DÖNEM
: 21 CİLT : 98 YASAMA YILI : 4
T. B. M. M.
TUTANAK DERGİSİ
115 inci Birleşim
19 . 6 . 2002
Çarşamba
I.-
GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II.-
GELEN KÂĞITLAR
III.-
YOKLAMALAR
IV.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1.- İzmir Milletvekili Güler
Aslan'ın, 2005 yılında İzmir'de düzenlenecek olan Dünya
Üniversitelerarası Spor Oyunlarına ve İzmir İlinin
sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması
2.- Karabük Milletvekili Mustafa
Eren'in, Kardemirin sorunlarına ve çözüm önerilerine ilişkin
gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Yılmaz
Karakoyunlu'nun cevabı
3.- Manisa Milletvekili Bülent
Arınç'ın, Soma İlçesindeki termik santralda ve kömür üretiminde
yaşanan sorunlara ve alınması gereken önlemlere ilişkin
gündemdışı konuşması ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar
Bakanı Zeki Çakan'ın cevabı
B)
ÇEŞİTLİ İŞLER
1.- Genel Kurulu ziyaret eden
Bulgaristan-Türkiye Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanı
Ivan Iskrov ve beraberindeki heyete, Başkanlıkça "Hoş
geldiniz" denilmesi
C) Gensoru, Genel Görüşme, Meclİs
SoruşturmasI ve Meclİs AraştIrmasI Önergelerİ
1.- Kocaeli Milletvekili Osman Pepe
ve 19 arkadaşının, İzmit Büyükşehir Belediyesi
İzmit Kentsel ve Endüstriyel Su Temin Projesiyle ilgili iddiaların
araştırılması amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/293)
D) Tezkereler ve Önergeler
1.- Bayındırlık ve
İskân Bakanı Abdülkadir Akcan'ın, Suriye'ye
yaptığı resmî ziyarete iştirak eden milletvekillerine
ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/1115)
2.- Olağanüstü halin Hakkâri ve
Tunceli illerinde 30 Temmuz 2002 günü saat 17.00'den geçerli olmak üzere
kaldırılmasına, Diyarbakır ve Şırnak illerinde 30
Temmuz 2002 günü saat 17.00'den geçerli olmak üzere dört ay süreyle
uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/1116)
V.-
SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI
SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Erzincan Milletvekili Tevhit
Karakaya'nın, Erzincan-Kemah-Oğuz Köyünün yoluna ilişkin
Başbakandan sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı
Abdülkadir Akcan'ın cevabı (7/7308)
2.- Adıyaman Milletvekili
Mahmut Göksu'nun;
İller Bankası Bölge
Müdürlüğünün Sinop İlinde programa aldığı işlere,
Sinop İlinde afet bölgesi ilan
edilen yer olup olmadığına,
İlişkin soruları ve
Bayındırlık ve İskân Bakanı Abdülkadir Akcan'ın
cevabı (7/7309, 7314)
3.- İstanbul Milletvekili
Mustafa Baş'ın, Balata, Boğaziçi ve Fatih köprülerine
ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı
Abdülkadir Akcan'ın cevabı (7/7349)
4.- Yozgat Milletvekili İlyas
Arslan'ın, Yozgat bağlantılı bazı yol
çalışmalarına ilişkin sorusu ve Bayındırlık
ve İskân Bakanı Abdülkadir Akcan'ın cevabı (7/7353)
5.- Rize Milletvekili Mehmet
Bekaroğlu'nun, Bingöl-Karlıova İlçesindeki bazı
vatandaşlara yeşil kart verilmemesinin nedenlerine ilişkin
sorusu ve İçişleri Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen'in cevabı
(7/7374)
6.- Ankara Milletvekili M. Zeki
Çelik'in, son beş yılda yapılan müşavir atamalarına
ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı A.
Mesut Yılmaz'ın cevabı (7/7425)
7.- Ankara Milletvekili M. Zeki
Çelik'in, son beş yılda yapılan müşavir atamalarına
ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı H.
Hüsamettin Özkan'ın cevabı (7/7435)
8.- Ankara Milletvekili M. Zeki
Çelik'in, son beş yılda yapılan bürokrat atamalarına
ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürel'in cevabı
(7/7465)
9.- Batman Milletvekili Alaattin
Sever Aydın'ın;
Batman-Sason Karayoluna,
- Nevşehir Milletvekili Mehmet
Elkatmış'ın;
İller Bankasının
belediyelerden alacaklarını tahsiline,
- Kırıkkale Milletvekili
Kemal Albayrak'ın;
İller Bankasından
Kırıkkale Belediyesine yapılan ödemelere,
İlişkin soruları ve
Bayındırlık ve İskân Bakanı Abdülkadir Akcan'ın
cevabı (7/7483, 7506, 7511)
10.- Ankara Milletvekili M. Zeki
Çelik'in, TRT'deki personel istihdamına ilişkin Başbakandan
sorusu ve Devlet Bakanı Yılmaz Karakoyunlu'nun cevabı (7/7489)
11.- Ankara Milletvekili M. Zeki
Çelik'in, Anadolu Ajansının statüsü, mali durumu ve personeline
ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Yılmaz
Karakoyunlu'nun cevabı (7/7490)
12.- Van Milletvekili Maliki Ejder
Arvas'ın, BAĞ-KUR sigortalılarının ilaç teminde ve
tedavi masraflarının ödenmesinde
karşılaştıkları sorunlara ilişkin
Çalışma ve Sosyal güvenlik Bakanından sorusu ve Devlet
Bakanı ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vekili Mehmet
Keçeciler'in cevabı (7/7512)
13.- Van Milletvekili Maliki Ejder
Arvas'ın, demiryolu taşımacılığına
ilişkin sorusu ve Ulaştırma Bakanı Oktay Vural'ın
cevabı (7/7513)
14.- Osmaniye Milletvekili
Şükrü Ünal'ın, Erzurum-Merkez ilçelerinde ve bağlı
köylerindeki tuvaletsiz okul sayısına ilişkin sorusu ve Millî
Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı (7/7534)
15.- Karaman Milletvekili Zeki
Ünal'ın, Halk Bankasından bir milletvekiline ait fabrikaya verilen
kredi ile ilgili iddialara ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Kemal
Derviş'in cevabı (7/7554)
16.- Manisa Milletvekili Bülent
Arınç'ın, tütün, tütün mamulleri ve alkollü içkiler piyasası
düzenleme kurumunun göreve başlamaması nedeniyle ortaya
çıkabilecek sorunlara ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı
Yılmaz Karakoyunlu'nun cevabı (7/7606)
I.
GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te
açıldı.
Hatay Milletvekili Levent
Mıstıkoğlu, Hatay İlindeki tarım arazilerinin maruz
kaldığı sel baskınlarına,
Bursa Milletvekili Faruk Çelik,
muhtarların sorunlarına,
Bursa Milletvekili Orhan Şen
de, Kültür Bakanlığınca ödül verilen bir kitap ve filme,
İlişkin
gündemdışı birer konuşma yaptılar.
Oturum Başkanı ve TBMM
Başkanvekili Yüksel Yalova, Türk Milletine, dünyanın dört bir
yanında yaşayan Türk vatandaşlarına tarihî sevinci
yaşatan Türk Millî Futbol Takımı oyuncularını ve
yöneticilerini kutlayan bir konuşma yaptı; grup sözcüleri de
aynı konuda görüşlerini açıkladılar.
Doğru Yol Partisi Grubu
adına Grup Başkanvekili Aydın Milletvekili Ali Rıza
Gönül'ün, Avrupa Birliğine üyelik süreci ve Kıbrıs sorunu
konularına ilişkin genel görüşme (8/30),
Kayseri Milletvekili Sevgi Esen ve
22 arkadaşının, Kayseri İlinin ekonomik, sosyal, kültürel
ve kentsel sorunlarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
(10/291),
Osmaniye Milletvekili Birol
Büyüköztürk ve 23 arkadaşının, kamu harcamalarının
yerindeliğini ve etkinliğini sağlamak amacıyla, kamu
harcamaları üzerindeki Parlamento denetimi konusunda Meclis araştırması
(10/292),
Açılmasına ilişkin
önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gümdemde yerlerini
alacağı ve öngörüşmelerinin, sırası geldiğinde
yapılacağı açıklandı.
Bulgaristan-Türkiye
Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanının beraberinde bir
parlamento heyetiyle ülkemize davet edilmelerine,
Güney Kore'nin başkenti Seul'de
23-26 Temmuz 2002 tarihleri arasında düzenlenecek olan Enformasyon
Teknolojileri Uluslararası Parlamenterler Birliği Konferansına
vaki davete Türkiye Büyük Millet Meclisini temsilen bir milletvekilinin icabet
etmesine,
Türkiye Büyük Millet Meclisinde,
Türkiye-Filistin Devleti Parlamentolararası Dostluk Grubunun
kurulmasının uygun mütalaa edildiğine,
İlişkin
Başkanlık,
İnsan Haklarını
İnceleme Komisyonunun TBMM'nin tatilde olduğu dönemde de
çalışmasına ilişkin Komisyon
Başkanlığı,
Devlet Bakanı Ramazan
Mirzaoğlu'nun Yunanistan'a yaptığı resmî ziyarete
katılan milletvekillerine ilişkin Başbakanlık,
Tezkereleri kabul edildi.
18 Haziran 2002 tarihli gelen
kâğıtlarda yayımlanan ve bastırılıp
dağıtılan (8/30) esas numaralı Avrupa Birliğine üyelik
süreci ve Kıbrıs sorunu konularındaki genel görüşme
önergesinin öngörüşmelerinin Genel Kurulun 18 Haziran 2002 Salı günkü
birleşiminde yapılmasına ve görüşmelerin bitimine kadar
çalışmalara devam edilmesine ilişkin DYP Grubu önerisinin,
yapılan görüşmelerden sonra, kabul edilmediği,
Gündemin "Kanun Tasarı ve
Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler"
kısmının 268 inci sırasında yer alan 746 sıra
sayılı kanun tasarısının, bu kısmın 11 inci
sırasına, 11 inci sırasında yer alan 864 sıra
sayılı kanun tasarısının 12 nci sırasına, 12
nci sırasında yeralan 856 sıra sayılı kanun
tasarısının 13 üncü sırasına, 22 nci
sırasında yer alan 612 sıra sayılı kanun teklifinin 14
üncü sırasına alınmasına; 18 Haziran 2002 Salı günkü
birleşimde, sunuşlardan sonra, sözlü sorular ile diğer denetim
konularının görüşülmeyip, kanun tasarı ve tekliflerinin
görüşülmesine ilişkin DSP, MHP ve ANAP Gruplarının
müşterek önerisinin ve,
Kuzeyden Keşif
Harekâtının görev süresinin 30 Haziran 2002 tarihinden itibaren
altı ay süre ile uzatılmasına ilişkin Başbakanlık
tezkeresinin,
Yapılan görüşmelerden
sonra, kabul edildiği,
Açıklandı.
19 Haziran 2002 Çarşamba günü
saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşime 19.01'de son verildi.
|
|
Yüksel
Yalova |
|
|
|
Başkanvekili |
|
|
Melda
Bayer |
|
Mehmet
Batuk |
|
Ankara |
|
Kocaeli |
|
Kâtip Üye |
|
Kâtip Üye |
No. : 163
II. GELEN KÂĞITLAR
19.6.2002 Çarşamba
Tasarılar
1.- A400M Uçağının
Geliştirilmesi-Üretimi ve Başlangıç Desteğine
İlişkin Tek Aşamalı Bir Program Kapsamında
İşbirliği Konusunda Mutabakat Muhtırası ile A400M
Uçağının İşbirliği İçerisinde
Geliştirilmesi, Üretimi Evresi ve Başlangıç Desteğine
İlişkin A400M Program Üst Kurulu Kararının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
(1/1001) (Plan ve Bütçe ve Millî Savunma ve Dışişleri
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 13.6.2002)
2.- Türkiye
Cumhuriyeti ile İspanya Krallığı Arasında Kültür Merkezleri
Kurulması ve Bu Merkezlerin Faaliyeti Hakkında Anlaşmanın
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
(1/1002) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve
Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa
geliş tarihi: 13.6.2002)
3.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Avrupa Birliği Komisyonu Arasında Merkezi
Finans ve İhale Biriminin Kurulması ile Ulusal Fonun Kurulmasına
İlişkin Mutabakat Zabıtlarının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun
Tasarısı (1/1003) (Plan ve Bütçe ve Dışişleri
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 13.6.2002)
4.-
Birleşmiş Milletler ve Yardımcı Personelinin Güvenliği
Sözleşmesine Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı (1/1004) (İçişleri ve Adalet ve
Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa
geliş tarihi: 13.6.2002)
5.- Doğrudan
Yabancı Yatırımlar Kanunu Tasarısı (1/1005) (Plan ve
Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)
6.- Gemi
Aşçılarının Meslekî Ehliyet Diplomalarına
İlişkin 69 Sayılı Sözleşmenin Onaylanmasının
Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı (1/1006)
(Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve
Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa
geliş tarihi: 14.6.2002)
7.- İş
Kazalarının Önlenmesine (Gemi Adamları) İlişkin 134
Sayılı Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/1007) (Sağlık,
Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Dışişleri
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)
8.- Gemi
Adamlarının Ulusal Kimlik Kartlarına İlişkin 108
Sayılı Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/1008) (Sağlık, Aile,
Çalışma ve Sosyal İşler ve Dışişleri
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)
9.- İmar
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı (1/1009) (Anayasa ve Bayındırlık, İmar,
Ulaştırma ve Turizm Komisyonlarına) (Başkanlığa
geliş tarihi: 14.6.2002)
Teklifler
1.- Aydın
Milletvekili Ali Rıza Gönül ve 4 Arkadaşının;
Avukatlık Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (2/988)
(Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 13.6.2002)
2.- Bursa
Milletvekili Orhan Şen ve 43 Arkadaşının; Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi
(2/989) (Plan ve Bütçe Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi: 13.6.2002)
3.- Ankara
Milletvekili M. Zeki Çelik'in; Ülkemizi Uluslararası
Yarışmalarda Temsil Edenlerle İlgili Kanun Teklifi (2/990)
(Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 13.6.2002)
4.- Ardahan
Milletvekili Saffet Kaya'nın; Aşıkşenlik Adıyla Bir
İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifi (2/991)
(İçişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)
Sözlü Soru Önergeleri
1.- Samsun
Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, sigara fabrikalarında
çalışan işçilere ilişkin Devlet Bakanından (Edip
Safder Gaydalı) sözlü soru önergesi (6/1923) (Başkanlığa
geliş tarihi: 14.6.2002)
2.- Samsun
Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, tarımsal üretimde maliyet
azaltıcı uygulamalar düşünülüp düşünülmediğine ve
ithal tarım ürünlerine ilişkin Tarım ve Köyişleri
Bakanından sözlü soru önergesi (6/1924) (Başkanlığa
geliş tarihi: 14.6.2002)
3.- Samsun
Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, kamu kurum ve
kuruluşlarının SSK'ya olan sigorta borçlarının
gayrimenkul ile ödenmesi uygulamasına ve bedel takdir işlemlerine
ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından sözlü soru
önergesi (6/1925) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)
4.- Samsun
Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, Şehir Hatları
İşletmesi bünyesindeki büfelerin işletme hakkı ihalelerine
ilişkin Devlet Bakanından (Ramazan Mirzaoğlu) sözlü soru
önergesi (6/1926) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)
5.- Amasya
Milletvekili Akif Gülle'nin, Amasya-Suluova İlçesinde yüksekokul
açılıp açılmayacağına ilişkin Millî Eğitim
Bakanından sözlü soru önergesi (6/1927) (Başkanlığa
geliş tarihi: 14.6.2002)
6.- Amasya Milletvekili Akif Gülle'nin,
Amasya'da 75. Yıl Üniversitesi kurulması ve Fen-Edebiyat Fakültesi
açılması çalışmalarına ilişkin Başbakandan
sözlü soru önergesi (6/1928) (Başkanlığa geliş tarihi:
14.6.2002)
7.- Amasya
Milletvekili Akif Gülle'nin, Amasya-Taşova ve Gümüşhacıköy tütün
işletmelerinde çalışan işçilere ilişkin Devlet
Bakanından (Yılmaz Karakoyunlu) sözlü soru önergesi (6/1929)
(Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)
8.- Samsun
Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde görevli
garson ve bahçıvanların özlük haklarına ve bunlara diktirilen
giysilere ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanından sözlü
soru önergesi (6/1930) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)
9.- Samsun
Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, İstanbul Üniversitesi personelinin
bakmakla yükümlü oldukları kişilerin sağlık karnelerinin
düzenlenmesinde ve sağlık hizmeti almasında kıyafet
zorunluluğu getirildiği iddialarına ilişkin
Başbakandan sözlü soru önergesi (6/1931) (Başkanlığa
geliş tarihi: 14.6.2002)
10.- Samsun
Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, kamu personelinin kurumlar arası
nakillerine ilişkin Devlet Bakanından (H.Hüsamettin Özkan) sözlü soru
önergesi (6/1932) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)
Yazılı Soru Önergeleri
1.- Karaman
Milletvekili Zeki Ünal'ın, hac seferi düzenleyen Vasco Turizm Seyahat
Acentası hakkındaki iddialara ilişkin Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcısından (H. Hüsamettin Özkan)
yazılı soru önergesi (7/7755) (Başkanlığa geliş
tarihi: 14.6.2002)
2.- Balıkesir
Milletvekili İsmail Özgün'ün, buğday fiyatı ve üretimine
ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/7756) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)
3.- Samsun
Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, Samsun'daki köy yollarının
yapım çalışmalarına ilişkin Devlet Bakanından
(Mustafa Yılmaz) yazılı soru önergesi (7/7757)
(Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)
4.- Samsun
Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, tarım alanındaki gübre ve toprak
kullanımı ile su kaynaklarının korunmasına
ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/7758) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)
5.- Samsun
Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, din görevlilerinin sayısına,
kadro ve yer değişikliklerine ilişkin Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcısından (H. Hüsamettin Özkan)
yazılı soru önergesi (7/7759) (Başkanlığa geliş
tarihi: 14.6.2002)
6.- Adıyaman
Milletvekili Mahmut Göksu'nun, belediyelerdeki özel teftiş
uygulamasına ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7760) (Başkanlığa geliş
tarihi: 14.6.2002)
7.- Aksaray
Milletvekili Ramazan Toprak'ın, bir tıp kitabının izinsiz
alıntıyla hazırlandığı iddiasına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7761)
(Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)
8.- Van
Milletvekili Hüseyin Çelik'in, Van-Erciş-Çelebibağı Beldesinde
askerlerin at arabası yaktığı iddiasına ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7762)
(Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)
9.- Van
Milletvekili Hüseyin Çelik'in, 2000 yılı nüfus sayımı
sonuçlarının İller Bankasına iletilip iletilmediğine
ilişkin Devlet Bakanından (Tunca Toskay) yazılı soru
önergesi (7/7763) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)
10.- Van
Milletvekili Hüseyin Çelik'in, 2000 yılı nüfus sayımı
sonuçlarının belediyelerin İller Bankasından
aldıkları tahsisata yansıtılmamasının nedenine
ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7764) (Başkanlığa geliş
tarihi: 14.6.2002)
11.- Samsun
Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, soru önergelerinin
cevaplandırılmasına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/7765) (Başkanlığa geliş
tarihi: 14.6.2002)
12.- Samsun Milletvekili
Musa Uzunkaya'nın, hayvancılığın desteklenmesine ve
aşılama hizmetlerine ilişkin Tarım ve Köyişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/7766)
(Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)
13.- Samsun
Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Kütüphanesindeki bazı eserlerin kaybolduğu iddialarına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7767)
(Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)
14.-
Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak'ın, Kırıkkale
Tüpraş Rafinerisi sosyal tesislerinin kullanımına ve lojman
tahsisine ilişkin Devlet Bakanından (Yılmaz Karakoyunlu)
yazılı soru önergesi (7/7768) (Başkanlığa geliş
tarihi: 14.6.2002)
15.-
Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak'ın, Türkiye'de
çeşitli şekillerde üretilen ve ithal edilen elektrik enerjisine
ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru
önergesi (7/7769) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)
16.-
Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak'ın,
Kırıkkale-Keskin-Ceritmüminli Kasabasının gölet
ihtiyacına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7770) (Başkanlığa geliş
tarihi: 14.6.2002)
17.-
Kahramanmaraş Milletvekili Ali Sezal'ın, Suriye'deki bir barajın
yıkılmasının yol açtığı su
taşkınının oluşturduğu zararın tazminine
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7771)
(Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)
18.- Adıyaman
Milletvekili Mehmet Özyol'un, yasa dışı faaliyetlerde
bulunduğu iddia edilen bazı sivil toplum kuruluşlarına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/7772)
(Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)
19.- Bursa
Milletvekili Oğuz Tezmen'in, bir danışman hakkındaki
iddialara ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7773) (Başkanlığa geliş
tarihi: 14.6.2002)
20.- Ankara
Milletvekili M. Zeki Çelik'in, Ankara Numune Hastanesi etrafında otopark
işleten kişilerin hastane görevlilerine saldırmaları
olayına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı
soru önergesi (7/7774) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)
21.- Ankara
Milletvekili M. Zeki Çelik'in, Kamu Personeli Seçme Sınavı başvuru
kılavuzunda bazı okulların yok sayıldığı
iddialarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/7775) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)
22.- Erzurum
Milletvekili Aslan Polat'ın, Plan ve Bütçe Komisyonunda sürekli olarak
stenograf görevlendirilip görevlendirilmeyeceğine ilişkin Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanından yazılı soru önergesi
(7/7776) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)
23.- Erzurum
Milletvekili Aslan Polat'ın, para piyasalarındaki gelişmelerin
Hazineye getireceği ilave yüklere ilişkin Devlet Bakanından
(Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/7777)
(Başkanlığa geliş tarihi: 14.6.2002)
24.- Muğla
Milletvekili Fikret Uzunhasan'ın, BAĞ-KUR emeklilerine ikramiye
verilip verilmeyeceğine ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanından yazılı soru önergesi (7/7778)
(Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2002)
25.- Ankara
Milletvekili M. Zeki Çelik'in, İstanbul Üniversitesi hastanelerinden
bazı hastaların yararlandırılmadığı
iddialarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/7779) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2002)
26.- Erzurum
Milletvekili Aslan Polat'ın, Türk Telekom'un Erzurum'da bazı
telefonları kesmesine ilişkin Ulaştırma Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7780) (Başkanlığa geliş
tarihi: 17.6.2002)
27.- Erzurum
Milletvekili Aslan Polat'ın, 2002 yılı doğrudan gelir
desteği ödemelerine ilişkin Tarım ve Köyişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/7781)
(Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2002)
Meclis Araştırması Önergesi
1.- Kocaeli
Milletvekili Osman Pepe ve 19 Arkadaşının, İzmit
Büyükşehir Belediyesi İzmit Kentsel ve Endüstriyel Su Temin Projesi
ile ilgili iddiaların araştırılması amacıyla
Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri
uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/293) (Başkanlığa geliş tarihi:
18.6.2002)
Süresi
İçinde Cevaplandırılmayan Yazılı Soru Önergeleri
1.- Kayseri
Milletvekili Sadık Yakut'un, deprem yıkımlarından sorumlu
tutulanlar hakkındaki adli işlemlere ilişkin Adalet
Bakanından yazılı soru önergesi
(7/6817)
2.- Adıyaman
Milletvekili Mahmut Göksu'nun, Ağrı İlinde afet bölgesi ilan
edilen yer olup olmadığına ilişkin
Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru
önergesi (7/7232)
3.- Adıyaman
Milletvekili Mahmut Göksu'nun, İller Bankasının Ağrı
İlinde programa aldığı işlere ve verilen ödeneklere ilişkin
Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru
önergesi (7/7233)
4.- Adıyaman
Milletvekili Mahmut Göksu'nun, Ağrı İlinde yürütülen projelere
ve belediyelere gönderilen ödeneklere ilişkin Maliye Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7251)
5.- Adıyaman
Milletvekili Mahmut Göksu'nun, Ağrı İlinde yürütülen projelere
ve temel eğitime yapılan katkılara ilişkin Millî
Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/7252)
6.- Adıyaman
Milletvekili Mahmut Göksu'nun, Ağrı İlindeki
taşımalı eğitime, okulların bilgisayar ve yabancı
dil öğretmeni ihtiyacına ilişkin Millî Eğitim
Bakanından yazılı soru önergesi (7/7253)
7.- Ankara
Milletvekili Cemil Çiçek'in, motorlu araçların fenni muayene
işlemlerinin devrine ilişkin Bayındırlık ve İskân
Bakanından yazılı soru önergesi (7/7259)
8.- Rize
Milletvekili Mehmet Bekaroğlu'nun, Malatya'da komşusunu yaralayan bir
şahsın evine düzenlenen operasyonla öldürülmesi olayına
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/7261)
9.- Denizli
Milletvekili Mehmet Gözlükaya'nın,
yeşilkart uygulamasına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/7266)
10.- Denizli
Milletvekili Mehmet Gözlükaya'nın,
yurtdışı teşkilatlarda görevlendirilen
personele ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/7267)
11.- Kayseri
Milletvekili Hamdi Baktır'ın, Sivas-Çetinkaya Beldesinin ilçe
yapılması müracaatına ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/7269)
12.- Trabzon Milletvekili Şeref Malkoç'un, İstanbul Üniversitesi Rektörünün Trabzon'daki konferanslarında meydana gelen olaylara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/7273)
13.- Hatay
Milletvekili Mustafa Geçer'in, Marmara depreminden sonra toplanan vergi ve
yardımlarla ilgili iddialara ilişkin Maliye Bakanından
yazılı soru önergesi (7/7274)
14.- Hatay
Milletvekili Mustafa Geçer'in, üniversite sınavı sonucu açıkta
kalacak öğrencilerin durumlarına ilişkin Millî Eğitim
Bakanından yazılı soru önergesi (7/7275)
15.-
Şanlıurfa Milletvekili Mustafa Niyazi Yanmaz'ın, Fen-Edebiyat
Fakültesi mezunlarına öğretmenlik hakkı verilip verilmeyeceğine
ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi
(7/7282)
16.- Sakarya
Milletvekili Cevat Ayhan'ın, Sakarya İlinde deprem sonrası gelir
kaybı ve altyapı hasarına maruz kalan belediyelere yapılan
ve yapılacak olan yardımlara ilişkin Başbakandan yazılı
soru önergesi (7/7283)
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati : 15.00
19 Haziran 2002 Çarşamba
BAŞKAN : Başkanvekili Yüksel YALOVA
KÂTİP ÜYELER : Melda BAYER (Ankara), Lütfi YALMAN
(Konya)
BAŞKAN -
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 115 inci Birleşimini açıyorum.
Sayın Candan,
son kez istirham ediyorum; ben toplantıyı açmadan talebinizi hiç dile
getirmeyin, olur mu.
III. Y O K L A M A
BAŞKAN -
Elektronik cihazla yoklama yapacağız.
Yoklama için 5
dakika süre vereceğim.
Sayın
milletvekillerinin, elektronik oy düğmelerine basarak Genel Kurul
salonunda bulunduklarını bildirmelerini; bu süre içerisinde
elektronik sisteme giremeyen milletvekillerinin, salonda hazır bulunan
teknik personelden yardım istemelerini; buna rağmen sisteme giremeyen
üyelerin ise, yoklama pusulalarını, 5 dakikalık süre içerisinde
Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.
Yoklama
işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla
yoklama yapıldı)
BAŞKAN -
Toplantı yetersayısı yoktur.
Sayın grup
başkanvekillerinin bir önerisi var mı; çok az bir eksiğimiz var.
İSMAİL
KÖSE (Erzurum) - 10 dakika ara verelim Sayın Başkan.
BAŞKAN -
Sayın Gönül, Sayın Candan?..
VEYSEL CANDAN
(Konya) - 10 dakika olabilir...
BAŞKAN -
Sayın Halıcı?..
MEHMET EMREHAN
HALICI (Konya) - 15 dakika efendim...
BAŞKAN -
15.25'te toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.
Kapanma Saati : 15.08
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 15.25
BAŞKAN : Başkanvekili Yüksel YALOVA
KÂTİP ÜYELER: Lütfi YALMAN (Konya), Melda BAYER
(Ankara)
BAŞKAN -
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 115 inci Birleşiminin İkinci Oturumunu
açıyorum.
III. YOKLAMA
BAŞKAN -
Birinci Oturumda yapılan yoklama sonucunda toplantı
yetersayısı bulunamamıştı. Şimdi, yeniden yoklama
yapacağız.
Yoklama için 5
dakika süre veriyorum.
Yoklama
işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla
yoklama yapıldı)
BAŞKAN -
Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere
başlıyoruz.
Gündeme geçmeden
önce, üç arkadaşıma gündemdışı söz vereceğim.
Gündemdışı
ilk söz, 2005 yılında İzmir'de düzenlenecek olan Dünya
Üniversitelerarası Spor Oyunları ve İzmir İliyle ilgili söz
isteyen İzmir Milletvekili Güler Aslan'a aittir.
Buyurunuz. (DSP
sıralarından alkışlar)
IV. BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA
SUNUŞLARI
A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1. İzmir Milletvekili Güler Aslanın, 2005
yılında İzmirde düzenlenecek olan Dünya Üniversitelerarası
Spor Oyunlarına ve İzmir İlinin sorunlarına ilişkin
gündemdışı konuşması
GÜLER ASLAN
(İzmir) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2005
yılında İzmir'de düzenlenecek olan 23 üncü Dünya
Üniversitelerarası Spor Oyunlarıyla ilgili ve İzmir hakkında
görüşlerimi bildirmek üzere söz almış bulunmaktayım.
Konuşmama
başlamadan önce, büyük başarı göstererek, 2002 Dünya
Kupasında Japonya'yı yenen futbolcularımızı kutluyor,
çeyrek finalde de başarılar diliyor, kalplerimizin onlarla birlikte
olduğunu ifade etmek istiyorum. (DSP sıralarından
alkışlar)
Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; yarımadayı oluşturan 28
ilçesiyle; Aliağa, Balçova, Bayındır, Bergama, Beydağ,
Bornova, Buca, Çeşme, Çiğli, Dikili, Foça, Gaziemir, Güzelbahçe,
Karaburun, Karşıyaka, Kemalpaşa, Konak, Kınık, Kiraz,
Menderes, Menemen, Narlıdere, Ödemiş, Seferihisar, Selçuk,
Torbalı, Tire ve Urlasıyla, imbatı, çipurası,
kuşları, fuarı, tarihi, doğası, kordonuyla bir başka
güzel olan İzmir, M.Ö. 3000 yılında kurulmuştur. Hitit,
İyon, Lidya, Pers, İskender ve Roma dönemlerini
yaşamış, 178 yılındaki yer
sarsıntısıyla yıkılan şehir yeniden inşa
edilmiştir.
Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; bugün, Türkiye'nin üçüncü büyük
şehri ve İstanbul'dan sonra da ikinci büyük limanı olan
İzmir'in bilinen en eski adı "Simirna"dır.(Smyrna)
Beşyüz yıla yakın bir süre Osmanlının idaresinde kalan
ve daha sonra, 1922'de, Türk Ordusu tarafından Yunandan kurtarılarak
Türkiye Cumhuriyetine katılan, Egenin incisi olarak da
adlandırılan İzmir, tarihi, doğası, kültürü ve turizmi
yönünden kendisine has özellikler taşımaktadır.
Sanayi ve
eğitim merkezi olmasının yanı sıra, özellikle de kamu
yatırımlarının yanında, özel sektör de büyük dinamizm
içerisinde yatırımlar yapmış ve halen de yapmaktadır.
Günümüzde, sanayi,
ticaret, kültür, sağlık ve eğitim sektörlerinin yanında,
finans sektörü de büyük gelişme göstermektedir. Geçtiğimiz günlerde
kurulan vadeli işlemler ve obsiyon borsasını, Egeli ve
İzmirli olarak memnuniyetle karşılıyor, bölgeye ekonomik
açıdan artı değerler getirmesi inancıyla
başarılar diliyorum.
Herodot'un "en
yüce gök kubbenin altında ve dünyanın en güzel ikliminde" diye
söz ettiği İzmir, bütün tarihi boyunca dış ekonomik
ilişkilere dayanan bir dünya ticaret kenti niteliğini taşımıştır.
Çok eski çağlardan beri iç ve dış alışverişleri
artırmayı amaçlayan halk pazarlarına, tarihsel agoralara sahne
olmuştur. Her zaman canlılığını koruyan
şehir, Uluslararası İzmir Fuarı, Uluslararası
İzmir Festivali süresince daha da canlanmaktadır.
İnanç turizmi
bakımından da çok özel bir konuma sahiptir. Meryemana Evi, Yedi
Uyuyanlar Mağarası, Yedi Kiliseler bu bölgede bulunmaktadır.
Ülke turizminin
öncüleri arasında yer alan ve turist potansiyeli yüksek olan İzmir'e,
her yıl, kara, deniz, hava ve demiryoluyla çok sayıda turist
gelmektedir. Önce İzmir'e, sonra Ege Bölgesine ve en sonunda da ülke
ekonomisine büyük katkı sağlayan bu ilimiz, ülkemizin Batı'ya
açılan en önemli ve en büyük penceresidir.
Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; ülkemizi tüm dünyaya tanıtacak
olan 23 üncü Dünya Üniversitelerarası Spor Oyunları, 16 - 26 Temmuz
2005 tarihleri arasında İzmir'de yapılacaktır.
Olimpiyatlardan sonra en önemli spor organizasyonu olan üniversitelerarası
spor oyunları, 13 branşta yapılacak müsabakalardan
oluşmaktadır. Aday ülkeler arasındaki zorlu mücadeleyi kazanan
İzmir, büyük bir başarıya imza atmıştır. Ülkenin,
tüm dünyaya tanıtılmasının yanı sıra, oyunlara
katılacak gençlerin birbirleriyle olan kültür, bilgi
alışverişi ve ülkeye sağlanacak ekonomik destek
gözardı edilemeyecek boyuttadır. Uzundere için bir (üniversiade)
olimpik köy yapılacak, 10 000 sporcu ve idareciyi barındıracak
olan bu olimpik köyde, sosyal tesisler yer alacaktır. Bu
yatırımın sonucunda, binlerce aile ev sahibi olurken, proje de
kendisini finanse etmiş olacaktır. Bölgeye büyük çapta katkı
sağlayacak olan bu organizasyon, Uzundere'nin de
kalkınmasını sağlayacaktır. 20 000 seyirci kapasiteli
75 inci Yıl Spor Salonu tamamlanacak, tüm spor salonları elden geçirilecek
ve sonuçta İzmir, yeni ve modern spor tesislerine kavuşacaktır.
Son olarak 2001 yılında Pekin'de düzenlenen oyunlara, 168 ülkeden 6
500 sporcu katılmıştır.
Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; insan bedeninin
sağlığı için spor yapmak, bu değerlerin
tanıtımını sağlamak, politika, ekonomi, kültür, endüstri
alanlarında anahtar olan öğrenciler arasında dostluğun,
kardeşliğin, azmin, centilmenliğin...
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN -
Buyurunuz efendim.
GÜLER ASLAN
(Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
...
işbirliğinin teşvik edilmesi amacıyla üniversite
kurumları içerisinde oluşturulmuştur. Değişik
toplumları bir araya getiren güçlü bir iletişim kanalı
olmayı hedefleyen bu organizasyon, ülkeleri ve insanları bölen
anlaşmazlıkların üstesinden gelerek, dünyayı daha
yaşanılır bir hale sokmaya çalışmaktadır. Ünlü
edebiyatçımız Tevfik Fikret, gençlere "gençler, uğraş,
didin, düşün, ara, bul, koş, atıl, bağır; durmak
zamanı geçti, çalışmak zamanıdır" demiştir.
Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; ne mutludur ki bize, böyle bir
organizasyona ev sahipliği görevini üstlenmiş durumdayız.
Ülkenin geleceği olan gençleri, barış ve kardeşlik
içerisinde ülkemizde ağırlayacağız ve tüm dünyaya da, bu
yolla, Türk misafirperverliğini göstermiş olacağız.
Organizasyon
Komitesi Başkanına ve üyelerine, sponsorluğu yapan firmalara ve
bu uğurda emeği geçen herkese, şahsım ve İzmirliler
adına teşekkür ediyor, Yüce Meclisimizin bu konuda desteklerini
esirgemeyeceği bilinciyle, saygılarımı sunuyorum.
Teşekkür
ederim. (Alkışlar)
BAŞKAN -
İzmir Milletvekili Güler Aslan'a biz de teşekkür ediyoruz.
B) ÇEŞİTLİ İŞLER
1. Genel Kurulu ziyaret eden Bulgaristan-Türkiye
Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanı Ivan Iskrov ve
beraberindeki heyete, Başkanlıkça, Hoş geldiniz denilmesi
BAŞKAN -
Sayın milletvekilleri, Bulgaristan-Türkiye Parlamentolararası Dostluk
Grubu Başkanı İvan Iskrov ve beraberindeki parlamento heyeti
Genel Kurulumuzu onurlandırmışlardır; kendilerine, Yüce
Heyetiniz adına, hoş geldiniz diyorum. (Alkışlar)
Gündemdışı
ikinci söz, Karabük'ün sorunları hakkında söz isteyen Karabük
Milletvekili Mustafa Eren'e aittir. (DYP sıralarından
alkışlar)
Buyurun Sayın
Eren.
A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR (Devam)
2. Karabük Milletvekili Mustafa Erenin, Kardemirin
sorunlarına ve çözüm önerilerine ilişkin gündemdışı
konuşması ve Devlet Bakanı Yılmaz Karakoyunlunun
cevabı
MUSTAFA EREN
(Karabük) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Karabük'ün ve
Kardemirin sorunlarını sizlerle paylaşmak üzere
gündemdışı söz almış bulunmaktayım; Yüce
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Bu sorunları
sizlerle daha önce de müteaddit defalar paylaşmıştım. Bu
nedenle, bazı arkadaşlarımızın aklından,
Kardemirin de ne bitmez tükenmez sorunları varmış diye
geçebilir. Aslında, durum sizin düşündüğünüz gibi değil.
Kardemirin sorunları geçen yıl hangi noktadaysa, bugün de o noktada;
26 Mart 2002'de hangi noktada ise bugün de o noktada; hatta hatta, Karabük'ün
bir güne bile tahammülü yok, mutlaka acil önlem alınmalı denilen 24
Eylül 2001 tarihinde ne durumdaysa, bugün de aynı durumda. Peki, bu süre
içerisinde hiçbir şey yapılmadı mı diyebilirsiniz. Tabiî ki
yapıldı; 15'e yakın Bakanımız Karabük'ü ziyaret etti.
Hatta, bu ziyaretleri, son zamanlarda, milletvekili
arkadaşlarımızın ziyaretleri izlemeye başladı.
Her gelen bakan, istisnasız "Kardemirin sorunları hükümetin
öncelikleri arasındadır, mutlaka çözülecektir" dedi. Zaman
zaman, basına kapalı toplantılarda "ah bu Derviş
olmasa da neler yapacağımızı bir görseniz" denildi.
Hatta, bazıları da "Ankara'ya döndüğünde Derviş'in
boynuna çökeceğim" dedi. Umut bekleyen, fabrikaları yapan,
fabrikasının kurtulmasını isteyen işçi, memur tüm yöre
halkı tüm bu söylenenlere inandı; ancak, söz verenler
Cildikısık Tünelini geçmeden bu sözlerini unuttular. Ne Derviş'in
boynuna çöken, ne de verilen sözlerin takipçisi olan var. Şimdi, Karabük
ile ilgili söz verenlere soruyorum: Karabük'te vaatlerinizi bir bir
sıralarken size umutla bakan o insanların
yıkılmış hayalleri hiç gözünüzün önüne gelmiyor mu?
Anlaşılan o ki, kuldan utanmıyorsunuz; ama, Allah'tan da
korkmuyorsunuz. (DYP sıralarından alkışlar)
Bugüne kadar
Karabük ile ilgili icraatınız sadece yalan ve oyalama taktiği.
Kardemir ile ilgili yaptığınız somut bir şey söyleyin.
26 Mart 2002'de Divhan madeninin kesintisiz sevk edileceğini söylediniz,
Sayın Bakanım Karakoyunlu söyledi; ama, 26 Mart 2002 tarihinden
bugüne kadar Divhandan Kardemire 1 kilogram dahi cevher gelmedi. Kardemiri
yaşatmak adına Karabük'te haddehanecilerin kendi aralarında
oluşturdukları dayanışma sonucu yaptırdıkları
cevher parasını bile farklı fiyattan almaya
başladınız. Verdiğiniz sözler ile
yaptığınız icraatlar devlet ciddiyetine
yakışıyor mu?! Hani, Kardemirin bir güne bile tahammülü yoktu?!
Hani, Kardemir öncelikli sorununuzdu?! Hani, ilk Bakanlar Kurulu
toplantısında Kardemirin meselesi çözümlenecekti?!
Sayın
Başkan, değerli arkadaşlarım; 8 Nisan 2002 tarihinde
onbeş kişilik Doğru Yol Partisi grubuyla Kardemiri ziyarete
gittik. Temaslarda bulunduk, sivil toplum örgütlerini dolaştık ve
basın toplantısıyla programımızı neticelendirdik.
Akşam da yerel televizyonlar bu faaliyetlerimizi veriyor. Tam
programın ortasında "Şok haber... Şok haber..."
Dedik ki hayırdır. "Kardemir işçisine müjdeler olsun,
güneş doğdu..." Dedik Allah razı olsun, hükümet herhalde
bir şey yaptı. Hükümeti oluşturan partilerden bir tanesinin il
başkanı "Sayın Karakoyunlu Bakanım beni aradı,
Kardemiri Erdemire bağlamışlar; demir çelik işçisine,
Kardemir işçisine müjdeler olsun, bu gece rahat uyuyabilirler" dedi.
Şimdi,
Sayın Bakanıma sormak istiyorum: Gerçekten böyle bir telefon
görüşmesi yaptıysanız ve "Kardemiri Erdemire
bağladık" dediyseniz, 8 Nisandan bugüne kadar geçen süre
içerisinde bunu niçin açıklamadınız?! Yok, eğer böyle bir
şey söylemediyseniz, hem yerel yöneticileriniz hem de siz, buradaki
bakanlarınız, hep Karabük halkını kandırmak adına
mı icraat yapacaksınız? Hep Karabük halkını mı
kandıracaksınız? (DYP sıralarından alkışlar)
Değerli
Bakanımdan 3 tane sorum var ve 3 tane sorumu net bir şekilde
soruyorum; evelemeden gevelemeden soruyorum ve evelemeden gevelemeden de cevap
almak istiyorum. Eğer bu sorularıma cevap bulamazsam, buradan
kamuoyuna da deklare ediyorum ki, bu hükümet, Kardemir işçisini ve Karabük
halkını oyalamaya ve kandırmaya devam edecektir.
1- Kardemirin
Ereğli Demir Çelik'e bağlanmasıyla ilgili bir çalışmanız
var mıdır? Böyle bir model üzerinde çalışıyor musunuz?
Yok, böyle bir model uygun değilse, lütfen deklare edin.
2- Kardemiri tekrar
devletleştirip, özelleştirmeyi düşünüyor musunuz?
3- Sayın Hasan
Gemici Bakanımızın, Kardemir Yönetim Kurulu Başkanı
Sayın Şinasi Altıner'e, geçen hafta önermiş olduğu,
Kardemirin borçlarının beş yıla yayılması önerisi
Sayın Gemici'nin kendi önerisi midir, yoksa Bakanlar Kurulunun böyle bir
önerisi var da açıklamak mı istemiyorlar?
Bunların
cevabını Sayın Bakanımdan net olarak almak istiyorum.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
MUSTAFA EREN
(Devamla) - Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.
Tamamlıyorum...
Değerli
arkadaşlarım, Kardemir Yönetim Kurulu, üzülerek ifade ediyorum ki, 5
Temmuz 2002 tarihinde Kardemiri kapatma
kararı almıştır. Fabrikalar yapan fabrika, bugün
İsdemiri, Erdemiri yapan fabrika, bütün şeker
fabrikalarını, çimento fabrikalarını yapan, Türkiye'nin
gururu, Büyük Önder Atatürk'ün emaneti Kardemir kapanma noktasına
gelmiştir. Bunun müsebbibi, bana göre, bizi yönetenler. Hükümete göre,
Sayın Bakanımın basında da açıklaması var
"Kardemiri bu hale getirenler, tehdidi yapan, şu andaki
yönetimdir" diyor.
Sayın
Bakanıma ve buradaki grup başkanvekillerimize sesleniyorum. 3.4.2002
tarihinde Kardemirin bu hale nasıl geldiğinin
araştırılması için bir araştırma önergesi verdim.
Buyurun, o zaman destek verin, araştırma önergemiz faaliyete geçsin;
Kardemiri bugüne kadar kim iyi yönetememişse, Kardemirin bugünkü duruma
gelmesinin sorumlusu kim ise ortaya çıksın. Eğer samimiyseniz,
Kardemirin sorunlarını çözmek, Kardemiri bu hale kimlerin
getirdiğini öğrenmek istiyorsanız, lütfen, araştırma
önergemize destek verin. (DYP sıralarından alkışlar)
Sözlerimi
tamamlarken, çeyrek finale çıkarak göğsümüzü kabartan Türk Millî
Takımımıza, bundan sonraki maçlarda başarılar
diliyorum.
Hepinize
saygılar sunuyorum ve şunu hemen ifade etmek istiyorum: Eğer,
biz, Karabük'te huzursuz olursak, burada siz huzur bulamazsınız; sizi
huzursuz etmeye devam ederiz.
Saygılar
sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN -
Teşekkürler.
Gündemdışı
konuşmaya, hükümet adına, Devlet Bakanı Sayın Yılmaz
Karakoyunlu yanıt verecektir.
Buyurunuz
Sayın Karakoyunlu.
DEVLET BAKANI
YILMAZ KARAKOYUNLU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; evvela, ben de konuşmama, çeyrek finale yükselen Millî
Takımımıza, başta teknik direktörü olmak üzere, bu büyük
başarıyı elde etmek için gayret gösteren herkese
şükranlarımı ifade ederek başlıyorum ve bundan sonraki
müsabakalarda da aynı anlayış içerisinde finale doğru
gitmeyi samimî bir kalple temenni ediyorum.
NİHAT GÖKBULUT
(Kırıkkale) - Sayın Bakan, söyledikleriniz güzel şeyler;
ama, duyamıyoruz; lütfen, mikrofona doğru biraz eğilin.
DEVLET BAKANI
YILMAZ KARAKOYUNLU (Devamla) - Evet, aşağı yukarı yedi seneden
beri bu kürsüye muhtelif vesilelerle çıkarım, her defasında
aynı şikâyeti söylerim; ama, maalesef, bir türlü ergonomik bir
sistematik içerisinde bunu çözmek imkânını bulamadık. Ben,
kayıtlara düşürüyorum; ama, Başkanlık Divanı, tedbir
ittihazında hususiyet ifade edecek bir tavır takınmıyor.
Değerli
arkadaşlar, biraz evvel, Karabük'ün sorunlarıyla ilgili olarak,
Karabük Milletvekili arkadaşımızın yaptığı
konuşmayı dinlediniz. Konuşmanın içeriği, sorunlara
temas eden bir noktadan çok, geçmişten bugüne kadar hadiseleri nakleden
bir ufak gezintiden ibaretti. Ben, sorunların müşahhas şekilde
ortaya konulacağını bekliyordum ki, o müşahhas sorunlara
işaret eden arkadaşımıza, müşahhas şekilde ifade
edeyim ya da kendisinin tercih ettiği üslupla söyleyip -o da sorunları
eveleyip gevelemeden ortaya koymalıydı ki, ben de eveleyip
gevelemeden-kendisine cevap arz edebileyim.
MUSTAFA EREN
(Karabük) - Sayın Bakanım, bu sorular size 5 defa soruldu!.. Sorular
burada var, gazetelerde de yazıyor!.. Lütfen...
BAŞKAN - Sayın
Eren, karşılıklı...
DEVLET BAKANI
YILMAZ KARAKOYUNLU (Devamla) - Ben size müdahale etmedim, siz de beni
dinleyeceksiniz. Müsaadenizle...
MUSTAFA EREN
(Karabük) - Ama, ben sizin gibi konuşamıyorum ki, 5 dakikaya da ancak
bu kadarı sığdırabilirim...
BAŞKAN -
Sayın Eren...
Sayın Bakan,
siz, lütfen, Genel Kurula sesleniniz.
DEVLET BAKANI
YILMAZ KARAKOYUNLU (Devamla) - Değerli milletvekilleri, Kardemir, şu
anda bir özel şirkettir. Kardemirin özelleştirmesi 1994
yılında yapılmış ve 1995 senesinin martındaki
devir sözleşmesiyle özelleştirilmiştir. Bana sorarsanız, bu
işlem, fevkalade doğrudur; ama, adres yanlıştır.
Nitekim, adres yanlışlığı bugün ortaya
çıktı. O tarihte özelleştirme kararını veren
kişi, dönemin Başbakanı Sayın Tansu Çiller'dir. Samimî
kalple ifade ediyorum ve gıyabında da takdir ifadesiyle ortaya
koyuyorum ki, karar doğrudur, lakin adres yanlıştır. O
dönemde bu işlerden sorumlu olan, özelleştirmeden sorumlu başkan
da, yine, çok değerli Doğru Yol Partisinin fevkalade güzide bir
milletvekilidir; o da, hadiseleri, detayında, derinliğine ve
genişliğine bilir.
Şimdi, 1
liraya özelleştirildiği söylenen husus, öyle, 1 liralık iş
değildir. Değerli milletvekilleri, bir hafıza tazelemesi
ihtiyacıyla söylüyorum, o tarihte 1 liraya devir sözleşmesi
yapılmış; ama, devlet, bu 1 liraya devredilme
mekanizmasının sonunda, toplam 480 000 000 dolar bir malî
mükellefiyet tekabbül etmiştir. Nedir bu rakam; çok açık bir
şekilde ifade etmeliyim, bunun yaklaşık 367 000 000
dolarlık kısmı Kardemirin o tarihteki borçlarının
tutarıdır; bunu devlet yüklenmiştir. Bunun
dışında, kıdem tazminatı ve ödemeleri için Kardemire
32 000 000 dolar vermiştir, yatırım ve finansman ödemeleri;
yani, faizdeki gecikmeleri telafi etmek için 21 000 000 dolar ödemiştir,
işletme sermayesi ihtiyacı için 22 000 000 dolar ödemiştir,
bilanço farkı denilen, ortaya çıkan ödeme eksikliğini telafi
etmek için toplam 6 000 000 dolar -yuvarlayarak söylüyorum- sonuç itibariyle 80
000 000 dolar nakit aktarmış ve toplam olarak işletmeye 400 000
000 dolar borç tekabbülü olarak kaynak temin etmiştir; toplam da 480 000
000 dolardır.
Bugün, bu
rakamlardan eser yoktur. Bu rakamlardan eser yoktur ve o tarihlerde de Karabük
Demir Çelik'in, bugün gazetelerde ifade edildiği gibi, ilk yıllar
kârlıydı iddiası varit değildir; sadece ve sadece,
devletin, hazinenin kendilerine işletme sermayesi olarak tahsis
ettiği paranın o tarihteki yüksek faizle repoya
yatırılmasından doğan finansman kârından ibarettir.
Şirket özelleştiği tarihten bugüne kadar -değerli
arkadaşlar, maalesef, biraz evvel değerli milletvekilinin işaret
ettiği gibi iyi yönetim kötü yönetim münakaşasını bir
tarafa bırakarak söylüyorum- hiçbir şekilde
faaliyetdışı kâr elde edememiştir. Hepiniz meslekî
tecrübelerinizi, siyasî tecrübelerinizi koyunuz veya biraz evvel Karabük
Milletvekili arkadaşımızın söylediği gibi, bölgenin
milletvekili olmaktan kaynaklanan hususiyetini de dikkate alarak, işaret
ettiği sorun başlıklarının tamamını bir
araya getiriniz, göreceksiniz ki, dünyada faaliyetdışı kâr elde
edemeyen bir şirketin hiçbir şekilde ayakta durması mümkün
değildir...
EROL AL
(İstanbul) - Faaliyet kârı...
DEVLET BAKANI
YILMAZ KARAKOYUNLU (Devamla) - ...ve yedi seneden beri faaliyet kârı elde
etmez, faaliyetdışı kârla ayakta kalan da yoktur.
Dolayısıyla,
bugün üzerinde durulan nokta, bu işletmenin faaliyet kârı elde
edebilecek hale getirilmesini temin etmektir. Prensip itibariyle
yaklaşımımızın bu olduğunu evvela kabul edelim;
ondan sonra da, herhangi bir şekilde bu sistem uygulamaya konurken
Karabük'te ne gibi problemler nasıl çözülebilir
başlığını tartışmaya alalım derseniz;
onun için de, hemen size önerilerimi söyleyeyim.
Kürsüde bir küçük
sitem hakkımı da kullanmak istiyorum. Sayın milletvekilimizin
"yalan taktikleri", "oyalama taktikleri" ifadesini,
zannederim, bu kürsüde açıkça ifade edilmemiş bir muhataba
gelişigüzel söylenilmiş bir mana olarak da ele alıp izah etsem,
yakıştıramadığımı belirtmek istiyorum.
Hiçbir şekilde bir oyalama taktiği veya yalan taktiği içerisinde
ifade etmiyoruz. Sadece, meseleleri reel değerlendirmede temel amaç
noktasında yeteri kadar eşitlik anlayışına sahip
olmadığımız için,
farklılığınızı yanlış şekilde
değerlendirdiğinizi ifade ediyoruz.
Kardemir, bugünkü
durumu itibariyle 160 000 000 dolar borcu olan bir kuruluştur. Bu borcun,
maalesef, 100 000 000 dolarlık kısmı kamuya olan
borçlardır. Bunların içinde vergi vardır, bunların içinde
sosyal sigorta mesuliyeti vardır, kullandığı enerji
vardır, yaktığı kömür vardır,
kullandığı cevher vardır, taşıma ücreti
vardır ve bunların hiçbirisinin bedelini hiçbir şekilde
ödememiştir. Evet, Divhan, kendisine, eğer bunlar yerine getirilirse
maden göndermeye devam edecektir diye bu kürsüde söyledim; sizin, meşhur,
akşamlarınızı burada geçirme boykotunuza tekaddüm eden
günlerdeki müzakere sırasında; ama, o tarihte Kardemirin bize
göndermiş olduğu yazıdaki tekabbül ettiği mesuliyetlerinin
hiçbirisinin yerine getirilmediğini dikkate almadan bu ifadeyi burada
yanlış kullandığınıza işaret etmek
istiyorum.
Değerli
arkadaşlar, Kardemirle ilgili olarak, Sayın
Başbakanımızın talimatıyla, bugün, üç ayrı
kuruluşun, demir çelik tesisinin, ekonominin şartlarına uygun
olarak değerlendirilmesi yolunda bir çalışma
başlatmış idik. Bununla ilgili olarak da üç bakan
görevlendirilmiş idi. Bu üç bakan, üç ayrı kuruluştan sorumlu
idi ve her üçü de kendi sorumluluğu içerisindeki münferit mesuliyetiyle
birlikte Sayın Başbakanın görevlendirdiği üç
arkadaşın ortak çalışmalarıyla
sonuçlandırıldı. Bunlardan bir tanesi -hayırlı sonuç
verdi- bildiğiniz gibi İsdemirdir. Diğeri ise, Tarım
Bakanımız Prof. Sayın Gökalp'in üzerinde
çalıştığı Sıvas Demirdir; o da özel bir
şirkettir. Üçüncüsü de Kardemirdir.
Şimdi,
Kardemirle ilgili olarak şunları söylüyorum:
1- Mümkün olan
azamî ölçüde uzun vade esasına dayalı olarak, mevcut
borçlarını yaymak.
2-
İşletmeyi, mutlaka, asgarî 20-25 milyon dolar civarında faaliyet
kârı elde edecek düzeyde sağlıklı ve finansal sorun
çıkarmayan bir model içerisinde kârlı hale getirecek yönetime
kavuşturmak.
3- Üretim
esaslarında işçi maliyetini hem Türkiye'nin hem evrensel demir çelik
sektörünün standartlarına uygun bir istihdam politikasıyla uygulamak
suretiyle faaliyete geçmesini sağlayacak uygulamanın
hazırlıkları muhtemelen bu akşam bitecek.
Zatıâliniz,
mutlaka, bu konuşma nedeniyle Karabüklü hemşerilerinizi haberdar
etmişsinizdir; buradan, bunun için de çok teşekkür ederim.
Böylelikle, onları da, gerçek ağızdan ve doğrular
istikametinde bilgilendirmek fırsatını da doğurmuş
oldunuz, bize verdiniz; bunun için de teşekkür ederiz.
Buradan, Karabüklü
hemşerilerimize de söylüyorum: Şu anda, Özelleştirme
İdaresi, Hazinemiz ve bölgenin değerli milletvekili Sayın
Bakanımız Hasan Gemici, hep birlikte Karabük'ün
sorunlarının çözümünü, bir an önce uygulamaya koymak için faaliyet
halindedirler. Önümüzdeki bir veya iki gün içerisinde, bunun eylem planı
ortaya çıkacaktır.
Bu eylem
planının içerisinde evvela yapılacak olan, işletmeyi,
faaliyet kârı elde edebilecek bir yönetime kavuşturmaktır.
Bunun için,
işçi maliyetlerini evrensel düzeyde ve Türkiye demir çelik -özel ve kamu,
ortaklaşa söylüyorum- standartlarına uygun noktaya getirmektir.
Kamu kurumuna olan
borçlarını, faizlerini dondurmak suretiyle uzun vadeye yayarak, uygun
bir ödeme planına bağlamaktır.
Üretim
planlamasıyla ilgili olarak, maalesef, piyasadan uzun süre uzak
kaldığı için yeteri kadar üretim planlaması noktasında
düzenli bir faaliyeti yoktur, bu faaliyeti düzen altına almaktır.
Diğer
taraftan, cevher tedariki veya kütük tedariki konusunda -para ödeme imkânı
bulunmadığından- çok yüksek faizlerle hammadde temin etme
yerine, daha makul fiyatlarla hammadde temin ederek üretime devam etmesine
ilişkin önlemler alınacaktır ve Karabük Demir ve Çelik
İşletmelerinin tekrar eski faaliyetlerine döndürülebilmesi için elden
gelen gayret gösterilecektir.
Bu konuda, işaret
ettiğiniz gibi, hiçbir ihmal söz konusu değildir. Hadiseyi belli
aralıklar itibariyle gündeme getirmek, hadisenin geçmişindeki
isabetli davranışları tümüyle değerlendirdiğiniz
anlamına gelmez. Gündelik olarak çektiğiniz fotoğraflar
değil, süreç olarak takip ettiğimiz yöntem hakkında bilgi ve
deneylerimize ihtiyacınız hâsıl olduğu anda, onları da
size sunmaktan büyük bir memnuniyet duyarız.
Size, bu vesileyle
teşekkür ederim. Yine, bu vesileyle, Karabüklü hemşerilerimizi de
aydınlatmak üzere derim ki, hükümetimiz bu konuda acil çözümleri almak
için hareket halindedir ve görev verilmiş arkadaşlarımız,
kısa sürede bir eylem planına bağlamak suretiyle, soruna çözüm
önerileri getireceklerdir.
Hepinize
saygılarımı sunuyor, teşekkür ediyorum. (ANAP, DSP, MHP ve
DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN -
Teşekkürler Sayın Bakan.
Gündemdışı
üçüncü söz, Manisa İli Soma ilçesinde faaliyette bulunan termik santral ve
kömür üretim sorunlarıyla ilgili söz isteyen Manisa Milletvekili
Sayın Bülent Arınç'a aittir.
Buyurun Sayın
Arınç. (AK Parti sıralarından alkışlar)
3. Manisa Milletvekili Bülent Arınçın,
Soma İlçesindeki termik santralda ve kömür üretiminde yaşanan
sorunlara ve alınması gereken önlemlere ilişkin
gündemdışı konuşması ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar
Bakanı Zeki Çakanın cevabı
BÜLENT ARINÇ
(Manisa) - Sayın Başkan, çok değerli arkadaşlar; hepinizi
saygıyla selamlıyorum. Belki, özelde Manisa'nın şirin bir
ilçesini; ama, genelde Türkiye'nin ekonomisini, özellikle enerji
politikalarını ilgilendiren önemli bir konuyu gündeme getirmek
istedim; Sayın Başkana teşekkür ediyorum.
Geçtiğimiz
hafta, Manisa Soma İlçesinin bütün belediye başkanları, bütün
meslek kuruluşlarının başkanları, bütün
sendikaların başkanları ve Soma halkını temsil eden
bütün kuruluşlar Ankara'ya geldiler, siyasî partileri ziyaret ettiler,
sayın başbakan yardımcılarıyla görüştüler, önemli
bir konuda şikâyetlerini ve taleplerini ilettiler.
Halkımızın bu talepleri doğru ve yerindedir; bunu, Genel Kurulda
da, ayrıca sizlere bilgi olarak arz etmek istiyorum.
Değerli
arkadaşlarım, Soma, Manisa'nın 100 000 nüfuslu şirin bir
ilçesidir; 4 beldesi, 53 köyü vardır. Nüfusunun yüzde 70'i Soma'nın
merkezindedir ve Soma merkezinde, Türkiye'nin her yanından gelmiş
olan değerli çalışanlarımız vardır; çünkü, Soma
İlçe merkezinde 1 034 megavat gücünde termik santral var, Ege Linyitleri
İşletmesi gibi Türkiye'nin en kaliteli kömürünü üreten kömür
ocakları var -1913 yılından beri çalışıyor- ve
buna bağlı olarak termik santralda 1 700, ELİ'de 6 000 küsur,
özel madenlerde de 1 500 çalışanıyla fiilî olarak 10 000
çalışan işçisi, memuru var. Bunları bir aile olarak
düşündüğünüzde, 60-70 000 nüfusun, sadece termik santrallarda ve
kömürlerde çalışan kişiler olduğunu söyleyebilirim.
Değerli
arkadaşlarım, Somalılar, bir süreden beri büyük bir endişe
içerisindeler; çünkü, kalori bakımından da, kalite
bakımından da en iyi linyit kömürünü üretiyorlar. Yıllık
ortalama 10 000 000 ton civarında bir üretim var. Bu yüksek kalorili ve
kaliteli, çevre sağlığına da en uygun olan kömür üretilirken,
maalesef, 2002 yılı çalışma programı içerisinde Enerji
ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığının kabulleriyle üretim
kısıtlanmak isteniyor. Linyit kömürü böylesine kaliteliyken
dışarıdan ithal kömür getirilmesine karar verildi ve 27 Nisan
tarihli Resmî Gazetede yayımlandığı üzere, ithal kömürden
alınan yüzde 10'luk fon, bir gecede yüzde 1'e düşürüldü.
Özkaynağın
üretimi teşvik edilmelidir, ithal kömürün getirilmesi önlenmelidir, en
azından ihtiyaç olduğu kadar; ama, maalesef, bu yüksek kalorili
linyit kömürünün üretilmesi teşvik edileceği yerde,
dışarıdan ithal kömür getirilmesine ayrıca kapılar
açılmış ve fonlar da indirilmiş bulunmaktadır.
Temelde, enerjide
dışa bağlanmanın yattığını biliyoruz.
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı, 2002 yılındaki
planlamasıyla, termik santrallardaki üretimin
kısılmasını öngörüyor, kömür üretiminin düşürülmesini
öngörüyor ve doğalgazın elektrik üretimindeki payını
artırmaya çalışıyor.
Değerli
arkadaşlarım, Soma (A) ve (B) santrallarında elektrik enerjisi
üretiliyor. Maalesef, bu santrallar, bu yıl, yüzde 40 kapasiteyle
çalışıyor. Oysa, kömür üretiminin artırılması, en
azından yüzde 80 kapasiteye çıkarılması mümkün; böyle bir
kapasiteyle çalışıldığı zaman da, üretimin
artmasıyla, hem Somamız ve genelde bütün Türkiye'nin ekonomisi ve
enerji noktasındaki açığı da kapatılmış
olacak hem de başta nakliyecilik sektörü olmak üzere, pek çok sektörü de
dolaylı veya doğrudan doğruya canlandırılmış
olacak.
Değerli
arkadaşlarım, doğalgaz üreticisi ülkelerde bile
doğalgazın elektrik enerjisi üretiminde payı yüzde 15'lerde
iken, doğalgazın tamamını ithal eden Türkiye'de bunun yüzde
60'lara çıkarılmak istenmesi, gerçekten, dikkat çekicidir. Türkiye
Kömür İşletmeleri -ki, Soma'daki ismiyle (kârlı bir
işletme)- Ege Linyitleri İşletmeleri daha önce müessese
müdürlüğü iken bölge müdürlüğüne dönüştürüldü, bu
yılbaşından itibaren de işletme müdürlüğü seviyesine
indirildi. 2002'de 10 000 000 ton eksik üretim yapılması sebebiyle,
sonuçta yaklaşık olarak 100 trilyon zarar edilecektir. Zararın
asıl nedeni olan planlama hataları ve maalesef, Meclisimizde de çokça
tartışılan hesapsız doğalgaz anlaşmaları
gözardı edilmektedir. Biraz evvel de söylediğim gibi, petrokok ve
kömüre uygulanan yüzde 10'luk kesinti yüzde 1'e indirilmek suretiyle yerli
kaynaklar tamamen devredışı bırakılmaya
çalışılmaktadır.
Değerli
arkadaşlarım, Soma'da sadece Ege Linyitleri İşletmesine ait
açık kömür ocakları ve yeraltı ocakları
bulunmamaktadır...
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BÜLENT ARINÇ
(Devamla) - Sayın Başkan, birkaç dakika daha rica edeyim.
BAŞKAN -
Buyurun efendim.
BÜLENT ARINÇ
(Devamla) - ...aynı zamanda, özel sektöre ait yeni sahalar da
bulunmaktadır. Bu sahaların da işletmeye açılmasıyla
istihdamın artırılması fevkalade mümkündür. Ege Linyitleri
İşletmesi tarafından üretilen parça ve toz kömürün kalitesinin
yükseltilip, satışa sunulmasıyla da, ayrıca, ekonomiye bir
derinlik ve bir kazanç sağlanması da mümkün bulunmaktadır.
Biraz evvel
gündemdışı konuşan değerli Karabük Milletvekili
arkadaşımız, Karabük'le ilgili bir sorunu dile getirdi; belki,
hemen onun arkasından, Manisa'nın Soma İlçesiyle ilgili böyle
bir sorunun gündeme getirilmesi tesadüf görülebilir. Oysa, ülkemizin pek çok
yerinde, ekonominin candamarı olan konularda bir gerileme var, bir üzüntü
var, işsiz kalma durumuyla karşı karşıya olan binlerce
insan var; yeni istihdamın yaratılması mümkün iken, bu
kaynakların gözardı edilmesi gibi fevkalade üzüntü veren
gelişmeler mevcut.
Dolayısıyla,
Sayın Enerji Bakanımız eğer bu gündemdışı
konuşmaya cevap vermek üzere burada bulunuyorsa, hem Somamızın
hem de Türkiyemizin genelde çok önemli meselesi haline gelen bu konuyu ikna
edici bir tarzda ortaya koyması ve halkımızı sevindirmesi
dileğimizdir. Çünkü, Soma İlçemizden gelen, kent konseyinin
aldığı kararları Ankara'ya aktaran değerli
hemşerilerimiz, Ankara'dan, hükümetimizden ve Parlamentodan hem kendi
sorunlarına hem ülkemizin bu enerji ve kömür üretimiyle ilgili çok
haklı meselesine yakından ilgi beklemektedir.
Bu sevinci
duyacağımız ümidiyle, Yüce Meclise saygılar sunuyorum.
(Alkışlar)
BAŞKAN-
Teşekkürler Sayın Arınç.
Gündemdışı
konuşmaya Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Zeki Çakan
yanıt verecektir.
Buyurunuz
Sayın Bakan. (Alkışlar)
ENERJİ VE
TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI ZEKİ ÇAKAN (Bartın)- Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Manisa Milletvekili Sayın
Bülent Arınç'ın, Manisa İli Soma İlçesinde faaliyette
bulunan termik santral ve kömür üretim sorunlarıyla ilgili
gündemdışı konuşmasına cevap vermek üzere
huzurlarınızdayım; özellikle, bu konuyu gündeme getirdiği
için kendilerine teşekkür ediyorum.
Evet, geçen hafta
bir heyet geldi; belediye başkanları, işadamları, oda
başkanları, kamu kurum ve kuruluşlarının yetkilileri;
bunlarla ben de görüştüm. Ama, maalesef, tabiî, belirli konular kamuoyuna
yanlış anlatılmaya çalışıldığı
süre içerisinde, belirli konularla ilgili olarak, gerçekleri değil, siyasî
rant almak için, siyasî polemik yaratmak için meseleleri ortaya koyarak, düne
bakmadan bugünü değerlendirip, bugüne bakmadan yarın hakkında
fikir yürütenlerin zaman zaman kamuoyunu yanlış yönlendirdikleri
kanaatine kendileri de vardılar. Kendileriyle Mecliste görüştüm, uzun
uzun bir görüşme yaptım.
Hepinizin
bildiği gibi, özellikle geçen sene -kasım, aralık ve ocak
aylarında- ülkemizde gerçekten büyük enerji sıkıntısı
çekilmiştir. 2000 yılında hidroelektrik santrallardan 31 milyar
kilovat/saat enerji elde edildiği halde, 2001 yılında
kuraklık nedeniyle 21 milyar kilovat/saat elde edilebilmiştir. Bu
nedenle, özellikle termik santrallarımızın tam kapasiteyle
çalışabilmeleriyle ilgili olarak, özellikle de tarafımca talimat
verilmiştir; risk alınarak talimat verilmiştir. Dünyada termik
santralların kapasite kullanım faktörleri yüzde 55, yüzde 60,
maksimum yüzde 65 seviyesindedir; ama, Zonguldak'ta -Çatalağzı Termik
Santralı dahil olmak üzere- otuz yıllık termik santrallar yüzde
75, yüzde 80, hatta yüzde 84 kapasite kullanım faktörleriyle
çalıştırılmıştır. Niçin? İlgili üç
genel müdür, Bakan olarak bizzat bana yazı yazmış, "biz,
günde 3 saat enerji kısıtlamasına gitmek mecburiyetindeyiz; bu
nedenle, bizim, şu anda, Türkiye'nin tükettiği enerjiyi
karşılayacak durumumuz yok" demişlerdir; bana, Bakan
olarak, bu yazıyı vermişlerdir; ama, bütün bunlara rağmen,
Türkiye'de enerji kısıtlamasına gitmemek için bütün termik
santrallarımızda bakım yapılmamış, hatta, risk
alınmış ve tam kapasiteyle
çalıştırılmıştır.
