DÖNEM: 22 CİLT: 125 YASAMA YILI: 4
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
121 inci Birleşim
28 Haziran 2006 Çarşamba
İ Ç İ N D E K İ L E R
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II.- GELEN KÂĞITLAR
III.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Tezkereler ve Önergeler
1.- Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in Katar'a yaptığı resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/1087)
2.- Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker'in İsrail'e yaptığı resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/1088)
3.- Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat Başesgioğlu'nun Çin Halk Cumhuriyetine yaptığı resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/1089)
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
1.- Tokat Milletvekilleri, Orhan Ziya Diren ve Feramus Şahin'in yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması hakkında Başbakanlık tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Raporları (3/980) (S.Sayısı: 1197)
2.- Dokuzuncu Kalkınma Planının (2007-2013) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Sunulduğuna Dair Başbakanlık Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (3/1075) (S. Sayısı: 1214)
3.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)
4.- Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1030) (S. Sayısı: 904)
5.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti Arasında Yayılmanın Önlenmesi Amaçlarına Yönelik Yardım Sağlanmasının Kolaylaştırılması İçin İşbirliğine İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu raporu (1/1115) (S. Sayısı:1147)
6.- Bütçe Kanunlarında Yer Alan Bazı Hükümlerin İlgili Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelere Eklenmesi ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İstanbul Milletvekili Mustafa Ataş ve 9 Milletvekilinin; Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1219, 2/812) (S. Sayısı:1210)
7.- Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İçişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/572) (S. Sayısı: 817)
8.- Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/1210) (S.Sayısı: 1212)
9.- Orman Mühendisliği, Orman Endüstri Mühendisliği ve Ağaç İşleri Endüstri Mühendisliği Hakkında Kanun Tasarısı ile Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu Raporu (1/1073) (S. Sayısı: 1040)
10.- Denizli Milletvekili Osman Nuri Filiz ile Balıkesir Milletvekili Ali Osman Sali'nin; Devlet Planlama Teşkilatı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/499) (S. Sayısı: 949)
11.- Hâkimler ve Savcılar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1220) (S. Sayısı: 1217)
12.- Terörle Mücadele Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İçişleri ile Adalet Komisyonları Raporları (1/1194) (S. Sayısı: 1222)
V.- ÖNERİLER
A) Sİyasî Partİ GruBU Önerİlerİ
1.- Gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin Anavatan Partisi grup önerisi
VI.- SORULAR VE CEVAPLAR
A) YazIlI Sorular ve CevaplarI
1.- İstanbul Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU'nun, Türk Telekomun hisselerinin satışına ve bazı iddialara ilişkin Başbakandan sorusu ve Maliye Bakanı Kemal UNAKITAN'ın cevabı (7/14344)
2.- Adana Milletvekili N. Gaye ERBATUR'un, Bodrum Güvercinlik Köyü orman alanının kiralanmasının ve bir iddiaya ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Osman PEPE'nin cevabı (7/14354)
3.- Konya Milletvekili Atilla KART'ın, Konya-Meram'daki SHÇEK taşınmazlarının Hazineye devrine ve bazı iddialara ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal UNAKITAN'ın cevabı (7/14374)
4.- Denizli Milletvekili Ümmet KANDOĞAN'ın, Denizli İlindeki belediyelere yapılan yardımlara ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Osman PEPE'nin cevabı (7/14427)
5.- İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in, TMSF'nin kamuyu zarara uğrattığı iddiasına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif ŞENER'in cevabı (7/14434)
6.- Hatay Milletvekili Züheyir AMBER'in, Hatay Gençlik ve Spor İl Müdürlüğünce düzenlenen bir etkinlikle ilgili iddialara ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali ŞAHİN'in cevabı (7/14439)
7.- İzmir Milletvekili Erdal KARADEMİR'in, bazı holdinglerce mağdur edilen tasarruf sahiplerinin sorunlarına yaklaşımına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif ŞENER'in cevabı (7/14503)
8.- İstanbul Milletvekili Berhan ŞİMŞEK'in, Başbakanlık Müsteşarının maaşına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali ŞAHİN'in cevabı (7/14504)
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak beş oturum yaptı.
Birinci, İkinci, Üçüncü ve Dördüncü Oturumlar
Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin 8.6.2006 tarihli ve 5518 sayılı Kanunun bazı maddelerinin Anayasanın 89 uncu maddesine göre bir kez daha görüşülmek üzere geri gönderildiğine ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi Genel Kurulun bilgisine sunuldu.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Bülent Arınç'ın, Rusya Federasyonu Federal Meclisi Federasyon Konseyi Başkanı Sergey M. Mironov'un Rusya'ya resmî davetine, beraberinde parlamento heyetiyle icabetine ilişkin Başkanlık,
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Endonezya'ya,
Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker'in Sudan'a,
Yaptıkları resmî ziyaretlere katılacak milletvekillerine ilişkin Başbakanlık;
Tezkereleri kabul edildi.
Gündemin "Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler" kısmının 255 inci sırasında bulunan (10/316) esas numaralı, çimento sektöründeki denetimsiz fiyat oluşumu ve tekelleşme iddialarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla verilen Meclis araştırması önergesinin öngörüşmelerinin Genel Kurulun 27.6.2006 Salı günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin Anavatan Partisi Grubu önerisinin, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edilmediği;
Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 7 nci sırasında yer alan 1199 sıra sayılı kanun teklifinin bu kısmın 6 ncı sırasına, 11 inci sırasında yer alan 817 sıra sayılı kanun tasarısının 7 nci sırasına, 364 üncü sırasında yer alan 1212 sıra sayılı kanun tasarısının 8 inci sırasına, 8 inci sırasında yer alan 1040 sıra sayılı kanun tasarısının 9 uncu sırasına, 26.6.2006 tarihli gelen kâğıtlar listesinde yayımlanan ve bastırılarak dağıtılan 1215 sıra sayılı kanun teklifi ile 1217 sıra sayılı kanun tasarısının 5 inci ve 11 inci sırasına, 27.6.2006 tarihli gelen kâğıtlar listesinde yayımlanan ve bastırılarak dağıtılan 1222 sıra sayılı kanun tasarısının 12 nci sırasına 48 saat geçmeden alınmalarına ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesine; 1214 sıra sayılı Dokuzuncu Kalkınma Planının (2007-2013) gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmında yer almasına, görüşmelerinin 3 bölüm halinde yapılmasına, her bölüm üzerinde siyasî parti grupları ile Hükümet ve Komisyonun konuşma sürelerinin 30'ar dakika (Hükümetin sunuş konuşması dahil), kişisel konuşmaların 10'ar dakika olmasına, siyasî parti gruplarının sürelerinin birden fazla konuşmacı tarafından kullanılabilmesine; Genel Kurulun, 27.6.2006 Salı günü 1212 sıra sayılı kanun tasarısının görüşmelerinin bitimine kadar, 28.6.2006 Çarşamba günü 1222 sıra sayılı kanun tasarısının görüşmelerinin bitimine kadar çalışmasına; 29.6.2006 Perşembe günü ise Genel Kurulun çalışmalarının saat 11.00'de başlamasına ilişkin AK Parti Grubu önerisinin, yapılan görüşmelerden sonra,
Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Avrupa Kuvveti Kongo Demokratik Cumhuriyeti Harekâtı kapsamında yurt dışına gönderilmesine; bu kuvvetlerin verilecek izin ve belirlenecek esaslar çerçevesinde kullanılmasına Anayasanın 92 nci ve 117 nci maddeleri uyarınca izin verilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresinin, görüşmelerini müteakiben,
Kabul edildikleri;
Açıklandı.
Bitlis Milletvekili Edip Safder Gaydalı, Düzce Milletvekili Yaşar Yakış'ın, konuşmasında, ileri sürmüş olduğu görüşlerden farklı görüşleri kendisine atfetmesi nedeniyle bir açıklamada bulundu.
Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:
1 inci sırasında bulunan, Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin (2/212) (S. Sayısı: 305), görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin komisyon raporu henüz gelmediğinden;
2 nci sırasında bulunan, Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısının (1/1030) (S. Sayısı: 904),
3 üncü sırasında bulunan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti Arasında Yayılmanın Önlenmesi Amaçlarına Yönelik Yardım Sağlanmasının Kolaylaştırılması İçin İşbirliğine İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının (1/1115) (S. Sayısı: 1147),
4 üncü sırasında bulunan, Bütçe Kanunlarında Yer Alan Bazı Hükümlerin İlgili Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelere Eklenmesi ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İstanbul Milletvekili Mustafa Ataş ve 9 Milletvekilinin; Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin (1/1219, 2/812) (S. Sayısı: 1210),
Görüşmeleri, ilgili komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından,
Ertelendi.
5 inci sırasına alınan, Ordu Milletvekili Cemal Uysal ve 6 Milletvekilinin, 193 Sayılı Gelir Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifinin (2/825) (S. Sayısı: 1215), görüşmelerini müteakiben, elektronik cihazla yapılan açıkoylamadan sonra, kabul edilip kanunlaştığı açıklandı.
Saat 23.55'te toplanmak üzere, Dördüncü Oturuma 23.43'te son verildi.
Nevzat Pakdil
Başkanvekili
Harun Tüfekci Türkân Miçooğulları
Konya İzmir
Kâtip Üye Kâtip Üye
Mehmet Daniş
Çanakkale
Kâtip Üye
Beşinci Oturum
Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:
6 ncı sırasına alınan, Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl ve 7 Milletvekilinin, 190 Sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkındaki Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması, 4576 Sayılı Devlet Memurları Kanunu, Harcırah Kanunu, Bazı Sağlık Personelinin Devlet Hizmet Yükümlülüğüne Dair Kanun, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun, Kadastro Kanunu ile Genel Kadro Usulü Hakkındaki Kanun Hükmünde Kararnamenin Eki Cetvellerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun Bazı Maddelerinin Yürürlükten Kaldırılması, 181 Sayılı Sağlık Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkındaki Kanun Hükmünde Kararnamenin Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkındaki Kanun Teklifinin (2/798) (S. Sayısı: 1199), yapılan görüşmelerden sonra, kabul edilip kanunlaştığı açıklandı.
7 nci sırasına alınan, Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunda (1/572) (S. Sayısı: 817),
8 inci sırasına alınan, Askerî Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanununda (1/1210) (S. Sayısı: 1212),
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarılarının görüşmeleri, ilgili komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından, ertelendi.
28 Haziran 2006 Çarşamba günü, alınan karar gereğince saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşime 02.36'da son verildi.
İsmail Alptekin
Başkanvekili
Bayram Özçelik Mehmet Daniş
Burdur Çanakkale
Kâtip Üye Kâtip Üye
No.: 169
II.- GELEN KÂĞITLAR
28 Haziran 2006 Çarşamba
Raporlar
1.- İzmir Milletvekili Yılmaz Kaya ile Muğla Milletvekili Ali Arslan'ın; Avukatlık Kanununun 96 ncı Maddesinin Değişikliğine Dair Kanun Teklifi ile Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve 5 Milletvekilinin; Avukatlık Kanununun 96 ncı Maddesinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Adalet Komisyonu Raporu (2/694, 2/696) (S. Sayısı: 1226) (Dağıtma tarihi: 28.6.2006) (GÜNDEME)
2.- 8.6.2006 Tarihli ve 5518 Sayılı Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun ve Anayasanın 89 uncu ve 104 üncü Maddeleri Gereğince Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1221) (S. Sayısı: 1227) (Dağıtma tarihi: 28.6.2006) (GÜNDEME)
3.- Türkiye Büyük Millet Meclisi İdare Amirleri Bingöl Milletvekili Feyzi Berdibek, Antalya Milletvekili Burhan Kılıç, Iğdır Milletvekili Dursun Akdemir ile Manisa Milletvekili Mustafa Erdoğan Yetenç'in; 2919 Sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Sekreterliği Teşkilat Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/816) (S. Sayısı: 1228) (Dağıtma tarihi: 28.6.2006) (GÜNDEME)
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.00
28 Haziran 2006 Çarşamba
BAŞKAN: Başkanvekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP ÜYELER: Yaşar TÜZÜN (Bilecik), Mehmet DANİŞ (Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 121 inci Birleşimini açıyorum.
Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.
Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.
Anayasa ve Adalet Komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyonun, bazı sayın milletvekillerinin yasama dokunulmazlıkları hakkında raporları vardır; sırasıyla okutup, bilgilerinize sunacağım.
Buyurun.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
1.- Tokat Milletvekilleri Orhan Ziya Diren ve Feramus Şahin'in Yasama Dokunulmazlıklarının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporları (3/980) (S. Sayısı: 1197) (x)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi: (a) Tokat Milletvekili Orhan Ziya Diren'in (3/608) esas nolu dosyası hakkında Karma Komisyonumuzun 12 Ocak 2005 tarih ve 16 sayılı kararı.
(b) Karma Komisyonumuzun 2 Şubat 2006 tarihli toplantısı.
Tokat Milletvekili Orhan Ziya Diren hakkındaki (3/980) esas nolu dosya, Karma Komisyonun ilgi (a) kararı ile sonuçlandırılmış olmasına rağmen, Komisyonun ilgi (b) toplantısında oluşan görüş nedeniyle, Kabahatler Kanunu çerçevesinde değerlendirilmek üzere, Başkanlığınızca, Karma Komisyonumuza tekrar gönderilmiştir.
Hazırlık Komisyonunun 6.4.2006 tarihli kararıyla, Karma Komisyonumuzun Tokat Milletvekili Orhan Ziya Diren hakkındaki (3/980) esas nolu dosyaya konu olayı ilgi (a) kararıyla sonuçlandırması nedeniyle, dosyanın, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına geri gönderilmesine karar verilmiştir.
Karma Komisyonumuzun, daha önce dosyaya konu olay hakkında iradesini belli etmiş olması nedeniyle, dosyanın, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına geri gönderilmesine oybirliğiyle karar verilmiştir.
Raporumuz, Genel Kurulun bilgilerine arz edilmek üzere, Yüksek Başkanlığa saygıyla sunulur.
Burhan Kuzu
İstanbul
Komisyon Başkanı ve üyeler
(x) 1197 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.
Diğer raporu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi: (a) Tokat Milletvekili Feramus Şahin'in (3/608) esas nolu dosyası hakkında Karma Komisyonumuzun 12 Ocak 2005 tarih ve 15 sayılı kararı.
(b) Karma Komisyonumuzun 2 Şubat 2006 tarihli toplantısı.
Tokat Milletvekili Feramus Şahin hakkındaki (3/980) esas nolu dosya, Karma Komisyonun ilgi (a) kararıyla sonuçlandırılmış olmasına rağmen, Komisyonun ilgi (b) toplantısında oluşan görüş nedeniyle, Kabahatler Kanunu çerçevesinde değerlendirilmek üzere, Başkanlığınızca, Karma Komisyonumuza tekrar gönderilmiştir.
Hazırlık Komisyonunun 6.4.2006 tarihli kararıyla, Karma Komisyonumuzun Tokat Milletvekili Feramus Şahin hakkındaki (3/980) esas nolu dosyaya konu olayı ilgi (a) kararıyla sonuçlandırması nedeniyle, dosyanın, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına geri gönderilmesine karar verilmiştir.
Karma Komisyonumuzun, daha önce dosyaya konu olay hakkında iradesini belli etmiş olması nedeniyle, dosyanın, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına geri gönderilmesine oybirliğiyle karar verilmiştir.
Raporumuz, Genel Kurulun bilgilerine arz edilmek üzere, Yüksek Başkanlığa saygıyla sunulur.
Burhan Kuzu
İstanbul
Komisyon Başkanı ve üyeler
BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.
Başbakanlığın, Anayasanın 82 nci maddesine göre verilmiş 3 tezkeresi vardır; ayrı ayrı okutup, oylarınıza sunacağım:
III.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Tezkereler ve Önergeler
1.- Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in Katar'a yaptığı resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/1087)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in, görüşmelerde bulunmak üzere bir heyetle birlikte 1-4 Mayıs 2006 tarihlerinde Katar'a yaptığı resmî ziyarete, ekli listede adları yazılı milletvekillerinin de iştirak etmesi uygun görülmüş ve bu konudaki Bakanlar Kurulu Kararının sureti ilişikte gönderilmiştir.
Anayasanın 82 nci maddesine göre gereğini arz ederim.
Recep Tayyip Erdoğan
Başbakan
Liste
Abdurrahim Aksoy Bitlis
Nuri Çilingir Manisa
Eyüp Fatsa Ordu
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Diğer tezkereyi okutuyorum:
2.- Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker'in İsrail'e yaptığı resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/1088)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker'in, İsrail Agri-Tech Fuarına katılmak üzere bir heyetle birlikte 8-10 Mayıs 2006 tarihlerinde İsrail'e yaptığı resmî ziyarete, ekli listede adları yazılı milletvekillerinin de iştirak etmesi uygun görülmüş ve bu konudaki Bakanlar Kurulu Kararının sureti ilişikte gönderilmiştir.
Anayasanın 82 nci maddesine göre gereğini arz ederim.
Recep Tayyip Erdoğan
Başbakan
LİSTE
M. Nezir Nasıroğlu Batman
Mehmet Ali Suçin Batman
M. İhsan Arslan Diyarbakır
Ali İhsan Merdanoğlu Diyarbakır
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Diğer tezkereyi okutuyorum:
3.- Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat Başesgioğlu'nun Çin Halk Cumhuriyetine yaptığı resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/1089)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat Başesgioğlu'nun, görüşmelerde bulunmak üzere bir heyetle birlikte 14-18 Mayıs 2006 tarihlerinde Çin Halk Cumhuriyetine yaptığı resmî ziyarete, Ankara Milletvekili Mehmet Zekai Özcan'ın da iştirak etmesi uygun görülmüş ve bu konudaki Bakanlar Kurulu Kararının sureti ilişikte gönderilmiştir.
Anayasanın 82 nci maddesine göre gereğini arz ederim.
Recep Tayyip Erdoğan
Başbakan
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Anavatan Partisi Grubunun, İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır; okutup, oylarınıza sunacağım:
V.- ÖNERİLER
A) Sİyasî Partİ GruBU Önerİlerİ
1.- Gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin Anavatan Partisi grup önerisi
28.6.2006
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulu 28.6.2006 Çarşamba günü (bugün) siyasî parti gruplarının katılmaması sebebiyle toplanamadığından; Grubumuzun aşağıdaki önerisinin İçtüzüğün 19 uncu maddesi uyarınca Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederiz.
Saygılarımızla.
Süleyman Sarıbaş
Grup Başkanvekili
Öneri:
Genel Kurul gündeminin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 366 ncı sırasında bulunan 1213 sıra sayılı kanun teklifinin bu kısmın 5 inci sırasına alınması önerilmiştir.
BAŞKAN - Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, şu ana kadar, lehte üç talep gelmiştir Başkanlığımıza; Sayın Ümmet Kandoğan, Sayın Bülent Baratalı ve Sayın Süleyman Sarıbaş.
Bu arkadaşlarımız içinde hakkından feragat edecek arkadaş yoksa, kura çekeceğim… Peki.
Başkanlık Divanındaki arkadaşlarımızla birlikte çekmiş olduğumuz kura sonucunda, Sayın Süleyman Sarıbaş ve Sayın Bülent Baratalı'nın konuşma hakları doğmuştur.
Lehte, Sayın Sarıbaş, buyurun.
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya) - Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum.
Değerli arkadaşlar, getirdiğimiz öneride, geçen hafta Genel Kurulun gündeme alınmasını kabul ettiği ve dün kabul ettiğimiz gündemde de, Ateşli Silahlar Yasasındaki 1 maddelik değişiklikle örtüşen bir tasarı olduğu için getirdiğimiz bir tasarı. Burada, ne getiriyoruz; tamamen şehit ailelerine, şehitlerimize yönelik bir kanun teklifi olduğunu, geçen hafta 37'ye göre burada anlattığımda, siz de oylarınızla kabul etmiştiniz. Burada getirmek istediğimiz şey, tamamen şehit ailelerimizin günlük yaşantılarında çektikleri sıkıntılarıyla ilgili bir hadiseydi.
Bunlardan bir tanesi, biliyorsunuz, şehit ailelerine bir kamu görevi kontenjanı tanıyoruz; yani, şehit ailelerinden 1 kişiye kamu görevlisi olarak bir kontenjan hakkı veriyoruz. Bu çoğu zaman, dul kalan eşin küçük çocuğuna kullanmak üzere eş tarafından muhafaza ediliyor, çocuğum büyüdüğünde kullanır diye. Bu da, aile arasında bir gerginlik yaratıyor; çünkü, baba, genelde, diğer kardeşlerden birinin hemen kullanması yönünde ısrar ediyor. Dul eş, ister istemez küçük çocuğunu düşünüyor, yirmi sene sonrayı düşünüyor, dolayısıyla bu bir gerginlik yaratıyordu. Biz, bunu ikiye çıkaralım; yani, bir tanesini dul eş çocuğu için kullansın -eğer dul eşi varsa şehidimizin- bir tanesi de, füruuna verelim; yani, anne baba ve kardeşlere bu haktan bir tane verelim. Bu çok büyük maliyet, çok büyük sayı getirmez. Tabiî -inşallah, şehitlerimiz, hiç olmasını arzu etmiyoruz; ama- olduğu zaman da, millet olarak, buna, bu ülke için canını verenlere sahip çıkmak adına, bunu, bu kadroyu ikiye çıkaralım. Aile, yani, şehidin eşi ve çocuklarıyla anne, baba, kardeşleri arasındaki bir itişmeyi, bir kopukluğu, bir kavgayı ortadan kaldıracak, ailelerin dağılmasını önleyecek bir düzenleme.
İkinci bir öngördüğümüz düzenleme -görüşeceğimiz kanunda da var- şehidin yadigâr kalan silahından; yani, hatıra silahından resim, harç, ruhsat alınmamasıydı. 1 maddelik bir kanun tasarımız zaten gündemde, aynı kapsamda.
Bir başkası, tazminat miktarlarının; yani, dul eşe ve anne babaya verilen tazminat miktarlarının oranlarının belirlenmesiydi. Burada da çok büyük tartışmalar oluyor; çünkü, ne kadarının manevî tazminat, ne kadarının maddî tazminat olduğu, eş ve çocukla füru birleşirse bunların paylarının ne olacağı tam anlaşılmadığı için kanundan, bu, dava vesileleri oluyor, bu, niza vesileleri oluyor ve bu, tartışma vesileleri oluyor. Yani, hem evladını şehit veren ailelerin kendi içlerinde de bu tür tartışmaları yaşamaması için, net, açık, oranları belirtelim demiştik.
Bir başka düzenleme daha getiriyorduk. Yani, Allah kimsenin ocağına ateş düşürmesin, bu çok kolay bir şey değil. Böyle bir durumda, şehit aileleri kurum kurum gezmesinler; yani, Emekli Sandığına, SSK'ya, Silahlı Kuvvetlere veya Emniyete, kapı kapı evrak toplamasınlar. Başbakanlıkta bir şehit aileleri daire başkanlığı kuralım; nerede şehidimiz olmuşsa, direkt olarak devlet buna sahip çıksın, bu daire sahip çıksın; onun her türlü tazminatını, hakkını hukukunu, verilecek madalyasını, belgesini, beratını hazırlasın, evinde takdim etsin, kapısında takdim etsin; çünkü, hiç değilse, devlet olarak bu görevi yapalım dedik, yapacak bir düzenlemeyi ortaya getirdik.
Bir başka düzenleme istediğimiz husus, şehit derneklerimiz. Biz burada diyoruz ki, şehit derneklerimizi, eğer kamunun, yani özel idarelerin yeri varsa, bunlardan birer oda, ikişer odalık yerler tahsis ederek, bu insanların bir araya gelmelerine, şehitlerini yâd etmelerine fırsat sağlayalım. Yok, illerde böyle bir şey yoksa, nüfusu 100 000'i geçen ilçe ve illerde, şehit sayısı 30'u geçen ilçe ve illerde, ne yapalım, devlet olarak, özel idare olarak bunlara, en azından kira ve yakıtlarını karşılamak üzere bir katkı payı verelim. O gün, o ilçenin şartlarına göre, il encümenleri bunu tayin etsinler; ama, 5 milyara kadar, yakıt ve barınma, kira karşılığı bir yardım yapalım diye düşünüyorum. Bu da, bu derneklerimizin ayakta kalmalarını sağlayacaktır; çünkü, ben, yurdun birçok yerinde bu derneklerimize uğradığımızda, hakikaten kiralarını veremedikleri, hakikaten ısınamadıkları, kendi zar zor şartlarda kendi ceplerinden verdikleri küçük paralarla ayakta durmaya çalıştıkları, acılarını yâd ettikleri, oysa, bunları bir arada tutan o manevî değerin, o manevî gücün karşılıksız kalmamasını, en azından devletimizin bunlara kol kanat germesi gerektiği kanaatindeyim. Çok büyük bir şey de değil bu. Türkiye gibi büyük bir ülkenin şehitlerine sahip çıkacağını, hepimizin sahip çıkacağını bu millet bilir. Bu Meclisteki bütün arkadaşlarımın da bunda hemfikir olduğuna inanıyorum. Bizim getirdiğimiz düzenleme bu.
Biz, eğer, bu kanun teklifimizi, hemen görüşeceğimiz olan ateşli silahlarla ilgili kanun teklifinden öne alıp, birleştirip, varsa yapılacak düzenlemeler tekrar komisyona almak suretiyle… Ama, sadece 1 maddelik bir ruhsat harcı için değil, temelde var olan, yaşanan sorunları ortadan kaldıracak 4-5 maddelik bir düzenlemeyle, şehitlerimize, şehit ailelerimize, bu memleket için, bu vatan için canını vermekten çekinmeyen kahramanlarımızın en azından mezarda rahat uyumalarını sağlayacak, en azından çoluk çocuklarının geleceğini, hiç değilse, garanti edecek bir düzenlemeye ihtiyaç olduğu kanaatiyle bu kanun teklifinin görüşülmesinin milletimize fayda getireceğini, milletimizi gururlandıracağını, buradaki bütün milletvekili arkadaşlarımın da kalben buna katıldıklarını düşünüyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Sarıbaş, teşekkür ediyorum.
Sayın Bülent Baratalı, İzmir Milletvekili; buyurun.
BÜLENT BARATALI (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anavatan Partisi Grup Başkanvekilleri Malatya Milletvekili Süleyman Sarıbaş ve Gaziantep Milletvekili Ömer Abuşoğlu'nun verdikleri bir kanun teklifi ve doğrudan gündeme alınması önergesi hakkında söz almış bulunmaktayım; Grubum adına ve kendi adıma sizleri saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle, değerli iki milletvekilimizi, verdikleri bu kanun teklifi ve bu önerge nedeniyle bir kutlamak istiyorum. Kanun teklifi, 1 inci ve 7 nci maddesiyle, bütün maddesi birbiriyle bütün ihtiyaçları karşılayan önemli bir kanundur. Tekrar kendilerini kutluyorum. 13 yaşında babasız kalmış olan bir görev şehidi subayın oğlu olarak ve bu ülkenin verdiği olanaklarla bugüne kadar, gelmiş olan bir insan olarak, bu kanun maddesini baştan sonuna kadar Grubum ve şahsım adına desteklediğimizi ifade etmek istiyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ateş düştüğü yeri yakar. Bu, belki de, bu konu için söylenmiş ve bu konu üzerine oturan, örten önemli bir deyiştir. Evet, ateş düştüğü yeri yakıyor. Bir ülke uğruna toprağa düşenlerin geride kalanlarının buradaki sıkıntılarını, yaşam sıkıntılarını, katlandıkları sıkıntıları ortadan kaldıran bir teklif olarak görülüyor. Hem 6136 sayılı Yasada değişiklik öngören teklif uygundur hem de avans ödenmesi ve sürelerin kısaltılması teklifi çok uygundur. Nakdî tazminatlar çok uygundur. Beyiye ödememeleri olarak bilinen, o uzun süredir, Kurtuluş Savaşı için çıkarılmış olan bu teklif de, bu madde de çok uygundur; ama, bunların örgütlenebilmesi, özellikle büyükşehirlerde bir yer edinebilmesi, belediye başkanının ve valinin ve kaymakamın şefkatiyle barındıkları uygun yerler bulunmasının dışındaki kötü koşulları hep beraber görüyoruz, izliyoruz; bu da çok önemlidir.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; bu vatanın bize nasıl kaldığını hep beraber bir gözden geçirmemiz gerekmektedir. Bakın, üç kıtada hükümranlık yapan, ama, inkıraza uğraması nedeniyle fiilen Çanakkale Savaşı, Balkan Savaşları sonunda biten Osmanlı İmparatorluğu, bir yerde 2,5 milyon kilometrekareye, bir yerde de 1 870 000 kilometrekareye yayılmış olan bir imparatorluktu.
Bugün son kalan bu 776 000 kilometrekarede herkes şunu bilmeli ki, bu Gazi Meclis de şunu bilmeli ki, bu 1 870 000 metrekarenin her metrekaresinde bu vatan için ölen, bu vatan için kendini, en aziz varlığını feda eden insanlar yatmaktadır. Nerelerde yatmaktadır; Osmanlının çarpışan 10 ordusunun olduğu yerlerde yatmaktadır; Mekke-i Mükerreme'de yatmaktadır, Medine-i Münevvere'de yatmaktadır, Mısır'da Kanal Harekâtında yatmaktadır, Irak'ta, Suriye'de, Kafkas cephesinde, Galiçya'da yatmaktadır, Çanakkale'de yatmaktadır, Cezayir'de yatmaktadır değerli arkadaşlar. Bu ülkenin evlatları Kore'de de yatmaktadır, bu ülkenin evlatları, Kıbrıs'ta da yatmaktadır. Bunu, subay olanlar bilir. Bugün, gidin Kıbrıs'a, Girne ile Gazi Magosa arasındaki şehitliğe bakın, o Anti Trodos Dağlarının altındaki şehitlikte, belki hepimizin daha küçük rütbeli subayları belki assubayları, belki de erleri orada kaleler gibi yatmaktadır. İşte, bizler, onlar orada yatarken, burada, refah içinde, mutluluk içinde yaşamlarını sürdürüyoruz değerli arkadaşlar. Bugün, ülkemizde, Gabar'da da şehitlerimiz yatmaktadır; bugün, ülkemizde, Tendüreklerde de bu vatan evlatları yatmaktadır. Hatta, bazılarının mezarları yoktur; anaları, temsilî mezarların başında ağlamaktadır değerli arkadaşlar. O nedenle, hangi kanun teklifini görüştüğümüzü burada ifade etmeye çalışıyorum.
Bizim, bunlara bir borcumuz var. Bu ülkenin kaynakları, bu insanlara, bu dullara, bu yetimlere, onların mirasçılarına yetecek kadar, bence, olanaklar içinde.
Şimdi, biz de Parlamentoya geldiğimizden itibaren değerli arkadaşlar, Grubumuzun da kabulüyle önemli kanun teklifleri verdik. İki kanun teklifi buradan geçti, doğrudan gündeme alındı; ama, öncelikle konuşulamadı. Sayın Eyüp Fatsa biliyor, kendisiyle de konuştum, kendisi burada bir konuşma yaptı. Bu assubaylar ile binbaşılar hakkında ve assubaylarımızın, yükseköğretim gören assubaylarımızın hakları konusunda elbette bu Meclis bu hakları verecek dedi. Ben bir milletvekili olarak izliyorum. Son yıla giriliyor -son yıl var mı yok mu bilemiyorum 22 nci Dönemde- ama, bu insanların hakları verilemiyor. Küçücük bunlar gruplar, küçücük, bir elle, ufak bir destekle mutlu olabilecek, daha rahat yaşayabilecek, daha konforlu yaşayabilecek insanlar; bunlardan bizim bunları esirgemememiz gerekiyor.
Değerli arkadaşlar, Plan Bütçede de uzun görüşmeler yaptık. Bakınız, Erzurum, Sivas Kongresinden, mahallî direniş hareketlerinden ve Kurtuluş Savaşından kalan ve devletten maaş alan insanların sayısına bir baktınız mı arkadaşlar kaç kişi; yani, bütçenin arkasındaki cetvellere bir baktınız mı, bize bu ülkeyi bırakan insanların sayısı kaç kişi kalmış; 190 kişi arkadaşlar, hepsi 190 kişi. Ta Kara Fatma'dan, ta Şehit Kâmil'den, Batı Cephesinden yine Kurtuluş Savaşının cephelerinden kalan insanların sayısı işte 200 kişi arkadaşlar. Bu 200 kişinin maaşlarının artırılması için, Plan Bütçede, biz Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak gereğini yaptık. Ayrıca, biliyorsunuz taşıma bedelleri yok bu insanların, şehit dul ve yetimlerinin; su bedellerinin olmaması konusunda da verdiğimiz önergeler, maalesef, reddedilmiştir. Yani, bir şehir, bir büyükşehir düşünün, şehit ve gazilerini bedava taşıyor, kendi kesesinden; yine, kendi kesesinden su bedellerini bedava vermek istiyor; ama, Meclis bunu kabul etmiyor! Yani, böyle bir garaip durumun olması, insanın vicdanını sızlatıyor değerli arkadaşlar.
Buna benzer şeyleri, buna benzer olanakları bizler düşünmeliyiz değerli arkadaşlar. Bilemiyorum değerli milletvekillerinden Batılı ülkelerde veya Amerika'da hiç gazilerin kaldığı yerlere giden, bulunan oldu mu değerli arkadaşlarım. Şimdi, Türkiye'de de, büyük bir memnuniyetle, özellikle rehabilitasyon merkezlerine bakıyorum. Keşke, rehabilitasyon merkezleri bu ülkede kurulmasaydı. Keşke, bu ülkenin başında bölücülük gibi bir bela olmasaydı da bunları konuşmasaydık; ama, var. Olacağı da görünüyor. Buna alışkın olmalıyız. Bununla mücadele etmeliyiz. Bununla mücadele eden ve toprağa düşen "vatan sağ olsun" diyen o insanların ve onların ardıllarının, bizler, burada, daha iyi yaşamasını, onurlu yaşamasını, daha konforlu yaşamasını, devletin şefkatini bir baba gibi üzerlerinde bulundurmasını yapmakla mükellefiz diye düşünüyorum. Bunu, bütün vicdan sahibi milletvekili arkadaşlarımın ta göğüslerinin üzerinde, kafalarında olduğunu da biliyorum.
Şimdi yapmamız gereken, bunları vermek değerli arkadaşlar. Bunlar çok büyük şeyler değil. Bu şefkati, bu baba şefkatini, bu yetim kalan insanların, dul kalan insancıkların, eşlerinin gösterdiği şefkatleri, devlet olarak ve ona biz de burada hükmeden bir Meclis olarak, biz bu şefkati göstermek zorundayız değerli arkadaşlar. Onlar bizim onurumuz. Onlar, 15 ilâ 20 yaşlarında toprağa düştüler.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Baratalı, konuşmanızı tamamlayınız.
BÜLENT BARATALI (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanm, bitiriyorum.
… ve, biz, bugün, burada daha fazla refah bekliyoruz. Biz, bugün, burada, daha zenginleşmek bekliyoruz. Biz, bugün, burada, zaman zaman maaşlarımızın yetersizliğinden bahsediyoruz, daha iyi yaşamak istiyoruz. Daha iyi yaşamak herkesin hakkı; ama, onları yaşatmak, daha iyi yaşatmak, bizim hakkımız değil, bizim görevimiz, bu Gazi Meclisin görevi değerli arkadaşlar. Bakınız, Peygamberin kutsal emanetlerini savunan Osmanlı orduları, Mekke-i Mükerremede ve Medine-i Münevverede, arkadan Arap hançeri yediler, kıvrak uçlu cenbiyeyle karınları deşildi, önlerinden de İngiliz mızraklarıyla oralarda kaldılar; ama, görevlerini yaptılar. Biz de, bu Gazi Meclis olarak, bu insanlara bu görevlerimizi yapmalıyız.
Hepinizi, bu duygu ve düşüncelerle, saygıyla selamlıyorum. Tekrar, hepimizin, bu, görevi olduğunu hatırlatmak istiyorum. Teşekkür ederim. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Baratalı.
Önerinin aleyhinde, İstanbul Milletvekili Ünal Kacır; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
ERDAL KARADEMİR (İzmir) - Ünal Kacır, neyin aleyhinde konuşacaksın?!
AHMET ERSİN (İzmir) - Yani, bunun aleyhinde olur mu?!
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Anavatan Partisi Grubunun grup önerisi aleyhinde söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Efendim, grup önerisinin aleyhinde söz almak, şehitlerin ve şehit ailelerinin aleyhinde söz almak değildir.
AHMET ERSİN (İzmir) - Ama, aynı şey, aynı anlama gelir.
ÜNAL KACIR (Devamla) - Aynı şey değil, aynı şey değil; onu izah etmeye çalışacağım.
ERDAL KARADEMİR (İzmir) - Dolandır!.. Dolandır!..
ÜNAL KACIR (Devamla) - Biz, inanırız ki, toprakları toprak yapan, üstündeki kandır. Toprak, eğer…
Affedersiniz, bayrakları bayrak yapan, üstündeki kandır…
ŞEVKET ARZ (Trabzon) - Bilmiyorsan okuma!
ÜNAL KACIR (Devamla) - Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır…
ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Öğren de gel!
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Kafasını karıştırdınız.
ÜNAL KACIR (Devamla) - …ve bu Mecliste, şehidin değerini bilmeyen bir tek vekilin olduğunu düşünmüyorum, düşünemiyorum; ancak, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak bizler, çalışma programımızı dün burada belirledik. Üç gün içerisinde hangi yasaları görüşeceğimizi birlikte belirledik, Meclisimiz bir karar verdi. Anavatan Partisi Grubu, bugün bir öneri getiriyor. Ne diyor; diyor ki: Genel Kurul gündeminin Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler kısmının 366 ncı sırasında bulunan 1213 sıra sayılı kanun teklifinin, bu kısmın 5 inci sırasına alınmasını öneriyoruz. Az önce belirledikleri şehit aileleriyle ilgili teklifin 5 inci sıraya alınmasını istiyor. Şimdi ben de, Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemimizi açıyorum ve 5 inci sıraya bakıyorum. 5 inci sırada ne var; Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İçişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonu raporları. İçeriğine baktığımızda, içeriğinde, yine şehit aileleriyle ilgili hükümler bulunan bir kanun tasarısı. Biz bu gündemi, bu Mecliste görüşerek dün belirlemişiz ve bu Hükümet tasarısı. Daha önceden bu konudaki ihtiyacı bilen, tespit eden Hükümetimiz tasarıyı göndermiş, tasarı komisyonda görüşülmüş ve tasarı, bugün, burada görüşülecek. Dolayısıyla, aynı konuda bir tasarı gündemdeyken, şimdi, kimsenin reddedemeyeceği bir tasarıyı gündeme getirmenin manası, sadece ve sadece burada gündemi geciktirmek, gündeme geçişi geciktirmekten öte bir şey olduğunu düşünmüyorum.
ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Tasarı değil, teklif.
ÜNAL KACIR (Devamla) - Bu tasarıda olan hususlar, sizin talep ettiğiniz hususlarla bire bir örtüşmeyebilir. Tabiî, birisi teklif birisi tasarı, farklı kalemlerden çıkmıştır; ama, burada, bu tasarı görüşülürken önergeler verilir, o önergeler içerisinde de görüşler burada ortaya konulur ve bu tasarıyla bu ihtiyaçlar giderilir. Onun için, bu manevî duygular üzerinde işi ajite etmenin, bu manevî duygular üzerinde siyaset yapmanın pek doğru olduğu kanaatinde değiliz ve zaten gündemin 5 inci sırasında biz bu konuları görüşeceğimiz için, bu tasarıyı görüşeceğimiz için yeniden böyle gündemin belirlenmesine gerek olmadığı kanaatiyle, Anavatan Partisi grup önerisine karşı olduğumuzu, aleyhinde olduğumuzu bilgilerinize arz ediyorum ve Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri, Grup önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Öneri kabul edilmemiştir.
Sayın milletvekilleri, gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmına geçiyoruz.
Bu kısmın 1 inci sırasında yer alan Dokuzuncu Kalkınma Planının (2007-2013) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Sunulduğuna Dair Başbakanlık tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun görüşmelerine başlayacağız.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
2.- Dokuzuncu Kalkınma Planının (2007-2013) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Sunulduğuna Dair Başbakanlık Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (3/1075) (S. Sayısı: 1214) (x)
BAŞKAN - Komisyon?.. Yerinde.
Hükümet?.. Yerinde
Komisyon raporu 1214 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Görüşmeler, Genel Kurulun 27.6.2006 tarihli 120 nci Birleşiminde kabul edilen grup önerisine ve 3067 sayılı Kalkınma Planlarının Yürürlüğe Konması ve Bütünlüğünün Korunması Hakkında Kanunun 2 nci maddesi hükümlerine göre, Planın tümü üzerinde, üç bölüm halinde yapılacaktır.
Planın birinci bölümünün, Giriş, Planın Vizyonu ve Temel İlkeler, Uluslararası Gelişmeler ve Temel Eğilimler ile Avrupa Birliğine Katılım Süreci; ikinci bölümünün, Plan Öncesi Dönemde Türkiye'de Ekonomik ve Sosyal Gelişmeler ile Plan Dönemi Hedef ve Tahminleri; üçüncü bölümünün, Temel Amaçlar: Gelişme Eksenleri ile Uygulama, İzleme, Değerlendirme ve Koordinasyon kısımlarından oluşması hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
(x) 1214 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Her bölüm üzerinde konuşma süreleri, siyasî parti grupları, komisyon ve hükümet için -hükümetin sunuş konuşması dahil- 30'ar dakika, şahıslar için 10'ar dakikadır. Siyasî parti gruplarının süreleri birden fazla konuşmacı tarafından kullanılabilecektir.
Planın hükümete geri verilmesine ilişkin gerekçeli önergeler, Başkanlığa, planın bölümleri üzerindeki görüşmelerin bitimine kadar verilebilecektir. Planın tümü üzerindeki görüşmeler tamamlandıktan sonra, önerge kabul edilmeyecektir.
Şimdi, Planın sunuş konuşmasını yapmak üzere, Hükümet adına, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Abdüllatif Şener'i rica ediyorum.
Buyurun Sayın Bakanım. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Sayın Bakanım, süreniz 30 dakikadır.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Dokuzuncu Kalkınma Planını takdim etmek maksadıyla söz almış bulunuyorum ve Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Bildiğiniz gibi, kalkınma planları, ülkenin ekonomik ve sosyal envanterini çıkarıp planlamak ve kaynakları etkin bir şekilde kullanmak için düzenlenen belgelerdir ve kalkınma planı çalışmaları sadece son yıllara dayanan bir hadise değildir, sadece dünyanın belli bazı ülkelerinde uygulanan, yapılan bir çalışma değildir; dünyanın değişik ülkelerinde, her yerinde, her ülkede ve değişik dönemlerde uygulanan bir enstrümandır.
Türkiye'ye baktığımızda, dünyada plancılık anlayışının ilk uygulandığı ülkelerden birinin Türkiye olduğunu görmekteyiz. Cumhuriyetimizin kuruluşuyla birlikte 1923'te İzmir İktisat Kongresi toplanmıştır ve bu toplantıda Türk ekonomisinin nasıl bir yol izleyeceği belirlenmeye çalışılmış, liberal ekonomi politikaları aracılığıyla kalkınmanın gerçekleştirilmesi yolunda görüşler ağırlık kazanmıştır; ancak, daha sonraki dönemlerde ve özellikle 1929 ekonomik buhranıyla birlikte, devletin öncülüğünde bir kalkınma anlayışının hayata geçirilmesi gerekliliği ortaya çıkmıştır. Yani, bir taraftan dış koşullar, diğer taraftan, o günkü, ülkenin iç koşulları, özel girişimin ve sermaye birikiminin yetersizliği, nitelikli işgücü ve altyapının yetersizliği nedeniyle devletin kalkınma sürecinde öncülük yapması gerektiği bir kesin kanaat olarak ortaya çıkmıştır.
Bunun neticesinde, 1929 ekonomik buhranının etkilerinin de derinleşmesiyle birlikte, Türkiye, dünyada ilk kalkınma planı hazırlayan ülkelerden biri olmuştur ve 1933-1937 yılları arasında uygulanmak üzere Birinci Beş Yıllık Sanayi Planını hazırlamıştır.
Bu Planın uygulanması sonucunda çimento, şeker, kömür, cam, seramik ve dokuma gibi bazı temel sektörlerde sanayi tesisleri kurulmuş ve Plan dönemi de, gerçekten, cumhuriyet dönemi içerisindeki en önemli büyüme oranlarının gerçekleştiği yıllardan biri olmuştur. Daha sonraki dönemlerde de plan anlayışı zaman zaman gündeme gelmiştir. 1947 yılında Beş Yıllık Türkiye İktisadî Kalkınma Planı hazırlanmış; ancak, bu Plan uygulanamamıştır.
Nihayet, 1960'lı yıllar, Türkiye'de, sürekli olarak, günümüze kadar gelen planlı kalkınma dönemleri olarak cumhuriyet tarihinin önemli bir dönemini oluşturmuştur. 1963 ve 1967 arasını kapsayan beş yıllık dönem Birinci Beş Yıllık Kalkınma Plan dönemi olarak kabul edilmiş ve o günden bugüne kadar beşer yıllık dönemleri kapsamak üzere toplam 8 kalkınma planı hazırlanmış ve uygulamaya girmiştir; dolayısıyla, son kırküç yıl, 1963'ten bugüne kadarki dönem 8 planın uygulandığı dönem olmuştur.
Plan dönemleri arasında bazı geçiş programları öngörülmüştür. 1978 yılı, 1984 yılı, 1995 yılı ve içinde bulunduğumuz 2006 yılı, beş yıllık kalkınma planları dönemi dışında, geçiş programlarının uygulandığı yıllar olmuştur.
İlk planlı döneme girişin öncesinde, 1958 yılındaki ödemeler dengesi krizini görüyoruz. OECD ve Dünya Bankası, Türkiye'nin koordineli bir kalkınma gayreti içerisinde olmasını önermiştir. Buna benzer çalışmalar içeride de yapılmıştır. Nihayet, bir planlı döneme geçiş kararı verilmiş ve 1960'lı yıllarda ilk plan hazırlıkları tamamlanmıştır.
1960'lı yıllara baktığımızda, gerçekten, yeterli sermaye birikiminin henüz yeterli bulunmadığı ve Türkiye'nin topluiğneyi bile yurt dışından ithal ettiği bir dönem olduğunu görmekteyiz.
Kamu eliyle bir ithal ikameci, sanayileşme stratejisi, işte bu dönemde oluşturulmuştur. Birinci Plan dönemi, aynı zamanda, yeni KİT'lerin kurulduğu bir dönem olmuştur. Tüketim malları, ara malları, yatırım malları sanayiine kadar, kamu sektörünün doğrudan yatırım yaptığı ve bu alanlarda özel sektörün de teşvik edildiği yıllar olmuştur.
Bu dönemde, önemli kamu teşebbüsleri olarak, Petkim, TÜPRAŞ, İskenderun Demir-Çelik Fabrikaları, Seydişehir Alüminyum Tesisleri, gübre, çimento ve şeker fabrikalarının kurulmaya başladığını açıkça görmekteyiz.
Birinci Plan, İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı ve Üçüncü ve Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planları bu ithal ikameci politikalara ağırlıkların verildiği dönemlerde hazırlanmış ve plan stratejileri de iç tüketimin, iç üretimle karşılanması anlayışına dayanılarak yapılmış ve bu yolda sanayimiz teşvik edilmiştir. Ancak, bu ithal ikameci politikaların uygulandığı ilk dört, beş yıllık kalkınma plan döneminde ekonomimiz iki önemli şokla karşı karşıya kalmıştır. Birincisi, 1973'te yaşanan birinci petrol şokudur. İkincisi ise, 1978-1979 yıllarında yaşanan ikinci petrol şokudur. Petrol fiyatları 3 dolardan 33 dolara kadar çıkmış, Türkiye'de, ödeme dengesinde belli bir yük oluştuğu için ödemeler dengesinde bozulmalar ortaya çıkmış, bazı mal kıtlıkları meydana gelmiş ve nihayet 24 Ocak kararları, 1980 yılında alınmıştır.
1980 yılından itibaren, Türkiye'de ithal ikameci politikalarda önemli bir değişiklik ortaya çıkmış, yeni bir strateji oluşturulmuş ve dışa dönük ve ihracata dayalı bir büyüme stratejisi kurulmuştur.
İhracata önemli ölçüde teşvik sistemi getirilmiştir; vergi iadeleri, ihracat döviz primleri, ucuz krediler, bu dönemlerde uygulanan yeni ekonomik modelin politika araçları olarak ortaya çıkmıştır ve 1980'li yıllardan itibaren hazırlanan dört yeni kalkınma planı, ihracata yönelik veya dış pazarlara yönelik bir büyüme stratejisinin eseri olarak, ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Bunun neticesinde, 1980'de ihracatın millî gelir içerisindeki payı yüzde 5 düzeyinin altındayken, 2005 yılında, bu, yüzde 20'ye çıkmıştır.
Sanayileşme politikasının dışa yönelik olarak oluşturulduğu bu dönemde, Beşinci, Altıncı, Yedinci ve Sekizinci Kalkınma Planları hazırlanmıştır. Bu kalkınma planları döneminde, dünya ekonomisiyle entegrasyon, dışticaret hacmindeki büyüme önemli bir değişimi, önemli bir gelişimi ortaya çıkarmıştır. Gümrükler ve sınırlar, eski anlamlarından öte, yavaş yavaş, ekonomimizin dışa daha büyük oranlarda her yıl açılmamızı sağlayacak şekilde genişletilmiştir.
İthal ikameci politikaların uygulandığı dönemlerde pozitif liste uygulanırken, yani, ithalatı serbest mallar ilan edilip kalan tüm malların ithalatı yasaklanırken, 1980'li yıllardan itibaren negatif listeye geçilmiştir, yasaklar ilan edilmeye, onun dışında kalan malların ithalatı da tamamen serbest bırakılmaya başlanmıştır ve böyle bir konjonktür ve gelişmenin ardından, Türkiye, bu Dokuzuncu Plan öncesinde toplam 8 plan hazırlamış; bu planlar, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda ve Komisyonda görüşülmüş, milletvekillerimizin hem Komisyonda hem Genel Kurulda katkılarıyla birlikte yasama organından geçmiş ve uygulanmıştır.
Geçen plan dönemi uygulamalarına baktığımızda, açıkça, hazırlanan planlardan ekonomimizin önemli ölçüde yararlandığını, kaynak tahsisinin ihtiyaçlara uygun olarak yönlendirilmeye çalışıldığını görmekteyiz. Bununla birlikte, plan hedeflerinin tamamıyla gerçekleştirilebildiğini söyleyebilmek de mümkün değildir. Tüm büyüklükler itibariyle değil, sadece ekonomideki büyümelerin nasıl geliştiğini incelediğimizde, plan hedeflerinin büyük ölçüde altında kalındığını da gördüğümüzü belirtmek gerekir.
Birinci Plan döneminde, ekonomimiz, gayri safî millî hâsılamız yüzde 6,6 büyümüştür; İkinci Plan döneminde, yıllık ortalama yüzde 6,3 büyüme gerçekleşmiştir; Üçüncü Plan döneminde, yıllık ortalama yüzde 5,2'lik bir büyüme gerçekleşmiştir; halbuki, İkinci ve Üçüncü Plan döneminde yıllık ortalama büyüme oranları yüzde 8'in üzerinde öngörülmüştür. Dördüncü Plan Dönemi ise, büyüme oranının büyük düşüş gösterdiği ve 8 plan dönemi içerisinde yıllık ortalama büyümenin en düşük olarak gerçekleştiği bir dönem olmuştur; yıllık yüzde 1,7'lik bir büyüme ancak mümkün olabilmiştir. Dördüncü Plan döneminden sonra, Beşinci Plan döneminde 4,7; Altıncı Plan döneminde 3,5; Yedinci Plan döneminde yıllık ortalama 3,8 ve Sekizinci Plan döneminde yıllık ortalama 4,4'lük bir büyüme gerçekleşmiştir ve tüm bu rakamlar, plan hedeflerinin gerisinde kalındığını da göstermektedir.
Bildiğiniz gibi, son Plan, yani, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, 2001 ve 2005 yılları arasında uygulanan bir plan olmuştur ve 2001 ve 2005 arası itibariyle yıllık ortalama büyüme oranı, gayri safî millî hâsıla büyüme oranı 4,4 olmakla birlikte, eğer, Planın ilk yılı, yani, 2001 yılı hariç tutulacak olursa, 2002 ve 2005 arasındaki son dört yıllık dönemde Plan hedeflerinin üzerinde kaldığımızı görüyoruz. Son dört yılda, yıllık ortalama gayri safî millî hâsıla büyüme oranı yüzde 7,8'dir; ancak, 2001 krizi nedeniyle, Plan dönemini birlikte değerlendirdiğimizde, büyüme oranının, toplamda, Plan hedefinin gerisinde kaldığı görülmektedir. Buradan, istikrara, güvene dayalı bir stratejinin önemli olduğunu, Plan hedeflerinin gerçekleştirilebilmesi açısından da önem arz ettiğini rahatlıkla görmemiz mümkün hale gelmektedir.
İşte, Türk ekonomisinin planlı gelişim süreci içerisinde Dokuzuncu Plan dönemine bu şekilde ulaşılmıştır. 2005 yılı Sekizinci Planın son yılı idi; normalde, 2006'yla birlikte Dokuzuncu Kalkınma Plan döneminin başlaması gerekirken, 2006 yılı, bir geçiş yılı olarak kabul edilmiştir. 28 Nisan 2005 tarihinde, 5339 sayılı Yasayla, 1978, 1984, 1995 yılları gibi, 2006 yılı da bir geçiş yılı olarak kabul edilmiştir ve yeni Plan döneminin 2007'yle birlikte başlayacağı hükme bağlanmıştır. Nihayet, 5 Temmuz 2005 tarihli Başbakanlık genelgesiyle, Dokuzuncu Kalkınma Planı hazırlıkları başlamış; kamu ve özel kuruluşlara Plan hazırlıklarına başlanmasıyla ilgili direktifler verilmiştir. Bu Başbakanlık genelgesine istinaden de özel ihtisas komisyonları kurulmuştur. Eylül 2005'te kurularak çalışmalarına başlayan özel ihtisas komisyonu sayısı 57'dir. 57 ayrı özel ihtisas komisyonu, bu Plana baz teşkil edecek, temel teşkil edecek çalışmaları başlatmıştır. 57 adet özel ihtisas komisyonunda toplam 2 252 kişi çalışmıştır; yani, sadece bürokratik bir mekanizma içerisinde hazırlanan bir plan değildir Dokuzuncu Plan; sadece bir siyasal metin olarak kabul edilebilecek bir çalışma olarak nitelendirilemez. Özel sektörün, bürokratların, üniversitelerin, sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinin içinde bulunduğu çok geniş bir katılımla hazırlanmış bir plandır. 2 252 kişinin 57 adet özel ihtisas komisyonu oluşturulmak suretiyle katılımının sağlandığı bu çalışmalara, 1 000 civarında kamu kuruluşlarından temsilci katılmıştır, 400 civarında üniversitelerimizden katılan öğretim üyelerimiz bulunmuştur, geri kalan özel ihtisas komisyonlarında çalışmalara katılan kişiler de sivil toplum kuruluşları temsilcileri ve meslek kuruluşlarından gelen temsilcilerden oluşmaktadır.
Bu çalışmalar neticesinde, her bir özel ihtisas komisyonu kendisiyle ilgili alanda bir rapor hazırlamıştır. Her bir özel ihtisas komisyonu raporu, ayrı bir hacme sahiptir; 250 sayfalık, 150 sayfalık özel ihtisas komisyonu raporları vardır. Bu rapor çalışmaları sonrasında, tekrar bir strateji istişare toplantısı yapılmıştır. Bu toplantıya 18 kişi katılmıştır. Tam gün, Kızılcahamam'da, 11 Şubatta bu raporlar gözden geçirilmiş, Plan stratejisinin neye dayanması gerektiği müzakere edilmiştir.
Daha sonra, yine 27 Şubatta, yine Kızılcahamam'da, tam gün, bakanlıklarımızın, kamu kuruluşlarımızın müsteşarlarının katıldığı başka bir istişare toplantısı düzenlenmiştir. Bu istişare toplantısında da, tam gün, Plan hedefleri ve stratejisi tartışılmıştır.
Daha sonra, Yüksek Planlama Kuruluna getirilen plan stratejisi ve Dokuzuncu Kalkınma Planı tartışmaları yapılmış, Bakanlar Kurulunda görüşmeler tamamlanmış ve daha sonra da Türkiye Büyük Millet Meclisine gönderilmiş, Plan ve Bütçe Komisyonundaki müzakereleri de tamamlanmak suretiyle Genel Kurul gündemimize indirilmiştir.
Tüm bu süreç içerisinde, Dokuzuncu Kalkınma Planı kime ait bir plandır, kimin hazırladığı bir dokümandır sorusu sorulduğunda, bu, tüm Türkiye'ye ait, tüm ülkede, bu konu üzerinde düşünen, tartışan, fikri ve düşüncesi olan herkesin düşüncesinin katıldığı bir Plandır diye cevap vermek gerekir diye düşünüyorum; çünkü, bu, sadece bir siyasî metin değildir, bu, sadece bir bürokratik metin değildir, bu, sadece iktidara ait, sadece muhalefete ait bir metin değildir; bu, tüm üniversitelerimizin, sivil toplum kuruluşlarımızın, özel sektörümüzün, bürokrasimizin katılımıyla olgunlaştırılan, siyasî karar süreçlerinden geçen bir metindir ve tüm Türkiye'nin damgasını vurmuş olduğu, önümüzdeki dönemi belirlemeye yönelik bir metindir.
Eğer, sayın muhalefetimiz "burada bizden eser yok" diyorsa, buna katılmadığımı belirtmek isterim. Genel Kurul sürecindeyiz ve bu süreç içerisinde de, her zaman önerilerini ifade edebilirler, önergelerini verebilirler ve bu Plana katkılarını sunabilirler. Böyle bir noktada, elbette, bu Planın diğer planlardan farklılık arz eden tarafları vardır; bunlara da, özet itibariyle değinmek istiyorum.
Her şeyden önce, bu Plan, daha önceki 8 planda olduğu gibi, her alanı detaylı olarak düzenlemeye dayanan bir plan anlayışının ürünü değildir. Daha önceki bazı planları incelediğimiz zaman, program ve proje anlayışı çerçevesinde, çok detay ayrıntıların, sektörel bazda, plan içerisinde yer aldığını ve ayrıntıların verilmeye çalışıldığını görebiliriz. Bu Plandaysa, böylesine detay ayrıntıların bulunmadığını rahatlıkla ifade edebiliriz. Onun yerine, bu Plan bir vizyon ortaya koymuştur. Bu vizyon, istikrar içerisinde büyüyen, gelirini daha adil paylaşan, küresel rekabet gücüne sahip, bilgi toplumuna dönüşen ve Avrupa Birliğine üyelik için uyum sürecini tamamlamış bir Türkiye'yi vizyon olarak belirlemiştir ve bu vizyona uygun olarak da, ekonomik ve sosyal gelişme eksenleri belirlemiştir. Planın belirlemiş olduğu ekonomik ve sosyal gelişme eksenleri ise, 5 ana bölümde ifade edilebilir, 5 temel eksene sahiptir. Bu 5 temel eksenden birincisi, rekabet gücünün artırılmasıdır. Bugün, herkes, her ülke ve her birey, küresel rekabetin baskısı altındadır. Onun için, bu Planın birinci gelişme ekseni de, küresel rekabette rekabet gücünün artırılmasını temel almıştır, esas almıştır.
İkinci ekonomik ve sosyal gelişme ekseniyse istihdamın artırılmasıdır.
Üçüncü gelişme ekseni, beşerî gelişme ve sosyal dayanışmanın güçlendirilmesidir; çünkü, milletimizin temel karakterlerinden, temel hasletlerinden biridir dayanışma kavramı. Bunu bir temel determinant olarak belirledik ve beşerî gelişme ve sosyal dayanışmanın güçlendirilmesi bu planın bir temel ekseni olarak belirlenmiştir.
Dördüncü gelişme ekseniyse, bölgesel gelişmenin sağlanmasıdır. Tüm bölgelerimizin potansiyelinin ortaya çıkarılması ve ekonomimizin büyümesine, kalkınmaya bu potansiyelin girişiyle hareket sağlanması küresel rekabette de en önemli avantajlarımızdan biridir ve bu nedenle bölgelerimizin gelişmesi bir temel eksen olarak belirlenmiştir.
Beşinci gelişme ekseni olaraksa, kamu hizmetlerinde kalite ve etkinliğin artırılması olarak belirlenmiştir.
Kısacası, bu Dokuzuncu Plan, makro dengeleri gözeterek, öngörülebilirliği artıran, piyasaların daha etkin işleyişine imkân verecek kurumsal ve yapısal düzenlemeleri öne çıkaran, sorunları önceliklendiren, temel amaç ve önceliklere yoğunlaşan stratejik bir plan olarak hazırlanmıştır. Diğer taraftan, diğer ulusal ve bölgesel plan ve programlar ile sektörel ve kurumsal strateji belgelerinin dayanağını oluşturacak şekilde hazırlanmıştır. Bildiğiniz gibi, Avrupa Birliği sürecinde hazırladığımız dokümanlar var, programlar var, planlar var, bölgesel nitelikli plan ve programlarımız var, sektörel ve kurumsal stratejilerimiz var. Bunlar zaman zaman hazırlanmaktadır. Bunlar bir yıllık olabildiği gibi, orta vadeli, üç yıllık plan, program ve dokümanlar halinde de hazırlanmaktadır. Büyük bir çoğunlukla Devlet Planlama Teşkilatı tarafından hazırlanmaktadır. İşte, tüm bu Avrupa Birliği sürecinde, ulusal ve bölgesel olarak, sektörel olarak hazırladığımız bu dokümanlara da dayanak oluşturacak bir temel belge olarak hazırlanmıştır Dokuzuncu Kalkınma Planı.
Tüm bu nitelikleri itibariyle, Dokuzuncu Kalkınma Planının diğer planlardan ilk bakışta farklı olduğunu gördüğümüz boyutları vardır. Nedir bu boyutlar dediğimizde; birincisi, bu Planı eline alan herkes, Dokuzuncu Kalkınma Planının, diğer 8 plana göre daha kısa bir metin olduğunu görecektir. Toplam 101 sayfalık bir metin olarak hazırlanmıştır; ancak, metnin kısa oluşu, etkili olmadığı anlamına gelmez. Aksine, daha etkin, daha stratejik ve daha esnek bir metin olarak karşımıza çıkmaktadır. Burada stratejiler, vizyon ve gelişme eksenleri belirlenmiştir. Bu strateji içerisinde zaten ilgili kurumlar yıllık programlarını ve proje ayrıntılarını plana uygun olarak hazırlayacaklardır ve bunun, daha dinamik bir yapı olarak ortaya çıkacağı da anlaşılmaktadır.
İkinci temel özelliği, diğer planlarda bulunmayan bir diğer niteliği bu Planın; daha önceki 8 Planın tamamı da beş yıllık dönemi kapsayacak şekilde hazırlanmıştır. Bu nedenle de, bizde kalkınma planları beş yıllık kalkınma planı olarak anılmaktadır, zikredilmektedir. Daha önceki planlar beş yıllık kalkınma planı olarak hazırlanmış olmasına rağmen, Dokuzuncu Kalkınma Planı yedi yıllık bir dönemi kapsamaktadır; 2007 ile 2013 arasındaki yedi yıllık bir dönemi kavrayacak şekilde hazırlanmış ve dolayısıyla, artık biz de plandan bahsederken "beş yıllık kalkınma planı" kavramını kullanamayacağımız bir noktaya gelmiş bulunmaktayız; çünkü, diğerleri beş yıllık kalkınma planıyken, bu Dokuzuncu Plan, yedi yıllık bir kalkınma planı olarak anılabilecek, zikredilebilecek bir plandır. Neden, yedi yıllık bir dönemi kavrayacak şekilde hazırlanmıştır, 2007 ve 2013 yılı olarak hazırlanmıştır; bu, Avrupa Birliğinde de bir yeni malî dönemi ifade etmektedir. 2007-2013 dönemi, bizim açımızdan da Avrupa Birliğiyle müzakereleri sürdürdüğümüz bir dönemdir. Dolayısıyla, bu yedi yıllık plan dönemi, Avrupa Birliğiyle müzakere dönemimizi kavrayan, konjonktür olarak böyle bir dönemi içeren, planlayan ve tam üyeliğe Türkiye'yi hazırlayan bir plan olarak hazırlanmıştır. Aynı zamanda, küreselleşmenin yeni evresinde, küresel rekabette de avantajlarımızı önplana çıkarmayı hedefleyen ve buna göre hazırlanan bir plan olmuştur.
Bunun dışında, üçüncü bir özelliği bu Planın, daha önceki tüm planlarda, 8 plan dahil, 1933 ve 1937 arasındaki beş yıllık sanayi planı dahil, önceki planların hepsinde, kalkınma, kamudan, yani yukarıdan itilerek gerçekleştirilen bir niteliğe sahiptir; yani, daha önceki planların tamamında kalkınma…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Bakanım, 30 dakikalık süreniz doldu. Tabiî, Dokuzuncu Kalkınma Planı, öncelikli bir konu. Konuşmanızı ne kadar bir sürede tamamlayacaksanız, size o kadar süre vereceğim. Arkadaşlarıma, diğer arkadaşlara da, adaletli davranmak için, o kadar süre de onlara vereceğim.
Ne kadar sürede tamamlarsınız; 5 dakika yeter mi?
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Yeter efendim.
BAŞKAN - Peki.
Buyurun Sayın Bakanım.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Evet, daha önceki planlarda kalkınma anlayışı, kamudan, yukarıdan itilerek gerçekleştirilirken, bu anlayış çerçevesinde plan oluşturulurken, bu Planda ise kalkınmanın itici gücü toplumsal dinamiklerin kendisidir. Bu ülkenin en büyük zenginliği, en büyük kaynağı, bu ülkede yaşayan yetmişüç milyon insanımızın kendisidir.
TUNCAY ERCENK (Antaly,a) - Kişi başına düşen millî gelir ne kadar hedefleniyor Sayın Bakanım, 2013'te?
BAŞKAN - Sayın Ercenk…
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - 2013 yılında kalkınmanın temel determinantı insanımızın kendisi olduğu için kişi başına millî gelirimiz de 2013 yılında 10 100 dolar olarak hedeflenmiştir; ama, satın alma gücü paritesine göre kişi başına millî gelir 15 300 dolar civarında gerçeleşecektir. Dolayısıyla, 15 000 doları aşmış satın alma gücü paritesine göre bir millî gelirin ortaya çıkmasını hedefleyen bir plan hazırlanmış durumdadır.
TUNCAY ERCENK (Antalya) - Sonradan değiştirilmiş diye, efendim, bir duyum var da o bakımdan söylüyorum; 7 000 iken, 10 000'e çıkarıldığı söylendi de onun için.
BAŞKAN - Sayın Ercenk, lütfen, istirham ediyorum, Sayın Bakanı dinleyelim efendim.
Sayın Bakanım, Genel Kurula hitap ediniz.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Tabiî bu millî gelir hesaplarına EUROSTAT ile Türkiye İstatistik Kurumunun ortak yapmış olduğu çalışmaya göre oluşturulacak yeni hesaplama yöntemi de dahil değildir. Bizdeki hesaplama yöntemiyle millî gelir Avrupa Birliği ülkelerinden daha az çıkmaktadır. Avrupa Birliğinde kullanılan standartlar Türkiye'de kullanılır, hesapları ona göre yapılmaya başlarsa, zaten bizim millî gelir düzeyimiz biraz daha yüksek gerçekleşecektir. Bu 10 000 dolara o dahil değildir.
Ama, dördüncü bir özelliği var bu Kalkınma Planının; bu da, etkili bir izleme ve değerlendirme mekanizmasına sahip oluşudur. Daha önceki planlarda bildiğiniz gibi plan hazırlanmıştır, planın uygulanmasıyla ilgili bir kanun vardır; bu kanun hükümleri çerçevesinde Meclis komisyonları plana aykırı kanun tasarı ve tekliflerini görüşemez denilmek suretiyle plana uygunluk denetlenirken, çoğu kez komisyonlarda buna da dikkat edilmediğinden planla uyumlu olmayan düzenlemelerin yasalaştığı, geçmiş dönemlerde, yıllarda görülmüştür; ama, bu Planla birlikte etkili bir izleme ve değerlendirme mekanizması oluşturulmaktadır. Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarımızın başkanlığında bir izleme ve yönlendirme komitesi oluşturulmaktadır. Bu komite her yıl plan uygulamalarını gözden geçirmektedir ve ilerleme raporlarını hazırlamak suretiyle Bakanlar Kuruluna sunmaktadır ve böylece, sürekli olarak, plan hedefleri neydi, o yıl içerisinde neler yapılmıştır, neler yapılmamıştır, bu gözden geçirilmek suretiyle, plan hedeflerinin gerçekleştirilmesine daha güçlü bir zemin hazırlanmış olacaktır.
Ben konuşmalarımı burada tamamlıyorum ve Dokuzuncu Kalkınma Planının ülkemize hayırlı olmasını diliyor, hepinize saygılarımı sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakanım.
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, Sayın Bakana vermiş olduğum ek 4 dakikalık süreyi, bundan sonra konuşacak olan hatiplere de vereceğimi bilgilerinize arz ediyorum.
Şimdi, birinci bölümün görüşmelerine başlıyoruz.
Planın birinci bölümü, Giriş, Planın Vizyonu ve Temel İlkeler, Uluslararası Gelişmeler ve Temel Eğilimler ile Avrupa Birliğine Katılım Süreci kısımlarını kapsamaktadır.
Konuşma süreleri, siyasî parti grupları, Komisyon ve Hükümet için 30'ar dakika, şahıslar için 10'ar dakikadır. Siyasî parti gruplarının süreleri birden fazla konuşmacı tarafından kullanılabilecektir.
Planın birinci bölümü üzerinde, siyasî parti grupları adına söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum: Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Birgen Keleş; Anavatan Grubu adına, Diyarbakır Milletvekili Muhsin Koçyiğit ve Kars Milletvekili Selami Yiğit; AK Parti Grubu adına, Kocaeli Milletvekili Muzaffer Baştopçu. Şahısları adına, Ümmet Kandoğan, Mehmet Eraslan, Faruk Koca ve Cemal Uysal.
İlk söz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Birgen Keleş'e aittir.
Sayın Keleş, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA BİRGEN KELEŞ (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın milletvekilleri, Dokuzuncu Kalkınma Planı konusunda Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak için söz almış bulunuyorum ve Yüce Meclise saygılar sunuyorum.
Bugün, burada, Dokuzuncu Kalkınma Planını incelemekteyiz. Bilindiği gibi, bir süredir, Türkiye'de, farklı nedenlerle hazırlanmış çok sayıda plan ve program vardır. Ayrıca da, her kurumun kendi amaçları doğrultusunda hedefler koyduğu stratejik planlardan söz edilmektedir.
Dokuzuncu Planın yedi yıldan uzun bir süreyi kaplayan bir stratejiye dayanıp dayanmadığı belli değildir. Gerçi, Plan ve Bütçe Komisyonu çalışmaları sırasında sorulduğunda, Sekizinci Planın ilk dilimini oluşturan ve 2001-2023 yıllarını kapsayan stratejiye dayandığı söylenmektedir; ancak, bu, geçerli bir yanıt olamaz; çünkü, her iki planın süresi, plan felsefesi, yaklaşımı, birbirinden çok farklıdır. Aslında, bu alanda ciddî bir karmaşa söz konusudur; çünkü, plan, program adı altında var olan belgelerin terminolojileri, ilkeleri, öncelikleri, düzenleri birbirinden farklıdır.
