DÖNEM : 21                          CİLT : 74 YASAMA YILI : 4

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

 

15 inci Birleşim

1 . 11 . 2001 Perşembe

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

                                                                                                            Sayfa    

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 14.00

1 Kasım 2001 Perşembe

BAŞKAN : Başkanvekili Ali ILIKSOY

KÂTİP ÜYELER : Melda BAYER (Ankara), Sebahattin KARAKELLE (Erzincan)

                                                 

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 15 inci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yetersayımız vardır; görüşmelere geçiyoruz.

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- TBMM Başkanvekili Ali Ilıksoy'un, bir bakanın, 1.11.2001 tarihli gazetelere yansıyan açıklamaları nedeniyle, bakan ve sorumlu makamlarda bulunan yetkili kişilerin, Türkiye Büyük Millet Meclisini ve sayın milletvekillerini rencide ve itham edici açıklamalardan kaçınmalarına ilişkin konuşması

BAŞKAN - Gündeme geçmeden önce, üç arkadaşıma gündemdışı söz vereceğim; ancak, bugün, gazetelere yansıyan bir Bakan arkadaşımızın çok değerli milletvekili arkadaşlarımıza yönelik açıklamalarını üzüntüyle okuduk. Bu, Türkiye Büyük Millet Meclisine ve sayın milletvekillerine yönelik ağır bir ithamdır. Bu ithamı kabul etmek mümkün değildir. Sorumlu makamlarda bulunan Sayın Bakanların ve ilgililerin, görüş açıklarken çok dikkatli olmalarını ve bütün üyeleri itham eden açıklamalardan kendilerini alıkoymalarını özellikle istiyoruz. Bu kim olursa olsun, önemli değil. Hatta, milletten gelmeyerek dışarıdan gelen arkadaşların, bu durumlarını daha iyi incelemeleri ve ona göre konuşmaları gerektiğine inanıyoruz. Milletten yetki almayanların, alamayanların, milletten yetki alanlarla kendilerini karıştırmamaları gerektiğine inanıyoruz. (DSP, MHP, ANAP ve DYP sıralarından alkışlar) O nedenle, bulundukları her konumda ve her fırsatta Türkiye Büyük Millet Meclisini ve saygıdeğer milletvekillerini rencide eden açıklamalardan kendilerini alıkoymalarını, bir kere daha burada açıklamayı görev sayıyorum ve Sayın Bakanın, eğer varsa kişisel çıkar peşinde koşan bir arkadaşımız, ismen açıklamasını özellikle istiyorum; aksi halde, kendilerini müfteri ilan ediyorum. (DSP, MHP, ANAP ve DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Elbette ki, sayın milletvekili arkadaşlarımız, şirketlerimizin veya yurttaşlarımızın içinde bulundukları zor koşulları -hepimiz- biliyor. Eğer, bir milletvekili arkadaşımız buna vesile olmuşsa, onu çıkar amacıyla yapmadığını da bilmeleri gerekir. Eğer çıkar sezinlediğini iddia ediyorsa, o konuyu da muhakkak açıklama getirmesini özellikle istiyorum.

Burada bulunan İçişleri Bakanımızın, bir kabine üyesinin, bu konuyu özellikle Sayın Bakana ulaştırmasını da sizler adına temenni ediyorum.

MUSTAFA MURAT SÖKMENOĞLU (İstanbul) - Bu olay oldukça önemli; bu konuda Sayın Bakan bir açıklamada bulunursa çok iyi olur.

BAŞKAN - Sanıyorum, Sayın Bakanımızın da açıklaması olacak.

Evet, ben, bu hususu açıkladıktan sonra gündemdışı söz vereceğim.

Sayın Bakanım, herhalde sizin bir söz isteminiz olacak; buyurun. (ANAP, DSP, MHP ve DYP sıralarından alkışlar)

İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (İçel) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; önce, Sayın Başkanımızın, Türkiye Büyük Millet Meclisine yönelik her türlü küçültücü, aşağılayıcı, milletvekillerimizi rencide edici sözler söylenmesine karşı çıkması takdire şayan bir olaydır. Kendisine, ben de, bu Meclisin onsekiz yıllık bir üyesi olarak, teşekkür edip, minnet duygularımı bildiriyorum.

Bundan böyle, her tür saldırıda, Meclisin birlik içerisinde, beraberlik içerisinde buna karşı koyması gerektiğine inanıyorum; çünkü, bugün, Türkiye'nin içinde bulunduğu çıkmazdan kurtulması için, siyaset kurumunun, siyasetçinin yerin dibine batırılması değil, göklere çıkarılması; siyasetçinin, siyaset kurumunun bu işe aktif olarak girmesi gerekmektedir.

Bu konu, Bakanlar Kurulumuzda dile getirilmiş ve Bakanlar Kurulunda yapılan görüşmede, şu anda, hiçbir milletvekilinin veya dışarıdan herhangi bir şahsın, Bankalar Kanununda yapılan düzenlemeyle, bankalara ve finans kurumlarına aracılık yapma imkânının olmadığı bir kere daha vurgulanmış; bu kanunu da, 57 nci hükümet döneminde, bu Yüce Meclisin, çoğunlukla, isteyerek kabul ettiği, dış etkileri önlemek maksadıyla Meclisten geçirdiği bir kere daha vurgulanmış ve bu tür konuşmalarda konuşmacıların çok dikkatli olması gerektiği, bu Meclisin gayet iyi çalışıp yasaları çıkardığı, bundan sonra da bu tür yasaları çıkarmak için bu Meclisin çalışacağı vurgulanmıştır. Konu, aynı hassasiyetle, Bakanlar Kurulunda da ele alınmıştır.

Bilgilerinize arz ederim.

Hassasiyetiniz için teşekkür ederim.

Destekçisi olduğumuzu, tekrar, huzurlarınızda beyan ederim.

Saygılarımla. (ANAP, DSP, MHP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Bakanım.

Evet, buyurun Sayın Levent.

MÜKERREM LEVENT (Niğde) - Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.

Sizin de değindiğiniz gibi, biz -Parlamentonun kutsallığını savunan ve Parlamentonun yüce üyelerinden birisi olarak- bugünkü haberlerdekini hak etmiyoruz. Kendisini açıklamaya davet ediyoruz; eğer açıklamazsa, müfteri ilan edeceğimizin şimdiden bilinmesini de istiyoruz.

Söz verdiğiniz için teşekkür ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Levent.

Sayın Enginyurt, buyurun.

CEMAL ENGİNYURT (Ordu) - Sayın Başkan, son günlerde, Sayın Cumhurbaşkanıyla birlikte başlayan Türkiye Cumhuriyeti Parlamentosuna yönelik hareket, dün Sayın Kemal Derviş'in de işadamlarına şirin gözükmek maksadından hareketle veya bütçeden sonra kuracağı siyasî partiye malzeme olsun düşüncesiyle, hakarete dönüşmüştür. Bunu şiddetle protesto ediyorum; bu sözlerini Sayın Derviş'e iade ediyorum. (MHP, ANAP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

Sayın Sökmenoğlu buyurun.

MUSTAFA MURAT SÖKMENOĞLU (İstanbul) - Efendim, ekonomiden sorumlu bir sayın bakanın bu kadar sorumsuz konuşması... Bugün, Türk çiftçisinin içinde bulunduğu durumda buğday fiyatlarına yaptığı vaki itirazlar... Türk çiftçisinden 150 000 lirayı esirgeyen; ama, yanlış politikadan dolayı da 300 000 lira yabancı sermayeye gidecek. Bütün bunların sorumlusu olarak başka şeyi ifade edeceğine, artık, sermayenin önünde Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerini bu kadar küçültücü bir ifade kullanması Türkiye'nin içinde bulunduğu bu koşullarla ne kadar bağdaşıyor bilemiyorum; ama, veciz konuşmanızı desteklediğimi ifade ederim.

Saygılar sunuyorum efendim. (MHP, ANAP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Sayın Aslan buyurun.

BEYHAN ASLAN (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Devlet Bakanımız Sayın Derviş'in konuşması bizleri üzmüştür. Demokrasilerde, Parlamentonun haysiyet ve onuru herkesin üzerindedir. Parlamentoların haysiyet ve onurunu ve onun üyeleri sayın milletvekillerinin haysiyet ve onurunu korumak da demokrasiye inanan herkesin görevidir. Biz, her platformda, demokrasiye, Parlamentoya ve onun saygıdeğer üyelerine vaki saldırılara Anavatan Partisi Grubu olarak karşı koymaya devam edeceğiz.

Milletvekili olarak biz sorumluluklarımızı biliyoruz ve herkesi de sorumlu, kendi görev alanındaki sorumluluğa davet ediyoruz. Herkes biraz daha dikkatli konuşursa demokrasimiz yara almaz diyorum ve Yüce Parlamentoyu saygıyla selamlıyorum. (ANAP, MHP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Sayın Erbaş buyurun.

FETHULLAH ERBAŞ (Van) - Sayın Derviş'in yapmış olduğu konuşmayı bir talihsizlik olarak niteliyorum. Parlamentonun itibarını düşürmeye hiç kimsenin hakkı yoktur. Saadete Partisi Grubu olarak biz kendisini kınıyoruz. (SP, MHP, ANAP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

Sayın Gönül buyurun.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; başta öncelikle siz olmak üzere diğer grupları temsilen söz almış olan arkadaşlarıma teşekkür ediyorum; hislerimize tercüman olmuşlardır. Beyan ettikleri görüşlere, Doğru Yol Partisi ve şahsım olarak katılıyor; kendilerine teşekkür ediyorum.

Sorumluluk taşıyan herkesin, taşıdığı sorumluluğun bilinci içinde, konuşması gerekir. Gerçekten, Sayın Derviş'in sorumluluk değil, sorumsuzluk örneğinin tam bir ifadesi olan sözlerini kınıyoruz ve protesto ediyoruz.

Kim, hangi çıkar ilişkisinin içinde olmuş ise, kamuoyunda bu şekilde anlamaya zemin hazırlayan, fırsat veren konuşması, talihsizliğin ötesinde, bu Yüce Meclisin değerli üyelerine bir saygısızlıktır. O nedenle, bu sözlerini açıklamasını, kimlerin olduğunu kamuoyuna net olarak ifade etmesini istiyoruz.

Yüce Heyete saygılar sunuyorum. (DYP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Gönül.

Sayın Ünal, buyurun.

NESRİN ÜNAL (Antalya) - Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; cumhuriyet kurulduğundaki gibi buram buram Anadolu kokan, Türk Milletinin zamanını çalmadan gece gündüz çalışan Türkiye Büyük Millet Meclisine, köyde kahveye gidip hayatında hiç oy istememiş, Manavgat'ın Kızıldağ'ında ya da Gündoğmuş'un Akyar'ındaki çocukların tuvaletsiz okullarda nasıl okuduğunu, Ankara'dan bilmeyerek eleştiren insanların, aslında yıprattıklarının şahıslar olmadığını, yıpratılanın Toroslardaki yörüğün, gecekondudaki aş derdinde olan vatandaşın, yollardaki şoförün, alınterini emeğe dönüştüren temiz, yiğit Anadolu insanının tek nazının geçtiği, kahvede tek hesap sorabildiği, hastası olduğunda tek ulaşabildiği, işsizine iş ararken tek uğrayabildiği ve üniversitede okuyan çocuğuna yurt ve kredi ararken tek talepte bulunabildiği, yani, eksiğiyle fazlasıyla vatandaşına direkt kucağını açan tek kurum olan Türkiye Büyük Millet Meclisi olduğunu bildirmek istiyorum.

Teşekkür ediyorum. (MHP, ANAP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Ünal.

Sayın Kapusuz, buyurun.

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; doğrusu, şu anda, sırayla, her birimizin konuşma yaptığı bir konu, zaman zaman da medya tarafından eleştiriliyor. Ancak, bir hususun altını dikkatle çizmek istiyorum ki, kurtarıcı olarak birileri tarafından bu ülkeye getirilen Sayın Bakan, başarısızlığını örtmek için mazeret arama gayreti içerisine girmiştir. Yapması gerekli olan görevini yerine getirmek, çözüm bulması gerekli olan problemlerle uğraşmak yerine, âdeta, suç unsuru olarak, suçlu gibi milletvekillerini göstermeye kalkmış olması konusundaki duyarlılığınıza ortak olduğumuzu ifade ederken, bir hususu daha milletvekili arkadaşlarımın huzurunda tekraren ifade etmek istiyorum. Özellikle, Meclis Başkanlığını, Meclis Başkanlık Divanını, bu ve benzeri konularda itham altında tutan birtakım çevreler karşısında mutlaka Parlamentonun itibarı konusunda duyarlı olmaya, Meclis Başkanımız başta olmak üzere herkesi davet ediyorum. Şayet, Parlamento olarak, milletvekilleri olarak, bizlerin de üzerimize düşen, dikkat etmemiz gerekli olan hususlar dahil olmak kaydıyla, yapılması gerekli olan her hususta gereğini yapma konusunda irademizi ortaya koymamızın, herhalde zamanı geçiyor gibi geliyor bana. O halde, biz, milletvekilleri olarak, hak etmediğimiz konularla itham ediliyoruz. Hükümetin zaman zaman başarısız gözüken noktaları, milletvekillerine ve Parlamentoya aktarılıyor. Biz, yasama ve denetim görevinden sorumlu insanlarız ve görevlileriz. O halde, yapılacak şey, öncelikli olarak, Sayın Bakana bir ikaz olarak Meclisten bir cevap verilmeli ve aynı zamanda, biz, Parlamento olarak, bu ve benzeri konulardaki duyarlılığımızı biraz daha yüksek sesle orta yere koymalıyız.

Teşekkür ediyorum. (AK Parti, MHP ve SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz.

Sayın Çakar, buyurun.

AHMET ÇAKAR (İstanbul) - Sayın Başkan, kıymetli milletvekili arkadaşlarım; bir vesileyle, Yüce Parlamentonun temsil etmiş olduğu kayıtsız şartsız egemenlik haklarını kullanma yetkisini, nadir görülen, ender görülen bir durumla, bugün müşahede ediyoruz. Yani, Türk Milletinin millî iradesinin yegâne tecelligâhı olan Türkiye Büyük Millet Meclisinde, Türkiye Büyük Millet Meclisinin şahsında, Türk Milletinin manevî şahsiyeti incitilince, parti farkı gözetmeksizin, Parlamentoda yer alan bütün milletvekili arkadaşlarımızın müşterek bir tavır sergilemelerini büyük bir sevgi ve saygıyla karşılıyoruz.

Burada, çok ince bir nokta var: Sayın Derviş göreve geldiğinden bugüne kadar, ne hikmetse, kendisiyle alakalı, lehte veya aleyhte bir görüş ortaya konulduğu zaman, başta malum medyanın köşe yazarları olmak üzere, hemen kaleme sarılıp konunun üzerine giderek, hepsinin Dervişçi kesildiğini görüyoruz ve bu meyanda, çok önemli olan, memleketimizin içerisinde bulunduğu kriz ortamından istifadeyle, birilerinin pusuda yattığını müşahede ediyoruz. O nedir; o, yerli ve yabancı kaypak sermayedir.

Derviş'le alakalı olarak, Yüce Parlamentonun denetim hakkı vardır. Bu Parlamento, denetim hakkına sadece Kemal Derviş üzerinde değil, yürütme üzerinde de sahiptir ve bunu yapmak da hakkıdır; fakat, ne hikmetse, ben bir yana, herkes bir yana mantığıyla hareket etmekte olan bu Sayın Bakanımız, artık, kendisine bir çekidüzen vermek durumuna kendini getirmek zorundadır. Yani, üç liderin imzasıyla ve koalisyon adabı olarak koyduğumuz bir kavramla yoluna devam eden yürütme ve bunu denetleyen Parlamento çizgisi içerisinde, seyri içerisinde, Sayın Derviş'in de, artık Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bir bakanı gibi hareket etmesi gerektiğine inanıyorum.

Teşekkür ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Çakar.

Sayın Halıcı, son söz sizin; konu açıklığa kavuşmuştur.

Buyurun Sayın Halıcı.

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Sayın Başkan, son zamanlarda, Parlamentoya yönelik, küçük düşürücü, Parlamentonun hak etmediği birtakım tavırlarla karşı karşıya kalıyoruz. Bu durumlarda, doğal olarak Parlamentonun kendini koruması, kendini müdafaa etmesi gerekir; ancak, bu tür tavır içerisinde olurken hiçbir milletvekilinin yeni polemiklere, yeni soru işaretlerine yol açmaması lazım. Türkiye, bizden çözüm bekliyor, Türkiye, uyum bekliyor, uzlaşı bekliyor. Sorunlarımız bu kadar büyükken, tabiî ki, kendi haklarımızı koruyacağız, Parlamentonun yüceliği, kutsallığı konusunda ortaya atılacak bütün soru işaretlerine karşı çıkacağız; ancak, yeni sıkıntılar da yaratmamamız gerekir. Bunun altını çizerek ifade etmek istedim.

Saygılarımla. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz.

Buyurun Sayın Köse.

MEHMET TAHİR KÖSE (İstanbul) - Sayın Başkan, bazı makamlara Meclis içinden insanları layık görerek seçmediğimiz için böyle bir zemini kendimiz hazırladık. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar) Bundan dolayı şikâyet etmeye hakkımızın olmadığını belirtmek isterim. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Sayın Ertugay, buyurun.

ZEKİ ERTUGAY (Erzurum) - Sayın Başkan, Devlet Bakanı Sayın Kemal Derviş'in dünkü talihsiz açıklamalarıyla ilgili, başta zatı âliniz olmak üzere Mecliste görüşlerini dile getiren arkadaşların tamamına katılıyorum; ancak, bir hususu özellikle ilave etmek istiyorum. Biraz önce değerli grup başkanvekilinin de ifade ettiği gibi, son zamanlarda, Türkiye Büyük Millet Meclisine, onun şahsında veya milletvekillerine milletvekillerinin şahsında Türkiye Büyük Millet Meclisine karşı sürdürülen aşağılama, halkın gözünden düşürme kampanyalarına eklenen yeni bir halkadır. Bu, Sayın Cumhurbaşkanının milletvekili sayısıyla ilgili polemiği ve talihsiz açıklamasıyla başlamış, dün, Sayın Kemal Derviş'in bu beyanıyla had safhaya varmıştır.

Şimdi, bu Yüce Meclisin güvenoyuyla o sıfatı taşıyan, bakanlık görevini sürdüren Sayın Kemal Derviş'in bu Yüce Parlamentoya gelip bunu açıklaması ve onun ardından istifa etmesi gerektiğini düşünüyorum. Bunun gereğinin yapılmasının hükümet için de bir görev olduğunu tekrar ifade ediyorum.

Saygılar sunuyorum. (DYP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz.

Son söz Sayın Uzunkaya'nın.

Buyurun Sayın Uzunkaya.

MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Basında Sayın Derviş'in yaptığı açıklamalar, gerçekten, hükümete dışarıdan getirilmiş bir üye olarak talihsizliktir. Elbette, diğer milletvekili arkadaşlarımla beraber, Yüce Parlamentonun bir üyesi olarak ben de bu tavrı kınıyorum. Bu tavır, sadece Kemal Derviş'e de ait değildir; bugüne kadar, değişik zeminlerde ve değişik zamanlarda bu tür eleştiriler yapılmıştır. Az önce, iktidar partilerinden bir değerli arkadaşımızın da bir itirafı olmuştur. Bu bakan, alâyi vâlâ ile, bu hükümet tarafından Amerika'dan davet edildi; ekonomi, büyük iltifatlarla kendisine teslim edildi; o kadar layüsel bir makama geldi ki, 550 kişiye hakaret etmeyi kendisi için bir hak zannetti. Dolayısıyla, kendisine bu kadar hadsiz hudutsuz yetki verilen -bir zamanlar kürsüden ifade ettim- esasen, hükümetin görünmeyen başbakanı yetkileriyle kendisini mücehhez zanneden bir bakanın, bugün, gelinen bu noktada, bu anlamdaki eleştirisini de, doğrusu pek fazla anlayabilmiş değilim. Bakanın baştan beri tavrı bu olmuştur; ne hükümet tanımıştır ne parlamento tanımıştır.

Bugünkü bu tavırlar bakanın istifasına sebep olur mu olmaz mı bilmiyorum; ama, doların alıp başını gitmesine sebep olacağı endişemi de burada ifade etmek istiyorum. Mutlaka, hükümet, kendisine ve kendi şahsında Parlamentoyu yıpratıcı tavırlardan bir an önce çıkmalı, Kemal Derviş'e mi, ekonomiye mi, ülkenin yönetimine mi yeniden bir şekil verecek veya millete mi, kalkıp, onurla bir hesap verecek, bunun yeniden müzakere edilmesini hükümetin ve Yüce Parlamentonun ıttılaına sunuyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Sayın Başkan, lütfen tamamlansın artık.

BAŞKAN - Gündemdışı ilk söz, pancar üreticilerinin sorunları hakkında söz isteyen Ankara Milletvekili Sayın Zeki Çelik'e aittir.

Buyurun Sayın Çelik. (SP sıralarından alkışlar)

B) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1.- Ankara Milletvekili Mehmet Zeki Çelik'in, pancar üreticilerinin sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması

MEHMET ZEKİ ÇELİK (Ankara) - Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisine sormadan, Türkiye halkını ve Parlamentoyu rencide ederek, bu demin hakkında birtakım sualler ve ithamlarda bulunduğunuz bakanı siz getirmediniz mi? Şimdi, nedir bu vur abalıya mantığı?! Keşke, Parlamentoya karşı hakaret eden, söz söyleyen herkese bu tavrı koyabilseydik diyorum ve hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP ve DSP sıralarından gürültüler)

YUSUF KIRKPINAR (İzmir) - Siz de koyabilesiniz!..

AHMET ÇAKAR (İstanbul) - Bunu fırsat bilip, polemik yapmayın. Parlamento, her zaman tavrını ortaya koyar.

MUSTAFA MURAT SÖKMENOĞLU (İstanbul) - Her şey zamanı gelince olacak; istismar etmeyin; bu olayların zamanı ve zemini var.

MEHMET ZEKİ ÇELİK (Devamla) - Ben katılıyorum; ama, bu tavrın her zaman olmasını arzu ediyorum. (MHP ve DSP sıralarından gürültüler)

Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizde tarımla, hayvancılıkla, pancarla uğraşan ve hayatını bununla sürdüren bir yığın insanımız var. Ben, bunların sorunlarını ifade etmek için huzurlarınızdayım. Bütün üreticiler gibi, başta Ankara olmak üzere, Türkiye'nin önemli sanayi ürünü olan pancarı üreten köylümüz, çiftçimiz büyük sıkıntı içerisindedir. Çokuluslu bazı şirketlerin lehine olan, IMF direktiflerine uyan hükümet, çiftçiyi bezdirerek pancar ekmemeye zorlamaktadır. Pancar üreticisi, hükümetin üreticilere bakışı karşısında kendisini köle Isaura'nın çocukları olarak değerlendirmektedir; çünkü, geçen yıl kampanya başladığında pancara ton başına 50 dolar fiyat biçilmişti. Pancar üreticisi, üretiminin  karşılığını, ancak, pancar işlendikten sonra alabildi; böylece, ödemeler yapıldığında, iki kriz sonrasında kendilerine 27 dolar intikal etmiş ve maalesef, büyük bir mağduriyet içerisine girmişlerdir. Üreticinin eline geçen paralar dolar karşısında erirken, çiftçinin üretimde kullandığı birsürü malzemenin, mazot, gübre gibi girdilerin fiyatları hep yükselmiştir.

Ayrıca, bakınız, Ziraat Bankası Genel Müdürlüğüne sormuş olduğumuz bir soruda, çiftçinin borçlarıyla ilgili bir taksitlendirme yaptıklarını; ama, bu taksitlendirmeyi yaparken girdi fiyatlarını nazara aldıklarını ve bunu yüzde 130 temerrüt faiziyle geri aldıklarını ifade ediyorlar. Gezdiğimiz yerlerde görüyoruz ki, çiftçinin, artık, bunları ödeyecek imkânı kalmamıştır.

Değerli arkadaşlar, bakınız, daha pancar fiyatlarını açıklamamışsınız; ama, şekere yüzde 25 zam yaptınız. 1 kilogram kristal şeker -KDV hariç- 651 000 liradan 814 000 liraya yükselmiştir. Bu durumda, bu insanlar geçimlerini nasıl sağlayacaklardır? Değerli üreticilerimiz, hâlâ, pancar fiyatlarının açıklanmasını bekliyor. Sayın Bakan, kampanya dönemi için 50 000 ilâ 52 000 lira fiyat açıklanacağını ifade etmektedir; ancak, geçen yıl 37 000 lira olan pancar için, şu anda, eğer, 50 000 lira fiyat verilirse, bu bir haksızlıktır; çünkü, bu fiyatlar açıklandığında 600 000 lira olan dolar 1 600 000 liraya yükselmiştir; yani, fiyatlar üçte 1 gerilemiştir. 130 000 lira olan gübre 300 000 liraya, 400 000 lira olan mazot 950 000 liraya çıkmıştır. Bunlar zaten yeterli değildi; şu anda en az 100 000 lira fiyat verilmesi gerekmektedir.

Değerli arkadaşlar, ayrıca, yanlış özelleştirme sonucunda da ülkenin en önemli sanayi tesisleri olan şeker fabrikaları, âdeta, imha edilmektedir ve burada, Türk şeker sanayii, maalesef, yok edilmekle karşı karşıya bulunmaktadır. Dün denetimini yaptığımız Sümer Holdingin Genel Müdürü "Özelleştirme İdaresinden istirhamımız şudur: 1987'den bu tarafa bu fabrikalar özelleştirilmediği için, her yıl 127 trilyon zarar etmekteyiz. Lütfen kapatın da, biz de kurtulalım" demektedir.

Değerli arkadaşlar, bizim, bunların söylediklerine kulak asmamız lazım.

Bakınız, çiftçi perişan haldedir. Biz, geçen hafta Kars, Ardahan, Iğdır ve Ağrı İllerindeydik. Çiftçinin, köylünün söylediği şey şudur: "1 koyun satıyor, ancak 2 çuval un alabiliyorum; bu da benim 10 günlük ihtiyacımı karşılamaktadır." Kendi dilleriyle olan ifadesi: "Geçen yıl 1 mozik satıyor, 3,5 altın alabiliyordum, şu anda 1 altın dahi alma imkânım yok."

Ayrıca, hayvan üreticileri ve hayvancılıkla uğraşan insanlarımız da sıkıntı içerisindedir. Yemin torbası geçen yıl 4 000 000 lirayken, et 2 800 000 liraya satılmaktaydı, şu anda ise yemin torbası 10 000 000 liraya çıkmış olmasına karşılık, hâlâ 2 400 000 liradan etini satamamakta; Et-Balık kombinalarına götürenler de, maalesef orada en az 45 gün sıraya girmekte, malını verenler de birkaç ay paralarını alamamaktadır. Bu manada, gerçekten üreticimiz, çiftçimiz, köylümüz...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Zeki Bey, Et-Balık'ı kim özelleştirdi?!

BAŞKAN - Toparlar mısınız efendim.

MEHMET ZEKİ ÇELİK (Devamla) - Tamam efendim.

Gerçekten, tarım destekleme harcamalarına baktığımız zaman, devletin 1995'te 374 000 000 dolar, 1996'da 640 000 000 dolar, 1997'de 1 659 000 000 dolar destekleme yardımı yaptığını; ama, 2000 yılında bunun 548 000 000 dolara, maalesef, düştüğünü görmekteyiz.

Tarım ülkesi olan Türkiye, tarihinde ilk olarak, tarım ürünleri dış ticaret dengesinde açık vermiştir; artık ülkemiz kendisini besleyecek konumda değildir. Zaten, IMF'nin amacı da buydu.

Bakınız değerli arkadaşlar, şu elimdeki göstergede de görüldüğü gibi, tarım ihracatımız 2 560 000 000 dolar, ithalatımız da 3 160 000 000 dolar olmuştur; yani, tarım ürünlerindeki ihtalat, maalesef bu manada büyük bir artış göstermiştir. Bu da gerçekten köylümüzün, çiftçimizin zor durumda olduğunu göstermektedir. Sizden istirhamımız, biraz evvel gösterdiğiniz hassasiyet gibi, bu ülkenin ekonomik politikalarını yönlendirenlere bu konuda gerekli baskıların yapılarak, köylünün, çiftçinin, esnafın mağdur durumdan kurtarılmasıdır.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Çelik.

MURAT AKIN (Aksaray) - Sayın Başkanım, pancar müstahsiliyle ilgili, yöremle ilgili, yerimden konuşmak istiyorum, 1 dakika da bana verin.

BAŞKAN- Efendim, böyle bir usulümüz yok. Niye bunda ısrar ediyorsunuz? Biraz sonra sayın milletvekilimiz konuşacak. Lütfen...

MURAT AKIN (Aksaray) - Sayın Başkan, usul var. Lütfen...

BAŞKAN - Efendim, böyle bir usul yok, söz vermiyorum, şu anda vermiyorum.

Gündemdışı ikinci söz, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde boşaltılan köyler ve köye dönüş projesinin son durumu hakkında söz isteyen, Siirt Milletvekili Ahmet Nurettin Aydın'a aittir;

Buyurun Sayın Aydın. (AK Parti sıralarından alkışlar)

2.- Siirt Milletvekili Ahmet Nurettin Aydın'ın, Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde boşaltılan köyler ve köye dönüş projesinin son durumuna ilişkin gündemdışı konuşması ve İçişleri Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen'in cevabı

AHMET NURETTİN AYDIN (Siirt) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimizde boşaltılan köyler ve köye dönüş projesinin son durumu hakkında, kişisel görüşlerimi ifade etmek üzere gündemdışı söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, geçen hafta da, bu kürsüde, bölgemle alakalı son durum hakkında bilgiler sunmuştum. Bugün farklı bir konuyu gündeme getirmek üzere huzurlarınızdayım. Bu konu da, bir bölgesel konu olmaktan ziyade, bir ülke sorunu, bir insanlık sorunudur. Nedir bu; boşaltılan köyler, zorla tehcire maruz bırakılan insanların sorunu.