Bunun yanı
sıra, hangi dönemde olmuştur bu; Türkiye'de, tüketimde yüzde 8 azalma
olduğu bir dönemde olmuştur. Eğer, ekonomik kriz olmasaydı,
tüketimde yüzde 8 azalma olmasaydı da, her yıl olduğu gibi,
tüketimde yüzde 8 büyüme olsaydı, o zaman, 6 saatlik enerji
kısıtlamasına gitmek mecburiyetinde kalacaktık. Bu nedenle,
özellikle hiç bakımı yapılmayan termik santrallar, sırasıyla
bakıma alınmaktadır.
Türkiye'de, enerji
üretimi, arz-talep dengesini karşılayabilmek için
yapılmaktadır. Bakın, size rakam vereyim: Soma Termik
Santralımızda, 6 x 165 megavat ve 2 x 22 megavat ünitelerimiz var;
bugün itibariyle, 4 x 165 megavat ve 2 x 22 megavat ünitelerimiz
çalışıyor; üçüncü ünite revizyonda, ikinci ünitenin
kazanında boru patladı ve cuma günü bitecek.
Geçen sene, enerji
kısıtlamasına gideceğimiz dönemde, rehabilitasyon
çalışmalarından ve bakım çalışmalarından
dolayı, arıza yapan Soma'da bir veya iki ünitenin
çalıştığı iki üç ay oldu. Devreye sokmaya çok
çalıştık; ama, zaman gerekiyordu, onun için devreye
sokamadık. Bu nedenle, şu anda, Soma'da, ne kömür üretiminde ne kömür
tüketiminde ne enerjinin üretilmesinde ne de enerji üretmeyen oradaki
işçilerin işlerine son verilmesiyle ilgili hiçbir konu söz konusu
değildir, hiçbir işlem söz konusu değildir; kendileriyle bunu
konuştum, kendilerine de söyledim.
Özellikle
doğalgaza değindiniz Bülent Bey; çok teşekkür ediyorum. Tenkit
etmek için söylemiyorum, kesinlikle yanlış
anlaşılmasın; ama, o dönemde Türkiye'nin enerji geleceğini
garanti altına alabilmek için işlem yapan bütün hükümetlere de
teşekkür ediyorum; fakat, özellikle bu sene devreye girecek doğalgaz
santrallarıyla ilgili bilgi vermek istiyorum. Örneğin, Adapazarı
Doğalgaz Santralı, yap-işlet, 770 megavat; Ankara Doğalgaz
Santralı, yap-işlet, 770 megavat; İzmir Doğalgaz
Santralı, yap-işlet, 1 540 megavat; Gebze Doğalgaz
Santralı, yap-işlet, 1 540 megavat; Gebze-Dilovası Doğalgaz
Santralı, yap-işlet, 253,4 megavat. Gebze Doğalgaz Santralı,
1 540 megavat; ne zaman yapılmış bu; projenin ihale dönemindeki
hükümet, 54 üncü Erbakan Hükümeti, Refah Partisi-DYP koalisyonu. Proje o zaman
ihale edilmiş; ama, bugün suçlanıyoruz niye bu doğalgaz
santralları yapıldı diye. Tekrar söyleyeyim, İzmir Doğalgaz
Santralı, 1 540 megavat, projenin ihale dönemindeki hükümet, 54 üncü
Erbakan Hükümeti, projenin ihale dönemindeki bakan Recai Kutan; Adapazarı
Doğalgaz Santralı, yap-işlet, 770 megavat, projenin ihale
dönemindeki hükümet, 54 üncü Erbakan Hükümeti ve projenin ihale dönemindeki
bakan, Recai Kutan; fena mı yapılmış?!. 3 850
megavatlık 3 santral bu sene devreye girecek. Eğer bu santrallar
devreye girmemiş olsaydı... Bu sene, tüketimde geçmiş senelere
oranla henüz yüzde 5, yüzde 6 yine düşüş var. Bu ekonomik kriz
mutlaka atlatılacak, atlatılmaya inşallah
başlanıldı ve tüketimdeki artıştan biz bunu
hissediyoruz, enerji tüketimi her gün artmaya başlıyor. Bunlar
devreye girmemiş olsaydı, o zaman, belirli enerji
sıkıntısı çekilecekti.
Ben, şu an
Bakan olarak, hiçbir yap-işlet-devret santrallarıyla ilgili
-doğalgazlar dahil- imza atmadım, benden önceki Bakanım imza
atmadı. Sayın Cumhur Ersümer, ondan önce gelen prosedürleri, bu
yapılan anlaşmalarla ilgili uygulama anlaşmalarının
ihale anlaşmalarından sonra normal rutin işlemlerini yerine
getirdi; ama, bugün, gelin görün ki, Türkiye'de doğalgaz
santrallarını Anavatan Partili Bakan yaptı, doğalgaz
santrallarında enerji üretiyorlar, diğer santrallarda enerji
üretmiyorlar diye siyasî polemik yapıyorlar, yanlış, yalan ve
kasıtlı konuşuyorlar. Bunlar, bu ülke için yararlı
şeyler değildir. Kim ne yaparsa yapsın, ülkenin menfaatına
ise teşekkür etmek gerekli. O nedenle, biz, geçen seneye oranla, bu sene
yüzde 26 hidrolik santrallardan daha fazla enerji ürettik; niye ürettik; geçen
sene kuraklıktan dolayı üretemez durumdaydık, bu sene yüzde 26
daha fazla ürettik. Adapazarı'nda kurulan doğalgaz
santralını, rica minnet, Üretim Genel Müdürümü, İletim Genel
Müdürümü ve Ticaret-Taahhüt Genel Müdürümü devreye sokarak, saatlerce toplantı
yaparak, aman bir an önce deneme üretimine girin de ülkemizi enerjisiz
bırakmayalım diye, ben, şubat-mart aylarında, kendilerini
zorlayarak deneme üretimine sokmaya çalıştım; buradaki
arkadaşlarımın hepsi bilirler. Ben, o hükümet döneminde bu
doğalgaz santralları ihaleye çıkarıldı, evet,
doğalgazda peşkeş çekildi, bunda ihanet var demiyorum; ülkenin
genel menfaatı için bu santrallarla ilgili olarak yapılan
anlaşmalar doğrudur diyorum. Bugüne kadar hiç kimseyi
suçlamadık; ama, maalesef, her siyasî parti, özellikle muhalefet,
doğalgaz santrallarıyla ilgili olarak çıkıyor ortaya
"efendim, Anavatan Partisi döneminde yapılan bu ihaleler ülkeyi
doğalgazla ilgili olarak karşı karşıya getirdi; pahalı
enerji üretiyor..." Hayır...
Daha geriye
dönelim, Trakya Doğalgaz Santralı, uygulama
anlaşmasını imzalayan hükümet 49 uncu Demirel Hükümeti; bakan,
Ersin Faralyalı. Esenyurt Doğalgaz Santralı, uygulama
anlaşmasını imzalayan hükümet 49 uncu Demirel Hükümeti; bakan,
Ersin Faralyalı. Gidelim, Ünimar Doğalgaz Santralına
-yap-işlet-devret- 49 uncu Demirel Hükümeti; uygulama
anlaşmasını imzalayan bakan, Ersin Faralyalı.
Gebze-Dilovası -253,4 megavat- uygulama anlaşmasını
imzalayan bakan, Hüsnü Doğan, 53 üncü -İkinci- Yılmaz
Hükümeti...
Bakın,
özellikle Türkiye'nin enerji politikasıyla ilgili olarak şunu
söylüyorum: Ben de elektrik mühendisiyim, icraatın içinden geldim; önce
şantiye şefliği yaptım, Otobüs, Elektrik, Su ve Soğuk
Hava Depo İşletmeler Müdürlüğü yaptım, Zonguldak'ta
elektrik işletmesini TEK'e ben devrettim ve bu işletmede fiilen 8-9
yıl çalıştım. Türkiye küçük bir ülke değil, en ucuz
enerji, varolan enerjidir. Ülkede doğalgaz olmadığı zaman,
Ankara'da 25 bar basınç bulunması gerekirken, 13-14 bar basınçla
evde puf puf diye diye ocaklarımızın yandığı günü
hatırlayalım. Enerji olmadığı zaman, kaç lira olursa
olsun biz ihracatımızı yapalım diyen sanayicimizin bas bas
bağırdığı, enerji olmadığı için sokak
lambalarımızı yakmayarak kısıtlamaya gittiğimiz
günleri unutmayalım.
Geçen hafta, ben,
İzmir'de, seramikçilere doğalgaz verdim. Oksijen ister gibi,
doğalgaz istiyorlar. 16 500 000 000 metreküp doğalgazı, geçen
sene, tüketimde yüzde 7, yüzde 8 azalma olduğu halde, al ya da ödeye
sokmadan, bu ülke tüketmiştir. Bu sene 19 500 000 000 metreküp
doğalgazı tüketecektir; tüketmediği takdirde, Nijerya'dan ve
Cezayir'den aldığımız LPG'yi, BOTAŞ'a müracaat ederek,
bize ver diyen ülkeler, işadamları vardır.
Türkiye,
doğalgaz anlaşmalarını doğru yapmıştır.
Geçtiğimiz günlerde de, bu doğalgaz anlaşmalarıyla ilgili
olarak, 17 ilimize doğalgaz veriliş törenini aynı anda
yaptık. Seramikçilere doğalgaz verdiğimiz zaman, Ege'deki o
sanayicinin gözü parlıyordu. Şu anda da 60 şehrimiz
doğalgaz bekliyor. Allah nasip ederse, bu doğalgazı verecek
gücümüz de var, BOTAŞ'ın parası da var. Üç vardiya
çalıştırmak suretiyle, iki ay önce İzmir'e doğalgaz
verdik; neden verdik biliyor musunuz; geçen sene, bu Meclis, sizler, hep
beraber, ben de dahil, seramikçilere, sübvanse etmek için, 70 trilyon lira para
vermedik mi... Ama, bu sene doğalgazı verdik, al işte, devlet
bir anda 70 trilyon lira para kazandı. Aksi takdirde, bunları
sübvanse etmeye devam edeceğiz; niye devam edeceğiz; rekabet
edemiyorlar, LPG ile doğalgaz arasındaki farktan rekabet edemiyorlar.
Ee, bu adaletli mi; değil. Belki, Türkiye'nin her yerinde LPG kullananlara
aynı sübvanseyi yapamadık, aslında yapmak lazımdı;
ama, yaptığımız zaman da, bütçe imkânları belli,
üzerimize çok büyük yük düşüyor.
Enerjiyle ilgili
olarak, geçen sene, altı ayda yüzde 57 zam yapıldı. Bu sene,
elektriğe, şu ana kadar, yılbaşından bu yana
yapılan zam yüzde 7'dir. İçerisinde bulunduğumuz ekonomik krize
rağmen, altı ayda yapılan zam, bu sene yüzde 7'dir, geçen sene
yüzde 57'dir. Bu da, hükümetin ve Bakanlığımın
başarısıdır.
Doğalgaza
gelelim... Biz, geçen sene kasım ayından bu yana doğalgaza zam
yapmadık, tersine, sanayide kullanılan doğalgazda yüzde 14
indirim yaptık; ama, KİT'lerin yaptığı zararların
karşılanabilmesi için -belki, doğalgaza değil,
KİT'lerin bir başka ürününe de zam yapılması gerekliydi
ama- hükümetimizin aldığı karar sonucu Hazine ile
yaptığımız görüşmeler neticesinde, doğalgaza, bu
ay -sadece bu ay- aybaşında, önce yüzde 3, sonra yüzde 5 zam
yaptık. Yani, kasım, aralık, ocak, şubat, mart, nisan,
mayıs ayları boyunca, yedi ay doğalgaza zam yapılmayan
zaman dilimini göstersenize bana; hangi hükümet döneminde yedi ay
doğalgaza zam yapılmamış? Geriye doğru bir gidin;
hangi hükümet döneminde, yıl sonu enflasyon hedefi yüzde 35, altı
aylık enflasyon yüzde 12 iken, elektriğe, yüzde 7 zam
yapılmış, göstersenize bana? Bunları takdir etmek
lazım.
Ben, netice olarak
şunu söylüyorum: Ülkemizde, geçmişte yapılan anlaşmalar
dikkate alınarak, enerjide, arz ve talep dengesine göre, en iyi
şekilde üretim yapabilmek ve en iyi şekilde tüketimi
karşılayabilmek için, arkadaşlarımız, ellerinden gelen
her türlü gayreti sarf ediyorlar ve bundan sonra sarf etmeye devam edecekler.
Tabiî ki,
özellikle, İzmir'de, sanayide LPG yerine doğalgazın
kullanılmış olmasından kaynaklanan büyük bir memnuniyet
var. İşte biz sıvılaştırılmış LPG
alıyoruz, doğalgaz alıyoruz. Biraz önce söyledim, şu anda
bütün milletvekili arkadaşlarıma da söylüyorum, BOTAŞ'a
yapılan müracaatları görün. İngiltere doğalgaz ihraç
ediyordu, şu anda doğalgaz ithal etmeye başladı.
Yunanistan
Kalkınma Bakanı Akis Cuhacopulos Ankara'ya geldiğinde ortak bir
deklarasyon yayımladık, 285 kilometre Karacabey-İpsala,
İpsala-Komotoni; yani, Gümülcine arasına hat döşenecek. İlk
etapta 500 000 000 metreküp doğalgaz ihraç edeceğiz; ama, 15 milyar
metreküp doğalgaz ihraç edeceğimiz şekilde yapılıyor
ve bu hattın tamamı için Avrupa Birliğinin kredi vermesi
konusunda, Yunanistan, bize, son derece yardımcı oluyor.
Bunun yanı
sıra da, özellikle, şunu söyleyeyim; Bosna-Hersek'e gittim.
Bosna-Hersek'te Enerji Bakanı ile anlaşma değil, ortak bir
deklarasyon, mutabakat zaptı imzaladık, bizden doğalgaz
istiyorlar. BOTAŞ, Avusturya ile mutabakat zaptı imzaladı. Biz,
nasıl Hazar Bölgesinin Batıya açılmasında enerji koridoru işlevini
yerine getireceğiz; işte bu çalışmalarla. Benden önce bakanlık
yapan bütün arkadaşlarıma teşekkür ediyorum; doğruyu
yapmışlar. UCT'ye üye olmak mecburiyetindeyiz. Birinci 400
kilovoltluk hat bitti, Bulgaristan ikinci 400 kilovoltluk enerji nakil
hattını bitirmek üzere. UCT'ye üye olduğumuz zaman, Avrupa
Doğalgaz Enterkonneksiyonuna girdiğimiz zaman, 4646 sayılı
Yasaya göre, doğalgazın ithalatı, ihracatı,
dağıtımı serbest olduğu zaman, arzu eden
doğalgazı istediği yere satacak, arzu eden elektriği
istediği yere satacak, serbest piyasa ekonomisinde rekabete dayalı bu
işler, kendi dengesini, kendi sağlayacak.
Bu
açıklamaları yapma fırsatı verdiği için Sayın
Arınç'a teşekkür ediyorum; Yüce Heyetinize saygılar sunuyorum.
(Alkışlar)
MÜKERREM LEVENT
(Niğde) - Rüzgâr enerjisi ne olacak Sayın Bakan?
BÜLENT ARINÇ
(Manisa) - Sayın Başkan...
ENERJİ VE
TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI ZEKİ ÇAKAN (Devamla) - Sayın Başkan,
kısa bir açıklama...
BAŞKAN -
Süreniz zaten vardı Sayın Çakan.
ENERJİ VE
TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI ZEKİ ÇAKAN (Devamla) - Teşekkür ediyorum.
Özellikle rüzgâr
enerjisiyle ilgili -yenilenebilir enerjidir- iki gün önce Hazine
Müsteşarımızla görüştüm. İlk etapta, 140-150
megavatlık rüzgâr enerjisini ülkemize tanıtacak ve yatırım
yapacak yerli ve yabancı yatırımcıları teşvik
etmemiz lazım. Bu konuyla ilgili olarak benim Müsteşar
Yardımcım Fikret Baran, Hazineden bir arkadaşımızla
dünden itibaren çalışmaya başladı.
Rüzgâr enerjisinin
önünü açmamız lazım ve bununla ilgili olarak da gerekirse,
bakın....
MEHMET ŞANDIR
(Hatay) - Etme Sayın Bakan!
MÜKERREM LEVENT
(Niğde) - Bunları halka anlatamazsınız.
ENERJİ VE
TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI ZEKİ ÇAKAN (Devamla) - Müsaade eder misiniz...
Müsaade eder misiniz...
Rüzgâr enerjisiyle
ilgili olarak da, Bakanlığın bize düşen görevi neyse, biz
onu yerine getireceğiz; ondan emin olun.
Çok teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN -
Teşekkürler Sayın Bakan.
MEHMET ŞANDIR
(Hatay) - Yanıltıcı beyanda bulunuyorsunuz; buna
hakkınız yok.
MÜKERREM LEVENT
(Niğde) - Bulgaristan'dan 4 sente elektrik teklif ediyorlar, niçin
almıyorsunuz?
BÜLENT ARINÇ
(Manisa) - Sayın Başkanım, bir cümle ilave edeceğim.
BAŞKAN -
Hayır efendim; birçok milletvekili arkadaşımız da
işaret buyurdular; 19.00'da çalışma süremiz bitiyor; onun için,
gündeme geçiyorum.
BÜLENT ARINÇ
(Manisa) - Sayın Başkan, benim sorduğum üç soruya Sayın
Bakan cevap vermedi. Burada doğalgaz savunmasını dinleyebiliriz.
ENERJİ VE
TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI ZEKİ ÇAKAN (Bartın) - Savunma değil.
BÜLENT ARINÇ
(Manisa) - Linyite dayalı üretim yapan bu termik santralda niye kapasite
düşürdünüz...
BAŞKAN -
Sayın Arınç, istirham ediyorum...
BÜLENT ARINÇ
(Manisa) - ...niçin petrokok ve ithale dayalı kömürdeki fonu yüzde 1'e
indirdiniz; ben, bunları soruyorum; yoksa doğalgaz
savunmasını değil.
BAŞKAN - Bir
Meclis araştırması önergesi vardır; okutacağım.
Okutmadan önce,
Divan Üyesi arkadaşımın oturduğu yerden okuması
hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
Önergeyi
okutuyorum:
C) Gensoru, Genel Görüşme, Meclİs
SoruşturmasI ve Meclİs AraştIrmasI Önergelerİ
1.-
Kocaeli Milletvekili Osman Pepe ve 19 arkadaşının, İzmit
Büyükşehir Belediyesi İzmit Kentsel ve Endüstriyel Su Temin
Projesiyle ilgili iddiaların araştırılması
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/293)
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
İzmit
Büyükşehir Belediyesi İzmit Kentsel ve Endüstriyel Su Temin
Projesinin gerçekleşme aşamasında yapılan fahiş
hatalar yüzünden Hazine çok büyük maddî kayıplara
uğramıştır. İzmit Büyükşehir Belediyesinin bu uygulamasındaki
hataların giderilmesi, uygulamalarda kasıt ve hatası olanlar
hakkında kanunî işlem yapılması amacıyla,
Anayasanın 98, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri
gereğince Türkiye Büyük Millet Meclisince Meclis
araştırmasını istiyoruz.
Saygılarımızla.
18.6.2002
1-Osman Pepe (Kocaeli)
2-Musa Uzunkaya (Samsun)
3-Mahmut Göksu (Adıyaman)
4-Mehmet Altan
Karapaşaoğlu (Bursa)
5-Ramazan Toprak (Aksaray)
6- Tevhit Karakaya (Erzincan)
7- İsmail
Özgün (Balıkesir)
8- Osman Aslan (Diyarbakır)
9- Zeki Ergezen (Bitlis)
10- Mahfuz Güler (Bingöl)
11- Abdülkadir Aksu (İstanbul)
12- Mehmet
Elkatmış (Nevşehir)
13- Mehmet Ali
Şahin (İstanbul)
14- Yahya Akman (Şanlıurfa)
15- Avni Doğan (Kahramanmaraş)
16- Maliki Ejder
Arvas (Van)
17- Faruk Çelik (Bursa)
18 - Mehmet Necati
Çetinkaya (Manisa)
19- Zülfükâr
İzol (Şanlıurfa)
20- Sabahattin
Yıldız (Muş)
İzmit Kentsel
ve Endüstriyel Su Temin Projesi, Devlet Su İşleri tarafından
9.2.1987 tarihinde Yuvacık Barajının 15 000 000 dolara GAMA
AŞ'ye ihalesiyle başlatılmıştı. Projenin 1995'e
kadar baraj kısmının yüzde 50'si bitmek üzereyken, 24.2.1995
tarih ve 95/T-17 sayılı karara istinaden Y.İ.D
(yap-işlet-devret) modeline alınmıştır. 1999
yılında işletmeye alınan proje, GAMA-Güriş, İzmit
Büyükşehir Belediyesi, Thames Water, Mitsui, Sumumito Konsorsiyumunca
tamamlanıp devreye alınmıştır. 890 000 000 dolar
dış kredisi, yüzde 10 yıllık faizi olan proje,
yıllık 142 000 000 metreküp su satışının
bedeliyle geri ödenmek üzere anlaşma yapılmıştır.
Yanlış
fizibilite sonucu proje, ülkeye fevkalade pahalıya mal olmuştur. Her
yıl denize akıtılan satılamayan su bedeli takribî 200-250
000 000 dolar, projeye garanti veren Hazine Müsteşarlığınca
ödenmeye devam edilmektedir. Sadece 1999-2000 yılında 387 000 000
dolar ödenmiştir. Geri ödemesi onbeş yıl olan bu projenin toplam
maliyetinin 3,5-4 milyar dolar olabileceği hesaplanmaktadır. Projeye
Hazine garantisi verilirken, YPK (Yüksek Planlama Kurulu) dahil, pek çok devlet
birimi yanlış, kasıtlı veya eksik bilgilendirilmek suretiyle, projeye hakkı olmayan
ayrıcalık tanınmıştır. Projenin tasdik
edildiği tarihte yürürlükteki mevzuatta olmayan uluslararası tahkim
bile konulabilmiştir.
Devletin ilgili
birimleri arasında yapılan yazışmalardan projenin
Y.İ.D. (yap-işlet-devret) modeliyle tamamlanması halinde pek çok
olumsuzluk çıkacağı bilinirken, dönemin hazine bürokratlarının
hazırladığı ve devlet bakanı tarafından 3.9.1992
tarih ve 07501 sayılı onay verilmiştir.
Sayıştayın
yap işlet devret modeliyle yapılan söz konusu projeyle alakalı
raporunda olayın bütün vahameti ortaya konulmuştur. Daha önce pek çok
ulusal basında İzmit Büyükşehir Belediyesinin ilgili projesiyle
alakalı değerlendirmeler yer almıştır.
Sayıştay, Ocak 2002'de yap işlet devret modeliyle alakalı
raporunda mezkûr projenin âdeta bir soygun olduğunu ve emsallerinden çok
pahalı yapılarak Hazinenin çok ağır bir yük altına
sokulmuştur denilmektedir.
Buna
karşın, İzmit Büyükşehir Belediyesi, 9.6.2002 tarihinde,
çok satan 5 ulusal ve 3 yerel gazetede sayfa dolusu verdikleri ilanlarla,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin yegâne ve en güvenilir denetim organı olan
Sayıştay ve devletin konuyu yakından bilen kurumları sanki
tekzip ediliyor, "İzmit Su Projesiyle Ülkemize Hizmet Ediyoruz"
başlığı kullanılarak kamuoyu
yanıltılıyor.
Söz konusu ilanda
"boşa akan su yoktur" denilirken, İçişleri
Bakanlığının yazılı sorularımıza verdiği
cevaplarda ve de Sayıştay raporunda "100 000 000 metreküp su
boşa akıtılıp, Hazinece parası ödenmiştir"
deniliyor.
İsale
hattı ve arıtma tesisinin fizibilitelerinde ciddî skandallar
vardır. İzmit Büyükşehir Belediyesi ilanlarında, İzmit
Su Projesiyle fahiş bir rakamın söz konusu olmadığı
ifade edilirken, Sayıştay raporunda 10 - 12 katlık çok
fahiş rakamların olduğu yazılmaktadır.
"Prosedür
eksikliği yok" diyen İBB'ye rağmen 31.5.1994 tarihinde
Dış Ekonomik İşler Genel Müdürlüğündeki yetkililerce
paraflanmasına rağmen dönemin müsteşarınca
imzalanmamıştır.
3.8.1994 tarihli
onayda "su satış fiyatının sübvanse edilmek zorunda
kalınacaktır" ifadesi metinden
çıkarılmıştır.
İzmit
Büyükşehir Belediyesi ve konsorsiyum ortaklarından birisini temsil
eden belediye başkanvekili aynı kişidir ve daha pek çok mevzuat
ihlali yapılarak bugüne gelinmiştir.
Devlet Su
İşleri Genel Müdürlüğü 1989 Su-İş Proje Mühendislik
Müşavirlik Limitet Şirketince -baraj hariç- katî proje raporu
hazırlatmıştır ve 60 000 000 dolar tahmin edilmiştir.
Devlet Su
İşleri tarafından onaylı katî proje raporu olmasına
rağmen ve arada 10 katı aşan fahiş bir fiyat farkı
bulunmasına rağmen, bu iş, Devlet Su İşlerinden
alınarak yap-işlet-devret modeliyle, konsorsiyuma, ihaleye bile
çıkılmasına gerek görülmeden rekabet ihlali yapılarak
sadece konsorsiyumun teklif fiyatları alınarak verilmiş ve
verilirken de hiçbir kriter uygulanmamıştır.
İzmit
Büyükşehir Belediyesi (Devlet Planlama Teşkilatı ve Hazine
Müsteşarlığı ile birlikte) projenin yatırım maliyetiyle
ilgili olarak yürürlükteki yasalarla kendisine verilen görevi yapmayarak
bugünkü olumsuzluklara zemin hazırlamıştır.
BAŞKAN -
Bilgilerinize sunulmuştur.
Önerge gündemde
yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp
açılmaması konusundaki öngörüşme sırası
geldiğinde yapılacaktır.
Başbakanlığın
Anayasanın 82 nci maddesine göre verilmiş bir tezkeresi vardır;
okutup oylarınıza sunacağım:
D) TEZKERELER VE ÖNERGELER
1. Bayındırlık ve İskân
Bakanı Abdülkadir Akcanın, Suriyeye yaptığı resmî
ziyarete iştirak eden milletvekillerine ilişkin Başbakanlık
tezkeresi (3/1115)
17.6.2002
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
Bayındırlık
ve İskân Bakanı Prof. Dr. Abdülkadir Akcan'ın, görüşmelerde
bulunmak üzere bir heyetle birlikte 19-23 Mayıs 2002 tarihleri arasında
Suriye'ye yaptığı resmî ziyarete, ekli listede adları
yazılı milletvekillerinin de iştirak etmesi uygun görülmüş
ve bu konudaki Bakanlar Kurulu kararının sureti ilişikte
gönderilmiştir.
Anayasamızın
82 nci maddesine göre gereğini arz ederim.
Bülent
Ecevit
Başbakan
LİSTE
Hakkı
Oğuz Aykut Hatay
Milletvekili
Mehmet
Şandır Hatay
Milletvekili
M. Kemal
Tuğmaner Mardin
Milletvekili
Mehmet
Yalçınkaya Şanlıurfa
Milletvekili
BAŞKAN - Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
4 ilde uygulanmakta
olan olağanüstü halin Hakkâri ve Tunceli illerinden
kaldırılmasına, Diyarbakır ve Şırnak illerinde
dört ay süreyle uzatılmasına ilişkin Başbakanlık
tezkeresi vardır; okutuyorum:
2. Olağanüstü halin Hakkâri ve Tunceli
illerinde 30 Temmuz 2002 günü saat 17.00den geçerli olmak üzere
kaldırılmasına, Diyarbakır ve Şırnak illerinde 30
Temmuz 2002 günü saat 17.00den geçerli olmak üzere dört ay süreyle
uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/1116)
17.6.2002
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
30 Mart 2002 günü
saat 17.00'den geçerli olmak üzere (4) ilde dört ay süre ile uzatılan ve
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 13.3.2002 tarihli ve 735 sayılı
Kararı ile onaylanmış bulunan Olağanüstü Halin;
1- Hakkâri ve
Tunceli illerinden 30 Temmuz 2002 günü saat 17.00'den geçerli olmak üzere
kaldırılmasının,
2- Diyarbakır
ve Şırnak illerinde 30 Temmuz 2002 günü saat 17.00'den geçerli olmak
üzere dört ay süre ile uzatılmasının,
Türkiye Büyük
Millet Meclisine arzı Bakanlar Kurulunca 10.6.2002 tarihinde kararlaştırılmıştır.
Gereğinin
yapılmasını saygılarımla arz ederim.
Bülent
Ecevit
Başbakan
BAŞKAN -
Başbakanlık tezkeresi üzerinde, İçtüzüğün 72 nci maddesine
göre görüşme açacağım.
İlk söz...
İÇİŞLERİ
BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (İçel) - Sayın Başkanım,
müsaade ederseniz, önce ben konuşayım.
BAŞKAN - Peki,
buyurun Sayın Bakanım.
İÇİŞLERİ
BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (İçel) - Sayın Başkan,
sayın milletvekili arkadaşlarım; Diyarbakır, Hakkâri,
Şırnak ve Tunceli illerinde devam etmekte olan olağanüstü hal
uygulamasının, 30 Temmuz 2002 günü saat 17.00'den geçerli olmak
üzere, Hakkâri ve Tunceli illerinde sona erdirilmesi, Diyarbakır ve
Şırnak illerinde ise dört ay daha uzatılması yolundaki
Başbakanlık tezkeresi üzerinde Hükümetimizin görüşlerini arz
etmek üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi, şahsım ve
Hükümetimiz adına saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, bilindiği üzere, 19 Temmuz 1987 tarihinde,
Diyarbakır, Bingöl, Hakkâri, Mardin ve Siirt illerinde
sıkıyönetim kaldırılmış, bunlara Elazığ,
Tunceli, Van illeri eklenmek suretiyle 8 ilde olağanüstü hal ilan
edilerek, ihdas edilen Olağanüstü Hal Bölge Valiliği kapsamına
alınmıştır. Ayrıca, Adıyaman, Bitlis, Muş
illeri de mücavir il olarak tespit edilmiştir. 16 Mayıs 1990
tarihinde de Batman ve Şırnak'ın il olmasıyla Bölge
Valiliği sorumluluk alanındaki il sayısı, mücavir illerle
birlikte, 13'e yükselmiştir. 19 Mart 1994 tarihinden itibaren, Bitlis
İli olağanüstü hal kapsamına alınırken,
Elazığ İli olağanüstü hal kapsamından
çıkarılarak, mücavir il olmuştur. 19 Temmuz 1995 tarihinde
Adıyaman, 30 Kasım 1996'da ise Elazığ mücavir il
kapsamından çıkarılmış, yine, sırasıyla, 30
Kasım 1996 tarihinde Mardin, 6 Ekim 1997 tarihinde Batman, Bingöl ve
Bitlis, 30 Kasım 1999 tarihinde Siirt ve 30 Temmuz 2000 tarihinden
itibaren de Van illerinde olağanüstü hal uygulaması
kaldırılarak, bu iller mücavir il statüsüne
alınmıştır. Olağanüstü hal yönetimi, ilan tarihinden
itibaren, dörder aylık dönemler halinde 45 kez
uzatılmıştır. Bugün, halen, Bölge Valiliği sorumluluk
sahasında bulunan 11 ilden 4'ü olağanüstü hal, diğer 7'si ise
mücavir il kapsamındadır.
Değerli
milletvekilleri, ülkemizde olağanüstü hal uygulaması, demokrasiyi,
temel hak ve hürriyetleri kullanılamaz hale getiren, ülke ve ulus
bütünlüğüne göz diken, ayrılıkçı, bölücü terörü ortadan
kaldırmak amacıyla ilan edilmiştir. Bölücü terör örgütünün,
başta bölge halkı olmak üzere, ülkemize verdiği maddî ve manevî
zarar, hafızalardan kolay kolay silinemeyecek kadar büyük boyutlarda
olmuştur. Bu cinayet şebekesi hain emellerini gerçekleştirmek
için, çocuk, kadın, yaşlı, binlerce
vatandaşımızın hayatını kaybetmesine, yine,
binlercesinin sakat kalmasına neden olmuştur. Bu eşkiya çetesi,
bölücü hayallerle vatandaşlarımızı birbirlerine
düşürmeye çalışmıştır. Yine, bölücü terör,
Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimize yönelik her alandaki
iyileştirmelere ve yatırımlara da yıllarca engel
olmuştur. Ancak, güvenlik güçlerimiz, halkımızdan
aldıkları destekle, terörün üstesinden nasıl
gelinebileceğini, bu Yüce Millet de, birlik ve beraberlik şuurumuzun
en önemli manevî varlığımız olduğunu bütün dünyaya
göstermişlerdir. Bölücü, yıkıcı ve irticaî teröre
karşı bölgede ve ülke genelinde gösterilen başarılı
mücadele sonucu tesis edilen huzur ortamı, aziz milletimizin de büyük desteğiyle
güçlenerek devam etmektedir.
Olağanüstü hal
ve mücavir illerde, son on yılda meydana gelen terör olaylarının
istatistikî analizine baktığımız zaman, 1992
yılında toplam 2 612 olan olay sayısının 1993
yılında 3 933; 1994 yılında 3 809; 1995 yılında 2
118; 1996 yılında 1 941; 1997 yılında 1 300; 1998
yılında 977; 1999 yılında 1 077; 2000 yılında
262; 2001 yılında 222 ve 14 Haziran itibariyle de 2002
yılında 121 olduğunu görüyoruz. 1 Ocak-14 Haziran 2002 tarihleri
arasında ülke genelinde meydana gelen terör olaylarının yüzde
15,6'sının olağanüstü hal ve mücavir illerde meydana gelmesi,
geçmiş yıllarda yaşanan terör olaylarının
yoğunluğunun bu bölgemizde giderek azaldığını,
terör örgütlerinin eylem ve aktivitelerinin marjinal seviyelere geldiğini
göstermektedir.
Bugün,
olağanüstü hal kapsamında bulunan Hakkâri ve Tunceli illeriyle ilgili
istatistikler analiz edildiğinde ise, Tunceli İlinde, 1998
yılında 133, 1999 yılında 112; 2000 yılında 32,
2001 yılında 27, 14 Haziran 2002 tarihi itibariyle de 2002
yılında 3; Hakkâri İlinde, 1998 yılında 140, 1999
yılında 141, 2000 yılında 27, 2001 yılında 26,
2002 yılında ise 11 olayın meydana geldiği, olay
sayısında önemli bir düşüş kaydedildiği
gözlenmektedir.
Diyarbakır ve
Şırnak İlleriyle ilgili aynı dönemlerdeki rakamlara
bakıldığında, Diyarbakır İlinde, 1998
yılında 110; 1999 yılında 171; 2000 yılında 33;
2001 yılında 34; 2002 yılında 21; Şırnak
İlinde, 1998 yılında 113; 1999 yılında 169; 2000
yılında 47; 2001 yılında 46; 2002 yılındaysa 14
olayın meydana geldiği anlaşılmıştır.