Sayın Bakan, eksik olmasın, lütfetti ve bu çalışmalarda, Genel Kurulda, istediğimiz katkıyı sağlayabileceğimizi söyledi; ama, Sayın Bakanım, sosyaldemokrat bir yaklaşımla düzeltilecek bir yanı yoktur bu hazırladığınız Planın; ama, bize yeniden bir plan hazırlama yetkisi verilecek olursa, tabiî, onu memnuniyetle yaparız; ama, bu plan, birkaç önergeyle düzeltilecek nitelikte bir plan değildir, göstermelik olarak yapılmış olan bir plandır.
Şimdi, Dokuzuncu Kalkınma Planının iki üç plan dönemini kapsayan uzun dönemli bir stratejiye dayanmaması ciddî bir eksikliktir. Bir diğer eksiklik de, bu Planın makro büyüklüklerinin, bir bütün olarak ve daha önceki planlarla karşılaştırma yapılacak şekilde verilmemiş olmasıdır. Planda, yedi yıllık sürede Yeni Türk Lirasının değerinde değişiklik olmayacağı, gayri safî yurtiçi hâsılanın yüzde 7,3'üne ulaşan cari açığın hiçbir sorun olmadan finanse edileceği, bu konuda hiçbir sorun yaşanmayacağı gibi gerçekçi olmayan varsayımlar vardır. Bu varsayımlar yapılırken daha -son dalgalanmalar değil, plan hazırlanırken- uluslararası likidite bolluğu azalmakta ve faizler de yükselmekteydi. Kaldı ki, son yaşadığımız ekonomik dalgalanmalar ve bunların plan belgesine yansıtılmamış olması, plan varsayımlarını daha da geçersiz hale getirmektedir.
Şimdi, Dokuzuncu Plan, gerçekçi olmayan, kendi içerisinde tutarsız bir belgedir. Birbirleriyle çelişkili ve bir bütün oluşturmayan hedefler ve politikaları içermektedir. Hükümetin cari işlemler açığı ve bütçe açığı nedeniyle sergilediği tutum da birbirleriyle çelişkilidir. Cari işlem açığını bugüne kadar "önemli değil, finanse ediyoruz" diye geçiştiren Hükümet, bütçe fazla verdi diye, sevinç ifade etmektedir.
Değerli arkadaşlarım, her iki açık da dışborçla finanse edilmektedir; ama, dışborçla finanse edilen iki açık arasındaki bu fark, Hükümetin, dış çevrelerin etkisiyle ve oradan gelen talepler doğrultusunda hareket ettiğini göstermektedir. Hükümet bütçe konusunda duyarlıdır; çünkü, faiz dışı fazla verilmesi yabancıların alacaklarının garantisidir. IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşların bu konuda talepleri vardır. Hükümet, cari açık konusunda duyarsızdır; çünkü, işin bir tarafında ihracatın yetersizliği vardır; ama, öbür tarafında ithalatın hızlı artışı, yabancı ara malları ve yatırım mallarının yerli üretimi ikame etmesi vardır ve bu, yabancıların yararına olan ve bu nedenle de yabancılar tarafından eleştirilmeyen bir konudur. Buna rağmen son zamanlarda cari açıktaki hızlı artış, yabancıların bu konuda uyarıda bulunmasına neden olmuştur; ama, Hükümet, sorun olmadığını söylemeye devam etmiştir.
Sanayileşmenin gündemdışına çıkması sonucunda ulaştığımız bu durum, bu sorun yumağı, dışticaret açığını tabiî ki olumsuz yönde etkilemektedir; çünkü, ihracat artsa bile, dahilde, özellikle dahilde işleme rejiminin de etkisiyle ihracatta ithal girdiler kullanılmakta ve ihraç ürünlerinin yüzde 60 ve 70'i ithal ara malı ve ithal yatırım malından oluşmaktadır. Böylece, ihracat artışı ithalat artışını kamçılamaktadır. Kaldı ki, cari açığın ne pahasına finanse edildiği de çok önemlidir.
Sayın milletvekilleri, uluslararası likiditenin daralmakta olduğu yadsınamayacak bir gerçektir ve herkesin bugün kabul ettiği bir gerçektir. Bu durumda yabancı sermayeyi Türkiye'ye çekmek daha yüksek bir bedel ödeyerek mümkün olabilecektir. Kaldı ki, cari açığı sadece bir ödemeler dengesi sorunu olarak görmek fevkalade yanlıştır. Cari açık, aynı zamanda bir üretim ve istihdam sorunudur.
Son yıllarda tüketim malları ve tarım ürünleri ithalatında da büyük bir hızlı artış olmuştur. İçinde bulunduğumuz koşullarda ithalattaki hızlı artış, kısa bir süre öncesine kadar yapıldığı gibi, üretim ve yatırımdaki artışla açıklanamaz. Artık, açıkça görülmektedir ki, ithal ara malları ve ithal yatırım malları yerli üretimi ikame etmektedir. Bu ise, bir yandan sanayicinin ve tarım üreticisinin, öte yandan da işçilerin aleyhine sonuç vermektedir. İşyerleri kapatılmakta ve işçiler işten çıkarılmaktadır. İşsizlikle ciddî olarak mücadele etmek isteyen hiçbir hükümet, cari açığı "finanse ediyorum, önemli değil" diye karşılayamaz, karşılamamalıdır; çünkü, cari açığın rahatlıkla finanse ediliyor olması, işyerlerinin kapatılmasını ve işçilerin işten çıkartılmasını önlememektedir.
Avrupa Birliğiyle yapılmış olan Katma Protokol -Ankara Anlaşmasının bir devamı olarak yapılmış olan Katma Protokol- bir sektör veyahut da ekonominin tümünde çok ciddî zorluklar olduğu takdirde ithalatın sınırlanmasına olanak tanıyan bir hüküm içermektedir; Katma Protokolün 60 ıncı maddesi. Ayrıca, bütün Avrupa Birliği ülkeleri, tarım sektörlerini en etkin yöntemlerle korumaktadır ve diğer alanlarda da, tarım dışı alanlarda da bol bol tarife dışı engeller kullanmaktadır.
Avrupa Birliği, Türkiye'ye serbest dolaşım hakkının tanınmayacağını ve tarım ürünlerine kalıcı kısıtlamalar getireceğini de açıkça söylemektedir. Kaldı ki, bir ülkenin ara malı ve yatırım malı üretimini teşvik etmesini hiç kimse engelleyemez, engellememelidir. Dolayısıyla, ithalat üzerinde durulmaması ve ithalatı azaltmak için çaba gösterilmemesine yol açan hiçbir neden mevcut değildir Hükümetimizin bu konudaki inanılmaz, açıklanamaz duyarsızlığı dışında.
Ara malları ve yatırım malları üretimi, Türkiye'nin sanayileşme serüveninde 1970'li yıllarda geldiği bir aşamadır ve bugün içinde bulunduğumuz durum, 80 sonrasında benimsenen ve hâlâ ısrarla uygulanan üretimi, yatırımı dışlayan, sanayileşmeyi gündemdışına çıkartan politikaların sonucudur.
Dokuzuncu Planda yüksek katmadeğerli mal üretmek için yabancı sermayenin özendirilmesinden söz edilmektedir. Türkiye, yabancı sermayeye Mevlânâ anlayışıyla yaklaşan "gel, nasıl gelirsen gel, nereye gelirsen gel" diyen bir ülkedir. Gelirken ileri teknoloji getirmesini de koşul olarak ileri sürmemektedir. O nedenle de, yabancı sermaye girişinin 9,7 milyar dolar gibi büyük bir miktara ulaştığı 2005 yılında bile söz konusu büyüklüğün sadece 800 000 000 doları fabrika kurmak veya fabrikaları genişletmek için gelmiştir; geri kalan borsaya, gayrimenkul alımına, özelleştirmeye, banka satın almaya ve ortaklık gibi amaçlarla gelmiştir. Yeni yatırım için gelenlerin de, yüksek teknoloji koşulu ileri sürülmediği takdirde, daha çok ucuz el emeği ve doğal kaynakları kullanmak için gelmesi mümkündür.
Yüksek teknoloji kullanıldığında kuşkusuz yurtdışı rekabet olasılığı artacak ve ülkenin teknolojik kapasitesi genişleyecektir. Ancak, bu durumda bile yabancı sermayenin kâr transferi, ithal girdi kullanılması ve fiyatlandırma kanalıyla ileride yol açacağı kaynak çıkışı mutlaka göz önünde tutulmalıdır.
Nitekim, değerli arkadaşlarım, Çin dahil, yabancı sermayeye davetiye çıkaran bütün ülkeler genelde yüksek teknoloji kullanılmasını, ihracat yapılmasını ve ihracat içinde yerli girdi payının artırılmasını talep etmektedirler; yabancı sermayeyi bu koşullarda teşvik etmektedirler, her halükârda değil, bu koşullarda. Üretim yapan yabancı sermaye ile diğerleri arasında ayırımcılık yapmaktadırlar, farklı yöntemler uygulamaktadırlar. Böyle bir yaklaşımın sanayileşmenin hızlanmasına ve ihracatın sürekli ve istikrarlı bir şekilde artmasına katkı yapacağından hiç kuşku yoktur.
Dokuzuncu Planda "Avrupa Birliğinin rekabet gücünü yitirmekte ve diğer ülkelere kaydırma eğiliminde olduğu alanlarda işbirliği ve gelişme imkânları değerlendirilecek" denilmektedir.
Sayın milletvekilleri, bir ülke, kendisini nasıl olur da böyle bir misyona layık görür; çok rica ediyorum, nasıl olur da, onların istemedikleri sanayileri kurmaya, onların, zararlı olduğu için, zehirli olduğu için başka ülkelere göndermek istedikleri sanayileri kendi ülkesinde barındırmaya talip olur?!
Avrupa Birliğinin rekabet gücünü yitirmesi, işçilere düşük ücret vermemesinden; üretimi başka ülkelere kaydırmak istemesi ise, çevre sorunlarından, sağlığa zararlı veya katmadeğeri düşük üretimden kaynaklanmaktadır, bunları istememesinden kaynaklanmaktadır.
Avrupa Birliğine tam üye olmak isteyen Türkiye, ikinci ve üçüncü sınıf rollerle yetinmeye razı olmamalıdır. Kaldı ki, sanayileşmiş ülkelerden oluşan bir toplulukta ezilmemek, uygulanan politikalardan zarar görmemek ve bu politikalardan yararlanmak için, onlar gibi sanayileşmiş bir ülke olmak şarttır. Bu nedenle de, Türkiye'de, hükümetlerin, 1980'den sonra da, bugün de, üretimi, yatırımı dışlayan ve sanayileşmeyi gündem dışına çıkaran politikalar izlemesi, gerçekten, bir talihsizliktir.
Dokuzuncu Planda, sanayi sektöründen pek söz edilmemektedir; ama, ekonomideki ağırlığının giderek arttığı vurgulanarak, hizmetler sektörünün gelişmesinden, Planın başlangıç bölümünde ise, bilgi toplumuna dönüşmekten söz edilmektedir.
Burada, bir konuyu açıklığa kavuşturmakta yarar görüyorum değerli arkadaşlarım. Sanayileşme sürecini tamamlamış olan ülkelerde bilgi toplumuna geçiş ve hizmet sektörünün gelişmesi anlamlıdır; çünkü, bilgi toplumu, sanayileşme sürecinden sonra gelen bir aşamadır. Sanayileşmiş bir toplumda, örneğin, bilgisayar üreten, bilgisayar üretimini geliştiren, teknolojisini geliştiren bir toplumda, bu çabanın doğal sonucu olarak, bilgisayarlarla ilgili programların hazırlanması önplana çıkar. Bu programların üretilmesi, hizmet sektörünü geliştirir. Sanayileşmemiş bir toplumda ise, böyle bir talep olmadığı için, böyle bir hizmet sektörünün de gelişmesi söz konusu olmaz; ancak, sanayi sektöründen gelen taleple gelişen hizmet sektörü, bilgi toplumu olmaya katkıda bulunur. Aksi halde, hizmet sektörü marjinal olarak kalır veyahut da çokuluslu şirketlerin, yabancıların talebiyle çalışan, ucuz emeğe dayanan, taşeron bir sektör olur.
Sayın milletvekilleri, kalkınmayı hızlandırmak, işsizliği azaltmak, kamu yatırımlarını artırmayı gerektirir. İmalat sanayi yatırımları ve enerji yatırımları dışticaret açığı olan ve çağdaşlaşmak isteyen bir ülke için çok önemlidir.
Dokuzuncu Planda, kamu sektörü imalat sanayi yatırımlarının cari fiyatlarla yüzde 40 oranında düşmesi, enerji yatırımlarının ise, cari fiyatlarla, ancak aynı düzeyi koruması öngörülmektedir.
Kamu sektörünü her alandan çekmek İktidarın en büyük amacı durumundadır. Hükümet, kamu sektörünü her alandan, hatta, eğitim ve sağlık gibi temel hizmet alanlarından da çekmeye kararlıdır. Ancak, boşalttığı alanları, yabancı özel ve kamu şirketlerine vermekte bir sakınca görmemektedir.
Yaşanan ve raporlarda saptanan olumsuz deneyimlerinden sonra bile, enerji sektöründe, hâlâ, kamu payını azaltma çabası vardır. O kadar ki, en saygın kuruluşların hazırladığı raporlarda da açıkça görüldüğü gibi, kamuda sorumlu görevde olanlar, enerji sektöründe denetim görevini bile yapmamış, söz konusu yolsuzluklara ve usulsüzlüklere tepki göstermemiştir.
Sayın milletvekilleri, küreselleşme sonucunda çokuluslu şirketlerin etkin olduğu ve büyük şirketlerin küçük şirketlere yaşam hakkı tanımadığı bir dünyada yaşıyoruz. Dokuzuncu Planda ve bu Plan döneminde birlikte çalışmaları öngörülen kalkınma ajansları ile Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansının yasa gerekçelerinde, yerel potansiyel ve dinamikleri harekete geçirmekten ve KOBİ'lere dayalı bir kalkınma anlayışından söz edilmektedir. Kamu sektörüne yatırım yapma hakkı tanımayan, en temel sanayilerini, yerli-yabancı ayırımı gözetmeden yabancılara satan, bankacılık sektöründe yabancıların payının yüzde 50'lere yaklaşmasını büyük bir duyarsızlıkla izleyen, Avrupa Birliğinin kırk yıldır en etkin yöntemlerle koruduğu tarım üreticileri karşısında Türkiye'nin tarım üreticilerini korumasız bırakan bir hükümetin KOBİ'leri desteklemesi söz konusu olamaz.
Temel sanayilerine ve bankacılık sektörüne hâkim olan bir ülkede KOBİ'leri korumak ve desteklemek çok daha kolaydır. Aslında, dışa açılmış olan Avrupa Birliğiyle bütünleşmeyi hedef alan Türkiye, küçük şirketlere dayalı bir kalkınma anlayışı yerine, en ileri teknolojiyi kullanan özel ve kamu yerli kuruluşlarına önem vererek ve onlar kanalıyla KOBİ'leri destekleyerek üretimini artırmayı hedef alabilir ve bunda çok da başarılı olabilir.
Eğer, bölgelerarası gelişmişlik farkının azaltılması hedef olarak alınıyorsa, bilinmelidir ki, kalkınma ajanslarıyla bu da gerçekleştirilemez; çünkü, bu sistemde, Avrupa Birliği, kredi verilecek bölgeleri ve projeleri seçme hakkına sahiptir. Söz konusu projelere merkezî yönetimlerden ve yerel yönetimlerden ayrılacak olan kaynaklar da Avrupa Birliği istekleri doğrultusunda şekillenmiş olacaktır. Üstelik, gelişmiş bölgeler proje yapma olanağı, girişimci kapasitesi ve kaynaklara ulaşma açısından çok daha ileride olduğundan, gelişmiş bölgelerin kaynakları çekme olasılığı da daha fazladır. Kaldı ki, Hükümet bu konuda da çelişkili bir tutum sergilemektedir. Bir yandan, Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı ve kalkınma ajansları kanallarıyla yatırımı destekler gözükmekte; ama, öte yandan da, Kurumlar Vergisi Kanununu çıkararak yatırımları teşvik etmekte kullanılabilecek en etkili araç olan yatırım indirimini ortadan kaldırmaktadır. Daha doğrusu, Gelir Vergisi Kanunuyla ortadan kaldırdığı yatırım indiriminin Kurumlar Vergisi Kanununda da aynı şekilde ortadan kaldırılmış olmasını sağlamaktadır. Bu tutum, ciddî bir planlama anlayışından yoksun olmanın bir sonucudur. Bu planla, İktidar, ülkenin geleceğini yerli ve yabancı sermayenin kâr etmek amacıyla verecekleri kararlara terk etmiş olmaktadır.
Sayın milletvekilleri, planda "Kamu kesiminin ticarî mal ve hizmet üretiminden çekilmesi ve önemli KİT'lerin özelleştirilmesiyle birlikte, madencilik ve imalat sektörlerinde yatırım payı azalacaktır" denilmektedir. İmalat sanayiinde, madencilikte kamu yatırımı yapılmaması, kamunun ticarî mal ve hizmet üretiminden çekilmesi ve özelleştirmenin bir hedef olarak, bir amaç olarak benimsenmesi, Türkiye gibi ülkelerde sakıncalı sonuçlar yaratabilir.
Örneğin, Doğu Anadolu'da ve Güneydoğu Anadolu'da, özel sektörün ve yabancıların gitmediği yerlerde, hiç fabrika kurulmayacak mı? Sayın Bakan, kurulmayacak mı? Yerel potansiyeli harekete geçirmekten söz ediyorsunuz. Özel sektörün gitmediği yerlerde hiç iş alanı açılmayacak mı?
MUHARREM DOĞAN (Mardin) - Mevcut fabrikaları kapatıyorlar.
BİRGEN KELEŞ (Devamla) - Güneydoğuda çeşitli vesilelerle gördüğümüz hüzün verici olaylarda -daha dün veyahut evvelsi gün, bir kongre vesilesiyle, bir tanesine şahit olduk- kamunun üretimden, yatırımdan çekilmesinin, özelleştirilen kuruluşların kapatılmasının hiç mi rolü yok? İş, aş sorunları olmayan insanların ayrılıkçı kışkırtmalara, etnik kökene ve mezhebe dayalı azınlık yaratma girişimlerine karşı direnmeleri daha kolay olmaz mı?
Dokuzuncu Planda, tarım sektörünün üretim ve katmadeğer içerisindeki payının azaltılması çok doğal bir gelişme gibi açıklanmaktadır. Tarım sektörünün daha az sayıda insanla ve daha fazla üretim yapması -az sayıda insanla- kuşkusuz arzu edilen bir gelişmedir; ancak, buradaki hedef, tarımın üretim ve katmadeğer içindeki payının azaltılmasıdır. Avrupa Birliğiyle ilişkisinin tarımı nasıl etkilediği veya etkileyeceği, tarım ürünleri ithalatındaki artış ve ne yapılması gerektiği hiç ele alınmamaktadır.
Kaldı ki, değerli arkadaşlarım, bir türlü işsizliğin azaltılamadığı bir ortamda, yeni işyerleri açılmadığı sürece, insanların tarım sektöründe üretken kılınması, Avrupa Birliği ülkelerinin çiftçileriyle rekabet edebilir nitelikte üretim yapabilmeleri çok önemli değil midir? Aksi halde, yoksulluğun, yolsuzluğun, yasalara aykırı davranışların, hırsızlığın artması beklenebilir bir sonuçtur ve İktidarınız döneminde bunlar hızla artmaktadır sayenizde.
Tarıma önem vermeyerek, sanayileşmeyi gözardı ederek nereye varabilirsiniz?
Özelleştirilen birçok kuruluşun rant sağlama amacıyla satın alındığını ve kapatıldığını bilmiyor musunuz sayın milletvekilleri?
Özelleştirme sonucunda, birçok arazinin ve çok geniş arazilerin, bazen satış fiyatında hesaba bile alınmadan, toplumun malı olmaktan çıkıp, Ahmet Beyin, Bay Hans'ın malı olması içinizi hiç sızlatmıyor mu?
Bu durum gelir dağılımındaki adaletsizliği daha da artırmaz m; en azından, haksız kazanca yol açmaz mı?
Enerji sektöründe, en saygın kuruluşlar tarafından hazırlanmış olan -Sayıştay gibi, Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu gibi- raporlarda yer alan değerlendirmelere ve önerilere rağmen, özelleştirme yönünde yeni girişimler yapmanız -enerji sektöründe- doğru mudur?
26.5.2004 tarihli ve 5177 sayılı Kanunun geçici 1 inci maddesi, bütçelerde gerekli kaynak ayrılmadığı halde, Eti Holding Anonim Şirketinden beş yıl içinde elindeki rezervi belirlemesini istemekte ve Eti Holding Anonim Şirketinin elinde bulunan ruhsatlar üzerine ayrı gruplar için ruhsat verilmesini mümkün hale getirmektedir.
Sayın Bakan, Plan Bütçedeki verdiğiniz yanıta rağmen bunu söylüyorum; çünkü, verdiğiniz yanıt yanlış. 5177 sayılı Yasanın, lütfen, geçici 1 inci maddesine bakınız; orada değindiğiniz yasayı değiştiriyor bu maddedeki bu hüküm. Suiistimale yol açmaz mı böyle bir olanak? Hiç değilse, bor, toryum ve uranyum sahalarının, böyle bir düzenlemenin dışında tutulması -bu sahaların- gerekmez mi? Madenleri, özellikle bor gibi paha biçilmez madenleri yabancı şirketlerin insafına terk etmek doğru mudur?!
Bankacılık sektöründe yabancı sermaye payı bu kadar hızlı artarken… Değerli arkadaşlarım, Sayın Adalet ve Kalkınma Partili milletvekili arkadaşlarım, gayet üstünkörü bir dikkatle dinleyen veyahut da başka şeyle meşgul olan arkadaşlarım, bankacılıkta yabancı sermaye payı artarken hiç tedirginlik duymuyor musunuz?! Avrupa Birliği ülkelerinin, bankacılık sektöründe diğer üyelere karşı bir kısıtlama getirmesi, onların kendi bankacılık sektörlerindeki paylarını sınırlaması, acaba, sizde, en ufak bir şekilde bir duyarlılık yaratmıyor mu?!
Yunanistan'ın, kökeni farklı olan kendi vatandaşlarına bile belli yörelerde toprak satılmasına izin vermemesi, tekrar tekrar alınan anayasa kararlarına rağmen, Türkiye'nin her yerinde yabancı kişi ve şirketlere toprak satmanızı nasıl oluyor da mümkün kılıyor?! Bu tutum, hukuk devleti olmanın gerekleriyle bağdaşıyor mu?!
Dokuzuncu Planda, vergiyle ilgili olarak çeşitli bölümlerde bazı ifadeler yer almış olsa da, vergi adaletini sağlama yönünde bir yaklaşım görülmemektedir. Dolaylı ve dolaysız vergi ayırımındaki çarpıklıktan bile söz edilmemektedir.
Kaynak açısından çok önemli olan kayıtdışı ekonomi konusunda da ciddî bir politikanın varlığından söz edilemez. Orada, oysa, değerli arkadaşlarım, kayıtdışılık, sadece ekonominin yüzde 50'sinden fazlasını kapsayan ve vergi kaybına neden olan bir olgu olarak değil; ama, aynı zamanda, üretimi de olumsuz yönde etkilediği için önem taşımaktadır; çünkü, kayıtdışı ekonominin varlığı, geri teknoloji kullanılmasını destekleyen bir unsurdur. Oysa, gerek faktör verimliliğinin artması gerek yüksek katmadeğer sağlayan üretime geçilmesi gerekse Avrupa Birliği ülkeleriyle rekabet edebilecek nitelikte ve maliyette mal üretilmesi, ileri teknoloji kullanılmasıyla mümkündür.
Sayın milletvekilleri, Dokuzuncu Plan, ne yazık ki, ekonomik ve sosyal hiçbir soruna çözüm getirecek nitelikte bir belge değildir; çünkü, tarım sektörünün geliştirilmesine, sanayileşmenin hızlandırılmasına, dışticaret ve işsizlik gibi sorunların çözülmesine, ihracatın ve istihdamın artırılmasına, kayıtdışı ekonominin kayıt altına alınmasına, vergi adaletsizliğine son verilmesine; eğitim, sağlık hizmetlerinin belli düzeye yükseltilmesine; sosyal güvenlik sisteminin iyileştirilmesine dönük hiçbir ciddî ve tutarlı politika yoktur. Örneğin, Dokuzuncu Planda, esneklik ve güvence bir arada değerlendirilerek, "işgücü piyasasının daha esnek ve hareketli bir yapıya kavuşturulması sağlanacaktır" denilmektedir. Esneklik ve güvencenin bir arada olma olasılığı yoktur değerli arkadaşlarım. Esneklik, hakların geri çekilebilmesini getirmektedir. Kısmî çalışma, esnek çalışma, bu tür çalışma yöntemleridir ve küreselleşmenin geliştiği çağımızda, uluslararası kuruluşların gelişmekte olan ülkelerin ekonomilerini etkileri altına almak istedikleri ortamda, hem uluslararası kuruluşlar hem çokuluslu şirketler hem gelişmiş Batılı ülkelerce gelişmekte olan ülkelere empoze edilen bir çalışma biçimidir. Kayıtdışı da esnek çalışmanın bir türüdür ve zaten, Türkiye'de kayıtdışılık nedeniyle çok esnek bir çalışma türü vardır.
Dokuzuncu Plan, işsizlik konusuna da gereken ağırlığı vermemiştir. Oysa, işsizlik oranının yüzde 20'yi, işsiz sayısının 5 000 000'u aştığı bir ülkede yaşıyoruz; genç işsiz oranı yüzde 31'i aşmış, kadın işsiz oranı ise yüzde 33'ü bulmuştur. Böyle bir ülkede işgücüne katılım oranıyla oynayarak, hesaplama yöntemlerini çarpıtarak, gerçekleri saklamak ve sorunlara çözüm bulmak mümkün değildir. Oysa, İktidarın yaptığı, ne yazık ki, budur.
Dokuzuncu Planda, kaynak kısıtı dikkate alınarak politikalara öncelik verilecektir denilmektedir. Yani, anladığım kadarıyla, iki tane politika söz konusuysa, bunlardan hangisi daha az kaynak gerektiriyorsa ona öncelik verilecektir. Bu, benim ilk defa gördüğüm bir yaklaşımdır planlama geçmişinde Türkiye'nin. Ayrıca, bu durum, kaynakların etkin kullanımını değil, tam tersine, akılcı olmayan bir şekilde harcanmasına yol açabilecek bir davranış biçimidir diye düşünüyorum; çünkü, normal olarak, projelere öncelik verilir, yapılmak istenen, uygulanmak istenen politikaların önceliği vardır ve bu önceliğine göre, kaynaklar, politikalar arasında dağıtılır.
Kaynakların etkin kullanılması başka bir şey, kaynak ne kadarsa o kadar sağlık hizmeti vermek -ki, bunu yapıyorsunuz- ve en temel insan haklarından biri olan sağlıklı yaşamı, kaynak yetersizliği nedeniyle kısmak başka şeydir. İktidar, bugün bunu yapmaktadır ve Dokuzuncu Plandan bu tutumun devam edeceği anlaşılmaktadır. Kısa bir süre önce kabul edilen Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasası da, bazı kesimleri sosyal güvenlik sistemi dışında bırakan, kazanılmış hakları geri alan, yükümlülükleri artıran, hakları ise sınırlayıp erteleyen bir anlayışı yansıtmaktadır. İsterseniz, vaktimiz olursa, size tek tek sıralayabilirim, hangi hakları geri aldığınızı hangilerini kısıtladığınızı.
Türkiye koşullarında bir ülkede, en önemli alanlarda kamu hizmet anlayışından uzaklaşmak, eğitim ve sağlık sektörlerinde özel girişimleri teşvik etmek ve hizmetin, özel girişimciler kanalıyla verilmesini hedef almak sosyal devlet anlayışıyla bağdaşmaz. Bağdaşır mı değerli arkadaşlarım?! Yaptığınız, sadece, hizmete özel sektörün de girmesini teşvik etmek değil; resmen, kamuyu çekerek, hizmetin sadece özel sektör kanalıyla, eliyle verilmesine imkân tanımaya çalışıyorsunuz. Devlet okullarının en temel ihtiyaçları karşılanamazken, özel okullarda okuyan çocuklar çok daha fazla kaynak sarf edilerek yetiştirilirken, özel okullarda öğrenci başına katkı yapmayı nasıl oluyor da düşünebiliyorsunuz?! Bu nasıl bir anlayıştır, bunu anlayabilmiş değilim; ama, sizin, bir süre önce yoğun bir şekilde gündeme getirdiğiniz bir anlayıştır. Bırakınız sosyal devlet ilkesini, adaletle, hak hukukla ve eşitlik ilkesiyle de böyle bir yaklaşımın bağdaşmadığını düşünüyorum.
Dokuzuncu Planda, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerine de hiç yer verilmemiştir. Başbakanlık genelgesinde, Planın, Avrupa Birliğine üyelik sürecine katkıda bulunmasını öngören bir plan olduğu ifade edilmektedir. Zaten, beş yıllık plan süresinin yedi yıllık süreye çıkarılması da bunun bir sonucudur. Ancak, örneğin, Planda, gümrük birliği nedeniyle Türkiye'nin içinde bulunduğu koşullar irdelenmediği gibi, müzakerelerde karşımıza getirilen ve kabul edilmesi mümkün olmayan koşullara da en ufak bir şekilde gönderme yapılmamaktadır. Örneğin, tam üyelik müzakereleri öncesinde hazırlanmış olan belgelerde, tarım ve el emeğiyle ilgili olarak ileri sürülen ve kalıcı olduğu belirtilen bazı kısıtlamalar vardır. Bu kısıtlamaların kabul edilip edilmediği hakkında hiçbir değerlendirme yoktur. Oysa, kabul edilip edilmemesi ekonomiyi doğrudan etkileyecektir. Mesela "serbest dolaşım söz konusu değil" diyorlar. "Kabul edilmemiştir" deyip geçemeyiz; çünkü "serbest dolaşım söz konusu değil" diyor Avrupalı yetkililer, Türkiye'den çıt çıkmıyor. Eğer kabul edilmemiş olsa, buna bir tepki gösterilmesi lazım. Dolayısıyla, içimize sindirmiş durumdayız anladığım kadarıyla; Hükümet çapında en azından. Bu Planda, bu değerlendirme yok yalnız. Gümrük birliğini kabul eden Türkiye, tam üye olmadığı için, kendi katkısı olmadan Avrupa Birliği ülkelerinin oluşturduğu dışticaret politikasını uygulamak ve diğer ülkelerle Avrupa Birliği ülkelerinin yaptığı ikili ticaret anlaşmalarına benzer anlaşmalar yapmak zorunluluğundadır.
Sayın milletvekilleri, bir zamanlar, hazırladığı bütün planları, yabancı ülkelerden gelen, plan yapma tekniğini çok iyi bilen uzmanlarla ve akademisyenlerle çalışan Türkiye'nin, bugün, bir bütün oluşturmayan, iç tutarlılığı olmayan, Başbakandan gelen bir istekle en temel büyüklükleri değiştirilen, son zamanlarda karşılaştığımız ciddî dalgalanmaları bile yansıtmayan, Türkiye'yi nereye taşımak istediği belli olmayan, ciddî hedefleri ve politikaları bulunmayan bir plana sahip olması, cidden hüzün vericidir. Böyle bir planın sorunları çözmesi, Türkiye'nin gelişmiş ülkeler arasında hak ettiği yeri almasını sağlaması mümkün değildir, göstermelik bir çabadır. Bir tek işlevi olmuştur; o da, Hükümetin sorunları çözmek konusunda ve kalkınmayı sağlamak açısından ne kadar tutarsız ve yetersiz olduğunu bir kez daha göstermiş olmasıdır.
Teşekkür ediyor,; hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Keleş, teşekkür ediyorum.
Sayın Koçyiğit ve Sayın Selami Yiğit, süreyi ortak mı kullanacaksınız, eşit olarak mı kullanacaksınız?
MUHSİN KOÇYİĞİT (Diyarbakır) - Eşit olarak kullanacağız Sayın Başkan.
BAŞKAN - Evet… Sizlere de 4 dakikalık eksüreyi paylaştırarak vereceğim.
İlk konuşmacı?..
MUHSİN KOÇYİĞİT (Diyarbakır) - Benim Sayın Başkan.
BAŞKAN - Anavatan Partisi Grubu adına ilk konuşmacı Muhsin Koçyiğit. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
Sayın Koçyiğit, Sayın Bakana verdiğim eksüreyi sürenize peşin ilave ettim; buyurun.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU ADINA MUHSİN KOÇYİĞİT (Diyarbakır) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz 1214 sıra sayılı Dokuzuncu Kalkınma Planının birinci bölümü üzerinde görüşlerimi belirtmek üzere, Anavatan Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Genel Kurulumuzu saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2007-2013 dönemini kapsayan Dokuzuncu Kalkınma Planı, değişimin çokboyutlu ve hızlı bir şekilde yaşandığı, rekabetin yoğunlaştığı, küreselleşmenin tüm dünyayı etkisi altına aldığı, Avrupa Birliği uyum sürecinin devam ettiği ve belirsizliklerin arttığı bir dönemde hazırlanmaktadır.
Aslında, ülkemizin planlı sürece geçmesi epey eskilere dayanmaktadır. Hepimizin bildiği gibi, tüm dünya 1929 ekonomik bunalımının sonuçlarını yaşarken, genç Türkiye Cumhuriyeti, 1930'lu yıllarda, 1934 yılında kalkınma planını hazırlayarak, tarımdan sanayie geçişin ateşini yakmıştır. Bu dönemde ülkemize büyük sanayi kuruluşları kazandırılmış, bunlar, çimento fabrikaları, şeker fabrikaları ve diğer fabrikalar şeklinde yerini almıştır; ancak, Planlamanın anayasal kuruluş olarak ekonomik yaşama girmesi 1961 Anayasasıyla olmuştur. Devlet Planlama Teşkilatının, 30 Eylül 1960 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edilen 91 sayılı Kanunla kurulmasının ardından, ekonomik ve sosyal kalkınmanın planlı bir şekilde gerçekleştirilmesi görevi anayasal sistemimize girmiştir.
Bugün tartışmakta olduğumuz Dokuzuncu Kalkınma Planı, bundan önceki planlardan farklı olarak beş yıllık değil, yedi yıllık olarak hazırlanmıştır.
Bu planın bir diğer özelliği de, bir yıl gecikmeli olarak hazırlanmasıdır. Aslında, bundan önceki Dört, Beş ve Yedinci Kalkınma Planları da bir yıl gecikmeli olarak hazırlanmıştır; ancak, bunun nedeni siyasî istikrarsızlıktı. Oysa, bugün siyasî istikrarın sağlandığı, tek başına bir partinin iktidarda bulunduğu dönemde planın bir yıl gecikmeli olarak hazırlanması, AKP Hükümetinin planlamaya verdiği önemi göstermektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Dokuzuncu Kalkınma Planına ilişkin görüşlerimizi ifade etmeden önce, bu Planın hangi ekonomik ve sosyal göstergeler ışığında hazırlandığını hatırlatmak istiyorum.
Toplam borç stokunun 400 katrilyonları bulduğu, dışborçların 170 milyar dolar olduğu, IMF'ye olan borçların 11 milyar doları bulduğu, dışticaret açığının 45 milyar dolar olduğu, cari açığın 2005 yılında 22,5 milyar, bu yıl 27 milyar dolar hesaplandığı, faizlerin yüzde 23'lere dayandığı, işsizliğin, TÜİK'in rakamlarına göre yüzde 11,5 olduğu, enflasyonun iki haneye yaklaştığı, döviz kurunun, 1 ABD Dolarının 1 700 000'lere vurduğu, büyümenin yüzde 7,6 olduğu bir ortamda hazırlanmaktadır.
Değerli arkadaşlarım, kalkınma planının esas amacı, uygulama dönemi sonunda toplumun ekonomik, sosyal ve kültürel yapısını değiştirip, toplumun dönüşmesini sağlamak olmalıdır. Dokuzuncu Kalkınma Planında ortaya konulan hedefler, maalesef, pek gerçekçi değildir. Kalkınma planına dayalı olarak hazırlanan orta vadeli programda, 1 ABD Doları 2006 yılında
1 450 000, 2009 yılında 1 478 000 TL olarak hesaplanmıştır. Cari açığın 2006 yılı sonu için 27,5 milyar dolar, 2009 yılı için 34 milyar dolar olacağı; işsizlik oranının yüzde 14 ve bu oranın 2009'da aynı kalacağı; 2005 yılında kişi başına 5 042 dolar millî gelir olacağı -oysa, son dalgalanmadan sonra, bu rakam 3 500 dolara düşmüştür daha şimdiden- 2013 yılında 10 100 dolar olacağı hesaplanmaktadır, böyle öngörüler vardır. Oysa, Dünya Bankasının 2006 yılı ekonomik memorandumunda, yapısal reformlar yapılmak şartıyla, Türkiye'nin 2015 yılında kişi başına düşen millî gelirinin ancak 6 000 dolar olacağı belirtilmektedir. Yani, kalkınma planında 10 100 dolar olarak hesaplanan millî gelir, maalesef, Dünya Bankası raporlarıyla teyit edilmemekte; bu, sadece, 6 000 dolar olarak gösterilmektedir.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; dış piyasalardaki ve buna bağlı olarak iç piyasalardaki gelişmeler dikkate alınmamıştır. Dokuzuncu Kalkınma Planının ana hedefleri, mayıs ayı başından bu yana iç piyasalarda meydana gelen dalgalanmalarla aşılmış, hedeflerde büyük sapmalar olmuştur. 2006 yılı için 1 450 000, 2009 yılı için 1 478 000 TL olarak öngörülen ABD Doları, daha şimdiden 1 700 000'lere çıkarak 2006 ve 2009 hedeflerini geçersiz kılmıştır. Aynı şekilde, yüzde 10,4 olarak öngörülen işsizlik oranı da TÜİK'in rakamlarıyla yüzde 11,5'le şimdiden geçersiz duruma gelmiştir.
Görüldüğü gibi, Dokuzuncu Kalkınma Planı dinamik bir şekilde hazırlanmayarak mayıs ayından beri iç ve dış piyasalarda meydana gelen sıcak gelişmeler, dalgalanmalar ve ekonomik faaliyetler dikkate alınmamıştır. Planın stratejisine bakıldığında, yedi yıl boyunca izlenecek makroekonomik göstergelerin, IMF programında dayatılan politikaların yerleştirilmesinden ibaret olduğu görülecektir. Yani, plan dönemi boyunca bir gün IMF'yle yollar ayrılsa bile IMF politikalarının ruhu planın makroekonomik politikalarına sindirilmiş durumda, enflasyon hedeflemesi ve dalgalı kur politikasının sürdürüleceği, sıkı maliye ve para politikalarının devam edeceği gösterilmektedir.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; 1980'lerden bu yana ruhen ve formel olarak uygulanan IMF ve Dünya Bankası yapısal uyum politikalarıyla büyük ölçüde kan kaybeden ulusal kalkınma planımız, Dokuzuncu Planla birlikte tamamen Avrupa Birliğinin iradesine teslim edilmektedir; yani, AB'ci bir plan ortaya çıkmaktadır. 1947 Türkiye İktisat Kalkınma Planıyla dış kaynaklardan, Marshall Planından yararlanma uğruna yarı güdümlü planlama anlayışından, Dokuzuncu Kalkınma Planıyla, Avrupa Birliği finansman imkânlarından yararlanma adına tam güdümlü planlamaya geçilmektedir.
Genel olarak ulusal planlama faaliyeti, özelde Devlet Planlama Teşkilatının ekonomi yönetimindeki etkinliği giderek azalmaktadır. Piyasalar, kalkınma planlamasıyla ilgili haberlerden çok Standart and Poors, Moody's gibi kredi derecelendirme kuruluşlarının notlarıyla IMF stand-by anlaşmalarına önem verir duruma gelmiştir; yani, piyasaları oluşturan aktörler, artık, planlama olgusu ve kurumuna çok fazla itibar etmemektedir. Sosyoekonomik yapının gidişatını ve piyasaları etkileyecek ulusal iktisat politikalarını belirleyen güç, ulusal siyasî irade, planlama ve DPT gibi kurumlar değil, uluslararası sermayenin güçlü aktörleri olmuştur.
Bu Plan, bir ülkenin kalkınma planı gibi değil, stratejik plan formatına uygun şekilde hazırlanmış izlenimini vermektedir. Planın öncelikleri ve kaynakları açık ve net bir şekilde gösterilmemiştir. Eğitim, sağlık, gelir dağılımı, yoksulluk ve bölgelerarası dengesizliklerin giderilmesi konusundan söz edilmesine karşın, bunların hangi maliyet yapısıyla, hangi kaynaklarla nasıl yapılacağı konusunda planlamada bir yer bulamamıştır.
Ekonomimizin en büyük sorunlarının başında işsizlik gelmektedir. TÜİK'in rakamlarına göre, işsizlik oranı, mayıs ayında, 2006'da, yüzde 11,5'le, gerçek işsizlik yüzde 26, nitelikli işsizlik oranı ise yüzde 29'lara tırmanmış bulunmaktadır. Bu çerçevede, Dokuzuncu Kalkınma Planının temel parametresinin istihdam olması gerekmektedir; ancak, istihdamın nasıl ve ne şekilde çözüleceğine ilişkin açık ve net politika hedefleri belirtilmemiştir.
Ekonominin büyümesi revizyonlara bağlı olarak artırılırken, ithalatın azaltılması öngörülmektedir. Bu, bir yerde, tezat teşkil etmektedir; çünkü, mevcut büyüme, ithalata bağlı istihdam yaratmayan bir büyüme modelidir. Bugün ihracatın yüzde 70'leri ithal edilen ara mallara dayanmaktadır. İthalatın azalması demek ihracatın azalması, ihracatın azalması demek ise büyümenin küçülmesi demektir. O halde, istihdam yaratan büyüme modeli benimsenmelidir. Bunun için, hızlı ve yüksek oranlı sürdürülebilir bir büyüme, ithal ikamesine dayalı üretim politikası ve özel istihdam politikaları geliştirilmelidir. Ancak, Kalkınma Planında ithal ikamesine yönelik bir üretim modeline rastlanılmamıştır. İstihdamdaki artış oranı yüksek dış açığın devam ettiği bir ortamı da açıklayacak tek değişken, toplam faktör verimliliğindeki artış olarak görülmektedir. Bu ise, gerçekçi değildir. Planda hangi sektör ve alt sektörlerin toplam faktör verimliliğindeki artış yoluyla bu istihdam artışını ortaya koyması gerekmektedir.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; cari açığın nasıl finanse edileceği Planda açık değildir. Kalkınma Planına dayalı olarak hazırlanan orta vadeli planda, 2007 yılında gayri safî millî hâsılanın yüzde 8'ine dayanan cari açığın aynen sürdürüleceği ve bugün 28 milyar dolara ulaşan cari açığın 2007-2009 döneminde 35 milyar doların üzerine çıkacağı öngörülmüştür.
YTL'nin dolar karşısında 1,400'ün altında kalacağı, giderek yükselen cari açığın finansmanında dışborç bulanabileceği varsayımından hareket edilmektedir. Oysa, yaşanan ekonomik dalgalanmalara paralel olarak, bir yandan yabancı sermayenin yurt dışına çıkması, öte yandan döviz kurunun daha fazla yükselmemesi için bir para politikası önlemi olarak faizlerin artırılması, dışborçların artmasına yansıyacaktır. Bu koşullarda, cari açığın finansmanında sorun yaşanabilir. Ayrıca, cari açığın finansmanının kalitesi konusunda, yani kısa vadeli ya da doğrudan uzun vadeli borçlanma finansmanı şeklinde neler olacağı planlamada yer almamaktadır.
Planda, Avrupa Birliği üyelerinin çok üzerinde seyreden cari açığın önümüzdeki süreçte düşeceği varsayıldığı gibi, finansman konusunda herhangi bir çözüm önerisi getirilmemiştir. İthalatın ihracata oranının giderek büyümesi, Türkiye'nin uluslararası rekabet gücünün giderek zayıfladığını göstermektedir. Reel sektöre ve KOBİ'lere kredi veren bankaların yabancı sermayenin eline geçmesi, üretim ve istihdam yapımız için bir risk oluşturmaktadır.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; rekabet gücü açısından sabit sermaye yatırımlarının artırılması kadar önemli olan alan kamu maliyesidir. Borçlanma gereğinin aşağıya çekilmesi, reel faiz oranlarının düşürülmesi ve faiz dışı fazla verilmesi, elbette ki, ekonomik politikanın vazgeçilmez parçasını oluşturacaktır. Ancak, makroekonomik istikrarın yanı sıra, büyümenin kaynaklarına inen, sektörel önceliklerini doğru tayin eden, verimlilik ve katmadeğer artışı sağlayan orta vadeli bir sanayi stratejisinin geliştirilmesi ihtiyacı karşımızda durmaktadır.
Türkiye, hangi sektörlerde rekabet üstünlüğüne sahiptir, nasıl bir sektörel öncelik belirleyecektir; bu soruların cevaplandırılması gerekmektedir.
Mevcut sistemde çok kapsamlı bir değişiklik olmaksızın, sanayinin rekabet gücünün çok fazla artırılması mümkün değildir. Ekonomik sistemimizi bir bütün olarak yeniden tasarlayamazsak, herhangi bir sektörümüzün uluslararası alanda rekabetçi olması, hele bu rekabetin sürdürülebilir olması beklenemez. Bu bağlamda, AB'nin Lizbon stratejisi kapsamında 2010 yılında dünyanın en rekabetçi ekonomisi olmayı kendisine hedef seçtiğini hatırlamak gerekmektedir.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; tarım sektörü rekabet gücünü kaybetmiştir. Tarım sektörünün verimliliği ve rekabet gücüne kavuşturulması önümüzdeki Avrupa Birliği sürecinde kritik önem taşımaktadır. Tarımda rekabet halinde bulunduğumuz ülkelerde yoğun teknoloji ve yoğun sübvansiyonel destekler yapılırken, ülkemizde baskı yapılarak tarımsal destek ve sübvansiyonların en aşağı düzeyde tutulması tarımımızın rekabetçi yapısını zedelemekte, Türk tarımı, kendine rekabetçi olan ülkelerin tarımıyla rekabet edemez duruma gelmiştir.
Gelir dağılımının iyileştirilmesi en başta ciddî bir vergi reformu gerektirmektedir; ancak, vergi sistemimizin dolaylı vergilerden doğrudan vergilere doğru yönlendirileceği, servet vergisinin kuvvetlendirileceği hep lafta kalmıştır; çünkü, yapılan uygulamalar, maliye politikası tedbirleri ve para politikası tedbirleriyle maalesef, vergi sistemimiz daha fazla dolaylı vergilere kaymaktadır; çünkü, AKP iktidara geldiğinde yüzde 66'yla aldığı dolaylı vergilerin oranı bugün yüzde 73'lere çıkarılmıştır. Son yapılan Stopaj Vergisinin kaldırılması, Kurumlar Vergisi oranının indirilmesi sonucunda 7 katrilyon liraya yakın bir vasıtasız vergi, vasıtalı vergilere kaydırılmak suretiyle dargelirlilerden, çalışanlardan, emeklilerden, yoksulların harcamaları üzerinden daha fazla vergi alınacağı ve vergi sisteminin yapısının tamamen dargelirlilerin sırtına bindirileceği doğrudur.
Yine, bu Kalkınma Planında bölgelerarası gelir dağılımını düzeltecek, bölgelerarası dengesizlikleri ortadan kaldırılacak hedefler gösterilmemiştir. Bunun tam aksine, özellikle 5084 sayılı Teşvik Kanunuyla, bölgelerarası dengesizlikler iyice artmıştır ve artmaya devam edecektir.
Bu da yetmiyormuş gibi, en son geçen hafta çıkardığımız Türkiye Yatırım, Destek ve Tanıtım Ajansı kurulması kanunuyla da yabancı sermaye yatırımlarının da tamamen batı bölgelerine yapılacağı aşikardır. Bu durumda, bir yandan yabancı sermayenin, bir yandan yerli sermayenin, yerli teşviklerin batı bölgelerinde sürekli yatırım yapması, bölgelerarası gelir dağılımının iyice açılmasına, makasın iyice açılmasına neden olacak, bu da eşitsizliklere mahal verecektir.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; kalkınma planları elbette önemlidir. Önemli olan, bu kalkınma planlarının yaşama geçirilmesidir; çünkü, kalkınma planları bir toplumun ekonomik, sosyal ve kültürel yapısını değiştiren, dönüştüren planlardır. Eğer, bu planlar sadece kâğıt üzerinde kalırsa, hiçbir anlamı yoktur.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Koçyiğit, ben size ek süre vermiştim; ama, 1 dakikalık süre vereyim konuşmanızı tamamlamanız için.
Buyurun.
MUHSİN KOÇYİĞİT (Devamla) - Bunların orta vadeli planlarla desteklenip, yaşama geçirilmesi gerekmektedir.
Bu bakımdan, bugün tartışmakta olduğumuz Dokuzuncu Yedi Yıllık Kalkınma Planının tüm ulusumuza hayırlı uğurlu olmasını diliyor, Yüce Genel Kurulumuzu saygıyla selamlıyorum. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Koçyiğit.
Anavatan Grubu adına ikinci konuşmacı, Kars Milletvekili Selami Yiğit.
Sayın Yiğit, buyurun. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU ADINA SELAMİ YİĞİT (Kars) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz Dokuzuncu Yedi Yıllık Kalkınma Planı hakkında Anavatan Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, öncelikle şunu belirtmeliyim, Kalkınma Planlarının Yürürlüğe Konması ve Bütünlüğünün Korunması Hakkında Kanunun 2 nci maddesi, kalkınma planlarının komisyonlarda en çok yirmi gün içinde görüşülüp tartışılıp karara bağlanmasını öngörmektedir. Oysa, görüşmekte olduğumuz ve Avrupa Birliği hedeflerine göre dizayn edilen ve yedi yıllık süreyi kapsayan bu doküman, Plan ve Bütçe Komisyonunda sadece iki gün tartışılabilmiştir.
Avrupa Birliği proje kriterlerine uyum sağlamak açısından, beş yıl yerine yedi yıllık bir süreyi kapsayacak bir biçimde hazırlanan Dokuzuncu Kalkınma Planının ana ekseni, 2014 yılında Türkiye'nin Avrupa Birliğine tam üye olacağı beklentisi üzerine oturtulmuştur. Dokuzuncu Kalkınma Planının bir başka dikkat çekici yönü de, çözüm önerileri ve programları getirmek yerine, sadece sorunları ve hedefleri ortaya koymasıdır.
Değerli milletvekilleri, öncelikle, Dokuzuncu Kalkınma Planında ortaya konulan hedefler gerçekçi değildir. Dokuzuncu Kalkınma Planına dayalı olarak hazırlanan orta vadeli programda, 1 Amerikan Doları, 2006 yılında 1,450 YTL, 2009 yılında 1,478 YTL olarak öngörülmüştür. Günümüzde 1,600 YTL'yi aşan doların durumunu göz önünde bulundurursak, Planın hiç de gerçekçi olmadığı görülmektedir. Cari açığın, 2006 sonu için 27,8 milyar dolar, 2009'da 34,4 milyar dolar olacağı öngörülmektedir. Oysa, şimdiden cari açık 28 milyar dolar seviyesindedir. Bu cari açık oranlarıyla, Türkiye'nin kesintisiz ve bir büyüme trendi içinde olması mümkün değildir. Türkiye'yle birlikte, 5 Avrupa Birliği ülkesi, yüzde 5'in üzerinde cari açık vermektedir; ancak, bu ülkeler, büyük ölçekli yardımlar ve yatırımcı yabancı sermayeyi çekerek açıklarını önemli ölçüde kapatmaktadırlar. Oysa, Türkiye, Avrupa Birliği standardını yakalamak istiyorsa, en az beş yıl süreyle istikrarlı bir büyüme süreci geçirmelidir.
Değerli milletvekilleri, Amerikan Dolarını 1,450 YTL olarak hedefleyen Hükümet, büyük ölçekli cari açığın finansmanının düşük kurla finanse edileceği ve sürekli dışborç bulunabileceği varsayımıyla hareket etmektedir. Cari açık açısından Türkiye, Avrupa ülkeleri arasında İzlanda, Bulgaristan, Portekiz, Romanya ve Macaristan'la birlikte en kötü 7 ülke arasında yer almaktadır. Oysa, Avrupa Birliği ülkelerinde cari açığın millî gelire oranının yüzde 3'leri geçmemesi bir kuraldır.
Dokuzuncu Yedi Yıllık Kalkınma Planında önümüzdeki birkaç yıl içinde küresel ekonomide hiçbir dengesizliğin yaşanmayacağı varsayımından hareket edilmiştir. Oysaki, uluslararası piyasalardaki dalgalanmalar daha şimdiden Planın hedeflerini altüst etmiştir. Cari açığın millî gelire oranının yükseldiği dönemler kriz dönemleridir. 1992 ve 2000 yıllarında cari açık yüksek olmuştur ve ardından ağır ekonomik krizler gelmiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; işsizlik oranları Türkiye'nin sağlıklı büyümediğini ortaya koymaktadır. Bu yılın verilerine göre işsizlik oranı yüzde 11,5'ten yüzde 11,8'e çıkmıştır. Tarım çökmüştür ve kırsal alandan kentlere her yıl 1 000 000 kişi iş bulma umuduyla göç etmektedir. Son bir yılda Türkiye'de kırdan kente 1 028 000 kişi göç etmiştir. Buna ek olarak kentlerdeki iş talebini de dikkate alırsak, her yıl 1,5 milyon kişiye iş bulmak zorundayız. Hükümetler 15-65 yaş arası insanlarımıza iş olanakları sağlamaya dönük zeminleri hazırlamak zorundadır. Türkiye'de üniversite mezunlarının yüzde 30'u işsizdir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da işsizlik oranı yüzde 40'lara çıkmıştır. İstihdam düzeyindeki vergi yükü yüzde 40'ların üzerine çıkmış, kayıtdışılık artmıştır. Tarımdaki çözülme ve eksik istihdamla birlikte Türkiye'de gerçek işsizlik oranı yüzde 15,7 mertebesindedir. Bazı Avrupa Birliği ülkelerindeki işsizlik oranlarının Türkiye'yle benzerlik göstermesi bizi yanıltmamalıdır. Unutmamalıyız ki, Avrupa Birliği ülkelerinde kişi başına düşen millî gelir bizden en az 5 kat fazladır.
İstihdam sorunlarının çözümüne dönük olarak 2009 yılına kadar Planda hiçbir hedefin olmadığı, Planda yer alan Orta Vadeli Program şemasında kendini göstermektedir. Ayrıca, Hükümet, üçbuçuk yılı aşkın icraat döneminde işsizlikle ilgili hiçbir somut çözüm önerisi getirmemiştir.
Değerli milletvekilleri, Devlet Planlama Teşkilatının hazırladığı Plan Taslağında, 2013 yılı için öngörülen kişi başına düşen yıllık gelir 8 000 dolar iken, Yüksek Planlama Kurulundan çıkan taslakta bu rakam 10 100 dolara çıkarılmıştır. Oysa, Dünya Bankası tarafından yayımlanan 2006 yılı ekonomik verileri raporu sonuçlarına göre, yapısal reformları gerçekleştirmek kaydıyla, Türkiye'de 2005-2015 yılında kişi başına düşen yıllık gelir ancak 6 000 dolar seviyesinde olacaktır. Bu hususu Sayın Koçyiğit de ayrıca belirtti.
Değerli milletvekilleri, aynı biçimde, Yüksek Planlama Kurulunda, önümüzdeki yedi yıllık süreye ilişkin ithalat ve ihracat hedefleriyle oynanmıştır. Yine, Dünya Bankasının 2006 ekonomik göstergelerine ilişkin raporuna göre, Türkiye, gelir dağılımındaki adaletsizlik açısından performansı en kötü ülkeler arasında yer almaktadır. Rapora göre ülkemizde nüfusun en zengin yüzde 10'u ile nüfusun en yoksul yüzde 10'u arasında 17 kat fark bulunmaktadır. Günde 2 doların altında bir gelirle yaşayan nüfus oranı yüzde 10,3'ten yüzde 18'e kadar çıkmıştır.
Değerli milletvekilleri, ayrıca ülkemiz, 25 Avrupa Birliği ülkesi içinde bölgesel eşitsizliklerin de en fazla olduğu ülke konumundadır. Avrupa Birliği 2007-2013 malî bütçe döneminde aday ülkelere proje bazında destek vermek üzere 15 milyar euroluk bir kaynak ayırmıştır. Bu bütçe üzerinde henüz bir uzlaşma sağlanamamasına karşın, kaynaktan azamî ölçüde pay alabilmek kaygısı, geçmiş dönemlerde zaten hayata geçirilemeyen plan anlayışlarında köklü bir değişikliği zorunlu kılmıştır.
Dokuzuncu Kalkınma Planının 2006 yılı itibariyle ertelenmesi, 2007 yılıyla birlikte yedi yıllık bir sürece dayandırılması da Avrupa Birliğinin proje kriterlerine uyum sağlayabilme kaygılarını önplana çıkarmaktadır.
Anayasamızın 166 ncı maddesi çerçevesinde, ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmayı, özellikle sanayinin ve tarımın yurt düzeyinde dengeli ve uyumlu biçimde gelişmesini, ülke kaynaklarının döküm ve değerlendirilmesini yaparak verimli bir şekilde kullanılmasını planlama görevini devlet adına üstlenen Devlet Planlama Teşkilatının işlevini yeniden tartışılır hale getirmiştir.
Devlet Planlama Teşkilatının işlevini yeniden tartışılır hale getirmiştir. Devlet Planlama Teşkilatı, bu süreçte kalkınma planlaması yapan bir kuruluş olmaktan çıkarak, Avrupa Birliği standartlarında proje havuzu sistemini devreye sokan bir kuruluş olma sürecine girmiştir. Bölgesel kalkınma ajansları kurulmasına ilişkin yasanın uygulamaya başlamasıyla birlikte Devlet Planlama Teşkilatı, Anayasada belirtilen işlevlerinden daha da uzaklaşacaktır.
Değerli milletvekilleri, Hükümetin uyguladığı maliye ve vergi politikalarıyla, yüzde 66 oranındaki dolaylı vergilerin payı 6 puan artarak yüzde 72'ye çıkmıştır. KDV, Özel Tüketim Vergisi ve Özel İletişim Vergisi gibi dolaylı vergilerin payı da yüzde 72-73 mertebesine çıkmıştır.
Türkiye'de kişi başına düşen millî gelir, Avrupa Birliğinin beşte 1'i ve kişi başına tüketicilerin ödediği reel vergi, Avrupa Birliği ülkelerindeki vergilerin 3-4 katıdır.
Sanayinin gelişmesinde çok önemli bir faktör olan elektrik, akaryakıt, doğalgaz gibi temel girdilerden alınan vergilerin çok yüksek olmasının yanı sıra, istihdam üzerindeki vergi yükü de yüzde 42'ye çıkmıştır.
Daha önce belirttiğim üzere, cari açık açısından Türkiye, Avrupa ülkeleri olan İzlanda, Bulgaristan, Portekiz, Romanya ve Macaristan ile birlikte cari açığın en yüksek olduğu 7 ülke arasında yer almaktadır.
2005 yılı sonu itibariyle ihracatımız 7 milyar doların üzerine çıkmış; ancak, ithalat da 115 milyar dolarla rekor kırmıştır. 2005 yılı sonunda 23 milyar doları geçen cari açık, 2006 yılında 28 milyar dolara yaklaşmıştır. Cari açığın millî gelire oranı yüzde 8'leri bulmuştur. Planda, Avrupa Birliği üyelerinin çok üzerinde seyreden cari açığın önümüzdeki süreçte düşeceği varsayıldığı gibi, finansmanı konusunda da herhangi bir çözüm önerisi getirilmemiştir.
İthalatın ihracata oranının büyümesi, Türkiye'nin uluslararası rekabet gücünün giderek zayıfladığını göstermektedir. Büyüme olduğu dönemlerde, böyle ihracata yönelik dönemlerde bile, ihracata yönelik tekstil, turizm gibi sektörlerde baş gösteren sıkıntı, sanayinin rekabet gücünün artırılması için, ekonomik sistemin bir bütün olarak yeniden tasarlanmasını zorunlu kılmaktadır.
Türkiye, sermaye ve emek kullanımı yanı sıra, teknolojik değişim sonucu verimlilik artışına ayarlı, verimlilik ve istihdam sağlamaya dönük, sürdürülebilir bir büyüme sağlayacak, zengin kuzey ülkelerinin tarım sübvansiyonlarından etkilenen, uluslararası pazar fiyatları, Çin ve Hindistan'ın ucuz emek gücü karşısında rekabet edebilecek küresel bir stratejiyi kurmak zorundadır. Planda, maalesef, bu öğeler muğlak bırakılmıştır.
Değerli milletvekilleri, savunma sanayii, Türkiye için önceliği olan, ülke güvenliğini doğrudan ilgilendiren bir sektördür. Türkiye, ulusal güvenliği sağlamanın yanında, bölgesel bir istikrar unsuru olmak istiyorsa, savunma sanayiini ekonomik olarak güçlendirmeli ve rekabet edilebilir bir yapıya kavuşturmalıdır. Türkiye'nin bölgesel bir güç olma potansiyelinin değerlendirilmesine yönelik olarak planda herhangi bir vizyon ortaya konulmaması düşündürücüdür.
Değerli milletvekilleri, enerji sektörü, Türkiye'nin Orta Asya ve Ortadoğu enerji kaynaklarının kavşak noktasında bulunması nedeniyle stratejik bir öneme sahip bir sektördür. Sanayi sektörünün rekabet gücünü de doğrudan etkileyecek olan enerji alanında alternatif kaynaklara yönelme, ucuz, güvenli ve sürekli kaynaklar yaratma zorunluluğu vardır. Tarım sektörünün verimliliği ve rekabet gücüne kavuşturulması, önümüzdeki Avrupa Birliği sürecinde kritik bir önem taşımaktadır.
Avrupa ülkelerinde tarımsal üretimin yüzde 65'i hayvansal, yüzde 35'i bitkisel üretime dayanmaktadır. Türkiye'de ise bu oran tam tersidir. Avrupa Birliği politikaları çerçevesinde destekleme politikalarından yoksun kalan tarım kesiminde çözülme başlamıştır. Bu çözülme, kentlere göç ve işsizliği etkileyen bir unsurdur. Tarıma yeniden rekabet gücü kazandırmak ve verimliliği sağlamak için teşvik politikaları yeniden gözden geçirilerek gönüllü arazi birleştirmeleri yapılmalı, tarımsal sanayi geliştirilmeli, ürün planlaması yapılmalı, hayvancılığı geliştirecek projelere öncelik verilmeli, teknolojik destek sağlanmalı, doğrudan gelir desteği ürün planlamasıyla birlikte ailesel bazda yeniden değerlendirilmeli, tarımsal ürünlerin ihracatına yönelik tarım, yatırım ve teşvik politikaları hayata geçirilmelidir.
Değerli milletvekilleri, Türkiye'de, eğitim sisteminin, bu yapısıyla sanayinin gereksinmelerine yanıt vermesi mümkün değildir. Avrupa Birliği ülkelerinde eğitim sistemi içerisinde meslekî ve teknikeğitimin oranı yüzde 75'tir. Türkiye'de ise, eğitim sisteminde, Avrupa Birliği ülkelerindeki sistemin tam tersi bir piramit oluşturulmuş, üniversiteye endeksli bir ortaöğretim sistemi kurgulanmıştır. Bu çarpık sistemin sonunda, her yıl, hiçbir meslekî formasyonu olmayan 1,5 milyon genç üniversite kapısında zorlanmakta, bunlardan ancak yüzde 20'si yükseköğrenim şansı elde etmektedir. Eğitim sisteminde Avrupa Birliği standartlarında niteliği yükseltecek, sanayinin ihtiyaç duyduğu eleman ihtiyacını karşılayacak radikal değişikliklere gidilmesi ertelenemeyecek acil bir ihtiyaçtır.
Yüzde 60'lara varan kayıtdışı ekonomi, yıllık 1,5 milyar dolara yaklaşan kaçakçılık, kamu yatırımlarındaki azalma, özelleştirmelerde ortaya çıkan sorunlar ve sağlık sektöründeki yaşananlar köklü değişiklikleri gerekli kılmaktadır.
Ülkemiz, Dokuzuncu Kalkınma Planının uygulanacağı yedi yıllık süreçte ciddî bir yol ayrımındadır. Uluslararası piyasalarla rekabet edebilecek istikrarlı bir ekonomik yapının oluşturulması ve Avrupa Birliği standartlarının yakalanabilmesi için yatırım ortamının iyileştirilmesi, sanayi ve tarım sektörlerinin rekabet gücüne kavuşturulması, ihracata dönük bir yatırım programı ile kesintisiz büyümenin gerçekleştirilmesi, vergi adaletinin sağlanması, istihdam sorunun çözümlenmesi, gelir dağılımındaki adaletsizliğin giderilmesi, finans sektörünün üretici kesimleri ve yatırımları destekleyecek niteliğe kavuşturulması, işgücü piyasalarının iyileştirilmesi ve emeğin niteliğinin artırılması, her alanda teknolojik yenilenme sağlanması için gerçekçi ve akılcı bir vizyonla yeni bir programa ihtiyaç vardır.
Değerli milletvekilleri, bu Planın tüm eksikliklerine rağmen ülkemize yararlar getirmesini diliyor, Yüce Meclisin üyelerini saygıyla selamlıyorum. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Yiğit, teşekkür ediyorum.
AK Parti Grubu adına Kocaeli Milletvekili Muzaffer Baştopçu.
Sayın Baştopçu, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA MUZAFFER BAŞTOPÇU (Kocaeli) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 1214 sıra sayılı 2007-2013 dönemine ait olacak Dokuzuncu Kalkınma Planı görüşmeleri kapsamında, AK Parti Grubumuz adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle de, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; çok genel bir değerlendirme yapıp, eski beş yıllık kalkınma planlarıyla karşılaştırdığımızda, bu Planın, AK Parti Hükümetimiz tarafından, farklı bir anlayış ve yapıda hazırlandığını görüyoruz. Hepimizin bildiği gibi, bundan önceki kalkınma planları, örneğin, tarım, sanayi, sağlık, eğitim hizmetleri gibi anabaşlıklar altında uygulaması ayrıntılı bir şekilde açıklanmış, birkaç yüz sayfalık planlardı. Dokuzuncu Plana baktığımızda ise, ayrıntısı olmayan, ama, kendi içindeki tutarlılığıyla, dinamik bir yapıda, dünya gerçekleriyle örtüşmüş, kısa, öz, 100 sayfalık bir plan görüyoruz.
Bu Hükümet döneminde yapılacak işlerle ilgili olarak, temel felsefe, hep daha çok katılımın sağlandığı, demokratik, gerçekçi, toplumsal talepleri önplanda tutan, ortak akılla çözüm üreten bir yapı olmuştur. Bu nedenledir ki, Dokuzuncu Kalkınma Planı hazırlanırken, bütün kamu kurum ve kuruluşları ile özel kesim, sivil toplum örgütleri, akademisyenler, kısacası, tüm ilgililer çalışmaların içinde olmuşlar, Devlet Planlama Teşkilatımızın eşgüdümünde, 57 ihtisas komisyonunda 2 252 kişi görev yapmıştır. Bütün amaç, ülke kaynaklarını en verimli şekilde kullanarak, kalkınmanın sağlanması ve insanımızın refahının artırılması, sürdürülebilir kalkınma ve gelişmiş ülkeler düzeyine gelinmesidir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu Planın temel niteliği, istikrar içinde büyüyen, gelirini daha adil paylaşan, dünya ölçeğinde rekabet gücüne sahip, bilgi toplumuna dönüşen, Avrupa Birliğine üyelik için uyum sürecini tamamlamış bir Türkiye modelidir.
Dünyamızda hemen hemen bütün ülkelerin kalkınma planları vardır. Gazeteci arkadaş Karadeniz yöresinde röportajlar yaparken köyün birinde yaşlı bir nineye şöyle bir soru sormuş: "Nine, diyorlar ki: 'Karadeniz'de her evde bir Temel vardır.' Bu doğru mudur?" Nine cevap veriyor: "Tabiî doğrudur uşağım, hiç temelsiz ev olur mu?!" Evet, bütün ülkelerin bu şekilde kalkınma planları da vardır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye'deki planlı kalkınma tarihî sürecine kısaca bir göz atacak olursak, 1929 dünya büyük ekonomik krizinden sonra, gerçekçi bir yaklaşımla, genç cumhuriyetimizdeki ekonomik sorunları çözmek için, ülkemizdeki ilk sanayi ve kalkınma planı, 1933 ve 1937 yılları arasında cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk döneminde uygulanmış, çok büyük yeni kuruluşlarla, ortalama yüzde 7, yüzde 8 büyüme oranları sağlanmıştır. Ne tesadüftür ki, aynı, AK Parti Hükümetimizin son üç yılda sağladığı yüzde 7,8'lik büyüme gibi.
1963-1980 yıllarını kapsayan planlar ithal ikameli olup, bir yerde içe kapanık, "kendi tüketimimizi kendimiz üreteceğiz" temel yapısındadır.
1980 sonrası planlarda ihracata yönelik sanayileşme ana hedef olmuş.
Bugüne baktığımızda ise, bu Planda, makro dengeler gözetilerek öncelikleri belirleyen açık, şeffaf, net, sorgulanabilir, hesap sorulabilir, hem kamu hem de toplumun bütün kesimleri için hedef birlikteliğini sağlayan stratejik amaçlar belirlenmiştir.
Bu bağlamdaki gelişme eksenleri de şunlar olmaktadır: Rekabet gücünün artırılması, istihdamın artırılması, beşerî gelişme ve sosyal dayanışmanın güçlendirilmesi, bölgesel gelişmelerin sağlanımı, kamu hizmetlerinde kalitenin ve etkinliğin artırılması.
İletişimin saniyelerle sağlandığı kocaman bir köy olmuş dünyamızda para kazanmak giderek zorlaşmaktadır. Sınırların hemen hemen yok olduğu bir ortamda eğer rakiplerinizle rekabet edecek gücünüz ve üretiminiz yoksa, sizi hep zor günler bekleyecektir. Artık, rakipleriniz kendi ülkenizdekiler değil, sizin için yarışıp rekabet edeceğiniz diğer ülkelerdeki rakiplerinizdir. Kaliteli malı ucuza üretebildiğiniz sürece ayakta kalabilirsiniz. Bu iş, aynen bisiklete binip yol almaya benzer ki, bisiklette devamlı pedal basmak zorundasınızdır, pedal basmazsanız düşersiniz.
Bütün ülkelerde olduğu gibi, ülkemizde de istihdam ve işsizliğe çare aranmaktadır. Nüfusumuz artmaktadır. Her yıl yaklaşık 1 000 000 kişiye iş bulunmakta ve de tarımdan ayrılan nüfus iş beklemektedir. En gerçekçi yaklaşımla şu anda 10,3 olan işsizlik oranı, 2013 yılında yüzde 7,7 olacak şekilde hedeflenmiştir.
Burada hemen belirtmek isterim ki, hiçbir planda hedef yüzde 0 işsizlik olmamıştır; çünkü, bu, hiçbir zaman gerçekçi olamaz.
