DÖNEM : 22               YASAMA YILI : 1

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

CİLT : 16

 

87 nci Birleşim

29 . 5 . 2003 Perşembe

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

  I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. - GELEN KÂĞITLAR

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GündemdIşI Konuşmalar

1. - Balıkesir Milletvekili Orhan Sür'ün, Balıkesir İlinin sorunlarıyla tohum üretim istasyonunun kapatılmasının yaratacağı sıkıntılara ilişkin gündemdışı konuşması

2. - İstanbul Milletvekili Nusret Bayraktar'ın, İstanbul'un fethinin 550 nci yıldönümüne ilişkin gündemdışı konuşması

3. - Antalya Milletvekili Osman Kaptan'ın, Gazipaşa'da kurulması planlanan orkinos yetiştirme çiftliklerinin bölge turizmine olumsuz etkilerine, yaş sebze ve meyve ihracatındaki sıkıntılara ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in cevabı

B) Gensoru, Genel Görüşme, Meclİs SoruşturmasI ve Meclİs AraştIrmasI Önergelerİ

1. - Zonguldak Milletvekili Fazlı Erdoğan ve 24 milletvekilinin, Türkiye Taşkömürü Kurumunun mevcut durumunun ve taşkömürü üretimindeki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/96)

C) Tezkereler ve Önergeler

1. - Osmaniye Milletvekili Necati Uzdil'in (6/457) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/63)

IV. - GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI

A) Görüşmeler

1. - Hükümet adına Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, Türkiye ve Avrupa Birliği arasındaki ilişkiler konusunda genel görüşme (8/2)

V. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1. - Doğal Afetlerle İlgili Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı (1/594) (S. Sayısı: 143)

2. - Bor ve Ürünleri Araştırma Enstitüsü Kurulması Hakkında Kanun Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ve Plan ve Bütçe Komisyonları raporları (1/558) (S. Sayısı: 135)

VI. - SORULAR VE CEVAPLAR

A) YazIlI Sorular ve CevaplarI

1. - Adana Milletvekili Atilla Başoğlu'nun, son beş yılda ithal edilen bazı deniz motorlarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in cevabı (7/493)

2. - Konya Milletvekili Atilla Kart'ın, İstanbul İl Müdürlüğünün bilgisayar donanımı ihalesine ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun'un cevabı (7/495)

3. - Konya Milletvekili Atilla Kart'ın, Aycell Yönetim Kurulu Üyeliğine ve Müsteşar Yardımcılığına yapılan atamalara ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun'un cevabı (7/507)

4. - Iğdır Milletvekili Yücel Artantaş'ın, RTÜK'te görev süresi biten üyelere ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Beşir Atalay'ın cevabı (7/514)


I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 

TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak dört oturum yaptı.

Bursa Milletvekili Mehmet Küçükaşık, sözleşmeli çiftçilik uygulamaları sırasında yapılan sözleşmelerdeki boşlukların yarattığı sorunlar ve alınması gerekli tedbirlere,

Siirt Milletvekili Öner Ergenç, çocukların suç işlemelerinin önlenmesi ve suç işleyen çocukların topluma kazandırılmasına,

İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar.

Ağrı Milletvekili Naci Aslan, Gürbulak gümrük tesislerinin açılışı ve sınır ticaretinin Ağrı İli ekonomisinin gelişmesine olan katkısına ilişkin gündemdışı konuşmasına, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler cevap verdi.

Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu ve 21 milletvekilinin, Adıyaman İli Besni İlçesinin tarihî ve kültürel değerlerinin korunması için (10/93),

İstanbul Milletvekili Emin Şirin ve 21 milletvekilinin, Türk basınının sorunlarının araştırılarak (10/94),

Zonguldak Milletvekili Fazlı Erdoğan ve 23 milletvekilinin, ülkemizdeki demir ve çelik üretimi ile Erdemir’in mevcut durumunun ve sorunlarının araştırılarak (10/95),

Alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve öngörüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

İstanbul Milletvekili Bihlun Tamaylıgil'in (6/226) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi okundu; sözlü sorunun geri verildiği bildirildi.

Bazı milletvekillerine, Başkanlık tezkeresinde belirtilen sebep ve sürelerle izin,

Bursa Milletvekili Ali Dinçer'e ödenek ve yolluğunun,

Verilmesine ilişkin Başkanlık tezkereleri kabul edildi.

Genel Kurulun 28.5.2003 Çarşamba günkü (bugün) birleşiminde; gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 43 üncü sırasında yer alan 136 sıra sayılı kanun tasarısının bu kısmın 2 nci sırasına, 42 nci sırasında yer alan  135 sıra sayılı kanun tasarısının 3 üncü sırasına, 34 üncü sırasında yer alan 124 sıra sayılı kanun tasarısının 4 üncü sırasına, daha önce Gelen Kâğıtlar listesinde yayımlanan ve bastırılarak dağıtılan 145 sıra sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının ise 48 saat geçmeden bu kısmın 5 inci sırasına, 50 nci sırasında yer alan 143 sıra sayılı Doğal Afetlerle İlgili Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının ise 6 ncı sırasına, 49 uncu sırasında yer alan 142 sıra sayılı kanun tasarısının 7 nci sırasına alınmasına ve bu birleşimde; gündemin 6 ncı sırasına kadar olan işlerin görüşmelerinin saat 24.00'e kadar tamamlanamaması halinde saat 24.00'ten sonra da çalışmalara devam edilerek, bu sıraya kadar olan işlerin bitimine kadar çalışma süresinin uzatılmasına, 23.5.2003 tarihli 84 üncü Birleşimde açılması kabul edilen Türkiye ve Avrupa Birliği arasındaki ilişkiler konusundaki genel görüşmenin, gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmında yer alması ve genel görüşmenin, 29.5.2003 Perşembe günkü birleşimde yapılmasına ve bu birleşimde, Genel Kurulun saat 13.00'te toplanarak, 142 ve 143 sıra sayılı kanun tasarılarının görüşmelerinin saat 24.00'e kadar tamamlanamaması halinde, saat 24.00'ten sonra da çalışmalara devam edilerek, bu işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi, kabul edildi.

Gündemin "Sözlü Sorular" kısmının :

1 inci sırasında bulunan (6/160),

2 nci sırasında bulunan (6/161),

3 üncü sırasında bulunan (6/166),

4 üncü sırasında bulunan (6/172),

Esas numaralı sorular üç birleşim içinde cevaplandırılmadığından yazılı soruya çevrildi; soru sahipleri de görüşlerini açıkladı.

5 inci sırasında bulunan (6/173),

7 nci sırasında bulunan (6/188),

11 inci sırasında bulunan (6/193),

Esas numaralı sorulara Sağlık Bakanı Recep Akdağ;

12 nci sırasında bulunan (6/194),

13 üncü sırasında bulunan (6/195),

19 uncu sırasında bulunan (6/204),

Esas numaralı sorulara Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı M. Hilmi Güler,

Cevap verdi;

(6/193), (6/194), (6/195) ve (6/204) esas numaralı soruların sahipleri de karşı görüşlerini açıkladılar.

  6 ncı sırasında bulunan (6/183),

  8 inci sırasında bulunan (6/189),

  9 uncu sırasında bulunan (6/190),

10 uncu sırasında bulunan (6/191),

Esas numaralı sorular, ilgili bakanlar Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından, ertelendi.

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:

1 inci sırasında bulunan, 190 Sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Eki Cetvellerin Sağlık Bakanlığına Ait Bölümünde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının (1/554) (S. Sayısı: 133),

2 nci sırasına alınan, Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu, Uzman Erbaş Kanunu, Uzman Jandarma Kanunu, Gülhane Askerî Tıp Akademisi Kanunu, Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu, Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu ve Askerlik Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının (1/538) (S. Sayısı: 136), 

Yapılan görüşmelerden sonra,  kabul edildiği ve kanunlaştığı açıklandı.

3 üncü sırasına alınan, Bor ve Ürünleri Araştırma Enstitüsü Kurulması Hakkında Kanun Tasarısının (1/558) (S. Sayısı: 135) görüşmeleri, komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından, ertelendi.

4 üncü sırasına alınan, Türk Vatandaşlığı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının (1/556) (S. Sayısı: 124), yapılan görüşmelerden sonra,  kabul edildiği ve kanunlaştığı açıklandı.

Genel Kurulun 28.5.2003 tarihli (bugünkü) birleşiminde gündemin 7 nci sırasına kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi kabul edildi.

5 inci sırasına alınan, Hâkimler ve Savcılar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının (1/600) (S. Sayısı:145), yapılan görüşmelerden sonra,  kabul edildiği ve kanunlaştığı açıklandı.

6 ncı sırasına alınan, Doğal Afetlerle İlgili Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının (1/594) (S.Sayısı: 143) görüşmelerinin tamamlanmasını takiben elektronik cihazla yapılan açıkoylaması sonucunda, Genel Kurulda toplantı yetersayısının bulunmadığı anlaşıldığından,

Alınan karar gereğince, 29 Mayıs 2003 Perşembe günü saat 13.00'te toplanmak üzere, birleşime 23.58'de son verildi.

Yılmaz Ateş

Başkanvekili

 Mevlüt Akgün Yaşar Tüzün

 Karaman  Bilecik

 Kâtip Üye  Kâtip Üye

Suat Kılıç

Samsun

Kâtip Üye

 


No. : 120

II. - GELEN KÂĞITLAR

29 . 5 . 2003 Perşembe

Tasarı

1. - Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Kanununa Bir Ek Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı (1/605) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 28.5.2003)

Teklif

1. - Malatya Milletvekili Muharrem Kılıç ve 31 Milletvekilinin; Muhtar ve İl Genel Meclisi Üyelerinin Sosyal Güvenlikleri Hakkında Kanun Teklifi (2/141) (İçişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.5.2003)

Tezkere

1. - Cumhurbaşkanlığı 2002 Mali Yılı Kesinhesap Cetvelinin Sunulduğuna İlişkin Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği Tezkeresi (3/294) (Türkiye Büyük Millet Meclisi Hesaplarını İnceleme Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 27.5.2003)

Meclis Araştırması Önergesi

1. - Zonguldak Milletvekili Fazlı Erdoğan ve 24 Milletvekilinin, Türkiye Taşkömürü Kurumu'nun mevcut durumunun ve taşkömürü üretimindeki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis Araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/96) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.5.2003)

 


BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 13.00

29 Mayıs 2003 Perşembe

BAŞKAN: Başkanvekili Yılmaz ATEŞ

KÂTİP ÜYELER: Yaşar TÜZÜN (Bilecik), Suat KILIÇ (Samsun)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 87 nci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce, üç sayın milletvekiline gündemdışı söz vereceğim.

Gündemdışı ilk söz, Balıkesir İlinin sorunları konusunda söz isteyen Balıkesir Milletvekili Sayın Orhan Sür'e aittir.

Buyurun Sayın Sür. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakikadır.

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GündemdIşI Konuşmalar

1. - Balıkesir Milletvekili Orhan Sür'ün, Balıkesir İlinin sorunlarıyla tohum üretim istasyonunun kapatılmasının yaratacağı sıkıntılara ilişkin gündemdışı konuşması

ORHAN SÜR (Balıkesir) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; Balıkesir İlinin sorunları ve Balıkesir'de bulunan sebzecilik üretim istasyonunun kapatılması hakkında gündemdışı söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, nitelikli tohum kullanılmasının, verimi, diğer üretim şartlarına bağlı olarak yüzde 20, yüzde 30 oranında artırdığı hatta yabancı döllenen türlerde melez tohumların 3 katına kadar verim artışı sağladığı bilinmektedir.

Gıda sanayiinde hammadde sağlayan üretimin kalitesinin en az ürünün miktarı kadar önemli olduğunu, ürünün ekonomik değerinin en önemli belirleyici noktasının da kalitesi olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu nedenle, tarımsal ürünlerin, kalite, verim ve çeşitliliğini artırmak amacıyla pek çok türde bitki ıslahı yoluyla ve biyoteknoloji dahil, gelişmiş ülkeler tarafından yeni teknolojiler kullanılarak elde edilen yeni çeşitler dünyanın her tarafına hızla yayılmaktadır.

Gelişmiş ülkelerin araştırma ve geliştirme çalışmalarına verdikleri önem ve bu alanlara ayırdıkları kaynak, gelişme yolundaki ülkelerin üzerinde durması gereken bir konudur.

Bu tür tohumların uygun şartlarda kullanılması sonucunda daha verimli ve ekonomik sonuçların elde edildiği bilinmektedir. Böyle bir üretim, dünyada yaygın olan deyimiyle, sürdürülebilir gelişmenin esasını oluşturmaktadır. Ülkemiz açısından düşünüldüğünde, ekilebilen alanların bazı haller dışında genişletilmesi mümkün olmadığı göz önüne alınırsa, elde edilecek ürünün artırılmasında birinci faktörün,  kaliteli tohumluk olduğu  görülmektedir.  Dünya genelinde  tohumluk  ticaretinin 30 milyar ABD Dolarına ulaştığı hesap edilmektedir. Büyük bir tarımsal potansiyele sahip olan ülkemizde, tohum yetiştiriciliği için, iklim, toprak ve diğer üretim faktörleri uygun olmasına rağmen, Türkiye, ihracatının çok düşük olması nedeniyle, uluslararası istatistiklerde, maalesef, yer almamaktadır. Yıllara göre değişmekle birlikte, tohum ithalatımız 70 000 000-75 000 000 dolardır. Nitelikli, kaliteli tohum, iç pazarımızda, yaklaşık 200 000 000 dolar civarında bir pazara sahiptir.

Değerli arkadaşlarım, biraz önce sunduğum kısa bilgiden de anlaşılacağı üzere, ülkemizdeki tarım üretiminde en önemli faktörlerden bir tanesi, nitelikli tohumdur. Balıkesir'de, yıllardır Türk çiftçisine hizmet eden bir kuruluş var; Tarım Bakanlığımıza bağlı, sebzecilik üretim istasyonu. Bu tesiste, Türk çiftçisinin hizmetine sunulmak üzere, çeşitli sebze tohumları yetiştiriliyor ve bu tohumlar, Türk çiftçisinin hizmetine sunuluyor.

Değerli arkadaşlarım, biraz önce ifade ettiğim rakamlar incelendiğinde, 200 000 000 dolarlık bir piyasada, 70 000 000-75 000 000 doları dışarıdan ithalatla karşılıyoruz; geri kalan, iç üretimle karşılanıyor. İlkesel olarak, yıllardır devletin bu konuda yaptığı çalışmalar, Türk köylüsüne bir hizmet ve Balıkesir'de üretilen bu tohumlar da, elbette Türk köylüsünün emrinde; ama, gelin görün ki, hükümetimiz, yeni bir karar almış, Balıkesir'e gönderdiği bir yazıda diyor ki, Balıkesir sebzecilik üretim istasyonunun faaliyetlerini, 30 Haziran itibariyle durduruyorum.

Şimdi, bu kararın iki boyutu var. Birinci boyut olarak, bu üretimin durdurulmasını tartışabiliriz. İkinci bir boyutu daha var; zamanlama boyutu. Bizler, aslında, bu ülkede devletin birçok konuda öncülük yaptığını biliyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Sür, sözlerinizi toparlar mısınız.

ORHAN SÜR (Devamla) - Teşekkür ediyorum.

Burada, üretimin durdurulmasıyla elde edilecek gelir nedir diye sormak gerekir. Aslında, burada, üretim durdurulacağına, bence, burada, bu eylemin, bu işin daha da geliştirilmesi gerekir. Dünyada tohumculuğa bütün ülkeler bu kadar önem verirken, Türkiye'de, devletin tohumculuk sektöründen çıkması, Türk çiftçisini, dünya tekellerinin emrine sunması manasını taşıyor.

Değerli arkadaşlarım, burası, bu amaçla kapatıldıktan sonra, Tarım Bakanlığına tahsisli olan bu yer, Hazineye devredilecek. Elbette, hükümetimizin uyguladığı politikalar sonucunda da, bu yer, sanırım satılacak. Gelin, bunu böyle yapmayalım; gelin, devlet olarak, bu yeri, Balıkesir'deki bu güzelim tesisi, yaklaşık 900 küsur dönüm olan bu güzelim tesisi, Türkiye'de hibrit tohum üretmekte örnek bir tesis haline getirelim. Bu tesis, Türk çiftçisine hizmet etmeye devam etsin ve devletimizi, gerekirse özel sektörle kol kola, burada, bir üretimin içine sokalım. Özel sektörü buraya davet edelim; gerekirse, devletle beraber bu çalışmayı yapalım; ama, bu güzelim tesisi kapatmayalım. Bu tesisi kapatmak, Türk çiftçisine vurulacak bir darbedir değerli arkadaşlarım.

Ayrıca, başka bir konuyu da anlamakta güçlük çekiyorum. Buradaki yaklaşık 800 dönümlük arazi, aylardır tarıma hazırlandı, sürüldü, ilacı atıldı, gübresi atıldı, fideler dikildi ve fideler, şu anda büyüyor. 30 Haziranda bu tesisi kapatmanın mantığını anlayamıyorum değerli arkadaşlarım. Daha hiçbir ürün elde edilememişken, orada fideler büyürken, bu tesisi kapatarak, buraya harcanan milyarlarca lirayı boşa sarf edeceksiniz.

Çok değerli arkadaşlarım, aylardır buraya harcanan milyarlarca lira para var. Bu parada herkesin hakkı var. 30 Haziran tarihinin, bir kere, öncelikle gözden geçirilmesini istiyorum; ama ilkesel olarak da Balıkesir'deki bu tesisin Türk çiftçisinin emrinde kalması, Türk Devletinin yeni teknolojileri bu ülkeye taşıyarak Türk çiftçisine hizmet etmesinin gerektiğine inanıyorum.

BAŞKAN - Sayın Sür, son cümlenizi alabilir miyim.

ORHAN SÜR (Devamla) - Bu duygularla Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Sür.

Gündemdışı ikinci söz, İstanbul'un fethinin 550 nci yıldönümü nedeniyle söz isteyen İstanbul Milletvekili Sayın Nusret Bayraktar'a aittir.

Buyurun Sayın Bayraktar. (AK Parti sıralarından alkışlar)

2. - İstanbul Milletvekili Nusret Bayraktar'ın, İstanbul'un fethinin 550 nci yıldönümüne ilişkin gündemdışı konuşması

NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bugün, 29 Mayıs 2003; İstanbul'un fethinin 550 nci yıldönümü. Bu münasebetle söz almış bulunuyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

İstanbul'un fethinden almamız gereken çeşitli mesajlar vardır. Bu fetih, sıradan bir fetih değildir. Bu fetih, bazılarının iddia ettiği, Napolyon'un, Timur'un ve benzerlerinin yaptığı gibi işgalle başkalarının topraklarını ele geçirme değildir. Bu fetih, kelime anlamlarından da biri olan açmadır, gönülleri fethetmektir, gönüllere mesaj vermektir. Bu fetih, karanlıktan aydınlığa açılmadır. Bu fetih, karanlık çağın kapatılarak yerine yepyeni aydınlık bir çağın açılmasına vesiledir. Bu fetih mücadelesini veren 21 yaşındaki Fatih, Şeyh Edebali'den almış olduğu ilhamla, görmüş olduğu çok zengin ve geniş dinî ve fen ilimlerinin eğitimiyle, manevî hocalarının mihmandarlığıyla uzun yıllar hasretini çektiği duygu ve düşüncelerini, inançlarını gerçekleştirme hususunda yapmış olduğu gayretli çalışmaların sonucu ve 1 400 yıl önce, Peygamberimizin müjdesine mazhar olacak tarzda "İstanbul mutlaka fetholunacak; onu fethedecek kumandan ne güzel kumandan, onu fethedecek asker ne güzel askerdir" sözüyle, bu müjdeye yetişebilmek için uğraş veren inanç ve kararlılıkla hedefe kilitlenen bir kumandanın, komutanın gayretinin sonucu ulaşılan bir neticedir.

Stratejik ve coğrafî bakımdan, tarih boyunca, milattan önce 240'tan başlayarak, Makedonyalılar, Persler, Emeviler, Abbasiler ve Latinler ile Cenevizliler ve nihayet Osmanlılar tarafından 28 kez kuşatma altına alınan İstanbul, ancak 21 yaşındaki Fatih, bütün tedbirleri alarak surları inşa ettirmek, Edirne'de, kendi projesini üretmiş olduğu, atılabilecek, sütre gerisi top mermilerini döktürerek tedbir almak suretiyle kan dökülmeden İstanbul'un alınmasına hazırlık yaparak, 12 Nisan 1453'te, elçiler yollayıp mesaj göndererek, Bizans imparatorlarına diyor ki, kan dökülmeden İstanbul'u teslim ediniz, aksi takdirde, bütün hazırlıklarımızı yaptık, güçlerimizi de ortaya koyduk... Hatta, 1453 yılının mayıs ayının 25'inde, bir gecede, 72 pare, topla donatılmış gemiler karadan yürütülerek, tekniğin en modern şekli ortaya konulmuş ve Haliç'e indirilmek suretiyle, güç gösterisiyle, kan dökülmemesine yönelik mesajlar verilmiş; ama, bunu kabul etmeyen Bizans İmparatoruna karşı, nihayet, 29 Mayıs 1453'te, Topkapı surlarından içeriye girilerek, 30 şehit verilmek suretiyle, Ulubatlı Hasan'ın burca bayrağı dikmesi suretiyle İstanbul fethedilmiştir ve Fatih beyaz atının üstüne binerek, sağında ve solunda, hocaları Akşemsettin ve Molla Gürani başta olmak üzere Ayasofya önlerine gidiyor ve orada, karşılayan Rumlara ve Rum kızlarına karşı hem kendi şefkat duygularını ortaya koyuyor, karşı taraftan da mesaj alıyor "bundan sonra, inancınız, yaşantınız, ibadetiniz, canınız, malınız, her şeyiniz benim teminatım altındadır" diyor. Nitekim, Roma ve Bizans imparatorlarının zulmünden kaçan gayrimüslimlere -Kapadokya yöresine gidenler bilirler; ibadetlerini yapma konusunda, Derinkuyu'da, yeraltına 8 kat şehirler inşa etmişlerdir- özgürlüklerini vereceği hususundaki mesajlar, hem İstanbul'da hem Bosna'da hem de Anadolu'da Fatih Sultan'ın önderliğiyle yaygınlaşarak gelişmiş olduğunu görüyoruz.

Atatürk'ün bile "Türk tarihinin en büyük kumandanlarının başında gelen" dediği Sultan Fatih'in, aynı zamanda iyi bir mühendis, iyi bir tarihçi, doğu ve batı düşüncesini yakından inceleyen bilim, sanat ve kültür adamı olduğunu biliyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Bayraktar; sözlerinizi toparlar mısınız.

NUSRET BAYRAKTAR (Devamla) - Özellikle gençlerin, bu bakımdan alacakları mesajlar vardır. 21 yaşındaki bir hünkâr, bir sultan, yedi lisan bilmekte, bütün fen ve sanat ilimlerini görmüş ve bu hazırlıklarla yeni bir çağın açılmasına vesile olmuştur.

5 dakikada fetih ve İstanbul'u, Fatih'i anlatmanın zor olduğunu biliyorum, mümkün olmadığını da biliyorum; ama, birkaç cümleyle özetleyerek sözüme nihayet vermek istiyorum.

Özellikle, Fatih'in fethinden sonra, medeniyetler, kültür ve sanat şehri olan İstanbul, gerçekten -bütün dünyanın gözü önündeki örneklerle dolu- tarih sahnesindeki yerini almıştır.

30 Mart 1432 tarihinde Edirne'de doğan, 3 Mayıs 1481 tarihinde, 49 yaşında, Gebze'de Hünkâr Çayırında vefat eden Fatih'in, tarihî geçmişiyle bize miras olarak bıraktığı İstanbul'un, Türkiye nüfusunun beşte 1'ini, Türkiye ticaretinin yüzde 55'ini, Türkiye sanayiinin yüzde 40'ını oluşturmakla birlikte, bir medeniyet kenti olmasına rağmen, maalesef, bugün çarpık kentleşme konusuyla âdeta çırpınmakta olduğunu görüyoruz.

Bütün bunlara rağmen, bugün, İstanbul ve fetihle ilgili sözlerimi, Arif Nihat Asya'dan değil, Nâzım Hikmet'ten bir şiirle noktalamak istiyorum.

Nâzım Hikmet, bu şiiri, 1921 yılında kaleme almış olup, İstanbul ve Fatih'le ilgili şu mısraları döktürüyor:

"İslamın beklediği en şerefli gündür bu;

Rum Konstantiniyesi oldu Türk İstanbul'u.

Cihana karşı koyan bir ordunun sahibi,

Türk'ün Genç Padişahı, bir gök yarılır gibi

Girdi "Eğri kapı"dan, kır atının üstünde;

Fethetti İstanbul'u sekiz hafta üç günde!

O ne mutlu, mübarek kuluymuş Allah'ın...

"Belde-i Tayyıbe-yi Fetheden Padişah'ın.

Hak yerine getirdi en büyük niyazını,

Kıldı Ayasofya'da ikindi namazını.

İşte o günden beri Türk'ün malı İstanbul,

Başkasının malı olursa, yıkılmalı İstanbul..." (Alkışlar)

O yüce Fatih ve şehitleri rahmet, minnet ve şükranla yâd ediyor; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyor; fethin 550 nci yıldönümünü bir kez daha tebrik ediyor; hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bayraktar.

Üçüncü söz, orkinos balık üreticiliği ve yaş meyve  ve sebze ihracatında Kapıkule Gümrüğündeki TIR kuyruklarıyla ilgili söz isteyen Antalya Milletvekili Sayın Osman Kaptan'a aittir.

Buyurun Sayın Kaptan. (CHP sıralarından alkışlar)

3. - Antalya Milletvekili Osman Kaptan'ın, Gazipaşa'da kurulması planlanan orkinos yetiştirme çiftliklerinin bölge turizmine olumsuz etkilerine, yaş sebze ve meyve ihracatındaki sıkıntılara ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in cevabı

OSMAN KAPTAN (Antalya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yaş sebze ve meyve ihracatı ile orkinos yetiştirme çiftlikleri hakkında gündemdışı söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlarım.

Değerli milletvekilleri, ülkemizi borç ve faiz yükünden kurtarmanın, ekonomimizi ayağa kaldırmanın yolunun üretim olduğu, ihracat olduğu ve turizm olduğu hepimiz tarafından bilinmektedir.

Türkiye, meyve üretiminde dünyada dokuzuncu sırada, sebze üretiminde dünyada dördüncü sırada yer almaktadır. Biber üretiminin yüzde 8'i, domates üretiminin yüzde 7'si, patlıcan üretiminin de yüzde 4'ü, ülkemiz tarafından yapılmaktadır.

Dünyada yaş sebze ve meyve ihracatı 114 000 000 ton dolayında olup, ülkemiz, bunun ancak yüzde 1'ini gerçekleştirmektedir. Bu pazardan daha fazla pay almamız için, sektörün sorunları acilen çözülmelidir.

En öncelikli sorunlardan birisi teşviktir. Narenciye ihracatına nakit teşvik verilmesine karşın, üretimi daha pahalı ve daha riskli olan sera ürünlerine teşvik verilmemektedir. Domates, biber çeşitleri, hıyar, kabak, patlıcan ve meyvelere teşvik verilmesi, modern sera yapana teşvik ve uygun kredi verilmesi halinde, ihracatımız kesin olarak artacaktır. Üreticilerin malı para edecek, üreticinin yüzü gülecektir.

Cam seracılıkta, Antalya, Akdeniz ülkeleri arasında birinci sırada yer almaktadır. Antalya'nın, turizmde olduğu gibi seracılıkta da çekim merkezi olması için, Antalya ve ilçelerine doğalgaz getirilmelidir.

Antalya-Alanya yolu, Finike-Elmalı yolu, Patara-Kalkan yolu bitirilmelidir; Finike-Demre yolu yapılmalıdır.

Selden, doludan, hortumdan zarar gören üreticilerin ürünleri, doğal afetlere karşı sigortalanmalıdır.

Diğer bir öncelikli sorun ise, gümrük kapılarında yaşanmaktadır. Sebze ve meyve yüklü TIR'lar, Kapıkule Gümrük Kapısında 25-30 saat kuyrukta bekletilmekte, 10-15 kilometre kuyruklar oluşmaktadır. Mermer yüklü TIR'larla sebze ve meyve yüklü TIR'lar aynı kuyrukta sıra beklemektedirler.

Sayın arkadaşlarım, malını satma, ihracat yapma, sebzen ve meyven çürüsün demekten başka ne anlama gelebilir?..

Bu konuda, Antalya İhracatçı Birlikleri Başkanlığı Başbakanlığa yazılı bir başvuru yapıyor: "İhracat yükü taşıyan TIR'lar, Kapıkule çıkışında 10 kilometreyi bulan kuyruklar oluşturuyor" diyor. Yine, Antalya İhracatçılar Birliğinin, üç ay sonra, 2 Aralık 2002 tarihinde, bu yazıyı ilgi tutarak yazdığı yazıda, TIR kuyruklarının 15 kilometreyi bulduğu ifade ediliyor.

Sayın Başkan,  sayın milletvekilleri;  bu başvurulara  karşı,  bakınız,  Gümrük  Müsteşarlığı, 12 Aralık 2002 tarihli yazısında, TIR'ların yüklemelerinin hafta içerisinde yapılmasının sağlanması halinde, sızlanmaların ortadan kalkacağını ifade etmektedir.

Sayın arkadaşlarım, bu nasıl bir ihracat anlayışıdır; hani "devleti küçülteceğiz" derken, kuyrukları mı uzatıyoruz?! Bu kuyruklardan, Gümrük Müsteşarının bile utandığını gazeteler yazdı. Utanmak yetmez, çözüm bulmak gerekir.

Aradan dokuz ay geçti, bu sezon bitti artık, yeni sezon için önlem alınsın. Sebze, meyve, olgunlaştığında, toplanmak için hafta içini, hafta sonunu beklemez. Yabancı firmalar, bizim keyfimize göre değil, kendi ihtiyaçlarına göre talepte bulunurlar, "hafta sonunda mal gönderemeyiz" dersek, hemen rakip ülkelerden mal isterler. İhracatta, gönderilen ürünlerin belli standardı vardır. Emir komuta zinciri içerisinde sebze, meyve üretimi de, ihracatı da yapılmaz.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bir de, ciddî bir ihracat ürünü olan orkinos balığı sorunu vardır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun, sözlerinizi toparlayın Sayın Kaptan.

OSMAN KAPTAN (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Atlantik orkinoslarını koruyan uluslararası bir örgüt var. Geçen hafta Genel Kuruldan geçen yasayla, bu örgüte Türkiye de üye oluyor. Bu örgüt, ülkelere kota koyuyor ve bu kotalara uyuluyor.

57 nci hükümet döneminde, Türkiye'de, 4 şirkete orkinos çiftliği kurma izni veriliyor. Bu çiftliklerden biri de, Antalya Gazipaşa'da kuruluyor. Orkinosların kilosu ortalama 20 dolardan Japonya'ya ihraç ediliyor. Bu durumu fark eden birçok firma izinli izinsiz olarak avlanınca, 60 000 000 -70 000 000 dolarlık orkinos kavgası başlıyor.

24 Haziran 2002'de, Alanya, Demirtaş, Gazipaşa civarında, denizde çürümüş, etrafa kötü koku saçan ölü orkinoslar görüldüğü bir tutanakla tespit edilmişken, dün de, yani, 28 Mayıs 2003 saat 18.30'da, Gazipaşa İskele Plajında ölü bir orkinos balığının kıyıya vurduğu, çürümeye başladığı, bu haliyle deniz ve çevre kirliliğine yol açtığı, yerinde bir tutanakla tespit edilmiştir. Tutanakta, Gazipaşa Belediye Başkanı ve Yardımcısının, Merkez Sağlık Ocağı Doktorunun, Çevre Sağlık Teknikerinin, Tarım İlçe Müdürünün ve iki de veterinerin imzası vardır. Denizde 20-30 tane daha ölü orkinos olduğunu balıkçılar görmüştür. Kıyıya vuran ölü orkinos, şu anda, Gazipaşa Belediyesindedir. Bu olaylar, turizmcileri ve Gazipaşa halkını ciddî olarak tedirgin etmektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; orkinosta yanlış yapılmaktadır. Yer seçimi yanlış yapılıyor. Antalya'nın, Alanya'nın, Gazipaşa'nın tercihi turizmdir; imarını, planını, hep turizme göre yapmıştır. Bu konuda, 1989 yılında alınan bir Bakanlar Kurulu kararı da mevcuttur. Gazipaşa'daki tüm siyasî parti başkanları, Gazipaşa Belediye Başkanı ve Belediye Meclisi üyeleri, muhtarlar, Antalya'nın iktidar ve muhalefet 13 milletvekili, demokratik kitle örgütleri ve Gazipaşa halkı, Gazipaşa'da orkinos çiftliği kurulmasına karşıdır.

BAŞKAN - Sayın Kaptan, sözlerinizi toparlar mısınız.

OSMAN KAPTAN (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkanım.

18 Mart 2003'te, Turizm Bakanlığı Yatırımlar Genel Müdürü, Antalya Valiliğine bir yazı yazarak, hükümet programı ve acil eylem planında açıklanan turizm kentleri kapsamında, Gazipaşa İlçesi ve yakın çevresinde çalışma yapmak üzere bir teknik heyet görevlendirmiştir. Bir ay sonra, 17 Nisan 2003'te ise, yine, aynı Genel Müdür, Bakan adına imzalı, Antalya Valiliğine yazdığı ikinci bir yazıda, bir şirkete Gazipaşa'da orkinos balık çiftliği kurulmasında bir sakınca yoktur diye izin verilmesine yardımcı olmaktadır.

Sayın milletvekilleri, bu, nasıl bir turizm anlayışıdır? Allahaşkına, iktidarın turizm kentleri projesi bu mudur?.. Bir ay önce turizm kenti olan Gazipaşa'ya, bir ay sonra turizm alanı değildir denilebiliyor! Yine, bu konuda, Antalya'da Çevre, Tarım, Turizm İl Müdürlüklerinin yetkililerinin içinde bulunduğu bir komisyon 13 Mayıs 2003 tarihli bir tutanakla, çevresel etkilerin önemsiz olacağı düşünülerek, ÇED gerekli değildir diye bir rapor düzenliyor.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; şimdi, hükümete sormak istiyorum; hani, ülkeyi halkla beraber yönetecektiniz?! Hani, yerel yönetimlere daha fazla yetki verecektiniz?! Bu komisyonda bir tek Gazipaşa temsilcisi yoktur. ÇED raporu, bu hayatî konuda gerekli olmayacaksa hangi konuda gerekli olacak? Biz, orkinos üretimine karşı değiliz. Biz, orkinos ihracatına da karşı değiliz, ancak, seçilen yerler, turizmi etkilemeyen yerler olsun diyoruz.

Hepinize saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kaptan.

Hükümet adına, Devlet Bakanı Sayın Kürşad Tüzmen cevap vereceklerdir.

Buyurun Sayın Tüzmen. (AK Parti sıralarından alkışlar)

DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Gaziantep) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Antalya Milletvekili Osman Kaptan'ın gündemdışı konuşmasıyla ilgili söz almış bulunuyorum.

Malumları olduğu üzere, iktidara geldiğimizden bu yana, ihracatın artırılması için elimizden gelen çalışmaları yapıyoruz. Tabiî, ihracattaki artış, kapılarımızdaki yükün de artmasına sebep oluyor. Yalnız, Kapıkule'de görülen sorun, esas itibariyle, sadece ihracat artışından kaynaklanmamaktadır.

2002 yılının ikinci yarısından itibaren ihracatta ciddî artış olmaya başlamıştır, özellikle kasım ayından itibaren -kasım, aralık, ocakta- yaklaşık yüzde 33 ve yılın ikinci yarısında da yüzde 34,8'lik bir ihracat artışıyla karşılaştık.

Şimdi, 2001 yılında 68 047 adet araç geçiyordu Kapıkule'den; 2002 yılında yüzde 31 arttı araç sayısı, 88 993 araç geçmeye başladı; 2003 yılında ise, geçen yılın aynı dönemine göre, yüzde 36 oranında bir artış oldu ve 24 071 adede çıktı.

Bütün bu çalışmaların sonucunda, Kapıkule'deki yığılmanın gerçek nedeninin ne olduğunu, Bulgar taraflarıyla beraber, çeşitli ziyaretlerimizde, oraya arkadaşlarımızı da göndererek, araştırdık. Şimdi, ortaya çıkan bütün tablo, yığılmanın asıl nedeni, Bulgar tarafından kaynaklanıyor. Bulgar idareleri, öncelikle, günde ortalama 400  TIR aracının giriş ve aynı sayıda TIR aracının çıkış imkânını tamamlayabiliyorlar; fakat, hafta sonlarında Türk tarafından gelen yığılmayı azaltamıyorlar. Oradaki gümrük imkânları, Bulgaristan tarafının gümrük imkânları, özellikle bizim taraftaki kapının onda 1'i büyüklüğünde olması nedeniyle, bu yükü eritemiyor. Bu problemin çözülmesi için, Bulgaristan'ın bu konuda fizikî altyapı çalışmalarının başlatılması amacıyla, resmî görüşmelerimiz sürdürülüyor.

Burada diğer önemli husus, Bulgar tarafı -özellikle bizden geçen araçlarla ilgili olarak- TIR araçları ile kamyonetleri aynı kapsamda değerlendiriyor. Dolayısıyla, bavul ticaretine konu olan mallar ile TIR'lar aynı kapıdan giriyor ve bavul ticaretine konu olan mallarla ilgili fizikî muayene yaptıkları için, teker teker orada bu fizikî muayenenin yapılması için beklemesi, arkada da TIR kuyruklarının oluşmasına sebebiyet veriyor.

Sonuç olarak, aslında, bu kuyruklar, sadece, değerli Antalya Milletvekilimizin söylediği gibi yaş meyve sebzede yaşanmıyor, diğer bütün ürünlerde bu tip sıkışıklığı biz görüyoruz ve özellikle, önceki yıllarda olduğu gibi, bu işlemlerin, Bulgar tarafının fizikî altyapısını tamamlamasını da sağlayarak, bir an evvel çözülmesi için, hükümetimiz elinden gelen gayreti gösteriyor.

Hepinizin bilgilerine arz ediyorum; saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Tüzmen.

Sayın milletvekilleri, geçtiğimiz salı günü, Çanakkale İlinde parti çalışmalarına katılan Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal ve beraberindeki milletvekilleri acı bir trafik kazası yaşamak durumunda kaldılar. Karşı yönden gelen araç, yolun kaygan olması nedeniyle dengesini kaybederek parti otobüsünün altına girdi; kaza sonucu 2 vatandaşımız hayatını kaybetti. Hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Tanrı'dan rahmet, yakınlarına da başsağlığı diliyoruz; Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal ve beraberindeki milletvekilleri ve heyete de geçmiş olsun dileklerimizi sunuyoruz.

Geçmiş olsun efendim.

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Sağ olun.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, şimdi gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula diğer sunuşları vardır.

1 adet Meclis araştırması önergesi vardır; okutuyorum:

B) Gensoru, Genel Görüşme, Meclİs SoruşturmasI ve Meclİs AraştIrmasI Önergelerİ

1. - Zonguldak Milletvekili Fazlı Erdoğan ve 24 milletvekilinin, Türkiye Taşkömürü Kurumunun mevcut durumunun ve taşkömürü üretimindeki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/96)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Türkiye'de taşkömürü üretiminin sürekli azalmasının sebepleri, Türkiye Taşkömürü Kurumunun sürekli zarar eder hale gelmesine yol açan idarî ve siyasî nedenlerin araştırılması ve bu sektörde  yaşanan sorunların  çözüm yollarının bulunması amacıyla,  Anayasanın 98,  İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince bir Meclis araştırması açılmasını saygılarımızla arz ederiz.

1- Fazlı Erdoğan  (Zonguldak)

2- Şükrü Ünal (Osmaniye)

3- Ömer Özyılmaz (Erzurum)

4- Alim Tunç (Uşak)

5- Mehmet Özyol (Adıyaman)

6- Ali Öğüten (Karabük)

7- Hasan Ali Çelik (Sakarya)

8- Şükrü Önder (Yalova)

9- Fetani Battal (Bayburt)

10- Polat Türkmen (Zonguldak)

11- Mustafa Demir (Samsun)

12- Faruk Anbarcıoğlu (Bursa)

13- Köksal Toptan (Zonguldak)

14- Harun Tüfekçi (Konya)

15- Ersönmez Yarbay (Ankara)

16- Cemal Uysal (Ordu)

17- Mehmet Atilla Maraş (Şanlıurfa)

18- Musa Uzunkaya (Samsun)

19- Hacı Biner (Van)

20 - Mustafa Dündar (Bursa)

21 - Murat Yılmazer  (Kırıkkale)

22 - Osman Kılıç  (Sıvas)

23 - Eyyüp Sanay  (Ankara)

24 - Hamza Albayrak  (Amasya)

25 - Nevzat Doğan  (Kocaeli)

Gerekçe:

Taşkömürü, demir-çelik ve enerji sektörü için vazgeçilmez bir hammadde, ülkemiz için ise stratejik bir madendir. 1848 yılından bugüne 155 yıldır havzada kömür üretilmiş ve Zonguldak, daima Türkiye'nin sanayileşme hamlelerinin itici gücü olmuştur.

Avrupa Birliğinin 2020 yılı enerji talep projeksiyonunda, enerji kaynakları paylarındaki en büyük artış kömürde görülmektedir.

Oysa, ülkemizde fosil kaynakları içinde en büyük rezerve sahip olan kömüre gereken önem verilmemiştir. Kömürün sadece elektrik, demir-çelik ve sanayide kullanımı, kömürün üretilmesiyle yaratılan katmadeğer, istihdam, üretildiği bölgenin sosyoekonomik, kültürel kalkınmasındaki etkisi dikkate alınarak ulusal bir kömür politikası oluşturulması gerekmektedir.

Ülkemizin en önemli taşkömürü rezervleri Zonguldak ve civarındadır. Zonguldak havzasında bugüne kadar yapılan çalışmalar sonucunda 1,1 milyar ton rezerv saptanmıştır. Havza, Karadeniz Ereğlisinden başlayarak, Kandilli, Zonguldak, Amasra, Pelitovası, Azdavay ve Söğütözü'ne kadar uzanan bölgeyi kapsamaktadır.

Türkiye'de taşkömürü tüketiminin büyük bölümü sanayi tarafından gerçekleştirilmektedir. Demir-çelik sanayi tüketimi içinde TTK kaynaklı kömürlerin payı sürekli olarak geriler iken, ithalatın payı, son iki yıl hariç, artmaktadır. Termik santrallarda tüketim ise, tümüyle Çatalağzı Termik Santralının kapasite kullanımına bağlıdır.

Taşkömürü madenciliği, ülkemizde derin damarlarda yürütülmektedir ve derin damar madenciliğinde yatırım, damar şartlarına bağlı olarak değişmekteyse de, gelişmiş ülkelerde yatırım, ülkemiz gibi düşük değildir. 1994-1999 yılları arası TTK yatırımları 2,1-4,05 USD/ton arasında değişirken, gelişmiş ülkelerde bu değer 5-10 USD/ton seviyesindedir. Yine, TTK'da yeraltı toplam işçi sayısı 10 898 iken, yerüstü işçi sayısı 5 250'dir. Bu dengenin 5/1 seviyesine çıkarılması gerekir.

Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planında TTK'nın 1997-2000 yılları arasındaki yıllık satılabilir taşkömürü üretim miktarı 5 350 000 ton olarak hedeflenmiş, buna karşılık 1998 yılındaki satılabilir taşkömürü üretimi 2 136 120 ton olarak planlananın ancak yüzde 40'ı oranında gerçekleşmiştir. Ayrıca, üretim azalmasına paralel olarak, demir-çelik sanayiine verilen taşkömürü miktarı toplam üretimin yüzde 9,5'ine kadar düşmüştür.

Ülkemizin tek taşkömürü üreten müessesesi olan TTK, sanki gizli bir el tarafından zararları kabul edilemez bir seviyeye çıkarılarak, kapanmanın eşiğine getirilmektedir. Ayrıca, gittikçe büyüyen dışticaret açığı problemi açısından önemli bir ithal kalemi olan taşkömürünün üretiminin azalması, döviz kaybını büyütmektedir.

Düne kadar enerjinin, taşkömürünün, demirin, çeliğin başkenti olan Zonguldak, son yılların yanlış ekonomik politikaları yüzünden harabeye dönmüştür.

TTK'nın içine düştüğü durumdan çıkarılması, ülke ekonomisi açısından çok büyük bir kazanç olacağı gibi, bir kentin yeniden doğuşu sağlanacaktır.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, bilgilerinize sunulmuştur.

Önerge, gündemde yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Sözlü soru önergesinin geri alınmasına dair önerge vardır; okutuyorum:

C) Tezkereler ve Önergeler

1. - Osmaniye Milletvekili Necati Uzdil'in (6/457) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/63)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Gündemin "Sözlü Sorular" kısmının 251 inci sırasında yer alan (6/457) esas numaralı sözlü soru önergemi, Tarım ve Köyişleri Bakanı Sayın Prof. Dr. Sami Güçlü yazılı olarak yanıtladığından geri alıyorum.

Gereğini saygılarımla arz ederim.

 Necati Uzdil

 Osmaniye

BAŞKAN - Soru önergesi geri verilmiştir.

Sayın milletvekilleri, gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmına geçiyoruz.

Genel Kurulun 23.5.2003 tarihli 84 üncü Birleşiminde alınan karar gereğince, bu kısmın birinci sırasında yer alan, Türkiye ve Avrupa Birliği arasındaki ilişkiler konusunda açılması kabul edilen genel görüşmeye başlıyoruz.

IV. - GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE

MECLİS ARAŞTIRMASI

A) Görüşmeler

1. - Hükümet adına Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, Türkiye ve Avrupa Birliği arasındaki ilişkiler konusunda genel görüşme (8/2) (1)

BAŞKAN - Hükümet?.. Burada.

İçtüzüğümüze göre genel görüşmede ilk söz hakkı, önerge sahibi olarak, hükümete aittir; daha sonra, İçtüzüğümüzün 72 nci maddesine göre, siyasî parti grupları adına 1'er üyeye, şahısları adına 2 üyeye söz verilecektir; ayrıca, istemi halinde hükümete de tekrar söz verilecek; bu suretle, genel görüşme tamamlanmış olacaktır.

Konuşma süreleri, hükümet ve siyasî parti grupları için 20'şer dakika, önerge sahibi olarak hükümet ve şahıslar için 10'ar dakikadır.

Genel görüşme üzerinde söz alan sayın milletvekilleri var.

Hükümet?..Hükümetin bu aşamada söz talebi yok.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, Sayın Eyüp Fatsa; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA EYÜP FATSA (Ordu) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce, elim bir trafik kazası yaşayan Cumhuriyet Halk Partisinin Sayın Genel Başkanına ve çalışma arkadaşlarına, Cumhuriyet Halk Partisi Grubuna, Grubumuz adına geçmiş olsun dileklerimi arz etmek istiyorum. Ayrıca, kazada hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah'tan rahmet, ailelerine de başsağlığı diliyorum. (Alkışlar)

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Avrupa Birliğiyle ilgili olarak görüşülmesi kabul edilen genel görüşme üzerinde AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Türkiye, kırkdört yıldır, Avrupa Birliğine onurlu ve eşit statüde üye olma çabasını kararlılıkla sürdürmektedir. Avrupa Birliğinin, Türkiye'nin bu kararlı çabasını daha fazla desteklemesi ve kısa sürede, Avrupa Birliği ailesi içerisinde hak ettiği yeri almasını sağlaması, hepimizin ortak temennisidir.

Hepimizin bildiği gibi, Avrupa Birliği, barışı korumak ve ekonomik ve sosyal ilerlemeyi pekiştirmek amacıyla bir araya gelmiş 15 üye devletten oluşur. Birliğin içinde ortak kurumları bulunan üç topluluk vardır; Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu 1951 tarihli Paris Anlaşmasıyla, Avrupa Ekonomik Topluluğu ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu 1957 tarihli Roma Anlaşmasıyla, 1992'de de Maastricht'te Avrupa Birliği Anlaşmasıyla ekonomik ve parasal birlik doğrultusunda ilerleyen ve belirli alanlarda hükümetlerarası işbirliğini içeren bir Avrupa Birliği. Daha sonra, topluluklar, bu sürecin sonunda, üye devletler arasındaki bütün sınırları kaldırarak, tek bir pazar kurdular.

1992'de Maastricht'te imzalanan Avrupa Birliğiyle ilişkilerimizin neredeyse kırkdört yıllık bir geçmişi vardır. Türkiye, Avrupa Ekonomik Topluluğunun 1958 yılında kurulmasından kısa bir süre sonra, Temmuz 1959'da, topluluğa tam üye olmak için başvurmuştur. Türkiye-Avrupa Birliğinin kırkdört yıllık geçmişine baktığımızda, zaman zaman Avrupa Birliğinden kaynaklanan, zaman zaman da Türkiye'den kaynaklanan sebeplerle, bu birliktelik gerçekleştirilememiştir.

Cumhuriyetimizin kurulmasından bu yana, hatta son ikiyüz yıldan beri Batılılaşma ile modernleşme eş tutulmuştur. Avrupa Birliği, cumhuriyetten sonra en büyük dönüşüm projemizdir. Bu sebeple, Türkiye, NATO, OECD gibi Avrupa merkezli oluşan bütün siyasî, ekonomik ve güvenlik kuruluşlarına üye olmuştur.

                            

(1) (8/2) esas numaralı genel görüşme önergesinin öngörüşmeleri, 23.5.2003 tarihli 84 üncü Birleşimde yapılmıştır.

Tam üyelik başvurumuza, o zamanki adıyla Avrupa Ekonomik Topluluğu tarafından verilen cevapta, Türkiye'nin kalkınma düzeyinin tam üyeliğin gereklerini yerine getirmeye yeterli olmadığı bildirilmiş ve tam üyelik koşulları gerçekleşinceye kadar geçerli olacak bir ortaklık anlaşması imzalanması önerilmişti. Söz konusu anlaşma, 12 Eylül 1963 tarihinde Ankara'da imzalanmıştır.

Anlaşma, hazırlık dönemi, geçiş dönemi, nihaî dönem olmak üzere üç devre öngörmüştür. Geçiş döneminin sonunda ise, gümrük birliğinin tamamlanması planlanmıştır. Anlaşmada öngörülen hazırlık döneminin sona ermesiyle birlikte, 13 Kasım 1970 tarihinde imzalanan ve 1973 yılında yürürlüğe giren Katma Protokolde, geçiş döneminin hükümleri ve tarafların üstleneceği yükümlülükler belirtilmiştir. Ancak, gerek Ankara Anlaşması gerek Katma Protokol, öngörüldüğü şekilde uygulanamamıştır. Bunun sorumluluğunu, Türkiye ile topluluk arasında paylaştırmak gerekir. Ülkemiz, 1970'li yıllarda, içinde bulunduğu ekonomik krizler ve bazı siyasî tercihlerle, Katma Protokolden kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmekten kaçınmıştır. Buna karşılık, topluluk da, kendi yükümlülüklerini aksatmış ve ortaklık ilişkilerinin genişletilmesi istikametinde çaba harcamaktan kaçınmıştır. Başlangıçta, sadece ekonomik olan sorunlar, 12 Eylül döneminde ve Yunanistan'ın 1980'de topluluğa tam üye olmasıyla siyasî boyutlar da kazanmaya başlamıştır; topluluk-Türkiye ilişkileri dondurulmuş ve malî işbirliğine son verilmiştir; Katma Protokolün ise, sadece ticarî hükümleri işlemeye devam etmiş, diğer bütün hükümleri atıl kalmıştır. 1983 yılında, Türkiye'de, sivil idarenin yeniden kurulması ve 1984 yılından itibaren, ülkemizin, ithal ikamesi politikalarını hızla terk ederek dışa açılma sürecini başlatması, ilişkilerimizi yeniden canlandırmıştır. Türkiye, bir taraftan, 14 Nisan 1987'de Avrupa Birliğine tam üyelik müracaatında bulunmuş; diğer taraftan, ertelenmiş bulunan gümrük vergileri, uyum ve indirim takvimini, 1988 yılından itibaren, hızlandırmış bir şekilde, yeniden yürürlüğe koymuştur. Avrupa Komisyonu, tam üyelik müracaatımıza 1989 yılında verdiği yanıtta, Türkiye'nin Avrupa Birliğine üyelik konusundaki ehliyetini kabul etmekle birlikte, topluluğun kendi içerisindeki derinleşme sürecini tamamlamasına ve gelecek genişlemesine kadar beklemesini ve bu arada, Türkiye'yle gümrük birliği sürecinin tamamlanmasını önermiştir. Bu öneri, tarafımızdan da olumlu değerlendirilmiş ve gümrük birliğinin, Katma Protokolde öngörüldüğü şekilde, 1995 yılında tamamlanması için gerekli hazırlıklara başlanılmıştır. İki yıl süren müzakereler sonunda, 5 Mart 1995 tarihinde yapılan Ortaklık Konseyi toplantısında alınan karar uyarınca, Türkiye ile Avrupa Birliği arasında gümrük birliği 1 Ocak 1996 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Türkiye, Avrupa Birliğinin diğer organlarında yer almadan gümrük birliğine girmiş tek ülkedir; ancak, gümrük birliğinin sorunsuz yürüdüğünü de söyleyebilmemiz mümkün değildir. Bir kere, Avrupa Birliği, gümrük birliğiyle birlikte ülkemize karşı üstlendiği bazı yükümlülüklerini yerine getirmemiştir. Avrupa Birliği, gümrük birliği kararının kabul edildiği Ortaklık Konseyi toplantısında üstlendiği ve ülkemize dört, beş yıllık bir dönem içinde 2,5 milyar euroya varan malî yardım yapma yükümlülüğünü yerine getirmemiş, aynı şekilde, kurumsal alanda entegrasyonu kolaylaştırmak amacıyla öngörülen bazı tedbirleri de almamıştır. Bu yükümlülüklerin yerine getirilmemiş olmasının başlıca iki nedeni vardır, birisi, Yunanistan'ın, diğeri ise Avrupa Parlamentosunun muhalefetidir. Zira, bunlar Gümrük Birliği Anlaşması paketinin bir parçasıdır. 3-4 Haziran 1999 tarihlerinde, Köln'de yapılan Avrupa Birliği Hükümet ve Devlet Başkanları Zirvesinde Almanya tarafından hazırlanan ve Türkiye'nin beklentilerini karşılayabilecek nitelikteki taslak metin, İngiltere ve Fransa'nın desteğine rağmen, Yunanistan'ın ve diğer bazı üye ülkelerin olumsuz tutumları neticesinde kabul edilmemiştir. Türkiye, 10-11 Aralık 1999 tarihlerinde Helsinki'de yapılan Avrupa Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesinde, oybirliğiyle Avrupa Birliğine aday ülke olarak kabul ve ilan edilmiş, diğer aday ülkelerle eşit konumda olacağı açık ve kesin bir dille ifade edilmiştir. Helsinki Zirvesi kararlarına göre, Türkiye, diğer aday ülkeler gibi bir katılım öncesi stratejiden yararlanacaktır. Böylece, Türkiye, topluluk programları ve ajanslarıyla aday ülkeler ile birlik arasında katılım süreci çerçevesinde yapılan toplantılara katılma imkânına sahip olacaktır. Türkiye'nin Aralık 1999 Helsinki Zirvesinde aday olarak kabul edilmesi Avrupa Birliğiyle kırk yıllık geçmişe sahip ilişkilerinde yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. Helsinki Zirvesinden bu yana geçen sürede, ülkemiz, Avrupa Birliğine katılım sürecinde diğer aday ülkelerle aynı muameleye tabi tutulmuş ve tüm faaliyetler bu çerçevede yürütülmüştür. Bu çerçevede, ülkemiz, Avrupa Birliğinin hükümet ve hükümet başkanları düzeyindeki zirvelerin, diğer aday ülkelerle birlikte, düzenli olarak katılmaya başlamıştır. 26 Mart 2001 tarihinde, Avrupa Birliği müktesebatının üstlenilmesine ilişkin Ulusal Program kabul edilmiştir. Bu çerçevede, Avrupa Birliği mevzuatına uyum çalışmalarını yoğunlaştırmış ve müktesebat uyumu için faaliyet gösteren toplam 8 alt komite bünyesinde kapsamlı çalışmalar gerçekleştirilmiştir.

İlişkilerin en üst düzey organı olan Ortaklık Konseyi, artık, olağan bir şekilde toplanmaya başlamış; son olarak, 15 Nisan 2003 günü yapılan Ortaklık Konseyi toplantısında, önümüzdeki dönemde yapılması gereken çalışmalar ayrıntılı olarak ele alınarak, bir yol haritası benimsenmiştir.

Ülkemiz, 2001 yılında, Ulusal Programı Avrupa Birliğine iletmesini takiben, kısa süre içinde, gerek siyasî gerek ekonomik kriterler bağlamında önemli yasal düzenlemeleri tamamlamıştır. Siyasî kriterlere uyum amacıyla Anayasada kapsamlı değişiklikler gerçekleştirilmiş, bunların uygulanmaya geçirilmesi amacıyla birbiri ardına uyum paketleri çıkarılmıştır. Ayrıca, Katılım Ortaklığı Belgesinde öngörülen siyasî diyalog kapsamında, gerek Kıbrıs gerek Ege sorunlarına ilişkin kapsamlı bir karşılıklı görüşme süreci başlatılmıştır.

Türkiye'nin üyelik yönünde bugüne değin almış olduğu önlemlerin Avrupa Birliği üzerinde gayet önemli etki meydana getirdiğini de görmekteyiz. Atılan tüm bu adımlar, yeni kurulan AK Parti Hükümetinin konuya olan kararlı yaklaşımı sonucu, Aralık 2002 Kopenhag Zirvesinde alınan kararlara olumlu biçimde yansımıştır. Zirvede, Avrupa Birliği, ülkemizle üyelik müzakerelerine başlanılmasının değerlendirilmesi için ilk kez somut bir perspektif vermiştir. Kopenhag Zirvesinde alınan karar uyarınca, 2004 Aralık ayında komisyonun hazırlayacağı rapor ve öneriler doğrultusunda, Türkiye siyasî kriterleri karşıladığında, üyelik müzakereleri gecikmesiz olarak başlayacaktır.

Nedir bu Kopenhag Kriterleri? Avrupa Birliği üyesi ülkeler, 1993 yılında, Kopenhag devlet ve hükümet başkanları zirvesinde, Avrupa Birliğine katılmak isteyen ülkelerin karşılamaları gereken kriterleri ortaya koymuşlardır. Bunlar, objektif ve standart kriterlerdir. Diğer aday ülkeler gibi, Türkiye'den de yapması istenilen, bu kriterleri karşılama yönünde adımlar atmasıdır. Türkiye için farklı bir muamele de söz konusu değildir. Bu bağlamda, Avrupa Birliği üyeliğini, 1960'lardan başlayarak bir devlet politikası haline getirmiş bir ülke olarak Türkiye'nin, söz konusu kriterleri, 1993 yılından itibaren gündemine alması gerekirken, bu kriterler, Türkiye'nin gündemine, geçtiğimiz yılın sonunda, 10-11 Aralıkta Helsinki'de toplanan Avrupa hükümet ve devlet başkanları zirvesi sonunda, Türkiye'nin üye adaylığının resmen onaylanmasından sonra girmiştir.

Kopenhag Kriterleri, Türkiye'de, daha çok "siyasî kriterler" olarak algılanmakta ve Avrupa Birliğinin Türkiye için özel olarak öne sürdüğü koşullar olarak değerlendirilmektedir. Oysa, gerçekte, Avrupa Birliği karşısında aday ülke konumunda bulunan her ülke için üye olma koşulları niteliğini taşıyan Kopenhag Kriterleri üç başlık altında toplanabilir; siyasî kriterler, ekonomik kriterler ve Avrupa Birliği üyelik yükümlülüklerini üstlenebilme yeteneği, yasal değişiklikler ve bu değişiklikleri uygulamaya geçirecek siyasî irade.

Siyasî kriterlerde, demokrasi kavramıyla siyasal çoğulculuk, ifade ve din seçme özgürlüğünü kapsayacak anayasal garantinin bulunması; çeşitli devlet birimlerinin normal işlevlerini yerine getirebilmesine imkân sağlayan demokratik kurumların, bağımsız yargı ve anayasal kurumların mevcudiyeti; değişik siyasal partilerin dönüşümlü olarak iktidara gelmesine imkân verecek ve genelde muhalefetin rolünü tanıyan özgür ve dürüst seçimlerin gerçekleştirilmesi belirtilmek istenmektedir.

İnsan haklarını tanımlayan unsurlar ise, Avrupa Konseyinin İnsan Hakları ve Temel Hak ve Özgürlüklerin Korunması Hakkında Sözleşmesine taraf olunması ve Avrupa Konseyi İnsan Hakları Mahkemesine bireysel başvurunun kabulüdür. Bu çerçevede temel özgürlüklerin tanınmış olması, dil, din, cinsiyet, ırk, ifade ve basın özgürlüğü, toplanma ve örgütlenme özgürlüğü, azınlık haklarının korunması ve hukukun karşısında kişilerin eşit konumda yer alması da, insan haklarının referans noktaları olarak sayılmaktadır.

Ekonomik kriterler arasında sayılan, işleyen pazar ekonomisinin var olabilmesi için, her şeyden önce, serbest piyasa koşullarının sağlanması; rekabetçi fiyatların geçerliliği; ticaretin liberalizasyonu, piyasaya giriş ve çıkış serbestisi; fikrî ve sınaî mülkiyet haklarının korunmasına yönelik bir yasal sistemin var olması ve iyi işleyişinin temini; fiyat istikrarı ve sürdürülebilir kamu finansmanı ve dış denge dahil, makro ekonomik istikrarın sağlanması. ekonomi politikasının temel ilkeleri konusunda, toplumda kapsamlı bir uzlaşmanın ve tasarrufları üretime ve yatırımlara dönüştürecek gelişmiş bir finans sektörünün varlığı gerekmektedir.

Ülkemizle üyelik müzakerelerinin açılması kendiliğinden olmayacaktır. Bunun için, yerine getirmemiz gereken daha birçok konu bulunmaktadır. Bu sebepten dolayı, önümüzdeki kısa dönemi çok iyi değerlendirmemiz gerekmektedir. Türkiye, kendine özgü jeostratejik konumuyla, Avrupa Birliğinin dış ve güvenlik politikalarının yeni boyutlar kazanmasına vesile olacak ve böylece, Türkiye, bölgesinde, bir Avrupa Birliği üyesi olarak, daha kuvvetli bir sese ve konuma sahip olacaktır.

Avrupa Birliğine tam üyelik, Türkiye'nin, Yunanistan'la ilişkilerine de yeni bir perspektif getirecektir. Türkiye'nin tam üyeliği gerçekleştiğinde, Ege bir ihtilaf konusu değil, birlik sınırları içerisinde Türkiye ve Yunanistan'ı birleştiren bir bölge özelliği kazanacaktır. Türkiye'nin üyeliğinin birliğe kazandıracağı avantajlar, Avrupa Birliğinin gelecekteki vizyonuyla yakından ilgilidir.