Değerli
milletvekilleri, bölücü terör örgütü, etkinliğini yitirmiş ve giderek
yok olma trendine girmiştir. Silahlı mücadeleyi kaybetmesi,
bölücübaşının yakalanması, ciddî militan zayiatı,
örgüt kadrolarına katılımın azalması, yetersiz lojistik
destek gibi sebeplerle faaliyetlerini siyasî alana kaydırma gayreti
içerisine girdiğini gözlüyoruz. İsim değişikliğiyle
de, sözde, kanlı terör örgütü kimliğinden kurtulmaya, yeni söylemine
uluslararası destek sağlamaya çalışmaktadır. İsim
değişikliğiyle "bebek katili" sıfatından
sıyrılması mümkün değildir; çünkü, hâlâ, silahlı
unsurlarının varlığını korumakta,
yurtdışı kamplarında her türlü silahlı siyasî
eğitimler ile barınma ve lojistik malzeme temini faaliyetlerini de
sürdürmektedirler. Bu nedenle, bölücü terör örgütüyle mücadelemizi, bugüne
kadar olduğu gibi bundan sonra da büyük bir kararlılık ve
hassasiyetle ve kökü kazınıncaya kadar sürdürmeye devam
edeceğiz. Terör ve anarşi yaratanlar, cebir ve şiddet
kullananlar, milletimizin huzurunu bozmak isteyenler, en sert ve kararlı
cevabı, daima alacaklardır. Her karışı şehit
kanlarıyla yoğrulmuş Anadolu topraklarında, bin yıldan
beri, kardeşçe, birlik içerisinde yaşıyoruz; bundan sonra da,
sevgiyi paylaşarak, birlik içerisinde, kardeşçe yaşamak istiyoruz.
Ülkemize yönelik bütün tehlikelere karşı, Mardinlisi, Samsunlusu,
Sivaslısı, Aydınlısı, Mersinlisi, Tokatlısı,
Diyarbakırlısı, Trabzonlusu, Hakkârilisi, Edirnelisi, hep
birlikte, bugüne kadar göğsümüzü siper ettik, gerekirse, seve seve yine
edeceğiz; ama, aynı zamanda, yıllardır terörden çok
çekmiş, sosyoekonomik yaşamı ve toplumsal dokusu ciddî oranda
sarsılmış bölge insanımızın yaralarını
da hızla sarmayı sürdüreceğiz.
Bugün, ülke olarak,
demokrasiden ekonomiye, insan haklarından çalışma hayatına
kadar, her alanda, topyekûn bir kalkınma mücadelesi veriyoruz.
Demokratikleşme yolunda, temel hak ve özgürlükler alanında hep
birlikte, tarihî adımlar atıyoruz. İnsanımız, bunlara
ziyadesiyle layıktır. Bu adımlar, ülkemizi, üniter yapı
içinde daha da güçlendirmektedir. Bizim bütün gayretimiz, ülkemizin her
köşesinde, çağdaş toplum kurumlarını ve
değerlerini hâkim kılmaktır, şanlı
bayrağımızın altında yaşayan herkesi, en gelişmiş
demokrasilerde kurumlaşan insan hak ve hürriyetlerine tam olarak
kavuşturmaktır.
Sayın
Başkan, değerli arkadaşlarım; 13 Mart 2002 günü, yüksek
huzurlarınızda, olağanüstü hal kapsamındaki 4 ilimiz ve 7
mücavir ilimizdeki eğitim, sağlık, sosyoekonomik ve kültürel
alanlarda yürütülmekte olan hizmetleri ayrıntılı olarak arz
etmiştim. İzninizle, burada, özet olarak, içinde bulunduğumuz
2002 yılına ait bazı bilgileri sunmak istiyorum.
Olağanüstü hal
ve mücavir illerimizde yürütülen tarım, imalat, enerji,
ulaştırma, haberleşme, konut, eğitim, sağlık,
sanayi, ormancılık, turizm, madencilik ve diğer kamu hizmetleri
sektörlerindeki yatırımların toplam proje tutarı 11 602 304
533 000 000 liradır. Mayıs ayı itibariyle bu projelere toplam 1
katrilyon 377 trilyon lira harcanmıştır. Bu yatırımların
2002 yılı kalan ödeneği ise 625 trilyon 421 milyar liradır.
2002
yılında eğitim hizmetlerine ilişkin olarak Mardin'de 152
derslikli 5, Diyarbakır'da 120 derslikli 4 ve Batmanda 24 derslikli 1
ilköğretim okulu hizmete açılmıştır. Bölge illerinde
geçen döneme göre mevcut sınıf ve branş öğretmenlerinde
artış olmuş, 23 597 sınıf ve 12 440 branş
öğretmeni görev yapmaktadır. Eğitim hizmetlerinin
iyileştirilmesi kapsamında ekderslik inşaatlarıyla birlikte
5 yatılı bölge ilköğretim okulu, 1 pansiyonlu ilköğretim
okulu ile mevcut okula ilave olarak 1 pansiyon ve 16 ilköğretim okulu
inşaatı devam etmektedir.
Bölgede 2002
yılı içinde 1 hastane, 4 sağlık ocağı, 1
sağlık evi bitirilerek hizmete girmiştir, halen 25 hastane, 29
sağlık ocağı, 15 sağlık evinin de
yapımları sürmektedir. Bölgede 541 uzman hekim, 1 259 pratisyen
hekim, 2 660 hemşire, 1 987 ebe ve 5 668 yardımcı
sağlık personeli de görev yapmaktadır. Olağanüstü hal ve
mücavir illerde özel sektör yatırımlarına cazip alan
oluşturacak sanayileşmeyi, dolayısıyla istihdamı
geliştirecek organize sanayi bölgeleri ve küçük sanayi sitelerinin bir an
önce bitirilmesi de önem kazanmaktadır.
Diyarbakır
Organize Sanayi Bölgesinde üretime geçen işyeri sayısı 35'ten
38'e yükselmiştir. Kamulaştırma işlemleri yapılanlarla
birlikte, bölgedeki toplam 8 ilimizde organize sanayi bölgesi
inşaatları devam etmektedir. Bunların bitmesiyle birlikte 478
işyerinde 27 930 kişinin istihdam edilmesi planlanmaktadır.
Bölgedeki 22 küçük sanayi sitesinde işyeri sayısı 3 453,
çalışan işçi sayısı ise 14 054'tür. Bu arada, 13 küçük
sanayi sitesi inşaatı da devam etmektedir. Bu inşaatların
tamamlanmasıyla, 2 088 işyerinde 11 400 kişinin daha istihdam
edilmesi planlanmaktadır.
Gelir ve istihdam
artırıcı faaliyetler kapsamında, köye dönenlere öncelik
verilerek, genel idare, il özel idaresi, Sosyal Yardımlaşma ve
Dayanışma Vakfı, Başbakanlık ve Bölge Valiliği
imkânlarıyla, vilayetlerin uyguladıkları çeşitli projeler
de sürdürülmektedir.
1.1.1999-30.4.2002
tarihleri arasında 13 460 kişiye 1 522 642 fidan, 2 860 kişiye 37 575 küçükbaş
hayvan, 1 003 kişiye 2 201 büyükbaş hayvan
dağıtılmıştır; 7 385 halı ve kilim
tezgâhında 13 772 kişi çalışma imkânı bulmuştur.
Yine aynı tarihler arasında, 2 034 kişiye 20 958 arılı
kovan dağıtılmış, 797 kişiye de 806 sera
kurulmuştur.
Yapılan bu
çalışmaların parasal değeri, yaklaşık olarak 5
trilyon 810 milyar lira civarındadır.
Ayrıca, Bölge
Valiliğince, Karacadağ yöresinde, 5 köyde açılan kurslarda
eğitilen ve çalışma aletleri verilen 100 dolayındaki
vatandaşımız, bazalt taşından parke üretip satmaya
başlamıştır.
Öte yandan, Temmuz
2001'de başlanan Karacadağ Taşlı Arazi Islah Projesiyle, 2
090 dekar arazi taştan temizlenerek tarıma
kazandırılmıştır, 2002 yılında da 5 000
dekar arazinin taştan temizlenmesi hedeflenmektedir.
Yine, 2001
yılının ekim ayında başlanan ve Dicle ve
Kralkızı Barajlarının yapımıyla su rejimi kontrol
altına alınan Dicle yatağının ıslah edilmesini,
eski taşkınların yarattığı tahribatın
giderilmesini, bu suretle 602 299 metrekare sulu tarım arazisinin yeniden
kazanılmasını öngören Dicle Nehir Yatağı Arazi Islah
Projesiyle ıslah edilen nehir yatağından 122 dönüm sulu
tarım arazisi kazanılmış olup, 2002 yılında da
çalışmalar devam etmektedir.
Mısır
Ekimini Teşvik Projesi, İpekböcekçiliğini Geliştirme
Projesi, Kadın girişimcilere uygulanacak kutu, ambalaj ve süslemeye
ilişkin ürünlerin üretimi projeleri de, bölgede gelir ve istihdamı
artırmaya yönelik olarak uygulamaya konulan diğer projelerdir.
Yöre
halkının, terk ettiği, güvenliği sağlanan köylerine
dönmeleri için bütün imkânlar da seferber edilmektedir. Köye Dönüş ve Rehabilitasyon Projesi için, 2002
yılı İçişleri Bakanlığı bütçesinden 5
trilyon 615 milyar lira ayrılmıştır. Bölgede,
programlı geri dönüş kapsamında, 12 yerleşim yerinde 855
konut bitirilmiş, 433 konutun yapımı ise sürdürülmektedir.
Vatandaşlarımızın yerleşim birimlerine
kendiliklerinden dönüşlerinde ise, son dönemde büyük bir yoğunluk
yaşanmaktadır. Bu tip yerleşim yerlerinin altyapısı
devletçe yapılmaktadır. Konut yapımı veya tamiri köylülerce
yapılmakta olup, idare, gerekli malzeme yardımıyla katkıda
bulunmaktadır. Olağanüstü hal illeri ile mücavir illerde, Haziran
2000 - Mayıs 2002 tarihleri arasında 313 köy, 230 mezraya 44 444
nüfuslu 7 749 hanenin geri dönüşü sağlanmıştır.
Sayın
Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; bilindiği
üzere, olağanüstü yönetim usulleri, demokratik rejimlerin -arzu etmemekle
birlikte- zaman zaman başvurdukları zorunlu bir uygulamadır.
Konuşmamın başında da belirttiğim üzere, bölücü terör
örgütünün, 1984 yılında başlattığı kitle halinde
öldürme eylemleri ve bu eylemlerini bazı illerimizde
yoğunlaştırması, bu illerimizde bugüne kadar süregelen
olağanüstü hali gerektiren şartları yaratmıştır.
Aziz milletimizin
büyük desteği, sabrı ve özverisi, kahraman güvenlik kuvvetlerimizin
olağanüstü fedakârlıkları ve başarılarıyla,
terörle mücadelede, tüm dünyaya emsal olacak bir başarı
sağlanmıştır. Bir yandan ülke içerisinde terörle mücadele
ederken, diğer taraftan, bu tecrübelerinden hareketle bölgesel terörizmle,
dış kaynaklı terörizmle ve uluslararası terörizmle mücadelede
de uluslararası işbirliğine büyük önem verilmiştir. Terörün
dili, dini, milleti, ırkı olmadığını, her
şeklinin insanlık suçu olduğunu her platformda savunduk ve
terörizmle hukuk içerisinde mücadele yolunda atılan her adımı
destekledik. Güvenlik alanında, gerek uluslararası gerek ikili
plandaki faaliyetlerimizi yoğunlaştırarak sürdürdük.
Girişimlerimizle,
2002 yılı 21 Mart Nevruz Günü münasebetiyle, bölücü örgüt
sempatizanlarının Romanya ve Bulgaristan üzerinden ülkemize
yürüyüşleri engellenmiş ve bu işbirliği diğer ülkelere
de örnek bir çalışma olmuştur. Akabinde, gerek istihbarat gerek
terörle mücadele birimlerimiz ile diğer Avrupa ülkelerinin güvenlik
teşkilatları arasındaki işbirliği daha da
geliştirilmiştir.
Yine, yoğun
girişimler sonucu, Avrupa Birliği terör örgütleri listesine PKK ve
DHKP-C terör örgütleri dahil edilmiştir.
PKK terör
örgütünün, gerek adını ve gerekse illegal örgütlenmesini
değiştirerek, özellikle uluslararası kamuoyunu yanıltma ve
kendine dış destek sağlama yolundaki çalışmalarını
da sona erdirmekte, Yüce Meclisin desteğiyle, kararlıyız. Bu
kararlılık, terör örgütü tamamen son buluncaya ve son terörist teslim
oluncaya kadar sürecektir. Bu kararlılık, ülkenin her köşesinde,
her vatandaşımızın temel hak ve özgürlüklerini tam ve sürekli
olarak güvence altına alıncaya kadar sürecektir. Bu
kararlılık, hukuk devletinin ilkelerinden taviz vermeden sürecektir.
Aynı kararlılık, diğer yıkıcı, bölücü ve
irticai terör örgütleriyle aralıksız devam eden mücadelede de
sürecektir. Bu kararlılığın en büyük güvencesi, her türlü
suç ve suçluyla mücadeleyi, sahip olduğu teknik donanımı,
bilgisi ve birikimiyle, olağan koşullarda yapma kabiliyeti
kazanmış güvenlik kuvvetlerimiz ve aziz milletimizin onlara
verdiği destektir.
Sayın
Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; başta
güvenlik kuvvetlerimiz olmak üzere devletin tüm kurumları, ülkemizde huzur
ve güven ortamının devamı için gerekli her türlü tedbiri alacak
tecrübe ve kudrettedir. Bugüne kadar yaşadığımız
acı tecrübeler, milletimizin yakaladığı birlik ve
beraberlik, huzur ve güven ortamının sürdürülmesi
kararlılığının ne kadar önemli olduğunu ve bunun
bir daha bozulmaması için herkesin üzerine düşen bütün
fedakârlıklara katlanması gereğini yeterince gözler önüne
sermektedir.
Binlerce güvenlik
görevlimizin şehit olduğu, binlerce insanımızın
hayatını kaybettiği, binlerce görevlimiz ve
insanımızın onarılması imkânsız beden ve ruh
tahribatına uğradığı, ülkemizin her köşesinin
yasa ve derin üzüntülere boğulduğu bu acı sürecin, bir daha, ne
bizim ülkemizde ne de dünyanın başka bir yerinde
yaşanmamasını diliyorum. Herkes, bu acıların bir daha
yaşanmaması için gayret göstermek zorundadır.
Konuşmalarımızın
televizyon aracılığıyla halkımıza naklen
veriliyor olmasından istifade ederek, halen terör örgütü içerisinde yer
alanlarla ilgili temennilerimi de, buradan tekrar etmek istiyorum. Şu ya
da bu biçimde terör örgütüne katılmış olabilirler, terör
eylemlerine de katılmış olabilirler. Bu
insanlıkdışı yaşama devam etmeleri için, akla,
mantığa ve insanın yaradılışına uygun hiçbir
gerekçe yoktur ve o yaşamdan uzaklaşmaları için hiçbir zaman da
geç değildir. Sevgi ve medeniyeti seçmelerini diliyorum. Ana
babalarının gözyaşlarını ve özlemlerini dindirmelerini
diliyorum. Bu cennet vatanda, aziz milletimizin onurlu birer ferdi olmayı
tercih etmelerini diliyorum. Bunun için de, daha önce bu yanlıştan
dönerek teslim olan diğer gençler gibi, devletimizin güçlü ve
şefkatli kollarına teslim olmaya çağırıyor, yüce
yargının kararlarının, onların yeniden topluma
kazanılmaları için yegâne seçenek olduğunu bir kez daha ifade
ediyorum.
Bugüne kadar, yüce
milletimizin ve Parlamentomuzun, kahraman güvenlik güçlerine verdiği
desteğe şükranlarımızı arz ediyorum.
Bu
düşüncelerle ve değerlendirmelerle, olağanüstü halin, 30 Temmuz
2002 günü saat 17.00'den itibaren, Hakkâri ile Tunceli İllerimizde sona
erdirilmesini, Diyarbakır ve Şırnak İllerimizde ise,
olağanüstü hal uygulamaları sonrası alınacak tedbirlere
hazırlık süresi verilmesi için dört ay daha
uzatılmasını Yüce Meclisimizin takdirlerine sunuyorum.
Bir daha,
ülkemizde, ülkemizin hiçbir köşesinde olağanüstü yönetimi
gerektirecek koşulların oluşmamasını, bu
konuşmamın, olağanüstü halin uzatılması talebiyle
yapılan son konuşma olmasını ve bundan sonra, hiçbir
İçişleri Bakanının, bu yönde bir tezkereyle Türkiye Büyük
Millet Meclisinin huzuruna çıkmamasını diliyorum.
Terörle mücadelede
büyük bir özveriyle çalışan silahlı kuvvetlerimize, emniyet ve
jandarma teşkilatımıza teşekkür ediyor, vatan ve görev
uğruna yaşamlarını göz kırpmadan feda eden ve her biri
yüreğimizden bir parça olan aziz şehitlerimize bir kez daha Allah'tan
rahmet diliyor, gazilerimize şükran duygularımı ifade ediyor,
Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Biz
de, Değerli Bakanımıza teşekkür ediyoruz.
Gruplar adına
ilk konuşmacı, Doğru Yol Partisi Grubu adına, İstanbul
Milletvekili Hayri Kozakçıoğlu.
Buyurunuz
Sayın Kozakçıoğlu.
DYP GRUBU ADINA
HAYRİ KOZAKÇIOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; olağanüstü halin iki ilimizde
kaldırılması, diğer iki ilimizde de uzatılmasına
ilişkin Başbakanlık tezkeresi hakkında Doğru Yol
Partisi Grubunun görüşlerini sizlere sunmak üzere söz almış
bulunuyorum; sözlerime başlarken, hepinize en içten saygılar
sunarım.
Bölgede uzun süre
devam eden terörle mücadelede hayatını kaybeden -hangi görevde olursa
olsun; Türk Silahlı Kuvvetlerine mensup, güvenlik güçlerine mensup, bölge
halkından, koruculardan- şehitlik mertebesine ulaşan tüm
şehitlerimizi rahmetle anıyor, kendilerine Allah'tan rahmet diliyor,
hayatta bulunan gazilerimize sağlıkla birlikte uzun ömürler temenni
ediyor ve bu mücadelede yer alan, ülkenin bölünmemesi konusunda
hayatını ortaya koyan, bu mücadeleye bütün gücüyle katılan tüm
görevlilere de candan şükranlarımı sunuyorum.
Değerli
milletvekilleri, o bölgede, olağanüstü halin çok uzun süre devam
ettiği pek çok kez tekrarlanmıştır. Şöyle geriye dönüp
baktığımızda, olağanüstü halden önce, o bölgede
sıkıyönetim vardır. 1978 yılında sıkıyönetim
ilan edilmiş, sıkıyönetim uygulaması 1987'ye kadar sürmüş
ve 19 Temmuz 1987 tarihinde de sıkıyönetime son verilerek
olağanüstü hal uygulamasına başlanmıştır.
Zaman zaman
"olağanüstü hal ilan edildi de ne oldu; buna rağmen 30 000
şehit verdik, 30 000 insanımızı kaybettik; olağanüstü
hal bunlara mâni olamadı" şeklinde sitem ve tenkitlerle
karşılaşıyoruz. Geriye dönüp, olayları, olayların
kaynaklarını, hangi şartlarda meydana geldiğini ve
nasıl devam ettiğini çok iyi değerlendirmemiz lazım. Olağanüstü
hal durup dururken ilan edilmemiştir; sıkıyönetim
uygulaması olduğu dönemde olaylar meydana gelmiştir. Hele, daha
geriye gidersek, PKK kaynaklı terör olayının 1980'den önce
başladığını, 1978'de
başladığını görürüz. O yıllarda ilan edilen
sıkıyönetim 1987'ye kadar devam etmiştir. 1980 askerî
harekâtından sonra Suriye'ye kaçan ve Helve kampında
yetiştirilen PKK'lı teröristler 15 Ağustos 1984 tarihinde, yani,
bölgede sıkıyönetim uygulaması varken, Eruh ve Şemdinli
ilçe merkezlerini basarak eylem yapmışlardır ve ondan sonra da,
köy baskınları devamlı olarak, arka arkaya gelmiştir.
Olağanüstü hal ilan edildiği tarihte, PKK'lı teröristlerin köy
baskınları devam ediyordu. Hedef, sadece devlet güvenlik güçleri
değildi; hatta, hedef, devlet güvenlik güçlerinden önce köy
halkıydı, bölge halkıydı. Zira, amaçları, bölge
halkını sindirmek, bölge halkını yanlarına almak,
bölge halkından topladıkları kişileri silahlandırarak
devlete karşı çıkmaktı ve ideolojilerini çok açık ve
net ortaya koymuşlardı; Türkiye topraklarının bir bölümünü
bölerek, Marksist ve Leninist teoriye dayalı, bağımsız bir
Kürt devleti kurmak; hedef buydu. Bu hedefe ulaşmak için de, silahlı
propaganda dediğimiz, yani, bölge halkını yıldırarak
yanına alma, bölge halkını yıldırarak karşı
çıkmasını önleme, görevlileri yıldırarak görev
yapamama durumuna getirme dediğimiz silahlı propaganda yöntemini
kullanıyorlardı; yani, durup dururken olağanüstü hal ilan
edilmedi, bu şartlarda ilan edildi. Olağanüstü halin ve oradaki
devlet güvenlik güçlerinin birinci görevi, tüm bölgeye yayılmış
yerleşim alanlarındaki, en küçük yerleşim alanları dahil,
bölge insanını, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşını
teröriste karşı korumaktı.
Biraz önce
belirttiğim gibi, yetiştirildikleri esas saha, o gün için, Suriye'nin
kontrolünde bulunan Bekaa Vadisindeki Helve kampıydı. Daha sonra,
Saddam rejiminin Kuzey Irak'ta bizim hududumuzdaki 20 ilâ 30 kilometre
genişliğindeki bir bandı boşaltması üzerine, 1988'den
sonra da o bölgeye geldiler, yerleştiler, kamplarını ve
konaklamalarını oralara taşıdılar ve oradan bizim
hududumuza ve içerideki köylere saldırmaya başladılar. O günkü
olaylarda PKK'nın hedefi köylüydü; köylerde yaşayan bebelerdi,
dedelerdi, savunmasız insanlardı. Bu nedenle, sıkıyönetim
rejimi, ondan sonraki olağanüstü hal rejimi, bölge halkını
teröristlere karşı korumak ve onların istediği Marksist-Leninist
rejime dayalı ayrı bir devlet kurdurmamak, Türkiye Cumhuriyetini
böldürmemekti. O bakımdan, bu rejimden başka, böyle bir sistemden
başka, özel yönetimden başka bir yönetim tarzı, zaten,
düşünülemezdi. Anayasamızın da düşündüğü sistem budur.
Anayasamız, önce sıkıyönetim halini öngörmüştür;
sıkıyönetim halinden biraz daha kuralların
yumuşadığı sistem olağanüstü haldir; ondan sonra da
normal rejime geçiştir. İşte, bugün, Türkiye, normal rejime
geçişin noktasına, geçişin son yoluna da gelmiştir.
Bu uzun süreli
terör olayında bölgede ne oldu; bölgede 30 000 insan hayatını
kaybetti; bölgede pek çok insan işini kaybetti; pek çok insan köyünü,
evini, tarlasını terk etmek zorunda kaldı; pek çok insan
geçimini kaybetti, tarım sektörü felce uğradı, özellikle
kırsal kesimde pek çok tarla ekilemez hale geldi, hayvancılık
çok çok zarar gördü, madencilik zarar gördü; yani, topyekûn, ekonomi zarar
gördü.
Şimdi,
şunu rahatça söyleyebiliriz: Teröristler amaçlarına
ulaşamadılar; bölemediler, parçalayamadılar, ayrı bir
şey kuramadılar; ama, bölge ekonomisine büyük zarar verdiler, bölge
halkına büyük zarar verdiler. Bölgenin kalkınma hareketini
yavaşlatmanın yanında, bir anlamda durdurdular, bölgedeki pek
çok tesisi işlemez hale getirdiler. O bakımdan, terörizm, hayat
kaybettirmenin yanında, orada ekonomiyi de perişan hale
getirmiştir.
Biraz önce
Sayın Bakanımızın da belirttiği gibi, özellikle son
dört-beş yıldan beri terör olayları ve rakamları bir hayli
düşmüştür. Hele, 1998'den sonra, yılda meydana gelen terör olaylarının
sayısı bir hayli aşağı inmiştir. Şimdi,
süratle, yapılamayanların yapılması, gecikenlerin ve yeni
projelerin o bölgede gündeme gelmesi lazım. Sayın Bakanımız
bilgi verirken, okullardan, hastanelerden, sağlık ocaklarından
bahsettiler. Ben diyorum ki, Türkiye'nin her tarafında okul,
sağlık ocağı, hastane yapılıyor; o bölgede özel
bazı projeler uygulanması lazım, terör nedeniyle
yapılamayanların yapılması lazım. Terörün açtığı
yaraların süratle sarılması gerekiyor. Bu nedenle de, o bölgede
ve hatta, yalnız Güneydoğu Anadolu Bölgesi, yalnız
olağanüstü hal bölgesi değil, o bölgeye bitişik olan, Doğu
Anadolu Bölgesinin, aynı ekonomik özelliği taşıyan
hizmetlerden noksan kalan, bazı illerini de dahil etmek suretiyle, ilmî
araştırmaya dayalı, projeye dayalı özel bir kalkınma
projesinin uygulanması lazım. Özel kalkınma projesiyle ilgili
olarak da özel örgütlenmenin yapılması lazım. Şu anda,
bölge valiliği kuruluşu var. Hatta, bölge valiliği kuruluşundan
faydalanmak suretiyle, onu, kısmen, veçhesini değiştirerek,
teknik adamlarla takviye ederek bu projeyi uygulayacak bir hale getirmek
lazım.
Ben, şöyle bir
şeye benzetmek istiyorum: Kalın bir kitap düşünün; bu kitaba
benzer bir proje hazırlanmalı, bu kitabın her sayfası
ayrı bölümden oluşmalı; bir bölümü tarım, bir bölümü
hayvancılık, bir bölümü sanayi, bir bölümü eğitim, bir bölümü
kültür, bir bölümü sağlık ve tamamen, o bölgenin olaylarını
kapsayan, o bölgenin sorunlarını içerisine alan ve cevap verecek
proje olmalı. Bunun için de, o bölgenin tüm envanteri çıkarılmalı.
O bölgede neler değerlendirilebiliyor; o bölgede, bugün, tarım
sektöründe, devlet işletmesinde bulunan araziler var; o bölgede,
vatandaşın emrine verilemeyen, üretime katılamayan pek çok
değerler var. En son bir örnek: Orada, Dicle Üniversitesinin geniş
arazisi var. Tarım fakültesi, ziraat fakültesi kurulacak diye
vatandaşın arazisi istimlak edilmiş, ziraat fakültesi Urfa'da
kurulmuş; ama, gepgeniş bir arazi orada bekliyor; kiraya verilmek
suretiyle işletilmeye çalışılıyor. Bunun gibi pek çok
örnek sayabilirim. Bunlar, mutlaka, o bölge halkının emrine ve
hizmetine sunulmalı; yani, envanter yapıldıktan sonra neler
yapılmalı konusu gündeme getirilmeli ve hatta, o bölgede,
işsizliğin fazla olduğu, buna karşılık istihdam
yaratan olayların bulunduğu bölgelerde, bu nüfus
dağılımının dahi çok ciddî şekilde -ama, daima
rızaya dayalı, isteğe dayalı olarak -
planlamasının da süratle yapılması lazım.
Hemen şu soru
akla gelebilir: Efendim, bu ekonomik kriz sırasında, bu özel
projeler, bu büyük kalkınma projesi nasıl uygulanabilir? Ben de hemen
şunu söyleyeyim: Uluslararası kuruluşların önüne ciddî
projelerle çıktığımız zaman, Avrupa Birliği
dahil, pek çok uluslararası kuruluş da dahil, insanî yardım
amaçlı, kredi amaçlı pek çok kaynağın o bölgeye
aktarılması mümkün olacaktır; o bölgeye, pek çok
işadamının içeriden veya dışarıdan gelmesi
sağlanmış olacaktır. Hatta, önce şunu söyleyeyim: O
bölgeyle yakından ilgilenen pek çok ülke var, çeşitli amaçlarla
ilgilenen ülkeler var, o bölgenin insanının yanında
olduğunu söyleyen ülkeler var, o bölgenin insanının insan
hakları ve özgürlükleri konusunda gayret gösterdiğini söyleyen
ülkeler var. İşte, bu projeler, o ülkelerin önüne konulmalı. O
bölgenin kalkınmasını, o bölge insanının
refahını isteyen ülke, gerçek anlamda niyetini ortaya koyar, o
projeleri desteklerse, o bölge hakkında bir şey söylemeye hakkı
olabilir. O bakımdan, yalnız kendi imkânlarımızla
değil, dünyadaki pek çok kuruluşun imkânını da bu bölgeye hızla
sevk etmemiz gerekir.
Köye Dönüş
Projesi de, bana göre, en öncelikle ele alınması gereken
projelerdendir. Bu proje, bugüne kadar, maalesef -tenkit amacıyla
söylemiyorum- istenilen oranda uygulanamamıştır, merkezden
istenilen ihtiyaç oranında kaynak ayrılamamıştır,
bölge valisi ile oradaki valilerin yerel imkânlarına birkısım
merkezden takviye suretiyle uygulanır hale gelmiştir.
Köye Dönüş
Projesi çok ciddî şekilde uygulanmalı, kırsal kesimde
işlenemeyen topraklar işlenmeli, kırsal kesimdeki
hayvancılık, daha gelişmiş olarak, eski seviyesinin çok
daha üstüne çıkarılmalı; bu arada, sınır ticaretine de
daha ağırlık verilerek, sınır ticareti, gerçekten,
bölge halkının elinden tutar, ihtiyacını karşılar
bir noktaya getirilmelidir. Sınır ticaretinde -daha önceki konuşmalarımda da
söyledim- sadece Irak'a, İran'a bağlı kalmak yerine, Suriye'yle
ilişkileri geliştirmek suretiyle, Suriye kapısı da mutlaka
kullanılmalı, o kapı da, Türk insanına, bizim ülkemize daha
yararlı hale mutlaka getirilmeli.
Bölgede kısa
öğretimle meslek sahibi olunabilecek olan okullar hızla artırılmalı;
hatta, Türkiye'nin pek çok yerindeki yatılı bölge okullarından o
bölge çocuklarına kontenjan ayrılmalıdır. Amaç, o bölgenin
yıllardan beri ortaya çıkan eğitim açlığını
gidermektir. Üniversiteye giriş konusunda özel bir sistem
uygulanmalıdır. Yeterli laboratuvarı, öğretmeni,
eğitim imkânı bulunmayan o çocukların, Galatasaray Lisesi,
Kabataş Lisesi gibi liselerle yarışması kolay
değildir; o nedenle, o bölge çocuklarının özel imkânla üniversiteye
daha rahat -Türkiye'nin diğer
bölgelerinde olan kontenjan oranında- girişlerinin mutlaka
sağlanması lazım.
Bu arada,
aklıma gelen bir konu var. Köy korucuları, yıllardan beri o
bölgede teröre karşı çıktılar, canlarını ortaya
koydular, çoluk çocuklarıyla, eşleriyle birlikte teröre
karşı koydular. Her türlü müessesesinin içerisinde olduğu gibi,
koruculuk sisteminin içerisinde de yanlış yapanlar olabilir.
Kişilerin yanlış yapması sonucunda, o müessesenin
olduğu gibi kötülenmesine, o müessesenin defterden silinmesine gerek
yoktur.
Şimdi,
olağanüstü halin ortadan kalkmasına doğru gidilirken, o
bölgedeki köy korucularının durumu gözden geçirilmeli; emeklilik
hakkını kazanmış veya o yaşa gelmiş veya
kısa sürede borçlanmak suretiyle emekli olabilecek olanlara emeklilik
hakkı tanınmalı; emekli olamayanlar da, devletin diğer
kurumlarında güvenlik görevlisi olarak görevlendirilmelidir.
O insanları
kendi hallerine bıraktığımız takdirde, o
insanları savunmasız, gariban halde
bıraktığımız takdirde, o insanların
başına gelecek olan her şeyden, bence, devlet sorumludur.
Yıllardan beri devletle beraber olan, hata yapmakla beraber devletten yana
tavrını ortaya koyan, çoluğuyla çocuğuyla beraber bölünmeye
karşı irade ortaya koyan o korucuların mutlaka korunması, o
korucuların hayatlarının idamesi için de onlara bir
şansın ve maddî imkânın mutlaka tanınması
gerekmektedir.
Bu arada,
PKK'yı terörist ilan eden Batı'nın KADEK'in
davranışlarını da çok iyi incelemesi, KADEK'i de aynı
platforma mutlaka oturtması gerekmektedir. Türkiye olarak da,
Dışişleri olarak da, bizim dikkat etmemiz gereken bir olay da
şudur: Olay git gide uluslararası siyasî platforma oturmaktadır.
Bundan sonra ülkemizin katılacağı her türlü uluslararası
toplantıda karşımıza KADEK'in projesi çıkacaktır,
karşımıza KADEK'in önerileri çıkacaktır, KADEK'in
arzuları çıkacaktır, KADEK'lilerin ağzından
değil, Batılıların ağzından çıkacaktır.
Bu nedenle, Dışişleri buna da hazır olmalı, Türkiye,
mutlaka, buna karşı da politika üretmelidir.
Şimdi, bugünkü
gazetede okuduğum bir haber var. Avrupa Parlamentosu Karma Parlamento
Komisyonu Avrupa Kanadı Başkanının bir basın
toplantısı var. Bakın, basın toplantısında ne
diyor bu Hollandalı zat: "Kopenhag siyasî kriterlerini Türkiye yerine
getirebilir; ama, bunun yılsonuna kadar gerçekleşeceğine inanmak
hayal olur. Türkiye'de öyle bir hava estiriliyor ki, sanki, idam
cezasını kaldırıp, Kürtçe eğitime izin verirseniz her
şey tamam olacak -yani, Kürtçe eğitim de denilse, idam cezası da
kalksa, ona göre her şey tamam olmuyor- hayır öyle olmayacak. Biz,
Türkler üzerinde baskı uyguluyoruz. Siz, sadece, kâğıt üzerinde
yasalarınızı değiştirirseniz bile yeterli
olmayacaktır; gerçekçi olalım" diyor. Nasıl gerçekçi
olacakmışız? "Siz, terörle mücadele yaptınız, artık,
bunu geçmişte bırakın." Peki ne yapalım? "Siz,
eğer öbür taraf istiyorsa, silahları da bırakıyorsa, makul
ölçüde bunu yapmak zorundasınız." Nedir bu? "PKK'yla
diyalog kurmak zorundasınız" diyor. Bakın ne diyor:
"Doğru bir diyalog sağlanmadığı takdirde -tehdide
bakın, tehdide- Kopenhag kriterlerinden bir tanesi de yerine
getirilmemiş olacaktır. Türkiye'nin kendi yenilgisini
hazırlamasını istemiyorum" diyor. Yani, bu
ağızdan çıkan bu sözler, esasında, Batı'da
gizlenmiş, perde arkasına saklanmış bazı gerçek
niyetleri ortaya koymaktadır. "Türkiye, otursun, PKK'yla diyalog
kursun, pazarlık yapsın" diyorlar. Bu, bugün burada
söyleniliyor; bu, üç gün beş gün sonra resmî ağızlarda da
söylenilerek karşımıza çıkabilir. Bu nedenle, bu olay,
Türkiye'nin millî bir olayıdır, Avrupa Birliğine girmek de millî
bir olaydır, Güneydoğudaki terörle mücadele, ülkenin millî birlik ve
beraberliği de millî bir olaydır.
Türkiye'nin, siyasî
görüşleri bir tarafa bırakarak, bu konularda mutlaka millî bir
politika oluşturması lazım. Millî bir politikanın bir
parçasını bürokrat da söylemeli, politikacı da söylemeli, görevli
de söylemeli, vatandaş da bilmeli. Bu millî politikayı
oluşturmadığımız sürece,
oluşturmadığımız takdirde, Avrupa Birliğine girme
gerekçesi karşısında her gün bizden istenen tavizler
artacaktır, her gün bir şey ekleyip isteyeceklerdir; çünkü, tarih verilmesini
dahi -zaman geçmesin diye hepsini okumadım - uygun görmüyor.
