DÖNEM : 21                          CİLT : 75 YASAMA YILI : 4

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

 

18 inci Birleşim

8 . 11 . 2001 Perşembe

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

                                                                                                            Sayfa    

  I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. - GELEN KÂĞITLAR

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. - Adıyaman Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat'ın, İçişleri Bakanlığının yasalara ve hukuka aykırı raporlar tanzim ettiği iddialarına ilişkin gündemdışı konuşması ve İçişleri Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen'in cevabı

2. - Ağrı Milletvekili Nidai Seven'in, sınır ticareti, hayvancılık ve Ağrı Gürbulak Sınır Kapısına ilişkin gündemdışı konuşması ve İçişleri Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp'in cevabı

3. - Rize Milletvekili Ahmet Kabil'in, belediyelerin gelir azalmasından kaynaklanan ekonomik sıkıntılarına ilişkin gündemdışı konuşması ve İçişleri Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen'in cevabı

B) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1. - İstanbul Milletvekili Mehmet Ali İrtemçelik ve 125 arkadaşının, Kıbrıs konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/23)

2. - Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri Van Milletvekili Hüseyin Çelik, İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin ve Kayseri Milletvekili Salih Kapusuz'un, başarılı eğitim politikaları uygulayamadığı, bakanlığında idareci ve öğretmen kıyımı yaptığı ve yükseköğretimi yapılandırıp yönlendiremediği iddialarıyla Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/21)

C) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. - TBMM Başkanı Ömer İzgi'nin, İsveç Parlamento Başkanı Birgitta Dahl'dan vaki davete icabetine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/917)

IV. - ÖNERİLER

A) DANIŞMA KURULU ÖNERİSİ

1. - 8.11.2001 tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan ve aynı tarihte dağıtılan Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu hakkındaki (11/21) esas numaralı gensoru önergesinin gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmında yer almasının ve Anayasanın 99 uncu maddesi gereğince gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelerin 14.11.2001 Çarşamba günkü birleşimde yapılmasına; 13.11.2001 tarihli birleşimde sözlü sorular ile diğer denetim konularının, 14.11.2001 Çarşamba günkü birleşimde de sözlü soruların görüşülmemesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi

V. - SEÇİMLER

A) BAŞKANLIK DİVANINDA AÇIK BULUNAN ÜYELİKLERE SEÇİM

1. - Başkanlık Divanında açık bulunan İdare Amirliği ile Kâtip Üyeliğine seçim

VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1. - İzmir Milletvekili Rifat Serdaroğlu'nun; İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın; Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın; Ankara Milletvekili Yıldırım Akbulut'un; Şırnak Milletvekili Mehmet Salih Yıldırım'ın; Gaziantep Milletvekili Ali Ilıksoy, Konya Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara Milletvekili Nejat Arseven'in; İstanbul Milletvekili Ziya Aktaş ve 42 Arkadaşının; Zonguldak Milletvekili Hasan Gemici'nin ve İzmir Milletvekili Işılay Saygın'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S. Sayısı : 527)

2. - Türk Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenisinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner'in; Ankara Milletvekili Esvet Özdoğu ve Dört Arkadaşının; Aynı Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve Adalet Komisyonu Raporu (1/611, 1/425, 2/361, 2/680) (S. Sayısı : 723)

VII. - SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. - İstanbul Milletvekili Erol Al'ın, bazı alman vakıflarının Türkiye aleyhine faaliyette bulundukları iddiasına ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı İsmail Cem'in cevabı (7/4754)

2. - Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, Samsun 19 Mayıs Üniversitesi öğrenci servis araçlarında başörtüsü kontrolü yapıldığı iddiasına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı (7/4770)

3. - İstanbul Milletvekili Celal Adan'ın, BAĞ-KUR emeklilerinin maaş ödemelerine ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan'ın cevabı (7/4777)

4. - Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak'ın, ABD'nin terörle mücadelede ülkemizden talebi olup olmadığına ilişkin Başbakandan sorusu ve Dışişleri Bakanı İsmail Cem'in cevabı (7/4851)

5. - Şanlıurfa Milletvekili Mustafa Niyazi Yanmaz'ın, zührevi hastalıklardaki artışa ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Osman Durmuş'un cevabı (7/4887)

6. - Konya Milletvekili Mehmet Gülhan'ın, yayla evlerinin yıkılacağı iddialarına ilişkin sorusu ve Orman Bakanı Nami Çağan'ın cevabı (7/4888)

7. - İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın, bilgisayar kullanımının yaygınlaştırılmasına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı (7/4894)

8. - İstanbul Milletvekili M. Murat Sökmenoğlu'nun, 47. Parlamenterler Asamblesi Genel Kurulunda terör konusunda alınan karara ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı İsmail Cem'in cevabı (7/4902)

9. - Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu'nun, Rize Ardeşen Küçük Sanayi Sitesi altyapı çalışmalarına ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Ahmet Kenan Tanrıkulu'nun cevabı (7/4910)

10. - Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu'nun Rize Organize Sanayi Bölgesi etüd çalışmalarına ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Ahmet Kenan Tanrıkulu'nun cevabı (7/4911)

11. - Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu'nun, Rize İlinde yürütülen projelere ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Ahmet Kenan Tanrıkulu'nun cevabı (7/4912)

12. - Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu'nun, Rize İlindeki öğretmen açığına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı (7/4916)

13. - Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu'nun, Rize-Pazar ve Ardeşen öğretmenevi projelerine ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı (7/4917)

14. - Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu'nun, Rize Merkez Görme Engelliler Okulu projesine ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı (7/4918)

15. - Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu'nun, Rize İlindeki okul projelerine ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı (7/4919)

16. - Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu'nun, Rize İlinde yürütülen projelere ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı (7/4920)

17. - Konya Milletvekili Veysel Candan'ın, Talim ve Terbiye Kurulunun yabancı dil öğretim etkinlikleri programı ile ilgili kararına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı (7/4939)

18. - Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu'nun, Talim ve Terbiye Kurulunun yabancı dil öğretim etkinlikleri programı ile ilgili kararına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı (7/4940)

19. - Ağrı Milletvekili Musa Konyar'ın, ilköğretim okullarında uygulanacak yabancı dil öğretim programına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı (7/4941)

20. - Bitlis Milletvekili Yahya Çevik'in, Talim ve Terbiye Kurulunun dil öğretimi konusunda alınan bir karara ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı (7/4942)

21. - Antalya Milletvekili Salih Çelen'in, Talim ve Terbiye Kurulunun dil öğretimi konusunda alınan bir karara ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı (7/4943)

22. - Van Milletvekili Maliki Ejder Arvas'ın, Talim ve Terbiye Kurulunun dil öğretimi konusunda alınan bir karara ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı (7/4945)

23. - Bursa Milletvekili Kenan Sönmez'in, buğday fiyatlarındaki artışlara ve etkilerine ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp'in cevabı (7/4950)

24. - Bursa Milletvekili Orhan Şen'in, Bursa Karacabey İlçesi Bayramdere Köyünde ağaç katliamı yapıldığı iddialarına ilişkin sorusu ve Orman Bakanı Nami Çağan'ın cevabı (7/4951)

25. - Hatay Milletvekili Mustafa Geçer'in;

Hatay İlinde zeytin ve meyve üreticilerinin desteklenmesi ve bu konuda yapılan çalışmalara,

Hatay İlindeki tarım ve hayvancılık projelerine,

Hatay İlinde çilek üretimi projesine,

İlişkin soruları ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp'in cevabı (7/4954,4957,4958)

26. - Hatay Milletvekili Mustafa Geçer'in, bazı ders kitaplarındaki müfredat değişikliğine ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu’nun cevabı (7/4955)
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak iki oturum yaptı.

Oturum Başkanı TBMM Başkanvekili Mustafa Murat Sökmenoğlu, Şartla Salıverme Kanunu kapsamına girip de TBMM'ce resen Adalet Bakanlığına iadesi imkânı bulunmayan yasama dokunulmazlıklarının kaldırılmasıyla ilgili dosyaların akıbetinin belirlenmesi maksadıyla Adalet Bakanlığınca TBMM Başkanlığından istenilmesi gerektiğine ilişkin bir açıklamada bulundu.

Kahramanmaraş Milletvekili Mustafa Kamalak ile

Yozgat Milletvekili Mehmet Çiçek,

Afganistan ve Amerika Birleşik Devletleri arasındaki savaşa;

Ankara Milletvekili Şevket Bülent Yahnici, Afganistan'ın dünü ve bugününe,

İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar.

Kütahya Milletvekili Ahmet Derin ve 20 arkadaşının, özürlülerin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/215) Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergenin gündemdeki yerini alacağı ve öngörüşmesinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

Ankara Milletvekili Koray Aydın'ın milletvekilliğinden istifa önergesi okundu; yapılan oylama sonucunda, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliğinin düşmesi kabul edilmedi.

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmında bulunan:

TBMM İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu raporunun (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S.Sayısı: 527) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin Komisyon raporu henüz hazırlanmadığından ertelendi;

İçtüzüğün 91 inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler halinde görüşülmesi kararlaştırılmış bulunan Türk Medenî Kanunu Tasarısının (1/611, 1/425, 2/361, 2/680) (S. Sayısı: 723) görüşmelerine devam edilerek 6 ncı bölümü kabul edildi.

8 Kasım 2001 Perşembe günü, alınan karar gereğince, saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşime 18.53'te son verildi.

Mustafa Murat Sökmenoğlu

Başkanvekili

          Cahit Savaş Yazıcı                               Levent Mıstıkoğlu

                   İstanbul                                                  Hatay

                 Kâtip Üye                                            Kâtip Üye
                                                                                           No. : 27

II. - GELEN KÂĞITLAR

8.11.2001 PERŞEMBE

Tasarı

1. - Türk Ceza Kanunu ile Hapishane ve Tevkifhanelerin İdaresi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/928) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 6.11.2001)

Rapor

1. - Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Millî Savunma Komisyonu Raporu (1/862) (S. Sayısı : 756) (Dağıtma tarihi : 8.11.2001) (GÜNDEME)

Sözlü Soru Önergeleri

1. - Şanlıurfa Milletvekili Yahya Akman'ın, Şanlıurfa'daki cami, imam ve müezzin sayısına ve özlük haklarının iyileştirilmesine ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (H. Hüsamettin Özkan) sözlü soru önergesi (6/1616) (Başkanlığa geliş tarihi : 7.11.2001)

2. - Şanlıurfa Milletvekili Yahya Akman'ın, okullarda uyuşturucu madde bağımlılığının arttığı iddialarına ilişkin Millî Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/1617) (Başkanlığa geliş tarihi : 7.11.2001)

3. - Şanlıurfa Milletvekili Yahya Akman'ın, uyuşturucu madde kullanımına ilişkin İçişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/1618) (Başkanlığa geliş tarihi : 7.11.2001)

4. - Şanlıurfa Milletvekili Yahya Akman'ın, Şanlıurfa - Gaziantep oto yolu projesine ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından sözlü soru önergesi (6/1619) (Başkanlığa geliş tarihi : 7.11.2001)

5. - Şanlıurfa Milletvekili Yahya Akman'ın, Şanlıurfa Havalimanı projesine ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından sözlü soru önergesi (6/1620) (Başkanlığa geliş tarihi : 7.11.2001)

6. - Şanlıurfa Milletvekili Yahya Akman'ın, uyuşturucuyla mücadeleye ilişkin Millî Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/1621) (Başkanlığa geliş tarihi : 7.11.2001)

Yazılı Soru Önergeleri

1. - Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu'nun, okullarda dayak ve kötü muamele yapıldığı iddia-larına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/5054) (Başkanlığa geliş tarihi : 7.11.2001)

2. - Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu'nun, Edirne 3. Tümen Askerî Cezaevinde işkence ve kötü muamele yapıldığı iddialarına ilişkin Millî Savunma Bakanından yazılı soru önergesi (7/5055) (Başkanlığa geliş tarihi : 7.11.2001)

3. - Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu'nun, KÖYSAN A.Ş. ile ilgili iddialara ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/5056) (Başkanlığa geliş tarihi : 7.11.2001)

Genel Görüşme Önergesi

1. - İstanbul Milletvekili Mehmet Ali İrtemçelik ve 125 arkadaşının, Kıbrıs konusunda  Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 102 ve 103 üncü maddeleri uyarınca bir genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi ( 8/23) (Başkanlığa geliş tarihi : 7.11.2001)

Gensoru Önergesi

1. - Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri Van Milletvekili Hüseyin Çelik, İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin ve Kayseri Milletvekili Salih Kapusuz'un, başarılı eğitim politikaları uygulayamadığı, Bakanlığında idareci ve öğretmen kıyımı yaptığı ve Yükseköğretimi yapılandırıp yönlendiremediği iddialarıyla Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu hakkında Anayasanın 99 ve İçtüzüğün 106 ncı maddeleri uyarınca bir gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/21) (Başkanlığa geliş tarihi: 6.11.2001) (Dağıtma tarihi : 8.11.2001)

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 14.00

8 Kasım 2001 Perşembe

BAŞKAN : Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER : Levent MISTIKOĞLU(Hatay), Cahit Savaş YAZICI (İstanbul)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 18 inci Birleşimini açıyo-rum.

Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden evvel, üç arkadaşıma gündemdışı söz vereceğim.

Gündemdışı ilk söz, İçişleri Bakanlığının hukuka aykırı olarak tanzim ettiği raporlar hakkında söz isteyen Adıyaman Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat'a aittir.

Buyurun Sayın Fırat. (AK Parti sıralarından alkışlar)

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. - Adıyaman Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat'ın, İçişleri Bakanlığının yasalara ve hukuka aykırı raporlar tanzim ettiği iddialarına ilişkin gündemdışı konuşması ve İçişleri Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen'in cevabı

DENGİR MİR MEHMET FIRAT (Adıyaman) - Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; öncelikle, Sayın Meclis Başkanıma, gündemdışı söz verdiği için teşekkürlerimi arz etmek istiyorum; ancak, böyle bir konuşmayı, bu kürsüden, Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünden, bir milletvekili olarak yapmayı arzu etmiyordum.

Anayasamızın, cumhuriyetin niteliklerini belirten 2 nci maddesi aynen şöyle: "Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir."

Burada, iki şeyin altını çizmek istiyorum. Birincisi, adil olunması; ikincisi, demokratik bir hukuk devleti olunmasıdır. Hukuk devletinden anlayış şu: Fertlerin, devletin işlemlerine karşı, kendilerinin eylemlerinden dolayı kendilerine uygulanabilecek hak ve ödevlerinin neler olduğunu, bu işlemlerin hangi usullere göre yapılacağının daha önce belirlenmesi demektir. Eğer bu gündemde olmasaydı, o zaman, bir hukuk ve demokratik devletten değil, bir layüsel devletten bahsedebilmek mümkündü.

Üzülerek şunu görüyorum ki, bir yandan, Meclisimiz, gece gündüz çalışarak, yasalarımızın, insan haklarına saygılı, daha çok demokratik ve hukuk kurallarına uygun hale getirilmesi için büyük bir gayret içerisinde.

Yasama olarak bu görevi yerine getirirken, diğer bir erk olan idarenin bunlardan rahatsız olduğunu veya bunları tatbik etmemek için çeşitli yollara başvurduğunu görmek, beni üzüyor.

Son zamanlarda, kamu görevlileri hakkında bir cadı avı başlatılmıştır. Devletin temel görevlerinden birisinin istihbarat olduğunu biliyorum. Bu, devlet olmanın gerekliliğidir. Devlet, bilgi sahibi olmak durumundadır. Devletin arşivlerinde, Sayın Bakan da dahil olmak üzere, hepimiz hakkında bilgiler vardır. Bu, normaldir de, bunu normal addediyorum. Vatandaşlar hakkında bilgiler de vardır, kamu görevlileri hakkında da bilgiler vardır; ancak, bunların işleme konulmasının, kamu görevlilerinin hukuka aykırı davrandıklarının işleme konulmasının da belli bir prosedürü vardır. İstihbarat raporlarına dayanılarak, onların haklarının ihlal edebilmesini kabul edebilmemiz, bir hukuk devletinde mümkün değildir.

Mersin'de, Sayın Bakanımın kendi bölgesinde, yine kendi bakanlığının yapmış olduğu bir istihbarî işlem içerisinde Sağlık Bakanlığına göndermiş olduğu bir yazı üzerine, Sağlık Bakanlığı -hiçbir işlem görmeden- idarî işlemle ve cezaî bir işlemle, bu bölgedeki 9 doktorun yer değiştirmesine karar vermiştir. Bunun yapılabilmesi için, öncelikle, Devlet Personel Yasasında ve yönetmelikte belirtilen prosedürün uygulanması, böyle bir cezaya çarptırılan kişilerin en azından dinlenilmesi ve ondan sonra bunun bir belgeye dayandırılarak idarî işlemin sonuçlandırılması gerekirdi.

Ben, yazılarında belirtilen ve işleme esas olan raporu istedim; ama, Sayın Bakanlık -yahut idare erki olarak- nedense, bu devletin bilgileri üzerinde kendilerinin bilgi sahibi olma hakkına sahip olduğu veya kendilerinin güvenilir olduğu iddiasıyla, ama, Meclisin ve Meclisi teşkil eden milletvekillerinin, bu bilgilere kavuşmalarının mahzurlu olduğu kanısıyla... Ki, bunu ben kınıyorum, reddediyorum; Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin hepsi, bu devlet çarkının içerisinde oluşan her olaydan haberdar olmak durumundadır ve gerek atanmış gerek seçilmiş olsun, diğer kişiler ne kadar emniyetli olarak görülüyorsa, bu Meclisin milletvekillerinin de, aynı emniyete layık olduğunun bilinci içerisinde olup, yapmış oldukları işlemlerin hiçbiri...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Fırat.

DENGİR MİR MEHMET FIRAT (Devamla) - Bununla ilgili bütün evrakları -eğer bu Meclisin denetleme yetkisi de varsa ve Anayasa bunu belirtiyorsa- bu bilgi ve belgeleri milletvekiline aktarmaktan çekinmemeleri gerektiği kanısındayım.

Bu konuyu ben Sağlık Bakanlığı bütçesinde de gündeme getirdim, yanlış olduğunu söyledim; bunun, idare mahkemelerinden olmazsa, uluslararası mahkemelerden geri döneceğini ve bir milletvekili olarak da bundan utanç duyduğumu söyledim. Sayın Sağlık Bakanımız, uluslararası mahkemelerden korkmadığını beyan etti. Hukuktan korku, ilkel insanlara has bir olaydır. Medenî olan insanlar hukuktan korkmazlar, hukuka saygı gösterirler. İşte, medenî insan ile ilkel insanın farklılığı da zaten orada belirlenir.

Bu bakımdan, yasalara aykırı olan, hukuka aykırı olan bu işlemlerin bir an önce hukuka uygun hale getirileceği kanısıyla, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ederim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Bakan, buyurun.

İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (İçel) - Sayın Başkan, sayın milletvekili arkadaşlarım; Adıyaman Milletvekili Sayın Dengir Mir Fırat'ın, İçişleri Bakanlığının hukuka aykırı olarak tanzim ettiği raporlarla bazı kamu görevlilerinin yer değiştirmesine neden olduğu ve bu konuda verilen yazılı soruya verilen cevap hakkında yapmış olduğu gündemdışı konuşmaya cevap vermek üzere söz almış bulunuyorum; sözlerime başlamadan önce, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Önce, bu cevabım, sadece, bazı eksik bilgilendirmeyi ve yanlışları bir kere daha Meclis zabıtlarına geçirtmek içindir, onu arz ediyorum. Evvela, bilmenizi istiyorum ki, devletin istihbarat birimi vardır; devletin istihbarat biriminin çalışma usul ve esasları, bu Yüce Meclisin verdiği kararlar çerçevesinde, çıkardığı kanunlar çerçevesinde yürütülmektedir ve o istihbarat biriminin de İçişleri Bakanlığıyla bir ilgisi bulunmamaktadır.

Devletin arşivinde, kamu çalışanlarıyla ilgili bilgiler ise onların sicil dosyalarında vardır. Sicil dosyalarının gizli olan bölümleri amirleri tarafından verilir, alınır; ama, bu dosyalardaki bilgiler, hiçbir zaman, vatandaşların bir dosyasının tutulduğu, vatandaşlar için ayrı bir arşiv oluşturulduğu şeklinde algılanırsa, bu, yanlış olur. İçişleri Bakanı olarak buradan bilhassa söylemek isterim ki, İçişleri Bakanlığımızın hiçbir biriminde, sadece yasalar çerçevesinde, sayın cumhuriyet savcılarının bize verdiği görevler dışında, biz, hiçbir vatandaş hakkında dosya da tutmayız, arşiv de tutmayız. Yapılan bu çalışmalar da devletin arşivlerinde zaten vardır; eğer, cumhuriyet savcıları bir görev verip adlî zabit olarak çalışmışsa.

ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Batı Çalışma Grubu devam ediyor mu?

İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (Devamla) - Batı Çalışma Grubu diye bir grup İçişleri Bakanlığı bünyesinde yok. Ben, İçişleri Bakanı olarak arz ediyorum ve bu soruya cevap vererek...

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - O zaman, Başbakanlıkta var, öyle mi?

İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (Devamla) - Onu ilgili yere sorarsınız, varsa. Bilmiyorum; benim bilgim dahilinde, İçişleri Bakanlığı bünyesinde böyle bir birim yok.

3152 sayılı İçişleri Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun hükümleriyle Bakanlığımızın görevleri belirlenmiştir. Evvela, o konuya girmeden, Teftiş Kurulunun çalışma, usul ve esaslarını da belirtmek isterim. Bakanlığım Teftiş Kurulu, sadece onay alırken, onay için Bakanlık makamına gelir. Onay verildikten sonra, yine, Yüce Meclisinizin kabul ettiği 4483 sayılı Kanun hükümleri çerçevesinde, Teftiş Kurulunun raporları, bütün işlemleri bittikten sonra, sadece bilgi için Bakanlığın önüne gelir. O geliş safhasına kadar da, Teftiş Kurulu, ilgili bölümleri, Adalet Bakanlığı ise Adalet Bakanlığına, DGM savcılığı ise DGM savcılarına tevdi eder -yolda gördükçe vazifelerini yapar, getirir- sonunda da "biz, filan zamanda aldığımız onay için şu işlemleri yaptık, böyle de bir rapor tanzim ettik, bundan da haberiniz olsun" derler. Bakan da bakar; hiçbir imzasını parafe etmeden alır ve giderler; bakanın çekmecesinde olmaz.

Bakanlığımızın sorumluluk alanında bulunan görev ve hizmetlerin en etkili bir şekilde yerine getirilebilmesini sağlamak amacıyla, gerekli ilkeleri, yapılacak uygulamaları, alınacak tedbirleri, izlenecek yöntemleri belirlemek üzere, zaman zaman, bünyesinde bulunan birimlerce de inceleme ve araştırma yapılması zarureti de ortadadır.

3152 sayılı İçişleri Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun 15/e maddesi hükmüyle Bakanlığımız Teftiş Kurulu Başkanlığına da, bu yönde, benim göreve başlamamdan önce -ki, bakanlık süreklidir- yani, geçtiğimiz yılın başında, bu yılın başında bir görevlendirme yapılmıştır. Evvela, zabıtlara geçmesi açısından, böyle bir açıklamaya fırsat verdiği için de, Dengir Mir Fırat arkadaşıma teşekkür ediyorum.

İçişleri Bakanlığının yapmış olduğu bu tür çalışmalar, genel bir tespit ve değerlendirmeden ibarettir ve Teftiş Kurulu Başkanlığının diğer çalışmalarında olduğu gibi, Bakanlığımız Mülkiye Teftiş Kurulu tüzüğü, yönetmeliği ve yönergesinde belirlenmiş olan esaslar ve usul çerçevesinde icra edilmektedir.

Bu bağlamda, bir mülkiye başmüfettişi koordinatörlüğünde oluşturulan komisyon tarafından İçel İlimizde bir inceleme ve araştırma yapılmış ve hazırlanan rapor, Bakanlığıma sunulmuştur. Bu rapor da, biraz önce belirttiğim gibi, bir genel değerlendirme ve tespit raporudur. Söz konusu raporda, Bakanlığımın yanı sıra, diğer bazı bakanlık ve kuruluşların görev ve yetki alanına giren konularda da tespit ve değerlendirmeler bulunmaktadır ve bunlar, ilgili bakanlıklara ve kuruluşlara intikal ettirilmiştir.

Bu kapsamda, biraz önce konuşmaya esas olan Sağlık Bakanlığını ilgilendiren hususlar da Bakanlığımız İller İdaresi Genel Müdürlüğünün 3.8.2001 tarih ve 5783 sayılı yazısıyla anılan bakanlığa gönderilmiştir. Bu suretle, diğer bakanlıklara ve Sağlık Bakanlığına intikal ettirilen tespit ve değerlendirme niteliğindeki bu hususların uygulanmasının ise, ilgili bakanlıkların tabi oldukları mevzuat hükümleri uyarınca, kendi takdir yetkileri dahilinde ve sorumlulukları altında bulunduğu idare hukukunun en temel ilkelerindedir.

Hukuku, bana geldiği şekliyle yorumlamak, ötekine geldiği şekliyle yorumlamak da yanlıştır; hukuk, hepimize eşit derecede lazımdır. Dengir Mir Fırat arkadaşıma ne kadar lazımsa, bana da o kadar lazımdır. Herkese, milletvekiline de, bakana da, vatandaşa da aynı şekilde lazımdır ve aynı objektif çerçeve içinde görmek lazım. Bir taraftan, insan hakları derken, diğer taraftan şu anda mevcut, meri mevzuatımızı da gözden uzak tutmamak gerekmektedir. Bu da, bildiğiniz gibi, yine idare hukukunun en temel ilkelerinden biridir diye belirtiyorum.

Diğer bir ifadeyle, bu hususlarda işlem yapacak bakanlığın, kendi bünyesinde, kendi teftiş kurulları vasıtasıyla inceleme ve soruşturma yapmasına engel bir durum yoktur. Bu tarz idarî tasarruflardan önce, bakanlıklar, kendi özel mevzuatları uyarınca çalışma yapabilmektedirler; yani, benim bir genel değerlendirme ve tespit raporumu ilgili bakanlıklara göndermesem, ben, kendi mevzuatım açısından bir suç işlerim. Bu genel değerlendirme ve tespit raporunu da gönderdiğim zaman, o ilgili bakanlık, isterse, kendi teftiş kurullarını faaliyete geçirerek bu konuda incelemeler yapabilir. O, oranın takdiridir; yani, ben, bir diğer bakanlığın amiri veya bunun gizli tezkiye amiri filan da değilim. Ben, sadece bu tespit raporunu veriyorum; yani, bu rapor öyle saklı, gizli filan değil. Mülkiye Başmüfettişinin Başkanlığında bir komisyon kurulmuş, İçel İline gitmiş, bir genel değerlendirme ve tespit yapmış. Bu tespitlerin benim Bakanlığımı ilgilendiren yönleri var, bana yazmış; ben gereğinin ifası için ilgili birimlere yazmışım, onlar yapmış. Diğer bakanlıklarla ilgili olan kısımları da diğer bakanlıklara yazmışız. Bu itibarla, tamamen yasal çerçevede ve mevzuatta öngörülen esaslar ve usule göre hazırlanmış söz konusu raporun, iddia edildiği gibi, hukuka aykırı olarak tanzim edilmesi bahis konusu değildir. Diğer bakanlıklar ve kuruluşlar ile Sağlık Bakanlığı tarafından yapıldığı belirtilen tasarruflarla ilgili olarak Bakanlığımıza sorumluluk yöneltilmesi de hakkaniyete uygun değildir.

Bunları açıklayıp takdirlerinize sunuyorum.

Hepinize en içten saygılar sunuyorum; teşekkür ederim. (ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim.

İSMAİL KÖSE (Erzurum) - Sayın Başkan, söz istemiştim; ama, cihaza bir türlü giremiyorum.

BAŞKAN - Tabiî; ama, zatıâlilerinizden evvel Sayın Güven söz istedi; müsaade ederseniz, ona söz vereyim, sonra size takdim edeyim efendim.

İSMAİL KÖSE (Erzurum) - Peki.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Güven.

TURHAN GÜVEN (İçel) - Sayın Başkanım, müsaade ederseniz, Sayın İçişleri Bakanının konuşmasından anladığım kadarıyla, Mersin'in merkez ilçeleri dahil 9 doktor arkadaşımız başka illere atama içinde olmuşlardır. Sayın Bakan, bunun bir tespit olduğunu ifade buyuruyor; ama, asıl işi yapanın Sağlık Bakanlığı olduğunu ifade ediyor.

Bence, burada, Sağlık Bakanı arkadaşımızın da bulunarak, bu tasarrufu neden yaptıklarını ve yine, kendi teftiş kurullarının da bu konuda hangi inceleme içinde olup olmadıklarını tespiti gerekir. Bu nedenle, İçişleri Bakanının değerlendirmesi yerindedir; ama, bu değerlendirme dışında, Sağlık Bakanın da gelip bir cevap vermesi gerekir diye düşünüyorum.

Arz ederim.

Teşekkür ederim efendim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

Mesele anlaşılmıştır.

Herhalde, Sağlık Bakanımız Bakanlar Kurulu münasebetiyle burada yok.

Sayın Köse, buyurun efendim.

İSMAİL KÖSE (Erzurum) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Olaya muttali oldum Değerli Başkanım. Özellikle Plan ve Bütçe Komisyonundaki konuşmalardan dolayı meseleyi öğrenmiş bulunmaktayım. Oradaki konuşmaya Sayın Bakanın vermiş olduğu cevabî bilgi de şudur: İçişleri Bakanlığının yapmış olduğu inceleme sonucunda ve sayın valilerimizin de mahzurlu görmeleri sonucunda, kendilerinin şu anda kanunlarımızın suç saydığı durumda olmalarından dolayı bu atama işlemlerinin yapıldığını, ilkelliğin Sayın Sağlık Bakanına ait olmadığını, Türkiye'nin ülkesi ve milletiyle bir bütünlük içerisinde olduğunu, devlet memurlarının da bu ilkeler içerisinde hareket etmelerinin gerektiğini bilmeleri gerekirdi.

O itibarla, Sayın İçişleri Bakanının da topu taca atmasına lüzum yoktur. İçişleri Bakanlığının kuruluş kanununda, özellikle devletin çalışma usul ve esasları İçişleri Bakanlığına tevdi edilmiştir. Sağlık Bakanlığının görevi, sağlık personelinin kendi mesleğinden kaynaklanan görevlerini teftiş ve tahkik etmektir. İçişleri Bakanlığının görevi ise, kendi teftiş ve istihbarat kaynaklarıyla, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü ilgilendiren konularda ilgili mercileri ve makamları muhakkak surette bilgilendirmektir.

Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Ben teşekkür ederim efendim.

TURHAN GÜVEN (İçel) - Sayın Başkan, müsaade eder misiniz...

BAŞKAN - Efendim, bir dakika...

Yine bir müzakere usulü...

TURHAN GÜVEN (İçel) - Efendim, müsaade edin...

BAŞKAN - Hayır size etmeyeceğim...

Sayın Sacit Günbey...

TURHAN GÜVEN (İçel) - Sayın Grup Başkanvekilinin Sayın Sağlık Bakanı yerine böyle bir cevap verme hakkı var mı efendim?

NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Milletvekili olarak...

BAŞKAN - Efendim, müsaade edin...

Sayın Sacit Günbey...

TURHAN GÜVEN (İçel) - Müsaade eder misiniz...

Ben beyanlarından şunu anlıyorum: "Uygun görmüştür" diyorlar. Eğer, böyle bir suç işlemişlerse, böyle bir kanaate de varmışlarsa, devletin kanunları var. Sağlık Bakanlığı kendi personeli hakkında cezaî müeyyide uygulamak için dava açar efendim. Yok böyle bir şey...

BAŞKAN - Peki efendim...

Sayın Günbey, buyurun efendim.

SACİT GÜNBEY (Diyarbakır) - Sayın Başkan, İçtüzüğün 60 ıncı maddesine göre bir durumu ifade etmek istiyorum; söz verdiğiniz için de, teşekkür ederim efendim.

Ben salı gününden beri, zatıâlinizden, YÖK'ün kuruluş yıldönümü münasebetiyle bir gündemdışı konuşma talep ediyorum; zannediyorum, gündemin yoğunluğundan dolayı imkân olmadı. Bu vesileyle, Sayın Bakandan öğrenmek istiyorum: Bu YÖK'ün kuruluş yıldönümü dolayısıyla öğrenciler demokratik tepkilerini ortaya koyuyorlar, hiçbir yere zarar vermeden YÖK'ü protesto etmek için gösteri yapıyorlar. Bu gösteriler, maalesef, güvenlik görevlileri tarafından çok şiddetli bir şekilde engelleniyor ve öğrenciler coplanıyor. Biraz önce kendileri ifade ettiler, dediler ki "biz, hukukun dışına çıkmıyoruz." Güvenlik görevlilerinin bu davranışlarını hukuka uygun buluyor musunuz, bulmuyor musunuz?