Eğitim ve öğretimi iyi planlayarak, her alanda ihtiyaç duyulan insangücünü hem nitel hem de nicel olarak oluşturmak zorundayız. Bu planlamalar kamu ve özel sektör işbirliğiyle sağlanacaktır. İşsizlik ve kayıtdışı ekonomi bu ülkede yaşayan hepimizin sorunudur.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; kırsal alanda tarım dışı yeni istihdam alanları oluşturmak için turizm, elsanatları, ambalaj ve paketleme, yöreye özgü ürünlerin marka haline getirilmesi, öncelikler olacaktır. Bu konudan olarak, kırsal kalkınma kurumu kurulması çalışmaları devam etmektedir.
Aktif işçi ve işgücü sağlama politikaları ile özellikle belirli meslek gruplarında nitelikli eleman yetiştirmek kentlerde sağlandığında, büyük metropollere göç ve oralarda oluşan sorunlar en aza indirgenecektir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu Planın bölgesel gelişime yaklaşımı, eskilerden farklı olarak, kalkınmanın aşağıdan yukarıya doğru oluşmasıdır. Ülke coğrafyasının tümünü kapsayacak şekilde yapılan bu değerlendirmeler, hem bölgesel gelişme ve hem de yerel kalkınmada önemli bir adım olan yöredeki halkın ve kurumların liderlik ve inisiyatiflerini ortaya çıkaracaktır.
Bu dönemde yasasını çıkardığımız yeni ve özgün kurumlar olan kalkınma ajansları, Devlet Planlama Teşkilatımız ve yerelle birlikte aktif olarak çalışacak, böylelikle, ülkemizin kalkınmasında öncü kuruluşlar olacaktır. Kalkınma ajanslarının, katılıma ve diyaloğa açık, kapsama alanındaki kamu kesimi, özel kesim ve sivil toplum kuruluşlarından oluşan, bütün yerel aktörleri bir araya getiren yapısıyla, yerel düzeyde çok önemli ve başaralı bir yönetişim sergileyeceklerini ummaktayız, beklemekteyiz.
Yerel potansiyellere ivme kazandırarak, bütün yerel aktörlerin projelere katılıp sahiplenme ve uygulanma süreçlerinde birlikte olmaları bu ajanslar kanalıyla gerçekleşecektir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bilindiği gibi, geçmişte bölgesel gelişmelerdeki durağanlığın sebebi, her bölgenin kendisine özgü bir kurumsal yapısının ve özel kaynaklarının olmayışıydı. Kalkınma ajanslarıyla, bölgelerdeki kurumsal yapılar devreye girerek, özellikle az gelişmiş yörelerimizdeki uzman teknik personel yetersizliği giderilecek, çok az olan proje üretim kapasiteleri artırılacak ve bölgesel kalkınma için stratejik önceliklerde kullandırılan kaynaklar harekete geçirilecektir.
Burada sizlerle paylaşmak istediğim bir diğer önemli konu da, geçenlerde Genel Kurulumuzda kabul edilen Türkiye Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı Kurulması Kanun Tasarısıdır. Çok yaygın tanımıyla, küreselleşip kocaman bir köy haline gelen dünyamız ekonomisinde, artık, ülke ekonomilerinin ulusal kaynaklarını harekete geçirip özel sektör öncülüğünde sürdürülebilir büyümelerini gerçekleştirmeleri yalnız başına yeterli olmayıp, yabancı sermaye ve yatırım kaynaklarından en çok yarar sağlamayı kesin bir zorunluluk haline getirmiştir. Borç yükünü artırmadan dışkaynak sağlayıp istihdam yaratarak işsizliğe çare oluşturan, dışsatım olanağı ve vergi geliri artışı sağlayan, ileri teknoloji ve modern işletmecilik modelleri getiren yabancı yatırımların gerekli koşulları sağlayarak doğrudan cezbedilmesi, ulusal ekonomi politikalarında artık temel strateji haline gelmiştir.
Bu stratejiyi sağlamanın koşulu, belirli bir kurumsal yapı ve kapasiteyle yürütülmesi gerekli yatırım destek ve tanıtım faaliyetleridir. AK Parti Hükümetimiz, bu tasarıyla -yeni yaklaşımıyla- ülkemizde, yerli ve yabancı yatırımcılara, yatırım süreci ve yatırım sonrası gereksinim duydukları her konuda bilgilendirme, yönlendirme, destek ve yardımcı olmalarına olanak sağlayacaktır.
Ajans, idarî ve malî özerkliği olan bir yapıda hızla karar alıp hizmet sunabilen, değişen koşullara hemen uyum sağlayabilen, özel sektör anlayış ve yaklaşımıyla çalışan, Başbakanlıkla ilgili, ulusal düzeyde yatırım destek ve stratejisi belirleyip uygulayacak olan bir kamu tüzelkişiliğidir. Ajans, kalkınma ajansları ve ilgili diğer kuruluşlarla işbirliği içinde çalışacaktır. Sayın Başbakan tarafından belirlenen ve bakanlar ve özel sektör temsilcilerinden oluşan bir danışma kurulu ajansın omurgası olup, yatırım destek ve tanıtım stratejisi konusunda öneriler geliştirip, gerçekleştirilecek faaliyetlerle ilgili tavsiyeler bu kurul kanalıyla sağlanacaktır. Ülkemizde yatırım destek ve tanıtım faaliyetleri ile rekabet üzerindeki kurumsal kapasite boşluğu bu tasarıyla doldurulmuş olacaktır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 3 Ekim 2005 tarihinde başlayan Avrupa Birliği tam üyelik müzakereleriyle ülkemizde yeni bir dönem başlamıştır. Bu süreç içinde ülkemizin ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal yaşamında yeni gelişim ve dönüşümler yaşanırken; daha çok demokratikleşme, daha çok yerelleşmeyle, çağdaş norm ve standartlara ulaşılarak, halkımızın yaşam kalitesi yükseltilecektir.
Hukuk devleti, demokrasi, insan hakları, sağlık, eğitim, sosyal güvenceler, tüketici hakları, çevrenin korunması ve kurumlarda yeniden yapılanma ve iyileştirmeler, toplam bir kalite anlayışı içinde insanımıza sunulacaktır. Bu süreç, toplumsal bazlı, şeffaf, katılımcı ve mutabakatları sağlanmış bir anlayışla gerçekleştirilecektir.
Bu Plan döneminde, büyüme ve gayri safî yurtiçi hâsılanın, her ikisinin de yüzde 7 oranında artması beklenmektedir. Yine, bu Plan döneminde, sabit sermaye yatırımlarının, kamuda yüzde 9,4, özel sektörde ise, yüzde 8,1 oranında artacağı tahmin edilmektedir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu Planın en önemli enstrümanlarından biri, plan izleme ve yönlendirme komitesidir. Bu komite, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarı Başkanlığında, ilgili bakanlıkların üst düzey yöneticilerinden oluşacaktır. Yılda en az bir kez toplanacak olan bu komite, Plan uygulamalarını değerlendirip, hedeflere ilişkin gelişmeleri izleyecek, programlama ve bütçelemelere yön verecek ve yıllık ilerleme raporlarını hazırlayarak Bakanlar Kuruluna sunacaktır. Devlet Planlama Müsteşarlığı eşgüdümünde kurumlararası her türlü işbirliği sağlanacaktır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Değerli Devlet Bakanımızın çok özel bir şekilde açıkladığı ve ayrıntılara girerek açıkladığı Plan konusunda ben bu kadar konuşmak istiyorum ve sizlerle bu konuları anabaşlıklar halinde paylaşmış oldum. Konuşmamı burada tamamlamak isterken; Dokuzuncu Kalkınma Planımızın hazırlanmasında, başta Devlet Bakanlığımız ve Devlet Planlama Teşkilatımız olmak üzere, emeği geçip, katkısı olan herkese teşekkür ediyoruz. Bu Planın, ülkemizin aydınlık yarınlarına bir ışık olarak gerçekleşmesini, ülkemize, insanımıza ve hepimize hayırlı, bereketli olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Baştopçu, teşekkür ediyorum.
HALİL TİRYAKİ (Kırıkkale) - Niye bu kadar çok alkışladınız, ne oldu?!
BAŞKAN - Evet, Sayın Baştopçu az zamanda çok şeyler söylediği için bu kadarla iktifa etti Sayın Tiryaki.
HALİL TİRYAKİ (Kırıkkale) - Yok, bir şey demiyorum Başkan.
BAŞKAN - Şahsı adına, Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan.
Buyurun Sayın Kandoğan.
HALİL TİRYAKİ (Kırıkkale) - Ben de buna alkış yaparım; gel koçum!
BAŞKAN - Sayın Kandoğan, size de eksürenizi orantılı olarak verdim.
Buyurun.
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri, saygıyla selamlıyorum.
Bugün, 2013 yılına kadar hedeflerimizi gösteren, ülkemiz için son derece önemli olan bir planı görüşüyoruz; ancak, sözlerime başlamadan önce, Türkiye için son derece anlamlı ve önemli olan bir planı görüşürken, şöyle, Meclis sıralarına bir bakıyorum. 2013 yılına kadar Türkiye'nin hangi noktalara geleceğini gösterecek olan ve hepimizin heyecan duyması gereken, üzerinde görüşlerimizi açıklamamız gereken, tartışmamız gereken bir planla ilgili görüşmelerde, 30 kişiyle, Türkiye Büyük Millet Meclisinde bunu görüşüyoruz.
Şimdi, ben, 30 milletvekilinin burada olmasından şunu anlıyorum: Milletvekillerimiz de, bu Plana ciddî manada yaklaşmamışlar, bakmıyorlar. Bu Planı, kâğıt üzerinde kalacak olan, uygulanma imkânı ve şansı olmayan bir plan olarak görüyorlar ki, Meclis salonunda değil, dışarıda, kulislerde vakit geçiriyorlar. Halbuki, bu Planı, burada, Meclis sıralarındaki milletvekillerimizin büyük bir heyecanla, büyük bir mutlulukla, 2013 yılında Türkiye'nin hangi noktalara geleceğini merakla bekleyen bir anlayış içerisinde olmaları gerekirken, şu Meclisin sıraları beni son derece müteessir etmiştir. Herhalde, Sayın Bakanımızın da benimle beraber aynı düşünceler içerisinde olduğunu tahmin ediyorum.
Değerli milletvekilleri, bir kere, bu Planın ciddî olmadığının en önemli işareti, Sayın Başbakanın bu Plana müdahale etmesinden kaynaklanmaktadır. Şimdi, bakıyoruz, hedef, 2013 yılında kişi başına düşen gelirin 8 700 dolar olarak ortaya konulduğu bir plandan Sayın Başbakanın müdahalesiyle, bu rakam 10 099 dolara çıkarılmış! Keşke, Sayın Başbakanımızın talimatı 15 000 dolar olsaydı! Ne kadar da güzel olurdu; kâğıda da, buraya da yazardık, 15 000 dolar 2013 yılı sonundaki hedefimiz, bütün millet de mutlu olurdu, memnun olurdu.
Ancak, ben, bu 8 700 dolardan 10 000 dolara çıkarılırken Sayın Başbakanın hangi gerekçelerle, hangi rakamlarla, hangi verilerle bunu yaptığını merak ediyorum. Ben, Sayın Bakanımızın, Sayın Abdüllatif Şener'in böyle bir yaklaşıma da nasıl anlayışlı davrandığını da merak ediyorum. Sayın Abdüllatif Şener gibi bir bakanımızın, en azından, bu noktada ciddî bir karşı koyma içerisinde olması lazım gelirdi.
Şimdi, son iki aydır, Türkiye'de, özellikle, döviz ve faizdeki yaşanan gelişmelerden sonra bu Planın, bence, hiçbir anlam ve önemi kalmamıştır, hiçbir anlam ve önemi kalmamıştır. Niye; çünkü, bu Plan hazırlanırken, mayıs ve haziran aylarında Türkiye'de olabilecek gelişmeleri dahi değerlendiremeyen, öngöremeyen bir iktidarın 2013 yılı sonuna kadarki hedefleri, planları öngörmesinin mümkün olmadığı inancındayım. O nedenle, benim, özellikle bir tavsiyem var: Ne olur, bu Planının, son bir buçuk aydaki gelişmeler de göz önüne alınarak yeniden değerlendirilmesi lazım geldiği inancındayım. Bunu nereden söylüyorum, bunu şunun için söylüyorum: 2013 yılı sonunda cari fiyatlarla, cari rakamlarla 1 ABD Doları 1,45 seviyesinde, cari fiyatlarla.
Şimdi, değerli milletvekilleri, 2006 yılının haziran ayında, dolar fiyatının bu rakamlarda olduğu bir ülkede, 2013 yılı hedeflerinizi, siz, böyle koyarsanız yanlış yaparsınız. Niçin yanlış yaparsınız, anlatayım.
Şimdi, bu Planın içerisine, bu Planda, enflasyon oranının 2013 yılına kadar yüzde 25'ler seviyesinde olacağı söyleniyor. Yani, 2013 yılı sonuna kadarki ortalama enflasyonu toplarsak yüzde 25'ler seviyesinde olacak.
Bir de 2006 yılındaki, bu seneki enflasyon, gerçekleşecek rakama da bakacak olursak, aşağı yukarı, Türkiye'deki enflasyon, bunlar gerçekleşirse, bu Plandaki gibi olursa yüzde 35. Peki, şimdi, ben buradan soruyorum: 2013 yılı sonuna kadar yüzde 35 oranında enflasyon rakamı ortaya koyan bir plan ve bunun neticesinde, cari fiyatlarla 1,45'ler seviyesindeki bir dolar kurunun gerçekçi olacağını söyleyen bir Allah'ın kulu çıkabilir mi; mümkün değil!.. Yani, o zaman şöyle bir durum ortaya çıkıyor, onu da hemen söyleyeyim: O zaman, çok aşırı bir değerlenmiş bir Türk parası olacak karşımızda yine, çok aşırı değerlenmiş bir YTL olacak.
Peki, çok aşırı değerlenmiş bir YTL'nin Türkiye'deki ekonomiye etkisi nasıl olacak; şimdi onu da tartışalım: Çok aşırı değerlenmiş Türk parasının neticesinde, Türkiye'deki ihracatta ciddî sıkıntılar olacak. Bunun karşılığında da, ithalatta, şimdi olduğu gibi, bu dönemde olduğu gibi, bir ithalat cenneti olan bir ülke konumunda olacağız. Şimdi, Türkiye'deki sıkıntıların, birbuçuk aydan beri ortaya çıkan gelişmelerin altında yatan sebeplerin başında, Türk parasının aşırı değerlenmiş olması yatmıyor muydu; elbette, aşırı değerlenmiş olması yatıyordu. İhracat ile ithalat arasındaki makasın açılmasının altındaki yatan sebep neydi; aşırı değerlenmiş Türk parasından dolayı, ihracatçıların ihracat yapmakta sıkıntı çekmeleri, ithalatçıların da, ithalat ürünlerinin son derece ucuz olmasından dolayı, Türkiye'nin bir ithalat cenneti olmasıydı. Şimdi, ters taraftan ele alacak olursak, böyle bir ortamda hedefiniz, 2013 yılı sonunda, cari açığı da yüzde 3'ler seviyesine indireceğinizi söylüyorsunuz. Şimdi, bu ne yaman bir çelişkidir!.. Bunu, nasıl açıklayabilirsiniz, nasıl izah edebilirsiniz?! Bir tarafta aşırı değerlenmiş YTL, diğer tarafta, cari açığın yüzde 3'ler seviyesine getirilmesi, ihracat ile ithalat arasındaki makasın kapanması!.. Sadece bu noktadan ele alacak olursak, ben iddia ediyorum ki, bu Plan, sadece kâğıt üzerinde kalacak olan bir plandır, uygulanma şansı olmayan bir plandır. Buradaki rakamların hiçbiri gerçekçi rakamlar değildir.
Şimdi, bir rakam daha vereceğim: İşsizlikle ilgili rakamların 2013 yılı sonunda yüzde 7,7'ye düşeceğini söylüyorsunuz. Bu, sizin Planınızdaki rakamlar; 7,7. Şimdi, ben buradan soruyorum; üçbuçuk yıllık AK Parti İktidarı döneminde, ortalama büyüme yüzde 7,5.
MEHMET CEYLAN (Karabük) - Yüzde 7,8.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - 7,5 ortalamanız. Ortalamanız 7,5; hesaplayın. Üç senenin ortalamasını yapın 7,5.
Plandaki hedefiniz, ortalama büyüme yüzde 7. Şimdi, ben soruyorum: Üçbuçuk yıllık ortalama büyüme yüzde 7,5 olan bir Türkiye'de işsizlik sorununu çözememişken… Çözemediniz. Devraldığınız dönemdeki, 2002'deki işsizlik oranı 10,3. Şimdi gelinen noktadaki işsizlik oranı, üçbuçuk yıllık yüzde 7,5 büyüme oranının olduğu Türkiye'de daha yukarıda. 2006 yılı hedefiniz -bakın, onu da söylüyorum- yüzde 10,4. Yani, bu sene eğer gerçekleştirebilirseniz, devraldığınız 2002'deki, o kriz ortamından sonraki yıldaki işsizlik oranından daha yüksek bir işsizlik rakamını biz gerçekleştireceğiz diyorsunuz, onun altına ineceğinizi söylemiyorsunuz.
Şimdi, ben, size soruyorum: Yüzde 7,5 kalkınma hızıyla, işsizliği aldığınız noktanın üzerine çıkardığınız bir dönemde, işsizlik rakamları böyleyse, yüzde 7 kalkınma hızının olacağı ülkemizde dönem sonunda işsizlik rakamlarını yüzde 7,7'ye nasıl indiriyorsunuz?! Nasıl inecek bu rakam yüzde 7,7'ye?! Gelin, değerli milletvekilleri, bunu, burada izah edin. Edemezsiniz, edemeyeceğiniz de ortada; çünkü, rakamlar ortada. Siz yazmışsınız "yılda 985 000 kişi iş sahasına katılıyor" diye siz yazmışsınız buraya. Şimdi, yüzde 7 büyümeyle de bunu eritmeniz mümkün değil. Eritmeniz mümkün olmadığına göre, yazmış olduğunuz -sadece iki rakamdan bahsediyorum, daha o kadar çok söylenecek söz var ki, diğer konuşma haklarımda bunu dile getirmeye çalışacağım- bu iki rakamda bile…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kandoğan, konuşmanızı tamamlayınız lütfen.
Buyurun.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Sadece bu iki rakamın bile gerçekleşme şansının hiç olmadığı, tamamen afakî rakamlar olduğu ve bunları, uygulayacağınızı söylediğiniz bu ekonomik politikalarla gerçekleştirmenizin mümkün olamayacağını ifade etmek istiyorum.
Şimdi, Sayın Başbakan 10 100 dolara çıkarmış. Bunun hesaplaması son derece kolay. Enflasyonu hesaplarsınız, dolar kurunu hesaplarsınız, millî geliri hesaplarsınız, kişi başına, vatandaşa bölersiniz; ortaya çıkan rakam, sizin 10 100 rakamı olmayacağı, yine çok açık bir şekilde karşımızda duruyor değerli milletvekilleri.
Onun için, önemli olan, değerli milletvekilleri, kâğıt üzerine bir şeyler yazmak, çizmek değil; bunun sağlıklı olması, gerçekleştirilebilmiş olması, doğru olması son derece önemli.
Ben, konuşmamın diğer bölümlerinde Planla ilgili görüşlerimi açıklamaya devam edeceğim.
Hepinize teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Şahsı adına, Hatay Milletvekili Mehmet Eraslan.
Buyurun Sayın Eraslan.
MEHMET ERASLAN (Hatay) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; öncelikle sizleri saygıyla selamlıyorum.
Gerçekten önemli bir Kalkınma Planını veya kalkınmaya ulaşma çabası içerisinde olan bir Planı görüşmeye başladık. Ben, ülkemize, milletimize hayırlı olsun diyorum, hayırlara vesile olmasını öncelikle temenni ediyorum.
Tabiî ki demokratik ülkeler, gelişmiş ülkeler, liberal serbest ekonomiye sahip ülkeler geleceklerini planlarlar, kalkınmalarını, sağlıklarını, eğitimlerini, ekonomilerini, büyümelerini, yatırımlarını bir plan dahilinde yürütürler ve bu planları yaparken, gerçekten, hem mevcutta var olan sorunları tespit hem de bu sorunların ileriki aşamada çözümüne ilişkin birtakım önerilerle beraber, hangi amaç ve hangi araçlarla, amaca hangi araçlarla gideceğini de belirleyerek planlar hazırlarlar ve biz bugün, 2013 yılına kadar bir kalkınma planı uygulanacak ve bunun görüşmelerini yapıyoruz.
Değerli milletvekilleri, toplumumuzun sektörel sorunlarını biliyoruz. Yani, bu ülkede müreffeh yaşayan insanlar da var, belki sorunu az olan insanlar da var, zengin olan, sermayesi olan insanlar da var, işadamları da var, yatırımcı da var, ihracatçı da var; ama, önemli olan, bu mutlu kesimin, ekonomik sorun yaşamayan veya kaynak sorunu yaşamayan bu kesimin toplam nüfus içerisindeki payının ne olduğudur aslolan, önemli olan; ama, biz, şimdi, kalkıp, bu kesim toplumun yüzde 90'ını oluşturuyor dersek, büyük bir haksızlık yaparız; ama, bu kesim toplumun yüzde 3'ünü veya yüzde 5'ini oluşturuyor; fakat, toplumun yüzde 95'inin kendi alanlarında, kendi bulundukları ortamda, sektörel bazda sorunları vardır ve bu sorunlar çözüm bulamamıştır, çözümle buluşamamıştır dersek, daha ciddî bir siyasî yaklaşım, daha ciddî bir siyasî anlayış sergilemiş oluruz diye düşünüyorum.
Biz, kalkınma planlarımızı yaparken, bir defa, sektörel bazda her bir sorunu reel olarak, ciddî olarak, yani, ayakları yere basık bir yaklaşım tarzı, objektif bir yaklaşım tarzıyla belirleyip, bu çözümlerin, bu sorunların çözümüne ilişkin yolumuzu, kalkınma planımızı yaparken, hedeflerimizi koyarken amaca ulaşmanın parametrelerini, amaca ulaşmanın dikilitaşlarını da objektif yapmak durumundayız. Aksi takdirde, yapacağımız Kalkınma Planı, gerçeği, tabanda, arazide gerçeği yansıtmayacağı gibi, Türkiye'yi ve kendileri için yapmış olduğumuz bu kalkınma planı, millet adına yapmış olduğumuz, ülke adına, Türkiye adına yapmış olduğumuz bu Kalkınma Planı 2013'e kadar hiç kimseyi, aksi takdirde, taşıyamayacaktır.
Şimdi, mevcut ekonomik durum belli. Bakıyoruz -2001 yılı ile 2005 yılı sonunu kıyaslayacağım- 2001 yılı sonunda ekonomimizin dışticaret açığı 10 milyar dolar. Bugün gelmişiz 2005 yılının sonuna. Bu, yazılı soru önergesidir, yazılı soru önergesinin cevabıdır bu. Sayın Bakanımız demiş ki bize: "Şu an, 2005 yılı sonu itibariyle 42,9 milyar dolar ve yüzde 300'lük bir artış, dışticaret açığında, söz konusudur." Evet, ithalat artmış mıdır; ithalat artmıştır; ama, ihracat, ithalatın çok çok üzerinde arttığı için bir dışticaret açığı söz konusudur. Cari açığa bakıyoruz; 2002 yılında, seçim yılında… Hatta, 2001 ekonomik krizi yaşanmıştır. 2000'de bile 9,8 milyar dolar, 2001 ekonomik krizinin yaşandığı yılda 3,4 fazla ve 2002'de ise 1,5 milyar dolar açık söz konusu idi. 2005 yılı sonu itibariyle bakıyoruz; 23 milyar dolar, Türkiye'nin, Türk ekonomisinin cari açık, maalesef, bu rakamlara gelmiştir. Dolayısıyla, mevcut bu dışticaret açığı ve cari açığı, aslında, bizlere ekonomik olarak birçok şeyi göstermektedir. Hem Plan içerisindeki hedeflerin… Yani, bir defa, bunu rehabilite etmek lazım. Yani, dışticaret açığının ve cari açığın makul seviyelere çekilerek rehabilite edilmesi gerekir ki, biz, Planda zikredilen büyüme hızının yüzde 7 küsur olduğunu hedeflemişiz; bunu tutturalım. Kişi başına millî gelirin, işte, 10 000 küsur dolar olduğunu hedeflemişiz; bunu tutturabilelim. İşte, cari açık dengesinin düşeceğini, 3-4 milyar dolar düzeylerine ineceğini ve işsizlik oranının da yüzde 7, yüzde 8'ler dolaylarına ineceğini, hedefini ancak bu şekilde tutturalım.
Şimdi, ülkede girdi maliyetlerinin yüksekliği… Bakın, vergi oranlarının yüksekliği, akaryakıt fiyatlarının yüksekliği, dolayısıyla, sevkıyat maliyetlerinin yüksekliği, işverenin işçiye ödemiş olduğu SSK primlerinin aynı zamanda gerçekten yüksekliği… Asgarî ücret 380 000 000; işverenin işçiye ödediği stopajla beraber SSK primi neredeyse asgarî ücret kadar; 300 000 000… Enerji fiyatları Avrupa Birliği ülkelerinde 3 sentken, 4 sentken, Türkiye'de 9 sent, 10 sente sanayicimiz, tarım sektörümüz, maalesef, pahalıya enerji kullanmak durumunda kalıyor. Şimdi, bu girdi maliyetlerinin bu şekilde kalması, peki, KOBİ'lerimizi, sanayicilerimizi, yatırımcılarımızı acaba dünya piyasasına nasıl taşıyacak?. Dünya piyasasında KOBİ'lerimizin, yatırımcılarımızın, sanayicilerimizin kendilerini var etmesi, global piyasalarda rekabet etmesini nasıl sağlayacak ve biz, destekleri, sübvansiyonları, devlet eliyle katkıyı da ciddî manada azaltmış durumdayız; kamu yatırımlarını azalttığımız gibi, tarım sektörüne yapmış olduğumuz sübvansiyonlar, destekler daha önceki yıllara göre çok çok azaldığı gibi. Mesela, 6-7 milyar dolar düzeyindeyken tarım sektörüne verilen destekler 1997 yılında, 54 üncü Hükümet döneminde, bakıyoruz, tarım sektörüne verilen destek, toplam tarım sektörüne verilen destek 2-2,5 milyar dolar düzeyine düşürülmüştür.
Bu teşviklerin, kaynak aktarımlarının her geçen gün düştüğünü ve artık bunun çekilmez bir hal olduğunu göstermektedir. KOBİ'lerimiz, yatırımcımız, ihracatçımız da bu noktada destek görmeyeceği için, bu büyümenin nasıl yakalanacağını anlamak mümkün değil. Yüzde 7,7 büyüme hızını neyle yakalayacağız; yani, hangi sanayiciyle, hangi tekstilciyle, hangi yatırımcıyla, hangi ihracatçıyla, hangi sermayeyle, dünya piyasasıyla yarışabilen ve o performansı gösterebilecek olan kimle yakalayacağız?
Dolayısıyla, yatırım, üretim ve ihracat ekonomisinin güçlenmesi gerekir ki, istihdam sorunu ortadan kalksın. İstihdama bakıyoruz, şimdi, işsizlik, mesela, yüzde 12 dolaylarına gelmiş; fakat, Planda yüzde 7, yüzde 8 seviyesine işsizlik oranının düşürüleceği söz konusu. Peki, bu istihdamı nasıl sağlayacağız; yani, önce bir siyasî irade olarak, iktidar olarak, önce bir teşviklerimizi, kaynak aktarımımızı, sübvansiyonlarımızı bir verelim, ondan sonra girdi maliyetlerini düşürelim, kendi esnaf ve sanatkârımızı, KOBİ'lerimizi, sanayici, yatırımcı, işadamımızı, ihracatçımızı…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Lütfen konuşmanızı tamamlayın Sayın Eraslan.
Buyurun.
MEHMET ERASLAN (Devamla) - …dünya piyasasında var edelim, ondan sonra gelelim diyelim ki, bizim almış olduğumuz bu tedbirlerle… Çünkü, amacımız belli, biz amaçlarımızı biliyoruz, o amaçlara doğru yürüyoruz, yürüyeceğiz; ama, bu amaçlara giderken hangi araçları kullanacağımızı bilmiyoruz, hangi kaynakları kullanacağımızı bilmiyoruz ve ne kadar kaynak kullanacağımızı, ne kadar kaynak aktaracağımızı bilmiyoruz. Bir yola çıkmışız, 2013 yılının sonunda işsizlik bu olacak, cari açık bu olacak, istihdam bu olacak, büyüme bu olacak demişiz. Bunun reel olmadığını, reel olmayacağını… Ayrıca, yeniden amaçları belirlerken, araçlarının ve kaynaklarının da beraberinde belirlenmesi gerektiğini ifade ediyorum. Az sonraki konuşmalarımda katkılarıma devam edeceğimi sunuyorum; sizleri saygıyla, muhabbetle selamlıyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri, Planın birinci bBölümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi, ikinci bölümün görüşmelerine başlıyoruz.
Planın ikinci bölümü, Plan Öncesi Dönemde Türkiye'de Ekonomik ve Sosyal Gelişmeler ile Plan Dönemi Hedef ve Tahminleri kısımlarını içermektedir.
Konuşma süreleri birinci bölümde olduğu gibi, siyasî parti grupları, Komisyon ve Hükümet için 30'ar dakika, şahıslar için 10'ar dakikadır. Siyasî parti gruplarının süreleri birden fazla konuşmacı tarafından kullanılabilir.
Planın ikinci bölümü üzerinde, siyasî parti grupları adına söz alan üyeler: Anavatan Grubu adına, Sayın Muzaffer Kurtulmuşoğlu, Sayın Hasan Özyer, Ankara ve Muğla Milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Tekirdağ Milletvekili Enis Tütüncü; AK Parti Grubu adına, Karabük Milletvekili Mehmet Ceylan. Şahısları adına, Ümmet Kandoğan, Mehmet Eraslan, Faruk Koca ve Cemal Uysal.
İlk söz, Anavatan Grubu adına, Muzaffer Kurtulmuşoğlu, Ankara Milletvekili. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
Sayın Kurtulmuşoğlu, süreyi eşit kullanacaksınız?..
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Ankara) - Evet.
BAŞKAN - Evet, 15'er dakika.
Bir önceki bölümde Sayın Bakan konuşmasını tamamlayamadığı için arkadaşlarımıza peşin uzatma sürelerini vermiştim. Bu bölümde, konuşma sürelerine ilaveten, sadece teşekkür etmek için, 1 dakikalık ek süre verilecektir. Bilgilerinize arz ederim.
Buyurun Sayın Kurtulmuşoğlu.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU ADINA MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Ankara) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Dokuzuncu Kalkınma Planının ikinci bölümü üzerine, Anavatan Grubu adına söz almış bulunuyorum. Sözlerime başlamadan önce Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Dokuzuncu Kalkınma Planı, önümüze bir yıl gecikmeli olarak gelmiştir. Aynı gecikmeler, geçmişte Dört, Beş ve Yedinci Kalkınma Planlarında da bir yıl gecikmeyle gelmişti. Bu tür gecikmeler, sosyoekonomik istikrarsızlıkların olduğu dönemlerde gerçekleşmiştir. Bugünlerde AB'ye uyum sürecinde belirsizliklerin yaşandığı bir ortam yaşamaktayız. Bu gecikme de bu belirsizliğin kanıtıdır.
Sayın milletvekilleri, Dokuzuncu Kalkınma Planı, birçok yenilik içermektedir. İlk defa bir kalkınma planı beş yıl olarak değil de, yedi yıl olarak hazırlanıyor. Ayrıca, bu Plan, AB'nin 2007-2013 bütçe dönemine denk getirildiği için, müzakereler sürecinde AB tarafından aday ülkelere verilmesi öngörülen fonlardan yararlanılması planlanıyor. Yani, biz bu Planla 2014 yılında AB'ye tam üye olacağız.
Bu yeniliklerin yanında, planda çok büyük hedefler ortaya konmaktadır. Mesela, doların 2009 yılında 1,478 YTL olacağını öngörüyor. Bu plan yazılırken dolar 1,300 YTL civarındaydı, şimdi ise, Merkez Bankasının da müdahalesiyle, 1,650 YTL'ye indirilmiştir. Bu plan, öngörüleni karşılamamaktadır.
Bunun yanında, plana göre, 2015 yılında kişi başına düşen gelirin 10 000 doların üzerinde olacağı vurgulanmıştır. Hükümet, şu anda bu miktarın 5 040 dolar olduğunu söylüyor. Bu hesap, dolar kuru 1,300 YTL'den hesaplandığında doğrudur. Doların bugünkü fiyatıyla, kişi başına düşen gelir 3 900 dolar civarındadır. Bu Planın nasıl tutacağını merak ediyorum. Üstelik, Dünya Bankası, 2006 yılında açıkladığı bir raporda, Türkiye tüm reformları yerine getirdiğinde bu miktarın 6 000 dolar olabileceğini belirtmiştir.
Sayın milletvekilleri, bu Plan, tarımsal işletmelerde ölçek büyüklüğünün artırılması ile modern tarım işletmeciliğinin yaygınlaştırılmasını amaçlıyor. Bunun için gerekli desteklemelerin, çevre ve kırsal alanda gelir getirici faaliyetlerin yapılacağı belirtiliyor. Bu amaç çok güzel; fakat, yaptıklarınız, yapacaklarınızın teminatıdır. Bir tarım ülkesi olan Türkiye'de, ne yazık ki, tarımın durumu içler acısıdır. Tarımda istihdam gün geçtikçe azalmaktadır. Üretim kalitesi düşmekte; destekler hem eşit hem de etkili biçimde dağıtılamıyor. Milletin efendisi olan çiftçiye yeterince değer verilmedi, onlar kovuldu, hor görüldü. Umarım, bu Planda geçen sözler tutulur ve tarım sahip olduğu gerçek yere ulaşır.
Sayın milletvekilleri, bu Planın sözde güzel yanlarından biri de, demiryollarının önplana çıkarılması amacıdır; fakat, özel sektörün demiryolu sektörüne girmesinin sağlanmasının ayrıntılarından şüphelerim vardır. Büyük stratejik önem içeren demiryollarının hangi şartlarla özelleştirileceğinin şartlara bağlanması çok önemlidir. Kamu kesiminin yetkilerini sadece hat yapımıyla sınırlandırmak, demiryollarımızı çok ileriye götürecek bir düzenleme değildir. Ayrıca, özellikle demiryollarının karayollarıyla rekabet edebilecek hale getirilmesi için verilecek teşviklerin ve yatırımların çok yerinde kullanılması gerekmektedir. Bu Planı yapan Hükümet, iktidara gelir gelmez ülkemizin her yanında duble yol yapacaklarını söyledi, buna da başladı. Bu 15 000 kilometre duble yol için kullanılmakta olan kaynakla, 33 000 kilometre çift hatlı demiryolu yapabilme alternatifini elimizden kaçırdık. Şimdi de diyorsunuz ki: "Biz demiryolu yapacağız." Yaptıklarınızla planladıklarınız hiç de uyuşmuyor. Bu Planı iktidara geldiğiniz zaman akıl etseydiniz, kazanacaklarınız çok daha fazla olacaktı.
Sayın milletvekilleri, cumhuriyet tarihinden bu yana demiryolları yeterince rehabilite edilememiştir. Avrupa'yla ve diğer taşımacılık modelleriyle rekabet edecek düzeyde değildir. Demiryollarının raya bağlı olması ve iklim koşullarından -kar, don, sis, yağmur vesaire- karayoluna göre daha az etkilenmesi, güvenliği, konfor ve rahatlığı artırmaktadır. Ulaştırma sistemlerinde ölüm riski 1 milyar yolcu/kilometre başına demiryollarında 17 iken, karayollarında 140; yaralanma riski demiryollarında 41 iken, karayollarında 8 500'le 10 000 kişidir. Durum böyleyken, kazaların topluma maliyetini dikkate almayan bir ulaşım sistemi tercihi nedeniyle ülkemizde hâlâ karayollarında ısrar edilip demiryollarının ihmal edilmesi eğiliminden vazgeçilmelidir. Çift hatlı, elektrikli ve sinyalli 1 kilometrelik demiryolunun maliyeti düz arazide 1,4, engebeli arazide 3 ve çok engebeli arazide ise 4,2 milyon dolardır. Buna karşın, 1 kilometrelik otoyolun maliyeti düz arazide 6 000 000, engebeli arazide 12 000 000 doları buluyor. Buradan çıkan sonuç, karayolu demiryoluna göre 4 kat daha pahalı olmaktadır.
1980'lerden bu yana Türkiye karayollarına yaklaşık 30 katrilyon lira para harcandı. Bu parayla 12 500 kilometre demiryolu yapılabilirdi.
Petrol bağımlı bir ülke olarak her yıl milyonlarca doları karayollarında heba ederken, enerji tüketimi karayolunun dörtte 1'i olan demiryollarını ihmal ediyoruz. Karayolları, ulaşım yatırımları için ayrılan payın yüzde 72'sini alırken, buna karşın demiryolunun payı sadece yüzde 7'dir. Çoğu cumhuriyet döneminden kalma 10 900 kilometre demiryolu uzunluğuyla dünyada 23 üncü sıradayız. Amerika 195 000 kilometreyle 1 inci sırada yer alıyor; bu ülkeyi 87 000 kilometreyle Rusya, 71 000 kilometreyle Çin, 63 000 kilometreyle Hindistan, 49 000 kilometreyle Kanada, 46 000 kilometreyle Fransa ve 45 000 kilometreyle de Türkiye'nin yarısından az yüzölçümüne sahip olan Almanya takip ediyor.
Türkiye'nin, boyutlarına ve koşullarına yakın gelişmiş ülkeler olan Fransa ve Almanya'yı yakalaması için demiryolu uzunluğunun 5 katına çıkarılması gerekiyor.
Sonuç olarak, Türkiye'nin demiryolu uzunluğu AB ülkelerinin ortalama 5-6 kat altında kalıyor. AB ülkelerinde 10 000 kişiye düşen demiryolu uzunluğu ortalama 5,1 kilometre iken, bu oran Türkiye'de sadece 1,4 kilometrede kalıyor. Bu yüzden demiryollarının ülkemizin ilerlemesi için daha modern ve daha kapsamlı bir hale getirilmesi şarttır. Bunu yapan her kim olursa olsun, o hükümete teşekkür edeceğim, yeter ki demiryoluna önem versin. Bunu istiyorum.
Sevgili arkadaşlarım, demiryoluyla karayolu arasındaki farkımıza bir bakalım. Ülkemizde şu anda 3 500 ton üzerinde ticarî kamyon sayısı 677 000, 3 500 tonun altındaki; yani, 3 500 tonun altındaki ticarî kamyon sayısı yaklaşık olarak 1 200 000, otobüs sayısı ise yaklaşık olarak 158 000, otomobil sayısı ise 5 518 000'dir.
Sevgili arkadaşlarım, bunları topladığınızda Avrupa Birliği ülkelerinde bulunan kamyon sayısı kadar Türkiye'de kamyon var. Türkiye'de petrole harcanan para yılda 8 milyar dolar. Şimdi, dışa bağımlı olan bir ülkemiz göz önünde tutulursa, eğer demiryollarına -cumhuriyet devrinden beri, Atatürk zamanından beri 4 000 kilometre filan yol yapılmış- harcasaydık bu enerjimizin çoğunu, bugün bu kadar dışa bağımlı olan ülkemizde petrol harcaması olmayacaktı. Bunun yanı sıra, sadece petrol harcaması değil, karayollarındaki o kamyonların, otobüslerin yollarda yaptığı tahribat, onun yanı sıra orada ölen insanların can, mal kaybını bir hesapladığınızda Türkiye çok şey kaybetmiş durumdadır.
Sevgili arkadaşlarım, bu programın öyle veya böyle yapılması… Tabiî ki lazımdı plan; ama, planı yaparken… Sadece bugünkü İktidarı suçlamakla da geçirmiyorum bu demiryollarında, geçmiş iktidarlar da bu demiryollarına neden önem vermedi hiç bunu anlamış değilim. Hadi onlar yapmadı, siz olsun niye yapmadınız üçbuçuk senedir?
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Yapıyoruz.
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - Başlamak, bir işi yüzde 50 başarmak demektir sevgili arkadaşlarım. Niçin başlamadınız, onu da size soruyorum.
MEHMET CEYLAN (Karabük) - Başladık…
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - Başladığınız an, nerede ne yapabiliyorsanız… Siz söylemeseniz de ben söyleyeceğim, yeter ki bu ülkeme bu demiryollarını, Avrupa Birliğine girecek bir ülke olarak başlatmamızda yarar var diye düşünüyorum; mal olarak düşünüyorum, maddî olarak düşünüyorum, insan olarak düşünüyorum. Bu ülkenin giden bir canı bizim canımızdır, bu ülkede harcanan, petrole verilen para bizim paramızdır. Onun yerine yoksullara sağlık verelim, eğitim verelim, hizmet verelim; ama, ne olur bu demiryoluna önem verelim. Zararın neresinden dönersek kârdır. Ne zaman başlarsanız… Ben, bu duble yolun yapılmasına karşı değilim, otobanların yapılmasına karşı değilim. Onlar için de teşekkür ederim; ama, asıl mesele, bize demiryolunun niye yapılmadığıdır, demiryollarına niye önem verilmediğidir; ama, söyleyeyim, verdiğim bu rakamlarla, bu otobüslerle, bu kamyonlarla, bu taksilerle… Sebebinin ne olduğunu sizler de benim kadar biliyorsunuz; çünkü, bir ülke dışa bağımlıysa her yönüyle dışa bağımlıdır, eğer ekonomik bağımsızlığı yoksa bu ülkenin, siyasal bağımsızlığı da yoktur arkadaşlarım. Tam bağımsız olabilmek için, Atatürk'ün söylediği gibi, ilkönce ekonomik bağımsızlığımızı almamız lazım. Bunun için de her yerden, dışa bağımlılıktan kurtulmak mecburiyetindeyiz.
Dokuzuncu Kalkınma Planı ülkemize elbette ki lazım. Avrupa Birliğine girerken, eksikleri yok mu; dolu. Bu eksikler tamamlanır. Her şey başlamakla meydana çıkar eksiklikler. Ben, ama, Atatürk zamanından beri bu iktidarların neden demiryollarına önem vermediğini halen anlamış değilim. Bunu söylüyorum. Bu, benim içimi yakıyor. Bu karayollarında verdiğimiz canlara bir bakınız bakalım, bu maddî hasara bakınız bakalım. Bu dışa bağımlılıkla, bu petrole verdiğimiz şeylerle okul yapamaz mıyız, biz hastane yapamaz mıyız, sağlığımıza, eğitimimize daha fazla para ayıramaz mıyız arkadaşlarım? Onun için, İktidara tekrar söylüyorum: Dokuzuncu Kalkınma Planında birinci etapta demiryollarına, ikinci etapta tarım ülkesi olarak tarıma çok fazla önem verelim deyi düşünüyorum. Ne zaman ki bunları Türkiye'de gündeme getirdiğinizde, bu kürsüye çıkıp, hiçbir zaman…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kurtulmuşoğlu, buyurun.
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - Kim başlatırsa, kim yaparsa çekinmeden ona teşekkür etmeyi her zaman borç biliyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKA - Teşekkür ederim.
Anavatan Grubu adına ikinci konuşmacı Muğla Milletvekili Hasan Özyer.
Sayın Özyer, buyurun. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU ADINA HASAN ÖZYER (Muğla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2007-2013 yılları arasını kapsayan Dokuzuncu Kalkınma Planının ikinci bölümü içinde yer alan ve "Plan Dönemi Hedef ve Tahminleri" başlığını taşıyan kısmı üzerinde Anavatan Partisinin görüşlerini ifade etmek üzere huzurlarınızda bulunuyorum; hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, görüşmekte olduğumuz Dokuzuncu Kalkınma Planı, bilindiği gibi, hazırlığı geçen yıl başlamış ve önümüzdeki yıldan itibaren geçerli olacak bir belgedir. Planın stratejisi Hükümet tarafından 24 Nisan 2006 tarihinde onaylanmıştır. Planın Yüksek Planlama Kurulu ve Bakanlar Kurulunda onaylanması da haziran ayını bulmuştur. Ancak burada ilginç bir gelişme yaşanmıştır. Siyasî idarenin talimatıyla aylar süren komisyon çalışmaları ve 2004 Mayıs ayında yapılan Dördüncü Türkiye İktisat Kongresi dokümanları esas alınarak oluşturulan Dokuzuncu Kalkınma Planındaki millî gelir hedefi değiştirilmiştir.
Millî gelir hedefinin değişmesi, söz konusu rakamı oluşturan ve hepsi de birbiriyle ilişkili olan tüm öngörülerin, hesapların değişmesi, yani, planın ruhunun yeniden oluşturulması anlamına gelmektedir.
Mademki, Planın omurgasını oluşturan hedefler böyle, bir çırpıda değiştirilebilmektedir, o zaman, niçin, bu iş için her biri kendi alanında söz sahibi binlerce insan aylarca emek harcamıştır?! Aynı şekilde, Planın altyapısını teşkil eden Dördüncü Türkiye İktisat Kongresinde de yerli-yabancı yüzlerce bilim adamı ve ilgili sektör temsilcisi niçin kafa patlatmıştır?! Burada bir çarpıklık vardır.
Elbette, siyasî iradenin hedef belirleme ve vizyon çizme hakkı vardır; ama, bu hak, bilimsel çalışmaların iki dudak arasından çıkan sözlerle değiştirilebilmesi hakkını doğurmaz. Tam tersine, hedef belirleyecek ve vizyon çizecek olan siyasetçi, önce bilimsel verilere bakacak, ondan sonra sözünü söyleyecektir; aksi takdirde, herkes dilediği rakamı telaffuz edebilir; ancak, bunların hiçbir anlamı olmaz. Yapılan iş, bilimin siyasete feda edilmesidir.
Planın stratejik taslağına bizzat siyasî irade eliyle yapılan müdahale, Plana hiçbir şey katmamıştır; ama, güvenilirliğini sakatlamıştır. Oysa, buradaki millî gelir hedefi, tıpkı diğer veriler gibi, belirli şartlarda ulaşılması mümkün görülen bir rakamı ifade etmektedir. Yani, bu Planda millî gelir hedefi 8 700 dolar diye, Türkiye, daha fazla millî gelire ulaşma fırsatı yakalamışken, bunu tepmeyecektir.
Türkiye'nin birkaç ay öncesine kadar sahip olduğu göstergeler, hangi hedefle, hangi öngörüyle uyumludur? Önemli olan, devletin imkânlarının ve milletin enerjisinin bu doğrultuda kullanılmasıdır; ülkenin, rotasından şaşmamasıdır.
Şartlar uygun olursa, bu hedef aşılabilir; uygun olmazsa da, hedefin gerisinde kalınabilir. Bunlar gayet normaldir. Normal olmayan, Planın temel hedeflerinin böyle bir yaklaşım ve yöntemle değiştirilmiş olmasıdır.
Değerli milletvekilleri, bu temel eleştiriyi rezerv tutarak, Planın üzerinde konuştuğumuz kısmında yer alan 2007-2013 dönemine ilişkin hedefleri ve bunlara ilişkin görüşlerimi kısaca ifade etmek istiyorum.
Bu kısımda ifade edilen ilk hedef, millî gelirin 2013 yılında 10 000 dolara yükseleceğine ilişkindir. Bu rakamın ciddiyetsizliğine ilişkin görüşlerimi biraz önce ifade ettim.
İkinci hedef, Türkiye'nin, dünyanın en büyük 17 nci ülkesi konumuna yükseleceğine ilişkindir. Sanıyorum, buradaki büyüklükten kastedilen, ekonomik ve sosyal büyüklüktür.
Türkiye, zaten, dünyanın gelişmekte olan ilk 20 ülkesi arasında yer almaktadır. Aynı şekilde, ekonomik büyüklük itibariyle, zaman zaman birkaç sıra fark etmekle birlikte, uzun zamandır, genellikle 17 nci sırada yer almaktadır. Dolayısıyla, burada sözü edilen hedefler Türkiye için daha ileri aşamaları değil, mevcudu korumayı ifade etmektedir. Elbette, şartlar gerektiriyorsa mevcudu korumak da bir hedef olabilir; ama, Planın sunuluşundaki iddiaya baktığımızda, ister istemez Türkiye'yi çok ileriye taşıyacak bir çerçeve arıyoruz; ama, maalesef, böyle bir çerçeve bulamıyoruz.
Değerli milletvekilleri, Planda, tarım kesiminin gayri safî millî hâsıla içindeki payının küçültülmesi hedeflenmektedir. Zaten binbir sıkıntı içinde varlık-yokluk mücadelesi veren tarım kesiminin belinin tümüyle büküleceği ve sektörün, âdeta, ölüme terk edileceği anlaşılmaktadır.
Bir başka konu, kamu yatırımlarının gayri safî millî hâsılaya oranının nispî olarak azaltılacağının öngörülmesidir. Oysa, yapılması gereken kamu yatırımlarının azaltılması değil, kamu yatırımlarının niteliğinin değiştirilmesidir. Bugün, artık, kamunun fabrika yapmak, market açmak, tuz satmak için yatırım yapması, elbette, çağdışı bir anlayıştır; ama, kamunun savunma, güvenlik, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, ulaşım ve kentsel altyapı başta olmak üzere pek çok alanda yapması gereken yatırımlar vardır.
Ülkemizdeki mevcut altyapının çoğunun derme çatma olduğu, sürekli yenilenmesi veya yeni baştan kurulması gerektiği açık bir gerçektir. Hal böyleyken, kamu yatırımlarını oransal olarak azaltmayı amaçlamak, ya bu işlerden vazgeçip ülkeyi kendi haline bırakmak anlamına gelmektedir ya da bir tutarsızlığı ifade etmektedir.
Değerli milletvekilleri, makro ekonomik göstergeler arasında yer alan ithalat ve ihracat rakamları, ulaşılması halinde fevkalade sevindirici bir durumu ifade eden; ama, nasıl ulaşılacağına dair hiçbir verinin bulunmadığı hedefler arasındadır. Yine, bu fasılda, turizm gelirlerinin 2013 yılında 36 milyar dolara ulaşması öngörülmektedir; ancak, halihazırda bu hedefe ulaşılabilmesi için yapılan hiçbir hazırlık olmadığı, tam tersine, sektörün gerileme sürecine girdiğini biliyoruz. Turizm gelirlerinin 19 milyar dolardan, yedi yıl sonra 36 milyar dolara ulaşması için yılda 2,5 milyar dolara yakın artış sağlanması gerekmektedir. Bu da, sektörün, ülkenin ortalama büyüme oranının 2 katına yakın bir büyüme performansını göstermesini gerektirmektedir. Büyüme kendi kendine olacak bir iş değildir. Bunun bir bölümü sektörü, bir bölümü kamuyu bir bölümü de uluslararası konjonktürü ilgilendiren pek çok şartı vardır. Bugün sektöre ilişkin hiçbir unsur turizmin hedeflenen oranlarda büyümesine imkân sağlayacak bir görünüm içinde değildir.
Elbette, Planın en çarpıcı verilerinden biri enflasyon oranına ilişkindir. 2013 yılında enflasyonun yüzde 3'e düşmesi hedeflenmektedir. Bu temenniye hiçbir Türk vatandaşının itirazının olması düşünülemez; ama, temenni başka şeydir, plan hedefi başka şeydir. Enflasyonun 2013'te yüzde 3'e düşmesinin şartı, Türkiye'nin ekonomik, siyasî ve sosyal ortamının bu yılın başındaki görünümünü muhafaza etmesi şartına bağlıdır; yani, ülkede yeterli çoğunluğa sahip bir tek parti iktidarı olacak, ciddî hiçbir şey yapılmadığı halde dışarıdan sürekli para girişi olacak; ama, bu, varlık satışı veya fiktif işlemlerle değil gerçek anlamda yatırımla olacak, satış fiyatlarındaki artış girdi fiyatlarındaki artıştan daha düşük seyredecek, dolar 1,5 YTL'yi aşmayacak ve buna benzer bir dizi şart daha.
Bunların olmayacağı daha Plan Mecliste görüşülmeden anlaşılmıştır. Bu durum, Plandaki hedeflerin gerçekçi değerlendirilmeler yapılmadan, sadece o günkü konjonktür esas alınarak belirlendiğini ortaya koymaktadır. Nitekim, bu Plana yönelik en büyük eleştirilerden biri, uluslararası gelişmelerle ilgili değerlendirmenin ve bunların Türkiye'yle mukayesesinin yapılmamış olmasıdır.
Avrupa Birliği sürecinin Planın her aşamasında gözetilmiş olması bu eksiği gidermemektedir; çünkü, dünya Avrupa Birliğinden ibaret değildir. Hatırlatmak isteriz ki, dünyada son on yılda yaşanan ve ülkemizi de derinden sarsan krizlerin hemen hepsi Avrupa Birliği dışındaki ülkelerde başlamıştır.
Sonuç itibariyle, millî gelir hedefiyle birlikte enflasyon hedefi de daha Plan yürürlüğe girmeden geçerliliğini yitirmiş bulunmaktadır. Nitekim, daha birkaç ay öncesine kadar 5 000 dolar olarak ifade edilen millî gelir bir anda 4 000 doların altına düşmüştür.
Değerli milletvekilleri, Plandaki iddialı ve fakat yanlış öngörülerden biri de genel devlet harcamalarının gayri safî millî hâsıla içindeki payının 2013 yılında yüzde 36,1'e düşeceği hedefidir. Bugün dünyanın gelişmiş ülkelerinin pek çoğunda devlet harcamalarının gayri safî millî hâsılaya oranı yüzde 50'ye yakındır. Bu rakam, ülkemizde, içinde bulunduğumuz yıl itibariyle yüzde 45'tir.
Esas olan, devlet harcamalarını toplamda azaltmak değildir. Sosyal devlet ilkesinin giderek daha önplana çıktığı bir dünyada böyle bir iddiayla yola çıkmamız, devlet ile toplumu karşı karşıya getirmenin ötesinden bir anlam taşımaz. Burada önemli olan, kamu harcamalarının doğru yerlere ve en verimli şekilde yapılmasını sağlayacak mekanizmaları kurmaktır.
Dünyanın en gelişmiş ülkelerinde bile ilaç giderlerinin toplam sağlık harcamalarına oranının yüzde 20'nin altında olduğu bir dönemde, bizim, bunun 2 katı ilaç harcaması yapıyor olmamız, ülkemizde kamu harcamalarının doğru ve verimli yapılmadığının en basit göstergelerinden biridir. Aynı şekilde, yolların tamirine inşasından daha fazla para harcadığımız bir dönemde kamu harcamalarını sorgulamamızdan daha doğal bir şey yoktur; ama, bu sorgulama, harcama oranıyla ilgili değil, harcamanın niteliği ve verimiyle ilgili olmalıdır. Dolayısıyla, Plandaki kamu harcamalarına ilişkin hedef, hem dünya gerçeklerine aykırıdır hem de ülkemizin ihtiyaçları bakımından doğru değildir.
Planın iddialı hedefleri arasında yer alan devletin faiz ödemeleri ve borçlanma gereğine ilişkin rakamlar da, son haftalarda yaşadığımız gelişmeler ışığında, ancak gülümsemeyle karşılanabilecek hedefleri ifade etmektedir.
Değerli milletvekilleri, ulaştırma hedefleri arasında, yük taşımacılığının, karayolundan, demir ve denizyolu ağırlıklı bir yapıya kavuşturulması yer almaktadır. Demiryolu uzunluğuyla ilgili hedeflere bakıldığında ise, mevcut 8 252 kilometrelik demiryolu hattının 2013 yılında 8 998 kilometreye çıkarılacağı öngörüldüğü anlaşılmaktadır. Yeni demiryolu yapmadan, yük taşımacılığında demiryollarının payının nasıl yaklaşık 5 katına çıkarılacağı sorusunun cevabı ise verimlilik artışı olarak ifade edilmektedir. Demiryollarının uzunluğunu sadece 750 kilometre artırmayı düşündüğümüz bu dönemde, karayollarındaki bölünmüş yol uzunluğunu 9 400 kilometreden 15 000 kilometreye çıkarmayı hedefliyoruz. Böyle bir ortamda, yük taşımacılığında, ağırlığın, nasıl olup da demir ve denizyollarına kayacağını anlamak mümkün değildir.
Benzer bir tutarsızlık, internet kullanıcı yoğunluğuna ilişkin hedeflerde de vardır. Bugün, Türkiye, internet kullanımı bakımından hâlâ çok gerilerde bir ülkedir, internet altyapısı bakımından daha da perişan bir haldedir. İnternet altyapısını güçlendirme yönünde, gerçekten, etkili ve kararlı adımların atılmadığı bizzat sektörün şikâyetidir. Hem ortaya bir hedef koyacaksınız hem de bu hedefe ulaşma yönünde hiçbir adım atmayacaksınız; bu mümkün değildir.
Aynı durum, istihdam göstergelerine ilişkin öngörülerde de söz konusudur. Tarımdaki istihdamın yüzde 28'den yüzde 19'a düşmesi hedeflenmektedir. Peki, tarımdaki istihdamdan eksilen bu yaklaşık yüzde 10'luk kesim nereye gidecektir; bu belli değildir.
Diğer rakamlara baktığımızda, sanayi istihdamında oransal olarak herhangi bir artış beklenmediğini, sadece hizmetler sektöründe bir artış öngörüldüğünü görüyoruz.
Tarım sektöründe azalacak olan istihdam hizmetler sektörüne nasıl aktarılacak; bu, belli değildir. Ayrıca, çağ nüfusu itibariyle çalışma yaşına gelmiş nüfusu nereye yönlendireceksiniz; bu da belli değildir. Üstelik, artık, işsiz nüfusumuzun yapısı da değişmiş durumdadır. Artık, işsizlerin önemli bir bölümü üniversite mezunlarından oluşmaktadır.
Eğer, Planın, eğitime ilişkin hedeflerine ulaşılacak olursa, üniversite eğitimi alanların çağ nüfusuna oranı yüzde 48'e ulaşacaktır. Üniversite mezunu işsizin toplumsal maliyeti, vasıfsız ve eğitimsiz kesimlere göre çok daha fazla ve derin olmaktadır.
Planın hedefleri arasında, işsizliğin nasıl azaltılacağı sorusu yanında, üniversite mezunlarının istihdamının nasıl yükseltileceğine ilişkin de herhangi bir veri bulunmamaktadır.
Değerli milletvekilleri, Dokuzuncu Kalkınma Planındaki her bir hedef üzerinde uzun uzun durmak ve dayanaklarını, geçerliliğini, tutarlılığını sorgulamak mümkündür. Üzülerek ifade etmeliyim ki, bu sorgulamada sevindirici bir sonucun çıkması mümkün gözükmemektedir. Burada ifade ettiğim hususların yanında, Plan hedeflerinin yıllık ve dönemsel olarak belirtilmemiş olması, uygulamanın takibine ilişkin öngörülen mekanizmanın zayıflığı, belirlenen hedeflere hangi kaynaklarla ve nasıl ulaşılacağının belirsizliği gibi pek çok eleştiri sıralanabilir. Bu eleştirilere karşılık, Hükümet, Planın, sadece makro hedefleri ve prensipleri ortaya koyduğu, ayrıntıların stratejik planlara ve dönemsel bütçelere bırakıldığı savunmasını yapmaktadır. Elbette, kalkınma planının stratejisini ve yöntemini belirleme hakkı Hükümete aittir. Bu konuda herkes görüşünü dile getirebilir; ama, Hükümetin kararına saygı duymak durumundadır. Bizim burada eleştirdiğimiz, Planın hazırlanma yöntemi değildir; eleştirimiz, Plandaki hedeflerin üzerine oturtulduğu temelin çürük olmasınadır.
Daha yürürlüğe girmeden, hedeflere esas teşkil eden verilerin çöktüğü, dolayısıyla, öngörülerin havada kaldığı bir planla karşı karşıya bulunuyoruz. En basitinden, 2009 yılında, dolar kuru için biçilen değer yaklaşık 1,5 YTL'dir. Merkez Bankası, haftalardır, doları 1,70'in altında tutmak için var gücüyle çalışmaktadır. Plandaki hedefe göre, 1,70'lik dolar kurunun çeyrek yüzyıl sonraya tekabül etmesi gerekiyordu. Dolar kuru artınca, ne millî gelir hesabı ne faiz hedefi ne cari açık oranı ne de diğer öngörülerin gerçekleşmesi ihtimali, kalmamıştır.
Tek sorun da bu değildir; karşımızda, Türkiye'nin rekabet gücünün nasıl artırılacağına, reel sektörün nasıl güçlendirileceğine, bilgi ve teknoloji ağırlıklı istihdam yapısı doğrultusunda nitelikli işgücünün nasıl oluşturulacağına dair doyurucu ve somut hiçbir verinin yer almadığı bir plan vardır. Oysa, Türkiye'nin, önümüzdeki dönemde, ister bu Planda ifade edilsin İster bu planda ifade edilsin ister edilmesin, hepimizin kafasında ve yüreğinde var olan, büyük hedeflere ulaşılmasını sağlayacak asıl unsurlar bunlardır. Gelişmiş ülkelerle diğerleri arasındaki fark, işte buradadır. Planda atıfta bulunulan Hindistan ve Çin örneklerine baktığımızda da aynı şeyi; yani, rekabet gücünü, reel sektörü görüyoruz.
Bir kez daha altını çizerek ifade etmek istiyorum; bizim itirazımız millî gelirin 10 000 dolar olmasına, faizlerin düşmesine, ihracatın artmasına, turizm gelirlerinin yükselmesine ve diğer hedeflere ulaşılmasına değildir. Keşke bu hedeflere ulaşılabilse, keşke daha iyisi gerçekleştirilebilse; bunlar temennimizdir. Oysa, biz, burada, devletin ve milletin tüm imkânlarının bu doğrultuda seferber edileceği bir plan tartışıyoruz. Plan, temenni değildir. Plan, bir tanımıyla düşüncedir, bir tanımıyla da bir işin yapılabilmesi için uyulması gereken düzendir. Yani, plan dediğimiz şeyin ayakları yere basmak zorundadır. Halihazırdaki Plan askıda durmaktadır; çünkü, ayak diye belirlenmiş olan rakamların hiçbiri şu anda geçerli değildir; dolayısıyla da yok hükmündedir.
Değerli milletvekilleri, biz, Anavatan Partisi olarak, Türkiye'nin potansiyeli ve gücünün, Planda ifade edilen hedeflerden çok daha fazlasını gerçekleştirmeye yeteceğine inanıyoruz; fakat, bunun için, sadece hedef belirlemek yetmemektedir. Belirlediğimiz hedeflere ulaşabilmek için gerekli şartları nasıl oluşturacağınızı da ortaya koymanız gerekmektedir. Gerçekçi, sürdürülebilir, her şeyin sistem içinde yürüdüğü bir vergi ve teşvik sistemi ile yine bu amaca uygun bir kamu işleyişini hayata geçirmemiz gerekmektedir.
Yüksek faiz, düşük kur sarmalıyla oluşmuş istikrar söylemiyle takviye edilen ve fakat ekonominin gerçek işleyişiyle ilgili olmayan düzen üzerine kurulu bir iklime dayalı olarak gelecek kurgusu yapmak, sadece kendi kendimizi kandırmaktır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Özyer, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
HASAN ÖZYER (Devamla) - Bitiriyorum.
Sıcakparaya dünyanın en büyük faizini vererek, ülkeyi sahte bir iyimserlik ortamına sokmanın, ekonomik mucize yaratmak değil, günü kurtarma çabası olduğunu; dolayısıyla, sürdürülemezliğini, artık, herkes anlamaya başlamıştır.
İnsanlara başarı diye sunulanın aslında rüya olduğu, gerçekte bir kabus yaşandığı, inkâr edilemez bir vakıa olarak karşımızda durmaktadır. Acı olan, görüşmekte olduğumuz Planın da, bu rüyanın bir parçası olmasıdır.
Türkiye'nin, hakikaten çok büyük işler başarabileceği bir dönemin, gerçekçi ve sürdürülebilir temeller üzerine kurulmadığı için, yürümesi mümkün olmayan bir plan sürecinde heba edileceğinden endişe ediyoruz.
Bu düşüncelerle, her şeye rağmen, Dokuzuncu Kalkınma Planının, ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını diliyor; hepinize sevgi ve saygılar sunuyorum. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Tekirdağ Milletvekili Enis Tütüncü.
Sayın Tütüncü, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ENİS TÜTÜNCÜ (Tekirdağ) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, Dokuzuncu Kalkınma Planı üzerinde, İkinci Bölümde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi, en iyi dileklerimle, sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'de, yeni bir planlama anlayışına geçişin ilk örneğini yaşıyoruz. Bu yeni planlama anlayışı, strateji ve politika planlamasıdır. Eski planlama anlayışı, 1960'lı yılların başından bu yana Türkiye'de sürdürülen planlama anlayışı, hem Türkiye koşulları dikkate alındığında hem de dünya koşulları dikkate alındığında, metodoloji açısından, teknik açıdan geçerliliğini yitirmişti.
Şimdi, Dokuzuncu Planda strateji ve politika planlamasının, -yetersiz de olsa, biraz sonra açıklamaya çalışacağım tutarsızlıklarla dolu da olsa- bazı açılımlarına tanık oluyoruz. Öncelikle, bir gerçeği kabul etmek mecburiyetindeyiz; strateji ve politika planlamasının başlangıcında, Dokuzuncu Plan, bu Plan, dünyadaki küreselleşme olgusunun ve giderek daha da güçlenen yeni liberal kapitalizmin baskısı ve kısıtlamaları altında bulunuyor.
Bunların da ötesinde, Dokuzuncu Planda bir başka kısıtlama göze çarpıyor; IMF'ye verilen sözler. Bu sözler nedeniyle, Plan stratejisinde yer alan bazı hedefler, neredeyse, uluslararası sermayenin alacaklarına güvence sağlayacak şekilde belirlenmiştir.
Ayrıca, planın makro hedeflerinde son anda yapılan müdahaleler, Planın içsel tutarsızlığını daha da artırmıştır. Tüm bu olumsuzluklara ve kısıtlamalara karşın şunu bilmeliyiz ve kabul etmeliyiz ki, Türkiye'nin, her zamankinden daha fazla planlamaya, planlama mantığına, planlama felsefesine ihtiyacı vardır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ulusal kalkınma açısından Türkiye için önemli olan konu, işsizlik, yoksulluk ve eşitsizliklerin kalıcı olarak aşılabilmesidir ve bu amaçla, üretim ekonomisinin ve sosyal devletin yeniden ayağa kaldırılmasıdır. Dokuzuncu Planı, işte, bu noktalardan ele almak gerekmektedir ve Dokuzuncu Planı bu noktalardan ele aldığımızda, ne yazık ki, hem ekonomik açıdan, üretim ekonomisine geçişte hem de sosyal devletin yeniden ayağa kaldırılmasında, son derece yetersiz olduğunu üzülerek tespit ediyoruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmamın daha iyi anlaşılabilmesi açısından, Dokuzuncu Planın başlangıcında, Türkiye'nin çözmek zorunda olduğu sorunlardan bir bölümünün net fotoğrafını sizlerle paylaşmak istiyorum.
Birinci fotoğraf, Türkiye'deki işsizlik ve yoksulluk sorunudur. Benden önce konuşan arkadaşlarım, işsizlik ve yoksullukla ilgili bazı büyüklükleri sizlerle paylaştı. Bana göre, Türkiye'deki işsizlik sorunu yüzde 25'ler dolayındadır. Bazı arkadaşlarımız yüzde 15'leri telaffuz ettiler. Yani, çalışma yaşındaki yurttaşlarımızdan her 4 kişiden 1'i işsizdir. İşsizlik, gençlerin arasında ve okumuş nüfus grupları arasında çok daha yaygındır. Gençlerin içinde her 3 kişiden 1'i işsiz durumdadır. Bu manzara, Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'nin dört bir yanında, hırsızlık, kapkaç, çeteleşme, uyuşturucu, fuhuş gibi yasadışı olayların yaygınlaşmasına yol açmaktadır.
Sizinle paylaşmak istediğim ikinci sorun, asgarî ücretin bir sefalet ücreti olmakta oluşudur. 380 Yeni Türk Lirası olan ve esasen, açlık sınırının çok altında bulunan asgarî ücret, Türkiye uygulamasında, neredeyse, ortalama ücret gibi kabul edilmektedir. İşin daha da kötüsü, işsizlik baskısı ve çaresizlik, gençlerimizi kimi zaman, asgarî ücretin altında çalışma zorunda bırakmaktadır. Sonuçta, sigortasız çalışma, kaçak istihdam hızla artmaktadır. Türkiye'de, toplam istihdamın yarısına yakın bölümü, kaçak, sigortasız bir şekilde çalışmakta ya da çalıştırılmaktadır. İşgücü piyasasında sendikasızlaştırma, örgütsüzlük ve taşeronlaşma yaygınlaşmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk-İşin son tespitlerine göre, açlık sınırı 558 Yeni Türk Lirasıdır. Açlık sınırı, hepimizin bildiği gibi, sadece gıda masraflarını karşılayacak masraf tutarıdır. Buna göre, Türkiye'de asgarî ücretle çalışan, çalışmak mecburiyetinde olan ne kadar insanımız varsa, demek ki, tümü, açlık sınırlarının oldukça altında yaşam mücadelesi veriyor demektir. Bitmedi; gelir ve ücretleri 380 YTL'nin üzerinde, ama, 558 YTL'nin altında, o aralıkta olan, yine, ne kadar çalışan, işçi, çiftçi arkadaşımız varsa, küçük esnaf ve sanatkâr yurttaşımız varsa, bunların da hepsi, demek ki, açlık sınırlarının altında yaşam mücadelesi veriyorlar demektir. Türkiye'de, geçmiş dönemde, açlık ve yoksulluk, kimsesiz, gariban ve yoksulların sorunuydu; ama, ne yazık ki, Dokuzuncu Planın başlangıcında, açlık, yoksulluk, çalışmakta olan nüfusun, üretim sürecinde olan nüfusun sorunu haline gelmiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizinle paylaşmak istediğim üçüncü sorun, Türkiye'nin, kişi başına sağlık harcamaları açısından OECD ülkeleri arasında sonuncu durumda olmasıdır. Bakınız, OECD ülkelerinin ortalama kişi başına sağlık harcamaları 2 276 dolar iken, bizde, yalnız ve yalnızca 420 dolardır. 0 ile 5 yaş arasındaki bebek ölüm oranlarına baktığımızda, bizde hâlâ çok yüksek oranlarda seyretmekte olduğunu görüyoruz; binde 37; yani, 0 ve 5 yaş arasındaki her 1 000 çocuğumuzdan 37'si 0 ile 5 yaşında ölmektedir. Oysa, Avrupa Birliği ülkelerinde bu oran binde 8'dir.
Öte yandan, yine, dramatik bir sorunumuz, anne ölüm oranlarının yüksekliğidir. Doğumda yitirdiğimiz genç kadınlarımızın oranı, Türkiye'de yüzbinde 40'ların üzerindedir. Oysa, Avrupa Birliği ülkelerinde yüzbinde yalnızca 3'tür.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım, bu Plan başında, başlangıcında, Türkiye'nin bir diğer önemli sorunu, dar ve sabit gelirli halkımızın vergi adaletsizliği altında inim inim inletilmekte oluşudur. Zenginden vergi alamayan AKP, KDV'ye ve ÖTV'ye bindirerek, yoksulu ve garibanı daha da ezmektedir.