Türkiye'nin Avrupa Birliğine tam üyeliği, Avrupa'da istikrar ve barışın korunmasına olduğu kadar, Avrupa değerlerinin bölgeye ve ötesine yayılmasına da katkı sağlayacaktır; zira, Türkiye'nin, birliğe katılımı, Avrupa Birliğinin dış ilişkilerinde yeni ufuklar da açacaktır.

Türk Halkı -büyük bir çoğunlukla- Avrupa Birliği üyeliğine destek vermektedir. Birliğe üyelik, ekonomik açıdan Türkiye'nin kalkınmasının temel motoru olacaktır. Bu anlamda, tam üye olduklarında Türkiye'nin bugünkü gelişmişlik düzeyinin gerisinde bulunan bazı Avrupa Birliği ülkelerinin, üye olduktan sonra Avrupa Birliği fonlarının da yardımıyla kaydettikleri sıçrama önemli bir örnek oluşturmaktadır.

Aralık 2002 Kopenhag Zirvesinde Avrupa Birliği tarafından kabul edilen Tek Avrupa Deklarasyonunda belirtildiği üzere, Avrupa Birliğinin genişlemesi, sürekli, kapsayıcı ve geri çevrilmez bir süreçtir. Türkiye ile gerekli kriterler karşılanır karşılanmaz müzakerelerin açılması, Avrupa Birliğinin, Avrupa'yı yeni sınırlar yaratmaksızın bütünleştirme yönünde kararlı olduğunu kanıtlayacaktır. Bu, hem Avrupa Birliği hem de Türkiye için tarihî bir misyondur. Türkiye'nin katılımı, Avrupa Birliğinin temelini oluşturan ortak değerleri teyit edecek ve özellikle, güneydoğu Avrupa ile Doğu Akdeniz'de barış, güvenlik ve istikrarın güçlendirilmesine de katkıda bulunacaktır.

Türkiye'nin tam üyeliği, kültürel farklılıkların birlikte yaşanabileceğinin, İslam ile çağdaşlığın bağdaşabileceğinin kanıtı ve Doğu Blokunun çöküşüyle birlikte, Doğu-Batı çatışmasını ikame etmeye yüz tutan Hıristiyanlık-İslam uyuşmazlığına Batı'nın vereceği etkili bir yanıt da olacaktır aynı zamanda.

Türkiye ile Avrupa Birliğinin istikrar ve güvenliği ile stratejik, siyasî, ekonomik, ticarî ve sosyal çıkarları birbirini tamamlamaktadır. İlişkilerin temelinde gerçek çıkarlar vardır. Türkiye, reformlarla kendini ve standartlarını daha da geliştirdikçe, Avrupa, bunu çok daha yakından hissedecek ve görecektir.

3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra, Türkiye'de yeni bir dönem başlamıştır. 2002 yılının aralık ayında, bildiğiniz gibi Kopenhag'da önemli bir zirve toplantısı yapılmıştır. Seçimlerden yeni çıkan Türkiye'de, daha hükümet kurma çalışmaları sürerken, iktidar partisi olarak, Sayın Genel Başkanımız, bütün Avrupa Birliği başkentlerini ziyaret etmiş ve Genel Başkanımız bütün Avrupa Birliği başkentlerini ziyaret ederken, yeni kurulan hükümet, 2002 Aralık ayındaki zirve toplantısı için hazırlıklarını tamamlamış ve geçirilmesi gereken reform paketleri büyük bir kararlılıkla, iktidar- muhalefet elbirliği içerisinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edilmiştir.

Kopenhag toplantısında Türkiye ile ilgili önemli bir karar çıkmıştır. Türkiye, üzerine düşenleri yaptığında 2004 yılının sonunda vakit geçirmeden müzakerelere başlayacaktır. Ancak, aday her ülke için geçerli olan "üzerine düşenleri yaparsa" cümlesi, dikkat edilmesi gereken önemli bir cümledir.

Avrupa Birliğine hiçbir ülke otomatik olarak girememiştir. Kopenhag Siyasî Kriterlerini gerçekleştirmek, Avrupa Birliğiyle müzakereler için şarttır. Bu da, Avrupa Birliği komisyonlarının hazırladığı ilerleme raporlarıyla ortaya çıkmaktadır. O bakımdan, hükümetimiz bunun bilincindedir ve 2003 ve 2004 yılı ilerleme raporlarını en iyi şekilde çıkarmak için üzerine düşen her şeyi yapacaktır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Fatsa, buyurun.

EYÜP FATSA (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Kopenhag Zirvesinde, ayrıca, Türkiye'nin katılım ortaklığının gözden geçirilmesi, Avrupa Birliği mevzuatının analitik inceleme sürecinin güçlendirilmesi, gümrük birliğinin geliştirilip derinleştirilmesi, Türkiye'ye verilen katılım öncesi malî yardımların önemli ölçüde artırılması ve katılım bütçe kalemine alınması da kararlaştırılmıştır.

Avrupa Birliğinin önemli simaları Türkiye lehinde hiç de alışık olmadığımız demeçler vermeye başlamıştır ki, bunların hiçbiri tesadüfî de değildir. Kopenhag Kriterlerini yerine getirmiş bir Türkiye'nin Avrupa Birliği tarafından reddedilmesinin felaket olacağı, artık, komisyon yetkililerince de dile getirilmektedir. Eskiden, Türkiye'nin, Avrupa Birliğine üye olup olamayacağı tartışılırken, şimdi, ne zaman üye olacağı tartışılmaya başlanmıştır.

Türkiye'nin hangi tarihte Avrupa Birliğine tam üye olacağını şu anda söylemek mümkün değildir; ancak, lehimize olan bu tutumun ve söylemin devam etmesi ve bu tavırların giderek güçlenmesi için, Türkiye olarak, bizim de üstümüze düşen bazı sorumluluklar vardır. Bu anlayışla, Aralık 2004'te yapılacak zirveye kadar, üye ülkelerle üst düzey temaslarımızı kesintisiz sürdürmeye devam etmeliyiz. Hükümetimizde ve Türkiye Büyük Millet Meclisinde bu irade mevcuttur.

Kopenhag Zirvesi kararlarını hayata geçirmek için, önümüzde yaklaşık onbeş aylık bir süre vardır. Siyasî kriterlerin bu yıl içerisinde tamamlanması, bunun 2003 ilerleme raporuna olumlu bir şekilde yansıması, gelecek yılda uygulamaların değerlendirilmesi ve 2004 ilerleme raporundaki nihaî değerlendirme sonucunda, 2004 yılı aralık ayında Avrupa Birliği zirvesinde üyelik müzakerelerinin başlaması kararı alınabilecektir. Dolayısıyla, önce, 2003 yılının ilerleme raporlarını en iyi şekilde çıkarmak, siyasî kriterlerini yerine getirdiğimizi bütün dünyaya göstermek, 2004 yılında da, Türkiye'de bunların en iyi şekilde uygulandığını göstermek, 2004 yılı sonunda yapılacak zirve toplantısında, Türkiye'yi, hazır hale getirecektir.

Kopenhag Zirvesinden bu yana Avrupa Birliğiyle yapılan temaslarda, önümüzdeki dönemle ilgili çalışma faaliyetlerinin anahatları tespit edilmiştir. 13 Mart 2003 günü Brüksel'de toplanan Ortaklık Komitesi, 2003 yılı için bir çalışma programı benimsemiştir. Bu çalışma programı, Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki siyasî ve ekonomik diyaloğun daha da derinleştirilmesi, ülkemizin, Avrupa Birliği müktesebatına uyum durumunun ele alındığı ayrıntılı inceleme sürecinin güçlendirilmesi, Gümrük Birliği kapsamındaki teknik sorunların çözüme yönelik bir anlayışla ele alınması, Avrupa kamuoyunda, ülkemiz üyeliği aleyhindeki önyargıların azaltılması ve Avrupa kamuoyunda Türkiye'nin üyeliği lehinde bir ortamın oluşturulması gibi konuları içermektedir.

Değerli arkadaşlar, Ortaklık Komitesinde ele alınan bu hususlar, 15 Nisan 2003 tarihinde, Sayın Dışişleri Bakanımızın Başkanlığında Lüksemburg'da toplanan Türkiye-Avrupa Birliği Ortaklık Konseyinde, bu kez, en üst seviyede siyasî düzeyde ele alınmış ve teyit edilmiştir.

Ülkemize ilişkin gözden geçirilmiş Katılım Ortaklığı Belgesi 14 Nisan 2003 tarihinde onaylanmıştır. Belgede, siyasî kriterler bakımından kısa, orta vade ayırımı yapılmadan, bütün siyasî önceliklerin 2003 ve 2004 yılları içerisinde bitirilmesi öngörülmüştür. Ekonomik kriterlere ilişkin unsurlar ise, bir öncekinin hemen hemen aynısı şeklinde kalmıştır. Dolayısıyla, Türkiye'yle ilgili yeni istek ve şartlar söz konusu da değildir.

Gözden geçirilmiş Katılım Ortaklığı Belgesi ışığında yeni bir ulusal program hazırlanması çalışmaları, Avrupa Birliği Genel Sekreterliğinin eşgüdümünde başlamıştır.

2004 yılı sonunda ülkemizde müzakerelerin başlatılmasına ilişkin karar, Avrupa Birliği Komisyonu tarafından hazırlanacak 2003 ve 2004 ilerleme raporlarına göre alınacaktır. Bunun için, söz konusu raporların objektif bir şekilde değerlendirilmesi için, hükümetimiz, üzerine düşeni yapacaktır.

Bu arada, bizden önceki hükümetin bu yolda attığı adımları da hatırlamamız gerekir. Gerçekten, bizden önce üç reform paketi geçirilmiş, bizim hükümetimiz iki reform paketini geçirmiş, üçüncüsü de, yani altıncısı da önümüzdeki günlerde Meclis gündemine gelecektir.

Değerli arkadaşlar, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak yaptığımız kanun değişiklikleriyle, işkencenin önlenmesini, adil yargılanma ve muhakemenin yenilenmesini, yani, yeniden yargılanmayı, basın özgürlüğünün genişletilmesini, Siyasî Partiler ve Seçim Kanunlarının iyileştirilmesini, dilekçe hakkının güçlendirilmesini, derneklerin faaliyetlerinin kolaylaştırılmasını ve vakıfların mal edinmelerini sağlamış bulunuyoruz. Hükümetimiz, getirilen bu yeni düzenlemelerin uygulamalarının takipçisi olacaktır.

Şu anda, altıncı uyum paketi taslağının hazırlıkları içerisindeyiz. Bu paket, Terörle Mücadele Kanununun ifade özgürlüğünü kısıtlayan 8 inci maddesinin kaldırılması; özel radyo ve televizyonların farklı dil ve lehçelerde yayın yapabilmeleri; seçimlerin uluslararası gözlemciler tarafından izlenebilmesi ve seçimlerde yayın yasağı süresinin daraltılması; İmar Kanununda yapılacak bir değişikle, farklı din ve inançlara sahip bireylerin ibadet özgürlüğünün genişletilmesi; Nüfus Kanunumuzun isim konulması hususuna sınırlayıcı yorumların önlenmesi; sinema, video ve müzik eserlerine ilişkin kısıtlamaların azaltılması; töre cinayetlerinin faillerine verilecek ceza miktarlarının artırılması; cemaat vakıflarının gayrimenkullerinin tesciline ilişkin sürenin uzatılması; RTÜK ve Sinema, Video ve Müzik Eserleri Denetleme Kurulunun yeniden modern normlara göre yapılandırılması gibi değişiklikler içermektedir.

Burada memnuniyet verici olan bir şey var ki, bu konuya, iktidar-muhalefet hep beraber sahip çıkmamızdır.

Değerli milletvekilleri, Türkiye ve dünya çok kritik bir dönemden geçiyor. Global ve bölgesel planda dünya haritasını değiştirebilecek yeni oluşumlar ortaya çıkıyor. Bu dönemde atılacak adımlar, alınacak kararlar, geleceğimizin yol haritasını çizecek. Bu itibarla, bu sıralarda oturan bizler, Türkiye'nin geleceği adına en büyük sorumluluk taşıyan insanlar arasındayız. Karşımızda, hızla değişen, önceden tahmini mümkün olmayan unsurlarla dolu bir dünya var. Bu durumda yapılacak tek şey, kendimizi iyi tanımak, avantaj ve dezavantajlarımızı ortaya koymak, önceliklerimizi belirlemek, modernleşmeye ve bilgiye önem vermek olacaktır. Bu bağlamda, Türkiye'nin ortak noktası olarak beliren Avrupa Birliği hedefimizin, milletimiz ve gelecek nesiller için önemi daha iyi ortaya çıkmaktadır.

BAŞKAN - Sayın Fatsa, bir saniye...

Sayın milletvekilleri, salonda yüksek sesle konuşuluyor, oluşan uğultudan ötürü de sayın hatibi izlemekte zorluk çekiyoruz. Lütfen, sayın milletvekillerinin buna dikkat etmelerini rica ediyorum.

Buyurun Sayın Fatsa.

EYÜP FATSA (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Avrupa Birliği üyeliğimiz, cumhuriyet tarihinin en kapsamlı siyasî projesidir. Bu süreç, çok önemli bir ekonomik ve toplumsal dönüşümü de beraberinde getirmektedir. Bu süreç içerisinde, yalnızca dışticaret mevzuatımız veya ceza hukukumuz değişmemekte, ayrıca, günlük yaşamda vatandaşımızı ilgilendiren her konuda önemli değişiklikler olmaktadır. Bu hususların Türk kamuoyuna iyi anlatılmasını, Avrupa Birliği meselesinin günlük yaşamımızda hepimizi ilgilendiren boyutlarıyla kavranmasını sağlamak zorundayız. Avrupa Birliği üyeliği süreci, vatandaşlarımızın insan haklarının daha iyi korunduğu, harcadığı paranın daha istikrarlı, tükettiği malın daha kaliteli, soluduğu havanın daha temiz, katettiği yolların daha güvenli, oturduğu evin daha sağlam ve pasaportunun daha saygın olduğu bir yakın gelecek için çok etkili bir araçtır. Bu sürecin ülkemizde bir katalizör görevi gördüğü de inkâr edilemez bir gerçektir.

Türkiye, önümüzdeki haftalarda, yeni Katılım Ortaklığı Belgesi çerçevesinde, Ulusal Programının gözden geçirilmiş metnini sonuçlandıracak ve Avrupa Birliği Komisyonuna iletecektir. Bu yöndeki hazırlık ve çalışmalar, Avrupa Birliği Genel Sekreterliğinin eşgüdümünde sürdürülmektedir. Eğer, Avrupa Birliği Türkiye'nin hedefiyse, gözden geçirilmiş Ulusal Program ile Katılım Ortaklığı Belgesi arasındaki açı muhakkak kapanmalıdır.

Türkiye'de Avrupa Birliği üyeliğine karşı çekimser tutum içerisinde olanlar ve aynı şekilde, Avrupa Birliğinde Türkiye'nin üyeliğine sıcak bakmayanlar için, Kıbrıs konusu, kurtarıcı ve koruyucu bir kalkan işlevi görmektedir. Kıbrıs konusundaki çözümsüzlük uzadıkça, Türkiye'nin gerçekleştirmesi beklenen diğer reform atılımlarının da, yaratılan kalın duvarın arkasında tutulabileceği ümidi güçlenmektedir.

Türkiye'nin, ebedî adaylık statükosunun bozulmamasını isteyenlerin karşısında, bundan daha güçlü bir demokrasi ve insan hakları ittifakı kurulması gerekmektedir.

Ülkemizin, ayrıcalıklı dost çevre ülke statüsünden, tam üyelik statüsüne geçmesi, şu kısa sürede göstereceğimiz performansla direkt alakalıdır.

Değişim ve dönüşüm kaçınılmazdır. Mesele, bu değişimi, ağır aksak, kör topal bir şekilde mi, yoksa, sağlıklı ve bilinçli bir şekilde mi gerçekleştireceğimizdedir. Şunu iyi anlamalıyız ki, Türkiye'nin nihaî üyeliği, esas olarak, kendi elinde bulunmaktadır.

Değerli milletvekilleri, Irak krizi, bir defa daha, Türkiye'nin, dünyanın bu bölgesindeki stratejik rolünün altını çizmiştir ve güçlendirmiştir. Ortak dış ve güvenlik politikasına sahip bir Avrupa Birliğinin bir üyesi olarak Türkiye'nin, Avrupa Birliğinin dünyadaki stratejik rolüne çok önemli katkı yapabileceğini, başta Avrupa Birliği üyesi ülkeler olmak üzere, herkes görmüştür.

Aralık ayındaki Kopenhag Zirvesinde Türkiye'nin ısrarına rağmen tarih vermeyen Brüksel, tarihinde ilk kez, ülkemizin tam üyeliği hususunda tarih telaffuz etmeye başlamıştır.

Değerli milletvekilleri, Meclisimiz çatısı altında yapılan diğer bir gelişme, Avrupa Birliği mevzuatına uyumla görevli olacak bir Avrupa Birliği Uyum Komisyonu kurulmuş olmasıdır. Bahse konu komisyon, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Avrupa Birliği üyeliği yolundaki katkısını artıracak, Meclisiçi koordinasyonu artıracak ve karşı tarafla daha etkin bir işbirliğini sağlayacaktır. Önümüzdeki dönemde mevzuat uyum çalışmalarının hız kazanacağı düşünüldüğünde, komisyonun kurulmuş olması daha da büyük bir önem kazanmaktadır.

Türkiye, Birliğin içerisine girdiği bu tarihî süreçte ve Avrupa'nın geleceğine yönelik yoğun tartışmaların sürdüğü bu dönemde, stratejik konumunun kendisine yüklediği sorumlulukların bilinciyle konvansiyona katkıda bulunmaktadır ve Avrupa Birliğinin temsil ettiği evrensel değerlerin yayılmasına yardımcı olma kararlılığında olduğunu ortaya koymuştur.

Netice itibariyle ve özetle ifade etmek isterim ki, altı aydır yoğun bir şekilde Meclisimizi temsilen Avrupa Birliği Konvansiyonunda yapılan çalışmalarda ve temaslarda, çok açık ve net bir şekilde, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinin en üst düzeyde olduğu bir dönem yaşandığını görüyoruz.

BAŞKAN - Sayın Fatsa, sözlerinizi toparlar mısınız.

EYÜP FATSA (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkanım.

Türkiye'nin Avrupa Birliği için öneminin idrak edildiğini görüyoruz. Artık, yaşanılan bu süreçte, Türkiye'nin müzakerelere başlamasının ve tam üyeliğinin geri dönülmez bir yolda olduğunu herkes kabul etmektedir.

Türk Halkının demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları alanlarında çağdaş ülke değer ve normlarına ulaşma ülküsüne hizmet eden bütün bu olumlu gelişmeler, içeride ve dışarıda büyük bir memnuniyetle karşılanmaktadır. Aynı şekilde, ekonomik alanda başlatılan reformlar kararlılıkla sürdürülmüş ve istikrarın sağlanması yönünde önemli adımlar atılmıştır.

Avrupa Birliğine katılım sürecinde başlıca hedefimiz, ülkemizle üyelik müzakerelerinin bir an önce açılmasıdır. Kopenhag Zirvesinde, Avrupa Birliği, 2004 Aralık ayında komisyonun hazırlayacağı rapor ve öneriler doğrultusunda Türkiye'nin Kopenhag Siyasî Kriterlerini yerine getirdiğine kanaat getirdiği takdirde, gecikmesiz olarak müzakerelerini açmayı taahhüt etmiştir.

Türk hükümeti, Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğini, cumhuriyetimizin kurucu felsefesini ve Atatürk'ün geleceğe bakışını doğrulayan kilit bir aşama ve Türkiye Cumhuriyeti için yeni bir basamak olarak değerlendirmektedir.

Avrupa Birliğine üyelik, bu husustaki kriterlerin karşılanması suretiyle ve Türkiye Cumhuriyetinin Anayasamızda ifade bulan temel özellikleri çerçevesinde gerçekleşecektir. Türkiye, başta insan hakları ve demokrasi alanlarında olmak üzere, Avrupa Birliği müktesebatı niteliğindeki evrensel normlar ile Avrupa Birliği ülkelerinin uygulamalarına daha fazla uyum sağlamak amacıyla, gerekli tüm uluslararası sözleşmelere taraf olacak ve bunların etkin şekilde uygulanmasını sağlayacak tedbirleri de almalıdır.

Türkiye, somut ve özgün katkılarıyla, Avrupa'nın evriminde önemli bir rol oynayacaktır. İnancımız odur ki, Türkiye, eğer üstüne düşeni en iyi şekilde yaparsa, siyasî iradenin kararları gereken desteği görürse -ki, görmektedir- iktidar, muhalefet, sivil toplum örgütleri hep beraber, el ele hareket edersek, Türkiye'nin Avrupa Birliği ile müzakereleri önümüzdeki yılın sonunda başlayacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, Avrupa Birliği yolunda dönüşü olmayan bir yola girmiştir. Bu süreç, iktidar ve muhalefeti de aşarak, Türk Halkına mal olmuştur. Hepimize düşen sorumluluk, Türk Halkının bu talebini bir an önce gerçekleştirmektir. İktidar, muhalefet, sivil toplum örgütleri, bugüne kadar olduğu gibi bugünden sonra da cumhuriyetten sonra en büyük dönüşüm projemiz olan Avrupa Birliğiyle bütünleşme sürecimizi, el ele, bütün endişe ve vehimlerden sıyrılarak, Türkiye'nin gücüne ve dinamiklerine güvenerek gerçekleştirmelidir. Bu hedefe ulaşılmasında AK Parti Grubumuzda ve hükümetimizde yeterli kararlılık ve siyasî irade mevcuttur.

Bu düşüncelerle, genel görüşmenin hayırlı olması temennisiyle, Genel Kurulu, AK Parti Grubu adına, saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Fatsa.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Onur Öymen; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA ONUR ÖYMEN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hükümetin önerisi üzerine yapılmakta olan Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri konusundaki genel görüşmede Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, dışpolitika konularının, özellikle, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinin Yüce Mecliste görüşülmesi, bizim, Cumhuriyet Halk Partisi olarak öteden beri beklediğimiz bir husustur. Zaman zaman bunun eksikliğini dile getiriyoruz; bu konularda, dışpolitika konularında, Avrupa Birliği konularında hükümetin Meclise yeterince bilgi vermediğini söylüyoruz. O bakımdan, bu genel görüşme, bütün bu konuların ele alınmasına fırsat vermesi açısından önemlidir, bunu takdirle karşılıyoruz.

Ancak, bir hususu belirtmek istiyorum: Biz, hükümetin, bu safhada, Avrupa Birliği konusunda niçin bir genel görüşme açılması ihtiyacını hissettiğini henüz tam anlamıyla anlayabilmiş değiliz. Eğer, hükümetin amacı, Cumhuriyet Halk Partisini, muhalefeti ikna etmekse, Avrupa Biriliği konusunda, üyeliğin bir an önce gerçekleştirilmesi konusunda buna ihtiyaç yok; çünkü, baştan beri Cumhuriyet Halk Partisi, AB üyeliği konusundaki tutumunu çok açık bir şekilde ortaya koymuştur. Biz üyelikten yanayız, bir an önce üye olmaktan yanayız, hükümetin bu alanda atacağı bütün adımları destekleyeceğimizi evvelce de söyledik, bunu dünyaya da ilan ettik. O bakımdan, herhalde, hükümetin amacı bizi ikna etmek değildir diye düşünüyoruz.

Bizim kanaatimize göre, hükümet, genel görüşme yerine bir an önce uyum yasalarını, uyum yasaları paketini Meclise getirseydi, Meclisten bunları süratle geçirmeye çalışsaydı belki zamanı daha iyi kullanmış olurdu, daha başarılı olurdu; çünkü, arkadaşlar, gerçekten Türkiye'nin kaybedecek zamanı kalmamıştır Avrupa Birliği üyeliği süreci içinde.

Hükümetin amacı, umarım ki, öyle değildir; ama, bazı yayın organlarında ifade edildiği gibi, daha çok içpolitikaya yönelikse, bu genel görüşmeyi önermek, bunu üzüntüyle karşılarız; çünkü, biz, Avrupa Birliği üyeliği meselesini bir ulusal dava olarak görüyoruz. Nasıl, biz, bu konuyu bir içpolitika malzemesi yapmıyorsak, umuyoruz ki, hükümetin de böyle bir niyeti yoktur, hükümet de hiçbir koşul altında Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği sürecini içpolitika malzemesi yapmak istememektedir. Çünkü, Avrupa Biriliğini bahane ederek başka siyasî amaçlar gütmek, başka hedeflere ulaşmaya çalışmak, Türkiye'nin Avrupa Biriliği sürecine zarar verir, Türkiye'ye zarar verir. Geçmişte, geçmiş hükümetler zamanında bunu yapmaya çalışan siyasî partiler olmuştu. O partilerin bu girişimleri, bu yaklaşımları, ne kendilerine bir şey kazandırmıştır ne de ülkeye bir şey kazandırmıştır. Biz, ümit ediyoruz ki, Adalet ve Kalkınma Partisi bu yola gitmeyecektir.

Hükümetin amacı, bu genel görüşme yoluyla bazı kurumları, kuruluşları ikna etmekse, bunu  da söyleyeyim, bu konuda hükümetin başka yöntemler uygulaması daha doğru olur. Türkiye Büyük Millet Meclisi bu gibi amaçların vasıtası yapılmamalıdır; ilgili kurumlarla, kuruluşlarla hükümetin başka temas imkânları vardır, diyalog kurma imkânı vardır. Zaten, kurum ve kuruluşlarımız, hükümetin emrinde faaliyet göstermektedirler. Hükümetin, Mecliste yapılacak genel görüşmeyi bu amaçla kullanmaya çalışacağına ihtimal vermiyoruz.

Arkadaşlar, özetle, hükümetin bu genel görüşme önerisinin zamanlamasını yadırgadığımızı söylemek zorundayım.

İşin esasına gelirsek, şunu belirtmek istiyorum: Türkiye'nin Avrupa Birliğine üyelik süreci, gündemimizin en önemli, en öncelikli meselelerinden biridir. Sayın Fatsa'nın bu konuda belirttiği görüşlere ben de katılıyorum. Bu konuda, iktidar muhalefet ayırımı yapmadan, elbirliğiyle çalışmalıyız ve bu meseleyi, bir millî  dava olarak telakki etmeliyiz, bir millî dava olarak yürütmeliyiz. Ülkemizi, mümkün olduğu kadar, en iyi koşullarda, en kısa zamanda Avrupa Birliğine üye yapmak ortak hedefimiz olmalıdır.

Biz, seçimlerden hemen sonra, bu konudaki irademizi ortaya koyduk. Sayın Genel Başkanımız, o zamanki Başbakan Sayın Abdullah Gül'ün bir ziyareti vesilesiyle, Kopenhag Zirvesinden önce, kendisine çok açıkça söyledi, "biz, sizin Kopenhag'da sarf edeceğiniz çabaları açıkça destekliyoruz. Sizin, mademki, bize belirttiğiniz amacınız 2003 yılında bir üyelik müzakeresi tarihi almaktır, bizim tam desteğimize sahipsiniz; gidin, bunu Kopenhag'da bütün Avrupa Birliği ülkelerine açıklayınız, Meclisin, muhalefetin tam desteğine sahip olduğunuzu ilan ediniz" dedi ve bunu, o görüşmeden hemen sonra, basına da bizzat açıkladı.

O bakımdan, bunu, en küçük bir başka düşünce sahibi olmadan, bir kere daha huzurunuzda ifade etmek istiyorum ki, biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, başından beri, hükümetin tam üyelik yönündeki çabalarını açıkça destekliyoruz.

Ne yazık ki, Kopenhag'da, beklediğimiz ve Türkiye'nin hak ettiği destek çıkmamıştır. Bunu, açıklıkla ifade etmek zorundayız. Kopenhag'da, 10 aday ülkeye üyelik verilmesi karara bağlanmıştır ve geri kalan 2 ülkeye, Bulgaristan ve Romanya'ya da 2007 yılında üye olacağına dair söz verilmiştir. Türkiye, 13 kişilik bir yarışta 13 üncü sırada bırakılmıştır. Üstelik, diğer 12'si başka bir kategoride, hepsi üyelik müzakerelerine başlamış, bir kısmı bitirmiş, bir kısmı bitirmek üzere; Türkiye, 13 üncü sırada, henüz üyelik müzakerelerine başlamamış ve üyelik takvimi alamamış bir ülke durumunda bırakılmıştır Kopenhag'da. Biz, bunu üzüntüyle karşılıyoruz. Bize verilen vaat şudur: 2004 yılının aralık ayında, sizinle ne zaman müzakereye başlayacağımızı kararlaştıracağız. Yani, daha müzakereye başlama tarihi yok. Bu konuda basında yer alan bazı yanlış bilgileri düzeltmek için söylüyorum.

Kopenhag'da bir karar daha alınmıştır; o da, Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin tam üyeliği kararıdır.

Değerli arkadaşlar, bu kürsüde defalarca ifade ettik; bu karar, uluslararası anlaşmalara aykırıdır, Kıbrıs devletini kuran Londra ve Zürih Anlaşmalarının açık bir ihlalini teşkil etmektedir. Buna rağmen, bu anlaşmalar çiğnenerek, Kıbrıs Rum Kesiminin üyeliği için karar verilmiştir; bu yıl 16 Nisanda bunun anlaşması Atina Zirvesinde imzalanmıştır ve bütün onay işlemlerinin bitirilerek, 1 Mayıs 2004 tarihinde Kıbrıs Rum Kesiminin Avrupa Birliğine tam üye olması söz konusudur, tam üye olması beklenmektedir.

Şimdi, burada, bizi üzen taraf şudur: Dışişleri Bakanlığımız, Kopenhag kararının bu bölümüne, biraz gecikmeyle de olsa, bir açıklama yaparak tepki göstermiştir; ama, Türkiye'nin buna, bu haksız karara siyasî tepkisini duyamadık, hükümetimizin tepkisini duyamadık. Oysa, bu, öncelikle, siyasî bir konudur. Kıbrıslı Rumların üye yapılması, Yunanistan tarafından, Yunanistan Başbakanı tarafından yıllardan beri öncelikli bir siyasî mesele olarak yapılıyor. Nerede bizim buna siyasî tepkimiz, nerede bizim hükümet olarak buna tepkimiz, nerede bizim politikacılarımızın tepkisi?! Bunu işitemedik, duyamadık. Bu tepkiyi gösterdilerse de, belki, kamuoyuna, bu tepki yeterince açıklanmamıştır. Ne yazık ki, yıllardan beri -bu, sadece bu hükümetin sorumluluğunda olan bir konu değildir; o bakımdan, hükümete haksızlık yapmayalım- Türkiye, Kıbrıs Rumlarının bu antlaşmalar ihlal edilerek üye yapılmasını engellemek için, devlet ağırlığını yeterince kullanamamıştır. Bu, bizim bir eksikliğimizdir. İleride, bu dönemin tarihini yazacak olanlar, bunu, Türkiye'nin bir eksikliği olarak yazacaklardır.

Yunanistan ne yapmıştır -bazı ülkeler, biliyorsunuz, Kıbrıslı Rumların üyeliğine karşıydı- "Rumları üye yapmazsanız, ben, bütün Avrupa Birliği genişleme sürecini veto ediyorum" demiştir; açıkça söylemiştir, basına söylemiştir, herkesin içinde söylemiştir; bu bir sır değil. Yani, baskı yoluyla, Avrupa Birliğine baskı yoluyla, şantaj yoluyla, Kıbrıslı Rumları üye yapmıştır.

Şimdi, biz, bunu, büyük bir üzüntüyle karşılıyoruz ve Türkiye'nin, buna, yeterli siyasî tepkiyi göstermemesini de üzüntüyle karşılıyoruz. Fakat, işin daha hazin bir tarafı var değerli arkadaşlar; bunu, söylemek zorundayım. Kopenhag Zirvesinde, bizim için, bu üzüntü verici sonuçlar çıkarken ve -basında da gördünüz- o zamanın dönem başkanı, Danimarka Dışişleri Bakanı, bizzat, kendi Başbakanına "Türkler, büyük bir hayal kırıklığına uğradılar" derken -bunu, televizyonlarda, kendi ağzından izledik-  bizim hükümetimiz, bunu, Türkiye'de, halka bir başarı olarak anlatmıştır; âdeta, bir zafer gibi takdim etmiştir. Bu doğru değil. Üstelik bu ortaya çıkan durum, bir aylık bir hükümetin kusuru da değil. Gerçekleri açıklasaydınız, şeffaf bir devlete yakışanı yapsaydınız, halka, Türkiye'ye yapılan haksızlıkları anlatsaydınız, halktan destek bulurdunuz, kimse sizi eleştirmezdi, niçin, bir aylık bir hükümet olarak, bütün istediklerinizi Kopenhag'da elde edemediniz diye kimse sizi kınamazdı, biz de kınamazdık; çünkü, biz, burada, kusurun, o zamanki Türk hükümetinde değil, Türkiye'ye bu haksızlığı yapanlarda olduğunu her zaman söyledik, gene söylerdik. O bakımdan, bizce, bu başarısızlığın, bu olumsuz tablonun, Türk Halkına bir başarı gibi takdim edilmesi yanlış olmuştur.

Şimdi, önümüzde yeni bir tablo var; geçmişten, çok geleceğe bakalım. Geçmişte olup bitenlere fazla saplanırsak, gelecekte başarı şansımızı artırmayız, azaltırız; şimdi geleceğe bakalım. Önümüzdeki ekim veya kasım ayında Avrupa Birliği Komisyonu bir ilerleme raporu yazacak, Türkiye'yle ilgili ilerleme raporu yazacak. Bu ilerleme raporunda, Türkiye'nin uyum alanında sağladığı sonuçları anlatacak ve Avrupa Birliği Komisyonunun bu raporu, Avrupa Konseyini yani, hükümetleri etkileyici bir rol oynayacak. O bakımdan, bu ilerleme raporunun bizim açımızdan çok özel bir önemi var. Şimdi, soru şudur: Bu rapor yayımlanmadan önce, yani, eylül ayına kadar, en geç eylül sonuna kadar, biz, Türkiye'den beklenen her şeyi yapabilecek miyiz? Şu ana kadar yaşanan gelişmeler maalesef bu konuda fazla ümit vermiyor. Önümüzde çok az bir zaman var. Şimdi, altıncı uyum paketinin hükümet tarafından Meclise sunulmasını bekliyoruz. Ümit ediyoruz ki, basında yer alan bazı haberler doğru değildir ve bu paketin sunulmasında yeni bir gecikme yaşanmayacaktır; ama, şu veya bu nedenle hükümet bunu geciktirirse, bu, son derece yanlış bir iş olacaktır ilerleme raporunda Türkiye'nin lehine yer alabilecek bazı unsurların bu rapora girmesini güçleştirecektir.

Şimdi, biz, bu altıncı paketi görmedik, bu paket henüz Meclisin bilgisine getirilmedi. Bizim bilgimiz, basında yer alan bazı haberlerden kaynaklanıyor. O bakımdan, şu anda bu paket hakkında sağlıklı bir değerlendirme yapacak durumda değiliz; ama bazı sorularımız var. Sorularımızın başında şu geliyor: Bu paketi nasıl hazırladınız? Avrupa Birliğinin, bildiğimiz kadarıyla, kendi raporlarında, Türkiye'yle ilgili beklentiler çok genel ifadelerle yer alıyor; somut olarak bize şunu yapın, şu yasanızı değiştirin; yani, IMF'nin uyguladığı yöntemleri pek uygulamıyorlar, şunu yapmanız lazım, bunu yapmanız lazım demiyorlar, genel ifadelerle beklentilerini söylüyorlar. Peki, biz, Avrupa Birliğine danıştık mı; yani, şunu söyledik mi: Biz, sizin beklentilerinizi şöyle anlıyoruz ve sizin beklentileriniz doğrultusunda, yasalarımızda şu şu şu değişikliklerin yapılmasını Meclise önermeyi düşünüyoruz. Bunu yaparsak, bu sizi tatmin edecek midir, yoksa etmeyecek midir, bizden başka şeyler mi isteyeceksiniz, önümüze yeni listeler mi çıkaracaksınız, yeni beklentiler mi çıkaracaksınız, bunu bilmek istiyoruz. Yoksa, şimdiye kadar olduğu gibi, biz, bu paketi Mecliste kabul ettiğimiz takdirde, Avrupa Birliği, bize, gene, aman ne iyi yaptınız, çok iyi yaptınız, bu yolda devam edin; ama, hâlâ eksikleriniz var, bir de uygulamayı görelim mi diyecektir? Biz kaçıncı paketi çıkardıktan sonra Avrupa Birliği tatmin olacaktır, yedinci paketi mi, sekizinci paketi mi, dokuzuncu paketi mi; ne zaman diyeceklerdir ki, işte tamam, sizden beklentimiz buydu, artık masaya oturabiliriz? Bunu ne zaman söyleyecekler? Önümüzde, bunun işareti yok.

İşte, biz, hükümetten bunu bekliyoruz. Bunu yaptıysa hükümet, rica ediyoruz, Meclise bilgi versinler, desinler ki, biz konuştuk, komisyon yetkilileriyle konuştuk, gerçekten, bizden beklentileri bunlardır. Bunu yapmadıkları takdirde, konuşmamışlarsa, dediğim gibi, bu sıkıntıları yaşayacağız.

Şimdi, bir şey daha var. Biz, bu konuda, Meclise sunulan paketin, gerçekten, Avrupa Birliğinin beklentileri doğrultusunda hazırlanmış bir paket olduğunu ümit etmek istiyoruz. Bunun için şu soruları soracağız, bugünden soruyoruz: Getirdiğiniz bu yasalar, Avrupa Birliği ülkelerinde mevcut mu, bütün Avrupa Birliği ülkelerinin yasalarında bu hükümler var mı, yoksa, siz, kendi kanaatiniz gereğince, Türkiye'nin üye olması için bunları yapmamız gerekiyor diye mi getirdiniz bunları?

Gazetelere yansıyanlar doğruysa, bu yasalardaki bazı hükümler, Avrupa Birliğinin bizden beklentileriyle ilgili değildir, diğer Avrupa Birliği ülkelerinde de yok böyle şeyler. O zaman, sormak lazımdır, Meclise bunu niye getiriyorsunuz? Örnek vereyim, gazetelerde yazılan bilgiler doğruysa, seçimlerde yabancı gözlemci davet etmek hususunda bir yasal değişiklik yapacakmışız. Buna, hükümet niçin ihtiyaç duyuyor acaba; doğruysa?! Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatının bu konuda aldığı bir karar var İstanbul Zirvesinde. Buna göre, pek çok Avrupa ülkesi gözlemci davet ediyor, biz de ettik. Son seçimlerde AGİT gözlemcileri geldi, bir de rapor verdiler Türkiye hakkında; bunun için yasal değişiklik yaptık mı?! Yasal değişiklik mi gerekiyordu bunları davet etmek için?! Demek ki, yasal değişiklik yapmadan da davet edebiliyormuşuz. Diğer Avrupa Birliği ülkeleri, AGİT'in bu kararından sonra, yasalarını mı değiştirdiler?! Şimdi, böyle bir yasa değişikliğine ihtiyaç var ise, diğer ülkeler niye yapmadı; yok ise, biz niye yapıyoruz?! Bunu bir örnek olarak söylüyorum; yani, aklımıza gelen hükümleri, bir yasa metnidir diye, Avrupa Birliğini tatmin etmek için gelip Meclisten geçireceksek, bu, doğru bir iş olmayacaktır. Onun için, gerçekten emin olmalıyız; bizim yasa değişikliklerimiz, bütün Avrupa ülkelerinde olan; fakat, sadece bizde olmayan hükümlerdir. Bunu yaparsak, Avrupa'yla uyum halinde olacağız; o zaman biz size tam destek veririz.

Bir de, dediğim gibi, bu paket, kapsamlı bir paket olmalı. Yarın bize "o zaman unutmuşuz, o zaman eksik bırakmışız, şimdi yeni bir paketle geliyoruz" deme ihtiyacını hükümet duymamalıdır. Altı aydan beri iktidardadır hükümet; iki hükümet ama, aynı partinin hükümetidir. Altı aydan beri, bütün bunları araştıracak vaktiniz vardı. Avrupa Birliğiyle görüşecek vaktiniz vardı, hükümetlerle görüşecek vaktiniz vardı, Türkiye'nin bütün ilgili kuruluşlarıyla görüşecek vaktiniz vardı ve bütün bu vakti değerlendirip, bize tam bir paket sunacak durumda olmalıydınız. İnşallah öyledir, bunu göreceğiz; yakında, Mecliste bunu görüşmeyi ümit ediyoruz.

Biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, şimdiye kadar gerekli yasaların büyük ölçüde çıkarıldığına inanıyoruz. Zaten, geçen hükümet, yani seçimlerden önceki hükümet, bazı anayasal ve yasal değişiklikler yaparken, halka demişti ki: Bunları yaparsak, üyelik kapısı açılacak, müzakere kapısı açılacak. Yaptık o değişiklikleri, ne gördük; Avrupa Birliği Komisyonu, Türkiye'yle müzakerelere başlamasını teklif bile etmedi Konseye. Demek ki, onlar değilmiş beklentiler veya onlardan ibaret değilmiş. Şimdi aynı hatayı yapmamalıyız, ne bekleniyorsa onu yapmalıyız.

Şunu söyleyelim: Biz, temel değişiklikleri, temel yasal düzenlemeleri yaptık. Aslında, bunun evveliyatı var. Biz, cumhuriyetin ilk yıllarında bunu yaptık. Cumhuriyetimizi kurduktan hemen sonra yaptığımız hukuk reformu, budur. Avrupa'nın en ileri mevzuatını aldık, hiçbir komplekse kapılmadan benimsedik, Türk kanunları haline getirdik ve büyük bir hukuk devrimi yaptık. Daha fazlasını yaptık. Yalnız hukuk alanında değil, başka alanlarda devrimler yaptık. Çağdaş bir hukuk devletinin, çağdaş bir devletin temellerini attık.

Atatürk'ün öncülüğünde, Türk kadınının çağdaş dünyada yerini almasını sağlayacak atılımlar yaptık. O devirde, Türk kadınları, eğitimde, meslek hayatında, giyim kuşamda, siyasette, Avrupalı kadınların gerisinde değildi; hatta, bazı alanlarda, onlardan ilerideydi. Biz, kadınlara genel seçimlerde seçme ve seçilme hakkını 1934 yılında tanıdık. Fransız kadınları, bu hakka bizden onbir yıl sonra sahip oldular. İsviçre, sadece bu hakkı, 1975 yılında verdi.

Avrupa'yla ilişkilerimizde, çağdaşlaşma konusunda, yasal konularda, başka konularda aşırı bir komplekse kapılmamıza gerek yok. Biz, Atatürk devrinde bunun temellerini attık; yapmamız gerekenleri yaptık.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Öymen.

ONUR ÖYMEN (Devamla) - Yalnız kadın haklarında değil, o yıllarda, Türkiye'yi çağdaş bir ülke olma isteğine kavuşturacak pek çok atılım yaptık.

Son zamanlarda, 1930'lu yıllardan bahsediliyor. Arkadaşlar, unutmayalım, 1930'lu yıllar, Atatürklü yıllardır. 1930'lu yıllar, Türkiye'nin her alanda büyük atılım yaptığı yıllardır; ekonomide, sosyal yaşamda, dış politikada  büyük atılım yaptığı yıllardır. 1930'lu yıllar, bizim gurur yıllarımızdır.

Bugün, Avrupa Birliğiyle ilişkilerimizde mesele, sadece yasal düzenlemelerle ilgili değildir; uygulama da son derece önem taşıyor. Ona, birazdan kısaca değinmeye çalışacağım.

Şimdi, bu konuda basında yer alan bazı bilgiler bize üzüntü veriyor. Bu altıncı uyum paketi, Avrupa Birliği üyeliği süreciyle ilgili olarak, basında yer alan bazı bilgilerin, Türk Silahlı Kuvvetlerini yıpratma amacını güttüğü izlenimini alıyoruz. Türk Silahlı Kuvvetlerini, Avrupa Birliği üyeliğine karşı bir kuruluş gibi takdim etme eğilimleri olduğunu görüyoruz, bundan üzüntü duyuyoruz.

Türk Silahlı Kuvvetleri, demokrasiye karşı bir kuruluş gibi düşünülmemelidir. Geçmişimizde, bunun örneklerini hatırlayalım. Türkiye'de Batı tipi bir cumhuriyeti kuran insan, bir askerdi. Türkiye'de çokpartili rejime geçme kararı veren, bir askerdi. Her ikisi de bizim partimizin genel başkanıydı.

Daha sonraki yıllarda da askerler, çeşitli vesilelerle demokrasiye bağlılığını kanıtlamışlardır. En son, Irak'la ilgili tezkere konusunda, Sayın Genelkurmay Başkanımız, Meclis iradesini etkilememek için bu konuda açıklama yapmadıklarını söylemişlerdir.

Türk Silahlı Kuvvetleri Meclis iradesine böyle saygı gösterirken, hiç kimse, kalkıp da, Türk Silahlı Kuvvetlerini, demokrasiye karşı, Türkiye'nin AB üyeliğine karşı bir kuruluş gibi göstermeye çalışmamalıdır. Aynı şekilde, bir danışma organı olan Millî Güvenlik Kurulu, hiçbir zaman, devletin üzerinde, Meclise, hükümete talimat veren bir kuruluş gibi gösterilmemelidir. Bu doğru değildir, bu haksızlıktır, insafsızlıktır; başka ülkelerde de benzeri kuruluşlar var, hiçbir zaman Millî Güvenlik Kurulu bu şekilde takdim edilmemelidir.

Askerlerle ilgili bazı düzenlemeler yapmak gerekmiyor mu; gerekebilir. Mesela, devlet güvenlik mahkemelerindeki askerî yargıcı çıkardık, doğru bir iş yaptık. Askerler buna itiraz etti mi, buna itiraz eden oldu mu Türkiye'de? Buna benzer başka düzenlemeler gerekiyorsa, bunları yaparız; ama, bir bütün olarak Silahlı Kuvvetleri hedef almak yanlıştır, haksızlıktır, bunu, bir kere daha söylüyorum.

Aynı şekilde, yerel dillerde radyo ve televizyon yayınları meselesini de, istismar konusu yapılmaktan çıkarmak lazımdır. Diğer Avrupa ülkelerinde bu işler nasıl yapılıyorsa, Türkiye'de de öyle yapılmalıdır. Devletin görevi denetleme görevidir; devlet, bu görevi etkili bir şekilde yapmalıdır. Türkiye, Avrupa ülkesi olacaksa, Avrupalı ülkeler gibi hareket etmelidir.

İnsan hakları ve özgürlükleri konusu, çok önemli bir konudur. Bu konuda bizim ölçümüz şudur arkadaşlar: Biz, Türk Halkının, Avrupa ülkeleri halkları kadar, özgürlüğe ve insan hakkına layık olduğuna inanıyoruz. Türk Halkı, hiçbir zaman, hiçbir konuda, diğer Avrupa ülkelerinin halklarına nazaran ikinci sınıf bir halk gibi sayılamaz, onlara nazaran daha kısıtlı haklara sahip olamaz. Bizim ölçümüz budur. Avrupa'da hiç kimse, bize, demokrasi dersi vermeye, insan hakları dersi vermeye kalkmasın; bizim Partimizin Genel Başkanı, çok değerli bazı milletvekillerimiz, demokrasi uğruna mücadele etmiş, hapis yatmış insanlardır. Bizim, hiç kimseden, demokrasi dersi almaya ihtiyacımız yok. (CHP sıralarından alkışlar) Bunu, bu vesileyle, açıklıkla ifade etmek istiyorum.

Ülke bütünlüğü, toprak bütünlüğü konusunda, biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, herkes kadar, herkesten çok hassasız; ama, zannedilmesin ki, Avrupa Birliği ülkeleri hassas değiller. Onlar da, aynı hassasiyeti gösteriyorlar. Bugün, Almanya'nın hudutlarını zorla değiştirmeye çalışmanın cezası müebbet hapistir. Başka ülkelerde de böyle hükümler var. Ülke içerisinde, bir eyalet hududunu değiştirmeye kalksanız, cezası 10 yıl ağır hapistir, buna teşvik etmek de cezayı gerektiren bir suçtur; şiddet kullanmasa da, şiddeti teşvik ederek bunu yapmaya çalışmak da ağır bir suçtur Avrupa'da. Onun için, millî birliğin, bütünlüğün, toprak bütünlüğünün, ülke birliğinin korunmasını, sadece bizim tekelimizde bir konu gibi görmemeliyiz; Avrupa Birliğine üyeliğin de buna engel olacağını, hiç kimse düşünmemelidir.

Değerli arkadaşlar, demin uygulamadan söz ettim. Uygulama derken, sadece, Avrupa Birliğiyle yaptığımız görüşmeler sırasında ortaya çıkan, beklenen yasal değişiklikleri anlamıyoruz. Avrupa Birliğine üye olacaksak, her şeyimizle üye olacağız; yani, toplum yaşamında, ekonomide, çevre konularında, başka alanlarda, devlet idaresinde Avrupa Birliğinin normlarını benimseyeceğiz; bunun yolu budur. Devlet yönetiminde Avrupa'nın normlarını benimsemeden, Avrupalı olmak mümkün değildir. Biz iktidara geldiğimizde kendi kadromuzu kurarız dediğiniz anda, Avrupalı gibi hareket etmiyorsunuz; çünkü, Avrupa'da böyle şey yok. Avrupa'da, devletin devamlılığı esastır. Ben kadromu kurarım, vücut dilinden anlayanları devletin başına, bürokrasinin başına getiririm dediğiniz anda, Avrupalı değilsiniz; Avrupalı olduğunuzu söyleseniz bile, Avrupalı değilsiniz; çünkü, orada, liyakat esastır. Devleti idare edenler, devletin, bürokrasinin başında olanlar, o göreve en layık olan insanlardır, iktidarın görüşlerine en yakın olanlar değil. Bu hata geçmişte yapılmıştır Türkiye'de, şimdi de yapılıyor. Sizi uyarıyoruz; Avrupalı olmak istiyorsak, bu hatalardan vazgeçeceğiz; çağdaş bir ülkenin gerektirdiği şekilde hareket edeceğiz.

Pek çok yasa Meclise getiriliyor; İş Yasası, bazı bakanlıkları birleştirme yasası, buna benzer, pek çok yasayı burada görüşüyoruz; ormanlar, orman özelliğini kaybetmiş alanların değerlendirilmesi; İmar Yasası gelecek. Arkadaşlar, bu yasaları getirirken, hükümetten şunu rica ediyoruz: Meclise izahat versinler. Avrupa ülkelerinde bu işler nasıl yapılıyor, onlarda da böyle mi yapılıyor; kaç Avrupa ülkesi orman bakanlığı ile çevre bakanlığını birleştirdi; bunları bilmek istiyoruz. Yoksa, bunları sadece kendimize özgü düzenlemeler olarak mı yapıyoruz?!

Avrupalı olacaksak, Avrupa Birliği üyesi olacaksak, bütün bu konularda titizlik göstereceğiz, hassasiyet göstereceğiz. Efendim, bizim kültürümüz farklıdır, bizim geleneklerimiz farklıdır, dinimiz farklıdır, inançlarımız farklıdır; doğru. Hiç kimse bizden bunları değiştirmemizi istemiyor. Zaten, istese, biz, sizinle birlikte, buna şiddetle karşı çıkarız; ama, şunu da kabul edelim ki, kültürümüzü kabul ederek, kültürümüzü muhafaza ederek, inançlarımızı muhafaza ederek, pekâlâ, Avrupa'nın çağdaş bir üyesi olabiliriz. Kısa bir süre önce, Sayın Devlet Bakanımız Mehmet Aydın'la birlikte, New York'ta bir yürüyüşe katıldık. Kendisini kutluyorum; verdiği mesaj, bir Avrupa ülkesinin bakanına yakışan, çağdaş bir devlet mesajıydı; verdiği mesaj, topluma birlik ve bütünlük mesajıydı; kendisini kutluyorum. Bir şey için daha kutluyorum; eşiyle birlikte sergilediği görünüm, işte, çağdaş Türkiye'ye, Atatürk Türkiyesine layık bir görünümdü; bu vesileyle, huzurunuzda kendisini kutluyorum ve Sayın Prof. Mehmet Aydın'ın herkese örnek olmasını diliyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, bir hususa daha işaret etmek istiyorum. Avrupa Birliğiyle ilgili ilişkilerimizde karşılaştığımız sıkıntılar sadece Türkiye'den kaynaklanmıyor. Sayın Eyüp Fatsa biraz önce çok güzel söyledi. Bu sıkıntıların büyük bir bölümü Avrupa'dan kaynaklanıyor. Avrupa'da öyle partiler var ki, mesela, Alman Hıristiyan Demokrat, Hıristiyan Sosyal Partileri gibi, açıkça ilan ediyorlar dünyaya: "Türkiye ne yaparsa yapsın, biz, Türkiye'nin üyeliğine karşıyız" diyorlar. Fransa'da da bunu diyen partiler var, Avusturya'da da buna benzer görüşleri benimseyenler var, başka ülkelerde de var; yani, bazıları zannediyorlar ki, şu meseleyi halledersek, Kıbrıs'ta taviz verirsek Avrupa'nın kapıları açılacak. Yunanistan bunu söylüyor; belki, başka bir iki ülke bunu söylüyor. Bütün Avrupa'nın görüşü böyle değil. Alman Hıristiyan Demokratları size "Kıbrıs meselesi çözülürse sizi alırız" diyorlar mı; demiyorlar. O zaman, bizim, sanki, bütün Avrupa bizden bunu bekliyormuş gibi bir izlenime kapılmamız son derece yanlış olur. Bu nedenle, Türkiye'nin temel çıkarlarından, millî davalarından, baskı altında kaldık, Avrupa Birliğine gireceğiz diye taviz vermemiz yanlış olur. Bu meseleleri kendi boyutu içinde çözeceğiz. Haksız talepler varsa, baskılar varsa, dayatmalar varsa direneceğiz. Bu direnmeyi gösterdik; Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak gösterdik, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti olarak gösterdik.

Kofi Annan planı çıkardılar. Oradaki soydaşlarımızın can güvenliğine zarar verecek, onu tehlikeye düşürecek plandı; reddettik. İkinci planı çıkardılar; aynı mahzurlar vardı, reddettik. Üçüncü planı çıkardılar; reddettik. Ne oldu; ondan sonra, çözüm umutları yeşermeye başladı. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti adımlar attı, sınırlar açıldı, yüzbinlerce insan karşılıklı ziyaretler yaptılar. Hükümetimizin aldığı bir tedbirle Türkiye'yi ziyaret etmeye başladı Kıbrıslı Rumlar. Fena mı oldu?! Hiç kimseye boyun eğmeden yaptık bunu, kendi irademizle. Kıbrıs meselesi çözülecekse, bu baskı altında çözülmeyecek, Avrupa Birliğine gireceğiz diye olmadık baskılara boyun eğdiğimiz için çözülmeyecek; tarafların özgür iradesiyle çözülecek. İşte, biz, bunu savunuyoruz ve Cumhuriyet Halk Partisi olarak, bu konuda, Türkiye'nin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin gösterdiği dirence bir katkıda bulunduysak -ki, bulunduk, aşırı bir tevazua kapılmadan söyleyelim- bundan gurur duyuyoruz. Cumhuriyet Halk Partisi, bu konuda üzerine düşeni fazlasıyla yapmıştır, bize layık olanı yapmışızdır.

BAŞKAN - Sayın Öymen, sözlerinizi toparlar mısınız.

ONUR ÖYMEN (Devamla) - Toparlayayım.

Değerli arkadaşlar, bunun ötesinde de, Türkiye'nin üyeliğine karşı çıkanlar var. Biliyorsunuz, eski Fransa Cumhurbaşkanı Giscard d'Estaing geçenlerde demeç verdi, dedi ki: "Türkiye'nin üyeliği Avrupa Birliğinin sonu olur." Bu yolda başka demeçler verenler de oldu. Toplum olarak infial gösterdik; ama, biz isteriz ki, hükümetimizin sesi bu konularda daha gür çıksın, bu gibi çağdışı düşüncelerle Türkiye'yi Avrupa'dan uzaklaştıramazsınız desin hükümetimiz. İşte, biz, hükümetten bunu bekliyoruz. Bu sesi  biz çıkarıyoruz Cumhuriyet Halk Partisi olarak; uluslararası alanda yaptığımız her görüşmede bunu söylüyoruz; sizin de söylemenizi bekliyoruz. Elbirliğiyle çalışmalıyız. Bunun başka örnekleri var; zamanınızı almak için anlatmıyorum.

Şimdi, neticede arkadaşlar, bu konu, millî bir davadır. Bu konuyu, biz, iktidar olarak muhalefet olarak, elbirliğiyle yürüteceğiz. Sayın Adalet ve Kalkınma Partisine mensup arkadaşlarımızla yurt dışında çok başarılı çalışmalar yapıyoruz. Daha iki gün önce Sayın Dumanoğlu'yla beraber Brüksel'de çok yararlı çalışmalar yaptık. Bize ne dendi biliyor musunuz; bir İngiliz İşçi Partisi milletvekili dedi ki: "Ben aday olan bazı ülkeleri daha yeni ziyaret ettim, Türkiye'yi de ziyaret ettim; Türkiye ile onlar arasında, Türkiye lehine, ışık yılı fark var. Siz, onlardan bu kadar ileridesiniz. Türkiye'nin bu ülkelerin gerisinde bırakılması, Avrupa için utanç vericidir." Bunu İngiliz söylüyor; biz de söylemeliyiz. Biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak söylüyoruz; umarız ki, siz de söylersiniz, umarız ki, hükümet de söyler. Cesaretle, bize yapılan haksızlıklara karşı çıkmalıyız; bu konuda, Meclis olarak, çok yoğun çalışmalar yürütmeliyiz.

Değerli arkadaşlar, ekonomik alanda bir tek cümle söyleyeceğim; bu bizi üzmektedir. Her zaman, Türkiye'nin üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmediğimiz söyleniyor, bizi eleştiriyorlar. Size bir rakam vereceğim. Geçtiğimiz kırk yıl içinde, Avrupa Birliğinin Türkiye'ye yapmayı taahhüt ettiği yardım 6,4 milyar eurodur; fiilen Türkiye'nin yararlandığı yardım, kırk yılda 2,2 milyar eurodur, üçte 1'idir. Avrupa Birliği, taahhütlerinin çoğunu yerine getirmemiştir. 1981 yılında, Dördüncü Malî Protokol, Yunanistan tarafından veto edilmiştir. O zamandan bu zamana 600 000 000 euroyu oradan alamadık. Gümrük birliği sırasında bize taahhüt edilen 375 000 000 euroluk yardım, Yunanistan tarafından veto edilmiştir; bu parayı alamadık. Şimdi, hükümete soruyorum: Avrupa Birliğinden bu geçmiş alacaklarımızı tahsil etmek için çalışacak mısınız; yoksa, yeni bazı yardım paketleri çerçevesinde bunları sineye mi çekeceğiz, bunları almamayı kabul mu edeceğiz? Ümit ediyorum ki, hükümet, bunun mücadelesini verecektir. Biz de size yardımcı olacağız.

Çok değerli arkadaşlar, vaktinizi aldım, biliyorum; fakat, bu konuda Sayın Meclis Başkanımızdan da bir ricamız var. Avrupa Birliği ülkeleri parlamentolarıyla temasları sıklaştıralım, oradan parlamento heyetleri davet edelim, bizim karma parlamento heyetlerimizi bütün Avrupa ülkelerine gönderelim; hemen yapalım. Tasarruf edilecek alan bu alan değildir; Türkiye'nin tasarruf yapması gereken pek çok alan var; ama, Türkiye'nin kaderini ilgilendiren konularda harcayacağımız her para, her kuruş, yerine harcanmış bir kuruş olacaktır.

Değerli arkadaşlar, son olarak şunu söylüyorum: Biz, bu davayı kazanacağız; hiç kimsenin bundan kuşkusu olmasın. Biz, gerekli çabaları gösterirsek, makul bir zaman içinde, bütün engellemelere rağmen Avrupa Birliğine gireceğiz. Yeter ki, amacımızdan sapmayalım, tam bir birlik ve beraberlik içinde çalışalım, bunu bir millî dava olarak görelim. Basınımızla, sivil toplum örgütlerimizle, sendikalarımızla, işveren kuruluşlarımızla, belediyelerimizle uyum içinde hareket edelim.

Cumhuriyet Halk Partisi, bunu, bir millî görev bilmektedir. Hiçbir içpolitika hedefi görmeden, bütün bu çalışmalara aktif biçimde katılacağımızı bu Yüce Meclisin kürsüsünden bir kere daha ifade etmek istiyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Öymen.

Sayın milletvekilleri, şimdi, Hükümet adına söz, Başbakan Sayın Tayyip Erdoğan'da.

Buyurun Sayın Erdoğan. (AK Parti sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Siirt) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün 29 Mayıs, bugün Batı'ya yürüyüşümüzün en önemli ve en anlamlı dönemeçlerinden birini oluşturan tarihî bir gündeyiz. Yine, Batı'ya yönelişimizin bir başka tarihî dönüm noktasında, Avrupa Birliğine tam üyelik sürecinde, tarihî bir irade beyanında bulunmak üzere, bu yüce çatının altında toplanmış bulunuyoruz. Sözlerime başlarken, hepinizi, böyle anlamlı, farklı, müstesna bir günde en kalbî duygularla selamlıyorum.

Hükümetimizin en önemli önceliklerinden birini teşkil eden Avrupa Birliğine üyelik süreci, toplumumuzun tüm kesimleri tarafından dikkatle ve tüm teferruatıyla takip ediliyor; ancak, bu konunun kamuoyumuzda aynı ölçüde bilindiğini söylemek zor. Tabiî, az önce, Sayın Öymen'in bir yaklaşımı oldu "bu genel görüşme, Cumhuriyet Halk Partisini iknaya yönelik mi acaba" diye. Bunu peşinen söylemek isterim; bu görüşme, Cumhuriyet Halk Partisini iknaya yönelik bir görüşme değil. Bu görüşme, tam aksine, iktidarıyla muhalefetiyle, milletimizi bilgilendirmeye yönelik bir toplantıdır, bir buluşmadır ve ne yazık ki, konuşmasının 5 dakikasını, sadece, burada acaba bir popülizm mi yatıyor; buna ayırdılar. Böyle tecrübeli bir politikacının - politikacı diyeceğim, bürokrat geçmişini artık bir tarafa bırakalım- doğrusu bu yaklaşımını yadırgadım. Biz, bu yüce çatının altında, bu konuları rahatlıkla enine boyuna konuşmalı, tartışmalı ve milletimizi de, böyle önemli, ülkemizin uluslararası arenadaki durumunu, tavrını ortaya koyma bakımından bilgilendirmeliyiz.

Bakın, burada öyle önemli bir adım atılıyor ki ve biz, bu önemli adımda da, istiyoruz ki, iktidarıyla muhalefetiyle ortak bir bildiri olarak bunun altına imzalarımızı koyalım ve bunu, sadece milletimize değil, Avrupa'ya da böyle duyuralım; ama, ne yazık ki, tabiî, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu, böyle ortak bir bildiriyle ilgili yapılan teklif üzerine de, maalesef, imzasını koyamadı.

