DÖNEM: 22 CİLT: 78              YASAMA YILI: 3

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

 

75 inci Birleşim

24 Mart 2005 Perşembe

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

       Sayfa    

  I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. - GELEN KÂĞITLAR

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- TBMM Başkanvekili Ali Dinçer'in, Dünya Tüberküloz Günü münasebetiyle konuşması

B) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1.- Kayseri Milletvekili Sadık Yakut'un, Bayrağımıza karşı sergilenmek istenilen hain saldırıya ilişkin gündemdışı konuşması ve İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'nun cevabı

2.- İstanbul Milletvekili Berhan Şimşek'in, Uluslararası Saydamlık Örgütü tarafından hazırlanan küresel yolsuzluk raporuna ve raporun Türkiye'yle ilgili bölümündeki konulara ilişkin gündemdışı konuşması ve Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in cevabı

3.- İstanbul Milletvekili Hasan Aydın'ın, ülkemizde yaşanan sosyal çöküntüye; özellikle İstanbul'da meydana gelen gasp olayları ile otopark çetelerine karşı alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması ve İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'nun cevabı

C) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel ve 31 milletvekilinin, zeytin yetiştiricilerinin sorunlarının araştırılarak üretimin ve tüketimin artırılması için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/263)

D) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1.- Anayasa Komisyonu Başkanlığının, Başkanvekili seçimini yaptığına ilişkin tezkeresi (3/780)

IV.- AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Tokat Milletvekili Mehmet Ergün Dağcıoğlu'nun, İstanbul Milletvekili Berhan Şimşek'in, konuşmasında, şahsına sataşması nedeniyle konuşması

V.- ÖNERİLER

A) SİYASÎ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ

1.- Gündemdeki sıralama ile çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesine ilişkin AK Parti Grubu önerisi

VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)

2.- Emniyet Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/971) (S. Sayısı: 831)

3.- Antalya Milletvekilleri Fikret Badazlı, Mehmet Dülger, Mevlüt Çavuşoğlu, Osman Akman ile Burhan Kılıç'ın; Antalya İli Kale İlçesi Adının "Demre" Olarak Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifi ile Antalya Milletvekilleri Osman Kaptan, Atila Emek, Osman Özcan, Tuncay Ercenk, Feridun F. Baloğlu, Hüseyin Ekmekcioğlu ve Nail Kamacı'nın Aynı Mahiyetteki Kanun Teklifi ve İçişleri Komisyonu Raporu (2/60, 2/69) (S. Sayısı: 634)

4.- Konya Milletvekili Atilla Kart ve 23 Milletvekili ile Konya Milletvekili Kerim Özkul ve 14 Milletvekilinin; 877 Sayılı Teşkilatı Mülkiye Kanununun 2. Maddesiyle Bağlı 4 Nolu Cetvelde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifleri ve İçişleri Komisyonu Raporu (2/361, 2/393) (S. Sayısı: 836)

5.- Kozmetik Kanunu Tasarısı ile Avrupa Birliği Uyum ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonları Raporları (1/844) (S. Sayısı: 643)

6.- Karadeniz Ekonomik İşbirliği Ülkeleri Hükümetleri Arasında Doğal ve İnsanlardan Kaynaklanan Afetlerde Acil Yardım ve Acil Müdahale Anlaşmasına Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ile Dışişleri Komisyonları Raporları (1/930) (S. Sayısı: 740)

7.- T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Kosova Geçici Özerk Yönetim Kurumlarını (Kosova Kültür, Gençlik ve Spor Bakanlığı) Temsil Eden Kosova'daki BM Geçici Yönetimi (UNMIK) Arasında Yapılan Kültürel İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/929) (S. Sayısı: 741)

VII.- SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- İzmir Milletvekili Enver ÖKTEM'in, İzmir bölgesindeki ruhsatlı maden işletmelerine ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi GÜLER'in cevabı (7/4925)

2.- İzmir Milletvekili Türkân MİÇOOĞULLARI'nın, SSK hastanelerinin devri nedeniyle ortaya çıkan sorunlara ilişkin Sağlık Bakanından sorusu ve Millî Eğitim Bakanı ve Sağlık Bakanı Vekili Hüseyin ÇELİK'in cevabı (7/5083)

3.- Denizli Milletvekili Mehmet U. NEŞŞAR'ın, SSK dispanserlerinin kapatılmasına ilişkin Sağlık Bakanından sorusu ve Millî Eğitim Bakanı ve Sağlık Bakanı Vekili Hüseyin ÇELİK'in cevabı (7/5084)


I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 14.00'te açılarak beş oturum yaptı.

İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Özpolat, Sivas'ın Koyulhisar İlçesi Sugözü Köyünde meydana gelen heyelan ve sonrasında yaşanan sorunlara ilişkin gündemdışı bir konuşma yaptı.

Bayburt Milletvekili Ülkü Gökalp Güney'in, 5084 sayılı Yatırımların ve İstihdamın Teşviki ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun uygulamasında görülen aksaklıklara,

Balıkesir Milletvekili Orhan Sür'ün, Balıkesir SEKA'nın özelleştirilmesindeki son duruma ve özelleştirmenin bölge için yaratacağı sorunlara,

İlişkin gündemdışı konuşmalarına, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, cevap verdi.

Bursa Milletvekili Şevket Orhan ve 30 milletvekilinin, bazı girişimcilerin holding adı altında gerçekleştirdikleri izinsiz halka arz yoluyla oluşan mağduriyetin neden ve sonuçlarıyla bu süreçte SPK'nın sorumluluğunun araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/262) Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergenin gündemdeki yerini alacağı ve öngörüşmesinin, sırası geldiğinde yapılacağı;

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 72 nci sırasında yer alan 477'ye 1 inci ek sıra sayılı Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon raporunun bu kısmın 4 üncü sırasına alınmasına ilişkin Cumhuriyet Halk Partisi Grup önerisinin, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edilmediği;

Açıklandı.

Konya Milletvekili Atilla Kart, Kastamonu Milletvekili Musa Sıvacıoğlu'nun, konuşmasında, ileri sürmüş olduğu görüşlerden farklı görüşleri kendisine atfetmesi nedeniyle açıklamada bulundu.

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:

1 inci sırasında bulunan, Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin (2/212) (S. Sayısı: 305) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin komisyon raporu henüz gelmediğinden,

3 üncü sırasında bulunan, Emniyet Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının (1/971) (S. Sayısı: 831) görüşmeleri, ilgili komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından,

Ertelendi.

2 nci sırasında bulunan, Devlet Memurları Kanunu ve Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu ile Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının (1/946) (S. Sayısı: 827) görüşmelerini müteakiben elektronik cihazla yapılan açıkoylamadan sonra,

4 üncü sırasında bulunan, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısının (1/536) (S. Sayısı: 803), yapılan görüşmelerden sonra,

Kabul edilip kanunlaştıkları açıklandı.

24 Mart 2005 Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşime 23.48'de son verildi.

  Ali Dinçer

  Başkanvekili

 Ahmet Küçük   Harun Tüfekci

 Çanakkale   Konya

 Kâtip Üye   Kâtip Üye

  Türkân Miçooğulları

  İzmir

  Kâtip Üye

             No: 102

II.- GELEN KÂĞITLAR

24 Mart 2005 Perşembe

Tasarı

1.- Askeri Ceza Kanunu ile Disiplin Mahkemeleri Kuruluşu, Yargılama Usulü ve Disiplin Suç ve Cezaları Hakkındaki Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/996) (Millî Savunma ile Adalet Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 24.3.2005)

Raporlar

1.- Lisanslı Harita Kadastro Mühendislik Bürolarının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Raporu (1/902) (S. Sayısı: 839) (Dağıtma tarihi: 24.3.2005) (GÜNDEME)

2.- Kabahatler Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/993) (S. Sayısı: 840) (Dağıtma tarihi: 24.3.2005) (GÜNDEME)

3.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt ile 46 Milletvekilinin; 14.9.1971 Tarihli ve 1479 Sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanununa Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi ve İçtüzüğün 37 nci Maddesine Göre Doğrudan Gündeme Alınma Önergesi (2/352) (S. Sayısı: 841) (Dağıtma tarihi: 24.3.2005) (GÜNDEME)

4.- Konya Milletvekili Kerim Özkul'un, Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi; Malatya Milletvekili Muharrem Kılıç ile 29 Milletvekili ve Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl ile 5 Milletvekilinin; Türk Ceza Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifleri ve Adalet Komisyonu Raporu (2/402, 2/406, 2/408) (S. Sayısı: 842) (Dağıtma tarihi: 24.3.2005) (GÜNDEME)

Meclis Araştırması Önergesi

1.- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL ve 31 Milletvekilinin, zeytin yetiştiricilerinin sorunlarının araştırılarak üretimin ve tüketimin artırılması için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/263) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.3.2005)


BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.00

24 Mart 2005 Perşembe

BAŞKAN: Başkanvekili Ali DİNÇER

KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 75 inci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- TBMM Başkanvekili Ali Dinçer'in, Dünya Tüberküloz Günü münasebetiyle konuşması

BAŞKAN - Değerli milletvekilleri, bugün, 24 Mart 2005 Dünya Tüberküloz Günü; verem hastalığıyla ilgili bir gün. Ülkemiz, en başarılı veremle savaş programlarını uygulamış ülkelerden biri, özellikle cumhuriyetin ilk yıllarında; ama, yoksullukla birlikte verem tekrar gündeme geliyor. Ülkemizde de ciddî bir sorun. O nedenle, bugünle ilgili bir açıklama yapmak istiyorum.

24 Mart 1882 tarihinde, binlerce yıldır insanlığın büyük belası "kara veba" olarak adlandırılan verem hastalığına karşı insanlığın çaresiz olduğu bir dönemde, Robert Koch, büyük bilimadamı, verem mikrobunu bulduğunu gösterdi. Bu nedenle, Dünya Sağlık Örgütü, 24 Martı Dünya Tüberküloz Günü olarak ilan etti.

Hepimizin bildiği gibi, geçen yüzyılda, özellikle cumhuriyetin ilk yıllarında, Türkiye, başarılı verem savaş politikaları izlemiştir. Verem savaşındaki başarılarından dolayı, dünyada Türk mucizesinden bahsedilmiştir; fakat, 1970'li yıllar biterken verem savaşına verilen önem azalmıştır. Bu nedenle, verem hastalığını kontrol etmede hak ettiğimiz yerde olduğumuzu söylemek zordur.

Tüberküloz, 24 Mart 1882'de de önemli bir sağlık sorunuydu. Ne yazık ki, aradan geçen 123 yıla karşın ve son elli yıldır etkin bir tedavisinin bulunmasına rağmen, günümüzde de sorun olma niteliğini sürdürüyor. Ülkemizde de maalesef giderek artıyor.

Dünya Sağlık Asamblesi, 1993 yılında tüberküloz için acil durum ilan etmiştir. Halen, yılda yaklaşık 9 000 000 kişi tüberküloz hastalığına yakalanmakta ve 2 000 000 kişi bu hastalıktan ölmektedir. Tüberkülozun artık küresel bir sağlık sorunu olduğu kabul ediliyor. Yoksulluk ve yoksulluğun yol açtığı hastalığın tedavisi var; ama, uygulaması kolay değil.

Dünya Sağlık Örgütü tarafından 1991 yılında başlatılan doğrudan gözetimli tedavi stratejisi, tüm dünya ülkeleri için verem savaşında önemli bir program oluşturmuştur. Türkiye'de de Aydın-Nazilli Verem Savaş Dispanseri tarafından uygulanan bu model program çok başarılı olmuştur; ama, Türkiye'nin özellikle az gelişmiş yörelerinde çok daha ciddî sorun olan veremle güçlü bir savaş verebilmemiz için Nazilli'deki bu başarılı yeni uygulamayı tüm Türkiye'ye yaymamız gerekiyor. Bu konuda Sağlık Bakanlığımıza büyük görev düşüyor; görevleri zor; ama, başarılı bir şekilde yerlerine getirecekleri düşüncesiyle, onlara başarılar diliyoruz.

Değerli milletvekilleri, gündeme geçmeden önce, üç sayın milletvekiline gündemdışı söz vereceğim.

İlk söz, Türk Bayrağının yakılması hakkında söz isteyen, Kayseri Milletvekili Sadık Yakut'a aittir.

Buyurun Sayın Yakut. (Alkışlar)

Süreniz 5 dakika.

B) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1.- Kayseri Milletvekili Sadık Yakut'un, Bayrağımıza karşı sergilenmek istenilen hain saldırıya ilişkin gündemdışı konuşması ve İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'nun cevabı

SADIK YAKUT (Kayseri) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türk Milletinin ebediyen anayurdu olarak kalacak misakımillî sınırlarımızın millî sembolü şanlı Bayrağımıza karşı sergilenmek istenen hain saldırıyla ilgili olarak millî hassasiyetimi Yüce Meclisimiz ve milletimizle paylaşmak ve millî ikazımı şer odaklarına yönelterek, millî refleksimi dile getirmek üzere gündemdışı söz almış bulunuyorum; bu duygu ve düşüncelerle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Bayrak, Yüce Türk Milletinin sembolü, bağımsızlık alameti, Yüce Türk Milletinin birlik ve beraberliğinin nişanesi, milletimizin ortak değeri, millî kültürümüzün simgesi, rengi şehitlerin kanı, ay yıldızı Türk Milletinin namus ve şerefinin nişanıdır. Şairin dediği gibi, genç kızımın gelinliği, şehidimin kefeni bayrak...

Tarihin her döneminde Türk Milletine yönelik saldırılar her zaman olmuştur; bugün de olmakta, gelecekte de olmaya devam edecektir. Aslolan ve önemli olan, bu saldırılara karşı uyanık olmak, güçlü olmak, nereden, ne şekilde gelirse gelsin bertaraf etmek ve hakkından gelmektir.

Bu bağlamda, en yüce değerlerimizin başında gelen, millî onurumuzu temsil eden şanlı Bayrağımıza yönelik hain saldırılar da, nereden ve ne şekilde gelirse gelsin, millî duruşumuzla sergileyeceğimiz refleksimizin ışığı altında yok edilecek ve bir daha gerçekleştirilmesi, düşünülmesi dahi mümkün olmayacak şekilde şer odaklarının karanlık dehlizlerinde kaybolup gidecektir.

Nitekim, son zamanlarda derin bir suskunluğa maruz kalan milletimiz, bu olay karşısında suskunluğunu bozarak, bu vatanın ve onun sembolü Bayrağımızın sahipsiz olmadığını en güzel şekilde seslendirmeye ve göstermeye başlamıştır. Bize yakışan millî duruş da budur.

Gelinen noktada, haklı ve geçerli hassasiyetimizi, vakur bir şekilde, dosta düşmana göstermemizin yeterli olmayacağı inancındayım. Soğukkanlılıkla şer olayını tüm boyutlarıyla irdelemek zorundayız. Ne iki tane çocuğun gerçekleştirdiği akıl ve izan dışı bu çirkin olay basit bir provokasyon diyerek görmezden gelinmeli ne de hain odakların ellerini ovuşturarak sinsice bekledikleri gibi, kontrolsüz öfke ve güç kullanımıyla Yüce Milletimizin birliği ve dirliği provoke edilmelidir.

Biliyor ve inanıyor ve aynı zamanda yaşıyoruz ki, Türk töresinde vatan, millet ve bayrak sevgisi her sevginin önünde gelir. Türk insanı vatan için, millet için, bayrak için ölmeyi bir görev bilmekte; oğlunu şehit veren anne ve baba, acısını yüreğine gömerek, şanlı Bayrağa sarılı şehidinin başında "vatan sağ olsun" diyebilmektedir. Bunun içindir ki, Türk Milletinin en hassas olduğu bu nokta kaşınmakta, kargaşa ve karmaşa yaratılmak istenmektedir. Bu oyuna gelme lüksümüz yoktur; çünkü, şehitler tepesi boş değil, toprağını kahramanlar bekliyor ve bir bayrak dalgalanmak için rüzgâr bekliyor.

Her şerde bir hayır var inancıyla, ebediyen bu yurdun üzerinde dalgalanacak Bayrağımız için yeni bir heyecanla rüzgâr esmeye başlamıştır. Bize düşen görev, bu rüzgârı fırtınaya dönüştürerek yakıp yıkmak değil, her türlü düşmanlığa son verecek tatlı bir meltemin esintisi içerisinde nazlı nazlı dalgalanmasını sağlamaktır.

Bunu hep birlikte yapacağız, ortak duygu ve düşüncelerle, birlik ve beraberlik içinde yapacağız. Malazgirt'te, Mohaç'ta, İstanbul'un fethinde, Çanakkale'de, İstiklal Savaşında ve tarihimizin şanlı sayfalarında nasıl onlarca, yüzlerce kez yapmışsak; yine birlikte yapacağız.

"Denilince bir yerin ismine Türk Beldesi / Gözüm al bayrak arar, kulağım ezan sesi" misali, millî varlığımızı kucaklayan, bütünleyen, manevî varlığımızdan, imanımızdan, inancımızdan aldığımız güç ve heyecanla yapacağız bunu.

Bayrağı sevmek, milletimizi sevmektir. Bayrağa saygı göstermek milletimizin namus ve şerefine saygı göstermektir; ama, sadece kendi Bayrağımıza yönelik ilkel bir bayrak sevgisi değil...

Dünya milletler âleminin şerefli bir üyesi olarak, vatanını işgal eden ve yenilen düşmanın düşen bayrağını kaldıracak kadar ulvî bir bayrak sevgisi, saygısıyla dopdolu bir millet, son askerine kadar şehit olmasına karşın, kendisi yere düşerken bayrağını, sancağını ağaca asmadan, bayrağını yere düşürmeden şehit olmayanların neslinden olan bir millet, elbette, böyle bir hainliğe, gaflet ve dalalet içinde bulunanların oyununa layık değildir.

İşlenen her suçun kendisince haklı bir yanı vardır; ama, bayrağa ve onun temsil ettiği yüce değerlere yönelik saldırıların, asla, asla haklı bir yanı, geçerli bir mazereti olamaz.

Devletin en üst makamından en mütevazı vatandaşımıza kadar, ortak ruh ve heyecanla tepki gösterilmesini önemsiyor, siyasîlerin yanı sıra, siyasetbilimcilerinin, sosyologların, psikologların, stratejistlerin, bu ve buna benzer olayların köküne inerek, millî hassasiyetlerde ortaya çıkacak, hatta, çıkmış olan, bundan sonra da çıkarılacak olan millî travma ve kırılmaların altında yatan nedenleri bilimsel olarak analiz etmelerini ve tekrarlanmamasını teminen alınacak tedbir ve millî politikaların belirlenmesini daha çok önemsiyor ve bekliyorum.

BAŞKAN - Toparlayalım...

SADIK YAKUT (Devamla) - Gelinen bu noktada, yeniden tanımlayıcı hareket anlayışından yola çıkarak, politik ve entelektüel açıdan, tek halk, ortak bir kültür, tek bir ulus tanımlama ve tartışmalarından ve karşıtlarından korkmayalım. Korku psikozuyla tepki veren değil, tek içinde birden çokluk veya çokluk içinde tek olma anlayışını, tarihî ve millî geçmişimizden bugüne taşıdığımız millî ve manevî değerlerimizle harmanlayarak, karşılıklı inanç, bağlılık, sadakat, mensubiyet ve aidiyet duygu, düşünce ve inanç birliği içerisinde, çatışma ekseninden dahi güç kazanma becerisini sergileyerek, dosta ve düşmana karşı millî çözümlerimizle, 21 inci Asra gerçek anlamıyla damgamızı vuralım. Bunu gerçekleştirecek her şeye sahibiz. Öncelikle biz inanalım ki, dosta düşmana da inandıralım.

Bu duygu ve düşüncelerle, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bir vekili olarak, Başkanvekili olarak, birçok konuda konuşacağım aklıma gelirdi; ama, millî şairimizin İstiklal Marşında söylediği gibi,

"Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal;

Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal!

Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlal.

Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet;

Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklal!"

Diyerek, Bayrağa saldırı konusunda konuşacağım asla aklıma gelmezdi.

Nasıl millî şair "Allah bu yüce millete bir daha istiklal marşı yazdırmayı nasip etmesin" diye dua etmişse, ben de sözlerimi, Allah'tan, bu ulvî çatı altında, hiçbir milletvekiline böyle bir konuda bir daha konuşmasını nasip edecek hain olayların vuku bulmamasını temenni ederek bitiriyor; yakılmak ve yere düşürülmek istenen şanlı Bayrağımıza sahip çıkan polisimizin şahsında tüm güvenlik güçlerimize, Mehmetçiğe, "bir hilâl uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor" diyerek şereflenen şehitlerimize, yüce milletimize ve Yüce Heyetinize şükranlarımı arz ediyor, saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - İçişleri Bakanı Sayın Abdülkadir Koç…(Gülüşmeler) Pardon, Abdülkadir Aksu…

ALİ YÜKSEL KAVUŞTU (Çorum) - Koç gibi maşallah!

BAŞKAN - Koç gibi, bu konuda görüşecek...

Buyurun Sayın Bakan.

İÇİŞLERİ BAKANI ABDÜLKADİR AKSU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Kayseri Milletvekili Sayın Sadık Yakut arkadaşımızın Türk Bayrağı konulu gündemdışı konuşması üzerine söz almış bulunuyorum. Konuşmama başlamadan önce, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, milletimizin bağımsızlığının sembolü olan ve her karışı, geçmişimizde, şehit kanlarıyla beslenmiş olan ay yıldızlı şanlı Bayrağımıza karşı yapılan çirkin saldırıyı kınıyorum. Bu vesileyle, ülkemizin içinde bulunduğu barış ortamını bozacak bu tür olayları lanetlediğimizi bir kez daha ifade etmek istiyorum.

Vatanımızın bölünmez bütünlüğünü ve Türk Milletinin tam bağımsızlığını simgeleyen Bayrağımız, her zaman omuzlar üzerinde dalgalanmıştır ve bundan böyle de, sonsuza dek dalgalanmaya devam edecektir. Bundan hiç kimsenin, ama hiç kimsenin en küçük bir kuşkusu olmasın.

Tabiî ki, Bayrağımıza yapılan bu çirkin saldırının, insanları, tabiatıyla, bütünleşmeye çağırdığı, yaşama sevincini, sevgiyi ve kardeşlik duygularını temsil ettiği ifade edilen Nevruz kutlamaları sırasında meydana gelmiş olması da daha bir düşündürücüdür. Türkiye'nin birliği, herkes için, her kurum için vazgeçilmez, tartışılmaz bir değer olarak en büyük ortak payda kapsamında savunulmalıdır. Türk Milletinin mensubu olarak, her insanımızın huzuru, özgürlüğü, refahı ve gelecek umudu bir bütündür. Bir ortak payda olarak vatan ve bayrak sevgisi, Türk Milletinin birliğinin ve dirliğinin de teminatıdır. Ülkemizin birliği ve Türk Milletinin dirliğinin sembolü Türk Bayrağıdır. Bu topraklarda yaşayan herkes Türk Bayrağına karşı saygılı olmak mecburiyetindedir.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, sizlere, bu vesileyle, biraz da Mersin'de Nevruz şenlikleri öncesinde ve sonrasında yaşanan olaylarla ilgili olarak biraz bilgi aktarmak istiyorum. Emniyet mensuplarımız, güvenlik güçlerimiz, Nevruz öncesi ve sonrasında aldığımız tedbirlerle olaya hâkim olmuş ve canla başla mücadele etmişlerdir. Tüm güvenlik güçlerimize başarılı ve özverili çalışmalarından dolayı huzurlarınızda teşekkür ediyorum.

Yine, bilinmektedir ki, Nevruz şenlikleri fırsat bilinerek, 21 Mart öncesinde ve sonrasında, bazı gruplarca yurt içinde ve yurt dışında değişik tarihlerde eylemler ve kampanyalar da gerçekleştirilmiştir. İşte, bunlardan biri olarak, 15-20 Şubat 2005 tarihleri arasında Mersin İlimizde değişik mahalle ve sokaklarda çeşitli eylemler gerçekleştiren, ev ve işyerlerine taşlı ve sopalı saldırılarda bulunarak maddî hasar veren, kundaklama ve yakma eylemlerine karışan toplam 26 kişi, bu Nevruz öncesi yakalanmış ve sevk edildikleri adlî makamlarca, bunlardan 13'ü tutuklanmıştır.

Ayrıca, yine, 21 Mart Nevruz günü öncesi sansasyonel eylem yapmak üzere Mersin İline geldiği değerlendirilen ve üzerinde parça tesirli el bombası ile sahte kimlik bulunan bir kişi, polisimizin başarılı çalışmaları sonucu yakalanmış ve 16.3.2005 tarihinde tutuklanmıştır.

Bununla birlikte, Mersin İlimizde, 15-20 Şubat 2005 tarihleri arasında meydana gelen olayları aktif olarak planlayan, grupları organize eden ve 21 Mart öncesi eylemlerde bulunmak üzere hazırlık içerisinde olduğu tespit edilen bir sahte kimlikli ve ayrıca, hakkında iki yıl altı ay kesinleşmiş hapis cezası bulunan bir yasadışı örgüt mensubu da aralarında olmak üzere, toplam 11 kişi daha yakalanmış Nevruz öncesi ve bunlardan 10'u da, yine, sevk edildikleri adlî makamlarca tutuklanmıştır.

Mersin İlimizde Bayrağımıza yapılan menfur saldırı sonucunda emniyet kuvvetlerimiz derhal gerekli çalışmaları yapmışlar ve olayı gerçekleştirdiği tespit edilen -ilk gece 2 kişinin kimlikleri tespit edilmişti, onlar, o gün sabaha karşı alındı; daha sonra, yine olayın içinde, faili olan 2 kişi daha gündüz alındı; 4 ve daha sonra da, bunları yönlendirdiği değerlendirilen 2 kişi de, en son, dün akşam birisi alınmak suretiyle, 6 kişi daha gözaltına alındı bu konuyla ilgili olarak- söz konusu eylemcilerin sorgusu ve olaya ilişkin tahkikat da devam etmektedir.

Mersin'de, yine, Nevruz etkinliklerini fırsat bilerek, 20 Mart 2005 Pazar günü, toplantılar sonrasında çeşitli eylemler gerçekleştiren, miting alanında olay çıkaran, Bayrağımıza saygısızca davranan eylemcilere müdahale eden emniyet kuvvetleri ile görüntü almak isteyen basın mensuplarımıza taşlı, sopalı saldırıda bulunanlardan da 26 kişi emniyet kuvvetlerimizce tespit edilmiş ve bilahara yakalanmışlar, sonradan sevk edildikleri adlî makamlarca bu 26 kişiden de 18'i tutuklanmıştır. Yine, bu arada, örgütsel eylemlere karıştıkları tespit edilen 4 kişi daha yakalanmış ve şu anda gözaltında tahkikatı devam etmektedir.

Sonuç olarak, Mersin'de, tüm bu olayların öncesi ve sonrasında, bugüne kadar, toplam 74 şahıs yakalanarak gözaltına alınmış, bu şahıslardan 42'si tutuklanmış, 22 kişi adlî makamlarca serbest bırakılmış ve 10 kişi de halen gözaltında bulunmakta ve bu soruşturma da devam etmektedir.

Yine -bilinmektedir ki- yasadışı örgütler tarafından, ülkemizin bazı yerlerinde, yasadışı eylem ve hainlikleri yapmak üzere birçok madde bağımlısı veya sokakta yaşamak zorunda kalan 18 yaşından küçük çocukların bu iş için seçilmesi de daha ayrı bir düşündürücü ve daha vahim bir yönüdür bu olayların.

Ben, buradan, bu eylemleri gerçekleştiren kişilerin anne ve babalarına seslenmek istiyorum: Eğer, yanlış düşünce ve eylemler içinde olan çocuklarınız varsa, onları bu eylemlerden vazgeçirme konusunda uyarma görevini yapınız. Eğer, buna engel olamaz ve de katkı, destek sağlarsanız, bu hatalı düşünce ve eylemler, devletimizin kararlı tavrı ve gücü karşısında yok olup gidecektir. İçinizde bir hain düşünce besliyorsanız ve bunun işareti olarak da Bayrağımıza hakarete cüret gösteriyorsanız, Türkiye'nin birliğine ihanet ediyorsunuz demektir. Bunun sonucunda da, devletimizin ve güvenlik kuvvetlerimizin yüksek kararlılığı karşısında, dün olduğu gibi bugün de yok olup gidersiniz.

Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Bayrağımıza yapılan bu menfur saldırı esnasında terörist örgüt lehine slogan atarak yasadışı bayrak açan, teröristbaşı lehine slogan atan ve şanlı Bayrağımızı yakma ve tahrip etme girişiminde bulunan yaklaşık 50-60 kişilik gruba müdahale ederek, şanlı Bayrağımızı onların elinden kurtaran polis memuru Gökhan Kızıltepe'ye, ben, huzurlarınızda bir kere daha teşekkür ediyor, şükranlarımı sunuyor, gözlerinden öpüyor; şahsında, bütün emniyet mensuplarımızı, güvenlik mensuplarımızı tebrik ediyorum. Ben, o gece, Sayın Valimize talimat verdim; bu polis memurumuzun, hem bir takdirnameyle hem de yasa gereği en üst düzey olan 24 maaş para ödülüyle ödüllendirilmesi talimatını verdik ve bu işi de gerçekleştirmiş olduk.

Ben, bu vesileyle, tüm sağduyulu vatandaşlarımızı, bu menfur saldırılar ve çirkin olaylar karşısında soğukkanlı olmaya davet ediyor, provokasyonlara karşı da duyarlı olalım diyorum. Devletimiz ve tüm güvenlik güçlerimiz, bu olayların üstesinden, önceleri olduğu gibi, başarıyla çıkacak ve hainlerin emelleri kursaklarında kalacaktır.

Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Gündemdışı ikinci söz, Uluslararası Saydamlık Örgütü tarafından hazırlanan küresel yolsuzluk raporu hakkında söz isteyen İstanbul Milletvekili Berhan Şimşek'e aittir.

Buyurun Sayın Şimşek. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakikadır.

2.- İstanbul Milletvekili Berhan Şimşek'in, Uluslararası Saydamlık Örgütü tarafından hazırlanan küresel yolsuzluk raporuna ve raporun Türkiye'yle ilgili bölümündeki konulara ilişkin gündemdışı konuşması ve Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in cevabı

BERHAN ŞİMŞEK (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sadık Yakut arkadaşıma, bu duyarlı konuşmasından dolayı, sözlerime başlamadan önce, çok teşekkür ediyorum.

Uluslararası Saydamlık Örgütü tarafından 16 Mart 2005 tarihinde açıklanan Küresel Yolsuzluk Raporu hakkında gündemdışı söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi saygıyla selamlarım.

Uluslararası Saydamlık Örgütü, 2001 yılından bu yana her yıl, uluslararası uzmanların, sivil toplum kuruluşları ve ülke kollarının katkısı ve katılımıyla, Küresel Yolsuzluk Raporu hazırlamaktadır.

Bu sene hazırlanan raporun birinci bölümünde, yolsuzluğun, sadece tepedeki siyaset ve iş âlemi elitlerinin ceplerini doldurmadığı, aynı zamanda, insanları hayat kurtarıcı ilaçlardan, asgarî kamu hizmetlerinden, yaşanabilir meskenlerden yoksun bıraktığı yer almaktadır. Kısacası, yolsuzluğun maliyetini insanlar hayatıyla ödemektedir. Raporda yer alan bu tespit, ülkemizde son yıllarda sıkça vurgulanan "yoksulluğun nedeni yolsuzluktur" yargısıyla örtüşmektedir.

Bu yılın raporunda, yolsuzluğun, inşaat sektöründe derinleştiği ağırlıklı olarak ifade edilmekte. Konya'da 2 Şubat 2004 günü çöken ve 92 kişinin ölümüne yol açan 11 katlı Zümrüt Apartmanı, Uluslararası Saydamlık Örgütünün raporuna kapak oldu.

Raporda, yapı sektöründe yapılan usulsüzlüklerin ve hilelerin kalkınmakta olan ülkeleri, düşük nitelikli temel altyapı ve aşırı borç yüküyle karşı karşıya bıraktığı belirtilmektedir.

Raporun Türkiye bölümü, 2004 yolsuzluk algılama endekslerindeki yolsuzluk dereceleri verilerek başlamakta. Türkiye, 2004 yılında, yolsuzluk konusunda en temiz ülkelere verilen 10 puan üzerinden, maalesef, 3,2 puan alarak, 146 ülke arasında 77 nci sıradadır. Küresel yolsuzluk ligindeki yerimiz, 2001 yılında 54 üncü, 2002 yılında 64 üncü, 2003 ve maalesef 2004 yılında da 77 nci sıraya gelmiştir. Bu sıralamalar, yolsuzlukla mücadelede yerinde saydığımızın en somut örneğidir.

Yolsuzlukla mücadele hükümetin en büyük iddiasıdır. ve doğrudur. "Hortumlar kesildi", "yolsuzlukların damarına girdik", "tüyü bitmemiş yetim hakkı" gibi güçlü söylemlerle Sayın Başbakan tarafından dile getiriliyor. Bu iddianın uygulamada cılız kaldığı bu raporda da ayan beyan ortaya konulmakta. Bu raporda, Türkiye'nin bulunduğu sıralama ve bu İktidar döneminde yaşanan, maalesef, Balıkesir SEKA, Toplu Konut İdaresi, enerji operasyonu, okul ihaleleri, mısır, gemi alışverişleri gibi olaylar, hükümetin yolsuzluklara, üzgünüm, damardan giremediğini, aksine, yolsuzlukların hükümetin damarına işlediğini görüyoruz.

Okul inşaatı ihalelerinde usulsüzlük yapıldığını ifade ettik, duyulmadı. Meclis soruşturması önergesi oylarınızla reddedildi. Bizim söylediklerimizi Kamu İhale Kurumu da söyledi, yine kabul etmediniz. Sayın Başbakan, okul inşaatı ihalelerinde yolsuzluk ve usulsüzlük iddialarına ilişkin, milletvekillerine yapmış olduğu konuşmasında "ben inceledim ve yolsuzluk ve usulsüzlük bulamadım" demiştir.

Kısaca, cumhuriyet tarihindeki yolsuzluklara da bir değinmek istiyorum. 1927 Osmaniye Milletvekili ve Bahriye eski Bakanı İhsan Bey hakkında, Yavuz Zırhlısı onarımında yolsuzluk yaptığı gerekçesiyle, Başbakan İsmet İnönü'nün Malatya Milletvekili sıfatıyla verdiği önerge doğrultusunda, 24 Aralık 1927 tarihinde, Meclis soruşturması komisyonu kuruldu ve bu komisyon, İhsan Beyin dokunulmazlığını kaldırarak, Yüce Divana sevk etti. İhsan Bey Yüce Divanda yargılandı ve mahkûmiyet cezası aldı. Soyadı Kanunu çıktığında da, Mustafa Kemal Atatürk "ar etsin" diye, İhsan Beye "Eryavuz" soyadını verdi.

Bu karar, Yüce Divanın cumhuriyet tarihinde verdiği ilk mahkûmiyet kararıdır değerli arkadaşlar. Bunun dışında, 1950 öncesinde buna benzer birkaç münferit olay var; Ali Cenani Bey olayı, Hayri Ürgüplü olayları gibi. Yolsuzluk ve usulsüzlük alanında, 1950 öncesinde "kirli" denildiği, söylenildiği, geçmişimizde görülen olaylar bunlardır. Bunlarda İsmet Paşa bizzat kendisi önerge vererek soruşturulmalarını istemiştir.

Ama, 1950 sonrası Türkiye'de yolsuzluklar başlamıştır. Gündemde de olan Ermeni meselesiyle ilgili bir örnek vermek istiyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BERHAN ŞİMŞEK (Devamla)- Demokrat Milletvekili olan Ermeni kökenli Mığırdıç Şellefyan'la başlayan hayalî ihracat olayından 2005 yılına kadarki geçen süre içerisinde Cumhuriyet Halk Partisi koalisyonlarda 6 yıl iktidarda kalmıştır. Geri kalan 55 yıllık sürede merkez sağ iktidarların Türkiye'yi yönetmesiyle 400 milyar dolardan fazla yolsuzluk yapılmıştır. Bugün Türkiye'nin iç-dış borcundan fazladır.

Değerli arkadaşlarım, yolsuzluklar bir taraftan borçlanmaya, bir taraftan faiz ödemeye neden olurken, diğer taraftan da, yatırıma, üretime, sağlığa, eğitime ayrılabilecek olan kaynakların iktidara yakın olan çevrelere aktarılmasına neden olmakta.

Anayasal bir kurum olan Devlet Denetleme Kurulu raporuna konu olan evlere şenlik bir TOKİ olayı var. Bunu sizinle paylaşmak istiyorum. Devlet Denetleme Kurulu raporunda, milletvekillerinin TOKİ'ye dilekçeyle başvurarak bedelinin altında ev almak istedikleri yer almakta. Sayın Başbakana sesleniyorum: Belge ve bilgi DDK raporunda var. Bu dilekçeye istinaden konutlar için önerilen fiyat, idare tarafından belirlenen satış bedelinden düşük olmasına rağmen, bu konutları satıştan çeken TOKİ Başkanı bu meselede suçüstü yakalanmıştır. Bu olay gazetelere manşet, Devlet Denetleme Kurulu raporuna konu olmasına rağmen TOKİ Başkanının o koltukta hâlâ oturuyor olması, Sayın Başbakanın "bilgi belge getirin, kafasını koparayım" sözünde ne kadar samimî olduğunu da göstermektedir. Bu, işin idare kısmı. Bir de milletvekili boyutu var değerli arkadaşlar. Sayın Başbakanımın meydanlarda ak kadrolar olarak tanıttığı milletvekili arkadaşlarımızın, milletvekili olma nüfuzunu kullanarak ucuza konut almaya çalıştıkları ortada değil midir? Sayın Başbakanın TBMM'de AKP Grubunda yaptığı ilk konuşmada "milletin içinde oturun" dediği milletvekili arkadaşlarımızın, milletin aldığı fiyattan daha ucuza konut almaya çalışmaları sizce doğru mudur?! Dün AKP Grup Başkanvekilim ifade buyurdular: "Parlamentoya güven olmalı ve dokunulmazlıkları sürekli gündeme getirerek bu güveni kaybediyoruz." Halk bu Parlamentoya, bu anlayışa mı güvenecek Sayın Başkan?!

