milletvekilleri, Türkiyemizin sağlık problemleri, başta Sağlık Bakanımız ve bu salonda bulunan hekim arkadaşlarımız olmak üzere, hepimiz tarafından -problemleri beraber yaşadığımız için- bilinmektedir; ancak, meselenin gündeme oturtulması ve çözüm yollarının hep beraber bulunması için söz alma ihtiyacı hissettim.
Sağlık personelinin eğitimi, öğretimi ve meslekiçi eğitimi problemler yumağı haline gelmiştir. 2 öğretim üyesiyle bir tıp fakültesi açılabiliyor; tam teşekküllü bir hastanenin olmadığı bir yerde sağlık meslek lisesi açılabiliyor; 30 kişinin eğitim göreceği bir fakülteye 300 kişi alınabiliyor; sonuçta, sayıca eleman yeterli olsa bile, yeterli kalitede eleman yetiştirilemiyor.
Sağlık personeli birkaç önemli merkezde toplanıyor ve sonuçta, ülkede, dengeli sağlık personeli dağılımı bir türlü gerçekleştirilemiyor.
Sağlık kurumlarının Sağlık Bakanlığı, SSK, Bağ-Kur, üniversiteler gibi çok değişik ellerde toplanmış olması ayrı bir problem nedeni olmaktadır.
Sağlık ocakları ise, koruyucu sağlık hizmetlerini yeterli ölçüde verememekte, âdeta hasta sevk yerleri haline gelmiş bulunmaktadır.
Hastanelerimiz ise, yoğun hasta kuyrukları, personel yetersizliği, teknolojik yetersizlik, mevcut personeli yeterli kullanamama gibi nedenlerle, hizmet alan yönünden de, veren yönünden de, artık, sıkıntılı yerler haline gelmiştir.
Mevcut ücret sistemi ise çalışanı cezalandıran, çalışmayanı ödüllendiren, âdeta çalışmayı caydıran bir adaletsiz sistem haline gelmiştir.
Okulunu bitirmiş iş bekleyen yüzlerce gencimiz varken; hastanelerimiz, sağlık ocaklarımız da personel beklemektedir.
Değerli milletvekilleri, kısaca, sağlık meselemiz, hizmet alanı rezil, vereni rencide eder durumdadır. Türkiye Büyük Millet Meclisi çaresizlik yeri olmasın, şu meseleyi hep beraber el ele çözelim. Ben, Sayın Sağlık Bakanının bu meseleleri bildiğini, tecrübesi ve birikimiyle bunu çözeceğine inanıyorum; ancak, sizlerden istirhamım, bu meseleyi iktidar -muhalefet meselesi olmaktan çıkaralım, Türkiye'nin meselesi olarak görelim ve el ele vererek bu problemleri çözelim diyorum.
Çağdaş, sürekli, belli bir ilmî standardı yakalamış, öğretim ve meslekiçi eğitimi içine alan, çalışanı ödüllendiren, maaş artı prim sistemini teşvik eden, hekimi de, hastayı da muayenehane, hastane kıskacından kurtaran, adaletli bir ücret sistemini içine alan, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkesi sosyal güvenlik şemsiyesi altına alan ve sağlık kartı sistemini kapsayan, sağlık hizmetlerini alanı da, vereni de sorumluluk altına sokan ve yönetimde söz sahibi eden bir yönetim tarzıyla; aile hekimliği, koruyucu hekimlik, hastane hizmetlerini sunan, çağdaş sağlık reform yasasını hızla çıkarmak ve seçilecek pilot bölgelerde uygulamak için, hepimizi, hepinizi göreve davet ediyorum; bu konuda, Sayın Sağlık Bakanımıza ve Sayın Sosyal Güvenlik Bakanımıza, hep beraber yardımcı olalım diyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Çalış.
Gündemdışı ikinci söz, Türkiye'deki tüm emekliler ile Sosyal Sigortalar Kurumunun durumu hakkında söz isteyen Eskişehir Milletvekili Sayın Mehmet Sadri Yıldırım'a aittir.
Buyurun Sayın Yıldırım. (DYP sıralarından alkışlar)
2. Eskişehir Milletvekili Mehmet Sadri Yıldırımın, Türkiyedeki tüm emekliler ile Sosyal Sigortalar Kurumunun durumuna ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyanın cevabı
MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli milletvekilleri ve değerli vatandaşlarım; ülkenin kanayan yarası olan, geniş halk kesimlerini sosyal patlama noktasına getiren sosyal güvenlik kuruluşu ve bünyesinde toplanan insanlarımızın sorunlarını dile getirmek için söz almış bulunuyorum.
2001'e girerken, ülke manzaraları hiç de iç açıcı değildir; ortadirek yok edilmiş, sosyal güvenliğin adı kalmış, insanlarımız sokaklarda "açız" diye bağırırken, vicdanların sızlamaması mümkün mü?
2001'e az bir zaman kala, emekli, dul ve yetimler pazar artığı topluyorlarsa, bu ayıp hepimizin; tabiî ki, önce, hükümeti düşündürmelidir.
Sayın milletvekilleri, ülkenin bu duruma getirilmesinin müsebbibi, memur, işçi, emekli, dul ve yetimler ile küçük esnaf, tarım kesimi ve çiftçiler değildir.
"Toptan eşya yüzde 50'lere, tüketici endeksi yüzde 65'lere indi" sözleriniz, hakikatleri yansıtmamaktadır. Faizin yüzde 120'lerde olduğu günümüzde, enflasyon, iddialarınızın doğruluğunu göstermemektedir.
Millet "açız" diye bağırırken, hükümet de "yok, veremem" diyemez. Hükümetler çözüm kapısıdır, insan onuruna yaraşır şekilde vatandaşımızın yaşamını sağlamak, hükümetin görevidir.
Temmuz ayı yaklaşırken, memur ve emekli maaşlarına yapılacak artış oranı, geçen yıl olduğu gibi, bu yıl da toplumsal bir krize doğru hızla ilerlemektedir. En düşük memur aylığı 87 milyon, en düşük işçi emeklisi aylığı 70 milyon, en düşük memur emeklisi aylığı 95 milyon, en düşük Bağ-Kur emeklisi aylığı 37 milyon liradır. Bu tablo, sosyal bunalımların habercisidir; bu tablo, ekonominin kötüye gidişinin habercisidir.
Sayın milletvekilleri, mayıs ayı sonu itibariyle gecekondu şartlarında yaşayan 4 kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı 312 milyon liradır. Bu araştırmalara göre, zorunlu gıda harcamaları için 103 milyon lira gerekmekte ve bu rakam açlık sınırıdır.
1998 ve 1999 yılları arasındaki temel gıda maddelerinin artış oranlarını karşılaştırırsak; 1 kilogram çayda yüzde 40,3 artış olmuş, küpşekerde yüzde 43, beyazpeynirde yüzde 55, zeytinde yüzde 58, ayçiçekyağında yüzde 45, tavuk etinde yüzde 46, dana etinde yüzde 85, kurufasülyede yüzde 75, pirinçte yüzde 77'dir; hepsinin ortalama artışı yüzde 66'dır.
Gıdalardaki bu zam oranlarına, memurun ve işçinin aldığı maaş ve ücretlere göre, memura ve işçiye yapılacak 1999 yılı ikinci zammından yüzde 10-15 olarak bahsedilmesi ve düşünülmesi, memurla ve işçiyle alay etmekten başka bir şey değildir. Bu duruma göre, memurun, işçinin ve emeklinin insan gibi yaşaması için -bu hayat pahalılığı da nazara alınarak- memur ve işçi maaş ve ücretlerine en az yüzde 40 zam yapılmalıdır; hatta, yüksek maaş ve ücret alanlara yüzde 20, düşük maaş ve ücret alanlara da yüzde 40 zam yapılmalıdır.
Değerli milletvekilleri, memurun ve işçinin derdi, sadece maaş ve ücret artışı değildir; memur ve emekliler arasında da büyük adaletsizlikler ve eşitsizlikler vardır.
Bir de, işçi emeklilerinin durumuna bakalım; Türkiye'nin baştan başa imarında ve sanayisinde elemeği olan ve 500 kilogram kömür alabilmek için kuyruklarda bekleyen; hastanelerde muayene olabilmek için gece saat 3'te kuyruğa giren bu insanlara, devlet ve hükümet elini uzatmalıdır. Artık, şirket ve banka kurtarma operasyonuna son verip, bu insanlara, insanca yaşama hakkı verilmelidir.
Sosyal Sigortalar Kurumu 3,5 katrilyon bütçesi ve 980 trilyonuk gayrimenkule sahip bir kuruluş olup, yaşlılık ve sağlık başta olmak üzere, 26 milyon kişiye hizmet vermektedir; ancak, buna rağmen, işçi emeklisine yeteri kadar ücret ve sosyal hizmetler verememektedir.
Sayın Bakanın da iki gün evvel televizyon programında izlediği gibi, Zonguldak Hastanesinde, beşbuçuk saat doktor bekleyen hasta, kan kusarak ölmüştür sayın milletvekilleri...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın Yıldırım, 1 dakika daha veriyorum efendim.
MEHMET SADRİ YILDIRIM (Devamla) Ben, hükümetten, bu fakir, garip insanların sesine kulak verilerek, derdine çare bulunmasını istiyorum; Yüce Meclisin de yardımcı olacağına inanıyorum.
İşçi emeklilerinin sorunlarını ve isteklerini sıralarsak:
Emekli, enflasyona ezdirilmemeli; eski emeklilerle yeni emekliler arasındaki farkı ortadan kaldıracak intibak yasası çıkarılmalı; aylık bağlama oranları eşitlenmeli; emeklilere analık sigortası hakkı verilmeli; emeklilere yurt dışında tedavi hakkı tanınmalı; 506 sayılı kanunda değişiklik yapılarak, eşlere protez, araç gereç imkânları sağlanmalı; hastanelerde muayene ücretleri alınmamalı; memura ve emeklilere sendika kurma hakkı verilmeli.
Saygılarımı sunuyorum Yüce Meclise. (DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Yıldırım.
Gündemdışı üçüncü söz, halkımızın Türkiye Büyük Millet Meclisinden beklentileri konusunda söz isteyen Gümüşhane Milletvekili Sayın Lütfi Doğan'a aittir.
Buyurun Sayın Doğan. (FP sıralarından alkışlar)
3. Gümüşhane Milletvekili Lütfü Doğanın, halkımızın Türkiye Büyük Millet Meclisinden beklentilerine ilişkin gündemdışı konuşması
LÜTFİ DOĞAN (Gümüşhane) Sayın Başkan, muhterem milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisimizden halkımızın beklentileriyle alakalı bazı düşüncelerimi yüksek huzurunuza getirmek üzere gündemdışı söz almış bulunuyorum. Sözlerime başlarken, hepinizi en derin saygılarımla selamlıyorum. Ayrıca, bu 21 inci Dönem milletvekilliği görevlerimizin hepimize hayırlı olmasını, milletimize en başarılı hizmetlerde hepinizi başarılı kılmasını Allah teâlâdan dileyerek sözlerime başlıyorum.
Efendim, Türkiyemizde, Türkiye Büyük Millet Meclisi, halkımızın iradesini temsil eden en yüksek mevki. Bu şerefli görevi, büyük milletimiz, siz şerefli, siz büyük insanlara takdir etmiş, vermiştir. Hiç şüphesiz, milletimizin beklentileri olacaktır ve bunlar da gerçekten çok büyüktür.
Az önce, birinci konuşmayı yapan değerli arkadaşım, benim sizlere arz edeceğim konulardan birisine işaret buyurdular. Bunlardan birincisi, Türkiyemizde, Başkentimizden en ücra köyümüze kadar, devlet görevlisinden köydeki bekçimize veya sade bir vatandaşımıza kadar, bütün insanlarımızın tedavisi hususunda, kolaylıkla tedavi görmeleri hususunda, Türkiye Büyük Millet Meclisimiz, kendisine düşen görevleri yerine getirmeli, hükümetlere ışık tutmalı, hükümetler bu problemleri çözmelidirler. Maalesef, bugüne kadar, bu problemlerin çözüldüğünü söylemek imkânına sahip bulunamıyoruz. Elbette, Sağlık Bakanlığımız ve değerli mensupları bütün gayretleri göstermelerine rağmen, arzu edilen neticeye bütünüyle ulaştığımızı söylemek mümkün değildir.
İkinci maruzatım: Türkiyemizde, eğitim konularının arzuya uygun bir şekilde halledildiğini söylemek gerçekten zordur. Biz, şu konuda ne kadar iftihar etsek yeridir: Bütün Avrupa'da, birkaç devletin nüfusu kadar, bizim, ilköğretim ve ortaöğretime devam eden evladımız var. Bunun için ne kadar iftihar etsek, ne kadar sevinsek, Allah'a ne kadar şükretsek yeridir; ama, gelin görün ki, bu evlatlarımızın hepsinin, arzu edilen şekilde, kendilerine en faydalı, memleketimize en yararlı olacak şekilde eğitim öğretimde ufuklarının açıldığını söylemek o kadar kolay olmuyor. Bazen, yükseköğretimde, gözü yaşlı yavruların geri çevrildiğini görüyoruz; bundan müteessir olmamak elde değildir. Halbuki, Anayasamız, bunu, bütünüyle teminat altına almış "eğitim, öğretim hakkı hiçbir suretle önlenemez" diye 42 nci maddeyi derpiş etmiştir.
Eğitimcilerimiz, elbette, bunun üzerinde hassasiyetle duruyor, gereği gibi tedbirleri almak istiyor ve alıyor, eğitime, öğretime önem veriyor; ama, Türkiye Büyük Millet Meclisimiz, bu konuda, hükümetlere, eğitim müesseselerimize daha fazla ilgi göstermeli, ışık tutmalıdır. Bunun bir zaruret olduğuna bendeniz kani bulunuyorum.
Üçüncü maruzatım iktisadî durumla ilgilidir. Yine, ikinci konuşan arkadaşımız bir nebze değindiler; Türkiyemizde...
BAŞKAN Sayın Doğan, 1 dakika daha veriyorum efendim.
LÜTFİ DOĞAN (Devamla) Lütfedersiniz Sayın Başkanım.
Türkiyemizde, bugün, 24 saatte 30 küsur trilyon faiz ödemek mecburiyetinde kaldığımızı uzmanlar söylemektedir; bu, gerçekten çok hazindir. Hatta, bazıları -yani, siyasî yetkililer- yakın bir gelecekte, Türkiyemizin devlet gelirlerinin yüzde 70'ine yakını faiz borçlarına gidecektir diyor. Bu konuda, Türkiyemiz, Türkiye Büyük Millet Meclisimiz gerekli tedbiri almalıdır.
Bir konuyu hemen sizlere arz etmek istiyorum; o da şudur: 1923'te cumhuriyetimiz ilan edildiği zaman, 1 Türk Lirasının değeri dolardan yüksekti; hatta, 1 dolar, 80 kuruştu. Şimdiki durumu bir dikkate alırsak, bizlere çok büyük görevler düştüğünü daima hatırımızda tutmamız zarureti vardır...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Efendim, süreniz tamamlandı; lütfen, tamamlayın.
LÜTFİ DOĞAN (Devamla) Efendim, lütfettiniz; çok teşekkür ederim.
Vaktim bitti; ama, son cümle olarak şunu arz etmek istiyorum: Şunu bilelim ki, yöneticilerin, dünyada da, ahrette de, insanlar nezdinde, Allah katında en mesut olanı, en mutlu olanı, kendilerinin varlığıyla yönettiği kimselerin mutlu olanıdır.
Bu başarıya sizleri ulaştırmasını Allah'tan diler, Sayın Başkana ve sizlere şükranlarımı arz ederim. (FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Doğan.
Türkiye'deki tüm emekliler ve Sosyal Sigortalar Kurumunun durumu hakkında konuşan Eskişehir Milletvekilimiz Sayın Mehmet Sadri Yıldırım'ın konuşmasıyla ilgili olarak açıklamada bulunmak üzere, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanımız Sayın Yaşar Okuyan söz istemiştir.
Buyurun Sayın Okuyan.
2. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyanın, Eskişehir Milletvekili Mehmet Sadri Yıldırımın, Türkiyedeki tüm emekliler ile Sosyal Sigortalar Kurumunun durumuna ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşmasına cevabı (Devam)
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI YAŞAR OKUYAN (Yalova) Sayın Başkan, değerli üyeler; Eskişehir Milletvekili Sayın Mehmet Sadri Yıldırım'ın yapmış olduğu konuşmayla ilgili, kısaca, bazı konularda Yüksek Heyetinize malumat arz etmek istiyorum.
Öncelikle, Sayın Yıldırım'ın üzerinde durduğu memur ve emeklilerin durumu ve bunların karşısında memura yapılacak olan, emekliye yapılacak olan zamla ilgili konuları, bildiğiniz gibi, hükümetimiz müzakere etmektedir ve önümüzdeki günlerde bununla ilgili çalışmaları tamamlayıp, kamuoyuna da aldıkları kararı açıklayacaklardır.
Doğrudur; bugünkü ülke şartlarında, bir Bağ-Kur emeklisinin 50-57 milyon lirayla, SSK'dan emekli olan birinin 70 milyon lirayla geçinebilme mucizesini yaşadıkları bilinen bir gerçektir. Dünyanın belki de hiçbir ülkesinde, bu rakamlarla, bir emeklinin hayatını idame ettirmesi düşünülemez. Bu doğru; ama, başka doğrularımız da vardır; o başka doğrularımız içerisinde ele aldığımızda, bugün, önümüzdeki dönem içerisinde Parlamentoya hazırlığını tamamlayıp sevk edeceğimiz sosyal güvenlik reform tasarısı, işte, bu açıdan da çok daha önem kazanmaktadır. Çünkü, o tasarıyla, biz, bir taraftan, çökmüş olan çökecek olan demiyorum, çökmüş olan sosyal güvenlik sistemimizi yeniden onarmak ve bir taraftan da, esas amaç, sosyal güvenlik kurumlarından emekli olanların, gerçekten, insanca yaşayacakları; gerçekten, kalan yaşam süreleri içerisinde, hayat boyunca insanca yaşabilecekleri bir gelir elde etmelerini ve sağlık hizmetlerinden en iyi koşullarda istifade etmelerini de sağlayacak bir reform tasarısının hazırlığı bitmek üzeredir.
Sayın üyeler, bugün, Sosyal Sigortalar Kurumuyla ilgili, özellikle, Sayın Yıldırım'ın değindiği bir nokta oldu. SSK ve sosyal güvenlik sistemimizle ilgili birkaç konuyu, bu vesileyle, huzurunuzda, sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bugün, Sosyal Sigortalar Kurumunun 1999 yılı bütçesindeki kâğıt üzerindeki açığı 1 katrilyonu bulmuştur. Biz biliyoruz ki, yıl sonu itibariyle bu rakam bunun da üzerinde bir grafik seyredecek ve 1,2 katrilyon dolaylarında reel sonuca ulaşacaktır. Bugünkü sosyal güvenlik sistemimizin açığı, yine, 1999 bütçesinde toplam -Bağ-Kur, Emekli Sandığı ve SSK olarak- 2,2 katrilyon dolaylarındadır; ama, biz, yine, yıl sonunda bu rakamın 2,5 katrilyona varabileceği endişesini de taşıyoruz. Eğer, bu 2,5 katrilyon civarındaki açığın Hazinenin içborçlanma tahvili satmak suretiyle; yani, faiz karşılığında bulunacak parayla ödenmesini hesaba katarsak, yıl sonundaki esas, en son açık, 5 katrilyon liraya ulaşacaktır. Bu rakamın ne manaya geldiğini yüksek takdirlerinize arz ediyorum.
Şimdi, Sosyal Sigortalar Kurumu, aslında, Sağlık Bakanlığı normlarına göre 66 000 kadrosu olması gerekirken, şu anda 44 795 elemanıyla 32 milyon insanımıza, günün 24 saatinde, asgarîde, sağlık hizmeti sunmakla karşı karşıya kalan bir kurumdur. Toplumumuzun tam yarısı, halkımızın tam yarısı; 32 milyona...
Şimdi, Sosyal Sigortalar Kurumunda 21 000 küsur kadro eksikliğine rağmen, SSK, 1998 yılında, bütün Türkiye'de, 47 730 375 poliklinik hizmeti gerçekleştirilmiştir. Bu, çok büyük bir rakamdır. Yatan hasta sayısı 1 149 797'dir; 339 851 vatandaşımız, SSK hastanelerinde ameliyat olmuştur; 22 455 hanımımız SSK hastanelerinde doğum yapmıştır. SSK hastanelerinin, bütün bu hizmetler karşısında sayısı da, sadece ve sadece 120'yle sınırlıdır; dispanseriyle beraber sağlık ünitelerinin toplamı 526 civarındadır. Bu rakamları yan yana getirdiğimizde, SSK'nın ne denli sıkıntılarla karşı karşıya kalan bir sosyal sigortalar kurumu olduğu gerçeğini daha iyi anlama imkânına sahibiz.
Şimdi, İstanbul İlimizden bir bilgi arz etmek istiyorum : Bakınız, İstanbul'un nüfusu yaklaşık 10 milyon. 10 milyon nüfusun içinde Sosyal Sigortalar Kurumuna muhatap olan toplam nüfus, 7 852 574'tür. 10 milyonun 7 852 000 kişisi, sadece ve sadece SSK'dan sağlık hizmeti almayla karşı karşıyadır. Oysa, İstanbul'da, 12 hastane, 28 dispanser, 1 310 hekim, 1 800 hemşire ve 202 eczacıyla Sosyal Sigortalar Kurumu sağlık üniteleri, geçtiğimiz bir yıl içinde -1998 yılında- 7 331 137 vatandaşımıza poliklinik hizmeti vermişlerdir. Bu rakamlar, SSK'nın içinde bulunduğu açmazı da göstermesi bakımından önemlidir.
Yirmi yıllık süreç içerisinde, İstanbul'da SSK'ya muhatap olan nüfusta yüzde 71 dolayında artış gerçekleşmiş; ama, buna mukabil, yine, İstanbul İlimizde, yataklı tedavi kurumlarındaki yatak sayısındaki artış ise -yirmi yıl içerisinde- ancak yüzde 2 olabilmiştir.
Şimdi, eğer, yeni yatırımlar konusunda ciddî, yeni tedbirler alınmazsa, tabiî ki, Sosyal Sigortalar Kurumu hastaneleri önündeki, özellikle poliklinik hizmetlerinde hepimizi üzen kuyruklar, acılar ve çığlıklar, süregelmeye devam edecektir. İşte, burada amacımız, sağlıklı, kalıcı, kısa vadeli ve uzun vadeli olmak üzere yapısal bir değişimi de gerçekleştirerek, sosyal güvenlik sistemimizi bir reform gerçekçiliği içerisinde yeniden ele almak ve bir taraftan kısa vadede yapılacakları yeniden tanzim etmek; ama, uzun vadede, mutlaka, bir yapısal reformu gerçekleştirme ihtiyacıyla karşı karşıyayız.
Şimdi, bir iki örnek daha vermek istiyorum SSK'dan ve bu sistemimizin ne denli yara aldığının birkaç örneğidir. Esas, bu konuları, daha detaylı olarak, inşallah, önümüzdeki günlerde, sosyal güvenlik reform tasarısı Genel Kurula, sizlerin önüne geldiğinde, uzun uzun, hep birlikte tartışmamız icap edecek.
En pahalı hastalık tedavi türleri, diyaliz, by-pass ve kanserli hastalarla ilgilidir. Bunlar, parasal değer itibariyle de hayli bir yekûn tutuyor. Diyaliz hastalarının -geçtiğimiz yıllar itibariyle söylüyorum- yüzde 86'sı SSK'lı değildir. Hemen, ne demek olduğu sorusu geliyor; onu, iki cümle sonra arz edeceğim. By-pass ameliyatlarının yüzde 80'i SSK'lı değildir. Kanserli hastaların yüzde 90'ı SSK'lı değildir. Ne demektir bu; şu demektir: Sosyal Sigortalar Kurumuna prim ödeyen ve gerçekten çalıştığı için SSK'lı olanlar değil, hastalandığı andan sonra, herhangi bir yakınına gidip, o gün kaydını yaptırıp, ertesi gün, belki de 2 milyar, belki de 5 milyar, belki de çok daha fazla miktarlarda, kurumdan bir maliyet hesabını gündeme getirenler. Aklımıza şöyle bir soru da gelebilir : Peki, bu insanlar aç, yoksul, fakir, fukara; bunları bırakacak mıyız?.. Hayır, bırakmayacaksınız; ama, prime muhatap olan bir sistemin içerisine, sosyal yardımlaşma amacıyla verilen hizmetleri de kattığınızda, prime muhatap olan sistemin çökmesi doğaldır. Hiç başka gerekçelere gitmeden arz ediyorum. Kaldı ki, SSK'nın veya sosyal güvenlik kurumlarının çöküntüsü bundan ibaret de değildir; yaşla oynanmıştır.
1950 yılında, emeklilikle ilgili ilk çıkan Sigorta Kanununda, yaş, kadın ve erkekler için 60 olarak belirlenmiştir. O tarihte, hayatta kalma ümidi diye kabul edilen yaş oranı, kadınlarda 41, erkeklerde 38'dir. Yıl 1950...
Sonra, gelmişiz 1965 yılına. Popülist yaklaşımlarla bir müdahale gerçekleşmiş; kadınlardaki çalışma süresini 5 yıl aşağıya indirmişiz.
Daha sonra, 1969 yılında, yine bir popülist yaklaşım sergilenmiş ve bu sefer, yaş sınırlaması tümden kaldırılmış; yani, 38/43 yaşlarında emekli olma imkânı getirilmiş.
Sonra, 1976 yılında bir müdahale daha yapılmış; yaş sınırının kaldırılmış olması yetmemiş, bir 5 yıl daha, çalışma sürelerinden aşağıya indirilmiş.
1986 yılında, 55/60 yaş, yeni yapılan bir düzenlemeyle konulmuş, sistem biraz toparlanır gibi olmuş; ama, en son, 1992 Şubat ayında çıkarılmış bir kanunla, tekrar yaş sınırlaması ortadan kaldırılmış ve bugün, şu anda, vatandaşlarımız, 38 yaşında ve 43 yaşında emekli olur hale gelmiş. Dünyanın hiçbir yerinde, ne OECD ülkelerinde ne üçüncü dünya ülkeleri içerisinde -Uganda dahil- 38 yaşında emekli olan hiçbir ülke yoktur.
Burada, bir şeyi daha arz etmek istiyorum. Tabiî ki, her şeyi isteme hakkına hepimiz sahibiz; gönlümüzden, daha iyi, daha güzel şeyleri anlatmak, daha güzel şeyleri insanlarımızın talepleri doğrultusunda onlarla paylaşmak geçmektedir; ama, bir örnek daha vereceğim. Bakın, Bağ-Kur emekli aylığının çok düşük olduğunu hepimiz biliyoruz. Mesela, Bağ-Kur, biliyorsunuz, sigortalılar itibariyle iki ayrı kanuna muhatap olur. Bir tanesinden bir örnek arz edeceğim: 2926 sayılı Yasaya tabi sigortalıların prim ödeme eğilimi şöyle : Hiç primini ödememişlerin oranı yüzde 57,9; primini düzensiz ödeyen -yani, bir sefer dahi ödemiş olmayı bunun içine katıyoruz- yüzde 34,8; primini düzgün ödeyen ve kuruma borçsuz olan da yalnızca yüzde 7,3'tür.
Yine, Bağ-Kur'la ilgili bir bilgi notu vererek sözlerimi tamamlıyorum: 1998 yılı içinde Bağ-Kur'un tahsil ettiği toplam sağlık primi tutarı 76 trilyondur; ama, buna mukabil, 1998 yılında Bağ-Kur'un ödediği sağlık gideri toplamı 201,2 trilyondur. Açık, 125,2 trilyon.
Şimdi, burada önemli olan, bu rakamları sizlerle paylaşmamın sebebi; bu rakamlardan hareket ederek, bizim, sağlıklı, gerçekten, bir taraftan sistemi onaracak, bir taraftan, gerçekten, dünya gerçekleri üzerinde, sosyal güvenlik sistemimizin, oturtulması için, o reform çalışmalarını bir an önce gerçekleştirmemiz ve bunun sonucunda da, gerçekten, emeklimizi, insanca yaşayabilecekleri bir düzeyde bir maaşla, onların, kalan ömürlerinde daha iyi şartlarda yaşamlarını, hayatlarını sürdürebilmelerine imkân sağlamaktır. Bu ikisi birbirinden ayrılamaz ve birbirinin arasında da bir tercih nedeni olamaz.
İşte, bu noktada, zannediyorum ki, ilk etapta, sosyal güvenlik reformunu, arkasından da bunun devamı olan bazı yasal düzenlemeleri, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı olarak, önce Bakanlar Kuruluna ve ondan sonra da huzurunuza getirmeyi amaçladık.
Beni dinlediğiniz için sizlere ve söz verdiği için Sayın Başkana teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Sayın Bakanımıza teşekkür ediyoruz.
Sayın milletvekilleri, diğer sunuşlar vardır; sunuşların çokluğu nedeniyle, Kâtip Üye arkadaşımızın okuma işlemini oturduğu yerden yapması konusunu oylarınıza sunmak istiyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir; teşekkür ederim.
Cumhurbaşkanlığı tezkereleri vardır; okutuyorum:
B) TEZKERELER VE ÖNERGELER
1. Belçikaya gidecek olan Millî Savunma Bakanı Sabahattin Çakmakoğluna, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Ramazan Mirzaoğlunun vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/230)
16 Haziran 1999
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
NATO Savunma Bakanları İlkbahar Toplantısına katılmak üzere, 17 Haziran 1999 tarihinde Belçika'ya gidecek olan Millî Savunma Bakanı Sabahattin Çakmakoğlu'nun dönüşüne kadar; Millî Savunma Bakanlığına, Devlet Bakanı Prof. Dr. Ramazan Mirzaoğlu'nun vekâlet etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine, uygun görülmüş olduğunu bilgilerinize sunarım.
Süleyman Demirel
Cumhurbaşkanı
BAŞKAN Bilgilerinize sunulmuştur.
İkinci tezkereyi okutuyorum:
2. İtalyaya gidecek olan Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürele, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Fikret Ünlünün vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/231)
16 Haziran 1999
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
"Avrupa ve Akdeniz" konulu konferansa katılmak üzere, 18 Haziran 1999 tarihinde İtalya'ya gidecek olan Devlet Bakanı Prof. Dr. Şükrü Sina Gürel'in dönüşüne kadar; Devlet Bakanlığına, Devlet Bakanı Fikret Ünlü'nün vekâlet etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine, uygun görülmüş olduğunu bilgilerinize sunarım.
Süleyman Demirel
Cumhurbaşkanı
BAŞKAN Bilgilerinize sunulmuştur.
Üçüncü tezkereyi okutuyorum:
3. Belçikaya gidecek olan Dışişleri Bakanı İsmail Ceme, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hasan Hüsamettin Özkanın vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/232)
16 Haziran 1999
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
NATO toplantısına katılmak üzere, 17 Haziran 1999 tarihinde Belçika'ya gidecek olan Dışişleri Bakanı İsmail Cem'in dönüşüne kadar; Dışişleri Bakanlığına, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hasan Hüsamettin Özkan'ın vekâlet etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine, uygun görülmüş olduğunu bilgilerinize sunarım.
Süleyman Demirel
Cumhurbaşkanı
BAŞKAN Bilgilerinize sunulmuştur.
Dördüncü tezkereyi okutuyorum:
4. Bosna -Herseke gidecek olan Devlet Bakanı Sadi Somuncuoğluna, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Şuayip Üşenmezin vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/233)
18 Haziran 1999
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Dobrinja Konutları ve Fojnica Rehabilitasyon Merkezinin açılış törenine katılmak üzere, 20 Haziran 1999 tarihinde Bosna-Hersek'e gidecek olan Devlet Bakanı Sadi Somuncuoğlu'nun dönüşüne kadar; Devlet Bakanlığına, Devlet Bakanı Prof. Dr. Şuayip Üşenmez'in vekâlet etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine, uygun görülmüş olduğunu bilgilerinize sunarım.
Süleyman Demirel
Cumhurbaşkanı
BAŞKAN Bilgilerinize sunulmuştur.
Beşinci ve son tezkereyi okutuyorum:
5. Fransaya gidecek olan Devlet Bakanı Tunca Toskaya, dönüşüne kadar, Sanayi ve Ticaret Bakanı Ahmet Kenan Tanrıkulunun vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/234)
18 Haziran 1999
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İktisadî İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) Bilim ve Teknoloji Politikaları Komitesi (CSTP) Bakanlar Düzeyi Toplantısına katılmak üzere, 21 Haziran 1999 tarihinde Fransa'ya gidecek olan Devlet Bakanı Prof. Dr. Tunca Toskay'ın dönüşüne kadar; Devlet Bakanlığına, Sanayi ve Ticaret Bakanı Ahmet Kenan Tanrıkulu'nun vekâlet etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine uygun görülmüş olduğunu bilgilerinize sunarım.
