DÖNEM : 21 CİLT : 53 YASAMA YILI : 3
T. B. M. M.
TUTANAK DERGİSİ
46 ncı Birleşim
18 . 1 . 2001 Perşembe
İ Ç İ N D E K İ L E R
Sayfa
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1. Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Kayanın, Avrupa, Anadolu ve Türklere ilişkin gündemdışı konuşması
2. Konya Milletvekili Özkan Öksüzün, Seydişehir Alüminyum Tesislerinin özelleştirilmesine ilişkin gündemdışı konuşması
3. Tekirdağ Milletvekili Bayram Fırat Dayanıklının, internet ve saydamlığa ilişkin gündemdışı konuşması
B) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ
1. Adana Milletvekili Mehmet Halit Dağlı ve 21 arkadaşının, Adana İlinin sosyo-ekonomik ve kültürel sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/167)
C) TEZKERELER VE ÖNERGELER
1. (10/10) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Geçici Başkanlığının, Komisyonun başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip üye seçimini yaptığına ilişkin tezkeresi (3/740)
2. Barış İçin Asyalı Parlamentolar Birliğinde (BAPB) Türkiye BüyükMillet Meclisini temsil edecek Türk grubunu oluşturmak için siyasî parti grup başkanlıklarınca aday gösterilen üyelere ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/741)
3. 9 Ocak 2001 tarihli 41 inci Birleşimde İsveç Parlamentosunun resmî davetine icabeti kabul edilen TBMM Başkanvekili Nejat Arsevene bir Parlamento heyetinin eşlik etmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/742)
D) OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI
1. TBMM Başkanvekili Mehmet Vecdi Gönülün, sözde Ermeni soykırımı kanunu tasarısının Fransa Parlamentosunda kabul edilmesi nedeniyle, bu kararın çifte standarda dayalı karar olduğuna ilişkin konuşması
IV. ÖNERİLER
A) DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ
1. Enerji alanındaki yolsuzluk ve usulsüzlükler konusunda, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mustafa Cumhur Ersümer hakkında verilen (11/6) esas numaralı gensoru önergesinin, gündemin Özel Gündemde Yer Alacak İşler kısmında yer almasına ve gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelerin 23.1.2001 Salı günkü birleşimde yapılmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi
V. KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
1. İzmir Milletvekili Rifat Serdaroğlunun; İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalının; Amasya Milletvekili Ahmet İyimayanın; Ankara Milletvekili Yıldırım Akbulutun; Şırnak Milletvekili Mehmet Salih Yıldırımın;Gaziantep Milletvekili Ali Ilıksoy, Konya Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara Milletvekili Nejat Arsevenin;İstanbul Milletvekili Ziya Aktaş ve 42 Arkadaşının; Zonguldak Milletvekili Hasan Gemicinin ve İzmir Milletvekili Işılay Saygının; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S. Sayısı :527)
2. Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilâtı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/53) (S. Sayısı :433)
3. Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/734) (S. Sayısı :549)
4. Uluslararası Denizcilik Örgütü Sözleşmesinde Yapılan Değişikliklerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ve Dışişleri komisyonları raporları (1/549) (S. Sayısı :202)
VI. SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1. Sivas Milletvekili Abdüllatif Şenerin, Andıç ve JİTEMe ilişkin Başbakandan sorusu ve Millî Savunma Bakanı Sabahattin Çakmakoğlunun cevabı (7/3191)
2. Şanlıurfa Milletvekili Mustafa Niyazi Yanmazın, İran fıstığı ithaline ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Mehmet Keçecilerin cevabı (7/3266)
3. Antalya Milletvekili Mehmet Zeki Okudanın, geçici işçilerle ilgili protokole ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı H. Hüsamettin Özkanın cevabı (7/3116)
4. Samsun Milletvekili Musa Uzunkayanın, bazı futbol maçlarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Fikret Ünlünün cevabı (7/3218)
5. Afyon Milletvekili İsmet Attilanın, Afyon-Çobanlar İlçesi Çok Programlı Lisesine ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlunun cevabı (7/3066)
6. Afyon Milletvekili İsmet Attilanın, Afyon-Dinar Millî Eğitim Müdürlüğüyle ilgili iddialara ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlunun cevabı (7/3129)
7. İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalının, İstanbulda okul müdürlüklerine yapılan atamalara ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlunun cevabı (7/3127)
8. Van Milletvekili Hüseyin Çelikin ülkemizde üniversite eğitimi gören yabancı uyruklu öğrencilere ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlunun cevabı (7/3014)
9. Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayırın, Bakanlığın Bursa İlindeki bazı projelere ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlunun cevabı (7/3047)
10. Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrakın, Kırıkkaledeki hastanelerin tıbbî cihaz sorununa ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Osman Durmuşun cevabı (7/3211)
I. GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat l5.00'te açıldı.
Denizli Milletvekili M. Kemal Aykurt'un, bayram tatilinde kapanan karayollarında can ve mal güvenliğinin sağlanması,
Muğla Milletvekili Metin Ergun'un, çeşitli çevrelerce yozlaştırılan güzel Türkçemizin yabancı dillerin etkisinden kurtarılması,
İçin alınması gereken tedbirler konusundaki gündemdışı konuşmalarına Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu;
Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, özelleştirmelere, özellikle Bursa Merinos Sanayiinin özelleştirilmesine ve çalışanlarının durumuna ilişkin gündemdışı konuşmasına da Devlet Bakanı Yüksel Yalova;
Cevap verdi.
Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın, (6/1014) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi okundu; sözlü soru önergesinin geri verildiği açıklandı.
Balıkesir Milletvekili İlyas Yılmazyıldız ve 31 arkadaşının, enerji alanındaki yolsuzluk ve usulsüzlüklerin ortaya çıkarılmasında ve Teftiş Kurulu raporlarının uygulanmasında görevinin gereklerini zamanında yerine getirmediği iddiasıyla Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mustafa Cumhur Ersümer hakkında bir gensoru açılmasına (11/6) ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; gensoru önergesinin görüşme gününün Danışma Kurulunca daha sonra belirleneceği bildirildi.
Trafik kazalarının nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan (10/139, 14, 126, 132 ve 133) Esas Numaralı Meclis Araştırması Komisyonu raporunun görüşmeleri tamamlandı.
Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonunda boş bulunan ve Fazilet Partisi Grubuna düşen bir üyeliğe, Grubunca aday gösterilen Bingöl Milletvekili Hüsamettin Korkutata seçildi.
Tekstil ve konfeksiyon sektörünün sorunlarının araştırılarak, alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla kurulan (10/10) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu üyeliklerine de partilerince aday gösterilen milletvekilleri seçildiler; Başkanlıkça, Meclis Araştırması Komisyonunun, başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip üye seçimini yapmak üzere toplanacağı gün, saat ve yere ilişkin duyuruda bulunuldu.
18 Ocak 2001 Perşembe günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşime 18.51'de son verildi.
Mehmet Vecdi Gönül
Başkanvekili
Hüseyin Çelik Levent Mıstıkoğlu
Van Hatay
Kâtip Üye Kâtip Üye
II. GELEN KÂĞITLAR
18.1.2001 PERŞEMBE No. : 66
Teklifler
1. - Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in; Bir İl Kurulmasına Dair Kanun Teklifi (2/662) (İçişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.1.2001)
2. - İstanbul Milletvekili Ahmet Çakar'ın; 26.10.1990 Tarihli ve 3671 Numaralı Türkiye Büyük Millet Meclisi Üyelerinin Ödenek, Yolluk ve Emekliliklerine Dair Kanuna Bir Ek Madde Eklenmesine İlişkin Kanun Teklifi (2/663) (Anayasa Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 11.1.2001)
Tezkere
1. - Türkiye Büyük Millet Meclisinin Denetimine Tâbi Kuruluşların 1999 Yılı Faaliyetleri, Bilanço, Kâr ve Zarar Hesaplarına Ait Raporların Sunulduğuna İlişkin Başbakanlık Tezkeresi (3/739) (Kamu İktisadi Teşebbüsleri Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 12.1.2001)
Yazılı Soru Önergeleri
1. - İstanbul Milletvekili Perihan Yılmaz'ın, DDY'nın zarar etme nedenlerine ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/3330) (Bakanlığa geliş tarihi : 17.1.2001)
2. - Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, MAZLUMDER Genel Başkanının yaptığı açıklamaya ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3331) (Başkanlığa geliş tarihi : 17.1.2001)
3. - Denizli Milletvekili Mustafa Kemal Aykurt'un, İzmir-Bornova'da bir taşınmazın kamulaştırma bedelinin ödenmediği iddiasına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/3332) (Başkanlığa geliş tarihi : 17.1.2001)
Meclis Araştırma Önergesi
1. - Adana Milletvekili Mehmet Halit Dağlı ve 21 arkadaşının, Adana İlinin sosyo-ekonomik ve kültürel sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/167) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.1.2001)
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 15.00
18 Ocak 2001 Perşembe
BAŞKAN: Başkanvekili Mehmet Vecdi GÖNÜL
KÂTİP ÜYELER: Levent MISTIKOĞLU (Hatay), Hüseyin ÇELİK (Van)
BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 46 ncı Birleşimini açıyor, hepinize en iyi dileklerimi ve saygılarımı sunuyorum.
Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden evvel, üç sayın milletvekiline gündemdışı söz vereceğim.
İlk söz, Avrupa, Anadolu ve Türkler hakkında söz isteyen Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Mehmet Kaya'ya aittir.
Buyurun Sayın Kaya. (MHP sıralarından alkışlar)
Süreniz 5 dakika efendim.
III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1. Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Kayanın, Avrupa, Anadolu ve Türklere ilişkin gündemdışı konuşması
MEHMET KAYA (Kahramanmaraş) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; "Avrupa, Anadolu ve Türkler" adlı gündemdışı konuşmamı yapmak üzere huzurlarınızda söz almış bulunuyorum; he-pinizi saygılarımla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, bu konuşmamda, coğrafî ve tarihî kronoloji içinde Anadolu ve Avrupa dengeleri olgusundan bahsetmek istiyorum.
Bugün, güncel bir konu olan Avrupa Birliğindeki gelişmeleri bugünkü bir olay olarak yorumlamanın noksan bir yorumlama olacağını düşünerek, Türkiye açısından bazı gerçekleri anlatmak, ileriye dönük bir yorumlama yapmak ve şahsî kanaatlerimi açıklamak üzere huzurlarınızdayım.
Değerli milletvekilleri, bugün, hepimizin bildiği gibi, coğrafî özellikler içinde birleşen ve üzerlerinde yaşayan canlılarla da bütünleşerek adlandırılan ve hakkında da tarih yazılarak tarif edilen bölgeler vardır. İşte bu bölgelerden biri de Avrasya adıyla belirlenen bölgedir. Avrasya Bölgesi, coğrafya olarak Avrupa, Anadolu, Hazar ve Urallardan Ortadoğu'ya kadar uzanan bölge olarak bilinmektedir. İşte, burada, görüyoruz ki, Anadolu kütle olarak Avrupa ile birlikte olan bir coğrafyaya sahiptir. Yine hepimizin bildiği basit bir coğrafya bilgisi olarak da Türkiye'nin Trakya kısmı zaten, Avrupa kısmı olarak bilinmektedir.
Değerli milletvekilleri, coğrafya olarak belirlenen Avrupa ve Anadolu küresel parçaları üzerinde birçok millet yaşamış ve birçok medeniyetlerin de yaratıcısı olmuşlardır. İşte bu Avrupa + Anadolu = Avrasya denkleminin çözümünde, Türklerin bu coğrafya üzerinde yok sayılamayacakları sonucu çıkmaktadır. Bu bağlamda, Türkler de, dünyada, evrensel bağlantılar içinde, diğer dünya milletlerinde olduğu gibi, doğudan batıya doğru asırlarca hareket etmişlerdir.
Bu hareketler içinde, Avrupalılar Amerika'ya, Çinliler, Araplar, Acemler, Ruslar ve Türkler de batıya doğru hareket etmişler ve halen de etmektedirler.
Görüyoruz ki, Türklerin, sosyolojik, biyolojik ve ekonomik olarak batıya doğru hareket etmeleri evrensel bir kuram içinde olmuştur. Türklerin insanî ve beşerî olarak bir evrensellik içinde batıya doğru hareketleri, Karadeniz'in kuzeyinden ve güneyinden aynı zaman içinde olmuştur.
Değerli milletvekilleri, Karadeniz'in kuzeyinden İskit-Saka Türklerinin M.Ö. 3 üncü Yüzyılda, Batı Hunları M.S. 4 üncü ve 5 inci Yüzyıllarda, Avar Türklerinin M.S. 5 inci ve 6 ncı Yüzyıllarda, Peçenek, Uz ve Onoğur Türklerinin M.S. 4 üncü ve 5 inci Yüzyıllarda Avrupa'ya gelişleriyle, Avrupa'nın Türklerle tanışıp, kaynaşmasının ilk temellerini oluşturmuşlardır; yani, Avrupa'yla Türklerin tanışıp, birlikteliği 2 000 yıldan fazla bir zamandır devam etmektedir.
Karadeniz'in kuzeyinden Avrupa'ya olan Türk Kavimler Göçü sonucu zamanın cihan imparatorluğu olan Büyük Roma İmparatorluğu Batı ve Doğu diye ikiye ayrılmış, kısa bir zaman içinde de, Batı Roma İmparatorluğu tarih sahnesinden silinmiştir.
Avrupa'ya olan Türk Kavimler Göçü sonucu, Avrupa'nın etnik yapısı da yeniden şekillenmiş, başta Germen kavimleri ile Hunlar arasındaki kaynaşmalardan yeni yeni topluluklar ve devletler oluşmuştur. Bu bakımdan, bugünkü Avrupa'nın etnik temeli, işte bu Batı Hun Türklerinin Avrupa'ya gelişiyle atılmıştır diyebiliriz bir düşünce olarak.
Değerli milletvekilleri, Ortaasya'dan batıya doğru olan Türk Kavimler Göçü, yukarıda da belirttiğimiz gibi, Karadenizin ve Hazar Denizinin kuzeyinden ve güneyinden olmak üzere iki güzergâh üzerinden olmuştur. Bu göç güzergâhının tarihî seyirleri de birbirinden çok farklı olmuştur.
Karadeniz'in kuzeyinden Avrupa'ya ulaşan Türkler, Avrupa'yla kaynaşmakta zorluk çekmişler, hatta, belli bir direngenlikle de karşılaşmışlardır.
Akıbette, Avrupa'ya gelen Türkler ve Avrupalılar karşılıklı olarak Hıristiyanlık ve Avrupalılık kültürünü beraberce benimsemişlerdir.
Böylece, Avrupa'ya gelen Türkler, Avrupa'da birçok devletler kurmuşlar; ama, bu devletler uzun ömürlü de olmamıştır. Bunun nedenini de, kültür değişimi olarak gösterebiliriz; fakat, Karadenizin Hazar denizinin güneyden batıya doğru olan Türk Kavimler Göçü sırasında, Türkler, İslamiyetle karşılaşınca, Önasya'da ve Anadolu'da binlerce sene hüküm süren dünya devletleri kurmuşlardır.
Anadolu'da kurulan bu cihan devletleri, daha sonra, Avrupa'yı fethetmek üzere seferler yaptıklarında, kendileriyle asırlar önce Karadeniz'in kuzeyinden Avrupa'ya göç eden Türklerden eser dahi bulamamışlar ve hatta inanç ve kültürlerinin değişmesi sonucu, Avrupalı ve Anadolulu farklı devletler olarak birbirleriyle savaş meydanlarında karşı karşıya gelmişler; her nedense de, birbirlerini hatırlayamamışlardır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Lütfen toparlar mısınız.
MEHMET KAYA (Devamla) - Değerli milletvekilleri, Türklerin bu hareketleri, Avrupa'da ve Anadolu'da eşzamanlı, sosyal ve idarî yönlerden yeni yapılanmalara sebep olmuştur. Bu insanî ve beşerî yapılanmalar içinde, Avrupa'da Batı Hunlar ile Büyük Roma İmparatorluğu arasında olan kültürel, sosyal ve askerî alanlardaki mücadele sonunda, Batı Hunlar, Atilla'nın önderliğinde Büyük Roma İmparatorluğunun yıkılmasına neden olmuşlardır. Bu olay sonucunda ise, Avrupa'da büyük bir Türk devleti kurularak, Avrupalılar ile Türklerin kaynaşması sağlanmıştır. Bugün, bu kaynaşmanın sonucu olarak, Orta Avrupa'da, Balkanlarda, Türk-Avrupa kültür kaynaşmasının belgeleri açıkça ortadadır. Bunu görmezlikten gelen ve hatta tarihî gerçekleri saptıran neokolonist düşünceler mevcuttur.
Avrupa'nın Türklerle kaynaşması sonucunda, dünya medeniyetler silsilesinde Anadolu ve Avrupa medeniyetleri daima birbirini tamamlayarak, birbirini etkilemişlerdir. Hatta, Avrupa, Anadolu'dan astronomiyi, geometriyi ve biyolojik...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kaya, son cümleniz için mikrofonunuzu tekrar açıyorum; lütfen tamamlayınız.
MEHMET KAYA (Devamla) - ... bilimleri öğrenerek, bugünkü Avrupa medeniyetinin oluşmasında katkılar sağlamışlardır.
Bugün, Avrupa Birliğinin temel düşünce sistemleri içinde, asırlar önce Fransa, Almanya ve Osmanlılar arasındaki gümrük ve ticaret anlaşmaları, Avrupa, artı Anadolu birliğinin temelleri olarak kabul edilmiştir. Dörtyüz, beşyüz yıl önce Fransa Kralı François, Alman İmparatoru Şarlken ve Osmanlı Padişahı Kanunî Sultan Süleyman arasındaki ticarî, ekonomik, askerî yazışma ve dayanışmaları, Avrupa ve Anadolu beraberliğinin tarihî bir belgesi ve vesikası olarak da bugün kabul görmesi gereken bir olgudur diye düşünebiliriz.
Yine, Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında da Avrupalılar ve Türkler, bazen yandaş bazen karşıt gruplar olarak, aynı denklemin bilinen ve bilinmeyenleri olarak, savaş ve tarih sahnelerinde beraber olmuşlardır.
Avrupalıların, tarihte, Türklere karşı duydukları olumsuz duygu ve düşüncelerinin gelecekte de gittikçe artarak, devam edeceği görülmektedir.
İşte, bu coğrafî ve tarihî perspektif içerisinde, Türkiye, ister Helsinki ister Kopenhag kriterleri olsun, ne olursa olsun, tarihî gerçekler doğrultusunda, Avrupa'da hak ettiği yeri almalıdır.
Bu duygu ve düşüncelerle konuşmama son verirken, Aziz Türk Milletini ve onun Yüce Meclisini saygılarımla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Kaya.
Gündemdışı ikinci söz, Seydişehir Alüminyum Tesislerinin özelleştirilmesi hakkında söz isteyen, Konya Milletvekili Sayın Özkan Öksüz'e aittir.
Buyurun. (FP sıralarından alkışlar)
Süreniz 5 dakikadır.
2. Konya Milletvekili Özkan Öksüzün, Seydişehir Alüminyum Tesislerinin özelleştirilmesine ilişkin gündemdışı konuşması
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Seydişehir Alüminyum Tesislerinin özelleştirilmesiyle ilgili olarak söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Seydişehir İlçemizde yer alan alüminyum tesisleri, 1969 yılında temeli atılmış olup, 1973 yılında üretime geçmiş ve otuz yıldır alüminyum üretmektedir. Geçmiş yıllarda, diğer KİT'lerde olduğu gibi, bu tesislerimizde de zarar yapılmaktaydı. Son yedi yıldır, zarar etmeden çalışmakta; hem yöre ekonomisine hem de Türkiye ekonomisine katkıda bulunmaktadır.
Seydişehir Alüminyum Tesisleri, 1999 yılında 3,5 trilyon net kâr sağlamıştır. Fabrikada halen 2 300 insan istihdam edilmekte ve yaklaşık olarak 100 000 kişi geçimini bu tesislerden sağlamaktadır. Bu özelliğiyle, yöre halkının temel geçim kaynağı durumundadır.
Maalesef, özelleştirmelerde sosyal devlet kavramı hiç göz önüne alınmamaktadır. Hükümet, IMF'nin dayatmalarıyla, ülke kaynaklarını elden çıkarmakta ve yandaşlarına peşkeş çekmektedir. Bu çerçevede, Seydişehir Alüminyum Tesisleri de 20.12.2000 tarih ve 2092 karar numarasıyla Eti Holding A Ş'nin özelleştirme kapsamına alınmıştır.
Seydişehir Alüminyum Tesisleri, ülkemiz alüminyum ihtiyacının yüzde 30'unu karşılamaktadır. Halen, seksen yıllık cevher rezervine sahip bu işletmemizin, ülke sanayiine sağladığı en büyük destek ise, alüminyum fiyatlarının belirlenmesinde oynadığı etkin roldür.
2000 yılının sekiz aylık kârı 4,2 milyon dolar olup, yıl sonunda, yaklaşık olarak, 7 milyon dolar kâr elde etmiş bulunmaktadır.
Otuz yıldır faaliyet gösteren Seydişehir Alüminyum Tesisleri, fizikî olarak yıpranmış ve önümüzdeki yıllarda çalışmama tehlikesiyle karşı karşıyadır.
Seydişehir alüminyum tesislerinin modernize edilmesi için, 1994 yılında, Alman Wav Firmasına bir çalışma yaptırılmıştır. Refahyol Hükümeti zamanında, kapasite artırımı, enerji darboğazının giderilmesi ve modernizasyonu amacıyla, Alüminyum Tesisleri Modernizasyon ve Kapasite Artırım Projesi hazırlanmış olup, daha sonra, hükümetin düşürülmesi sebebiyle bu gerçekleştirilmemiştir.
Değerli milletvekilleri, tesislerin acilen modernize edilmesi gerekmektedir. Yaklaşık 300 milyon dolar harcanarak tesisler modernize edildiğinde, kapasite yüzde 100 artırılarak, yılda 120 000 ton alüminyum üretilecektir. Böylece, ülkemizde, yıllık tüketimin yüzde 50'si karşılanmış olacaktır.
Ülkemiz alüminyum sektöründeki küçük ve orta ölçekli 1 000 civarında tesis, Seydişehir Alüminyum Tesislerinden hammadde temin ederek, hayatta kalmaya ve gelişmeye devam edebilmektedir.
Tesisler modernize edilirse, alüminyum üretim maliyetinde yüzde 30'luk bir tasarruf sağlanacaktır. En önemlisi, tesislerin modernizasyonuna yapılan masraf, sekiz yıl içerisinde amorti edilecektir.
Seydişehir Alüminyum Tesisleri modernize edilmez ve bugünkü haliyle özelleştirilirse, ortaya, pek çok olumsuz sonuç çıkacaktır. Birbirini tamamlayan fabrikalarla bir bütün olan tesislerin blok satışı imkânsızdır. Teknolojik ve fizikî eksikliğinden dolayı, hiçbir sanayici tesisleri almaya ve bu işe para koymaya yanaşmayacaktır.
Bu haliyle üretime devam eden tesislerin modernize edilmeden özelleştirilmesi sonucu ortaya çıkabilecek bir kapatma olayında, yöre halkı, küçük ve orta ölçekli alüminyum sanayicileri ve çalışanlarıyla birlikte yaklaşık 150 000 insan, ekonomik yönden olumsuz etkilenecektir. Her ne kadar, hükümetler "özelleştirmeler sırasında, çalışanların haklarını koruyacağız" gibi afakî nutuklar atsalar da, ülkemizde özelleştirme uygulamaları sonucunda işten atılan işçi sayısı, POAŞ da dahil olmak üzere, 22 779'a ulaşmıştır. En son, POAŞ'ta "işçi çıkarılmayacak" denilmesine rağmen, 1 306 işçinin işine son verilmiştir.
Kurallarına uygun olarak yapılan özelleştirmeye karşı değiliz. Bizim ve yöre halkının en büyük sıkıntısı, milletimizin birikimlerinin "önce kötüleştir, sonra özelleştir" anlayışıyla, belli kesimlere peşkeş çekilmesi ve özelleştirme sonucunda...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Öksüz, lütfen toparlar mısınız.
ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla) - ...birkısım işçinin işten atılacak olmasıdır. Tesislerin kapanması durumunda ise, halen 53 000 olan Seydişehir nüfusu 10 000-12 000 civarına inecek; İlçedeki o konutlar, okullar, hastaneler ve resmî daireler ile alüminyum tesislerine ait lojman ve sosyal tesisler baykuş yuvasına dönecektir. Bu durumda, ülkemizin uğrayacağı zarar, modernizasyona harcanacak olan 300 milyon doların kat kat üstünde olacaktır. Seydişehir Alüminyum Tesislerinin özelleştirilmesi veya kapanması halinde, ülkemizdeki tüketim piyasası, birkaç ithalatçının insafına terk edilecektir.
Alüminyum, hafifliği ve diğer vasıflarıyla çağın metali olma özelliği ve millî savunma sanayiindeki önemi nedeniyle stratejik bir üründür. Bu nedenle, Seydişehir Alüminyum Tesislerinin modernize edilerek kapasitesinin artırılması, gerek istihdam ve gerekse yurtiçi talebin karşılanması açısından, ülkemiz için büyük bir önem arz etmektedir.
Bu duygularla, hepinize saygı ve selamlarımı sunarım. (FP ve DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Öksüz.
Gündemdışı son söz, internet yoluyla saydamlık konusunda söz isteyen Tekirdağ Milletvekili Sayın Bayram Fırat Dayanıklı'ya aittir.
Buyurun Sayın Dayanıklı. (DSP sıralarından alkışlar)
Süreniz 5 dakika.
3. Tekirdağ Milletvekili Bayram Fırat Dayanıklının, internet ve saydamlığa ilişkin gündemdışı konuşması
BAYRAM FIRAT DAYANIKLI (Tekirdağ) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sözlerime başlamadan, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugünkü konum, internet ve saydamlık. Saydamlık, şeffaflık, bugün, her şeyden daha fazla önplana çıktı. Son günlerde ortaya çıkan yolsuzluklar, usulsüzlükler, saydamlığın ve şeffaflığın önemini bir defa daha bize hatırlattı.
Burada, sizleri düşündürebilmek, toplumu düşünceye sevk edebilmek için, bu hedefe nasıl ulaşabileceğimizi irdeleyeceğim. Toplumu bilgilendirmek, değişik konularda haberdar etmek, medyanın bir görevi. Birçok toplumda dördüncü güç olarak kabul edilen medya, zaman zaman siyasî otoriteyle iç içe geçebiliyor, zaman zaman çelişebiliyor, istenmeyen görüşlere yer vermeyebiliyor; hatta, zaman zaman konuları çarpıtabiliyor, yani, dezenformasyon yapabiliyor. Oysa, internet teknolojisi, içinde yaşadığımız bilgi çağında, yaşamın her alanında olduğu gibi, siyasete de yeni ufuklar açıyor.
Değerli arkadaşlarım, bilginin daha etkin ve yaygın üretilmesi ve paylaşımı için, internet en önemli teknoloji konumundadır; ancak, Türkiye'de internet, bilişim, iletişim konuları, henüz ülkemizin siyasal gündeminde değil. Hükümetimizin ve siyasî partilerimizin bir internet politikası olduğunu, bu konulardan sorumlu birimlerinin olduğunu söylemek gerçekten çok zor. Meraklı milletvekillerinin ve yöneticilerinin olması, bu gerçekleri değiştirmiyor.
Bakın, kısaca, bu teknoloji siyasî hayatımıza ne türlü yenilikler getirebilir anlatmak istiyorum:
Birincisi, yerel veya merkezî güç odakları, karar mekanizmalarına, devlet görevlilerine, siyasî partilere, yerel yönetimlere, sivil toplum örgütlerine doğrudan ulaşabilir. Demokrasinin en temel ilkesi olan katılım, aracısız olarak gerçekleştirilebilir.
İkincisi, esas mesleği profesyonel siyaset olmayan kişiler, uzmanlar, düşüncelerini, eleştirilerini hızla karar mercilerine, hatta milyonlarca insana aktarabilir; yani, internet bu insanların, hem siyasete aktif katılmalarına hem de bilgilerinden ve uzmanlıklarından karar mercilerinin yararlanmasına olanak sağlayabilir. Değişik grupların, değişik sorunların çözümü için etkileşebilme ve işbirliğine girebilme açısından da internet çok yararlı oluyor.
Üçüncüsü, bilgi toplumuna ulaşan çağdaş ülkelerde olduğu gibi, internet, sadece büyümek, gelişmek isteyenler değil, yaşamak isteyen örgütlerin bile kararlarını olabildiğince geniş müzakere ve ikna yöntemleriyle alabilme imkânı yaratıyor. Yönetim kurulu, idareci seçimleri bile internet yöntemiyle yapılabiliyor, hatta referandumlar bile gelişmiş ülkelerde internet yöntemiyle yapılabiliyor.