Yanlış bilgilere ve kalıplaşmış önyargılara dayalı söylemlerle, maalesef, sıklıkla karşılaşıyoruz. Bu nedenle, hükümet olarak arzumuz, Avrupa Birliğinin gerçek anlamını, Türkiye'ye getireceği artıları ve varsa eksileri tam bir şeffaflık içerisinde tartışmaktır. Yüce Meclisimizin bu anlamda öncü rolü oynayacağına ve bugün burada yapacağımız tartışmaların, Avrupa Birliğinin daha iyi tanınmasına ve iyi değerlendirilmesine vesile olacağına inanıyorum.

Türkiye'nin modernleşme ve çağdaşlaşma çabaları, yüzelli yılı aşkın süredir devam etmektedir. Osmanlı İmparatorluğu yüzyıllar boyu, Avrupa tarihinin parçası olmuş ve bugünkü Avrupa'nın oluşumunda önemli rol oynamıştır. Halkımız da, Atatürk öncülüğünde gerçekleştirilen cumhuriyet devrimlerinden bu yana, kendisini, bir Avrupalı olarak tanımlamaktadır. Bu nedenledir ki, Türkiye, Avrupa'nın hemen hemen bütün ekonomik, siyasî ve savunma örgütlerinde, hatta, kurucu üye olarak yer almıştır. Türkiye'yi Avrupalı yapan, Avrupa'nın temsil ettiği değerleri, katılımcı demokrasiyi, çoğulculuğu, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını, laikliği, düşünce ve vicdan özgürlüğünü benimsemesidir.

Değerli arkadaşlarım, İkinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan dünya düzeni, artık, yerini yenisine bırakmaktadır. Bu süreç, kolay ve sorunsuz bir süreç değildir. Balkanlarda tecrübe edildiği üzere, zaman zaman hayli sancılı geçebilmektedir. Avrupa'nın üzerine oturacağı yeni düzeni kuran ise, Avrupa Birliğinden başkası da değildir. Bugün vardığımız noktada, Avrupa Birliğine tam üye olarak, hem Avrupa'nın hem de küresel dengelerin yeniden şekillenmesi sürecine bilfiil katkıda bulunabiliriz. Kendi çıkarlarımızı, büyük Avrupa ailesinin bir üyesi olarak çok daha etkin ve güçlü bir halde savunabiliriz. Bir model ülke olarak, Avrupa değerlerinin daha da yayılmasına, güçlenmesine destek olabiliriz. Ülkemizi, Avrupa Birliği içindeki en yüksek standartlar doğrultusunda bir özgürlükler ülkesi haline getirebiliriz. Sahip olduğumuz tarihî ve kültürel mirasla, medeniyetler çatışması tezlerini çürütüp, medeniyetler uyumunun en sağlam örneğini Avrupa'yla el ele inşa edebiliriz. Bugün, bölgemizin de, dünyanın da, buna her zamankinden daha çok ihtiyacı var. Biz, bugün, bu hedefe, her zamankinden çok daha fazlasıyla yaklaştık. Ancak, elimize geçen fırsatı iyi kullanmamız, Aralık 2004'e kadarki dönemi çok iyi değerlendirmemiz ve elbirliği halinde çalışmamız gerekli.

Kopenhag Zirvesinde 2004'le ilgili alınan kararı küçümseyenler olabilir, küçümsemeye gayret edenler de olabilir; fakat, dikkat edin, 3 Kasımda yapılan bir seçim var ve 3 Kasım seçiminden sonra bir aylık bile olamayan bir hükümet var ve o hükümetin Sayın Başbakanı, şu anda Başbakan Yardımcım Abdullah Gül Bey içeride, bense Parti Genel Başkanı olarak dışarıda, 11 Aralık Kopenhag Zirvesi için harıl harıl çalıştık; 14 tane ülkeyi dolaştık. Bu, Avrupa Birliği süreciyle ilgili olarak bugüne kadar, Türkiyemizin, hiçbir dönemde yapmadığı bir ataktı ve bu atağın neticesinde, belki, beklenen, arzu edilen netice alınamadı; ama, daha önce, Türkiye'nin Avrupa Birliğine girip girmemesi konuşulurken, bizim, o zirvede aldığımız netice, artık, Türkiye'nin girip girmemesi değil, Türkiye, nasıl ve hangi tarihte Avrupa Birliğine dahil edilecektir; bu neticeyi alma başarısını gösterdik. Bunu gösteren bir aylık bir hükümetti. (AK Parti sıralarından alkışlar) Süreç orada bitti mi; hayır bitmedi ve bu süreç, şu anda da, yine, hızla devam ediyor.

Bildiğiniz gibi, bu zirvede, şüphesiz ki, Avrupa Birliği Komisyonunun olumlu görüşüne ve raporuna bağlı olarak, ülkemizle üyelik müzakerelerinin tarihi, her ne kadar, Aralık 2004 diye açıklandıysa da, bilesiniz ki, bu, daha öne de çekilebilir. Bu ise, bir performans meselesidir; ama, bu performansı, biz diyoruz ki, iktidarıyla muhalefetiyle, millet olarak hep birlikte ortaya koyalım.

İşte, bugün, dün yapılan Millî Güvenlik Kurulu toplantısını başlığa çekenler var. Ne diyorlar; işte, az önce burada Sayın Öymen'in ifade ettiği gibi. Biz, böyle düşünmüyoruz. Biz, tam aksine, Avrupa Birliği konusunu Millî Güvenlik Kurulunda görüşmeyi, bu ülke için bir gariplik olarak telakki etmiyoruz ve alınan tavsiye kararlarıdır; hiçbir zaman, bu Parlamentonun çıkaracağı veya alacağı bir kararın üstündeki bir kararı Millî Güvenlik Kurulu almayacaktır. Zaten, Millî Güvenlik Kurulunun tüm mensupları da, bu bilincin, bu anlayışın içerisindedirler; ama, birileri, hâlâ, burada, ne yapalım da buraya girme sürecini farklı bir noktaya çekelim diye, böyle bir gayretin içerisindeler; boşuna uğraşmayın, boşuna uğraşmayın!.. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Biz, bir defa, şunu bilen, şuna inanan bir anlayışla partimizi kurduk; o da şudur: Türk askeri, Türk Silahlı Kuvvetleri, bir defa, Türkiye'nin modernleşme sürecinin miladıdır, demokratikleşme sürecinin miladıdır ve bu anlayışla da, her zaman, dünyada, askerine "Mehmetçik" diye bakan bir başka millet yoktur. (AK Parti sıralarından alkışlar) Mehmetçik "Küçük Muhammed" anlamına ifade edilmiş bir yaklaşımdır, bir tanımdır ve dikkat edin, biz, kınayı, bir, evlilik merasiminde yakarız, bir de evladımızı askere gönderirken yakarız; böyle bir Anadolu terbiyesi almış milletiz. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Onun için, buralarda, böyle, spekülatif şeylerin içerisine girmenin hiçbir anlamı yok; böyle bir sıkıntı, böyle bir dert de yok ve Avrupa Birliğiyle ilgili görüşme, tabiî ki yapılacak; orada bunun yapılmasını farklı yorumlamanın bir anlamı yok ve bunlar en geniş manada yapılacak ve en geniş manada da, nihaî kararı, şüphesiz ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu Yüce Meclis alacaktır.

Kopenhag sonuçları, her ne kadar, bizim beklentilerimize gerçekten o cevabı vermediyse de; ama, artık, farklı bir dönemin, farklı bir sürecin de başlamasına vesile olmuştur. Aralık 2004'e gelindiğinde, şundan hiç endişeniz olmasın, inşallah, bu açılım veya bu süreç, otomatiğe bağlanmış bir süreç olmayacak. Gerçi, Sayın Öymen'in ifadelerine ben de katılıyorum, böyle bir garanti Aralık 2004'te yok; ama, bizim, o ana kadar, gerek uyumla ilgili gerek uygulamayla ilgili adımlarımızı atmamız gerekiyor. Şu anda yapılan hazırlıklar uyumla ilgilidir. Peki, uyum paketlerinin çıkması yeterli mi; yeterli değil. Ne yapmamız lazım; uygulamada da bunu göstermemiz lazım. "Efendim, biz, her şeyi hazırladık..." Yeterli değil; uygulamada da bunu göstereceksin. Hazırladın; uygula!.. İşte, bu andan itibaren, yasama, uyum paketiyle ilgili görevini yerine getirecek, ondan sonra, yürütme de uygulamayla ilgili görevini yerine getirecek, biz de bunun takipçisi olacağız. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Çok yakında Yüce Meclise sunmayı öngördüğümüz altıncı uyum paketi, bir defa, siyasî kriterlere dair mevzuat uyumunu büyük ölçüde tamamlamamızı sağlayacaktır. Avrupa Birliği Komisyonu tarafından hazırlanacak ve eylül ayında büyük ölçüde nihaî şeklini alacak olan 2003 ilerleme raporunda bu yönde olumlu bir değerlendirmenin yer alabilmesi için, mevzuat alanındaki reform tasarılarının Meclisimiz tatile girmeden yasalaşması önem taşımaktadır. Bu konuda, hepimizin özverili bir mesaiyle çalışacağına güveniyor ve inanıyorum. Altıncı paket sonrasında, mevzuat uyumu bağlamında eksik kalabilecek bazı hususlara ve uygulamada yapacağımız iyileştirmelere odaklanmamız gerekecektir. 2004 yılı ilerleme raporuna kadar bu yöndeki çalışmalarımızı gerektiği biçimde yürütürsek, Aralık 2004'te ülkemizle müzakerenin başlatılmasının önünde Kopenhag Siyasî Kriterleri bakımından bir engel kalmayacaktır. Avrupa Birliği Komisyonunun genişlemeden sorumlu üyesi Verheugen, 2005'in başlarında müzakerelere başlanabildiği takdirde, ülkemizin, 2011 veya 2012 gibi tam üye olabileceğini ifade etmiştir. Üyelik perspektifimize ilişkin olarak Almanya, Fransa, İspanya, İsveç, İtalya ve Lüksemburg Dışişleri Bakanları ve son olarak İtalya Başbakanı da son derece olumlu ve iyimser ifadelerde bulunmuşlardır. Lehimize olan bu havayı kaybetmememiz gereklidir. Hükümet olarak, Avrupa Birliği konusunda Yüce Meclisimizin desteğini hep yanımızda bulduk. Bu konuda, muhalefet partimize de özellikle teşekkür ediyorum. Önümüzdeki bu kritik dönemeçte de, yine, sizlerin desteğine ve yapıcı katkılarına güveniyoruz. Elbirliğiyle çalıştığımız takdirde, Komiser Verheugen'in belirttiği 2011-2012'nin son derece gerçekçi bir vade olacağını düşünüyorum. Türkiye'nin, Avrupa Birliği normlarına uyum konusunda bugüne kadar gösterdiği ve birçoklarını şaşırtan yüksek performans, üyelik müzakerelerinin başlamasıyla birlikte, Türkiye'nin katılım gereklerini hızla karşılayabileceğine de kanıt teşkil etmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Avrupa Birliği, ülkemizden beklentilerini 14 Nisan 2003 tarihinde üye ülkelerce kabul edilen gözden geçirilmiş Katılım Ortaklığı Belgesinde açıkça ortaya koymuştur. Buna göre, biz de, Avrupa Birliği müktesebatının üstlenilmesine ilişkin Ulusal Programımızı gözden geçirerek, haziran ayının ortalarına doğru komisyona ileteceğiz. Katılım ortaklığında yer alan öncelikler, diğer adaylardan istenenlerden farklı veya bunların ötesinde unsurlar değildir. Bu itibarla, Avrupa Birliğine uyum çalışmaları, taviz vermek veya teslimiyetçilik olarak yorumlanmamalıdır.

Değerli arkadaşlarım, Avrupa Birliği üyesi ülkeler, 1993 yılındaki, Kopenhag devlet ve hükümet başkanları zirvesinde, Avrupa Birliğine katılmak isteyen ülkelerin karşılamaları gereken kriterleri ortaya koymuşlardır. Bunlar, Türkiye için de, diğer adaylar için de standart kriterlerdir. Katılım sürecinin özü ve anlamı, Avrupa Birliği tarafından ortaya konulan kriterleri karşılamak amacıyla aday ülkelerin attıkları tek taraflı adımlardan ibarettir. Üyelik müzakereleri de, aday ülkelerin belirli AB kurallarından ilanihaye muaf tutulması için değil, bunlara uyumun tamamlanmasına yönelik geçiş şekil ve sürelerinin belirlenmesi için yapılmaktadır. Özetle, aslolan, uyumdur.

Bu noktada, Avrupa Birliğine üyelik sürecimize ilişkin gayretleri, taviz ve teslimiyet olarak nitelemenin yanlış olduğunu tekrarlamak istiyorum. Zira, tam üye olduklarında, Türkiye'nin bugünkü gelişmişlik düzeyinin gerisinde olan bazı Avrupa Birliği ülkelerinin, üyelikten sonra kaydettikleri sıçrama, değerli arkadaşlarım görmezden gelinebilir mi?! Bunda, Avrupa Birliği fonları veya Avrupa Birliğinin siyasî ağırlığı etkili olmamış mıdır?! Tam üyelik, hangi ülkeye siyasî veya ekonomik riskler getirmiştir; bu soruları kendimize sormamız gerekiyor. Hangi ülke için bir geriye gidiş olmuştur; bunu düşünmemiz gerekiyor. Avrupa Birliğinin temsil ettiği hangi değer, Türkiye'nin kabul edemeyeceği unsurlar içermektedir; demokrasi mi, hukukun üstünlüğü mü, vicdan ve teşebbüs özgürlüğü mü, ekonomik refah ve serbestleşme mi, ekonomik bütünleşmenin küresel düzeyde sağladığı rekabet gücü mü?! Biz, Avrupa Birliğine üyeliği, bir amaç olarak değil, Türk Halkını hak ettiği çağdaş uygarlık seviyesine ulaştırmak için bir araç olarak görüyoruz. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Türkiye ve Avrupa Birliğini birbirine bağlayan, bizi bir araya getiren ortak siyasî, ekonomik ve stratejik çıkarlardır. Türkiye, Avrupa Birliğine tam üye olduğunda laik, dışa dönük ve girişimci kimliğiyle, nüfusu ve büyüklüğüyle, özel siyasî ve stratejik etkinliğiyle öncü bir rol oynayacaktır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Türkiye, bu suretle, kendi düşünce ve çıkarlarını, Avrupa Birliği karar ve politikalarına yansıtma şansını elde edecektir.

Avrupa Ekonomik Topluluğuna ortaklık için başvurumuzu yaptığımız 1959'dan bu yana, Türkiye de, bugünkü adıyla Avrupa Birliği de çok değişmiştir. Son genişleme dalgası, Avrupa Birliğinin kurumsal yapısının yeniden düzenlenmesini gerekli kılmıştır. Bu çerçevede 7-11 Aralık 2000 tarihli Avrupa Birliği Zirvesinde benimsenen Nice Anlaşmasıyla, 27 üyeli bir Avrupa Birliğinin, değişen kurumsal ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik bazı düzenlemelerin olduğunu görmekteyiz.

Ayrıca, ülkemizin de aktif biçimde katkı sağladığı Avrupa Birliğinin geleceğine ilişkin konvansiyon çalışmaları başlamıştır. Konvansiyon sonunda, Avrupa Birliğinin geleceğini belirlemek için, hükümetlerarası konferans toplanacaktır. Ülkemizin, diğer adaylar gibi, bu konferansa gözlemci olarak katılımı için girişimlerimiz sürdürülmektedir.

Değerli arkadaşlarım, içinde bulunduğumuz dönemde stratejik bir değişim yaşamaktayız. 1999 Helsinki Zirvesiyle birlikte, hem Avrupa Birliği ülkelerinin hem de Türkiye'nin önüne yeni bir tarih sayfası açılmıştır. Avrupa Birliğinin sınırları, artık, Balkanlardan, Ege'den değil, ülkemizi de kapsayarak, Türkiye'nin doğusundan geçecektir. Bu çerçevede, gerek ülkemiz gerek Avrupa Birliği için yeni yükümlülükler oluşmuştur. Aynı ortak Avrupa Birliği coğrafyasında yer alan birimler olarak, birbirimizin esenliğini, güvenliğini ve bütünlüğünü gözetmek sorumluluğunu da üstlenmekteyiz.

Türkiye'nin Avrupa Birliği adaylığı, ülkemizin stratejik ve siyasal konumunu da güçlendirmiştir. Avrupa Birliğiyle ilişkilerimizin gelişmesi, diğer ülkelerle ilişkilerimizin ihmalini değil, daha da önemsenmesi ve güçlenmesi sonucunu doğuracaktır. Tüm bunların gerçekleşebilmesi için, Türkiye'nin, Avrupa Birliğine girme arzu ve iradesinin sonuçsuz kalmaması gerekmektedir.

Bazı çevreler, 11 Eylülü, medeniyetler ve dinler savaşının habercisi olarak göstermeye çalışmaktadır. Türkiye, Avrupa Birliğiyle bütünleşmesini tamamladığında, tüm dünya, Doğu ile Batı'nın, Hıristiyanlık ile Müslümanlığın bir arada, ahenk içerisinde var olabileceğini görecektir. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Türkiye'nin üyeliği, ayrıca, Türk ve İslam dünyasının, genelde Avrupa'ya bakışını da olumlu yönde etkileyecektir. Dolayısıyla, Türkiye'nin kendi tarihine, kendi coğrafyasına olan katkı ve sorumluluğu, Avrupa Birliğine girmeye giderek yaklaşan bir ülke olarak, şimdi daha da büyümüştür. Üye ülke kamuoylarının bunları gerektiği şekilde algılamalarını sağlayabilirsek, din farklılığı, coğrafî konum, nüfus gibi dile getirilen yapay çekincelerin kendiliğinden ortadan kalkacağına inanıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yapacağımız tartışmalara ışık tutabilmek bakımından, bir an için, Türkiye'nin, Avrupa Birliğinden tamamen koptuğunu düşünelim, üyelik perspektifimizi de tamamen kaldırdığımızı varsayalım; bunun sonuçlarını salim kafayla ve soğukkanlılıkla bir düşünelim. Günümüz uluslararası sistemi kuvvetli bir küreselleşme süreci içerisindedir. Böyle bir sistemde, bölgesel blokların dışında kalmak, her ülke için potansiyel bir tehlikedir. Avrupa Birliği, genişlemesini tamamladığında, Atlantik Okyanusundan Avrupa'nın doğusunda Rusya, Ukrayna sınırına ve Balkanlarda Türkiye sınırına kadar uzanan 600 000 000 nüfuslu, birçok konuda bütünleşmesini tamamlamış, gümrük birliğinden tek pazara, parasal ve ekonomik birliğe ve sonunda siyasî birliğe ulaşmış dünyanın en büyük ticarî ve siyasî bloku olacaktır.

Türkiye'nin bu dev blokun dışında kalması çıkarlarımıza hizmet edecek midir; bu soruyu kendimize soralım. Şu anda birçok alanda Türkiye'nin gerisinde olan birtakım aday ülkelerin, üye olmanın getireceği çeşitli yararlarla, Yunanistan örneğinde olduğu gibi, hızla Türkiye'nin önüne geçmesine seyirci mi kalacağız? Türkiye'nin içinde bulunduğu coğrafyadaki diğer komşuları, malum sorunlar nedeniyle, herhangi bir kuvvetli işbirliğine veya entegrasyon süreci içine girme şansına sahip değildir. Esasen, cumhuriyetin kurulduğu günden bu yana dış politikada çokyönlülüğü korumakla beraber, başlıca tercihimizi Batı'dan yana yapmışızdır. Böylesine istikrarsızlıklarla dolu ve aşırı akımların hayat bulduğu bir bölgede tecrit edilmek, Türkiye'nin siyasî istikrar ve düzenine katkı sağlamayacaktır; oysa, halkımızın refahını sağlamak için istikrara her şeyden önce ihtiyacımız var. Güven dönemi başlamıştır, bundan sonrası, istikrar dönemidir. Avrupa Birliği, Türkiye'ye, diğer pek çok katkının yanı sıra, sürekli bir istikrara da vesile olacaktır.

Değerli arkadaşlarım, stratejik kararları alan kurumların dışında kalmamızın sakıncalarını ayrıntılı biçimde anlatmama gerek olmadığını düşünüyorum. Gelecekte 30'a yakın üye devletten oluşacak Avrupa Birliği, başta Avrupa'nın güvenliği ve savunması olmak üzere, birçok konuda bizi de yakından ilgilendiren kararlar alacaktır. Türkiye ise, dışarıda kaldığı takdirde, bir üçüncü ülke olarak bunları izlemekle yetinme durumunda olacak, bu kararları çıkarlarına göre etkileme veya engelleme olanağı kısıtlı kalabilecektir. Keza, Avrupa Birliği, kendi bünyesinde, ortak dışgüvenlik politikasını geliştirme aşamasındadır. Avrupa Birliği dışında kalmak suretiyle, Türkiye'nin, bölgesinde, güvenlik ve dışpolitika ihtiyaçları açısından yalnızlık içine itilmesi hiçbir zaman tercihimiz olamaz.

Avrupa Birliğine tam üyelik sürecimizde yaşanabilecek bir gerileme, Yunanistan ile olan sorunlarımızı çözme şansını da zayıflatacaktır. Türkiye'nin tam üyeliği gerçekleşirse, Ege, bir ihtilaf konusu değil, Birlik sınırları içinde, Türkiye ve Yunanistan'ı birleştiren bir bölge özelliği kazanacaktır; bu durumda, sorunların aşılması daha kolaydır. Aynı durum, Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin Avrupa Birliğine üyeliği bağlamında da geçerlidir.

Avrupa Birliği dışında kalırsak, halen Avrupa Birliği ülkelerinde yaşayan ve sayıları 3 000 000'a yaklaşan vatandaşımızın haklarını daha iyi koruma ve konumlarını önemli ölçüde geliştirme imkânımız sınırlı olacaktır; hatta, Avrupa Birliğine yeni katılan ülkelerden gelenler, istihdam piyasalarında da Türk işçilerinin önünde yer alabileceklerdir. Türkiye, Avrupa Birliği üyesi olduğunda, bu vatandaşlarımız, tüm haklardan o ülke vatandaşı gibi yararlanabilecekken, üye olmadığında, vatandaşlarımızın, üçüncü ülke vatandaşı statüsünde kalacağını hesaplamamız gerekmektedir.

Ekonomik alanda, Avrupa Birliği, dünyanın en büyük ticaret bloğunu oluşturacaktır. Avrupa Birliğinin kendi içpazarını oluşturmak ve korumak için alacağı tüm tedbirler, Avrupa Birliği dışında kalan ülkelerin aleyhine sonuçlanacaktır. Avrupa Birliği dışındaki pazarların da, Avrupa Birliği içinde olunmadan, Avrupa Birliğiyle rekabet ederek zorlanması bir hayli zordur. Bunlar, gümrük birliğiyle, dolayısıyla, Avrupa Birliğiyle çok daha yakın bir ekonomik ve ticarî ilişki düzeni içinde olan ve gümrük birliğini, üyeliğe giden bir aşama olarak telakki eden ülkemizi öncelikli olarak etkileyecektir.

Ekonomimizdeki en önemli sorunlardan biri, maalesef, kronik hale bürünen yabancı yatırım eksikliğidir. Buna karşılık, ülkemize önemli ölçüde sıcakpara girişi olması, ekonomik istikrarı tehdit etmektedir. Avrupa Birliğine tam üyelik süreci, yapacağımız yapısal düzenlemelerle birleştiğinde, yabancı yatırımcıların Türkiye'ye olan ilgisini ve güvenini de artıracaktır; bu da, ekonomimizi çok daha sağlam temeller üzerine oturtacaktır.

Avrupa Birliğiyle ilişkilerimiz hakkında olumsuz yargılara sahip olanların eleştirdiği bir husus da gümrük birliğidir. Ekonomimizin, uzun yılların birikimi olan sıkıntılarla karşı karşıya olduğunu hiçbir zaman yadsımıyorum; ancak, bu sıkıntıların kökenleri çok değişik biçimlerde yorumlanmakta ve bazıları, bunda, en büyük payın gümrük birliğine ait olduğuna inanmaktadır; bana göre, bu da yanıltıcıdır. Bu bağlamda, genelde bilinmeyen ve gümrük birliği karşıtları tarafından unutulan bir gerçeğe dikkat çekmek isterim. 1970 yılında imzalanan Katma Protokolün hükümleri uyarınca, 1971 yılından gümrük birliğine kadar geçen sürede, Türkiye, Topluluğa, sıfır gümrükle mal ihraç etme ayrıcalığından yararlanırken, Avrupa Birliği, bu ayrıcalıktan, ancak gümrük birliğinin kurulmasıyla yararlanmaya başlamıştır. 1996 yılında gümrük birliği tamamlanmamış olsaydı, Türk ihracatçılar, Avrupa pazarındaki bu ayrıcalıklarını kaybedeceklerdi. Bir an için, ülkemizin, gümrük birliğini askıya aldığını varsayalım. Bu durumda, sanayicilerimiz, mallarını, Avrupa Birliğine sıfır gümrükle ihraç etmek yerine, Avrupa Birliğinin üçüncü ülkelere uyguladığı tarifelere tabi olarak ihraç edebileceklerdir. 1998 yılında yapılan bir çalışma, o dönemdeki gümrük hadleri itibariyle, ihracatımızın, yıllık 500 000 000 euro tutarında gümrük vergisiyle karşılaşacağını göstermiştir. Gümrük birliğinin işleyişinde, bir kısmı, başlangıcından beri gündemde olan çeşitli sorunların mevcut olduğu da bir gerçektir; bunların bazıları ülkemizden, bazıları ise Avrupa Birliğinden kaynaklanmaktadır. Nihayetinde, gümrük birliğinin eksikliklerini gerçek anlamda giderecek tek imkân da, yine, Türkiye'nin tam üyeliğinden geçmektedir.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye'nin Avrupa Birliğine üyeliği hakkındaki karar yıllar önce verilmiştir. 1963 Ankara Anlaşması, Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğinin hukukî temellerinden ilkini oluşturmaktadır. 1987 yılında yaptığımız üyelik başvurusunu inceleyen Avrupa Birliği, Türkiye'nin aday olma önkoşullarını haiz olduğunu teyit etmiştir. Nihayet, 1999 Helsinki Zirvesinde, ülkemizin diğer aday ülkelerle eşit şartlarla Birliğe üye olabileceğine dair karar, 15 üye ülke devlet ve hükümet başkanları tarafından, siyasî açıdan bir kez daha onaylanmıştır. Yani, ülkemizin üyeliğe ehil oluşu üç kez masaya yatırılmış ve her üçünde de onaylanmıştır. Avrupa Birliği, Türkiye'nin üyeliğine bu şekilde yaklaşırken, bizim, Avrupa Birliğinin niyetleri konusunda, gayri resmî platformlarda yapılmış beyanlardan ziyade, resmî belge ve kararlara itibar etmemiz daha yapıcı olmaz mı?! 1960'lı yıllarda Avrupa Birliğine misafir işçi olarak gelen Türkler, bugün, Avrupa'da, 82 000 girişimciyle, 100'ün üzerinde farklı branşta mal ve hizmet üretebiliyor ve 411 000 kişiye istihdam sağlayabiliyorsa, bizim kendi potansiyelimizden kuşku duymamızın temeli nedir acaba?!

Avrupa Birliğine görünür gelecekte üye olacak 30'a yakın ülke, bir yandan ulusal kimliklerini koruyup, diğer yandan da, aralarındaki çatışma ve bölünmeleri hoşgörü, birleşme ve dayanışma kültürüyle aşabiliyorken, bizim, kendi kendimizi bu büyük projenin dışına itmemiz düşünülmemelidir. Hükümet ve Meclis olarak, Türk Halkının isteklerine kulak vermek ve bunları gücümüz ölçüsünde yerine getirmeye çalışmak aslî görevimiz olmalıdır.

Türk Halkı, tercihini, çağdaş uygarlık ve bu bağlamda, Avrupa Birliğine üyelikten yana kullanmaktadır. Avrupa Birliğine tam üyelik fırsatı da ilk kez bu kadar yakınımıza gelmiştir. Bu alanda üzerimize düşeni yerine getirmek, halkımıza ve Türkiyemize olan borcumuzdur. Tarih önündeki sorumluluğumuz da bunu icap ettirmektedir. Yüce Meclisimizin gereken sorumluluk içinde hareket edeceğine olan inancım sonsuzdur.

Yine, Kıbrıs'taki üyelik süreciyle ilgili, Kuzey Kıbrıs'a karşı takınılan tavır konusundaki Sayın Öymen'in yaklaşımında "Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti gereken tavrı koymamıştır" değerlendirmesi gerçekten bizi üzer; yani, nasıl bir tavır koyduğumuzu, artık, tüm dünya biliyor.

Bakın, bugün Kanada Dışişleri Bakanıyla birlikteydim. Takındığımız tavrı bırakın, Kuzey Kıbrıs'ın nasıl ön aldığını ve Türkiye'nin nasıl bir ön aldığını onlar bile görüyor ve onlar da, bu noktadaki yaklaşımlarını, çok daha farklı bir şekilde gözden geçirdiklerini ifade ediyorlar. Düşünün, kırk yıldır alınamayan bir kararı, 59 uncu Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti almıştır. Ne yapmıştır; kapılarını Güney Kıbrıs Rum Halkına açmıştır. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bugüne kadar bu yapılamadı. Bu bir adım değil mi? Aynı şekilde Kuzey Kıbrıs'ta kapıların açılması olayı; bunlar adım değil mi? Bu adımlar atılırken, artık, bizim, herhalde bakar kör olmamamız lazım. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bunlar önemli şeyler ve bununla da kalmıyoruz.

Bakınız, getirdiğimiz yasa tasarıları, acaba Avrupa Birliği üyesi ülkelerde var mı? Bakın, buradaki bir yasanın nasıl çıkacağı konusunda, oluşmuş, oturmuş teamüller var; bunların dışına, zaten, bizim çıkmamız mümkün değil. Biz de, olanları, zaten, Avrupa Birliği üyesi ülkelerde neler varsa, bunları, şüphesiz ki, huzurunuza getireceğiz. Kaldı ki, iktidar ve muhalefet birlikte bunları müzakere ederek, tartışarak, ilgili kurum ve kuruluşlarla, çeşitli sivil toplum örgütleriyle müzakere ederek, olgunlaştırıp ondan sonra komisyonlara, ondan sonra da Genel Kurula getirilen yasa tasarılarıdır. Biz de, kesinlikle, bu noktada, Avrupa Birliğinde, Avrupa Birliği üyesi ülkelerde olmayan bu tür uygulamaları, sizlerin önüne hiçbir zaman getirmeyi düşünmedik, düşünmüyoruz. Kaldı ki, bu son paketle ilgili çalışmalar da önümüze gelecek ve ondan sonra da, tabiî ki, sizlerle müzakere edip ve Genel Kurula bunu getireceğiz.

Bir diğer konu da, gerek Katılım Ortaklığı Belgesinde gerek gözden geçirilmiş Katılım Ortaklığı Belgesinde, ayrıca, 2001 ve 2000 İlerleme Raporlarında, aslında, bunlara yönelik bütün hususlar yer alıyor; Avrupa Konseyi kararları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları da burada nazara alınıyor. Paket, genel hatlarıyla bu unsurlardan yararlanılarak hazırlanıyor ve haftalardır bu konular üzerinde Adalet Bakanlığımız, İçişleri Bakanlığımız, ilgili tüm kurum ve kuruluşlar ve sivil toplum örgütleriyle bu görüşmeler yapılarak, bu hazırlıklar yapılıyor; önemli olan, bunun en ideal şekilde hazırlanıp Genel Kurulumuza, tabiî ki, getirilmesidir.

Bu bağlamda, Avrupa Birliğiyle ilgili düzenlemeler konusunda yapıcı katkılarını bugüne kadar esirgemedikleri için, esirgemeyecekleri için -Sayın Genel Başkan, gerçi, şu anda burada değil- kendilerine, şahsında, tüm Gruba teşekkür ediyorum. Anamuhalefet Partimizin bu anlamlı destek ve katkısını, Ulusal Programımızın hazırlık sürecine ve nihaî metne yansıtmak için gereken özeni göstereceğine de inanıyorum ve Atatürk'ün gösterdiği yolda, çağdaş Batı medeniyetini yakalamış, laik, demokratik ve müreffeh bir Türkiye'yi hep birlikte kuracağız. Avrupa Birliği ise, bizi bu ideale taşıyacak en etkili ve önemli bir araçtır diyor; sizleri, bu duygular içerisinde, şahsım ve Grubum adına selamlıyorum. (AK Parti sıralarından ayakta alkışlar; CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Başbakan.

Şahsı adına, Tekirdağ Milletvekili Sayın Ziyaeddin Akbulut; buyurun (AK Parti sıralarından alkışlar)

TEVFİK ZİYAEDDİN AKBULUT (Tekirdağ) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye ve Avrupa Birliği arasındaki ilişkiler konusunda açılan genel görüşme nedeniyle, şahsım adına konuşma yapmak üzere söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi sevgiyle ve saygıyla selamlıyorum.

Bugün 29 Mayıs -ben de bir cümleyle değinmek isterim- İstanbul'un fethinin 550 nci yıldönümü. Bu fethi bize bağışlayan Fatih Sultan Mehmet Han ve onun askerlerini, şükranla, rahmetle, minnetle anıyorum.

Sayın milletvekilleri, Türkiye, bilindiği gibi, ilk defa, rahmetli Menderes Hükümeti döneminde 31 Mayıs 1959 tarihinde Avrupa Ekonomik Topluluğuna resmen başvurmuştur. O zamandan bu zamana kırk küsur yıllık bir süreç geçmiştir. Bu süreç içerisinde, geçen hükümetlerin bazıları bu yolda gaza, bazıları da frene basmıştır.

Birinci ve ikinci AK Parti Hükümetleri dönemlerinde ise, tüm çalışmalar, ülkemiz hukukunu evrensel hukuk ilkelerine uygun hale getirmek, temel hak ve özgürlükler rejimini evrensel standartlara çıkarmak, ülkemizi gerçek anlamda bir hukuk devleti yapmak, hukukun üstünlüğünü hâkim kılmak ve uluslararası camiada saygın bir yer kazandırmak yolunda olmuştur. 3 Kasım seçimlerindeki zaferin hemen sonrasında Avrupa Birliği turuna çıkılması ve bu turun neticesinde ülkemizin Avrupa Birliğine tam üyeliği için Aralık 2004 tarihini müzakere tarihi olarak alma başarısı, AK Parti İktidarının bu yoldaki ilk ve çok önemli bir adımıdır.

Biz, AK Parti İktidarı olarak, Avrupa trenini kaçırmamak için işi sıkı tutuyoruz. Avrupa macerasında kader yılı olarak gördüğümüz bu yılda, gerekli yasal düzenlemeleri Meclisten eksiksiz geçirmek için, âdeta, seferberlik başlatmış bulunuyoruz. Tam üyelik başvurusu zamanında uzun, ince bir yol diye nitelendirilen Avrupa yolculuğunda gelinen bugünkü nokta, Sayın Başbakanımızın da dediği gibi, artık geri dönüşü olmayan yol olmuştur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; genel görüşmenin gündeme geldiği geçen günlerde gazetelerin haber başlıklarına dikkat ettim. AK Parti Hükümetinin Avrupa Birliği yolundaki gayretlerini ülkemizdeki bütün toplum kesimleri paylaşıyor. Bu konuda büyük bir uzlaşı noktasına, ilk defa, toplumun bu kadar yaklaştığını görmekteyiz.

Ulusal gazetelerin bugünlerdeki haber başlıklarının bir kısmını sizlerle paylaşmak istiyorum: "Hükümet Avrupa Atağında", "Erdoğan: Müzakere Tarihini Erkene Alın", "Başbakanlıktan Kopenhag Kriterleri Genelgesi", "Avrupa Birliğine Asker Desteği", "Avrupa'ya Bizi Hemen Alın Turu", "CHP'den Avrupa Birliği Yasalarına Tam Destek", "Avrupa Birliği Atatürk'ün Yolu", "Avrupa Birliği Dönüşü Olmayan Yol", "Avrupa Birliği Yolunda Devrim", "Ankara'da Avrupa Birliği Zemininde Normalleşme İşaretleri", "Tek Alternatif Batı", "Avrupa Birliği Üyeliği Bir Kader Denk Noktasıdır", "Avrupa Biriliğinden Tam Güvence", "Avrupa Birliği Üyeliği Askerlerle Birlikte Olur."

Sayın milletvekilleri, bu başlıklardan da anlaşıldığı üzere, cumhuriyetin en büyük atılımını Türkiye'de artık kimse durdurmak istemiyor. Tabiî ki, iktidarımız, şimdiye kadar her konuda olduğu gibi bu konuda da diyaloğu devam ettirecektir. AK Parti İktidarı, Avrupa Birliğine, galipler mağluplar sendromuyla taşınmak istemiyor. Bu hükümet elinden geleni yapacak ve en sonunda Türkiye'yi mutlaka Avrupa Birliğine sokacaktır; bunun başka çıkış yolu yoktur. Türkiye'nin, artık, istikameti, tereddütsüz, Avrupa Birliğidir.

Kuşkusuz, Avrupa'nın iki yönü olduğunu gayet iyi biliyoruz: Birincisi, özgürlük, insan hakları, teknoloji, bilim, medeniyet, gelişme ve dindarlıktır; ikincisi ise, Türkiye'den, Müslüman ve laik olduğu için korkan, yabancı düşmanlığını önplana çıkaran bir Avrupa'dır. Biz, her şeye rağmen, Avrupa Birliğinin sihirli bir değnek olmadığını da biliyoruz; ancak, kendimiz için, halkımız için Avrupa Birliğiyle entegre olmak zorundayız; çünkü, dünya, büyük bir değişim geçiriyor. Geçmişteki Müslüman-Hıristiyan çatışması, artık, çok gerilerde kaldı. İnsanlık, her şeye rağmen barış istiyor. Dünya barışı için Müslüman-Hıristiyan diyaloğunun zorunlu olduğunu burada ifade etmeliyim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, temel hak ve hürriyetler noktasında, şu anda, Avrupa Birliği standartlarının oldukça gerisindedir. Avrupa Birliğine girdiğimizde, tavizden ziyade, kazanımlarımız söz konusu olacaktır. Globalleşen bir dünyada, Müslümanların, sair dinlerin mensuplarıyla çeşitli alanlarda ilişkiye girmesi kaçınılmazdır. Türkiye'nin, uzun, ince AB yolculuğu çok  daha kısa sürede olumlu bir neticeye ulaşmış olsaydı, bundan, hem ülkemiz hem Avrupa hem de bütün dünya kazançlı çıkardı.

Değerli milletvekilleri, Avrupa Birliğine girmekte neden bu kadar uzun bir süreç ülkemizde yaşandı? Bu bağlamda, Avrupa Birliğinden kaynaklanan nedenler olmakla birlikte,  bizden de kaynaklanan çok nedenler olduğunu kabul etmek durumundayız.  Her şeyden önce, âdeta her on yılda bir demokratik rejimdeki kesintiler, Avrupa Birliği yolunda önemli gecikmelere neden olmuştur. Ayrıca, Avrupa Birliğinin verdiği ev ödevlerini yapamadığımız veya eksik yaptığımız da bunda önemli bir rol oynamaktadır.

Diğer yandan, Avrupa Birliği yolunda yapmamız gereken önemli iş, Kopenhag Kriterlerinin tamamen hayata geçirilmesidir. Bunun dışında iki önemli konu daha var; birincisi, Kıbrıs sorunu, ikincisi ise, ülkemiz ile Yunanistan arasındaki yaşanan sorunlardır. Bu konularda da hükümetimizin çok olumlu ve cesur adımlar attığını, Güney Kıbrıslı Rumlara zeytin dalını kapılarımızı açarak, yıllardan sonra ilk defa uzattığını, geçtiğimiz günlerde müşahede etmiş bulunuyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Avrupa Birliği, Türkiye'de neyi değiştirecek? Bunu hep sorabiliriz. Ben, diyorum ki, öncelikle, Türkiye değişecek; Türkiye'nin Avrupa Birliğine adaylık süreci, Türkiye'de değişimin iç dinamiklerini harekete geçirdi, geçiriyor ve geçirecek. Avrupa Birliği adaylığı, dışsal dinamikler ile içsel dinamikleri bir araya getiren, odaklaştıran ve Türkiye'de değişimi kaçınılmaz kılan bir olgudur. Avrupa Birliğine entegrasyon sürecinde, Türkiye'nin, iktisadî ve manevî anlamda, değerlerine ilişkin anlamda zorda kalacağını düşünmek, Türkiye'yi yeterince tanımamaktan kaynaklanmaktadır. Türkiye, Avrupa Birliğine çok ciddî manada katkı sağlayacak bir güçtür.

Avrupa Birliğinden ilham alınarak gelen; ama, esasında, Türk insanının baskılarıyla gelen bir süreç daha var. Anadolu insanı, artık "dur" diyor, artık "yeter" diyor ve Anadolu insanı diyor ki: "Bu ülkede, bizim istediğimiz, değişimdir." Değişim rüzgârları, Türkiye'nin her tarafını saracaktır."

Değerli milletvekilleri, Türkiye bir yol ayırımındadır; tabuların, duvarların yıkıldığı, sınırların kaldırıldığı bir dünyada, ya içimize kapanacağız ya da cesurca davranıp dünyaya açılacağız, dünyayla evrensel değerleri paylaşarak entegre olacağız...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN -Sayın Akbulut, buyurun sözlerinizi toparlayın.

TEVFİK ZİYAEDDİN AKBULUT (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

... ya statüko, eski alışkanlıklar, korkular ve korkutmalar ya da özgürleşme, refah ve bireyin öne çıkması gerçekleşecektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben, inanıyorum ki, ülkemizde neredeyse bir asra yakındır yapılan sağ-sol, laik-dindar, Alevî-Sünnî, ilerici-gerici gibi ayırımcılıkların, Avrupa Birliği zemininde en sağlıklı çözümü bulunacak ve artık, bu kısır döngülerden, ülkemiz insanları kurtulacaktır.

Türkiye'yi yöneten AK Parti İktidarı, milletin çoğunluğunun destek verdiği, Avrupa Birliği projesinde, dimdik ayakta durmakta ve çok cesur davranmaktadır. Türkiye'nin, gerek Amerika Birleşik Devletleriyle gerekse Avrupa Birliğiyle ilişkilerinin ekseni, noksanlıklarıyla beraber, işleyen demokrasisidir. Türkiye, 1950'li yıllarda NATO'ya girerek, savunma gücünde önemli bir Batı standardını yakalamıştır. Şimdi de, Avrupa Birliğine girerek, özgürlüklerde, insan haklarında, ekonomik gelişmesinde, Batı standartlarını, kendi halkı için yakalamış olacaktır. Türkiye, AK Parti İktidarında, umutların tükendiği bir zamanda, en büyük ve en son dev adımları atarak, cumhuriyetin en büyük atılımını gerçekleştirecek ve Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti, bu yolda, tarihe geçecektir. (AK Parti sıralarından alkışlar) Türkiye, dönüşü olmayan bir yoldadır. Herkes, hesabını buna göre yapmak zorundadır; çünkü, kaybedecek zamanımız artık yok. Bu kez de ıskalandığında, gelecek yeni bir tren, bir daha bulunamayacaktır.

Bugün, büyük bir memnuniyetle görülmektedir ki, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, iktidarıyla muhalefetiyle, bu konuda, tam bir mutabakat görülmektedir; dolayısıyla, bu olumlu hava, tüm Türkiye'yi, bu yolda, olumlu olarak etkilemektedir. Avrupa Birliği, sadece hükümetin uhdesinde yürütülecek bir politika, kuşkusuz, değildir. Hükümet, sadece, lokomotif görevini görecek, yetki ve sorumluluk onda olacaktır. Türkiye tercihini yaptı ve rotayı belirledi; artık, Avrupa Birliği, iktidarıyla muhalefetiyle, devlet politikası olmuş bir millî davadır.

Sayın milletvekilleri, beş yıllık kalkınma planları, bu Mecliste günlerce müzakere ediliyor ve tartışılıyor. Ne var ki, ülkemizin yüz yıllık, belki de ikiyüz yıllık geleceğini ilgilendiren Avrupa Birliği üyeliğimiz Mecliste böylesine henüz ele alınmamıştı; Sayın Başbakanın önergesi sayesinde bu gerçekleşti ve tartışılıyor. Bu genel görüşmeyle bunlar görüşülecek ve değerlendirilecek; çünkü, AK Parti İktidarı, bu dev adımın Yüce Mecliste enine boyuna tartışılmasını istemektedir.

Bu genel görüşme önergesinin ihtiyaç duyulan bir zamanda gündeme gelmesinden dolayı memnuniyetimi ifade ediyor ve bu genel görüşmenin hayırlar getirmesini diliyor, hepinize sevgiler ve saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Akbulut.

Şahsı adına ikinci söz, İstanbul Milletvekili Sayın Şükrü Elekdağ'ın.

Buyurun Sayın Elekdağ. (CHP sıralarından alkışlar)

ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'nin Avrupa Birliğine üyeliği konusundaki genel görüşme bağlamında, şahsım adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlarım.

Değerli milletvekilleri, güvenilir araştırma kuruluşları tarafından bilimsel yöntemlerle yapılan kamuoyu araştırmalarının, Türk Halkının yüzde 75'inin, Türkiye'yi, Avrupa Birliğinin içinde görmek istediğini ortaya koyduğu bu kürsüden birçok kereler ifade edildi. Bu sonuç ne anlama geliyor; bunun anlamı, siyasî görüş farklılıkları ne olursa olsun, Türkiye'deki ezici çoğunluğun, ülkemizin, Avrupa Birliğine üyeliği hususunda tam bir toplumsal mutabakat içinde bulunduğudur. Halkımız, Türkiye'nin, Avrupa Birliğine katılımı için demokrasi alanındaki eksikliklerinin giderilmesini, insan haklarının evrensel standartlara yükseltilmesini, kimlik ve kültürel haklar açısından yasalar önünde eşitlik sağlanmasını ve devletin tüm kurumlarının, işlevlerini, hukukun üstünlüğü ilkesine saygı esasına göre yerine getirmelerini öngören reformların gerçekleştirilmesini kuvvetle destekliyor.

Değerli arkadaşlarım, bu hususları, tam bir emniyetle, hiç tereddütsüz ifade edebilirim; çünkü, bir araştırmacı olan Sayın Bülent Tanla'yla, bu konuda planladığımız, yaptığımız müteaddit kamuoyu araştırmaları, bütün bu bulguları, tam bir açıklıkla ortaya koymuştur.

Türk Halkının, esasen var olan bu istemleri, Türkiye'nin Avrupa Birliğine üyelik sürecinin başlaması nedeniyle daha da kuvvetlenmiş ve Türk siyasal yaşamının merkezine oturmuş durumdadır. Bundan böyle, siyasal yaşamımızın bu mihver etrafında döneceği kesindir.

Türkiye'nin Avrupa Birliğine üye olabilmesi için uygulaması gereken kapsamlı reformlar, dev boyutlu bir kamusal dönüşüm sürecini oluşturuyor. Ülkemizin siyasal, sosyal ve yönetsel düzenini ve dengelerini temelinden değiştirecek olan bu süreç tamamlandığında, cumhuriyet devrimleriyle kıyaslanabilecek yeni bir devrim niteliğinde olacak ve Türkiye'yi, Atatürk'ün muasır medeniyet hedefine taşıyacaktır. Bu bakımdan, ben, Türkiye'nin Avrupa Birliğine üyelik sürecine, muasır medeniyet projesi diyorum. Bu dev projenin gerçekleşmesi halinde, Atatürk'ün ruhu şad olacaktır.

Değerli arkadaşlarım, kamuoyu araştırmaları, halkımızın Avrupa Birliği üyeliğine karşı çıkan yüzde 25'lik bölümünün, Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğini, öncelik sırasına göre, şu nedenlerle desteklemediklerini ortaya koyuyor: Türkiye'nin İslam kimliği olumsuz yönde etkilenir, millî kimlik olumsuz yönde etkilenir, Avrupa Birliğine girmesi için Türkiye'ye dayatılan şartlar ülkenin bölünüp parçalanmasına yol açar, egemenlik haklarımız elimizden alınır, ülke ekonomisi Avrupa'ya bağımlı hale gelir ve sömürülür.

Değerli arkadaşlarım, bu nedenlerle Avrupa Birliğine destek vermeyenlerin bir kısmı, aşırı siyasal uçların bağnaz köleleridir. Bunlar iflah olmaz, onları ikna edemeyiz; ama, bir başka bölüm var; bunlar, aydın, eğitilmiş ve çağdaş değerleri algılayan kişilerdir. Ama, ne yazık ki, bunlar, Avrupa'daki yeni siyasal yapılanmanın, Avrasya'da ve dünya küresinde yol açacağı depremsel nitelikteki stratejik etkileri algılamakta güçlük çekiyorlar. Böyle olunca da, bu yapılanmadan dışlanmış bir Türkiye'nin, kayıpları ile karşılaşacağı riskleri isabetle teşhis edemiyorlar. Bu bakımdan, ben, değerli arkadaşım Onur Öymen'in, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına burada ifade ettiği isabetli görüşleri tekrarlamayacak, konuşmamda, stratejik bir perspektif ortaya koymaya çalışacağım.

Irak savaşı nedeniyle Avrupa Birliği dayanışması bir sarsıntı geçirmişse de, bunun, ekonomik entegrasyonu etkilemesi beklenemez. Birliğin siyasî entegrasyon yolundaki atılımını belki biraz frenleyebilir; ama, tüm işaretler, Avrupa Birliğinin bu doğrultudaki atılımını da sürdüreceğini gösteriyor.

Bu bakımdan, değerli arkadaşlarım, yirmibeş yıl sonra, Avrupa'da, Avrupa Birliği temelleri üzerinde 27 veya 28 devletin oluşturacağı, yarım milyarın üzerinde bir nüfusa sahip, millî geliriyle dünya ticaretindeki payı Amerika'nınkinden daha büyük, siyasal, askerî ve ekonomik bazda bütünleşmiş bir bilim ve teknoloji toplumu, Avrupa Birleşik Devletleri doğacak.

Tam bir çekim merkezi niteliğini kazanacak olan Birleşik Avrupa'ya, Kuzey Afrika ile Doğu Akdeniz ülkelerinin bir bölümü serbest ticaret anlaşmalarıyla bağlanacak. Bu gidişat, bugün de apaçık belli oluyor.

Rusya Federasyonu ile Ukrayna'ya gelince; bu iki devlet, tam üyesi olmasalar da,  Avrupa Birliğiyle bütünleşmiş bir ortak ekonomik alan oluşturacaklar ve Birlikle ayrıcalıklı siyasal ilişkilere sahip bulunacaklardır.

Diğer taraftan, Avrupa güvenliğindeki rolü tam anlamıyla marjinal hale gelecek olan NATO, Avrupa ile Amerika arasında bir güvenlik koordinasyon merkezi haline dönüşecektir. Birleşik Avrupa, NATO'dan ve Amerika'dan bağımsız olarak, barışı koruma ve kurma operasyonları yapabilecek bir konuma gelecektir.

Değerli arkadaşlarım, kuzeyde Barents Denizi, batıda Atlantik Okyanusu, güney ve güneydoğuda Akdeniz ve Karadenizle çevrelenen merkezî bir coğrafyada yerleşik, geleceğin Birleşik Avrupasının oluşmasıyla birlikte, tarih nehrinin akışı değişecektir; Avrasya'nın tüm ekonomik, siyasal ve stratejik dengeleri temelinden sarsılacaktır ve bu dengeler, Birleşik Avrupa içerisinde yer almayacak bir Türkiye'nin çıkarlarını olumsuz yönde etkileyecektir; çünkü, Avrupa Birliği, bugünkü durumunda, Türkiye için, önde gelen ve rakipsiz bir ticaret, yatırım, teknoloji ve turist kaynağıdır. Yarın da Birleşik Avrupa olarak, yine, bu önemini koruyacaktır. Gerçek şu ki, Türkiye için Avrupa Birliğine alternatif olacak başka bir kalkınma alanı veya ticarî blok mevcut değildir.

Vereceğim şu örnek, kısa vadede dahi Avrupa Birliği dışında kalacak bir Türkiye'nin karşılaşacağı sorunlar hakkında fikir verebilecektir. Avrupa Birliğine üyelikleri karara bağlanmış olan 10 aday ülkeye ilaveten, kendileriyle müzakereye başlanmış olan Bulgaristan ve Romanya'nın Avrupa Birliğiyle bütünleşmeleri sonucunda, tüm eski komünist blok ülkeleri, güvenliklerini ve istikrarlarını Avrupa Birliği bünyesinde teminat altına almış olacaklardır. Buna karşılık, Avrupa Birliğiyle gümrük birliği ilişkisine rağmen, tam üyelik statüsünden yararlanamayan bir Türkiye'nin, Avrupa ekonomisiyle bağları zayıflayacaktır.

Türkiye, ekonomik gelişme alanında, Yunanistan, Portekiz ve İspanya'yla yarışta uğramış olduğu ağır yenilginin bir benzerini, bu sefer de eski komünist blok ülkelerle yaşayacaktır. Avrupa Birliği kaynaklı yoğun sermaye, teknoloji ve bilgi akımından yararlanacak olan bu devletler, ekonomik alanda Türkiye'yi fersah fersah geçecekler ve ticarî rakiplerimiz olmaları nedeniyle, ülkemizin Avrupa Birliği içerisindeki pazar payını da ele geçirebileceklerdir. Oysa, Türkiye'nin, tüm dışticaretinin yarısına eşit olan Avrupa Birliği pazarındaki payını koruması ve genişletmesi, ülkemizin kalkınması ve sosyal dengelerini koruyabilmesi için yaşamsal önemdedir. Daha önemlisi, bu pazarı kaybettiği takdirde, Türkiye'nin bunu telafi edebilmesi son derece zor, hatta olanaksızdır.

Nitekim, ünlü ekonomist Peter Drucker'ın, dünya ticaretindeki üç kutuplu bloklaşmaya ilişkin değerlendirmesi, bu görüşlerimi doğruluyor değerli arkadaşlarım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Elekdağ, toparlar mısınız.

Buyurun.

ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (Devamla) - Bir parantez açarak belirteyim; üç kutuplu bloklaşmayı, Amerika liderliğindeki NAFTA örgütü, Avrupa Birliği ve ASEAN ile Doğu Asya bloku oluşturuyor. Bu konuda Peter Drucker şu gerçeği ortaya koyuyor ve şunu söylüyor: "Uluslararası ticaret, gitgide serbest rekabet veya korumacılık olmaktan çıkarak, bu üç blok arasındaki karşılıklılık kavramına dayanıyor." Yani, bu üç dev ticarî blok, ticaretlerinde, her şeyden önce dengeyi ve karşılıklılık esasını gözetiyorlar. "Bu nedenlerle, bu blokların dışında kalarak, bir ülkenin pazarını koruması veya genişletmesine artık olanak yok gibidir."

Söz konusu üç blok, dünyanın tüm gelirinin yüzde 84'ünü üretiyor ve dünya ticaretinin yüzde 82'sini yapıyor. Bloklar dışında kalacak bir Türkiye, dünyanın fakir ve iştira gücü düşük yüzde 18'lik kesimiyle ticaret yapmak durumunda kalacaktır. Bu bakımdan, Türkiye'nin, bu üç bloğun en büyüğü olan ve kendi coğrafyası alanında bulunan Avrupa Birliğine katılarak, bu pazardaki yerini pekiştirmesi yaşamsal bir önem taşıyor.

Diğer taraftan, Avrupa bloğunun oluşturacağı güven, istikrar ve refah bölgesinin dışında kalması durumunda, Türkiye'nin, dış güvenlik risklerinin artması, iç sorunlarının derinleşmesi ve dünyada yalnızlığa itilmesi kaçınılmaz olacaktır. Keza, Avrupa Birliğine eklemlenmemiş bir Türkiye'nin, Balkanlar, Ortadoğu, Kafkaslar ve Ortaasya'daki siyasî ağırlığını kaybedeceği ve bu bölgelerle iktisadî ilişkilerinin de son derece zayıflayacağı bilinmelidir.

Unutmayalım ki, Türkiye'nin ulusal bütünlüğünü koruması, her türlü tehdide karşı koyabilmesi, ekonomisinin ve uluslararası saygınlığının güçlü olmasına bağlıdır. Türkiye, bunu, Avrupa Birliği üyeliğini gerçekleştirmekle sağlayabilir. Ayrıca, Avrupa Birliğine üyelik süreci, Türkiye'ye, çağdaşlaşmak, müzmin sosyal sorunlarının üstesinden gelmek, altkimlik sorunlarını üniter devlet ve ulusal bütünlük ilkeleri çerçevesinde çözümleyerek içbarışı sağlamak için en uygun ortam ve motivasyonu yaratmaktadır.

Değerli arkadaşlarım, sözlerimi bitirmeden önce son bir noktaya daha değinmek istiyorum. Günümüz dünyasında saygın devlet olmanın ön koşulu, ülke içerisinde, vatandaşların temel hak ve özgürlüklerini teminat altına alan bir demokratik ortamı sağlamaktan geçiyor. Bu nedenle, Türkiye, ancak Kopenhag Siyasal Kriterlerini gerçekleştirmek suretiyle, dünyada, birinci lig devletleri arasında yer alabilir; bu şekilde, tam bir saygınlık kazanabilir ve tarihsel misyonunu üstlenebilir. Nedir bu tarihsel misyon?

11 Eylül saldırılarından sonra, Batılı devlet adamları ve akademisyenler, Türkiye'nin tarihsel gelişmesi, konumu ve günümüzdeki kimliği nedeniyle, İslam âlemi ile Batı dünyası arasında uyumu ve uzlaşıyı sağlamakta önemli bir işlevi ve misyonu bulunduğunu vurguladılar. Bu şahsiyetler, İslam ile evrensel siyasî değerleri bağdaştıran özgün bir sisteme sahip bulunan Türkiye'yi, Ortadoğu'dan Ortaasya'ya kadar uzanan geniş bölgedeki devletlere model olarak gösterdiler. Gerçekten de, Türk modeli, İslam ile Batı'nın ahenk içinde yaşamasının tohumlarını, tomurcuklarını, daha doğrusu, mayasını içeriyor; ancak, unutmayalım, Türk modelinin dünyaca tartışmasız kabul edilmesi, Türkiye'nin demokrasi, insan hakları ve şeffaflık alanlarındaki eksikliklerini tamamlayarak, tam anlamıyla bir hukuk devleti olmasına ve birinci lig ülkeler arasında yer almasına bağlıdır. Bunun yolu da, Avrupa Birliğine üyelikten geçer; çünkü, Avrupa Birliğine üyelik süreci, Türkiye'ye muazzam ekonomik ve stratejik potansiyelini hayata geçirmesi, ekonomik ve sosyal sorunlarını çözmesi ve iç barışı sağlaması için en müsait koşulları ve ortamı yaratıyor.

Değerli arkadaşlarım, bu nedenle, Avrupa Birliği kapıları kendine açılan ve birinci lige terfi eden bir Türkiye'nin, laik demokratik cumhuriyet modelinin dünyadaki yegâne temsilcisi olarak sesi gayet gür çıkacak, hem Doğu'da hem Batı'da saygı ve ilgi uyandıracaktır; fakat, bunun da ötesinde, Türkiye, uygarlıklar arasında bir köprü rolü oynayarak, onlar arasında yakınlaşma ve diyalogu sağlayarak, dünya barışına muazzam bir hizmet yapacaktır. Böyle bir Türkiye'nin elinde, model olma keyfiyeti, etkin bir siyasal ve stratejik kaldıraç olacaktır. Bu nedenle, Türkiye, ülkemizin yakaladığı bu olağanüstü siyasî konjonktürden azamî ölçüde yararlanmalıdır.

Kuşkusuz, Avrupa Birliğine üyelik yolu, Türkiye için çok engebeli bir yoldur. Önümüzde dev boyutlu sorunlar vardır. Sorunlar, Yüce Meclise arz ettiğim uzun vadeli stratejik perspektiften ele alınırsa, bunların çözülmesi kolaylaşır. Ayrıca, sorunları aşmak için ülke çapında dayanışma şarttır. Bu dayanışmanın kaynağı da Türkiye Büyük Millet Meclisi olacaktır. Evet, Türkiye Büyük Millet Meclisi olacaktır.

BAŞKAN - Sözlerinizi toparlar mısınız Sayın Elekdağ...

ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkan.

Bu hususta bir noktayı vurgulamak isterim. Cumhuriyet Halk Partisinin Avrupa Birliği konusundaki görüşleri bellidir; bunlar, parti programında, Genel Başkanımız Sayın Deniz Baykal'ın demeçlerinde ifadesini bulmuştur. Belki, bazı ayrıntılarda bunlar ile iktidar partisinin görüşleri karbon kopyası gibi örtüşmez; ama, ortak hedef aynıdır; Avrupa Birliğine tam üyelik. Sayın Onur Öymen'in belirttiği gibi, Avrupa Birliğine tam üyelik, bir millî davadır. Bu ifade, bu güvence, bir ortak bildiriye ihtiyaç göstermeyecek kadar net, açık ve kesin değil midir değerli arkadaşlarım!..

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Elekdağ.

Sayın milletvekilleri, saat 16.30'da toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.

Kapanma Saati : 16.07

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 16.38

BAŞKAN: Başkanvekili Yılmaz ATEŞ

KÂTİP ÜYELER: Yaşar TÜZÜN (Bilecik), Suat KILIÇ (Samsun)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 87 nci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Çalışmalarımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Ara vermeden önce, Türkiye ve Avrupa Birliği arasındaki ilişkiler konusundaki genel görüşmemiz tamamlanmıştı.

V. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1. - Doğal Afetlerle İlgili Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı (1/594) (S. Sayısı: 143) (1)

BAŞKAN - Şimdi, gündemin "Oylaması Yapılacak İşler" kısmında yer alan Doğal Afetlerle İlgili Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının açıkoylamasına başlıyoruz.

Daha önce yaptığımız ve toplantı yetersayısı bulunamayan oylamada, açıkoylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılması kabul edilmişti.

Şimdi, oylama için 5 dakika süre vereceğim. Bu süre içerisinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını, oylama için öngörülen 5 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Ayrıca, vekâleten oy kullanacak sayın bakanlar var ise, hangi bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy pusulasını, yine, oylama için öngörülen 5 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Doğal Afetlerle İlgili Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının açıkoylama sonucunu açıklıyorum:

Kullanılan oy sayısı: 215

Kabul                    : 214

Çekimser               :    1

Böylece, tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır; hayırlı olmasını diliyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) (2)

Sayın milletvekilleri, gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına devam ediyoruz.

Bor ve Ürünleri Araştırma Enstitüsü Kurulması Hakkında Kanun Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ve Plan ve Bütçe Komisyonları raporlarının müzakeresine başlıyoruz.

                             

(1) 143 S. Sayılı Basmayazı 28.5.2003 tarihli 86 ncı Birleşim Tutanağına eklidir.