Süleyman Demirel
Cumhurbaşkanı
BAŞKAN Bilgilerinize sunulmuştur.
Karadeniz Ekonomik İşbirliği Parlamenterler Asamblesi Türk Grubu ile NATO Parlamenter Asamblesi Türk Grubu Geçici Başkanlıklarının tezkereleri vardır, okutuyorum:
6. Karadeniz Ekonomik İşbirliği Parlamenterler Asamblesi (KEİPA) Türk Grubu Geçici Başkanlığının, başkan seçimine ilişkin tezkeresi (3/235)
21 Haziran 1999
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Karadeniz Ekonomik İşbirliği Parlamenter Asamblesi (KEİPA) Türk Grubu ilk toplantısı, 21 Haziran 1999 Pazartesi günü saat 10.30'da, TBMM Hesaplarını İnceleme Komisyonu Toplantı Salonunda yapılmıştır. Toplantıya 9 (dokuz) üye katılmış, yapılan oylamada, Başkanlığa, İstanbul Milletvekili Mehmet Gül, 9 (dokuz) üyenin olumlu oyuyla seçilmiştir.
Saygıyla arz olunur.
Ahmet Kabil
Rize
KEİPA Türk Grubu
Geçici Başkanı
BAŞKAN Bilgilerinize sunulmuştur.
İkinci tezkereyi okutuyorum:
7. NATOParlamenterler Asamblesi Türk Grubu (NATO PA) Geçici Başkanlığının, başkan seçimine ilişkin tezkeresi (3/236)
21 Haziran 1999
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
NATO Parlamenter Asamblesi Türk Grubu (NATO PA) ilk toplantısı, 21 Haziran 1999 Pazartesi günü saat 13.30'da, TBMM Dış İlişkiler ve Protokol Müdürlüğü Toplantı Salonunda yapılmıştır. Toplantıya oniki üye katılmış, yapılan oylamada, Başkanlığa, İstanbul Milletvekili Tahir Köse, oniki üyenin olumlu oyuyla seçilmiştir.
Saygıyla arz olunur.
Doğan Güreş
Kilis Milletvekili
Geçici Başkan
BAŞKAN Bilgilerinize sunulmuştur.
Meclis araştırması önergeleri vardır, okutuyorum:
C) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ
1. Karaman Milletvekili Zeki Ünal ve 19 arkadaşının, yeraltı ve yerüstü su kaynaklarımızın daha etkin kullanımının sağlanması ve komşu ülkelerle olan su sorununa çözüm bulunması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/13)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Ülkemiz, yeraltı ve yerüstü su kaynakları itibariyle zengin denilebilecek bir ülke olmasına rağmen, bu kaynaklardan yeterince istifade edilebildiğini söylemek mümkün değildir.
Ayrıca, ülkemizdeki bazı akarsularımızın, suyu kıt komşu ülkelerden geçmiş olması, zaman zaman önemli sorunları da beraberinde getirmektedir.
Bu bakımdan, gerek komşu ülkelerle olan sorunlara köklü çözüm bulmak gerekse mevcut yeraltı ve yerüstü su kaynaklarımızın daha etkin bir şekilde kullanımını sağlamak amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 üncü maddeleri gereğince Meclis araştırması açılmasını arz ve talep ederiz.
Saygılarımızla. 18.5.1999
1. Zeki Ünal (Karaman)
2. Sait Açba (Afyon)
3. İrfan Gündüz (İstanbul)
4. Azmi Ateş (İstanbul)
5. Eyüp Sanay (Ankara)
6. Yahya Akman (Şanlıurfa)
7. Zülfükar İzol (Şanlıurfa)
8. Aslan Polat (Erzurum)
9. İsmail Özgün (Balıkesir)
10. Mehmet Özyol (Adıyaman)
11. Yakup Budak (Adana)
12. Latif Öztek (Elazığ)
13. M. Zeki Çelik (Ankara)
14. Mahfuz Güler (Bingöl)
15.Mehmet Bedri İncetahtacı (Gaziantep)
16. Turhan Alçelik (Giresun)
17- Osman Aslan (Diyarbakır)
18. Ahmet Karavar (Şanlıurfa)
19. Hüseyin Kansu (İstanbul)
20. Sacit Günbey (Diyarbakır)
Gerekçe :
Bilindiği gibi, ülkemizin ekonomisi tarıma dayalıdır. Nüfusumuzun yaklaşık yarısı tarım sektöründe istihdam edilmektedir. Bu sektör, yılda, yaklaşık yüzde 2 artan nüfusla 63 milyonluk insanın karnını doyurduğu gibi, gelişme çabası içinde olan sanayie de hammadde sağlamak gibi önemli bir görevi üstlenmiş bulunmaktadır.
İhracatımızın direkt ve dolaylı olarak yaklaşık yüzde 60'ını karşılayan bu sektörümüzün ana girdilerinden olan sulama suyunun yeterince tarımın hizmetine verildiğini söylemek mümkün değildir.
Şu anda 28 milyon hektar araziden 12,5 milyon hektarı ekonomik olarak sulanabilecek durumdadır. Bugünkü teknik imkânlarla ekonomik olarak sulanabilir arazi miktarı 8,5 milyon hektardır. Bunun da yaklaşık 4,5 milyon hektarı sulanabilmektedir.
Halbuki, halihazırda 98 milyar metreküp/yılı yerüstü, 12 milyar metreküp/yılı yeraltı suyu olmak üzere, toplam 110 milyar metreküp/yıl su potansiyelimiz mevcuttur. Bugüne kadar yapılan, tesislerle potansiyel su kaynağından 25 milyar metreküp/yıl yerüstü, 5,4 milyar metreküp/yıl yeraltı suyu olmak üzere, yaklaşık 30 milyar metreküp/yıl; yani, toplam su potansiyelinin yüzde 27'si tüketilmektedir. Geri kalan 80 milyar metreküp/yıl; yani, yüzde 73'ü kullanılamamaktadır.
Bu cümleden olarak, 1998 yılı içinde bitirilmesi düşünülen, 120 milyon dolara mal olacak olan, 250 bin metreküp ham su, 250 bin metreküp arıtılmış su olmak üzere günlük 500 bin metreküp kullanılabilir kapasiteli Manavgat Projesinin ülke menfaatlarına en uygun ve kârlı bir şekilde değerlendirilmesi önem kazanmaktadır.
Bu kaynakların süratle tarıma kazandırılması ve hizmete sunulması için gerekli çalışmalar yapılmalıdır.
GAP, bu çalışmaların bir bölümünü oluşturmaktadır. Ancak, GAP'ın omurgasını teşkil eden ve üzerlerinde 22 baraj ve 19 hidroelektrik santralının inşaatının öngörüldüğü Fırat ve Dicle Nehirleri Irak ve Suriye'den de geçtiği için, zaman zaman ülkeler arasında anlaşmazlığa sebep olmaktadırlar. Ortadoğu'daki çıkarlarının devamını, Ortadoğu'daki, halkı Müslüman olan ülkelerin ihtilaflarına bağlayan bazı ülkeler, özellikle Türkiye'yi İslam dünyasından tecrit etmek için sinsi politikalar izlemekte, kendilerinin hiçbir rolü yokmuşcasına, terör bahanesiyle bu ülkeleri birbirine düşürmek istemekte ve bu yüzden su ihtilaflarını körüklemektedirler.
Hiçbir dış güce gerek kalmadan, bu üç ülke bir araya gelerek çözüm üretebilirler. Nitekim, 1988'de yapılan bir protokole göre, Türkiye, Suriye'ye yılda ortalama 500 metreküp/saniye su bırakmayı taahhüt etmiştir. O günkü şartlarda neye göre tespit edildiği belli olmayan bu su, mevsim şartlarına göre değişiklik gösterdiği için, yine de ihtilafa kesin bir çözüm getirmiş değildir. Çözüm getirilmediği takdirde, Suriye'nin de Fırat'a karşı Asi'yi kullanması söz kosunudur. Nitekim, Suriye; Amik Ovasının 1 193 000 dekarlık bereketli topraklarını sudan mahrum etmek için Asi Nehri üzerinde bir baraj yapmak eğiliminde olduğunu belirtmektedir.
Irak ve Suriye'nin ortak istekleri, suyun tahsisi değil, taksimidir. Bir orta yol bulunarak soruna sürekli bir çözüm getirilmesi için gerekli çalışmalar yapılmalıdır.
20 nci Yüzyılın ekonomik, siyasî ve askerî alandaki en büyük belirleyici faktörü, petrol olmuştur; ancak, politik gözlemcilerin ve bilim adamlarının kanaatine göre, 21 inci Yüzyılın en önemli stratejik maddesi su olacaktır. Bu yüzden, suyun bir savaş nedeni olabileceği, yine aynı çevrelerce ifade edilmektedir.
Bugün önemsiz veya ayrıntı gibi görülen bazı konuların, yarın, gerek ülkemiz için gerekse ülkeler arasındaki ilişkileri etkileyen siyasî dengeleri altüst eden önemli bir sorun olmayacağını kimse bilemez.
Onun için, şimdiden ciddî ve kapsamlı bazı çalışmalar yaparak gerekli tedbirlerin alınması dilek ve temennisiyle bu araştırma önergesini takdim etmiş bulunuyoruz.
BAŞKAN Bilgilerinize sunulmuştur.
Önerge, gündemdeki yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır.
İkinci önergeyi okutuyorum:
2. Karaman Milletvekili Zeki Ünal ve 19 arkadaşının, trafik kazalarının önlenebilmesi için alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/14)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Son yıllarda bir facia halini alan trafik kazalarıyla ilgili gerekli tedbir alınması amacıyla Anayasanın 98 inci ve İçtüzüğün 104 üncü maddeleri gereğince bir Meclis araştırması açılmasını müsaadelerinize arz ederiz.
Saygılarımızla. 18.5.1999
1. Zeki Ünal (Karaman)
2. Sait Açba (Afyon)
3. İrfan Gündüz (İstanbul)
4. Azmi Ateş (İstanbul)
5. Eyüp Sanay (Ankara)
6. Yahya Akman (Şanlıurfa)
7. Zülfükar İzol (Şanlıurfa)
8. Aslan Polat (Erzurum)
9. Mehmet Özyol (Adıyaman)
10. İsmail Özgün (Balıkesir)
11. Yakup Budak (Adana)
12. Latif Öztek (Elazığ)
13. M. Zeki Çelik (Ankara)
14. Mahfuz Güler (Bingöl)
15. Mehmet Bedri İncetahtacı (Gaziantep)
16. Turhan Alçelik (Giresun)
17. Osman Aslan (Diyarbakır)
18. Ahmet Karavar (Şanlıurfa)
19. Hüseyin Kansu (İstanbul)
20. Sacit Günbey (Diyarbakır)
Gerekçe :
Gün geçmiyor ki elim bir trafik kazası haberi duymayalım. Toplum olarak, âdeta, kazada ölenleri ve yaralananları kanıksar hale geldik. "Trafik canavarı yine can aldı" diyerek belki olayı dramatize etmeye çalıştık; ama, bu gibi teşbihlerin palyatif tedbirlerin, kazaları önlemede yeterli olmadığını gördük.
Ülkemiz insanı, enflasyon, yoksulluk, işsizlik, içki, fuhuş, kumar gibi birtakım sosyal ve ekonomik sıkıntılarla boğuşurken, bir de trafik terörüyle başı dertte. Trafiğe çıkarken, kişiler, sanki harbe gidiyormuşcasına çoluk çocuğuyla, yakınları ve sevdikleriyle helalleşmek ihtiyacını duyar. Dinlenmek, tatil yapmak veya sılaı rahm yapmak isteyenler, yola çıktıklarında, içlerinde gizli bir huzursuzluk, açık bir tedirginlik gözleniyor. Yolun, yolculuğun tadını alamıyor.
Kolay değil, neredeyse her yıl, İstiklal Harbinde şehit düşen ecdadımızın sayısı kadar, trafiğe kurban veriyoruz. İstatistikler gerçekten çok ürkütücü. Emniyet Genel Müdürlüğü Trafik Hizmetleri Başkanlığının verilerine göre, 1994'te 233 803 kaza olmuş, 5 942 kişi ölmüş ve 104 717 kişi yaralanmış; 1995'te 279 663 kaza olmuş, 6 004 kişi ölmüş, 114 319 kişi yaralanmış; 1996'da 344 641 kaza olmuş, 5 428 kişi ölmüş, 104 599 kişi yaralanmış; 1997'de 392 661 kaza olmuş, 5 134 kişi ölmüş, 111 056 kişi yaralanmış; 1998'de 446 025 kaza olmuş, 4 852 kişi ölmüş, 115 489 kişi yaralanmış; 1999 yılının ilk üç ayında 110 619 kaza olmuş, 1 030 kişi ölmüş, 24 863 kişi yaralanmıştır.
Bu durumda, son 5 yıl 3 ay içinde 28 382 vatandaşımız trafik kurbanı olmuştur. Şüphesiz, insan hayatını maddî ölçülerle değerlendirmek mümkün değildir. Ancak, kazaların sebep olduğu ekonomik kayıpların, trilyonlarla değil, katrilyonlarla ifade edildiği de bir gerçektir.
Şüphesiz, trafik kazalarının çeşitli sebepleri vardır. Henüz dünya standartlarının yüzde 20'sine ulaşmış bulunan karayollarımızın durumu herkesçe bilinmektedir. Trafiğe çıkan araç sayısında büyük patlama olmasına rağmen, altyapıda aynı oranda bir düzelme veya gelişme görülmemiştir. Örneğin, 1987'de otomobil sayısı 1 240 000 iken, bu rakam 1999'un ilk üç ayı sonu itibariyle 4 300 000e ulaşmıştır. 1987'de 5 kilometreye düşen toplam araç sayısı 166 iken, 1999'un yine ilk üç ayı sonu itibariyle, yani 11 yıl 3 ay sonra bu rakam 671'e çıkmıştır. 1987'de toplam araç (otomobil, kamyon, kamyonet, minibüs, otobüs) 1 973 670 iken, 1999'un ilk üç ayı sonu itibariyle bu sayı 8 406 177'ye çıkmıştır. Altyapıda önemli bir gelişme olmayınca, trafik de gençlik parkındaki çarpışan arabalara dönmüştür.
Altyapı yetersizliği dışında; trafik kazalarının en önemli sebeplerinden biri de alkoldür. Ayrıca, eğitim eksikliği, trafik kurallarını boşverme, trafikteki araç modellerinin yaşlı olması, dikkatsizlik, tedbirsizlik ve kontrollerin yeterli olmayışı gibi sebepler de vardır. Hatta, ilginçtir, Türk Petrol'ün trafik kazalarıyla ilgili yaptırdığı araştırmada, trafik kazalarının en önemli sebeplerinden birini, ülkemizde demokrasi geleneğinin yerleşmemiş olmasına bağlamaktadır. Demokrasinin hâkim olduğu gelişmiş ülkelerde trafik kazalarının çok az olduğu da vurgulanmaktadır.
Ülkemizde âdeta bir katliam halini alan trafik kazalarının salt para cezalarıyla ve alındığı söylenen palyatif tedbirlerle önlenemeyeceği anlaşılmış bulunmaktadır.
Tüm vatandaşlarımızı ve hepimizi ilgilendiren böylesine hayatî önemi haiz bir konunun TBMM tarafından ele alınarak çok yönlü bir araştırmaya tabi tutulması ve acilen bazı tedbirlerin alınması gerekmektedir.
BAŞKAN Bilgilerinize sunulmuştur.
Önerge, gündemdeki yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır.
Üçüncü ve son önergeyi okutuyorum:
3. Karaman Milletvekili Zeki Ünal ve 19 arkadaşının, işsizlik ve yoksulluk sorununun araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/15)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Son yıllarda ciddî boyutlara ulaşan işsizlik, fakirlik ve yoksullukla ilgili olarak gerekli tedbirlerin alınması amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 üncü maddesi gereğince Meclis araştırması açılmasını müsaadelerinize arz ederiz.
Saygılarımızla. 18.5.1999
1. Zeki Ünal (Karaman)
2. Sait Açba (Afyon)
3. İrfan Gündüz (İstanbul)
4. Azmi Ateş (İstanbul)
5. Eyüp Sanay (Ankara)
6. Yahya Akman (Şanlıurfa)
7. Zülfükar İzol (Şanlıurfa)
8. Aslan Polat (Erzurum)
9. İsmail Özgün (Balıkesir)
10. Mehmet Özyol (Adıyaman)
11. Yakup Budak (Adana)
12. Latif Öztek (Elazığ)
13. M. Zeki Çelik (Ankara)
14. Mahfuz Güler (Bingöl)
15. Mehmet Bedri İncetahtacı (Gaziantep)
16. Turhan Alçelik (Giresun)
17. Osman Aslan (Diyarbakır)
18. Ahmet Karavar (Şanlıurfa)
19. Hüseyin Kansu (İstanbul)
20. Sacit Günbey (Diyarbakır)
Gerekçe :
Ülkemizde yaşanan siyasî istikrarsızlık ekonomik istikrarsızlığı da beraberinde getirdi.
Uygulanan rant ekonomisi, sermayenin yatırım yerine, repoya, faize ve dövize yönelmesine sebep oldu.
Ekonomideki büyüme, hedeflerin altında kaldı; yatırımlar durdu, istihdam imkânları azaldı, ihracat düştü, işsizlik arttı.
İç ve dışborçlar, faiz yükü ciddî ölçüde büyüdü. Öyle ki, Türkiye, sayıları tahminen 3 000'i geçmeyen rantiyeye, günde 30 trilyon TL faiz öder hale geldi.
Sonuçta, millî gelirde düşme oldu. Gelir dağılımı bozuldu. Bir yanda Somali hayatı yaşayanların sayısı artarken, öbür yanda İsviçre hayatını yaşayanların sayısı da arttı.
Öyle ki, yetkililerce, 10 milyonu aşan nüfusun açlık ve yoksulluk sınırında yaşadığı fark edilemedi. Çöp bidonlarından, pazar yerlerinden, ekmek, yiyecek, meyve, sebze artıkları toplayan insan manzaraları devleti harekete geçirmedi, hükümetleri tedbir almaya sevk etmedi.
Devletin ve hükümetlerin sayın büyükleri "laiklik elden gidiyor" vehmiyle insanımızın geçmişiyle değil, kılık kıyafetiyle uğraştılar; hiçbir demokratik, laik ülkede rastlanmayan tuhaf davranışlar sergilediler; yoksulluktan, işsizlikten bunalan, hatta kötü yollara düşen insanlarımızın feryatlarını duymak istemediler; ucuz ekmek için geceden kuyruklara girenleri görmediler. Giderek artan cinayetler, cinnetler, intiharlar, boşanmalar, aile faciaları onları pek ilgilendirmedi.
9 uncu Senfoni Orkestrası dinlemekle, opera, bale kültürlerini yaygınlaştırmakla çağdaşlaşılacağı, sorunların çözüleceği ve böylece ülkemizin uluslararası arenada saygın bir yere oturtulacağı sanıldı; ama, gerçeklerin öyle olmadığı anlaşıldı.
21 inci Yüzyıla girerken, umulurdu ki, ülkemiz, sosyal, ekonomik ve yapısal sorunlarını çözmüş olsun; demokratikleşme, insan hak ve özgürlükleri alanında önemli adımlar atılmış olsun; dünya ülkeleri arasında saygın bir yerimiz olsun; ülkemiz, fert başına düşen millî gelir itibariyle 48 inci sırada değil de ilk sıralarda yer alsın; gelir dağılımındaki bozukluklara giderilsin; işsizlik, yoksulluk, çaresizlik içinde kıvranan insanlarımız bunalıma girmesinler, cinnet geçirmesinler.
İlk defa, fakir fukarayla ilgili olarak, Özal Döneminde, 29.5.1986'da, 3294 sayılı Kanunla "Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu" oluşturulmuştur. O tarihten bugüne kadar fonda toplanan paralarla, birkısım fakirlerin talepleri karşılanmaya çalışılmıştır; ancak, bu paralar yeterli olmamıştır.
Halen ülkemizde açlık sınırında yaşayan yurttaşlarımızın sayısı milyonlarla ifade edilirken, şüphesiz, fon gelirlerinden faydalananların sayısı binlerle ifade edilmektedir. Örneğin, 1998'de Fakir Fukara Fonundan faydalananların sayısı 64 bindir, ödenen para da 9,3 trilyon Türk Lirasıdır.
Sorunun vahameti ve cesameti karşısında alındığı söylenen tedbirlerin yeterli olmadığı açıktır.
Fakir fukaranın şiddetli geçim sıkıntısı ve kötü hayat şartları karşısında sabrı, şükrü ve tevekkülü takdire şayandır. "Komşusu açken tok yatan bizden değildir" Peygamber sözünü kendine rehber edinmiş gönlü zengin halkımızın, fakir ve yoksulları da içine alan sessiz ve derin bir sosyal dayanışma içinde oldukları da doğrudur. Bu yüzden de, bazı gelişmiş ülkelerde, enflasyonun yüzde 10'ların üstüne çıkması, çok cüzi yapılan zamlar büyük protestolara sebep olurken, ülkemizde enflasyon yüzde 100'ün üzerinde seyrettiği zamanlarda bile ciddî bir ses de duyulmamıştır. Öyle ya "biz, sessiz çoğunluğun sesiyiz" diyenler, halkta ses mi bırakmışlardır?
Ancak, işsizlik, yoksulluk ve çaresizlik, kendi iç dünyasında hesaplaşan bir insanın da bir tahammülü vardır; sabrının bir sınırı, dayanma gücünün de bir hududu vardır.
Bugünkü şartlarda bir sosyal patlamanın olmayacağını söylemek, ileride olmayacağını göstermez.
Acil, köklü ve kalıcı tedbirler alınmaz ise, önümüzdeki yıllarda ciddî boyutlarda sosyal olayların olacağını söylemek kehanet olmasa gerekir.
Onun için, milletimiz, 21 inci Yasama Döneminde, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Hükümetten umut verici icraatlar beklemektedir.
Araştırma önergesi bu amaçla verilmiştir; umarız ki, kabul görür.
BAŞKAN Bilgilerinize sunulmuştur.
Önerge, gündemdeki yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır.
Komisyondan istifa önergesi vardır; okutuyorum:
B) TEZKERELER VE ÖNERGELER (Devam)
8. Zonguldak Milletvekili Ömer Barutçunun, İçişleri Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi (4/1)
18 Haziran 1999
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İçişleri Komisyonu üyeliğinden istifa ediyorum.
Gereğini arz ederim.
Saygılarımla.
Ömer Barutçu
Zonguldak
BAŞKAN Bilgilerinize sunulmuştur.
Sayın milletvekilleri, Danışma Kurulunun bir önerisi vardır; okutup, oylarınıza sunacağım:
V. ÖNERİLER
A) DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ
1. 22.6.1999 Salı ve 23.6.1999 Çarşamba günleri sözlü soruların görüşülmemesi ile gündemdeki sıralamanın yeniden yapılması ve çalışma süresine ilişkin Danışma Kurulu önerisi
Danışma Kurulu Önerisi
No. : 8 Tarihi : 22.6.1999
22.6.1999 Salı ve 23.6.1999 Çarşamba günlerinde sözlü sorular ile diğer denetim konularının görüşülmemesinin, 22.6.1999 tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan 6 sıra sayılı Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun ile Askerî Hâkimler Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının, 48 saat geçmeden, gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına alınarak görüşmelerine bu birleşimde başlanmasının ve görüşmelerin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılmasının, Genel Kurulun onayına sunulması Danışma Kurulunca uygun görülmüştür.
Yıldırım Akbulut
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı
Fikret Uzunhasan İsmail Köse
DSP Grubu Başkanvekili MHP Grubu Başkanvekili
İsmail Kahraman Beyhan Aslan
FP Grubu Başkanvekili ANAP Grubu Başkanvekili
Turhan Güven
DYP Grubu Başkanvekili
BAŞKAN Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince, gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.
VI. KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
1. Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun ile Askerî Hâkimler Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/375) (S. Sayısı : 6) (1)
BAŞKAN Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun ile Askerî Hâkimler Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu raporunun görüşmesine başlıyoruz.
Komisyon?.. Hazır.
Hükümet?.. Nazır.
Komisyon ve Hükümet yerlerini almışlardır.
(1) 6 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Sayın milletvekilleri, görüşmelere başlamadan evvel bir hususu bilgilerinize sunacağım:
Tasarının geçici 2 nci maddesinin "Bu atamalar yapılıncaya kadar 2845 sayılı Kanunun 7 ve 8 inci madde hükümlerine göre işlem yapılır" şeklindeki ikinci fıkrası, orijinal metinde mevcut olmasına rağmen, dağıtılmış olan sıra sayısında, baskı hatası olarak, yer almamıştır.
Orijinal metne uygun olarak düzeltilmiş sıra sayıları, Komisyona ve gruplara daha önce iletilmiştir. Genel Kuruldaki görüşmeler de orijinal metne göre yapılacaktır.
Takip edemeyen arkadaşlarımızın dikkati için bir kere daha arz edeceğim: Geçici 2 nci maddenin ikinci fıkrası "Bu atamalar yapılıncaya kadar 2845 sayılı Kanunun 7 ve 8 inci madde hükümlerine göre işlem yapılır" şeklindedir. Bu ibare, ikinci fıkra olarak eklenecektir. Sayın milletvekillerimizin elindeki metinde olmayabilir; ancak, orijinal metinde mevcuttu ve gruplara dağıtılan metinde de mevcuttur efendim.
Bilgilerinize sunuyorum.
Komisyon raporu 6 sıra sayısıyla basılıp dağıtılmıştır.
Bu duruma göre, raporun okunup okunmamasını oylarınıza sunacağım: Raporun okunmasını kabul edenler... Kabul etmeyenler... Raporun okunması kabul edilmemiştir.
Tasarının tümü üzerinde, grupları adına, Fazilet Partisi Grubu adına Manisa Milletvekili Sayın Bülent Arınç; şahısları adına ise, Erzurum Milletvekili Sayın Lütfü Esengün ile İçel Milletvekili Sayın Turhan Güven söz almışlardır.
Sayın Arınç'ı kürsüye davet ediyorum. (FP sıralarından alkışlar)
FP GRUBU ADINA BÜLENT ARINÇ (Manisa) Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Grubum ve şahsım adına, hepinizi hürmetle selamlıyorum; görüşmelerimizin hayırlı olmasını diliyorum.
Bugün görüşmekte olduğumuz konu, geçtiğimiz hafta cuma günü Türkiye Büyük Millet Meclisimizin büyük çoğunluğuyla kabul edilen, devlet güvenlik mahkemelerini düzenleyen Anayasanın 143 üncü maddesinin değiştirilmesiyle ilgilidir. O değişikliğe paralel olarak, bugün de, devlet güvenlik mahkemelerinin kuruluş ve yargılama usullerini düzenleyen 2845 sayılı Yasada değişiklikler yapılmak isteniyor. Dün, Adalet Komisyonu acilen toplantıya çağrıldı -hatta, bazı arkadaşlarımızın katılmasının mümkün olmayacağı biçimde- bugün de, yine, bu konu, Danışma Kurulu kararıyla, acilen görüşülüyor. Şüphesiz, görüştüğümüz konu acildir. Geçtiğimiz toplantılarda yaptığımız konuşmalarda da belirttiğimiz gibi, devlet güvenlik mahkemelerinde bu değişikliklerin yapılması, hem görülmekte olan bir dava için hem de genelde Türkiye'nin yargısındaki bağımsız ve tarafsız yargılama unsurunun daha belirgin hale gelebilmesi için elbette çok acildir ve yararlıdır. Dolayısıyla, Anayasa değişikliği konusunda müspet tavır takındığımızı Değerli Meclis biliyor; bugünkü değişikliğin de ona paralel olarak gündeme getirilmesini, Türkiyemizin yargı hukuku açısından önemli ve lüzumlu görüyoruz.
Anayasa değişikliği konusunda yapılan konuşmalarda, bendeniz ve arkadaşlarım, demokratikleşme unsuruna ve insan hakları konusuna, özellikle Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerin Türk hukuk sisteminde de geçerli olmasına dikkat çekmişler ve bu konuda getirilen düzenlemeyi faydalı ve yararlı görmüşlerdi; ancak, daha da geliştirilmesi ve özellikle bir büyük insan hakları paketi içerisinde sunulmasını arzu etmişlerdi. Bugün, yine, aynı konulara, Meclisimizin vakti nispetinde, temas etmek istiyorum.
Şimdi, yaptığımız iş, Anayasanın 143 üncü maddesinin değiştirilmesidir. Biz, bunu yapmakla, aslında, şu görevi yerine getirdik : Kabul ediyoruz ki, artık, Türk hukuk sistemi, uluslararası hukukun bir parçası haline gelmiştir ve uluslararası hukuk normları Türkiye'de de uygulanacaktır.
Türkiye, altına imza attığı uluslararası sözleşmelere, Anayasanın 90 ıncı maddesiyle, uymayı taahhüt etmiştir; sadece bu taahhütle de kalmamış, yine, bu hukukun bir parçası olarak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine bireysel başvuru hakkını, daha sonra da, o mahkemenin yargı yetkisini kabul etmiştir. Dolayısıyla, Türkiye'deki hukuk sistemi, artık, uluslararası normlarda düşünce ve ifade hürriyetini, parti, sendika, örgüt kurma hakkını ve insanların temel hak ve özgürlükleri konusunda özgürlüklerin alabildiğine genişletilmesini ve bunlara getirilecek sınırlamaların, yine, evrensel hukuk normları içerisinde kalmasını kabul etmiş bulunmaktadır.
Değerli arkadaşlarım, hal böyle olunca, bu yaptığımız değişiklikle yetinmeyerek, Adalet Bakanımızın da gerçekten samimî ve yapıcı gayretleriyle, Türkiye Büyük Millet Meclisimizde de oluşan uzlaşma ve dayanışma havası içerisinde daha başka neler yapılabilir; onları kısaca arz etmek istiyorum:
Şimdi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin, özellikle, askerî hâkim ve savcıların devlet güvenlik mahkemelerinde bulunmasını, tarafsızlık ve bağımsızlık açısından kabul etmeme keyfiyeti, sadece asker hâkimlerin şahsıyla ilgili olarak kalmamıştır. Bu görüşe dayanak teşkil eden iki dava vardır; bu davalardan birisi de, bildiğiniz gibi, Incal davası olarak bilinmektedir; bu davanın gerekçesinde ve karar kısmında, Türk Ceza Kanununda yer alan 312 nci maddenin de uygulanma biçimi ve özgürlükleri sınırlaması, ayrıca tenkit edilmiştir. 312 nci maddenin insanların düşünme ve ifade özgürlüklerini kısıtladığı, bu konuda da, devlet güvenlik mahkemelerinde verilen kararların yanlış olduğu ifade edilmiştir. Bir başka arkadaşım, bu konuyu sizlere ayrıntılarıyla takdim edecek.
Benim söylemek istediğim şudur: Mademki, bir mahkeme kararını ele alarak Türk hukuk sisteminde bir iyileştirme yapıyoruz; bunu genellememiz ve kararın bütününü içine alacak biçimde ortaya koymamız gerekir. Gerek Mecliste yaptığımız konuşmalarda ve gerekse Sayın Bakanla, Sayın Komisyon Başkanlarıyla ikili görüşmelerimizde, Türk Ceza Kanununun bazı maddelerinin devlet güvenlik mahkemelerinin görev kapsamından çıkarılmasının, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına da uygun olacağını, Türkiye'nin gerçeklerinin de, artık, bunu gerektirdiğini ifade etmiştik. Tabiî, söylenen şudur: Önce, acilen bu değişikliği yapalım; zamanımız çok dar, sırası geldiğinde onları da görüşeceğiz. Bunlara da, doğrusu, katılmamak mümkün değil.
Bizim bu düşüncelerimizi, değerli partilerimizin temsilcileri de, Mecliste yaptıkları konuşmalarda paylaşmışlardır. Milliyetçi Hareket Partisinin sayın grup sözcüsü Ömer İzgi, 15 Haziran tarihinde Meclisimizde yaptığı konuşmada "Devlet Güvenlik Mahkemesinin görevi içinde bulunan Türk Ceza Kanununun 264, 313, 314, 403 üncü maddelerinin ne gereği var, 6136 Sayılı Ateşli Silahlar Yasasının DGM kapsamında olmasının ne yararı var; bunların çıkarılması gerekir" şeklinde, doğru ve haklı bir beyanda bulunmuşlardır.
Yine, DSP Grup sözcüsü Sayın Edip Özgenç'in tutanaklardaki ifadelerinde "Fazilet Partisinin komisyonlarda arzu ettiği değişiklikler sonradan da görüşülebilir. Öncelikle bu acil değişikliği yapalım" şeklinde ifadeleri olmuştur.