Hepinizin bildiği gibi, güneydoğumuz, Türkiye katarından kopmuş bir vagonun durumunu andırıyor; fevkalade fakir, yoksul ve biçare. Bu şartlar altında, 1990'dan 1999'a kadar süregelen, 3 700 yerleşim biriminde yaşayan 3 000 000'e yakın insanın zorakî göçe maruz bırakılması... Sadece, zorla tehcir, zorla göçe maruz bırakılma değil, aynı zamanda, bırakmış oldukları evlerin yıkıldığı, arazilerin yakıldığı bir hal ve durumla karşı karşıyadırlar.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, bu son nüfus sayımında, sadece Siirt'te 84 köy sayılmamıştır veya sadece köyde bulunan bir iki korucu sayılabilmiştir. Böyle bir halle karşı karşıyayız. Güneydoğunun durumunu görüp de içi sızlamayan bir insanı düşünebilmek mümkün değildir.

Değerli arkadaşlar, geçmişte, hepimizin, özellikle bölge milletvekillerinin şahit olduğu bir realiteyle karşı karşıyaydık; gıda ambargosu denilen bir olguyla karşı karşıyaydık. Benim köylüm, şehrinden, kasabasından aldığı üç beş kiloluk un, şeker ve yağı köyüne götürürken, köyün girişinde bir barikatla karşı karşıyaydı ve Allah'a şükür ki, bu gıda ambargosundan kurtulduk.

Şimdi, bir ikinci temel soruna geliyoruz; bu da nedir; köyünden ve arazisinden mahrum bırakılmış, kendi kaderine terk edilmiş, zillet ve sefalet içerisinde çırpınan 3 000 000'a yaklaşan bir  kitleyle karşı karşıyayız. Bu kitlenin, bu köylünün köyüne dönüşü, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik girdaptan kurtuluşuna bir nebze katkı sağlayabilir. Hatırlıyorum, geçen dönem Türkiye Büyük Millet Meclisinde kurulan bir göç komisyonu vardı. O göç komisyonunun hazırladığı rapor Meclisten geçti; fakat, ne hikmetse, o rapor tozlu raflara atıldı ve ihmal edildi.

Şimdi, benim Anadolumun civanmert insanı, mert delikanlısı der ki, benim devletim eğer kaynakları tüketmiş, gerçekten, yolsuzluklarla, vurgunlarla, soygunlarla, hortumlamalarla, yani sıfırı tüketmişse; ben devletime diyorum ki, lütfen, gölge etme başka ihsan istemem. Beni kaderime terk et, köyüme gideyim. İki dönümlük tarlamdan buğdayımı, ekmeğimi temin ederim, 2 keçiyle, bir bostandan katığımı da sağlarım; hiç olmazsa, büyük şehirlerin varoşlarındaki sefaletten ve zilletten kurtarmış olurum kendimi.

Onun için, burada, özellikle üzerinde duracağımız konu, hükümetimizin, geçmişte, özellikle başbakanımızın hayallerinde canlandırdığı bir Köy-Kent Projesi vardı; biz, ondan da vazgeçtik, onun gerçekleşmeyeceğini zaten biliyoruz.

M. ZEKİ SEZER (Ankara) - Hayal gerçek oldu.

AHMET NURETTİN AYDIN (Devamla) - Efendim, hayal gerçek olmadı. Ordu'nun Mesudiye İlçesinde bir köy -bir büyük gazetenin, çok satan bir gazetenin başyazarının köyü- gerçekten, bir Köy-Kent Projesiyle abad edildi, onu da biliyoruz...

HASAN AKGÜN (Ordu) - Gördün mü?!

AHMET NURETTİN AYDIN (Devamla) - ... ama, benim güneydoğulu halkım, benim Siirtli halkım... Hiçbir şey yok!.. Gelin görün güneydoğuyu, Siirt'i görün! Lütfen... Sizin yapacağınız en büyük jest, en büyük iyilik, en büyük ihsan, bırakınız Anadolu köylüsünü, kendi köyüne dönsün, kendi imkânlarıyla, tekrar eski yaşamını sağlasın.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, Güneydoğu Anadolumuz, hâlâ ülkemizin birinci ve öncelikli sorudur. Benim buradan temennim, hükümetimizin yapacağı en büyük jest, en büyük fedakârlık, en büyük hizmet, bu insanlarımıza gölge etmemesidir. Eğer, gerçekten, bu devlette, bu ülkede sosyal hukuk anlayışı hâkimse, bırakın, bu vatandaş -devletinden hiçbir şey istemiyor- kendi imkânlarıyla köyüne dönsün, tarlasını yeniden eksin, biçsin ve sefaletten kurtulsun.

Bu duygularla hepinizi tekrar selamlıyorum. (AK Parti ve SP sıralarından alkışlar)

CEMAL ENGİNYURT (Ordu) - Sayın Başkan, Ordu-Mesudiye ile ilgili konuştu; ben de bir açıklama yapmak istiyorum.

BAŞKAN - Mesudiye'de Köy-Kent açılışı yapılmış...

CEMAL ENGİNYURT (Ordu) - Mesudiye ile güneydoğu arasında kıyaslama yaptı; lütfen, 1 dakika söz istiyorum.

BAŞKAN - Sayın Enginyurt, Sayın Bakan açıklamada bulunsun efendim

Buyurun Sayın Bakan.

İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (İçel) - Sayın Başkan, sayın milletvekili arkadaşlarım; Siirt Milletvekili Sayın Ahmet Nurettin Aydın'ın, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde boşaltılan köyler ve köye dönüş projesinin son durumu hakkında yapmış olduğu gündemdışı konuşmaya cevap vermek üzere söz almış bulunuyorum; sözlerime başlamadan, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde terör örgütünün yol açtığı koşullar nedeniyle, özellikle, 1991-1997 yılları arasında büyük kentlere doğru göçün yaşandığı malumlarınızdır. Terör nedeniyle oluşan göç sorunuyla ilgili olarak rehabilite edici tedbirler devletimizce her zaman alınagelmektedir. 1993, 1994, 1995 yıllarında göç edenlerin göçtüğü yerlerde rehabilitasyonu için il ve ilçe merkezlerinde veya daha güvenlikli merkezî köylere 5 853 konut yapılmıştır. Ayrıca, yaklaşık 4 000 kişiye 490 milyar Türk Lirası dolayında valiliklerce aynî ve nakdî yardımda bulunulmuştur.

Köylerini terk etmek zorunda kalan vatandaşların sorunlarına çözüm bulunması amacıyla 14.12.1997 tarihinde yapılan Bakanlıklararası Uygulama ve Koordinasyon Kurulu toplantısında alınan kararlar çerçevesinde, 27.1.1998 tarihinde yayımlanan Başbakanlık Genelgesiyle, köylerine geri dönmek isteyen vatandaşlara yönelik politikaların esasları belirlenmiş, bölgede boşalan köy ve köy altı yerleşim yerlerinin yeniden iskânı konusunda koordinasyon sorumluluğu Bakanlığımıza verilmiştir. Aynı genelgede, konuyla ilgili olarak, GAP İdaresi Başkanlığı ve Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünce 4 il ve 23 köyde yürütülen çalışmaların destekleneceği de belirtilmiştir.

1998 yılında Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünce hazırlanan Köye Dönüş ve Rehabilitasyon Projesinin 1999 yılı yatırım programına alınmasına ilişkin Yüksek Planlama Kurulu kararı, Bakanlar Kurulunca, 10.3.1999 tarihinde kabul edilmiştir. Daha önceki yıllarda projeyle ilgili olarak GAP bölgesinde çalışmalar yürüten GAP İdaresi Başkanlığı, 18 Mart 1999 tarih ve 99/1 sayılı GAP Yüksek Kurulu kararıyla GAP bölgesi dışındaki illerde de projenin yürütülmesinde yetkili kılınmıştır. Aynı kararda, projenin teknik kontrolörlüğünün valilikler ve Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünce sağlanacağı belirtilmiştir. Bu doğrultuda 1999 yılında projeyle ilgili çalışmalar GAP İdaresi Başkanlığı, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü ve valiliklerce yürütülmüştür. 57 nci hükümet programında da çeşitli nedenlerle yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda kalan doğu ve güneydoğuda yaşayan insanlarımızın köye dönüş isteklerinin desteklenmesi ve hızlandırılması prensibi benimsenmiş bulunmaktadır.

1999 yılı sonunda yapılan çalışmalarda, boş köy ve mezralardan hangilerinin merkezî köye yerleşeceği saptanmıştır. Buna göre, geri dönüş için tespit edilen 163 merkezî yerleşim yerine 418 köy ve 700 mezraı yerleştirmek üzere 13 593 konut yapılması gerekmektedir. Halihazırda, Bitlis, Muş, Bingöl, Hakkâri, Tunceli, Van, Batman, Diyarbakır, Mardin, Siirt ve Şırnak İlleri Köye Dönüş ve Rehabilitasyon Projesi kapsamında bulunmaktadır. Bunlardan ilk 6 il, yani, Bitlis, Muş, Bingöl, Hakkâri, Tunceli ve Van İlleri İçişleri Bakanlığı; diğer 5 il, Batman, Diyarbakır, Mardin, Siirt ve Şırnak GAP Bölge Kalkınma İdaresi Yatırım Programı kapsamında yer almaktadır.

Bakanlığımızca, 2000 yılında, Köye Dönüş ve Rehabilitasyon Projesi için 2 trilyon 723 milyar lira acil desteklemeden ve GAP İdaresinden 3,7 trilyon lira kaynak valiliklere aktarılmıştır.

Bakanlığımız, 2001 yılı yatırım programındaki Köye Dönüş ve Rehabilitasyon Projesine ayrılan 3 trilyon 200 milyar Türk Lirasından 2 trilyon 994 milyar lirayı, harcanmak üzere adı geçen illere göndermiştir. 2002 yılı İçişleri Bakanlığı bütçesinde ise, söz konusu proje için 5 trilyon 615 milyar lira ayrılması öngörülmüştür.

31 Ağustos 2001 yılı itibariyle, Diyarbakır İslamköy'de 50, Van Konalga'da 383, Şırnak Kaymakamçeşme'de 68, Başağaç'ta 106, Siirt Dağdöşü'nde 32, Çetinkol'da 30, Hakkâri Kaymaklı'da 100 konut bitirilmiştir. Yine, Siirt Dağdöşü'nde 70, Hakkâri Üzümlü'de 125, İyikaya'da 200, Bitlis Çalıdüzü'nde 40 konut inşası devam etmektedir. Yani, 769 konut bitmiş, 435 konutun yapımı devam etmektedir.

Bütün bunlara ilaveten, geçen yıl haziran ayından itibaren, sakıncası olmayan köylere kendiliğinden dönüş uygulamasına da geçilmiştir.

Değerli milletvekilleri, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde bulunan toplam 25 ilden göç eden, yani, boşalan köy sayısı 1 195, mezra sayısı 2 260, hane sayısı 61 307, nüfus sayısı ise 347 144'tür. Köye dönüş için yapılan başvuru sayısı 1 531'dir. Bu başvurulardan 1 411'i incelenmiş ve 1 018'i uygun görülmüştür. Ekim 2001 tarihi itibariyle geri dönen hane sayısı 7 627, nüfus sayısı ise 45 636'dır. Olağanüstü hal kapsamında ve mücavir illerde, Haziran 2000-Ekim 2001 arası 17 aylık dönemde 318 köy ve 149 mezraa, 30 224 nüfuslu 5 373 hane dönüş yapmıştır. Bunlardan muhtaç olanlara, valiliklerce, yaklaşık, 3 trilyon liralık malzeme yardımında ve yaşam desteğinde bulunulmuştur. Bu bölgede, halihazırda boş köy sayısı 605, mezra sayısı 2 382, bunlardan, dönüşü uygun görülen köy sayısı 229, mezra sayısı 460, dönüşü uygun görülmeyen köy sayısı 376, mezra sayısı ise 1 922 olarak belirlenmiştir. Köye dönüşlerde, birkaç haneden oluşan eğitim, sağlık, ulaşım gibi altyapı hizmetlerinin götürülemeyeceği mezra veya mahallelerin yeniden oluşmasına imkân tanınmaması, tarım arazisi olmayan ve sadece gezginci hayvancılığı veya orman varlığını kullanmayı hedeflemiş ormaniçi yerleşime izin verilmemesi, saptanan merkezî köyler veya cazibe merkezlerinin altyapılar ile kendi gücünü evini yapmakta kullananların malzeme, araç, usta temini şeklinde desteklenmesi ilke olarak benimsenip uygulanmaktadır.

Sayın milletvekilleri, köylerine dönmek isteyen vatandaşlardan, valilik ya da kaymakamlıklara müracaatları esnasında matbu bir form dilekçesi alınmaktadır. Bu dilekçe, dönmek isteyen kişinin, dönüş beyanını belgelemektedir. Dilekçede, halen ikamet ettiği adres, dönüş yapmak isteyen aile fertlerinin adı, soyadı, baba adı, akrabalık derecesi, doğum yeri, mesleği ve imzaları gibi nüfus bilgileri yer almakta ve ilgiliden, yine, dilekçede matbu olarak belirtilen, iş bulmak için çocukların eğitimi nedeniyle çocuklarının eğitimi nedeniyle, daha iyi hayat şartı elde etmek için, köy içi huzursuzluğu nedeniyle, sağlık nedeniyle, terör nedeniyle, kan davası nedeniyle veya diğer sebeplerden gibi, köyden göç nedeni hangisiyse, onu işaretlemesi istenmektedir. Bazen, zaman zaman, bazı yerlerde çıkarılan dedikodular gibi, köylerine dönmek isteyen vatandaşlardan, terör nedeniyle köylerini isteyerek terk ettiklerine, maddî-manevî tazminat istemeyeceklerine ilişkin herhangi bir yazılı taahhüt alınması söz konusu değildir. Bu konuda, bütün valiliklerin, Bakanlığımızca sorgusu yapılmış ve onların bu uğurda kullanmış oldukları matbu form dilekçe de Bakanlığıma getirtilmiştir; bu konunun, Bakanlığım, titizlikle takibini ve denetlemesini yapmaktadır.

Köye dönüş projesiyle, Türkiye'nin doğu ve güneydoğu bölgeleri başta olmak üzere, güvenlik dahil çeşitli nedenlerle köylerinden ayrılan ailelerden gönüllü olarak geri dönmek isteyenlere, kendi köyleri civarında veya arazisi müsait başka yerlerde iskân imkanı sağlanarak, bunlar için gerekli olan sosyal ve ekonomik altyapının tesisi amaçlanmıştır.

Yapılan çalışmalar, sadece, vatandaşı eskiden yaşadığı yerlere iskân etmekle sınırlı değildir. Köye dönüş projesinde koordinasyon görevi üstlenmiş bir bakanlık olarak amacımız, üretimden kopmuş bu insanları yeniden üretici hale getirmektir.

Çeşitli sebeplerle yaşadıkları yerleri terk eden insanların, tekrar, eski mekânlarına, daha iyi şartlarda yerleşmeleri ve üretim sürecine katılmaları için Bakanlığımız, diğer kamu kuruluşlarıyla da işbirliği içerisindedir. Bu çerçevede, Devlet Planlama Teşkilatı, GAP Bölge Kalkınma İdaresi, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü ve Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu İdaresi Başkanlığı gibi kamu kuruluşlarıyla yardımlaşma ve bilgi alışverişinde bulunulmaktadır.

Hepinize, en içten saygılar sunar, bu bilgileri arz etmekten memnuniyetimi belirtirim. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Bakanım.

Gündemdışı üçüncü söz, Şanlıurfa İlinde ödenecek pamuk primleri hakkında söz isteyen Şanlıurfa Milletvekili Sayın Mehmet Yalçınkaya'ya aittir.

Buyurun Sayın Yalçınkaya. (DYP sıralarından alkışlar)

3.- Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Yalçınkaya'nın, Şanlıurfa İlinde ödenecek pamuk primlerine ilişkin gündemdışı konuşması

MEHMET YALÇINKAYA (Şanlıurfa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gündemdışı konuşma yapmak üzere kürsüdeyim; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bu fırsatı verdiği için de, Başkanıma ayrıca teşekkür ediyorum.

Pamuk, güneydoğu, GAP, sulama bu ülkenin büyük rüyası idi; ama, bugün gelinen noktada, maalesef, Urfa'yı, güneydoğuyu, büyük projeleri bilmeyen Sayın Derviş'e bütün bu projeler teslim edilmiştir.

Meclis, bu haftayı, bir haftasını pamuğa ayırmıştır. Anavatan Partisinden Sayın Saygın, Sayın Seydaoğlu ve bugün ben kürsüdeyim, üçüncü kez pamuğu konuşuyoruz.

Değerli arkadaşlar, bu Meclisin ve bu hükümetin, hepimizin mutlaka yapması gereken bir şey var; mutlaka, pamuk bakanlığı kurulmalıdır. Neden bunu söylüyorum; lüzumsuz bir sürü bakanlık var. Pamuk bakanlığı... Türkiye'nin ihracatı 25-26 milyar dolardır ve bu ihracatın yarısı, pamuk ipliği, tekstil, konfeksiyon ve hazır giyimdendir. Girdisi bu kadar yüksek olan bir sektörün, bu kadar mühim olan bir sektörün ihmal edilmesi, kaderine terk edilmesi, Türkiye'nin bu coğrafyadan silinmesi demektir.

Bugün, Antep'te bir Japon mucizesi, Maraş'ta bir Japon mucizesi, Denizli'de bir Alman mucizesi, Kahramanmaraş'ta bir İsrail mucizesi varsa, bunun temelinde pamuk vardır değerli arkadaşlar. Bu sebeple, pamuk meselesi çok önemlidir.

Geçen yıldan bekleyen ve üzerinden onbeş ay geçmesine rağmen, verilmesi gereken 9 sentlik prim bugüne kadar ödenmemiştir. En son, geçen ayın sonunda, onbeş günlük süreyi göz önüne alarak, Sayın Derviş'e bir süre vermiştim; dedim ki, pamuk prim paralarını, Urfa'nın, Akçakale'nin, Harran'ın, Ceylanpınar'ın, Viranşehir'in, Diyarbakır'ın, Mardin'in, Antep'in parasını ödemezseniz, kapınızda oturma eylemi yaparız. O sözümüzden sonra, Urfa'ya 45 trilyon para gönderilmiştir; gönderilmiştir; ama, geriye 10 trilyon civarında bir para kalmıştır.

Bugün Urfa, Diyarbakır, Mardin ve Antep'in bekleyen paralarının bir an önce oraya gönderilmesi gerekmektedir. Neden gerekmektedir; çünkü, bu çiftçiler bankaları soymayanlardır, bu ülkenin kaynaklarını hortumlamayanlardır. Bu ülkede alınterinin karşılığını, hakkını isteyen çiftçilerin parasını, devlet, mutlaka, bir an önce yerine intikal ettirmek zorundadır.

Geçmişteki prim uygulamalarına baktığımız zaman, Doğru Yol Parti döneminde, 1994 yılında, çiftçi, yüzde 30'unu peşin, geriye kalanını da 15 gün sonra Ziraat Bankasından almaktaydı. Bugün, aynı uygulama, maalesef, tersine dönmüş, aradan onbeş ay geçmesine rağmen, Urfa'nın çiftçisi, Harran'ın çiftçisi, Viranşehir'in çiftçisi parasını bekler durumdadır. Bu sebeple, bugünkü mağduriyetin mutlaka ortadan kaldırılması gerekmektedir.

Bugün en yakın komşumuz Yunanistan'ın verdiği prim 24 senttir; 24 senttir, bizim 2 katımızdan daha fazladır. Bugün pamukla ilgili çok kötü bir durum var, bunu söylemek istiyorum. Pamuk ithalatı devam etmektedir ve fiyatlar alabildiğine aşağı inmektedir; Ege çiftçisi perişandır, Antalya çiftçisi perişandır, Urfa çiftçisi perişandır. Bugün Derviş'in buğdayda yaptığı oyun, 80 000 lirayı tabanfiyat olarak gördü, fiyat öyle oluştu ve neticede, bugün fiyatlar 280 000 lira civarında seyretmektedir değerli arkadaşlar. Pamuk da aynı durumu yaşayacaktır. Bugün Urfa'da 350 000 liraya pamuk satılmaktadır ve pamuk çiftçisi dilenci durumuna düşürülmüştür. Bu sebeple, ithalatın mutlaka durdurulması gerekir. İthalat durmazsa, pamuk çiftçisi bugünkü pamuğunu satamaz, gelecek sene de pamuk üretemez hale gelecektir ve bu tekstil sektörü, ihracatın kalbi, Türkiye'nin geleceği olan sektör, yarın iflasla karşı karşıya kalacaktır; çok büyük istihdam alanları yaratan bu fabrikalar, işçilerini, çalışanlarını işten çıkarmak, kapılarını kapatmak zorunda kalacaklardır. Bu sebeple, hükümetin ve özellikle Sayın Derviş'in...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - 1 dakika içerisinde toparlayın efendim.

MEHMET YALÇINKAYA (Devamla) - Şimdi efendim, bir dakika yetmez Sayın Başkanım, bu çok önemli bir konu. Özellikle çiftçilere getirilen bu son Ziraat Bankası affı ve elektrik affı. Viranşehir'deki bir çiftçi tarlasını satsa, bütün tesislerini verse, bugünkü faizi ve bugünkü elektrik borcunu ödeyemez. Mürekkep faizle ilgili katlanarak gelen faizin taksitlendirilmesinin bir çözüm olamayacağı ortadadır. Yapılacak iş, çiftçinin bütün faizlerinin affedilmesi, elektrik fiyatlarının yüzde 50 indirilmesi gerekmektedir.

Ve son olarak Sayın Derviş... Derviş dediğimiz şey; Anadolu'nun toprağından çıkmıştır; ama, bugün, görüyoruz ki, Dervişler Amerika'dan gelmekte. Amerika'da yetişirse; ancak, keşişler yetişir, Dervişler yetişemez. (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Bizim kotlu ve şortlu Dervişlere ihtiyacımız yok değerli arkadaşlar. Bu ülkenin gerçek dervişlerine ihtiyacımız var... Gerçek dervişlere ihtiyacımız var. Bu sebeple, bu Derviş'in söylediği lafı, kendisine aynen iade ediyorum ve kim çıkar ilişkisi içerisinde ise, bunu kamuoyuna açıklasın. Ve kendisinin getirdiği kadrosuyla beraber çalıştırdığı sabıkalı kamu bankacılarını da kamuoyuna açıklasın.

Saygılarımı sunarım. (DYP, AK Parti ve SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz.

Gündemdışı konuşmaya yanıt verecek Sayın Bakan?.. Yok.

Başkanlığın Genel Kurula diğer sunuşları vardır.

Çevre Komisyonu Başkanlığının bir tezkeresi vardır; okutuyorum:

C) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1.- Çevre Komisyonu Başkanlığının Komisyon Başkanlığına, Kırklareli Milletvekili Cemal Özbilen'in seçildiğine ilişkin tezkeresi (3/912)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Türkiye Büyük Millet Meclisi Çevre Komisyonu Başkan seçimi için 31.10.2001 Çarşamba günü saat 13.30'da toplanmış, kullanılan 17 adet oy pusulasının tasnifi sonucu, Kırklareli Milletvekili Cemal Özbilen 16 oy alarak Başkan seçilmiştir.

Bilgilerinize arz olunur.

                                                                    Sedat Çevik

                                                                        Ankara

                                                     Çevre Komisyonu Başkanvekili

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır; okutup, oylarınıza sunacağım:

2.- Brüksel'de yapılacak olan Üçüncü Olağanüstü Avrupa-Akdeniz Parlamenter Forumuna, TBMM Başkanvekili Ali Ilıksoy başkanlığında üç üyeden oluşacak bir parlamenter heyetin katılmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/913)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Avrupa Parlamentosu Başkanı Nicole Fontaıne ve Fas Krallığı Temsilciler Meclisi Başkanı Abdelwahad Radi'nin TBMM Başkanlığına muhatap ortak mektubunda, Barselona Sürecinin devamı olan Üçüncü Olağanüstü Avrupa-Akdeniz Parlamenterler Forumunun 8 Kasım 2001 tarihinde Brüksel'de yapılacağından bahisle TBMM Başkanı Başkanlığında bir parlamenter heyet davet edilmektedir.

Söz konusu toplantıya Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanvekili Ali Ilıksoy başkanlığında toplam üç üyeden oluşacak parlamenter heyetin katılması hususu, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620 Sayılı Kanunun 9 uncu maddesinin 3 üncü bendi uyarınca Genel Kurulun tasviplerine sunulur.

                                                                      Ömer İzgi

                                                      Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                        Başkanı

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Gündemin "Seçim" kısmına geçiyoruz.

 

IV. - SEÇİMLER

A) KOMİSYONLARA ÜYE SEÇİMİ

1.- (10/13) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu üyeliklerine seçim

BAŞKAN- Yeraltı ve Yerüstü Su Kaynaklarımızın Daha Etkin Kullanımını Sağlamak ve Komşu Ülkelerle Olan Su Sorununa Çözüm Bulmak Amacıyla Kurulan (10/13) Esas Numaralı Meclis Araştırma Komisyonu üyeliklerine siyasî parti gruplarınca gösterilen adayların listesi bastırılıp, sayın üyelere dağıtılmıştır.

Şimdi, listeyi okutup, oylarınıza sunacağım:

Yeraltı ve Yerüstü Su Kaynaklarımızın Daha Etkin Kullanımını Sağlamak ve Komşu Ülkelerle Olan Su Sorununa Çözüm Bulmak Amacıyla Kurulan Meclis Araştırma Komisyonu Üyelikleri Aday Listesi (10/13)

 

(13)

                   Adı Soyadı                    Seçim Çevresi

DSP (4)

                   Mehmet Kocabatmaz    (Denizli)

                   Necati Albay                 (Eskişehir)

                   Yücel Erdener               (İstanbul)

                   İsmail Bozdağ               (Manisa)

MHP (3)

                   Mihrali Aksu                 (Erzincan)

                   Ali Gebeş                      (Konya)

                   Mükerrem Levent         (Niğde)

DYP (2)

                   Mustafa Örs                   (Burdur)

                   Zeki Ertugay                 (Erzurum)

ANAP (2)

                   Halil İbrahim Özsoy     (Afyon)

                   Cengiz Altınkaya          (Aydın)

AK Parti (1)

                   Zeki Ünal                      (Karaman)

SP (1)

                   Musa Demirci                (Sıvas)

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bu komisyona seçilmiş bulunan sayın üyelerin, 2.11.2001 Cuma günü, saat 11.00'de, Ana Bina Üst Zemin PTT karşısı Araştırma ve Soruşturma Komisyonları Toplantı Salonunda toplanarak, başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip seçimini yapmalarını rica ediyorum.

Komisyonun toplantı yer ve saati, ayrıca ilan tahtalarına asılmıştır.

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri İle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.

Önce, yarım kalan işlerden başlayacağız.

V. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1.- İzmir Milletvekili Rıfat Serdaroğlu'nun; İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın; Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın; Ankara Milletvekili Yıldırım Akbulut'un; Şırnak Milletvekili Mehmet Salih Yıldırım'ın; Gaziantep Milletvekili Ali Ilıksoy, Konya Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara Milletvekili Nejat Arseven'in; İstanbul Milletvekili Ziya Aktaş ve 42 Arkadaşının; Zonguldak Milletvekili Hasan Gemici'nin ve İzmir Milletvekili Işılay Saygın'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S. Sayısı: 527)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Tekliflerinin görüşülmeyen maddeleriyle ilgili Komisyon raporu Başkanlığa verilmediğinden, teklifin müzakeresini erteliyoruz.

Türk Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenîsinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner'in; Ankara Milletvekili Esvet Özdoğu ve Dört Arkadaşının, Aynı Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tekliflerinin müzakeresine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

2.- Türk Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenisinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner'in; Ankara Milletvekili Esvet Özdoğu ve Dört Arkadaşının; Aynı Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve Adalet Komisyonu Raporu (1/611, 1/425, 2/361, 2/680) (S. Sayısı: 723) (1)

BAŞKAN - Komisyon?.. Hazır.

Hükümet?.. Hazır.

Üçüncü Bölüm üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştı. Bölüm üzerinde verilen önergeler sırasıyla okutulmuştu.

Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı ilk önergeyi hatırlatmak için, tekrar okutup oylarınıza sunacağım; karar yetersayısı istenilmişti.

FETHULLAH ERBAŞ (Van) - İstenilmişti efendim.

BAŞKAN - Önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Türk Medenî Kanun Tasarısının 186 ncı maddesinin aşağıdaki şekilde düzenlenmesini arz ve teklif ederiz.

Saygılarımızla.

                                                                            Fethullah Erbaş

                                                                                    (Van)

                                                                             ve arkadaşları

Madde 186.- Birliğin reisi, evlenme akdi sırasında belirlenir. Eşler, oturacakları konutu birlikte seçerler. Eşler, birliğin giderlerine güçleri oranında emek ve mal varlıklarıyla katılırlar.

BAŞKAN - Evet, Komisyonun ve hükümetin katılmadığı Sayın Erbaş'ın önergesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Önerge, kabul edilmemiştir.

İkinci önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Türk Medenî Kanunu Tasarısının 202 nci maddesinin aşağıdaki şekilde düzenlenmesini arz ve teklif ederiz.

Saygılarımızla.

                                                                             Lütfü Esengün

                                                                                (Erzurum)

                                                                             ve arkadaşları

Madde 202.- Eşler arasında paylaşmalı mal ayrılığı rejiminin uygulanması asıldır. Eşler, mal rejimi sözleşmesiyle kanunda belirlenen mal rejimlerinden birini kabul edebilecekleri gibi, aralarında özel mal rejimi sözleşmesi de yapabilirler.

BAŞKAN - Sayın Komisyon?..

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Sayın hükümet?..

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Katılmıyoruz.

BAŞKAN - Sayın Erbaş...

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - İlk imza benimdir Sayın Başkan.

BAŞKAN - Pardon, Sayın Bıçakçıoğlu, buyurun; görüşlerinizi açıklamak istiyor musunuz, gerekçeyi mi okuyalım?

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Sayın Başkanım, ilk imza, gerçi benimdir; ama, ben konuşma hakkımı Fethullah Erbaş'a veriyorum. Konuşursam, Sayın Bakan, bakarsınız, istifa eder. Kadınlarımız için mücadelem devam edecek.

Saygılar sunarım.