İkinci bir soru daha, müsaade ederseniz, buradan, Sayın Bakana yöneltmek istiyorum?..

BAŞKAN - Efendim, böyle bir usulümüz yok. Şimdi sual sormayın. Ben tolerans gösteriyorum. İçtüzük 60'a göre de söz hakkınız yok. Sadece, Başkanlığın gösterdiği bir toleranstır.

Müsaade ederseniz, o sualinizi istirham edeceğim, Sayın Bakana yazılı verin; ben iletirim efendim.

Sayın Çelik, buyurun.

HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.

Biraz önce Sayın Köse "Sayın Bakanımızın topu taca atmasına gerek yok" dedi. Öyle anlaşılıyor ki, hükümetin topu, toptan taca çıkmış!

Şimdi, bakın, şöyle bir tespit yapmamız lazım: Sayın Bakan buyurdular ki "bu, bir tespit ve değerlendirmedir." Sayın Bakanım, bu insanların eğer suç teşkil eden bir fiilleri varsa ve bu da, tespit edilmişse; bu, bağımsız mahkemeler tarafından teyit edilmişse, amenna; aksi takdirde, insanları dünya görüşlerinden dolayı, yaşama biçimlerinden dolayı, ideolojilerinden dolayı bu şekilde suçlu ve sakıncalı ilan ederseniz, bu ülkenin adı, demokratik bir ülke falan olmaz.

Dolayısıyla, ben soruyorum: Sayın Bakanım, sizin "bu tespit ve değerlendirme" dediğiniz şeyin adı, jurnallemedir. Türkiye jurnaller dönemini kapatmalıdır. Ben de Sayın Günbey'in dediği gibi söylüyorum; Türkiye, artık, dayak atan ve dayak yiyen insanların ülkesi olmamalıdır. Polislerin attığı dayağı görünce, ben, şahsen, İçişleri Bakanı olsaydım, sizin konumunuzda olsaydım, istifa ederdim. Böyle şey olamaz. YÖK'ü...

Bakın, Amerika Birleşik Devletlerinde savaş karşıtı gösteri yapılıyor. Amerika, savaşın baş aktörü olmasına rağmen, o göstericilerin ve çevrenin güvenliği sadece sağlanıyor, o insanlara demokratik haklarını kullanmalarına müsaade ediliyor. İngiltere, bunu yapıyor...

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Müsaade buyurun cümlemi tamamlıyorum.

Sayın Bakanım, bu ülkede, siz, bunlara müsamaha etmiyorsunuz. Düşman askeri bile öyle dövülmez. O insanların fikri, zikri, ideolojisi ne olursa olsun, bu tavrı şiddetle kınıyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Çelik. Siz, bakan olduğunuzda Sayın Bakanın yaptıklarını yapmazsınız.

İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (İçel) - Sayın Başkan, müsaade eder misiniz.

Buyurun Sayın Bakan.

İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (İçel) - Sayın Başkanım, sayın milletvekilleri; tekrar huzurunuzu meşgul etmek istemiyordum; ama, öncelikle belirtmek isterim ki, ben, hiçbir dönemimde topu taca atmadım. Herhalde maksadı aşan bir cümle oldu. Topu taca atsaydım, memleketin huzur ve güvenliğinden sorumlu İçişleri Bakanı olarak, yapılan bu tespit ve değerlendirmeyi ifası ve takdiri için ilgili yerlere göndermezdim; burada da bunu söyledim. Öyle olsaydı bunu hasıraltı ederdim, hasıraltı etseydim, huzur ve güvenlikten sorumlu İçişleri Bakanı olarak görev yapamazdım.

Ben, yapmış olduğum tespiti ve değerlendirmeyi, Sağlık Bakanlığına göndermişim; ancak, Sağlık Bakanlığının yaptığı tayinlere cevap verecek makam İçişleri Bakanlığı değildir. Tabiî ki, Sayın Bakan arkadaşımız gerekli cevapları da yukarıda vermiş, onu da aldım; onu burada da söyledim. Onun, tekrar, bir teftiş yaptırıp yaptırmamakta tamamen takdiridir. Valiliklerimizden gelen yazılar karşılığında- bunlar, hep, bu Yüce Meclisin kabul ettiği esaslardır, kabul ettiği hükümlerdir- eğer, bir vali "ben, şunlarla şunlarda çalışmıyorum; şurada, şu genel huzuru, şu asayişi bozucu hareketi vardır" dediği zaman, zaten, hukuk sistemimiz -hukuk onun için lazımdır diyorum- bunu kendi içinde halletmiş ve derhal görev yerini değiştirmeyi düşünmüş. Bu arkadaşlarımızın, sizlerin...

HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Ama, hukuk, zayıfa karşı işletiliyor Sayın Bakan.

BAŞKAN - Karşılıklı konuşmayalım efendim.

İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (Devamla) - Bakın, ben sizi dinledim; yani, yazılı sorunuza da cevap veriyorum.

Eğer, bu arkadaşlarımız, bu doktor arkadaşlarımızın, zaten, sizin söylediğiniz gibi, genel asayiş ve huzura yönelik bir tespit olmasaydı, tamamen delilli olsaydı, zaten, memuriyetlerine son vermeleri gerekirdi. Takdir edersiniz ki, devlet memuru, Devlet Memurları Kanununa göre, bir yerde göreve başlayıp kırk sene orada çalışıp emekli olacak diye bir husus da yok.

Gelelim, YÖK karşıtı gösterilere:

Değerli arkadaşlarım, bir kere, gösterilere izin veren makam İçişleri Bakanlığı değildir. Bakın, Yüce Meclis olarak, Yüce Meclisi oluşturan fertler olarak, evvela bu konudaki mevzuatı açıp okumanız gerekmektedir. Eğer, onu okumuş olsanız...

HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Polis size bağlı değil mi?!

İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (Devamla) - Müsaade buyurun canım!.. Sabır gösterin!.. Niye rahatsız oluyorsunuz?!

HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Polis size bağlı değil mi, onu söylüyoruz.

İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (Devamla) - Ben onu inkâr etmiyorum ki, tabiî bana bağlı ve Türk polisiyle de iftihar ediyorum.

HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Biz de iftihar ediyoruz.

İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (Devamla) - Evet; iftihar ediyorum, bunu da iftiharla söylüyorum. Ben, başka bir mevzuattan bahsediyorum.

BAŞKAN - Efendim, karşılıklı konuşmayalım.

İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (Devamla) - Bakın, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu açık, sarih. İl İdaresi Kanununa göre, valiliklerimiz, halkın huzurunu bozmayacak, asayişini bozmayacak yerleri göstererek "buralarda her türlü gösteriyi yapabilirsiniz" diyorlar. Şimdi, bu gösteriler için de valiliklerimiz alanları belirlemiş "buralarda gösteri yapabilirsiniz" demiş. Hipodromda da gösteri yapılabilir, valilik izin verir; Güven Parkta da yapılabilir, valilik izin verir; ama, herhalde, Güven Parkta veya Hipodromda gösteri yapan kalabalığın Meclise yürüme hürriyetinin olmaması gerek. Yani, insan haklarına hepimiz saygılıyız; ama, diğer insanların haklarını da beraberce muhafaza, müdafaa etmemiz lazım.

Şimdi, polisin burada kötü muamele edip etmediğine gelince:

Değerli arkadaşlarım, bu konuda her türlü iddiayı, her zaman, müfettiş göndererek, tetkik ettiriyorum. Eğer, Yüce Meclisin değerli üyeleri olarak bu konuda herhangi bir emriniz olursa, müracaatınız halinde, derhal, bunları sonuna kadar araştırırım; ama, hiçbir zaman, Türk polisi, yasal, gösterilen yerde gösteri yapan, toplantı yapan hiçbir topluluğu dağıtma girişiminde bulunmaz.

Bakınız, DİSK ve KESK, normal yoldan müracaat ederek yarın Ankara'da bir toplantı yapacaklarını ifade ettiler. On gündür, trafiği altüst edercesine, Türkiye'nin her yerinden başlayan yürüyüşler var; ama, ben, şimdi, gelip, burada bunu saptırırsam yanlış yaparım; çünkü, bana verdikleri güzergâhlardan, hiçbir olaya sebep olmadan illere otobüslerle getirdiler. Bizim tespit ettiğimiz güzergâhlardan yürüdüler ve herkes, tekrar otobüsüne binip, Ankara'ya doğru yola geldi.

Onların güvenliğini de tespit etmek polisin vazifesidir. Onun için, polisten sorumlu bakan olarak da, polisle iftihar ediyorum diyorum; çünkü, onların da güvenliklerini temin ediyorlar. Onlara da karşı çıkan vatandaşlar olabilir, eğer polis olmasa, gösteri yapana da müdahale edenler çıkabilir, onların da güvenliği bizden sorulur.

Onun için, burada sadece benim tavsiyem -on sekiz yıldır sizin içinizde olan birisiyim- sadece politika uğruna, zaman zaman getirilen eksik ve yanlış bilgilerden kaynaklanarak, burada kurumları ve bize, hepimize lazım olan hukuku zedeleyici konuşmalardan kaçınalım diyorum, bunu bir arkadaşınız olarak rica ediyorum.

Hepinize saygılar sunarım. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

RAMAZAN TOPRAK (Aksaray) - Dayak atanları kınamadınız Sayın Bakan, dayakçı mısınız?

HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Efendim, mesele anlaşılmıştır.

Sayın Çelik, ben, sizi daha iyi anlıyorum. Ben, o sıralardayken, 1986'da, Antalya'da odun pazarında polisten cop yemiş milletvekili arkadaşınızım; anlıyorum... (AK Parti sıralarından alkışlar)

Sayın Bedük de o zaman Emniyet Genel Müdürüydü efendim. Teşekkür ediyorum.

HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Polisle iftihar etmek başka şeydir, polisi eleştirmek başka şeydir.

BAŞKAN - Efendim, mesele anlaşıldı.

Sayın Bakanı kaçırmayalım da, Nidai Beye de, belki cevap verebilir.

Gündemdışı ikinci söz, sınır ticareti ve hayvancılık ve Ağrı Gürbulak Sınır Kapısı hakkında söz isteyen Ağrı Milletvekili Nidai Seven'e aittir.

Buyurun Sayın Seven. (MHP sıralarından alkışlar)

Sözünü kesmeyin, Ağrı meselesi önemli.

2. - Ağrı Milletvekili Nidai Seven'in, sınır ticareti, hayvancılık ve Ağrı Gürbulak Sınır Kapısına ilişkin gündemdışı konuşması ve İçişleri Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp'in cevabı

NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmama başlamadan evvel, bana bu fırsatı veren Değerli Başkanıma teşekkür eder, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarım.

Ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalı olan Ağrı İlinde, 1990'lı yıllarda terör olayları, bölge hayvancılığına ve tarımına büyük darbe ve tarımına büyük darbe vurmuş, bu yetmemiş gibi, son on yıl içerisinde yürütülen yanlış politikalar sonucu bölgedeki hayvancılık ve tarım âdeta yok olmuş. Bir taraftan sınırlardan giren kaçak hayvan ve ithal et, diğer taraftan, Ağrı Et ve Balık Kurumunun 1995 yılında özelleştirilmesi, bölge insanının fakirleşmesine, işsiz kalmasına sebep olmuş, fert başına düşen millî gelir bakımından ilimiz, 81 il içerisinde sonuncu sırayı almıştır.

Şimdi, bu durumlar neticesinde, Ağrı Et Entegre Tesisleri Anonim Şirketi tarafından, hayvan alımından kaynaklanan besici borçları, özel şirket olması sebebiyle ödenemediğinden dolayı, vatandaş, iflas durumuna gelmiştir.

Sınır ticareti sebebiyle Ağrı'da birçok yatırımlar yapılmış, birçok insana istihdam kapısı açılmış; ancak, 1997, 1998 yıllarında Ağrı İli Valiliğince verilen motorin uygunluk belgeleri tabana yayılmaktan ziyade birkaç özel şahsın emrine sunularak bundan bir avuç insan faydalandırılmış, bu uygulamalar bölge ticaretine büyük bir zarar vermiştir. Sadece motorin ticareti olarak görülen sınır ticaretine yapılan kısıtlamalar karşılığında alternatif ürünler oluşturulmadığı için bölge halkı çok büyük sıkıntılarla karşı karşıya kalmıştır.

Doğu Anadolu'nun en büyük sınır kapısı olan Gürbulak Gümrük Kapısı, Türkiye Cumhuriyeti ile İran Devleti sınırında Avrupa ile Asya arasında açılan bir köprü vazifesi yapmaktadır. İşte, bu köprü vazifesini yaptığı halde, maalesef, ihtisas gümrüğü haline dönüşmemiş, sadece bir transit gümrüğü görevini yapmaktadır. İthalat rejimi kapsamında bulunan ürünler, analizi yapılmak üzere, Ankara, Gaziantep, Trabzon gibi illere gönderilmekte, bu da vatandaşımızı maddî ve manevî bakımdan büyük zararlarla karşı karşıya bırakmaktadır.

İran tarafındaki gümrük kapısı en modern şartlara haiz olurken, Türk tarafında onlarca kilometre araçlar ve bu araçlar için kuyruklarda bekleyen binlerce insan ve bu insanların ihtiyaçlarını giderebilecek tuvaletlerin dahi olmayışı, ülkemiz için üzücü olduğu kadar bir o kadar da utanç vericidir.

Doğubeyazıt-Sarısu açık pazaryeri sınır ticaretine konu olan malların azaltılmış olması açık pazaryerinin faaliyetlerini doğrudan etkilemiştir. Bakanlar Kurulu kararıyla açık pazarların sınır ticaretiyle aynı statüye tabi tutulmuş olması, ithali mümkün olan malların Ağrı için 10 kalemde sınırlandırılması açık pazar faaliyetlerini durma noktasına getirmiştir.

11 Ağustos 2001 tarihinden itibaren yurtdışına çıkış başına 50 dolar harç alınmaya başlanıldığından, Türk vatandaşlarının gümrük kapısından çıkışlarında büyük azalmalar olduğu müşahede edilmiştir. Buna karşılık 50 ABD Doları ödememek ve yolcu beraberi zatî eşya muafiyetinden yararlanmak için, birçok kişinin, Sarısu açık pazarından; yani, açık pazar giriş kartı kullanarak İran'a ait açık pazara geçtiği ve...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

NİDAİ SEVEN (Devamla) - Sayın Başkanım...

BAŞKAN - Efendim, Ağrı'nın sözünü kesemem biliyorsunuz; onun için, buyurun.

İki bakan geldi sizin için cevap vermeye.

NİDAİ SEVEN (Devamla) - Hoşgörünüze teşekkür ederim, sağ olun.

...il ihtiyacı nihaî listesinde bulunmayan çay, sigara ve porselen tabak gibi eşyaları beraberinde getirme talebinde bulunmakta ve bu konuda gümrük idaresi ve kolluk kuvvetlerini zor durumda bırakmaktadırlar. Mevcut hukukî duruma göre, bu türden hareketlere izin verilmesi mümkün olmadığından, yöre halkı ile devlet kurumları karşı karşıya kalmaktadır.

Netice olarak, yıllardır gerek yanlış politikalar ve gerekse büyük ihmaller sonucu meydana gelen bu olumsuzlukların giderilmesi için, hayvancılığın canlandırılmasını teminen, çok acil tedbirlerin alınması gerekmektedir. Askerî birliklere mutlaka Ağrı Et Tesislerinden et temin edilmeli ve kurumun üç dört ay içerisinde, 100 ton civarında... Askeriyenin ihtiyacı olan etin mutlaka Ağrı'daki Et ve Balık Kurumundan alınması gerekir.

Yanlış politika sonucu, 1995 yılında özelleştirilen Ağrı Et Kombinalarının tekrar Et ve Balık Kurumuna devrinin sağlanması gerekmektedir. Şirket bünyesindeki tesislerin desteklenmesi için, 300 milyar lira civarında finansman desteği sağlanmalı; Enerji Bakanlığı ile gümrükleri ilgilendiren devlet bakanlığı, Dışticaret Müsteşarlığı, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı ile İçişleri Bakanlığını ilgilendiren sınır ticareti ve açık pazar konularında, bir heyetin, Ağrı İlinde tespitler için incelemede bulunması; ülkemizin prestiji bakımından Gürbulak Gümrük Kapısına gerekli teknik ekipman, araç ve gerecin sağlanması; yeniden yapılandırma acilen hayata geçirilmesi; Gürbulak Sınır Kapısına en kısa sürede ihtisas gümrüğü yetkisinin verilmesi; ürünlerinin analizinin yapılabilmesi için, Ağrı İlinde mutlaka tahlil laboratuvarının bir an önce faaliyete geçirilmesi gerekmektedir.

Sınır komşularıyla ilgili dışpolitikamızın yöre üzerindeki etkilerinin, bölge bazında ele alınarak, telafi edilmesi gerekmektedir. Açık pazaryerinin amacına yönelik olarak kullanılabilmesi için; suiistimallerin, vergi kaybının ve kaçakçılığın önlenmesi için Sarısu açık pazarının ve diğer açık pazar yerlerinin sınır ticaretinden ayrı olarak değerlendirilmesi ve tanınacak ithalat kotalarının mal türü olarak fazla alınması gerekmektedir.

Yurtdışına günübirlik çıkış başına 50 ABD Doları uygulamasına çok acilen son verilmesi için, Bakanlar Kurulu, bölge için yetkisini, mutlaka kullanmalıdır.

Son günlerde Doğubayazıtımızda üzücü bir olay olmuştur. Halk ile devlet arasında güzel bir sevgi köprüsünün kurulması kaçınılmazdır.

BAŞKAN - Efendim, toparlar mısınız.

NİDAİ SEVEN (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkanım.

Bu sevgi köprüsünü kuralım ki, halka huzuru fazla görenlerin, halkı eski karanlık günlerine götürmek isteyenlerin hesapları boşa çıksın.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim.

Sayın Kaya, buyurun.

SAFFET KAYA (Ardahan) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Çok kısa efendim, öz, bir cümle...

SAFFET KAYA (Ardahan) - Sayın Başkan, müsaade ederseniz...

BAŞKAN - Tabiî efendim, bir cümle; buyurun. Müsaade ettim ki, verdim.

SAFFET KAYA (Ardahan) - Delaletinizle, serhat ilimiz Ardahanımızda, Doğru Yol Hükümetleri döneminde, sınır ticaretimiz; yani, mazot ithali açılmış idi ve mazot ithalinin açılmasıyla birlikte, doğuda göç yeniden durur hale gelmişti, göç alan bir il haline gelmiştik. Posof İlçemiz, bu bağlamda, gerçekten gelişmiş, Ardahan İlimizin nüfusu artmıştı ve defalarca bu Meclis kürsüsünden, Yüce Parlamentodan, mevcut Anasol-D Hükümetine ve Anasol - M hükümetine seslenerek, doğunun kaderi olan sınır ticaretinin elinden alınmaması gerektiğini arz etmiştim; fakat, bugüne kadar, değerli iktidar milletvekilimizin ifadelerinden de anlaşıldığı gibi, maalesef, sınır ticaretine Anasol-M hükümeti önem vermemiştir.

Sınır ticareti demek şu demektir: Göçün durdurulması demektir. Ekonomik akarın sağlanması demektir. Bölgenin kalkınması demektir. İşsizliğin önlenmesi demektir ve dolayısıyla, sınır ticaretini kaldırınca, ki, biz, Aktaş Kapısının da bugünkü hükümetin ilgisi noktasında, bir an önce açılmasını bekliyoruz ve hayvancılık da bölgenin -çok kısa olarak arz ediyorum- yüzde 65'iyle karakterize olmuş durumdadır. Üç yıl önce, hayvanını 300 000 000 liraya satan vatandaş, bugün, 200 000 000 liraya hayvanını satamaz haldedir ve -hemen toparlıyorum- dolayısıyla, iki yıl önce, üç yıl önce mazotu 60 000 liraya alan bir çiftçimiz, bugün 1 milyon liraya alıyor; yemi 5 000 000 liraya alan vatandaşımız, bugün 17 000 000 liraya alıyor ve hayvanını satamaz haldedir. Tarım Kredi Kooperatiflerine ve Ziraat Bankasına olan borçlarımız, Sayın Bakanımız da burada, af beklemektedir.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim.

Sayın Levent siz de mi söz istediniz?

MÜKERREM LEVENT (Niğde) - Evet efendim.

BAŞKAN - Buyurun.

MÜKERREM LEVENT (Niğde) - Sayın Başkanım, Ağrı Milletvekilimiz Nidaî Seven'in yapmış olduğu konuşmayı yürekten destekliyorum. Burada en önemlisi de, Türkiye'deki ithalat ve ihracatın dengelenmesi açısından ihtisas gümrüklerinin oluşması ve bu ihtisas gümrüklerinin oluştuğu yerdeki ticaret hacmine bağlı olarak laboratuvarların oluşması. Özellikle, şimdi, biyolojik bir ortamda bulunuyoruz, dolayısıyla, ne olduğunu anlayamadığımız bir sürü şeyler girebilir düşüncesiyle, bu ihtisas gümrüklerinin derhal oluşturulması gerekmektedir.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim.

Buyurun Sayın Gül.

MUSTAFA GÜL (Elazığ) - Teşekkür ediyorum Başkan.

Efendim, Ağrı ve Doğubayazıt'a yapmış olduğumuz seyahatte, sınır ticaretiyle ilgili günübirlik geçişlerde 50 doların alınışı vatandaşta ciddî sıkıntılar yaratmaktadır. Bunun, mutlaka, uygun bir rakama indirilmesi veya kaldırılması.

Diğer bir konu: Sarısu'daki açık pazarda faaliyet gösteren küçük esnafın, giriş çıkışlarda ciddî sıkıntıları vardır, mutlaka giderilmesi gerekiyor efendim.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Şimdi, müdahale etsem diyecekler "Başkan, yine müdahale ediyor." Affedersiniz, 50 doları koyan 57 nci hükümet... (DYP, AK Parti ve SP sıralarından alkışlar) İnsaf yani...

MUSTAFA GÜL (Elazığ) - Düzeltilsin efendim, düzeltilsin.

SAFFET KAYA (Ardahan) - Kimi kime şikâyet ediyor?!..

BAŞKAN - Efendim, bir dakika, bir dakika... Şikâyet etmiyorlar efendim, herkes fikrini söyleyecek.

Sayın Bozyel, buyurun.

ABBAS BOZYEL (Iğdır) - Sayın Başkan teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Çok kısa efendim; daha dört doğu milletvekili var, onlara da söz vereceğim.

Buyurun.

ABBAS BOZYEL (Iğdır) - Ben de, Nahcivan-Iğdır arasındaki Dilucu Gümrük Kapısındaki sıkıntılardan bahsetmek istiyorum. Elbette ki, bazı kararlar alan 57 nci hükümettir; ama, bizim de, Parlamentoda, bölgemizin sıkıntılarını dile getirmek mecburiyetimiz var. Özellikle, Iğdır ile Nahcivan arasındaki çalışma saatlerinin 8 saat olması noktasında çok büyük sıkıntılar yaşanılıyor; bunun 16 saate çıkarılması noktasında -Sayın İçişleri Bakanımız buradayken- bu konuyu hatırlatmakta fayda umuyoruz.

Ayrıca, Kıbrıs ile Türkiye arasında uygulanan statünün, Nahcivanlılar ile Iğdırlılar veya Iğdır üzerinden oraya gidenler arasında uygulanması lazım. Çünkü, bir aylık vizelerle oradaki konsolosluğumuz önünde çok büyük kuyruklar oluşmakta. Bu vizenin, tarihinin uzatılması ve artık, kimliklerle giriş çıkışın yapılması gerekmektedir.

Son olarak da, Tarım Bakanlığımızın almış olduğu bölgedeki tarımı geliştirici ve koruyucu tedbirleri destekliyoruz; ama, bu bölgede yaşayan insanların, sınır ticaretinden ve açık pazarlardan faydalanma mecburiyetleri vardır. Bu konunun da dikkate alınmasını istirham ediyoruz.

Teşekkür ederim Sayın Başkan.

BAŞKAN - Peki, teşekkür ediyorum efendim.

Sayın Günbey, buyurun.

SACİT GÜNBEY (Diyarbakır) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum. Konuyu gündeme getirdiği için Nidai Seven arkadaşıma da teşekkür ediyorum.

Efendim, ben, geçen hafta, Güneydoğu Anadolu Bölgesinin sınır illerini dolaştım. O bölgedeki vatandaşların en büyük isteği, sınır ticaretinin başlaması ve artırılması yönündeydi. Hakikaten, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki göçlerin temel sebebi, oranın çıkmaz bir sokak olmasıdır. O kapıların bütün ülkelere -sadece Irak'a değil- Suriye'ye, İran'a, hatta, Ermenistan'a dahi açılması ve o bölgede yatırım yapılamıyorsa bile hiç olmazsa sınır ticaretinin başlatılması o bölgenin sorunlarını çözer düşüncesindeyim. Bu sınır ticareti sadece bölge illeri için değil, Nevşehirlinin patatesini veya şekerimizi satmak veya diğer mamullerimizi satmak için de çok önemli bir fırsat olacaktır.

Ben, bu konuyu gündeme getirdiği için Nidai Beye tekrar teşekkür ediyorum. Size de, söz verdiğiniz için teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Ben teşekkür ediyorum efendim. (ANAP sıralarından "yeterli" sesleri)

Ne yapayım efendim?! Millet o kadar dolu ki, milletvekillerine de burada bu imkânı tanımak lazım. Başka türlü de bu demokrasi yürümeyecek.

SAFFET KAYA (Ardahan) - Teşekkür ediyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Estağfurullah...

Buyurun Sayın Örs.

MUSTAFA ÖRS (Burdur) - Sayın konuşmacı, sözlerinin arasında yanlış politikalar sonucu et-balıkların özelleştirildiğini, kendi ilinde de özelleştirildiğini ve geriye verilmesi gerektiğini söyledi.

Bir kere, yanlış özelleştirme o dönemde olmamıştır. Eğer, kanaatlerine göre oldu ise, kendi hükümetleri dönemlerinde özelleştirmeler devam etmiştir; bunlardan birisi de Burdur'dur. Demek ki, asıl yanlış politikayı kendileri yapmaktadır. Zaten, bugün, tarımın ve hayvancılığın durumu da bunun en büyük göstergesidir.

Teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.

BAŞKAN - Sayın Örs, tamam... Yeni, bir sataşmaya mahal bırakmamak lazım.

Doğu vilayetlerimiz ve sınır vilayetlerimiz çok müşkül bir durumda. Bu işin siyaseti yok, siyasetüstü düşünmek mecburiyetindeyiz efendim.

Sayın Gönül, buyurun.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sayın Başkanım, ben...

BAŞKAN - Sizin de siyaset yapacağınıza inanmıyorum.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Hayır; ben, siyaset yapmayacağım; ben, hükümete ve Sayın Bakana bir hatırlatmada bulunup, bir konuda, bu kürsüden sorulmuş olan soruya cevap vermesi konusunda hatırlatmada bulunmak için söz aldım.

Sayın Başkanım, vaktimi biraz aşarsam, lütfen, biraz daha hoşgörülü davranmanızı özellikle rica ediyorum.

8 inci Birleşimde, Ağrı Milletvekili bir arkadaşımız, bu kürsüden bazı sorular sordu; Ağrı'daki Gürbulak Sınır Kapısından yapılan şekerpancarı nakliyatı ve bunun karşılığında bir şirket adını ifade etmek suretiyle, o aileye 5-6 milyon dolar haksız kazanç sağlandığı iddiasında bulundu. Bu iddiada bulunan arkadaşımız bir muhalefet milletvekili değildi Sayın Başkan, iktidar partisinin bir milletvekiliydi. Bakınız, 8 inci  Birleşimde, bu milletvekili, iktidar milletvekili arkadaşım ne diyor: "Sayın milletvekilim, bu 10 000 ton motorinin adı geçen şirkete getirdiği veya getireceği rant 4-5 milyon dolardır" ve devam ediyor "Sayın Başbakan Yardımcısı bu konuda ne gibi tedbirler almıştır" diyor; arkasından, adı geçen ilin valisinin adını belirtmek suretiyle, bu şirket sahipleriyle belli bir yaylada yemekler yendiğini, ilişkilerin çok ileri düzeye ulaştığını ifade ederek, o milletvekili arkadaşım, haklı olarak...

NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Hangi milletvekili; onu açıklayın.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Efendim, zabıtlardan okuyorum; açar okursunuz.

NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Ağrı'yla mı ilgili?

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Efendim, siz de dinlediniz; ama, ben, o günden beri bu zabıtları yanımda taşıyorum.

NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Hayır; yerini belirleyin, söyleyin.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Bu sorulan soruya hangi bakan cevap verecek?

BAŞKAN - Efendim, affedersiniz; hangi milletvekili söylemiş; onu da söyleyin.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Evet; söyleyeyim efendim: Ali Güner Bey, Iğdır Milletvekili...

ALİ GÜNER (Iğdır) - Ben söyledim.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Bu kürsüden, gayet net, gayet açık...

BAŞKAN - Tamam, düzelttiniz işi; Nidai Bey de alınmıştı.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - İzin verin efendim.

NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Sayın Başkan, benimle ne alakası var?!

BAŞKAN - Hayır efendim, sizi söylemiyor.

NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Bu tarafı işaret ediyor Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Efendim, yan taraftan görmedi; Anavatan Partisi Milletvekili arkadaşımızı söylüyor.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sayın Başkanım, bunlar benim iddiam değil; ben, iktidar partisine mensup değerli bir milletvekili arkadaşımın, halk için burada dile getirdiği, halkın çıkarı için, esnafın çıkarı için dile getirdiği...

BAŞKAN - Sayın Gönül, şimdi cevap verecek.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - İzin verin efendim, lütfen... Bitiriyorum Sayın Başkanım.

İçişleri Bakanına, aynen, isim belirtmek suretiyle, İçişleri Bakanının ne yaptığı, ne düşündüğü konusunda, zabıtlar da burada...

BAŞKAN - Şimdi cevap verecek size.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - İzin verir misiniz Sayın Başkanım, bitiriyorum.

Ama, o tarihten bu yana, ne hükümet ne de hükümetin bir değerli bakanı çıkıp, bu kadar ciddî bir konuda açıklama yapma gereğini duymamıştır.

Onun için, biraz evvel, değerli arkadaşımız "geçmişin karanlıkları" dediler. Ona da şunu ifade etmek isterim: Geçmişin karanlığını değil, keşke aydınlığını getirebilseniz siz. Onun için, bu konunun Sayın Bakan tarafından cevaplandırılmasını rica ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Nacar, sınır ticaretiyle ilgili olarak, çok kısa olmak üzere, buyurun.

MEHMET NACAR (Kilis) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan; zaten, bizim, memleket olarak sınır ticaretinden başka bir gelirimiz de yok maalesef.

BAŞKAN - Bilmiyor muyum Kilis'i?! Evet...

MEHMET NACAR (Kilis) - O sebeple, bu konu, bizim için çok önem arz ediyor. Hakikaten, belirli bir ölçüde bir ticarî hacim oluşmaya başlamışken, Bakanlar Kurulu kararıyla konulmuş olan 50 dolarlık fonun etkileri Kilis'te fazlasıyla kendini hissettirdi.

Türkiye-Suriye ilişkilerinin yoğunluk kazanmaya ve düzelmeye başladığı bir dönemde böyle bir fonun konulması, bu ilişkileri zayıflatma noktasına getirdi. Tüm bakanlarımız Suriye'yi ziyaret etmişler, ilişkilerini geliştirmeye çalışmışlarken, bu imkân kalkmıştır, kaldırılmıştır. Sormak istiyorum: Yunan adalarına günübirlik gidiş gelişler herhangi bir şekilde fona tabi değil; fakat, herhangi bir şekilde, sınır ticareti kapsamında günlük Suriye'ye gidiş gelişlerde, maalesef ve maalesef, fona tabi olarak 50 dolar alınmakta.

BAŞKAN - Sayın Nacar, teşekkür ediyorum.

MEHMET NACAR (Kilis) - Suriye-Türkiye ilişkileri, Yunanistan-Türkiye ilişkilerinden çok daha mı önemsiz ki, böyle bir uygulama başlatıldı; bunu, anlayabilmek mümkün değil.