Şimdi, Avrupa
Birliğine şunu sormak lazım: Avrupa Birliği, bizi Avrupa
Birliğine almak için Türkiye'de idamın kalkmasını mı
istiyor; yoksa, Avrupa Birliği Apo'nun idam edilmemesini mi istiyor?
Hangisini istiyor bunu açıkça söylemesi lazım ve eğer Türkiye'de
idamın kalkmasını istiyoruz" diyorlarsa, o zaman, Apo
olayını bıraksınlar. O zaman, idamın kalkması
konusunda, Türkiye, ne yapması gerekiyorsa, bırak yapsın. Yok,
hayır "biz Apo'nun idam edilmemesini istiyoruz" diyorlarsa, o
zaman, lütfen, niye istemediklerini de açıklasınlar.
Yani, Apo
olayı ile idam olayını, idamın kalkması
olayını birbirine karıştırarak Türkiye'nin önünde
yuvarlamak, bana göre, Türkiye'de politikayı
flulaştırmaktır, politikayı netlikten daha uzaklara
götürmektir, her geçen gün taviz üzerine taviz istenileceği yolunda bir
kanaat uyandırmaktır. O bakımdan, Apo'nun idamını
istemiyorlarsa, Avrupa Birliği çıksın bunu söylesin; biz de,
Avrupa Birliğinin veya Avrupa Birliği adına
konuşanların gerçek niyetini öğrenelim.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN -
Lütfen sonuçlandırınız.
HAYRİ
KOZAKÇIOĞLU (Devamla) - Teşekkür ederim.
Türkiye -ülke
olarak- bu Parlamento, Avrupa Birliğinin istediklerini Türk vatandaşlarına
vermeye zaten hazır. Özgürlükse özgürlük, eğitimse eğitim,
başka bir dille yayınsa yayın. Bunlar, bizim
insanımıza, bu Parlamentonun kararıyla verilecek olan
şeylerdir; ama, bizden ne istendiğinin açıkça söylenilmesi
lazım. İşte, bakın, yine gazete haberinden
okumuşsunuzdur, yeniden, kesinleşen bir idam kararı daha geliyor
Parlamentoya; ama, Parlamentoya geliyor; verilecekse, kararı Parlamento
verecek. Bu idam kararının da ertelenmesi konusunda bir başka
ülke, bir başka çevre, acaba, bizden başka bir istekte bulunacak
mı? Bunların hepsini iyi hesaplamamız lazım.
Bu nedenle diyorum
ki, Türkiye'de, bu konularda bir millî politika oluşturmalı, asgarî
müştereklerde birleşmeliyiz ve Batı'nın gerçek
istediği neyse bunu da açıkça söylemeli, biz de bunu bilmeliyiz.
Hepinize çok çok
teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN -
Teşekkürler Sayın Kozakçıoğlu.
Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu adına, Adıyaman Milletvekili Dengir Mir
Mehmet Fırat.
Buyurun Sayın
Fırat.
AK PARTİ GRUBU
ADINA DENGİR MİR MEHMET FIRAT (Adıyaman) - Sayın
Başkanım, değerli arkadaşlar; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Meclisimiz için
rutinleşmiş olan bir Başbakanlık tezkeresini bir kez daha
-46 ncı kez- görüşmek üzere gündemimize almış bulunuyoruz.
Biraz evvel, bir sayın bakanımızın başka bir ülkeyi
ziyaretiyle ilgili, kendisine refakat edecek olan milletvekili
arkadaşların Meclise sunuluşu vardı; bunlar rutin, her gün
önümüze gelen şeyler. Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da dört yıldır
devam eden bu olağanüstü hal de, artık, rutin hale geldi, Meclisi çok
derinden etkilemiyor. Aslında, dönüp bakmak lazım, geriye dönüp
baktığımız zaman, bu olağanüstü hal, Türkiye'de 30 000
insanımızın hayatına mal olan, bu ülkeyi, buna karşı
150 milyar dolar harcama yapmak zorunda bırakan, hakikaten çok vahim bir
onbeş yıllık sürecin sonucu. Ancak, zaman içerisinde, eğer
müesseseler, belli olaylara rutin hale getirildiği takdirde, anlamı
yitirdiği kanısındayım. Zaten, Meclisin ilgisine
baktığımız zaman da bunun rutinleşmiş
olduğunu görüyoruz. Aslında rutin bir olay değil bu, çok önemli
bir olay; olağanüstü halin 2 ilden kaldırılması,
dolayısıyla 2 ilde dört ay daha devam etmesi; ancak, bunun
yanında da, mücavir alanda olan 7 ilin 9'a çıkması meselesi.
Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının "Başlangıç" kısmında
şu cümleye dikkat etmek lazım: "Her Türk
vatandaşının bu Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden
eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak millî kültür, medeniyet
ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddî ve manevî
varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine
doğuştan sahip olduğunu" belirtmektedir.
Aynı
şekilde, bu Anayasamızın 1 inci maddesi de, Cumhuriyetimizin,
demokratik bir hukuk devleti olduğunu tescil etmektedir.
Yine, aynı
Anayasamızın 5 inci maddesi, devletin temel amaç ve görevlerini,
kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak;
kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet
ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan durumları
ortadan kaldırmakla görevlendirmiştir; ancak, devletlerin
yapısında her şeyin olağan haliyle cereyan etmesi mümkün
değildir; olağanüstü halleri de tüm devletlerin anayasaları
derpiş etmiştir.
Aynı
şekilde, Anayasamızın 119 uncu ve müteakip maddeleri,
olağanüstü yönetim usullerini belirlemiştir. Bunlar üçe ayrılmaktadır;
olağanüstü hal, sıkıyönetim, seferberlik ve savaş halidir.
Olağanüstü hal, 119, 120 ve 121 inci maddelerde derpiş
edilmiştir ve "şiddet olaylarının
yaygınlaşması ve kamu düzeninin ciddî şekilde
bozulması sebepleriyle olağanüstü hal ilân edilir"
denilmektedir.
120 nci maddesinde,
aynen "Anayasa ile kurulan hür demokrasi düzenini veya temel hak ve
hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet
hareketlerine ait ciddî belirtilerin ortaya çıkması veya şiddet
olayları sebebiyle kamu düzeninin ciddî şekilde bozulması
hallerinde, Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan
Bakanlar Kurulu, Millî Güvenlik Kurulunun da görüşünü aldıktan sonra
yurdun bir veya birden fazla bölgesinde olağanüstü hal ilân edebilir"
denilmektedir.
Bu, normal bir
prosedürdür; ancak, normal olmayan prosedür, 45 çarpı 4 ay artı 6 ay
olarak hesaplanan olağanüstü halin bu kadar uzun süre devam
ettirilmesidir. Biraz evvel okumuş olduğum Anayasanın
başlangıç kısmı ve devletin görevlerini sıralayan 5
inci maddesi eğer gündemdeyse, doğduğu günden 35
yaşına kadar gelmiş olan insanların, halen temel hak ve
hürriyetlerinin sınırlandırılması ve olağan halin
ne olduğunu bilmeyen bir ülkede yaşamasını tasvip edebilmek
mümkün değildir. O zaman, şuna bakmak gerekir: Bugüne kadarki
hükümetler, hakikaten, bu konuda ya hassas davranmamışlardır,
olağanüstü hali gerektiren olayları ortadan kaldıracak
tedbirleri almamaktan dolayı suçludurlar veya belli bir bölgede
insanların temel hak ve hürriyetlerinden yoksun olmasına
bigânedirler; ikisinin de kabulü mümkün değildir.
Değerli
arkadaşlarım, bu son Bakanlar Kurulu kararıyla, 4 ilde
uygulanmakta olan olağanüstü hal 2 ilimizden kaldırılıyor.
Bunu müspet karşılıyoruz ve ümit ediyoruz ki, en kısa
sürede diğer 2 ilden de kaldırılsın, Türkiye
olağanlaşsın; özellikle bu bölge olağanlaşsın.
Ancak, olağanüstü hali kaldırmakla bölgenin
olağanlaşacağını zannetmiyorum; çünkü, bu kadar uzun
bir süreç içerisinde olağanüstü halin uygulandığı bir bölgenin
-ki, bu durum olağan hale getirilmiştir- olağan hale
dönüştürülmesi de ayrı bir problem olarak Türkiye'nin
karşısında bulunmaktadır. Öncelikle bunun üzerinde
durmamız gerekir.
Çözüm nedir; çözüm,
her şeyin ötesinde, bu bölgenin en kısa sürede
olağanlaşmasını sağlamaktır. Oradaki kamu
görevlileriyle... Çünkü, olağanüstü hali tatbik eden bu kamu
görevlileriyle orayı olağanlaştırabilmek mümkün
değildir; çünkü, bu insanların psikolojisinin bu kadar uzun süre
içerisinde olağanlaşması mümkün değildir.
Dolayısıyla, bence, en kısa sürede Türkiye'nin bu bölgesiyle
diğer bölgeleri arasında bürokrat değişiminin
yapılması gerekir. Olağan bölgedeki
bürokratlarımızın büyük bir kesimini bu bölgelere, bu bölgedeki
bürokratlarımızın büyük bir kesimini de diğer bölgelere götürmek
durumundayız. Yasaların olağanlaştırılması
lazım, yargının olağanlaştırılması
lazım ve artık, Anayasamızda DGM kavramının ortadan
kaldırılması gerekir, olağan yargının bir daha
olağandışı bir yargı haline dönüştürülmemesi
gerekir.
Sayın DYP
temsilcisi, eski Olağanüstü Hal Valisi olması nedeniyle hakikaten o
bölgede çok hizmetler yapmıştır.
Bölge
insansızlaştırılmıştır -belki, bu terör
mücadelesinin bir parçasıdır- 3 000'e yakın köy
boşaltılmıştı ve bu köylerde yaşayan insanlar
Türkiye'nin çeşitli büyük şehirlerinin varoşlarında kendi
hallerine bırakılmıştır. Köye Dönüş Projesini,
ben, insanlara yalnız maddî yardım yapılarak, bunlara ev
inşa edilerek döndürülme olarak kabul etmiyorum. Öncelikle, bu
insansızlaştırılmış bölgedeki yasaklamanın
kaldırılması lazım; yani, şu anda, eğer, o insan
o bölgeye girmek istiyorsa, arazisini işlemek istiyorsa ve biz ona
yardım edebilme imkânına sahip değilsek -ekonomik olarak,
başka nedenlerle- hiç olmazsa, o insanın kendi imkânlarıyla
arazisini işleyebilmesini, koyununu besleyebilmesini, koyununu yaylaya
çıkarabilmesini engelleyen yasakların ortadan
kaldırılması gerekir. Ha, projelerin tabiî ki,
yapılması lazım, onlar ayrı bir mesele. Önce
yasağı kaldıralım; çünkü, şu anda insanlar köyleri
dönmek istese de buna güvenlik kuvvetleri müsaade etmemektedir. Bir kere bu
realiteyi tespit etmemiz lazım.
Üçüncü olarak,
paramiliter bir sistem olan koruculuğun masaya yatırılması
gerekir. Tasvip ederiz etmeyiz, taktik yönden doğrudur
yanlıştır ben bunun kavgası içerisinde değilim,
münakaşası içerisinde değilim, benim konum
dışında olan bir şey; ancak, sivil insanların
silahlandırılarak güvenlik işlerinde
kullanılmasının modern devlet anlayışıyla
bağdaşacağı kanısında değilim. Bunun
yanında, bu insanların da sokağa atılması
taraftarı değilim. Biraz evvel, yine, sayın DYP sözcüsünün
söylediği gibi, bu insanlar
silahsızlandırılmalıdır, bu insanlar ekonomiye
kazandırılmalıdır, bu insanlara güvenlik
sağlanmalıdır. Ancak, ümit ediyoruz ki, bir daha geri gelmemek
üzere, koruculuk müessesesi tasfiye edilmelidir; ama, bunun yanında, çok
tehlikeli olan diğer bir şeyi gözden kaçırıyoruz. Türkiye
Büyük Millet Meclisinden çıkan bazı yasalar veya hükümet
kararlarıyla, bölge silahlandırılmıştır; yani, o
bölgede yaşayan her insan, uzun menzilli silah da dahil olmak üzere, 3
tane silahı vesikalandırmıştır ve bunlara halen
sahiptir. Eğer, devlet olarak buna izin verilmiş ise, bölgenin
silahsızlandırılması, sivil halkın
silahsızlandırılmasında bunların da mağdur
edilmemesi gerekir kanısındayım; bedeli ödenerek, bu
silahların devlet tarafından geri alınma işlemine tabi
tutulması gerekir kanısındayım. Ancak, benim ayrı bir
teklifim var: Ben diyorum ki, olağanüstü hali -bundan evvelki dönemde
tahmin ettiğim kadarıyla 11 ildeydi- 11 ilde yeniden ilan edelim,
hatta artı, bunun civar illerini de ekleyelim. Ancak, 119 uncu maddeye
göre bu bölgeyi olağanüstü hal ilan etmek durumundayız. Çünkü,
Anayasamızın 119 uncu maddesinde, tabiî afet ve ağır
ekonomik bunalımlar halinde de olağanüstü halin ilanı
gerektiği konusu derpiş edilmiştir.
Bu bölge,
olağanüstü bir hal yaşamıştır; ekonomik olarak büyük
bir krizin içerisindedir, sosyal olarak büyük bir krizin içerisindedir. O
krizin neticesinde her gün onlarca gencimiz intihar etmektedir; demek ki, bir
bunalım var.
Aslında,
bence, bugünkü şartlarda, Türkiye'nin 81 vilayetinde ekonomik
olağanüstü halin ilanı gerekir; çünkü, her gün
kalktığımızda veya her an televizyonlarımızı
açtığımızda, işte, doların şuraya, faizin
şuraya çıktığını, öbür yandan, borsanın dibe
vurduğunu ve bunun, insanların sağlıklarıyla veya
ağzından çıkan basit sözlerle olduğunu görüyoruz. Demek ki,
Türkiye'de hakikaten, bir ekonomik afet var. Ben, aslında, 81 vilayeti
teklif etmiştim; ama, pek kabul göreceği kanısında
değilim; ama, şunu teklif ediyor ve diyorum ki: Gelin, bu 11 vilayete
5-6 vilayet daha ekleyelim, tabiî afete uğramış olan bu bölgenin
ekonomik olağanüstü halin devamıyla... Çünkü, bu Olağanüstü Hal
Yasası ve buna mümasil olarak 11 tane kanun hükmünde kararnameyle,
olağanüstü hal idaresine çok büyük kaynaklar ve imkânlar
aktarılmıştır, bu imkânlardan istifade etme imkânı
vardır. Eğer, bu kadar süre içerisinde terörle mücadele için bu devam
etmişse, bir süre de ekonomik yönden bu bölgede yapılacak olan bir
olağanüstü halin halkımızın sıkıntılarını
tamir edeceği kanısındayım.
Biz, Adalet ve
Kalkınma Partisi olarak bu konularda neler
yapacağımızı çok açık ve kesin olarak
programımıza koyduk. Bu, herhalde, 6 siyasî partimiz içerisinde, tek
olarak, programında olağanüstü hali ve Doğu ve Güneydoğu
Anadolu'daki meselelere yaklaşımını açık olarak ortaya
koyan bir parti olarak, biz, şunları yazdık
programımıza: Partimiz, teröre tepki olarak maksadını
aşan ve bölge halkını rahatsız eden bazı
uygulamaların terk edilmesi ve yıllardır devam eden OHAL
uygulamasının tamamen kaldırılmasını
hedeflemektedir.
Suçlu insanlar
karşısında caydırıcı ve masumları koruyucu
bir tavır sergilemesi gereken devletin, suçsuz insanlara şefkatle
muamele etmesi gereğine inanıyoruz.
Partimiz, yöreye
yönelik istihdam artırıcı ciddî ekonomik projeler
gerçekleştirecek, terör ortamından şu veya bu şekilde zarar
gören vatandaşlarımızın mağduriyetini giderici
uygulamaları devreye sokarak, ihtiyaç duyulan rehabilitasyonu
sağlayacaktır.
Terör ve
baskı, karşılıklı olarak birbirini besler. Terörün
sonuç olduğunu unutan her yaklaşım, sadece baskıyla çözüm
üretmeye yönelir; oysa, bu, terörü daha çok güçlendirir. Bu nedenle, terörü
sona erdirmenin yolu, temel hak ve hürriyetlere saygılı bir devlet
yaklaşımıyla, ekonomik kalkınmayı ve güvenliği
aynı bütünün parçaları olarak ele almaları gerekir.
Bürokratik otoriter
devlet anlayışına yaslanan çözümler, sadece asayiş
mantığına dayandığı için, uzun vadede
sorunları daha da derinleştirmektedir. Buna karşılık,
demokratik devlet anlayışı çerçevesindeki yaklaşımlar
ilk anda endişeyle karşılansa da, uzun vadede, milletimizin
birlik ve bütünlüğünü pekiştiren sonuçlar doğurmaktadır. Bu
nedenle, bölgedeki sorunlar aynen kalacak demektir. Sadece ekonomik
kalkınma politikalarıyla tam bir çözüme
kavuşturulamayacağı gerçeği yanında, bütün
bunların üstünde, kültürel farklılıkları, demokratik hukuk
devleti ilkesi çerçevesinde tanıyan yaklaşımların etkili
olması gerektiği anlayışına ulaşılması,
sorunun çözümünde önemli bir adımdır" şeklinde
programımızda yer almış bulunmaktadır.
Tüm bunlara
rağmen, bugün, bu ay sonu itibariyle, iki ilimizde olağanüstü halin
kaldırılmasını müspet karşılıyoruz. Ancak,
gazetelere intikal ettiği şekilde, diğer iki ilin son kez
uzatıldığı konusu, maalesef, Başbakanlık
tezkeresinde yer almamaktadır. Ümit ederdik ki, Başbakanlık
tezkeresinde de yer alarak, bunun son kez olduğu ve artık,
olağanüstü halin, hiçbir şekilde Türkiye'de
yaşanmayacağı güvencesinin verilmesi en büyük dileklerimizden
biriydi.
Bu vesileyle,
kararın hayırlı olmasını diler, hepinizi saygıyla
selamlarım.
Teşekkür
ederim. (Alkışlar)
BAŞKAN -
Teşekkürler Sayın Fırat.
Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına, Erzurum Milletvekili Sayın İsmail Köse;
buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)
MHP GRUBU ADINA
İSMAİL KÖSE (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; olağanüstü hal bölgemizdeki dört ilde devam eden
olağanüstü halin iki ilimizden kaldırılması ve iki
ilimizden de dört ay sonra kaldırılacağı konusundaki
Başbakanlık tezkeresi üzerinde, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
adına söz almış bulunmaktayım; şahsım ve Grubum
adına Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Şu an,
gerçekten, bir mutluluğu yaşadığımı ifade etmek
istiyorum; onbeş yıldan bu yana bulunduğum Türkiye Büyük Millet
Meclisinde, aralıksız onbeş yıl süren olağanüstü halin
son konuşmasını ve mutlu bir sona erişin konuşmasını
yapma fırsatını bulduğum için mutluyum. On yıl
sıkıyönetim, onbeş yıl olağanüstü halle yönetilen bir
bölge, yirmibeş yıldan bu yana, gerçekten, çok
sıkıntılı bir dönem geçirmiştir.
Tabiî, bu
sıkıntılı döneme baktığımızda,
nasıl başladığını ve nasıl geliştiğini,
bugünlere gelinceye kadar nasıl bir süreç
yaşandığını, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
zabıtları, basınımız, medyamız ve o günden bugüne
bu sıkıntıları yaşayan bütün insanlarımız
bilmektedir. İşte, bu sıkıntılı dönemden sonra,
böyle bir sona erişin mutluluğunu yaşamamak mümkün
değildir. Bu bakımdan, özellikle bu bölgedeki
vatandaşlarımızı, insanlarımızı kutluyor ve
inşallah, bir daha dönülmemek kaydıyla, bu devletin, milletin
bölünmez bir parçası olan bu topraklarımızın ve bu
topraklar üzerinde yaşayan bu insanlarımızın, gerçekten,
her türlü hizmete layık olduğunu ifade etmek istiyorum.
Tabiî, şu
anda, Türkiyemizde, üzülerek ifade ediyorum ki, Avrupa Birliği kerpetenini
kullanarak, et-tırnak haline gelmiş olan bu
insanlarımızı da, yine, birbirinden ayırmanın,
maalesef, çabası içerisindeler. Buna, içeride ya da
dışarıda, belki, kastî olarak, ihmalî olarak veya meseleleri tam
kavrayamamış olmanın bilinci içerisinde de yardımcı
olmak durumunda olanlar vardır. Olaya baktığımızda, bu
bölgede, 5 000 şehidimiz vardır; polisimiz, askerimiz,
jandarmamız... Bu vatan için, bu toprak için, bu bölünmezliğimiz için
canını vermiş olan şehitlerimize Allah'tan rahmet ve Türk
Milletine başsağlığı diliyorum. Gazilerimiz
vardır, kolu, bacağı kopmuş, gözü çıkmış ve
şu anda çalışamaz durumda olan, kendi ihtiyaçlarını
devletin karşılaması durumunda olan binlerce insanımız
vardır; onlara da şükranlarımı sunuyorum.
Yine, bu arada,
koruculuk görevi yaparken şehit olan, o mücadelede sakat kalan
insanlarımız vardır, bu korucularımızı da
kutluyorum, ölenlere rahmet diliyorum. Hem
vatandaşlarımızın devletine bağlı,
vatanperverliği düşüncesi hem de korucularımızın,
güvenlik kuvvetlerimizin yanında yer alması suretiyle, bugünkü
başarı elde edilmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti
Devletinin, bu başarıyı elde ederken, aynı zamanda, dünyada
eşi ve benzeri görülmemiş bir terörle mücadele olayını
gerçekleştirmiş olmasının örneğini de
yaşıyoruz. Bir tarafta o insanların hakkını, hukukunu
koruyacağım diye o insanları öldüren bir terör örgütü ve onlarla
aynı zeminde ve mekânda mücadele eden güvenlik kuvvetlerimiz, sivil
vatandaşlara herhangi bir şekilde zarar vermemek ve onların
burnunu kanatmadan, dünyanın en kanlı bu örgütünün faaliyetlerini
sona erdirmek için bir mücadeleyi başarmıştır. Türk Silahlı
Kuvvetlerimizle, güvenlik kuvvetlerimizle ne kadar övünsek azdır. Orada
yapmış oldukları mücadele sonucunda, bir husumet, bir kin ve bir
ayrışma meydana gelmemiştir, tam tersine, bugün, Türk
Silahlı Kuvvetlerimizin, güvenlik kuvvetlerimizin, bölgedeki
insanlarımız tarafından en çok sevilen devlet görevlileri
olduğu bir gerçektir.
Bu bakımdan,
kim ne söylerse söylesin -tabiî, hep, aleyhte söylenecektir- bu insanlar bizim
insanlarımızdır, bu vatandaşlar bizim parçamızdır
ve onlar, onbeş yıl, kendi üzerlerindeki bu terörist baskıya
rağmen, farklı düşüncede, farklı dilde, farklı
ırkta olduklarını ifade etmelerine rağmen, o, kendilerini
kandırma durumunda olan, hatta, silahla tehdit eden, silahla kendi
gözlerinin önünde çocuklarını öldüren insanlarla beraber
olmamış, devletinin yanında yer almış ve ayakta
durmasını başarabilmiştir. Bugün, bu
başarının bu noktaya gelmesinde en fazla katkısı olan,
işte, bu vatanperverane düşüncelerinden dolayı, doğu ve
güneydoğudaki insanlarımızdır.
O itibarla,
şunu herkes iyi bilsin ki, bunların, dile veya ayrışmaya ya
da herhangi bir şekilde böyle bir şeye ihtiyacı yoktur ve buna
da fırsat vermeyeceklerdir; çünkü, bahsedildiği gibi, bu
vatandaşlarımızın eğitime ihtiyaçları
vardır, sağlık hizmetlerine ihtiyaçları vardır ve bu
insanlarımızın, ekonomik ve sosyal yönden, dünyanın
imkânlarının, Türkiye'nin imkânlarının oralara götürülerek,
bir an önce mutlu bir hayata kavuşturulmalarıyla ilgili talepleri
vardır.
Aksi takdirde,
şimdi kaynaşmış olan bu milletimizi, ne
yapacaksınız; önce ayrıştıracaksınız. Yani,
biz diyoruz ki, et-tırnak haline gelmiş, kan bağı
kurulmuş, ta Edirne'den Hakkâri'ye kadar bizimle birlikte yaşayan bu
varlığımızı bizden nasıl
ayıracaksınız?.. İşte, bunun en önemli faktörü dildir
değerli milletvekilleri. Tabiî, çok kötü bir silah bulunmuştur ve bu
silah, aynı zamanda, PKK'nın, silahı bıraktıktan
sonraki siyasallaşma sürecinin bir parçasıdır.
İnsanları
birbirinden ayıracak en önemli faktör dildir. Buna müsaade ettiğiniz
takdirde, o insanlar size yabancılaşacaktır.
Yabancılaşmanın en önemli faktörleri dil ve dindir. Biz,
binlerce yıldan bu yana, aynı dini paylaşmışız,
aynı Allah'a inanıyoruz ve aynı dili konuşuyoruz.
Kaldı ki, Anayasamızın değişmez maddeleri içerisinde
yer alan dilimizin, eğitim maddesi olarak konulmuş olan ve
değiştirilmesi mümkün olmayan Anayasa maddemize rağmen,
nasıl bir eğitim vereceksiniz, neyi öğreteceksiniz ve bu
insanlar hangi öğretimde, hangi yükseköğretimde
başarılı olacak, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin nimetlerinden
istifade edecektir?.. Kim, hangi bölgede olursa olsun, onunla
kalmayacaktır. Şimdi, Sovyetlerin, KGB'nin bir zamanlar içimize
atmış olduğu fitne, bugün, başka silahlarla içimize
sokulmaya çalışılıyor ve başka bir silahla bu iş
kullanılmaya çalışılıyor; Yani, bu talepler Avrupa
Birliği üzerinden geliyor, bu talepler Kopenhag kriterleri üzerinden
geliyor; ama, iyi tahlil etmemiz lazım, iyi okumamız lazım.
İşte, orada söylenen, Türkiye'de 30 tane dil konuşuluyor...
Peki, birine bu imkânı verdiğiniz zaman öbürü duracak mı?.. Bakın,
bugün başlıyor, faaliyetler devam ediyor, Pontus emelleri var, Ermeni
talepleri var. İşte, bunların hepsine
baktığımızda, aklımızı
başımıza toplamamız lazım ve bu insanların da
hiçbir zaman hayrına olmayacak, çok daha iyi Türkçeyi öğretecek, çok
daha iyi eğitim verebilecek ve o insanları bir an önce -işte,
şu ana kadar öğretmenleri öldürülen, eğitim müesseseleri
yakılan bir yerden- çok daha iyi bir eğitim alabilecek imkânlara
kavuşturmamız gerekiyor.
O itibarla,
bugünlerde çok kullanılan, bu dil eğitimi, yayın meselesi gibi
konulara baktığımızda; korkarım ki, dün silahla
halledilemeyen meseleler, bugün, siyasal bir süreç haline getirilmek suretiyle
ve çok tehlikeli bir silahla vurulmak suretiyle -manivela olarak kullandıkları
Avrupa Birliği üzerinden, işte bu kriterler üzerinden - bu
insanlarımız, yine bizden uzaklaştırmaya ve bizden
koparılmaya çalışılmaktadır.
Değerli
milletvekilleri, bakın, dün, çok onurlu bir gündü. Türk Millî
Takımımız, hepimizi onurlandıran, Ay
Yıldızlı Bayrağımızın, tüm dünyada, nerede
Türk unsuru varsa, hepsini ayaklandıran bir başarılı sonucu
elde etmenin neticesinde, Diyarbakır'da Türk Bayraklarıyla, Hakkâri,
Van, Erzurum gibi tüm illerimizde Türk Bayraklarıyla sokağa
çıkan vatandaşlarımızı gördük. Bu vatandaşlar
kendi içlerinden gelerek yapıyorlar bu hareketi; devletin gücü, devletin
kuvveti veya birisinin daveti üzerine yapmıyorlar. Yani, bunu, dünya da
böyle görmeli, bunu, siyasî partilerimiz de böyle bilmeli. Yani, dil üzerinden,
din üzerinden, etnik meseleler üzerinden siyaset
yapılamayacağını, çok hassas olduğunu ve herhangi bir
siyasî partiye hiçbir fayda getiremeyeceğini de çok iyi bilmemiz
lazım. (MHP sıralarından alkışlar)
Kaldı ki, 30
000 kişiyi öldürmüş, 5 000 de şehidimiz var. Sizin millî
mahkemeleriniz karar vermiş. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin egemen
olmasının yegâne şartlarından birisi, millî
mahkemelerinizin bağımsız, etki altında kalmadan karar
vermesidir. Yani, bir devlet eğer egemense, kendi mahkemeleri karar verilmelidir
ve hiçbir baskı altında, bu kararlar, değişmemelidir.
Şimdi, Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin yargı organları, mahkemeler, en yüksek
seviyeye kadar, kararlar vermiş ve bunlar kesinleşmiş; siz
kalkıyorsunuz, kendi silahınızı birisinin eline
veriyorsunuz ve kendinizi vurdurmaya çalışıyorsunuz... Bunun da
mantığı yok. Yani, sizin millî mahkemelerinizin vermiş
olduğu kararı, tereddütsüz uygulamak mecburiyetindesiniz.
MEHMET ÖZYOL
(Adıyaman) - Üç seneden beri niye uygulamadınız?!
İSMAİL
KÖSE (Devamla) - Onun için, böyle bir meselede, işi, insan hakları
boyutuna taşımanın da manası yoktur. 30 000 insanın
hakkı nerede kalacak?! 5 000 şehidimizin çocuğu,
karısı, yakını, onların acısı ve
ıstırabı ne olacak?! Yani, bir kişiye de bağlamak
istemiyorum; ama, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin prestijini de korumamız
lazım. Bu bir prestij meselesidir; evet, onurlu bir devlet olmanın,
haysiyetli bir devlet olmanın da gereğidir. Kendi millî hukukumuzun
vermiş olduğu kararı uygulamak mecburiyetindeyiz. O itibarla,
Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, bunların da arkasında
olmamız gerekir.
Evet, Avrupa
Birliği; güzel... Avrupa Birliğini tartışacağız.
Aceleye getirmenin şu anda şartları da yok ortada; 2004
yılında, orta vade, demişsiniz. Hangi kuralların, hangi
kararların, ne zaman, ne şekilde ortadan
kaldırılacağı ve hangi sürecin
çalışacağı da Türkiye Cumhuriyeti Devletinin önüne
konulmuştur. Buna cevaplar verilmiştir ve bunlar, artık, ulusal
belge haline gelmiştir. Bu belgeler üzerinde yeniden tartışma
açmak da yanlış olur. Bugün, Türkiye sathımailine
baktığımızda, kim arkadan dolanarak, yalnız Apo'ya
bağlamak suretiyle değil, vatan hainlerinin hapishanelerden -hatta bu
af manasına da gelir- kurtarılmasıyla ilgili herhangi bir
şekilde bir hareket içine giriyorsa, o vatandaş, o siyasî partinin ve
partilerin karşısına dikiliyor; bunu bilesiniz. Öyleyse, buna
çok iyi dikkat etmemiz lazım. Vatandaşla...
Yani, kanunda
yazılı olabilir, Anayasada yazılı olabilir; bir de hukuk
var, hukuk diyoruz; yani, hukukun üstünlüğü... Yani, kanunumuzda var
-halen, Türk Ceza Kanununda var- Anayasamızda -halen, 38 inci maddeye
koymuşuz- ve diğer maddelerde destekleyici hükümlerimiz var.
Kaldı ki, bir de hukukun üstünlüğü var diyoruz. Hukukun
üstünlüğü milletin vicdanıdır, millettir. Millete soralım
şöyle, hangi karar geliyor, kulağımıza hangi kararın
mesajı geliyor, ona bir dikkat etmemiz lazımdır.
Öyleyse, bugün,
Türkiye'nin en önemli meselesi bence ekonomidir. Ekonomi meselelerini
hallettiğimiz takdirde, inanıyorum ki, Avrupa Birliği süreci de
süratlenecektir. O itibarla, ekonomi meselelerini sıkıntıya
sokacak ve o sıkıntıları ertelemek suretiyle hiç yoktan
önümüze getirilip bu meselelerin konulması da fevkalade yanlış
olmuştur, gündemi değiştirmiştir. Gündem, bence daha çok
ekonomi üzerinde devam etmeliyken, maalesef, dile ve idama getirilmiştir;
bu da çok yanlış olmuştur.
Onun için diyoruz
ki, Türkiye bir an önce bu kaostan kurtarılmalıdır. Türkiye'nin
önündeki meselesi ekonomi meselesidir. Türkiye'nin, bu ekonomik meselelerde
önüne koymuş olduğu bir programı vardır. Bu program
çerçevesinde, faizler, enflasyonun düşürülmesi, üretimin
artırılması ve hangi bölgede olursa olsun, bu bölgelerdeki
vatandaşlarımızın, insanlarımızın ekonomik
sıkıntılarının giderilmesiyle ilgili imkânların
ortaya çıkarılması gerekiyor.
MEHMET ÖZYOL
(Adıyaman) - Siz hükümetsiniz; buyurun, yapın.
İSMAİL
KÖSE (Devamla) - Şimdi, değerli milletvekilleri, yıllardan bu
yana, bir de burada, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerindeki
olayların arkasında ekonomik geri
kalınmışlığın sözleri edildi ve yine burada, o
bölgelerde devletin herhangi bir şekilde yatırım
yapmadığı ifade edilmiştir. Bu, fevkalade yanlış
bir düşencedir; çünkü, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, hiçbir zaman, hiçbir
bölgesindeki insanımıza farklı muamele
yapmamıştır. Bazı rakamları da bilgilerinize sunmak
istiyorum:
Bölgeler
arasındaki kalkınmışlık farkı, Türkiye'nin sosyal
ve ekonomik yapısından kaynaklanan genel bir sorundur. Bölgeler
arasındaki bu fark, birçok kişinin sandığı ve birçok
kişinin de iddia ettiği gibi, istismar ettiği gibi, sadece
Güneydoğu Anadolu Bölgesinin aleyhine bir durum içermemektedir.
Son onbeş
yılını silahlı bir mücadele altında geçiren devletin
araç ve gereçlerinin PKK örgütü tarafından tahrip edildiği bir
dönemde bile, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Güneydoğu Anadolu Bölgesine, en
çok büyüyen bir bölge olarak bakmıştır. Evet, rakamlar devletin
rakamlarıdır. Rakam ve grafiklere de
baktığımızda, gerçekten, Güneydoğu Anadolu Bölgemizin
1983-2002 tarihleri arasındaki büyüme hızı yüzde 6'dır.
Yani, Türkiye geneline bakınız, Güneydoğu Anadolu Bölgesine
bakınız, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde yirmi yıllık
kalkınma trendi yüzde 6'dır, Doğu Anadolu Bölgesinde 2,4'tür,
Akdenizde 4,5'tir, Ege Bölgesinde 4,5'tir.
HALİL ÇALIK
(Kocaeli) - Karadenizde ne kadar?
İSMAİL
KÖSE (Devamla) - Karadenizde 3,1'dir.
Devlet
İstatistik Enstitüsü verilerine göre, 1983 - 2002 dönemi yıllık
ortalama nüfus artış hızı, Akdeniz Bölgesinde yüzde 2,41,
Doğu Anadolu Bölgesinde yüzde 1,29, Ege Bölgesinde yüzde 1,92 ve
Güneydoğu Anadolu Bölgemizde yüzde 2,90'dır.
Yine, 1983-2000
yılları arasında Güneydoğu Anadolu Bölgesine ve diğer
bölgelere yatırımlar bazında baktığımızda,
Güneydoğu Anadolu Bölgesi ve İç Anadolu Bölgesi, yatırımlar
itibariyle, Ege bölgesinden sonra gelmektedir.
Bölgeler
itibariyle, teşvik belgeli yatırımlar da, 1983-2001
yılları arasında, Güneydoğu Anadolu Bölgesi yüzde 8,3
payla, yüzde 2,7 pay ve yüzde 5 pay alan Karadeniz Bölgelerinin önündedir.
Yani, hem Karadeniz Bölgesinden hem de İç Anadolu Bölgesinden öndedir
Güneydoğu Anadolu Bölgesi.
Bölgeler
itibariyle, genel bütçe gelirleri, 1983-2001 tarihleri itibariyle,
Güneydoğu Anadolu Bölgesi yüzde 1,48 payla, yüzde 1,39 pay
katkısı olan Doğu Anadolu Bölgesiyle birlikte en alt
sıradadır. Yani, millî gelire katkısı ise en alt
sıradadır.
Güneydoğu
Anadolu Bölgesi, 1983-2002 yılları arasındaki büyüme
hızı, hem toplam gayri safî yurt içi hâsıla hem de kişi
başına düşen gayri safî yurt içi hâsıla
bakımından ülkenin en hızlı büyüyen bölgelerindendir.
1983-2001 dönemi, yıllık ortalama kişi başına
düşen teşvik belgeli yatırımlarının bölgelere
göre dağılımına baktığımızda, Karadeniz
Bölgesi, Doğu Anadolu Bölgesi ve İç Anadolu Bölgemizden çok daha iyi
durumdadır.
Yine, 1990-2001
dönemi toplam yatırım tahsislerinin yüzde 7,1'i GAP Projesine
yapılmıştır. Kişi başına yapılan kamu
yatırımı açısından değerlendirildiğinde,
Güneydoğu Anadolu Bölgesi en fazla ödenek tahsis edilen ikinci bölge
konumundadır.
1983 ile 2000
yılları arasında Güneydoğu Anadolu yüzde 6, İç Anadolu
yüzde 4,6, Marmara ise yüzde 4'le kalkınma rakamlarını göstermektedir.
Değerli
milletvekilleri, bu bakımdan, devletin rakamlarına da
baktığımızda, bölgede, yatırımlar
bakımından, devletin bölgeye bakışı
açısından herhangi bir kötü niyet yoktur. Kötü niyet PKK'nın,
kötü niyet, kötü hareket terör örgütünün olmuştur ve çok daha fazla
imkânların gitmesine engel olmuştur, insanlarımızla devlet
arasında bir husumet meydana gelmesine vesile olmuştur; ama, o
insanlarımız kesinlikle buna alet olmamışlardır. Dün
olduğu gibi bugün de, kesinlikle vatandaşlarının
kardeş olduğunu, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kendi devleti
olduğunu kabullenerek, bunun, inşallah, bundan sonra çok daha iyi
şartlarda mutluluğunu yaşayacaktır. Bu vesileyle, bugün çok
önemli bir gündür, hükümete teşekkür ediyorum, hükümetin ortağı
olan Milliyetçi Hareket Partisini temsil eden hükümet ortağına
teşekkür ediyorum ve buradan, Doğu ve Güneydoğu Anadolu
Bölgelerinde, her noktada yaşayan insanlarımıza sesleniyorum:
Milliyetçi Hareket Partisine söz söyleyenleri iyi tahlil etsinler; kimin, bu
milletin aleyhinde düşünce sahibi olduklarını iyi gözlesinler.
Milliyetçi Hareket Partisinin, olağanüstü halin
kaldırılmasında imzası vardır; dört ay sonra da
-onbeş yıldan bu yana, iyi ya da kötü, oralara girmek istemiyorum-
olağanüstü halin Türkiye'den tamamen kaldırılmasında
Milliyetçi Hareket Partisinin mührü olacaktır.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
İSMAİL
KÖSE (Devamla) - Ben, Partimizi temsil eden hükümetimizin üyelerini de tebrik
ediyorum.
Bu vesileyle,
olağanüstü halin kaldırılmasının hayırlı
uğurlu olmasını diliyorum, vatandaşlarımıza
hayırlı olmasını diliyorum. Türk Devletinin bugüne kadar
yapmış olduğu hizmetleri bundan sonra çok daha fazlasıyla
yapacağına inanıyor; Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN -
Teşekkürler.
Saadet Partisi
Grubu adına, Diyarbakır Milletvekili Sayın Ömer Vehbi
Hatipoğlu; buyurunuz. (SP ve AK Parti sıralarından
alkışlar)
SP GRUBU ADINA ÖMER
VEHBİ HATİPOĞLU (Diyarbakır) - Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; olağanüstü halin iki ilimizden kaldırılmasına,
iki ilimizde de dört ay daha uzatılmasına ilişkin
Başbakanlık tezkeresi üzerinde Saadet Partisi Grubunun
görüşlerini arz etmek üzere huzurunuza gelmiş bulunuyorum; hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Ben de, diğer
arkadaşlarım gibi, konuşmama başlarken, öncelikle, Millî
Takımın gösterdiği büyük başarıyı gönülden
kutluyorum; bu başarının çeyrek finalde de ve kupaya giden yolda
da aynen gösterilmesini canı gönülden diliyorum. İnşallah,
birazcık da ihtiyaç hissettiğimiz bu millî gururu hep birlikte
yaşayacağız, bu onuru duyacağız diye düşünüyorum.
Değerli
arkadaşlarım, her şeyden önce, bu Başbakanlık
tezkeresi, bugüne kadar getirilen tezkerelere oranla olumlu bir
adımdır; iki ilimizden olağanüstü hal uygulamasını
kaldırıyoruz.
Ben, tabiî, Millî
Güvenlik Kurulunda olağanüstü hal görüşülürken basına
yansıyan kadarıyla arz edeceğim; diğer iki ilimizde de, son
kez dört ay uzatılması gibi bir düşüncenin dile
getirildiğini gazetelerden okuduk; bu temenninin de gerçekleşmesini
diliyorum. İnşallah, bu Meclisin çatısı altında,
bundan sonra, ne bu bölgemizde ne de bir başka bölgemizde olağanüstü
halin uzatılmasına veya ilan edilmesine gerek kalacak herhangi bir
olay yaşamayız ve bir daha da bu Meclisin çatısı altında, yine ümit
ediyorum, temenni ediyorum ki, bir daha olağanüstü hal müzakeresi
yapılmaz.
Değerli
arkadaşlarım, birçok olay geride kalmıştır;
onların müzakeresine, muhasebesine çok fazla girecek değilim. Ben,
her şeyden önce, olağanüstü hal uygulamasına son verildikten
sonra, bizim, o bölgemizin, Türkiye'nin diğer bölgeleriyle entegrasyonunu
sağlamaya yönelik ne tür çalışmalar yapmamız gerekir,
nasıl entegre edebiliriz ve sorunları, tartışmadan, kavga
etmeden, silah sıkmadan, birbirimizin yakasına yapışmadan,
siyasî istismar konusu da yapmadan nasıl çözebilme iradesi gösterebiliriz,
nasıl uzlaşabiliriz; aslında, burada, bu kürsüde, bunların
müzakere edilmesi gerektiğini de arz etmek istiyorum.
Şimdi, ben,
şuna inanıyorum: Olağanüstü hal uygulamasının süresi
abartılı olarak uzatıldı. Elbette, olağanüstü hal,
Anayasamızda yer alan bir yönetim tarzıdır, Anayasamızda
vardır; ancak, Anayasa, bu uygulamayı, bu yönetim tarzını,
caydırıcılığından dolayı ifade etmiştir
ve dört ayda bir Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülmesini de bundan
dolayı gerekli kılmıştır; yani, sürgit bir yönetim
tarzı haline dönüşmemesini Anayasa amirdir. Oysa, geçici bir uygulama
olmamış -biraz önce Sayın Köse ve diğer
arkadaşlarımız da ifade buyurdular- onbeş yıl boyunca
sürekli devam etmiş.
Biz, bu bölgede,
1978 yılında sıkıyönetim ilan etmişiz arkadaşlar.
Bundan sonra anlatacağım bazı konuların
altyapısını oluştursun diye bu bilgilere giriyorum,
geçmişi deşmek adına girmiyorum. 1978'de sıkıyönetim
ilan etmişiz. Ardından, 1987'de olağanüstü hale girmişiz;
olağanüstü hali 46 kez uzatıyoruz. Tabloyu, net olarak görelim. Ne
olmuş; yirmidört yıl boyunca, bu bölge insanı, elbette ki,
olağandışı bir rejimle yönetilmiş. Peki, ne
olmuş; bunun, beraberinde getirdiği psikolojik sorunlar var; bunun,
beraberinde getirdiği siyasal sonuçlar var; hiçbirimizin pek içine
sindiremediği sonuçlar da var; beraberinde getirdiği hukukî sorunlar
var ve gerçekten de bu bölgede, çok uzun bir süre yaşanan bir
insanlık dramı var.
Elbette, Türkiye,
bu saydığım şeylere, olağanüstü hale durup dururken
filan da başvurmamış veya sıkıyönetime durup dururken
başvurmamış. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, belki de, tarihinin en
acımasız, en kapsamlı, en kanlı
kalkışmasıyla karşı karşıya gelmiş, bu
da işin bir gerçeği ve terör, safha safha yayılmış.
Biz, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinin insanları, elbette
bütün Türkiye; ama, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde
yaşayan insanlar, terörizmin vahşi yüzünü de birebir görmüş,
yaşamış insanlarız. Yani, bu bölge, gerçekten
sıkıntılar yaşadı. İnsan hayatının ne
kadar basit bir şekilde sonlandırılabileceğini, insan
hayatına son vermenin sıradanlaşabileceğini biz gördük o
bölgede.
Devletimiz binlerce
şehit verdi, biraz önce Sayın Köse ifade etti, devletin güvenlik
güçleri, askerî güçleri, emniyet güçleri binlerce şehit verdi; Cenabı
Allah'tan rahmet diliyorum ve hepimiz, onlara, minnet ve şükran
duygularını hissediyoruz; ama, şurayı da hemen ilave etmek
gerekir ki, terörle mücadelede, o bölgenin yiğit insanları da çok
büyük görevler üstlendiler. PKK'dan bahsediliyor, PKK'ya şu kadar insan
katıldı deniliyor; ama, PKK'ya karşı, Türk Silahlı
Kuvvetleriyle birlikte el ele verip mücadele eden korucuların
sayısı, PKK örgütüne katılanların sayısının
en azından 4-5 katıdır, onu da burada zikretmek lazım.
Yani, bölge insanı, hiçbir zaman terörden yana olmamıştır,
şiddetten yana da hiçbir zaman olmamıştır; ama, bunu
istismar etmek isteyenler, bunu siyasî çıkarları adına kullanmak
isteyenler elbette olmuştur.
Şimdi, ne
olmuş: Bu olay, bir hesaba göre, Türkiye'nin 100 milyar, 150 milyar dolarına
mal olmuş. Başka ne olmuş: 24 yılımız da heba
olmuş, 24 yılımız da gitmiş.
Terörün ne kadar
korkunç bir bela olduğunu, elbette, en çok bu bölge halkı bilir;
çünkü, biz, onunla kucak kucağa yaşadık, onunla büyüdük,
köylerimiz harabeye döndü, tarlalarımız çoraklaştı,
ormanlarımız yakıldı, sadece insanlar değil, hayvanlar
da öldürüldü; bölge halkı, 24 yıl üretimden kopuk yaşadı.
Köy, çiftlik sahipleri, maalesef, hayvan sürülerine sahip insanlarımız
bir zaman geldi el avuç açacak duruma düşürüldü; bu sıkıntıları
yaşadık. Çocuklarımız okulsuz kaldı, okullar
yandı, yakıldı, köyler yıkıldı,
hastalarımız ilaçsız kaldı, çocuklarımız
doktorsuz kaldı ve en önemlisi, bu bölgeden diğer bölgelere, insan,
sermaye ve beyin göçü yaşandı; bütün bu sıkıntılar
yaşandı. İş makineleri yakıldı, yollar tahrip
edildi. Elbette, her şeyden önce, bizim Allah'tan temennimiz, bir daha
böylesine acı bir tabloyla aziz milletimizi karşı
karşıya bırakmamasıdır. Bu afet, en yıkıcı
doğal afetten daha tehlikeli, daha yaralayıcı ve daha kalıcı
etkileri olan bir afettir; terör afeti, budur.
Ben, yeri
gelmişken, burada, hemen ifade edeyim ki; elbette, terörizm bir
insanlık suçudur ve terörün, ne dini ne milliyeti ne gerekçesi ve ne de
mazereti olamaz ve insanlık onurunu taşıyan hiç kimse, elbette,
terörden ve şiddetten yana tavır takınamaz.
Şimdi,
Türkiye, jeopolitik ve jeostratejik konumu itibariyle daima hedef ülke
olmuştur; bunlar da doğrudur. Coğrafyamız, bir şeytan
üçgeninin ortasında oturuyor; Kafkaslar, Balkanlar ve Ortadoğu'da
ateş var, kan var, gözyaşı var; bu da doğrudur. Elbette,
Türkiye'nin, böyle bir şeytan üçgeni içerisinde bir refah
adacığı halinde yaşamasını istemeyen güçler de
vardır; ama, biz, zaaflarımızı avantaja dönüştürme
gayretini elbette gösterebiliriz, bunu göstermek durumundaydık. Elbette,
bütün bunların da üstesinden gelebileceğimize ben inanıyorum;
ama, birileri kalkıp "jeopolitik, jeostratejik konumumuz itibariyle
Türkiye'nin düşmanları çoktur; bundan dolayı da, biz, kendi
halkımıza götüreceğimiz demokratik hakları, özgürlüğü
erteleyelim; terörü bitirelim, ondan sonra, bu haklara, demokratik haklara ve
taleplerine 'evet' diyelim" deme lüksüne de sahip değildir. O zaman,
biz, bu ülkenin yapacağı, vatandaşına götüreceği
hizmetleri, terör örgütünün kararlarına ve programlarına
endekslemiş oluruz; bu da, bir büyük devlet olmaya asla
yakışmaz; bunu, böylece vurgulamak isterim.
Bu ülkede, bizim
etnik farklılığımız vardır; ama, bu bir
ayrışma değil, bütünleşme aracı olarak, zenginlik
aracı olarak algılanmalıdır diye düşünüyoruz.
Eğer, biz, bu etnik farklılığı bir bütünleşme
aracına dönüştürebilme iradesini gösterebilirsek, herhalde, bu, sorun
değil, bir zaaf değil, bizim
için bir güç kaynağı olmaya devam eder.
Şimdi, biraz
önce, Sayın Köse burada ifade etti, doğru bir tespitte bulundu:
"Millî Takımın başarısını, Hakkâri'deki,
Diyarbakır'daki, Şırnak'taki, Şanlıurfa'daki,
Mardin'deki vatandaşımız büyük bir coşkuyla kutladı;
ellerinde ay yıldızlı bayrağımız, Ankara'da
Kızılay Meydanında veya İstanbul'un herhangi bir
meydanında bunu coşkuyla karşılayan kalabalıklardan
hiç farklı olmayan bir duyguyla kutladı." Doğrudur;
doğrudur da, bunda şaşılacak bir şey yoktur. (SP ve
DYP sıralarından alkışlar) Ben, onu vurgulamak istiyorum. O
ay yıldızlı bayraktaki kan, anadili Kürtçe olan Ahmet'in,
Mehmet'in Çanakkale'de döktüğü kandır, verdiği kandır;
elbette ki bunda şaşılacak bir şey yok. (SP
sıralarından alkışlar)
Dolayısıyla
biz bölünme fobisinden filan kurtulalım, bölünme fobisini bir tarafa
bırakalım sevgili arkadaşlarım. Kadim bir Arap
geleneği vardır, derler ki, Araplar arasında, iki kavim, iki
kabile savaşmaya başlarsa, aralarında bir niza
çıktığında, o kavimlerin, o kabilelerin bilge kişileri
öne çıkar ve bu kabilelerin bir aradayken birlik ve bütünlük içindeyken ne
büyük başarılar elde ettiğini anlatırlar, buna dair
şiirler okurlar, şarkılar söylerler, olay savaşa dökülmeden
bir barış havası içerisinde çözülür, halledilir. Bugün, anadili
Kürtçe olan, anadili Türkçe olan veya bir başka dilden olan bu ülkenin
bilge insanlarının bir araya gelmesi lazım. Biz, parçalanmadan,
bölünmeden, kavga etmeden, kapışmadan Türkiye'nin
sorunlarını çözebilme iradesini gösterebileceğimizi ifade etmek
durumundayız. Birisi bunları bize anlatabilmeli, millete anlatabilmeli.
Bu ülkede, bu ayırımcılık olmadan, bu kavgalar olmadan, biz
Malazgirt'i beraber yaptık, biz üç kıta yedi denize hâkim bir
imparatorluğa beraber yürüdük, Türkiye topraklarında yaşayan
bütün unsurlarıyla, bütün insanlar. Biz, millî mücadeleyi yedi düvele karşı
birlikte yürüttük; biz, Aziziye tabyalarında Moskof uşaklarına
karşı birlikte savaştık; Ermeni çetelerine karşı
birlikte savaştık; biz, Çanakkale'de birlikte savaştık.
(Alkışlar) Biz, cumhuriyeti, bu ülkeyi birlikte kurduk; biz, daha
dün, Kıbrıs'ta birlikte olduk, şehit olduk hep beraber; o halde,
Kürtü, Türk'ü birbirinden ayırmaya kalkışmak elbette ihanettir
ve bu ihaneti de yapmaya kimsenin ne gücü yeter, ne de haddidir; bunu
peşinen burada ifade etmek lazım. (Alkışlar)
Değerli
arkadaşlarım, demek ki mesele, bölünme, parçalanma falan değil;
ben, bu sözleri sadece burada söylüyor değilim; hatırlarım, 1995
seçimlerinde, Diyarbakır meydanında şu cümleyi kullandım,
bununla da onur duyuyorum, burada da kullanıyorum bu cümleyi
"Türkiye'yi kimse bölemez, Bekaa Vadisindeki hain de bölemez" dedim.
(Alkışlar) O zaman Bekaa Vadisindeydi... Ben, bunu Diyarbakır'da
söyledim, bu Meclis kürsüsünde daha rahat söylerim; ama, Türkiye'de bu bölgeye
yapılacak hizmetler, bu bölge insanının duygu ve
düşüncelerini, hissiyatını ifade edecek gelişmeler ortaya
konulduğunda, meseleyi getirip ülkenin bölünmesi, parçalanması
noktasına oturtursanız, hizmetten uzak tutarsanız, gerçekten,
başkasının yapamadığı
sıkıntıyı, bu ülkeye siz yaşatırsınız.
Bakın,
Sayın İçişleri Bakanımız biraz önce burada ifade
buyurdu, "terör örgütünün beli kırılmıştır, terör
eylemleri azalmıştır" dedi. Doğru söylüyor,
silahlı eylemler
azalmıştır; ama, ben, buradan, o bölgenin bir çocuğu olarak
sizlere sesleniyorum, hatırlatıyorum. Arkadaşlar, özgürlük
ekmektir; özgürlüğü olmayanın ekmeği de olmaz, ekmeği
olmayanın özgürlüğü de yoktur. Bunlar, birbirinden ayrı
şeyler değildir. Eğer siz, bu bölge insanını,
açlıktan, işsizlikten, evsizlikten, mesleksizlikten, meskensizlikten
kurtaramazsanız, eğer siz, bu bölge insanını aşa,
işe, mesleğe ve meskene kavuşturamazsanız, ben,
korkarım ki, birkaç yıl sonra, çok daha ciddî, çok daha önü
alınmaz sıkıntılarla karşı karşıya
geliriz ve işte o zaman üzülürüz, o zaman hepimiz derinden üzülürüz.
Değerli
arkadaşlarım, netice itibariyle, bu bölgenin, Türkiye'nin diğer
bölgeleriyle entegre edilebilmesinin temel şartlarından birincisi,
birinci adım demokratikleşmedir. Demokratikleşmeyle,
özgürlüklerin genişletilmesiyle, insanların kendi dillerini
kullanıp, kendilerini, kendi kullandıkları dille ifade etmesiyle
bir ülke bölünemez; belki, bir ülkede, bu zenginlik bir harç olur, yeniden
bütünleşme sağlanır. Ben, Sayın Köse gibi
düşünmüyorum. Ben, bir Kürtçe yayınla, bölgesel yayınla,
Türkiye'nin parçalanıp bölüneceğine filan inanmıyorum Ben
şuna inanıyorum Sayın Köse: Ben Kültür Bakanı olsam, elimde
imkân olsa, ben Çanakkale Şehitleri piyesini Kürtçe oynatırım
bütün bölgede, ilçelerinde ve illerinde. Ve o Çanakkale'nin nasıl
kazanıldığını anlatırım insanlara;
başkaları yanlış anlatmasın,
başkalarının yaptığı yanlış propagandalar
etkili olmasın diye, bunları anlatırım.
Değerli
arkadaşlarım, dolayısıyla hangi dilin bir iletişim
aracı olarak kullanıldığı pek önemli değil,
önemli olan, o dilden ne anlatıldığıdır. Eğer,
bölünme, parçalanma, ihanet anlatılacaksa, Türkçe anlatılması da
yanlıştır, Kürtçe anlatılması da
yanlıştır, bir başka dilden anlatılması da
yanlıştır; ama, birlik ve beraberlikten bahsedilecekse, ister
İngilizce ister Fransızca ister Türkçe ister Kürtçe anlatın, o
faydalıdır, o yararlıdır. Herhalde, meseleyi birazcık
da bu şekilde ele almak gerekir.
Değerli
arkadaşlarım, bizim bütünleştiğimiz kavramlar çok daha
fazladır, ortak paydalarımız çok fazladır. Biz, aynı
dine mensubuz, aynı tarihe mensubuz, aynı coğrafyada
yaşıyoruz, aynı çıkarları paylaşıyoruz.
Şimdi, Avrupa kıtasındaki ülkelerin birliğinden
bahsedilirken, bu aziz toprakların yeniden parçalanmasından yana
tavır koyabilecek bir tane akıldan mahrum insanın
olabileceğini ben düşünmüyorum.
Bu nedenle, ortak
paydalarımızı öne çıkararak, kardeşliğimizi pekiştirerek,
sorunların üstesinden gelebiliriz. Biraz önce burada Sayın Köse de
ifade etti, Sayın Bakanım da konuşurken söyledi, bizim, bu
bölgeyle ilgili sorunlarımız var. Nedir bu sorunlar; ekonomik
sorunlarımız var. Gerçi, bu hükümet, Türkiye'nin bütününü o
Güneydoğu Anadolu Bölgesi gibi yoksullaştırdı, her tarafta
ekonomik sorunlar diz boyu; ama, ekonomik sorunlarımız var. Bu
sorunların çözülmesi lazım. Türkiye Cumhuriyeti Devleti,
olağanüstü hali kaldırdığı gün, bunu bir milat kabul
etmeli, o bölgenin ekonomik kalkınmasını sağlayacak
önlemleri derhal uygulamaya koymalıdır.
Bunun yolu nereden
geçer?.. Bakınız sayın milletvekilleri, değerli
arkadaşlarım; benim, hazırlayıp, imzalayıp, Meclis
Başkanlığına sunduğum bir yasa önerisi var.
Olağanüstü Hal Bölgesi kapsamındaki illeri, lütfen, afet bölgesi
olarak ilan edin ve afet bölgesine yapılan yatırımlar ve fonlar
oralara da aktarılsın. Bunu, olağanüstü hali
kaldırdığımız gün gerçekleştirebiliriz. Afet
bölgesi ilan edebiliriz. O bölgede yatırımları teşvik edebiliriz.
Başka ne yapabiliriz; bir master plan hazırlayabiliriz; yani, bu
afetin, bu yirmi yıllık
terörün, o bölgede bıraktığı yıkımı,
psikolojik, sosyal, ekonomik yıkımı tespit etmeliyiz. Bir
envanter olmalı elimizde. Hangi sıkıntılar olmuş ve
biz, bu sıkıntıları nasıl çözebiliriz; bununla ilgili
çözüm önerilerini ortaya koyabilmeliyiz. Bunun için, üniversiteler harekete
geçirilmelidir, sivil toplum örgütleri harekete geçirilmelidir ve o bölge
yeniden kalkınıp Türkiye'yle ekonomik anlamda da bütünleşme imkânlarına
kavuşabilmelidir. Bütün bunları yaptığımız zaman
ne olur; bütün bunları yaptığımız zaman, Türkiye'yi
bölmek, parçalamak isteyen dahili veya harici ihanet şebekeleri varsa,
onların istismar edebileceği imkânları da ortadan
kaldırmış oluruz.
Huzurunuzda,
yeniden, bu bölgede meydana gelen olaylarda hayatını kaybeden,
şehit olan Emniyet güçlerine, Silahlı Kuvvetler mensuplarına, bu
olaylarda hayatını kaybeden masum ve mazlum bölge halkına
Allah'tan rahmet diliyorum.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
ÖMER VEHBİ
HATİPOĞLU (Devamla) - Bir daha, böyle bir afetle bu ülkenin
karşılaşmaması için dua ediyorum; ancak, biz, dua
makamında değil, icraat makamında olan bir topluluğuz
Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri olarak; yapmamız gereken şeylerin
olduğunu yeniden hatırlatıyorum; özellikle hükümete
hatırlatıyorum. Lütfen geç kalmayalım, Eğer geç
kalırsak, korkarım ki, çok daha ciddî sorunlarla karşı
karşıya geliriz, çok daha derin sorunlarla karşı
karşıya geliriz ve sıkıntılarımız
kökleşmiş olur.
Bu nedenle, bu
olağanüstü hal görüşmesinin sözde değil; ama, gerçekte, son
görüşme olması temennisiyle, Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN -
Teşekkürler Sayın Hatipoğlu.
Anavatan Partisi
Grubu adına, Şırnak Milletvekili Sayın Mehmet Salih
Yıldırım; buyurun efendim. (ANAP sıralarından
alkışlar)
ANAP GRUBU ADINA
MEHMET SALİH YILDIRIM (Şırnak) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; dört ilde uygulanmakta olan olağanüstü
halin, iki ilde 30 temmuzdan itibaren kaldırılması,
Şırnak ve Diyarbakır İllerinde de -son kez
olmasını ümit ettiğimiz- dört ay süreyle uzatılmasıyla
alakalı Başbakanlık tezkeresi üzerinde, Anavatan Partisi Grubu
adına söz almış bulunuyorum; Grubum ve şahsım
adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sözlerime
başlamadan önce, ulusun duygularını bir noktada odaklayan Millî
Takımımızın bu güzel başarısını
canı gönülden kutluyor; başarılarının
devamını diliyorum.
Değerli
milletvekilleri, Anayasanın 119, 120 ve 121 inci maddeleri,
olağanüstü halin hangi koşullarda, hangi gerekçeyle ve nasıl
uygulanacağını amirdir. Olağanüstü hal, adı üzerinde
istisnaî bir durumdur; ancak, ne yazık ki, olağanüstü hal, uzun
süren, olağan işleyen bir yaşam biçimine dönüştü ve de ne yazık
ki, olağanüstü hal, nesiller boyu süren olağandışı bir
uygulamaya dönüştü. Ülke genelinde uygulanan hukuk bir kenara
bırakıldı, idarenin ve yargının tabi olduğu
ayrı bir hukuk uygulandı. Bundan etkilenenler oldu, zarar görenler
oldu.
Peki,
olağanüstü hal neden uygulandı? Olağanüstü halin
uygulanmasını gerekli kılan koşullar vardı. Hepinizin
bildiği gibi, olağanüstü hal, ya güvenlik ya ağır ekonomik
koşul ya tabiî afet ya da ağır sağlık
şartları altında ihdas edilir; ancak, ülkemizde, ne yazık
ki, çok uzun süreden beri olan ve de tekrarlayan, bu kez de olağanüstü hal
için gerekçe olan uygulama, neden, terördü, güvenlikti.
Nedir terör? Terör,
bireyin, bir başkasına veyahut da başka bir topluluğa,
istemi dışında, zorla, silahla, baskıyla, duygu ve
düşüncelerini ona aktarmasıdır, ona kabul ettirmesidir. Hepiniz
biliyorsunuz ki, demokratik hukuk devletinde, bireylerin kaderlerini tayin etme
hakkı vardır. Bu hakkın gaspı, tabiî ki düşünülemez;
hele hele, bu hakkın, yasal olmayan, yasadışı bir
mücadelenin meşrulaştırılması için
kullanılması ise, hiç kabul edilemez. Bu nedenle, fiilî bir gasp,
hukukî bir hak doğurmaz. Onun için de, terör, sadece bir hukuk suçu
değil, aynı zamanda bir insanlık ve ahlak suçudur.
Şunu belirtmek
gerekir ki, ikiyüz yıldan beri 34 kez
karşılaştığımız bu olumsuzluktan, yeterince
ders çıkarmadık; çünkü, her defasında, konunun, sadece
satıhtaki boyutunu gördük, teröristle uğraştık, terörü
gözardı ettik. Her defasında olay tekrarlandığında,
faturası kabardı. Bu ulus, ağır, ama çok ağır
faturalar ödedi.
Peki, terör sadece
bize mi özgüydü; hayır, terör tüm dünyanın sorunu. 11 Eylülde
yaşanan olayları gördünüz; belki, o olaylar olmasa, terörün dünya
boyutu bu haliyle fark edilmeyecekti, görülmeyecekti. "Bir musibet bin
nasihatten yeğdir" diyenlere hak verecek bir olgu çıktı
ortaya.
Bizim, terörle karşılaşmamızdan
bu yana geçen süre ikiyüz yılı aşkındır dedik,
Babanzade Abdurrahman Paşa'dan bu yana, 34 kez bu olumsuzluğu
yaşadık.
Neden biz hep
yaşıyoruz, neden biz hep karşılaşıyoruz?
Jeopolitik ve jeostratejik konumumuz bunun bir nedeni. Ülkemiz üzerinde,
komşularımızın, ülkemizden binlerce fersah uzakta olan
ülkelerin hesapları var, çıkarları var. Ülkemizin bulunduğu
konum cazip, başkaları için iştah açıcı altyapı,
güzellikler oluşturuyor. Bunların tümü doğru olabilir;
başkalarının kendilerine, uluslarına, çıkarlarına
uygun hesapları da olabilir; ancak, bizi esas üzen, bizim kendi
hesaplarımızın, yeterince ulusumuzun çıkarları
doğrultusunda olmayışıdır; bu sorunun,
sıkıntılarla karşılaşmamızın da
altında yatan temel unsur olmasıdır.
Peki, bu insanlarımızı,
bu sıkıntı içerisine çeken olgular nelerdir? Bir kere,
şunun altını birlikte çizmemiz gerekmektedir: Sorunları
sağlıklı olarak görmezseniz, sorunları
sağlıklı olarak tespit etmezseniz, doğru çözümler üretme
şansınız olmaz. Bu sorunları kim çözecek; tabiî ki siz
çözeceksiniz, tabiî ki biz çözeceğiz. Siz bunları
sahiplenmediğiniz, başkaları sahiplendiği takdirde, bunlara
niçin sahipleniyorsunuz deme hakkını da kaybedersiniz. Onun için,
sorunları göreceksiniz; bölgenin de, Türkiye'nin de güllük gülistanlık
olmadığını bileceksiniz. Bugün, bölgede yaşayan
insanın sosyoekonomik açıdan çok ama çok önemli
sıkıntıları var. Bugün, bölgedeki iller ile batıdaki
iller arasındaki gelir farkı, biri diğerinin 11 kat
fazlasıdır. Bugün, Doğu Anadolu'da, Güneydoğu Anadolu'da ve
batıdaki en fazla ve en az gelir sahibi olan insanlar arasındaki
fark, birinin diğerine 236 kat fazlasıdır; bunları
göreceksiniz. Bugün, Türkiye'de gayri safî yurtiçi hâsıla fert
başına 2 160 dolardır; ama, bunun, Güneydoğu Anadolu'da 1
275 dolar olduğunu göreceksiniz, Doğu Anadolu'da bunun 1 100 dolar
olduğunu göreceksiniz ve de bazı yerlerde bunun 600 dolara kadar
düştüğünü göreceksiniz. Peki, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da
mı yalnız; hayır. Türkiye'nin pek çok yerinde bu sorun ve
sıkıntılar var. Ben, geçenlerde, Ankara'nın dağ
köylerine gittim, oradaki sosyoekonomik düzeyi doğu ve güneydoğudan
çok daha geri gördüm; ama, oranın özelliği var, oranın
hassasiyeti var, duyarlılığı var; oradaki sorunların
öncelikli çözülmesi gerekiyor, önceliği var.
Bu sorun ve
sıkıntıların aşılması konusunda
yapılabileceklerin altını önemle çizmemiz gerekiyor.
Bakın,
eğitsel konuyla alakalı, herkes çok şey söyledi; bunların
tümü doğrudur. Siz, bölge insanının birikimini, kültürünü
görmezlikten gelme hakkına sahip değilsiniz. Bu, onların temel
hak ve hürriyetlerinin bir parçası ve devamı. Bunların
yaşanmasına imkân sağlamak, sizin birlikteliğiniz, bizim
birlikteliğimiz, geleceğimiz için teminattır. Arkadaşlarımız
çok güzel şeyler söylediler; biz bu tarihi birlikte yarattık, bu
ülkeyi biz birlikte yarattık, biz kaderimizi birleştirdik, biz
geleceğimizi birlikte yarattık. Bu kadar olumsuz şartlara
rağmen ayrışmaya meydan vermemiş bir toplumu,
ayrışacakmış gibi göstermeye, hiç kimsenin ama hiç kimsenin
hakkı yoktur.
Biz, duygu ve
düşüncelerimizin sınırlarını genişleteceğiz,
düşünce hürriyetinin önünü açacağız. Bunları
yaptığınız takdirde, duygu ve düşüncelerini ifade
etmek için, hiç kimse, yasal olmayan yol arama gereğini de görmeyecek,
duymayacaktır.
Bakınız,
eğitimle alakalı konudaki sorun ve
sıkıntılarımızdan birkaç örnek vereceğim; çünkü,
ben, bu kürsüden bunları o kadar çok tekrar ettim ki, sizi de
rahatsız ettiğimi zannediyorum. Bugün, Türkiye'de okuryazar
oranı yüzde 82. Bugün, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde bu oran yüzde
60,4; Doğu Anadolu'da yüzde 65. Bir iki puan ilave edebilir veya
çıkarabilirsiniz, bir şey ifade etmez; ama, 7 ile 13 yaş
arasındaki insanlarımızın, hâlâ, yüzde 57'sinin okuryazar
olmadığını göreceksiniz. Benim seçim bölgem olan
Şırnak'ta okuryazarlık oranı yüzde 58'dir. Kız
çocuklarında bu oran yüzde 20'dir. Yüzde 80 okuryazar olmayan kesitin
yarısı Türkçe bilmez. Bunları görmezlikten gelebilir misiniz?!