Yine, Sayın ANAP sözcüsünün, DYP sözcüsü arkadaşlarımızın burada ortaya koyduğu fikirleri de, bu anlamda destekleyici fikirler olarak kabul ediyorum.
Değerli arkadaşlarım, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10 uncu maddesinde yerini bulan düşünce ve ifade özgürlüğünün sınırlarını çok açık biçimde belirlemiştir. Bu sınırlar, Türkiye'de eğer, 312, Terörle Mücadele Kanununun 8 inci maddesi içerisinde cezaî müeyyideye muhatap tutuluyorsa, mahkemenin gösterdiği sınırlara iyi dikkat etmemiz gerekir; çünkü, 1982 Anayasası,1980 öncesi toplumsal olaylara belki de bir tepki olarak, temel hak ve özgürlükleri kısıtlayan hükümler getirmişti. Bu hükümler bugün hâlâ da yürürlüktedir.
Dolayısıyla, üzerinden onaltı onyedi sene geçtikten sonra, dünyada ve Türkiyemizde, demokrasi, insan hakları, bireysel özgürlükler konusunda varılan nokta, artık, bu kısıtlamaların kaldırılması gerektiği noktasıdır. Yoksa, Yargıtayda, çok değerli daire başkanlarının da ifade ettiği gibi, muğlak, ne olduğu anlaşılmaz, sınırları belli olmayan birtakım kısıtlamalarla gazeteciler, belediye başkanları, bilim adamları, siyasetçiler birer birer cezaevinin yolunu tutuyorlar; Türkiye, bu yüzden, gerçekten, insan hakları noktasında, hepimizi üzecek bir manzara arz ediyor.
Parti olarak, bu konuda, kısaca, teklifimiz şu: Türk Ceza Kanununda ve başka kanunlarda yer alan, eyleme dönüşmeyen fikirlerin cezalandırılması amacını taşıyan ve devlet güvenlik mahkemelerinin görev kapsamı içerisinde bulunan bu maddelerin, öncelikle DGM kapsamından çıkarılması, arkasından da, tabiî, yapacağımız şey, ya bu maddelerin kaldırılması veya demokratik ülkelerde olduğu gibi, mevcut bir tehlikenin varlığını gerektirecek suç unsurlarını taşımasıdır. Bunları yapmadığımız zaman, bugün yaptığımız veya yapacağımız değişikliğin, doğrusu anlamsız kalacağını düşünüyorum ve hatta, vicdanen de, bazen, üzüntü ve utanç duyuyorum.
Mesela, bugün yapacağımız ve cuma günü yaptığımız değişikliği, keşke, 30 000 kişinin katili olmakla suçlanan bir teröristbaşı için yapmasaydık da, yüzbinlerin sevgilisi, bir Değerli Belediye Başkanımız hakkında, zamanında, yapsaydık. (FP sıralarından alkışlar)
Doğru, her zaman doğrudur. Şimdi yapıyoruz madem, bundan sonra gecikmesinde zarar gördüğümüz her şeye, bir an evvel başlayalım. Meclisimiz bu konuda hemfikirdir, hükümetimizle beraberdir ve getirilecek her teklife, şimdiden, insan hakları söz konusu olduğu zaman, bütün Grubumuzla destek vereceğimizi alenen ifade ediyorum.
Değerli arkadaşlarım, ikinci konu şudur: Bakınız, bugün, Anayasamızda bir değişiklik yaptık, hem de 450 civarında büyük bir oyla. Bu, bize, bir yolun açıldığını gösteriyor; ama, böyle, noktasal, mevziî, lokal değişikliklerle yetinmemeliyiz.
Bugün, bütün hukukçuların üzerinde ittifak ettikleri, hemen hemen sıkıntılarını dile getirdikleri bir konu daha var; bu, Anayasanın geçici 15 inci maddesidir. Anayasanın geçici 15 inci maddesi, bilindiği gibi, 12 Eylül 1980 tarihiyle -sanıyorum 6 Kasım 1983- Başkanlık Divanının kurulduğu tarihe kadar, bu süre içerisinde çıkarılmış bulunan kanunların, tasarıların, uygulamaların Anayasaya aykırılığının iddia edilemeyeceği yolunda, kesin, katî bir hüküm taşımaktadır. Dolayısıyla, bu dönem içerisinde çıkarılmış çok önemli kanunlar vardır, bunları değiştirmek belki mümkün; ama, Anayasaya aykırılıkları iddia edilemiyor ve pek çok hukukçu ve bilim adamı, içi yana yana bazı şeyleri uygulamak zorunda kalıyor. Artık Türkiye'nin, 2 000 inci yılın eşiğinde, böylesi çağdışı birtakım kısıtlamaları ve üzerinde konuşulmaz, o dönemde çıkarılmış, o döneme has, bir ihtilal ürünü olan tasarruflar üzerinde, Anayasaya aykırılık gibi bir kılıfı kaldırması gerekir. Bu konuda, özellikle, çoğunluk sahibi olan, belki de ilk defa bu Parlamentoda uzun yıllar sonra 350'ye yakın bir güvenoyunu içinde barındıran hükümetimizin, Anayasanın geçici 15 inci maddesi konusunda, bunu kaldırmak üzere bir teklif getirmesini ve bunu da hemen destekleyeceğimizi, doğrusu, ifade etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, Anayasa değişikliğinin arkasından, galiba, biraz da korktuğumuz önümüze geliyor; şimdi idam cezası tartışılıyor. Avrupa Parlamenter Meclisinde dönem başkanı olan birisi, Türkiye'nin, idam cezasını uygulayamayacağını, eğer böyle yaparsa, işte, alınan kararlar uyarınca bunun bir müeyyidesi olacağını söylüyor. Şimdi şüphesiz, arkadan bu gelecekti; ama, bu, bizim yaptığımız değişiklikle doğrudan ilgili değildir. Biz, şunu da teklif ediyoruz: Geçtiğimiz dönem, Adalet Bakanlığı tarafından, Komisyona, Türk Ceza Kanunu taslağı gönderildi; bütün maddelerinin değiştirildiği, hemen hemen yeniden redakte edildiği, yeni bir düzenlemenin yapıldığı ve üzerinde, bir komisyonun yıllarca çalıştığı bir taslak. Doğrusu, biz ele alamadık, ele alsaydık da kaç ayda sonuçlandırabilirdik bilmiyorum; ama, benim söylemek istediğim şu: Bu Türk Ceza Kanunu taslağında, idam cezası kaldırılmış, yerine, ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası getirilmiştir ve Türkiye, uluslararası sözleşmelerde, belki, Avrupa Konseyinin, Avrupa Parlamenter Meclisinin, Avrupa Birliğinin değişik organlarının veya Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin taleplerine uygun olarak "bizde idam cezası var; ama, 1984 yılından beri uygulamıyoruz, bundan sonra da uygulamayız, merak etmeyin" şeklinde söz vermiş olabilir. Yapacağımız şey şudur: Sadece İmralı'daki yargılama açısından söylemiyorum, sırası gelmişken bir konuyu halletmemiz ve çözmemiz gerekiyor. Eğer, idam cezasının, Türk Ceza Kanununda, Askerî Ceza Kanununda veya diğer kanunlarda yer almasını Türkiye Büyük Millet Meclisi kabul edecekse -ki, kişisel düşüncelerimiz belki bu noktada olabilir- o zaman, artık, bundan sonra idam cezalarının Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından onaylanmasına gerek olmadığını düşünüyorum. Yani, hukukun, hâkimlerin verdiği kararlar, derecattan geçerek de kesinleşmişse, eğer, bir yargı kararı, mahkûmiyet kararı olarak katiyet kesbetmişse, bunun, tekrar, Türkiye Büyük Millet Meclisine getirilip, üzerinde bir siyasî karar alınmasına gerek yoktur. Yani, geçmişte mahkemeler bunu Türkiye Büyük Millet Meclisinin üstüne atmışlar, Türkiye Büyük Millet Meclisi de topu taca atmış; 1984'ten beri, içinde siyasî suçlu veya adi suçlu ayırımı gözetilebilecek pekçok sanık, onbeş seneden beri ne olacağı belirsiz bir şekilde bekliyor. Bundan sonra, Türkiye Büyük Millet Meclisi, eğer, idam cezalarında hukukî yarar, kamu yararı, caydırıcılık veya başka anlayışlarla "ben, idam kararını veya cezasını kanunlarımda muhafaza edeceğim" diyorsa, bir anayasa değişikliğiyle de, artık, Türkiye Büyük Millet Meclisinin görevleri arasında idam kararlarını onaylamak olmamalı. Yoksa, bu, bizi, her platformda, elbette düşündürebilir veya her platformda, bizi, o günün konjonktürüne uygun olarak çalışmaya sevk edebilir.
Değerli arkadaşlarım, eğer uluslararası hukuk normları, eğer Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Türkiye'de de, artık, hukukun ayrılmaz parçası olarak uygulanacaksa -geçtiğimiz hafta yaptığımız Anayasa değişikliği bunun bir ispatıdır; herhalde başka türlü düşünmüyoruz- o zaman, yine, öncelikle yapmamız gereken bir şey var; o da, Siyasî Partiler Yasasında süratle bir değişikliğe gitmeliyiz ve parti kapatmanın hangi kriterlere bağlanacağını açık ve seçik olarak kanuna yazmalıyız.
Bunu, niçin söylüyorum : Bugün, asker hâkimler hakkında bir anayasa değişikliğini yaptık; ama, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarına baktığımız zaman, Sözleşmenin 11 inci maddesi, siyasî partilerin hangi şartlar altında kapatılabileceğini de öngörmektedir ve bu kararların özeti de şudur: "Siyasî partiler aykırı fikirler taşıyabilirler; ama, bir terör ve şiddet örgütüyle bağlantı kurmadıkça, bir terör ve şiddet örgütüne katılmadıkça, kamu güvenliğini bozmadıkça -bir iki maddesi daha var- kapatılamazlar" deniliyor.
Hatta bunun tartışması o boyutlara ulaştı ki, değerli arkadaşlarım, Sosyalist Partinin, Türkiye Birleşik Komünist Partisinin davaları, önce Komisyonda, sonra da Mahkemede bu açıdan tenkit edildi. Bakın, bu, bizim başımıza da gelecek ve yarın birgün biz, bununla karşı karşıya kalacağız. Geliniz, Türkiye Büyük Millet Meclisimizin bu seçkin insanları bir araya gelip, demokratik siyasî hayatın vazgeçilmez unsurları olan siyasî partileri, birkaç kişinin dudaklarından dökülecek karara bırakmayalım. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 11 inci maddesindeki kriterleri kendi kanunlarımızda uygulayacak noktaya gelelim. Yoksa, mahcup oluruz. Bugün mahcup oluyoruz.
Refah Partisi, kendisiyle ilgili kapatma davasını Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine göndermiştir. Komisyon, Türkiye'den savunma istiyor; Türkiye Hükümeti aylardan beri bu savunmayı veremiyor ve başsavcılara verdiği talimatla "Refah Partisi hakkında daha fazla bilgi toplayın" diye talimat gönderiyor.
Değerli arkadaşlarım, hepiniz adına konuşuyorum. Kapatılan sadece Refah Partisi veya bir başka parti değil. Hüküm verilmiş, üzerinden iki seneye yakın bir zaman geçmiş, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde savunma yapacak olan Türk Hükümeti, Adalet Bakanlığı vasıtasıyla belki, bunlar yeterli değil, daha daha, daha daha birşeyler getirin diye bir çabanın içine girmektedir.
Bir siyasî parti, halkı temsil eden bir kuruluştur. Lütfen, Siyasî Partiler Kanunumuzda hepimizi tatmin edecek, Türkiye'nin yüzünü ağartacak, demokratikleşme, insan hakları, fikir ve düşünce özgürlüğü içerisinde, hepimizin ihtiyacı olan adaleti getirecek ölçülere sahip olalım. Bunu da arz etmiş oluyorum.
Değerli arkadaşlarım, DGM'lerde görev yapan askerî hâkim ve savcıların kişilikleriyle ilgili hiçbir şikâyetimizin olmadığını, geçmiş toplantıda da söyledik. Onların ne kadar hukuka bağlı, titizlik içinde olduklarını biliyoruz ve şu ana kadar yaptıkları görevlerden dolayı kendilerini kutluyoruz ve başarılar diliyoruz; ama, bakın, insan vicdanlarını yakan bazı uygulamalar, insanların sırtında taşıdıkları üniforma veya kravatlarla ilgili değil. Bugün Türkiye'de belli güç odakları, belli konuları gündeme getirerek bir şeyler yapmak istiyorlar; kasetler konuşuluyor, belli şahıslar hakkında gazetelerde boy boy haberler ve fotoğraflar yayımlanıyor. Bunları basın özgürlüğü içinde kabul ettik diyelim, peki yargıya ne oluyor? Yargıda da, her zaman ismini gazetelerde çokça duyduğumuz bir devlet güvenlik mahkemesi savcısı -ki kendisi sivildir üstelik- hemen her yerde bitiveriyor ve maşallah hiç aşağısı da kurtarmıyor; hemen idam talepli davalar.
Arkadaşlar, gülünç olmayalım; Türk Ceza Kanunundaki maddeler belli, suçlar belli, unsurlar belli. Benim avukatlığa başladığım ilk günlerde, birisi latife etmişti bana; demişti ki : "Bu adam suçlu. Neden; birisinin yüzüne tükürmüş, onu boğarak öldürmeye teşebbüs etmiş. Bir insanın yüzüne tükürmekle -çok affedersiniz- boğarak öldürmeye teşebbüs etmek arasında ne kadar bir benzerlik ve illiyet bağı varsa, Fethullah Gülen isimli bir beyefendi hakkındaki iddialar karşısında, hemen, idam talepli davalar açmak veya buna kalkışmak da o kadar basittir. Biz, bunları, kamuoyunda insanları tedirgin eden...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın Arınç, 2 dakika daha süre veriyorum.
BÜLENT ARINÇ (Devamla) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
...hukukla bağını kesen, içbarışı bozan, yargının kendisine verdiği görevi suiistimal etme noktasında alabildiğine haksız ve yanlış kullanan insanların, üzerlerinde üniforma olup olmaması hiç önemli değil, bu biraz da demokrasiyle ilgili, insan haklarıyla ilgili, hatta insan olmakla ilgili. (FP sıralarından alkışlar)
Değerli kardeşlerim, değerli milletvekilleri; amacımız, Türkiye'de insanca yaşamaktır; insan haklarının en kâmil manada yaşandığı bir ülkede, huzur içinde olmaktır; farklılıklarımızla birlikte özgürce yaşamaktır. Bunu, hepimiz için zarurî görüyorum; aynen bir hava, bir su gibi. Türkiye buna layıktır, hepimiz bunun ihtiyacı içindeyiz.
Görevine yeni başlayan ve çok önemli işleri, belki, çok büyük bir başarıyla götüren Hükümetten bunları beklemek de hakkımızdır. Takipçisi olacağız, yararlı gördüğümüz her konuda destek olacağız; ama, karşılık göremezsek, bilesiniz ki, bunu Türk Halkına anlatmakta da hiç zorlanmayacağız.
Gönlümüz istiyor ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi temel konularda, hepimizi ilgilendiren konularda en yararlı çalışmaları, en kısa zamanda yapsın. Bunun ümidi içindeyim ve Yüce Meclisimizin değerli üyelerini bu ümitle tekrar selamlıyor, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Arınç.
Maddenin tümü üzerinde ikinci konuşmayı, Anavatan Partisi Grubu adına, Denizli Milletvekili Sayın Beyhan Aslan yapacaktır.
Buyurun Sayın Aslan. (ANAP sıralarından alkışlar)
ANAP GRUBU ADINA BEYHAN ASLAN (Denizli) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun ile Askerî Hâkimler Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının tümü üzerinde, Anavatan Partisi Grubunu temsilen söz aldım; yüce Meclisin saygıdeğer milletvekillerini, Anavatan Partisi Grubu adına saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, Türkiye, 10 Mart 1954 tarihinde 6366 sayılı Yasayla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini onayladı. Bu demektir ki, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde yer alan ilkeler ve kurallar, iç hukukumuzun da kuralları ve ilkeleridir. Zira, Anayasamızın 90 ıncı maddesinin son bendi "Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz" der.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6 ncı maddesi, ulusal hukukumuzun bir parçası haline gelmiştir. Yargılama hukukunda hedef, sözleşmenin 6 ncı maddesindeki ilkeler ve kurallardır : Doğru, güvenli ve adil yargılama; yasal sınırlar hariç, açık yargılama; sanığın suçu sabit oluncaya kadar, sanığın suçsuzluğunun kabulü ve kararların gerekçeli olması; savunma noktasında, sanığın, savunmanın tüm imkânlarından yararlandırılması.
Yargı sistemimizde var olan sıkıntılar ve şikâyetleri yok etmek görevi, sistemimizi demokratik ve çağdaş toplumlarda var olan kurum ve kurallar düzeyine ulaştırma noktasında görev, yasama organının, yani, bu Meclisindir. Hak aramak, insan haysiyet ve onurunun bir sonucudur. Öyleyse, bu konuda vereceğimiz aktif mücadele, yaratılmışların en şereflisi olan insanın haysiyet ve onurunu korumak olacaktır. Bu noktadan baktığımızda, demokrasi ve insan hakları standardının yükseltilmesi mücadelesi, aynı zamanda, bir onur ve haysiyet mücadelesidir. Bu mücadelede, 21 inci Dönem Parlamentosuna büyük görevler düşecektir. Yargının sağlıklı bir yapıya kavuşturulmasında, fizikî şartların iyileştirilmesi yanında, hâkim, savcılar ve yardımcı personelin maddî imkânlarının artırılmasında da yürütmenin büyük görevi vardır. Yasama, kural ve ilkeleri, yürütme de, fizikî şartları ve hâkim, savcı ve yardımcı personelin imkânlarını sağlamak noktasında görevlidirler.
Anayasamızın 36 ncı maddesinde hak arama özgürlüğü, 37 nci maddesinde kanunî hâkim güvencesi, 141 inci maddesinde duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olarak alınması hadisesi; yine Anayasamızın 138, 139 ve 140 ıncı maddelerinde yargı bağımsızlığı düzenlenmiştir. Bu maddeler, bizim lüksümüz değildir, zarurî ihtiyaç maddeleridir; yargılama sistemimizin olmazsa olmaz ihtiyaçlarıdır. Bu, Anayasamızın sayfalarında ya da kanunlarımızın sayfalarında değil, tatbik safhasına geçirilecek maddelerdir.
Demokratikleşme ve insan hakları standardına yükseltme mücadelesinde, bizden önceki Meclisler, çok önemli görevler üstlenmişlerdir; demokrasi ve insan hakları konusunda büyük katkılarda bulunmuşlardır. Bu konuda sorumluluk duyup elini taşın altına koyanları, takdirle ve saygıyla yâdediyorum.
Demokratikleşme mücadelesine baktığımızda, 28 Ocak 1987 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Adalet Divanına ferdî başvuru hakkı ve divanın zorunlu yargı yetkisini kabul eden, Birleşmiş Milletler ve Avrupa İşkence Sözleşmelerine imza atan, Avrupa Sosyal Şartını imzalayan ve onaylayan, Paris Şartını imzalayan, Türkiye Büyük Millet Meclisinde İnsan Hakları İnceleme Komisyonu kuran; sürgün cezasını, karanlık oda, hücre cezasını ve demire vurma cezasını kaldıran; düşünce hürriyetini, din ve vicdan hürriyetini, teşebbüs hürriyetini uluslararası normlarla taçlandıran ve yıllarca tabu kabul edilen, değişmez addedilen Türk Ceza Kanununun 140, 141, 142 ve 163 üncü maddelerini kaldıran, düşünce ve inanç özgürlüğü üzerindeki ipoteği yok eden bir partinin, Anavatan Partisinin mensubu olmakla onur ve mutluluk duyuyorum.
Değerli milletvekilleri, demokrasilerde devlet bütünlüğünün, millet bölünmezliğinin saklı kalması için, ortak millî şuura inanmış kadroların varlığı gereklidir. Bu ortak millî şuur, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının "Başlangıç" ilkeleridir, Anayasamızın 1, 2 ve 3 üncü maddelerindeki niteliklerdir; yani, cumhuriyettir, insan haklarına saygıdır, demokratik, laik sosyal hukuk devletidir, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüktür, beyaz ay ve yıldızlı al bayraktır, İstiklal Marşıdır, devletin iç ve dış güvenliğidir. Biz, bütün siyasî partilerimizin bu ortak paydada olduğuna inanıyoruz. İşte, bu ortak paydanın tehlikeye düşmesi halinde, devlet, demokrasi ve cumhuriyet, kendisini savunmayı sağlamak üzere, devlet güvenlik mahkemelerini devreye sokmuştur ve devlet güvenlik mahkemeleri, Anayasamızın 143 üncü maddesiyle düzenlenmiştir.
Biz, bir adım daha attık, bir kilometre taşına daha ulaştık; Anayasamızın 143 üncü maddesi, Meclisimizin gayretiyle -iktidarıyla, muhalefetiyle- değiştirildi, askerî üyenin yerine sivil üye ikame edildi. Bu değişiklik, birileri istedi diye değil, ihtiyaçtan doğdu. Bugün de, bu değişiklik paralelinde, Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun ile Askerî Hâkimler Kanununda değişiklik yapıyoruz.
Değişiklik, Anayasanın 143 üncü maddesiyle uyum sağlamaktır, zarurî bir değişikliktir. Türkiye Büyük Millet Meclisinin, Anayasanın değişikliğinde gösterdiği konsensüsü, bu kanunun değişikliğinde de göstereceğine dair inancımız sonsuzdur. Demokrasi ve insan hakları konusunda, bu Parlamentonun, daha çok konuda konsensüs sağlayacağına ve bu başarıyı tekrarlayacağına dair inancımız da tamdır.
Değerli milletvekilleri, bir hakkı sahiplerine teslim etmemiz gerekiyor. Devlet güvenlik mahkemelerinde bugüne kadar görev yapan askerî hâkimlerimiz, bu görevlerini başarıyla yapmışlardır. Bunun ispatı, verdikleri kararlardaki isabet yüzdeleridir. Bu hâkimlerimiz tarafından verilen kararların büyük bölümü, Yargıtayca onanmıştır. Bu değerli hukukçularımızın bundan sonraki görevlerinde başarılar diliyoruz ve bu başarı dileğimi de bir borç olarak kabul ediyorum.
Bu değişiklik, askerî hâkimlerimize güvensizlikten değil, demokrasi adına kaçamadığımız bir zaruretten kaynaklanmıştır. Bu değişiklik, demokratikleşme alanında alınmış bir kilometre taşıdır. Daha kat edeceğimiz çok uzun ve ince yollar vardır. Bu yolda, 21 inci Dönem Meclisimize başarılar diliyorum.
Yapılan değişikliğin, İmralı'da yargılanmakta olan Abdullah Öcalan davasına bir etkisi de olmayacaktır. Yargılamanın devamlılığı ilkesi, değişiklikte korunmuştur. Bu değişiklikle, Türk adaletine gölge düşürmek isteyen Türk düşmanı lobilere ders verilmiştir, hevesleri kursaklarında kalmıştır, çanlarına ot tıkanmıştır.
Bütün dünyaya nezaket ve adalet dersi veren, Abdullah Öcalan'ı yargılayan mahkemeyi kutluyorum ve Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum Sayın Aslan.
Tasarının tümü üzerinde üçüncü görüş, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Kilis Milletvekili Sayın Mehmet Nacar tarafından açıklanacaktır.
Buyurun Sayın Nacar. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA MEHMET NACAR (Kilis) Sayın Başkan, muhterem milletvekilleri; Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun ile Askerî Hâkimler Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı hakkında, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu ve şahsım adına, hepinizi saygıyla selamlarım.
Bilindiği üzere, Heyetiniz, devlet güvenlik mahkemesinin vücut bulduğu, Anayasanın 143 üncü maddesi üzerinde değişiklik yapılmasına ilişkin kanun teklifini görüşmüş; 18 Haziran 1999 tarihinde, 423 oyla, değişiklik kabul edilmiştir.
Devlet güvenlik mahkemelerinin kuruluşunun temelini teşkil eden, Anayasanın 143 üncü maddesinin değiştirilmesine bağlı olarak, Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun ile Askerî Hâkimler Kanununda değişiklik yapılması zarureti hasıl olmuştur. Bu sebeple, hazırlanmış olan kanun tasarısı, huzurlarınıza getirilmiştir.
Sayın milletvekilleri, Muhterem Heyetinizin, 21 inci Dönemin ilk Genel Kurul çalışmalarında, Anayasanın 143 üncü maddesinin değiştirilmesinde, 423 oyla karar vermiş olması, Türk Milleti ve Grubumuz tarafından büyük bir memnuniyetle karşılanmıştır. Milliyetçi Hareket Partisi, Türkiye Büyük Millet Meclisinin ilk günden itibaren müşterek hareket etme anlayışının, ilerleyen çalışmalarda da devam edeceği kanaatini taşımaktadır. Tasarının, Adalet Komisyonunda görüşülmesi sırasında, siyasî partilere mensup komisyon üyelerinin, Genel Kurulda göstermiş oldukları anlayışla hareket ederek tasarısıyı görüşmüş ve kabul etmiş olması, bu inancımızı bir kez daha teyit etmektedir. Bu inanç ve umutla, Türkiye Büyük Millet Meclisinin çalışmalarının, 21 inci Dönem ve devam edecek dönemlerde de sürmesini diliyoruz.
Sayın milletvekilleri, bir kısım hukukçumuz ve toplumun bir kesimi, devlet güvenlik mahkemelerinin kaldırılması kanaatini taşımaktadırlar. Bu kanaati taşıyan kişiler, devlet güvenlik mahkemesinin tabiî hâkim ilkesine uygun olmadığını, olağan mahkeme olarak çalışmadığını, hazırlık soruşturmasının genel esaslara aykırı olduğunu ve bu farklılığa bağlı olarak da, temel hakları kısıtladığını ileri sürmektedirler. Bilhassa, devlet güvenlik mahkemesinin askerî hâkim ve savcılarını iştirakiyle teşkil etmesi hali, şiddetle ve yoğun bir biçimde eleştirilmektedir.
Muhterem Heyetinizin görüşeceği bu tasarı, devlet güvenlik mahkemesine yoğun bir biçimde getirilen eleştirileri ortadan kaldırmaya yöneliktir. Devlet güvenlik mahkemesinin, kurulduğu 1983 yılından bu yana, işleyişi ve heyet teşkilinde askerî hâkim ve savcıların bulunması hususunun, hukukun genel ilkelerine ve demokratik toplum yapısına uymadığı iddia edilmekle birlikte, Anayasanın 143 üncü maddesinin değiştirilmesi sırasında parti grubu ve şahısları adına görüş bildiren sayın hatipler, askerî hâkim ve savcıların, yargılamada, hukuku eşit ve adil bir şekilde uyguladıklarını ifade etmişlerdir. Tüm hatiplerin ittifak ettikleri bu kanaati, askerî hâkim ve savcılarımızın, hukukun uygulanmasında adil ve yetkin olduklarını bizler de müşahede ettiğimizi memnuniyetle belirtmek isteriz. Bu itibarla, devlet güvenlik mahkemelerinde şimdiye kadar görev yapan sayın yargıçlarımıza, yapmış oldukları bu hizmetleri için, şükranlarımızı arz ediyoruz.
Devlet güvenlik mahkemeleri, bir zaruretin neticesi olarak iç hukukumuza girmiş ve uygulanmaktadır. Ülkemizin içerisinde bulunduğu şartlar, devlet güvenlik mahkemelerinin tümden kaldırılmasını mümkün kılmamaktadır. 1983 yılında, devlet güvenlik mahkemesi ilk kurulduğunda, İstanbul'da 1 devlet güvenlik mahkemesi yeterliyken, bugün 6 devlet güvenlik mahkemesi görev yapmaktadır. Yine, Ankara'da, ve Malatya'da devlet güvenlik mahkemesi sayısı 2ye, Diyarbakır'da ise 4e çıkarılmak zorunda kalınmıştır. Zaman içerisinde sayısı artırılmış olmasına rağmen, devlet güvenlik mahkemeleri, 1.1.1998 - 31.12.1998 tarihleri arasında, Türkiye genelinde 13 033 davaya bakmak zorunda olmuşlardır. Her bir devlet güvenlik mahkemesine, yıl içerisinde düşen dava dosyası 600 civarındadır. Bu sayı ise, bir mahkemenin yıl içerisinde bakabileceği ortalama dava sayısının 2 katıdır. Devlet güvenlik mahkemelerinin bakmak zorunda oldukları dava sayısı, terörün yoğun olduğu bölgeler ve İstanbul'da, diğer bölgelerin 1,5 katına çıkmaktadır.
Yine, 1989 - 1998 yılları arasında, devlet güvenlik mahkemleri savcılığına gelen hazırlık soruşturması sayısına baktığımızda, büyük bir artış gözlenmektedir. 1986 yılında, devlet güvenlik mahkemeleri savcılıklarına gelen hazırlık soruşturma dosya sayısı 1 555 iken, bu sayı, 1998 yılında 28 208'e ulaşmıştır.
Devlet güvenlik mahkemelerinde görülmekte olan davalar, sanık sayısı fazla olmasına rağmen, ağır ceza mahkemelerinde görülen davalardan daha az sürede bitirilebilmektedir; bu süre, terörün olmadığı bölgelerde, yarı oranına kadar düşebilmektedir. Devlet güvenlik mahkemelerinde verilmiş olan kararların Yargıtayda onanma oranları ise, ağır ceza mahkemeleriyle eşit durumdadır.
Sayın milletvekilleri, devlet güvenlik mahkemeleriyle ilgili kanunun bazı maddelerinin değiştirilmesine ilişkin olan bu kanun tasarısı, toplumun beklentilerini, demokratik toplum anlayışını ve uluslararası hukuk normlarını yakalamaya yönelik ve her şeyden önce, anayasal bir zorunluluk halini almıştır.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak müspet oy kullanacağımızı ifade ediyor ve sayın milletvekillerimizin de destek olmasını diliyoruz.
Bir kez daha, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlar, hürmetlerimi arz ederim. (Alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Nacar.
Tasarının tümü üzerinde Doğru Yol Partisinin görüşlerini Kayseri Milletvekili Sayın Sevgi Esen ifade edecekler.
Buyurun Sayın Esen. (DYP sıralarından alkışlar)
DYP GRUBU ADINA SEVGİ ESEN (Kayseri) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisinin 21 inci Yasama Döneminde, 21 inci Yüzyıla damgasını vuracak olan bilgi ve teknolojinin insanlığın hizmetinde olması, çözümlerin demokrasi içinde üretilmesi, sorunlarını çözdükçe gelişen bir Türkiye olması, çağdaş dünyada yerini alması ve demokrasi, daha fazla demokrasi dileklerimle, Yüce Meclisi, Partim ve şahsım adına saygıyla selamlarım.
Değerli milletvekilleri, huzurlarınızda, Anayasanın 143 üncü maddesinde yapılan değişikliğin bir gereği olarak, 2845 sayılı Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun ile Askerî Hakimler Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının Adalet Komisyonunda kabulü sonucunda Meclisin huzuruna gelmesi nedeniyle, Grubum ve şahsım adına söz almış bulunmaktayım.
Hiç şüphesiz ki, demokrasi, çağdaş dünyanın hâkim siyasal doktrini ve insan haklarının pınarıdır; çağımız demokrasileri ise, katılımcı demokrasilerdir. Devlet yapısını demokratikleştiren ülkelerin hepsinin parlamenter demokrasi kavramı içerisinde yer aldığını ve sorunlarının çözümünün de millet iradesinin temsil edildiği meclislerde üretildiğini, hiç kimse görmemezlikten gelemez. Demokratik kurallara, insan hak ve hürriyetlerine saygılı bir yönetim anlayışı, vazgeçilmez bir sistem haline gelmiştir. Çoğunlukçu demokrasi anlayışından çoğulcu demokrasi anlayışına geçiş, egemenliğin kayıtsız şartsız olarak millete ait olduğunun bir ifadesi olan millet iradesinin üstünlüğüyle birlikte, hukukun üstünlüğünün sağlanması ve korunmasıyla mümkündür.
Şüphesiz, anayasalar, çoğulcu bir toplum yapısını kendiliğinden yaratamazlar; ancak, onun gelişimini kolaylaştırabilirler. Hukuk ise, geçmişten geleceğe giden, bilgi birikimi ve toplum düzenini esas alan bir bilimdir. En temel hukukî düzenleme ise, anayasadır. Anayasanın üstünlüğü ve kanunların anayasaya aykırı olmama ilkesi, yasama meclisini de içine alan bir kuraldır. Bu kural gereğince düzenlemelerin yapılması, yine, yasama organının görevleri arasındadır ve demokratik bir siyasal sistemde millî menfaatın ve kamu yararının nasıl korunacağının takdiri de, siz, seçilmiş siyasal kadrolara ait bir sorumluluktur.