(2) Açıkoylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağın sonuna eklidir.

2. - Bor ve Ürünleri Araştırma Enstitüsü Kurulması Hakkında Kanun Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ve Plan ve Bütçe Komisyonları raporları (1/558) (S. Sayısı: 135) (1)

BAŞKAN - Komisyon?.. Burada.

Hükümet?.. Burada.

Komisyon raporu, 135 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Ali Topuz konuşacaklar.

Buyurun Sayın Topuz. (Alkışlar)

CHP GRUBU ADINA ALİ TOPUZ (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Bor ve Ürünleri Araştırma Enstitüsü Kurulması Hakkında Kanun Tasarısının tümü üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, söz almış bulunuyorum; hepinizi, Grubum ve şahsım adına, saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, bor, bilindiği gibi, stratejik bir maden kaynağımız. Son yirmibeş yılın, üzerinde yoğun tartışma yapılan bir konusu. Ulusal çıkarlarımız, ekonomimiz ve geleceğimiz açısından büyük önem taşıyan bir konu. Bu konuda araştırma enstitüsü kurulmasına ilişkin tasarı üzerinde  düşüncelerimi arz etmeden önce, bor mineralleri, bor madenlerimizle ilgili kısa bazı hatırlatmalar yapmayı yararlı görüyorum.

Konunun önemini kavrayabilmek, konunun taşıdığı riskleri anlayabilmek ve hangi konularda dikkatli davranmamız gerektiği konusunu doğru tespit edebilmek amacıyla, borla ilgili bazı genel bilgileri tekrarlamakta yarar var.

Bu konulara geçmeden önce, konunun, Türkiye Büyük Millet Meclisine intikalinden bugüne kadar geçen dönem zarfında komisyonlarda meydana gelen gelişmeleri ve komisyonlarda yapılan çalışmaların önemli olduğunu zannettiğim bir iki yanını bilgilerinize sunmak istiyorum.

Bu konu, nisan ayının 8'inde Türkiye Büyük Millet Meclisine geldi, 16 Nisanda Sanayi ve Teknoloji Komisyonundan çok acele, çok süratli bir çalışmayla, ikibuçuk saatlik bir çalışmayla geçirildi ve 22 Nisan 2003 tarihinde de Plan ve Bütçe Komisyonunun gündemine geldi. Tümü üzerinde yapılan görüşmeler sırasında, bu konunun, aceleye getirilmemesi gerektiği, sadece, iktidar ve muhalefet partilerinin görüşleriyle yetinmemek gerektiği, konuyla ilgili sivil toplum örgütlerinin, başta, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliğine bağlı ilgili mühendis odalarının, bu konuyla ilgili birtakım kurumların; örneğin, TÜBİTAK, MTA gibi kurumların ve tabiî, en önemlisi de bu konuda ulusal, millî bir kurumumuz olan Eti Holdingin konuyla ilgili açıklamalar yapmasının ve katkılarını ortaya koymalarının gerekliliği üzerinde durduk. Sayın Bakanın ve Sayın Komisyon Başkanının da uygun görmesi üzerine, ilgili meslek odaları toplantılara çağrıldı.

Bakanlık, konuyla ilgili bir bilgilendirme toplantısı yaptı ve Eti Holding, komisyona geniş kapsamlı bir açıklama yaptı. Toplantılara, 5 mühendis odası; maden mühendisleri, jeoloji mühendisleri, kimya mühendisleri, metalurji mühendisleri ve jeofizik mühendisleri odalarından temsilciler katıldı; kurumlardan, TÜBİTAK'tan, MTA'dan temsilciler katıldı; maalesef, çağrıldığı halde, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinden temsilci katılmadı. Katılan temsilciler, yazılı raporlar verdikleri gibi, kısa da olsa, 5'er dakikalık sözlü teklifleriyle de, hem altkomisyona hem de bilgilendirme toplantısı sırasında komisyon üyelerine geniş çaplı bilgi verdiler.

                             

(1)135 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

Bir kere, buradan, odalardan ve ilgili kurumlardan katılarak, konuyla ilgili duyarlılıkları ortaya koymuş olan temsilcilere, Türkiye Büyük Millet Meclisinin kürsüsünden teşekkür etmek istiyorum. Gerçi, bu temsilcilerin söylediklerinin hemen hemen hiçbirisi tasarıya yansımadı. Belki, Genel Kurulda bazı konuların, varılacak ortak bir görüşe dayanılarak yansıması sağlanabilir, o ihtimali açık bırakarak söylüyorum, tasarıya herhangi bir yansıma, geniş ölçüde bir yansıma, maalesef yapılamadı. Konu, Genel Kurulumuzun gündemine bu aşamalardan geçerek geldi.

Tabiî, Sayın Bakanın, bu konunun içinden gelen bir teknik adam, uzman kişi olması, işlerimizi hem kolaylaştırıyor hem zorlaştırıyor. Kolaylaştırıyor, konuyu çok iyi bildiği için, gerçekten o konuda hem katkı yapıyor hem de tartışmanın bir anlamı oluyor. Zor tarafı şu: İşi çok iyi bilen bir bakan, kendisi dışındakilerin düşünceleriyle ilgili olarak yeteri kadar alıcı oluyor mu olmuyor mu, o konuda şüphem var.

Sayın Bakanın çok iyi niyetli olduğunu biliyorum; ama, bu, hepimiz için geçerlidir, ben de çok iyi bildiğim bir konuyla ilgili çok fazla etki altında kalmam, kendi kişiliğimde de bunu yaşarım, her insan yaşayabilir. O nedenle, hem yararlı hem zararlı diyorum; çünkü, her türlü düşünceyi almadan, karar verici noktada bulunan insanların doğru bir karar vermesi mümkün değildir. Bir işi yapan bir insanın, o işi bilmesi, danışmanlarından yararlanarak o işi yapması kolaydır, kararı kolay verirler; ama, devlet adına bir iş yapılırken, kamu adına bir iş yapılırken, orada, acaba kendi düşüncemiz karşıt düşünceler yanında doğru mudur değil midir, onu tartmanın da çok önemli olduğunu, altını çizerek belirtmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, bu açıklamadan sonra, borla ilgili, bildiğiniz, bazı kısa bilgileri tekrarlamak istiyorum. Bilindiği gibi, bor cevheri, Türkiye'de, çok zengin bir rezerve sahiptir. Tahmin edilen rezerv 2,5 milyar tonun üzerinde ifade edilmektedir. Bunun çok yüksek olduğunu söyleyenler de vardır; ama, öyle anlaşılıyor ki, yüksek bir rezervimiz var; dünya rezervinin yüzde 64'ünü teşkil ediyor. Bizden sonra da, sırada, yüzde 14'le Rusya, yüzde 10'la Amerika Birleşik Devletleri geliyor. Türkiye rezervlerinin ekonomik ömrü beşyüz yılın üzerinde olarak hesap ediliyor. Oysa, rakiplerimizin, özellikle Amerika'nın, piyasayı elinde tutan Amerika'nın rezervlerinin ömrünün otuz kırk yıl civarında olduğu söyleniyor, elli altmış diyenler var; kullanma biçimine, borun yaygınlaştırılmasına ve kullanma alanlarının genişlemesine bağlı olarak bunun yirmi seneye kadar da inebileceği söyleniyor; yani, anlaşılıyor ki, dünyada tekel durumuna gelmiş bir konumumuz var.

Türkiye'de, bu işi, Etibanktan devralarak, Eti Holding kuruluşumuz yürütmektedir; yasalarla da kendisine ayrıcalık tanınmıştır; araştırma, işleme, değerlendirme ve pazarlama aşamalarını kapsayan yetkileri vardır. Eti Holdingin dünyada bir tek önemli rakibi vardır; bilindiği gibi, o da, US Borax'tır; Amerika Birleşik Devletlerindeki kaynakları işleten, dünyanın pek çok ülkesinde de aynı işi yapan bir büyük holding; fakat, bu holdingin asıl sahibi, bir İngiliz şirketi olan Rio Tinto. Rio Tinto, bir büyük ahtapot bu alanda, çok büyük bir kuruluş, US Borax'ın da sahibi ve dünya piyasasını o yönlendirmeye çalışıyor; Eti Holding de, 1978'den bu yana, onun karşısında, bir başka güç olma yolunda.

Değerli arkadaşlarım, günümüzde, borun yıllık üretim değeri 1,2 milyar dolar olarak hesaplanıyor; bunun yüzde 65'ini US Borax üretiyor, ancak yüzde 21,7'si Eti Holding tarafından üretilebiliyor. Boraks, cevher olarak ve ondan sonra, zenginleştirilmiş cevher ve daha da ileri aşamalarda ürüne dönüştüğünde çok büyük katmadeğerler kazanıyor; birinci aşamada 1 birim olan değeri, zenginleştirme aşamasında 5 birime çıkabiliyor, 5 kat değerlenebiliyor, rafine ürün aşamasında 10 katın üzerine çıkabiliyor değeri, uç ürünlere varıldığı zaman 50 kattan başlayıp belki 100 kata kadar, 100'ün de ötesinde, teknolojinin gelişmesine göre, çok yüksek bir katmadeğer yaratıyor. O nedenle de, Türkiye için çok büyük bir önem taşıyor; dünya için önemli, Türkiye için önemli.

Türkiye'deki bor madenleri, 1950'li yıllarda, Rio Tinto'nun kuruluşu olan bir İngiliz şirketiyle, Etibank ve Türk özel sektörü tarafından serbestçe aranabiliyordu. 1960'lı yıllara gelindiğinde, Rio Tinto, Türkiye'deki bu arama işinin önüne bir engel çıkabileceğini düşünüp Türk Borax adında bir şirket kurarak yine çalışmalarına devam etmiş Etibank ve Türk özel sektörüyle beraber. 1978 senesine gelindiği zaman çok önemli bir değişim olmuş. 1978'de, Cumhuriyet Halk Partisinin iktidarda olduğu bir dönemde, Genel Başkanımız Sayın Deniz Baykal'ın Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı olduğu dönemde çıkarılan 2172 sayılı Yasayla özel kuruluşlara ait bütün bor ruhsatları iptal edilmiş ve bütün arama ruhsatları Etibanka verilmiştir; yani, devletleştirilmiştir. Bu, bor alanında çok önemli bir dönüm noktası olmuştur.

Bu devir muamelelerinden, devletleştirmeden önceki dönemde Türkiye için kabul edilebilen rezerv miktarı, devirden hemen sonra yapılan çalışmalarla anlaşılmıştır ki, en az, daha evvel özel şirketlerin ifade ettikleri rezerv miktarının 4 katıdır, 4 katının üzerinde bir rezervin olduğu ifade edilmiştir, saptanmıştır. Bu da, bu konuyla ilgili olarak özellikle Rio Tinto tarafından yürütülen bir strateji doğrultusunda, bu rezervin çok önemli olmadığı düşüncesi yayılarak, ileriye dönük olarak kazanacakları imtiyazlarla boraksı kendi tekellerine aktarmaya, kendi inisiyatiflerine aktarmaya çalışma arzusunun bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır; çünkü, bu, yüz yüzelli seneden beri, Türkiye'deki madenlerle ilgili izlenen stratejinin de bir parçası olarak gündeme gelmiştir.

Bu devletleştirmeden sonra, Eti Holding; yani, Etibank devreye girdikten sonra, birden bire bu alanda Türkiye'yle ilgili çok önemli gelişmeler ortaya çıkmıştır. Şu tablo, galiba, şimdi söyleyeceğim rakamlar gerçeği açık bir şekilde ortaya koyacaktır: 1978 öncesi 660 000 000 ton civarında hesap edilen rezerv, 1978 sonrası 2 milyar tonun üzerinde hesaplanmıştır, demin söylediğim gibi, 2,5 milyar ton iddiaları vardır. Rezervde dünya payımız, 1978 öncesi yüzde 16 iken, 1978 sonrası ve günümüzde yüzde 64'tür. 1978'den önce üretimde dünya payı yüzde 11 iken, bugün yüzde 31'dir. Ham borun ton fiyatı 1978'den önce 40 ilâ 50 dolar/ton olarak işlem gördüğü halde, bugün, 150 ilâ 400 dolar/ton olarak karşımıza çıkmaktadır. Rafine ürün 1978'den önce üretilmiyordu. Rafine ürün 250 ilâ 600 dolar/ton olarak ifade edilebiliyor. 1978'de toplam ihracat geliri 83 000 000 dolarken, 1978 sonrası yıllık 250 000 000 doları bulmuş. 1978'de bu yasanın yürürlüğe girmesinden sonra, Eti Holding tarafından yirmi yılda yaklaşık 350 000 000 dolarlık bor tesisleri yatırımı yapılarak, yaklaşık 3,5 milyar dolarlık bor satış geliri elde edilmiştir.

1978'den sonra, 1983 yılında 2840 sayılı Yasa çıkarılmış ve 2840 sayılı Yasanın 2 nci maddesi borla ilgili yeni bir durum, işi tahkim edici bir durum yaratmıştır. 2 nci madde "bor tuzları, trona, asfaltit, uranyum ve toryum madenlerinin aranması ve işletilmesi devlet eliyle yapılır. Bu madenler için 6309 sayılı Maden Kanunu gereğince gerçek ve özel hukuk tüzelkişilere verilmiş olan ruhsatlar iptal edilmiştir" diyor.  Güvenceyi daha artıran bir  durum söz konusu  olmuş;  ama,  ne yazık ki, 15 Haziran 1985 tarihinde, ANAP İktidarı döneminde, 3213 sayılı Maden Kanununun 49 uncu maddesiyle, özel sektör ve yabancılara bir kapı aralamaya çalışılmıştır. 49 uncu maddede "2840 sayılı Kanun hükümleri saklıdır. Ancak, bu Kanunun yürürlük tarihinden sonra bulunacak bor, trona ve asfaltit madenlerinin aranması ve işletilmesi bu Kanun hükümlerine tabidir. Bunların ihracatına ait usul ve esaslar Bakanlar Kurulunca tespit edilir" denilmiştir. Bu, sürecin belli bir aşamasında, rezervin belli bir bölümünün Eti Holdingin dışına çıkarılmasına imkân veren bir hükümdür. Şu anda görüşülmekte olan Maden Kanununa -bize verilen bilgilere göre- Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonunda yapılan görüşmeleri sırasında eklenen bazı maddelerle, buna benzer başka birtakım kolaylıklar daha sağlanarak, Eti Holdingin, bordaki tekel durumunu zaafa düşürebilecek yeni bir sürecin başlama ihtimali olduğunu görmekteyiz.

Bu oturum başlamadan önce Sayın Bakanla ayaküstü yaptığımız bir değerlendirmede, böyle bir şeyin olmadığını veya olmayacağını ifade etmiştir; buna inanmak istiyorum. Maden Kanunu, şüphesiz, Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşüldükten sonra Genel Kurulumuza gelecektir. Orada, tehlikeli bir durumun olup olmadığını, hep birlikte tespit edeceğiz. Sayın Bakanın, bizim gibi düşündüğünü söylemiş olmasını bir güvence olarak kabul ediyorum; millî kurumumuzun bordaki imtiyaz haklarını herhangi bir şekilde zedeleyecek bir gelişmeye fırsat vermeyeceği yolunda ifade ettiği düşüncelerini bir güvence olarak kabul ediyorum ve bunu birlikte değerlendirerek, bu konuda birbirimizi ikna etmemize de gerek olduğunu ifade etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, daha sonra bu konuyla ilgili olarak, geçtiğimiz hükümetler döneminde, maalesef, çok önemli birtakım olumsuz gelişmeler olmuştur. Zaten, bor meselesi gündeme geldiği zaman, bizi en çok tedirgin eden, duyarlılıklarımızı harekete geçiren konu da, bor madenleriyle ilgili bir özelleştirme talebinin resmî olarak gündemlere taşınmış olmasıdır. Bor madenleriyle ilgili bir özelleştirme talebi, zaten, sürekli gündemdedir. Biraz evvel söyledim; dünyada büyük bir dev haline gelmiş olan Rio Tinto ve onun bütün hisselerine sahip olduğu US Borax, tekel olarak, her şeyi eline geçirmek istiyor. US Borax'ın, elinde bulunan işletme ruhsatı alanlarının birkaç yıl içerisinde -diyelim, on onbeş yıl, yirmi yıl içerisinde- yok olacağını düşünürsek, elbette ki, bizim kadar zengin bor yatağı olan bir ülkenin bu yataklarını ele geçirmenin yollarını araması, onlar açısından normaldir; ellerinde büyük güçler vardır. Demin söyledim; bir ahtapot gibidirler. Bunlar, bu işi ele geçirebilmek için, bugüne kadar ülkemizde her türlü yola başvurmuşlardır, bundan sonra da başvuracaklardır. Bunlar, üniversiteleri etki altına almanın kolay yollarını bilirler; oralara araştırma projeleri verirler, o vesileyle girerler. Bunlar, Türkiye'deki ticaret erbabını, kısa zamanda para kazanmak isteyen insanları, kısa dönemli kârlarını önlerine çıkarmak suretiyle  kullanmak isteyebilirler; bunlar, bürokrasimizin içerisinde lobi oluşturmak isteyebilirler; hatta, bunlar, bizim aramızda, siyasetçilerin arasında lobi oluşturmak isteyebilirler; çünkü, bu tür uluslararası büyük şirketlerin yöntemleri bunlardır. Karşılaştığımız güçlük buradan kaynaklanıyor. O nedenle, yapacağımız her şey Eti Holdingin kontrolünde yürüyecek, Türkiye'nin ulusal çıkarları doğrultusunda sonuç verecek bir eylemdir. Eğer onu sağlayamıyorsak, Eti Holdingi etkin kılamıyor, onu güçlendirip öne çıkaramıyorsak, bilelim ki, onlar çıkıyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Topuz, sözlerinizi toparlayınız.

ALİ TOPUZ (Devamla) - Eğer, o, çıkmıyorsa, Rio Tinto çıkıyor. Başka türlü hiçbir şey düşünemeyiz; çünkü, başka alternatif yok. Ya Eti Holding ya US Borax artı Rio Tinto. Onun için, hem hükümetlerimize hem Parlamentomuza hem de kişisel olarak her birimize düşen görev, bu ko-nuyla ilgili olarak atacağımız her adıma, acaba, Eti Holdingle ilgili bir ya-rar mı sağlıyor, yoksa, Rio Tintoya giden bir hareketin içerisinde miyiz diye bakmak zorundayız.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, geçtiğimiz yıllarda -vaktim kısaldığı için söylüyorum- Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinden birisiydi, sanıyo-rum, 57 nci hükümet döneminde, Özelleştirme İdaresi, Eti Holdingin özel-leştirilmesine karar vermiş ve altı ay içerisinde özelleştirmenin tamam-lanmasını da karara bağlamıştı. O dönemin bakanlarından -burada say-gıyla anmak istiyorum- Sayın Şükrü Sina Gürel'in büyük çabalarıyla, o hükümetin bir üyesi olarak büyük çabalarıyla bu karar, daha sonra, hü-kümetin aldığı bir kararla ortadan kaldırılmıştır. O arada, Üçüncü Niyet Mektubunda da, borların özelleştirilmesine ilişkin taahhüt de yer almıştır.

Dolayısıyla, bizim kaygılanmamız için çok sebep var; çünkü, hükümetler düzeyinde de özelleştirme sürecinin işletilmesi ve Eti Holdingin etkisinin kırılarak, Eti Holdingin etkisi kırıldığına göre, demin söylediğim Rio Tintoya kadar gidebilecek bir yeni sürecin başlaması  söz konusudur. Çünkü, şunu unutmayalım: Eti Holdingin etkisi azaldığı yerde, sanki Türk özel sektörünün etkisi çoğalacakmış gibi düşünmeyelim; böyle bir şey söz konusu değil. O süreç başlayıp bu iş özelleştirildiği zaman, Türkiye'deki özel teşebbüs de büyük Rio Tinto şirketi tarafından kullanılacak hale gelecektir. Oysa, bugün, Türkiye'deki özel sektörün bu alanda uç ürünlere dönük olarak, belli bir aşamasından sonra, bunun teknolojisini üretme veya bununla uç ürün üreterek bor endüstrisini geliştirme, ekonomide daha yaygınlaştırma, hatta, dışarıya açılma konusunda engel bir durum söz konusu değil, öyle bir şey yok. Bir tek söylenen şudur: "Ya Eti Holding bunlara cevher vermezse ne olacak?" Eğer, Türkiye'de bu işe yönelen ve yatırım yapmayı düşünen kurumlar varsa, Eti Holdingin düzenleyici, yürütücü görevi korunarak, o kanaldan yürünerek, Türk özel sektörüne, hatta yabancı sektöre, yabancı sermayeye, Eti Holding kanalından yürünmek koşuluyla, onun imtiyaz haklarını korumak ve onun ürettiği ve katmadeğer, belli ölçüde bir katmadeğer yaratarak oluşturduğu ürünleri, yabancılarla birlikte, daha ileri aşamadaki bir teknolojik sıçramayla değerlendirme imkânları vardır ve olmalıdır.

Sanıyorum, Sayın Bakanın bize ifade ettiği şey, kendisinin de böyle bir düşünceye sahip olduğudur. Ümit ediyorum, bu açıklamaları, bugün, bu kanun tasarısının görüşmesi sırasında, bu kürsüden, kendisinden dinleme fırsatını buluruz. Aksi takdirde, bizim bu işe kaygıyla bakmamızın, bu konuda duyarlı olmamızın anlayışla karşılanması gerekir. Başka türlü hareket etme şansımız, en azından bizim için yoktur.

Bizi bu konuda belli ölçüde kaygıya düşüren konulardan bir tanesi, anlattığım sürecin böyle işlemesidir, bu sürecin içerisinde yer almış yabancı kuruluşun çok güçlü olmasıdır; olay nedeniyle de, o güçlü firmanın bizi ezebileceği ve bizim kaynaklarımızı ele geçirebileceği kaygısıdır. Temel buradan kaynaklanmaktadır; Fakat, hemen arkasından, bunu destekleyen, bizim, bu konudaki tedirginliğimizi devam ettiren birkaç başka şey daha vardır. O da, biraz evvel söylediğim gibi, Türkiye'de oluşturulmuş bir lobi vardır ve bu lobi, 57 nci hükümette olduğu gibi, IMF kanalıyla da bir baskı yaratmak suretiyle, bor rezervlerimizle ilgili, bunları bizim elimizden çıkarmaya dönük, kendi kontrollerine almaya dönük bir baskı karşımıza her zaman çıkarabilir.

Getirilmiş olan enstitüyle ilgili olarak da bazı kaygılarımız var. Bunları komisyonda söyledik. Bu kaygılar, konunun tümüyle ilgili duyduğumuz kaygıları da besleyen kaygılardır. Bu kaygıların giderilmesi halinde, daha net bir durumun ortaya çıkması mümkündür. Nedir o kaygılar?

BAŞKAN - Sayın Topuz, toparlarsanız...

ALİ TOPUZ (Devamla) - Özür diliyorum; bir iki dakika verirseniz, toparlamaya çalışayım efendim.

Şimdi, bir kere, kurulmak istenen enstitünün gerçek bir enstitü niteliği taşımadığı çok açık olarak görülmektedir; ama, zaten bu enstitüyle ilgili olarak ifade edilen, bu enstitüden beklenen amaç, bizzat kendisinin araştırma yapması değil; daha çok, başkalarına araştırma yaptırarak, o araştırmaları finanse etmek ve o araştırmalar sonucunda ortaya çıkacak patentleri tescil etmek ve o patentleri satarak, üçüncü şahısların eline geçmesi düşünülüyor.

Şimdi, bu bor piyasası öyle bir piyasa ki, bor ürünleri hangi üretim aşamasında olursa olsun daima birbirinin yerine ikame edilebilecek durumda olduğu için, eğer, Eti Holdingin dışında, bu, Türkiye'deki özel sektör de olsa, yine, millî kuruluşlar da olsa, Eti Holdingle rekabet yapabilen ikinci, üçüncü bir aks oluşturulduğu takdirde, Eti Holdingin tekel olmasının getirdiği avantajların tümü ortadan kalkacaktır; çünkü, katmadeğeri çok yüksek olan bu üründe, böyle bir rekabetin oluşması -dışarıda oluşması büyük tehlike, o var zaten; içeride oluşması daha büyük bir tehlike; çünkü, o zaman, içerideki yarışmanın, bu alanda- Eti Holdingin etkinliğini kırmaktan başka hiçbir sonuç doğuracağını söyleyemeyiz. O nedenle, bu patentler bir başkasına intikal ederse -o patent sahipleri Türk firması bile olsa- onlar, diyelim ki, küçük bir değişiklikle, borikasitin benzeri bir başka ürünü patent çıkararak devreye sokabilir ve Eti Holdingle o konuda rekabet imkânına sahip olurlar. Dışarıya borikasit satarken, fiyatın nerelere kadar inebileceğini, turizm sektörüne baktığımız zaman, çok iyi anlayabiliriz; rekabetin turizmi ne noktaya getirdiğini anlayabiliriz, fiyatları nasıl indirdiğini anlayabiliriz. Zaten, Türkiye'de kurulacak özel sektörün -bütün özel sektör kuruluşlarının beni anlayışla karşılamalarını dileyerek ifade ediyorum- yabancı şirket olan Rio Tintoyla bir bağının olmayacağı konusunda da, hiç kimse beni inandıramaz; çünkü, dünyaya da ancak onunla açılma şansı vardır. Bir kere, bizi, bu kaygılandırdı; bir.

İkincisi, böyle bir enstitünün, mutlaka, bir bilim kurulunun desteğine ihtiyacı vardır; böyle bir bilim kurulu burada yok. Bunları kısa geçiyorum; arkadaşlarım maddeler üzerinde bunları daha geniş şekilde anlatırlar tahmin ediyorum.

Yönetim kurulunun oluşturulma biçimi, gerçekten, bu enstitünün idarî bakımdan ve teknik olarak bağımsız olduğunu, özerk olduğunu ifade etmiyor; ama, Sayın Bakanın, yönetim kurulunun özerk bir idarenin yönetim kurulu haline dönüştürülebilmesi için bizim önerimize sıcak bakacağı yolunda bir ifadede bulunması, Adalet ve Kalkınma Partisi Sayın Grup Başkanvekili arkadaşımızın bu konuda bizim düşüncemize sıcak baktığını ifade etmiş olması bu alanda çok önemli bir adımdır diye düşünüyorum, bunun gerçekleşmesini diliyorum.

BAŞKAN - Sayın Topuz; son...

ALİ TOPUZ (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, sözlerimi tamamlıyorum. Biraz uzattığım için Sayın Başkandan ve sizden özür diliyorum.

Sözlerimi şöyle tamamlamak istiyorum: Önümüzdeki konu, Türkiye'nin ulusal bir konusudur, millî bir konusudur. Bu olayı, kısa dönem beklentilerine, kısa dönem çıkarlarına heba etmemeliyiz. Bu olay üzerinde... Zaten, Türkiye madenleri içerisinde sadece bor kalmıştır elimizde. Ötekilerle ilgili inisiyatifimiz büyük ölçüde ortadan kalkmıştır; ama, borda bu hâlâ vardır. Bor alanında ulusal bir politika izlenerek, Eti Holdingin kendi bünyesi içerisinde geliştirilmesinde, yeniden yapılandırılmasında, hatta özerk bir yapıya dönüştürülmesinde; araştırma enstitüsünü, mutlaka, Eti Holdingle çok ciddî bir şekilde ilişkilendirerek, aynı amaca dönük olarak, Türk özel sektörünün, izlenecek bu temel politika çerçevesinde, Eti Holding mihveri etrafında, devreye girebileceği ne kadar alan varsa, onların da uç ürünlere dönük olarak teşvik edilmesinde yarar olduğunu düşünüyorum. Eğer elbirliğiyle, böyle hareket edecek olursak, biraz evvel "ahtapot" diye adlandırdığım US Borax veya Rio Tinto grubunun kolları arasında sıkışmaktan belki kurtulabiliriz.

Ekonomimiz için gelecekte çok büyük yararlar sağlayabilecek, uzay teknolojisinden otomobil yakıt teknolojisine kadar hemen hemen bütün alanlara girebilen bir maddenin, her alanda kullanılabilen bir maddenin, Türkiye açısından, en yüksek katmadeğeri kazanarak değerlendirilmesinin çok büyük yarar sağlayacağına inanıyorum.

Beni dinlediğiniz için hepinize teşekkürlerimi ve saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Topuz.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, Sakarya Milletvekili Sayın Hasan Ali Çelik; buyurun.(AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA HASAN ALİ ÇELİK (Sakarya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 135 sıra sayılı, Bor ve Ürünleri Araştırma Enstitüsü Kurulması Hakkında Kanun Tasarısıyla ilgili, AK Parti Grubu adına söz almış bulunmaktayım; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. Benden önce konuşan, Cumhuriyet Halk Partisinin değerli milletvekili Ali Topuz'a da teşekkür ederim.

Ülkelerin sosyoekonomik kalkınmalarında, doğal kaynaklar önemli bir yere sahiptir. Bir ülkenin ekonomik açıdan gelişmişliği ile o ülkenin sahip olduğu maden kaynakları miktarı ve maden ürünlerinin tüketim düzeyi arasında doğrudan bir ilişki bulunmaktadır. Bugün, ekonomik olarak gelişmiş ülkelerin kişi başına maden ürünleri tüketiminin yüksek olması, bunun açık bir göstergesidir.

Ülkemizde, madencilik faaliyetleri çok eski tarihlere dayanmaktadır ve bugüne kadar, Anadolu'da, birçok madenin üretimi gerçekleştirilmiştir; ancak, sanıldığının aksine, ülkemiz, maden kaynakları bakımından değil, maden çeşitliliği yönünden bir zenginliğe sahiptir. Bugün, ülkemiz madencilik sektöründe 53 farklı maden ve mineralin üretimi yapılmakta olup, bunlardan bor tuzları, trona, bakır, krom, alüminyum, gümüş, altın, mermer, ponza, perlit, linyit gibi yeraltı zenginliklerimiz başta yer almaktadır.

Ülkemizde küçük ve orta ölçekli çok sayıda maden yatakları mevcut olup, bu yataklar küçük ve orta ölçekli kamu ve özel işletmeler tarafından işletilmektedir. Bu işletmelerin de uluslararası piyasalarda rekabet etme şansı, genellikle üretim ve miktar bakımından, azdır. Yılda 130 000 000 - 140 000 000 ton  civarında maden üretiminin  gerçekleştirildiği ülkemizde,  bunun parasal değeri 2,5 milyar dolar civarındadır. Ayrıca, ülkemiz madencilik sektöründe, yılda, yaklaşık, 530 000 000 dolar ihracat yapılmakta; doğalgaz ve petrol hariç, 1 milyar dolar civarında da ithalat yapılmaktadır. İhracatın en azından ithalat rakamını acilen karşılaması öncelikli hedefimizdir.

Son yirmi yılda madencilik sektöründe yatırımların gittikçe azalması nedeniyle, madencilik sektörünün ortalama büyümesi, sanayiin ve genel ekonomik büyümenin gerisinde kalmıştır. Son yıllarda, madencilik sektörünün ortalama büyüme hızı yüzde 1 civarında seyretmektedir. Ayrıca, ülkemiz madencilik sektörünün gayri safî millî hâsıla içindeki payı da yüzde 1,5 civarındadır. Bu oranların en kısa sürede yükseltilmesi sağlanmalıdır.

Ülkemiz, sahip olduğu doğal kaynaklardan sadece bor tuzlarında, dünya ölçeğinde büyük rezervlere sahiptir. Dünya toplam bor rezervi, yaklaşık 1 milyar ton B2O3 olarak verilmektedir. Dünyadaki önemli bor yataklarının ise, Türkiye, Rusya ve Amerika Birleşik Devletlerinde olduğu bilinmektedir ve bunun yüzde 63,6'sı Türkiye'dedir.

Dünyadaki en önemli bor üreticileri, Amerika Birleşik Devletlerinde yerleşik US Borax ve ülkemizin en büyük ve tek üreticisi ve borla ilgili hizmet eden kurumu Eti Holding Anonim Şirketidir.

Dünya bor üretimi, son yıllarda, B2O3 bazında 1 500 000 ton, bor tüketimi ise, yine üretim düzeyinin bir yansıması olarak 1 500 000 ton olarak gerçekleşmektedir; yani, üretim ve tüketim, birbirinin hemen hemen aynıdır.

Dünya bor üretiminin yüzde 70'ten fazlasını Amerika Birleşik Devletleri ve Türkiye gerçekleştirmektedir. Yine, dünya bor tüketim pazarını gelişmiş ülkeler oluşturmaktadır. Dolayısıyla, Türkiye, ihracatının büyük çoğunluğunu bu gelişmiş ülkelere yapmaktadır.

Bor, çok yaygın kullanım alanına sahip olması nedeniyle sanayi ürünlerinin en önemli girdilerindendir. Dünya toplam bor rezervinin yaklaşık yüzde 63,6'sını topraklarında barındıran ülkemizde, bor cevherinin üretim ve pazarlama işlemleri, 2840 sayılı Kanunla, yine "bor tuzları, uranyum ve toryum madenlerinin aranması ve işletilmesi devlet eliyle yapılır" hükmü gereği Eti Holding Anonim Şirketi tarafından yürütülmektedir. Eti Holding Anonim Şirketi tarafından üretilen bor cevherleri, rafine ürün haline getirilmekte ve böylece, bu alandaki yurtiçi ve yurtdışı talep karşılanmaktadır.

Bor, sanayiin birçok dallarının vazgeçilmez hammaddelerinden birisidir; cam, kimya ve deterjan sektörü, seramik ve polimerik malzemeler, otomotiv ve enerji sektörü, metalurji ve inşaat, füzeler, radarlar, uzay ve hava araçları, nükleer uygulamalar, askerî araçlar, yakıtlar, bilgi ve elektronik çağının yaşanmasına neden olan elektronik ve iletişim sektörü, gıda, tarım ve kozmetik sanayii gibi birçok sektördeki ürün ve teknolojik yeniliklerin yapılmasında ve geliştirilmesinde en önemli hammaddelerden biri olmuştur. Diğer bir ifadeyle, bor, sanayiin tuzu olarak ifade edilmekte olup, canlılar için hayatî bir önem taşıyan elementtir.

Bu ve benzer özellikleri nedeniyle, borun faydaları ve kullanım alanları sayılamayacak kadar çok yaygın olup, sürekli artmaktadır; yeni ve daha ileri aşamadaki bileşikleriyle bor, katmadeğeri çok yüksek ürünlerin başında gelmektedir.

Borun gelecekte potansiyel olarak kullanılabileceği birçok sektör bulunmaktadır. Bu kapsamda, yakıt hücreleri ve izolasyon nedeniyle enerji sektörü; magnezyum-bor gibi ürünlerin kullanıldığı iletişim sektörü ve özellikle çinko boratın kullanıldığı yangın geciktiriciler, sürtünmeye, aşınmaya dayanıklı malzemelerin kullanıldığı sektörler, manyetik cihazların kullanıldığı sektörler ile tarım sektörü, borun, gelecekte potansiyel olarak kullanılacağı sektörler olarak bilinebilir.

Ülkemizin bor işletmeciliğindeki hedefi, halen 1 200 000 000 dolar tutarındaki dünya bor piyasasından daha büyük pay elde etmektir. Bu kapsamda, Eti Holding, üzerine düşen çalışmaları yapmakta ve özellikle, konsantre bor yerine, katmadeğeri yüksek rafine bor ürünleri üretip pazarlamaya yönelik çalışmalarını artırarak sürdürmektedir.

Yabancı ülkelere ihraç ettiğimiz bor ürünlerine dayalı olarak, o ülkelerde bora dayalı sanayiin kurulduğu ve rafine ürünlere göre daha pahalı ve sayıları da -değişik kaynaklarda farklı olarak verilmekle beraber- 250'nin üzerinde olan ürünlerin daha fazla ekonomik yarar sağladığı, hepimizin malumudur. Bu sanayi ürünlerinin bazılarının tonu 2 500 dolar civarındadır. Bunlar, hem birim kütle bazında daha yüksek değerdedirler ve hem de savunma sanayiinden sağlık ve enerjiye kadar değişik alanlarda değerlendirilen ya da değerlendirilmek üzere çalışmalar yapılan ileri teknoloji ürünlerinin üretiminde yaygın olarak kullanılmaktadırlar.

Bu noktadan hareketle, çinko borat, bor karbür, bor nitrür, ferro bor, elementer bor gibi, bor kimyasallarına dayalı sanayi tesislerinin ülkemizde kurulmasını gerçekleştirmek için gerekli her türlü çalışmanın yapılması ve o ülkelere ihraç edilen cevherlerin ülkemizde işlenerek, katmadeğerin ülkemizde kalması için çalışmalar yapılması ve bunun için de, diğer sanayi dallarıyla işbirliği yapılarak, yatırım olanaklarının araştırılıp özel sektörün bu alana yatırım yapmasının sağlanılması gerekmektedir.

Bu doğrultuda yapılacak yatırımlarla, hem katmadeğer ülkemizde kalacak ve hem de yeni iş alanları oluşturularak, bor madenlerimizin, ülke ekonomisindeki gerçek yerini alması sağlanacaktır.

Ülkemiz, son yıllarda, dünya bor piyasasındaki etkinliğini artırmak ve Avrupa ile Uzakdoğu pazarlarında daha etkin olmak amacıyla, diğer büyük yabancı bor üreticisi firmalarla yoğun bir rekabet içerisine girmiştir. Bunda başarılı olabilmesi için, teknolojik yönden dışa bağımlılığı azaltmak ve kendi teknolojisini oluşturmak zorundadır. Bir başka deyişle, yeni bir ürün üretmek ya da var olan ürün veya proses üzerinde değişiklik yapmak üzere birtakım ar-ge çalışmalarının yürütülmesi gerekmektedir ve  bunlara önem verilmesi gerekmektedir.

Bu kapsamda, mevcut rafine bor ürünlerimizin kalitelerini ve çeşitliliğini artırma imkânlarının araştırılması şarttır. Günümüzde gittikçe önem kazanan, dünyadaki pazar payı yüksek sanayiden enerjiye, uzay teknolojisinden sağlığa kadar hemen hemen yaşamımızın her alanında kullanılmakta olan bor cevherleri ve özel bor kimyasallarının üretim proseslerinin araştırılarak, uygulamaya yönelik verilerin elde edilmesi büyük önem arz etmektedir. Böyle bir amaca ulaşmada gözönüne alınması gereken unsurların başında gelen araştırma geliştirme faaliyetlerinin temel yapı taşları, araştırmacı, finans ve pazardır. Ar-ge'nin temel üç unsurunu bünyesinde barındıran, bor rezervimiz ve mevcut kullanım alanları ile dünya pazarlarındaki yeri dikkate alınarak, tamamen bor üzerine araştırma ve çalışmalar yapacak ve Türkiye'de oluşturulmasında büyük yarar görülen, sanayii yönlendirecek ve bu sanayiin önünü ancak açarak gelişmesine yardımcı olacak kurumun yapılandırılmasının gerekliliği açıktır.

Bu amaçtan yola çıkarak, ülkemiz madenciliğinde önemli bir yer tutan bor madeni varlığımızın katmadeğerinin yurtiçinde kalmasına yönelik olarak, bor sanayiinin kurulmasını ve özel sektörün de bu sanayide yerini almasını sağlamak üzere, değişik alanlarda kullanıcıların araştırmaları için gerekli bilimsel ortamı sağlamak, bor ve ürünlerini kullanan ve bu alanda araştırma yapan kamu ve özel hukuk tüzelkişileriyle işbirliği yaparak, bilimsel araştırmalar yapmak, yaptırmak, katkı sağlamak ve koordine etmek amacıyla, kamu tüzelkişiliğini haiz, idarî ve malî özerkliğe sahip ve kanunen de kendisine verilen görevleri yerine getirmek üzere, bor ve ürünlerini araştırma enstitüsünün kurulması, ülkemiz menfaatları açısından büyük öneme sahiptir.

Sayın milletvekilleri, bilindiği gibi, bütün bunlar, yapılan çalışmalar ve bu enstitünün varlığı, ham üründen çok, rafine edilmiş uç ürünlere yönelmiş, sanayide kullanılır hale getirilmiş, teknolojiyi önplana çıkarmayı hedefleyen bir enstitüyü ülkemize kazandırmaktır. Bordan bir şey kazanılacaksa, bunun, teknoloji geliştirerek ve bor kullanan endüstrilere yatırım yaparak, araştırma ve geliştirmeye, teknolojiye önem vererek sağlanabileceği gerçeğini ortaya koymak gerekir. Bundan dolayı, bor ve ürünleri araştırma enstitüsü, geç kalmış ve bugün gündeme gelmiş, 59 uncu AK Parti Hükümetine nasip olmuş bir faaliyet olarak karşınızdadır. 22 nci Dönem Parlamentosu, bir millî değerin, bor madeninin, gerçek değeriyle ve millî menfaatlara uygun düşecek tarzda uç ürünler üretmeye yönelik teknolojik araştırmaları yapmak suretiyle değerlendirilmesini sağlayacak bor ve ürünleri araştırma enstitüsünü oylarınızla ve takdirlerinizle kuracaktır.

Bu vesileyle, tasarının yasalaştırılması, madencilik sektöründe ülke menfaatına atılmış en önemli adımdır diyor; bor madenimizin, ülkemizin kalkınmasına, gelişmesine, millî gelirin yükselmesine, yoksulluğun azalmasına bir nebze çare olabileceğine  inanıyor, yüce milletimin değerli temsilcilerini saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Çelik.

Sayın milletvekilleri, bildiğiniz gibi, bugünkü gündemimize alınan  konuları, tasarıları bitirene kadar çalışacağız. Gündemdışı konuşmalarda, genel görüşmelerde, milletvekillerinin sözlerini kısmamaya, kesmemeye çok özen gösterdim; ancak, görüşeceğimiz tasarılar uzun maddeli. O nedenle, grup sözcüsü sayın milletvekillerimizin grupları adına yaptıkları konuşmalarında da süreye, tasarının iyi anlaşılabilmesi için müdahale etmedim; ancak, bundan sonra, maddelerde İçtüzüğün verdiği sürelere uyacağımı bildiriyorum ve konuşmacı arkadaşlarımızın ona dikkat etmelerini rica ediyorum.

Şimdi şahsı adına, Gaziantep Milletvekili Sayın Fatma Şahin.

Buyurun Sayın Şahin. (AK Parti sıralarından alkışlar)

FATMA ŞAHİN (Gaziantep) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Bor ve Ürünleri Araştırma Enstitüsünün Kurulması Hakkında Kanun Tasarısının geneli üzerinde kişisel görüşümü belirtmek üzere huzurunuzda bulunmaktayım; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

Türkiyemiz yeraltı ve yerüstü kaynaklarıyla çok zengin bir ülkedir. Buna da en büyük örnek bor mineralleridir.  Dünyadaki  bor rezervinin  yaklaşık  1,5 milyar ton,  biraz önce  Sayın Topuz 2,5 milyar ton civarında olduğunu söyledi; ama, bu konuda 1,5 ile 2,5 milyar ton arasında birtakım değerler var; ortalama 1,5 milyar ton olduğunu düşünsek bile, bunun yüzde 63,6'sı Türkiye'de, yüzde 11'i Rusya'da ve yüzde 9'u Amerika'da bulunmaktadır.

Böyle büyük bir rezerve sahip olmamıza rağmen, son yirmi yılı gözden geçirecek olursak, maden sektörümüz, genel ekonomimize ve sanayimize göre çok yavaş ilerlemiş ve ortalama yüzde 1 civarında büyüme kaydetmiştir. Gayri safî millî hâsıladaki oranı da yüzde 1,5 civarındadır.

1978 yılında devletleştirilerek bor enstitüsünün kurulmuş olmasına rağmen -bu çok önemli arkadaşlar- yüzde 11'den yüzde 33'e çıkabilmişiz. Şimdi, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanımızın konuya olan bilgisi, mutfağında çok iyi çalışmış olması bizim için büyük bir kazançtır; böyle bir enstitüyü hayata geçirmiştir ve bor enstitüsünün kurulmasına hızlı bir aktivite getirmiştir.

Bor enstitüsünün yapısını inceleyecek olursak; merkezi Ankara'da olacaktır ve 28 kişilik bir ekiple oluşacaktır. Merkezinin Ankara'da olmasının en büyük nedenlerinden birisi, bu enstitü araştırma geliştirme enstitüsü olduğundan dolayı, laboratuvar ağırlıklı bilim merkezinin yoğun olduğu yerde kurulması, bilime ulaşma açısından ve koordinasyon açısından çok önemli bir yer olduğundan Ankara tercih edilmiştir. 28 kişilik bir ekip oluşturulmasında da en büyük hedefimiz, AK Parti Hükümeti, biliyorsunuz, hantal yapılardan her zaman uzak, esnek ve hızlı hareket edebilen bir enstitü sistemini hayata geçirmek istemektedir.  Bundan dolayı da, çok az bir sayıda kadroyla, çok hızlı hareket edebilen, esnek yapıya sahip bir enstitü kurulması amaçlanmıştır. Bu nedenle, kurulacak olan enstitüyü bu açıdan bile çok önemsiyorum.

Şimdi, bor minerallerini petrol ürünleriyle kıyaslayacak olursak, petrol ürünlerine göre çok daha fazla kullanım alanına sahiptir; savaşta olsun, ilaçta olsun, bor mineralleri, yararlanabileceğimiz bir üründür. Hatta, Amerika'da yapılan son laboratuvar  araştırmasında, enerjinin hammaddesi olarak da, otomobilde akaryakıt olarak kullanılması da başarıyla sonuçlanmıştır.

59 uncu AK Parti Hükümeti bir ilki yaparak, kendini takvime bağlamış ve acil eylem planında bor enstitüsünün kurulmasını kararlaştırmıştır. Sayın Bakanımız, bu konuda çok büyük bir hassasiyet göstermiş, Bor'un pazarı geçmeden bora sahip çıkmıştır. O yüzden, Sayın Bakanımızı huzurunuzda kutluyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) Sayın Bakanımızın yapmış olduğu bu etkinliği, Türkiye'ye yapmış olduğu hizmetleri, tarih, yazacaktır diye umuyorum.

Petrol ürünleriyle kıyasladığımız zaman, petrolün şu andaki stratejik değerini düşündüğümüz zaman -Sayın Bakanımız da bunu mütemadiyen dile getirmektedir- ilerideki stratejiler, biliyorsunuz, şu an petrol için yapılan savaşlar, petrol için dökülen gözyaşları ileride - bu çok önemlidir sayın arkadaşlarım-  bor ve su üzerine olacaktır. Biz AK Parti Hükümeti olarak akıllı politikalar üretmek durumundayız ve bor minerallerini gelişmiş ülkelere hammadde olarak satmayıp, bunu katmadeğeri yüksek olan ürünlere çevirmek ve buradaki değerleri ülkemize kazandırmak durumundayız. Bu konuda, bu enstitüyü çok önemsiyorum ve Türk madenciliğine bir dönüm noktasını getireceğini, Türkiye'nin de kaderini değiştirme noktasında bir dönüm noktası olacağını umuyorum.

Bu vesileyle, böyle bir enstitünün hayırlı uğurlu olmasını diliyorum. CHP'li milletvekili arkadaşlarımıza da, komisyonda bizimle paylaşmış oldukları değerli fikirlerinden dolayı teşekkürlerimi arz ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Şahin.

Şimdi, Hükümet adına, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Hilmi Güler; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Ulusal bor araştırma enstitüsünün kurulmasıyla ilgili tasarının kanunlaşması için yaptığımız bu Genel Kurul görüşmelerinin, ülkemiz adına hayırlı olmasını diliyorum ve bu bakımdan, biraz önce Sayın Topuz'un ve Sayın Fatma Şahin Hanımın düşüncelerine, nazik ifadelerine teşekkür ediyorum.

Şimdi, ben, bu vesileyle, işin esprisi açısından kısa bir özet yapmak istiyorum. Türkiye, maden bakımından, 132 ülke arasında önemli bir yere sahiptir ve üretim değerleri açısından 28 inci, maden çeşitliliği açısından da 10 uncu sırada bulunmaktadır. Aslında, ülkemiz, yeraltı kaynakları bakımından zengin ülkelerden bir tanesidir ve zannedildiğinin aksine de, borda olduğu gibi, mermerde, altında ve diğer endüstriyel minerallerde, krom, demir, kömür dahil olmak üzere, oldukça iyi bir noktadadır.

Şimdi, Türkiye'nin, madencilik ve bor konusunda önemli bir yeri var; biz, bunun sağlam, bilimsel ve teknik bir baza oturtulması için, bu enstitüyü kuruyoruz. Bu enstitünün amacı, gerçekten araştırma yapmak ve Türkiye'ye, bor gibi önemli bir stratejik konuda mukayeseli bir üstünlük sağlatmaktır. Bunun için, biz, adam dolu bir enstitü yerine, hantal bir enstitü yerine, gayet fleksibl olan ve hedefe yönelmiş, gerçekten uzmanlarının bulunduğu ve amacı, derdi, kaygısı bor olan uzmanların oluşturduğu, çekirdek bir yapı düşünüyoruz. Burada, adam doldurmayı, içine adam yığmayı, sabahtan akşama kadar başka şeylerle uğraşılmasını önlemek için de, bunun, hedef yönlü bir yapıda olmasını istedik. Bu bakımdan da, sayısını az tuttuk; 28 kişilik bir kadro  -ki, bunu bile doldurmamız şart değil- ve burada, özellikle araştırmacı olsun istedik ve önlük giyen, çalışma yapan kişiler olsun istedik. Esas amacımız, Türkiye'nin içindeki diğer uzmanları istihdam etmek, onların bilgilerinden faydalanmak. Çeşitli üniversitelerde, çeşitli araştırma kurumlarında çok zengin bir bilgi birikimimiz var; fakat, bunlar, hep kopuk kopuk, birbirlerinden habersiz çalışıyorlar; biz, bunları toparlamak istedik; bunun için de, böyle bir yapıyı düşündük.

Bunu Ankara'da kurmamızın sebebi -biraz önce Fatma Hanımın da bahsettiği gibi- burada, merkezî bir yapıda, gerek savunma sektöründe gerek diğer bilimsel ve teknik araştırma sahalarında koordinasyonu sağlasın diye düşündük; yoksa, bunu Bursa'da da kurabilirdik, Bandırma'da da kurabilirdik, Balıkesir'de, Kütahya'da, Eskişehir'de, İstanbul'da, her yerde kurabilirdik; ama, şimdi, modern iletişim teknikleriyle, internet ortamında, bilgisayar ortamında, zaten, bunlara her an ulaşmak mümkün. Bu bakımdan, buraya kurduk; kontrolü de kolay olsun diye, böyle düşündük. Diğer üniversitelerde de çok kıymetli insanlar var; her an, biz, onların hepsinden de faydalanmak istiyoruz; zaten "ortak akıl" dediğimiz şey bu; hatta, sadece Türkiye'de değil, yurt dışında da bizim araştırmacılarımız var, bu memleketin evlatları var, onlardan da faydalanmak istiyoruz; dolayısıyla, buna, bir ulusal hüviyet de kazandırmak istedik.

Buradaki tek amacımız, bor gibi, gerçekten bize has, bize özgü bir kaynağı, ülkemizin menfaatı, çıkarları doğrultusunda ve onun mukayeseli üstünlüğüne hiçbir zaman halel gelmeyecek şekilde tanzim etmektir. Bu bakımdan, böyle bir yapıyı düşündük. Biraz önce bahsedildiği için detayına girmek istemiyorum; yani, bunun içinde inşaattan uzay teknolojisine kadar, kimyadan, deterjan sektöründen kâğıda, gıdaya, gübre sektörüne kadar, borun aşağı yukarı 250 çeşit kullanım sahası var, geniş kullanım sahası olanları söylüyorum; aslında bu 1 000'i de aşar; ama geniş kullanım alanı bulunanlar bunlar.

Şimdi, burada biz ne düşünüyoruz; burada aslında tekel olmak iyidir; yani bor gibi zengin sahalara sahip olduğumuz için, tekel olmamız burada iyidir ve bunu muhafaza etmemiz lazım. Bunun için de, gerek Maden Kanununda, gerekse Ulusal Bor Araştırma Enstitüsü Kurulması Hakkında Kanununda -ki, çıkarsa; inşallah buradan sizin desteklerinizle çıkacak- özellikle bu espriye dikkat edeceğiz.

Olayın tarihî gelişimine baktığımız zaman, 1975 yılında yüzde 11 kadar piyasaya sahiptik, şimdi ise bu yüzde 33; yani, eğer bunu iyi kontrol edebilirsek, ponzanın durumuna düşmeyiz. Yani, yeraltı zenginliklerine sahip olmak, zenginlik anlamına gelmiyor, bunu çok iyi kullanmamız lazım, bunu bir amaç doğrultusunda kullanmamız lazım, bunu organize bir ideal uğrunda kullanmamız lazım.

Biz, bununla ilgili çalışmalarımızı sürdürüyoruz ve bir tanesi, Nisan 2003 başlangıç tarihi olmak üzere, tekstil tipi cam elyafı ön fizibilite etüdü; Mayıs 2003'te ferro bor üretimi çalışması; yine Mayıs 2003'te, boroksit üretimi; yine Mayıs 2003'te, sır sırça prosesi ön fizibilitesi -seramikte kullanılabilen- yine Mayıs 2003'te, çinko borat üretimi olmak üzere, gelir gelmez süratli bir ar-ge faaliyeti başlattık ve burada, Eti Holdingin değerli araştırmacılarına, MTA'nın değerli araştırmacılarına özellikle teşekkür ediyorum; bu çalışmaları birlikte yürüttük.

Burada ar-ge'nin son derece önemi var. Biz daha enstitüyü kurmadan, bu projelerin ön fizibilite etütleri hazır. Bunu söylerken, ülkemizde, tabiî, tekel olmak kaydıyla, bunu özel sektörün de hizmetine açmak istiyoruz; yani, kaynağı bizde olmak kaydıyla -hani Karadenizlinin dediği gibi anahtarı bende olmak kaydıyla- bunu yaymayı düşünüyoruz.

Bu bakımdan yoğun bir çalışma içindeyiz ve burada aynı zamanda Eti Holdingin yapısı içinde de yeni yatırımlar gerçekleştirmek üzereyiz. Bunlardan bir tanesi, bu ay sonunda açmayı düşündüğümüz, Kütahya Emet'teki yeni borikasit tesisi, 240 000 ton üretimi olacak ve borikasitte bizim üretimimiz yüzde 117 artacak ve dünya borikasit sahasında da yüzde 30-35'lik bir pazar payına sahip olacağız. Bu, rafine sayılabilecek bir üründür; ama, aynı zamanda, yine, bir başka ürünün de girdisidir. O bakımdan, bunu, rafine ürün tabirinde, tarife muhtaç bir nokta olarak ifade ediyorum, hepsinin bir kademe daha ileri götürülmesi mümkün. Bu arada, Bandırma'da, buna bağlı olarak -çünkü, imalatında sülfürikasit kullanılıyor- 240 000 ton/ yıllık yeni bir sülfürikasit tesisini de açma şansına, imkânına sahip olacağız.

Burada, olayı bir bütün halinde ele almamız açısından ve biraz önce konuşan Sayın Topuz'un tereddütünü, endişesini gidermek için de söylüyorum, maden yasasında da bu hassasiyete özellikle dikkat edeceğiz ve maden yasası da, şu anda, Enerji Komisyonundan, Sanayi Komisyonundan, bilim komisyonundan geçti, Plan ve Bütçe Komisyonunda da ele alınacaktır. O bakımdan, bunu bir problem olarak görmüyoruz.

TTK'dan tutalım, petrol yasasına kadar pek çok konuda önemli çalışmalar içindeyiz hükümet olarak. Olaya bir bütün olarak bakıyoruz, yeraltı zenginliklerimize. Geçen hafta, Zonguldak'ta, kömür konusunu ele aldık; çünkü, taşkömürünün rödevanslı sahalarının üretime devam etmesi gerekiyordu, bununla ilgili çalışmalarımızı sürdürdük.

Petrol yasasını çıkarıyoruz ve gene bir bütün içinde olaya bakıyoruz. Petrol yasası da, kaçakçılık dahil olmak üzere bunları kontrol altına alan ve petrolün yanlış kullanımını, hatalı kullanımını ve içine katkı maddesi katılarak legal olmayan yönlerden kullanılmasını önleyen bir yasa. Burada da, gene, bütün sektör temsilcileriyle bir arada oluyoruz. Bor yasasında da, ulusal bor araştırma enstitüsünde de bunu yaptık, bütün ilgili kuruluşların görüşlerini aldık ve yönetimini de buna göre değiştiriyoruz ve bunun, ulusal bir hüviyet içinde olması lazım.

Bu arada, borun, bu enstitü vasıtasıyla sadece uç ürünlere dönük çalışılmasının dışında, aynı zamanda enerji sektöründe kullanılmasını arzu ediyoruz. Bununla ilgili en önemli projemiz, diğer uç ürünlerin toplamı kadar öneme sahip olan, belki ondan daha fazla önemi olan enerji sahasında kullanılmasını istiyoruz. Hidrojen enerjisi üretiminde sodyum, bor hidrürlerin kullanılması üzerine ciddî bir çalışma yapmak istiyoruz. Bu konuda, Amerika'da çok ciddî çalışmalar var ve Amerikan hükümeti, bunu, bir hedef olarak ortaya koydu. Bunu, en son, Paris'teki Ulusal Enerji Enstitüsündeki -Amerikan Enerji Bakanı Spencer Abraham ile olan- toplantıda da gördük. Biz, bu çalışmaya özel bir önem veriyoruz ve bu noktada dünyada adı geçen değerli bilim adamlarıyla da temas halindeyiz ve bunun ciddî bir şekilde kullanılmasını istiyoruz.

Buradaki temel amacımız, enerji bakımından dışa bağımlılığın önüne geçmek ve ulusal kaynaklarımızı yoğun bir şekilde kullanmaktır. Ayrıca, bir seri, bir dizi olarak, mini hidrolik santralları, kömürü, rüzgârı, jeotermali ve güneş enerjisini bunların yanında kullanmayı düşünüyoruz. Bu arada, yeri gelmişken ifade edeyim; bunu, baraj yapmadan, doğrudan doğruya su enerjisini mini hidrolik santrallarla kullanarak enerji üretmek şeklinde düşünüyoruz. Bununla ilgili olarak Türkiye'nin çok büyük bir potansiyeli var. Bunları, 300'den fazla yere kurmamız mümkün. Böylece, bunu, hem göçü önleyecek sosyal bir tedbir olarak, önlem olarak görüyoruz hem de sanayiin kalkınması olarak görüyoruz. Bu bakımdan, bu çalışmalara yoğun bir ağırlık verdik; bu çalışmaları yoğun bir şekilde yürütüyoruz.

Bor araştırma enstitüsünün temel amacı, ışık tutmaktır, araştırmayı yaptırmaktır, kontrol etmektir, süratli bir şekilde çalışmaktır. Burada adam istihdam ederek araştırma yapmak yerine, kaynakları daha etkin kullanmanın yolunu arayacağız.

Bununla ilgili, bizim iki ayrı enstitü teşebbüsümüz daha var, onlar da size yakında gelecek. Bunlardan bir tanesi, ulusal enerji enstitüsü kurulmasıyla ilgili; çünkü, Türkiye'de rakamlar birbirini tutmuyor, yanıltıcı görüşler ortaya çıkıyor. Enerji konusunu da, ulusal enerji araştırma enstitüsüyle sağlam bir temele oturtmak istiyoruz; tıpkı, ulusal bor araştırma enstitüsünde olduğu gibi, burada da, olayı bilimsel ve teknik bir baza oturtmak istiyoruz.

Üçüncü enstitü tasarımız, yakında, yine, değerli katkılarınız için gruplara ve size gelecek, arz edilecek; o da, ulusal su enstitüsü. Su da petrol kadar, hatta, ondan çok daha önemli bir unsur. Bunun, mutlaka, yine, bilimsel ve teknik bir baza oturması lazım.

Bütün yaptığımız çalışmalar, ülkemizin çıkarı içindir. Burada, parti şovenizmi veya hassasiyeti yoktur. Yapmak istediğimiz şey, ülkemizin çıkarlarını bilimsel ve teknik bir tarzda ve ekonominin tartışmasız gerçeklerini de gözönüne alarak bunu ortaya koymaktır ve ülkemize gerçekten bir üstünlük kazandırmaktır. Bu noktadaki çalışmalarımız zaten sürüyor.

Bu arada yeri gelmişken, bir de haber niteliğinde olsun diye size ifade edeyim; bugün, doğalgazda, sanayide yüzde 7,5, konutlarda da yüzde 8 indirim kararı aldık. Bunu da size arz etmek istiyorum. (Alkışlar) 

Saygılar sunarım.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Şahısları adına ikinci söz, Kütahya Milletvekili Sayın Halil İbrahim Yılmaz'a aittir.

Buyurun Sayın Yılmaz. (AK Parti sıralarından alkışlar)

HALİL İBRAHİM YILMAZ (Kütahya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şu anda görüşülmekte olan 135 sıra sayılı Bor ve Ürünleri Araştırma Enstitüsü Kurulması Hakkında Kanun Tasarısının tümü üzerinde şahsım adına söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlarım.

Dünya bor rezervlerinin yaklaşık yüzde 63'üne sahip Türkiye, ABD'yle birlikte dünya bor üretiminin en önemli iki ülkesinden birisidir. Zengin ve büyük bor rezervlerine sahip olan Türkiye'nin önemli bir avantajı da, bor cevherleri ve konsantrelerinin üretim maliyetleri yönünden, bu ürünlerin ham ve konsantre olarak arz edilebilme ekonomikliğine sahip olmasıdır.

Yukarıda belirttiğim gibi, Türkiye lehine olan avantaja rağmen,        1 200 000 000 dolarlık dünya bor pazarında payımıza düşen miktar, 300 000 000 dolar civarındadır. Ham ve konsantre bor cevheri pazarında payımız, görüldüğü gibi oldukça düşüktür.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bor tuzlarının uç ürün haline getirilmesi ve teknolojik gelişmelere uyum sağlayarak, sanayide bor uç ürünlerinin kullanılmasıyla, daha büyük bir pasta olan, yıllık yaklaşık 35-40 milyar dolarlık dünya pazarına doğru yönelmemiz gerekmektedir. Bu işlemin gerçekleşmesi için, bilimsel çalışmalara hız verilmesi lazımdır. Bu nedenle, AK Parti İktidarımız, bor enstitüsünün kurulması ve bu enstitünün bilimsel çalışmalarının ülkemiz ekonomisine büyük katkılar sağlayacağına inanmaktadır. Bu enstitünün çalışmasına her türlü katkı sağlanacaktır.

Bilindiği gibi, bor cevherinin kullanım alanı çok fazladır. Bunu, benden önceki konuşmacı arkadaşlarımız, Sayın Bakanımız gerekli şekilde açıklamıştır.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, görüldüğü gibi, bor, bilişim, iletişim sektöründen nükleer teknolojiye, savaş sanayiinden uzaya kadar pek çok alanın vazgeçilmez hammaddesi durumundadır.