Yine, şunu da ifade etmek istiyorum: Biz, Anayasa Komisyonu olarak, daha önce Anayasa üzerinde çalıştık ve Muhterem Heyetiniz, Anayasa üzerinde 34 maddelik bir değişiklik yaptı. Bu değişiklikle, Anayasanın 23 üncü maddesinin beşinci fıkrasında geçen "ülkenin ekonomik durumu" ifadesi madde metninden çıkarıldı. Bu çıkarılmış olan madde metni, herhangi bir vatandaşın yurtdışına çıkışında fon veyahut da daha değişik isimler altında ücret alınmasını veya para alınmasını engelleyen bir hükümdür. Bu değişikliğe bağlı olarak, hükümet tarafından, bir an önce bu fonun kaldırılması yönünde uyum kanununun, daha doğrusu, Bakanlar Kurulu...

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum. Şahsî fikrimi sorarsanız, İçişleri Komisyonu olarak bu işi halletmeniz mümkün.

Sayın Demir, buyurun.

FARUK DEMİR (Ardahan) - Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum.

Gerçekten, serhat şehrimiz Ardahan'da sınır ticareti çok önemli bir gelir kaynağı olmuştur. Ancak, geçmiş yıllarda olduğu gibi birkaç kişinin tekelinde değil de, tabana yayılan bir sınır ticareti, mazot ithalatı olmasını, Ardahanlı büyük bir arzuyla beklemektedir.

Ayrıca, Türkiye Cumhuriyeti tarafından bütün altyapısı bitirilmiş olan Çıldır'daki Aktaş Sınır Kapımızın bir an önce açılması ve sınır ticaretine, mazot ticaretine, en azından, ülkemiz kriz ortamından çıkıncaya kadar, bir iki yıllığına, yeniden, geçici pansuman bir tedbir olarak izin verilmesini, Ardahanlılar adına, buradan, ben de hükümetimizden talep ediyorum.

Sağ olun.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

Sayın Yücelen, buyurun.

HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkan bize söz yok mu; Van milletvekiliyim?!

İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (İçel) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; önce, Sayın Başkanımın da başlangıçtaki bir sözünü tavzih etmek istiyorum, sınır ticaretiyle ilgili tek bakanlık İçişleri Bakanlığı değildir. Benimle ilgisi yok dediğim zaman, İçişleri Bakanlığı denildiği için bunu söylüyorum, İçişleri Bakanlığıyla ilgili kısmını şu anda cevaplayacağım.

Evvela, sınır ticareti, sadece, valilerimizin oradaki gözetim ve koordinasyon yetkisi dolayısıyla İçişleri Bakanıyla ilgilidir. Valilerimiz, her bakanın ve Sayın Cumhurbaşkanının temsilcisidir, devletin temsilcisidir. Bildiğiniz gibi, sınır ticareti... Valiler sadece uygularlar. Neyi uygularlar; Dış Ticaret Müsteşarlığımızın, Gümrüğümüzün, Bakanlar Kurulumuzun aldığı sınırlar içerisinde, çerçeveler içerisinde; bu sene 5 000 ton motorin ithaline, girişine izin verilecek, 200 kilo çayın girişine izin verilecek deyip, kotaya bağlanmış konular içerisinde valiler bu yetkiyi kullanır. Ama, ben de, hükümetin bir üyesi olarak, arkadaşlarımın burada dile getirdiği konuları, diğer bakan arkadaşlarımla beraber hükümetime götüreceğim. Eğer, arkadaşlarımızın kotadan bir şikâyetleri varsa, onları, tabiî, ilgili bakanlara dile getireceğiz. Bu Yüce Meclisin kürsüsünden, tabiî, bunlar dile getirilecek.

50 dolar için bir şikâyet varsa... Turizm Bakanı da şikâyet ediyor; Bakanlar Kurulunda da etti "bu 50 doları kaldıralım" dedi. Bakanlar Kurulunun aldığı bir karar. O Bakanlar Kurulunda yoktu yeni gelen Turizm Bakanı; itiraz etti. Sizlerin de bu itirazınızı aktarırız. Bakanlar Kurulumuz böyle bir karar verirse, memnuniyetle; ama, buradaki görevimiz, sadece aktarma yoluna girer. Ben, sadece, ismen, Sayın Gönül "İçişleri Bakanı buna cevap versin" dediği için yine buradayım.

Sayın Gönül, değerli arkadaşlarım...

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Ben sormadım efendim. Arkadaşımızın konuşması öyle.

İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (Devamla) - Anladım efendim, anladım.

... bir hususu aktarmak istiyorum, anlatmak istiyorum: Yüce Meclisin denetim usul ve esasları bellidir. Evvela bunu en iyi takdir eden de grup başkanvekili arkadaşlarımızdır; çünkü, en çok onlar uygulamada bu işlerle karşılaşmaktadırlar.

Bir arkadaşımız burada gündemdışı konuşma yapmıştır. Biliyorsunuz, gündemdışı konuşmalar da bir denetimdir. Gündemdışı konuşmalar da, Meclis Başkanlığımızca, ilgili oldukları bakanlıklara bildirilir.

Benim, Ali Güner arkadaşımın benimle ilgili bir gündemdışı konuşma yapacağı konusunda bir bilgim yoktu. Burada, konuşmasının içerisine aldığı konu, bilemiyorum... Daha sonra sizin söylediğiniz konuşmaları dinledim ve bu Yüce Meclise saygılı bir bakan olarak, derhal o konuşmayı esas alarak, hem Iğdır Valisinin bana cevap vermesini istedim hem Iğdır Valiliğine müfettiş gönderdim hem de Iğdır Valisinden aldığım cevabı Sayın Ali Güner'e yazılı olarak, ertesi gün gönderdim. Yani, burada, onsekiz yıldır sizlerle beraber olan bir arkadaşınız olarak, Yüce Meclise çok saygı duyan bir arkadaşınız olarak, bu konularda bir ihmalimi gördüğünüzü söyleyemezsiniz.

Burada, tabiî, açıkta kalmış bir soru gibi gündeme getirdiğiniz için tekrar dile getirmek istiyorum. Burada konusu edilen 10 000 ton motorin ithali, sınır ticareti kapsamında, Bakanlar Kurulu kararıyla izin verilmiş bir miktar.

SAFFET KAYA (Ardahan) - Çok önemli Sayın Bakan, çok önemli...

İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (Devamla) - Anlatıyorum efendim... Müsaade buyurun...

SAFFET KAYA (Ardahan) - Çok özür dilerim; Kabinenin bir Bakanı olarak bu konudaki hassasiyetinizi bildiğim için arz ettim.

İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (Devamla) - Sizlerin biraz önce burada belirttiğiniz gibi, arkadaşımın konuşmasında belirttiği gibi, bu konuda yoğun şikâyetler gelince, Vali, bu şikâyetlerin sonucuna kadar, bu sınır ticareti kapsamında getirilmesi gereken 10 000 ton motorinin getirilmesine geçtiğimiz yıl izin vermez -şu anda miktarını bilemiyorum; ilk cevabî yazısını arkadaşıma gönderdim- zannediyorum, 4 650 ton, 4 600, 4 500 ton civarında keser.

SAFFET KAYA (Ardahan) - Çifte standart var Sayın Bakanım, çifte standart var...

İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (Devamla) - Arkasından, ilgili firma Danıştaya müracaat eder, Danıştaydan karar alır. İtiraz edilir, itiraz süresi biter, Danıştay kararını uygulamak için, Vali, tekrar, sınır ticaretine izin verir.

Bunlar, bana, Valinin, yazılı beyanıyla aktardığı bilgiler. Bizim müfettişlerimiz olayı inceliyorlar.

Konuya bu kadar hassasiyet gösterdiğiniz için teşekkür ederim. Müfettişlerimizin raporu geldi zaman da, bu konuşmanıza istinaden, size, neticeyi yazılı olarak bildiririm.

Hepinize saygılarımı arz ediyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sayın Bakanım, bu sayede, hiç olmazsa, bizler de bilgilenmiş olduk.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Bakan; yerinizden...

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Sıvas) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle, Ağrı Milletvekilimiz Sayın Nidai Seven'in, Ağrı'nın sorunlarıyla ilgili gösterdiği hassasiyete teşekkür ediyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

SAFFET KAYA (Ardahan) - Ardahan da var Sayın Bakanım, Ardahan da var...

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Sıvas) - Ben, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı görevine geldikten sonra, Güneydoğu Anadolu illerini en sık ziyaret eden ve gittiğimde de, illerde, sivil örgüt temsilcileriyle, esnafla, köylüyle toplantı yapıp, bunların sıkıntılarını dinleyen ve kendi yetkimizde olan çözümleri üreten, kendi yetkimizi aşan sorunları ise Bakanlar Kuruluna vakit geçirmeden taşıyan bir arkadaşınız olarak, burada belirtmek istiyorum.

Örnek olarak Bingöl İlinin tarihinde -öyle zannediyorum, yanılmıyorum herhalde- ilk defa, Tarım ve Köyişleri Bakanı ziyaret etmiştir Bingöl İlini ve ben Bingöl İline gidip, Bingöl İlinde iki gün kaldım, Bingöl İlinde yattım; esnafı gezdim, çarşıyı gezdim, köylüyü dinledim, valilikle önceden tüm köylere haber vererek, tüm köy muhtarlarının oraya gelmesini sağladım. Sayın Milletvekilimiz de biliyorlar. Şırnak'da geceledim, Ağrı'da geceledim. Sizin...

SAFFET KAYA (Ardahan) - Ardahan'da var Sayın Bakan.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Sıvas) - ...ve Ardahan'a da iki kez gittim.

SAFFET KAYA (Ardahan) - Çözüm Sayın Bakan, çözüm... Ne yapıldı?..

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Sıvas) - Sabrederseniz... Siz, Sayın İçişleri Bakanımızın da konuşmasına pek müsaade etmediniz. Sayın Kaya, sizi severim; müsaade ederseniz... Bir arkadaşınız olarak cevap vermeye çalışıyorum.

SAFFET KAYA (Ardahan) - Hayvancılığımız perişan efendim.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Sıvas) - Cevap vermeye çalışıyorum.

Ardahan İline iki kez gittim. Ardahan İlinin, Güneydoğu Anadolu'nun, Doğu Anadolu'nun hayat standardını yükseltmenin, refah düzeyini artırmanın yolu hayvancılıktan geçer. Sınır ticareti... Bunlar geçici birer çözümdür; ancak, geçici çözüm konusunda da gerekeni -Sayın Bakanımızın da söylediği gibi- biz, yine, Bakanlar Kurulumuza taşırız, sizlerin uyarısını da her zaman alarak.

Biz, bu sene, ilk defa, Doğu ve Güneydoğu Anadolu illerine yönelik olarak hayvancılıkta, Türkiye genelinin haricinde bir proje uyguluyoruz. Bu proje, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Eylem Projesidir. Bu proje içerisinde, bir taraftan ülkemizin hayvancılığının tüm ülke genelinde gelişmesiyle ilgili projeleri orada uygularken, bunun haricinde -meblağ küçük olabilir, bana göre az; ancak, bu ekonomik sıkıntılar içerisinde- biz, bulabildiğimiz kaynakları köylüye yönlendirmeye, esnafa yönlendirmeye çalışıyoruz. 10 trilyonluk bir kooperatif projesini uyguluyoruz Doğu ve Güneydoğu Anadolu illerinde. Yıllar önce kurulmuş, şimdiye kadar katiyen hiçbir destek almamış Doğu ve Güneydoğu Anadolu illerinin kooperatiflerini destekliyoruz.

Bakınız, Kars'ta, Ardahan'da ve diğer illerde kurulan kooperatiflere bu yönlü destek götürmeye çalışıyoruz. Yine, Doğu ve Güneydoğu Anadolu illerinde bulunan, etkin bir şekilde çalışamayan devlet üretme çiftliklerini, özel sektörle birlikte kullanarak, onları orada yatırıma açmaya çalışıyoruz.

BAŞKAN - Sayın Bakanım, teşekkür ediyorum.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Sıvas) - Bitireceğim efendim.

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Devam etsin Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Efendim, hükümet, ne yapayım yani... İstirham ederim...

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Bir saat geçti Sayın Başkanım.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Sıvas) - Efendim, 10 kişi soru sordu. Müsaade ederseniz Sayın Başkanımız...

BAŞKAN - Efendim, Grup Başkanvekili haklı olarak tepki gösterdiği için ben müşkül durumda kaldım Sayın Bakanım. Ondan...

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Sıvas) - Hayır, cevap vereyim mi, keseyim mi?..

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Cevap verin Sayın Bakanım.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Sıvas) - 57 nci hükümet olarak biz, Doğu Anadolu'nun, Güneydoğu Anadolu'nun sınır illerinin kalkınmasını, yalnız ve yalnız, geçmişte olduğu gibi, sınır ticareti anlayışına mahkûm etmek istemiyoruz. Bu, insanların bazılarına -hepsine değil- geçici bir rahatlık sağlamak demektir. Ancak, yine onun da üzerinde duracağız.

Ayrıca, müsaade ederseniz, soru sordunuz, sorunuza cevap olması açısından da söylüyorum. Sayın Milletvekilim, bazı şeyleri varsayımla söylüyorsunuz. Bugün hayvan satışında... Et ve balık kurumları, zamanında Özelleştirme İdaresine devredilmiş; et ve balık kurumları, geçmiş idareler zamanında özelleştirilmiş. İşte, Ankara Akköprü'de, günde 3 000 sığır kesilen, 4 000 küçükbaş hayvan kesilen et ve balık kurumları satılmış. Tarım ve Köyişleri Bakanlığının alım müessesesi yok; ancak, biz, ne yapıyoruz; elde kalan et ve balık kurumlarının, Sayın Başbakanımıza rapor arz ederek, istirham ederek -kendisi de Diyarbakır'a gittiğinde buna parmak bastı- özelleştirilmesini durdurduk; ama, hâlâ, özelleştirme kapsamında. Ne yaptık; en az askeriyenin tükettiği et, et ve balık kurumları aracılığıyla gelsin... Bundan dolayı da, besici, beslediği hayvanı nispeten kestirebildi. Birazcık rahatlık geliyor; ama...

Kaçakçılığın durdurulması konusundaki, yanlış ithalatın durdurulması konusundaki -hayvancılıkta- yanlış gıda girişinin durdurulması konusundaki hassasiyetimizi biliyorsunuz.

Yine, Doğu ve Güneydoğu Anadolu illerinde, uzun yıllardır ilk defa, yem bitkileri ekene destek götürmeye çalışıyoruz, hayvan besicisine destek veriyoruz. Ardahanlılar beni dinliyorlar...

SAFFET KAYA (Ardahan) - Sayın Bakanım, bunların hiçbiri hayata geçmedi.

BAŞKAN - Efendim, lütfen...

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Sıvas) - Ardahanlılar beni dinliyorlar.

Geçen sene, ilk defa, besi başına 20 700 000 lira destek verildi ve Ardahan'da tüm köylere dağıtıldı. Ardahan'a giren sıcak para, karşılıksız para, 1 trilyondur.

BAŞKAN - Sayın Bakanım, teşekkür ediyorum.

SAFFET KAYA (Ardahan) - Sayın Bakanım, sınır ticaretini, siz...

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

Sayın Kaya, yeter...

SAFFET KAYA (Ardahan) - Efendim, hayvancılık bitti.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Sıvas) - Ağrı Milletvekilimizin köy köy dolaşıp uygulamaları anlattığı gibi, siz de, eğer, köy köy dolaşır, uygulamaları doğru anlatırsanız...

BAŞKAN - Efendim, teşekkür ediyorum. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar)

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Sıvas) - ...Meclisin de faksını, kendi siyasî çıkarlarınız için kullanmaz, Meclisin faksıyla, köy muhtarlarına olmayan bazı hususları ve bizim çıkardıklarımızı siz çıkarmış gibi yazmazsanız, köylüye daha iyi hizmet etmiş olursunuz.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

SAFFET KAYA (Ardahan) - Hayvancılık bitti efendim.

BAŞKAN - Efendim, bu konuda, Van Milletvekili Sayın Hüseyin Çelik de, söz istedi; ama, kendisinin müsamahasına sığındım, söz vermedim; aynı ıstırabı o da dile getirmek istedi.

Ayrıca, Ağrı Milletvekili Sayın Nidai Seven'in gündemdışı konuşmasına özelleştirmeden sorumlu Sayın Bakan -kendisi burada yok- nezaket göstermişler -pek alışmadığımız bir şey- yazılı cevap vermişler. Bunu da, Sayın Seven, size takdim ediyorum.

Teşekkür ediyorum efendim.

Efendim, gündemdışı üçüncü söz, belediyelerin günden güne artan zorlukları konusunda söz isteyen Rize Milletvekili Ahmet Kabil'e aittir.

Buyurun Sayın Kabil. (ANAP sıralarından alkışlar)

3. - Rize Milletvekili Ahmet Kabil'in, belediyelerin gelir azalmasından kaynaklanan ekonomik sıkıntılarına ilişkin gündemdışı konuşması ve İçişleri Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen'in cevabı

AHMET KABİL (Rize) - Sayın Başkan, söz verdiğiniz için teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütün belediye başkanlarımızın içerisinde bulunduğu zorlukları Yüce Meclisin bilgisine sunma düşüncesiyle söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, belediyelerimiz, belde halkının mutluluğu ve refahını sağlamaya yönelik günlük ihtiyaçlarının tamamını kapsayan hizmetlerden sorumludurlar. Buna karşılık, merkezî idarenin belediyelerimize sağladığı kaynak ve destek, bilhassa, son yıllarda bir hayli azalmış, belediyelerimiz yalnızlığa itilmiştir.

Büyükşehirler dışındaki belediyelerimizin, İller Bankasından, vergi gelirlerinden aldığı paylar haricindeki mahallî gelirleri her gün azalmakta ve personel giderlerine bile yetmemektedir. Dolayısıyla, bu zor şartlarda belediye hizmetleri, belediye yönetimi ve belediye başkanları için bir işkence halini almıştır. Birçok belediye başkanımız, 8-10 ay işçisine maaş veremez durumdadır. Halka karşı hizmet sorumluluklarını yerine getirme çabasında olan ve çare arayan belediye başkanlarımız, gün geçmiyor ki, sayın bakanlarımızın, sayın milletvekillerimizin kapısını aşındırmasın. Ancak, hep beraber üzülerek görüyoruz ki, bu belediye başkanlarımızın yüzde 80'i, il ve ilçelerine elleri boş, çaresiz ve üzgün dönmektedir. Yüzde 80 dedim; çünkü, bir yolunu bulup ilgili bakana ulaşarak, İller Bankasından, tüm belediyelere ayrılan fondan, belediyesini afet kapsamına aldırabilen veya İller Bankasındaki borç taksitlerini erteletip bir müddet olsun rahatlama imkânını bulan şanslı bazı belediye başkanlarımız, belediyelerimiz de vardır. Ancak, bunlar ne kadar şanslı ise, bunlara yapılan farklı ödeme dolayısıyla İller Bankasından alacakları payları azalan belediyelerimiz de o kadar şanssızdır. Artık, bundan sonra, afet dolayısıyla belediyelere bir katkı yapılacaksa, Hazineden, doğrudan yapılmalı, öteki belediyelerimizi etkilemeyecek şekilde olmalıdır.

Teknik Araştırma Uygulama Genel Müdürlüğünce proje karşılığı dağıtılan yardımların da adaletli olması gerekir.

Ayrıca, İller Bankası yönetiminin zaman zaman aldığı tek yönlü, keyfî kararlar da belediyelerimizi mağdur etmektedir. Şöyle ki:

Fonların genel bütçeye aktarılmasıyla ekonomik çıkmaza giren İller Bankası, kendi yönetiminde aldığı tek yanlı bir kararla, belediyelerin altyapı sözleşmelerine aykırı olarak, altyapı hizmetlerinin -eskiden olduğu gibi yüzde 20'sini değil de- tamamını borç yazmaktadır. Bu yanlış uygulamayı, zamanında mahkemeye müracaat eden belediyeler düzeltmişlerse de, müracaat süresini kaçıran belediyeler çıkmaza girmiştir. Bu hususun acilen eski haline getirilmesi kaçınılmazdır. Bu sistem yanlıştır.

Örnek olarak, 1995 yılında, İller Bankası Genel Müdürlüğünce 700 milyar keşifle ihalesi yapılan Rize içmesuyu projesi, merkez mahalleler, merkeze bağlı mücavir alan içerisindeki köyler ve 9 ilçe ve belde belediyesinde yaşayan 225 000 insanın su ihtiyacını karşılamaktadır. Bu proje bedelinin 1995 yılına kadar sadece yüzde 20'si belediyelere borç yazılırken, İller Bankasının 1999 yılında aldığı bir kararla, 1995'ten sonrasını da kapsayacak şekilde tüm proje bedeli belediyeye borç yazılmaya başlamıştır. 700 milyar lira olan bu borç, her yıl yüzde 50 faizle, katlanarak, bugün 8 trilyonu, bir yıllık faizi ise 4 trilyonu bulmuştur. Yani, bu 700 milyar borç bugün 12 trilyondur. Suyun şehre geleceği 2003 yılına kadar, belediye, bu getirdiği sudan hiç para alamayacağı halde, geri ödeme taksitleri ve faizi devam etmektedir. Geri ödeme taksitlerinin aboneye su verildiğinde başlaması gerekmez mi? Belediyenin, bütün belediye gelirleriyle, İller Bankasının borç yazdığı bu miktarın faizini bile ödemesi mümkün değildir. Borç miktarı 8 trilyon oldu; gün geçtikçe artıyor. Rize Belediyesinin İller Bankasından aldığı pay, hiç kesinti olmasa, ayda sadece 300 milyar; kesintiden sonra eline geçen ise, 50 milyardır.

 (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Kabil, toparlar mısınız lütfen efendim...

AHMET KABİL (Devamla) - Bir tarafta, 200 000 nüfuslu belediyelerimizin içmesuyu DSİ tarafından, hibe olarak yapılırken, ayrıca, büyükşehir belediyelerinin dışkredi borçlarını Hazine öderken, bu gelirle 225 000 insana su getiren Rize Belediyesi ve bu durumdaki belediyeler bu haksız ve adaletsiz borcu nasıl, nereden ödesin?! Rize içmesuyu projesi kapsamında olan dokuz belediyemiz de aynı zor durumdadır.

Başka bir örnek, kısa, vermek istiyorum: Rize Pazar Belediyesinin İller Bankasına olan faizli borcu 248 milyar, TEDAŞ'a su için kullanılan elektrik borcu 245 milyar, personel maaşı 98 milyar, piyasa borcu 24 milyar olmak üzere toplam 540 milyar; bu belediyenin İller Bankasından aldığı para ise, sadece, ayda 10 milyardır. 540 milyar borç, ayda 10 milyarla nasıl ödenir?!

Belediyelerimiz, çok yetersiz malî gelirlerle işçisinin maaşını bile ödeyemez durumdadır; maliyeye vergi mi ödesin, SSK primlerini mi, akaryakıt, yedek parça bedellerini mi ödesin?! Bugün, taksite bağladığı Enerji Bakanlığındaki borcunu nasıl ödesin?! En önemlisi, esas görevi, halka, 8 grupta 192 çeşit -ayrı- hizmeti, nasıl, kiminle ve hangi kaynakla götürsün?! O halde, İller Bankasının, belediyelerimizin altyapıları için daha mantıklı bir mevzuat geliştirmesi gerekmez mi?

Sayın milletvekilleri, bütün belediyelerimizin bu gibi problemleri vardır ve inanıyorum ki, birçok belediye başkanımız, çok zor durumda, çözüm bekliyor ve artık, bırakıp kaçma noktasına gelmişlerdir.

Mahallî idareler yasa tasarısı bu Yüce Mecliste görüşülmeden...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Efendim, toparlar mısınız.

AHMET KABİL (Devamla) - Hemen toparlıyorum Sayın Başkanım.

Bu hususları takdirlerinize sunmayı uygun gördüm.

İller Bankası mevzuatının bir an önce düzeltilmesini bekliyor, belediyelerimize hep beraber sahip çıkacağımıza inanıyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim.

Sayın Bakan cevap verecekler; buyurun.

İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (İçel) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Rize Milletvekili Sayın Ahmet Kabil'in, belediyelerimizin günden güne artan zorlukları konusunda yapmış olduğu gündemdışı konuşmaya cevap vermek üzere söz almış bulunuyorum. Gerçi, konuşmanın bir bölümü, tamamen bir kurumu şikâyetle geçti; ama, belediyelerin zorlukları olduğu için, İçişleri Bakanlığı olarak, Mahalli İdareler Genel Müdürlüğüyle, belediyelerle ilgili bir Bakan olarak, bu zorlukların tümüne cevap vermek istiyorum. Sözlerime başlamadan önce hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, kamu yönetiminin önemli ve vazgeçilmez unsurunu meydana getiren yerel yönetimler, yerel hizmetlerde verimliliği ve etkinliği sağlamada vazgeçilmez kurumlardır. Daha da önemlisi, yerel yönetimlerin, demokratikleşme ve katılımın yaşama geçirildiği alanlar olmasıdır.

Günümüzde, bütün gelişmiş ve demokratik toplumlar, kamu hizmetlerinin, mümkün olduğu ölçüde vatandaşa en yakın birim tarafından yürütülmesine özen göstermektedirler. Ancak, yerel yönetimler, ülkemizde, maalesef, istenilen etkinlik ve verimlilikte değildir. Önce bir mevcudu tespit etmek istiyorum.

Bugün, toplam nüfusumuzun yaklaşık yüzde 80'i belediye sınırları içerisinde yaşamaktadır. Oysa, kamu harcamalarının yüzde 15'ler civarındaki payı mahallî idareler tarafından yapılmaktadır. Avrupa ülkelerinde de, bu oran, yüzde 50'ler düzeyindedir. Evvela, bunu düzeltmemiz lazım. Yani, Yüce Meclis sizsiniz. Buraya tasarılar gelecek; bunu düzeltecek yer burası. Yani, şikâyet.. Genel durumu tespit etmek istiyorum. Bu durum, halkın öncelikli ihtiyaç ve tercihlerinin daha isabetli olarak belirlenmesini ve hizmet organizasyonlarının bu anlamda oluşturulmasını da engellemektedir.

Belediyelerimizin gelirlerinin büyük kısmını merkezden aktarılan kaynaklar oluşturmaktadır. Bu, yine, diğer bir sorunu gündeme getirmektedir. Yeni mahallî idareler yasa tasarısında da buna önem verilmek zorundadır. Geliri olmadan belediye kurulursa, sadece, mahallî isteklerle, sadece politik düşüncelerle belediye yaparsak geliri olmayan yerleri, sonunda bu sıkıntıları hep beraber çekeceğiz. Onun için, mahallî idareler yasa tasarısında -ben, arkadaşlarım vasıtasıyla, Yüce Meclisin değerli üyelerine, alt komisyon üyelerine de haber gönderiyorum ki- sadece nüfus kıstasını baz almayalım; işyeri sayısını alalım, konut sayısını alalım... Mesela, nüfusun beşte 1'i kadar konut olmalı, nüfusun en az yüzde 1'i kadar işyeri olmalı... Eğer, geliri olmayan belediyeler yaratırsak, merkezden kaynak aratmaya devam ederiz ve sıkıntıyı bütün belediyeler çeker. Haa, belediye olmayan yerlere kaynak aktarmayacak mıyız; aktaralım; ama, önce, Avrupa düzeyine gelelim, kamu payını, kamu harcamalarını yüzde 50'lere çekelim; geriye kalan kısımlara da "köy tüzelkişiliği" adı altında yeni bir statü getirelim; onları da yapalım.

Merkezî ve mahallî idareler arasında kaynak dengesi kurulamıyor. Anayasamızın 127 nci maddesinin amir hükmüne rağmen, belediyelere kanunla verilen görevleri yerine getirmeye yetecek düzeyde bir malî özerklik tam anlamıyla da gerçekleştirilememiştir. 1980'li yıllarda yapılan reform mahiyetindeki değişiklikler ve düzenlemeler, özellikle belediyecilik hizmetlerinin ufkunu açmış, atılım ve değişim gücünü artırmıştır. Bu dönemde başlayan yeniden yapılanma çalışmaları, belediyelerimizde de büyük altyapı yatırımları, verilen hizmetin kalitesinin artırılması gibi faaliyetleri artırarak, vatandaşlarımızın refah düzeyini gözardı edilemeyecek düzeyde de artırmıştır. Ancak, bu reformun ortaya çıkan yeni ihtiyaçlar ve çağın gerekleri doğrultusunda geliştirilememesi, sistemin, yeniden ülke gerçeklerinin gerisinde kalmasına sebep olmuştur. Mahallî idarelerimizin güçlendirilmesi, 57 nci hükümetimizin de öncelikleri arasında yer almaktadır. Gerek hükümet programında ve gerekse Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planında bu konu özellikle vurgulanmaktadır.

Bu anlayışla, ancak, mevcut şartlar dahilinde yapılabileceklerin en iyisini yapmak gayreti içinde olunarak hazırladığımız Mahallî İdareler Kanun Tasarısı, 31 Temmuz 2001 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisine intikal ettirilmiş olup, halen, İçişleri Alt Komisyonunda görüşülmektedir. Muhakkak ki, bizim, yapılabileceklerin mevcut şartlar içinde en iyisini yapma gayretiyle getirdiğimiz bu tasarı, burada, alt komisyondaki arkadaşlarımızın katkısıyla, daha sonra, İçişleri Komisyonunda ve Plan ve Bütçe Komisyonundaki katkılarla ve nihayet, burada sizin katkılarınızla en iyi şekilde çıkacaktır. Ben, hükümeti temsilen, hükümetim adına şunu söylemek istiyorum ki, bu konuda hükümetim de mahallî idarelere yetki devrinden, kaynak aktarımından yanadır. Burada yapacağınız bu tür değişikliklere de hükümetimin olumlu bakacağını belirtmek istiyorum.

Bu hazırlamış olduğumuz söz konusu kanun tasarısıyla, merkezî idarenin küçültülmesine imkân verecek düzenlemeler getirilmekte, bu amaçla, merkezî idare ile mahallî idareler arasında görev bölüşümü yapılarak, temel hizmetler ve bu hizmetlere ilişkin standartları belirleme merkezî idarenin yetkisine bırakılmakta ve merkezî idare ile mahallî idareler arasındaki ilişkilerin düzenlenmesi ve koordinasyonu amacıyla da bir kurul oluşturulmaktadır.

Mahallî idarelerin gelirleri önemli ölçüde artırılmaktadır. Bu kapsamda, genel bütçe vergi gelirlerinden belediyelere nüfus esasına göre dağıtılan yüzde 6'lık pay yüzde 8'e çıkarılmakta; büyük şehirlere benzer şekilde illerde toplanan genel bütçe vergi hâsılatının yüzde 5'inin, o ildeki belediyelerin nüfuslarına göre dağıtılması imkânı getirilmekte; kalkınmada öncelikli yöre belediyelerine genel bütçeden binde 5 oranında pay verilmektedir.

Şimdi, diyebilirsiniz ki " bu yüzde 6'lık pay yüzde 8'e çıkarılacak; belediyeler âbat mı olacak?" Memleketin ekonomik şartları, bütçenin genel durumu içerisinde, Yüce Meclisin burada kanuna koyacağı rakam bizim kabulümüz; ama, buradan vatandaşlarımızın da bilmesini istiyorum ki, belediyelerin sadece gelirleri yüzde 6'dan yüzde 8'e çıkarılarak belediyelere kaynak yaratılmaya çalışılmamaktadır; bizim getirdiğimiz tasarıda -gene şimdi sayacağım- başka gelirlere de yönelinmektedir ve başka gelirler de belediyeye aktarılmaya çalışılmaktadır. Motorlu taşıtlar vergisi yüzde 25 oranında artırılarak, bu pay belediyelere aktarılmaktadır. Haberleşme vergisinin kapsamı genişletilerek, oranı yüzde 1'den yüzde 2'ye çıkarılmakta ve doğalgaz tüketimi vergi kapsamına alınmaktadır.