Değerli milletvekilleri, hürriyetçi demokratik rejimlerin en önemli özellikleri, siyasal sistemin oluşumu, siyasal partilerin arasında eşit şartlarda yürütülen iktidar yarışması, tüm vatandaşların temel hak ve hürriyetlerinin hukukî güvence altına alınması ve insan haklarına saygılı devlet olmasıdır. O nedenle, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinde, insanlık ailesinden, eşit ve devir kabul etmez haklardan, hürriyet ve adalet dünya barışının temelidir ilkesinden hareket edilmiştir.
1982 Anayasasının 2 nci maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı olacağı hükmü getirilmiştir.
90 ıncı maddeyle de, Türkiye'nin taraf olduğu milletlerarası insan hakları sözleşmelerine ve Avrupa insan hakları sözleşmelerine uyum ve paralellik sağlanmıştır. Avrupa İnsan Hakları Komisyonunun "bireysel başvuru hakkı"nın 21 Nisan 1987 yılında, Avrupa İnsan Hakları Divanının "zorunlu yargı yetkisi"nin de 27 Eylül 1989 tarihinde kabul edilmesiyle, milletlerarası insan hakları sözleşmeleri, hukukumuz için bir ölçü ve norm haline gelmiştir. Anayasa değişikliklerinin yargısal denetimi de, sadece şekil bakımından, anayasaya uygunluk denetimiyle sınırlandırılmıştır.
21 inci Dönem Parlamentosu, Anayasanın 143 üncü madde değişikliğiyle yasama faaliyetine başlamış ve bugün de, kanun değişikliğini sağlayacak tasarıyı görüşmeye başlamıştır.
Değerli milletvekilleri, Doğru Yol Partisi, Anayasanın 143 üncü madde değişikliğine ilişkin görüşü belirtilirken ifade edildiği üzere, demokratikleşmenin hiçbir zaman karşısında olmamıştır; aksine, demokrasiyi, tam demokrasiyi hedeflemiştir. Sorunun, asker-sivil ikilemine indirgenmesine asla razı değildir. Türkiye Cumhuriyetinde devlet güvenlik mahkemesinde görev yapan hâkim ve savcılar, sivil meslektaşlarıyla aynı meslekî eğitimi almış ve anasayal güvencelere sahip bir statüdedirler. Devlet güvenlik mahkemelerinde görev yapan hâkimlerimiz ve savcılarımız, her türlü nezaket, duyarlık ve hukuk kuralları içinde, asker-sivil ayırımı yapmaksızın görev yapmışlardır. Olay, hiçbir zaman, askerî hâkimlerin vermiş olduğu kararların hukukî niteliği değildir. Askerî hâkimlerimiz, sivil hâkimlerimiz arasında hiçbir hukukî norm farkı görmüyoruz ve hizmetlerinden dolayı kendilerine şükran duyuyoruz.
Yüce Mecliste, Anayasa değişikliğine ilişkin yapılan tarihî oylama gerekenin çok üzerinde kabul görerek, millî dayanışma ve toplumun huzuru her türlü siyasî görüşün önüne geçmiştir. Mecliste mutabakat kurulmuş "yapıcı muhalefet" sözü, bu oylamayla gerçekleşmiştir. Bu suretle, Türkiye Büyük Millet Meclisi, gecikmeli de olsa, yeterli de olmasa, demokratikleşme amacı doğrultusunda ve tarafı olduğu, taahhütlerde bulunduğu uluslararası anlaşmaların gerektirdiği bir düzenlemeyi yapmıştır.
Esasen, demokratikleşme ve milletlerarası anlaşmalara uygun uyum yasalarının çıkarılması, sadece devlet güvenlik mahkemesiyle sınırlı değildir. Uluslararası normlara uymayan tüm yasalarımızdaki değişiklikler, bir paket halinde Yüce Meclise sunulmalıdır.
Bu düzenlemenin sonucunda, askerî yargıçların ve savcıların mağdur olmalarının ve anayasal güvencelerini kaybetmelerinin önüne mutlaka geçilmelidir. Doğru Yol Partisinin çok hassas olduğu nokta, Anayasaya uygun niteliği taşıyan 1983 tarihli ve 2845 sayılı Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun ile 1963 tarihli ve 357 sayılı Askerî Hâkimler Kanununda gerekli değişiklikler yapılırken ve yapısal oluşum gerçekleştirilirken, yargılama süreçlerinin kesilmemesidir.
Saygıdeğer milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, Türkiye'nin menfaatları ve demokratikleşme doğrultusunda partilerarası uzlaşmanın yükselen değer olması ve yargı birliğinin kurulması noktalarındaki çalışmalarına, şimdiden başarılar diliyorum. Misyonu demokrasi olan ve ikinci demokrasi programında milletine verdiği sözleri tutmayı görev bilen Doğru Yol Partisinin, millî menfaatlar ve daha çok demokrasi noktasında, her zaman devletin bölünmez bütünlüğünün ve milletin ayrılmaz birliğinin savunucusu olduğunu ifade ederek sözlerime son veriyor ve Yüce Meclise saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ederim Sayın Esen.
Tasarının tümü üzerinde gruplar adına son konuşma, Demokratik Sol Parti Grubu adına, Bursa Milletvekili Sayın Ali Arabacı tarafından yapılacaktır.
Buyurun Sayın Arabacı. (DSP sıralarından alkışlar)
DSP GRUBU ADINA ALİ ARABACI (Bursa) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Demokratik Sol Parti ve şahsım adına, hepinize saygılarımı ve sevgilerimi sunuyorum.
Değerli milletvekilleri, devlet güvenlik mahkemeleriyle ilgili anayasal ve yasal değişikliğin temelinde, Türkiye'nin demokratikleşmesi ve insan hakları sorunu vardır. Bu değişiklikler, demokratik hukuk devleti olma sürecinde önemli bir adımdır. Hukuk devleti, hukuka uygun yasalara ve hukukun üstünlüğüne dayanır. Anayasa Mahkemesi "hukuk devleti" kavramını, 25.2.1966 gün ve 751 sayılı kararında şöyle tanımlıyor: "Hukuk devleti demek, insan haklarına saygı gösteren ve bu hakları koruyucu adil bir hukuk düzeni kuran ve bunu devam ettirmeye kendisini yükümlü sayan, bütün davranışlarında hukuk ve anayasaya uygun, bütün işlemleri ve eylemleri yargı denetimine bağlı bulunan devlet demektir."
İnsan ve hürriyetlerinin ve toplumun huzur ve refahının güvenlik altına alınması ise, ancak ve ancak, hukukî durumlarda kararlılık sağlamakla olabilir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Anayasasında, kendisini "insan haklarına dayalı demokratik hukuk devleti" olarak tanımlamışsa, bu tanıma uygun yapılanma içerisinde olması beklenir. Türkiye, bu amaçla, çok sayıda uluslararası sözleşmeye imza atmıştır; bunlardan biri de, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesidir. Sözleşmenin Türkiye'yi bağlayıcılığı, Türkiye'nin diğer ülkelere karşı yükümlülükleri, kendi halkına karşı yükümlülükleri, diğer arkadaşlarım tarafından anlatıldı, tekrar etmeyeceğim; ancak, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 53 üncü maddesinde şöyle deniliyor: "Yüksek âkitler, taraf oldukları Divanın kararlarına uymayı taahhüt ederler."
Türkiye'nin sorunu da tam burada başlamaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye'yi, çok sayıda davada mahkûm etmiştir. Ne var ki, bu mahkûmiyet kararlarına karşı Türkiye, sözleşmeyi ihlal eden içhukuk düzenlemesini yapmamış, sadece tazminat ödemekle, karar gereğini yerine getirdiğini sanmıştır. Oysa, Divan kararlarının ikili etkisi vardır: Birincisi, somut olaydaki ihlalin giderilmesi yönünden; ikincisi, ulusal bazda düzenleme yapılması yönünden. Divan bir ihlal tespiti yapmış ve bu ihlalin giderilmesi taraf devletin ulusal mevzuatında bir değişiklik yapılmaksızın gideriliyor ise, taraf devlete düşen görev, hükmedilen tazminatla birlikte, tespit edilen ihlali gidermektir. Eğer ihlalin giderilmesi, ancak ulusal mevzuatta yapılacak bir değişiklikle mümkünse, bu durumda devlete düşen görev, önce somut olaydaki ihlalin giderilmesinin önündeki yasal engelleri kaldırmak, ardından somut olaydaki ihlalleri gidermektir.
Değerli milletvekilleri, Türkiye, ilk kez, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi hükmüne uygun davranıyor ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının gereğini yerine getiriyor. Strasbourg'ta kararlar sadece bizim aleyhimize verilmiyor; 1959 yılından bu yana, imzacı devletlerle ilgili 133 civarında verilen mahkûmiyet kararı ilgili ülkelerce dikkate alınmış ve içhukuklarında değişiklik yapılmış, 130'un üzerinde anayasa değişikliği olmuştur. Üye devletler, başta İngiltere olmak üzere, kanunlarını değiştirmek zorunda kalmışlardır. Sözleşmenin amacı, birbiriyle uyumlu insan hakları hukuku yaratmaktır. Başka imzacı ülkeler, bizden önce bunları yaptı, yapıyor da; işin kuralı bu. Hukukumuzu, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine Uygun hale getirmek zorundayız; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarını da uygulamak zorundayız. Bu uygulama, salt devlet güvenlik mahkemeleriyle sınırlı kalmamalı, mahkemenin Türkiye aleyhine verdiği diğer ihlal kararlarını da kapsamalıdır. Öyleyse, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin devlet güvenlik mahkemeleriyle ilgili kararı tepkiye neden olmamalı; aksine, Türkiye'nin demokratikleşmesinin yolunu açacaksa, bundan sevinç duymalıyız.
Türk hukukçuları, yıllardır, bu mahkemelerin adil yargılanma hakkına aykırılığını söylemiyorlar mı? Anayasa Mahkemesi, 6.5.1975 tarihli kararıyla, bu mahkemeleri, 1961 Anayasasına aykırı bulmamış mıydı?
Üzücü olan, çok önceden yapılması gereken değişikliğin şimdi yapılmasıdır. Sorun, Abdullah Öcalan'ın yargılanmasıyla ortaya çıkmadığı gibi, yalnız bu davaya da indirgenemez. Devlet güvenlik mahkemeleri sorunu, Türkiye'nin olağan bir hukuk düzeni kurma sorunudur. Gerçekten de, devlet güvenlik mahkemelerinin kuruluş amaçları, kuruluş yasasının Anayasa denetimine kapalı olması, yargı yerlerinin Genelkurmay Başkanının önerisi üzerine saptanması, bu yerlerin belirlenmesinde sıkıyönetim esaslarının dikkate alınması, mahkemenin yapısı, farklı yargılama usulleriyle, yargıç bağımsızlığını ve ceza yargılamasının süjesi olan sanığın haklarını tamamen ortadan kaldırması nedeniyle olağan mahkeme rejiminden ayrılmaktadır.
Değerli milletvekilleri, İncal ve Çıraklar kararları, sadece heyette bulunan askerî hâkimler yönündendir; devlet güvenlik mahkemeleri, bütünsel olarak değerlendirilmemiştir. Gerek Anayasamız gerek İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ve gerekse Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesiyle korunan adil yargılanma ilkesi, hiçbir istisna içermeyen, mutlak olarak uygulanması gereken temel bir insan hakkıdır. Devlet güvenlik mahkemelerinin yapısının değiştirilmesi önemli bir ihlali düzeltmiştir; ancak, yargılama usullerindeki farklılık Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde yeni bir ihlalin konusunu oluşturabilecektir.
Devlet güvenlik mahkemelerinin yargılama sürecinde geçerli olan hemen hemen her tür yasal düzenleme ve uygulama, örneğin gözaltı işlemi, gözaltı süresinin uzunluğu, gözaltında avukatla görüştürülmeme, avukatın sorguya katılamaması, dosyadan belge almakta karşılaşılan güçlükler, iddianame düzenleme süresinin uzunluğu, sanık ve vekilinin duruşmadan çıkarılması, infaz rejimi kapsamında cezaların yüzde 50 oranında artırılarak uygulanması vesaire gibi, devlet güvenlik mahkemelerine özgü uygulamalar, adil yargılama hakkının özünü oluşturan kurallara aykırıdır. Devlet güvenlik mahkemelerinin adil yargılama yapabilmelerinin önündeki tek engel, sadece askerî hâkimin varlığı noktasına indirgenemez.
Anayasal değişiklikten sonra önümüze getirilen tasarıyla gerek 2845 sayılı Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanundaki gerekse Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunundaki devlet güvenlik mahkemeleriyle ilgili savunma hakkını zedeleyen, devlet güvenlik mahkemelerince uygulanan usul kuralları ele alınabilir, evrensel hukuk kurallarına uygun hale getirilebilirdi ve değişiklikten sonra Anayasaya da aykırı olmazdı; aynı şekilde, düşünce suçları kapsamı içindeki suç tipleri görev alanından çıkarılabilirdi. Anayasanın geçici 15 inci maddesi bugüne kadar kaldırılabilmiş olsaydı, itiraz yoluyla, doğru ve adil yargılanma hakkını ihlal eden 2845 sayılı Yasadaki bu maddeler, Anayasa Mahkemesi tarafından Anayasaya aykırılık nedeniyle iptal edilebilirdi; ne yazık ki, bu yol da kapalıdır.
Mevcut tasarıyla önemli bir fırsatın kaçırıldığını düşünüyorum; ancak, gerek Anayasada gerçekleştirilen değişiklik gerekse Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş Yasasında öngörülen değişiklik önemli bir değişikliktir. Türkiye'nin onbeş yıldan beri ayrılıkçı terör örgütüyle sürdürdüğü mücadele, cumhuriyetin temel niteliklerine karşı yönelen ve hâlâ eksilmeyen irticaî hareketler, bu kadar demokratikleşmeye elveriyor olmalıdır. Bu anlamda, tasarıyı destekliyoruz ve kabul oyu vereceğiz; ama, Türkiye, Türk toplumu bunları aşacaktır; düşünce ve anlatım özgürlüğü önündeki engeller bütünüyle ortadan kalkacağı gibi, devlet güvenlik mahkemeleri de tamamen kalkacaktır; hukuk devleti olmanın gereği budur.
Değerli milletvekilleri, bugüne kadar devlet güvenlik mahkemelerindeki görevlerini tam bir tarafsızlık ve dürüstlükle yerine getiren, çağdaş hukukçu örneği sergileyen ve bu yasayla devlet güvenlik mahkemelerindeki görevleri sona eren tüm askerî yargıç ve savcılara şükranlarımızı ve takdirlerimizi sunuyor, bundan sonraki görevlerinde de üstün başarılar diliyoruz.
Yüce Meclise saygıyla sunarım.
Teşekkür ediyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum Sayın Arabacı.
Böylece, gruplar adına konuşmalar tamamlanmıştır.
Şimdi, şahısları adına, Erzurum Milletvekili Sayın Lütfü Esengün; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)
LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; görüşülmekte olan tasarının tümü üzerinde, kişisel görüşlerimi, düşüncelerimi arz etmek üzere huzurunuzdayım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
İmralı'da teröristbaşının yargılaması devam ediyor ve yarın, savunma avukatları, esas hakkındaki savunmalarını yapacaklar, bir taraftan da, yasama organı olarak Yüce Meclis, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde sürekli eleştirilen veya Türkiye'de DGM'lerde yapılan yargılamaların adil olmadığına dair kanaat oluşturan asker üyelerin mahkeme heyetinde bulunmasına dair Anayasa hükmünde ve onun devamı olarak da Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunda gereken değişikliği yapmakla meşgül. Bu onbeş günlük süre içerisinde, hem Anayasadaki ilgili madde değişti,hem de bugün bu tasarının yasalaşması mümkün olduğu takdirde, yarın sabahleyin, bu yolda, savunma tarafının, bir bakıma haksız, bir bakıma belki haklı itirazları da önlenmiş olacak.
Bununla, Anayasada, belki küçük, belki önemli bir değişiklik yaptık; ancak, geçen gün anayasa değişikliği görüşülürken de ifade ettiğim gibi, böyle olayların, hadiselerin, gelişmelerin zorlamasıyla, noktasal, herhangi bir maddede veya bir iki maddede değişiklik yapmak suretiyle bir yere varamayız; bu Anayasayı tümden ele alıp, yepyeni, sivil, demokratik, çağdaş, modern bir anayasa haline getirmek mecburiyetindeyiz. Bu mecburiyet konusunda da, zannederim Türkiye'de hem siyasî partilerin hem kamuoyunun hem de düşünenlerin, yazanların, hukukçuların, siyasetçilerin mutabakatı var. Geçen gün de söyledim, tekrar ediyorum: 21 inci Dönem Parlamentomuzun önünde önemli bir fırsat vardır; kurucu meclis gibi çalışabiliriz ve başta Anayasa olmak üzere, çağa ayak uyduramayan, toplumumuza dar gelen, hayatın gelişen şartlarına uyum göstermeyen birçok yasayı birlikte değiştirebiliriz; temennim ve ümidim bu. İnşallah, bu ümit ve temennide başarılı oluruz.
Sayın Bakana da buradan seslenmek istiyorum: 143 üncü madde değişikliğinde ve buna bağlı olarak uyum yasasının çıkarılmasında gösterdiği dikkati, titizliği, aceleciliği, Anayasanın diğer maddelerinin değiştirilmesinde, özellikle dört sene evvel değiştirilmiş olup da hâlâ uyum yasası çıkarılmamış olan Siyasî Partiler Kanununun Anayasaya uygun hale getirilmesinde de gösterir.
Bakınız, bu Siyasî Partiler Kanununu, hep, Fazilet Partililer olarak biz dile getiriyoruz. Bu kanun, Fazilet Partisi kanunu değil; bu, Siyasî Partiler Kanunu; bunu Anayasaya uygun hale getirmek, bütün partilerin menfaatına; kaldı ki, anayasal bir zorunluluk, bir mecburiyet. Dört yıldan beri çeşitli siyasî sebeplerle bu uyum yasası çıkarılamadı; ama, inşallah, yarından sonra -ben ümit ediyorum, bekliyorum- Sayın Adalet Bakanımız ve Hükümet -teklif veya tasarı, ne şekilde getirirse getirsin- acilen, şunda gösterdiğimiz sürate uygun şekilde, bir tasarıyı veya teklifi Meclisin huzuruna getirir; partilerimiz teminat altına alınır ve her bir parti, kapatılma tehdidine, sayın başsavcının keyfine kalmaz, kapatılma tehdidi altında görev yapamaz hale getirilmez.
Değerli milletvekilleri, Anayasada değiştirilmesi lazım gelen gerçekten birçok madde var. Temel hak ve ödevler başta olmak üzere, o 12 Eylül sonrası ortamda 12 Eylül öncesine tepki olarak yapılmış bu Anayasanın behemehal değiştirilmesi lazım; 14 üncü maddenin, 24 üncü maddenin, daha ona benzer maddelerin muhakkak yeniden revize edilmesi, günün şartlarına uydurulması lazım; hele de, şu, bir ayıp olarak Anayasada hâlâ durmaya devam eden geçici 15 inci maddenin Anayasa metninden tamamen çıkarılması lazım. O günler geride kaldı; bugün, bakın, 2000'li yılların arefesindeyiz; 12 Eylül sonrası günlerin şartlarına göre yapılmış bu yasayla, Türkiye'yi, Türk toplumunu idare edemeyiz.
Bakınız, sadece Anayasa değil, aradönemlerde yapılan kanunlar... Gerçekten, şu anda Türkiye'deki temel kanunların önemli birkısmı, ya 27 Mayıs ihtilalinden sonra yapılmış ya 12 Mart 1971 muhtırasından sonra yapılmış veya 12 Eylül darbesinden sonra yapılmış; hep olağanüstü dönemlerde, hep, seçilmiş, millî iradeyle oluşmuş meclislerde değil, atanmış meclislerde veya o günkü ihtilal yönetiminin iradesiyle yapılmış kanunlar.
Buraya gelirken şöyle bir göz attım: 27 Mayıstan sonra çıkan çok önemli kanunlar var: 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu, 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu, 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu, Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkında Kanun, Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ve tabiatıyla 1961 Anayasası...
1971 muhtırasından sonra, İş Kanunu, Sıkıyönetim Kanunu, Bağ-Kur Kanunu, Noterlik Kanunu, Nüfus Kanunu, Millî Eğitim Temel Kanunu çıkmış vesaire...
12 Eylülden sonra çıkan, YÖK Kanunu, Danıştay Kanunu, Anayasa, Yargıtay Kanunu, Siyasî Partiler Kanunu, Sendikalar Kanunu, Toplu İş Sözleşmesi Kanunu, Milletvekili Seçimi Kanunu, şu anda üzerinde çalıştığımız Devlet Güvenlik Mahkemeleri Kanunu, İhale Kanunu, Dernekler Kanunu, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu gibi, bugün toplumda en çok uygulanan, belki toplumda en çok rahatsızlığını hissettiğimiz kanunlar, hep aradönem kanunları...
Gelin, şu milletimizin iradesiyle seçilmiş insanlar olarak, milletin iradesini, reyini, oyunu almış kişiler olarak ve 21 inci Dönem Meclisi olarak, yeni baştan -önce Anayasa olmak üzere- bütün temel kanunları ele alalım, değiştirelim, halkımızın, milletimizin isteğine uygun hale getirelim.
Bugün, Devlet Güvenlik Mahkemeleri Kanununda değişiklikler yapılıyor; Anayasa değişti, ister istemez bu yasaların da değişmesi lazım; ama, sadece bu değişiklikle önemli bir şey halledilecek değil; devlet güvenlik mahkemelerinin varlığını dahi tartışmaya açmalıyız. Devlet güvenlik mahkemeleri, olsa olsa, sıkıyönetim zamanında veya olağanüstü hal zamanında görev yapan mahkemeler haline getirilmelidir. Devlet güvenlik mahkemeleri, tamamen kaldırılmalı veya görev yeri ve zamanı tahdit edilmiş bir duruma sokulmalıdır; normal düzende, devlet güvenlik mahkemeleri olmamalıdır.
Devlet güvenlik mahkemelerinin aleyhinde söylenen ve birçoğu da haklı olan tenkitler var : Olağanüstü mahkemelerdir deniyor; siyasî mahkemelerdir, diğer yargı organlarına güvensizliği getiren mahkemelerdir; sıkıyönetimsiz sıkıyönetim mahkemeleridir deniyordu ama, zannediyorum, bugünkü değişiklikle, askerî hâkimlerin görev yapmamalarıyla, bu konudaki tenkit temelsiz kalacak; DGM'ler, tabiî hâkim ve mahkeme kavramına aykırıdır deniyor; yüksek mahkeme olmamasına rağmen Anayasada yer almış mahkemelerdir, bu bakımdan da, tabiî mahkeme değildir, gibi önemli tenkitler var.
Dolayısıyla, devlet güvenlik mahkemelerinde sadece böyle şartların gerektirdiği şekilde değişiklik yapmak değil, devlet güvenlik mahkemelerini baştan sona ele alıp, varlığını, gerekliliğini yeni baştan tartışıp, ona göre yeni düzenlemeler yapmak zorundayız. Ben, yapılan bu değişikliğin, inşallah, hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum ve o mahkemelerde görev yapmış asker veya sivil bütün hâkimlere şükranlarımızı arz ediyorum, saygılar sunarak sözlerimi tamamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum Sayın Esengün.
Tasarının tümü üzerinde, Hükümet görüşlerini açıklayacak.
Buyurun efendim
ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 18 Haziran 1999'da, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Anayasamızın 143 üncü maddesini çok geniş bir demokratik uzlaşmayla değiştirmiştir. Bu değişiklik, 4388 sayılı Kanun olarak, yine, 18 Haziran 1999 tarihli Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Şimdi, bu değişikliğin gerektirdiği uyum kanununu çıkarmak durumundayız; çünkü, gerek Anayasamızın 142 nci maddesinde genel olarak bütün mahkemeler için söylendiği gibi gerek Anayasanın 143 üncü maddesinde devlet güvenlik mahkemeleri için ifade edildiği gibi, mahkemelerin, bu arada devlet güvenlik mahkemelerinin, kuruluşu, işleyişi, görev ve yetkileri kanunla düzenlenir. İşte şimdi, bu konuda hazırlanmış bulunan kanun tasarısını görüşüyoruz. Bu vesileyle, gerek siyasî partiler adına gerek şahsı adına söz alan arkadaşlarımız çok değerli görüşler belirttiler. Bu görüşlerden, bundan önceki çalışmalarda olduğu gibi, şimdi ve ilerisi için yararlanacağız.
Getirilen değişiklik, Anayasanın 143 üncü maddesinde yapılan değişikliğin ilgili kanunlara yansıtılmasını amaçlamaktadır. Dolayısıyla, şu anda görüşmekte olduğumuz tasarı, sınırlı çerçevelidir, sınırlı amaçlıdır; ama, Türkiye'de, demokratikleşme, daha çağdaş bir anayasaya sahip olma, uluslararası normlara uygun, daha demokratik, daha özgürlükçü bir anayasayı yapma, şüphesiz, bu kanunla, şimdi görüşülmekte olan kanun tasarısıyla sınırlı değildir. Anayasanın 143 üncü maddesinde yapılan değişiklik de bu yolda atılan son adım değildir; tersine, daha önce de ifade ettiğim gibi, bu, Türkiye'de, 21 inci Yüzyıla geçerken çağdaş bir anayasaya sahip olma konusunda önemli bir adımdır; ama, çalışmalar, değişiklikler bununla bitmiyor. Birçok arkadaşımız, bu vesileyle, başta Anayasamız olmak üzere başka çeşitli kanunların da değiştirilmesi gerektiğini ifade ettiler. Bu görüşlerin hepsine saygı duyuyorum. Hepimizin bu kanunlar konusunda düşünceleri var. Hepimiz, bazı kanunların artık günümüzün değişen anlayışına göre gözden geçirilmesi, yeniden düzenlenmesi gerektiği düşüncesindeyiz; ama, bunlar arasında farklar olabilir.
Şimdi, 21 inci Yasama Dönemi, Türkiye'nin önünde, 4388 sayılı Kanunla Anayasanın 143 üncü maddesinde yapılan değişiklik sırasında Yüce Meclisin ortaya koyduğu gibi, güzel bir fırsat çıkarmıştır; bu Meclis, Türkiye'nin çağdaş bir hukuk düzenine kavuşması ve hukukunu, bir parçası olduğu uluslararası hukukun normlarına uygun duruma getirebilmesi için, farklı partilerin, farklı görüşlerin aynı noktalarda birleşebildiğini göstermiştir.
Bugün memnuniyetle görüyorum ki, aynı anlayış, yine farklı görüşler, farklı istekler de belirtilse, bu kanun tasarısı hakkında da ifade edilmiştir; bundan büyük mutluluk duyuyorum. Sanıyorum ki, bu anlayış içerisinde, biz ileride de, başka anayasa değişikliklerini ve başka kanun değişikliklerini hep birlikte gerçekleştireceğiz. Bunların ayrıntılarına tek tek girmek istemiyorum; çünkü, herkes kendine göre bir liste çıkarabilir. Gerçekten, 21 inci Yüzyıl eşiğinde, Türkiye, hukukunu birçok yönden yenilemek durumundadır ve anayasa değişiklikleri de, hükümet programında da ifade edildiği gibi, uğruna çaba göstereceğimiz yasal düzenlemeler olacaktır. O nedenle, şimdilik, Meclise sunduğumuz tasarıyı bir uyum kanunu olarak değerlendirmenizi, Anayasanın 143 üncü maddesinde yapılan değişikliğin zorunlu kıldığı bir düzenleme olarak görmenizi; ama, hukukumuzda yapmayı düşündüğümüz değişikliklerin, amaçladığımız hukuk reformunun bununla bitmediğini, bitmeyeceğini, o değişiklikleri hep birlikte yapacağımızı ve bu yolda da sizden destek isteyeceğimizi bilmenizi ifade etmek isterim.
Tasarının tümü üzerinde konuşan arkadaşlarımızın hepsi, bugüne kadar devlet güvenlik mahkemelerinde görev yapan askerî hâkimlerimizden övgüyle söz etmişlerdir; bunu da şükranla karşılıyorum. Gerçekten, devlet güvenlik mahkemelerinde görev yapan askerî hâkimler, sivil meslektaşlarından hiçbir konuda geri kalmamışlardır; onlar da, görevlerini, büyük bir onurla, büyük bir adalet duygusu içerisinde yerine getirmişlerdir. Onlara, devlet güvenlik mahkemelerindeki görevlerine bir anlamda son veren ve onları tekrar aslî görevlerine başlamak üzere görevlendirme fırsatı veren bu kanun tasarısı vesilesiyle teşekkürlerimizi ifade etmek isterim. Onlar, sadece hukukî statüleri itibariyle yapılan bir değerlendirme sonucunda, artık, bundan sonraki görevlerini, aslî görevleri olarak askerî mahkemelerde yerine getireceklerdir. Şimdiye kadar devlet güvenlik mahkemelerinde verdikleri hizmetlerden dolayı, onlara, ben de, hükümet adına teşekkür ediyorum ve bundan sonraki görevlerinde de başarılar diliyorum.
Bu değişiklikle, devlet güvenlik mahkemelerinin öteden beri tartışma konusu olan özelliklerinden bir tanesi daha ortadan kalkmıştır. Devlet güvenlik mahkemeleri, kuruldukları andan itibaren, çeşitli yönlerden eleştirilmişlerdir. Her şeyden önce, ağır ceza mahkemelerinin yanında bu mahkemelere gerek olmadığı söylenmiştir; ancak, anayasa değişikliği sırasında da ifade ettiğim gibi, ülkemizin halen içinde bulunduğu koşullar, devlet güvenlik mahkemelerinin bir süre daha uzmanlık mahkemeleri olarak çalışmaya devam etmelerini zorunlu kılmaktadır.
Bu mahkemeler, tabiî hâkim ilkesi açısından da eleştirilmiştir; ancak, tabiî hâkim ilkesi, bir kimsenin, suç işlediği zaman yetkisi belli olmayan, görevi belli olmayan bir mahkeme tarafından yargılanmasındaki hukuka aykırılığı, o aykırılığa meydan vermemeyi ifade eder; oysa, devlet güvenlik mahkemeleri bakımından bu durum söz konusu değildir; devlet güvenlik mahkemelerinin görevi, hangi suçlara bakacağı bellidir; ama, bunların kapsamında zaman içinde değişiklik olmuştur. Devlet güvenlik mahkemelerinin görev alanı, Anayasanın 143 üncü maddesinde, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü, nitelikleri Anayasada belirtilen cumhuriyet aleyhine işlenen suçlar ve doğrudan doğruya ülkenin iç ve dış güvenliğini ilgilendiren suçlar olarak belirlenmiştir; ancak, bunun, Devlet Güvenlik Mahkemeleri Kanunundaki somutlaştırılmış biçimi zaman içerisinde değişmiştir. Nitekim, bugün yürürlükte olan Devlet Güvenlik Mahkemeleri Kanununun ilk metninde bu mahkemelerin görev alanı bir hayli geniş olduğu halde, daha sonra yapılan değişikliklerle bu alan daraltılmıştır; fakat, şu anda yeni bir değişiklik getirebilecek durumda değiliz. Görüşülmekte olan tasarı, mevcut görev alanını gerekli ve yeterli gören bir anlayıştan hareket etmektedir; ama, bu, ileride de bu alanda biraz daha daraltmaya gidilmeyeceği anlamına gelmeyebilir.
Bu bakımdan, devlet güvenlik mahkemelerinin doğrudan doğruya varlığı konusunda yapılan eleştirileri şu sırada paylaşma olanağını görmüyoruz; ama, devlet güvenlik mahkemelerinin kuruluşunda, yürütme organına müdahale olanağı veren hükümler vardı; örneğin, 1973 yılında Anayasada yapılan değişiklikte, devlet güvenlik mahkemelerinin o zaman 5 olan üyelerinin 1 katı fazlasıyla önerilmesi yetkisi, Bakanlar Kuruluna verilmişti. Bu, siyasî tercihin de bu yargı sürecine, hâkim adaylarının belirlenmesi sürecine girmesi demekti. 1983 yılında, daha önce de 1982 yılında, anayasa değişikliğiyle bu giderilmiştir, o tartışma konusu ortadan kaldırılmıştır.