Bor cevheri, kullanıldığı alanlar itibariyle stratejik öneme sahiptir. Kısacası, sanayiin tuzu durumundadır. Bilim adamlarının bor madenleriyle ilgili araştırmaları devam etmektedir. Magnezyum bor, bileşimi yüksek sıcaklıktaki iletkenliği sayesinde, bilgisayar bileşenlerinin 4 kat daha hızlı çalışmasını sağlayabilmektedir.

Ülkemizin geleceğinde çok önemli bir yer alacak olan madenlerimiz, yabancıların dahi iştahını kabartırken, yeterli duyarlılık bugüne kadar gösterilmediği için, maalesef, ülkemize gerekli ekonomik katkıyı sağlayamamıştır.

Unutulmamalıdır ki, teknoloji çok hızlı gelişmektedir. Bu gelişim, bir gün bor minerallerinin alternatifini sanayi hizmetine sunarsa, yeraltı zenginliğimiz, yeraltında hatıra olarak kalabilir. Maden rezervleri, ekonomik katkı yaptıkları zaman zenginliktir. Bu nedenle, bor madeni konusunda ar-ge çalışmalarının hızlandırılması gerekmektedir.

Sonuç olarak, ülkemiz, öncelikle, ham bor madeninde dünya pazarlarındaki payını artırıp, teknolojik gelişmelerle uyum sağlayarak, bor minerali kullanımını artırmalıdır. Bor uç sanayii kullanımının artırılması, yeni istihdam alanları açılmasını da sağlayacak ve elimizdeki rezervlerin değerini artıracaktır.

Tabiî ki, bu vesileyle şunu da ifade etmekte fayda görüyorum: Memleketimiz olması itibariyle, Kütahya, bor yatakları bakımından oldukça zengindir; Kütahya, âdeta bor denizi üzerinde bulunmaktadır. Bununla birleşik halde kurulacak olan magnezit de, çok miktarda bulunmaktadır. İnşallah, önümüzdeki yıllarda daha bilinçli şekilde kullanılarak, Türkiye ekonomisine büyük katkıda bulunulacaktır.

Sayın Bakanımız, zaten bu işin öncüsüdür, lokomotifidir. Şimdiden kendilerini kutluyorum ve bütün arkadaşlarımızı, milletvekili kardeşlerimizi borik asit fabrikasının açılışına davet ediyoruz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Yılmaz.

Sayın milletvekilleri, tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Tasarının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

1 inci maddeyi okutmadan önce, Divan Üyemizin, sunuşlarını oturarak Genel Kurula arz etmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

1 inci maddeyi okutuyorum:

ULUSAL BOR ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ KURULMASI HAKKINDA

KANUN TASARISI

BİRİNCİ BÖLÜM

Amaç, Kuruluş ve Tanımlar

Amaç ve kuruluş

MADDE 1. - Türkiye'de ve dünyada bor ve ürünlerinin geniş bir şekilde kullanımını, yeni bor ürünle-rinin üretimini ve geliştirilmesini teminen değişik alanlarda kullanıcıların araştırmaları için gerekli bilimsel ortamı sağlamak, bor ve ürünlerini kullanan ve/veya bu alanda araştırma yapan kamu ve özel hukuk tüzel kişileri ile işbirliği yaparak bilimsel araştırmaları yapmak, yaptırmak, koordine etmek ve  bu araştırmalara katkı sağlamak amacıyla, kamu tüzel kişiliğini haiz, idarî ve malî özerkliğe sahip ve bu Kanun ile kendisine verilen görevleri yerine getirmek üzere Ulusal Bor Araştırma Enstitüsü kurulmuştur. Enstitünün kısa adı "BOREN" dir. Enstitünün merkezi Ankara'dadır.

Enstitünün ilişkili olduğu Bakanlık, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığıdır. Enstitü, bu Kanunda düzenlenmeyen hususlarda özel hukuk hükümlerine tabidir.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Ali Kemal Kumkumoğlu; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; görüşmekte olduğumuz, Bor ve Ürünleri Araştırma Enstitüsü Kurulması Hakkında Kanun Tasarısının 1 inci maddesi üzerinde Grubum adına söz almış bulunuyorum; hepinizi, şahsım ve Grubum adına saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, hepimiz, borun anlamını, önemini biliyoruz. Sadece Parlamentoda milletvekilliği görevi yapan arkadaşlarımız değil, konuyla ilgili olan herkes, hatta, sokaktaki yurttaşımız, sıradan yurttaşımız, boru, Türkiye'nin geleceği diye görüyor. Bor madenini, yeraltı kaynaklarımızın en kapsamlısı olan bor madenlerini Türkiye'nin geleceği diye sunan ve Türkiye'nin bugün içerisinde bulunduğu borç yükünün altından çıkabilmesinin yegâne kaynağı olarak gösteren siyasî partilerimizin genel başkanları oldu. Çok haksız ifadeler değil aslında bunlar; belki, biraz abartılı ifadeler; ama, çok haksız ifadeler değil; fakat, değerli arkadaşlarım, Türkiye'de sadece bor mu vardı; hayır. Peki, bor, bugün bu anlamlı, bu önemli noktaya nasıl gelmiştir; Cumhuriyet Halk Partisiyle gelmiştir. Bor, Cumhuriyet Halk Partisidir değerli arkadaşlarım. Bugün borun anlamı, Cumhuriyet Halk Partisinin, siyasetteki sağduyulu, ileriye dönük, ülke yararını siyasal beklentilerinin önünde tutan anlayışının bugün bizi getirdiği noktadır. 1978 yılında, Cumhuriyet Halk Partisinin, yeraltı kaynaklarımızın devletleştirilmesi noktasında ortaya koyduğu tavrın ardından, yıllarca, Cumhuriyet Halk Partisinin aleyhinde geliştirilen kampanyaları bir tarafa koyup, şimdi, bugün, hepimizin önemini ve anlamını gerçekten derinden ve yürekten hissettiğimiz, çocuklarımızın geleceğini, umudunu üzerine inşa etmeye çalıştığımız boru düşündüğümüzde, boru dikkate aldığımızda, sanıyorum, Cumhuriyet Halk Partisinin, bu sağduyulu, öngörülü, ülke manfaatlarını kendi siyasal beklentilerinin önünde tutan anlayışının anlamını, önemini çok daha doğru ve sağlıklı biçimde algılamış oluruz. O sebeple, Cumhuriyet Halk Partisinin, yani, borun, bugün, böyle bir umut noktasına tırmanabilmesine olağanüstü katkı sunmuş Cumhuriyet Halk Partisinin, bugün söylediklerinin de, bugün, bu noktada, bu Parlamentoda görev yapan arkadaşlarımızın aynı dikkatle ve o gün göstermiş olduğu aynı öngörüyü ve ileri görüşlülüğü bugün de gösterebileceği kanaatiyle -ki, ben, bunun altkomisyonda ve komisyonda etkilerini ve katkılarını gördüm; teşekkür ediyorum Sayın Bakana, komisyonda görev yapan arkadaşlarımıza- buradaki önerilerimizin bu anlamda ve bu önemde yeniden dinlenmesi gerekiyor.

Değerli arkadaşlarım, bakın, 1963 yılında İngiliz BCL şirketine yaptırılan bir araştırmada borla ilgili ne söyleniyor; Türkiye'deki borlarla ilgili yaptırdığımız araştırmada ne söyleniyor:

1- Türkiye'de bor mineralleri tükenmiştir.

2- Türkiye'nin en çok 20 000 ton satış şansı vardır.

3- Türkiye'de ancak 3 firma 60 000 ton üretim yapabilir.

4- Türkiye, Avrupa piyasasına, yalnız borik asit üretimi için bor cevheri verebilir.

5- Avrupa piyasasının borik asit üretimi 45 000 ton cevhere karşılık gelen 30 000 ton cevherle sabittir.

6- Türkiye ancak zararına bor endüstrisi kurabilir. 3 000 tonluk rafine ancak sübvansiyonla yaşar.

Türkiye'nin bor rezervlerine Borax Consalidated Ltd. ortak edilirse, bor endüstrisi kurulacaktır vesaire.

Türkiye'deki bor rezervlerini bu kapsamda değerlendiren  ve borun kapasitesini test edebilmek, ölçebilmek için bir araştırma yaptırılıyor. Bugün ne söyleniyor; çok yaygın kullanım alanı olan ekonomik bor minerallerinden, özellikle kolemanit ve ulxit bakımından, tüm dünya ülkeleri, Türkiye'deki mevcut rezervlere yüzde yüz bağımlıdır; çünkü, Türkiye dışında tüm dünyada zaten limitli olan kolemanit ve ulxit rezervleri, ya bitmiştir ya da çok limitli rezervlere sahiptir.

Değerli arkadaşlarım, uygulanan doğru politikalarla, Türkiye, 20 000 ton rezervi vardır, bor üretimini, rafine bor üretimini, ancak sübvanse ederek uygulayabilir, sağlayabilir denilen Türkiye, 1978 yılında ortaya konulan doğru politikaların sonucunda, 2003 yılında, dünyanın bor konusunda yüzde yüz bağımlı olduğunu herkesin kabul ettiği, herkesin kabul etmek durumunda olduğu bir ülke haline gelmiştir ve bu, bir dünya gerçeği olarak hepimizin önündedir.

Değerli arkadaşlarım, bakın, birisi nasıl tarif ediyor boru: Önce, bu nimetin, bu varlığın Türkiye'de bulunuşunu "doğanın Anadolu'ya hediyesi" diye tanımlıyor, sonra da "sanayi sofrasının tuzu bor..."

Bor, öyle, düşünüldüğü gibi, hemen yerin altından çıkaralım, satalım, paraları kazanalım denilebilen bir ürün değil. Hiçbir şey bir başına bordan elde edilmiyor. Sadece bordan elde edilebilen hiçbir uç ürün yok; ama, bor, sanayiin tuzu gibi; birçok şeyin içerisinde bulunabilen bir ürün. 20 trilyon dolarlık dünya ticaret hacminin, daha bugünden, bazı rakamlara göre, 1 trilyon dolarlık kısmının içerisinde bir şekilde bor katkısı var. Bundan daha da önemlisi, teknoloji geliştikçe, ilerledikçe, borun, anlamı ve önemi, sanayideki kullanımı, yani insan yaşamındaki kullanımı giderek artan bir öneme sahip oluyor, giderek artan bir boyut kazanıyor. Dolayısıyla, borun böyle değerlendirilmesi lazım.

Sayın Bakan da ifade ettiler, borda kaygılarımız vardı; dediğim gibi, komisyonda, altkomisyonda önemli değişiklikler yaptık. Aslında, bugün Genel Kurula getirilen metinle ta başlangıçta komisyonumuza getirilen metin arasında çok ciddî farklılıklar var. Ortak bir çabayla, bu çalışmayı, bugün Genel Kurulumuza getirilen haline dönüştürdük.

3 nedenle borda devlet tekeli mutlaka korunmalıdır :

1- Bor, stratejik bir öneme sahiptir. Dünya rezervleri tükenmektedir; bunun bor olmasına gerek yok; eğer dünya rezervleri tükeniyorsa, bu, sadece kum, çakıl bile olsa ve bunun yüzde 100'e yakını Türkiye'deyse, bu, stratejik bir öneme sahiptir. O zaman, bunu, mutlaka, devletin kontrol etmesi ve yönlendirmesi lazım.

2- Teknoloji geliştikçe borun kullanım alanları artmaktadır.

3- Bor, üretilirken çok az harcama yapılan, üretiminde harcanan rakamla satışında elde edilen rakamlar arasında, hamcevher noktasında, 20 misline yakın fark olan bir üründür. Dolayısıyla, rekabete açılması demek, total millî gelirimize yaptığı katkının hızla gerilemesi ve azalması anlamına gelmektedir. Sadece bu 3 temel sebep nedeniyle, etken nedeniyle, bordaki devlet tekeli, her koşulda, bor enstitüsü konuşulurken de, Maden Yasası konuşulurken de, mutlaka korunmalıdır.

Neden bunu tekrar tekrar söyleme ihtiyacı duyuyoruz, daha geçtiğimiz hükümetler döneminde, borla ilgili, borun özelleştirilmesi, özel teşebbüsün kullanımına açılması, üretiminde özel teşebbüsün etkinlik kazanması noktasında olağanüstü gayretler, çabalar sarf edilmiştir. Bu konuda, değerli büyüğümüz Sayın Ali Topuz, uzunca açıklamalar yaptı.

Değerli arkadaşlarım, her şeye tüccar mantığıyla bakmamalıyız. AKP'nin siyasetimize getirmeye çalıştığı bir anlayış var; bunu çok isteyerek de ifade ediyorlar -doğru da buluyorsunuz- tüccar siyaset...

Şimdi, bir enstitü oluşturmaya çalışıyoruz. Ticarî boyutu öne çıkarılmaya çalışılan, işte, hızla hareket eden, piyasayla uyumlu, piyasada şunu yapabilecek, bunu yapabilecek, diye tarif edilen ne; bir enstitü. Yani, siyaset literatürüne "tüccar siyaset" diye bir anlayışı, böyle bir katkıyı yaptıktan sonra, şimdi, bilimsel literatüre ayrı bir katkı yapıyor AKP'li arkadaşlarımız, Sayın Bakanın başkanlığında; tüccar enstitü...

ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elazığ) - Fevkalade ayıp yapıyorlar!.. 

ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, elbette, ticaret kötü bir şey değil. Elbette, tüccar mantığıyla olaylara bakmak çok kötü değil, tam tersine, olması gereken bir şey; ama, her şeyi, kendi olması gereken yerde yapmalıyız; yani, eğer, biz, bilimsel bir kurumun içerisine, bilimsel bir kuruluşun içerisine ticarî bir anlayışı sokmaya çalışırsak, ikisini de başaramayız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Son cümlelerinizi alayım.

Buyurun.

ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) - Elbette, burada, bu konuyla ilgili, borla ilgili, borun ticarî anlamda daha sağlıklı, daha doğru, daha iyi, Türkiye'nin daha yararına bir şekilde değerlendirilmesi için, bu işe ticarî bakabilen, ticarî bir anlayışla, ticarî bir gözle bakabilen bir kuruma ihtiyaç vardır, şüphesiz vardır; ama, bu, bir enstitü olmamalıdır. Enstitünün, gerçekten, o literatürdeki tanımıyla, tanımlamasıyla, kendi işini yapan, dolayısıyla, bilim kurullarıyla donatılmış, yönetimi bilimsel anlamda konuyla ilgili insanlar tarafından oluşturulmuş ve çalışmasının esasını buna yönlendirmiş, kendisini bilimsel araştırmalara odaklamış bir kurum olma zorunluluğu vardır, mecburiyeti vardır.

Zamanım bittiği için, bir noktaya daha dikkat çekerek, sözlerimi tamamlamak istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Bakanın, hem burada hem komisyonumuzda ifade ettiği "daha çok enstitüler kuracağız" noktasında doğru bir yaklaşımı var; ama, Türkiye'nin, bundan daha önce, çok daha önemli bir şeye ihtiyacı var. Bizim, enstitülerden önce, mutabakat içerisinde ortaya çıkarabildiğimiz ve konuyla ilgili bütün kurumların her konuşmasında öncelikle ifade ettiği, bir ulusal maden politikasına ihtiyacımız var. Umarım, en kısa sürede, bu Parlamento çatısı altında görev yapan bütün arkadaşlarımızın gönül rahatlığıyla katılabileceği, arkasında durabileceği bir ulusal maden politikasını birlikte tartışabiliriz ve Türkiye'de bundan sonra hangi hükümet gelirse gelsin "acaba hangi kaygıyla, hangi anlayışla bunu yapıyor, bunu gündeme getiriyor" noktasındaki tartışmalardan, toplumun bütün kesimlerinin uzak durduğu bir ortak anlayış çerçevesinde bütünleşmeyi başarabiliriz.

Hepinize teşekkür ediyorum; saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kumkumoğlu.

Şahısı adına, Balıkesir Milletvekili Sayın Orhan Sür; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

ORHAN SÜR (Balıkesir) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; görüşülmekte olan bor enstitüsünün kurulmasıyla ilgili yasa tasarısının 1 inci maddesi üzerinde, şahsım adına, söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, benden önce konuşan değerli konuşmacılar, boru, sizlere, mümkün olduğunca çok anlatmaya çalıştılar. Gerçekten, bor, çok önemli bir değerimiz; ama, bora yaklaşırken, bora bakarken başka açılardan da yaklaşmamız gerektiğine inanıyorum.

Türkiye, aslında, bir maden ülkesi, çok çeşitli madenlerimiz var; ama "bor" dediğimiz zaman, Türkiye, gerçekten, durup düşünmek zorunda; dünyada tekel olabileceğimiz tek maden bor. O zaman, bora önemle yaklaşmak ve bor konusunda, gerçekten, çok ciddî çalışmalar yapmak zorundayız.

Bugün bu konuşmayı yapacağımı düşünerek, geçtiğimiz hafta sonu seçim bölgem Balıkesir'e gittiğimde, Türkiye'nin ve dünyanın en güzel ürünlerinden bir tanesi olan bor madenlerinin bulunduğu yeri ziyaret ettim ve birkaç parça boru getirerek, milletvekillerimizin görüşüne sunmak istedim; çünkü, biliyorum ki, üzerinde bu fırtınalar koparılan bor madenini, birçoğumuz bugüne kadar görme şansına erişemedik.

Değerli arkadaşlarım, bor, gerçekten, çok önemli bir ürün ve bu ürün üzerindeki oyunlar bugünün oyunları değil. Benden önce konuşan arkadaşlarımız, bu ürün üzerindeki oyunları size anlatmaya çalıştılar. Özde oynanan oyun, Türkiye'deki bor madeni yataklarına sahip olabilme oyunudur; çünkü, bor üzerindeki dünya tekeli olan US Borax Şirketi, Türkiye'nin bor konusunda bir dev olmasını engelleyebilmek için yıllardan beri bir çaba vermektedir.

Değerli arkadaşlarım, biraz önce, burada Sevgili Bakanımızın da ifade ettiği gibi, yeni bir fabrikamızı açacağımızı ifade ettiğimiz o asit fabrikasının teknolojisi, bize, maalesef, Batı'dan gelmemiştir. US Borax Firması, Türkiye'nin bor konusunda bir dünya devi olmasını engelleyebilmek amacıyla, Türkiye'ye teknoloji transferine yıllarca ambargo koymuştur. Bizim Bandırma'da ürettiğimiz asidin fabrikasının teknolojisini Doğu Bloku ülkelerinden aldık. İşe, çok küçük bir fabrika olarak başladık ve yerli mühendislerimizin çabalarıyla bugünkü noktaya gelindi. Biraz önce, Kütahya Milletvekilimizin bugün açılacağını ifade ettiği Emet'teki fabrika da buna benzer bir olaydır. Batı dünyası, Türkiye'yi, bor konusunda, dünyada söz sahibi yapmak istememektedir.

İşte, kurulması düşünülen, kurulması özlenen bor enstitüsünün asıl amacı burada; yani, Türkiye'ye gereken teknolojiyi üretmek veya transfer edebilmek için gerekli çalışmaları sağlamak. Peki, bunu nasıl yapacağız arkadaşlar; şimdi, 1 inci maddeyi okuyorum "araştırma yapmak" deniliyor; bu enstitü kiminle araştırma yapacak? Yaptırmak farklı; "yapmak" diye de bir sözcük var. Bakıyorum, 28 kişi çalışıyor. Bu 28 kişinin içinde şoför var, hizmetli var, savunma uzmanı var; hepsi 28 kişi. Demek ki, kuruluşta amaç, yapmak değil, yaptırmak. Yani, yapmak ile yaptırmak arasında büyük farklılık var.

Ayrıca, yaptırdığımız çalışmaları, acaba nasıl denetleyeceğiz; bu enstitünün kuruluşunda bir bilim kurulu yok. Yapılan çalışmaların sonuçları nasıl alınacak; kim, bu çalışmaların amacı doğrultusunda geliştiğini; kim, bu çalışmaların amaca uygun olduğunu onayacak ve hangi konularda çalışma yapılacağına kim karar verecek? Bu enstitünün bünyesi içinde bir bilim kurulu oluşturulmamış.

Değerli arkadaşlarım, ulusal bilim ve teknoloji politikaları temelini oluşturmadan, bu tip enstitüler kurmanın ülkemizin çıkarına olduğu düşüncesinde değilim. Elbette, bu enstitünün kurulması gerekiyor. Konunun başında ifade ettiğim gibi, bir bor enstitüsüne şiddetle gereksinimimiz var; ama, bunu kurarken, gerçekten ayakları üzerinde durabilecek ve gerçekten ülkeye hizmet edebilecek bir enstitü olması yönünde gereken tavırları sergilemeliyiz.

Çok değerli arkadaşlarım, kurulmakta olan, aslında bir enstitü değil, bir şirket. Biraz önce değerli bir arkadaşım konuşurken, arka sıralardan bir arkadaşımız "köy enstitüsü" sözcüğünü kullandı. Keşke, köy enstitüleri gibi bir enstitü kurabilseniz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Sür, son cümlenizi alayım.

Buyurun.

ORHAN SÜR (Devamla) - Bitiriyorum.

Değerli arkadaşlarım, yani, her söylediğimize tepki göstermek, belki, bilmiyorum; ama...

RECEP GARİP (Adana) - Meseleyi niye tersinden alıyorsunuz?!

ORHAN SÜR (Devamla) - Hayır, hayır, öyle değil değerli arkadaşlarım.

Bu enstitüyü, kurmuş olmak için kurmayalım. Bor, hepimizin değeri ve bu enstitü, eğer, kuruluş amacına, düşüncelerimize uygun şekilde hareket ederse, bu ülkeye hizmet edecek, bu ülkenin insanına hizmet edecek. O zaman, gelin, muhalefetten gelen her sesi, bir muhalefet sesi olarak yorumlamayın, bunda acaba doğruluk payı var mıdır diye, lütfen araştırın.

Biraz önce Sayın Kumkumoğlu'nun ifade ettiği gibi, nasıl ki, komisyonda değişiklikler yapıldı, burada da bazı değişiklikleri gündeme getirebiliriz diye düşünüyorum. Örneğin, bor enstitüsünün merkezinin Ankara olması tekrar düşünülmeli. Ankara'daki merkezî hükümetten şikâyet ediyoruz, her şeyin merkezde toplanmasından şikâyetçiyiz. Niye Bor enstitüsünü Ankara'da kuruyoruz o zaman?!

İSMAİL KATMERCİ (İzmir) - Balıkesir'de kurulsun...

ORHAN SÜR (Devamla) - Evet, Balıkesir, gerekirse; çünkü, Balıkesir'in bu konuda her ilden bir adım önde olduğunu hepimiz biliyoruz. Balıkesir merkez de demiyorum, Bandırma olarak ifade ediyorum. Üniversiteyle iç içe olabilirsiniz...

SONER AKSOY (Kütahya) - Kütahya, Kütahya!..

ORHAN SÜR (Devamla) - Kütahya'da, daha bor...

BAŞKAN - Evet, Sayın Sür...

ORHAN SÜR (Devamla) - Evet, iller tartışması yapmak istemiyorum Sayın Başkanım, bitirmek istiyorum sözümü.

Değerli arkadaşlarım...

RECEP KORAL (İstanbul) - Bor, Niğde'de bir kere...

ORHAN SÜR (Devamla) - Evet, o Niğde'nin Bor'u ile bu bor farklı; oraya getirdiğim örneği görürseniz, farklılığı da göreceksiniz Sayın Vekilim.

Değerli arkadaşlarım, ben, bor konusunda, bu ülkede, artık, yeterli hassasiyetin oluştuğuna inanıyorum ve arkadaşlarımla beraber Yüce Meclisimize verdiğimiz ve 22 nci sırada bekleyen, bor araştırma önergesi de, bu ülkedeki borun araştırılmasıyla ilgili önerge de, daha ön sıralara alınarak bir an önce eğer yaşama geçirilirse ve bora, elbirliğiyle, ulus olarak sahip çıkarsak, bundan, Türk Ulusunun, Türk Milletinin kârlı çıkacağına ve geleceğin enerjisi olarak yorumlanan, geleceğin ürünü olarak yorumlanan borun çok güzel değerlendirileceğine inanıyorum.

Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Sür.

Sayın milletvekilleri, madde üzerinde 2 adet önerge vardır. Önergeleri, önce geliş sıralarına göre okutacağım; sonra aykırılık derecelerine göre işleme alacağım.

İlk önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 135 sıra sayılı kanun tasarısının 1 inci maddesinin birinci fıkrasındaki "Enstitünün Merkezi Ankara'dadır" cümlesinin "Enstitünün Merkezi Balıkesir İli Bandırma İlçesindedir" şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

 İsmail Özgün A. Edip Uğur Turhan Çömez

 Balıkesir Balıkesir Balıkesir

 Ali Osman Sali Ali Aydınlıoğlu Orhan Sür

 Balıkesir Balıkesir Balıkesir

 Ali Kemal Deveciler  Sedat Pekel

 Balıkesir  Balıkesir

BAŞKAN - İkinci önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Bor ve Ürünleri Araştırma Enstitüsü Kurulması Hakkında Kanun Tasarısının 1 inci maddesinin içindeki "bor ve ürünleri" ifadesinin "bor ürünleri ve teknolojileri" olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

 Osman Coşkunoğlu Birgen Keleş Gürol Ergin

 Uşak İstanbul Muğla

 Enis Tütüncü  Ali Topuz

 Tekirdağ  İstanbul

BAŞKAN - Bu önerge en aykırı önerge olduğu için, öncelikle işleme alıyorum.

Komisyon katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ SABAHATTİN YILDIZ (Muş) - Takdire bırakıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Hükümet?..

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) - Biz, oralara fabrikalarını kuracağız; onun için katılmıyoruz efendim.

BAŞKAN - Katılmıyorsunuz...

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Hangisine?..

BAŞKAN - Komisyonun takdire bıraktığı, Hükümetin katılmadığı önergenizin gerekçesini mi okuyalım, söz mü istiyorsunuz?

OSMAN COŞKUNOĞLU (Uşak) - Söz istiyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Buyurun.

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Hangi önerge efendim?

BAŞKAN - İkinci önerge... En aykırı olan önerge...

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Sayın Bakan birinci önerge zannettiler.

BAŞKAN - Hayır... Hayır...

Ortak önerge değil Sayın Topuz.

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Hayır... "bor ürünleri ve teknolojileri"...

GÜROL ERGİN (Muğla) - İsmin değiştirilmesi önergesi...

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) - "Bor ve ürünleri..." Ona katılıyoruz. Yalnız, onun bir tek kelimesinin... "bor, ürünleri ve teknolojisi" olarak, katılıyoruz.

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Evet...

BAŞKAN - Bir karışıklık olmaması için, önergeyi bir daha okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Bor ve Ürünleri Araştırma Enstitüsü Kurulması Hakkında Kanun Tasarısının 1 inci maddesinin içindeki "bor ve ürünleri" ifadesinin "bor ürünleri ve teknolojileri" olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

BAŞKAN - Hükümet bu önergeye katılıyor mu?

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) - Düzeltme imkânım varsa...

BAŞKAN - Tabiî...

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) - "Bor, ürünleri ve teknolojisi" olursa, kabul ediyoruz.

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Redaksiyon yetkisiyle beraber...

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) - Evet...

BAŞKAN - Bir saniye... Bir saniye... Hemen redakte ediyoruz.

Sayın milletvekilleri, önergeyi düzenlemek için, birleşime 3 dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati : 18.24

 


ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 18.25

BAŞKAN: Başkanvekili Yılmaz ATEŞ

KÂTİP ÜYELER: Yaşar TÜZÜN (Çanakkale), Suat KILIÇ (Samsun)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 87 nci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

V. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

2. - Bor ve Ürünleri Araştırma Enstitüsü Kurulması Hakkında Kanun Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ve Plan ve Bütçe Komisyonları raporları (1/558) (S. Sayısı: 135) (Devam)

BAŞKAN - Önergeyi düzenlenmiş şekliyle yeniden okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Bor ve Ürünleri Araştırma Enstitüsü Kurulması Hakkında Kanun Tasarısının 1 inci maddesinin birinci satırında geçen "bor ve ürünlerinin" ifadesinin "bor, ürün ve teknolojilerinin" olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

   Osman Coşkunoğlu

   (Uşak) ve arkadaşları

BAŞKAN - Önergeyi Komisyon takdire bırakmıştı, hükümet katılmıştı.

Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Yapılacak ve yaptırılacak araştırmalar ürünlerle sınırlandırılmamalı

ve teknoloji gelişimini de içermelidir.

BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

İkinci önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 135 sıra sayılı kanun tasarısının 1 inci maddesinin birinci fıkrasındaki "Enstitünün Merkezi Ankara'dadır" cümlesinin "Enstitünün Merkezi Balıkesir İli Bandırma İlçesindedir" şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

   İsmail Özgün

   (Balıkesir) ve arkadaşları

BAŞKAN - Komisyon?..

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ SABAHATTİN YILDIZ (Muş) - Takdire bırakıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Hükümet?..

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) - Katılmıyoruz.

BAŞKAN - Önerge sahipleri, gerekçe mi okunsun, söz mü istiyorsunuz?

İSMAİL ÖZGÜN (Balıkesir) - Gerekçe okunsun.

BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Eti Bor AŞ'nin Genel Müdürlüğü ve önemli üretim tesisleri ile araştırma altyapısı Bandırma İlçesinde bulunmaktadır. Bor madeni yataklarının önemli bir bölümü de Balıkesir İlimizdedir.

Ayrıca, bor konusuyla uzun yıllardır ilgilenen bilim adamları İstanbul Teknik Üniversitesinde olduğundan, İstanbul'un Bandırma ile ulaşım kolaylığı olduğundan enstitünün, Bandırma'da kurulması gerekir.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, Komisyonun takdire bıraktığı, Hükümetin katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Sayın milletvekilleri, kabul edilen önerge doğrultusunda maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... 1 inci madde kabul edilmiştir.

2 nci maddeyi okutuyorum:

Tanımlar

MADDE 2. - Bu Kanunda adı geçen;

a) Bakanlık : Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığını,

b) Bakan :  Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanını,

c) Enstitü :  Ulusal Bor Araştırma Enstitüsünü,

d) Yönetim Kurul Ulusal Bor Araştırma Enstitüsü Yönetim Kurulunu,

e) Başkanlık : Ulusal Bor Araştırma Enstitüsü Başkanlığını,

f) Başkan :  Ulusal Bor Araştırma Enstitüsü Başkanını,

ifade eder.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Aydın Milletvekili Sayın Mesut Özakcan; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA MEHMET MESUT ÖZAKCAN (Aydın) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, görüşmekte olduğumuz Bor ve Ürünleri Araştırma Enstitüsü Kurulması Hakkında Kanun Tasarısının 2 nci maddesinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemiz, dünya toplam bor rezervlerinin yaklaşık yüzde 65'lik çok büyük ve çok önemli bir payına sahiptir; ancak, bor madenini değerlendirmemiz açısından bakıldığı zaman, durum, hiç de iç açıcı değildir. Türkiye olarak, dünyada en büyük yeraltı zenginliğine sahip olmamıza karşın, bunu yeterince değerlendiremediğimiz gerçeğiyle yüz yüzeyiz. Kimilerine göre, iç ve dışborçlarımızı ödeyecek, çocuklarımızın geleceğini, ulusumuzun geleceğini kurtaracak bir yeraltı zenginliğimiz olan bor madeninden elde ettiğimiz ihracat geliri, mermer ihracatından elde edilen gelirin yarısı kadardır. Bor madeni, bugünkü gibi, hammadde olarak -cevher olarak- satıldığı zaman, mermer taşı kadar değer ifade etmiyor. Konuyla ilgili değerli bir bilim adamımız "cevher satan, 10 000 kat katmadeğerden yoksun kalır" demişti. O nedenle, cevher ihracatçısı ülke olmaktan kurtulmalıyız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemiz açısından büyük önem taşıyan bor mineralleriyle ilgili olarak, sizlere, bazı açıklamalarda bulunmak istiyorum. Bor mineralleri, sanayiin değişik kesimlerinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Borun o kadar geniş bir alanda kullanılıyor olması, ham ve rafine edilmiş ürünlerin üretiminin son yıllarda hızlı bir şekilde artmasına sebep olmuştur. Teknolojideki gelişmeler bu hızla devam ederse, bor üretimindeki artış daha da hızla devam edecektir. Günümüzde, evlerde, endüstride çok yaygın olarak kullanılan temizleyiciler ile cam ve seramik yapımında kullanılan borun tüketimi, nüfusun artması ve dayanıklı malların kullanımıyla yakından ilgilidir. Bu sebeple, bor tüketiminin sürekli artması kaçınılmazdır. Endüstrinin çeşitli dallarında kullanılan bor ürünleri, fiberglas, tıp uygulamaları, eczacılık, nükleer reaktörlerde koruyucu olarak, sunî gübre yapımı, fotoğrafçılık, cam ve emaye gibi geleneksel sanayi dallarının temel hammaddelerini oluşturmaktadır. Bor ve bileşenleri, kuvvetli lehimlemede, kaynak işlerinde, sürtünmelerin azaltılmasında, deterjan üretiminde, tekstil boyamalarında, tarım sanayiinde ve çeşitli malzemelerin uzun süre korunmasında çok yaygın olarak kullanılmaktadır. Bazı bor ürünleri, mükemmel ergime maddeleri olmaları sebebiyle, metal arıtma ve çelik üretiminde, atomik reaktörlerde, güneş bataryalarında çokça kullanılan vazgeçilmez maddelerdir. Bor bileşenleri, jet ve roket yakıtı olarak da kullanılmaktadır.

Toplumun bütün kesimlerinde yaşam standartlarının hızla yükseltilmesi arzusu ve bilim ve teknikteki keşiflerin gelişimi, bor ve bileşenlerine duyulan talep ve ihtiyacın giderek daha büyük oranda artmasına yol açacaktır. Bu kadar önemli olan bor madenimizi değerlendirmek için, bu madenden elde edilen uç ürünlerle ilgili tekniği üretme, yaratma ve sahip olmaya ihtiyacımız var.

Uç ürünlerde inanılmaz gerçekler var. Bordan elde edilen uç ürünlerin, nükleer reaktörlerde nötronlara karşı en etkili kalkan olarak kullanılma özelliği var; uçak ve oto kaportalarında, uzay sanayiinde kullanılma özelliği var. Bor karbür, tank zırhı olarak kullanılan bir malzeme; ferro bor, trafolarda silisli sac olarak kullanılıyor, kayıpları yüzde 75 azaltıyor; sodyum bor hidrür, enerji tekniğinde otomobil yakıtı olarak kullanılıyor. Tabiî ki, bütün bunları gerçekleştirmek için bor madeniyle ilgili teknolojiye ihtiyacımız var.

Bor ve Ürünleri Araştırma Enstitüsü Kurulması Hakkında Yasa Tasarısının gerekçelerinde "ar-ge (araştırma ve geliştirme) faaliyetlerine gereken önemin verilmesi gerekir" denilmektedir. Görüştüğümüz tasarıyla kurulması düşünülen enstitü -bu yapısıyla bir genel müdürlük kuruluyor izlenimi vermektedir- bir araştırma enstitüsü olmaktan çok, bir koordinasyon ve finansman kurumu olacağını göstermektedir. 28 kişilik kısıtlı bir kadroyla oluşturulmak istenilen enstitü yeni bir açılım getirmediği gibi, bu yanlış yapılanma, ileride bor mineralleriyle ilgili kurulabilecek muhtemel gerçek bir teknoloji geliştirme merkezinin de önünü kesebilecektir.

Esasen, şu anda, Eti Holding bünyesinde 49 personele sahip bir Ar-Ge Daire Başkanlığı bulunmaktadır. Ben, bu Daire Başkanlığına bizzat giderek, yerinde de gördüm laboratuvarını, çalışanlarını. Bu Daire Başkanlığında 18 araştırma görevlisi var ve 1 başkan, 1 başkan yardımcısı, 3 müdür, 4 memur, 14 başuzman, 1 elektrik teknisyeni, 1 metalurji teknisyeni, 6 laboratuvar görevlisi görev yapmaktadır.

Burada görevli personel yıllardır istihdam edilmiş; ancak, bu daireye gereken önem, ilgi ve destek gösterilmemiştir. Böyle, hazır, kurulu bir sistem verimli bir şekilde işletilmezken, bu kurum bir kenara itilerek yeni kurumlar oluşturulmaktadır. "Devlet hantal; devleti küçültelim" diyenler, yeni yeni kurumlar kurarak, devleti daha da hantal hale getirmektedir.

Bu enstitünün oluşumu kafamızda soru işaretleri ve kuşkular yaratmaktadır. Sayın Enerji Bakanımızın iyi niyetine inanmak istiyoruz. Sayın Bakan "kurulacak bu enstitü partilerüstü olsun istedik, siyaset bulaşmasın istedik, idarî ve malî yönden özerk olsun istedik" diyerek, Plan ve Bütçe Komisyonundaki, bu tasarıyla ilgili sunuşlarında açıklamalarda bulunmuşlardı. Enstitünün yönetim kurulu üyelerinin çoğunluğu Sayın Başbakan tarafından atanacaktır. Sayın  Başbakan tarafından atanacak böyle bir yapı partilerüstü olabilir mi?!. Sayın Başbakan tarafından atanacak bir yönetim kurulunun yapısı siyasetin bulaşmadığı bir yapı olabilir mi?!. Atamayla özerklik yan yana olabilir mi?!. Kaldı ki, Sayın Başbakanın yaptığı atamalarla ülkemizde son günlerde yarattığı sıkıntılar ortada iken, hatta, Sayın Başbakanın yaptığı atamalar mizah ve espri konusu haline geliyorken, bu kurumun siyasetten arınmış olabileceğini düşünmek mümkün değildir.

Geçtiğimiz haftalarda, bir değerli gazetecimizin köşesinde okumuştum. "Askeriyede tayinleri Başbakan Sayın Erdoğan yapsa ne olurdu" diye sorup, yanıtlıyor: "İstanbul Belediyesi Zabıta Müdürü Genelkurmay Başkanı olurdu."

RECEP KORAL (İstanbul) - Yakışırdı yani!

MEHMET MESUT ÖZAKCAN (Devamla) - Gerçekler gün gibi ortadayken, Sayın Bakanın söyledikleri çok inandırıcı olamıyor; ama, biz, Sayın Bakanımızın da iyi niyetine, samimiyetine inanmak, güvenmek istiyoruz.

Yönetim yapısı içerisinde çeşitli kurum ve bakanlıklardan temsilci bulunurken, konunun uzmanı olan Plan ve Bütçe Komisyonu üyelerine çok detaylı bilgiler sunan jeoloji, jeofizik ve maden ve kimya mühendisleri odalarının bağlı bulunduğu Türkiye Mühendis ve Mimar Odaları Birliğinden de bir temsilci bulunması talebimiz, hem altkomisyonda, daha sonra da Komisyonda kabul edilmemiştir. Altkomisyon toplantısında bu talebimizin kabul edilmeyişi nedeniyle, alt komisyonda görevli Cumhuriyet Halk Partili iki milletvekili olarak, komisyon toplantısını terk etmiştik. Plan ve Bütçe Komisyonunda Sayın Bakanımız bu önerimize sıcak bakmakla birlikte, bu talebimiz yine kabul görmedi; ancak, Sayın Bakan, bu düzeltmeyi Genel Kurulda gerçekleştiririz diyerek söz vermişti.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Son sözlerinizi alabilir miyim.

Buyurun.

MEHMET MESUT ÖZAKCAN (Devamla) - O sözünü burada yerine getirdiklerini de az önce memnuniyetle duydum. Az önce aldığım bilgiye göre, bu konuda gerekli düzeltme yapılmış Meclise inerken; diliyorum, Genel Kurulumuzda, bu düzeltme, iktidar ve muhalefet milletvekillerimizin oylarıyla gerçekleşir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; başta bor madenlerimiz olmak üzere, yeraltı zenginliklerimiz 70 000 000 yurttaşımızın ortak malıdır, ortak servetidir. Bu servete, ulusça ve kıskançlıkla sahip çıkmalı ve korumalıyız, tüm ulusumuzun çıkarları doğrultusunda değerlendirmeliyiz.

Yüce Meclisimize yürekten sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Özakcan.

Sayın milletvekilleri, madde üzerinde başka söz talebi?.. Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

3 üncü maddeyi okutuyorum:

İKİNCİ BÖLÜM

Enstitünün Görevleri ve Organları

Enstitünün görevleri

MADDE 3. - Ulusal Bor Araştırma Enstitüsünün, 10.6.1983 tarihli ve  2840 sayılı Kanun hükümleri saklı kalmak kaydıyla görevleri şunlardır:

a) Türkiye'nin, bor kimyasalları konusunda  dünya pazarında, sahip olduğu cevher zenginliğine koşut bir konuma gelebilmesi için kısa, orta ve uzun dönem bor uç ürünleri pazar ve teknolojilerine ilişkin politika ve strateji kararlarını almaya ışık tutacak bilgileri oluşturmak.

b) Bor ve ürünlerinin geniş bir şekilde kullanımı, yeni bor ürünlerinin üretimi ve geliştirilmesi amacıyla temel ve uygulamalı araştırma yapmak, yaptırmak, yapmayı özendirmek, değişik alanlarda kullanıcıların araştırmaları için gerekli bilimsel ortamı ve alt yapıyı sağlamak, bunun için laboratuvarlar kurmak, laboratuvarların kurulmasına destek vermek, mevcut ve/veya kurulacak laboratuvarları teçhizat ile desteklemek, Eti Holding A.Ş. ve bağlı ortaklıkları ile bor  konusunda araştırma altyapısı olan üniversitelerde araştırma merkezleri kurmak,  kurulmasına destek olmak, bor ve ürünlerini kullanan ve bu alanda araştırma yapan kamu ve özel hukuk tüzel kişileri ile işbirliği yaparak koordinasyonu sağlamak.

c) Bor ve ürünlerinin geniş bir şekilde kullanımı, yeni bor ürünlerinin üretimi ve geliştirilmesi alanındaki bilimsel araştırmaların teknolojik yeniliklere süratle dönüşebilmesi için yöntemler geliştirmek, bu alandaki teknolojilerin yurt dışından transferi için gerekli çalışmaları yürütmek, özel sektörün bor ve ürünlerinin kullanımı hakkındaki çalışmalara katılımını sağlayacak programlar yapmak, sanayi sektörünün Enstitü ile işbirliği yapmasını sağlayacak programlar geliştirmek, mevcut ve geliştirilecek yeni bor ürünlerinin çevre ve insan sağlığı üzerine etkilerinin saptanıp, anlaşılmasına yönelik araştırmalar yapmak, yaptırmak ve işbirliğini verimli kılacak ortamı oluşturmak.

d) Kamu kurum ve kuruluşları, üniversiteler ile gerçek ve tüzel kişilerin bor ve ürünlerinin geniş bir şekilde kullanımı, yeni bor ürünlerinin üretimi ve geliştirilmesi hakkında araştırma isteklerini değerlendirmek, Ar-Ge sonuçlarını piyasaya sunmak, bu konularda araştırma yapan gerçek ve tüzel kişileri finansman, personel ve teçhizat ile desteklemek.

e) Türkiye'nin taraf olacağı bor ve ürünleri ile ilgili Ar-Ge  işbirliği anlaşmalarının hazırlanması ve müzakeresinde Eti Holding A.Ş. ile birlikte  Hükümete yardımcı olmak ve bu anlaşmaların izlenmesinde ve uygulanmasında 31.5.1963 tarihli ve 244 sayılı Kanun ile 5/5/1969 tarihli ve 1173 sayılı Kanun çerçevesinde görev almak.

f) Eti Holding A.Ş.' nin talep edeceği Ar-Ge projelerini öncelikle ve ücretsiz olarak gerçekleştirmek.

g) Görev alanına giren konularda ulusal ve uluslararası kongre, seminer gibi bilimsel toplantılara bilimsel ve maddi katkı sağlamak, desteklemek, düzenlemek ve bunlara katılmak.

h) Enstitünün görev alanına giren konularda Türkçe ve yabancı dillerde kitap ve periyodik yayınlarda bulunmak ve bu tür yayınları desteklemek.

ı) Bilgi toplama ve yayma, bilgi bankaları, kütüphane ve arşiv gibi bilimsel destek hizmetleri sağlamak, ulusal ve uluslararası kuruluşlarla bu konuda işbirliği yapmak.

i) Kanunlarla verilen diğer görevleri yapmak.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Adana Milletvekili Sayın Tacidar Seyhan konuşacaklardır.

Sayın Tacidar Seyhan, şahsı adına da birinci sırada söz talebinde bulunmuştur; ikisini birleştirerek zaman tasarrufunda da bulunuyoruz.

Buyurun Sayın Seyhan. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA TACİDAR SEYHAN (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bor ve Ürünleri Araştırma Enstitüsü Kurulması Hakkında Kanun Tasarısının 3 üncü maddesi üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum.

Değerli arkadaşlarım, ben, bir yerden başlamak istiyorum; çünkü, enstitünün amaç ve politikalarının, ülkenin yeraltı zenginliklerinden veya maden politikalarından, bor ve ürünleri araştırma enstitüsünün bor politikalarından ayrı düşünülmesi mümkün değildir. Bu nedenle, izninizle, ben, biraz maden politikaları üzerine birkaç kelime söyleyip, bu konu hakkındaki düşüncelerimi belirtmek istiyorum. Bu arada, komisyonda birlikte çalıştığım ve çoğu zaman Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini dikkate alan komisyon mensubu değerli arkadaşlarıma ve Sayın Bakanıma da çok teşekkür ediyorum; ancak, bu, bizim kamu yararı taşımadığına inandığımız maddeler konusunda farklı bir düşünce içerisinde olup, sessiz kalmamız anlamına da gelmiyor. Şimdi, farklı düşündüğümüz alanları açmaya çalışacağım.

Değerli arkadaşlarım, Maden Kanunu, dün, Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonunda görüşüldü ve bizim komisyonumuzdan geçti. Buradaki anlayışımız, ülkenin sanayi, ticaret politikası ile bugünkü ekonomik durumumuzu özdeşleştirip, gelecekte çocuklarımızın yaşayacağı bir ülkeyi var etmeye yönelik stratejik önem arz eden yaşama koşullarını hazırlamaktır. Bunun maddî koşulları var, manevî koşulları var, çevresel koşulları var. Hiçbir arkadaşım, inanıyorum, benden farklı düşünmüyor; ama, biz, ne yaptık? Biraz endişe taşıyorum. Şundan endişe taşıyorum: Dünkü görüşmelerimizde, ben, baktım, Sayın Bakanım, birçok düşüncede bana "haklısınız" diyor, Sayın Genel Müdüre "haklısınız" diyor, daire başkanına "haklısınız" diyor, ki, makul şeyler; evet; ama, düşüncede kalıyor; sonuca bakıyorum, buradaki anlayışımızı sonuçlandıracak bir şey göremiyorum.

Tarım Bakanlığı yetkilisi konuşuyor, önlerine getirdiğimiz kanun tasarısının önceki kanuna ne şekilde sekte vurduğunu anlatıyor.

Orman Bakanlığı yetkilisi -orada tutanaklar var- konuştu "yapmayın bu kanunu; çevreyi, ormanı, doğayı, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı emrinde hazırlanacak yönetmeliklere bırakmayın; bu kanunları düzenlerken, daha sonraki gelişmelerle, uygulamalarla çelişkiye düşecek bir şey yapmayalım; hukuksal düzenleme açısından çelişki taşımayalım" dedi; fakat, her şey, tasarıdaki olduğu haliyle geçti.

İSMAİL KATMERCİ (İzmir) - Ama, orada...

TACİDAR SEYHAN (Devamla) - 22 nci maddeden sonra söylüyorum efendim; siz de konuşacaksınız. Ben izah ediyorum.

Bakın, dünyanın hiçbir yerinde -17 ülkenin maden kanunları orada- Kıyı Kanununu, Mera Kanununu, çevreyi, doğayı, Orman Kanununu hiçe sayarak, bir kenara koyarak, o bakanlıkların yetkilerini bir başka bakanlıkta oluşturacağınız kurulun eline bırakarak bir maden kanunu düzenlenmemiştir, yoktur böyle bir şey; bir örneği yok, dünyanın hiçbir yerinde yok; tıpkı bu enstitü gibi. Birazdan anlatacağım.

Şimdi, biz ne yaptık? Bakın, çok önemli bir ibareyi okuyorum burada; deniz ürünleri yetiştiriciliğinden kastedilen kıyı yetiştiriciliğinin yanına, hak olarak, maden arama faaliyetlerini ekledik. Değerli arkadaşlarım, ne alakası var?! Biz, uluslararası arenadaki görüşmelerde ne diyeceğiz? Yani, biz, deniz ürünleri yetiştiriciliği ile maden arama faaliyetlerinin çevresel etkilerini eşdeğer gördük mü diyeceğiz, ne diyeceğiz biz; bana söyler misiniz? Yani, bir ÇED'dir tutturuldu. 1993'ten bu yana ÇED'le engel olunmuş sadece 10 tane çalışma var, başka yok; Çevre Bakanlığı yetkilileri açıklıyor. Bizim yapacağımız şeyin çevreye duyarlı olarak tahsis edilmesi şart.

Bir de şu anlayışı yıkmamız lazım: Sanki, bu ülkenin çok değerli  kaynakları var ve biz, elimizden geldiğince, bu kaynakların çıkarılmasını sağlarsak ülke kurtulacak. Yok böyle bir şey! Borda da yok böyle bir şey. Siz, bu kaynakları, ülke dinamikleriyle beraber sanayie, üretime, uç ürüne aktarmadığınız sürece, hammaddenin ülke ekonomisine en küçük bir etkisi olmaz. Böyle yaparak gelişmiş bir tek ülke yok.

Tabiî, burada şunu da ifade etmek istiyorum: Madenlerimiz orada kalmasın, değerlendirelim; ama, bir stratejik rezerv anlayışımız olsun. Stratejik madenlerimizi gruplayalım, bunlara dokundurtmayalım, birilerinin bunlarla oynamasına izin vermeyelim.

Bakın, ben, size bir şey ifade edeceğim: Özel sektör başarılı olmuyor mu; oluyor. Bir tek Rio Tinto denilen firmanın dünyadaki maden arama sahalarının boyutu Türkiye'nin yüzölçümünün birkaç katı. Bu, özel bir firma, büyük bir tröst. Eti Holding dahil, dünyadaki bor ürünlerinin fiyat politikasını belirleyen temel kuruluş da Rio Tintonun kendisidir; yani, US Boraxtır. Bunları, hep beraber, tasarının görüşmeleri sırasında tartışacağız.

Bakın, burada Bakanım varken -bitiriyorum bu konuyu, maddeyle ilgili görüşüme geçeceğim- iki şeye dikkat çekmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, dün geçen bölümüyle, maddenin bu hali, çevreye, doğaya ciddî tahribat verdiği gibi, maalesef, bor ürünlerinde tekelin kırılmasına da neden olmaktadır. Sayın Bakanım, bir aksaklık varsa düzeltileceği konusunda söz verdi; çok teşekkür ediyorum; ama, ben, sizlerin, kamuoyunun dikkatini çekmek istiyorum. Birincisi; 10 uncu maddede "bor, toryum, uranyum sahaları, arama ruhsatları açısından alan sınırlamasına tabi değildir" denildi. Eğer, bunu bu şekilde geçirirseniz, yarın, herhangi bir özel teşebbüs, Türkiye'deki arama alanlarının büyük bir bölümünü kapatırsa, siz, bu alanda, daha, maden arayamazsınız. Bir yandan bunu koyarken, bir yandan da, Eti Holdingin elinde bulunan ve Türkiye'deki maden arama sahalarının sadece yüzde 10'unu teşkil eden bölgeye gözünüzü dikip "madencilik gelişmiyor; bakın, bu adamlar engel oluyor; aman, Eti Holding burayı taksir etsin, biz de bu alanı aramalara açalım, oradan da maden bulalım, getirelim; Türkiye'nin önü açılsın" diyemezsiniz; bu çelişkiyi kimseye anlatamazsınız. Arama alanlarının sadece yüzde 9'u -yüzde 10'u da değil- Eti Holdinge ait. Genel Müdürüm de bunu böyle ifade ediyor ve diyorlar ki "biz, bu alanları aramalara açacağız, acele etmeyin. Bu rezervleri belirleyeceğiz ve bor, toryum, trona rezervleri bulamadığımız alanların hepsini aramalara açacağız. Biz, devlet kurumuyuz." Biz, devlet kurumlarımıza güvenmeyeceğiz de, kime güveneceğiz? İşlemiyor mu, yapılmıyor mu; yapın o zaman; erksiniz, hükümetsiniz, yaptırın o zaman. Kurum orada, siz buradasınız. Sizin göreviniz yaptırmak, işletmek. Siz, Tarım Bakanlığında, Çevre Bakanlığında, Orman Bakanlığında evrak bekliyor şikâyetini yapamazsınız. Siz, oraları işletmek için iktidara geldiniz; siz, oralardaki aksaklıkları, bürokratik engelleri ortadan kaldırmak için iktidara geldiniz. Siz, doğru düzenlemeyi yapmakla ve bizim önümüze getirmekle yükümlüsünüz. Bizim görevimiz de, buradan, kanun ve yönetmeliklerdeki aksaklıkları belirterek, ulusal menfaatlar çerçevesinde, kanunlar üzerinde değişiklik yaptırmak için, sizi zorlamak, teşvik etmek, iyi niyet çerçevesinde birleşmektir. Bu bütünlüğü beraber sağlayalım. Getirin bütün kanunları, bakanlıkların yetkileri çerçevesinde çözelim, hiçbir bakanlığımızı yok saymayalım.

Kanun tasarısına gelmek istiyorum. Bir kere borlarımızı nasıl koruruz, bir sonraki maddede anlatacağım; ciddî çelişkiler var, samimiyetle anlatmak ve paylaşmak istiyorum; ama, madde üzerinde konuşuyorum, burada da, maddeyle ilgili hiçbir şey söylemeden geçmek istemiyorum.

Değerli arkadaşlarım, bir kere, bu enstitü kavramı, dünyadaki enstitü kavramlarından hiçbirine uymuyor. Nerede uymuyor, başlangıçta uyuyor; ama, ileride konuşacağımız, tartışacağımız yerlerde, bu işte ipin ucu kaçıyor. Belki, tanımlamalarda çelişki olarak algılayabilirsiniz; ama, düzeltelim diye söylüyorum -Sayın Bakanım da buradayken- pek söylenildiği gibi de olmuyor.

Bakın, Sayın Bakanım, sodyum bor hidrürlerden bahsetti; doğrudur, böyle bir çalışma vardır; ama, zaten dünyada oluşmuş bir otomobil teknolojisi var. Birdenbire petrolü yok sayıp, bu teknolojileri Türkiye'ye getirip, biz, borla her şeyi halletmeyeceğiz. O var, araştıracağız, duracak; patent hakkı duracak, lisans hakkı duracak, dünya pazarını dengede tutacağız. Bizim amacımız, borlardaki pazarı dengede tutmak. Enstitünün amacı da, bu pazar dengesini elimize geçirebilmek için uç ürün üretimini teşvik etmek, bunun sanayide kullanılmasını sağlamak, sanayi ve ticaret politikasıyla, buradaki üretimlerinin eşdeğer düzeyde yürümesini sağlamaktır. Bütün kitapları açın, üniversitelerde bize böyle okuturlar.

Enstitü nedir; bakın, bunu kitaplar yazıyor: "Çokludisiplinlerin, disiplinlerarası bir yapıda fonksiyonel (işlevsellik) açıdan kompleks özellikler gösteren, birçok kaynağı belli amaç için kullanılabilen ar-ge organizasyonları ve bilimsel çalışmalar" diyor. Bakın, kavram bu. Birazdan, kavramın nerede koptuğunu konuşacağız.

Biz de bir merkez önerdik; bor araştırma merkezini önerdik. Merkezde de tanım belli: "Genellikle bir konuya odaklanmış ya da temel bir misyonu olan çoklukta akademik bir bölümde yapılanmış ar-ge organizasyonları çerçeveleri" diyor. Amacı da akademik olacak. Siz, orada araştıracaksınız, geliştireceksiniz; sadece ürünü bulmayacaksınız, teknolojisinin yapılmasını ve geliştirilmesini teşvik edeceksiniz. Dünyada, sizin söylediğiniz gibi, öyle, çok çeşitli yöntemler yok. Olan yöntemlerimiz belli; temel araştırma vardır, uygulamalı araştırma vardır, deneysel geliştirme vardır, ürün ve proses geliştirme vardır; bunun dışında bir yöntem yok. Teknoloji transferlerini düşünürsek; yatay teknoloji transferleri var, dikey teknoloji transferleri var. Endüstriyel alanda çalışan arkadaşlarımızın hepsi bilir bunu. Dikey teknoloji transferlerinden patent ve lisans... Bilginin gömülü olduğu teknoloji transferlerine karşı çıkmak zorundasınız, orada bilgi gömülüdür. Siz alır uygularsınız ve mahkûm olursunuz. Oradaki ortaklıkların önüne geçemezsiniz. Sizin göreviniz, kendi bilginizi gömecek teknolojik çalışmaların önünü açmaktır, görev ve sorumlulukların alanlarını buraya gömmektir.

Ha, know how uçuşuyor... Tabiî, know how, yöntemlerden biri. Bunu yapın; ama, bilimin bir gruptan diğer bir gruba aktarılmasını sağlamadıktan sonra, bilimin, bilgiye, bilince ve teknolojiye dönüşmesini sağlamadıktan sonra, bu enstitü ölü doğar. Hani "geçti Bor'un pazarı" derler ya; biz, oradaki Bor'u burada uygularız; borun pazarı geçer, biz de önümüze bakamayız.

Değerli arkadaşlarım, danışmanlık, alet, teçhizat almak başka bir şey; ama, şuna dikkat edelim: Lisans diye başvurduğumuz ülkeler, bize, daha çok, kurulu tesis teslim ederler, yani, anahtar teslimi. Eğer, enstitüyü, bu tür bir ticarî yaklaşımla bir başka kanala, siyasî iradenin kontrolüne teslim ederseniz, biz burada araştırma yapmayız, geliştirme yapmayız; sadece, bize verilecek anahtarı ve bize gösterilecek kapıyı bekleriz.

Böyle araştırma geliştirme, böyle enstitü anlayışı olmaz; yapıyı, bilimsel kurmak zorundasınız. Akademik disiplinleri, kurduğunuz üniversitede... Üniversitede mi kuracaksınız; kurun. O üniversitede kim varsa, onu buraya dahil etmeye çalışın; ama, yok. Ne olacak? Biz az tuttuk burayı, uzman sayımız da az; biz, zaten, personel açısından, böyle bir arpalık düşünmüyoruz; burada bilimsel araştırma yapacağız diyorsunuz; yapın tabiî... Ee, diğer tarafta da var, az önce milletvekilim söyledi; zaten, ar-ge Eti Holding içerisinde yapılıyordu, başka yere ihale ediliyordu; orayı da geliştirin. Başkası kurulmasın demiyorum, buna da ihtiyaç var. Yapın; ama, geliştirin!..

Fakat, burada, başka bir şey çıktı ortaya. Değerli arkadaşlarım, bakın, personel konusunda Sayın Bakanımın söylediği de çok haklı değil. Benim tasarıdaki endişem bu; bunu bildirip sözlerimi tamamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, bakın, personel konusu nerelerde gizli: 9 uncu maddede "Enstitünün bünyesinde hangi konularda araştırma ve geliştirme yapılması hususuyla kurulması gerekli ar-ge grupları ve personel, finans teçhizatına ilişkin önerileri başkana sunar. Araştırma ve geliştirme gruplarının üye sayısı, bu gruplarda çalışacakların nitelikleri ile çalışma usul ve esasları başkanın teklifi üzerine yönetim kurulu tarafından kararlaştırılır" denilmektedir; yani, araştırma geliştirme gruplarının artırılması, teklifle mümkün; bu bir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

TACİDAR SEYHAN (Devamla) - Tamamlıyorum efendim.

BAŞKAN - Siz maddeyi geçip, 9'uncu maddeye geçtiğiniz için... 9'a daha sıra var, isterseniz...

TACİDAR SEYHAN (Devamla) - Hayır efendim...

BAŞKAN - Sözlerinizi tamamlar mısınız.

TACİDAR SEYHAN (Devamla) - Tamamlıyorum; ama, sözle bağlantılı olduğu için, sadece 30 saniye süre istiyorum.

Bakın, diğer bir alanda, yine, 28 kişi dedik ya, onu anlatmaya çalışıyorum. "Personelin pozisyon, unvan ve sayılarında mevcut pozisyon sayılarının iki katını aşmamak kaydıyla değişiklik yapılmasına..." Yani, burada da, iki katına çıkarabiliyoruz. 28 x 2, etti 56. Devam edelim: "...mevcut hizmet birimlerinin kaldırılmasına ve yeni hizmet birimlerinin kurulmasına, Enstitünün teklifi, Bakanın onayı üzerine Bakanlar Kurulunca karar verilir."

Yeni hizmet birimleri de kurabiliyor muyuz; o da evet; tamam, kurun. Enstitünün bünyesinde merkezler de kurabilirsiniz; o da tamam. Gelin... "Enstitüde proje ve araştırmaların gerektirdiği niteliklere sahip, proje ve araştırma süresi ile sınırlı olarak yeterli sayıda süreli personel istihdam edilebilir." Bir de süreli personel istihdam ettiniz mi?!. Şimdi, 28 kişiyle başladınız, 2 katına çıkardınız, araştırma merkezleri kurdunuz, burada personel istihdam ettiniz, süreli personel aldınız ve yeni grupları oluşturma yetkisini de verdiniz; bu nasıl 28 kişilik mikro kuruluş?!

Şimdi, neye karşısınız siz diyeceksiniz, karşı çıkarak bunun işlevselliğinin ortadan kaldırılmasına mı; hayır. Doğru olan bu. İyi bir enstitü, uzmanlardan oluşan, akademik uygulama yapan bir enstitüdür; bunun sonuçlarını birazdan anlatacağım. Kurun, yapın, üniversitedeki her teknik elemanı o araştırmanın içerisine koyun; doğrusu budur. Elde ettiğiniz araştırma sonuçlarını da ülke sanayiine öncelikle sunun, Eti Holdingin de pazar politikalarını kontrol edin; ama, buraya çıkıp "biz, 28 kişiyle sınırladık, bizim niyetimiz istihdam değil, bu da 28 kişiden belli" demeyin, lütfen, demeyin... Çünkü, doğru; doğruyu savunun. Bizim de istediğimiz bu. Hatta, bu araştırma gruplarını da artırmaya devam edin.