Dördüncüsü, devlet, vatandaşa her türlü bilgiyi, en açık ve en ucuz internet yoluyla ulaştırabiliyor. Vatandaş her türlü işlemini anında ve ucuza yapabiliyor. Devlet daireleri bastıkları binlerce dergiyi internetten halka sunabilir ve kâğıt masraflarından kurtulabilir.
Ancak, ülkemizde bu hedeflere ulaşmaktan çok uzağız; çünkü, internet iletişim altyapısını geliştiremedik, herkese ucuz, güvenli, hızlı internet erişim olanağı sağlayamadık. Tam tersine, lüks tüketime girmeyen internet erişimi, Telekomdaki KDV artışının yüzde 17'den yüzde 25'e çıkması nedeniyle pahalandı. Umarım, Maliye Bakanlığı, internet üzerindeki vergi yükünü azaltmak için çalışmalarını bir an önce bitirebilir:
Değerli arkadaşlarım, bu hedeflere ulaşabilmek için bizim yapabileceklerimizi çok kısa olarak sıralamak isterim.
1. Elektronik devlet kavramı hızla hayata geçirilmeli; yani, kamu hizmetlerine vatandaşların internet yoluyla ulaşabilmesi sağlanmalı.
2. İnternet kullanımının yaygınlaştırılmasında özellikle halk kütüphaneleri aktif rol oynamalı. Toplumun farklı kesimlerinin bilgilendirilmesi, eğitilmesi konusunda, kütüphaneler seminer, konferans ve gösteriler yapmalı; üniversiteler bu konuda mutlaka etkin rol oynamalı.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Dayanıklı lütfen toparlayınız.
BAYRAM FIRAT DAYANIKLI (Devamla) - 10 saniyede bitiriyorum Sayın Başkan.
3. Sağlık, eğitim gibi toplumsal uygulamalar, vakit kaybetmeden internet ortamına aktarılmalı.
4. Etkin, yaygın ve ucuz bir internet ağı, ülkenin her köşesine eşitlikçi olarak kurulmalı ve toplum bu yönde eğitilmelidir.
Bu hedeflere ulaşmak için illa yeni bakanlıklar kurmaya gerek yok; ancak, mevcut bir devlet bakanlığı, ismi değiştirilerek, bu konulara sahip çıkabilir ve standartlar koyabilir, koordinasyonun sağlanmasında etkin bir görev üstlenebilir.
Son söz olarak şunu ifade etmek istiyorum: İnterneti, demokratikleşme, saydamlaşma, yönetime katılma, toplumsal denetim için, hemen kullanmaya ve yaygınlaştırmaya başlamalıyız diye düşünüyorum.
Hepinize beni dinlediğiniz için teşekkür ediyorum, saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Dayanıklı.
Başkanlığın Genel Kurula diğer sunuşları vardır.
Bir Meclis araştırma önergesi vardır; okutuyorum :
B) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ
1. Adana Milletvekili Mehmet Halit Dağlı ve 21 arkadaşının, Adana İlinin sosyo-ekonomik ve kültürel sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/167)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Adana İlimizin ve ilçelerimizin sosyoekonomik ve kültürel sorunları konusunda, Anayasanın 98, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince bir Meclis araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.
Saygılarımızla.
1 Mehmet Halit Dağlı (Adana)
2 Mehmet Necati Çetinkaya (Manisa)
3 Mehmet Gözlükaya (Denizli)
4 Mahmut Nedim Bilgiç (Adıyaman)
5- Ahmet İyimaya (Amasya)
6 Kemal Çelik (Antalya)
7 Mehmet Sadri Yıldırım (Eskişehir)
8 Mustafa Kemal Aykurt (Denizli)
9 Ayvaz Gökdemir (Erzurum)
10 Mehmet Yalçınkaya (Şanlıurfa)
11 Erdoğan Sezgin (Samsun)
12 Hakkı Töre (Hakkâri)
13 İbrahim Konukoğlu (Gaziantep)
14 Necati Yöndar (Bingöl)
15 Rasim Zaimoğlu (Giresun)
16 Mehmet Gölhan (Konya)
17 Bekir Aksoy (Çorum)
18 Zeki Ertugay (Erzurum)
19 Saffet Arıkan Bedük (Ankara)
20 Ali Naci Tuncer (Trabzon)
21 Kadir Bozkurt (Sinop)
Gerekçe :
Adana, gelişmişlik bakımından, 1960-1980 yılları arasında, her türlü gösterge itibariyle, İstanbul, Ankara ve İzmir sıralamasının ardından 4 üncü sırada yer almaktaydı. Sanayi sıralamasında ise, İstanbul ve Ankara'nın ardından 3 üncü idi. Oysa, bugün, çok sayıda ekonomik ve sosyal göstergelerle yapılmış kombine bir gelişmişlik sıralamasında, Adana, 10 uncu sırada yer almaktadır.
İllere göre, kişi başına gayri safî yurtiçi hâsıla rakamları, 1998 cari fiyatlarıyla, yılda 3 173 Amerika Birleşik Devletleri Dolarıyla 21 inci sıradadır.
Herhalde, 1990'lı yıllarda, Adana, 1960-1980 dönemindeki 4 üncü sıradaki yerinin çok altında olup, il toplam gayri safî yurtiçi hâsıla rakamında 6 ncı olmasına karşın, kişi başına gayri safî yurtiçi hâsıla rakamına göre sıralamasındaki 21 inci sıradaki yeriyle, hem gerilemiş hem de gelir dağılımı adaletsizliğinde Türkiye ortalamasının üzerinde bir yere gelerek, bu fakirleşmeye ilave bir potansiyel sosyal huzursuzluğa da duçar bulunmaktadır.
Aşağıda, çeşitli göstergeler ve kriterlere göre, 1980'li yıllarda başlayan bir gerileme sürecini yaşayan Adana, 1998 yılında, son yılların ilk büyük şehir depremini yaşamıştır. Bu deprem, insan kaybı bakımından, Marmara Depremi kadar can ve mal kaybına yol açmasa da, bilhassa, Adana ekonomisini derinden etkileyen bir zarar sebebi olmuş ve maalesef, Adana'nın bu ekonomik kaybının telafisinde, etkili bir devlet yardımı hiç de görülememiştir. Bu faktörde, esasen, devam eden fakirleşme sürecinin bir hızlandırıcı tesiri icra etmiştir.
1. Genelde, Türkiye'de, tüm konjonktür, İstanbul ve Marmara Bölgelerinde yoğunlaştı. Öyle ki, İstanbul, tek başına, Türkiye'nin, ticaretinin yüzde 27'sini, sanayi üretiminin yüzde 30'unu, vergi gelirlerinin yüzde 43'ünü, ithalatının yüzde 40'ını, ihracatının yüzde 50'sini, toplam mevduatın yüzde 40'ını, toplam kredinin yüzde 40'ını yapar ve kullanır hale geldi.
İstanbul'daki potansiyel, Bursa'ya, Kocaeli'ne, Sakarya'ya, Trakya'ya taştı. Türkiye'deki tüm taşra holdingleri, merkezlerini İstanbul'a taşıdılar. Yatırımlar, fabrikalar, oralarda yapılmaya başlandı.
1980'lerde, Adana'da, yatırımların yüzde 85'ini kontrol eden holdingler, Adana'yı terk etti; birçoğu, yatırımlarını sıfırladı, pek azı, yenileme ve modernizasyon yaptı, o kadar...
2. Adana'yı tarımsal gelişmede dış dünyaya taşıyacak kadar iddialı Çukobirlik, 1980 yılından itibaren performansını kaybetti. İstihdamda, üretimde, tarımın gelişmesinde büyük düşüşler yaşandı ve bugün dibe vurdu.
3. Adana, büyük holdingler ve büyük ölçekli fabrikalar kenti olduğundan, onlar gidince, yerini ikame edecek sanayi gelmedi. Adana'da KOBİ gelişemedi. Adana'nın zengin il imajı nedeniyle devlet yeterli yatırım yapmadı. Bugün için de, KOBİ'ler, Adana'ya sanayi ivmesi verebilecek güçte değildir.
4. Adana, katmadeğeri, pamuktan başlayarak, çırçır, iplik, tekstil, konfeksiyondaki tüm aşamaları ve pamuk çekirdeğinin yağ gibi ürünleriyle birlikte, yüzde 40'ı tarım ve tarıma dayalı sanayi sektöründen meydana gelirdi. Bu sektör global krizden etkilendiğinden, Adana, global dünya tekstil krizinden de etkilenmekte olup, bunun, fabrikalar ve genelde Çukurova üzerinde etkisi bilinmektedir.
5. 1980 sonrasındaki genel ekonomik politika ve özelde, tarım ve ithalat politikaları ile uygulamaları nedeniyle, pamuk, narenciye, sebze ve meyve ihracatı geriledi. Tarıma dayalı sanayi gelişmediğinden, tarıma itici güç verilemedi.
6. Adana, göç misyonu yaptığından geriledi. Adana, elli yıldır güneydoğulu yurttaşlara devlet görevi yapıyor, onları eğitiyor, iş sahibi yapıyor, her türlü kamu hizmeti veriyor; ancak, Adana, bu hizmeti sebebiyle ödüllendirilmedi, gelişmesini teşvik edici imkânlar sağlanmadı; üstelik, güneydoğudan göç alan iller için çıkarılan teşvik kararnamesi kapsamına alınmadı.
Hemen eklenmelidir ki, nüfus hareketliliği, diğer bir ifadeyle içgöç olgusu ülkemizin bir başka gerçeğidir.
Adanalı, 1960'lı yılların Türk filmlerindeki hacı ağa tiplemeleriyle tanınan Adanalı olmaktan çoktan çıkmıştır. Son kırk, elli yılın göç olgusu nedeniyle, Adana'nın sosyolojik, kültürel ve ekonomik yapısı çok değişmiştir.
Yukarıda yapılan açıklamalar çerçevesinde, Adana'yı, ilçeleriyle birilikte sosyal, ekonomik ve kültürel yönden iyileştirebilmek ve atılacak adımları belirlemek açısından gerekli çalışmaların yapılabilmesi için, Anayasanın 98, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince bir Meclis araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.
Saygılarımızla.
BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.
Önerge gündemde yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır.
ALİ ŞEVKİ EREK (Tokat) - Sayın Başkan, gündemdışı konuşan arkadaşın sözlerine iştirak bakımından, yerimden çok kısa bir konuşma yapmak istiyorum.
BAŞKAN - Onu geçtik, o gündem maddesini geçtik.
ALİ ŞEVKİ EREK (Tokat) - Sayın Başkanım, ben anında istemiştim; ama, farkında olmadınız.
BAŞKAN - Öyle bir usulümüz olmadığından herhalde farkında olmadım; Sayın Bakanlar da cevap vermeyince...
ALİ ŞEVKİ EREK (Tokat) - Ama, çok önemli bir konu...
BAŞKAN - Müsaade ederseniz, bu gündem maddesini bitireyim, ondan sonra görüşelim efendim.
ALİ ŞEVKİ EREK (Tokat) - Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Estağfurullah.
Sayın milletvekilleri, tekstil ve konfeksiyon sektörünün sorunlarını araştırmak amacıyla kurulmuş bulunan (10/10) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Başkanlığının bir tezkeresi vardır; okutuyorum:
C) TEZKERELER VE ÖNERGELER
1. (10/10) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Geçici Başkanlığının, Komisyonun başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip üye seçimini yaptığına ilişkin tezkeresi (3/740)
18.1.2001
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Komisyonumuz, başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip üyelerini seçmek üzere, 18.1.2001 Perşembe günü saat 13.30'da Ana Bina PTT karşısı araştırma komisyonları toplantı salonunda 10 üyeyle toplanmış ve aşağıda isimleri yazılı sayın üyeler belirtilen görevlere seçilmiştir.
Mehmet Altan Karapaşaoğlu
Bursa
Komisyon Geçici Başkanı
Adı ve Soyadı Seçim Bölgesi Aldığı Oy
Başkan : Ertuğrul Yalçınbayır Bursa 10
Başkanvekili : Mustafa Verkaya İstanbul 10
Sözcü : Ali Rahmi Beyreli Bursa 10
Kâtip : Bayram Fırat Dayanıklı Tekirdağ 10
BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır; okutuyorum:
2. Barış İçin Asyalı Parlamentolar Birliğinde (BAPB) Türkiye BüyükMillet Meclisini temsil edecek Türk grubunu oluşturmak için siyasî parti grup başkanlıklarınca aday gösterilen üyelere ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/741)
10.1.2001
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna
Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun 2 nci maddesine göre, Barış İçin Asyalı Parlamentolar Birliği (BAPB) Türkiye Büyük Millet Meclisini temsil edecek grupları oluşturmak üzere, siyasî parti grup başkanlıklarınca aday gösterilen üyelerin isimleri, aynı Kanunun 12 nci maddesi uyarınca Başkanlık Divanında yapılan görüşmeyi müteakiben Genel Kurulun bilgilerine sunulur.
Ömer İzgi
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı
Barış İçin Aysalı Parlamentolar Birliği (BAPB) Türk Grubu
Ahmet Sancar Sayın DSP Antalya
Basri Coşkun MHP Malatya
İsmail Kahraman İstanbul
BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi daha vardır; okutup, oylarınıza sunacağım:
3. 9 Ocak 2001 tarihli 41 inci Birleşimde İsveç Parlamentosunun resmî davetine icabeti kabul edilen TBMM Başkanvekili Nejat Arsevene bir Parlamento heyetinin eşlik etmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/742)
16.1.2001
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanvekili Nejat Arseven'in, İsveç Parlamentosu Başkan Yardımcısı Anders Björck'ün davetine icabetle 28-31 Ocak 2001 tarihleri arasında İsveç'e resmî bir ziyarette bulunması Genel Kurulun 9 Ocak 2001 tarihli 41 inci Birleşiminde kabul edilmişti.
Ancak, Dışişleri Bakanlığı İsveç Parlamentosunun bu kez TBMM Başkanvekili Nejat Arseven bir parlamento heyetini davet ettiğini bildirmiştir.
Anılan davete icabet edilmesi hususu, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dışilişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun 6 ncı maddesi uyarınca Genel Kurulun tasviplerine sunulur.
Ömer İzgi
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı
BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Danışma Kurulunun bir önerisi vardır; okutup oylarınıza sunacağım:
IV. ÖNERİLER
A) DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ
1. Enerji alanındaki yolsuzluk ve usulsüzlükler konusunda, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mustafa Cumhur Ersümer hakkında verilen (11/6) esas numaralı gensoru önergesinin, gündemin Özel Gündemde Yer Alacak İşler kısmında yer almasına ve gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelerin 23.1.2001 Salı günkü birleşimde yapılmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi
Danışma Kurulu Önerisi
No. : 60 18.1.2001
17.1.2001 tarihli gelen kağıtlarda yayımlanan ve aynı tarihte dağıtılan enerji alanındaki yolsuzluk ve usulsüzlükler konusunda Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mustafa Cumhur Ersümer hakkındaki (11/6) esas numaralı gensoru önergesinin gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmında yer almasının ve Anayasanın 99 uncu maddesi gereğince gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelerin 23.1.2001 Salı günkü birleşimde yapılmasının Genel Kurulun onayına sunulması Danışma Kurulunca uygun görülmüştür.
Ömer İzgi
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı
Aydın Tümen İsmail Köse
DSP Grubu Başkanvekili MHP Grubu Başkanvekili
Yasin Hatiboğlu Zeki Çakan
FP Grubu Başkanvekili ANAP Grubu Başkanvekili
Nevzat Ercan
DYP Grubu Başkanvekili
BAŞKAN - Danışma Kurulu önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Şimdi, yeni bir gündem maddesine geçmeden evvel, Sayın Erek, yerinden çok kısa bir görüş ifade edeceklerini söylediler. 60 ıncı madde gereğince, çok kısa olmak kaydıyla kendilerine söz veriyorum.
ALİ ŞEVKİ EREK (Tokat) - Sayın Başkanım, tek bir cümle, çok teşekkür ederim.
Türkiye'nin içerisinde bulunduğu maddî, manevî korkunç bunalıma rağmen, çok değerli arkadaşım Dayanıklı'nın, şeffaf internet konusunda yaptığı konuşmaya aynen iştirak ettiğimi, internet konusunun 21 inci Yüzyılın gelişmesinin tek şartı bulunduğunu, aynen iştirak ettiğim bu konuda, sorumlu yetkililerin gecikmemesi gerektiğini saygılarımla Yüce Meclisin zabıtlarına teşekkürlerimle arz ederim. (DYP ve DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Erek.
III. BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)
D) OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI
1. TBMM Başkanvekili Mehmet Vecdi Gönülün, sözde Ermeni soykırımı kanunu tasarısının Fransa Parlamentosunda kabul edilmesi nedeniyle, bu kararın çifte standarda dayalı karar olduğuna ilişkin konuşması
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, bir gün önce Sayın Yalçıntaş tarafından çalışmaları ifade edilen Parlamento grubunun Fransa'daki gayretlerine rağmen, bugün, Fransız Parlamentosu, sözde Ermeni soykırımı tasarısını onaylayarak kabul etmiştir. Dost ve müttefikimiz olan Fransa'dan böyle bir yaklaşımın olması, tahmin ediyorum, hepimizi derecesiz üzmüştür.
Tarihî olaylarla ilgili hükümlerin tarihçiler tarafından verilmesi gerektiği gerçeğinden hareketle, içpolitikadaki bazı hesaplardan dolayı Fransız Meclisinin böyle bir karar vermesi, hiçbir şekilde Türkiye'yi -zannediyorum, siz de ittifak edeceksiniz- bağlamayacaktır.
Fransa'nın Cezayirlilere soykırım uyguladığı iddiası üzerine, Fransa Başbakanı Jospin "bununla ilgili kararın politikacılar tarafından verilemeyeceğini" söylemiştir. Türkiye'yle ilgili bu tasarıda aynı yaklaşımın olmasını beklemek bizim de hakkımızdı. Fransız Parlamentosunun bu kararının çifte standarda dayalı bir karar olduğunu Türkiye Büyük Millet Meclisi mensupları olarak hep paylaştığımızı düşünüyor, saygıyla bilgilerinize sunuyorum. (Alkışlar)
Sayın milletvekilleri, gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.
Önce, yarım kalan işlerden başlayacağız.
V. KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
1. İzmir Milletvekili Rifat Serdaroğlunun; İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalının; Amasya Milletvekili Ahmet İyimayanın; Ankara Milletvekili Yıldırım Akbulutun; Şırnak Milletvekili Mehmet Salih Yıldırımın;Gaziantep Milletvekili Ali Ilıksoy, Konya Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara Milletvekili Nejat Arsevenin;İstanbul Milletvekili Ziya Aktaş ve 42 Arkadaşının; Zonguldak Milletvekili Hasan Gemicinin ve İzmir Milletvekili Işılay Saygının; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S. Sayısı :527)
BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Tekliflerinin görüşülmeyen maddeleri, 10.1.2001 tarihli 42 nci Birleşimde, İçtüzüğün 88 inci maddesine göre, komisyona geri verilmişti. Ancak, komisyon, raporunu henüz vermediğinden, teklifin görüşmesini bugün de erteliyoruz.
Kamu kurum ve kuruluşlarının yurtdışı teşkilatı hakkında 189 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri Komisyonu raporunun görüşmelerine başlayacağız.
2. Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilâtı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/53) (S. Sayısı :433)
BAŞKAN - 105 inci Birleşimde hükümet temsil edilmediğinden hükümeti aramayacağım; ancak, komisyonun hazır olması lazım.
Komisyon?.. Hazır değil.
Ertelenmiştir.
Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu raporunun görüşmelerine başlıyoruz.
3. Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/734) (S. Sayısı :549) (1)
BAŞKAN - Komisyon?.. Hazır.
Hükümet?.. Hazır.
Komisyon raporunun okunup okunmaması hususunu oylarınıza sunacağım: Raporun okunmasını kabul edenler... Kabul etmeyenler... Raporun okunması kabul edilmemiştir.
Şimdi, tasarının tümü üzerinde, gruplara, sırasıyla söz vereceğim.
İlk söz, Doğru Yol Partisi Grubu adına, İzmir Milletvekili Sayın Yıldırım Ulupınar'a ait.
Buyurun Sayın Ulupınar. (DYP sıralarından alkışlar)
Süreniz 20 dakika efendim.
DYP GRUBU ADINA YILDIRIM ULUPINAR (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 549 sıra sayılı Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı hakkında Doğru Yol Partisi Grubunun görüşlerini sunmak üzere söz aldım. Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın milletvekilleri, bilindiği gibi, oldukça genç ve dinamik bir nüfus yapımız var. 0-18 yaş grubundaki nüfusumuz yüzde 38,4 civarındadır. Bu orana tekabül eden nüfusumuz 25 milyonu aşmaktadır. Başka bir deyişle, ülkemizin 0-18 yaş grubunda, yani, görüşmekte olduğumuz Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı kapsamına giren grupta 25 milyondan fazla nüfusumuz var. Bu rakam, Avrupa ülkelerinin birçoğunun toplam nüfusunun üzerindedir. Bu bakımdan, görüşmekte olduğumuz bu tasarı, genel insan hakları konusunda birtakım eleştirilere muhatap olmaya devam eden ülkemiz açısından, titizlikle ele alınması gereken bir tasarıdır.
Sayın milletvekilleri, bildiğiniz gibi, insan hakları ihlallerinin en çok yaşandığı ülkeler, ekonomik gelişmişlik bakımından geri kalmış ülkelerdir. Ekonomik gelişmişlik ile insan hakları ihlalleri arasında bir ters orantının olduğu malumlarınızdır. Ülkemizin kişi başına millî gelir bakımından Afrika ülkeleri kategorisine düşürülmüş olduğu bu yıllarda, halkımızın çok önemli bir kısmının yoksulluk sınırının altında bir gelir düzeyine sahip olduğu malumlarınızdır. Çeşitli kuruluşların yaptırdığı hesaplamalara göre, yoksulluk sınırı, 5 kişilik bir aile için 600 milyon Türk Lirasının üze-rine çıkmış durumdadır.
Geçim sıkıntısı yüzünden yıkılan yuvaların, sönen ocakların her geçen gün sayısı artıyor. Doğrusu, toplumun gördüğünden mahrum olma sonucu girip çıktığı ya da çıkamadığı sendromları yazmaya ve yayımlamaya gazetelerin 3 üncü sayfaları yetersiz kalmaktadır. Artık, gazeteler bu işe ilave sayfalar ayırmaya başladılar. Bunun hayra alamet olmadığı kesindir.
Ne yazık ki, aile huzurunu tahrip eden ekonomik sıkıntılar en çok çocukları vuruyor. Bu durum, yoksulluk sınırının altındaki aileler için çok yaygınlaşmış bir manzara. Bir de "açlık sınırı" dediğimiz hattın altındaki aileler var ki, işte, gerçek çocuk hakkı ihlalleri bu grupta yaşanıyor.
Sayın milletvekilleri, kendisi işsiz ve çaresiz anne babaların çocuklarının sorununa gerektiği gibi eğilmesi tabiî ki mümkün olamıyor. Hatta, zaman zaman, çocukların, ailenin ekonomik çaresizliklerine çare olarak kullanılmaya başlandığını, hatta, istismar edildiğini müşahede ediyoruz. Çocukların ekonomik sebeplerden dolayı çok küçük yaşlarda sanayide kullanılması, ucuz işçi sağlama açısından, maalesef, çok yaygındır. Oysa, bu yaşlardaki çocuklar, elverişsiz şartlarda, ülkenin yasalarına göre yasak olduğu için, gizli çalıştırılmaktadırlar. Bu duruma derhal son verilmelidir.
Önümüzdeki tasarı, çocukların bizzat kendilerini ilgilendiren konularla ilgili davalarda, onların hak ve menfaatlarını en iyi şekilde korumayı amaçlayan bir kurumsal mekanizma öngörmüştür. 9 Haziran 1999 tarihinde imzalanan bu sözleşmeyle, esasen, ülkemizin de taraf olduğu Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesinin çocuklara tanıdığı hakların çocuklara kullandırılmasını temin amacıyla her türlü yasal, idarî ve diğer tedbirleri alma ve çocuğun her konuda görüşlerini serbestçe ifade etme hakkını uygulamaya geçirmek amaçlanıyor.
Daha yetişkinler için bile demokratikleşme sorununun birinci sırada bir sorun olarak yer aldığı Türkiye'de, çocukların kendilerini ifade etmelerinin bu sözleşme münasebetiyle gündeme ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna gelmesi -buruk bir sevindirme de olsa- sevindirici bir olaydır.
Üniversitelerinde düşünce ve kıyafet yüzünden kendini ifade etmelerine izin verilmeyen üniversite gençleri gözlerimizin içine bakarken, onların kardeşlerinin kendilerini ifade etme haklarını kazanmaları, bu nedenle, buruk bir sevinçle karşılanabilecek bir durumdur.
18 yaşına ulaşmamış çocuklar için geçerli olan bu sözleşme ile çocukların kendilerini ifade etme imkân ve özgürlüğünü kullanabilmeleri, tabiî ki, tek başına mümkün olmayacaktır. Bu, bir gelişmişlik düzeyi sorunu olarak belli bir kültürü oluşturmakla halledilebilecek bir sorundur; ama, mademki Avrupa Konseyine üye devletlerin birlikte ulaşmayı planladıkları bir gelişmedir. Türkiye de bu gelişmelerin dışında kalmayıp çocuk haklarının kullanılmasının önündeki engelleri kaldırmalı ve gereken kolaylıkları sağlayabilecek tedbirleri almalıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; çocuklara her yaşta, her alanda yaşanabilir bir dünya bırakmak için, başta eğitim ve sağlık olmak üzere, uluslararası sözleşmelere uymak ve yürütülen çabalara katkıda bulunma konusunda herkese büyük bir sorumluluk düşmektedir. Bunun da birinci koşulu, çocuk haklarına saygılı olmaktır.
Ülkemizin en değerli varlığı olan çocuklarımızın hak ettikleri bir sosyoekonomik ortamda yetişmeleri ve yaşamlarını sürdürmeleri devletimizin temel görevlerindendir.
Devlet ve millet olarak, 21 inci Yüzyıl dünyasının gerisinde kalmamak ve çocuklarımızın yaşam koşullarını iyileştirebilmek için, öncelikle onlara çağın gerektirdiği bilgi ve becerileri kazandırmak zorundayız.
Bugün maalesef, ülkemizde çocuk ölümleri oranı normal standartların çok üzerindedir. Bu konuda ülke olarak daha çok çaba sarf etmek ve gerekli tedbirleri acil olarak almak zorundayız. Ayrıca, binlerce çocuk, ailesinden uzak, sokaklarda büyük tehlikelerle birlikte yaşamlarını sürdürmektedirler. Sokak çocuklarına sahip çıkılması, onların topluma kazandırılması, devlet ve millet olarak bizleri bekleyen en önemli ve en büyük sorumluluktur.
Sokakta yaşayan ve suça yönelen çocukların aile ortamı içerisinde yetiştirilerek topluma kazandırılması ve geleceğe hazırlanması, istihdam sorununun çözülerek çocukların ticarî bir istismar aracı olmalarının önlenmesi, özürlü, engelli, kimsesiz, korumaya muhtaç çocuklarımıza da gerekli eğitimin yanı sıra her türlü hizmetin verilebilmesi, önemle üzerinde durulması gereken hususlardır.
Ülkemizde 500 000'in üzerinde kimsesiz çocuk bulunmaktadır; ancak, bunun sadece 30 000'ine bakılabilmektedir. Özürlü ve koruyucu aile uygulamasının mutlaka geliştirilmesi ve kimsesiz çocuklarımıza gerekli olan sevgi ve şefkatin aile ortamında verilmesi gerekmektedir.
Daha iyi bir Türkiye, daha büyük bir Türkiye, çağdaş uygarlık hedefine ulaşmış, ileri bir Türkiye yaratmak istiyorsak, en büyük yatırımı geleceğimizi emanet ettiğimiz çocuklarımıza yapmak, devletin aslî görevidir.
Bu düşünceler istikametinde, söz konusu tasarıya Doğru Yol Partisi olarak olumlu baktığımızı ve destekleyeceğimizi ifade ederek, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarım. (DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN- Teşekkür ediyorum Sayın Ulupınar.
Demokratik Sol Parti Grubunun görüşlerini Ankara Milletvekili Sayın Ayşe Gürocak ifade edecekler. (DSP sıralarından alkışlar)
Buyurun efendim.
Süreniz 20 dakikadır.
DSP GRUBU ADINA AYŞE GÜROCAK (Ankara)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı hakkında Grubum adına söz almış bulunmaktayım. Yüce Meclisi saygıyla selamlarım.