Ayrıca, mahallî idare hizmetlerine "katılma payı" adı altında yeni gelirler ihdas edilmektedir. Bunlar, şu anda hemen zam yapılıp, hükümete vergi olarak gelmeyecektir; bunlar, getirilen Mahallî İdareler Yasa Tasarısında gündemde olan işlerdir ve bunların tamamı, mahallinde, belediyelere, vatandaşa hizmet olarak dönecek zamlardır, o zaman gelirse. Bu, kesinlikle, genel ekonomiyi etkileyecek veya taşradan merkeze kaynak çekme operasyonu değildir; aksine, orada vatandaşa hizmet olarak dönecek gelir artırıcı vergilerdir. 1992 yılından bu yana artırılmayan ve bu nedenle de sembolik hale gelen çeşitli belediye harçlarının tarifeleri 100 katı artırılmakta ve enflasyona karşı korunması için, her yıl, yeniden değerleme katsayısına bağlanmaktadır. Bu da şudur: Bir yeni yük getirilmemektedir. Şimdi çok gülünç olan, 10 lira, 15 lira gibi tedavülde olmayan paraların olduğu harçlar vardır. Bunların birçoğu, belediyelere bu harçlar yatırılırken,  kâğıt parasından bile az olmaktadır. Bunları da günün şartlarına ayarlayarak, hiç değilse, burada kesilen cezaların ve gelecek harçların, bir gelir olarak aktarılması düşünülmüştür.

Ayrıca, genel bütçe vergi gelirlerinden il özel idarelerine, nüfus esasına göre dağıtılan yüzde 1,12'lik pay da, yüzde 3,23'e çıkarılmakta; kalkınmada öncelikli yörelerde bulunan il özel idarelerine, genel bütçe vergi gelirlerinden de binde 3'lük pay ayrılmaktadır.

Mahallî idareler alanında açıklık ve demokratik katılımı güçlendirecek hükümler getirilmekte ve vatandaşların bilgi alma imkânları artırılmakta, Meclis toplantılarında sorunların dile getirilme imkânları kolaylaştırılmaktadır.

Mahallî idarelerin personel rejiminde belirli standartlar getirilerek, gereksiz vesayet uygulamaları da kaldırılmaktadır. Burada, bu sınırlamalarla, hem belediyenin fazla istihdama yönelmesi önlenecek hem de belediye, mahallinde alacağı 5 işçi için veya 2 memur için, vesayet makamı gibi, İçişleri Bakanlığına, Başbakanlığa gidip, buradan izin almayacaktır, mahallinde halledecektir.

Tasarıyla, kamu hizmetlerinde etkinlik ve verimliliğin artması, halkımızın hizmetlere daha kolay ulaşması ve sorunların mahallinde çözülerek, yönetimde açıklık ve katılımın sağlanması da hedeflenmektedir.

Tasarının -biraz önce de söylediğim gibi- gerek komisyonlarda görüşülürken gerekse Genel Kurul gündemine geldiğinde, siz değerli milletvekillerimizin katkılarıyla daha da geliştirileceğine inanmaktayım.

Bu düşüncelerle Yüce Heyetinize en içten saygılarımı sunarım. Sağ olun. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Gündemdışı konuşmalar tamamlanmıştır.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Bir dakika Sayın Bedük.

Efendim, bu arada, 5-10 Kasım tarihleri arasındaki Erozyonla Mücadele Haftası münasebetiyle, Adana Milletvekilimiz Sayın İsmet Vursavuş da, İçtüzüğün 60 ıncı maddesine göre yerinden söz istemişti; ancak, işi uzattığımızdan dolayı, Sayın Milletvekilinden özür diliyorum, şu anda söz veremiyorum; ama, hakkı baki kalacaktır.

Sayın Bedük bana cevap verecekler galiba.

Buyurun.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biraz evvel Sayın Başkanvekilimiz, adımdan bahsetmek suretiyle bir yanlış çağrışıma neden olmuştur. Onun için, konuyu tashih etmek istiyorum.

Birincisi, uzun yıllar Emniyet Genel Müdürlüğü görevini şerefle yaptım; görevlerimi, anayasa ve yasalar çerçevesinde gerçekleştirdim.

İkinci husus, devlette her kamu görevlisinin belli bazı yetkileri vardır ve bu yetkiler de Anayasa ve yasalarla belirlenmiştir. Antalya'da Cumhuriyet Meydanında miting yapmak isteyen o zamanki Doğru Yol Partisi -ki, şu anda yine içerisinde bulunduğumdan şeref duyduğum partimiz- bir miting düzenlemek istemiştir. O mitingle ilgili olarak tarafıma intikal ettirilen bu talep, o zamanki vali Bahattin Güney'e tarafımdan ifade edilmiş ve "Cumhuriyet Meydanını niye vermediniz" diye bir sual tevcih etmiştim. Hepimizin bildiği gibi, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununa göre, bir ilde, nerede, hangi şartlarda ve hangi zamanlarda toplantı ve gösteri yürüyüşü yapılabileceği, ocak ayının ilk 15 günü içerisinde ilgili valinin başkanlığındaki il emniyet komisyonu tarafından tespit edilir. Bana da, o zamanki Sayın Vali "Cumhuriyet Meydanı, Valilik tarafından daha evvelden tespit edilmiş olan toplantı ve gösteri yürüyüşlerine imkân sağlayan miting alanı değildir. Dolayısıyla, onlar At Pazarı'nda yapacaklardır" diye bir cevap vermiştir. Yetki, doğrudan doğruya, o zamanki valinindir. Vali, bu toplantı yerini daha önce belirlemiştir. Emniyet Genel Müdürünün ildeki bir toplantı ve gösteri yürüyüşüne müdahale etmesi söz konusu değildir, yetkisi değildir, yetkili de değildir. Sadece, oradaki polis teşkilatımızın Emniyet Genel Müdürlüğüne bağlı olarak çalışması demek, valinin görev ve yetkilerine müdahale etme imkânını vermez. Nitekim, o zamanki vali "bu benim yetkimdedir" diye bir cevap vermiştir.

Dolayısıyla, o gün vuku bulan ve gerçekten, nahoş olarak değerlendirdiğim öyle bir olayla benim aramda bağlantı kurulmasını yadırgadığımı belirtiyor, arşivlere geçmesi için de ifade ediyor ve bilhassa, altını çizerek belirtmek istiyorum;  vatandaşın her türlü hak ve hürriyetlerinin teminat altına alınması, ancak Emniyet teşkilatının güçlenmesiyle mümkündür. Türk polis teşkilatının maddî bakımdan güçlendirilmesi hususunda, İçişleri Bakanlığı tarafından getirilecek her türlü düzenlemeye açığız, destek vermeye varız ve dolayısıyla, hizmet standardının yükseltilmesine de imkân vereceği inancıyla, söz verdiğiniz için teşekkür ediyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

Başkanlığın Genel Kurula diğer sunuşları vardır.

Bir genel görüşme önergesi vardır; okutuyorum:

B) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1. - İstanbul Milletvekili Mehmet Ali İrtemçelik ve 125 arkadaşının, Kıbrıs konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/23)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Dışişleri Bakanı Sayın İsmail Cem'in 02.11.2001 günü Dışişleri Bakanlığı bütçesinin görüşüldüğü Plan ve Bütçe Komisyonunda işaret ettiği üzere, ulusal davamız Kıbrıs konusunda, özellikle Avrupa Birliği ile ilişkilerimiz bağlamında çok yönlü sonuçlar doğurabilecek stratejik kararların alınmasını gerektirebilecek kritik bir aşamaya girilmiştir.

Bu noktada, hem konunun halihazır durumu hakkında hükümetimizden ayrıntılı bilgi alınmasına hem bu ulusal davamızın en yetkili düzlemde ve en geniş ölçekte, dış ilişkilerimizin bütünlüğü içinde ve etraflıca değerlendirilmesine hem de barışçı dış politikamızın esaslarına uygun olarak evvelce alınmış kararlar ışığında bundan böyle izlenmesi uygun olacak yol ve yöntemler konusunda hükümetimize ulusal bir direktif ve bu çizgide topyekûn destek verilmesine ortam sağlayacağı inancıyla, Yüce Meclisin, Kıbrıs konusunda ivedilikle bir genel görüşme gerçekleştirmesini ve yapılacak değerlendirmelerin daha kapsamlı, müzakerelerin de daha özlü ve verimli olmasına katkıda bulunabileceği cihetle, bu görüşmenin "kapalı oturum" olarak düzenlenmesini müsaadelerine saygıyla arz ederiz.

1. - Mehmet Ali İrtemçelik        (İstanbul)

2. - Ş. Ramis Savaş                    (Sakarya)

3. - Mustafa Cihan Paçacı          (Ankara)

4. - Ertuğrul Kumcuoğlu           (Aydın)

5. - Kâmran İnan                        (Van)

6. - Zeki Ertugay                       (Erzurum)

7. - Cemil Çiçek                        (Ankara)

8. - Ertuğrul Yalçınbayır            (Bursa)

9. - Rasim Zaimoğlu                  (Giresun)

10. - Rıza Akçalı                        (Manisa)

11. - Mehmet Sadri Yıldırım     (Eskişehir)

12. - Nurettin Atik                     (Diyarbakır)

13. - Suha Tanık                         (İzmir)

14. - Musa Konyar                     (Ağrı)

15. - Veysi Şahin                       (Mardin)

16. - Mustafa Geçer                   (Hatay)

17. - İlhan Aküzüm                    (Kars)

18. - Cemal Enginyurt               (Ordu)

19. - Hüseyin Karagöz               (Çankırı)

20. - Ömer Barutçu                    (Zonguldak)

21. - Ali Güngör                        (İçel)

22. - Erdoğan Sezgin                 (Samsun)

23. - Işılay Saygın                     (İzmir)

24. - Teoman Özalp                   (Bursa)

25. - Sefer Koçak                       (Ordu)

26. - Takiddin Yarayan              (Siirt)

27. - Ramazan Gül                     (Isparta)

28. - Mehmet Tahir Köse          (İstanbul)

29. - Ali Doğan                          (Kahramanmaraş)

30. - Işın Çelebi                         (İzmir)

31. - Mehmet Mail Büyükerman                         (Eskişehir)

32. - Mustafa Düz                      (İstanbul)

33. - Ediz Hun                           (İstanbul)

34. - Ersin Taranoğlu                 (Sakarya)

35. - Veysel Candan                  (Konya)

36. - Ahmet Karavar                  (Şanlıurfa)

37. - Mehmet Bekâroğlu            (Rize)

38. - Sacit Günbey                     (Diyarbakır)

39. - Yaşar Canbay                    (Malatya)

40. - Mehmet Sağlam                (Kahramanmaraş)

41. - Nurhan Tekinel                  (Kastamonu)

42. - Ali Oğuz                            (İstanbul)

43. - Rıza Ulucak                       (Ankara)

44. - Bekir Aksoy                      (Çorum)

45. - Mehmet Özcan                  (İzmir)

46. - Lütfü Esengün                   (Erzurum)

47. - Faris Özdemir                    (Batman)

48. - Mehmet Vecdi Gönül        (Kocaeli)

49. - Maliki Ejder Arvas            (Van)

50. - Mehmet Ali Şahin             (İstanbul)

51. - İbrahim Gürdal                  (Antalya)

52. - Rıdvan Budak                   (İstanbul)

53. - Musa Öztürk                     (Adana)

54. - Yaşar Eryılmaz                  (Ağrı)

55. - Yücel Seçkiner                  (Ankara)

56. - Metin Kocabaş                  (Kahramanmaraş)

57. - Saffet Arıkan Bedük         (Ankara)

58. - Nihan İlgün                        (Tekirdağ)

59. - Hayri Kozakçıoğlu            (İstanbul)

60. - Şükrü Ünal                        (Osmaniye)

61. - Hüseyin Çelik                    (Van)

62. - Veysel Atasoy                   (Zonguldak)

63. - Rifat Serdaroğlu                (İzmir)

64. - Emin Karaa                       (Kütahya)

65. - Şeref Malkoç                     (Trabzon)

66. - Hüsamettin Korkutata       (Bingöl)

67. - Mehmet Elkatmış              (Nevşehir)

68. - Mehmet Ergün Dağcıoğlu (Tokat)

69. - Süleyman Metin Kalkan   (Hatay)

70. - Mehmet Zeki Çelik           (Ankara)

71. - Oya Akgönenç Muğisuddin                          (Ankara)

72. - Ahmet İyimaya                  (Amasya)

73. - Aslan Polat                        (Erzurum)

74. - Fahrettin Kukaracı             (Erzurum)

75. - Necmettin Cevheri            (Şanlıurfa)

76. - Mehmet Halit Dağlı          (Adana)

77. - Ekrem Pakdemirli              (Manisa)

78. - Mehmet Kaya                    (Kahramanmaraş)

79. - Ahmet Zamantılı               (Tekirdağ)

80. - Şamil Ayrım                      (İstanbul)

81. - Evren Bulut                       (Edirne)

82. - Ali Arabacı                        (Bursa)

83. - Lütfi Yalman                     (Konya)

84. - Mehmet Ali Bilici              (Adana)

85. - Erkan Kemaloğlu              (Muş)

86. - Mehmet Ali Yavuz            (Konya)

87. - İlhan Aytekin                    (Balıkesir)

88. - Kadir Bozkurt                    (Sinop)

89. - Ayfer Yılmaz                     (İçel)

90. - Ahmet Demircan               (Samsun)

91. - Meral Akşener                  (Kocaeli)

92. - M. Cengiz Güleç               (Sıvas)

93. - Metin Ergun                      (Muğla)

94. - Hüseyin Kalkan                 (Balıkesir)

95. - Lutfullah Kayalar              (Yozgat)

96. - Ataullah Hamidi                (Batman)

97. - Sadi Somuncuoğlu            (Aksaray)

98. - Doğan Güreş                     (Kilis)

99. - Murat Başesgioğlu            (Kastamonu)

100. - Sadettin Tantan               (İstanbul)

101. - İbrahim Yazıcı                (Muğla)

102. - Temel Karamollaoğlu     (Sıvas)

103. - Necmi Hoşver                 (Bolu)

104. - Edip Özbaş                      (Kahramanmaraş)

105. - Süleyman Çelebi             (Mardin)

106. - Ayvaz Gökdemir             (Erzurum)

107. - Bayram Fırat Dayanıklı (Tekirdağ)

108. - Oğuz Aygün                    (Ankara)

109. - Sevgi Esen                       (Kayseri)

110. - Mehmet Batuk                 (Kocaeli)

111. - Mehmet Baysarı              (Antalya)

112. - Suat Pamukçu                 (Bayburt)

113. - Yasin Hatiboğlu              (Çorum)

114. - Yahya Çevik                    (Bitlis)

115. - Doğan Baran                   (Niğde)

116. - Hakkı Töre                      (Hakkari)

117. - Birkan Erdal                    (Ankara)

118. - Mustafa Kamalak            (Kahramanmaraş)

119. - Bahri Zengin                   (İstanbul)

120. - Kemal Albayrak              (Kırıkkale)

121. - Osman Pepe                    (Kocaeli)

122. - Osman Yumakoğulları    (İstanbul)

123. - Eyüp Fatsa                       (Ordu)

124. - Oğuzhan Asiltürk            (Malatya)

125. - Kemal Çelik                    (Antalya)

126. - Nezir Aydın                     (Sakarya)

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur efendim.

Önerge gündemde yerini alacak ve genel görüşme açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Bir gensoru önergesi vardır.

Önerge, daha önce, bastırılıp, sayın üyelere dağıtılmıştır.

Şimdi, önergeyi okutuyorum:

2. - Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri Van Milletvekili Hüseyin Çelik, İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin ve Kayseri Milletvekili Salih Kapusuz'un, başarılı eğitim politikaları uygulayamadığı, bakanlığında idareci ve öğretmen kıyımı yaptığı ve yükseköğretimi yapılandırıp yönlendiremediği iddialarıyla Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/21)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Türkiye, genç ve dinamik bir nüfusa sahiptir. İlk, orta ve yükseköğretim ile yaygın eğitim gören nüfusumuz 17 milyonun üzerindedir. Eğitim alanında çalışanlar ile öğrenci velileri de hesaba katıldığında, ülke nüfusunun yüzde 80'i doğrudan veya dolaylı olarak eğitimle ilgilidir.

Ülkelerin geleceği, o ülkelerin, iyi eğitilmiş, çağın gerektirdiği bilgi ve beceriyle donatılmış nesilleridir; ancak, ne yazık ki, ülkemizde, eğitim alanı, âdeta iflas etmiş durumdadır. Millî Eğitim Bakanı Sayın Metin Bostancıoğlu, eğitimin kalitesini artırmak, eğitimde gelişmiş ülkeleri yakalamak için çaba sarf edeceği yerde, idareci ve öğretmen kıyımıyla meşgul olmaktadır. Türk millî eğitimi, sadece nitelik açısından değil, nicelik açısından da çok kötü durumdadır. Ortaöğretim kurumlarında başarı düzeyi, her geçen gün düşmektedir. Yükseköğretim, büyük çapta, diplomalı ama donanımsız işsizler ordusu üretmeye devam etmektedir.

Ekte sunulan gerekçeler ve görüşmeler esnasında ortaya konacak kanıtlardan dolayı, Millî Eğitim Bakanı Sayın Metin Bostancıoğlu hakkında, Anayasanın 99 uncu ve TBMM İçtüzüğünün 106 ncı maddesi uyarınca gensoru açılması hususunda gereğini arz ve talep ederiz.

    Hüseyin Çelik            Mehmet Ali Şahin             Salih Kapusuz

  Van Milletvekili         İstanbul Milletvekili       Kayseri Milletvekili

Ak Parti Grup Başkanvekili Ak Parti Grup Başkanvekili Ak Parti Grup Başkanvekili

Gerekçe :

4306 sayılı 8 Yıllık Kesintisiz  Zorunlu İlköğretim Yasasının kabulü ile Türk Millî Eğitimi için bir hedef belirlenmişti. Ocak 1999 tarihinde göreve gelen Sayın Bostancıoğlu, milletçe gösterilen fedakârlıklara rağmen, bu hedefe ulaşmakta son derecede başarısız bir profil çizmiştir.

Türk Millî Eğitimini, Avrupa Birliği ülkelerindeki eğitimle denk hale getirecek yasal ve yapısal reformlar yerine, ne yazık ki, Sayın Bakan, yeni yönetmelik ve düzenlemelerle birçok öğretmen ve idarecinin mağdur olmasına sebep olmuştur.

Taşımalı eğitim, taşıma su ile değirmen döndürmeye dönmüş, norm kadro uygulamasına getirilen istisnalar, haksız durumlar ortaya çıkarmıştır.

Talim Terbiye Kurulu, Sayın Bakanın keyfî tasarruflarının en çok görüldüğü alanlardan biri haline getirilmiştir.

Meslek okulları, çağın gereklerine göre yeniden yapılandırılarak teşvik edilmesi gerekirken, özellikle ÖSS sınavlarında meslek lisesi çıkışlılar haksız yere mağdur edilmişlerdir.

Her kayıt döneminde sıkıntılara yol açan zorunlu bağış sorununa bir çözüm getirilmemiştir. Okullarımızın büyük bir çoğunluğunda yardımcı personel mevcut değildir. Okullarımıza yakıt giderleri dışında çoğunlukla kaynak aktarılamamaktadır.

Sayın Bakan, bazı istatistikî bilgilere dayanarak kendi döneminde ne denli gelişme kaydettiğini çıkıp anlatmaktadır. Eğitimde başarının ölçütü verilen eğitimin meyvesinin nasıl olduğudur. Son ÖSS sınavında 9 bin küsur aday sıfır ve sıfırın altında puan almış, yüzlerce okul birincisi 105 puana ulaşamamıştır.

1999 yılından itibaren bütçede eğitime ayrılan pay sürekli düşmüştür. Buna rağmen, Sayın Bakan özel öğretim kurumlarının gelişmesi için bir gayret sarf etmemiştir. Derslik açığı had safhada, birçok yerde sınıf mevcutları 60-70 kişi iken, özel öğretim kurumları yüzde 30-40 kapasite ile çalışmaktadır.

Ülkemizin çok ciddî bir işsizlik ve yatırım sıkıntısı ile karşı karşıya bulunduğu bir dönemde, özel öğretim kurumlarının özellikle vergi muafiyeti, sübvansiyon ve hizmet satın alınması yoluyla desteklenmesi ciddî anlamda istihdam sağlayacaktır.

Türk yükseköğretimi çok ciddî sıkıntılarla karşı karşıyadır. Ülkemizde üniversite sayısı 78'e ulaşmışken, nitelik açısından bu üniversitelerimizin bir çoğu dünya standartlarının çok ama çok altındadır. Sayın Bakan YÖK çalışmalarına katılıp Başkanlık yapma hakkına sahipken, yükseköğretimle ilgisi, üniversite bütçelerinin müzakereleri ve yükseköğretimle ilgili kanun teklif ve tasarılarının görüşülmesi esnasında göstermelik olarak hükümeti temsilen komisyonlarda ve Genel Kurulda oturmaktan ibaret görünmektedir. Biz elbette üniversitelerimizin akademik özerkliğine saygılıyız ve Sayın Bakanın bu konudaki müdahalesine taraftar değiliz. Ancak, bir ülkedeki eğitim ve öğretimin her düzeyde planlanması, kaynak ve kalifiye eleman temini, ülke ihtiyacına göre yükseköğretimin yapılandırılıp yönlendirilmesi, elbette, icranın işidir.

Vakıf üniversiteleri, taban puanları oldukça aşağılara çektikleri halde yüzde 30 oranında kontenjanlarını dolduramamışlardır.

Yükseköğretimde standartların temini, diplomalardaki denklik meselesi tam bir karmaşa içerisindedir. Öğretmen yetiştirme işi bir türlü çözülememiştir.

Bu ve benzeri sebeplerden dolayı üç yıldan beri kesintisiz olarak Millî Eğitim Bakanlığı makamında oturan Sayın Metin Bostancıoğlu hakkında gensoru açılması gerekmektedir.

BAŞKAN - Efendim, bilgilerinize sunulmuştur.

Önergenin görüşme gününü belirleyen Danışma Kurulu önerisi az sonra oylarınıza sunulacaktır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır; okutup, oylayacağım:

C) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. - TBMM Başkanı Ömer İzgi'nin, İsveç Parlamento Başkanı Birgitta Dahl'dan vaki davete icabetine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/917)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Ömer İzgi'nin, İsveç Parlamento Başkanı Birgitta Dahl'ın vaki davetine icabetle, 16-18 Kasım 2001 tarihleri arasında İsveç'te düzenlenecek AB Parlamento Başkanları Konferansına katılması öngörülmektedir.

Anılan davete icabet edilmesi hususu, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dışilişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi uyarınca Genel Kurulun tasviplerine sunulur.

                                                               Mustafa Murat Sökmenoğlu

                                                 Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Vekili

BAŞKAN - Tezkereyi kabul edenler... Kabul etmeyenler... Tezkere kabul edilmiştir.

Danışma Kurulunun bir önerisi var; önce okutup, sonra oylarınıza sunacağım:

IV. - ÖNERİLER

A) DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ

1. - 8.11.2001 tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan ve aynı tarihte dağıtılan Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu hakkındaki (11/21) esas numaralı gensoru önergesinin gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmında yer almasının ve Anayasanın 99 uncu maddesi gereğince gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelerin 14.11.2001 Çarşamba günkü birleşimde yapılmasına; 13.11.2001 tarihli birleşimde sözlü sorular ile diğer denetim konularının, 14.11.2001 Çarşamba günkü birleşimde de sözlü soruların görüşülmemesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi

Danışma Kurulu Önerisi

No. : 89                                                           Tarihi : 8.11.201

8.11.2001 tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan ve aynı tarihte dağıtılan Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu hakkındaki (11/21) esas numaralı gensoru önergesinin gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmında yer almasının ve Anayasanın 99 uncu maddesi gereğince gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelerin 14.11.2001 Çarşamba günkü birleşimde yapılmasının; 13.11.2001 tarihli birleşimde de sözlü sorular ile diğer denetim konularının, 14.11.2001 Çarşamba günkü birleşimde de sözlü soruların görüşülmemesinin Genel Kurulun onayına sunulması Danışma Kurulunca uygun görülmüştür.

                                                               Mustafa Murat Sökmenoğlu

                                                 Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Vekili

     Mehmet Emrehan Halıcı                                İsmail Köse

     DSP Grubu Başkanvekili                    MHP Grubu Başkanvekili

             Ali Rıza Gönül                              İbrahim Yaşar Dedelek

    DYP Grubu Başkanvekili                  ANAP Grubu Başkanvekili

             Hüseyin Çelik                                    Yasin Hatiboğlu

AK Parti Grubu Başkanvekili         Saadet Partisi Grubu Başkanvekili

BAŞKAN - Efendim, söz isteyen var mı? Yok.

Danışma Kurulu önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Gündemin "Seçim" kısmına geçiyoruz.

V. - SEÇİMLER

A) BAŞKANLIK DİVANINDA AÇIK BULUNAN ÜYELİKLERE SEÇİM

1. - Başkanlık Divanında açık bulunan İdare Amirliği ile Kâtip Üyeliğe seçim

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanında Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna düşen İdare Amirliğine, Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış; Kâtip Üyeliğe, Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak aday gösterilmişlerdir.

Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Hayırlı, uğurlu olsun efendim.

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.

Önce, yarım kalan işlerden başlayacağız.

VI. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1. - İzmir Milletvekili Rıfat Serdaroğlu'nun; İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın; Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın; Ankara Milletvekili Yıldırım Akbulut'un; Şırnak Milletvekili Mehmet Salih Yıldırım'ın; Gaziantep Milletvekili Ali Ilıksoy, Konya Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara Milletvekili Nejat Arseven'in; İstanbul Milletvekili Ziya Aktaş ve 42 Arkadaşının; Zonguldak Milletvekili Hasan Gemici'nin ve İzmir Milletvekili Işılay Saygın'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S. Sayısı : 527)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Değişikliği Teklifiyle ilgili rapor Başkanlığa verilmediği için, teklifin görüşmelerini erteliyoruz.

Türk Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenîsinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner'in; Ankara Milletvekili Esvet Özdoğu ve dört arkadaşının; Aynı Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve Adalet Komisyonu Raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

2. - Türk Medeni Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenisinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner'in; Ankara Milletvekili Esvet Özdoğu ve Dört Arkadaşının; Aynı Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve Adalet Komisyonu Raporu (1/611, 1/425, 2/361, 2/680) (S. Sayısı : 723) (1)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.

Sayın milletvekilleri, yedinci bölüm üzerindeki görüşmelere başlıyoruz.

Yedinci bölüm, 575 ilâ 682 nci maddeleri kapsamaktadır. Bu bölümde konuşma süreleri, gruplar,  Komisyon ve Hükümet için 20'şer dakikadır.

Yedinci bölüm üzerinde, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, Adıyaman Milletvekili Sayın Mir Dengir Fırat; buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA DENGİR MİR MEHMET FIRAT (Adıyaman) - Sayın Başkanım, değerli arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Medenî Kanun Tasarısının yedinci bölümü üzerinde Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum.

Sayın Bakanım, buraya çıkıp, her bölüm sonunda belli bir konuda şikâyet ediyor; doğru; haklıdırlar. Buradaki konuşmacılar, daha evvel görüşülmüş olan bölümlerle de ilgili konuşma yaptıklarından dolayı, Sayın Bakanımız, herhalde, bunlara cevap vermekten haklı olarak sıkılmışlardır; ancak, görüşmekte olduğumuz 1 300 maddeye yakın yasanın görüşülme usulü de genel teamüllere uygun bir durum olmayıp, olağanüstü, temel yasa olarak kabul edilmiş olduğundan ve bütün 1 300 maddenin 11 bölümde görüşülmesi kabul edildiğinden ve yasanın bir bütün olarak nazara alınması gerektiğinden, bazen konuşmacılar, arzu etmeseler de, yasanın tümü hakkındaki fikirlerini beyan ediyorlar. Buna, ben de dahil olacağım.

Bu yasa tasarısının Adalet Komisyonunda görüşülmesinde, diğer değerli arkadaşlarımla birlikte alt komisyonda çalışma şerefine nail oldum ve hakikaten, Türk hukuk sistemi içerisinde büyük bir kazanım olduğunu da beyan ediyorum; ancak, çeşitli mahfiller tarafından ve Sayın Bakanımız tarafından ifade edildiği gibi de bu yasanın bir devrim yasası niteliğinin de olmadığını beyan etmek isterim.

Medenî Yasa, ilk kabulünde, hakikaten bir devrim yasasıydı; çünkü, olan bir sistemin tamamen yıkılıp, yerine yepyeni bir sistemin oluşturulması ve kabul edilmesiydi. Bu, devrim anlayışına uygun bir nitelemeydi; ancak, Medenî Yasadaki şu andaki değişimi, bir devrim olarak nitelemek mümkün değil. Zaten devrim olmadığını da, tasarının gerekçesine, ilk yasadaki, Medenî Yasadaki gerekçenin aynen kabulü şeklinde getirilmiş olması da, yeni bir gerekçe yaratılamaması da, yasanın bir devrim niteliğinde olmadığının göstergesidir. Kaldı ki, devrimin özellikleri de, çok uzun süreli yaşayamamasıdır. Eğer devrimler evrim haline dönüşmedikleri takdirde, belli bir noktadan sonra, bu devrim vasfını kaybederek, yıkılmaya mahkûm olurlar. Nedir?.. Bir Sovyet devrimine baktığımız zaman, kendisini yenileyemediği için, evrimleşemediği için, belli bir noktada yok olma durumuna gelmiştir.

                                            

(1) 723 S. Sayılı Basmayazı 24.10.2001 tarihli 11 inci Birleşim Tutanağına eklidir.

Yasalar da aynı şekildedir. Yasaları güncelleştirebiliriz, dil yönünden güncelleştirebiliriz, sosyal yaşamdaki gelişmelere uygun hale getirebilmek için bazı değişikliklere uğratabiliriz. Bence, Medenî Yasa çalışmamız da, aslında, bu şekildeki bir çalışmadır. Zaten, özellikle üstünde durulan, yasanın güncel dile çevrilmesi konusu, hakikaten, bence, mühim bir olaydır. Bir hukukçu olarak, belki, o deyimleri, o terimleri anlama imkânına sahiptim; ancak, yasalar, hukukçular için değil, halk için yapılır. Dolayısıyla, halkın anlaması gerektiği, yani, güncel dile çevrilmesi gerektiği konusunda hemfikirim.

Ancak, nedense, toplum olarak, ifrat ile tefrit arasında bir orta yolu bulma konusunda güçlük çekeriz. Doğrudur; birçok deyimin ve terimin, bugün, yaşayan Türkçeye çevrilmesi gereklidir; buna canı gönülden katılıyorum; ancak, özellikle bazı hukuksal terimler vardır ki, bunun karşılığını bulabilmeniz, özdilinizle bulabilmeniz mümkün değildir; çünkü, hukukun da kendine has bir teknik olduğunun bilinci içerisinde olmamız lazım. Nasıl ki, teknik konularda, eğer bir "delta" bir "alfa" kelimesini Türkçeleştirmek mümkün değilse, hukukun da bazı terimlerini Türkçeleştirebilmek, maalesef mümkün değil.

Bunun yanında, yaşayan, halkın anlayacağı dilin yanında, bazı dil uzmanlarının Türkçeye kazandırma çabası içerisinde oldukları bazı kelimeleri de getirip yasaya monte etmenin de, eski Türkçe'deki sıkıntının başka bir türlüsünün devam etmesinden başka bir sonuç doğurmayacağı kanısındayım.

Bunun yanında, yasaların, toplumun, özellikle Medenî Yasa gibi insanın doğumundan evvel ve ölümünden sonra bütün hayat evresini, hatta hayat öncesi ve hayat sonrasını kapsayan böylesine geniş bir yasanın, Türk toplumunun sosyoekonomik yapısıyla uygunluğunu da nazara almak lazım. Eğer bunun dışında, Türk toplumunun geleneklerine, göreneklerine ve sosyoekonomik yapısına uygun düzenlemeler getirmediğiniz zaman, bunların hayata geçmediğini de göreceksiniz. Bundan evvel mevcut olan Medenî Yasanın birçok kısmının -ki, vardır içerisinde- birçok bölümünün, Medenî Yasanın meriyete girdiği tarihten bu tarihe kadar hiçbir şekilde tatbikatı yapılmamıştır Türkiye'de; çünkü, İsviçre'den alınmış; ancak, bazı yönleriyle Türk toplumuyla uyuşmadığı için bazı müesseseler hiçbir şekilde kullanılmamıştır.