Sayın Başbakanın TOKİ olayıyla ilgili söylediği tek bir söz yoktur. "Hortumları kestik, hortumlayanları cezalandırıyoruz, zararları tahsil ediyoruz" diyen sayın hükümet, TMSF Başkanının, batan bankalardan kaynaklanan 37,6 milyar doların üzerine su içildiğine, artık tahsil edilemeyeceğine ilişkin açıklamalarına ne diyor acaba?!

Uluslararası Saydamlık Örgütünün raporunun Türkiye bölümünde, el konulan 22 bankanın, Türk vergi mükelleflerine, Türk Halkına maliyetinin 42 milyar dolar olduğu, banka hortumlarının kamu fonlarıyla finanse edildiği belirtilmiştir.

O 37,6 milyar dolarda, Başbakanlık önünde kasa fırlatanın hakkı var, Muş'ta hasadını alamayan yurttaşın hakkı var, çocuğuna süt almak için bedenini satan kadınlarımızın hakkı var, parasızlıktan, yoksulluktan kapkaç, hırsızlık gibi olaylara başvuran gençlerimizin, çocuklarımızın hakkı var; bu parada, üniversite mezunu olduğu halde iş bulamayan çocuklarımızın hakkı var.

Geçtiğimiz hafta sonu, Kahramanmaraş'ta, borçlarını ödeyemeyen çiftçilere Sayın Başbakanım "yok öyle 25 kuruşa simit"diyor. Eğitimli onlara söylüyor da, bu bankaları boşaltan eğitimli hırsızlara da bu sözü söylemeli; o zaman adalet yerini bulacaktır.

Bu hafta, Endüstri Holding Yönetim Kurulu Başkanı tutuklandı.

BAŞKAN - Toparlayalım lütfen...

BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - Toparlıyorum efendim.

Gazete haberlerine göre, yurttaşlarımızın 300 trilyonu, bu holding eliyle buharlaşmış. Bu konuyla ilgili araştırma önergesini onbeş gün önce -SPK'yla ilgili- verdiğimizde reddettiniz; ama, çok sevindirici bir olay yaşadım ki, iki gün önce de bu meseleyle ilgili bir önerge verildi. Biz verince reddediliyor, siz verince "evet" deniliyor.

BAŞKAN - Sayın Şimşek, toparlayalım...

BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - Toparlıyorum efendim.

Değerli arkadaşlarım, politikacıların, idarecilerin karıştığı yolsuzlukların ve usulsüzlüklerin, adaletle, temiz toplumla, şeffaf yönetimle açıklanması mümkün değildir. Yolsuzluklar konusunda 1950'den bu yana Türkiye'ye yerleşen anlayışı, bakınız, 19 uncu Yüzyılda yaşamış şair ve devlet adamı Ziya Paşa şöyle açıklıyor: "Milyonla çalan baş köşede otururken, üç beş kuruşu çalan elbette hapiste yatmalıdır." Ne acı ki, Türkiye resmi böyle!

Tabiî ki, yolsuzluk, istihdamdan, yatırımdan, enflasyondan, inanın ki -sizin de bilgileriniz dahilinde- daha önemli. Sadece iktidara da bu payeyi, bu hakkı, bu şansı... Veya neden yapmıyorsunuz demek, bizim için de, haksızlık olur. Yolsuzlukla mücadele, iktidarın da, muhalefetin de, yurttaşın da, bürokratın da, yani,  baştan çıkmaya karşı koyabilecek her yüreğin, her insanın görevi ve sorumluluğudur. Umut ederim ki, önümüzdeki yılki raporda 100 olmayız da 99'da kalırız.

Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Adalet Bakanı Sayın Cemil Çiçek, İstanbul Milletvekili Berhan Şimşek'in konuşması üzerine söz alıyor.

Buyurun Sayın Bakan.

ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) - Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Yolsuzluk konusu, uzunca bir süreden beri Türkiye'nin en önemli gündem maddesidir. Hepimizin de canını sıkan, belki de yaşadığımız pek çok sorunun kaynağını oluşturan önemli bir olay. Dolayısıyla, bu konunun zaman zaman Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine gelmiş olması, konuya olan hassasiyetimizi vurgulamak açısından da önem arz ediyor.

Yolsuzluk, esas itibariyle, kamu gücünün özel çıkarlar amacıyla kullanılması olarak tarif edilmektedir. Bu açıdan baktığımızda, yolsuzluk konusu, sadece Türkiye'nin gündeminde değil, bütün dünyanın gündeminde olan bir olaydır. Bunun da sebebi, yolsuzluk olgusunun sınıraşan, uluslararası boyut kazanmış olmasından kaynaklanıyor. O sebeple, yolsuzluk meselesi, tek boyutlu, tek sebepten kaynaklanan tek bir tedbirle de ortadan kaldırılacak bir konu değil. Onun için, yolsuzlukla mücadele söz konusu olduğunda, bütün tedbirlerin birlikte ve eşzamanlı, mümkünse, alınması gerekmektedir.

Onun içindir ki, bütün dünya, yolsuzlukla mücadele konusunda uluslararası standartları ortaya koyabilmek adına pek çok sözleşme ortaya koymuştur ve ülkelerin önemli bir kısmı da bunları imzalamıştır. Memnuniyetle ifade etmem gerekir ki, bu uluslararası sözleşmelerin ve bunun içe dönük yasal düzenlemelerinin çok önemli bir kısmı bu dönemde yapılmıştır, bu Parlamentoda. Mesela, Yolsuzluğa Karşı Özel Hukuk Sözleşmesi bu dönemde, bu Parlamentonun kabul ettiği bir sözleşmedir; Yolsuzluğa Karşı Ceza Hukuku Sözleşmesi yine bu dönem, bu Parlamentonun yaptığı, onayladığı bir sözleşmedir; sınıraşan suçlarla ilgili sözleşmeler bu dönemde yapılmıştır; Birleşmiş Milletlerin ortaya koyduğu Yolsuzlukla İlgili Sözleşme, bunun iç hukukumuza yansımalarının önemli bir kısmı bu dönemde gerçekleştirilmiştir. 3 Kasım Seçimlerinin hemen akabinde Parlamentonun ilk çıkardığı yasalardan biri yabancı kamu görevlilerine rüşvet verilmesiyle ilgili düzenlemedir. OECD ülkeleri içerisinde bu sözleşmeyi parlamentosundan geçirmeyen, iç hukukuna aktarmayan tek ülke Türkiye idi ve 12 Ocak 2003 tarihine kadar eğer bu sözleşme bu Parlamentodan geçmemiş olsaydı, Türkiye, dış ülkeler nezdinde rüşveti himaye eden, rüşvet yoluyla haksız menfaat elde eden bir ülke konumuna getirilmiş olacaktı. Dolayısıyla, meseleye bu açıdan baktığımızda, eğer yolsuzlukla mücadele sadece yasal düzenlemelerle gerçekleşecek ise, bunun hukukî altyapısının büyük ölçüde tamamlandığı dönem bu dönemdir. Bunun herkes tarafından iyi bilinmesi lazım. Bunun şerefi de bu Parlamentoya aittir, müsaade ederseniz de bu hükümete aittir. Dolayısıyla, bunları elbirliğiyle... Sayın Şimşek'in o görüşüne katılıyorum. Bu mesele, bir kesimin meselesi değildir; sadece bir iktidar işi, sadece bir muhalefet işi değil, kademe kademe, herkesin, bulunduğu konuma göre, bulunduğu noktaya göre, sade vatandaşından hükümet sorumlularına varıncaya kadar hepimizin elbirliği içerisinde mücadele etmesi gereken ve geleceğimizi de... Hep, geleceğimizin teminatı gençler deriz, geleceğimizin teminatı... Evet, bunların hepsi doğrudur. Türkiye'nin geleceğinin teminatı, bu yolsuzluk noktasındaki kararlılığındadır; bunu görmüş olmamız lazım ve belki bu dönem, bu anlamda, işte yolsuzlukla mücadelede özel bir paragrafın açılacağı bir dönem olsun istiyoruz. Bunu yaptık. Elbirliğiyle de, iktidarıyla muhalefetiyle, yolsuzlukların araştırılmasıyla ilgili önerge de bu dönemde gerçekleşti. Şimdi o rapordan ortaya çıkan sonuçları hukukumuzda düzenlemeye, bunu hayata geçirmeye çalışıyoruz.

Bu noktadan baktığımızda, demek ki, yolsuzluk konusu bir mevsimlik mesele değildir. Yani, üç ay sonra netice alınacak, üç ay sonra Türkiye'nin gündeminden çıkarıp rafa koyacağımız bir mesele değil, insan olduğu sürece, insanın zaafları olduğu sürece yolsuzluk olabilir. Bütün mesele, iyi bir sistem kurarak yapanın yanına kâr kalmaması, mümkün olduğu kadar bunun sayısının, miktarının aza indirilebilmesidir; en azından, Türkiye'nin bu görüntüden kurtarılmasıdır. Onun için, yolsuzlukla mücadelenin uzun soluklu bir iş olduğunu kabul etmemiz lazım.

İkincisi: Biraz evvel ifade ettim, yolsuzlukla mücadele bir kesimin işi değil. Genellikle toplum olarak, sanki belli konular toplumun tümünü ilgilendirmiyormuş gibi, görevli olan birkaç kişinin ya da öne çıkan birkaç kurumun yapabileceği bir iş olarak görüyoruz. Halbuki, bu, herkesin meselesi. Herkesin meselesi söz konusu olduğunda vatandaşın bu işlerde biraz yardımcı olması lazım. Özellikle, demokrasi sivil kurumlar üzerine oturduğuna göre ve büyük ölçüde sivil kurumların politika geliştirdiği, kamuoyu önünde bu neviden işleri bir anlamda denetlediği bir düzenin, bir ortamın söz konusu olduğu dikkate alındığında, maalesef bu konuda yeterli hassasiyetin olmadığını burada ifade etmek istiyorum. Yapılan araştırmalar çıkıyor; çünkü, yolsuzluk diye ceza kanunlarında bir suç tipi yoktur. Belli suçların kamuoyu nezdinde yolsuzluk olarak algılanması söz konusudur; bunun başında rüşvet gelir; bunun başında ihaleye fesat karıştırma gelir, dolandırıcılık gelir, nüfuz suiistimali gelir. Benzer birkısım suçları kamuoyu yolsuzluk olarak algılar.

Şimdi, işin bu kısmına baktığınızda, bunların hukuk nezdinde mücadelesinde yapanın yakasına yapışılmasında vatandaşın çok büyük katkısına, bilgisine ve desteğine ihtiyaç var. Şimdi, bazı meslek odalarının yaptırdığı araştırmalar var. Eğer, bu sorulara verilen cevaplar doğruysa, ki, bu araştırmalar geriye dönük yapıldı; yani, bazı konuların, bugün, bu kürsüden dile getirilmiş olmasından bunlar bugün oluyor anlamı çıkarılmamalıdır; böyle bir kanaat bence doğru olmaz; görüşlerin bir kısmı geriye doğrudur. O dönemlerde yapılan araştırmalar var; deniliyor ki: Filanca yerlerde yüzde 60 rüşvetle iş dönüyor, falanca yerde rüşvet vermeden iş dönmüyor. Bunu söyleyen, bu ülkenin vatandaşları. Hadi, gelin suçüstü yapalım denildiğinde... Çünkü, bu işin belgesinin bulunmasının ne kadar zor olduğu bellidir; alan ile veren arasındadır. Tutanaklara kadar da geçen, bunun çok da fiyakalı bir lafı var; ama, bu kürsüden söylemeyi edep ederim. Dolayısıyla, şimdi, bu iş bir vatanseverlik meselesidir. Bakınız, sizler bu kürsüden, biz buradan ve her taraftan söylüyoruz; eğer, Türkiye'de böyle bir olgu varsa -ki, bunu prensip itibariyle kabul ediyoruz; nitekim yapılan araştırmalarda da bunlar ortaya çıkıyor- o zaman insanlar vatanseverlik gösterip, kamu görevlisini bu neviden işlere yönelteceğine, kestirmeden çözüm arayacağına, vatanseverlik yapsın, gelin, bu işleri suçüstü yaptıralım diyoruz. Böyle deyince "vatandaşı jurnalciliğe mi teşvik ediyorsunuz?" Hayır, ben, vatandaşı jurnalciliğe falan teşvik etmiyorum. Vatandaşlık görevini yapmasını arzu ediyorum; çünkü, bu bir görevdir. Eğer, insanlar kötü yola sevk ediliyorsa, kamu kaynakları kötüye kullanılıyorsa, bunda hepimizin hakkı var; bu işle mücadele eden kesimlere, görevlilere insanların yardımcı olması lazım. Aksi halde, hem bunları konuşacağız hem de bu meseleyi sadece üç savcının, beş hâkimin omzuna yüklemiş olacağız. Hâkim, savcı, dosyadaki delile göre karar verir. Şimdi, olayı sağda solda konuşan, filanca dairede şu iş dönüyor, burada bu kadar olay oluyor deyip konuşan, gelip, vatanseverlik gösterip, savcıya, hâkime yardımcı olmuyorsa, neye göre bu işin mücadelesi yapılacak? Bu anlamda, doğrusu, vatandaşlarımızın -iyilerini tenzih ederek söylüyorum- bu noktada, özellikle, belli makamlarla işleri olanların, devletin bu noktadaki mücadelesine yardımcı olması lazım.

Şu ana kadar, bakınız, iki sene dört aydan beri, biz bu işi konuşuyoruz, her vesileyle konuşuyoruz. Bir defasında bir tek kişi geldi bana "bir düşüneyim" dedi, ondan sonra bir daha da  gelmedi. Bakınız, yani, işin böyle bir zor tarafının olduğunu bilmemiz lazım. Eğer, bu işten herkes şikâyetçiyse, herkes yardımcı olmalı.

İkincisi, tabiatıyla, yolsuzluk olayının sistemden kaynaklanan ve insandan kaynaklanan boyutu var. Tabiatıyla, eğer, sistem, yolsuzluk üretiyorsa, birkısım imkânlar bu şekilde insanların servetine kolayca aktarılabiliyorsa, mekanizma böyle çalışabiliyorsa, bu sistemin özüne inmekte fayda var. Tabiatıyla, bunun da çok kolay olmadığını görmüş olmamız lazım.

Tabiatıyla, kamu bankalarının önemli ölçüde kredi imkânlarını kontrol ettiği, ekonominin büyük ölçüde, halen, devlet kontrolünde olduğu bir yerde, ister istemez, bu neviden iddiaların sayısı da artıyor. Onun için, meseleye bir sistem, bir de insan açısından bakmak lazım gelir.

İnsan deyince, sadece birey olarak değil, hepimiz, icra ettiğimiz meslek itibariyle, şu veya bu meslek kuruluşunun üyesiyiz. Bakınız, ister bu kürsüden ister gazete sayfalarında zaman zaman yolsuzluk olarak algılanabilecek birçok olaylar oluyor. Bu olayların faillerinin her birisi de şu mesleğin veya bu mesleğin mensubudur. Bu meslek odalarının, mutlak suretle bu neviden yolsuzluklar karşısında bir tavır koyması lazım. Mesela, bir olayda bir ihale yolsuzluğu mu var; ben, Müteahhitler Birliğini buradan göreve çağırıyorum. Kendi meslektaşlarıyla ilgili bu neviden iddialar varken "biz bunu kınıyoruz" tarzında bir bildiriyi yayınlamazlarsa bu olmaz. Falanca meslek kuruluşuyla ilgili olarak bir iddia gündeme geliyor da disiplin mekanizması çalışmıyorsa, o takdirde, bir yerde bir yanlışlığımız var. Biz, bu işin işini mi yapmak istiyoruz, lafını mı etmek istiyoruz; lafını etmekse, yolsuzluk adına çok laf edildi, bundan sonra konuşmanın hepsi bana göre zait. İşini yapmak istiyorsak, sivil toplum kuruluşlarımız, meslek odalarımız dahil olmak üzere, kamu görevlilerimiz, bu işle mücadele edenler, yakın bir işbirliği içerisinde, bilgi verme, belge verme, yeri geldiğinde alnı açık şahitlik yapabilme noktasında bir çabanın, bir gayretin içerisinde olması lazım. Mesele, eğer bir yasal düzenlemeyle olacak ise, Türkiye'de yeteri kadar yasa var. Ne zamandan beri Türkiye'de rüşvet serbest ki?! En ağır ceza, yüz kızartıcı suç; milletvekili seçilmeye engel, muhtar olmaya engel, memur olmaya engel; ama, bugüne kadar serbest olduğundan, yasalarda buna imkân bulunduğundan dolayı değil, maalesef, bu noktada yeterli işbirliğinin ortaya konulamamasından kaynaklanıyor.

Bu noktada, tabiî, meslek odaları kadar sivil toplum kuruluşlarına da önemli görevler düşüyor. Lafın burasında, Türkiye Saydamlık Derneği -ki, başında benim de çok saygı duyduğum Sayın Erciş Kurtuluş var- bu konuda karınca kararınca elinden geldiği kadar çaba gösteriyor; ben, onun bu çabasının diğer sivil toplum kuruluşlarına da örnek olmasını temenni ediyorum. Tabiatıyla, Uluslararası Saydamlık Örgütünün yaptığı sıralamada Türkiye'nin 70'li rakamlar arasında yer almış olması, hepimiz adına üzücü bir olaydır.

Bu mesele, sadece bir siyaset konusu da değil; başta bu kürsüden dile getirilen işsizlik dahil olmak üzere, Türkiye'nin refahının artması, işsizliğin azalması, kişi başına düşen millî gelir rakamının yükseltilmesi, vesaire, hepsi kaynak meselesidir. Bu kaynağı, ya içeriden bulacaksınız ya da dışarıdan bulacaksınız. İçeriden olanı yolsuzlukla götürürsek, dışarıdan olanı da yolsuzluğun olduğu ülkeye gelmiyor; yani bu görüntünün olduğu bir ülkeye yabancı sermayenin kolay kolay gelmesi de mümkün değildir. Onun için, meselenin çok boyutlu olduğunu kabul etmiş olmamız gerekir.

Bu açıdan bakıldığında, bu konunun, sadece bir gündemdışı konuşma ya da ona cevap tarzındaki kısa süre içerisinde değerlendirilemeyecek kadar önemli olduğunu, hepimize teker teker görevler düştüğünü ve hepimiz açısından da biri diğerimizi itham konusu olarak şu şudur, bu budur tarzındanın ötesinde, soğukkanlılıkla, ama işin ucu nereye gidiyorsa oraya kadar bu işi götürmek suretiyle, bir siyasî kararlılığın, bir hukukî kararlılığın ve bir ahlakî kararlılığın gerektiğini de burada ifade etmek mecburiyetindeyiz. Ümit ederim ki, meselelerin Parlamento çatısı altında gündeme gelmiş olması bile, bence, Türkiye açısından önemlidir. Geriye dönük, Türkiye'de, bu nevîden olaylar olurken, bu konuların hiç gündeme gelmediği dönemler oldu; ama, çok şükür, bu dönem, en azından, yasal boşluk bırakmamaya gayret ettik; bunu, çıkardığımız yasalarla, onayladığımız sözleşmelerle ortaya koymaya çalıştık.

Müsaade ederseniz, hepiniz adına, bir şeyi, buradan, ifade etmek istiyorum, bu işlerle mücadele edenlere. Demek istiyoruz ki, yetkiniz azsa, biz yetki veririz. Bu Parlamento, yolsuzlukla mücadele konusunda bir yetki sıkıntısı çekiyorsa kamu görevlileri, biz, bu yetkiyi veririz. Eskiden, elimize, ayağımıza vuruyorlardı da, ondan biz bu soruşturmaları yapamıyorduk diyorlarsa, Adalet Bakanı olarak, geldiğim günden beri bar bar bağırıyorum; sonuna kadar, Parlamentosu, Hükümeti ve karşıda, burada, konuşan Adalet Bakanı olarak, biz, bu işin destekçisiyiz, bu işin mücadelesini yapanların alnından öpmek bizim boynumuzun borcudur.

Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Değerli milletvekilleri, gündemdışı üçüncü söz, ülkemizdeki sosyal çöküntü ve otopark çetesi hakkında söz isteyen İstanbul Milletvekili Hasan Aydın'a aittir.

Buyurun Sayın Aydın. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika.

3.- İstanbul Milletvekili Hasan Aydın'ın, ülkemizde yaşanan sosyal çöküntüye; özellikle İstanbul'da meydana gelen gasp olayları ile otopark çetelerine karşı alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması ve İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'nun cevabı

HASAN AYDIN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; aslında, Sayın Başkanın ifade ettiği gibi, bir başlığın da ötesinde, bir iki cümleyle, olayın esasını vurgulamak istiyorum. İçinde bulunduğumuz koşullarda, ülkemiz, ciddî zorluklar yaşıyor. Avrupa Birliğiyle ilişkilerimiz iyi değil. Dışpolitikamızda, aşağı yukarı toplumun bütün kesimleri tarafından ciddî bir tartışma söz konusu. Borçlarımız azalmıyor. Kıbrıs meselesinde çok ciddî bir politika izlediğimiz söylenemez. Irak'ta, toplumun bütün kesimleri, hükümetin izlemiş olduğu politikayı tartışır noktaya getirmiş. Amerika Birleşik Devletleriyle yıllara dayalı dostluğumuz tartışmalı bir noktada. Yolsuzluklar, hemen her sayfada, her haberde, her konuşmada söz konusu. Dokunulmazlık tartışılıyor. Özelleştirme tartışılıyor. İşsizlik had boyutta. Bütün milletvekillerinin, diyebilirim ki, en yeteneksiz, en başarısız, en yardım edemedikleri nokta Türkiye'de, işsizlik. Sosyal kurumlar, siyasal partiler tartışmalı, demokrasi tartışmalı, insan hakkı tartışmalı, özgürlük tartışmalı. Sivil toplum örgütleri geleneksel kronik sorunlar yaşıyor, âdeta birer şirket, birer imparatorluk noktasında, sendikalar hakeza. 1980 sonrasında başlayarak gençlik çok zor durumda, çok sıkıntılı bir durumda, genç mi, değil mi belli değil. Esrar, sigara gibi içilmeye başlanmış, eroin pazarda pazarlanır olmuş. Çeteler, sokaktaki çocuklar, intiharlar, saldırılar, gasplar...

Sevgili arkadaşlarım, bu gündemdışı konuşmaların çok da katkı yaptığını düşünmedik; ama, belki, Meclisin gündemine düşürerek, milletvekili arkadaşlarımızın dikkatini çekerek, bir nebze olsun konunun sıcaklığını muhafaza edebiliriz diye düşündüm.

Bir kent düşünün, İstanbul; 1970'li yıllara kadar, neredeyse insanların evlerini kilitlemedikleri, gecenin saat 1'lerine, 2'lerine kadar kızlarımızın, çocuklarımızın sahillerde, parklarda oturdukları, kimsenin dönüp bakmadığı, hatta baktığı zaman bile, sosyal dayanışmayla, kimsenin, rahatsız edemediği bir İstanbul, bir de beş on sene öncesine kadar bayanların geceleri dışarıya çıkma sıkıntısı yaşadığı, günümüzde ise erkeklerin de dahil olmak üzere gece sokakta gezme noktasında çekindikleri Türkiye'nin büyük metropolü, büyük şehri, merkezi İstanbul; hakeza Ankara ve İzmir, diğer kentler.

Şöyle zannedilebilir -İçişleri Bakanımız da burada- bu sorunlara, polis niye tedbir almıyor, niye üzerine gitmiyor, neden çözmüyor diye bir soru sorabileceğim düşünülmüş olabilir. Yok böyle bir şey. Bugün Türkiye'de bu sorunların ağırlığı öyle bir noktaya gelmiş ki, polisin bu işleri çözmesi, bu işte polisin titizliğini arıyor olmamız sadece beyhude uğraşmak anlamına gelir; çünkü, bu olay bir sosyal problem olmanın ötesinde, bir sosyal yara olmanın ötesinde, sosyal bir kangrene dönüşmüş vaziyette. Her adamın başına bir polis bırakabilirseniz ve o polislerin tamamı da işi düzeltme noktasında niyet birliği içinde ise, işi düzeltebilirsiniz.

Sorun, ciddî olarak sosyal bir soruna dönüşmüştür. Eğer işsiz sayısı milyonları aşmışsa, eğer borcunuz had safhaya çıkmışsa, eğer Parlamentoda, hâlâ, yargılanmış, parlamenter olduğu için parlamenterliğini sürdüren; ama, parlamenter olmayanların mahkûm olduğu; ama, milletvekilliği sıfatını devam ettiren bir ortamda yaşıyorsanız, büyük sorunlarla karşı karşıyasınız demektir.

Değerli arkadaşlarım, gündüz gözüyle İstanbul'da evler yakılıyor, o evler yakıldıktan sonra enkazı toplanıyor, enkazı toplandıktan sonra o evlerin yerine arsalar imara açılamadığı için -eski antik kentler ve binalar olduğu için- otoparklar açılabiliyor, insanlar sokakta sizi çevirip para isteyebiliyor. Hatta, daha da ileriye gitmek istiyorum. Yeri geldiğinde polis de bu işe pek bakma ihtiyacı duyamıyor, cesaret edemiyor. Türkiye'de ciddî bir yeniden yapılanma anlayışına ihtiyaç var

Şimdi, iktidarımızın, hükümetimizin, olaylara zaman zaman çözüm bulma noktasında çaba sarf ettiğini görüyoruz; ama, bu çabanın ötesinde bir ufuk değişikliğini, bir perspektif değişikliğini, geleneklerden farklı olarak bir duruş almak gereğini ortaya koyuyor. Yıllardan bu yana sürdürmüş olduğumuz tedbirlerle bu işi çözemeyeceğimiz açık. Yeni bir devlet politikasına ihtiyaç var. Sokaklara çıkamaz noktaya geliyoruz; çünkü, milyonlarca işsiz var.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Aydın.

HASAN AYDIN (Devamla) - Milyonlarca işsiz, varsa annesinden babasından alacağı üç beş kuruş harçlık, ki, artık anneler babalar da işsiz... Yeni arayışlara girmek, kendi başının çaresine bakmak gibi, neredeyse Parlamentoya kadar gelip "artık devleti unuttuk, devletin kurumlarını unuttuk, kendi başımızın çaresine bakmak zorundayız" diyebilecek, hukuk devletini neredeyse dinamitlemek anlamına gelebilecek, devletin temel ilkelerini ortadan kaldırabilecek herkes başının çaresine baksın meşruiyeti gibi düşüncelerin gelişmiş olması, içinde bulunduğumuz ülkedeki vahameti göstermektedir, aciliyeti göstermektedir.

Ben, burada, Sayın İçişleri Bakanımıza, hükümet yetkililerimize bir politika değişikliği yapmak zorunda olduklarını, insanlara, zaman zaman, sadece sosyal kurumlar kanalıyla destek olmanın yetmediğini, bunun giderek büyüdüğünü, 2003, 2004 yıllarında suç oranlarının giderek arttığını, üç yıl içerisinde 123 000 çocuğun suça karıştığını, bu çocukların bizim çocuklarımız olduğunu, bunun arkasını düşünmemiz gerektiğini, kafa kafaya vererek Parlamentoda bu çözümün bulunabileceğini; ama, alışkanlıklardan vazgeçerek, yeni çözümler üretme noktasında yaratıcılığımızı kullanarak, toplumun değerlerini, tekrar, yeniden ayağa kaldırmak gibi bir problemle karşı karşıyayız.

BAŞKAN - Toparlayalım Sayın Aydın.

HASAN AYDIN (Devamla) - Sağ olun Sayın Başkanım, bitiriyorum. 

Son olarak şunu söylüyorum: Birkaç gün önce bir bayrak yakma olayıyla karşı karşıya kaldık.

Ben, bu olayı iki cümleyle özetlemek istiyorum: Artık, bu Parlamentonun bir şeyi görmesi gerekir. Bu, sıradan, münferit, üç beş hainin teşvik ettiği, planladığı olay olmanın ötesinde -buna bağlı hale getiriyorum, Sayın Başbakanın o noktadaki ifadesine katılıyorum- sanki, bir yerden birileri parmağını bastı; Türkiye'de, yeniden bir gerilim dönemi, yeniden bir karşı karşıya getirilme dönemi, bu boşluğun devlet dışında, meşruiyet dışında herkes tarafından doldurulabileceği bir fırsatçılık döneminin de başladığını düşünüyorum.

Bayrak konusunda, ulusal değerlerimiz konusunda toplumumuzun göstermiş olduğu hassasiyeti büyük sevinçle karşılıyorum; ama, bugün, buradaki bu Parlamentonun, toplumun beklentilerini yerine getirme noktasında son derece ağır davrandığını da üzülerek ifade etmek durumundayım.

Beni dinlediğiniz için hepinizi saygıyla selamlıyorum; sağ olun. (Alkışlar)

BAŞKAN - İstanbul Milletvekilimiz Sayın Hasan Aydın'ın gündemdışı ele aldığı konuyla ilgili olarak, Hükümet adına İçişleri Bakanı Sayın Abdülkadir Aksu açıklama yapacak.

Buyurun Sayın Bakan. (AK Parti sıralarından alkışlar)

İÇİŞLERİ BAKANI ABDÜLKADİR AKSU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; İstanbul Milletvekili Sayın Hasan Aydın arkadaşımızın, ülkemizdeki sosyal çöküntü ve otopark çetesiyle ilgili gündemdışı konuşması üzerine söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Meclisin siz saygıdeğer üyelerini saygıyla selamlıyorum.

Arkadaşıma teşekkür ediyorum; gerçekten, güncel, önemli bir konuyu Meclisimizin gündemine taşıdılar. Bizim de, Hükümet olarak ve bilhassa İçişleri Bakanlığı olarak, üzerinde büyük bir ciddiyetle durduğumuz bir konudur.

Hemen, peşinen şunu söyleyeyim ki -bilhassa o sosyal çöküntü veya göç de diyebiliriz- son yıllarda, kırsal alanlardan büyük kentlere doğru önemli göçler olmaktadır. Tabiî, hem şehirler buna hazır olmadıkları için gelenlerin sorunu hem orada yaşayanlar hazır olmadığı için orada daha önceden oturanların sorunu, böyle girift bir ortam yaratmakta. Bunun yanında da, son zamanlarda, asayiş olaylarında, hepimizi üzen ve üzerinde konuştuğumuz konular gündeme gelmiş oluyor.

Biz, hemen şunu ifade ediyoruz ki, güvenlik politikalarını sosyal politikalarla dengeli bir şekilde yürütmek zorundayız; çünkü, suç ve suçluluk birer sosyal hadisedir. Suç işlenmesinin arkasında, yukarıda da ifade etmeye çalıştığım gibi, sosyal, kültürel, psikolojik ve ekonomik sorunları bir arada düşünüp, değerlendirmemiz gerekmektedir.

Nitekim, Hükümet olarak da biz meseleye böyle bakıyoruz ve konuyu böyle algılıyoruz. Bunun için de, bu konularla, asayişe müessir bu olaylarla ilgili, sokakta yaşamak zorunda kalan çocuklarımız, madde bağımlısı olan çocuklarımızla ilgili, meselenin bütün bu boyutlarını da gözönüne alarak, Hükümet olarak, beş bakandan oluşan bir komite kurduk; meseleyi bütün boyutlarıyla, bütün unsurlarıyla ele alabilmek için Devlet Bakanımız Sayın Güldal Akşit'in koordinatörlüğünde, Millî Eğitim Bakanımız, Sağlık Bakanımız, Adalet ve İçişleri Bakanından oluşan bir komite oluşturduk, bir çalışma grubu oluşturduk. Bu bakan arkadaşların yapısı da, bu olayı nasıl algıladığımızın da güzel bir örneğidir; yani, meseleyi bütün unsurlarıyla ele aldığımızın bir ifadesidir.

Biz, beş arkadaş, bir araya geldik, çalışmaları başlattık. Kısa, orta ve uzun vadeli tedbirler düşünüldü. Kısa vadeli tedbirler, polisiye tedbirler, o gün için hemen alınması gereken tedbirlerdir. Bunlar, hatırlarsanız, o günlerde en çok konuşulan trenlerdeki kapkaç ve gasp olaylarıydı. Bir iki üzücü olay da yaşamıştık; onunla işe başladık. Devlet Demiryolları yetkilileri ile Bakanlığım yetkilileri bir araya geldiler, bir protokol imzalandı ve hemen olaya el konuldu.

Bunun yanında, şehirlerimizin suç profillerinin çıkarılması bir genelgeyle istenildi; hangi suçların, hangi zamanlarda, hangi yaş grupları tarafından yoğunlukla işlendiği... Böylece, suç haritaları çıkmış oldu ve buralarda alan hakimiyeti için sürekli polis bulundurulması söylendi ve bu genelgeyle bir de şunu yaptık: Çevik kuvvetten de -ki, toplumsal olaylar için kullanılır- asayiş olaylarında istifade edilmesi talimatını verdik. Böylece, başta İstanbul olmak üzere, bu tür olayların yoğun olduğu zamanlarda, yoğun olduğu semtlerde bir taraftan çevik kuvvet polislerimiz, öbür taraftan da emniyet müdürlükleri ve polis merkezinde çalışan görevlileri de sokağa çıkarmak suretiyle tedbirler alındı. İstasyonların korunması, gar binalarının korunması polis ve jandarma tarafından, trenlerdeki güvenlik de Devlet Demiryolları tarafından sağlandı ve bu olaylarda, gerçekten, gözle görülür ciddî azalmalar oldu.

Orta vadeli tedbirler olarak da, bilhassa sokakta yaşayan veya sokakta yaşamak zorunda kalan çocuklarımıza yönelik tedbirler düşünüldü. İlk planda mobil ekipler oluşturalım... Bu mobil ekiplerin içerisinde pedagog, psikolog, doktor gibi uzmanların da bulunduğu ekipler, 24 saat hareket halinde, bu çocuklarımıza yönelik faaliyet gösterecekler. Pilot il olarak da, İstanbul seçildi. İstanbul'da hazırlıklar yapıldı. Sayın Devlet Bakanımız İstanbul'da birkaç kez toplantı yaptı, İstanbul Valimiz, Belediye Başkanımız ve diğer yetkililerle. Bu mobil ekiplerden 9'u oluşturuldu. Bu sayı, daha da artırılacaktır. İçinde bu uzmanların bulunduğu ekipler 24 saat esasına göre İstanbulumuzda faaliyet göstermektedirler. Madde bağımlısı veya sokakta yaşayan çocuklarımızı alıp onların rehabilitasyonu için, sağlık bakımından madde bağımlılarıyla ilgili tedavi alabilmeleri için, eğitim eksikliği olanların da eğitim durumlarının sağlanması için bir çaba gösterilmektedir.

Tabiî, orta vadeli tedbirlerden birisi de, yine hepinizin bildiği gibi -ki, bugün de Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündeminde ve biraz sonra konuşacağız- bilhassa, İstanbul İlimiz ve Türkiye genelinde eksik olan polis açığımızın giderilmesi bakımından, 4 yıllık yüksekokul, fakülte mezunlarımızın 6 aylık bir polis eğitiminden sonra polis olarak atanmaları konusunda bir teklifle huzurlarınıza geliyoruz.

Değerli arkadaşlarım bakın -ben, belki, o yasa görüşülürken de söyleme imkânı bulacaktım- ciddî açığımız vardır. 2001 yılında İstanbul'da 29 600 polis varken, şimdi, bu sayı 26 000'e düşmüştür. Yani, son iki yıl içerisinde meslekten ayrılan, emekli olanların sayısı, Türkiye genelinde, 9 000'i bulmuştur. Haa, zamanında tedbir alınması gerekirdi. Biz iktidara gelir gelmez ilk yaptığım işlerden biri, polis meslek yüksekokullarının sayısını artırmak oldu. Bu sayı 25'ti, 26'ya çıkardık bu sayıyı; ama, geçtiğimiz yıllarda, değerli arkadaşlarım -bilen arkadaşlarımız vardır- 6 aylık eğitimle polis yapılıyordu; bir ara bu 3 aya indirildi, sonra tekrar altı aya çıkarıldı, 9 aya çıkarıldı, 1 yıl oldu. Daha sonra 2000 yılında bir uygulama -ki, 2001 yılında başladı- polis meslek yüksekokulları -bu çok önemliydi; polis mesleğindeki arkadaşlarımızın eğitim seviyesinin yükseltilmesi bakımından önemli bir olaydı- o tarihten itibaren faaliyete geçti. Ancak, o geçiş döneminde, polis meslek yüksekokulları öğrenime başlamadan evvel polis okullarından yılda 10 000 polis mezun verilirken, polis meslek yüksekokullarının devreye girmesiyle bu sayı 4 500-5 000'e düştü. Ayrıca, 2001 yılında da 2 yıla çıktığı için hiç mezun verilmedi. Böylece bu açık, böyle artarak bu zamana kadar geldi. İşte, bunun telafisi için de bir yasa teklifiyle huzurlarınıza geldik. Bu da, orta vadede düşündüğümüz bir tedbir.

Bunun yanında, asıl önemli olan, İstanbulumuz için elektronik, teknik, teknolojinin son ürünü olan tesisattan istifade edebilmek. Şimdi, biz, bunun adına MOBESA Projesi diyoruz. Daha önce Diyarbakır İlinde ve NATO toplantıları sırasında da İstanbul İlinde başarıyla uygulanmıştı. Bu proje, aslında, bir iletişim projesidir. MOBESA, temelinde polis araçlarına dijital harita üzerinden canlı olarak izlendiği ve görevli personelin merkezle ve amirleriyle her türlü iletişimi kolay, hızlı bir şekilde sağlayabildiği, arşivlerdeki bilgilerin aktif olarak kullanılabildiği ve yazılımı da tamamen Emniyet Teşkilatımıza ait olan, bizim elemanlar tarafından gerçekleştirilen bir bilişim projesidir. Bu proje için, İstanbul Büyükşehir Belediyemiz, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği, İstanbul, Ticaret, Sanayi Odası, borsa gibi sivil toplum örgütlerinin de katkıları oldu ve en büyük katkı da İstanbul İl Özel İdaresi tarafından yapıldı ki, aşağı yukarı, yazılım bizim kendi elemanlarımız tarafından yapıldığı için, maliyet 20 000 000 YTL veya 20 trilyon Türk Lirası. Eğer yazılım bizim tarafımızdan yapılmamış olsa ve birtakım parçalar bizim arkadaşlarımız tarafından gerçekleştirilmemiş olsa, maliyeti 70 trilyon Türk Lirasını bulmaktadır.