Başlangıçta, çocuğun çalışması kavramı çerçevesinde gelişen çocuğun korunması kavramı, zaman içerisinde eğitim ve refah hakkını da içine alacak şekilde korumayı ve hatta aileye karşı korumayı da kapsar hale geldi; çünkü, çocuklar sadece ailelerin değil aynı zamanda toplumun, ülkenin geleceğidir. Bu gelişme, devletlerin, çocukların korunmasına ilişkin görevlerini genişletti. Bugün burada, ülkemiz tarafından onaylanmasını görüşmekte olduğumuz Çocuk Haklarının Kullanımına İlişkin Avrupa Sözleşmesi işte bu sürecin bir parçası.
Çocuk, ülkemizin de onaylamış olduğu Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesine göre, rüşt yaşından küçük olandır. Bizim ülkemizde bu yaş, Medenî Kanuna göre 18'dir; ancak, çeşitli kanunlarımızda, çocuk ve çocukluk dönemine ilişkin ortak bir tanım mevcut değildir. Böyle bir tanımın yapılabilmesi, mevcut ekonomik, sosyal ve kültürel özellikler nedeniyle kolay olmasa bile, hükümetimiz, bu çalışmaları ilgi ve özenle sürdürmektedir.
1997 yılında yapılan nüfus tespitine göre ülkemizde, 18 yaşından küçük 23 milyon çocuk bulunmaktadır. Yani, her 3 yurttaşımızdan 1'i çocukluk çağındadır. Genç nüfus bir ülke için hem avantaj hem de 1 dezavantajdır. Avantaj; çünkü, sağlıklı bakılan, yeterince beslenen, iyi eğitilen, iyi yetiştirilen bir nüfus, ülkemizin, gelecekte güçlü bir insan kaynağına sahip olacağının garantisidir. Dezavantaj; çünkü, bütün gelişmekte olan ülkelerdeki gibi, bu ihtiyaçlara cevap vermeye ayırabileceğimiz yeterli kaynağı yaratma sorunumuz var.
Tüm dünyada olduğu gibi bizim ülkemizde de çocukların sorunları ailelerin sorunlarından ve diğer yaş gruplarının sorunlarından ayrı düşünülemez. otuz yıl devam eden yüksek enflasyon, işsizliğin yaygınlığı, gelir dağılımının bozukluğu, yoksulluk, gelir devamlılığı güvencesinin düşüklüğü, sosyal güvenlik, yeterince yararlanamama gibi ekonomik sorunlar; kırdan kente göç, yeterli ve kaliteli eğitim, yeterli sağlık hizmetleri, bireyin özelliklerini dikkate alan ve herkese ihtiyaç duyduğu şekilde ayrımlı hizmet sunan kamu hizmetleri gibi sosyal sorunlarımız, çocuklarımızı derinden etkiliyor. Hükümetimizin düzeltmeye, değiştirmeye çalıştığı bu koşullar, çocukları, hem aileleri aracılığıyla hem de ülke kaynaklarının yeterince gelişememesi aracılığıyla etkiliyor; hatta, gelişme çağında olmaları nedeniyle, onlar, bu sorunlardan yetişkinlere oranla daha da fazla etkileniyorlar.
Sekiz yıllık temel eğitime geçmiş olmamız önemli bir başarıdır. Özellikle, kötü gelenekler nedeniyle eğitim hakkından yeterince yararlanamayan kız çocuklarımız için sekiz yıllık eğitimin yararlarını görmeye başladık. Eğitimden bir şekilde kopmuş çocuklarımızı, yeniden okula kazanmak için, çalışan çocuklarımızı ailelerine destek vererek eğitime kazanmak için, çalışan çocuklara daha yaygın şekilde yasal düzenlemelerden yararlanma imkânı sağlamak için, özürlü çocuklarımızın eğitimden yararlanmasını sağlamak için, özürlü çocukların ailelerini kucaklamak için, korunmaya muhtaç çocuklarımızın tümüne destek verebilmek için elbirliğiyle çalışmalıyız.
Sokak çocukları ve sokakta çalışan çocuklar gerçeği, hepimizi her gün çarpıyor ve üzüyor. Bu çocuklar için toplumsal dayanışmayı hep birlikte oluşturmak zorundayız. Evlat edinme, korucu ailelik gibi konularda toplumsal ilgi ve duyarlılığı artırmamız gerek.
Çocuk mahkemelerini kurma kararını 1982'de aldık. Kurulmuş mahkeme sayısı, hâlâ, sadece 6. Suçlu çocukların, suça açık durumdaki çocukların ve suça yönelen çocukların sayısının artmaması için, aile yapımızı demokratikleştirmemiz, çocuk dostu aile ortamı yaratmamız gerek. Bunun için, ailelerimizi daha fazla desteklememiz, çocuklarımıza, saygı ve sevgi görerek büyüme imkânı vermemiz gerek. Bunları yapmak için parasal kaynaklardan daha önemli olan duyarlılık ve bilinçtir. Bu duyarlılık ve bilinç, mayamızda var. Onu kullanma becerimizi de elbirliğiyle geliştirebiliriz; yoksa, kaynaklarımızı artma eğiliminde olan çocuk suçluluğunun sonuçlarına harcamak zorunda kalacağız.
Tüm bu konularda hükümetimiz, bakanlarımız, kamu personelimiz ve sivil toplum örgütlerimiz yoğun çaba harcıyorlar, hırsla çalışıyorlar. Hepsine teşekkür borçluyuz; bu alanda emeği geçmiş herkese minnettarız; çünkü, bu alanda yapılan her şey, ülkemizin güçlü bir geleceğe kavuşmasına, insanımızın mutluluk ve refahına katkıda bulunmaktadır. Bu, ulusal bir meseledir. Bu alanda hepimizin elbirliğiyle çalışmasına, katkısına ihtiyaç vardır. Gelin, çocuklarımızın durumunu iyileştirmeye yönelik ulusal eylem planımızın uygulanmasını da elbirliğiyle sürdürüp geliştirelim.
Onaylanacak olan Avrupa Sözleşmesi, özellikle adlî sistemde çocukların haklarının ve çıkarlarının korunmasında uluslararası standartların oluşturulmasını hedeflemektedir; adlî sistemde, aile hukuku dahil, çocukların görüşlerinin ve tercihlerinin de dikkate alındığı bir tarz oluşturulmasını sağlamaya yöneliktir.
Geleceğin demokrat ve ülkesine bağlı yetişkinlerini oluşturmak, çocukluktan ve aile ortamından başlayarak, insana insan değeri vermekten, çocukların da kişilikli olmalarına imkân tanımaktan geçiyor. Aile içindeki demokrasi ülkemiz demokrasisine yansıyor, hatta, demokrasinin rengini, gelişmişlik düzeyini belirleyen önemli bir rol oynuyor.
Adlî sistemimizde çocukların görüş ve tercihlerinin alınmasını sağlayan düzenlemeler ve uygulamalar önemli ölçüde mevcuttur. Bu sözleşmeyle bu düzenleme ve uygulamalar, uluslararası denetime bir kez daha açılmış olacaktır. Avrupa Birliğine uyum sürecinde olan bir ülke olarak, bu denetimi açılmayı gerekli, zorunlu görüyoruz.
Onaylanacak olan sözleşme, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi gibi, çocukların görüş ve tercihlerini beyan haklarını, onların görüş ve tercihlerinin dikkate alınması esasını, yani, çocukların katılımını öngörmektedir. Bu açıdan, ülkemizde gerek politikalar gerekse bu uygulamalarda eksiklerimiz de bulunmaktadır. Avrupa Sözleşmesinin onaylanmasıyla birlikte, bu açıkları hızla kapatmaya ihtiyacımız olacaktır. Bu durumun sürdürülmekte olan çalışmalarımızı hızlandıracak bir etki yapmasını, teşvik edici olmasını bekliyoruz.
Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Gürocak'a teşekkür ediyorum.
Gruplar adına başka söz talebi?.. Buyurun Sayın Kayayerli.(MHP sıralarından alkışlar)
Süreniz 20 dakika.
MHP GRUBU ADINA MÜJDAT KAYAYERLİ (Afyon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 549 sıra sayılı Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı hakkında, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiyemizde 0-18 yaş arasındaki nüfus, aşağı yukarı, 18 milyon civarındadır. Yılda 1 400 000 çocuk dünyaya gelmektedir. Ülkemizde, şiddete maruz kalan çocuklara yönelik hak ihlallerinin izlenmesi ise, gereği kadar yapılamamaktadır. Bu sebeple, çocuk istismarının önlenmesine yönelik projelerin uygulanmasına bir türlü başlanamamıştır. 15-24 yaş arasındaki çocuklarımızda intihar olayları da daha çok göze çarpmaktadır. Diğer taraftan, ülkemizde, zorluk çeken çocuklarımızın yüzde 10'u, bazen işkenceye de maruz kalmaktadır. Her 3 çocuktan 1'i sağlıklı beslenemediği için, çocuklarımızın gelişemediği ortamlar da vardır. Öyleyse, Türk toplumu olarak iki seçeneğimiz vardır; ya çocuklarımıza seyirci kalacağız ya da çocuklarımız için milletimizin aklını harekete geçirerek, çocuklarımızın haklarını koruyucu kanunlar çıkarmaya, sözleşmeleri uygulamaya kararlı olacağız. Türkiye'de çocuk hakları, Anayasanın 41 inci ve 61 inci maddeleriyle güvenceye bağlanmış durumdadır. Çocuğa, düşünce, ifade ve benzeri haklar tanıyan çocuk haklarına ilişkin sözleşme, ülkemiz insanlarına faydalı olacaktır. 20 Kasım 1989'da, Birleşmiş Milletlerin kabul ettiği Dünya Çocuk Hakları Beyannamesiyle de, ülkemizde faydalı çalışmalar yapılmıştır.
Çocuklar, Türk kültüründe birer çiçektir. "Anne kalbi, çocuğun okuludur", "aç aman bilmez, çocuk zaman bilmez", "Türk çocuğu çok zekidir", "bugünün küçüğü, yarının büyüğüdür", "çocukları mutlu olan milletlere ne mutlu." İşte, bu sözler, bizim kendi kültürümüzün çocuklar için vermiş olduğu belli ifadelerdir, Türk kültürünün birer parçasıdır.
Çocuklarımız, ailenin en kıymetli varlıkları, Türk Milletinin teminatı, geleceği ve yapı taşlarıdır. Mutlu, huzurlu ve parlak hayatın anahtarı onlarda olduğu için, Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının önemi ortadadır.
Çocuklar da bir bireydir, kesinlikle aşağılanmamalıdır. Çocuklarımızın, her çocuğun sevgi ile, saygı ile, ilgi ve her türlü hizmetlerden yararlanma hakkı vardır. Sözleşmede, çocukların insan olarak haklarının korunması için, adlî bir makam önünde, kendilerini ilgilendiren bir davada görüşlerinin açıklanmasında yardımcı olmak üzere tercih edecekleri bir şahsın yardımlarını talep ettiği takdirde, bir avukatın atanmasını istemek, bir temsilci tayin edilmesini talep etme hakkı ve görüşlerini açıklama hakkı tanınacaktır. Bu bakımdan, bu tasarı çok önemlidir.
Özellikle, iyi bakım, iyi yetişme ve çocuğa uygun bir eğitim, her yerde ilgi, sevgi ve yardım görme, her Türk çocuğunun hakkıdır. Resmî, özel her kurum ve yurttaş, bu çocuk hakkını tanımak, elindeki imkânlarla onu gerçekleştirmekle yükümlüdür. Sıkıntı içinde bulunan çocuğun kurtarılması her şeyden önce gelir. 16 yaşından önce hiçbir çocuk, resmî öğreniminden alıkonularak özel işlerde çalıştırılamaz. Her ana baba, kendi çocuğunun iyi bakımı gibi, bilgili, becerikli ve iyi yetiştirilmesini sağlamakla yükümlüdür. Çocuk, orta eğitime devam etmiyorsa, devletimizin açtığı kurslara giderek, bilgi ve becerilerini geliştirici kurslara gönderilir. Anne ve babanın yetmediği hallerde bu ödev, çocuğun birinci derecede yakın akrabasına ve ilgili devlet kurumlarına düşer. İlköğretimden sonra, orta dereceli okullara veya meslek okullarına devam edemeyen çocuklar için teknik ve tarımla ilgili bilgi ve beceri veren kursların açılması, gerekli eşya, araç ve gereçlerin zamanında sağlanması ve çocukların bunlardan yeteri kadar yararlanmasının temini, bütün idarî amirlerimizin, belediye başkanlarının, muhtarların ve millî eğitim idarecilerinin görevidir.
Engelli ve uyumsuz çocukların iyileştirilmeleri, sıkıntı içindeki çocukların kurtarılmaları, kendilerine uygun meslek için kendi hayatlarını kazanacak derecede başarılı ve güçlü yetişmeleri ve uygun işlere yerleştirilmeleri, ana babayla birlikte devletimizin bu amaçla kurulmuş örgütlerinin görevidir.
Üstün yetenekli çocuklar, devlet ve ailelerin de yardımıyla en geniş yetişme araç ve imkânlarına kavuşturulmalıdır.
İşte burada sıraladığım ve Çocuk Hakları Bildirgesiyle de belirtilen bu haklar, hiçbir istisna olmaksızın, ırk, renk, cinsiyet, din ya da milliyet ayırımı yapılmadan dünyada bütün çocuklara uygulanmalıdır.
Çocukların gelişimini güvence altına almak için, özel koruma, fırsat ve imkân sağlanmalıdır. Çocukların bir isim ve tabiiyet edinme hakları da vardır; yeterli beslenme, barınma, eğlenme dahil olmak üzere, sosyal güvenlik hakları vardır. Çocuklar, kısaca, her türlü ihmal, kötü muamele ve sömürüye karşı korunma hakkına sahiptir.
Milliyetçi Hareket Partisi, bu kanun tasarısıyla, çocuk hakları konusunda uluslararası sözleşmelerin gerektirdiği yükümlülüklerini yerine getirmenin gayreti içindedir. Özellikle çocuklarımızın geleceğini, ülkemizin umudunu oluşturan gençlerin umutlarını, isteklerini ve endişelerini bilmek, çözüm yolu bulmak, Milliyetçi Hareket Partisi için çok önemlidir.
Türk kamuoyu, çocuklar konusunda duyarlı hale getirilmelidir. Çocuklarımıza kazandıramadığımız dürüstlük, geleneğe saygı, inanca bağlılık, devlete ve millete bağlılık, düşünme ve davranma yeteneği, yurttaşlık bilinci ve nihayet, daha iyi bir dünya için mücadele bilinci ve uzlaşma şuurunu verecek politikalar uygulanmalıdır.
Çocuklarımızı yalnızlık duygusundan kurtaracak olan bu tasarıya "evet" oyu vereceğimizi belirtmek istiyorum. Çünkü, çocuklarımızı, toplumsal sorumluluğunu kavrayan, gençliğini yaşayabilen, yaşlı kuşaklarla, aileleriyle iletişim kurabilen, vurdum duymaz olmayan, ideal sahibi olan, iyi bir öğrenci özelliğini kazandıran, kişiliğinin gelişmesine yardımcı olan, boş zamanlarını değerlendiren bir tavır içinde olmamız, hepimizin görevidir.
İlköğretime, insan hakları dersi konuldu; bu derste çocuk haklarını da vermeliyiz. Böylece, çocuklarımıza, ilkönce, hangi haklara sahip olduklarını anlatmalıyız. Binlerce çocuğu, tehlike saçan sokaklarda yalnız bırakamayız. Bu ifadeye, üniversitelerimizin, sivil toplum örgütlerinin ve çocukların cevapları aynıdır; aile içi şiddet. Bu problemi çözmeliyiz. Bu problemin, hızlı kentleşme, göç, yanlış kalkınma stratejileri, adaletsiz ulusal gelir dağılımından kaynaklandığı da bir gerçektir.
İnsanlar ve devletler, çocuk hakları ihlallerini önlemeye yönelik sözleşmeler, beyannameler hazırlıyor; ancak, yazılı metinlere atılan imzaların gücü, şiddeti, çocuklarımızın haklarını çözmeye yetmiyor.
"Barış, bir insan hakkıdır. Savaşı yok etmenin tam zamanıdır" girişimleri, 21 inci Yüzyılda eğitimle birleştirilmesi gereken en önemli düşüncedir.
Bu düşünce ve duygularla, bu tasarıya "evet" oyu vereceğimizi belirtiyor, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına tasarının bütün çocuklarımıza, bütün dünya çocuklarına ve Türk çocuklarına hayırlı olmasını diliyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.(Alkışlar)
BAŞKAN - Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına konuşan, Afyon Milletvekili Sayın Müjdat Kayayerli'ye teşekkür ediyorum.
Şimdi, Fazilet Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Hüseyin Kansu görüşecekler.
Buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)
Süreniz 20 dakika.
FP GRUBU ADINA HÜSEYİN KANSU (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 549 sıra sayılı Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesinin Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; şahsım ve Grubum adına Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; dünya nüfusu 1999 yılında 6 milyar sınırını aşmıştır. Çocuk nüfusu ise 2 milyar 700 milyon civarındadır. Dünyada 8 000'i ishalden olmak üzere, her gün ölen çocuk sayısı 35 000 iken, önlenebilir veya tedavi edilebilir hastalıklardan ölen çocuk sayısı her yıl 4 milyon civarındadır. 160 milyon çocuk bulaşıcı hastalık tehdidi altındadır, 800 milyon çocuk yeterli ve sağlıklı beslenememektedir, 220 milyon çocuk mutlak yoksulluk düzeyinde yaşarken, 1 milyar çocuk sağlıklı ev ortamından yoksun büyümektedir. Dakikada açlıktan ölen çocuk sayısı 15'tir. Her yıl, dünyada 15 milyon çocuk anne olmaktadır. 5-14 yaş gurubunda 272 milyon çocuk çalıştırılmaktadır.
Türkiye'de ise, 2000 yılı itibariyle 0-18 yaş grubu çocuk nüfusu 25 100 000 civarındadır ve toplam nüfus içerisindeki payının yüzde 38,4 olduğu tahmin edilmektedir. Türkiye'de, kimsesiz çocuk sayısı 700 000 iken, himaye edilen çocuk sayısı sadece 21 200'dür. 6-14 yaş grubundaki yaklaşık 12 milyon çocuğumuzun, yaklaşık yarısının çalıştığı tahmin edilmektedir.
Ülkemizde, 1999 yılı itibariyle, 3 milyon civarında özürlü çocuk olduğu tahmin edilmektedir. Çocukların çoğu, önlenebilir nedenlerle özürlü doğmakta veya özürlü olma riski taşımaktadır. Yine, çocuk ölümlerinin önemli bir kısmı, önlenebilir hastalıklardan meydana gelmektedir. Çocuk sağlığı göstergelerinde, bölgelerimiz arasında kır, kırsal alan, kent ve kent içi alanlarda önemli farklılıklar mevcuttur. Kimsesiz, aile ve yakın çevresinde yaşaması riskli olan çocuklar yönünden, aile dışında alternatif bakım modellerinin geliştirilip yaygınlaştırılması hâlâ önemini korumaktadır.
İletişim araçlarında şiddet, cinsellik ve istismar içeren, madde bağımlılığını, sigara kullanımını ve tüketimi özendiren yayın ve programlar, çocuklarımızı olumsuz yönde etkilemeye devam etmektedir.
Özetle, dünyada ve ülkemizde, çocukların eğitim, sağlık ve çalışma hayatına ilişkin sorunları, çocuk işçiliği, sokak çocukları ve sokakta çalışan çocuklar sorunları hâlâ önemini korumaktadır. Oysa çocuklarımız, ülkemiz ve milletimizin geleceğidir. Çocuklarını iyi yetiştiremeyen bir milletin geleceğinin de pek parlak olacağı söylenemez.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; uluslararası alanda çocukların bu sorunlarına eğilen ve çocuk hakları kavramını yerleştiren önemli belgelerden biri de, 54 maddeden müteşekkil 1989 tarihli Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesidir. Meclisimiz, bu Sözleşmeyi, 1995 yılında onaylamıştır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; işte bugün onaylanmak üzere önümüze gelen ve ülkemiz tarafından 9 Haziran 1999 tarihinde imzalanan, 25 Ocak 1996 tarihli Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi, Türkiye'nin de tarafı olduğu Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesinin 4 üncü ve 12 nci maddelerinin uygulamaya geçirilmesi anlayışına dayanmaktadır. Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesinin 4 üncü maddesi "taraf devletler, bu sözleşmede tanınan hakların uygulanması amacıyla gereken her türlü yasal, idarî ve diğer önemleri alırlar. Ekonomik, sosyal ve kültürel haklara ilişkin olarak, taraf devletler, eldeki kaynaklarını olabildiğince geniş tutarak, gerekirse uluslararası işbirliği çerçevesinde bu tür önemler alırlar" şeklindedir.
12 nci maddesi ise;
"1 Taraf devletler, görüşlerini oluşturma yeteneğine sahip çocuğun kendini ilgilendiren her konuda görüşlerini serbestçe ifade etme hakkını, bu görüşlere çocuğun yaşı ve olgunluk derecesine uygun olarak gereken özen gösterilmek suretiyle tanırlar.
2. Bu amaçla, çocuğu etkileyen herhangi bir adlî veya idarî kovuşturmada çocuğun ya doğrudan doğruya veya bir temsilci ya da uygun bir makam yoluyla dinlenmesi fırsatı, ulusal yasanın usule ilişkin kurallarına uygun olarak, çocuğa özellikle sağlanacaktır" biçimindedir.
Bugün onaylanması için önümüze gelen sözleşmede, çocukların birey ve insan olarak haklarının korunması için, adlî bir makam önünde, kendilerini ilgilendiren davalarda, usule ilişkin bazı haklar tanınması; bu hakların, bizzat kendileri veya diğer şahıslar ya da kurumlar aracılığıyla kullanılmasının kolaylaştırılması hususunda hükümler yer almaktadır. Sözleşme, konuyu özel hukuk boyutuyla ele almakta, yoksa ceza hukuku alanında herhangi bir düzenleme getirmemektedir.
Sözleşme, çocukların, adlî bir makam önünde, boşanma, velayet ve şahsî ilişki kurulması gibi kendilerini etkileyen aile hukuku davalarına katılmak, tercih ve görüşlerini açıklamak, bilgilendirilmek, görüş ve arzuları dikkate alınmak suretiyle, çocuğun en fazla yararına olabilecek çözümlerin bulunması amacına matuftur.
5 kısım altında 26 maddeden oluşan sözleşmenin çocuk haklarının kullanılmasına ilişkin getirdiği başlıca hak ve yükümlülükleri şöyle sıralayabiliriz:
Sözleşmenin 3 üncü maddesine göre, tercihlerini adlî makama iletmek yükümlülüğü öngörülmüştür.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; önemli olan, bu tür anlaşmaların sadece onaylanması değil, getirmiş olduğu ilke ve standartların iç hukuka doğru ve zamanında yansıtılması, etkin bir şekilde uygulanması ve izlenmesidir. 1995 yılında onaylanarak yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesinde öngörülen ilke ve standartlar bile, iç hukukumuza henüz tam anlamıyla yansıtılamamıştır.
Bu düşüncelerle, Grubumuzun bu yasayı desteklediğini ifade ediyor, şahsım ve Grubum adına Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Kansu.
Gruplar adına başka söz talebi?.. Yok.
Komisyon Başkanımız konuşacaklar.
Buyurun efendim.
DIŞİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKANI KÂMRAN İNAN (Van) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Başkanım, söz alan grupların sayın sözcülerinin bu son derece önemli tasarıya ittifak halinde destek vermelerine teşekkürlerimizi arz ediyoruz.
Gerçekten, yarınımızın teminatı olan çocukları koruma yolunda önemli bir adım atılmakta, ciddî bir tedbir alınmaktadır; ancak, bunu yaparken, gerçekleri de belki bu vesileyle hatırlatmakta fayda vardır.
Bu, çocuklarla ilgili katıldığımız milletlerarası sözleşmeler mevcut, millî hukukumuzda alınmış çok ciddî tedbirler var; ama, bunun yanında, bir de gerçeklerimiz var. Kanunlar, ancak gereği gibi uygulandığı takdirde beklenen neticeyi verebilir. Gerçeklerimiz ise, maalesef, bilhassa çocuklar alanında hepimizi rahatsız etmesi, düşündürmesi gereken ciddiyette. Yalnız İstanbul İlinde 200 000'e yakın sahipsiz, sokakta çocuk bulunduğu iddiası var, 1 milyona yakın çocuk okula gidememekte, onbinlerce, hatta yüzbinlerce çocuk gerekli sağlık hizmetini görememektedir, onbinlerce çocuk aile içi kötü muameleyle karşı karşıya bulunmaktadır; bu meseleleri unutmamak lazım. Sadece kanun yapmak eğer meselelerin çözümü demek olsaydı, Türkiye'nin, bugün hiçbir meselesi kalmazdı. Dünyada, kanun sayısı bakımından en zengin memleketiz; 13 000'e yakın kanunumuz var; ama, bunların yüzde kaçı uygulanıyor ve bunların yüzde kaçı bizim hayatımızda etkili bir hale gelebiliyor, buna bakmak lazımdır.
Bu alanda yapmamız gerekenler, alınması gereken büyük tedbirler bulunmaktadır. Bunu da, bu vesileyle, sayın hükümete, tabiî, Yüce Meclisin ve milletimizin bir çağrısı ve ricası olarak intikal ettirmek gerekir. Hakikaten, kendi geleceğinin teminatı olan çocuklar konusunda yeterince, gerekli tedbirleri almayan ve hassasiyet göstermeyen toplumlar, ileride çok büyük sıkıntılarla karşı karşıya kalır.
Nüfusumuzun artmasını, bir sayın sözcü "bir dezavantaj olabilir" diye ifade ettiler. Bana göre, bir devletin ve bir milletin en büyük zenginliği nüfusudur; ama, bu zenginliği çağdaş bir şekilde değerlendirmek ve yetiştirmek, kendi hizmetine, devletin ve milletin hizmetine sokmak kaydıyla.
Bu hususları belirtmek ihtiyacını hissettim. Saygılarımla arz ederim efendim. (Alkışlar)
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Komisyon Başkanı Sayın Kâmran İnan'a, biz de teşekkür ediyoruz.
Şahısları adına söz taleplerini sırasıyla okuyorum: Erzurum Milletvekili Sayın Aslan Polat, İstanbul Milletvekili Sayın Masum Türker, Samsun Milletvekili Sayın Musa Uzunkaya ve Adana Milletvekili Sayın Yakup Budak.
İlk söz, Erzurum Milletvekili Sayın Aslan Polat'a aittir.
Buyurun efendim.
Süreniz 10 dakika.
ASLAN POLAT (Erzurum) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 549 sıra sayılı Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının tümü üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlarım.
Tasarının genel gerekçesinde de belirtildiği üzere, tasarı, ülkemiz tarafından 9 Haziran 1999 tarihinde imzalanan, 25 Ocak 1996 tarihli Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi, Türkiye'nin taraf bulunduğu Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesinin, taraf devletlere, bu sözleşmede tanınan hakların uygulanması amacıyla her türlü yasal, idarî ve diğer önlemleri alma yükümlülüğü getiren 4 üncü ve çocuğun her konuda görüşlerini serbestçe ifade etme haklarına dair 12 nci maddelerinin uygulamaya geçirilmesi anlayışına dayanmaktadır.
Sözleşmenin 1 inci maddesinin birinci paragrafı uyarınca, sözleşme hükümleri, 18 yaşın altında bulunan çocuklar hakkında uygulanacaktır. Sözleşmede, çocukların, birey ve insan olarak haklarının korunması için, adlî bir makam önünde kendilerini ilgilendiren davalarda, bazı usulî haklar tanıması ve boşanma, velayet gibi kendilerini etkileyen aile hukuku davalarına katılmak, tercih ve görüşlerini açıklamak ve bilgilendirme olanağı tanımasıyla ilgilidir. Sözleşme, konuyu, özel hukuka ilişkin boyutlarıyla ele almakta, ceza hukuku alında herhangi bir düzenleme getirmemektedir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; en geniş anlamıyla çocuk hukuku, özel hukuk, ceza hukuku, sosyal hukuk ve kamu hukuku ile uluslararası bildiri ve sözleşmelerde bulunan ve çocukların haklarını düzenleyen kuralların bütününden oluşur. Çocuk haklarıysa, özel hukuk, sosyal hukuk, kamu hukuku ve uluslararası hukukta yer alan kuralların çocuklara tanıdığı yetkileri kapsar. Çocuk hakları, çocukları korumak, onları bağımsız ve sorumlu bir yetişkin yaşamına hazırlamak amacıyla çocuklara hukuk kuralları tarafından tanınan yetkilerdir. Bu haklar, güçsüzlüğünden ve deneyimsizliğinden dolayı, çocuğa özel bir koruma ve özen sağlamak, yetişkin olduğunda onu kendi başına bağımsız kararlar alabilecek olgunluğa ulaştırmaktır.
Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesinin katılma hakları, çocuğun, ailede ve toplumda aktif bir rol kazanmasını sağlamaya yönelik haklardır. Bu haklar, görüşlerini açıklama ve kendisini ilgilendiren konularda karara katılma, dernek kurma ve barış içinde toplanma haklarıdır. Hukuk sistemi içerisinde, çocuk yararının önceliği, birinci önceliktir. Bu çocuğun aile içerisinde korunmasında, çocuğun yararları ile ana-babasının ya da diğer kişilerin yararları çatıştığında, çocuğun yararlarına öncelik tanınmasıdır.
20 Kasım 1989 tarihli Çocuk Haklarına Dair Birleşmiş Milletler Sözleşmesini, Türkiye, 29-30 Eylül 1990 tarihleri arasında Birleşmiş Milletler Genel Merkezinde toplanan Çocuklar İçin Dünya Zirvesinde imzalamıştır.
Bu sözleşme, dünya çocuklarının insan hakları yasası sayılmaktadır. Sözleşmenin dayandığı temel fikir şudur: Tek tek her çocuk, içerisinde bulunduğu durumun geliştirilmesi, toplumun aktif ve sorumlu bir üyesi durumuna gelebilmesi için ayrılan kaynaklardan yararlanma hakkına sahiptir.
Sözleşmenin amacı, çocukların korunması için evrensel ilkeler belirlemek, onları, her türlü ihmal, istismar ve kötü muamelelere karşı korumaktır. Bunun yanında, sözleşme, çocukların potansiyellerinin ve yeteneklerinin gelişmesini sağlayacak programlar için bir çerçeve oluşturmak amacını da gütmektedir.
Sözleşme, uluslararası hukuk açısından, çocuklara yönelik tutum ve davranışlara ilişkin evrensel standartları düzenleyen ve bağlayıcı güce sahip hukuksal bir metindir.
İş hukuku açısından ise, sözleşme, 1982 Anayasasına göre kanun hükmündedir. Anayasamızın 90 ıncı maddesinin birinci fıkrasına göre, Türkiye cumhuriyeti adına yabancı devletlerle ve milletlerarası kuruluşlarla yapılacak anlaşmaların onaylanması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır. 90 ıncı maddenin beşinci fıkrasına göre ise, usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası anlaşmalar kanun hükmündedir. Anayasaya aykırılık iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurulamaz.
Sözleşmenin, üç önemli uygulama sorunu vardır:
Birincisi, sözleşmeyle benimsenen hukuksal ve ahlakî yaklaşımların, ayrıntılı bir şekilde, eğitim programlarına sokulmasıdır. Bu konuda, Millî Eğitim Bakanlığına önemli görevler düşmektedir.
İkincisi, iç hukukumuzda, sözleşmeyle bağdaşmayan hükümlerin kaldırılması ve sözleşmenin öngördüğü yeni düzenlemelerin yapılmasıdır. Burada da, önemli ölçüde, Adalet Bakanlığına görev düşmektedir.
Üçüncüsü de, bu kuralları yaşama geçirecek yapısal ve örgütsel önlemlerin alınmasıdır. Bu da, önemli ölçüde, parlamento ve hükümetlere düşen görevdir.
Çocuğun görüşlerinin dikkate alınmasını belirleyen 12 nci madde, sözleşmenin temel ilkelerinden birisidir. Görüşlerini oluşturma yeteneğine sahip çocukların, kendilerini ilgilendiren bir konu ya da işlem sırasında serbestçe görüşlerini ifade edebilme hakkına sahip olmaları ve bu görüşün -yaşı ve olgunluk derecesi dikkate alınarak- değerlendirilme zorunluluğu vardır.
Çocukların Haklarının Uygulanmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi de, çocuklarla ilgili karar vermek durumunda olan adlî ya da yönetsel makamlarca, çocuğun görüşünün alınmasını, çocuğa görüşünü ifade etme olanağı sağlanmasını ve bu görüşlere gerekli ağırlığın verilmesini öngörmektedir.
Çocukların görüşlerinin alınması ve kararlara katılması, gerek aile ve gerekse toplum bakımından çok önemlidir. Karar alma durumunda olanlar, çocuğun katılım hakkını reddettikleri takdirde, yaşamsal önemdeki bilgi ve görüşlerden yoksun kalabilirler. Çocuğun belirttiği düşünce ve görüş bazılarını rahatsız etse de, kuşkusuz, dikkate alınması gereken yeni bir boyut oluşturur.
Çocuk Hakları Sözleşmesi, gerek bu ilkesi gerekse diğer ilke ve hükümleriyle, ülkelerden, çocuğun toplumda bir birey olarak yaşantısını sürdürmeye eksiksiz biçimde hazırlanmasını, Birleşmiş Milletlerin kuruluş bildirgesinde yer alan barış, onur, hoşgörü, özgürlük, eşitlik ve dayanışma idealleriyle yetiştirilmesini istemektedir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; biraz da, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesinin, bilhassa, günümüz Türkiyesinde büyük önem taşıyan maddelerinden söz etmek isteriz. Bu maddeler, biraz önce belirttiğimiz, görüş ve düşüncelerini açıklama, bilgi alma hakkını düzenleyen 12 nci madde, düşünme ve düşünceyi açıklama, vicdan ve din özgürlüğünü düzenleyen 13 ve 14 üncü maddelerdir. Bu maddelere göre, taraf devletler, çocuğun düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne saygı gösterirler. Çocuk, düşüncesini özgürce açıklama hakkına sahiptir. Bu hak, ülke sınırlarına bağlı olmaksızın, yazılı, sözlü, basılı, sanatsal biçimde veya çocuğun seçeceği başka bir araçla yapmak istemesidir. Ülkemizde bugün, bırakın çocukların, başbakanların, bakanların konuşma, büyükşehir belediye başkanlarının şiir okuma özgürlükleri var mıdır?! Ülkemizde, hâlâ , 312 nci madde gibi, düşünceyi yasaklayan kanun maddeleri varken, bu sözleşmelerin uygulama alanı olacak mıdır?!
15 inci maddeyle, dernek kurma, barışçı toplanma özgürlüğü düzenlenmiştir. Yine ülkemizde, bırakın çocukların dernek kurma özgürlüğünü, büyüklerin, yani bizlerin, siyasî parti kurma ve yaşatma özgürlüğü ne boyuttadır ki, çocukların dernek kurma özgürlüğü de o boyutta olsun?!
Özel yaşam, aile, konut, haberleşme özgürlüğü de 16 ncı maddeyle düzenlenmiştir. Bu maddede "hiçbir çocuğun özel yaşantısına, konut ve iletişimine, keyfî ve haksız biçimde müdahale edilemez, onur ve saygınlığı zedelenemez" denilmektedir. Yine ülkemizde, onbinlerce çocuk sokaklarda yaşarken, hangi konut özgürlüğünden; bugün bile bakanların telefonları kanunlara aykırı biçimde dinlenirken, hangi çocukların iletişim özgürlüğünden bahsedeceğiz?!
37 nci maddeyle, kötü muamele ve işkenceye tabi tutulmama hakkı... Bu maddede "hiçbir çocuk, işkenceye, zalimce davranışlara ya da cezaya, yasadışı tutuklamaya tabi tutulamaz, özgürlüğünden yoksun bırakılamaz. Eğer çocuk, herhangi bir ihmal, sömürü ya da eziyet, işkence sonucunda mağdur duruma düşürülmüşse, devlet, bu çocuğun bedensel ve ruhsal durumunu yeniden kazanması ve toplum içinde yer edinmesini sağlamak için gerekli her önlemi alır" denilmektedir.
Burada insafla, Manisalı çocuklara yapılan işkenceyi ve imam hatip okullarından başı örtülü olduğu için okula alınmayan, horlanan ve bu sebeple, okula alınmadığı için sokakta trafik kazasında bacağını kaybeden çocukları düşünüp bir nefis muhasebesi yapıp, herkesi kendi özeleştirisini yapmaya çağırıyoruz.
Yine, sözleşmenin 24 üncü maddesi, taraf devletlere "bebek ve çocuk ölümlerini azaltma, hastalıklarla mücadele etme, eğitim hakkını gerçekleştirme" yükümlülüğü getirirken, 4 üncü madde, ülkelerin bu yönde alacağı önlemlerin mevcut kaynakların el verdiği en iyi düzeyde olacağını belirtmiştir. "Devletler, ekonomik, sosyal ve kültürel hakların gerçekleşmesi için eldeki kaynakların sınırına kadar çaba gösterecekler, gerekiyorsa uluslararası işbirliğinden yararlanacaklardır" denilmektedir.
Ülkemizde mevcut kaynakların tümü faiz ve silah alımına gittiği için, bu maddenin ülkemizde önemli bir uygulama alanı olmadığı açıktır.
26 ncı maddeyle sosyal güvenlik hakkı tanınmıştır. Bu maddeye göre, her çocuk, bedensel, zihinsel, ruhsal, toplumsal ve ahlakî gelişmesini sağlayacak yeterli yaşam standardına ulaşma hakkına sahiptir. Devlet, bu kişilere yardımcı olmak amacıyla gerekli her türlü önlemi almak ve gereksinim duyduğu takdirde, özellikle beslenme, barınma ve giyim konularında malî yardım ve destek programı uygulamak zorundadır.
Şimdi, ülkemizde onbinlerce çocuk sokaklarda yaşarken, Kamu-Sen'in araştırmasına göre, Aralık 2000 itibariyle, ülkemizde, 4 kişilik bir aile için açlık sınırının 2 milyon olduğu günümüzde, asgarî ücret net 103 milyon civarındaysa ve ülkemizin takriben yüzde 8'i açlık sınırının altında yaşamını sürdürmeye çalışırken, bu maddeler, ülkemiz için biraz lüks kalmaktadır.
Sokakta yaşayan ve açlık sınırının altında yaşam mücadelesi veren ülkem halkının çocukları için bu anlaşma bir rüya olsa da, yine de iyi niyetle hazırlanmış bir anlaşma olduğu için, bugün değilse yarın, ama bir gün mutlaka uygulanması amacıyla tasarının hayırlı olmasını diler, hepinize saygılar sunarım. (FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Polat.
Tasarının tümü üzerindeki son konuşma, şahsı adına, İstanbul Milletvekili Sayın Masum Türker'e aittir.
Buyurun Sayın Türker. (DSP sıralarından alkışlar)
Süreniz 10 dakika.
MASUM TÜRKER (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; aslında, burada rutin bir işlem yapıyoruz; daha önce paraf edilmiş, kabul edilmiş Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesinin onaylanmasını tartışıyoruz ve bu sözleşmede hepimizin bu vesileyle şu konuya dikkati çekiliyor: Çocuklarımızın, özellikle, boşanma davalarında, ayrılık davalarında, velayetlere ilişkin davalarda, ebeveyn ile çocuk arasında kişisel ilişki kurulmasına ilişkin davalarda ve babalığın mahkeme kararıyla kurulmasına ilişkin davalarda dinlenilmesi ve bu konuda bazı haklarının verilerek, yüksek çıkarlarının belirtilmesi yer almaktadır.
Çocuklarımız, bizim ülkemizde, özellikle cumhuriyetin kuruluşunda çok önemsenmiş ve çocukların daha iyi yetiştirilmesi konusunda cumhuriyetimizin kurucuları özel bir özen göstermelerine rağmen, zaman içinde, günün koşullarına uyularak, buradan yavaş yavaş uzaklaşılmış ve daha 1826 yılında çocuklarımızın okuma özgürlüklerini babalarının tercihi yönünde gösteren çeşitli başkaldırılar, devletin uyarlamalarına karşı yapılagelmiştir. Hâlâ, bunları, günümüzde, eğitim düzeninde görüyoruz.
Bence, bu kanun tasarısı dolayısıyla her bir milletvekilinin, çocukların yarını için, ülkenin yarını olacak olan çocuklarımız için, daha nelerin yapılması gerektiği konusunda bir çalışma yapması gerekiyor. Ben, sanıyorum ki, bu Mecliste ele aldığımız birçok araştırma konusunun yanında, çocuklarımızla ilgili yasalarımızdaki mevcut durumu ve düzeltilmesi gereken konuları içeren bir araştırmanın yapılması, daha olumlu ve belki de geleceğe yönelik önemli bir gelişme olacaktır.
Değerli milletvekilleri, çocuklarımızın hakları ve çocuklarımızla ilgili olarak Türkiye'de geçmişte ciddî adımlar atılmış, iç hukukta düzenlemeler yapılmış, çocuk mahkemelerinin kurulması bile kararlaştırılmıştır; ama, ne var ki, bugün hepimiz izliyoruz ki, çocuklarımızın, herhangi bir nedenle, 18 yaş altında olduğuna bakılmaksızın, kimi zaman gözaltına alınmakta, kimi zaman ifadesine başvurulmakta, kimi zaman da bunların sürekli suç işlediği yaygın bir şekilde ileriye sürülmeye çalışılmaktadır. Bu konuda yapılanların, yapılagelenlerin, kuşkusuz siyaset mercii, buradaki mevcut olan arkadaşların siyasî partileri ne olursa olsun mevcut olan kişiler değildir. Kimler bunları yapıyor; Parlamento eliyle yasama hakkımızı devrettiğimiz ve belirli görevleri yapmakla görevli olan kişiler. İşte, bu bağlamda, şu veya bu şekilde bugünün çocukları, yarının bu görevleri yapacak kişileridir ve çocuk haklarının daha ilkokul çağında çocuklara öğretilmeye, okutulmaya başlanması gerektiğini düşünüyorum.
Denilebilir ki, burada ve daha önceki sözleşmelerde ve özellikle içhukuktaki bu hakların okutulmasının ne gibi pratik bir yararı vardır; pratik yararı, o kişiler büyüyüp çocukken öğrendikleri bilgileri, kendileri yetki kullanma aşamasına geldiği zaman, şu anda onları kullanmayanların yerinde, daha sağlıklı, daha adil ve daha verimli olarak kullanacaklardır.
Çocuk haklarıyla ilgili bu sözleşmede eksik olan bir konuya dikkati çekerek sözlerime son vermek istiyorum.
Değerli milletvekilleri, bir çocuğun, adlî dava olarak kabul edilen ve özellikle aile hukukunda düzenlenen hükümleriyle ilgili düzenlemelerde, hakları için ve yüksek çıkarları için gerekirse devletin bile el koyacağı söylenmesine rağmen, kimi zaman kimsesiz çocuklara vasi tayiniyle ilgili olarak, burada, aynı hakların getirilmesi gerektiğini özellikle içhukuk açısından yararlı görüyorum. Eğer, bir konuda, çocuğun anne ve babası yoksa ve mahkeme kararıyla bir vasi tayini söz konusu olacaksa, bu takdirde, buradaki çocuk haklarının bu vasi tayininde de, eğer belirli bir yerde iradesini kullanabilecek noktadaysa, başvurulmasında büyük yarar olduğunu düşünüyorum.
Çocuklarımız yarınımızın teminatıdır. Bizim sorumluluğumuz, yarınlarımızın teminatı olan bu çocuklara daha iyi bir gelecek hazırlamaktır.
Bu vesileyle, Yüce Heyete saygılar sunuyorum. (DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Türker.
Sayın milletvekilleri, tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Tasarının maddelerine geçilmesi hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Maddelere geçilmesi kabul edilmiştir.
Tasarının 1 inci maddesini okutuyorum:
ÇOCUK HAKLARININ KULLANILMASINA İLİŞKİN AVRUPA SÖZLEŞMESİNİN
ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI
MADDE 1. - Ülkemiz tarafından 9 Haziran 1999 tarihinde imzalanan "Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi"nin ekli beyan ile onaylanması uygun bulunmuştur.
BAŞKAN - Bu madde üzerindeki ilk söz, Fazilet Partisi Grubu adına Bursa Milletvekili Sayın Ahmet Sünnetçioğlu'na ait; buyurun.
Konuşma süreniz 10 dakika.
FP GRUBU ADINA AHMET SÜNNETÇİOĞLU (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının 1 inci maddesi üzerinde Fazilet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi selamlıyorum.
25 Ocak 1996 tarihli Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi, ülkemiz tarafından 9 Haziran 1999 tarihinde imzalanmış; şimdi, biz bunu kanunlaştırıyoruz. Bu tür uluslararası anlaşmalarda öteden beri anlatmaya çalıştığımız bir husus var; ki, bu konuda, Sayın Musa Uzunkaya, daha önce, burada yapmış olduğu konuşmada bunu dile getirmişti. Bu sözleşmelerin içeriğinin, komisyonlarda ve Genel Kurulda yeterince görüşülmediği, yapıcı katkılarımızın yeterince bulunmadığı şeklindedir.
Görüşülmekte olan bu sözleşmenin 24 üncü maddesinin "Bu sözleşmeye hiçbir şekilde çekince konulamaz" şeklinde olduğunu biliyorum; böyle bir niyetim de yok. Ancak, bu sözleşmenin 20 nci maddesinde, taraflardan biri, sözleşme maddelerinden birinde değişiklik veya ilave isterse, Avrupa Konseyi Genel Sekreterine bildirir; o da, Daimî Komitenin, müteakip toplantısından iki ay önce taraflara gönderir. Değişiklik, Daimî Komite tarafından incelenir. Katılımcıların dörtte 3 çoğunluğuyla kabul ettiği metin, Bakanlar Komitesinin onayına gönderilir; onaydan sonra, kabul edilmesi için taraflara gönderilir deniliyor. Konu çok önemli, hiç kimse medeni hukuk bağlamından çocukların velayet ve ilgili hukukî konuları içeren bu sözleşmeye karşı çıkamaz. Ancak, bu sözleşme, tali komisyon olarak Adalet Komisyonunda, Dışişleri Komisyonunda, Genel Kurulda içeriğiyle beraber konuşulabilirse, tartışılabilirse, 20 nci madde kapsamında, değerli uzmanların ve milletvekillerinin katkıları, Dışişleri uzmanlarınca not edilir, ilerideki Daimi Komite toplantılarında, önemli katkılar olarak, orada belirtilir düşüncesindeyim.
İkinci bir konu, şu anda, Meclisimizde, çocuk işçiliğinin kabul edilemeyeceğinin boyutlarıyla ilgili bir sözleşme onay bekliyor. Bu sözleşme, hem Katılım Ortaklığı Belgesi hem Türkiye'nin ihtiyacı hem de bu konuda ülkemizin hazır olması bakımından önemlidir. Bu sözleşme, şu anda gündemde 159 uncu sırada bulunan, En Kötü Biçimlerdeki Çocuk İşçiliğinin Yasaklanması ve Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Acil Eylem Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısıdır; 457 sıra sayıyla şu anda beklemektedir. Şayet 12 ilâ 15 Aralıkta Cenevre'de yapılan Altıncı Avrupa Bölge Toplantısına, bu tasarı yasalaşmış olarak katılabilseydik, Türkiye, çok büyük bir prestij kazanmış olacaktı.
Bu vesileyle, bu konuyu tekrar hatırlatmış oluyor, gündemde ön sıralara gelmesini diliyorum. Zira, Türkiye nüfusunun yaklaşık üçte 1'i, 0 ilâ 14 yaş grubuna giren çocuklardır. Çocukların da yaklaşık yüzde 36'sının, yani, 4 milyonunun çalıştığı görülmektedir. Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonunun hazırladığı bir rapora göre, Türkiye'de, 12 ilâ 19 yaş grubunda her 3 çocuktan 1'nin imalat, hammadde ve çeşitli hizmetlerde çalıştığı belirtilmiş olup, raporda, bu çocukların yarısının okumak istemelerine rağmen imkân bulamadıkları ve çalıştırılan işçi çocuk sayısı itibariyle, dünyada, Kenya, Bangladeş ve Haiti'den sonra, 4 üncü sırada yer aldığımız belirtilmektedir.
Yine, bir araştırmaya göre, her gün, ülkemizde çalışanlardan 20 ila 30 kişi iş kazası geçirmekte, her gün bir kişi ölmekte, bunların da altıda 1'inin çocuklar olduğu görülmektedir. Ülkemizde 8 milyon çocuk yoksulluk sınırı altında bulunmakta, 250 000 çocuğun sokaklarda yaşadığı bilinmekte ve bu oranların artmakta olduğu belirtilmektedir ve biraz evvel, Sayın Komisyon Başkanının da, bu konudaki şikâyetlerini, hep beraber dinledik.
Şimdi, bu bilgiler ile görüşmekte olduğumuz tasarı karşılaştırılırsa, eğitim, gelişme ve oyun çağında olan çocukların zorla çalıştırılması demek, onların bu haklardan mahrum olması demektir ve bu şekilde, onların hiçbir haklarını da koruyamayız.
Çocuk hakları konusunda, Birleşmiş Milletlerce, 10 Aralık 1948'de ilan edilen İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin birkısım maddeleri tahsis edilmiştir. 20 nci madde, hususi himaye ve yardım konusunu; 25 inci madde, evlilik içi ve dışı bütün çocukların aynı himayeden faydalanması konusunu; 26 ncı madde de, mecburî temel eğitim konularını işlemiştir.
20 Kasım 1959'da da, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, Çocuk Hakları Beyannamesi adıyla bir vesikayı kabul etmiştir; buna göre de:
1. Bütün çocuklara, tabiî haklar konusunda eşit muamele yapılması, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, milliyet, servet ve doğuma ilişkin bir imtiyaz ve ayırım yapılmaması; böylece, lord, asilzade, kont, baron, zenci, beyaz ayırımı yapmadan, aynı sınıfta, beraberce eğitim görmeleri.
2. Çocuğun her yönüyle normal gelişimini sağlayabilmesi için, aczinden dolayı, hususi kanun ve tedbirlerle yardımcı olunması.
3. Çocuğun doğumundan itibaren bir isme ve bir milliyete sahip olması.
4. Çocuğun sosyal güvenlikten istifade etmesi, sıhhatli bir şekilde büyüyebilmesi için, kendine mahsus yardım ve himaye temin edilmesi; çocuğun doğum öncesi ve sonrası gıda ve mesken edinme hakları.
5. Bedenî, zihnî ve içtimaî yönden zarara maruz kalan çocuğa hususi tedavi, terbiye ve ihtimam gösterilmesi, özürlülerin tedavi ve tahsilleri.
6. Çocuğun şefkate ve anneye ihtiyacı, aileye yardım.
7. Çocuğun eğitim ve terbiyesi.
8. Çocuğun, her durumda, savaş ve adlî durumlar dahil, himaye ve yardıma ilk mazhar olanlar arasında yer alması.
9. Çocuğun, her çeşit ihmal ve istismar ve gaddarlığa karşı korunması.
10. Milletlerarası dostluk, sulh, kardeşlik havası içerisinde, enerji ve kabiliyetlerini hemcinslerinin hizmetine adaması olarak belirlenmiştir.
Bu maddelerle, bugün çağımızda yaşadığımız olayları karşılaştırırsak, Filistin'de babasıyla beraber sığındığı bir duvarın arkasında vurulan çocukları, Somali'de, Eritre'de, Çad'da bir deri bir kemik kalmış aç olan çocukları, Uzakdoğuda uyuşturucu ve fuhuş sektöründe kullanılan çocukları gördükçe bu ve bunun gibi sözleşmelerin dünyada ne kadar uygulandığına dair bir fikir edinmiş oluyoruz.
Çocuktan yola çıkmanın bir ayrıcalık olduğuna inanıyoruz; çünkü, 21 inci Yüzyıla bizi bugünün çocukları taşıyacaktır. Çocuklar bütün güzelliklere layıktır. Çağımızda çocuk hastalıklarına ya da soğuk savaş sonrası çocuk sorunlarına karşı bir duyarsızlık görülmektedir. Son on yılda 2 milyon çocuk savaşlarda öldü, 4 milyon çocuk yaralandı, 15 milyon çocuk savaşlardan psikolojik olarak etkilendi. Binlerce çocuk doğduğu topraklardan uzaklarda, kamplarda mülteci olarak hayat sürdürüyor. Bosna çocuksuz kaldı. Çocuklar büyüklerin çıkardığı savaşlarda yeterince öldü. Çocukların yüzünde barışın esenliği yerine savaşın dehşeti gözüküyor. Çocuklar barış istiyor. Çiçekler bombalardan çok olmalı. Çocuklar gökyüzünde savaş uçaklarını değil, kuşları görmeli. Çocuklar barışı sahici bir vicdan ve kirlenmemiş bir yürekle istiyorlar.
Bu tasarının gerekçesinde, çocuğun her konuda görüşlerini serbestçe ifade etmesi hakkından söz edilmiş. Biraz evvel, sayın konuşmacının da belirttiği gibi, 312 nci maddenin konuşulduğu, okuduğu şiirden dolayı hüküm giyen belediye başkanlarının olduğu, bir ülke meselesi hakkında görüşlerini bildiren başbakanın ceza aldığı, partilerin kapatılmak istenildiği ülkemizde çocuklar istediklerini düşünüp, bunları dile getirebilecekler; daha sonra, büyüdüklerinde, biz, onlara bu düşünceyi ifade özgürlüğünü yasaklayacağız. Bu işte bir terslik var. Hiç olmazsa, daha baştan çocuklarımızı düşünce ve ifade özgürlüğüne alıştırmayalım ya da bu hakları büyüklere de uyarlayalım diye düşünüyorum.
Çocuklar çiçektir, sevgiyle büyür. Yarınların büyükleri ve geleceğimizin teminatı olan çocuklarımızın daha güzel, daha yeşil, daha sağlıklı bir dünyaya kavuşmaları için üzerimize düşeni yapmalıyız. Bu konuda, maddî ve manevî bütün imkânlarımızı kullanarak, durup dinlenmeden çalışmamız gerektiğine inanıyorum ve bu tasarıya da, Fazilet Partisi Grubu olarak olumlu oy vereceğimizi belirtiyor, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (FP ve DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Sünnetçioğlu.
Gruplar adına başka söz talebi?.. Yok.
Şahısları adına -sırasıyla okuyorum- Sıvas Milletvekili Sayın Cengiz Güleç, Samsun Milletvekili Sayın Musa Uzunkaya ve Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan söz istemişlerdir.
İlk söz, Sıvas Milletvekili Sayın Cengiz Güleç'e ait.
Buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)
Süreniz 5 dakikadır.
M. CENGİZ GÜLEÇ (Sıvas) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Çocuk Haklarının Kullanımına İlişkin Avrupa Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısını ve Dışişleri Komisyonu raporunu kısaca inceleme imkânını biraz önce bulabildim ve hükümetin ne kadar yararlı bir girişimde bulunduğunu teslim ederek, bu konuda, bir ruh sağlığı uzmanı olmam hasebiyle ve siyasî kimliğimi de işin içine katarak, birkaç dakika içinde, çocuk istismarı konusuna biraz değinmek istiyorum bu yasa tasarısı vesilesiyle; çünkü, tasarının gerekçesine ve maddelere şöyle bir bakıldığında, çok aleyhine konuşabilecek herhangi bir nokta olduğunu zannetmiyorum. Bu, gayet tabiî ki, muhalefeti önceden önlemek gibi bir anlama gelmemeli; ancak, bu vesileyle, çocuk istismarı konusu ülkemizde de yıllardır birçok kurumda ve düzeyde konuşulmasına rağmen, bir hukuksal düzenleme yapılması ihtiyacı çok geç kalınmış bir konudur. Bu nedenle, böyle bir uluslararası sözleşmeyle de olsa, Türkiye'de çocuk haklarını korumaya dönük bir girişimi saygıyla karşılamak gerekir ve onaylamak gerekir. Bu açıdan da, hükümetin bu girişimini, doğrusu, takdirle karşıladığımı ifade etmek istiyorum.
Çocuk istismarı veya çocuğun kötü kullanımı, suiistimali gibi terimler, çocuk ruh sağlığı alanında çalışanların çok yakından bildiği kavramlardır ve terimlerdir. Batı ülkelerinde, maalesef, hırpalanmış, dövülmüş, suiistimal edilmiş; yani, bu suiistimal yalnızca cinsel obje olarak kullanılma değil, benliğinin örselenmesi, hakaret, dövme veya birçok büyüme haklarından mahrum bırakma, eğitim haklarından mahrum bırakma gibi pek çok konuda çocukların istismar edildiği bilinmektedir ve bu duruma müdahale edebilecek kamu kurumlarının, sivil toplum örgütlerinin Batı'da ne kadar örgütlendiğini görmekteyiz. Bu açılardan Türkiye'de, modern cumhuriyetimizde, modern toplumumuzda da birtakım girişim, aksiyon, eylem grupları olduğunu bilmekle beraber, hâlâ çocuk istismarının kamu duyarlılığı alanında, maalesef, olmadığını söylemek istiyorum.
Bu noktada, izninizle, çok az işlenen, belki çok dikkat çekmeyen bir noktaya hemen işaret etmek istiyorum, Sayın Uluğbay'ın bir araştırmasından da yararlanarak ve yakında yayımlanacağını bildiğim için, kendi müsaadesiyle araştırmalarını burada zikretmek istiyorum. Erken ya da çocuk evlilikler diye bir konuyu dile getirmek için bu iyi bir vesile oldu. Aşağı yukarı 12-13 yaşında başlayarak, reşit olmadan, 18 yaşını tamamlamadan 12-18 yaş grubundaki kız çocuklarının özellikle evlendirilmesini, hiçbir biçimde rızası alınmadan, seçme hakkı ona hiçbir şekilde tanınmadan yapılan çocuk evliliklerini de ciddî bir çocuk istismarı olarak kabul etmek gerekir.