Bir başka konu, işte, bu mahkemelerde görev alan askerî hâkimlerle ilgiliydi. Askerî hâkimlerin bu mahkemelerde görev alması, mahkemelerin görev alanına giren suçların özellikleri dolayısıyla, askerî hâkimlerin, o alanda uzmanlaşmış hâkimler olması gerekçesine dayanmaktaydı. Ancak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, bu konuda yaptığı değerlendirmelerde, şimdiye kadar yayımlanan iki kararında da ifade edildiği gibi, askerî hâkimlerin sivil meslektaşlarıyla aynı eğitimi görmüş olmalarını ve onların da bazı anayasal güvencelere sivil hâkimler gibi sahip olmalarını kabul etmekle beraber, sadece statüleri itibariyle, yani kendilerinin askerî disipline tabi olmaları ve ordu mensubu olarak üstlerinden emir alma konumunda bulunmaları nedeniyle, bu statünün, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Sözleşmesinin 6 ncı maddesinde ifadesini bulan, kanunla kurulmuş, tarafsız ve bağımsız mahkemeler önünde adil yargılanma hakkıyla bağdaşmadığını belirtmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bazı kararları, mevcut hukukun yanlış uygulamasıyla ilgilidir ve bu durumda, mahkûmiyet üzerine devletin tazminat ödemesi, haksızlığı gidermeye yeterli olur; ama, bazı durumlarda ise, doğrudan doğruya, uygulanan kuralların, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine aykırılığı söz konusu olabilir. İşte, burada, askerî hâkimler bakımından söz konusu olan buydu ve burada daha önce sözü edilen İncal davasında ve Çıraklar davasında da bu nokta belirtilmiştir. Her iki kararda da, ağırlıklı olarak, askerî hâkimlerin statüsü üzerinde durulmuştur. Gerçi, İncal davasında, Türk Ceza Kanununun 312 nci maddesine de değinilmiştir; ama, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin, 312 nci maddeyle ilgili başka kararları da vardır. Örneğin, Zana kararında, bu düzenlemenin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10 uncu maddesine; yani, düşünce ve anlatım özgürlüğüyle ilgili maddeye aykırı olmadığı belirtilmiştir.
Bu bakımdan, Anayasanın 143 üncü maddesinde yapılan değişiklik, hukukumuzu, bu yönüyle, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine uygun duruma getirmeyi amaçlıyordu. Şimdi görüşülmekte olan tasarı da, Anayasada yapılan değişikliğin, bir yandan, Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunda, öbür yandan, Askerî Hâkimler Kanununda zorunlu kıldığı değişiklikleri gerçekleştirme amacına yöneliktir. Fakat, bu değişiklikler, Türkiye'nin, çağdaş bir anayasaya sahip olması ve hukukunu 21 inci Yüzyılın gereklerine uygun duruma getirmesi, bir parçası olduğumuz uluslararası hukukla uyumlu duruma getirilmesi için atılan bir ilk adımdır, 21 inci Yasama Döneminde atılan bir ilk adımdır. Demokratikleşme, daha özgürlükçü, daha çağdaş bir Anayasaya sahip olma ise, sadece bu çerçeveyle sınırlı değildir. Daha geniş bir çerçevede, daha çağdaş bir anayasayı ve daha çağdaş yasaları hep birlikte yapacağız. Bazı arkadaşlarımızın ifade ettiği gibi, 21 inci Yasama Döneminde, Yüce Meclisin, bir kurucu meclis gibi çalışarak, Türk Halkına layık olan anayasayı ve hukuk düzenlemelerini yapacağına inanıyoruz.
Bu konuda, bir arkadaşımızın ifade ettiği gibi, muhalefet partilerinin de yapıcı muhalefet anlayışıyla davranmasını büyük bir şükranla karşılıyorum. Elbirliğiyle bunları başaracağız, elbirliğiyle daha çağdaş bir anayasayı ve daha çağdaş bir hukuk düzenini gerçekleştireceğiz; ama, şu anda görüştüğümüz tasarının amacı, Anayasanın 143 üncü maddesinde yapılan değişikliğin zorunlu kıldığı uyum normlarını çıkarmaktır.
Ben, bütün partilerimize, bu tasarıya ifade ettikleri destek için Hükümet adına şükranlarımı sunuyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN Sayın Adalet Bakanımıza teşekkür ediyorum.
Tasarının tümü üzerindeki son söz, İçel Milletvekili Sayın Turhan Güven'e aittir.
Buyurun Sayın Güven. (DYP sıralarından alkışlar)
TURHAN GÜVEN (İçel) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi şahsım adına saygıyla selamlıyorum.
Aslında, bu kanun tasarısı üzerinde söylenecek fazla laf yok belki; ama, bu kadar aculluğa da gerek yok. Şimdi, kanun tasarısı hemen gönderiliyor... Yanlışlık evvela oradan başlıyor. Bakınız, Anayasada amir hüküm var; Bakanlar Kurulundan geçen bir kanun tasarısında tüm bakanların imzalarının olması lazım -Adalet Komisyonunda bu görüşüldü; ama, ben, bu konuda bilgisi olmayanları aydınlatmak istiyorum- ama, bir bakanın imzası yok. Sonra tamamlandığı ifade ediliyor; kanun tasarısının aslı gönderiliyor bize; orada bakıyoruz ki, maalesef, bir sayın bakan, imzalamamış. O zaman, bu Meclise bu kanun tasarısı geldiğinde görüşülmesi mümkün değildir; bu bir.
Peki, hemen komisyon toplanıyor; 48 saat geçmeden Genel Kurulun ıttılaına sunulmak isteniyor; o zaman da bakıyoruz, başka yanlışlıklar gündeme geliyor. Değerli arkadaşlarım, bakınız, komisyon toplanıyor; Adalet Komisyonu kaç kişiden oluşuyor; 25 kişi. Komisyonun -ben, burada bakıyorum- Millet Meclisi Başkanlığına sunduğu raporda, ben saydım, 14 imza var. Şimdi, niye bu acelecilik; titiz olalım, çabuk olalım; ama, İçtüzüğün gereklerini de yerine getirelim. İleride ola ki, bu kanun tasarısı için söylemiyorum; ama, Anayasa Mahkemesine götürdüğünüzde, bu kanun tasarısı kanunlaştıktan sonra iptale müncer olur. İşi kanun çerçevesinde, işi Anayasa çerçevesinde, işi İçtüzük çerçevesinde yaparsanız, ileride mahçup olmazsınız. Ha, bununla bitiyor mu; bitmiyor.
Şimdi, çok dikkatlerinize sunuyorum; bu, bir kere, geç dağıtıldı, tabiî; elinize geçti mi sayın milletvekilleri; benim partimin milletvekillerinin hiçbirinin eline bu basılı metin gelmedi. Ancak, şu anda dağıtıldı; ama, aceleyle yapıldığı için... Şu Bakanlar Kurulunun adlarına bir bakar mısınız; açın bakın, madem var metin elinizde, öyle diyorsunuz, Bayındırlık ve İskân Bakanı kim burada; benim bildiğim, Sayın Koray Aydın; yok, burada Aydın Ayaydın bakan; kendisini kutluyorum, Hükümet üyesi olmuş. (DYP sıralarından alkışlar)
Şimdi, bakın, bunlar şaka da olsa, mizah yoluyla da olsa, çok acullüğün sonucu...
NEVZAT ERCAN (Sakarya) Çok gayrıciddî...
TURHAN GÜVEN (Devamla) Ha, o zaman bu işi ciddîye almak lazım. Koray Aydın kardeşim, benim çok sevdiğim, değerli bir kardeşimdir, alınmasın, yerine bir başkası atanmış, haberi yok derler sonra adama. (DYP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, bu kanun tasarısında bizim bir muhalefetimiz falan yok; ama, bakınız, bir Anayasa maddesi değişikliği geldi; gönül rahatlığı içinde inandığımız için oy kullandık ve belki, hiçbir anayasa maddesi değişikliğinde pek olmayan bir büyük oranda da oy çıktı. Buna uygun olarak bir düzenleme getiriliyor tabiî; yapılması şarttır. Niye; çünkü, yarın bir davada avukat arkadaşlar veya vekâleti alan kişiler savunmalarını verecekler; yani, ona yetiştirilmeye çalışılıyor. Belki yanlış, belki doğru; ama, tabiî, Yüce Mahkeme, elbette dosyayı incelemek için, 15 günlük verdiği süreden sonra o da bir inceleme süresi alacaktır; yani, bu kanun tasarısı da, o tarihe kadar -belki bu akşam da- kanunlaşmış olacak, Sayın Cumhurbaşkanı da süresini kullanmadan, imzadan çıkacaktır derim; ama, bakınız, Anayasanın yalnız 143'ü mü -başka arkadaşlarımız da ifade edeceği için söylüyorum- bu Anayasa, değişmez hükümleri dışında, bütün maddeleri tek tek ele alınmalıdır. Eğer, siz, yargı birliğine karar verme durumunda olursanız, yani, işin adlî, idarî, malî veya askerî mahkeme mefhumunu değil, yargı birliği esasını getirmeyi düşünürseniz, o zaman zaten 143'ün falan değişmesine gerek de kalmazdı. Sayın bakan biraz evvel çok veciz biçimde ifade buyurdular, yani, çağdaş hukuku yakalamak istiyorsanız, çağdaş hukukun olduğu yerlerdeki şeyleri de beraber getirmeniz lazım. Niye 138 ve müteakip maddeleri hiç düşünmüyoruz?
Bir başka husus daha var. Geçen dönemde ve daha evvelki dönemde, içinde benim de bulunduğum ve çok huzurlu çalışma yaptığımız bir uyum komisyonu vardı; yani, grubu bulunan her parti iki üye veriyordu, gerek uyum kanun tasarıları ve teklifleri gerek anayasa değişiklikleri bu komisyondan süratle geçerdi ve bir konsensüs sağlanırdı; yani, iktidarıyla muhalefetiyle bir uyum sağladıktan sonra bu, Meclis gündemine girer ve huzurunuza gelirdi.
Şimdi, hayır; böyle bir uyum sağlanmadan ille "benim dediğim dedik" şeklinde şeyler... Yarın herhalde o da önümüze gelecek, 3046 sayılı Kanunun bir değişikliği var "her partiye bir başbakan yardımcısı" var ya, bugün duyduğuma göre onun da sayısı belli değilmiş; yani, siz her Hükümette 10 kişiye bir bakanlık ihdas edeceksiniz, o da yetmeyecek, ileride 5 kişiye bir bakanlık olsun diye başbakan yardımcısının sayısını bile tespit etmeyeceksiniz. Onu da yarın görüşeceğiz inşallah. Yok böyle şey! Olmaz değerli arkadaşlarım... İdare hukukunun birtakım ilkeleri vardır. Siz, kuvvetler ayrılığı prensibi içinde, bunu, kendi arzunuz için yapmaya çalışırsanız, bir gün şartlar değişir; o zaman, evvela bağıracak olan da siz olursunuz. Onun için, gelin, mantıklı olanı, hukukî olanı yapalım. Yani, muhalefet söylüyor, o yüzden yapmıyorum düşüncesini artık bırakalım. Muhalefet, pozitif muhalefet yapacaktır, bundan endişeniz olmasın; nitekim, bakın, Anayasa değişikliğindeki oy sayısı, bunun en güzel düşüncesidir.
Bir başka olay var; tabiî, maddelere geçildiği zaman karşı çıkacak falan değiliz; ama, ben, size, zabıtlara geçmesi bakımından söylüyorum: Burada, askerî hâkim arkadaşlarımız ki, 1982 Anayasasının kabulünden bugüne kadar, çok yüce görev ifa etmişlerdir; gerek Anayasaya gerek kanunlara ve gerek vicdana göre verilen bütün kararlarda, en olumlu şekilde karar vermiş insanlardır. Huzurlarınızda, hepsine teşekkürlerimi sunuyorum. Askerî hâkimin yalnız elbisesinin olması değil, kendi kafasında hukuk mantığı olması, hukuku bilmesi Türkiye için yeterli olmuştur; ama, şartlar onların çıkarılmasını gerektirdiği için, daha doğrusu, birilerine, bunu böyle gösterelim denildiği için değişmiştir; ama, son dakikaya kadar görev yapan bu insanlara bizim şükran borcumuz olmalıdır.
Değerli arkadaşlarım, bir başka olay var. Maddelerde konuşmayacağım için söylüyorum, daha doğrusu konuşmak düşüncesinde değiliz. Bakın, ne var biliyor musunuz bu tasarıda: Başka göreve atanamayacakları hususunu getirmişler; eskiden de vardı; ama, eskiden bir ilave daha vardı; kendi kanunlarındaki usullere tabidirler diye. Yani, birinci sınıfa ayrılmış olan bir hâkim arkadaşımız, belirli süreyi doldurmuşsa, -biliyorsunuz, o seçimledir; ama, o da bir tayin tasarrufu gibidir- adlî hâkim Yargıtaya üye olabilir. Burada, o fıkrayı, o maddenin o cümlesini çıkarırsanız, dört sene başka bir yere gidemez diye, bir yanlış anlama olur diye, zabıtlara geçmesi için söylüyorum. Devlet güvenlik mahkemesine başkan ve üye olan arkadaşların veya savcı arkadaşların, şartları haiz olduğu zaman, elbette Yargıtaya seçilmeleri, bu kısır cümle içinde kalmamalıdır, seçilmeleri sağlanmalıdır diye düşünüyorum. Cümle noksan olmuştur; bu nedenle, bu hâkimlerin önüne bir set çekme gibi bir ifade var.
Bir başka olay daha var, şimdi, devlet güvenlik mahkemeleri, bir özel statü içinde mi; özel statü içinde. Devlet güvenlik mahkemesi cunmhuriyet başsavcılarını birinci sınıf savcılar arasından seçiyorsunuz; ama, onun yanına vereceğiniz -eskiden muavin tabiri pek güzel değildi de değiştirdik biliyorsunuz, ona da cumhuriyet savcısı diyoruz- savcıların da, biraz ehil olması, biraz tecrübeli olması şart değil mi. Bakın ama, cümleniz "...cumhuriyet başsavcısı, birinci sınıfa ayrılmış adlî yargı hâkim ve cumhuriyet savcıları arasından; cumhuriyet savcıları ise, diğer cumhuriyet savcıları arasından atanırlar" şeklinde. Yani, daha stajını yapmış, göreve yeni başlamış üç aylık cumhuriyet savcısını siz buraya verecek misiniz; yoksa, bir başka şartı var mı bunun? Bundan, başka bir mana çıkarmak da bana göre mümkün değil.
Ben, bunları sizlere niye sunuyorum; ileride tekrar üç ay sonra, beş ay sonra, aman bir yanlışlık yaptık, bakın tıkandık demeyelim. Vergi Yasasında olduğu gibi; oradaki aculluğunuz, bakın bugün Vergi Yasasını çalışmaz hale getirmiştir. Bu aculluğu, inşallah, bu tashihlerde de, yani, Vergi Yasasındaki, o reform dediğiniz kanundaki yanlışlıklarda da gösterirsiniz. 24 saat içerisinde bu kanun tasarısını önümüze getiren hükümet, inşallah, inim inim inleten vergiyi ve onun altında kalan...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın Güven, 1 dakika eksüre veriyorum.
TURHAN GÜVEN (Devamla) ...ve onun perişanlığını çeken üreticiyi, esnafı, tüccarı kurtaracak mekanizmayı ki, bir kanun teklifi verdik, gelen kâğıtlarda bugün görülmüyor, inşallah, herhalde basılır dağıtılır ve komisyonda o da bu kanun tasarısının görüşüldüğü sürat içerisinde görüşülür de, vergi mükelleflerine biraz rahat nefes aldırırsınız ve o zaman daha rahata doğru gideriz.
Bu şekilde yapacağınız her olumlu harekette yanınızdayız. Pozitif muhalefetin ne olduğunu size ve tüm millete göstermeye de kararlıyız; ama, siz, bazı şeylerde çok süratle davranırken, bazı şeyleri sadece muhalefet cephesinden geldi diye gözardı etmeye kalkarsanız, o zaman, bunun sıkıntısını sadece biz değil, milletçe çekeriz.
Ben, bu düşüncelerle, hepinize sevgiler ve saygılar sunuyorum.
Teşekkür ediyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum Sayın Güven.
Hükümet, sayın konuşmacının temas ettiği bir konuda açıklama yapmak istiyor.
Buyurun Sayın Bakan.
ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) Sayın Başkan, Sayın Güven "bir bakanın imzasının tasarının altında bulunmadığını" ifade etti.
Hepinizin bildiği gibi, bazen, kararnameler, kanun tasarıları imzaya açıldığı zaman, bakan arkadaşlarımızın tamamı Ankara'da olmayabilir, yurt içinde veya yurt dışında bir seyahatte bulunabilir. O durumlarda, ivedi konularda faksla imza alınma yoluna gidilmektedir ve bu faksla alınan imzalar da, Meclis Başkanlığına sunulan belgeler arasında yer almaktadır. Daha sonra, bakanlarımız, Ankara'ya geldiklerinde, doğrudan doğruya ilgili kararnamenin altına da imzalarını atmaktadırlar.
Bildiğiniz gibi, 4388 sayılı Kanun, 18 Haziran 1999 Cuma günü kabul edildi ve ondan sonra, biz, hemen, hazırlamış olduğumuz kanun tasarısını imzaya açtık; ancak, bakanlarımızın hepsi Ankara'da olmadığı için faksla imza alınma yoluna gidildi; ama, Meclis Başkanlığına sunulduğu zaman bu imzalar tamamlanmıştı; daha sonra da, arkadaşlarımız, doğrudan doğruya tasarının altına da imza atmak suretiyle eksikliği gidermişlerdir.
Bu, öteden beri uygulanan bir usuldür. Burada bir noksanlık söz konusu değildir; ancak, Komisyon üyelerine doğrudan doğruya imzalanmış tasarı gönderildiği için, arkadaşlarımız, orada bazı imzaları görememişlerdir; ama, o imzalar daha önce faksla alınmıştır; bunu ifade etmek isterim.
"Koray Aydın" arkadaşımızın adıysa, bir baskı yanlışı sonucunda "A. Ayaydın" olarak çıkmıştır. Bunu da, anlayışla karşılayacağınızı umuyorum.
Saygılar sunarım.
BAŞKAN Teşekkür ederim.
TURHAN GÜVEN (İçel) Sayın Başkan, bu konuda bir açıklamada bulunabilir miyim.
Bundan sonra, kanun tasarısının arkasına, eğer böyle bir imza noksanlığı var ise, o faksın bir örneği de konulursa, herhalde o zaman, bu tip konuşmalara da gerek kalmaz diye düşünüyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Teşekkür ederim.
Komisyon adına, buyurun Sayın Karaa.
ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya) Sayın Başkan, Sayın Güven konuşmasında, Adalet Komisyonu raporunda 16 isim açıldığını ve 16 imza olduğunu, diğer arkadaşların bulunmadığının sözünü ettiler.
Burada bulunan 16 Komisyon üyesi, toplantıya katılan üyelerdir. Diğerleri toplantıya katılmadıkları için burada imzalar açılmamıştır; usul de budur. Kaldı ki, İçtüzüğümüzün 27 nci maddesinde "komisyonlar, üye tamsayısının üçte biri ile toplanır ve hazır bulunan üyelerin salt çoğunluğu ile karar verir" deniliyor.
Komisyon toplantısına katılan 16 üyeden 15'i bu konuda oy kullanmıştır. 1 arkadaşımız da muhalefet şerhi koymuştur. Diğerleri toplantıya katılmadıkları için, imzaları komisyon raporunda yer almamaktadır.
Bu durumu arz ederim.
TURHAN GÜVEN (İçel) Sayın Başkan, isim açılır, altına ya toplantıda bulunmadı ya imzada bulunmadı denilir. Cumhuriyet tarihinden bugüne kadar bu hep böyle yapılmıştır.
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelere geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Maddelere geçilmesi kabul edilmiştir.
Tasarının 1 inci maddesini okutuyorum:
DEVLET GÜVENLİK MAHKEMELERİNİN KURULUŞ VE YARGILAMA
USULLERİ HAKKINDA KANUN İLE ASKERÎ HÂKİMLER KANUNUNDA
DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA İLİŞKİN KANUN TASARISI
MADDE 1. 16.6.1983 tarihli ve 2845 sayılı Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 4 üncü maddesinin son fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
Devlet Güvenlik Mahkemesi nezdinde Cumhuriyet savcılarının sayısı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca belirlenir.
BAŞKAN Madde üzerinde söz alan değerli milletvekillerini arz ediyorum:
Gruplar adına; Fazilet Partisi Grubu adına Sayın Nazlı Ilıcak.
Şu ana kadar başka söz alma intikal etmedi.
Buyurun Sayın Ilıcak. (FP sıralarından alkışlar)
FP GRUBU ADINA AYŞE NAZLI ILICAK (İstanbul) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
2845 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin son fıkrası değiştiriliyor. Fıkra metninden "Millî Savunma Bakanlığının görüşü alınarak" ibaresi çıkarılıyor ve Devlet Güvenlik Mahkemesi nezdinde görev alacak cumhuriyet savcılarımızın sayısını belirleme yetkisi Adalet Bakanlığından alınarak Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna veriliyor. Ben, bu madde dolayısıyla söz aldım.
Geçtiğimiz hafta Devlet Güvenlik Mahkemelerine ilişkin Anayasanın 143 üncü maddesi değiştirildi, şimdi de, uyum sağlamak amacıyla kanunlardaki madde değişikliklerine gidiyoruz.
Şimdi, bu uyum konusunun sıcağı sıcağına yapılmasını, doğrusu, takdirle karşılamamak elde değil. Keşke, aynı gayret 1995 Anayasa değişikliği için sağlansaydı; aynı gayret, keşke, 1995 Anayasa değişikliği için gösterilseydi. Mesela, Siyasî Partiler Yasası, 1995'teki değişikliğe uydurulmak üzere, keşke, bu çerçevede ele alınsaydı. Şu anda, üzüntüyle belirtmek isteriz ki, siyasî partileri kapatmak bir derneği kapatmaktan çok daha kolay. Yani "kanunsuz eylemlerin odağı haline geldi" diyerek, hiçbir mahkeme kararı olmadan, Anayasa Mahkemesi, maalesef, bir siyasî partiyi kapatabiliyor. Keşke, DGM'lerdeki bu özeni başka kanunlarda da gösterebilseydik. Mesela, Anayasanın geçici 15 inci maddesi... Anayasanın geçici 15 inci maddesine göre, 12 Eylül döneminde, bir askerî dönemde çıkan kanunların Anayasaya aykırılığı iddia edilemiyor; ne acı... 12 Eylül'ün üzerinden bu kadar zaman geçmesine rağmen, hâlâ, bu geçici 15 inci madde ele alınamadı ve değiştirilemedi.
DGM'lerdeki askerî hâkimin devre dışı bırakılmasıyla demokratikleşme yönünde önemli bir adım mı atılıyor; bence hayır; çok ufak bir adım atılıyor; ama, esasında, bu değişiklik "dostlar alışverişte görsün" demektir, bir gözboyamadan ibarettir.
Türkiye'de düşünce hürriyetini sınırlayan çok sayıda kanun hükmü mevcut; din ve vicdan hürriyetini zedeleyen, dayatmacı uygulamalar var. Bugünlerdeki yargısız infaz manşetlerini, Batı Çalışma Grubu raporlarını, başörtüsü dolayısıyla; yani, başörtüsüne destek verdiği gerekçesiyle idamla yargılanan vatandaşlarımızı, bunun örneği olarak gösterebilirim.
MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) Türban... Türban...
AYŞE NAZLI ILICAK (Devamla) Biz, Fazilet Partisi olarak demokratikleşme yolunda atılacak her adıma samimiyetle destek veriyoruz. Daha sivil, daha özgür bir Türkiye için, gelin elele verelim. Sivilleşme, askerî hâkimleri devre dışı bırakmak değildir; devletin müdahale alanını daraltarak, bireyin hakkını gözeterek, bireyin özgürlüğünü gözeterek sivilleşebiliriz. Mesela, eğer, her toplantıda, siz, olur olmaz Onuncu Yıl Marşını okursanız; bir defile sonrasında, bir yemek sonrasında Onuncu Yıl Marşını okursanız, o zaman sivilleşemezsiniz; askerî bir sözde demokrasinin temellerini daha da sağlamlaştırmış olursunuz. (FP sıralarından alkışlar, DSP sıralarından gürültüler.)
Sivil-asker ayırımında... (DSP sıralarından "oğlun nerede" sesleri.) Bakın, ben size bir şey söylemek istiyorum...
BAŞKAN Karşılıklı konuşmayalım efendim.
AYŞE NAZLI ILICAK (Devamla) Bir şiir okumak istiyorum.
"Meşhurdur fısk ile olmaz cihan harap,
Eyler anı müdahanei âliman harap."
Lütfen, bu ikiyüzlü ilim adamlarından ve aydınlardan olmayalım. (FP sıralarından alkışlar) Kimse rencide olmasın, Türkiye'nin bir İstiklâl Marşı vardır, gerektiği zaman o İstiklal Marşı okunur; ama, olurolmaz her yerde, siz, Onuncu Yıl Marşını okursanız, ondan sonra da askerî hâkimi bertaraf etmek suretiyle biz sivilleştik derseniz, buna, sadece kargalar güler.
Şimdi, sivil asker ayrımında kıstas üniforma değildir, zihniyettir. Nitekim, biz diyoruz ki, bu yüzden sivil hâkimi, askerî hâkimden üstün tutamayız ve bu vesileyle, askerî hâkimlere, buradan, şükranlarımızı göndermeyi bir görev addediyoruz.
Şimdi, Türkiye'de bir zihniyet değişikliğine ihtiyaç var. Kimileri şöyle diyor: "Benim hakkım, menfaatim, arzum yok, vazifem var; başka şeye lüzum yok. Gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım." Biz diyoruz ki, hepimizin hem vazifesi var, hem hakkı var. Üstelik bu haklar, bizim doğuştan sahip olduğumuz, vazgeçilemeyecek ve sınırlanmayacak haklardır.
Şimdi, tekrar, DGM'deki askerî hâkim meselesine gelmek istiyorum. Avrupa'da, İbrahim İncal ile ilgili, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararı dolayısıyla askerî hâkim meselesi yeniden güncel bir hale geldi.
Burada, hep, İbrahim İncal'dan söz ediliyor da hangi gerekçeyle, hangi dava dolayısıyla bu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin önüne geldi, bundan söz edilmiyor.
İbrahim İncal, İzmirli bir avukat, HEP üyesi. Bir broşür yayımlıyor ve İzmir Şehir Meclisinin, Kürtleri, şehirden atmaya yönelik bir uygulama içinde olduğu, bu broşüründe ileri sürülüyor. Bu broşür dolayısıyla DGM'de dava açılıyor, yargılanıyor ve kendisi mahkum oluyor.
Dolayısıyla, iki sebeple Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuruyor. Bir, askerî hâkim dolayısıyla 6 ncı maddeye aykırılık sebebiyle; yani, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6 ncı maddesine aykırılık, diğeri de 312/2 ifade özgürlüğüne; yani, Sözleşmenin 10 uncu maddesine aykırılık dolayısıyla.
Burada, gene, askerî hâkimlere bir haksızlık yapmamak gerekir. Eğer, sivil hâkimler için de başvurulsaydı; eğer, Devlet Güvenlik Mahkemesi için de başvurulsaydı, büyük ihtimalle mahkeme, devlet güvenlik mahkemesi aleyhine de bir karar alabilirdi; çünkü, bakın, 6 ncı madde görüşülürken Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde şöyle deniliyor: "İki sivil hâkimin tarafsızlığı ve bağımsızlığı konusunda hiçbir ihtilaf yoktur; dolayısıyla, biz, askerî hâkimi inceleyeceğiz." Belki, o konuda müracaat edilse, sivil hâkim konusunda da bir görüş ortaya çıkabilirdi.
Şimdi, ikincisi, 312/2'nin uygulama biçimidir. 312'nin uygulama biçimi 10 uncu maddeye aykırı kabul edilmiştir ve oybirliğiyle kabul edilmiştir.
Ben, size, kısaca, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin İncal davasında verdiği kararın ilgili bölümünü okumak istiyorum ve burada, ifade özgürlüğünün nasıl anlaşıldığının altını bir kere daha çizmeyi arzu ediyorum. "10 uncu maddenin sağladığı ifade özgürlüğü, demokratik düzenin temel dayanak noktalarından ve toplumun gelişmesinin, bireyin de yeteneklerini geliştirmesinin temel şartlarından birini oluşturmaktadır. İfade özgürlüğü, sadece, lehte veya zararsız, dikkate almaya değmez sayılan haber ve düşüncelere değil, aynı zamanda, inciten, şaşırtan, rahatsız eden, şoke eden haber ve düşüncelere de uygulanmalıdır. Herkes için önemli olmanın yanı sıra, ifade özgürlüğü, özellikle siyasî partiler ve onların aktif üyeleri için önemlidir. Bir muhalefet partisi üyesinin -burada, İncal'ı kastediyor- ifade özgürlüğüne müdahale edilmesi, yakın inceleme gerektirmektedir." Mahkeme, broşür metnini, vatandaşlar arasında tahrik olarak değerlendirmemiştir. Broşürü kaleme alan bay İncal'ın Türkiye'deki veyahut İzmir'deki terörizmden sorumlu olduğunu haklı gösterecek somut bir durum tespit edilmemiştir. Bay İncal'ın mahkûmiyeti, güdülen meşru amaçla orantısızdır; yani, meşru amaç bir kargaşa. Deniliyor ki "somut bir olay ortaya çıkmamıştır, bir kargaşa doğmamıştır." Dolayısıyla, bizim de, 312 nci maddeyi, muhakkak, bu görüş çerçevesinde ele almamız gerekmektedir.
Bakın, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine ve Sözleşmesine göre ifade özgürlüğünün sınırlanabilmesi için, hukuken bu sınırın daha önce öngörülmesi; bu, birinci şart.
Meşru bir amaca ulaşma hedefini gütmesi, bu ikinci şart. Demokratik bir toplumun gereklerine uyması ve üstelik -bu çok önemli- ulaşılmak istenen meşru amaçla orantılı olması lazım.
Şimdi, ben, şöyle bir çağrıda bulunmak istiyorum. Gelin, bize izin verildiği ölçüde değil; yani bazı odakların, bazı güç odaklarının (FP sıralarından alkışlar) bize izin verdiği ölçüde değil, layık olduğumuz ölçüde...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın Ilıcak, 2 dakika ek süre veriyorum.
Buyurun.
AYŞE NAZLI ILICAK (Devamla) Bitiriyorum efendim.
... Türk Milletinin ve Türkiye Cumhuriyetinin layık olduğu ölçüde demokratikleşelim. Gelin, insanlara potansiyel suçlu gözüyle bakılmasını bir kenara bırakalım, masumiyet kaidesini ön plana çıkaralım. Gelin, vehimlerden kurtulalım ve hep birlikte demokrasinin huruç hareketini başlatalım.
Hepinize saygılar sunuyorum efendim. (FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum Sayın Ilıcak.
Gruplar adına başka söz talebi var mı efendim?.. Olmadığı anlaşıldı.
Şahısları adına olan taleplere geçiyorum.
Erzurum Milletvekili Sayın Lütfü Esengün talepte bulunmuştur.
Buyurun Sayın Esengün. (FP sıralarından alkışlar)
Süreniz 5 dakikadır.
LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan madde üzerinde kişisel düşüncelerimi açıklamak üzere huzurunuzdayım, hepinize saygılarımı arz ediyorum.
Sayın Başkan, ancak, hemen sözümün başında bir hususu, diğer arkadaşlarımın, geçmiş oturumlarda dile getirdiği bir hususu tekrar dile getirmek zorundayım. Lütfen, şu hatip kürsüsünün münasip bir yerine, bir digital saat konsun; şurada var; ama görmek mümkün değil veya karşıya bir pano asılsın, hiç olmazsa başımızı kaldırdığımızda ne kadar müddetimiz olduğunu, süremizin ne kadar kaldığını görelim. Tabiî, şu kürsü, olduğu gibi, baştan sona yeniden değiştirilir de, inşa edilirse daha da iyi olur. Burası, Türkiye Büyük Millet Meclisinin mehabetine, yüceliğine yakışır bir kürsü değil bence. Bu düşüncemi öncelikle arz ediyorum.
Değerli milletvekilleri, Devlet Güvenlik Mahkemeleri Kanununda değişiklik yapılıyor şu anda. Gönül isterdi ki, fırsat ele geçmişken, hazır bu kanuna el atmışken, şu kanunda değiştirilmesi gereken ve zannederim, üzerinde ittifak edebileceğimiz diğer bazı maddeler de değiştirilsin. Tabiî, bunların içerisinde en önemli addettiğimiz madde nedir; 9 uncu madde olan, devlet güvenlik mahkemelerinin göreviyle ilgili maddedir.
Bu madde, geçmiş yasama döneminde Genel Kurula kadar getirildi; ama, bazı sebeplerden dolayı, özellikle, Türk Ceza Kanununun 312 nci maddesinin devlet güvenlik mahkemelerinin görev alanı dışına çıkarılmasına dair tasarı yasalaşmadı.