Tarım ve hayvancılık çökmüştür. Çiftçi ve orman köylüsü perişan durumdadır. Türk çiftçisi, aldığını pahalıya almakta, sattığını ise sürekli ucuza satmaktadır. Mazot, gübre, ilaç, sulama elektriği gibi girdileri, dünyada en pahalı kullanan çiftçi Türk çiftçisidir. Buna karşılık, tarım ve hayvancılığa verilen destek açısından, çiftçimiz, dünyada son sıralarda bulunmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tarımın desteklenmesi şu açıdan önemli: Türkiye'de, ilk kez geçen yıl, tarımdan tarım dışına 1 200 000 dolayında göç yaşanmıştır. Eğer, tarımın sahipsizliği bu şekilde devam ederse -ki, ne yazık ki, biz, Dokuzuncu Planda tarıma sahip çıkacak bir politika setini göremiyoruz- tarımdan işgücü kopuşları giderek artacaktır; buna göre, Türkiye, Dokuzuncu Plan döneminde, her yıl işgücüne katılan 900 000 dolayında yeni insanın, genç insanın önemli bölümüne iş sağlayacak, bunun dışında, tarımın tarım dışına sürdüğü yüzbinlerce tarımsal işgücüne de tarım dışında iş sağlamak durumunda, zorunda kalacaktır.
Küçük esnaf ve sanatkârların sermayeleri hızla erimektedir. Dokuzuncu Planın başında dikkate almamız gereken bir diğer konu budur. Protesto edilen senetler sayısı, bakınız, 2002'de 499 000 iken, 2005 yılı sonunda 920 000'e çıkmıştır. Protesto edilen senet tutarlarına gelince -eski Türk Lirasıyla söyleyeyim- 816 trilyon lira idi AKP iktidara geldiğinde; 2005 sonu itibariyle 2 katrilyon 800 trilyona yükselmiştir.
Bir diğer sorunumuz, dikkate almamız gereken; yerli sanayicilerimiz, özellikle KOBİ'ler, hem iç piyasada hem de dış pazarlarda ayakta duramaz bir konuma, iktisadî sıkıntıya düşmüşlerdir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yurtiçi piyasayı ucuz ithal malları istila etmiştir. Ara malı; yani, girdi üreten yerli sanayicilerin bir bölümü, bu nedenle piyasadan sürülmüştür. Ekonomik büyüme veya ihracatta yüzde 1'lik bir artış, eski yıllara göre çok daha fazla ithalat girdisine ihtiyaç göstermektedir. Ekonomide dışa bağımlılık artmıştır, ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 61'lere kadar gerilemiştir; oysa, 2002'de, bu, yüzde 70'ler dolayındaydı. İthalatın finansmanı dışborçla karşılanmaktadır. Yani, yabancıların parasıyla büyüyen, tüketen bir ekonomik yapı oluşturulmuştur. İthalatta tüketim malları değeri, 2005 yılı sonunda, 14 milyar dolara yaklaşmıştır. Ekonomik büyüme, bu yeni plan döneminin başlangıcında, ne yazık ki, istihdam yaratamamaktadır, yeterince istihdam yaratamamaktadır, gelir dağılımındaki adaletsizliğin düzeltilmesine imkân vermemektedir. Halkımız, tasarrufa yönelemeyen, ürettiğinden fazla tüketen bir hayal dünyasına sokulmuştur. Cari açığın sürdürülmesi mümkün olmayan düzeylerde olduğunu, sizin, yeniden dikkatlerinize sunmak istiyorum.
Türkiye'nin toplam borç stokuna gelince; Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası ve özel sektörün dış borçları da dahil olmak üzere, 362 milyar dolara yaklaşmıştır. Oysa, 2002'de bu 225 milyar dolardı. Yani, AKP döneminde, borç stoku, 137 milyar dolar artmıştır. Bu borç stoku içinde son derece vahim bir olumsuz gelişme ise, toplam borç stoku içindeki özel sektör, özel kesimin borçlarının artmakta oluşudur. Özel sektörün dışborçları -bankacılık kesimi dahil olmak üzere- 2005 yılında 87 milyar dolara fırlamıştır, yüzde 95 bir hızla artmıştır. Oysa, toplam kamu borçları, borç stoku, yüzde 60'lar dolayında artmıştı. Böylece, özel kesim, bankacılık dahil olmak üzere, çok büyük bir kur riskine sokulmuştur. Kamu borç stokunun yüzde 70'i faize ve kurdaki değişmelere karşı duyarlı, son derece duyarlı bir hale getirilmiştir. Bakın, şimdi faiz artıyor, kur artıyor. Ne oluyor; hem kamunun iç ve dışborç stoku hızla yükseliyor hem de özel kesimin ve bankaların dövizle almış olduğu dış borçları yükseliyor. İşte, böyle olumsuz koşullarda, Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Dokuzuncu Beş Yıllık Planı hazırlıyoruz.
Şimdi, benden önce arkadaşlarım da değindiler; ama, izin verirseniz, Planın ne kadar içsel tutarsızlıklarla dolu olduğuna, çok kısa, somut bir örnek vermek istiyorum. Plan döneminde büyüme hedefi yüzde 7 dolayında -ortalama, yıllık- kabul edilmiş ve 2013'te yıllık kişi başına gelir de 10 100 dolar olarak planlanmış. Ne var ki, bu düzeyde bir büyümenin gerçekleşmesindeki varsayımlara bakıyoruz; bu varsayımların, son derece yetersiz, hatta ve hatta, içinde yaşadığımız koşullarda gülünç durumda, gülünç konumda olduğunu acı bir şekilde tespit ediyoruz. Bakınız, dolar kuru 2006'da 1,450; 2007'de 1,470; 2008'de 1,480; 2009'da 1,478; 2013'te 1,436; bu varsayımla hazırlanmış. Dolar kurunun şu anda bile 1,600'lerin çok çok üzerinde seyrettiğini biz bilmiyor muyuz?!
Diğer varsayımlara değinmeyeceğim; ama, enflasyon varsayımına da değinmeden kendimi alıkoyamıyorum. Program hedefi enflasyon, 2006'da yüzde 5, 2007'de -Merkez Bankasının hedeflerinden alıyoruz bunu; Planda saklanmış- yüzde 4 enflasyon hedefi, 2008'de yüzde 4 enflasyon hedefi. Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; böyle bir şey olabilir mi?! Şu anda, az önce dediğim gibi, döviz kuru fırladı, 1,600'lerin üzerinde seyrediyor. Şu anda faizler yüzde 20'nin üzerinde seyrediyor; yani, bunların bütçeye, bunların iç ve dışborçlara, bunların bankaların ve özel kesimin dışborçlarına yansımadığını nasıl kabul ederek biz bir plan yapabiliriz; böyle bir şey olabilir mi?! Böyle bir şey olabilir mi?! Anlamak ve kabul etmek mümkün değil.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; bakınız eğer kur hedefi yüzde 20 sapmayla revize edilirse, kişi başına 2013 yılındaki gelir hedefiniz 10 000 dolardan 8 000 dolara iner. Eğer, buna, bir de enflasyon hedefinde makul bir sapmayı ekleyip de yeniden bir hesap yaparsanız, bu 10 000 dolarlık 2013 yılı hedefinin 6 000 dolara indiğini tespit edersiniz.
Sonuç olarak, Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Planın, şu şekilde afakî, gayriciddî varsayımlara dayandığı açıkça ortaya çıkıyor. Son üç yıllık dönemde yaşanan ve küresel likidite bolluğundan kaynaklanan yoğun sermaye girişi 2003 yılına kadar aynen devam edecek. Türk Lirası, eskiden olduğu gibi, aynen değer kazanmaya devam edecek. Değerli Türk Lirası, yani, düşük kur, yüksek faiz ve yüksek cari açıkta büyüme olgusu 2003 yılına kadar sürdürülecektir. Ee ne diyelim; Allah selamet versin, bu planı hazırlayanlara Allah akıl fikir ihsan eylesin! Amin!
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Planın bir diğer yanlışı da işsizlik sorununa yaklaşımıdır. Bakınız, Planda, işsizlik sorunu gerçek boyutlarıyla kavranabilmiş değildir. Bunun ana nedeni nedir biliyor musunuz; bunun ana nedeni, Türkiye'de, ne yazık ki, işsizlik sorununa Avrupa Birliği gözlükleriyle bakılmakta oluşudur. Türkiye'nin sorununa Avrupa Birliği gözlükleriyle baktığınız anda, Türkiye'deki istihdam ya da işsizlik sorununun, bir Fransa'nın, bir Almanya'nın, bir İtalya'nın, bir Yunanistan'ın; yani, Avrupa Birliğinin önde gelen ülkelerinin işsizlik sorunlarına yakın Türkiye'de işsizlik sorunlarının olduğu noktasına gelirsiniz. Yüzde 10'luk işsizlik sorunları… Değerli arkadaşlarım, bugün, Fransa'da, yüzde 9,9 işsizlik oranı var; bugün, Yunanistan'da, yüzde 9,6 işsizlik oranı var; bugün, Almanya'da, yüzde 9,7 işsizlik oranı var; bugün, Polonya'daki işsizlik oranı yüzde 15'in üzerinde, Slovakya'da işsizlik oranı yüzde 15'in üzerinde. Ee, biz, hâlâ yüzde 10 düzeyindeki işsizlik oranlarıyla kendimizi avutuyoruz. Böyle bir şey olabilir mi?! Böyle bir şey olabilir mi?! Türkiye'nin gözlükleriyle, Türkiye'nin gerçekleriyle istihdam sorununa bakmak lazım, o şekilde plan yapmak lazım ve bu şekilde baktığımızda değerli arkadaşlarım, Türkiye'de, işsizlik sorununu, bir başına değil, Türkiye'de işsizlik sorununu, istihdam, işgücü arzı, işsizlik, yoksulluk ve gelir dağılımı boyutlarıyla bir bütün olarak almak mecburiyetindeyiz. İşte bu şekilde işsizlik sorununa yaklaştığımızda, şunu görmeliyiz -ki, Planın es geçtiği, farkında olmadığı en önemli konu- Avrupa Birliğinde, çalışmakta olan nüfusun, çalışma yaşındaki nüfusun yüzde 70'i iş güç sahibidir; Türkiye'de ise çalışmakta olan ya da çalışma yaşındaki nüfusun yalnız ve yalnızca yüzde 40'ı iş güç sahibidir. Ne yazık ki, Plan, az önce dediğim gibi, bunun farkında değil.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, gelecek on yıllık dönemde, her yıl 1,5 milyon genç, orta yaşlı insanına iş olanakları yaratmak mecburiyetindedir. İşsizlikle mücadelede, artık, herkesin kabul etmesi gereken bir gerçek vardır; Türkiye'nin en büyük sorunu, yeterli üretim yapamamasıdır.
Bakınız, bizim, kişi başına üretimimiz, yıllık 5 000 doların altındadır. Avrupa Birliğinde, yıllık ortalama kişi başına üretim değeri, net üretim değeri 30 000-40 000 dolaylar düzeyinde seyrediyor; yani, bizden 6 kat, 7 kat daha fazla üretiyor Avrupa. İstihdam, işsizlik ve yoksulluk sorununun da, Türkiye'de, özü, esası burada yatıyor; üretimsizlik. Üretimi nasıl artırabiliriz; işte, Planın es geçtiği en önemli noktalardan bir tanesi de budur.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; üretimi, ancak satılacak bir mal ya da hizmet üretebilirsek artırabiliriz. Türkiye'nin iç pazarı, ne yazık ki, üretimi fazla artırmaya imkân vermiyor. Bu nedenle, çıkış için tek yol kalıyor; dış pazarlar, yani, ihracat. Eğer ihracatı artırabilirsek, üretimi de artırmış olacağız. İhracat artışı üretim artışını, üretim artışı ise istihdam artışını getirecek. Bu nedenle, Türkiye'nin, acilen, yeni bir anlayışla, yeni bir ihracat seferberliğine götürülmesi gerekiyor. Planda, ne yazık ki, es geçilen noktalardan bir tanesi de budur.
AKP'nin uyguladığı yüksek faiz, düşük kur politikası, uygulanan yanlış teşvik politikaları, eksik, yetersiz dışticaret politikaları sonucunda, ne yazık ki hem ihracat yapan hem de ihracata girdi üreten sektörler büyük oranda kan kaybettiler. İhracat yapma gücü ve iradesi dumura uğratıldı Türkiye'de.
İşte, Türkiye, ihracat yapma gücünde yitirdiği bu kaybı nasıl giderecektir; bir ihracat seferberliğini yeni bir anlayışla nasıl başlatacaktır? Dokuzuncu Plan, bu konuya -az önce söylediğim gibi- ne yazık ki yeteri önemi vermemiştir. Umut etmek istiyorum ki, Sayın Bakanımız bu konuda, en azından ileriye dönük bizi daha fazla umuda götürecek bazı açıklamalarda bulunacaktır.
Aslında, yeni planlama anlayışı bize bu konuda önemli avantajlar sağlıyor. Size Cumhuriyet Halk Partisi olarak bazı konularda tüyolar verelim. Bakınız, ihracatta yeniden atağa kalkma işi başıboş, gözü kapalı, bireysel sermaye gruplarının veya firmaların piyasa dinamiklerinin tercihleriyle değil, strateji ve politika planlaması ışığında yapılacak tercihlerle, yönlendirmelerle götürülebilir. Burada temel amaç, Türkiye'yi geleceğin dünyasında kazananlar safına geçirme olmalıdır; strateji ve politika planlamasının zaten avantajı budur. Biz böyle bir planlama anlayışına geçiyoruz; ama, bu planlamanın bize vermiş oldu en iyi olanağı es geçiyoruz. Bu amaca ulaşmak için, geleceğin dünyasındaki mal ve hizmet talebinin hangi sektörlerde yoğunlaşacağını tahmin etmek durumundayız. Bu alanlarda seçilecek endüstrilerde -ki, bunlara biz güneşi yükselecek sanayiler diyoruz- KOBİ'ler ekseninde bir ihracat seferberliğine Türkiye'nin bir an önce götürülmesi gerekiyor. Bu alanların bazılarını şöylece sıralayabiliriz: Biyoteknolojinin, tarım ve hayvancılık başta olmak üzere, çok sayıda kullanım alanları, iletişim teknolojileri, elektronik, elektromekanik sanayileri, bilgisayar ve yazılım sanayileri, nükleer fizik ve uzay teknolojileri gibi üretim alanları. Bu alanlarda, Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, bir birim üretim değeri, tarımda tonlarca buğday ya da tonlarca ayçiçeği üretimine bedeldir veya hazır giyimde, tekstilde yüzlerce, binlerce üretim birimine eşdeğerdir.
Öte yandan, Türkiye, yine ihracat seferberliğinde, şu andaki mevcut sanayilerini, rekabet gücü açısından selektif bir teşvik politikasıyla daha da güçlendirmelidir. Bunlara, biz, güneşi batmayacak olan sanayiler diyoruz. Bu bağlamda, turizm, hazır giyim ve tekstilde markalaşma, dayanıklı tüketim malları, makine imalatı, otomotiv sanayii ve buna bağlı alt sektörler imalatı, ilaç sanayii, kimya sanayii gibi sanayiler sayılabilir. Bu sanayilerden az da olsa bir bölümünden söz ediliyor; ama, nasıl bir teşvik politikasıyla bu sanayilerde bir ihracat seferberliğine gidilebileceği, ne yazık ki, Planda yer almıyor.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; Türkiye, AKP İktidarında sürdürülen yanlış teşvik politikasından bir an önce dönmelidir. Her sektörü gözü kapalı bir şekilde, bilinçsizce teşvik etme yanlışından dönmelidir; çünkü, her 1 liralık teşvikin, yanlış teşvikin faturasını, ekonomide birileri, mutlaka ve mutlaka, yüklenir. Ne yazık ki, bu fatura da, daha çok dar ve sabit gelirli gariban yurttaşlarımıza çıkar.
İkinci olarak, Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kamu sabit sermaye yatırımlarında çok ciddî bir atılıma ihtiyacı vardır Türkiye'nin. Bakınız, kamu sabit sermaye yatırımlarında, Türkiye, son derece yanlış bir politikayı -ısrarla mı diyeceğim, bilinçsizce mi diyeceğim- götürmeye çalışıyor. Aynı politika anlayışının, aynı yetersiz politika anlayışının Plana da yansıdığına tanık oluyoruz. Kamu sabit sermaye yatırımlarında, Türkiye, Avrupa Birliği 15 ülke ortalamasının kişi başına sadece yüzde 19'u dolayında yatırım yapıyor. Böyle bir şey olabilir mi Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım?!
Yine, Türkiye, kamu sabit sermaye yatırımlarında Avrupa 15 ortalamasının, kilometre başına, yalnız ve yalnızca, yaklaşık olarak yüzde 15'i oranında yatırım yapıyor. Hani, biz Avrupa Birliğiyle aramızdaki farkı kapatacaktık?! Onlar 1 yaparsa, bizim, 2, 2,5; 3, olanaklarımız çerçevesinde kamu sabit sermayesi yatırımı yapmamız lazım.
Değerli arkadaşlarım, bakınız, Türkiye gibi ülkelerde kamu sabit sermaye yatırımlarının es geçilmesi demek, yapılmaması demek, Türkiye'nin ya da o ülkenin ileriye dönük gizli bir borç yükü altına sokulması demektir. Bu durumda, bırakınız yabancı sermayenin Türkiye'ye ya da o ülkeye gelmesini, yerli sanayicinin dahi bir noktadan sonra ülkeyi terk etmesine engel olamazsınız. Nitekim, Türkiye'de, yabancı sermaye, kalıcı, üretime dönük, ihracata dönük yabancı sermaye gelmiyor. Onun da ötesinde, yerli sermaye, tasını tarağını toplayıp Bulgaristan'a gidiyor, Yunanistan'a gidiyor, şimdi tekstilde Mısır'a gidiyor. Değerli arkadaşlarım, Türkiye'nin bir an önce aklını başına devşirmesi lazım.
Tarımda yangın var, yangın. Tarım ve hayvancılığı, dünyada rekabet edebilecek bir düzeye çıkarmamız lazım. Bunun için Türkiye'de bir tarımsal ürün planlaması, demokratik bir tarımsal ürün planlaması; yani, bugün Amerika Birleşik Devletlerinde, bugün İngiltere'de ve bugün Fransa'da, yani, kapitalist ülkelerde tarım planlaması var Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; ama, böylesine stratejik bir konumda olan Türkiye, yıllardan bu yana, tüm çabalarımıza rağmen, tarımsal ürün planlamasını yapabilecek bir konuma getirilemedi.
Türkiye'de, Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; bitkisel üretimin ve hayvansal üretimin yapısına baktığımız anda, tarımsal katmadeğerin, toplam tarımsal üretimin, yüzde 65-70'i bitkisel üretimden geliyor, yüzde 30-35'i ancak hayvansal üretimden geliyor. Oysa, Avrupa Birliğinde tam tersi; orada, büyük ölçüde, tarımsal üretim, yüzde 70, yüzde 75, hatta yüzde 80 hayvansal üretimden geliyor. İşte, Türkiye'nin, bir tarımsal ürün planlaması çerçevesinde, bu tarımsal üretim yapısını bitkisel üretim ağırlıklı yapıdan hayvansal üretim ağırlıklı yapıya bir an önce dönüştürmesi lazım. Bu nedenle, besicilik ve sütçülük, Almanya'daki gibi mekanizmalarla desteklenmelidir. Tarıma, mutlaka ve mutlaka dünya fiyatlarından girdi sağlanmalıdır. Demokratik kooperatifçilik, toprak toplulaştırma, sulama kanalları, drenaj kanalları, erozyonu önleme programları yaygınlaştırılmalıdır ve etkinleştirilmelidir.
Organize sanayi bölgeleri, bir diğer olanak. Ne yazık ki, bu Planda organize sanayi bölgelerinin de önemi yeterince kavranabilmiş değil. Bakınız Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'de 241 organize sanayi bölgesi şu anda tüzelkişilik kazanmış durumdadır. Ne yazık ki, bunların en çok…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Tütüncü, ek 1 dakika süre veriyorum, konuşmanızı tamamlayın lütfen.
ENİS TÜTÜNCÜ (Devamla) - Efendim, 5 dakika verecektiniz yanlış hatırlamıyorsam.
BAŞKAN - Hayır efendim, söylemiştim. O birinci bölüm içindi. Sayın Bakana verdiğim için 4 dakika, diğer bütün arkadaşlara da verdim. 1 dakika içinde tamamlayın.
ENİS TÜTÜNCÜ (Devamla) - Toparlamaya çalışacağım Sayın Başkan.
O zaman, satırbaşları itibariyle, izin verirseniz… Organize sanayi bölgelerinde, Türkiye'nin mutlaka ve mutlaka bir ayrı seferberliğe gitmesi lazım. Bir an önce 154 tane organize sanayi bölgesinin -bakınız, 241'den 87'si tamamlanmış- inşaatlarının bitirilmesi gerekiyor. Geçiyorum, nasıl bitirileceğine dair ayrıntılar vardı.
Türkiye'nin bir diğer alanda bir seferberliğe girmesi lazım, meslekî ve teknikeğitim ile yaygın eğitim seferberliği. Değerli arkadaşlarım, Türkiye'de çalışan nüfusun, istihdamda olan nüfusun, üretimde olan nüfusun yüzde 70'i lise altı tahsil seviyesinde; yani, ilkokul, ortaokul. Lise mezunu değil ya da okuma yazma bilmiyor ya da okuma yazma bilmesine rağmen herhangi bir eğitim kurumundan mezun olamamış. Böylesine düşük bir eğitim yapısıyla Türkiye'yi nereye götürebiliriz?! Bir an önce Türkiye'nin meslekî ve teknikeğitim ekseninde bir seferberliğe götürülmesi gerekiyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Tütüncü, teşekkür ediyorum.
ENİS TÜTÜNCÜ (Devamla) - Sayın Başkan, son bir şey söyleyebilir miyim?
BAŞKAN - Yok, prensiplerimi ihlal ettirmeyin lütfen. İstirham ediyorum.
ENİS TÜTÜNCÜ (Devamla) - Peki, o zaman arada söyleyeyim.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum sizlere, sağ olun.
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, birleşime 5 dakika ara veriyorum.
Kapanma saati: 18.09
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 18.21
BAŞKAN: Başkanvekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP ÜYELER: Mehmet DANİŞ (Çanakkale), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 121 inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
Dokuzuncu Kalkınma Planı üzerindeki görüşmelere kaldığımız yerden devam ediyoruz.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
2.- Dokuzuncu Kalkınma Planının (2007-2013) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Sunulduğuna Dair Başbakanlık Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (3/1075) (S. Sayısı: 1214) (Devam)
BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.
Planın ikinci bölümü üzerinde AK Parti Grubu adına Karabük Milletvekili Sayın Mehmet Ceylan; buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA MEHMET CEYLAN (Karabük) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; bugün Dokuzuncu Kalkınma Planını görüşmekteyiz. Dokuzuncu Kalkınma Plan Taslağının Beşinci ve Altıncı Bölümleriyle ilgili olarak AK Parti Grubu adına söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, bilindiği gibi, cumhuriyet hükümetleri döneminde ülkemizin gelişme ve kalkınması için çeşitli planlar hazırlanmış ve hükümetler tarafından da uygulanagelmiştir. 1960 yılında Devlet Planlama Teşkilatının kurulmasıyla birlikte de Türkiye, gelişme ve kalkınmasını ciddî anlamda uzun vadeli planlar ve kısa vadeli planlarla yürütmeye çalışmıştır. Bugün geldiğimiz noktada Dokuzuncu Kalkınma Planı hazırlanmış ve Yüce Meclisin huzuruna getirilmiştir.
Bundan önce de 8 tane uzun vadeli kalkınma planı hazırlanmış ve yürürlüğe sokulmuş bulunmaktadır. Bundan önceki planlarla ilgili, bu planların hususiyetleri, özellikleri, temel hedef ve stratejileri ve benzeri gibi özellikleri Sayın Bakanımız Hükümet adına konuşmasında dile getirdiler. Ben bunlara değinecek değilim; ancak, yine, Dokuzuncu Planla ilgili olarak da Sayın Bakanımız ve benden önceki arkadaşlarımız, Dokuzuncu Planın temel hedefleri, stratejileri ve benzeri gibi hususlarda görüşlerini dile getirdiler. Bunlara tekraren girmeden, ben, 5 inci ve 6 ncı Bölümle ilgili Plan öncesi gelişmeler ve 6 ncı Bölümde de Plan hedefleriyle ilgili sizlere görüşlerimi açıklamaya çalışacağım; ancak, bu hususa girmeden önce bir hususu sizlerle paylaşmak istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, benden önceki konuşmacı arkadaşlar da ifade ettiler, Dokuzuncu Kalkınma Planı, gerçekten diğer planlara nazaran özellikleri olan bir plan. Her şeyden önce beş yıllık yerine, Avrupa Birliğinin malî programına da uyum çerçevesinde, artık, planlar yedi yıllık olarak hazırlanmaktadır. Dokuzuncu Kalkınma Planı, gerçekten uzun bir çalışmanın neticesinde ortaya çıkmış ve huzurumuza gelmiştir. Sayın Bakanımız ve arkadaşlar da ifade ettiler, 57 adet özel ihtisas komisyonu oluşturulmuş ve toplam 2 250 kişi görev yapmış bu çalışma sırasında değerli arkadaşlar. 2 250 kişinin çalıştığı ve 57 adet özel ihtisas komisyonunun hazırladığı böylesi bir çalışmayı bugün tartışıyoruz. İşte, böylesi bir çalışma, böylesi bir Plan, Türkiye'nin gelecek yedi yılının gelişme ve kalkınmasını planlayacaktır. Ben, bu hususta, bu çalışmalar sırasında gerçekten özveriyle aylardır çalışan değerli arkadaşlarımıza, başta Devlet Planlama Teşkilatının yetkilileri olmak üzere, özel ihtisas komisyonlarında görev alan değerli akademisyenlere, bürokratlara, özel teşebbüsten insanlara, herkese teşekkürümü sunuyorum.
Değerli arkadaşlar, bu özel ihtisas komisyonları, ülkemiz açısından sadece Plan çalışması için değil, birçok alanda birçok kişinin yararlanabildiği çalışmalar bunlar. 57 adet özel ihtisas komisyonu çalıştı ve çok değerli uzmanlar, konunun uzmanları bu çalışmaları ortaya koydular. Bu çalışmalar, bundan sonraki sadece plan çalışmalarında değil, planlama çalışmalarında değil; ama, onun ötesinde, Türkiye'de, gerek kamu kesiminde gerek üniversitelerde gerekse de özel teşebbüste araştırmacılar için yol gösterici olan değerli çalışmalardır, önemsenmesi gereken çalışmalardır. O açıdan, ben, bir kez daha bu çalışmalarda emeği geçen arkadaşlarımıza teşekkürü bir borç biliyorum.
Değerli arkadaşlarım, Plan öncesi gelişmelere geçmeden önce, bir cümleyle, ben de, Dokuzuncu Planının önemini ve vizyonunu ifade etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, bilindiği gibi, bundan önceki planlar, ülkenin sorunlarını ve çözüm yollarını içeren, sektörel bazda detaylı, kapsamlı çalışmaları ortaya koyan plan çalışmalarıydı; ama, bu Dokuzuncu Kalkınma Planıyla ülkemizde yeni bir planlama anlayışı hâkim kılınmaktadır. Dokuzuncu Plan, stratejik bir yaklaşımla ülkemizin temel sorunlarına odaklanan 5 temel gelişme ekseni üzerine oturtulmuş bulunmaktadır ve bu 5 temel gelişme ekseni çerçevesinde bütüncül bir yaklaşımla sorunlara çözüm önerileri ve politikalar geliştiren bir plan anlayışı çerçevesinde hazırlanmıştır.
Bu 5 temel gelişme eksenini ben bir kez daha hatırlatmak istiyorum: Birincisi, rekabet gücünün artırılması, ülkemizin her alandaki rekabet gücünün artırılması. İki; istihdamın artırılması. Üçüncüsü; beşerî gelişme ve sosyal dayanışmanın güçlendirilmesi. Dördüncüsü; bölgesel gelişmenin sağlanması. Beşincisi; kamu hizmetlerinde kalitenin ve etkinliğin artırılmasıdır.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; benim esas konuşma alanım 5 inci Bölümde Plan öncesi gelişmelerdi. Plan öncesi gelişmelerde, özellikle Sekizinci Kalkınma Planı döneminde Türkiye'deki gelişmeleri, ekonomik ve sosyal alandaki gelişmeleri kısaca sizlerle paylaşmak istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, Sekizinci Kalkınma Planı, bilindiği gibi, 2001 ve 2005 yıllarını kapsayan bir plan dönemini içermektedir. Bu plan dönemi, bilindiği gibi, 2001 yılı ülkemiz açısından son derece şansız bir yıl olmuştur. Hepinizin de yakından bildiği gibi, 2001 yılında, ülkemiz, derinden yaşadığı bir ekonomik krizle karşı karşıya kalmış ve özellikle başta ekonomi olmak üzere ülkemizin tüm sektörleri etkilenmiştir. Hatta bu dönemde gayri safî millî hâsıla cumhuriyet döneminde belki en fazla düşüş gösteren bir gelişme göstermiştir, -9,5 seviyesinde ekonomi küçülmüştür. Tabiî, bu nedenle de, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planının hedefleri, özellikle 2001 yılında yaşanan bu derin ekonomik kriz nedeniyle hedeflere ulaşılması engellenmiş bulunmaktadır, hedeflere ulaşılamamıştır. Ama, ondan sonraki yıllarda, 2002 yılında bir toparlanma süreci yaşanmış; daha da önemlisi, 3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra, ülkemiz, tek başına, güçlü bir iktidarla karşı karşıya kalmıştır ve AK Parti Hükümetleri, 3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra, tek başına, güçlü bir şekilde iktidara gelmiştir.
AK Parti Hükümetleri döneminde, 2003'ten itibaren, Hükümet Programı ve Acil Eylem Planı çerçevesinde, Hükümetlerimiz, çok ciddî tedbirler almış, ülkenin yıllardır biriken sorunlarını çözme noktasında gayretler sarf etmiştir ve bu çerçevede, her şeyden önce, ülkemizde, yıllardır özlemini duyduğumuz güven ve istikrar ortamı yakalanmıştır. İşte, bu çerçevede, yakalanan güven ve istikrar ortamıyla ve alınan diğer tedbirlerle birlikte, başta ekonomi olmak üzere, hemen bütün alanlarda çok önemli gelişmeler kaydedilmiştir.
Değerli arkadaşlarım, kararlılıkla uygulanan bu tedbir ve politikalar neticesinde, ekonomimiz, 2002 yılından itibaren, ciddî yapısal bir dönüşüm sürecine girmiştir. Gayri safî millî hâsıla açısından, 2001 yılında yüzde 9,5 oranında daralan ekonomi, 2002-2005 döneminde, yıllık ortalama yüzde 7,8 oranında büyümüştür. Böylece, kişi başına millî gelirimiz 2001 yılında 2 123 dolar iken -2001 yılında 2 123 dolara gerilemişti- 2005 yılında 5 008 dolara ulaşmış bulunmaktadır.
Uygulanan sıkı maliye politikası sonucu, kamu maliyesinde disiplin sağlanmıştır. Böylece, 2000 yılında, millî gelirin yüzde 11,9'u oranında açık veren kamu finansman dengesinden istikrarlı bir şekilde 2005 yılında yüzde 0,1 fazla veren kamu dengesine ulaşılmış bulunmaktadır. Siyasî istikrar, malî disiplin ve sıkı para politikasının etkisiyle, enflasyon, bildiğiniz gibi kontrol altına alınmış ve enflasyon oranı, uzun yılların ardından, ilk kez tek haneli rakamlara gerilemiştir.
Türkiye ekonomisi dünya ekonomisiyle daha fazla entegre olmuş ve dışticaret hacmi önemli ölçüde artmış bulunmaktadır. 2000 yılında 27,8 milyar dolar olan ihracatımız, 2005 yılında yaklaşık 3 katı artarak 73,4 milyar dolara; 54,5 milyar dolar olan ithalatımız ise, 116,5 milyar dolara yükselmiş bulunmaktadır.
Ekonomideki belirsizliklerin ortadan kaldırılması, piyasalarda güven ortamının yeniden sağlanması ve Avrupa Birliğiyle olan ilişkilerimizin ivme kazanması sonucunda doğrudan yabancı sermaye girişlerinde ciddî artışlar gerçekleşmiş bulunmaktadır.
Değerli arkadaşlarım, doğrudan yabancı sermaye girişleri bu dönemde gerçekten ciddî oranda artmış, 2002 yılında sadece 1 milyar dolar seviyesinde olan yabancı sermaye girişi, bugün, 2005 yılında 10 milyar dolara… 9,7 milyar dolar olarak gerçekleşmiş bulunmaktadır.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; son yıllarda yaşanan tüm bu olumlu gelişmelere karşın ekonomide sağlanan iyileşmeler, istihdama sınırlı ve gecikmeli olarak yansımaktadır. Son üç yılda sanayi ve hizmetler sektörlerinde önemli ölçüde istihdam artışları sağlanmasına rağmen, artan nüfusumuz ve ekonomideki yapısal dönüşüme bağlı olarak tarım sektöründe yaşanan hızlı çözülme, sanayi sektöründeki boş kapasitelerin kullanılması, toplam istihdam artışını sınırlamış bulunmaktadır. İşte, bu nedenle, Dokuzuncu Kalkınma Planı istihdamın artırılmasına yönelik politikalara özel önem vermektedir.
Değerli arkadaşlarım, benden önce konuşan özellikle muhalefetteki arkadaşlarımız bir iki hususun üzerinde önemli bir şekilde durmuşlardır. Bunlardan bir tanesi işsizlik sorunudur. İşsizlik oranlarının yüksek olduğundan yakınmışlardır.
Doğrudur, ekonomide ve diğer alanlarda çok önemli gelişmeler sağlanmasına rağmen, bu dönemde özellikle istihdam alanında diğer alanlardakine benzer şekilde çok önemli artışlar sağlanamamıştır; ama, her şeye rağmen, işsizlikte de bir artış yoktur değerli arkadaşlarım. Elimdeki resmî rakamlara göre konuşuyorum; işsizlik oranı 2002 yılında 10,3 seviyesindeyken, yine, 2005 yılında da 10,3 seviyesinde seyretmektedir.
Tabiî, şunu hiç unutmayalım ki, Türkiye'de gençlerin yeni iş piyasasına girmesiyle birlikte her yıl 600 000-650 000 civarında yeni iş imkânları yaratılmaktadır. Bunun üstüne, işsizlikte bir gelişme beklenmektedir. Bunu, mutlak surette göz önünde bulundurmamız gerekmektedir; ama, ifade ettiğim gibi, tarım sektöründeki hızlı çözülme ve sanayi sektöründeki özellikle boş kapasite alanlarının kullanılması nedeniyle işsizlik konusunda çok ciddî gelişmeler sağlanamamıştır; ama, Dokuzuncu Plan dönemi hedeflerinin en başında bu husus gelmektedir ve buna önem verilecektir.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planında, tabiî ki, ekonominin dışında da, diğer sektörel alanlarda da çok önemli gelişmeler kaydedilmiş bulunmaktadır. Bunları, tabiî, detaylı bir şekilde anlatsak saatler sürecek; ama, bir iki hususta, özellikle eğitim ve sağlık alanındaki gelişmeleri bir iki cümleyle sizlerle paylaşmak istiyorum.
Değerli arkadaşlar, AK Parti Hükümetleri döneminde eğitime ve sağlığa çok ciddî yatırımlar yapılmıştır. Bunu hiç kimse inkâr edemez. AK Parti Hükümetleri döneminde genel bütçe harcamaları içinde Millî Eğitime ayrılan pay bütün bakanlıkların üstüne çıkmış bulunmaktadır. Bakın, konsolide bütçe içindeki pay, Millî Eğitimin payı 2002 yılında yüzde 7,6 iken, 2004 yılında yüzde 8,5'e ulaşmış, 2005 ve 2006 yıllarında da yüzde 9,5'e yükselmiş bulunmaktadır. Millî Eğitimin konsolide bütçeden aldığı payı ifade ediyorum değerli arkadaşlar.
Diğer taraftan, çok önemli kampanyalar başlatılmış durumda, kanunlar çıkarılmış durumda. "Yüzde Yüz Eğitime Destek" kampanyası çerçevesinde, binlerce dershane, derslik yapılmış bulunmaktadır. Sadece son üç yılda, Türkiye'de özel sektörün de desteğiyle, kamu kesiminin birlikte yapmış olduğu derslik sayısı 75 000'i bulmuş bulunmaktadır.
Değerli arkadaşlarım, bu gelişmelerle birlikte, bu dersliklerle birlikte, Türkiye'de derslik başına düşen öğrenci sayısı 2002 yılında 50,7 iken, 2005-2006 öğretim yılında bu sayı 43,5'e düşmüş bulunmaktadır.
MUHARREM İNCE (Yalova) - Okullardaki boş derslikleri de sayarsan oluyor…. Dön de bir bak, arka tarafta bir okul var, oraya da bak.
MEHMET CEYLAN (Devamla) - Türkiye'de derslik başına öğrenci sayısı -2002 yılında- 50,7'den 2006 yılında 43'e inmiş bulunmaktadır.
"Haydi Kızlar Okula" kampanyası çerçevesinde 150 000 kız öğrencimiz okula başlamış bulunmaktadır. Bu dönemde yine 15 adet yeni üniversitenin kurulması AK Partiye nasip olmuştur ve bunların devamı da gelecektir değerli arkadaşlarım.
Sağlıkta reform niteliğinde, devrim niteliğinde işler başardık sizlerin destekleriyle, gayretleriyle. Sağlıkta reform çalışmaları çerçevesinde, bildiğiniz gibi, bütün sağlık kuruluşları tek çatı altında toplandı. Artık, SSK hastanesi-devlet hastanesi ayırımı ortadan kalkmış bulunmaktadır. Türkiye'de aile hekimliği uygulaması başlatılmıştır, pilot uygulaması uygulamaya sokulmuş bulunmaktadır.
Emekli Sandığından hizmet alan vatandaşlarımız özel hastane ve polikliniklerden de yararlanmaya başlamış bulunmaktadır. Genel sağlık sigortası çerçevesinde, hep birlikte çıkardığımız yasa çerçevesinde, bundan sonra, maddî gücü olmayan ve 18 yaşın üstündeki bütün vatandaşlarımız devletin sağlık güvencesi altında sağlık hizmetlerini alacaktır değerli arkadaşlarım.
İşte, eğitimde olduğu gibi, sağlıkta olduğu gibi, ulaştırma alanında da, altyapı alanında da, enerji alanında da, diğer alanlarda da, Türkiye'de, Sekizinci Kalkınma Planı döneminde, 2003-2005 yıllarında, özellikle, çok önemli gelişmeler, tarihî başarılar elde edilmiştir.
Sayın Başkanım, değerli arkadaşlarım; bu değerlendirmeden sonra, Sekizinci Beş Yıllık Plan dönemine ilişkin bu değerlendirmeden sonra, Dokuzuncu Plan hedefleriyle ilgili görüşlerimi ifade etmeye çalışacağım.
Değerli arkadaşlarım, Dokuzuncu Plan döneminde -arkadaşlarımız da ifade ettiler- gayri safî yurtiçi hâsılanın yıllık ortalama yüzde 7 oranında artması hedeflenmiş bulunmaktadır. Bazı arkadaşlar bu hedefi büyük olarak değerlendirebiliyorlar; ama, Türkiye, görüldüğü gibi, yüzde 7'lik, yüzde 8'lik, yüzde 9'luk, 9,5'lik büyüme oranlarını başarmıştır; başaracak güçte, büyük bir ülkedir değerli arkadaşlarım. Geçmiş plan dönemlerinde de, cumhuriyet döneminden itibaren, yüzde 7'lik büyüme hızları bu ülkede yaşanmıştır, gerçekleştirilmiştir, Dokuzuncu Plan döneminde de çok rahatlıkla başarabileceğimiz inancındayız.
2006 yılında gayri safî millî hâsıla 380 milyar dolar civarındayken, yüzde 7'lik bir büyüme artışıyla birlikte, 2013 yılında yaklaşık 800 milyar dolara gayri safî yurtiçi hâsılanın ulaşacağını beklemekteyiz. Bu çerçevede, kişi başına millî gelirimiz, 2013 yılında 10 100 dolara, satın alma gücü paritesine göre ise 15 332 dolara ulaşacaktır değerli arkadaşlarım.
Tarım kesimi, sıkıntılı olduğumuz bir kesim. Dokuzuncu Kalkınma Planı döneminde Türkiye ekonomisinde yapısal reformlar ve uygulanacak sektörel politikalar sonucunda, tarımsal üretimin sektörel kompozisyonunda da birtakım değişiklikler beklenmektedir.
Bu politikalara paralel olarak tarım sektörünün katmadeğeri içindeki payının azalması, buna karşılık, sanayi ve hizmetler sektörlerinin paylarının ise artması öngörülmektedir. Tarım sektörünün, Plan döneminde, yıllık, ortalama yüzde 3,6 oranında büyümesi ve gayri safî yurtiçi hâsıla içindeki payının -2006 yılı itibariyle, şu andaki seviyesi yüzde 9,9- bu rakamın, 2013 yılında, yüzde 7,8 seviyesine gerilemesi beklenmektedir. Bu da doğaldır değerli arkadaşlarım. Bütün gelişmiş ülkelerde, tarım sektörünün gayri safî yurtiçi hâsıladan aldığı pay gerilemektedir. Bu çerçevede, şu anda, ülkemizde de, ifade ettiğim gibi, gayri safî yurtiçi hâsıla içinde tarım sektörünün payı yüzde 9,9 iken, 2013 yılında, yüzde 7,8 seviyesine gerilemesi beklenmektedir.
Buna karşın, rekabet gücünün artırılması ve yüksek katmadeğer üreten bir yapıya geçişin sağlanmasına yönelik uygulanacak politikalar neticesinde, sanayi sektörünün yıllık ortalama yüzde 7,8 oranında büyümesi ve dönem sonunda katmadeğer içindeki payının yüzde 27,2 seviyesine ulaşması beklenmektedir. Bugün itibariyle, sanayi sektörünün katmadeğer içindeki payı -2006 yılı itibariyle söylüyorum- yüzde 25,9 seviyesinde bulunmaktadır. Plan dönemi sonunda, sanayi sektörünün payının yüzde 25,9'dan yüzde 27,2 seviyesine ulaşmasını beklemekteyiz.
Yine, paralel bir şekilde, hizmetler sektöründe de küçük de olsa bir gelişme beklemekteyiz Plan dönemi boyunca. Plan döneminde hizmetler sektörünün de yıllık ortalama yüzde 7,3 büyümesi ve 2013 yılında katmadeğerden yüzde 65 oranında pay alması öngörülmektedir. Şu anda hizmetler sektörünün toplam katmadeğer içindeki payı, yüzde 64 seviyesinde bulunmaktadır.
Değerli arkadaşlarım, Plan döneminde, kamu ve özel sektör sabit sermaye yatırımlarında da artışlar beklemekteyiz. Bu dönemde, kamu ve özel sektör sabit sermaye yatırımlarının yıllık ortalama yüzde 9,4 ve yüzde 8,1 oranında artması öngörülmektedir. Yani, kamu kesimi sermaye yatırımlarının özel sektörden daha fazla miktarda artması öngörülmektedir. Kamu kesimi sabit sermaye yatırımlarının yüzde 9,4, özel kesim sabit sermaye yatırımlarının da yüzde 8,1 büyümesi öngörülmektedir.
Eğitim, sağlık alanında da, yine, önemli artışlar beklemekteyiz ve bu sektörlerin toplam bütçe içindeki paylarının giderek artmasını beklemekteyiz.
Değerli arkadaşlarım, Dokuzuncu Kalkınma Planı döneminde özelleştirme uygulamalarına devam edilecek ve bu çerçevede çalışmalar sürdürülecektir; ancak, tabiî, üretim sektörleri alanında devlet, kamu sektörü elini tamamen çekecek ve özel sektöre teslim edecek; ancak, özelleştirme uygulamalarında, özellikle tahıl alımı, tohumluk üretimi, demiryolu ulaşımı, elektrik iletimi, petrol arama, havameydanlarının işletilmesi, posta hizmetleri ile kıyı emniyetinin sağlanması alanlarında özelleştirme yapılmasını öngörmüyoruz. Bu alanlarda özelleştirme yapmayacağız değerli arkadaşlar.
Bunun dışında, ifade ettiğim gibi, bu sektörlerin dışında, özelleştirme tüm hızıyla sürecektir. Bu çerçevede kamunun elektrik dağıtım ve toptan ticaret alanından, şeker, tütün ve çay ürünlerinin işlenmesi, petrokimya sanayii, hava ve deniz ulaşımı ile lokomotif ve vagon üretimi, malzeme alımı konusunda yürüttüğü faaliyetlerden tamamen çekilmesi planlanmaktadır. Yine, bu kapsamda elektrik üretimi, doğalgaz piyasası, kömür ve diğer maden işletmeciliğindeki kamu payı da düşürülecektir.
Değerli arkadaşlarım, Dokuzuncu Plan döneminde yüzde 7'lik gayri safî millî hâsıladaki artışa paralel bir şekilde dış ticarette de artışlar öngörmekteyiz. 2005 yılında 73,4 milyar dolar olarak gerçekleşen ihracatımızın, Plan dönemi sonunda 2013 yılında yıllık ortalama yüzde 14,2 artışla 210 milyar dolar seviyesine ulaşmasını beklemekteyiz. İthalat da paralel bir şekilde artacak; ama, ihracata göre daha az bir artışla, ortalama yüzde 11'lik bir artış oranıyla 2013 yılında ithalatımızın da 275 milyar dolar seviyesine çıkmasını beklemekteyiz. Dolayısıyla, Plan dönemi sonunda, değerli arkadaşlarım, Türkiye'nin toplam dışticaret hacmi 500 milyar dolarlara yaklaşmaktadır. Yarım trilyon doları bulan bir dışticaret hacmine ulaşan bir Türkiye'yi görmekteyiz.
Değerli arkadaşlarım, tüm bunlar sonucunda carî işlemler açığının gayri safî yurtiçi hâsıla içindeki payının 2005 yılında yüzde 6,4'ten 2013 yılında yüzde 3 seviyesine gerilemesi öngörülmektedir.
Değerli arkadaşlarım, turizm gelirlerinde de Plan döneminde çok önemli gelişmeler beklemekteyiz. Bilindiği gibi, 2000 yılında sadece 7,6 milyar dolar olan turizm gelirlerimiz, 2005 yılında 18,2 milyar doları bulmuş bulunmaktadır ve turist sayısı da, 2000 yılında 10,4 milyondan, bugün, 23 000 000'u bulmuş bulunmaktadır. Plan dönemi sonunda da, bugün, 18 milyar dolar seviyesinde olan turizm gelirlerimizin, 2013 yılı sonunda, 36,4 milyar dolara ulaşmasını beklemekteyiz.
Değerli arkadaşlarım, doğrudan yabancı sermaye girişlerinde de, Plan döneminde, ortalama her yıl 12,1 milyar dolar seviyesinde doğrudan yabancı sermaye girişi beklemekteyiz.
Enflasyon oranının -arkadaşlarımız ifade ettiler- Plan dönemi sonunda yüzde 3'lere gerilemesini beklemekteyiz.
Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar, ekonomi alanında, malî alanda bu gelişmeleri beklerken, diğer sektörlerde de çok önemli gelişmeleri, elbetteki, hedeflemekteyiz. Plan dönemi boyunca, sektörel, beşerî ve bölgesel gelişme konularında da çok önemli gelişmeleri hedeflemiş bulunmaktayız. Tarım sektöründe, örgütlü ve rekabet gücü yüksek bir yapıya geçiş amaçlanmaktadır Dokuzuncu Kalkınma Planında.
Değerli arkadaşlarım, sanayi sektörü, rekabet gücü yüksek bir yapıya kavuşturulacaktır. Bu amaçla, geleneksel sektörlerde, yüksek katmadeğerli ürünlere…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Ceylan, ek 1 dakikalık süre içinde konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
MEHMET CEYLAN (Devamla) - 1 mi, 4 mü Sayın Başkanım?
BAŞKAN - 1 dakika…
MEHMET CEYLAN (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, tabiî, 100 sayfalık bir Plan dokümanı var. Bu kadar kısıtlı bir zaman içinde, bunların hepsini detaylı bir şekilde anlatmak imkânına da sahip değiliz. Tabiî, sizlerin de fazla vaktini almak istemiyorum; ancak, sözlerimi şu şekilde ifade etmek istiyorum: Bu Plan, yeni bir yaklaşım getirmektedir ülkemize ve inanıyorum ki, yedi yıllık bir gelecekte, bir perspektif içinde, bu Planla birlikte, Türkiye, çok daha önemli yerlere gelmiş bulunacaktır ve dünya ekonomileri içinde, inşallah, inanıyorum ki, ilk 10 arasına girmeyi başaracaktır Türkiye.
Böylesi bir Planın hazırlanmasında, başta Devlet Planlama Teşkilatı yetkilileri olmak üzere, emeği geçen bütün arkadaşlarımıza, yetkililere, akademisyenlere teşekkür ediyorum.
Planın ülkemize, milletimize hayırlı ve uğurlu olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ceylan.
Saygıdeğer arkadaşlarım, birinci bölümde Sayın Bakan sunuş yaparken, konu tamamlanamadığı için, Sayın Bakan sadece 4 dakika, hatta 3,5 dakika civarında kullandı; ben, onun için, adaletli olması için o süreyi diğer arkadaşlara verdim; ama, ondan sonraki konuşmaların hiçbirisinde böyle bir şeyin söz konusu olmayacağını belirttim. Bundan sonraki bütün hatiplerin konuşmasını teşekkür için 1 dakika için uzatacağım; ama, toparlayamazsa, benim yapacağım hiçbir şey yok, konuşma kendiliğinden kesilmiş olacak. Tekrar hatırlatıyorum.
ÖMER ABUŞOĞLU (Gaziantep) - Düğmeyi açabilirsiniz Sayın Başkan.
BAŞKAN - Şahsı adına, Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan.
Sayın Kandoğan, buyurun.
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlıyorum.
Benden önce, AK Parti Grubu adına konuşan Çok Değerli Milletvekilimin söylemiş olduğu bazı hususlarla ilgili düşüncelerimi ifade etmek istiyorum.
Bir kere, Sayın Milletvekilim, kişi başı millî gelir rakamını 5 008 dolar olarak verdi.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Doğru…
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - "Doğru" diyen milletvekilim kim; göremiyorum; ama…
Şimdi, o rakam, dolar kuru 1,30 YTL civarındayken ortaya çıkan bir rakam. Şimdi dolar kuru 1,63-1,64 YTL civarında. Hesaplarsanız, Sayın Milletvekilim, o, 5 008 dolar olan kişi başına millî gelir, bugün, 4 100 dolarlara düşmüştür. Biz hep bunu söylüyorduk zaten; yani, bu millî gelir hesaplamasının kâğıt üzerinde yapılmasının yanlış olduğunu ifade ediyorduk.
Şimdi, siz, geldiniz, söylediniz, aynı rakamları telaffuz ediyorsunuz; ama, Türkiye'de, şu anda, bu dolar seviyesiyle kişi başına düşen millî gelir rakamı 4 100 dolarlar civarındadır. Bir kere bunun altını çizmek lazım.
İki…
HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) - 2005'in sonuna göre.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Ya, şimdi, sonu başı olur mu; şu anki durumu konuşuyoruz.
HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) - Olur tabiî.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Nereden biliyorsunuz, 2005'in sonunda veya 2006'nın sonunda bu rakamın daha yukarıda olacağını, düşük olacağını? Mevcut, bugünkü durum bu. Biz, zaten bunu söylüyorduk; aşırı değerlenmiş Türk parasından dolayı bu rakamlar böyle şişmiştir diye söylüyorduk, söylediğimiz gerçekleşti.
Şimdi, siz diyorsunuz ki Sayın Milletvekilim, gayri safî yurtiçi hâsıla 850 milyar dolar olacak 2013'te.
MEHMET CEYLAN (Karabük) - 800 milyar dolar.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - 850 milyar dolar; siz öyle söylediniz. Bunu neye dayanarak söylüyorsunuz; 2013 yılı sonundaki dolar kuruna, tespit ettiğiniz dolar kuruna uygun olarak o rakamı söylüyorsunuz; ama, 2013 yılı sonundaki cari rakamlarla -dolar kuru öyle olmazsa, şu anda öyle değil- bu, 850 milyar dolar olmayacak. 850 milyar dolar olmayacağı için de, kişi başına, o, Sayın Başbakanın 10 099 dolara çıkarmış olduğu rakam olmayacak. Bizim söylemek istediğimiz bu.
Şimdi, siz dediniz ki, 57 ihtisas komisyonu toplanmış; çok güzel. 57 ihtisas komisyonunun toplantısının sonunda bir plan hedefi çıkıyor; ama, Sayın Başbakan çıkıyor, o 57 komisyonun yapmış olduğu çalışmaları bir kenara bırakıyor, diyor ki, ben 8 700 doları kabul etmiyorum, 2013 yılı sonundaki rakamlar 10 099 dolar olacak. Şimdi, nerede kaldı o 57 komisyonun çalışması?
MEHMET CEYLAN (Karabük) - Onlar sektörel, ihtisas komisyonları.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Ya, sektörel veya değil sevgili kardeşim; yani, mesele, ortaya konulan rakamların sağlıklı olmasıdır, doğru hedefler ortaya konulmasıdır, ulaşılabilecek hedeflerin ortaya konulmasıdır. Yoksa, ben de isterim, keşke 15 000 dolar olsaydı. Hepimiz arzu ederiz. Kim arzu etmez ki, Türkiye'de, 2013 yılı sonunda kişi başına millî gelir 15 000 dolar olmasını kim arzu etmez; ama, rakamlar ortada. O enflasyon rakamlarıyla, dövizde oynayabilecek yeni bir oynaklıkla, o 10 000 rakamlarının olmayacağını sizler göreceksiniz. Onun için, milletin karşısına çıkıp, gerçek rakamlar neyse onları söylemek lazım gelmektedir.
Şimdi "tarımın payının düşmesi doğaldır" dediniz. Şimdi, AK Parti Seçim Beyannamesinin 69 uncu sayfasına bakıyoruz. Bunu söyleyeceğinizi bilseydim, yanımda getirirdim de; ama, yanımda yok. 69 uncu sayfasında diyorsunuz ki Seçim Beyannamesinin: "Tarımım Türkiye'deki gayri safî yurtiçi hâsıladan aldığı pay yüzde 14'ler seviyesindedir." Bunu küçümsüyorsunuz Seçim Beyannamesinde. Yani, bu rakamın biz daha üzerine çıkacağız diyorsunuz.
MEHMET CEYLAN (Karabük) - Azalmayacak mı demişiz orada?
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Evet. Yüzde 14'ü eleştiriyorsunuz. "Tarımın gayri safî yurtiçi hâsıladan almış olduğu pay yüzde 14'lere düşmüştür." Eleştiriyorsunuz ve bunu söyleyerek, seçimde oy istediniz vatandaşlardan ve vatandaşlar da, sizin bu Seçim Beyannamenizdeki tarımla ilgili sözlerinize dayanarak, kırsal kesimde çiftçilerimiz, tarımla uğraşanlarımız size oy verdi. Şimdi geldiniz, burada diyorsunuz ki -AK Parti adına konuştunuz; şahsınız adına konuşsaydınız bunu söylemezdim, AK Parti Grubu adına konuştunuz- şimdi diyorsunuz ki: "Yüzde 10'lara düştü şu anda, yüzde 10'larda; biz bunu, 2013 yılı sonunda yüzde 7,8'lere düşüreceğiz" diyorsunuz.
Şimdi, o zaman…
MEHMET CEYLAN (Karabük) - Gelişme öyle.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Efendim, siz bir plan ortaya koymuşsunuz; bu planda, 2013 yılı sonunda tarımın gayri safî yurtiçi hâsıladan alacağı payın yüzde 7,8'e düşeceğini söylüyorsunuz; ama, seçim meydanlarında, vatandaşa, çiftçiye, köylüye farklı şeyler söylediniz. Tütünde kotalarla ilgili söylemiş olduklarınız, şekerpancarı kotasıyla ilgili söylediklerinizin tam tersini yaptığınız gibi, burada da gelip, 7,8'e düşüreceğinizi söylüyorsunuz.
Şimdi, nüfusun yaklaşık yüzde 35 kesimi tarımda. O da bir miktar düştü, yüzde 29,5'lere düştü bu dönemde. Bu vatandaşlarımız ne yapacak?! Sizlere güvenip, tarımla ilgili politikanızın bu olacağına inanan vatandaşımız ne yapacak?!
HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) - Hizmet sektörüne, sanayi sektörüne gidecek.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Şimdi, sevgili kardeşim, güzel, isteriz; tarımdaki nüfusumuz sanayi ve hizmetler kesimine geçsin, ben de isterim; ama, var mı böyle bir şey; hayır, yok böyle bir şey. Türkiye'deki işsizlik rakamları meydanda. Devraldığınız döneme göre işsizlik rakamları yükselmiş, yüksek.
MEHMET CEYLAN (Karabük) - Hayır, çıktı işte ortaya.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Bakınız Sayın Milletvekilim, siz, bakınız, bu Planda diyorsunuz ki… Bak, bu Planda hedefiniz 10,4; ulaşabilirseniz. Devraldığınız da 10,3. Yani, devraldığınız duruma göre hedefiniz daha yüksek ve ulaşamayacaksınız, bu sene bu hedefe ulaşamayacaksınız. Yani, işsizlikle ilgili, sanayide, hizmetler sektöründe, tarımdan ayrılan nüfusu emebilecek bir kapasite olsa, hay hay, tarımdaki nüfusumuzu alalım, sanayi ve hizmetler sektörüne kaydıralım. Yok böyle bir şey.
HALİL AYDOĞAN (Afyon) - Yatırımları görmüyor musunuz?
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Efendim, şimdi, bakınız "yatırım" diyorsunuz da yanlış söylüyorsunuz. Bakınız, bir kere bunu tespit edelim: Türkiye'de bir büyüme yüzde 7,5; sizin döneminizde. Siz 2002'yi de aldığınız için 7,8 çıkartıyorsunuz; 2002'yi ayırın bir kenara. 2002'de yüzde 7,9 büyüme; yani, sizin üçbuçuk yıllık ortalamanızdan daha yüksek, 2002. Bakınız, o kriz ortamından sonraki büyüme yüzde 7,9. Şimdi, bu dönemde yüzde 7,5 büyüdünüz, üçbuçuk yılda. Peki, bu yüzde 7,5 büyüme varsa bu işsizliğe niye bir çare yok? Niye, biliyor musunuz; sizin büyümeniz, ithalata dayalı bir büyüme. Böyle bir büyüme modeli Türkiye'de söz konusu. İthalata dayalı bir büyüme modeli olduğu için o yüzde 7,5 büyüme, işsizliğe çare olmayacak bir büyüme. Bunu nereden çıkarıyorum; rakamlara bakın, ithalat rakamlarına bakın. İthalat rakamlarında ara malı ithalatı 80 milyar dolar; görülmemiş bir rakam. Siz, yurt dışından ithal ettiğiniz ara malların üzerine çok az bir muamele yaparak onu ihraç ediyorsunuz ve böyle bir büyüme modeli olduğu ortaya çıkıyor. Buna bir örnek vermek istiyorum. Ben Denizliliyim. Benim bütün yakın çevrem tekstille uğraşır. Şimdi, sizin, döneminizde -tekstilin ara malı nedir; ham bezdir- ham bez Çin'den, Hindistan'dan, Pakistan'dan ara malı olarak ithal ediliyor. Niye ithal ediliyor; çünkü, aşırı değerli Türk Lirasından dolayı ithalat çok ucuzladı. Şimdi, bizim sanayicimiz, KOBİ'lere yaptırdığı veya kendisinin ürettiği ham bezi yurt dışından ithal ediyor; onun üzerine bir baskı yapıyor ve ihraç ediyor. Siz, zannediyorsunuz ki, ihracatımız bu kadar arttı. İhracatınız da ithalata dayalı bir ihracat artışı… Bunun da altını çizmek lazım.
Onun için, değerli milletvekilleri, Türkiye'nin sıkıntısını iyi tespit etmek lazım; ama, bunu, bu Kalkınma Planında, siz, bugünlerde ortaya çıkan yanlışlığınızdan, bu yanlışlığınızdan dönememişsiniz; çünkü, bu yanlışlığı görmeden önce bu Plan hazırlandı. Siz, bu Planın içerisinde hâlâ aşırı değerli Türk Lirası, aşırı değerli…
MEHMET CEYLAN (Karabük) - Yıl sonu ortalamasına bak.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Efendim, yanlış düşünüyorsun işte. Aşırı değerli Türk Lirası -bak gene söylüyorum- ithalatı cazip hale getirecektir, ihracatı zorlayacaktır ve dolayısıyla bir kısırdöngü içerisine girilip Türkiye'nin en büyük sıkıntısı olan, şu anda en büyük sıkıntı olan cari açık artmaya devam edecektir. Bu politikayla, siz, cari açığı düşüremezsiniz. Demin de söyledim, iddia ediyorum ve bu konuda çok iddialıyım. Bu politikayla, bu sürdüreceğiniz bu politikayla cari açığı düşürmeniz mümkün değil, mümkün değil; çok iddialı söylüyorum.
O nedenle değerli milletvekilleri, geliniz, yanlışlıkların nerede yapıldığını bir kere bir tespit ediniz. Bu yanlışlıklardan dönerek yeni bir ekonomi politikası, yeni bir vizyonla meselelere yaklaşınız.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kandoğan, konuşmanızı tamamlayınız lütfen.
Buyurun.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Siz, doğrudan yabancı sermayeyle ilgili de şunu söylediniz: 2013 yılına kadar yıllık 12,1 milyar dolar doğrudan yabancı sermaye gelecek.
MEHMET CEYLAN (Karabük) - 10 milyar dolar gelmiş zaten.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Şimdi, sevgili kardeşim, bakınız, hangi alanlara gelecek, hangi sektörlere gelecek?! Bizim yerli sektörümüz, yerli sanayicilerimiz dünyayla rekabet edemedikleri için yatırımlarını Türkiye'ye değil, yurt dışına yapmaya başladılar. Geçen gün gazetelerde siz de gördünüz; 150 büyük sanayicimiz yurt dışına yatırım yapmak için gidiyor. Şimdi, yurt dışından gelenlere de bakın, hangi sektörlere geliyor; gayrimenkul alımına geliyorlar, gayrimenkul, banka alıyorlar. Yani, gelen yabancı sermaye, Türkiye'de yeni istihdam alanları yaratabilecek bir doğrudan yabancı sermaye değil. İşte, yanıldığınız noktalardan birisi de bu. O nedenle, bunların iyi değerlendirilip, planın iyi hazırlanması gerektiğini söylüyoruz.
Bu duygu ve düşüncelerle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) - Bu bankaları satanlar, paraları ne yapıyor; bir de onu söyleyin.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Sonraki konuşmamda…
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Konuşacak mısınız Sayın Bakanım?..
Hükümet adına, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Abdüllatif Şener.
Buyurun Sayın Bakanım. (AK Parti sıralarından alkışlar)
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) - Evet, Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Dokuzuncu Kalkınma Planının ikinci tur ve birinci tur görüşmeleri içerisinde, bazı noktalar üzerinde, özellikle muhalefet milletvekilleri değerlendirmeler yaptılar. Bu değerlendirmeler, bazı teknik boyutları da içerdiği için, hepsine değil, ama, bu safhada bazılarına açıklık getirmek istiyorum.
Her şeyden önce, Plan ve Bütçe Komisyonunda yapılan müzakerelerde de ayrıntılı bir şekilde değerlendirmesi yapıldı. Sayın milletvekilleri orada da bunu çok gündeme getirmişlerdi, burada tekrar gündeme girdi. Yani, Yüksek Planlama Kurulunda, Sayın Başbakanın, kişi başına millî gelirin 8 700 dolar değil de 10 000 dolar civarında olmasını uygun gördüğüyle ilgili görüşünün Plan sürecine müdahale olduğunun ısrarla ve tekrar tekrar vurgulanması, ifade edilmesi, bir kere, Plan sürecinin ne olduğuyla ilgili bilgilerin eksik olduğunu veya yanlış olduğunu göstermektedir.
Bir kere, baştan beri, sürekli olarak vurguluyoruz. Bu Plan, sadece özel ihtisas komisyonları çalışmalarının sonucu değildir. Bu Plan, sadece Devlet Planlama Teşkilatının yapmış olduğu bir çalışmanın sonucu da değildir. Bu Plan, belli bir süreç içerisinde ortaya çıkmaktadır. Elbette, 2 252 değerli uzman ihtisas komisyonlarında çalışmışlardır, belli olgunluğa orada ulaştırmışlardır Plan çalışmalarını; hepsine teşekkür ediyoruz. Devlet Planlama Teşkilatı da tüm Müsteşarlık bünyesindeki uzmanlarıyla, memurlarıyla, hizmetlileriyle birlikte bu Planın mükemmel bir şekilde ortaya çıkması için gayret sarf etmişlerdir. Başta Sayın Müsteşar olmak üzere, tüm Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığının elamanlarına, mensuplarına teşekkür ediyoruz. Ama, Planın sonuçta Yüksek Planlama Kuruluna geleceği bir yasal zorunluluktur, Türkiye Büyük Millet Meclisinden geçeceği de yine bir gerekliliktir. Bu süreçlerin hepsinde plan tekrar gözden geçirilir ve süreçte karar verme yetkisine sahip olan kişiler alternatifleri, detayları tartışırlar ve bu tartışma sonucunda da her aşamada plan yeni bir safhaya ulaşır. Nitekim, Yüksek Planlama Kurulunda, bildiğiniz gibi, üye olarak tek bir bürokrat vardır; DPT Müsteşarıdır. Sayın Başbakan, Yüksek Planlama Kurulunun başkanıdır ve 7 de bakan bu Kurulun üyesidir. Bu Kurulda, bürokratlar, ilgili uzmanlar Planı takdim etmişlerdir, Plan detayları tartışılmıştır sonuna kadar ve Yüksek Planlama Kuruluna Plan farklı alternatiflerle, farklı varsayımlara göre farklı sonuçlarla takdim edilmiştir ve bu takdim içerisinde de Sayın Başbakanın bunun 10 000 dolar civarında gerçekleşmesinin daha makul olduğunu ifade ettiği durumda da konu müzakere edilmiştir ve sonra karara bağlanmıştır.
TUNCAY ERCENK (Antalya) - Uzmanların görüşü?!.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Dolayısıyla, Yüksek Planlama Kurulunun, Kurula gelen rakamları, ifadeleri değiştirme yetkisi yoktur demek -ki, burada yapılan iddialar bu anlama gelir- planlama sürecinin ne olduğunu bilmemek demektir. Dolayısıyla, elbette Yüksek Planlama Kuruluna bir metin gelecektir. Bu metinle birlikte, kesin metin olmadığı için, alternatifler gelecektir. Bu alternatifler içerisinde de, elbette ki, seçim ve tercih olacaktır. Yapılan o olmuştur.
Sonra, Bakanlar Kuruluna gelmiştir, orada da müzakere edilmiştir. Değişen kısımlar, ilaveler, çıkarmalar, elbette her safhada söz konusu olabilir. Nitekim, Plan ve Bütçe Komisyonunda da bazı değişiklikler olmuştur. Eğer, Yüksek Planlama Kurulundaki müdahale hukukî değildir deniliyorsa, bu takdirde, Plan ve Bütçe Komisyonundaki değişiklikler de hukukî değildir, Genel Kurulda yapılacak değişiklikler de hukukî değildir anlamına gelir ki, bunu kabul etmek, bunu savunmak, bunun böyle olduğunu iddia edebilmek mümkün değildir.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) - Kimse öyle bir şey söylemedi.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Sürecin her safhasında birtakım değişiklikler olabilir, olmalıdır ve bu da işin karakteridir, doğasından kaynaklanmaktadır.
Hatta, olaya tersinden bakalım. Eğer, Yüksek Planlama Kurulunda ve Bakanlar Kurulunda hiçbir değişiklik olmasaydı, öyle zannediyorum ki, eleştirme kastıyla bir şey söyleme ihtiyacı içerisinde, aman, bu tamamen bir bürokratik metin olmuştur, neden Yüksek Planlama Kurulunda veya Bakanlar Kurulunda değişiklik olmamıştır diye burada eleştirilebilirdi. Belki de öyle bir eleştiri yapılabilirdi, yapılırdı da.
Dolayısıyla, sürecin tamamını bir bütün olarak görmek lazım ve önemli olan, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulundan çıkan metnin ne olacağıdır. Burada da olumlu katkı getiren herkesin katkısı, elbette değerlendirilecektir.
Diğer taraftan, özellikle varsayımlar arasında, "2013 dolar kuru 1,436 YTL olarak belirlenmiştir; bu, son günlerdeki dolardaki çıkışı inişi dikkate almamak demektir…" Bir kere, son günlerdeki dolardaki iniş-çıkışa göre önümüzdeki yedi yılın sonundaki geleceğimiz noktayı belirlemeye kalkarsak yanlış yaparız. Plan, geçici kısa dönem dengelerini ifade etmez ki. Plan, bir uzun dönem dengesini ifade ediyor. Dolayısıyla, olayları değerlendirmek, rakamların, verilerin nereye gideceğini, nereden geleceğini görmek, bu uzun dönem değerlendirmelerle birlikte verilecek kararla ancak anlaşılabilir. "Bu olur mu? Nasıl olacak? Şu andaki düzeyinde bir dolar kurunu 2013'te kabul ediyorsunuz" diye ifade, yani, Türkiye'de yaşadıklarımızla birlikte değerlendirilirse doğru bir bakış açısı değildir. Neden; çünkü, 2006 Kasımında dolar 1,680'di.
MEHMET SOYDAN (Hatay) - 2001…
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - 2002 Kasımını söylüyorum. Birkaç ay öncesinde geldiği nokta da 1,350 idi. Bu, sadece Türkiye'ye özgü bir şey de değil. Önümüzdeki dönemde de uygulanacak verimlilikteki artış, ekonomik dengeler, perspektif, rekabet gücünün artırılması… Plan hedefleri gerçekleştiği takdirde dolar kurunun geleceği yer burasıdır. Bunun teknik, ekonometrik hesapları yapılmıştır. Peki, böyle bir şey olabilir mi, mümkün mü; elbette olabilir ve elbette ki mümkündür. Neden? Şimdi, bakın, Güney Kore. 1997'de, Güney Kore'de 1 ABD Doları 1 900 Wondu; Kore'nin millî parası. Şimdi kaç; 1 000 Wonun da altına düşmüş, 957 Won; yarıdan daha fazla düşmüş.
Şimdi, Sayın Ümmet Kandoğan diyor ki: "İşte, doların değeri bu kadar düşerse, bu kadar düşmüş dolar kuruyla, bu ihracat tıkanır, ithalat artar, cari açık da artar. Halbuki, siz, 2013'ün sonunda cari açığı yüzde 3'e düşürüyorsunuz." İşte, rakamlar ortada. Güney Kore'de, 1 900 Won düşmüş 957 Wona ve Güney Kore'de, 2004 yılında 28 milyar dolar cari fazla var, 2005 yılında 10 milyar doların üzerinde cari fazla var. Burada, ekonomiyi, sadece elinize aldığınız bir veriyle, bir rakamla, işte, kur düşerse ihracat azalır, ithalat artar diye tek bir veriden hareketle değerlendirme yaptığınız zaman, ortaya iki şey çıkar: Bir; ben iktisatçı değilim, iktisatla ilgili dinamikleri, tüm değişkenlerle, tüm parametrelerle birlikte izah etmem mümkün değildir; birini seçer ona göre o varsayım altında değerlendirme yaparım demektir ki, bu realite olmaz, bu gerçek olmaz ve ulaşacağımız sonuç da bu olmaz. Dünyanın değişik ülkelerine baktığınızda farklı örnekleri her zaman bulursunuz.