Bu endişelerle, hepinize teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Seyhan.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Kütahya Milletvekili Sayın Soner Aksoy; buyurun.(Alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA SONER AKSOY (Kütahya) - Muhterem Başkan, değerli milletvekili kardeşlerim; bu konuştuğumuz yasa tasarısının 3 üncü maddesi üzerinde, biraz önce, komisyonumuzun değerli üyesi CHP'li sözcü, biraz asabi olmakla beraber ikna edici, etkileyici konuşmalar yaptı. Aslında, Tacidar Bey, çok iyi niyetli bir kardeşimiz; komisyonumuzun çalışmaları süresince de bize çok olumlu etkileri olmuştur; ancak, orada da gayet rahat ve uzun müddet konuşmuş, kendisine müsamaha edilmiş ve her türlü fikrini dile getirme imkânını da bulmuştur. Orada, genellikle konsensüs halinde olduğumuz fikirler, yazılı metinlere de intikal etmiştir. Ancak, nedense, bor enstitüsü gibi, tamamen devletle alakalı veya özerk olabilecek; ama, devletle büyük miktarda ilişkili olan bir kurum ve işlediği mamul de tamamen devlete ait olmasına rağmen ve devletçi olduğunu bildiğimiz bir parti mensubu tarafından da yine tenkit görmektedir. Burada ben bir çelişki olduğunu zannediyorum. Aslında, Adalet ve Kalkınma Partisinin serbest piyasa ekonomisi çerçevesi içerisinde, bu bor işletmelerinin ve bununla alakalı enstitülerin daha liberal bir çerçevede takdim edilmesi gerekir; ama, sadece, borun stratejik olması nedeniyle, bu yapı içerisinde, yani, Cumhuriyet Halk Partisinin özgün fikirleriyle de paralellik arz edecek şekilde hükümetimiz ve komisyonlar tarafından takdim edilmiş olmasına rağmen, yine çok ciddî eleştiriler burada serdedilmektedir.

Muhterem kardeşlerim, burada "enstitünün görevleri" bölümüne baktığımız zaman, tamamen, Türkiye'de hammaddeleri bulunan ve şimdiye kadar hiç ilgilenilmemiş olan bir meselenin üzerinde bilimsel bir yaklaşım söz konusu. Dünyada bugünkü işlenen, Türkiye'nin işlemiş olduğu borla alakalı ve ürünle alakalı ticaret 1,2 milyar dolar civarındadır ve bunun içerisinde Türkiye'nin payı yüzde 30 civarındadır; ama, uç ürünlerle alakalı ticaret 30-40 milyar dolar mertebelerindedir ve Türkiye, bu hammaddenin üzerinde otururken, işte bu ana ticarete hedeflenmiştir. Adalet ve Kalkınma Partisi bu hedefi gerçekleştirmek üzere, yine nevi şahsına münhasır, boru en kısa zamanda alıp işleyecek, bilimsel sonuçlarını alacak, teknolojisini üretecek ve bu ürettiği teknolojiyi de, kim bunu kurmak istiyor Türkiye'de, kim yerleştirmek istiyor diyerek, onu piyasaya sunacak, sunabilecek elastik bir modeli huzurumuza getirmiştir. Devletçilik, tekeli altında olan bir mamulü sanayie, endüstriye, bilime, ileri uç ürünlere katsın istemiyor muyuz?.. İstiyorsak, işte, bu elastikiyeti sağlayan, kamunun tekelinde bulunan bir mamulü alacak, araştıracak, tetkik edecek, onlardan elde edeceğimiz teknolojiyle, birikimlerle yepyeni mamuller yapacağız ve o 46 milyar dolar, belki 50-100 milyar dolar olacak önümüzdeki bir piyasada kendimize pay arayacağız. Bundan daha güzel ne olabilir?! Bu teşebbüsün altında şu var, üstünde bu var... Bu, mesele değildir sevgili kardeşlerim. Asıl olan bunun amacıdır. Amaç da gayet açık, gayet ortada, her şey meydanda, uzun uzun tartışmalarımızda da bunları dile getirdik. Bor enstitüsünün kuruluşunun -mesela- sonunda, ar-ge sonuçlarını piyasaya sunmak, bu konularda araştırma yapan gerçek ve tüzelkişileri, finansman, personel ve teçhizatla desteklemek...

Şimdi, arkadaşlar, şimdiye kadar ar-ge çalışmaları Türkiye'de yapılmıyor mu; yapılıyor. Üniversitelerde ar-ge yapılıyor. Ne oluyor sonra; yapılıyor, paper'lara geçiyor, orada kalıyor. Herkes kendi lale bahçesinde soğan yetiştiriyor Bu, bir şey ifade etmez ki! Asıl olan, yapmış olduğunuz ar-geyi lale bahçenizden çıkarmak, hayata katmaktır, teknoloji üretmektir.

Sonra, bu, o kadar kolay bir şey değil ki. Burada bilimsel çalışmalar yapılacak, artı, başka üniversitelerde, başka enstitülerde buna paralel araştırmalar varsa, emek vermiş kişiler varsa, onlarla müşterek projeler oluşturulacak, hatta, dünyaya uzanılacak, milletlerarası olabilecek dünya çapında projelere iştirak edilecek veya onlar icabında finanse edilecek, elde edilecek teknoloji ve  know how satın alınacak ve ondan sonra, bu teknolojiyi, buyurun arkadaşlar, gelin, yapın, yapalım denilecek. Bundan daha güzel ne olabilir?!.

Ayrıca, siz, her şeyini de yapamazsınız zaten bu borun. Borla alakalı çok ileri teknolojiler var. Mesela, yarın, silah sanayiiyle alakalı, başka ileri kimya sanayiiyle alakalı bir bor mamulünü kendi kaynaklarımıza bağlı olarak üretmek mecburiyetinde kalırsak, bunun için de gerekli teknoloji ve birikim bizde yoksa, ne yapacağız; know howını almak zorundayız. Eğer, bir enstitü kurmamışsanız, nasıl alacaksınız?.. Burada borla alakalı bir bilgi birikiminiz yoksa, sizi, alacağınız o know howda pekâla kandırırlar; know how bedeliniz çok yüksek olur; fizibiliteniz daha baştan düşük olur; ama, siz enstitüde bor üzerinde çalışmışsanız, ilim adamlarınızı çalıştırmışsanız, bu enstitü işlevini yerine getirmişse, o zaman alacağınız know howda sizi kandıramazlar ve alır, o teknolojiyi memleketinizde de kurarsınız.

Muhterem kardeşlerim, Maden Yasasıyla alakalı bazı ifadeler kullandı Sayın Kardeşim Tacidar Bey "ÇED'le engellenmiş 10 kuruluş var" dedi. Maden Yasası da bizden çıktı, kendisi de biliyor, iki ay, devamlı bu yasa üzerinde çalıştık. İletişim kurmadığımız hiçbir kurum kalmadı. Âdeta, en ücra köşedeki insanlarla temas halinde olduk, panellerine katıldık, konferanslarına katıldık ve madencilerin hemen hemen tamamıyla ilişki kurduk ve bize, hep "şu ÇED belasından bizi kurtarın" dediler. Herkes bunu söyledi. Yani "bu, ÇED, ÇED, ÇED! Bıktık, usandık, biz madencilik yapamıyoruz" dediler. Biz de, reform olacak şekilde bir yasa getirdik; yasanın ilk maddesi, tek merci, tek müracaat... Bu, ÇED'i kaldırmak anlamında değil ki; iki devlet kurumu arasında konsensüsü sağlayacağız, vatandaş oradan oraya koşturmayacak, devletin bir birimi onun adına koşturacak. Halka hizmet için burada değil miyiz!..

"Bu enstitü dünyaya uymuyor" dedi. Yani, ben, bütün dünyadaki enstitülerin hepsini bilmiyorum; ama, dünyadaki enstitülerin bildiğim pek çoğuna uyuyor; ama, uymayan bir yer var, o da, sayın sözcü kardeşimin zihinsel altyapısındaki devletçi mantaliteye uymuyor olabilir.

TACİDAR SEYHAN (Adana) - Bir yer söyleyin bana, bir ülke söyleyin!

SONER AKSOY (Devamla) - Bütün ülkelerdeki...

TACİDAR SEYHAN (Adana) - Hayır efendim, hiçbirinde yok.

SONER AKSOY (Devamla) - Miami'deki, mesela, hidrojenle alakalı enstütü ve Prof. Nejat Veziroğlu, orada görevli, o enstitüyle bu aynıdır. Alın, size bir misal.

TACİDAR SEYHAN (Adana) - Hayır efendim, doğru değil, yanlış söylüyorsunuz.

BAŞKAN - Sayın Seyhan, lütfen...

SONER AKSOY (Devamla) - Efendim, ben fikrimi söylüyorum; ama, uymayan bir yer var, onu da arz ettim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

TACİDAR SEYHAN (Adana) - Hayır, o zaman, Bakana da uymuyor... Uymayan yer Sayın Bakanda da var o zaman efendim; bakın, tutanaklar burada. Sayın Bakan "farklı bir enstitü" diyor.

BAŞKAN - Sayın Seyhan, lütfen...

Sayın Aksoy, buyurun.

SONER AKSOY (Devamla) - Efendim, bor enstitüsü, çağın gereğine uygun bir enstitüdür; çünkü, bilim ve teknoloji devrinde yaşıyoruz, bilgi çağında yaşıyoruz. Artık, bilgi birikimlerini hem oluşturmaya hem bununla alakalı teknolojiler geliştirmeye hem de sanayie ve müteşebbise "gel arkadaş" demek durumunda olan bir icraatın içerisinde olmak zorundayız. Bu bakımdan, bu enstitü, isabetli ve güzel düşünülmüş bir enstitüdür. Komisyonda çok olgun müzakereler olmuştur; ben, bu vesileyle, komisyon üyesi arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Bu konu Plan ve Bütçe Komisyonunda da uzun uzun tartışılmış, altkomisyon kurulmuş ve huzurunuza, çok da güzel, hepinizin tasvip edeceği bir yasa tasarısı gelmiştir. Bunun hayırlı sonuçlara vesile olacağına inanıyorum ve hepinize saygılar, sevgiler sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Aksoy.

Şahsı adına, Kütahya Milletvekili Sayın Hüsnü Ordu; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

HÜSNÜ ORDU (Kütahya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bor araştırma enstitüsünün görevleriyle ilgili madde üzerinde, şahsım adına, söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Bu kürsüden, bugün itibariyle, benim ilk konuşmam; aslında, burada, tamamen maddeyle ilgili konuları konuşmayı hedefledim ve arzu ettim. Bölgem tamamen bir bor bölgesi; Kütahya İlinin Emet ve Hisarcık bölgesi yoğun bir şekilde bor mineraliyle ilgili bir bölge; ama, gerçekten, çok enteresan söylemler, sözler duydum; gerçekten anlamakta zorlandığım şeyler oldu.

Bir defa, önce, hava biraz daha dağılsın diye, burada bir şeyi ifade etmek lazım; onu ifade edeyim. Biz, Kütahya milletvekilleri olarak, başlangıçtan itibaren, Sayın Enerji Bakanımıza, gerçekten inanarak, bor araştırma enstitüsü merkezinin Kütahya İlinde kurulması noktasında, üniversitelerimizle, rektörümüzle, milletvekili arkadaşlarımızla beraber çok yoğun bir talepte bulunduk. Biz, o aşamada öyle inandık; ama, daha sonra gelişen süreçte, gerek Balıkesir İli gerek Bursa İli gerekse Eskişehir İli, bu konuda çok yoğun talep yaptı. Sonuçta, hükümetimiz, bu enstitü merkezinin -demin, Sayın Bakanımız da ifade etti- Ankara'da kurulmasının daha uygun olacağı kanaatine vardı ve Ankara'da kurulacak. Belki, Kütahya'daki bizi izleyen seçmenlerimiz, "Balıkesir vekilleri böyle bir önerge verdi, Kütahya vekilleri niye vermedi" diye düşünebilir.

GÜROL ERGİN (Muğla) - Seçmene selam...

HÜSNÜ ORDU (Devamla) - Ben, şu noktadayım; biz, hükümetimize güveniyoruz. Hükümet burada dururken, onların kabul etmeyeceği bir önergenin geçmeyeceğini bildiğimiz için, bu konuda bir önerge vermedik; ama, biz, Sayın Bakanımızdan ve hükümetimizden şunu bekliyoruz: Gerçekten, araştırma konusunda, üniversite konusunda destek vermeye hazır olan Dumlupınar Üniversitemize, bilgi noktasında, paylaşma noktasında, personel konusunda, teçhizat konusunda, bu anlamda, kendisinden, bu desteği rica ediyoruz ve bu desteği vereceğine, şahsen inanıyorum.

Şimdi, ben, konuşmalarda şunları gözledim: Sayın milletvekilleri, bir konunun değer ifade edebilmesi için, o konuyla ilgili değerlendirmelerin, övgülerin, başkaları tarafından yapılması gerek. Şimdi, bir değerli CHP milletvekilimiz, sözcümüz, burada, bor konusunda, özellikle CHP'nin çok önemli katkıları olduğunu ifade etti. Bence, burada, değer şudur: Bu değerlendirmeleri, bilim adamlarının, halkın, milletin, dolayısıyla başkalarının yapması çok daha önem arz eder; bu değer, o zaman bir değer olur. Bizim, buradan, kalkıp, AK Parti bu konuda çok daha fazla katkı verdi dememiz, millet nazarında hiçbir şey ifade etmez; ama, ben, AK Partili bir vekil olarak, bu kürsüden, şunları ifade etmeyi, doğrusu, kendime bir görev addediyorum: Geçmişte, TÜBİTAK'ı, Marmara Araştırma Merkezi ve üniversitelerimizi, bilim adamlarımızı, Prof. Dr. Raşit Tolun ile 1964'te başlatılan çalışmaları, cevherin özelleştirme kapsamına alınmasındaki dirayetli duruşuyla Sayın Şükrü Sina Gürel'i, Eti Holding bünyesinde çalışma yapan tüm bürokratlarımızı canı gönülden şahsım adına tebrik ediyorum, teşekkür ediyorum. Bu bir şey ifade eder; ama biz buradan, biz şunu yaptık, bunu yaptık dersek kendi adımıza, hiçbir şey ifade etmez.

Sonra, ar-ge ile ilgili çok önemli eleştirmeler oldu. Adı üzerinde ar-ge...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Ordu, son sözlerinizi alabilir miyim.

Buyurun.

HÜSNÜ ORDU (Devamla) - Bu kadar kısa sürede herhalde ancak bunları ifade edebiliriz.

Ar-ge, araştırma, geliştirme yapan bir enstitü kurumudur. Bu anlamda çok farklı noktalara temas edildi; ama benim bildiğim, araştırdığım, okuduğum, anladığım şu. Bu enstitümüz, bu konuda, kendisine sunulan gelirlerle beraber, planlama, organizasyon, araştırma, bilgi alışverişi, üniversitelerle, bilim adamlarıyla, bu konuda, ileri uç teknolojisi konusundaki eksiklerimizi giderme noktasındaki çalışmalarını, katkılarını ülkemize vereceğine canı yürekten inanıyorum.

Sayın Bakanımıza bu konudaki yaptığı çalışmalardan dolayı teşekkür ediyorum; bu tasarının ülkemize önemli katkılar vereceğine inanıyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ediyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ordu.

Sayın milletvekilleri, madde üzerinde bir önerge var; ancak, sayın milletvekillerinin, bundan sonra önergelerini zamanında vermeleri, o önergeleri gruplara dağıtmamız gerektiğini sayın milletvekilleri biliyorlardır. O nedenle, bunu okutuyorum; ama, bundan sonraki önergeleri zamanında vermelerini rica ediyorum.

Önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Bor ve Ürünleri Araştırma Enstitüsü Kurulması Hakkında Kanun Tasarısının 3 üncü maddesinin (b) fıkrasının birinci satırında geçen "bor ürünlerinin üretimi ve geliştirilmesi" ifadesinin "bor ürün ve teknolojilerinin geliştirilmesi ve üretilmesi" olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

 Osman Coşkunoğlu Birgen Keleş Gürol Ergin

 Uşak İstanbul Muğla

 Enis Tütüncü  Mesut Özakcan

 Tekirdağ  Aydın

BAŞKAN - Komisyon katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ SABAHATTİN YILDIZ (Muş) - Takdire bırakıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Hükümet?..

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) - Katılıyoruz.

BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Sadece bor ürünleriyle sınırlı kalmadan, teknolojileri de kapsaması gerekir.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Komisyonun takdire bıraktığı, Hükümetin katıldığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, kabul edilen önerge doğrultusunda 3 üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

4 üncü maddeyi okutuyorum:

Organ ve birimleri

MADDE 4. - Enstitü aşağıdaki organ ve birimlerden oluşur:

a) Yönetim Kurulu.

b) Başkanlık.

c) Araştırma ve Geliştirme Koordinatörlüğü.

d) Endüstriyel İlişkiler Koordinatörlüğü.

e) Bilgi Toplama, İdarî ve Malî İşler Koordinatörlüğü.

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Eskişehir Milletvekili Sayın Vedat Yücasan; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA MEHMET VEDAT YÜCASAN (Eskişehir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bor ve Ürünleri Araştırma Enstitüsü Kurulması Hakkında Kanun Tasarısına ilişkin kişisel görüşlerimi iletmek üzere söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, ülkemiz, madencilik alanında çeşitli maden yataklarına sahiptir. Bor madenlerinde olduğu gibi, diğer madenlerde de, ülkemiz, dünyada önemli sayılacak yataklara sahip bulunmaktadır; ancak, bor dışındaki madenlerimizin miktarı abartılacak ölçülerde değildir.

Ülkemizdeki kaynakların, özellikle cumhuriyet öncesi dönemlerde verilen tavizler veya ayrıcalıklarla, bazen de hileli bir şekilde, Batı ülkelerine taşınıp tüketildiği bilinmektedir.

Bugün, ülkemizin, dünyada daha fazla söz sahibi olabileceği, kıskançlıkla sahip çıkacağı belli başlı birkaç kaynağı kalmıştır. Bunların önemlilerinden birisi de, bordur.

Bor madeni, çelik, deterjan, cam elyafı üretimi gibi ürünlerin yanında, uzay teknolojisinden bilişim kesimine kadar, 250'yi geçen ürünün hammaddesidir; kullanım yeri ve miktarı da her yıl artmaktadır. Bora "21 inci Yüzyılın petrolü" diyenler de vardır.

Ülkemiz, dünya bor rezervlerinin yüzde 70'ine yakınını elinde bulundurduğundan, uluslararası piyasalarda doğal üstünlüğe sahiptir. Bu nedenle, tartışmaların merkezinde her zaman bor madeni yer almaktadır. Bor, Osmanlı Devletinin son dönemlerinden beri yabancı ağırlıklı şirketlerin denetiminde kalmıştır.

1960'lı yıllardan itibaren, yabancıların yanı sıra, küçük ölçekli yerli firmaların neden olduğu rekabetin, borlardan elde edilen ulusal geliri düşürmesi üzerine, 1978 yılında, o dönemin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Deniz Baykal ve hükümet üyelerinin imzalarıyla Meclis gündemine getirilen 2172 sayılı Devletçe İşletilecek Madenler Hakkında Yasa ile Etibankın tasarrufu altına girmiştir.

Cumhuriyet Halk Partisi tarafından çıkarılan bu yasanın özü, devletleştirme değil, devletin belli kanunlar çerçevesinde vermiş olduğu işletme ruhsatı hakkının iptal edilmesidir. Ülkemiz için hayatî önem taşıyan bor madenlerinin ruhsatları, bu yasayla, gerçek sahibi olan ülke halkı adına işletilmek üzere devletin tasarrufu altına alınmıştır. Bu, bir devletleştirme değil, verilen iznin geri alınmasıdır.

Değerli milletvekilleri, dünya rezervlerinin yüzde 63'ünün ülkemizde olmasına karşılık, dünyadaki bor ihtiyacının yüzde 37'si Amerika Birleşik Devletlerindeki firmalar, yüzde 31'i ise Eti Holding tarafından karşılanmaktadır. Buna mukabil, 1 700 000 000 dolarlık piyasadan, ülkemiz, sadece 250 000 000 dolarlık pay alabilmektedir. Bunun nedeni, Eti Holdingin, rafine, yani işlenmiş ürün kapasitesinin düşük olması, daha çok ham bor satışı yapılmasıdır.

Bor ürünlerinin yüzde 84'ünü ham bor, yüzde 16'sını ise rafine bor olarak ihraç etmemize karşın, Amerika Birleşik Devletleri maden şirketleri, Eti Holdingin 3 katı rafine ürün pazarlamaktadır. Bu bağlamda, bor madenini ham satıp rafine olarak geri almaktayız. Başka bir deyişle, ülkemizin ham bor ürünleri, dış ülkelere kaynak ve ucuz hammadde olarak aktarılmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, bugün, Genel Kurulumuzun gündemine gelen bor ve ürünleri araştırma enstitüsünün kurulmasının önemini, bizler, her platformda dile getiriyoruz.

Enstitüden beklentilerimiz ise, Türkiye'nin dünya bor piyasalarında, bor pazarlarında, olması gereken yer olan birincil konuma geçebilmesi için rafine ürün kapasitesini artırması; yani, bor uç ürünlerini tasarımlayabilmesi ve üretim yöntemlerini geliştirebilmesidir. Ancak, tasarıda belirtilen görev tanımlarında bu hususların hiçbiri yoktur. Dolayısıyla, kurulan yapı, hiçbir şekilde araştırma geliştirme merkezi değil, bir koordinasyon ve finansman kurumudur.

Enstitünün Ankara'da kuruluyor olması da son derece yanlıştır. Enstitü, kavramsal olarak araştırma ve eğitim yapan bir kurumu tanımlamaktadır.

Bor rezervlerinin olduğu bölgede tetkik ve incelemelerde bulunmayan, arazideki çalışmalara ve gözlemlere katılmayan enstitüden, optimum yararı sağlamak mümkün değildir.

Ülkemizin bor rezervleri, Balıkesir'in Bigadiç ve Bandırma yöreleri ile Kütahya-Emet'te ve Eskişehir-Kırka'da yer almaktadır.

Bor araştırma enstitüsünün, teknik çalışmaların yürütüldüğü bu bölgelerde kurulması, hem faaliyetlerin daha etkin yürütülmesi bakımından hem de uzmanların arazide çalışmalarına imkân vermesi açısından daha doğru bir yaklaşım olacaktı.

Özellikle, dünyanın en büyük sodyum tuzu (boraks-tinkal) yatağının bulunduğu Eskişehir, gerek Ankara'ya gerekse diğer bor rezervi bulunan yörelere olan yakınlığından dolayı, enstitünün kurulabileceği ideal bir konuma sahipti.

Tasarının, konuyla ilgili çeşitli tarafların katılımı sağlanmadan, üzerinde kapsamlı düşünülmeden ve çeşitli yönleriyle tartışılmadan hazırlandığı ve acil eylem planında yer verilmiş olması nedeniyle, görev savmak için aceleyle gündeme getirildiği anlaşılmaktadır.

Değerli milletvekilleri, son günlerde, bor madenlerinin devlet tarafından işletilmesi yerine, özel sektör veya yabancı sermaye tarafından işletilmesinin gerektiği yönündeki tartışmaları, büyük bir üzüntüyle takip ediyoruz.

Ülkemizin, uluslararası tekel olma avantajını elinde bulundurduğu bor ve bor türevleri üretiminin özelleştirmeye açılması son derece yanlıştır.

Borun, öncelikli ve kritik sektörlerde, çok farklı alanlarda kullanılması ve dünya bor rezervlerinin yüzde 63'ünün ülkemizde oluşu, bor madeni ve türevlerine, ulusal çıkarlarımız açısından stratejik nitelik kazandırmaktadır.

Son yirmi yıldır, KİT'lerin yatırım yapmalarının, teknolojilerini geliştirmelerinin, sağ iktidarlar tarafından, bilinçli bir şekilde sınırlandırılmış olması, Etiborun, dünya rezervinin yüzde 63'üne sahip olmasına rağmen, üretimde gerekli payı almasını engellemiştir; bunda, kısa gün kârı olarak görülen ham bor satışına yönelmenin, uç ürünler üretimini yeterince geliştirmemenin payı da vardır.

Buna rağmen, Etibor, dünya bor fiyatlarını belirleyen iki firmadan biridir. Eğer, yatırımların ancak özelleştirme yoluyla yapılabileceği şeklinde bir görüş mevcutsa, önce şunu belirtmek isterim ki, Eti Holding, bor satışından elde ettiği gelirle bu yatırımları yapabilecek güçtedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; petrol ve doğalgazda veya belirli madenlerde, dünya pazarının büyük bölümünü elinde tutan ülkeler açısından da o ürünlerin önemi hangi düzeydeyse, Türkiye ekonomisi açısından borun önemi eş düzeydedir. Bu potansiyeli, bu gerçekleri görmemek, eğer başka bir anlam taşımıyorsa, en azından, ülkeyi yönetebilme yeteneklerine sahip olmamak anlamına gelir.

Ülkemizin gelişmesinde doğal kaynaklarımızın ekonomiye katkısını verimli şekilde sağlayacak, ciddî, tutarlı bir madencilik politikasının uygulanmasına önemle ihtiyaç vardır.

Gümüş, bor ve diğer tüm madenlerimiz, ulusal zenginliğimizdir. Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak bizler, zenginliklerimizi korumaya ve geliştirmeye kararlıyız. Cumhuriyet Halk Partisi, ülke madenciliğine sahip çıkmıştır, bundan sonra da, aynı kararlılıkla sahip çıkmaya devam edecektir.

Kalkınmamızı hızlandıracak doğal kaynaklarımıza gereken önemi vermemiz temennisiyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Yücasan.

Şahsı adına, Adana Milletvekili Sayın Tacidar Seyhan; buyurun.

TACİDAR SEYHAN (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bor ve Ürünleri Araştırma Enstitüsü Kurulması Hakkında Kanun Tasarısının 4 üncü maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum; hepinizi, sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, tabiî, ilgiyle dinledim arkadaşlarımı, çok önemli doneleri de not aldım. Hayli üzüldüğümü de ifade etmek isterim. Bizim görevimiz yapıcı olmak, iktidarı yönlendirmektir. Tabiî ki, inandığımız doğruları burada, bazen, sizin algıladığınız biçimde gergin, bazen de, bulunduğumuz ortamın etkisi altında sunacağız, söyleyeceğiz, paylaşacağız; ama, birlikte yapacağız. Biz, bunun için varız; Türkiye, bu iki siyasal partiye, düşüncelerini komisyonlarda da, Mecliste de birleştirsin, Türkiye'ye düşünsel açıdan bir ışık tutsun diye görev verdi; biz, bu sorumluluğu yerine getirmeye çalışıyoruz.

Tabiî ki, arkadaşlarımın söylediği doğrudur, hepsine katılıyorum. Komisyon görüşmeleri sırasında, görüşlerimin birçoğuna değer verdiler; ama, tasarının ruhu hakkında bir şey yapmadıktan sonra, maddeler üzerindeki belli çekinceleri dile getirmek, oradaki aksaklıkları gidermiş olmak, tek başına, tasarının tamamına, bütününe okey demek anlamına gelmez. Siz, ruhu, anlayışı, bakış açısını değiştireceksiniz. Buluşacağımız ortak nokta, tasarının bütünselliği içerisinde bir mutabakata varmaktır. Bu tasarının görüşmeleri saat 10.30'da başladı benim komisyonumda, 13.10'da bitti. 2 saat 40 dakikada hangi mutabakattan bahsedeceksiniz; yapmayın!..

Bakın, iki ay çalıştık bu tasarı üzerinde diyorlar. Doğru; çalışacaksınız... Çok insanı da dinlediler; ama, bildiğinizi yaparsanız, o dinlediğiniz şeylerin hiçbir anlamı kalmıyor; çünkü, bilinen yapıldı. Kastettiğimiz şeylerden anlaşılanın, sadece, ÇED olması da beni hayli üzüyor. Bunun ÇED olmadığı da belli. En az yedi sekiz kanunda ilgili bakanlıkların, çevreyle ilgili, doğayla ilgili bakanlıkların yetkileri Enerji Bakanlığına veriliyor. Bakın, bu tasarının içerisinde "Enerji Bakanlığı, Tarım Bakanlığının, Çevre Bakanlığının, Orman Bakanlığının görüşü alınarak" deniyor birçok maddesinde. Biz, oradaki "uygun" kelimesini bile koyduramadık. "Uygun" değil; bakın, "uygun görüşü" demiyor; "görüşü alınarak..." Neden böyle yapıyorsunuz arkadaşlar dedik. "Uygun görüş gelmezse ne yapacağız..." Ben ne yapılacağını kamuoyuna bırakıyorum.

Değerli arkadaşlarım, ben, burada, dedik, demedik tartışmasına girmek istemiyorum. Burada, kamuoyuna bir şeyi hatırlatmaya çalışıyorum. Böyle bir enstitü var mı, yok mu; böyle bir maden kanunu var mı, yok mu; tüm basın mensuplarını, tüm bilim adamlarını göreve, yurtsever sorumluluğa çağırıyorum; incelesinler, doğruyu Meclise bir şekilde intikal ettirsinler. Biz iddiamızın peşindeyiz. Bu farklı çalışma biçimini açıklamanın bir yolu olmalı. Biz, bora fedakârlık ettik mi, bor bizim eserimiz mi, ülkeye kazandırdık mı, her şey bu kitapta yazılı. Bu, Cumhuriyet Halk Partisinin "Bor" kitabı. Yıllardır ne dediğimiz belli. Ben, bunlardan hepinize ulaştırmayı çok arzu ediyorum.

AHMET RIZA ACAR (Aydın) - Bize vermediniz.

TACİDAR SEYHAN (Devamla) - Size de vereceğiz efendim. Verdim, bütün kaynakları verdim.

Değerli arkadaşlar, şimdi, bakın, burada yazdığımız değerler ile benim söylediklerim çok örtüşüyor. Ben, burada, arkadaşlarımın suçlamasına şöyle cevap vereceğim: Ben, orada, çocuklarımıza iyi bir gelecek hazırlamaya; sanayii, ticareti, teknolojiyi, devletin sorumluluğu ve denetimi altında geliştirmeye çaba gösterdim. Ben, gelişen Türkiye'den yana oldum. Ben, çağdaş Türkiye'den yana oldum. Ben, hukuksuzluğun önüne geçmeye çalıştım komisyonlarda. Bu, eğer, katı bir devletçilik anlayışı şeklinde anlaşılmış ise, ben, sonuna kadar devletçiyim.

HÜSNÜ ORDU (Kütahya) - Milletin ne anladığı önemli.

TACİDAR SEYHAN (Devamla) - Bakın, milletin ne anladığı önemli. Millete bir duyuru da yapmak istiyorum. Bizim "Bor" kitabımızın son sayfasındaki bir cümleyi okumak istiyorum: "Milliyetçilik, bu topraklar üzerinde yaşayan insanlar ile bu toprakların altındaki doğal kaynaklara sahip çıkmak demektir. Boraks, bu konunun en duyarlı örneğidir. Kim milliyetçi, kim değil; kim yurtsever, kim işbirlikçi, yani, komprador, bunları boraksın öyküsünden çıkarmak kolaydır. Petrolümüz yok, çıkartamıyoruz; hiç olmazsa, anamızın ak sütü gibi helal olan şu boraksa sahip olalım, hiç olmazsa buna! Milliyetçilik budur efendiler, budur! Uğur Mumcu."

Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Seyhan.

Sayın milletvekilleri, madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Teşekkür ederim. Madde kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, 20.40'ta toplanmak üzere, Birleşime ara veriyorum.

Kapanma Saati: 19.39

 


DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 20.40

BAŞKAN: Başkanvekili Yılmaz ATEŞ

KÂTİP ÜYELER: Suat KILIÇ (Samsun), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 87 nci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

135 sıra sayılı kanun tasarısının görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

V. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

2. - Bor ve Ürünleri Araştırma Enstitüsü Kurulması Hakkında Kanun Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ve Plan ve Bütçe Komisyonları raporları (1/558) (S. Sayısı: 135) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.

Tasarının 5 inci maddesini okutuyorum:

Yönetim Kurulu

MADDE 5. - Yönetim Kurulu Enstitünün en üst karar organıdır.

Yönetim Kurulu;

Enstitü Başkanı,

- Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığınca  önerilecek dört aday arasından seçilecek iki üye,

- Sanayi ve Ticaret Bakanlığınca önerilecek iki aday arasından seçilecek bir üye,

- Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumunun bağlı olduğu Bakanlık tarafından önerilecek iki aday arasından seçilecek bir üye,

- Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği tarafından önerilecek iki aday arasından seçilecek bir üye,

- Yükseköğretim Kurulunun üniversite öğretim üyeleri arasından önereceği iki aday arasından seçilecek bir üye,

Olmak üzere toplam yedi üyeden oluşur.

Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, TÜBİTAK'ın bağlı olduğu Bakanlık ve YÖK tarafından önerilecek adaylar ile Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığının göstereceği en az iki adayın mühendis olması zorunludur.

Yönetim Kurulu üyeleri; hukuk, siyasal bilgiler, idarî bilimler ve mühendislik  dallarında eğitim veren en az dört yıllık yüksek öğrenim kurumlarından mezun olmuş, kamu kurum ve kuruluşlarında ve/veya özel sektörde toplam en az on yıl deneyim sahibi ve Enstitünün amacına uygun birikimi olan ve mesleğinde temayüz etmiş kişiler arasından Başbakan tarafından atanır.

Yönetim Kurulu olağan olarak iki ayda bir toplanır. Ancak, Başkanlığın önerisi ile gerekli sıklıkta toplanabilir. Yönetim Kurulu kararları, üye tam sayısının salt çoğunluğu ile alınır. Yönetim Kurulunun çalışma usul ve esasları Enstitü tarafından çıkarılacak bir yönetmelikle belirlenir.

Yönetim Kurulu üyelerinin görev süreleri Enstitü Başkanı hariç üç yıl olup, görev süresi dolan üyeler bir dönem daha atanabilir. Yönetim Kurulu Başkanı, Yönetim Kurulu tarafından seçilir.  Enstitü Başkanı Yönetim Kurulu Başkanı olarak seçilemez.

Herhangi bir nedenle boşalan  Yönetim Kurulu üyeliği için aynı usulle atama yapılır, atanan üye önceki üyenin kalan görev süresini tamamlar.

Yönetim Kurulu Başkan ve üyelerinin görev süreleri dolmadan görevlerine son verilemez. Bu Kanun ile kendilerine verilen görevleri ile ilgili olarak işlediği suçlardan dolayı haklarında mahkumiyet kararı kesinleşen Yönetim Kurulu Başkan ve üyeleri, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu uyarınca Devlet memuru olmak için aranan şartları kaybettikleri tespit edilen veya üç aydan fazla süre ile hastalık, kaza veya başka bir nedenle görevini yapamaz durumda olan veya görev süresinin kalan kısmında görevine devam edemeyeceği, üç aylık süre beklenmeksizin tam teşekküllü bir hastaneden alınacak heyet raporu ile tevsik edilen Yönetim Kurulu üyeleri süreleri dolmadan atandığı usulle görevden alınabilir.

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Muğla Milletvekili Sayın Gürol Ergin; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA GÜROL ERGİN (Muğla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bor ve Ürünleri Araştırma Enstitüsü Kurulması Hakkında Kanun Tasarısının 5 inci maddesi üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, söz almış bulunuyorum; Yüce Ulusumuzu ve sizleri, saygıyla selamlıyorum.

Dünyada, bugün için, toplam 1,2 milyar dolar olan bor pazarındaki ülkemizin payının artırılması ve buna yönelik çalışmaların yapılması önemlidir; ancak, yeterli değildir; çünkü, günümüzde bor minerallerini hammadde olarak kullanan sanayi sektörlerinin yıllık pazar payları, dünya bor pazarıyla karşılaştırılamayacak boyutlardadır. Bu nedenle, Türkiye'nin bordaki hedefi son ürün, bir başka deyişle, uç ürün pazarları olmalıdır. Bu hedef, araştırma geliştirme faaliyetlerini, bilim ve teknoloji üretimini gerekli kılmaktadır; ancak, tam da bu noktada ülkemizin zafiyeti bulunmaktadır. Bu zafiyeti gidermek için, bor ve ürünleri araştırma enstitüsünün kurulması gereklidir.

Bor ve ürünleri araştırma enstitüsünde, bora dayalı sanayiin gelişmesine yönelik çalışmalar yapılmalı, ekonomik önemi olan özel bor ürünlerinin sınai ölçekte üretimi, bu ürünleri  tüketecek sanayiin gelişmesine koşut olarak ele alınmalıdır. Bu çalışmalarda Eti Holdingin ham ve rafine bor ürünleri üretimi konusunda 2840 sayılı Yasadan kaynaklanan misyonu mutlaka korunmalıdır.

Değerli milletvekilleri, kurulması düşünülen bor ve ürünleri araştırma enstitüsünün tasarıdaki yönetim kurulunun yapısına baktığımız zaman, tam bir düş kırıklığı yaşadık; çünkü, yönetimin yapısı, bir araştırma enstitüsü yapısını yansıtmıyordu. Daha açığı, yönetim yapısı tasarıdaki gibi oluşan bir kuruluşa, belki başka kimi isimler verilebilir; ama, araştırma enstitüsü denilmesi mümkün değildi. Araştırma enstitüsü, adının da belirttiği gibi, araştırmacı ve bilim adamı niteliği olan kişilerden oluşan bir yönetim kurulunca yönetilmeli; ayrıca, kesinlikle bir bilim kurulu da olmalıdır.

Tasarıdaki yönetim yapısına baktığımız zaman, 7 kişilik yönetim kurulunun, enstitü başkanı, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığından 2, Sanayi ve Ticaret Bakanlığından, TÜBİTAK'ın bağlı olduğu bakanlıktan, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinden ve YÖK'ten 1'er olmak üzere, toplam 7 üyeden oluştuğunu görmekte idik. Bu üyelerin bir kısmının mühendis olması öngörülmekte ve bu üyelerden, kamu kurum ve kuruluşları ya da özel sektörde on yıllık deneyim sahibi olma, enstitünün amacına uygun birikimi olma ve mesleğinde  temayüz etme koşulu aranıyordu. Tüm üyeler ise, Başbakan tarafından atanıyordu.

Değerli arkadaşlarım, anladığım veya şu anda bana gelen bilgilerden edindiğim kadarıyla, yönetim kurulunun bu yapısının, araştırma enstitüsüne daha yaraşır ya da daha uygun bir yapıya getirilmesi için, gerek Cumhuriyet Halk Partili gerekse Adalet ve Kalkınma Partili arkadaşlarımız, birlikte bir önerge vermişler. Bu önergeyle, özellikle, Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumunun bağlı olduğu Bakanlığın değil, bu kurumun, bilim kurulu tarafından önerilecek adayın, ayrıca, Yüksek Öğretim Kurulunun üniversite öğretim üyeleri arasından önereceği adayın ve -çok önemli olarak- Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği tarafından önerilecek bir adayın da bu kurulda yer alması düşünülmüş ve şu anda, bunun kabul edileceğini de tahmin ediyorum.

Değerli arkadaşlarım, yönetim kurulu üyelerinde bilimsel yapı ve araştırmacılık misyonu mutlaka aranmak durumundadır. Herhangi bir kişinin on yıllık deneyim sahibi olması ya da mesleğinde temayüz etme koşulu, çok da fazla bir şey ifade etmemektedir; çünkü, mesleğinde temayüz etme koşulu, son derece sübjektif bir kavramdır. Ayrıca, mühendis terimi de, tek başına yeterli bir kavram değildir; çünkü, bir gıda, tekstil ya da gemi inşa mühendisi de, elbette ki bir mühendistir; ama, bor araştırma enstitüsünün yönetim kurulunda olmasının fazla bir önemi yoktur.

Eğer, önerildiği biçimde bu yönetim kurulu yapısı değiştirilmezse, burada, bilim ve araştırmayı temsil yeteneğinde, yalnızca bir tek üye olacaktır ve yönetimin beş üyesi, tamamen, siyasî yapının temsilcisi olarak bulunacaktır. Böyle bir yapı, araştırma enstitüsünü yönetemez. Bu yapıyla, ancak, yeni bir genel müdürlük oluşturulurdu. Böyle bir yapı, ne enstitünün amaç maddesine uygun görevlerini gerçekleştirebilir ne de böyle bir yönetim yapısı, yine, amaç maddesinde belirtilen idarî özerklikle bağdaşır. Bu bakımdan, yapılmak istenen değişikliği doğru buluyorum. Ancak, şunu da söyleyeyim; böyle bir değişikliğe gidilmiş olması bile, bu tasarı hazırlanırken, işlerin, bir ölçüde de olsa, aceleye getirildiği imajını vermektedir.

Değerli arkadaşlarım, yönetim kurulunda olduğu gibi, mutlaka, kariyer sahibi bir bilim kurulunun oluşturulmasını da, biz, kesin zorunluluk olarak görüyoruz; çünkü, enstitünün eğitim ve araştırma programları, ancak, böyle bir bilim kurulu tarafından oluşturulabilir diye düşünüyoruz.

Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliğinden üye alınmasını son derece doğru buluyoruz.

Bu arada, şunu söylemek istiyorum: Bu yasa tasarısı hazırlanırken, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliğinden, maden, jeoloji, metalurji, jeofizik ve kimya mühendisleri odası gibi konunun doğrudan ilgilisi odalardan, çok gerekli olduğu halde görüş alınmamıştır. Yalnızca, komisyonlar aşamasında bu odaların temsilcileri davet edilmiş, hepsinin görüşü dinlenmiş; ama, alınmamıştır. Dinlemek ayrı, almak ayrı kavramlardır. Biz, çok ciddî çalışmalarını yakından bildiğimiz Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliğinin oda temsilcilerinin, komisyonlara, yalnızca görüşleri alınıyor görüntüsü vermek amacıyla çağrılmasını doğru bulmuyoruz. Bu görüşlerin dikkate alınması gerekliliğini ifade ediyoruz.

ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elazığ) - Gerekirse alınır.

GÜROL ERGİN (Devamla) - Teşekkür ederim. Lütfedeceksiniz!..

Lütfedeceksiniz deyince, biraz önce konuşan Adalet ve Kalkınma Partili arkadaşımın sözleri aklıma geldi. Bakınız, kendisini dinlerken "komisyonumuzda Tacidar Seyhan'ı dinledik, kendisine çok da müsamaha gösterdik" dedi; aynen bu sözcükleri kullandı.

Değerli arkadaşlarım, komisyonlar, sizin veya benim müsamaha alanımız değildir. Komisyonlar, oradaki her üyenin fikrini en rahat biçimde ifade edebileceği yerlerdir. Eğer, siz, bu şekilde ambargo uygulamasını kafanızda taşıyorsanız, yanlış yapıyorsunuz ve yine, bu şekilde, devletçilik kavramını her sıkıştığınız anda buraya sürmek durumundaysanız, yanlış yapıyorsunuz. Biz, Cumhuriyet Halk Partisiyiz. Bizim inandığımız 7 umdenin biri, devletçiliktir. Nitekim, siz de, bugün, bor konusunda devletçilikten ayrılamayacağınızı burada ifade ediyorsunuz. Bunu, Sayın Bakan da ifade ediyor, sizler de ifade ediyorsunuz. Bu ulusun gerekli konularda devletçilikten uzaklaşmaması, bu ulus yararınadır. Bunu da yavaş yavaş öğrendiğinizi, en azından bu tasarıyla görmüş bulunuyoruz.

Değerli arkadaşlarım, yönetim kurulu oluşumundan daha önemli olarak, bir iki konu üzerinde durmak istiyorum. Bor konusunda her Türk yurttaşının çok dikkatli, titiz ve ayrıca, kıskanç olma zorunluluğu vardır. En azından, daha belirli bir süre dünyanın vazgeçemeyeceği ve kullanım alanı her geçen gün artan borda onbeş yıl sonra çok daha önemli bir konuma geleceğiz; çünkü, bizden sonra en büyük rezerve sahip Amerika Birleşik Devletlerinde borun onbeş yıllık ömrü kalmıştır. Bana göre, dikkatli olmamızın ana nedeni de budur; çünkü, borda dünyada en büyük rakibimiz olan US Borax şirketi, herhalde boş durmayacak, mutlaka, şimdiden onbeş yıl sonrasının hesaplarını yapacaktır. Borda, ulus olarak dikkatimiz US Borax üzerine yoğunlaşmak zorundadır. Bor kaynaklarımızı ve bor ürünlerimizi US Borax'a yem etmemek üzerinde çok dikkatli ve titiz düşünmek zorundayız. Bu konudaki dikkatimiz, ilk planda US Borax'la doğrudan ya da dolaylı bağlantısı olan kişi ya da kişileri enstitü yönetim kurullarından uzak tutmak şeklinde olmalıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Ergin, son cümlelerinizi alabilir miyim.

GÜROL ERGİN (Devamla) - Son iki cümleyle bitiriyorum Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, elbette, hiçbirimizin bir diğerinin ülke sevgisinden kuşku duymaya hakkı yoktur; ama, hepimizin, alacağımız tüm kararlarda ülke sevgisinin gerektirdiği duyarlılığı, titizliği gösterme görevimiz vardır.

Değerli milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan tasarıyla kurulmak istenilen bu enstitünün yapısı, burada yapacağınız değişiklikle, gerçekten, enstitüye yaraşır bir yapıya, bir ölçüde de olsa dönüştürülecek; böylece, bir hilkat garibesinin yaratılması önlenmiş olacaktır.

Hepinizi saygıyla selamlarım. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ergin.

AGÂH KAFKAS (Çorum) - Sağ olun...

GÜROL ERGİN (Muğla) - Sizler de sağ olun. Ülkem için iyi düşünen herkes sağ olsun. (Alkışlar)

BAŞKAN - Şahsı adına, Adana Milletvekili Sayın Tacidar Seyhan; buyurun.

TACİDAR SEYHAN (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bor ve Ürünleri Araştırma Enstitüsü Kurulması Hakkında Kanun Tasarısının 5 inci maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum.

Değerli arkadaşlarım, daha önce de ifade ettim "biz, Türkiye'de kurduğumuz yapılarda, yurtdışıyla ilgili farklılıklar gösteriyoruz" dedim. Bakın, burada farklılıklar gösteriyoruz işte. Benzer enstitüler Amerika Birleşik Devletlerinde, Peru'da, Uruguay'da var. Sayın Bakanım burada, baksın diye söylüyorum; bende de örnekleri var, Buralarda, ilgili bakanlık demeyeyim de, bazı kuruluşlar var bakanlığa bağlı, onlardan 1 kişi almışlar, 1 de bakanlık temsilcisi var; hiçbir yerde 2'yi geçmemiş. Elimizde bu doneler var. Bir yönetim kurulu oluşturacaksınız tabiî. Yönetim kurulunda olan insanın mutlaka bir statüye bağlanması, bir değerlendirmeden geçmesi, çok büyük alanlardan, sınavdan geçmesi gerekmiyordu, eğer burada bilim kurulu olsaydı; çünkü, bilim kurulunun olmayışını, eksikliği, biz zaten ortaya koyuyoruz. Bu uyarılarımıza rağmen, tasarı Plan ve Bütçe Komisyonuna gönderildi. Plan ve Bütçe Komisyonunda altkomisyona gönderilince, doğrusu umutlandım; bizde ikibuçuk saatte geçti, orada arkadaşlar bakacaklar, tasarıyı getirecekler, nispî olarak mutabakat sağlayacağız diye düşündüm. Tasarı, altkomisyona gönderildiğinde şu haldeydi: Sanayi ve Ticaret Bakanlığından önerilecek 1 üye, Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumundan -onun bağlı olduğu bakanlıktan- önerilecek 1 üye, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığından önerilecek 2 üye şeklinde sıralanıyordu. Ne değişti biliyor musunuz; bakanlığın dışına çıkarmaya, demokratikleştirmeye, tercihi çoğaltmaya bir bakar mısınız: "Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığınca önerilecek 4 üye arasından seçilen 2 üye." Seçilecek kişi sayısı aynı, seçecek kurum aynı; ne fark eder? Kim seçecek -aşağıda yazıyor- Başbakan. Neye göre seçecek, kim önerecek bunu; yine, Bakanlık. Yine aynısı devam etti; Sanayi ve Ticaret Bakanlığınca önerilecek 2 aday arasından seçilecek 1 üye, hep, 2 üye arasından seçilecek 1 üye...

Arkadaşlar, niye değiştirdiniz bunu? Ne değişti?.. Bu maddede, hangi demokrasi anlayışı değişti allahaşkına; ne yaptınız siz içeride?! Keşke, eski haliyle kalsaydı.

ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elazığ) - Referanduma mı gidelim?

TACİDAR SEYHAN (Devamla) - Hayır. Bizim burada dediğimiz şu arkadaşlar: Devlet kurumlarını, bakanlıkları, bilime dayalı, bilgiye dayalı, gelişmeye dayalı, akademik hizmet verecek bir enstitüde, bakanlık temsilcilerinden, bakanın atadığı, siyasî prensipleri yerine getiren bireylerden oluşturursanız, bu enstitü, enstitü olmaktan çıkar.

HÜSNÜ ORDU (Kütahya) - Eti Holding kimin bünyesinde?

TACİDAR SEYHAN (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, zamanı geldiğinde ona da cevap veririm. Merak etmeyin, daha buradayız. Diğer maddelerde söz alacağım; bu madde üzerinde konuşarak sözlerimi bitirmek istiyorum.

Arkadaşlar, TÜBİTAK'tan bir arkadaşım çok güzel bir laf söyledi "teknoloji için harcanan para, bilgisizlik için kesilmiş ceza faturasıdır" dedi. Bu, yurt dışında "black box" olarak anılıyor, algılanıyor. Biz, teknolojiye para vermek istemiyoruz, bu ülkede geliştirmek istiyoruz; sizle birlikte, hep birlikte geliştirmek istiyoruz.

Bakın, yıllar önce bir kurum kurulmuş; TÜBİTAK. TÜBİTAK kurulduğunda, ben çocuktum. Bir bakar mısınız; TÜBİTAK'taki bilgiye, bilime bakar mısınız; burada, bilim kurulunu kurmuş ve özelliklerini tanımlamış değerli arkadaşlarım; mutlaka, müspet bilimler alanında eğitim almış olmak ve alanda proje sahibi olmak, çalışma yapmış olmak. Yani, hepimizin kabul edeceği, bilgiye, birikime, akademik kariyere dayalı bir tanımlama yapılmış. Şimdi, biz, her şeyi siyasetin güdümüne sokarak... Siz, şimdi iktidarsınız; başka bir iktidar işbaşına gelebilir, siyasetçilerin egemen olduğu bir akademik yapıyı nasıl oluşturacağız allahaşkına?! Yarın biz sadece Türkiye'deki hukuk sistemini iyi niyet çerçevesine oturtabilir miyiz; Devlet iyi niyetle mi yönetilir; kanunlarla, yönetmeliklerle mi yönetilir? Biz, yasa koyucuyuz. Biz, yasalarla, vatandaşların veya uygulayıcıların kanunlara karşı istismarının önüne geçecek tedbirleri almalıyız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Seyhan, konuşmanızı tamamlar mısınız.

TACİDAR SEYHAN (Devamla) - Tamamlıyorum Başkanım.

Şimdi, bizim bu enstitünün, ar-ge, üniversite-sanayi işbirliği, yeni ar-ge enstitülerinin, onun altında teknik merkezlerinin kurulabilmesi ve "cluster"larının, proje kümelerinin oluşturulabilmesi için, akademik bir yapıya ihtiyacı var. Bu akademik yapı, sizin sadece Başbakanın atamasına bıraktığınız böyle bir yönetim kurulu anlayışıyla olmaz. Eğer, bir bilim kurulu olsaydı, haklıydınız; ama, biz, tüm yetkileri artırılmış, her işi yapabilecek, eli, ayağı, kolu her yere uzanabilecek böyle bir yönetim kurulunun, siyasî erk tarafından kolay yönlendirilmesini, sadece Başbakanın yetkisine bırakılmasını, Cumhurbaşkanının dahi atama yetkisinden kaçınılmasını çok doğru bulmuyoruz.

Saygılar, sevgiler sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

HÜSNÜ ORDU (Kütahya) - Soruma cevap vermediniz.

TACİDAR SEYHAN (Adana) - Birazdan cevaplayacağım.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Seyhan.

Madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Madde üzerinde verilmiş bir önerge vardır; okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan kanun tasarısının 5 inci maddesinin birinci fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini ve ikinci fıkrasının madde metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

 Salih Kapusuz Ali Topuz Orhan Sür

 Ankara İstanbul Balıkesir

 Hasan Anğı Soner Aksoy Ahmet Büyükakkaşlar

 Konya Kütahya Konya

Yönetim Kurulu Enstitünün en üst karar organıdır.

Yönetim Kurulu;

-Enstitü Başkanı,

-Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığınca önerilecek altı aday arasından seçilecek üç üye, (Bu üyelerden biri Eti Holding Yönetim Kurulu tarafından önerilecek iki aday arasından)

-Sanayi ve Ticaret Bakanlığınca önerilecek iki aday arasından seçilecek bir üye,

-Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumunun Bilim Kurulu tarafından önerilecek iki aday arasından seçilecek bir üye,

-Yükseköğretim Kurulunun üniversite öğretim üyeleri arasından önereceği iki aday arasından seçilecek bir üye,

-Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği tarafından önerilecek iki aday arasından seçilecek bir üye,

-Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği tarafından önerilecek iki aday arasından seçilecek bir üye olmak üzere toplam dokuz üyeden oluşur.

BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SAİT AÇBA (Afyon) - Takdire bırakıyoruz.

BAŞKAN - Hükümet?..

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) - Katılıyoruz.

BAŞKAN - Katılıyorsunuz.

Gerekçeyi mi okutalım?..

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Gerekçeyi okutun Sayın Başkan.

BAŞKAN -  Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Tasarının genel gerekçesinde amaçlanan doğrultuda, idarî açıdan özerk bir bilimsel nitelik taşıyan enstitünün oluşturulabilmesinin asgarî koşulu olarak konuyla ilgili kurumların temsili bir zorunluluk yaratmıştır.

BAŞKAN - Komisyonun takdire bıraktığı, Hükümetin katıldığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler.. Önerge kabul edilmiştir.

Kabul edilen önerge doğrultusunda maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

6 ncı maddeyi okutuyorum:

Yönetim Kurulunun görev ve yetkileri

MADDE 6. - Yönetim Kurulunun görev ve yetkileri aşağıda belirtilmiştir:

a) Enstitünün kuruluş amacına  uygun çalışmalar ile hükümet programı, kalkınma planı ve yıllık programlarla belirlenecek hedef, ilke ve politikalar doğrultusunda Ar-Ge çalışmalarının yapılmasını sağlamak.

b) Enstitünün idarî, malî ve teknik yönden düzenli, verimli ve etkin faaliyette bulunabilmesi için gerekli tedbirleri almak ve ilgili yönetmeliklerin yürürlüğe girmesini sağlamak.

c) Enstitünün personel politikasını oluşturmak.

d) Enstitünün yıllık çalışma programını görüşüp karara bağlamak, çalışmaları izlemek, değerlendirmek, yıl sonu faaliyet raporunu hazırlamak ve bütçe taslağını onaylamak.

e) Enstitünün vereceği hizmetler ve ücretlerin  belirlenmesi ile Enstitünün sürekli  ve süreli personeli  tarafından yürütülen araştırma projeleri gelirlerinin masraflar dışında kalan kısmının Başkanın teklifi ile dağıtımına karar vermek.

f) Enstitünün yaptıracağı veya katkıda bulunacağı araştırmaların bütçe ve programlarını Başkanın teklifi üzerine onaylamak.

g) Enstitünün ihtiyaçları için taşınır ve taşınmaz malların, yazılım ve diğer ürünlerin satın alınmasına, satılmasına veya kiralanmasına karar vermek.

h) Enstitü personelinin atanması ve diğer işlemleri hususunda karar almak.

ı) Enstitünün çalışma alanı ile ilgili olarak  en az üçer yıllık stratejik ve birer yıllık performans planı hazırlamak ve yayınlamak.

i) Kanunlarla verilen diğer görevleri yapmak.

BAŞKAN- Teşekkür ederim.

Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Birgen Keleş.

Buyurun Sayın Keleş. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA BİRGEN KELEŞ (İstanbul)- Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; incelemekte olduğumuz tasarının 6 ncı maddesiyle ilgili olarak Grubumuzun görüşlerini yansıtmak üzere söz almış bulunuyorum ve Yüce Meclise saygılar sunuyorum.

Aslında, çok önemli bir konuda hazırlanmış bir tasarıyı tartışmaktayız; ama, ne var ki, tasarının hazırlanışı konunun önemine layık bir şekilde olmamıştır. Çünkü, tasarı hazırlanırken, diğer arkadaşlarımın da belirttiği gibi, meslek odalarının görüşü alınmamıştır ve ilk şeklinde, Eti Holding içinde bile gereği gibi tartışılmamıştır; oysa, bor ve ürünleri, Türkiye'nin sadece bugünü için önem taşımamaktadır, yarınları için de çok önemlidir. Anayasanın 168 inci maddesinde "Tabiî servetler ve kaynaklar Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Bunların aranması ve işletilmesi hakkı Devlete aittir. Devlet bu hakkını belli bir süre için, gerçek ve tüzelkişilere devredebilir" denilmektedir.

1978 yılında 2172 sayılı Yasayla, bor yataklarıyla ilgili faaliyet imtiyazı Etibanka devredilmiştir. Bugün halen yürürlükte olan 2840 sayılı Yasa ise 1983 yılında yürürlüğe girmiştir ve bor yataklarının işletilmesinin kamu eliyle yapılması bir kez daha yasal güvenceye kavuşmuştur. Ondan sonra gerçi bu durumu zedeleyen birtakım girişimler olmuştur; ama, 2840 sayılı Yasa, bugün için de geçerlidir.

Aslında, Türkiye'de bor işletmeciliğinin gelişmesi, Etibankın 1955'li yıllarda bor tuzlarıyla ilgilenmesiyle başlamıştır. 1958 yılında cevher üretilmiş, 1959'da ihraç edilmiş; ama, hemen, o tarihte de, Türkiye'de bu konularda çalışan İngiliz Borax şirketinin engellemeleri başlamıştır. Cevher satış fiyatının düşürülmesi, 5 000 tonluk bir tesis kuracağını saklayarak 150 000 veya 200 000 tonluk kolomenit satış anlaşmaları imzalamak, mühendislik bilgileri, ekipman temini gibi konularda inanılmaz güçlükler çıkarmak ve özelleştirmeyi sürekli olarak gündemde tutmak, bu konularda yapılan engellemelerin sadece bazılarıdır ve bu, birbiri ardına devam etmiştir, 1978'li yıllardan sonra da artarak sürdürülmüştür.

Ama, buna rağmen, Eti Holding dönemi, bor yataklarının en verimli kullanıldığı ve en iyi şekilde değerlendirildiği bir dönem olmuştur. Rezervler artmıştır -aslında, son yıllarda rezerv arayışı durmasa, belki rezervlerdeki artış daha da büyük oranda olabilirdi- rafine ürün kapasitesi artmıştır ve mevcut tesisler çevre kurallarına uygun bir şekilde işletilmiştir. Kâr oranlarında büyük artışlar olmuştur; çünkü, ürünlerin birbirini ikame etmesi dengelendiğinden, üretim ve satış, pazarlama tek elden yapıldığından kâr oranlarında büyük artışlar sağlanmıştır ve bugün için, dünya pazarlarının yüzde 36'sı ve Avrupa pazarının da yüzde 51'i Eti Holding tarafından kontrol edilebilir hale gelmiştir.

Adalet ve Kalkınma Partisinden konuşan bir arkadaşım, bu gelişmelerin yeterli olmadığını söyledi, doğrudur; ama, bu dönemdeki gelişme yetersizliği, biraz da genel politikalardan kaynaklanmıştır.

Değerli arkadaşlarım, 1980 sonrasında sanayileşmeyi gündemdışına çıkaran, kamu kuruluşlarına yatırım yaptırtmamayı âdeta meziyet sayan ve araştırma-geliştirme çalışmalarına binde 4 gibi çok düşük oranlarda kaynak ayıran iktidarlar, sanayileşmeyi, dolayısıyla, madenciliği ve de teknoloji üretimini fevkalade olumsuz yönde etkilemişlerdir.

Sanayileşmenin gündemdışına çıkması, tabiî, bir yandan sağlıklı bir ekonomik yapıya kavuşmamızı da engellemiştir, madenciliğimizi de zor durumda bırakmıştır; çünkü, madencilik ve bunun gelişmesi, sanayi sektöründeki gelişmeye ve kurulan sanayi tesislerinin madencilik sektörü ürünlerini girdi olarak kullanmasına büyük ölçüde bağlıdır. Oysa, 1980'den sonra gördüğümüz şudur: Sabit sermaye yatırımları içerisinde, sanayi sektörüne, yani, imalat sanayiine ayrılan yatırımlarda dramatik düşüşler kaydedilmiştir; aynı şekilde, madencilik sektörüne ayrılan yatırımlarda da dramatik düşüşler kaydedilmiştir. Sanayi sektöründe, 1981'de, yüzde 28,8'den yüzde 17,7'ye inen oran, madencilik sektöründe de yüzde 4,7'den yüzde 1,6'ya kadar inmiştir.

Tasarıda enstitünün amacı, bor ve ürünlerinin geniş kullanımını sağlamak, yeni bor ürünlerinin üretimini ve geliştirilmesini gerçekleştirmek için kullanıcıların araştırmaları için gerek duydukları bilimsel ortamı temin etmek, bor ve ürünlerini kullanan veya bu konularda araştırma yapan kamu ve özel kuruluşlarla işbirliği yaparak araştırma yapmak, yaptırtmak ve mevcut araştırmaları koordine etmek olarak tanımlanmaktadır.

Enstitünün görevleri bölümünde ise, bilimsel çalışmaların teknolojik yeniliklere dönüştürülmesinden, yurt dışından teknoloji transfer edilmesinden, özel sektörle işbirliğinden ve araştırma-geliştirme sonuçlarının piyasaya sunulmasından söz edilmektedir. Açık olmamakla birlikte, burada, yeni ürünün patentinin veya üretim yönteminin piyasaya verilmesi veya satılması söz konusudur. Eğer, bununla, Eti Holdingin piyasa hâkimiyetinin kırılması hedef alınıyorsa, bilinmelidir ki değerli arkadaşlarım, bu, tarihî bir hata olacaktır; çünkü, US Borax'ın piyasa kontrolü, bütün etkinliğiyle devam etmektedir ve bu durumda, Eti Holdingin piyasayı kontrolü zedelenirse, bu, Eti Holdingin US Borax karşısında boyun eğmesiyle sonuçlanacaktır.

Değerli milletvekilleri, enstitünün görevlerinin ne olduğunu ve mevcut yapıyla bunun gerçekleştirilip gerçekleştirilemeyeceğini çok tartışabiliriz; ancak, bu konuyu yakından izleyen çevrelerin hemfikir olduğu, görüş birliğinde olduğu birkaç nokta vardır. Bunlardan bir tanesi, enstitünün, öngörülen şekliyle ciddî bir araştırma kuruluşu olmadığıdır. Bu konuyu iyi bilen herkes ve meslek odaları, bu konuda görüş birliği içindedirler ve enstitüde bilimsel kurul bulunmayışını, haklı olarak, bunun kanıtı olarak göstermektedirler. Değerli arkadaşlarım, aslında, bunu düzeltmek elimizdedir. Bunu düzeltebiliriz; çünkü, yönetim kurulu bir bilim kurulu oluşturabilir ve hatta, biz, burada, kabul ettiğimiz maddelere, yönetim kurulunun ileride bir bilim kurulu oluşturacağını da ekleyebiliriz.