Şimdi, elimizde bir fırsat vardır. Arz ettiğim gibi, gönül isterdi ki, şu 9 uncu maddeyi, hiç olmazsa bugünün şartlarında değiştirelim, devlet güvenlik mahkemelerinin görev alanı, Türk Ceza Kanununun 125 inci maddesi ile 139 uncu maddelerine ilişkin suçlar olsun; ayrıca, 146 ncı ve 157 nci maddelerde yazılı suçlar, devlet güvenlik mahkemeleri görev alanı içerisinde kalsın.
Bugün, devlet güvenlik mahkemelerinin ilgilenmediği hiçbir suç yok ki; 312, 313, 314, ateşli silahlar, daha birçok suç devlet güvenlik mahkemelerinin görev alanında. Bu, sonuçta, devlet güvenlik mahkemelerinin yükünü de artırıyor, oradaki sürati de azaltıyor, orada çalışan hâkimlerin de, tabiatıyla, yükünü alabildiğine artırıyor.
Bakınız, kısaca 312 nci maddeden bahsetmek istiyorum: Türk Ceza Kanununda, geçmişte, meşhur 141, 142 ve 163 üncü maddeler vardı. O maddeler meriyetteyken, tatbikatta olan arkadaşlarımız gayet iyi bilirler, Türk Ceza Kanununda 312 nci madde diye bir maddenin varlığından, hemen hemen kimse haberdar değildi; ne savcılar o maddeye ilişkin dava açarlardı ne de mahkemelere 312 nci maddeyle ilgili -bugün olduğu gibi- yoğun davalar gelirdi. Ne zaman ki 141, 142 ve 163 üncü maddeler kaldırıldı, o zaman, biraz zorlamalarla, genelde siyasî sebeplerle, içtihatlarla 312 nci madde, özellikle 163 üncü maddenin yerini alır hale geldi. Bu, öyle bir madde ki, bununla, şiir okuyana ceza vermek mümkün, düşünene ceza vermek mümkün, düşüncesini açıklayana ceza tayin etmek mümkün. İşin bir acı tarafı da, bu cezaların devlet güvenlik mahkemelerince verilmesi, normal ağır ceza veya asliye ceza mahkemelerinde verilse haydi neyse.
Bakınız arkadaşlar, biraz evvel de arz ettim "12 Eylül ürünü mevzuat ayıklanmalıdır" diye yıllardan beri söyleniyor. Ta, Sayın Demirel'in 49 uncu hükümet programında aynen vardır: "12 Eylül ürünü mevzuat ayıklanacaktır" diye. Ayıklamaya bir türlü imkân, fırsat olmadı. Bu 312 nci madde de, yine 12 Eylülden sonra, 10 Ocak 1981 tarihinde değiştirilmiş. Yoksa, ondan önceki metni bugün yürürlükte olsa, zannediyorum şikâyetler asgariye, belki de sıfıra iner. Ama, o günkü zihniyet, o günkü aradönem, o günkü Millî Güvenlik Konseyi düşüncesi, rejimi, almış bu maddeyi, bugün herkesin şikâyet ettiği hale getirmiştir. O günler geride kaldı; bugün ne Millî Güvenlik Konseyi var ne Konseyin 5 tane imzayla çıkardığı metinler yasa olarak kabul ediliyor. O zaman gelin, 312 nci madde başta olmak üzere, şunları düzeltelim. Ama, üzüntülerimi ifade ediyorum; işte böyle bir fırsatı bugün elden kaçırıyoruz. Meclisimizin çalışma temposunu tabiî ki biliyoruz, DGM'lerle ilgili tasarı, bir daha kolay kolay önümüze gelmez, bir defa değişti mi atılır bir tarafa...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın Esengün, 1 dakika eksüre veriyorum.
Buyurun efendim.
LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) Ne zaman ki bir zaruret daha zuhur eder -işte, bugün içinde olduğumuz gibi, bu kanunu yarın sabahki duruşmaya yetiştirmek zorundayız, öyle anlaşılıyor- belki o zaman gelir; yoksa, kolay kolay Devlet Güvenlik Mahkemeleri Kanunu değişikliği gelmez; keşke gelseydi diyorum ve Sayın Bakana tekrar sesleniyorum: İnşallah, bıraktığımız noktadan, en kısa zamanda, Devlet Güvenlik Mahkemeleri Kanunu dahil olmak üzere, Türkiye'nin demokratikleşmesi, insan haklarına saygının azamî seviyeye çıkması, modern, çağdaş yasalarla idare edilmemiz için gereken çabayı gösterirler; biz de kendilerine yardımcı oluruz ve bu kazanç hepimizin olur; bu mutluluk bütün milletimizin olur.
Hepinize saygılarımı arz ediyorum efendim. (FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum Sayın Esengün.
Böylece, madde üzerindeki konuşmalar tamamlanmıştır.
Maddeyle ilgili önerge bulunmamaktadır.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
2 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2. 2845 sayılı Kanunun 5 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
Madde 5. Devlet Güvenlik Mahkemesinin başkanı, iki asıl ve bir yedek üyesi ile Cumhuriyet başsavcısı, birinci sınıfa ayrılmış adlî yargı hâkim ve Cumhuriyet savcıları arasından; Cumhuriyet savcıları ise, diğer Cumhuriyet savcıları arasından atanırlar.
BAŞKAN 2 nci madde üzerinde, gruplar adına, Fazilet Partisinden Sayın Bedri İncetahtacı söz almıştır. Başka söz alan yoktur.
Buyurun Sayın İncetahtacı. (FP sıralarından alkışlar)
FP GRUBU ADINA MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Fazilet Partisi Grubumuz adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Geçen hafta tamamladığımız anayasa değişikliğinin uyum tasarısı üzerinde çalışmalarımızı devm ettiriyoruz; ben de üzerinde çalıştığımız tasarının 2 nci maddesi üzerinde söz almış bulunmaktayım.
Bu madde teknik bir madde. Hâkimlerin ve savcıların, devlet güvenlik mahkemesindeki asıl üyenin, yedek üyelerin sivilleştirilmesine amir olan bir tasarı. Bu tasarıyla, Anayasada yapmış olduğumuz değişiklikle bu kanun uyumlu bir hale getirilmeye çalışılmaktadır, 2 nci madde de bunu temin etmektedir.
Değerli milletvekilleri, hepimiz biliyoruz ki, hâkimlerimizin evrensel hukuk doğruları içerisinde bazı özelliklerinin olması gerekir. Eğer bir hâkim bu özelliklere sahipse, onun kimliğinin çok büyük bir ehemmiyeti yoktur. Eskiler, bir hâkimin özelliğini tadat ederken, sayarken, onda 6 özellik ararlardı, derlerdi ki: Hâkim âlim olmalıdır, yani, bilge bir kişi olmalıdır; hâkim emin olmalıdır; güvenli olmalıdır, güvenilir olmalıdır; hâkim halim olmalıdır; ahlaklı olmalıdır, yumuşak sıfatlı olmalıdır; beraatı zimmet asıldır hükmünü, hiçbir zaman unutmamalıdır; müstakim olmalıdır; yani, doğru olmalıdır, onu hiçbir dış faktör etkilememelidir; metin olmalıdır; yargıyı ve yargı sürecini hukukdışı yollara tevcih edecek hiçbir faktöre iltifat etmemelidir.
Ben inanıyorum ki, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin hâkimleri bu özellikleri haizdirler; ama, işte bunları yerine getirebilmeleri için, sahip oldukları bu özellikleri, hukukî manada, hukukî sahaya aktarabilmeleri için yasalara ihtiyaçları vardır. Bizlerin de Parlamento olarak, yasama meclisi olarak, onların ihtiyacı olan bu yasaları, onlara gönderme görevimiz vardır.
Bugün, hepimizin istediğine inandığım, devlet güvenlik mahkemeleriyle ilgili bir düzenleme yapıyoruz. Müsaade ederseniz, hafızalarımızı şöyle bir tazeleyelim. Sizleri, 1980 öncesine götürmek istiyorum. 1970'li yıllarda, sol düşünceye sahip insanlar, Türkiye'de, devlet güvenlik mahkemelerinin kaldırılması için çok büyük gayret sarf etmişlerdi. O zaman karşı ideolojide olan insanlar da, hiç bu konuya iltifat etmemiş; hatta "hayır, devlet güvenlik mahkemeleri yerinde sabit kalmalıdır" demişlerdi. Aradan uzun yıllar geçti, bugüne geldik. Dün, devlet güvenlik mahkemeleri kalkmalıdır diyenler, bugün, bırakın suçluları, kendi düşüncelerini paylaşmayan insanları, devlet güvenlik mahkemelerine âdeta jurnallemektedirler. İşte, böyle garip bir durumda, bizim, yasama meclisi olarak, hukuka ve yargıçlara yardım etmemiz söz konusu olamaz.
Değerli milletvekilleri, bizler, hangi düşünceye sahip olursak olalım, hangi fikrî, siyasî yapıda olursak olalım, bizi özgürlüğe götürecek, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Anayasanın çerçevesini çizdiği gibi kâmil manada bir hukuk devleti yapacak her türlü yasaya, bir an evvel destek vererek, onları çıkarmak zorundayız. Bu, sadece bizim şahsî bir tercihimiz değildir; Türkiye'nin geleceği buna bağlıdır, Türkiye'nin geleceğinin aydınlık olabilmesi buna bağlıdır. Bu konuda göstereceğimiz tereddütler, özgürlüğe ve demokrasiye giden noktada göstereceğimiz tereddütler, geri kalışlar, Türkiye'ye ve Türkiye'de yaşayan insanlara kan kaybettirmektedir. Hepimizin bilmesi gerekli olan bir gerçek vardır: Eğer, bir ülkede özgürlük yoksa, o ülkede kalkınma olmaz; eğer bir ülkede özgürlük yoksa, o ülkede üretim olmaz; eğer bir ülkede özgürlük yoksa, o ülkede kültür gelişmez; eğer bir ülkede özgürlük yoksa, o ülkede sanat gelişmez; eğer bir ülkede özgürlük yoksa, o ülke insanları arasında muhabbet, saygı olmaz. Bütün bunlar, sizin, yasama organı olarak, demokrasi konusunda atacağınız müspet adımlarla alakalıdır.
Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin her yöresinden gelen, Türkiye'yi temsil eden insanlar olarak, Türkiye'nin gerçeklerini biliyoruz; ama, bu gerçekleri ortadan kaldırmanın, bu gerçeklere uygun hareket etmenin tek yolu da özgür iradelerimizi buraya yansıtmamızdır. Bugün, Fazilet Partisi Grubu olarak biz, devlet güvenlik mahkemeleriyle ilgili bir iyileştirmeye müspet bakıyoruz. Hedefimiz, devlet güvenlik mahkemelerinin tamamıyla ortadan kaldırılmalarıdır. Bunu, sakın ola ki, siyasî mülahazalarla söylediğimizi zannetmeyin. Bizler de, Türkiye'de yaşayarak, çok acı tecrübelere şahitlik yaptık; Türkiye'nin yaşadığı sıkıntıları, biz de parti olarak yaşadık, sizlerle paylaştık, halkımızla paylaştık; ama, samimi olarak söylüyoruz ki, 1980 öncesi devlet güvenlik mahkemelerine karşı çıkıp da bugün onları savunanlar gibi bir garabete düşmenin, bize ve ülkemize zarar getirdiği inancındayız. (FP sıralarından alkışlar)
Değerli milletvekilleri, Adalet Bakanımızın önünde, bir hususu belirterek sözlerimi tamamlamak istiyorum: Biz, devlet güvenlik mahkemelerinin tamamen kaldırılmasını öneriyoruz; ancak, eğer kısa vadede bunu gerçekleştirme imkânı yoksa, nasıl ki devletin güvenliğini koruyorsak, bireyin de güvenliğini koruma mecburiyetimiz vardır. Onun için, her modern hukuk devletinde olduğu gibi, Türkiye'de bir insan hakları mahkemesinin kurulması gerekmektedir. İnsan hakları mahkemeleri, bireyin hakkını koruyacaktır. Efendim, bireyin hakkı korunmuyor mu, bütün mahkemeler bireyi korumuyor mu diye soracak olursanız, ben de size, bütün mahkemeler devletin güvenliğini korumuyor mu diye cevap veririm. Eğer o olacaksa, ona dengeli olarak da insan hakları mahkemelerinin kurulması, Türkiye'nin bugünkü şartları içerisinde, daha özgür bir ülke olabilmemiz için atılacak önemli bir adımdır.
Ben sözü daha fazla uzatmak istemiyorum. Bu uyum yasasının, Anayasamızda daha sonra yapacağımız, özgürlüğe doğru atacağımız adımlara bir vesile olmasını temenni ediyor, Meclisimizi saygıyla selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum Sayın İncetahtacı.
Başka söz talebi var mı efendim? Yok.
Madde üzerindeki konuşmalar tamamlanmıştır.
Maddeyle ilgili önerge bulunmamaktadır.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
3 üncü maddeye geçiyoruz.
Maddeyi okutuyorum:
MADDE 3. 2845 sayılı Kanunun 6 ncı maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
Madde 6. Devlet Güvenlik Mahkemesinin başkanı, asıl ve yedek üyeleri ile Cumhuriyet başsavcısı ve Cumhuriyet savcıları, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca dört yıl için atanırlar; süresi bitenler yeniden atanabilirler.
Yeni atananlar göreve başlayıncaya kadar süresi dolanların görevleri devam eder. Görevlerde boşalma olması halinde yukarıdaki hükümler gereğince onbeş gün içinde yeni atamalar yapılır.
Devlet Güvenlik Mahkemesi başkanı, asıl ve yedek üyeleri ile Cumhuriyet başsavcısı ve Cumhuriyet savcıları, dört yıldan önce başka bir yere veya göreve atanamazlar. Ancak, meşru mazeretleri durumunda muvafakatları alınarak veya haklarında yapılacak soruşturma sonunda görev yeri veya görevlerinin değiştirilmesine Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca karar verilebilir.
BAŞKAN Teşekkür ederim.
Madde üzerinde gruplar adına söz talebi var mı efendim?.. Olmadığı anlaşıldı.
Şahsı adına, Manisa Milletvekili Sayın Ekrem Pakdemirli; buyurun.
Süreniz 5 dakika.
EKREM PAKDEMİRLİ (Manisa) Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; sözlerime başlarken hepinize saygılar sunuyorum.
Madde 3'ü devlet güvenlik mahkemelerinin yapısal oluşumundaki değişikliğe koşut olarak değiştiriyoruz. Yalnız, ben şunu ifade etmek istiyorum: İtiraz, sadece yapıdaki değişikliğe değildi; yani, mahkemelerin içinde bulunan bir askerî hâkimin veya savcı yardımcısının olması değildi. Dört ana konuda itiraz vardır. Bunları, daha önce burada bir vesileyle anlatmıştım. Bu itirazları, biz, hazır gelmişken halledebilirdik; ama, görüyorum ki, buna hazırlıklı değiliz. Şimdilik, sadece, yarını kurtaralım diyoruz; fakat, bir daha bir fırsat olmayabilir. Gelin, bugün 14 üncü maddeyi de değiştirerek bu itirazların tümünü ortadan kaldıralım.
Bakın, itirazlar ne; deniliyor ki: "Bu mahkemeler genelde siyasî suçlara bakmaktadır." Silahlı eylemler faslı daha azdır demeye getiriyor Avrupa Komisyonu raporu ve "Bu mahkemelerde geleneksel soruşturma yöntemleri yerine sanıktan itiraf almaya aşırı ölçüde başvuruluyor" deniliyor. Bu, yargılama usullerinden kaynaklanıyor. İkinci bir itirazda "Savcının ve sanık avukatının bu mahkemede eşit olmayan statüleri vardır; halbuki, eşit olmaları lazım. Sanığın ve avukatın söyledikleri hâkim tarafından özetleniyor. Aslında sanığın veya avukatının sözleri buraya geçmiyor" deniliyor. Bu da, gayet kolaylıkla halledilebilen bir durum.
Üçüncüsü de, yani, bizim değiştirmediğimiz ve ısrar ettiğimiz üçüncü itiraz da "yargılama öncesi uzun müddet tutuklu kalınıyor; ondan sonra da, hâkim, net bir gerekçe sunmadan, yargılama süresi boyunca da tutuklu bırakabiliyor" deniliyor.
Şimdi, bu üç ilave hususu, biz, 14 üncü maddeyi değiştirerek sağlayabiliriz. Bu, Avrupa Birliği Komisyonunun raporlarında defalarca yazılmış. Yarın, biz, yine, kapıyı çaldığımızda, bize bu raporu gösterirler "bunlarla ilgili ne yaptınız" denildiğinde "vallahi, biz, sadece askerî hâkimi çıkardık..."
Beyler, Türk vatandaşının itirazı yok, hemen hemen, askerî hâkimin bulunmasında, hiç kimse tedirgin değil, biz Türkler olarak. Tabiî ki, Avrupa normlarına uydurulması yönünden bunu değiştiriyoruz; ama, oradaki hâkimin vasfına değil, şekilden bir itiraz vardı. Halbuki, burada, özünde bir itiraz var; üç konuda özünde itiraz var; deniliyor ki "burada, siz, itirafa yönelik bir mahkeme süreci yapıyorsunuz, insanları içeride fazla tutuyorsunuz ve savunmayla, savcının statüleri eşit değil." Bakın, Türkiye, bu meselede, fevkalade geri kalmıştır.
Bir vesileyle, yine, buradan söylemiştim. 1993 yılında, 470 kişi, Hakkâri'nin Çukurca İlçesinde toplanıyor. Bunlar nasıl toplanıyor; silahlı eyleme karışmış bir terörist gibi. Gidiliyor, polisler kollarına giriyor; bunları yaka paça götürüyorlar; on gün içeride kalıyorlar. Sonra, bir tanesiyle ilgili dava açılıyor; o da beraat ediyor.
Şimdi, Türkiye, bu yüz kızartıcı durumu 2000'li yıllara taşıyabilir mi; buna hakkımız var mı? Meclisin önüne bir tasarı gelmiştir; çok basit olarak 14 üncü maddeyi değiştiririz ve bununla hem Avrupa Birliği Konseyinin itirazlarını yok eder, hem de kendi vatandaşımıza bu muameleyi reva görmeyiz. Savcının yetkisi var "toparlayın şu yoldan geçenleri" dediği zaman, toparlanıyor. Karşısında müeyyide yok; karşısında müeyyide olsa, ararız. Sayın Bakanımız burada; işte, o gün, o savcının, o hareketine yapılan herhangi bir karşı tavır var mıdır; yani, devlet olarak "kardeşim, sen, bunu nasıl yaparsın; benim 470 vatandaşımı benimle nasıl küstürürsün" diyebilmiş mi; hayır, diyemiyor. "Yargının bağımsızlığı" diyoruz. Doğru, yargı bağımsız olsun; ama, bu gibi hareketleri de önleyen yasayı, bizim, ortaya koymamız lazım.
Ben, 2000'li yıllara girerken, ülkenin birliği ve beraberliği için bu gibi provokasyon olabilecek noktaların, ülkenin birliğine ve beraberliğine darbe vuracağı inancındayım.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın Pakdemirli, 1 dakika eksüre veriyorum.
EKREM PAKDEMİRLİ (Devamla) Ben, bu kanun tasarısı görüşülürken, lütfen, Meclisin bir müdahelesi olsun, müdahalesi olmasından yanayım. Sebebi: Bakın, bu, tamamen bürokrasiden gelmiş, ihtisas komisyonunda hiç değişmemiş, burada da hiç değişmeyecek. O zaman, hükümete, biz, kanunları değiştirme yetkisi veren bir yetki kanunu çıkaralım, hiç buralarda konuşmamıza da lüzum yok; çünkü, biz, burada konuşurken, belki de, sadece, seçmenimize selam göndermiş oluyoruz; ama, özde hiçbir şey yapmıyoruz. Özde yapamıyoruz; Bankalar Kanunun da bunu gördük; ufak tefek bir iki değişiklik bürokrasiden geldi, bürokrasinin onayıyla buradan geçti. Şimdi, eğer, biz, bunu da değiştiremiyorsak, lütfen, bir yetki kanunu geçirelim ve meseleyi, bürokratlarla götürsünler; biz de, burada, güzel güzel, soruşturma ve araştırma önergeleriyle uğraşalım.
Teşekkür ediyorum efendim. (MHP ve FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum Sayın Pakdemirli.
Başka söz talebi var mı efendim? Olmadığı anlaşıldı.
Madde üzerindeki konuşmalar böylece tamamlanmış oldu.
Maddeyle ilgili önerge bulunmamaktadır.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... 3 üncü madde böylece kabul edilmiş oluyor.
4 üncü maddeyi okutuyorum efendim:
MADDE 4. 2845 sayılı Kanunun 7 nci maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
Hukukî veya fiilî sebeplerle görevi başında bulunmayan asıl üyenin yerine yedek üye mahkeme kuruluna katılır.
BAŞKAN 4 üncü madde üzerinde Grupları adına tek söz talebi var.
Fazilet Partisi Grubu adına, Çorum Milletvekili Sayın Yasin Hatiboğlu.
Buyurun Sayın Hatiboğlu. (FP sıralarından alkışlar)
FP GRUBU ADINA YASİN HATİBOĞLU (Çorum) Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Anayasamızın 143 üncü maddesinde vaki değişiklikten sonra, ona uyum sağlama maksadıyla hükümetimizin hazırladığı bir tasarıyı müzakere ediyoruz; şimdi, 4 üncü maddedeyiz.
4 üncü madde, birbuçuk satırdan ibaret hüküm getiriyor. Yani, üyeliklerden birinde fiilî veya hukukî bir sebeple boşalma olursa, gelememe olursa yerine yedek üyenin katılacağı hükmü getiriliyor; bundan doğal bir şey olmaz. Peki, burada, Grubum adına ne söyleyebilirim diye düşünüyorum. Adalet Komisyonu üyesi olarak, komisyona da katılmış bir arkadaşınız olarak ve orada fikirlerini ifade etmiş bir arkadaşınız olarak burada ne ifade edebilirim diye düşünüyorum. (DSP sıralarından "merak ediyoruz" sesi) Evet, ben de merak ediyordum, şimdi bu merakı birlikte giderelim inşallah.
Değerli arkadaşlarım, Anayasanın 143 üncü maddesi çok açık. Bir Atasözü vardır derler ki "değirmeni sel götürmüş sen şak şakını arıyorsun." Şimdi, Anayasaya uyumsuz o kadar sayısız kanun var ki, Anayasayla kavgalı o kadar çok düzenleme var ki, bunların hepsi bir kenarda dururken, devlet güvenlik mahkemelerindeki üyelerden birisinin elbisesinin rengi haki mi olsun lacivert mi olsun, bunu tartışıyoruz.
Hiçbir arkadaşımız, askerî üyeye itiraz etmedi, etmiyor da, etmesi de gerekmez; çünkü, hukuk formasyonu almış, bu ülke insanlarını seven insanlar. Hepimiz birbirimizi seviyoruz ve ben, otuz yıl avukatlık yaptım, hâkimlerin haki elbiselisini de gördüm, laci elbiselisini de gördüm. Sanık olarak 11 tane ağır ceza geçirdim, askerî mahkeme geçirdim, devlet güvenlik mahkemesi geçirdim. Bunların hem hakilisini gördüm hem lacilisini gördüm. Yani, biz -affedersiniz; aman sözüm yanlış anlaşılmasın- bir makyaj rötuşuyla meseleleri çözdüğümüzü iddia edemeyiz.
Şimdi, arkadaşlarımız ifade ettiler, Anayasanın 15 inci maddesi, orada demir gibi dururken_ Yani, Anayasaya aykırılığı kim denetler; Anayasa Mahkemesi denetler. Hangi yolla denetler; iki yolla denetler. Bir, süresi içerisinde iptale başvurursanız, Anayasa Mahkememiz, o kanunun Anayasaya uygun olup olmadığını denetleme imkânına sahiptir; iki, süresi içerisinde yapmadıysanız, bir vatandaşın, sokaktaki Ahmet Ağanın, Hüseyin Efendinin, Anayasaya aykırılık iddiasıyla iptal davası açma hakkı var mıdır; yok. Onun defi yoluyla oraya müracaat imkânı vardır.
Peki, eğer, iptal yetkisini haiz merciler 15 inci maddeden dolayı, defi hakkını haiz esabi mesalih 15 inci maddeden dolayı Anayasa Mahkemesine gidip, bu kanun Anayasaya aykırıdır, benim tepemde de Demoklesin kılıcıdır; bunu, lütfen düzeltin diyemiyorsa, bu imkânı vermiyorsak; yani, mahkemelerdeki bir üyenin elbisesinin rengiyle bu kadar uğraşmanın ne anlamı var, anlayabilmiş değilim. Bak, merakım da hâlâ gitmedi, bu nasıl giderilecek diye...
Değerli arkadaşlarım, Anayasanın açık hükmüdür: İptali mümkün olmayan hükmün ihmali de mümkün değildir; yani, iptal edemiyorsanız, Anayasanın 15 inci maddesi, onu böyle, kuzgunî kanatlarının altına almış, iptal edemiyorsanız, Anayasa Mahkemesinin ihmal imkânı da yok. Öyleyse, o maddelerle yaşayacaksınız. Siz, sizin yüreğinize oturmayan, sizin hukuk anlayışınıza oturmayan, toplumun huzurunu sağlamaya yönelik hiçbir anlam ifade etmeyen hükümlerle birlikte yaşayacaksınız; yani -affedersiniz- bu akreple çuvala gireceksiniz, ondan sonra da, biz anayasaya uyum kanunu çıkarıyoruz diyeceksiniz.
Değerli kardeşlerim, bu maddeye olumlu oy vereceğiz, Grubumuz olumlu oy verecek; kimse endişe buyurmasın Sayın Bakanım; ama, bir fırsat doğmuştur. Bakınız, biz, 21 inci Dönem milletvekilleriyiz; siz, buna, tesadüf deyiniz...
İnsan Hakları Komisyonundan sorumlu değerli arkadaşım, acaba ne söyleyecek; tam sizin konunuzu konuşuyoruz.
21 inci Dönem milletvekilleriyiz ve 21 inci Yüzyıla gidiyoruz. Siz, buna, ister tesadüf deyiniz; isterseniz, bunu tevafuka döndürebilirsiniz; yani, iradî birtakım davranışlarla, iradî birtakım düzenlemelerle; ama, bizden kaynaklanan iradeyle.
Sayın Bakanım, sayın milletvekilleri; şimdi bakıyorum, 1987'de 1 değişiklik yapmışız, 1993'te 14 değişiklik yapmışız, şimdi 1 değişiklik daha yapıyoruz; Hoca Rahmetullah'ın türbesine döndü bu Anayasa! Gelin, bunu köşk haline getirelim; yani, herkesin rahat edebileceği, herkesin oh benim de anayasam var, benim üstün hukuk normum var; hiçbir Avrupalının hakkı ve haddi değildir ki, bana iki satır söz etsin dedirecek bir anayasayı birlikte düzenleyelim.
Değerli milletvekilleri, hazır bir fırsat doğmuş; bendeniz, belki 4 üncü maddeden sonra gelmek üzere bir önerge de hazırlama imkânını buldum, Sayın Pakdemirli'ye böylece bir katkıda da bulunmuş olurum. 14 üncü madde değil; ama, bu 4 üncü maddeden sonra gelmek üzere bir teklifim oldu komisyonda. Hiç olmazsa, şu 3713 sayılı Kanunun, yani Terörle Mücadele Yasasının 8 inci maddesini, şu devlet güvenlik mahkemesinden çıkaralım. Bunu yapamaz mıyız? Sayın Bakanın anayasa değişikliğinin tümü üzerindeki görüşmeler esnasındaki o veciz beyanlarını istifadeyle okudum; vaatlerle dolu. Sayın Bakan, destek veriniz, fırsattır bu. Bu önergeyi, biraz da, sayın hükümetimiz ne çemberde pehlivandır; ona, bir görünme ve gösterme imkânı verilsin, arayalım, bulalım; halkımız desin ki, işte hükümet böyle olur. Yani, 351 sayı yetmiyor. Keyfiyeti arıyoruz biz, keyfiyeti; kemiyet yetmiyor.
Bakın, işte, fırsattır; diyoruz ki, 312 nci madde -önergemde vardır- ona benzer, düşünce, fikir, kanaat, ifade, inandığı biçimde yaşama imkânlarını veren şu hükümleri, keşke, imkânımız olsa -ki, olmalı- o imkânı bulmalıyız. Biz buraya niye geldik; bizi niye gönderdiler... Hiç olmazsa, şimdi, bunu, devlete yönelik fiillerle birlikte aynı kaba koymayalım. Yine, gitsin, yargılanacaksa yargılansın. Hatta, yargılanmayı, inanç, fikir, kanaat ve bunları ifade özgürlüğüne imkân verecek noktaya getirelim; ama, oraya gidinceye kadar, hiç olmazsa, devlet güvenlik mahkemelerinin yetkileri kapsamından bunları çıkaralım. Bunun için bir teklifim vardır.
Zannetmeyiniz 312 nci madde, öyle, devletin temel düzenlerine yönelik fiilleri tecziye eden bir maddedir; öyle zannetmeyiniz. İşte, örneği, Tayyip kardeşimiz. İşte, Oral Çalışlar, söz söylemiş; söylesin, yazı yazmış; yazsın. Konuşmayacaksak, yazmayacaksak; yani, neyle, işaretle, imayla mı anlaşacağız? Ne anlayacaksınız benim imamdan, benim işaretimden nasıl yorumlayacaksınız? Yani, tûl ile işmam, kasr ile işmam bir de nevm... (FP sıralarından alkışlar) Olmaz böyle toplum. Bak, 21 inci Yüzyıla giriyoruz, 21 inci Dönem milletvekilleriyiz...
Bir örnek vereyim; 312'yi iyi bilesiniz diye : Bölgem Çorum'a bağlı Bayat İlçesinin Toyahane Köyü. Rahmetli İskilipli Atıf Efendi diye bilinen zat oralıdır. Onun adına bir eser kuruluyormuş, davet ettiler, bendeniz gittim, bir konuşma yaptım, konuşurken de -köyümde konuşuyorum, torunlarının gözünün içine bakarak konuşuyorum, ailesinin arasında konuşuyorum, gayet doğaldır- "büyük bir âlimdir bu, ilim adamıdır, inşallah şehittir, Allah da bize onun şefaatini nail eder" demişim. Dediğim bu, 312'den hakkımda fezleke var. Yani, bundan gocunuyor falan değilim. Ben damdan düşen adamım; yani, 11 tane ağır ceza, devlet güvenlik ve sıkıyönetim mahkemesi geçirdim, tutuklu kaldım. Bunlar hiç umurumda değil, şahsım için umurumda değil; ama, oğlumu düşünüyorum, torunumu düşünüyorum, torunlarımızı düşünüyorum, geleceğimizi düşünüyorum, ülkemi düşünüyorum, Avrupa'daki 4 tane, hukuku bilmedikleri noktada hukuk öğrettiğimiz insanların torunlarının bize hukuk öğretmeye kalkmasını, kalkışmasını düşünüyorum ve üzülüyorum. (FP sıralarından alkışlar) Onun için, değerli arkadaşlarım, elimize fırsat geçmiştir, bu fırsatı değerlendirmek zorundayız. Fırsat vermeyelim; yani, niye? Yelkovana döndük; yani, Yelkovan diye bir ot vardır...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın Hatiboğlu, 2 dakika daha süre veriyorum; buyurun efendim.
YASİN HATİBOĞLU (Devamla) Heyetinizi tenzih ederim, Meclisimizin şahsı manevisini elbette tenzih ederim; ama, yelkovana döndük. Yelkovan diye bir ot vardır; mevsimi geçip, güçsüz hale gelip kuruduğu zaman düşüverir. Rüzgâr buradan esti mi o bu tarafa koşar, şu taraftan eserse o da o tarafa koşar. Artık, falan yerden şöyle talimat geldi, feşmekânın temennisi böyledir, hatta bir arada bulunmuştuk da bana biraz gözlerini, kaşlarını çatarak baktı diye bundan anlam çıkaramayız. Biz, demokrat bir ülkenin demokrasiye dayalı parlamenterleri olmaya mecburuz, başka çaremiz yoktur. Yoksa, Avrupa ne dedi, iyi saatte olsunlar ne düşünüyor acaba? Bununla bir yere gidemeyiz Sayın milletvekilleri. Onun için, bakın, bu kanunun değiştirilmesi yolunda olumlu oy kullanacağız; ama, önergem gelecek şimdi, bu önergeme destek rica ediyorum; bakın, dinleyin ve bu, hükümetimizin, hükümeti oluşturan 351 değerli pırlantanın bir imtihanıdır.
Saygılar sunuyorum Heyete ve Başkanlığa. (FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum Sayın Hatiboğlu.
YASİN HATİBOĞLU (Devamla) Yani, rüşveti kelam falan değildir; yanlış anlamayın.