Bu proje, inşallah, nisan ayının son günleri hizmete girecektir İstanbul İlimizde. Bu, çok önemli bir projedir. İşte, biraz evvel değerli arkadaşımın bahsettiği ve hepimizi rahatsız eden kapkaç, gasp, hırsızlık, otoparkçılık gibi birçok asayişe müessir olaylara etkin bir mücadele unsuru olarak görmekteyiz. Yine, değerli arkadaşımın bahsettiği otoparkla ilgili, ben, şunu ifade edeyim ki, Bakan olur olmaz, ilk yayımladığım özel genelgelerden biridir; valilerimize, kaymakamlarımıza, emniyet müdürlerimize, belediyelerimize, otopark konusuyla muhakkak ilgilenin, bu konuyla bizzat meşgul olun ve bu konudaki çarpıklıklara ve usulsüzlüklere fırsat vermeyin diye. Çünkü, şehirler büyüyor, otopark alanları daralıyor. Belediyelerimizin de bu konuda sıkıntıları var. Hep elbirliğiyle, işbirliğiyle, bu konunun halledilmesi için yayımladığım ilk genelgelerden biridir.

Arkadaşlarıma şunu ifade ediyorum ki, tedirgin olmaya gerek yoktur. Biz, elimizden geldiğince, hem Hükümet olarak hem İçişleri Bakanlığı olarak, bütün tedbirleri alıyoruz; ama, arkadaşlarımızın da bu konuda yeni önerileri olursa onlara da açığız; bize getirirler, otururuz, görüşürüz ve Emniyet Teşkilatımıza güveniyoruz. Emniyet Teşkilatımız, yıllardan beri, hem terörle hem de çetelerle, mafyalarla çok etkin mücadele etmiştir, deneyim sahibidir. Bunların üstesinden gelen Emniyet Teşkilatımız, bu asayişe müessir olan olayların da üstesinden gelecek güçtedir.

Ben, hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Değerli milletvekilleri, İstanbul Milletvekili Sayın Berhan Şimşek gündemdışı konuşma yaparken TOKİ'den ev alımı hususunu da dile getirdi. Her ne kadar isim bahsetmediyse de, basında, uzunca bir süredir, bu konu gündeme geldiğinde Tokat Milletvekilimiz Ergün Dağcıoğlu'yla bağlantı kuruluyor. Bu nedenle, Sayın Dağcıoğlu, sataşma olduğu, kendisiyle ilgili konuşma olduğu düşüncesiyle açıklama yapmak istedi.

İçtüzüğün 69 uncu maddesine göre, Sayın Ergün Dağcıoğlu'na söz verme durumumuz var. Kendisi kürsüye gelebilir. 5 dakika içinde açıklamasını yaparsa, memnun oluruz.

Buyurun Sayın Dağcıoğlu. (AK Parti sıralarından alkışlar)

IV.- AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Tokat Milletvekili Mehmet Ergün Dağcıoğlu'nun, İstanbul Milletvekili Berhan Şimşek'in, konuşmasında, şahsına sataşması nedeniyle konuşması

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - Çok teşekkür ediyorum Sayın Başkan, bu açıklama fırsatını verdiğiniz için.

Sayın Başkan ve değerli milletvekili arkadaşlarım; Sayın Başkanımızın izah konuşmasında da ifade buyurduğu gibi, Sayın Milletvekilimizin yolsuzluklar, usulsüzlüklerle ilgili yaptığı bir konuşma içerisinde bu hassasiyeti de dile getirmiş olması, benim buradan açıklama yapmama imkân sağlamıştır. Bu manada, kendisine teşekkürlerimi arz ediyorum.

Arkadaşlar, bu işin hepimizi ilgilendiren boyutunu çok net bilmeliyiz ki, kamuoyunda sunî gündem oluşturmaya çalışan kişi veya kuruluşlar arzu edilen cevabı ortak tavırlarımızla alabilsinler diye açıklama ihtiyacı hissettim.

Hatırlarsanız, geçtiğimiz yıl başında -yani, 2004 yıl başında- ben, o zamanlar, hem Hesap İnceleme Komisyonu Başkanı idim hem de Sayın Devlet Bakanı Hüsamettin Özkan ve başka bakanlarla ilgili yolsuzluk soruşturma komisyon başkanlığı görevim var idi. Böyle çok titiz ve dikkatli çalışma isteyen bir ortamda, sunî gündem oluşturmak suretiyle, Yüce Meclisimizde yapılan çalışmaların, ürünlerin akamete uğratılmaya çalışıldığını görerek, o zamanlar karşılıklı konuşma ortamı oluşmasın diye cevap bile vermemiş idim; ancak, aradan geçen bir yıllık süreç içerisinde ben, ne zaman -zamanlama olarak- çok önemli bir yolsuzlukla veyahut da çok önemli bir ulusal problemle ilgili bir çalışma veya konuşma yapsam, Anadolu'daki tabiriyle, temcit pilavı gibi pişirilip pişirilip önümüze sürülmeye çalışılan bir konu haline geldi bu TOKİ'den ev alış.

Onun başlangıç safhası aynen şöyle gerçekleşmiştir değerli arkadaşlar; kayıtlara geçsin diye söylüyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Hesaplarını İnceleme Komisyonu Başkanlığı olarak bizim, Başbakanımızdan başlayan bir silsileyle talimat ve kamuoyuyla paylaşılan bir ortamda lojman saltanatına son vermek ve lojmanlardan da önce milletvekilleri geri çekilmek suretiyle, Türkiye'deki imkânlarımızın daha rasyonel kullanılması konusunda Meclisten başlayan bir hareket sonucunda yeni milletvekillerimiz lojmanlara yerleşmedi, eski milletvekillerimizden de, bir an evvel, belli, tanınan sürelerde lojmanları boşaltsın istenilmişti. İşte o süreç içerisinde lojmanların satış kararı alınınca, lojmanların özellikle iki blok halinde, yani, iş merkezi olamayacağı düşünülen bloklar, mevcut oturan milletvekillerine veya talip olan milletvekillerine satılabilir mi diye komisyonuma resmen ve sözlü müracaat eden milletvekillerimiz olmuş idi. O tarih itibariyle, 171 milletvekili bana müracaat ederek acaba burası konut olarak satılabilir mi; satılırsa, biz de burayı toplu satış konseptiyle alabilir miyiz diye müracaat etmişlerdi. Biz, sözlü ve yazılı olarak, o zaman Sayın Maliye Bakanımıza müracaat etmiş ve bize buradan bu blokları toplu olarak satabilir misiniz diye sormuştuk; ancak, Maliye Bakanlığı o tarihlerde "biz burayı bir kül olarak iş merkezi olarak düşünüyoruz, konut olarak düşünmüyoruz" dedikleri için, bu satış gerçekleşmemiş, bu talep gerçekleşmemiş idi. Ancak, böyle bir hareketin sonucunda sayın milletvekillerimiz, hazır böyle bir organizasyon bir araya gelmiş ve toplu müracaat bir merkezde buluşmuşken, acaba farklı çözümler oluşturabilir miyiz diye yine beni zorladıklarında, hatırlarsanız, topyekûn bir arayış içerisindeydik o günlerde ve TOKİ ve Tepe Grubunun -sadece TOKİ'ye ait değil- Emlak Konuttan devredilen bir imkânla 100 tane dairesinin olduğunu, bunun altı yıl içerisinde çeşitli defalar satışa sunulduğu halde hiç satışın gerçekleşmeyişinden ötürü, TOKİ, mütemadiyen, satılan 5-6 daireden ötürü yüzlerce trilyon lira masraf ediyor ve bu satış gerçekleşmiyor değerler çok yüksek olduğu için dediler. Biz de, orada kaç tane daire satılmamışsa -71 tane denildi o zaman. Gazetelerde 19 filan yazıyor; ama, 71 tane dairenin tamamını- nasıl ki askere satıyorsunuz toplu satış konsepti içerisinde, nasıl ki öğretmenlere satıyorsunuz, nasıl ki toplumun diğer kurumlarına da satıyorsunuz, eğer uygunsa, toplu satış konsepti içerisinde acaba TOKİ bize burayı satabilir mi diye müracaat ettik.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Toparlayın lütfen.

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkanım.

Ancak, biz bu müracaatı yaptıktan sonra, TOKİ "konuyu inceleyelim, toplu satış olarak bunu satabilirsek, size bildirelim" dedi. TOKİ inceleme yaptı. O esnada... O güne kadar -değerli arkadaşlar, bunu sizin bilmeniz lazım, çok önemli- uzun yıllardır, speküle edilmeye çok müsait bir satış anlayışıyla TOKİ evleri satarmış. Nasıl? Diyelim ki, bir satış konsepti açıkladı topluma gazeteler aracılığıyla. O satış için düşünülen evlere, insanlar, bilgisayara, sabahleyin, Ziraat Bankasının Türkiye'deki herhangi bir şubesine gidip, sabah saat 9'da Ziraat Bankasının şubesinden kim erken tuşa basarsa, o daireyi o alır şeklinde bir satış anlayışı varmış o güne kadar. Biz bu müracaatı yaptıktan sonra, TOKİ, bize "biz, toplu satış konseptiyle burayı satmayı düşünmüyoruz, perakende satacağız, hatta eski spekülatif satış yöntemini de terk ederek, kamuoyunun gözleri önünde, açık, şeffaf, televizyon ve gazetelerin yanında ihaleyle satacağız" diye bildirdi. Biz de o zaman, toplu satış yapılmıyorsa, arkadaşlarımızla görüştük, perakende olarak ihaleye girip buradan ev almak isteyenler alabilir dedik. Onlardan bir tanesi de benim. O gün, gazetelerde resimleri de çıktı. Ben değil, hatta benim şoförüm gitti; ihalede 350 milyar lira bedelle oradan bir tane daireyi bana aldık. Aldım, 350 milyar lira bedelle. Benimle röportaj yapan gazetecilere de hep aynı şeyi söyledim "şayet 350 milyar lira -resmî kayıtlarda var- ucuzsa, buyurun, gelin, ben burayı size aynı rakamlarla satabilirim" dedim.

İşte, bütün bunlara rağmen, gerek Yolsuzluk Komisyonu Başkanlığım esnasındaki titiz çalışmalarımızı refedebilmek için gerekse ondan sonra, geçtiğimiz hafta -bir yıl her şey bitti, hiç kimse konuşmadı; ama- hatırlarsanız, burada, Tekelle ilgili, Amerikan tütün firmaları ve Türk Tekelini karşı karşıya getiren bir Tekele makine alımıyla ilgili bir konuyu burada gündeme getirdiğim için diye düşünüyorum. Arkadaşlar, zamana dikkat ederseniz, burada ben konuşmamı bitirirken, internet anahaber portallarına, benim birbuçuk sene evvel aldığım ve hiçbir suç, yolsuzluk, usulsüzlük olmayan olay, aynı dakikada girdi. Yani, buradaki zamanlamaya şaşmamak mümkün değil!

Milletvekilleri, burada, geçmiş dönemleri ortadan kaldırmış, uyum içerisinde -muhalefetiyle, iktidarıyla- yolsuzluklar üzerine böyle doludizgin giderek güzel bir hava oluşturmuşken, bu gündemi, bu güzel havayı dağıtabilecek her türlü uygulamayı, bu Meclisin ve milletvekilleri olarak bizlerin hak etmediği tasallutlar olarak kabul ediyorum.

BAŞKAN - Toparlayalım lütfen.

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Devamla) - Bu manada, Sayın Başkan bana bu sözü verdiğiniz için ve bana bu konuşma imkânını veren Sayın Berhan Şimşek'e çok teşekkür ediyorum.

Arkadaşlar, birbirimizden emin, birbirimize güvenen insanlar olmak durumundayız. Sizler biliyorsunuz, biz, sizinle her an omuz omuza, beraber gidiyoruz.

TOKİ denilen kurumu, hem Başbakanlık Yüksek Denetleme hem Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme denetliyor. Bir denetleme kurulu raporunda bahsediliyor. Soranların hepsine ben soruyorum: Arkadaşlar o raporu okudunuz mu? Yok. Niye? Hürriyet Gazetesinde yazmış diye. O raporda isim zikredilmiyor; o raporda, bildiğiniz gibi -KİT Komisyonunda çalışanlar bilir- eğer bir yolsuzluk, usulsüzlük varsa temenni dosyasına alınır, temenni maddesine alınır ve bunun mutlaka giderilmesi talep edilir. Böyle bir talep yok. Böyle bir yolsuzluktan, böyle bir usulsüzlükten hiç kimse bahsetmiyor...

BAŞKAN - Sayın Dağcıoğlu, toparlayalım lütfen.

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Devamla) -...ama, Hürriyet Gazetesi bunu manşete taşıdı ve sunî bir gündem oluşturdu. Hepinize arz ediyorum; böyle bir olay yok. Sadece "toplu satış konseptiniz var mı" diye sorduk, onlar da "yoktur" dediler, biz de bu alıştan vazgeçtik, perakende olarak, ihaleyle, televizyonların, basının huzurunda oturduğumuz evi aldık. Eğer, bu ev çok geliyorsa bir milletvekiline, gelsin devralsınlar da, satın alsınlar da bu evden canımızı kurtaralım diyor, hepinize saygı ve hürmetlerimi arz ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BERHAN ŞİMŞEK (İstanbul) - Sayın Başkanım, bu rapor elimde. Yani, ben, gazete haberleriyle okumuş değilim.

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - Efendim, sataşma olarak değil...

BERHAN ŞİMŞEK (İstanbul) - Sayın Ergün Dağcıoğlu Beyle ilgili de, saygısızlık olmasın, iki cümleyle Yüce Meclisle paylaşmak istiyorum.

BAŞKAN - Sizinle ilgili bir şey değil, o...

BERHAN ŞİMŞEK (İstanbul) - Hayır, varsa... Belgesiz, gazeteden konuşmuşum gibi...

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - Böyle bir şey iddia etmedim Sayın Başkan.

BAŞKAN - Hayır, hayır, size konuyu gündeme getirdiğiniz için teşekkür etti Sayın Dağcıoğlu.

BERHAN ŞİMŞEK (İstanbul) - Yalnız, bu arada Sayın Başkanım, Yüce Meclise arz etmek adına, böyle bir rapor... Yüksek Denetleme Kurulunun, Devlet Denetleme Kurulunun yapmış olduğu rapor var. Bu rapordan, biz, bilgilenerek burada konuştuk, gazetelerden alınmış bir hadise değil. Sayın Dağcıoğlu diyor ki: "Böyle bir rapor var mı?" Bu rapor var.

Arz ediyorum.

BAŞKAN - Anlaşıldı; kendisi de o rapordan bahsetti.

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - Sayın Başkanım, Sayın Berhan Şimşek orada benim adımı görüyor mu? Sadece bir soru sordum, o kadar; adım yok orada benim.

ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Siz, adınızı kendiniz deşifre ettiniz.

BAŞKAN - Değerli milletvekili...

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - Utanacak bir şey mi var ki sayın milletvekili!

BAŞKAN - Karşılıklı konuşmayın arkadaşlar.

Gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula diğer sunuşları vardır.

Bir Meclis araştırma önergesi var; onu okutacağım.

Yalnız, okutmadan evvel, arkadaşlar, Kâtip Üyenin oturarak okuması hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Meclis araştırması önergesini okutuyorum:

III.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

C) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel ve 31 milletvekilinin, zeytin yetiştiricilerinin sorunlarının araştırılarak üretimin ve tüketimin artırılması için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/263)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Tarih boyunca barış, dostluk ve bereketi zeytin simgelemiştir. Zeytin, besin değeri çok yüksek bir yiyecektir. Akdeniz uygarlığının sembolü olan zeytin ağacı, tarih boyunca bu bölgede kurulan tüm uygarlıkların temelini oluşturmuştur.

Zeytin yetiştiriciliğinin ilk insanlarla birlikte başladığı kabul edilmekte ve "zeytin bütün ağaçların ilkidir" denilmektedir.

Zeytin ve zeytinyağı Akdeniz insanının önemli bir gıdası olması yanı sıra Akdeniz ticaretinin de temelini oluşturmuş ve sadece bir besin maddesi olarak değil, aynı zamanda, ışık kaynağı, sağlık ve güzellik iksiri olarak da kullanılmıştır.

Zeytin ve zeytinyağının başta kalp-damar hastalıkları olmak üzere, sindirim sistemi, kemik yapısı, beyin ve sinir dokuları üzerinde çok önemli fonksiyonları bulunmaktadır. Sağlıklı bir hayat için zeytin ve zeytin ürünleri besin maddelerimiz arasında bulunmalıdır.

Zeytinyağında yaklaşık yüzde 80 oranında bulunan oleik asit insan sütündeki en önemli yağ asididir ve doğumdan hemen sonra bebeğin sinir dokularının gelişiminin sağlanmasında temel bir işleve sahiptir.

Zeytinyağı aynı zamanda dokuların yaşlanmasını önler ve yaşlanmanın beyin fonksiyonları üzerindeki yıpratıcı etkisini azaltır.

Gönümüzde özellik Marmara, Ege ve Akdeniz Bölgelerimiz zeytin yetiştiriciliği konusunda dünya çapında isim yapmış yerler arasında bulunmaktadır.

Zeytin üreticileri, başta üretim olmak üzere, çeşitli aşamalarda zorluklarla karşı karşıya kalmaktadır.

Zeytin üretimini yapan halkın büyük çoğunluğunun arazisi küçük, zeytin ağacı sayısı azdır. Bu yüzden geçimlerini sağlayacak kazancı ancak elde edebilmektedirler. Bu üreticilerin desteklenmesi ve üretim alanlarının genişletilmesi gerekmektedir.

Dünya ve ülkemiz açısından hem çok değerli bir besin maddesi hem de çok zengin ekonomik potansiyele sahip bir ticaret maddesi olan zeytine hak ettiği değerin verilmesi gerektiğine inanıyoruz.

Ülkemizde bulunan zeytin çeşitliliğinin belirlenmesi gerekmektedir. Bölgesel özelliklere göre yetiştirilen zeytinlerin en uygun biçimde değerlendirilerek, gerekli işlemler sonunda, kayıp olmadan üreticinin verdiği emekler ve alınteri hak ettiği değeri bulmalıdır.

Zeytin yetiştiricilerinin karşılaştıkları sorunlar ve üretim düzeyinin en iyi seviyeye getirilmesi amacıyla, ülkemizdeki zeytin potansiyeli belirlenmeli ve bu potansiyelin en üst düzeye getirilmesi için planlamaya gidilmelidir. Zeytincilik desteklenerek, üreticilerin sorunları çözümlenmelidir.

Zeytinliklerin bulunduğu yerlerin çevrelerindeki yapılanmalardan etkilenme düzeyleri saptanmalıdır. Sanayileşmeyle birlikte, tarım alanlarının içine kadar ulaşan fabrikaların yarattığı fiziksel ve kimyasal etkilerden zeytin ağaçları nasıl etkilenmektedir; etkilenme varsa, tüketilen zeytin ve ürünleri yoluyla insan vücuduna etkileri ne olmaktadır?

Zeytin üretiminde kullanılan kimyasal maddeler, gübreler ve tarım ilaçlarının ürüne olan etkileri hangi düzeydedir?

Zeytin işleme aşamasında kullanılan maddelerin tüketilen zeytine olan etkileri hangi düzeydedir? Bu ürünlerin insan vücuduna verebileceği etkiler neler olabilir?

Zeytin üretimi yapan halkımızın, üretim, işleme ve satış aşamasında karşılaştıkları sorunların belirlenmesi ve bu sorunlara çözüm yollarının bulunması, ihracatının artırılması ve teşvik edilmesi,

Sağlıklı yaşamak için zeytin ve zeytin ürünlerini tüketmekte olan halkımız açısından, zeytinin üretiminden tüketimine kadar geçen aşama içerisinde meydana gelen kimyasal ve fiziksel zararların belirlenerek, bunların asgarî düzeye çekilmesi,

Zeytin üretimi ve tüketiminin artırılması yönündeki ihtiyaçların araştırılması amacıyla, Yüce Meclisimizin ve halkımızın bilgilendirilmesi için, Anayasanın 98 inci, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 104 üncü ve 105 inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılmasını arz ederiz.

1- Kemal Demirel  (Bursa)

2- Nurettin Sözen  (Sivas)

3- Feridun Ayvazoğlu  (Çorum)

4- Mehmet Ziya Yergök  (Adana)

5- Mustafa Özyürek  (Mersin)

6- Bülent Baratalı  (İzmir)

7- Mehmet Mesut Özakcan  (Aydın)

8- Feridun Fikret Baloğlu  (Antalya)

9- Gürol Ergin  (Muğla)

10- Mevlüt Coşkuner  (Isparta)

11- Yakup Kepenek  (Ankara)

12- Hüseyin Bayındır  (Kırşehir)

13- Hüseyin Ekmekcioğlu  (Antalya)

14- Mustafa Özyurt  (Bursa)

15- Birgen Keleş  (İstanbul)

16- Atila Emek  (Antalya)

17- Ahmet Yılmazkaya  (Gaziantep)

18- Erol Tınastepe  (Erzincan)

19- Ali Arslan  (Muğla)

20- Türkan Miçooğulları  (İzmir)

21- Nadir Saraç  (Zonguldak)

22- Ali Cumhur Yaka  (Muğla)

23- Halil Ünlütepe  (Afyonkarahisar)

24- Abdurrezzak Erten  (İzmir)

25- Abdulaziz Yazar  (Hatay)

26- Vahit Çekmez  (Mersin)

27- Uğur Aksöz  (Adana)

28- Ali Oksal  (Mersin)

29- Necati Uzdil  (Osmaniye)

30- N. Gaye Erbatur  (Adana)

31- Mehmet U. Neşşar  (Denizli)

32- Mehmet Küçükaşık  (Bursa)

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Önerge, gündemdeki yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Anayasa Komisyonunun, Başkanvekili seçimine dair bir tezkeresi vardır: okutuyorum:

D) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1.- Anayasa Komisyonu Başkanlığının, Başkanvekili seçimini yaptığına ilişkin tezkeresi (3/780)

   23.3.2005

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa Komisyonu, Başkanvekili seçimi için 23.3.2005 günü saat 10.30'da toplanmış ve kullanılan 19 adet oy pusulasının tasnifi sonucu, aşağıda adı ve soyadı belirtilen üye, karşısında gösterilen oyu alarak Başkanvekili seçilmiştir.

Bilgilerinize sunulur.

Saygılarımla.

   Burhan Kuzu

   İstanbul

   Anayasa Komisyonu

   Başkanı

Başkanvekili : Semiha Öyüş Aydın 19 Oy

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun, İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır; okutup, oylarınıza sunacağım.

V.- ÖNERİLER

A) SİYASÎ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ

1.- Gündemdeki sıralama ile çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesine ilişkin AK Parti Grubu önerisi

   24.3.2005

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulu; 24.3.2005 Perşembe günü (bugün) yapılan toplantısında, Danışma Kurulu toplanamadığından, Grubumuzun aşağıdaki önerisinin, İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.

   Faruk Çelik

   Bursa

   AK Parti Grup Başkanvekili

Öneri:

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 4 üncü sırasında yer alan 634 sıra sayılı kanun teklifinin bu kısmın 3 üncü sırasına, 205 inci sırasında yer alan 836 sıra sayılı kanun teklifinin bu kısmın 4 üncü sırasına alınmasını, 23.3.2005 tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan ve aynı tarihte dağıtılan 829 sıra sayılı (10/111,160,180) esas numaralı Meclis Araştırma Komisyonu raporunun gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmında yer alması ve görüşmelerinin 29.3.2005 Salı günkü birleşimde yapılması; gündemin "Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler" kısmının 2 nci sırasında yer alan (10/16) esas numaralı Meclis araştırması önergesinin görüşmelerinin 29.3.2005 tarihli birleşimde ve 23.3.2005 tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan ve Genel Kurulun aynı tarihli 74 üncü Birleşiminde okunmuş bulunan (10/162) esas numaralı Meclis araştırması önergesiyle birlikte yapılması ve görüşmelerinin bitimine kadar çalışma süresinin uzatılması; Genel Kurul çalışma saatlerinin 30.3.2005 Çarşamba günü 14.00-23.00 saatleri arasında, 31.3.2005 Perşembe günü 14.00-20.00 saatleri arasında yapılması; 29.3.2005 Salı ve 30.3.2005 Çarşamba günkü birleşimlerde sözlü soruların görüşülmemesi önerilmiştir.

BAŞKAN - Aleyhte ve lehte söz talebi?.. Yok.

Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.

VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)

BAŞKAN - Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin geri alınan maddeleriyle ilgili komisyon raporu henüz gelmediğinden, teklifin görüşmelerini erteliyoruz.

Emniyet Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

2.- Emniyet Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/971) (S. Sayısı: 831) (x)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yerinde.

Hükümet?.. Yerinde.

Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştı.

Tasarının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

1 inci maddeyi okutuyorum:

EMNİYET TEŞKİLATI KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA

KANUN TASARISI

MADDE 1.- 4.6.1937 tarihli ve 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanununun 13 üncü maddesinde sayılan görev unvanlarından 2 nci meslek derecesine "Polis Meslek Eğitim Merkezi Müdürü", 3 üncü meslek derecesine "Polis Meslek Eğitim Merkezi Müdür Yardımcısı" ibareleri eklenmiştir.

BAŞKAN - 1 inci madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Konya Milletvekili Sayın Atilla Kart; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Kart aynı zamanda şahsı adına da söz istemiştir. İkisini birleştirerek, kendisine 15 dakikalık bir konuşma süresi veriyoruz.

CHP GRUBU ADINA ATİLLA KART (Konya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan Emniyet Teşkilatı Yasasıyla ilgili 831 sıra sayılı tasarı hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsım adına söz almış bulunmaktayım; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, getirilen tasarı, hızla artan gasp, kapkaç gibi suçlarla etkin bir şekilde mücadele edilmesi ve genel asayişin temini amacıyla getiriliyor. Genel gerekçeden bunu anlıyoruz. Bu amaca ulaşmak için de, polis memuru sayısının hızla artırılması gereğinden söz ediliyor. 

Son bir iki yıl içerisinde özellikle büyük şehirlerimizde endişe verici boyutlara ulaşan can ve mal güvenliği sorununa çözüm getirmek amacıyla bu tasarının getirildiği aşikâr. Daha çok da, kamuoyunun bu yöndeki beklenti ve değerlendirmelerini görünürde tatmin etme amacına yönelik olarak getirildiği bir gerçek.

                                 

(x) 831 S. Sayılı Basmayazı 17.3.2005 tarihli 72 nci Birleşim Tutanağına eklidir.

Değerli arkadaşlarım, bu sorunu çözmek, yani, asayiş sorununu çözmek veya çözümde aşama sağlamak, kadro artışıyla keşke mümkün olabilseydi; ancak, mevcut kamu yönetimi anlayışı ve uygulamalarıyla, yani, bu anlayış sürdüğü takdirde, kadro artışı yapmakla, bu sorunun çözülemeyeceğini üzülerek ifade ediyoruz. Bunu ifade etmekle yetinmeyip, somut değerlendirmelerimizle de açıklayacağız.

Sayın milletvekilleri, olaya başından bakıyoruz. Bu tasarının hazırlanmasından itibaren, konunun önemiyle bağdaşmayan gayri ciddî ve usule aykırı yaklaşımları görüyoruz. Asayişi ve kamu güvenliğini doğrudan ilgilendiren bu tasarının, İçişleri Komisyonunda, tali komisyon olarak bile, görüşülmediğini görüyoruz değerli arkadaşlarım; Meclis Başkanlığı tarafından havale edildiğini; ama, İçişleri Komisyonunda, tali komisyon olarak bile, görüşmenin yapılmadığını görüyoruz. Bu durum, Sayın İçişleri Bakanı için de, İçişleri Komisyonu Başkanı için de, herhalde, üzücü olduğu kadar, ayrıca sorgulanması gereken bir haldir.

Olayın ciddiyeti ve vahametiyle bağdaşmayan tavırlar bununla da sınırlı değil değerli arkadaşlarım. Sayın İçişleri Bakanının gerçekleri saptırdığını, resmî kayıtlara aykırı davrandığını, gelinen aşamada da üzülerek görüyoruz. Bakın değerli arkadaşlarım, İstanbul ve Türkiye'deki suç işleme oranlarındaki artış, bunlar kamuoyunun bilgisinde olan hususlar, bunlar emniyetin resmî kayıtlarına intikal eden hususlar. Buna göre, 2003 ile 2004'ü esas aldığınız zaman, İstanbul'da firarî sanık sayısında, bir önceki yıla göre, 2 000 civarında artış olduğunu, 2003 yılında 3 800 civarında, 2004 yılında 5 529 civarında firarî sanık olduğunu görüyoruz. Faili meçhul sanık sayısında ise, 53 000 olan rakamın, 60 000'e yükseldiğini görüyoruz. Bunlar -tekrar ifade ediyorum- emniyetin resmî kayıtlarında mevcut.

Televizyonda spiker, suç oranındaki bu tehlikeli artışı ve faili meçhul olaylardaki artışı belirterek, Sayın Bakana soruyor. Sayın Bakan "hayır" diyor, "bu rakamlar doğru değildir" diyor, "İstanbul polisi başarılıdır" diyor değerli arkadaşlarım. Bunu söyleyebiliyor Sayın Bakan. Milyonlarca insanın gözünün içine baka baka gerçeklere aykırı konuşuyor. Televizyon spikerinin gerek nezaketinden ve gerek bulunduğu konumdan dolayı soramadığı soruyu ben huzurunuzda, sorumluluğumun gereği olarak soruyorum: Sayın Bakan, kendi teşkilatınızın kayıtlarını inkâr eder ve görmezden gelirken rahatsızlık duymuyor musunuz? Değerli arkadaşlarım, ortada tam bir acz var, tam bir duyarsız tablo var.

Bakın, bir gazete haberindeki bir makaledeki bir paragrafı okumak istiyorum; o paragrafa aynen katıldığımı ifade ediyorum: "Türkiye'de eski başbakan Tansu Çiller, bakanlar, başbakanlık müsteşarı, milletvekilleri, gazeteciler, gazete genel yayın müdürlerinin, sanayici ve sanatçıların evleri, işyerleri soyuluyor, kapkaç oluyor. Basın, her gün onlarca hırsızlık, gasp, haraç çetesi haberi yapıyor. İnsanlar gece gezmesini unuttu. Gündüz ise, eli yüreğinde sokak ve caddelerde yürüyor. Ev ve işyerine giderken binlerce insan otobüs duraklarında servis, minibüs, otobüs beklerken, ne zaman kapkaça maruz kalacağım diye panik içinde." Değerli arkadaşlarım, toplumda âdeta bir travma doğmuş durumda; gaspa, kapkaça muhatap olacağı, maruz kalacağı endişesi doğmuş durumda. Bu tabloyu inkâr etmemiz mümkün değil. Bu, Türkiye'nin şu andaki gerçeği.

Bakın, sabahleyin Kanal D'de -kanalın ismini de söylüyorum- saat 7.30 civarında bir haber vardı. Neydi haber biliyor musunuz -inanılır gibi değil, görüntüler vardı- 5 yaşında bir çocuğun kapkaçtan yakalandığını ve çocuğun "ben avukat isterim" dediğini duyduk. Bu, herhalde bir senaryo olamaz değerli arkadaşlarım. Bu, olayın ne kadar dramatik olduğunu, ne kadar vahim olduğunu, gerisinde ne kadar derin sorunların olduğunu gösteriyor değerli arkadaşlarım. Bugünkü tablo bu, Türkiye'de.

Sayın İçişleri Bakanı bunu yapıyor. Sayın Başbakan ne yapıyor değerli arkadaşlarım; Sayın Başbakan, Sayın Bakandan daha da ileri gidiyor, güvenlik sorunu yokmuşçasına, bu olayları medyanın abarttığını söyleyebiliyor; şu tablo ortada yokmuşçasına, bu fiilî durum ortada yokmuşçasına, bu tabloyu medyanın abarttığını söyleyebiliyor.

Fiilî durumları görmezden gelen, olayların sosyal ve ekonomik boyutlarını görmezden gelen ve sorgulamayan böyle bir bakış açısı ve yönetim anlayışıyla bu soruna çözüm getirilemeyeceği bir gerçektir değerli arkadaşlarım.

İşlenen suçların özelliğine dikkatinizi çekiyorum. Bakın, ihkakı hak ve benzeri suçlar ile gasp, kapkaç türü suçlar ağırlıklı olarak. Bunların devamında ise, insanların doğal olarak, kaçınılmaz olarak, özel güvenlik arayışları. Böyle bir yapılanma süreci başlıyor Türkiye'de.

Bu tablonun sonu şudur değerli arkadaşlarım: Sorunu ciddî bir şekilde tahlil edemezseniz, sorunu göstermelik çözümlerle geçiştirmeye çalışırsanız, bu tablonun sonu, kaos ve anarşidir değerli arkadaşlarım. Gerekli duyarlılığı ve sorumluluğu göstermediğiniz takdirde varılacak tablo, kaçınılmaz olarak budur.

Değerli arkadaşlarım, gerekçeye bakıyoruz; gerekçede şu ifade ediliyor: Avrupa Birliği ülkelerinde 1 polise düşen vatandaş sayısı 250 iken, ülkemizde bu sayının 302 olduğu ifade ediliyor. Diğer meslek gruplarında bu oranlamaların 1'e 10, 1'e 15 seviyelerinde olduğu, polislik mesleğinde ise, bu seviyenin 1'e 1 seviyesinde olduğu, buna yakın olduğu gözönüne alındığında, sorunun esasının polis memuru sayısı olmadığı açık olarak görülmektedir.

Evet, Türkiye'de suç işleme oranı yüksektir, bunu hepimiz biliyoruz. Sorun, bu suç oranını yaratan sosyal ve ekonomik sebeplerin yanında, mevcut Emniyet yapılanmasını etkin, teknik ve verimli bir şekilde çalıştırabiliyor muyuz çalıştıramıyor muyuz?

Değerli arkadaşlarım, sorunun esası, nitelikli ve teknik yapılanma yerine, siyasî ilişkilere, cemaat ve tarikat ilişkilerine dayalı olan niteliksiz bir yapılanmaya ağırlık vermektir. Sorunun esası budur. "Cemaat ve tarikat ilişkileri" kavramını kullandığım zaman, arkadaşlarımın kimisinin tepki gösterdiğini, kimisinin rahatsızlık duyduğunu biliyorum; ama, değerli arkadaşlarım, bunları soyut iddialar olarak dile getirmiyorum, bunları biraz sonra belgeleriyle açıklayacağım, ifade edeceğim.

Bu anlayıştan kurtulmamız gerekiyor. Bu anlayışta ısrar ettiğiniz takdirde, o kurumun içini boşaltmaktan öte, o kurumu tahrip ediyorsunuz değerli arkadaşlarım. O tahribat, kaçınılmaz boyutlara varmak üzere Türkiye'de. Bakın, 58 ve 59 uncu hükümetler dönemine gelinceye kadar, polisteki terfi olayının nasıl yapıldığını ifade etmek istiyorum. Kıdem ve liyakati esas alan "kıdem kitapçığı" denen bir olay var. Bu, Emniyetin kendi kayıtları içinde başarı ve disiplin durumlarına göre oluşturduğu bir kitapçık. Bunu herhalde uygulamamız gerekiyor. Kendi kayıtlarımız. Ne yapıyoruz: 622 kişilik ikinci sınıf emniyet müdürleri listesi elimde değerli arkadaşlarım, o listeden size okuyacağım,  başka bir yerden okumuyorum: O listenin, yani, kıdem ve liyakat listesinin... Ne olacak bu insanlar, birinci sınıf emniyet müdürü olacaklar. Doğal olanı nedir; 81 kişiyi birinci sınıf emniyet müdürü yapacaksınız, doğal olanı, doğru olanı, adalet ve hakkaniyete uygun olanı, ilk 81'inin  1 inci sınıf emniyet müdürü olması. Hadi siyasî iktidarın takdir yetkisi diyelim, ilk 81'le sınırlamayalım, değişik özel sebepleri nazara alalım, bunu ilk 100'e çıkaralım, ilk 110'a çıkaralım. Ne yapıyoruz değerli arkadaşlarım; 294 üncü sıradaki memuru, amiri  1 inci sıraya getiriyoruz; 175 inci sıradakini, 2'ye getiriyoruz; 220'yi, 3'e getiriyoruz; 308'i, 4'e getiriyoruz; 212'yi, 5'e getiriyoruz; 278'i, 6'ya getiriyoruz; 226'yı, 7'ye getiriyoruz; 271'i, 8'e getiriyoruz; 300'ü, 9'a getiriyoruz; 265'i, 10'a getiriyoruz...

Bakıyoruz, 81 kişi içinde 8 veya 9 kişi, kıdemine uygun bir şekilde birinci sınıfa geçmiş; 72-73 kişinin tamamı, ilk 150'den sonraki kamu görevlileri.

Değerli arkadaşlarım, insaf ile soruyorum: Böyle bir yapılanma içinde toplumun huzur ve güvenliğini sağlamak durumunda olan Emniyet Teşkilatının kendi bünyesinde huzur ve güvenden söz edebilir miyiz değerli arkadaşlarım? O teşkilatın kendi bünyesi içinde herhangi bir huzur ve güvenden söz edilebilir mi? 294 üncü sıradaki adamı alıp 1 inci sıradaki adamın önüne getirdiğiniz zaman, o 1 inci sıradaki adamın çalışma şevki kalır mı değerli arkadaşlarım? Bu bir insanî duygudur.

Bakın, bunu yaptığınız zaman ne oluyor: Bunu yaptığınız zaman, o emniyet biriminin sürekliliğini yok ediyorsunuz; bunu yaptığınız zaman, o emniyet kurumunun arşivini yok ediyorsunuz; bunu yaptığınız zaman, orada istihbarat bilgisini yok ediyorsunuz değerli arkadaşlarım.

Bu sebepledir ki, o kurumu o şekilde tahrip ettiğiniz içindir ki, İstanbul'daki terör olaylarında, kapkaç olaylarında, gasp olaylarında istihbarat zafiyeti doğuyor. Arşivi yok etmişsiniz, sürekliliği yok etmişsiniz.