Bu açıdan da nasıl bir hukuksal düzenleme yapılabilir, onu da bir problem olarak dile getirmek istiyorum. Bu tür evliliklerin, size, kabaca bir oranını vermek istiyorum, yine Sayın Uluğbay'ın verilerinden hareketle, konunun önemini anlayabilmek açısından. Mesela, 1990 sayımına göre, ülkemizde 12-14 yaş arası evli olan kız çocuklarının sayısı 10 484'tür ve bu çocuk annelerin 1 483'ü bebek sahibidir, oyuncak olmayan bebek, gerçek bebek sahibidir. 15-19 yaş grubunda evli olanların sayıları ise 463 481'dir ve bu evliliklerden de 280 000'i aşkın çocuk mevcuttur. İşyerlerinde çalışan çocuk işçilerin sayısı ise 605 000'dir; bu, inanılacak bir rakam değil. Islahevine düşürdüğümüz çocuk sayısı ise 600'ün üzerindedir. Bunlar resmî olarak kayıtlara geçebilen rakamlar; ama, bu, kayıtdışı, belki resmî olarak belirtilmeyen evlilikleri de işin içerisine katarsanız, zannediyorum işin vahameti çok daha kolay ve güzel anlaşılabilir.
Geleneksel kültüre sahip olmak ve geleneklerimize sahip çıkmakla övünmekle beraber, Türk kimliğini ve Türk kültürünü oluşturan geleneksel yapımızı doğru tanımak ve yaratabileceği birtakım sosyal ve ruhsal sorunlara da işaret etmek gerekir. Bununla şunu söylemeye çalışıyorum: Kabaca, İç Anadolu ve Doğu Anadolu ağırlıklı olmak üzere evliliklerin yaklaşık üçte biri, hele hele Doğu Anadolu'ya doğru gittikçe de evliliklerin yaklaşık yüzde 30-40'ından fazlası akraba evlilikleri şeklinde yapılır ve bu akraba evliliklerinin içerisinde özellikle "çapraz kuzen evliliği" denilen; yani, amca ve...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Güleç, lütfen, toparlayınız.
M. CENGİZ GÜLEÇ (Devamla) - Teşekkür ediyorum.
Bu akraba evliliklerinin ekonomik, sosyal, tarihî, ne kadar çok anlaşılabilir sebebi olursa olsun, çok ciddî tıbbî, ruhî ve sosyal sorunlar yaratmakta olduğunu bilmenizi arzu ediyorum ve bu bağlamda, bu geleneksel evlilikler içerisinde, çocuk evliliklerinin ciddî bir yekûn tuttuğunu da hesaba katmak gerekir. Bu tür bir evliliği de, çocuk istismarı başlığı altında incelemenin gereğine ve yararına inanıyorum, bu vesileyle saygılar sunuyorum. (DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Güleç.
Madde üzerinde son söz, Samsun Milletvekili Sayın Musa Uzunkaya'ya aittir
Buyurun Sayın Uzunkaya. (FP sıralarından alkışlar)
Süreniz 5 dakika.
MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 549 sıra sayılı Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının 1 inci maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Tabiî, onaylanma, bizim buradaki görevimizi, daha önce de bu uluslararası ikili veya çoktaraflı anlaşmalarda hep ısrarla söylediğim hususu -Sayın Sünnetçioğlu da az önce işaret etti- burada hep vurgulayacağım; tıpkı, burada, saatin bulunmadığını her gelişinde vurgulayan çok değerli Sayın Karakoyunlu kardeşimizin işaret ettiği gibi.
İkili veya çoktaraflı anlaşmaları, eğer, Parlamento olarak tartışamıyorsak... Bu, gerçekten, çok güzel bir metin; maddeleri üzerinde detaylı durulması lazım. Değerli milletvekili arkadaşım, az önce, işin uzmanı olduğu halde dediler ki: "Metin az önce elime geçti." Bir şekilde yeni de geçmiş olabilir. Belki, çokça tartışılması gereken bir şeydi. Hele hele, Türkiye nüfusunun büyük bir ekseriyeti genç; dolayısıyla, çocuk yaştaki nüfusun da hayli kalabalık olduğunu düşünürsek, çocuk hakları konusunda, biraz da iyi bir performans sergilediğimizi söylemek oldukça zor.
Değerli arkadaşlar, değerler açısından, öteden beri, inancımıza, millî ve tarihî değerlerimize göre, beş şeyi korumak, insanın ve insanlığın aslî görevidir. Bunlardan birincisi, nefsin, yani, canın, hayatın idamesi; önemli bir sorundur, önemli bir vazifedir; ikincisi de, neslin korunması; yani, çoluk çocuğun, geleceğin ve geleceğin teminatı olan çocuklarımızın gelecek açısından korunması; aklın korunması -sağlık açısından, geçen hafta bir yasa burada tartışıldı- malın korunması ve inançların, değerlerin, yaşayan dinlerin, toplum hayatında var olan, mutlaka kıyamete kadar da var olması gereken değerlerin korunması, insanlık için kaçınılmaz temel vazifelerdir. Burada, elbette ki, çocukların korunması, sağlık ve eğitim açısından himaye edilmesi, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin de, hükümetlerinin de sorumluluğudur. Nitekim, bu anlaşma -az önce de arkadaşlarım ifade ettiler, gerekçesinde de var- daha önce, 9 Haziran 1999 tarihinde, 25 Ocak 1996 tarihli Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi olarak kabul edilmiş.
Şimdi, değerli arkadaşlar, elimde birkısım veriler var; mesela, Türkiye'deki Çocuk Vakfıyla ilgili, yetkili, sorumlu arkadaşların hazırladığı ciddî bir envanter var: "Yeni Binyılın Dünya Çocukları" Burada, çok enteresan rapor ve rakamlar görüyoruz. Mesela, dünya nüfusunun 2 milyar 850 milyonunun çocuk olduğu; ama, eğitim açısından, sağlık açısından bunlara ayrılan zaman ve imkânlara bakılınca, Türkiye'nin görüntüsünün hiç de iyi olmadığını, burada dikkat edebilirsek, görü-yoruz.
Mesela, Japonya'da çocuğun eğitimine 849 dolar ayrılırken sağlığına 1 362 dolar ayrılıyor; İsrail'de eğitimine 1 274 dolar ayrılırken sağlığına 1 219 dolar ayrılıyor. Şimdi, Avrupa Birliği içerisine girme adayı olan Türkiye'yi Avrupa Birliğindeki ülkelerle, en basit, Yunanistan'la kıyaslayacak olursak, Yunanistan'ın bu alanlarda ayırdığı pay bizim 4 katımızdır. Yani, Türkiye eğitime 146 dolar, sağlığa 187 dolar; Almanya eğitime 1 059 dolar, sağlığa 1 830 dolar ayırıyor. Ee, bizim eğiti-mimizin böyle olduğuna zaten tereddüt yok, yaşanan sıkıntılar ortada... Mesela, eğitim ve sağlıkta "Namibya'dan daha geriyiz" deniliyor. Milliyet Gazetesinin dünkü nüshasındaki bir haber de; yani, dünyada ismini duymadığımız ülkelerin eğitim açısından çok daha gerisindeyiz.
Şurada "taşımalı eğitimde taşımalının suyu çıktı" deniliyor. Değerli Millî Eğitim Bakanımız keşke burada olsaydı... Samsun'daki bütün göletlerden, barajlardan traktörlerle öğrenciler taşınırken, öğrencileri balık insanlarla kurtarmak zorunda kalıyoruz; çünkü, göllere düşüyor. Teleferiklerden düşen insanları televizyon ekranlarından izliyoruz ve toplum, bu anlamda da ciddî cinnet noktasına geldi. Hakikaten uzman arkadaşlarımız var burada. Toplumu yeniden tahlil etmek zorundayız...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Uzunkaya, lütfen toparlayınız.
MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkanım.
Yani, işsiz anne-babanın, akşamleyin evine gelirken çocuğuna sıcacık bir ekmek getirememesi, istediği eğitim için defteri, kalemi getirememesi, çocuk haklarını savunduğumuz bir zeminde bizi ne kadar haklı kılabilir bilmiyorum. Ama "cinnet geçiriyoruz" deniliyor bir başka gazetede. Bakın, üst üste üç tane intihar... İşte, iki gün önce de "13 yaşındaki bir öğrenci okulda başına kurşun sıktı" deniliyor.
Değerli arkadaşlar, bir sonraki maddede de söz hakkım var; zannediyorum, orada da bazı noktaları arz edeceğim; ama, ben, bir boyutunu daha ifade etmek istiyorum. İnsan Hakları Komisyonumuzun yaptığı tespit ve rapor haline getirdiği kitaplara göre, çocukları işkenceye en çok maruz kalan ülkelerden birisi biziz. Yani, yaşlıları koyduk bir tarafa... Az önce, bir arkadaşımız, Manisalı gençlerden bahsetti. Doğrudur, işkence sadece bu alanda değil, eğitim hakkını bir çocuğun elinden almak, en akıl almaz, en çağdışı işkencedir. Çocukların bir yığın hakları ellerinden alınmış ve Türkiye'de çocuklara yapılan işkence oranı yüzde 11'ler, yüzde 12'ler civarındadır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Uzunkaya, son cümleniz için mikrofonu tekrar açıyorum; lütfen, tamamlayın.
MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkanım.
Dolayısıyla, işkenceye muhatap olan, muarız olan çocuklar değil. "Küçüklerini sevmeyen, büyüklerini saymayan bizden değildir" ölçüsünü anlayan bir idraki, hem Parlamentonun mensupları hem de ülke insanının genelinin kavraması lazım diyor; hepinize saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Uzunkaya.
Sayın milletvekilleri, 1 inci madde üzerindeki müzakereler tamamlanmıştır.
1 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... 1 inci madde kabul edilmiştir.
2 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2. - Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN - Gruplar adına ilk söz, Fazilet Partisi Grubu adına, Erzurum Milletvekili Sayın Aslan Polat'a ait.
Buyurun Sayın Polat. (FP sıralarından alkışlar)
Süreniz 10 dakika.
FP GRUBU ADINA ASLAN POLAT (Erzurum) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 549 sıra sayılı Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının 2 nci maddesi üzerinde Fazilet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlarım.
Tasarının bu maddesi, bu Kanunun yayımı tarihinde yürürlüğe girmesini içermektedir. Acaba, bu tasarı, bu haliyle Meclisten geçince, gerçekten yürürlüğe girebilecek midir? İşte, bu konuya cevap verebilmek için, tasarı neleri getiriyor, ülkemizin bugünkü durumu nedir, bunları bir incelemekte yarar bulunmaktadır.
Tasarısının genel gerekçesinde de belirtildiği üzere, ülkemiz tarafından 9 Haziran 1999 tarihinde imzalanan, 25 Ocak 1999 tarihli Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesinin Türkiye'nin taraf bulunduğu Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesinin taraf devletlere, bu sözleşmede tanınan hakların uygulanması amacıyla, her türlü yasal, idarî ve diğer önlemleri alma yükümlülüğü getiren 4 üncü ve çocuğun her konuda görüşlerini serbestçe ifade etme hakkına dair 12 nci maddelerin uygulamaya geçirilmesi anlayışına dayanmaktadır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hukukta çocuk kavramı iki anlamda kullanılmıştır; birinci anlamda, küçüğü yetişkinden ayırmak, ikinci anlamda ise, ana babaya olan soy bağını belirtmek amacıyla kullanılmaktadır. Hukukta belirli bir yaşın altındakiler çocuk olarak kabul edilmiş; ancak, çeşitli hukuk dallarında çocukların fizik, ruh ve ahlak bütünlüğünü korumak amacıyla söz konusu yaşın (18) altında da yaş sınırları yapılmıştır.
Örneğin Türk Ceza hukukunda çocuğun suçlu olarak ele alındığı durumlarda 11 yaşın altındakilerin cezaî sorumluluğu yoktur. Hukuksal bakımdan çocuk kavramının ne anlama geldiği, çocuğun hangi yaştan hangi yaşa kadar yardıma ve korunmaya muhtaç olduğu sorusunun yanıtına bağlıdır. Roma ve İslâm hukukunda bedensel olgunluğun cinsel olgunluğa ulaşmakla tamamlandığı kabul edilmiştir. Modern hukuk ise, düşünsel olgunluğa ulaşmış çocukların küçüklükten çıkarak, reşit olduklarını kabul etmektedir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bugün onaylanarak yürürlüğe girecek olan Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesinin 4 ve 12 nci maddeleri dışında, bu sözleşme, bir bütün olarak ne getirilmektedir, bu onların birkısmını, tasarının tümü üzerinde, şahsım adına yaptığım konuşmada dile getirmiştim; bu maddede ise, yoğun olarak ekonomik, sosyal ve kültürel haklar ile eğitim hakkından bahsetmek istiyorum.
Pozitif haklar ya da isteme hakları da denilen ekonomik, sosyal, kültürel haklar, üretilen ürün ve hizmetlere ulaşabilmeye ve bunlardan yararlanmaya ilişkin haklardır. Çocuk Hakları Sözleşmesine bu açıdan bakarsak, yeterli beslenme, temel sağlık bakımı ve temel eğitimi bu tür ekonomik, sosyal ve kültürel haklar arasındadır.
Peki, ülkemizde bir yılda elde edilen millî gelirin yüzde 30.34'ünün, yani yaklaşık 1/3'ünü nüfusun yüzde 5'ini oluşturan yaklaşık 3 200 000 kişi paylaşırken, en alttaki yüzde 5'lik kesim, millî gelirden sadece binde 7, yani, yüzde 1'i dahi paylaşamaz iken, yani, en üst yüzde 5 ile en alt yüzde 5 arasında tam 46 kat fark var iken; üstelik, en üstteki yüzde 5 -çok mutlu kesim- akşamları Televolelere konu olan debdebe içerisinde yaşar iken, bu millî gelirden yüzde 0,7 pay alan bu alttaki yüzde 5'lik kesimin çocuklarının bu sözleşmede bahsedilen hangi üretilen ürün ve hizmetlere ulaştığını kabul ediyorsunuz?
En büyük ortağı ve Başbakanı sosyal demokrat olan bu hükümette, siz, Kamu-Sen araştırmalarına göre, 4 kişilik bir ailenin açlık sınırının 200 milyon TL olduğu ülkemizde asgarî ücreti net 103 milyon TL olarak tespit ederken ve asgarî ücrette de 6 aylık artışı yüzde 8; fakat, bono faizlerinde 6 aylık ortalama artış yüzde 34; yani, rantiyeye emeğin dört katı artış verir iseniz, bu asgarî ücretli ailelerin çocuklarının, hangi üretilen katmadeğere ulaştığını farz edebiliyorsunuz?
Bu kanun, yayımı tarihinde yürürlüğe girmesiyle gerçekten uygulamaya girecek midir?
Yine, bırakın, yüzde 5'lik en üst ve en alt kesimlerdeki araştırmaları; yüzde 20'lik en üst ve en alttaki gelir grupları arasındaki anketlerde dahi en üst yüzde 20, eğlence ve kültürden yüzde 54,23 pay alır iken, en alt yüzde 20'lik grup yüzde 3,94 pay alırsa; en üst yüzde 20, eğitimden yüzde 63,35 pay alırken, en alt yüzde 20'lik grup yüzde 2,20 pay alırsa, siz, en üst grup çocuklarından eğitimde 28 kat, eğlence ve kültürde 12 kat az pay alan "öteki Türkiye" diye adlandırılan çocukların, bu sözleşmenin yürürlüğe girmesiyle, gerçekten, sözleşmede yazılı hakları alacağını zannediyor musunuz?
Yine, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, ekonomik, sosyal ve kültürel haklar olmaksızın kişi özgürlüklerinin anlam taşımayacağını ilan etmiştir. Ekonomik, sosyal ve kültürel haklar, kişinin toplum içinde gelişmesini sağlayan haklardır; klasik kişi haklarından farkını bu nitelik oluşturmaktadır. Onun için, bu hükümetten ve iktidar partisi milletvekillerinden ricamız, bütçe kanunlarıyla, gece saat 3'lerde, 8 petrol firmasının Sayıştay raporlarıyla kesinleşen 68 trilyon borcunu sileceğinize, bu "öteki Türkiye" diye anılan ülkemiz çocuklarının, Batılı emsalleriyle aynı hakları kâğıt üzerinde değil reel hayatta kazanmaları için gayret göstermeleridir.
Eğitim hakkı: Yine, sözleşmenin 28 nci maddesine göre, çocuk, eğitim hakkına sahiptir. Devletin görevi, ilköğretimin zorunlu ve parasız olmasını sağlamak, her çocuğun yararlanabileceği değişik ortaöğretim kanallarını teşvik etmek ve yeteneklerine göre, herkesi, yükseköğretim olanaklarına kavuşturmaktır. Ülkemizde ise, genellikle ailesinin tercihine göre, ortaöğretimde meslek liselerine giden çocukların, normal lise öğrencilerine göre, yükseköğretime gitme hakları kısıtlanmıştır.
Sözleşmenin 29 uncu maddesi ise, eğitimin amaçlarını düzenlemiştir. Bu maddeye göre, eğitimin amacı, çocuğun, özgür bir toplumda sorumlu bir yaşam için hazırlanması; çocuğun, anne babasına, kültürel kimliğine, diline ve değerlerine, ayrıca, başkalarının kültür ve değerlerine saygısının geliştirilmesidir.
Şimdi, burada en önemli olan, çocuğun, özgür bir toplumda, sorumlu bir yaşam için hazırlanmasıdır. Bu da, özellikle, toplumumuzun özgürlüğü hazmetmesi ve düşünce, fikir özgürlüğünü bu topluma mal etmesidir. Özgürlüğün özü, şiddete başvurmamak önkoşulu ile düşünce önündeki engellerin kaldırılmasıdır; bu da, tek tip eğitim ve tek tip insan yetiştirme politikasıyla olmaz; hele hele, 21 inci Yüzyılda, bu, hiç olmaz. Onun için, bilhassa çocuklarımızı, yaşayacağı çağa göre özgür düşünceli olarak yetiştirmeyi, kendimize hedef olarak seçmeliyiz.
Yine, çocuğun anne babasına, kültürel kimliğine, diline ve değerlerine saygılı yetiştirilmesi ise, son derece önemlidir. Çocuğun anne babasına saygılı olması, inancımızın ve törelerimizin en temel meselelerindendir. Büyüklerine saygılı gençlik yetiştirmek, idealimiz olmalıdır. Kültürel kimlik içerisinde en önemli yer tutan inançlara saygılı bir gençlik yetiştirmek için, öncelikle bizler inançlara saygılı olmalıyız.
Diline saygı konusunda da önemle düşünmeliyiz. Ülkemizde, ilkokuldan başlayarak yabancı dille eğitim vermemiz, bilhassa, bizim, ne kadar kendi dilimize saygılı olduğumuzun bir göstergesidir. Konuşmalarında Türkçe kelime bulamayıp, sürekli yabancı cümlelerle konuşmasını sürdüren bir kişi, kendi diline ne kadar saygılı olduğunu bir düşünmeli; ona bu eğitimi veren toplum da, kendini, bir öz eleştiriye tabi tutmalıdır.
Netice olarak, modern dünyaya ayak uyduracaksak, bu tasarının, yayım tarihinde; ama, toplum içerisinde yaşanacak şekilde, mutlaka yürürlüğe girmesini diler, hepinizi saygıyla selamlarım. (FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Polat.
Şahıslar adına söz taleplerini sırasıyla okuyorum: Sıvas Milletvekili Sayın Cengiz Güleç, Samsun Milletvekili Sayın Musa Uzunkaya, Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan.
İlk söz, Sıvas Milletvekili Sayın Cengiz Güleç'e ait; buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)
Süreniz 5 dakika.
M. CENGİZ GÜLEÇ (Sıvas) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesinin onaylanmasının önemi ve gereğini, biraz önce, bir önceki konuşmamda biraz vurgulamaya çalıştım. Burada, maddeleri tek tek, yeniden sizlerin görüşüne sunmak değil derdim; ama, çocuk konusu, daha doğrusu, çocuk hakları gündeme gelince, demin söylediğim gibi, bir ruh hekimi olarak, bir toplumbilimci olarak, çocuk konusunun önemine, galiba, biraz daha dikkatinizi çekmeye bir vesile olduğu için de tekrar söz almış bulunuyorum.
Uzun yıllar, bilim dünyasında da, özellikle gelişim psikolojisiyle ilgilenenlerin bildiği bir gerçek vardır ki, çocuk, büyüğün küçük bir kopyası olarak değerlendirilmiştir. Çocuğun, kendine özgü bir varlık olarak, gelişimini ve ihtiyaçlarını inceleme, araştırma ve bu anlamda da pedagojinin, çocuk psikolojisinin bağımsız bir disiplin olması dünyada zaten yenidir. Böylelikle, çocuk, bağımsız bir inceleme nesnesi olarak, konusu olarak ele alındığından bu yana, tabiî, bunun böyle olabilmesi için, çocuğun toplumdaki değeri kavramının mutlaka anlaşılmış olması lazım.
Çocuğun toplumdaki değeri açısından bakıldığında, çocuk hakkında konuşmaya başlayınca -çok beylik söylemlerde, bildiğiniz gibi- "geleceğimizdir, geleceğimizin teminatıdır, geleceğimizin güvencesidir" deriz; ama, çocuk konusuna, yeterince ve hak ettiği önem ve değeri verdiğimiz, doğrusu, pek söylenemez. Geleneksel kültür ve geleneksel değerlerimizle övünürüz; doğrudur; kültürel kimliğimizi oluşturan bu geleneksel değerler gerçekten vazgeçilmezdirler; ancak, değişim ve modernleşmenin gereklerini de hep hesaba katmak zorundayız.
Değişen, gelişen modern dünyada, çocuğun toplumdaki yeri ve önemi, tartışmasız bir biçimde önemli bir konudur ve bir özellik, öncelik taşıyan bir konudur. Bu açıdan bakıldığında, toplumsal tutum ve yargılarımızın ve üstelik kamu nezdinde, kamu düzeyinde de hukuksal düzenlemelerin çok yeterli olduğunu söyleyemeyiz. Bu nedenle, bence, bu sözleşmenin, çok büyük bir önemi de var. Çocuğun değeri açısından, izin verirseniz, size dünyadaki uygarlıklar, ülkeler açısından bir karşılaştırma yapmak istiyorum: Batı dünyasıyla coğrafî olarak tamamen ters bir kutupta yer almasına rağmen, anlayış, mantalite ve üretim tarzı olarak Batıyla benzerlik gösteren Japonya'ya, yani geleneksel değerleri açısından en çok vurgulanan ve Türkiye'de muhafazakâr çevrelerin de çok sık örnek vermeyi sevdiği Japonya'ya baktığınızda, çocuğa verilen değer açısından belki de dünyada en önemli ve örnek alınması gereken ülkenin Japonya olduğunu görürsünüz.
Çocuk hakları, yetişkin ve erişkin haklarından önde gelir. Çocuğun toplumsal değeri ve ihtiyaçları, her durumda öncelik taşır. Tabiî, oradaki çocuk haklarıyla ilgili hukuksal düzenlemeleri çok iyi bildiğimi söyleyemem; burada onu tartışacak değilim; ama, toplumsal değer açısından bakıldığında, çocuğun kendi başına özerk bir varlık olarak önemsenmesi gerekir.Tabiî, idrak, değerlendirme, yetileri göz önünde tutularak, ister ailede, ister toplumda, ister kamusal alanda çocuğu ilgilendiren kararlar alındığında, üstelik bir ülke çapında bütün çocukları kapsayan kararlar alındığında, çocukların kendileri hakkında yargılarının bile ne kadar hesaba katıldığını söylemek istiyorum; hele aile içerisinde verilen değer, gerçekten imrenilecek ölçülerdedir.
Gelişmekte olan ya da gelişmişliğini bir hayli tamamlamış gibi ülkelerde ise, çocuk, bir anlamda ailenin, bir anlamda geleceğin güvencesidir. Nitekim, bu anlayışı, biz kendi ülkemizde de görmekteyiz; yani, "geleceğimizin güvencesi, toplumun refah düzeyidir, devletin esenliğidir" olmaktan çok, bir bakıma, ailenin, kendi geleceğini güvenceye almak, garantiye almak için sığındığı veya tutunduğu bir dal gibidir çocuk. Ne kadar çok çocuk varsa, bir ekonomik üretim aracıdır, aynı zamanda bir güvenlik aracıdır, aynı zamanda bir geleceğin teminatıdır. Yani, yaşlandığınızda size bakacak, size sahip çıkacak, destek olacak bir varlıktır. Kendi ihtiyaçları ve kendi dinamikleriyle geliştirilmesi gereken özerk bir varlık değil, âdeta, yetişkinlerin gelecekteki bir güvencesidir. Bu tarz, böyle bir anlayış, gayet tabiî, tarihsel, sosyolojik birsürü nedene dayanmaktadır. Ben, bunları burada kınama anlamında söylemiyorum. Ancak, toplumsal...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Lütfen, toparlayalım.
M. CENGİZ GÜLEÇ (Devamla) - Süreme riayet etmeye gayret edeceğim, belki, bir başka konuşmada yine devam etmeyi düşünüyorum. Şimdilik, sabrınıza teşekkür ediyorum. (DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Güleç.
Madde üzerinde son söz, Samsun Milletvekili Sayın Musa Uzunkaya'ya ait.
Buyurun efendim.
Süreniz 5 dakika.
MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; bu madde üzerinde de, genel anlamda, kanaatimi ifade etmek istiyorum; az önce de ifade ettim. Bizim, Türkiye olarak, gerek eğitim açısından gerekse sağlık açısından çocuklara yeterli önemi göstermediğimiz gibi, özellikle de, son bölümde arz etmeye çalıştığım insan haklarının genel anlamdaki ihlalinden, yine en çok zararı da çocuklarımız çekmektedir; yani, bu cezaevlerindeki uygulamalarda olsun dışarıda olsun eğitim haklarındaki tabi oldukları muamelelerde olsun. Anayasanın 41 inci maddesi çok açık, deniliyor ki:
"Aile, Türk toplumunun temelidir.
Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır.."
Yani, burada anne ile çocuğun korunması, kollanması, himaye edilmesi elbette esastır; ama, politikalar bir bütündür. Yani, siz onları birbirinden kopardığınız takdirde, yani toplum olarak, ekonominiz, sağlık kurumlarınız, hastaneleriniz, sigorta veya kamu sağlık merkezleri, devlet hastaneleriniz tümüyle aileyi ve onun sağlığını kollama konusunda üzerinde düşenleri yapamazsa, zaman zaman televizyon ekranlarında gördüğümüz, doğum esnasında işlenen hatalarla telef edilen veya çocukluğundan itibaren, doğumundan itibaren engelli, özürlü sınıfına sokulan çocukları göreceğiz. Bu konuda yanlış eğitilmiş veya yanlış uygulamaya zorlanmış veya bu yapı içine ekonomik şartları nedeniyle itilmiş hastaneleri ve kurumları göreceğiz. Daha ötesi, özellikle eğitim hakkı. Az önce, diğer ülkelerle kıyaslayarak ben rakamlar söyledim. Bizim eğitime de, çocuk açısından sağlığa da ayırdığımız paranın fevkalade yetersiz, hatta, biraz da amiyane deyimiyle ifade etmek gerekirse, gülünç olduğunu burada söylemek gerekir.
Yani, biz, Avrupa çocuk sözleşmesini kabul edeceğiz. Nitekim, değerli arkadaşlar, biliyorsunuz, o da, bu elimizdeki metinde beyan edilen, Birleşmiş Milletlerin çocuk haklarına dair hazırladığı sözleşmeden mülhemdir. Dolayısıyla, hem Birleşmiş Milletlere entegre çalışma olacak hem Avrupa'ya entegre olacağız. Bu anlamda, onlarla uyumlu bir geleceği hazırlamaya çalışıyoruz; ama, gerek ayırdığımız kaynaklar itibariyle gerekse eğitim itibariyle, Türkiye'de yaşanan sıkıntılar çok net ve açık olarak ortadadır. Dolayısıyla, bizim, önce Türkiye'de, yani, yapılması gereken şeyleri acilen Parlamentonun ele alması lazım diyoruz. Elbette, bunlar önemli şeylerdir. Yani, teknik düzeyde -Değerli Komisyon Başkanımız, daha önce, burada, başka bir yasa vesilesiyle de ifade ettiler- işin ilgili uzmanları belki çalışıyorlar, belki derdest, hemen alelaceleyle getiriyorlar, bilemi-yorum; ama, eğer, Avrupa'yla bir uyum... Çocuk sözleşmesi de, uluslararası anlaşmalardan olduğu için uymamız gereken -eğer, altına imza atıyorsak- yasaysa, burada yapılması gereken şey, Parlamentonun acilen yapması gereken şey, bu yasanın kullanılacağı alan, yani, yasanın çalışacağı çocuk dediğimiz o büyük alanda, 22 870 000 civarında nüfusu olduğu söylenen 18 yaşın altındaki çocuklarımızın, neredeyse nüfusun yüzde 40'ına yakın olan bu kesimin sorunlarını yakından takip etmekti.