BAŞKAN Başka söz talebi var mı efendim? Olmadığı anlaşıldı.
Böylece, madde üzerindeki konuşmalar tamamlanmıştır.
Maddeyle ilgili önerge bulunmamaktadır.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... 4 üncü madde kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, yeni madde ihdasına dair bir önerge vardır. Malumları olduğu üzere, görüşülmekte olan tasarı veya teklife konu kanunun komisyon metninde bulunmayan; ancak, tasarı ve teklifle çok yakın ilgisi bulunan bir maddesinin değiştirilmesini isteyen ve komisyonun salt çoğunlukla katıldığı önergeler üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açılacağı, İçtüzüğün 87 nci maddesinin dördüncü fıkrası hükmüdür. Bu nedenle, önergeyi okutup, Komisyona soracağım; Komisyon önergeye salt çoğunlukla katılırsa, önerge üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açacağım; Komisyonun salt çoğunlukla katılmaması halinde ise, önergeyi işlemden kaldıracağım.
Şimdi önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 6 sıra sayılı Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usululeri Hakkında Kanun ile Askerî Hâkimler Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının 4 üncü maddesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki değişikliğin kabulünü arz ve teklif ederim. 22.6.1999
Yâsin Hatiboğlu
Çorum
Madde .5 2845 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi birinci fıkrasının (a) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"a) Türk Ceza Kanununun 125 ilâ 139 uncu maddelerinde; 146 ilâ 157 nci maddelerinde; 161, 168, 169, 171, 172, 174 ve 499 uncu maddesinin ikinci fıkrasında yazılı suçlar ile; 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununda yazılı olup, iş bu kanunun 8 inci maddesi dışında kalan fiiller.
BAŞKAN Sayın Komisyon önergeye salt çoğunlukla katılıyor musunuz efendim?
ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya) Sayın Başkanım, salt çoğunluğmuzu yoktur, bu yüzden de katılamıyoruz.
BAŞKAN Komisyon önergeye salt çoğunlukla katılamamıştır.
Bu sebeple, önergeyi işlemden kaldırıyorum ve kaldığımız yerden devam ediyoruz.
5 inci maddeyi okutuyorum:
MADDE 5. 2845 sayılı Kanunun 34 üncü maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
Madde 34. Devlet Güvenlik Mahkemelerinde göreve atanan hâkim, Cumhuriyet başsavcısı ve Cumhuriyet savcılarıyla diğer personelin, özlük işlerinde, denetimlerinde, haklarında disiplin soruşturması açılması ve disiplin cezası verilmesinde, şahsî ve görevle ilgili suçlarının soruşturma ve kovuşturulmasında bu kanun hükümleri saklı kalmak üzere, kendi mesleklerine ait kanunların ilgili hükümleri uygulanır.
Devlet Güvenlik Mahkemelerinde devamlı veya geçici olarak görevlendirilenlerin, bu görevlerde geçirecekleri süreler esas mesleklerinde geçmiş sayılır.
Devlet Güvenlik Mahkemelerinde görevli hâkim, Cumhuriyet başsavcısı ve savcıları adlî aravermeden faydalanamazlar. İşlerin elverdiği oranda kendilerine yıllık izinleri verilir.
BAŞKAN 5 inci maddeyle ilgili gruplardan söz talebi yoktur.
Şahısları adına, Şanlıurfa Milletvekili Sayın Yahya Akman; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)
Süreniz 5 dakikadır.
YAHYA AKMAN (Şanlıurfa) Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sözlerime başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle, bazı temennilerimi dile getirmek suretiyle sözlerime başlıyorum. Yasama görevini yerine getirirken, özellikle, iktidar partilerine mensup arkadaşların, sayı çoğunluğuna güvenmek suretiyle "biz nasıl olsa bu Mecliste istediğimiz kanunu çıkarırız" mantığıyla hareket etmelerinin doğru olmadığını düşünüyorum. Özellikle, 21 inci Dönem Meclisinin göreve başladığı günden bu yana, gerçekten, geçmiş dönemlerde arayıp da bulamadığımız bir uzlaşmayı görüyorum. Tam manasıyla, bütün partiler arasında bir konsensüs olduğunu görüyoruz; gerek Bankalar Yasası gerek devlet güvenlik mahkemesiyle ilgili Anayasanın 143 üncü maddesinin değişikliği konusundaki tasarı görüşülürken gerekse Hükümet Programı üzerindeki görüşmeler sırasında dahi tam bir uyum sergilendiğini görmekteyiz; ama, bu uyuma ve muhalefet partilerine mensup milletvekillerinin tüm iyiniyetlerine rağmen, maalesef, bir mantığın yıkılmadığını, "muhalefet önerdiyse kötüdür, muhalefetten gelen her şeyin reddi gerekir" gibi bir mantık içerisinde hareket edildiğini üzüntüyle görüyoruz. Halbuki, biz yasama görevini icra eden milletvekilleriyiz, biz hükümetin noteri durumunda olmamalıyız, hükümet teklifi olarak önerilen her şeyi kabul etme durumunda olmamalıyız ve bu manada muhalefet partilerinden gelmiş olan bütün olumlu önerileri çok dikkatle ve titizlikle inceleyerek, memleketimizin önünü açacak,iyiniyetli yasa değişikliklerini sahiplenmemiz ve bu konuyu ciddiye almamız gerekmektedir. Ne yazık ki, Anayasanın 143 üncü maddesinin değişikliği sırasında, çok küçük bazı muhalefet teklifleri, bir kelimeden ibaret, hatta bir kelimenin bir kısmı ile ilgili bazı değişiklik önerileri dahi sırf muhalefet tarafından teklif edilmiştir mantığıyla reddedilmiştir.
Günlerdir devlet güvenlik mahkemeleri gibi, bir gündem maddesiyle uğraşıyoruz ve bütün partilerin üzerinde ittifak ettikleri bir konu var o da şu: Devlet güvenlik mahkemeleri, normal mahkemeler değil; olağanüstü zamanlarda görev yapması gereken, âdeta, sıkıyönetim mahkemelerinin devamı mahiyetindeki mahkemelerdir; ama, her nedense, gelen tasarı, sadece askerî üyenin değiştirilmesi yönünde olduğundan dolayı, yasa tasarısına, ne hükümet tarafı ne komisyonlar, cesaret edip de bir kelime ilave edemiyorlar. Bundan üzüntü duyduğumu belirtmek istiyorum.
Zira, biraz önce, Sayın Pakdemirli'nin ve günlerdir muhalefete mensup milletvekillerimizin belirttikleri gibi, devlet güvenlik mahkemeleri, 21 inci Asra giren Türkiye'de şu anda olmaması gereken mahkemelerdir. Çünkü, ağır ceza mahkemeleri, onların muadili olarak kabul edilmektedir. Ağır ceza mahkemelerinde hâkimlik yapan arkadaşların, devlet güvenlik mahkemelerinde hâkimlik yapan arkadaşlardan eksik hiçbir tarafı yoktur. Nitekim, ağır ceza mahkemeleri, usulen de denk mahkemeler olarak kabul edilmektedir. Bu hâkimler de, belli meslekî tecrübeye sahip, belli kıdemi almış olan insanlardır.
Devlet güvenlik mahkemeleri, özellikle göreve başladığı günden bu yana, her nasılsa, görev sahalarını genişletmek, alabildiğine genişletmek suretiyle, Türkiye'nin aslî mahkemeleri durumuna gelmişlerdir. Normal genel mahkemeler halihazırda iş göremez durumdadırlar; çok önemsiz bazı işleri görür durumda kalmışlardır. Eğer, devlet güvenlik mahkemelerinin bugünkü Türkiye konjonktüründe, tamamen kaldırılması bazı mahzurlar içeriyorsa, hiç olmazsa, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine uygunluk çerçevesinde, artık, milyar dolarları bulan tazminat davalarının sonuçlanması...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın Akman, 1 dakika daha süre veriyorum.
Buyurun efendim.
YAHYA AKMAN (Devamla) Teşekkür ederim.
Artık, Avrupa İnsan Hakları Mahkemelerinde biriken tazminatları ödeyemez duruma gelen bir Türkiye'yi, bu durumdan kurtarmak için, hiç olmazsa, zorunlu olarak değişmesi gereken bazı ayrıntıları halledebilirdik diye düşünüyorum. Şu anda da, bu fırsatın henüz elimizde olduğunu düşünüyorum ve sözlerimin başında belirtmiş olduğum, muhalefetin de dikkate alınması gereğini bir kez daha tekrar etmek istiyorum. Meclise yeni gelmiş bir milletvekili olarak, hakikaten, iki aydır, en fazla dikkatimi çeken konu budur; bu konunun iktidar partileri tarafından dikkate alınacağını ve komisyonlarda olsun, Genel Kurulda olsun, muhalefete mensup milletvekillerinin görüşlerinin de dikkate alınarak kanunların çıkarılması yoluna gidileceğini temenni ediyorum, hepinize saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum Sayın Akman.
Madde üzerindeki konuşmalar tamamlanmış bulunuyor.
Maddeyle ilgili önerge bulunmamaktadır.
5 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
6 ncı maddeyi okutuyorum:
MADDE 6. 2845 sayılı Kanunun, 3 üncü maddesinin ikinci fıkrasında yeralan iki ibaresi bir; 8 inci maddesinin birinci fıkrasında yeralan yedek üyelerinin ibaresi yedek üyenin şeklinde değiştirilmiştir.
BAŞKAN Madde üzerinde söz isteyen var mı efendim?
Şahsı adına, Sayın Ali Oğuz, İstanbul Milletvekili.
Buyurun efendim.
Süreniz 5 dakikadır efendim.
ALİ OĞUZ (İstanbul) Muhterem Başkan, muhterem arkadaşlarım; Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun ile Askerî Hâkimler Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonunun (1/375) Sayılı Raporu ve sıra sayısı 6 olan kanun tasarısını müzakere ediyoruz. Bu müzakere münasebetiyle söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyorum.
6 ncı maddeye kadar arkadaşlarımızın büyük bir gayretiyle kanun tasarısı ilerledi, mümkün olduğu kadar konuşmayarak da, bir an evvel çıkarılması hususundaki gayretlere de şahit olduk.
6 ncı madde ise, aslında, belki, üzerinde bir kelime dahi edilmeyecek kadar kısa bir madde. Tasarıyla, 2845 sayılı Kanunun, 3 üncü maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "2" ibaresi "1", 8 inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan "yedek üyelerin" ibaresi "yedek üyenin" şeklinde değiştirilmiştir, değişiklik, sadece bundan ibaret.
Değerli arkadaşlarım, aslında, kanun tasarısının genel gerekçesinde de, çok kısa bir şekilde "Anayasanın Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluşunu düzenleyen 143 üncü maddesinde yapılan değişiklikle, bu mahkemelerin yapısal oluşumu yeniden düzenlendiğinden, bu değişikliğe koşut olarak 16.6.1983 tarihli ve 2845 sayılı Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkındaki Kanun ile 26.10.1963 tarihli ve 357 sayılı Askerî Hâkimler Kanununda gerekli değişiklikleri yapmak üzere bu tasarı hazırlanmıştır" denilerek, durum, hulasa edilmiş bulunuyor. Fakat, görüyorum ki, arkadaşlarımızın bütün gayretlerine rağmen, mümkün olduğu kadar bir değişiklik yapmaya mahal kalmadan, mümkün olduğu kadar bu kanunu, aslî durumuyla; yani, komisyondan geldiği şekliyle bir an evvel çıkarmanın uygun olacağı şeklinde bir mütalaa, bir gayret sarf ediliyor, gelen önergeler de nazara alınmayarak bir an evvel kanunun çıkarılmasına gayret sarf ediliyor.
6 ncı maddenin gerekçesinde ise "devlet güvenlik mahkemelerinin yapısal oluşumu yeniden düzenlenerek, mahkeme bünyesinde yer alan yedek üye sayısı ikiden bire indirildiğinden, bu değişikliğe koşut olarak, 2845 sayılı Kanunun, 3 üncü maddesinin ikinci fıkrasında yer alan 'iki' ibaresi 'bir'; 8 inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan 'yedek üyelerinin' ibaresi 'yedek üyenin' şeklinde değiştirilmiştir" şeklinde mülahaza edilmiş bulunuyor.
Değerli arkadaşlarım, burada, sadece, bir seramoninin icrasıyla bir kanun yaparak bir an evvel çıkarmak noktasında değiliz. Arkadaşlarımız, mümkün olduğu kadar, yenilikler getirmesi ve faydalı oluşumlara vesile olmak için bazı önergeler vererek gayret gösteriyorlar. Biz, bu Mecliste, komisyonun gayretiyle arkadaşlarımızın içerisinde komisyon üyelerini bir tarafa çekerek, hazırlıklar yaparak, komisyonun çoğunluğunu da temin ederek, komisyonun, yapılan teklife olumlu bir teklif gelmesi sebebiyle, olumlu oylar vererek geçirdiğimiz kanunlar olmuştur.
Arkadaşlarımız, hassasiyetle 312 nci madde üzerinde ısrarla duruyorlar. Niye duruyorlar; çok değerli bir başkanımızın, en büyük şehrimizin, eski payitahtımızın, merkezi hükümetimizin başarılı bir başkanının aldığı ceza sebebiyle, hiç olmazsa bundan sonraki hizmetlerine devam edebilmesi için bir gayret sarf ediyorlar. Ne yapmış bu sayın başkan? Hepinizin hafızalarını şöyle bir yoklamak istiyorum. Yetmişbeş yıl önce yazılmış bir şiiri okumuş, en az 75 kitapta yayınlanmış bir şiiri okumuş. Belki 75 000 defa her türlü hamasi toplantılarda, parti toplantılarında, edebiyat toplantılarında zikredilmiş, okunmuş bir şiiri tekrar etmiş, okumuş; bundan ibaret.
Değerli kardeşlerim, eğer buna yardımcı olmazsak neye yardım edeceğiz. Kaldı ki, şu tasarının içerisinde, komisyonumuzda 25 kişiyle müzakere edilmiş; ama, burada 500 arkadaşımızın, şurada hiç olmazsa en az 100 arkadaşımız var, onların tenkit ve temennilerini de nazara alarak değişiklik yapabileceğimiz hiçbir madde yok mu, hiçbir fıkra yok mu, hiçbir bent yok mu? Bir taassup içerisinde "efendim, Komisyonumuzun çoğunluğu yoktur, yapamayız..." Çok yaptık burada... Arkadaşlar hemen toplandılar, arkaya çekildik, bir karar verdik, geldi, kanunlaştı. Ne var bunda yani?!
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın Oğuz, 1 dakika daha veriyorum.
Buyurun efendim.
ALİ OĞUZ (Devamla) Sağ olun Sayın Başkanım.
Biz, buraya, bir seremoni icra etmek için gelmiş insanlar değiliz ki; biz, bir kardeşler topluluğu olarak, en güzele, en hayırlıya, en iyiye ulaşabilmek için buraya gelmiş olan kardeşleriz. Bunu yapılması, ancak, bizi, beraber, güzelliklere, iyiliklere götürür. Men dakka dukka... Bugün size, yarın bize... Bugün siz yaparsınız, yarın biz yaparız... Bu tekerin önüne bugün siz taş koyarsınız, yarın biz koyarız şeklinde bir iddialaşmayla bir yere varmanın imkânı yok değerli kardeşlerim. Bir hayırda birleşirsek, o hayrın icrasında bizim de bir payımız olursa, o zaman insan mesut ve bahtiyar olur; o zaman beraberlik olur, o zaman kardeşlik olur... Ama, daha senenin başından itibaren, bir taassup içerisinde "efendim, katılmıyoruz, çoğunluğumuz yok, yapamıyoruz, edemiyoruz..." Makul şeylerse, niye katılmıyoruz kardeşim?!
Biz, bugünden itibaren, bir kardeşlik havası içerisinde, hayırlarda ittifak edersek, şerlere de karşı olursak, başarılı oluruz ve bu memleket bizden hayır görür.
Teşekkür ediyorum; saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN Sayın Ali Oğuz'a teşekkür ediyorum.
Başka söz talebi var mı efendim? Olmadığı anlaşıldı.
Böylece, madde üzerinde konuşma tamamlanmış oldu.
Maddeyle ilgili herhangi bir önerge bulunmamaktadır.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Böylece, 6 ncı madde kabul edilmiş oldu.
7 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 7. 2845 sayılı Kanunun 37 nci maddesinin ikinci fıkrası ve 38 inci maddesi ile 26.10.1963 tarihli ve 357 sayılı Askerî Hâkimler Kanununun ek 7 ve ek 8 inci maddeleri yürürlükten kaldırılmıştır.
BAŞKAN Gruplar adına tek bir söz talebi var; Fazilet Partisi Grubu adına, Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan.
Buyurun Sayın Ayhan. (FP sıralarından alkışlar)
FP GRUBU ADINA CEVAT AYHAN (Sakarya) Muhterem Başkan, muhterem üyeler; 6 sıra sayılı Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun ile Askerî Hâkimler Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı üzerinde söz almış bulunuyorum.
Bu tasarının 7 nci maddesi kaldırılan bazı hükümlerle ilgilidir.
Değerli arkadaşlar, devlet güvenlik mahkemeleri, Türkiye'nin gündemine 1960'tan sonra girmiş, uzun yıllar tartışılmış ve 12 Mart 1971 ararejiminde uygulamaya konulmuş; bilahara, Anayasa Mahkemesi iptal etmiş, yine, 12 Eylül ararejiminde anayasa hükmü olarak getirilmiş bulunmaktadır; yani, geriye dönüp baktığımız zaman -1971'den 1999'a- yirmisekiz yıllık bir tarihi var.
Şimdi, biz, bu kanun tasarısı üzerinde burada çalışıyoruz. Niçin çalışıyoruz; terörbaşı İmralı'da yargılanıyor, onunla ilgili alelacele bu kanun tasarısını çıkaralım, verilecek hüküm uluslararası kurumlarda Türkiye'nin itham edilmesine, suçlanmasına zemin hazırlanmasın ve verilecek hüküm tartışılmasın diye acele ediyoruz. Elbette Türkiye'nin şan ve şerefini korumak, milletimizi korumak, bu milletin mensubu her fert için birinci derecede görevdir. Kişi, mensup olduğu milletiyle iftihar eder, onunla şeref kazanır, acısıyla tatlısıyla onunla beraberdir; ama, niye biz bu değişiklikleri yirmisekiz yıldan beri uygulanan veya en az üzerinde durulan; ama, 1980'den sonra da devamlı uygulanan DGM'lerle ilgili temel değişiklikleri ele almıyoruz. DGM'lerle ilgili her yönden tartışılan veyahut devlet güvenlik mahkemelerinin sahasına giren suçlarla ilgili her yönden tartışılan çok mesele var. Değerli arkadaşlarımız bunları ortaya koydular. Bunları değiştirmemiz lazım, bunları düzeltmemiz lazım. Böyle, günübirlik, devlet ve millet idare edilmez. Bizim yaptığımız günübirliktir. Sümmettedarik, alelacele, bir yerden geldi, sıkıştık, bunu yapalım. Doğru değil bu. Hele hele bu Meclisin şanına bu yakışmaz. Yani, bu Meclis, Türkiye'nin gündemine hakim bir Meclistir, böyle olması gerekir. Milletimize sıkıntı veren şeyleri gördüğümüz zaman, bunları değiştirmek bizim görevimizdir.
Bizi vatandaş seçti, geldik. Biz, her gün vatandaş arasındayız, milletvekilleri olarak söylüyorum, hepimiz için söylüyorum. Kanunları Meclis yapar, hükümetler uygular, mahkemeler uygular, valiler uygular, bürokrasi uygular; ama, bu kanunlar millete nerede sıkıntı veriyor, nerede ferahlık veriyor, nerede dar geliyor, orayı genişletmek; nerede bol geliyor, orayı uydurmak, orayı toparlamak, işte bu Meclisin görevidir. Onun için, üzülerek ifade ediyorum: Grubumuz olarak, şahıs olarak kanunu destekliyoruz, buradan geçecek; ama, bunları da konuşma durumundayız. Millet, bizi buraya, çalışın, kanunları düzgün yapın, hükümetleri de, icraatı da denetleyin, bizim hakkımızı koruyun, bize güzel hizmet getirin, topladığınız vergilerin yerli yerine harcanmasını denetleyin diye yolladı. Bazı arkadaşlarımız sıkılıyorlar, acele ediyorlar; aman, çabucak geçsin... Ne yapacağız; bizim vazifemiz, burada milletvekilliğidir, başka bir iş değil ki. Onun için geldik, onun için bu görevi aldık, onun için millete taahhütte bulunduk. Bu görevi en iyi şekilde yapmak hepimizin görevidir. Aslında, Meclisteki bu ilgisizlik de ayrı bir üzüntü konusudur; onu söylemek istiyorum.
DGM'de hizmet etmiş Türk Silahlı Kuvvetlerine mensup asker hâkimlerimiz elbette şereflidirler, bu görevleri en az sivil hâkimler kadar en güzel şekilde ifa etmişlerdir. Biz, böyle alelacele kendilerinden bu görevi almış olmanın da üzüntüsünü duyduğumuzu ve onların hizmetlerini de şükranla yâd edeceğimizi ifade etmek istiyoruz.
Değerli Bakanımız, konuşmasında "çağdaş demokrasiye geçeceğiz, 2000'li yıllarda hedefimiz budur; hukuku yenilememiz gerekir" dediler. Evet, doğrudur; hak ile adaletin hâkim olacağı bir düzen getirmek lazım Türkiye'ye. Hak ve adaletin hâkim olacağı, tartışılmayacağı, evet, benim ülkemde de "Berlin'de hâkimler vardır" diyecek şekilde vatandaşların adalet duygusunun tatmin edileceği bir düzen getirmek lazım.
Kanunlarımızın birçoğu, 1920'li, 1930'lu yıllarda, Avrupa'da, faşizmin, Nazizmin hâkim olduğu, demokrasinin ve ortak değerlerinin, temel hak ve hürriyetlerin yerleşmediği dönemlerde yapılmış kanunlardır. Bu kanunların birçoğunun elden geçirilmesi gerekir.
1980 sonrası ararejim döneminde yapılan kanunlar var. Bunları, Anayasa Mahkemesi dahi denetleyemiyor. Muhterem Anayasa Mahkemesi Başkanı, bir vesileyle bunu ifade ettiler; acilen, bu denetime mâni olan Anayasanın geçici hükmünün kaldırılması lazım. Bunlardan ürkmemek lazım. Biz, Meclis olarak ürkersek, başkaları, milleti üzerinde başka otoriteler koyar ve millete ıstırap veren birtakım uygulamalara girer. Milletin haklarını koruyacağı son kale, Millet Meclisidir, milletin Meclisidir. Onun için, bu mesele fevkalade mühimdir.
Kanunlar, insanlar içindir değerli arkadaşlar. Milletin uzlaşma sahasında ortak hükümlerdir. Millete rağmen kanun olmaz. Millete rağmen kanun ve Anayasada olmasa da, birtakım yorumlara ve birtakım gerekçelere dayanarak, siz onu kanun gibi uygulayarak millete zulüm edemezsiniz; kimse, milletle harp edemez, onu söylemek istiyorum. Onun için, Meclisin, bunlara el koyması lazım. Çoğunluk kanunları değiştirir, azınlığın da hakkı korunur, temel haklar korunur; bu, budur. Bir kişi dahi olsa, hak sahibi hak sahibidir.
Toplumun değerleri, kanunların düzenlenmesinde esastır. Kanunlarla toplum değiştirilemez. Bunu, Sovyet Rusya yetmiş yıl denedi; yetmiş yıl denedi ve çöktü. Bizde, hâlâ, bu mantık var. Şimdi, üzerinde durmak istemiyorum; yani, biz, geçmişte, 20 nci Dönemde, bunları müşahede ettik. Belirli yerlerden, belirli merciilerden, , belirli gruplar, belirli camialar, millet üzerinde baskı kurmak için, 1950 -1946- öncesi antidemokratik totaliter zihnîyetleri tekrar iktidara getirmek istiyorlar. Demokrasi ve millî hâkimiyet, onlara göre, onların değerlerini zaafa uğratmış; bunları tekrar geri getirmek gerekir diyorlar. Elbette, bu millet ve bu Meclis, buna karşı olacaktır değerli arkadaşlar.
Değerli arkadaşlar, tabiî, bu Meclisin aslî görevi, vatandaşın hakkını korumaktır. Devlet, her şeyiyle teşkilatlı bir güçtür; ona karşı vatandaşın hakkını kim koruyacak; bu Meclis koruyacak. 1961 Anayasası, kişi haklarının korunmasına öncelik tanıyan bir anlayışla hazırlanmıştı; ama, maalesef, 1982 Anayasası, devleti koruyacağız diye, insanı ezen, toplumu ezen, milleti ezen bir anlayışla tekrar getirildi, koyuldu; totaliter bir anlayışla yapıldı ve 1982 Anayasasını millet tartışmadı. Referandum falan hikâyedir, şeklî bir göstermeliktir. Kimse, çıkıp, o Anayasanın aleyhine bir söz söyleyemedi; hatta, ben biliyorum ki -köy ismi vereyim size- o Anayasayı reddeden köydeki insanlar toplandı, hapsedildi; reddedenler cezalandırıldı. Yani, hukuk dışı, demokrasi dışı bir ortamda yapılmış olan bir Anayasadır. Allayıp pullayıp, nereye koyacaksak oraya koyalım; ama, millet ihtiyacına uygun yeni bir anayasa getirmeye mecburuz.
Devlet güvenlik mahkemelerinin görev sahasındaki birçok kanunu, birçok görevi, devlet güvenlik mahkemelerinin dışına almak lazım dedim. Dün, evvelki gün, basında, televizyonlarda vardı. Malatya'da okuma hakkı elinden alınmış insanlar -Anayasaya rağmen ve YÖK Kanununun 17 nci maddesine rağmen, ek 17'ye rağmen, okuma hakkı elinden alınan insanlar- bu haklarımızı istiyoruz diye kadınlı erkekli nümayiş yapınca, bunlar idam talebiyle mahkemeye sevk ediliyor; nereye; devlet güvenlik mahkemesine. Devlet güvenlik mahkemesinin vazifesi bu mudur; hakkını isteyen insanı idam talebiyle yargılamak mıdır?! Bunları, devlet güvenlik mahkemesinin sahasından çıkarıp, sivil mahkemelere, daha doğrusu, normal mahkemelere tevdi etmek gerekir.
Değerli arkadaşlar, tabiî, şimdi, biz, bu kanunu, İnsan Hakları Mahkemesine, uluslararası kurumlardan gelen talepler üzerine değiştiriyoruz. Merak ettim de, burada, önümde, Lozan Antlaşması metni var; bir ara da karıştırmıştım, tekrar baktım...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN Sayın Ayhan, 2 dakika eksüre veriyorum.
Buyurun efendim.
CEVAT AYHAN (Devamla) Teşekkür ederim efendim.
Batı, kendi insanının insan haklarını koruma bakımından bugün bu noktaya gelmemiş; ikiyüz yıldır, üçyüz yıldır, ta Magna Carta'dan beri bu mücadeleyi vermiş, bunu bir temel üzerine oturtmuş.
Müteakip maddeler üzerinde de söz alacağım; ama, bir iki hususu burada arz etmek istiyorum.
Bakın, bizim, Lozan Barış Antlaşmasına, Batı, Türkiye'deki gayrimüslimlerin, yani azınlık hukukuna girenlerin, Türkiye'deki kendi vatandaşlarının, o düveli muazzamaya mensup Batılı ülkelerin vatandaşlarının hukukunu korumak için ne maddeler koydurulmuş; bunları, müteakkip madde görüşülürken, sizi sıkmadan kısaca arz edeceğim. Bunu niçin söylüyorum; o zaman Batı bunu yapmış, cumhuriyet kurulurken Lozan barışında yapmış, Antlaşmaya madde olarak koydurmuş; şimdi, yine, DGM'nin değişikliğini de, biz, Batı'nın baskısıyla yapıyoruz diye bundan üzülüyorum, taaccüb ediyorum. Onun için, size burada bunu arz etmekte fayda görüyorum.
Hepinizi hürmetle selamlarım. (FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum Sayın Ayhan.
Başka söz talebi var mı efendim? Yok.
Madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmış bulunuyor.
Maddeyle ilgili önerge bulunmamaktadır.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
Geçici 1 inci maddeyi okutuyorum:
GEÇİCİ MADDE 1. Bu Kanunun yayımı tarihinde Devlet Güvenlik Mahkemelerinde görev yapan askerî hâkim ve Cumhuriyet savcılarının görevleri sona erer; bunlara atamaları yapılıncaya kadar Millî Savunma Bakanı tarafından askerî mahkemelerde veya yargı ile ilgili idarî görevlerde rütbe ve kıdemlerine uygun olarak geçici yetki verilebilir.
BAŞKAN Geçici madde 1 üzerinde gruplar adına, tek bir söz talebi var; Fazilet Partisi Grubu adına Adıyaman Milletvekili Sayın Dengir Fırat... (FP sıralarından alkışlar)
Sayın Fırat, buyurun efendim.
Süreniz 10 dakikadır.
FP GRUBU ADINA DENGİR MİR MEHMET FIRAT (Adıyaman) Sayın Başkanım, sayın milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Uzun bir süreden beri, devlet güvenlik mahkemeleri ve Askerî Hâkimler Kanunundaki değişikliği görüşüyoruz ve son maddelerine de gelmiş bulunuyoruz. Şimdi, biraz geriye döndüğümüz zaman, bunun, aslında bu maddelerle ilgili Anayasadaki hükümlerin değiştirilmesine uyum sağlanması için getirilmiş olan teknik maddeler olduğunu görüyoruz ve bir yerde kendime soruyorum, diyorum ki: Anayasadaki bu değişikliğin yapılma isteği, halkımızın bir ihtiyacından mı doğdu; böyle bir talep mi vardı, böyle bir sıkıntı mı vardı veya halkımızın büyük bir kesiminin veya hukuk çevrelerinin, DGM'lerdeki askerî hâkim ve savcıların mükemmel olan hukuk sistemimize aykırı bir yönü olduğu için böyle şeklî bir değişiklik yapma ihtiyacı mı doğdu; hayır. Peki, nereden doğdu; daha evvel, Türkiye Cumhuriyeti Meclisince de onaylanmış olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine aykırı olan bir madde olduğu için Anayasamızdaki bu madde, buna uyum sağlamak için bir değişikliğe gitme ihtiyacı hissedilmiştir. Kaldı ki, bundan, ben, bir hukukçu olarak üzüntü duymuyorum; çünkü, Anayasamız gereği ve globalleşen dünyada insan haklarının en üst noktaya vardığı yerde, uluslararası hukukun, uluslararası antlaşmaların iç hukuk sistemimizin birer yasası olduğu hatta, Anayasa Mahkemesinin itirazı kabil olmayan yasalardan olduğu ve buna uyum sağlamanın gerektiğinin inancı içerisindeyim ve Türkiye'de faydalı olacağı kanısındayım; ancak, bu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine şöylesine bir göz gezdirdiğim zaman, bu toplantılarımızın, ne ilk ne de son olacağı kanısına vardım. Zira, bugüne kadar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, DGM'den dolayı giden şikâyetleri 4 üncü maddeden dolayı döndürüyordu veya Türkiye Cumhuriyetini tazminata mahkûm ediyordu; ancak, ondan sonraki maddelerini okuduğumuz zaman, bundan sonra gidecek olan davalarda da başka sebeplerden dolayı aynı karara varacağını şimdiden söylemekte fayda var; çünkü, DGM'leri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin hiçbir maddesine uydurabilmek mümkün değil, öylesine bir ucube. Hukukun temel prensiplerine aykırı, hukukun tabiî hâkim anlayışına aykırı olan bir kuruluş ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarımızın, tebaa değil, eğer, vatandaş olduklarına inanıyorsak, her şeyden önce dünyanın artık, insanın fıtratında olan hukuk nosyonunun gereklerini yerine getirerek bu mahkemeleri ortadan kaldırmak gerekir.
Türkiye, çok başlı bir hukuk sistemine gidiyor; dünyanın hiçbir yerinde görülmemiş. Eğer, suçu Ankara'da işlerseniz başka ceza alıyorsunuz, suçu Diyarbakır'da işlerseniz başka ceza alıyorsunuz. Eğer, şu mahkemede yargılanırsanız cezanızın miktarı başka, diğer bir mahkemede yargılanırsanız aynı suçun cezası başka. Eğer, bir yerde bir suçtan dolayı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun vatandaş olarak size vermiş olduğu kendimizi savunma, avukat tutabilme hakkınız DGM'lik bir suçtan dolayı ise, bu hakkınız yok ediliyor. Orada hüküm yiyorsunuz, birisinde cezalarınız üçte iki iniyor, öbüründe inmiyor. Böylesine çok başlı bir hukuk sisteminin, öncelikle tebalıktan çıkmış, vatandaş olan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için, geciktirilmeden, bir an evvel ve öncelikle, 21 inci Dönem Mecliste sağlanmış olan bu mutabakatı değerlendirerek bir an önce getirilmesini özellikle rica ediyoruz, özellikle de istiyoruz. Bu mutabakatın uzun süre devam edeceği kanısında değilim. 21 inci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisinin siyasî yapısı incelendiğinde, belki, çeşitli nedenlerle, üçlü koalisyonun, şu anda daha sağlıklı gittiği görülse dahi, uzun bir süre içerisinde, bu mutabakatı, bu Mecliste yakalayabilmenin de güçlüğünün nazara alınarak, bir an evvel bu demokratikleşme ve insan haklarının, ister uluslararası anlaşmalara uyum sağlamak; ama, isterse, vatandaşımız hak ettiği için, bir an önce buraya getirilmesini istiyoruz.