6 Mart Kadınlar Günü gösterilerinde üzücü görüntüler ortaya çıkıyor ve yapılmak istenilen provokasyonlara engel olamayan, bu pratiği ve intikali gösteremeyen bir tablo ortaya çıkıyor değerli arkadaşlarım. Uyuşturucuyla mücadelede dramatik tablolar ortaya çıkıyor. Emniyet binalarına baskın yapılabiliyor değerli arkadaşlarım.

Üzülerek ve endişeyle ifade ediyoruz: Kamuda yapılanma faaliyetine ilişkin her tasarı kadrolaşma için acımasız bir şekilde kullanılıyor ve istismar ediliyor değerli arkadaşlarım. Bu tasarıda da bu anlayışı görüyoruz. Toplumsal ihtiyaç ve beklenti kullanılarak, bu fırsattan istifade edilerek yine kadrolaşmanın zemininin yaratıldığını üzülerek görüyoruz, kaygıyla görüyoruz.

MEHMET KARTAL (Van) - Evvela özlük haklarını düzenlesinler.

ATİLLA KART (Devamla) - Özlük hakları değerlendirmesi, hiyerarşik yapıdaki o bütünlük... Sorunun esası o, bunu korumamız gerekiyor; ama, orada özlük hakları zafiyetinin dışında, hiyerarşik yapılanmadaki, o kurumsal yapılanmadaki tahribatı ben öncelikle dile getirmek istiyorum.

10 000 polis memuruna hangi gerekçeyle evet diyoruz; bu asayiş sorununa bir an evvel çözüm getirilmesi zorunluluğu gerekçesiyle evet diyoruz; ama, sorunun esasını gözden kaçırmamak kaydıyla ve elbette 10 000 polis memuru alımında yasal usullere uymak kaydıyla. Bu, olayın birinci boyutu.

Olayın ikinci boyutuna bakıyoruz: Getirilen tasarıda, 10 000 polis memuru dışında ne getiriliyor; polis meslek eğitim merkezi müdürü ve yardımcılarına ilişkin 30 kişi, şube müdürlerine yönelik 50 kişi, öğretmen emniyet müdürlerine yönelik 100 kişi ve nihayet, yardımcı hizmetler sınıfına yönelik olarak da 300 teknisyen yardımcısı kadrosu getiriliyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Toparlayalım lütfen!

ATİLLA KART (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Tamamen kadrolaşma amacıyla getirildiğini, biraz evvel anlattığım bu hususu biraz daha açmak istiyorum değerli arkadaşlarım.

Bakın "birinci sınıf emniyet müdürüne ihtiyacımız var" diyorsunuz "şube müdürüne ihtiyacımız var" diyorsunuz "yardımcı hizmetler sınıfına ihtiyacımız var" diyorsunuz, kadro talebinde bulunuyorsunuz, kadro ihdası istiyorsunuz.

Değerli arkadaşlarım, şu anda bunu soru olarak Sayın Bakana hemen yeri gelmişken soruyorum; soru-cevap faslında ayrıca sormak istemiyorum, şu anda soruyorum: Birinci sınıf emniyet müdürü olup APK'da bekletilen, kızağa çekilen, pasif görevlerde tutulan, bir ifadeye göre 200, bir ifadeye göre 300-400 civarında olan birinci sınıf emniyet müdürü varken, bu birinci sınıf emniyet müdürlerine neden görev vermiyorsunuz değerli arkadaşlarım? O insanların kıdem ve liyakatleri uygun; en ufak bir disiplin cezaları, olumsuz durumları söz konusu değil; şu anda, pasif görevlerde bekletiliyorlar. Siyasî iktidarın yörüngesine girmedikleri için bekletiliyorlar; ama, kıdem ve liyakat için, bu açıdan, en ufak bir sorunları yok, en ufak olumsuz bir tutumları yok. Mademki birinci sınıf emniyet müdürlerine ihtiyacımız var, bu insanlardan yararlanalım. Böylece, kamu bütçesine de bir tasarruf imkânı sağlayalım. Bunu yapmıyoruz. Bunu yapmıyoruz.

Aynı şeyi, öğretmen ve emniyet müdürleri için de görüyoruz değerli arkadaşlarım. Öğretmen, burada da... Bilindiği gibi, değerli arkadaşlarım, emniyet müdürü rütbesinde bulunan herkes -birinci sınıf olsun, ikinci sınıf olsun, üçüncü sınıf olsun- öğretmen olabilir, ayrıca bir akademik çalışma veya benzeri lisans çalışmasına ihtiyaç yok. APK'daki ve teftişteki müdürler, her zaman öğretmen olarak görevlendirilebilir; buna engel bir durum yok. Bu sebeple de, bu noktada da, bu tasarıyla, ayrıca, emniyet öğretmen müdürü yönünden kadro ihdası talebinde bulunmaya gerek yok. Bu noktada bir ihtiyaç yok değerli arkadaşlarım.

Bu durumu, teknisyen yardımcıları grubunda da görüyoruz. Bu sınıf, uygulamada, bilindiği gibi, büro ve idarî hizmetlerde kullanılmaktadır. Yardımcı hizmetler sınıfı kapsamında değerlendirilen bu kişilerin, teknik dinleme veya benzeri hizmetler yapması söz konusu değil. O zaman, hangi gerekçeyle, bu şekilde, 300 civarında, bir yardımcı hizmetler sınıfı kapsamında personel alımına gerek görüyorsunuz? Bunun adı şudur, tekrar ifade ediyorum; toplumsal beklenti acımasızca kullanılarak, istismar edilerek, bu fırsattan istifade edilerek, yeniden bir kadrolaşmanın zemini yaratılmak isteniliyor. Nasıl yaratılmak isteniliyor; biraz daha açıyorum: Emniyet Teşkilatı Yasasının 13 ve 15 inci maddelerinden yararlanılarak, başka kurumlardan, kaymakam muadili olan kamu görevlilerinden, emniyet müdürlüklerine naklen veya terfian tayin edilecekleri, aktarılacakları, yatay geçişin sağlanacağı anlaşılıyor. Bu durum, mevcut hiyerarşik yapıdaki bozuklukları daha da bozacak, daha da artıracak bir süreci beraberinde getirecektir; bu, kaçınılmazdır.

BAŞKAN - Toparlayalım lütfen.

ATİLLA KART (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Emniyetin yapılanmasında, değerli arkadaşlarım, hukuk devletine ulaşmak istiyorsak, bu noktada samimî ve tutarlı olmak istiyorsak, bu işin yolu Emniyetten başlar, Emniyetin yapılanmasından başlar. Siz, Emniyetin yapılanmasında hiyerarşik yapıyı, mevcut olan hiyerarşik yapıyı, 58 inci hükümete kadar nispeten az yıpranmış olan o hiyerarşik yapıyı, 58 inci hükümetten itibaren böylesine altüst ederseniz, o kurumların arşivini yok ederseniz, orada amaca uygun bir sonuç elde edilmesi mümkün değildir, orada polis devletinin adımlarını atmaktan başka bir iş yapmazsınız. Avrupa Birliği konjonktürünü kullanarak, her ne kadar demokratikleşmeden söz etseniz de inandırıcı olamazsınız, orada polis devleti yapılanmasına hız kazandırmaktan ve bunun yanında da, kamu bütçesini acımasızca, amacı dışında kullanmaktan başka bir amaca hizmet edemezsiniz.

Bu uyarılarla, bu değerlendirmelerle, getirilen bu tasarıyı değerlendirdiğimizi Genel Kurula saygıyla sunuyor, Genel Kurulu bir defa daha saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Değerli milletvekilleri, birleşime 10 dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 16.02
İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 16.15

BAŞKAN : Başkanvekili Ali DİNÇER

KÂTİP ÜYELER : Harun TÜFEKCİ (Konya), Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 75 inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

831 sıra sayılı tasarı üzerindeki müzakerelere devam ediyoruz.

VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

2.- Emniyet Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/971) (S. Sayısı: 831) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yerinde.

Hükümet?.. Yerinde.

1 inci madde üzerinde, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına söz isteyen Ankara Milletvekili Sayın Ersönmez Yarbay; buyurun.

Süreniz 10 dakika.

AK PARTİ GRUBU ADINA ERSÖNMEZ YARBAY (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi, AK Parti Grubu adına saygıyla selamlıyorum.

Görüşmekte olduğumuz bu kanun tasarısı, Emniyet Teşkilatının ve polis meslek eğitim merkezlerinin personel ihtiyacının karşılanması amacıyla, 10 000 polis memuru olmak üzere, 10 480 adet kadro ihdas edilmesini düzenlemektedir.

İlkel toplumların basit güvenlik teşkilatlarından günümüz bilgi toplumunun gelişmiş, modern güvenlik örgütlerine bakıldığında, güvenlik sistemlerinin her geçen gün geliştiğini ve değiştiğini görmekteyiz; çünkü, güvenlik, insan ihtiyaçları içerisinde değerlendirildiğinde, açlık, susuzluk gibi fizyolojik ihtiyaçlardan hemen sonra gelmektedir. Devletin temel görevlerinden biri olarak kabul edilen güvenlik hizmetleri, toplum yaşantısı için vazgeçilmez bir zorunluluktur. Toplumun huzur ve güvenliği açısından, gerek bireysel ve gerek kitlesel her türlü toplumsal barışı bozan hareket ve davranışları kontrol altında tutma görevi, demokratik ülkelerde, polis teşkilatları aracılığıyla yürütülmektedir. Toplumlar için, eğitim, sağlık ve benzeri hizmetlerin gerekliliği tartışılmadığı gibi, güvenlik hizmetlerinin gerekliliği de tartışılamaz; sadece, bu hizmetin veriliş biçimi ve niteliği tartışılabilir.

Ülkemizde gerçekleştirilmekte olan sanayi gelişimi, sosyal hareketliliği ve kültürel değişimi büyük ölçüde artmıştır. Bu süreçle birlikte, ihtiyaçları karşılamak isteyen büyük nüfus kitleleri şehirlere yerleşmiş ve yerleşmeye devam etmektedirler.

Toplumumuzun beklentisi, temel hak ve hürriyetlerin rahatça kullanıldığı, hukuka ve kanunlara uygun bir ortamın oluşturulmasıdır. Güvenlik hizmetlerinden beklenen, yılın 365 günü 24 saatinde, daima kararlı ve dinamik olarak, suç işlemeye kalkışanları engellemek, suç işleyenleri en kısa zamanda, tarafsız, objektif ve şeffaflık kuralları içerisinde yargıya intikal ettirmektir.

Görüşmekte olduğumuz 1 inci maddede, polis eğitim merkezi müdür ve müdür yardımcılarıyla ilgili bir düzenleme yapılmaktadır. Memnuniyetle müşahede ediyoruz ki, Türk Emniyet Teşkilatı, büyük bir gelişme içerisindedir. Daha önce, kuruluş aşamasında, ortaokul mezunu iken personelin büyük bir çoğunluğu, artık, lise mezunu, daha sonra bir yıllık eğitim, sonra, 2000 yılından itibaren, iki yıllık yüksekokul eğitimi, akademi eğitimi, bunun yanında, yine, emniyet amirlerimizin ve memurlarımızın içerisinde, yüksek lisans yapan, doktora yapan, gerçekten çok başarılı bir teşkilat oluşmuştur ve gelenekleri de oturmuştur.

Hepimiz memnuniyetle müşahede ediyoruz ki, son yıllarda, Türkiye'de, insan hakları konusunda, özellikle, çok büyük gelişmeler yaşanmakta, bütün uluslararası insan hakları kuruluşları, Türkiye'de, işkencenin, artık, eskisi gibi, söz konusu olmadığı, karakollarda kayıpların söz konusu olmadığı bir Türkiye'den bahsedilmektedir. Bu konuda emeği geçen bütün emniyet güçlerine ve Jandarma Teşkilatımıza şükranlarımızı arz ediyoruz. Gerçekten, Türkiye, çok büyük badireler atlatarak bugünlere gelmiştir. Çok büyük terör olayları, sağ-sol kavgaları olmuştur; ama, polis teşkilatımız başarılı bir şekilde bütün bunların üstesinden gelmiştir ve bugün, artık, dünya emniyet teşkilatları arasında tartışılmaz bir yeri bulunmaktadır.

Hepimiz, iktidarıyla muhalefetiyle birlikte... Hem Türk Silahlı Kuvvetlerinin korunması, kollanması, yıpratılmaması hem de Emniyet Teşkilatının korunması, kollanması ve yıpratılmaması gerekmektedir. Bu iki teşkilatımız da, yurtiçi savunma ve yurtdışı savunma, cumhuriyetin korunması görevleriyle müşahhas olan teşkilatlarımız olup, bunları gözbebeğimiz gibi korumamız gerektiğine işaret etmek istiyorum.

Bu kanun tasarısı dolayısıyla, cemaat, tarikat ilişkilerinden bahsetmeyi, son derece yanlış bir cümle kurulmuş olarak değerlendiriyorum; çünkü, biz, hem Türk Silahlı Kuvvetleri için hem de Emniyet Teşkilatı için, cemaat, tarikat ilişkileri gibi bu teşkilatların içerisine tefrika sokucu hareketlerde bulunduğumuz takdirde, bu millî kurumları sadece yıpratmış oluruz. Hem Emniyet Teşkilatının hem de Türk Silahlı Kuvvetlerinin gerçekten yerleşmiş kuralları var ve bu kurallar içerisinde- artık, siyasî iktidarlar değişse bile, anlayışlar değişmiştir- terfi sistemleri de devam etmektedir ve bunun devamı için, hepimiz elbirliğiyle çalışmalıyız; çünkü, dışarıdan müdahaleler, bu şekilde ithamlar, bu teşkilatları zafiyet içerisine sokacaktır.

ATİLLA KART (Konya) - Keşke dediğiniz gibi olsa!..

ERSÖNMEZ YARBAY (Devamla) - Onun için, zafiyet içerisine sokulmaması için, bunların mutlaka korunması gerekmektedir.

Bir diğer işaret etmek istediğim konu da şu: Bazı tuzak kelimelere çok iyi dikkat etmemiz gerekiyor. Cemaat, tarikat, irtica falan derken, 28 Şubat sürecinde, bütün bankaların içi boşaltıldı, 46 milyar dolar uçtu gitti. Bunları tartışalım, sağda solda cemaat, tarikat ilişkilerini araştıralım derken, bütün emniyet güçleri bununla meşgulken, bankalar uçtu gitti, ortada hiçbir şey kalmadı. Onun için, bazı tuzak kelimelere çok iyi dikkat etmemiz lazım. Cemaat, tarikat, kadro falan denildiği zaman, bunlara çok hassas olmamız lazım. Elbette ki, adaletsiz, adil yapılmayan işlere karşı hep birlikte mücadele etmeliyiz; ama, hiçbir emniyet mensubuna, o teşkilat içerisinde çalışırken "efendim, cemaate mensup, tarikata mensup" gibi birtakım ithamlara girmemeliyiz.

ATİLLA KART (Konya) - Belgelerden söz ediyorum; Sayın Bakan açıklar herhalde.

ERSÖNMEZ YARBAY (Devamla) - İçişleri Bakanımız burada, o belgelerin gereğini yapar, hiç şüphem yok, kuşkum yok.

ATİLLA KART (Konya) - Belgelerden söz ediyorum, gelişigüzel söz etmiyorum.

ERSÖNMEZ YARBAY (Devamla) - Karşımızda 156 000 kişilik bir kitle var ve bu 156 000 kişilik kitlenin içerisinde, elbette ki, zaman zaman birtakım yanlışlıklar olabilir...

ATİLLA KART (Konya) - İşte buna cevap istiyoruz.

ERSÖNMEZ YARBAY (Devamla) - ...ama, sistem çalışıyor ve sistem çalıştığı için de içindeki suç işleyenleri, suçluları ayıklıyor.

Bakın, memnuniyetle müşahede ettiğimiz bir konu daha var. Son yıllarda Türkiye'de çok büyük yolsuzluklar olmasına rağmen, çok büyük yolsuzluklarla mücadele devam ettirilirken, bu yolsuzluklar içerisinde ismi en az geçen teşkilat polis teşkilatı, Emniyet Teşkilatı olmuştur. Buna, özellikle dikkatlerinizi çekmek istiyorum. Bu kadar yolsuzluğun, vurgunun, talanın olduğu bir yerde, gerçekten Emniyet Teşkilatı içerisinde bu konuda çok az, yok denilecek kadar bir isim yer almıştır. Onları da, kendi içerisindeki suçluları da, polis teşkilatı kendi dinamik yapısı içerisinde, rahat bir şekilde ayıklamıştır, ayıklamaya da devam edecektir.

 Biz, adil olmayan, adaletli olmayan, kurallara aykırı, mevzuata aykırı konularda, elbette ki, eleştirilerimizi yüksek sesle dile getirmeliyiz; ancak, itham edici konulardan özellikle kaçınmamız gerekir diye düşünüyorum. Çünkü, bu kurumlara hepimizin ihtiyacı var ve bu kurumların moralinin yüksek tutulması gerekiyor.

Son bir ay içerisinde iki tane olay oldu; bir tanesi, İstanbul'da Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla meydana gelen olaydır. Polis teşkilatımız orada belki çok fazla haksız bir itham altında bırakıldı. Bir de bayrak olayı var; bayrak olayında da polis teşkilatımızın yeterli övgüyü almadığına inanıyorum. Gerçekten, polis teşkilatımız, görevi gereği bayrağı da çok iyi bir şekilde korudu; kendilerine yine şükranlarımızı arz ediyoruz. Polisin, Emniyet Teşkilatının morali yüksek tutulduğu takdirde ve kendilerine iyi imkânlar tanındığı takdirde, ben, çok büyük işler başaracağına inanıyorum. Sadece sayıyı artırmakla da suçun ve suçluların önüne geçilemeyeceğine inanıyorum. Daha geniş tedbirlerin alınması gerekiyor. Özellikle, bütün dünyada dev kentlerin emniyet sorunları var; bu emniyet sorunlarının önlenmesi için, ekonomik, siyasî tedbirlerin de alınması gerekiyor.

Şuna çok iyi dikkat etmemiz gerekiyor; biraz önce konuşan arkadaşımız, 5 yaşında bir çocuğun avukat istediğini söyledi. Ben de hayret ettim, nasıl avukat istedi diye -ben olayı seyretmedim- ama, avukat istediyse, bence olumlu bir gelişme; yani, 5 yaşındaki çocuk avukat istediyse, en azından hukukî haklarını kullanmaya başlama emaresi var, öğretiliyor anlamında olayı yorumluyorum.

Bayrak olayı dolayısıyla gözaltına alınan insanlara baktım; 2 kişi gözaltına alındı diyor. Bugün gazetelerden baktım; 12 ve 14 yaşında diyor. Şimdi, 12 ve 14 yaşındaki insanlar gözaltına alınır mı, bunu da doğrusu bilmiyorum. Herhalde 12 ve 14 yaşındakiler gözaltına alınmazlar da, çocuk eğitim merkezlerine falan gönderilirler; çünkü, esas önemli olan, bu 12-14 yaşındaki çocuklar, bu bayrağa bu şekilde saygısızca davranan, bayrağı yırtmaya, yakmaya kalkan bu çocuklar hangi okullardan mezun oldu, hangi öğretmenler bu çocukları eğitti, hangi sosyal ortamlardan geldi, bunların çok iyi araştırılması gerekiyor. Suç konusunda çocukların kullanılmaya başlamış olmasını çok tehlikeli bir gelişme olarak görüyorum. Bu konuda hükümetimizin gerekli tedbirleri alacağına da inanıyorum ve bu inançla hepinize saygılar sunuyor; teşekkür ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Şahsı adına, Sakarya Milletvekili Sayın Recep Yıldırım?.. Yok.

Hükümet adına, İçişleri Bakanı Sayın Abdülkadir Aksu.

Buyurun Sayın Bakan. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika.

İÇİŞLERİ BAKANI ABDÜLKADİR AKSU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Atilla Kurt, madde üzerinde, Grubunun... (CHP sıralarından "Kart, Kart" sesleri)

ALİ TOPUZ (İstanbul) - "Atilla Kurt" değil "Atilla Kart" Sayın Bakan.

İÇİŞLERİ BAKANI ABDÜLKADİR AKSU (Devamla) - "Kart" dedim ben.

ATİLLA KART (Konya) - "Kurt" dediniz, soyadımı yanlış söylediniz Sayın Bakan.

İÇİŞLERİ BAKANI ABDÜLKADİR AKSU (Devamla) - "Sayın Atilla Kart" dedim.

ALİ TOPUZ (İstanbul) - "Kurt" dediniz.

İÇİŞLERİ BAKANI ABDÜLKADİR AKSU (Devamla) - Konuşmasına başlarken, gerçekten, hem üslup hem söyledikleri bakımından üzüldüm biraz. Ben -söylediklerimi- ne söyledim, televizyonda soru soran ne sordu, ben ona ne cevap verdim; müsaadenizle önce bir açıklayayım.

Televizyonda mülakat yaptığımız arkadaşımız, editör, bana, İstanbul'da, son olaylarda yakalanan çocukların sayısıyla ilgili bir rakam söyledi, 10 000 000 dedi. Ben de, böyle bir rakam yok, bunu nereden çıkardınız dedim. "O, sizin kayıtlarınız" dedi. Hayır, bizim öyle bir kaydımızın olmaması lazım dedik. Şunu da söyledim: İstanbul, genel asayişi bakımından gerçekten düzgündür. İstanbul polisimiz, birçok konuda, gerçekten başarılı çalışmıştır. Bakın, organize suç örgütleriyle mücadele, terörle mücadele, malî şube, uyuşturucuyla mücadele, insan ticaretiyle mücadelede, polisimiz, başarılıdır ve bilhassa -bilhassa dönerek söylüyorum- uyuşturucu maddeyle mücadele konusunda, dost, komşu ve ilgili ülkeler tarafından da takdirle karşılanmaktadır. Ben bunu söyledim, yine de söylüyorum; İstanbul polisimiz bu konularda başarılıdır.

Biraz önce, gündemdışı konuşmaya cevap verirken de dedim ki: Polisimiz bu konularda başarılıdır, deneyimlidir; ama, asayişe müessir olayların, bizi üzüntüye sevk eden, son zamanlarda hep konuştuğumuz, bazılarında artış olan bu olayların üstesinden gelir polisimiz. Aynı şeyi söylüyorum; gelir.

Bakın, ben, hiçbir zaman rakamların arkasına sığınmıyorum, gizlenmiyorum; ama, şunu söylemek zorundayım; bu, Interpolün rakamları:  2003 yılında, 12 300 000 nüfuslu Tokyo'da 229 919 hırsızlık olayı, 7 188 000 nüfuslu Londra'da 469 922 hırsızlık olayı, 3 392 000 nüfuslu Berlin'de 244 393 hırsızlık olayı, 1 550 000 nüfuslu Viyana'da 171 000 hırsızlık olayı, 1 725 000 nüfuslu Budapeşte'de 55 926 hırsızlık olayı müracaatı kaydedilmiştir. Aynı dönemde, yani, 2003 yılında, İstanbul'da ise 39 118 hırsızlık vakası olmuştur.

Bakın, ortada bu rakamlar var. Bunun dışında -bu, hırsızlıkla ilgili- diğer olaylarda, ülke genelindeki olaylarda, ülke karşılaştırması bakımından, gerçekten, hem Türkiyemiz hem İstanbulumuz çok iyi durumdadır. Ben bunu ifade ettim, yine ifade ediyorum: Son zamanlarda, hepimizi üzen, asayişe müessir, kapkaç, gasp, hırsızlık, otopark, bu gibi suçların bazılarında olan artışların önlenmesi için birçok tedbir alıyoruz. Bunların yanında, personel eksikliğimiz vardır; bunun telafisi için de bu tasarıyla huzurlarınıza geldik.

Şimdi, değerli arkadaşım Sayın Kurt...

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Kart...

İÇİŞLERİ BAKANI ABDÜLKADİR AKSU (Devamla) - Pardon... Özür diliyorum efendim.

Sayın Atilla Kart...

ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elazığ) - Taze...

İÇİŞLERİ BAKANI ABDÜLKADİR AKSU (Devamla) - ...burada, biz polis alımını konuşurken, amirlerin terfi konusunu gündeme getirdi.

Değerli arkadaşlarım, bakın...

ATİLLA KART (Konya) - Doğrudan bağlantılı Sayın Bakan; ilgisiz bir konu değil.

İÇİŞLERİ BAKANI ABDÜLKADİR AKSU (Devamla) - Ama, onu da söyleyeyim, müsaade edin.

Sizin okuduğunuz, gösterdiğiniz liste, kıdem listesidir. Kıdem listesine göre bu terfiler yapılmıyor yalnız başına; kıdem, liyakat durumları nazarı dikkate alınıyor ve bunu yapan bir değerlendirme kurulu vardır. Bu Yüksek Değerlendirme Kurulu 11 kişiden meydana geliyor. Ben Bakan olduktan sonra sadece 2 kişi değiştirmiştim; bir Emniyet Genel Müdürü, bir Teftiş Kurulu Başkanı; yani, bu 11 kişilik değerlendirme kurulu, eskiden beri bu değerlendirmeleri yapan, terfileri yapan komisyon, kurul. Bunlara bir Emniyet Genel Müdürü Gökhan Bey, bir de Teftiş Kurulu Başkanı... Daha sonraki, geçtiğimiz yıllarda da bir genel müdür yardımcısı değiştirmiştim. Bu kurul yapıyor bu değerlendirmeleri, terfileri ve sadece kıdem değil, liyakat... Liyakatte ne aranıyor; biz bunları sınava çağırıyoruz; sınavdaki başarı puanları, sicil, ödül, takdirname, eğitim ve öğrenimde kazanılan bilgi, beceri ve davranışlar ile geçmiş hizmetlerinde almış olduğu ceza, geçirdiği ve devam eden soruşturmaların niteliğine göre belirlenecek niteliklerin topunu birden değerlendiriyorlar; kıdem, liyakat bir araya geliyor; bu yüksek değerlendirme kurulu bunları terfi ettiriyor. Kurulda, dediğim gibi, sadece 2 kişi değişmiş; eskiden devam edegelenler...

Şimdi, yine, değerli arkadaşım dedi ki: "APK'da bu kadar müdürünüz var, niye birinci sınıf kadro alıyorsun polis okulları için?" Değerli arkadaşlarım, bu kadroları, işte, o, APK'da duran birinci sınıf, ikinci sınıf emniyet müdürlerini atamak için oraya alıyorum. Dışarıdan adam almıyoruz polis okullarına. Polis okulu müdürlüğüne, polis okulu öğretmenliğine, işte, o, sizin "APK'da boş oturuyor" dediğiniz arkadaşlarımızı oraya alacağız.

ATİLLA KART (Konya) - Onun için kadroya gerek yok Sayın Bakan.

İÇİŞLERİ BAKANI ABDÜLKADİR AKSU (Devamla) - Tabiî, kadro almadan ücret ödeyemem ben oraya. APK kadrosundan polis eğitim merkezi kadrosuna atayacağız naklen ve o kadrodan maaş... Dışarıdan kimseyi bugüne kadar almadık Emniyet Teşkilatına. Lütfen, bakın, bilgi eksikliği var. Bir sorun etrafınıza. Ben dışarıdan kimi alıp getirip emniyet müdürü yapmışım? Kim yapabilir bunu?

Okul, öğretmen kadrosu da aynı şekilde. İkinci sınıf emniyet müdürlerinden APK'da veya kadroda bulunanlar, okul müdürlükleri kadrosuna aldığımız öğretmen kadrosuna naklen atanacaklar. Dışarıdan yeni emniyet müdürü getirmiyoruz.

Ayrıca "300 yardımcı hizmetli; bunlar ne iş yapacak" denildi. 10 000 kişiye kim hizmet edecek? Yardımcı hizmetliye de ihtiyaç var. Okulun elektrik, su donanımı; bunlarla kim uğraşacak? Elbette ki, yardımcı hizmetler, teknik hizmetler sınıfındaki elemanlara da ihtiyaç var. Bu arkadaşlarımızı da bu hizmete yardımcı olmak, bu işleri yapmak için alıyoruz, talep ediyoruz uygun görürse Yüce Meclis; onları verirseniz, eğitim merkezlerimizde bunları istihdam edeceğiz; ama, müdür, müdür yardımcısı, öğretmenler... İşte, bizim APK'da, teftiş kurullarında veya diğer birimlerdeki müdürlerimizden istifade ederek atamalarını yapacağız.

Benim söylemek istediklerim bu kadar. Saygıyla arz ediyorum efendim. (Alkışlar)

BAŞKAN - Değerli milletvekilleri, zaman zaman çıkan bazı anlaşmazlıkları gidermek için şimdi bir örnek vermek istiyorum.

Örneğin, konuşma sırası geldi, Sakarya Milletvekili Recep Yıldırım arkadaşımız yoktu. Şimdi gelse mesela, ona söz vermek durumundayım; o olmadığı için, yine İçtüzüğe göre, 2 kişi şahsı adına söz alma hakkına sahip olduğu için -1 kişi boşalmıştı Recep Yıldırım olmadığı için- başka bir milletvekili arkadaşımız, aranızdan, o boşalan yere talip olabilirdi, ona da söz verme durumunda olabilirdim. Yani, bunları bilelim diye açıkladım, uygulamalar sırasında yanlış anlaşılmaları gidermek amacıyla.

Şimdi, değerli milletvekili arkadaşlarım, 1 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2 nci maddenin ilk bölümünü okutuyorum:

MADDE 2.- 3201 sayılı Kanuna aşağıdaki ek maddeler eklenmiştir.

EK MADDE 24.- Emniyet Teşkilatının polis memuru ihtiyacını karşılamak üzere, Maliye Bakanlığı ile Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı ve Devlet Personel Başkanlığının görüşü alınmak suretiyle İçişleri Bakanlığının teklifi ve Bakanlar Kurulu kararı ile polis meslek eğitim merkezleri açılabilir.

En az dört yıllık yüksek öğretim kurumlarından veya bunlara denkliği kabul edilen yurt dışındaki yüksek öğretim kurumlarından mezun olup, sınav tarihi itibarıyla 27 yaşından gün almayan erkek ve bayanlar ile askerliğini yapmış 29 yaşından gün almamış erkek adaylar arasında yapılacak seçme sınavında başarılı olanlar, altı aydan az olmamak üzere polis meslek eğitimine alınırlar.

Polis meslek eğitim merkezlerinde eğitim-öğretim, parasız yatılı ve üniformalı olup, öğrencilerin iaşe, ibate ve sağlık giderleri ile diğer istihkakları Devletçe karşılanır. Ayrıca, öğrencilere polis meslek yüksek okulu öğrencilerine ödenen miktar kadar harçlık ödenir.

Polis meslek eğitim merkezlerindeki eğitim-öğretim süresi içerisinde; giriş şartlarını taşımadıkları sonradan anlaşılanlar, eğitim ve öğretimini başarı ile tamamlayamayanlar, sağlık ve disiplin yönünden polis olamayacağına yetkili kurullarca karar verilenlerin polis meslek eğitim merkezleri ile ilişikleri kesilir. Sağlık veya ölüm dışındaki nedenlerle ilişiği kesilenlerden, ödenen harçlık ve yapılan masraflar kanunî faizi ile birlikte tahsil edilir.

Polis meslek eğitim merkezlerinde eğitimlerini başarı ile tamamlayanlar, Emniyet Genel Müdürlüğü kadrolarına aday polis memuru olarak atanırlar. Bu şekilde atananlar, atanma tarihinden itibaren altı yıl süreyle başka kurumlara nakil yoluyla atanamazlar. Bu süre zarfında memuriyetten çekilen, çekilmiş sayılan, meslekten veya memuriyetten çıkarma cezası alan ve aslî memurluğa atanamayarak ilişiği kesilenler, mecburi hizmet sürelerinin kalan  her yılı için,  kendilerine yapılmış olan öğretim masraflarını tazminat olarak ödemek zorundadırlar.

Polis meslek eğitim merkezlerinin kuruluş ve çalışma usûl ve esasları; bu merkezlerde eğitime alınacak öğrencilerde aranacak şartlar, mezun oldukları okulların nitelikleri, yapılacak sınavlar, disiplin ve eğitim-öğretimle ilgili konular, öğrenciliğin sona ermesi, tazminat ve yükümlülük esasları ile giyecekleri kıyafetler ve diğer hususlar  İçişleri Bakanlığınca çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.

BAŞKAN - Çerçeve madde 2'ye bağlı ek madde 24'le ilgili söz isteyen, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Balıkesir Milletvekili Sedat Pekel; aynı zamanda şahsı adına da talebi var.

Toplam 15 dakika konuşma süreniz var Sayın Pekel.

Buyurun.

CHP GRUBU ADINA SEDAT PEKEL (Balıkesir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 831 sıra sayılı kanun tasarısının 2 nci maddesine bağlı ek madde 24 hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsım adına söz aldım; konuşmama başlamadan önce, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, ulusumuzun sevgi ve güvenini kazanmış, Atatürk ilke ve devrimleri ile laik cumhuriyetin, demokratik hukuk devletinin teminatı olan, yurttaşın canını, malını, ırzını, hak ve özgürlüklerini korurken, aynı zamanda, ülkenin rejimi, düzeni ve bölünmez bütünlüğü konusunda da görevini başarıyla sürdüren Türk polis teşkilatının mevcut personel sayısının artırılması için hazırlanan önemli bir kanun tasarısı üzerinde görüşmekteyiz.

Tasarının genel gerekçesine baktığımızda, polis memuru sayısının artırılmasının nedenlerini görebilmekteyiz. Bir neden, Avrupa Birliği ülkelerinde bir polise düşen yurttaş sayısı 250 iken, bu sayı ülkemizde 302 yurttaştır. Buna göre, Avrupa Birliği kriterlerini yakalayabilmek için, polis teşkilatımızın 35 000 polise ihtiyacı bulunmaktadır. Bir diğer neden ise, polis teşkilatımızdan, başta emeklilik olmak üzere, çeşitli nedenlerle ayrılanların sayısının giderek artmasıdır. Bu sayı, 2003 yılında 3 516; 2004 yılında 5 006'dır ve giderek artması beklenmektedir.

Görülüyor ki, tasarının gerekçesine de yansıyan mevcut kadro artırımının nedenleri arasında meslekten ayrılanların sayısının artması beklentisi vardır. Peki, bu beklenti nedendir? Sadece emeklilik yaşı gelmiş polislerimiz mi bu sayıyı oluşturmaktadır; buna verilecek yanıt, elbette ki, hayırdır.

Değerli milletvekilleri, polislerimiz, özlük hakları, çalışma süreleri ve aldıkları ücretlerin düşüklüğü gibi sorunları bulunmasına rağmen, özveriyle asayişin, huzur ve güvenin hukuk kuralları içerisinde gerçekleşmesinin teminatı olarak onurlu görevlerini, her şart altında, başarıyla ifa etmeye çalışmaktadırlar.

Bu tasarıyla, AKP Hükümeti, yurttaş başına düşen polis sayısını Avrupa Birliği standartlarına çıkarmayı hedefliyor. Peki, AKP madalyonun diğer yüzüne de bakıyor mu?! Polisimizin en büyük sıkıntısı, uzun süreli çalışarak düşük ücret almasıdır. Ortalama 700 YTL ile 2 000 YTL arasında maaş alan polislerimiz, açlık sınırında hayat mücadelesi veriyor. Oysa, Avrupa Birliği üyesi ülkelerden Alman polisi 3 000 euro -yaklaşık 5 milyar lira- İngiltere'de ise bir polis 1 400 pound -yaklaşık 3 360 000 000 lira- ile 2 000 pound -yaklaşık 4 800 000 000 lira- arasında maaş almaktadır. Devede kulak diyebileceğimiz bu kıyaslamada, her şey açık ve net bir şekilde ortaya çıkmaktadır.

Sayın milletvekilleri, polisimiz, yıpratıcı çalışma sistemi, sürekli olumsuz ve gergin bir ortam içinde çalışmaktadır. Çalışma saatlerinin düzensizliği, günde 12 saati aşan mesai saatleri, bazen hafta sonu izninde bile sabahın erken saatlerinde göreve çağrılması ve bundan, fazla mesai ücreti gibi hiçbir ekgelir elde edememesi, profesyonel olarak güvenlik hizmeti sunma anlayışından uzaklaşmasına, psikolojik ve fiziksel olarak daha fazla yıpranmasına yol açmaktadır. Oysa, Avrupa Birliği ülkeleriyle kıyaslandığında, Avrupalı polisler 8 saatten fazla çalışırlarsa fazla mesai ücreti almaktadırlar. Avrupa Birliği ülkelerinde, polis, haftada 40 saat çalışıyor, bu süre Danimarka'da ise haftada 35 saat. Diğer Avrupa Birliği ülkelerinde de polislerin çalışma saatlerini haftada 35 saate düşürme çalışmaları bulunmaktadır. Türkiye'de bu durum doğal olmayan bir biçimde haftada 72 saati bulmaktadır; polisimizin bu sorununa ivedi olarak çözüm getirilmelidir. Ayrıca, emeklilik döneminde başka bir gelir kaynağı olmayacak bu insanlarımızın özlük hakları ve maaşlarında ciddî bir iyileştirme yapılması gerekmektedir. Polisimizin diğer sorunları arasında yer alan atama, terfi ve şark hizmetinde kalıcı ve hakkaniyete dayanan çözümler mutlaka uygulamaya konulmalıdır.

Değerli milletvekilleri, polisimiz, sosyal ve psikolojik bakımdan ciddîye alınması gereken sorunlarla karşı karşıyadır. Polislik mesleği, düzensiz çalışma saatleri, nöbet ve vardiya sistemleri, görevin riskleri ve sorumlulukları nedeniyle stres bozukluklarının sıkça görüldüğü bir meslek grubudur. Bu nedenledir ki, son yıllarda polislerimizde intihar ve intihara teşebbüs olaylarına sıkça rastlanmaktadır. Emniyet personelinin sağlık sorunlarına ve özellikle il emniyet müdürlüklerinde kadrolu uzman psikolog bulundurulmasına önem verilmelidir. Polislerimize, her türlü psikolojik, sosyal ve ekonomik destek verilmelidir.

Polis teşkilatımızı Avrupa Birliği standartlarına sadece sayısal değerler açısından ulaştırmak isteyen AKP Hükümeti, ne yazık ki -polislerimizin özlük hakları ve çalışma düzenleri açısından- onları Batı ülkelerindeki meslektaşlarının çok gerisinde bırakmaktadır.

MUSTAFA ÜNALDI (Konya) - Yani, eskiden iyiydi de, AK Parti mi öyle yaptı?!

SEDAT PEKEL (Devamla) - Sayın milletvekilleri, dört yıllık polis akademisi mezunları komiser yardımcısı olarak görevlendirilmektedir. Bununla birlikte, polis memuru olarak görev yaparken herhangi bir üniversiteyi bitirenler de komiser yardımcısı olabilmektedir. Son zamanlarda, Emniyet Teşkilatında rütbe, kıdem gerilimi yaşandığına dair haberler basında yer almaktadır. Akademi mezunu başkomiserler ile lise mezunu olarak teşkilata girdikten sonra amir sınıfına geçen başkomiserler arasında kriz yaşandığı, bu krizin Emniyet birimlerinin en önemli gündemi haline geldiği, ilerleyen zamanlarda bu durumun polis teşkilatında emir-komuta zincirini olumsuz etkileyeceği gibi ciddî endişeler kamuoyuna yansımaktadır.

Bakınız, Emniyet Teşkilatında amir grubu personel arasında huzursuzluk yaratan konu nasıl ortaya çıkmıştır: Emniyet Teşkilatı Kanununun 55 inci maddesinin ondördüncü fıkrası "mevzuat hükümlerine göre kazanılmış hak aylığında değerlendirilmesi yapılan her türlü uzmanlık, mastır, doktora ve avukatlık stajı rütbe kıdeminde değerlendirilmez; ancak, polis amiri olduktan sonra yapılan askerlik hizmeti, yurtdışı misyon koruma, yurtdışı kurs ve diğer görevler sebebiyle geçirilen süreler ile tedavi ve istirahat süreleri rütbe terfiinde değerlendirilir" şeklindeyken, söz konusu fıkrada bulunan "ancak, polis amiri olduktan sonra yapılan" ibaresi Anayasa Mahkemesinin 11 Haziran 2003 tarihli kararıyla Anayasanın eşitlik ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle iptal edilmiştir. Bu durum, 4 yıllık bir üniversiteyi bitiren ve askerliğini kıdem olarak saydıran bir polis memurunun, daha önce emrinde görev yaptığı amirinin üstü olmasıyla sonuçlanabilmektedir. Hatta, aynı tarihte amir olmalarına rağmen, bir ay bedelli, altı ay kısa dönem ya da oniki ay yedeksubay gibi değişik askerlik sürelerinden ötürü üniversite mezunu polis amirlerinin arasında da eşitsizlik olabilmektedir.

Emniyet Teşkilatı içinde hiyerarşik disiplini bozmayacak şekilde, kolejdışı kaynaktan gelen polislerin rütbe-kıdem konusundaki kazanılmış haklarını da duyarlılıkla koruyan yeni bir düzenlemenin yapılması konusunda hükümetin çalışmaları başlatması gerektiğinin altını çizmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, sözünü ettiğim kıdem-rütbe geriliminin bir başka boyutu daha bulunmaktadır. Askerlik görevi zorunluluğu olmayan bayan amirler de bu uygulamadan rahatsızdırlar; çünkü, polis memuruyken üniversiteyi bitirip amir olanlar, askerlik yapmayan bayan amirlerinin üstleri durumuna gelebilmektedirler; yani, bayan olup da akademi mezunu olan polis amirleri, kadın oldukları için haksızlığa uğramaktadırlar.

Değerli arkadaşlarım, 10 000 polis akademisi mezunu bu durumdan mağdurdur. Şimdi, Emniyet Teşkilatında rütbe-kıdem tartışması yaşanırken, haksızlıklar gün gibi ortadayken, bununla birlikte binlerce polisimiz bugüne kadar biriken sorunlarına çözüm beklerken, hükümet olarak yeni bir kanun hazırlıyorsunuz; üniversite mezunu 10 000 gencimizi, böyle bir sorun yumağının içine atıyorsunuz. Cumhuriyet Halk Partisi olarak, gençlerimize istihdam sahalarının açılmasına karşı değiliz; kaldı ki, işsizlik sorununa çözüm üretilmesinden yanayız. Böyle geçici çözümler üretmek yerine, ayağı yere basan uygulamaları hayata geçirmek, daha sağlıklı bir politika olacaktır; ancak, bu tasarı, sağlıklı bir politikanın ürünü gibi maalesef görünmemektedir; çünkü, sorunları acilen çözüm bekleyen çok değerli Emniyet Teşkilatımızın kadrosuna 10 000 üniversiteli gencimizi de dahil ediyorsunuz. Üzülerek söylemeliyim ki, bu yaklaşım, AKP'nin popülist yaklaşımıdır ve beraberinde daha büyük sorunlar getirecektir; çünkü, az önce ifade ettiğim kıdem-rütbe krizi, bu 10 000 gencimizin Emniyet Teşkilatına alınmasıyla yeni bir boyut kazanacak gibi görünmektedir.

Tasarı yasalaşırsa, üniversitelerin dört yıllık fakültelerinden mezun olanlar, altı ay eğitimden geçirildikten sonra polis memuru olacaklar. Peki, yeni alınan üniversite mezunu polisler, bir süre sonra, biz de amir olarak görev yapmak istiyoruz diye dava açarlarsa, hukukî karmaşa ortaya çıkmayacak mıdır?! Bu durum, polis teşkilatımızda yeni sorunlar ortaya çıkmasına neden olacak, yeni haksızlıklara yol açacak, dengesizlikler yaratacaktır. Ayrıca, zannediyorum ki, tasarı hazırlanırken, kadınlarımıza yönelik ayırımcılık yapıldığı gözden kaçmıştır.

Ek madde 24'te, yükseköğrenimini yapmış, 27 yaşını doldurmamış, askerlik yapmayan erkekler ve kızlar ile askerliğini yapmış 29 yaşını doldurmamış erkeklerin polis olabileceği belirtilmektedir. Bu yaş sınırları neye göre belirlenmiştir ve askerlik yapma zorunluluğu bulunmayan bayanlar için neden yaş sınırı 29 değil de 27'dir? Kadınlara askerliğini yapmamış yurttaş muamelesi yapmak doğru bir tutum olmadığı gibi, gözden kaçan, kasıtlı olmadığını düşündüğüm bu ayırımcılığın mutlaka düzeltilmesi gerekmektedir.

Değerli milletvekilleri, tasarı, polis memuru istihdamını artırmak amacıyla, iki yıllık polis meslek yüksekokulları açmak yerine, daha az masrafla, dört yıllık yükseköğretim kurumlarından mezun olanlara en az altı ay polis meslek eğitimi verilmesini öngörmektedir. İki yıllık eğitimden vazgeçerek, sadece, kısa sürede polis sayısını artırmak için, kısa süreli eğitim vermek ne kadar akıllıcadır?

Polis meslek yüksekokullarındaki eğitimlerin etkinliği ve verimliliğiyle birlikte, kontenjanını artırmak daha doğru bir yaklaşım olacaktır; çünkü, değerli arkadaşlar, polislik mesleği yalnız suçluyu yakalama ve adalete teslim etme mesleği gibi görünse de, gerçekte öyle değildir. Ciddî sorumluluklar ve işlevler içeren bir meslek olarak polislik, çok yönlü bir meslektir ve bu nedenle, polis eğitimi de çok yönlü olmak zorundadır. Toplumdaki sosyal gelişim ve değişim farklılaşmış, otorite ve otoritenin sembolü olan polise karşı bakış tarzı değişmiş ve polisten beklentiler de, buna paralel olarak, değişerek artmıştır. Bu nedenledir ki, polis teşkilatının geliştirilmesi, etkili, süratli ve kaliteli hizmet verebilmesi, halkımızın polisten beklentilerinin değerlendirilmesi ve çağımız polislerinin buna göre yetiştirilmesi gerekmektedir. Çağdaş polis eğitimi, bir taraftan bilim ve teknolojinin olanaklarından yararlanmayı, diğer taraftan da demokrasi ve insan haklarının uluslararası bir duyarlılık kazandığı dünyada insanî değerlere bağlı kalarak güvenlik hizmeti verebilmeyi amaçlamalıdır; aksi takdirde, 6 Martta İstanbul'da, ülkemizi sarsan, Avrupa ve Türkiye kamuoyunu rahatsız eden sahneleri görmeye devam edeceğiz.

Sayın milletvekilleri, Emniyet Genel Müdürlüğünün yapmış olduğu ve medyaya da yansıyan 2004 yılında kayıtlara geçen asayiş olaylarını inceleyerek çıkardığı, Türkiye'nin suç haritası bulunmaktadır. Bu harita, asayiş suçlarının bir önceki yıla oranla yüzde 10 arttığını ortaya koymaktadır.

 (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sedat Bey, toparlayalım lütfen.

SEDAT PEKEL (Devamla) - Teşekkür ediyorum.

2003 yılında 321 805 asayiş olayı meydana gelirken, 2004'te bu sayı 353 692'ye çıkmıştır. Polis bölgesinde meydan gelen suçlarda, 2003 yılına göre en yüksek artış banka soygunlarında yaşanmıştır. Bankadan hırsızlık olayı sayısı 2003'te 78 olarak belirlenirken, bu sayı 2004'te yüzde 50 artarak 117'ye yükselmiştir. Şahıstan yapılan gasp, yağma olayları ise yüzde 35 artmıştır. Kapkaç olaylarının önüne geçilemiyor. Tüm bunlar neden oluyor; nedeni çok açıktır. İşsizliğin her geçen gün arttığı, borçlunun borcunu ödeyemediği, milyonlarca yurttaşın açlık sınırında yaşadığı bir ortamda, suçlu da, suç da, başarısız politikalar yüzünden kendiliğinden çoğalmaktadır. AKP Hükümeti ise, bu sorunların kaynağı olan politikalardan vazgeçmek yerine, durmaksızın, baskı mekanizmasını büyütmektedir.

Değerli milletvekilleri, az önce sözünü ettiğim gerçekler ortadayken, 10 000 üniversite mezunu gencimizi polis yapma kararı almak ne derece doğrudur?! Avrupa Birliğinde kişi başına düşen polis sayısı standartlarını yakalayarak Avrupa Birliği standartlarını tutturacağız gibi bir düşünce ne kadar doğru bir düşüncedir; takdirlerinize bırakıyorum. Bizim tutturmak zorunda olduğumuz, bu ülke adına, bu ülkede yaşayan insanlar adına, çok daha faydalı, çok daha yararlı, Avrupa Birliği standartları olmalıdır. İşçimizin, polisimizin, öğretmenimizin, doktorumuzun, bütün memurlarımızın, esnaf, çiftçi, emekli, dul ve yetimlerimizin refah düzeylerini Avrupa Birliği ülkeleri seviyelerine getirmek olmalıdır.

AKP Hükümetini, IMF ve Dünya Bankası baskılarıyla ürettiği başarısız politikalardan bir an önce vazgeçmeye davet ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Şahsı adına Kilis Milletvekili Veli Kaya.

Veli Kaya Bey, Ersönmez Yarbay size söz hakkını devrettiği için konuşma hakkını kazandınız.

Buyurun Sayın Kaya. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Söz süreniz 5 dakika.

VELİ KAYA (Kilis) - Değerli Başkan, sayın milletvekilleri; Emniyet Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Şimdi, benden önceki konuşmacılar, kıymetli Emniyet Teşkilatının memleketimize hizmetlerini birer birer saydılar, Sayın Bakanımız da polisin öneminden bahsetti. Naçizane, bu teşkilatın kısa bir süre de olsa ekmeğini yiyen, havasını teneffüs eden bir milletvekili olarak, teşkilatı biraz tanıdığımı; dolayısıyla da, bu teşkilatın sorunları hakkında söz söyleme hakkına sahip olduğumu söylemek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, ülkede en ufak bir asayişe müessir olay olduğunda, günah keçisi olarak polis teşkilatının hemen suçlandığını görürüz. O polislerin hangi şartlar altında çalıştığını kimse düşünmez. Gece evlerinizde huzur içerisinde yatarken, kapınızın önünde, sabahlara kadar, - 10 derecelerde, uykusuz bir şekilde, sizin güvenliğinizi sağlamak için, kendi canını ortaya koyarak görev yapan bu arkadaşların, nasıl, hangi şartlar, hangi psikoloji altında görev yaptığını hiç düşünmeyiz.

Şimdi, deniliyor ki, Avrupa'da her 250 kişiye 1 polis düşüyor, bizde de düşsün. Doğru; ama, öncelikli olarak, biz, Emniyet Teşkilatı mensuplarının özlük haklarında, yaşam seviyelerinde onların standartlarını yükseltmeden de bu sayıyı çıkarmanın bir anlamı yok diye düşünüyorum.

Gerçi, polisimiz vatanperver, polisimiz ülkesever. İşte, iki gün önce Mersin'de yaşanan bayrak yırtma olayında polisin canını ortaya koyarak fedakârca Türk Bayrağını o ayaklar altına alan zavallıların elinden kurtarmaya çalıştığını hep beraber müşahede ettik. İşte, bu arkadaşımız -ona çok az da para verseniz -ben biliyorum ki, benim polisim memleketini canı pahasına savunur, insanına canını vermeye hazırdır; ama, biz de, onun ve geçindirmekte olduğu ailesinin hangi şartlarda yaşadığını görmek ve bilmek zorundayız.

Polis, 12 saat görev yapar. 12 saatin sonrasında metropol kentlerde evine gitmek bir problemdir polis için. Yollarda görürsünüz. Eğer arabayı durdurur, alır, biraz götürürseniz, onu bir an önce istirahatine kavuşturmak durumunda kalırsınız. İşten çıktıktan sonra iki saatini yolda verir, işe gelirken iki saatini yolda verir.

Emniyet Teşkilatı mensupları emekli olduklarında diğer kamu görevlilerinden daha az para alırlar. Daha fazla çalışmalarına rağmen, daha fazla fedakârlıkta bulunmalarına rağmen, değerli arkadaşlarım, diğer, kamuda çalışan bir memur, 657'ye tabi bir memur emekli olduğunda maaşının yüzde 75'ini alırken, emniyet mensubu bir arkadaşım sadece yüzde 48'ini alır.

OSMAN ÖZCAN (Antalya) - Onu da çıkaralım madem!

VELİ KAYA (Devamla) - Emniyet Teşkilatından emekli olan bir emniyet müdürü, geçinemediği için herhangi bir şirketin ya güvenlik memurluğunu yapıyor ya da orada ikinci bir görev yapıyor.

Bu kadar şerefli bir görevi üzerinde taşıyan bir emniyet mensubunun, emekli olduktan sonra, insanca yaşama hakkına sahip olduğunu düşünüyorum. Hükümetimizin, inanıyorum ki, bu iktidarı döneminde, mahalle bekçisinden tutunuz, polisinden emniyet müdürüne kadar olan tüm meslek mensuplarının yaşam kalitesini artırabilecek, insanca yaşayabilecekleri bir maaşı ödeyebileceğinden ümitliyim şahsen.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Toparlayın lütfen Veli Bey.

VELİ KAYA (Devamla) - Değerli Başkan, sayın milletvekilleri; polisin sorunlarını bu 5 dakikaya sığdırmak tabiî ki mümkün değil; ama, daha fazla vaktinizi almadan, şunu söylemek istiyorum: 10 000 polis, memleketimizin birçok ihtiyacını karşılayacaktır. Ülkemiz her geçen gün büyümekte. Bakınız, bazı metropol ilçelerde jandarma görev yapmaktadır. Bence, herkesin görev alanı belli olmalı. Metropollerin her noktasına polisi hâkim kılmalıyız.

Şimdi, asayişe müessir olan olaylarda polisin başarısını görmemek elde değildir. Dünyadaki polis standardına baktığınız zaman, o imkânsızlıklar içerisinde, suçluyu yakalama oranında dünya standartlarına yakın bir çizgide olduğunu görürsünüz polisin. Polis kriminal laboratuvarı, artık, dünyadaki kriminal laboratuvarlarıyla yarışır durumdadır. Polisimizin biraz daha teknolojiye kavuşması halinde, başarısının iki kat daha artacağını biliyoruz.

Polis, kendi içerisinde sorunlar yaşıyor şeklinde buraya yansıtıldı. Benim bildiğim, Emniyet Teşkilatı, içerisinde hiçbir sorunu yaşamaz, yaşatmaz; bence, ufak meselelerdir. Bunları, hükümet olarak, Sayın Bakanımızın çözeceğine eminim; çünkü, polislik mesleği, meslekî taassubiyeti götüremeyecek kadar ince, nazik bir konudur. Onun için, bu arkadaşlarımızın birbirleriyle sürtüşmesi söz konusu değildir. Bence polise haksızlık etmeyelim.

Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; daha fazla vaktinizi almak istemiyorum. Ancak, alınacak bu 10 000 polisimizin Türkiye'deki işsiz üniversite mezunlarımız için bir umut ışığı olduğunu söylüyor, bunların ailelerinin, hepsinin gözünün, bugün, burada olduğunu söylemek istiyorum.

Bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum; hayırlı, uğurlu olsun diyorum efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, çerçeve madde 2'nin ek madde 24'ünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Şimdi, çerçeve madde 2'nin ek madde 25'ini okutuyorum:

EK MADDE 25.- Polis meslek eğitim merkezleri için ekli (1) sayılı listede yer alan kadrolar ihdas edilerek 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin eki (I) sayılı cetvelin Emniyet Genel Müdürlüğüne ait bölümüne eklenmiştir.

BAŞKAN - Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu Adına İzmir Milletvekili Sayın Hakkı Ülkü söz istemiştir.

Sayın Ülkü'nün şahsı adına da söz isteği var.

Sayın Ülkü, ikisini birleştiriyoruz; toplam konuşma süreniz 15 dakika.

Buyurun.

CHP GRUBU ADINA HAKKI ÜLKÜ (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Emniyet Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı hakkında, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsım adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, bu konu hakkında şimdiye kadar yapılmış olan konuşmalarda, arkadaşlarımızın, polisin çalışma koşullarıyla ilgili söylediklerine ve onların eğitimine tabiî ki katılmamak mümkün değil.

Türkiye'de zaten bu konunun öncüsü, hatta, aydınlanmanın öncüsü Cumhuriyet Halk Partisidir. Hiç kimse eğitimi bizim kadar önemseyemez. Polisimizin eğitimi de böyledir. Takdir edersiniz ki, akşamdan sabaha eğitim projesi kurulamaz, eğitim programlarıyla yap boz gibi oynanamaz. Bir eğitim programının ortalama süresi otuzbeş yıl sonra ancak alınabiliyor, bilimsel kuruluşların yapmış oldukları araştırmalara göre. Sık değişiklikler, sonucu da anlaşılmaz kılar.

Polis eğitiminde sağ iktidarların hatada ısrar etmelerinin faturasını her zaman halkımız ödemektedir. Bu açıdan baktığımızda, bir polis eğitim sisteminden ne yazık ki söz edemiyoruz. Ortada bir karmaşa, günübirlik düzenlemeler yumağı var. Her düzenleme öncekilerle çelişkili. Bütüncül bir anlayış ve sistem yaklaşımı hak getire. Dünyayı yorumlayabilen, çağdaş Türkiye'nin özlemini duyduğu demokratik polislik anlayışına dair fikirleri olan bir kafa, hiç kuşkusuz, önümüze daha doyurucu bir tasarıyla gelebilirdi.

Görüştüğümüz tasarıyla ilgili olarak yakın geçmişe bir göz atarsak, önce 4562 sayılı Polis Yükseköğrenim Kanunuyla 2001 yılında 1 yıllık polis okulları 2 yıllık polis meslek yüksekokulu haline getirilmiştir. Program zenginleştirilemediği, bir yılın dersi iki yıla yayıldığı için herhangi bir fayda da sağlanamamıştır. Eğitimin felsefesi, program, ders araçları ve öğretim görevlileri gibi temel unsurlar çözülmeden, sadece eğitimin süresini uzatmak, dar görüşlü bir siyasal yaklaşımın ürünüdür ancak.

Tasarının gerekçesine bakıldığında, bu kısır bakış açısı kendisini zaten göstermektedir. Polis örgütünün personel ihtiyaçlarını karşılamak için böyle bir düzenlemeye gereksinim duyulduğundan bahsediliyor. Türkiye'nin kentleşme hızı biliniyor, nüfus trendleri sağlıklı olarak ölçülebiliyor; ama, sağ iktidarlar ve son ikibuçuk yılda da sizler, polisin insan kaynağı gereksinimi planlayamıyorsunuz.

Bu tasarıyla, polis okullarının 1 yıldan 2 yıla çıkarılarak meslek yüksekokulu haline getirilmesi projesinin isabetsiz olduğu, âdeta, itiraf edilmektedir. Kamu kaynakları boşa harcanmıştır. Eski yapılanlar sadece bir göz boyamaydı.

Daha da önemlisi, polis örgütünün toplumdan soyutlanmış kapalı piramit yapısı iyice pekiştirilmiştir. Artık, Türkiye'nin en iyi üniversitelerinden bile mezun olsa, bir gencimiz polis örgütüne girebilmek için, ayrıca bir de 2 yıllık polis meslek yüksekokuluna gitmek zorunda bırakılıyordu. Kısaca, örgüte dışarıdan giriş olanaksız hale getirildi. Saydamlığın, hesap verilebilirliğin, demokratik toplum düzeninin konuşulduğu günümüzde, polis örgütünün kapalı yapısı açık bir çelişkidir. Böyle bir yapı içerisinde yasadışı oluşumların yeşermesini, giderek örgüte hâkim olmasını ve çeteleşmeyi önlemek hayaldir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Millî Güvenlik Kurulu toplantılarında, emniyet örgütümüzün içindeki yasadışı oluşumların görüşülmesi hepimizi üzmektedir. Görüşmekte olduğumuz 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanununa bir madde eklenmesiyle ilgili tasarı, demin özetlediğim sakıncanın iktidar tarafından fark edildiğini gösteriyor olması bile bir olumluluktur.

İyi niyetli ve yapıcı yaklaşmak istiyoruz elbette. Şayet, iktidar da aynı yaklaşımı benimsiyorsa, bazı soruların yanıtlanması gerekiyor. 2 yıllık polis meslek yüksekokullarının Avrupa Birliğinde bir örneği yoktur. Bu tasarının açılımı, 2 yıllık polis meslek yüksekokulu uygulamasıyla çelişmektedir. O halde, tasarıya bir ek daha yapın ve 2 yıllık meslek yüksekokulu anlamsızlığından kurtulun.

Tasarı metni, genel ve soyut bir karalamayı andırıyor. Gazetelere de yansıdı; bu konuda, ilahiyat fakültesi mezunları polis yapılacak ve daha sonra bunlar da emniyet müdürü yapılacaklar diye.

Emniyet örgütümüzün hangi meslekten kaç personele ihtiyacı var? Bunun planlaması yapılmış mıdır? Böyle bir projeleri varsa öğrenmek istiyoruz; tasarının candamarı aslında bu sorudur. Aksi halde, tasarı yasalaşırsa, partizanlığın ve kadrolaşmanın aracı olarak kullanılmasından, kamu düzeninin onulmaz yaralar almasından endişe ediyoruz. Neden endişe ediyoruz; endişemiz geçmişte yaşadığımız bir gerçekliğe dayanıyor. 1976-1977 yıllarındaki MC Hükümetleri döneminde böyle bir kadro alınmış ve bol miktarda yüksek İslam enstitüsü mezunu, polis örgütüne alınmıştır. Onlar şimdi, en üst düzey yönetici konumundadırlar. Yine, aynı hayal kırıklığının yaşanmasını istemiyoruz.

RESUL TOSUN (Tokat) - Ne var bunda, onlar Türk vatandaşı değil mi!

HAKKI ÜLKÜ (Devamla) - Var, çok mahzuru var efendim.

BAŞKAN - Karşılıklı konuşmayalım arkadaşlar.

HAKKI ÜLKÜ (Devamla) - Bu nedenle, Emniyet örgütünün insan kaynakları planlaması ve örneğin, önümüzdeki üç beş yıl için gereksinim duyduğu uzmanlık alanları sayısal verilerle tasarıya eklenmeli, personel alımı da bu çerçevede yapılmalıdır.

Bir kez daha hatırlatıyorum; kamu düzeni, ciddî sarsıntılar geçirmektedir. Bu olumsuzluğu bir fırsata dönüştürme olanağımız vardır. Böyle günübirlik, birer ikişer cümlelik tasarılarla sorunun tümünü kavramamız ve çözüm getirebilmemiz olanaksızdır. Evrensel hukuk normlarına uygun, toplumdan soyutlanmamış, tam aksine, toplum ortalamasını yansıtan, çağdaş eğitimle donanmış bir polis örgütü kurabilmek için kapsamlı bir çalışma yapılmalıdır. Emniyet örgütünün temsilcisi, hükümetler değildir. Demokrasilerde bu iş sendikal örgütlenmeyle olur. Polisimiz ağır eleştirilere uğrarken kamuoyu önünde polis sendikası yetkililerinin bilgi vermesi, gerekiyorsa özeleştiride bulunmaları, sorunların nedenleri üzerinde bilgi vermeleri, çoğulcu demokratik toplum yapısına daha uygun olur.

Yine, bir vesileyle bu Meclis kürsüsünden sormuş, ama yanıt alamamıştım; bugüne kadar, İçişleri Bakanlığı yapmış ve kendi seçim bölgesine polis okulu açmamış bir kimse var mıdır diye.

HASAN FEHMİ GÜNEŞ (İstanbul) - Var... Ben açmadım.

HAKKI ÜLKÜ (Devamla) - Evet; bir tek bizim, 12 Eylül öncesi, o çok, ama çok MC Hükümetlerinin açmış olduğu yaraları kapatmaya çalışan ve çok başarılı olduğunu bildiğimiz Sayın Hasan Fehmi Güneş'i hariç tutuyorum.

Konya-Ereğli'de açılan Polis Meslek Yüksekokulu ile İçişleri Bakanlığı Müsteşarının siyasî amaçları arasındaki ilişki nedir? Küçük ölçekli ve çok sayıda polis okulu açmak hangi çağdaş yönetim anlayışının ürünüdür? Hangi maliyet, verimlilik ve strateji hesabını yansıtır?

Değişikliği üzerinde çalıştığımız 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanununa göre memleketin genel emniyet ve asayişinden İçişleri Bakanı bizzat ve şahsen sorumludur. Arkadaşlarımızın da dediği gibi, büyük şehirlerimizde suç patlaması yaşanmaktadır. Halkımız endişe ve panik içerisindedir. Sayın Bakan hâlâ koltuğunda rahat rahat oturabilmektedir. Sayın Bakana, demokratik sorumluluğunun gereğinin yapılmasını anımsatıyorum. Emniyet örgütünü çağdaş hale getirmediği için, polis eğitimini hurafelerden arındırmadığı için, ikibuçuk yıldır görevde olmasına karşın polislerimizin sorunlarından hiçbirine en küçük bir çözüm getiremediği gibi, bir umut ışığı dahi yakamadığı için, en önemlisi de Emniyet örgütünü Amerika'da oturan emekli bir seyyar vaizin yasadışı yönetimine terk ettiği için, Sayın Bakan, hem istifa etmeli hem de Yüce Divana gönderilmelidir! Bu iddia bana ait de değildir. Gazetelere yansıdığı kadarıyla Millî Güvenlik Kurulunda da bu konu Güvenlik Kurulunda da bu konu gündeme getirilmiştir.

Polisin, adlî operasyon perdesi adı altında yaptığı telefon dinlemeleri gazetelerde âdeta pehlivan tefrikası gibi yayımlanmaktadır. Polis örgütü içerisindeki yasadışı yapılanma, sanki iç ve dışpolitikada bir güç odağı gibi davranabilmektedir. Yasadışı yapılanmanın önünde engel olarak görülen hedefler, adlî operasyonlara bulaştırılarak kamuoyu önünde lekelenmektedir.

Yargıtay ve MİT'e yönelik iddialar esef vericidir. Bir polis eğitim kurumunca çıkarılan dergide MİT'e yönelik ağır eleştiriler yayımlanmıştır. Merak ediyorum; Parlamentoya intikal etmeyen bir kavga mı yaşanmaktadır acaba?

Polisimizin acilen yeniden yapılanmaya gereksinimi vardır, kamu yararı da bunu gerektirmektedir. Polisin, telefon dinleme ve ülke çapında operasyon yapan birimleri ile eğitim kurumlarının, yukarıda sözünü ettiğim yasadışı yapılanmanın denetimi altında olup olmadığı konusunda geniş katılımlı bir Meclis araştırması kurulmasında son derece yarar vardır.

Sayın İçişleri Bakanı, lise yıllarında Edirne'de mahallelerindeki camiin görevlisiyken tanıştığı seyyar vaize mi, yoksa Türkiye Cumhuriyetine mi sadakat gösterecektir; karar vermenin zamanıdır!

Sonuç olarak: Görüşülen yasa tasarısı yetersizdir, günü kurtarmaya yöneliktir, bir stratejinin ve felsefenin de ürünü değildir; önceliklerle çelişki halindedir; en önemlisi de, bu tasarı mevcut haliyle yasalaştığında partizanca bir kadrolaşmanın önü de açılacaktır.

Birinci talebimiz; hükümet, lütfen, bu tasarıyı geri çeksin ve daha kapsamlı bir öneriyle huzurumuza gelsin. Tasarıda ısrar ediliyorsa, ikinci talebimiz de, tasarı metnine, hangi fakültelerden kaçar kişilik kadro alınabileceği belirtilsin. Zaten bu tasarı 10 000 kişilik kadro için çıkarılıyor; o zaman bu 10 000 kişinin mezun oldukları fakültelere göre dağılımı da yasada yer almalıdır diye düşünüyorum ve bunları söyledikten sonra, bir hatırlatmada bulunmak istiyorum; konuyla çok direkt olmasa bile, Sayın Başkanın hoşgörüsüne sığınarak... Dört haftadan beri, burada, hemen her oturumda, dokunulmazlıkların kaldırılmasına yönelik olarak bazı tartışmalar yapılmaktadır. Hatta, bir arkadaşımızın demin dediği gibi, pişirilip pişirilip önümüze getirilen ve bu konuda, bazen gerçek bazen gerçekdışı davranışlarda bulunulan ve o anlamda da, bazen gerçekdışı iddialarla da kişilerin suçlanmasına neden olan konuşmalar da yapılmaktadır. Şimdi, ben de, dokunulmazlık konusunda bir şey söylemek istiyorum; lütfen, dikkatle dinlemenizi de salık veriyorum.

Değerli arkadaşlar, değerli milletvekilleri, Sayın Başkanım; benim de 2 adet dokunulmazlık dosyam var. Bu, belediye başkanlığı yaptığım döneme ilişkin, o günkü kontrolörlerin hazırlamış olduğu inceleme raporunun daha sonraki prosedürleri sonucu oluşan bir iddianame ve bu iddianameden sonra da arkadaşlarımızın yargılanmaları, o yargılanma süreçlerinden geçildikten sonra onların beraatleri; ama, benim de, arkadaşlarım beraat etmesine rağmen, üzerimde bulunan bir yükün temizlenmesine yönelik olarak... Şimdi, şöylesi bir alışkanlığa doğru gidilmektedir; bakın, burasına, lütfen çok dikkat edin: Benim 2 tane dokunulmazlık dosyam var diye, benim yerime seçilmiş olan bir AKP'li belediye başkanı, nasıl olsa dokunulmazlık dosyaları olan kişilere savcılık tahkikat açamıyor, soruşturma yapılamıyor diye, hiçbir konu yokken...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

RECEP GARİP (Adana) - Ne ilgisi var?!

BAŞKAN - Toparlayalım lütfen.

HAKKI ÜLKÜ (Devamla) - ... sadece ve sadece "eğer, Hakkı Ülkü'nün ismi olursa haber olur" düşüncesiyle, savcılığa bir satır dilekçe vererek dokunulmazlık dosyalarımın kabarmasına neden olan çalışmalar yapılmaktadır artık Türkiye'de. Bunu, bugün için, Aliağa yönünden örnek veriyorum; ama, gelecekte başka arkadaşlarımızın da başına aynı şeyler gelebilecektir.

O nedenle, dokunulmazlıkların kaldırılması sadece şart değil, sadece zorunlu değil, sadece mecburî değil; lütfen, hepimiz bunu kavrayalım; hepimizin, Parlamentonun, ülkemizin temiz toplum, temiz siyaseti için çok, ama çok gereklidir. Eğer, siz, halen dokunulmazlıkların kaldırılması yönünde, tüm kamu personelini içeren bir öneriyle geliyorsanız, bunun ismi kaytarıcılıktır en hafif deyimiyle. Lütfen, Parlamentodaki arkadaşlarımızın dokunulmazlıklarının kaldırılması için girişimde bulunalım. Zira, var olan Parlamentonun saygınlığı, dokunulmazlıkların kaldırılmaması yüzünden giderek daha sonraki zamanlarda düşecek ve önceleri, halkın, Parlamentodan şikâyet ettiği konuma tekrar gelecektir diye düşünüyorum.

Bu düşüncelerimle, hepinize saygılar sunuyorum; yasanın da hayırlı olmasını diliyorum.(CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Şahsı adına söz isteyen, Bayburt Milletvekili Sayın Ülkü Güney; buyurun.

Süreniz 5 dakika.

ÜLKÜ GÖKALP GÜNEY (Bayburt) - Sayın Başkan, muhterem milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Hepinizin bildiği gibi, kamuoyunun yakinen takip ettiği gibi, son birkaç yıldır, ülkemizde suçlarda önemli bir oranda artış vardır. Bunların niteliğine baktığımız zaman, hele hele bunların niteliğine baktığımızda, daha çok hırsızlık, gasp gibi suçlar önplana çıkmaktadır. Tabiî, Türkiye'nin gündemini son aylarda meşgul eden bu hırsızlık, gasp olaylarının önlenmesi için, polis sayısının artırılması, polisiye tedbirlerin alınması gereklidir, önemlidir; ama, asıl burada yatan neden, insanlarımızın, gençlerimizin, çocuklarımızın eğitimidir. Eğer, biz, çocuklarımıza, aile ve okul eğitimlerini ciddî bir şekilde verebilirsek, bu, bu derece azmaz, bu derece büyük olmaz. Tabiî, sosyoekonomik sorunların bunda etkisi var; ama, bunu sadece bir neden olarak gösteremeyiz.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Bakanlığın hazırlamış olduğu bu kanun tasarısının amacı, 10 000 üniversite mezununun polis yapılması. Ben, Sayın Bakanın bunu içine sindirerek getirdiği kanaatinde değilim. Ben de böyle bir uygulamayı doğru bulmuyorum; ancak, bunun bir zaruretten ileri geldiğine de inanıyorum; kısa vadede zaruretten bunun yapıldığını ve yapılmak mecburiyeti olduğunu biliyorum. O bakımdan, acilen böyle bir ihtiyaca gidilmiş olabilir. Umuyor ve diliyorum ki, bu, uzun süre uygulanmaz. Neden uygulanmaz; polislik mesleği, son derece uzmanlık isteyen, önemli bir meslektir. Polis okullarımız iki yıldan beri yüksekokul haline getirilmiş ve çok iyi bir eğitim vermektedir. Eksiği olabilir, onları rehabilite edebiliriz, düzeltebiliriz; hatta, daha yeni derslerle, üniversitelerden öğretim üyeleri temin ederek bunların kapsamını genişletebiliriz. Ancak, benim inancım, polis okullarımızın kontenjanlarını artırarak, yeniden polis okulları da açarak, bu sayıyı böyle temin etmektir; yoksa, siz, 4 yıllık üniversite mezununu, biz bunlara bir altı ay kurs verelim, polis olsunlar... Bu neye döner biliyor musunuz; 1960'lı yılların ortasında, öğretmen okullarını kapatarak, lise mezunlarını, bir 45 gün staj yaptırarak, kurs vererek öğretmen yapmaya benzer. Türkiye Cumhuriyetinin millî eğitiminin temeline dinamitin konulduğu olay da odur, öğretmen okullarının kapatılmasıdır. Tabiî, burada, okullarımız, polis okullarımız kapatılmıyor; doğru. Geçici bir süre için bu yapılmış; çok kısa, geçici bir süre için kabul edilebilir; ama, benim önerim, inancım, deneyimim -ki, Sayın Bakanın böyle düşündüğünü, Bakanlığın böyle düşündüğünü tahmin ediyorum- bu okulların sayısı ve kontenjanlarının, niteliklerinin de artırılarak polis yetiştirilmesidir.

Biraz evvel, burada, bir arkadaşımız, işte, bütün içişleri bakanları, memleketlerine polis okulu yaptı falan diye birtakım laflar etti; pek, doğru bir yaklaşım değil bunlar. Tabiî ki, içişleri bakanı, memleketine okul yaptırır, benim memleketime de Sayın İçişleri Bakanı yüksek polis okulu yaptırdı. Kendilerine, memleketim adına, şahsım adına, huzurlarınızda teşekkür ediyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ÜLKÜ GÖKALP  GÜNEY (Devamla) - Orada, şu anda, 200'ün üzerinde öğrenci eğitim görüyor ve inanın değerli arkadaşlarım, o 200 öğrenci, bu küçük vilayette, ekonomiye katkıda bulunuyor. Siz, o okulların hepsini İstanbul'da da açabilirsiniz, Ankara'da da açabilirsiniz; keşke, bakanlarımız, ellerindeki bütün imkânları seferber ederek, daha da çok periferdeki vilayetlerimizde bu okulları açabilsinler. Benim tespit ettiğim, çok vilayet, bunun da altyapısını hazırlamış vaziyette.

Değerli arkadaşlarım, ben, bu vesileyle size birkaç şeyi hatırlatmak istiyorum. Bunlardan bir tanesi, hatırlar mısınız, eskiden mahalle bekçilerimiz vardı. Mahalle bekçileri "bekçi baba" dediğimiz o insanlar, şehirlerimizde ve mahallelerimizdeki güvenliği sağlarlardı. Onlar kaldırıldıktan sonra, Türkiye'de hiçbir zaman, o bekçilerin döneminde olduğu gibi mahallelerde, çarşılarda güvenlik sağlanamamıştır. Niye; çünkü, o insanlar yöreyi çok iyi biliyorlardı; çünkü, o insanlar o mahallenin içinden geliyordu; çünkü, o insanların kendilerine mahsus bir ağabeyliği, bir saygınlığı vardı. Eskiden, 7 polis, 12 bekçinin olduğu Bayburt'ta bugün 360 polisimiz var. İnanın, bu mevcut polislerimiz, bütün gayretlerine rağmen, şehri tanıyamıyorlar, şehri bilmiyorlar, özelliğini bilmiyorlar; ama, bir bekçi bir mahalleyi istediği gibi yönetebiliyordu. Benim önerim, bu fırsattan istifade ederek, bekçilik müessesesini biraz daha düzenleyerek, çağa uydurarak geri getirmektir. Bu, Türkiye'nin -kapkaç da dahil, özellikle hırsızlık da dahil- olaylarına büyük ölçüde bir merhemdir. Bunu, burada, altını çizerek ifade ediyorum.