Aynı şekilde, bu müesseseler belki şu anda tasfiye edilmekteyse de, bunun yanında da, birçok konu, yine, Türk toplumunun gerçekleriyle bağdaşmadığı için, yasalarımızda olduğu halde, bunların gerçek hayata intikali mümkün değildir. Mesela, bunlardan bir tanesini dikkatlerinize arz etmek isterim; evlenme yaşıyla ilgili. Evlenme yaşında kadın-erkek arasında yaş faklılıkları vardı; ancak, burada, aynı yaşa getiriliyor ve yaş, yükseltiliyor. Siz, Anadolu'da, bunu tatbik edebilmek durumunda değilsiniz; olmaz. Yasaya hangi yaşı koyarsanız koyunuz, Türkiye'nin, yani, çiftçi toplumu olarak, yüzde 46'sı halen çiftçilikle iştigal eden bir toplumda, siz, bu yaşı yasayla değiştirme imkânına sahip değilsiniz. Ne yapmış olursunuz; ancak, yasal olmayan evliliklerin daha da çoğalmasına sebep olmuş olursunuz. Fiilî evlilikler olacaktır; ancak, bunlar, Medenî Yasaya uygun evlilikler olmayacaktır. Dolayısıyla, yasalarla toplumun sosyoekonomik şartlarını değiştirebilme imkânına sahip değiliz; ancak, bazı konularda öncü olunabilir; zaman içerisinde buna uyum sağlanabilir; ancak, Türkiye'nin ekonomik şartlarını değiştirmediğiniz zaman, sosyal yapısını değiştirmediğiniz zaman, medenî yasaları ne şekilde değiştirirseniz değiştirin, dünyanın en modern ülkelerinden bu yasaları alın, bunların gerekli olan fonksiyonunun, toplumu düzenleme fonksiyonunun bir yönüyle eksik kaldığını görmüş olacaksınız.

Dikkat ediyorum, gerek komisyon çalışmaları sırasında gerekse Genel Kuruldaki çalışmalar sırasında, bu Medenî Kanunun toplumun hangi kesimlerini enterese ettiğini aslında tespit edebilmek çok mümkün. Neyle mümkün; komisyona iştirak eden derneklerin hangi kesimi temsil ettiğini görmekle mümkün veya şu dinleyici localarında hangi bölümün, kimler tarafından izlendiğini takip edebilirseniz, bu değişikliklerin toplumun hangi kesimi tarafından izlendiğini veya hangi kesimini etkileyeceğini anlayabilmek mümkün. Bakın, yedinci bölümde terekeyi görüşüyoruz; ancak, şu dinleyici localarına baktığımız zaman, bomboş olduğunu görüyoruz. Ancak, mal rejimini görüştüğümüz zaman, şu localarda, belli derneklerin; ama, bu derneklerin temsil ettiği toplumun sosyal yapısının belli bir kesitinin bu yasayı dikkatle takip ettiğini görüyorduk. Eğer, Medenî Kanun, toplumun, insanların tüm evrelerini kapsayabilen bir yasaysa, o insanları, o dernekleri, aslında, şu anda da burada görebilme imkânına sahip olmamız gerekirdi; ancak, bunları göremiyoruz.

Siz, mal rejimleri konusunda neyi getirirseniz getirin, eğer boşanma veya ölümle, eşler arasında, paylaşılacak bir şey, bir mal bulunmuyorsa, toplumun o kesimini bu ilgilendirmiyor. İstiyorsanız "paylaşmalı mal ayrılığı" deyin, isterseniz "edinilmiş mallara katılma rejimi" deyin, isterseniz "mal ayrılığı" deyin, Anadolu'nun köylüsünü ve şu şehrin, bu büyük, metropol şehirlerin kenar mahallelerinde yaşayan ve toplumun yüzde 80'ini teşkil eden insanları hiçbir şekilde ırgalamıyor. Toplumun belli bir kesimini, o malvarlığına sahip, yani, millî gelirin yüzde 80'ini paylaşan yüzde 20'lik kesimi belki ilgilendiriyor; doğrudur. Ancak, paylaşılacak bir şeyi olmayan ve sadece sevgi ve saygının paylaşıldığı ailelerde, onları ilgilendiren şey, onların, bu malın nasıl dağıtılacağı meselesi değildir, yanlış olan nokta budur.

Peki, bu kadar demokrat olan insanlar -ki, bunların birçoğu da eğitilmiş olan insanlarımızdır- niye, daha çok demokrasiyi, daha çok şahsî hürriyeti savunmuyorlar? Bir evlilik akdi yapılırken, ananızın adını yazdırabiliyorsunuz, babanızın adını yazdırabiliyorsunuz, kütüğünüzü yazdırabiliyorsunuz, bütün her şeyi sıralayabiliyorsunuz. Peki, o evlilik defterinin bir köşesinde, iki kişiye dönüp, evlenme bağıyla bağlanacak olan insanlara "hanımefendi, beyefendi, evliliğiniz sırasında hangi mal rejimini tercih ediyorsunuz" deme ihtiyacını niye hissetmiyoruz? Demokratik olan, insan hürriyetlerine, insan haklarına uygun olan bu değil midir?.. Bırakalım, o seçimi onlar yapsınlar; çünkü, toplumun büyük kesimi bununla ilgilenmiyor, bu mal rejimiyle ilgilenmiyor. Burada yemenili kadınları görmedim; ben burada, Anadolu'dan gelmiş olan kadın derneklerini de görmedim; onların böyle bir kaygısı yok. Onların kaygısı şu da değil: Bu, aile dediğimiz, toplumumuzun temel çekirdeğini oluşturan ve insanımızın kalitesini belirleyen o aile birliği içerisinde, kimin başkan, kimin reis olup olmayacağının kavgası da yoktur Türkiye'de. Doğrudur, bir yerlerde vardır; ama, onların evlilikleri, zaten istisnaî, Medenî Kanunda istisnaî olan boşanma müessesesiyle çok yakından ilişkisi olanlarda vardır.

Sayın Başkanım, Değerli Bakanım; bu tasarı, gerek Komisyonda görüşülürken gerekse Genel Kurulda görüşülürken, özellikle aile hukukuyla ilgili konuşmalarda dayanılan bir sözleşme var; Kadınlara Karşı Her Türlü Ayırımcılığın Önlenmesi Hakkında Uluslararası Sözleşme, ki, bu, bizim Parlamento tarafından da tasdik edilmiştir. Merak ettim, bu sözleşmeyi tetkik ettim; acaba, evlilik birliği içerisinde bir reisin olmasına karşı bir madde var mıdır diye okudum, yok; ama, bu, her zaman karşımıza çıkarıldı "işte, bu, uluslararası anlaşmaya aykırıdır..."

Ben, erkeğin, aile birliğinin reisi olması iddiasında değilim; bu, bir kadın da olabilir, ki vardır; yani, toplumumuzda şu anda, yasa böyle yazmasına rağmen, ailelerin birçoğunda reisliği, ailenin idaresini ve ailedeki birçok kararı kadın alır; fiilen reistir, fiilen kanunda yazmamasına rağmen reis odur.

İki kişinin olduğu her yerde, hele özellikle aile gibi özel yapıyı gerektiren, bazı mahremiyetleri gerektiren bir yapı içerisinde bir karar mekanizmasının olmasından daha doğal bir olay yoktur; çünkü, iki ayrı insanı, iki ayrı ocakta büyümüş olan insanı, hatta iki ayrı toplumdan olan insanı bir araya getiriyorsunuz ve bir ömür boyu beraber yaşatıyorsunuz ve bunlar da topluma çocuklar yetiştiriyor. Toplumu kendi haline bırakırsanız, zaten fiilen orada bir başkan çıkacaktır veya bugüne kadar olduğu gibi, bir anlaşma, bir konsensüs olacaktır; ama, bu müesseseyi yok ettiğinizi farz ettiğiniz zaman orada birçok sorunlar çıkacak.

Belki biraz şakavari olacak; ama, çocuğunuzun adını koyacaksınız; ben, erkek doğmuş olan çocuğuma, babamın adı olan Ali'yi koymak istiyorum -bu, tabiî haklarımdan birisi, yahut istek- ama, bizim hanım da, kendi babasının adı olan Hüseyin'i koymak istiyor...

PERİHAN YILMAZ (İstanbul) - Öbürüne koyarsınız.

DENGİR MİR MEHMET FIRAT (Devamla) - Belki ikinci çocuğumuz olmayacak veya kız olacak; öyle bir garantimiz de yok.

Peki, anlaşamadık, olur ya, anlaşamadık; yasaya başvuracağız. Yasada deniliyor ki "hâkime gideceksiniz" hâkime gittik, hâkim döndü dedi ki "anlaşın; bakın, karı kocasınız, birbirinize saygılı olun; mühim değil -sizin dediğiniz gibi- bu sefer haydi senin babanın adını koyalım; öbür sefer de senin babanın adını koyarız." Ama, ben direttim veya hanım diretti "hayır, olmaz, önce benimki olsun" dedik. Hâkim karar vermek zorunda; hâkimin görevi bu; davayı bitirecek...

PERİHAN YILMAZ (İstanbul) - Hâkim kura çeksin.

DENGİR MİR MEHMET FIRAT (Devamla) - Hayır; hâkim kura çekmez, hâkim karar verir "o zaman, siz anlaşmıyorsanız, benim babamın adı olan Abuzittin olsun, anlaşın" der. Yani, olayları biraz da reel ortam içerisinde düşünmemiz lazım.

Ben karşı değilim. Bakın, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayırımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi var; ama, erkeklere karşı her türlü ayırımcılığın önlenmesi hususunda halen bir sözleşme yok.

ABDULLAH VELİ SEYDA (Şırnak) - Yani, ezilen bizler miyiz?

DENGİR MİR MEHMET FIRAT (Devamla) - O bakımdan, ben, şahsen bir erkek olarak razıyım. Gelin, o yasaya ki, ben, bunu teklif ettim "evin reisi kadındır" diye yazalım dedim. Ben, bundan gocunmam; ama, son sözü söyleyecek birisinin olması gerektiği kanısındayım.

Ha, ben, bunu niye anlatıyorum; zaten yok böyle bir problem; yani, Türk toplumunda yaşayan şu organizmada böyle bir problem yok, problem bir avuç insan içerisinde. O insanların sosyal yapısını biliyoruz; ama, bu toplumun yüzde 5'ini, yüzde 2'sini temsil eden insanlar için Türkiye'nin tamamına o sosyoekonomik yapıyı götürebilmemiz mümkün değil. Bu Medenî Yasa ilk kabulünden bugüne kadarki tatbikatlarla yüzbinlerce içtihatlar yaratılarak birçok noksanlıklar tamamlanmıştır. Bir yerde bunun tamamını siliyorsunuz; çünkü, yasaların varlığıyla, hele böylesine bir yasanın varlığıyla olayları çözümleyebilmeniz mümkün değil; gerek ilmî içtihatlarla gerekse kazaî içtihatlarla birçok problem gideriliyor, birçok boşluk dolduruluyor. Önünüzde bir on yıl, yirmi yıl, otuz yıl civarında bu içtihatların yaratılma dönemi olacaktır, o tatbikat dönemi. İşte, o, bu toplumun ve bu toplumun temelini oluşturan ailenin kaos dönemi olacaktır, sıkıntılar o gün çıkacaktır.

Peki, adaletten bahsediliyor, deniyor ki: "Paylaşmalı mal ayrılığını uyguladığımız zaman veya edinilmiş mal ayrılığını uyguladığımız zaman adalet teessüs edecektir; çünkü, kadın çalışmıyor erkek çalışıyor." Tamam, doğrudur; bu, toplumumuzun bir realitesi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

DENGİR MİR MEHMET FIRAT (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Buyurun.

DENGİR MİR MEHMET FIRAT (Devamla) - Peki, hiç çocuk hakları konusunda mirastan istifade etmesi gereken ve o karı kocanın bu mal sisteminden dolayı uğrayacağı zararı düşünebiliyor musunuz? Yani, malı ayıracağız, bu dönem içerisinde çocuk yapmış olacağız, malı bölüşeceğiz; ama, ondan sonra çocuğun miras haklarına geldiği zaman, dörtte 1'ini sağ olan eş alacak, dörtte 3'ü çocuklara gidecek. Peki, daha evvel, yarısını almanızdan dolayı, müştereken yarattığınız o çocuğun haklarının savunucusunun kim olması lazım? Çünkü, o çocuklar buraya gelmedi, o çocukların buraya gelme hakkı yok, gelemiyorlar; o çocuklar Adalet Komisyonunda baskı yapamadılar, o baskıyı oluşturamadılar; ama, bunun en azından, bu Meclis tarafından savunulması gerekirdi, bunun irdelenmesi gerekirdi.

Bugün, artık, toplumumuz belli bir noktaya gelmiş, yaş giderek artıyor. Artık, insanlar 40 yaşına geldiklerinde, çocukları o aileden ayrılmış oluyor. 40 yaşındaki hanımların ve beylerin ellerinde köpeklerle gezdikleri görülüyor toplumda; bunun yanında da sokaklarda, köprü altlarında yaşayan çocuklar var. Peki, o zaman, niye, evlat edinmede, yasal olarak evlat edinilmiş olan çocuğun diğer çocukla eşit mal alacağı konusunu getiriyorsunuz?

BAŞKAN - Lütfen tamamlayın.

DENGİR MİR MEHMET FIRAT (Devamla) - Hemen bitiriyorum.

Bunu değiştirebilseydik, o köpeklerin yerine, belki sokaklarda, köprü altlarında yaşayan çocuklara bir aile yuvası kazandırma imkânımız olabilecekti.

Saygılar sunuyorum, teşekkür ediyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim.

Saadet Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Bahri Zengin; buyurun efendim. (SP sıralarından alkışlar)

SP GRUBU ADINA BAHRİ ZENGİN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 723 sıra sayılı Medenî Kanun Tasarısının Yedinci Bölümü üzerinde Saadet Partisi Grubu adına konuşma yapmak üzere huzurlarınızdayım; bu vesileyle, Sayın Başkana ve milletvekili arkadaşlarıma saygı ve sevgilerimi sunuyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yedinci Bölüm, mirasla ilgili bir bölümdür. Burada konuya girmeden önce, miras hukuku nereden kaynaklanıyor bunun felsefesine girecek değilim; ama,  birkaç cümleyle bir iki noktayı huzurlarınızda ifade etmek istiyorum.

Bildiğiniz gibi, materyalist felsefeye göre, miras bir hak değildir; çünkü, materyalist felsefeye göre, insan varlığı ölümüyle son bulur. Tesadüfen bu dünyaya gelmiştir ve tesadüfen bu dünyaya gelen insanın varlığı da ölümüyle sona erer. Ama, bir başka anlayışa göre, insanın varlığı ölümüyle sona ermez. Aslında, insan ebedî bir varlıktır ve ebedî olmak için de çok büyük, güçlü bir içgüdüye sahiptir. Bundan dolayı, insana üreme, varlığını devam ettirme, yaşama, korunma gibi birtakım içgüdüler verilmiştir.

Bu bağlamda meseleye baktığımız zaman, insan ebedî bir içgüdüye, ebedî olduğu içgüdüsüne sahip olduğu için, bu varlığını bir bakıma soyu kanalıyla da devam ettirir. Dolayısıyla, kendinden sonra gelen soyuyla kendi varlığı arasında bir bağlantı vardır. Bundan dolayı da, miras, bir hak olarak tanınmıştır.

Değerli milletvekilleri, değerli arkadaşlar; burada, tabiî, miras hukukuyla ilgili husus, bu tasarıda 495 inci maddeden başlamakta ve 682 nci maddeye kadar devam etmektedir, 187 maddedir. Bunlar üzerinde teker teker durmaya imkân yok; ancak, bu kanun tasarısının hazırlanmasında, önümüze getirilmesinde, komisyonlarda ve diğer çalışma alanlarında bu tasarıya hâkim olan temel zihniyet üzerinde bir iki cümleyle durmak istiyorum.

Her şeyden evvel, bildiğiniz gibi, bu tasarı 1 030 maddeden oluşmaktadır ve oldukça fazladır. Yani, şimdi, bugün evlenmek isteyen bir insan, kanunu bileyim ondan sonra evleneyim diye düşünmüş olsa ve bu kanunu okumaya kalksa, 700-800 yerden bağlandığını görecek, öyle zannediyorum ki evlenmekten vazgeçecektir.

Bir kanun ne kadar uzunsa, ne kadar çok maddelerden oluşuyorsa, orada, benim kanaatimce, birey özgürlükleri de o kadar sınırlandırılmış demektir. Biraz sonra bu hususları biraz daha ayrıntılı olarak huzurlarınızda ifade etmeye çalışacağım; ancak, önce, halihazırda yürürlükte olan Medenî Kanunun hazırlandığı dönemleri dikkate aldığımızda, bu tasarıyla o kanun arasında mahiyet bakımından, ana nitelikleri bakımından fazla bir farkın olmadığını da ifade etmek istiyorum.

Her şeyden evvel, 1926'da İsviçre'den ithal edilen kanunun o dönemdeki siyasal ve sosyal şartlarına baktığımızda şunu görürüz: Bildiğiniz gibi, 19 uncu ve 18 inci Yüzyıllarda geliştirilen toplumcu model, 1920'li yıllarda, özellikle imparatorlukların yıkılmasından sonra, ulus devlet biçiminde hayata geçirilmiştir. Yani, buradan da ifade edildiği, anlaşıldığı gibi, ulus vardır, devlet vardır. Ulusun örgütlenmiş biçimi olan devlet, her şeyin önündedir, fert yoktur. Dolayısıyla, böyle bir ortamda, fertler, örften gelen veya kendi özgür iradeleriyle yapmış oldukları sivil toplum kuruluşları, mümkün olduğu kadar, ortadan kaldırılmalı, fertler tekilleştirilmeli ve tek tek devlete bağlanmalıdır; ulus devlet felsefesinin gerisinde yatan ana amaç budur. Nitekim, o zamanlarda böyle yapılmıştır; fert ortada yoktur ve ferdin, bir bakıma, ulusun ortak iradesi olan devlet, her şeyin önündedir. İşte fertlerin, doğrudan doğruya, katı bir biçimde, rijit bir şekilde devlete bağlanabilmeleri için de, çok sayıda maddeye ihtiyaç vardır; onun için, bu maddeler çoğaltılmıştır. 1926 Anayasası, özü itibariyle, fertleri ihmal eden bir yasadır. Ne yazık ki, şu anda huzurlarınızda görüştüğümüz yasa tasarısı da, fertleri ihmal eden bir tasarıdır. Şimdi, denilebilir ki, burada, hukukî eşitliği dikkate aldık; bunun üzerinde de duracağım.

Değerli arkadaşlar, tabiatıyla, 1920'lerden 1990'lara, 2000'li yıllara geldiğimiz sırada çok önemli gelişmeler olmuştur. Özellikle üç alanda önemli gelişmenin altını çizmek istiyorum. Bunlardan biri, egemenlik kavramında gelişmeler olmuştur. 1920'lerde egemenlik nasıl anlaşılıyordu; egemenlik, ulus dediğimiz bir tüzelkişiliğe ait bir kavram olarak anlaşılıyordu, ferde ait bir kavram değildi. Bakın, şurada yazılan yazıda bile "egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" derken, milletin tüzelkişiliğindeki bir haktan bahsediyoruz, bireye ait bir egemenlik hakkından bahsetmiyoruz. Fert, daha doğrusu ulus, bu egemenlik hakkını doğrudan doğruya devlete devrediyor; kendisi, hiçbir zaman, bu egemenliği kullanma hakkına sahip olamadı; o günlerde de olamadı, bugünlerde de, işte, bu çemberi yırtmaya çalışıyor.

Şimdi, bu konuda, egemenlik konusunda, gerçekten, özellikle İkinci Dünya Savaşından sonra önemli gelişmeler oldu. Artık, egemenlik, millet tüzelkişiliğine ait bir kavram olmaktan çıkarıldı, egemenlik, bireye ait bir kavram olarak ortaya atıldı. Artık, birey, kendisi egemen olmalıdır ve bu egemenliğini de devretmemelidir. Birey, ancak kendine ait olan konularda egemenliğini kullanır; ama, ortak hizmetleri görmek üzere de görevlendirme yapar. Devlet dediğimiz, işte, ortak hizmetleri yapmak üzere görevlendirilmiş bir kurumdur; yoksa, milletin üzerinde egemen, ferdin üzerinde egemen bir güç değildir.

Bu egemenlik kavramındaki gelişmelerden sonra, özellikle, 1948'lerden sonra, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesiyle insan hakları denilen bir alan oluşturuldu ve devletin bu alana, bir bakıma, girmesi yasaklandı. Buna imza atan ülkelerin, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesini böyle anlaması lazım. Yani, bu alanda, devlet, herhangi bir  tasarrufta bulunamaz veya bulunmamalıdır. Dolayısıyla, devletin yetki alanı sınırlandırılmış oldu. Bunun yanı sıra, ikinci gelişen konu da, insan hakları konusu alanında oldu. İnsan hakları hem netleştirildi, çerçevesi çizildi, hem de bir bakıma uluslararası koruma altına alındı.

Bir diğer önemli gelişme de devlet kavramı konusunda oldu. O halde, devlet, artık, egemen güç, kendi ülkesi üzerinde, kendi milleti üzerinde, kendi fertleri üzerinde egemen güç olarak tanımlanmıyor. Devlet, milletin bir uzantısıdır, elbette, örgütlenmiş bir siyasî organıdır; ama, bu organın iki ana görevi olması gerekir. Bunlardan bir tanesi, işte demin söylemiş olduğumuz o insan haklarını korumak; bunlara gölge etmek, bunları değiştirmek değil, bunları korumak onun en önemli görevidir. Bir diğer görevi de, milletin ortak hizmetlerini yerine getirmek. Milletin bu ortak hizmetleri konusunda da önemli gelişmeler oldu. Mümkün olduğu kadar, devlet, bu ortak hizmet alanından da çekilme konusunda bir gelişmeye sahne oldu; yani, eğer, sivil toplum, ekonomik alanda olsun sosyal alanda olsun, bazı hizmetleri yürütüyorsa, devlet o alanlardan çekilmeli ve bu alanları sivil topluma bırakmalıdır. İşte, devletin küçülmesi dediğimiz olay da budur.

Şimdi, Türkiye'de, ne yazık ki, devlet küçülsün derken, bu, hep ekonomik düzlemde anlaşıldı; yani, birtakım üretim araçlarını, daha doğrusu fabrikaları, üretici kurumları özelleştirmek ve bunları millete devretmek şeklinde anlaşıldı; ama, hukukî yetkilerin devri şeklinde anlaşılmadı. Oysa, dünyadaki gelişmeler, hukukî yetkilerin gerek yerel yönetimlere gerek sivil yönetimlere devri şeklinde oluyor. Bunlar, ne yazık ki, gözardı edildi.

İşte bu tasarıda da, ne yazık ki, biraz sonra ifade edeceğim bu gelişmeler dikkate alınmamış, alınmadan önümüze getirilmiş; bunu görüyoruz.

Şimdi, değerli arkadaşlar, bakınız, bu tasarıda, arkadaşlarımız üzerinde sıkça durdular, bu yasanın dayanakları nedir veya kaynakları nedir? Bu tasarı, iki ana temel üzerine oturmalıydı. Bunlardan bir tanesi hukukî eşitlik, bir diğeri de, elbette, insanların serbestçe sözleşme yapma hakları. Ne yazık ki, hukukî eşitlik ilkesi bu tasarı hazırlanırken dikkate alınmış; ama, bireylerin özgürce sözleşme yapma hakları ihmal edilmiştir, hemen hemen tamamen bu tasarıda gözardı edilmiş, hatta, yok sayılmıştır.

Burada, birçok arkadaşımız, evlilik hukuku üzerinde özellikle dururken bunu dile getirdiler. Benden evvel konuşan değerli arkadaşımız da, özellikle, bu evlilik kurumu içerisindeki riyaset, başkanlık veya eşlik konusunu açtılar. Bunların ayrıntıları üzerinde duracak değilim. Gerçekten, herhangi bir kurum, herhangi bir tüzelkişilik varsa, hangi kurum olursa olsun, ister bir aile kurumu olsun ister bir dernek olsun, orada bir başkana ihtiyaç vardır, bir iş bölümüne ihtiyaç vardır; ama, burada, görüyoruz ki "hukukî eşitlik" kavramı bu tasarıyı hazırlayanlar tarafından yanlış anlaşılmıştır "hukukî özdeşlik" şeklinde anlaşılmıştır. Bir matematik terimi kullanıyorum burada. Özdeşlik demek, bir konunun, bütün unsurlarıyla öbürüne eşit olması demektir. Hukukî eşitlik ise, sadece bir konuda eşitlik demektir.

Şimdi, burada nasıl anlaşılmıştır hukukî eşitlik; hukukî eşitlik, yetkilerden veya görev farklarından gelen yetkilerin ortadan kaldırılması şeklinde anlaşılmıştır. Bir başka ifadeyle, görev farklarından gelen yetkiler hukukî eşitsizlik olarak anlaşılmıştır. Eğer böyle düşünülüyorsa, Sayın Bakanın yetkileri vardır, emri altında çalışan müsteşarın yetkileri vardır, genel müdürün yetkileri vardır, şube müdürünün yetkileri vardır... Her birinin yetkisi birbirinden ayrıdır ve farklıdır. O zaman, burada bir hukukî eşitsizlik vardır dememiz gerekir ve Sayın Bakanın ve o kurumda çalışanların hepsinin yetkisini eşit hale getirmemiz lazım.

Şimdi, burada, aile müessesesinde böyle yapılmıştır; yani, iki birey, karı veya koca, eşler; bunlara elbette fırsat eşitliği verilmesi lazım, aile yuvasını kurarken ve işletirken, birlikte yürütürken, elbette, hepsinin fırsat eşitliğinin olması lazım; ancak, mutlaka, bu aile kurumunu oluşturan fertlerin bir araya gelerek, üçüncü şahıslara karşı, kendi iç düzenlemelerini kendilerinin yapması, devletin ve üçüncü şahısların da ailenin bu kararına saygı göstermesi, devlet tarafından bu kararın tanınması gerekir.

İşte, bu da sözleşme özgürlüğüdür. Bugün, dünyanın geliştiği nokta budur; dünyada, devletin mümkün olduğu kadar yetkilerini sınırlandırarak, sözleşme yapma alanını hem genişletmek hem derinleştirmek istikametinde bir gelişme vardır. Böylece, sivil toplumlar, devletin yapacağı birçok şeyi yapabilmektedirler; ancak, sadece dernek kurma hakkı tanıyarak, vakıf kurma hakkı tanıyarak bunu sağlamak mümkün değil, o vakıf ve derneklere, aile kurumuna, gerçekten, kendi iç düzenlerini tanzim etme yetkisini tanımak gerekir.

İşte, bu tasarıda da, bu yapılmamıştır; teker teker bireyler ayrılmış ve teker teker, 1 030 yerden devlete bağlanmıştır. Düşünebiliyor musunuz, birlikte otuz yıl, kırk yıl geçirecek iki insan veya ailenin diğer fertleri, kendi özgür iradeleriyle bir araya gelerek "aileyi temsil edecek falanca kişidir" deme hakkına sahip değildir. Elbette, aile reisinin, aile başkanının, devlet tarafından, falanca kişi olacak diye belirlenmesi bir hukukî eşitsizliktir, yanlıştır, bunun ortadan kaldırılması lazım; ancak, bu ortadan kaldırılırken, ailenin kendi fertlerinin bir araya gelerek, kendi iç düzenlemelerini yapma yetkisinin de ortadan kaldırılmış olmasını, bu gelişen hukuk mantığıyla ve demokratik gelişmelerle bağdaştırmak mümkün değildir. Dolayısıyla, bu kanun tasarısı, 1920'lerin anlayışıyla, zihniyetiyle hazırlanmıştır. Gelişen çağın değerleri, öyle görünüyor ki, bu kanun tasarısı hazırlanırken gözardı edilmiş veya kavranmamıştır, iyi anlaşılmamıştır.

Başbakan Sayın Ecevit'in sık sık kullandığı bir ifade var; o da "çağdışı" kavramıdır; yani, Sayın Başbakanın kendi görüşüne uygun olmayan her şey çağdışı olarak niteleniyor; ben ise, gerçekten, bu çağdaş gelişmelere ayak uyduramayan ve 1920'lerin zihniyetiyle hazırlanan bu tasarıyı -müsa-adeleriyle Sayın Bakanımın- çağdışı olarak ifade etmek istiyorum. (SP sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; bir sayın tarihçinin, bir değerli tarihçinin ki, Osmanlı tarihi üzerinde çok ciddî, ciltler dolusu bir eseri vardır; bu eserinde, her yüzyılın sonunda bir değerlendirme yapar. Bu değerlendirmede, dünya devletlerini sıralar, ekonomik yönden, sosyal yönden, askeri güç açısından birtakım kriterler geliştirmiştir, bu kriterleri dikkate alarak, sıralama yapar. Şimdi, 18 inci Yüzyılın başına veya 17 nci Yüzyılın sonuna bakıyoruz, Osmanlı Devleti, dünya devletleri arasında 1 inci sıradadır. 19 uncu Yüzyıla bakıyoruz, Osmanlı Devleti, dünya devletleri arasında 6 ncı sıradadır; yani, yüzyıl içerisinde Osmanlı Devletinin yeri 6 basamak geriye kaymıştır. Ondan sonra bir bakıyoruz, işte 20 nci Yüzyıla geliyoruz, onun yerine kurulan Türkiye Cumhuriyetinin yeri, tam 70 basamak kaymıştır, belki de 80 basamak.

Şimdi, tabiatıyla bunun sebepleri üzerinde durmamız lazım. İşte bunun sebeplerinden bir tanesi de, o günkü çağdaş gelişmeleri doğru tahlil edememek.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Efendim, toparlar mısınız. Süreniz bitti.

BAHRİ ZENGİN (Devamla) - Eğer, gerçekten, Batılılaşma adı altında, Batıyı doğru tahlil edebilseydik, doğru tanımlayabilseydik, demokrat olsaydık, kendi halkının değerlerini önplana çıkarabilseydik ve onların eksik veya gediklerini tamamlayabilseydik, gerçekten, böyle, bir yüzyıl içerisinde 80 basamak geriye kalmazdık, aramızdaki açığı da kapatabilirdik. Ne yazık ki, bunlar yapılamamıştır. Şimdi, bugün de bunların yapılamadığını görüyoruz.

Şimdi, 187 madde miras hukukuyla ilgili. Değerli arkadaşlar, sözleşme hakkı en temel haklardan bir tanesidir. Aslında, devlet dediğiniz, bir toplumsal sözleşmedir, başka bir şey değildir; devlet dediğin şey, bir toplumsal sözleşmeden başka bir şey değildir. Aile bir sözleşmedir, dernekler bir sözleşmedir. Sözleşme hakkı dediğimiz en temel bir hak burada kısıtlanmaktadır. Şimdi, bunun yerine, siz, sözleşme hukukunu geçerli kılacak temel ilkeleri bu kanun tasarısında belirleseydiniz ve deseydiniz ki, bunlara aykırı olmamak üzere kadın ve erkek aile kurumu olarak bir araya gelir; hatta, daha evlenirken, evlenmeden önce iç hukuklarını kendileri düzenler demiş olsaydınız, zannediyorum ki, çok daha faydalı, çok daha çağa uygun bir iş yapmış olurdunuz ve tasarı da 1 030 madde olmazdı.

O bakımdan, bu kanun tasarısının elbette birçok eksiklikleri vardır. Dil konusuna değinmek istemiyorum, tasarının giriş maddesindeki tarihimize ve kültürümüze çok aykırı düşen ifadelere de değinmek istemiyorum, değerli arkadaşlar bunlara değindiler; ama, bu tasarı, özü itibariyle, gelişen çağın gereklerine uygun olarak hazırlanmamıştır. "Hukukî eşitlik" kavramı yanlış anlaşılmıştır.

Bundan dolayı, umuyorum ki, faydalı yerleri de vardır, ileride yeniden düzeltilmeye muhtaç bir yasadır. Bu haliyle bile ileri adımları da olduğu için, yasanın hayırlı olmasını diliyorum; inşallah, yanlışlardan önümüzdeki yıllarda arındırılarak, toplumu, çağdaş bir yasaya kavuşturma umut ve temennisiyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

Şimdi, söz sırası, Milliyetçi Hareket Partisinde.

Kilis Milletvekili Sayın Mehmet Nacar; buyurun efendim. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakika.

MHP GRUBU ADINA MEHMET NACAR (Kilis) - Sayın Başkan, mikrofon açılmadı.

BAŞKAN - Açılmıyor mu?... Bir dakika efendim.

Sistemde bir arıza var anlaşılan; birleşime 5 dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati : 16.30

 

 


İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati :16.43

BAŞKAN : Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER : Levent MISTIKOĞLU (Hatay), Cahit Savaş YAZICI (İstanbul)

BAŞKAN - Değerli milletvekilleri, 18 inci Birleşimin İkinci Oturumunu açıyorum.

Görüşmelere kaldığımız yerden devam edeceğiz.

VI. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

2. - Türk Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenisinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner'in; Ankara Milletvekili Esvet Özdoğu ve Dört Arkadaşının; Aynı Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve Adalet Komisyonu Raporu (1/611, 1/425, 2/361, 2/680) (S. Sayısı : 723) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon ve hükümet yerinde.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubunda kalmıştık.