Yine, bir tespitimi kısaca belirtmek istiyorum: Siz, güzide milletvekili arkadaşlarımla teker teker konuştuğumuz zaman, hepimizin kafasından aynı şeyin geçtiğini, aynı isteklerin olduğunu görüyorum. Türkiye'nin demokratik bir ülke olmasını; ama, herkese, her yerde ve daima gereken demokrasi miktarında demokrasi olması gerektiğini, dünyadaki en ileri ülkelerdeki insan haklarının bu vatandaşlarımıza da tanınması konusunda hiçbir görüş ayrılığımızın olmadığını çok büyük bir memnuniyetle görüyor ve tespit ediyorum; ama, şu Meclis kapısından içeriye girdiğimiz zaman, daha doğrusu şu Genel Kurul içerisine girdiğimiz zaman veya komisyon çalışmalarına girdiğimiz zaman, o parti disiplini dediğimiz olay, bir yerde, inanmadığımız şeyler için bizleri bir oy makinesi şekline getiriyor ve partimiz veya hükümetimiz, mensup olduğumuz hükümet neyi istiyorsa, yanlışlığına inanmış olmamıza rağmen, o şekilde oy kullanma zulmetine bizi düşürüyor.
Ümit ediyorum ki, doğruda ve bu ülkenin menfaatlerinde mutlak surette bir yerde mutabakat sağlayacağız ve inanıyorum ki, hepimiz, bu yurdun ve bu yurdun üstünde yaşayan insanların, artık, yalnız karınlarının doymasıyla buraya vatan olarak bakmadıklarını, bu ülkede, insan haklarına saygılı, bütün uluslararası hukuk normlarına uygun bir hukuk sistemi içerisinde yaşam tarzı ile bu ülkenin vatandaşı olmaktan gurur duymak istediklerinin bilinci içerisinde olduğu inancı içerisinde hepinizi saygıyla selamlıyorum, sağ olun.
Teşekkür ederim. (FP, MHP ve DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum Sayın Fırat.
Başka söz isteyen var mı efendim?.. Olmadığı anlaşıldı.
Madde üzerindeki konuşmalar tamamlanmıştır.
Maddeye ilişkin herhangi bir önerge bulunmamaktadır.
Geçici 1 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
Geçici 2 nci maddeyi okutuyorum:
Geçici Madde 2 Devlet Güvenlik Mahkemesinde görev yapan askerî hâkim ve Cumhuriyet savcılarından boşalan yerlere, bu kanunun yayımı tarihinden itibaren onbeş gün içinde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca atama yapılır.
Bu atamalar yapılıncaya kadar 2845 sayılı Kanunun 7 ve 8 inci madde hükümlerine göre işlem yapılır.
BAŞKAN Teşekkür ederim.
Geçici 2 nci madde üzerinde tek söz talebi var.
Fazilet Partisi Grubu adına Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan.
Buyurun Sayın Ayhan. (FP sıralarından alkışlar)
FP GRUBU ADINA CEVAT AYHAN (Sakarya) Muhterem Başkan, muhterem üyeler; DGM'lerle ilgili kanun tasarısının geçici 2 nci maddesi üzerinde söz almış bulunuyorum.
Bu maddede "Devlet Güvenlik Mahkemesinde görev yapan askerî hâkim ve Cumhuriyet savcılarından boşalan yerlere, bu kanunun yayımı tarihinden itibaren onbeş gün içinde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca atama yapılacağı" ifade edilmektedir.
Değerli arkadaşlar, kanun tasarısının sonuna geldik, inşallah biraz sonra da çıkacak. Ben, önceki konuşmamda, Batılı ülkelerin, demokrasinin yerleştiği ülkelerin, kendi vatandaşlarının hukukunu koruma bakımından ne kadar hassas olduğunu ve Lozan Barış Antlaşmasından buna ait bazı misalleri arz edeceğimi ifade etmiştim. Şimdi, müsaadenizle, bunları arz edeceğim.
Bakın, Lozan Barış Antlaşması madde 43:
"Gayri müslim azınlıklara mensup Türk vatandaşları -Türk vatandaşı, yani, diğer ülke vatandaşı değil; gayri müslimleri de himaye ediyorlar, sadece kendi vatandaşlarını değil. Yani, Anadolu'daki Rumlar, Ermeniler, vesaire, diğer unsurlar- dinî inançlarına aykırı veya dinî törenlerini bozacak herhangi bir işlemin yapılmasına zorlanmayacakları gibi, hafta tatilleri gününde mahkemelerde bulundurulmaktan veya herhangi bir kanunî işlem yaptırılmamasından kaçındıklarından dolayı, bunların hiçbir hakları düşmeyecektir."
Yani, onun bir dinî günü varsa, hafta tatiliyse, ayin günüyse, o gün, mahkemeye de gelmez, idarî makama da gelmez, onun hakkında herhangi bir işlem yapamazsınız deniliyor antlaşmaya konulan hükümde.
Bir diğeri... Bakınız, yine, Lozan Barış Antlaşmasının yargı yetkisiyle ilgili 16 ncı maddesi:
"Türkiye ile öbür âkit devletler arasında kararlaştırılmıştır ki, kişi halleri konularında, yani, evlenme, karı koca, mal ortaklığı, boşanma, ayrılık, çeyiz, babalık, evlatlık, evlat edinme, kişisel ehliyet, rüşt, vesayet, kayyımlık, kısıtlılık konularında ve taşınır mallarla ilgili konularda, vasiyet, miras, taksim ve terekenin tasfiyesinde, aile hukukuna ilişkin sorunlarda, adı geçen devletlerin Türkiye'de oturan -yani, Lozan Barış Anlaşmasında âkit olan taraf ülkelerin- veya orada bulunan vatandaşlarına karşı, ancak, kişi hakları söz konusu olan tarafın uyruğu olduğu ülkede toplanan millî mahkemeleri ya da diğer millî makamları yetkili olacaktır." Yani, Türkiye'de olan ülkelerin vatandaşları, Türkiye'de olanlar hakkında kararı, Türkiye Cumhuriyeti mahkemeleri vermeyecek, kimin vatandaşı ise o verecek diyor.
Bir diğer madde "adlî işlere ilişkin bildiri" İsmet Paşa, Dr. Rıza Nur ve Hasan Saka'nın imzaları var. Ne zaman? 24 Temmuz 1923 tarihinde. Bu, enteresan bir maddedir. Yani, Türkiye'de hukukî değişikliğe bizi nasıl zorladıklarının işaretidir. Onun için, ben, üzüldüğümüzü ifade ettim; ama, o dönemleri burada okuyunca, fazla da üzülmüyorum. Demek, bizim kaderimiz buymuş diyorum.
Bakın "yine de, Türkiye Hükümeti, ahlakî ve medenî gelişmelerin haklı göstereceği reformları yapmak için, inceleme ve araştırma yaptırmaya hazırdır" deniliyor. Evet, 1 inci madde. "Türkiye Hükümeti, Avrupalı hukuk danışmanlarını beş yıldan az olmamak üzere, gerek göreceği bir süre için Türkiye'de bulunduracaktır" deniliyor. Antlaşmanın şartı bu ve "bu hukuk danışmanları, kanun komisyonlarının çalışmalarına katılacaklar -kanun yapan komisyonların çalışmalarına katılacaklar Avrupalı hukukçular- ve hâkimler sınıfının görevlerine müdahale etmeksizin, Türkiye'de hukuk, ticaret ve ceza mahkemelerinin görevlerini nasıl yürüttüklerini izlemekle ve Adalet Bakanına gerekli görecekleri raporları vermekle görevlendirileceklerdir. Bu danışmanlar gerek hukuk, ticaret veya cezaya ilişkin adlî işlemlerle ilgili, gerek cezaların yerine getirilmesinden veya gerek kanunların uygulanmasından doğabilecek bütün şikâyetleri kabul etme hakkına sahiptirler." diyor -Lozan Barış Antlaşmasının hükmü- ve devam ediyor; burada hepsini okuyup, sizi sıkmak istemiyorum. Yani, artık, bizim, 1999 yılında, 2000 yılına girerken, şu Avrupa'dan gelen, bilmem nereden gelen baskılarla hukuk düzenimizi değiştirmeyi, kanunlarımızı değiştirmeyi bir tarafa bırakıp, milletimize saadet verecek bir şekilde kanunlarımızı, düzenimizi yeniden geliştirmemizde fayda var diyor, kanunun hayırlı olmasını diliyor, hepinizi hürmetle selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN Teşekkür ediyorum Sayın Ayhan.
Başka söz talebi var mı efendim? Yok.
Maddeyle ilgili önerge bulunmamaktadır.
Hükümet, bir ibarenin düzeltilmesi konusunda görüş açıklayacaklardır, buyurun efendim.
ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Geçici maddelerde devlet güvenlik mahkemelerinden söz edilmiştir; ancak, geçici 2 maddede yanlışlıkla "çoğul" yerine "devlet güvenlik mahkemesinde" ibaresi kullanılmıştır, onun "devlet güvenlik mahkemelerinde" biçiminde düzeltilmesini arz ederim.
BAŞKAN Teşekkür ediyorum.
Yapılan bu düzeltmeyle geçici 2 nci imaddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Geçici madde 3'ü okutuyorum:
GEÇİCİ MADDE 3. Bu Kanunun yayımı tarihinden önce Devlet Güvenlik Mahkemelerinde görülmekte olan davalara kaldığı yerden devam olunur.
BAŞKAN Madde üzerinde söz isteyen?.. Yok.
Maddeyle ilgili önerge bulunmamaktadır.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler.... Kabul edilmiştir.
8 inci imaddeyi okutuyorum:
MADDE 8. Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN Madde üzerinde söz isteyen var mı? Olmadığı anlaşıldı.
Maddeyle ilgili herhangi bir önerge de bulunmamaktadır.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
9 uncu maddeyi okutuyorum:
MADDE 9. Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
TURHAN GÜVEN (İçel) Sayın Başkan, soru sorma hakkımız var değil mi?
BAŞKAN Efendim, tamamını bitirelim, ondan sonra...
Madde üzerinde söz isteyen var mı? Olmadığı anlaşıldı.
Maddeyle ilgili önerge de bulunmamaktadır.
Buyurun efendim.
TURHAN GÜVEN (İçel) Sayın Başkanım, tabiî çok süratle geçiyor, o nedenle yetişemedik ve Doğru Yol Partisi olarak bir tereddütümüzü devamlı ifade etmeye çalıştık.
Bir evvelki maddede "devlet güvenlik mahkemelerinde görülmekte olan davalara kaldığı yerden devam olunur" denilmektedir; acaba, bu ifade yeterli mi olacaktır? Bu konuda bizim tereddütümüz halen devam etmektedir; yani, yarın birileri çıkıp da, yapılan işlemlerin usul bakımından ne olup olmayacağını sorma durumunda olabilir mi? Hükümet ne düşünüyor? Ben onu arz etmek istedim.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN Sayın Hükümet cevap vermek istiyor mu; buyurun.
ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yürürlükteki mevzuatta, zaten, devlet güvenlik mahkemeleri yedek üyelerle çalışan mahkemeler olarak düzenlenmiştir; bu birinci nokta.
İkincisi; devlet güvenlik mahkemelerinde bir üye değiştiği zaman, o üyenin geçmiş oturumlara ait tutanakları okuyarak göreve başladığının belirtilmesi gerekir. Yine bu da, Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunda öngörülmüştür.
Ayrıca, bazı davalarda, örneğin halen İmralı'da görülmekte olan davada, bir başka yönden de tedbir alınmıştır; Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 381 inci maddesine göre, bir celsede bitmeyecek olan davalarda, bir hâkimin ayrılması durumunda, üyelerden birisinin ayrılması durumunda, onun yerine görev yapmak üzere bir yedek hâkim, başlangıçtan itibaren birleşimlere katılabilir. Bu tedbir de alınmıştır.
Bu bakımdan, herhangi bir değişiklik, herhangi bir aksama söz konusu olmayacaktır. Sadece, askerî üyelerin yerine yedek üyeler gelecektir. Zaten, bugün, kabul ettiğimiz bir değişiklikle de, bunu, Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 7 nci maddesinin ikinci fıkrasında açıklığa kavuşturmuş bulunuyoruz. Bu bakımdan, herhangi bir aksama meydana gelmeyecektir.
Ayrıca, bir nokta daha var, onu da bu vesileyle açıklığa kavuşturmak isterim. Bildiğiniz gibi, Yargıtay'ın da Ceza Genel Kurulunun verdiği çeşitli kararlarda yerleşik içtihat halinde belirttiği gibi, usul kanunları derhal yürürlüğe giren kanunlardır. Onlarda derhal yürürlüğe girme ilkesi geçerlidir, geriye yürüme söz konusu değildir. Her usul kanunu, yürürlükte bulunduğu dönemde yapılmış olan usul işlemleri geçerliliğini korur, onların tekrarlanması gerekmez.Bu bakımdan, davaların kaldığı yerden devam etmesi hem Yargıtay içtihatlarıyla açıklığa kavuşmuş hem de doktrinde kabul gören bir genel görüştür. O bakımdan, bu ifade yerindedir; mevcut içtihatlara ve doktrine uygundur, usul kanunlarının niteliğine uygundur. Bugüne kadar yapılmış olan işlemler, şimdiye kadar yürürlükte olan hükümlere göre ve bu kanun yürürlüğe girdiği andan itibaren yapılacak olan işlemler de, usul kanunlarının derhal yürürlüğe girmesi ilkesi gereğince yürürlük anından itibaren hüküm ifade edecektir ve uygulanacaktır. Herhangi bir aksama söz konusu değildir.
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
9 uncu maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...Kabul etmeyenler...Madde kabul edilmiştir.
Tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...Kabul etmeyenler...Kabul edilmiştir.
Memleketimize, milletimize hayırlı olsun. (Alkışlar)
ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) Sayın Başkan, izin verir misiniz efendim.
BAŞKAN - Sayın Bakan, teşekkür konuşması yapmak istiyorlar; buyurun efendim. (Alkışlar)
ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kabul etmiş olduğumuz kanun tasarısıyla devlet güvenlik mahkemeleri, bugün, yeni bir yapılanmaya kavuşmuştur. Böylece, devlet güvenlik mahkemelerinin 1973'te hukukumuza ilk kez girmesiyle başlayan bir evrim, bugün, yeni bir aşamaya ulaşmıştır. Bu evrim, bir yandan Anayasa değişikliğiyle, bir yandan onu ilgili yasalara intikal ettiren bugünkü değişiklikle tamamlanmış bulunmaktadır; ama, bu, devlet güvenlik mahkemeleriyle ilgili her sorunun çözüldüğü anlamına gelmemektedir. İleride de, devlet güvenlik mahkemelerini çağdaş hukuk anlayışına her yönüyle uygun bir uzmanlık mahkemesi haline getirme yolundaki çabalar devam edecektir; ama, biz, bugün, çeşitli partiler tarafından ifade edilen görüşler ileride değerlendirilmek üzere, önemli bir değişikliği gerçekleştirmiş bulunuyoruz. Bu değişikliğe katkıda bulunan bütün partilerimize, bütün milletvekillerimize içtenlikle teşekkür ediyorum.
Ayrıca, bu son konuşmada da, teşekkürü unutmamamız gereken insanlar olarak askerî hâkimlere, bugüne kadar devlet güvenlik mahkemelerinde görev yapan askerî hâkimlere teşekkürlerimizi, sanıyorum ki, sadece hükümet adına değil -daha önce söz alan milletvekillerinin de ifade ettiği gibi- Meclis adına da ifade edebiliriz. Onlar, bütün bu konuşmalarda açıklanan nedenlerden dolayı, bundan sonra, görevlerini askerî mahkemelerde veya kendilerine verilecek olan askerî yargıyla ilgili diğer görevlerde sürdüreceklerdir. Bugüne kadarki hizmetlerinden dolayı, onlara, bir kez daha teşekkür ediyorum; bundan sonraki görevlerinde de başarılar diliyorum.
Meclisin, gerek Anayasanın 143 üncü maddesinde gösterdiği işbirliğinde gerek bu kanunun çıkmasında gösterdiği işbirliğinde ve bütün milletvekillerimizin yaptığı katkılarda, ben, Türkiye'de demokratikleşme ve çağdaş insan haklarına uygun bir Anayasaya kavuşma yolunda atılacak adımların önemli bir desteğini gördüm, bu destek için bütün milletvekillerimize, bütün siyasî partilerimize, bütün gruplarımıza bir kez daha teşekkür ediyorum.
Bu kanunun hayırlı olmasını diliyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN Biz de, Sayın Bakanımıza teşekkür ediyoruz.
Sayın milletvekilleri, daha önce aldığımız karar mucibince, Kuzeyden Keşif Harekâtının Görev Süresinin Uzatılmasına İlişkin Başbakanlık Tezkeresi ile kanun tasarı ve tekliflerini görüşmek için, 23 Haziran 1999 çarşamba günü saat 15.00'te toplanmak üzere birleşimi kapatıyor, hepinize saygılar sunuyorum.
Kapanma Saati : 19.35
VII. SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1. Balıkesir Milletvekili İlyas Yılmazyıldızın;
Sözleşme süreleri dolmadan işine son verilen geçici işçilere,
Balıkesir İlinde meydana gelen Şap hastalığına ve korunma programlarına,
İlişkin soruları ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalpin yazılı cevabı (7/27, 28)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Tarım ve Köyişleri Bakanı tarafından yazılı olarak cevaplandırılması için gereğini arz ederim.
Saygılarımla.
İlyas Yılmazyıldız
Balıkesir
Sorular :
1. 6.1.1999 tarihli ve 027/421 sayılı Tarım ve Köyişleri Bakanı Sayın Mustafa Taşar imzalı yazıya göre Bakanlığa bağlı geçici işçilerin 7.1.1999 tarihinde işe başlatılarak yıl sonuna kadar çalışması öngörülmüşken, bu geçici işçilerin işine neden son verilmiştir?
2. 30.4.1999 tarihli ve 027/10421 sayılı yazı ile Bakan Sayın Mahmut Erdir tarafından yapılan değişikliğin gerekçesi nedir? Devlette devamlılık ilkesi esas olduğuna göre daha önceki bakan tarafından 7.1.1999 tarihinden başlamak üzere yıl sonuna kadar çalışma sözü verilen geçici işçiler ne zaman işe başlatılacaktır?
3. Tarım ve Köy İşleri Bakanlığında geçici olarak çalışan işçi sayısı nedir?Genelge değişikliği sonucunda işten çıkartılan kaç işçi vardır?
4. Geçici statüde sosyal ve ekonomik güvencelerden yoksun bir şekilde çalışarak ailelerinin geçimlerini sağlamaya çalışan bu işçilere kadro verilmesi hususunda bir çalışma yapılmakta mıdır?
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Tarım ve Köyişleri Bakanı tarafından yazılı olarak cevaplandırılması için gereğini arz ederim.
Saygılarımla
İlyas Yılmazyıldız
Balıkesir
Sorular :
1. Balıkesir-Bakacak ve Balıkesir -Balya-Yenikavak, Yarışalan köylerinde Şap hastalığının varlığı tespit edilmiştir. İlimiz hayvancılığını olumsuz etkileyen bu hastalığın önlenmesi için ne gibi tedbirler alınmıştır? Alınan tedbirler yeterli midir?
2. Balıkesir İlimizde meydana gelen Şap hastalığının kaynağı saptanmış mıdır? 1996 yılında Şap virüsünün İranda görülen yeni türü 1998 yılı başında ülkemizde yayılmaya başlamıştır. Bu bölgelerden gelen hayvan hareketlerinin kontrolü yapılmakta mıdır?
3. Hastalığın tekrarlamaması için gerekli olan aşılamalar zamanında yapılmakta mıdır? Hastalıktan korunma programlarının etkili bir şekilde sürdürülebilmesi için gerekli olan kaliteli aşı temin edilip Balıkesir İlimizde kullanılmakta mıdır?
4. Balıkesir-Bakacak ve Balıkesir -Balya-Yenikavak, Yarışalan köylerinde meydana gelen Şap hastalığı sebebiyle oluşan maddî bir zarar tespit edilmiş midir? Tespit edildi ise bu zarar Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından karşılanmış mıdır?
5. Balıkesir bölgesinde çiftçilerimize Şap ve bulaşıcı hayvan hastalıkları konusunda bir eğitim programı düzenlenmiş midir? Düzenlemeyi düşünüyor musunuz?
T.C.
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı
Araştırma, Planlama ve Koordinasyon 22.6.1999
Kurulu Başkanlığı
Sayı :KDD.SÖ.1.01/1268
Konu :Yazılı Soru Önergesi.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi :T.B.M.M. Başkanlığı Genel Sekreterliğinin 9.6.1999 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-268 sayılı yazısı.
İlgide kayıtlı yazı ekinde gönderilen Balıkesir Milletvekili İlyas Yılmazyıldıza ait iki adet yazılı soru önergesine ilişkin, Bakanlığımız görüşleri ekte sunulmuştur.
Bilgilerinize arz ederim.
Prof. Dr. Hüsnü Yusuf Gökalp
Tarım ve Köyişleri Bakanı
Esas No. :7/27
Evrak Kayıt No. :156/00827
Balıkesir Milletvekili İlyas Yılmazyıldızın, sözleşme süreleri dolmadan işine son verilen geçici işçiler konusundaki yazılı soru önergesinde yer alan, bakanlığımızla ilgili sorular ve bunlara ait cevaplar aşağıda belirtilmiştir.
Soru 1. 6.1.1999 tarihli ve 027/421 sayılı Tarım ve Köyişleri Bakanı Sayın Mustafa Taşar imzalı yazıya göre Bakanlığa bağlı geçici işçilerin 7.1.1999 tarihinde işe başlatılarak yıl sonuna kadar çalışması öngörülmüşken, bu geçici işçilerin işine neden son verilmiştir?
Cevap 1. 1999 Malî Yılı 4387 sayılı Geçici Bütçe Kanununun 6 ncı maddesi uyarınca 15 Ocak 1999 tarihli mükerrer sayılı Resmî Gazetede yayımlanan Bakanlar Kurulunun 99/12287 sayılı Kararname eki kararı gereği, bakanlığımızın mevsimlik işçi ihtiyacının karşılanması ve yılın ilk altı ayında mevcut çalışan 5620 adet mevsimlik işçimizin ara vermeksizin çalıştırılması amacı ile 5.1.1999 tarih ve 349 sayılı yazımızla toplam 33720 adam/ay kadro vizesi Maliye Bakanlığından talep edilmiştir. Anılan bakanlık 15.1.1999 tarih ve 13800/533 sayılı yazı ile Ocak, Şubat, Mart ve Nisan 1999 ayları için 5620şer, Mayıs ve Haziran ayları için ise 1760ar adam/ay olmak üzere toplam 26 000 adam/ay vize vermiştir.
6.4.1999 tarihli ve 8589 sayılı yazımız ile Mayıs ve Haziran aylarında 5620 adet çalışan işçimizin tamamı için tekrar vize talep edilmiş ise de, Maliye Bakanlığı 27.4.1999 tarih ve 13800/6250 sayılı yazıları ile daha önce verilen aylık 1760 adam/aya ilaveten 2457 adam/ay olmak üzere Mayıs ayı içinde 4217 adam/ay ve Haziran ayı için de 4217 adam/aylık vize vermiştir, dolayısı ile anılan bakanlıktan yeterli sayıda geçici işçi kadro vizesi alınamadığı için, bu aylara münhasır olmak üzere 1403 geçici işçi istihdam edilememiştir.
Soru 2. 30.4.1999 tarihli ve 027/10421 sayılı yazı ile Bakan Sayın Mahmut Erdir tarafından yapılan değişikliğin gerekçesi nedir? Devlette devamlılık ilkesi esas olduğuna göre daha önceki bakan tarafından 7.1.1999 tarihinden başlamak üzere yıl sonuna kadar çalışma sözü verilen geçici işçiler ne zaman işe başlatılacaktır?
Cevap 2. Birinci maddede açıklanan sebeplerden dolayı, Maliye Bakanlığı tarafından vizesi verilmeyen 1403 geçici işçinin istihdamı sağlanamadığından, teşkilâta gönderilen 30.4.1999 tarih ve 10421 sayılı yazımızla kıdem süresine göre işe başlatılma esası getirilmek zorunda kalınmıştır.
Maliye Bakanlığından yine Temmuz 1999 ve müteakip ayları için 10.6.1999 tarih ve 14516 sayılı yazımızla aylık 5620 adet ve toplam 33720 adam/ay geçici işçi kadrosu istenilmiştir. Talebimiz uygun görüldüğü takdirde mevsimlik işçilerin tamamı yıl sonuna kadar çalıştırılacaktır.
Böylelikle, görev alamayan işçilerimiz de Temmuz 1999 ayı itibariyle görevlerine başlatılacaklardır.
Soru 3. Tarım ve Köy İşleri Bakanlığında geçici olarak çalışan işçi sayısı nedir?Genelge değişikliği sonucunda işten çıkartılan kaç işçi vardır?
Cevap 3. Tarım ve Köyişleri Bakanlığında 5620 adet geçici işçi çalışmaktadır. Maliye Bakanlığınca yeterli geçici işçi kadro vizesi verilmemesi üzerine 1403 kişi de göreve başlatılamamıştır.
Soru 4. Geçici statüde sosyal ve ekonomik güvencelerden yoksun bir şekilde çalışarak ailelerinin geçimlerini sağlamaya çalışan bu işçilere kadro verilmesi hususunda bir çalışma yapılmakta mıdır?
Cevap 4. Bakanlığımızda geçici statüde çalışan işçilerimizin, daimi işçi statüsüne geçirilmeleri için yıllardır Başbakanlık ve Maliye Bakanlığı nezdinde girişimlerde bulunulmuşsa da, bugüne kadar yeterli sonuç elde edilememiştir.
Bu yıl da Bütçe Kanununu müteakip aynı çabalar gösterilecektir.
Esas No. :7/28
Evrak Kayıt No. :160/00855
Balıkesir Milletvekili İlyas Yılmazyıldızın, Balıkesir İlinde meydana gelep Şap hastalığına ve koruma programlarına ilişkin yazılı soru önergesinde yer alan, bakanlığımızla ilgili sorular ve bunlara ait cevaplar aşağıda belirtilmiştir.
Soru 1. Balıkesir-Bakacak ve Balıkesir -Balya-Yenikavak, Yarışalan köylerinde Şap hastalığının varlığı tespit edilmiştir. İlimiz hayvancılığını olumsuz etkileyen bu hastalığın önlenmesi için ne gibi tedbirler alınmıştır? Alınan tedbirler yeterli midir?
Cevap 1. 1999 Yılı Hayvan Hastalık ve Zararlıları ile Mücadele Programı gereği Balıkesir İlinde Şap hastalığı ile mücadele kapsamında 287 891 büyükbaş programa alınmış ve 31 Mayıs itibariyle 98 102 büyükbaş, 98 257 küçükbaş hayvana şap aşısı tatbik edilmiş olup, aşılamalar devam etmektedir.
Soru 2. Balıkesir İlimizde meydana gelen Şap hastalığının kaynağı saptanmış mıdır? 1996 yılında Şap virüsünün İranda görülen yeni türü 1998 yılı başında ülkemizde yayılmaya başlamıştır. Bu bölgelerden gelen hayvan hareketlerinin kontrolü yapılmakta mıdır?
Cevap 2. Ülkemizde ilk defa 1998 yılında görülen A İran tipi Şap hastalığı ile yapılan mücadele sonucunda hastalık kontrol altına alınmış olup, 1999 yılı içerisinde A İran tipi Şap hastalığı görülmemiştir. Bu tipe karşı aşı üretim çalışmalarına Şap Enstitüsünde devam edilmektedir.
Balıkesir İlinde 1.1.1999 tarihi ile 14.6.1999 tarihleri arasında toplam 30 mihrakta Şap hastalığı görülmüş olup, bu mihrakta 3285 sayılı Hayvan Sağlığı ve Zabıtası Kanunu hükümleri gereği hastalık takipleri yapılmış, her türlü idarî ve fennî tedbirler alınarak (karantina, dezenfeksiyon) hasta hayvanların tedavileri yapılmış ve 14.6.1999 tarihi itibariyle 15 mihrakta hastalık sönmüş olup, 15 mihrakta hastalık devam etmektedir. Balıkesir İlinde hastalıktan dolayı 6 buzağı, 4 kuzu ölmüştür. İle toplam 172 780 doz Şap aşısı gönderilmiştir.
Hastalık ülkemizde mevcut olup, illegal hayvan hareketleri nedeniyle zaman zaman artış göstermektedir.İllegal hayvan hareketlerinin önlenmesi için teşkilâtımız uyarılmış olup, güvenlik güçleri ile müşterek çalışarak gerekli tedbirler alınmıştır.
Soru 3. Hastalığın tekrarlaması için gerekli olan aşılamalar zamanında yapılmakta mıdır? Hastalıktan korunma programlarının etkili bir şekilde sürdürülmesi için gerekli olan kaliteli aşı temin edilip Balıkesir İlimizde kullanılmakta mıdır?
Cevap 3. Balıkesir İlinde hastalıkla ilgili aşılamalara zamanında başlanmış olup, Şap Enstitüsü Müdürlüğümüzün 1998 yılı Temmuz ayında havalandırma ve klimitizasyon sisteminin yapımına başlanmış olup, bu süre zarfında aşı üretimi durdurulduğu için, kısa bir süre aşı üretimine ara verilmiştir. Bu nedenle illere gönderilecek aşıların sevkiyatında aksamalar olmuştur. 21 Mayıs 1999 tarihinden itibaren illere Şap aşısı sevkiyatına başlanmıştır. Şap Ensititüsünde 1 650 000 doz illere sevkedilmek üzere aşı stoku bulunmaktadır. Talep edilen illere aşı gönderilmektedir.
Soru 4. Balıkesir-Bakacak ve Balıkesir -Balya-Yenikavak, Yarışalan köylerinde meydana gelen Şap hastalığı sebebiyle oluşan maddî bir zarar tespit edilmiş midir? Tespit edildi ise bu zarar Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından karşılanmış mıdır?
Cevap 4. Balıkesir İlinde meydana gelep Şap hastalığına, bakanlıkça tazminatlı mücadele bölgesi ilan edilmediği için tazminat ödemesi yapılması mümkün olmamaktadır. Diğer tazminatlı hastalıklarda hayvan sahiplerine, hayvanlarının bedellerinin tamamı veya bir kısmı ödenmektedir.
Bu tazminatların büyük bir çoğunluğu, 1994 yılından beri Akaryakıt Tüketim Fonundan bakanlığımıza aktarılan % 0.02 paydan ödenmekte idi.
20 Ekim 1998 gün ve 23499 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan 98/11803 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile bakanlığımıza bu fondan aktarılan miktar sıfırlanmış ve Toplu Konut Fonuna devredilmiştir.
Genel Bütçeden, tazminatlı hayvan hastalıklarına ayrılan ödenek yetersiz kalacağından, tazminatların ödenmesinde gecikmeler olabilecek ve salgın hastalıklarla mücadelede sıkıntı yaşanabilecektir. Bu nedenle Akaryakıt Tüketim Fonundan geçmişte olduğu gibi bakanlığımıza pay ayrılmasında büyük yarar görülmektedir.
Soru 5. Balıkesir bölgesinde çiftçilerimize Şap ve bulaşıcı hayvan hastalıkları konusunda bir eğitim programı düzenlenmiş midir? Düzenlemeyi düşünüyor musunuz?
Cevap 5. İl Müdürlerimiz ile Veteriner Kontrol ve Araştırma Enstitülerimiz tarafından çiftçilerimize hastalıklar konusunda sürekli eğitim çalışmaları yapılmaktadır.
VIII. KİT KOMİSYONU RAPORU
1.Kamu İktisadî Teşebbüslerinin denetimine ait 1995-1996 Yılı Komisyon Raporu (1)
(1) Kamu İktisadî Teşebbüslerinin denetimine ait 1995-1996 yılı Komisyon Raporu ayrıca basılıp dağıtılmıştır.
19 UNCU BİRLEŞİMİN SONU