Üzerinde ikinci görüş birliği olan konu, enstitünün, idarî ve malî özerkliğinin bulunmadığıdır. Atamalar başbakan tarafından yapılmaktadır, bakanlıklarca önerilen kişilerde, kamuda görev yapma koşulu bile aranmamaktadır; özel sektörde belli bir deneyim kazanmaları yeterli sayılmaktadır. Başkan, bakanın teklifiyle, başbakan tarafından atanmaktadır ve bu başkan, programın hazırlanması ve kaynakların harcanmasından sorumludur. Başkan, tek yetkili gibidir; üç koordinatörle birlikte, enstitüyü yönetmektedir. Yönetim kurulunun görev ve yetkileri kendi başına değil de, başkanın ve başkanlığın görev ve yetkileriyle birlikte incelendiğinde görülmektedir ki, yönetim kurulunun görev ve yetkileri başkanın önerilerini onaylamaktan ibarettir.

Yönetim kurulunun 5 üyesinin siyasetçiler tarafından belirlenmesi ve ilk şekliyle, meslek odalarından ve Eti Holdingden birer üye bile alınmaması, aslında, yönetim kurulunun işlevinin çok da ciddiye alınmadığının bir göstergesidir. Bu durumun düzeltilmesine memnun oldum; kutluyorum.

Enstitü, hiçbir plan ve programa dayanmadan kurulmuş izlenimini vermektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Keleş, son cümlelerinizi alabilir miyim.

BİRGEN KELEŞ (Devamla) - Sayın Başkan, herkese birkaç dakika eksüre verdiniz; bana da izin verirseniz...

O nedenle de, yönetim kurulunun görevlerinden söz ederken plan ve programa değinilmesi yapay ve göstermelik kalmaktadır.

Sayın milletvekilleri, Türkiye, en büyük ve en ucuz bor kaynaklarına sahip bir ülkedir. Borun işlenmesi ve yeni ürünlerde kullanılması, yaratılan katmadeğeri inanılmayacak boyutlarda artırmaktadır. Bu nedenle de, Türkiye'yi ham bor satmaya yöneltmek için, içeriden ve dışarıdan kurulan pek çok tuzak vardır. Türkiye'nin bu oyunlara boyun eğmemesi ve bor politikasını sanayileşme politikasıyla birlikte ele alması gereklidir; çünkü, asıl önemli olan, rezervlerden sağlanan katkıyı en üst düzeye çıkarmaktır.

Bor ürünlerinin, cam sanayiinden uzay sanayiine, otomotivden elektronik ve bilgisayar sanayiine, tekstil sektöründen kimya sanayiine uzanan geniş ve giderek artan bir kullanım alanı vardır. Birçok ürünün birbiriyle ikame edilebilmesi, üretim ve pazarlamanın tek elden yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Kaldı ki, en büyük rakibimiz olan US Borax'ın dünya piyasalarına hâkim durumda olması da, Eti Holdingin piyasaları kontrol altında tutmasını ve üretim ve pazarlamanın kontrolünü sağlamasını zorunlu hale getirmektedir. Oysa, enstitü ile Eti Holding arasındaki tek bağlantı, Eti Holdingin talep ettiği araştırmaların enstitü tarafından öncelikle ve bedava yapılmasıdır, ücretsiz yapılmasıdır. Umarım ki, bunun anlamı, Eti Holdingin, ileride ar-ge çalışmalarına son vermesi değildir; çünkü, sayın milletvekilleri, Eti Holdingin ar-ge çalışmalarının devam etmesi, bu alandaki birikiminin değerlendirilmesi, üniversiteler, araştırma kuruluşları ve meslek odalarıyla işbirliği yapması çok önemlidir. Bu konudaki araştırmalara ayrılan kaynak artırılmalı ve Türkiye, bu alanda teknoloji üreten bir ülke konumuna en kısa sürede yükseltilmelidir.

Eti Holdingin ham ve rafine bor ürünleri üretimi konusunda 2840 sayılı Yasadan kaynaklanan sorumluluğu özenle, titizlikle korunmalıdır. Borun, doğrudan veya dolaylı bir şekilde özelleştirilmesi kesinlikle söz konusu olmamalıdır. Temel rafine bor ürünlerinin hammadde olarak kullanılacağı sanayiler özel sektörün yatırım yapacağı alanlardır. Bu yatırımı teşvik etmek mümkündür ve özel sektör bu yönde teşvik edilmelidir.

Sayın milletvekilleri, en büyük rakibimiz olan ve dünya piyasalarını kontrol eden US Borax çokuluslu bir şirket olduğundan, ulusal çıkarlarımız ve kamu yararı, bor rezervlerinin kamu eliyle aranmasını, işletilmesini ve pazarlanmasını zorunlu kılmaktadır; bize düşen görev de, bunu gerçekleştirmektir.

Bu kadar önemli olan bir konuda, amacı, kuruluşu, görevi, işlevi ve neye yol açacağı tartışmalı olan bir enstitünün aceleyle gündeme getirilmesini doğru bulmuyorum ve sakıncalı sonuçlar yaratabileceğini düşünüyorum.

Sayın Bakan, dün, Türkiye Büyük Millet Meclisinde sorulan soruları yanıtlarken yaptığı bir açıklamada, borla ilgili olarak "vizyonumuz geniş ve gelişmiş ülkelerle aynı" dedi. Ben de, Sayın Bakan, tasarıdan, ileri sürdüğünüz gibi çağdaş bir vizyona sahip olduğunuz hiç belli olmuyor diyorum.

Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Keleş.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, Batman Milletvekili Sayın Afif Demirkıran; buyurun.

AK PARTİ GRUBU ADINA AFİF DEMİRKIRAN (Batman) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan, 135 sıra sayılı, Bor ve Ürünleri Araştırma Enstitüsü Kurulması Hakkında Kanun Tasarısının 6 ncı maddesi üzerinde Grubum adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Esasen, bu bor enstitüsü ihtiyacı nereden doğmuştur; buna bir bakmamız gerekiyor. Türkiye, sanayileşmede hangi noktadadır; gayri safî millî hâsıla içinde sanayi sektörünün payı eğer halen yüzde 20 ise, Türkiye'nin sanayileşmiş olduğunu iddia etmemiz mümkün değildir; bugüne kadar bunun en azından yüzde 40'lara, yüzde 50'lere çıkmış olması gerekirdi. Madencilik sektörü, hepimizin malumu olduğu gibi, sanayileşmeden, menfi veya müspet, iyi veya kötü, nasibini alan bir sektördür. Eğer sanayimizi geliştirmişsek, madencilik sektörü de ona bağlı olarak gelişecektir. Dolayısıyla, madencilik sektörümüzün de iyi bir noktada olduğunu iddia etmemiz mümkün değil.

Geçmişte, sanayi sektöründe neler yapılmış; sadece teknoloji transferiyle uğraşılmış; araştırma geliştirme, bilimsel ve teknolojik gelişme konularında herhangi bir çaba, herhangi bir gayret gösterilmemiş. Madencilik sektörüne gelince; yapılan yatırımlar içerisinde madencilik sektörünün payı -hep beraber geriye doğru gidelim- 1930'lu yıllarda yüzde 30-40 civarındayken, 1980'li yıllarda bu oran yüzde 2'lere ve bugünlerde de yüzde 1'lere düşmüş durumdadır. Biraz önce de defalarca ifade edildi, madencilik sektörünün gayri safî millî hâsıladan aldığı pay yüzde 1-1,5'ler civarındadır; ancak, bakıyoruz ki, 60'ın üzerinde madenimiz var. Bunların içerisinde bazıları, gerçekten dünya ölçeğindedir; işte, görüşmekte olduğumuz bor, trona, altın ve daha niceleri.

Yalnız, bu madenleri bihakkın değerlendirebiliyor muyuz, ona bakmamız lazım. Otuz senedir Türkiye bir trona sevdası yaşamaktadır. Bir türlü yeryüzüne çıkaramıyoruz; yani, yeraltında olan servet, servet olsa neye yarar, eğer bir katmadeğer oluşturamıyorsak, eğer onu paraya tahvil edemiyorsak ve ne oldu; devlet, üzerine oturdu, bugüne kadar herhangi bir şey yapılmadı. Sabahtan beri bazı sözcü arkadaşlarımızın tenkit ettiği, işte hemen yanı başında, Rio Tinto, kısaltılmış ismiyle RTZ, yani, US Borax'ın sahibi olan şirket, Beypazarı Tronanın hemen yanı başında, Kazan'da çok ciddî araştırmalar yapıyor ve korkarım ki, bir zamanlar Eti Holdingin elinde olan, şimdi Eti Holdingin  ortak olduğu bir şirket tarafından aranılan madeni, Eti Holdingden önce çıkaracaktır.

Tronada acaba durum değişik midir? Geçmişe, Osmanlının son dönemlerine, cumhuriyetin ilk dönemlerine gidiyoruz; yabancı sermaye var, Türk şirketleri var, birden fazla şirket var. Oluşan rekabet ortamında, fiyatlar olması gerekenden ucuza; yani, sadece, ham cevher satıldığı için, ihraç edildiği için, rekabet ortamından dolayı, olması gerekenin altında satılıyor; çünkü, Türkiye'deki bor cevherleri, açık ocak işletmeciliğiyle ve çok büyük yataklar şeklinde olduğu için, gerçekten, üretimi ucuzdur.

Bu nedenledir ki, ucuza ihraç edilmiş. Bunu gören devlet, o zamanki şartlarda, doğru bir kararla, 1978 yılında, bütün sahaları Eti Holdinge devretmiş. O zaman için 80 000 000 dolarlık bir ihracat söz konusu veyahut da bir satım söz konusu; ama, bugüne geldiğimizde, halen 220 000 000 dolarlarda dolaşıyoruz. Çok büyük bir ilerleme katettiğimizi iddia edemeyiz. Esasen, bunun sebeplerine bakmamız lazım. Ham cevher olarak, halen Eti Holding 900 000 ton ham cevher satıyor ise ve sadece ve sadece 350 000 ton rafine cevher satıyor ise, bununla, dünya pazarında arzu ettiğimiz noktayı yakalayabilmemiz mümkün değildir. Esasen, dünya pazarı da öyle çok büyük bir pazar değildir şu anda; 1,2 milyar dolar. Öğlenden beri defalarca söylendi burada. 1,2 milyar dolarlık bir pazar var, bir rafine bor pazarı var. Uç üründen önceki pazardan bahsediyorum, bizatihî bordan bahsediyorum. Bunun içinde Türkiye'nin, rafine ürün satışı az olduğu için, almış olduğu pay yüzde 20'ler civarında. İşte, 220 000 000-240 000 000 dolar; ama, buna mukabil, US Borax bu pazardan yüzde 67-70 civarında pay alıyor; çünkü, 1 300 000ton rafine ürün satıyor. Ancak, üretime baktığımız zaman, miktar olarak pazara baktığımız zaman, bizimki yüzde 31-32, US Boraxın yüzde 38-39; birbirine çok yakın değerler. Biz rafine ederek satamadığımız için düşük kalıyoruz. Ha, Eti Holding bunun farkında. Önce 800 000 tona çıkaracak, daha sonra 1 200 000 tona çıkarmak üzere bir çalışma içinde. Fakat, biz, diyelim ki bu pazarımızı yüzde 20'den yüzde 50'ye çıkardık; ne kadar gelir elde edeceğiz; 600 000 0000 dolar. Çok mu büyük bir rakamdır; hayır. O zaman ne yapılması gerekir; uç ürüne mutlaka gidilmesi gerekir. İşte bu enstitü bu amaçla kurulmaktadır ve hangi kaynağa bakarsanız bakın, hangi ilin erbabının makalelerine bakarsanız bakın, hangi tebliğ, konferans vesaireye bakarsanız bakın, mutlaka bir enstitünün, bir araştırma kurumunun, bir şekilde bir ar-ge faaliyetinin oluşması gerektiği vurgulanmıştır. İşte bugün o gündür ve hükümetimizin Parlamentomuza getirmiş olduğu ve Parlamentomuzun da tasvibiyle kanunlaşacak olan bu tasarıyla, bunun ilk adımı atılmaktadır; çünkü, uç ürün pazarı için -çok değişik iddialar olmakla beraber- Sayın Komisyon Başkanı 30-40 milyar dolar dedi. Bazı kaynaklarda böyle görünüyor. Bir başka sayın konuşmacı 1 trilyon dedi; bunu da iddia edenler var; ama, 100 milyar dolar gibi bir rakamdan da bahsedersek ve bunun içerisinden de, gerçekten, Türkiye, arzu edilen payı alabilirse, biz, işte o zaman, gerçekten, evet, bor mineral cevherimiz vardır ve bu bor cevherimiz, ekonomimizin geleceği için önemlidir, çocuklarımızın geleceği için önemlidir diyebilecek durumda oluruz. Aksi takdirde, bu araştırma...

Buna bir başlangıç çok önemlidir ve gerçekten kutlamak gerekir. Bu kanun tasarısı, buraya gelinceye kadar, iddia edildiğinin tam aksine, hemen hemen toplumun bütün katmanlarınca irdelenmiştir, görüşülmüştür. Hele hele, Eti Holdingin, herhalde, bu kanun tasarısıyla ilgili çalışma yapılırken, belki hiçbir uzmanı da yoktur. Sayın Genel Müdür de buradadır; dolayısıyla, o iddia da, bence, çok fazla ciddiye alınmaması gereken bir iddiadır.

Sonuç itibariyle, bu enstitünün kuruluşu bir organizasyondur; amaçları belirlenmiştir...

GÜROL ERGİN (Muğla) - Niye ciddiye alınmıyor?!

AFİF DEMİRKIRAN (Devamla) - Özür diliyorum; yani, yanlış anlaşılmak da istemiyorum, burada herhangi bir polemik de yaratmak istemiyorum. Kelimede sürçülisan olmuşsa özür diliyorum; polemiğe girmek istemiyorum.

Yalnız, amaçlar burada belirlenmiştir; kalkınma plan ve programları doğrultusunda çalışmalar yapacaktır ve sürekli ve süreli insanlar çalıştırılacaktır ve esasen doğrudur da; çünkü, proje bazında, ilgili uzmanı getirip istihdam etmeniz, o projenin selameti açısından çok çok önemlidir; bu, yerli olabilir, yabancı olabilir.

Değerli arkadaşlarım, bir şey daha ifade edeyim. Yabancı sermayeden de o kadar çok fazla ürkmememiz lazım. Bakın, hemen bunun akabinde, belki bugün, belki önümüzdeki hafta içerisinde, yabancı yatırımları teşvikle ilgili kanunu görüşeceğiz. Biz, Türkiye'de, gerçekten, yerli sermaye ile yabancı sermayenin eşit ve eşdeş şartlarda olmasını istiyoruz; ancak, tabiî ki, ulusal çıkarlarımızı mutlaka koruyacağız. Biz bunu koruyalım, biz bunun bilincinde olalım; o zaman, sermayenin yerlisi veyahut da yabancısı olmaz.

Evet, doğrudur; bizim bor yataklarımızın ömrü, bugünkü tüketimle dörtyüz yıl yetecek kadardır.

Sadece bir şey daha düzelteyim; değişik konuşmacılar, değişik bazı değerler verdiler. Tuvenan cevher -ham cevher- dünyada 3,5 milyar tondur; Türkiye'de 2 milyar ton civarındadır veya aşkındır. B2O3 bazında konuştuğumuz zaman, bunun dünyadaki miktarı 1 milyar ton civarındadır ve Türkiye'de de, işte, bunun yüzde 63'ü, 64'ü civarındadır; sadece bunu düzelteyim dedim. Ancak, US Boraxa karşı çok ciddî bir şansımız var. Biraz önce ifade ettim; biz açık ocak işletmeciliği yapıyoruz ve bizim yataklarımız gerçekten geniş ve büyüktür. Ancak, US Borax, ağırlıklı olarak yeraltında çalışmaktadır ve daha da derine gittikçe, üretim maliyeti artacaktır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı.)

BAŞKAN - Sayın Demirkıran, toparlar mısınız.

AFİF DEMİRKIRAN (Devamla) - Tamam efendim, toparlıyorum.

Fakat, bizim esasen üzerinde durmak istediğimiz şu: Borun yeraltından çıkarılma maliyetinden çok, uç ürüne ulaştığımız takdirdeki maliyetler çok önemlidir; çünkü, onun uç ürünlerdeki satış fiyatları yüzlerce misli katlanarak gidiyor.

Değişik kullanım yerleri vardır; bunlar ifade edildi; hepimizin bildiği gibi, 250'nin üzerinde alanda kullanılıyor. İnanıyoruz ki, bu enstitü öyle bir işlev yapacak ki, Allah'ın izniyle, bu enstitüdeki ilim adamlarının, araştırmacıların -Bakan Beyin ifadesiyle- beyaz gömleklilerin, beyaz önlüklülerin çalışmalarıyla, henüz dünyanın hiçbir yerinde kullanım imkânı veyahut da alanı bulunmamış birçok değişik yeni alan da bulunacaktır ve Bakan Bey, bu uç ürünlere dayalı olarak, Türkiye'de çeşitli fizibiliteler de gösterdi; çeşitli yatırımların yapılmasına da vesile olacaktır.

Bir tek misal vererek bitiriyorum Sayın Başkanım. Amerika'da bir cam elyafı, fiberglas şirketinin cirosu 5 milyar dolardır. Bakın, bütün bor  pazarı dünyada 1,2 milyar dolardır; ama, içinde bor kullanan -çok güzel ifade edildi- sanayiin tuzu olarak adlandırılan bor kullanan bir fiberglas şirketinin cirosu 5 milyar dolardır. Onun için, gelecekte, gerçekten, sanayimize ivme kazandıracak bu enstitünün, ülkemiz için, geleceğimiz için hayırlara vesile olmasını diler, hepinizi saygıyla selamlarım. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Demirkıran.

Şahsı adına, Adana Milletvekili Sayın Tacidar Seyhan; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

TACİDAR SEYHAN (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bor ve Ürünleri Araştırma Enstitüsü Kurulması Hakkında Kanun Tasarısının 6 ncı maddesi hakkında şahsım adına söz almış bulunuyorum.

Değerli arkadaşlarım, tabiî, çok fazla tartışmaya gerek yok; yani, yönetim kurulunun görevlerine bir baktığınızda, görev ve sorumluluklar alanında o kadar fazla açılım yapılmış ki, her an, bir özel kişiye çıkar sağlayabilecek teşebbüsler buradan çıkar; ama, onu ileride anlatmak istiyorum. Bir çekincemi ifade etmek için bunları söylüyorum.

Değerli arkadaşımın söylediği gibi, gerçekten, Türkiye'de Kazan'da bir tronayı Rio Tinto elinde bulundurmaya başladı. Arkadaşım son derece haklı. Ben, bu arkadaşımın o konudaki haklılığını, değerli arkadaşlarımla ve Sayın Bakanımla paylaşmak istiyorum. Bor öyle bir ürün ki, hammaddeleri, yani tinkal, ulxit, kolemanit, bunlar birbirini ikame edilebildiği gibi, bunlardan üretilen, bunlardan elde edilen ve piyasaya sunulan konsantre ürünler de birbirini ikame edebiliyor; hatta, bir konsantre ürünü, hammaddenin yerine dahi kullanabiliyorsunuz ya da hammaddeyi konsantre ürünün yerine kullanabiliyorsunuz.

Şimdi, bu trona meselesi çok tehlikeliydi. Ben bunu hissettim, arkadaşlarım da hissetti; çünkü, burada, ülkemizde en büyük sıkıntı sodyum perboratta; deterjan hammaddesi. Çin, daha deterjanı tanımıyor, yüzde 95'i deterjanla çamaşırlarını yıkamıyor, çok düşük oranda kullanılıyor. Bizim, Uzakdoğu'ya yönelik deterjan sektörünü ele geçirmemiz lazım. Bizim feryadımız da bunun için. Eti Holding, Uzakdoğu'da temsilcilikler de kurdu; ancak, şöyle bir sıkıntı var: Deterjan sektöründe, biz, ülkemize yetecek sodyum perboratı dahi üretemiyoruz daha, dışardan alıyoruz, böyle bir sıkıntı var. Bu gerçekleri konuşalım. Bununla da kalmıyorsunuz, dışardan aldığınız gibi, Çin'deki o geniş kullanım alanını da boş bırakıyorsunuz. Hükümetsiniz, getirin önümüze, politikalar geliştirelim, açalım tesisleri, bir borik asit fabrikası için yıllarca beklemeyelim. Bu, millî servet; değerlendirelim. İşin kötüsü, sodyum perborat yerine tronadaki soda külü de kullanılabiliyor deterjan sanayiinde. Bir kısmı bunu kullanırken, bir kısmı onu kullanıyor; yani, bor ürünleri yerine tronanın soda külünü de kullanabiliyorsun. Perboratlı sistemi biz kullanıyoruz, Amerika klora sistem kullanıyor.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, ben bir yasa teklifi getirdim, dedim ki: Tronanın da ham olarak ihraç edilmesine yasak koyalım, soda külünün ihracına ait usul ve esasları belirleyen yönetmeliği de bakanlığa bırakalım; o karar versin. İyi ya, eğer, o çıkarsa, biz, bor konsantreleri sattığımız yerlere artık satış yapamayacağız. Buradan tronayı çıkaracak adam, oradaki pazarımı elimden alacak. Uzakdoğu'da kaç tane pazarı elimizden aldığı burada yazıyor. Bunlara engel olmak için, biz, zaten, bu devlet tekelini savunuyoruz. Eğer, bu ikame anlayışı olmasaydı belki biraz daha ılımlı düşünebilirdik. Millî serveti maksimum düzeyde faydaya dönüştüremeyeceğiz, öyle kullanamayacağız. Biz, millî gelire katkısını artırmak için bunu öneriyoruz. Müsteşarın getirdiği bütün teklifler, geçici maddeler görüşülmeye alındı komisyonda, geçti; benim, bundan önce bulunmuş borların ve bulunacak borların 2840'a tabi olmasını içeren yasa teklifim, tronanın ihracatına ilişkin usul ve esasları belirleyen teklifim için, Sayın Bakanım, önce "görüşmeye alalım, görüşelim" dedi; sonra, sadece beni dinleyerek "görüşmeye almayalım"dedi.

Diğerlerini konuşturdunuz; bir kanunu neden birleştirmediniz? Hangi paylaşma anlayışı, hangi demokrasi anlayışı?! İdarî, malî özerklik anlayışınızı, benim, orada, kendimi ifade etme özgürlüğümü elimden alarak mı uygulayacaksınız? Demokrasi böyle mi gelişiyor, demokrasi böyle mi olgunlaşıyor?!

ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elazığ) - İfade edemediniz demek ki tam manasıyla!

TACİDAR SEYHAN (Devamla) - Efendim, fazla...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

TACİDAR SEYHAN (Devamla) - Tamamlıyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Sayın Seyhan, son cümlenizi alabilir miyim.

Buyurun.

TACİDAR SEYHAN (Devamla) - Yine, tabiî ifade edip edemediğimi, ben, değerli arkadaşlarımı -benim önümde var- Meclis tutanaklarını alıp incelemeye davet ediyorum; mümkünse kamuoyu da incelesin. O tutanaklarda, neyin, nasıl ifade edildiği, kimin "evet" kimin hangi saniyede "hayır"dediği, oylamayı alıp almadığı yazılıdır.

Burası demokratik bir ülkedir, çağdaş ülkelerde paylaşım böyle yapılır; bireye hitapla değil veya bize, o kanunu görüştürmek bir iltifat değildi; toplumsal sorumluluğun gereğiydi, yönetsel sorumluluğun gereğiydi, demokrasinin gereğiydi. Biz, size anlattığım gerekçelerle bir doğruyu paylaşmak istedik. Allahaşkına söyler misiniz, şu ana kadar saydığım önerilerin hangisinde siyasî bir çelişki vardır? Hangisi bizim siyasal partimizin menfaatlarıyla özdeşleşir? Hangisinde oy kaygısı görüyorsunuz? Böylesine yurtsever bir anlayışı neden tartıştırmıyorsunuz?

Saygılar sunuyorum.(CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Seyhan.

Buyurun Sayın Bakan. (AK Parti sıralarından alkışlar)

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) -  Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi tekrar saygıyla selamlıyorum.

Aslında, bu ara görüşmeyi istemeyecektim; ama, bazı konularda çelişki olabilecek ve doğruluk adına birtakım yanlış şeyler ifade edilince, bunları açıklamam gerektiğini hissettim, onun için bu sözü aldım.

Şimdi, birkaç şey oldu, ben, tabiî, bunlara cevap vermeme niyetindeydim; çünkü, güzel bir hava var ve ortak akıl birlikte bulunuyor ve gerçekten de, ulusal bir konuda büyük ölçüde konsensüs sağlanmış durumda, bu, mutluluk verici bir olaydır; ancak, dediğim gibi, bir iki ufak çelişki oldu, onları ifade etmek istiyorum.

Birincisi, önce işin ruhundan başlayalım. Bir kanunun hazırlanmasının merhaleleri vardır. Yani, önce bir tasarı hazırlanır, bu tasarı bütün ilgili birimlere sorulur, ondan sonra, en az iki komisyondan, bazen üç komisyondan geçer, tekrar uzmanlarla görüşülür. Yoksa, bir kanun, doğrudan doğruya Genel Kurulda, hani, dokuz aylık süreyi beklemeden çocuğun olması gibi, burada doğmaz, kanun olmaz; dolayısıyla, bu merhaleleri tamamlayarak geçiyor.

Benim gördüğüm kadarıyla, bazı konuşmacılar, özellikle muhalefetten sayın konuşmacılar, daha birinci komisyondaki tasarıyı, daha cenin halindeyken bunun tartışılmasına geçtiler. Yani, neticede, o zaman buraya gerek kalmayacak demektir. Dikkat edilirse, pek çok öneri burada da yapıldı ve geçti. Tekâmüle inanan, evrime inanan kişiler için de bunun tabiî olması lazım. Bu bakımdan, yadırgadığımı belirtmek isterim ve gerçekten de görüşler alındı. Zaten, mühendis ve mimar odalarının görüşü orada da kabul edilmişti; ancak, toplantının sonuna doğru bazı üyeler, özellikle ayrılınca, ben orada söz verdim. Neticede, bunun Genel Kurulu da var; biz yangından mal kaçırmıyoruz ve orada da söz vermiştik, sözümüzde de durduk. Kaldı ki, hepimiz, yani, mühendis olanlar, ben dahil, mühendis ve mimar odasının üyesiyiz; hepimiz, ona üye olmaktan şeref duyan kişileriz. Dolayısıyla, böyle bir şey varit olamaz. Aynı şekilde, TÜBİTAK... Bir üyemizin, kendisi daha çocukken kurulduğunu söylediği TÜBİTAK'ta ben onbir-oniki sene çalıştım ve üst görevlerde bulundum; araştırmalar yaptık, yani, araştırmanın ne olduğunu, geliştirmenin ne olduğunu bilen insanlarız. Dolayısıyla, bunlarda rahat olunması lazım.

Sonra, vizyon meselesi geldi gündeme. Aslında, çalışmalarını çok takdirle izlediğim bir sayın üye, vizyon meselesini getirdi gündeme. Vizyon konusunda, gerçekten, biz, şu anda, diğer ülkelerden geri değiliz, hatta fazla olduğumuzu söyleyebiliriz. İşin ilginç tarafı, bu tasarıdaki enstitü  -kendimizden bahsetmek gibi olmasın ama- bizim düşündüğümüz bir enstitüydü. Burada konuşmaları dinleyince, sanki, biz, vatan haini gibi bir duruma düşmüş olduk; yani, bu enstitünün kurulmasıyla ilgili öyle şeyler söylendi ki, kendimizi peşinen suçlu hisseder gibi olduk.

TACİDAR SEYHAN (Adana) - Hayır efendim, estağfurullah.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Burada, ülkemizin çıkarları açısından bir enstitünün kurulması gerekliydi. Biz, iktidar olduğumuz halde, buraya adam yığmak istemedik; çünkü, bu, çekirdek şeklinde olan, çevik bir yapıdır; yani, burada yapılması istenen şey, dışarıya iş yaptırmaktır.

Dikkat edilirse, hep bor piyasasından bahsettiniz. Bor piyasasından bahseden insanlar, işi ticarî düşünüyor demektir. Biz de, burada, ticarî değerleri öne çıkaran ve dolayısıyla, satışı değerlendiren bir yapıyı ele aldık. Gayet tabiî ki, bilim kurulu olması iyi olurdu; o, ayrı bir şey; ama, biz, bilim kurulu olan yerlerde de çalıştık. Yani, burada önemli olan şey, bir işadamı gibi de düşünebilmek. İkisi, bazen çok kolay olmuyor. Biz, bu tercihimizi böyle koyduk. Neticede, bu, bir öneridir; işte, burada da oylanıyor, devam ediyor.

Bir başka teknik nokta -ki, ona dayanamadım- biraz önce, Tacidar Bey, sodyum perboratın üretiminden bahsetti; biz, bunu 20 000 ton üretiyoruz ve Bandırma'da üretiliyor; dolayısıyla, sodyum perborat üretilen bir üründür.

TACİDAR SEYHAN (Adana) - Üretiliyor... Üretilmiyor demedim ki!

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Devamla) - Evet, üretiyoruz.

Sonra, mesela, Çin, deterjanı bilmiyor falan... Ben, biraz Çinlilere acıdım doğrusu; yani, o kadar millet, bu çamaşırlarını, çarşaflarını nasıl yıkıyor filan diye. Aslında, deterjan konusunda da, özellikle bor, gayet önemli bir unsurdur ve ben, onların da bildiğini zannediyorum.

Sonra, bir başka söylemem gereken şey de şu: Burada, Etibankın görüşü devamlı olarak söz konusu oldu. Ben, Etibankın eski Genel Müdürüyüm; uzunca bir süre onun çalışmalarını yaptık. Üstelik, bu işi kaleme alan da, yine, Eti Holdingin Genel Müdürü ve diğer arkadaşlarıdır; yani, devamlı onların görüşleri alınarak yapıldı. O bakımdan müsterih olunuz; ki, üstelik olmasa bile, tersi söz konusu değil. Yani, burada, çok kıymetli görüşler öne sürüldü, bu bakımdan, gayet iyi de gidiyor.

Burada, bir de, Genel Başkanımıza, bir zabıta benzetmesi oldu; onu, o espriyi şık bulmadığımı söylemek isterim; hem de doğru olmadı.

O bakımdan, bu düzeltmeleri veya en azından tavzihleri yaparak, yerime oturmak istiyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Güler.

Sayın milletvekilleri, madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

7 nci maddeyi okutuyorum:

Başkanlık ve başkanın görev ve yetkileri

MADDE 7.- Başkanlık, Enstitü başkanı ve üç grup koordinatöründen oluşur ve Enstitünün görevlerinin yerine getirilmesinde icra kurulu olarak hareket eder.

Başkan, Enstitünün ita amiri olup, Yönetim Kurulu üyelerinde aranan özelliklere sahip kişiler arasından, Bakanın teklifi üzerine, Başbakan tarafından atanır.

Başkanın görev ve yetkileri şunlardır:

a) Enstitünün işlevlerinin yerine getirilebilmesi için gerekli taslak çalışma programını ve bütçeyi hazırlamak, yönetim kuruluna sunmak, onaylandıktan sonra uygulamak.

b) Enstitünün gelir gider kesin hesabını ve yıllık faaliyet raporunu Yönetim Kuruluna sunmak ve Enstitü bütçesinin uygulanmasını, gelirlerinin toplanmasını, harcamaların yapılmasını ve denetimini sağlamak.

c) Enstitü personelinin atama ve diğer işlemleri için yönetim kuruluna teklifte bulunmak.

d) Yönetim Kurulu kararına istinaden Araştırma ve Geliştirme Koordinatörlüğü altında Enstitü temel çalışmaları ve piyasadan gelen talepler için Enstitü bünyesinden ya da dışından yerli ve yabancı danışman ve uzmanlardan oluşan Ar-Ge grupları kurmak, kaldırmak ve Enstitünün sürekli ve süreli personeli tarafından yapılan proje gelirlerinin dağıtımı hakkında önerilerde bulunmak.

e) Hizmet birimlerinin uyumlu, verimli, disiplinli ve düzenli biçimde çalışmasını temin etmek, Yönetim Kurulu ile hizmet birimleri arasındaki organizasyonu ve koordinasyonu sağlamak.

f) Yönetim Kurulu toplantılarının gündemini, gününü ve saatini belirlemek ve toplantılara katılmak, raportörlüğünü yapmak, Yönetim Kurulu kararlarının gereğinin yerine getirilmesini sağlamak ve bu kararların uygulanmasını izlemek.

g) Enstitüyü resmî ve özel kuruluşlar nezdinde temsil etmek.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Sayın Enis Tütüncü.

Buyurun Sayın Tütüncü. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA ENİS TÜTÜNCÜ (Tekirdağ) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.

Aslında, 7 nci madde, 8 inci maddeyle bir arada ele alınması gereken bir madde. Bu nedenle, ben, 7 nci maddeyle ilgili görüşlerimin bir bölümünü 8 inci madde üzerinde zorunlu olarak dile getirmek durumundayım ve 8 inci maddede de Grubum adına ben söz alacağım.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; 7 nci maddeye göre, başkanlık, enstitünün icra kuruludur. İcra kurulu 4 kişiden oluşuyor; enstitü başkanı ve 3 grup koordinatörü. Yönetim kurulu, en üst karar organı olarak kararları alacak; başkanlık, yani enstitü başkanı ile 3 grup koordinatöründen ulaşan ekip, bu kararları yaşama geçirecek.

Grup koordinatörlüklerine bakıyoruz, yasa tasarısının 8 inci, 9 uncu, 10 uncu ve 11 inci maddelerinde düzenlenmiş. Ancak, bu maddelerde, bakıyoruz, her bir grup adına hareket edecek grup koordinatörü var mı yok mu; grup koordinatörü olacak mı olmayacak mı; bu belli değil. Yani, grup koordinatörü kavramı tasarının hiçbir yerinde yok. Bununla ilgili, 8 inci maddenin son fıkrasına bir ekleme yapmak gerekiyor. Bunu, 8 inci maddeyle ilgili konuşmam sırasında dile getireceğim ve 8 inci maddeyle ilgili önergenin oylanması sırasında da gerekçesiyle birlikte bu sunulmuş olacak.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; bizim, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, bor konusundaki duyarlılığımız, borun stratejik bir madde olmasının yanında, geçmiş yıllarda, Türkiye'de, ibretle izlediğimiz bir oyunun oynanmış olmasından kaynaklanmaktadır; yani, bizim duyarlılığımızın, aslında, sizin duyarlılığınız olması gerekiyor; çünkü, oynanan bu oyunu, ibretle, hepimiz izledik.

Oyun, 1960'lı yıllarda sahneye konuluyor. 1963 yılında, Borax Consolidated Limited isminde bir şirket bir rapor hazırlıyor ve Türkiye'deki bor rezervinin tükenmiş olduğunu dünyaya ilan ediyor; 1963 yılında. Buna rağmen, Türkiye'de bor üretimi devam ediyor; çünkü, bor, satıhta, yüzeyde, her tarafta bor -kimi illerimiz için söylüyorum- üretimi devam ediyor; ama, Türk özel girişimcileri, yabancı tröstlerin elinde, tam anlamıyla oyuncak duruma düşürülüyor. Ham borun ton fiyatı 40 dolar düzeylerinde, bilemediniz 50 dolar düzeylerinde tutuluyor ve 1978 yılına geliniyor. 1978 yılında, hepimizin bildiği gibi, 2172 sayılı Yasayla, bor yatakları devletleştiriliyor. Bu yasa, 1983 yılında, 2840 sayılı Yasayla delinmeye çalışılıyor; dikkatinizi çekiyorum, delinmeye çalışılıyor. O yılda, tronanın önemi anlaşılamamıştı. Trona, 2840 sayılı Yasanın kapsamı dışına çıkarılıyor ve hemen arkasından Rio Tinto, Kazan'da büyük bir trona yatağı buluyor ve işletmeye başlıyor. 1960'larda başlayan o tezgâh, böyle, çok ince bir şekilde, telkâri işçilikle yürüyor.

Geliyoruz 1985 yılına, 1978 tarihli 2172 sayılı Yasa, bu kez, 3213 sayılı Yasayla yeniden delinmeye çalışılıyor. Bu yasanın yürürlüğe giriş tarihinden sonra bulunacak bor yataklarının, özel sektör tarafından işletilmesi öngörülüyor; ancak, bu yasanın 49 uncu maddesi, borların ihracatındaki usul ve esasların belirlenmesini Bakanlar Kuruluna bırakıyor. İyi yapıyor; yani, burada son anda bir fren yapılarak, en azından, bor ihracatı açısından bir kontrol getiriliyor.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Eti Holding, 1978 yılında çıkarılan bu yasanın sayesinde, dünya bor piyasasında, Türkiye'yi belli bir yere taşımıştır; Şu anda, Eti Holding, 4 tane rafine üründe, diyebilirim ki, dünya çapında iddialı bir konuma getirilmiştir.

Şimdi, iktidarıyla muhalefetiyle bize düşen bir görev var. Oyun belli, karşımızdaki büyük tröst belli; US Boraxın bütün dünyadaki gücü belli, Rio Tintonun (ana şirketin) dünya maden kaynaklarındaki durumu belli; tek tabanca. O zaman, bu durumda, iktidarıyla muhalefetiyle bize düşen bir görev var; bu görev, katmadeğeri yüksek olan bor uç ürünlerinde teknoloji üretmek, dünya pazarlarında rekabet gücümüzü ve piyasa payımızı artırmaktır.

Bizim, bor alanında -yine muhalefetiyle iktidarıyla- nihai amacımız ise, borun, enerji alanında, hidrojen enerjisinde kullanılmasını sağlamak olmalıdır. Eğer, bu teknolojiyi bir an önce biz üretebilirsek -dünya çalışıyor- ya da üretenler kervanına katılabilirsek, Türkiye'yi, hiç kimsenin hayal edemeyeceği bir noktaya taşıma fırsatını, olanağını ele geçiririz.

Konu, ulusal bir konudur. Bizim düşüncemiz, Eti Holdingin yeniden yapılandırılarak, enstitüyü, bunun içerisinde ya da Eti Holdingin yörüngesinde oluşturmaktı. Bor alanında, Eti Holdingin güçlendirilmesi, Eti Holdingin öne çıkarılması gerekiyordu. Bu enstitünün kuruluşu, Eti Holdingin fonksiyonunun, görevinin, sorumluluğunun azaltılması sonucunu doğurabilir diye endişe ediyoruz. Sakın yanlış anlaşılmasın, endişe ediyoruz. Cumhuriyet Halk Partisi sözcüleri bu endişeleri konuşuyor.

Bizim duyarlılıklarımızın, ulusal duyarlılık açısından sizden daha fazla olduğunu iddia etmiyoruz; ama, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, 1978 yılında bu konuyu görmüş, gereğini yapmış ve 1978 yılında çıkan o yasanın gerekçelerinin de, hâlâ, tüm tazeliğiyle geçerli olduğunu görmüş olan bir siyaset anlayışının sahipleri olarak burada konuşuyoruz. Lütfen, bizim bu duyarlılığımızı siz de paylaşınız. Cumhuriyet Halk Partisinin sözcülerinin konuşmalarının kimi zaman tepkiyle karşılanmasını anlamak ve kabul etmek mümkün değil. Türkiye'nin ulusal yararlarının korunması açısından, Adalet ve Kalkınma Partisinin de, en az Cumhuriyet Halk Partisi kadar duyarlı olduğuna inanıyoruz, inanmak istiyoruz.

Hepinizi sevgiyle ve saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Tütüncü.

Şahsı adına, Adana Milletvekili Sayın Tacidar Seyhan; buyurun.

TACİDAR SEYHAN (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; kanun tasarısının 7 nci maddesi üzerinde, şahsım adına söz almış bulunuyorum.

Tabiî, öncelikle bir düzeltme yapmak istiyorum. Az önceki konuşmamda, ülkemizdeki sodyum perboratla ilgili sözlerimde yer alan "yeterince" kelimesini, sanırım Sayın Bakanım duymadığı için, sodyum perborat ürettiğimizi ifade etti.

RECEP KORAL (İstanbul) - Siz kullanmadınız, zabıtlara da bakınız.

TACİDAR SEYHAN (Devamla) - Bir bakarız; ama, düzeltiyorum; yeterince üretmiyoruz. Zaten, ben yöneticilerle konuştum, Eti Holdingin, burada, ne kadar ürettiği konusunda defalarca tartıştık. Sayın Genel Müdürümüz burada, ürettiğimiz oranı biliyor, ne kadar ithal edildiğini, dünya piyasasındaki pazarını da biliyor. Burada, ne yaptığımızı saklamaya çalışmıyoruz; aksine, biz üretilmesini istiyoruz, üretilmesinden gurur duyuyoruz. Bunu, daha fazla üretip, hem iç piyasada yeterince kullanmak hem de dış piyasaya sunmak istiyoruz; biz de bunun için söylüyoruz zaten. Trona için alınması gereken önlemleri de bundan dolayı alıyoruz. Biz, ülkemizdeki kaynakların değerlendirilmesini istiyoruz.

Sayın Afif Demirkıran, az önce "yabancı şirketlerle eşdeğer" dedi. Ne demek istediğini pek fazla anlamadım; ama, yurt içinde, hammaddeyi çıkararak eşdeğer hale getireceksiniz, Rio Tinto gibi bir devle baş etmeye çalışacaksınız, bir yandan da Eti Holdingin bu piyasadaki gücünü kırmaya çalışacaksınız; bu işler, bu şekilde olmaz. Sayın Afif Demirkıran'a da, yabancı ülkelerde üretilmiş madenlerin ülkeye gelmesinin, ülkemize ciddî zarar vereceğini buradan hatırlatmak istiyorum; çünkü, üzülerek dinlemiştim. Jeofizik mühendislerinin petrol sergisi ve kongresinde serginin açılışını Sayın Bakanla yapmıştık, çok güzel de bir konuşma yapmıştı; takdir ediyorum; enerji politikasını panelde, Sayın Afif Demirkıran tartıştı: "Ülkemizdeki yabancı kömüre dayalı termik santralların, sahillerimizde 5-6 tane daha kurularak geliştirilmesi, yabancı kömürün kullanılması daha doğrudur; bu, enerji ve kalori açısından çok yüksektir" dedi, ben çok üzüldüm. Madencilik sektörünü geliştireceksek, ülkemizde yeterince linyit var; düşük kalorili olsa da, onu nasıl kullanacağımızı biliriz; takarız filtremizi, ülkemizdeki millî kaynakları kullanırız. Kimse, ülkemizde kaynaklar dururken dışarıdaki kaynakların getirilip, ülkenin dışarıya mahkûm edilmesinin önünü açmaya çalışmasın.

Tasarıya gelirsem değerli arkadaşlarım; tasarıda da, idarî özerklikten söz ediliyor, malî özerklikten söz ediliyor. Peki, başkanı kim atıyor; başbakan. Bakın, yine elimde bir metin var; TÜBİTAK, 1963 yılında kurulmuş. İdarî özerklik anlayışına bakar mısınız! Sayın Bakan "keşke bilim kurulu olsaydı" dedi. "Keşke" demeyeceksiniz, koyacaksınız, doğrusu bu "keşke"yi siz demeyeceksiniz, biz diyeceğiz "keşke"yi; doğruysa, siz yapacaksınız. Bakın 1963'e, 2003'e gelinceye kadar 40 yıl var. "Başkanlık, başkan ve bilim kurulunun belirleyeceği sayıda başkan yardımcısı ve kurumun her türlü idarî ve destek hizmetlerinin yürütülmesinden sorumlu genel sekreterden oluşur.

Başkan, bilim kurulunca, müspet bilimler alanında eser, araştırma ve buluşlarıyla tanınmış kişiler arasından seçilir ve Başbakanın teklifi üzerine Cumhurbaşkanı tarafından atanır" deniliyor; idarî özerklik budur.

Siz, Cumhurbaşkanının yetkisinden kaçmayacaksınız; birincisi bu. Bir de başkanın tanımlanmasına bakar mısınız! Bir de bizim tanımlamamıza bakın lütfen "Başkan, yönetim kurulu üyelerinde aranan özelliklere sahip kişiler arasından atanır." Ben, ikisini karşılaştırmayı takdirinize bırakıyorum.

Ben, giderken, bu belgeyi size bırakacağım; idarî ve malî özerkliğini lütfen karşılaştırın.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

TACİDAR SEYHAN (Devamla) - Hemen tamamlıyorum Sayın Başkanım.

ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elazığ) - Cumhurbaşkanını da seçen Meclis değil mi?

TACİDAR SEYHAN (Devamla) - Tabiî ki...

ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elazığ) -  Ne fark eder? "Başbakan" denilse ne olur "Cumhurbaşkanı" denilse ne olur?

BAŞKAN - Sayın Seyhan, siz buyurun; son cümlelerinizi söyler misiniz.

TACİDAR SEYHAN (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, burada, Sayın Cumhurbaşkanının yetkilerini tartışmak için bu sözü söylemedim ben. Ben, idarî özerklikten bahsedilmesini savunuyorum burada. Lütfen, bırakın, her dönem, kendi uygulamalarıyla hükümet programını yerine getirmeye çalışan başbakan takdirini kullanırken, bu ülkenin bütünlüğü, cumhuriyetin varlığı ve bu ülkenin ileri, müreffeh uluslar seviyesi konumunda gelişmesini ilke edinmiş, Anayasaya ve hukuka saygılı olarak her türlü denetlemeyi yürüten cumhurbaşkanı da yetkisini kullansın. Bunu, bir çelişki olarak sunmayı anlamak mümkün değildir.

BAŞKAN - Sayın Seyhan, son cümlenizi söyler misiniz.

TACİDAR SEYHAN (Devamla) - Evet efendim.

Eğer bu korkuda, ülkedeki demokrasiyi geliştirmeye çalışıyorsanız çok yanılıyorsunuz. Üzülerek söylüyorum...

ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elazığ) - Başbakana niye karşı çıkıyorsunuz?!

TACİDAR SEYHAN (Devamla) - Başbakana karşı değiliz. Biz, bu ülkede, genel müdür atanırken, diğer araştırma kurumlarımızın başkanları atanırken hangi hassasiyet gösteriliyorsa, sadece, bor enstitüsü konusunda da aynı demokratik anlayışın ve hassasiyetin gösterilmesini istiyoruz.

Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Seyhan.

Sayın milletvekilleri, madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

8 inci maddeyi okutuyorum:

Hizmet birimleri

MADDE 8. - Enstitünün hizmet birimleri;

a) Araştırma ve Geliştirme Koordinatörlüğü,

b) Endüstriyel İlişkiler  Koordinatörlüğü,

c) Bilgi Toplama,  İdarî ve Malî  İşler  Koordinatörlüğü,

Olmak üzere koordinatörlükler şeklinde teşkilatlanmış hizmet birimlerinden oluşur.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Tekirdağ Milletvekili Sayın Enis Tütüncü; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA ENİS TÜTÜNCÜ (Tekirdağ) - Sayın Başkan,  değerli  milletvekilleri; 8 inci maddede enstitünün hizmet birimleri düzenlenmiş ve burada üç koordinatörlüğün isimleri belirtilmiş. İzin verirseniz, hemen, fazla uzatmadan metinden okumak istiyorum: "Enstitünün hizmet birimleri;

a) Araştırma ve Geliştirme Koordinatörlüğü,

b) Endüstriyel İlişkiler Koordinatörlüğü,

c) Bilgi Toplama, İdarî ve Malî İşler Koordinatörlüğü,

olmak üzere koordinatörlükler şeklinde teşkilatlanmış hizmet birimlerinden oluşur" deniyor.

Burada grup koordinatörlüğü sözcükleri kullanılmıyor; dikkatinizi çekiyorum, grup koordinatörlüğü sözcükleri burada yok. Öte yandan, bakıyoruz "grup" sözcüğü nerede kullanılmış. Olayı bağlamak için, daha açıklığa kavuşturmak için, izin verirseniz, 7 nci maddedeki konuya döneyim; çünkü, konu oradan kaynaklanıyor. 7 nci madde şu şekilde düzenlenmişti: "Başkanlık, enstitü başkanı ve üç grup koordinatöründen oluşur." Üç grup koordinatörünü arıyoruz; yok. Şimdi "grup" sözcüğüne bakıyoruz; "grup" sözcüğü, 9 uncu maddenin son fıkrasında geçiyor ve 9 uncu maddenin son fıkrasında da "Ar-Ge grupları" şeklinde geçiyor. Şöyle; izin verirseniz: "Enstitünün bünyesinde hangi konularda araştırma ve geliştirme yapılması hususuyla kurulması gerekli Ar-Ge grupları ve personel, finans ve teçhizata ilişkin önerilerini Başkana sunar" deniliyor; yani, "grup" sözcüğü, bu maddenin, yani, 7 nci maddenin birinci fıkrasındaki "grup" sözcüğüyle ilgisi olmayan bir sözcük ve diğer koordinatörlüklerde "grup" sözcüğü hiç geçmiyor; yani, endüstriyel ilişkiler koordinatörlüğünde, bilgi toplama, idarî ve malî işler koordinatörlüğünde geçmiyor.

O zaman "üç grup koordinatörü" ifadesi nereden çıkıyor; 7 nci maddedeki "başkanlık, enstitü başkanı ve üç grup koordinatöründen oluşur" ifadesi nereden çıkıyor? "Grup koordinatörü" düzenlemesi yok, "grup" sözcüğü dahi yok ve bu arada, hemen belirteyim, 13 üncü maddede, emeklilik açısından statülerin belirlenmesinde "koordinatör" kavramı kullanılmış, "koordinatörlük" değil. Bu durumda şöyle bir soru gündeme geliyor; başkanlık, enstitü başkanı ile hangi birimlerden oluşacak? Çünkü "grup koordinatörü" diye bir kavram, kesinlikle yok.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu eksikliğin giderilmesi için, görüşmekte olduğumuz maddenin son fıkrasının sonuna şöyle bir ekleme yapılmasının gerekli olduğuna inanıyoruz: "Her bir hizmet biriminin başında grup koordinatörü bulunur." Eğer, 8 inci maddenin son fıkrasının sonuna bu ibareyi eklersek, bu sıkıntı, kanımızca, ortadan kalkar.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; 7 nci madde üzerinde, benden sonra kişisel olarak söz alan Sayın Seyhan arkadaşımıza tekrar teşekkür ediyorum. Gerçekten, özerklik, idarî ve malî özerklik ve özellikle, idarî özerkliğin olmadığı konusunu bir daha dikkatlerinize sunmak istiyorum. Bor konusunun, bizim açımızdan, Türkiye açısından, Türkiye'nin geleceği açısından ne kadar önemli bir konu olduğunu, burada, 1 inci maddeden itibaren bütün konuşmacılar, Adalet ve Kalkınma Partisine mensup konuşmacılar, Cumhuriyet Halk Partisine mensup konuşmacılar dile getiriyoruz. Bu nedenle, hükümet, olması gerekenin ötesinde bir siyasî sorumluluk üstlendiğinin de, herhalde farkındadır diye düşünüyorum.

Bu duygu ve düşüncelerle, hepinizi, sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Tütüncü.

Başka söz talebi?.. Yok.

Madde üzerinde 1 önerge vardır; okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Bor ve Ürünleri Araştırma Enstitüsü Kurulması Hakkında Kanun Tasarısının 8 inci maddesinin son fıkrasına aşağıdaki ibarenin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

"Her bir hizmet biriminin başında grup koordinatörü bulunur."

 Birgen Keleş  Ali Topuz  Enis Tütüncü

 İstanbul  İstanbul  Tekirdağ

 Osman Coşkunoğlu  Kâzım Türkmen  Hüseyin Ekmekçioğlu

 Uşak  Ordu  Antalya

 Mesut Özakcan  Ramazan Kerim Özkan  Mehmet Boztaş

 Aydın  Burdur  Aydın

BAŞKAN - Komisyon katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SAİT AÇBA (Afyon) - Takdire bırakıyoruz.

BAŞKAN - Hükümet?..

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) - Aslında, 7 nci maddenin ilk cümlesinde geçiyor; ama, katılıyoruz.

BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:

7 nci maddenin birinci fıkrasında "başkanlık, enstitü başkanı ve 3 grup koordinatöründen oluşur" denilmektedir. Başkanlığın oluşumu için grup başkanlıklarının hizmet birimlerini düzenleyen 8 inci maddede "koordinatör" statüsünün ihdas edilmesi gerekmektedir.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Komisyonun takdire bıraktığı, Hükümetin katıldığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmiştir.

Kabul edilen önerge doğrultusunda maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

Şimdi, 9 uncu maddeyi okutuyorum:

Araştırma ve Geliştirme Koordinatörlüğü

MADDE 9. - Araştırma ve Geliştirme Koordinatörlüğü, bor ve ürünlerinin kullanımı hakkında Türkiye'nin bor ve ürünleri sanayi, araştırma ve teknoloji politikaları, hedef, ilke ve yöntemlerine uygun olarak Enstitünün yıllık ve revize edilebilir, beş yıllık Ar-Ge programlarını hazırlar.

Bor ve ürünlerinin geniş bir şekilde kullanımı, yeni bor ürünlerinin üretimi ve geliştirilmesi hakkında temel ve uygulamalı araştırma yapar, yaptırır ve değişik alanlarda kullanıcıların araştırmaları için gerekli bilimsel ortamı sağlar ve bilimsel araştırmaların teknolojik yeniliklere  dönüşebilmesi için çalışmalar yürütür.

Enstitünün bünyesinde hangi konularda araştırma ve geliştirme yapılması hususuyla kurulması gerekli Ar-Ge grupları ve personel, finans ve teçhizata ilişkin önerilerini Başkana sunar.

Türkiye'nin taraf olacağı bor ve ürünlerinin geniş bir şekilde kullanımı, yeni bor ürünlerinin üretimi ve geliştirilmesi ile ilgili Ar-Ge çalışma ve işbirliği anlaşmalarının hazırlanması ve  uygulanması çalışmalarını yürütür.

Araştırma ve Geliştirme gruplarının üye sayısı, bu gruplarda çalışacakların nitelikleri ile çalışma usul ve esasları Başkanın teklifi üzerine Yönetim Kurulu tarafından kararlaştırılır.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Uşak Milletvekili Sayın Osman Coşkunoğlu; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA OSMAN COŞKUNOĞLU (Uşak) - Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; konuyu, ben, iki bölümde ele almak istiyorum; birincisi, kurulmakta olan araştırma enstitüsü;  ikincisi de,  bu araştırma enstitüsünün odaklandığı  madde; o da bor.

Şimdi,  konu bir araştırma enstitüsü olduğuna göre,  özellikle şu anda tartışmakta olduğumuz 9 uncu madde araştırma ve geliştirme koordinatörlüğü üzerinde olduğuna göre, öncelikle bunun üzerinde duracağım.

Bir araştırma ve geliştirme enstitüsünün iddiası farklı düzeylerde olabilir. Örneğin, taklit, başkalarının yaptığını taklit etmek veya başkalarının yaptığını aynen yapmak olabilir veya başkalarının yaptığının ötesinde bir yerlere gitmek olabilir. Bu son söylediğim, bir araştırma enstitüsünün görevi olarak daha iddialıdır ve elbette, çok daha güçlü bir bilimsel yapısı ve güçlü bir kadrosu olması gerekir. Güçlü bir kadrosu olmasından kastım, miktar bakımından, sayıca değil; ama, destekleme gücüyle veya bir vizyon belirleme gücüyle daha etkin olması gerektiğidir.

Bu yasa tasarısını ve bu tasarının özellikle 9 uncu maddesini alçakgönüllü buldum. Bunu bir eleştiri olarak almak şart değil; belki ilk adım olarak, bu, daha uygun denebilir; bunun aksi de iddia edilebilir; fakat, daha çok "var olan ürünleri biz de yapalım" amacına yönelik, araştırma ve geliştirme faaliyetlerine yönelik. Katmadeğeri daha yüksek olan, talebin de daha az olabileceği, örneğin -deterjan piyasası çok geniş, bunu yapanlar da var- uzay teknolojisi gibi; hidrojen taşıma özelliğinden yararlanılarak borun enerji sektöründe kullanılması gibi veya bugün hiç akla gelmeyecek bir alanda kullanılma vizyonunu, bu maddede ve bu tasarıda görmüyoruz.

Bu iddianın olmuş olmasını dilerdim; dediğim gibi, belki, aksini de söylemek mümkündür; fakat, bir adım olarak da -tabiî, eleştiri olarak bunu almak şart değil- görülebilir. Bu vizyonun, ileride, zaman içerisinde, daha iddialı bir şekilde ortaya konulabilecek biçimde gelişmesini dilerim. Birincisi bu; araştırma geliştirme iddiası bakımından alçakgönüllü gördüğümdür.

İkincisi de şu: Yine, araştırma geliştirme yapısı bakımından bir ar-ge süreci birkaç aşamadan meydana gelir; bunu, ar-ge faaliyetlerine dahil olmuş arkadaşlarımız bilir. İlk başta fikirler üretilir. Bu fikirler içerisinde proje seçimi süreci vardır. Bir huni gibi düşünürseniz, huninin başından birçok fikir girer; ama, huninin içinden, daralan kısmından, ancak birkaç proje çıkabilir. Fikir geliştirme, proje seçimi, ondan sonra o seçilen projelerin yönetimi ve sonuçlandırılması; bu dört aşama çok önemlidir. Bu dört aşama, zincirin halkaları gibidir; herhangi bir tanesi zayıf olursa, zincirin tamamı zayıf olur. Dolayısıyla, bu dört aşamayı gerçekleştirebilecek belli bir vizyon,      -belli bir hedef diyeyim; vizyon demeyeyim; o iddialı olur. O kadar iddialı bir enstitü kurma durumunu görmüyorum, söylediğim gibi- bir hedefi, bir amaç için bu dört aşamayı, her aşamasında değerlendirebilecek, başvurulabilecek, danışılabilecek bir bilim kurulu, bir danışma kurulu olmasını ben çok önemli görüyorum. Sayın Bakanımızla o konuda anlaşamıyoruz. Sayın Bakanımızın kaygılarını ve endişelerini de -öyle bir bilim kurulundan- anlayabiliyorum, onları da görebiliyorum; fakat, böyle bir bilim kurulu olmasını, çok yararlı, bu sürecin çok daha etkin yürüyebileceğine hizmet edici görebiliyorum; çünkü, bu araştırma geliştirmenin konusu olan maddenin yapısıyla çok ilgili. Örneğin, çelik üzerine bir ar-ge... Çelik, olgun bir maddedir veya çelik üretim teknolojisi olgun bir teknolojidir diyebiliriz; ama, bor öyle değil. Bugün, bor kullanılarak, akla gelmeyecek nice ürünler ve nice teknolojilerin gelişmesi mümkün. Tabiî, Türkiye'nin, yüzde 65 civarında, üçte 2 civarında bir rezervinin de olması, bu stratejik önemini katlıyor. Hem olgun bir teknoloji değil; yani, yarını çok açık bir teknoloji hem de Türkiye, bunun üçte 2'sine sahip. Bu nitelikler, daha iddialı, bilimsel yapısı güçlü, danışma kurulu olan bir yapıyı gerektirir kanaatindeyim.

Bu bor araştırma enstitüsünün, hedefleri arasında ticarî boratlar dışında; yani, geleneksel sektörlerde rekabet gücü yaratabilecek ürünler dışında, özellikli bor bileşiklerinde; yani, daha ileri teknoloji kullanan bor bileşiklerinde de iddialı olmasını ve araştırma programına bunları da alabilmesini görmek isterim; fakat, yine, dediğim gibi, var olan amaçlar ve var olan kadro yapısıyla -burada 13 uzman var- bunu pek mümkün görmüyorum. Neden; çünkü, borun, yine, kullanım veya potansiyel alanları, o kadar farklı disiplinleri, o kadar farklı teknolojileri gerektiriyor ki, bir yandan gübreden söz ediyoruz, öte yandan deterjandan, bir yandan uzay teknolojisinden söz ediyoruz, diğer yandan cam elyaftan. Çok farklı alanları kapsayabilen bir maddenin, yine, çok disiplinli bir destekle yürütülmesi gerektiğine inanıyorum; fakat, dediğim gibi, bu da diğer bir indikatör.

Bu yasayla, daha çok ticarî boratlarda; yani, özellikli bor bileşiklerinde, rekabet gücü daha yüksek, katmadeğeri yüksek, talebin çok fazla olmadığı; ama, katmadeğeri yüksek alanlara girme olanağını, şu anda görmüyorum. Umarım, devamında, Türkiye'yi bir yerden bir yere sıçratabilecek... Ülkeler, bir noktadan bir noktaya sıçrarken belli teknolojileri kullanarak bu sıçramayı yapabiliyor. Türkiye, dünya rezervlerinin üçte 2'sinin elinde hazır bulunduğu bir maddeyle çok daha güçlü, iddialı bir vizyonla, çok daha önemli bir pozisyon alabilirdi dünyada. Önemli derken, piyasa anlamında demiyorum sadece; o da önemli -değerli arkadaşım sözünü etti; Çin, deterjanda henüz kullanmıyor- bu piyasayı Türkiye'nin alması bakımından önemli; ama, düşünün, üçte 2'sinin bizde olduğu bir cevherle, şimdiye kadar düşünülmemiş ürünleri geliştirdiğimizde, bunun pazarı çok fazla olmayabilir, sınırlı olabilir; ama, sadece bizde olan bir teknolojiyi Türkiye'nin geliştirme potansiyeli varsa, bunu kullanabilmeli. Bu, daha vizyonel, bu, daha etkin ve atılgan bir teknoloji politikası olurdu diye düşünüyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Coşkunoğlu, son sözlerinizi söyleyin; buyurun.

OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla) - Daha iddialı olurdu, elimizde bulunan kaynaklara ve insangücüne de yaraşır bir iddia olurdu diye düşünüyorum.

Bu düşüncelerle, yine de, böyle bir adımın atılmasını memnuniyetle karşıladığımı belirtir, hepinize saygılar sunarım. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Coşkunoğlu.

Madde üzerinde bir önerge vardır; okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Bor ve Ürünleri Araştırma Enstitüsü Kurulması Hakkında Kanun Tasarısının 9 uncu maddesinin ikinci ve dördüncü fıkralarında geçen "bor ürünlerinin üretimi ve geliştirilmesi" ifadesinin "bor ürünleri ve teknolojilerinin geliştirilmesi ve üretilmesi" olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

 Osman Coşkunoğlu Birgen Keleş Gürol Ergin

 Uşak İstanbul Muğla

 Fahrettin Üstün  Ali Kemal Kumkumoğlu

 Muğla  İstanbul

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Komisyon?..

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SAİT AÇBA (Afyon) - Takdire bırakıyoruz.

BAŞKAN - Hükümet?..

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) - Katılıyoruz.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Komisyonun takdire bıraktığı, Hükümetin katıldığı önergenin gerekçesini okutuyorum:

Gerekçe:

Araştırmalar bor ürünleriyle sınırlandırılmamalı, teknoloji geliştirmeyi de içermelidir.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, kabul edilen önerge doğrultusundaki değişik şekliyle maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... 9 uncu madde kabul edilmiştir.