BAŞKAN - Önergenin gerekçesini açıklamak üzere, Sayın Fethullah Erbaş; buyurun... (SP sıralarından alkışlar)

FETHULLAH ERBAŞ (Van) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Medenî Kanunu Tasarısının en fazla tartışılan maddesi üzerindeki önergemin kabulü için gerekçesini sizlere açıklayacağım.

Her ne kadar, bu konuda Orhan Bıçakçıoğlu kardeşimiz çok çaba sarf ettiyse de, nedense, konuşmadı, konuşma bize kaldı.

Değerli arkadaşlar, 202 nci maddede yasal mal rejimi olarak seçilen edinilmiş mallara katılma rejiminin yerine, biz, eşler arasında paylaşmalı mal ayrılığı rejiminin düzenlenmesinin uygun olacağı görüşünü savunduk.

Bizim görüşümüz, 55 inci cumhuriyet hükümeti zamanında, Başbakan Mesut Yılmaz, Yardımcısı Sayın Bülent Ecevit, Adalet Bakanı Oltan Sungurlu, Devlet Bakanı şu andaki Adalet Bakanımız Hikmet Sami Türk'ün de bulunduğu ve Devlet Bakanlığı sıfatıyla Meclise sevk ettikleri Türk Medeni Kanununun genel gerekçesinin 232 nci maddesi aynen şöyle demektedir arkadaşlar... Yani, Sayın Hikmet Sami Türk'ün imzasının bulunduğu bu tasarının 232 nci maddesi "edinilmiş mallara katılma" diye Dördüncü Ayırımda yer alıyor ve orada şu ibareler var:" Çok karmaşık bir sistem ve evlilik birliğinin sona ermesinde son derece güç bir tasfiye yöntemi öngören bu rejim, ayrıntılı bir şekilde incelenmiş ve ülkemiz şartlarına uymadığı kanısına varılarak, ancak sözleşmeli akdî mal rejimi olarak düzenlenmiş olarak alınacağı sonucuna varılmıştır. Edinilmiş mallara katılma rejimine ilişkin bütün hükümler İsviçre Medeni Kanunundan çeviri suretiyle alınmıştır."

Değerli arkadaşlar, o günkü -imzası bulunan- tasarının genel gerekçesinde; yani, edinilmiş mallara katılmanın genel gerekçesinde şunlar yazıyor... Şu anda, bizlere, bu rejimi, Sayın Bakan, yasal mal rejimi olarak dayatıyor edinilmiş mallara katılmayla ilgili olarak.

Değerli arkadaşlar, yine bu konuda, Bakanın Yüksek Müşaviri olduktan sonra görüşleri değişen Profesör Doktor Sayın Ahmet Kılıçoğlu, 1996 senesinde, Ankara Hukuk Fakültesinin kuruluş yıldönümünde yayımladığı makalesinde şunları söylemektedir: "Edinilmiş mallara katılma rejiminin sakıncaları, bizzat tasarıyı hazırlayanlar tarafından dile getirilmektedir. Gerçekten de, tasarının hazırlanmasında büyük emeği geçen Prof. Dr. Ahmet Kılıçoğlu 1996 yılında yayımladığı bir makalesinde "edinilmiş mallara katılma rejiminin İsviçre'de dahi toplumun ihtiyaçlarına cevap verip vermediği belli değildir. Bu rejim İsviçre'de henüz tam anlamıyla oturmuş ve sorunsuz bir rejim olduğunu söylemek için çok erken olduğunu ortaya koymaktadır. İsviçreli hukukçular dahi, bu rejimin uygulamada önemli sorunlar yaratacağını ileri sürmektedirler" ifadesini kullanmaktadır.

Değerli arkadaşlar, Türkiye'de 22 tane hukuk fakültesi var, 22 hukuk fakültesinin hemen hemen tamamı, bu edinilmiş mallara katılmayı reddetmektedir ve bizim önerdiğimiz paylaşmalı mal ayrılığı rejimini kabul etmektedirler. İşte bunlardan, Sayın Bıçakçıoğlu'nun bütün gruplara dağıtmış olduğu fakslardan şunları öğreniyoruz: Prof. Dr. Özer Seliçi İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medenî Hukuk Ana Bilim Dalı Başkanı, Prof. Dr. Cevdet Yavuz Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medenî Hukuk öğretim üyesi, Prof. Dr. Polat Soyer İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi öğretim görevlisi, Prof. Dr. Şeref Ertaş Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medenî Hukuk Ana Bilim Dalı Başkanı, Doç. Dr. Şahin Akıncı Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medenî Hukuk Ana Bilim Dalı Başkanı, Almanya'dan Prof. Dr. Tuğrul Ansay, yine Prof. Dr. Rona Serozan, yine Avukat Nazan Moroğlu kadın araştırmalar uzmanı, yine Sayın Prof. Dr. İsmet Sungur Bey adına medenî hukuk araştırma görevlisi Ömer Emre Kaynak..

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

FETHULLAH ERBAŞ (Devamla) - 1 dakika... Lütfen...

BAŞKAN - 1 dakika içinde toparlayın efendim.

Buyurun.

 FETHULLAH ERBAŞ (Devamla) - Yine Prof. Dr. Kudret Güven ve bu konuda, Doç. Dr. Sayda Oktay Özdemir, Yrd. Doç. Dr. Şükran Şıpka ki, bunlar da İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyeleri.

Değerli arkadaşlar, bütün ilim adamlarının görüşleri bizim de şu andaki önergemizi desteklemektedirler ve Türk insanı için en önemli ve en uygun sistemin, eşler arasında paylaşmalı mal ayrılığı rejiminin, yasal mal rejimi olmasını istemektedirler.

Her nedense, Sayın Bakanımız, Adalet Komisyonunda da kabul edildiği halde, sonradan tekriri müzakere isteyerek, yeniden, edinilmiş mallara katılmayı yasal rejim kabul etti; ama, bunun, Türk insanına yararlı olmayacağını biliyorum.

Bu hususta önergeme destek vermenizi istirham ediyorum, Türk insanı için istirham ediyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum ve saadetler diliyorum. (SP sıralarından alkışlar)

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) - Karar yetersayının aranılmasını istiyorum.

BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza sunacağım ve karar yetersayısını arayacağım.

Elektronik cihazla oylama yapacağım ve 2 dakikalık süre vereceğim.

Bu arada, vekaleten oy kullanacak sayın bakan varsa, hangi bakana vekaleten oy kullandığını, oyunun rengini ve imzasını belirleyen oy pusulasını, belirlenen süre içerisinde Başkanlığımıza ulaştırmalarını rica ediyorum.

Sisteme giremeyen arkadaşlarımızın, teknik personelden yardım istemelerini, buna rağmen giremeyen arkadaşımız olursa, oy pusulasını, aynı süre içerisinde Başkanlığımıza ulaştırmalarını rica ediyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN - Önerge kabul edilmemiştir; karar yetersayısı vardır.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Türk Medenî Kanunu Tasarısının 205/1 maddesinin aşağıdaki şekilde düzenlenmesini arz ve teklif ederiz.

Saygılarımla.

                                                                            Fethullah Erbaş

                                                                                    (Van)

                                                                             ve arkadaşları

Mal rejimi sözleşmesi, noterde düzenleme veya onaylama ya da evlendirme memuruna eşlerin birlikte beyanı şeklinde yapılır. Eşlerin sahip oldukları kişisel malların listesi bu sözleşmeye eklenir.

BAŞKAN - Sayın Komisyon?..

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya) - Katılmıyoruz.

BAŞKAN - Sayın Hükümet?..

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Katılmıyoruz.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Erbaş.

FETHULLAH ERBAŞ (Van) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önergemin gerekçesini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum.

Mal rejimi sözleşmesi, noterde yapılıyor mevcut tasarıda. "Noterde düzenleme veya onaylama şeklinde yapılır" deniliyor. Değerli arkadaşlar, Türkiye'nin yüzde 40'lık bir bölümü köylerde yaşamaktadır; köylerde noter de olmadığına göre, evlenmek için ta şehre gelinecek, şehirde notere gidilecek, noterde düzenleme şeklinde bir evlilik sözleşmesi yapılacak. Zaten, noter harçlarını kat be kat artırdınız; şu anda bir evlenme sözleşmesinin kaça çıkacağından herhalde hiç kimsenin de haberi yok; o kadar para notere ödenecek, ondan sonra mal rejimi sözleşmesi olacak. Bu külfete, hiç kimsel katlanamaz; dolayısıyla, ses çıkarmaz, ses çıkarmayınca, yasal mal rejimi devam eder gider ve sonucuna da katlanmak zorunda kalırız.

Değerli arkadaşlar, dünyada, evlilikler teşvik edilirken, kolaylaştırılırken, mümkün mertebe kırtasiyecilikten arındırılırken, bu müesseseyi zorlaştırmak, noterlere göndermek, adi bir şirket gibi değerlendirmek, elbette akıl alacak gibi değildir. Kanun, evli çiftlerin önüne seçenek koymuştur; bir tanesini evlenme akdi sırasında seçerler, bu mesele de hallolur. Kız veya oğlan tarafı böyle bir anlaşmayı noterde yapmak isterlerse, noter açık, giderler yaparlar, buna da bir mani yoktur; ama, yasal mal rejiminin etkili olmaması için eşlerin serbestçe, akit serbestisi içerisinde, irade beyanları şeklinde, evlenme memurunun önünde... Hatta,.evlenme memuru, en fazla "hangi mal rejimini, yasal mal rejimini mi, yoksa, diğer mal rejimlerden birini mi kabul ediyorsunuz?"diye sorar, eşler de, birlikte, yasal mal rejimi veya kabul ettikleri herhangi bir mal rejimini oradaki evlenme memuruna beyan etmeleri suretiyle, mal rejimi edinmiş olur.

Şu ana kadar yasal mal rejimi, mal ayrılığı sistemiydi. Toplumumuz da bunu bugüne kadar gayet iyi bir şekilde yürütmüştür; ama, bundan sonra hanımlarımızın birtakım haklarının çiğnendiği iddiası var; bu da hoş görülebilir, paylaşmalı mal ayrılığı sistemi bu sistemi daha güzel bir şekle getirebilir.

Paylaşmalı mal ayrılığı sisteminde, zaten, eşlerin ikisi de mağdur olmamaktadır; çünkü, her ne kadar, paylaşmalı mal ayrılığı sisteminde de uç açık olsa bile, şu var, o anda eşlerin evlilik birliğini yürütebilmeleri için gerekli mallar, ortak mal sayılmaktadır, bunlar da zaten tadat ediliyor; deniliyor ki, aile birliğinin yazlık veya kışlık evi, otomobili, zarurî ihtiyaçlardan olan ev eşyaları, bunların hepsi paylaşmalı mal ayrılığı sisteminin ortaya koyduğu şey, bunlar paylaşılacak; ama, diğer gerisi, erkek kazanmışsa erkeğin, kadın kazanmışsa kadının malı olmaktaydı. Şimdi, bütün bunlara rağmen, biraz önce de, 202 nci maddede de açıkladığım gibi, ucu belli olmayan bir sistemin, yasal mal rejimi olarak değerlendirilmesi, hakikaten uygun değildir.

Değerli arkadaşlar, Medenî Kanun, elbette ki, uygulanacaktır; ama, şu vardır, dün de bir arkadaşımız söyledi, 1831 yılında başlık parası kaldırıldığı halde, aradan 170 sene geçmiş, halen başlık parası alınıyorsa, burada mal rejimini böyle koymuşsun, öyle koymuşsun, bu bölgelerde uygulama örfe göre gidecektir; ama, kanun bunu, eğer, ele alırsa, seneler sonra çözülür, çözüldüğü zaman da torunlarına kalır mallar.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Erbaş.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Son önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 723 sıra sayılı kanun tasarısının 274 üncü maddesinin kenar başlığının "değer artış payı" metninde yer alan "katkıdan doğan hakka" ibaresinin "değer artış payına" şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederim.

                                                                          Hikmet Sami Türk

                                                                             Adalet Bakanı

BAŞKAN - Sayın Komisyon?..

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya) - Çoğunluğumuz olmadığı için katılamıyoruz, takdire bırakıyoruz.

BAŞKAN - Komisyon takdire bırakıyor.

Sayın Hükümet, zaten önerge sahibi.

Hükümet verdiği ve Komisyonun takdire bıraktığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Önerge kabul edilmiştir.

Kabul edilen bu önerge doğrultusunda, 118 inci maddeden 282 nci maddeye kadar olan Üçüncü Bölümü oylarınıza sunacağım.

Ancak, bu arada, şunu ifade edeyim; gerçekten, Türk Medenî Yasasındaki değişikliğe ilgi duyan yurttaşlarımızın Genel Kurulu onurlandırmalarına, kendi haklarına, geleceklerine ilişkin böyle bir düzenlemeye ilgi göstermelerine teşekkür ediyorum. Türkiye'deki demokrasi anlayışının geliştiğini, sivil toplum örgütlerinin ve yurttaşlarımızın kendi haklarına ilgi gösterdiklerinin en güzel örneğidir.

Üçüncü Bölümü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Üçüncü Bölüm kabul edilmiştir.

Dördüncü Bölüme geçiyoruz.

Dördüncü bölüm, 282 ilâ 395 inci maddeleri kapsamaktadır.

Burada da, süreler, Komisyon, Hükümet ve gruplar için 20'şer dakikadır.

Dördüncü Bölüm üzerinde, ilk söz, Anavatan Partisi Grubu adına Sayın Işılay Saygın'a ait.

Buyurun Sayın Saygın. (ANAP sıralarından alkışlar)

ANAP GRUBU ADINA IŞILAY SAYGIN (İzmir) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan Medenî Kanun Tasarısının Dördüncü Bölümü olan Evlilik Hukuku kısmı üzerinde, Anavatan Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere, söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; tasarıda en köklü değişikliklerin aile hukuk alanında yapılmış olduğunu görüyoruz. Bugün, özellikle üzerinde duracağımız, evlilik hukuku kısmındaki değişiklikler, Alman, İsviçre ve diğer Batı hukuk sistemlerinin hepsinde kabul edilmiş olan eşlerin eşit haklara sahip olmaları ilkesine uygun olarak yapılmıştır.

Bilindiği gibi, Medenî Kanunumuz 1926 yılında kabul edildiğinde, o zamanın aile yapısına uygun olarak, evlilik birliğinde karı kocaya farklı haklar ve görevler verilmişti. Günümüzde bu kurallar kadın-erkek eşitsizliğine yol açmaktaydı. Ekonomik ve sosyal hayatta zaman içinde yaşanan gelişmeler, aile içinde karı-koca arasındaki farklı hak ve görevlerin yerine, onların eşit haklara sahip olmalarını sağlayan bir değişimin de yolunu açmıştır. Nitekim, Almanya'da, bu gelişmelere uygun düşen 1957 tarihli Eşit Haklar Yasası kabul edilerek, eşlere eşit haklar tanımanın ilk adımları atılmıştır. İsviçre'de de, 1984 yılında kabul edilerek ve 1988'de yürürlüğe giren Medenî Kanun değişiklikleriyle, eşler arası eşitlik sağlanmıştır.

Bu nedenle, yürürlükteki kanunda yer alan "karı-koca" sözcükleri yerine, eşitlik ilkesine uygun düşen "eşler" sözcüğü kullanılmıştır. "Eşler sözcüğünün kabulüyle, eşcinsellerin evlenmesine yol açılacaktır" şeklinde basında yer alan haberlerin tasarıda hiçbir hukukî dayanağının olmadığını belirtmekte yarar görüyorum. Her ne kadar, maddeler "eşler" sözcüğü ile başlıyorsa da, tasarıda, evlenmenin, sadece kadın ile erkek arasında olacağını açıkça belirten hükümler yer almaktadır. Örneğin, evlenme engellerinin sayıldığı maddeler arasında "Kadın için bekleme süresi" başlığını taşıyan 132 nci maddede, "evlilik sona ermişse, kadın, evliliğin sona ermesinden başlayarak, üçyüz gün güç geçmedikçe evlenemez" denilmektedir.

Evlenme yaşına ilişkin 124 üncü maddede de, açıkça "kadın" ve "erkek" sözcüklerine yer verilmiştir.

Ayrıca, kadının soyadı kuralında da, "kadın, evlenmekle kocasının soyadını alır" denilmektedir.

Görüldüğü gibi, tasarıda evliliğin sadece kadın ile erkek arasında yapılacağı kabul edilmiştir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; tasarının "Evlilik Hukuku" kısmında yer alan önemli değişikliklere bakacak olursak, yürürlükteki evlenme yaşı kuralı tasarıyla değiştirilerek, kadın ve erkek her ikisi için eşit olmak üzere, evlenme yaşı yükseltilmiş ve 17 yaşın doldurulması koşuluna bağlanmıştır. Olağanüstü durumlarda da, çok önemli sebeplerle, yine kadın-erkek farkı kaldırılarak, 16 yaşını doldurmuş olanların evlenmelerine hâkimin kararıyla izin verilebileceği kabul edilmiştir.

Evlenme başvurusunun yapılacağı makam konusunda, yürürlükteki kanundan 1984 yılında kaldırılan maddelerin yerine yeni düzenleme yapılmamıştı. Bilindiği gibi, bu konuya 1985 tarihli Evlendirme Yönetmeliğinde yer verilmiştir. Bu bakımdan, tasarıyla kanundaki boşluk giderilmiş ve yönetmelikte olduğu gibi, evlenecek erkek ve kadının içlerinden birinin oturduğu yerdeki evlendirme memurluğuna birlikte başvurmaları imkânı tanınmıştır.

Tasarıda, boşanma bölümünde de yeni düzenlemelere yer verildiğini biliyoruz. Eşlerden birinin onur kırıcı davranışta bulunması boşanma sebebi sayılmıştır. Bir diğer yenilik de, boşanmadan sonra açılacak nafaka davalarının, nafaka alacaklısının yerleşim yerinde açılmasına imkân veren yetki kuralının kabul edilmesidir. Bu hüküm, ekonomik açıdan güçsüz durumda olan nafaka alacaklısını korumak amacıyla getirilmiştir. Hâkim, nafaka kararını verirken enflasyona göre değerlendirecektir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; tasarıyla eşlere eşit haklar tanınırken, diğer bir ifadeyle de, kadınlara karşı ayırımcılık kaldırılırken, kadınlara tanınan ayrıcalık kaldırılmış olmaktadır. Örneğin, boşanma sonrası yoksulluk nafakası isteme hakkı, her iki eşe de eşit koşullarda tanınmıştır. Halbuki, yürürlükteki kanuna göre, erkeğin kadından nafaka talep edebilmesi için, kadının hali refahta olması koşulu aranmaktaydı.

Tasarı, Evliliğin Genel Hükümleri bölümünde "koca ailenin reisidir" hükmünü kaldırmış, kocaya üstün haklar tanıyan maddeler yerine, eşlerin eşit haklara sahip olmaları ilkesine uygun hükümler getirilmiş olduğunu görüyoruz. "Eşler, oturacakları konutu birlikte seçerler, birliği beraberce yönetirler, eşler, birliğin giderlerine emek ve mal varlıklarıyla katılırlar" denilmekte ve tasarıyla, böylece, ev içi emeğinin bir maddî değeri olduğu kabul edilmektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; burada, asıl üzerinde durmak istediğim konu mal rejimleriyle ilgili konudur. Bilindiği gibi, yürürlükteki kanunda yer alan yasal mal rejimi olarak mal ayrılığı, özellikle boşanma durumunda, kadınların son derece mağdur olmalarına yol açmaktaydı. Kadınlar, yıllarca, evde veya aynı zamanda hem evde hem işte çalışmış olsalar bile, emekleriyle kazandıkları parayla alınan ve gelenekler nedeniyle kocanın üzerine kaydettirilen mallardan hiçbir pay alamamaktaydılar. Aslında, yürürlükteki kanunda, evlilik süresince edinilen malların eşler arasında paylaşımına imkân sağlayan sözleşmeyle seçilecek aktî mal rejimleri vardır; bunlar, mal ortaklığı, mal birliği rejimleridir; ama, Medeni Kanunun yürürlüğe girmesinden günümüze kadar geçen yetmişaltı yıl içerisinde bu seçim hakkının kullanıldığına pek rastlanmamıştır. Bu nedenle, yasal mal rejimi çok önemlidir.

Bugün, üzerinde görüşerek karara bağladığımız yasal mal rejimiyle, mal rejimleri konusunda, milyonlarca evli kadının haklı beklentileri, ya boşa gidecek ya da yıllardır büyük bir sabırla bekledikleri hakları teslim edilecektir.

Hepimiz biliyoruz ki, İsviçre Medeni Kanunundan tercüme edilen, edinilmiş mallara katılma rejiminin tasfiyesi çok zor. Bu nedenle, geçmişe etkili olarak, mevcut evliliklere evlenme tarihinden başlayarak uygulanması kargaşaya neden olabilir. Zaten, bu bakımdan, Adalet Komisyonunda yürürlük maddesi değiştirildi ve halen evli olanlar için, kanunun, yürürlüğe girişinden itibaren uygulanacağı kabul edildi.

Medeni Kanun Tasarısının üzerinde yıllarca uğraşarak 35 kişilik uzman komisyonunda görev alan bütün medeni hukuk hocaları paylaşmalı mal ayrılığı sistemini savunmuşlardır. 55 inci hükümet döneminde, bu yasa tasarısını huzurunuza getirmiştik.

Kendisi de medeni hukuk hocası olan Prof. Ahmet Kılınçoğlu'nun, fikir değiştirerek, katılım rejimini savunması, bende hayret uyandırmakta. Tasarının Meclise sunulduğu 1998, 1999 yıllarında, yazılı basında ve televizyonlarda, siyaset meydanlarında, paylaşmalı mal ayrılığı rejimini savunduğunu, acaba Sayın Hocamız unuttu mu? Fikir değiştirerek katılım rejimini savunmasını, gerçekten hayretle karşıladım. Mal rejimlerine ilişkin gerekçesini, İstanbul, Ankara, İzmir üniversitelerinin hukuk fakültelerinin raporlarında yer alan paylaşmalı mal ayrılığının, yasal mal rejimi olarak kabul edilmesine ilişkin açıklamaları gözardı edilmemeliydi.

Burada, tasarının mal rejimlerine ilişkin gerekçesini bir kez daha hatırlatmakta yarar görüyorum. Tasarı hazırlanırken, yürürlükteki yasal mal rejimi olan mal ayrılığının değiştirilmesi, komisyonda oybirliğiyle benimsenmiştir. İsviçre Medenî Kanununda kabul edilen edinilmiş mallara katılma rejiminin benimsenmesinin getireceği yararlar yanında, tasfiyesinin, âdeta bir anonim şirketin tasfiyesinden karmaşık ve güç olması, aynı zamanda çok uzun sürede tamamlanabilmesi gibi sakıncaları göz önünde bulundurulduğunda, bu rejimin pek yararlı olamayacağı sonucuna varılmıştır. Kaldı ki, İsviçreli hukukçuların büyük çoğunluğu da, bu rejimin karmaşık bir rejim olduğunu ve bu sebeple çok eleştiri aldığını ifade etmektedirler.

Diğer taraftan "İsviçre'de uzun süre geçerli mal rejimi, 1988'de kabul ettikleri yeni rejimle büyük ölçüde benzerlik gösterdiğinden, yeni rejime geçiş pek de zor olmamıştır. Oysaki, Türkiye'de, yetmişaltı yıldır mal ayrılığı rejimi geçerli olduğundan, bu rejimden, bir anda, hiç alışık olunmayan çok yeni bir rejime geçmek, İsviçre'deki gibi kolay olmayacaktır" denilmektedir. Paylaşmalı mal ayrılığı rejiminde evlilik süresince edinilen malların eşit paylaşıldığını, paylaşım şeklinin, yani tasfiyesinin daha kolay ve kısa sürede yapılabileceğini; boşanma durumunda, aile, konutunda kalmaya ve eşyalarını kullanmaya imkân veren hükmün önemini gözardı etmeyelim. Özellikle, Adalet Komisyonunda, tasarının 250 nci maddesinde yer alan ve eşit paylaşıma tabi malların sayıldığı birinci fıkrasına eklenen "paylaştırmada işletmelerin ekonomik bütünlüğü gözetilir" cümlesiyle, bu mal rejiminde tam eşitlik olmayacağı endişeleri de giderilmiştir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; tasarıdaki gerekçelerle, yürürlük maddesini geçmişe etkili olarak uygulayalım ve eşit paylaşımı sağlayan değişiklikten, halen evli olanları da yararlandıralım. Aksi halde, milyonlarca kadının geçmiş emeklerine büyük haksızlık yapılmış olacaktır. Kanun, aslında, bu haksızlığın giderilmesi için çıkarılmak istenmektedir. Bilindiği gibi, Yürürlük Kanunu Tasarısının söz konusu 10 uncu madde gerekçesinde, yasal mal rejimi olan mal ayrılığının ülkemizde eşler arasında büyük haksızlıklara yol açtığı vurgulanarak, bu mağduriyetin kaldırılması amacıyla, tasarı yasalaşınca, eşit paylaşıma dayalı yasal mal rejiminin geçmişe etkili olarak eşlerin evlenme tarihinden itibaren uygulanacağı kabul edilmişti; ancak, Adalet Komisyonunda bu maddede değişiklik yapılarak, kanunun yürürlüğe girmesinden sonrası için uygulanacağı kabul edildi. Tasarı bu şekilde yasalaşırsa, mal rejimleri açısından, ne yazık ki, mevcut evlilikler için bir anlamı kalmamış olacaktır.

Evlat edinmeyle ilgili önemli olan değişikliklerle ilgili birkaç kelimeden bahsetmek istiyorum. Mevcut yasada, alt soyu olan bir kimsenin evlat edinmesi mümkün değil. Oysa, yeni tasarıda, çocukları olan eşler de evlat edinebileceklerdir; bu, çok büyük bir yeniliktir. Yeni yasada, evlat edinme yaşı 35'ten 30'a indirilmiştir ve edineceği evlada iki yıl bakıp, gözetme şartı getirilmiştir. Küçüklerin evlat edinilmesi esası kural olarak kabul edilmiş, reşitlerin evlat edinilebilmesi bazı şartlara bağlanmıştır.

Hayırlı olması dileğiyle, siz saygıdeğer milletvekillerini saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Saygın.

İkinci söz, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, Samsun Milletvekili Sayın Musa Uzunkaya'ya aittir.

Buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyor, yıllardan beri değişikliği planlanan ve esasen 1926'dan bugüne, ilk 1938, 1984 çalışmaları ve 90'lı yıllarda yapılan çalışmalarla zaman zaman değişiklik talebiyle karşı karşıya kalan Türk Medenî Kanunundaki bu çaplı değişikliği temin etmek için gayret gösteren başta Sayın Adalet Bakanına, Bakanlık camiasına, ilgili akademisyenlere, bürokratlara ve Meclisimizdeki değerli komisyonlara teşekkür ediyorum. Tabiî, bu teşekkürümüz, tasarının eleştirilecek yönlerini eleştirmemize mâni bir teşekkür değil; şundan dolayı: Bir kere Bakanımızı şundan kutluyorum; hakikaten çok uzun, muhtevalı bir tasarı, Parlamentonun gündemine Sayın Bakanın büyük gayretleriyle indirilmiştir. Oysa ki, Meclis gündeminde 300'den fazla birer ikişer maddelik tasarı ve teklifler var. Hakikaten aciliyeti de olan yasalardır. Bunlar, bir türlü, ilgili bakanların takibi sonucu Genel Kurula inmezken, Sayın Bakan kendi konusunu takip etmiş, sahiplik göstermiş, hatta, zaman zaman, basına intikal ettiği kadarıyla -ben, komisyon çalışmalarına katılmadım- şu maddeler geçmezse, istifa ederim tavrını da koymuştur. Bu, bir kararlılık açısından önemlidir; ama, keşke milletin istifayı beklediği Sayın Bakan değil de, Sayın Başbakanımız bunu yapsa, toplum biraz daha rahatlasa diye de temenni ederim.

Değerli arkadaşlar, bir kere, az önce Sayın Işılay Hanımefendinin yaptığı konuşmada işaret ettiği gibi, 113 maddelik bir bölümde, Dördüncü Bölümde konuşma yapacağım. Tabiî, bunun temel yasa olarak kabul edilip gündeme gelmiş olması, tasarının hızlı olarak geçmesini sağlayan İçtüzüğün tanıdığı bir imkândır. Zannediyorum, hem Genel Kurulu izleyen vatandaşlarımız hem de ülke genelinde bu tasarının sonuçlarından kendi adına hayır uman insanlar, aslında, bu tartışmalarda, maddelerde, 1 030 maddede neyin geçip geçmediğinin pek farkında değiller. Bu, tıpkı, bahçedeki bostanları kesip tahrip ettikten sonra ne olduğunu soran komşusuna "yarın kuşluk vakti görürsün ne olduğunu" diyen Temel'in tavrına benziyor. Yani, üç gün beş gün sonra bu tasarı uygulamaya konulunca, hukukçularımızın da, yargıya mensup olanların da feryadını, ailelerin de feryadını ve sıkıntısını mutlaka duyacağız. Esasen, bu tasarısının topluma çok fazla şey getirdiğini söylemek mümkün değil. Mesela, bakın, sadece bu bölümde, belki 113 madde üzerinde 1'er dakika konuşulsa, 113 dakika konuşulması gerekecekti; oysaki, 5'er dakika İçtüzük tadilatına rağmen, 565 dakika, yani 9,5 saat Grubum adına şu bölümde konuşma yapılması lazım; ama, neyi bu kadar acele geçirmek istiyoruz?! Niçin bir insanın doğumla, hatta rahm-i maderdeyken... Tabiî, "rahm-i mader" sözcüğü de bu yasalardan çıktı, biliyorum onu, yani, artık, o kadar Türkçeleşirildi ki "ana rahmi" de denilse, "rahim" sözü de eski bir sözcük; bu yasa onu da kabul etmez. Rahm-i maderdeki çocuktan, cenin halindeki olan o nutfeden, mudğadain başlayıp, ölümünden sonraki hayatını konu edinen bir yasanın, tümüyle toplumu kuşatan bir yasanın, büyük bir aculiyet içerisinde, Genel Kuruldan geçmesini tasvip etmemiz mümkün değil.