DURSUN AKDEMİR (Iğdır) - Doğrudur, alkışlıyorum.

ÜLKÜ GÖKALP GÜNEY (Devamla) - Değerli milletvekilleri, karakolların kaldırılması doğru olmamıştır. İşte biz mobil polis kuracağız, karakolları kapatalım, polis dolansın... Hayır, karakolun maddî yönü yanında bir de manevî yönü vardı. Karakol, bulunduğu yerde, bulunduğu mahalde devleti temsil ediyordu, oraya insanlar sığınıyordu, oraya insanlar gidip derdini anlatıyordu. Şimdi, yanılmıyorsam İstanbul'da yine sabit karakol düzenine dönülüyormuş. Bana göre çok doğrudur. Bunu, Bakanlığımızın mutlaka gözden geçirmesi lazımdır.

Son olarak, bu yeni alınacak olan, polis olacak gençlerimizle ilgili bir endişemi dile getirmek istiyorum. Şimdi, bunlar 4 yıllık üniversite mezunu ve 10 000 kişi polis olarak, Emniyet Teşkilatı içine gelecek. Emniyet Teşkilatında da mevcut polislerimiz, yüksekokul mezunu 2 yıllık. Şimdi, burada, korkarım ki, kıdem ve rütbe bakımından ve menşe bakımından... O da nedir: 4 yıllık, işte, hızlandırılmış polisler, polis okullarından mezun olan polisler diye bir ayrımdan korkarım. Buna, uygulamada mutlaka dikkat edilmesi gerektiğine inanıyorum. Hele hele şunu asla kabul etmiyorum: Efendim, Türkiye'de işsizlik vardır, biz 10 000 üniversite mezununu da polis yapalım, böylece işsizliğe de bir nebze çare bulmuş oluruz... Bunu burada düşünmek, söylemek bana göre son derece yanlıştır, böyle bir şey düşünülemez. Polislik, teknik bir meslektir; polislik, deneyim isteyen bir meslektir; polislik, ciddî okullarda okunarak elde edilebilen bir meslektir. Yoksa, işsizliğe çare için bir araç olarak asla kullanılmamalıdır diyorum.

Sonuç olarak, bu çıkacak yasanın ülkemize, polis teşkilatımıza hayırlı olmasını diliyorum ve altını çizerek, bunun uzun süre kullanılmamasını, uygulanmamasını diliyorum. Polis okullarımızın niteliklerinin artırılarak, kontenjanının, artı sayısının artırılarak hayata geçirilmesini diliyor, Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum. (Bağımsızlar ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Şimdi, Hakkı Ülkü Ülkü Güney konuşma bölümünü tamamladılar.

Hükümet adına, İçişleri Bakanı Sayın Abdülkadir Aksu söz istemiştir.

Buyurun Sayın Aksu. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakikadır.

İÇİŞLERİ BAKANI ABDÜLKADİR AKSU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Biraz önce konuşan İzmir Milletvekili Sayın Hakkı Ülkü'nün konuşmalarına gerçekten üzüldüm.

Değerli arkadaşlarım, ben, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve yasalarının emrinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesi olarak burada yaptığım yemine sadık kalmak suretiyle, İçişleri Bakanı olarak hükümet sorumluluğunu yerine getirmeye gayret eden bir arkadaşınızım. Maiyetimdeki Emniyet Teşkilatı güzide mensupları da, yine, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve yasalarına, Anayasanın temel ilkelerine ve hukuk devleti ilkelerine uygun olarak, hiyerarşik amirlerinin maiyetinde, aziz milletimize hizmet etme gayreti içerisindeler. Bunun dışında başka türlü değerlendirmelere, vehimlerle hareket etmelere bir anlam vermek mümkün değil.

Ayrıca, Sayın Ülkü Güney'e de teşekkür ediyorum, önemli bir konuya temas ettiler; eğitim dediler. Gerçekten, eğitim çok önemli ve biz, Hükümet olarak da, her fırsatta ifade ettiğimiz gibi dört önceliğimiz var diyoruz; eğitim, sağlık, adalet, güvenlik ve emniyet.

Onun için, gerçekten eğitime önem veriyoruz. Eğitim altyapısının hızlandırılması, işte, bir taraftan, bildiğiniz gibi haydi kızlar okula kampanyasıyla kız çocuklarımızın da okumasını teşvik ederken, bir taraftan eğitime yüzde yüz destek projemizle de, kadirşinas, hayırsever vatandaşlarımızın da eğitime katkılarını sağlıyoruz, bu yönden gayret gösteriyoruz.

Ben, hepinize teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Bakan konuştuktan son söz milletvekilinindir kuralına göre söz hakkı var.

Kullanmak isteyen?.. Yok.

2 nci maddenin ek 25 inci maddesini, ekli 1 sayılı listeyle birlikte oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Şimdi, ek maddeleriyle birlikte, görüştüğümüz çerçeve 2 nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

3 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3.- 3201 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.

GEÇİCİ MADDE 21.- Bu Kanun uyarınca polis meslek eğitim merkezlerinde eğitimlerini başarı ile tamamlayanların Emniyet Genel Müdürlüğü kadrolarına aday polis memuru olarak atanmaları, 2005 yılı için geçerli olmak ve toplam (2.000) adedi geçmemek üzere, 5277 sayılı 2005 Malî Yılı Bütçe Kanununun 25 inci maddesinin (a) fıkrasındaki (48.000) adet sınırlamasına tâbi olmaksızın gerçekleştirilebilir.

BAŞKAN - Madde üzerinde söz isteyenler:

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Konya Milletvekili Atilla Kart.

Şahsı adına, Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan.

Buyurun Sayın Kart.

Süreniz 10 dakika.

CHP GRUBU ADINA ATİLLA KART (Konya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan tasarının 3 üncü maddesi üzerinde söz almış bulunmaktayım; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, hem maddeyle sınırlı olacak şekilde hem de Sayın Bakanın açıklamalarına hem karşılık vermek, hem açıklama getirmek üzere kısa bir değerlendirme yapmak istiyorum.

Getirilen tasarıda, şube müdürleri, birinci sınıf emniyet müdürleri dışında, yardımcı hizmetler sınıfı adı altında, teknisyen yardımcısı sıfatıyla 300 kişinin alınmasından söz ediliyor. Bu 300 kişinin, idarî hizmetlerde, büro hizmetlerinde kullanılacağı anlaşılıyor; bunu, Sayın Bakan da ifade ettiler.

Bu hizmetler, biliyoruz ki, değerli arkadaşlarım, şu ana kadar, genellikle ihale yoluyla özel firmalara, özel şirketlere yaptırılıyor; çünkü, yaptırılan bu işlerin, polislik mesleğinin teknik yapısıyla pek bir ilgisi yok, polislik mesleği anlamında, ayrıca hizmet alınmasını gerektiren, eğitim verilmesini gerektiren bir yönü yok. O sebeple, bu noktada, yardımcı hizmetler sınıfı adı altında, polis kadrosu ihdas edilmesinin hiçbir gerekçesi ve dayanağı yok değerli arkadaşlarım. Bu, bizim başlangıçtaki endişelerimizi yine doğrulayan bir gelişme. Bir taraftan kamu bütçesine çok büyük yük getiren bir harcama, bir taraftan da, kadrolaşmaya yasal zemin sağlayan bir gelişme. Bunun başka bir açıklamasının olamayacağı görüşündeyiz.

Sayın Bakan, birinci sınıf emniyet müdürlerine yönelik değerlendirme yaparken de, APK kadrolarında kullanılan, görev yapan birinci sınıf emniyet müdürlerinin burada, eğitim merkezlerinde görev yapabilmesi amacıyla, sadece teknik bir düzenleme yapıldığını, bu amaçla bu düzenlemenin yapıldığını ifade ettiler. Açıkçası, bu noktadaki gerekçenin de tatminkâr olmadığını tekrar ifade etme gereğini duyuyorum. Burada yapılmak istenenin, en azından, Emniyet Teşkilatı Yasasının 13 ve 15 inci maddelerinden yararlanılarak, kaymakam muadili olan kamu görevlilerinden, emniyet müdürlüklerine naklen veya terfian atama yapılmak olduğu kanısındayız. Bu durumun, hem bu tasarının amacıyla, gerekçesiyle bağdaşmadığını hem de, hep ifade ettiğimiz, Emniyet Teşkilatındaki hiyerarşik yapıyı, bütünlüğü bozmamak amacını ihlal ettiğini tekrar ifade etmek istiyorum. Burada, yine, hiyerarşik yapıyı bozan bir uygulama sürecinin başlayacağı endişesini taşıdığımızı ifade etmek istiyorum. Sayın Bakan, umarım ki, o noktadaki açıklamasında, ilerleyen aşamalarda, uygulamalarda tutarlı bir şekilde davranırlar; gerçekten, bunu, fiilî anlamda yeni bir kadro ihdası ve kamu bütçesi için yeni bir harcama kaynağı olarak ve bu arada, tabiî, yeni bir kadrolaşma vesilesi olarak kullanmazlar; bunu uygulama içinde göreceğiz.

Ben, asıl, kıdem ve liyakat kitapçığı konusuna gelmek istiyorum. Bakın, değerli arkadaşlarım, bu kitapçıkta, demin, ilk on sıradaki tasnifi sizlere okudum. Burada, tekrar, şunu altını çize çize anlatmak istiyorum: Kıdem kitapçığı, emniyetin kendi kayıtlarına göre düzenlenen bir kitapçık. Yapılan uygulamayı, yapılan haksız uygulamayı biraz evvel listelerle somut olarak açıkladım. Sayın Bakan da bu terfi listesinin ve kıdem kitapçığı listesinin içeriğine yönelik herhangi bir itirazda bulunmadılar.

Bakın, değerli arkadaşlarım, ne yapıyoruz; kıdem kitapçığının           -sırasıyla okuyorum- 294, 175, 220, 308, 212, 278, 226, 271, 300 ve 265 inci sırasındaki amirleri, geliyoruz, terfi listesinin ilk 10 sırasına terfi ettiriyoruz. Sayın Bakan diyorlar ki: "Efendim, her ne kadar, kıdem kitapçığında, kıdem listesinde bu kadar geride de olsa bu arkadaşlarımız, liyakatta yaptığımız mülakatlarda son derece başarılı oluyorlar." Kıdem kitapçığında 294 üncü sıradayken, liyakat uygulamasında, her nasılsa, bir anda 1 inci sıraya geliyor. Bakıyoruz, enteresan, böylesine, 294'te, 250'de olup da 1 inci sıraya, 2 nci sıraya gelen amir sayısı 1 kişi, 2 kişi, 3 kişi değil; yüzlerce kişi geliyor. Nasıl geliyor: 81 kişinin içinde sadece 8-9 kişi kıdem listesine uygun bir şekilde geliyor, 72-73 kişinin tamamı ilk 150'den sonraki insanlardan oluşuyor. O zaman değerli arkadaşlarım, şunu sormamız gerekiyor; bir tarafta böyle bir kıdem listesi, öbür tarafta da o kıdem listesini mutlak anlamda çürüten bir liyakat listesi. Kıdem listesi nasıl oluşuyor, kıdem kitapçığı nasıl oluşuyor; bakanlığın kendi kayıtlarına göre oluşuyor, başarı ve disiplin durumlarına göre oluşuyor. Liyakat listesi nasıl oluşuyor; öyle anlaşılıyor ki ve biliyoruz ki, liyakat listesi, tamamen sübjektif ölçülere göre, o siyasî iktidarın kişisel yakınlıklarına göre veya başka ölçülere göre.

Başka ölçüler tabirini kullanırken, yine, cemaat ve tarikat ilişkilerine temas etmeyeceğim; ama, bakın, bunun adını ne koyarsanız koyun, bunun adı şudur değerli arkadaşlarım; niteliksiz ve vasıfsız kadrolaşmadır bu. Bunun başka açıklaması olamaz, bunun başka izahı olamaz.

Ben tekrar ifade ediyorum: Kıdem listesinin 294 üncü sırasındaki kişiyi, terfi listesinin 1 inci sırasına hangi liyakat ölçüsüyle getirebilirsiniz?! Bunun inandırıcı bir açıklaması olabilir mi değerli arkadaşlarım?! Bunun inandırıcı hiçbir açıklaması olamaz. Bunun tek açıklaması vardır; kişisel ölçülere göre niteliksiz ve vasıfsız kadrolaşmadır. Bunun başka bir açıklaması olamaz. Bunun dışında yaptığınız ve yapacağınız açıklamaların şu listeler karşısında, şu kayıtlar karşısında hiçbir inandırıcı açıklaması olamaz ve böyle bir açıklama, değerli arkadaşlarım, kamuoyunu ciddîye almamaktır; böyle bir açıklama, kamuoyunun değerlendirmelerine itibar etmemektir; böyle bir açıklama, ben bildiğimi yaparım, yapmaya devam ederim demektir. Bunu yaptığınız zaman, bu getirdiğiniz tasarıda inandırıcı olamazsınız; bunu yaptığınız zaman, emniyetin hiyerarşik yapılanmasını altüst edersiniz; orada da, o emniyet yapılanması içinde de, asayişte ve diğer konularda huzur ve güveni sağlayamazsınız.

Onun için, ben, Sayın Bakanı, bu konularda daha tatminkâr ve inandırıcı açıklamalar yapmaya ve uygulamalarını da buna göre düzeltmeye bir defa daha davet ediyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Şahsı adına söz isteyen, Denizli Milletvekili Sayın Ümmet Kandoğan; buyurun. (Bağımsızlar sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika.

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Görüşmekte olduğumuz kanun tasarısı, çok kısa süre içerisinde Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine gelmiş; geçen konuşmamda da bahsetmiş olduğum gibi, İçişleri Komisyonunda, Meclis Başkanlığınca havale edilmiş olmasına rağmen, görüşülmeden Meclisin gündemine getirilmiştir. Bu kanun tasarısının bu kadar hızlı bir şekilde Meclis gündemine taşınmasının altındaki neden, son aylarda, özellikle Türkiye'nin büyük şehirlerinde ortaya çıkan gasp, kapkaç ve hırsızlık olaylarının çok fevkalade artmış olmasından kaynaklanmaktadır. Tabiî, kamuoyundaki çok büyük tepki de dikkate alınarak, en azından bu tepkileri bir nebze olsun susturabilmek maksadıyla Meclis gündemine getirilen bir kanun tasarısı. Bunu niye söylüyorum; çünkü, görüşmekte olduğumuz maddede, 2005 yılı içerisinde sadece 2 000 polis alınacak. 2005 yılında alınacak olan polis sayısı 2 000. Şimdi, 81 ili düşünecek olursak, her il başına düşecek olan polis sayısı 24. Bu kadar koparılan gürültünün ardından çıkacak netice böyle mi olmalıydı. Şimdi, 24 tane polis artacak her ilde; 24 polisle ortaya çıkan bu gasp, kapkaç, hırsızlık gibi, özellikle büyük şehirlerde insanları sokağa çıkmaktan alıkoyan ve gece vakti özellikle bayanların evlerinden dışarıya adım atamadıkları bir dönemde getirilen bir kanun tasarısı sadece 2 000 polis memurunun alımıyla ilgiliyse, ben, buradan iddia ediyorum ki, bu getirilen kanun tasarısıyla, burada kanunlaştıktan sonra, bu meselelerin çözümünün de mümkün olmadığı inancındayım. 2 000 polis memuruyla bu meseleler halledilebilecekse, 2 000 polis memurunu almadan da bu meselelerin çözümünün mutlaka İçişleri Bakanlığı tarafından, Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından düşünülüp ele alınması lazım. 

Ben, öncelikle, Sayın Bakanım, son günlerde artan bu olayların sebebinin ciddî bir şekilde araştırılıp ortaya konulduğunu, merak ediyorum, böyle bir çalışma var mı veya bu probleme karşı ne gibi tedbirler alınması lazım geldiği hususunda bir çalışma var mı? Kamuoyunda bu konuyla ilgili olarak görüşlerini, önerilerini ortaya koyanlar var. Bunlardan, en azından, bu meselelerin çözümüyle ilgili görüşleri, önerileri alınıyor mu?

Ben, geçen haftaki konuşmamda da, özellikle içinde bulunduğumuz günlerde, Türkiye'de emniyet ve asayiş bakımından, bölücü terör örgütü açısından önemli gelişmelerin olabileceğinin sinyalini vermiştim. İşte, o konuşmanın üzerinden üç gün sonra, Mersin'deki menfur hadise ve Türkiye'nin birçok ilinde nevruz kutlamaları bahanesiyle bölücü terör örgütü lehine atılan sloganların ve pervasızca o toplantılara iştirak edip Türkiye aleyhine çalışan dışarıdan gelen parlamenterlerin durumu karşısında, ben, hükümetten gür bir ses bekliyordum. Norveç'ten gelen milletvekilleri, gazeteciler ve Norveç'in Ankara Büyükelçisi, nevruz günü kutlaması yapılan bir ilde, bölücü terör örgütü lehine atılan sloganlara iştirak ediyorlar, elleriyle zafer işareti yapıyorlar ve Norveç'in Ankara Büyükelçisi, bütün bu olup bitenleri, Türkiye'deki demokratikleşme açısından son derece uygun bulduklarını ifade ediyor ve bunun karşısında, bizim hükümetimizden ne İçişleri Bakanımızdan ne Dışişleri Bakanımızdan ne de hükümetten etkili ve gür bir ses çıkmadı arkadaşlar. Ben, bunu, bir soru önergesi haline getirdim, Dışişleri Başkanlığına sordum. Eğer, bir Türk milletvekili, İspanya'da ETA örgütüyle ilgili, Bask bölgesiyle ilgili, İrlanda'da IRA Kurtuluş Örgütüyle ilgili, Almanya'da Baader-Meinhoff çetesiyle ilgili herhangi bir söz söylese, o ülkenin hükümeti, eğer, bunu söyleyen büyükelçiyse, onu, o ülkenin sınırları dışına çıkmaya davet eder ve bunun takipçisi olur. Türkiye bu durumlara düşecek bir ülke midir arkadaşlar?! Memleketin en güzide köşelerinde bölücü terör örgütü lehine atılan sloganlar karşısında Sayın İçişleri Bakanının söyleyecek bir sözü yok mu değerli arkadaşlar?!

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Toparlayalım lütfen...

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Değerli milletvekilleri, geçen gün de söyledim. Bakınız, Kara Kuvvetleri Komutanı bunun sinyalini, işaretini vermişti. Kara Kuvvetleri Komutanı şöyle demişti: "Terör örgütü, elebaşısının yakalandığı 1999 yılından daha iyi durumda; ama, biz, güvenlik güçleri olarak 1999'dan daha geri durumdayız." Bu sözler karşısında hükümetin, kamuyu rahatlatacak, Türk Milletini rahatlatacak ifadelerini, ben, maalesef, ne basında ne televizyonda ne de Meclis kürsüsünde duymadım.

Şimdi, geliyoruz, burada, emniyet örgütüyle ilgili çok önemli bir kanunu görüşüyoruz, Mecliste 60 kişi var, 70 kişi var ve böyle bir kanunun görüşülmesi sırasında, bu Meclisin, özellikle son günlerdeki asayiş bozukluklarından dolayı, dolu olması ve bu konuyla ilgili olarak milletvekillerinin, burada, görüş ve önerilerini iletmesi gerekiyor.

Geçen gün de söyledim; polis, moral bozukluğu içerisinde; polis, arkasında siyasî güç ve siyasî destek istiyor; yoksa, yıllarca, bu polis sayısıyla terör örgütleriyle başa çıkan Türk polisinin, Türk Emniyet Teşkilatının, büyük şehirlerdeki kapkaç, gasp ve hırsızlık olaylarıyla başa çıkmaması mümkün mü; ama, polis, akşam eve gittiğinde ertesi gün geçimini nasıl sağlayacağının, çocuğunu nasıl okutacağının hesabını yapıyor; polis, emekli olduğunda nasıl geçineceğini düşünüyor.

Bakınız, Sayın Bakanım sizin bir konuşmanız var; şöyle söylüyorsunuz: "Ben bakanlık görevime başlar başlamaz, hem emniyet mensuplarımız, amir ve memurlarımızın hem de çarşı ve mahalle bekçilerimizin özlük haklarıyla, sosyal haklarıyla ilgili bir düzenleme yapılmasını istemiştim ve bu çalışmalarımız da devam etmektedir." İkibuçuk yıl oldu  Sayın Bakanım; artık, bu polis memuru, bu sizin sözlerinizin inandırıcılığına inanmıyor. Polis memurunun, bir Bakan olarak vermiş olduğunuz sözün arkasında durmamanızdan dolayı size güveni ve inancı azalmış vaziyette.

Biraz sonra geleceksiniz, bu kürsüden, yine, çalışmalarımız devam ediyor diyeceksiniz. Ben, bütçe görüşmelerinde İçişleri Bakanlığı bütçesinde konuşurken de aynısını söyledim; dediniz: "Çalışmalarımız devam ediyor." Bu çalışmalar nasıl bir çalışmadır ki, aylarca, yıllarca devam edecek ve...

BAŞKAN - Ümmet Bey, toparlayalım...

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Toparlıyorum.

Polislerimizin, çarşı ve mahalle bekçilerimizin -hele hele onların- yıpranmayla ilgili sorunları da var; bu meselelerin bir an önce çözülmesi gerekiyor. Polisin askerlik meselesi var; geliniz, Sayın Bakanım bunu halledelim. Çarşı ve mahalle bekçilerimizin sosyal ve özlük haklarını düzenleyelim ve Avrupa Birliği standartlarında polis sayımızı artırmaya çalışırken, geliniz, onların sosyal ve özlük haklarını da yine aynı şekilde düzeltelim.

AK Parti Milletvekili Sayın Veli Kaya'yı dinledim burada, şunu söylüyor: "Polislerin, insanca yaşayabilecekleri maaşı alabileceklerini bu iktidar sağlayacaktır." Bunun mefhumu muhalifi nedir arkadaşlar; bu sözün mefhumu muhalifi -şu anda dilim varmıyor- polislerimizin yaşantısının, geçim şartlarının çok kötü durumda olduğunun bir ifadesidir. Yoksa, bizim polisimiz, 18 saat de çalışır, 24 saat de çalışır; binlerce şehit vermiştir, yine binlerce şehit vermeye devam eder; ancak, arkasında ciddî manada bir siyasî güç, bir moral desteğinin olmasını dört gözle bekler ve bu durumlarının düzelmesi halinde biz bunlara, 12 saat değil, 24 saat de görev başına desek, bu arkadaşlarımız seve seve görevlerinin başına giderler.

BAŞKAN - Yani, Türk polisi yorulmaz diyorsunuz.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Mümkün değil...

Ben, yirmiüç yıl bunlarla en yakın konumda çalıştım; gecesini gündüzünü bu millet için fedakârlıktan... Canını, malını her şeyini bu memleket için, bu millet için vermekten kaçınmayan insanlardır. Ben soruyorum, dünyada Türk Polis Teşkilatı kadar görevi başında, bizim inançlarımıza göre, şehit edilen, bir başka ülkenin polisi var mıdır? Bu sayı en fazla Türkiye'dedir.

Öyleyse Sayın Bakanım, böyle 2 000 kadroyla bu meselelerin çözülmesi mümkün değil, geliniz, bu polis teşkilatının meselelerini baştan alalım, bunlara sahip çıkalım ve bunların moralini en üst noktaya taşıyacak tedbirleri alalım ve ondan sonra kendilerinden de görev bekleyelim. Ben inanıyorum ki, ne kapkaç olur ne hırsızlık olur ne gasp olur ne terör hadisesi olur.

Ben bu duygu ve düşüncelerle, hepinizi saygıyla selamlıyor, Sayın Başkanıma da müsamahasından dolayı teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Yine de polislerimizin dinlenmeye hakkı vardır; yeteri kadar dinlenen, tatil yapan polislerimiz daha başarılı olurlar.

AHMET IŞIK (Konya) - Doğru Yol Partisi ne yaptı zamanında?

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Hep beraber yapalım. Bunun partiyle alakası yok.

AHMET IŞIK (Konya) - Doğru Yol Partisi, iktidarında ne yaptı?! Hariçten gazel okumak kolay.

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Hep beraber yapalım.

AHMET IŞIK (Konya) -Çalışmalar devam ediyor.

ATİLLA KART (Konya) - İktidar olmanın sorumluluğu var.

BAŞKAN - Madde 3'ü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... 3 üncü madde kabul edilmiştir.

4 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 4.- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN - Söz isteyen?.. Yok.

Soru yok.

4 üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

5 inci maddeyi okutuyorum:

MADDE 5.- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN - Söz isteyen?.. Yok.

Soru yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... 5 inci madde kabul edilmiştir.

Tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir; hayırlı olsun.

Sayın Bakan teşekkür konuşması yapacaklardır.

Buyurun Sayın Bakan. (AK Parti sıralarından alkışlar)

İÇİŞLERİ BAKANI ABDÜLKADİR AKSU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarımızın Yüce Meclisimizde kabulü üzerine söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Meclisimizin siz değerli üyelerini saygıyla selamlıyorum.

Malumlarınız olduğu üzere, 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanunu, kamu düzeni ile emniyet ve asayişin sağlanmasında temel kanunlarımızdan biridir. 4 yıllık yükseköğrenim kurumlarından mezun olanların polis memuru olarak istihdamına ilişkin değişiklik çalışmaları biraz önce tamamlanarak Yüce Meclisin kabulüne, sizlerin kabulüne mazhar oldu. Ülkemizde yaşanmakta olan sosyoekonomik gelişmeler, hızlı kentleşme ve göç hareketleriyle birlikte yeni suç kavramları polis teşkilatımızın güçlendirilmesi ihtiyacını da doğurmuştur. Değişen dünya koşullarına uyum paralelinde, Avrupa Birliğine üye ülkelerdeki polis sayısı standardı, polis sorumluluk alanına giren bölge ve nüfus miktarı, organize suç birimlerinin giderek kompleks bir hale gelmesi gibi nedenler de gözönünde bulundurularak bu düzenleme yapılmıştır. Bu düzenleme, uygulamada nadir de olsa sıkıntıları giderebilecek niteliktedir.

Emniyet Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun ülkemize, milletimize ve teşkilatımıza hayırlı olmasını diliyorum. Kanunun kabulü nedeniyle, Yüce Meclisin siz değerli üyelerine tekrar teşekkür ediyor ve saygılarımı sunuyorum; hayırlı olsun efendim. (Alkışlar)

BAŞKAN - Biz de, Divan olarak, Meclis adına, hayırlı olsun diyoruz. Ülkemizin güvenliğini, asayişini sağlamak açısından yararlı olur diye düşünüyoruz.

Değerli milletvekilleri, Antalya Milletvekilleri Fikret Badazlı, Mehmet Dülger, Mevlüt Çavuşoğlu, Osman Akman ile Burhan Kılıç'ın, Antalya İli Kale İlçesi Adının "Demre" Olarak Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifi ile Antalya Milletvekilleri Osman Kaptan, Atila Emek, Osman Özcan, Tuncay Ercenk, Feridun F. Baloğlu, Hüseyin Ekmekcioğlu ve Nail Kamacı'nın Aynı Mahiyetteki Kanun Teklifi ve İçişleri Komisyonu Raporunun görüşmelerine başlıyoruz.

3.- Antalya Milletvekilleri Fikret Badazlı, Mehmet Dülger, Mevlüt Çavuşoğlu, Osman Akman ile Burhan Kılıç'ın; Antalya İli Kale İlçesi Adının "Demre" Olarak Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifi ile Antalya Milletvekilleri Osman Kaptan, Atila Emek, Osman Özcan, Tuncay Ercenk, Feridun F. Baloğlu, Hüseyin Ekmekcioğlu ve Nail Kamacı'nın Aynı Mahiyetteki Kanun Teklifi ve İçişleri Komisyonu Raporu (2/60, 2/69) (S. Sayısı: 634) (x)

BAŞKAN - Komisyon?.. Burada.

Hükümet?.. Burada.

Komisyon raporu 634 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Teklifin tümü üzerinde söz isteyenler: Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Antalya Milletvekili Fikret Badazlı, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Antalya Milletvekili Osman Kaptan.

Şahısları adına söz isteyenler: Antalya Milletvekili Osman Kaptan, Antalya Milletvekili Fikret Badazlı.

Sayın Fikret Badazlı, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına söz alıyorsunuz; aynı zamanda, şahsınız adına da konuşma talebiniz var.

FARUK ÇELİK (Bursa) - Şahsı adına değil Sayın Başkan, yalnız grup adına konuşacak.

FİKRET BADAZLI (Antalya) - Şahsı adına da bir başka arkadaşım konuşsun.

BAŞKAN - O zaman 20 dakika.

Buyurun, söz sizin Sayın Badazlı.

AK PARTİ GRUBU ADINA FİKRET BADAZLI (Antalya) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

                     

(x) 634 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

Sayın Başkan, Yüce Meclisin çok değerli milletvekilleri; Antalya İli Kale İlçesinin adının "Demre" olarak değiştirilmesi hakkında, altında imzam bulunan kanun teklifi üzerinde söz almış bulunuyorum; Grubum ve şahsım adına Yüce Heyetinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Konuya girmeden önce, üç gün evvel Mersin'de zuhur eden, ecdadımızın kanlarından rengini almış Şanlı Bayrağımıza uzanan eli lanetle kınıyorum, o el kırılsın diyorum. Polisimizin oradaki duyarlılığından dolayı kendilerini tebrik etmekle beraber, mesele, konu, üç gündür ülke insanını stres içerisine sokmuştur. Bu tip olayların seçildiği günler, aşağı yukarı, bellidir. Polisimizin, bundan sonra, artık, bu olaylar, bu çirkin olaylar, bu sevimsiz olaylar yaşanmadan, bunların önüne geçeceğini ve bize, ülkemize, insanımıza bir daha bu tip olayları yaşatmamaları noktasında, polisimizin becerisine, maharetine güvendiğimi de ifade etmek istiyorum.

Şu anda, Kale İlçesinin isminin değiştirilmesini müzakere edip kanunlaştıracağız. Aslında, bu tanımlama da tam yerine oturmuyor. 2600 yıldır önemli bir insanlık tarihine yataklık yapmış, antik, doğal, sembol ve tarihî değerleriyle ayrı bir özelliği olan Demre Beldemizin, 4 Temmuz 1987 günü Resmî Gazetede yayımlanarak ilçeliğe yükselirken elinden alınan isminin iadesini müzakere edip, inşallah, yüce iradenizle kanunlaştıracağız dersek daha doğru ifade etmiş oluruz diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlarım, Antalya'nın Demre İlçesi, Finike ve Kaş İlçeleri arasında olup, Kaş'a 48, Finike'ye de 25 kilometre mesafede bir sahil ilçesidir.

Demre, MÖ 5 inci Yüzyılda, yani, tüm Ortaçağ boyunca ününü sürdüren Myra adlı önemli bir Likya kentidir. Myra, kelime olarak "yüce ana tanrıçanın yeri" anlamına gelmektedir. Myra'da, MÖ 4 üncü Yüzyılda basılan ilk sikkenin üzerinde ana tanrıçanın kabartması da vardır.

Myra, Likya bölgesinin başşehri olarak da bilinir. Aziz Nikola, 408-450 yıllarında Myra'da Başpiskoposluk yapmıştır; öldüğünde de, adını verdiği kendi kilisesine gömülmüştür. Şehir, 7 nci Yüzyıldan başlayarak 9 uncu Yüzyıla kadar Arapların hücumlarına maruz kalmış, 1034 yılında Harun El Reşit'in komutanlarından birisi Myra'yı zaptetmiştir. Bu deniz hücumlarında Aziz Nikola'nın kilisesi de hasar görmüş, sonra onarılmıştır. Myra Çayının sık sık taşması ve depremler Arapların şehri terk etmesine neden olmuştur. Türkler bölgeye geldiklerinde kaybolmak üzere olan bir Myra bulmuşlardır. Zira, Myra'nın birçok yapısı, Kekova başta olmak üzere, bugün sular altında bulunmaktadır.

Bugün, Aziz Nikola Kilisesi, tiyatro ve Roma Devri mezar anıtı, portika ve taş mezarlar, antik ve paha biçilmez değerleriyle göze çarpmaktadır. Ayrıca, Sura antik kentini, birkaç kilometre ileride de Trebenda antik kentini görürüz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Kale, yani, Demre, dinler tarihi açısından dünyada önemli bir yeri olan "Noel Baba" olarak efsaneleşen Aziz Nikola'nın mezarının bulunduğu bir yerleşme yeridir.

Her yılın 6 Aralık günü başlayan törenlerle anılan ve bugün, pek çok ülkenin başazizi kabul edilen Nikola, yani, Noel Baba, her yıl, 250 000 civarında yabancının bilfiil ziyaret ettikleri Demre'dedir.

Bu güzel kent Türklerin eline geçince Myra olan adı Demre olarak değiştirilmiş, yukarıda belirttiğim ilçe olduğu tarihe kadar da Demre olarak, bir marka şeklinde kalmıştır. İlçe yapılırken de, Demre ismi, bizim Antalya'nın, o zamanki, bu salonda oturan milletvekillerinin, maalesef, alık alık bakışları arasında, bir hokus pokusla bir anda buharlaşmış "Kale" oluvermiştir. Kale olmuş da ne olmuştur; izninizle bunu inceleyelim.

BAŞKAN - Fikret Bey, o dönemin milletvekillerinin alık alık baktıklarını söylemek pek uygun kaçmadı.

FİKRET BADAZLI (Devamla) - Bakmışlar.

BAŞKAN - Daha uygun bir sıfatla değerlendirirseniz daha iyi olur.

FİKRET BADAZLI (Devamla) - Olabilir. Veya ilgisizlikleri diyelim. Mutlaka, burada, ben, eski milletvekillerini suçlamadan geçemiyorum Sayın Başkanım; vebali varsa, bana ait. Bugün, bizi, bakınız, tekrar uğraştırıyorlar.

25 kilometre ilerideki Finike İlçesinin merkezine yörede Kale denilir. Ayrıca, bitişik Denizli'nin Kale'si, Malatya'nın da Kale'si var. Türkiye'deki 40 000 civarında köyde mükerrer çok isim vardır; ama, köylerin isminin, o kadar sayıda ayrı isim bulunamadığı cihetiyle, ili, ilçesi de yazılarak belirlenip ifade edilmesi doğrudur. Ancak, ilçelerde mükerrer isim kullanmaya gerek de yoktur. İlçeler de, iller gibi, markadır, marka da olmalıdır.

Örnek verelim: Lapseki dediğimizde Çanakkale yazmaksızın, İmranlı dediğimizde Sivas yazmaksızın, Tefenni dediğimizde Burdur yazmaksızın postayla gönderilen bir emtianın, mektubun, kolinin yerine vardığını hepimiz biliyoruz; ama, Kale dediğimizde, bizim havalemiz, illâ, Malatya'yı, Denizli'yi, Antalya'yı yazmak suretiyle yerini buluyor. Dolayısıyla, posta kodu kullanma alışkanlığını da beceremediğimize göre, haydi gitsin mektubunuz, koliniz vesaireniz... İşin içinden çıkılmıyor ve birçok karmaşa doğuyor.

Madalyonun bir diğer yüzü de -konumuz Kale- diyelim ki, Kanada'dan Demre diye bir mektup yazsanız veya bir posta emtiası gönderseniz veya Avustralya'dan gönderseniz veya Oslo'dan -Norveç'ten- gönderseniz, tıpış tıpış Demre'ye varıyor; yani Antalya yazmaya lüzum yok, "Demre-Türkiye" dediğimizde, dünyanın dört bucağından yerine ulaşabiliyor. Demek ki, Demre, beynelmilel bir isim, marka olmuş. Bunu burada niye değiştirmişler; ben, anlamakta sıkıntı çekiyorum.

Bu tarihî isim, tüm Antalyalıların, Türkiye'nin, dünyanın bildiği Demre ilçe olurken Kale olmuş, günümüze kadar, pratikte olmasa da, resmiyette Kale olarak gelmiş.

İlçeye girerken belediye bir kemer kapı yapmış ve "Demre'ye hoş geldiniz" diye yazmış. Otobüslerde, minibüslerde, her tarafta Kaş-Demre, Demre-Finike, Demre-Elmalı diye görürsünüz.

Zorla giydirilmeye çalışılan bu elbiseyle o insanlarımız rahat edemediler. O insanlar bizden isimlerinin iadesini istediler. Bizlerden, siz Yüce Meclise, Meclisin çok güzide üyelerine bu dileklerini saygılarıyla iletmemizi talep ettiler. İşte demokrasi. Biz, o insanların temsilcileri olarak tüm Antalya milletvekilleri, konuyu Yüce Meclise, yüce huzurunuza taşımış olduk.

Bu tasarımız geçtiğimiz günlerde gündeme geldiği halde görüşülemedi. Geçen süre içerisinde birkaç değerli milletvekili arkadaşım, bana, şakayla karışık, Demre isminin Türkçe olup olmadığı hakkında fikrimi sordular. Bakınız değerli arkadaşlarım, bu esprilere izninizle birlikte bir göz atalım.

Bizim, Türkiye'de Türkçe olmayan isimlerin karşılığında Türkçe sözcükler üreterek bunları değiştirmek gibi bir çabamız veya çalışmamız var mıdır; yoktur böyle bir şey. Türk Dil Kurumu görevlendirilip çalışma mı yaptırılacak?! Gerçi -kulakları çınlasın- Sayın Hüseyin Çelik Bakanımın da bilgisi, yeteneği dahilinde konu. Diyelim ki, böyle bir konu gündeme geldi ve icra safhasına geçildi. Haydi kolay gelsin, bismillahirrahmanirrahim, benim Antalya'dan başlayalım. Tarihe geçmiş; literatürlere, haritalara, her yere asırlar önce geçmiş. Mesela, Patara, Demre, Kekova, Aziz Nikola, Finike -dikkat ediniz- Olimpos, Phaselis, Pamfilya, Olbia, Antalya, Termessos, Perge, Aspendos, Side... Bunlar, benim sadece Antalyamda olan ve aklıma gelen tarihî isim envanteri, yerleşmelere verilmiş adlar. Türkiye'de buna benzer birçok örnekler vardır.