Yine yanlış başka bir değerlendirme: "Efendim, tarımın millî gelir içerisindeki payı 9,9'ken, siz 2013'te 7,8'e düşüreceksiniz. Bu sizin programınıza da aykırı, Seçim Beyannamenize de aykırı, Hükümet Programınıza da aykırı. Tarımı küçültüyorsunuz." Tarımı küçültmüyoruz. Neden tarımı küçültmüyoruz; çünkü, 2006'da millî gelir 380 milyar dolar. Bunun yüzde 9,9'unu aldığınız zaman, tarımın oluşturduğu gelir miktarı 38 milyar dolar eder; millî gelir içerisinde 38 milyar dolarlık bir payı ifade eder. Ama, 2013 yılında millî gelirin tamamı büyüyecek, 380 milyar dolarlık millî gelir 800 milyar dolar olacak. Millî gelir içerisinde tarımın payı 7,8'e düşecek; ama, tarımın 38 milyar olan değeri 62 milyar dolara çıkacak, ikiye katlanacak. Dolayısıyla, tarımı küçültmüyoruz; tarımsal üretimi, tarımsal geliri artırıyoruz. Aslında olay değerlendirilecekse, gerçekçi bir bakış açısıyla, realist bir şekilde, objektif olarak, muhalefet yapma duygusuyla değil, doğruyu, gerçeği tespit etmek maksadıyla konu anlatılacak, izah edilecek, tartışılacaksa, bu bağlantıları içerisinde ortaya konulmalıdır, değerlendirilmelidir diyorum. Zaten tarımın istihdam içerisindeki payı da sürekli düşüyor. Gelişmiş ekonomilerde de böyle. Japonya'ya bakarsınız, Avrupa'ya bakarsınız, Amerika Birleşik Devletlerine bakarsınız -gelişmiş ekonomilere- tarım nüfusunun toplam nüfus içerisindeki payı bizdeki gibi yüksek değildir.
NAİL KAMACI (Antalya) - Nereye götüreceksiniz, hangi sanayie götüreceksiniz?!
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Bakın, 98'de tarımdaki istihdam 9 000 000. 2005'te bu 6,5 milyona düşmüştür. Zaten düşerek geliyor, azalarak geliyor. Normal gidiş bu zaten. Bunun dışında plana bir şey yazsanız, zaten doğal gidişe, normal gelişime aykırı bir laf etmiş olursunuz, söz söylemiş olursunuz. Yani, 98'de toplam istihdam içerisinde tarımsal istihdamın payı yüzde 41,5'ken, 2005'te bu 29,5'e düşmüştür. Elbette ki Plan dönemi boyunca da bu tarımsal istihdamın toplam istihdam içerisindeki payı da düşecektir. Bu, sanayi ve hizmetler sektöründe absorbe edilecektir, yeniden iş bulacaktır ve ekonominin gelişmişliği de bu rakamlarla, bu verilerle ölçülür. Gelişmiş ekonomiyle gelişmekte olan ekonomi arasındaki fark budur zaten. Yüz yıl önceki Türkiye'yi alın, ikiyüz yıl önceki Avrupa'yı alın, millî gelir içerisinde tarımın payı yüzde 90'ın üzerindedir. Dünyanın doğal gelişimi, normal gelişimi bu iken "bu niye böyle gidiyor kardeşim" diye burada konuştuğunuz zaman, iktisadî gelişmeleri bir tarihî perspektif içerisinde de iyi görmeme gibi bir sonuç ortaya çıkarır diye düşünüyorum.
Özet itibariyle, bu Planda, evet, özel ihtisas komisyonlarında çalışan 2 252 değerli uzmanın etkisi, payı, katkısı, enerjisi vardır; teşekkür ediyoruz. Devlet Planlama Teşkilatı, aylarca, bir yılı aşkın süredir tüm personeliyle emeğini bu konuya teksif etmiştir; ayrıntı, detaydan öte, doğruyu ve stratejiyi en uygun şekilde belirleme çabası içerisinde olmuştur, doğru şeyler tespit etmişlerdir ve doğru bir metin önümüze getirmişlerdir, kendilerine teşekkür ediyorum ve her türlü eleştiriye rağmen bunları bir katkı saydığım için, hem Plan ve Bütçe Komisyonunun değerli üyelerine, hem de iktidarıyla muhalefetiyle tüm milletvekillerimize teşekkürlerimi, şükranlarımı sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKTAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan.
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, saat 20.15'te toplanmak üzere birleşime ara veriyorum.
Kapanma Saati: 19.20
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 20.21
BAŞKAN: Başkanvekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Mehmet DANİŞ (Çanakkale)
BAŞKAN - Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 121 inci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
Dokuzuncu Kalkınma Planı üzerindeki görüşmelere kaldığımız yerden devam ediyoruz.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
2.- Dokuzuncu Kalkınma Planının (2007-2013) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Sunulduğuna Dair Başbakanlık Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (3/1075) (S. Sayısı: 1214) (Devam)
BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.
Planın ikinci bölümü üzerinde, şahsı adına, Hatay Milletvekili Mehmet Eraslan'ın konuşmasında kalmıştık.
Sayın Eraslan, buyurun.
Süreniz 10 dakika.
MEHMET ERASLAN (Hatay) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, kalkınma planları yapılırken toplumun ve sektörlerin içinde bulunduğu şartlar göz önünde bulundurulur, sorunları dikkate alınır ve planlar onların çözümü cihetinde hazırlanır demiştik ve bu Plan çerçevesinde, toplumsal ve sektörel birçok sorunun gözardı edildiği ve onların çözüme kavuşturulması, rahatlatılması cihetinde gerçekten ciddî bir çalışmanın olmadığı kanaatimi ifade etmiştim.
Sayın Bakanımız, tarım sektörüne verilen desteklerden ve bunun 2013'te 7,7 olacağından; dolayısıyla, gayri safî millî hâsılanın artmış olacağından dolayı, 800 küsur milyar dolayında olacağından dolayı tarım sektörünün gayri safî millî hâsıladan alacağı payın da o şekilde artacağını ifade etti. Denizli Milletvekilimiz Sayın Ümmet Kandoğan Beyin hitabına cevaben bunu ifade etti diye düşünüyorum. Tabiî ki, ben, Sayın Kandoğan'ın ifadelerini ve Sayın Bakanımızın da cevabını üst üste koyduğumda, şöyle bir sonuç çıkarıyorum: Gayri safî millî hâsıladan tarım sektörümüzün aldığı pay, doğru yüzde 14, yüzde 15 seviyelerindeydi ve şu an, gayri safî millî hâsıladan aldığı pay, tarım sektörünün, yüzde 10'lar dolayına düşmüştür. Bunu, oransal olarak değil rakamsal olarak değerlendirirsek daha doğru bir neticeye varacağımızı düşünüyorum. Mesela, Refah Partisi ile Doğru Yol Partisinin koalisyon olduğu 1997 verilerine bakıyorum; acaba Türk ekonomisi tarım sektörüne ne kadar destek vermiş -Sayın Bakanımız da Maliye Bakanıydı o zaman- 6,2 milyar dolar. 6,2 milyar doları verirken Türk ekonomisi tarım sektörüne, o zamanki gayri safî millî hâsılanın yanılmıyorsam yüzde 14 veya 15'ine veya daha fazlasına tekabül ediyordu; 1997'den 2005 yılına gelmişiz, 2006 yılı bütçesini yapmışız, 2006 yılı bütçesinde, tarıma, tarım sektörüne ayırdığımız pay ise 2,8 milyar dolar. Gayri safî millî hâsıla artmış, gayri safî millî hâsıla 358 milyar dolar olmuş; gayri safî millî hâsılamız artmasına rağmen, tarım sektörüne ayırdığımız pay, 1997 yılında ayırdığımız paydan çok çok daha aşağıya düşmüştür. Bunlar, resmî rakamlardır; dolayısıyla, 2013 yılında gayri safî millî hâsılanın 800 küsur milyar dolar olduğunu farz ederek ve gayri safî millî hâsıladan alacağı payın da 7,7 civarında olacağını hesap ederek, bugünkünden çok daha fazla tarım sektörüne destek verileceği kanaati, teorisi, bana göre, havada kalan bir teoridir ve bütün dünya tarım sektörünü desteklerken -çünkü, tarım sektörü önemli bir sektör- özellikle Türkiye'de, gayri safî millî hâsılanın yüzde 11'ini oluşturan tarım sektörü, istihdamın yüzde 33'ünü oluşturan tarım sektörü, her geçen yıl destek, sübvansiyon noktasında, tarım sektörüne ayrılan kaynak noktasında azalma yaşarken, girdi maliyetlerinde de her geçen gün artış gösteriyor. Yazılı soru önergelerimize gelen cevap ortada. Bakın, birkaç tane rakam vermek istiyorum size: 2002 yılı sonunda -çiftçinin ana girdi kalemi özellikle mazot ve gübredir- 1 245 000 lira olan mazot, geldiğimiz gün itibariyle 2 500 000 lira olmuştur ve yüzde 100'e varan bir artış söz konusudur. Diğer taraftan, Avrupa Birliği ülkelerinde, akaryakıtı, çiftçi, 55 sente kullanırken, biz, hemen hemen 2 dolar düzeyinde kullanıyoruz veya 1,8 dolar düzeyinde, çiftçimiz, akaryakıtını alıp kullanmak durumunda kalıyor. Amerika Birleşik Devletlerine bakıyoruz, 40 sent. Peki, orada da petrol çıkmıyor, Avrupa Birliği ülkelerinde de petrol çıkmıyor, bizde de petrol yok; onlar da ithal ediyor, biz de ithal ediyoruz; ama, niye, biz 2 dolar düzeyinde, milletimize, bu ülkede yaşayan insana ve çiftçiye akaryakıtı kullandırırken, ABD 40 sent, Avrupa Birliği ülkeleri 55 sente kullandırıyor? Demek ki, bizde vergi oranları hâlâ yüksek, hâlâ vergi oranlarını düşürememişiz, dolayısıyla, girdi maliyetlerini de aynı şekilde düşürememişiz. Mesela, 2002 yılında 250 000 lira olan gübre, 2005 yılı sonunda, üre gübresi -cinsini de söyleyeyim- 540 000 lira şu an ve artış oranı yüzde 113. Bunu hangi çiftçiye söylerseniz söyleyin, bu rakamları, mutlaka ondan alırsınız. Aynı şekilde, amonyum sülfattaki artış yüzde 95, DAP gübresindeki artış yüzde 75. Özellikle tohumluk fiyatları ve ilaç fiyatları yüzde 36 ile yüzde 35 oranında artış göstermiştir. Sulamayla ilgili enerji fiyatları, tarımsal sulamada kullanılan enerji fiyatları yüzde 30 oranında yine zamlanmıştır, artış göstermiştir. Şimdi, çiftçimizin girdi maliyetleri sürekli artıyor; ama, ürün fiyatı artışı söz konusu olmadığı için kâr edemiyor. Kâr edemediği için borcunu bazen ödeyemiyor, kredisini ödeyemiyor ve kredisini ödeyemeyen bir çiftçinin icra emri elimde. Bakın, mektuplar göndermişler, demişler ki, biz borcumuzu ödeyemedik, icra emrini sizlere gönderiyoruz. 15 514 000 000 asıl kullandıkları kredi; fakat, ödeyemedikleri için 10 706 000 000 faiz işlemiş; 15,5 milyarlık kredi 26 221 000 000 olmuş. Bu kadar düşük parayı bile vatandaş ödeyememiş; ama, bu, sadece buzdağının görünen bir yüzü.
Amerika Birleşik Devletleri, 70-75 milyar dolar tarıma destek verirken, Avrupa Birliği ülkeleri yılda 55 milyar euro tarıma destek verirken, ne hikmetse, özellikle, Avrupa Birliğinin, işte, tarımınızı küçültün, tarıma verdiğiniz destekleri azaltın şeklindeki telkin ve tavsiyelerini anlamak mümkün değil.
Bu ülkeyi besleyen tarım sektörü. Bu ülkeyi beslediği gibi, tarımsal ürünlerini ihraç eden, maalesef, tarım sektörü, bugün, kendini dahi besleyemez, kendi çoluk çocuğunu, ailesini dahi geçindiremez noktaya gelmiştir ve Türkiye, bir zamanlar tarımsal ürünler ihraç eden bir ülkeyken, maalesef, özellikle tekstilcimiz, mesela -2004 yılı rakamı olacak, yanılmıyorsam- 2004 yılında, 1 milyar dolar, sadece Yunanistan'dan pamuk ithal etti ve biz, tarımsal ürünler ihraç eden bir ülkeyken, tarımsal ürünleri ithal eden ve kendi çiftçimizi, kendi köylümüzü destekleyemeyen, sürekli destekleri kısan bir politika izledik. Ne adına yaptık bunu; makroekonomik dengeler bozulmasın.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Eraslan, konuşmanızı tamamlayınız lütfen.
Buyurun.
MEHMET ERASLAN (Devamla) - Güzel, makroekonomik dengeler bozulmasın, ayağımızı yorganımıza göre uzatalım; ama, yani "milleti yaşat ki devlet yaşasın" sloganını da rafa kaldırmayalım. Milletin makroekonomik dengesi de bozulmasın, mikroekonomik dengesi de bozulmasın, biyolojik dengesi de bozulmasın, aklî ve fikrî dengesi de bozulmasın; ama, bütün bunlar oluyor mu; neredeyse olmaya doğru gidiyor ve tarım sektörü konusunda yapılan bu planlama, 2013 yılına kadar çiftçiyi, tarım sektörüyle iştigal eden kesimi çok ciddî sorunlarla karşı karşıya bırakacaktır.
Mevcut ekonomik, iktisadî politika, Sayın Derviş'in döneminde başlayan, onun başkanlığında başlayan bu politika devam ederse, birçok konuda sıkıntı yaşayacaklarını ifade ediyorum ve yeniden bunun değerlendirilmesini sizlerden talep ediyorum, saygılarımı ve sevgilerimi arz ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, Planın ikinci bölümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi, üçüncü bölümün görüşmelerine başlıyoruz.
Planın üçüncü bölümü, Temel Amaçlar, Gelişme Eksenleriyle Uygulama, İzleme, Değerlendirme ve Koordinasyon kısımlarını içermektedir.
Konuşma süreleri, diğer bölümlerde olduğu gibi, siyasî parti grupları, Komisyon ve Hükümet için 30'ar dakika, şahıslar için 10'ar dakikadır. Siyasî parti gruplarının süreleri birden fazla konuşmacı tarafından kullanılabilecektir.
Müracaatlara göre, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Algan Hacaloğlu, Anavatan Grubu Adına Muharrem Doğan ve Ömer Abuşoğlu, AK Parti Grubu adına Hanefi Mahçiçek ve Mehmet Ceylan'ın; şahısları adına Ümmet Kandoğan, Mehmet Eraslan, Faruk Koca ve Cemal Uysal'ın söz talepleri vardır.
İlk konuşma, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Algan Hacaloğlu'na aittir.
Sayın Hacaloğlu, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz 30 dakika.
CHP GRUBU ADINA ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Dokuzuncu Beş Yıllık Plan Taslağının üçüncü bölüm görüşmeleri üzerinde Grubum adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Planlama, bir anayasal süreçtir, Anayasanın öngördüğü bir kurumdur. Türkiye, planlamayı dönem dönem etkin bir şekilde kullanmıştır. 1980 döneminden itibaren, planlama, giderek, eski etkinlik ve önemini maalesef yitirmiştir. Ben, bunu, bugün Planlamada görev yapmakta olan çok değerli teknisyen arkadaşlarımın değerlendirilmesi amacıyla söylemiyorum. Planlama ekolünden gelen bir arkadaşınız olarak, bu süreçte katkı sağlayan tüm kişileri ve tüm çabaları saygıyla karşılıyorum. Ancak, ne yazık ki, bugün önümüze getirilmiş bulunan, siyasî iradenin doğal olarak tercihleriyle şekillenmiş bulunan Dokuzuncu Beş Yıllık Plan Taslağı, ülkemizin bugün ihtiyaç duyduğu çerçeveden, temel göstergelerden, vizyondan ve seçeneklerden, politikalardan büyük ölçüde yoksundur. Her planın iyi tarafları vardır, her plan belirli genel doğruları kucaklar. Dolayısıyla, birçok yönleriyle plan içinde aradığınız birçok şeyleri bulabilirsiniz; ama, planın önemli olan tarafı, iç tutarlılığının olmasıdır; temel makro büyüklükler ve göstergeler olarak işaret ettiği yörüngenin doğru, uygulanabilir olabilmesidir.
Şimdi, bir kere, buraya gelirken nasıl geldiğimize ilişkin bir iki şey söylemek istiyorum. Uzun zamandır, Türkiye, IMF'nin öngördüğü çerçeve içinde; ki, bu, dışborçların özellikle çevrilebilmesi ve kolay ödenebilir halde sürdürülmesini temel alan, dış kaynağa bağımlı, büyük ölçüde ulusal vizyon ve stratejiden yoksun ve rantiye kesimini besleyerek sürdürülen, o şekilde ayakta durabilen bir ekonomik yapı içindeyiz. Bu, sadece bugünün değil, son on yılın ortaya koyduğu bir çerçevedir, bir yapıdır. Bu yapı bir krizden geçti; ondan sonra gelinen noktada bu teslimiyetçi, günü kurtarmaya yönelik ve uygulama pratiğinde bir talan ve sömürüyle de eşleştirilen, sürdürülen bir uygulama politikasına dönüştü.
Bakınız, bu süreç, ekonomide bir kanama yarattı; bunu biliyoruz, bütün arkadaşlarım ifade etti; ama, tekrarlıyorum: 2002'den Mayıs 2006'ya kadar içborçlarda 163 milyar dolarlık bir iç borçlanma süreci yaşandı ve bu dönem içinde içborçlar 77 milyar dolar; yani, 107 milyar YTL arttı. Borç üreten bir ekonomi politikası uygulaması yaşadık. Dışborçlarla beraber bugün gelinen noktada toplam kamu, özel, iç ve dışborçlar toplamı 333 milyar dolar; dışborçlar 2005 sonu olarak alınmak kaydıyla.
Yine, kanama, en temel göstergelerden, ekonomiyi etkilediği alanlardan biri dışticarette görülüyor. İzlenen günümüzün bu politikalarının altında temel tercih olan düşük kur yüksek reel faiz çerçevesinde şekillendirilmiş bu politikalar dışticaret açığını patlattı, rekora taşıdı; cari işlemler açığını patlattı, rekora taşıdı ve 2002 yılında gayri safî millî hâsılaya oranı yüzde 1'den az olan cari işlemler açığı, bildiğiniz gibi, 2005 yılında gayri safî millî hâsılanın yüzde 6,4'üne tırmandı ve nisan ayı sonu itibariyle, son bir yılda toplam 27 milyar dolarlık bir rakamla, bugüne değin en yüksek cari açık, geriye dönük 12 ay itibariyle, en büyük cari açık dönemini yaşadık.
İşsizlik konusunda özellikle Enis Bey çok kapsamlı ifadelerde bulundu, tespitler yaptı; tümüne katılıyorum. Ona karşın, bir arkadaşımızın burada ifade ettiği, hayır, bunlar böyle değil, işte, rakamlar veriyorum, 2002 yılında şöyleydi, şimdi böyle demesine yönelik olarak şu tespiti bu kürsüden bir kez daha yapıyorum: Daha evvel de, bundan belki bir hafta evvel ifade etmiştim, bakınız demiştim, yakında yeni istihdam rakamları yayımlanacak nisan ayı itibariyle, oturun kendiniz hesap edin, TÜİK'in rakamlarını alın kendiniz hesap edin.
Şimdi, biz, bu rakamları alıp kendimiz hesap ediyoruz. Bu TÜİK'in rakamları, bilindiği gibi, değerli arkadaşlarım, işbaşı yapmaya hazır olup da iş aramayanları; ki, bu yaklaşık 2,8 milyon kişiyi kapsamakta ve bir de mevsimlik çalışanlar; o da 700-800 bin kişidir... Enis arkadaşım, buna mevsimlik çalışanları da…
Mevsimlik çalışanlar değil mi?
ENİS TÜTÜNCÜ (Tekirdağ) - Eksik istihdam…
ALGAN HACALOĞLU (Devamla) -…onu da ilave ediyor. Onu bir kenara koyarak, bir dizi olarak bunu hesap edip yayımlıyoruz ve sunuyoruz.
Ona baktığınız zaman, hiçbir düşünen insan, aklı başında insan, Türkiye'de işbaşı yapmaya hazır olduğu halde iş aramayan kişiyi, orada bir atıl güç, yok farz ederek işsizliği, işgücünü hesap edemez. Bu rakamları işgücüne katınız, işsizler arasına koyunuz, göreceksiniz ki, Türkiye'de işsizlik oranı, Nisan 2006 itibariyle, yüzde 21'dir, Enis Beyin yaptığı hesaba göre yüzde 25'tir; yani, hiçbir şekilde yüzde 11-12 değildir.
Şimdi, Plana bakıyoruz, hedefler konuşuluyor; aynen, bu ifade ettiğim, TÜİK'in bastırılmış -aynen kurda olduğu gibi- sanal işsizlik rakamları alınarak, 2013 yılına yönelik hedef veriliyor. Gerçekten, o diziye göre yaptığınız, koyduğunuz hedefler, bu değerlendirmeyle ele alındığı zaman, göreceksiniz ki, 2013 yılındaki işsizlik, gerçek anlamda hiçbir şekilde yüzde 8-9 değil, onun 2 katı düzeyindedir. Onu öngörüyorsunuz. Eğer, burada bir başka durum varsa, bizim görmediğimiz bir durum varsa, ben, Sayın Bakanın bunu açıklamasını istiyorum ve son üçbuçuk yıla baktığımız zaman, 2002 yılında toplam istihdam 21 354 idi, 2005 yılında 22 046 oldu. Rakamlar ortada.
Değerli arkadaşlarım, evet, bir büyüme yaşandı, bir sanal büyüme, bir cari açıkla büyüme, sıcakparayla büyüme dönemi yaşandı; ama, bunun, ne yazık ki, toplam istihdam yerinde saydı, işsizlik sorunu ise katlanarak, artarak devam etti ve böyle bir süreç içinde Türkiye'de sosyal devlet çökertildi, piyasalarda tekelleşme arttı, emekliler, memurlar, işçiler, çalışanlar ve bunlar ile diğer gelir grupları arasındaki gelir düzeyi farklılaşması tırmandı, yoksullaşma arttı, Türkiye genelinde gelir dağılımı daha bozuldu, Doğu Anadolu unutuldu, bölgelerarası kalkınma düzeyindeki uçurum giderek daha derinleşti ve yine, TÜİK'in rakamlarına göre, Türkiye'nin en zengin 3,4 milyon, yani, 3 400 000 en zengin kişinin geliri, en fakir 3 400 000 kişinin gelirinin tam 25 katı düzeyinde. Bu, esasında, son 2004 yılı rakamıdır. Bugün bu rakamın çok daha büyüdüğü, diğer yoksullaşma verileriyle ortaya çıkmakta. Bugün, 2006 Haziranı itibariyle açlık sınırı 380 YTL ve asgarî 1 000 000 insanımız açlık sınırını yaşıyor. Bugün yoksulluk sınırı 1 861 YTL ve bugün 20 000 000'u aşkın insanımız yoksulluk sınırı altında yaşıyor.
Değerli arkadaşlarım, çok konuşuldu, zamanımı daha ekonomik kullanmak istiyorum; ama, bu dönemin topluma yaptığı en büyük haksızlıklardan biri, AKP döneminin yaptığı en büyük haksızlıklardan biri çiftçiyi korumasız, tarımı desteksiz bırakmasıdır. Bir taraftan IMF'ye teslimiyet, diğer taraftan AB'den gelen yaptırımlar ve baskılar, bugün, Türkiye çiftçisini yakın zamanların en geri dönemine taşıdı. Tabiî, Hükümetimizin AB sürecinde, o en başta, 17 Aralıkta o dik duramayışı, o teslimiyetçi tavrı nedeniyle kabullendiği o kalıcı derogasyonlar, kısıtlamalar nedeniyle, ola ki, günün birinde tam üye olduğumuz zaman, tarım sektörümüzün, çiftçimizin halinin, o kalıcı kısıtlamalar ve desteklerin ertelenecek olması nedeniyle şimdiden nerelere gidebileceğini çok iyi görmekteyiz. Onun için, burada yapılmakta olan bazı tartışmaların, Avrupa Birliğinin normlarına, ortak tarım politikalarına sokacağız iddiasıyla ortaya konulan politikaların Türkiye'nin bugünkü gerçeğiyle hiçbir ilişkisinin olmadığını görmemiz lazım. Tabiatıyla, tarımda verimlilik artmalı, tabiatıyla bir süreç içinde tarım daha sağlıklı, gizli işsizliği aşan bir yapıya kavuşturulmalı; ama, bunu, siz, sadece masa başında önünüze konulan taslaklar çerçevesi içinde yapmaya çalışırsanız, sonuç gerçekten çok daha ciddî bir bunalım noktasına taşınacak.
Değerli arkadaşlarım, bunlar olurken ne oldu; 2002 Ekiminden Mayıs 2006 arasında iç ve dış rantiye kesimlerine toplam 167 milyar YTL, yani, 118 milyar dolar faiz ödendi, 118 milyar dolar ve bu faiz iç ve dış rantiyeye ödenirken o borçların çevrilmesi için, ki, bugün giderek artan bir düzlemde reel faizler artarak bu ödemeler devam ederken, maalesef, toplumumuzun çok geniş kesimi için AKP İktidarı dönemi bir karabasan dönemi, bir kayıp dönemi oldu.
Değerli arkadaşlarım, bu sürecin ne kadar aldatıcı olduğu, nasıl bir kaypak zeminde ekonominin yürümekte olduğunu, son birbuçuk ayın gelişmeleri ortaya koydu. Bu konuda çok şey söylendi, ben bunları geçiyorum; ama, kırılganlığın hangi boyutlarda olabildiğini, bu ekonominin bir birbuçuk ay içinde yüzde 20 devalüasyonla, reel faizlerin, o yılların birikimiyle, özverisiyle gelinmiş olan, kazanılmış olan noktanın nasıl birbuçuk ay içinde tekrardan yüzde 13'ler düzeyinde reel faizler ortamına çekildiğini hep beraber üzülerek gördük. Bunun temel nedeni, Türkiye'nin sıcakparaya teslim olmuş bir anlayışla, ekonominin sürdürülmeye çalışılmakta olmasıdır.
Türkiye ekonomisi dış aktörlerin denetimindedir ve bu yaşanmış olan dalgalanma, Türkiye'de gerek bütçe dengelerinin gerek makro dengelerin gerek istikrarın, eğer, bu politikalar, sağlıklı bir yörüngeye oturulmazsa, yarınlarda da nasıl sorunlar açacağını önümüze serdi.
Bu dönem içinde Merkez Bankası piyasalara müdahalede bulundu. İki uygulamayla, faiz oranlarını yüzde 4 oranında artırdı. Bu arada, geçen gün yapılan Genel Kurulda, ortaya koyduğumuz muhalefete rağmen, parti olarak, yabancıların, sıcakparanın Türkiye'deki yatırımlarına yönelik yüzde 15 stopaj sıfıra indirildi.
Şimdi, soruyorum: Sayın Bakan, peki bunları yaptınız, bir taraftan sıcakparanın stopajını sıfıra indirdiniz, bir taraftan içerideki reel faiz oranlarının artmasına yol açan yüzde 4'lük faiz artışını Merkez Bankası uyguladı. Peki, sıcakparanın, gelecek olan sıcakparanın Türkiye'de kalış süresini uzatmayı özendirecek, öngörülebilir, makul boyutlarda bir vergi uygulamasını, çıkışta uygulanabilecek bir vergi önlemini devreye sokmayı niye düşünmediniz?.. Bundan daha uygun bir dönem olabilir miydi?. Bence, bundan sonra bu treni de kaçırdınız.
Politikaların bir bütünlüğü olmalıdır. Bir tarafta, madem stopajı indiriyorsunuz, madem reel faizi yükseltiyorsunuz, sıcakpara için yeni bir cennet ortamı yaratıyorsunuz, o zaman sıcakparanın bir daha vurup kaçmasını ve yeni krizlere yol açacak dalgalanmalar yaratmasını olabildiğince erteleyebilmek, önleyebilmek için, Tobin vergisi benzeri bir uygulamayı gündeminize almanız gerekirdi. Sizin eksikliğiniz bence burada. Merkez Bankasını eleştirebiliriz; ama, siz, siyasî hükümet, organ olarak, bence, teslim olmuş vaziyettesiniz, ekonomideki gelişmeleri sadece seyretmektesiniz.
Değerli arkadaşlarım, eskiden, plan mı pilav mı diye tartışmalar yaşanırdı. Günümüzde ise, artık giderek, bence, plan hangi ölçüde gerçekçi, hangi ölçüde hayalî ve sanal, bunu tartışmaktayız. Dokuzuncu Beş Yıllık Plan, bence, teknisyenlerin bütün iyi niyetine rağmen, sanal, gönle hoş gelen sözlerle süslü, bezendirilmiş, okuyunca kulağa hoş gelen; ancak, gerçek anlamda bakıldığı zaman, Türkiye'nin bugün ifade ettiğimiz bu neoliberal rant ekonomisinin belirli parametreleriyle uygulamasını temel alan bu politikanın, bu Türkiye'yi belirli açmaza sokmuş olan politikaları, Türkiye'yi gerçek anlamda dengeli, istikrarlı bir büyümeye taşıyacak, sosyal devleti ayağa kaldıracak, Türkiye içindeki eşitsizlikleri giderecek, refahın adil paylaşımını sağlayacak; ama, en önemlisi, dış dünyada rekabet gücünü artırabilecek, ihracatı geliştirecek bir yapıyı hedef aldığını söyleyebilmek mümkün değil.
Evet, bugün, her şeyin IMF'nin himayesinde olduğu, yabancı spekülatif sıcakparanın merhametinin, yeterince örgütlenmemiş, rekabet koşulları yeterince gelişmemiş, finans piyasaları yeterince derin olmayan, belirli zenginliğe ulaşmamış olan sözde bir piyasa ekonomisinin basiretine bırakmış haldeyiz her şeyi. Tabiî, örgütlü, rekabetçi piyasa ekonomisini hedef alıyoruz; ama, ne yazık ki, bugün, Türkiye'deki piyasa ekonomisi bir vur kaç ekonomisi, bir talan ekonomisi. Ben, ekonominin, sanayide özellikle ve hizmet alanlarının birçok sektörlerinde görev yapmakta olan girişimcilerimizi suçlamak için söylemiyorum; ama, piyasada rekabetin olmadığını biliyoruz ve piyasada rant ekonomisinin -biraz evvel ifade ettiğim- düşük döviz kuru, yüksek reel faizin çekici hale getirdiği rantiye ekonomisinin etkisiyle, bugün, ne yazık ki, piyasanın Türkiye'yi nereye gönderebileceğini, ne politikalarımızla ne de planlarımızla yönlendirme durumunda değiliz.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu taslak, kesinlikle bu Plan Taslağı olamaz. Türkiye'nin kendi gerçeğinden, kendi ulusal birikim ve olanaklarından güç alan, Türkiye'nin kendi ulusal değişim ve yapılanma programının uygulanmasına olanak tanıyacak bir plana ihtiyaç var. Belli ki, IMF ve AB arasında kıskaca alınmış olan Hükümetin, böyle bir irade ve kararlılığı ortaya koyabilmesi mümkün değil; ama, yine, bizim görevimiz, bu kürsüden bu gerçekleri dile getirmek.
Bir kez daha ifade ediyorum değerli arkadaşlarım, gerçekten, teknolojik yapılanmayı temel alan üretim ekonomisine geçmeden ve her alanda eşitsizlikleri azaltacak, kimsesizlerin kimsesi olacak bir sosyal devleti ayağa kaldırmadan Türkiye'nin düzlüğe çıkabilmesi mümkün değil. Olaya hem ekonomik platformda hem sosyal platformda bakmamız lazım. Ne yazık ki, Dokuzuncu Beş Yıllık Planın böyle bir vizyonu yok.
Cümleler arasında güzel kelimeler var, ben de okudum; ama, bunu ortaya koyacak iç bütünsellik, onu uygulamaya geçirecek çok net rakamsallaştırılmış, somut hedefe dönüştürülmüş iddiaları görebilmek mümkün değil.
Evet, Türkiye her yıl reel anlamda yüzde 7 büyümelidir değerli arkadaşlarım. Biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak 2002 yılı seçim bildirgemizde bunu koyduk. O günden beri defeatle ortaya koyduğumuz yayınlarda bunu ifade ediyoruz. Ancak, bunu yapabilmek için bazı şeylerin gerçekleşmesi lazım. Sadece, tabiatıyla, teknisyen arkadaşlarımın bilgisayarlarında yüzde 6 için de, yüzde 7'lik büyüme için de, yüzde 6,5'lik, yüzde 7,5'lik büyümeler için de çözümler vardır. Ve Sayın Başbakan "hayır, yüzde 6,5 olmasın, yüzde 7 olsun" dediği zaman Sayın Başbakanın önüne bir tablo koymuşlardır. Buna inanıyorum. Ama, değerli arkadaşlarım, bu Planın makro hedeflerinin ve iç bütünselliğinin çok temel iki zaafı vardır, iki yumuşak karnı vardır. Bunlardan biri -birçok arkadaşım ifade etti- döviz kuru bastırılmıştır. Bugün bakmadım, radyolara, gazetelere, televizyonlara.
MEHMET CEYLAN (Karabük) - Azaldı… Azaldı…
ALGAN HACALOĞLU (Devamla) - Ama, zannediyorum, bugünkü döviz kuru…
AHMET YENİ (Samsun) - İniyor, iyi.
ALGAN HACALOĞLU (Devamla) - …1,600 diyelim. 1,600'ün altına inmemiştir…
AHMET YENİ (Samsun) - İnecek… İnecek…
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - 1,63.
AHMET YENİ (Samsun) - Efendim, şu anda iyi gidiyoruz.
ALGAN HACALOĞLU (Devamla) - Evet, iyi gidiyorsunuz!
Ben öyle görmüyorum. İnşallah öyle gidersiniz. Ama, 2013 yılında, arkadaşlarımın da ifade ettiği gibi, öngörülen kur, galiba 1,487. Rakam önümde değil şu anda.
OSMAN KAPTAN (Antalya) - 1,437.
ALGAN HACALOĞLU (Devamla) - 1, 437 YTL. Bugün 1,6 YTL, yedibuçuk yıl sonra bugünün altına inecek. Hiçbir teknisyene bunu kabul ettiremezsiniz.
SUAT KILIÇ (Samsun) - Daha önce inmedi mi?!
ALGAN HACALOĞLU (Devamla) - Hiçbir şekilde başınızı kuma…
Bakınız, değerli arkadaşlarım, bastırdınız, Türkiye borç etti. Konuşmamın başında ifade ettim, IMF'nin de bugün Türkiye'yi bırakmak istememesinin nedeni, Türkiye'nin girmiş olduğu bu borç batağıdır. Bu, çıkış değildir. Bu nedenle, Türkiye'de ciddî bir fabrika kurulamamakta, reel sektörü desteklemiyorsunuz, onun için teknolojik yapılanma sağlanamamakta.
Değerli arkadaşlarım, bu birinci yumuşak karnı. Kesinlikle, bu iddiayla, bu anlayışla, eğer, siz, 2013 yılını planlarsanız, sadece rakamları makyajlamış olursunuz. Burada arkadaşlarım ifade ettiler, eğer, o kur nereye gelirse… Sayın Başbakanın "10 000 dolar" deyip de, 10 099 dolar olarak tespit edilmiş olan 2013 yılı rakamının nasıl kolaylıkla… Eğer 2013 yılında 1,6 YTL olursa, nasıl, kolaylıkla, 9 000 YTL'ye, bir benzeri ufak dalgalanma yaşarsınız, nasıl, kolaylıkla, 7 500 dolara inebileceğini, arkadaşlarım da ifade ettiler, ben de buradan dikkatinizi çekiyorum.
Refah, masa başında kazanılmaz. Refah, gerçek anlamda, ülkede üretim ekonomisini tarımda ve sanayide geliştirerek kazanılır. Refahın dağılımı ise, sosyal devleti her boyutuyla yaşama geçirerek sağlayabilirsiniz.
Değerli arkadaşlarım, Dokuzuncu Beş Yıllık Plan, örgütlü ve dış rekabet gücü yüksek, sosyal piyasa düzeni eşliğinde verimli ve teknolojik düzeyi yeterli üretim ekonomisini temel alarak şekillendirilmeliydi. Böyle bir anlayış içinde, Dokuzuncu Beş Yıllık Plan, kamu ve özel kesimin üretim kalelerini, teknolojik yapılanmadan geçirilerek, daha rekabet gücü yüksek konuma çekmeyi hedef almalıydı; çağın ileri kilit sektörlerinde yoğunlaşmayı hedef almalıydı; dış rekabet gücünün artırılmasında verimlilikte atılım sağlamayı ciddî anlamda objektif politikalarla hedef almalıydı ve sektörel stratejik bölgesel planlamayla, ülkemizin geri kalmış yörelerinin kalkındırılmasına yönelik bugün uygulamadığınız politikaların uygulanmasını hedef almalıydı; bunlar yok, var diyebilirsiniz lafla; ama, yok; bunun altını çiziyorum.
Değerli arkadaşlarım, bu iddiayla konuşurken, Cumhuriyet Halk Partisini temsilen bu kürsüde bu iddiayla konuşurken, bizi izlemekte olan değerli halkıma da buradan seslenmek istiyorum. Bu, benim üslubum değil; ama, ciddî bir noktadayız. Dokuzuncu Beş Yıllık Planın uygulamasında sizin olacağınızı zannetmiyorum. Belki de olmayacağınızı bildiğiniz için, bu kadar rahatlıkla bu planı ele alabiliyorsunuz.
FAHRİ KESKİN (Eskişehir) - Sen, olacağından emin misin?
ALGAN HACALOĞLU (Devamla) - Biz, bu Planı ilk genel seçimlerde iktidar olduğumuz zaman, değerli arkadaşlarım, değiştireceğiz.
AHMET YENİ (Samsun) - Hayal!.. Hayal görüyorsun!
ALGAN HACALOĞLU (Devamla) - Bu Planla, Türkiye'yi 2013 yılında düzlüğe, refaha, huzura taşıyamazsınız.
AHMET YENİ (Samsun) - Hayal görüyorsunuz!
ALGAN HACALOĞLU (Devamla) - Biz… Biz…
Hayali, siz, Dokuzuncu Beş Yıllık Planla görmüşsünüz.
Bu, Türkiye, IMF'yle sürdürmekte olduğunuz teslimiyetçi ilişkiyle düzlüğe çıkamaz. Biz, gelecek on yıllık dönemde, faizdışı fazlayı, bugün IMF'nin öngördüğü gibi yüzde 6,5 olarak değil, en çok yüzde 3'e indirerek, teknolojik yapılanma ve temel yatırımlar için kaynak yaratacağız. Hızlı ve ekonomik büyümeyi gerçek anlamda reel olarak ortalama yüzde 7 düzeyine çekecek politikaları uygulamaya koyacağız.
SUAT KILIÇ (Samsun) - Sizin vizyonunuz nedir?! Siz ne yaptınız?!
ALGAN HACALOĞLU (Devamla) - Sağlayacağımız istikrar, dış politikadaki güvenle dış borçların hakkımız olan bir erteleme süreciyle sürdürebilir bir yapıda Türkiye ekonomisinin önünde, gelişmesinin önünde bir engel olmasını aşacağız. Daha çok yatırım, daha çok kamusal hizmet için her yıl bütçenin yüzde 15'ini ekonomik ve sosyal altyapı yatırımlarına, teknolojik yapılanmaya ayıracağız. Yerli ve yabancı sabit sermaye yatırımlarına sektör bazında selektif teşvik uygulayacağız; sizin yapmadığınız. Allak bullak ettiniz Teşvik Yasasıyla yatırımcının durumunu.
SUAT KILIÇ (Samsun) - Hangi iktidarda yapacaksınız?!
ALGAN HACALOĞLU (Devamla) - Adil, kapsamlı, tutarlı bir vergi reformu uygulayarak hem vergi düzenini üretimi destekleyici bir yapıya çekeceğiz hem de KOBİ'lerin kredilerden daha adil bir pay almasını sağlayacağız.
Ülkemizin, doğusu ve güneydoğusunu da Batı Anadolu'nun refah düzeyine çekilmesi için gerekli adımları atacağız. Bu amaçla, gelecek on yıl, bütçenin her yıl yüzde 5'ini genel yatırım bütçesi dışında bölgesel, sosyoekonomik kalkınmaya ayıracağız. Gelecek on yıl boyunca her yıl ortalama 1 500 000 ek istihdam yaratarak gerçek işsizlik oranını bugünkü yüzde 21 düzeyinden yüzde 5'lere çekeceğiz. Daha adil bir gelir dağılımı için üst ve alt yüzde 20'lik gelir grupları arasındaki farkı beş yılda 10 puan gerileteceğiz ve en önemlisi tarımsal kalkınma, tarıma destek, çiftçiyi koruma için her yıl bütçenin yüzde 2'si kadar tarıma destek ayıracağız.
Değerli arkadaşlarım, bunu hedef almaktayız; ama, size bir şey söylemek istiyorum.
Bize inanmayabilirsiniz…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Hacaloğlu, ek 1 dakikalık süre içinde konuşmanızı tamamlayınız lütfen.
Buyurun.
ALGAN HACALOĞLU (Devamla) - Bize inanmayabilirsiniz; ama, halkımız bize inanıyor. Ama, size şunu söylüyorum: Sizin iddianız ne olursa olsun, Türkiye başka nedenle böyle gidemez. Türkiye'de bugün temiz siyaseti, dürüst yönetimi tüm boyutlarıyla Türkiye'ye hâkim kılamadığımız, bunu yaşama geçiremediğimiz ölçüde, istediğiniz kadar dokuzuncu planlar yapın, hepsi çökmeye mahkûmdur. Türkiye'ye verebileceğimiz en büyük güvence de işte budur. Biz, Türkiye'ye dürüst yönetim, temiz siyaset getireceğiz.
Hepinize saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.
Sayın Doğan ve Sayın Abuşoğlu, süreler nasıl kullanılacak?
ÖMER ABUŞOĞLU (Gaziantep) - 20'ye 10.
BAŞKAN - Peki.
Anavatan Grubu adına ilk konuşmacı Muharrem Doğan… (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın Doğan.
Süreniz 20 dakika.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU ADINA MUHARREM DOĞAN (Mardin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Dokuzuncu Kalkınma Planı üzerinde görüş belirtmek üzere, Anavatan Grubu adına söz almış bulunuyorum; öncelikle, sizleri ve Aziz Milletimizi şahsım ve Grubum adına saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin ekonomik ve sosyal kalkınmasına dönük amaçları olan planlar, kamu yönetimi için emredici, özel sektör açısından ise yol gösterici nitelik taşırlar. Görüşmekte olduğumuz yedi yıllık Dokuzuncu Kalkınma Planında ekonomik, sosyal ve kültürel alanlara bütüncül bir yaklaşım esas alınmamıştır. Dokuzuncu Kalkınma Planında insan odaklı bir gelişme ve yönetim anlayışı ciddî anlamda dikkate alınmamıştır. Kamusal hizmet sunumunda şeffaflık, hesap verebilirlik, katılımcılık, verimlilik, esas hedef alınmamıştır. Kalkınma Planlarının Yürürlüğe Konulması ve Bütünlüğünün Korunması Hakkındaki Kanunun 2 nci maddesi, kalkınma planlarının komisyonda en çok yirmi gün içinde görüşülüp karara bağlanacağı hükmünü getirmektedir.
Ancak, Dokuzuncu Kalkınma Planının alelacele Genel Kurula indirilmesi ve birkaç saat içinde geçiştirilmesi, cumhuriyet tarihimizde bir ilktir. Dokuzuncu Kalkınma Planında "istikrar içinde büyüyen, gelirini daha adil paylaşan, küresel ölçüde rekabet gücüne sahip, bilgi toplumuna dönüşen ve AB'ye üyelik için uyum sürecini tamamlamış bir Türkiye hedeflenmiş" demek doğru değildir, fotoğraf bunu göstermemektedir.
Dokuzuncu Kalkınma Planı, Hükümet kanadına göre tam anlamda pembe bir tablo; ama, ben, katılmıyorum; çünkü, reform niteliğinde bir vizyonu yoktur. Bölgelerarası gelişmişlik farkının giderilmesi, verimliliğin artırılması, istihdam büyütme, işsizliği ve yoksulluğu yenecek, özkaynaklarımızı kullanabilen, kalkınmış, zengin bir Türkiye, maalesef, hedeflenmemiştir.
Değerli milletvekilleri, önümüze koyduğunuz Dokuzuncu Kalkınma Planında, GAP gibi dünya projesi yok, Ilısu Barajı yok, kırsal kalkınma planı yok, tarım sulaması yok, organik tarım yok, mayınlı alanların organik tarıma kazandırılması projesi yok.
MEHMET CEYLAN (Karabük) - Olmaz olur mu…
MUHARREM DOĞAN (Devamla) - Dokuzuncu Kalkınma Planı, planlama anlayışı açısından ilkleri içinde barındırmaktadır. Çözüm önerileri ve yatırım programları getirmek yerine, sadece sorunları ve hedefleri ortaya koymasıdır; bu hedefler gerçekçi değildir.
Dış piyasadaki gelişmeler hesaba katılmamıştır. ABD Doları 2006 yılının ilk yarısında 1,7 YTL'nin, cari açık 28 milyar doların üzerine çıkmış, işsizlik, Türkiye İstatistik Kurumunun rakamlarına göre yüzde 11'i aşmıştır.
Dokuzuncu Kalkınma Planına siyasî müdahale söz konusudur. Öngörülen cari açığın nasıl finanse edileceği belli değildir. AB'yle uyum kaygısı, Devlet Planlama Teşkilatı işlevini tartışmalı hale getirmiştir.
Türkiye'nin ekonomik can damarı olan, dünyanın 8 inci büyük projesi arasında sayılan GAP'ı Dokuzuncu Kalkınma Planına almamak, ülkenin gelişimini görmezlikten gelmektir; bölgelerarası gelişmişlik farkının devam etmesini kabul etme anlamına gelir.
Değerli milletvekilleri, GAP'ın kısa bir özetini yapacak olursam, barajlar dahil GAP için harcanan miktar 16,6 milyar dolarken, 2004 yılı sonu itibariyle 280 milyar kilovat/saat hidroelektrik enerjisi üretimi yapılmıştır; parasal değeri 17 milyar dolardır. Başka bir örnek verecek olursam, 2004 yılında ülkemizde üretilen 46 milyar kilovat/saat hidroelektrik enerjisinin 22,4 milyar kilovat/saati bu bölgede elde edilmiştir; oran yüzde 49'dur, parasal değeri 1,3 milyar dolardır. Yine, 2004 yılında, Türkiye'nin 150 milyar kilovat/saatlik enerji üretimi içinde GAP'ın payı yüzde 15'tir. O halde, GAP'a, güneydoğu değil, Türkiye projesi gözüyle bakmalıyız. GAP'ta tarım yüzde 12 gerçekleşme oranıyla yerinde saymaktadır; ancak, bu gerçekleşme oranı yüzde 80'lere ulaştığında 4 000 000 işsize iş imkânı sağlayabileceği TOBB tarafından hazırlanan raporda belirtilmiştir. Bu sözler bana ait değildir, sivil toplum kuruluşlarımızın sözleridir. Buna rağmen, ülkemizin en kârlı projesi olan GAP'ı kapattınız; bence, cumhuriyet tarihinde alınan en talihsiz karardır. Sözümona ülkenin önünü açmak için, ülkeyi zenginleştirmek için Dokuzuncu Kalkınma Planı yapıyoruz. Bana göre, kalkınma planı demek, ülkenin gelişimini önceden görmektir.
Değerli milletvekilleri, özkaynaklarımızla ilgili konuya gelince; Türkiye'nin fosfat rezervleri 518 000 000 ton civarındadır. Bunun yüzde 98'e yakın bölümü güneydoğudadır. Bunun dörtte 1'i Mazıdağı Fosfat Tesislerinin bir ruhsat alanından elde edilmektedir. 100 yıllık hammadde stoku hazır olan ve 450 000 000 dolara mal olan fosfat tesisleri, güneşin ve yağmurun altında çürümeye terk edilmişken, özelleştirme kapsamına alınmış, Hükümet sadece seyirci kalmaktadır. Gübre fabrikası hayallerimiz suya düştü. Ülkenin en önemli doğalgaz kaynakları Diyarbakır'ın Hazro İlçesinde mevcuttur. Suriye-Türkiye sınırında, hem petrol hem doğalgaz sahaları mevcut. Suriye'yle petrol ve doğalgaz aramalarında bir işbirliği için sözleşmeler yok. Devlet elini taşın altına koymadan, özel teşviklerle, doğu, güneydoğu desteklenmeden, bölgelerarası gelişmişlik dengesi sağlanmadan kalkınma planından bahsetmek, bence, adil bir yaklaşım değildir. Cazibe merkeziyle ilgili, bu Planda hiç dikkate alınmamıştır. Sayın Maliye Bakanımız, bundan bir sene önce, Mardin Mazıdağı Fosfat Tesislerini gezdiğinde, aynen şu sözleri kullanmıştır: "Fosfat dolu dağ bize, biz ona bakıyoruz. Biz, buraları işleteceğiz ve cazibe merkezi haline getireceğiz." Ben, şimdi, Sayın Bakanıma soruyorum: Aynı Bakanlar Kurulunda çalışıyorsunuz; Sayın Bakanım, bu konuda bir çalışmanız var mı? Neden Kalkınma Planında yer almamıştır? Lütfen, bunu bize izah ederseniz memnun olurum.
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Özel olarak cevap verir…
MUHARREM DOĞAN (Devamla) - Ülkemizde, ortalama, her 55 dakikada bir trafik kazasının meydana geldiği ve bir can kaybının olduğu trafik kazalarında, yüzde 28 oranında yol ve çevre faktörlerinin etkili olduğu tespit edilmiştir.
ABD'de ve Avrupa ülkelerinde, baktığımızda, yol ve çevre faktörlerinin yüzde 28 oranında etkili olduğu trafik kazası yok. Trafik kazalarında kaybettiğimiz her 100 vatandaşımızdan 28'ini yol ve çevre faktörlerinden dolayı kaybettiğimiz halde, Dokuzuncu Kalkınma Planında, kalıcı ve önleyici hiçbir tedbir alınmamıştır. Trafik kazalarında her yıl yaşamını yitiren 5 000 vatandaşımızın geride bıraktıkları yüzbinlerce dul ve yetimleri düşünülmemiştir. Ölüm sıralamasında trafik kazaları birinci sıradadır. Bu durum, Amerika Birleşik Devletlerinde ve Avrupa'nın bazı ülkelerinde dördüncü sıradadır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ülkemizde bugün, yolcu taşımacılığının yüzde 95'i, yükün yüzde 92'lik bölümü karayoluyla gerçekleştirilirken, demiryolunun payı yolcuda yüzde 2, yükte yüzde 4'tür. Ülke boyutlarına ve nüfus yoğunluğuna baktığımızda, mevcut ağ çağın çok gerisindedir. Yapılması gereken önemli bir husus, demiryollarını tekrar ayağa kaldırmaktır. Özverili çalışmaları nedeniyle, Sayın Ulaştırma Bakanıma buradan teşekkür ediyorum. Karayolu taşımacılığının büyük bir kısmını demiryoluna ve denizyoluna aktarmak gerekir. Turizm sektörünün odağı Antalya ve çevresidir. Burdur-Antalya demiryolu yıllardır sürüncemededir, neden Kalkınma Planında yer almamıştır? Hızlı tren projeleri, ağırlıklı bir şekilde hayata geçirilmelidir.
Değerli milletvekilleri, bölünmüş yollarda hız limitinin 110 kilometreye çıkarılması bir ihtiyaçtır; ancak, bölünmüş yolların fizikî koşulları, hız limitinin 110 kilometreye çıkarılması için uygun değildir. Yollarda kaliteyi getirmeliyiz. Dokuzuncu Kalkınma Planında hissedilen en büyük eksiklik, otobanın olmamasıdır. Türkiye'de, Edirne'den Habur'a kadar otoban, Avrupa ile Asya'yı birbirine bağlamalı ve zarurîdir.
Dokuzuncu Kalkınma Planındaki eksikler şunlar:
İnanç ve kültür turizminin canlandırılması ve desteklenmesi için çalışma yok.
Eğitimde fırsat eşitliği sağlanmasına dair bir çalışma yok. Taşımalı eğitimle ilgili olarak Dokuzuncu Kalkınma Planında yer verilmemiştir. Ortaeğitimde meslekî eğitimin payı artırılmamıştır. Kalkınmada öncelikli yörelerde eğitim standardı sağlanamamıştır.
Türkiye'nin en önemli bir bölümü geçimini hayvancılıktan temin etmektedir. 1970'li yıllarda ülkenin nüfusu 40 000 000'larda iken, küçük ve büyükbaş hayvan, varlık olarak 80 000 000'un üzerindeydi. Bugün ise ülkenin nüfusu 70 000 000'un üzerinde; küçük ve büyükbaş hayvan, varlık olarak 40 000 000'un altına düştü. İktidar bunu görmemezlikten gelemez. Bu durum dikkate alınmamıştır. Dokuzuncu Kalkınma Planında hayvancılık konu bile edilmemiştir, desteklenmemiştir.
Değerli milletvekilleri, 2003 sonrası dönemde birincil enerji tüketimi yıllık ortalama yüzde 5,7; elektrik tüketimi yüzde 6,7 oranında büyümüştür; yani, elektrik tüketimi elektrik üretiminden daha fazladır. Enerji Bakanımız, Genel Kurulda, defalarca 2007, 2009 yıllarında Türkiye enerji darboğazına girebilir, bunun için baraj yapacak su arıyoruz dediğini hatırlamaya çalışınız. Barajlarla elektrik üretimiyle ilgili, Dokuzuncu Kalkınma Planında yer yok. 1 milyar euroya mal olacak, 11 milyar metreküp su tutacak, yılda 3 833 000 000 kilovat/saat enerji üretecek, 3 000 kişiye iş imkânı sağlayacak, bölgenin çehresini değiştirecek Ilısu Barajı, Dokuzuncu Kalkınma Planında yok. Ancak, bölge milletvekillerimizin "bugün yarın Ilısu Barajının temeli atılacaktır" şeklindeki söylemleri vatandaşımızı umutlandırmaktadır, hayal kırıklığına uğratmaktadır. Biz, Anavatan olarak, geçmişte, 7 tane büyük barajı yapıp hizmete sunan bir partiyiz. Ilısu Barajının yapılmasını istiyoruz. Bölgenin çehresinin değişmesiyle, bölgede kırsal kalkınmanın, bölgelerarası gelişmişlik farkının daha kolay ortadan kalkacağını biliyoruz. Bundan dolayı, Ilısu Barajı yapılmalı ve Dokuzuncu Kalkınma Planına derhal konulmalıdır; ancak, hayalî temel atma töreni istemiyoruz.
Değerli milletvekilleri, ülkemizin Suriye sınırı boyunca uzanan toplam 210 000 000 metrekare ve 943 kilometre büyüklüğündeki araziler mayınlıdır. İki Kıbrıs büyüklüğündeki bu arazilerin mayınlardan temizlenmesi ve organik tarıma dönüştürülmesi gerekmektedir. Mayınlar, devlet tarafından temizlenmeli ve eski sahiplerine ucuza satılabilir. Temizle-işlet-devret modeli, müteahhit işi değildir; çünkü, mayın temizleme işi, ihtisas isteyen bir iştir, askerin işidir; mutlaka, bu işin ihtisasını yapmış birileri tarafından temizlenmelidir. Elli yıldır kullanılmayan bu topraklar, yüksek verim alınabilecek araziler durumundadır. Toprakları kullanacak yerli ve yabancı girişimcilerin açacağı modern tarım işletmeleri, bölge halkına ciddî bir istihdam kapısı açacağı gibi, doğu, güneydoğu bölgelerinin ekonomisini de canlandıracaktır. GAP kadar faydalı olabilecek bu projenin Dokuzuncu Kalkınma Planında yer almaması, Türk tarımı için bir kayıptır.
Değerli arkadaşlar, Sayın Bakanımızın birinci bölüm üzerinde yaptığı konuşmasında bu kitapçığın kısa olduğunu ve 101 sayfaya sığdığının nedenlerini anlattı, şöyle söyledi: "Kısa oluşu, etkin olmadığı anlamına gelmez; üstelik, daha kısa olması, daha dinamik bir yapı kapsadığı için 101 sayfa olmuştur" demiştir. Ben burada Sayın Bakanıma soruyorum: Sayın Bakanım, GAP yok, barajlar yok; doğu, güneydoğuda fabrikalar yok, özkaynaklar işletilmiyor, mayınlı alanlar bir çözüme kavuşturulmamıştır, hayvancılık yok, bölgelerarası gelişmişlik farkı kaldırılmamıştır, eğitimde fırsat eşitliği sağlanmamıştır. Eğer, siz bunları bu Plana dahil etmiş olsaydınız, bu kitapçık, bu Kalkınma Planı 101 sayfa değil, 201 sayfa olacaktı.
MEHMET CEYLAN (Karabük) - Var, var… Siz görmemişsiniz.
MUHARREM DOĞAN (Devamla) - Değerli arkadaşlar, özellikle AKP'li milletvekillerine seslenmek istiyorum. Değerli milletvekilleri, duvarda görmüş olduğunuz söz Ulu Önder Atatürk'ün sözüdür: "Egemenlik kayıtsız, şartsız milletindir." Bu söz, duvarı süsleyen bir söz değildir. Siz, İktidar olarak, bu sözü, birinci göreviniz, buradan alıp hayata geçirmektir. Dolayısıyla, yaptığınız işler millet için ve devlet için olmalıdır diyorum.
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Aynen öyle yapıyoruz.
MUHARREM DOĞAN (Devamla) - Yapın da görelim, size de teşekkür edelim. Ama, bakın, sayın Mardin milletvekillerimiz de burada. Gerek yerli basında gerekse de bölgesel basında "her gün, işte, Ilısu Barajının temeli atılıyor, Sayın Başbakan geliyor, temeli atılıyor" diye beyanatları vardır.
MEHMET BEŞİR HAMİDİ (Mardin) - Aybaşında atıyoruz.
MUHARREM DOĞAN (Devamla) - Bakınız "aybaşında" diyor. Değerli arkadaşlar ben şundan korkuyorum: O bölge insanı çok temiz ruhlu ve çok saygıdeğer insanlar; bunları aldatmayalım. Yapabileceklerinizden bahsedin, onları anlatın. Lütfen…
Devlet Su İşlerinin yapmış olduğu Ilısu Köyü ile Dargeçit arasındaki 13 kilometrelik stabilize yolu şimdiden hazırlattınız. Helikopter pistini de hazırlattınız ve Sayın Başbakanı oraya indirtip daha müteahhitler gelmeden konsorsiyumu alan 3 tane büyük firma ve 3 tane de yurt dışındaki 3 firma henüz daha işyerine gelmemiş, şantiyelerini kurmamış, makine parklarını getirmemişler. Siz, hayalî bir temel atma töreni düzenleyebilirsiniz; ama, ben buradayım, sizin peşinize, hiçbir zaman sıkılmadan ve yılmadan arkanızda sizi takip edeceğimizi unutmayınız. Biz, yatırımlar için her türlü fedakârlığı yapmaya hazırız. Biz, Anavatan Partisi olarak geçmişimizde çok büyük başarılar var.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Doğan, lütfen, konuşmanızı tamamlayınız; sadece 1 dakikalık süre…
MEHMET BEŞİR HAMİDİ (Mardin) - Mardin içmesuyu gibi, bunu da yapacağız Sayın Milletvekilim.
MUHARREM DOĞAN (Devamla) - Tamamlıyorum Sayın Başkanım.
Otoban işi, baraj işi, telekomünikasyon işi, telefon işi, her köye elektrik, su, yol, Anavatan Partisinin işidir. Yine, Anavatan Partisi gelecek ve bunları yapacaktır.
Bütün olumsuzluklara rağmen, Dokuzuncu Kalkınma Planının, milletimize ve ülkemize hayırlar getirmesini diliyor, beni dinlediğiniz için sevgi ve saygılarımı arz ediyorum. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Doğan.
Sayın Melik, sisteme girmişsiniz; ama, bu Dokuzuncu Kalkınma Planı üzerindeki görüşmelerde soru sorma diye bir usul yok. O bakımdan, ben, bilginiz dahilinde mikrofonunuzu kapatayım.
Teşekkür ederim.
Anavatan Grubu adına ikinci konuşmacı Sayın Ömer Abuşoğlu; buyurun. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
Süreniz 10 dakika.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU ADINA ÖMER ABUŞOĞLU (Gaziantep) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugün görüşmekte olduğumuz Dokuzuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı ve bu Plan çerçevesinde, Planın son kısmıyla ilgili, Anavatan Partisinin görüşlerini açıklamak üzere huzurlarınızda bulunuyorum. Üzerinde duracağım konular, eğitim, istihdam, bölgesel kalkınma gibi, kamu yönetiminin iyileştirilmesi gibi birbirinden farklı dört konuyu, dört başlığı içeriyor, hatta beş başlığı içeriyor. 10 dakikalık süre içerisinde bu beş başlığın tamamı üzerinde sadece belki birer cümleyle bir şeyler söylenip geçiştirilir. Onun için, ben, bu başlıklardan sadece birisi üzerinde hassasiyetle durmak istiyorum, bazı hususları vurgulamak istiyorum; o da bölgesel kalkınma meselesi.
Kalkınma dediğimiz zaman, kendi başına bir dengesizlik içerir. Her ülkede olduğu gibi, ülkemizde de kalkınma hareketiyle birlikte, Türkiye'nin bazı bölgeleri diğerlerine oranla, diğerlerinden farklı bir şekilde, hızlı bir şekilde kalkınmasını gerçekleştirmiş; fakat, bazı bölgeler ise, kalkınmalarını bir türlü başlatamamışlardır, bırakınız gerçekleştirmeyi, kalkınmanın başlatılmasında bile ciddî problemler, ciddî sıkıntılar yaşanmaktadır, hâlâ da yaşanmaya devam etmektedir.
Bu çerçevede, Hükümetin Plana koyduğu, bölgesel kalkınmanın sağlanmasına yönelik olmak üzere Plana koyduğu bugüne kadar hiçbir planda görülmeyen yeni bir husus var. Planda bu pek açık bir şekilde gözükmüyor; ama, Planın ruhunu yaklaşık olarak geçen haftaki -yanılmıyorsam cuma günüydü- Hükümet kaynaklı bir basın açıklamasıyla birleştirdiğim zaman, bu iki mesele, bu iki açıklama, Planın metni ve Hükümetin basın açıklaması, bölgesel kalkınma konusuna yepyeni bir anlayışla yaklaşıldığı izlenimi ve intibaını uyandırdı bende ve konuyla yakından ilgilendiğim için, daha önceki çeşitli hükümetler döneminde bu konuyla ilgili birtakım çaba ve gayretlerim olduğu için de hemen konuya dikkat kesildim ve Planın görüşmesi esnasında, bu bölümün, Grubum adına konuşmasını üstlendim.
Konunun mahiyeti şudur: Yaklaşık bundan onyedi yıl önce, 1989 yılında, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinde görev yaparken, AK Parti Mersin Milletvekili -şu anda salonumuzda bulunuyor kendisi de- Sayın Ömer İnan'la birlikte, Odalar Birliğinin görüşünü yansıtmak üzere, Hükümete, bir model teklifinde bulunduk ve bu da, neticede kitaplaştırıldı "Kalkınmada Öncelikli Yöreler ve Bölgesel Kalkınma İçin Bir Model" olarak Odalar Birliği tarafından yayımlandı.
Bölgesel kalkınmanın nasıl gerçekleştirileceği konusunda bir model sunmuştuk o zaman. O günün hükümetinde Anavatan Partisi İktidarı vardı; fakat, maalesef, yeterince, bizim sunduğumuz öneri, bizim sunduğumuz model, o günün bürokratlarınca, DPT bürokratlarınca pek dikkate alınmadı ve hükümet de o doğrultuda bürokratlarını dinlediği için -bugünün Hükümetinin başında olan problem gibi- bürokrasinin çemberi dışına fazla çıkamadığı için hükümetler, siyasîler, o gün, fazla üzerinde durulmadı ve biz de o günün şartlarında konuyu yeterince tartıştık dilimiz ve gücümüz yettiğince; fakat, daha sonra unutuldu.
Orada teklif ettiğimiz modelle, bugün, Hükümetin Plana koyduğu ve bölgesel kalkınmanın gerçekleştirilmesi noktasındaki anlayış değişikliğini ifade eden basın açıklamasıyla bizim söylediğimiz model, harfiyen, üst üste çakışıyor. Biz o gün cazibe merkezlerinden bahsetmiştik. Bölgesel kalkınmanın gerçekleştirilmesi için, geri kalmış bölgeleri dar bölge kapsamında tutarak bu bölgeler içerisinde birtakım cazibe merkezlerini öncelikli olarak kalkındırmak ve sanayileştirmek, daha sonra, bu cazibe merkezlerinden civar illere kalkınmanın yansıması, yayılmasını öngörmüştük. Böyle bir model gerçekleştirilirse, ancak geri kalmış bölgelerin kalkındırılabileceği, kalkınmalarının hızlandırılabileceğini ifade etmiştik ve o günün şartlarında birtakım illerin cazibe merkezî olarak öne çıktığını da isim isim belirtmiştik.
Ben, müsaadenizle, bu kitaptan okuyorum. Onyedi yıl önce teklif ettiğimiz iller, sadece, Türkiye'nin tamamını değil kalkınmada öncelikli yöreler kapsamında olduğu için, bugün, Hükümetin teklif ettiği iki tane il burada zikredilmemiş. Bu illerden birincisi Gaziantep. Cazibe merkezi olarak, sanayileşmenin öncelikle o bölgelerde hızlandırılması, kalkınmanın hızlandırılması gereken, gerekirse özel teşviklerle desteklenmesi gereken bir il olarak Gaziantep demişiz. Hükümetin, geçen haftaki açıklamasında var. Malatya demişiz; aynı şekilde, Hükümetin açıklamasında var bu il. Ayrıca, Erzurum demişiz; Hükümetin açıklamasında var bu il. Aynı zamanda Van demişiz; Hükümetin açıklamasında, yine, aynı şekilde, Van da bir cazibe merkezi olarak ilan edilecek bundan sonraki adım olarak. Hükümetin açıklamasının sadece Kayseri ve Konya olarak, bizim zikrettiklerimizin dışında ayrıca iki ili daha cazibe merkezî olarak öngörüyor; fakat, biz, Türkiye'nin geri kalmış bölgelerini, kalkınmada öncelikli yörelerini aldığımız için, bu iki il, bu kitapta sayılmamış. Ama, bu iki il dışında, Hükümetin cazibe merkezi olarak tespit ettiği veya kalkınmasını öncelikle hızlandıracak politikaları uygulayacağı iller tümüyle bu kitapta sayılmış.
Dolayısıyla, benim ve arkadaşım Sayın Ömer İnan'ın müştereken hazırladığı ve teklif ettiği bir modelin, Hükümet tarafından, onyedi yıl sonra benzer bir şekilde uygulamaya konulması, elbette, bu konuyla ilgilenen ve bu konuda fikir serdeden iki akademisyen olarak bizleri gerçekten heyecanlandırdı ve bu konuyu, Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünden dile getirerek kayıtlara geçirilmesini de istedim. Buradaki amaç, sadece "biz zamanında demiştik" değil "biz onyedi sene önce bunu söylemiştik"in bize verdiği tatmini hissetmek, yaşamak değil. Gerçekten, Türkiye'de, bölgesel kalkınma meselesinin çözümü ancak bu şekilde gerçekleştirilebileceği için, böyle bir politika uygulanmaması halinde, bölgesel kalkınmanın unutulması gerektiği için, bu konudan gerçekten heyecan duydum.
Nitekim, Türkiye'de, özellikle planlı dönemden sonra başlayarak, 1960'tan sonra, bölgesel kalkınma meselesi ciddî bir mesele olarak ele alınmış, Devlet Planlama Teşkilatı da dahil olmak üzere bütün kurumlar, bölgelerin ticaret ve sanayi odaları da dahil olmak üzere, sivil toplum kuruluşları da dahil olmak üzere, bu konunun, çok ciddî ve öncelikli olarak ele alınmasını sağlamışlar; ama, bu konuda hiçbir şey gerçekleştirilememiş. Tüm çaba ve gayretlere rağmen, bölgesel kalkınma dediğimiz zaman, geri kalmış bölgelerin kalkındırılmasına yönelik hiçbir tedbir sonuç vermemiş.
Ancak, meselenin çözümü, bu cazibe merkezlerinin oluşturulmasında ve kalkınmayı, geliştirilmesi istenen bölgenin tamamında birden gerçekleştirmek değil, bir kutup oluşturarak, bir çekirdek bölge oluşturarak kalkınmanın başlatılması ve bu başlayan kalkınmanın, daha sonra, civar illere doğru yayılması şeklinde öngören, meseleyi bu şekilde takdim eden bir yaklaşım.
Nitekim, Türkiye'nin gelişmiş bölgelerine baktığımız zaman -bakınız Marmara Bölgesine- Çorlu'dan, Tekirdağ'dan başlayın, Adapazarı ve Düzce'ye kadar uzanan yaklaşık 350 kilometrelik bir bölge içerisinde bir gelişme bölgesi oluşmuş, kalkınmış bölge oluşmuş. Kalkınma, bu bölgenin tamamında, aynı anda ve aynı şiddette gerçekleşmedi. Önce İstanbul, daha sonra, İstanbul'dan sonra Kocaeli'ne yayılan sanayileşme ve kalkınma, bu bölgelerde bir doyum noktasına ulaştıktan sonra Çorlu ve Tekirdağ'a, Kocaeli'nden de Adapazarı ve Düzce'ye doğru yayılma göstermiştir. Eğer, İstanbul ve Kocaeli bölgesi bir doyum noktasına ulaşmasaydı, sanayileşmenin ve gelişmenin bu şekilde diğer illere sirayet etmesi mümkün olmayacaktı.
Aynı mantığı, aynı gelişmeyi, biz, cazibe merkezlerinin oluşturularak, öncelikle, her bölgede belli bir çekirdek bölgenin öncelikle sanayileşmesi ve kalkındırılması, daha sonra, civar illere bunun yayılması şeklinde bir model takdim ettik.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Abuşoğlu, ek 1 dakikalık sürenizi başlatıyorum. Lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla) - Gerçekten, bu model, uygun teşvik tedbirleriyle desteklendiği zaman, çalışabilecek, uygulanabilecek ve sonuç verebilecek bir modeldir; ama, bir tek aması var, bu kitap yazılalı, bu model sunulalı onyedi senelik bir dönem geçti üzerinden, onyedi senelik dönem içinde de Türkiye'de de ciddî birtakım değişmeler oldu. Dolayısıyla, eklenmesi gereken, artık, cazibe merkezlerinin bir tek il şeklinde değil, bundan sonra, birkaç ili kapsayacak şekilde bölgesel cazibe merkezleri oluşturulması; mesela, güneyde, Akdeniz havzasında, Mersin, Adana, Antakya, Gaziantep, Kahramanmaraş bölgesinin bir cazibe merkezi olması; doğuda, Malatya, Elazığ ve civar illeri, Adıyaman'ı kapsayacak şekilde bir bölgesel cazibe merkezi oluşturulması; Çorum ve civarında bir bölgesel cazibe merkezi oluşturulması şeklinde, artık, cazibe merkezlerinin bir tek il kapsamı dışına taşınarak daha geniş çerçevede alınması zarureti ortaya çıkmıştır. Çünkü, onyedi seneden beri Türkiye'de meydana gelen gelişme, çekirdek bölgeyi, cazibe merkezini…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla) - Son cümlem…
BAŞKAN - Sayın Abuşoğlu, teşekkür ediyorum.
ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla) - Sayın Başkan, cümlemi bitireceğim.
BAŞKAN - Sayın Abuşoğlu, lütfen…
Buyurun.
ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla) - …bir tek il olmaktan çıkararak daha geniş kapsamda ele alınması zaruretini doğuruyor.
Hepinize saygılar sunuyorum. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, şimdi, AK Parti Grubu adına iki konuşmacı var; Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Hanefi Mahçiçek ve Karabük Milletvekilimiz Mehmet Ceylan.
İlk konuşmacı, Sayın Mahçiçek. Ondan kalan süreyi de Sayın Mehmet Ceylan kullanacaklardır.
Sayın Mahçiçek, buyurun.
AK PARTİ GRUBU ADINA HANEFİ MAHÇİÇEK (Kahramanmaraş) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; Dokuzuncu Kalkınma Planının üçüncü bölümünde, AK Parti Grubumuzun görüşlerini ifade etmek üzere söz aldım; konuşmamın başında, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bu arada, bu çalışmayı, Dokuzuncu Planı, bizlerin önüne getirmede çok büyük katkısı olan, beraber çalışmışlığımız olan, mesai arkadaşlığımız olan Planlamadaki bütün arkadaşlarıma da yürekten teşekkür ediyorum. İnanıyorum ki, kendileri, önümüzdeki dönemlerde de, zaman dilimlerinde de, böyle kıymetli çalışmalar, yeni projeler üretecekler ve inşallah, milletimizin önüne koyacaklardır.
Değerli arkadaşlarım, Dokuzuncu Plan, küreselleşmenin her alanda etkili olduğu, bireyler, kurumlar ve uluslar için fırsatların ve risklerin arttığı bu dönemde, Türkiye'nin, ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda bütüncül bir yaklaşımla gerçekleştireceği dönüşümleri ortaya koyacak temel strateji dokümanı olacak şekilde tasarlanmıştır.
Dokuzuncu Kalkınma Planıyla, bir bütünle birlikte, yeni bir planlama yaklaşımına, yeni bir anlayışa geçilmiştir; çünkü, son yıllarda, planlama konusunda, dünyada ve ülkemizde yaşanan değişimler dikkate alındığında, ülkemizde de, planlama yaklaşımının yeniden tasarlanması kaçınılmaz olmuştur. Bu yeni yaklaşım çerçevesinde, geçmiş dönemlerde olduğu gibi, geniş kapsamlı ve ayrıntılı bir plan hazırlamak yerine, makro dengeleri gözeterek, sorunları önceliklendiren, temel amaç ve önceliklere yoğunlaşan, böylece öngörülebilirliği artıran, piyasaların daha etkin işleyişine imkân verecek kurumsal ve yapısal düzenlemeleri öne çıkaran nitelikte bir plan tercih edilmiştir.
Belirlenen vizyon çerçevesinde, ekonomik büyümenin ve sosyal kalkınmanın istikrarlı bir yapıda gerçekleştirilmesi amacıyla, temel sorun alanlarına odaklanan 5 temel gelişme ekseni belirlenmiştir. Gelişme ekseni bazındaki çözüm alternatifleri ve uygulanacak politikalar bu doğrultuda geliştirilmiştir.
Planın ilk gelişme ekseni rekabet gücünün artırılması olarak belirlenmiştir. Bu eksenin temel amacı, ekonomimizin, yüksek teknolojik kabiliyete ve nitelikli işgücüne sahip, değişen şartlara hızla uyum sağlayan, ulusal ve uluslararası pazarlarda rekabet gücü olan, istikrarlı ve yüksek verimliliğe sahip bir yapıya kavuşturulmasıdır.
Son yıllarda, ülkemizin uluslararası rekabet gücü sıralamasındaki yerinde nispî bir iyileşme görülmektedir. Ülkemiz, büyümeye ilişkin rekabet gücü açısından, 2002 yılında, 80 ülke arasında 69 uncu sırada iken, 2005 yılında, 117 ülke arasında 66 ncı sıraya yükselmiştir. Türkiye, iş ortamına ilişkin rekabet gücü açısından da, 2002 yılında 80 ülke arasında 54 üncü sırada iken, 2005 yılında, 117 ülke arasında 51 inci sıraya çıkmıştır. Ancak, birçok alanda gerçekleştirilen yapısal reformlara rağmen ve sağlanan makroekonomik istikrar sonucu önemli verimlilik artışları elde edilmesine rağmen, ülkemiz rekabet gücünün henüz yeterli düzeyde olduğu söylenemez. Bu kapsamda, rekabet gücünün artırılmasını teminen Planda şu öncelik alanlarına yer verilmiştir: Makro istikrar, makro istikrarın kalıcı hale getirilmesi, iş ortamının iyileştirilmesi, ekonomide kayıtdışılığın azaltılması, finansal sistemin geliştirilmesi, enerji ve ulaştırma altyapısının geliştirilmesi, çevrenin korunması ve kentsel altyapının geliştirilmesi, ar-ge ve yenilikçiliğin geliştirilmesi, bilgi ve iletişim teknolojilerinin yaygınlaştırılması, tarımsal yapının etkinleştirilmesi, sanayi ve hizmetlerde yüksek katmadeğer üretim yapısına geçişin sağlanması. Bu unsurlarda sağlanacak gelişmeler, ekonomimizin rekabet gücüne ve dolayısıyla, kısıtlı kaynakların daha etkin kullanımını sağlayarak ülkemizin refahına ve dünya ölçeğinde küresel bir güç olmasına katkıda bulunacaktır.
İstihdam odaklı sürdürülebilir bir büyüme çerçevesinde ikinci gelişme ekseni, istihdamın artırılması olarak belirlenmiştir. Bu eksenin temel amacı, rekabetçi bir ekonomi ve bilgi toplumunun gerektirdiği doğrultuda istihdam imkânlarının geliştirilmesi ve bu kapsamda işsizliğin azaltılmasıdır.
Ekonomik büyümeye paralel olarak istihdam edilebilirliğin artırılması, tüm bireylere eşit istihdam fırsatlarının sağlanması, eğitim ve istihdam arasındaki ilişkinin güçlendirilmesi ve işgücü piyasasının daha esnek hale getirilmesini amaçlayan politikalar uygulanacaktır.
Değerli arkadaşlarım, Hükümetimizin bu alandaki temel yaklaşımı, Dokuzuncu Planda, istihdamın artırılması dedik. Bu eksende, Avrupa Birliğinin Lizbon Stratejisiyle uyumu da dikkate alınarak önümüzdeki yedi yılda Türkiye'nin istihdam konusunda izleyeceği yol haritası ortaya konmaktadır.
Bu yol haritası, istihdamın artırılması, işgücü piyasasının geliştirilmesi, eğitimin işgücü talebine duyarlılığının artırılması ve aktif işgücü politikalarının geliştirilmesi ana temaları üzerine kurulmuştur.
İstihdam odaklı sürdürülebilir bir büyüme çerçevesinde rekabetçi bir ekonomi ve bilgi toplumunun gerektirdiği doğrultuda nitelikli insan kaynaklarının yetiştirilmesi, istihdam imkânlarının geliştirilmesi, işsizliğin azaltılması, işgücü piyasasının iyileştirilmesi ve ekonomik, sosyal alanda yapılacak düzenlemelerde istihdam boyutunun gözetilmesi temel amaçtır.
Ulusal istihdam stratejisinin oluşturulması çalışmalarında tarım sektöründeki çözülme ile bu sektörden gelen işgücünün tarımdışı sektörlere kazandırılması konusuna ağırlık verilmesi ve istihdamın artırılmasında önem taşıyan girişimciliğin geliştirilmesi ve teşviki önplana çıkan diğer konulardır.
Bu bağlamda, işgücü piyasasında dezavantajlı konumda bulunan kesimlere yönelik özel politikalar öngörülmektedir. Bunlar arasında en çok kadınlar, gençler ve özürlüler üzerinde durulmaktadır. Kadınların işgücüne katılımlarının artırılmasını sağlayacak önlemlere önem verilmektedir. Gençlerin işgücü piyasasına girişlerinin kolaylaştırılması için, gençlerin, işgücü piyasalarında deneyim kazanmalarını sağlayacak programların uygulanması öngörülmektedir.
Bu çalışmalar neticesinde, hedeflenen gayri sâfi yurtiçi hâsılada, 2005 yılı itibariyle, satın alma gücü paritesine göre kişi başına geliri, ülkemizin, Avrupa Birliği ülkeleri arasındaki ortalamada yüzde 36 düzeyindedir. 2013 yılında, inşallah, bu kalkınma hızımızı sağladığımız takdirde -ki, inşallah, sağlayacağız- Avrupa Birliği ülkelerinin yüzde 55'i düzeyine çıkacak ortalaması ve böylece ekonomik göstergelerimiz, Avrupa Birliği ortalamalarına önemli ölçüde yaklaşmış olacaktır.
Değerli arkadaşlarım, yaşadığımız bu gelişmeleri devam ettirebilmek ve daha iyiye götürebilmek amacıyla, önümüzdeki dönem içinde öngörülen politikalar, uygulanması gereken enstrümanlar şu şekilde özetlenebilir:
Dokuzuncu Kalkınma Planı döneminde gelir dağılımındaki eşitsizlikler, yoksulluk, sürdürülebilir büyüme ve istihdam, eğitim, sağlık ve çalışma hayatına ilişkin politikaların uygulanmasıyla, çok boyutlu bir yaklaşımla kalıcı bir şekilde azaltılacaktır. Yoksulluk ve sosyal dışlanmaya maruz veya bu risk altında olan birey ve grupların, ekonomik ve sosyal hayatta yer almaları sağlanacak ve yaşam kaliteleri yükseltilecektir.
Yoksullukla mücadelenin yanı sıra, kadınlar, özürlüler, yaşlılar gibi dezavantajlı gruplara özel önem verilecektir.
Kadınların ekonomik ve sosyal hayata katılımlarını artırmak için, bu kesime yönelik meslekî eğitim imkânları geliştirilerek istihdam edilebilirlikleri artırılacak; kadına yönelik şiddetin önlenmesi için toplumsal bilincin artırılması yönünde çalışmalar yapılacaktır.
Özellikle kırsal kesimdeki kız çocuklarımızın, özürlülerin ve düşük gelirli ailelerin çocuklarının eğitim ihtiyaçlarının karşılanması desteklenerek, bu kesimlerin eğitime erişimleri kolaylaştırılacaktır.
Yaşlılara yönelik olarak evde bakım hizmeti desteklenecek; özürlülerin ekonomik ve sosyal hayata katılımlarının artırılmasına yönelik olarak sosyal ve fizikî çevre şartları iyileştirilecektir.
Dokuzuncu Planın ana gelişim eksenlerinden bir tanesi, bölgesel gelişme. Bu noktada da görüşlerimi kısaca sizlerle paylaştıktan sonra konuşmama son vereceğim.
Değerli arkadaşlarım, sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçildiği günümüz küreselleşen dünyasında, bilgi ve iletişim teknolojiyle ulaşım imkânlarında yaşanan gelişmelerle birlikte, ülkelerin kendi aralarındaki bölgesel bütünleşme hareketleri hızlanmış, ülkelerin yerel yönetimlere verdikleri önem artmış ve bölge ve alt bölgeler, dünya sistemiyle doğrudan etkileşim içine girmeye başlamıştır. Diğer bir ifadeyle, küreselleşen dünyada bölgeler ve kentler, giderek, kapalı bir ekonomik sistem olmaktan çıkmıştır.
Günümüz şartlarında, artık, şehirler ve bölgeler, dünyadaki farklı nitelikli ağlar, ilişkiler içinde yer alabilen ve bunlarla etkileşim içerisinde bulunabilen yerel aktörler olarak algılanmaktadır.
Burada, dikkat çeken ve memnuniyet verici olan nokta, Planda, sadece az gelişmiş bölgeler ile kırsal alanın sorunlarına odaklanılmamasıdır. Planda, küresel eğilimler de dikkate alınarak, bölgesel gelişme bütüncül bir yaklaşımla ele alınmış, ülkemizin tüm bölgelerine hitap eden politikalar geliştirilmiştir. Örneğin, az gelişmiş bölgelerimizin en önemli sorunları olan beşerî ve kurumsal kapasite zayıflığı, istihdam imkânlarının azlığı, fizikî ve sosyal altyapı imkânlarının yetersizliği ve bu eksikliklerin doğurduğu özellikle büyük şehirlere doğru yaşanan göç akımı, isabetli bir şekilde teşvik edilmiştir.
Yeni bir yaklaşımla ele alınan bu Planın bölgesel gelişme anlamında getirdiği yeniliklerin de ülkemizin rekabet gücünün artmasına ve topyekûn kalkınmasına önemli katkılar sağlayacağına inanıyorum.
Özetle, yeni bir yöntem, yaklaşım ve vizyonla ele alınan, halkımıza ve kuruluşlarımıza yerelden başlayan topyekûn kalkınmanın yol haritasını sunan Dokuzuncu Kalkınma Planının, ülkemiz için hayırlara vesile olmasını bütün kalbimle diliyor, hepinize, tekrar, saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından kalkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Mahçiçek.
AK Parti Grubu adına ikinci konuşmacı Karabük Milletvekili Mehmet Ceylan.
Sayın Ceylan buyurun.(AK Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA MEHMET CEYLAN (Karabük)- Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Dokuzuncu Kalkınma Planının üçüncü bölümü üzerinde AK Parti Grubu adına söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
İkinci bölümde de söz almıştım. İkinci bölüm konuşmamda, Dokuzuncu Kalkınma Planı hüviyetindeki ekonomik ve sosyal gelişmeler ile Dokuzuncu Kalkınma Plan hedefleri üzerine konuşmaya çalışmıştım. Ancak, sektörel bazda, Plan hedefleri ve gelişmelerle ilgili olarak, eksik kalan kısımlarını tamamlamak üzere söz almış bulunmaktayım. Ancak, bu geri kalan sektörel bazdaki değerlendirmeleri yaparken de, bir miktar da, bundan önce konuşan muhalefetteki arkadaşların eleştirilerine cevap vermeye çalışacağım.
Değerli arkadaşlarım, muhalefet kesiminden arkadaşlarımızın önemli bir bölümü, döviz kurları üzerindeki eleştirilerini yönelttiler. Hatta, bu konuşmalar-dan bazıları o kadar ileri gitti ki, Sayın Ümmet Kandoğan gibi, bu Planı, bu dö-viz kurları tahminleri nedeniyle uygulanma şansı olmayan, gerçekçi olmayan bir Plan gibi ifadelerle eleştirdiler. Değerli arkadaşlarım, tabiî, buna benzer e-leştiriler diğer arkadaşlarımız tarafından da yöneltildi ve Planın öngörülerinin, hedeflerinin, 2013 yılı içinde Plan hedeflerinin tutmayacağını, dolayısıyla, ger-çekçi olmayacağı gibi varsayımlarla eleştirilerde bulundular.
Değerli arkadaşlarım, Dokuzuncu Kalkınma Planında, döviz kurları, 2006 yılı itibariyle dolar 1,45 YTL olarak alınmıştır, 2006'da 1,47 YTL, 2008 1,48 ve 2013 yılında 1,47 YTL olarak öngörülmüş bulunmaktadır. Bunlar, afakî değil, abartma değil, gerçekçi tahminlerdir değerli arkadaşlarım. 2006 yılının ilk dört ayına baktığınızda -her ne kadar, son bir ayda, birbuçuk ayda uluslara-rası piyasalardaki dalgalanmaların da etkisiyle döviz kurları bir miktar tırman-mış; ancak, yılın ilk dört aylık kısmında baktığımızda- döviz kurunun, ortalama dolarda 1,32 YTL olduğu görülmektedir. Dolayısıyla, yılın geri kalan kısmında, son sekiz aylık kısmında da dolar kurunun ortalama 1,55 YTL olabileceği gözden kaçırılmamalıdır. 1,55 olduğu takdirde de, 1,45 YTL olan döviz kuru tahmini tutacaktır.
Bilindiği gibi, Merkez Bankamız, Maliye Bakanlığımız ve ilgili kuruluşlarımız, son bir ay, birbuçuk aydaki piyasalardaki hareketlilik konusunda ciddî tedbirler almışlardır ve bunun semereleri görülmeye başlanmıştır. Bildiğiniz gibi, son üç gündür Merkez Bankasının almış olduğu tedbirlerle dolar kuru aşağı doğru seyretmektedir, 1,6'ya doğru seyretmektedir.
Tam bu noktada, değerli arkadaşlar, bir anımı sizlerle paylaşmak istiyorum, küçük bir anımı. Sayın Enis Tütüncü, benim sevdiğim bir büyüğümdür, ağabeyimdir, öyle ifade edeyim. Devlet Planlama Teşkilatında yıllar önce birlikte de çalıştık, o benden önce çalıştı, saygı duyduğum bir büyüğümdür; ama, şunu ifade etmek isterim: Geçen yıllarda, Plan ve Bütçe Komisyonunda birlikte çalıştık. Kendisi, burada da eleştirdi, orada da eleştirirdi döviz kurunun tutmayacağını. 2003 yılı bütçesini hatırlıyorum, Sayın Tütüncü, orada da eleştirdiniz. İşte, Hükümetin getirdiği bütçede döviz kurunun oldukça düşük tahmin edildiğini eleştirdiniz. O zamanlar da, 2003 yılı bütçesi hazırlanırken 1,6'ya doğru tırmanmıştı dolar kuru ve bunun kesinlikle tutmayacağını falan ifade etmiştiniz. Biz de "sakin olun; bu, yıl ortalamasına bağlıdır, alınan tedbirlerle tutar" dedik ve nitekim, yanılmadık bu hususta. 2004 yılı bütçe görüşmeleri geldiğinde ben size hatırlattım; Sayın Tütüncü, 2003 yılında da bu eleştirinizi yapmıştınız döviz kurunun tutmayacağını, şimdiden daha 1,6'lara, 1,5'lere tırmandığını ifade etmiştiniz; tutmayacağını, ben, size 2004 yılı bütçesinde açık bir şekilde ifade ettim; tutanaklar oradadır.
Şimdi, Sayın Tütüncü gibi diğer arkadaşlarımız da eleştiriyor; döviz kuru kesinlikle tutmayacak, şu etmeyecek, bu etmeyecek… Dolayısıyla, Dokuzuncu Kalkınma Planı hedefleri tutmayacak şekilde eleştirilerde bulunuyorlar. Değerli arkadaşlarım, sakin olun, rahat olun; Türkiye, eskisi gibi değildir, Türkiye ekonomisi güçlü bir ekonomiye sahiptir, gerekli tedbirler alınmıştır. Bir miktar uluslar arasındaki dalgalanmalara bağlı olarak, Türkiye'de de, elbette ki dalgalanma vardır; ama, bu rayına oturacaktır, son üç gündür de bunun işaretlerini görmekteyiz. Dolayısıyla, döviz kuruna ilişkin olarak eleştiriler yersizdir, haksızdır, tutarsızdır; bu açıdan da ifade etmek istiyorum.
Diğer taraftan, Sayın Muharrem Doğan'ın sözlerine gerçekten üzüldüm; yani, Sayın Doğan bu Planı okudu mu okumadı mı bilmiyorum; beni bağışlasınlar; öyle laflar etti ki burada, şaşırmamak mümkün değil doğrusu. İşte, "tarım destekleri yok" diyor, "tarım öldü" diyor, "GAP yok" diyor, "bölgesel plan yok" diyor, "organik tarım yok" diyor, şu yok diyor, bu yok diyor.
Değerli arkadaşlar, Planın içinde bölgesel gelişme konusu, beş temel sorundan birisi olarak ele alınmıştır, bölgesel gelişme vardır. Sayfa numarasını da vereyim mi Sayın Doğan; Temel Amaçlar, Gelişim Eksenleri'nde, sayfa 136'dan 140'a kadar, bölgesel gelişme ele alınmıştır; en temel beş sorundan birisi olarak ele alınmıştır. Lütfen, dikkatli okuyun.
AHMET SIRRI ÖZBEK (İstanbul) - Sayın Doğan burada olmadığı için nefesini tüketme!
MEHMET CEYLAN (Devamla) - Organik tarım vardır, bölgesel gelişme vardır; "yapabileceğinizi söyleyin" diyor.
Değerli arkadaşlar, AK Parti İktidarı olarak yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatıdır. (CHP ve Anavatan Partisi sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar[!]) Bunu ifade edelim.
Bakın, tarım konusuna değindiniz… Sakin olun arkadaşlar…
ÖMER ABUŞOĞLU (Gaziantep) - O kadar komik şey söylüyorsun ki! Gecenin bu saatinde.
MEHMET CEYLAN (Devamla) - Tarım konusuna değindiniz, Hükümetimiz döneminde tarıma ne kadar destek verdiğimizi size rakamlarla izah edeceğim; sadece sakin olun, dinleyin. Sakin olun, dinleyin… (CHP ve Anavatan Partisi sıralarından gürültüler)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, dinleyelim Sayın Hatibi.
Buyurun Sayın Ceylan.
MEHMET CEYLAN (Devamla) - Değerli arkadaşlar, AK Parti İktidarları döneminde tarım sektörüne olabildiğince destek verdik.
ATİLA EMEK (Antalya) - Millet biliyor, millet!
ÖMER ABUŞOĞLU (Gaziantep) - Çiftçinin hali meydanda, çiftçinin haline bakın!
MEHMET CEYLAN (Devamla) - Geçmiş hükümetlerle kıyaslama olarak…
Bakın Sayın Abuşoğlu, dinleyin.
ÖMER ABUŞOĞLU (Gaziantep) - Sayın Başkanım, ismimi kullandığı zaman cevap hakkı doğar.
MEHMET CEYLAN (Devamla) - Peki; hayır, dinleyin diye; siz cevap veriyorsunuz da onun için dinleyin diyorum.
BAŞKAN - Hayır sataşma falan yok; sadece "dinleyin" diyor, bir şey demiyor.
MEHMET CEYLAN (Devamla) - Dinleyin diyorum yani.
ÖMER ABUŞOĞLU (Gaziantep) - Sen anlatmaya devam et!
MEHMET CEYLAN (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bakın, elimde bir tablo var; 1999 yılından 2005 yılına kadar, Türkiye'de, gerek Tarım Bakanlığının gerekse diğer kuruluşların, Hazineden tarıma verilen destekleri izah etmektedir.
AHMET SIRRI ÖZBEK (İstanbul) - Arpayı kaç liradan alıyorsun onu söylesene?!
MEHMET CEYLAN (Devamla) - 2000 yılında, Sayın Mehmet Eraslan da bunu eleştirdi…
AHMET SIRRI ÖZBEK (İstanbul) - Arpayı kaç liradan alıyorsun bir söylesene?!
MEHMET CEYLAN (Devamla) - Dinleyin, dinleyin arkadaşlar!..
AHMET SIRRI ÖZBEK (İstanbul) - Boş ver dinlemeyi!.. Sen cevap ver!..
MEHMET CEYLAN (Devamla) - 2000 yılında, bakın, sadece Tarım Bakanlığı bütçesinden -Sayın Bakanımız da buradaydı- 2000 yılında, Tarım Bakanlığı bütçesinden toplam prim ödemesi…
AHMET SIRRI ÖZBEK (İstanbul) - Bırak tarımı, arpanın fiyatını söyle, arpanın fiyatını söyle…
MEHMET CEYLAN (Devamla) - Ya, bir dinleyin arkadaş ya!..
AHMET SIRRI ÖZBEK (İstanbul) - Arpanın fiyatını söyle.
BAŞKAN - Sayın Özbek… Sayın Özbek… Lütfen…
MEHMET CEYLAN (Devamla) - Konuşma… Konuşma… Dinle!..
AHMET SIRRI ÖZBEK (İstanbul) - Kabadayılık etme, gelir alırım paçanı!
BAŞKAN - Sayın Özbek… Lütfen…
Sayın Ceylan, Genel Kurula hitap edin.
AHMET SIRRI ÖZBEK (İstanbul) - Kürsüden kabadayılık etmesin Sayın Başkan, alırım paçasını aşağıya!..
MEHMET CEYLAN (Devamla) - 2000 yılında, Tarım Bakanlığı bütçesinden, toplam destekler, 325 trilyon lira, toplam olarak ve bunun, Tarım Bakanlığı bütçesindeki desteklerin gayri safî millî hâsılaya oranı 0,26 2000 yılında. Değerli arkadaşlarım, her geçen yıl, İktidarımız döneminde, bu, artarak devam etmiş. 2003 yılında 2 katrilyon 845 milyar lira, 2004'te 3 katrilyon 84 trilyon lira, 2005'te 3 katrilyon 813 trilyon lira, sadece Tarım Bakanlığı bütçesinden tarıma destek verilmiş ve Tarım Bakanlığı bütçesinden tarıma verilen desteklerin payı 2000 yılında yüzde 0,26 iken, 2005 yılında 0,80 oranına ulaşmış durumda.
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya) - Yüzde 1 bile değil!..
MEHMET CEYLAN (Devamla) - Değerli arkadaşlar, şimdi, buna ilaveten, tabiî ki, diğer tarım destekleri de var. Tarım Bakanlığı tarımsal kredi destekleri, DFİF tarım payı ve benzeri desteklerle ve ayrıca, KİT'lerin yaptığı alımlar ve benzeri destekler de hesaplandığında…
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Kaç dönüm arazi sahiplerine verdiniz onu?!
ATİLA EMEK (Antalya) - Buğdayın kilosu kaça?!.
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Sayın Hatip, orman köylüsüne ne verdiniz?!
MEHMET CEYLAN (Devamla) - …2000 yılında, toplam, tarım sektörüne 1,9 katrilyon lira destek verilirken …
ATİLA EMEK (Antalya) - Buğdayın kilosunu kaça alıyorsun?!.
MEHMET CEYLAN (Devamla) - 2005 yılında, toplam 7,7 katrilyon lira destek verilmiştir.
ATİLA EMEK (Antalya) - Hikaye çok dinledik!.. Buğdayın fiyatı kaça onu söyle!...
MEHMET CEYLAN (Devamla) - Bu ne demektir...
ATİLLA EMEK (Antalya) - Bunları hep dinledik!..
MEHMET CEYLAN (Devamla) - Bu ne demektir; gayri safî millî hâsılaya oranı, toplam olarak, yüzde 1,59 oranında tarım sektörüne destek vermek demektir.
Değerli arkadaşlarım…
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya) - Çiftçi abat mı oldu, onu bir söyle bakalım…
MEHMET CEYLAN (Devamla) - Şimdi, yine, çok sevdiğim Algan Hacaloğlu Beyefendi bir eleştiride bulundu "iktidarınız döneminde tarım sektörüne vereceğiniz destekler bütçe içinden en az yüzde 2 olacak" dedi. Arkadaşlar, şu anda, zaten, biz, yüzde 2'nin çok fazla üstündeyiz.
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya) - Bırak allahaşkına ya!..
MEHMET CEYLAN (Devamla) - Çok fazla üstündeyiz…
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya) - Yalan söyleme, 2005'i ödemediniz daha!
MEHMET CEYLAN (Devamla) - Sakin olun!.. Sakin olun!..
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya) - 2005 ödenmedi daha… İşiniz yalan, gücünüz yalan, her şeyiniz yalan!..
MEHMET CEYLAN (Devamla) Sadece Tarım Bakanlığı bütçesinden verilen desteklerin bütçeye oranı, 145 katrilyonluk bütçeye oranı, oranlarsanız, yüzde 2,6 etmektedir.
ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) - Ben, gayri safî millî hâsılanın yüzde 2'si dedim…
MEHMET CEYLAN (Devamla) - "Bütçe" dediniz… "Bütçe" dediniz…
ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) - Bütçe dediysem, sürçülisan…
BAŞKAN - Sayın Hacaloğlu, lütfen… Sayın Hacaloğlu…
MEHMET CEYLAN (Devamla) - Sayın Hacaloğlu "bütçe" dediniz, ben öyle algıladım.
BAŞKAN - Sayın Ceylan, Genel Kurula hitap ediniz.
MEHMET CEYLAN (Devamla) - İyi not aldım, tutanakları getirirsiniz "bütçe oranları" dediniz.
Diğer desteklerle birlikte, diğer destekleri kattığınızda, toplam tarım sektörüne verilen desteklerin bütçeye oranı yüzde 5,3'tür Sayın Hacaloğlu.
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya) - Hangi holdinglere verdiniz?!
MEHMET CEYLAN (Devamla) - Biz, şimdiden bile, çoktan geçmişiz o oranları.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - İşsizlik sınırı, değil mi?..
MEHMET CEYLAN (Devamla) - Evet.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Yüzde 22 işsizlik, Türkiye'de… Gençler kapımızda ağlıyor bizim işsizlikten. Ne iyiliği ya, yapmayın böyle… Bırakın bu merkez sağ ayakları ya! Beni bile sinirlendirdin ya, bu kadar sakin bir adamı…
ATİLA EMEK (Antalya) - İşsizlikten kan ağlıyor üniversite gençleri, yalan mı?!
MEHMET CEYLAN (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, Dokuzuncu Kalkınma Planında, tabiî ki sadece tarım sektörü değil, diğer sektörlere de çok öncelikli olarak destekler verilecektir.
Bu çerçevede, ulaştırma sektörüne de eleştiriler getirildi, arkadaşlarımız getirdiler. Bazı arkadaşlarımız, Sayın Muzaffer Kurtulmuşoğlu Beyefendi -sevdiğim bir büyüğümüzdür yine- demiryollarına önem verilmesini ifade ettiler. Demiryollarına önem veriyoruz değerli arkadaşlar. Cumhuriyet döneminden itibaren yapılmayan demiryollarına önem veriyoruz ve Türkiye'yi demir ağlarla örüyoruz. Ankara-İstanbul hızlı tren projesi, Ankara-Konya hızlı tren projesi ve diğer hızlı tren projeleri başlatılmıştır. Sadece 2005 yılında, Devlet Demiryollarının yapmış olduğu ihalelerin tutarı, tam 2 milyar dolardır değerli arkadaşlarım, 2 milyar dolar…
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Kime verdiniz?!
MEHMET CEYLAN (Devamla) - Devlet Demiryollarının yapmış olduğu ihalelerin tutarı…
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya) - Siz ihale hükümetisiniz zaten! İşiniz gücünüz ihale!
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Orada da Ali Dibolar var mı?!
MEHMET CEYLAN (Devamla) - Bu, Devlet Demiryollarına verdiğimiz önemi gösteriyor ve Dokuzuncu Kalkınma Planında da, ulaştırma hedeflerimiz arasında demiryollarına öncelikli olarak ağırlık vereceğimiz ifade edilmektedir.
GÖKHAN DURGUN (Hatay) - Kaç metre demiryolu yaptınız? Kaç metre?..
MEHMET CEYLAN (Devamla) - Onun için, iyi değerlendirelim Planı ve ona göre de eleştirilerimizi yöneltelim.
Değerli arkadaşlarım, ben, daha fazla vaktinizi almak istemiyorum. Dokuzuncu Plan, gerçekten Türkiye'nin ufkunu açacak, vizyonunu geliştirecek bir plandır ve alınacak bu tedbirlerle Türkiye'nin rekabet gücü artacaktır; rekabet gücünün artmasıyla birlikte, kişi başına millî gelir, ihracatımız, ithalatımız artacak, kişi başına millî gelir 10 000 dolarları bulacak ve toplam dışticaret hacmi yarım katrilyonu bulan bir Türkiye olacaktır.
HÜSEYİN GÜLER (Mersin) - İyi atıyorsunuz ama!
MEHMET CEYLAN (Devamla) - Bu Planın elbette ki başarı şansı uygulayıcıların elindedir. Uygulayıcı kuruluşlar ne kadar bu Plana sahip çıkarsa, bu Plan, elbette ki diğer planlarda olduğu gibi, o kadar çok başarılı olacaktır.
Bu duygu ve düşünce içinde, tekraren, Planın hazırlanmasında emeği geçen, başta Devlet Planlama Teşkilatındaki arkadaşlarımız olmak üzere, emeği geçen bütün kişi ve kuruluşlara teşekkür ediyorum.
Planın, ülkemize, milletimize hayırlı uğurlu olmasını diliyor; hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ceylan.
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, birleşime 10 dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 22.09
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 22.24
BAŞKAN: Başkanvekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir), Mehmet DANİŞ (Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 121 inci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.
Dokuzuncu Kalkınma Planı üzerindeki görüşmelere kaldığımız yerden devam ediyoruz.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
2.- Dokuzuncu Kalkınma Planının (2007-2013) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Sunulduğuna Dair Başbakanlık Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (3/1075) (S. Sayısı: 1214) (Devam)
BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.
Planın üçüncü bölümü üzerinde, şahsı adına ilk söz, Ümmet Kandoğan, Denizli Milletvekili…
Buyurun Sayın Kandoğan.
ENİS TÜTÜNCÜ (Tekirdağ) - Sayın Başkan, Sayın Ceylan konuşmasında üç kez ismimi zikrederek, benim konuşmamı…
Bu konuda ben söz istiyorum Sayın Başkan; zabıtları getirtirseniz memnun olurum.
BAŞKAN - Sayın Tütüncü, önce Sayın Kandoğan'ı dinleyelim, sonra sizi dinleyeceğim.
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlıyorum.
Biraz önce Çok Değerli Milletvekilimizi dinledik, ben de kendilerini çok seviyorum; ancak, tarımla ilgili olarak o kadar enteresan sözler söyledi ki, acaba, bir başka ülkeyi mi anlatıyor, oradaki tarımdan mı bahsediyor; şaşırdım kaldım. Ancak, köylülerimize, çiftçilerimize biraz kulak vermiş olsaydı, Sayın Milletvekilimizin o konuşmaları yapmayacağından son derece emindim. Şimdi, demin benim konuşmamdan sonra Sayın Bakanımız kürsüye geldiler, benim konuşmama cevap verdiler.
Sayın Sali, Sayın Bakanı meşgul etmezseniz, benim konuşmamdan sonra Sayın Bakan bazı sözler söylemişti, onlara bazı cevaplar vermek istiyorum.
Şimdi, Sayın Bakanımız, benim, Sayın Başbakanın bu Plan hazırlanırken daha önceden tespit edilen kişi başına millî gelirin 2013'te 8 700 dolar olmasını, 10 000'e çıkarmasını eleştirmiştim. Şimdi, Sayın Bakanımız dedi ki: "Bunun hukukî olmadığını mı söylemeye çalışıyorsunuz?" Burada bu konuyu dile getiren hiçbir milletvekilimiz böyle bir şey söylemedi. Ancak, ben şuna itiraz ediyorum Sayın Bakanım: Şimdi, Sayın Başbakan kişi başına düşen gelirin 8 700 dolardan 10 099 dolara çıkarılma talimatını verdiğinde, yani, yüzde 15,77 bunun artırılmasını söylediğinde, bununla ilgili altyapıda bunu sağlayabilecek imkânların olup olmadığı, bunun gerçekleşip gerçekleşmeyeceği hususlarının ne kadar tartışıldığı, ne kadar sağlıklı olduğuna itiraz ediyorum. Elbette, Sayın Başbakan planlara müdahale edecektir, talimatlar verecektir, hedefler gösterecektir; ancak, bunu verirken, bu talimatları verirken bunun altyapısının hazırlanması lazım geldiğini söylüyorum.
Şimdi, doğrudan yabancı yatırım 9,5 milyar dolar; ama, revizeyle 12,1 milyar dolara çıkarılmış. Şimdi ben soruyorum: Bu, 12,1 milyar dolara çıkartılırken, yüzde 28 artırılırken, hangi sektörlere, hesaplayamadığınız hangi sektörlere dünyanın neresinden yatırımcılar gelecek; bununla ilgili ne gibi gelişmeler oldu ki, yüzde 28 civarında doğrudan yabancı sermaye girişinde bir revizyon yaptınız?! Benim merak ettiğim husus budur.
Şimdi, Sayın Bakanım, benim, Adalet ve Kalkınma Partisi Seçim Beyannamesinde 69 uncu sayfada bahsedilen ve tarımın millî gelirden aldığı payın yüzde 14'e düşürüldüğünü eleştirdiğim konuşmama da bir cevap verdiler. Şimdi, Sayın Bakan dediler ki: "Onu öyle hesaplamayın; siz maliyeci filan değilsiniz; o, öyle hesaplanmaz." Nasıl hesaplanırmış; millî gelirden tarımın aldığı paya göre hesaplanırmış. Şimdi, peki Sayın Bakanım, ben size soruyorum şimdi: 2002 yılında yüzde 14'e düşürülmüş; bunu eleştiriyorsunuz. Peki, 2002 yılında millî gelir 2001 yılına göre arttı mı, artmadı mı; arttı. 2002'de ekonomi 2001'e göre yüzde 7,9 büyüdü. Sizin hesabınıza göre, 2002 yılında tarımın millî gelirden aldığı pay yüzde 15'ten 14'e düşmüş olmasına rağmen, sizin hesaba göre daha fazla alıyor. Peki, sizin hesaba göre millî gelir arttığı için tarımın millî gelirden aldığı pay daha da artmış olmasına rağmen, siz bunu bilmiş olmanıza rağmen, Seçim Beyannamenizin 69 uncu sayfasına "tarımın millî gelirden aldığı pay yüzde 14'e düşürülmüştür" ibaresini niye koydunuz, niçin o ibare orada duruyor?! Bunun cevabını gelin, buradan verin.
İki; bunu hesaplarken şöyle hesaplayacaksınız: Tarımdaki girdi maliyetlerini de hesaplayacaksınız. Tek başına onu alırsanız, yanlış olur Sayın Bakanım. Siz maliye doçentisiniz; ama, bizim de biraz mürekkep yalamışlığımız var maliye hususunda. (AK Parti sıralarından alkışlar [!]) Evet, evet… Onun için, bunu hesap ederken Türkiye'de tarımdaki girdi maliyetlerinin 2002'den 2005 yılı sonuna kadar yüzde 100'ler seviyesinde arttığını da gözden uzak tutmayacaksınız. Siz, bütün parametreleri eşit kabul ederseniz, o söylediğiniz husus geçerli olur. Girdi maliyetleri yüzde 100 artacak, tarımdan alınan pay daha fazla olacak.
Şimdi, elimde rakamlar var. Kırsal kesimin millî gelirden aldığı paydan dolayı kırsal kesimin fakirleştiği… Türkiye İstatistik Kurumu rakamları. Peki, kırsal kesim niye fakirleşiyor Sayın Bakanım?
İki; şimdi, siz diyorsunuz ki: "Dolar fiyatı 2013 yılında 1,47 YTL olacak." Olabilir; benim buna bir itirazım… Ama, benim itirazım şuna Sayın Bakanım: Şimdi, Türkiye'de 2013 yılı sonuna kadar yüzde 35 enflasyon -siz, bunun içerisine yazmışsınız bunu- yüzde 35 enflasyon var diyorsunuz 2013 yılı sonuna kadar. Gerçekleştirirseniz, hedefiniz bu.
Şimdi, 2013 yılı sonuna kadar Türkiye'de yüzde 35 enflasyon olacaksa ve bunu, siz, Plan içerisine yerleştirmişseniz, 2013 yılı sonunda dolar kuru 1,47 YTL olursa -olabilir- ben diyorum ki, dolar kuru, yani, bunun karşılığında Türk parası aşırı değerlenmiş olur; benim söylediğim bu. Aşırı değerlenmiş Türk parası… İktisadın en basit kuralıdır; iktisat ve maliye bölümü öğrencileri daha birinci sınıfta bunu öğrenirler, siz bunu öğrettiniz; eğer bir para, millî para dövize karşı aşırı değerlenmişse, o ülkedeki ithalat artar ve ihracat sıkıntılı olmaya başlar ve dolayısıyla, o ülkede bundan dolayı cari açık ortaya çıkar. Diğer parametreler de mutlaka etkileyecektir; ama, en temel kuraldır bu, birinci sınıf öğrencilerine bu öğretilir. Bir millî para aşırı değerliyse, ithalatta artış olur, ihracatta sıkıntı olur.
İşte, Türkiye'de son dönemde yaşanan olayların sebebi budur Sayın Bakanım. Herkes diyordu ki, siz de söylediniz, diğer bakanlar da söylüyor -hepiniz söylediniz- diyorlar ki: "Türk parası aşırı değerlenmiştir, şimdi geldiği nokta makul olduğu seviyedir." Sanayi Bakanı da söyledi, Sayın Tüzmen de söyledi, herkes söyledi bunu. Benim itirazım onadır; yoksa, 2013 yılında dolar şu fiyat olur, bu fiyat olur... Enflasyonu gözden uzak tutmayacaksınız, bu şekildeki bir döviz kurunun Türkiye'deki ekonomi üzerindeki etkilerinin ne olduğunu diğer parametreleri de göz önüne alarak bu şekilde değerlendireceksiniz; yoksa, aynı noktadan hareket ederseniz yanlışlıklarla karşılaşırsınız.
Şimdi, tarıma tekrar dönüyorum Sayın Ceylan'ın sözlerinden sonra. Şimdi, elimde rakamlar var Sayın Ceylan, elimde rakamlar var. Buğday maliyeti ne olmuş 2002'den 2005'e kadar, mısır maliyeti ne olmuş, pamuk maliyeti ne olmuş; asgarî bunların artışı yüzde 80 ve devraldığınızda mazot 1 200 000 lira, şimdi 2,5 milyon lira; yani, bu çiftçi bu girdi fiyatlarıyla boğuşurken, girdi fiyatları yüzde 100 oranında artarken ürün fiyatlarının ne olduğunu ben sizin takdirinize bırakıyorum.
HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) - Petrol fiyatları dünyada ne oldu?!
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Ne oldu ürün fiyatları?! 2002 yılındaki ürün fiyatlarıyla bir karşılaştırın allahaşkına, pamuğu karşılaştırın, tütünü karşılaştırın, buğdayı karşılaştırın.
Bakın, ben, size, bazı rakamlar vereceğim. 1997, 98 rakamlarını vereyim. 1997'de bir tüp almak için 34 kilogram buğday satıyordunuz, şimdi bir tüp alabilmek için 120 kilogram buğday satacaksınız günümüzde. 1998'de bir traktör alabilmek için 186 ton şekerpancarı satıyordunuz, şimdi bir traktör alabilmek için 260 ton şekerpancarı satıyorsunuz. Bir traktör alabilmek için 1998'de 58 ton buğday satıyordunuz, şimdi, 2005'te 95 ton buğday satıyorsunuz. 1 litre mazot alabilmek için 2,4 kilogram buğday satarken, şimdi 7 kilogram buğday satmak durumundasınız. Yani, bütün göstergeler, Türkiye'de tarımın ciddî manada sıkıntı içerisinde olduğunu, hatta daha ilerisini söyleyeyim, bir çöküntü içerisinde olduğunu söylüyor. Türkiye'deki bütün vatandaşlar söylüyor bunu, bütün rakamlar bunu gösteriyor; ama, siz kalkıp geleceksiniz, burada, tarımın iyi olduğunu, sizin döneminizde verilen imkânların iyi olduğunu söyleyeceksiniz.
97, Sayın Bakanın hükümette olduğu dönem, 6,5 milyar dolar tarım desteklemeleri, şimdi 2,5 milyar dolar. Sayın Bakanım burada. 1997'de herhalde bakandınız, Maliye Bakanımızdınız. O dönemde tarıma ayrılan kaynak 6,5 milyar dolar, destekleme şimdi 2,5 milyar dolara düşmüş, 2,8 milyar dolar. Şimdi, 6,5 milyar dolar mı büyük, 2,8 milyar dolar mı büyük Sayın Ceylan?!
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ÖMER ABUŞOĞLU (Gaziantep) - 2,8 milyar büyük!..
MEHMET CEYLAN (Karabük) - 7,7 katrilyon…
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Onun için, rakamlarla oynamayın.
MEHMET CEYLAN (Karabük) - Siz oynuyorsunuz.
BAŞKAN - Sayın Kandoğan, lütfen, toparlar mısınız.
Buyurun.
FATMA ŞAHİN (Gaziantep) - 7,7 diyor.
HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) - İşine gelmiyor.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Değerli milletvekilleri, bakınız, o rakamlar -Sayın Bakanım bakın burada, eski Tarım Bakanımız arkada oturuyor- benim bir soru önergeme Sayın Bakanımızın vermiş olduğu cevaptan aldım o rakamları; yani, o rakamlar Tarım Bakanlığının bana vermiş olduğu cevap. Eğer bir yanlışlık varsa, eski Tarım Bakanımız -burada oturuyor kendileri- gelir biraz sonra der ki, ben o rakamları o soru önergesinde verdiğim cevapta yanlış vermişim, doğrusu budur der, düzeltir ve yarın geleceğim, o soru önergesinin cevabını da huzurlarınızda okuyacağım. Bu resmî rakamlar, ben söylemiyorum bu rakamları. Onun için, siz vatandaşa sorun, vatandaşa sorun. Vatandaş 1 kilogram buğdayı satıp 1 bardak çay içemiyor değerli milletvekilleri, 1 bardak çay içemiyor. Yollarda görüyorsunuz 250 000 lira, 300 000 lira, 350 000 liraya satılan buğday… Bir tuvalete girdiniz mi 500 000 bin lira. 1 kilogram buğdayı satarak bir tuvalet ihtiyacını karşılayamıyor vatandaş. Yahu, Türkiye bu duruma gelmiş arkadaşlar. (CHP sıralarından alkışlar) Sonra da kalkacaksınız, tarım iyi diyeceksiniz. Ya, tarımın iyi olduğunu söyleyen bir Allah'ın kulu var mı Türkiye'de?!
Değerli milletvekilleri, hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. (DYP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Kandoğan.
HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) - Türkiye'yi bu duruma siz getirdiniz.
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - İnsaf et… İnsaf et…
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Köylerde umumî tuvalet mi var; ne diyorsun sen?!
BAŞKAN - Şahsı adına söz isteyen Mehmet Eraslan, Hatay Milletvekili…
Buyurun Sayın Eraslan.
MEHMET ERASLAN (Hatay) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlıyorum.
Tabiî ki, sürekli rakamlar söyleniyor, rakamlar uçuşuyor; ama, kâğıt üzerindeki bu rakamlar, illeri gezdiğimiz zaman, toplumu, milleti gezdiğimiz ve ziyaret ettiğimiz zaman, zikredilen rakamların, söylenen rakamların tabanda, arazide, vatandaşta, millette pek bir karşılık oluşturmadığını ve zikredilen rakamların bir karşılığının vuku bulmadığını müşahede ediyoruz, görüyoruz.
Tabiî ki, büyüme önemli bir rakam. Makro ekonomik dengeler gerçekten önemli. Cari açık, dışticaret açığı, büyüme oranı, faiz oranı, reel faiz oranları, gayri safî millî hâsıla, ithalat, ihracat ve sair, kişi başına düşen millî gelir ve gelir dağılımındaki adalet ve benzeri konular gerçekten önemli konular; ama, bunların topluma yansıması, millete yansıması bir o kadar daha önemli. Kişi başına düşen millî gelir şu kadar bin dolar; ama, sanki her bir ferdin cebine o kadar para girmiş psikolojisiyle bunu yansıttığımız zaman, bunu ifade ettiğimiz zaman, vatandaş o 4 000 doları da, 5 200 doları da, belki ömrü boyunca o parayı cebinde göremeyen insanlarla karşılaşıyoruz bu ziyaretlerimiz esnasında.
Tabiî ki, olanı, var olarak göstermek ve lanse etmek; ama, olmayanı da, olmadığı için ifade etmek gerekir ve bir erdemliliktir diyorum. Eğer, bu bardağın dolu tarafı var ise, onu da görmek lazım; ama, sürekli bardağın dolu tarafını görerek, her şeyi tozpembe görmenin de bir fayda sağlamayacağını, ülkeye, Türkiye'ye hiçbir yarar getirmeyeceğini düşünüyorum. Hatta, bardağın dolu tarafı yerine, aslında, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak ve parlamenterler olarak bardağın sürekli boş kesimini konuşmanın faydalı olacağını, eğer doldurulması gereken yeri varsa o bardağın, ancak müzakere edilerek, görüşülerek, konuşularak ve katkı sağlamak amacıyla fikirleri serdederek o bardağın boş kısmının dolabileceğini öncelikle ifade etmek istiyorum.
Bakın, son dört yılda, cari açığımız 77 milyar dolar artmış. Şimdi, biz bunu söylerken, çok, böyle gurur duyarak, övünerek ve bundan haz duyarak ifade etmiyoruz; böyle bir şey olamaz zaten, hiçbir vatansever insanın böyle bir duygu içerisinde olacağını veya hiçbir milletvekilinin böyle bir duygu içerisinde olacağını düşünmüyorum. Son dört yılda, cari açığımız 77 milyar dolar artarken, dışticaret açığımız, son dört yılda, 150 milyar dolaylarına ulaşmıştır. Tabiî, bunun sonucunda, ekonomide yapısal kırılganlık söz konusu olmuştur ve çok yakın bir tarihte, faizler yükselmiş, döviz kurları artış göstermiş, aslında yüzde 27 ile yüzde 30 dolaylarında bir devalüasyon söz konusu olmuştur ve borsada düşüş yaşanmıştır. Dolayısıyla, mevcut Dokuzuncu Kalkınma Planında, bu gelişmelerin, ekonomideki yaşanan, özellikle bizim de devalüasyon olarak adlandırdığımız, yüzde 30 oranında devalüasyon olarak adlandırdığımız bu gelişmelerin, Kalkınma Planında ne kadarının değerlendirildiğini sizin takdirlerinize bırakıyorum.
Her yıl, çalışabilir gencimiz, 925 000 dolaylarında artış gösteriyor. Ortalama 1 000 000 gencimiz, her yıl, çalışabilir konuma, çalışabilir duruma gelirken, genç nüfus, maalesef, bu noktada yetersiz bir istihdamla karşı karşıyadır. Bakın, 2000-2001 yıllarında, işsizlik oranı, yüzde 6 ile 7 aralığında; bugün ise, yüzde 12 dolaylarında işsizlik oranı; yani, işsizlik oranının düştüğünü ifade eden sözcü, neye dayanarak işsizlik oranının düştüğünü ve bu ülkede yaşayan gençliğin, Türkiye'nin geleceğini oluşturacak olan, Türkiye'nin belki de güvenliğini ve yarınını oluşturacak olan bu gençliğin nasıl iş bulabildiğini ifade etti, onu anlamakta zorluk çekiyorum ve işsiz sayısındaki artış 1 000 000 dolaylarındadır. Üniversitelerden mezun olan gençlerimiz, iş bulma noktasında büyük bir sıkıntı yaşarken, zaten, eğer meslekî eğitim almamış ise, iş bulma imkânının hiç olmadığını biz biliyoruz ve anlıyoruz.
Kamu yatırımlarına baktığımız zaman, İktidardan önce, toplam kamu yatırımlarının reel anlamda gayri safî millî hâsılaya oranı yüzde 5 ilâ 6 idi. 2004 yılında yüzde 5 ve 6 aralığında olan kamu yatırımları, 2004 yılında yüzde 4 dolaylarına düşürülmüştür. Zaten, kamu yatırımlarının -iktisatta bu böyledir- azalması, kamu yatırımlarının kısılması, beraberinde ekonomik durgunluğu, özellikle özel sektörde, reel sektörde durgunluğu beraberinde getirecektir ve bu noktada da zaten getirmiştir. Mesela, GAP Projesi, Doğu Karadeniz Kalkınma Planı, Doğu Anadolu Bölgesi Kalkınma Planı gibi önemli projeler, maalesef bu noktada rafa kaldırılmıştır.
Size, kendi seçim bölgemden bir örnek vereyim. Amik Ovası, çok mükemmel tarım arazilerinin çok geniş alana yayıldığı bir ova. Amik Ovasında, 1996 yılında planlanmış Reyhanlı Barajı var ve koskoca Amik Ovasında hiçbir baraj yoktur ve sulama problemi had safhadadır ve verimli, birinci sınıf tarım arazileri çoraklaşmaya doğru giderken, çiftçi, ürününü, maalesef, sulamakta büyük bir acziyet içerisindedir, çaresizlik içerisindedir. Devlet Planlama Teşkilatı, her yıl, iz bedeli 1 milyar TL koymak suretiyle 1996 yılında devlet yatırımı haline gelmiş olan Reyhanlı Barajıyla ilgili bugüne kadar ne önceki İktidar ne şimdiki iktidar tarafından, bizim de bütün gayretlerimize rağmen, görüşmelerimize rağmen, Enerji Bakanımızla, Tarım Bakanımızla bir dizi görüşmeler yapmamıza rağmen maalesef bu projeyi başlatma imkânımız söz konusu olmamıştır. İşte, burada verdiğim rakamlardan da, kamu yatırımlarının önemli ölçüde azaldığını ve kamu yatırımlarının azalmış olmasından dolayı reel sektörde ve serbest piyasada bir durgunluğun ve işlemeyen bir ekonomi çarkının var olduğunu ifade ediyoruz.
49 ilde teşvik uygulaması yapılmış; fakat, 49 ilde yapılan teşvik o 49 ile yatırımı götürme noktasında yeterli olmamıştır. Hâlâ yatırımlar ülkenin batısında yoğunlaşırken, burada ciddî bir yatırım söz konusu olmamıştır. Dolayısıyla, ya bölgesel teşvik uygulamasına veya sektörel teşvik uygulamasına acilen girilmesi gerektiğini ifade ediyoruz.
Güvenlik sorunu aynı şekilde artış göstermiştir. Emniyet Genel Müdürlüğünün verilerine göre, asayiş olayları 2001-2004 dönemi aralığında yüzde 36 oranında artış göstermiştir. 2003 ve 2004 yıllarında yıllık ortalama artış yüzde 10'dur ve bu ülkede asayiş problemi her geçen gün tırmanış gösterir iken -yine Emniyet Genel Müdürlüğü verilerini söylüyorum- intihar ve intihara teşebbüs vakaları 2004 yılında bir önceki yıla göre yüzde 24 oranında artış göstermiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Eraslan, lütfen, toparlar mısınız.
Buyurun.
MEHMET ERASLAN (Devamla) - Tabiî, işsizlik, yokluk, yoksulluk, gelirsizlik ve devletin bu noktada sosyal devlet anlayışı ilkesini hayata geçirememesi neticesinde hırsızlık, kapkaç, asayiş sorunları, intihar ve intihara teşebbüs olayları, vakaları Emniyet Genel Müdürlüğünün verilerine göre maalesef artış göstermektedir.
Gelir dağılımındaki adaletsizlik çözülebilmiş değildir. Dokuzuncu Kalkınma Planında bu sorunun nasıl çözüleceğini gerçekten merak ediyoruz.
En üst gelir grubunun geliri artarken, en alt gelir grubu ve geniş halk kitlelerini oluşturan insanların gelirleri her geçen gün düşmektedir.
Kayıtdışı ekonomiyle mücadelede ciddî bir mesafe katedilememiştir. Kayıtdışı ekonominin, yıllık, ekonomimize maliyeti 30 milyar dolar iken, biz IMF'den acaba 10 milyar doları nasıl alırız kaygısı ve çabası içerisindeyiz. IMF bize bu kaynağı verirken "bu kaynağı çiftçiye, esnafa, sanatkâra, KOBİ'lere, yatırımcılara kullanmayacaksınız, bunu cari giderler babında kullancaksınız" şeklindeki telkin ve tavsiyelerini de maalesef alıyoruz ve ona uymak durumunda kalıyoruz.
İzlenen vergi politikalarının iyileştirilmesi gerekir iken, vergi politikalarının aynı şekilde devam ettiğini görüyoruz. Evet, Kurumlar Vergisinde yüzde 10 oranında indirim olmuştur; ama, onun karşılığında da yine önemli olan, yatırımcı, üretimci için önemli olan, maalesef, yatırım indirimini kaldırma cihetine gitmişizdir.
Avrupa Birliğinde eğitim sistemi içerisinde meslekî ve teknikeğitimin oranı yüzde 70'lerin üzerindedir ve Türk eğitim sisteminin yeniden planlanması, yeniden ele alınması gerekmektedir. Özellikle meslekî ve teknikeğitime ağırlık verilmelidir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Eraslan, lütfen…
MEHMET ERASLAN (Devamla) -Avrupa Birliği bunu çok daha önceden görmüş ve meslekî ve teknikeğitime ağırlık vererek, mezun olan öğrencilerine, üniversiteye gitmeme halinde kendilerini bir işle buluşturma imkânı sağlamıştır.
1,5 milyon öğrencimiz üniversite sınavına giriyor, bunun 200 - 250 bin kişisi üniversite kazanıyor; ama, 1 200 000 dolayında öğrencimiz meslekî eğitim de almadığı için, teknikeğitim de almadığı için, bir formasyon almadığı için, maalesef, üniversiteye gidemeyenler, yine, toplumun içerisine dağılarak, işsizlik, gelirsizlik ve geçimsizlik dolayısıyla, Emniyet Genel Müdürlüğünün de vermiş olduğu verilere göre, suça teşebbüs etmekle karşı karşıya kalmaktadırlar, bu da, toplumsal yozlaşmayı, toplumsal bozulmayı beraberinde getirmektedir. Bunlar ülkemizin sorunları ve Dokuzuncu Kalkınma Planının biz bu noktada uygulanabilirliğini tartışıyoruz ve uygulanabilirliği konusunda ciddî şüphelere sahibiz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Eraslan, lütfen…
MEHMET ERASLAN (Devamla) - Teşekkür edeceğim Sayın Başkan.
BAŞKAN - Teşekkür için Sayın Eraslan…
Buyurun; teşekkür için, lütfen…
MEHMET ERASLAN (Devamla) - Ben, Dokuzuncu Kalkınma Planının ülkemize, milletimize hayırlar getirmesini temenni ediyorum ve Yüce Heyetinizi saygıyla, hürmetle selamlıyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Eraslan.
Hükümet adına, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener söz istemişlerdir.
Buyurun Sayın Bakanım. (AK Parti sıralarından alkışlar)
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Görüşmekte olduğumuz Dokuzuncu Kalkınma Planı, daha önce hazırlanan 8 planda olduğu gibi, Türkiye'nin içerisinde bulunduğu durumu ve önümüzdeki dönemi kavrayan, bu süre içerisinde dünyadaki gelişmeleri yakından izleyen ve buna göre ülkemizin kalkınma çabalarına ivme kazandırmaya yönelmiş metinlerdir. Konjonktür ile bu kalkınma planları arasında hiçbir ilişki bulunmadığı söylenemez. Gerek ülkemizde gerek dünyadaki konjonktürel gelişmeler ve beklentiler, kalkınma planlarının hazırlanmasında da göz önünde bulundurulmaktadır. Nitekim, 60'lı yılların başından itibaren hazırlanan ilk dört beş yıllık kalkınma planı, ithal ikameci bir sanayileşme politikasını baz olarak almıştır ve buna göre hazırlanmıştır. 80 sonrası, günümüze kadar hazırlanmış ve uygulanmış olan Beşinci, Altıncı, Yedinci ve Sekizinci Kalkınma Planlarıysa, dışa açık bir büyüme stratejisini baz almış, temel almış, buna göre hazırlanmıştır.
Şimdi, bugün, burada görüşmekte olduğumuz Dokuzuncu Kalkınma Planıysa, yine, aynı şekilde, kronik sorunlarını aşmış, 2000 öncesinde kalmış bazı hastalıkları üzerinden atmış bir Türk ekonomisinin geleceğe güçlü olarak yürüyebilmesini temin eden bir plan olarak hazırlanmıştır.
Aynı zamanda, bu dönem, yani 2007 ile 2013 arasındaki yedi yıllık Dokuzuncu Plan dönemi, Türkiye'nin Avrupa Birliğiyle müzakerelerini sürdüreceği bir dönemdir. Tam katılım öncesi, Avrupa Birliğine tam üyelik öncesi müzakere dönemini kavrayan bir plan olması nedeniyle de, Avrupa Birliğiyle ilişkiler bağlamında, yine, bu Plan, Türkiye'nin, geleceğe, umutla, kararlılıkla ve güçlü bir şekilde yürümesini temin edecek şekilde dizayn edilmiştir, kurgulanmıştır.
Tüm bunların ötesinde, dünya, küreselleşmenin yeni bir evresindedir. Bu yeni dönemde, bu ülkede yaşayan insanların daha mutlu olabilmesi için, daha huzurlu olabilmesi için, refah düzeylerinin daha yüksek olabilmesi için, çocuklarımızın, torunlarımızın yaşayacağı bu ülkeye iyi şeyler kazandırabilmek için dünyayı okumak ve gelişmeleri yönetmek nasıl mümkün olacaksa, bu Plan, bunları temel strateji olarak belirlemiş, ele almış ve öylece tamamlanmıştır.
Gerçekten, son dönemlerde, dünyada önemli değişimler olduğunu kabul etmemiz gerekir. Bir plan hazırlığında da bu değişimleri hiç dikkate almadan yolumuza devam edemeyiz.
Küreselleşmeyi farklı dönemler itibariyle değerlendirecek olursak, 1492 öncesi, yani, Amerika Kıtasının keşfinden önceki dönemin, dünyanın tamamının bilinmediği bir dönem olarak, dünyanın bazı bölgelerinin tanınmadığı, bazı kıtalarının henüz keşfedilmediği bir dönem olduğunu biliyoruz. Ama, 1492'yle 1800'lü yıllar arasındaki dönem, küreselleşmenin birinci evresi olarak, birinci dönemi olarak, dünyanın büyük boydan orta boya dönüştüğü bir dönemi anlatmaktadır. Artık, yerküre üzerinde bilinmeyen bir coğrafî alan yoktur, bilinmeyen bir kıta yoktur; okyanuslar, kara parçaları tamamıyla bilinir hale gelmiştir. Bunun da ötesinde, birtakım ulaşım araçlarındaki, teknolojilerdeki gelişmeler sayesinde dünya, bilinerek, yorumlanabilir hale dönüşmüştür. Onun için, daha önceki dönemde, artık, büyük, bilinmeyen bir dünyadan, küreselleşmenin bu ilk evresinde orta büyüklükte bir dünyaya dönüşmüştür yerküre.
Ancak, değişim hızla günümüze doğru seyir etmiştir. 1800'lü yıllar ile 2000'li yıllar arasındaki dönemde ise, dünya, orta boydan küçük boya dönüşmüştür. Artık, otomobiller, trenler, fakslar, telefonlar, radyolar gibi, hatta televizyonlar gibi, ulaşım ve iletişim araçları sayesinde dünya daha hızlı kavranır bir hale gelmiştir. Dünyayı yorumlamak ve bu yorumlanan dünyada pozisyon belirlemek daha hızlı intikal edilebilir bir durum haline gelmiştir. Ancak, şunu da biliyoruz ki, artık, 2000'li yıllar sonrası küreselleşmede yeni bir dönemi ifade etmektedir ve bu dönemde, dünyanın küçük boy olduğunu bile kabul edemeyiz. Bu dönemde artık dünya, bir mikro boya dönüşmüştür. Internetlerden, bilgisayar ekranlarından dünyanın dört bir yanına, dört bir köşesine uzanmak, oralardaki bilgileri devşirmek, rakip firmaların dünyanın değişik köşelerinde hangi üretim teknolojilerini kullandıklarını, hangi pazar payını kapatmaya çalıştıklarını izlemek, takip etmek mümkündür. Hatta, bilgisayar ekranlarından dünyaya açılmak suretiyle bir ülkede üretilen malları diğer bir ülkeye pazarlamak bile mümkündür.
Yakın zamanlara kadar malların ihraç edilebileceğini, ithal edilebileceğini düşünüyorduk; ama, hizmetlerin ithalini ve ihracatını düşünmüyorduk. Hatta, işbölümü halinde hizmetlerin dünyanın iki ayrı ucunda bir araya getirilerek yapılabileceğini bile hiçbir zaman insanlık hayal etmemişti. Fakat geldiğimiz noktada, artık, bu kavramlar tartışılmaktadır. Bakın, 2003 yılında Amerika Birleşik Devletlerindeki 25 000 şirketin vergi beyannameleri Hindistan'da tutulmuştur. Amerika Birleşik Devletlerindeki malî müşavirler ile Hindistan'daki muhasebeciler arasındaki işbirliğiyle 25 000 şirketin defterlerinin ve beyannamelerinin dünyanın öbür ucunda tutulduğu bir işbirliği alanı oluşmuştur. 2004 yılında 100 000 beyanname Hindistan'da tamamlanmış, tutulmuştur, düzenlenmiştir. 2005 yılında ise bu rakamın 400 000'e çıktığı hesaplanmış bulunmaktadır. Artık, hizmet sektöründe bile, dünyanın iki ucu bir araya gelmiştir.
Bunun ötesinde, yine, Amerika'da gece, Avustralya'da gündüz olduğu için, Amerika'daki hastaneler ile Avustralya'daki hastaneler arasında anlaşmalar yapılıyor, Amerika'da bir hasta hastaneye gittiği zaman doktor muayenesini yapıyor, röntgenlerini, tomografilerini çekiyor ve internet üzerinden, gündüz mesaisi yapan Avustralya'daki hastanedeki doktorlara bu bilgisayar ağıyla tomografiler gönderiliyor ve orada yapılan teşhis raporları Amerika'ya iletilmek suretiyle, hasta, daha hastaneden ayrılmadan dünyanın iki ucundaki doktorlar işbirliği yapmak suretiyle teşhisini koyuyor, tedavilerini uygulamaya başlıyorlar.
Böylesine hızlı işbirliğinin ve değişimin olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Bu dünyada, insanlar yerküre üzerinde, artık, eski sınırlardan, eski sınırların engellerinden arınmış olarak seyahat ediyorlar. Pek çok kimse için, bugün, Ankara'dan İstanbul'a gitmek kadar kolaydır, Ankara'dan Londra'ya, Paris'e gitmek.
Mallar, yine aynı şekilde, yerküre üzerinde sınır tanımaksızın hızla dolaşıyor. Artık, şunu herkes bilmektedir ki, kimse kendi mahallesindeki insanlarla veya rakipleriyle rekabet etmiyor, ülkesindeki aynı firmalarla rekabet etmiyor; herkes küresel rekabettedir. Ülkeler de, firmalar da ve aynı zamanda bireyler de küresel rekabetin içerisindedirler; çünkü, fabrikanızın bulunduğu mahallede bile mal satabilmeniz için, dünyanın öbür ucunda üretim yapan firmalardan daha kaliteli ve ucuz üretimi yapmak zorundasınız. Eğer, en ucuz, en kaliteli malı üretmediğiniz takdirde, fabrikanızın kurulu bulunduğu mahallede bile mal satabilmeniz mümkün değildir.
Ve aynı şekilde, sermaye, yerküre üzerinde daha büyük bir hızla dolanıyor. 5 saniye içerisinde sermaye yerküre üzerinde 5 tur atıyor ve en kârlı gördüğü piyasaya yerleşiyor ve kazanıyor. Londra Borsası mı daha kârlıdır, Tokyo Borsası mı kârlıdır, İstanbul Borsası mı daha kârlıdır; 5 saniye içerisinde 5 kez gözden geçiriyor, yerleşiyor ve kazancını ona göre elde ediyor.
Böyle bir dünyada kavramlar değişmiştir. Dünyayı algılama, yönetme, geleceğe hâkim olma anlayışı değişmiştir. Artık, düne kadar, ülke olarak "küreselleşmenin neresindeyim" sorusunu sormuyorduk. Hatta, bunun da ötesinde, bir ülkenin güçlü olduğunu gösterebilmesi için, dünyada düşmanlarını sayma alışkanlığı vardı. "Yedi düvele karşı ayakta dimdik durmak" bir ülkenin güçlü olduğunu ifade eden bir kavramdı; ama, bu kavram, günümüzde değişmiştir. Ülke olarak güçlü olmanın yolu, düşmanlarını saymaktan değil, dostlarını saymaktan, işbirliği yaptığı ülkeleri saymaktan geçmektedir.
Firmalar için de aynı şey geçerlidir. Artık, firmalar da "küreselleşmenin neresindeyim" diye sorgulamaktadırlar, ona göre iş planlarını kurmakta, üretim alanlarını geliştirmekte ve dünya pazarlarındaki paylarını sürekli genişletmeye çalışmaktadırlar, işbirliklerini genişletmeye çalışmaktadırlar.
Ve bireyler… Elbette ki, artık, her birey de "küreselleşmenin neresindeyim" sorusunu sormak zorundadır. Küresel rekabette olduğunun baskısını hissederek, avantajlarını ve maliyetlerini önüne koyup, dinamik bir yapı kazanmak zorundayız.
Dinamik bir yapıyı kazanan ülkeler kazanacaklardır; topyekûn nüfusuyla, topyekûn firmalarıyla, ülke yönetim anlayışıyla, küresel rekabetin baskısını hisseden, avantajlarını yakalamaya çalışan, maliyetlerinden kurtulmaya çalışan, bunu dinamik bir süreç olarak yaşayacak ülkeler geleceğin güçlü ülkeleridir. İşte, bu Plan, bu anlayış doğrultusunda kurulmuş, kurgulanmış ve hazırlanmıştır. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Planın gelişme eksenleri bağlamında ortaya koyduğu yapıları değerlendirirken, bunun çok açık bir kurgu olarak belirlendiğini açıkça görüyoruz. Diyoruz ki, rekabet gücünün artırılması. İşte, bugün, bu dinamik yapı içerisinde, küreselleşmenin baskısı altında ekonomimizin topyekûn rekabet gücünün artırılması, bu Plan döneminin temel stratejisidir, temel gelişme eksenidir. İnsanımızın aktif hale gelmesi, üretim sürecine katılması, katmadeğere ilaveler sağlayabilmesi için istihdamın artırılması, beşerî gelişme ve sosyal dayanışmanın güçlendirilmesi, yine aynı şekilde, yeni gelişme eksenleri olarak ortaya konmuştur ve belirlenmiştir. Bölgesel gelişmenin sağlanması, kamu hizmetlerinde kalite ve etkinliğin artırılması da, yine aynı şekilde, bu dinamik dünyada var olabilmenin, geleceğe güçlü bir şekilde yürüyebilmenin temel determinantlarıdır; onun için, gelişme eksenleri olarak bu Dokuzuncu Kalkınma Planında belirlenmiş bulunmaktadır. Dolayısıyla, bu Planı değerlendirirken, metnin kısalığından öte, ortaya koyduğu stratejiye, dünyaya ve ülkemize bakış açısına dikkat etmek gerektiği kanaatindeyim. Bu açıdan değerlendirildiği takdirde, artık, 21 inci Yüzyılda yeni bir plan yaparken, modern, çağdaş ve çağdaş uygarlık düzeyinin üzerinde bir yer ve mevzi tutmaya çalışan Türkiye'nin ihtiyaçlarına, Türk Halkının duygularına, beklentilerine cevap verecek bir plan olduğunu görmemiz ve tespit etmemiz mümkündür. Bu anlayış doğrultusunda, gerçekten, bu plana, çok geniş bir katılımla, pek çok uzman katkı sağlamıştır, katkıda bulunmuştur; başta, sivil toplum kuruluşlarımız, meslek örgütlerimiz, üniversitelerimiz, aynı zamanda, kamu kuruluşlarımızdaki bürokratlarımız ve uzmanlarımız olmak üzere, çok geniş bir katılımla hazırlanmış bir Plandır. Devlet Planlama Teşkilatı, elbette, bu Planın başlangıcından sonuna kadar, her safhasında, işin içinde bulunmuş bir kuruluşumuzdur. Türkiye Büyük Millet Meclisi, plana her zaman son noktayı koyacak kurum olarak vardır ve milletvekillerimiz de, gerek Plan ve Bütçe Komisyonunda gerekse Genel Kurulda yapmış oldukları eleştirilerle bu katkıyı sağlamaktadırlar.