Buyurun Sayın Nacar.(MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA MEHMET NACAR (Kilis) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Medenî Kanun Tasarısının Yedinci Bölümü üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, Muhterem Heyetinizi Milliyetçi Hareket Partisi Grubu ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, bu bölümde miras hukukunun ikinci kısmı üzerindeki -575 inci madde ile 683 üncü maddeler arasındaki kısımlar üzerinde- görüşlerimizi açıklayacağım. Medenî Kanunun miras hukukuna ilişkin ilk bölümü üzerinde genel bir değerlendirme yapmış, genel hatlarıyla miras hukukuna ilişkin olarak düşüncelerimizi sizlerle paylaşma fırsatı bulmuş idim. Bu defa, miras hukukuna ilişkin detaylı olarak değerlendirme fırsatı bulacağım.

Daha önceki değerlendirmemizde de bahsettiğim gibi, miras hukukunda yapılan değişiklikler olumlu ve gerekli olan değişiklikleri kapsamaktadır. İleride detaylı olarak açıklamaya çalışacağım üzere, bilhassa, tarım arazilerinin daha fazla bölünmesini önlemeye yönelik düzenleme, Türk hukuk düzeni ve ülke ihtiyaçları açısından çok yerinde bir düzenlemedir.

Sayın milletvekilleri, görüşülmekte olan kanun tasarısı üzerinde konuşmacıların müspet veya menfî olarak değerlendirmelerini dinledik. Yapılan görüşmelerde genel kanı, bazı hususlardaki eleştirilere rağmen yasa tasarısının genel olarak kabul gördüğüdür. Nitekim, Yüce Mecliste grubu olan siyasî partiler tarafından oybirliğiyle temel yasa olarak görüşmelerin kabul edilmesi, sevindirici ve bu hususu teyit eden bir yaklaşımdır.

Bu noktadan hareketle, yasanın genel olarak tüm siyasî parti grupları tarafından kabul gördüğünü belirtmek gerekir.

Görüşmekte olduğumuz yasa tasarısının müspet değişiklikleri nelerdir diye soracak olursak, sayın hatiplere eklenecek düşünceleri şöylece sıralayabiliriz:

Türk aile yapısı, ataerkil aile yapısından yavaş yavaş uzaklaşmaktadır. Kırsal kesimden şehir hayatına, tarım toplumundan sanayi toplumuna doğru geçiş, çekirdek aile yapısının şehirlerde benimsenmesi noktasına gelmektedir; ama, buna rağmen, toplumun genel kesiminde ataerkil aile yapısı  kendini muhafaza etmektedir.

Türk toplumunun tarihî gelişim içerisinde bu kadar badireleri atlatmasında en önemli  etkenlerden biri de muhakkak ki bu meziyetidir. Toplumumuzda, amcayı baba yarısı, teyzeyi anne kadar yakın bir parçamız olarak hâlâ görürüz. Bu sebeple, tasarının 497 nci maddesiyle, miras bırakandan önce ölmüş olan büyükbaba ve büyükanneye düşen miras payları kendi fürularına, yani altsoylarına intikal edecektir. Böylece, miras bırakanın amca, hala, dayı ve teyzesine intikal sağlanmış olacaktır. Bu uygulama, ilk etapta adaletsiz gibi görünse de Türk aile yapısı değerlendirildiğinde müspet bir sonuç doğuracaktır.

Tasarının nesebe ilişkin düzenlemeleri, miras hukukuna ilişkin düzenlemelerinde de kendini göstermektedir. Yargıtayın içtihadı birleştirme kararı ışığında madde yeniden düzenlenmiştir. Bu karar ışığında, evlilikdışı doğan çocukların nesebi, tanıma veya hâkim kararıyla kurulması sonucu, evlilikiçi doğmuş çocuklar gibi mirasçı olmaları temin edilmiştir. Yine, evlatlık edinilen çocukların dahi, kan hısımları gibi mirasçı olacakları hükmü  getirilmiştir. Bu düzenlemeyle birlikte, babayla bağ kurulmasında hiçbir katkısı olmayan, tanıma veya hâkim kararıyla nesep ilişkisi kurulmuş olan evlilikdışı çocuklara yıllarca reva görülen bir haksızlığın önüne geçilmiş olmaktadır.

Sayın milletvekilleri, miras bırakanın tasarruf nisabı, uygulamadan doğan ve genel eğilime bağlı olarak tek tip olarak ve artırılarak değiştirilmiştir. Saklı paylı mirasçılarda değişiklik yapılmamakla birlikte mirasçıların saklı paylarında genel olarak bir azaltma yoluna gidilmiştir. Bu düzenlemeyle birlikte alt soy için saklı pay dörtte 3'ten ½'ye, anne ve babadan her biri için ½'den dörtte 1'e, kardeşlerden her biri için dörtte 1'den sekizde 1'e düşürülmüştür. Yapılan bu değişiklik, uygulamada ve yerleşik anlayışın dışında olması sebebiyle eleştirilebilir; ama, unutmamak gerekir ki, miras bırakanın iradesi ve miras bırakanı bu eğilime sevk eden sebepler değerlendirildiğinde kendi içinde haklılığı ortaya çıkacaktır.

Yapılan değişiklikler içerisinde, tasarının 535 inci maddesiyle, hayatta karşılaşılan olaylara paralel olarak, kişinin bilincinin yerinde olmamasına rağmen imza kabiliyetinin fiziken olmaması, imza edememe ifadesinin eklenmesi suretiyle giderilmeye çalışılmıştır. El yazılı vasiyetnamenin geçerlilik koşullarından biri de vasiyetnamenin tanzim edildiği yerin belirtilmesiydi. Yapılan yeni düzenlemeyle, el yazılı vasiyetnamenin esaslı unsuru olan tanzim yeri madde metninden çıkarılmıştır.

Tasarının 546 ncı maddesiyle, miras sözleşmesi yapılmadan önce, mirasçı atanan kişinin murise karşı mirasçılıktan çıkartma sebeplerinden birini gerçekleştirdiği ortaya çıkarsa, muris, tek taraflı olarak miras sözleşmesinden geri dönebilecektir. Yine, miras sözleşmesiyle mirasçı atananın miras bırakandan önce ölmesi halinde, yani, miras sözleşmesinin, mirasçı atananın miras bırakandan önce ölümü sebebiyle son bulması halinin 548 inci maddeye yapılan eklemeyle değişikliğini görmekteyiz. Bu halde, ölenin mirasçıları, mevcut elde kalmış miktarı isteme halinde olamayacaklar, yapılan düzenlemeyle, ölüm tarihindeki zenginleşmenin geri verilmesi bahis konusu olabilecektir.

Miras hukukuna ilişkin olarak yukarıda saydığımız değişikliklere birçoklarını eklemek mümkündür. Yapılan değişiklikler, uygulamadaki aksaklıkları gidermek ve içtihat birlikteliğini sağlamak açısından önemli adımlardır. Yapılan değişiklikler, sadece hukukî kazanımlar değil, sosyal hayattaki birçok aksaklıkları da gidermeye yöneliktir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hukuk normları, mevcut duruma esaslı değişiklikler getirmekteyseler, sosyal ve ekonomik hayatta yeni kazanımlar elde edilmesinin yolunu açarlar. Bu sebeple, toplumsal bir ihtiyacı karşılamaya yönelik ve ülke ekonomisine büyük katkı sağlayacak bir hususa dikkatlerinizi çekmek istiyorum.

Tasarının 656 ncı maddesi, Medenî Yasamıza yeni taşınmış bir hüküm içermektedir. Bu hükümle, miras olarak terekede yer alan gayrimenkullerin bölünmesi önlenmek istenmektedir.

Bilindiği gibi, ülkemiz, bir tarım ülkesidir. Geçen zaman içerisinde, tarım arazilerinin, çağın gereklerine uygun olarak kullanılmasının yolları temin edilememiştir. İklim ve arazi koşullarına uygun ürün elde etme yönünde devlet yönlendirici olamamıştır. Geçici ve popülist yaklaşımlarla çiftçimiz korunduğu intibaı verilmiş; ancak, dünyadaki teknolojinin tarımsal alana taşınması ihmal edilmiştir. Bu gerçek karşısında, Tarım Bakanımız tarafından yeni projeler geliştirilmekte ve tarımda çağın gereklerine uygun tarımsal yapılanmanın yolları açılmaktadır.

Tarım arazilerinin küçülmesi sonucu tarımsal işletmelerin ekonomik kullanımı imkânsızlaşmıştır. Miras ve kırsal alandan şehirlere göç, tarım arazilerinin parçalanmasına sebep olmuştur; öyle ki, bu parçalanma, işletmecilerin geçimlerini sağlayamaz duruma düşmeleri sonucunu doğurduğu gibi maliyetleri de yükseltmektedir. Bunun sonucunda, ziraatçılarımız ve ülke ekonomisi büyük kayıplara uğramaktadır.

Medenî Kanunun 656 ncı ve devamı maddelerinde bu ihtiyacı karşılayacak düzenlemeler yapılmıştır. Bu düzenlemeye göre, ekonomik bütünlüğe ve yeterli tarımsal varlığa sahip bir tarımsal işletmenin, ehil bir mirasçının talebi halinde, bütün olarak intikali sağlanabilecektir. Bu düzenleme, devam eden maddelerde, taşınır olarak kabul edilen hayvan ve araç gereç olarak intikal eden, işletme için gerekli olan malları da kapsamaktadır. Yapılan bu düzenleme, sosyal ve millî yapımızdan doğan bir ihtiyacı sorun olmaktan çıkaran bir anlayışın ürünüdür. Millî yapımıza uygun bu düzenlemeyi takdir ve alkışla karşılamaktayız.

 (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET NACAR (Devamla) - Kesmeyin Sayın Başkan...

BAŞKAN - Kesmiyorum efendim; birinci 10 dakikanız bitti; ikaz o; sözünüzü hatırlatmak istiyorum.

MEHMET NACAR (Devamla) - Özür diliyorum Sayın Başkan; teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Estağfurullah, buyurun.

MEHMET NACAR (Devamla) - Miras hukukuna bu yeni kurumun girmesi, 652 nci maddede yerini bulan, sağ kalan eşe miras bırakanla birlikte kullanmakta oldukları eşyaların ve ikamet ettikleri konutun bırakılması hakkıyla da paralellik arz etektedir. Her ne kadar amaçları ayrı olsa da, sosyal ve ekonomik gerekliliğin bir sonucu olarak bu maddelerin düzenlenmiş olması yerinde bir düzenleme olarak kendini göstermektedir.

Sayın milletvekilleri, muhakkak ki, miras hukukuna ilişkin gerek maddeyle ilişkili gerekse geneliyle ilişkili geniş açıklamalar ve detaylı bilgiler aktarabilmek mümkün; fakat, bu konuda söylenmesi gereken en önemli husus, az önce de Muhterem Heyetinize arz ettiğim gibi, tarım arazilerinin ve işletmelerinin ve yine buna bağlı olarak araç ve gereçlerinin bir bütün olarak intikalinin sağlanması suretiyle tarımda, verimli ve ekonomik bir yapılanmayı temin etmeye yönelik olan düzenlemedir.

Bu yönüyle ve diğer maddelerinden dolayı, tekrar, bu tasarının her aşamasında emeği geçmiş olan sayın milletvekillerimize ve oylarıyla katkı temin eden siz milletvekillerime teşekkür ve şükranlarımı ifade ediyor, saygılarımı sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Nacar, çok teşekkür ediyorum; sözünüzde durdunuz tabiî; yani, aksini sizler için düşünmüyordum.

Şimdi, söz sırası Demokratik Sol Parti Grubu adına Ankara Milletvekili Sayın Esvet Özdoğu'da.

Buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

Efendim, bir dakika, şu süreyi ikiye böleyim

Buyurun Sayın Özdoğu.

DSP GRUBU ADINA ESVET ÖZDOĞU (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şahsım ve Demokratik Sol Parti Grubu adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Türk devriminin sosyal yaşamımıza getirdiği en önemli yenilikler, Türk Medenî Kanununun kabulüyle yapılmış olanlardır. Medenî Yasa, kişinin, toplum içindeki hayatını ve diğer kişilerle olan hukuksal ilişkilerini düzenleyen kurallardan meydana gelmiştir; bu anlamda medenî yasa, bütün toplumlarda temel yasadır.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 35 inci maddesi, herkesin miras haklarına sahip olduğunu kabul eder; ancak, bu hakların neler olduğu, kapsam ve sınırları Medenî Yasada gösterilmiştir. Miras hukuku, Medenî Yasanın, bir şahsın ölümünden sonra, mal varlığının mukadderatını düzenleyen kısmıdır. Mukadderatı düzenleyen mal varlığı, artık bu adı taşımaz, miras veya tereke adını alır.

Değerli milletvekilleri, Atatürk, 1925 yılında, Ankara Hukuk Mektebinin açılışında şunları söylüyordu: "Büsbütün yeni yasalar meydana getirerek, hukuk esaslarını temelinden kazımak girişimindeyiz." Bu anlayışla, miras hukuku da, diğer bölümler gibi, Medenî Kanunun kabulüyle birlikte, devrim niteliğinde değişikliklere uğramıştır.

Bilindiği gibi, cumhuriyet öncesi dönemde, şer'î hükümlere uygun olarak, mirasta, kadın, erkeğe oranla yarı pay alırdı; erkek çocuklar ile kız çocuğu arasında ayırım gözetilirdi. Oysa, Medenî Yasanın en önemli özelliklerinden biri de, demokratik ve eşitlikçi olmasıdır. Kural olarak, kişiler arasında fark gözetmemiş, herkesi, hak ve borçlara sahip olmada eşit kılmıştır. Bu bakış açısı içinde, Medenî Yasada, kadın-erkek arasındaki eşitsizlik tamamen ortadan kaldırılmıştır. Bu değişim, tamamen dinsel nitelikli hukuk sisteminden laik nitelikli bir hukuk sistemine geçişin sonucudur, laikleşmenin köşe taşlarındandır. Aslında bu değişim, yasaların boyutunu da aşmaktaydı ve bir sosyal dönüşüm aracıydı. Bu köktenci niteliğine karşın, Atatürk'ün bu yöndeki hukuk devrimi, bazı yakınma ve direnmelerle karşılaştıysa da, redde uğramak şöyle dursun, genel kabul gördü, kısa sürede benimsendi. Oysa, aynı dönemlerde, bunların çok daha azını uygulamak isteyen Afganistan ve İran rejimleri, bu çabalarında başarılı olamamışlardır, şu anki hallerini ise hep birlikte görüyoruz, yaşıyoruz. Bu ülkeler ve diğer İslam ülkelerinde, halen, dinsel esaslar yürürlüktedir. Hukuk yoluyla ailenin ve kadının statüsünün hissedilir derecede iyileştiği tek İslam ülkesi Türkiye'dir. (DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Değerli milletvekilleri, 4 Nisan 1926 tarih ve 743 sayılı Medenî Kanunun mirasa ilişkin hükümlerinden bazıları, toplumsal ve çağdaş yaşamın bir gereği olarak, bugüne kadar çeşitli değişikliklere uğramıştır. Sözgelimi, 13 Temmuz 1967 tarih ve 903 sayılı Kanunla, Kanunun mahfuz hisseyi düzenleyen 453 üncü maddesi değiştirilmiş, maddeye 3 yeni fıkra eklenmiştir. Aynı şekilde, 13 Aralık 1973 tarih ve 1659 sayılı Kanunla da üçüncü fıkra değiştirilmiştir. 11 Eylül 1987 tarihli 1/8 sayılı Anayasa Mahkemesi kararıyla ise, evlilikdışı çocukların mirasçılığını düzenleyen 443 üncü madde iptal edilmiştir. Son olarak, 14 Kasım 1990 tarihli ve 3678 sayılı Yasayla yapılan değişiklikle 441, 443, 444, 448 ve 453 üncü maddeleri değiştirilmiş, 584 üncü maddeye bir madde ilave edilmiş, 442, 445, 446 ve 540 ıncı maddeler yürürlükten kaldırılmıştır. Aynı şekilde, Medenî Kanunumuza kaynaklık eden İsviçre Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümlerinde, 1940 yılından başlayarak, çok sayıda değişiklik yapılmıştır.

Şimdi yapılan değişikliklerle, Medenî Yasamızın mirasa ilişkin hükümleri de çağdaş hale getirilmekte, eşitlik, demokratiklik ve insan hakları kavramlarında ulaşılan yeni koşullara uygun duruma getirilmektedir. Sözgelimi, saklı pay oranları yeniden düzenlenirken, saklı paylı mirasçılarda değişiklik yapılmamıştır. Yürürlükteki kanunda alt soy için yasal miras hakkı dörtte 3 iken yarıya, ana babadan her biri için yasal miras hakkının yarısı olan saklı pay dörtte 1'e, kardeşlerden her biri için yasal miras hakkının dörtte 1'i olan saklı pay sekizde 1'e, sağ kalan eş için alt soy ve ana baba zümresiyle birlikte mirasçı olması halinde saklı pay, yürürlükteki kanundaki gibi, miras payının tamamı, diğer hallerde ise miras hakkının yarısı olan saklı pay dörtte 3 olarak belirlenmiştir.

Bir başka önemli değişiklikle, mirasçıların birlikte hareket etme, dava açma zorunlulukları ortadan kaldırılmıştır. Mirasçıların her birinin tek başına dava açmasına olanak sağlanmıştır. Ayrıca, vasiyet alacağının, vasiyet alacaklısının mirasçılarına geçmeyeceği esası benimsenerek diğer mirasçılar lehine hüküm konulmuştur.

Diğer bir değişiklik ise, ana, baba veya büyükanne, büyükbabayla birlikte yaşayan, emeklerini ve gelirlerini aileye özgüleyen çocuklar ve torunlara terekenin paylaşılmasından önce uygun bir tazminat ödeneceği, terekenin bundan sonra mirasçılar arasında paylaşılacağı esası getirilmiştir.

Ayrıca, tarımsal işletmelerde, bu işletmenin miras yoluyla paylaşılmasının önüne geçilmekte, işletmenin bütünlüğü ve mirasçının çıkarları koruma altına alınmaktadır.

Başka bir maddeyle, ülke ekonomisi önplana çıkarılarak, kamu yararı da gözetilmek suretiyle, tarımsal işletmelerin varlık ve bütünlüğünü korumak, devamını sağlamak amacıyla miras bırakanın arzusu geri plana itilerek yurt ekonomisinin korunmasına öncelik verilmektedir. Paylaşımda tarımsal işletmeyle fiilen uğraşan mirasçılara öncelik tanındığı gibi, işletmeyi hiçbir mirasçının istememesi halinde ancak satışının istenebileceği hüküm altına alınmaktadır. Bu düzenlemeler yapılırken, ayırt etme gücüne sahip olmayan mirasçıların hakları da korunmaktadır.

Değerli milletvekilleri, bu düzenlemeler uluslararası hukukla bütünleşmeye katkısıyla da önemlidir, anlamlıdır. Türkiye özel hukuk ve ekonomik hukuk alanındaki geriliklerini aştığı ölçüde uluslararası arenada yerini alabilir. Örnek vermek gerekirse, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayırımcılığın Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşme ile buna temel oluşturan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gibi, Türkiye'nin de imzaladığı uluslararası sözleşmelere uyum sağlanmalıdır.

Avrupa Birliğine girmeyi hedefliyorsak, altına imza koyduğumuz sözleşmelere uyumu sağlayacak yasal değişiklikleri yapmak zorundayız.

Avrupa hukuk sistemi, Türk devriminin yöneldiği somut bir hedeftir. İslam hukuk sisteminden çıkış, Kıta Avrupası hukuk sistemine yönelişle devam etmektedir; ancak, burada söz konusu olan, başka bir hukuk sistemi içerisinde erimek değil, kendi bağımsız, ulusal hukuk sistemimizi kurmaktır. Avrupa kökenli evrensel normlar, sadece ulusal hukukun inşa sürecinde yapı malzemesi olarak kullanılmaktadır.

Bir devletin hukuk düzeninin durumu, çok büyük oranda, o devletin yaşama olanak ve düzeyini belirtir. Bir Atatürk devrimi olarak, hukuk devriminin çok iyi değerlendirilmesi, incelenmesi gerekir ve bu süreci başlatanlara, daima, hak ettikleri değer verilmelidir.

Ben, bir Türk kadını olarak, Medenî Kanunun yürürlüğe girmesinde rol oynayan idealist devlet adamlarımızı minnetle anıyorum.

Değerli milletvekilleri, Türk Kanunu Medenîsi ve buna bağımlı olarak miras hukukunun da, değişen koşullara göre, çağdaş bir anlayışla yenilenmesi zamanı gelmiştir. 75 yıl içinde tek tek yapılan değişiklikleri de içeren bu kapsamlı değişikliğin, bir kadın üyesi olduğum 21 inci Dönem Meclisi ve 57 nci cumhuriyet hükümetimizce yapılması, benim için, çocuklarıma ve torunlarıma anlatabileceğim büyük bir onurdur.

Bu tasarının hazırlanması ve Meclisimizce kabul edilmesi için olağanüstü gayret sarf eden Genel Başkanımız ve Başbakanımız Sayın Bülent Ecevit ve kabine arkadaşlarına, özellikle Adalet Bakanımız Sayın Hikmet Sami Türk'e ve çalışma arkadaşlarına, Adalet Komisyonu üyelerine, huzurunuzda teşekkürü bir borç biliyorum.

Çağdaş bir Türk kadını olarak, bana bu kürsüden konuşma hakkı veren, büyük devrimlerimizin ilham ve irade kaynağı olan ölümsüz Atatürk ve Türk Kanunu Medenîsinin hazırlanmasında emeği geçenlerin aziz hatıraları önünde bir kez daha saygıyla eğiliyorum.

Yasamızın ülkemize hayırlı olmasını, ülkemiz insanlarına mutluluk getirmesini diler, hepinize saygılar sunarım. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

Şimdi söz sırası, İstanbul Milletvekili Sayın Yücel Erdener'de.

Buyurun efendim.

DSP GRUBU ADINA YÜCEL ERDENER (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türk Medenî Kanununda değişiklik yapan kanun tasarısına ilişkin Yedinci Bölüm görüşmelerini yapmak üzere huzurlarınızdayım; hepinizi, partim ve şahsım adına saygılarımla selamlıyorum.

Cumhuriyet devrimimizin en önemli kazanımlarından olan 1926 tarihli Medenî Yasa, ulusumuzu ümmet olmaktan yurttaş olmaya, kul olmaktan birey olmaya taşıyan en temel yasalarımızdan biridir. Kurtuluş Savaşının onurunu taşıyan Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, Medenî Yasanın gerekçesini şu sözlerle tamamlamışlardı: "Adalet Bakanlığı, bu yasayı hazırlamakla, devrim ve tarih karşısında ulusal görevimizi yerine getirerek, Türk Ulusunun gerçek yararlarını açıklamış olduğundan şüphe etmemektedir"

Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri olarak, bizler de bugün, bu değerli tasarıya emek veren, başta Adalet Bakanımız Sayın Hikmet Sami Türk ve arkadaşları olmak üzere, gerek Sayın Ali Arabacı başkanlığındaki alt komisyonda gerekse Sayın Emin Karaa başkanlığındaki Adalet Komisyonunda tasarıya katkıda bulunan tüm üyelere, tasarının hazırlanması için uzun yıllar emek vermiş komisyonlardaki üniversite öğretim görevlisi hocalarımıza, kadın-erkek tüm yurttaşlarımızın çıkarını düşünerek, ulusal bir görev yaptıklarına inanıyor ve kendilerine teşekkür ediyoruz.

Bu görevin ulusal onurunu, Atatürk Türkiyesinin Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri olarak, tek tek bizler de taşıyoruz. Aynı onuru, bu değişiklik için yıllardır emek veren kadınlarımız ve kadın örgütleri de taşımaktadır; onlara da teşekkür etmeliyiz.

Hepimizin bildiği gibi, yürürlükte bulunan Medenî Yasamızın gerekçesinde, "İnsanlık yaşamı, her gün, hatta her an köklü değişimlerle karşı karşıyadır. Yaşam yürür, gereksinimler hızla değişir" saptaması yer almaktadır. Yaşam yürümüş ve gereksinimler değişmiştir.

Çağdaş uygarlık ailesinden olan ulusumuz, yasalarını, yurttaşlarının ileriye dönük gereksinimlerini dikkate alarak yeniden düzenlemek sorumluluğuyla karşı karşıyadır.

Medenî Yasamızın, temel niteliği olan cumhuriyetçi ve laik özü korunarak, yeni düzenlemelerin yapılması gerekmektedir. Bugün bu gereksinime yanıt vermek için görev başındayız. Görevimizi, Mustafa Kemal Atatürk Türkiyesine layık bir şekilde yapacağımızı umarak, hepinize başarılar diliyorum.

Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; benden önce konuşan arkadaşlarım, Türk Medenî Kanunu Tasarısının içeriği ve diline ilişkin düşüncelerini ifade ettiler. Ben de "Mirasın Geçmesi" başlığını taşıyan bölüme ilişkin görüşlerimi sunacağım.

Bu bölüm de, yasa tasarısının tümüne egemen olan toplumsal cinsiyet eşitliği yaklaşımıyla düzenlenmiştir. Eşitlik, özellikle, aile bireylerinin hakları ve sorumlulukları noktasında önem kazanmaktadır. Tasarı, aile bireylerinin miras ve mülkiyet hakkını korumakta ve miras bırakanın tasarruf özgürlüğünü genişletmektedir. Tasarının mirasçılarla ilgili bölümü, benden önce konuşan değerli arkadaşım tarafından irdelendiği için, bu konulara ayrıntılı olarak girmiyorum.

"Mirasın Geçmesi" başlıklı ikinci kısım, "Mirasın Açılması", "Mirasın Geçmesinin Sonuçları" ve "Mirasın Paylaşılması" olmak üzere, üç bölümden oluşmaktadır. Konuşma süremi dikkate alarak, anılan bölümlerde yer alan kimi değişikliklere değinerek konuşmamı bitireceğim.

Birinci bölümde yer alan önemli değişiklik, miras bırakandan önce ölmüş olan vasiyet alacaklısının, alacak hakkının mirasçılarına geçmeyeceğine ilişkin 581 inci maddeyle yapılmıştır. Bu düzenleme, vasiyeti yerine getirme yükümlülüğü olan mirasçıların yararına bir düzenlemedir. Ancak, miras bırakan, dilerse, aksini kararlaştırabilecektir. Yürürlükteki yasamızda, miras bırakandan önce ölmüş olan vasiyet alacaklısının alacak hakkı mirasçılarına da geçmektedir. Tasarı, bu yapısıyla, öncelikle yasal mirasçıları da korumaktadır.

İkinci Bölümde "Koruma Önlemleri", "Mirasın Kazanılması", "Resmî Defter Tutma", "Resmî Tasfiye" ve "Miras Sebebiyle İstihkak Davası" başlıkları yer almaktadır.

Bu bölümde yer alan önemli değişikliklerden biri de, tasarının 613 üncü maddesidir.  Altsoyun tamamının mirası reddetmesi halinde, bunların payı, sağ kalan eşe ait olacaktır. Bu maddeyle korunan, evlilik birliğinin temeli olan sağ kalan eştir.

Tasarının 639 uncu maddesiyse, yürürlükteki yasamızın 579 uncu maddesinde yer alan, otuz yıllık zamanaşımı süresini yirmi yıla indirilmiştir. Böylece, mülkiyetin olağanüstü zamanaşımıyla kazanılmasına ilişkin yirmi yıllık süre ile bu süre arasında paralellik yaratılmıştır.

"Mirasın Paylaşılması" başlıklı Üçüncü Bölümde "Paylaşımdan Önce Miras Ortaklığı", "Paylaşmanın Nasıl Yapılacağı", "Mirasta Denkleştirme" ve "Paylaşmanın Tamamlanması ve Sonucu" başlıklı dört ayırım yer almaktadır.

Bölümdeki önemli değişiklik 640 ıncı maddede yer almaktadır. Bu hükme göre, mirasçılardan her biri, haklarını korumak için tek başlarına dava açabileceklerdir. Miras bırakanın ölümünde, onunla yaşayan ve geçimi, miras bırakan tarafından sağlanan kişilerin geçimlerinin terekeden sağlanmasına ilişkin, yürürlükteki yasamızda bir ay olarak saptanmış olan süre, üç aya çıkarılmıştır.

Tasarıdaki önemli bir kavrayış da, işletmelerin bütünlüğünün verimli bir biçimde değerlendirilmesine ilişkindir. Bu bakış açısı, tasarının 656, 662, 667 ve 668 inci maddelerinde yer almaktadır.

Anılan maddeler, miras paylaşımının, işletmelerin bütünlüğünü bozmaması ve tarımsal işletmenin gelir değeriyle, sınaî işletmenin ise sürüm değeriyle özgülenecek ilkesi gözetilerek düzenlenmiştir.

Diğer önemli yenilik, tasarının 652 nci maddesindedir. Bu maddeye göre, sağ kalan eşe, konut ve eşyasının mülkiyet ya da haklı nedenlerinin ve isteminin olması halinde, intifa ya da oturma hakkı tanınacaktır. Bu maddede de, evlilik bireylerinin, eşlerin sunduğu emeğin değerinin önemsendiği vurgulanmaktadır. Bu vurgu, evlilik birliğinde emeğin değerini açıkça kanıtlamaktadır; ancak, üzülerek belirtmek isterim ki, evlilik birliğini yüceltmeyi ve özellikle, kadınları yasa önünde hak ettikleri gibi eşit kılmayı amaçlayan tasarımızın önemli bir yanlışı bulunmaktadır.

Bu yanlış, Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanun Tasarısının 10 uncu maddesinde yer almaktadır. Bu maddeye göre, halen evli bulunan eşler, edinilmiş mallara katılma rejiminden, ancak yasanın yürürlüğe girmesinden sonra yararlanabilecektir. Bu madde, evlilikleri halen sürmekte olan eşlere, özellikle de kadınlara karşı yapılmış açık bir haksızlıktır.

Üzülerek belirtiyorum ki, ülkemizde gayrimenkul tapularının yüzde 92'si erkeklerindir; oysa, yuvayı dişi kuş yapmaktadır. Bu gerçeği görmezsek, Türk Medeni Yasasını daha çağdaş, daha demokratik, daha eşitlikçi kılmak için mücadele edenler, bu yasayla ödüllendirmek yerine cezalandırmış olacaklardır.

Türkiye Büyük Millet Meclisimiz, 1926 gerekçesinin kurtuluş mücadelemizin özünü oluşturduğunu unutmamalı. 1926 gerekçesinin bir satırına dahi dokunmadan, yeni yasaya aynen taşımalıdır diyorum.

Şu anda, tarihî bir görevi ifa etmekte olduğuna inandığım yeni Medenî Yasamızın mimarları Bakan, komisyon ve alt komisyon üyelerini, Medenî Yasamızı, ülkemizin reform yasaları arasında yer aldırdıkları inancımla; Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerini, en doğru olanı gerçekleştirdikleri için, bir kez daha selamlıyor, saygılarımı sunuyorum.

Teşekkür ederim. (Alkışlar)

BAŞKAN - Ben teşekkür ediyorum efendim.

Şimdi, söz sırası, Doğru Yol Partisi Grubunda.

Balıkesir Milletvekili Sayın İlhan Aytekin, buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA İLHAN AYTEKİN (Balıkesir) - Muhterem Başkan, değerli milletvekilleri; Doğru Yol Partisi Grubu adına, görüşülmekte olan kanun tasarısıyla ilgili söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarım.

Muhterem milletvekilleri, bu kanun tasarısını hazırlayanların dört mesele üzerinde emeklerinin yoğunlaştığını ve hassaslaştıklarını görüyoruz. Birincisi, Medeni Kanunumuzun kaynağı olan İsviçre Medeni Kanununun 1988 yılında değişikliğe uğramış olması münasebetiyle, daha da gecikmeden uyum sağlamak ve daha iyi bir tercüme etmek. İkincisi, Arapça ve Farsça kökenli kelimelerden kurtulmak, dili arılaştırmak. Üçüncüsü, mal rejimindeki değişiklik ile kadın haklarının artırılması ve muhkem hale getirmek. Dördüncüsü, evlilikdışı ilişkiden doğan çocukları tam mirasçı yapmak, siklet merkezi olarak görülmektedir.

Bu hususlarla ilgili düşüncelerimizi, sırası gelince Yüce Heyetinize arz edeceğim; ancak, sözlerimin hemen başında, Arapça ve Farsça kelimelerin defedildiği kanun tasarısının adı konulurken, neden acaba takdim tehirle yetinilmiş; yani "Türk Medenî Kanunu" denilerek "kanun" ve "medenî" gibi iki ecnebi kelimeye iltifat edilmiş?! Neden "Türk uygar yasası" denilmemiş veya "Türk uygarlık yasası" denilmemiş; merakımızı mucip olan husus budur.