Bu sorumluluğun kime ait olduğunu söyleyebilir misiniz; bu sorumluluk
bizim. Bu bakımdan, sorunları, sıkıntıları
yerinde, sağlıklı tespit edecek, buna da uygun çözüm üretecek ve
göreceksiniz ki, hiçbir sorunu, sıkıntısı olmayan, millî
birliği, bütünlüğü, duygusu tek, yüreği tek, düşüncesi tek
bir toplum ve ulus olmanın gereğini birlikte
yaşayacağız.
Peki, biz
bunları yapmadık, ne oldu; terör belasıyla
karşılaştık. Terör bize neye mal oldu biliyor musunuz; 32
817 cana mal oldu. Terör bize neye mal oldu biliyor musunuz; 17 177
yaralıya mal oldu. Terör bize neye mal oldu biliyor musunuz; 6 153
yerleşim birimi boşaldı; bunların 1 779'u köy. 1,5 milyon
insan kendi memleketinde muhacir olmak konumunda kaldılar ve bunların
bu ülkeye kaybının, faturasının ne olduğunu söylersem
hepimizin çok üzüleceğini tahmin ediyorum. Terörün bize maliyeti, endirekt
kayıplar hariç, 130 milyar dolardır. Bakınız, bu 130 milyar
dolarla neler yapılabilirdi: 123 000 fabrika yapılabilirdi, 197 478
ilköğretim okulu ve lise yapılabilirdi, 14 063 yataklı tam
teşekküllü hastane yapılabilirdi ve 233 218 kilometre asfalt
yapılabilirdi, 4 tane GAP yapılabilirdi ve tüm
dışborçlarımız bir kalemde silinebilirdi. Bunların
içerisinde endirekt kayıp yok, sadece ve sadece güvenlik için harcanan
direkt kayıplar söz konusudur.
Peki, terörle
alakalı konuda sorunlarımız var,
sıkıntılarımız var; ilânihaye, hayat boyu biz bunlarla
mı yaşayacağız; hayır. Şunu açıklıkla
ifade etmek istiyorum: Tabiî ki, bölgede sorunlar var,
sıkıntılar var. Bu olayların büyük bir
kısmının bölgede oluşununda tesadüf
olmadığını hepiniz biliyorsunuz; ama, bölge insanı,
özünde çok büyük oranda, yüzde 90 oranında değerlerle, üniter devlet,
toprak bütünlüğü konusunda en az sizler kadar duyarlıdır; ancak,
sorunu olan, sıkıntısı olan, geleceği olmayan
insanlardan fazilet ve yurtseverlik bekleme hakkının
olmadığını bilmek gerekiyor. Biz, onlara insanca yaşam
standardı sağladığımız takdirde, o
insanların hiçbirisini terörist yapma şansına sahip
olmadığımızı göreceksiniz. Hafızanızı
biraz tazeleyeceksiniz; çok uzunlara da gitmenize gerek yok. Daha bundan...
1974 yılında Kıbrıs Harekâtı sırasında,
Türkiye'nin her tarafında olduğu gibi, doğu, güneydoğu
illerinde de, askerlik şubelerinin önünde uzun kuyruklar oluştu.
Bu kuyruklarda
bıyığı terlememiş insanlar vardı, bu kuyruklarda
ak sakallı ve ak saçlı insanlar vardı; bunlar,
Kıbrıs'ta, yurttaşları için, ırktaşları için
canını vermeye giden, koşan insanlardı, bizim
insanlarımızdı. Peki, bu neslin çocukları
karşımızda neden bugün asi, isyankâr ve terörist? Evvela kendimizi
sorgulayarak, kendimizi irdeleyerek bir sonuca vardığımız
takdirde, sorun, sıkıntı yaşamayacak bir ülke, bir ulus,
bir devlet olduğumuzu görme şansını
yakalayacağız.
Biz ne
yapalım; biz, her şeyden önce, özgürlüklerine sahip,
haklarını kullanan, hukukunu koruyan, eğitilmiş,
katılımcı, yurttaş, birey yapmanın önkoşulunu
oluşturmak zorundayız. Biz ne yapalım; düşünce
özgürlüğünün sınırlarını daraltmama konusunda özenli
olalım. Güvenlik ile özgürlüğün birbirinin karşıtı
olduğunu söylemek büyük yanlışlıktır. Güvenlik ve
özgürlük, birbirini tamamlayan iki öğedir; biri, diğerinin tamamlayıcısıdır,
eski tabirle mütemmim cüzüdür. Bu bakımdan, bu konu, belki
bazılarınca istifhamla karşılanabilir,
bazılarınca kaygıyla karşılanabilir; vehme gerek
yoktur. Devlet vatandaşına güvenmek zorundadır.
Vatandaşına güvenmeyen devlet olur mu?! Siz bireyi, siz toplumu, siz
siyaseti güvenlik kodlarıyla takip ederseniz, başarıya
ulaşacağınızı düşünebilir misiniz? Bunun
açmazını görmezseniz, başarılı olma
şansınızı zaten baştan kaybettiniz demektir.
Peki, bölgenin
sorun, sıkıntılarını giderelim mi; evet. Ne
yapalım; nüfus baskısının çok önemli bir etken, faktör
olduğunu görelim. Bölge insanının inançları
doğrultusunda, birikim ve kültürü doğrultusunda, bu konulara biraz
uzak olduğunu biliyorsunuz; ancak, GAP bölgesinde yapılan geniş
kapsamlı çalışmada, üç çocuktan fazla çocuğu olan ailelerin
yüzde 70'i nüfus kontrol sorununun gerekli olduğuna işaret ediyor ve
buna yakınlık gösteriyor. Bu, çok önemlidir. Nüfus
baskısını kontrol altında almadığınız
takdirde, bölgedeki sorun, sıkıntıların çözümünün uzun
süreç alacağının hesabını yapmak zorundayız.
Bugün, dünyada nüfus artışıyla ilgili oran yüzde 1,5, Türkiye
ortalaması yüzde 1,7; bugün, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde bu oran,
yüzde 3,2; ki, Türkiye ortalamasının neredeyse 2 katı
kadardır.
Peki, bölgeyle
alakalı çok önemli bir sorun, sıkıntı da nedir; köye geri
dönüşle alakalı konudur. Ben, geçen hafta, gündemdışı
konuşmayla bunu huzurunuza taşıdım. Bakınız, köye
geri dönüşle alakalı sorunu çözmediğiniz takdirde, bölgede ne
huzuru ne sosyal barışı ne de toplumsal huzuru
sağlamanız mümkün değildir. İnsanlar işsizdir. Bugün,
sadece Güneydoğu Anadolu Bölgesi, Türkiye nüfusunun yüzde 9'unu
oluşturmasına karşın, Türkiye'deki işsizlerin yüzde
20'sini barındırıyor. Bunu görmezlikten gelemezsiniz. Her birisi
kendi bulundukları koşullarda üretici olan bu insanlar, bugün,
tüketici ve potansiyel suçlu konumundalar. Siz, bunların insanca
yaşam koşullarını sağlayacak bir yere
taşımadığınız sürece, sürdürülebilir bir
yaşam oluşturmadığınız sürece, sorun,
sıkıntıyla karşılaşacağınızın
hesabını yapmak zorundasınız. Her şeyden önce gerçekçi
olmak zorundasınız. Siz, sadece "köye gidin, köyünüz
açık" diyemezsiniz; siz, kırsal altyapıyı
oluşturacaksınız; siz, sosyal altyapıyı
oluşturacaksınız; siz, ekonomik altyapıyı
oluşturmak zorundasınız. Ben, geçen hafta söyledim;
feryadımı size duyurdum. Köy-kent Projesine gösterilen ilginin,
alakanın en azından onda 1'inin de Köye Geri Dönüş Projesi için
gösterilmesi gerektiğini söyledim. Bugün, Köy-kent Projesi için
sağlanan kaynağın 430 000 000 dolar olduğunu söyledim; ama,
köye geri dönüş için sağlanan kaynak ise, sadece 5,1 milyon dolar.
Bunun, gerçekçi ve ülke gerçekleriyle, sorunlarıyla
bağdaşır olduğunu söylemek mümkün değil. Bunu
sağlamadığınız takdirde, bölgede
yaşayacağınız sorunların, sıkıntıların
beklentisi içinde olmak zorundasınız.
Bakın, geçen
yıl köye geri dönüşle alakalı konudaki rötar otuzaltı
yıldı, bu yıl kırkiki yıl oldu. Bu bizim sorunumuz
değil de bir başkasının sorunudur diyebilecek sağduyu
sahibi bir tek insan bana gösterebilir misiniz; hayır. Bu sorunların
altında yatan temel öğelerin, artık, açlık, yoksulluk,
işsizlik ve de eğitimsizlik, birikimsizlik olduğunu söylemeye
gerek yok ve her defasında, terör için art niyetli insanların
kullandığı iki enstrüman için de, inanç ve etnik yapı
olduğunu söylemeye gerek yok; ancak, biz, biraz önce de söylediğim
gibi, her defasında, işin sadece terörist boyutunu gördük. Güvenlik
güçleri üstlerine düşenin mükemmelini yaptılar; ancak, terörün altyapısını
oluşturacak temel öğeleri gözden kaçırdık ve her bir
sonraki uygunsuzlukla, terörist olayla çok ağır faturalar ödeyerek
karşılaştık. Ümit ediyorum ki, inşallah bu son olacak.
Bakınız,
bölgedeki ekonomik kalkınmayla alakalı konuda çok şey önerildi,
çok şey söylendi; gözden kaçırılan bir şey var -üzülmemek
mümkün değil- bölgede "bölgesel entegre kalkınma projesi"
adı altında bir proje var, Güneydoğu Anadolu Projesi. Bu proje
sadece Güneydoğu Anadolu'ya özgü değildi.
Bakın,
Atatürk, bundan altmışyedi yıl önce "Dicle ve Fırat
Nehirlerini dizginleyin" diye talimat verir ve aradan geçen bu kadar uzun
süreye rağmen, ne onun söylediklerinin gereğini yaparız ne
insanlarımızın temel ihtiyaçları olan bu sorunun,
sıkıntının giderilmesi için gerekli iradeyi ortaya
koyarız.
Peki, GAP nedir;
bir bölgesel entegre kalkınma projesidir. Temel büyüklükleri -temel
büyüklükleri bizi ilgilendiriyor- neler midir; bakınız söyleyeyim:
Sadece GAP Projesi, tek başına, 3 800 000 insana direkt iş
demektir. Peki, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerindeki tüm
işsizlerin toplamının 3 000 000 olduğunu söylersem, sadece
bu projeyle bütün işsizleri iş sahibi yapıp, 800 000 de
yurdumuzun diğer tarafından işsizlere istihdam olanağı
yaratacağım dersem, bu projenin neden bu kadar geciktiğini
anlatmak mümkün olur mu?!
Bugün, bütün dünyanın
ortak paydası olan, temel sorunlardan biri olan enerji
açığı konusu, GAP'ta az çok şekillenecek imkâna sahip. Tek
başına 27 milyar kilovat/saat enerji demek. Peki, bunun gecikmesini
izah edebilir misiniz?! GAP, tek başına, her yıl ulusuna bir
Atatürk Barajı hediye edecek demektir; bunu gözden kaçırabilir
misiniz?! GAP, 1 700 000 hektar arazinin sulanması demektir. Bu, 5
Çukurova demektir. Bunun getirisinin ne olduğunu biliyor musunuz; 26 000
000 ton bitkisel üretim ve de hammaddesi tarım olan 13 500 000 ton sanayi
ürünü demektir. Peki, biz bunları görmezlikten gelecek kadar zengin miyiz;
hayır. Bu yanlışın, bu eksikliğin, bu kusurun, bu
ihmalin bedelinin, tüm ulusça çok ama çok ağır ödendiğinin altını
çizmek gerekiyor. Bugün Türk toplumunda yoksulluk ve açlık
değerlerini ortaya koyarsanız, toplumumuzun büyük bir
kısmının bu kategori içerisinde olduğunu söylersek, bu
kadar nimeti tepişimizin makul bir izahını yapabilecek
sağduyu sahibi bir tek kişi çıkmaz.
GAP'ın
getirileri çok; ama, GAP'ta gelin görün ki, esas motor sektörü olan tarım
sektöründeki rötar 72 yıl, enerji sektöründeki rötar 16 yıl,
eğitim sektöründeki rötar ise 25 yıl. Bunun çok öncelikli olarak
giderilmesi gerekiyor.
Güneydoğu ve
Doğu Anadolu için bugüne kadar üretilen 7 tane proje var. Bu projelerin
hiçbirisinin gerçek anlamıyla yaşama geçtiğini iddia edebilir
misiniz?! Ha, buraya gelir, biz, yaşama geçti deriz. Peki, birincisi
yaşama geçti de ikincisini neden çıkarma gereği duyduk diye
sormazlar mı?! Bu bakımdan, yeni baştan proje, yeni baştan
program üretmeye hiç gerek yok; Güneydoğu Anadolu Projesini yaşama
geçirme konusundaki ilkeli siyasî bir irade, bugünkü ortamda bile yeterli çözüm
üretme şansına sahiptir.
Bu, sadece
Güneydoğu Anadolu için mi geçerlidir; hayır, Doğu Anadolu Projesi
bugüne kadar çoktan yaşama geçmeliydi, Kuzey Anadolu Projesi çoktan
yaşama geçmeliydi, Konya Ovası Projesi çoktan yaşama geçmeliydi.
Bugüne kadar, biz, kendimizi, dünyada tarımda kendine yeten 5 ülkeden biri
olarak kabul ediyorduk; bugün, iktisaden faal nüfusu yüzde 5-10 oranında
olan ülkelere tarım açısından muhtaç hale geldik. Bizim
iktisaden faal nüfusumuzun yüzde 43 ilâ yüzde 52'si tarım sektöründe
çalışır. Bunları içimize sindirebilir miyiz?! Bu sorunları,
sıkıntıları göremezsek, çözüm üretme şansımızın
yeterli olmayacağını bilmek gerekiyor.
Bugün bu kadar
hayatî önemi olan bu konunun bir diğer önemli parçasını da
görmek zorundayız; korucularla alakalı mesele. Değerli
konuşmacılar bu konuyu gündeme taşıdılar. Bakın,
geçmişte kendi canlarını, onurlarını, çoluk
çocuklarını, mallarını, devletin onuru için riske
etmiş olan bu insanları ortada bırakamayız.
İçişleri Bakanlığının koordinatörlüğünde,
ilgili kurum ve kuruluşlarla birlikte, çok kısa bir sürede, bunlar
için sosyal güvence olabilecek bir projenin yaşama geçirilmesi gerekiyor.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN -
Tamamlayın lütfen.
MEHMET SALİH
YILDIRIM (Devamla) - Bugün, 58 900 geçici köy korucusu, 30 300 gönüllü köy
korucusu var; bunların aile yapılarını ve bölge
özelliklerini de hesaba katarsanız, milyonlara ulaşan bir
rakamın olduğunu göreceksiniz. Çok kısa süre içerisinde bunlarla
ilgili rehabilitasyonun yaşama geçmesinin beklentisi içerisinde
olduğumuzun da özenle altını çizmek istiyorum.
Her şeyden
önce, kararlı, söylediğini yapan, yaptığını
söyleyen ve de herkes için umut olan bir siyasî iradenin beklentisi içerisinde
olmak, herkesin en doğal hakkıdır; bize de yakışan
budur, olması gereken budur.
Ben, sözlerimi
tamamlamadan önce, Cenabı Hak'kın, bu yüce ulusa bir kez daha
olağanüstü hal ve sıkıyönetim ilan etmeye mecbur edecek
koşullar yaratmamasını diliyorum, Yüce Heyete saygılar
sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN -
Teşekkürler Sayın Yıldırım.
Son olarak,
Demokratik Sol Parti Grubu adına, Hakkâri Milletvekili Evliya Parlak konuşacaklardır.
Buyurunuz
Sayın Parlak. (DSP sıralarından alkışlar)
DSP GRUBU ADINA
EVLİYA PARLAK (Hakkâri) - Sayın Başkan, değerli
arkadaşlar; sözlerime başlarken, hepinizi sevgi ve saygıyla
selamlıyorum.
Ben de,
Başbakanlığın, Hakkâri ve Tunceli İllerinde 30
Temmuzdan geçerli olmak üzere kaldırılması ve Diyarbakır ve
Şırnak İllerinde de son kez dört ay uzatılmak üzere karar
alınması istenilen olağanüstü hale ilişkin tezkeresiyle
ilgili Grubum adına söz aldığımdan dolayı, hem Grubum
adına hem de şahsım adına hepinizi bir kez daha
saygıyla selamlıyorum.
Değerli
arkadaşlar, yirmidört yıldan beri, 1978'den 1987 yılına
kadar sıkıyönetim ve 1987'den 2002 yılına kadar da
olağanüstü hal uygulamasıyla karşı karşıya kalan
bu bölgenin durumunu, geçtiğimiz yasama yıllarında da zaman
zaman sizlerin bilgisine sunmaya çalıştım ve o zaman, sizlere,
1999 yılında ilk konuştuğumda, 21 yaşına gelen
gençlerin doğal bir yönetim görmediğini söyledim -bugün 24 yaşına
geldiler- ama, inşallah, 30 Temmuzdan sonra, normal yönetim görmeye
başlayacaklar. Bu noktaya getiren güvenlik birimlerine, özellikle bölgede
hizmet veren bölge valisi, asayiş komutanı, ilgili asker ve polis
görevlilere, valilere gerçekten şükranlarımı sunmak istiyorum.
Huzur, son derecede... Üç yıl öncesinden -tekrarlıyorum, bu karar
biraz gecikmiştir- bugüne kadar değerlendirdiğimizde,
Anadolu'nun diğer birçok kentinden çok daha sağlıklı bir
şekilde, huzur ve güven ortamı sağlanmıştır.
Geçmiş yıllarda, zaten huzur mevcut değilken, hiç kimsenin bunu
kaldırmaya yönelik bir teklifi olmamıştır; ama, bugün,
insanlarımız, en uç köyden en uzak mezraa kadar, 24 saat huzur
içerisinde yaşamaktadır. Onun için, bugün çok onurluyuz, çok
mutluyuz.
Değerli
arkadaşlar, olağanüstü hal ile birlikte, bölgede bundan sonra ortaya
çıkacak durumu ve yapmamız gerekenleri de özetlemek istiyorum.
Burada, tüm grup yöneticilerini, sözcülerini dinledim; iktidarıyla
muhalefetiyle, konuşmalarında şunu ortaya koydular: Gerçekten,
bölgede bu kararın alınmasının çok isabetli olduğu ve
bundan sonraki dönemler için, özellikle geçmişten ders alınarak, çok
sağlıklı kararlar almamız gerektiği noktasında
hemen hemen bütün gruplar hemfikir olmuştur. Bu nedenle, bütün gruplardaki
milletvekili arkadaşlarıma, bölge milletvekili olarak da peşinen
teşekkürlerimi sunmak istiyorum.
Değerli
arkadaşlar, terörle birlikte, özellikle 1984'ten sonra,
insanlarımız, köylerini, mezralarını,
yaylalarını, çiftliklerini bırakmak zorunda kaldılar ve
bütün il ve ilçe merkezlerinin nüfusu 3'e, 4'e katlanmaya başladı.
Terör döneminde bile, insanlarımızın geçim kaynakları
konusunda önlemler araştırılmış ve 1987'den itibaren,
özellikle sınır illeri olması nedeniyle sınır
ticaretine oldukça önem verilmiş ve her türlü sınır ticaretinin
geliştirilmesi için de devletçe önlemler alınmış, yeni yeni
açık pazar yerlerinin kurulması öngörülmüş; ama, bundan üç dört
ay önce de burada gündemdışı konuşmamda dile
getirdiğim gibi, maalesef, 57 nci hükümetin görev başına
gelmesiyle birlikte sınır ticareti oldukça
kısıtlanmıştır. Biz, yüce huzurunuzda defalarca bunu
arz ettik. Her ilde, ticaret konusu yapılan mal çeşidi yüzlerce
kalemden 8-10 kaleme indirilerek, o da, baston, tespih, hurma gibi, alanı
olmayan, satanı olmayan mallardan ibaret hale getirildi.
Gruplarımızda da arz ettik, neticede, birtakım girişimler
sonucu, bu yıl, inşaat malzemesi, tesisat malzemesi ve çatı
sacı olmak üzere 4-5 kalem ilave yapıldı. Bu vesileyle
-Tarım Bakanımız da burada- insanlarımız tekrar kendi
köylerine, mezralarına ve geçim kaynaklarına kavuşuncaya kadar,
özellikle sebze, meyve ve temel gıda maddeleri konusunda mevsimsel olarak,
sadece o sınır illerinde kalmak üzere, birtakım olanakların
tanınmasını istirham ediyorum.
Değerli
arkadaşlar, bölge insanı, gerçekten -bizden önce konuşan
sözcüler de bunu ifade ettiler- köyüne dönmek istiyor; hele, olağanüstü
hal kaldırıldıktan sonra hepsi gitmek istiyor; çünkü, oradan
gelirken karnı toktu, 3 tane keçisi, 2 tane ineği, bahçesi, cevizi,
meyvesi vardı, bunlara kavuşmak istiyor; ama, bunu sağlamak için
de, oradaki valiliklerimize bazı olanaklar vermemiz lazım. Deprem
bölgesinde vatandaşlarımıza -bir daha inşallah kimse afete
uğramasın- yapılan kalıcı konutlar gibi değil,
sadece, köye dönen insanımızın kafasını sokacak,
hayvanını barındıracak, icabında toprak damlı ev
yapabilecek olanakların valiliklere verilmesi lazım.
Biraz önce
konuşan değerli sözcü arkadaşım ifade ettiler, 2002
yılında sadece 7,5 trilyon lira para ayrılmıştır.
Ayrılan bu paranın yeterli olduğunu söylemek elbette mümkün
değildir.
Köy Hizmetlerine,
mutlaka -acil destekten mi, başka kaynaklardan mı- köy
yollarını yapabilecek, oraya birtakım altyapıları
götürebilecek akaryakıt parasının gönderilmesi gerekmektedir.
Bu arada, özellikle
bütün arkadaşlar değindiler, 50 000'e yakın korucu, halen
görevdedir. Korucu olan köylerin hiçbirisi yoktur ki, askerimizle birlikte
şehit vermemiş olsun; hiçbir korucu köyü yoktur ki,
ayağını, bacağını, kolunu, gözünü
kaybetmemiş gazisi olmasın. 57 inci hükümetimizin, bunlara da köklü
bir çözüm, bir sosyal güvence veya istihdam alanları yaratarak
-yaşlarına göre bir tercihler sıralaması yaparak- çözüm
getireceğine inanmaktayım.
Değerli
arkadaşlar, şu anda bölgedeki yatırımlara ilişkin
hususlarda da birkaç şey söylemek istiyorum, özellikle ilim için
söylüyorum. İlimizde yatırım konusu olmadığı
için, geçim kaynakları, devletin resmî kurumlarında çalışan
işçi, memur aylığı gibi değil. Korucu
maaşları 120-140 000 000 lira arasında. Burada bir kez daha
söylemiştim, sadece Hakkâri İlinde, Sosyal Yardımlaşma ve
Dayanışmayı Teşvik Fonundan faydalanmak için, 10 000 aile,
kuru gıda sırasına girmektedir.
Bunun
dışında, ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik koşullar
nedeniyle, devletimiz, projelerden, altyapılardan -eğitim,
sağlık konusu dışında- zaten elini çekmeye
başlamıştır. Dolayısıyla, yatırım özel
sektörden beklenmektedir; ama, bu da ancak, sağlanacak bir mevzuatla
gerçekleştirilecektir.
Şu anda
yürürlükte bulunan "kalkınmada öncelikli" ifadesi
sulandırılmıştır ve teşvikler, hiçbir anlamı
kalmayan niteliktedir. Bunu, Sekizinci Beş yıllık kalkınma
Planı görüşülürken, Plan ve Bütçe Komisyonunda da ifade ettim;
teşvikleri, yalnız doğu ve güneydoğuda değil,
Türkiye'nin Orta Anadolusunda da, Giresun'un ilçelerinde de -Hakkâri'nin ilçesi
düzeyinde olan ilçeler vardır- ilçeler bazında, il bazında, yepyeni
kriterlere bağlayarak mutlaka değerlendirmeler yapmak lazım.
Bölgeden örnek veriyorum: Bir Van'da aynı teşvik verilirse, bir adam,
Hakkâri'ye gider mi, Bitlis'e gider mi? Diyarbakır'a verdiğiniz zaman
Bitlis'e gelir mi; Erzurum'a verdiğiniz zaman Ağrı'ya gelir mi?
Bu kategorileri ayırmak lazım ve bu teşviklerin kalkınmada
öncelikli yöre anlayışına uygun projelendirilmeleri, yeniden
değerlendirilmeleri lazımdır.
Bu bilgilerin tümü
Devlet Planlama Teşkilatında fazlasıyla mevcuttur; çünkü, Devlet
Planlama Teşkilatı, kurulduğu günden beri bölgesel olarak
Türkiye'nin her yerinde -ilçeler dahil olmak üzere- çok önemli kriterler ve
veriler toplanan bir kurumumuzdur. Bu kurumdan alınacak bilgilerle yeni
bir düzenleme yapılırsa, insanlarımız belki oralarda yatırım
yapmaya başlayacaklardır.
Özellikle
yatırım... Ben bunu özellikle vurguluyorum -ilgili bakana ve
hükümetimize de teşekkür ediyorum- şu safhada, kaymakamlıklar ve
valiliklerce Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı
Teşvik Fonundan talep edilen seracılık, hayvancılık,
arıcılık ve benzeri alanlarda -ki, çok ufak çaptaki projelere
dayalıdır; istihdam bununla sağlanıyor. Bunların
dışında bir istihdam alanı söz konusu değildir-
istihdam yaratıcı birtakım önlemlere mutlak surette gereksinim
bulunmaktadır.
Değerli
arkadaşlar, bunu çok üzülerek söylemek istiyorum; fakat, gerçekleri de
söylememiz gerekiyor. Huzur ortamı sağlanmış; ama,
insanlarımızın yüzde 70'i işsiz, aç, sefil. Bu insanlara,
çok kısa sürede, biz, bu huzur ortamı içerisinde insan
haklarını her gün biraz daha tanıyarak -ki, olağanüstü hal
uygulamasının kaldırılması da bunun bir göstergesidir-
sağlayamazsak, PKK kalkar KADEK gelir, KADEK kalkar başka bir
şey gelir; yani, insanlar aç ise, kullanılmaya müsaittir. Bölge de
buna müsaittir; çünkü, bütün komşu ülkelerimiz... Zaten, bugüne kadar
terör örgütlerinin oradaki destek aldıkları yerler de bellidir; yani,
onun için, bu bölgedeki insanımızı eğer biz sahiplenmezsek,
yine art niyetli insanlarımız sahiplenecektir.
Değerli
arkadaşlar, bir cümle söylüyorum, dikkat edin. Ben inanıyorum ki,
olağanüstü halin kaldırılmasını bütün bölge
halkının yüzde 99'u bayramla karşılıyor; ama, belki
üzülen yüzde 1 gibi bölücü kesimler vardır; çünkü, elinden bir silah daha
alıyorsunuz. (DSP sıralarından alkışlar) Her
silahı aldığınızda, onların kullanacağı
bir şey kalmıyor ellerinde.
Bu dönemde,
gerçekten, eğitim ve sağlık konusunda az olmayan hizmetler
yapılmaktadır. Örneğin, eğitime katkı payı gibi
bir gelir kaynağı sağlandıktan sonra, bölgedeki
ilköğretim okulları, özellikle YİBO'lar -ki,
dağınık bir yerleşimdir- eğitimin kalitesinin
yükseltilmesi için de mutlaka gerekli olan kurumlardır. Yine örnek olarak
veriyorum; Hakkâri'de sayısı üç yılda 5'ten 10'a çıkmıştır.
Bölgede öğretmen konusu, norm kadro sayesinde, gerçekten, hem
sınıf öğretmeni konusunda hem de branş öğretmeni
sayısı açısından, geçmişe nazaran yüzde 90
karşılanmış hale gelmiştir; yönetici atamaları
aynı şekilde.
Sağlık
konusuna geldiğimizde, bundan çok önceki birçok konuşmamda özellikle
doktorsuzluktan, hatta bir diş çekimi için bile Hakkâri'den Van'a -240
kilometre- sevkli giden insanlarımız olduğundan ve hele, o
dönemlerde, bir de yollardaki işkenceden dolayı hasta sahiplerinin
gidemediklerinden burada bahsetmiştim, ifade etmiştim
hatırlarsanız; bugün, Allah'a şükür o noktaları
bıraktık ve özellikle, Sağlık Bakanlığı, 57
nci hükümet, Sayın Başbakanımız, sayın
bakanlarımız ve özellikle Sayın Osman Durmuş Bey'e
minnettarlığımı ifade etmek istiyorum. (MHP
sıralarından alkışlar) 1992'den bugüne kadar on yıl,
beşer yıl arayla ertelenen Zorunlu Hizmet Yasasının, 27
Mart 2002 tarihinden itibaren tekrar yürürlükte olmasını
sağlamıştır. Ben inanıyorum ki, önümüzdeki bu temmuz
ayından itibaren, mezun olacak hekimler, yeni bitirecek uzman hekimler,
hem pratisyen hem uzman hekimler, yalnız Hakkâri, yalnız
Şırnak, yalnız Bitlis'te olan eksikleri değil,
Çerkeş'te, Alucra'da, Giresun'un Şebinkarahisar İlçesindeki
noksanları da giderecek hale gelmiştir. İşte, bu bakanı,
özellikle bir hekim olarak kendi meslektaşları ve özellikle bazı
sivil toplum örgütleri, bazı basın organları sürekli topa
tutmuşlardır; ama, ne Sayın Bakanımız ne hükümetimiz
ne Sayın Başbakanımız, bundan taviz vermemiştir. Bunu
da, onurla, bir milletvekili olarak ifade etmek istiyorum. (DSP
sıralarından alkışlar)
Değerli
arkadaşlar, bölgedeki belediyelere değinmeden geçemeyeceğim.
Doğu ve güneydoğuda, özellikle bu bahsettiğimiz dört beş
ilde, büyükşehir belediyeleri dahil birçok belediyeyi 1999'da HADEP
kazanmıştır. Bu, Anayasa gereği yapılan seçimlerle
halkın tercihi olmuştur; yüzde 70, yüzde 80 oy
almışlardır. Ama, bu belediyelerin tümü -ki, Türkiye'nin
genelinde belediyeler zaten krizde- kapanma noktasındadır ki,
geçmişte, 1999'dan önceki dönemde bir belediye başkanı, hiçbir
yetkisi yokken "ben belediyeyi kapatıyorum, anahtarı devlete
teslim ediyorum" diye bir açıklama yaptı; medya sahip
çıktı, zamanın cumhurbaşkanı sahip çıktı,
hükümet sahip çıktı ve orayı kol kanat altına aldılar.
Bugün, ben tahmin ediyorum, yalnız Hakkâri'deki değil, Yüksekova'daki
değil, Şemdinli'deki değil, o bölgedeki belediyelerin tümü,
dokuz on ay, onbeş aydır maaş ödememişlerdir ve
olağanüstü iller olduğu için yönetim açısından, mücavir
iller olduğu için, herhangi bir çalışan da ses
çıkaramamaktadır; ama, bu insanlar, bizim
insanımızdır. O illerde, o ilçelerde yaşayan halk, kamu
hizmeti verme durumunda olan belediyeden hizmet beklemektedir.
Geçen hafta burada
Meclis araştırması önergesinin öngörüşmeleri
sırasında Afet Kararnamesi tartışılırken,
Partimizin değerli sözcüsünün ifade ettiği gibi, biz, bu kararnameden
Grup olarak gerçekten rahatsızız; çünkü, hiç kimse, sadece bu dönemde
değil, hiçbir dönemde, bu kararnamenin objektif
kullanıldığını söyleyemez Türkiye'de.
Belediyelere
dağıtılacak gelirlerin toplamı yüzde 6 ise, bunun yüzde
1,5'ini, yüzde 2'sini alıyorsunuz, beğendiğiniz 200-300
belediyeye veriyorsunuz, geriye kalanı tekrar
dağıtıyorsunuz. Belediyelerin sahiplenmek istedikleri gelir
düzeyini, yüzde 6'dan, otomatikman yüzde 4'e, yüzde 4,5'e indiriyorsunuz.
Bunun, Anayasayla, hakla hukukla, adaletle ilgisi yoktur.
Demokratik Sol
Parti, inşallah tek başına iktidar olduğunda, bunu kökünden
kaldıracaktır. (DSP sıralarından alkışlar)
Değerli
arkadaşlar, ikinci bir konu hazine yardımıdır. Gerçekten,
belediyelere yapılan hazine yardımı da sübjektiftir. Biz, her
şeyin şeffaf olmasını istiyoruz. Bugün, bakan -hangi
iktidar olursa olsun, hangi bakan olursa olsun- hangi partiye mensupsa,
inanın ki, hazine yardımının yüzde 90'ı gizliden o
belediyelere gidiyor, yüzde 10'u da sus payı diye, haberi olan
belediyelere gidiyor. Ben, bunu, bugünkü bakan için değil, geçmişten
bugüne kadar gelip geçen bakanlar için söylüyorum; çünkü, hiçbir bakan, hiçbir
hükümet, hiçbir dönemde bunun objektif verildiğini hiçbir zaman
açıklayamamıştır, açıklayamaz da. İnşallah
bu iki konuyu da ortadan kaldırmak lazım.
Netice olarak
şunu söylüyorum: Bugün, HADEP'li belediyeler "afet kararnamesinden
şu belediye şu kadar yardım almıştır" diye
afişler yazıp asıyorlar. Böylece, bir yerde onların eline
bir koz vermiş oluyoruz haksızca. Orada yaşayan tüm insanlar, oy
veren vermeyen herkes, hizmet yönünden mağdur durumdadır.
Dolayısıyla, buna da bir çözüm bulmamız gerekmektedir.
MAHMUT GÖKSU
(Adıyaman) - Hükümetsiniz, bulmanız lazım.
VEYSEL CANDAN
(Konya) - Bulsa bulsa, DSP bulurdu!..
MAHMUT GÖKSU
(Adıyaman) - Başbakan da onlarda!..
EVLİYA PARLAK
( Devamla) - Değerli arkadaşlar, ben biraz da, bölge insanı
olarak, günümüzde herkesin tartıştığı ve değerli
bazı sözcülerin de "kendimiz için Avrupa Birliğinin kabul ettiği
normlara, kriterlere varalım" dedikleri noktalara değinmek
istiyorum.
BAŞKAN -
Süreniz dolmak üzere Sayın Parlak; 1,5 dakikanız var.
EVLİYA PARLAK
(Devamla) - Tamam Başkanım, daha 1,5 dakikam var.
Önce, anadilde
yayın ve anadili öğrenme konusunda yaşadıklarımı
ve bildiklerimi arz etmek istiyorum.
Değerli
arkadaşlar, anadili öğrenmek, konuşmak, Türkiye'de, Avrupa
Birliğinde kabul ettiğimiz Kopenhag siyasî kriterleri içinde
olmasına karşın, sadece sanki Kürtçe'nin öğrenilmesi olarak
ortaya konuluyor.
Dün değil
evvelki gün hepiniz görmüşsünüzdür, Milliyet Gazetesinde -Lazlar burada
çoktur tahmin ediyorum- "Lazca eğitim istiyorum..." Ben bu
arkadaşı bilmiyorum; bakın: "Tulum ve kemençedeki
ustalığıyla dünyaca tanınan Karadenizli müzisyen Birol
Topaloğlu Lazca türküleri nedeniyle televizyona çıkarılmamaktan
yakınıyor."