10 uncu maddeyi okutuyorum:

Endüstriyel İlişkiler Koordinatörlüğü

MADDE 10. - Endüstriyel İlişkiler Koordinatörlüğü, kamu kurum ve kuruluşları ile üniversiteler, gerçek ve tüzel kişilerin bor ve ürünlerinin geniş bir şekilde kullanımı, yeni bor ürünlerinin üretimi ve geliştirilmesi hakkında araştırma isteklerini değerlendirir, sonuçlandırılmasını sağlar ve piyasaya sunar.

Bor ve ürünlerinin kullanım alanlarının yaygınlaştırılması yeni bor ürünlerinin üretimi ve geliştirilmesi hakkında araştırma yapan gerçek ve tüzel kişileri destekler, sanayi sektörünün Enstitü ile işbirliği yapmasını sağlayacak programları geliştirir ve bu işbirliğini verimli kılacak ortamı sağlar. Özel sektörün bor ve ürünlerinin kullanımı hakkındaki çalışmalara katılımını, özel sektörün yaptığı çalışmalara da  Enstitünün katılımını sağlayacak programlar yapar ve Başkana önerir.

Ar-Ge çalışması sonuçlarının uygulamaya geçmesi ve yurt dışından teknoloji transferi için gerekli çalışmaları yürütür ve Enstitünün gelirlerinin artırılması için  öneriler hazırlar.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Adana Milletvekili Sayın Tacidar Seyhan; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA TACİDAR SEYHAN (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bor ve Ürünleri Araştırma Enstitüsü Kurulması Hakkında Kanun Tasarısının 10 uncu maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, tabiî, burada da, nispî endişeler taşıyoruz. Bu, niyetten kaynaklanmıyor belki ama, eğer imkân varsa düzeltelim diye söylüyorum, yanlış anlaşılmaya sebebiyet vermeyelim. Fakat, bir şeye de değinmeden geçmeyeceğim, maddeyi tanımlayacağım burada. "Bor enstitüsüne ticaret yaptıracağız, tabiî ki, para kazanacağız" demek, böyle bir anlayışı egemen kılmak çok doğru bir şey değil. Yani, hiçbir yerde araştırma enstitüleri, sadece buradaki ilişkileri ticarîleştirmek amacıyla kurulmaz. Üniversite bünyesinde kurabilirsiniz, akademik yapılanmalarda dengeyi kurarak, bu yapılanmalardan üretim yapılmasını sağlarsınız. Neyi üretirsiniz; araştırma sonuçlarını. Bunu geliştirmek için yeni çalışmalar yaparsınız, koordinatörlükler kurarsınız ve bunları yaparken, gerçekten, bilgi alırsınız yurt dışından ve buradaki örgütlenmelerinizi bilgiye, belgeye ve bir önce yapmış olduğunuz temel araştırmalara dayandırırsınız. Araştırma sonuçlarını, patent hakkını da elde edecek şekilde korur, sanayiin hizmetine sunarsınız. Yani, asıl amaç ticarîleştirmek, buradan para kazanmak derseniz, enstitü başka bir yere gider.

Bundan bir ay önce, Ege Üniversitesi Güneş Enerjisi Araştırma Enstitüsüne gittim. Enstitü gibi, arkadaşlar yapmışlar, güneş enerjisinin en verimli şekilde kullanılmasını sağlayacak teknolojik gelişimleri de bulmuşlar. Bakanlık tarafından kaynaklarının bir kısmı ödenmiş, bir kısmı için de ödenek çıkmış, gönderilmesi, ödenmesi için Sayın Bakana ricada bulunmamı istediler, şimdi nasip oldu, bulunuyoruz. Enstitüye gönderelim bu paraları, nerede kalmışsa, nasıl gönderilecekse. Arkadaşlarımız çalışsınlar, hakikaten iyi bir şey yapılıyor. Orada akademik çalışmalar yürütülüyor. Biz, alacağız, ürünleri satacağız, araştırma yapanların ürünlerini geliştirmesine yardımcı olacağız, oradan para kazanacağız; kazandığımız bu parayı, yeniden, araştırmaya dönüştüreceğiz -ne kadar iyi- buradan gelen paranın dağıtımına da, başkanın yetkisiyle karar vereceğiz derseniz, işin ucu kaçar. Tabiî, yapalım bunları; ama, yetkilendirmeyi hukuka uygun yapmak lazım, sadece bir alana yığmamak lazım, bu paraların nasıl kullanılacağını belirtmek lazım ve bu kaynağın doğru değerlendirilmesinin önünü açmak lazım.

Madde üzerindeki görüşlerime gelince; değerli arkadaşlarım, bakın, maddede ne deniliyor: "Endüstriyel İlişkiler Koordinatörlüğü, kamu kurum ve kuruluşları ile üniversiteler, gerçek ve tüzel kişilerin bor ve ürünlerinin geniş bir şekilde kullanımını..." Tamam, burası kabul, bir anormallik yok. "... yeni bor ürünlerinin üretimi ve geliştirilmesi hakkında araştırma isteklerini değerlendirir..." Kimin; kamunun ve özel kişilerin yeni bor ürünlerinin üretimi ve araştırma isteklerini değerlendirir, onu da değerlendirin, tamam. Üretimini değerlendirdiniz, bilgi verdiniz; ama, sınırlama koyun. Devam ediyorum: "...sonuçlandırılmasını sağlar..." Ne yapacaksınız siz enstitüde, neyi sonuçlandıracaksınız arkadaşlar?.. Yani, özel sektör tarafından, bor ürünlerinin üretiminin araştırmalarını sonuçlandırabilirsiniz. Üretimini nasıl sonuçlandıracak enstitü; var mı bu işi yapan bir enstitü; biliyor musunuz?.. Burada da bir çelişki var.

HASAN ANĞI (Konya) - Yoksa, oldu!..

TACİDAR SEYHAN (Devamla) - Tabiî, "yoksa, oldu" diyor arkadaşım; doğru, yoksa, olacak. Bir şey demiyoruz; ben, sadece anlatıyorum değerli arkadaşım.

Ve "piyasaya sunar" diyor. Neyi?.. Biz, pazarlama şirketi mi kuruyoruz?.. Eğer, bir pazarlama şirketi kuracaksanız, var. Bakın, ısrarla söylediğimiz bir şey var; Eti Holding, pazarlama ve planlama stratejisini oturtmak zorunda arkadaşlar, kendini planlamak zorunda, on yıl sonra ne kadar üreteceğini, dünya pazarının bor konusunda ne kadar açılım göstereceğini planlamak zorunda. Her şeye tamam; ama, çok üzgünüm, gerçekten, altı aydır yapılan birçok şey planlamadan yoksun. Bu, benim şahsî düşüncem, kızmayın lütfen. Vizyonu, Sayın Bakanım memnuniyetle karşıladı, ben de bilmek istiyorum; susuz borikasit üretimini ne kadar bir süreye sığdırdınız, kaç yıla hedeflediniz? Dünya pazarlarındaki sodyum perboratın ne kadarını vermeyi hedeflediniz? Bu konuda yaptığınız bir plan, proje, program var mı? Bunun ölçüsü nedir? Dünya pazarında, fiyatta rekabet edebilecek, fiyatı belirleyecek konuma hangi sürelerde geleceksiniz?

Kurulmuyor mu; kuruluyor. Eti Holding yapmıyor mu; yapıyor; ama, değişik siyasî dönemlerde, Eti Holding yönetim kurulunun almış olduğu kararlar rafta bekletildi, desteklenmedi. Biz size öneriyoruz, destekleyin. Eti Holdingte, üretilebilecek altyapı, bilgi, birikim, beceri var; başında çok deneyimli bir arkadaşımız da var; destekleyin, üretsin, pazarı ele geçirsin. Ne yapmamız gerekiyorsa, getirin önümüze, beraber yapalım; ama, tanımlamaları net koyalım.

Bakın, eleştiriyoruz; ama, haklı olduğunuz konularda arkadaşlarımızla birlikte olumlu oy veriyoruz. Tabiî ki, aksaklıkları söyleyeceğim; ama, Türkiye için faydalıysa, gideceğim, orada oy vereceğim; biz bunu yapıyoruz.

Bakın, pazarlama şirketleri de geliştirilmemiş. Dünya pazarını, bu şirketleri destekleyerek elde tutarsınız. Finlandiya'da Etiproducts, Lüksemburg'da Etimine var. Etimine Amerika'da da var. Bu, hep, Eti Holdingin ilişkisiyle yürütülüyor. Uzakdoğu'da da pazarlama şirketleri ilişki ağını kurduğu şirketler var.

Değerli arkadaşlarım, bu şirketler, bugüne kadar Avrupa ve dünya piyasasındaki ihtiyacı belirlemişler, Eti Holdingin pazarlamasına yardımcı olmaya çalışmışlar. Her şey doğru mu yapılmış; hayır. Bazı alanlarda yanlışlık da yapılmış; ama, bizim, tüm dünyada yaygın bir pazarlama ağı kurmamız lazım. Pazarlama ağımızı hammadde üzerine değil; eğer, hammaddeye dayalı bir pazarlama ağı kurarsanız, sattığınız hammadde, konsantre ürününüzün önünde engel teşkil edecektir.

Sayın Bakanımı da, Değerli Genel Müdürümü de şu konuda destekliyorum; gelin, bor kimyasalları üretelim. Bu enstitü, bor kimyasallarının üretiminde, bor ürünlerinin üretiminin çoğaltılmasında, her tür destekleme faaliyetini, düşünsel açıdan veya argümanlarla desteklesin, biz de, onun, önünü açalım; ama, dünyada kolomonit kalmadı; varsa da çok az miktarda. Dünya kolomonit yataklarının tamamı ülkemizde bulunuyor ve bor, bize sunulmuş arkadaşlar; en yüksek tenörlü bor bizde.

Boru, piyasaya ucuz da verebiliriz, kimseyi kıpırdatmayız yerinden. Çinliler, Amerikalılar, yüzde 25 tenörlü boru, 3 000-4 000 metreden çıkarıyorlar; biz ise, yüzde 75 tenörlü boru, çoğu yerde, mostra gibi yüzeyden çıkarıyoruz, yıkayıp, piyasaya sunuyoruz.

Böyle değerli bir madeni, dünya pazarlarını ele geçirerek işletmek varken, endüstriyel ilişkilerde farklı tanımlamalarla, bir başka yerde farklı tanımlamalarla, kanunun zaafından yararlanacak bireylerin önünü açarak, tehlikeye düşürmek doğru değildir. Açar mı açmaz mı, böyle bir suçlama içerisine girmek istemiyorum; ama, bunlara dikkat etmek lazım. Bu tekeli, makul, mantıklı, bilinçli, anlayışlı, programlı üretim ve planlama sistemleriyle kurtarabiliriz.

Ayrıca, şunu da ifade etmek istiyorum: Türkiye, dışticaret sermaye şirketleri vasıtasıyla, birçok alanda hammaddesini kaybetmiştir. Ben, hepinizi, burada anlattığımız, konuştuğumuz konularda, duyarlılığa, ülkemizin en ciddî kaynağı olan boru, maksimum katmadeğere dönüştürmeye davet ediyor; hepinize saygılar, sevgiler sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Seyhan.

Sayın milletvekilleri, madde üzerinde bir önerge vardır; okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Bor ve Ürünleri Araştırma Enstitüsü Kurulması Hakkında Kanun Tasarısının 10 uncu maddesinin 1 ve 2 nci fıkralarında geçen "bor ürünlerinin üretimi ve geliştirilmesi" ifadesinin "bor ürün ve teknolojilerinin geliştirilmesi ve üretilmesi" olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

 Osman Coşkunoğlu Birgen Keleş Gürol Ergin

 Uşak İstanbul Muğla

 Enis Tütüncü A.Kemal Kumkumoğlu  Fahrettin Üstün

 Tekirdağ İstanbul Muğla

BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ SABAHATTİN YILDIZ (Muş) - Takdire bırakıyoruz.

BAŞKAN - Hükümet?..

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) - Katılıyoruz.

BAŞKAN - Katılıyorsunuz.

Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Araştırmalar bor ürünleriyle sınırlandırılmamalı, teknoloji geliştirmeyi de içermelidir.

BAŞKAN - Komisyonun takdire bıraktığı, Hükümetin katıldığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

10 uncu maddeyi, kabul edilen önerge doğrultusunda oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... 10 uncu madde kabul edilmiştir.

11 inci maddeyi okutuyorum:

Bilgi Toplama, İdarî ve Malî İşler Koordinatörlüğü

MADDE 11. - Bilgi Toplama, İdarî ve Malî İşler Koordinatörlüğü, Enstitünün bütçesinin hazırlanması, gelir ve giderlerinin gerçekleştirilmesi, takibi, denetimi ve değerlendirilmesi, Enstitünün görev alanına giren konularda ulusal ve uluslararası kongre, seminer gibi bilimsel toplantılar ile ilgili çalışmaları yürütür.

Muhasebe, ücret ödemeleri, Enstitü varlık ve imkanları ile personelinin idarî işlemlerinin yapılmasını ve takibini yerine getirir, bu konularda Başkana önerilerde bulunur ve yıllık faaliyet raporunu hazırlar.

Enstitünün görev alanına giren konularda Türkçe ve yabancı dillerde kitap ve periyodik yayınlarda bulunması  ve bu tür yayınları desteklemesi hakkında çalışmalar yapar.

Bilgi toplama ve yayma, bilgi bankaları, kütüphane ve arşiv gibi bilimsel destek hizmetlerinin verilmesi işlemlerini, mevcut ulusal ve uluslararası kuruluşlarla bu konuda işbirliği yapılması çalışmalarını yürütür.   

BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... 11 inci madde kabul edilmiştir.

12 nci maddeyi okutuyorum:

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Personelin Atanma Şartları, Statüsü ve Malî Hakları

Personelin atanma şartları ve statüsü

MADDE 12. - Enstitü hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler, idarî hizmet sözleşmesi ile istihdam edilen sürekli personel eliyle yürütülür. Enstitü personelinin pozisyon unvan ve sayıları ekli cetvelde gösterilmiştir. Söz konusu unvanların birimlere dağılımını yapmaya Başkanın önerisi üzerine Yönetim Kurulu yetkilidir. Personelin pozisyon unvan ve sayılarında mevcut pozisyon sayılarının iki katını aşmamak kaydıyla değişiklik yapılmasına, mevcut hizmet birimlerinin kaldırılmasına ve yeni hizmet birimlerinin kurulmasına, Enstitünün teklifi, Bakanın onayı üzerine Bakanlar Kurulunca karar verilir.

Enstitü personeli ücret ve mali haklar dışında 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tabidir.

Enstitüde proje ve araştırmaların gerektirdiği niteliklere sahip proje ve araştırma süresi ile sınırlı olarak yeterli sayıda süreli personel istihdam edilebilir. Enstitüde süreli olarak görevlendirilen personelin çalıştıkları süre zarfında ücretleri ile sosyal güvenlik ve benzeri yükümlülükleri Enstitü tarafından ödenir. Enstitüde bu şekilde istihdam edilen kamu kurum ve kuruluşları personeli kurumlarından izinli sayılırlar. Bu kişilerin statüleri ile buna ait her türlü hak ve mükellefiyetleri saklı tutulur. İzinli oldukları müddet, terfi ve emekliliklerinde hesaba katılır. Terfi hakkını kazananlar başkaca hiçbir işleme lüzum kalmaksızın terfi ettirilirler. Akademik unvanların kazanılması için gerekli şartlar saklıdır.

Enstitüde  yabancı danışman ve uzmanlar da istihdam edilebilir.

Enstitü personelinin nitelikleri ile  sözleşme usul ve esasları, Enstitünün önerisi ve Bakanın onayı üzerine Bakanlar Kurulu kararı ile yürürlüğe konulacak yönetmelik ile tespit edilir. Enstitüde istihdam edilecek yabancı danışman ve uzmanların nitelikleri ile sayısı, ücretleri ve sözleşme usul ve esasları da bu yönetmelikte düzenlenir.

Yabancı danışman ve uzmanlar hariç, Enstitü personelinin 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 48 inci maddesinin (A) bendinin (1), (4), (5), (6) ve (7) numaralı alt bentlerinde belirtilen şartlar ile Enstitünün amaçlarının gerektirdiği nitelikleri  taşımaları zorunludur.

BAŞKAN- Teşekkür ederim.

Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Ordu Milletvekili Sayın Kâzım Türkmen; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA KÂZIM TÜRKMEN (Ordu)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bor gibi, ülkemizin geleceği açısından son derece hassas bir konuda, gerek komisyonda ve gerekse burada enine boyuna görüşerek bilgi alışverişinde bulunuyoruz.

Böylesine önemli bir konunun kamuoyunda enine boyuna tartışılarak, Türkiye'de bir gündem oluşturularak, bir millî mutabakatın sağlanması gerekirdi. Bu, kısmen yapıldı. Birçok kamu kuruluşu, sivil toplum örgütü bu konuda dinlendi, görüşleri alındı; ancak, görüşleri doğrultusunda hareket edilmedi.

Bugün, belki, burada, bir şans olarak, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığının başında, geçmiş dönemde Etibankta Genel Müdürlük yapan, konulara vakıf olduğuna inandığımız Sayın Bakanımız yerine bir başkası da olabilirdi. O bakımdan, gelecekte, borun, ülkemizdeki önemini koruyabilmek bakımından, yönetim biçimlerinin oluş biçimine komisyonlarımızda itiraz ederken, bu atamaların siyasal boyutunun öne çıktığını söylediğimizde, buraya layık olan yönetim kurulu üyeleri yerine, siyasal boyutu öne çıkan kişilerin gelebileceğini, bu atamaların Bakanlık tarafından da önerilmiş olsa, Başbakan tarafından atanmış olmasının son derece sakıncalı olacağını vurguladığımız zaman; Sayın Bakan, komisyonda "şayet böyle bir atama olursa, ben istifamı veririm" demişti. Bu durum, Sayın Bakanın, bizim taşımış olduğumuz endişeyi taşımış olduğunun en büyük delilidir. O bakımdan, henüz zaman geçmemiş iken, bu atama biçiminin, mutlak suretle, ulusal çıkarlarımızın doğrultusunda, bilim adamları tarafından oluşturulmasında son derece fayda vardır.

Sayın milletvekilleri, geçmiş yıllarda, şu komşu ülkelerimiz gibi Türkiye'nin petrolü olsaydı da, biz de başkalarına muhtaç olmasaydık diye, hepimiz, mutlaka, bunu, benliğimizde, geçmişimizde, ulusal bilincimizde yaşatmışızdır; ama, bakın ki, bugün, Tanrı'nın bize verdiği böylesine güzel bir nimetle karşı karşıyayız.

Bor, bugün, Türkiye'nin geleceği için bir şans olabilir ve biz, bu şansı kullanmak zorundayız. Geçmişte bunu gören Cumhuriyet Halk Partisine ve o günün Meclisini oluşturan insanlara, bugün, bu Meclis olarak da borçluyuz; çünkü, o gün, o bor madeni devletleştirilmemiş olsaydı, mutlaka, bu maden büyük şirketlerin eline geçecekti ve bu, Türkiye'nin çıkarına olmayacaktı, farklı amaçla kullanılmış olacaktı.

Sayın milletvekilleri, burada, bor, anlatılmakla bitmez. Bugün, Rusya'da kullanılan uzay mekiklerinden birinin adı Boran'dır; yani, Türkçesi bordur. 1959 senesinde, yine, Amerika Birleşik Devletlerinde yapılan feza uçaklarından bir tanesi tamamen bor madeniyle oluşturulmuş ve böylesine, geleceğe yönelik, stratejik savaş uçakları elde edilmiştir. Bu çabalar hâlâ devam etmektedir.

Sevgili milletvekilleri, bor öylesine bir maddedir ki, 200 gramlık bir borla, 100 000 nüfuslu bir kentin 24 saatliğine ısıtılması, soğutulması, her türlü sanayi elektriğini elde etmek mümkündür. İşte, 2000 yılında IMF'yle yapılan anlaşmanın 37 nci maddesinde, ulusal değeri çok yüksek olan böylesine bir madenin özelleştirilmesi IMF tarafından dikte ettirilmiştir. IMF tarafından dikte ettirilen borla ilgili bu konuda, çok hassas olmadığımız takdirde, gelecekte, bu, elimizdeki stratejik malzemeler, başka büyük şirketlerin eline geçerek, Türkiye'de çok ciddî bir kayba sebebiyet vermiş oluruz. İşte, bundan dolayıdır ki, borla ilgili geleceğe yönelik çalışmalarda, kanunun hiçbir maddesinde eksiklik bırakmamalıyız. Komisyonlardan birçok eksiklikle buraya gelen tasarı, burada, gerek önergelerimizle gerekse Sayın Bakanın ve Komisyon üyelerinin olumlu görüşleriyle şekil değiştirmiştir.

Sayın milletvekilleri, biraz önce, önergeyle değiştirdiğimiz bir virgülün bile, gelecekte ne kadar önemli olduğunu, hep beraber görürüz; çünkü, Türkiyemizde, hepimiz biliyoruz, bir virgülün yer değiştirmiş olması dahi kanunun anlamını değiştirebilir; bunu, hep beraber biliyoruz. Böylesine önemli bir olayda, endişelerimiz vardır, çekincelerimiz vardır. Yönetim biçiminin, mutlak ve mutlak suretle, bilim adamlarından oluşması gerekir.

Sayın Bakanım, yönetim kurullarının mühendislerden oluşacağı söylenmektedir. Hangi mühendislerden oluşacağı konusunda orada açıklık getirilmemiştir; metalürji mühendisinden mi oluşacağı, konuyu bilen mühendisten mi oluşacağı, yoksa, ziraat mühendisinden mi oluşacağı konusunda, her türlü şaibeyi ortadan kaldıracak yapının yasada oluşması lazımdır. Kişinin iyi niyeti, devletin geleceği bakımından önemlidir; ama, asıl önemli olan, yasalarla, olayı pekiştirerek, geleceğe dönük, ona hiç kimsenin dokunamayacağı bir biçimde zemin hazırlamaktır. Ümit ediyorum ki, bu atamalar, gerçekten, bilim insanlarından oluşturulursa, hepimizin üzerinde anlaştığımız, olumlu görüş bildirdiğimiz enstitülerin kurulması konusunda, yanlış adım atmamış oluruz. Gelecekte, dünyada çok ciddî bir yeri olacak borla ilgili ulusal değerlerimizi koruyabilirsek, Türkiye, dünyada çağdaş yerini bulacak ve saygın ülkelerin başında yerini alacaktır. Böylesine önemli bir madenin Türkiye'de bulunması ve dünya bor rezervlerinin yüzde 65'i gibi bir çoğunluğunun yapısal olarak Türkiye'de bulunması, hiç şüphe yok ki, Türkiye'yi, gelecekte, petrolü olan ülkelerin bile önünde, daha saygın bir hale getirebilir, dünyada Türkiye'nin konumunu çok farklı kılabilir.

Sevgili milletvekilleri, elimizdeki bordan elde edeceğimiz değerler, milyarlarla ölçülemeyecek kadar çoktur. Onun için, biz, bunları iyi değerlendirmek zorundayız.

Çok kısa bir zaman önce meydana gelen Irak Savaşındaki asıl amaç, hepimiz biliyoruz ki, oradaki rejimi değiştirmek değildir; oradaki asıl amaç, Amerika'nın dünya petrollerini ele geçirmesidir. Şimdi, onların dünya petrollerini ele geçirmek gibi amaçlarının yanında, Türkiye'nin vazgeçilmez büyük bir potansiyeli olan bor madenleri de vardır.

İşte, şimdi, biz, büyük milletlerin, büyük devletlerin bu bor madenleri üzerindeki oyunlarını görerek, bu enstitü kurma kararıyla özelleştirmenin bir yolunu açmış olursak, Türkiye'ye, geleceğe dönük en büyük kötülüğü yapmış oluruz.

İnanıyorum ki, yapılan her kanun iyi niyetle yapılmaktadır; ama, sonucu iyi niyetli olmamaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN -Sayın Türkmen, buyurun.

KÂZIM TÜRKMEN (Devamla) - Özellikle, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanımız, bu Mecliste, kamuoyunda, her yerde, zaman zaman, geçmiş hükümetlerin Mavi Akımda yaptığı yanlışların Türkiye'ye ne büyük zararlar getirdiğini söylemektedir; biz de bunu kabul ediyoruz.

Şimdi, aynı hataları bir defa daha tekrarlayarak, gelecekteki hükümetlerin, böyle bir oluşumu, 59 uncu hükümet için, bu Parlamento için söylememelerini istiyoruz. İşte, hassasiyetimizin konusu budur.

Ayrıca, burada, 28 kişilik personel grubunun gerekirse 56 kişiye çıkarılması öngörülmektedir; bu da Anayasaya aykırıdır. Bu maddenin de, buradan, mutlaka ve mutlaka kalkması gerekmektedir.

Bu duygularla size saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Türkmen.

Şahsı adına, Balıkesir Milletvekili Sayın Ali Osman Sali; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

ALİ OSMAN SALİ (Balıkesir) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan tasarının 12 nci maddesiyle ilgili olarak, şahsım adına söz almış bulunuyorum.

Sayın milletvekilleri, hepinizin de bildiği üzere, idarî sistemimizin yapısal problemleri, aşırı hiyerarşik yapılanma, verimsizlik, kırtasiyecilik, gelenekçilik ve tutuculuk, sayısal kalabalık ve hantallık, merkeziyetçilik ve yetkicilik, mükerrer teşkilatlanma olarak dile getirilmektedir.

Sayın milletvekilleri, kamu personelinin görevi, kamu hizmetlerini olabildiğince kusursuz üretmek suretiyle, vatandaşımızın mutluluğunu artırmaktır. Kamu personelinin, vatandaş ve astları karşısındaki buyurgan ve baskıcı çalışma anlayışı değiştirilerek, görevlerinin vatandaşın mutluluğunu artırmak olduğunu benimseyen, hoşgörü ve işbirliğine dayanan bir çalışma anlayışı yerleştirilmelidir. Buyurgan ve baskıcı çalışma anlayışını temsil eden amir ve memur kavramları yerine, kamu yöneticisi, kamu personeli, kamu çalışanı gibi kavramlar geliştirilerek, kullanılabilmelidir.

Aşırı bürokratik, hiyerarşik ve merkeziyetçi örgütlenme modeli yerine, esnek ve yatay örgütlenmiş, yurttaş demokrasisini gerçekleştirmeyi hedeflemiş hizmet bürokrasisi ve teşkilatı oluşturulmalıdır; oluşturmak zorundayız.

Sayın milletvekilleri, Bor Enstitüsü Kurulması Hakkındaki Kanun Tasarısının 12 nci maddesinde, arz ettiğimiz ve bize göre hatalı anlayış ve yapısal problemler açısından değerlendirdiğimizde, şunları görüyoruz:

Birincisi; tasarıda "memur" kavramı yerine "personel" kavramı kullanılmıştır. Üç tip personel söz konusudur: Sürekli personel, süreli personel, yabancı danışman ve uzmanlar. Sürekli personel, enstitü hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevleri yürütecektir. Süreli personel, proje ve araştırmaların gerektirdiği niteliklere sahip, proje ve araştırma süresiyle sınırlı personeldir; bir başka ifadeyle, bunlar, enstitünün, aslî, sürekli personeli değildir, diğer kamu kurum ve kuruluşları personelidir.

Burada şu sorulabilir: Diğer kamu kurum ve kuruluşları personeli enstitüde süreli olarak görev alacaksa, asıl kurumlarındaki görevlerini aksatmış olmayacaklar mı? Bu, teorik olarak doğrudur; ancak, kamu yönetimimizde, iş analizleri, teşkilat analizleri ve buna dayalı norm kadro çalışmaları yapılmadığından, pratikte böyle bir sakınca söz konusu değildir.

İkinci husus; hiyerarşik yapılanma yoktur, enstitü esnek ve yatay örgütlendirilmiştir. Bildiğiniz üzere, idarî örgütte, başkan ve başkana bağlı üç adet koordinatörlük vardır. Mevcut hizmet birimlerinin kaldırılmasına ve yeni hizmet birimlerinin kurulmasına Bakanlar Kurulu yetkilidir.

Bu tasarının üçüncü özelliği; personel sayısı son derece az tutulmuştur. İyi tarafından da bakılabilir, olumsuz tarafından da bakılabilir; ancak, toplam 28 sürekli personel söz konusudur ve Bakanlar Kurulu, pozisyon unvan ve sayılarında değişiklik yapabilecektir.

Dördüncüsü, tasarıya ekli 28 kişilik pozisyon cetvelinde yer alan üç unvan, esasen, aslîlik ve süreklilik niteliği de taşımamaktadır. Bunlar, sekreter, büro görevlisi ve şoför pozisyon unvanlarıdır.

Enstitü personelinin niteliklerinin belirlenmesinde gösterilecek dikkat, hem enstitünün geleceğini belirleyecek hem de teşkilatı verimsizlik, kırtasiyecilik gibi yapısal problemlerden koruyacaktır.

Beşincisi; diğer yapısal problemlerin varlığı veya yokluğu, olması veya olmaması, kurum kültürüyle bağlantılı olarak zaman içerisinde netleşecektir. Uygulamalara bağlı bir husus olarak ortaya çıkacaktır.

Tasarıyla, enstitü teşkilatında yatay, esnek bir örgütlenme modeli ve dinamik bir personel yapısı öngörülmüştür. Bu sistem, enstitünün amaçlarıyla da örtüşen bir modeldir diye düşünüyorum.

Ayrıca, kavramlar ve örgütlenme biçiminin biraz daha geliştirilmek suretiyle diğer kamu kurum ve kuruluşlarımıza da uygulanabileceğini düşünmekteyim.

Tasarının hayırlı olmasını temenni ediyor, saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Sali.

Madde üzerinde 1 önerge vardır; okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan kanun tasarısının 12 nci maddesinin ekli cetvelde yer alan "koordinatör" unvanının "grup koordinatörü" olarak değiştirilmesini arz ve talep ederiz.

Eyüp Fatsa  Fetani Battal              Fahri Keskin

Ordu  Bayburt Eskişehir

 Ali Öğüten Fikret Badazlı Ahmet Ertürk

 Karabük Antalya Aydın

  Mehmet Sait Armağan

  Isparta

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Komisyon?..

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ SABAHATTİN YILDIZ (Muş) - Takdire bırakıyoruz Başkanım.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Hükümet?..

ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) - Katılıyoruz.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

8 inci maddede yapılan değişikliğe paralel olarak ekli cetvelde de değişiklik yapılması gerekli olmuştur.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, Komisyonun takdire bıraktığı, Hükümetin katıldığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...  Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, maddeyi kabul edilen önerge doğrultusunda oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

13 üncü maddeyi okutuyorum:

Mali hakları

MADDE 13. - Enstitü Başkanı ve  Enstitünün sürekli  personeli, 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununa tabidir. Başkanın Enstitüde görevli olacağı sürede eski görevleri ile ilişkileri kesilir. Ancak, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ve özel mevzuatla düzenlenmiş personel rejimine tabi ise, Enstitüdeki görevi sona erdikten sonra, başvurması halinde Başbakan tarafından müktesebine uygun bir kadroya atanır.

Emeklilik açısından, Enstitü Başkanı genel müdür, koordinatörler Başbakanlık başkanları, uzmanlar bakanlık daire başkanına denk statüde kabul edilir. Diğer personele, 8.6.1949 tarihli ve 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanununun ek 48 inci maddesinin (b) bendi hükümlerine göre işlem yapılır.

Yabancı danışman ve uzmanlar hariç, Enstitü Başkanı ile sürekli ve süreli personelin aylık ücret ve diğer mali hakları, 13.7.2001 tarihli 631 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri çerçevesinde Bakanlar Kurulu tarafından belirlenir.

Yönetim Kurulu Başkan ve üyelerine, ayda ikiden fazla olmamak üzere uhdesinde  kamu görevi bulunanlara (2000) gösterge rakamının, uhdesinde her herhangi bir kamu görevi bulunmayanlara ise (3000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunacak miktarda huzur hakkı ödenir.

Yönetim Kurulu Başkan ve üyeleri, Enstitü Başkanı, sürekli ve süreli personel ile vekalet ve istisna akdi ile hizmet verenlerin ve yabancı danışman ve uzmanların  görevlerinin ifası sırasında yaptıkları masrafların hangilerinin Enstitü bütçesinden karşılanabileceğine dair usul ve esaslar yönetmelikle belirlenir.

BAŞKAN- Teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

14 üncü maddeyi okutuyorum:

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

Denetim, Gelirler ve Bütçe

Denetim

MADDE 14. - Enstitü, 21.2.1967 tarihli ve 832 sayılı Sayıştay Kanununun  vize ve tescil hükümleri hariç, Sayıştay denetimine tabidir.

BAŞKAN- Teşekkür ederim.

Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... 14 üncü madde kabul edilmiştir.

15 inci maddeyi okutuyorum:

Gelirler ve bütçe

MADDE 15. - Enstitünün gelirleri şunlardır:

a)  Eti Holding A.Ş.'nin bor ürünlerinin satışından % 0,2 oranında pay.

b) Bor madenleri işletmelerinden alınan Devlet hakkının %15'i.

c) Enstitüye yapılacak yardımlar, bağışlar ve vasiyetler.

d) Enstitünün ücret karşılığı verdiği hizmet gelirlerinin  tamamı ile sürekli ve süreli personel tarafından yapılacak  Ar-Ge projeleri karşılığı alınan ücretlerin %20'si.

e) Yayın gelirleri.

f) Patent gelirleri ve sair gelirler.

Enstitünün gelirlerinin, giderlerini karşılaması esastır. Enstitü gelirleri, Yönetim Kurulunun uygun gördüğü bankalarda açılacak hesaplarda tutulur. Bu gelirlerden hesap yılı sonuna kadar harcanmayan paralar Maliye Bakanlığına bildirildikten sonra Enstitünün ertesi yıl gelir hesabına aktarılır. Enstitünün gelirleri bu Kanunda belirtilen görevlerini tam olarak yerine getirebilmesi  için yeterli düzeye gelinceye kadar, gerekli malî kaynak Genel Bütçeden karşılanır.

Enstitünün giderleri Yönetim Kurulunca onaylanan bütçeden karşılanır.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına, Balıkesir Milletvekili Sayın Ali Kemal Deveciler söz talebinde bulunmuşlardır.

Buyurun Sayın Deveciler. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA ALİ KEMAL DEVECİLER (Balıkesir) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Bor ve Ürünleri Araştırma Enstitüsü Kurulması Hakkında Kanun Tasarısının 15 inci maddesi üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım; Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.

Bor, ülkemizin sahip olduğu en önemli madenlerden biri olup, değerlendirilmesi ve sahip çıkılması, ülkemizin geleceği açısından çok büyük bir önem arz etmektedir. 21 inci Yüzyıla adım atmış olduğumuz bu ilk yıllarda, ciddî düzeyde malî kaynak sıkıntısı çeken ve borçlarını borçla kapatmaya çalışan ülkemiz, yer altında trilyon dolarlarla ifade edilen doğal zenginliklere sahip olmasına rağmen, bu emsalsiz servet, maalesef, Türkiye'nin refahı ve gelişmesi için değerlendirilememektedir.

Tek başına, dünya bor madenleri rezervlerinin yaklaşık yüzde 63'ünü elinde bulunduran ülkemiz, trilyonlarca dolara denk gelen bu kaynağı akılcı kullanamadığı gibi, bu madenlerin, dış ve iç siyasî baskılar sonucunda, özelleştirme yoluyla çokuluslu yabancı sermayenin eline geçmesi anlamına gelecek bir şekilde satışıyla elimizden alınması amaçlanan gayret ve müdahalelere tanıklık etmek zorunda kalmış olmamız, ülkemiz açısından korkunç bir talihsizlik olmaktadır.

Birçok bilim adamının "21 inci Yüzyılın petrolü" olarak tanımladığı ve uzay teknolojisinden bilim sektörüne, nükleer teknolojiden savaş sanayiine kadar pek çok alanın vazgeçilmez hammaddesi durumuna gelen bor madeni, ülkemizin belki de elinde bulundurduğu en stratejik varlığı durumundadır.

20 nci Yüzyıl boyunca dünyada yaşanan birçok siyasî, iktisadî ve askerî gelişmenin başaktörü durumunda olan petrolün günümüzde alternatifi olsa bile, bor madenlerinin alternatifinin olmayışı, bu madenin ne denli stratejik ve gelişmiş dünya ülkelerinin hepsi için ne derece vazgeçilmez olduğunu göstermektedir. Onun için, ülkemiz borlarının daha iyi değerlendirilebilmesi açısından mutlak surette bor araştırma enstitüsünün kurulması gerekmektedir.

Adalet ve Kalkınma Partisi Hükümet Programında yer alan Bor Ürünleri Araştırma Enstitüsünün (BOREN) kurulmasına dair yasa tasarısı metni, bu haliyle yasalaştığında, bor madenciliği ve bor endüstrisine hiçbir katkı sağlamayacaktır. Tasarı, gerekçe bölümünde açıklanan hedeflere ulaşmaktan uzak, idarî ve malî özerkliği olmayan, bakanlığın etki alanında, yeni bir KİT yaratmaktadır. Yönetim kurulu; enstitü başkanı, Enerji Bakanlığının göstereceği 2 üye, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, TÜBİTAK'ın bağlı olduğu Devlet Bakanlığı, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile Yükseköğretim Kurulunun önerecekleri 1'er üye olmak üzere, toplam 7 üyeden oluşmakta ve ilgili kurumun teklifi ve Başbakanın onayıyla bu üyeler atanmaktadır. Yine, enstitü başkanı ita amiri olup, Bakanın teklifi üzerine Başbakan tarafından atanmaktadır.

Aslında, "yönetim kurulunun" yerine "bilimsel dayanışma kurulu"nun kurulması gerekmektedir. "Neden bilim kurulu?" diyeceksiniz: Çok sayıda üniversiteden, çok sayıda farklı disiplinden onlarca, belki de yüzün çok üzerinde bilim adamı, bu alanda, bunca yıldır hiçbir destek görmeden araştırmalar yapagelirken, bundan sonraki araştırma stratejilerini, araştırma programlarını ve projelerini belirleme ve seçme hakkına neden sahip olmasın?!

Enstitünün araştırma ve eğitim programları bilim kurulunca hazırlanmalıdır.

Enstitü, bor ve ürün pazarları, teknolojileri, endüstrisi, ekonomisi, ticareti, hukuku ve benzeri her konuda bir bilgi ve istihbarat merkezi olmalıdır. Bu merkeze, yurtiçi ve yurtdışı çalışmaları yürütebilecek yeterlilik, yetkinlik ve sayıda kaç kişi çalışması gerekiyorsa, bu mutlaka sağlanmalıdır. Enstitü kendi araştırma ve teknoloji laboratuvarını kurmalı ve destekleyeceği asıl araştırmalar burada yürütülmelidir.

Sayın milletvekilleri, sizlere soruyorum: Tüm bu açıklamalardan sonra, Bor Araştırma Enstitüsünün (BOREN) hâlâ özerk bir kuruluş olduğu söylenebilir mi? Yönetim kurulunun tamamını ve enstitü başkanını Başbakanın atayacağı bu kurumdan özerk bir davranış ve tutum nasıl beklenebilir?! Atamalarda, enstitünün amacına uygun birikimi olanların atanacağı nasıl güvence altına alınabilir?!

Siyasî kadrolarda değişiklik yapılması da siyasî iradenin tasarrufuna bırakılmıştır. BOREN, görüştüğümüz bu yasa tasarısında belirtilen idarî ve malî özerk kuruluş olmaktan uzak, Başbakanlığa yüksek ücretle istihdam sağlayan, kaynaklarını siyasî iradenin talebi doğrultusunda kullanabilecek yeni bir arpalık olmaktan öteye gitmeyecektir.

Enstitünün gelirler bölümündeki kaynakların toplamının en fazla 1 500 000-2 000 000 milyon dolar olabileceği hesaplanmıştır. Bu gelirle, ancak enstitünün personel giderleri, genel giderleri karşılanabileceğinden, araştırma çalışmalarının yapılmasının imkânsızlığı ortada açıkça görülmektedir.

Bor araştırmaları için gerekli laboratuvar, pilot tesis kurulmak için öncelikle 10 000 000 doların üzerinde yatırıma ihtiyaç vardır. Taslakta bu gözardı edilmiştir. BOREN'in kadro teşkilatında 13 adet uzman istihdamı  öngörülmüş, fakat ne uzmanı olduğu belirtilmemiştir. Bu haliyle söz konusu uzmanlıklara, yoksa, şu anda Etibor Genel Müdürlüğünde Genel Müdür Yardımcısı kadrosuna AKP iktidarınca yeni atanan, madencilikle ilgisi dahi bulunmayan Cahit Çetinkaya gibi İslam tarihi ve benzeri eğitim görenler mi atanacaktır?

Görüşmekte olduğumuz bu yasa tasarısı aynen kabul edildiğinde kurulacak olan bor enstitüsü, özerk yapıdan uzak, işlevsel ve fonksiyonel olarak hizmet veremez durumda olacaktır. Bu yasa tasarısının aynen kabul edilerek yasalaşması durumunda:

İdarî ve malî özerkliği olmayan, verimsiz, yüksek personel istihdam edilen yeni bir KİT oluşacaktır.

Gerekçe bölümünde açıklanan hedeflere kesinlikle ulaşılamayacaktır.

Kaynak ve zaman kaybı olacaktır.

Dünyanın en büyük ve en kaliteli bor madenine sahip ülkemizin, bordan daha fazla katma değer yaratması zorunludur. Siyasî iktidarların arpalığına dönüşecek, göstermelik olarak kurulacak olan bor enstitüsü, kamuoyunun beklentilerini boşa çıkaracak, devlet eliyle işletilen bor madenlerinin özelleştirilmesi için bahane ve gerekçe yaratılmış olacaktır.

Bütün bu konularla ilgili örnekleme yapmak istiyorum: Etibor AŞ Emet Borikasit Fabrikası, 1997 yılında yatırım programına alınmış olup, 2000 yılında bitirilerek üretime geçmesi programlanmıştır. 2003 yılı başındaki durumu ise, 85 000 000 dolar harcamayla tesis yüzde 95'in üzerinde tamamlanmış; ancak, 1 500 00 dolarlık malzemenin hâlâ siparişinin verilmemesi nedeniyle, üretime 2004 yılından önce geçilemeyecektir. Burada 40 000 000 dolarlık hâsılat kaybı söz konusudur.

Yine, Etibor AŞ Bandırma Sülfürikasit Fabrikası iki defa ihale  edilmiş olup,  birinci ihalede 65 000 000 dolara teklif alınmışken ihale iptal edilmiştir. Birinci ihaledeki bazı işler ihale kapsamından çıkarılarak, çıkılan ikinci ihale sonucunda verilen 74 900 000 dolara ihale teklifi kabul edilerek sözleşme imzalanmıştır. Burada da Etiborun 10 000 000 doların üzerinde zararı vardır.

Etibor AŞ Kırka Bor İşletme Müdürlüğü Üçüncü Etibor-48 üretim tesisi 30 000 000 dolarlık yatırımdan sonra iki yıldır üretime alınamamıştır.

Ülke içinde bora dayalı sanayiin gelişmesine yönelik çalışmalar yapılmalı, bundan sonra ekonomikliği olan özel bor ürünlerinin sınaî ölçekte üretimi, yine bu ürünleri tüketecek sanayiin gelişmesiyle paralel olarak ele alınmalıdır.

Tüm çalışmalarda Eti Holdingin ham ve rafine bor ürünleri konusunda 2840 sayılı Yasadan kaynaklanan misyonu mutlaka korunmalıdır.

Etibor AŞ Kırka, Bigadiç, Emet ve Kestelek İşletmelerinde zamanında ve yeterli miktarda yapılmayan yatırımlardan, hatalı projelerden dolayı, bor madeni üretimi de riske edilmektedir. Dünyanın en kaliteli ve büyük tinkal rezervine sahip Kırka İşletmesinde yeterli maden ve konsantre cevheri üretimi yapılamamaktadır; bunun sonucu, rafine üründe de kullanılamayan kapasite büyüktür.

Dünyanın en büyük ve kaliteli bor tuzlarına (ulxit, tinkal ve kolemanit) sahip Etibor AŞ kendi rafine tesislerine bile istenilen kalite ve miktarda maden üretimini yapamaz durumdadır.

Yine, öğütülmüş kolemanit tesisi, yüzde 50 kapasitenin altında çalıştırılırken, Eti Grubu Avrupa'ya öğütülmüş ürün ihracı yerine, Avrupa'daki öğütücü firmalara konsantre kolemanit satışı yaparak, katma değeri yurtdışına transfer etmekte sakınca görmemektedir. Eti Holding, bor ürünleri ve ferrokrom ihracatında da ayrıcalıklı firmalara düşük fiyatla istediği miktarda satış yapmakta sakınca görmemektedir. Çin'e gönderilen öğütülmüş kolemanit ürünü ambalajı üzerine, Çin'de, "bu ürün ABC (American Borat Company) ile Eti Holding ortak ürünüdür" yazılarak yüksek fiyatla pazarlanmakta, Eti Holding ise bunu hâlâ  izlemekle yetinmektedir. Aynı piyasada ABC'nin kendi ürününü de pazarladığı unutulmamalıdır. Bu bölgeyi bloke ederek,  kendi kontrolü altında, yüzde 90 kendi ürününü, yüzde 10 Eti  Holdingin ürününü yüksek fiyatla pazarlamaktadır.

Eti ürünü öğütülmüş kolemaniti Uzakdoğu'da iki firma pazarlamaktadır. Bunlardan ABC firması, kendi ürünü ile Eti ürününü beraberce pazarlamakta 300 000- 350 000 ton/yıl pazara hitap etmektedir; bu pazarda Eti ürünü 25 000 ton civarındadır. ABC firması bu bölgede Eti ürününü başka firmaların pazarlamasını engellemektedir. Bu nedenle, 300 000 ton üzerindeki bu pazardan Eti'nin payı  ancak yüzde 10'un altında gezinmektedir.

Eti Holding, öğütülmüş tesis kapasitesini hızla artırmalı ve bu pazara direkt girerek pazarın tamamını  ele geçirmelidir. Bu durumda 15  000 000  dolarlık yatırımla, yılda 100 000 000 dolar üzerinde ilave hâsılat sağlanabilecektir.

Kesinlikle, tabiî ki, bor araştırma enstitüsü kurulmalıdır diyorum. Eti Holding yapısı dışında teşkilatlandırılmalıdır; ancak, bor enstitüsü, üst yapısı ve organizasyonunda yer alacak kadrolara, fonksiyonel olarak liyakatli, bor konusunda gerçekten bilgi ve tecrübe sahibi insanların atanması sağlanmalıdır. Aksi takdirde, siyasî iktidarın arpalığından ileri gidemeyecektir.

Bugünkü yönetim anlayışı ve yönetici pozisyonundaki insanların kimlikleri, liyakatleri göz önüne alındığında, Eti Holding AŞ ve Eti Bor AŞ'nin varlığını devam ettirmesi bence mümkün değildir. Kötü yönetim sonucu dünya bor pazarındaki payımızın azalması, borların kamu eliyle yönetilemeyeceği yönünde kamuoyu oluşturmada etkin olacaktır. Günümüzde, bor işletmelerinde çalışanların, demoralize oldukları, işletmecilik faaliyetleri için emek harcamaları gerekirken, siyasî iktidara yamanarak kadro peşinde koşmaları, rejimle, kamu yönetimiyle çatışan kişilerin kadroları ele geçirmeleri, Etibor AŞ'de yönetim boşluğu yaratmış olup, giderek çöküntüye neden olacaktır. Mal ve hizmet üretemeyen, yatırımlarını gerçekleştiremeyen, pazar payı sürekli azalan, kaynaklarını kullanamayan, moral ve heyecanını yitiren elemanlarla kısa sürede, borların özelleştirilmesiyle, Amerikan Borat Company Şirketinin eline geçerek, yıllardan beri uygulanan borları ele geçirme politikası başarıyla sonuçlanmış olacaktır. Eti Holdingdeki kadrolaşma ve kurumun yönetilemez hale getirilmesi, kurumun yok edilmesi, planlı ve kasıtlı uygulanan politikalardır.

Kuzey ve Güney Amerika'daki bor yataklarının önümüzdeki yirmi otuz yıl içerisinde tamamen tükeneceği, Rusya dahil, diğer üreticilerin düşük tenörlü cevherleriyle Türkiye'deki bor yataklarıyla rekabet etme imkânı olmadığı göz önüne alındığında, bor madenlerinin önemi daha da anlaşılacaktır.

Borlarda kesinlikle devlet tekelinin aynen korunması gerekmektedir. Tabiî ki, bor enstitüsü kurulması gerekmektedir. Bor pazarında hâkimiyeti sağlayacak cevher üretimi, rafine üretimi, pazarlama, pazar geliştirme faaliyetlerinin etkinliğinin artırılacağı organizasyona gidilmelidir. Halen yüzde 20 olan pazar payının yüzde 75-80 düzeylerine çıkarılması için, yatırımların hızla tamamlanması hedef alınmalıdır.

Bu hususların gerçekleştirilmesi için, ulus bilincine sahip, liyakatli, bor konusunda deneyimli ve bilgili kimselerin Eti Holding ve Etibor yönetimine girmeleri, mevcut yönetimin mutlak suretle değiştirilmesi gerekmektedir.

Sayın milletvekilleri, sizlere izah ettiğim hususlara dikkat edileceğini ümit ediyorum; Yüce Meclise saygılarımı ve sevgilerimi sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Deveciler.

Sayın milletvekilleri, madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

16 ncı maddeyi okutuyorum:

BEŞİNCİ BÖLÜM

Son Hükümler

Malvarlığı

MADDE 16.- Enstitünün mal ve varlıkları Devlet malı sayılır, haczedilemez, rehnedilemez.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

17 nci maddeyi okutuyorum:

Uygulanmayacak hükümler

MADDE 17.- Enstitü, 26.5.1927 tarihli ve 1050 sayılı Muhasebei Umumiye Kanunu ile 21.2.1967 tarihli ve 832 sayılı Sayıştay Kanununun vize ve tescile ilişkin hükümlerine tabi değildir.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

18 inci maddeyi okutuyorum:

Muafiyetler

MADDE 18.- Enstitü ve Enstitünün gelirleri damga vergisi hariç her türlü vergi, resim ve harçtan muaftır. Enstitü, yapacağı araştırma ve incelemeler için hiçbir ilmühaber, ruhsatname ve imtiyaz almak zorunda değildir. Enstitü tarafından açılacak davalarda teminat aranmaz.

Eti Holding A.Ş.'nin, yaptıracağı Ar-Ge projeleri kapsamında alınan patentlerin kullanımı Eti Holding A.Ş.'ye ait olup bunlardan ücret alınmaz.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

19 uncu maddeyi okutuyorum:

Yönetmelikler

MADDE 19. - Bu Kanunun uygulanmasına ilişkin usul ve esasları gösteren yönetmelikler, Yönetim Kurulunun oluşumundan itibaren altı ay içinde ilgili kurum ve kuruluşların görüşleri alınarak hazırlanır ve yürürlüğe konulur.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

20 nci maddeyi okutuyorum:

Bilgi isteme ve gizliliğe uyma

MADDE 20. - Enstitü, araştırma ve inceleme konuları için gerekli gördüğü her türlü bilgiyi kamu kurum ve kuruluşlarından istemeye yetkilidir. Kendilerinden bilgi istenen kamu kurum ve kuruluşları, söz konusu isteğe cevap vermek ve gereken kolaylığı göstermekle yükümlüdürler. Enstitü Yönetim Kurulu üyeleri ve her türlü personeli gizlilik taşıyan bilgileri açıklayamaz, kendilerinin veya başkalarının menfaatına kullanamaz.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Sayın Tacidar Seyhan.

Buyurun Sayın Seyhan. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA TACİDAR SEYHAN (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 20 nci madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, düşüncelerimi açıklamak üzere söz almış bulunuyorum.

Tabiî, bütün arkadaşlarım yoruldu; hep, kısa kesmemi umut ediyorlar. Sizler adına olmasa da, çalışan arkadaşlarım adına gayret gösteriyorum, merak etmeyin; çünkü, bizim görevimiz bu, onların da görevi; ama, çok yoruldular. Toparlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, bu madde, gizlilikle ilgili bir madde. Şimdi, tabiî, bir kere, araştırma kurumlarına bakıyorsunuz. Eğer, Eti Holdingin bütün belgeleri alır almaz değerlendirilmezse -orada da, bir araştırma yapıldı- Eti Holdinge, elinizdeki araştırma sonuçlarını verin diyecekler... Biz, o araştırma sonuçlarının güvenliğini sağlamakla yükümlüyüz. Ben, bu konuda, sağlamayacaklarını düşünerek değil, dikkat çekmek için söylüyorum. Hazırlanan yönetmeliklerde, bunlara da yer verilmesi lazım. Eğer, bu belgeler, şimdiye kadar elde ettiğimiz araştırma sonuçları, yabancı firmaların eline geçerse, biz, bu sıkıntıyı, daha çok çekeriz. Elimizdeki belgeleri doğru değerlendirelim. TÜBİTAK'tan, hiçbir kuruluş, böylesine basit bir çağrıyla araştırma sonucunu alamaz. O konudaki tüm ayrıntılar, gidin bakın, kuruluş anındaki tüm metinde açıklanmıştır. Birinci eksiklik budur.

Sonra, yine 15 inci maddede diyoruz ki uzman çalıştıracağız. Yabancı uzmanlar tabiî çalıştırılsın, bunlardan bilgi mi alacağız; yani teknolojimizi geliştirecek bir disiplin içerisinde mi kullanacağız; evet, tamam, kullanalım; ama, bunların nasıl kullanılacağı, nasıl disipline edileceği de ayrı bir endişe konusudur. Bunu da, özellikle bakanlığın dikkatle incelemesi gerekir.

Ayrıca, yine tasarıda bir şeyi 12 nci maddede arkadaşlarımız izah etmeye çalıştı; ama parmak basmak istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, 12 nci maddede daha önce de açıkladığım bir hususu burada tamamlayarak bitirmek istiyorum sözlerimi. "Personelin pozisyon, unvan ve sayılarında mevcut pozisyon sayısının iki katını aşmamak kaydıyla değişiklik yapılmasına, mevcut hizmet birimlerinin kaldırılmasına ve yeni hizmet birimlerinin kurulmasına, Enstitünün teklifi, Bakanın onayı üzerine Bakanlar Kurulunca karar verilir."

Bakın, bu maddede dikkatinizi çekiyorum, biz Meclisin yetkisini bakanlığa bırakıyoruz; yani yasamanın yetkisini yürütmeye bırakıyoruz. Maddedeki bu hal, Anayasaya aykırılık teşkil etmektedir. Anayasanın 7 nci maddesi "yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir" der. "Bu yetki devredilemez" der; ama biz bu yetkiyi özellikle personel sayılarının değiştirilmesi yetkisini, artırılması yetkisini Bakanlar Kuruluna veriyoruz, buradaki yetkiyi devrediyoruz.

Değerli arkadaşlarım, bununla da kalmıyoruz, yabancı uzmanların sayıları belirtilmemiş, burada da bir açıklık var. Bunun dışında "Enstitüde proje ve araştırmaların gerektirdiği niteliklere sahip proje ve araştırma süresiyle sınırlı olarak yeterli sayıda süreli personel istihdam edilebilir" deniliyor; yani, ne demek yeterli sayıda? Kaç süreli personel çalıştıracaksınız enstitüde, bu da belli değil. Önü açık, arkası açık, uçsuz bucaksız bir ayrıntı. Bu konularda, Sayın Bakanımı da, Bakanlık yetkililerini de duyarlı olmaya davet ediyorum ve son olarak, tasarının tamamı üzerindeki düşüncelerimi kısaca beyan etmek ve aranızdan ayrılmak istiyorum.

Bakın değerli arkadaşlarım, bir kere, araştırma, siyasî kuralları sevmez, dünyanın her yerinde sevmiyor; siyaset bulaştı mı, araştırma diye bir şey kalmaz. Ne kadar iyi kanun yaparsanız yapın, bu kanun ne kadar mükemmel olursa olsun, eğer işletim kötüyse, sonuca gitmeniz mümkün değildir. Akademik araştırma ve faaliyetlere, tarafsız, bilimsel yaklaşımlarla gitmek zorundasınız; bunun dışındaki yaklaşımların tümü bilimsel araştırmalara sekte vurur.

Sonucu etkileyen değerlere geleceğim. Hep, işlemedi devlet kurumlarımız, işleyemedi diyoruz; kanunlar değil, arz-talep ilişkisi belirler; endüstri bunu böyle tanımlar. Sonucun belirleyicisi, doğal seleksiyondur. Eğer siz, hükümet olarak, bu doğal seleksiyon içerisinde faaliyete yönlendirdiğiniz kurumlarda gerekli tedbirleri almazsanız, disipline etmezseniz, özerk, özgür, planlamaya, vizyona dayalı  bir çalışmanın  önünü açmazsanız,  doğal seleksiyon tersine işler,  enstitü kurulduğu anda ölü doğar.

Hepinize saygı ve sevgiler sunuyor, teşekkür ediyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Seyhan.

Sayın milletvekilleri, madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... 20 nci madde kabul edilmiştir.

Geçici 1 inci maddeyi okutuyorum:

GEÇİCİ MADDE 1. - Enstitü Yönetim Kurulu üyelerinin atandığı tarihten itibaren bir yıl süreyle koordinatör dışındaki unvanlara, 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye istinaden çalışan ve bu Kanun Hükmünde Kararnamenin 7 nci maddesindeki şartları taşıyan personel de atanabilir.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, koordinatörün unvanı değişmişti "grup koordinatörü" şekline dönüşmüştü.

Komisyon ve Hükümet bu eklememize katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ SABAHATTİN YILDIZ (Muş) - Katılıyoruz.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR  BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) - Katılıyoruz.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

"Grup koordinatörü dışındaki" şeklinde olacak.

Bu değişik şekliyle maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

21 inci maddeyi okutuyorum:

Yürürlük

MADDE 21. - Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Madde üzerinde söz isteyen?.. Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... 21 inci madde kabul edilmiştir.

22 nci maddeyi okutuyorum:

Yürütme

MADDE 22. - Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... 22 nci madde kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, oyunun rengini belirtmek üzere, son söz milletvekilinindir, ilkemizden hareketle, lehinde, Ordu Milletvekili Sayın Cemal Uysal söz istemiştir.

Buyurun Sayın Uysal. (AK Parti sıralarından alkışlar)

CEMAL UYSAL (Ordu) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; konuşmama başlarken hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Bugünkü yeni ekonomik düzende, doğal kaynakların ve hatta enerjinin önemi nispî olarak azalmıştır. En değerli olan, artık, bilgidir. Bugün önemli olan, bilginin ürünlere ve süreçlere, hatta, bilginin bilgiye uygulanmasıdır. Tek başına, cevher olarak hiçbir maden, hatta, bor bile, bir şey ifade etmemektedir.  Ürünlerin terkibinde yoğun olarak kullanıldığı için ve kullanma potansiyeli olduğu için bor çok önemlidir.

Enstitü, bilginin bora ve bor ürünlerine, süreçlere uygulanması için, teknoloji yaratmak için kurulmaktadır.

Bordan uç ürünler üretilecektir; neye göre; kullanım oranlarına göre. Alan nasıl belirlenecek; dünyadaki tüm ürünlerin terkibini; yani, girdi desenini belirleyeceğiz, sonra da, ürünlerimizin burada kullanılmasını sağlayacağız, bu ürünlerin yapılmasında ikame ürünü olarak borun kullanılmasını sağlayacağız. Tabiî, bor, yeni yeni ürünlerin üretilmesinde de girdi olarak kullanılabilecektir ve bu alandaki potansiyeli çok büyüktür. Bunun ne kadar önemli olduğunu; ama, aynı zamanda da ne kadar güç olduğunu bilmemiz gerekir.

Borun bugünkü ürünlerde alternatif ürün olarak kullanılmasını sağlamak için ihtiyacı belirlemek gerekir. Ürünümüz, süreçlerde daha kolay uygulanabilir olmalı, kullanılacağı ürünün kalitesini artırmalı ve ürün maliyetini olumlu etkilemelidir.

Bora, yani, uç ürünlerimize talebi yaratmak için, kullanım alanını belirlememiz ve teorik talebi efektif talebe dönüştürmemiz gerekir. Ürün ihtiyacını bilmeden talep yaratmamız mümkün değildir. İlacı düşünelim. Nasıl üretilmektedir; ilaç nasıl icat edilmektedir?.. Hastalık belli, ona göre ilaç üretilir, piyasaya arz edilir ve talep yaratılır, talep teşvik edilir. Bir anlamda, biraz da ekonomi kurallarına uygun olmayan bir tarzda, üretim talebe takaddüm etmektedir.

Borda uç ürünlere geçtiğimiz zaman, bunu piyasaya arz ettiğimizde, bunun tekel maddesi bir ürün veya fiyat karteli şeklinde, piyasa sisteminden bağımsız olarak, istediğimiz fiyattan satıp zengin olacağımızı sanmayalım. Her ürünün mutlaka bir alternatifi bulunur, bir ikame maddesi bulunur. Bunu da hiçbir zaman gözden uzak tutmayalım. Uç ürünlere geçtiğimiz zaman, burada, özel sektörün devreye girmesi de kaçınılmaz olabilir.

Ben, yakın gelecekte fazla bir avantajı görünmeyen; ama, uzun bir gelecekte çok büyük stratejik önemi olan ve ülkemizde çok büyük rezervleri bulunan borun, bu enstitü sayesinde, teknoloji bakımından daha da gelişeceğine ve ülkemize çok daha faydalı hizmetler göreceğine inanıyor, bor enstitüsünün kurulmasını destekliyor, buna olumlu oy vereceğimi ifade ediyor; hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Uysal.

Sayın milletvekilleri, tasarının tümü açıkoylamaya tabidir.

Açıkoylamanın şekli hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.

Açıkoylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, oylama için 5 dakika süre vereceğim. Bu süre içerisinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini; bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin oy pusulalarını, oylama için öngörülen 5 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Ayrıca, vekâleten oy kullanacak sayın bakanlar var ise, hangi bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy pusulasını, yine oylama için öngörülen 5 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Sayın milletvekilleri, pusula gönderen; yani, sisteme giremeyen sayın milletvekillerinin Genel Kurul salonunu terk etmemelerini rica ediyorum.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Bor ve Ürünleri Araştırma Enstitüsü Kurulması Hakkında Kanun Tasarısının açıkoylama sonucunu açıklıyorum:

Oylamaya katılan milletvekili sayısı : 163

Kabul                                              : 163

Sayın milletvekilleri, bu durumda, toplantı yetersayısı bulanamadığından, oylaması önümüzdeki birleşime kalmıştır. (1)

Teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayısı bulunamadığı için çalışmalarımıza devam edemiyoruz; ancak, ara verip, aradan sonra da yoklama yapmam gerekiyor. Eğer, gruplar uygun görüyorlarsa, çalışmalarımızı burada sonuçlandıracağız.

SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Mutabakat sağladık Sayın Başkan. Çalışmaları bu safhada durduruyoruz.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Sözlü soru önergeleri ile denetim konularını sırasıyla görüşmek için, 3 Haziran 2003 Salı günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

                             

(1) Açıkoylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağın sonuna eklidir.

 

Kapanma Saati : 23.45