Bunlar bu şekliyle dünya arşivlerinde yerlerini bulmuş. Şimdi biz bunları mı kurcalayacağız! Ben, böyle bir yanlışın da yapılamayacağına inanıyorum, hepinizin de aynı görüşte olacağınızı ümit ediyorum ve konuya bu perspektiften baktığımızda, yanlış olacağını düşünüyorum.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, kanun teklifimizin yasalaşması için, firesiz, olumlu oylarınızı talep ediyorum.

Teklifin, yüce huzurlarınıza taşınmasında emeği geçen, özellikle Adalet ve Kalkınma Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisi grupları ile İçişleri Komisyonunun güzide Başkan ve üyelerine, destekleriniz için Yüce Meclisin siz seçkin üyelerine, en kalbî duygularımla şahsım ve kendilerini temsil etmekten ayrı bir haz duyduğum Demreli hemşerilerim, Antalyalı hemşerilerim adına, en kalbî şükranlarımı sunuyorum. Şu anda televizyonları başında coşkuyla bu konuyu izleyen hemşerilerimizi de, izninizle, selamlıyorum, en içten duygularla teşekkürlerimi, saygılarımı sunuyorum ve size de teşekkür ediyorum Sayın Başkan. (Alkışlar)

BAŞKAN - Fikret Bey, Demre'nin özgün adını muhafaza ederken, Fikret adını ve Ali adını da kurtardınız; çünkü, onlar da Türkçe değil.

FİKRET BADAZLI (Antalya) - Doğrudur.

BAŞKAN - Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Antalya Milletvekili Sayın Osman Kaptan; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakika.

CHP GRUBU ADINA OSMAN KAPTAN (Antalya) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Antalya'nın Kale İlçesinin adının "Demre" olarak değiştirilmesi hakkındaki 634 sıra sayılı kanun teklifi üzerine Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlarım.

Sayın arkadaşlarım, Antalya'nın Kale İlçesine "Kale" adı 1987 yılında ilçe olunca verilmiştir. Kale adı resmî yazışmalar dışında kullanılmamaktadır. Yani, bu ilçenin adı, devlete göre Kale, halka göre "Demre"dir. Yine, ülkemizde Sayın Fikret Badazlı'nın da belirttiği gibi, 3 tane Kale adında ilçe bulunmaktadır, Denizli'de, Malatya'da ve Antalya'da. Ancak, Antalya-Kale, halkımız arasında kabul gören bir ad değildir; çünkü, hem uluslararası turizm haritalarında Antalya-Kale'nin adı Demre'dir, hem de Türkiye içinde Demre adıyla bilinmektedir, tanınmaktadır. Örneğin, Demre, sivribiberiyle ün yapmıştır, bütün toptancı hallerinde Demre'nin sivribiberi Demre sivrisi diye bilinmekte, fiyatlandırılmakta ve satılmaktadır. Bırakın Türkiye içinde Kale ilçelerinin karıştırılmasını, Antalya içinde bile Kale yeterince bilinmemektedir. Örneğin, Antalya Otogarına gitseniz, Kale arabaları nereden kalkıyor diye sorsanız, sizin, oradaki kişiler yüzünüze bakarlar, bir şey söyleyemezler, karıştırırlar; ama, Demre arabaları nereden kalkıyor deseniz, hepsi size yardımcı olur, yol gösterir. Kısacası, Demre, bir markadır; dünyada böyle bilinir, Türkiye'de böyle bilinir. İnternette 40 000 ile 60 000 arasında Demre tanıtım sayfasına rastlanmaktadır. Bu sayfaların birçoğu da yurtdışı web sitelerindendir. Avrupa Konseyi üyesi ülkelerin devlet ve hükümet başkanlarının Ekim 1997 tarihinde Strazburg'ta yaptığı ikinci zirve toplantısında alınan bir karara göre, Avrupa'nın kültürel ve doğal mirasının korunmasına ilişkin belirledikleri projelerden biri de Demre Noel Baba Projesidir. Öz olarak, Antalya-Kale İlçesinin adı, turizmde Demre olarak geçiyor, haritalarda Demre, projelerde Demre olarak yer alıyor, tarımda Demre sivri biberiyle tanınıyor, dünyada Demre, Türkiye'de Demre, Antalya'da Demre olarak biliniyor, tanınıyor. Yöre halkı Demre adını benimsemiş, kabullenmiş, Kale adının Demre olmasını istiyor.

Kale Belediye Meclisi 3 Mayıs 1999 tarih ve 26 sayılı Kararıyla ilçenin adının Demre olmasını istemiş, 2000 yılında Kale Kaymakamlığı Antalya Valiliğine yazmış, Antalya Valiliği de olumlu mütalaa ile İçişleri Bakanlığına göndermiştir. Ancak, zaman içerisinde bürokratik ve siyasal süreç ağır işlemiş ve bu tarihe kadar sonuçlandırılamamıştır. Şimdi ise, Antalya'nın iktidar ve muhalefet tüm milletvekilleri, Kale adının Demre olmasını istemektedirler ve Yüce Meclisimizin de takdirine sunuyoruz. Kabul edeceğinizi de umuyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Demre, eski çağ Likyasının en önemli 5 kentinden biri olup, kuruluşu MÖ 5 inci-6 ncı Yüzyıla kadar uzanmaktadır. Demre, Kekova, Myra -veya Mira- antik kentleri ve Noel Baba Kilisesiyle tanınır. 1997 yılında Demre, turizm merkezi ilan edilmesine karşın, şu ana kadar turizmde bir yatırım yapılmamıştır.

Sayın arkadaşlarım, yine, Türkiye'nin 14 özel çevre koruma bölgesinden bir tanesi de Üçağız (Kekova) bölgesi Demre sınırları içindedir. Özel Çevre Koruma Kurumu, şu ana kadar bu bölgenin koruma imar planını hazırlamamıştır. Bu gecikme, Üçağızda (Kekova) yaşayan vatandaşlarımızı çok mağdur etmiştir. Bu yüzden orada yaşayan insanlarımız tapulu arazilerine bir ev, bir oda hatta bir kümes bile yapamamaktadırlar; çünkü, burası aynı zamanda birinci derecede arkeolojik ve doğal SİT alanıdır, o nedenle korunması gerekiyor; ancak, burada yaşayan insanlarımız, nüfus artışından dolayı, evlenen çocuklarına, tapulu arazilerine yaptıkları evlerden ve mevcut evlere yaptıkları ilavelerden, evin akan damının kiremidinin değiştirilmesinden, sekiz on dilmenin değiştirilmesinden gibi mecburi, zorunlu olarak yaptıkları işlerden dolayı ceza mahkemelerinde yargılanıp ceza almaktadırlar. Örneğin, köyün son seçilen iki muhtarı, ceza aldıkları için, adlî sicillerinin bozuk olması nedeniyle Yüksek Seçim Kurulu kararıyla muhtarlıktan el çektirilmiştir. Şu anda Üçağız halkı tarafından seçilmiş muhtar yoktur. Muhtar adayı da bulunmamaktadır; çünkü, köyde adlî sicili düzgün, muhtar olacak insan kalmamıştır.

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Hepsi içeride.

OSMAN KAPTAN (Devamla) - Muhtarlığa kaymakam tarafından atanmış bir öğretmen vekalet etmektedir.

Değerli milletvekilleri, Üçağız'da koruma imar planının bir an önce yapılarak burada yaşayan insanlara, mağdur edilmeden alternatif yerler gösterilmelidir. Bir ay önce Kekova'da (Üçağız) yapılan yıkım olaylarında vatandaşla devlet memurları karşı karşıya gelmiştir. Devletin görevlisi yıkacağım diyor vatandaş, yıkma, ben evsiz ne yapacağım; koruma imar planı yapılıncaya kadar yıkma diyor. Memur çaresiz, vatandaş çaresiz. Çare elinde olanlar elini çabuk tutup, koruma imar planını bir an önce yapmalıdırlar. Üçağız'da (Kekova) insanlarımız deniz ile SİT arasında sıkışmış kalmışlardır; denize çıksalar Sahil Güvenlik, karaya çıksalar Özel Çevre Koruma.

Sayın milletvekilleri, Kekova'da (Üçağız) vatandaşlarımız perişan, ne yapacaklarını bilemez hale gelmişlerdir. On vatandaşımızın evi yıkılmıştır; yıkılanların içinde 60 yataklı, yurtdışı bağlantılı 2 tane de pansiyon vardır. Turizm sezonu başlarken, bu yıkımların, turizm açısından olumsuz etki yapacağı dikkate alınmalıdır. Vatandaşlarımız, devlete, burası SİT alanıysa, bana yer göster; yer gösteremiyorsan, arazime bir göz bir oda bir yer yapayım çoluğumun çocuğumun, kışta kıyamette başını sokacak bir odası olsun, bir evi olsun demekteler ve imar planının bir an önce yapılmasını da istemektedirler.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; burada, hazineye ve ormana ait arazilerde bulunan evler yıkılmıştır. Bu konuda, Üçağız Köyü muhtarsız ihtiyar heyetinin Kale Kaymakamlığına verdiği köyün azalarınca imzalanmış bir dilekçe var. " Kaymakamlık makamına, Kale.

Üçağız köyünde kadastro çalışmaları yapılırken, köylümüzün cahil ve yoksul olması sebebiyle, atadan kalma birçok ev ve arazi haksız olarak hazine adına kaydedilmiş, köylümüzün mahkemelerde uğraşacak gücü olmadığından, atadan kalma mülkler hazineye geçmiştir. Oysa, bu mülkler, halen, gerçek hak sahipleri tarafından kullanılmaktadır. Kaçak yapıldığı söylenen birçok yapı, işte bu şekilde hazineye veya ormana geçmiş araziler ve yapılar üzerindedir. Bu nedenle, koruma amaçlı imar planı yapılıp kesinleşinceye kadar, bütün yapı ve inşaatların yıkımının ertelenmesini arz ve talep ederiz" diyor 23 Şubat 2005'te.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bunları niye söylüyorum; Kale adının Demre olarak değiştirilmesiyle iş bitmiyor; Demrelilerin sorunları var, Üçağızlıların sorunları var, seracıların sorunları var, narenciyecilerin sorunları var. Demre'de ihracat az olduğu için, yetersiz olduğu için, ticaret durma noktasına gelmiştir. Demre'de, üretici ve tüccarlar, banka kredisiyle ayakta durmaya çalışmaktadır. Demre'de 3 banka şubesi vardır; bir bankaya olan borç öbür bankadan alınan krediyle kapatılmaktadır. İhracatın teşvik edilmesi gerekir. Aslında, bu sorunların çoğu, Antalya'nın ve Türkiye'nin sorunlarıdır; bu sorunların çözülmesi gerekmektedir.

Demre'nin nüfusu 14 000'dir, kışın 30 000 oluyor; çevre ilçe ve illerden, köylerden gelen sebze işçileri, tüccarlar bu Demre nüfusunu 2 katına katlıyor.

Türkiye'de ilk turfanda sebze Demre'de üretilmekte. Ne yazık ki, bu ilçemizin sulamasuyu yoktur. Kuyular açılarak yapılan sulamasuyu yetersiz kalmaktadır. Zamanla, bu kuyulardaki su da tuzlanmaktadır. Deniz seviyesinde olan bu yerlerdeki kuyulardan içilen suyun yerini deniz suyu doldurmaktadır. Bu durumdaki kuyulardan sulanan toprak zamanla çoraklaşmakta ve verimsiz hale gelmektedir. Bunun için, kışın sel olarak denize akan Demre Çayına baraj yapılarak, sulama sorunu bir an önce çözüme kavuşturulmalıdır.

Değerli milletvekilleri, Finike-Demre yolu iyileştiriliyor. Bu, doğru ve geç bile kalmış bir iştir. Ancak, dostlar alışverişte görsün cinsinden olmasın. Bu yolun daha güzel, daha kalıcı ve daha kullanışlı yapılması için gerekli önlemlerin alınmasında yarar vardır.

Sayın arkadaşlarım, belki dostlar alışverişte görsün lafından alınabilirsiniz; alınmanıza hiç gerek yok. Ancak, bazı yapılanlar, hakikaten, bazı işler çok aceleye getiriliyor; onun için de, ya eksik yapılıyor ya da yanlış yapılıyor. Çoğu kanun teklif ve tasarıları da böyle.

Sayın Badazlı, konuşmasında, konuyu doğru anlattı; ancak, arkadaşlarımızın verdiği kanun teklifinde, gerekçede "40 kilometre ötedeki komşu ilçe Finike'ye bağlı Kale adında kendi ilçesinden daha fazla tanınan bir belde mevcuttur. Bundan dolayı da idarî ve hukukî sorunlar ortaya çıkmaktadır" denilmektedir.

Sayın arkadaşlarım, Sayın Badazlı konuşmasında doğru söylemesine rağmen, bu gerekçede Finike-Demre arası 40 değil, 25 kilometredir. Finike'ye bağlı Kale diye bir belde yok; Finike'nin beldeleri, Turunçova, Sahilkent, Hasyurt, Yeşilyurt'tur. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilen bir kanun teklifinin gerekçesi gerçekleri yansıtmalıdır diye bunları söylemek istiyorum; yoksa, eleştirmek açısından değil. Bunu biz yazmış olsaydık, siz derdiniz ki "Demre'yi, Finike'yi bilmiyor musunuz" ve bunda da haklı olurdunuz. AKP'li arkadaşlarca hazırlanan kanun teklifinin gerekçesini, Finike'yi, Demre'yi bilmeyen birisinin yazdığına kuşku yok. Kendileri yazmamış olabilirler, hiç olmazsa okuyup da imzalasalardı daha iyi olurdu; insana, madem yazmadınız, niye okuyarak imzalamadınız derler. Ben, gerçeğin tutanaklara geçmesi açısından söylüyorum bunları; yoksa, eleştirmek için değil.

Aslında, bu teklifi ben hazırladım; AKP'li Antalya milletvekili bir sayın arkadaşımızla görüştüm, siz de imzalar mısınız dedim, "imzalarız" dediler. Ben de seve seve hazırladım; ama, bir baktık ki, arkadaşlar yangından mal kaçırır gibi hemen onlar ayrı bir şey hazırladı, biz ayrı hazırladık; neyse ki, sonunda bunlar birleşti, İçişleri Komisyonunda da kabul gördü.

Sayın arkadaşlar, siz-biz meselesi değil; Antalya için, Türkiye için, Demre için yapılacak her şeyde biz varız. Nitekim, iki üç hafta önce, AKP İstanbul Milletvekili Sayın Yahya Baş'ın hazırladığı Meclis araştırma önergesini ben memnuniyetle imzaladım, bizim çoğu arkadaşlarımız da imzaladı.

Sayın arkadaşlar, neyse, önemli olan, Kale'nin adının Demre olarak değiştirilmesidir. Her ne kadar ayrı teklifler de olsa, bunlar sonuçta birleştirilmiştir. Bu konudaki olumlu tutum ve çalışmalarından dolayı İçişleri Komisyonuna, Antalya'nın iktidar ve muhalefet tüm milletvekillerine şahsım adına teşekkür ederim.Genel Kurulumuzda da bu kanun teklifimizin kabul edileceği inancıyla, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Yüce Meclisi saygıyla selamlarım. (CHP sıralarından alkışlar)

FARUK ÇELİK (Bursa) - Sataşma var Sayın Başkan.

FİKRET BADAZLI (Antalya) - Sataşma var; hakkımda...

BAŞKAN - Anlatın bakalım, anlayalım nasıl sataşıldı...

FARUK ÇELİK (Bursa) - Efendim, tutanaklara bakılsın, ondan  sonra...

BAŞKAN - Biz, tutanaklara bakıp, vakit kaybetmeyelim; siz, anlatın...

FİKRET BADAZLI (Antalya) - Tutanaklara istediğiniz kadar bakın, herkesin gözü önünde, siyaset yapma uğruna, benim o verdiğim bilgileri çarpıttı.

BAŞKAN - Hayır...

FİKRET BADAZLI (Antalya) - Ben, burada doğrultacağım; siz sonra bakın tutanaklara.

BAŞKAN - Hayır... Şimdi, Fikret Bey, şahsızınızla ilgili bir olay... Ben konuşmayı yakından izledim; sizin, doğruyu söylediğinizi söyledi. Sizin söylediklerinizi tasdik etti.

FİKRET BADAZLI (Antalya) - Benim söylediklerimi saptırdı; "bilmiyor" dedi...

BAŞKAN - Hayır, hayır... Şahsınızla ilgili bir şey söylemedi.

FİKRET BADAZLI (Antalya) - Sayın Başkan, benim cevap hakkım doğmuştur.

BAŞKAN - Hayır, şahsınızla ilgili, sizin doğruyu söylediğinizi söyledi.

FİKRET BADAZLI (Antalya) - Hayır, cevap hakkım var.

BAŞKAN - Peki, buyurun o zaman, oturduğunuz yerden, size, bir...

FİKRET BADAZLI (Antalya) - Hayır, kürsüden konuşacağım; aynı yerden konuşacağım.

BAŞKAN - Şimdi, bakın...

FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Sayın Başkan, geri alacak sözlerini...

OSMAN KAPTAN (Antalya) - Ben geri alıyorum; sözümü geri alıyorum.

BAŞKAN - Fikret Bey...

FİKRET BADAZLI (Antalya) - Siyasete malzeme yaptı...

BAŞKAN - Şimdi, Fikret Bey...

FİKRET BADAZLI (Antalya) - O zaman, ben, kürsüden cevap vereceğim.

BAŞKAN - Fikret Bey, sizin konuşmanızla ilgili söylediklerini duyduk.

FİKRET BADAZLI (Antalya) - Saptırdı... "Kale-Demre arasının kaç kilometre olduğunu bilmiyor" dedi; o dünyada yokken ben biliyordum.

BAŞKAN - Hayır, hayır... Sizin için söylemedi...

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Gerekçeyi söyledi; sizinle ilgili değil Sayın Badazlı...

BAŞKAN - Sizin için söylemedi, dilekçesiyle ilgili söyledi; ama, bütün bunlara rağmen, bu sözlerini geri aldığını söylüyor.

FİKRET BADAZLI (Antalya) - Benim konuşma hakkım doğmuştur,

BAŞKAN - Şimdi, hayır...

FİKRET BADAZLI (Antalya) - Herkese tanıdınız, ben de istiyorum. 2 dakika... Düzelteceğim..

BAŞKAN - Hayır, şimdi, bakın, yol açarsak, bu işe...

FİKRET BADAZLI (Antalya) - Açtınız ama siz... Kaç gündür konuşturuyorsunuz...

BAŞKAN - Hayır... Hayır... Çok dikkat ediyoruz. Bakın, ben, size, aslında, sizin şahsınıza yönelik hiçbir sataşma olmadığı halde, yerinizden, bir konuşun, anlatın diyorum; ama, sataşmayı kabul edip de size kürsüyü verirsem teamül oluşacak, sataşma olmadan da, herkes "sataşma var" diye söz isteyecek ve Divan söz vermek durumunda kalacak.

Ben size, yerinizden, 60 ıncı maddeye göre bir açıklama yapmanız için söz veriyorum, sataşmadan dolayı değil.

Buyurun.

FİKRET BADAZLI (Antalya) - Tamam Sayın Başkanım, açıklama olsun.

Şimdi, Sevgili Osman Kaptan kardeşimi dikkatle dinledim, keyif de aldım; ama, burada bir ilçenin, Demre'nin ismini değiştirmek AK Parti için çok küçük bir mesele, basit, biz bunu değiştiririz burada bir dakikada. Bunu siyasete malzeme yapmak isteyişini ve "biz önerge hazırladık, onlar bizden evvel verdiler" deyişini, doğrusu isterseniz... Açsınlar Meclis tutanaklarını, milletvekili olur olmaz ben o önergeyi verdim, bu bir.

İkincisi, Sevgili Kaptan benden küçük, o dünyada yokken ben o yollarda geziyordum, ben o yollarda kamyon çalıştırdım. Şimdi, tutanağı getirin, ben, Demre ile Finike arası 25 kilometre, Kaş ile Demre arası da 48 kilometre dedim. Arşınlasınlar, ölçsünler. Ben, Demre'nin Finike'yle olan yolunu yaptırıyorum. Fikret Badazlı ağabeyleri, planda yok, DPT'de yok, bir yerde yok, Turizm Bakanlığından, oradan buradan denkleştirerek, AK Partili milletvekilleri, o yolu, kimsenin el süremediği kaya yolu genişlettirdik, önümüzdeki aylarda da asfaltlanacak. Biz bunları ağzımıza almıyoruz. Böyle küçük şeylere de malzeme olarak tenezzül de etmiyoruz.

Sayın Başkanım, ben arz ediyorum bilginize, düzeltiyorum durumu.

FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Sayın Başkan...

OSMAN KAPTAN (Antalya) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Bir dakika... Bir dakika...

Bir dakika arkadaşlarım... Sayın Badazlı, Sayın Osman Kaptan'a olağanüstü iltifat etti. O, yetişkin, kamyon şoförlüğü yaptığı dönemde daha doğmamış diye çok genç gösterdi Sayın Kaptan'ı. Bunu böyle tamamlayalım; çünkü, karşılıklı devam edersek olmaz. (AK Parti sıralarından "Bravo Başkan" sesleri)

Sonuçta, Demre'ye, dünyaca bilinen, Demrelilerin benimsediği özgün Demre adını Meclis verecek ilçe adı olarak, sadece AKP değil, hep beraber vereceğiz, sadece Adalet ve Kalkınma Partisi değil; hep birlikte Meclis olarak verilecek bu, görünen o.

FİKRET BADAZLI (Antalya) - Doğrudur.

BAŞKAN - Şimdi, süreci sürdürüyorum.

Teklifin tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

1 inci maddeyi okutuyorum:

ANTALYA İLİNE BAĞLI KALE İLÇESİNİN ADININ "DEMRE" OLARAK

DEĞİŞTİRİLMESİ HAKKINDA KANUN TEKLİFİ

MADDE 1. - Antalya İline bağlı Kale İlçesinin adı "Demre" olarak değiştirilmiştir.

BAŞKAN - Madde üzerinde söz isteyenler: Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, Antalya Milletvekili Osman Akman; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Antalya Milletvekili Tuncay Ercenk,

Şahısları adına: Antalya Milletvekili Fikret Badazlı.

Fikret Bey, yeteri kadar konuştunuz sayılır.

FİKRET BADAZLI (Antalya) - Ben vazgeçtim Sayın Başkan.

BAŞKAN - Tamam, anlaşıldı; Fikret Bey vazgeçti.

Osman Bey, buyurun.

Süreniz 10 dakika.

AK PARTİ GRUBU ADINA OSMAN AKMAN (Antalya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gerçekten arkadaşlar "çok fazla konuşma" dediği için ben de lafımı uzatmak istemiyorum. Aslında, Antalya'nın sıkıntılarından bahsetmek istiyordum, onu geçiyorum. Yalnız, Demre'nin... Ben, yine Demre diyorum görüyorsunuz, benim dilim bile Kale demeye alışmamış. Kale'nin ismini neden Demre yapıyoruz, neden değiştiriyoruz diyecek olursak, burada elbette Demre kelimesinin kökeni üzerinde durulmaya çalışılacaktır.

Öncelikle iki soruya cevap vermek gerekir. Demre sözcüğü Türkçe midir değil midir? Türkçe olup olmamasının ne önemi vardır? Demre, eski ismi Myra'dan gelebilir mi; biraz zor; çünkü "mre" kısmı Myra'yı andırmıyor; fakat "de"nin açıklaması daha da zor. Nereden aklımda kaldıysa, bölgede "işte orada" anlamına gelen "da" ile "myra"nın birleşmesi olarak açıklanmaya çalışıldığını duymuştum. Bunu, bölge insanının bir yakıştırması olarak değerlendirmek gerekir.

Myra'dan gelmiyorsa, hangi Türkçe sözcükten gelebilir? Bir çeşit deri hastalığı olan egzama anlamına gelen "temriye" sözcüğünün Anadolu ağızlarında "dermeği", "demirönü", "demravi" veya "terme", "termiye" ve "temreki" biçimlerinin kullanıldığı görülür. Dolayısıyla, "demre" sözcüğünü "temriye" sözcüğüyle birleştirebiliriz.

Bu, iki nedenle olabilir: Birincisi, bölgenin bataklıklarıyla cilt hastalıklarına müsait bir alan olması; ikincisi de, Çayağzı mevkiinde, Likyalılar döneminde de bilinen pek çok hastalığa, özellikle cilt hastalıklarına iyi gelen şifalı bir suyun bulunması. Demre'den Çayağzı'na giderken yolun sağındaki kükürtlü ve soğuk suyun, cilt, güneş yanıklarına, mantar hastalıklarına ve egzamaya iyi geldiği bilinir. Evet, bunu, insanların, halkımızın bilmesinde yarar var. Ayrıca, yolun solunda bulunan içmelerden aç karnına içilecek suyun, gastrit, bağırsak kurdu ve böbrek taşı gibi hastalıklara iyi geldiği söylenir.

Zaten, Nâbizade Nazım'ın "Karabibik" romanında "demre" -burası çok önemli bence- "temre" olarak geçmekte ve Temre Ovası, Temre Çayı, Temre Köyü vesaire şeklinde kullanılmaktadır. Ayrıca, amfiteatrın üst tarafındaki dağlara da Mira Sıradağları denmektedir. Dolayısıyla "temre" ve "myra" ayrımı bu romanda kesindir ve Demre'nin merkezi için "halin gözü", "merkezi", "işlerin görüldüğü yer" anlamında "Eynihal" ismi kullanılmaktadır.

Ayrıca "demre"nin, göçüşme sonucunda, Türkçe "terme", "derleme", "toplama", "derme", "demre" sözcüklerinden de gelebileceğini burada belirtmek lazım.

Değerli arkadaşlar, tarihçesinden, benden önceki her iki konuşmacı da bahsettiler. Ben, tarihçesi üzerinde çok fazla durmak istemiyorum; ancak, 1904 yılında Eynihal adıyla köy statüsüne kavuşan Demre, 6 Haziran 1968 yılında 4 köyün birleştirilmesiyle Demre, sonra 4 Temmuz 1987 tarihinde ise Kale adıyla ilçe olmuştur.

Resmiyette, sadece Demre'nin içinde geçen çaya Demre denilmiştir. Demre'ye, Türkiye'nin herhangi bir yerinden "Demre" denilerek erişilebilir; fakat, Kale denilince erişilemez. Malatya'da, Denizli'de Kale ilçelerinin olduğunu arkadaşlarım belirttiler. Resmî yazışmalarda, banka havalelerinde, PTT kanalıyla yapılan haberleşmelerde de sorunlar yaşanmaktadır.

Kale kelimesi ise, hem Türkçe kökenli değil hem de yöre ve yöre halkı açısından tarihî herhangi bir anlamı ve önemi de yoktur; çünkü, Demre için, 1987'den önce, Kale ismi kullanılmamış ve ilçe merkezinde bir kale de yoktur. Ayrıca -biraz önce Sayın Kaptan'ın ifade etmek istediği oydu galiba- Finike İlçemizde bir bölgeye de kale denilmektedir.

Değerli milletvekilleri Demre sivrisi adıyla bilinen bir yeşil biber türü olduğunu arkadaşlarım söylediler.

Kaş İlçemiz, tarihî, turistik güzellikleriyle, Finike ve Kumluca İlçelerimiz sebze ve meyve üretimiyle öne çıkmıştır; Demre İlçemiz ise, adında yaşanan bu ikilemle, âdeta kahrolmaktadır; iadei itibar edilip, Kale yerine Demre adını almayı kendine bir hak olarak görmektedir.

Demre "Myra" adından gelmemektedir; gelse dahi, artık Türkçeleşmiş, bizim malımız olmuştur. Halkımızın dilinden hiç düşürmediği Demre, 1987'den bu yana da, resmî yazışmalarda Kale'nin yanında (Demre) olarak yazılmaya da devam etmektedir. Kale adını kullanmayı öğrenememiş ve kabullenememiştir halkımız. Öyleyse Kale isminde bu kadar ısrar etmenin ne anlamı vardı?! Kaldı ki, 1987'de, Demre'nin isminin değişmesiyle uğraşılacağına kaderinin değiştirilmesiyle uğraşılması çok daha iyi olmaz mıydı. Demre ismi değiştikten sonra, iyiye doğru bir gelişmenin olduğunu söylemek de zor. Yalnız, bizim iktidarımız döneminde, gerçekten, Kemer yolunun duble yol yapılması Finike-Demre arası yolun genişletilmesi; ayrıca, yine, Demre sivrisi gibi, Demre'nin yetiştirdiği ürünlerin İç Anadoluya daha kolay iletilebilmesi için Finike-Elmalı arasındaki yol çalışması bizim dönemimizde yapılan çalışmalardır.

Kale ismini bırakarak, 2000'li yıllarda, Demre makûs talihini yenmek istiyor. Yasa teklifimize hepinizin destek vereceğini umuyor, saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Antalya Milletvekili Sayın Tuncay Ercenk; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika.

CHP GRUBU ADINA TUNCAY ERCENK (Antalya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Demre İlçemiz, turizm ve dünya kenti Antalya İlimizin batısında ve kıyı şeridinde sıralanan çok güzel ilçelerimizden birisidir.

Doğudan Demre'ye gelmek isterseniz, o narenciye beldesi, şirin Finike İlçemizden girer ve güzelim koyları, o Akdenizin mavisiyle bütünleşen ormanların arasından, o Akdeniz'i seyrederek, o güzel manzaraları izleyerek, Dalyan'dan geçerek, o güneşin en güzel battığı yerlerden birisi Dalyan'dan geçerek, Demre'yle doğudan kucaklaşırsınız. Batıdan gelirseniz, Kaş İlçemizin o enfes Bucak denizini...

Sayın Başkan...

BAŞKAN - Lütfen arkadaşlar... Ülkemizin...

TUNCAY ERCENK (Devamla) - En güzel coğrafyasını konuşuyoruz.

BAŞKAN - Ülkemizin en güzel coğrafyasını çok şairane bir dille dile getiriyor Tuncay Bey; aramızda konuşmayı kesip, dinleyelim. Bu güzelliği beraber paylaşalım.

TUNCAY ERCENK (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Batıdan Demre'ye gelmek isterseniz, o güzelim Bucak denizini içinde barındıran, o gizemli ve güzel Kaş İlçemizden hareket edersiniz; bir süre yayla havası aldıktan sonra...

ALİ CUMHUR YAKA (Muğla) - Sayın Ercenk...

TUNCAY ERCENK (Devamla) - Antalya sınırları için konuşuyorum Sayın Yaka.

Bir süre yayla havası aldıktan sonra kuşbakışı Demre'yi seyrederek kuzeyden Demre'ye inersiniz. Ayrıca, yine, batıdan bir girişi daha vardır Demre'nin. O da Çevreli Köyünden gelir ve Çayağzı Körfezini, Kekova'yı görerek, yine, Andriake Nehrinin kıyısına iner ve buradan da, geldiğiniz zaman, batıdan kucaklaşmış olursunuz Demre'yle.

NİHAT ERİ (Mardin) - Bizi de davet et.

TUNCAY ERCENK (Devamla) - Hay hay... Memnuniyetle...

Değerli milletvekilleri, artık, doğu ve batıdan, kuzeyden girdikten sonra, üretim kavramıyla bütünleşmiş, o güzelim yeşilliklerle donanmış, barıştan yana, sıcak insanlarla dolu Demre'yle buluşmuş durumdasınız.

Tabiî, Demre İlçemiz, aynı zamanda, ekonomik açıdan da önemli bir beldemiz bizim. Sebze ve meyve üretimi açısından çok ciddî potansiyeli olan ve ihracatını kendisi yapan bir belde, bir ilçe, Demre İlçemiz. Demre İlçemiz, Noel Babasıyla, tarihiyle, kültürüyle, kaya mezarlarıyla, antik tiyatrosuyla, Toros Dağlarıyla Akdeniz'in turkuaz mavisi arasına sıkışmış o güzelim ovadan oluşmakta ve yerleşim birimi de bu bölge içinde yer almaktadır.

İlçeyi doğudan batıya doğru geçerken Akdeniz'i ve Sülüklü Plajını sol tarafınızda bırakırsınız ve sağınızda yeşil yeşil akan Andriake Çayıyla birlikte Çayağzı Körfezine ulaşırsınız. Yine, Antalya bölgesinin ve Türkiye'nin bence en güzel koylarından birisidir Çayağzı.

FİKRET BADAZLI (Antalya) - Orada bir balık yiyelim.

TUNCAY ERCENK (Devamla) - Evet, yiyelim Fikret Ağabey.

Buradan teknelerle ve yine dünyaca ünlü Kekova'ya ulaşırsınız. Kekova ki, o turkuaz mavisi deniziyle, batık kentiyle, kalesiyle, yine, dünyanın gözbebeği olan bir beldedir.

Bölge üretim kavramıyla özdeşleşmiş köklü bir kültürü barış kavramıyla daha çok kaynaşmaktadır. "Demre" isminin özellikle bu açıdan da büyük önemi vardır.

Denizin, tarihin, kültürün, üretimin olduğu yerde barış vardır.

İSMAİL DEĞERLİ (Ankara) - Heykel işi ne oldu?

TUNCAY ERCENK (Devamla) - Snt. Nikola, onun için Demrelidir; çünkü, o, çocukların, sevginin, barışın, dayanışmanın, yardımlaşmanın simgesidir. Nikola onun için Demrelidir. O nedenle, heykeline dokunmanızı istemiyoruz. Özellikle, bunu, Meclis kürsüsünden bütün ulusumuza belirtmek istiyorum.

Özelliklerini saymaya çalıştığım bu güzel ilçemizin ismi Myra (Demre) yazar iken 4 Temmuz 1987 tarih ve 3392 sayılı Yasayla Kale olarak değiştirilmiştir, ilçe halkının karşı çıkmasına rağmen değiştirilmiştir. Değişimden sonra birsürü karışıklık gündeme gelmiş. Bakın, birisini söyleyeyim.

Biliyorsunuz, ilçe kurulduktan sonra buraya resmî daireler kurulur; adliyesi, nüfusu, tapusu, kaymakamlığı... Adliye kurulmuş, adliyenin mührü Denizli-Kale'ye gönderilmiş Kale olduktan sonra.

EYÜP FATSA (Ordu) - Denizli-Kale'ye Antalya-Kale yerine nasıl gitmiş?

TUNCAY ERCENK (Devamla) - Evet, Denizli-Kale'ye gönderilmiş.

O yetmemiş, İller Bankasından belediyelere aktarılan bir miktar var   -onu belediyeci arkadaşlarım daha iyi bilirler- o miktar da Denizli-Kale'ye gönderilmiş bizim Demre'ye gönderilecek diye. Bir de bu karışıklıklar var. Bana anlatılanlar bunlar hepsi...

EYÜP FATSA (Ordu) - Denizli-Kale'den Antalya-Kale'ye gelmemiş...

TUNCAY ERCENK (Devamla) - Vermemişler... Vermemişler... Bana söylenen o. Onu da vermemişler.

FİKRET BADAZLI (Antalya) - "Demre" adıyla alır şimdi.

TUNCAY ERCENK (Devamla) - İşte, ismi değişince alacağız.

Şu anda Demre'de yaşayan herkes, Demre'yi ziyaret etmek isteyen herkes, turistler dahil, Kale isminin kesinlikle değiştirilmesini ve hiç kullanılmadığını söylemektedirler ve sürekli "Demre" ismi kullanıldığı için de karışıklıklara sebep olmaması için, turistler dahi gidecekleri yere "bizi Demre'ye götürün" demektedirler. Taksiciler dahi, minibüsçüler, bütün vasıta işletenler, bunu bu şekilde, Demre olarak tanımaktadır ve herkes bu yasal değişikliği bekliyor. AKP'ye oy vermiş, Cumhuriyet Halk Partisine oy vermiş, diğer partilere oy vermiş, siyasî düşüncesi ne olursa olsun, Demre'de yaşayan herkes bugün bu yasal değişikliği bekliyor. Orada yaşayan herkes hiçbir siyasî ayırım gözetmeden ve biz de Antalya'nın 13 milletvekili bu konuda kararlıyız. Buranın, bu bölgenin, Kale'nin isminin Demre olarak kabul edilmesini istiyoruz ve biz, onları da, Demre'de yaşayan herkesi fazla bekletmeyelim; onları çok özledikleri...

ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elazığ) - Konuşmayı kısa kesin de hemen çıkaralım!

TUNCAY ERCENK (Devamla) - Tamam.

BAŞKAN - Müdahale etmeyelim arkadaşlar... Müdahale etmeyelim...

TUNCAY ERCENK (Devamla) - Demrelileri çok özledikleri Demre'yle buluşturalım; bugün bunu yapalım. Bunu yapacağız da, bu arada Sayın Badazlı yol işini hallettik, konuştuk; ama, Çağman'ın, Muskar'ın suyunu ve yolunu, Kapaklı'nın Hoyran Mahallesinin yolunu, bunları da, Çevreli'nin sorunlarını, Kekova'nın sorunlarını da unutmadan bu işleri halledelim ve bir de Demre bölgesi özellikle kış aylarında ciddî olarak sel ve hortum felaketine maruz kalmaktadır. Bu konuda da gerekli tedbirlerin çok kısa sürede alınmasında yarar vardır.

Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Bu arada Çayağzı'nda balığı tek başınıza yemeyeceksiniz, değil mi!..

FİKRET BADAZLI (Antalya) - Hayır, sizsiz olmaz, Sayın Başkan.

BAŞKAN - Tamam.

Tüm Antalyalı milletvekili arkadaşlarıma, süreye uydukları için, süre içinde konuştukları için teşekkür ediyorum.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, 1 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Oybirliğiyle kabul edilmiştir.

2 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2. - Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN - Söz?..

FARUK ÇELİK (Bursa) - Sayın Başkan, söz istiyorum.

BAŞKAN - Şahsınız adına söz istiyorsunuz.

Buyurun. (Alkışlar)

Süreniz 5 dakika.