Ben, bu süreç içerisinde, başlangıcından bugüne kadar Plana katkı sağlayan, emek harcayan, dinleyerek ve katılarak, daha da olgunlaşmasına katkı sağlayan herkese teşekkürlerimi sunuyorum ve bu Planın, ülkemize hayırlar getirmesini diliyorum. Çocuklarımızın, torunlarımızın yaşayacağı ülkenin güçlü ve mamur olabilmesine bu Planın katkı sağlamasını diliyor, hepinize saygılarımı sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Başka söz talebi?.. Yok.
Planın üçüncü bölümü ve tümü üzerinde görüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi, Planın Hükümete geri verilmesine dair gerekçeli önergelerin işlemlerini yapacağız.
Başkanlığa verilmiş bulunan 8 adet geri verme önergesi, sırasına göre numaralandırılmış ve bir takımı Hükümete verilmiştir. Hükümetin bu önergelerden bazılarına katıldığı, Başkanlığa gönderdiği tezkereden anlaşılmıştır.
Şimdi, bu tezkereyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan Dokuzuncu Kalkınma Planıyla ilgili olarak verilmiş bulunan 8 adet değişiklik önergesinden yalnızca 8 nolu önergeye katıldığımızı, diğerlerine katılmadığımızı, bilgilerinize, gereği için arz ederim. 28.6.2006
Abdüllatif Şener
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, öncelikle Hükümetin katıldığı önergeyi okutup, oylarınıza sunacağım; sonra da, Hükümetin katılmadığı önergeleri sırasıyla okutacağım ve istendiği takdirde, Hükümete, Komisyona ve önerge sahibine, 5'er dakikayı geçmemek üzere söz vereceğim. Daha sonra da bu önergeleri oya sunacağım.
Hükümetin katılmadığı önergelerden Genel Kurulca kabul edilen olursa, bu önergeler üzerinde, en sonra, yeniden görüşme açılacaktır.
Bu görüşme sırasında da, bunlardan her biri hakkında, sadece Komisyon, Hükümet ve geri verme önergesindeki birinci imza sahibi veya göstereceği bir diğer imza sahibi konuşabilecektir.
Bu görüşme sonunda geri verme gerekçeleri ayrı ayrı oylanacak ve kabul edilen geri verme gerekçeleri, Planla birlikte Hükümete geri verilecektir.
Hükümet, Türkiye Büyük Millet Meclisince kabul edilen geri verme gerekçelerini de dikkate alarak, Planda uygun gördüğü değişiklikleri yapacak ve bu hususları bir raporla Genel Kurula sunacaktır.
Bu rapor üzerinde, İçtüzüğün 72 nci maddesine göre, Genel Kurulda müzakere açacağız. Bu işlem de bittikten sonra, Planın tümü, varsa yapılan değişikliklerle birlikte açıkoylamaya sunulacaktır.
Şimdi, Hükümetin katıldığı önergeyi okutmaya başlıyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1214 sıra sayılı Dokuzuncu Kalkınma Planının 138 inci sayfasında yer alan 658 inci paragraftaki "…hizmet verme potansiyeli yüksek merkezler belirlenerek;..." ifadesinin "…hizmet verme potansiyeli yüksek Cazibe Merkezleri belirlenerek;…" şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Ömer İnan Ömer Abuşoğlu Murat Yılmazer
Mersin Gaziantep Kırıkkale
Süleyman Sarıbaş Dursun Akdemir
Malatya Iğdır
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, bilindiği gibi, Hükümet bu önergeye katılmıştı.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmiştir.
Şimdi, Hükümetin katılmadığı önergelerin işlemini yapacağız.
Önergeleri sırasıyla okutup görüşme açacağım ve sonra oylarınıza sunacağım.
1 numaralı önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1214 sıra sayılı Dokuzuncu Kalkınma Planının 59-100 üncü sayfalarında yer alan 57-325 inci paragraflarının plan tasarısından çıkarılması ve geçmiş politika uygulamalarını daha ayrıntılı değerlendiren plan destek dokümanı olarak ayrı bir kitap haline getirilmesini arz ve teklif ederiz.
Mehmet Kartal Kemal Kılıçdaroğlu Nurettin Sözen
Van İstanbul Sivas
İ. Sami Tandoğdu Enis Tütüncü Mustafa Özyürek
Ordu Tekirdağ Mersin
İsmet Atalay Mehmet Yıldırım Algan Hacaloğlu
İstanbul Kastamonu İstanbul
Mehmet Akif Hamzaçebi
Trabzon
BAŞKAN - Hükümet bu önergeye katılmamıştır.
Sayın Akif Hamzaçebi, konuşacak mısınız?
HALUK KOÇ (Samsun) - Gerekçe...
BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Plan öncesi gelişmelerin değerlendirildiği bölüm, esas olarak rakamsal gelişmelerin verildiği bir bölüm olarak hazırlanmıştır. Halbuki, burada, önceki dönemde uygulanan temel politikalar, bu politikalardan ortaya çıkan sapmalar ve bunun yol açtığı sonuçların değerlendirilmesi beklenirdi. Bu duruma en iyi örnek ödemeler dengesidir. Ödemeler dengesi hedeflerinde yaşanan ortalama yüzde 100'ün üzerindeki sapma, bu sapmalara yol açan gelişmeler gibi noktalara hiç girilmemiş, sadece parti programı gibi olumsuzluk içinde yaşanan bazı olumlu gibi görünen gelişmelere değinilmiştir. Bu anlamda, Planın metninin yüzde 40'ı, Plan öncesi dönemin değerlendirilmesi şeklindedir. Önceki Planda bu bölüm Plan öncesi ekonomik ve sosyal sektörlerdeki gelişmeler başlığında birden fazla kitap şeklinde destek dokümanı olarak hazırlanmış ve Planın içinde yer almamıştır. Yine aynı şekilde, Plan öncesi dönemde Türkiye'de ekonomik ve sosyal gelişmeler başlığı altında bir veya birden fazla kitap destek dokümanı olarak çıkarılabilir.
BAŞKAN - Hükümetin katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge reddedilmiştir.
Şimdi, Hükümetin katılmadığı 2 numaralı önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1214 sıra sayılı Dokuzuncu Kalkınma Planının 100 üncü sayfasında yer alan 327 nolu paragrafın ve izleyen diğer ekonomik göstergeler başlıklı tablo 6.2'nin buna göre aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
M. Akif Hamzaçebi Kemal Kılıçdaroğlu Mehmet Kartal
Trabzon İstanbul Van
Algan Hacaloğlu Mehmet Yıldırım Enis Tütüncü
İstanbul Kastamonu Tekirdağ
Nurettin Sözen Mustafa Özyürek İsmet Atalay
Sivas Mersin İstanbul
İ. Sami Tandoğdu
Ordu
"327. Bu büyüme performansında verimlilik artışları, 2002-2005 döneminde olduğu gibi yine önemli bir rol oynayacaktır. Plan döneminde TFV artışının yıllık ortalama yüzde 1,5 dolayında gerçekleşeceği tahmin edilmektedir. TFV artışının özellikle sanayi ve hizmetler sektörlerinden kaynaklanması beklenmektedir. Gerek işgücü piyasasında gerçekleştirilen reformların gerekse yürütülen aktif işgücü politikalarının etkisiyle, büyümenin istihdama yansıması ve Plan döneminde yıllık ortalama yüzde 3 oranında istihdam artışı sağlanması beklenmektedir. Plan döneminde sanayi ve hizmetler sektörlerinde yıllık ortalama 835 bin kişi gibi dikkate değer oranda yüksek bir istihdam artışı öngörülmekte ve bu istihdam artışının, nüfustaki artış ve tarımdaki çözülmeye rağmen, işsizlik oranını dönem sonunda yüzde 7'ye düşürmesi beklenmektedir."
BAŞKAN - Sayın Akif Hamzaçebi, konuşacak mısınız?
HALUK KOÇ (Samsun) - Gerekçe…
BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Toplam faktör verimliliğinin (TFV) artışı Plan dönemi boyunca ortalama yüzde 2,3 oldukça yüksek bir oranda varsayılmıştır. Plan öncesinde uygulanan ve sonuç getiren politikalar içinde faktör verimliliğinin bu düzeyde artışını açıklayacak herhangi bir gelişme bulunmamaktadır. Verimliliğin kriz sonrası olağanüstü dönemler dışında diğer dönemlerde artışı uzun dönemli eğitim, ar-ge gibi konularda sağlanacak gelişmelere bağlı görülmektedir. Bugün bu düzeyde orana sadece İskandinav ülkeleri sahiptir. Birçok gelişmiş ülkenin oranı bizim Planda öngördüğümüz oranın neredeyse 1 puan altındadır. Bu oran Finlandiya'da yüzde 3,2; İsveç'te yüzde 2,3, Almanya'da yüzde 1,1, Amerika'da yüzde 1,5; İtalya'da yüzde 0,6'dır. Toplam faktör verimliliğinin Plan döneminde yıllık artışı yüzde 1,5'e, daha gerçekçi bir orana çekilmektedir. Bu varsayım çerçevesinde, cari işlemler ve dışticaret başta olmak üzere diğer makro parametrelerin de buna uygun hale getirilmesi gerekmektedir.
BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge reddedilmiştir.
Hükümetin katılmadığı 3 numaralı önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1214 sıra sayılı Dokuzuncu Kalkınma Planının 108 inci sayfasında yer alan 354 nolu paragrafın aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
"354. Plan döneminde kamu eğitim harcamaları GSYİH'ya oran olarak yüzde 4,1 oranından aşamalı olarak 2013 yılında AB ülkeleri seviyesi olan yüzde 5,5'e çıkarılacaktır. Harcamaların artırılmasında eğitim kademelerine göre öncelik ilköğretime verilecektir. Plan döneminde okulöncesi ve ortaöğretim kademesinde okullaşma oranlarında önemli artışlar sağlanması hedeflenmektedir. İlköğretim kademesinde çağ nüfusundaki azalmanın da katkısı ile tüm çocukların temel eğitim alması amaçlanmaktadır. Ortaöğretim okullaşma oranlarındaki artışla birlikte yükseköğretime olacak talep artışını karşılamak üzere, yükseköğretim okullaşma oranının yüzde 48'e ulaşması planlanmaktadır."
M. Akif Hamzaçebi Kemal Kılıçdaroğlu Mehmet Kartal
Trabzon İstanbul Van
Algan Hacaloğlu Mehmet Yıldırım Nurettin Sözen
İstanbul Kastamonu Sivas
Enis Tütüncü Mustafa Özyürek İ. Sami Tandoğdu
Tekirdağ Mersin Ordu
İsmet Atalay
İstanbul
BAŞKAN - Sayın Hamzaçebi, konuşacak mısınız?
HALUK KOÇ (Samsun) - Gerekçe…
BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Özellikle 2003 yılından itibaren kamu eğitim harcamalarının GSYİH'ye oranı yüzde 4,5'lerden yüzde 4'lere kadar gerilemiştir. Öğrenci sayısının 1 000 000'un üstünde arttığı bir dönemde kamu eğitim harcamalarındaki düşme özellikle öğrenci başına eğitim harcamalarını çok düşürmüştür. Bugün Türkiye öğrenci başına kamu eğitim harcamasında OECD ortalamasının üçte 1'inden de düşük düzeyde harcama yapmaktadır. (satın alma gücüne göre düzeltilmiş). Ayrıca, son yedi yıldır uygulanmakta olan ekonomik programın olumsuz etkileri bu anlamda maliye politikasının kalitesinin düşmesi anlamında kendisini eğitim sektöründe göstermiştir. Kamu eğitim harcamalarının GSYİH'ye oranının yüzde 5 üzerine çıkması bu oranın AB ülkelerinin sahip olduğu oran düzeyine ulaşılmasına yol açacaktır. AB ile yakınsama ve programın sosyal tahribatının giderilmesi amacıyla bu somut hedefin, Plana konulmaktadır.
BAŞKAN - Hükümetin katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge reddedilmiştir.
4 numaralı önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1214 sıra sayılı Dokuzuncu Kalkınma Planının 109 uncu sayfasında yer alan 355 nolu paragraftan sonra yeni bir paragrafın eklenmesini ve takip eden paragrafların ise buna göre yeniden numaralandırılmasını arz ve teklif ederiz.
"Toplumun yoksul olan en alt yüzde 20'lik kesiminin ulusal gelirden aldığı pay yoksul yanlısı ekonomik ve sosyal politikalar ve özellikle asgarî gelir desteği programı ile yüzde 7 seviyesine çıkarılacaktır."
M. Akif Hamzaçebi Kemal Kılıçdaroğlu Mehmet Kartal
Trabzon İstanbul Van
Nurettin Sözen İ. Sami Tandoğdu Vedat Melik
Sivas Ordu Şanlıurfa
Enis Tütüncü Mustafa Özyürek İsmet Atalay
Tekirdağ Mersin İstanbul
Algan Hacaloğlu Mehmet Yıldırım
İstanbul Kastamonu
BAŞKAN - Sayın Hamzaçebi?..
HALUK KOÇ (Samsun) - Gerekçe…
BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Yoksullukla mücadelede en önemli unsur gelirin toplumsal kesimler arasında adilane dağılımını sağlamaya yönelik yoksul yanlısı politikalar uygulanmasıdır. Türkiye'nin uluslararası platformda yoksulluğu azaltmaya yönelik taahhüt ettiği somut hedeflerin ulusal bir belge olan Dokuzuncu Kalkınma Planında da belirtilmesi ve Planda önerilen sosyal politikaların bu hedefe yönelik oluşturulması gerekmektedir.
BAŞKAN - Hükümetin katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge reddedilmiştir.
5 numaralı önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1214 sıra sayılı Dokuzuncu Kalkınma Planının 110 uncu sayfasına 356 nolu yeni bir paragrafın aşağıdaki şekilde eklenmesini ve takip eden paragrafların ise buna göre yeniden numaralandırılmasını arz ve teklif ederiz.
"356. Uygulanan ekonomik programın yarattığı sosyal çözülmenin giderilmesi amacına yönelik olarak sosyal koruma niteliğindeki kamu harcamaları plan dönemi boyunca aşamalı olarak artırılarak GSYİH'ye oranı yüzde 15 çıkarılacaktır."
M. Akif Hamzaçebi Algan Hacaloğlu Kemal Kılıçdaroğlu
Trabzon İstanbul İstanbul
Mehmet Kartal Mehmet Yıldırım Nurettin Sözen
Van Kastamonu Sivas
Enis Tütüncü İ. Sami Tandoğdu Vedat Melik
Tekirdağ Ordu Şanlıurfa
İsmet Atalay Mustafa Özyürek
İstanbul Mersin
BAŞKAN - Sayın Koç?..
HALUK KOÇ (Samsun) - Gerekçe…
BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Sekizinci Plan döneminde sosyal korumaya yönelik kamu harcamalarının oranı ortalama olarak yüzde 7-8 civarındadır. AB ülkelerinde bu oranın yüzde 20'ler düzeyinde olduğu dikkate alındığında bu oranın Türkiye'de oldukça düşük olduğu ve kamu harcamaları içinde yeterince önceliği alamadığı görülmektedir. Ayrıca, son yedi yıldır uygulanmakta olan ekonomik programda bu anlamda bir tahribat yaratmıştır. Bu tahribatın giderilmesi ve kamu harcamalarından sosyal korumaya gerekli olan önceliğin verilmesi amacıyla bu somut hedef Plana konulmaktadır.
BAŞKAN - Hükümetin katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge reddedilmiştir.
6 numaralı önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1214 sıra sayılı Dokuzuncu Kalkınma Planının 136 ncı sayfasında yer alan 633 nolu paragrafın aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
"633. Sosyal hizmet ve yardımlar sisteminde eşitlik, sosyal adalet, etkinlik ve etkililik ilkeleri çerçevesinde bu alanlarda var olan tüm kurumların ve yasalara dayanan uygulamaların tek çatı altında toplanmasını sağlayacak Sosyal Hizmetler Ana Planı ve Sosyal Yardımlar Ana Planı hazırlanacak ve bu alanlarda tek bir sorumlu kurum oluşturulacaktır."
M. Akif Hamzaçebi Algan Hacaloğlu Kemal Kılıçdaroğlu
Trabzon İstanbul İstanbul
Mehmet Kartal Mehmet Yıldırım Nurettin Sözen
Van Kastamonu Sivas
Enis Tütüncü İ. Sami Tandoğdu Vedat Melik
Tekirdağ Ordu Şanlıurfa
Mustafa Özyürek İsmet Atalay
Mersin İstanbul
BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Sosyal hizmetler ve yardımlar alanında var olan kurumlar ve uygulamalar etkinlikten uzak ve oldukça dağınık bir yapıdadır. Kaynak, zaman ve emek israfına yol açan bu durumun düzeltilmesi için ülke çapında bu alanlardaki hizmet sunumunda birliği ve standartları geliştirecek yeni bir kurumsal yapılanmaya ihtiyaç bulunmaktadır.
BAŞKAN - Hükümetin katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge reddedilmiştir.
7 numaralı önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1214 sıra sayılı Dokuzuncu Kalkınma Planının 136 ncı sayfasında yer alan 634 nolu paragrafın aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
"634. Sistemden yararlanacak kişilerin belirlenmesi amacıyla ortak bir veri tabanı oluşturularak, nesnel ölçütlerle işleyen bir tespit mekanizması kurulacaktır. Sosyal hizmet ve yardımlar alanında nitelikli personel eksikliği giderilecek ve mevcut personelin niteliği artırılacaktır."
M. Akif Hamzaçebi Algan Hacaloğlu Kemal Kılıçdaroğlu
Trabzon İstanbul İstanbul
Mehmet Kartal Mehmet Yıldırım Nurettin Sözen
Van Kastamonu Sivas
Enis Tütüncü İ. Sami Tandoğdu İsmet Atalay
Tekirdağ Ordu İstanbul
Mustafa Özyürek Vedat Melik
Mersin Şanlıurfa
BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Türkiye'deki sosyal hizmet ve yardım sisteminin en büyük zaafları hizmet sunumundaki nesnel ölçütlerin yeterli düzeyde işletilememesi, yetersiz personel sayısı ve personelin meslekî niteliğidir. Sosyal hizmet ve yardımların bir hayır iş değil bir meslek olduğu ve kamu sorumluluğu olduğu gerçeğinden hareketle bu alanların güçlendirilmesi gerekmektedir.
BAŞKAN - Hükümetin katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge reddedilmiştir.
Sayın milletvekilleri, Dokuzuncu Kalkınma Planı üzerinde verilen önergelerin işlemleri tamamlanmıştır.
3067 sayılı Kanun gereğince Planın tümü, Plan ve Bütçe Komisyonu raporunda belirtilen ve Genel Kurulca kabul edilen önergelerdeki değişiklikler doğrultusunda açıkoya sunulacaktır.
Açıkoylamanın şekli hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.
Açıkoylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Oylama için 5 dakika süre vereceğim. Bu süre içinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini; bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını, oylama için öngörülen 5 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.
Ayrıca, vekâleten oy kullanacak sayın bakanlar var ise, hangi bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy pusulasını, yine, oylama için öngörülen 5 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.
Oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 1214 sıra sayılı Dokuzuncu Kalkınma Planının açıkoylama sonucunu açıklıyorum:
Kullanılan oy sayısı: 321
Kabul : 271
Ret : 50 (x)
Sayın milletvekilleri, böylece, Dokuzuncu Kalkınma Planı kabul edilmiştir; hayırlı olsun.
Birleşime 5 dakika ara veriyorum.
(x) Açıkoylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağın sonuna eklidir.
Kapanma Saati: 23.33
BEŞİNCİ OTURUM
Açılma saati: 23.40
BAŞKAN: Başkanvekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Türkan MİÇOOĞULLARI (İzmir), Mehmet DANİŞ (Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 121 inci Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.
Alınan karar gereğince, sözlü soru önergelerini görüşmüyor ve gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
3.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin; Gelibolu Yarımadası Tarihi Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305 )
BAŞKAN - 1 inci sırada yer alan kanun teklifinin geri alınan maddeleriyle ilgili komisyon raporu gelmediğinden teklifin görüşmelerini erteliyoruz.
2 nci sırada yer alan Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
4.- Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1030) (S. Sayısı: 904)
BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.
Ertelenmiştir.
3 üncü sırada yer alan Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti Arasında Yayılmanın Önlenmesi Amaçlarına Yönelik Yardım Sağlanmasının Kolaylaştırılması İçin İşbirliğine İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
5.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti Arasında Yayılmanın Önlenmesi Amaçlarına Yönelik Yardım Sağlanmasının Kolaylaştırılması İçin İşbirliğine İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/1115) (S. Sayısı: 1147)
BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.
Ertelenmiştir.
4 üncü sırada yer alan Bütçe Kanunlarında Yer alan Bazı Hükümlerin İlgili Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelere Eklenmesi ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İstanbul Milletvekili Mustafa Ataş ve 9 Milletvekilinin; Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
6.- Bütçe Kanunlarında Yer Alan Bazı Hükümlerin İlgili Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelere Eklenmesi ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İstanbul Milletvekili Mustafa Ataş ve 9 Milletvekilinin; Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1219, 2/812) (S. Sayısı: 1210)
BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.
Ertelenmiştir.
5 inci sırada yer alan Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İçişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonları raporlarının görüşmelerine başlıyoruz.
7.- Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İçişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/572) (S. Sayısı: 817) (x)
BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet?.. Yerinde.
Komisyon raporu 817 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde Anavatan Partisi Grubu adına söz isteyen, Malatya Milletvekili Süleyman Sarıbaş.
Buyurun Sayın Sarıbaş. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU ADINA SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya) - Sayın Başkan değerli milletvekili arkadaşlarım; görüşmekte olduğumuz 817 sıra sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanununda Değişiklik Yapan Kanun Tasarısı üzerinde Anavatan Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, mevcut kanun tasarısındaki düzenleme, bu sabah Grup olarak getirdiğimiz, şehit aileleriyle ilgili çeşitli kanunlarda yapılan düzenlemenin bir maddesinde zaten bizim de önerdiğimiz bir şeydi. Görevleri nedeniyle, millet için, bu memleket için değişik görevlerde bulunan ve o görevleri başında şehit olan, yurt dışında görev yapan büyükelçilerimiz, güvenlik kuvvetlerimiz, şehitlerimiz, er ve erbaşlarımıza, onların silahlarının yadigâr kaldığı, emanet kaldığı, hatıra kaldığı ailelerinin, taşımaları sırasında veya bulundurmaları sırasında, resim, harç alınmamasını öngören bir kanun tasarısı.
Doğru bir tasarı. Hakikaten bu vatan için kanını, canını toprağa atanların, ailesinin bir parçasını bu vatan toprakları için şehit verenlerin ondan hatıra kalan silahı taşırken, bir de buna harç ödemesi, devletin bundan harç alması, rumuz alması düşünülemezdi. Çünkü, bu insanlar, sadece bu silahları hatıra olarak taşıyorlar, Anadolu deyimiyle yadigâr olarak taşıyorlar. Bunun bir bedeli olmamalı, bunun bir bedeli olmamalıydı. Şimdiye kadarki uygulama hakikaten yanlış bir uygulamaydı. Bunda şehit aileleri derneklerimiz bizlere de geldiler, çok makul olarak, her ruhsat yenilemede 700-800 milyon lira harç vermenin kendilerini üzdüğünü, bu şehide ait silahları, şehidin hatıra silahını, bu bedelleri ödeyemedikleri için iade etmek zorunda kaldıklarını ve bunun doğru olmadığını anlatmışlardı; samimî bir talepti. Bu talebi, biz, kanun teklifi olarak Meclis gündemine getirmiştik.
Sadece bu değildi tabiî şehit ailelerimizin istekleri, başka istekleri de vardı. İşte, şehit aileleri derneklerinin kira ve yakıtlarına devletin katkı sağlamasını istiyorlardı, çok makul bir talepti. Ben inanıyorum, ileriki günlerde Yüce Meclis bunları da dikkate alacaktır.
Tabiî, şehit ailelerinden 1 kişiyi istihdam ediyoruz kanun gereği, bunun 2'ye çıkmasını istiyorlardı, aile arasında problem yaşanmamasını istiyorlardı ve bir şey çok önemliydi -sabah anlatamadım- önemli olan şuydu; yani, ateş düştüğü yeri yakıyor arkadaşlar, bir ailede vatan için bir şehit olduğu zaman, onun hukukî muamelelerini devletin takip edeceği bir birimi oluşturmak çok önemliydi. Biz dedik ki; Başbakanlığa bağlı bir şehit aileleri veya şehit muameleleri başkanlığı veyahut da müdürlüğü, bir birim kuralım. Ülkenin hangi bölgesinde olursa olsun, hangi birimden olursa olsun, ister polis teşkilatımızdan, ister asker teşkilatımızdan, isterse başka kamu görevlilerinden, bir şehit olduğu zaman, şehit aileleri, ilgili kurumlardan, efendim, işte, ölüm raporları, otopsi raporları veyahut da maaş bağlama, veraset ilamları, şunlarla bunlarla uğraşmasın. Devlet, aynı gün,
(x) 817 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
o birim, kuracağımız birim, bu şehidin bütün envanterini, kendisinde bir dosya tutarak, hangi kanunlarda ne hakları olduğunu, ne gibi yardımda bulunulması gerektiğini, onun özel dosyasında muhafaza edip, onun özel dosyasında bilgilendirip, hiç uğraşmadan, bütün kanunî haklarını o ailenin ayağında, evinde bir zarfın içerisinde takdim edecek duruma gelsin. Yani, büyük devletlere yakışan budur.
Bakın, elin adamları geldiler, Çanakkale'de mezarlıklar yaptılar, her yıl geliyorlar, kendi şehitlerini her yıl anıyorlar, torunları geliyor anıyor ve buna mukabil benim ülkem, bu büyük ülke, bin yıldır, hakikaten hep Âkif'in dediği gibi, "şuheda fışkıracak" dediği gibi, her santimetrekaresinde şehit kanı olan bu ülkede, yani, 3-5 bin şehit ailemiz için, 3-5 bin dosyayı belli bir merkezde toplayıp bu insanların bütün sorunlarına çare olacak bir birim oluşturabilirdik. Bize de bu yakışır, bu devlete bu yakışırdı, bunlara sahip çıkmak yakışırdı.
Artı; bakıyorum, hemen hemen her şehit ailesinin bir davası var. Şehidin tarifini yapmamışız kanunlarımızda. Alıyoruz askere Mehmetçiği, bir sebepten, ya göreve giderken askerî araçla trafik kazasından veyahut da koğuşta başka bir sebeple vefat ediyor. Haliyle ilgili birlik komutanı "vadesiyle ölmüştür" raporu veriyor, davalar açılıyor.
Değerli arkadaşlar, biz, onları zorunlu olarak alıyoruz. Biz dedik ki, sevk evrakını aldıktan terhis olana kadar, herhangi bir sebeple olursa olsun, görevi başında, görevini deruhte ederken vefat edenlere bir nakdî yardım yapalım. Çünkü, zorunlu olarak aldığınız ve kendi emrinizde devlete hizmet ederken hangi sebeple vefat ederse etsin, o ailenin yüreğinde, o ailenin vicdanında o şehit. Örf, âdetimiz gereği, geleneklerimiz gereği de o şehit. Çünkü, bu vatan için, bu millet için mecbur olduğu halde, mecbur tutarak yaptırdığımız görevi nedeniyle bir ölüm vuku buluyorsa, mutlaka buna destek olmamız, mutlaka katkı sağlamamız lazım.
Zannediyorum, bu Yüce Meclis, bunu -bütün milletvekili arkadaşlarım da benim gibi düşündükleri kanaatindeyim- zamanı geldiğinde bu düzenlemeyi yapacaklardır.
Bu, bir maddelik olmamalıydı; yani, şehitlerimizin başka sorunları da vardı. Evet, bu çok önemli bir düzenlemeydi, arzu edilen bir düzenlemeydi; ama, şehitlerimizin, bugün bilinen 5-6 şehit ailelerimizin 5-6 temel problemleri vardır. Yani, bu 5-6, temel problemi de kapsayacak şekilde, onları en azından -acıyı dindirmesi mümkün değil ama- en azından "benim devletim bana sahip çıkıyor, benim ülkem bana sahip çıkıyor" duygusunu yaşatabilirdi; bu gelişmenin burada başlaması da önemli bir şey. Bu tasarı da önemli bir tasarı, en azından, şehidinden, eşinden veya oğlundan ayrılmış yüreği ateşle dolu insanların, onun hatırasını sandığında saklarken, onun hatırasını evinin bir köşesinde saklarken ona bir de bedel ödememeyi getiren bir tasarıdır. Bu bakımdan, milletimize hayırlı olsun diyorum, ülkemize hayırlı olsun diyorum, şehitlerimiz için ne yapsak azdır, şehit ailelerimiz için ne yapsak azdır. Şehitlerimize bir kez daha Allah'tan rahmet diliyorum. Onların kederli ailelerine bir kez daha sabır diliyorum, büyüklerin ellerinden öpüyorum; hepinize saygılar sunuyorum. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Sarıbaş
AK Parti Grubu adına Veli Kaya.
Buyurun Sayın Kaya. (AK Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA VELİ KAYA (Kilis) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli Başkan, sayın milletvekilleri; 817 sıra sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli konuşmacı, şehitlerimizle ilgili çok güzel bilgiler verdi. Hakikaten, Türk Milleti, şehidine çok önem veren ve şehitleri cennet makamıyla ödüllendiren bir milletin ahfadıyız. Onun için, ailesinde şehit olmayan, neredeyse, Türk ailesi yoktur. Her ailede bir şehit vardır.
Ben, konuşmama bir şeyin altını çizerek başlamak istiyorum: Ben de amcamı bu vatan için şehit veren bir ailenin çocuğuyum. Kahramanmaraş'ın Andırın İlçesinde, 30'lu yıllarda şehit düşmüş. Yıllar sonra amcamın mezarını ziyaret için gittiğimde, köyün yaşlılarından bir tanesiyle görüştüm. "Mezarını tam olarak bilmiyorum; ama, 6 tane şehidimiz burada" dedi, 6 tane mezar gösterdi. Millî Savunma Bakanımız ve Genelkurmay Başkanlığımızın yetkilileri de buradayken, 6 tane şehidimizin mezarları yerle bir olmuş durumda. Bu zamana kadar bu şehitlerimize bir şehitlik yapılmaması, onların ailelerinin, geldiklerinde başında bir fatiha okuyacağı bir abidenin bulunmaması da, bu zamana kadar devletin ayıbıdır diye düşünüyorum. Hiç değilse, bugünden itibaren, Kahramanmaraş'ın eski Andırın, yeni ismiyle Tokmaklı Beldesindeki bu şehitliğin unutulmayacağı kanaatindeyim.
Değerli milletvekilleri, şehitlik mertebesi cennetle müjdelenir demiştim; çok önem verdiğimiz bir makamdır. Aziz şehitlerimiz, vatanı uğruna canını seve seve verirken, geride kalan ailelerini unutmamak, onların acılarını paylaşmak, onlara değer vermek de büyük devletlerin görevleri arasındadır. Evet, ben de bunu paylaşıyorum.
Şehitlerimiz canlarını bu vatan için verirken, kendilerine maddî bir imkân bağlanmasını asla düşünmemişlerdir. Mutlak surette, devletlerine güvendikleri için şehit düşmüşlerdir.
Bu toprakların her santimetresi şehit kanıyla doludur. Bu yasa, bence, geç bile kalmış bir yasadır. Şehitlerimizle ilgili yasal düzenleme yapılırken, onlardan hatıra kalan bu silahlarından alınan her türlü vergi ve harçların çıkarılmamış olması da, bence, geçmişteki iktidarların, yönetimlerin büyük bir eksikliği ve ayıbıdır diye düşünüyorum. Televizyonlara baktığımızda…
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya) - Tasarı, geçen iktidarın tasarısı; yapma bunu!
VELİ KAYA (Devamla) - Değerli Milletvekilim, televizyonları izlediğimizde, bir şehidimiz düştüğü zaman, o şehidimizin sadece cenaze merasiminde gösteriler yapmak suretiyle bunun üzerinden siyaset yapanlar, cenaze defnedildikten sonra, ne hikmetse, şehit ailelerinin evlerine gitmeyi bir görev saymazlar.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Biz sayıyoruz, hep gidiyoruz CHP olarak.
VELİ KAYA (Devamla) - Sayanlardan Allah razı olsun, teşekkür ediyorum. Mutlaka gidilmesi gerekir; şehit ailelerinin ziyareti gerekir, onları yalnız bırakmamak gerekir, devletin milletiyle bölünmez bütün olduğunun ispatı gerekir.
İşte, 21 inci Dönemde bu yasal düzenleme Parlamentoya getirilmiş olmasına rağmen, bu husus nedense çok önemli görülmeyerek 22 nci Döneme aktarılmış. Şehit ailelerinin kurmuş oldukları derneğin, ısrarla, şehit ailelerinin fakir, fukara çocukları olduğundan bahisle bu harcın alınmamasını talep etmeleri, tabiî ki, hepimizin yüreğini burktu. Onun için, behemehal bu yasayı takdirlerinize sunuyoruz. Ben biliyorum ki, bu yasayla ilgili hem iktidar hem muhalefet ortak hareket ediyor; çünkü, düşman, hepimizin düşmanı, parti ayırımı yapmaksızın şehit ediyor çocuklarımızı. Onun için, bu çocuklarımıza ve onların ailelerine yapacağımız bu ufak katkı, bence çok azdır, çok daha fazlası gerekir. İnşallah Yüce Parlamento, bunların ailelerinin tüm taleplerini yerine getirecek yasal düzenlemeleri de gelecek süre içerisinde tamamlayacaktır, yapacaktır, yapması da gerekiyor.
Değerli milletvekilleri, bu harcın alınmaması, bu silahların, şehitlerimizin sadece bir hatırası, bir armağanı olarak bir köşede saklanması, bu, paraya tekabül etmemeli; bu, parayla ölçülemez. Bu insanları mutlu etmenin başka yönleri de var. Evlatlarını, babalarını, kardeşlerini, bir şekilde, bu vatan için toprağa vermişler.
Bununla birlikte, benim yaklaşık üçbuçuk senedir ısrarla üzerinde durduğum, emniyet mensupları içerisinde çok saygı duyduğum, emniyet mensuplarının çok ağır yükünü taşıyan mahalle bekçilerinin de çok önemli sorunları var. Bu yasayla birlikte -bunu burada açıklıyorum, bir sürpriz yaptık- mahalle bekçilerimizin talep ettikleri hususların bir kısmını, değerli arkadaşlarımın katkılarıyla, bir önergeyle -şimdi gelecek- onların da silahlarından aldıkları, demirbaş, zat silahlarından harç alınmamasıyla ilgili bir önergemiz var. Bundan dolayı da, hem Grubumu hem de İçişleri Komisyonu Başkanımı, huzurlarınızda tebrik ediyorum, teşekkür ediyorum. Yeterli mi; o da yeterli değil; çünkü, mahalle bekçilerimizin, biliyorsunuz, çok önemli bir bölümünün vazifesi başında şehit edildiklerini de biliyoruz. Bu insanların, özlük haklarıyla ilgili de birtakım sorunları vardır. Bu sorunların da, çok kısa sürede, Grubumuzun yasalaştıracağını, bu insanların mağduriyetlerini gidereceğini, burada bir kez daha tekrar etmek istiyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Şair ne güzel söylemiş:
"Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
Cânı, cânanımı alsa da Hudâ
Alsan dünyaları…
Etmem bu…"
Neyse, özür diliyorum…
"Etmesin vatanımdan tek dünyada cüdâ."
Yani, şehitlerle ilgili çok güzel şeyler var; ama, ben, çok daha fazla konuşmak yerine, bu yasanın bir an önce yasalaşmasını istediğim için ve zamandan tasarruf etmek istediğim için, bu yasaya destek veren, gerek muhalefeti gerekse AK Parti Grubunu candan ve içten tebrik ediyorum; ama, şu şiiri de okumadan geçemeyeceğim, aziz şehitlerimizin ruhlarına atfediyorum:
"Vurulmuş tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid'i...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
Gömelim gel tarihe desem, sığmazsın.
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana ağuşunu açmış bekliyor Hazreti Peygamber."
Diyor Şair, şehitlerimizle ilgili olarak.
Ben, bu yasanın tüm şehit ailelerine, şehit derneklerine, Türk Milletine hayırlı uğurlu olmasını diliyor, saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Kaya.
HALİL AKYÜZ (İstanbul) - "Hazreti Peygamber" değil "duruyor Peygamber…" Yanlış okudun!
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya) - Veli, şiiri yanlış okudun!
HALİL AKYÜZ (İstanbul) - Şiiri yanlış okudun!
BAŞKAN - Tümü üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Hakkı Ülkü, İzmir Milletvekili.
Buyurun Sayın Ülkü. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA HAKKI ÜLKÜ (İzmir) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sözlerime başlamadan önce, demin konuşan Anavatan Partisi sözcüsünün, gecenin ilerleyen saatinde dil sürçmesi olarak niteleyebileceğimiz bir konuşmasının, bir cümlesinin tarafımdan düzeltilmesi, belki kendileri tarafından da hoş karşılanabilir. Anzakların da şehit olduğu söylendi; oysa, onlar farklı; işgal kuvvetleriydi; onun düzeltilmesini gerektiğini düşünüyorum, herhalde dil sürçmesidir.
Evet, şimdi, yine, arkadaşlarımızdan birisi, tasarının sanki bu dönem verilmiş ilk tasarıymış gibi olduğunu söyledi. Oysa, geçmiş dönemde; yani, 13 Şubat 2001 tarihinde, geçmiş hükümet döneminde getirilmiş bir tasarıdır bu.
Tasarı, şehit dul ve yetimlerinin ölüm nedeniyle kendilerine intikal eden ateşli silahlardan harç alınmamasıyla ilgili bir tasarıdır. Sadece askerî personeli ilgilendirirken, komisyonda Emniyet Teşkilatını da bu kapsama almış bulunuyoruz.
Stopaj Vergisi nasıl yabancı sermaye için kaldırılmışsa -ki, dün geçti o yasa- intikal eden bu ateşli silahlar için de kaldırılmalıdır. Aslında, işin esası, çocuklarımızı ülke savunmasında şehit ettirmemek olmalıdır.
Bakın, ordunun çeşitli kademelerinde, 5 504 kişi şehit olmuştur 1984'ten bu yana. Polislerden 464 kişi şehit olmuştur. Yaralı sayısı, askerde 11 794, poliste 3 254. Sakat kalanlar, askerde 3 444, poliste 268. Ki, bunlar, hem polis şeflerinden hem generallerden hem askerlerden oluşmakta olanlardır. Sakat kalanlar, eli, kolu, bacağı kopanlar, tekerlekli sandalyeye mahkûm olanlar da epey vardır.
Bu bağlamda, önemli olan, terörü doğuran sosyal nedenlerin ortadan kaldırılmasıdır. Tasarıyla getirilmek istenen, silahlanma yarışı değil, ülke savunmasında ya da tatbikatlarda yaşamını kaybetmiş şehitlerin yakınlarına manevî bir hatıranın harç ve benzeri ödentilerinin ortadan kaldırılmasıdır. Biliyorsunuz, Ulusal Kurtuluş Savaşından kalma madalyaların, yine Ulusal Kurtuluş Savaşında kullanılmış olan kılıçların ve buna benzer savaş aletlerinin şu anda zaman zaman sünnet düğünlerinde, zaman zaman evlilik düğünlerinde, torunları tarafından kullanıldığı görülmektedir. Bunlar, tabiî, hoş şeylerdir, hatıraları anmak için. Bu anlamda da, bunların güzel bir hatıra olabileceğini düşünmekteyiz ve yasanın yararlı olduğunu görüyoruz hep beraber.
Dikkat çeken bir başka husus da, dünyada silahlanmaya ayrılan pay, 1 trilyon civarındadır. Buna dikkatinizi çekmek isterim; silahlanmaya ayrılan pay, 1 trilyon dolar civarında. İslam ülkelerinin yaptığı harcama, her İslam ülkesinin ortalama yapmış olduğu harcama, kendi gayri safî millî hâsılalarının ya da ulusal gelirlerinin yaklaşık yarısıdır. 11 Eylülün arkasından, Avrupa Birliği üyesi ülkeler silahlanma harcamalarına çokça pay ayırmışlardır ve ayırmaya da devam etmektedirler. Başta İngiltere olmak üzere, Fransa, Almanya, İtalya ve İspanya bunların başını çekmektedir; ama, ne yazık ki, ülkemiz de bunlardan sonra gelmektedir. Yani, silahlanma yarışında Avrupa'da 6 ncı sıradayız.
Bireysel silahlanma da aslında bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Biz, sevinmesini bilmeyen bir toplumuz. Maçlarda, düğünlerde ya da başka bazı sevindiğimiz konularda silahı nasıl kullanacağımızı bilmediğimizden dolayı, zaman zaman, balkonda oturan masum bir insanı bile öldürmekteyiz. Bu gibi konular, bireysel silahlanma konusunda tabiî ki tepki çekmektedir. Ülkemizde her 4 evden 1'inde silah bulunmaktadır. Ruhsat için başvuru nedenleri, yüzde 35 iş riski için, yüzde 23,6 evde bulundurmak için, yüzde 16,7 merak ve hobi için, yüzde 12,7 avcılık-atıcılık için, yüzde 6,8 meslek gereği, yüzde 5,5 de anı. Kim bilir, belki bizi de ilgilendiren son söylemiş olduğum yüzde 5,5'lik bölüm içindir.
2003 yılında Türkiye'de 1 954 000 ruhsatlı silah varken, 2005 yılında bu rakam 2 145 000 olmuştur. Ruhsatsızların sayısını sormayın, en az ruhsatlıların sayısının 4 misli fazladır. Mesela, İstanbul'da her 2 vatandaştan 1'i can güvenliği nedeniyle silah taşımaktadır. Âdeta bir korku imparatorluğu yaratılmıştır. Buna karşın, bireysel silahsızlanma çağrıları da vardır elbette; ama, galiba, en önemlisi, önemli olanı, insanları silahlanmaktan caydırmak değil, silahlanma ihtiyacını ortadan kaldırmaktadır.
Peki, var olanlarla ilgili ne yapmak lazım diye sorulursa, tasarı, bu şekliyle yasalaşırsa, şehit aileleri 1 500 Yeni Türk Liralık harç ödemekten kurtulacaktır. Mesele sadece bu da değil. Demin de arkadaşlarımızın değindiği gibi "şehit" kavramının, tarifinin üzerine de oturmakta. Gerçi "şehit" kavramı tam manasıyla yapılmış değildir; ama, buna rağmen şehit kavramı tariflenirse eğer, ona da uymaktadır.
Şehit tarifi çeşitli şekillerde yapılıyor; kimine "terör şehidi" deniliyor, kimine "görev şehidi" deniliyor. Bunun tarifinin de tam olarak yapılmasında yarar var. Ayrıca, bu kişilerin, bu şehitlerin ailelerinin sıkıntılarının, dertlerinin, çarelerinin muhatapları yok. Hadi, askerin, diyelim ki Millî Savunma Bakanlığı var; polisin de kendi örgütü var; ama, başta, öğretmen, Dışişleri mensupları olmak üzere çeşitli mesleklerden kişilerin şehit edilmeleri halinde onların muhatapları yok. Oysa, Batı'da, Fransa gibi ülkelerde, tüm şehitler için tek sorumlu, tek bir idare var. Bizde teröristle çarpışan ve ölen için farklı, göreve giderken trafik kazası geçirip ölen için farklı, mayına basanlar için farklı, suda boğularak ölenler için farklı ve kısıtlı yardımlar yapılırken dahi farklılıklar oluşmaktadır. Hatta, bunların çocuklarının da işe alınmaları farklı. Çocuğu üniversiteye gidenler için de farklılık arz etmektedir birçok durum. Sakat kalmış kişilerin durumları daha da kötü. Bu tip çarpıklıkların giderilmesi gerek.
Ayrıca, silah ruhsatlarının nasıl verilmesi gerektiği konusunun bir kez daha gözden geçirilmesi gerek. Umut Vakfı gibi vakıfların yurt genelinde örgütlenmesi lazım. Ruhsat almaya hak kazanan kişilerin sıkı eğitim görmesi lazım. Ruhsat isteyene fizikî ve psikolojik sağlam raporu alması koşulunun getirilmesi lazım ve belki de, en önemlisi, ilkokuldan itibaren bireysel silahsızlanmaya karşı toplumsal bilinçlendirme için derslerde eğitim verilmesi lazım.
Ben, bu yasanın, biraz önce arkadaşlarımız tarafından da, AKP Grubu tarafından da verilmiş olan mahalle bekçilerini de içerecek şekilde kabul edilmesinin, mahalle bekçilerini de içine alacak şekilde kabul edilmesinin son derece yararlı olduğunu düşünüyorum ve hayırlı olmasını diliyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Ülkü.
Tümü üzerinde başka söz talebi yok.
Soru-cevap işlemi yapılacaktır.
Sayın Güler, buyurun.
HÜSEYİN GÜLER (Mersin) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Sizin aracılığınızla, Sayın Bakana üç sorumuz vardır.
Kaç şehit ailesi maaş almaktadır? Bugünkü ekonomik koşulları göz önünde bulundurduğumuzda, yaşamlarını idame ettirmeye yeterli midir?
Korucuları şehit kabul ediyor musunuz? Kabul edilmiyorsa, gerekli yasal düzenlemeyi çıkarmayı düşünüyor musunuz?
Gazilerimizle ilgili de son sorum var. Kaç gazimiz maaş almaktadır? Bugünkü aldıkları maaş kendilerinin yaşamlarını idame ettirmeye yeterli midir?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Güler.
Sayın Bakan, buyurun.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI MEHMET VECDİ GÖNÜL (Kocaeli) - Sayın Başkanım, sorunun ancak bir kısmına cevap verebileceğim; çünkü, rakamlar yanımızda yok, yani, kaç şehit, kaç gazi, kaç…
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Soru-cevap işlemi tamamlanmıştır.
HÜSEYİN GÜLER (Mersin) - Sayın Başkanım, kısmen yanıt verecekti Sayın Bakan.
BAŞKAN - Sayın Bakan, cevap vereceksiniz galiba.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI MEHMET VECDİ GÖNÜL (Kocaeli) - Bir kısmına ancak cevap verebileceğim.
BAŞKAN - Buyurun.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI MEHMET VECDİ GÖNÜL (Kocaeli) - Aldıkları maaşla ilgili sordunuz. Bir subay, assubay veya uzman çavuş şehit olursa, ailesi, o hayattaymış ve terfi ediyormuş gibi, ulaşabileceği rütbenin sonuna kadar maaşını alabilmektedir.
Erler için ise -onun tabiî terfii söz konusu değil- bugün için ödenen maaş, 960 000 000 liradır, 960 YTL'dir. Şehit olduğunda annesi babası hayatta ise, bunlar onların arasında paylaştırılmakta; eşi varsa, asıl büyük kısım eşine belli bir oranda verilmekte -şu anda hatırlayamıyorum oranını- annesine babasına da daha az bir miktarda para verilmektedir. Bütçe kanununa göre, bu 960 000 000 her yıl artırılmaktadır.
Arz ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
1 inci maddeyi okutuyorum:
ATEŞLİ SİLAHLAR VE BIÇAKLAR İLE DİĞER ALETLER HAKKINDA KANUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI
MADDE 1.- 10.7.1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunun 7 nci maddesinin üçüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Birinci fıkranın (1), (2), (3) ve (4) numaralı bentlerinde sayılan kişilerle, vefat edenden intikal eden ateşli silahlarla sınırlı olmak kaydıyla, 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununun 64 üncü maddesine, 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanuna, 2453 sayılı Yurt Dışında Görevli Personele Nakdi Tazminat Verilmesi ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanuna, 2566 sayılı Bazı Kamu Görevlilerine Nakdi Tazminat Verilmesi ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanuna, 2629 sayılı Uçuş, Paraşüt, Denizaltı, Dalgıç ve Kurbağa Adam Hizmetleri Tazminat Kanunu ve 926 Sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanuna ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununa göre aylık bağlananlar ile ayrıca, barışta ve olağanüstü hallerde, askerî amaçla veya iç güvenlik ve asayişin sağlanması amacıyla yapılan eğitim, tatbikat ve manevralar ile birlik veya grup halinde intikaller sırasında, bu harekat ve hizmetlerin sebep ve etkileri ile hayatlarını kaybedenlerin dul ve yetimlerinin, taşıyacakları veya bulunduracakları ateşli silahların taşınmasına veya bulundurulmasına yetki veren kayıt ve belgeler her türlü vergi, resim ve harçtan muaftır."
BAŞKAN - Madde üzerinde Anavatan Partisi Grubu adına söz isteyen Turan Tüysüz, Şanlıurfa Milletvekili.
Buyurun Sayın Tüysüz. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU ADINA TURAN TÜYSÜZ (Şanlıurfa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 817 sıra sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısıyla ilgili olarak madde üzerinde Anavatan Grubu adına görüş bildirmek üzere söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Meclisi ve milletimizi, şahsım ve Grubum adına saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, tasarıyla, 6136 sayılı Kanunun 7 nci maddesinin üçüncü fıkrasının değiştirilmesi öngörülmektedir. Böylece, tasarıda sayılan kanunlara göre aylık bağlananla beraber, barışta ve olağanüstü hallerde askerî amaçla ve iç güvenlik ve asayişin sağlanması amacıyla yapılan eğitim, tatbikat ve manevralar ile birlik veya grup halinde intikaller sırasında, bu harekât ve hizmetlerin sebep ve etkileriyle hayatlarını kaybedenlerin dul ve yetimlerinin, taşıyacakları veya bulunduracakları ateşli silahların taşınmasına veya bulundurulmasına yetki veren kayıt ve belgelerin her türlü vergi, resim ve harçtan muaf tutulması amaçlanmaktadır.
Bilindiği üzere, stratejik bir konumda bulunan ülkemizin istikrarını bozmak, bölmek, parçalamak amacıyla gerek dış düşmanlarımız gerekse içeride faaliyet gösteren bölücü ve yıkıcı terör örgütleri hain emellerini gerçekleştirmek için ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Bu bölücü ve yıkıcı faaliyetlerin karşısında ordumuz ve emniyet güçlerimiz, vatanın bölünmez bütünlüğünü korumak ve milletimizin huzur ve refahını sağlamak için ellerindeki bütün imkânlarla ve fedakârca mücadele vermektedirler. Bu mücadele sayesindedir ki, bizler, huzur ve güven içerisinde yaşayabilmekteyiz. Görevi başındaki güvenlik görevlilerimiz sayesinde vatandaş evinde rahat uyuyabilmektedir; ancak, üzücü olmakla birlikte, operasyonlar, intikaller ve manevralar esnasında can kaybı da olabilmektedir. Yıllardır süren bölücü terör nedeniyle 5 000'in üzerinde güvenlik görevlisi vatan evladı şehit olmuştur. Vatanın bölünmez bütünlüğü uğruna canlarını severek feda eden kahraman vatan evlatları ile dul ve yetimlerinin maddî ve manevî açıdan mağdur edilmemesi, savaş ve vazife esnasında şehit olanların dul ve yetimlerinin taleplerinin yerine getirilmesi de bizim için kutsal bir görev olmalıdır.
Şehitlerin dul ve yetimlerine devletin şefkat kanatlarını germesi ve onlara mümkün olan bütün imkânları seferber etmesi gerekmektedir. Bu nedenle, şehit ailelerinin üzüntüsünü hafifletebilmek ve onlara olan vefa borcunu ödeyebilmek için ne yapılsa azdır.
Değerli arkadaşlar, şehitlerimizi unutmamak ve onların hatırasını her yerde yaşatmak boynumuzun borcudur. Onların hatıralarının ailelerinin nezdinde yaşaması için de üzerimize düşeni yapmamız gerekmektedir.
Şehidin en değerli yadigârı, herhalde üniforması ve silahıdır. Şehit yakınlarının da, ondan kalan hatıra niteliğindeki bu eşya ve silahları saklamaları en doğal haklarıdır.
Şehit düşen güvenlik görevlilerinin eşleri, çocukları veya anne-babaları, vatan uğruna şehit verdikleri evlatlarının zatî tabancalarını hatıra olarak evlerinde bulundurabilmek veya taşıyabilmek için, ilgili makamlara müracaat ettiklerinde, kendilerinden çeşitli harçlar talep edilmektedir. Vatan uğruna evladını, eşini veya babasını feda etmiş birisi böyle bir taleple karşılaştığında psikolojik açıdan olumsuz yönde etkilenecektir. Ayrıca, bu durum, şehide ve yakınlarına karşı vefasızlık olarak da değerlendirilebilecektir. Dolayısıyla, şehit yakınlarının, şehide ait ateşli silahları bulundurabilmeleri ve taşıyabilmeleri için ödemeleri gereken vergi, resim ve harçlardan muaf tutulmaları gerekmektedir.
Biz, Anavatan Grubu olarak, bu meselenin takipçisi olduk daha önce. Grup Başkanvekillerimiz tarafından, Sayın Ömer Abuşoğlu ve Sayın Süleyman Sarıbaş tarafından verilen 1213 sıra sayılı kanun teklifiyle de, bu muafiyeti, yasa teklifi olarak gündeme getirmiştik. Dolayısıyla, aynı düzenlemeyi içeren bu tasarının da yasalaşması faydalı olacaktır.
Ancak, yapılacaklar bununla bitmemelidir. Şehit ailelerinin mağdur olmamaları için bütün imkânlar seferber edilmelidir.
Hayatının baharında evladını, eşini veya babasını kaybeden şehit yakınlarına, en azından maddî olarak kaybettiklerinin yokluğu hissettirilmemeli ve bu nedenle mağdur olmalarına kesinlikle izin verilmemelidir.
Bu değişikliği bir başlangıç kabul ederek, vatanın bölünmez bütünlüğü uğrunda canını seve seve feda eden vatan evlatlarının geride kalanlarının sıkıntılarını hafifletecek köklü iyileştirmelerin de devamının gelmesi gerekiyor.
Değerli arkadaşlar, dileğimiz, memleketimizin huzur ve refahını bozmaya yönelik her türlü bölücü ve yıkıcı faaliyetlerin sona erdirilerek vatan evlatlarının kanlarının akmasının önüne geçilmelidir.
Bu cennet vatanın üzerinde menfur emeller besleyenler bulunduğu sürece, ülkemizin birliğine, beraberliğine, bütünlüğüne uzanan eller de Silahlı Kuvvetlerimiz tarafından kırılacaktır.
Bu uğurda canlarını veren şehitlerimiz için ne yaparsak yapalım, onlara olan minnet borcumuzu ödememiz mümkün değildir.
Bu vesileyle, bütün şehitlerimizi saygıyla yâd ediyor, sizleri ve yüce milletimizi en derin saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ediyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Tüysüz.
Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen, Mehmet Yıldırım, Kastamonu Milletvekili.
Buyurun Sayın Yıldırım.
CHP GRUBU ADINA MEHMET YILDIRIM (Kastamonu) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Gerçekten, gerek Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun gerekse Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun ve diğer parti gruplarının da ortak noktada buluştuğu…
TURAN TÜYSÜZ (Şanlıurfa) - Diğer parti grubunun ismi yok mu Sayın Başkan?!
MEHMET YILDIRIM (Devamla) - …ve ANAP, yani, Anavatan Partisi…
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya) - Doğru söyle; Anavatan…
TURAN TÜYSÜZ (Şanlıurfa) - Anavatan Partisi…
MEHMET YILDIRIM (Devamla) - Eski ANAP…
BAŞKAN - Lütfen, Sayın Tüysüz…
MEHMET YILDIRIM (Devamla) -…ve o grupların da ortak noktada buluştuğu bir yasa tasarısını konuşuyoruz.
Bu yasa tasarısında, şehit olan askerlerimizin, önergeyle, polislerimizin ve emekli bekçilerimizin de ilavesiyle, emanet olarak kalan silahların bir başka nesle intikalinde harçlardan muaf olması.
Şimdi, şehitlik konuşuluyor. Az önce, Anavatan Partisi Grubunun sözcüsü konuşurken, yerimden müdahale etmek zorunda kaldım. Sonra, Hakkı Ülkü onu düzeltti. Dışarıdan Türkiye'yi işgal eden, Çanakkale'ye işgale gelen güçlerin de, o ülkeler tarafından şehitlerini ziyaret ettikleri tutanaklara geçti. Çok zor bir olay.
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya) - Tamam, o da onların şehidi…
MEHMET YILDIRIM (Devamla) - Onların şehidi de olamaz, bizim şehidimiz hiç olamaz. Onlar, işgal güçleridir, Mehmetçiği ve Türkiye'yi işgale gelmişlerdir ve cevabını da Türk Milletinden almışlardır. Onlara yeni bir tarif getirmeyi, tutanaklara geçirmeyi hiç doğru bulmadım. (AK Parti sıralarından alkışlar) Yerimden müdahale ettim ve Sarıbaş da "evet, dil sürçmesi" dedi.
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya) - Hayır, hayır…
MEHMET YILDIRIM (Devamla) - Evet, dil sürçmesidir. Başka türlü anlamamız da zaten mümkün değildir.
Değerli arkadaşlar, şehitlik yasası var, 1111 sayılı Yasa var. Türkiye'de görev şehitleri var değerli arkadaşlar. Askeriyeye alma sevk pusulasıyla başlamalı ve tezkereyle sona ermelidir. Nasıl, bir işçi bir fabrikada işe gidiyorsa; nasıl, bir vatandaşımız işine giderken sigortalı olarak görünüyorsa, Türk Silahlı Kuvvetleri emrine alınan askerimiz de sevk pusulasıyla teminat altına alınmalı ve terhis pusulasıyla da görevi sona ermeli.
Bakın, benim çevremde ve Kastamonu'da, yüzlerce arkadaşımız var; şehit olarak gömüyoruz; ama, daha sonra ailelerin müracaatında "sen 1111 sayılı Yasanın kapsamında değilsin; sen görev şehidisin, sana şehitlik maaşı bağlamıyoruz" diyoruz.
Değerli arkadaşlar, törenler yapıyoruz. Törenlerde askerlerimizin omzunda "şehit" diye mezarlığa getiriyoruz, Türk Bayrağını dikiyoruz; ama, daha sonra "sen şehit değilsin, Emekli Sandığı Kanununda ve alınan karar gereğince seni şehitlik haklarından mahrum ediyoruz" diyoruz.
Türk Milleti büyük bir millettir. Örnek vermek istiyorum: Örneğin, sabahleyin eğitim görevine çıkan bir asker koşu yaparken vefat ediyor ölüyorsa, benim anlayışıma göre o şehittir değerli arkadaşlar. Ama, terörle mücadele ederken, cephede mücadele ederken orada şehit olanla onun arasında elbette ki bir farkı koymamız lazım, elbette ki bir kademe farkının, derecesinin olması lazım, hiç kuşku yok. Ama, Türkiye Büyük Millet Meclisi bu yasada önemli değişikliği yaparak… Askere almanın sevk pusulasıyla başlamasını ve tezkereyle son bulmasına kadar geçen süreçte o Türk çocuklarımızı -mademki askerlik zorunludur, gerek subaylarımızda gerek erbaşlarımızda zorunlu bir hizmettir- onları sigorta etmemiz lazım. Bununla ilgili yasal düzenlemenin yapılması gerektiğini düşünüyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Yıldırım.
Madde üzerinde şahsı adına söz isteyen, Kütahya Milletvekili Alaettin Güven... Yok.
Çankırı Milletvekili Tevfik Akbak...
Hatay Milletvekili Mehmet Eraslan, buyurun.
MEHMET ERASLAN (Hatay) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum; şehitlerimizi rahmetle anıyorum, gazilerimizi minnetle anıyorum.
Bu ülkenin bölünmez bütünlüğü için hayatını, canını feda eden şehitlerimizin ve o şehitlerimizden kalan yadigârlarının kalmasından ötürü, devrinden ötürü oluşacak harçların alınmamasına ilişkin kanun tasarısı görüşülüyor; ama, bu kanun tasarısıyla, biz, sanki, şehit ailelerimize ve sanki, gazilerimize, gazi ailelerimize dünyayı bahşetmiş gibi bir eda ile bir tavırla, yaklaşık yarım saatten beri bu kanun tasarısını görüşüyoruz.
Efendim, bu, uygulanması gereken bir kanun idi ve 2001 yılında hazırlanmış, 57 nci Hükümet döneminde hazırlanmış bir kanun tasarısı ve aslında şehit ailelerimize çok fazla bir şeyi vermeyen veya dünyayı bahşetmeyen bir kanun tasarısı ve 2001 yılından beri Türkiye Büyük Millet Meclisinde bekleyen bir kanun tasarısı ve bugün bunu getirdik, burada görüşüyoruz; ama, şehit ailelerimizin ve gazilerimizin sadece harçlara ilişkin problemleri yoktur. Sorun, Türkiye'nin sorunu ve şehit ailelerinin sorunu sadece harç alma veya harç almama sorunu değildir.
Bakın, şehit aileleri bir araya gelmişler, dernekler kurmuşlar. Gazilerimiz bir araya gelmişler, dernekler kurmuşlar ve Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, siyasî irade olarak veya Hükümet olarak, İktidar olarak biz, bu şehit ailelerimizin derneklerine sahip olamamışız, gazilerimizin derneklerine sahip olamamışız, kurumsallaşmış ve kamu hizmeti gören ve kendi çabalarıyla ayakta durmaya çalışan bu derneklerimizi, maalesef, devlet olarak sahiplenememişiz ve onların giderlerini, en azından kira giderlerini, en azından elektrik, su ve orada istihdam edecekleri personel giderlerini karşılayamamışız. Her bir ilde bir dernek olsa, 81 ilde 81 dernek söz konusu olur ki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, onları onore etmek adına, gazileri onore etmek adına, şehitlerimizi onore etmek adına bu vazifeyi her halükârda görebilir ve görebilme salahiyetine ve gücüne de aynı zamanda sahiptir; ama, bugüne kadar şehit ailelerimizin dernekleri ve gazilerimizin dernekleri ciddî manada ele alınamamış ve yalnızlığa terk edilmiştir. Ekonomik katkının artırılması gerekmektedir.
Askerimizin ve polisimizin özlük hakları iyileştirilmelidir, çalışma şartları iyileştirilmelidir, ekonomik şartları iyileştirilmelidir ve değerli arkadaşlar, özellikle güvenlik güçlerimizin, polisimizin ve askerimizin terörle mücadeledeki performansını ve etkinliğini azaltacak hiçbir düzenlemeye ve hiçbir ifadeye yer verilmemelidir; bu, hepimizin vatandaşlık görevidir.
Avrupa Birliği uyum yasaları hazırlanırken, Türk Ceza Kanunu hazırlanırken, bakıyoruz, terör suçlusu, tutuklandığı saatten itibaren 24 saatten fazla gözaltında bulundurulamıyor. Gözaltı süresi… Bakın, terörle mücadeleden bahsediyoruz; ki, şehit ailelerini ilgilendiriyor, gazilerimizi ilgilendiriyor, Türkiye'nin bölünmez bütünlüğünü, güvenliğini, ulusal birlik ve beraberliğini ilgilendiriyor. Bakın, İngiltere'de terör suçundan yakalanan insanlar 28 gün sorgulanıyor. Gözaltı süresi 28 gün; ama, Türkiye'de terör suçundan yakalanan ve sorgulanması gereken kişiler 24 saatten daha fazla gözaltında bulundurulamıyor. Yani, biz, İngiltere'den daha mı demokratız, demokrasiyi özümsemişiz?
Aslında böyle olmalıdır; ama, maalesef kanunlar yapılırken…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Eraslan, lütfen, toparlar mısınız.
Buyurun.
MEHMET ERASLAN (Devamla ) - Toparlıyorum.
Kanunlar yapılırken, toplumun içinde bulunduğu şartlar mutlaka gözardı edilmemelidir. Belki Avrupa Birliğinin, belki İngiltere'nin terörle ilgili, terörle mücadele gibi bir sorunu olmayabilir; ama, bizim jeopolitik yapımız ve içinde bulunduğumuz coğrafya nedeniyle, terör her zaman başımızın belası olmuştur. Dolayısıyla, Avrupa Birliği uyum yasaları motamo alınıp bu coğrafyada ve bu toplumda uygulanmamalıdır diye düşünüyorum ve özellikle, Hükümetin, siyasî iradenin, Türk Silahlı Kuvvetleri ve müttefiklerimizin bir arada ortak operasyon yapmaları konusunda özellikle, Kuzey Irak'a ortak operasyon yapmaları konusunda kararlı olması gerekmektedir ve Hükümetin bunu temin etmesi gerekmektedir.
Çünkü, biz biliyoruz ki, bu ülkenin başına bela olan kaynaklar, bu ülkenin başına musallat olan terör odakları, Kuzey Irak'tan sınırlarımıza sızmaktadır ve Kuzey Irak'a operasyon yapmak Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ve yetmişüç milyon ülke insanımızın güvenliği açısından büyük bir öneme sahiptir diyorum.
Bu kanun tasarısının, şehit ailelerimize hayırlar getirmesini temenni ediyorum ve şehit vermeyen bir Türkiye'nin, gazi vermeyen bir Türkiye'nin birlik ve beraberlik içerisinde, huzur, güvenlik ve mutluluk içerisinde, kendinden emin ileriye doğru yürüyen bir Türkiye'nin gelecekte olması dileğiyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Madde üzerinde 3 adet önerge vardır; Önergeleri, önce, geliş sıralarına göre okutacağım, sonra, aykırılıklarına göre işleme alacağım.
İlk önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 817 sıra sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 1 inci maddesinden sonra 14.07.1965 tarih ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunun 7 nci maddesinin 4-B), (d) bendinden sonra gelmek üzere aşağıdaki maddenin eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Muharrem Doğan Turan Tüysüz Ömer Abuşoğlu
Mardin Şanlıurfa Gaziantep
Hüseyin Güler
Mersin
"e) 6831 sayılı Orman Kanununun 77 nci maddesine göre silah taşıyanlardan,"
BAŞKAN - Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 817 sıra sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 1 inci maddesinin ikinci fıkrasının "sayılan kişilerle" ibaresinden sonra gelmek üzere aşağıdaki cümlenin eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Şevket Arz Gökhan Durgun Mehmet Kartal
Trabzon Hatay Van
Hakkı Ülkü R. Kerim Özkan Feramus Şahin
İzmir Burdur Tokat
Mehmet S. Kesimoğlu Hüseyin Ekmekcioğlu Tuncay Ercenk
Kırklareli Antalya Antalya
"Emekli olmuş mahalle gece bekçileri"
BAŞKAN - En aykırı önergeyi okutup, işleme alıyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 817 sıra sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 1 inci maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Faruk Çelik Şükrü Önder T. Ziyaeddin Akbulut
Bursa Yalova Tekirdağ
Mehmet Çerçi Öner Ergenç Ünal Kacır
Manisa Siirt İstanbul
Veli Kaya Muharrem Tozçöken Faruk Anbarcıoğlu
Kilis Eskişehir Bursa
"Madde 1- 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunun 7 nci maddesinin birinci fıkrasının (4) nu-maralı bendinin (B) alt bendine "e) Çarşı ve Mahalle Bekçilerinden," ibaresi eklenmiş, aynı maddenin üçüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve üçüncü fıkradan sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
"Birinci fıkranın 1, 2, 3 ve 4 numaralı bentlerinde sayılan kişilere ait silahların, 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununun 64 üncü maddesine, 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanuna, 2453 sayılı Yurt Dışında Görevli Personele Nakdi Tazminat Verilmesi ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanuna, 2566 sayılı Bazı Kamu Görevlilerine Nakdi Tazminat Verilmesi ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanuna, 2629 sayılı Uçuş, Paraşüt, Denizaltı, Dalgıç ve Kurbağa Adam Hizmetleri Tazminat Kanunu ve, 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanuna ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununa göre aylık bağlananlara ait silahların, barışta veya olağanüstü hallerde iç güvenlik ve asayişin sağlanmasına yönelik her türlü faaliyet, eğitim, tatbikat ve manevralar ile birlik veya grup halinde intikaller sırasında veya bu harekat ve hizmetlerin sebep ve etkileriyle hayatlarını kaybedenlerin ana, baba, eş ve çocuklarına bu kişilerden intikal eden ateşli silahlar ile yukarıda sayılan kanunlara göre aylık bağlanmamış olsa bile bu şekilde yaralananlara ait ateşli silahların taşınmasına veya bulundurulmasına yetki veren kayıt ve belgeler her türlü resim, vergi ve harçtan muaftır."
"Barışta veya olağanüstü hallerde iç güvenlik ve asayişin sağlanması amacıyla yürütülen her türlü faaliyet, eğitim, tatbikat ve manevralar ile birlik veya grup halinde intikaller sırasında bu harekat ve hizmetlerin sebep ve etkileriyle vefat edenlerden (şehit, er, erbaş ve malul gaziler dahil) intikal eden silah bulunmaması durumunda; bunların ana, baba, eş ve çocuklarından sadece birinin, bir ateşli silahla sınırlı olmak kaydıyla, silah taşımasına veya bulundurmasına yetki veren kayıt ve belgeler her türlü resim, vergi ve harçtan muaftır."
BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ SABAHATTİN YILDIZ (Muş) - Sayın Başkan, uygun görüşle takdire bırakıyoruz.
BAŞKAN - Hükümet katılıyor mu?..
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI MEHMET VECDİ GÖNÜL (Kocaeli) - Sayın Başkanım, katılıyoruz.
Müsaade ederseniz, bir konuyu da açıklamak istiyorum. Kanunun mevcut halinde, tasarının mevcut halinde, esas hükümlere dayalı olarak, subay, assubay ve uzman çavuşlar emekli olacakları için, bunların şehitlikleri halinde veya gazilikleri halinde ruhsat almalarında herhangi bir problem yok; çünkü, kanun, onları zaten ruhsattan muaf tutmuş.
Burada iki şey ekleniyor: Bir, mahalle bekçileri; iki, erler. Erler, kendileri gaziyse veya şehit olmuşlarsa, temin edecekleri silahlara ruhsat harcı yine alınıyordu; bu gelen önergeyle, er ve erbaşlar da, subay, assubay ve uzman çavuşların statüsüne kavuşturulmuş olmaktadır.
Arz ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakanım.
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Gerekçe okunsun Sayın Başkan.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, ikinci okunan önerge, Sayın Gökhan Durgun, Sayın Şevket Arz, Sayın Mehmet Kartal ve Sayın Hakkı Ülkü'nün verdiği önerge, bu önergeyle aynı mahiyette olduğu için, emekli olmuş mahalle ve gece bekçilerini kapsadığı için, iki önergeyi birleştirerek oylarınıza sunacağım.
Şimdi, gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Çarşı ve mahalle bekçileri emekli olduklarında yönetmelik gereği silah taşıyabilmelerine rağmen, harçtan muaf olmamaları ve harçlı olarak silah ruhsatı alabilmeleri nedeniyle, bu durumdaki birçok kişi silahını taşıyamamakta, ruhsat alamadığı için de silahını devretmek zorunda kalmaktadır. Bu durum ise, mağduriyetlerine neden olmaktadır.
Diğer taraftan, vatanı uğruna görev yaparken şehit olanlardan kalan silahların mirasçıları adına ruhsata bağlanması esnasında da, yasa gereği, harç alındığından şehit yakınlarımızın mağduriyeti söz konusu olmaktadır. Aynı zamanda, görevleri gereği yaralananların da silahları için harç alınması nedeniyle bu kişiler de mağdur olmaktadırlar.
Ayrıca, hayatlarını kaybedenlerden intikal eden silah bulunmaması halinde madde metninde belirtilen yakınlarından yalnızca birinin edineceği bir adet silahın harçtan muaf olması amacıyla bu önerge verilmiştir.