Şimdi, ben
bunu niçin söylüyorum; Türkiye'de bir gerçek var, anadili Lazca olan var,
Gürcüce olan var, Boşnakça olan var, benim gibi Kürtçe olan da var. Benim
eşim Boşnaktır, anadili Boşnakçadır. Üç çocuğum
var, üçü de üniversiteyi bitirdi, ne Kürtçe biliyorlar ne Boşnakça
biliyorlar. Şimdi, benim kızım dese ki, baba bir kurs var,
annemin akrabalarıyla Boşnakça konuşmak için gidip
öğrensem; benim oğlum dese ki, ben Hakkâri'de Hakkârililerle rahat
diyalog kuramıyorum, gitsem Kürtçe öğrensem; bunu bölücülük olarak
değerlendirirsek, yanılıyoruz demek istiyorum,
yanılıyoruz...
HÜSEYİN KALKAN
(Balıkesir) - Engel yok buna...
EVLİYA PARLAK
(Devamla) - İkinci bir şey...
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
EVLİYA PARLAK
(Devamla) - Buraya gelince...
HÜSEYİN KALKAN
(Balıkesir) - Yazıklar olsun!...
BAŞKAN -
Sayın Kalkan...
EVLİYA PARLAK
(Devamla) - Bu, benim görüşüm. Bu, benim Partimin görüşü de
değil, şahsımın görüşü.
BAŞKAN -
Sayın Parlak, cümlelerinizi bitiriniz.
EVLİYA PARLAK
(Devamla) - İkinci bir şey, bir örnek daha vereyim...
HÜSEYİN KALKAN
(Balıkesir) - Ayıp yapıyorsun!..
MAHMUT GÖKSU
(Adıyaman) - Örnek ver, örnek ver; açıklık getir buna...
BAŞKAN -
Sayın Parlak, cümlelerinizi bitiriniz, sonuçlandırınız.
EVLİYA PARLAK
(Devamla) - Değerli arkadaşlar, bakın, 12 Eylül öncesinde ben
Kürtçe bant dinliyordum; ihtilal gecesi toplamalar başladı ve
gerçekten o bantların hepsi yandı; ondan sonra karaborsaya
düştü; o kadar çok sempatiyle aranıyordu -müzik; normal müzik- ne
zamanki serbest bırakıldı, bandrolle satılıyor, ne ben
alıyorum ne kimse alıyor. Benim bunları söylememin bir nedeni
var. Bugün, çanak antenlerle, zaten, dış ülkelerden, kontrol
edemediğiniz yayınlar yapılıyor.
HÜSEYİN KALKAN
(Balıkesir) - Yapılsın...
EVLİYA PARLAK
(Devamla) - Bu yayınlar üstelik o kadar zehirli bir şekilde
yapılıyor ki, insanlarımızın beyni
karıştırılıyor. Biz, normal yayınla, doğru
bir şekilde, ifadeyle bu insanlara ulaşırsak -teknoloji o kadar
gelişmiş ki, bunu kontrol edemiyoruz- bunları da korkmadan
kendimiz için yaparsak ve eğer bunları sağlarsak, bir daha,
doğuda, güneydoğuda, başka yerde, Türkiye'nin hiçbir
köşesinde, Allah'ın izniyle, ne sıkıyönetimi gerektiren ne
olağanüstü hali gerektiren bir şey olur ve de milletin birliğini,
bütünlüğünü perçinleştiren bir yönetimi oluştururuz, işte
bugün aldığımız karar gibi.
Yirmidört
yıldır, bu bölge, gerçekten, kuruyla beraber yaşın da
yandığı bir yerdir; ama, bugün şunu söylüyorum:
Çalışan bütün güvenlik görevlileri, bugün orada millet-devlet
bütünlüğünü sağlamıştır ve bundan dolayı da,
gerçekten, sayın bakanlara, sayın hükümetimize ve bütün yetkililere
minnettarız.
Bu duygularla, bu
kararın Yüce Heyetinizce kabul edileceği inancımı
vurguluyorum. Avrupa istediği için değil, kendimiz için -bölgemize ve
ülkemize- gerekli olan en sağlıklı kararları da,
inşallah, bu Yüce Genel Kurul alacaktır.
Hepinize en içten
saygılarımı sunuyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN -
Sayın Parlak, çok teşekkür ediyorum.
Sayın
milletvekilleri, çalışma saatimiz saat 19.00'a kadar.
İçtüzüğe göre, bu konuyla sınırlı olmak üzere,
çalışma süremizi uzatabiliriz eğer tensip buyurursanız.
Sürenin
uzatılmasını tensip buyuran, kabul eden
arkadaşlarımız... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Şimdi iki
arkadaşımıza şahsı adına söz vereceğim ve
daha sonra da tezkerenin oylamasını yapacağım.
Tunceli
Milletvekili Bekir Gündoğan, buyurun. (DSP sıralarından
alkışlar)
BEKİR
GÜNDOĞAN (Tunceli) - Sayın Başkan, saygıdeğer
milletvekilleri; olağanüstü halin, Hakkâri ve Tunceli İllerinden 30
Temmuz 2002 günü saat 17.00'den geçerli olmak üzere
kaldırılmasını, Diyarbakır ve Şırnak
İllerinde 30 Temmuz 2002 günü saat 17.00'den geçerli olmak üzere dört ay
süreyle uzatılmasını Türkiye Büyük Millet Meclisine arz eden
10.6.2002 tarihindeki Bakanlar Kurulu tezkeresi üzerinde söz almış
bulunmaktayım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, ben, önce, Anayasamızın 10 uncu maddesini bir
hatırlatmak istiyorum, gerçi, hepiniz de biliyorsunuz.
Anayasamızın 10 uncu maddesinde aynen şöyle der: "Herkes,
dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep
ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde
eşittir.
Devlet
organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde
eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar."
Biz, doğu ve
güneydoğuda 24 yıldır bütün bu kanunlardan uzak, ayrı
yasalarla, ayrı kanunlarla, ayrı antidemokratik yasalarla gerçekten
yönetilen bir toplumuz; buna, yediden yetmişine, çocuğumuzdan
büyüğümüze kadar tahammül eden, sabır gösteren bir toplumuz.
Ben şunu
diyorum: Bu bölgelerimiz, doğu ve güneydoğu bölgeleri, gerçekten, bu
ülkenin hem kaleleri hem kapısıdır; çünkü, bu insanlar
askerliğini yapar, vergisini verir, nöbete gider, savaşa gider; bana
göre birinci sınıf vatandaştır, vatandaşlık
görevinde, bugüne kadar hiçbir kusur işlememiştir. Öyleyse,
bunların ayrı yasalarla yönetilmesini, bunlara ayrıcalıklar
uygulanmasını, zannedersem, hiçbirimizin vicdanı kabul edemez.
İşte, Türkiye'nin gelmek istediği nokta da bana göre budur.
Bu ülkenin her
şeyden önce akıl yolunu seçmesi... Akıl yolunun ise,
demokrasiden geçtiğine inanıyorum. O zaman, demokratik kültürümüzü
artırmamız, demokratikleşme sürecimizi de tamamlamamız
gerekir. Aksi takdirde, biz, eşitliği, kardeşliği, birlikte
yaşamayı bir türlü sağlayamayız; bunun
dışında alternatif yok. Bunun dışındaki
başvurular, ancak ve ancak, terör olayları olur; ki, bunu da, hepimiz
kınıyoruz. Terörün mantığı ve hukuku yoktur, hepinizin
bildiği gibi. Ama, biz, devlet olarak, vatandaşımıza,
terörün reva gördüğü şeyleri, asla ve asla, reva görmemeliyiz; biz,
ne olursa olsun, hukuk çerçevesinde, hukuk devleti olma
anlayışından uzaklaşmamalıyız.
Doğuda,
güneydoğuda ve ilimde yirmidört yıldan beri uygulanan olağanüstü
hal ve sıkıyönetimler, gerçekten, birçok kesimin hataları
-siyasî partilerin hataları, güvenlik güçlerinin hataları- birbirine
karışarak, savunmasız, sivil vatandaşları bir hayli
zedelemiştir. Öylesine zedelemiştir ki, Türkiye'de insan hakları
ihlalleri en üst seviyeye ulaşmıştır. Bunu, bazı
siyasî iradeler, zamanında "üç beş şaki" deyip,
"üç beş kişi" deyip geçiştirmiştir; kimi oy
hesapları yapmıştır, kimiyse hukuk devleti
anlayışı çerçevesinden çıkarak, terörü bitireceğim
diye, kendi insanlarını bitirmiştir.
Ben, bunun, çok
canlı ve çarpıcı bir örneğini vermek istiyorum sizlere:
1993-1994 yıllarında, hepimizin bildiği gibi, Sayın Tansu
Çiller Hanımefendi Başbakandı -bunu, hepimiz biliyoruz; hele
hele, siyasetle uğraşanlar çok daha iyi hatırlıyor, o
illerde, o bölgede yaşayan insanlar çok çok daha iyi hatırlıyor-
terörü bitireceğim diye, köylerimizi boşalttı. Evler
yakıldı, insanlar iç göç vermek zorunda kaldı. Oysaki, maalesef,
terör bitmedi, daha da zirveye ulaştı. O dönem, doğu ve
güneydoğuda, binlerce aile, onbinlerce köy, mezra
boşaltıldı; insanlar, uğraşlarından,
tarımından, hayvanından, ticaretinden olmak zorunda kaldı.
Hatta, o dönem,
Saygıdeğer Milletvekilim Sayın Genç, zaman zaman söylüyordu:
"Ovacık'ta bu prefabrikeler içerisine koyduğunuz insanlar, bu
haritanın üzerinde yüzkarasıdır. Bunları niye
kurtarmıyorsunuz?" İşte, o insanların, 1993-1994
yıllarında, gerçekten, Ovacık'ta o prefabrikeler içerisinde
yaşamaya mahkûm edildikleri dönem o dönemdi; ama, biz, bu dönem...
Sayın Genç şimdi onlardan bahsetmiyor; çünkü, biz, o insanları,
o çamurlardan, o karlardan çıkarıp, gerçekten kalıcı
konutlara kavuşturmuş olduk. Hakikaten, üzücü bir manzaraydı, o
manzaraya bu şekilde son vermiş olduk.
Demek
istediğim şu: Biz, hiçbir zaman, insanlarımızı
mağdur etmekle veya ayrı yasalar uygulamakla bir yere varamayız.
Bizim yapmak istediğimiz tek şey şu olmalıdır: O
insanları birinci sınıf vatandaş olarak
bağrımıza basmak; o insanların geriye dönüşü için ne
gerekiyorsa onu yapmak; tarım ve hayvancılık sektörünü tekrar o
bölgelerde canlandırmak; o insanları istihdam etmek için, köye
dönüşler için devletin katkıda bulunması; o insanların
kendi evlerinin içerisinde oturması, kendi tarlasını ekmesi,
kendi hayvanına bakması, kendi geçimini sağlaması gerekir;
bundan başka çaremiz yoktur. Bizim yapmamız gereken budur ve bu
hükümet döneminde de bunun büyük çoğunluğunu yapıyoruz.
Valilerin emrine parayı verdik. Köye dönüşlerde kendilerine çok büyük
katkılarda bulunuluyor, demir veriliyor, çimento veriliyor, para veriliyor
ve insanlar da seve seve köylerine gidip, evlerini yapıyorlar.
Değerli
arkadaşlar, ben, 4.6.2002 tarihinde, burada, gündemdışı
konuşmamda, olağanüstü halin kalkması için katkısı
bulunan tüm görevlilere, Millî Güvenlik Kuruluna, Cumhurbaşkanıma,
Başbakanıma teşekkür etmiştim. Ben, bugün de,
huzurlarınızda, biraz sonra bu Yüce Meclisin değerli
oylarıyla kalkacağına inandığım olağanüstü
hal için, hem Başkanıma hem Başbakanıma hem siz değerli
milletvekili arkadaşlarımıza, vereceği kıymetli
oylarından ötürü, şimdiden teşekkür ediyorum, saygılar
sunuyorum. Ama, ben, şunu da söylüyorum: Biz, bu ülkeyi gerçekten hukuk
devleti yapmak zorundayız; biz, bu ülkede hukukun tüm kurum ve
kurallarını yerleştirmek zorundayız; biz, bu ülkede insan
hakları ihlallerini ortadan kaldırmak zorundayız,
barışı ve kardeşliği sağlamak zorundayız.
İnsanlar akıl ve vicdanla donatılmışlardır. Bu,
Tanrı'nın insana verdiği en büyük cevherdir, bunu çok iyi kullanmamız
gerekir. Eğer, biz bunu değerlendirirsek, biz bu yoldan hareket
edersek, barışı, kardeşliği ancak bu şekilde
sağlamış oluruz; bunun dışında hiçbir çaremiz
yoktur. İnsanların rengi değişik olabilir, şekli
değişik olabilir, bölgesi değişik olabilir, cinsiyeti
değişik olabilir, varlığı değişik olabilir;
ama, ne olursa olsun, her şeyden önce, bu ülkenin insanıdır, bu
ülkenin vatandaşıdır.
Ulusal bilinci
geliştirmemiz gerekir. Bana göre, bu ülkede eksik olan budur, ulusal
bilincin eksikliğidir; yoksa, ulusal bilinci geliştirmezseniz,
bölgeye göre, illere göre kanunlar uygularsanız, gerçekten, bu ülkede,
kardeşliği, barışı bir türlü sağlayamayız.
Değerli
arkadaşlarım, diğer taraftan, o bölgelerde yapmamız gereken
şey şudur: Sayın Bakanımız da buradadır. O bölge,
tarım ve hayvancılık bakımından oldukça ehliyetli
insanlarla doludur. Her şeyden önce, tarım ve hayvancılık
konusunda, o bölgeye gereken desteği sağlamamız gerekir; çünkü,
onların bundan başka uğraşacağı pek bir
konuları da yoktur. Eğer, biz, bu konuda onlara gereken desteği
sağlarsak, o bölgede tekrar hayvancılığı
canlandırırsak, tarımı canlandırırsak, o zaman,
bu ülkeye giren delidana etinden de kurtulmuş oluruz. Bu, bizim için
oldukça önemlidir.
BAŞKAN -
Sayın Gündoğan, 1 dakikanız var.
BEKİR
GÜNDOĞAN (Devamla) - Peki efendim.
Değerli
milletvekilleri, olağanüstü halin kalkmasına, ilim ve Hakkâri oldukça
seviniyor. Ben dilerdim ki, diğer iki ilimizde de kalksaydı; ama, üç
ay sonra, temenni ederim ki, onlar da bu sevinci yaşarlar. Biz, gerçekten,
bu konuda, oldukça sevinçli ve mutluyuz. Bu konuya sevinmeyen sadece bir kesim
var; açık ve net söyleyeyim, rantçı kesim ile terör kesimi bu
işe sevinmiyor; ama, halk olarak hepimiz gerçekten mutluyuz, sevinçliyiz.
Ben de, bu
sevincimi, bu mutluluğumu huzurunuzda bölüşürken, Yüce Kurulunuza ve
Sayın Başkanıma saygılar sunuyor, hepinize teşekkür
ediyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN -
Teşekkürler Sayın Gündoğan.
TURHAN GÜVEN
(İçel) - Sayın Başkan, konuşmada, eğer, zabıtlar
getirilirse, görülecek ki, sataşma vardır.
Terörle mücadele
bir devlet meselesidir, bir millî meseledir. Terörle mücadelede "ya
bitecek ya bitecek" deyip de, daha fazla
azdırdığını ifade ediyor sayın
konuşmacı. Sayın milletvekili doğruları
yansıtmıyor. Bugün, eğer -sataşma olarak şunu
söyleyeyim- Apo...
BAŞKAN - Kime
sataşma Sayın Güven?
TURHAN GÜVEN
(İçel) - Doğrudan doğruya Sayın Çiller'e ve hükümetine
sataşmıştır efendim.
BAŞKAN - O
zaman, tutanaklara baktırayım, eğer, sabit görürsem söz veririm.
Teşekkür
ederim.
TURHAN GÜVEN
(İçel) - Terörü bitiren insanları takdir etmeniz lazım,
bunları yapmıyorsunuz, istismar ediyorsunuz.
BAŞKAN -
Şahsı adına, Tunceli Milletvekili Sayın Kamer Genç.
Buyurun Sayın
Genç.
Süreniz 10
dakikadır.
KAMER GENÇ
(Tunceli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Başbakanlığın olağanüstü halin iki ilde
uzatılmasıyla ilgili tezkeresi üzerinde söz aldım, hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Aslında, gelen
tezkere yanlış. Zaten, Bakanlar Kurulu uygun görmediği yerde,
kendiliğinden olağanüstü hal uzuyor ve bunun için Millî Güvenlik
Kurulu kararına da gerek yok; ama, Türkiye'de Anayasayı anlayan,
Anayasayı takan kimse yok. Aslında, bu olağanüstü hal 30 Temmuz
yerine bugün niye kaldırılmıyor?
Tabiî,
aslında, olağanüstü hal, insan yaşamı üzerinde, insan
hayatını baskı altına alan, temel hak ve özgürlükleri yok
eden, insanca yaşama şartlarını ortadan kaldıran çok
anormal bir rejimdir. Bu anormal rejimin altında yaşayanlar bilir.
Saadet Partisi Grubu ve ANAP Grubu adına konuşan
arkadaşlarımız bölgedeki olayları çok güzel tahlil ettiler;
bunları da, o bölgenin insanları oldukları için ifade ettiler.
Yaygın anarşik olaylarda kamu düzeninin bozulması meselesi, bir
günlük, bir gün sonraki meseledir. Bir ay sonra, iki ay sonra olağanüstü
hal ilan edilmez ve uzatılmaz. Bu, demokrasiye, insan haklarına ve
demokratik anlayışa da aykırı; bunu devamlı söyledik.
Değerli
milletvekilleri, tabiî, ilimizde olağanüstü halin 30 Temmuzdan sonra
kaldırılmasına seviniyoruz; ancak, bu olağanüstü hali
kaldırırken, yine, eski rejimi devam ettirmeyelim, eski baskı
rejimini devam ettirmeyelim. Orada ciddî yatırımlar yapalım. Ben
kendi ilimi konuşmak için söz aldım. Oraya kalitesiz, sürgün yönetici
göndermeyelim. O halkla bütünleşen, halkı seven, orada en az o
insanlara yapılan kötülükleri kendisine yapılmış gibi
hisseden insanları gönderelim. Bölgeyi sürgün yerinden kurtaralım.
Geçen gün bir
lisede bir olay meydana geliyor. Öğrenciler masanın başına
yazılar yazmışlar; bütün lise öğrencilerinde var. Hemen
git, okul yöneticilerini görevden al. Böyle bir anlayış olur mu?!
Kafası
kızıyor assubayın, köyde -daha yakında oluyor- iki gün
sokağa çıkma yasağı ilan ediyor. (MHP
sıralarından gürültüler)
Arkadaşlar,
ben konuşmamı yapayım. Rica ediyorum, bırakın
şimdi...
Sokağa
çıkma yasağı ilan ediyor. Böyle bir şey olur mu?!
Ben Meclis
Başkanvekiliyim; Türkiye'de protokolde, Cumhurbaşkanından sonra,
Meclis Başkanının olmadığı yerde
Cumhurbaşkanını temsil ediyorum; ama, bölgeye gittiğimiz
zaman, hâlâ, biz, başka görülüyoruz. Bu zihniyetlerden insanların
sıyrılması lazım.
Değerli
milletvekilleri, bunları, biz, bu Meclisin
saygınlığını sormak için söylüyoruz. Artık,
ırkçı kafalarla, kafatasçı düşüncelerle olaylara
yaklaşmayalım. Türkiye, büyüyen bir ülkedir. İlim
çağıdır, bilim çağıdır. Irkçılıkla bir
yere varamazsınız. Bu çağın en büyük
hastalığıdır bu.
AHMET ÇAKAR
(İstanbul) - Siz, bu kafayla nereye varacaksınız?!
KAMER GENÇ
(Devamla) - Efendim, lütfen müdahale etmeyin.
BAŞKAN -
Sayın Çakar...
KAMER GENÇ
(Devamla) - Ben kimseyi kastetmiyorum. (MHP sıralarından gürültüler)
Değerli
milletvekilleri...
BAŞKAN -
Değerli arkadaşlarım, hatibi dinleyelim.
KAMER GENÇ
(Devamla) - Efendim, niye üzerinize alıyorsunuz?! Niye üzerinize
alıyorsunuz?! (MHP sıralarından gürültüler)
ORHAN ŞEN
(Bursa) - Niye bize doğru bakarak konuşuyorsun?!
BAŞKAN -
Sayın Şen...
KAMER GENÇ
(Devamla) - Hayır, niye yani Sayın Başkan... Yani, 5 dakika
burada konuşacağız diye ikide bir sözümüzü niye kesiyorlar ki
bunlar.
BAŞKAN - Evet;
lütfen...
Buyurun siz devam
edin.
KAMER GENÇ
(Devamla) - Değerli milletvekilleri, bakın, ilimizin ciddî çözümlere
ihtiyacı var. Bakın, geçen gün bir vatandaş geldi, köyüne
bırakmıyorlar. Niye bırakmıyorlar. "Sen PKK'lı
keçiler besliyorsun" demişler. Bunlar sizin memlekette oluyor mu?
"Nedir PKK'lı keçi" dedim. "Efendim, PKK'lılar
beslediği keçilerin bir kısmını senin köyünde
beslemiş..." Böyle laflar olur mu?!
Beyler, bunlar
memleketimde olan şeylerdir. Şimdi, bakın, işte size bir
gazetenin kupürü: "Tunceli'de 27 köy hâlâ yasaklı. 164 aileye
evlerine dönüş izni verilmiyor."
Düşünebiliyor
musunuz, size, evinizi, köyünüzü terk et deseler, haydi çıkın deseler
-eşyanız orada, eviniz orada- nereye gideceksiniz?! Size kira
parası da ödenmiyor.
Değerli
arkadaşlar, biraz insanların acılarını hissederek
meselelere bakmak lazım. Yani, bizler, sizden daha fazla bu memleketin
menfaatını düşünen, sizden daha fazla heyecan duyan, her zeminde
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bir vatandaşı olmaktan onur duyan
insanlarız; ama, mantıksız davranışlarla,
birtakım milliyetçilik duygularını tahrik eden insanlar değiliz.
Bu memleket bizimdir. Bu memleketi dünyada en saygın ülke haline
getireceğiz. Bunu nasıl yapacağız; elbette ki, demokrasinin
standartlarını yükselterek, insan hakları
standartlarını yükselterek yapacağız.
Bölgemizde önemli
sorunlar vardır; hayvancılık, çok önemli bir sorundur; ama,
yayla zamanı geldiğinde, maalesef, hayvanları dağa
çıkarmak için yüzlerce yere telefon ediyoruz; ama,
karşımızda muhatap bulamıyoruz. "Yasak" diyor
adam "oradan gitmeyeceksin buradan gideceksin... Yok efendim, Tunceli'nin
yaylalarına çıkmak için ille Erzurum'u döneceksin veya Erzincan'ı
döneceksin..." Böyle bir şey olur mu?!
ABBAS BOZYEL
(Iğdır) - Olur!.. Olur!..
KAMER GENÇ
(Devamla) - Size göre "olur" tabiî; sizin
mantığınız böyle. (MHP sıralarından gürültüler)
Beyler, bakın,
maalesef, ilimizde, gece saat 6'dan, 7'den sonra komşuya giderken, hâlâ
oradaki kişilerden izin alıyoruz; bunları, artık,
kaldıralım; lütfen, bunlar kalksın. Bakın, 1998, 1999
yıllarından sonra silahlı eylemler bitti; artık, orada da,
insanlar, rahatça yaşayabilecek bir hayat şartlarına
kavuşturulmalıdır.
Bizim ilimize
hiçbir hizmet gelmiyor. Bakın, Sağlık Bakanı... Geçen gün,
bizim çocuklar imtihana giderken, benim ilçemin yakınında dolmuş
kaza yaptı; dolmuştaki 19 öğrenciden 3'ü ve 1 de öğretmen
öldü. Benim ilçemde hastane var; ama, hastanede bir tansiyon aleti bile yok,
doktor yok; böyle bir hastane olur mu! Benim ilimde doktor yok arkadaşlar!
ABBAS BOZYEL
(Iğdır) - Var!.. Var!..
KAMER GENÇ
(Devamla) - Varsa, getirir ispatlarsınız burada.
Bakın, ondan
sonra, o çocuklar... (MHP sıralarından gürültüler)
Ya müdahale etmeyin
arkadaşlar...
O gençlerimiz
Elazığ'a kaldırıldı; belki, Tunceli'de tedavi
edilebilseydi, o ölümler olmazdı.
Şimdi, bizim
Tunceli'de önemli bir yol ağı var; Karadeniz'i güneye bağlayan
bir Pülümür yolu var, Pertek'ten geçiyor. Bu Pertek Köprüsü, çok önemli bir
köprüdür. Pülümür Dağındaki o yol... Erzurum'a, Erzincan'a giderken,
Mutu Köprüsünden geçiyorsunuz; toz toprak; kışın kamyonlar
geçmiyor. Kaç defa söyledik; Karayolları Bölge Müdürüne söyledik; diyor
ki: "Bana 500 milyar lira versinler, ben bunu yapacağım."
Verilmiyor bir şey.
Bakın, geçen
günkü trafik kazası da, karayolları çukur halinde olduğu için
oldu. Sayın Karayolları Bölge Müdürü çalışan bir
arkadaşımız; ama, maalesef, ödenek verilmiyor, oraya doğru
dürüst hizmet gitmiyor, Köy Hizmetlerinin araçlarına akaryakıt
bulunamıyor. Böyle bir şey olur mu?! (MHP sıralarından
gürültüler)
Sayın
Başkan, bu arkadaşlar niye müdahale ediyorlar, ben anlamıyorum
ki...
BAŞKAN -
Sayın Genç, siz Genel Kurula hitap ediniz.
KAMER GENÇ
(Devamla) - Efendim, ben ediyorum; ama, araya da girmesinler.
BAŞKAN - Soru
da sormayın arkadaşlara, cevap verirler.
KAMER GENÇ
(Devamla) - O kadar haksız uygulamalar var ki... Bizim Pertek'te bir iplik fabrikası
vardı. İplik fabrikasını Isparta'ya
taşıdılar. Oradaki işçilerin 52'si hâlâ boşta. Yüksek
Planlama Kurulu bir karar vermiş, demiş ki: "Bu işçileri
biz Tunceli'deki kamu kurumlarına yerleştireceğiz." Ama,
oradaki Genel Müdür hemen talimat vermiş: "Bunların görevine son
veriyorum." Diyorum ki: Kardeşim, Yüksek Planlama Kurulunun
kararı var, Başbakanın imzası var, şu kadar
bakanın imzası var, peki bu hükümet yok mu ortada?! Arkasından
Sayın Hüsamettin Özkan'a gittik, Sayın Sanayi Bakanımıza
gittik, "çare bulacağız" diyorlar; ama, öte taraftan da bu
insanlara zorla tebliğ ediyor, ayırıyor. Yani, böyle bölgelerde
hukuk tatbik edilmiyor ve insanların hukukî hiçbir hakkına saygı
duyulmuyor. Dolayısıyla, biz de bunları ileteceğimiz
arkadaşlar bulamıyoruz.
Değerli
arkadaşlarım, bakın, ben Meclis Başkanvekiliyim, maalesef,
birtakım bakanlarınıza defalarca telefon ediyoruz,
telefonlarımıza çıkmıyorlar. Böyle bir şey olur mu?!
Böyle bir şey olur mu?! Ben Başkanvekili de olmasam...
İlimizde çok
ciddî sıkıntılar var. Rica ediyorum... Bakın, hükümetten
rica ediyorum; artık, bölgeciliği bırakalım. Türkiye
Cumhuriyeti sınırları içerisinde bir Tunceli İli var; bu
Tunceli İline de yeterli hizmeti götürelim. Karayolları olsun, Köy
Hizmetleri olsun, su olsun...
Bakın, 2 tane
önemli sulama projemiz var; birisi, Mazgirt-Akpazar'da, birisi
Çemişkezek'te. Beş sene önce bunların projeleri
yapıldı, hâlâ bir kuruş para verilmedi; yani, bunlara verilecek
para da 12 - 13 trilyon lira para; ama, bunun
karşılığında da büyük bir yatırım olacak, o
bölgede köylüler en azından üretim yapacak; şekerpancarı ekecek,
buğday ekecek ve geçimlerini sağlayacaklar.
Değerli
milletvekilleri, Tunceli İli Türkiye Cumhuriyeti Devleti içinde bir il
değil midir? Maalesef, bu hükümet Tunceli İline bir kuruş
yatırım yapmamıştır. Bir tek, eskiden, Sayın
Tansu Çiller zamanında bir barajın temeli
atılmıştır, onun dışında bir
yatırım yok. (DSP ve MHP sıralarından gürültüler)
Siz
yaptıysanız bir şey söyleyin arkadaşlar, bir tane
yatırım söyleyin!..
Rica ediyorum!..
Sağlık
hizmetleri en mahrumiyet bölgesinde... (MHP ve DSP sıralarından
gürültüler)
Ben
anlamıyorum ki!.. Ben anlayan insanlara göre konuşuyorum; ama siz...
(DSP ve MHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN -
Arkadaşlar, sayın hatip sözlerini bitirecek; lütfen!.. (DSP ve MHP
sıralarından gürültüler)
KAMER GENÇ (Devamla)
- Efendim, şimdi, Bekir Bey, tabiî ki, iktidar partisi milletvekili.
Elbette ki iktidar partisi milletvekili kendisine göre konuşur; ama...
(DSP ve MHP sıralarından gürültüler)
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN -
Değerli arkadaşlarım, sayın hatip son sözlerini
söyleyecek...
KAMER GENÇ
(Devamla) - Efendim, lütfen, bize de herkese
tanıdığınız hakkı tanıyın.
Sayın
Başkan, yıllarca terör altında ezilmiş bir halkın
ıstıraplarını duyarak burada o insanların
acılarını, ıstıraplarını, maruz kaldıkları
keyfî uygulamaları dile getirmek benim parlamenterlik görevimin
gereğidir. Yani, burada da bu süreyi lütfen bize kullandırın ve
maalesef her cümlemizde de bir sataşma oluyor ve bizdeki insicamı da
bozuyorlar.
Yani, değerli
milletvekilleri, artık Tunceli'ye yeniden dönüş konusunda bu
hükümetin gerekli tedbiri alması lazımdır. Bugün, Ankara'da,
İstanbul'da, Türkiye'nin her tarafında Tuncelililer var; ama, orada
çok güzel arazilerimiz var. Munzur Dağlarının altında çok
güzel turistik alanlar var. Hiç olmazsa yollarımızı
yapalım, buralarda yaşam koşullarını
iyileştirecek belirli bir ortam yaratalım ve bu insanlar köylerine
dönsün. Artık büyük şehirlerde yaşamanın şartları
çok zor. O bakımdan, rica ediyoruz, özellikle hükümetten, bölgeye,
halkı anlayan, halkla özdeşleşen yöneticiler göndersinler.
BAŞKAN -
Sayın Genç, size teşekkür edebilir miyim?
KAMER GENÇ
(Devamla) - Bir dakika, son cümleyi söyleyeyim de...
BAŞKAN - Peki,
son cümlenizi alayım.
KAMER GENÇ
(Devamla) - Biraz önce bir iki arkadaşımız, olağanüstü hali
kaldıran güvenlik kuvvetlerine, Başbakana, Millî Güvenlik Kuruluna
teşekkür ettiler. Teşekkür ederiz, tamam, kabul ediyorum da,
aslında, teşekkür edilmesi gereken halktır. Halkın
desteklemediği bir hareket hiçbir zaman başarıya ulaşamaz.
Doğu ve güneydoğuda eğer terör sona ermişse, o bölge
halkının özverili mücadelesinden kaynaklanmıştır ve
burada, doğu ve güneydoğu halkına özellikle de teşekkür
etmek istiyorum; o bölgede, en anormal şartlarda, terörün bitmesi için
canını dişine takarak mücadele vermiştir.
Bir de, şunu,
son cümle olarak söylüyorum: Artık, bu bölgede itirafçılar
yakalanıyor "efendim, ben on sene önce şu adamın, gittim,
evinden ekmek aldım" diyor, yüzlerce insan tutuklanıyor. Daha,
onbeş gün önce, Ovacık'ta, 15 kişiyi içeriye aldılar. Rica
ediyorum, bu uygulamaları da artık bıraksınlar; yani, bu
terör bittiğine göre, geçmişe bir sünger çekelim.
Saygılar
sunuyorum efendim. (DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Peki,
biz de size çok teşekkür ediyoruz Sayın Genç.
Sayın Güven,
ben kendim okuduktan sonra, Divan üyesi arkadaşlarıma da gösterdim;
Sayın Bekir Gündoğan'ın konuşmasında, Sayın
Çiller'e yönelik bir sataşma tespit edemedim. Öyle bir niyet olsaydı
söylerdim.
TURHAN GÜVEN
(İçel) - Sayın Başkan, kendisinin de itirafı var yani...
"Terör ya
bitecek ya bitecek dedi; ama, terörü azdırdı" diyor. İsmen
söylüyor efendim. Bu memlekette terörü bitirenler bellidir.
BAŞKAN -
Efendim, görüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi,
Başbakanlık tezkeresini tekrar okutup, oylarınıza
sunacağım...
MEHMET SADRİ
YILDIRIM (Eskişehir) - İsim söylendi Başkan...
TURHAN GÜVEN
(İçel) - Sayın Başkan, ismen söylüyor efendim; demek ki
zabıtlara geçmiyor. "Terör ya bitecek ya bitecek, terörü
azdırdı" diyor... Terörü azdırdığını
ifade ediyor.
BAŞKAN - Öyle bir niyet olsaydı... Burada,
inceleteceğimi söyledim, incelettim Sayın Güven...
TURHAN GÜVEN
(İçel) - Bu memlekette terörü bitirenler meydandadır. Bu millî bir meseledir; ama, terör taraftarı
olduğunu ifade eden insanları da burada kınamak lazım.
BAŞKAN -
Hayır, öyle bir niyeti görmedim. Yazılı metne de baktım.
"Olduğunu hissedersem, konuşmanıza izin veririm"
dedim; ama, yok. Onu da ben düzeltmiş oldum.
TURHAN GÜVEN
(İçel) - O zaman, bir kez daha lütfen dikkatli okuyun da, ondan sonraki
gündemdışında da gereğini yapalım. Bu memlekette
binlerce insan şehit olmuştur. Terörü azdıranlar bilinsin...
BAŞKAN -
Tezkereyi okutuyorum:
Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına
30 Mart 2002 günü
saat 17.00'den geçerli olmak üzere (4) ilde dört ay süre ile uzatılan ve
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 13.3.2002 tarihli ve 735 sayılı
Kararı ile onaylanmış bulunan olağanüstü halin;
1- Hakkâri ve
Tunceli İllerinden 30 Temmuz 2002 günü saat 17.00'den geçerli olmak üzere
kaldırılmasının,
2- Diyarbakır
ve Şırnak İllerinde 30 Temmuz 2002 günü saat 17.00'den geçerli
olmak üzere dört ay süre ile uzatılmasının,
Türkiye Büyük
Millet Meclisine arzı Bakanlar Kurulunca 10.6.2002 tarihinde
kararlaştırılmıştır.
Gereğinin
yapılmasını saygılarımla arz ederim.
Bülent
Ecevit
Başbakan
BAŞKAN - Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Teşekkür
ediyorum.
Kanun tasarı
ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 20 Haziran 2002
Perşembe günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi
kapatıyorum.
Kapanma Saati: 19.26