Bilemiyorum, komisyonlarda hangi çapta tartışıldı; ama, bizim tarihî kültürümüz, geleneklerimiz, bizim evlenme ve boşanma diye adlandırılan münakehat ve müfarekat hukukumuz, inanıyorum ki, yüzyılların tecrübesiyle, Batı'dan alabileceğimiz birkısım olumlulukları da, müspetleri de içine alarak çok daha güzel bir hale getirilebilirdi; ama, kanaatimce, 1926 Şubatında kabul edilen Türk Medenî Kanunu -ki, ben, zaten, Türk Medenî Kanunu kavramını da, yani sizin, İsviçre'den bir kanunu almakla, onun adına "Türk Medenî Kanunu" demeniz, hakikaten, Türk Medenî Kanunu olmasına imkân tanır mı, cevaz verir mi, onu da bilemiyorum- yeni yapılan değişiklikler de tamamen bizim toplumumuzdan değil, toplum geleneklerinden göreneklerinden değil. Mesela, az önce yine işaret edildi; bu yasanın içerisinde var. Tebenni, evlat edinme. Bizim toplumumuzda var. Esasen, bizim inancımıza göre, sahipsiz çocukların sahiplenilmesi, himaye edilmesi, sadece devletin sorumluluğu değil, fertlerin de sorumluluğudur; yani, sosyal güvenlikten sorumlu herhangi bir bakanlığın veya kuruluşun insanlara sahip olmasını değil, bizim inançlarımız, sahipsiz, yetim, öksüz çocukların himaye edilmesini, korunmasını amir, hatta dinî sorumluluklar emretmiş bir anlayışı ve düşünceyi, biz, bugün, İsviçre anlayışıyla, Batı medeniyetiyle telfik etmeye, bitiştirmeye, birleştirmeye çalışıyoruz.

Değerli arkadaşlar, burada da görülmektedir ki, maalesef, bu tasarı, bir kere, başından beri kabul etmek gerekir ki, yeterince bir zaman dilimi içerisinde Genel Kurulda tartışılma imkânına malik olmayacaktır. Eğer, bu tasarı yeterince tartışılabilmiş olsaydı, 515 saat, yani, 43 gün, günde 12 saat olmak üzere, Yüce Parlamentoda bunun tartışılması gerekirdi. Denilebilir ki, 43 gün, yani, günde 12 saatten olmak üzere, bir tasarının burada tartışılması ne derece doğru olabilir? Benim kanaatimce, diyorum ki, hakikaten, toplumun bütün kesimlerinin, bu yasadan neyin kârlı, neyin zararlı sonuçlarla karşı karşıya kalacağını daha iyi fark edebilmesi bakımından, böyle bir tartışmayı Genel Kurulda uzun süreli yapmakta yarar vardı; çünkü, bakınız, mesela, bugünkü tartışacağımız bölümde var; eğitim, çocuğun ad alması, isim alması, eğitimde tercih, vakıf, aile vakıflarının kurulması, sosyal güvenlik ve evlilik... Ki, özellikle, yasanın amir olduğu hüküm, zaten, evlilik hukukunun tesis edilmesidir, hısımlık bağı. Dolayısıyla, bu tasarı, tümüyle beraber, geniş anlamda burada tartışılma imkânını, maalesef, bulamamıştır, bulamayacaktır. Günlerdir tartışılan konu...

Şimdi, tabiî, burada birkısım milletvekillerini Sayın Bakanımız da eleştirdiler; dediler ki: "Niye bu dil konusuna bu kadar takıldınız?" Aynı şeyi, tersinden, biz, Sayın Bakana soralım: Niçin, sizin için dil bu kadar önemli oldu; yani, neden, bu yasanın illa da dilini değiştirme ihtiyacını duydunuz? Mesela "alt soy, üst soy" kavramını, seçim bölgeniz olan Trabzon'daki Of'un Çifaruksa Köyündeki vatandaşa usul ve füru kelimesi yetmiyor muydu da altsoy, üstsoy kavramı koyma gereği duydunuz?

Değerli Bakanım, bu kelimeler ve sözler hususunda, eğer, evlilikle alakalı hukukî sorunları olursa seçim bölgeniz ve özelde de çokça saygı duyduğum, alimlerin yetiştiği köyünüze giderseniz, inanıyorum ki, sizi en çok kendi köylüleriniz sorgulayacaktır. Niye; çünkü, dili tahrip etme... Ama, ben, Sevgili Bakanıma hakikaten saygı duyuyorum, gerçekten bir akademisyen, ilim adamıdır ve bir şeyine daha üzüldüm: Yani, neden; Mahmut Esat Bozkurt'tan sizin kaleminiz daha mı zayıftı? Siz, fevkalade akademik kimliğinizle güzel bir yeni genel gerekçe hazırlayabilirdiniz, hem de 1926'nın şartlarına göre değil, 2001'in şartlarına göre güzel bir gerekçe hazırlayabilirdiniz; çok daha haklı savunacak argümanlarınız da olabilirdi, eleştirebileceğiniz hususlarınız da olabilirdi; ama, nedense, 1926'daki, o günkü bir bakanın, toplumun değerlerine vaki olan taciz ateşlerini, tarizlerini, kendiniz yüklenemeyeceğinizi düşündüğüm, en azından ben böyle düşündüğüm, böyle bir zanda bulunduğum için, o tarizleri, 1926 tarihli bir bakanın diliyle devam ettirme tavrınız, sizi, bu konuda masum addettirmez, bu kusura ortak olmadığınız anlamını doğurmaz.

Değerli arkadaşlar, tabiî, bu kelime, dil kavramı hususundaki tavır, dediğim gibi, sadece Sayın Bakanımıza ait değil. Bakın, geçtiğimiz günlerde, basında da intişar etti. Millî Eğitim Bakanlığı -ki, bu konuda, dil tahribiyle veya dilin ikamesiyle en çok sorumlu olan bakanlık, millî kültürümüzü yaşatmak zorunda olan bakanlıktır- Talim Terbiyece, basında da güvenilir bir köşe yazarının köşesinde yer alan şu kelimelerin okullarda kullanılmaması için talimat gönderildiği ifade ediliyor: "Asır, bahtiyar, cahil, devir, devre, esir, fakir, felaket, fiil, fikir, hakikat, has, hatıra, hatip, hayat, haysiyet, hiciv, hukuk, hür, hürriyet..." Gidiyoruz, 150 civarında kelimenin kullanılmaması; ama, bir şeyin örtüştüğünü görüyorum: Millî Eğitim Bakanlığı Talim Terbiyesinin bu talimatının bir benzeri de genel gerekçenin 5 inci sayfasında, oturmuş, toplumda hüsnükabul görmüş birçok kavramın yerine yeni kavramların ikame edilmesi, zaten anlaşılmasında sıkıntı doğan, hukukçuların, yarın, mahkemelerde nasıl sonuçlandırabileceği konusunda endişeleri olan bu yasayı, bu kavram sıkıntısı nedeniyle daha da anlaşılmaz hale getirebilir kanaatindeyim; çünkü, bazı kavramlar vardır ki, o ıstılahlarla siz onu ifade etmek zorundasınızdır; mesela, Batı ülkeleri anatomiyi incelerken, hâlâ, Latince kavramların karşısında İngilizcesini, Fransızcasını, Almancasını bulma ihtiyacı duymamıştır; bunu en iyi bilenlerden birisi de zatıâlinizsiniz. Yani, insan vücudundaki organlar, hep, Latince karşılığıyla, ilk söylenilen, telaffuz edilen isimleriyle zikredilmektedir; bunlar, onunla oturmuş, bütünleşmiş, özdeşmiş kavramlardır.

Bizim hukuk dilimiz; yani, biz, otuz senelik, elli senelik, seksen senelik bir millet değiliz. Asırların içinden gelen, medeniyetler, destanlar yazan bir ülkenin insanları, her şeyini âdeta budama gayreti içerisinde olmasının yanında, -en büyük felaket olarak- bana göre yeni yüzyılın en büyük felaketi, dille verilen bu anlamsız kavga ve mücadeledir. Dille başlatılan bu kavga, aileyle devam edecek, toplumun diğer katmanlarıyla devam edecek; hulasa, toplum, birbirini anlayamaz... Zaten anlayamaz hale getirdiniz. 10 kıtalık İstiklal Marşımızı gençlerimizin kaçta kaçı anlayabilmektedir?! Suç, sürekli, toplumu, böyle öz Türkçe adı altında uyduruk kelimelere mahkûm etmekten kaynaklanıyor. Mustafa Kemal'in nutkunu Mecliste okuyup da anlayabilecek kaç kişi vardır merak ediyorum.

Değerli arkadaşlar, eğer, hakikaten, değerler açısından kendimizi sorgulayacak olursak, burada ciddî yanlışlar yaptığımızın farkına varalım ve bir yasayı...

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Türk Dil Kurumunu Mustafa Kemal kurdu.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Türk Dil Kurumunu, dili böyle perişan edesiniz diye kurmadı Sayın Başkan; dili dil gibi kullanasınız diye kurdu. Dili perişan etmek hiç kimsenin haddi değildir, hakkı da değildir. Eğer, Mustafa Kemal'in Türk Dil Kurumunda yaptığı konuşmaları izlerseniz, orada kullandığı kelimelerin ne anlama geldiğini bilirsiniz.

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Gayet iyi biliyorum; siz, daha iyi okuyun.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Ben çok iyi biliyorum.

Bakın, Mustafa Kemal çok daha farklı bir şey söyledi.

Değerli arkadaşlar, şurada, Mustafa Kemal'in bir sözünü size okuyacağım; bu yasa dün böyle yapıldı, bugün de böyle bir çalışmanın ürünüdür. Çok iyi biliyorsunuz "Halil Ağa gerçeği" diye bir önceki yasama yılında, bir başka vesileyle alakalı olarak bir açıklama yapmıştım. Hatırayı kim anlatıyor; derleyen, Hanri Benazus; İsmet Bozdoğan'ın "Atatürk'ün Sofrası" adlı kitabı; Hasan Rıza Soyak, Behçet Kemal Çağlar ve Kasım Gülek'in hatıralarından derç edilen bir bölüm.

Biliyorsunuz, Mustafa Kemal, 1934 yılında, merhum Sayın Nuri Conker'le Çekmece istikametine bir seyahat yapıyor, Halil Ağanın büyük bir sıkıntısı vardı ve orada, ona, şunu söylüyordu... Esas burada lazım olan bu. Mustafa Kemal, 1934 yılında, o günün Başbakanını İstanbul'da köşke çağırıyor, yanında birkaç bakan ve birkısım parlamenter; İstanbul'da bulabildiklerini huzuruna çağırttırıyor. Halil Ağayı, tıpkı, bugün milleti muhacir eder hale getiren bu hükümet gibi, iki tane öküzünden birini satmaya mahkûm eden o günkü hükümetin, bugünkü benzerini tartışıyoruz.

Allah aşkına, günlerdir şurada, mal varlığını nasıl bölüşelim?!. Yahu, olmayan malı niçin tartışıyorsunuz! Aileler çöplerden ekmek topluyorlar. Tartışılacak, bölünecek millette mal mı bıraktınız, hayat mı bıraktınız ki, bölünmesi için malı tartışıyorsunuz. Hangi mal?! Eğer, bu hükümet biraz daha devam ederse, mamelekini bu insanlar satmaya mahkûm olacaklar.

Değerli arkadaşlar, kalkıyor o gün Mustafa Kemal, Halil Ağanın öküzlerinden birisini niçin sattırdığının azarlamasını, merhum o günün Başbakanına ve bakanlarına dönerek -Halil Ağa da huzurunda; aynen Mustafa Kemal'den aktararak söylüyorum- aynen şöyle diyor: "Şu gördüğün altı bay, hükümet..."

Çok enteresan, bu Parlamentonun dizaynında, hükümete dönebilmek için millete sırtınızı döneceksiniz. Yani, millete sırtını dön, hükümeti bul; ama, bulabilirsen onu da!..

"Şu gördüğün baylar hükümet; yani, biri Başbakan ötekiler de bakan; memlekete göz kulak olacak, işleri evirip çevirecekler diye bu makama getirilmişler. Bir kanun gerekti mi -işte, önemli olan bu- bu baylar hemen sıvanırlar, İsviçre'den mi olur, İtalya'dan mı olur, Fransa'dan mı olur, Almanya'dan mı olur, velhasıl neredense, bir kanun buluştururlar." Bunu, ben söylemiyorum; İsviçre Medenî Kanununu tartıştığımız bugün için, o gün, Mustafa Kemal söylüyor; sene 1934. "Türkçe'ye çevirtirler..." Tabiî, onu da beceremezler, doğru dürüst çeviremezler. Ondan sonra, tashih, taslak çalışmaları yaparlar. "...sonra, basıp imzayı gönderirler -nereye- Türkiye Büyük Millet Meclisine... Bu Millet Meclisi dediğim, şu alt baştan senin yanına kadar olan beyler. Kanun bunlara gelir; bunlar da 'hükümet elbette incelemiş, gerekeni düşünmüştür, benim ayrıca zorlanmama gerek yok' derler" ve aynen, şu iktidar tarafının, kabul edenler, reddedenler denildiğinde "kabul" diye ellerini kaldırdıkları gibi, o gün de yasaları böyle kabul ederler; sonra, sıkıntılar, üst üste yumak haline gelir -ve devam ediyor- ardından, Halil Ağanın öküzü, yani, çifte sürdüğü öküzü satılır.

Az önce, buraya gelmeden önce, Çorum'un Mecitözü'nden bir vatandaş beni aradı, dedi ki: "Hocam, Parlamentoda bu konuları arkadaşlar dile getiriyor. Traktörümü satmak istiyorum, haciz konuldu; ama, satma imkânım da yok, borcumu ödeyemiyorum. Tarım Krediden aldığım borcun karşılığında teslim ediyorum, kabul etmiyorlar. Bankaya altı taksit halinde borcum var, ödeyemiyorum." Geçen gün, Bafra Ziraat Odasından, aynı sıkıntıları ihtiva eden, yani, tıpkı Halil Ağa feryatlarını, bugün, Anadolu'nun her tarafından dinliyor ve duyuyorsunuz. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, sorun nedir biliyor musunuz; bakın, yasada, yeni çalışmada... Zaman çok dar; dediğim gibi, 1'er dakika konuşsam maddelerinde, en az 113 dakika konuşmam lazım. Bu hakkı dahi, bu... Evet, böyle; ama, siz, tabiî "hükümet nasıl olsa var, kabul etti" dediniz.

Değerli arkadaşlar, bakınız, şurada, bir başka sorun... Mesela, önemsediğim 285 inci maddede, çocuğun, evliliğin sona ermesinden itibaren üçyüz gün içinde doğması, kocanın babalığına bir karine olarak kabul ediliyor. Bunda herhangi bir itirazımız yok; yani, normal olarak, ahlaken de, örf açısından da bir problemi yok; ancak, 290 ıncı maddede "Çocuk, evliliğin sona ermesinden başlayarak üçyüz gün içerisinde doğmuş ve ana da bu arada yeniden evlenmiş olursa, ikinci evlilikteki koca baba sayılır."

Şimdi, benim anlayamadığım bir şey var burada. Üçyüz günün neresinde evlenirse, ikinci kocanın baba sayılması söz konusudur?

YÜCEL ERDENER (İstanbul) - DNA...

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Efendim, DNA mı?..

Değerli arkadaşlar, bakınız...

ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Çocuğu nasıl gönderiyorsunuz DNA'ya?!

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Bu yasa, bu madde fevkalade sıkıntılıdır Sayın Bakanım. Belki, buna bir açıklamanız vardır, onu bilemiyorum; ama, ben, böyle anladım, daha doğrusu anlayamadım. Üçyüz günün içerisinde, herhangi bir diliminde çocuk dünyaya gelirse, ikinci babaya izafe edilir diyorsunuz. Pekâlâ, evliliğin üçüncü ayında çocuk dünyaya geldi -belli ki birinci babanın- ne yapacağız? Anadolu'da bir fıkra anlatılır. Vatandaşın birisi evlenmiş, üçüncü ayında da çocuğu dünyaya gelmiş. İkinci evliliğini yapmış -herhalde dul bir hanımla evlenmiş- tabiî, kahvehaneye gidiyor, utanıyor; sokağa çıkıyor, utanıyor... Eve gelmiş; hanımı bakmış ki, beyin suratı biraz açık "niye böyle üzgünsün, dargınsın, kırgınsın" demiş. "Vallahi, kahvehaneye gidiyorum, millet yüzüme bakıyor, beni ayıplıyor, yadırgıyor" demiş. "Niye?" diye sormuş. "doksan günde, yani üç ayda çocuğumuz oldu diye..." "Herif herif, bana bak, sen beni alalı kaç ay oldu; üç ay. Ben sana varalı kaç ay oldu; üç ay;etti altı ay. Kaç ay önce düğün yaptık; üç ay; etti dokuz ay. Al bakayım şu beşiği, sallamaya devam et; bu çocuk senindir" diyor.

Değerli arkadaşlar, Anadolu deyimiyle "ha bunu bu hale" getirmeye hakkınız yok. Burada, hükmü sarahat kazandırmak zorundasınız. Yani, çocuk, gerçekten... "El veledü lilfiraş" diye bir tabir vardır; yani, çocuk, doğduğu yatağa aittir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun efendim.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Elbette, çocuk, doğduğu yatağa aittir; ama, burada, bir iddet müddeti vardır. 290 ıncı maddenin bu karmaşık yapısından kurtarılması lazım diye düşünüyorum.

Bir başka konu da, yasaları yazmak, buraya getirmek, meseleleri çözmüyor arkadaşlar. Bakın, 340 ıncı ve 341 inci maddelerde, eğitim konusunda, çocuğun dinî eğitimi konusunda, hem Anayasanın 42 nci maddesi hem de mevcut, şu andaki Medenî Kanunda da var, İsviçre Medenî Kanununda da var olan, bu yasada, eğitim hakkı, isim verme hakkı babaya aittir deniliyor. Madde 339... Yani, aileye aittir diyor. Geçenlerde, Sayın Bakanımın seçim bölgesi olan Akçaabat nüfus idaresinde bir vatandaşımız, çocuğunun adını -son günlerde, belki, ismi gündeme geldiği için dikkat çekti "Usame" Peygamberimizin azatlısının oğludur; Peygamberimizin en çok sevdiği bir insandır- Usame koydu diye nüfus idaresi müdahale etti. Merak ediyorum, 1985'te, bu memlekette cinayetlerin başı olan Abdullah Öcalan'dan dolayı çocuğa Abdullah ismi verilmemesi gibi bir zorlama var mıydı? Usame Bin Ladin yaklaştırması veya yakıştırmasıyla Usame adını vermek isteyen bir babaya veya o anlamda ona müdahale etmek isteyen bir nüfus idaresine, acaba, bu Medenî Kanunun hitap etme imkânı yok muydu?

Değerli arkadaşlar, bir diğer konu da, 340 ıncı ve 341 inci maddelerde çocuğun eğitimi konusu, dinî eğitim seçme ve eğitimde hangi seviyede dinî eğitim alacağı hususunu belirleme hakkı tamamıyla anne ve babaya verilmişken; yani, aileye verilmişken, maalesef, bugün olduğu gibi dün de, bu konuda, toplum, içinde bulunduğu sıkıntıları, özellikle din eğitimini seçme, belirleme hakkındaki bu imkânları yeterince kullanamamaktadır; ama, bütün bu eksiklerine rağmen, yasanın, toplumumuz için hayırlı olmasını diliyor, Yüce Heyetinizi saygıyla ve muhabbetle selamlıyorum. (AK Parti ve SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Uzunkaya.

Saadet Partisi Grubu adına iki konuşmacı var; süreleri eşit mi paylaşacaksınız?

FETHULLAH ERBAŞ (Van) - Evet.

BAŞKAN - Konuşma süreniz 20 dakika.

Buyurun Sayın Erbaş. (SP sıralarından alkışlar)

SP GRUBU ADINA FETHULLAH ERBAŞ (Van) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 723 sıra sayılı Türk Medenî Kanunu Tasarısının "Hısımlık" bölümü üzerinde Saadet Partisi Grubunun görüşlerini izah etmek üzere söz almış bulunuyorum; Grubum ve şahsım adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, soybağının kurulması bölümü 282 nci maddeyle 363 üncü maddeleri kapsamaktadır. Bu da, soybağı, kocanın babalığı, tanıma ve babalık hükmü, evlat edinme, soybağının hükümleri, velayet ve çocuk malları olmak üzere yedi bölümden oluşmaktadır.

Değerli milletvekilleri, yeryüzünde, tüm canlı varlıklar, nesillerinin devam etmesi için büyük bir mücadele içerisindedirler. Birçok canlı bu hususta canını feda etmektedir. Bir tavuğun civcivlerini korumak için köpeğe nasıl saldırdığını her zaman görürüz. Bu, neslini devam ettirme içgüdüsünün açık bir tezahürüdür. İnsanlar da, soylarının devam etmesi için büyük fedakârlıklara katlanırlar. Hiçbir insan, soyunun kurumasını arzu etmez, zürriyetsiz olmayı istemez. Bu cümleden olarak, Afganistan'a savaşmaya giden Amerikan askerlerinin soylarının kurumaması için spermleri alınarak saklanmıştır -orada kurulan bankalarda tabiî- ileride, askerler ölürse, taşıyıcı anne bulunarak bunların çocuklarının olması sağlanacaktır. Bu, bir tedbirdir ve askerlerin moralleri için de şarttır.

Soybağının önemi konusunda bazı milletler soykütükleri oluşturmuşlardır. Mesela, Arap kabilelerinin bazılarında, Hazreti Adem'den kendilerine kadar olan soybağlarını devam ettirenler vardır, buna "şecere" ismi verilmektedir. Bizde ise, bu konuya fazla önem verilmemektedir. Şu anda, ülkemizde, yedinci bübükbabasını dahi bilen azdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tasarıda, meri kanunda olduğu gibi soybağı üç şekilde oluşmaktadır. Bunlardan ilki, çocuk ile ana arasındakidir -bu konuda hiçbir tereddüt yok- bu bağ doğumla kurulur. Çocuğun anası, doğuran kadındır; bu, genel bir şart.

İkincisi, çocuk ile baba arasında kurulan bağdır. Bu da, anayla evlenmeyle kurulur. Evlilik içinde doğan çocuğun babası, koca olur.

Üçüncüsü, tanıma veya hâkim kararıyla kurulur. Bu da, babanın, başka bir erkekle soy bağı bulunmayan çocuğun babası olduğunu resmî mercilere beyan ve tescil ettirmesiyle veya anne veya çocuk tarafından baba aleyhine açılan "babalık davası" sonucunda, hâkimin babalığa hükmetmesiyle veya babanın, ayrıldığı eşinden üçyüz gün geçmeden doğuran kadının başka bir erkekle evlenmesi halinde, çocuğun babalığı üzerinde açacağı davayla olur. Bu gibi hallerde -ki, şu andaki tasarının 299 uncu maddesinde ve birçok maddesinde var- ispat yükü ortaya çıkmaktadır. Bir insanın -kadın veya erkeğin- evlilik olmadan birbirleriyle cinsel ilişkide bulunduklarını ispat etmenin toplumda ne kadar hoş karşılandığı malumlarınızdır. Bu husus 19 uncu Asırda böyle olabilir. İsviçre Medenî Kanunu, malumunuz, 19 uncu Asrın sonunda tasarlanmış, 20 nci Asrın başlarında, yani, 1907 yılında İsviçre'de kabul edilerek yürürlüğe girmiştir. Bizde de, bu kanun, 1926'da tercüme edilerek, Türk Medenî Kanunu olarak yetmişbeş yıldır uygulanmaktadır.

Şu anda 2001 yılındayız, yani, 21 inci Asra girdik. Asrımızda bilim, bilinmeyen birçok şeyi çözmüştür. Gen teknolojileri gelişmiş, insanların gen haritaları çözülmüştür. İnsan DNA'sının incelenmesiyle çocuk ile baba arasındaki kan bağı ilişkisi kesin olarak tespit edilebilmektedir. Maalesef, bu hususta, halen, eşlerden babalık iddiasında bulunandan, çocuğun ana rahmine düştüğü sırada ana ile cinsel ilişkide bulunduğunun ispatını istemek ne derece haklı olur, takdirlerinize sunuyorum. Dolayısıyla, bu kanunun 21 inci Asrın Medenî Kanunu olma iddiası havada kalmaktadır; ancak, 19 uncu Asrın düşünce yapısına uygun bir kanun olabilmektedir.

Sayın Adalet Bakanı, komisyondaki tavırlarıyla, İsviçre Medenî Kanunundan taviz vermemiştir. Bu kanun yetmişbeş yıldır Türkiye'de uygulanıyor. Bu dalda dev hukukçularımız yetişmiştir, Yargıtayımız ciltler dolusu içtihat ve içtihadı birleştirme kararları vermiştir. Biz bunu hak etmiyoruz. Türk hukukçuları, mal rejimleri için bize özel bir mal rejimi ortaya koydular, adını da "paylaşmalı mal ayrılığı rejimi" koydular, dünya hukuk literatürüne de "Türk tezi" olarak geçti; ancak, ne gariptir ki, Adalet Komisyonunda da kabul edilmesine rağmen, İsviçre Medenî Kanununda, edinilmiş mallara katılma rejimi yasal mal rejimi olarak kabul edildiği için, Sayın Bakan "ben bu tercümeyi deldirmem" inadı içerisinde tekriri müzakere istemek suretiyle iki buçuk ay sonra, yine mal rejimi olarak İsviçre'deki aslına döndürülmüştür.

Bu konu da gösteriyor ki, Türk Medenî Kanunu, yapılan bu değişikliklerle İsviçre Medenî Kanunundaki değişiklikleri kendi mevzuatına almış, bizim olan hiçbir şeyi almamıştır. Sadece türettiği kelimelerle dilini Türkçeye çevirmiş, onda da başarılı olamamıştır.

Değerli arkadaşlar, bir dördüncü konu da, sözleşmeyle kurulan soybağıdır. Çocuğu doğuran ananın yumurtasının tüpbebek yolu yöntemiyle dışarıda döllendirilip, taşıyıcı anneyle sözleşme yapılmak suretiyle de, yine, soybağı kurulabilmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; soybağının akitle kurulduğu bir müessese daha vardır ki, bu da, evlat edinme sözleşmesidir. Meri kanunla tasarı arasında bazı değişiklikler olmuştur. Bunlardan en önemli değişiklik, evlat edinenin, evlat edilene 2 yıl süreyle bakması, eğitmesi, eğer, evlat edinen evli ise, eşiyle birlikte evlat edinmesi şartı getirilmiştir.

Soybağının hükümlerine gelince: Meri kanunda olmayan 323, 324 ve 325 inci maddeler ile 347 nci madde hukukumuzda olmayan; ancak, Batı Avrupa'da yaygın olan bir müessesenin altyapısını oluşturmaktadır. Bilindiği gibi, Avrupa ülkelerinde çocuğunu döven, özen göstermeyen ana-babadan, çocuk, devlet tarafından alınıyor, devlet tarafından yetiştiriliyor. Yukarıdaki maddelerde, çocukla, ana baba arasındaki kişisel ilişkiler düzenlenmektedir. Bildiğimiz kadarıyla, Avrupa'da, çocuğu elinden alınan binlerce Türk ailesi var. Bu çocuklar, ana-baba sevgisinden, aile ortamından uzak, dinini, dilini, kimliğini kaybederek yaşamaktadırlar. Bu, Türk aile yapısına uymaz. Bizde, her aile, çocuk yaramazlık yaparsa, korkutmak amacıyla bir iki tokat atar. Bu, onun iyiliğini ve yanlış yapmasını önlemek içindir. Bu, yaygındır. Bu, ana-babanın tedip hakkıdır. Eğer, bu müessese getirilirse, her şikâyette, çocuk, aileden alınacak... O zaman gör cümbüşü!.. Bu, Türk aile müessesesinin temeline dinamit koymaktır.

Aynı şekilde, tasarının 328 inci maddesinde "bakım borcunun süresi, çocuğun ergin olmasına kadar devam eder" denilmektedir. Bu ne demektir; çocuk 18 yaşını doldurunca, ana baba, onu, Batı'da olduğu gibi, kapının önüne koyabilir; evde oturuyorsa kira ister veya elektrik, su giderlerine katılmasını ister. Bizde böyle olmaz; tıpkı Çocuk Esirgeme Kurumu ve yetiştirme yurtlarında 18 yaşına kadar bakılıp kapı önüne bırakılan kızlarımız gibi. Bu hususta ne çektiklerini, yurdun dışındaki dünyada başlarına neler geldiğini en iyi onlar bilmektedirler.

Velayet konusunda da aile yapımızı sarsan kurallar getirilmektedir. Bilindiği gibi, ergin olmayan çocuk ana ve babanın velayeti altındadır; bu hakkı birlikte kullanırlar. Çocuğun adını ana-baba birlikte koyarlar. Anlaşma olmazsa ne olacak; mahkemeye başvurulacak ve hâkim karar verecek. Çocuğun din eğitimini belirleme hakkı ana-babaya aittir; anlaşmazlarsa mahkemeye başvurulacak ve hâkim karar verecek. Meri hukuk "anlaşmazlarsa babanın reyi üstündür" demek suretiyle meseleyi çözmüştü. Şimdi, Türk ailesinin, başı yok, karar mekanizması yok, her anlaşmazlıkta mahkemeye giden bir evliliğin ne hale geleceğini siz düşünün. Bu husus da Türk aile yapısının altına dinamit koymak kadar tehlikelidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; soybağıyla ilgili konularda Grubumuzun görüşlerini sizlere izaha çalıştım. Genel Kurulu saygılarımla selamlıyorum ve saadetler diliyorum.

BAŞKAN - Saadet Partisi Grubu adına, ikinci konuşmacı olarak, Giresun Milletvekili Sayın Turhan Alçelik konuşacaklar.

Buyurun Sayın Alçelik.

SP GRUBU ADINA TURHAN ALÇELİK (Giresun) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Medenî Kanun Tasarısının "aile" bölümüyle ilgili olan 363-395 inci maddeler üzerinde Saadet Partisi Grubu adına huzurlarınızdayım.

Değerli arkadaşlar, Türk Kanunu Medenisi 1926'da kabul edildi; şimdi yıl 2001, bir kelimenin yeri değiştirilerek Türk Medenî Kanunu Tasarısını Meclisin huzurlarına getirdiniz.

Medenî kanunlar, anayasalar gibi, bütün toplumun her kesimini, -hatta burada ifade edildi- bir insanın, ana rahminden ölümüne kadar geçen her anı, her süreyi kapsayan kanunlardır.