Bizim kanunlarımıza göre -bu yasanın içerisinde de var- 18 yaşından küçük olan insanlar, çocuk hukukuna tabidir, o muameleye tabidir; ama, çok enteresandır, 18 yaşından küçük olan insanların, okul kapılarındaki -yani, az önce bir arkadaşımız ifade etti- hastane kapılarındaki, sokaklardaki, köylerdeki, çırak olarak çalıştıkları çok olumsuz şartlar içerisindeki durumlarına baktığımız zaman, hakikaten, bizim, bu yasayı, burada, işi, bütün ölçekleriyle Avrupa düzeyine getirdik deyip tartışmaya hakkımız olmasa gerektir diye düşüyorum. Mesela, düşünün aynı Parlamento... "Aileyi ve çocuğu koruyacak" deniliyor Anayasada, 5 inci ve 17 nci maddesinde "maddî ve manevî gelişimini sağlayacak devlet" deniliyor; ama, açılan okulların, bir taraftan önü birer birer kapatılırken, sağ olsun, geçenlerde, geçtiğimiz hafta başında, Değerli Başbakanımız, Türkiye televizyonlarında, yani, TRT'de yaptığı bir konuşmada dediler ki: "Türkiye'de 1 300 küsur Kur'an kursu kapandı."
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Uzunkaya, lütfen toparlayınız.
MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Sayın Başkan, bitiyorum.
Ben müjdeliyorum, aynı zamanda, bir o kadar da imam-hatip ya kapandı ya kapanmak üzere. Binlerce, onbinlerce öğrenci, okullarını terk etmek zorunda kaldı; ama, Değerli Başbakanımızın çok enteresan bir değerlendirmesi oldu. Bunu, kamuoyu bilmiyorsa, kamuoyuyla paylaşmak istiyorum burada. Buyuruyorlar ki: "Toplumumuz, 28 Şubattan sonra çok bilinçlendi. 55, 56 ve 57 nci hükümetler döneminde, artık, vatandaş, Kur'an'ın -o anlam çıkıyor- eğitimi için gerekli zaman veya neslin orada tüketilmesine ihtiyaç duymadı. 1 300 civarındaki Kur'an kursunu, bundan dolayı kapatmış oldu. Toplum kapattı, biz kapatmadık."
İktidarın hiçbir ortağı, bu vebalden kurtulabileceğini varsaymasın. Hem imam-hatiplerin üniversiteye gidişteki önünü kapatmak suretiyle, hem Kur'an mekteplerini, Kur'an kurslarını, hafızlık müesseselerini kapatmak suretiyle, sorumluluğu, bir de vatandaşın sırtına atma uyanıklığını göstermeye, ne bir bakan ne bir milletvekili ne de Türkiye Cumhuriyetinin 57 nci hükümetinin başının hakkı olmasa gerek.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN- Sayın Uzunkaya, lütfen, son cümleniz için...
MUSA UZUNKAYA (Devamla)- Bitiriyorum Sayın Başkan.
Bu milleti bu kadar ahmak yerine kimsenin koymaya hakkı yok. Bu 65 veya 70 milyonun -rakamını da öğrenemedik doğru dürüst hâlâ; ama, 70 milyon varsayalım- gözünün içine baka baka, kusura bakmayın, milletle biraz da alay etmek gibi; yani, onu tahfif, hafife almak gibi bir şeydir. Kur'an kurslarını bu zihniyet kapatmıştır, bu anlayış kapatmıştır. Bugün tavrınızı koymanız gereken noktada dün duramadığınız için bu noktaya gelinmiştir ve bütün sonuçlarıyla vebal size aittir.
Eğitimin geldiği nokta gençlik ve çocuk açısından en büyük sorundur Türkiye'de; keza, beslenme, sağlık açısı da böyle. O bakımdan, yasanın mutlaka kabul edilmesi, elbette arzumuzdur. Biz, evet oyu veriyoruz; ama, bütün ölçekleri Avrupa standartlarına getirmenin gereğine de işaret edi-yor, saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN- Teşekkür ediyorum.
2 inci madde üzerindeki müzakereler tamamlanmıştır.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
Tasarının 3 üncü ve son maddesini okutuyorum:
MADDE 3. - Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN- Madde üzerinde, gruplar adına ilk söz, Fazilet Partisi Grubu adına, Diyarbakır Milletvekili Sayın Sacit Günbey'e ait.
Buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)
Süreniz 10 dakikadır.
FP GRUBU ADINA SACİT GÜNBEY (Diyarbakır)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair 549 sıra sayılı Kanun Tasarısının 3 üncü maddesi üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Benden önce konuşan hatiplerin hepsi ittifakla söylediler ki, Türkiye'deki çocuklarımızın ciddî sorunları var. Bu sorunları bu sözleşmeyle çözmemiz mümkün değil. Bunu pratiğe geçirmedikten sonra, bu sözleşmeyle çözmemiz mümkün değil. Eğer, sözleşmeyle çözmemiz mümkün olmuş olsaydı, daha önce, Türkiye'nin imzalamış olduğu diğer uluslararası sözleşmeler ve çocuk haklarına dair sözleşmeyle, bugün, Türkiye'de, çocuklarımız bu sorunları yaşamamış olurlardı.
Bir de İçtüzükte mi değişiklik yapılacak bilemiyorum, ama, bu sözleşme 5 bölüm ve 26 maddeden müteşekkil ve bunların alt maddeleri de var. Bu uluslararası sözleşmeler Mecliste görüşülürken, bilhassa maddelerin tek tek görüşülmesinin çok daha yararlı olacağı düşüncesindeyim. Bunu, zabıtlara geçmesi açısından, burada ifade etmek istiyorum.
Muhterem arkadaşlar, bu kürsüden defalarca sizlere ve yüce milletimize ifade ettim; ekonomik ve sosyal dengelerin bozulmasından öncelikle ve en fazla etkilenen grup, çocuklar ve kadınlardır. Ekonomik ve sosyal dengeler, 55, 56 ve 57 nci hükümetler döneminde izlenen ve sosyal dengeleri gözetmeyen politikalar sayesinde tamamen bozulmuş vaziyettedir. Toplumun gelir dağılım dengesi altüst olmuştur. Bunda en önemli faktör ise, IMF reçetelerinin acımasızca uygulanmasıdır.
Bakınız, yine, IMF'nin Türkiye müfettişi, Türkiye'de; gelir gelmez ekibiyle birlikte, önce, kendisine tahsis edilen Hazine Müsteşarlığının bir katına yerleşiyor, istediği bürokratlarla istediği anda görüşebiliyor, milletvekillerimizin bir türlü görüşme imkânı bulamadığı, hatta Mecliste dahi göremediği sayın bakanlarımızla istediği an görüşebiliyor, Türkiye'nin hesaplarını inceliyor ve gerekli talimatları veriyor. Çıkarılması gereken kanunlar dikte ettiriliyor, öyle sanıyorum ki, önümüzdeki günlerde bu tavsiye edilen kanunlar, yine, Meclisimizin önüne gelecektir. Tabiî, bu kanunların hiçbiri halkın ve çocuklarımızın refah seviyesini artıracak özellikte kanunlar değildir; özellikle, ekonomik dengeleri düzeltecek kanunlar değildir; yoksulluğu daha da artıracak uygulamalar olacaktır. Maalesef, bu uygulamalara milliyetçi kadrolardan da, solcu olduğunu iddia eden sosyaldemokrat kadrolardan da hiçbir itiraz ve tepki gelmemektedir.
Sayın milletvekilleri, IMF'nin bu acımasız reçeteleri ülkeyi perişan etmiştir. Bakın, ülkede boşanmalar ve intiharlar artmış, aile parçalanmaları ortaya çıkmıştır. İntihar olayları, maalesef, ilköğretim okullarına kadar sirayet etmiştir. Gayri ahlakî davranışlar, uyuşturucu kullanımı, cinayetler, rüşvet ve yolsuzluklar hiçbir dönemde görülmediği kadar artmıştır.
Bu olumsuzlukları önleyecek en önemli faktörlerden birisi olan, dinî, millî ve ahlakî değerler de maalesef önemsenmemektedir. Mütedeyyin insanları özellikle dışlayan politikalar izlenmektedir. İmam hatip liselerinin ve Kur'an kurslarının kapatılması yetmiyormuş gibi, şimdi de ülkemize din adamı yetiştiren ilahiyat fakülteleri üzerinde, hiç de yeni olmayan senaryolar oynanmaktadır.
İzlenen bu materyalist politikalar, aile bütünlüğünü bozmakta ve bundan da en fazla çocuklarımız ve kadınlarımız zarar görmektedir. Bugün, ülkemizde 10-15 milyon civarında çocuğumuz yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Bunlar, aslında korunmaya muhtaç çocuklardır. Korunmaya muhtaç çocuk denildiğinde, kimsesiz, annesiz babasız çocuklar anlaşılmasın; korunmaya muhtaç çocuk demek, yeterli miktarda beslenme, giyim, eğitim ve sağlık ihtiyaçlarını karşılayamayan, sağlıklı bir barınağı veya konutu olmayan çocuk demektir. Maalesef, ülkemiz, korunmaya muhtaç insanlarımızın çoğunlukta olduğu bir açık kamp haline getirilmiştir.
Ülkemizde tam manasıyla ne kadar sokak çocuğu olduğunu dahi, maalesef, hiçbir yetkili bilmemektedir. Bir nüfus sayımı yapıldı, ülkemizin ekonomik profilini çıkaracak bir soru dahi yoktu. Ülkemizde 100 000 civarında sokak çocuğu olduğu tahmin edilmektedir. Bir çocuğun ne kadar kıymetli olduğunu düşünürsek, 100 000 sokak çocuğunun ne kadar içler acısı bir tablo olduğunu, sanıyorum hepimiz yüreğimiz burkularak hissetmekteyiz. Sadece İstanbul'da 10 000 civarında sokak çocuğu vardır. Bunlar nereden gelmişlerdir, hangi sebeplerden ötürü sokağa düşmüşlerdir, hangi istismarlara maruz kalmışlardır, hangi uyuşturucularla ve kötü insanlarla yüzyüzedirler bunları düşünmek gerekir; ancak, hükümetimiz, bunların durumunu belirleyecek bir araştırmayı yapmaktan dahi acizdir.
Çocuklarımızın en az yüzde 10'u kronik beslenme yetersizliğiyle karşı karşıyadır. Çalışan annelerin çocuklarının hali içler açısıdır. Her gün 3 000 gencimiz ve çocuğumuz sigara ve uyuşturucuya başlamaktadır. Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimizden göç eden çocuk sayısı 2 milyondan fazladır. 9 milyon civarında özürlü ve özel ihtiyaçları olan çocuğumuz vardır. Çocuklarımızın yaklaşık 3,5 milyon kadarı, çocuk yaşta çalışmak zorunda kalmaktadırlar. Bunların yüzde 60'ı sağlığa zararlı işlerde, yüzde 26'sı ağır sanayide, yüzde 12'si tarım sektöründe çalışmaktadır. Çalışan çocuklarımızın yüzde 30'u yani, okul çağındaki çocuklarımızın 1 milyon 200 000'i okula gidememektedirler. Çalışan çocukların yüzde 10'dan fazlası, haftada 56 saatten fazla çalışmaktadırlar; yüzde 25'i ise çalışırken yaralanmakta veya hastalanmaktadır.
Türkiye'de, korunmaya muhtaç çocukların ancak 17 000'i, devletin koruması altındadır. Bunların da ne kadar korunduğunu her gün basından izlemekteyiz.
Saygıdeğer milletvekilleri, ayrıca, gençlerimiz ve çocuklarımız müstehcen ve şiddet içeren zararlı yayınların tehdidi altındadır. Batı'nın en önemli sosyal problemi olan dinî ve manevî boşluğa bağlı olarak ortaya çıkan parçalanmış aile sendromudur. Ülkemizin bekası için en önemli yapı olan ailenin bütünlüğünün korunmasını, en önemli meselemiz olarak görmeliyiz.
Ülkemizde, yoksulluk, rüşvet ve alkol tüketimi konusunda maalesef, dünya ailesi içerisinde üst sıralara doğru hızla tırmanmaktayız.
Çocuk mahkemelerimizde yargılanan çocuklarımızın sayısı 12 000'i geçmiştir.
Saygıdeğer milletvekilleri, okuma yazma bilmeyenlerin oranı, ülkemizde yüzde 14'tür; yani, 100 kişiden 14 kişi okuma yazma bilmemektedir. Bu oran kadınlarda yüzde 23 civarındadır; yani, kadın nüfusumuzun dörtte 1'i okuma yazma bilmemektedir,.
Tüm bu olumsuzlukları düzeltmek için hükümetimizin hangi tedbirleri aldığını bilmek isteriz; bilmiyoruz, bütçeden sosyal harcamalara ayrılan para, maalesef, her yıl biraz daha azalmaktadır. Eğitime katkı payı diye kesilen vergiler, bu çocuklarımız için harcanamaz mı? Maalesef, hükümet, sosyolojik sağlığımızı koruyacağına, daha iki gün önce, bu Meclisten, alkol tüketimini artıracak kanunları çıkarmakla gününü geçirmektedir; ülke kaynaklarını, batık bankalara, rantiyecilere tahsis etmektedir; maalesef, İstanbul'da, Türkiye'nin her yerinde sokakta gecesini geçiren, soğukta gecesini geçiren çocuklara elini uzatmamakta direnç göstermektedir.
Bu vesileyle, bu kanunun ülkemize hayırlı olmasını niyaz ediyor, bu kanunun pratiğe geçirilmesini temenni ediyor ve hepinizi saygıyla selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Günbey.
Şahısları adına söz talebinde bulunanları, yalnız soyadlarıyla arz ediyorum; Sayın Güleç, Sayın Uzunkaya, Sayın Budak ve Sayın Ayhan.
İlk söz, Sıvas Milletvekili Sayın Cengiz Güleç'in.
Buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)
Süreniz 5 dakika.
M. CENGİZ GÜLEÇ (Sıvas) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; az önce konuşmamın yarım kalan yerinden devam etmek niyetindeyim; ancak, diğer değerli parti temsilcileri ve hatiplerin ele aldığı birkaç konuya da değinmeden geçemeyeceğim. Özellikle, eğitim konusunda ve özellikle de imam hatip okulları ve Kur'an kurslarının sayısının giderek azalmasıyla ilgili gösterdikleri hassasiyete; ama, bu olgunun, bu vakıanın çok taraflı yorumuna değinmeden geçmek pek mümkün değil.
Çocuk hakları deyince, çocuğun eğitim ve kendini geliştirme hakkını da taşıdığını, içerdiğini biliyoruz. Özellikle, 8 yıllık temel ve kesintisiz eğitim çıktığı veya çıkarıldığı sıralardaki tartışmaları hatırlayalım. Çocuğun, 11-12 yaşındayken, henüz geleceğini planlama açısından, zihinsel gelişimi ve oluşumu henüz yeterli değilken, bir meslek seçimine zorlanması ve buna da, hiçbir biçimde kendisinin karşı koyamaması hesaba katıldığında ve özellikle meslek seçimiyle ilgili zihinsel ve ruhsal olgunlaşmanın minimum 15-16 yaşına doğru, artık, modern dünyada, bu kadar karmaşıklaşan modern dünyada, Batı ülkelerinde zorunlu eğitimin minimum 12 yıl olduğu hesaba katılırsa, 8 yıllık kesintisiz temel eğitim çıkarılırken bile inanılmaz yaygaralar ve muhalefet ortaya çıkmıştır, ortaya konmuştur. Bunların gerekçelerinin, her zaman, inançlar, dinsel, töresel değerleri önplana çıkararak tartışmaları anlaşılır değildir.
Çocuklarının geleceğini, gerçekten, duyarlı bir biçimde, sorumlu bir biçimde hisseden kişilerin, çocukların eğitimi, temel eğitimi ve devletin ve kamunun karşılayacağı temel eğitimin süresinin ve niteliğinin mutlaka yükseltilmesiyle bağlantılıdır. Yani, 11-12 yaşındaki bir çocuğun, doğrudan doğruya bir din görevlisi olma yoluna doğru gitmesi ve bunu da özgür iradesiyle yaptığını iddia etmek, bana, doğrusu, çocuk bilimi açısından, çocuk ruh sağlığı açısından hiç de inandırıcı gelmiyor. Dolayısıyla - konuşmama devam ederken- eğer, çocuğu, bağımsız bir değer ve bir birey olarak algılayacaksak, onun eğitim haklarını ve eğitilme isteğini ve özgürlüğünü de giderek yükseltmek zorundayız. Dolayısıyla, değil 8 yıl, 12 yıl kesintisiz temel eğitim için, elbirliğiyle, ulusal bir mutabakat içerisinde davranmayı ciddî bir siyasî sorumluluk olarak addediyorum; bu bir.
İki, sürekli, bir yozlaşan Türkiye'den söz edilir muhafazakâr ve geleneksel çevrelerde, gelenekçi çevrelerde. Bence, bu doğru değildir. Özellikle, intihar, alkol ve uyuşturucu çok vurgulanır ve bunların çok arttığı ileri sürülür, hiç de temelli verilere dayanmadan. Halbuki, dünyada, biz, intihar açısından bakıldığında, gelişen ve gelişmekte olan ülkeler içerisinde en şanslı konumdayız. Haa, bu, devlet politikasıyla filan sağlanmış bir güvence değil gayet tabiî, toplumsal bağların ve dayanışmanın gücüyle çok bağlantılıdır, doğrudur; ancak, yüzbinlerle ölçülen intihar oranlarında...
YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Bu bağ nerenin bağı?..
M. CENGİZ GÜLEÇ (Devamla) - Lütfen... Lütfen, saygıyla biraz dinleyin. Bu bir bilimin ve-rileri, bunlar siyasî bir konuşma değil. Gayet tabiî, bir siyasî kimlik ve temel de taşıyor; ama, yüzbinlerle ölçülen intihar oranları, diyelim ki, Amerika Birleşik Devletlerinde yüzbinde 8'ler, 10'lar derecesindeyken, Türkiye'de, yıllardır, son yirmi yıldır yüzbinde 0,1 düzeyindedir. Alkol ve madde tüketimi açısından da, inanılmaz ölçülerde, hâlâ, Batı, modern dünyayla kıyaslandığında korunaklı ve şanslı durumdayız; ama, buna dayanarak, güvenerek, rahat edelim, içimiz rahat olsun ve hiçbir önlem almayalım anlamında söylemiyorum; ama, sosyal olguları çarpıtmadan doğru konuşmak gerekir, eğer bunun üzerine bir siyaset yapmak isteniyorsa. Dolayısıyla, gittikçe dejenere olan, değerleri aşınan, geleneklerinden kopan bir topluma gitmekteyiz ve bunda da siyasî iradeyi sorumlu tutmak çok da insaflı olmasa gerek. Bu açıdan bu verileri hatırlatıyorum.
Tabiî, tasarının teknik boyutunu tartışmaya çok zamanımız kalamıyor maalesef, ama, bir noktaya işaret edeyim. Özellikle, parçalanmış aile ve boşanma açısından da, biz, hâlâ, bütün Batı dünyasıyla kıyaslandığında çok şanslı bir toplumuz. Öyledir, boşanma oranlarına bakarsanız bunu rahatlıkla görebilirsiniz. Parçalanmış, boşanmış ailelerin çocuklarına sahiplenme açısından, büyük ailenin, geniş ailenin -sosyolojik bir gerçeklik olarak- sahiplenmesi ve üstlenmesini de hesaba katmak gerekir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Güleç, lütfen toparlayınız.
M. CENGİZ GÜLEÇ (Devamla) - Gönül arzu eder ki, kamu sorumluluğu adına devletin, çocuk haklarına, çocuk gelişmesine ve sosyal haklara çok daha büyük kaynak aktarabilmesi, gayet tabiî, ona tamamen katılıyorum. Keşke, gelişen Türkiyemizin bütçesinde de, gerçekten, kadınlara, yaşlılara, bakım muhtaçlara ve özellikle de çocuklar için ayrılabilecek, onları geliştirmeye yönelik kaynaklar artırılabilse. Bu konuda da, gayet tabiî, o görüşlerinize de katılıyorum; ancak "yozlaşan, kötüye giden, felaket bir durumun eşiğindeyiz moral ve ahlakî değerler açısından" şeklindeki yorum, hiçbir biçimde gerçekle bağdaşmıyor. Bunu, çok ciddî sosyal araştırmalarla da kanıtlamanız mümkündür.
Bu vesileyle, bu kadar çağdaş, uygar bir yasaya ve böyle bir sözleşmeye imza atan Türkiye Hükümetini de huzurunuzda kutlamak istiyorum.
Saygılarla. (DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Güleç.
Madde üzerindeki son söz, Samsun Milletvekili Sayın Musa Uzunkaya'ya ait.
Buyurun Sayın Uzunkaya.
Süreniz 5 dakika efendim.
MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Değerli Başkan, saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım; tabiî, yürütme maddesi üzerindeyiz, ben, özellikle de hep, böyle fırsat buldukça, yürütme maddelerinde konuşurum; çünkü, hükümetin neleri yürütüp neleri yürütemediğini sorgulamak için en güzel fırsat. Sahiden, bazı bakanlar neler yürütüp neler yürütmüyor; gazeteler bizi hayrete düşürdü!
Avrupa'ya bakıyoruz, Avrupayla sözleşmelerde bütünleşiyoruz. Dün de burada ifade edildi, Avrupa'da, bir deli dana vakasında, iki bakan birden gidiyor; Türkiye'de yer yerinden oynuyor, maşallah, granit taşı gibi bakanlar, yerinde çakılıyor, hiç yerinden kıpırdamıyor! Bu yönüyle Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerini kutlamak lazım; gerçekten onurlu bir şey!
Az önce, çok değerli, bilimsel kişiliğine saygı duyduğum sözcü arkadaşımız ifade ettiler ki, bugün eğitimde gelinen noktada, işte o 1 300 Kur'an kursunun kapanması, Kur'an eğitimi, çocuk yaşında ebeveyn zorluyordu... Bir kere, Anayasa, bu sorumluluğu, sizin ve bizim bugün kabul durumunda olduğumuz Anayasa, 18 yaşına kadar, ebeveyne vermiş, sana bana vermemiş. Şimdi, kime verdiniz bu hakkı; "anne baba eğitmeyecek" diyerek devlete verdiniz ve "devlet yaptıracak" diyorsunuz. Yani, eğitimde çocuğuna sahip olma, besleme, sağlığıyla yakinen ilgilenme sorumluluğunu Anayasa birinci derecede ebeveyne vermişken, siz ebeveyni keenlemyekün telakki ettiniz, ortadan kaldırdınız.
Özgür iradesiyle seçim... Değerli arkadaşlar, bırakın çocuğun özgür iradesini, soruyorum: Siz parlamenterler olarak özgür iradenizle seçiminiz var mı? Nerede Mustafa Düz?!
İSMAİL AYDINLI (İstanbul) - Burada, burada...
MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Anayasa Komisyonu üyeniz kanaatini izhar etti, ne oldu, komisyonda niye günlerce tartışıldı ve tasfiye edildi?! Ve benzeri şeyler... (DSP sıralarından gürültüler)
Değerli arkadaşlar, keşke o özgürlük konusunda hakikaten samimî olabilseniz...
HASAN GÜLAY (Manisa) - Özgürüz, özgür!
İSMAİL AYDINLI (İstanbul) - Biz sizin işinize karışıyor muyuz?
BAŞKAN - Karşılıklı konuşmayalım.
MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Özgür değilsiniz değerli arkadaşlar. Keşke olabilseydiniz! Türkiye'nin yegâne sorunu, özgür karar verebilmektir. O bakımdan, eğitim konusunda, devletin bu derece yönlendirici, baskıcı olması totaliter bir zihniyeti tedai ettirir.
Ben, dört yıl, Avrupa'da Hollanda'da eğitimcilik yaptım. Okullarına derse gittim. Mavoya da Havoya da Gimnasyumada LTS'e de, MTS'e de derse giden bir arkadaşınızım. Orada, eğitimin, daha ilkokul çağında branşlaştığını bilen bir arkadaşınızım. Yani, bunun bilimsellikle falan alakası yok.
Kaldı ki, boşanmaların ve intiharların az olmasının arkasında, bizim yadsıdığımız, yadırgadığımız o manevî değerlerimiz vardır arkadaşlar. Eğer, bugün, hâlâ, bir parça varsa, hâlâ, aile bütünlüğünü korumaya gayret ediyorsa, bunca olumsuzluklara rağmen, hâlâ, toplum, genel bir toplumsal intihara gitmiyorsa, açık söyleyeyim, o, bizim inancımızdaki, ebedi hayatın yok edilmesi endişesindendir. Haa, ona da ramak kaldı. Onu da kaldırmaya ramak kaldı. Bir de onu inkar ettirirsek, mesele biter! Allah korusun...
O anlamda, şunu söylüyorum: Bugün yaşanan hadiselerin arkasında -sizin savunduğunuzun en az on mislini, özgürlükler açısından biz savunuruz; keşke savunabilsek- çocuğun özgür seçimi değil, Türkiye'de özgür seçimin, önce Parlamentodan başlatılması lazım. Önce, buradan. Önce, bunu yapmak zorundayız.
Değerli arkadaşlar, bakın, diyorum ki: Elbette, böyle güzel, çağdaş bir anlaşmanın altına imza atmak, Türkiye için bir onurdur. Biz de bakanları da ilgili heyeti de bu çalışmayı getiren teknik kadroyu da tebrik ediyoruz. Türkiye, daha iyisine layıktır. Kaldı ki, bu konularda, bizim, Batı'ya örnek olacak, güzel mazimiz, örneklerimiz var. Bir zamanlar, millet, hem nasıl milletmişiz! Medeniyet nedir, onlara, belki, biz, bir bakıma öğretmişiz, ama, biz, bugün geldik, şimdi, bunları da bu sözleşmeleri de onlardan alıyoruz.
Değerli arkadaşlar, değil çocuk hakkı, tarihî vesikalarla -af buyurun- hayvan hakkının nasıl korunduğunu, onun sırtına ne kadar yük vurup vuramayacağınızı tayin eden Osmanlı belgelerine inerseniz... Çocuğun da annenin de sütte ki... Bakın, örnek veriyorum: Hazreti Ömer, süt çocuklarına sütün verilme süresini tahdit ediyor. Ondan sonra ücret verileceği için, süt çağındaki çocuğa, sütünü vermeyen anne... Çünkü, ücret alacaktı beytülmalden. Çocuk ağlıyor. Soruyorlar "niçin böyle yaptın?" Diyor ki, "o Ömer var ya, o Ömer, bize ödülü; yani, maaşı, ücreti süt kesiminden sonra vereceğini söyledi." Çocuğun ağlama feryadı Hazreti Ömer'e intikal ettirilince -bizzat Hazreti Ömer'in devri hilafetindedir- kalkıyor diyor ki "sütten kesme yaşı bu tarihte değil" ve ileri tarihe, iki, ikibuçuk yaşına kadar talik ediliyor.
Değerli arkadaşlar, eğer incelersek, bizim mazimizde, millî mefahirimizde, geçmişimize ait bu konuları görmek mümkün.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Uzunkaya, lütfen toparlayınız.
MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Yalnız, bir hususu, burada, müsaadenizle arz etmek istiyorum Sayın Başkanım.
Şimdi, bir vatandaşımız, bugün, bana Vezirköprü'den faks çekti. Bir başka mesele için aradı beni. Dedi ki "ne olur, altı çocuk babasıyım; ama, ben, bir ORÜS mağduruyum, ORÜS." Orman Ürünleri Sanayiinde çalışan, Bafra'da 63, Vezirköprü'de 280, Türkiye'de yüzlerce insan var. Bu arkadaşlar DSP Grubuna gelmişler. Değerli arkadaşım Tarık Cengiz burada mı, bilmiyorum, temas kurmuştu; Sayın Genel Başkanla, Sayın Başbakanla görüştürdüler. Sayın Hüsamettin Özkan söz vermiş. Ben, uzun uzun bu faksı okumuyorum. Benzeri bir faks da, yine ORÜS mağdurlarıyla ilgili olarak Bafra'dan geliyor, yine Vezirköprü'den geliyor.
Değerli arkadaşlar, örnekleri çok. Bu mağdurlar ortadayken, perişan olan yüzlerce yavrular, akşamleyin evde yiyeceği gıdayı, içeceği sütü bulamazken, siz, Avrupa düzeyinde istediğiniz kadar anlaşmanın altına imza koyun. Batılının dediği gibi "droit, indroit" olur. Buradan girer, buradan çıkar. Vatandaş bunu anlamaz. Vatandaş, akşam sofrasına ne gidecek onu merak ediyor, işsiz kalan baba onu merak ediyor.
MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Vatandaş sizden daha iyi anlıyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Son cümleniz için açıyorum mikrofonu.
MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Onun için, ben, değerli hükümetten, Sayın Başbakanımızdan... Burada hatırlatıyorum. ORÜS mağdurlarının mağduriyetlerini gidereceğine dair, Hüsamettin Bey de özellikle söz vermiş. Sayın hükümeti ve yetkilileri, bu konudaki sözlerini yerine getirmeye, Sayın Cumhur Ersümer Beyi de, Samsun Ayvacık Barajı, Suat Uğurlu Barajı üzerinde 2001 yılında açılacak dediği köprüyü açmaya davet ediyorum.
Saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri, 3 üncü madde üzerindeki müzakereler tamamlanmıştır.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, görüşmekte olduğumuz 549 sıra sayılı tasarının tümünün müzakereleri tamamlanmıştır.
Şimdi, tasarının tümünün oylanmasından önce, oyunun rengini açıklamak isteyen sayın milletvekillerini duyuruyorum: Sıvas Milletvekili Sayın Cengiz Güleç ve Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan.
Sayın Güleç'i davet edeceğim; ancak, müsaade ederseniz, bir hususu öğrenmek istiyorum.
Sayın Ayhan, lehinde söz talep etmişsiniz. Sayın Güleç de lehinde konuşacaklar. Eğer "aleyhinde" demezseniz, söz verme şansına sahip değilim.
CEVAT AYHAN (Sakarya) - Sayın Başkan, böyle bir anlaşmanın aleyhinde konuşmak için kürsüye çıkmak istemem.
Anlaşmanın hayırlı olmasını diliyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Buyurun Sayın Güleç. (DSP sıralarından alkışlar)
M CENGİZ GÜLEÇ (Sıvas) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Ayhan'ın gösterdiği basiret için, hepinizin huzurunda teşekkür ediyorum. Doğrudur, böyle bir sözleşmenin aleyhinde konuşmak, doğrusu, pek doğru olmasa gerek. Bunu takdir edeceklerini zaten biliyordum Sayın Ayhan'ın ve bütün grubunun; bütün parlamenterlerin bu takdir içerisinde olduğunu biliyorum.
Maddeler müzakere edilirken, bir anlamda, ülkemizin bazı sorunlarını ve evrensel insan sorunlarını, belki de gözden geçirme vesilesi olduğu için konuşuyoruz; ancak, bunu yaparken, zaman zaman, iç siyasetle ilgili atıflar yapmak, birtakım retorikler kullanmak da, galiba siyasetin doğasında olan bir özellik. Bunu da, gayet tabiî, anlayışla karşılıyorum.
Benim derdim, kişisel bir polemik ya da partilerarası bir tartışmayı burada başlatmak değil; ancak, olabildiği kadar serinkanlı ve gerçekten yurtsever bir anlayışla bakıldığında -dünyanın dışında bir ülke olmadığımıza göre- dünyada neredeyiz?.. Ekonomik açıdan bu kıyaslamalar çok yapılıyor biliyorsunuz; hangi derginin, gazetenin ekonomi sayfasına baksanız, dünya, sanki bir köy, inanılmaz bir bütünleşme, adına da globalleşme diyoruz. Öbür taraftan, siyaset sayfasını açın, bakın; inanılmaz bir parçalanma, ulusdevletler, etnik kavramlar ve çatışmalar, büyük gruplar arasındaki inanılmaz çatışmalar, tüm dünyanın aşağı yukarı gündeminde. Şu anda bile, yetmişin üstünde, büyük gruplar arasında, doğrudan doğruya etnisiteyle ilgili ve terör boyutuna varan çatışmalarla maluldür bütün dünya. Dolayısıyla, dünyanın bir tarafında parçalanmışlık var, bir başka açıdan da bir bütünleşme var; ancak, moral, ahlakî değerler açısından bu denli rahat konuşmak hiçbir zaman mümkün değildir. Yani, moral açıdan geriye mi gidiyoruz, ileriye mi gidiyoruz, ortada mıyız gibi bir görüşe varabileceğimiz nesnel ölçütlere, yani kriterlere sahip değiliz. Bunlar, kişisel yorumlara ve o yorumları temellendiren siyasî anlayışlara, felsefî bağlanmalara bağlıdır.
Dolayısıyla, geleneksel ve gelenekçi bir tutumla bakıldığında, modernleşmeye gayet tabiî, karşı çıkabilirsiniz. Antimodern bir anlayış içerisine kendinizi yerleştirirseniz ve temel siyasetin çerçevesi bu olursa, gayet tabiî, modernleşmeyi artıracak eğitim reformlarına karşı çıkarsınız. Üstelik de, bunu, çok, moral değerlerdeki aşınma adına yaparsınız. Sanki, 8 yıllık eğitim, Türkiye'de aileleri parçaladı, moral değerleri yıktı, ortaya inanılmaz toplumsal bunalımlar çıktı ve gerçekten de intiharlar arttı filan gibi, böylesine bir görüşe varabilirsiniz. Bence, ne bu veriler doğru ne de bu verilere varmak için basılan teorik temel doğru; ikisi de, bana göre, bilimle bağdaştırılabilecek bir tutum değil.
Bu arada, intiharların -doğrudur- dünyada hâlâ çok az olduğu ülkelerden biriyiz. Ayrıca, itiraf etmek, daha doğrusu övünerek kabul etmek gerekir ki, tüm İslam dünyasındaki ülkeler, Müslüman ülkelerde ve Yahudi toplumlarında, intihar, gerçekten daha düşüktür. Bunda, dinsel faktörlerin payı gayet tabiî vardır; ancak, intihar gibi çok karmaşık bir olayı, sadece bir dinsel faktöre bağlamak da doğru değildir.
Çok iyi bildiğimiz Durkheim'dan beri biliyoruz ki, toplumsal çözülme ve anomi dediğimiz, yani, insanların davranışlarını ve tutumlarını belirleyen temel normların silindiği, ortadan kalktığı durumlarda, toplumsal kargaşa durumlarında, şiddet arttığı gibi, intiharlar da artar. Evrensel bir gerçektir bu; dünyanın her toplumunda da, değişik tarihsel dönemlerde de görülebilir; ancak, kabul etmek gerekir ki, geleneksel kültürlerin tümünde olduğu gibi, Türkiye'de de toplumsal dayanışma ve aile içi dayanışma ve bütünleşme güdüsü, çok şükür hâlâ ayaktadır; ama, bunun primini, sadece dinsel, geleneksel öğretilere çıkarmak da haksızlıktır. Siz, bu geleneğe çok saygılı, inançlara saygılı, böyle bir çağdaş, laiklik tutumuyla, toplumumuzun, toplumunuzun tarihsel ve moral değerlerine de pekâlâ sahip çıkabilir, onlarla kişiliğinizi ve kimliğinizi bütünleştirebilir ve çok çağdaş bir siyaset de yürütebilirsiniz. Galiba, başka siyasetteki değerli arkadaşlarımızın anlamakta zorluk çektikleri nokta bu; yani, modern dünyayla bütünleşmeyi hedef alırken, geleneksel kimlik ve tarihsel kimliğinizi de korumanız pekâlâ mümkündür; bunlar, ille birbirini dışlayan faktörler de değildir. Dolayısıyla, mevcut durumdan, toplumsal parametrelerden, kendi siyasetini besleyecek ve destekleyecek nitelikte verileri çarpıtarak almayı, belki toplumsal söylemlerde işe yarayabilir; ama, tarihsel olarak zapta geçebilecek...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Lütfen, toparlayınız Sayın Güleç.
M. CENGİZ GÜLEÇ (Devamla) - Toparlıyorum.
BAŞKAN - Buyurun.
M. CENGİZ GÜLEÇ (Devamla) - Uzunca bir geçmişi olan, neredeyse yüzelli yıla yaklaşan Türkiye parlamenter tarihinde, parlamento tarihinde, unutmayalım ki, sevgili milletvekilleri, parlamento tarihi açısından, Osmanlı'dan gayet tabiî Türkiye'de bir süreklilik, devamlılık vardır ve Türkiye, bu açıdan çok şanslı ve onurlu bir konumdadır. Böylesine bir Mecliste de, zaman zaman, gayet tabiî, siyasî polemikler olacaktır; ama, bunları temellendiren bilimsel verilerin sağlıklı ve sağlam olması da, bu Parlamentonun onurunu yükseltecektir. Bu açıdan, doğrulara, daha dikkatli ve saygılı olmayı bir görev bildiğim için de konuşuyorum.
Hepinize tekrar saygılar sunuyorum; yasanın da, hayırlı ve başarılı olmasını diliyorum. Saygılarla efendim. (DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri, tasarının...
MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Sayın Başkan... Sayın Başkan...
BAŞKAN - Evet...
MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Sayın Başkan, kendime sataşma telakki ettiğim bir şey var, söz istiyorum... (DSP sıralarından "öyle bir şey yok" sesleri)
İSMAİL AYDINLI (İstanbul) - Sayın Başkan, bizim partimize de sataşma var.
BAŞKAN - Efendim, müsaade ederseniz, burada kapatalım.
MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Hayır, ben yerimden konuşmak istiyorum, kürsüden değil.
BAŞKAN - Peki, yerinizden söyleyin efendim.
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Demokrasi var, herkes konuşabilir.
MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Sayın Başkanım, arkadaşımız, tabiî, bir polemik suçlaması yaptı. Burada, benim amacım polemik değildi. Eğer, olayda bir polemik ifadesi veya yaklaşımı varsa, bizden önce başlatıldı; yani, benim konuşmamdan önceydi.
Kaldı ki, ben, burada şunu dedim: Çağdaşlığa, ülkenin ürettiği, Avrupa ile bu konuda entegre olma hususundaki çalışmalara tümüyle katıldığımızı; Türkiye'nin, aksine, bugünkü bulunduğu noktada büyük açıkları ve kayıpları olduğunu ifade ettim. Bizim o noktaya gelmemiz, daha ötesine de geçmemiz... Kaldı ki, geçmişte bunun güzel örneklerini de yaşadığımızı söyledim.
Tek başına, değerli ilim adamı arkadaşımız, meseleyi bir başka şeye bağlar veya bağlamaz; ama, benim yaklaşımım -kendileri de ifade ettiler-burada dinin de bir faktör olduğu bir vakıadır -başka faktörler de bulabilir- ama, bugün, sorgulanması gereken, Türkiye'de sistemin, çocukları, toplumu, aileyi bütünleme ve güçlü kılma konusunda ortaya koyduğu somut gayreti nedir; sorgulanması gereken budur. Zannımca, kendilerinin yapması gereken de odur. Yoksa, başka bir polemik konusu olamaz.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.
Sayın milletvekilleri, tasarının tümü açık oylamaya tabidir.
Açık oylamanın şekli hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.
Açık oylamanın elektronik cihazla yapılmasını uygun görenler, lütfen, işaret etsinler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Açık oylama için 3 dakika süre vereceğim. Bu süre zarfında cihaza giremeyenler, lütfen, pusula doldursunlar; ancak, açık oylama cihazına girmiş olanlar ile pusulalar sonradan karşılaştırılacaktır. Bunu bilgilerinize sunuyorum; bir.
İkincisi, cihaza giremeyip de pusula dolduran sayın milletvekillerinin Genel Kurulda bulunup bulunmadıkları araştırılacaktır.
Sayın Bakanlara vekâleten oy kullanılması halinde, vekâlet edilen sayın bakanın adının ve so-yadının açıkça yazılması da gerekmektedir.
Süreyi başlatıyorum efendim.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, oylama işlemine 200 sayın milletvekili katılmış; 1 çekimser oya karşın 199 oyla tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır. Ülkemize ve çocuklarımıza hayırlı olsun. (Alkışlar)
Sayın milletvekilleri, Uluslararası Denizcilik Örgütü Sözleşmesinde Yapılan Değişikliklerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının müzakeresine başlıyoruz
4. - Uluslararası Denizcilik Örgütü Sözleşmesinde Yapılan Değişikliklerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ve Dışişleri komisyonları raporları (1/549) (S. Sayısı: 202) (1)
BAŞKAN - Komisyon?.. Yerinde.
Hükümet?.. Yerinde.
Komisyon raporunun okunup okunmaması hususunu oylarınıza sunacağım: Raporunun okunmasını kabul edenler... Kabul etmeyenler... Raporunun okunması kabul edilmemiştir.
Şimdi, tasarının tümü üzerindeki görüşmelere başlıyoruz.
Gruplar adına ilk söz, Anavatan Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Şamil Ayrım'a ait.
Buyurun Sayın Ayrım.
Süreniz 20 dakika.
ANAP GRUBU ADINA ŞAMİL AYRIM (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekili; Uluslararası Denizcilik Örgütü Sözleşmesinde Yapılan Değişikliklerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı üzerinde, Anavatan Partisi Grubu adına söz aldım; bu vesileyle, Yüce Meclisi, şahsım ve Grubum adına saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, merkezi Londra'da bulunan Uluslararası Denizcilik Örgütü, denizcilikle ilgili önemli kararların alındığı bir örgüttür. Türkiye, 25 Mart 1958 tarihinden beri, bu örgütün bir üyesidir.
Denizde güvenlik, seyir, can ve mal güvenliğinin sağlanması, deniz trafiğinin düzenlenmesi, denizlerin kirlenmesinin önlenmesi, arama-kurtarma hizmet ve faaliyetlerinin planlanması, gemi adamlarının eğitim ve belgelendirilmeleri ile tüm bu hususlarda denetlemelere yönelik konular, Uluslararası Denizcilik Örgütünün faaliyet alanları arasına girmektedir.
Seyir, can, mal ve çevre güvenliğinin sağlanması konusunda en etkin çalışma, Uluslararası Denizcilik Örgütü tarafından yapılmaktadır. Bugüne kadar, bu örgüt tarafından güvenliğe yönelik pek çok sözleşme, protokol, kural ve kaidenin hazırlanması gerçekleştirilmiş ve üye ülkelerce yürürlüğe konularak uygulanması sağlanmıştır.
Denizlerde can güvenliğinin sağlanması amacıyla yapılan en kapsamlı ve temel çalışma, Denizlerde Can Güvenliği Uluslararası Sözleşmesidir. (SOLAS). Çevre güvenliği konusunda ise, Denizlerin Gemiler Tarafından Kirletilmesinin Önlenmesi Hakkındaki Uluslararası Sözleşme (MARPOL), en kapsamlı çalışmadır.
Bunların yanı sıra, seyir yardımcıları, seyir güvenliği, gemilerin inşaı ve donatılması, denizde çatışmayı önleme, haberleşme, arama, kurtarma, tehlikeli yüklerin taşınması, gemi adamlarının eğitimi, belgelendirme ve vardiya tutma koşullarının standart duruma getirilmesi, yangından korunma ve yangın söndürme, yükleme sınırları gibi güvenliğe yönelik çalışmalar aralıksız olarak yapılmaktadır.
Günümüzde, gemi hızlarının artması, gemi teknolojisindeki değişiklikler, deniz trafiğinin yoğunlaşması, denizlerin gitgide daha çok kirlenmeye başlaması hususları göz önüne alındığında, güvenli bir deniz ulaşımının sağlanabilmesi amacıyla, elektronik sistem cihazlarındaki artan teknolojik gelişme de, son zamanlarda, yeni birçok kuralı ve yaptırımı beraberinde getirmiştir.
Üç tarafı denizlerle çevrili olan ülkemiz açısından bakıldığında; bayrak devleti olarak, kendi bayrağını taşıyan gemilerin seyir, can ve mal emniyeti ile çevre güvenliği açısından gerekli uluslararası standartlara uygunluğunu sağlamak; liman devleti olarak, limanlarına gelen yabancı gemilerin, yine, seyir, can ve mal emniyeti ile çevre güvenliğine yönelik uluslararası standartlara uygunluğunu kontrol etmek ve denetlemek; kıyı devleti olarak, kendi karasuları, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgelerde seyreden gemilerin ilgili ulusal ve uluslararası kurallara uygun hareket edip etmediğini kontrol etmek ve denetlemek yetki ve sorumluluklarına sahip olduğumuz görülmektedir.
Ülkemiz, uluslararası anlaşmalar yoluyla üstlendiği sorumluluklarını ve buna paralel olarak hazırlanan millî mevzuatın gereklerini tam olarak yerine getirmek zorundadır. Bu bağlamda, Türkiye'nin taraf olduğu Uluslararası Denizcilik Örgütü sözleşmeleri ana başlıklarıyla şöyle sıralanabilir: Uluslararası Denizcilik Örgütü Kurum Sözleşmesi, Denizde Can Güvenliği Uluslararası Sözleşmesi, Yükleme Hakları Uluslararası Sözleşmesi, Gemi Adamlarının Eğitimi, Sertifikalandırılması Uluslararası Sözleşmesi gibi, Türkiye, bugün, 13 adet uluslararası denizcilikle ilgili sözleşmenin tarafıdır. Buna paralel olarak, ülkemizde, yine, Denizcilik Müsteşarlığımız tarafından yürütülmekte olan çalışmalar neticesinde 6 adet anlaşmanın daha ilgili formaliteleri tamamlanmış, önümüzdeki günlerde Meclise geleceğini umuyoruz. Bunlar arasında önemli olan anlaşmalardan 2 tanesini sizlere arz etmek istiyorum. Birincisi, petrol nedeniyle kirlenmeden doğan zararlar için uluslararası tazminat fonu kurulmasına dair sözleşme. İkincisi ise, petrol kirliliğine karşı hazırlıklı olma, müdahale ve işbirliğine dair uluslararası sözleşmedir.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye, Dünya Denizcilik Örgütünün bu derece önemli anlaşmalarını Yüce Meclisten geçirirken, acaba, Türk denizciliği ne konumda, Türk denizciliğinin bugünkü durumu nedir, kısaca, sizlere denizciliğimizin bugünkü durumu hakkında bilgi vermek istiyorum ve daha sonra da, bu anlaşmayı neden kabul ettiğimize dair görüşlerimizi açıklayacağım.
Bildiğimiz gibi, denizcilik sektörü, uluslararası alanlarda taşımacılık yapan, gerek ülkemiz yüklerini ve gerekse yabancı ülkeler arasında yük taşıyarak ülkemize döviz kazandıran, tersaneleriyle, limanlarıyla ülke ekonomisinde önemli bir yer tutan sektördür. Sektör, 1980'li yıllarda 2 milyon dwt olan taşıma kapasitesini, gerek armatörlerimizin gerekse hükümetlerimizin desteğiyle, dışarıdan ve içeriden bulduğu kredilerle, 1995 yılında 12 milyon dwt'a çıkarmıştır ve dünya sıralamasında, o günlerde 27 nci sırada olan yerimiz 16 ncı sıraya kadar yükselmiştir ve sektör, ülkemize, yılda 5 milyar dolara yakın bir döviz girdisi kazandırmıştır. Ancak, 1997 yılında dünya ticaretindeki daralmaya paralel olarak başlayan, Rusya'dan gelen global kriz denizcilik sektörünü de sarsmış, maalesef, sektör, bugün, o etkileri hâlâ üzerinden atamamıştır. Bunun en büyük nedenlerinden bir tanesi, navlun taşımalarındaki düşmeler -yüzde 50'ye yakın bir düşme olmuştur navlunlarda- ikincisi ise, petrol fiyatlarının aşırı yükselmesi, bir anda 2-4 katına çıkmasıdır. Bu durumda, bu işi yapan denizcilerimiz ne yapmıştır; işletme maliyetleri artan denizcilerimiz, bir taraftan, ellerindeki gemileri çalıştırmaya, rekabet etmeye çalışırken, diğer taraftan da, eskiyen, ekonomik ömrünü doldurmuş gemileri satmışlar, ancak, bu satmanın sonunda, maalesef, yerlerine yeni gemi koyamamanın sıkıntısını yaşamışlardır. Hükümetlerimizin, özellikle 55 ve 57 nci dönem hükümetlerimizin desteğiyle sektöre kredi konusunda bir imkân sağlanmış; ancak, görülen odur ki, sektör bununla da istenilen seviyeye gelmemiştir.
Şimdi, burada bu sektörümüzün durumunu açıklarken benim hükümetimizden bir ricam var. Değerli arkadaşlarım, bildiğiniz gibi geçen yılın sonunda 3 tane kamu bankasının özelleştirilmeye açılmasıyla ilgili bir yasa tasarısı çıkardık. O tasarıda, eğer, yeniden yapılacak anasözleşmelerine kredilerle ilgili maddeler konulamazsa, bu tür gemicilik sektörüne, tekstil sektörüne veya diğer sektörlere para aktarılması, maalesef, mümkün görünmüyor. O nedenle, ülkemiz ekonomisine döviz kazandıran bu sektöre, mümkün olduğunca bir ihtisas bankası kazandırılması konusundaki temennilerimi burada ifade etmek isterim.
Değerli arkadaşlarım, 159 ülkenin üyesi olduğu, 1948 yılında kurulan Uluslararası Denizcilik Örgütü, çalışmalarıyla uluslararası nitelikte pek çok konvansiyon, protokol ve kuralın hazırlanmasını gerçekleştirmiş ve üye ülkelerce yürürlüğe konularak uygulanmasını sağlamıştır. Genel Kuruldan sonra Uluslararası Denizcilik Örgütünün en yetkili organı Uluslararası Denizcilik Örgütü Konseyidir. Konsey, en son seçimlerini 21 nci dönem toplantısı esnasında 19.11.1999 tarihinde yapmıştır.
IMO Konseyi, IMO komite ve alt komitelerinin raporlarını, teklif ve tavsiyelerini genel kurula iletmek, IMO program bütçe hesaplarını inceleyerek genel kurula iletmek, genel kurul onayıyla genel sekreteri tayin etmek, diğer personelin ataması için yeterlilik vermek gibi, Uluslararası Denizcilik Örgütünün icra organıdır. 32 üyeden oluşan konseyin 8 üyesi (A) ve (B) kategorilerinden, 16 üyesi (C) kategorisinden seçilmektedir. IMO Sözleşmesinin 17 nci maddesi uyarınca (A) ve (B) ka-tegorileri uluslararası gemicilik hizmetlerinin sağlanmasından ve uluslararası deniz ticaretinden en büyük çıkarı olan ülkeler; (C) kategorisinden ise, deniz taşımacılığı konularında özel ilgi ve çıkarları bulunan ülkeler seçilmektedir.
21 inci Genel Kurul toplantısı esnasında IMO tarihinde ilk defa ülkemizin konseye (C) kategorisinden üyeliği kabul edilmiştir. Yapılan oylamada 125 üye oy kullanmış, bir üye çekimser kalmış; ülkemiz, 76 üyenin oylarıyla, ilk defa, IMO konseyine seçilmiştir.
Yine, IMO'nun 21 inci Genel Kurulunda, Denizcilik Müsteşarlığımız tarafından takip edilen, ülkemiz ve Boğazlarımız açısından son derece önemli rotalandırma sistemiyle ilgili ülkemiz görüşleri kabul görmüş ve Genel Kuruldan geçmiştir. Bu da, Denizcilik Müsteşarlığının, gerçekten ciddî takibi sonunda önemli bir başarısıdır.
Değerli arkadaşlarım, bilindiği üzere, Uluslararası Denizcilik Örgütü Sözleşmesinin, Konseyin oluşumuna ilişkin 16 ncı maddesi uyarınca, örgütün üye sayısı 32'dir. Ancak, dünyanın bütün coğrafî alanlarının Konseyce yeterince temsil edilmediği yönünde üye ülkelerden gelen görüşler üze-rine, IMO Genel Kurulunun 2 Kasım 1993 yılında aldığı bir kararla, üye sayısının 32'den 40'a çıkarılması ve örgüt sözleşmesinin ilgili maddelerinin buna göre değiştirilmesi kararlaştırılmıştır.
Söz konusu değişiklikler, üye ülkelerin en az üçte 2'sinin resmî onaylarının alınmasını takiben 12 ay içinde yürürlüğe girecektir; ancak, üzülerek belirtmek gerekirse, bu sayıya henüz ulaşılamamıştır.
Konseyin üyelik sayısının artırılması, ülkemizin bundan sonra da Konseyde temsil edilme şansını artıracağı gibi, Konsey üyeliğimizin sürdüğü bir dönemde, bu değişikliğin Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından onaylanması, ülkemizin Uluslararası Denizcilik Örgütü çalışmalarına verdiği önemin bir göstergesi olacaktır ve ülkemizin uluslararası denizcilik camiasında itibarını artıracaktır.
Değerli arkadaşlarım, yukarıda saydığım nedenlerle bu tasarıya olumlu oy vereceğimizi belirtir; tasarının, ülkemize, denizcilik camiamıza hayırlı olmasını diler; Yüce Meclisi saygıyla selamlarım. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Ayrım.
Şimdi, Demokratik Sol Parti Grubunun görüşlerini İstanbul Milletvekili Sayın Cahit Savaş Yazıcı ifade edecekler.
Buyurun Sayın Yazıcı. (DSP sıralarından alkışlar)
Süreniz 20 dakika.
DSP GRUBU ADINA CAHİT SAVAŞ YAZICI (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Uluslararası Denizcilik Örgütü Sözleşmesinde Yapılan Değişikliklerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı üzerinde Demokratik Sol Parti Grubu adına söz almış bulunu-yorum; şahsım ve Grubum adına Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarım.
Deniz taşımacılığının baskın uluslararası karakteri nedeniyle, devletlerin uluslararası topluluktan ayrı ve tek taraflı yaptıkları düzenlemelerin ve deniz taşımacılığında ülkeden ülkeye fark gösteren uygulamaların asgarî düzeye indirilebilmesi için çeşitli uluslararası örgütler nezdinde deniz hukukunun birleştirilmesi çalışmaları yapılmaktadır. Her gün biraz daha artan biçimde gerçekleştirilen bu çalışmalar sonucunda, uluslararası nitelikte ve pek çoğu bağlayıcı olan kararlar ortaya çıkmaktadır.
Denizcilik sektörünün uluslararası niteliği, bu kararların takip edilmesini, oluşturulmaları sırasında ülke menfaatlarımız açısından belirleyici olmasını ve ulusal mevzuatımızın da bu kararlara paralel olarak düzenlenmesini gerektirmektedir. Bu nedenle, artık, deniz ticaretinde kaliteyi, güvenliği artırıcı uluslararası sözleşmelere taraf olmadan ve taraf olunsa bile gereğini yerine getirmeden dünya denizcilik sektöründe başarılı ve söz sahibi olmak mümkün görülmemektedir. Bu bağlamda, denizlerdeki ulusal menfaatlarımızın savunulacağı en önemli örgütlerin başında Uluslararası Denizcilik Örgütü; yani, IMO gelmektedir.
Değerli milletvekilleri, Birleşmiş Milletler tarafından 1948 yılında toplanan bir konferansta, denizcilik sorunlarının ele alınacağı bir uluslararası organ olarak Uluslararası Denizcilik Örgütünün kuruluşuna ilişkin bir sözleşme kabul edilmiştir. Bu sözleşmeye dayalı olarak, 1958 yılında işlerlik kazanan Uluslararası Denizcilik Örgütüne, ülkemiz, kurucu üye olarak katılmış ve halen örgüte üye 158 ülke bulunmaktadır.
Uluslararası Denizcilik Örgütünün temel felsefesini, daha emniyetli seyrüsefer ve temiz denizler oluşturmaktadır. Bu bağlamda, Uluslararası Denizcilik Örgütünün faaliyet alanlarını, uluslararası denizlerde seyir güvenliği yönünden gerekli teknik önlemleri almak ve buna ilişkin uluslararası normların düzenlenmesini teşvik etmek, deniz işletmeciliğinin verimli olmasını sağlamak üzere en etkili kuralların kabulünü teşvik etmek, denizlerin gemiler tarafından kirletilmesinin önlenmesine yönelik olarak ülkeler arasında işbirliğinin yapılmasını sağlamak olarak belirtebiliriz.
Geçmişte, sözleşmelerin, kotların ve tavsiye kararlarının benimsenmesi IMO'nun çok önemli bir fonksiyonu iken, son yıllarda, IMO, bütün dünyada bu tedbirlerin etkili uygulanmasını sağlamaya ağırlık vermektedir. Örgütün denizlerde can güvenliğinin sağlanması amacıyla yaptığı en kapsamlı ve temel çalışma, Denizlerde Can Güvenliği Uluslararası Sözleşmesidir SOLAS. Çevre güvenliği konusunda ise, Denizlerin Gemiler Tarafından Kirletilmesinin Önlenmesi Hakkındaki Uluslararası Sözleşme (MARPOL) en kapsamlı çalışmadır. Ülkemiz, belirttiğim bu iki anlaşmaya taraf olmuştur.