FARUK ÇELİK (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; bizi, inanıyorum ki, dört gözle, şu anda, Antalya'nın Kale İlçesinde bütün vatandaşlarımız izliyorlar. Kale diyorum, şu an itibariyle Kale, birazdan isminin değiştiğine hep beraber şahit olacağız. Ama, şunu da ifade edeyim: Kale sakinleri, yalnız isimlerini değiştirmekle kalmadılar, aynı zamanda, Mecliste, bu çatı altında muhalefet-iktidar işbirliğinin de güzel bir örneğini sergilediler. (Alkışlar)

Ben, şu saat itibariyle Kale isminin bu güzel çalışmayla Demre'ye dönüştüğünü ifade ediyorum. Demre'nin tüm ülkemize, bu ismin Antalya'ya ve Demrelilere hayırlı olmasını temenni ediyor; saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Değerli milletvekilleri, maddeyi oylarınıza sunmadan bir ekleme yapmak istiyorum.

Burada, Demre'yle ilgili iktidar-muhalefet bir araya geldi. Antalya'da, biliyorsunuz, Cumhuriyet Halk Partisi iktidar sayılır, birinci parti. Antalya'da da bütün milletvekilleri, iktidarı muhalefeti bir araya geldi.

Şimdi, maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Oybirliğiyle kabul edilmiştir.

3 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3. - Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN - Söz?.. Yok.

Soru ve önerge yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Oybirliğiyle kabul edilmiştir.

Teklifin tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Oybirliğiyle kabul edilmiştir.

Bütün Demrelilere sevgi ve saygılarla. (Alkışlar)

Değerli milletvekilleri, 4 üncü sıraya alınan, Konya Milletvekili Atilla Kart ve 23 milletvekili ile Konya Milletvekili Kerim Özkul ve 14 milletvekilinin; 877 Sayılı Teşkilatı Mülkiye Kanununun 2. Maddesiyle Bağlı 4 Nolu Cetvelde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifleri ve İçişleri Komisyonu raporunun görüşmelerine başlıyoruz.

4.- Konya Milletvekili Atilla Kart ve 23 Milletvekili ile Konya Milletvekili Kerim Özkul ve 14 Milletvekilinin; 877 Sayılı Teşkilatı Mülkiye Kanununun 2. Maddesiyle Bağlı 4 Nolu Cetvelde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifleri ve İçişleri Komisyonu Raporu (2/361, 2/393) (S. Sayısı: 836) (x)

BAŞKAN - Komisyon?.. Burada.

Hükümet?.. Burada.

Komisyon raporu 836 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Teklifin tümü üzerinde söz isteyen, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, Konya Milletvekili Kerim Özkul; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakika.

AK PARTİ GRUBU ADINA KERİM ÖZKUL (Konya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz 836 sıra sayılı Konya İli Hadım İlçesinin adının "Hadim" olarak değiştirilmesine ilişkin kanun teklifimiz üzerine, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Görüşmekte olduğumuz kanun teklifimiz, resmiyetteki ismi Hadım olan, Konya İlimize bağlı, Toros Dağlarının zirvesinde kurulmuş bulunan, fiilen kullanımdaki ismi geçmişten günümüze kadar hep Hadim olmuş bu şirin ilçemizin, uygulamadaki isminin resmen de verilmesini içermektedir.

Sayın milletvekilleri, Hadim ismi, hizmet eden anlamındadır ve ilçe bu ismini, 1701-1762 yıllarında bölgede yaşamış büyük âlim Muhammed El Hadimi'den almaktadır. Nitekim bölge halkımız da öteden beri ilçe için Hadim ismini kullanmaktadır. Öyle ki, bu durum, resmî kurumlarca da benimsenmiş ve birçok resmî evrakta, insanlarımıza verdiğimiz nüfus cüzdanının birçoğunda Hadim ismi kullanılmaktadır.

Ayrıca, şu anda ilçenin resmî ismi olan Hadım ismi, anlamı pek hoş olmayan ve bir ilçe için kullanılması mümkün olmayan bir isimdir. Bu da göstermektedir ki, bu isim, bu ilçeye bir hata sonucu verilmiştir.

İşte, biz, bu hatanın ve anlam karmaşasının giderilmesini, yöre halkımızın bu anlamı pek de hoş olmayan isimden duyduğu rahatsızlığın ortadan kaldırılmasını ve kullanımda istikrarın sağlanmasını istiyoruz ve bu kanun teklifini vermiş bulunuyoruz.

Ben, bu kanun teklifimize destek vereceğinizi umuyorum. Teklifimizin Yüce Heyetinizce kabul edilmesiyle ilçemizin geçmişten günümüze gelen uygulamada yaygın olarak kullanılan ve hizmet eden anlamına gelen gerçek ismi Hadim ismini resmen de kazanmış olacağını umuyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hadim isminin ilçemize ve bölge insanımıza hayırlar getirmesi dileğiyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Konya Milletvekili Sayın Atilla Kart; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA ATİLLA KART (Konya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan teklif hakkında söz almış bulunmaktayım; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, Konya'nın Hadım İlçesinin adının Hadim olarak değiştirilmesi için Aralık 2004 tarihinde arkadaşlarımla birlikte kanun teklifi hazırladım. Aynı konuda yine Konya Milletvekilimiz Kerim Özkul, Konya milletvekili ve diğer milletvekili arkadaşlarımızla beraber şubat ayında kanun teklifi hazırladılar. Her iki kanun teklifi birleştirilerek Genel Kurula intikal etti; şu anda bu kanunu tartışıyoruz.

                     

(x) 836 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

Konya İline bağlı Hadım İlçesi 1926 yılında ilçe statüsüne kavuşuyor. Bürokratik yapı ve biraz da ilgisizlik sebebiyle, ilçenin ismi, o tarihten bu yana, resmî yazışmalarda ve kayıtlarda Hadım olarak geçiyor.

Takdir edersiniz ki, ilçenin adı, her ne kadar, Hadım olarak yasalaşmışsa da, uygulamada ve konuşma dilinde hep Hadim olarak kullanılmıştır. Halen de bu kullanım istikrarlı bir şekilde sürmektedir. Esasen, Hadım şeklinde telaffuz edilmesinin yanlış anlamalara yol açacağı açık olduğu gibi, böyle bir nitelendirme, yerleşim birimi kavramıyla da bağdaşmazdı. Uygulamada ve yazışmalarda, artık, Hadım ismi, öteden beri  -tekrar ifade ediyorum- Hadim olarak kullanılmaktadır.

Hadim sözcüğü, bilindiği gibi, hizmete aracı olan, hizmete vesile olan anlamına gelmektedir.

Yine, bu yörede, 18 inci Yüzyılda yaşayan, büyük hizmetleri ve saygınlığı olan Ebu Said Muhammed El Hadimi adındaki bilgenin ismi de, ilçe merkezi isminin, gerçekte "Hadim" olarak belirlenmesinde etkileyici olmuştur. Bu kanun teklifiyle, bölgede büyük hizmetleri olan Ebu Said Muhammed El Hadimi'nin hatırasını da anmış olacağız.

Ben, açıklamış olduğum gerekçelerle, bu teklife vereceğiniz desteğe şimdiden teşekkür ediyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

AHMET IŞIK (Konya) - Sayın Başkanım, Konya Milletvekili olarak, yerimden birkaç cümle ifade etmek istiyorum.

BAŞKAN - Aslında, şahsınız adına da kalkıp konuşabilirsiniz.

AHMET IŞIK (Konya) - Zaman kazanmak açısından, yerimden çok kısa bir ifadede bulunmak istiyorum.

BAŞKAN - Anlaşıldı; kısa bir açıklama yapmak için yerinizden söz istiyorsunuz. Ben de, size, İçtüzük 60 ıncı maddeye göre, yerinizden kısa bir açıklama için söz veriyorum.

Buyurun.

AHMET IŞIK (Konya) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Zaman ekonomisi açısından, yerimden kısa bir açıklamayı uygun buldum.

Konya milletvekili olarak ifade etmek durumundayım ki, Konya Hadım İlçesinin adının "Hadim" olarak değiştirilmesine yönelik teklifin Genel Kuruldan oybirliğiyle geçeceği kanaatindeyim. Ben, Genel Kurulu şimdiden saygıyla selamlıyorum.

Bu değişikliğin, İlçemize, Konyamıza ve tüm Türkiyemize hayırlı olmasını temenni ediyor, teşekkür ediyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Değerli milletvekilleri, teklifin tümü üzerindeki görüşmeler tamamlandı.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Oybirliğiyle kabul edilmiştir.

Demre konusunda olduğu gibi Hadim konusunda da bir birliktelik oluşuyor.

1 inci maddeyi okutuyorum:

KONYA İLİNE BAĞLI HADIM İLÇESİNİN ADININ "HADİM" OLARAK

DEĞİŞTİRİLMESİ HAKKINDA KANUN TEKLİFİ

MADDE 1.- Konya İline bağlı "Hadım" İlçesinin adı "Hadim" olarak değiştirilmiştir.

BAŞKAN - Söz, soru, önerge olmadığına göre, maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Oybirliğiyle kabul edilmiştir.

2 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2.- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN - Söz, soru, önerge yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Oybirliğiyle kabul edilmiştir.

3 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3.- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN - Söz, soru, önerge yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Oybirliğiyle kabul edilmiştir.

Teklifin tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Oybirliğiyle kabul edilmiştir; hayırlı olsun. Hadimlilere de sevgi ve saygılarımızı sunuyoruz. (Alkışlar)

Değerli milletvekilleri, Kozmetik Kanunu Tasarısı ile Avrupa Birliği Uyum ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonları raporlarının görüşmelerine başlıyoruz.

5.- Kozmetik Kanunu Tasarısı ile Avrupa Birliği Uyum ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonları Raporları (1/844) (S. Sayısı: 643) (x)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yerinde.

Hükümet?.. Yerinde.

Komisyon Raporu 643 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde söz isteyenler: Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Ali Arslan, Muğla Milletvekili; Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Ahmet Yaşar, Aksaray Milletvekili.

İlk söz, Sayın Ali Arslan'ın.

Buyurun Sayın Arslan.

Süreniz 20 dakika.

CHP GRUBU ADINA ALİ ARSLAN (Muğla) - Hızlı bir gündeyiz, o açıdan, süremin 20 dakikasını kullanmayacağım. Böyle sempatik bir günde de Kozmetik Yasası tam uydu.

Değerli arkadaşlarım, görüşülmekte olan 643 sıra sayılı Kozmetik Kanunu Tasarısı üzerinde şahsım ve Grubum adına söz almış bulunuyorum; görüşlerimi belirtmeden önce Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, mevcut kozmetik piyasamızı 3977 sayılı Yasa belirliyor. Bu yasa, 1994 Nisan ayında çıkmış. Bu yasanın 2 nci maddesine göre, kozmetik ürünleri, piyasaya verilmeden önce ve piyasada denetlenmek durumunda, Sağlık Bakanlığından önce izin alacaksınız, ondan sonra da denetlenecek, piyasa denetimi yapılacak. Ancak, Avrupa Birliğindeki kozmetik piyasasını düzenleyen yasaya göre de, üretim öncesinde izin almaya gerek yok; ama, ciddî bir piyasa denetimi yapılıyor. Aslında, birçok teknik tarafı, bizim Kozmetik Yasamızla, Avrupa Birliği kozmetik yasaları arasında uyum olmasına rağmen, sadece bir farkı var, Türkiye'de üretim öncesinde de Sağlık Bakanlığından izin almak gerekiyor. Bugün, bu yasayı değiştirerek, Avrupa Birliğine uyumlu hale getirmiş olacağız.

Değerli arkadaşlarım, piyasa içi denetim, gerçekten, çağdaş ekonomilerde gerekli, olmazsa olmaz koşullardan birisi. Birçok avantajı var. Örneğin, birkaç tanesini sıralamak istiyorum. Pazar içi kontrolde ürün güvenliği önplanda. Ürünler hemen pazarlanabiliyor, üretimden önce birtakım bürokratik işlemlerin yapılmasına gerek yok. Tüm ürünlere, yeni ürünler de dahil olmak üzere, tüketici hemen ulaşıyor. Kontrollerin maliyeti devlete ve tüketiciye değil, hatayı yapan, hatalı ürün sunan, kötü ürün sunan üreticiye yükleniyor. Bir otokontrol sistemi oluşuyor; piyasadaki bütün üreticiler birbirlerinin denetimini yapmakla mükellef ki, ancak kendi pazarları öyle artabilsin. Buna benzer birçok avantajları var. O açıdan, biz de bu yasa tasarısını destekliyoruz. Fakat, bildiğiniz gibi, geçtiğimiz günlerde bir rakı faciası yaşadık. Türkiye'de, gerçekten kötü niyetli, kısa yoldan para kazanmak için insan sağlığını ölüme kadar varacak tehlikelere sokabilecek kötü niyetli yurttaşlarımızın olduğu da bir gerçek ve maalesef, biz, ülke olarak piyasa denetimi konusunda çok da yeterli değiliz. Bunu rakı olayında gördük.

                        

(x) 643 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

Bu yasanın çıkarılması için sektör temsilcileri ve Bakanlığımız 2002 yılından beri ciddî bir uğraş içinde. Bugün yasalaşacak. Fakat, yola çıkarken düşünülen, bu yasa çıkana kadar, bu yasa yürürlüğe girene kadar, Türkiye'nin dört bir yanında, bölgelerde -biraz önce isimlerini değiştirdik; Demre'de bile, Hadim'de bile- denetim elemanlarının yeterince eğitimden geçmiş, kozmetik konusunda bilgi sahibi, bu konuda Bakanlık ve sektör temsilcilerinin ortaklaşa çalışmalarıyla denetim yapabilecek elemanların yetiştirilmesi gerekiyordu. Bu yasa tasarısı hakkında konuşma görevi bana verildikten sonra, üzüntüyle gördüm ki, denetim elemanlarının yetiştirilmesi ve kozmetik alanında uzmanlaşmış laboratuvarların, henüz, yeterince mevcut olmadığı.

Bir rakı olayında düşünüyorsunuz, arkasından, yeterince denetim elemanı olmamış, yeterince laboratuvarla teçhiz edilmemiş bir ülkeyi düşünüyorsunuz, sonuçta, kozmetik, belki insana biraz sempatik gibi geliyor; ama, bunlar, insan sağlığını da direkt ilgilendiren maddeler. Göz rahatsızlıklarından tutun da, cilt rahatsızlıklarına kadar, insanları güzelleştirelim derken sağlığını bozduğumuz, kötü ürünlerle sağlığını bozduğumuz bir sektör kozmetik sektörü. Böyle de bir korkumuz var.

Sayın Bakan burada yok; ama, Sağlık Bakanlığının temsilcileri mutlaka vardır. Eğer, hal böyleyse, önümüzdeki dönemde, büyük sıkıntılar çekeceğiz diye kuşkularımız var.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye'de kişi başına 14 euro civarında kozmetikle ilgili harcamamız var ve kozmetik piyasası -ben bu olayı incelemeye başlamadan önce bu kadar büyük olduğunu sanmıyordum- 1,5 milyar dolar civarında; bu kayıtta olan tarafı. Gerçekten, önemli bir sektör.

Türkiye'nin, kozmetik sanayii konusunda, ilk bakışta, rakamlara baktığımızda, ihracatı ithalatından fazlaymış gibi görünüyor; ancak, ihracatımızın önemli bir bölümü de sabun ve sabun mamulleriyle ilgili. Diğer kokular, boyalar, teknolojik kozmetik ürünlerine baktığımızda da, o konuda büyük açığımız var.

Sektörün yine önemli bir kuşkusu var bu yasa tasarısı bu haliyle çıkarsa, denetim elemanları laboratuvarlarını çok iyi kuramadan çıkarsa, dünyanın pek çok ülkesinden sahte, kalitesiz ve insan sağlığını tehlikeye sokabilecek ürünlerin piyasamıza girebileceği konusunda.

Ben, Sağlık Bakanlığımızın, bu konuda bir an önce harekete geçmesini... Hatta, görüşmeler yapılabilir; bu konuda ciddî bir hazırlık yoksa, denetim elemanları ve laboratuvarları yeterince organize olduktan sonra, bu tasarının yürürlüğünün ileri bir tarihe atılabileceğini, eğer, gerçekten duyduklarımız doğru da, bu konuda hazırlıklar yapılmadıysa, yürürlük tarihinin biraz daha ileriye atılabileceğini düşünüyorum.

Bu duygularla, Yüce Meclisi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Süre içinde kaldınız; teşekkür ederiz.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Aksaray Milletvekili Ahmet Yaşar.

Buyurun Sayın Yaşar. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakika.

AK PARTİ GRUBU ADINA AHMET YAŞAR (Aksaray) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 643 sıra sayılı Kozmetik Kanunu Tasarısı ile Avrupa Birliği Uyum ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonları raporları hakkında Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyeti şahsım ve Grubum adına saygıyla selamlıyorum.

Kozmetik Kanunu hakkında düşüncemi açıklamadan önce, geçtiğimiz pazar günü bir ilimizde bayrağımıza karşı yapılan çirkin saldırıdan dolayı, bugüne kadar hiçbir sıkıntı yaşamamış, savaşlar görmemiş sevgili gençlerimize bu kürsüden seslenmek istiyorum. Bayrak, bir milletin varlığının ve bağımsızlığının sembolü ve tarihinin hatırasıdır. Değeri, pamuk veya ipekten yapılmasına bağlı olmayıp, temsil ettiği milletin kıymetiyle ölçülür. Devletin hâkimiyetini, bağımsızlığını ve şerefini temsil ettiği için bayrağa çok büyük saygı gösterilir. Milletin hükümranlığını temsil eden bayrak, kutsaldır. Tarihimizin her döneminde onu yere düşürmemek, düşmana bırakmamak, manevî haysiyetine dokunacak bir duruma sokmamak için, ölüm dahil, her türlü fedakârlık göze alınmıştır. Yine, tarihimizin her döneminde bayrak ve sancağa hakaret, en büyük millî şerefsizlik olarak kabul edilmiştir. Bayrağın kutsallığı, hele, muharebe meydanında en yüksek mertebesini bulur. Bayrağı düşürmemek için, nice komutanlar, en küçük bir tereddüt göstermeden şehit olmayı göze almışlardır. İşte bunun içindir ki, şairimiz "Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır/Eğer uğrunda ölen varsa vatan topraktır" demiştir.

İşte, rengini vatan için ölen bu şehitlerin kanından almış ay yıldızlı Türk Bayrağı, dünya durdukça bu semalarda dalgalanacak ve hiçbir hainin onu yere indirmeye gücü yetmeyecektir. (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Bu millet, ecdadının kanıyla sulanmış Bayrağına canı pahasına sahip çıkmış ve sahip çıkmaya devam edecektir. Her Türk vatandaşı Bayrağı için şehit olmaya hazırdır.

Bu duygu ve düşüncelerle, Bayrağımıza yapılan çirkin saldırıyı şiddetle ve nefretle kınıyorum.

BAŞKAN - Sayın Yaşar, kozmetikle ilgili de konuşacaksınız değil mi?

AHMET YAŞAR (Devamla) - Sayın Başkanım, çok kısa da olsa Kozmetik Kanunu Tasarısıyla ilgili bir iki şey söylemek istiyorum.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, 26.2.1994 tarih ve 3977 sayılı Kozmetik Kanununda tanımlanan şekliyle kozmetik, insan vücudunun epiderma, tırnaklar, kıllar, saçlar, dudaklar ve genital organlar gibi değişik kısımlara, ağız ve dişler veya mukozaya uygulanmak üzere hazırlanmış, amacı veya yan amacı bu kısımları temizlemek, koku vermek ve korumak suretiyle iyi bir durumda muhafaza etmek, görünümünü değiştirmek, vücut kokularını değiştirmek olan saç boyaları ve saç açıcıları da dahil, preparat veya maddelerdir.

Bu tasarıyla, kozmetik ürünlerinin, topluma güvenli, etkili ve kaliteli şekilde ulaşmasını temin etmek üzere ürünlerin piyasaya arz edilmesinden önce bildirimde bulunulması, piyasa gözetim ve denetiminin yapılmasıyla bu ürünlerin üretim yerlerinin denetimi konularındaki esaslar düzenlenmektedir.

Günümüzde kozmetik ürünleri tanımda belirtilen amaçları dışında kullanılmaya başlanmış olup, hileler ve sağlığa zararlı bir durum ortaya çıkmaktadır.

Kozmetiklerin üretimi, ithalat ve satış izni bu kanun tarafından Sağlık Bakanlığına verilmiştir.

Kozmetiklerin üretiminde kullanılan bütün maddeler fiziksel, kimyasal ve mikrobiyolojik olarak uygun kalitede ve sağlığa zararlı olmamalıdır. Mesela, yara dezenfektanı olarak halk arasında kolonya kullanılmaktadır. Kolonyanın uygun miktarda alkolle formüle edilmiş olması gerekir. Çok düşük oranda alkol içeren ucuz kolonyalar mikroorganizma üremesine neden olabilmektedir. Mikroorganizmalar sıvı ve nemli ortamları severler, böyle ortamlarda üreme olasılıkları fazladır. Örneğin, şampuanların birçoğunun içerdiği protein, yumurta, maya, bakterilerin çoğalması için uygun besi ortamıdır. Mikroorganizmalar yönünden uygun formülle üretilmeyen krem ve losyon gibi sıvı içeren preparatlar risk oluşturmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; son zamanlarda kozmetiklerin, özellikle de makyaj malzemelerin kullanım yaşı 8-10 yaşlarına kadar inmiştir. Uzakdoğu ve eski doğu bloku ülkelerinden gayri yasal yollardan ülkemize sokulan kaçak makyaj malzemeleri cilt rahatsızlıklarına sebep olmaktadırlar. Alınacak ürünlerde etiket bilgilerinin tam ve okunaklı olmasına dikkat etmek gerekmektedir.

Avrupa Birliği ülkelerinde kozmetiklerin piyasaya arzından önce izin zorunluluğu yoktur; bunun yerine etkin piyasa kontrolleri yapılmaktadır. Ülkemizde ise piyasaya arz edilmeden önce, 3977 sayılı Kozmetik Kanunu uyarınca izin zorunluluğu bulunmakta ve bu yüzden AB ile farklılıklar oluşmaktadır. Bu nedenle kozmetik ürünlerin piyasaya arzından önce alınması şart olan izin işlemlerinin kaldırılarak kozmetik bildirim sistemiyle etkin şekilde yürütülecek kozmetik piyasa gözetim ve denetimlerine amir mevzuat değişikliğine ihtiyaç duyulmuştur. Bu çerçevede, mevcut farklılığı gidermeye, tüketici boyutunda ve sektörel nitelikte yaşanan sıkıntıları etkin şekilde çözümlemeye yönelik, ülkemiz şartları ve kozmetiklerle ilgili 76/768 EEC temel direktifi esas alınarak bu kanun tasarısı hazırlanmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu tasarıyla kozmetik ürünlerinin tanımı Avrupa Birliği mevzuatındaki kozmetik tanımına uygun olarak yapılarak kanun kapsamı belirlenmekte ve kanunun uygulanması bakamından üretici tanımı yapılarak üreticinin yükümlülükleri belirlenmektedir. Kanunda öngörülen yükümlülüklerin ihlali halinde, ihlal edilen yükümlülüğün niteliğine göre hangi miktarda idarî para cezası uygulanacağı, cezaya itiraz usulüyle, fiilin tekrarı durumunda idarî para cezasının nasıl uygulanacağı düzenlenmektedir. Kanunda öngörülen yükümlülüklerin ihlali halinde, sırf idarî para cezası uygulanmakla kifayet edilmesinin kanunun amacıyla bağdaşmayacağı ve halk sağlığının korunması da mümkün olmayacağından, idarî para cezasının yanı sıra, uygulanabilecek diğer idarî tedbirler düzenlenmektedir. Bu kanunun, gerek kozmetik üreticilerine gerekse kozmetik kullanıcılarına daha sağlıklı ürünler sunulmasına vesile olacağına inancımız tamdır. Aynı zamanda, bu kanunla, ülkemizde, kozmetik sanayii daha çok gelişecek ve büyük çoğunluğu ithal olan ürünler artık ülkemizde üretilecektir diye düşünüyor ve bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Azmi Ateş bir düzeltme yapılmasını istedi; mısra yanlış söylenmiş; doğrusu "Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır." Bu düzeltmeyi yaparak tutanaklara geçirmiş olalım. Bu da tamam olsun.

Şimdi, tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlandı.

Maddelere geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

1 inci maddeyi okutuyorum:

KOZMETİK KANUNU TASARISI

Amaç

MADDE 1. - Bu Kanunun amacı; kozmetik ürünlerin topluma güvenli, etkili ve kaliteli şekilde ulaşmasını temin etmek üzere ürünlerin piyasaya arz edilmesinden önce bildirimde bulunulması, piyasa gözetim ve denetiminin yapılması ile bu ürünlerin üretim yerlerinin denetimi konularındaki esasları belirlemektir.

BAŞKAN -Söz, soru, önerge yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2 nci maddeyi okutuyorum:

Kapsam

MADDE 2. - Bu Kanun, insan vücudunun epiderma, tırnaklar, kıllar, saçlar, dudaklar ve dış genital organlar gibi değişik dış kısımlarına, dişlere ve ağız mukozasına uygulanmak üzere hazırlanmış, tek veya temel amacı bu kısımları temizlemek, koku vermek, görünümünü değiştirmek ve/veya vücut kokularını düzeltmek ve/veya korumak veya iyi bir durumda tutmak olan bütün preparatları veya maddeleri kapsar.

BAŞKAN - Söz, soru, önerge yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

3 üncü maddeyi okutuyorum:

Bildirim ve denetim

MADDE 3. - Kozmetik ürünün piyasaya ilk kez arz edilmesinden önce Sağlık Bakanlığına bildirimde bulunulması zorunludur. Bildirimden sonra üründe veya üreticide meydana gelen değişikliklerin de bildirilmesi zorunludur.

Bu Kanun hükümlerine göre eksik bilgi ve belge ihtiva eden bildirim, yapılmış sayılmaz.

Piyasaya arz edilen kozmetik ürünlerin üretim yerlerinin denetimi ile piyasa gözetim ve denetimi Sağlık Bakanlığı tarafından yapılır.

BAŞKAN - Söz, soru, önerge yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...  Etmeyenler... 3 üncü madde kabul edilmiştir.

4 üncü maddeyi okutuyorum:

Üretici ve yükümlülükleri

MADDE 4. - Bir kozmetik ürünü üreten, imâl eden, ıslah eden veya ürüne adını, ticarî markasını veya ayırt edici işaretini koymak suretiyle kendini üretici olarak tanıtan gerçek veya tüzel kişi; üreticinin Türkiye dışında olması halinde, üretici tarafından yetkilendirilen temsilci veya ithalatçı; ayrıca, ürünün tedarik zincirinde yer alan veya faaliyetleri ürünün güvenliğine ilişkin özelliklerini etkileyen gerçek veya tüzel kişi, bu Kanunun uygulanması bakımından üretici sayılır. Üreticinin yükümlülükleri aşağıda belirtilmiştir:

a) Sağlık Bakanlığına bildirimde bulunulmaksızın kozmetik ürün üretmek, ambalajlamak, ithalat müessesesi açmak veya işletmek veya ilk bildirimden sonra yapılan değişiklikleri bildirmeksizin bir müessesenin faaliyet sahasını genişletmek yasaktır.

b) Bu müesseseler sorumlu teknik eleman ile hizmetin gerektirdiği nitelikte personel istihdam edilmeden işletilemez.

c) Herhangi bir kozmetik ürün, ürün güvenlik bilgileri Sağlık Bakanlığı Zehir Araştırma Merkezine bildirilmeden piyasaya arz edilemez.

d) Kozmetik ürün, normal ve üretici tarafından önerilen şartlar altında uygulandığında veya ürünün sunumu, etiketlenmesi, kullanımına dair açıklamalara veyahut üretici tarafından sağlanan bilgiler dikkate alınarak öngörülecek kullanım şartlarına göre uygulandığında, insan sağlığına zarar vermeyecek nitelikte olmak zorundadır.

e) Muhtevasında hiç veya belirli limit ve şartların dışında bulunmaması gereken maddeler içeren kozmetik ürünler piyasaya arz edilemez.

f) Kozmetik ürünlerin ambalaj ve etiket bilgilerinin yönetmelikte belirtilen esaslara uygun olması zorunludur.

g) Kozmetik üretim yerinin Sağlık Bakanlığınca belirlenen esaslara uygun olması zorunludur.

BAŞKAN - Söz, soru, önerge yok.

4 üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

5 inci maddeyi okutuyorum:

MADDE 5. - Bu Kanunun;

a) 3 üncü maddesinin birinci fıkrasında belirtilen yükümlülüklerinden herhangi birini ihlal eden üreticiye yirmimilyar lira,

b) 4 üncü maddesinin;

1) (a) bendinde belirtilen yasaklardan herhangi birine uymayan üreticiye yirmimilyar lira,

2) (b) bendinde belirtilen personeli istihdam etmeyen ve (c) bendi uyarınca bildirimde bulunmayan üreticiye onmilyar lira,

3) (d) bendine aykırı hareket eden kozmetik ürünün üreticisine ellimilyar lira,

4) (e) bendine göre muhtevasında hiç bulunmaması gereken maddeler içeren kozmetik ürünleri piyasaya arz eden üreticiye yirmimilyar lira, muhtevasında belirli limit ve şartların dışında maddeler içeren kozmetik ürünleri piyasaya arz eden üreticiye onbeşmilyar lira,

5) (g) bendinde belirtilen yükümlülüğü ihlâl eden üreticiye yirmimilyar lira,

İdarî para cezası Sağlık Bakanlığınca verilir. Verilen para cezalarına dair kararlar ilgililere 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edilir. Bu cezalara karşı tebliğ tarihinden itibaren en geç yedi gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebilir. İtiraz, verilen cezanın yerine getirilmesini durdurmaz. Bu Kanuna göre verilen idarî para cezaları, Bakanlığın bildirimi üzerine 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre Maliye Bakanlığınca tahsil olunur.

Bu Kanuna göre idarî para cezasını gerektiren fiilin tekerrürü halinde idarî para cezaları iki kat olarak uygulanır.

Bu maddeye göre idarî para cezası verilmiş olması, ihlâl edilen yükümlülüğün niteliğine göre gereken diğer idarî tedbirlerin ve müeyyidelerin uygulanmasına engel olmaz.

BAŞKAN - Madde üzerinde, söz, soru yok.

1 adet önerge var "lira"nın "Yeni Türk Lirası" olarak değiştirilmesiyle ilgili; önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

643 sıra sayılı kanun tasarısının 5 inci maddesinin (a) bendinde geçen "yirmimilyar lira" ibaresinin "yirmibin Yeni Türk Lirası", (b) bendinin (1) numaralı alt bendinde geçen "yirmimilyar lira" ibaresinin "yirmibin Yeni Türk Lirası", (2) numaralı alt bendinde geçen "onmilyar lira" ibaresinin "onbin Yeni Türk Lirası", (3) numaralı alt bendinde geçen "ellimilyar lira" ibaresinin "ellibin Yeni Türk Lirası", (4) numaralı alt bendinde geçen "yirmimilyar lira" ibaresinin "yirmibin Yeni Türk Lirası" ve "onbeşmilyar lira" ibaresinin "onbeşbin Yeni Türk Lirası", (5) numaralı alt bendinde geçen "yirmimilyar lira" ibaresinin "yirmibin Yeni Türk Lirası" olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

 Şükrü Önder Nevzat Doğan Faruk Çelik

 Yalova Kocaeli Bursa

 Özkan Öksüz Ahmet Ertürk Fetani Battal

 Konya Aydın Bayburt

BAŞKAN - Komisyon katılıyor mu?

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU ADINA NEVZAT DOĞAN (Kocaeli) - Takdire bırakıyoruz efendim.

BAŞKAN - Hükümet?..

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) - Kabul ediyoruz.

BAŞKAN - Gerekçeyi mi okutalım?..

EYÜP FATSA (Ordu) - Gerekçe...

BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

İlgili madde yeni para birimimize uygun hale getirilmiştir.

BAŞKAN - Söz isteyen yok önerge üzerinde.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Önerge kabul edilmiştir.

Kabul edilen önerge doğrultusunda 5 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

6 ncı maddeyi okutuyorum:

Diğer idarî müeyyideler ve tedbirler

MADDE 6. - Bu Kanun hükümleri ile bu Kanuna göre yürürlüğe konulan yönetmelik ve diğer düzenlemelerde belirlenen esaslara uygun olmadığı tespit edilen kozmetik ürünler ile ilgili uyarı, piyasadan toplatma ve imha için gereken işlemler ile kozmetik ürün üretim yerinin ıslahı ve gerektiğinde kapatılması ile ilgili bütün tedbirleri almaya ve uygulamaya Sağlık Bakanlığı yetkilidir.

Bu Kanun ile bu Kanuna göre çıkarılan mevzuata uygunluğu belgelenmiş olsa dahi, bir ürünün genel sağlık yönünden güvenli olmadığına dair kesin belirtilerin bulunması halinde, bu ürünün piyasaya arzı, kontrol yapılıncaya kadar Sağlık Bakanlığınca geçici olarak durdurulur.

Kontrol sonucunda ürünün genel sağlık yönünden güvenli olmadığının tespit edilmesi halinde, masrafları üretici tarafından karşılanmak üzere,

Sağlık Bakanlığı;

a) Ürünün piyasaya arzının yasaklanmasını,

b) Piyasaya arz edilmiş olan ürünlerin piyasadan toplanmasını,

c) Ürünlerin, güvenli hale getirilmesinin imkânsız olduğu durumlarda, taşıdıkları risklere göre kısmen ya da tamamen imha edilmesini,

d) (a), (b) ve (c) bentlerinde belirtilen önlemler hakkında gerekli bilgilerin, ülke genelinde dağıtımı yapılan iki gazete ile ülke genelinde yayın yapan iki televizyon kanalında ilanı suretiyle risk altındaki kişilere duyurulmasını,

Sağlar.

Risk altındaki kişilerin yerel yayın yapan gazete ve televizyon kanalları vasıtasıyla bilgilendirilmesinin mümkün olduğu durumlarda, bu duyuru yerel basın ve yayın organları yoluyla, risk altındaki kişilerin tespit edilebildiği durumlarda ise bu kişilerin doğrudan bilgilendirilmesi yoluyla yapılır.

Türk Ceza Kanunu hükümleri saklıdır.

BAŞKAN - Söz, soru, önerge yok.

6 ncı maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

7 nci maddeyi okutuyorum:

Yönetmelik

MADDE 7. - Kozmetik ürünlerin teknik niteliklerine, ambalaj bilgilerine dair şartlara, bildirimlerine, piyasaya arz edilmelerine, piyasa gözetim ve denetimlerine, üretim yeri denetimlerine, analiz metotlarına, tedbirlere ve ilgili diğer hususlara ilişkin usûl ve esaslar, bu Kanunun yayımı tarihinden itibaren bir ay içinde Sağlık Bakanlığı tarafından hazırlanarak yürürlüğe konulacak bir yönetmelik ile düzenlenir.

BAŞKAN - Söz, soru, önerge yok.

7 nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

8 inci maddeyi okutuyorum:

Yürürlükten kaldırılan mevzuat

MADDE 8. - 23.2.1994 tarihli ve 3977 sayılı Kozmetik Kanunu yürürlükten kaldırılmıştır.

BAŞKAN - Söz, soru, önerge yok.

8 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Geçici 1 inci maddeyi okutuyorum:

GEÇİCİ MADDE 1. - Bu Kanunda öngörülen yönetmelik yürürlüğe girinceye kadar mevcut yönetmeliklerin bu Kanuna aykırı olmayan hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.

BAŞKAN - Söz, soru, önerge yok.

Geçici 1 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

9 uncu maddeyi okutuyorum:

Yürürlük

MADDE 9. - Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN - Söz, soru, önerge yok.

9 uncu maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

ALİM TUNÇ (Uşak) - Sayın Başkan, bir önerge vardı...

BAŞKAN - Tutanaklara geçti...

10 uncu maddeyi okutuyorum:

Yürütme

MADDE 10. - Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN - Söz, soru, önerge yok.

10 uncu maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

BAŞKAN - Değerli milletvekilleri, bir teknik sorun nedeniyle, onu halledebilmek için, birleşime 5 dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 19.34


ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 19.40

BAŞKAN: Başkanvekili Ali DİNÇER

KÂTİP ÜYELER: Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli),  Harun TÜFEKCİ (Konya)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 75 inci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

643 sıra sayılı tasarı üzerindeki çalışmalarımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz.

VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

5.- Kozmetik Kanunu Tasarısı ile Avrupa Birliği Uyum ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonları Raporları (1/844) (S. Sayısı: 643) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon yerinde, Hükümet yerinde.

Tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir; hayırlı olsun.

Değerli milletvekilleri, 6 ncı sırada yer alan, Karadeniz Ekonomik İşbirliği Ülkeleri Hükümetleri Arasında Doğal ve İnsanlardan Kaynaklanan Afetlerde Acil Yardım ve Acil Müdahale Anlaşmasına Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ile Dışişleri Komisyonları raporlarının görüşmelerine başlayacağız.

6.- Karadeniz Ekonomik İşbirliği Ülkeleri Hükümetleri Arasında Doğal ve İnsanlardan Kaynaklanan Afetlerde Acil Yardım ve Acil Müdahale Anlaşmasına Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ile Dışişleri Komisyonları Raporları (1/930) (S. Sayısı: 740)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

TC Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Kosova Geçici Özerk Yönetim Kurumlarını (Kosova Kültür, Gençlik ve Spor Bakanlığı) Temsil Eden Kosova'daki BM Geçici Yönetimi (UNMIK) Arasında Yapılan Kültürel İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu raporunun görüşmelerine başlayacağız.

7.- T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Kosova Geçici Özerk Yönetim Kurumlarını (Kosova Kültür, Gençlik ve Spor Bakanlığı) Temsil Eden Kosova'daki BM Geçici Yönetimi (UNMIK) Arasında Yapılan Kültürel İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/929) (S. Sayısı: 741)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

Değerli milletvekilleri, çalışma süremiz tamamlanmıştır.

Alınan karar gereğince, sokak çocuklarının sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan (10/111, 160, 180) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonunun 829 sıra sayılı raporunu görüşmek ve tasarruf sahiplerinin mağduriyetine yol açan holdinglerin faaliyetlerini ve bu süreçte SPK'nın sorumluluğunu araştırmak amacıyla verilen (10/16) ve (10/162) esas numaralı Meclis araştırması önergelerinin birleştirilerek öngörüşmelerini yapmak için, 29 Mart 2005 Salı günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati: 19.43