Baktığımız zaman, bu kanun ne kadar Türk Medenî Kanunu; emin olun, üzülerek ifade ediyorum; adından başka, bizim toplumumuzla ilgisi olmayan bir kanundur bu. Size, madde gerekçelerinden birkaç paragraf okumak istiyorum, izniniz olursa: Madde 364, İsviçre Medenî Kanununun 328 inci maddesinden esinlenilmiş; madde 365, İsviçre Medenî Kanununun 329 uncu maddesinden esinlenilmiş; madde 366, İsviçre Medenî Kanununun 330 uncu maddesinden esinlenilmiş. Size, gerekçe metninden okuyorum. 368 inci maddede İsviçre Medenî Kanununun 332 inci maddesinden esinlenilmiş; 369 uncu maddede İsviçre Medenî Kanununun 333 üncü maddesinden esinlenilmiş; 370 nci maddede İsviçre Medenî Kanununun 334 üncü maddesinden esinlenilmiş; 371 inci maddede İsviçre Medenî Kanununun 334 bis maddesinden -ne demekse- esinlenilmiş; 373 üncü maddede İsviçre Medenî Kanununun 336 ncı ve 348 inci maddelerinden esinlenilmiş; 376 ncı maddede İsviçre Medenî Kanununun 339 uncu maddesinden esinlenilmiş; 378 inci maddede İsviçre Medenî Kanununun 341 inci maddesinden esinlenilmiş; 379 uncu maddede İsviçre Medenî Kanununun 342 nci maddesinden esinlenilmiş; 387 nci maddede İsviçre Medenî Kanununun 350 nci maddesinden esinlenilmiş; 392 nci maddede İsviçre Medenî Kanununun 355 inci maddesinden esinlenilmiş...

Arkadaşlar, hani Türk Medenî Kanunu? İşte okudum size, gerekçe burada. Sayın Bakan, hangi Türk Medenî Kanunundan bahsediyorsunuz?!

MUSA UZUNKAYA (Samsun) - İsviçre...

TURHAN ALÇELİK (Devamla) - Siz buraya İsviçre Medenî Kanununu getirdiniz. Siz, burada İsviçre Medenî Kanununu yapıyorsunuz, Türk Medenî Kanunu değil.

MUSA UZUNKAYA (Samsun) - TMK değil, İMK!..

TURHAN ALÇELİK (Devamla) - Değerli arkadaşlar, maddelerdeki birtakım ifadelere bakın; "hata" yerine "yanılma" konulmuş, "tehdit" yerine "korkutma", "hile" yerine "aldatma." Tabiî, bu yaklaşımı da sizlerin ve kamuoyunun huzurlarına arz ediyorum.

Yine, maddeler içerisinde öyle ifadeler var ki, Saadet Partisi Grubu olarak bizim bu ifadeleri kabul etmemiz mümkün değil. Toplumumuz adına, 70 milyonumuz adına, bu ifadelerin maddelerin arasından, bu kanun tasarısı içerisinden çıkarılmasını istiyoruz Sayın Bakan, Sayın Başkan.

Nedir bu ifadeler?.. Öz değerlerimize hakaret var bu ifadelerde; geçmişimize hakaret var, inancımıza hakaret var. İfadeleri arzu ediyor musunuz: "Derme çatma hukuk kuralları ve din esaslarından çıkarılan bilgilerle yapılan işler, uygulamalar..." "Türk toplumunu çağdaş medeniyetlerden geri bırakan dinsel düzenlemeler ve kurumlar..." "Gelenek ve göreneklere bağlılık, ilkel ve tehlikeli kavramlar yıkılmalı..." "Gerçekler karşısında atadan gelen inançlar, her ne olursa olsun -evet, kabul edilemeyecek inançlar, gelenekler, örfler var; ama... - reddedilmeli." "13 üncü Yüzyılın hastalıklı inanç ve kargaşalarından kurtulmak" vesaire... Daha nice hoş olmayan ifadeler.

Sayın Bakan, bu ifadeler bu kanun metninden çıkarılmalı. Bu milletin inançlarıyla örtüşmüyor bu maddeler, bu ifadeler. Lütfen, burada, açık ifade ediyorum, inancımıza, İslama saldırı var. Bizim, büyüklerimize sevgimiz, hürmetimiz, saygımız var; burada, büyüklerimize saygıya saldırı var ve daha önemlisi, geçmişimize saldırı var. Bunları onaylamamız mümkün değil.

Değerli kardeşlerim, şu anda aramızda görev yapan değerli parlamenter hanım kardeşlerim var. Bu kanun metni içerisindeki en önemli bölümlerden birisi, şu anda üzerinde konuştuğum, aileyle ilgili, hanımlarımızın durumlarıyla ilgili, aile bireyleriyle ilgili durumdur. Saadet Partisi Grubu olarak, öncelikle ve açık olarak ifade ediyorum; biz, insanlarımızın içerisinde hanımlarımıza, öncelikle mukaddes bir varlık olarak bakıyoruz. Bizim inancımızda insan mukaddestir, özellikle, analar mukaddestir. Cennet anaların ayakları altındadır. Bizim için hanımlar, hakikaten, inancımızın bir parçası sıfatıyla, mukaddes varlıklarımızdır. Bu varlığa her türlü saldırıya, onun geçmişine, geleceğine ve bugününe zarar verebilecek olan her türlü üsluba ve ifadelere biz karşıyız; kabul etmemiz mümkün değil. Analarımızın, hanım kardeşlerimizin, evlatlarımızın onuru, şerefi, inançları ve geleceği korunmalıdır. Maalesef, bu Medenî Kanunda bunun yeterli olduğunu ifade edemeyiz. Biraz önce size ifade ettiğim genel terimlere baktığınız zaman, bu arzu ettiğimiz hususları hiçbir şekilde karşılamadığını görüyoruz.

Biz, kadın-erkek ilişkisinde sevginin esas olmasını, saygının esas olmasını, şefkatin esas olmasını ve maalesef, bu kanunla zedelenen güvenin esas alınmasını arzu ediyoruz.

Değerli arkadaşlar, sevgi ve saygı olmadan aile olmaz. Şefkatsiz bir ailenin yürümesi mümkün değildir. Hele hele, güven olmayan bir ailenin temelleri bozulmuş demektir. Şu anda üzerinde konuştuğumuz bu kanun, maalesef, kadın-erkek arasındaki sevgiyi, şefkati, güveni değil, rekabeti esas alıyor, güvensizliği esas alıyor. Çok net söylüyorum, yarın uygulamada bu güvensizliğin sonuçlarını göreceğiz, sırf bu güvensizlik üzerine kurulu birtakım uygulamaları göreceğiz. Şimdiden bunları hatırlatmakta ve sizleri uyarmakta fayda görüyorum. Bu kanunda görüyoruz ki, sizler, daha işin başında ailenin temeline şüpheciliği koyuyorsunuz. Hanım veya erkek kardeşlerimiz yarın "ben evlilik yapıyorum; ama, acaba, bu, benim malımla, mülkümle mi ilgili" sorusunu sorduğu zaman, işte, o zaman, ailenin temeline en büyük şüpheyi, hatta -burada ifade edildi- en büyük dinamiti, daha kurulmadan koymuş olursunuz. Hususen, hanım kardeşlerimi bu konuda daha dikkatli ve duyarlı olmaya davet ediyorum. Yarın, ülkemizde en büyük varlığımız olan, ülkemizin en büyük güvencesi olan... Bunu, ben söylemiyorum, ziyaret ettiğimiz bütün dünya ülkelerinde, özellikle, Batı'da söylenen budur: "Sizin en büyük güvenceniz, en büyük varlığınız aile yapınızdır..." Bu aile yapımızı bozmaya müsaade etmeyelim.

Değerli kardeşlerim, özellikle, biz, bu kanunla veya bu kanun dışında herhangi bir şekilde ailenin, özellikle de hanımlarımızın uğrayacağı her türlü haksızlığın ve ayırımcılığın karşısındayız. Saadet Partisi olarak, biz, ailenin temeline vurulduğuna inandığımız bu darbenin karşısındayız. Hususen, üniversite kapılarında, sırf inancından dolayı eğitim hakları ellerinden alınan hanım kardeşlerimize yapılan muamelenin de karşısındayız.

Saygıdeğer Meclis üyesi kardeşlerim, şu anda kamuoyu desteği yüzde 10'lara inmiş olan, yüzde 10'luk bir hükümetin, ana rahminden ölümüne kadar 70 milyon insanımızı ilgilendiren böyle bir kanun metnini buraya getirmeye hakkı yoktur! (SP sıralarından alkışlar)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun, 2 dakika içerisinde toparlayın efendim.

TURHAN ALÇELİK (Devamla) - Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar; hele hele, yüzde 3'lere düşmüş bir DSP'li Bakanın, böyle, geniş, bütün toplumu ilgilendiren bir kanunu buraya getirmeye hiç hakkı yoktur.

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Nereden biliyorsun DSP'nin oyunun o kadar olduğunu?! Seçimde göreceğiz!

TURHAN ALÇELİK (Devamla) - Ama, bu hükümet, maalesef, her şeyi geçerli olmazsa olmaz olduğu için, bu hükümet için her şey geçerli olduğundan dolayı, topluma rağmen; böyle bir kanunu buraya getirebildiler. Hem de biraz önce okudum; şuradaki ifadeleri kabul edebildiniz mi Sayın Grup Başkanvekili?!

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Ben onu konuşmuyorum; yüzde 4 diyorsunuz; bilmeden konuşuyorsunuz!

TURHAN ALÇELİK (Devamla) - Değerli Başkan, yüzde 4 fazla, yüzde 3 dedim ben.

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Öyle mi?!. Bunu hep beraber göreceğiz.

TURHAN ALÇELİK (Devamla) - Değerli arkadaşlar, çok açık ve net ifade ediyorum; günü gelince, Saadet Partisi Grubu olarak bizler, inşallah, sizlerin yaptığı bu yanlışı düzelteceğiz; bundan hiç tereddütünüz olmasın; bunu, inanarak söylüyorum.

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Balkondan seyredersiniz...

TURHAN ALÇELİK (Devamla) - Bunun gerçekleştirilmesinde ve bu yanlışların düzeltilmesinde hiçbir kardeşimin şüphesi olmasın, hele hele Giresunlu olan bir kardeşimin, hiç, ama hiç şüphesi olmasın.

Saygılar sunuyorum, teşekkür ediyorum. (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz.

HALİL ÇALIK (Kocaeli) - Sayın Başkan, Giresunlu diye bana sataştı; söz istiyorum...

TURHAN ALÇELİK (Giresun) - Bu kürsüden Giresunlu vekil konuştu Sayın Başkanım.

HALİL ÇALIK (Kocaeli) - Hizmet etmeye gidin allahaşkına, hizmet yapmaya gidin... Giresun'a bir gidin, hepsi sizden şikâyetçi...

TURHAN ALÇELİK (Giresun) - Ben Giresun'un tüm hakkını savunmaya yeterim Sayın Başkan!

LÜTFİ YALMAN (Konya) - Siz niye rahatsız oluyorsunuz!

HALİL ÇALIK (Kocaeli) - Ben, Giresun kökenli olduğum için, sayın milletvekilim, bunun için rahatsız oluyorum.

TURHAN ALÇELİK (Giresun) - Ben onların hakkını korumak için burada bulunuyorum.

HALİL ÇALIK (Kocaeli) - Giresunlu milletvekilleri birbirine girdi; şova başladınız... Bunu yapacağınıza, hizmet etmeye gidin.

TURHAN ALÇELİK (Giresun) - Ben, Giresunluların hakkını korumakla mükellefim.

BAŞKAN - Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Pak; buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakika Sayın Pak.

MHP GRUBU ADINA MEHMET PAK (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz 723 sıra sayılı Türk Medenî Kanunu Tasarısının dördüncü bölümü üzerinde Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini aktarmak üzere söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz dördüncü bölüm, "Aile Hukuku" başlıklı İkinci Kitabının "Hısımlık" başlıklı İkinci Kısmını içermektedir. "Hısımlık" başlıklı İkinci Kısım ise, soybağının kurulması başlıklı Birinci Bölüm ve "Aile" başlıklı İkinci Bölümü içermektedir.

Şimdi, sizlere, bu sırayı izleyerek, tasarının ve Adalet Komisyonunda yapılan değişikliklerin neler getirdiğini izah etmeye çalışacağım.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; tasarıyla getirilen düzenlemeye göre, çocuk ile ana arasındaki soybağı doğumla kurulmaktadır. Çocuk ile baba arasındaki soybağı, anayla evlilik, tanıma veya hâkim hükmüyle kurulmakta. Ayrıca, evlat edinme yoluyla da soybağının kurulması mümkün. Bu suretle, soybağı açısından, evlilik içinde doğan çocuk ile evlilik dışında doğan çocuk ayırımına son verilmekte, evlilik dışında doğan çocuk, evlilik içinde doğan çocukla aynı konuma getirilmektedir. Bu değişiklikle, suçsuz, günahsız çocuklarımızın, sadece doğmuş olmaları nedeniyle, âdeta, dünyaya cezalandırılmış olarak gelmeleri önlenmekte, evlilik dışında doğan çocuklarımızın mağduriyetleri ve hukuksal açıdan uğradıkları haksızlıklar giderilmektedir. Bu durumdaki çocuklarımızın gelecekleri güvence altına alınmış, çocuk hakları açısından çok önemli bir adım atılmış olmaktadır. Bu amaçla, tasarıda çocuk ile ana arasındaki soybağının doğumla kurulduğu belirtilmek suretiyle, doğal ve hukukî olan bir durum, kural halinde ifade edilmiştir.

Tasarının 285 inci maddesi, babalık karinesini düzenlemektedir. Buna göre, evlilik devam ederken veya evliliğin sona ermesinden başlayarak 300 gün içinde doğan çocuğun babası kocadır; bu, bir karinedir. Bu süre geçtikten sonra doğan çocuğun kocaya bağlanması, ananın evlilik sırasında gebe kaldığının ispatıyla mümkün; ancak, kocanın gaipliğine karar verilmesi halinde, 300 günlük süre ne zaman başlayacaktır? Bu konuda, doktrin ve uygulamada duraksamalar bulunmakta. Tasarıda, bu konuda getirilen hükümle, kocanın gaipliğine karar verilmesi halinde, 300 günlük süre, ölüm tehlikesi veya son haber tarihinden işlemeye başlayacaktır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; daha önce de belirttiğim gibi, evlilik içinde veya evliliğin sona ermesinden başlayarak 300 gün içerisinde doğan çocuğun babası, karine olarak kocadır; ancak, koca, soybağının reddi davası açarak babalık karinesini çürütebilmektedir.

Tasarının 286 ncı maddesinde getirilen değişiklikle, çocuk da, dava açarak babalık karinesini çürütme hakkına sahip hale getirilmektedir. Çocuğun açacağı babalık karinesini çürütme davası, ana veya babaya karşı açılacak; böylece, yine, çocuk hakları açısından önemli bir adım atılmış olacak ve gerçek olmayan ana-babanın, kendi çocukları olmayan çocuğa, ana babalık haklarını kullanarak eziyet etmelerinin önüne geçilmiş olacaktır.

Tasarıdaki düzenlemenin 287 nci ve 288 inci maddeleri ispat yükümlülüğünü düzenlemektedir. 287 nci maddeye göre, çocuk evlilik içinde ana rahmine düşmüşse, davacı, kocanın baba olmadığını ispat etmek zorundadır. Evlenmeden başlayarak en az 180 gün geçtikten sonra ve evliliğin sona ermesinden başlayarak en fazla 300 gün içinde doğan çocuk, evlilik içinde ana rahmine düşmüş sayılır.

288 inci maddeye göre, çocuk, evlenmeden önce veya ayrı yaşama sırasında ana rahmine düşmüşse, davacının başka bir kanıt getirmesi gerekmez; ancak, gebe kalma döneminde kocanın karısıyla ilişkide bulunduğu konusunda inandırıcı kanıtlar varsa, kocanın babalığına ilişkin karine geçerliliğini korur.

Burada dikkat edileceği gibi, eski düzenlemeden farklı olarak, çocuğun evlenme aktinden itibaren 180 günden az bir süre içinde doğması ölçüsü yerine, evlenmeden önce ana rahmine düşmüş olması şartı aranmıştır.

Yine, burada yapılan değişiklikle "ayrılığa hükmedildikten sonra ana rahmine düşmüş" olma değil, "ayrı yaşama sırasında ana rahmine düşmüş olma" şeklinde bir hüküm kullanılmıştır. Böylece, fiilen ayrı yaşama hali de düzenleme kapsamına alınmış olmakta ve uygulamada gerçeklerle örtüşmeyen boşluk ortadan kaldırılmaktadır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, soybağıyla ilgili hükümlere genel olarak bakıldığında, çocuk haklarının gözetildiği; çocuklarımızın, günümüzün şartları da dikkate alınarak, mağduriyetinin giderilmeye çalışıldığı; dünyaya gelme konusunda bir sorumlulukları olmayan, geleceğimizin teminatı olan bu varlıklarımızın toplumun birer onurlu üyeleri olmaları bakımından tedbirler alındığı görülmektedir. Bu düzenlemeler yapılırken, evlilik içinde ya da dışında doğma konusunda ayırım yapılmamakta, bütün çocuklar eşit muameleler görmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tasarının 295 inci maddesi tanıma konusunu düzenlemektedir. Buna göre; tanıma, babanın, nüfus memuruna veya mahkemeye yazılı başvurusu ya da resmî senette veya vasiyetnamesinde yapacağı beyanla olur. Tanıma beyanında bulunan kimse küçük veya kısıtlı ise, veli veya vasisinin de rızası gereklidir. Başka bir erkekle soybağı bulunan çocuk, bu bağ geçersiz kılınmadıkça tanınamaz.

Görüldüğü gibi, tanımanın şekli konusunda, eski düzenlemeden farklı olarak, resmî senet veya vasiyetnamede yapılacak beyanla tanımanın yapılması mümkün hale getirilmiştir. Bu suretle, tanıma, şekil olarak kolaylaştırılmış bulunmaktadır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; evlat edinme konusunda, tasarıyla önemli değişiklikler yapılmıştır. Tasarının evlat edinmeyi düzenleyen 305 inci maddesine göre, bir küçüğün evlat edinilmesi, evlat edinen tarafından iki yıl süreyle bakılmış ve eğitilmiş olması şartına bağlanmıştır. Evlat edinmenin her halde küçüğün yararına bulunması ve evlat edinenin diğer çocuklarının yararlarının hakkaniyete aykırı bir biçimde zedelenmemesi de gerekir.

Böylece, tasarı, bir taraftan, evlat edinilen çocukların kötü muameleye tabi tutulmasına imkân verebilecek kötü niyetli uygulamaların önünü daha başlangıçta kesmekte, diğer taraftan, evlat edinenin diğer çocuklarının haklarına halel gelmemesini sağlamaya çalışmaktadır.

Tasarıda, evlat edinme konusunda oldukça hassas davranılmış. 306 ncı maddede, eşlerin ancak birlikte evlat edinebilecekleri, evli olmayanların birlikte evlat edinemeyecekleri hüküm altına alınmıştır. Evlat edinme için, eşlerin en az beş yıldan beri evli olmaları veya 30 yaşını doldurmuş bulunmaları gerekir. Ancak, eşlerden biri, en az iki yıldan beri evli olmaları veya kendisinin 30 yaşını doldurmuş bulunması şartıyla, diğerinin çocuğunu evlat edinebilecektir.

Böylece, yürürlükteki kanundaki 35 yaş şartı 30 yaşa indirilmiş; ancak, bununla da kalınmayarak, 30 yaşını doldurmadan da, beş yıldan beri evli olanların evlat edinmelerine imkân tanınmıştır. Bu duruma göre, örneğin, üç yıllık evli olup da 30 yaşını dolduran ya da 25 yaşında olup da beş yıllık evli olan kişiler evlat edinebileceklerdir. Böylece, evlat edinmede şartlar esnekleştirilmiş bulunmaktadır.

Tasarının 307 nci maddesi, tek başına evlat edinmeyi düzenlemektedir. Buna göre, evli olmayan kişi, 30 yaşını doldurmuş ise, tek başına evlat edinebilir. 30 yaşını doldurmuş olan eş, diğer eşin ayırt etme gücünden sürekli olarak yoksunluğu veya iki yılı aşkın süreden beri nerede olduğunun bilinmemesi ya da mahkeme kararıyla iki yılı aşkın süreden beri eşinden ayrı yaşamakta olması yüzünden birlikte evlat edinmesinin mümkün olmadığını ispat etmesi halinde tek başına evlat edinebilecektir.

Yine, tasarının 308 inci maddesine göre, evlat edinilenin, evlat edinenden en az 18 yaş küçük olması şarttır. Ayırt etme gücüne sahip olan küçük, rızası olmadıkça evlat edinilemez. Vesayet altındaki küçük, ayırt etme gücüne sahip olup olmadığına bakılmaksızın, vesayet dairelerinin rızasıyla evlat edinilebilir.

309 uncu maddeye göre ise, evlat edinme, küçüğün ana ve babasının rızasını gerektirir. Rıza, küçüğün veya ana ve babasının oturdukları yer mahkemesinde sözlü veya yazılı olarak açıklanarak tutanağa geçirilir. Verilen rıza, evlat edinenlerin adları belirtilmemiş veya evlat edinenler henüz belirlenmemiş olsa dahi geçerlidir.

Tasarı, erginlerin ve kısıtlıların evlat edinilmesinde farklı bir usul öngörmüştür. 313 üncü maddeye göre:

"Evlat edinenin altsoyunun bulunmaması koşuluyla, ergin veya kısıtlı aşağıdaki hallerde evlat edinilebilir:

1.- Bedensel veya zihinsel özrü sebebiyle sürekli olarak yardıma muhtaç ve evlat edinen tarafından en az beş yıldan beri bakılıp gözetilmekte ise,

2.- Evlat edinen tarafından küçükken, en az beş yıl süreyle bakılıp gözetilmiş ve eğitilmiş ise,

3.- Diğer haklı sebepler mevcut ve evlat edinilen, en az beş yıldan beri evlat edinen ile aile halinde birlikte yaşamakta ise.

Evli bir kimse ancak eşinin rızasıyla evlat edinebilir"

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; tasarının 320 nci maddesi evlatlık işlemlerinde aracılık kurumunu düzenlemektedir. Uygulamada birçok kimse evlat edinmek isterken, birçok aile de çocuklarının evlat edinilmesini istemektedir; ancak, bunları bir araya getiren aracı kurumlar olmadığı için, evlat edinme işleri sağlıklı bir şekilde ve amaçlandığı gibi yerine getirilememektedir.

Tasarının 320 nci maddesi bu eksikliği gidermeyi amaçlamaktadır. Buna göre; "devlet, küçüklerin evlat edinilmesine ilişkin aracılık faaliyetlerini bizzat kendi kurumları aracılığıyla yapar. Gerçek ve özel hukuk tüzelkişileri bu faaliyetleri yürütemezler.

Böylece bir taraftan evlat edinilme kolaylaştırılırken, diğer taraftan evlat edinilen çocukların geleceği güvenceye alınmaktadır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; çocuk haklarıyla ilgili çok önemli gelişmeler içeren tasarı, çocukların bakım ve eğitim giderlerini karşılama konusunda özel hükümler getirmiştir.

327 nci maddeye göre; "çocuğun bakımı, eğitimi ve korunması için gerekli giderler ana ve baba tarafından karşılanır. Ana ve baba, yoksul olduklarında veya çocuğun özel durumu olağanüstü harcamalar yapılmasını gerektirdiği takdirde ya da olağan dışı herhangi bir sebebin varlığı halinde, hâkimin izniyle çocuğun mallarından onun bakım ve eğitimine yetecek belli bir miktar sarf edilebilir.

Tasarının 328 inci maddesine göre ise; ana ve babanın bakım borcu, çocuğun ergin olmasına kadar devam eder. Çocuk ergin olduğu halde eğitimi devam ediyorsa, ana ve baba durum ve şartlara göre kendilerinden beklenilebilecek ölçüde olmak üzere, eğitimi sona erinceye kadar çocuğa bakmakla yükümlüdürler.

Tasarının 335 inci maddesi velayet konusunu düzenlemektedir. Buna göre:

"Ergin olmayan çocuk, ana ve babasının velayeti altındadır. Yasal sebep olmadıkça velayet ana ve babadan alınamaz.

Hâkim, vasi atanmasına gerek görmedikçe, kısıtlanan ergin çocuklar da ana ve babanın velayeti altındadırlar"

336 ncı maddeye göre:

"Evlilik devam ettiği sürece ana ve baba velayeti birlikte kullanırlar.

Ortak hayata son verilmiş veya ayrılık hali gerçekleşmişse hâkim, velayeti eşlerden birine verebilir.

Velayet, ana ve babadan birinin ölümü halinde sağ kalana, boşanmada ise çocuk kendisine bırakılan tarafa aittir."

338 inci maddeye göre:

"Eşler, ergin olmayan üvey çocuklarına da özen ve ilgi göstermekle yükümlüdürler.

Kendi çocuğu üzerinde velayeti kullanan eşe diğer eş uygun bir şekilde yardımcı olur; durum ve koşullar zorunlu kıldığı ölçüde çocuğun ihtiyaçları için onu temsil eder."

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; tasarının 364 üncü maddesine göre:

"Herkes, yardım etmediği takdirde yoksulluğa düşecek olan üstsoyu ve altsoyu ile kardeşlerine nafaka vermekle yükümlüdür.

Kardeşlerin nafaka yükümlülükleri, refah içinde bulunmalarına bağlıdır."

Bu maddeye eklenen yeni fıkrayla, eş ile ana ve babanın bakım borçlarına ilişkin hükümler saklı görülmektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu bölümün Üçüncü Ayırımı aile malları hakkındadır.

Tasarının 372 nci maddesine göre:

"Aile bireylerinin eğitim ve öğrenimleri, donanım ve desteklenmeleri ve bunlara benzer amaçların gerektirdiği harcamaların yapılması için kişiler hukuku ve miras hukuku hükümleri uyarınca aile vakfı kurulabilir.

Bir malın veya hakkın başkalarına geçmemek üzere aynı soydan gelenlere kuşaktan kuşağa kalacak şekilde tahsis edilmesi yasaktır. Böyle bir özgülenme, vakıf kurma yoluyla da yapılamaz.

Yine, tasarının 373 üncü maddesine göre:

"Hısımlar, kendilerine geçen mirasın tamamı veya bir bölümüyle ya da ortaya başka mallar koymak suretiyle aralarında bir aile malları ortaklığı kurabilirler."

Tasarının 386 ncı maddesi, aile yurdu konusunu düzenlemektedir. Buna göre, konutlar, tarıma ve sanayie elverişli taşınmazlar, eklentileriyle birlikte aile yurdu haline getirilebilecektir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Dördüncü Bölüm, bu haliyle, aile hukuku bakımından, çocuklarımızın geleceklerinin ve çocuk haklarının korunması bakımından, çağımızın gereklerine uygun kurallar içermektedir.

Bu nedenle, Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun bu bölüme olumlu oy kullanacağını bildiriyor ve Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum. (MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Pak.

Demokratik Sol Parti Grubu adına, Amasya Milletvekili Sayın Gönül Saray Alphan; buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)

Sayın Saray, süreniz 20 dakikadır.

DSP GRUBU ADINA GÖNÜL SARAY ALPHAN (Amasya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz 723 sıra sayılı Medenî Kanun Tasarısının 282 ile 396 ncı maddeleri arasında yer alan ve soybağının kurulmasını açıklayan Dördüncü Bölümü üzerine, şahsım ve Grubum Demokratik Sol Parti adına söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi ve değerli üyelerini, sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Huzurlarınızda ele alacağımız konu, çocuk ile ana, çocuk ile baba ve evlat edinmeyle kurulan soybağının Medenî Kanunumuzla ilişkilendirilmesi ve getirilen yenilikçi hükümleri kapsamaktadır.

Her şeyden önce bir kadın ve bir ana, daha sonra milletvekili olarak, bu bölümün açıklanmasının tarafımdan yapılacak olmasını, büyük bir sevinçle karşılamaktayım.

Soybağının kurulması, evlat edinmede, bu kanun tasarısıyla getirilen yenilikçi ve reformist hükümlerin, her gün onlarca örneğiyle, yollarda, meydanlarda, her an, her yerde karşılaştığımız kimsesiz, herhangi bir yuva arayan veya ana-babaları olup da bakıma muhtaç veya ilgiden yoksun çocuklar açısından sevindirici olduğu tartışılmazdır.

Türk'ün geleneğinde var olan muhtacı sahiplenme duygusuyla, iyi niyetli birçok vatandaşımızın evlat edinmek isteyip de kanunun cevaz vermemesi nedeniyle ellerinin kollarının bağlı olduğu bir ortamın değişecek olması ve bu tasarıyla birkaç çocuğa bile olsa, koruyucu annelik, evlat edinme gibi konularda getirilen kolaylıklar ile uzanabilecek yardım eli için gerekli kanunî düzenlemelerin yapılıyor olması, çok umut vericidir.

Çocuk ile ana, çocuk ile baba veya evlat edinme vasıtasıyla kurulacak soybağı ilişkileri tasarıda detaylandırılmakta, uyuşmazlıklarda, taraflardan birinin adresinde veya doğum sırasındaki yerleşim yerinde mahkemenin açılabileceği hükme bağlanarak, soybağı kurulması sorununu asgarîye indirecek geniş seçenekler sunulmaktadır.

Tasarıdaki detay düzenlemelerle, çocuğun nesebinin sıhhatli olmaması ihtimali ortadan kaldırılmış ve evlilik içindeki çocukların sahip oldukları gibi evlilikdışı çocukların da ve evlat edinilenlerin de tüm haklarının korunmasına yönelik düzenlemeler getirilmiştir.

Tasarıyla ayrıca,  aile kurumunun içinde yer alan çocuklara çocuk hakları sözleşmelerinde de yer aldığı gibi, bir birey olma hakkı tanınmakta ve olgunluğu ölçüsünde hayatını düzenleme olanağı ile önemli konularda onun düşüncesini gözönünde tutma koşullarını getirmektedir. Yani, yeni Medenî Kanunumuzda çocuğun aile içinde ve dışında temsil hakkı vardır. Her ne kadar, çocuğu eğitmek anne ve babanın görevleri arasında sayılsa da, eğitimde zor, kuvvet, şiddet, dayak kullanmanın kaldırılmış olması, her ne kadar, bazı milletvekillerimizin tartışmalı değeryargıları dışında kalsa da, yeni kanunun yenilikçi bakış açısına güzel bir örnek teşkil etmektedir.