Değerli milletvekilleri, en önemli amacı deniz güvenliğinin geliştirilmesi ve deniz kirliliğinin önlenmesi olan IMO'nun genel merkezi Londra'da olup, yürütme organı iki yılda bir toplanan Genel Kuruldur. Genel kurul oturumları arasındaki dönemde IMO'yu genel kurulca seçilmiş 32 üye hükümetin oluşturduğu Konsey idare etmektedir. Hükümetimizce sunulan tasarı, son derece önemli olan bu organın yapısında gerçekleştirilen değişikliğin Meclisimiz tarafından onanmasıdır.
Değerli milletvekilleri, Konseyin yapısına ilişkin tasarıyla getirilen değişiklikler ve Konseyin eski yapısı şöyledir:
(A) grubunda 8 üye mevcuttur -ki, bu, tasarıyla 10 üyeye çıkacaktır- bunlar uluslararası gemi taşımacılığı hizmetleriyle yoğun olarak uğraşan ülkelerden seçilmektedir.
(B) grubunda yine 8 üye mevcuttur -bu da 10 üyeye çıkarılacaktır- uluslararası deniz kaynaklı ticaretle yakından ilgilenen üyelerden seçilmektedir.
(C) grubundaki 16 üye -bu da 20 üyeye çıkarılacaktır- üstteki iki madde kapsamında olmayan; ancak, seyir ve deniz taşımacılığına özel ilgisi olan ve dünyanın büyük coğrafî alanlarının temsil edilmesini sağlayacak olan ülkelerden seçilmektedir.
Dünyanın bütün coğrafî alanlarının Konseyde yeterince temsil edilmediği yolunda üye ülkelerden gelen talep üzerine 1993 yılında kabul edilen karar gereği değişiklik süreci tamamlandığında, Konsey üyesi sayısı 32'den 40'a çıkarılacaktır.
Değerli milletvekilleri, Türkiye, Konsey üyeliği için 19 Kasım 1999 tarihinde yapılan seçimlerde, oylamaya katılan 124 devletten 76'sının oyunu alarak (C) grubundan üyeliğe seçilmiştir. Bunu ülkemiz için ilginç kılan nokta, Konseye üyelik için ilk defa başvuran Türkiye'nin, ilk başvurusunda üyeliğe seçilmiş olmasıdır. Böylece, Türkiye, 1958 yılında faaliyete geçen IMO'nun tarihinde, Konseye ilk başvurusuyla seçilen 2 nci ülke olmuştur. Daha önce, sadece Finlandiya ilk başvurusunda üyeliğe seçilebilmişti.
Konsey üyeliğine seçilmemiz, diğer konsey üyeleriyle eşit oy hakkına sahip olmamızdan dolayı, denizlerdeki hak ve menfaatlarımızın korunması ve çalışmalarımızı etkin bir şekilde sürdürmemiz açısından son derece yararlı olmuştur.
Örneğin, 1994 tarihli Boğazlar ve Marmara Bölgesi Deniz Trafik Düzeni Hakkındaki Tüzük, IMO sözleşmelerinden (SOLAS), Denizde Can Güvenliği Uluslararası Sözleşmesi (COLREG) ve Denizde Çatışmayı Önleme Tüzüğü Kuralları dikkate alınarak hazırlanmıştır. Ancak, 1994 tüzüğünün IMO'daki eleştirilerden dolayı yeniden ele alınması gerekmiştir. 6 Kasım 1998 tarihinde yürürlüğe giren Türk Boğazları Deniz Trafik Düzeni Tüzüğü, Türk boğazlarından geçiş yapacak tehlikeli yük taşıyan gemilerin seyrine ilişkin düzenlemeler içermektedir.
Söz konusu tüzükler ve düzenlemeler, ilk uygulanmasına başlanıldığı tarihten itibaren, başta Rusya Federasyonu olmak üzere, Türk boğazlarını yoğun olarak kullanan ülkeler tarafından teknik içerikten uzak, tamamen siyasî amaç taşıyan iddialarla uluslararası denizcilik örgütü programlarında eleştirilerek, uluslararası kamuoyu yaratılmaya çalışılmıştır.
Ancak, ülkemiz tarafından konunun tamamen teknik bir konu olduğu ve deniz güvenliğini ilgilendirdiği, seyir, can, mal ve çevre güvenliğini amaçladığı, uluslararası denizcilik örgütünün müteakip toplantılarında dile getirilmiş ve haklılığımız görülerek, konu, Deniz Güvenliği Komitesi 71 inci dönem toplantısında IMO gündeminden çıkartılmıştır.
Bu durum, ülkemizin düzenlemeler konusundaki haklılığının beyan edildiği ve Türkiye'nin Türk boğazlarında güvenliği sağlayıcı tedbirleri uluslararası kurallar ve uluslararası hukuk çerçevesinde düzenlediğinin beyanı anlamına gelmektedir.
Uluslararası kuralların denizcilik politikaları üzerindeki etkilerini göstermek açısından, burada bir olaya daha değinmek istiyorum:
İngiltere Denizcilik Bakanı Keith Hill, Uluslararası Denizcilik Örgütünün 21 inci genel kurulunu açış konuşmasında, OECD incelemelerinin standart dışı gemilerin kullanılmasının, taşıma maliyetlerini yüzde 15 azalttığını, bunun da, büyük bir gemi için yılda 1 milyon dolara varan fazla maliyete neden olduğunu belirterek, bu durumun haksız rekabet yarattığına işaret etmiştir. İngiliz Bakanın işaret ettiği, standart dışı gemilerin taşımalarda kullanılmamasına ilişkin IMO'ca hazırlanan Uluslararası Güvenlik Yönetiminin -yani, ISM kodu- uygulanmasına 1998 yılında başlanmış; ancak, gemilerin büyük bölümü 1 Temmuz 2002 tarihi itibariyle bu uygulamaya tabi tutulacaktır.
Görüldüğü gibi, uluslararası kurallar, milyarlarca dolarlık bir pastadan ülkelerin aldıkları payları değiştirebilmekte ve ulusal mevzuatlar bu kararlara paralellik göstermediği takdirde deniz taşımacılığı yapılamaması gibi sonuçlar doğurmaktadır.
Bu çerçevede, üç tarafı denizlerle çevrili önemli bir konumda bulunan ülkemizin hak ve menfaatlarının korunması açısından IMO faaliyetleri doğrultusunda çalışmaların zamanında ve etkin olarak sürdürülmesi gerekmektedir.
Denizciliğimizin, dünyadaki yeni yapılanma içinde yerini alacağına inancımı belirterek, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN- Teşekkür ediyorum Sayın Yazıcı.
Gruplar adına üçüncü söz, Fazilet Partisi Grubu adına, Tokat Milletvekili Sayın Ergün Dağcıoğlu'na ait.
Buyurun Sayın Dağcıoğlu.
Süreniz 20 dakikadır.
FP GRUBU ADINA MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Uluslararası Denizcilik Örgütü Sözleşmesinde Yapılan Değişikliklere Dair 202 Sıra Sayılı Kanun Tasarısının tümü üzerinde Fazilet Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım; he-pinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, Uluslararası Denizcilik Örgütünün (IMO) görev ve çalışma esaslarını belirleyen ana sözleşmenin 16, 17 ve 19/b maddelerine ilişkin olarak 18 inci Genel Kurulda bazı değişikliklerin yapılması kararlaştırılmıştır.
4 Kasım 1993 tarihinde kabul edilen A-735 (18) sayılı karar özetle, halen 32 olan Konseydeki üye sayısının 40 olarak değiştirilmesi;10 üyenin, uluslararası gemicilik hizmetlerinin sağlanmasında en fazla çıkarı bulunan devletlerden, 10 üyenin ise, uluslararası deniz ticaretinde en fazla çıkarı bulunan devletlerden, geri kalan 20 üyenin ise, ticaret filosu tonajı ve ticaret hacmi itibariyle belirlenen ilk 20 üye devletin dışında kalan, deniz taşımacılığında ve seyrüseferinde özel çıkarları bulunan devletlerden ve son olarak da, karar nisap sayısının üçte 2 çoğunluğu olan 26 üye devletin oyuyla oluşacağı şeklindedir.
Değerli milletvekilleri, günümüzde, siyasî ve ekonomik bütünleşmeler yaşanmakta, globalleşme sürecinin devam ettiği dünyamızdaki sınırlar ve duvarlar birer birer ortadan kalkmaktadır. Ekonomik yönden güçlü ülkeler, kendi aralarında oluşturdukları yeni bloklar vasıtasıyla, dünya pazarına egemen olmaya çalışmaktadırlar. Denizcilik sektörünün, işte, bu yoğun uluslararası rekabetin içerisinde sağladığı ekonomik girdiler açısından, en önemli sektörlerden biri olduğu malumlarınızdır.
Gelişmiş ülkeler, kendi sınırlarının dışına taşarak, dünyanın herhangi bir yerindeki kaynağa kolayca ulaşabildikleri gibi, dünyanın öbür ucundaki bir pazara da, bu sayede hâkim olabilmekte ve ekonomik yönden büyük faydalar sağlamaktadır.
İşte, bu yönüyle de bakıldığında, denizcilik sektörünün baskın belirgin vasfı, uluslararası yapıda olmasıdır. Örneğin, bir İtalyan armatör, bir İsviçre bankası aracılığıyla, bir Amerikan firmasından kredi almak suretiyle satın aldığı gemiyi, bir İngiliz şirketine sigorta ettirerek, bu gemiyle de, bir Fransız firmasına ait yükü, Türk kaptan ve gemicilerini çalıştırmak suretiyle, Nijerya'dan alıp, ta Japonya'ya kadar götürebilmektedir; yani, pazar, çok yönlü uluslararası kural, norm ve standartlara bağlı olarak, tüm dünya sathına yayılmıştır arkadaşlar.
Denizciliğin, hukukî, ekonomik ve teknik yönlerine ilişkin çalışmaları gerçekleştirmek üzere, ülkemizin de üyesi olduğu temel uluslararası birçok kuruluş bulunmaktadır. OECD, ECO, IMO gibi devletlerarası kuruluşların yanında, ICS, BIMCO, Greenpeace gibi hükümetler dışı oluşumlar da, uluslararası entegrasyonlarda etkili olmaktadır.
Arkadaşlar, 1945 yılında Birleşmiş Milletlerin kurulmasını müteakip, kurulan bir dizi yeni teşkilat ve örgütlere ilişkin biraz önce ifade ettiğim yapılardan, şu anda görüşmekte olduğumuz Uluslararası Denizcilik Örgütüne yönelik, izninizle, kısa, özet olarak bir değerlendirme yapmak istiyorum.
İlk olarak, Uluslararası İstişari Denizcilik Örgütü (IMCO) adıyla 1948 yılında kurulmuş olan teşkilat, 1958 yılında varlık göstermeye başlamış, 1982 yılında ise örgüt kurucu sözleşmesi değiştirilerek, adı, Uluslararası Denizcilik Örgütü haline dönüştürülmüştür.
Uluslararası Denizcilik Örgütü (IMO) genel anlamıyla deniz güvenliği, uluslararası sularda seyir güvenliği, deniz çevresinin korunması ile uluslararası sularda sefer yapan gemilerin inşası, donatımının yanı sıra, trafiği etkileyen tüm teknik ve hukukî konularla ilgili düzenlemeler ve pratik uygulamaların yanı sıra, hükümetler arasında işbirliğini sağlamak, belirlenen standartların hükümetlerce benimsenmesini teşvik etmek ve ayrıca, yükümlülüklerin takibi doğrultusunda da faaliyet göstermektedir. Özellikle de uluslararası sözleşmelerin benimsenmesi ve uygulanmasına yönelik çalışmalarını sürdüren teşkilatın temel felsefesi, daha emniyetli seyrüsefer ve daha temiz denizler şeklinde kendini göstermektedir.
Ülkemiz, Uluslararası Denizcilik Örgütü Kurucu Sözleşmesine, 25 Mart 1958 tarihinde taraf olmuştur. Ayrıca, Türkiye, IMO tarafından hazırlanan uluslararası düzeyde yürürlüğe giren Kurucu Sözleşme dışındaki, yani kendisi dışındaki 23 anlaşmadan 11'ine de taraf olmuştur. Bunlar, yükleme, denizde can güvenliği, denizde arama ve kurtarma, gemi adamları eğitimi vesaire gibi muhtelif protokoller şeklindedir.
Tabiî, burada bir hususu dikkatlerinize sunmak istiyorum. Konuşmamın önceki bölümünde dile getirdiğim küreselleşme olgusu, bugün, dünyada artarak devam etmektedir. Sektörde, kaliteyi, güvenliği artırıcı sözleşmelere taraf olunmadan, taraf olunsa dahi, sözleşmelerin gereği yerine getirilmeden bu alanda başarılı olmak ve aynı zamanda söz sahibi olmak, asla mümkün değildir. Acizane, ben, bu kanaati paylaşıyorum.
Ayrıca, ülkemizin gereklerini yerine getirmediği bir standart, bir diğer ülkenin denizcilik faaliyetlerinin güvenliğini de çok yakından ilgilendirmekte ve etkilemektedir. Ülkemiz, taraf olduğu resmî anlaşmaların gereklerini yerine getirmekle kalmamalı, IMO'nun geniş bir alana yayılan konularla ilgili olarak kabul ettiği yüzlerce tavsiye kararını da dikkate almalıdır diye düşünüyorum.
"Tavsiye kararlarının hükümetleri bağlayıcılık yönü yoktur" denilse bile, eğer, globalleşmenin gereğini yerine getirip, ister kod formunda isterse başka formlarda olsun, bunları, millî denizcilik mevzuatlarına ister kısmen, isterse bütünüyle yerleştiremiyor, içine alamıyorsanız veya almıyorsanız, o zaman, bunu uygulayan ülkeler nezdinde de birtakım ekonomik yaptırımlarla karşılaşabilirsiniz.
Uluslararası denizcilik camiasında ister teknik, ister ekonomik, isterse idarî birtakım mazeretleri ileri sürmek suretiyle yerine getirilemeyen yükümlülüklerimizin hoşgörü ve anlayışla karşılanmalarını bekleyebilir miyiz?.. Gereğini yapmazsanız, bugün değilse bile yarın, muhakkak, ekonomik bir bedel ödemeniz kaçınılmaz olacaktır. Diğer ülke gemilerinin de sizin gibi güvenlikle ilgili kodlara uymasını beklemek için, liman, seyir yardımcıları, radar sistemleri ve benzeri pek çok altyapıya yönelik hizmetleri de çağın ve uluslararası kamuoyunun belirlediği standartlara göre tesis etmek, millî sorumluluğumuzdur diye düşünüyorum.
Bu konuya örnek teşkil etmesi bakımından her zaman dile getirmeye çalıştığım, Gemi Trafik ve Yönetim Bilgi Sistemi (GTYBS) ile ilgili birçok hususu, gerek ülke olarak gerekse sorumlu idare olarak özeleştiri yaparak, değerlendirebilmeliyiz.
Bilindiği üzere, proje, "Türk Boğazlar Bölgesi" olarak da adlandırabileceğimiz İstanbul Boğazı, Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazından oluşan su yolundaki gemi trafiğinin düzenli olmasını, emniyetli geçişi en kısa sürede gerçekleştirebilecek ve riskleri minimize edebilecek olan küresel pozisyon belirleme sistemi; yani, cihazlarıyla, bilgisayar destekli, radar kontrollü bir sistem. Bu, aynı zamanda, bölgeyle ilgili alınması gereken önemli bir başka tedbirdir diye düşünüyorum.
Evet, Türk Boğazları bölgesine gelelim... Dünyanın en yoğun ve kaza ihtimali en yüksek uluslararası deniz trafiğine geçiş imkânı veren, Avrupa ile Asya Kıtalarını birbirinden ayıran, Karadeniz ile Akdeniz'i birleştiren Türkiye'nin doğal ve tek su yolu, Karadeniz'den Ege Denizine uzanan 164 deniz mili uzunluğundaki ve Türkiye'nin karasuları içinde bulunan tek su yolu, geçiş yapacak gemiler için doğal ve yapay birçok zorluklar ve tehlikelerle doludur. İstanbul Boğazında Yeniköy, Aşiyan, Kandilli, Kanlıca, Çanakkale Boğazında ise Nara ve Kilitbahir Burunlarında, 80 dereceye varan ve gemilerin bir anda 12-13 kere rota değiştirmelerine sebebiyet veren keskin dönüşler, koylar, 700 metreye kadar daralan yerler, sığlıklar, bazen 7 mile kadar çıkan güney yönlü üst ana akıntıları, Karadeniz'in tüm suyunu -bakın, arkadaşlar, altını çiziyorum- Karadenizimizin bütün suyunu, en az yedi yılda bir kere tamamen değiştiren ve üst ana akıntıya ters yönde olan anafor akıntıları, güneyden esen rüzgarlarla oluşan ve üst ana akıntının ters yöne, yani, kuzeye dönüş yaptığı ve dünyada sadece bu bölgeye mahsus olan orkoz akıntıları, girdapları, aynalar, bilhassa, bahar ve kış aylarında oluşan ve denizcilerin korkulu rüyaları olan ani ve kesif sisler, kar ve tipiler gibi doğal zorluklara ve de asma köprüler, yüksek gerilim hava nakil hatları, deniz dibi telefon kabloları ve adalar arası su nakil boruları ile ana trafiğe aykırı ve iki sahil arasında, günde 2 000 civarında karşılıklı sefer yaparak 1 milyona yakın insanın taşındığı ve 15 000'e yakın aracın burada seyrüsefer yaptığı yoğun, yerel deniz trafiği, olta balıkçılığı, gezinti tekneleri, yemekli gezinti tekneleri ve bakın, en önemlisi de -hepimiz görüyoruz sonuçlarını- boğaz geçiş tecrübesi olmayan ve kılavuz kaptan almayan tecrübesiz, acemi, yabancı kaptan ve gemi adamlarının bulunuşu gibi yapay zorluklara örnek olarak verebileceğimiz bir bölge, Türk Boğazlar Bölgesi...
Evet, binlerce yıldır pek çok uygarlığa evsahipliği yapan, binlerce yıllık tarihin içinden süzülüp gelen ve çeşitli görkemli kültürel ve tarihî miras ile aynı zamanda, dünyanın önde gelen ticaret, sanayi ve sanat megapollerinden birisi, büyüleyici kent İstanbul ve bunun yanında, destan şehrimiz Çanakkalemiz... İşte, böylesine önemli bir bölgede uluslararası yükümlülüklerimizi yerine getirebilmemiz bakımından "Türk Boğazlar Projesi" dediğimiz bu proje, ilk kez, 6 Ağustos 1996 tarihinde, 54 üncü cumhuriyet hükümeti zamanında, dönemin denizcilikten sorumlu Devlet Bakanı Sayın Gürcan Dağdaş tarafından, Bakanlar Kurulu kararıyla, Başbakanlık Denizcilik Müsteşarlığına devrinin sağlanmasını müteakiben, proje, o dönemde belli bir safhaya getirilmiştir.
8 Aralık 2000 tarihinde, Denizcilik Müsteşarlığı bütçesi üzerinde görüşlerimi sunarken, o gün için kısmen değindiğim konuya, bugün, biraz daha farklı bir açıdan değinmek istiyorum. Şöyle ki: Etüt ve proje işleri, Başbakanlığın 5 Şubat 1998 tarihli talimatlarıyla, ihale edilmeksizin, bakın, ihale edilmeksizin, İstanbul Teknik Üniversitesi Vakfı ve Savunma Araştırmaları Merkezine verilmiştir. Söz konusu merkez, bu amaca müteallik olarak, TÜRBO Proje Ofisini kurmuştur. Tabiî, bu yaklaşım da, bazı soruları akla getirmektedir.
1. Söz konusu hizmetlerin realize edilmesi için firmaya ne kadar ücret öngörülmüştür? Ödenen miktar ne kadardır?
2. Firmanın sorumluluklarını yerine getirmesi için bir bir termin planı bulunmakta mıdır? Projenin başlangıç ve bitiş süreleri nelerdir?
Uygulama planında bir gecikme söz konusu mudur? Şayet söz konusu ise, bu durumun, tüzük-IMO kural ve normları da dikkate alınarak cevaplandırılmasını Sayın Bakandan da arz ediyorum.
3. İTÜV/SAM ve TÜRBO Proje Ofislerinin verdiği hizmetler bir denetime tabi tutulmakta mıdır? Denetim yapılmakta ise, sorumlu otorite hangi kuruluştur? İhaleyi alan kuruluşun sorumluluklarını yerine getirmemesi halinde bir müeyyidesi bulunmakta mıdır? Varsa nelerdir?
Daha önce de belirttiğim gibi, Tempo Dergisinin 624 üncü sayısında aynı proje gündeme getirilmekte ve bu bahsettiğim proje ofisince hazırlanan teknik şartname sonunda gerçekleştirilen ihalenin Türk Boğazları Deniz Trafik Tüzüğüyle bütüncüllük taşımadığı, bütüncüllüğüyle bir bağlantısı olmadığı ve dolayısıyla Marmara Denizini kapsamadığı ve bunun mahzurları üzerinde durulmaktadır; yani, uzmanlar bu konuda yazıp çizmeye devam etmektedir.
Neticede, Türkiye'nin taraf olduğu Montrö Antlaşması, IMO konvansiyonları bağlamında, özellikle de, Denizde Can Güvenliği Uluslararası Sözleşmesi ve Protokolü (SOLAS), Gemilerden Kaynaklanan Kirliliğin Önlenmesi Uluslararası Sözleşme ve Protokolü (MARPOL) dikkate alındığında, Marmara Denizinin proje kapsamında yer almaması önemli bir eksiklik olarak görülmektedir. Halbuki, proje, Marmara Denizini de kapsamakla kalmamalı, aynı zamanda, hinterlandında Ege ve Karadeniz'i de bulunduracak özellikleri taşıması gerekmektedir haddizatında.
Bu, akılcılığın, bilimin, coğrafyanın, verimliliğin, konvansiyonların ve daha etkin olmanın bir gereğidir. Mevcut teknik şartnameye göre gerçekleşmekte olan sistemin beklentilere cevap vermesi halinde, bilahara, Marmara Denizini kapsayacak şekilde genişletilmesi ilave maliyetler getirmemesi ve kullanılmakta olan teknolojinin ucunun ise açık özellikler taşıması halinde, ancak bir anlam ifade edebileceğini ifade etmek istiyorum. Gerçi, konuya,"Denizcilik Müsteşarlığının 1999 Yılı Faaliyetleri" başlıklı kitabının 243 üncü sayfasında bir açıklık getirilmeye çalışılmış az da olsa; ancak, biraz önce Genel Kurulun dikkatlerine sunduğum -o önemli- nedenlerden ötürü, Marmara Denizinin izlenmesinin ikincil amaç olarak görülmesi yaklaşımını, yani, birincil amaç değil de ikincil amaç olarak görülmesi yaklaşımını, bu da haklı çıkarmamaktadır.
Arkadaşlar, bu projeyi bugün tekrar dile getirmenin iki temel sebebi var:
Birincisi, ülkemiz, denizcilikte kaliteyi, güvenliği artırıcı uluslararası sözleşmelere taraf olduğunda, onun gereklerini yerine getirmede gereken duyarlılığı göstermesine vurgu yapmak.
İkincisi de, Uluslararası Denizcilik Örgütünün 21 inci Genel Kurulunda, Kasım 1999'da, Konseye (C) kategorisinden, ancak (C) kategorisinden üye seçilmemizdir; ki, coğrafî konumumuz ve deniz trafiği özellikleri dikkate alınarak, daha önceden (A) veya (B) kategorilerinde yer alamayışımızın sebebi sıkıntısındandır bu iki konuda basa basa vurgulamak istemem.
Peki, olması gereken ne olmalıdır denilirse, dünyada her ülkeye nasip olmayacak şekilde, üç tarafı dört denizle çevrili, 8 333 kilometrelik uzun bir kıyı şeridine sahip, dışticaret yüklerinin ise, yaklaşık yüzde 92'sinin denizyolu taşımacılığıyla gerçekleştirildiği, tam 27 ilinin -bakın, arkadaşlar, dünyada birçok ülkeye nasip olmayacak şekilde- denize kıyısı olduğu ve diğer ilginç özelliklerini de dikkatinize getirdiğim Türk boğazlar bölgesine sahip bir ülke... Denizler için süslü süslü konuşuruz ve "denizlere hâkim olan cihana olur" diyen Kaptanı Derya Barbaros Hayrettin'in torunlarıyız deriz, bununla da övünürüz, ki, övünmekte de haklıyız. Bu Paşanın torunları olma övüncünü taşıyan denizci bir millet olarak, öyleyse, yerimiz, deniz ticaret filomuzla, deniz ticaret hacmimizle, bugün (A) veya (B) kategorilerinde olmalıydı. Zorlayarak, yıllar sonra, (C) kategorisinin kenarından köşesinden... Hem de öyle bir (C) kategorisi ki, Kuzey Kıbrıs'ın altında, devlet olarak kabul etmediğimiz Güney Kıbrıs Rum Kesiminin bile (C) kategorisine üye olmayı bizden evvel başardığı bir kategoriye üye olmayı büyük bir başarı olarak da göstermemeliyiz, Barbaros'un torunları olarak.
Arkadaşlar, o kadar ilginç şeyler yaşıyoruz ki, şu anda müzakere ettiğimiz kanun tasarısı, şayet zamanında olsaydı, Kasım 1997 tarihinde uluslararası imzaları bulabilselerdi de 20 nci Genel Kurulda üçte iki üyenin onayını almış olsalardı, IMO'da, bir anlamda, bugün, biz burada, bu kanun tasarısını tartışıyor olmayacaktık; çünkü, bu iş çoktan bitmiş olacaktı, o eloğlu işi bitirmiş olacaktı.
Evet, uluslararası konulara gösteremediğimiz bu duyarlılıklar açısından bir başka ilginç örnek de, bu anlattığım örnek olsa gerektir diye düşünüyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Dağcıoğlu, lütfen toparlayınıtz.
M. ERGÜN DAĞCIOĞLU (Devamla) - Teşekkür ediyorum.
İlginçtir; IMO Genel Kurulunun iki yılda bir toplanıyor olması ve konsey seçiminin de iki yıl sonunda yapılacak olması, karşımıza yeni bir tarih çıkarmaktadır; Kasım 2001. Yani, (C) grubuna üyeliğimizin bile süresi, bu senenin kasım ayında son bulmak üzeredir.
Bu tartıştığımız 202 sıra sayılı tasarının gerekçesini Sayın Bakanın da incelemesini bir daha tavsiye ediyorum. Niye; şimdi, şu anda konuştuğumuz bu kanun tasarısının gerekçesinde ilginç ifadeler var. Deniyor ki: "Konsey üye sayısının 32'den 40'a çıkarılması, konseyde temsil edilme şansımızı artıracağından ötürü, yararlı olacağı anlaşılmaktadır." Yani, biz, zaten zorlayarak (C) grubuna girmişiz. Biz, eğer, filomuzu, hacmimizi artırarak, (A) ve (B) grubuna girmeyi hak etmemişsek, bu bize nasıl bir fayda getirecektir, bilemiyorum veyahut da Amerika falan gibi ülkeler dururken bizi iki ülke olarak mı temsil ettireceksiniz ki, bu sözleşme, bu kanun tasarısı önümüzü açacaktır diyorsunuz, bunu anlamak mümkün değildir.
Arkadaşlar, Türkiye'nin denizcilik alanındaki tek öncelikli gündemi, Ege karasuları ve boğazlardan ibaret de olmamalıdır. Türk Milleti için, denizciliği millî bir politika, millî bir ülkü haline getirmek ve dönüştürmek zorundayız.
Sonuç olarak, demokrasi meşalesini yakan ve söndürmemeye de kesin kararlı olan Aziz Türk Milleti, Allah'ın izniyle, demokrasi güneşinin aydınlığında, karanlıkları aydınlığa, kışları ise bahara çevirecektir diyorum; ben, buna, bütün yüreğimle de inanıyorum. İnşallah, yakın bir gelecekte, usta kaptanlar -önümde duruyor usta kaptanlar; siz, kimi kastettiğimi biliyorsunuz- vasıtasıyla, Türkiye gemisini sahili selamete yanaştıracak ve dünyanın en güçlü ve en zengin sayılı ülkeleri arasına sokacaktır diyor, bu duygu ve düşünceler hepinizi saygı ve muhabbetle selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Dağcıoğlu.
Sayın milletvekilleri, çalışma süremizin tamamlanmasına 7,5 dakika kalmıştır. Yeni bir sözcüye söz verme şansımız olmayacaktır; çünkü, grupların söz hakkı devam ediyor.
MURAT SÖKMENOĞLU (İstanbul) - Efendim, 55'e göre devam edebiliriz...
BAŞKAN - Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Cumhur Ersümer hakkındaki gensoru önergesini ve sözlü sorular ile diğer denetim konularını sırasıyla görüşmek için, 23 Ocak 2001 Salı günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati : 18.50