BAŞKAN - Birleştirdiğimiz önerge üzerinde konuşacak mısınız, gerekçeyi okutayım mı?
GÖKHAN DURGUN (Hatay) - Konuşacağım efendim.
BAŞKAN - Buyurun Sayın Durgun.
GÖKHAN DURGUN (Hatay) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün, 2001 yılında hazırlanmış bir kanun tasarısını görüşüyoruz. Gerçekten, çok gecikmeli olarak görüştüğümüz bir tasarı; ama, olsun, yine, bugün, aradan uzunca bir zaman geçmesine rağmen, ülkemizin, birer vatandaş olarak, şehitlerimize duyduğu, şehit ailelerimize verdiği önem ve saygının gereği olarak, bugün, bu tasarıyı çıkarıyoruz.
Ancak, bu tasarıda bir eksiklik vardı; polisler, assubaylar, subaylar, erler, uzman çavuşlar bunun kapsamındayken, unuttuğumuz, o, geceleri biz evlerimizde yatarken, canımızı malımızı emniyet ettiğimiz, okullarda okumayı öğrendiğimiz zaman "bekçi baba" şarkısıyla öğrendiğimiz bekçilerimizi unutmuş görünüyorduk, unutulmuştu. Onları da, hem AKP'li arkadaşların hem de Cumhuriyet Halk Partili arkadaşlarımızla, benimle birlikte, beraber, arkadaşlarımızla hazırladığımız bu önergeyle düzeltmiş oluyoruz.
Türkiye, önemli bir coğrafyada; dolayısıyla, hem içeride hem dışarıda birçok düşmanı, birçok sıkıntısı var. Bugün, terörle mücadele etme noktasında, ciddî bir aşamaya gelmiş bulunuyoruz. Bugün, yine, Hakkâri'de bir şehit verdik. Buradan, şehidimize rahmet diliyorum, ailesine başsağlığı diliyorum, bütün şehitlerimize şükranlarımızı sunuyorum. Bugün, bekçilerimizin de, diğer şehit ailelerimizin de, bu konuda, böyle bir sıkıntısını çözmüş olduk. Umarım ki, önümüzdeki dönemde, bu şehit aileleriyle ilgili yeni düzenlemeleri de ortaya koymak ve çıkarmak durumundayız. Kendimizi bu konuda sorumlu hissetmeliyiz.
Hepinize teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Durgun.
Önergeleri oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan…
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, birleştirerek kabul ettiğimiz bu önergelerle madde tamamen değiştiği için, bu önergeyi işleme koymuyoruz.
Kabul edilen önergeler doğrultusunda maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
2 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2.- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN - Madde üzerinde, Anavatan Partisi Grubu adına söz isteyen İbrahim Özdoğan, Erzurum Milletvekili. (AK Parti sıralarından "Oo" sesleri)
Buyurun Sayın Özdoğan. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
Sayın milletvekilleri, lütfen… Sayın Özdoğan Tüzükteki hakkını kullanıyor.
FATMA ŞAHİN (Gaziantep) - Her şey Tüzük mü Başkan?!
BAŞKAN - Buyurun Sayın Özdoğan.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU ADINA İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum) - Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; çok önemli bir yasa çıkarıyoruz inşallah. Konuşmama başlamadan önce, bütün şehitlerimizin önünde tazimle eğildiğimi ifade etmek istiyorum ve hepinizi en derin saygılarımla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, bu yasanın, bir an önce, saniye gecikmeden çıkmasını istiyordum. Bu madde üzerinde de söz almayacaktım; fakat, geneli üzerinde, Sayın Grup Başkanvekilimiz Süleyman Sarıbaş konuşurken, bir kavramı izah ederken, daha sonra siyasî prim yapmak için, Cumhuriyet Halk Partisinden değerli iki sayın milletvekili arkadaşımız…
MEHMET YILDIRIM (Kastamonu) - Primle ne ilgisi var?!
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla) - Bir saniye, izah edeceğim…
MEHMET YILDIRIM (Kastamonu) - Tutanakları iste… Konuşmaları izle…
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla) - Bir saniye izah edeceğim, lütfen dinleyin.
MEHMET YILDIRIM (Kastamonu) - Sen Anzak'ı şehit mi sayıyorsunuz Türkiye'de?
BAŞKAN - Sayın Özdoğan...
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla) - Lütfen, dinleyin, izah edeceğim.
BAŞKAN - Sayın Özdoğan, lütfen, maddeyle ilgili konuşur musunuz.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla) - Maddeyle ilgili konuşuyorum.
BAŞKAN - Herhangi bir sataşmaya sebep olmadan…
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla) - Değerli arkadaşlar, dillerdeki kelimeler birbirlerine tercüme edilirken, bazen, bir dildeki kavramın diğer dilde karşılığı bulunmaz. Şimdi, biz "şehitlik" kavramını nereden alıyoruz; yüce dinimizden alıyoruz, Kur'an-ı Kerim'den alıyoruz. Cenab-ı Allah, Kur'an-ı Kerim'de şehidi şöyle tarif ediyor: "Allah yolunda öldürülenlere sakın ölüler demeyiniz. Bilakis onlar diridirler ve Allah katında rızıklanmaktadırlar." Gerçek şehit budur. Bu ayeti kerimede "şehit" kelimesi geçmiyor bile; fakat, biz, bu kavramı izah edebilmek için, Türkçe'de "şehit" kelimesini kullanıyoruz. Sayın Grup Başkanvekilimiz de… Tabiî ki, diğer milletler de harplerde ölenlere sahip çıkıyorlar, bir kavram kullanıyorlar. Sayın iki değerli milletvekilimiz, işte, "şehit demeyeceksiniz" dediği zaman, yerine bir kavram koymadı. Hangi kavramı Türkçede kullanacaktı sayın milletvekilim? Niye söylemediniz burada?
MEHMET YILDIRIM (Kastamonu) - Var, şehit var! Şehit var!
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla) - Niye söylemediniz?
MEHMET YILDIRIM (Kastamonu) - Teröre karşı ölen şehit değil mi, Çanakkale'de ölen şehit değil mi?
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla) - Önemli olan, kelimenin ifade ettiği manadır; içini nasıl doldurduğunuza bağlıdır.
MEHMET YILDIRIM (Kastamonu) - Sen Anzak'ı şehit kabul ediyorsun! İşgalci şehit ha?!
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla) - Elbette ki, bizim anladığımız…
BAŞKAN - Sayın Özdoğan, lütfen karşılıklı konuşmayalım…
MEHMET YILDIRIM (Kastamonu) - Şaşırmışsınız siz şaşırmışsınız!
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla) - Bir saniye Sayın Vekilim…
Elbette ki bizim anladığımız manada, Çanakkale'de, Avustralya'dan gelen Anzaklar…
MEHMET YILDIRIM (Kastamonu) - Şaşırmışsınız siz!..
BAŞKAN - Sayın Yıldırım, lütfen…
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla) - …bizim anladığımız manada, elbette ki şehit değildirler; ama, Avustralya resmî makamlarına, kanunlarına göre ne isim vereceğiz?
MEHMET YILDIRIM (Kastamonu) - Onların sorunu, benim sorunum değil!
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla) - Bunu belirttiniz mi? Türkçede karşılığı nedir?
MEHMET YILDIRIM (Kastamonu) - Onun sorunu, benim sorunum değil o!
BAŞKAN - Sayın Yıldırım, lütfen… Lütfen, Sayın Yıldırım…
MEHMET YILDIRIM (Kastamonu) - O benim sorunum değil, onun sorunu!
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla) - İşte, Sayın Süleyman Sarıbaş da bunu izah etmiştir. Sizler, bize, millî ve muhafazakâr kavramları öğretemezsiniz; biz, bunları çok iyi biliyoruz değerli arkadaşlar.
MEHMET YILDIRIM (Kastamonu) - Burası Avustralya Meclisi değil, Türkiye Meclisi!
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla) - Bu yasanın aziz milletimize hayırlı uğurlu olmasını istiyor, tekrar yüce şehitlerimizin huzurunda tazimle eğiliyor; saygılar sunuyorum. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Özdoğan.
Madde üzerinde başka söz talebi yok.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
3 üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3. - Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi yok.
Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
Tasarının tümü açıkoylamaya tabidir.
Açıkoylamanın şekli hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.
Açıkoylamanın, elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Oylama için 3 dakika süre vereceğim.
Oylama işlemini başlatıyorum.
Bu süre içerisinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını, oylama için öngörülen 3 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.
Ayrıca, vekâleten oy kullanacak sayın bakanlar varsa, hangi bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy pusulasını, yine, oylama için öngörülen 3 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı oylama sonucu:
Oy sayısı: 289
Kabul : 289 (x)
Böylece, tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır; hayırlı olsun.
Sayın milletvekilleri, birleşime 5 dakika ara veriyorum.
(x) Açıkoylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağın sonuna eklidir.
Kapanma Saati: 00.57
ALTINCI OTURUM
Açılma saati: 01.04
BAŞKAN: Başkanvekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 121 inci Birleşiminin Altıncı Oturumunu açıyorum.
Kanun tasarı ve tekliflerinin görüşmelerine devam edeceğiz.
6 ncı sırada yer alan, Askerî Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu raporunun görüşmelerine başlayacağız.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
8.- Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/1210) (S.Sayısı: 1212) (x)
BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.
Komisyon raporu 1212 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen, Çorum Milletvekili Feridun Ayvazoğlu.
Buyurun Sayın Ayvazoğlu. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA FERİDUN AYVAZOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1212 sıra sayılı Askerî Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve komisyon raporu üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Böyle bir tasarıya neden ihtiyaç duyulduğu öncelikle teknik yönden açıklanması gereken bir konu diye düşünüyorum. Hepimiz biliyoruz ki, bir yıl, iki yıl süreden beri, bugüne kadar temel yasalarımızda bir hayli değişiklikler yaptık. Bu değişikliklerin içerisinde en önemlisi, Türk Ceza Kanunu, Ceza Muhakemesi Kanunu, Cezaların İnfazına Dair Kanun gibi temel yasalarda değişiklikler yapıldı. Bu yasaların uyumu açısından, bunlara uyum açısından yapılması gereken değişikliklerin içerisinde şu anda görüşmekte olduğumuz tasarının da, böyle bir ihtiyaca cevap vermek zorunda olması nedeniyle, Yüce Meclisin huzuruna geldiğini belirtmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, öncelikle, askerî yargının, bugüne kadar tartışılageldiği üzere, sivil yargı dediğimiz adlî yargı, idarî yargı gibi yargı çeşitleri içerisinde yer alan bir yargı sistemi olduğunu söylüyoruz. Ancak, idealinde, bu yargı çeşitlerinin tek bir çatı altında ele alınıp bilimsel olarak bunun değerlendirilmesinin de sık sık tartışılageldiği bir gerçektir. Bunlar, ileride tartışılması gereken, ele alınması gereken, bilimsel olarak değerlendirilmesi gereken konulardır diye düşünüyoruz.
Bu bağlamda olmak üzere, görüşülmekte olan bu tasarının, özellikle Ceza Kanununa uyum açısından, temel terimler yönünden değiştirilmesi ve uyumlu hale getirilmesi noktasında çok önemli değişiklikler getirdiğini söylüyoruz. Bunların içerisinde Askerî Ceza Kanununda ve Askerî Mahkemelerin Kuruluş Kanununda yer alan, örneğin para cezasının karşılığında Ceza Kanunundaki terimin uygun olduğu ölçüde "adlî para cezası" şeklinde değiştirildiği, değiştirilmek zorunda olduğu, yine "hürriyeti bağlayıcı ceza" şeklinde askerî ceza kanunlarında yer alan terimin de, Ceza Kanunundaki tarife uygun bir şekilde "hapis cezası" olarak değiştirildiği gerçeği var.
(x) 1212 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Yine, çok önemli bir değişiklik olarak da şunu belirtebiliriz ki, hepimizin bildiği gibi, Anayasanın 145 inci ve 156 ncı maddesinde yer alan askerî yargıyla ilgili askerî mahkemelerin görevlerine bakıldığında, askerî mahkemelerin, asker kişilerin işlemiş olduğu belirli suçların, asker kişilere karşı işlenen suçların, yine, bu mahkemelerde görülmekte olduğu gerçeği karşısında çok önemli bir değişiklik 13 üncü maddede yapılmak suretiyle getirilmiştir. Bu da, sivillerin, barış zamanında, artık, askerî mahkemelerde yargılanmayacağına ilişkin uluslararası sözleşmelere uygun bir şekilde değişiklik getirilmesi, çok önemli bir değişiklik olarak burada yerini almıştır değerli arkadaşlarım.
Değerli arkadaşlar, bununla ilgili çok uzun konuşmanın gereği olmadığına inanıyoruz; çünkü, Adalet Komisyonunda yapılan görüşmelerde gerek Cumhuriyet Halk Partili üyeler, bizler gerekse Adalet ve Kalkınma Partisinin üyeleri olmak üzere Hükümet tasarısı, oybirliğiyle bu şekilde değerlendirildi, görüşüldü ve karara bağlandı. Aynı düşüncede olmak üzere, şimdi, Yüce Mecliste yasalaşmak üzere huzurunuzda.
Fakat, şimdiye kadar, şu konuyu, çok önemle, hepimizin vurgulaması gerektiğine inanıyorum: Az önce, ideali, sivil yargı şeklinde, bütün yargının tekliği bütünlüğü adı altında yargılama sisteminin kabulü gerekir diye söyledik. Bunların içerisinde olmak üzere, Anayasamızda ve ceza kanunlarımızda idam cezasının kaldırılmış olmasından sonra da askerî ceza kanunlarında, gerek savaş anında gerekse yakın savaş anında idam cezalarının artık verilmeyeceği, bütün hukuk sistemimizde idam cezalarının kaldırılmasıyla askerî ceza kanununda da idam cezalarının kaldırılmış olması çok önemli bir değişikliktir ve uluslararası sözleşmelere de uygun bir değişiklik olarak bu sistemimizde yer almış bulunmaktadır.
Hepimiz, ülke olarak, ulus olarak, zaman zaman olağanüstü rejimler yaşadık; 1960, 1971 ve 1980 gibi istenmedik olağanüstü rejimler içerisinde askerî mahkemelerimiz, gerçekten, çok olağanüstü görevler ve yerine göre, bunun, kamu vicdanını rahatlatan, yerine göre de kamu vicdanını rahatsız eden bir şekilde görevleri yerine getirmek zorunda olduğunu hepimiz biliyoruz. Diliyoruz ve istiyoruz ki, bundan sonra, demokrasinin içerisinde olağanüstü rejimlerin, hiçbir zaman, hiçbir şekilde yaşanmamasıdır. Biz, o tür rejimlerin bir daha yaşanmadığı bir Türkiye'de yaşamayı ve bunun uluslararası hukuk çerçevesinde de Türkiyemizin, ülkemizin, gerçekten hukuk devleti ülkesi olduğunu her alanda ispat edebilmesi açısından bizlere büyük görevler düştüğüne inanıyoruz.
Bu duygu ve düşüncelerle, görüşmekte olduğumuz bu tasarının yasalaşmasını, Cumhuriyet Halk Partisi olarak bizler de, Adalet ve Kalkınma Partisinin getirmiş olduğu tasarıya olumlu oy vererek, bu tasarıyı yasalaştıracağımızı bildiriyor ve bu duygu ve düşüncelerle Yüce Meclisi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (CHP ve AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Ayvazoğlu.
Tümü üzerinde, Anavatan Partisi Grubu adına söz isteyen, Süleyman Sarıbaş, Malatya Milletvekili.
Buyurun, Sayın Sarıbaş.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU ADINA SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, tabiî, tasarı, teknik bir tasarı; askerî yargılama usulünü gösteren bir tasarı; Avrupa Birliği mevzuatına uyum esasına dayanan, ulusal program kapsamında hazırlanmış bir tasarı; Anayasada, geçmiş iktidar döneminde yapılan anayasa değişikliğine uyumu da ortaya koyan bir tasarı. Dolayısıyla, tasarıyı, biz de, Anavatan Partisi olarak destekliyoruz.
Ben zamanınızı fazla almayacağım. Şunu söylemek istiyorum: Yargıda birliği, gördüğüm kadarıyla Cumhuriyet Halk Partisi de savunuyor; Adalet ve Kalkınma Partisinin Programında da yargıda birlik esası var. Biz de, düşünce olarak, Anavatan Partisi olarak, suç ve ceza kavramında kişisel konumların veya bulunulan görevlerin ayırım getiremeyeceğini, suçun, insanlar tarafından işlendiğini, cezanın da hâkimiyeti milliyenin esası olan devletin ceza koyma kudretinden kaynaklandığını, dolayısıyla, kişilerin bulundukları görev nedeniyle veyahut da yaptıkları işlev nedeniyle, farklı farklı mahkemelerde yargılanmalarının doğru olmadığı kanaatindeyiz. Mutlaka, yaptıkları görevlerle ilgili suçların türleri, nevileri değişik olabilir; ama, onları da, aynı yargı birliği içerisinde değerlendirmemiz, yargı birliği içerisinde çözmemiz mümkündür.
Türkiye'de, bu yargının bölünmüşlüğü, hukuka olan güveni de zedeler durumdadır; çünkü, önemli olan, adalet anlayışının herkes tarafından tatmin edilebilir bir duyguyla ortaya konmasıdır.
Şimdi, hukuk devletlerinde, adalet, suç işleyenin veya hakkı yenilenin hakkını iade edeceğini, idarenin işlem ve eylemlerinde hukukun üstünlüğü prensibinden ayrılmayacağını ortaya koymak için teşkilatlar vardır. Dolayısıyla, tek başına bir iktidardan beklenmesi gereken, Anayasamızın ilgili maddelerini de değiştirerek, hakikaten, bu dönemde, yargıda birliği sağlayacak, yargıda, idarî, askerî ve adlî yargıyı aynı çatı altında, ama, kendi içinde ihtisaslaştırarak, kendi içinde ihtisas mahkemelerine ayırarak tek bir çatı altında toparlamak demokrasinin de gereğiydi. Bütün Avrupa ülkelerinde…
Elbette, askerî suçlarla, disiplin suçlarıyla ilgili askerî disiplin mahkemeleri olabilirdi; ancak, askerî Yargıtayın ayrı, Danıştayın ayrı, Yargıtayın ayrı, keza bunların alt mahkemeleri olan mahallî mahkemelerin ayrı ayrı örgütlenmeleri pek doğru değildi. Bu yapılabilir miydi; evet, yapılabilirdi, gerçekçi bir çalışmayla bu yapılabilirdi. Hele hele tek başına iktidar olunan bir çoğunluğa sahip bir iktidarın, bu çalışmayı mutlaka yapması ve yargıda birliği mutlaka teşekkül ettirmesi, ortaya koyması gerekirdi diye düşünüyorum. Bu, yapılmamıştır.
Şimdi yapılan şey doğrudur; Avrupa mevzuatına uyum esasında, sivillerin işledikleri suçlardan dolayı askerî mahkemelerde yargılanmasının önü bir nebze kapanmaktadır. Bu da, önemli bir gelişmedir; ancak, adım adım yapılan gelişmelerdir. Oysa, köklü reform, bakın, Cumhuriyet Halk Partisi sözcüsü de söyledi, köklü reform, yargıda birliği esas alacak, yargıyı tek çatı altında birleştirecek, Anayasada bu konudaki değişiklikleri yapabilecek ve milletin adalete, milletin hukuka tam güvenini, tam teslimiyetini sağlayacak bir reform yapabilirdik. Bunu yapamadık. Keşke yapabilseydik diyorum.
Gecenin bu saatinde, çok fazla zamanınızı da almak istemiyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Sarıbaş.
Başka söz talebi?.. Yok.
Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
1 inci maddeyi okutuyorum:
ASKERÎ MAHKEMELER KURULUŞU VE YARGILAMA USULÜ KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI
MADDE 1- 25/10/1963 tarihli ve 353 sayılı Askerî Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanununun 3 üncü maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Askerî mahkemelerde bulunacak subay üyelerin, en az yüzbaşı rütbesinde muharip sınıftan olmaları, sanığın astı ve yargılama süresince en yakın âmiri olmamaları ve taksirli suçlar hariç, bir suçtan hükümlü bulunmamaları şarttır."
BAŞKAN - Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
2 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2- 353 sayılı Kanunun 10 uncu maddesinin birinci fıkrasının (A) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"A) Muvazzaf askerler; subaylar, astsubaylar, askerî öğrenciler, uzman jandarmalar, uzman erbaşlar, erbaş ve erler,"
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
3 üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3- 353 sayılı Kanunun 11 inci maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Yabancı asker kişilerin askerî mahkemelerde yargılanmaları:
MADDE 11- Uluslararası anlaşmalar gereğince yabancı asker kişilerin askerî mahkemede yargılanmalarını gerektiren suçları hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılması Millî Savunma Bakanının iznine bağlıdır."
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
4 üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 4 - 353 sayılı Kanunun 13 üncü maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Barış zamanında sivil kişilerin Askeri Ceza Kanununa tâbi suçlarında yargılama mercii:
MADDE 13- Askerî Ceza Kanununun 55, 56, 57, 58, 59, 61, 63, 64, 75, 79, 80, 81, 93, 94, 95, 114 ve 131 inci maddelerinde yazılı suçlar, askeri mahkemelerin yargı yetkisine tâbi olmayan sivil kişiler tarafından barış zamanında işlenirse; bu kişilerin yargılanması, adli yargı mahkemeleri tarafından, Askeri Ceza Kanunu hükümleri uygulanmak suretiyle yapılır."
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
5 inci maddeyi okutuyorum:
MADDE 5- 353 sayılı Kanunun 14 üncü maddesinin (G) ve (H) bentleri aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve aynı maddeye aşağıdaki (I) bendi eklenmiştir.
"G) 1632 sayılı Askerî Ceza Kanununun 55, 56, 57, 58, 59, 63, 64, 75, 78, 80, 81, 93, 94, 95, 100, 101, 102, 124, 125 ve 127 nci maddelerinde yazılı suçlara ait davalar,
H) İlan olunan harekât bölgesinde, birinci derece askerî yasak bölgeler içinde veya nöbet yerlerinde karakollarda kışla ve karargâhlarda, askerî kurumlarda, yerleşme ve konaklama amacıyla kullanılan bina ve mahaller içinde askerlere karşı işlenen 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 86, 106, 108, 113, 125 ve 265 inci maddelerinde yazılı suçlara ait davalar,
I) Nöbet, devriye, karakol, inzibat, askerî trafik, kolluk veya kurtarma ve yardım görevi yapan askerlere karşı bu görevleri yaptıkları sırada işlenen (H) bendinde yazılı suçlara ait davalar."
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
6 ncı maddeyi okutuyorum:
MADDE 6- 353 sayılı Kanunun 19 uncu maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiş-tirilmiştir.
"Tek hâkimle ve kurulla bakılacak işler:
MADDE 19- Subay ve astsubayların işledikleri suçlara ait davalar hariç olmak üzere, adlî para cezasını veya yukarı haddi üç yıla kadar hapis cezasını gerektiren Askerî Ceza Kanununda ve diğer kanunlarda yazılı suçları işleyenlerin davalarına ve suç konusu olmayan eşyanın müsaderesine askerî mahkemelerin hâkim sınıfından olan üyelerinden birisi tarafından bakılır.
Bir kimse tarafından işlenmiş müteaddit fiillerin yargılanması en ağır cezayı gerektiren fiile bakmakla görevli mahkemeye aittir. Fiilde irtibat hâlinde de aynı hüküm uygulanır. Suçun subay ve astsubayla birlikte işlenmesi hâlinde birinci fıkra hükmü uygulanmaz.
Birinci fıkrada yazılı suçlarla ilgili soruşturmalarda hâkim kararı gerektiren her türlü işleme ait kararlar, askerî mahkemenin hâkim sınıfından olan üyelerinden birisi tarafından verilir. Bu kararlara karşı itirazı incelemeye, en yakın askerî mahkeme yetkilidir.
İddianamenin kabulünden sonra, yargılamanın tek hâkimle yürütülmesi gerektiği gerekçesi ile görevsizlik kararı verilemez.
Görülmekte olan davalar nedeniyle tek hâkim ile askerî mahkeme kurulu arasında çıkan görev uyuşmazlıklarını Askerî Yargıtay çözümler."
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
7 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 7- 353 sayılı Kanunun 20 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"MADDE 20 - Er ve erbaşlar ile yedek subayların askere girmeden veya silâh altına çağrılmadan önce işledikleri yukarı haddi iki yıla kadar hapis cezasını gerektiren suçlara ait davalarda soruşturma ve kovuşturma işlemleri askerliklerini bitirmelerine kadar geri bırakılır.
Türk Silâhlı Kuvvetlerinden çıkarmayı gerektiren suçlardan sanık yedek subaylar hakkında bu hüküm uygulanmaz.
Savaş hâlinde, silâh altında bulunan veya silâh altına çağrılan bütün asker kişiler aleyhine adliye mahkemelerinin görevine giren suçlardan aşağı haddi beş yıl ve daha fazla hapis ceza-sını gerektirenler hariç olmak üzere, şüpheli veya sanık bulundukları diğer suçlara ait soruş-turma ve kovuşturma işlemleri barışa veya askerliklerinin bitimine kadar geri bırakılır.
Savaş hâlinde, aşağıda yazılı suçlar hariç olmak üzere, askerî mahkemenin görevine giren asker kişiler hakkındaki suçlara ait soruşturma ve kovuşturma işlemleri, barışa veya askerliklerinin bitimine kadar geri bırakılır. Ancak teşkilatında askerî mahkeme kurulan kıt'a komutanı veya askerî kurum âmiri askerî menfaat ve zorunluluklar karşısında geri bırakma hükümlerinin uygulanmamasını askerî savcıdan isteyebilir.
A) Aşağı haddi beş yıl ve daha fazla hapis cezasını gerektiren suçlar,
B) Askerî Ceza Kanununun 3 üncü babının birinci, üçüncü (63 üncü maddesinin birinci fık-rası ile 76 ve 77 nci maddeleri hariç), dördüncü, beşinci (82, 83, 84, 95 inci maddeleri hariç), yedinci fasıllarında yazılı suçlar,
C) Askerî Ceza Kanununun 130, 131 ve 137 nci maddelerinde yazılı suçlar.
Geri bırakma süresi içinde zamanaşımı işlemez."
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
8 inci maddeyi okutuyorum.
MADDE 8- 353 sayılı Kanunun 21 inci maddesinin ikinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve maddeye ikinci fıkradan sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
"Asker olmayan kişilerin asker kişilerle müştereken işledikleri suçlarda yetkili askerî mahkeme, asker kişiler yönünden yetkili olan askerî mahkemedir."
"Savaş hâlinde saklı, yoklama kaçağı, bakaya ve geç iltihak suretiyle bakaya suçlarından sanık erbaş ve erler ile sevk edildiği eğitim merkezine zamanında katılmamak suretiyle bakaya suçu işleyen yedek subay adayları, eğitimlerini takiben verildikleri birlik veya kurumların tâbi oldukları askerî mahkemede yargılanırlar."
"Savaş hâlinde saklı, yoklama kaçağı ve bakaya suçlarından sanık yedek subay aday adayları, kayıtlı bulundukları askerlik şubelerinin tâbi olduğu askerî mahkemede yargılanırlar."
"Savaş halinde, asker olmayan kişilerin askerî mahkemelerde yargılanmalarını gerektiren suçlarda ise, suçun işlendiği yere en yakın askerî mahkeme yetkilidir. Suçun işlendiği yer belli değil ise, yetkili askerî mahkeme 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununda gösterilen usullere göre belirlenir."
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
9 uncu maddeyi okutuyorum:
MADDE 9- 353 sayılı Kanunun 22 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"MADDE 22- Kadro ve kuruluş itibarıyla hangi askerî mahkemenin yetkisine girdikleri belli olmayan kişiler, suçu işledikleri veya bölgesinde bulundukları yerdeki askerî birlik veya kurumun bağlı bulunduğu askerî mahkemenin yetkisine tâbidirler.
Yetkili askerî mahkeme birden fazla olduğu takdirde şüpheliyi yakalayan veya soruşturma yapılmasını daha önce isteyen kıt'a komutanı veya askerî kurum âmirinin teşkilatında kurulan askerî mahkeme yetkilidir."
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
10 uncu maddeyi okutuyorum:
MADDE 10- 353 sayılı Kanunun 28 inci maddesi başlığıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Birden fazla mahkemeye tâbi şüpheliler hakkında yetki:
MADDE 28- Bir suçta birkaç şüpheli bulunur ve bunlar birden fazla askerî mahkeme yetkisine tâbi olursa ilgili askerî savcılar hepsi hakkında soruşturmanın hangi askerî savcılık tarafından yapılacağını kararlaştırırlar. Uzlaşamazlar ise, soruşturmayı yapacak savcılığı Millî Savunma Bakanlığı tayin eder.
Birleştirilerek yapılan soruşturma sonunda şüphelilerin hepsi hakkında dava, soruş-turmayı yapan askerî savcının teşkilatında bulunduğu askerî mahkemede açılabilir.
Şüphelilerden biri hakkında evvelden dava açılmış ise askerî savcılardan birinin istemi üzerine Askerî Yargıtay tarafından bütün şüphelilerin davasına bakacak askerî mahkeme tayin olunur."
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler…Kabul edilmiştir.
11 inci maddeyi okutuyorum:
MADDE 11- 353 sayılı Kanunun 32 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"MADDE 32- Sanık, sınıf ve rütbe yönünden olmayan yetkisizlik iddiasını duruşmada sor-gusundan önce askerî mahkemeye bildirir.
Yetkisizlik iddiası üzerine askerî mahkeme bu iddiayı, sanığın sorgusundan önce karara bağlar. Bu aşamalardan sonra yetkisizlik iddiasında bulunulamayacağı gibi mahkemeler de bu hususta re'sen karar veremez."
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
12 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 12 - 353 sayılı Kanunun 33 üncü maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Yetkisi olmayan askerî savcının ve askerî mahkemenin yaptığı soruşturma ve kovuşturma:
MADDE 33 - Yetkisi olmayan askerî savcı ve askerî mahkeme tarafından yapılan soruşturma ve kovuşturma işlemleri, sadece yetkisizlik nedeniyle hükümsüz sayılmaz."
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
13 üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 13- 353 sayılı Kanunun 37 nci maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiş-tirilmiştir.
"Hâkimin davaya bakamayacağı hâller ve hâkimin reddi:
MADDE 37- Hâkim, Ceza Muhakemesi Kanununda belirtilen hâllerde ve dava ile ilgili olarak teşkilatında askerî mahkeme kurulan kıt'a komutanı veya askerî kurum âmiri sıfatı ile istemde bulunmuş veya âmir sıfatı ile vak'a hakkında rapor vermiş ise hâkimlik görevini yapamaz.
Savaşta, hâkimin davaya bakamayacağı hâller dışındaki bir sebebe dayanılarak hâkimin reddi isteminde bulunulamaz."
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
14 üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 14- 353 sayılı Kanunun 46 ncı maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiş-tirilmiştir.
"Askerî savcıların reddi ve çekinmesi:
MADDE 46- Askerî savcılar reddedilemez. Ancak, hâkimin davaya bakamayacağı hâllerden veya hâkimin ret sebeplerinden biri bulunursa davadan çekinirler."
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
15 inci maddeyi okutuyorum:
MADDE 15 - 353 sayılı Kanunun 49 uncu maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Tebligat ve yazışma usulü:
MADDE 49- Mahkeme kıdemli hâkimi veya hâkim, her türlü tebligatı, tüm gerçek veya özel hukuk tüzel kişileri veya kamu kurum ve kuruluşları ile ilgili yazışmaları yapar.
İnfaz edilecek kararlar, askerî savcılığa verilir.
Askerî Yargıtayda tebliğ veya yerine getirilecek kararlar, Askerî Yargıtay Başsavcısına verilir. Başsavcı, tebliğ veya yerine getirme için gerekli tedbirleri alır."
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
16 ncı maddeyi okutuyorum:
MADDE 16- 353 sayılı Kanunun 59 uncu maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"MADDE 59- Asker kişi olan tanıklar, bağlı bulundukları birlik komutanı veya askerî kurum âmirlerinin emri ile getirilirler.
Tutuklu ve ivedi işler ile savaş hâlinde tanıklar zorla getirilebilirler."
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
17 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 17- 353 sayılı Kanunun 63 üncü maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Askerî mahallerde keşif:
MADDE 63- Askerî mahallerde yapılacak keşiflerde o yerdeki askerî birlik komutanı veya askerî kurum âmiri haberdar edilir. "
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
18 inci maddeyi okutuyorum:
MADDE 18- 353 sayılı Kanunun 69 uncu maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Tutuklama kararı:
MADDE 69- Tutuklama kararı; soruşturma evresinde askerî savcının veya teşkilatında askerî mahkeme kurulan kıt'a komutanı veya askerî kurum âmirinin istemi üzerine, kovuşturma evresinde ise askerî savcının istemi ile veya re'sen askerî mahkeme tarafından verilir.
Teşkilatında askerî mahkeme kurulan kıt'a komutanı veya askerî kurum âmiri şüphelinin tu-tuklanmasını istediği takdirde bu istemini gerekçesi ile birlikte askerî savcıya bildirir. Askerî savcı, bu istemi yetkili askerî mahkemeye intikal ettirmekle yükümlüdür."
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
19 uncu maddeyi okutuyorum:
MADDE 19- 353 sayılı Kanunun 71 inci maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiş-tirilmiştir.
"Tutuklama nedenleri:
MADDE 71- Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması durumunda Ceza Muhakemesi Kanununda belirtilen tutuklama nedenlerinden birinin varlığı hâlinde veya askerî disiplinin korunması amacıyla şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir.
Sırf askerî suçlarda, kanunda öngörülen cezanın üst sınırı bir yıldan az olsa dahi tutuklama kararı verilebilir."
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
20 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 20- 353 sayılı Kanunun 73 üncü maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Şüpheli veya sanığın tutuklanmasından kimlere haber verileceği:
MADDE 73- Şüpheli veya sanığın tutuklanmasından; yakınları, teşkilatında askerî mahkeme kurulan kıt'a komutanı veya askerî kurum âmiri ile şüpheli veya sanığın mensup olduğu askerî birlik komutanı veya askerî kurum âmiri derhâl haberdar edilir."
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
21 inci maddeyi okutuyorum:
MADDE 21- 353 sayılı Kanunun 74 üncü maddesinde yer alan "Tutuklama kararına karşı sanık" ibaresi "Tutuklama kararına karşı şüpheli, sanık" olarak, son fıkrası ise aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Ancak, itirazı inceleyen mahkeme, şüpheli veya sanığın tutuklanmasına karar verdiği takdirde; şüpheli veya sanık, itirazda bulunan teşkilatında askerî mahkeme kurulan kıt'a komutanı veya askerî kurum âmirinin teşkilatındaki askerî mahkeme hariç, en yakın askerî mahkemeye yukarıdaki süre içinde itiraz edebilir. Bu mahkemenin verdiği karar kesindir."
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
22 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 22- 353 sayılı Kanunun 75 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"MADDE 75- Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, askerî savcının istemi üzerine tutuklama kararını veren askerî mahkeme tarafından 71 inci madde hükümleri göz önünde bulundurularak karar verilir. Bu karar şüpheliye tebliğ olunur.
Tutukluluk hâlinin incelenmesi, yukarıdaki fıkrada öngörülen süre içinde şüpheli tarafından da istenebilir.
İnceleme tarihinde askerî mahkemenin vereceği karara karşı, teşkilatında askerî mahkeme kurulan kıt'a komutanı veya askerî kurum âmiri, askerî savcı ve şüpheli üç gün içinde bu mah-kemeye en yakın askerî mahkemede itiraz edebilir. İtirazı inceleyen askerî mahkemenin vereceği karar kesindir.
Askerî mahkeme; tutuklu bulunan sanığın duruşmasında, tutukluluk hâlinin devamının ge-rekip gerekmeyeceğini, her oturumda veya koşullar gerektirdiğinde davanın açılmasından hükmün kesinleşmesine kadar askerî savcı veya sanığın istemi üzerine veya re'sen inceleyerek karara bağlar."
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
23 üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 23- 353 sayılı Kanunun 79 uncu maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"MADDE 79- Aşağıda belirtilen hallerde, asker kişi herkes tarafından geçici olarak yakala-nabilir:
a) Kişiye suçu işlerken rastlanması,
b) Suçüstü bir fiilden dolayı; izlenen kişinin kaçması olasılığının bulunması veya hemen kimliğini belirleme olanağının bulunmaması.
Tutuklama kararı veya yakalama emri düzenlenmesini gerektiren ve gecikmesinde sakınca bulunan hallerde; askerî savcıya derhal başvurma olanağı bulunmadığı takdirde, âmiri, üstü, askerî karakol, nöbetçi, devriye, askerî inzibat ve kolluk görevlisi asker kişiyi yakalama yetkisine sahiptir.
Birinci fıkra hükmü, resmi elbiseli subay, astsubay ve askerî öğrenciler hakkında ancak a-ğır ceza mahkemesinin görevine giren suçlarda uygulanabilir."
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
24 üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 24- 353 sayılı Kanunun 80 inci maddesi başlığıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiş-tirilmiştir.
"Yakalanan kimsenin sorguya çekilmesi ve gözaltı:
MADDE 80- Yakalanan kişi serbest bırakılmaz ise hemen en yakın askerî inzibat karakoluna veya askerî makama teslim olunur veya yetkili askerî inzibat gelinceye kadar olay yerinde tutulur.
Yakalanan kişi ve olay hakkında askerî savcı ve Cumhuriyet savcısına hemen bilgi verilerek emri doğrultusunda işlem yapılır. Kişinin yakalandığı bir yakınına veya belirlediği bir kişiye gecikmeksizin haber verilir.
Yakalanan kişi askerî savcı veya Cumhuriyet savcısı tarafından bırakılmazsa soruşturmanın tamamlanması için gözaltına alınmasına karar verilir.
Gözaltı süresi, yakalama yerine en yakın askerî mahkeme veya sulh hâkimine gönderilmesi için zorunlu süre hariç yakalama anından itibaren yirmidört saati geçemez. Yakalama yerine en yakın askerî mahkeme veya sulh hâkimine gönderilme için zorunlu süre oniki saatten fazla olamaz.
Toplu olarak işlenen suçlarda, suçun niteliği, delillerin toplanmasındaki güçlük veya şüpheli sayısının çokluğu nedeniyle; askerî savcı veya Cumhuriyet savcısı gözaltı süresinin, her defasında bir günü geçmemek üzere, üç gün süreyle uzatılmasına yazılı olarak emir verebilir. Gözaltı süresinin uzatılması emri gözaltına alınana derhâl tebliğ edilir.
Yakalama işlemine, gözaltına alma ve gözaltı süresinin uzatılmasına ilişkin askerî savcı veya Cumhuriyet savcısının yazılı emrine karşı, yakalanan kişi, müdafi veya kanunî temsilcisi, eşi ya da birinci veya ikinci derecede kan hısımı, hemen serbest bırakılmayı sağlamak için askerî mahkemeye veya sulh ceza hâkimine başvurabilir. Askerî mahkeme veya sulh ceza hâkimi incelemeyi evrak üzerinde yaparak derhâl ve nihayet yirmidört saat dolmadan başvu-ruyu sonuçlandırır. Yakalamanın veya gözaltına alma veya gözaltı süresini uzatmanın yerinde olduğu kanısına varılırsa başvuru reddedilir.
Dördüncü ve beşinci fıkralarda yazılı süreler içinde şüpheli, sorguya çekilmek üzere askerî mahkeme önüne çıkarılır; askerî mahkeme önüne çıkarılma imkânı olmaması halinde, en yakın sulh hâkimine gönderilir. Bu süreler geçtikten sonra mahkeme veya hâkim kararı olmaksızın hürriyetinden yoksun kılınamaz.
Askerî mahkeme veya sulh hâkimi, yakalanma veya gözaltına almayı gerektiren bir hal görmez veya bu sebepler ortadan kalkmış bulunursa gözaltına alınan kişinin serbest bırakılmasını emreder."
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
25 inci maddeyi okutuyorum:
MADDE 25- 353 sayılı Kanunun 81 inci maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Şüpheli veya sanığın getirilmesi:
MADDE 81- Asker kişiler, ifadelerinin alınması veya sorguları için bağlı bulundukları askerî birlik komutanının veya askerî kurum âmirinin emri ile getirilirler.
Tutuklu olanlar muhafaza altında gönderilir.
Savaş hâlinde asker olmayan şüpheli ve sanıklar davetiye çıkarılmadan zorla getirtilebilirler."
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
26 ncı maddeyi okutuyorum:
MADDE 26- 353 sayılı Kanunun 84 üncü maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Askerî savcı, asker kişi olan bir şüphelinin yapılan soruşturma dolayısıyla geçici olarak işten el çektirilmesini gerekli görürse, bu hususta karar verilmesini teşkilatında askerî mahkeme kurulan yetkili kıt'a komutanı veya askerî kurum âmirinden ister. Kıt'a komutanı veya askerî kurum âmiri bu hususta en geç üç gün içinde kararını verir ve sonucunu askerî savcıya bildirir."
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
27 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 27- 353 sayılı Kanunun 85 inci maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiş-tirilmiştir.
"Müdafi sayısının sınırlanması:
MADDE 85- Savaş hâlinde müdafilerin sayısı sınırlanabilir."
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
28 inci maddeyi okutuyorum:
MADDE 28- 353 sayılı Kanunun 93 üncü maddesinin birinci ve dördüncü fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Askerî suçlara dair asker kişiler tarafından yapılacak sözlü ve yazılı ihbar ve şikâyetler silsile yolu ile şüphelinin âmiri olan askerî makama yapılır."
"Asker kişilerden başkası tarafından yapılacak sözlü veya yazılı ihbar ve şikâyetler, Ceza Muhakemesi Kanunu hükümleri dairesinde yetkili makamlara veya şüphelinin âmiri olan askerî makama yapılır."
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
29 uncu maddeyi okutuyorum:
MADDE 29- 353 sayılı Kanunun 95 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"MADDE 95- Cumhuriyet savcılıklarına veya zabıta makam ve memurlarına yapılacak askerî yargıya tâbi suç ihbar ve şikâyetleri şüphelinin âmiri olan makama gönderilir.
Askerî birlik komutanı veya askerî kurum âmiri maiyetinden birinin kendisine ihbar veya şikâyet olunan veyahut diğer suretle öğrendiği, askerî mahkemelerin görev alanına giren suçları hakkında şüphelinin kimliğini, isnat olunan suçu ve bu suçun delillerini gösterir bir vak'a raporu düzenler ve adlî yönden bağlı bulunduğu askerî mahkemenin teşkilatında kurulduğu kıt'a komutanı veya askerî kurum âmirine gönderir.
Teşkilatında askerî mahkeme kurulan kıt'a komutanı veya askerî kurum âmiri, suç evrakını inceledikten sonra askerî savcıya gönderir ve şüphelinin tutuklanmasını isterse bu husustaki istemini de bildirir.
Ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçlar veya gecikmesinde sakınca umulan hallerde askerî savcılar derhal soruşturmaya başlarlar. Zorunluluk halinde bu soruşturma bir disiplin subayı tarafından da yapılabilir. Bu hallerde durum derhal yetkili askerî mahkemenin teşkilatında kurulduğu komutan veya askerî kurum âmirine bildirilir.
Cumhuriyet savcıları, zabıta makam ve memurları ve askerî âmirler askerî savcının işe el koymasına kadar eylemin sübut vasıtalarının ve delillerinin kaybolmasını önleyecek, gecikmesinde sakınca umulan tedbirleri alırlar."
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
30 uncu maddeyi okutuyorum:
MADDE 30- 353 sayılı Kanunun 96 ncı maddesinin başlığı ile birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Soruşturma:"
"Askerî savcı 95 inci maddede yazılı usul ve yollarla bir suçun işlendiğini öğrenir öğrenmez, kamu davasının açılmasına lüzum olup olmadığına karar verilmek üzere bir soruşturma yapar."
"Şüpheli suçunu itiraf etse bile, öz vak'anın soruşturulması gerekir.
Askerî savcı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil yargılamanın yapılabilmesi için, kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almak ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür."
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
31 inci maddeyi okutuyorum:
MADDE 31- 353 sayılı Kanunun 97 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"MADDE 97- Askerî savcı, gerek doğrudan doğruya ve gerekse askerî, adlî veya diğer kolluk görevlileri aracılığı ile her türlü araştırmayı yapabilir; bütün kamu görevlilerinden ve özel kuruluşlardan soruşturmaya ilişkin her türlü bilgiyi isteyebilir.
Askerî savcılar; diğer askerî savcılar ile Cumhuriyet savcılarını istinabe edebilirler.
Askerî, adlî ve diğer kolluk görevlileri, askerî savcının soruşturmaya ilişkin bütün emirlerini gecikmeksizin yerine getirmekle yükümlüdür. Bu emirler yazılı; acele hâllerde sözlü olarak verilir. Sözlü emir, en kısa sürede yazılı olarak da bildirilir.
Diğer kamu görevlileri de, yürütülmekte olan soruşturma kapsamında ihtiyaç duyulan bilgi ve belgeleri, talep eden askerî savcıya vakit geçirmeksizin temin etmekle yükümlüdür."
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
32 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 32- 353 sayılı Kanunun 103 üncü maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Soruşturma sırasında bu soruşturmanın başka bir kişiyi veya suçu kapsayacak şekilde genişletilmesi gerekirse, askerî savcı ivedi hâllerde bu soruşturmayı kendiliğinden yapar."
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
33 üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 33- 353 sayılı Kanunun 107 nci maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itiraz:
MADDE 107- Askerî savcı tarafından verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karar, teşkilatında askerî mahkeme kurulan kıt'a komutanı veya askerî kurum âmiri ile şüpheli ve suçtan zarar görene bildirilir.
Bu karara karşı teşkilatında askerî mahkeme kurulan kıt'a komutanı veya askerî kurum âmiri ya da suçtan zarar gören, kararın kendilerine tebliğinden itibaren onbeş gün içinde kararı veren askerî savcının teşkilatında olduğu askerî mahkemeye yer itibarıyla en yakın askerî mahkemede itiraz edebilirler. En yakın askerî mahkemenin tayininde kararsızlık olursa, bu husus Millî Savunma Bakanlığınca giderilir. İtiraz isteminde kamu davasının açılmasını haklı gösterecek olaylar ve deliller gösterilir."
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
34 üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 34- 353 sayılı Kanunun 108 inci maddesinin birinci ve ikinci fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"İtiraz üzerine askerî savcının o zamana kadar yaptığı soruşturmayı içine alan dosya, itirazı inceleyecek olan askerî mahkemeye gönderilir.
Askerî mahkeme, süre tayin ederek bir diyeceği varsa bildirmesi için itiraz istemini şüpheliye tebliğ edebilir."
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
35 inci maddeyi okutuyorum:
MADDE 35- 353 sayılı Kanunun 109 uncu maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Ret kararı suçtan zarar görene; eğer itiraz, teşkilatında askerî mahkeme kurulan kıt'a komutanı veya askerî kurum âmiri tarafından yapılmış ise bu makama tebliğ olunur ve ayrıca askerî savcıya ve şüpheliye bildirilir."
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
36 ncı maddeyi okutuyorum:
MADDE 36- 353 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Askerî mahkeme, itirazın yerinde ve haklı olduğuna kanaat getirirse, şüpheli hakkında kamu davası açılmasının gerekli olduğuna karar verir ve evrakı yetkili askerî savcıya gönderir."
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
37 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 37- 353 sayılı Kanunun 111 inci maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Askerî savcı tarafından verilip süresi içinde itiraz edilmeyen veya itiraz edilip de süresi içinde itiraz edilmediğinden veya sebep gösterilmediğinden hakkındaki itiraz reddolunmuş bulunan kovuşturmaya yer olmadığı kararı üzerine, Millî Savunma Bakanı soruşturmaya devam edilmesi veya kamu davası açılması hususlarında askerî savcıya emir verebilir."
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
38 inci maddeyi okutuyorum:
MADDE 38- 353 sayılı Kanunun 112 nci maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Bu karara karşı şüpheli ve suçtan zarar gören ile teşkilatında askerî mahkeme kurulan kıt'a komutanı veya askerî kurum âmiri onbeş gün içinde itiraz edebilir.
Bu itiraz hakkında 107, 108 ve 109 uncu madde hükümleri uygulanır. İtirazın kabul edilmesi halinde, askerî savcı, soruşturmanın sonucuna göre karar verir."
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
39 uncu maddeyi okutuyorum:
MADDE 39- 353 sayılı Kanunun 115 inci maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"İddianamenin iadesi kararına itiraz:
MADDE 115- Askerî savcı, iddianamenin iadesi kararına karşı yedi gün içinde en yakın askerî mahkemeye itiraz edebilir."
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
40 ıncı maddeyi okutuyorum:
MADDE 40- 353 sayılı Kanunun 196 ncı maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"MADDE 196- Kanun yolları, askerî savcı, şüpheli, sanık ve katılan, katılma isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunanlar ile teşkilâtında askerî mahkeme kurulan kıt'a komutanı ve askerî kurum âmirine açıktır.
Askerî savcı ile teşkilâtında askerî mahkeme kurulan kıt'a komutanı veya askerî kurum âmiri şüpheli veya sanık lehine de kanun yollarına başvurabilir."
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
41 inci maddeyi okutuyorum:
MADDE 41- 353 sayılı Kanunun 202 nci maddesinin başlığı aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve maddeye aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
"İtiraz olunabilecek kararlar ve itiraz merci:"
"Bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde yapılacak itirazları en yakın askerî mahkeme inceler."
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
42 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 42- 353 sayılı Kanunun 205 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"MADDE 205- Askerî mahkemelerce verilen hükümler temyiz edilebilir.
Onbeş yıl ve daha fazla hapis cezasına ilişkin hükümler kendiliğinden temyize tâbidir.
Ancak;
A) Üst sınırı beşyüz günü geçmeyen adlî para cezasını gerektiren suçlardan beraat hükümlerine,
B) Kanunlarda kesin olduğu yazılı bulunan hükümlere,
karşı temyiz yoluna başvurulamaz. Bu hükümler hakkında 243 üncü madde hükümlerine göre Askerî Yargıtaya başvurulabilir."
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
43 üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 43- 353 sayılı Kanunun 207 nci maddesinin birinci ve ikinci fıkrası ile üçüncü fıkrasının birinci cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve üçüncü fıkrasına aşağıdaki bent eklenmiştir.
"Temyiz, kural olarak hükmün hukuka aykırılığı sebebine dayanır.
Bir hukuk kuralının uygulanmaması veya yanlış uygulanması hukuka aykırılıktır.
Temyiz dilekçesi veya beyanında gösterilmiş olmasa da aşağıda yazılı hâllerde hukuka kesin aykırılık varsayılır:"
"I) Hükmün hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delile dayanması."
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
44 üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 44- 353 sayılı Kanunun 212 nci maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"İsteme bağlı temyiz lâyihası ve tebliği:
MADDE 212- Temyiz dilekçesinde veya beyanında temyiz sebepleri gösterilmemiş ise, temyiz dilekçesi için belirli olan sürenin bitmesinden veyahut hükmün gerekçesi henüz tebliğ edilmemiş ise, tebliğinden itibaren yedi gün içinde hükmü temyiz olunan mahkemeye bu sebepleri kapsayan bir lâyiha da verilebilir.
Teşkilatında askerî mahkeme kurulan kıt'a komutanı veya askerî kurum âmiri veya askerî savcı, temyiz yoluna başvurma nedenlerini sanığın leh ve aleyhine olduğunu belirtmek suretiyle gerekçeleri ile birlikte yazılı isteminde açıkça gösterir. Bu istem ilgililere tebliğ edilir. İlgililer, tebliğ tarihinden itibaren yedi gün içinde bu husustaki cevaplarını bildirebilirler."
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
45 inci maddeyi okutuyorum:
MADDE 45- 353 sayılı Kanunun 216 ncı maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"MADDE 216- Temyiz dilekçesini ve beyanını ve varsa lâyihasını ve kendiliğinden temyize tâbi hükümleri, askerî savcı dosyaları ile beraber Askerî Yargıtay Başsavcılığına gönderir.
Askerî Yargıtay Başsavcılığınca düzenlenen tebliğname, hükmü temyiz etmeleri veya temyiz etmeseler dahi aleyhlerine sonuç doğurabilecek görüş içermesi hâlinde sanık veya müdafi ile katılan veya vekillerine tebliğ olunur. İlgili taraf tebliğden itibaren bir hafta içinde ya-zılı olarak cevap verebilir. Askerî Yargıtay Başsavcılığı tebliğname ile dosyayı Askerî Yargıtay Başkanlığına gönderir.
İkinci fıkra uyarınca yapılacak tebligatlar, ilgililerin dava dosyasından belirlenen son adres-lerine yapılmasıyla geçerli olur. Ceza Muhakemesi Kanununun 262 ve 263 üncü madde hükümleri saklıdır."
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
46 ncı maddeyi okutuyorum:
MADDE 46- 353 sayılı Kanunun 218 inci maddesinin başlığı ve birinci fıkrası aşağıdaki şe-kilde değiştirilmiştir.
"Duruşmalı inceleme:"
"On yıl veya daha fazla hapis cezasına ilişkin hükümlerde Askerî Yargıtay incelemesini, sanığın veya katılanın temyiz başvurusundaki istemi üzerine veya re'sen duruşmalı olarak yapar. İncelemenin duruşmalı yapılması, bir yıldan fazla hapis cezasına ilişkin hükümlerde Askerî Yargıtayın lüzum görmesine bağlıdır. Duruşma gününden sanığa, katılana, müdafi ve vekile haber verilir. Sanık duruşmada hazır bulunabileceği gibi vekâletnameye sahip bir veya birkaç müdafi ile kendisini temsil ettirebilir. Şu kadar ki; 85 inci madde hükmü saklıdır."
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
47 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 47- 353 sayılı Kanunun 219 uncu maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Raporun, açıklanmasından sonra, Askerî Yargıtay Başsavcısı, sanık, müdafi, katılan ve vekili iddia ve savunmalarını açıklar. Bunlar arasında temyizi istemiş olan taraf önce dinlenir. Son söz sanığındır."
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
48 inci maddeyi okutuyorum:
MADDE 48- 353 sayılı Kanunun 220 nci maddesinin ikinci fıkrasının (A) ve (F) bentleri aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"A) Vâkıanın daha ziyade aydınlatılması gerekli olmaksızın yalnız beraate veya alt ve üst sınırı olmayan sabit bir cezaya hükmolunması gerekirse,"
"F) Suçun hukukî niteliğinin tayinine ve ceza uygulamasına bir etkisi bulunmamak kaydıyla, dosyadaki bilgi ve belgelerin dışında hiçbir araştırma yapılmasına ve takdire gerek duyulmayacak şekilde tespiti mümkün olan, suçun tarihinde hata yapılmışsa,"
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
49 uncu maddeyi okutuyorum:
MADDE 49- 353 sayılı Kanunun 221 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"MADDE 221- Askerî Yargıtay, temyiz edilen hükmü, hükmü etkileyecek nitelikteki hukuka aykırılıklar nedeniyle bozar.
Hükmün bozulmasına neden olan hukuka aykırılık, bu hükme esas olarak saptanan işlemlerden kaynaklanmış ise, bunlar da aynı zamanda bozulur.
207 nci madde hükümleri saklıdır."
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
50 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 50- 353 sayılı Kanunun 222 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"MADDE 222- Askerî Yargıtay temyiz dilekçe, beyan ve lâyihasında ve tebliğnamede ileri sürülen hususları ve bunlar dışında hükmün esasına dokunacak derecede hukuka aykırı hâllerin bulunup bulunmadığını inceler."
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
51 inci maddeyi okutuyorum:
MADDE 51- 353 sayılı Kanunun 226 ncı maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"MADDE 226- Hüküm, sanık lehine bozulmuş ise ve bu hususların temyiz isteminde bulunmamış olan diğer sanıklara da uygulanması olanağı varsa, bu sanıklar da temyiz isteminde bulunmuşçasına hükmün bozulmasından yararlanırlar."
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
52 inci maddeyi okutuyorum:
MADDE 52- 353 sayılı Kanunun 227 nci maddesinin üçüncü ve dördüncü fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Hüküm, yalnız sanık tarafından veya onun lehine askerî savcı veya teşkilatında askerî mahkeme kurulan kıt'a komutanı veya askerî kurum âmiri veya 196 ncı maddede gösterilen kimselerce temyiz edilmiş ise, yeniden verilen hüküm, önceki hükümle belirlenmiş olan cezadan daha ağır olamaz.
Sanık, müdafi, katılan ve vekilinin dosyada bulunan adreslerine de davetiye tebliğ olunamaması veya davetiye tebliğ olunmasına rağmen duruşmaya gelmemeleri nedeniyle bozmaya karşı beyanları saptanmamış olsa da, duruşmaya devam edilerek dava yokluklarında bitirilebilir. Ancak, sanık hakkında verilecek ceza, bozmaya konu olan cezadan daha ağır ise, sanığın her hâlde dinlenilmesi gerekir."
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
53 üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 53- 353 sayılı Kanunun dördüncü kısmının başlığı aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, 228 inci maddesinin birinci fıkrasına (F) bendi ve maddeye ikinci fıkra eklenmiştir.
"Yargılamanın Yenilenmesi ve Kanun Yararına Bozma"
"F) Ceza hükmünün, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlâli suretiyle verildiği ve hükmün bu aykırılığa dayandığı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olursa.
Birinci fıkranın (F) bendinde belirtilen hâlde yargılamanın yenilenmesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl içinde istenebilir."
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
54 üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 54- 353 sayılı Kanunun 232 nci maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
"Bu madde, 228 inci maddenin birinci fıkrasının (E) bendinde yazılı hâlde uygulanmaz."
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
55 inci maddeyi okutuyorum:
MADDE 55- 353 sayılı Kanunun 243 üncü maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Kanun yararına bozma:
MADDE 243- Askerî mahkemelerden verilen ve Askerî Yargıtayda incelenmeksizin kesinleşen karar ve hükümlerde hukuka aykırılık bulunduğunu öğrenen Millî Savunma Bakanı, o karar veya hüküm hakkında kanun yararına bozma yoluna gidebilir. Bu takdirde o karar veya hükmün Askerî Yargıtayca bozulması istemini, yasal nedenlerini belirterek Askerî Yargıtay Başsavcılığına yazılı olarak bildirir.
Askerî Yargıtay Başsavcısı tebliğnamesine yalnız bu sebepleri yazar ve dosyayı Askerî Yargıtay Başkanlığına verir.
Askerî Yargıtay, ileri sürülen bu sebepleri yerinde görürse kararı veya hükmü bozar.
Bozma nedenleri;
A) Ceza Muhakemesi Kanununun 223 üncü maddesinde tanımlanan ve davanın esasını çözmeyen bir karara ilişkin ise, kararı veren hâkim veya mahkeme, gerekli inceleme ve araştırma sonucunda yeniden karar verir.
B) Mahkûmiyete ilişkin hükmün, davanın esasını çözmeyen yönüne veya savunma hakkını kaldırma veya kısıtlama sonucunu doğuran usul işlemlerine ilişkin ise, kararı veren hâkim veya mahkemece yeniden yapılacak yargılama sonucuna göre gereken hüküm verilir. Bu hüküm, önceki hükümle belirlenmiş olan cezadan daha ağır olamaz.
C) Davanın esasını çözüp de mahkûmiyet dışındaki hükümlere ilişkin ise, aleyhte sonuç doğurmaz ve yeniden yargılamayı gerektirmez.
D) Hükümlünün cezasının kaldırılmasını gerektiriyorsa cezanın kaldırılmasına, daha hafif bir cezanın verilmesini gerektiriyorsa bu hafif cezaya Askerî Yargıtay doğrudan hükmeder.
Bu madde uyarınca verilen bozma kararına karşı direnilemez.
Kanun yararına bozma yetkisi, dördüncü fıkranın (D) bendindeki hâllere özgü olmak üzere ve kanun yararına olarak re'sen Askerî Yargıtay Başsavcısı tarafından da kullanılabilir.
Millî Savunma Bakanı tarafından kanun yararına bozma başvurusunda bulunulduğunda, bu yetki artık Askerî Yargıtay Başsavcısı tarafından kullanılamaz."
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
56 ncı maddeyi okutuyorum:
MADDE 56- 353 sayılı Kanunun 244 üncü maddesinin başlığı ile birinci ve yedinci fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Ceza ve güvenlik tedbirlerinin ne zaman, nasıl ve kimin tarafından yerine getirileceği:"
"Askerî mahkemelerce verilen ceza hükümleri, kesinleşmedikçe yerine getirilmez. Bu Kanunda ve Askerî Ceza Kanununda aksine bir hüküm bulunmadığı takdirde cezalar ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesinde, 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun ilgili hükümleri uygulanır."
"Cezaların askerî ceza ve tutukevlerinde ne suretle infaz edileceği Millî Savunma Bakanlığınca çıkarılacak bir yönetmelikte gösterilir. Askerî ceza ve tutukevlerinde bulunan hükümlü ve tutuklular hakkında uygulanacak disiplin cezaları ve tedbirleri ile kısıtlayıcı önlemler de Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun hükümlerine tâbidir. Kınama haricindeki disiplin cezaları askerî mahkemenin hâkim sınıfından olan bir üyesi tarafından verilir. Ancak, acil hâllerde askerî savcılar veya askerî ceza ve tutukevi yetkililerince verilecek inzibatî cezalar uygulamaya konulur ve derhâl hâkim onayına sunulur."
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
57 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 57- 353 sayılı Kanunun 248 inci maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Savaşta, askerî mahkemelerden verilen hükümler temyiz olunamaz. Onbeş yıl ve daha fazla hapis cezası içeren hükümler, teşkilatında askerî mahkeme kurulan kıt'a komutanı veya askerî kurum âmiri tarafından temyiz edilebilir."
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
58 inci maddeyi okutuyorum:
MADDE 58- 353 sayılı Kanunun 249 uncu maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Savaş hâlinde, askerî mahkemelerden verilen ve Türk Silâhlı Kuvvetlerinden çıkarmayı, rütbenin geri alınmasını veya askerî öğrencilik hakkının kaybedilmesini kapsayan veya gerektiren cezalar hariç olmak üzere, diğer hapis cezalarının yerine getirilmesi, teşkilatında askerî mahkeme kurulan kıt'a komutanı veya askerî kurum âmirinin istemi üzerine Türk Silâhlı Kuvvetleri Komutanı veya onun yetki verdiği diğer komutanlar tarafından savaşın sonuna kadar geriye bırakılabilir."
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
59 uncu maddeyi okutuyorum:
MADDE 59- 353 sayılı Kanunun 254 üncü maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Cezaların yerine getirilmesi sırasında alınması gereken kararlar ve bu kararlara itiraz:
MADDE 254- Cezaların yerine getirilmesi sırasında, hüküm kesinleşmeden önce gerçekleşen şahsi hürriyeti sınırlama sonucunu doğuran hâller nedeniyle geçirilmiş süreler ile hastanede geçen sürenin cezadan indirilmesine, değişik hükümlerdeki cezaların toplanmasına ve mahkûmiyet hükmünün yorumunda veya çektirilecek cezanın hesabında duraksamaya ilişkin bir karar alınması gerekirse, hükmü veren askerî mahkemeden karar istenir. Bu kararlar duruşma yapılmaksızın verilir.
Karar verilmeden önce askerî savcı ve hükümlünün görüşlerini yazılı olarak bildirmeleri istenebilir.
Hükmü veren askerî mahkeme kaldırılmış ise ona en yakın askerî mahkeme karar verir.
Yukarıdaki fıkralar uyarınca yapılan başvurular cezanın infazını ertelemez. Ancak, mahkeme olayın özelliğine göre infazın ertelenmesine veya durdurulmasına karar verebilir.
Bu kararların askerî mahkemelerden verilmesi hallerinde, askerî savcı ve teşkilatında askerî mahkeme kurulan kıt'a komutanı veya askerî kurum âmiri ile hükümlü ve varsa müdafi bir hafta içinde itiraz edebilirler.
İtiraz üzerine Askerî Yargıtay karar verir."
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
60 ıncı maddeyi okutuyorum:
MADDE 60- 353 sayılı Kanunun 255 inci maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Asker kişiler hakkında verilen adlî para cezasına dair hükümler askerî savcılarca yerine getirilir.
Asker kişi olmayanlar hakkında verilen adlî para cezasına dair hükümler Cumhuriyet savcılarınca genel hükümlere göre yerine getirilir."
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
61 inci maddeyi okutuyorum:
MADDE 61- 353 sayılı Kanunun ek 1 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"EK MADDE 1- Bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hâllerde Ceza Muhakemesi Kanununun adlî kontrole ilişkin 109 ilâ 115, değerlendirme raporu yetkisine ilişkin 166 ve istinafa ilişkin 272 ilâ 285 inci maddeleri hükümleri hariç olmak üzere diğer hükümleri askerî yargıda da uygulanır.
Bu Kanunun uygulanmasında, atıf yapılan hükümlerde yer alan, Adalet Bakanı, Millî Savunma Bakanını; Yargıtay, Askerî Yargıtayı; mahkeme, askerî mahkemeyi; hâkim ve sulh ceza hâkimi, askerî hâkimi; mahkeme başkanı, duruşma hâkimini; Cumhuriyet Başsavcılığı, askerî savcılığı; Cumhuriyet savcısı, askerî savcıyı ifade eder."
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
62 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 62- 353 sayılı Kanunun 18, 38, 39, 40, 41, 42, 44/a, 44/b, 47, 48, 50, 51, 53, 54, 55, 56, 57, 58, 60, 61, 62, 64, 65, 68, 70, 72, 77, 78, 82, 83, 87, 88, 89, 90, 91, 92, 99, 100, 101, 105, 106, 113, 114, 117, 118, 119, 120, 121, 122, 123, 125, 126, 127, 128, 129, 130, 131, 132, 133, 134, 135, 136, 137, 138, 139, 140, 142, 145, 146, 147, 148, 149, 150, 151, 152, 153, 154, 155, 156, 157, 158, 159, 160, 161, 162, 163, 164, 165, 166, 167, 168, 169, 170, 171, 172, 173, 174, 177, 178, 179, 180, 181, 182, 183, 184, 185, 186, 187, 188, 189, 190, 191, 192, 193, 194, 198, 199, 203, 241, 245, 247, 251, 252, 253, 257, 258 ve ek 2 nci maddeleri ile 10 uncu maddesinin (F) bendi, 43 üncü maddesinin ikinci, dördüncü ve beşinci fıkraları, 143 üncü maddesinin ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci fıkraları, 201 inci maddesinin dördüncü fıkrası, 217 nci maddesinin üçüncü ve dördüncü fıkraları, 219 uncu maddesinin üçüncü ve dördüncü fıkraları, 244 üncü maddesinin üçüncü fıkrası, 246 ncı maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları ile 248 inci maddesinin dördüncü, beşinci, altıncı ve yedinci fıkraları yürürlükten kaldırılmıştır.
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
63 üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 63- 353 sayılı Kanuna aşağıdaki ek geçici madde eklenmiştir.
EK GEÇİCİ MADDE 6- 353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanununun, bu Kanun ile değiştirilen ve yürürlükten kaldırılan hükümlerinin, yürürlüğe konulmasına ve uygulanmasına ilişkin, bu Kanunun yürürlüğe giriş tarihi esas alınarak 23/5/2005 tarihli ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanunda belirtilen esaslar uygulanır.
Bu Kanun hükümleri, yürürlüğe girdiği tarihten itibaren kesin hükme bağlanmış olanlar hariç, bütün soruşturma ve kovuşturmalarda uygulanır.
Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce, askeri mahkemelerce karar verilmiş ve henüz kesinleşmemiş olan dava dosyalarından görevli yargı yeri değişenler hakkında, askeri savcının yazılı görüşü alınmak suretiyle, mahkemesince duruşma yapılmaksızın görevsizlik kararı verilir. Bu karara karşı, teşkilatında askeri mahkeme kurulan kıt'a komutanı veya askeri kurum amiri, askeri savcı, sanık ve varsa müdafi bir hafta içinde itiraz edebilir. İtirazlar en yakın askeri mahkemede incelenir. Bu dosyalardan temyiz ve itiraz edilmek suretiyle Askeri Yargıtay Başsavcılığında ve Askerî Yargıtayda inceleme aşamasında olan dosyalar mahkemesine iade edilir.
BAŞKAN -Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
64 üncü okutuyorum:
MADDE 64- Bu Kanun yayımı tarihinden itibaren üç ay sonra yürürlüğe girer.
BAŞKAN - Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
65 inci maddeyi okutuyorum:
MADDE 65- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN - Madde üzerinde şahsı adına söz isteyen, Haluk Koç, Samsun Milletvekili.
Buyurun Sayın Koç. (CHP sıralarında alkışlar)
HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; vaktinizi çok almayacağım, sadece bir hususu -bir örnek yaşadığımız için- belirtmek için söz aldım.
Lütfen, bu Meclisin çalışma saygınlığına gölge düşürmeyelim. Belirli bir zeminde mutabakat olduğu zaman, temel yasa gibi bir yönteme, 91 inci maddeyi zorlayarak, lütfen başvurmayalım. Eğer, o çerçeveyi zorlarsak, yasama görevini aksatacak, muhalefetin söz hakkını kısacak, tam mutabakat sağlanmasa bile, ille de biz bunu çıkartmak istiyoruz şeklinde bir zorlamayla, muhalefetin sesini kesmeme durumunu da bir kere daha hatırlatmak istiyorum.
Bu yasanın görüşülmesi sırasındaki mutabakat buna bir örnek oluşturur şeklindeki düşüncemi bir dilek olarak ifade ediyorum ve hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Koç.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır.
Gündemin 7 nci sırasında yer alan, Orman Mühendisliği, Orman Endüstri Mühendisliği ve Ağaç İşleri Endüstri Mühendisliği Hakkında Kanun Tasarısı ile Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu raporunun görüşmelerine başlıyoruz.
9.- Orman Mühendisliği, Orman Endüstri Mühendisliği ve Ağaç İşleri Endüstri Mühendisliği Hakkında Kanun Tasarısı ile Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu Raporu (1/1073) (S. Sayısı: 1040)
BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.
Ertelenmiştir.
Gündemin 8 inci sırasında yer alan, Denizli Milletvekili Osman Nuri Filiz ile Balıkesir Milletvekili Ali Osman Sali'nin; Devlet Planlama Teşkilatı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Plan ve Bütçe Komisyonu raporlarunun görüşmelerine başlıyoruz.
10.- Denizli Milletvekili Osman Nuri Filiz ile Balıkesir Milletvekili Ali Osman Sali'nin; Devlet Planlama Teşkilatı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/499) (S. Sayısı: 949)
BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.
Ertelenmiştir.
Gündemin 9 uncu sırasında yer alan, Hâkimler ve Savcılar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun görüşmelerine başlıyoruz.
11.- Hâkimler ve Savcılar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1220) (S. Sayısı: 1217)
BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.
Ertelenmiştir.
Gündemin 10 uncu sırasında yer alan, Terörle Mücadele Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İçişleri ile Adalet Komisyonları raporlarının görüşmelerine başlıyoruz.
12.- Terörle Mücadele Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İçişleri ile Adalet Komisyonları Raporları (1/1194) (S. Sayısı: 1222)
BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.
Ertelenmiştir.
Sayın milletvekilleri, bugünkü program böylece tamamlanmıştır.
Sabahın bu saatlerine kadar bizimle birlikte çalışan Kanunlar ve Kararlar Daire Başkanı, müdür yardımcıları, Tutanak Müdürlüğü stenografları, teknik personel ve kavaslara teşekkür ediyorum.
Kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 29 Haziran 2006 Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 11.00'de toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.
Kapanma saati: 02.03