Bu bölümdeki diğer bir yenilik, 286 ncı maddenin ikinci fıkrasıyla getirilen, çocuğun dava açabilme hakkıdır. Yeni düzenlemeyle, çocuk da ana ve babasına karşı soybağının reddi davası açabilmektedir. Ergin olmayan çocuk için dava açma hakkı kayyuma verilmiştir.

Tasarıyla evlat edinme kolaylaştırılmakta, halen yürürlükte olan evlat edinecek ailenin çocuğu olmaması, evlat edineceği çocuğa iki yıldan beri bakıyor olması, otuzbeş yaşından küçük olmamaları, evli olmak şartları gibi koşullar, yeni tasarıda yumuşatılmış veya tamamen ortadan kaldırılmıştır. Yeni düzenleme, hâkimin takdiriyle, çocuk sahibi olan kişilerin de, diğer çocuklarının yararını hakkaniyete aykırı bir şekilde zedelememesi koşuluyla evlat edinebilecekleri hükmüne bağlamaktadır. Buna göre, en az beş yıldan beri evli olan ve/veya otuz yaşını doldurmuş olan çiftler evlat edinebilecek olgunlukta kabul edilmektedirler.

Kanunla, evli olmayan, ancak, otuz yaşını doldurmuş olan kişilere de evlat edinme hakkı tanınmaktadır.

Yeni tasarıyla, çocuğun evlat edinen tarafından iki yıl süreyle bakılmış ve eğitilmiş olma koşulu, bir yıla indirilmiş, evlat edinilen küçük ile evlat edinen arasındaki en az onaltı yaş farkı olması hükmü ise onsekiz yaşa çıkarılmıştır. Evlatlık, evlat edinenin mirasçısıdır; ancak, öz ailesine karşı kan bağından doğan mirasçılığını da korur.

Madde 313'le kanun ergin ve kısıtlıların da hangi hallerde evlat edinilebileceklerini detay olarak tariflemiştir.

Yürürlükteki kanunda bulunmayan ve yeni yasayla getirilen bir başka düzenleme ise, bir başkasının velayeti altında bulunan çocuk ile ana, baba ve hısımların, çocuğun menfaatlarını zedelememek koşuluyla, ilişkilerinin sınırlandırılması tariflendirilmesinin belirlenmiş olmasıdır.

Yeni kanunla nafaka konusunda da güncel düzenlemeler getirilmiş, hâkime, değişen ekonomik ve sosyal koşullara göre nafakanın belirlenmesi yetkisi verilmiştir. Yani, hâkim, TEFE, TÜFE gibi, bazı kuralları baz alarak nafakayı yeniden belirleyebilecektir.

Çocuğun, ana veya babasına karşı tek başına nafaka davası açabilmesi ise bir başka önemli düzenlemedir. Babalık davası sırasında, hâkimin, babalık olasılığını kuvvetli bulması durumunda, mahkemelerin de uzun süreceği varsayılarak, bir geçici önlem olarak, hükümden önce, çocuğun ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik nafakaya karar verebilmesi bir başka önemli yeniliktir.

Toplumumuzda çok yaygın olarak görülen, üvey çocuklara karşı gereken özenin gösterilmemesi durumunda ne olacağına dair düzenlemelerin yapılmış olması bu kanunun getirdiği çok önemli bir başka yeniliktir. Kanun, üvey çocuklara ilgi ve özen gösterilmesini ve velayeti taşıyan eşe yardımcı olunmasını, ihtiyaçların karşılanmasını hükme bağlamakta ve bu suretle bir sosyal ahlak kuralı getirmekte, aksi durumlarda özel hukuk kurallarını davet etmektedir.

Bütün bu çağdaş düzenlemelerin yanı sıra, yeni Medenî Yasamızın medenî bakış açısının, komisyonda değiştirilen 367 nci maddeyle her ne kadar sekteye uğradığını şahsî olarak düşünüyorsam da bu maddenin, birlikte yaşayan birden çok kimsenin oluşturduğu topluluğun da hukukunu düzenlemeye yönelik olmak üzere, değişen Türkiye koşullarında tekrar gözden geçirileceğine de inancım tamdır.

Madde 387 ile temeli atılan, arazi parçalanmasını önleyecek ve toprak reformunun ilk adımı olan aile yurdu kavramının da bundan böyle tartışmaya açılmış olması sevindiricidir.

Yasanın tam anlamıyla özümsenmesi, yürürlüğü ve başarısı için aile mahkemelerinin ivedilikle gündeme getirilmesinin gerekliliğine de inanmaktayım.

Dinlediğimiz sayın hatiplerin, ağızlarından düşürmedikleri "kadın, başımızın tacıdır, kutsaldır" söylemlerinin, sadece söylemde kalmayıp, bu kanunla eyleme dönüştürülmesi, kadının ve Türkiyemizin de 21 inci Yüzyılda çağdaş bir medeni yasayla taçlandırılacak olması, 21 inci Dönem Parlamentosunun ve hükümetimizin büyük başarısı olacaktır diye düşünüyorum.

Başta Sayın Adalet Bakanımız Hikmet Sami Türk olmak üzere, gerek Sayın Ali Arabacı Başkanlığındaki Alt Komisyonda gerekse Sayın Emin Karaa Başkanlığındaki Adalet Komisyonunda tasarıya katkıda bulunan tüm üyelere, tasarının hazırlanması için uzun yıllar emek vermiş komisyondaki hocalarımıza ve tüm emeği geçenlere huzurlarınızda teşekkürü bir borç bilerek, yeni Medenî Yasamızın...

FETHULLAH ERBAŞ (Van) - Gerici yasa, gerici...

GÖNÜL SARAY ALPHAN (Devamla) - ...medenî ülkemizin reform yasaları arasında ilk sıraları alacağı inancımla, Meclisimizin değerli üyelerine saygılarımı sunuyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Saray.

Doğru Yol Partisi Grubu adına, Kayseri Milletvekili Sayın Sevgi Esen; buyurunuz. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA SEVGİ ESEN (Kayseri) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir temel kanun olarak görüştüğümüz Medenî Kanun Tasarısının Dördüncü Bölümü üzerinde Doğru Yol Partisinin görüşlerini ifade etmek üzere söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, hepinizi en derin saygılarımla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, günümüzde savaşların yaşandığı, terörizmin, insan hakkı, birey hakkı, yaşama hakkı kavramlarını yok ettiği bir dünya ortamında, Türkiye, reformlarını yapmak üzere gayret gösteriyor; ancak, ne yazık ki, bu reformlar, ülkemiz insanını mutlu etmediği gibi gündemini de işgal etmiyor. Uzun yılların çalışmasının ürünü olan Medenî Kanunumuzdaki değişiklikler, Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemini teşkil ederken, maalesef, ne basında yeterince yerini alabiliyor ne de geniş toplum kesimlerinin bilgisine sunulabiliyor. Daha da öte, Medenî Kanunumuz, sadece evlilikteki mal rejimleri olarak algılanıyor ve biraz da ciddiyetten öte, sohbetlerin konusu oluyor. Oysa, hukukumuzdaki bu kapsamlı düzenlemeler, uzun yıllar bu topluma yön verecek ve ülkemizin 1900'lerde başlayan, ancak, bir türlü gerçekleşemeyen çağdaşlaşma yolundaki gayretlerinin bir devamı olarak sistemdeki yerini alacak.

Değerli milletvekilleri, cumhuriyetin 78 inci yılını kutladığımız bugünlerde, cumhuriyetin getirilerini, ılık nefesini boğazımızda hissederken, bir kere daha "cumhuriyet" derken, Medenî Kanunumuz daha da önem arz ediyor ve cumhuriyetimizin devamının bir bekçisi olduğu, işte, bu 1030 maddelik kanunun satır aralarında açıklanıyor. Toplumdan gelen talepler, bir yansıtıcı gibi, Medenî Kanunda tek tek yerini buluyor.

Ne yazık ki, ailelerin parçalanma sürecine girdiği, aç çocuklarını devlet yurtlarına vermek için kuyrukların oluştuğu bu kriz ortamı, hem yürek yakıyor hem de çaresizliğin bir sembolü olarak tarihimizdeki yerini alıyor. Ülkemiz, maalesef, cumhuriyet döneminin hiçbir zaman diliminde olmadığı kadar yoksulluk yaşıyor ve geleceğe ilişkin hiçbir somut adım atılmıyor. Ümit etmek, ümitlenmek, yerini, kedere ve her gün yaşanan acılara bırakıyor. Bazen düşünüyorum, acaba, bu durumları, bu ülke manzaralarını anlatmak için başka hangi kelimeler seçilebilir diye. Ülke olarak, etrafımızda bu kadar olağanüstü durumların yaşanması, milletçe beraberliğimize her günkünden çok ihtiyaç duyulması, bizleri, daha özenli konuşmaya zorluyorsa da, sabırların taştığı günümüzde, konuşulması gereken tek yerin bu kürsü olduğu bilinci içinde, Doğru Yol Partisi Grubu olarak, ülke çıkarları için baştan beri takip ettiğimiz olumlu muhalefet anlayışı içinde, bir kere daha hükümeti, milletin önceliklerini Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine almaya davet ediyorum.

Günümüzde her ne kadar okların hedefi Türkiye Büyük Millet Meclisine çevrilmiş ise de, bunu, Türkiye Büyük Millet Meclisinin tek çözüm kurumu olarak kabulünün bir göstergesi olarak görüyor, bu düğümü, yüce cumhuriyetimizin bekçisi, Atatürk'ün güvendiği en büyük kurumun, Türkiye Büyük Millet Meclisinin açacağına olan inancımı hiç kaybetmiyorum. Çare, demokrasi ise, çözüm, Türkiye Büyük Millet Meclisi görüşleriyle, gecesini gündüzüne katan, büyük özveriyle çalışan siz, Sayın Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerini, bir kere daha saygıyla selamlıyorum. (DYP, ANAP, DSP ve MHP ve sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, Türk hukuk sistemi, geçmiş değerlerini koruyarak, onları tarihteki yerlerine bırakarak, topluma uyum, uluslararası hukuka uyum çerçevesinde gelişmesine devam ediyor. Mecelle de benim kanunum, Medeni Kanun da benim kanunum; ancak, bu tasarıda "benim olacak" anlayışı içinde birtakım eksiklikler olsa da, zaman içinde tamamlanmak üzere adaletin hizmetine bir uygarlık yapıtı olmak üzere sunuluyor. İşte, Doğru Yol Partisi Grubunun görüşlerini ifade etmek üzere söz aldığım Dördüncü Bölüm de, bu anlayış içerisinde hazırlanarak Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulmuş bulunmaktadır.

Değerli milletvekilleri, 282 nci maddeden 396 ncı maddeye kadar yer alan bölümün konusu hısımlıktır. Türk aile yapısı içinde hısımlık ve kan bağları çok özel bir önem arz etmektedir. Hısımlığın nasıl kurulacağı ve hısımlık ilişkisinin hukukî sonuçları ve hısımlık ilişkisinin toplum yapımıza doğrudan yansıyan hususları, toplumumuzun bu konudaki duyarlılığı, sağlıklı toplum yapısının temelini oluşturan en önemli etken olarak beliriyor.

Yasa tasarısı, yeni getirilen 282 nci maddeyle, doğal ve hukukî bir gerçekten yola çıkarak, çocuk ile baba arasında olduğu gibi, çocuk ile ana arasındaki soy bağının nasıl kurulacağına ilişkin bir gerekliliği yerine getiriyor. Çocuğun anası, onu doğuran kadındır hükmüyle, doğal bir hukuk ifade edilirken, babayla soy bağının kurulmasındaki hukukî olaylar, evlilik, tanıma ve hâkim kararı olarak belirtiliyor.

Sözleşmeyle soy bağının kurulacağı tek olay olarak da, evlatlık kurumuna ilişkin düzenlemeler, bu bölümde yerini alıyor. Soy bağının kurulmasına ilişkin düzenlemelerden diğer önemli bir husus da, belli koşullarda, baba dışındaki kişilere soy bağının reddi olanağı tanınarak, birinci derecede ve manevî olarak hem de maddî açıdan kişiye, yani, çocuğa da dava hakkı tanınıyor. Ayrıca, soy bağının reddi davasının tabi olduğu süre, yürürlükteki kanundan farklı olarak, bir aylık dava süresi çok kısa olması nedeniyle, bir ve beş yıllık sürelere bağlanıyor. Bu süre, çocuğa, ergin olduğu tarihten itibaren de bir yıl olarak belirleniyor. Bu düzenlemelerde, kamu düzeni hassasiyeti gözetiliyor.

Diğer bir önemli değişiklik de, evlat edinmede gerçekleştiriliyor. Evlat edinme kurumlaştırılarak, bir kimsenin, bakmadığı ve eğitimine hiçbir katkısı olmadığı herhangi bir küçüğü evlat edinmesi engellenerek, bir yıllık deneme süresiyle, tarafların birbirini tanımalarına da olanak sağlanıyor.

Değerli milletvekilleri, hepinizin de kabul edeceği gibi, evlatlık olayı, çok hassasiyet isteyen bir konudur. Bu nedenle, bu işlemin olmazsa olmaz koşulu, evlatlık işleminin küçüğün yararına olması kıstasıdır. Öyle ki, bu işlem yapılırken, evlat edinenin, diğer çocuklarının da haklarını koruması, bir koşul olarak yasada yerini almıştır. Ayrıca, evli olmayan kişilerin birlikte evlat edinemeyecekleri hükmü getirilmiştir ve evli çiftlerin beş yıldan beri evli veya otuz yaşını doldurmuş bulunmaları şekle bağlanarak, belli bir olgunluğa erişmeleri amaçlanmaktadır. Ana babanın rızası alınmayan küçüğün evlat edinilemeyeceği, bu rızanın doğumdan itibaren altı hafta geçmeden verilemeyeceği; evlat edinilenin evlat edinenden en az onsekiz yaş küçük olması; hâkimin, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumunun görüşlerini alması; cumhuriyet savcısının evlatlık işlemini gereğinde iptal etmek üzere görevli kılınması, olumlu kabul edilen hususlardır ve kamu düzeni için getirilmiştir.

Değerli milletvekilleri, aile hukukunun kapsamı içinde olan kadın erkek eşitliğini düzenleyen çok önemli bir başlık da, velayet müessesesidir. Ergen olmayan çocuğun ana ve babasının velayet hakları yanında, evli çiftlerin evlilik süresinde velayeti birlikte kullanacakları hükme bağlanarak, velayetin kullanımı, bir hak olarak, tasarıda isabetli olarak yerini almıştır. Ana babanın evli olmaması halinde, velayet anaya bırakılarak doğal hukuk düzeni korunmuştur. "Çocuğun dinî eğitimini belirleme hakkı ana ve babaya aittir" hükmüyle, isabetli bir tarz benimsenmiştir. Velayete ilişkin hükümler, günümüz toplumunda eşler arasında müşterek olarak esasen kullanılmaya başlanmıştır. Hatta, sosyal güvenlik kurumlarının uygulamaları nedeniyle bu konuda ciddî olarak yaşanan sıkıntılar, bu düzenlemeyi de gerekli kılmıştır.

Değerli milletvekilleri, burada, bir üzüntümü belirterek sözlerime son vermek istiyorum. Medenî Kanun Tasarısı Mecliste görüşüldüğünden beri, her kesimden, olumlu veya olumsuz, birçok faks ve e-mail alıyoruz. Bunları da, bu farklı görüşleri de demokrasinin bir gereği olarak görüyoruz. Hepsini ince ince okuyor, haklı olabilecekleri bir husus var mı diye büyük bir hassasiyet gösteriyoruz; ancak, öyle yazılar var ki, hangi çağda postaya verildi kestirmek zor. Kadına sorumluluk, mükellefiyet vermeyen ve bunu da kadına verilen bir hak olarak sunan yazıları okudukça, daha yapacak çok işimizin olduğunu anlıyorum. Böyle bir anlayışın, bir gün, yeni donanımlarla bizlere vereceği bilgileri heyecanla bekliyor, kendilerini gelecek nesillerin adaletine bırakıyorum ve sizlere saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Esen.

Yapılan eleştirilere yanıt vermek ve konulara açıklık getirmek üzere, Adalet Bakanımız Sayın Hikmet Sami Türk; buyurun Hocam.

Süreniz 20 dakika Hocam.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu bölüm üzerinde söz alan değerli arkadaşlarımız, tasarının çeşitli maddeleri üzerinde açıklayıcı görüşler belirttiler, eleştiriler yaptılar. Bunların hepsi, bu tasarının daha iyi anlaşılması bakımından son derece yararlı; ancak, bazı arkadaşlarımız, herhalde Tasarıyı biraz geriden izliyorlar. Öyle ki, bir arkadaşımız, Tasarının bundan önce kabul edilmiş bölümü üzerinde konuştu, bazı arkadaşlarımız ise hâlâ genel gerekçe vesilesiyle değinilen konularda görüş açıkladılar.

Daha önce de ifade ettiğim gibi, bu Tasarıya 1926'da, dönemin Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt tarafından hazırlanan gerekçenin özet olarak alınması, başlangıç noktasının gösterilmesi bakımından, bir tarihî belge olarak anılma biçimindedir; ama, ne o gerekçenin bütününde , ne Tasarıya alınan bölümlerinde İslam dinine herhangi bir rencide edici eleştiri yöneltilmiş değildir. Orada yapılan eleştiriler, hurafelere, batıl inançlara, ortaçağ zihniyetine yöneltilmiş olan eleştirilerdir. Bunu, bir kez daha açıklamak istiyorum.

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) - Sayın Bakanım, açıkça "din" diyor, din.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Hiç kimse, orada genel sözcüklerle ifade edilen düşünceleri, İslam Diniyle özdeşleştirmemelidir. Bu, hem İslam Dinine , hem o gerekçeye haksızlıktır.

Bilindiği gibi, yürürlükteki Türk Medenî Kanunu İsviçre Medenî Kanunundan alınmıştır; bu da tarihî bir gerçektir. Şimdi, Türk Medenî Kanunu yenilenirken, çağdaş hukuktaki gelişmelerden yararlanılmıştır; sadece İsviçre Medenî Kanunu değil, Alman Medenî Kanunu, Fransız Medenî Kanunu, İtalyan Medenî Kanunu ve çağdaş bütün düzenlemeler dikkate alınmıştır.

Tasarının maddelerle ilgili gerekçelerinde kaynakların belirtilmesi, ileride, bu maddelerin yorumu bakımından kolaylık sağlayacak açıklamalardır. Yoksa, bundan dolayı, bu Tasarıda da, hâlâ İsviçre Medenî Kanunundan ileri gitmeyen bir noktada kalındığı sonucu çıkarılmamalıdır. Tasarıda, yürürlükteki İsviçre Medenî Kanunundan ve o Kanunda zaman içerisinde yapılan değişikliklerden elbette yararlanılmıştır ve Yüce Meclisin oylarıyla kabul ettiği "edinilmiş mallara katılma rejimi" de, İkinci Dünya Savaşından sonra, çeşitli Avrupa ülkelerinin medenî kanunlarında benimsenmiş olan sistemlerden, en gelişmiş, en dengeli olanı olarak, bu Tasarıda benimsenmiş bulunmaktadır.

Bu Tasarıyla getirilen hükümlerin uygulamada bekleneni kolaylıkla vermesi için, uygulamada güçlüklerle karşılaşılmaması için, aile hukukunda ortaya çıkacak uyuşmazlıkların çözümü için aile mahkemeleri en kısa zamanda kurulacaktır; bu konuda başladığımız çalışmayı kısa zamanda bitirerek, hazırlayacağımız tasarıyı önce Bakanlar Kuruluna, uygun görüldüğü takdirde, kısa zamanda Yüce Meclise sunmak istiyoruz.

Görüşmekte olduğumuz Kanun Tasarısının Aile Hukuku Kitabının İkinci Kısmı hısımlıkla ilgilidir. Bu kısımda, özellikle, soybağıyla -yani eski terimle, neseple- ilgili hükümler önem taşımaktadır. Bu hükümlerin hazırlanmasında, ailenin huzur ve refahını, özellikle ananın ve çocukların korunmasını öngören Anayasanın 41 inci maddesi yol gösterici olmuştur. Aynı biçimde, Çocuk Hakları Sözleşmesi de, bu hükümlerin hazırlanmasında göz önünde tutulan kaynaklardan biri olmuştur. Tasarı, soy bağı açısından, evlilik içinde doğan çocuk , ile evlilik dışında doğan çocuk ayrımına son vererek -evlilik dışında doğan çocuk evlilik içinde doğan çocukla aynı konuma getirilmek suretiyle- bu durumda bulunan çocukların mağdur olmalarını engellemiş ve geleceklerini güvence altına almıştır.

Bu bağlamda, Tasarıyla getirilen yeni 282 nci madde, çocuk ile ana arasındaki soy bağının doğumla kurulduğunu belirtmek suretiyle, aslında, doğal ve hukukî bir gerçeği belirtmiştir. Böylece, yürürlükteki kanunun soy bağını düzenleyen hükümlerinde, çocuk ile baba arasında olduğu gibi, çocuk ile ana arasındaki soybağının da nasıl kurulduğunu açıklayan bir hükmün bulunması gereği yerine getirilmektedir. Aynı maddede, çocuk ile baba arasında soybağının kurulmasını sağlayan hukukî olaylar sayılmaktadır. Buna göre, çocuk ile baba arasındaki soybağının kurulmasına kaynaklık eden hukukî olaylar, evlilik, tanıma veya hâkim kararıdır. Yine, aynı maddede, soybağının kurulmasını sağlayan evlat edinmeye de yer verilmiştir.

Tasarının 285 ilâ 294 üncü maddelerinde, evliliğe dayalı babalık karinesiyle bunun sonuçları düzenlendikten hemen sonra, sonradan evlenmeyle evlilik içinde doğan çocuklara ilişkin hükümlere kendiliğinden tabi olma, yani, koca ile çocuk arasında soybağının kurulması, kocanın babalığının bu yoldan hukuken kabullenilmesi olanağı da yer almaktadır.

Birinci ve ikinci fıkrasıyla yürürlükteki Türk Kanunu Medenîsinin 241 inci maddesini karşılayan tasarının 285 inci maddesinde, yürürlükteki Kanunda bulunmayan bir hüküm, üçüncü fıkra olarak eklenmiştir. Gerçekten, yürürlükteki Kanun, kocanın gaipliğine karar verilmesi halinde, evliliğin sona ermesinden sonraki üçyüz günlük sürenin ne zamandan itibaren işlemeye başlayacağına dair herhangi bir hüküm içermemekte ve bu durum, doktrin ve uygulamada duraksamalara yol açmaktadır. Yeni 285 inci maddenin bu fıkrası gereğince, çocuğun doğumu eğer ölüm tehlikesi veya son haber tarihinden itibaren üçyüz günlük süreden sonra gerçekleşmişse, bu çocuk ile hakkında gaiplik kararı verilen koca arasında soybağının bulunmadığı kabul edilecektir.

Soybağının reddi konusunu düzenleyen 286 ncı maddenin ikinci fıkrasında, yürürlükteki kanunun 242 nci maddesinden farklı olarak, çocuğa da soybağının reddi davası açma hakkı tanınmıştır.

Kocanın babalık karinesinin düşmesi konusunda, Tasarının 288 inci maddesinde, yürürlükteki kanunun 244 üncü maddesinden farklı olarak, çocuğun evlenme akdinden itibaren yüzseksen günden az bir süre içinde doğması ölçüsü yerine, sadece, evlenmeden önce ana rahmine düşmüş olması aranmıştır. Ayrıca, yürürlükteki metinden farklı olarak, ayrılığa hükmedildikten sonra ana rahmine düşmüş olma değil, ayrı yaşama sırasında ana rahmine düşmüş olma şeklinde daha geniş bir ifade kullanılmış ve böylece, fiilî ayrılık da hükmün kapsamına alınmıştır.

"Karinelerin çakışması" kenar başlığını taşıyan 290 ıncı maddede, yürürlükteki Kanunda değinilmemiş olan önemli bir konu düzenlenmektedir. Bu maddeye göre, çocuk, evliliğin sona ermesinden başlayarak üçyüz gün içinde doğmuş ve ana da, bu arada, yani, çocuk doğmadan önce yeniden evlenmiş olursa, ikinci evlilikteki koca, baba sayılacaktır; ancak, bu karine, aksi ispatlanarak çürütülebilecek bir karine niteliğindedir. Böyle bir durumda, sona eren birinci evlilikteki koca, baba sayılacaktır.

Diğer ilgililerin dava hakkını düzenleyen yeni 291 inci maddenin ikinci fıkrasıyla, yürürlükteki kanunun 245 inci maddesinden farklı olarak, ergin olmayan çocuğun dava hakkı hükme bağlanmaktadır. Çocuk adına, kayyım, atama kararının kendisine tebliğinden itibaren bir yıl, her halde doğumdan başlayarak beş yıl içinde soybağının reddi davasını açabilecektir.

Tasarının 292 ilâ 294 üncü maddeleri, yürürlükteki kanunun "Nesebin tashihi" başlığını taşıyan 247 ve devamı maddelerini karşılamaktadır. 292 nci madde, sonradan evlenme yoluyla çocuk ile koca arasında soybağı kurabilme olanağını düzenlemektedir. Bu durumda, çocuk, kendiliğinden evlilik içinde doğan çocuklara ilişkin hükümlere tabi olacaktır.

Tanımanın koşullarını ve şeklini düzenleyen 295 inci maddede, yürürlükteki kanunun 291 inci maddesinde yer alan ve koşulları varsa, tanımanın babası tarafından da yapılmasına olanak tanıyan hükme yer verilmemiştir. Şekil konusunda, yürürlükteki kanundan farklı olarak, tanımanın resmî senet ve vasiyetnameyle yapılabilmesi yanında, nüfus memuruna ve mahkemeye yazılı başvuruda bulunmak suretiyle yapılmasına olanak sağlanmıştır.

Yeni getirilen 300 üncü maddede, tanımanın iptali davasının tabi olduğu hak düşürücü süreler düzenlenmektedir. Tanıyanın iptal davası açma hakkının yanılma veya aldatmanın öğrenildiği veya korkunun etkisinin ortadan kalktığı tarihten başlayarak bir yıl ve her halde tanımanın üzerinden beş yıl geçmekle düşeceği hükme bağlanmıştır. İlgililerin dava hakkı da, yine, bir ve beş yıl geçmekle düşecektir. Bir yıllık sürenin davacının tanımayı ve tanıyanın çocuğun babası olamayacağını öğrendiği tarihten, beş yıllık sürenin ise, yine, tanıma tarihinden itibaren işlemeye başlayacağı, çocuğun dava hakkının ise, ergin olmasından başlayarak bir yıl geçmekle düşeceği belirtilmiştir.

Evlât edinme de, bu tasarıda yeni hükümlerle düzenlenen bir konudur. Yürürlükteki kanunun 253 üncü maddesinden farklı olarak Tasarının 305 inci maddesiyle küçüklerin; yani, henüz ergin olmamış kişilerin evlât edinilmesi, onların evlat edinen tarafından bir yıl süreyle bakılmış ve eğitilmiş olmaları koşuluna bağlanmıştır.

Yeni 306 ncı madde uyarınca, evli olmayanların birlikte evlat edinmeleri mümkün olmayacak; eşler, ancak birlikte evlât edinebileceklerdir. Bunun için, eşlerin en az beş yıldan beri evli olmaları veya otuz yaşını doldurmuş bulunmaları gerekecektir. Bununla birlikte eşlerden biri, en az iki yıldan beri evli olmaları veya kendisinin otuz yaşını doldurmuş bulunması koşuluyla, diğer eşin önceki evliliğinden olma çocuğunu evlât edinebilir. Böylece, yürürlükteki kanunun 253 üncü maddesinin aradığı otuzbeş yaş koşulu otuza indirilmiş olmaktadır. Yeni düzenlemeye göre, örneğin iki yıldan beri evli olmakla birlikte otuz yaşını doldurmuş bulunan eşler evlat edinebilecekleri gibi, henüz otuz yaşını doldurmamış olmakla birlikte, en az beş yıldan beri evli olan eşler de evlat edinebilirler.

Tek başına evlat edinmeyi düzenleyen yeni 307 nci maddeye göre, evli olmayan bir kimse, otuz yaşını doldurmuş olduğu takdirde, tek başına evlat edinebilir. Yine, otuz yaşını doldurmuş olan eş, diğer eşin ayırt etme gücünden sürekli olarak yoksunluğu veya iki yılı aşkın süreden beri nerede olduğunun bilinmemesi ya da iki yılı aşkın süreden beri mahkeme kararıyla eşinden ayrı yaşamakta olması yüzünden birlikte evlat edinmesinin mümkün olmadığını ispat ederse, tek başına evlat edinebilecektir.

Tasarının 309 uncu maddesine göre, küçüklerin evlât edinilmeleri için, hem ayırt etme gücüne sahip bulunan küçüğün hem ana ve babasının rızası gerekli olacaktır. Rıza, küçüğün, veya ana ve babasının oturdukları yer mahkemesinde sözlü veya yazılı olarak açıklanmak suretiyle tutanağa geçirilecektir; ancak, 310 uncu maddeye göre, bu rıza, küçüğün doğumunun üzerinden altı hafta geçmeden önce verilemeyecektir. Ana ve babaya, verdikleri rızayı aynı usulle geri alabilme olanağı tanınmıştır; ancak, geri almadan sonra verilecek rıza, kesin rıza sayılacaktır.

Tasarıyla yeni getirilen 312 nci maddenin birinci fıkrası, küçüklerin evlât edinilmek amacıyla bu işlerle görevli bir kuruma yerleştirilmesi ve ana ve babadan birinin rızasının bulunmaması halinde, kural olarak, küçüğün yerleştirilmesinden önce, evlat edinen veya evlât edinmeye aracılık yapan kurumun istemi üzerine, hâkimin bu rızanın aranıp aranmamasına karar verebilmesini düzenlemektedir.