Muhterem arkadaşlarım, bize taalluk eden bölüm için söylenecek lafın özü, ölüm hak, miras helaldir. İnsanoğlunda, edinme, sahip olma, tasarruf etme, neslinin devamı dolayısıyla intikal arzusu fıtridir. Dünyada kaldığı süre içinde, hilkatine uygun olarak yaşar ve ölür. İnsan varlığını böyle kabul eden ilahî nizam ve beşerî rejimlerde, mülkiyet hakkı, miras hukuku esas alınmıştır; ancak, insan merkezli olmayan anlayışta ve yönetiminde, bahse konu hukuk yoktur. Hem beşeriyetin refah ve huzurunu temin gayretinde olacak ve hem de ferdin fıtratını dikkate almayacaksınız; ikisi bir arada olmaz. Komünist rejimlerin handikabı ve fukaralaşma sebebi bu olmuştur. Teşebbüs hürriyetinin, mülkiyet ve miras hukukunun cari olduğu demokratik ülkelerin ekonomide güçlü olmalarının sebebi de bu olmuştur.

İlk dönemlerden günümüze kadar, toplumların yönetiminde iki temel faktör egemenliğini sürdürüyor. Bunlardan birisi, kendisini her türlü kayıttan muaf tutan totaliter anlayış, diğeri ise, hukukî ve objektif hak ve yetkilere göre tanzim edilmiş kurallar manzumesinin kabullenilmesidir.

Bundan dolayı, böyle bir kanuna ihtiyaç olduğu noktasında tasarıyı hazırlayanlarla ittifakımız var. Toplum düzeninin temini ve ahengi için, Medenî Kanunun lazimesi hususunda ittifakımız var. Uygar toplum olmanın şartlarını kabul ettiğimizden dolayı ittifakımız var. Günün değişen, gelişen ve dönüşen hali içinde yeni alanların açılması ve yeni kurumların oluşmasını sağlamak bakımından ittifakımız var.

Evvelemirde önemli bulduğumuz bu hususları arz ve ifade ettikten sonra, önümüze gelen Türk Medenî Kanun Tasarısı üzerinde tereddüt, endişe ve hatta korkularımız var ve tabiî, itirazlarımız var; çünkü, içtimai hayatımızda yerleşik olan iffet-ismet ve ahlakî telakkilerde zedelenme ve kaymalar söz konusudur. Dil, ifsat edilmektedir. Bu, kıldan ince, kılıçtan keskin kabul ettiğimiz çok önemli bir meseledir. Aksi takdirde, bireysel, ailevî ve toplumsal hayatımızda meydana gelecek tahribat ve açılacak derin rahneleri kapatmamız, telafisi mümkün olmayan bir şekle bürünecektir.

Muhterem arkadaşlarım, yüksek takdirlerinizde olduğu üzere, dünyada sadece bir defa kullanılan şeyler vardır, bir ikincisi düşünülemez. Bazı şeylerin müstamel hale getirilmiş olması, tecrübe ve kıdem kazandırmaz, sadece bir güzelliği ve kıymeti ortadan kaldırır. O itibarla, bizi insan, aile ve millet yapan değerler söz konusu olduğunda, bütün varlığımızla dikkat kesilmeli ve ciddîyetimizi takınarak tavır koymalıyız. Bu mehabetli çatı altında bulunan bütün saygıdeğer milletvekilleri, her zamankinden belki farklı olarak tarihî bir sorumluluk taşımaktadır.

Türk Medenî Kanunu, temel bir yasadır. Bize göre, bu ifade ötesinde de önemlidir; çünkü, bir defa alınacak vergi kanunları veya bir defa vereceğiniz ikramiyelerle bir tutmanız mümkün olmaz. Tutarsak, şapla şekeri karıştırırız. O takdirde de bunda vebal vardır.

Muhterem arkadaşlarım, değerli milletvekilimiz, arkadaşımız Orhan Bıçakçıoğlu Bey, konuşmasında "millet, bizim burada ne yaptığımızı bilmiyor" buyurdular. Evet, bizim, şu anda, burada ne yaptığımızı bilmiyorlar; çünkü, garibim tarlasında, damında, sürüsünün başında veya herhangi bir işyerinde namusuyla kazanmak, çoluk çocuğuna bakmak ve devlete vergi vermek gibi masum yaşantı içindeyken, biz, onun mukaddesleri, ulvî değerleri, dili, malı, mülkü, çoluk çocuğu, ailesi ve mirası üzerinde tasarrufta bulunuyor, hükme bağlıyoruz. Millet, bizim burada ne yaptığımızı bilmiyor da, bizim, ne yaptığımızı bilmek zorunluluğumuz var; zira, tazmini ve telafisi mümkün olmayan hayatî bir meselenin müzakeresi ve kanunlaşması bahis konusudur.

Değerli arkadaşlarım, Batı endeksli düşünme bağımlılığımız, müstakil hareket ve fikir üretme kabiliyetimizi sınırlamaktadır. Bunun tabiî sonucu olarak, dayatılan ve hayal hanemize bile ipotek konulan bir ülkede, özümüzde maknuz olan üstünlüğü öne çıkaramıyor, dolayısıyla kısırlığımız da devam ediyor. Böyle bir iklimde beynelmilel ünlüler yetişmiyor; hangi alanda olursa olsun uluslararası değerleri yakalamak ve o çapta eser meydana getirmek de mümkün olmuyor. Bu keyfiyet, giderek kolaycılığa ve hazırcılığın rehavetine alıştırıyor; neticede, emeksiz, çilesiz ve yorulmadan elde etme tiryakiliğine müptela oluyoruz.

Zaman içinde, kişiliksiz, meccanici bir ekolün olduğu görülüyor; böylece, mukallitler pazarı da kuruluyor. Tam bu noktada, merhum Necip Fazıl Kısakürek'in mükemmel tarih ve teşhisini hüzünle hatırlıyoruz. Üstat "Bizim aydınlarımız, Avrupa'yı bulmak için evlerinden çıktılar; ama; bulamadılar; döndüler, bu defa da kendi evlerini bulamadılar" diyor.

Yine, bir hanım yazarımız "Doğulu olmanın onlarda yaratmış olduğu aşağılık kompleksi, her şeyin; ama, her şeyin önüne geçmiş, onları birer karton karakter olmaya mahkûm etmiş olmasıdır. En acıklısı, kendi kişisel trajedilerine ayna tutuyor olmalarıdır" diye yazıyor.

Değerli milletvekilleri, dünkü ve bugünkü Türk Medenî Kanunumuzun ilkelerini İsviçre Medenî Kanunundan aldığımızdan dolayı âdeta sevince gark olmuşuz ve çok başarılıyızı oynuyoruz. O sebepten, sık sık kaynak gösteriyor ve sonra da, bu ameliyenin bir reform olduğunu ilan edebiliyoruz. Tasarıda ve her zemindeki müzakerelerde Türk'ten çok İsviçre adı geçiyor. Birileri için övünç ve zafer çığlıkları attıran tasarı, bu yönleriyle, bizim için, bir nakisadır ve teessürümüzü mucip olmuştur.

DSP sözcüsü Sayın Ali Günay, konuşmasında "Batı devletlerinden birisinin medenî kanununun, Türk Medenî Kanunu olarak alınması görüşü benimsenmiş ve İsviçre Medenî Kanununun, bazı değişikliklerle, bir bütün halinde iktibası kararlaştırılmıştır" diyor. Evet, işte, lafın doğrusu budur; yani, iktibastır, tercümedir; dolayısıyla, orijinalitesi yoktur, binaenaleyh, reform da değildir.

Başka bir ifadeyle, o gün yapılan reform ise, bugünkünün adını ne koyacağız, reform üstü reform mu diyeceğiz; bilemedik!.. Bu hükümet, bu Meclisten "reform" adı altında çok debdebeli, şaşalı, alây-ı valâyla kanunlar çıkarmıştır; ancak, bazıları hiç uygulanmaya konulmadan, bazıları da kısa bir müddet sonra geri dönmüştür. Reform olarak tesmiye ettiğiniz bu kanunun akıbeti de, galip ihtimal böyle olacaktır.

Bu kanun tasarısı, yetmişaltı yıl sonra, Türk hukukçularının ve Meclisinin kendi Medenî Kanununu yapamadığının belgesidir. Bizim isyanımız ve hicranımız bundandır; yoksa, maksadımız, kimseye takaza etmek değildir. Hakikat o ki, aradan 76 yıl geçmiş olmasına rağmen, bir arpa boyu mesafe alamamışız; bunun da sevinilecek tarafı yoktur.

Genel gerekçe bile, bugüne göre yazılamamış ve 1926'nın geçmişi kötüleme, aşağılama, inkâr ve bugz modasına âdeta uyulmuştur. Kabuk tutmaya başlayan aziz milletimizin yarasına, 76 yıl sonra, tekrar kezzap dökülmesi, akıl kârı olamaz; olsa olsa azim bir gaflettir; çünkü, hiçbir Müslüman Türk'ün, "onüç yüzyılın kendisini çeviren hastalıklı inançlardan kurtulmuş" denmek suretiyle dinini tahriki, tehlikeli bulunan gelenek ve göreneklerinin tezyifini kabul etmesi ve ürpermemesi düşünülemez; çünkü, hakikat tarihen sabittir ki, beğenilmeyen hastalıklı inançlar manzumesinin oluşturduğu ortak şuur, şecaat ve adaletle ve de tehlikeli bulunan örf ve ananeleri sayesinde, bu millet, on asır hükümferma olmuştur. Dünyanın bin yılını muhteşem medeniyetler ve örnek devlet yönetimleriyle dolduran bu topraklar üzerinde yaşamış Selçuklu ve Osmanlıyı yok saymak, yumuşak ifadesiyle, basiretsizliktir, haksızlıktır. Tarihin şahitliğinde kimsenin inkârı mümkün olmayan şanlı geçmişimizden, herhalde, ancak, düşmanlarımız rahatsız olur.

Öte yandan, Nazım Hikmet'in adına üniversitelerin kurulmasının söz konusu olduğu bugünkü Türkiye ortamında, 76 yıl önce talihsiz bir anlayışın ısıtılarak önümüze konulması fevkalade ıstırap verici olmuştur.

Biz geçmişimize ve ceddimize dil uzatırken, beğenmezken, Amerikan üniversitelerinde kurulan kürsülerde, Osmanlı okutuluyor.

Doğru Yol Partisinin, millî ve manevî değerlerimizi tahkir keyfiyetini tekrar eden, tarihimizi inkâr anlamına gelecek bir cürmün iştirakçisi olması söz konusu değildir. O itibarla, şahsen sempati duyduğumuz,  Yüce Meclisin de, bu duygularla meşbu olduğu kanaatini taşıdığımız Sayın Adalet Bakanımızın ve aziz milletimizin dikkat nazarlarına kemali ciddiyetle bir defa daha sunuyoruz.

Değerli arkadaşlarım, özümüzden çıkan, her yönü bakımından bize ait olan bir Medenî Kanun Tasarısı hazırlanıp getirilememiş, hiç değilse, bugünün Türkiyesine uygun mahiyette bir genel gerekçe yazılabilme feraseti gösterilseydi teselli bulsaydık; bundan bile mahrum edildiğimiz aşikârdır.

Değerli arkadaşlarım, bu kanun tasarısı ile bildiğimiz ve hepimizin içinde yaşadığı klasik aile tipinin bir yerine, ne zaman patlayacağı belli olmayan dinamit yerleştiriliyor ve yolunun üzerine, üstüne ne zaman basılacağı belli olmayan mayınlar konuluyor. Dünkü oturumda, Sayın Topçu "biz, kanun koyucuyuz; ama, kanun yapamıyoruz" dediler, bendeniz devam edeceğim, kanun da yapmıyoruz, sadece kanun çıkarıyoruz; çünkü, hem son İçtüzük tadilatı ve hem de IMF'nin direktifleri ve siparişleri doğrultusunda çalıştırılan Yüce Meclis, müzakere vasfını kaybetmiş, âdeta fason çalışan bir müessese şekline dönüştürülmüştür. 15 milyar dolara çıkarılan 15 sipariş kanunun, söylediklerimizi ifade etmesi bakımından çok takdire şayan buluyorum.

Şimdi, bendeniz 574 ilâ 683 üncü maddeler üzerinde konuşuyorum. Bugüne kadar yapılan 574 madde üzerindeki önerilerin hiçbirisinde değişiklik mümkün olmamış, Sayın Bakanınkiler hariç. Bundan sonra da kabul göreceğini zannetmiyorum. Müzakere ortamı bu olunca,maddeler üzerinde konuşmanın kıymeti harbiyesini de göremiyorum. 575-683 arasında 108 madde mevcut; birer dakika konuşsak iki saatte yakın bir süre yapıyor, İçtüzüğe göre dokuz saat yapıyor. O itibarla, birileri gelsin, şu hakikatin dışında bir husus varsa, bize izahını yapsın.

Şimdi, Sayın Bakan bir evvelki oturumda yaptığı cevabî konuşmasında olduğu gibi, bazı milletvekillerinin kanunun seyrini takip etmediklerinden bahisle, hâlâ, genel gerekçe ve geride kalan maddeler üzerinde konuşulduğunu düşünebilir ve söyleyebilir; ancak, bilinmelidir ki, bu kanun üzerinde daha çok, ama çok konuşulacaktır. O bir tarafa, Sayın Bakan, zatıdevletleri, yetmişaltı yıl önceki esbabı mucibe layihasını temcit pilavı gibi ısıtıp önümüze getirirken geride kalmışlık olmuyor da, daha dumanı tüten tazelikteki maddeler üzerinde konuşmak niye geçmiş zamana bağlanıyor?!

Biz, doğru bildiklerimizi söylemeye devam edeceğiz. Belki, hükümet, intiba hâsıl eder, tasarıyı geri çekebilir veya tekriri müzakere talebinde bulunabilir.

Muhterem arkadaşlarım, bu tasarıyla birlikte, bugüne kadar, saadeti erkeğine teslimiyette ve onun himayesinde, şefkatinde bulan Türk kadınına isyan ortamı hazırlanmaktadır. Bu tasarı, Türk ailesinde manevî hazzın yerine materyalist anlayışın hoyratlığını hâkim kılacaktır. Böylece, dillere destan, çileli, fedakâr, özveriyle bezenmiş yüce bir müessesenin üç kuruşa paymal edilmesine doğru gidiliyor. Muazzam anlam yüklü, refik ile refika, romanlarda ve hatıralarda kalacaktır. Bu tasarı, bizi, kendimizden edecek, ecnebileştirecektir. Matematiksel ifadesiyle, 2'nin 1 olması şeklindeki karı-koca, taraf hale getirilecektir. Onbinlerce ailenin, kanun çıkınca mal mülk konuşması dikkate alınacak olursa, işin kötüsü, bundan sonra da her gün hanede mal mülk lafı edilecektir. Yeni mal rejimiyle eşler, çocuklar uyum yerine bu çetrefilli rejimle boğuşmak zorunda kalacaklardır.

İktidarınızda, milletin ellenmedik, yeşertilmedik, morartılmadık yeri kalmadı; malını mülkünü, işini gücünü heder ettiniz; borçlu Türkiye, borçlu aile, borçlu ferdin bırakacağı da borç olur, doğan çocuklara da, o itibarla borçlu bir dünya hazırlayıverdiniz. Takatı kalmadı, ümidi de yok oldu. Şimdi de, her şeye rağmen dayanışma içinde varlığını devam ettiren insanımızın sıcacık yuvasına şeytanın çomağı sokulmaktadır.

Bu tasarıyla birlikte hep düşünmüşümdür; kim acaba, anasından, babasından, yetiştiği aile mefhumu ve düzeninden şikayetçi diye.

Bu kanun tasarısının en çarpıcı bir diğer hususu da, evlilik dışı ilişkiden doğan çocuklara tanınan miras hakkıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Bir dakika efendim.

İLHAN AYTEKİN (Devamla) - Muhterem arkadaşlarım, burada, bilerek veya bilmeden, kasıtlı veya kasıtsız taaddüdü zevcatın kapısı aralanmaktadır.

Bu kanunla gayrîmeşru ilişkileri peşin kabul etmiş oluyorsunuz ve evlilik dışı ilişkide bulunanları yüreklendiriyor, iştahını artırıyorsunuz; çünkü, ortaya konulan muameleyle bir ümit ve teminat söz konusudur. Bu işin nerede duracağı belli olmaz. Mal, mülk, zenginlik zebunu muhteris kimselere yeni bir alan oluşturuyorsunuz. Çocuğun varlığında kendi teminatını gören kadınlar, bu işin takipçisi olacaktır veya nikahlı eşinden çocuğu olmayan erkekler bu yola başvuracaktır; her iki halde de ortada olan gayrimeşru ilişkiler içtimaî bir yara olarak önümüze çıkacaktır.

Muhterem milletvekilleri, günahlı sevaplı, eksikli fazlalı ve de kendiliğimizden olmayan bir kanun çıkıyor. Bu kanunda ölü maddeler var, gayri kabili tatbik maddeler var, millî bünyemize uymayan taraflar var, Türk toplumunu yeni anlayışa zorlayan maddeler var. Keşke, Meclis Adalet Komisyonunun, parti grup sözcülerinin ve şahsen görüş ifade eden milletvekili arkadaşlarımızın odaklaştığı maddeler tekrar ele alınıp bakılabilseydi daha doğru olurdu diye düşünüyorum.

Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (DYP, SP ve AK Partisi sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Efendim, Anavatan Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Sühan Özkan; buyurun. (ANAP sıralarından alkışlar)

Süreyi ikiye bölüyorum değil mi efendim?

İ. SÜHAN ÖZKAN (İstanbul) - Ben, sizin istediğiniz kadar konuşacağım efendim.

BAŞKAN - Hayır, benim istediğim kadar olur mu efendim, rica ederim; kürsü hür.

Süreyi ben ikiye böleyim; yarı ikaz olur.

ANAP GRUBU ADINA İ. SÜHAN ÖZKAN (İstanbul) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; görüşülmekte olan Medenî Yasa Tasarımızın bu bölümünde Anavatan Partisi Grubu adına görüşlerimi bildirmek üzere huzurunuzdayım; Yüce Heyetinizi en derin saygılarımla selamlıyorum.

Yüksek malumları olduğu üzere, objektif hukukun bir şubesi olarak ve geniş manada hususi hukukun müteradifi, bir anlamda eşanlamlısı olarak Medenî Yasa, bilindiği gibi, şahıslar arasındaki bütün hukukî münasebetleri tanzim etmektedir; bu nedenle de çok önemli bir yasadır.

Hususi hukuku normatif anlamda düzenleyen bir temel kanun olarak görüştüğümüz bu tasarı, Medenî Kanun olarak bütün hakları, medenî hakları, 1789'dan bu yana evrensel insan haklarını; yani, insanların özgür ve eşit doğarak öyle kaldıklarını öngören evrensel insan haklarına uygun olarak, şahıs sıfatıyla haiz olduğu bütün sübjektif hakları düzenlemektedir.

Siyasî hakların tabiî ki zıttı olan medenî haklar, insanlık tarihinin her safhasında o medeniyetin geldiği safhayı, aşamayı göstermektedir, lafzen ifade etmektedir, normatif anlamda ifade etmektedir. Her ülke için bu temel yasa, bir anlamda kendi uygarlığının sentezidir; ama, temel sorun, uygarlığın, dünya uygarlığının nereye gittiğidir, dünya uygarlığının ne olması gerektiğidir ve dünya uygarlığını düzenleyecek temel yasaların neler olması gerektiğidir.

Dünyamız, bugün, büyük kopuşlar ve gerilimler ortamındadır. İnsanlık, bugün, dünyada uygarlığın geldiği noktayı mutlaka yeniden düşünmek ve değerlendirmek zorundadır. Yeni bir bin yılın eşiğinde, insanlık, çok büyük kaygılarla karşı karşıyadır. Ölçüsüz bir üretim, çılgınca bir kazanç tutkusu doğayı yağmalarken, aynı zamanda, çocuklarımızın ve gelecek kuşakların hayatlarını yağmalamaktadır. Toprak, hava, su kirlenmiş ve hızla kirlenmeye devam etmektedir. Bütün moral değerler, günlük kaygıların karmaşasında giderek aşınmaktadırlar.

Görüşmekte olduğumuz tasarının önemli bölümlerinden bir tanesi miras hükümlerini düzenlemektedir. Miras, acaba sadece kendi çocuklarımıza bıraktığımız mal mülk mü olmalıdır; yoksa, insanlığın ortak mirasına kendi tasarruflarımızla ne kadar müspet katkı yapabiliriz, gerçek anlamda mirasa ilişkin tasarruflarımızı bu kaygı mı yönlendirmelidir? Şüphesiz ki, bu kaygı, mirasımız için, geleceğimiz için en önemli yol gösterici olmalıdır. Paranoya içindeki bir teknobilim, dünyayı ve insanlığın mirasını kahretmek için beklemektedir. Bugün bilimin fonksiyonları da yeniden düşünülmek zorundadır. Etik, kültürel, ekolojik boyutların paranın istilasına karşı direnebilmeleri gerçek bir yurttaşlık bilinciyle mümkündür. Görüştüğümüz medenî yasa işte böyle bir yurttaşlık bilincinin gelişmesine katkıda bulunursa, o zaman, bu yasayla öngörülen ve 1926'da Atatürk ve onun arkadaşlarının, cumhuriyeti kuranların öngördüğü muasır medeniyete ulaşma amacına katkıda bulunacaktır.

Bu çağ, dünya ölçeğinde belki de bugüne değin öngörülmemiş sorunlar ve sorumluluklarla insanlığı karşı karşıya bırakmıştır. Bugün, gezegenimizin geleceği tehlikededir. Ekonomik dengesizlik insanlığı tehdit etmektedir. İstikrarsız bir nüfus artışı, sürdürülebilir bir kalkınma projesini imkânsız kılma noktasına doğru hızla ilerlemektedir. Küreselleşmenin getirdiği sorunlar, demokrasiye rağmen, dünya ölçeğinde ekonomik, sosyal, kültürel eşitsizlikler, hoşgörüsüzlük, içinden çürüyen, ufalanan bir demokrasi kavramı, gelişmiş-azgelişmiş ülkeler arasında her gün artan eşitsizlikler, bütün bu olumsuz koşullarda insanca bir dünya kurmanın sorumluluğu, bugün medeniyetin sorunudur.

İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisinden bu yana, dokunulmaz ve kutsal bilinen sadece mülkiyet hakkıdır. Bu hak sayesindedir ki, doğal zenginlikler metalaştırılıp, pazarlanabilmektedirler. Acaba, bugün, mülkiyet hakkını da yeniden düşünüp, ona daha hümanist bir muhteva vermenin zamanı gelmemiş midir? Doğanın nimetlerinin herkese ait olması gerekir. Bunlar üzerinde insanların hakları dokunulmaz ve kutsal olmalıdır. Bu, geleceğe bırakacağımız gerçek anlamdaki mirası korumak için şarttır. Mülkiyet ve miras haklarını, doğanın nimetleri üzerinde yeniden düşünüp, korumaya almamız gerekmektedir; çocuklarımızın, onların çocuklarının geleceğini yağmacılara karşı koruyabilmemizin önşartı budur.

Birleşmiş Milletler, uzun müzakerelerden sonra, denizlerin, okyanusların içindeki bütün zenginliklerin insanlığın ortak mülkiyetinde olduğunu ilan etmiştir; ama, aynı kuruluş üyesi devletler, bu mülkün, bu zenginliklerin, kaba birtakım araştırmalar adına kirletilmesine, tahrip edilmesine seyirci kalmaktadırlar. Doğanın bütün nimetleri, tüm insanlığın hizmetine, en adaletli şekilde sunulmalıdır. Hiçbir hak, hiçbir yasa, doğal çevreyi kirletmeyi meşru kılmamalıdır. Bu çeşit tasarruflar sonucu meydana gelebilecek maddî zararları tazmin etme, zararı ortadan kaldırmamaktadır. İnsanlığın ortak mallarını, ortak mirasını, ortak zenginliklerini her ne amaçla olursa olsun bozup, sonra ödemeye çalışmak, hukukî bir düşünce olmamalıdır. Hiç kimse, asla, kendisine ait olmayan bir şeyin gücünü azaltma, doğasını bozup, dejenere etme hakkına sahip olmamalıdır ve olamaz. Böyle bir hak anlayışı ne tabiî hukukta ne de ilahî hukukta yoktur. Bu konularda yaratılacak her ayrıcalık uygarlığın aleyhine işler. Haklar ve sorumluluklar yeni bir pencereden; ama, mutlaka, insanlığın ortak yararına göre değerlendirilmelidir. 21 inci Yüzyıl evrensel hukukun önündeki temel problem budur.

Bugün haklar ve özgürlükler, kategorik olarak, Birinci Dünya Savaşından bu yana önemli değişimler göstermektedir. Birinci Dünya Savaşı itibariyle, klasik anlamda, yaşam hakkı, fikir özgürlüğü, seyahat özgürlüğü hakları öngörülmüş ve o zamanki anayasalarda teminat altına alınmıştır. İkinci savaş sonrasında, hakların kategorileri değişmiş ve ikinci kuşak haklar söz konusu olmuştur. Bu haklar; sağlık hakkı, eğitim hakkı, çalışma hakkıdır ve bu hakların anayasalarla, o dönemin anayasalarıyla güvence altına alınması söz konusu olmuştur. İkinci Dünya Savaşı sonucunda, o felaket sonrası, insanlık, bu hak kategorilerini yeni baştan değerlendirmiş ve bu haklar, neredeyse, klasik haklara üstün hale gelmiştir.

Şimdi, 20 nci Yüzyılın sonlarında, 21 inci Yüzyılın başında üçüncü kuşak haklar ortaya çıkmaktadır. Bu haklar, kendilerini dayatmaktadırlar. Bu haklar; barış hakkı, korunmuş bir doğa hakkı, dayanışmalı ekonomi hakkı, insanlığın ortak mirasına, mülkiyetine ait olma hakkı ve ülkelerin gelişip, kalkınması hakkıdır. Bu haklar dünya çapında tanınmalı ve mutlaka yasalara geçirilip, insanlığın ortak değerleri haline getirilmelidir. Bu görev demokrasinindir.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında, insan haklarındaki yeni özgürlük kategorilerinin eklenmesi yeni bir problemi de ortaya koymaktadır. Bu haklar, artık, uluslararası kategoridedir ve bu hakların çözümü, değerlendirilmesi, mutlaka, global toplum ve makro hukuk sosyolojisi açısından değerlendirilmelidir.

Sayın Başkan, değerli üyeler; bugün geldiğimiz noktada, makro hukuk sosyolojisi bakımından çözülmesi gereken en önemli problem, aktüel problem, az gelişmiş ülke problemidir. Burada, az gelişmiş ülkeler arasındaki, az gelişmiş ülkelerin kendi realitesi, bugün, Batı global toplumlarından çok daha önemli bir gerçek olarak kendini ortaya koymaktadır. Medeniyetlerin, az gelişmişlik sorununu çözme sorumluluğu vardır; kuzey-güney farkını çözme sorumluluğu vardır. Bugün, dünya medeniyeti, her gün biraz daha açılmakta olan zengin-yoksul farkını ortadan kaldırma sorumluluğundadır. Eğer, uygarlık ve bugün onun temsilcisi olduğunu iddia edenler bu sorumluluklarını yerine getirmezlerse, yarın çok geç olacaktır.

Sayın Başkan, değerli üyeler; sosyal ve ekonomik eşitsizlikler arttıkça bu şiddetler de artacaktır, ulusal ölçekte artacaktır; suçların çoğaldığı toplumlar kendi düzenini sağlamakta zorlanacaklardır. Uluslararası düzeyde terörizm, bugün olduğu gibi, ekonomiyi velhasıl düzeni yerle bir edecek boyutlara ulaşacaktır. Şimdi, artık, yeni bir bilinci, gerçek anlamda bir dünya vatandaşı olmanın, ulusal bilinçle beraber uluslararası adaleti gerçekleştirme bilincini gerçekleştirme zamanıdır. Bu, kümülatif adalet anlayışıyla sağlanabilir.

Kümülatif adalette asıl olan, insanlar arasındaki eşitliktir. Hukuk ve ahlak anlayışı, yani adalet, bu kadarı yeterlidir. Şimdi, bunun için, eğer, eşitlik konusu bu kadar hafife alınırsa, bugünkü dünya medeniyetlerinde olduğu gibi eşitlik konusu hafife alınırsa, bugün, dünya, geldiği noktadan daha ileriye gidemez. Eşitlik, hiçbir meseleyi çözmese bile, adildir. Bugün, kümülatif adaletin esası, artık, sadece bireylerarası eşitlikten değil, evrensel olan uluslararası eşitlikten geçmektedir.

Sayın Başkan, değerli üyeler; bugün, dünya, durumu itibariyle, hukukî tarifi itibariyle gabine uygundur ve azgelişmiş ülkeler tam bir müzayaka halindedir. Bugün, gabini önlemenin yolu, azgelişmiş ülkeleri, gelişmekte olan ülkelere karşı müzayaka halinden kurtarmanın yolu yeni bir sosyal anlayıştan, sosyal sözleşmeden geçmektedir. Bu sözleşmede temel prensip, mutlaka, en çok kazananın insanlığa, uygarlığa en çok katkıda bulunması zorunluluğudur. Bu, gerçek anlamda adaletin tecellisi olacaktır ve uygarlık kendini ancak böyle yüceltebilecektir.

Yeni tasarı, bir resepsiyon faaliyetidir. 1920'li yıllardan bu yana uygulamada kendi şartlarımızın, ülkemizin şartlarının ortaya koyduğu ihtiyaçlarımızın...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İ. SÜHAN ÖZKAN (Devamla) - 2 dakikada bitiriyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - İstirham ederim, buyurun efendim; vaktiniz var, 10 dakikanız daha var. Veciz konuşma yapıyorsunuz...

İ. SÜHAN ÖZKAN (Devamla) - Teşekkür ederim.

... bir resepsiyon faaliyetidir; ama, 1926'dan bu yana, kendi ihtiyaçlarımızın, kendi şartlarımızın ortaya koyduğu gerçekleri de yeniden nazarı itibara alarak yeni bir resepsiyon faaliyeti yapıyoruz.

Bu faaliyete, tam manasıyla, hukuk sosyolojisi açısından bir resepsiyon faaliyeti denilemez, bir iktibas faaliyeti denilemez; çünkü, uygarlık, mutlaka, kendi hukuk sistemlerinin birbirini etkilediği bir uygarlıktır. Bugün, geldiğimiz noktada, iktibas yapılan sistemin tatbikatında da meydana gelen aksaklıklar göz önüne alınarak yeni öneriler getirilmiş ve ülkemiz gerçekleri de nazarı itibara alınmıştır. Yalnız, burada, bir önemli konuyu hukuk sosyolojisi açısından ve resepsiyon problemi açısından ortaya koymakta fayda görüyorum.

Bir yasama faaliyetinde en önemli problem, örf ve âdetlerin durumudur. Hukuk sosyolojisi açısından, örf ve âdetler, fevkalade büyük bir önem arz etmektedir. Klasik hukuk sosyolojisinde, yasama faaliyetinin nötralize edemediği tek faktör, tek alan, örf ve âdetler alanıdır. Medenî Kanun Tasarısı yasalaştıktan sonra, örf ve âdetlerimizi kendi tabiî seyri içinde gelişmeye bırakmak konusunda tatbikata yol gösterecek bir içtihat faaliyetini de, mutlaka ve mutlaka, gerçekleştirmek zorundadır.

Sayın Başkan, değerli üyeler; çok önemli bir uygarlık projesini görüşüyoruz. Bu uygarlık projesine bugüne kadar çok kişi katkı yaptı; Sayın Bakanımız, Bakanlık çalışanları, sivil toplum örgütleri, bilgisi olan, birikimi olan herkes katkıda bulundular. Adalet Komisyonu, yaklaşık 1060 maddelik bu tasarı üzerinde çok önemli çalışmalar yaptı, büyük emekler sarf etti. Burada, tüm partiler, en son şekline, fikirleriyle yeni ilaveler yapmak istediler.