Tasarıda, küçükler ile erginlerin ve kısıtlıların evlât edinilmelerinde farklı bir yol izlenmiştir. Yeni 305 inci madde, küçüklerin evlât edinilmesinde, yürürlükteki kanunun 253'üncü maddesinden ayrı olarak, evlât edinenin nesebi sahih füruunun bulunmaması koşulunu aramamış; böylece, altsoyu bulunsa dahi, bir kimsenin, bir veya birden çok küçüğü evlât edinebilmesine olanak tanımıştır; ancak, erginlerin ve kısıtlıların evlat edinilmesi, evlât edinenin altsoyunun bulunmaması koşuluna bağlıdır.

Erginlerin ve kısıtlıların evlât edinilebilmeleri, yeni 313 üncü maddede üç bent halinde şu hallere indirgenmiştir: Evlât edinilenin bedensel veya zihinsel özrü sebebiyle sürekli olarak yardıma muhtaç ve evlât edinen tarafından en az beş yıldan beri bakılıp gözetilmekte olması; evlât edinilenin, küçükken, evlat edinen tarafından en az beş yıl süreyle bakılıp gözetilmiş ve eğitilmiş olması; diğer haklı sebeplerin varlığı halinde, evlât edinilenin, en az beş yıldan beri evlât edinenle aile halinde birlikte yaşamakta olması.

Tasarıyla yeni getirilen 316 ncı maddede, evlat edinmeye, ancak esaslı sayılan her türlü durum ve koşulların kapsamlı biçimde araştırılmasından ve gerektiğinde uzmanların görüşünün alınmasından sonra karar verileceği vurgulanmaktadır. Bu aşamada, evlat edinenin altsoyu varsa, onların evlat edinmeyle ilgili tavır ve düşüncelerinin de değerlendirilmesi gerekecektir.

Tasarının 320 nci maddesi, yürürlükteki kanunda bulunmayan, evlâtlık işlemlerinde aracılık kurumunu düzenlemektedir. Uygulamada birçok kimse evlat edinmeyi, birçok aile de kendi çocuklarının evlât edinilmesini arzuladıkları halde, bunları bir araya getiren kurumlar ve bu kurumların yasal statülerini düzenleyen hükümler mevcut olmadığı için, ülkemizde evlat edinme işlemleri sağlıklı ve etkin bir biçimde gerçekleştirilememektedir. Yeni getirilen bu madde, ülkemizde bu alandaki eksikliği gidermek amacını taşımaktadır. Yeni düzenlemeye göre, küçüklerin evlât edinilmesine ilişkin aracılık faaliyetleri, ancak Bakanlar Kurulunca yetki verilen kurum ve kuruşlarla yapılabilecektir.

Soybağının hükümlerine gelince: Her şeyden önce, çocuğun soyadı konusu, Tasarının 321 inci maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre, ana ve baba evliyse, çocuk ailenin soyadını taşıyacaktır. Eğer, ana ve baba evli değilse, yani, çocuk yasal olmayan bir birleşme sonucunda dünyaya gelmişse, ananın soyadını taşıyacaktır; ancak, ana, önceki evliliğinden dolayı çifte soyadı taşımakta ise, o zaman, çocuk, onun bekârlık soyadını taşıyacaktır.

Tasarıyla yeni getirilen 323 üncü madde, ana ve babanın kendi velâyetleri altında bulunmayan, örneğin, ana ve babadan alınarak, başka bir kimsenin koruma ve gözetimine bırakılmış olan çocukla uygun kişisel ilişki kurulmasını isteme haklarını düzenlemektedir.

Yeni 324 üncü madde ise, ana ve babanın çocukla kurabilecekleri bu kişisel ilişkinin sınırlarını belirlemektedir. Buna göre, ana ve babadan her biri diğerinin çocukla kişisel ilişkisini zedelemekten, çocuğun eğitilmesini ve yetiştirilmesini engellemekten kaçınmak zorundadır. Aynı maddede gösterilen belirli hallerde ise, kişisel ilişki kurma hakkının reddedilmesi veya kendilerinden geri alınması söz konusu olacaktır.

Tasarıyla yeni getirilen 325 inci maddeyse, olağanüstü hallerin mevcut olması durumunda, çocuğun menfaatına uygun düştüğü ölçüde, çocukla kişisel ilişki kurulmasını isteme hakkının, diğer kişilere, özellikle hısımlara da tanınabilmesini düzenlemektedir.

Çocuğun bakımıyla ilgili olarak getirilen yeni 328 inci madde, ana ve babanın bakım borcunun çocuğun ergin olmasına kadar devam edeceğini; ancak, çocuk ergin olsa bile eğitimi devam ediyorsa, bakım borcunun çocuğun eğitiminin sona ermesine kadar, ana ve babadan, durum ve koşullara göre, kendilerinden beklenebilecek ölçüde olmak üzere, devam edeceğini hükme bağlamaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Bakanım, buyurun; 2 dakika içinde toparlarsanız sevinirim efendim.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Tasarının 329 uncu maddesi, yürürlükteki kanunda öngörülmüş olmayan nafaka davasını açma hakkını düzenlemektedir. Buna göre, küçüğe fiilen bakan ana ve baba, diğerine karşı, doğrudan doğruya, çocuk adına nafaka davası açabilecektir. Küçük de ayırt etme gücüne sahipse, nafaka davası açabilecek; sahip değilse, onun adına bu davayı atanacak kayyım veya vasi açabilecektir.

Velâyetle ilgili olarak da şunları söylemek isterim: Yürürlükteki kanunun 263 üncü maddesinde yer alan ve velâyet hakkının kullanılmasında ana ve babanın anlaşamamaları halinde babanın oyuna üstünlük tanıyan hüküm, kadın-erkek eşitliğiyle bağdaşmadığından Tasarıya alınmamış; Tasarının 335 inci maddesinde, ergin olmayan çocuklar üzerinde velâyet hakkının ana ve babaya ait olduğu kuralı tekrarlandıktan sonra, 336 ncı maddede, evlilik devam ettiği sürece ana ve babanın velâyeti birlikte kullanacakları vurgulanmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Tasarı, bu çerçeve içinde, Anayasamıza, Çocuk Hakları Sözleşmesine uygun olarak, ailenin, özellikle ananın ve çocuğun yararını üstün tutarak hazırlanmıştır. Çocuklar bizim geleceğimizdir. Geleceğimizin en iyi şekilde hazırlanması ve korunması tasarının temel amaçlarından biri olmuştur.

Yüce Meclisi saygıyla selâmlıyorum. (DSP, MHP, ANAP, DYP ve SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Böylece, Dördüncü Bölüm üzerindeki görüşmeleri de tamamladık.

3 adet önerge vardır; geliş sırasına göre okutup, aykırılık derecesine göre işleme alacağım:

İlk önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 723 sıra sayılı yasa tasarısının 282 nci maddesinin aşağıdaki şekilde düzeltilmesini arz ve teklif ederiz.

"Madde 282: Çocuk ile ana arasında soy bağı doğumla ve sözleşmeyle kurulur.

Çocuk ile baba arasında soy bağı; ana ile evlilik sözleşme tanıma veya hâkim hükmüyle kurulur.

Soy bağı ayrıca evlat edinme yoluyla da kurulur."

Fethullah Erbaş             Ahmet Karavar                Rıza Ulucak

          Van                           Şanlıurfa                         Ankara

              Lütfü Esengün                  Fahrettin Kukaracı

                   Erzurum                                Erzurum

BAŞKAN - 2 nci önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 723 sıra sayılı kanun tasarısının 289 uncu maddesinin birinci fıkrasında yer alan "fakat" kelimesinin madde metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

  Aydın Tümen                  İsmail Köse               Nihat Gökbulut

       Ankara                         Erzurum                       Kırıkkale

                Eyüp Doğanlar                       Oğuz Aygün

                       Niğde                                   Ankara

BAŞKAN - Okutacağım 3 üncü önerge, aynı zamanda en aykırı önerge olup, okuttuktan sonra işleme alacağım:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 723 sıra sayılı yasa tasarısının 299 uncu maddesinin ikinci fıkrasının aşağıdaki şekilde düzenlenmesini arz ve teklif ederiz.

"Madde 299/2: Ana veya çocuk tarafından tanıyanın baba olmadığı iddiasıyla açılan iptal davasında ispat yükü, çocuk ve baba DNA testine tabi tutulduktan sonra doğar."

Fethullah Erbaş             Lütfü Esengün              Veysel Candan

         Van                           Erzurum                          Konya

                 Rıza Ulucak                       Ahmet Karavar

                     Ankara                                Şanlıurfa

BAŞKAN - Sayın Komisyon önergeye katılıyor mu efendim?

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Sayın Hükümet?..

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Katılmıyoruz.

BAŞKAN - Önergenin gerekçesini açıklamak üzere, Sayın Fethullah Erbaş; buyurun.

Süreniz 5 dakika.

FETHULLAH ERBAŞ (Van) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önergemizle, şu andaki tasarının 299 uncu maddesinin ikinci fıkrasındaki konu değiştirilmektedir. 299 uncu madde ne söylüyor; şunu söylüyor; diyor ki: "Davacı tanıyanın baba olmadığını ispatla yükümlüdür. Ana veya çocuk tarafından tanıyanın baba olmadığı iddiasıyla açılan iptal davasında, ispat yükü, tanıyanın, gebe kalma döneminde ana ile cinsel ilişkide bulunduğuna ilişkin inandırıcı kanıtları göstermesinden sonra doğar."

Değerli arkadaşlar, tasarıda "ispat yükü, tanıyanın -yani, babanın- gebe kalma döneminde ana ile cinsel ilişkide bulunduğuna ilişkin inandırıcı kanıtları göstermesinden sonra doğar" denilmektedir. Bu husus, hele evli olmayan çiftler arasında pek mümkün olmamaktadır; çünkü, anayla cinsel ilişkide bulunduğunu ispat etmeye kalkan kimsenin, hem kendi açısından hem de ana açısından toplumda hoş karşılanmayan, küçük düşürücü bir fiilî kendisinin veya ananın işlediğini ispat etmesi lazım. Toplumumuzda ve yasalarımızda bunun ismi zinadır. Ana ve babanın zinası, yasal olarak suçtur, örf ve âdet olarak da hoş değildir.

Günümüzde, gen teknolojisi gelişmiştir. Bu hususta birçok imkân doğmuştur. Çocuk ile babanın genlerinin karşılaştırılması sonucunda, bu yüzde 100'e yakın ihtimalle gerçekleşmektedir.

Yasaların teknolojik gelişmelerden yararlanması önemli bir husustur.

Değerli arkadaşlar, bizim vermiş olduğumuz önergede, biz, özetle şunu diyoruz: Yani, bu cinsel ilişkinin ispatını kaldırıyoruz, bir kenara bırakıyoruz. Baba, gidip nereden bulacak?.. Ben, o tarihte, falan kişiyle, böyle ettim, şunu yaptım... Bunu ispat etmesi mümkün değil. Zaten, yapsa, ispat etmeye kalksa da, toplum tarafından aşağılanacaktır; zina yapmış, zânî bir kişi durumuna düşecektir. Bunu ispat etmesi mümkün değil. En kolay yol, madem teknoloji bu kadar gelişmiştir... Bu kanun tasarısı, ben, her zaman diyorum, gerici bir kanun tasarısı, çok gerici bir kanun tasarısı. Teknoloji gelişti, DNA diye bir şey bulundu. Halen -21 inci Asra girdik- 19 uncu Asrın yöntemleriyle biz bu işi halletmeye çalışıyoruz. Hayır, olmaz. Madem 21 inci Asırdayız, madem gen teknolojileri vardır; babanın geni alınır, çocuğun geni alınır, karşılaştırılır; baba olup olmadığı yüzde 100 ihtimalle ortaya çıkar. Bu kadar aşağılatıcı bir konuma niçin babayı düşürüyorsunuz, niçin anneyi düşürüyorsunuz? Aileye yazık değil midir?

Değerli arkadaşlar, ben bir şey demiyorum. Diyorum ki, benim önergemi kabul ederseniz, bu tasarı 21 inci Asrın gereklerine uygun olur; ama, gericilik yaparsanız, benim önergemi kabul etmezseniz, size gerici damgasını vurur, giderim yerime.

Hepinize saadetler diliyorum efendim. (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Evet, Sayın Erbaş, ne kadar saadetler dileseniz de, Sayın Adalet Bakanı bir türlü kabul etmiyor bu önergeleri.

VEYSEL CANDAN (Konya) - Sayın Başkan, karar yetersayısının aranılmasını istiyoruz.

BAŞKAN - Peki.

Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı ve gerekçesini Sayın Erbaş'tan dinlediğiniz önergeyi oylarınıza sunacağım ve karar yetersayısını arayacağım.

Oylamayı elektronik oylama cihazıyla yapacağım; oylama için 2 dakikalık süre vereceğim.

Oylama işlemi başlamıştır.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, önergenin yapılan oylamasında karar yetersayısı bulunamamıştır.

Bu nedenle, 17.45'te toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.

Kapanma Saati : 17.26

                 

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 17.45

BAŞKAN: Başkanvekili Ali ILIKSOY

KÂTİP ÜYELER:Sebahattin KARAKELLE (Erzincan), Melda BAYER(Ankara),

                       

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 15 inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Fethullah Erbaş ve arkadaşlarının önergesinin oylanmasında kalınmış idi. Oylamada karar yetersayısı istenildiği için ve karar yetersayısı da bulunamadığından ara vermiştik.

Görüşmelere kaldığımız yerden devam ediyoruz.

V. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

2.- Türk Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenisinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner'in; Ankara Milletvekili Esvet Özdoğu ve Dört Arkadaşının; Aynı Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve Adalet Komisyonu Raporu (1/611, 1/425, 2/361, 2/680) (S. Sayısı: 723) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet hazır.

Şimdi, yeniden, komisyonun ve hükümetin katılmadığı Sayın Fethullah Erbaş ve arkadaşlarına ait önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Karar yetersayısı vardır; önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 723 sıra sayılı yasa tasarısının 282 nci maddesinin aşağıdaki şekilde düzeltilmesini arz ve teklif ederiz.

"Madde 282.- Çocuk ile ana arasında soybağı doğumla ve sözleşmeyle kurulur.

Çocuk ile baba arasında soybağı, ana ile evlilik, sözleşme, tanıma veya hâkim hükmüyle kurulur.

Soybağı ayrıca evlat edinme yoluyla da kurulur."

                                                                            Fethullah Erbaş

                                                                                    (Van)

                                                                             ve arkadaşları

BAŞKAN - Sayın Komisyon?..

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Sayın Hükümet?..

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Katılmıyoruz.

BAŞKAN - Sayın Erbaş, buyurun.

Efendim, bu ısrarlarınız karşısında, herhalde, bir önergenizi, Sayın Adalet Bakanı, Komisyonla beraber kabul edecek gibi geliyor bana.

FETHULLAH ERBAŞ (Van) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 282 nci madde, soybağının kurulmasıyla ilgili bir madde. Maddede "çocuk ile ana arasında soybağı doğumla kurulur" denilmektedir. Baba ile çocuk arasındaki soybağı, ana ile evlilikle kuruluyor. Tanıma ve hâkim hükmüyle de -yine, şu andaki tasarıda var- soybağı kurulabiliyor. Biz, üçüncü bir konuyu daha getiriyoruz ortaya, sözleşmeyle soybağının kurulması meselesi. Hem ana ile çocuk arasında sözleşmeyle veya doğuran kadın ile ana arasında sözleşmeyle hem de baba ile ilgili kurum arasında sözleşme yapılmak suretiyle de soybağı kurulabilir.

Şimdi, bu tasarı, soybağının, doğum, anayla evlilik, tanıma veya hâkim hükmüyle kurulmasını getiriyor. Ancak, 21 inci Yüzyılda, gelişen teknoloji karşısında insanlar ileri yaşlarda bile evlat sahibi olabilme imkânına sahip olmaktadır. Ayrıca, hamile kalmadan da, taşıyıcı anne olarak kiraladıkları anneyle de çocuk sahibi olabilmektedirler.

Değerli arkadaşlar, bir hanımefendinin tıbbî mahzuru var, doğum yapamıyor; eğer doğum yaparsa -kalp hastalığı veya başka bir hastalığı var- ananın hayatı tehlikeye girecektir. Eğer ananın hayatı tehlikeye girecekse, o takdirde, şu anda tüp bebek yöntemiyle dışarıdan döllendirilmiş yumurta taşıyıcı bir anneye yüklenmek suretiyle o anne çocuğu doğurabilmektedir. Taşıyıcı anneyle belli bir sözleşme yapılmak suretiyle olabilir bu. Bu durumda ana hangisi olacaktır; Medenî Kanunumuz bunu çözmemiştir, 21 inci Yüzyılın Medenî Kanunu bunu çözmemiştir. Biz önergemizle buna bir imkân tanıyoruz ve diyoruz ki; doğumu hayatî tehlike gösteren hanımefendi, taşıyıcı bir anne bulmak suretiyle, bunu üçüncü bir hanım doğurabilir. Doğan çocuk kimin olacaktır? Eğer kanunumuza bakarsak doğuran kadınındır; ama, sözleşme yapılmışsa, ana ve babadan alınan hücreler döllendirilmiş, onun ana rahmine yerleştirilmiş ve çıkmışsa, bu çocuğun babası ve anası esas -bana göre- hücrenin sahipleridir, yani, spermin ve yumurtanın sahipleri olacaktır. Eğer bu sözleşme yapılırsa, sözleşmeyle de soybağı kurulabilecektir.

Değerli arkadaşlar, yine sosyete hanımların zaman zaman basına yansıyan beyanatlarından da görüyoruz, doğurmaktan korkuyorlar; ama, çocuk sahibi de olmak istiyorlar, işte o zaman bu yola başvurabiliyorlar, yani, bu ihtiyacı karşılayan bir önerge.

Keza, çağımızda kurulan embriyo ve sperm bankalarıyla yapılan sözleşmeler sonucunda, ileriye dönük çocuk sahibi olmak kolaylaşmaktadır. Bu bankalarla yapılacak sözleşme neticesinde... Ki, daha önceki konuşmamda da söyledim, Amerikalılar, Afganistan'a giden askerlerin bütün spermlerini alıp, sperm bankasında muhafaza ediyorlar; bu çocuklardan birisi öldüğü takdirde, onların spermlerine taşıyıcı anneler bulmak suretiyle, onların soyunu devam ettirecekler. Tabiî, bu çocuğun babası kim olacak? Bankaya bırakılan spermin sahibi mi olacak, yoksa başkası mı olacak? Bu da önemli efendim. Bunun da bir neticeye bağlanması lazım.

Yine, bu bankalarla yapılacak sözleşme neticesinde, adam genç iken, parasını da yatırmak suretiyle spermini oraya bırakır; ölümümden 30 sene sonra benim çocuğum olsun diye bir istekte bulunursa, bir vasiyette bulunursa, 30 yıl sonra bir çocuğu olur; bu çocuğun babası kimdir? 30 yıl önce ölen baba mıdır, yoksa o andaki baba mıdır? Bunların hepsi çözüm bekleyen konulardır.

Değerli arkadaşlar, burada mühim olan sözleşmedir. Sözleşmeyle de soybağının kurulabilmesi olayıdır. Ben, 21 inci Asrın medenî kanunu olma iddiasında olan bu tasarıya, şu anda 21 inci Asrın değil, 19 uncu Asrın son çeyreğinde tasarlanan bir kanun nazarıyla bakıyorum. Bu değişikliklerle, bu teknolojiden faydalanmak suretiyle, bu tasarının daha kâmil hale geleceğini düşünüyor...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Erbaş.

FETHULLAH ERBAŞ (Devamla) - Bu değişikliklerle, bu tasarının 21 inci Yüzyılın yasası olma hüviyetini kazanacağını umuyorum. Önergeme destek vereceğinizi temenni ediyorum. Kimse dinlemiyor; ama, bu önemli konuların dinlenilmesi lazım.

Milletvekillerimizin de bu konu üzerinde, en azından, yani, gruplarına bağlı kalarak değil, kendi vicdanlarına bağlı kalarak, gericiliği kabul ederek değil, ilericiliği kabul ederek destek vermelerini istiyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Komisyonun ve Sayın Hükümetin katılmadığı, gerekçesini Sayın Erbaş'tan dinlediğiniz önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

FETHULLAH ERBAŞ (Van) - Gerici bunlar.

BAŞKAN - Evet Sayın Erbaş, bir türlü kabul ettiremiyorsunuz. İyi hazırlanın efendim!

Son önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 723 sıra sayılı kanun tasarısının 289 uncu maddesinin birinci fıkrasında yer alan "fakat" kelimesinin madde metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

                                                                             Aydın Tümen

                                                                                  (Ankara)

                                                                             ve arkadaşları

BAŞKAN - Evet, Sayın Komisyon?

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya) - Çoğunluğumuz olmadığı için katılamıyoruz, takdire bırakıyoruz.

BAŞKAN - Sayın Hükümet?

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Katılıyoruz.

BAŞKAN - Katılıyorsunuz.

Komisyonun takdire bıraktığı, hükümetin katıldığı, Aydın Tümen ve arkadaşlarına ait önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Dördüncü Bölümü, kabul edilen bu önerge doğrultusunda oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Beşinci Bölüm üzerindeki görüşmelere başlıyoruz.

Beşinci Bölüm, 396 ilâ 493 üncü maddeleri kapsamaktadır. Bu bölümde de konuşma süreleri gruplar, hükümet ve komisyon için 20 dakikadır.

Beşinci Bölüm üzerinde ilk söz, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, Bolu Milletvekili Sayın İsmail Alptekin'e ait.

Buyurun Sayın Alptekin. (AK Partisi sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA İSMAİL ALPTEKİN (Bolu) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 723 sıra sayılı Türk Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenîsinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının "Vesayet Düzeni" başlığını taşıyan ve kanun içerisinde 396 ilâ 494 üncü maddeleri kapsayan Beşinci Bölümü üzerinde Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyor ve çalışmalarımızın hayırlı olmasını diliyorum.

Konuşmamın esasına girmeden önce ifade etmek isterim ki, Sayın Bakanımız ve Komisyonumuz "bugüne kadar, şu ana kadar yapılan konuşmalarda bölümlerden ziyade tasarının esası üzerinde ve konuşulmuş bölümler üzerinde tartışma yapılıyor" diye ifade etseler de, bu yasanın esası üzerinde konuşmadan geçmek mümkün değildir. Zira, Anadolu'da bir söz vardır; yanlış teraziyle doğru tartı tartılamıyor; çünkü, bu tasarı hazırlanırken, bakış açısı itibariyle, Türk toplumuna ve yetmişbeş yıllık kanunun Türkiye'deki tatbikatı neticesi ortaya çıkmış olan, alışılmış bazı müesseselere ters düşülmektedir; aile müessesesine, miras müessesesine ve diğer müesseselere ters düşülmektedir. Bu nedenle, bazı konulara değinmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, görüşülmekte olan bu yasamız temel yasadır. İktidar ile muhalefetimiz anlaşmış ve bir bütün olarak bu yasayı Meclisimizde tartışmaktadır ve çok uzun zaman alması muhtemel olan bu önemli, temel kanunumuz, uzlaşma çerçevesi içerisinde, ümit ediyoruz ki yakın bir süre içerisinde sonuçlanacaktır. Bir milletvekili olarak, Türkiye' de, bu Meclisin, Yüce Meclisin bir üyesi olarak elbette ki bu uzlaşmadan mutluluk duyduğumuzu ifade etmek istiyorum; çünkü, demokrasi, bir noktada uzlaşma müessesesidir.

Yine ifade etmek istiyorum ki, 21 inci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi çok mesai yapmıştır, çok kanun çıkarmıştır, önemli yasalar çıkarmıştır. Uzlaşıldığı zaman; ama, iktidarlar, uzlaşmayı, muhalefetin kendilerine tabi olması şeklinde anlamadan uzlaşıldığı zaman, Türkiye'de, elbette ki bu Meclis önemli hizmetler yapabilmektedir.

Hatırlarsınız ki, uzlaşmalar neticesinde, yine temel yasa olarak, uzun yıllar çıkarılamayan Gümrük Kanunu çıkarılmıştır, Tahkim Yasası çıkarılmıştır; çok önemli, Anayasada değişiklik yapılmış ve kanunu çıkarılmıştır. Son anayasa değişikliğimiz yapılmıştır. Bunlar, bu Meclisin başarılı ve sevineceğimiz çalışmalarıdır.

Peki, çıkardığımız bu kanunları, bu temel yasaları niçin çıkardık, bunun esprisi neydi, nasıl takdim edildi burada? Bu çıkardığımız yasalarla ülkemiz düzlüğe çıksın; gümrüklerde rüşvet, kaçakçılık olmasın; tahkimle ülkeye yabancı sermaye aksın, ülke kalkınsın; yeni Anayasayla Avrupa Birliğiyle uyum sağlansın; ülke demokratikleşsin; siyasetin ve siyasetçinin önü açılsın; yolsuzluklar, hırsızlıklar, mafya ve çete olmasın dedik. Bu beklediklerimiz, bu özlediklerimiz oldu mu değerli arkadaşlar? Milletimizin beklediği refah geldi mi, enflasyon düştü mü, yabancı yatırımcılar ülkeye aktı mı?

Çok iyi hatırlarsınız ki, anayasa değişikliği sırasında ve yasa çıkarken, gerek komisyonlarda ve gerek bu Mecliste, bu kürsüde, hükümetimiz  "eğer, Tahkim Yasasındaki bu değişiklikler yapılırsa Türkiye'nin önü açılacak, Türkiye'de yatırım yapmak isteyen yüzlerce yabancı sermaye kapıda bekliyor, gelecek" demişti; ama, daha üç dört gün önce, basında bir konuyu, bir haberi dehşetle okudum. Şu ana kadar Türkiye'ye gelmiş olan yabancı sermaye 9 milyar dolar, Çin'e -çok uzaktaki komünist Çin'e- gelmiş olan yabancı sermaye ise, 328 milyar dolar; aradaki farkı görün. Niye böyle oluyor, Türkiye stratejik bir bölge, yabancı sermaye niçin gelmiyor; buna kafa yormamız gerekir diye düşünüyorum. Bunları söylerken, çıkardığımız bu temel yasaların, mutlaka, Türk toplumuyla uyumlu ve Türk toplumunu huzur ve refaha götürecek bir esası, bir hedefi olması gerekli diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlar, temel yasayla hayal kırıklığına uğramayalım. İstiyorum ki, bu temel yasa, ülkemizde, toplumda, ailede yeni sıkıntılar meydana getirmesin. Çünkü, yetmişbeş yıl önce, o günün şartları altında İsviçde Kanunu Medenîsi tercüme ettirilmiş ve 1926 yılında bu yasa yürürlüğe girmiştir. İyisiyle kötüsüyle, zorluğuyla, bu yasa, yetmişbeş yıl tatbik edilmiş, içtihatlar oluşmuş ve içtihatlarla da Türk toplumuna önemli çapta uyum sağlamıştır. 1938'den 1991'e kadar da, değişik zamanlarda, ihtiyaçlara göre değişiklikler yapılmış, bazı maddeler değiştirilmiştir. Bu değişikliklerin en önemlisi, 1967 yılında 15 maddeyle ve 1991 yılında da 22 maddeyle olmuştur.

Sayın milletvekilleri, doğum öncesinden ölüm sonuna kadar insanları, toplumu, aileyi, devleti, hâsılı canlı ve cansız bütün tabiatı her yönüyle ilgilendiren Medenî Kanunun değiştirilmesi, yeniden düzenlenmesi çalışmaları uzun sürmüştür. Bütün tenkitlerimize rağmen, olumsuz yönlerini ifade etmemize rağmen, bu çalışmalarda emeği geçen hukukçularımıza ve siyaset adamlarımıza buradan teşekkür etmeyi bir borç biliyoruz; bir emek harcanmıştır.

Yürürlükte olan bu yasa, halen 937 madde olup, yeni değişikliklerle madde adedi artmakta ve 1 030 maddeye çıkmaktadır. Niçin bu kadar artıyor; bu husus, kanunun gerekçesinde elbette ki izah edilmiştir, bu izahata ilave edecek bir şey yoktur.

Gerek yasanın esası üzerindeki görüşmelerde gerekse bölümler üzerindeki müzakerelerde ortaya konulan bu temel yasanın getirdiği yenilikler, eksikler, yanlışlar etraflıca bu Mecliste tartışıldı ve tartışılmaya da devam ediliyor. Partimizin değerli temsilcileri bu konuda bizim görüşlerimizi açık ve veciz bir şekilde ortaya koydular; ben, onları tekrar edecek ve zaman israfına yol açacak değilim; ama, birkaç cümleyle bazı konulara değinmek istiyorum değerli arkadaşlarım.

Nedense, bir hayırlı işi yaparken biz, bazen ifrata kaçıyoruz. Bu ifratsa, bize gelecekte sıkıntılar getiriyor. Dil sadeleştirmesi diyoruz, dili sadeleştirmiyoruz; bu niyetle, Medenî Kanunu dil yönünden âdeta katlediyoruz. Adalet kurumlarının ve halkın benimsediği Türkçemizde bütünleşmiş birçok kelimeyi değiştirmekte ısrar ederek, hukuk dilinin özelliğini ve güzelliğini bozuyor ve yozlaştırıyoruz. Bu, sadeleştirme adı altında yapılamaz, yapılmamalı idi diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlar, ortaya çıkan bu sözde dil sadeleştirmesi, karşımıza mutlaka yeni sıkıntılar çıkaracak ve asla eskisi gibi olmayacaktır. Yeni dili de toplumun önemli bir kesimi anlamakta güçlük çekecektir. Muhtemelen olabilecek dil çatışması ve anlama güçlüğü bu kürsüden karikatürize edilmiş, anlatılmıştır, neler olabilecektir ifade edilmiştir; bunu tekrar etmiyorum. Çoğunluk, bu karikatürize edilişe güldü geçti; ama, ben, bu konunun ehemmiyetini düşünüyor ve gülünüp geçilecek bir konu olmadığını ifade ediyorum. Bu sözlerimle asla dil sadeleştirmesine karşı olduğumu ifade etmek istemiyorum. Sadeleştirme yapılmalı; ama, doğru, yeterli ve gerekli olan yapılmalıydı.

Değerli arkadaşlar, yine, ifade etmek istiyorum ki, Batı hukuku kök olarak Roma hukukundan -Latin dili- gelmektedir. Peki, Batı bunları bilmiyor muydu da her devlet, her ülke kendi lisanına göre sadeleştirme adı altında bizim yaptıklarımızı yapmadı? Dikkat ederseniz, onlar, temele sadık kaldılar. Bunda kazancımız ne oluyor, bunu da bilemiyorum. Yasada yapılan mal rejimiyle ilgili değişikliklerin geleceğinin ne olacağı belirsiz; ileride aile birliğine darbe vuracağından endişe ediyorum. Zira, aile birliği kutsaldır, asla bir menfaat ortaklığı değildir.

Değerli arkadaşlar, Sayın Bakanım, o günün şartlarında, yani, 1926'da Medenî Kanun tercüme edildi, aradan yetmişbeş yıl geçti, Türkiye'de şartlar değişti. Bu kadar üniversitemiz, bu kadar bilim adamımız, hocamız, içtihatlarımız, yerleşmiş hukukumuz var; niye oturup da biz yerli bir yasa yapmadık, illa ki yeniden İsviçre Medenî Kanununa müracaat ederek tercümeler yoluna gittik; doğrusu, bundan da bir hukukçu olarak üzüntü duyduğumu burada ifade etmek istiyorum.

Bazı arkadaşlarımız da, mecelleyi küçük görmeye, onun hakkında hak etmediği sözler ifade etmeye çalıştılar. Mecelle, Osmanlının altı yedi yıl bizzat çalışarak hazırladığı, benim değil, bütün hukuk adamlarının, bilim adamlarının, siyasetçilerin ifade ettikleri bir hukuk abidesidir, fevkalade güzel bir yasadır, altıyüz yıl Osmanlının adalet ve huzur içerisinde, toplumun birlik ve bütünlük içerisinde yönetilmesine vesile olmuş bir yasadır. Bu noktada da haksızlık yapmayalım. Bundan da şeref duyuyoruz.

Değerli milletvekilleri, temel yasa olan, 1 030 maddeden oluşan bu değişiklik, Genel Kurula sevk edildi. Değerli arkadaşlar, bu kadar önemli bir yasa Genel Kurulda görüşülürken, gazetelere bakıyoruz, basına bakıyoruz, köşe yazarlarına bakıyoruz; bu yasa tartışılmıyor; yerine, savaş anlatılıyor, krizden bahsediliyor ve Anayasanın 86 ncı maddesindeki milletvekili özlük haklarıyla ilgili konular tartışılıyor. Oysaki, bu yasa tartışılmalı, bütün özellikleri, bütün eksiği ve doğrusu ortaya konulmalı ve bir noktada da, bu Meclisin bu tartışmalarına, müzakerelerine ışık tutacak bir gayret içerisinde olunmalı idi. Basında, sadece uç noktalar üzerinde duruluyor. Ne deniliyor: Aile yapısında devrim, koca artık evin reisi olmayacak, mal rejiminde DSP ile MHP anlaştı; ya millet ya muhalefet ya diğer partiler, bunlar üzerinde durulmuyor. Edinilmiş mallara katılma yasası; artık, erkeğin soyadını karısı taşımayacak, istediği soyadı taşıyacak; hatta, boşandığı eşinin soyadını bile taşıyabilecek deniliyor. Burada, bir hanım ki, eşinden boşandı; farzımuhal, kocasını sevmemiş; ama, soyadını sevmiş; ikinci bir evlilik yaptı, illa ki, ben, bu soyadını da taşımak istiyorum diyor; bu yasaya göre de bir engel olmadığına göre, Türk toplumunda ortaya çıkacak vahameti ve sonuçları düşünelim.

Değerli arkadaşlarım, yine, Reha Muhtar'ın bu yasayla ilgili yaptığı bir programı incelediniz ve seyrettinizse, bu yasanın getirebileceği sıkıntıları orada zaten beraberce görmüş oluyorsunuz. Kadın da, erkek de ahlakî ve manevî değerleriyle, birliği, yuvayı kurarsa, yasalar değerli olur; yoksa, daha baştan menfaat hesaplarıyla, sevgisiz, saygısız kurulan yuvanın bacalarından nefret, çatışma dumanları çıkar. Kutsal aile birliği, ne paradır ne maldır; sevgidir, saygıdır, fedakârlıktır; karşılıklı anlayış ve hoşgörüdür; mutlu yuva, hayırlı evlattır; dede ve nine ile torunların kucaklaşması, koklaşması ve bütünleşmesidir. Bunu sağlayan eğitim ve anlayışla ancak bu yasalar bir mana ifade eder. Yoksa, yaşlanan ana, babayı huzurevine yatırma yollarını arayan, cennet anaların ayağının altındadır şuur ve özdeğerlerinden uzak Batı aile anlayışı çökmüştür ve o toplumları mutsuz kılmıştır. Bu özümüze sahip çıktığımız, nur yüzlü anamızı, pamuk dedemizi ailenin ve toplumun değeri olarak layık olduğu yerde tuttuğumuz sürece, yasaların önemi ve değeri vardır; yoksa, istediğiniz kadar iyi yasa yapın, sonu parçalanmış aileler, mağdur ve mazlum yavrular ve sağlıksız bir toplum olarak karşı karşıya kalırız. Yeni yasayla düzenlenen Beşinci Bölüm, işte, bu noktadan çok önemlidir Vesayet düzeni; bu, önceden de vardı, şimdi de var. Bunun, hakikaten, üzerinde ciddî bir şekilde durmamız lazım. Vesayet nedir? Halk arasında da, vasi, vesayet denildiği zaman bir ihtiyaç, geniş olarak, başka birisinin yardımına ihtiyaç duyma olarak anlaşılıyor. Öyleyse, muhtaç olanlara, başkalarının yardımına ihtiyacı olanlara, devlet, elini uzatıyor. Doğrudur, vasilik müessesesi vardır, kayyımlık müessesesi vardır, bu yeni bölümde müşavirlik müessesesi vardır; bunlar, yasamızda, güzel bir şekilde, etraflı bir şekilde alınmış, derlenmiş, ortaya konulmuştur.

Değerli arkadaşlar, izin makamı olarak, vesayette, kayyımlıkta, müşavirlikte iki mahkeme getirilmiştir. Bunlardan, izin makamı olan sulh mahkemesidir, denetim makamı olan da asliye hukuk mahkemesidir.

Yine, bu kanunumuzda, vasinin görevleri, kayyımın görevleri, vesayet dairesinin görevleri, vesayet organlarının sorumluluğu ayrı ayrı hükümlerde belirtilmiş, açıklanmıştır.

Yeni yasada, vesayeti gerektiren hallerin sona ermesi, vasilik görevinin sona ermesi, vesayetin sona ermesinin sonuçları düzenlenmiş ve bu konularda açıklamalar yapılmıştır.

Kanunda getirilen yenilik olarak, vesayet makamındaki kişilerin şahsî icraatları sebebiyle ortaya çıkacak zarardan dolayı, devlet, kişiler aleyhine rücu davası açabilmektedir. Bu hal, hem adaletsizliği önlemekte hem de ilgililerin daha dikkatli davranmalarına yol açmaktadır.

Sayın milletvekilleri, yeni kanunda yapılan düzenlemeyle, madde 404, 405, 406, 407 ve 408'de, küçük, aile hastalığı, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, savurganlık, alkol veya uyuşturucu madde bağımlılığı, kötü yaşama tarzı, kötü yönetim, özgürlüğü bağlayıcı ceza ve istek üzerine koruma altına alınabilmektedir.

Değerli milletvekilleri, bu yeni bölümde, kanunumuzun bu kısmında, 432 nci madde ayrı bir önem taşımaktadır. Bu, 1981 yılında değiştirilen İsviçre yasasından yenilik olarak getirilmiştir. Buna göre, koruma amacıyla özgürlüğün kısıtlanması... Özgürlüğün kısıtlanması çok önemli bir konu; özgürlük kutsaldır. Özgürlüğü kısıtlama noktasında yasalar, düzgün ve sınırları belirli bir şekilde gösterilmezse, suiistimal edilebilir. Görüldüğü gibi, vesayet konusu, işleyişi, ferdi, aileyi, toplumu koruma amacına yönelik devleti, devlet sorumluluğunu düzenlemiştir. Bu, aileyi de koruyor, toplumu da koruyor, ferdi de koruyor.

Bizim toplumumuzda ise, gerek geçmişte gerekse bugün, aile birliğine saygı, kendi aile birimlerini koruma ve özel himaye anlayışıyla birçok konular kendiliğinden çözülmüştür.

Ayrıca, hayrî vakıf kurumlarda, şifahanelerde ve tamamen hizmet amaçlı kurumlarında önemli hizmetler yapılmaktadır. Bunları teşvik etmenin gereğine inanmaktayız; çünkü, her şeyi devletin sırtına yüklemememiz lazım. Geçmişte, gerek Osmanlıda gerekse bizim dönemimizde, bu anlattığımız hizmetlerin birçoğu, ailelerin kendileri, akrabaları, yakınları, evlatları, babaları tarafından da, zaten yerine getirilmektedir.

Değerli arkadaşlarım, geçmişi olmayanın geleceği de olmaz. Geçmişimizi iyi değerlendirmemiz ve geçmişimize sahip çıkmamız lazım. Geçmişimizdeki güzelliklere, kurumlara sahip çıkarak, gelecekte de bu hizmetlerin yürütülmesinin yararlı olacağını düşünüyoruz. Bu konuda, devletin, daha anlayışlı, bu konuları teşvik edici bir çalışma içerisinde olması gerektiğine inanıyorum.

Bizim bu bölümümüzle ilgili yasalarda, Türkiye'de bazı kurumlar var; Çocuk Esirgeme Kurumu, huzurevleri -devletin, özelin- şifahaneler, akıl ve sinir hastalıkları tedavi hastaneleri var. Burada, zamanın darlığı içerisinde bu konunun detayına girmiyorum. Ancak, hepimiz biliyoruz ki, bu kurumlar, bu müesseseler iyi çalışmıyor, şefkat içerisinde çalışmıyor, tamamen devletçilik anlayışı içerisinde çalışıyor. Bunların da, yeniden değerlendirilmesi, yeniden düzenlenmesi ve buralarda, hizmetin beklenen bir şekilde yapılmasının gerektiğine inanıyorum.

Bu yasanın hayırlı olması dileğiyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Alptekin.

Saadet Partisi Grubu adına iki konuşmacı arkadaşımız var. İlk söz, Sacit Günbey'in.

Buyurun efendim. (SP sıralarından alkışlar)

SP GRUBU ADINA SACİT GÜNBEY (Diyarbakır) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri, 723 sıra sayılı Türk Medenî Kanunu Tasarısının Beşinci Bölümü üzerinde Saadet Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Muhterem arkadaşlar, birkaç günden beri Medenî Kanunla ilgili görüşmeleri devam ettiriyoruz. 1926 yılında, İsviçre Medenî Kanunu tercüme ettirilmek suretiyle ülkemizde uygulamaya konulmuş. Yetmişbeş yıldan beri bu kanun uygulanırken, tabiî olarak birtakım aksaklıklar, eksiklikler tespit edilmiş ve bugünün şartlarına göre yeni bir medenî kanuna ihtiyaç olduğu ortaya çıkmış.

Biraz önce hatiplerin de ifade ettiği gibi, çok eski bir medeniyete sahip olmamıza rağmen, çok sayıda üniversitemiz, hukuk fakültemiz bulunmasına rağmen, kendimiz yeni bir Medenî Kanun hazırlayacağımıza, maalesef, yine İsviçre'nin Medenî Kanunu ülkemize adapte edilmek suretiyle, bir kanun tasarısı haline getirilmiştir. Gönül arzu ederdi ki, üniversitelerimizdeki öğretim üyeleri ve Bakanlık teşkilatının katkılarıyla, böyle bir kanunu kendimiz hazırlamış olsaydık.

Bu konuşmalar esnasında gördük ki, bu Medenî Kanun ile ilgili yapılan tenkitler sonucunda çok güzel fikirler ortaya çıktı; fakat, bu fikirlerin, her zaman hükümetin uyguladığı metot içerisinde, reddedildiğini de gördük. Hükümetimiz, maalesef, getirdiği yasaların hiçbirini Meclisin tenkitlerine açık tutmuyor. Hatta, Sayın Bakanımız "benim dediğim şekilde çıkarsa mesele yok; çıkmazsa, ben istifa ederim" deyip, bir dayatmanın içerisine girmektedir. Muhalefet milletvekilleri olumlu tenkitlerini ortaya koyuyorlar. Hatta, gözlediğim kadarıyla, MHP içerisinde, bu tasarıyla ilgili rezervini koyan, tenkitlerini ortaya koyan arkadaşlarımız olmasına rağmen, bu tenkitler de dikkate alınmamaktadır.

Muhterem arkadaşlar, daha önce, anayasa çalışmalarında ve başka kanunlarda muhalefetin de katkısı zaman zaman istenilmiştir. Bu kanun da çok önemli bir kanundur, ana kanundur. İnsanların doğum öncesinden ölüm sonrasına kadar sosyal hayatlarını, medenî hayatlarını düzenleyen bu kanunda, muhalefetin de katkısına ihtiyaç olduğu düşünülerek, buna da önem verilmesini doğrusu arzu ederdik. Hatta, mümkünse bu tasarının geri çekilmesi, Komisyonda, bütün partilerin milletvekillerinin mutabık kalacağı bir şekilde düzenlenerek yeniden Meclisin önüne getirilmesi doğru olurdu.

Biraz önce, Sayın Başkan, biraz da müstehzi bir şekilde, verdiğimiz önergeleri Sayın Bakanın kabul etmediği, bu önergelerin nasıl olsa birini kabul etme durumuna gelmesi için gayret göstermemiz gerektiği gibi bir ifade kullandılar. Biz hangi gayreti gösterirsek gösterelim, hangi tenkiti yaparsak yapalım, hükümet, maalesef -sadece bu kanunla ilgili değil- getirilen kanunlarla ilgili tenkitleri dikkate almamaktadır.

Muhterem arkadaşlar, maalesef, Parlamentoya hükümet, kanun çıkarma konusunda zaman zaman dayatmalar yapmıştır. Bakın, hatırlarsınız, Sayın Derviş, Amerika'dan "şu 15 tane kanunu ben gelinceye kadar çıkarırsanız çıkarın, çıkarmazsanız siz bilirsiniz" şeklinde bir mantıkla Parlamentoyu tehdit etmiştir. Bugün, burada, Sayın Derviş'in verdiği bir demeci hep birlikte tenkit ettik, kınadık; fakat, maalesef, Parlamento, Sayın Derviş'in Amerika'dan tehdit ederek göndermiş olduğu, tavsiye etmiş olduğu bu kanunları, burada virgülüne dahi dokunmadan, bizim ikazlarımıza, tenkitlerimize rağmen, maalesef, bu hükümet geçirdi. Bugün, bu bakanı, burada tenkit ediyoruz, kınıyoruz; ama, Parlamentonun itibarını korumamız gerekiyorsa, bu konularda Parlamentonun tenkitlerine de kulak vermemiz gerekiyor.

Muhterem arkadaşlar, benim söyleyeceğim hususlardan biri de, ülkenin siyasî, ekonomik, maddî ve sosyal yapısı bu hükümet döneminde ciddî ölçüde değiştirildi ve bu ciddî ölçüde değiştirilme yapılırken, DSP'nin bu konuda, ciddî manada ağırlığını görmekteyiz; yani, malî yapı değiştirildi, bu ülkenin manevî dokusu değiştirildi ve şimdi de görüyoruz ki, Medenî Kanun değiştiriliyor.

Bu hükümetin ortaklarının, MHP'nin ve ANAP'ın bu ciddî değişikliklerle ilgili, maalesef, hiçbir aksiyonlarını göremedik. Sayın Ecevit'i bu yönden hakikaten takdir ediyorum, ortaklarını çok iyi kendisine bağlamış ve muti bir vaziyete getirmiş. Bu ciddî kanunlarla ilgili -Medenî Kanunla da ilgili- mesela Türkiye'de bürokratik adacıklar oluşturuldu, bazı şeyler siyasetin dışına taşırıldı. Burada kalktık, bunlar anti demokratik uygulamalara sebep olacaktır dedik, bunları söyledik. Maddî yapı değiştirildi, sosyal yapı değiştirildi, hukuk yapımız değiştirilidi. Bunlar DSP'nin ideolojisine uygun olarak değiştirilmesine rağmen, MHP'den ve ANAP'tan ciddî tenkitler ortaya çıkmıyor.

Muhterem arkadaşlar, Medenî Kanun Tasarısının gerekçesi yerine -daha önce arkadaşlarımız da söyledi- keşke bu bakanımız bir gerekçe yazmış olsaydı, daha güzel bir gerekçe olurdu diyoruz; fakat, 26 yıl önce çıkarılan kanunun gerekçesi getirilip buraya monte edilmiş. Gerekçeyi dikkatli bir şekilde okuduğunuzda, burarda, İslam Dinine, geleneklerimize, göreneklerimize ve âdetlerimize ciddî manada hakaret vardır, tenkit vardır. Bu hakaret ve tenkitler, tek başına, bu kanunun çıkarılmaması için çok önemli bir engelleme sebebi olabilecek niteliktedir.

Muhterem arkadaşlar, daha önceki konuşmacılar, hatipler ifade ettiler. Bu kanunun özelliklerinden biri de şudur: Maalesef, meriyette bulunan kanunu bugün anlamak mümkün değil, hakikaten, güncelliğini kaybetmiş; ama, çıkarılacak olan kanunda da, kullanılan kelimeler, daha önceki kanundaki kelimelerin karşılığı değildir, onun manasını karşılayamamaktadır ve maalesef, toplumun bilmediği, hatta, aydınların bilmediği kelimelerden oluşmaktadır. Bunun da en önemli tehlikesi, geçmişle gelecek arasındaki bağlantıyı koparmış olmasıdır.

Bu tasarıda tenkit edilecek en önemli hususlardan biri de, aileye ciddî şekilde müdahale edilmesidir. Muhterem arkadaşlar, bizim aile yapımız, hakikaten sağlıklı bir aile yapısıdır. Bu aile yapısını korumak için, tahkim etmek için, desteklemek için elimizden ne geliyorsa onu yapmamız gerekiyor. Bakın, bu hükümetin uyguladığı ekonomik politikaya rağmen, krizlere rağmen, bütün fakirliklere rağmen, yolsuzluklara rağmen, insanlar muhtaç olmasına rağmen, 15 milyon işsiz olmasına rağmen, tarım kesiminde çalışan insanlar perişan edilmesine rağmen, bu ülkedeki insanlar, aile yapımızın sağlam olmasından dolayı birtakım sosyal patlamalardan korunmaktadır, ülkemiz korunmaktadır. Bu aile yapımızı korumak için her çeşit fedakârlığı yapmamız gerekirken, maalesef, bu kanunla aile yapımızın içerisine fitne sokulmaktadır; ailelerin, eşlerin, mal sebebiyle, birbirleriyle evlendikleri günden itibaren beyinlerinin arka kısmında bir hesap içerisinde olacakları şüphesi vardır. Eğer aile yapımızı bozarsak, bugün Batının en önemli hastalığı olan bölünmüş aile sendromu, maalesef, Türkiye'de de yaşanacaktır. Batının en önemli sosyal hastalığı budur. Bölünmüş aile problemleri vardır, sendromu vardır orada. Bu ailelerin bölünmesi, sadece anne ile babayı, eşleri ilgilendirmiyor, onların oluşturdukları ailenin çocukları, özellikle çocuklar, bundan çok önemli zararlar görmektedirler.

Bugün, maalesef, ülkemizde, sayıları milyonların üzerinde ifade edilen beslenme bozukluğu olan çocuklar vardır; bugün, maalesef, ülkemizde, sayıları milyonların üzerinde ifade edilen korunmaya muhtaç çocuklar vardır; bugün, maalesef, ülkemizde, sayıları yüzbinlerle ifade edilen sokakta yatan, maalesef, bu soğuklarda tir tir titrediği halde bir yorgan, bir battaniye, bir örtü bulamadan gecesini, sokakta, köprü altında geçiren çocuklar vardır.

Korunmaya muhtaç olan bu çocukların, devlet, ancak, 20 000'ine, 30 000'ine sahip çıkabilmektedir. Bu 20 000'ine, 30 000'ine sahip çıkılan çocukların bile, aile ocağındaki aile sıcaklığını, şefkati, sevgiyi, muhabbeti, maalesef, bulmaları mümkün değildir. Devlet ne kadar yatırım yaparsa yapsın, bunlara aile sıcaklığını ulaştırmak mümkün değildir.

Muhterem arkadaşlar, bu çocuklarımızın sayısını yeni korunmaya muhtaç çocuklarla daha fazla artırmamak için, bu kanun tasarısının, özellikle aile içerisine fitne sokan maddelerinin yeniden gözden geçirilmesini talep ediyorum.

Bakın, sadece korunmaya muhtaç çocuklara, Çocuk Esirgeme Kurumunun yurt yapmasıyla sorun çözülmüyor. Bu çocuklara yurtlarda bakmak daha pahalı. Çocukların ailelerinin ekonomik ve sosyal durumlarını, eğitim giderlerini, sağlık harcamalarını devlet karşılamak suretiyle, korunmaya muhtaç çocukların sayıları azaltılabilir; fakat, korunmaya muhtaç çocukların sayılarını azaltmak için de, özellikle işsizliği önlemek, göçü önlemek, fakirliği önlemek gerekiyor.

Bu bakımdan, bu kanun, maalesef, bundan sonra boşanmaları artıracak, bölünmüş ailelerin sayısını artıracak, korunmaya muhtaç çocukların sayısını artıracak ve maalesef, bu kanun, fayda yerine, ülkemizde büyük sosyal yaralar açacaktır.

Bu kanun tasarısının geriye çekilerek, herkesin üzerinde mutabık kalacağı bir şekilde yeniden düzenlenmesini arzu ediyor, bu vesileyle, hepinize saygılar sunuyorum efendim. (SP ve AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz.

Sayın Mehmet Bekâroğlu... Yok.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Afyon Milletvekili Sayın Müjdat Kayayerli; buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA MÜJDAT KAYAYERLİ (Afyon) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 723 sıra sayılı Türk Medenî Kanunu Tasarısının beşinci bölümü üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; Partim ve şahsım adına, Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.

Türk Medenî Kanununda yapılan değişikliklerle, Türkiye Cumhuriyeti Devleti yeniden hukuk devleti olduğunu bir defa daha dünyaya duyurmaktadır. Hukukun üstünlüğüne inanan Türk Milleti, Türkiye Cumhuriyeti Devletini hukuk devleti olarak tanımlar. Bu tanımın dışına çıkarak toplumu devlete kışkırtanlar, Türk Devletini hukuk devleti olarak tanımak istemeyenler, her zaman olduğu gibi, hukukun üstünlüğü karşısında da ezilmeye mahkûm kalacaklardır. Çünkü, hukuk devleti demek temel hak  ve özgürlükleri anayasayla tanıyan, hukukun üstünlüğünü kabul eden, kamu nitelikli bütün faaliyet ve işlemleri yargı denetimi altında tutan devlet demektir. Hukuk devletinin vazgeçilmez ve en önde gelen öğesi ise idarenin yargısal denetimidir. Yurttaşlarımızın hukuka aykırı ve keyfî işlemlere karşı yargısal korunmaya alınmaları, idarenin yargı denetimiyle benimsenme ilkesi 1924, 1961 ve 1982 Anayasalarımızda da yer almıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Medenî Kanunu Tasarısı, aynen yürürlükteki kanunda olduğu gibi "Aile Hukuku" başlığını taşıyan ikinci kitabın üçüncü kısmı vesayetle ilgilidir. Birinci bölümde vesayet düzeninde 396 ncı maddeden 438'e kadar, vesayet organları, vesayeti gerektiren haller, vesayet işlerinde yetki, vasinin atanması, kayyımlık ve yasal danışmanlık, koruma amacıyla özgürlüğün kısıtlanması yer almaktadır.

İkinci Bölümü oluşturan 438 ilâ 470 inci maddeler ise, vesayetin yürütülmesiyle ilgili olup, vasinin, kayyumun ve vesayet dairelerinin görevlerini, ayrıca vesayet organlarının sorumluluğunu açıklamaktadır. Üçüncü Bölüm, yani 470 ile 495 inci maddeler arası da, vesayetin sona ermesiyle ilgili olup, vesayeti gerektiren hallerin, vasilik görevinin ve vesayetin sona ermesiyle ilgili sonuçları içermektedir.

Vesayet kısmında düzenlenmekte olan kurumlarda ve hükümlerde önemli ve esaslı değişiklikler söz konusu değildir. Bu bölümde, tasarının, 396 ncı, 397 nci, 398 inci, 399 uncu, 400 üncü, 401 inci, 402 nci ve toplam, aşağı yukarı 88 madde, hükümetimizin teklif ettiği şekliyle Adalet Komisyonunda aynen kabul edilmiştir. Sadece 11 maddede değişiklik yapılmıştır. Özel vesayetin kurulmasında istemde bulunacakları belirleyen 399 uncu maddede, yürürlükteki metinde geçen "vesayet altındaki kimsenin yakın kan ve sıhrî hısımlarından iki reşidin" yerine, "vesayet altına alınan kişinin fiil ehliyetine sahip iki yakın hısımının" deyimi tercih edilmiştir.

"Vesayeti Gerektiren Haller" başlığını taşıyan ikinci Ayırımda, istek üzerine kısıtlanmayı düzenleyen 408 inci maddede sayılan hallere ise, ağır hastalık hali de eklenmiştir.

Yürürlükteki Medenî Kanunun 356 ncı maddesini karşılayan tasarının 406 ncı maddesinde, maddenin kenar başlığı Türkçeleştirilmiş; ayrıca, hem kenar başlığında hem madde metninde isabetli olarak "ayyaşlık" yerine "alkol ve uyuşturucu madde bağımlılığı" deyimi kullanılmıştır. Bu suretle, ayyaşlığın, sadece alkol bağımlılığını ifade etmediği vurgulanmıştır.

406 ncı maddenin özü şöyledir: "Savurganlığı, alkol veya uyuşturucu madde bağımlılığı, kötü yaşama tarzı, mal varlığını kötü yönetmesi sebebiyle kendisini veya ailesini darlık veya yoksulluğa düşürme tehlikesine yol açan, başkalarının güvenliğini tehdit eden her ergin kısıtlanır."

409 uncu maddede, akıl hastalığı veya akıl zayıflığı sebebiyle kısıtlamaya ancak resmî sağlık kurulu raporu üzerine karar verilebileceği hükmü getirilmiş, bu suretle, herhangi bir hekimin raporuyla karar verme imkânı da ortadan kaldırılmıştır.

Vasilikten kaçınma sebeplerini düzenleyen Medenî Kanunun 367 nci maddesini karşılayan, tasarı 417 nci maddesine, isabetli olarak, Cumhurbaşkanı ilave edilmiş...

(Mikrofon kapandı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Kayayerli.

MÜJDAT KAYAYERLİ (Devamla) - Teşekkür ederim Başkan.

406 ncı maddenin özünü açıkladım. 409 uncu maddede akıl hastalığı veya akıl zayıflığı sebebiyle kısıtlamaya ancak resmî sağlık kurulu raporu üzerine karar verilebileceği hükmünün getirildiğini söyledim; bu suretle, herhangi bir hekimin raporuyla karar verme imkânının ortadan kaldırıldığını da ifade etmiştim.

Vasilikten kaçınma sebeplerini düzenleyen Medenî Kanunun 367 nci maddesini karşılayan, tasarının, 417 nci maddesine ise, isabetli olarak, Cumhurbaşkanı ilave edilmiş; ayrıca, sadece Yargıtay Başkan ve üyeleri değil, hâkim..

(Mikrofon kapandı)

BAŞKAN - Sayın Kayayerli, kusura bakmayın, maalesef, sistemdeki arıza nedeniyle bir 5 dakika ara vereceğiz, sizi yeniden davet edeceğiz.

Saat 18.45'te toplanmak üzere Birleşime 5 dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati : 18.34

                 


ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 18.45

BAŞKAN: Başkanvekili Ali ILIKSOY

KÂTİP ÜYELER:Sebahattin KARAKELLE (Erzincan), Melda BAYER (Ankara)

 

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 15 inci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

Görüşmelere kaldığımız yerden devam edeceğiz, eğer, sistem imkân verirse diyorum; çünkü, biraz önce, çok değerli bir hatip arkadaşımızın konuşması sırasında, hatip kürsüsüne su dökülmüş; o nedenle, teknik elemanların ifadesine göre, sistemde bir arıza meydana gelmiş.

V. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

2.- Türk Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenisinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner'in; Ankara Milletvekili Esvet Özdoğu ve Dört Arkadaşının; Aynı Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve Adalet Komisyonu Raporu (1/611, 1/425, 2/361, 2/680) (S. Sayısı: 723) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet hazır.

Şimdi yeniden deneyeceğiz ve Sayın Kayayerli'nin konuşmasını tamamlama imkânı bulursak sevineceğiz.

VEYSEL CANDAN (Konya) - Sayın Başkan, grup başkanvekilleri olarak oturumu kapatmanızı öneriyoruz.

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) - Kapatalım Sayın Başkan.

BAŞKAN - Efendim, sistemin çalışıp çalışmadığını deneyeceğiz, çalışırsa devam edeceğiz, yoksa kapatacağım.

Buyurun Sayın Kayayerli; inşallah sistem çalışır.

............

Sistem çalışmıyor.

Sayın Kayayerli, kusura bakmayın; sizi iki sefer kürsüye getirdik.

Sistem çalışmadığı için bugünkü birleşimi kapatacağım.

Sizin konuşma hakkınız bakidir; konuşmanın bütünlüğünün kaybolmaması bakımından gelecek oturumda konuşmanızı baştan alabilirsiniz.

MÜJDAT KAYAYERLİ (Afyon) - Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, sistemdeki arıza nedeniyle görüşmeleri tamamlıyoruz.

Alınan karar gereğince, Başbakan Bülent Ecevit ve Bakanlar Kurulu üyeleri hakkındaki gensoru önergesini, sözlü sorular ile diğer denetim konularını sırasıyla görüşmek için, 6 Kasım 2001 Salı günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati : 18.47


VI. - SORULAR VE CEVAPLAR

A)YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Şanlıurfa Milletvekili Yahya Akman'ın, Şanlıurfa'nın turizm potansiyeline ilişkin sorusu ve Turizm Bakanı Mustafa Taşar'ın cevabı (7/4828)