Ben, inanıyorum ki, bu yasa, önümüzdeki dönemlerde Türkiye'nin yeni uygarlık projesine, Türk toplumunun uygarlık projesine çok önemli katkılar sağlayacaktır. İnanıyorum ki, eksiklikler, tatbikattan doğabilecek olan eksiklikler de, mutlaka, yeni baştan değerlenecek ve yeniden, yasama faaliyetlerinin sonucu bu yasaya eklenecektir. Bu yasa, mutlaka ve mutlaka, amacına ulaşacak ve tarihinin en eski çağlarından bu yana, dünyanın en eski uygarlıklarından biri olan Türk toplumuna, gerçek anlamda, bugünün dünyasında gerçek uygar bir toplum olma yolunda çok büyük katkı sağlayacaktır.

Bu düşüncelerle, Yüce Heyetinizi saygı ve sevgilerimle selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Özkan, teşekkür ediyorum.

Gruplar adına görüşmeler tamamlanmıştır.

Sayın Bakan, buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önce, bugün görüşmemiz gereken maddelerle ilgili açıklamalar yapmak istiyorum, ondan sonra, değerli sözcülerin görüşleri hakkında cevap hakkımı kullanacağım.

Türk Medenî Kanunu Tasarısının miras hukukuyla ilgili Üçüncü Kitabının İkinci Kısmı, mirasın geçmesini düzenlemektedir. Bu kısım, "Mirasın Açılması", "Mirasın Geçmesinin Sonuçları" ve "Mirasın Paylaşılması" başlıklarını taşıyan üç bölümden oluşmaktadır.

Mirasın açılmasıyla ilgili Birinci Bölümdeki maddelerde, gerek kenar başlıkları gerek metinleri itibariyle, düzenleme konularına uygun değişiklikler yapılmıştır. Tasarının 581 inci maddesinin ikinci fıkrasıyla getirilen yeni düzenlemede, mirasbırakandan önce ölmüş olan vasiyet alacaklısının, vasiyet alacağı hakkının mirasçılara geçmeyeceği hükme bağlanarak, yürürlükteki Kanunda mirasçının haklarının kendi mirasçılarına geçeceğini belirten 523 üncü maddesinin aksine bir hüküm getirilmiştir. Bu durumda, vasiyet alacağı, vasiyet alacaklısının mirasçılarına geçmeyecek, vasiyeti yerine getirmekle yükümlü olan mirasçılar lehine ortadan kalkacaktır.

İkinci Bölüm, mirasın geçmesinin sonuçlarını düzenlemektedir. Bu bölümün birinci ayrımı, "Koruma Önlemleri" başlığını taşımaktadır. Yürürlükteki kanunun 531 inci maddesinin yerini alan tasarının 589 uncu maddesine yeni eklenen "bir fıkrayla, koruma önlemleriyle ilgili giderlerin, ileride terekeden alınmak üzere, istemde bulunan kişi tarafından, eğer, önleme, hâkim re'sen karar vermişse, devlet tarafından karşılanması kabul edilmiştir.

Tasarının 598 inci maddesinin kenar başlığı, yürürlükteki kanunun 538 inci maddesinin "Malların itası" şeklindeki kenar başlığın içeriğiyle uyumlu olmaması nedeniyle, "Mirasçılık belgesi" şeklinde ifade edilmiştir.

Yürürlükteki madde, sadece atanmış mirasçılık belgesi verilmesini öngörmektedir. Oysa, yasal mirasçıların da böyle bir belgeye ihtiyaç duyduklarına şüphe yoktur. O nedenle, yeni düzenlemede yasal mirasçılara da yer verilmiştir.

İkinci Ayırımda mirasın kazanılması düzenlenmektedir. Yürürlükteki Kanunun 549 uncu maddesinin yerini alan Tasarının 609 uncu maddesine eklenen yeni iki fıkrayla, mirasın reddi iradesinin açıklanması üzerine yapılacak işlemlere açıklık getirilmiş, bu arada, reddeden mirasçı isterse, kendisine reddi gösteren bir belge verilmesi öngörülmüştür.

Yürürlükteki Kanunun 533 üncü maddesinin karşılığı olan Tasarının 613 üncü maddesinde, altsoyun tamamının mirası reddetmesi halinde, bunların payının, sağ kalan eşe kalacağı hükme bağlanmış ve böylece, sağ kalan eş daha fazla korunmuştur.

Üçüncü Ayırımın başlığı "Resmî Defter Tutma" şeklinde değiştirilmiştir. Bu ayırımda yer alan maddelerde esasa ilişkin önemli değişiklik yapılmamıştır.

Dördüncü Ayırımda "Resmî Tasfiye" başlığı altında terekenin resmen tasfiyesi düzenlenmektedir. Bu ayırımda yer alan hükümlerde de, esasa ilişkin önemli değişiklik yoktur.

Beşinci Ayırımda, miras sebebiyle istihkak davası düzenlenmektedir. Bu davanın adının, 1971 Öntasarısında önerildiği gibi "mirasçılık davası" şeklinde değiştirilmesi düşünülmüşse de, bu terimin, söz konusu davayı tam anlamıyla ifade etmediği, ayrıca, halen kullanılmakta olan terimin uygulamada yerleşmiş olduğu dikkate alınarak, bu yola gidilmemiştir.

Yürürlükteki Kanunun 577 nci maddesinin yerini alan Tasarının 637 nci maddesine eklenen yeni bir fıkrayla, miras sebebiyle istihkak davasında hâkimin, mirasçılık sıfatıyla ilgili uyuşmazlıkları da çözmesi hükme bağlanmıştır.

Yürürlükteki Kanunun 579 uncu maddesinde, kötü niyetli zilyetlere karşı miras sebebiyle istihkak davasının zamanaşımı süresi otuz yıldır. Bu süre, mülkiyetin olağanüstü zamanaşımıyla kazanılmasına ilişkin yirmi yıllık süreyle, miras sebebiyle istihkak davası arasında paralellik sağlamak üzere tasarının 639 uncu maddesinde yirmi yıla indirilmiştir.

Mirasın paylaşılmasıyla ilgili Üçüncü Bölümün Birinci Ayırımında, paylaşımdan önceki miras ortaklığı düzenlenmektedir.

Mirasta terekenin tabi olduğu elbirliği mülkiyetine yöneltilen en önemli eleştiri, mirasçıların birlikte hareket etmek zorunda olmaları; dolayısıyla, terekedeki hakların korunması amacıyla, bireysel olarak hareket edememeleridir. Bu bakımdan, yürürlükteki Kanunun 581 inci maddesi ile 583 üncü maddesinin ikinci fıkrasının karşılığı olan Tasarının 640 ıncı maddesine eklenen yeni bir fıkrayla, mirasçılardan her birinin hakkını korumak için, tek başına dava açmasına olanak sağlanmıştır.

Tasarının 641 inci maddesinin ikinci fıkrasıyla getirilen yeni düzenleme uyarınca, ana ve baba veya büyük ana ve büyük babayla birlikte yaşayan ve emeklerini veya gelirlerini aileye özgüleyen çocuklar ile torunlara verilecek uygun tazminat, terekenin paylaşılmasından önce hak sahiplerine ödenecek, bundan sonra geri kalan tereke değerleri mirasçılar arasında paylaşılacaktır.

Mirasbırakanın ölümünde, onunla birlikte yaşayan ve onun tarafından bakılan kimselerin geçim masraflarının terekeden sağlanması süresi, yürürlükteki Kanunun 585 inci maddesinde bir ay iken, Tasarının 645 inci maddesinde, ülkenin koşulları da göz önünde bulundurularak, üç aya çıkarılmıştır.

İkinci Ayırımda paylaşmanın nasıl yapılacağı düzenlenmiştir. Tasarının 652 nci maddesiyle getirilen yeni düzenlemede, eşlerden birinin ölümü halinde, tereke malları arasında ev eşyası veya eşlerin birlikte yaşadıkları aile konutu varsa, sağ kalan eşin korunması amacıyla, bunlar üzerinde miras hakkına mahsuben mülkiyet hakkı tanınmasını isteyebileceği öngörülmüştür. Yine, haklı sebeplerin varlığı halinde, sağ kalan eşin veya mirasbırakanın diğer yasal mirasçılarından birinin istemi üzerine, mülkiyet yerine intifa veya oturma hakkı tanınması olanağı getirilmiştir.

Yürürlükteki Kanunda karşılığı bulunmayan 656 ncı madde, mirasın paylaşılması sırasında taşınmazların bölünmelerine kısıtlama getiren özel kanun hükümlerinin dikkate alınacağını vurgulamak için konulmuştur.

Yürüklükteki Kanunun 597 nci maddesinde değişiklik yapılarak, yeniden düzenlenen tasarının 569 uncu maddesinde, terekede bulunan, ekonomik bütünlüğe ve yeterli tarımsal varlığa sahip bir tarım işletmesinin, işletmeye ehil mirasçılardan birinin istemde bulunması halinde, bu mirasçıya, gelir değeri üzerinden, bölünmeksizin özgüleneceği belirtilerek, tarımsal işletmenin varlığı ve mirasçıların çıkarı korunmaya çalışılmıştır. Ayrıca, işletmenin, değerinde azalma olmaksızın, yeteri kadar gelir sağlayan birden çok tarım işletmesine bölünebilecek nitelikte olması halinde, bunları isteyen ve işletmeye ehil bulunan mirasçılara ayrı ayrı özgülenebileceği öngörülmüştür.

Tasarı 662 nci maddesi, tarımsal işletmelerin varlık ve bütünlüğünü korumak amacıyla getirilmiş, yeni bir düzenlemedir. Bu düzenlemenin, tarım sektörünün ülkemiz açısından taşıdığı önem nedeniyle yararlı olacağı düşünülmektedir. Bu maddeyle, işletmenin özgülenmesini isteyen ve bu işletmeyi yürütmeye ehil bir mirasçının bu yöndeki istem hakkının, mirasbırakan tarafından ölüme bağlı bir tasarrufla ortadan kaldırılamayacağı kabul edilerek, mirasbırakanın arzusundan önce, tarımsal işletmenin varlığını sürdürebilmesi yoluyla yurt ekonomisinin korunması amaçlanmıştır.

Tasarıyla yeni getirilen 663 üncü maddede, mirasçılar arasında ergin olmayan; fakat, ayırt etme gücüne sahip bulunan altsoy hısımların bulunması halinde, bunların ergin olmalarına kadar özgülemenin ertelenmesi kabul edilmiştir.

Tasarının 668 inci maddesinin de, yürürlükteki kanunda karşılığı yoktur. Bu yeni maddeyle, işletmenin bir bütün olarak özgülenmesini mirasçılardan hiçbirisi istemez ya da böyle bir istekte bulunmasına karşın bu istek reddedilirse, mirasçılardan her birinin işletmenin bir bütün halinde satılmasını isteyebileceği kabul edilerek, işletmenin varlığının ve bütünlüğünün korunması amaçlanmıştır.

Üçüncü Ayırım, yürürlükteki Kanundaki "Mirasta İade " başlığı yerine, düzenlenen kurumu daha iyi açıklayan bir ifadeyle "Mirasta Denkleştirme" başlığını taşımaktadır; çünkü, burada, alınanın fiilen geri verilmesi anlamında bir iade değil, terekenin hesabında değerinin göz önünde tutulması ve paylaşma sonucunda mirasçıya düşecek paydan indirilmesi söz konusudur; bu ise, bir iade değil, denkleştirme işlemidir.

Denkleştirmeye tabi karşılıksız kazandırmaları gösteren 669 uncu maddenin ikinci fıkrasına, yürürlükteki kanunun 603 üncü maddesinde bulunmayan, fakat, kaynak İsviçre Medenî Kanununun 626 ncı maddesinde yer alan, bir "mal varlığını devretmek" de eklenmiştir.

Tasarının 673 üncü maddesinin kenar başlığı, kaynak kanuna uygun olarak "denkleştirme değeri" şeklinde değiştirilmiştir. İkinci fıkra ile getirilen yeni hüküm, maddenin amacına uygun olarak, yarar ve zarar ile gelir ve giderler hakkında mirasçılar arasında sebepsiz zenginleşme hükümlerinin uygulanacağını belirtmektedir. Oysa, yürürlükteki kanunun 607 nci maddesi, mirasçıların sorumluluğu konusunda zilyedin haklarına ilişkin hükümlere yollama yapmaktadır.

Dördüncü Ayırım, paylaşmanın tamamlanması ve sonucunu düzenlemektedir. Yürürlükteki kanunun 611 inci maddesinin yerini alan, tasarının 676 ncı maddesine eklenen, yeni ikinci fıkrasına göre, mirasçıların tereke mallarının tamamı ve bir kısmıyla ilgili olarak, elbirliği mülkiyetinin payları oranında, paylı mülkiyete dönüştürülmesini de kabul edebilirler. Böylece, paylaşmanın, paylı mülkiyete dönüştürme şeklinde gerçekleşmesine de olanak sağlamış bulunmaktadır.

Yürürlükteki kanunun 612 nci maddesinin yerini alan, tasarının 677 nci maddesinin, birinci fıkrasına, "miras payının devrinin, terekenin tamamı veya bir kısmı üzerinde olabileceği" hükmü eklenmiştir. Böylece, doktrinde ve yargı kararlarında kabul edilen "payın devrinin, terekenin tamamı üzerindeki payı kapsamasının zorunlu olmadığı" yolundaki görüşe yasal dayanak sağlanmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; miras hukukuyla ilgili olarak söyleyeceklerim bunlar. Şimdi, tasarının gerek geneli üzerinde gerek diğer kitapları hakkında, değerli sözcülerin açıkladığı görüşler hakkındaki düşüncelerimi söylemek istiyorum.

Türk Medenî Kanunu, 1926'da ülkemizde bir hukuk devrimini gerçekleştirmiştir; bunda hiç şüphe yok ve görüyorum ki, bütün arkadaşlarımız bu görüşü paylaşmaktadır.

Şimdi yapılan ise, 1926'da gerçekleştirilen devrimin, 21 inci Yüzyılda, bu yüzyılın anlayışına ve bu yüzyıl Türkiyesinin gereksinimlerine uygun olarak daha ileri bir çizgiye taşınmasıdır. Dolayısıyla, 1926'da gerçekleştirilen hukuk devriminin devamı, daha ileriye götürülmesi niteliğinde bir büyük eserdir. Hiç kimse bu eseri küçümsemeye kalkışmamalıdır.

Dünya, çağdaş kurallar içinde yaşamaktadır. Türkiye, bu kuralların dışında değildir. Dünyada yetmişbeş yıl içinde olan gelişmelerin, ülkemizdeki gelişmelerin, bu tasarıyla yasalaşması kadar doğal bir şey olamaz. Bunlar yapılmıştır.

Tasarının en önemli özelliklerinin başında, eşitlik ilkesinin her alanda vurgulanması gelmektedir. Her şeyden önce, bu, ailede gerçekleşmiştir. Bu, yalnız bizim Anayasamızın gereği değil, aynı zamanda, burada sözü edilen Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesinin de gereğidir. Altında Türkiye'nin de imzası bulunan bu sözleşmenin 15 inci maddesinde, taraf devletler, kadınlara, kanun önünde erkeklerle eşit haklar tanımayı taahhüt etmişlerdir. Yine, bu sözleşmenin 16 ncı maddesinde, taraf devletler, kadınlara karşı evlilik ve aile ilişkileri konusunda ayrımı önlemek için gerekli bütün önlemleri almayı ve özellikle kadın-erkek eşitliği ilkesine dayanarak kadınlara eşit hakları sağlamayı taahhüt etmişlerdir. Bunlar arasında, evlilik süresince ve evliliğin son bulmasında aynı hak ve sorumlulukların tanınması söz konusudur.

Evlilik birliğinde, yeni tasarıya göre, artık bir aile reisi yoktur; ancak, eşler, evlilik birliğini eşit hak ve görevlerle, eşit sorumluluklarla yöneteceklerdir. Çocukların eğitiminden, her iki eş de sorumlu olacaktır, çocukların eğitimini birlikte sağlayacaklardır.

Bu anlamda, her iki eşin de, yeni evlilik düzeninde, ailenin başkanı olduğu söylenebilir; ama, bu tasarıda, yürürlükteki kanunda da olduğu gibi, ev düzeniyle ilgili hükümler vardır ve orada, bir ev başkanı belirlenmesi olanağı da vardır. Bu, kanuna, sözleşmeye ve örf ve âdete göre, aile halinde birlikte yaşayan insanların belirlemiş olacağı bir başkandır. Dolayısıyla, bu anlamda, özellikle sorumluluk bakımından önem taşıyan bir ev başkanlığı söz konusudur; ama, evlilik birliği, eşit insanların beraberliğidir.

Ayrıca, evlilik bir paylaşmadır. Bu tasarıyla getirilen mal rejimi, eşleri birbirine düşürmeyecek, aksine, bugün eşlerden birinin ezilmesine yol açan bir düzene son verecektir...

RAMAZAN TOPRAK (Aksaray) - Sizin hocanız bunu beğenmiyor Sayın Bakan.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - ... ve bundan böyle, eşler, gerçekten, maddî bakımdan da birbirine destek olan insanlar olarak ve paylaşmayı bilen insanlar olarak mutluluğu bulacaklardır. Tasarı, bunun hukukî kurallarını ve maddî temelini sağlayacak düzeni getirmiştir.

RAMAZAN TOPRAK (Aksaray) - Sayın Bakan, Prof. Sayın Tuğrul Ansay'ın eleştirilerine bir diyeceğiniz var mı? Sizin hocanız...

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Sayın Başkan, herhalde, böyle bir görüşme düzeni yok.

Sayın Başkan herhalde gerekli uyarıyı yapacaktır.

BAŞKAN - Karşılıklı niye konuşuyorsunuz efendim.

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Müzakere ya... Başkanım, müzakere karşılıklı olur.

BAŞKAN - Sayın Bakanın sözünü kesmeyin efendim.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Bizim Anayasamız, mülkiyet ve miras hakkını kabul etmiş bir olan bir anayasadır. Dolayısıyla, Türk Medenî Kanunu Tasarısının miras hukuku kitabı da bu hükümler çerçevesinde hazırlanmıştır.

Burada, evlilikdışı doğan çocuklar bakımından da, baba açısından eşit hak tanınmıştır. Aslında, yürürlükteki Türk Medenî Kanununun 252 nci maddesinde, nesebi tashih edilen çocuğun, ana ve babasına ve onların hısımlarına karşı ayniyle nesebi sahih olan çocuğun hukukunu haiz olacağı belirtilmiştir. Anayasa Mahkememiz de 1991 yılında Türk Medenî Kanununun 292 nci maddesiyle ilgili olarak verdiği bir iptal kararında bu eşitsizliği belirtmiştir. Dolayısıyla, artık, yeni hukukumuzda, çocuklar arasında doğuşları itibariyle herhangi bir eşitsizlik söz konusu olmayacaktır.

Bu, aynı zamanda, Anayasamızın da gereğidir. Anayasamızın 41 inci maddesine göre, devlet, ailenin refahını, mutluluğunu özellikle anayı ve çocukları koruyucu tedbirleri almakla yükümlüdür. İşte, burada yapılan, çocukların korunmasıdır; evlilikdışı ilişkilerin teşvik edilmesi değildir.

Çünkü, tasarıya göre, bir evlilikdışı ilişki olarak zina, boşanma sebebidir. Yine, zina, yasal mal rejimi olarak kabul edilen edinilmiş mallara katılma rejiminde kusurlu eşin artıkdeğerdeki pay oranının, hakkaniyete uygun olarak azaltılması veya kaldırılması nedeni olarak düzenlenmiştir. Yine, zina, mirasçılıktan çıkarma nedeni olabilir.

Bu hükümler dikkate alındığında, sadece çocuklar arasında eşitliği sağlamak itibariyle, doğuşları bakımından fark gözetmeksizin eşitliği sağlamak itibariyle getirilen ve hem Anayasamıza hem Çocuk Hakları Sözleşmesine uygun olan bir düzenlemenin, evlilikdışı ilişkileri teşvik edeceği söylenemez; bu iddialar yersizdir ve geçersizdir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Bakanım, toparlıyorsunuz değil mi efendim.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Evet, izin verirseniz toparlayacağım.

Burada, bazı arkadaşlarımız, bu tasarının çağdaş olmadığını söylediler; ama, o arkadaşların eleştirdiği noktalara baktığım zaman, onların eleştirilerinin çağdaş düzenlemelere yönelik olduğunu görüyorum. Dolayısıyla, o arkadaşlar gerçekte çağdaş düşünceyi savunmuyorlar. Dolayısıyla, çağdaş düşünce adına, bu tasarıyı eleştirme konusunda biraz daha insaflı olmaları gerekir. Gerçekte, onların, henüz tam olarak paylaşamadığı, tam olarak kavrayamadığı bu tasarının çağdaş hükümleridir.

Bir arkadaşımız, tasarının ismi üzerinde durdu. Bunun, tasarının genel eğilimi olan yerleşmiş Türkçe kelimeleri kullanmaya uygun olarak "Türk Uygar Yasası" veya "Türk Uygarlık Yasası" olarak getirilmesi gerektiğini söyledi. Aslında, burada dikkat edilmesi gereken bir nokta var: Türk Medenî Kanunu, Batı dillerinde ya "code civil ya "codice civile" ya zivilgesetzbuch" ya da "Bürgerliches gesetzbuch" olarak adlandırılmaktadır. Bunun anlamı, bir sitede, bir burgda, bir şehirde veya daha geniş olarak bir yurtta, bir ülkede birlikte yaşayan insanlara uygulanan kanun demektir. Buradaki "medenî" sözcüğü, şehir anlamına gelen "medine" sözcüğünden gelmektedir.

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - O da Arapça, onu da değiştirin, "uygar" deyin.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Biz yerleşmiş sözcükleri kullanıyoruz. Burada, görüyorsunuz ki, tasarıyı hazırlayanlar aşırı bir tutum içinde olmamışlardır, yerleşmiş sözcükleri kullanmışlardır. Burada da "medenî" sözcüğü "uygarlık" anlamında değil; ama, bir sitede, bir şehirde, bir medinede, bir yurtta, bir ülkede birlikte yaşayan insanlara uygulanan kurallar demektir.

Ayrıca, bu yasa tasarısı bireyi devlete tabi tutmamıştır. Medenî kanunlar ve bu kanun tasarısı, bireyi, doğum öncesinden ölüm sonrasına kadar bütün hukukî ilişkilerinde esas almıştır. Bu kanun tasarısı dört kitabıyla bir Borçlar Kanunu değildir. Türk hukukunda Borçlar Kanunu ayrı bir kanun olarak düzenlenmiştir ve o da Medenî Kanunun tamamlayıcı bir parçasıdır. Borçlar Kanununun yenilenmesiyle ilgili çalışmalarımız devam etmektedir; ama, sözleşmeler Borçlar Kanununda düzenlenmiştir; ama, bu kanunda da belli konularda sözleşme yapma olanağı öngörülmüştür ve burada da sözleşme özgürlüğü tam olarak gerçekleştirilmiştir.

O nedenle, huzurunuza sunmuş olduğumuz tasarı, en çağdaş ve insan haklarına uygun bir tasarı, olarak hazırlanmıştır. Tersine düşünceler, bu tasarıyla getirilen yeniliklerin çok uzağında kalmaktadır.

Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

Buyurun Sayın Komisyon.

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; iki hafta boyunca Medenî Kanun Tasarısını görüşüyoruz. Öncelikle, buradan, bütün gruplara, yapıcı eleştirileri için, Komisyon Başkanı olarak teşekkürlerimi sunmak istiyorum.

Bilindiği üzere 1 030 maddeden ibaret, geriye doğru gidildiğinde elli yıllık bir çalışmanın ürünü olan ve profesör düzeyindeki otuzdört bilim adamının zaman zaman katılımlarıyla gerçekleşmiş, komisyonlarda teşekkül etmiş, şu anda da aramızda bulunan ve zaman içinde ikisi de komisyon başkanlığını sürdürmüş olan Sayın Prof. Akıntürk, Sayın Prof. Kılıçoğlu'nun da bulunduğu komisyonlarda hazırlanmış, 1 030 maddeden ibaret ve bizim, reform olduğunu iddia ettiğimiz, pek çok arkadaşımızın da iştirak ettiği bu kanun tasarısının, zaman zaman çağdışı olarak nitelenmesini, doğrusu, üzüntüyle karşılıyorum. Bu, böylesine ciddî, bilim adamlarının, Türkiye'nin yetiştirmiş olduğu bilim adamlarının, uygulayıcıların hazırlamış olduğu ve şu anda da Meclisimizde görüşülmekte olan bu tasarının çağdışı olarak vasıflandırılmasını haksızlık olarak niteliyorum. Bunu belirtmek isterim.

Bu cümleden olmak üzere, Sayın İlhan Aytekin, biraz önce yaptığı konuşmada, bu kanunla yapılan düzenlemelerin, gayrimeşru çocukların artmasına neden olacağını söyledi, zinanın artmasına neden olacağını söyledi. Bunlar, sanıyorum, maksadını aşan sözler olsa gerek. Bu görüş doğru değildir, bu görüşe katılmak mümkün değildir. Zira, eğer onun görüşüne katılacak olursak, biz, bütün masum çocukları cezalandırmış olacağız. Ayrıca, Medenî Kanun, düzenlemesi içinde zinayı müeyyide altına almıştır; zina, mutlak bir boşanma nedenidir, mirastan çıkarma nedenidir, nafaka alamama nedenidir, ayrıca, tazminat alamama nedenidir. Kaldı ki, 1994 yılında altına imza koymuş olduğumuz Çocuk Hakları Sözleşmesinin 2 nci maddesi de bu hususu gayet ayrıntılı biçimde düzenlemiştir; "taraf devletler, bu sözleşmede yazılı olan hakları, kendi yetkileri altında bulunan her çocuğa, kendilerinin, ana babalarının veya yasal vasilerinin sahip oldukları ırk, renk, cinsiyet, dil, siyasal ya da başka düşünceler, ulusal etnik ve sosyal köken, mülkiyet, sakatlık, doğuş ve diğer statüler nedeniyle hiçbir ayırım gözetmeksizin tanır ve taahhüt ederler" denilmektedir.

Türkiye de çağdaş bir ülkedir. O arkadaşımızın söylediği gibi, bu yasanın adı "uygarlık yasası" olamaz; ama, uygarlıkla ilgili bütün çağdaş düzenlemeleri Medenî Kanun Tasarısı bünyesinde barındırmaktadır.

Bu hususu düzeltmek istiyorum.

Teşekkür eder, saygılar sunarım. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Efendim, görüşmeler bitti, iki adet önerge var...

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Sayın Başkan, karar yetersayısının aranılmasını istiyoruz.

BAŞKAN - Bir dakika efendim, önergelerden sonra... Müsaade edin, grup başkanvekilinizi dinleyin; önergeleri okutalım, konuşun; önde grup başkanvekiliniz var; yani,o bilir ne yapacağını.

Önergeleri okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Türk Medenî Kanunu Tasarısının 618 inci maddesinin birinci fıkrasının aşağıdaki şekilde düzenlenmesini arz ve teklif ederiz.

Saygılarımla.

              Cevat Ayhan                                      Fethullah Erbaş

                  Sakarya                                                   Van

Mal varlığı borcuna yetmeyen miras bırakanın mirasını reddeden mirasçılar onun alacaklarına karşı ölümünden önceki 5 yıl içinde ondan almış oldukları ve mirasın paylaşılmasında geri vermekle yükümlü olacakları değer ölçüsünde sorumlu olurlar.

BAŞKAN - Diğer önergeyi okutuyorum; okutup işleme alacağım.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Türk Medenî Kanunu Tasarısının 634 üncü maddesinin birinci fıkrasının aşağıdaki şekilde düzenlenmesini arz ve teklif ederiz.

Saygılarımla.

              Cevat Ayhan                                      Fethullah Erbaş

                  Sakarya                                                   Van

Resmî tasfiye sulh mahkemesi tarafından yapılır. Hâkim bu görevi, atayacağı bir ya da birkaç memura yaptırabilir.

BAŞKAN - Komisyon?..

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Hükümet ?

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) -Katılmıyoruz.

BAŞKAN - Buyurun efendim...

Gerekçesini mi okuyayım?

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Gerekçeyi okuyun lütfen.

BAŞKAN - Peki, teşekkür ederim.

Gerekçeyi okutuyorum:

"Gerekçe: Yapılan değişiklik halen yürürlükte bulunan mevcut kanuna uygundur. Tasarıdaki tasfiye memurları sulh hâkimi gibi anlaşılmaktadır. Bu ise, kabul edilemez bir durumdur. Bunu düzeltmek için bu önergeyi vermek  zorunda kaldık."

BAŞKAN - Efendim, Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum : Kabul...

VEYSEL CANDAN (Konya) - Karar yetersayısının aranılmasını istiyoruz.

SACİT GÜNBEY (Diyarbakır) - Karar yetersayısının aranılmasını istiyoruz...

BAŞKAN - Efendim, bir dakika, istirham edeyim, lütfen...

Kabul edenler...

SACİT GÜNBEY (Diyarbakır) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Sayın Günbey, müsaade eder misiniz...

Kabul edenler.... Etmeyenler... Kabul edilmemiştir efendim.

Müsaade buyurursanız... Grup başkanvekillerinizle anlaştık, istirham edeceğim... Oylamaya geçince...

SACİT GÜNBEY (Diyarbakır) - Hakkımız değil mi milletvekili olarak?!

BAŞKAN - Hakkınız, bir şey demiyorum; hakkınızın dışında sözler de veriyorum; istirham ederim, şu Başkanlığı kırmayın. Hesabımız var sizinle beraber...

Diğer önergeyi okutup işleme alacağım.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Türk Medenî Kanunu Tasarısının 618 inci maddesinin birinci fıkrasının aşağıdaki şekilde düzenlenmesini arz ve teklif ederiz.

Saygılarımla.

              Cevat Ayhan                                      Fethullah Erbaş

                  Sakarya                                                   Van

Mal varlığı borcuna yetmeyen miras bırakanın mirasını reddeden mirasçılar onun alacaklarına karşı ölümünden önceki 5 yıl içinde ondan almış oldukları ve mirasın paylaşılmasında geri vermekle yükümlü olacakları değer ölçüsünde sorumlu olurlar.

BAŞKAN - Sayın Komisyon?..

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Hükümet?..

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:

"Gerekçe :

618 inci maddede ödemekten aciz bir miras bırakandan bahsedilmektedir. Borç ödemeden aczi tespit edecek mahkemedir ve aciz vesikasının behemehal alınması gerekir. Keza 617 inci maddede de bu şekilde kullanılmıştır. Borç ödemekten acizlik belge ile ispat edilir. Mirasın reddi için ise vesika gerekmez."

BAŞKAN - Efendim, Komisyonun ve Hükümetin kabul etmediği önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmemiştir.

Şimdi...

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Karar yetersayısının aranılmasını istiyor arkadaşımız.

BAŞKAN - Tabiî efendim, istirham ederim; iki grupta da var, onun için Sayın Günbey'e şey yaptım.

Yedinci bölümü oylarınıza sunacağım; ancak, karar yetersayısı istenilmiştir.

Yedinci bölümü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Karar yetersayısı yoktur.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Ve bundan sonra oluşması da...

BAŞKAN - O eziyeti ben çekerim; usulü bozmayalım efendim, Allah korusun, sonra yol olur.

Birleşime 5 dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati : 18.23

 


ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati :18.25

BAŞKAN : Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER : Levent MISTIKOĞLU (Hatay), Cahit Savaş YAZICI(İstanbul)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 18 inci Birleşimin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

723 sıra sayılı kanun tasarısının Yedinci Bölümünün oylanması sırasında karar yetersayısının aranılması istenmişti ve yapılan oylamada karar yetersayısı bulunamamıştı.

VI. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

2. - Türk Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenisinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner'in; Ankara Milletvekili Esvet Özdoğu ve Dört Arkadaşının; Aynı Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve Adalet Komisyonu Raporu (1/611, 1/425, 2/361, 2/680) (S. Sayısı : 723) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.

Yedinci Bölümü tekrar oylarınıza sunup, karar yetersayısını arayacağım.

Yedinci Bölümü kabul edenler... Etmeyenler... Karar yetersayısı yoktur; bir daha da, karar yetersayısını bulamayacağımız için...

 Bir arzım var efendim -lütfen dinlerseniz- 13 Kasım 2001 Salı günü Anayasanın 86 ncı maddesinde yapılan değişikliğin ikinci görüşmelerini yapacağız. Bu teklifin yeterli çoğunlukla kabul edilebilmesi için, muhterem milletvekillerinin salı günü Genel Kurul salonunda bulunmalarını rica ediyorum. Ayrıca, yine, bu 86 ncı maddeyle ilgili oylama üç kere yapılacaktır efendim; 1 inci madde üzerinde, 2 nci madde üzerinde ve tümü üzerinde.

Beray-ı malumat arz ettikten sonra, alınan karar gereğince, kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 13 Kasım 2001 Salı günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati : 18.27

 


VII. - SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI