DÖNEM: 22 YASAMA YILI: 4
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
CİLT : 126
122 nci Birleşim
29 Haziran 2006 Perşembe
İ Ç İ N D E K İ L E R
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) TEZKERELER VE ÖNERGELER
1.- Moğolistan Meclis Başkanı Tsend Nyamdorj’un davetlisi olarak Moğolistan’a resmî ziyarette bulunacak olan Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Bülent Arınç’ı temsilen TBMM Başkanvekili Sadık Yakut’un beraberindeki Parlamento heyetini oluşturmak üzere gruplarınca isimleri bildirilen milletvekillerine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1090)
2.- Moldova Cumhuriyeti Parlamentosu Dış Politika ve Avrupa ile Bütünleşme Komisyonu Başkanının, Türkiye Büyük Millet Meclisi Dışişleri Komisyonu heyetini Moldova’ya resmî davetine icabet edilmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1091)
3.- Pakistan Ulusal Meclis Başkanı Choudhry Amir Hussain’in, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Bülent Arınç’ı Pakistan’a resmî davetine icabet edilmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1092)
4.- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Azerbaycan’a yaptığı resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/1093)
5.- Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç’un Birleşik Arap Emirliklerine yaptığı resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/1094)
6.- Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat Başesgioğlu’nun İsviçre’ye yaptığı resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/1095)
7.- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Cezayir’e yaptığı resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/1096)
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
1.- Tokat Milletvekili Resul Tosun’un yasama dokunulmazlığının kaldırılması hakkında Başbakanlık tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Raporu (3/981) (S.Sayısı: 1198)
2.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere’nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)
3.- Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1030) (S. Sayısı: 904)
4.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti Arasında Yayılmanın Önlenmesi Amaçlarına Yönelik Yardım Sağlanmasının Kolaylaştırılması İçin İşbirliğine İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/1115) (S. Sayısı:1147)
5.- Bütçe Kanunlarında Yer Alan Bazı Hükümlerin İlgili Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelere Eklenmesi ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İstanbul Milletvekili Mustafa Ataş ve 9 Milletvekilinin; Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1219, 2/812) (S. Sayısı:1210)
6.- Orman Mühendisliği, Orman Endüstri Mühendisliği ve Ağaç İşleri Endüstri Mühendisliği Hakkında Kanun Tasarısı ile Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu Raporu (1/1073) (S. Sayısı: 1040)
7.- Terörle Mücadele Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İçişleri ile Adalet Komisyonları Raporları (1/1194) (S. Sayısı: 1222)
8.- İzmir Milletvekili Yılmaz Kaya ile Muğla Milletvekili Ali Arslan’ın; Avukatlık Kanununun 96 ncı Maddesinin Değişikliğine Dair Kanun Teklifi ile Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve 5 Milletvekilinin; Avukatlık Kanununun 96 ncı Maddesinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Adalet Komisyonu Raporu (2/694, 2/696) (S. Sayısı: 1226)
9.- Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1217) (S. Sayısı: 1203)
10.- Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin 8.6.2006 Tarihli ve 5518 Sayılı Kanun ve Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1221) (S. Sayısı: 1227)
11.- Hâkimler ve Savcılar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1220) (S. Sayısı: 1217)
12.- İstanbul Milletvekili Gülseren Topuz’un; Karayolları Trafik Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan’ın; 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanununun 41 inci Maddesinin (b) Fıkrasının Değiştirilmesi ile İlgili Kanun Teklifi ile İçişleri Komisyonu Raporu (2/781, 2/785) (S. Sayısı: 1194)
V.- ÖNERİLER
A) DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ
1.- Gündemdeki sıralama ile çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi
VI.- SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Hatay Milletvekili Mehmet ERASLAN’ın, tahsil edilemeyen vergi miktarına ve işini terk eden mükelleflere ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal UNAKITAN'ın cevabı (7/14469)
2.- Hatay Milletvekili Mehmet ERASLAN’ın, ücretlilerden, kurumlardan ve gelir üzerinden alınan vergilerin toplam vergiye oranına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal UNAKITAN'ın cevabı (7/14470)
3.- Antalya Milletvekili Atila EMEK’in, şeker kaçakçılığına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Kürşad TÜZMEN’in cevabı (7/14566)
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 14.00'te açılarak altı oturum yaptı.
Birinci, İkinci ve Üçüncü Oturumlar
Tokat Milletvekilleri Orhan Ziya Diren ve Feramus Şahin'in yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması hakkında (3/608) esas numaralı dosyaya konu olay 12 Ocak 2005 tarihli 15 ve 16 sayılı kararlarla sonuçlandırıldığından dosyanın TBMM Başkanlığına geri gönderilmesine karar verildiğine ilişkin Anayasa ve Adalet Komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon raporu (3/980) (S. Sayısı: 1197), Genel Kurulun bilgisine sunuldu.
Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in Katar'a,
Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker'in İsrail'e,
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat Başesgioğlu'nun Çin Halk Cumhuriyetine,
Yaptıkları resmî ziyaretlere katılacak milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkerelerinin kabul edildiği;
Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 366 ncı sırasında bulunan 1213 sıra sayılı kanun teklifinin bu kısmın 5 inci sırasına alınmasına ilişkin Anavatan Partisi grup önerisinin, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edilmediği,
Açıklandı.
Üç bölüm halinde görüşülmesi kararlaştırılmış bulunan, Dokuzuncu Kalkınma Planının (2007-2013), (3/1075) (S. Sayısı: 1214), birinci ve ikinci bölümlerinin görüşmeleri tamamlandı; üçüncü bölümü üzerinde bir süre görüşüldü.
Saat 22.20'de toplanmak üzere, Üçüncü Oturuma 22.09'da son verildi.
Nevzat Pakdil
Başkanvekili
Yaşar Tüzün Mehmet Daniş
Bilecik Çanakkale
Kâtip Üye Kâtip Üye
Türkân Miçooğulları Bayram Özçelik
İzmir Burdur
Kâtip Üye Kâtip Üye
Dördüncü, Beşinci ve Altıncı Oturumlar
Dokuzuncu Kalkınma Planının (2007-2013), (3/1075) (S. Sayısı: 1214), görüşmeleri tamamlanarak, elektronik cihazla yapılan açıkoylama sonunda, kabul edildiği açıklandı.
Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:
1 inci sırasında bulunan, Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin (2/212) (S. Sayısı: 305), görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin komisyon raporu henüz gelmediğinden;
2 nci sırasında bulunan, Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısının (1/1030) (S. Sayısı: 904),
3 üncü sırasında bulunan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti Arasında Yayılmanın Önlenmesi Amaçlarına Yönelik Yardım Sağlanmasının Kolaylaştırılması İçin İşbirliğine İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının (1/1115) (S. Sayısı: 1147),
4 üncü sırasında bulunan, Bütçe Kanunlarında Yer Alan Bazı Hükümlerin İlgili Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelere Eklenmesi ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İstanbul Milletvekili Mustafa Ataş ve 9 Milletvekilinin, Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin (1/1219, 2/812) (S. Sayısı: 1210),
7 nci sırasında bulunan, Orman Mühendisliği, Orman Endüstri Mühendisliği ve Ağaç İşleri Endüstri Mühendisliği Hakkında Kanun Tasarısının (1/1073) (S. Sayısı: 1040),
8 inci sırasında bulunan, Denizli Milletvekili Osman Nuri Filiz ile Balıkesir Milletvekili Ali Osman Sali'nin, Devlet Planlama Teşkilatı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifinin (2/499) (S. Sayısı: 949),
9 uncu sırasında bulunan, Hâkimler ve Savcılar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının (1/1220) (S. Sayısı: 1217),
10 uncu sırasında bulunan, Terörle Mücadele Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının (1/1194) (S. Sayısı: 1222),
Görüşmeleri, ilgili komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından;
Ertelendi.
5 inci sırasında bulunan, Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının (1/572) (S. Sayısı: 817), görüşmelerini müteakiben, elektronik cihazla yapılan açıkoylama sonunda,
6 ncı sırasında bulunan, Askerî Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının (1/1210) (S. Sayısı: 1212), yapılan görüşmelerden sonra,
Kabul edilip kanunlaştıkları açıklandı.
29 Haziran 2006 Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 11.00'de toplanmak üzere, birleşime 02.03'te son verildi.
Sadık Yakut
Başkanvekili
Türkân Miçooğulları Mehmet Daniş
İzmir Çanakkale
Kâtip Üye Kâtip Üye
Harun Tüfekci
Konya
Kâtip Üye
No.: 170
II.- GELEN KÂĞITLAR
29 Haziran 2006 Perşembe
Raporlar
1.- İskân Kanunu Tasarısı ve İskan Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Raporu (1/352, 1/1209) (S. Sayısı: 1223) (Dağıtma tarihi: 29.6.2006) (GÜNDEME)
2.- Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve İçişleri ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonları Raporları (1/1212) (S. Sayısı: 1225) (Dağıtma tarihi: 29.6.2006) (GÜNDEME)
3.- Adana Milletvekili Atilla Başoğlu ve 5 Milletvekilinin; Yap-İşlet Modeli ile Elektrik Enerjisi Üretim Tesislerinin Kurulması ve İşletilmesi ile Enerji Satışının Düzenlenmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (2/830) (S. Sayısı: 1231) (Dağıtma tarihi: 29.6.2006) (GÜNDEME)
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 11.00
29 Haziran 2006 Perşembe
BAŞKAN: Başkanvekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP ÜYELER: Yaşar TÜZÜN (Bilecik), Mehmet DANİŞ (Çanakkale)
BAŞKAN – Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 122 nci Birleşimini açıyorum.
Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.
Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.
Anayasa ve Adalet Komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyonun, bir sayın milletvekilinin yasama dokunulmazlığı hakkında bir raporu vardır; okutup, bilgilerinize sunacağım.
Buyurun.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
1.- Tokat Milletvekili Resul Tosun’un yasama dokunulmazlığının kaldırılması hakkında Başbakanlık tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Raporu (3/981) (S.Sayısı: 1198) (x)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi: (a) Tokat Milletvekili Resul Tosun’un (3/610) esas nolu dosyası hakkında Karma Komisyonumuzun 12 Ocak 2005 tarih ve 19 sayılı kararı.
(b) Karma Komisyonumuzun 2 Şubat 2006 tarihli toplantısı.
Tokat Milletvekili Resul Tosun hakkındaki (3/981) esas nolu dosya, Karma Komisyonun ilgi (a) kararıyla sonuçlandırılmış olmasına rağmen, Komisyonun ilgi (b) toplantısında oluşan görüş nedeniyle, Kabahatler Kanunu çerçevesinde değerlendirilmek üzere, Başkanlığınızca, Karma Komisyonumuza tekrar gönderilmiştir.
Hazırlık Komisyonunun 6.4.2006 tarihli kararıyla, Karma Komisyonumuzun Tokat Milletvekili Resul Tosun hakkındaki (3/981) esas nolu dosyaya konu olayı ilgi (a) kararıyla sonuçlandırması nedeniyle, dosyanın, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına geri gönderilmesine karar verilmiştir.
Karma Komisyonumuzun, daha önce dosyaya konu olay hakkında iradesini belli etmiş olması nedeniyle, dosyanın, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına geri gönderilmesine oybirliğiyle karar verilmiştir.
Raporumuz, Genel Kurulun bilgilerine arz edilmek üzere, Yüksek Başkanlığa saygıyla sunulur.
Burhan Kuzu
İstanbul
Komisyon Başkanı ve üyeler
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır; okutup, bilgilerinize sunacağım.
Buyurun.
(x) 1198 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) TEZKERELER VE ÖNERGELER
1.- Moğolistan Meclis Başkanı Tsend Nyamdorj’un davetlisi olarak Moğolistan’a resmî ziyarette bulunacak olan Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Bülent Arınç’ı temsilen TBMM Başkanvekili Sadık Yakut’un beraberindeki Parlamento heyetini oluşturmak üzere gruplarınca isimleri bildirilen milletvekillerine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1090)
28 Haziran 2006
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna
Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Kanunun 6 ncı maddesi uyarınca, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Bülent Arınç’ı temsilen Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanvekili Sadık Yakut, Meclis Başkanı Tsend Nyamdorj’un vaki davetine icabetle, Moğolistan’ın Kuruluşunun 800 üncü Yıldönümü kutlamalarına katılmak üzere beraberinde bir parlamento heyetiyle bu ülkeye resmî ziyarette bulunması, Genel Kurulun 29 Mart 2006 tarihindeki 81 inci Birleşiminde kabul edilmiştir.
Anılan kanunun 2 nci maddesi uyarınca, heyeti oluşturmak üzere siyasî parti gruplarınca bildirilen isimler Genel Kurulun bilgilerine sunulur.
Bülent Arınç
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı
Adı-SoyadıSeçim Çevresi
Ahmet Koca Afyonkarahisar
Kemal Anadol İzmir
Veli Kaya Kilis
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının 2 tezkeresi daha vardır; ayrı ayrı okutup oylarınıza sunacağım.
2.- Moldova Cumhuriyeti Parlamentosu Dış Politika ve Avrupa ile Bütünleşme Komisyonu Başkanının, Türkiye Büyük Millet Meclisi Dışişleri Komisyonu heyetini Moldova’ya resmî davetine icabet edilmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1091)
27 Haziran 2006
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna
Dışişleri Bakanlığının 24 Şubat 2006 tarihli ve 79285 sayılı yazısında, Moldova Cumhuriyeti Parlamentosu Dış Politika ve Avrupa ile Bütünleşme Komisyonu Başkanının Türkiye Büyük Millet Meclisi Dışişleri Komisyonu heyetini Moldova’ya davet ettiği bildirilmiştir.
Söz konusu davete icabet edilmesi hususu, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Kanunun 6 ncı maddesi uyarınca Genel Kurulun tasviplerine sunulur.
Bülent Arınç
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı
BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Diğer tezkereyi okutuyorum:
3.- Pakistan Ulusal Meclis Başkanı Choudhry Amir Hussain’in, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Bülent Arınç’ı Pakistan’a resmî davetine icabet edilmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1092)
28 Haziran 2006
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Bülent Arınç’ın, Pakistan Ulusal Meclis Başkanı Choudhry Amir Hussain’in davetine icabet etmek üzere, beraberinde Parlamento heyetiyle, Pakistan’a resmî ziyarette bulunması hususu Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Kanunun 6 ncı maddesi uyarınca Genel Kurulun tasviplerine sunulur.
Bülent Arınç
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı
BAŞKAN – Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Başbakanlığın Anayasanın 82 nci maddesine göre verilmiş 4 tezkeresi vardır; ayrı ayrı okutup oylarınıza sunacağım.
Buyurun.
4.- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Azerbaycan’a yaptığı resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/1093)
26.6.2006
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Bakü’de düzenlenen Ekonomik İşbirliği Teşkilatı IX. Zirve Toplantısına katılmak üzere bir heyetle birlikte 4-6 Mayıs 2006 tarihlerinde Azerbaycan’a yaptığım resmî ziyarete, ekli listede adları yazılı milletvekillerinin de iştirak etmesi uygun görülmüş ve bu konudaki Bakanlar Kurulu Kararının sureti ilişikte gönderilmiştir.
Anayasanın 82 nci maddesine göre gereğini arz ederim.
Recep Tayyip Erdoğan
Başbakan
Liste
Yaşar Yakış Düzce
Şaban Dişli Sakarya
BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Diğer tezkereyi okutuyorum:
5.- Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç’un Birleşik Arap Emirliklerine yaptığı resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/1094)
26.6.2006
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç’un, görüşmelerde bulunmak üzere bir heyetle birlikte 2-6 Mayıs 2006 tarihinde Birleşik Arap Emirlikleri’ne yaptığı resmî ziyarete, ekli listede adları yazılı milletvekillerinin de iştirak etmesi uygun görülmüş ve bu konudaki Bakanlar Kurulu Kararının sureti ilişikte gönderilmiştir.
Anayasanın 82 nci maddesine göre gereğini arz ederim.
Recep Tayyip Erdoğan
Başbakan
Liste
Mehmet Mesut Özakcan Aydın
İsmail Özgün Balıkesir
Metin Yılmaz Bolu
BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Diğer tezkereyi okutuyorum:
6.- Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat Başesgioğlu’nun İsviçre’ye yaptığı resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/1095)
26.6.2006
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat Başesgioğlu’nun, Uluslararası Çalışma Örgütünün, 31 Mayıs-16 Haziran 2006 tarihlerinde Cenevre’de yapılan 95 inci Genel Konferansına katılmak üzere bir heyetle birlikte İsviçre’ye yaptığı resmî ziyarete, ekli listede adları yazılı milletvekillerinin de iştirak etmesi uygun görülmüş ve bu konudaki Bakanlar Kurulu Kararının sureti ilişikte gönderilmiştir.
Anayasanın 82 nci maddesine göre gereğini arz ederim.
Recep Tayyip Erdoğan
Başbakan
Liste
Bayram Ali Meral Ankara
Agâh Kafkas Çorum
Mehmet Fehmi Uyanık Diyarbakır
Mehmet Sait Armağan Isparta
İzzet Çetin Kocaeli
Hüseyin Tanrıverdi Manisa
Cevdet Erdöl Trabzon
BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Diğer tezkereyi okutuyorum:
7.- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Cezayir’e yaptığı resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/1096)
26.6.2006
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşmelerde bulunmak üzere bir heyetle birlikte 21-23 Mayıs 2006 tarihlerinde Cezayir’e yaptığım resmî ziyarete, ekli listede adları yazılı milletvekillerinin de iştirak etmesi uygun görülmüş ve bu konudaki Bakanlar Kurulu Kararının sureti ilişikte gönderilmiştir.
Anayasanın 82 nci maddesine göre gereğini arz ederim.
Recep Tayyip Erdoğan
Başbakan
Liste
Dengir Mir M. Fırat Mersin
Mustafa Eyiceoğlu Mersin
Abdullah Veli Seyda Şırnak
BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, Danışma Kurulunun bir önerisi vardır, okutup oylarınıza sunacağım.
Buyurun.
V.- ÖNERİLER
A) DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ
1.- Gündemdeki sıralama ile çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi
Danışma Kurulu Önerisi
No: 195 29.6.2006
Danışma Kurulunca aşağıdaki önerilerin Genel Kurulun onayına sunulması uygun görülmüştür.
Nevzat Pakdil
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı Vekili
AK Parti Grubu Başkanvekili CHP Grubu Başkanvekili Anavatan Partisi Grubu
Eyüp Fatsa Haluk Koç Başkanvekili
Süleyman Sarıbaş
Öneri:
Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının 8 inci sırasında yer alan 1222 sıra sayılı kanun tasarısının bu kısmın 6 ncı sırasına, 10 uncu sırasında yer alan 1203 sıra sayılı kanun tasarısının 8 inci sırasına, 7 nci sırasında yer alan 1217 sıra sayılı kanun tasarısının 10 uncu sırasına, 360 ıncı sırasında yer alan 1194 sıra sayılı kanun teklifinin 11 inci sırasına alınması, daha önce bastırılarak dağıtılan ve 28.6.2006 tarihli gelen kâğıtlar listesinde yayımlanan 1226 sıra sayılı kanun teklifi ile Cumhurbaşkanınca bir daha görüşülmek üzere geri gönderilen 1227 sıra sayılı kanunun, 48 saat geçmeden bu kısmın 7 nci ve 9 uncu sıralarına alınması ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesi,
Genel Kurulun; 29.6.2006 Perşembe günü 11 inci sırasında yer alan işin görüşmelerinin bitimine kadar çalışmalarını sürdürmesi,
Önerilmiştir.
BAŞKAN – Önerinin lehinde Malatya Milletvekili Süleyman Sarıbaş…
Sayın Sarıbaş, buyurun.
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Danışma Kurulu önerisi lehinde söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, son iki haftadır bir hayli kanun çıkardık. Geçen hafta 6 kanun çıkardık, bu iki günde de 6 kanun, evet, bir Hükümet tezkeresiyle beraber 6 kanun çıkardık.
Yani, efendim, Meclisi işte engelliyorlar, yok, milletin hayrına olan kanunların çıkmasına fırsat vermiyorlar şeklindeki anlayışa asla katılmıyorum. Çünkü, bir Meclis eğer iki günde 6 kanun çıkartıyorsa, Fransa Meclisinin bir yılda çıkarttığı kanun sayısına eşit...
Şimdi, eğer isteniyorsa ki maddeleri dahi okumayalım, eğer isteniyorsa ki hiçbir şeye bakmadan bunları geçirelim; bu mümkün değil.
Biz isterdik ki konut finansmanı kanununu da, biz isterdik ki Karayolları Trafik Kanununu da, aslında biz isterdik ki o listede mevcut bulunan ve her sektör için kendisi açısından önemli olan 362 tane kanunu da bu Meclis çıkarsın.
Şimdi, ilgili sektörler arıyorlar tabiî grupları, özellikle İktidar Partisi Grubu, efendim Anavatan Partisi koymuyor ki çıkartalım! Ne demek yani?! 550 milletvekilinin olduğu bir Mecliste 20 milletvekilinin kanun çıkartmamak gibi bir görevi var mı? Kanun çıkartmak gibi de bir görevimiz yok. Bizim görevimiz, İktidarın getirdiği kanunlara katkı sağlamak, uyarılarda bulunmak, milletin hayrına gördüğümüze de destek olmak. Şimdiye kadar da bizim yaptığımız bu. Yani, hiç tartışmadan çıkartalım, size gerek yok, ihtiyacımız da yok, siz kenarda durun diyorsanız, bu mümkün değil. Biz de Anavatan Partisi olarak her kanun üzerinde bakış açımızı, görüşlerimizi, milletin hayrına gördüğümüz yönleri, eleştiri yönlerimizi ortaya koyacağız.
Ha, biz, Anavatan Partisi olarak şunu söyleriz: Bütün kanunları çıkartalım, hakikaten önemli… Karayolları Trafik Kanununun önemli olmadığını söyleyen kimse var mı? Veyahut da konut finansmanı kanununun, konut edindirme kanununun çıkmamasının, üç ay geç kalmasının bu ülkeye maliyetinin birkaç milyar dolar olacağını ben de biliyorum. Çalıştıralım Meclisi, temmuz ayı boyunca çalıştıralım. Normal süresinde çalıştıralım. Her gün 1 kanun çıkarsak 30 tane kanun eder. Ne yani... Çalışmamak diye bir kaidemiz yok. Biz buna hazırız. Temmuz ayı boyunca da çalışmaya hazırız. 30 tane kanunu çıkarmaya da hazırız. Ama kanunları tartışarak, ama kanunlara haklı önerilerimizi ileri sürerek, gerekli gördüğümüze destek, gerekli gördüğümüze de uyarılarda bulunarak biz bu kanunların çıkması taraftarıyız. Biz diyoruz ki, iktidarsınız, bizi sıkıştırmayın, ama, çalışalım, temmuz ayı boyunca bu kanunları sırayla tek tek çıkartalım.
Saygılar sunuyorum. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Sarıbaş.
Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına devam ediyoruz.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
2.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere’nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)
BAŞKAN - 1 inci sırada yer alan kanun teklifinin geri alınan maddeleriyle ilgili komisyon raporu gelmediğinden teklifin görüşmelerini erteliyoruz.
2 nci sırada yer alan, Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
3.- Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1030) (S. Sayısı: 904)
BAŞKAN – Komisyon?.. Yok.
Ertelenmiştir.
3 üncü sırada yer alan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti Arasında Yayılmanın Önlenmesi Amaçlarına Yönelik Yardım Sağlanmasının Kolaylaştırılması İçin İşbirliğine İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
4.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti Arasında Yayılmanın Önlenmesi Amaçlarına Yönelik Yardım Sağlanmasının Kolaylaştırılması İçin İşbirliğine İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/1115) (S. Sayısı:1147)
BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.
Ertelenmiştir.
4 üncü sırada yer alan, Bütçe Kanunlarında Yer alan Bazı Hükümlerin İlgili Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelere Eklenmesi ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İstanbul Milletvekili Mustafa Ataş ve 9 Milletvekilinin; Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
5.- Bütçe Kanunlarında Yer Alan Bazı Hükümlerin İlgili Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelere Eklenmesi ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İstanbul Milletvekili Mustafa Ataş ve 9 Milletvekilinin; Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1219, 2/812) (S. Sayısı:1210)
BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.
Ertelenmiştir.
5 inci sırada yer alan, Orman Mühendisliği, Orman Endüstri Mühendisliği ve Ağaç İşleri Endüstri Mühendisliği Hakkında Kanun Tasarısı ile Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu raporunun görüşmelerine başlayacağız.
6.- Orman Mühendisliği, Orman Endüstri Mühendisliği ve Ağaç İşleri Endüstri Mühendisliği Hakkında Kanun Tasarısı ile Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu Raporu (1/1073) (S. Sayısı: 1040) (x)
BAŞKAN – Komisyon?.. Burada.
Hükümet?.. Burada.
Komisyon raporu 1040 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince, bu tasarı, İçtüzüğün 91 inci maddesi kapsamında görüşülecektir. Bu nedenle, tasarı, tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanıp maddelerine geçilmesi kabul edildikten sonra bölümler halinde görüşülecek ve bölümlerde yer alan maddeler ayrı ayrı oylanacaktır.
Tasarının tümü üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Giresun Milletvekili Mehmet Işık, AK Parti Grubu adına Giresun Milletvekili Adem Tatlı…
İlk söz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Giresun Milletvekili Mehmet Işık’a aittir.
Sayın Işık, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA MEHMET IŞIK (Giresun) – Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1040 sıra sayılı Orman Mühendisliği, Orman Endüstri Mühendisliği ve Ağaç İşleri Endüstri Mühendisliği Hakkında Yasa Tasarısıyla ilgili Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, hepimizin bildiği gibi, ülkemiz, orman bakımından fakir bir ülkedir. 20,7 milyon hektar orman alanımız varsa da, bunun yarıya yakını bozuk ormanlardır. Ormanlarımızın yüzde 99’u da devlet ormanıdır, devlet mülkiyetindedir.
Anayasamızın 169 uncu maddesiyle, mülkiyet ayırımına bakılmaksızın, tüm ormanların gözetiminin devlete ait olduğu hüküm altına alınmıştır. Böylece, ormanların çevreye ve insanlığa yaptığı, yeri başka şekilde doldurulamayacak yaşamsal önemi haiz katkıları nedeniyle, gözetilmesi işlevini devlet yükümlenmiştir. Yasanın, komisyon ve alt komisyonda görüşülmesinde, diğer grup arkadaşlarımla birlikte, Anayasamızın bu amir hükmüne aykırı bir durum yaratılmaması için, azamî dikkat gösterilmiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu ve alt komisyon çalışmalarında özellikle çeşitli meslek odaları ve sivil toplum kuruluşlarının en geniş şekilde görüşleri alınmış, diğer meslek disiplinlerinin tasarıdaki endişeleri bu çalışmalarda özellikle dikkate alınmış, mümkün olduğunca bu endişeler giderilmeye çalışılmıştır. Disiplinler arasında müşterek üretilecek projeler için, yasada “katılır” ifadesi kullanılarak, mesleklerarası dayanışma sağlanmaya çalışılmıştır.
Yine, tasarıda, Türkiye Mimar Mühendis Odalar Birliği ile Orman Mühendisleri Odası arasında ilişkiler düzenlenerek, Orman Mühendisleri Odası ile Türkiye Mimar Mühendis Odalar Birliği arasındaki ilişki düzenli hale getirilmiştir.
(x) 1040 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Ormancılık teknik hizmetleri halen değişik üniversitelere bağlı orman fakültelerince mezun edilen başta orman mühendisleri olmak üzere, bunlarla organik bağ içinde olan orman endüstri ve ağaç işleri endüstri mühendislerince yürütülmektedir.
Bu mühendislerin bir meslek yasaları bulunmamaktadır. Bu yasa tasarısıyla bu ihtiyacın karşılanması sağlanmaya çalışılmaktadır. Biz, bütün meslek mensupları gibi, bu meslek mensuplarının da bir meslek yasasına sahip olmasını istemekteyiz ve bu gerekçeyle de bu tasarıyı desteklemekteyiz.
Bu tasarının kanunlaşmasıyla, serbest ormancılık mesleğinin standartlarının gelişeceğini, Anayasamızın ilkeleri göz önünde tutularak, her türlü ormancılık hizmetlerinin serbest ve yeminli ormancılık bürolarında devletin gözetim ve denetimi altında satın alınarak yapılması sağlanmış olacaktır.
Bu tasarıyla, Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programının “serbest dolaşım” bölümündeki, öncelikli olarak meslekî niteliklerin karşılıklı tanınmasına ilişkin sistemin çalışabilmesinin temel unsurlarından birisini düzenlemiş olacağız.
Bir mesleğin edinilebilmesi, icrası ve sürdürülebilmesi kanun ve benzeri düzenlemelerle belirtilmesi halinde düzenlenmiş meslek olarak tanımlanmaktadır. Bu yasayla, bu meslek mensupları yetki yasalarına kavuşturularak Avrupa Birliği müzakere sürecinde bir eksiklik giderilmiş olacaktır.
Dünyada, dikkatler, 1992 yılında gerçekleştirilen Rio Zirvesiyle öne çıkarılan, ormanların odun üretiminin ötesinde parayla ölçülemeyen fonksiyonel özelliklerinin sürdürülebilir şekilde planlanıp, uygulanmasına çevrilmiştir. Tüm dünyada orman mühendisliği çok kapsamlı bir öğretimi zorunlu kılan, ekosistem yönetme ve işletme sanatı olarak kabul edilmektedir. Dünya Uluslararası Ormancılık Araştırma Kurumları Birliği (IUFRO) organizasyonu da bu esaslara göre şekillenmiştir.
Bu nedenle, ormanların fonksiyonel değerleri, orman mühendislerinin, bu tasarıyla, görev, yetki ve sorumlulukları yasal çerçevesi belirlenmiş meslek mensupları kanalıyla hayata geçirilebilecektir. Yeni bir düzenlemeye bu açıdan da acilen ihtiyaç bulunmaktadır.
Yürürlükte bulunan mevzuatta ormancılık hizmetlerinin üçüncü şahıslardan satın alınabileceğine dair hükümler bulunmaktadır. 6831 sayılı Orman Kanununun 6 ncı maddesinde “devlet ormanlarına ve devlet ormanı sayılan yerlere ait her çeşit işler Orman Genel Müdürlüğünce yapılır ve yaptırılır” hükmü vardır. Yine, 4856 sayılı Çevre ve Orman Bakanlığı Teşkilat Kanununun 2 nci, 11 inci ve 13 üncü maddelerinde de, ormancılık iş ve işlemlerinin üçüncü şahıslara yaptırılabileceğine dair düzenlemeler vardır. Ancak, bu hizmetleri yapacak olan meslek mensuplarının yasaları bulunmadığı gibi, orman idaresinin de elinde bu işleri Kamu İhale Kanunu marifetiyle yapacak olan şahıslar ile serbest ormancılık bürolarını denetleyip, yönlendirecek bir kanunî mevzuat da bulunmamaktadır. Bu durumda, hem orman idaresi hem de ormancılık konularında lisans eğitimi almış mühendisler olumsuz etkilenmektedir.
Halen serbest olarak çalışmakta olan meslek mensuplarının teknik, idarî ve hukukî sorumlulukları açık değildir.
Ormancılık hizmetlerinin özel sektöre yaptırılması esasları, Çevre ve Orman Bakanlığı ile Orman Genel Müdürlüğünün genelge ve emirleri doğrultusunda yapılmaktadır.
Ormancılık teknik hizmetlerinin yanında, kanunların orman idaresine yüklediği çeşitli idarî işler de, meslek içinde önemli bir yer tutmaktadır. Teknik hizmetlerin aksatılmasından doğrudan doğruya ormanlar etkilenirken, idarî işlerin aksatılmasından doğrudan halk olumsuz olarak etkilenmekte ve halk-orman ilişkileri bozulmaktadır. Bu durumda, halkın, idarî olumsuzluğa olan tepkisi, teknik hizmetlerin aksaması pahasına bazen öne geçebilmektedir. Halbuki, teknik hizmetlerin aksaması, ormanların devamlılığını tehlikeye sokmakta, orta, kısa ve uzun vadede halka da yansımaktadır; ancak, bu husus, ilk bakışta, teknik elemanların dışındaki çevrelerce kavranamamaktadır.
Bu konuya girmişken Orman Bakanlığının teknik personel istihdamındaki tutumunu da irdelemekte fayda görüyorum. Orman işletmeciliğinin en temel birimi orman işletme şefliğidir. Bu idarî kademe, orman işletmeciliğini bizzat arazide uygulamakta, dönersermaye gereği tahakkuk memurluğu görevini yükümlenmekte, orman-halk ilişkilerinin düzenli olmasını sağlamakta, ormanların korunmasını, geliştirilmesini, her türlü ormana tecavüzü önlemekle görevlidir. Bu kademede yetişen elemanlar, kazandıkları deneyim ve gösterdikleri liyakata göre daha üst görevlere atanabilmektedirler. Orman Genel Müdürlüğü bünyesinde 1 300 civarında işletme şefliği kuruluşu vardır. Bu kuruluşların şu anda üçte 1’i teknik elemansızdır ve başka şeflerin vekâletiyle yürütülmektedir.
Değerli milletvekilleri, en etkin olması gereken bu şefliklerin boş tutulmasını anlamak mümkün değildir. Bu eksikliğin halk-orman ilişkilerinin bozulmasına ve ormanların geleceğinin tehlikeye girmesine sebep olacağı unutulmamalıdır.
Dünya ölçülerine göre zaten çok geniş bir alanda çalışmak durumunda olan işletme şeflerinin ikinci bir işletme şefliğine vekâlet etmesinin ne kadar uygun olduğunu takdirlerinize sunuyorum.
Ağaçlandırma Genel Müdürlüğündeki eleman açığının boyutu ise daha da büyüktür.
Bugün işsiz durumda olan orman mühendislerinin bu boyutta olmasının en büyük sebebinin Bakanlığın bu personel politikasından kaynaklandığını özellikle belirtmek istiyorum.
Bugün ağaçlandırma çalışmalarını artırmakla övünen Sayın Bakana sormak istiyorum: Fidanlıklar satılıp kapatılırken, birim metrekareden alınacak sağlıklı fidan sayısı belliyken, yeterli teknik eleman istihdam edilmezken bu gelişmeler nasıl sağlanmaktadır?
Sayın Bakan bozuk baltalık ormanların koruya dönüştürülmesi için çalışmalara başladığından bahsetmektedir. Bozuk baltalıkların koruya dönüştürülmesi teknik bakımdan birikim isteyen, ancak deneyimli mühendislerce yapılabilecek uzun vadeli bir çalışmadır. Zaten teknik eleman açığı olan Bakanlığın tecrübe kazanmış eleman yetiştirmesi için zamana ihtiyacı vardır. Dışarıda işsiz elemanlar beklerken, bu teknik işleri yürütmesi mümkün olmayacak, yanlış müdahaleyle ileride daha da içinden çıkılmaz sorunlar ortaya çıkacaktır.
Bu durum tasarının gerekçesinde aynen şöyle ifade edilmektedir; özellikle dikkatinize sunmak istiyorum tasarının gerekçesini: “Hizmetleri yürütecek yeterli sayıda teknik eleman Çevre ve Orman Bakanlığı ile Orman Genel Müdürlüğü kadrolarına alınamamaktadır. Bu nedenle, orman idaresinde yetersiz sayıda teknik elemanla ormancılık teknik hizmetleri yürütülmeye çalışılmaktadır. Halihazırda devletten başka çalışma olanağı olmayan orman mühendisleri atıl durumdayken, teknik ormancılık hizmetlerinin de istenilen düzeyde sürdürülmesinde güçlüklerle karşılaşılmaktadır.” Yani, teknik hizmetlerin yürütülmesinde zorlukla karşılaşılmakta; ama, eleman alınamamaktadır diyor. Bakanlar Kurulu üyesi olmuş bir bakanın, Meclise sevk ettiği bir tasarıda, bu durumu bu şekilde izah etmesi kabul edilebilir bir durum değildir; üzüntüyle ifade etmek istiyorum. Bakanlar Kurulunda olacaksınız, teknik eleman ihtiyacınız olacak, idarî ve teknik hizmetleriniz aksayacak; ama, ben eleman alamıyorum diyeceksiniz; bunu kabul etmek mümkün değildir.
Gerek mevcut elemanların iş sahibi olmasının sağlanması gerek ormanlara teknik müdahalenin yapılabilmesi gerekse halk-orman ilişkilerinin düzenli hale getirilmesi açısından, acilen, Orman Bakanlığının bu mühendisleri bünyesine katması gerekmektedir. Eğer, Sayın Bakan, ben orman mühendisi olmadan bu işleri yaptırırım diyorsa, bunu da bilmek istiyoruz. Bu, doktorsuz sağlık hizmeti, öğretmensiz eğitim hizmeti yapmaya benzer.
Yine, Sayın Bakana tekrar sormak isterim: Yoksa, bu tasarının gerekçesinde bahsedilen devlet ormancılığından millet ormancılığına geçişi böyle mi sağlamaya çalışmaktadır?!
Devlet, millet tarafından kurulmuş bir organizasyon olduğuna göre, devlet malının gerçek sahibi millettir. Bunun için, devlet malına kamu malı denilmektedir. Bu ifadeyle, devlet ormanlarının milletin malı olduğu ortadadır. Peki, devlet ormancılığından millet ormancılığa geçişten ne anladığınızı öğrenmek istiyorum? Bu deyim içinde, Anayasaya rağmen bir özelleştirme hevesi mi yatmaktadır? Böyle bir uygulamanın Anayasamızın ihlali olacağını özellikle hatırlatmak istiyorum.
Değerli arkadaşlar, bu hevesten vazgeçilmesini özellikle tavsiye ederim.
Ülkemizde ormancılık eğitimi 1857 yılında başlamış; ancak, 1930’lu yıllarda, Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün davetiyle Fransa, Almanya ve Avusturya’dan getirilen bilim adamlarıyla bugünkü çağdaş, bilimsel eğitimin temelleri atılmıştır. Yine, ilk orman kanunu olan 3116 sayılı Kanun bu dönemde çıkarılmıştır. Ormancılık tekniği ve örgütlenme konusunda bu ülkelerin etkisi ormancılığımızda halen sürmektedir.
Ormancılığını kendimize örnek aldığımız Almanya’da orman mühendisleri aldıkları eğitim ve öğretime uygun olarak çeşitli uzmanlık alanlarında çalışmaktadırlar. Fakültelerimizde aynı sistem içinde yetiştirilen orman mühendislerinin de benzer şekilde çalıştırılmaları en gerçekçi ve dünyayla uyum içinde akılcı bir yaklaşım olacaktır.
Almanya, Avrupa Birliği içinde siyasî alanda olduğu gibi, ormancılık alanında da ileri düzeyde ve etkili konumdadır. Türk ormancılığına teknik anlamda da, kuruluşunda da büyük katkıları olmuştur.
Bu yasa tasarısıyla, Türk orman mühendislerinin de dünya ormancılarıyla aynı paralelde hak ve yetkilere sahip olmalarının yolu açılacaktır.
Diğer taraftan, orman endüstri mühendislerinin görev alanları, orman mühendislerinin çalışma alanlarının bittiği yerde başlamakta, ağaç ve ağaç kökenli malzemelerin özellikleri, yonga levha, lif levha, kereste, kontrplak gibi yarı mamullerin üretimi ve özellikleri ile bunlardan üretilen yer döşemesi, doğrama, ahşap yapı elemanı, mobilya gibi son ürünlerin üretilmesi, pazarlaması ve satışıyla sona ermektedir. Orman endüstri mühendisliği, orman endüstrisine yönelik olan çeşitli bilim dallarının belirli boyutlarda entegre edildiği, temel bilgiler, mühendislik bilgileri, ağaç malzemeden sayılan yarı mamul ve bunlardan kâğıt, mobilya vesair gibi son ürünlerin üretilmesini hedefleyen, bu meslekî altyapının formasyonuna uygun şekilde yönetim ve işletmecilik bilgileriyle desteklendiği bir uzmanlık dalıdır.
Yukarıdaki açıklamalar kapsamında, kıt olan orman kaynaklarından elde edilen odun ürünleri ile ihracatımızda önemli bir yer tutan odun dışı ürünlerin (tali ürünlerin) teknik kurallara göre kıymetlendirilmesi ve sanayi tesislerinde yüksek verimlilikte işlenmesinin önemini açıklamaya gerek yoktur. Bu konuda, her kesimin olumlu yönde olmak üzere aynı görüşte olabilecekleri muhakkaktır. Tekniğine uygun yürütülmeyen odun hammaddesine dönük işlemler ile odun dışı ürünlerin, yani, tali ürünlerin işlenmesindeki ekonomik kayıpların büyük boyutlarda olduğu bir gerçektir. Bu durum millî ekonomi açısından büyük bir sorundur. Bu sorunların yaşanmaması için, bu sahadaki endüstriyel faaliyetlerin teknik kurallara göre, orman endüstrisi alanında eğitim almış teknik elemanların katkılarıyla yapılmasında ülkemiz açısından büyük yararlar bulunmaktadır. Bu yasa bu alandaki boşluğu da gidermeye çalışmaktadır. Bu şekilde, ülkemize önemli oranda döviz girdisi sağlayan oduna dayalı mobilya sektörümüzün de gelişen dünya ekonomisi içinde hak ettiği yeri alması, bu alandaki yenilikleri takip eden, uygulamaya aktaran orman endüstri ve ağaç endüstri mühendislik mesleği mensuplarının katkılarıyla mümkün olabilecektir. Odun hammaddesine son tüketim şeklinin verilmesindeki ihtiyaç duyulan teknik katkılar da bu yasayla karşılanmış olacaktır.
Böylece, orman mühendisleri de, ormancılıkla ilgili olarak, proje, etüt, envanter, alan tefriki tesis etme, planlama, uygulama, yönetme, ticaret, sorumlu müdürlük, danışmanlık, teknik müşavirlik, bilirkişilik, hakemlik, denetim, eksperlik, standardizasyon, çevresel muhasebe, zarar ziyan belirleme, değer belirleme, sertifikalandırma, çevresel etki değerlendirme yapmak gibi bir yetkiyle donatılmış olacaktır.
Bu yasa tasarısı, orman mühendisleri, orman endüstri mühendisleri ve ağaç işleri endüstri mühendislerinin özlemle beklediği bir tasarıdır.
Tasarının ülkemiz ormancılığına ve ülkemize ve meslek mensuplarına hayırlı olmasını diliyor; tasarıya olumlu oy vereceğimizi belirtip, şahsım ve Grubum adına sizleri saygıyla selamlıyorum. (CHP ve AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Işık.
Sayın milletvekilleri, şimdi, AK Parti Grubu adına, Giresun Milletvekili Adem Tatlı.
Buyurun Sayın Tatlı. (AK Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA ADEM TATLI (Giresun) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Orman Mühendisliği, Orman Endüstri Mühendisliği ve Ağaç İşleri Endüstri Mühendisliği Hakkında Kanun Tasarısı hakkında Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Bu tasarı Hükümetimiz tarafından 20 Haziran 2005 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisine sevk edilmiş ve bugün de, Yüce Meclisimizde yasalaştırılmak üzere görüşmelere başlanmıştır.
O nedenle, ormancılık teknik hizmetleri az sayıda teknik elemanla yürütülmeye çalışılmaktadır. Halihazırda devletten başka istihdam imkânı olmayan orman mühendisleri boşta gezerken, Çevre ve Orman Bakanlığının son aylarda aldığı çok önemli kararlardan olarak, bataklıkların koru ormanlarına dönüştürülmesi, ağaçlandırma ve ormanların rehabilitesi ve benzeri ormancılık faaliyetlerinin uygulamaya geçirilmesi ve teknik ormancılık hizmetlerinin istenilen düzeyde sürdürülmesi büyük önem arz etmektedir. Buna karşın, yürürlükteki mevzuatta, ormancılık hizmetlerinin üçüncü şahıslardan satın alınabileceğine dair hükümler bulunmaktadır. Şöyle ki: 6831 sayılı Orman Kanununun 6 ncı maddesi ile 4856 sayılı Çevre ve Orman Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun 2 nci, 11 inci ve 13 üncü maddelerinde ormancılık iş ve işlemlerinin üçüncü şahıslar eliyle yaptırılabileceğine dair düzenlemeler mevcuttur; ancak, bu hizmetleri yapacak olan meslek mensuplarının görev ve yetki yasaları yoktur. Buna karşın, orman idaresinin de elinde, bu işleri Kamu İhale Kanunu marifetiyle yapacak meslek mensupları ile serbest ormancılık bürolarını denetleyip yönlendirecek bir kanunî mevzuat da bulunmamaktadır. Bu durumlardan hem orman idaresi ve hem orman mühendisleri olumsuz etkilenmektedir. Ayrıca, halen serbest olarak çalışmakta olan meslek mensuplarının teknik, idarî ve hukukî sorumlulukları da açık olmayıp, bu konuda bir yasal boşluk bulunmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu tasarının yasalaşması halinde, devletin gözetiminde çalışan, hak, yetki ve sorumlulukları açıklığa kavuşturulmuş meslek mensuplarınca kurulacak serbest ve yeminli ormancılık büroları, meslekî standartları geliştirilmiş mühendislerce, devletle birlikte ormanların devamlılığının sağlanmasında önemli bir fonksiyon üstlenilecektir. Bu kanunun çıkmasıyla önemli bir ihtiyaç giderildiği gibi, ormancılık alanında yaklaşık 11 000 mühendise yeni iş olanakları sağlanmış olacaktır.
Bu tasarı, orman mühendisliğinin yanı sıra, orman endüstri mühendisliği, ağaç işleri endüstri mühendisliği disiplinlerinin de yasal görev sınırlarını belirlemektedir; zira, bu meslekler orman mühendisliğiyle organik bir bağ içinde bulunmaktadır. Orman mühendisliği hizmetinin bittiği yerde orman endüstri mühendisliği ile bunun devamında ağaç işleri endüstri mühendisliği başlamaktadır. Bu zincir, tohum, fidan, ağaç, yakacak odun, mobilya ve pazarlama olarak şekillenmektedir.
Orman endüstri mühendisliği, orman endüstrisine yönelik olan çeşitli bilim dallarının belirli boyutlarda entegre edildiği, ağaç malzemeden yarı mamul ve bunlardan kâğıt, mobilya ve benzeri son ürünlerin üretilmesini hedefleyen, bu meslekî altyapının formasyonuna uygun şekilde yönetim ve işletmecilik bilgileriyle desteklenmiş bir uzmanlık dalıdır.
Ülkemizin kıt olan orman kaynaklarından elde edilen odun ve odun dışı ürünler ülke içi tüketiminde ve ihracatımızda önemli bir yer tutmaktadır. Bu ürünlerin teknik kurallara göre kıymetlendirilmesi ve sanayi tesislerinde yüksek verimlilikle işlenmesi büyük önem arz etmektedir. Bu konuda her kesimin, aynı istikamette görüş beyan edeceklerini düşünüyorum.
Ülkemizde, son tüketim mahallinden tekniğine uygun üretim yapamayan odun hammaddesine dönük işletmeler ile odun dışı ürünlerin işlenmesindeki ekonomik kayıpların büyük boyutlarda olduğu bir gerçektir. Bu kayıpların önlenmesi veya asgarî düzeye indirilmesi, bu sahada çalışan işletmelerin endüstriyel faaliyetlerinin, teknik kurallara göre, orman endüstrisi ile ağaç endüstrisi alanında eğitim almış teknik elemanları istihdam etmeleriyle mümkün olacaktır. Bu kayıpların önlenmesinde orman endüstri ve ağaç işleri endüstri mühendisliğinin katkıları büyük önem arz etmektedir. Bu kanun, bu alandaki boşluğu da giderecektir.
Bu yasayla, Avrupa ülkeleri başta olmak üzere, dünyanın birçok ülkesinde uygulanmakta olan devletin denetim ve gözetiminde ormancılık hizmetlerinin serbestçe satın alındığı bir ormancılık hizmet sektörü ülkemizde de ortaya çıkacak ve dünyadaki benzer uygulamalar başlatılmış olacaktır. Kıt olan odun ve odun dışı orman kaynaklarımız devletin amaçları doğrultusunda, devletin gözetiminde yapılacak, hizmet satın alınması yöntemleri geliştirilecektir. Ormancılık ve orman endüstrisi hizmetleri, tohum, fidan ağaç, üretim, endüstri ve tüketim ekseninde topluca ele alınacaktır. Devletin yeniden yapılanması kapsamında çıkarılan yeni yasalarla, ağaçlandırma gibi bazı ormancılık hizmetleri, merkezî yönetimin yanında, il özel idareleri ile yerel yönetimlerce de yapılabilecektir. Bu kurumların ihtiyacı olan teknik hizmet satın alımları, devletin denetiminde, orman mühendisleri odasının koordinasyonunda, Bakanlığın denetim ve gözetiminde çalışacak olan, yeterli kalitede ve miktarda bu hizmetleri serbestçe yapacak gerçek ve tüzelkişilerden de satın alınmasının önü açılmış olacaktır.
Bu kanunla, Orman Mühendisleri Odası gibi önemli bir sivil toplum örgütü üyelerinin meslekî standardının geliştirilmesi, lisanslı meslek mensuplarının sınavla belirlenmesi, denetimi ve yönetimi konularında büyük sorumluluklar verilmek suretiyle büyük bir reform yapılmış olacaktır.
Kanunun ülkemize, ülke insanlarımıza, ormancılık mesleği ve bu alanda görev yapacak mühendislerimize hayırlı olmasını diler; Grubum ve şahsım adına Yüce Heyetinize saygılar sunarım. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tatlı.
Şahsı adına, Bolu Milletvekili Yüksel Coşkunyürek... Yok.
Sayın Tatlı, şahsınız adına da konuşma talebiniz var; konuşacak mısınız?
ADEM TATLI (Giresun) – Konuşmayacağım.
BAŞKAN – Konuşmuyorsunuz.
Hükümet adına, Adalet Bakanımız Sayın Cemil Çiçek.
Buyurun Sayın Bakanım. (AK Parti sıralarından alkışlar)
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bugün, çok önemli bir yasa tasarısını, sizlerin katkılarıyla yasalaştırmış olacağız. Bu Meclis, pek çok alanda ilkleri başardı. Bugün, yasalaştırmaya çalıştığımız Orman Mühendisliği, Orman Endüstri Mühendisliği ve Ağaç İşleri Endüstri Mühendisliği Hakkındaki Kanun Tasarısı da, bu alandaki ilklerden bir tanesi olmaktadır; çünkü, ülkemizde bu mesleği icra eden yaklaşık 9 000’e yakın mühendis camiası, meslek yasasına ilk defa kavuşmuş olacaktır. Bu, hem Hükümet olarak bu mesleğe ve ormancılığa verdiğimiz önemin göstergesidir hem de Meclis olarak böylesine önemli bir yasayı çıkarmış olmakla, Türk ormancılığına büyük bir katkı sağlamış olacağız. Bu katkılarınızdan dolayı hepinize, parti gruplarımıza ayrıca teşekkür ediyorum.
Böyle bir yasaya gerçekten ihtiyaç var mıdır yok mudur... Şüphesiz, böyle bir yasa gündeme geldiğinde, bir ihtiyacın sonucu olarak gelmiştir. Sadece, Hükümetin düşüncesi kanaati olarak değil, yasa bu safhaya gelinceye kadar Meclisin ilgili komisyonu başta olmak üzere, bu mesleği icra eden kesimin örgütleri ve Meclisimizde grubu bulunan partilerimiz yasanın bu hale gelebilmesi noktasında çok ciddî çabalar sarf etmişlerdir ve böylece tasarı huzurunuza gelmiştir.
Gerçekten de, Türkiye’de bazı mesleklerin yasaları vardır ve olması da gerekmektedir. Türkiye, Avrupa Birliği süreci içerisinde muhataplarıyla görüşebilmesi ve tanınmışlık problemini ortadan kaldırabilmek adına da hem meslek standartlarının, meslek ilkelerinin belirlenmesi hem de her mesleğin mensuplarının belli bir yasa çerçevesinde faaliyetlerini sürdürebilmesinde, zaten bu anlamda da bir zaruret vardır. Dolayısıyla, bu yasa, böyle bir zarureti de karşılamış olmaktadır.
Değerli milletvekilleri, hepimiz biliyoruz ki, ormancılık konusu, Türkiye’nin en önemli konularından bir tanesidir. Ayrı bir bakanlık çerçevesinde yürütülmüş olması da, zaten Türkiye açısından önemini açıkça ortaya koymaktadır. Çünkü, ormancılık, sadece bizim üzerinde durduğumuz konu değil, birçok ülke, çölleri yeşillendirmek, ağaçlandırmak için büyük kaynaklar sarf etmektedir. Öbür taraftan da, Türkiye’de, sayıları milyonlarla ifade edilebilecek vatandaşlarımızın önemli bir kısmı ormancılıktan geçimini sağlamaktadır. Dolayısıyla, bu yasa, çok yönlü ormancılık hizmetini sürdürenlere katkı sağlayacak bir yasadır ve dünyada da ormancılık konusunda önemli bir konsept değişikliği var.
Bizim ülkemiz ormanlarının neredeyse tamamına yakını devlete aittir ve devlet eliyle işletilmektedir. Halbuki, dünyadaki ormancılık konusundaki konseptte bir değişiklik var. Bir taraftan devlet ormancılığı faaliyetleri sürdürülürken, öbür tarafta devletin denetiminde, gözetiminde ve öncülüğünde bu hizmetler sürdürülmekte ve özel sektörün imkânlarından da azamî ölçüde faydalanılmaya çalışılmaktadır. Eğer, biz de, bu gelişime ayak uydurarak Türkiye’deki ormancılık hizmetlerini sürdüreceksek, bunun hukukî altyapısının açıkça ortaya konulması, ilkelerin, yetkilerin, sorumluların, sorumlulukların açıkça ortaya konulması lazım gelir.
Öbür taraftan, bu mesleği icra eden 9 000’e yakın insanımız var. Bunların bir meslek yasası yok. Orman mühendisleri ve genelde “orman mühendisliği” adı altında ifade etmeye çalıştığımız bu insanlar, kış yaz demeden, dağ bayır demeden, senelerden beri Türkiye’de ormancılığın gelişmesi, ormanlarımızın giderek daha güçlü hale gelmesi, ülke ekonomisine katkı sağlayabilmesi açısından büyük bir özveriyle çalışmaktadırlar; fakat, buna karşılık bir yasal düzenlemeleri, yasal güvenceleri de söz konusu değildir. Ormancılık faaliyeti devlet eliyle yürütüldüğü için, orman mühendislerinin neredeyse tamamına yakınını da devlette istihdam etmek gibi de bir mecburiyet vardır, özel sektörde istihdam imkânı fevkalade sınırlıdır.
O nedenle, Türkiye’de işsizlik en öncelikli problemlerden olduğuna göre, eski usullerle, eski yöntemlerle yeni sorunlara çözüm bulma imkânı olamayacağı için, bu anlamda, Türkiye’deki orman fakültelerinden mezun olan bu değerli insanlarımıza, teknik elemanlarımıza yeni iş sahalarının açılabilmesi açısından da böyle bir meslek yasasının çıkarılmasında fayda olmaktadır.
Biraz evvel de ifade ettim, Avrupa Birliği süreciyle ilgili olarak da, böyle bir yasada zaruret var. Biz, çıkardığımız her yasayı, aynı zamanda, Avrupa Birliği müktesebatıyla yerine getirmek durumunda olduğumuz bir kısım yükümlülükleri de karşılamak için çıkarıyoruz. Bu yasa, aynı zamanda, böyle bir amaca da hizmet edecektir.
Kısaca ifade etmemiz gerekirse, bu tasarı, inşallah, biraz sonra değerli katkılarınızla ve oylarınızla yasalaştığında, kamu yönetiminin yeniden yapılanmasında ormancılık hizmetleri, merkezî yönetimin yanında yerel yönetimlerle de yapılabilecektir. Yerel yönetimler, ihtiyaçları olan ormancılık hizmetlerini, bu yasayla kurulacak olan serbest ormancılık bürolarından temin edebileceklerdir.
Kamunun küçülme politikasına uygun olarak yeni istihdam sağlanacak ve devlet daha ucuza hizmet satın alabilecektir.
Devletçe teşvik edilen özel ağaçlandırma çalışmaları ve oluşacak özel ormanlar bu meslek mensupları tarafından yönetilebilecektir.
Katılımcılık sağlanacak, sektörün üretim gücü artırılacaktır ve nihayet, Avrupa Birliği müktesebatına uyum açısından da önemli bir yasayı, bugün, değerli oylarınızla gerçekleştirmiş olacağız.
Katkılarınızdan dolayı hepinize teşekkür ediyorum. Bu yasa tasarısının, mühendisler camiamıza, bu meslekte hizmet veren herkese hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ediyorum; hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakanım.
Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, birinci bölümün görüşmelerine başlıyoruz. Birinci bölüm, 1 ilâ 9 uncu maddeleri kapsamaktadır.
Birinci bölüm üzerinde şahısları adına, Haluk Koç, Fatih Arıkan ve Yüksel Coşkunyürek’in söz talepleri vardır...
Buyurun.
ORMAN MÜHENDİSLİĞİ, ORMAN ENDÜSTRİ MÜHENDİSLİĞİ VE AĞAÇ İŞLERİ
ENDÜSTRİ MÜHENDİSLİĞİ HAKKINDA KANUN TASARISI
BİRİNCİ BÖLÜM
Amaç, Kapsam ve Tanımlar
Amaç
MADDE 1.-
BAŞKAN – Görüşme talebi, şahıslar adına?.. Yok.
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
NECATİ UZDİL (Osmaniye) – Değişiklik önergesi vardı 2 tane.
BAŞKAN – Bu, bölüm üzerindeki şeydi; 1 inci maddeyi okutuyorum şimdi şu anda.
Kapsam
MADDE 2.-
BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Tanımlar
MADDE 3.-
BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
İKİNCİ BÖLÜM
Genel Hükümler
Mesleğin konusu
MADDE 4.-
BAŞKAN – Madde üzerinde 2 adet önerge vardır; önergeleri, önce geliş sıralarına göre okutup, sonra aykırılık durumlarına göre işleme alacağım.
Buyurun.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1040 sıra sayılı yasanın 4 üncü maddesi (a) bendinin 7, 8, 11, 12 ve 17 nci maddelerinin sonundaki “çalışmaları yapmak” ifadesinin, “çalışmalarına katılmak” olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Saygılarımızla. 21.6.2006
Necati Uzdil Osman Özcan Ahmet Ersin
Osmaniye Antalya İzmir
Hakkı Ülkü Atilla Kart Hüseyin Ekmekcioğlu
İzmir Konya Antalya
Gökhan Durgun Mehmet Parlakyiğit Abdulaziz Yazar
Hatay Kahramanmaraş Hatay
R.Kerim Özkan
Burdur
BAŞKAN – Diğer önergeyi okutup işleme alacağım.
Buyurun.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1040 sıra sayılı kanun tasarısının 4 üncü maddesinin 19 uncu fıkrasının madde metninden çıkarlmasını arz ve teklif ederiz.
Saygılarımızla.
Prof. Dr. Ömer Abuşoğlu Turan Tüysüz Züheyir Amber
Gaziantep Şanlıurfa Hatay
Muharrem Doğan Dr. Muzaffer Kurtulmuşoğlu Prof. Dr. Dursun Akdemir
Mardin Ankara Iğdır
Hüseyin Özcan
Mersin
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
TARIM, ORMAN VE KÖYİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKANI VAHİT KİRİŞCİ (Adana) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükümet?..
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Tekrar mahiyetindeki bu ifade yukarıdaki fıkralarda zaten zikredildiğinden gereksiz görülmektedir.
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1040 sıra sayılı yasanın 4 üncü maddesi (a) bendinin 7, 8, 11, 12 ve 17 inci maddelerinin sonundaki “çalışmaları yapmak” ifadesinin “çalışmalarına katılmak” olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederim.
Saygılarımla. 21.6.2006
Necati Uzdil (Osmaniye) ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
TARIM, ORMAN VE KÖYİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKANI VAHİT KİRİŞCİ (Adana) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükümet?..
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – Katılmıyoruz.
NECATİ UZDİL (Osmaniye) – Gerekçeyi okutun Sayın Başkan.
BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Bu konular ekip çalışmasını gerektirmektedir. Tek kişiye istinaden “yapar” diye ifade etmek, başka meslek gruplarının görev ve sorumluluklarına müdahale etmek demektir.
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
4 üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
5 inci maddeyi okutuyorum:
Hak, yetki ve sorumluluklar
MADDE 5.-
BAŞKAN – Madde üzerinde 1 adet önerge vardır; önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1040 sıra sayılı yasanın 5 inci maddesinin 2 nci fıkrasının son kısmındaki “Bakanlığın uygun görüşü alınarak” bölümünün çıkarılmasını ve paragrafa son cümle olarak, “mevzuata uygun olarak yürürlüğe girer” cümlesinin eklenmesini arz ve teklif ederim.
Saygılarımla. 21.6.2006
Necati Uzdil Osman Özcan Ahmet Ersin
Osmaniye Antalya İzmir
Hakkı Ülkü Hüseyin Ekmekcioğlu Gökhan Durgun
İzmir Antalya Hatay
Atilla Kart Abdulaziz Yazar Mehmet Parlakyiğit
Konya Hatay Kahramanmaraş
R. Kerim Özkan Mehmet Işık
Burdur Giresun
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
TARIM, ORMAN VE KÖYİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKANI VAHİT KİRİŞCİ (Adana) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükümet?..
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Bir meslek grubunu ilgilendiren yönetmelik için Bakanlığın uygun görüşünün gerekli görülmesi meslek odalarının bağımsızlığına ve hukukun üstünlüğü ilkesine aykırıdır.
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
5 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Meslek mensubu olmanın şartları ve sınav
MADDE 6.-
BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Serbest ormancılık ve orman ürünleri büroları
MADDE 7.-
BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Serbest yeminli ormancılık ve orman ürünleri büroları
MADDE 8.-
BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler…Kabul edilmiştir.
Yemin
MADDE 9.-
BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, birinci bölümde yer alan maddelerin oylamaları tamamlanmıştır.
Şimdi, ikinci bölümün görüşmelerine başlıyoruz.
İkinci bölüm, geçici 1 inci madde dahil, 10 ilâ 16 ncı maddeleri kapsamaktadır.
Söz talebi?.. Yok.
Yasaklar
MADDE 10.-
BAŞKAN – Madde üzerinde 1 adet önerge vardır, önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan tasarının 10 uncu maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve talep ederiz.
Sadullah Ergin Ünal Kacır Zülfü Demirbağ
Hatay İstanbul Elazığ
Kenan Altun Fikret Badazlı
Ardahan Antalya
“Serbest yeminli meslek mensupları yukarıda sayılan yakınlıktaki serbest meslek mensuplarının baktığı işleri tasdik edemez.”
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
TARIM, ORMAN VE KÖYİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKANI VAHİT KİRİŞCİ (Adana) – Olumlu görüşle takdire bırakıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hükümet?..
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – Katılıyoruz.
BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
İfadenin daha düzgün olması gerekçesiyle değişiklik önerilmiştir.
BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Kabul edilen önerge istikametinde 10 uncu maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Görevle ilgili suçlar
MADDE 11.-
BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Disiplin cezaları
MADDE 12.-
BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Dördüncü Bölüm
Çeşitli ve son hükümler, ücret
MADDE 13.-
BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Yönetmelik
MADDE 14.-
BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Müktesep haklar
GEÇİCİ MADDE 1.-
BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Yürürlük
MADDE 15.-
BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Yürütme
MADDE 16.-
BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, ikinci bölüm üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Böylece, tasarının görüşmeleri tamamlanmıştır.
Tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır. Orman mühendislerimiz, Çevre ve Orman Bakanlığımız ve milletimiz için hayırlara vesile olmasını diliyorum.
Sayın Bakanın bir konuşması olacak.
Buyurun Sayın Bakan.
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – Sayın Başkan, size ve değerli milletvekillerimize ve gruplarımıza, böylesine önemli bir yasaya katkılarından dolayı teşekkür ediyoruz; ormancılık camiasına hayırlı ve uğurlu olsun.
BAŞKAN – Biz de, Hükümetimize ve tüm emeği geçenlere canıgönülden teşekkür ediyoruz; hayırlı, uğurlu olsun diyoruz.
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, 6 ncı sıraya alınan Terörle Mücadele Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İçişleri ile Adalet Komisyonları raporlarının görüşmelerine başlayacağız.
7.- Terörle Mücadele Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İçişleri ile Adalet Komisyonları Raporları (1/1194) (S. Sayısı: 1222) (x)
BAŞKAN – Komisyon ve Hükümet yerinde.
Komisyon raporu 1222 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde, AK Parti Grubu adına Ankara Milletvekili Haluk İpek, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Niğde Milletvekili Orhan Eraslan, Anavatan Grubu adına Malatya Milletvekili Süleyman Sarıbaş; şahısları adına, Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ, Erzurum Milletvekili Mustafa Nuri Akbulut, Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan, Hatay Milletvekili Mehmet Eraslan.
Bu arkadaşlarımızın söz talepleri aynı anda geldiği için, eğer hepsi konuşma taleplerinde ısrarlı olurlarsa kura çekeceğim.
Diğer milletvekilleri, Haluk Koç, Esat Canan ve Feridun Ayvazoğlu.
İlk söz, AK Parti Grubu adına Ankara Milletvekili Haluk İpek’e aittir.
Sayın İpek, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA HALUK İPEK (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1222 sıra sayılı Terörle Mücadele Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısıyla ilgili olarak AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum; Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum.
Demokratik toplum rejimleri için en büyük tehlikeyi oluşturan terör eylemleri, kişi hak ve özgürlüklerinin kullanılması açısından bir tehdit oluşturmakta; ayrıca, toplumun sosyal ve iktisadî bakımdan gelişmesini engellemektedir. İnsan onuru ve buna bağlı olarak insan hak ve özgürlüklerine saygı, bireyin hak ve özgürlüklerinin güvence altına alınması, demokratik toplumun temel prensiplerini oluşturmaktadır. İnsan onuruna yakışır bir şekilde yaşama hakkı, insan vücudunun dokunulmaz ve saygınlığı hakkı, özgürlük ve güvenlik hakkı ve aynı zamanda düşünce özgürlüğü, düşünceyi özgürce açıklama ve özgürce bilgilendirme hakkı demokratik toplum düzeninin temelini oluşturan haklardandır. Terörizm, bu hakların kullanılmasını tehlikeye sokmaktadır. Terör hareketleri, hukuk devleti esasına dayalı toplum düzeninin bozulmasını, bireysel hakların ve demokratik düzenin dayanağını oluşturan temel prensiplerin ihlalini sonuçlamaktadır. Terör hareketleri, muayyen bir devletin veya aralarında belli müştereklikler bulunan devletlerin kurumlarını veya halkını hedef almaktadır. Terör eylemleri, halkın korku ve paniğe kapılmasına, toplumdaki siyasî, ekonomik ve sosyal yapıların büyük ölçüde zarar görmesine sebebiyet vermektedir.
Terörizm, terör eylemlerinin siyasal amaçlar doğrultusunda örgüt faaliyeti çerçevesinde sistemli ve sürekli olarak işlenmesini bir strateji olarak benimseyen anlayıştır. Terörizm, bir eylem tarzıdır. Bir nevi strateji, amaca götürmek üzere kullanılan bir tür araçtır. Terörizmi farklı kılan en önemli özelliği, onun belirli politik amaçlara erişmek için kullandığı kendine mahsus suç işleme yöntemleridir. Bu bakımdan, terörizm, bir ideoloji, bir doktrin, hatta sistematik bir fikir değildir. Terörizmden söz edebilmek için, aynı siyasî amaca yönelik olarak ve bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmiş cebir ve şiddet içeren bir dizi suçun varlığı gereklidir. Cebir ve şiddet içermesine rağmen birbiriyle bağlantılı olmaksızın işlenen suçlar da toplumdaki dehşet ve korkuyu artırabilir; ancak, bu suçlara terör eylemi vasfını kazandıran unsur, bunların bir örgüt faaliyeti çerçevesinde sistemli ve sürekli olarak işlenmesidir.
Terör eylemlerinin bir özelliği de cebir ve şiddet içeren suçların siyasal bir amaçla işlenmesindendir. Terör eylemleri bağlamında belirli siyasal hedeflere ulaşmak amacıyla cebir ve şiddete başvurulmakta, cebir ve şiddet içeren suçlar işlenmektedir. Ortaçağ kanonik hukukunda kabul gören “meşru amaca ulaşmak için her araç mubahtır” mantığını benimseyen terör örgütleri meşru addettikleri siyasal amaçlara ulaşmak uğruna çok ağır suçları işleyebilmektedirler. Ancak, günümüzde, hukuk bilimi, meşru amaca ulaşmak için her araç mubahtır mantığının yanlış olduğunu kabul etmektedir; bu itibarla, terör eylemleri niteliğindeki suçların hangi siyasal amaçla işlendiğine bakılmamalıdır.
Terör eylemleri, toplumdaki çeşitli suretlerle işlenmektedir. Mal varlığının tahribi, kamusal ve bireysel mülklere zarar vermek, müessir fiil, hürriyeti tahdit, ölüm tehdidi ve öldürme gibi suçlar bu kapsamda işlenebilmektedir.
Terör eylemleri kapsamında bu suçların işlenmesi suretiyle, suç kurbanları ve bunların akrabaları büyük bir eleme gark edilmektedir. Bu insanların geleceğe yönelik bütün planları altüst edilmektedir. Bu insanları hayata bağlayan temel unsurlar yok edilmektedir. Terör eylemlerine maruz kalan kişiler, maddî ve manevî bakımdan büyük zararlar görmekte ve hatta, hayatlarını kaybetmektedirler.
İnsanlık tarihi kadar geçmişe sahip olan terör, bugün, eskiye nazaran daha tehlikeli bir hal almıştır. Zira, günümüzde, teröristler, iktisadî ve dolayısıyla sosyal bakımdan büyük çapta tahribata sebebiyet verebilecek ve hatta toplu ölümleri ve kitlelerin imhasını sonuçlayacak etkide yeni silahlara, patlayıcı maddelere sahip olabilmektedirler.
Günümüzde, teröristler, oldukça profesyonelleşmişlerdir. Güttükleri amaçlara ulaşabilmek için, icra ettikleri fiillerin ortaya çıkarabileceği muhtemel neticeler açısından, tamamen umursamaz bir duyguyla hareket etmektedirler.
Günümüzde uluslararası bir yapılanmaya sahip olan teröristlerin çeşitli ülkelerde bağlantıları mevcuttur. Değişik ülkelerde üssü ve lojistiği bulunan teröristler arasında uluslararası düzeyde bir iletişim ağı mevcuttur. Teknolojik gelişmişlik ve kanundaki bilgilere ulaşma kolaylıkları, teröristlerin işini de oldukça kolaylaştırmaktadır.
Terör eylemlerinin günümüzde kazandığı bu mahiyet, bu suçlarla mücadele bakımından adlî merciler ile güvenlik birimleri arasında mutat ilişki biçimini yetersiz kılmıştır. Zira, günümüzde, teröristler, birbirleri arasında uluslararası düzeyde bir ilişki ve iletişim ağına sahip bulunmaktadırlar ve ülkelerin mevzuatlarındaki hukukî boşluklardan büyük ölçüde yararlanabilmektedirler. Ayrıca, belirtmek gerekir ki, terörizm, çeşitli kaynaklardan büyük ölçüde lojistik ve finansal destek bulabilmektedir.
Terör eylemleri bir suçluluk şekli olarak tezahür etmektedir. Bu suçlulukla mücadele, mutat suçlara nazaran büyük bir özellik arz etmektedir. Terör eylemleri dolayısıyla devletlerin emniyet ve gümrük teşkilatları arasında daha sıkı bir irtibat ve işbirliği gerekli olmaktadır.
Terör eylemlerine karşı ortak duyarlılık gösteren devletlerin yargı müesseseleri, savcılık ve mahkeme teşkilatları arasında daha kolay irtibat kurulmasını temin edecek bir sistem oluşturulması gereği hâsıl olmuştur, hatta, devletlerin ceza hukuku mevzuatlarındaki terör eylemleriyle ilgili hükümlerin birbirine yaklaştırılması düşüncesi de gündeme gelmiştir.
Terörle mücadele bakımından devletler arasında öngörülen işbirliğinin hızlandırılması gerekir. Bu nedenle, suçluların iadesine ilişkin prosedürün basitleştirilmesi cihetine gidilmelidir. Hatta, bu prosedür, sadece suç şüphesi altında bulunan kişilere münhasır kılınmalıdır. Buna karşılık, belli bir suçtan kesin bir hükümle mahkûm olup da, cezanın infazından kurtulmak için başka bir ülkeye kaçmış bulunan kişiler açısından, suçluların iadesi prosedürünün işletilmesine gerek olmayıp, basit teslim usulleriyle yetinilmelidir.
Uluslararası düzeyde terör niteliğindeki suçlarla ilgili olarak bir devlette gerek soruşturma aşamasında gerek kovuşturma aşamasında verilmiş olan kararların diğer devletler tarafından da tanınması yönünde bir düzenleme yapılmalıdır. Bu itibarla, terör eylemleri karşısında ortak duyarlılık gösteren devletlerden birinde terör niteliğinde suçlarla ilgili olarak verilen tutuklama kararının, diğer devletlerde de aynı etkiyi göstermesi sağlanmalıdır.
Bazı devletlerin mevzuatında terörist eylemler çeşitli suretle ifade edilmiştir. Örneğin, 1994 Fransız Ceza Kanununda, kamu düzeninin devamlı surette bozulması açısından elverişli olan tehdit ve şiddet eylemleri terörist eylemler olarak nitelendirilmişlerdir. Portekiz Ceza Kanununda ise, millî menfaatların ihlal edilmesi, devlet müesseselerinin işleyişinin sekteye uğratılması veya değiştirilmesi, belli bir şey yapmalarını veya yapmaktan imtina etmelerinin temini zımnında kamu görevlilerine baskı kullanılması, bireylerin veya grupların tehdit edilmesi, terörist eylemler olarak tanımlanmıştır. Keza, İspanyol Ceza Kanununda, İtalyan Ceza Kanununda benzer hükümler vardır. İngiltere’de 2000 yılında yürürlüğe giren Terörizm Kanununda da ayrıntılı bir tanım verilmeye çalışılmış ve burada da şiddet kabul edilmiştir.
Dikkat edilmelidir ki, bütün kanunlarda yer alan ifadeler terör eylemlerinin bir tanımı niteliğinde değildir. Aslında, bu ifadelerle, terör eylemlerinin belirlenmesinde dikkate alınması gereken özelliklere işaret edilmektedir. Terör kavramı bir maddî ceza hukuku kavramı olmadığı için, bu kapsama hangi suçların gireceği konusunda daima bir belirsizlik söz konusu olmuştur. Bu nedenle, terörle mücadeleye konu edilen uluslararası sözleşmelerde terörle ilgili bir tanım verilmemiş, sadece terör eylemleri olarak nitelendirilebilecek suçlara ilişkin ayrıntılı bir liste yapılmıştır.
Bu konuda şu uluslararası sözleşmeler örnek olarak gösterilebilir: 16 Aralık 1970 tarihinde Lahey’de imzalanan Uçakların Yasadışı Ele Geçirilmesinin Önlenmesi Sözleşmesi, 23 Eylül 1971 tarihinde Montreal’de imzalanan Sivil Havacılık Güvenliğine Karşı Yasadışı Eylemlerin Önlenmesine Dair Sözleşme, Diplomatik Ajanlar Dahil Uluslararası Korunan Kişilere Karşı Suçların Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi, Rehin Almalara Karşı Uluslararası Sözleşme, Nükleer Maddelerin Fizikî Korunması Sözleşmesi, Denizcilik Sefer Yollarının Güvenliğine Karşı Yasadışı Eylemlerin Önlenmesi Sözleşmesi -ki, bu sözleşmelerin tamamı Türkiye’nin taraf olduğu sözleşmelerdir- Kıta Sahanlığına Kurulan Sabit Platformların Güvenliğine Karşı Yasadışı Eylemlerin Önlenmesi Hakkında Protokol, Terörist Bombalamalarının Önlenmesi Sözleşmesi, Terörizmin Finansmanının Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşme…
Türkiye’nin de taraf olduğu bütün bu sözleşmelerde, esasında, suç teşkil eden terörist hareketler liste halinde sayılmıştır.
Terörle Mücadele Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısında da, bu sözleşmelerdeki düzenlemeler dikkate alınmak suretiyle, hangi suçların terör suçu sayılacağı hususunda sayma yöntemi benimsenmiştir.
Bu itibarla, terör eylemleri, esasen, ceza kanunlarında tanımlanmış suçları oluşturmaktadır; ancak, bu suçlar gerek işlenişinde güdülen saik gerek işleniş tarz ve mahiyeti itibariyle terör suçu olarak nitelendirilebilmektedirler.
Ceza kanunlarında esas itibariyle suç olarak tanımlanan bu fiillerin bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesiyle, devletin ana yapısını, bu yapının dayandığı temel prensipleri değiştirmek ve yıkmak, toplumda korku ve panik yaratmak amacının güdülmüş olması durumunda, bu suç bir terör suçu niteliği kazanmaktadır.
Söz konusu suçların terör suçu niteliği kazanabilmesi için, bunların bir terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi gerekmektedir. Çağdaş ceza kanunlarında, suç işlemek için örgüt kurma suçundan ayrı olarak, terör örgütü kurma suçuna ilişkin bir tanım yapılmaktadır. Alman Ceza Kanununun 129 ve 129/A maddeleri bu hususta bir örnek olarak gösterilebilir. Tasarıda yer verilen diğer hükümler ile terör örgütlerinin malî kaynaklarının önüne geçmeye yönelik olarak “terörizmin finansmanı suçu” tanımına yer verilmiş ve ekonomik çıkar amacına yönelik belirli suçların terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde terör suçu sayılması sağlanmıştır.
Silah ve uyuşturucu madde ticareti terör örgütleri bakımından önemli bir malî kaynak oluşturmaktadır. Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 24 Kasım 1993 tarihli kararında da açıkça işaret edildiği üzere, terör örgütleriyle silah ve uyuşturucu madde kaçakçılığı arasında güçlü bir bağ bulunmaktadır. Keza, göçmen kaçakçılığı ile insan ticareti suçları da terör örgütlerine malî kaynak oluşturmakta önemli bir yer tutmaktadır. Sahte pasaport veya sahte vizeler yoluyla alınan komisyonlar ve sınırda teslim organizasyonları karşılığı alınan paralar da örgütler bakımından bir malî kaynak oluşturmaktadır.
Ayrıca, terör örgütlerinin önemli malî kaynaklarından birisini rafine hırsızlık ve gasp suçları oluşturmaktadır. Bilişim alanında işlenen suçlara başvurulmak suretiyle, bu örgütlerin önemli bir malî kaynak elde ettiği bilinmektedir. Bu bakımdan, tasarıda, söz konusu suçların bir terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi terör suçu sayılmıştır.
Terör örgütlerinin malî kaynaklarından birisi de, yabancı devletlerden temin edilen nakdî ve malî yardımlardır. Bu amaçla, tasarıda “terörün finansmanı” suçu tanımlanmış, bu suretle, 9 Aralık 1999 tarihli Birleşmiş Milletler Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Sözleşmesinden kaynaklanan uluslararası yükümlülüklerimize uygun düzenleme yapılmıştır. Ancak, bu düzenleme yapılırken, kötüye kullanmaların, salt insanî mülahazalarla yapılan yardımların da bu kategoride değerlendirilmesinin önüne geçecek bir ifade kullanılmıştır. 2003 yılında Avrupa Birliğine uyum sürecinde çıkarılan 6 ncı ve 7 nci uyum kanunlarında, yani, 4928 ve 4963 sayılı Kanunlarda, Terörle Mücadele Kanununun çeşitli maddelerinde değişiklik yapılmıştır. 6 ncı uyum paketiyle ilgili kanunun 20 nci maddesiyle yapılan değişiklikle, terör suçlarının işlenmesindeki yönteme açıklık getirilmiştir. Bu değişikliğe göre, bir suçun terör suçu niteliğini taşıyabilmesi için, mutlaka, cebir ve şiddet yöntemlerinin kullanılması gerekmektedir. Bu değişiklik, gerek Türkiye Büyük Millet Meclisinde ve gerek komisyonlarda ve Genel Kurulda AK Partinin ve Cumhuriyet Halk Partisinin oylarıyla kabul edilmiştir (6 ncı ve 7 nci uyum paketleri).
Görüşülmekte olan tasarının çerçeve 6 ncı maddesiyle değiştirilen Terörle Mücadele Yasasının 7 nci maddesinde yapılan düzenlemede, bu uyum yasalarında benimsenen ilkeler esas alınmıştır. Az önce bahsettiğim gibi, terör örgütlerinin amaçlarını gerçekleştirebilmesi için teknolojik bütün imkânlardan yararlanılmaktadır. Terör örgütlerinin benimsedikleri yöntemler, çoğu zaman, bu hususta bir kanunî düzenleme yapılırken öngörülememektedir. Bu nedenle, terör örgütlerinin benimsedikleri suç işleme yöntemleriyle etkin mücadele edebilmesi için, Terörle Mücadele Kanununda günün koşullarına uygunluğun sağlanabilmesi amacıyla gerekli değişikliklerin vakit geçirmeksizin yapılması gerekmektedir ve bu amaçlanmıştır.
Bu mülahazalarla, tasarıda, Terörle Mücadele Kanununda mevcut olmayan pek çok hususla ilgili olarak düzenleme yapılmaktadır. Yapılan yeni düzenlemeleri şu şekilde özetleyebiliriz:
Terör örgütünün faaliyet çerçevesinde, suç işlemeye alenen teşvik, işlenmiş olan suçları ve suçlularını övme ve terör örgütünün propagandasını içeren süreli yayınların tedbir olarak durdurulmasına imkân tanıyan bir düzenleme yapılmıştır.
Ülkemizdeki terör eylemlerini desteklemek üzere yabancı ülkelerde yapılan yayın faaliyetlerinin durdurulması yönünde Adalet ve Dışişleri Bakanlıklarımızın bu devletler nezdinde bulundukları girişimler, kendi mevzuatımızdaki düzenlemeler örnek gösterilerek, büyük ölçüde sonuçsuz kalmıştır. Bu istismarın önüne geçmek amacıyla, tasarıyla, Terörle Mücadele Kanununa yeni bir hüküm getirilmiştir. Terör örgütünün propagandası niteliğini taşıyan belirli fiillere açıklık getirilerek, uygulamada karşılaşılan tereddütlerin giderilmesi amaçlanmıştır.
Terörle Mücadele Kanununun 6 ve 7 nci maddelerinde tanımlanan suçlarla ilgili olarak basın ve yayın organları sahiplerinin objektif sorumluluğunun kabul edildiği hükümler değiştirilmiştir. Yapılan bu düzenlemeyle, basın ve yayın organlarının sahipleri ve yayın sorumluları hakkında ancak taksire dayalı sorumluluk rejimi benimsenmiştir. Terör suçlarından dolayı yargılama yapmak üzere görevli mahkemelerin görev alanına giren suçların işlenişine 15 yaşını tamamlamış olan çocukların iştirak etmesi halinde dahi bu kişiler hakkında açılan davaların bu mahkemelerde görülmesine imkân tanıyan bir düzenleme yapılmıştır.
Tasarıda terör suçlarıyla ilgili olarak yakalanan veya gözaltına alınan kişinin durumu hakkında sadece bir yakınına bilgi verilmesine imkân tanıyan düzenleme yapılmıştır. Tasarıyla yapılan düzenlemeye göre, terör suçlarından dolayı şüpheli bulunan kişiler gözaltı sürecince yalnız bir müdafiin hukukî yardımından yararlanabilecektir. Keza, gözaltındaki şüphelinin müdafii ile görüşme hakkı 24 saat süreyle kısıtlanabilecektir; ancak, bu süre zarfında şüphelinin ifadesi alınamayacaktır.
Terör suçlarından dolayı şüphelinin kolluk tarafından ifadesi alınırken ancak bir müdafi hazır bulunabilecektir. Bu düzenlemeyle, müdafaa hakkının kötüye kullanılmasının ve bu suretle soruşturmanın güçleştirilmesinin önüne geçilmek istenmiştir.
Terörle mücadelede görev alan kolluk görevlilerinin, terör örgütlerinin hedefi haline gelmelerinin önlenmesi amacıyla, düzenlenen tutanaklara bu görevlilerin sadece sicil numaralarının yazılması yönünde düzenleme yapılmıştır.
Tasarıda, terör suçlularının müdafiliğini üslenen kişilerin bu yetkisini kötüye kullanmalarının önüne geçecek sair düzenlemeler yapılmıştır.
Terör suçlularının “dur” ihtarına rağmen durmayarak silah kullanmaya teşebbüs etmesi halinde, terörle mücadelede görev alan kolluk görevlilerinin, saldırı tehlikesini etkisiz kılacak ölçü ve oranda doğrudan ve duraksamadan hedefe ateş etmelerine imkân tanıyan bir düzenleme yapılmıştır. Bu suretle, yapılan düzenlemede, Anayasa Mahkemesinin 31.3. 1992 tarih ve 1991/18 karar 1991/20 sayılı iptal kararının sözü edilen ölçütleri de dikkate alınmıştır.
Ancak, son olarak şunu da belirtmeden edemeyeceğim: Tasarının görüşülmesi sırasında, komisyonlara geldiğinde, alt komisyon zamanında, kamuoyunda hiç yeri yokken, bu terörle mücadele, bir terör de tüm ülkedeki tüm siyasal partilerin millî bir konusu olmuşken, gereksiz bir tartışma oldu, ona da burada değinmeden edemeyeceğim:
Tasarının Hükümet tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisine sevkinden sonra, terörle mücadelede etkinliği sağlamak amacına yönelik olarak getirilen bütün bu düzenlemeler gözardı edilerek, sırf terör üzerinden siyaset yapma uğruna, tasarının çerçeve 6 ncı maddesinin son fıkrasında yer alan “etkin pişmanlık” hükümlerinin uygulama alanını terör suçlarıyla ilgili olarak sınırlandıran hüküm, hukukî bakımdan dayanaksız gerekçelerle eleştirilmiştir.
Belirtmek gerekir ki, bu eleştiriler, başta yüksek mahkeme yargıçları ve üniversite öğretim üyeleri olmak üzere, hukuk çevrelerinde haklı bulunmamıştır. Buna rağmen, teröristbaşının affedileceği hususunda spekülatif değerlendirmelerde bulunarak popülist bir politika izlenmesi ve terörle mücadelenin siyasal istismar aracı olarak kullanılması eğilimlerinde ısrarcı olunmuştur. Teröristbaşının affedilmesi yönünde bir iradenin bulunmamasına…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HALUK İPEK (Devamla) – 1 sayfa kaldı Sayın Başkanım; toparlıyorum.
BAŞKAN – Şimdi, ne kadar sürede bitireceksiniz?
HALUK İPEK (Devamla) – 1-1,5 dakika içerisinde biter.
BAŞKAN – Şimdi, sayfa üzerinden konuşmayalım da, bütün bu tümü üzerinde konuşacak olan konuşmacılardan grup adına konuşacaklara 2 dakika süre vereceğim, size de 2 dakika veriyorum. Onun için, bundan sonraki arkadaşlara da adalet için vereceğim; lütfen, konuşmanızı tamamlayınız bu süre içerisinde.
Buyurun.
HALUK İPEK (Devamla) – Peki; teşekkürler Sayın Başkanım.
Teröristbaşının affedilmesi yönünde bir iradenin bulunmamasına, bu yönde bir tehlikenin bulunmamasına rağmen, Adalet Komisyonunda yapılan değişiklikle, tasarının çerçeve 6 ncı maddesinin son fıkrasında “etkin pişmanlık” hükümlerinin uygulanmasını sınırlandıran düzenleme, Türk Ceza Kanununun 221 inci maddesine aktarılmıştır; yani, bir terör örgütü mensubu, şu anda mevcut Ceza Kanunumuza göre, 221’e göre, hiç suç işlememişse, kendisi teslim olmuşsa, örgütün işlediği suçlarla ilgili bilgi vermişse, bu, 221 inci maddeden, etkin pişmanlıktan yararlanabilir Ceza Kanununa göre, daha sonra, yararlandıktan bir müddet sonra tekrar dağa çıkabilir, tekrar geri gelebilir, tekrar yararlanmak istiyorum diyebilirdi. Dolayısıyla, tasarının 6 ncı maddesinin son fıkrasına getirilen düzenlemeyle, bir kez yararlanmayla ilgili bir düzenleme getirilmişti. Buradaki amacımız, terör örgütü mensuplarının birden fazla yararlanmasının önüne geçmekti. İşte, buradaki, 6 ncı maddenin son fıkrasındaki düzenlemeyi…
NECATİ UZDİL (Osmaniye)- Niye kaldırdınız?!
HALUK İPEK (Devamla) – Tamamlayayım, aynı noktaya geleceğiz.
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya) – Kaldırdığınız bir şeyi niye tartışıyoruz ki?! Kalkmış gitmiş; daha niye tartışıyorsunuz?!
HALUK İPEK (Devamla) – Aynı noktaya geleceğiz.
6 ncı maddenin son fıkrasındaki muradımızı, Ceza Kanunu içinde etkin pişmanlığı, tüm suçlar için “bir kez etkin pişmanlıktan yararlanılabilecektir” şeklinde düzelttiğimiz için, tasarının bu bölümünden çıkardık; herkese hayırlı olsun.
Böylelikle, terör örgütü mensuplarının etkin pişmanlıktan birden fazla yararlanma imkânını ortadan kaldıran bu irademiz, hukuk sistemimizde bir başka düzenlemede yer aldığından, Terörle Mücadele Yasasının 7 nci maddesinin son fıkrasından çıkarılmıştır.
Ayrıca, belirtelim ki, daha önce sözünü ettiğimiz uluslararası sözleşmelerde devletlere, terör eylemleri olarak nitelendirilen suçlarla ilgili olarak, bunların siyasal suç sayılmaması, bu suçları işleyenlere sığınma hakkı tanınmaması, vatandaş veya yabancı olduğuna bakılmaksızın bu kişilerin suçun işlendiği ülkeye iade edilmesi ve suçun nerede ve kime karşı işlendiğine bakılmaksızın yargılanmalarını sağlama hususunda yükümlülükler getirilmiştir.
1 Haziran 2005 tarihinde…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın İpek, teşekkür ediyorum sizlere.
HALUK İPEK (Devamla) – Terörle Mücadele Yasasının terörle mücadele eden güvenlik kuvvetlerimize hayırlı olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Niğde Milletvekili Orhan Eraslan.
Sayın Eraslan, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ORHAN ERASLAN (Niğde) – Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin değerli üyeleri; çok önemli bir yasa tasarısını görüşüyoruz; Terörle Mücadele Yasasında değişiklik yapılmasına ilişkin yasa tasarısı, Hükümetin tasarısı.
Değerli arkadaşlarım, terörün çok çeşitli tanımları var. Genel olarak suç, toplu yaşama kurallarının ihlalidir. Terör suçu ise, toplu yaşama kurallarının ihlalinin yanı sıra, devletin de ihlalidir, tümüyle yok sayılmasıdır. O bakımdan, tüm dünyada, terör suçu önemli olarak görülür, etkin şekilde mücadele edilmesi gereken suç olarak görülür.
Terörle mücadele; her hukuk devleti suçla mücadele eder, her hukuk devleti terörle öncelikle mücadele eder; çünkü, terör, devletin, dolayısıyla hukukun inkârıdır. Hiçbir hukuk devleti, terörün hiçbir türüne, hiçbir çeşidine sempatiyle bakamaz, onu himaye edici davranışlar sergileyemez, koruyucu, gözetleyici davranışlar gösteremez.
Şimdi, ülkemiz, yirmi yılı aşkın süredir, yoğun bir terör eylemlerinin etkisi altında. Bu uğurda 30 000’i aşkın yurttaşımız hayatını kaybetmiştir, milyarlarca dolarla ölçülebilecek maddî kayıplarımız olmuştur. Onun için, terör eylemleri hepimize karşı yapılmış eylemlerdir, toplumu teşkil eden her bireye karşı yapılmış eylemlerdir. Bu çerçeve içerisinde, terörle mücadelenin en etkin yollarını bulmak ve hayata geçirmek gerekiyor.
Cumhuriyet Halk Partisi olarak, biz, İktidar Partisine de, yaptığımız konuşmalarla, terörle mücadele iradenizi ortaya koyun… Terörle mücadele, öncelikle bir irade meselesidir. Vay canım, şunlara da dokunur mu, bunlara da dokunur mu endişesiyle, terörle mücadele yapılamaz. Bu, öncelikle, net bir irade meselesidir. Yani, kime dokunursa dokunur; ama, terörle mücadele edilmezse, hukuk devleti kurulamaz, var edilemez, yaşatılamaz. Bunun anlaşılması gerekir. Bu çerçevede çabalarımız olmuştur. Bu çerçevede verilecek mücadeleyi de destekleyeceğimizi açıkça ifade ettik. Ne var ki, bu konuda uzun süre ayak süründükten sonra, 2002’de terörün geldiği nokta bugün yeniden yükselerek 2002’de geldiği noktalardan çok öncesine, 1980’li yılların ikinci yarısının bulunduğu döneme doğru yükselmeye başladığı dönemde, aşamada, yani, her gün yurdun çeşitli bölgelerine bayrağa sarılı tabutlar, şehit cenazeleri gelmeye başladığı noktada bir Terörle Mücadele Yasa Tasarısı geldi.
Değerli arkadaşlarım, şimdi burada Sayın İpek bahsetmese ben küllenmiş bir tartışmayı canlandırmak niyetinde değildim. Doğrusu, konuşmamı onun üzerine de kuracak değildim. Biz gördük ki, bu tasarıda vahim bir şey var. Bu bilerek olur bilmeyerek olur, orasını bilemem; ama, vahim bir hata var. 6 ncı maddesine bir son fıkra ekleniyor. Son fıkrada deniliyor ki… Terör suçları sayılmış. İşte şu şu suçlar terör suçları. 2 nci maddesinde sayılıyor Yasanın. 6 ncı maddede de, etkin pişmanlık düzenleniyor ve Türk Ceza Yasasının 221 inci maddesine atıfta bulunularak “terör örgütünün kurucusu ve yöneticisi de etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanır” deniliyor. Nedir bu etkin pişmanlık hükmü? Kabaca söyleyecek olursak, şimdi eğer terör örgütü kurucusu ve yöneticisi örgütün yapısı hakkında ve faaliyeti çerçevesinde bilgi verirse -yani, başka, örgütün yakalanması, faaliyetini durdurması şartı yok- indirim yapılabilecek. Yani, üçte 1’inden dörtte 3’üne kadar cezasından indirim yapılabilecek. Eğer gönlüyle teslim olduysa -o konu da tartışmaya açık- cezasız kalabilecek.
Biz bu hususta İktidar Partisine bir uyarıda bulunduk. Dedik ki: Sizin niyetiniz nedir, orasını bilmeyiz; amma, bu, terör örgütünün başının ve diğer yakalanmayan terör örgütünün yöneticilerinin yararlanabileceği açık bir kapıdır. Dikkat edin! Eğer bunu bilerek yapıyorsanız bundan vazgeçin, bilmeyerek yapıyorsanız dikkat edin!
Bunun üzerine, birçok şey söylendi. Denildi ki -uzatmak istemiyorum burada- Sayın Bakan başta olmak üzere İktidarın çeşitli sözcüleri: Efendim, bu karar kesinleşti, artık engeldir, falandır filandır. Yani, ceza hukukunda bir kural vardır, kesinleşen kararlara da lehe yasalar uygulanır; maddî ceza hukukuna ilişkin olunca. Bu, evrensel bir hukuktur. Kaldı ki, Ceza Kanununun 7 nci maddesinde, zaman bakımından uygulamada bu konu çok açık olarak vardır. Özel yasal hükmü ayrıca uygulanır. “İnfaz Yasası engeldir” dediler. O da engel değil, öyle bir şey söz konusu değil. Onlar da açıklanınca, bu defa “efendim, terör örgütü başı Türk Ceza Kanununun 125 inci maddesinden, -eski Ceza Kanununun- mahkûm oldu, oysa bizim bu getirdiğimiz suç, örgütle ilgili pişmanlık suçudur” diye bir savunma yapıldı.
Şimdi, değerli arkadaşlar, gerek 125 inci madde -şimdi karşılığı 302-, gerek 146 ncı madde -şimdiki karşılığı 309 uncu madde- aslında örgüt suçunun özel biçimleridir, nitelikli biçimleridir.Yani, Avrupa yasalarındaki düzenlemelerde, ülkenin bütününü bölmek yahut topraklarını parçalamak veya anayasal düzeni değiştirmek değil o suçların adı, ülke toprağının, ülke bütünlüğünün bozulması amacıyla örgüt kurmak, anayasal düzenin değiştirilmesi amacıyla örgüt kurmak biçimindedir; çünkü, bu suçlar, örgütsüz işlenebilecek suçlar değildir. Birisi sokağa çıkarak, ben, ülkeyi bölüyorum, bölmek istiyorum derse, sadece komik olur; yani, o suçu işlemiş olmaz. Onun için, bizim hukukumuzda, bu, böyle gözükmeyebilir, Türkiye açısından yargıçlar böyle düşünmeyebilir; ama, Abdullah Öcalan’ın AİHM kararını alırsanız, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi böyle görmüyor. Elimde karar değerli arkadaşlar, size okuyorum; nasıl görüyor ve nereden dönüldü bizim uyarılarımız sayesinde, gönüllü dönüldü, gönülsüz dönüldü; ama, dönülmüş olmasını, Türkiye açısından büyük bir tehlikenin bir ölçüde atlatılması olarak sayıyorum. Bakınız, 24 Nisan 1999 tarihli dosyasında “Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Savcısı, başvurucuyu, Türk topraklarını bölme hesabıyla faaliyetler düzenlemek ve bu hedefe ulaşmak için silahlı örgüt kurmak ve bu örgüte liderlik etmekle suçlamıştır” diyor. Kim diyor; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi diyor.
Değerli arkadaşlar, bu tür düzenlemeler yapılırken “ben şunu kastettiydim” önemli değil. Siz, yasayı yaparken kastınız olabilir; ama, yapıp bitirdikten sonra, karşıdakinin ne anladığı önemlidir, o gediği vermemek önemlidir. Bu itibarla, bu konuda uyarılar yaptık; dedik ki, bundan vazgeçin. “Hayır, değil” dediler. O zaman, sorumluluk sizin, vazgeçmiyorsanız, bunun öyle olmadığını söylüyorsanız; biz, bu sürece bu bağlamda katkıda bulunmayacağız. Nihayet, bizim içinde yer almadığımız, sadece AKP milletvekillerinden kurulu bir alt komisyonda, 6 ncı maddenin son fıkrasından vazgeçildiğini, komisyona getirildiğinde gördük. Bu, olumlu bir gelişmedir, bunda bir yanlışlık yoktur. Hatadan zor da olsa, böyle, tevilli de olsa dönülebilmesini mutluluk verici buluyorum değerli arkadaşlarım; ancak, bu yeterli değil değerli arkadaşlar. Şimdi, terörle mücadele bir aksa oturmak durumundadır. Mevcut yasanın üzerinde değişiklikler yapılarak iyi netice elde edilebilir mi; bu konu, çok tartışılacak bir konudur.
Terörle mücadeleyi bir aksa oturtmak durumundasınız. Öncelikle, terör suçlarını çok net olarak belirlemek durumundasınız. Hükümetin belgesi sayılan… İktidar Partisi milletvekillerinden bazı arkadaşlarımız, ben onu söyleyince “o nereden geldi” diyorlar. Millî Güvenlik siyaset belgelerinde, Türkiye için iki büyük tehditten söz ediliyor, bir tanesi bölücü terör örgütü tehdidi; diğeri ise, irticaî terör. Bunlar, Millî Güvenlik siyaset belgelerinde vardır, gazetelerde yayınlanıyor ve Millî Güvenlik Kuruluna katılan Sayın Hükümetin bakanlarının da bunun altında imzası vardır. O halde, iki tehdit varsa, bu iki tehdit de nasıl önlenebilecek, nereden sızabilecekse, o yolları kapatmakla Parlamentomuz mükelleftir, görevlidir.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, bunlardan birini yok sayarak ya da birini görmezden gelerek, birazcık tolerans tanıyarak terörle mücadele olmaz. Ya Millî Güvenlik Siyaset Belgesi doğrudur ya değildir. Doğru değilse, o zaman, Hükümetin bakanları “hayır, biz bunu imzalamadık; böyle bir tehdit yoktur” demelidirler. Varsa, o zaman, terör süreci dinamik bir süreçtir; daima değişen bir süreçtir, bu dinamizme uygun olarak formülasyonların geliştirilmesi lazım.
Bizim ülkemizde, dediğim gibi, irticaî terör, bölücü terör temel tehdit olarak vardır; bunun yanı sıra, siyasî amaçlı diğer ideolojik terörler ve çıkar amaçlı terörler de mevcuttur. Terörle mücadeleyi bu aksa oturtarak yasalaştırmak ve dinamik süreçte nereden, neler sızabilir, ne olabilir; yani, önlemek nasıl olur terörü, bunun çalışması yapılması gerekirdi. Terörle mücadelede, değerli arkadaşlarım, bu yasa tasarısının en önemli eksiklerinden birisi, önleyici kolluğa ilişkin bir düzenleme, ne acıdır ki, yoktur. Yani, tasarının bütünü, suç işlendikten sonrasına ilişkindir. Bu, önemli bir eksikliktir; soruşturma ve kovuşturmaya ilişkindir. Teröre kaynaklık eden sosyal şartlara ilişkin de bir düzenleme ve bir mücadele programı, ne yazık ki, burada bulunmamaktadır.
Şimdi, bu konuyla ilgili katkılarımız olabilecekti; alt komisyona, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, biz, bir üye vermedik, malum nedenlerden dolayı. Arkadaşlarımız, inatlaştılar gösterdiğimiz çok ayan beyan olan bir şeye. Yani, hep kendi dünyamız içerisinde değerlendirdik. Oysa, başka şeyler var, elimizde dokümantasyon var. Bunları, ben, ilgili arkadaşlara verdim “bakın, şu kararları inceleyin; bu, sizin bildiğiniz gibi değil; yani, eğer iyi niyetle bahsediliyorsa, bunda bir art niyet yoksa, bunu görün lütfen” diye; ama, bu, bir refleksif savunma noktasına getirildi.
Burada kendi aralarında yaptıkları çalışmalarda, yeni tasarı geldiğinde -değerli arkadaşlar, biz, terörle mücadeleden daima yanayız, bu konuda taviz verilmesini doğru bulmuyoruz, kabul etmiyoruz- gördük ki, vahim bir şey var, Terörle Mücadele Yasasının bazı noktaları bazı saikler altında çarpıtılmış. Ne çarpıtılmış; şimdi, Terörle Mücadele Yasasının 1 inci maddesinin ikinci ve üçüncü fıkrası metinden çıkarılmış. Çıkarılan ne: “İki veya daha fazla kimsenin birinci fıkrada yazılı terör suçunu işlemek amacıyla birleşmesi halinde bu kanunda yazılı olan örgüt meydana gelmiş sayılır. Örgüt terimi, Türk Ceza Kanunu ile ceza hükümlerini içeren özel kanunlarda geçen teşekkül, cemiyet, silahlı cemiyet, çete veya silahlı çeteyi de kapsar” maddeleri çıkarılmış. Burada amaç, çete, cemiyet, teşekkül gibi şeylerin terör örgütü olamayacağı doğrultusunda bir anlayışa getirilmiş ve “terör örgütü sadece silahlı olur” noktasına getirilmiştir.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, terör örgütü sadece silahlı olur ölçütü yanlıştır. Silahın ölçütü nedir? 5 tane maceraperest serseri bir araya gelirse, 5 de tabanca takarsa beline, devlet için bir terör tehdidi mi olur? Bunu kim ciddîye alabilir?.. Ama, bunun yerine, çok organize olmuş bir güç, Anayasada yazılı cumhuriyetin temel niteliklerini sarsacak derecede halkı ayaklanmaya teşvik edecek –silahı yok, dikkat edin- doğrultuda çalışmalar yaparsa, o mu daha teşvik edici olur?..
Şimdi, burada çok açık, kimi irticaî örgütlerin, işte, el altından himayesi olsun diye düşünülmüş; ama, bu sonucu tevlit etmez. Onu, arkadaşları uyardık, dedik ki, bakın, bu yasanın 1 inci maddesinde “cumhuriyetin temel nitelikleri” deniliyor, laik, demokratik, hukuk, sosyal, vesaire, bu temel nitelikleri deniliyor, buna karşı eylemler...
Ha şimdi, cebir ve şiddet… Cebir tanımı arkadaşlar, zor değildir, maddî zor değildir. Cebir iki çeşit olur; manevî zor da –Yargıtayımızın içtihadı böyledir- cebirdir. İnsanın iç dünyası üzerinde baskı yaratan manevî cebir de vardır. Cebri, sadece maddî cebir olarak algılayamazsınız. Bunu, böyle bir amaçla düzenlemek isteyebilirsiniz, bu şekilde yasayı budamak isteyebilirsiniz; ama, bu, belki, Sivas katliamı yapanlar benzerinin himayesine yol açabilir. Yani, orada silah kullanılmamıştır; ama, o eylem bir terör eylemidir, hiç kimsenin kuşkusu olmayacak şekilde. Bu yolu, kitlesel ayaklanmalara ve terörün siyasallaşmasına kapı aralarsınız, yanlış yaparsınız. Aynı yolu bölücü terörün kullanmasına da olanak verirsiniz. Bunu yapmayın çağrılarımız ve yaptığımız öneriler, düzeltilmesi konusunda komisyonda verdiğimiz öneriler, ne acıdır ki, cevap bulmamıştır, karşılık bulmamıştır. Arkadaşlarımız, sadece kafalarındaki belli noktaları gündeme getirmişler ve o noktada bir çaba sarf etmeye gayret etmişlerdir. Bu yasa böyle bir aksa oturmadığı için, terörle mücadelede önemli bir etkinlik sağlayabileceği inancını korumak istiyorum ama, eksikliğini görüyorum, buna uyarıyorum, bunun düzeltilmesi gerekir diyorum.
Şimdi, sadece eksiklik bu değil değerli arkadaşlar, terörün siyasallaşmasına ve kitleselleşmesine kapı açacak biçimde bir eksiklik değil; yani, bu, belki Fatih Camii avlusunda birtakım göstericileri korumak için yapılmış, belki başka saiklerle yapılmış olsa, hadi bir parça bunun ötesine geçebilir noktada; bunun dışında da eksiklikleri vardır.
Değerli arkadaşlarım, hep, demin İktidar Partisinin Sayın Sözcüsünü dinledim, teröre teşhis konulurken eksik şeyler yapılıyor. Terörü tanımlamaktan kaçınınız. Her tanım bir sınırlamadır. Sınırlamalar eksik olur. Şimdi, terör örgüt işidir denilirse, arkadaşlar, orada da yanlışlık vardır; bireysel terör diye bir şey vardır, bireysel terörizm diye. Teröre, örgüt işidir, örgüt çerçevesinde işlenen suçtur derseniz, bunun açıklaması zordur. Yani, örnek vermek istemiyorum ama, zorunluyum, anlaşılsın diye örnek vermek durumundayım, bugün terör farklı bir boyut kazandı, Türkiye tarihinde; hatta bir konuşmamda söylediğim gibi, terörizmin babası sayılan Hasan Sabbah’tan bu yana en büyük aşamasını kaydetti, adalet dağıtan bir heyeti, yüksek mahkeme heyetini adalet dağıttığı sırada, devlet adına bir egemenlik erkini, yargı erkini kullandığı sırada basarak katletti, kurşuna dizdi. Bu, bir suikastın ötesinde bir şey. Bir egemenlik hakkının kullanılmasının önlenmesiydi.
Şimdi, burada çok acele edildi, çeşitli örgütler, şunlar bunlar çıkarıldı.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Eraslan, 2 dakikalık süre de size veriyorum; konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
ORHAN ERASLAN (Devamla) - Temenni ederiz ki soruşturma sonuçlansın. Ama, şu ana kadar elde bir sanık var değerli arkadaşlar, bir sanık var.
Şimdi, terörle mücadele kapsamında bu sanığa dört günlük gözaltı uygulandı ve ona uygun işlemler yapıldı. Şimdi, bu örgütü ortaya çıkaramazsanız, böyle bir şey doğmazsa -dikkatinizi çekiyorum- uluslararası hukuk açısından dört günlük gözaltını nasıl yorumlayacaksınız? Avukat ve savunma sınırlamalarını nasıl izah edebileceksiniz? Yani, yasanın bireysel terörizmle ilgili eksikliğinin çarpıcı bir örneğidir. Bu örneği onun için vermek istedim.
Bu konuda olumlu katkılarımız olacaktı. Arkadaşlarımız, uzattığımız eli farklı şeylerle ittiler, verdiğimiz önergelere itibar etmediler; bir goygoyculuk içerisinde “vay bizim filancacılarımız gidiyor” mantalitesi içerisinde. Olmaz arkadaşlar, terörle mücadele öyle olmaz.
Şimdi, tabiî, bu eksikliklerin yanı sıra, basın özgürlüğünde de eksiklikler olmuştur. Şimdi, terör örgütünün ve terör eylemlerinin övmesine hiç kimse cevaz vermez; ama, arkadaşlar, propaganda ile övümenin arasındaki farkı bilin. Bazı şeylerin anlatılması propaganda olarak değerlendirilir, orada övülme kastı yoktur. Bu ince ayırım korunamamıştır. Savunma hakkıyla ilgili birtakım şeyler düzgün yazılamamıştır. Niye; eski yasanın üzerinde birtakım oynamalar yapılmıştır. Yeni bir aksa, Millî Güvenlik siyaset belgelerinde bahsedilen şekilde, terörle mücadeleyi yeni aksın üzerine oturtup, bunun içinde silahlı terörü, silahsız terörü, bireysel terörü, kitlesel terörü komplike bir şekilde, irticaî terörü, bölücü terörü, hepsini kapsayacak bir şekilde ve özel bir şekilde iyi bir çalışma yapılamamıştır. Buna rağmen, biz terörle mücadelenin yapılmasından yanayız, yasayı engellemeyeceğiz; ama, böyle eksiklikleri içeren, böyle yanlışlıkları içeren yasaya da …
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN –Sayın Eraslan, teşekkür ediyorum.
ORHAN ERASLAN (Devamla) – Ben teşekkür edeceğim; bitti…
BAŞKAN – Saygıdeğer arkadaşlarım, lütfen, hatipler kürsüyü zorlamasın.
ORHAN ERASLAN (Devamla) – Teşekkür edeceğim Sayın Başkan…
BAŞKAN – İyi, güzel, de bakınız, ben…
Arkadaşlar, sürekli olarak sizlere söylüyorum, diyorum ki: “Arkadaşlar, süre şudur; şu şekilde kullanıyorsunuz.”
Saygıdeğer arkadaşlarım, 22 dakika az bir zaman değildir…
Buyurun, açayım, bir teşekkür edin.
ORHAN ERASLAN (Devamla) – Bu nedenle, yasaya engelleme yapmayacağız; ama, bu eksiklikleriyle yasaya olumlu oy vermeyi de içimize sindiremiyoruz.
Hepinize saygılar, sevgiler sunarım.(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Anavatan Grubu adına Malatya Milletvekili ve Grup Başkanvekili Sayın Süleyman Sarıbaş; buyurun.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU ADINA SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Değerli milletvekili arkadaşlarım, 1222 sıra sayılı Terörle Mücadele Kanunu üzerinde Anavatan Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, herkesin bildiği gibi, terör bir insanlık suçudur. Terörle mücadele öncelik arz eden, etkin mücadele gerektiren, kararlılık isteyen bir olaydır. Terörle mücadelenin en etkin yolları bulunmalı ve bu hususta irade ortaya konulmalı, kararlılık gösterilmelidir. Bizim ülkemiz yirmi yıldır terörle başı dertte olan bir ülkedir. Bu uğurda binlerce güvenlik mensubumuzu, binlerce vatandaşımızı şehit verdik.
Tabiî, terör yasası yeni bir yasa değil; daha önce, Anavatan Hükümeti döneminde de, terörle mücadele için etkin olan Terörle Mücadele Yasası çıkarılmıştı; ancak, Türk Ceza Kanununda yapılan değişiklik nedeniyle, Türk Ceza Kanununun yeniden yapılması nedeniyle o yasada birtakım değişiklikler yapılması gerekiyordu. Getirilen yasa da, zaten, yeni çıkarılan Türk Ceza Yasasının bazı maddelerinin daha önceki Terör Yasasına monte edilmesinden ibarettir.
Değerli arkadaşlar, terörle mücadele eden güvenlik kuvvetlerimizin motivasyonu sağlanmalıdır, onlara psikolojik moral destek verilmelidir, bu ülkenin bölünmez bütünlüğü için mücadele edenlerin şevk ve heyecanları kırılmamalıdır.
Şimdi, bir ülkede terör varsa, mutlaka terörle mücadele olacaktır. Yani, dağda bölücü eşkıyanın elinde silah, ülkenize, ülkenizin insanlarına, ülkenizin topraklarına kastı varsa, mutlaka, sizin de, güvenlik kuvvetlerinizin de aynı etkinlikle, çok daha fazla etkinlikle bununla mücadele etmesi esastır; ama, terör faz değiştirmekte. Terör, siyasallaşmaya ve ayrılıkçı bir harekete dönüşmeye başlamıştır.
Şimdi, getirdiğimiz tasarı, dağdaki silahlı eşkıyayla, teröristle güvenlik kuvvetlerimizin nasıl mücadele edeceğini, yargılama sürecinde hangi kıstaslara uyacağını; yani, diğer adi suçlardan farklı olarak neleri uygulayacağını ortaya koyan bir tasarı; ama, ayrılıkçı mücadeleyi ortadan kaldırmak için; yani, bu ülkenin insanlarının özde bütünleşmesi için… Ki, bin yıllık tarihinde, millet olma şuurunda birliği vardır, bir aile milleti olmuşuz; kız almışız, kız vermişiz.
Bakın, çok açık ve net söylüyorum, bizim ülkemizde, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Kürt vatandaşlarımız Türklerle kız alıp vermekte veya Türklerin Kürt vatandaşlarımızdan kız alıp vermesinde bir problemi yoktur ve o bölgede yetişen vatandaşlarımız da, bu cumhuriyetin temel değerlerine, bu millet olmanın şuuruna gönülden bağlıdırlar; ancak, uluslararası konjonktür, uluslararası dengeler, uluslararası alanda Türkiye’nin bölünmesini, zayıflamasını, güç kaybetmesini, motivasyon kazanamamasını, ilerleyememesini, zenginleşmesini önlemek için, sinsi bir planla, bu ülkenin Çanakkale’de, bu ülkenin Kurtuluş Savaşında omuz omuza savaşmış insanlarını birbirine düşman etmek noktasında sinsi planlar uyguladılar. Bunlara gizli servisler dahil oldu, bunlara dost bildiğimiz ülkeler dahil oldu. Bütün amaçları; bölgede kendi çıkarlarını öne çıkarmak için, kendi istedikleri oyunu oynayabilmeleri için, bu ülkenin, bu güzel ülkenin insanlarını birbirine düşürmekten başka bir amaç taşımadılar.
Şimdi geldiğimiz noktada, işte, hepiniz biliyorsunuz, hangi Avrupalı -bu ülkeye karşı niyeti bozuk Avrupalı- gelse, önce Diyarbakır’a gidiyor. Niye?!. Diyarbakır’daki vatandaşlarımız da bu cumhuriyetin vatandaşları. Türkiye’nin başkenti Ankara, Türkiye’nin bütün idarî sistemi, Türkiye Cumhuriyetinin idarî sistemi ve sorunları, bu Mecliste, bu Parlamentoda ve bu Parlamentonun çıkardığı, Hükümetin aldığı icra kararlarıyla çözüldüğüne göre,bu Diyarbakır’da ne var?! Bu Diyarbakır’da ne var, niye giderler?
Şimdi, bir şey yaptık arkadaşlar; yani, 1 Mart tezkeresinin bu Meclisten geçmemesini savunanlar olabilir; ama, ben, o tezkerenin geçmemesiyle, bu konuda çok geri kaldığımız, çok zafiyet gösterdiğimiz kanaatindeyim. Bakın, o tezkereden sonra bu ülkede bombalar patlamaya başladı. O tezkere geçmedikten sonra Kuzey Irak’ta oluşumlar daha netleşmeye başladı. O tezkere geçmedikten sonra Kuzey Irak’taki kendini bilmez aşiret liderleri Türkiye’ye laf atmaya, laf söylemeye başladılar.
Önleyici tedbir dediğimiz bir şey vardır. Elbette, terör olayı varsa, onunla mücadele edeceksiniz, sanıklarını yakalayacaksınız, yargıya çıkartacaksınız; ama, bir de, önleyici tedbir denilen bir hadise var. Biz, o zaman, dedik ki, Türkiye, Türk askeri Kuzey Irak’ta olmaz ise, yarın kendi içinde terörle mücadele etmek zorunda kalır. Oysa, hepimiz biliyoruz ki, Türkiye’nin ana terörü bölücü terör, ayrılıkçı terör. Şimdi, bölücü ve ayrılıkçı terörü besleyen yer, otoritenin olmadığı veya otorite varsa bile Türkiye’ye hasmane emeller besleyen otoritelerin olduğu Kuzey Irak’tan kaynaklandığını hepimiz biliyoruz. Lojistik desteğini oradan alıyor, kampları orada, desteği orada buluyor. İşte, muhataplarımıza bakın ne diyoruz “gelin şu Kandil Dağını bir temizleyelim...” Kaç sene geçti tezkereden sonra; şu an, Irak’ta Amerikan askerlerinin bulunmasından bugüne üç seneye yakın bir zaman geçti, en ufak bir adım atmadılar. Niye atmadılar; çünkü, o benim teröristim dediği; yani, El Kaideyi gördüğü, kendi teröristini elimine etmek için, var gücüyle, bütün bombasıyla, bütün askeriyle, bütün silahıyla yok etmeye çalışıyor ki, doğrudur, kendi hakkıdır; ama, bir başka ülkenin terör örgütlerinin kamp kurmasına da müsaade etmemelidir. Dostluk bu olmalıdır; yani, benim teröristim kötü, öldürürüm, ama senin teröristin farklı, senin teröristin yaşasın, yaşamalı şeklinde uluslararası bir anlayışı buradan telin etmek, kınamak lazım.
Değerli arkadaşlar, terör konusunda Meclisin yapacağı çok önemli şeyler vardı. Geçen sene eylül ayında dedik ki: “Gelin bunu bir tartışalım.” Yani, burada tartışalım derken, AK Parti sözcüleri hep çıktılar, “efendim, muhalefet, işte, terörden siyaset yapmaya çalışıyor… “ Terörden kimse siyaset yapmaz, terörle siyaset yapan da terörün altında kalır; böyle bir şey yok. Terör, hiçbir partinin mücadelesi değildir; terör, Türk Milletinin topyekûn mücadelesidir; çünkü, Türk Milleti bu topyekûn mücadelesini, kendi milletinin içinden çıkardığı güvenlik kuvvetleriyle yapmaktadır. Güvenlik kuvvetlerimiz, ne bir siyasî partinin ne de iktidarın güvenlik kuvvetleridir, bu milletin güvenlik kuvvetleridir. Dolayısıyla, terörde şehit olan insanlar da bu milletin çocuklarıdır, bu ülkenin fertleridir; dolayısıyla, bir partinin veyahut da muhalefetin veyahut da iktidarın fertleri değildir. Dolayısıyla, her gün akan kan, hepimizin vicdanlarını kanatmakta, hepimizin vicdanlarını sızlatmaktadır.
Onun için, bununla etkin mücadelede, bir siyasî partinin bundan beslenmiş olması veya iktidarın bundan puan kaybetmesi şeklindeki bir anlayışa asla katılmıyoruz. Terörle yapılması gereken ne varsa, bu Meclisin önüne getirilmeli -yani, yasal bazda- Meclisin yapması gereken noktada, Meclis her türlü desteği bu konuda iktidara vermelidir. Biz sonuna kadar, İktidar bu konuda ne yapmak istiyorsa, biz o desteği vereceğiz. İşte, bu Terörle Mücadele Yasasında da, biraz önce tartışılan etkin pişmanlık; ki, ben hiç katılmadım, hiç katılmıyorum etkin pişmanlığa. Etkin pişmanlık diye bir şey yok arkadaşlar. 7 defa Pişmanlık Yasası çıkardık. Ne netice aldık; hiçbir netice alamadık. Daha geldiğimiz zaman, AK Partinin programında olmamasına rağmen, seçim beyannamesinde olmamasına rağmen, bir Eve Dönüş Yasası adı altında -ki, ben ret verdim o yasaya- bir yasa çıkardık. Neydi, ne denmişti bize o gün; Sayın Bakanım burada: Efendim, Kandil Dağındaki teröristler gelecekler, etkin pişmanlıktan veyahut da Eve Dönüş Yasasından faydalanacaklar, terörün kökü kazılacak. Ne oldu, ne oldu; cezaevlerinden, 2 000 tane, terör örgütüne bulaşmış, örgüte bulaşmış insanlar da oralara gittiler, terör örgütüne katıldılar; hiçbir fayda sağlamadı.
Şimdi, 6 ncı madde, evet, çıktığı için fazla üstünde durmak istemiyorum; ama, sürekli “etkin pişmanlık…” Yani, “hele bir örgüt kurayım, gideyim, beceremezsem gelir pişman olurum. Olmadı, bir daha kurayım...” Yani, bu anlayışı getirir. Etkin pişmanlıkların faydası varsa, zamanı gelir, şartları gelir, oluşur, terör örgütü diz çöker, haa, o gün dersin ki, tamam, terör örgütü diz çökmüştür, bu yasayı çıkaralım, geçici bir süre için, faydalanan faydalansın denebilir. Ki, onda da beklenen amaç, hiçbir zaman tahakkuk etmemiştir. 7 defa çıktı, ne tahakkuk etti?! Terör örgütü bitti mi?! Kaç kişi etkin pişmanlıktan faydalandı?! Ne zaman faydalanıyor?.. Güvenlik kuvvetlerimiz yakalayıp adalete teslim edince, artık, bir çıkış noktası kalmayınca, “efendim, ben etkin pişmanlıktan faydalanmak istiyorum” şekline geliyor. Zaten, yakalanmışsın, yapacağın bir iş kalmamış; ama, kendi iradesiyle gelen üç beş kişiden başka, o yasadan faydalanan olmadı.
Değerli arkadaşlar, tabiî, bu yasanın tartışılması sırasında toplumun değişik kesimlerinden de itirazlar geldi. Haklı olarak, terör kastını taşıyan, hakikaten, bu milletin bölünmez bütünlüğüne, bu milletin huzuruna, bu milletin birliğine kastetmişleri, teröristleri ayırmak; ama, düşünce ve ifade özgürlüğünün, din ve vicdan özgürlüğünün hassas noktasını da çizmemiz lazım. Yani, insanlar düşüncelerini toplu olarak açıkladıkları takdirde veyahut da ifade özgürlükleri kullandıkları takdirde de bunu bir terör suçlusu gibi muameleye tabi tutmamamız lazımdı. Kaldı ki, din ve vicdan özgürlüğünün de bu ülkede, biz, savunucusu bir partiyiz, Anavatan Partisi olarak, din ve vicdan özgürlüklerini de birtakım yanlış anlamalara veyahut da uygulamada sıkıntılara sokacak, her düşüncesini açıklayanı, her din ve vicdan özgürlüğünü yaşamak isteyeni, sanki, bu ülkeye kastı varmış gibi algılamayla özel muamelelere tabi tutmak da sıkıntı yaratırdı. Bu konuda bu yasanın getirecekleri, götürecekleri vebali de bu yasayı hazırlayan İktidara ve İktidar Grubuna aittir. Siz, bu yasayla bunların olmayacağını düşünüyorsunuz. Biz sıkıntıların, hâlâ, olabileceğini düşünüyoruz; ama, günahıyla, vebaliyle size bırakarak bu yasayı da destekleyeceğiz.
Değerli arkadaşlar, teröristbaşı konusunda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, biliyorsunuz, kararı adil yargılama noktasından bozdu, karar bekliyor. Biz, Ceza Usul Muhakemeleri Kanunumuzun 311 inci maddesine bir hüküm koyarak, bunun önünü, iadei muhakeme yolunu kesmek istedik. Ancak, daha sonra, Anayasamızın 90 ıncı maddesinde yaptığımız değişiklikle, uluslararası sözleşmelerin kanunlarımızdan önde geldiğini de kabul ettik.
Biz, o zaman da, bu karar çıktığında da Hükümete söylemiştik; hiç bunu uzatmanın bir anlamı yok. Eğer, Avrupa Birliği sürecini devam ettireceksek, eğer, Avrupa Birliğine katılma irademiz tam ise bu, mutlaka önümüze çıkacak. Yani, bu İnsan Hakları Mahkemesi kararını, Avrupa Komisyonu, Avrupa Konseyi mutlaka önümüze çıkartacak. Hiç korkularımıza bürünmemize, içe kapanmamıza gerek yoktu. Tekrar, aynı gün, mahkememizi, yetkili mahkemeyi, görevli mahkemeyi kurup bölücü başının cezasını vermeliydik, vermeliydik ve bu işi kapatmalıydık; çünkü, bu işin daha uzun süre gündemde kalması, tartışılması, terör örgütünün propagandası haline gelir. Terör örgütü, sanki bir hak arayıcısı gibi, sanki bir hakları mağdur edilmiş gibi dünyaya kendini tanıtmaya çalışması, propagandasını yapmasının önü bir an önce kesilmeli. Cezası, Sayın Bakanım “kesinleşmiş” diyor; ama, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı var olduğu müddetçe, mutlaka, Avrupa Birliği bunu önümüze bir şart olarak koyacaktır. Bunu, bir an önce, kendi kendimize, kendi irademizle, onlar dayatmadan, hak ettiği cezayı yeniden mahkemelerimizce verdirip bu işi kapatmamız gerektiği kanaatindeyim.
Değerli arkadaşlar, Türkiye’de terör sorunu vardır, ayrılıkçı sorun vardır; ama, bir Kürt sorunu yoktur; çünkü, evet, Türkiye’de Kürt vatandaşlarımız, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Kürt vatandaşlarımız vardır, Türk vatandaşlarımız gibi onların da sosyal sorunları, ekonomik sorunları, kültürel sorunları vardır. Onların sorunları olmadığı anlamında söylemiyorum; ama, etnik anlamda bir Kürt sorunu yoktur; çünkü, biz, bin yıldır aile millet olmuş bir milletiz. Bakın, benim eşim Kürt vatandaşlarımızdan; hiçbir problemimiz yok. Türk vatandaşlarından kız alan binlerce de, milyonlarca da Kürt vatandaşlarımız var; aile millet olmuşuz; bin yıllık tarihimiz, birlikte yaşama heyecanımız, birlikte irade ortaya koymamız, tasada ve kıvançta birliğimiz artık bütünleşmiş ve bizi millet yapan bütün değerler kaynaşmıştır. Dolayısıyla, bunu, tutup, bir etnik sorunmuş gibi, bir Kürt sorunu, etnik sorunmuş gibi tarif etmek, bu millete yapılacak en büyük haksızlıktır. Ha, Kürt vatandaşlarımızın da, Türk vatandaşlarımızın da, başka vatandaşlarımızın da sorunları var mıdır; hepimizin sorunları var; ekonomik sorunlarımız var, sosyal sorunlarımız var, ifade özgürlüğünde sorunlarımız var, din ve vicdan özgürlüğünde sorunlarımız var; ama, bu, milletin temel sorunlarıdır. Bölgelerarası kalkınmışlık farkı, güneydoğu ve doğudaki geri kalmışlık, ülkenin başka bölgelerinde de var, Yozgat’ta da var, Kastamonu’da da var; yani, bu temel sorunları, sadece o bölgeye ait, o bölgenin halkına ait bir sorun gibi ifade ederken, bunu etnik yapıya büründürmek, etnik anlamda ifade etmek, bu millete yapılacak en büyük haksızlık olur diye düşünüyorum.
Değerli arkadaşlar, Hükümetin getirdiği bu tasarıyı desteklediğimizi söyledim. Bu tasarının ileride yaratacağı sıkıntıların vebali de günahı da Hükümete aittir, İktidar tarafına aittir. Biz, sıkıntıların olabileceği kanaatindeyiz; ancak, sıkıntılar yasanın özünden olmaz, uygulamada olur; uygulamayı yapacak da Hükümetin kendisidir, idaredir. Dolayısıyla, bu yasayı geniş yorumlamadan, yani bu yetkiler alındı, çok geniş, yasada olmayan anlamda yorumlanarak birtakım huzursuzlukların, birtakım insanların rahatsız olmasının önü kesilmelidir. Bu yasa, benim gördüğüm kadarıyla, teröriste ve teröre, yani bu ülkenin bölünmez bütünlüğüne kast edenlere karşı acımasız şekilde geniş olarak uygulanmalı; ama, ifade özgürlüğü, düşünce özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü alanında çok geniş yorumlanmamalıdır; çünkü, bu milletin değerleri, bir milletin değerleri olmadan milleti ayakta tutamayız, değerlerimizi de yok sayamayız. Cumhuriyet, bu milletin değerleri üzerine inşa edilmiş ve millet, kendi değerleriyle cumhuriyetin ilkelerini benimsemiştir. Cumhuriyetin değerleri ile milletin değerlerinin çatıştığı hiçbir nokta yoktur; dolayısıyla, cumhuriyetin değerlerini farklı, milletin değerlerini farklı farklı, sanki, bunları birbiriyle çatışıyormuş gibi göstermek de, bu ülkeye yapılacak, bu ülkenin bütüncül yapısına yapılacak en büyük kötülük olur.
Dolayısıyla, biz diyoruz ki: Bu millet, özünde aile milleti olmuştur, etnik bir sorunu yoktur. Anayasamızın 66 ncı maddesi, bu coğrafyada yaşayan ve kendini bu vatanın evladı kabul eden herkesi, üst kimlik olarak Türk kabul eder. Bu üst kimliğin altında, elbette, değişik kültürlerden, değişik etnik yapılardan insanlar vardır; ama, bu insanlar da, kaderde, kıvançta, tasada bir olmuş, beraber olmuş, bu ülkenin kurtuluşuna, bu ülkenin kurulmasına, birlikte, kanlarıyla, canlarıyla katılmış insanlardır. Dolayısıyla, hiçbir ayırım, Şırnak’tan Edirne’ye kadar, Kars’tan Antalya’ya kadar hiçbir vatandaşımız, kendisini bir başkasından üstün addetme hakkına, hukukuna sahip değildir. Herkes, yasalar önünde birinci sınıf vatandaşımızdır; herkes, yasalar önünde fırsat eşitliğine, ifade özgürlüğüne, kültürel haklarını sonuna kadar yaşamaya sahiptir; ama, bu milletin birliğini, bütünlüğü bozmaya çalışan, bu vatana kastetmiş düşmanlarımız vardır. İç düşmanlarımız vardır; evet, vardır; çünkü, Kâmran Beyin kitabında bir şey var “kendi ülkesine hain yetiştiren, Türkiye gibi, başka bir ülke yeryüzünde yok” diyor; doğru, iç düşmanlarımız vardır. Bundan şahsî menfaat uman, bundan beslenen, bundan çıkar sağlayan zümreler vardır, şahıslar vardır; ama, yabancıları unutmamak lazım. Uluslararası platformlarda, özellikle Hükümete düşen görev, Türkiye üzerinde oynamak istedikleri oyunlardan onları caydırmaktır; yani, bir Roj TV’yi, Danimarka gibi sıradan bir ülkeye iki senedir kapattıramamak, kapattıramamak, Türkiye gibi büyük bir ülkeye yakışmayan bir durumdur. Muhataplarımız, hiçbir hukukî uluslararası hükmün arkasına saklanamazlar; yani, bir ülkeye düşmanlık besleyen bir yayını, uluslararası sözleşmelerle yayın yaptırıyormuşcasına… Onları koruyacak hiçbir uluslararası sözleşme yoktur; çünkü, aksi takdirde, Türkiye’nin oynayacağı da birsürü oyun vardır; ama, Türkiye gibi büyük bir ülkeye…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Sarıbaş, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Devamla) - …başka ülkelerin içişlerine karışmak gibi bir durum yakışmaz; çünkü, büyük ülke olmanın fazileti hukuka uymak, insan haklarına uymak, demokrasiye uymak ve hukukun temel olarak üstünlüğünü kabul etmekten geçer. Bizim, tarihimizde de, Allah’a çok şükür, millet olarak hiçbir kara lekemiz yoktur. Tarihimizde de, hiçbir ülkenin bölünmesine, parçalanmasına destek olmamışız. Tarihimizde de, hep insanlığın onuru için, insanlığın duruşu için, insanlığın kaynaşması için hizmet etmiş bir ülkeyiz. Üç kıtada insanlığa medeniyeti öğretmiş bir milletin evlatlarıyız. Dolayısıyla, uluslararası muhataplarımıza da kesin ve kararlı bir şekilde, ülkemiz üzerinde oynadıkları oyunlarından vazgeçmeleri gerektiğini, aksi takdirde gereken cevabın verileceğini, kararlı bir şekilde, iradeli bir şekilde ortaya koymamız lazım. Yoksa, işte, gelirler, bölgenizde, efendim, “hele biz kendi işlerimizi bir bitirelim…” Evet, kendi işleriniz önemlidir; ama, o zaman bırakın, biz kendi işimizi de kendimiz bitirelim demek gerekir. Bence, iki senedir Kandil Dağı diye bir dağ olmamalıydı. Türkiye Cumhuriyeti, onu becerebilecek büyüklüktedir, güçtedir, kararlılıktadır. Bu milletin bütün evlatları, Kandil Dağının yok olması için canını vermeye dahi razıdır; ama, Hükümet de bu kararlılığı, bu iradeyi ortaya koymalı, hukukun üstünlüğü, hukuk prensipleri dahilinde teröristlerle sonuna kadar mücadele etmelidir.
Şunu son defa söylüyorum: Asla, terör, bir siyasî partinin sorunu değildir, bu milletin temel sorunudur; defedilmesi gerekir, mücadele edilmesi gerekir ve biz bu mücadelede hayatlarını kaybeden bütün şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyoruz, kederli ailelerine sabır, başsağlığı diliyoruz ve ülkemizin bu badireleri de atlatacağına, bunların geçici olduğuna inanıyoruz. Bu millet, geçmişte, tarihinde çok badireler atlatmıştır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Sarıbaş, lütfen, teşekkür cümleniz…
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Devamla) - … terör belasını da dağıtacaktır diyorum; hepinize saygılar sunuyorum. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Şahsı adına, Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan; buyurun.
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlıyorum. Uzun zamandan beri Türkiye’nin gündeminde olan çok önemli bir kanun tasarısını görüşüyoruz.
Yaklaşık otuz yıldan beri, Türkiyemizin en güzel köşelerinden biri olan Güneydoğu ve Doğu Anadolu Bölgesinde yaşanan olaylar hepimizi derinden üzmektedir. 30 000’in üzerinde verilen kayıp, 100 milyar dolar civarında yapılan harcama, bu olayın boyutunun ne kadar büyük olduğunu gösteren rakamlardır.
Bu milletimiz terörden çok çekti; çok kan akıtıldı, çok masum insan hayatını kaybetti. 1987-1992 yılları arasında Siirt’te görev yaptım. Geçen, bir fotoğrafa bakarken, benimle beraber aynı karede yer alan, o dönemin Siirt Belediye Başkanı Sayın Mahmut Çalapkulu, Şirvan Belediye Başkanı Sayın Münip Şerafettinoğlu, Şirvan Belediyesi Yazı İşleri Müdürü Sayın Adil Kaplan, Şirvan İl Genel Meclisi üyesi Abdülkerim Cellek, benimle aynı fotoğraf karesi içerisinde yer alan isimler; ama, maalesef, bunları teröre kurban verdik. Daha dün gibiydi Sayın Mahmut Çalapkulu’nun cenazesinde, Siirt’te gözyaşlarımızı döktük. Onun için, yaramız büyük, acımız büyük, ülke olarak kaybettiklerimiz daha büyük; ama, artık, buna bir son vermenin zamanı gelmiştir. Elbette, terörle mücadele ederken böyle yasaların çıkarılması gerekiyor, bir ihtiyaç; ama, olayı sadece bir kanun boyutuna indirgersek, onun dışında yapılması gereken birçok hususu ihmal edersek, ne kadar kanun çıkarırsak çıkaralım bir netice almanın mümkün olamayacağını hep beraber göreceğiz.
Artık, biz, Herekol Dağında, Gabar Dağında silah sesleri değil, kuş sesleri duymak istiyoruz, koyun ve kuzu melemelerini duymak istiyoruz. O bölgelerden dostluk ve kardeşlik seslerinin, şarkılarının bütün Türkiye'yi sarmasını istiyoruz. İşte, bunu gerçekleştirmek için, bir muhalefet partisi olarak, Hükümete her türlü desteği vermeye hazır olduğumuzu da ifade etmek istiyorum.
Elbette, kanunlar çıkacak, bunlar hayata geçecek, bunlar uygulanacak; ancak, o bölgeyi çok iyi bilen birisi olarak şunu da ifade etmek istiyorum ki, o bölgede yapılması gereken çok şey var. Ekonomik tedbirlerin alınması lazım. O bölgenin canlandırılması, kalkındırılması, güçlendirilmesi lazım. Ama, bir Teşvik Kanunu çıkardık. Daha doğuştan yanlış olduğunu söyledik. İkibuçuk yıldan beri uygulamada; ama -o bölgeden milletvekillerimizi görüyorum- Teşvik Kanununun o bölgeye hemen hemen hiçbir katkısı olmadı.
İşte, bu yanlıştan dönülmesi lazım. Ekonomik hayatın canlandırılması lazım. Yatırımların gitmesi lazım. Gençlere iş sahaları açılması lazım. Gençlerin kandırılmasının önüne geçecek tedbirlerin alınması lazım. Sosyal tedbirleri uygulamak lazım. Kültürel tedbirleri hayata geçirmek lazım. Eğitim konusunda ciddî adımlar atmak lazım. Sağlık konusunda, o bölgenin eksikliklerinin bir an önce giderilmesi gerekiyor. Altyapı hizmetlerinin iyi hale getirilmesi gerekiyor. Ulaşımdaki ciddî problemlerin ortadan kaldırılması gerekiyor. Hâlâ, o bölgede, oniki ay, köylere, beldelere, kasabalara ulaşım imkânının olmadığı yerler var. Buraların bu sıkıntılarının, dertlerinin bitirilmesi gerekiyor ve en azından, o bölge halkının kucaklanması gerekiyor. Terör örgütü ile vatandaşlar arasındaki o keskin çizgi ve ayırımı çok iyi ortaya koyup, terör örgütünü tecrit etmek gerekiyor. Ben inanıyorum ki, bu olaylardan en çok mağdur olan kesim, o bölgede yaşayan vatandaşlarımızdır. O bölgedeki vatandaşlarımız yerinden yurdundan oldular, evlatlarından oldular, gelirlerinden oldular, hayatları zindan haline geldi; ama, bütün bunlara rağmen, büyük çoğunluğu hâlâ devletimizin yanındadır, devletimizin emrindedir, bölünmez bütünlük için, gönülden Türkiye Cumhuriyeti Devletinin destekçisidir. İşte, bu vatandaşlarımızı mutlaka kucaklamamız lazım gelmektedir. O bölgedeki boş kadroların tamamlanması lazım; kadroların büyük çoğunluğu, hâlâ vekâletle idare ediliyor. O bölgeye göndereceğimiz kamu görevlilerinin çok özellikleri olması noktasında dikkatli olmamız lazım. O bölge halkını kucaklayacak insanları o bölgede görevlendirmemiz lazım. İstihbarat hizmetlerinin son derece iyi hale getirilmesi gerekmektedir ve yine, istihbarat birimleri arasındaki koordinasyonun mutlaka sağlanması lazım gelmektedir. Maalesef, bu noktada ciddî eksikliklerin olduğu açık bir gerçektir ve yine, o bölgede terörle mücadele eden güvenlik güçlerimizin ekonomik ve sosyal bakımdan mutlaka desteklenmesi gerekir, mutlaka güçlendirilmesi gerekir, moral olarak güçlü olmaları gerekir. O bölgede görev yapan ve Türkiye’nin değişik yerlerinde görev yapan güvenlik güçlerimiz yarının ekonomik sıkıntılarından endişe ediyorlarsa, çocuklarına iyi bir eğitim verememenin üzüntüsü içerisindelerse, evlerinde sıcak bir çorbanın iyi bir şekilde kaynamasından endişeleri varsa, terörle mücadele noktasında güvenlik güçlerimizin en iyi şekilde bütün performanslarını ortaya koyabildiklerini söylememiz zordur. Emekli olan bir başkomiser, eğer, 600-650 milyon lirayla hayatını devam ettirmek mecburiyetindeyse bunlara sahip çıkmak mecburiyetindeyiz.
GAP’ın o bölgede bir an önce bitirilmesi lazım, tamamlanması lazım; ama, ne yazık ki, GAP’la ilgili olarak son dönemlerde yeterli miktarda ödeneğin ayrıldığını söyleyebilmemizin zor olduğunu ifade etmek istiyorum ve yine dışpolitikayla ilgili ciddî tedbirlerin ortaya konulması lazım. 70 000 000’luk dev bir ülkenin, terör örgütünü besleyen dış güçlere karşı daha kararlı, daha duyarlı, daha inançlı hareket etmesi gerekir. İşte, biraz önce Sayın Milletvekili de bahsetti; bir Roj TV meselesi, Kandil Dağı meselesi ve yanı başımızda ve yanı başımızdaki ülkelerde terör örgütü mensuplarının beslenme meselesi. Biz, 70 000 000’luk büyük bir ülkeyiz. 600 000 nüfuslu dinamik bir orduya sahibiz. 200 000 nüfuslu, çok dirayetli, terörle mücadele noktasında kendisini çok iyi yetiştirmiş emniyet güçlerine sahibiz ve en azından, artık, terörle mücadele noktasında son derece duyarlı, kendini iyi yetiştirmiş ve bu noktada tecrübeli olmuş güvenlik güçlerimiz var ve 70 000 000’luk bir ülkenin bütün siyasî partileri de terör noktasında Hükümetin yanında ve destekçisi olduğunu da ifade ediyor. İşte, böyle bir noktada, Hükümetin bu noktada daha duyarlı, daha kararlı, daha inançlı olması lazım ve dışpolitika noktasında da üzerine düşeni bihakkın yerine getirmesi gerekmekte ve yine psikolojik harekât noktasında da bütün kamu kurum ve kuruluşlarının üzerine düşen görevi de yerine getirme noktasında duyarlılıklarını sürdürmelerinde fayda mülahaza etmekteyim.
Toparlayacak olursak, terör meselesi, Türkiye’nin en öncelikli meselesidir, en önce halledilmesi gereken bir meseledir. Daha dün bir erimizi daha şehit verdik ve son günlerde şehit sayılarımız her geçen gün artmaktadır. O nedenle, bu işin üzerinden hiçbir siyasî düşünce içerisinde olmadan…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Kandoğan, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - …hiçbir siyasî mülahaza içerisinde olmadan, bu meselenin halledilmesi noktasında, kanun ihtiyacı varsa onun desteklenmesi, demin saymış olduğum hayata mutlaka geçirilmesi gereken tedbirlerin hayata geçirilmesi noktasında da, biz, Doğru Yol Partisi olarak Hükümete hep destek olacağımızı, bu konularda atacağı her adımı destekleyeceğimizi ifade etmek istiyorum. Artık, bu meselenin bitmesi lazım. Artık, Türkiye, terör meselesini halletmiş, diğer meselelerini önplana alan, ekonomik kalkınma, gelişme noktasında atması gereken adımları atan bir ülke olması lazım. işte, dün Dokuzuncu Kalkınma Planını görüştük. Orada bir hedef konuldu; 10 000 dolar hedefi. Keşke, teröre ayıracağımız kaynakları ülkenin ekonomik kalkınma noktasında harcasak, 10 000 dolar değil 15 000 dolar olsaydı keşke; ama, geçmişte -rakamlar belki tam sağlıklı değil ama- 100 milyar dolara yakın bu ülkenin teröre bir kaynak ayırdığı söyleniyor. Eğer, o kaynak, Türkiye’nin gelişmesi, kalkınması noktasında harcanmış olsaydı, bugün, Türkiye, çok daha farklı noktalarda mutlaka olacaktı; ama, ümidimizi kırmayalım, ümidimizi kesmeyelim. Hep beraber, el ele, gönül gönüle olursak, bu meselenin de üstesinden geleceğimize inanıyor, bu duygu ve düşüncelerle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Hükümet adına, Adalet Bakanı Sayın Cemil Çiçek.
Buyurun Sayın Bakanım. (AK Parti sıralarından alkışlar)
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, çok değerli arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Önemli bir yasa tasarısını görüşüyoruz. Keşke böyle bir yasa tasarısıyla, Hükümet olarak, huzurunuza gelmemiş olsaydık. Sevimsiz bir tasarı olduğunun farkındayız, biliyoruz; ancak, siyaset yapan insanlar olarak, zaman zaman, bu türlü sıkıntılarla, bu türlü zorluklarla da karşı karşıya kaldığımız, kalacağımız da bir gerçektir. Aferin alacak yasalar varken, yaşa, var ol, aslan bakan, iyi ki sen varsın tarzında methüsena alacak yasalar varken, bunları getirmek varken, hepimizin yüreğini yakan bu tip olayları çözmek için yasa tasarıları getirmek, hem de birkısım insanlarımızın kafasında bazı kuşkular, bazı tereddütler varken, olmaya devam ederken, cep telefonlarınıza mesajlar gelirken, gelmeye çalışırken, böyle bir yasa tasarısıyla huzurunuza gelmek, bu da bizim kaderimizde olan bir husus. Ama, şunu bilmemiz lazım; terör, bugün, Türkiye’nin bir gerçeğidir ve yeni bir gerçek de değildir. Burada değerli konuşmacı arkadaşlarımız genel bir rakam veriyoruz; işte, 30 000’den fazla insanımızı bu uğurda şehit verdik. Hepsine Allah’tan rahmet diliyoruz. Bu uğurda görev yapan bütün güvenlik birimlerimize şükranlarımızı, minnetlerimizi, teşekkürlerimizi ifade etmek istiyorum.
Bu ülkede yaşadığımız sürece, elbette, ülkenin birliği, dirliği, bütünlüğü neyi gerektiriyorsa, bunun gereği yapılacaktır; mevzuat olarak da yapılacaktır, başka türlü de yapılacaktır. Bu, sadece bu Hükümetin değil, bundan evvelki hükümetlerin yaptığı gibi bundan sonraki hükümetlerin de en öncelikli görevidir ve böyle de olacaktır. Bu mücadeleye kim destek veriyorsa, bu Hükümete destek veriyor değil, ülkenin birliğine bütünlüğüne, huzuruna, barışına destek veriyor demektir. Bundan dolayı da kim katkı sağladıysa, sağlıyorsa, sağlayacaksa, hepsine, tekrar, teşekkür ederim.
Türkiye’nin bir gerçeği, aynı zamanda bölgenin bir gerçeği ve terör olgusu dünyanın da bir gerçeğidir. Bunu kimse gözardı edemez ve bugün yeryüzünde hiçbir devlet yoktur ki, hiçbir ülke yoktur ki, en gelişmiş olanlar da dahil, yüzde yüz terör saldırılarına karşı kendisini korumuş olsun. Böyle bir emniyet, böyle bir güvenlik hiçbir ülke için söz konusu değil. Onun için, her ülke kendi varlığını, kendi değerlerini, kendi bütünlüğünü, kendi düzenini korumak adına ne gerekiyorsa onları yapıyor, bizim de yapmaya çalıştığımız esas itibariyle budur. Ancak bu meseleyi değerlendirirken sadece bir ceza hukuku meselesi olarak almamamız gerektiğini hep ifade etmeye çalıştım; yani, bu kanun çıkarsa bütün işler bitmiş olacak gibi bir iyimserliğe hiç kimse kapılmamalıdır. Böyle bir iyimserlik, belki de teröre en büyük desteği vermek olur; çünkü, terör, devam eden bir süreç, dinamik bir olgu, bugün bu şekilde yarın başka bir şekilde, bugün bu örgüt altında yarın başka bir örgüt altında varlığını sürdüren bir olgu. Dolayısıyla, bir yasa çıkacak, bu yasayla bütün bu işler ortadan kalkacak diyor isek, böyle bir değerlendirme yanlışına Hükümet olarak biz düşmedik, kimse de düşmemelidir.
Yasayla olmaz, ama, yasasız da olmaz. İşte, biz, bu yasayla, yasasız olmaz kısmının bir bölümünü düzenlemeye çalışıyoruz; çünkü, şu an, Türkiye’nin şu veya bu bölgesinde hayatını ortaya koyarak ülkenin birliği ve dirliği için mücadele veren insanlar, bizim yetkilere ihtiyacımız var, Terörle Mücadele Yasasının yeni baştan gözden geçirilmesine ihtiyacımız var diyor. Yani, durup dururken bu yasa niye geldi diyorsanız, bu ihtiyaçtan dolayı geldi. Bunu herkesin iyi anlaması lazım. Özellikle cep telefonlarınıza mesaj gönderen çevrelerin çok iyi anlaması lazım! Durup dururken bu yasa Meclisin gündemine gelmedi, bir ihtiyaçtan geldi, bu ihtiyaçla sınırlı tutmaya çalışıyoruz ve şu kadar senelik tecrübem içerisinde söylüyorum ki, düzenlenmesi en zor olan yasadır bu, en zoru. En zor olduğu için uykumuz kaçarcasına, kimse rahatsız olmasın; ama, kimsenin de canı yanmasın, bu ülkede kan dökülmesin, kimse kin kusmasın adına uykumuz kaçarcasına her cümlesine, her virgülüne dikkat ederek bir dengeyi kurmaya çalıştık. Nedir o denge diyorsanız: Bir tarafta güvenlik ihtiyacı var, öbür tarafta da özgürlük talebi var. Kantarın topunu o tarafa, bu tarafa kaçırmadan bu dengeyi kurmak gerektiğini düşündük; ama, bunun söylendiği kadar da kolay olmadığını biliyoruz. Bütün ceza hukukunun, ceza içeren kanunların iki tane temel amacı var; bir tanesi, hak ve özgürlükleri teminat altına almak; ikincisi de, kamu düzenini tesis etmek.
Değerli arkadaşlarım, kamu düzeni adına özgürlüklerden feda edemeyiz; ama, özgürlükler adına da ülkeyi bir kaosun içerisine sürükleyemeyiz. Kamu düzenini tesis edemezseniz hiçbir özgürlüğü kullanma şansınız yoktur. Bugün özgürlük Irak’ta var mı, var mı Irak’ta? Seyahat özgürlüğünüz var mı; mülk edinme özgürlüğünüz var mı; toplantı, gösteri yürüyüşü hakkını kullanma imkânınız var mı? İsterseniz en modern anayasayı getirin Irak’a kabul ettirin, isterseniz en modern ceza yasasını getirin Irak’a kabul ettirin… Kamu düzeni bozulduktan sonra ülkenin neler kaybettiğini -bırakın Irak’ı- biz 80 öncesi yaşadık, 80 sonrası da zaman zaman yaşadık. O halde bu yasa niye getirildi diyorsanız, işte bir taraftan kamu düzenini tesis etmek; ama, öbür tarafta da hak ve özgürlükleri belli bir teminat altına almak. Bunun söylendiği kadar kolay olmadığını bildiğimiz içindir ki, herkesin iyi niyetle bu noktada yaklaşımını, katkısını bekledik. Destek verenlere huzurunuzda teşekkür ediyorum. Bu yasayı beğenenler olur, beğenmeyen de olur; ama, ben biliyorum ki, bugün burada söz alan arkadaşlarımızın hepsi daha iyi bir yasa çıksın diye bir çabanın, bir gayretin içerisinde oldular; ama, bu yasa tasarısı ya da hatta taslağı, taslağın taslağı gündeme geldiğinden beri birkısım değerlendirmeler oldu. Bu değerlendirmeler aslında siyasî değerlendirmelerdi. Bunları belli ölçüde anlayışla karşılıyoruz; ancak, bizim huzurunuza getirdiğimiz yasa tasarısı bir hukukî düzenlemedir. Biz burada bir hukukî çerçeve çizmeye, kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesinden, hukukun temel kuralından hareketle bu alandaki fiilleri, kullanılacak yetkileri, kullanacak makamları, soruşturma usullerini olabildiğince net, açıkça ortaya koymaya çalıştık.
Eğer, bu yasa tasarısında beğenilmeyen hususlar varsa, eksik olan hususlar varsa, televizyonlarda veya mesajlarla genel geçer ifadeler yerine, o maddeyi öyle değil de şöyle düzenlersek daha uygun olur tarzında teklif bekledik. Doğrusu, şu ana kadar da bize dişe dokunur bir teklif gelmedi. Hatta, Ankara’ya kadar gelenler oldu; biz kendilerine, “içinizden iki hukukçu seçin, 25 kişiyle, 30 kişiyle, 50 kişiyle bu türlü meseleleri konuşmakta, düzenleme yapmakta zorluk var, oturun, konuşun, teklifiniz neyse iki hukukçu arkadaş getirsin onu, bak, alt komisyonda biz bunların hepsini dinlemeye varız” dedik. Hiç kimseden haber çıkmadı. Kendilerine haber verildiği halde, “bugün işimiz var, ben değil de öbür arkadaşımız gelsin…” Hiç kimse gelmedi.
Eğer, filanca maddede özgürlüğü kısıtlayan bir madde, bir hüküm, bir fıkra var diyorsanız, özellikle teröre destek anlamında, o zaman sizin teklifiniz ne? Siyasî değerlendirmeler için kimsenin Ankara’ya kadar zahmet etmesine gerek yok. Zaten, televizyonlarda biz bunları dinliyoruz ve azamî ölçüde istifade etmeye çalışıyoruz, çalıştık. O zaman sizden metin bekliyoruz dedik. Herkes ezberini okudu, ondan sonra çekti gitti. Kimse bir tek cümle bu noktada -açık söylüyorum bakın, tarihe not düşmek adına- belki kendi aralarında konuştular, belki bir siyasî mesaj konusu yaptılar; ama, hukukî düzenlemeye gelince, işin zor olan kısmına hiç kimse yanaşmadı. Bunu herkesin de bilmesi gerekir diye düşünüyorum.
Tabiatıyla, terör olayı, bir ceza hukuku olayı değil. Birçok yönüyle tedbirlerin alınması lazım. Bütün cumhuriyet hükümetleri de bunu almaya çalışıyor. Hiçbir hükümetin terörle mücadelede kararsızlığı diye bir şey söz konusu olamaz; çünkü, bu kararsızlığın bedelinin çok ağır olduğunun, hükümet etme becerisini gösteren, hükümet etmekte olan her siyasî heyet, her siyasî iktidar bunun farkındadır; ama, şunu biliyoruz ki, terörü ayakta tutan dış destektir büyük ölçüde. İç şartlar, belki bunun azalmasına, artmasına, daralmasına, genişlemesine tesir edebilir; ama, biliyoruz ki, bugün Türkiye’de eylem koyan her terör örgütünün arkasında mutlak surette bir dış destek vardır, hem de bir değil, birden fazla vardır. Bütün cumhuriyet hükümetleri de, bunların isimlerini zikretse de etmese de -bunu çok tarife de gerek yok- bunların kim olduğunu biliyor, elinden geldiği kadar da çaba gösteriyor kendi imkânları içerisinde.
Dolayısıyla, terörün kökü kurusun isteniyorsa, mutlak surette uluslararası camianın işbirliğine ihtiyaç var; ama, maalesef, bugün, böyle bir işbirliği söz konusu değil; hem hukukî metinlerde bu işbirliği söz konusu değil hem uygulamada söz konusu değil. Sizin terörist dediğinizi, pekâlâ, onlar vatansever olarak kabul edebiliyor, siyasî sığınma hakkı tanıyor, dernek kurma imkânını tanıyor; başka türlü, siyasî, ekonomik ve propaganda desteği sağlıyor, eğitim desteği sağlıyor, stratejik imkânlar sağlıyor, taktik imkânlar sağlıyor, subay gönderiyor, başka türlü elemanlarını gönderiyor. Bunların hepsini, bu ülkede, biz, gördük, yaşadık. Dolayısıyla, bu kanunu konuşuyoruz; ama, bu kanunun sağlayabileceği avantajların neler olduğunun da farkında olarak bunu söylemeye çalışıyoruz. Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve hükümetleri, terörle mücadelede, çok yönde, tabiri caizse, yedi cephede birden savaş veriyor. Bugüne kadar elde ettiği başarıyı da... Hiç kimseye, bu noktada, özel olarak bir teşekkür borcumuz yok. Bir tek kesime borcumuz var; bu milletin anlayışına, birliğine, dirliğine ve güvenlik güçlerimizin fedakârlığına, hayatını ortaya koyarak elde ettiği başarılara ve onlara teşekkür borcumuz var. Onun dışında, hiç kimseye borcumuz da yoktur. (AK Parti sıralarından alkışlar) Çünkü, bu desteği vermediler, vermediler!.. Üç sene, silahın yarı otomatik, otomatik olduğunu tartışmaya devam ediyorlar. Biz, böyle bir ortamda terörle mücadeleyi yürütüyoruz. Herkes, nasıl bir tehlikeyle karşı karşıya olduğumuzu iyi anlamalıdır, milletin kafasını ifsat etmemelidir; çünkü, bu yasanın amacı, terör örgütüdür, teröristtir. Onun dışında, sade vatandaşın, hizmet eden insanların hedefi bu yasa değildir, bununla sınırlıdır. Uygulayıcıların da bunu böyle anlaması lazım; böyle anlaması lazımdır ki, biz, terörün tanımını değiştirmedik, 1 inci madde aynen duruyor. Cebir ve şiddet kullanarak, silah kullanarak toplumda korkutma, yıldırma meydana getirerek, 1 inci maddede yazılı amaçları elde etmek maksadıyla bir araya gelirlerse, bu terör örgütüdür. Bu amaçla bu örgütte görev alanlara da terörist diyoruz. Biz, bunları değiştirmedik.
Dolayısıyla, bu kanun ilk defa da gündeme geliyor değil -bazı tereddütler için söylüyorum- şu kadar zamandır uygulanıyor ve bu uygulamanın ortaya koyduğu bir birikim var. Bu tasarı hazırlanırken, mümkün olduğu kadar bunlardan istifade edilmiştir.
İkincisi: Terör, bütün dünyanın olgusuysa, birçok ülke de terörle mücadele açısından kendi mevzuatını güncelleştiriyor. Otuz sene evvelki yasalarla bugünkü ihtiyaçları karşılamak mümkün olmadığı içindir ki, bugün, bu yasayı çıkarıyoruz. İnşallah ihtiyaç olmaz, inşallah gereği tekrar gündeme gelmez; ama, ihtiyaç hâsıl olduğunda, yeni yetkiler, yeni imkânlar tabiatıyla devlete vereceksiniz, güvenlik güçlerinize vereceksiniz.
Bundan on sene evvel “intihar bombacısı” diye bir şey var mıydı?! Hatırlayanlarınız var mı?! Ama, bugün, intihar bombacılığı tipi, terörle mücadelede en önemli enstrüman haline geldi. Siz, şimdi, eski yasalarınızda bununla ilgili hüküm yok diye, mevzuatınızı gözden geçirmeyecek misiniz?! Başka türlü birkısım tedbirleri almayacak mısınız?! Çünkü, teknolojiyi kullanıyorlar. Teknolojiyi, belki de, bizim toplumlarımızdan evvel teröristler kullanıyor. Bunlar cahil insanlar da değil; önemli ölçüde bir kısmı doktora yapmış, üniversite tahsili yapmış, belli konularda uzmanlaşmış insanlar. Eğer, mevzuatınız eskidiyse, mutlak surette, bunları da tabiî olarak gözden geçireceksiniz. Yeni tedbirleri de almak bizim için söz konusu olacak.
Nitekim, geriye dönük olarak da, hükümetler, bu belayı defedebilmek adına, bazen alınması çok zor kararları almıştır; siyaseten istismar konusu olabilecek, siyaseten tribünlere oynamayı mümkün kılabilecek kararları da almıştır. 8 tane pişmanlık yasası çıkmıştır ve her hükümet de çıkarmıştır o günden bugüne. Niye, durup dururken, bir hükümet pişmanlık yasasını çıkarmak lüzumunu duyar; demek ki, bir devlet ihtiyacı olarak. Hatta, bu yasa tasarısını çıkaran hiçbir hükümetin gündeminde de “ben, böyle bir yasa tasarısını çıkaracağım” diye ne hükümet programında var ne seçim beyannamesinde var. Ama, devlet oturur konuşur kendi birimlerinde, kendi kurumlarında, kendi bilgilerini ortaya koyar, böyle bir ihtiyaç hasıl olursa, bunu da getirir çıkarır, çıkarmıştır. O nedenle, söylemek istediğim şey şudur: Bu konular her geçen gün yeni tedbirleri gündeme getirebilecek konulardır ve bu tedbirleri… İşte siyasî kararlılık burada gerekiyor. Nitekim bizim Hükümetimiz de çıkardı. O yasa tasarısını da savunmak gibi bir talihsizlik de benim başıma geldi. Ama, ben bunu, ülkem için yaptım. Bugün yapılması gerekiyorsa, bir defa daha yaparım, bir defa daha yaparım. Yeter ki, bu beladan Türkiye kurtulsun. Bunun da çok kolay olmadığını biliyoruz. Bunu da açık yüreklilikle söyleriz. Söylediğimi yanlış bulanlar olabilir, eksik bulanlar olabilir; ama, bu ülkeye sadakatimi hiç kimseyle tartışmam, özgürlüklere bağlılığımı hiç kimseyle tartışmam, hiç kimseyle!.. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Şimdi, bu tasarının altında benim imzam var. Maksadımız, bu beladan Türkiye’yi kurtarmak. Bakın, diyoruz ki, her gün şehit cenazeleri geliyor, her gün bir eve bomba düşüyor, yürekler yanıyor. Böyle bir ortamda hiçbir hükümet eski yöntemlerle, eski usullerle, eski yetkilerle bu belayı ortadan kaldırma imkânına sahip değilse, oturup yasalarını, mevzuatını gözden geçirecektir; İngiltere’nin yaptığı gibi, Almanya’nın yaptığı gibi, İspanya’nın yaptığı gibi, Amerika’nın yaptığı gibi. Tabiatıyla, biz de oturacağız, bakacağız. Bu yasa niye gündeme geldi diyorsanız, işte bir ayağı da buradadır.
Üçüncüsü: Bakınız, biz burada neyi yapmaya çalıştık? Bize mahsus bir şey de yapmadık bakınız. Kafa karışıklığını giderme adına söylüyorum. Türkiye’nin, kurucusu olduğu birkısım kurumlar var, üyesi olduğu birkısım kuruluşlar var, karar organlarında bulunduğu birkısım uluslararası kuruluşlar var, taraf olduğu sözleşmeler var ve tanımlar var. Oralarda ne yazılıyorsa onları getirip yazmıştır; hatta, onlardan çok daha net yazmıştır. Bakınız, Avrupa Konseyinin 13 Temmuz 2002 tarihli bir kararı var. Orada terörü şöyle tarif ediyor; diyor ki: “Her üye devlet, aşağıda (a) bendinden (i) bendine kadar sayılan kastî fiillerin, halkı ciddî şekilde korkutmak, bir devleti veya uluslararası bir kuruluşu herhangi bir tasarrufu yapmaya ya da yapmamaya aşırı zorlamak.” Şimdi, bizim terör tanımını muğlak bulanlar, acaba başımıza bir iş gelir mi diye tereddüt edenlerin, şu metin karşısında ne kadar hassas davrandığımızı görmeleri lazım. Ne demek halkı ciddî şekilde korkutmak? İşte, size, bir muğlak ifade. Bunun içini kim doldurur? Yargı doldurur. “Şu fiili ya da bu tasarrufu yapıp yapmamaya aşırı zorlamak...” Ne demek aşırı?!.. Size göre aşırı olan bana göre normal, bana göre normal olan bir başkasına göre aşırı. Dolayısıyla, ortada, Batı dünyasının kabul ettiği metin ve orada hangi fiiller suç olarak kabul edildiyse, biz onları da büyük ölçüde irdeleyerek, toplumun hassasiyetine, geçmişteki birkısım uygulamaları, hatta yapılmış yanlışlıkları da dikkate almak suretiyle, olabildiğince net, sapla samanı ayırt etmeye çalışan, masum vatandaşla teröristi birbirinden ayırt etmeye çalışan bir metni, bir düzenlemeyi, aklımızın erdiği kadar, gücümüzün yettiği kadar getirmeye çalıştık. Dolayısıyla, bununla bizim hedefimiz, doğrudan doğruya terör örgütleridir ve o örgütlere bilerek ve isteyerek…
Bakınız, şimdi, birkısım maniplasyonlar yapılıyor. Deniliyor ki: “Efendim, birisi, bir kuruluşa 50 000 000 lira yardım etti. Ya, yarın bunu alıp getirir, birini de terörist diye içeri tıkarlarsa, soruşturma açarlarsa…” Şimdi bunlar metni okumadan, kulaktan dolma bilgilerle…
Bir defa, terör fiilleri, terör suçları kasten işlenen suçlardır; yani, bilinerek ve istenerek işlenen suçlardır. Eğer, siz, verdiğiniz parayı, bir kişiye veya bir örgüte, terör örgütü olduğunu bilmiyorsanız ve bunu da isteyerek yapmıyorsanız, zaten suç teşkil etmiyor. Bu, kanunlarda bu kadar açık. Bundan daha açık ne ifade yazılabilir ki… Şimdi, ortada bir kargaşa, bir tereddüt meydana getirip Türkiye’de huzuru kaçırmaya çalışıyor. Halbuki, biz bu tasarıyı, kimsenin huzuru kaçsın diye değil, Türkiye’de huzur tesis edilsin diye yapmaya çalışıyoruz.
Onun için, bu tasarı, bu niyetlerle Türkiye’nin gündemine gelmiş. Bir taraftan kamu düzenini tesis etmek ihtiyacı var. Bunu devamlı gündemde tutmamız gerekir. Ceza mevzuatının, söylediğim gibi, esas amaçlarından bir tanesi budur. Öbür tarafta da hak ve özgürlükler… Hak ve özgürlükler adına bu Parlamentonun yaptığı, geriye dönük yapılanlardan çok daha fazladır. Halen, her getirdiğimiz yasada, bu açılımları biraz daha zenginleştirmek, biraz daha artırmak istiyoruz; ama, şunu da biliyoruz ki, kamu düzeni tesis edilmediği zaman, yasalara neyi getirip koyarsanız koyun, terörün olduğu yerde seyahat özgürlüğü olmaz, terörün olduğu yerde can ve mal emniyeti söz konusu olmaz, temel hak ve özgürlükler söz konusu olmaz. En önemli hak hayat hakkıdır; çünkü, bütün özgürlükler bu hayat hakkıyla bağlantılıdır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Bakanım, size de 2 dakikalık eksüre vereceğim; konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Biliyoruz ki, bütün özgürlükler hayat hakkıyla bağlantılıdır, yaşayan insan içindir; terör ise, hayat hakkını ortadan kaldırıyor; suçlu suçsuz demeden, genç ihtiyar demeden, yaşlı çocuk demeden hayat hakkını ortadan kaldırıyor. Ölen insana hangi özgürlük lazım ki?!
O nedenle, bu tasarının ikinci amacı, olabildiğince kamu düzenini devamlı ayakta tutabilmek, istikrarlı kılabilmek ve bozulma emaresi varsa, istidadı varsa bunları ortadan kaldırmaktır.
Şüphesiz, bu maddelerle ilgili, arkadaşlarımızın söyleyecekleri olabilir, değerlendirmeleri olabilir; ama, buradan şunu ifade etmek istiyorum özellikle uygulayıcılar açısından: Tabiatıyla biz –demin söyledim bu yasanın çerçevesini- özgürlükleri kısıtlamak gibi bir niyetimiz yok, yasa maddeleri uygulanırken de buna uygun yorumlanması lazım. Buradaki her fiilin, terör örgütüyle bağlantısının, terör amacıyla bağlantısının kurularak yapılması lazım gelir. Eğer, böyle bir uygulama söz konusu olmazsa, böyle bir bağlantı tesis edilemezse, o zaman, bu, keyfî uygulama olur. Bu da, tabiatıyla hukuk devletiyle bağdaşabilen bir durum değildir.
Tasarı, bu düşüncelerle hazırlanmış bir tasarıdır. İnşallah, ülkemize faydalı olur, hayırlı olur diye düşünüyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakanım.
Tümü üzerinde, şahsı adına, Yozgat Milletvekili Sayın Bekir Bozdağ.
Buyurun Sayın Bozdağ. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Terörle Mücadele Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İçişleri ile Adalet Komisyonları raporları üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, terör, uzunca bir zamandır ülkemizin gündeminde. Ben, bu milletin, bu devletin birliği, dirliği, düzenliği, huzuru, barışı, kardeşliği için, 81 ilin tamamında yaşayan insanların aynı duygu ve hassasiyette olduğuna inanıyorum; ama, bir hususu da ifade etmek isterim uzunca bir zamandır terörle mücadelede verilen şehitlerin en bol olduğu illerden birinin, Yozgat’ın vekili olarak: Her şehit cenazesinde ağlayan anayı, ağlayan babayı, ağlayan eşi, ağlayan çocukları görmüş, onlara başsağlığı dilediğimde “vatan sağ olsun, siz sağ olun” diyen; dik duruşunu, onurlu vakur duruşunu, sağduyusunu görmüş bir kardeşiniz olarak, terörü, buradan, bir kez daha lanetliyorum ve bunun kökünün kazınması hepimizin görevidir; Meclisimizin ve Meclis dışında olan bütün siyasî ve diğer kurumlarımızın ortak görevidir.
Ben, bu vesileyle, bugüne kadar, ülkemizin birliği, dirliği için, gözünü kırpmadan şehitlik makamına koşan bütün şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum. Gazilerimizi, şehitlerimizi minnet ve şükranla anıyor, huzurlarında saygıyla eğiliyorum.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, dün olduğu gibi, bugün de, yarın da her türlü terörün üzerinden gelebilecek güce, kudrete sahiptir. Ne zaman, bu milletin ve devletin, gücü sınanmışsa, bu konudaki iradesi, kararlılığı sınanmışsa, her zaman, bu sınamayı yapanlar, alnında, şafağında hak ettikleri tokadı yemişler, cevabı almışlardır,bundan sonra da almaya devam edeceklerdir.
Terörle Mücadele Kanun Tasarısı, ülkemizde, terörle mücadelenin daha etkin, daha yetkin, daha iyi bir biçimde yapılabilmesi düşüncesiyle çıkarılmış ve uygulanmakta olan bir yasadır. Bildiğiniz gibi, terör de, sadece bugünün gündemi değil, uzunca bir zamandır ülkemizin gündeminde olan bir konudur; ama, maalesef, bugüne kadar, tamamen ortadan kaldırılamamıştır. Pek çok siyasî iktidar da gelmiş, geçmiştir ve ben, eminim ki, cumhuriyet hükümetlerinin tamamı da, terörle etkin bir mücadele hususunda kararlılıkla, büyük bir iradeyle mücadele etmişlerdir. AK Parti Hükümetleri de, görevi devraldıkları günden bugüne, bu konuda, samimi, iyi niyetli, kararlı mücadelesini sürdürmektedir. Ben, bu nedenle, siyasî iradelerin bulunmadığı noktasında, hem bugüne dönük eleştirilerin hem de geçmişe dönük eleştirilerin bu mücadeleyi yürütenler açısından bir haksızlık olduğu kanaatindeyim. Türk Milletinin ve onun içerisinden çıkardığı Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin, bugün, dün ve yarın da, bu konularda siyasî iradeleri var olacaktır, var olmaya devam edecektir bu işin sonu gelene kadar. İşte, şu anda huzurlarınızda bulunan görüşmekte olduğumuz tasarı da böyle bir siyasî iradenin sonucudur.
Bu tasarı, tabiatıyla, getirdiği yenilikler bakımından, bir yandan uyum getirmekte, bir yandan terörle mücadele kapsamında işlenen suçların soruşturma usulünü, kovuşturma usulünü ve cezaların infazıyla ilgili birtakım değişiklikleri ortaya koymaktadır, suçların, Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçların kapsamında bir genişleme yapmaktadır, cezasında da bir artırım yapma durumu söz konusudur.
Değerli milletvekilleri, Terörle Mücadele Kanununun hedefi adında bellidir; bu, terörle mücadeledir; bunun hedefinde, terör vardır, terörist vardır, terör örgütleri vardır ve bu mücadele, terör örgütleriyle, teröristlerle yapılacak bir mücadeledir. Vatanını, milletini, devletini seven temiz insanların bu kanundan hiçbir endişe duymalarına gerek yoktur; çünkü, bu kanunun hedefi, bu ülkenin birliğine, dirliğine, düzenine kastedenlerdir.
Değerli milletvekilleri, burada konuşmalar yapılırken değişik belgelerden de bahsedildi. Millî Güvenlik Siyaset Belgesinden, başka şeylerden de bahsedildi ve orada ortaya konan anlayışların bu tasarıya yansımadığından da söz edildi. Buna katılmak imkânımız yoktur; zira, oradaki anlayışlar bu tasarıya yansımıştır.
Terörle mücadele kapsamında, gerek Türk Ceza Kanununun 302 nci maddesi gerekse Türk Ceza Kanununun 309 uncu maddesi kapsamında, ülkenin bölünmez bütünlüğü aleyhine ve anayasal düzenine karşı suç işlemek üzere kurulmuş örgütlerin tamamı bu kapsamda değerlendirilir; silaha başvurmak kaydıyla, cebir, şiddet kullanmak kaydıyla, bu eylemleri gerçekleştirmiş olmak kaydıyla. Burada, falancalar bunun kapsamında, filancalar bunun kapsamı dışında diye bir değerlendirme söz konusu değildir.
Ben, burada, bir hususun açıklığa kavuşturulması için birkaç kelime söyleyip huzurlarınızdan ayrılmak istiyorum; o da, kamuoyunda çokça fazla tartışılan tasarının 6 ncı maddesinin son fıkrasıyla ilgili. Değerli hukukçu kardeşim Orhan Bey de burada konuya değindiler. Onun için, konunun Türkiye’nin gündeminden çıkmasında yarar var; ancak, birkaç kelimeyle de, ben, bu konuya açıklık getirmek istiyorum.
Değerli milletvekilleri, Türk Ceza Kanununun 314 üncü maddesinin üçüncü fıkrasının atfıyla, Türk Ceza Kanunu 221 inci maddesinde öngörülen etkin pişmanlık hükümleri 1 Hazirandan beri yürürlüktedir. Malumlarınız olduğu üzere, Türk Ceza Kanunu, bu Meclisin ortak iradesiyle çıkmıştır; iktidarıyla muhalefetiyle bu noktada bir ortak irade vardır, bunun yansıması sonucu da yasalaşmıştır. Oralarda bir ihtilaf söz konusu değildir. Terörle Mücadele Kanununun 6 ncı maddesinin son fıkrasına konan düzenlemeyle etkin pişmanlığın ikinci kez uygulanmasının önüne geçilmek istenmiştir; ancak, maalesef, konu, Türk kamuoyunda, birdenbire, bölücübaşına af getiriliyor şeklinde dönüşünce, tartışma mecraından çıkmış, niyet de kapsamı dışarısına çıkmış ve otomatik olarak milletin zihni, bu noktada, büyük bir kargaşanın içerisine girmiştir.
Bu konuda görüşlerine başvurulan pek çok değerli hukukçu, akademisyen ve bu konuya emek veren insanların tamamı… Televizyonlarda veya gazetelerde bunların beyanlarını dinlemişsinizdir, duymuşsunuzdur; ancak “hafızai beşer nisyan ile maluldür” sözü gereği, ben, bunları, bir kez daha hatırlatmakta yarar görüyorum.
Yargıtay Cumhuriyet eski Başsavcısı Sabih Kanadoğlu: ”Tasarı, ne Baykal’ın ifade ettiği gibi af niteliği taşıyor ne de Adalet Bakanının verdiği örnek doğru. Öcalan’ın mahkûmiyeti terör örgütü kuruculuğu suçundan değil. Öcalan, eski TCK’nın 125, yeni TCK’nın 302 nci maddesinden ceza aldı, herhangi bir şekilde yararlanması söz konusu değildir.”
Doç. Dr. Adem Sözüer: “Bu maddenin, Öcalan’ın hüküm giydiği TCK 125’le hiçbir alakası yoktur, bununla ilgili tartışma zemini de yoktur.”
Doç. Dr Kayıhan İçel, İstanbul Üniversitesi ceza hukukçusu: “O kişiyle ilgili olarak mahkûmiyet, eski TCK’yla ilgilidir, bununla bir ilgisi yoktur.”
Sami Selçuk’un bu konuda kanaati de aynı yöndedir. Yargıtayımızın ilgili ceza dairesi bu konularla ilgili kendilerine başvuru yapıldığında da kendilerinin bu konuda karar verdiklerini, verdikleri kararda da 125 inci maddeden hüküm giyen birinin…
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya) – Niye çıkardınız o zaman?!
HALUK KOÇ (Samsun) – Adem Sözüer’i, biz, Türk Ceza Kanunundan tanıyoruz! Kim Adem Sözüer?! Kimi burada referans veriyorsun?!
ORHAN ERASLAN (Niğde) – Cevabını alacak!..
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - …bundan istifade edemeyeceğini Yargıtay bu noktada içtihadıyla karar altına almıştır. Hepsinin belgeleri var…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Bozdağ, lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
HALUK KOÇ (Samsun) – Sayın Bakan açıklama yaptı, sana mı düşüyor, tekrar...
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya) – Niye kıvırttın o zaman?! Yarın yine getir!..
BEKİR BOZDAĞ(Devamla) – Bizim, bu konuda yaptığımız şey -Mimar Sinan’ın bir hikayesi var malumunuz olduğu üzere; camiin yanından geçerken çocukların birisi “minare eğri” demiş -o minareyi doğrultma hikayesinin bir benzeridir.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
HALUK KOÇ (Samsun) – Aman selamlama...
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya) – Bitmiş bir şeyi döndürüyor, aktarıyorsun! Çekmişsiniz, tamam...
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bozdağ.
Sayın milletvekilleri, tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…Kabul edilmiştir.
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, birleşime 1 saat ara veriyorum.
Kapanma Saati: 13.57
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 15.00
BAŞKAN: Başkanvekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP ÜYELER: Yaşar TÜZÜN (Bilecik), Mehmet DANİŞ (Çanakkale)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 122 nci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
1222 sıra sayılı tasarının görüşmelerine devam edeceğiz.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
7.- Terörle Mücadele Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İçişleri ile Adalet Komisyonları Raporları (1/1194) (S. Sayısı: 1222) (Devam)
BAŞKAN – Komisyon ve Hükümet yerinde.
1 inci maddeyi okutuyorum:
TERÖRLE MÜCADELE KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR
KANUN TASARISI
MADDE 1- 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci maddesinin başlığı "Terör tanımı" şeklinde değiştirilmiştir.
BAŞKAN – Madde üzerinde, Anavatan Partisi Grubu adına Erzurum Milletvekili Sayın İbrahim Özdoğan.
Sayın Özdoğan buyurun. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
Süreniz 10 dakika.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU ADINA İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 1222 sıra sayılı Terörle Mücadele Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde Anavatan Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, Yüce Genel Kurulu en derin saygılarımla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, konuşmama başlarken bir hususu Anavatan Partisi adına belirtmek istiyorum: Biz, Türkiye’de bir terör sorununun olmadığını, bir bölücülük sorunu olduğunu, terörün bölücülüğün bir sonucu olduğunu biliyoruz. Bu hazırlanan kanun tasarısı Hükümetin hazırladığı bir kanun tasarısıdır. Anavatan Partisi olarak bu tasarıya katılmıyoruz; ancak, güvenlik güçlerimizin elinin kolunun güçlenmesi adına destek vereceğimizi de, kerhen de olsa destek vereceğimizi de buradan belirtmek istiyoruz değerli arkadaşlarım.
Bu kanun tasarısı hakkında Sayın Adalet Bakanı -ki, kendisinin iyi niyeti hakkında zerre kadar şüphem yoktur, büyük bir vatanperverdir, vatanseverdir- methiyeler dizdiler; fakat, bizim istediğimiz anlamda bir kanun tasarısı değildir.
Değerli arkadaşlar, 21 inci Yüzyıl dünyasının gündemine damgasını vurmuş, birçok ülkenin ortak sorunu haline gelmiş terör, insanların korku ve panikle gerilemesini amaçlar. Terörist eylemler sonucunda insanlar korkuya kapılacak, devletler âciz kalacak ve karmaşa olacaktır. Böylece, terör örgütleri de otoriteye meydan okuyacakları ortamı bulmuş olacaklardır. Terörün yegâne amacı budur.
Terör örgütleri, bu kirli amaçlarına ulaşmaya çalışırken, çok sayıda masum insanın canını yakarlar, kamu düzenini bozup, günlük yaşamı sekteye uğratırlar. Yani, bugün, hepimizin bildiği üzere, terör, hem devlet yönetimine hem de topluma ağır bedeller ödetir. Terörle mücadele hükümetlerin öncelikleri arasında yer almalı ve hükümetler bununla baş edebilmelidir. Bunun başka da alternatifi yoktur.
Terörle mücadelede Adalet ve Kalkınma Partisi Hükümetinin bir türlü kavrayamadığı, anlamak istemediği; ama, Anavatan Partisi olarak bizlerin sonuna dek farkında olduğu çok önemli bir nokta vardır. Bu önemli nokta, terörist eylemin, daha gerçekleşmeden, kaynağındayken bastırılması noktasıdır. “Evet, ben terörle mücadele ettim” diyebilmek için, daha terörist eylem plan aşamasındayken müdahale etmek, teröristlerin çabasını boşa çıkarabilmek gerekir.
Terörist eylemler konusunda önleyici tedbirlere başvurulması ilk yapılması gereken şeydir; ama, bizler, Anavatan Partisi olarak, dar anlamda önleyici polisiye tedbirlerden söz etmiyoruz, biz, terörü, en başından, daha terörist örgütler teşekkül edip de taraftar toplama aşamasındayken etkisiz hale getirmeyi amaçlıyoruz.
Peki, bunu nasıl yapacağız; cevap çok basittir arkadaşlar, ayan beyan ortadadır. Bu ülkede hem ekonomik terör estiren mafyanın hem de siyasî terör örgütlerinin halka sevimli görünebilmek için kullandıkları tek bir yöntem vardır; terör örgütleri, devlete, düzene karşıymış da, vatandaşın arkasındaymış izlenimini oluşturmakta, modern dünyanın Köroğlu oldukları izlenimine sığınmaktadır ve devleti de zalim Bolu Beyi gibi göstermeye çalışmaktadırlar. Bu, terör örgütlerinin bir taktiği, bir halkla ilişkiler stratejisidir; ama, aynı zamanda, devletin vatandaşıyla ilişkilerinin zayıflığının da bir kanıtıdır. Maalesef, bugün, devlet vatandaşıyla doğrudan, sağlıklı iletişim kuramamakta, devlet ile vatandaşın arasına terör örgütleri girebilmektedir. Bugün, Türkiye’de, bölücü ve köktenci sağ terörün tabanını sürekli geliştirebilmesi, bunun en bariz ispatıdır. Eğer, devlet, vatandaşıyla sağlıklı ilişki kurabilseydi, vatandaş devletinden korkmak yerine, devletine sevgiyle bağlanabilseydi, terör örgütleri sempatizan sayılarını artıramazdı.
Marjinalliğe hapsolmuş bir terörle çok daha kolay baş edebilirdik; ama, ne yazık ki, AK Parti Hükümeti bu gerçeği kavramamış, kavramak istememiş, işin kolayına kaçmayı yeğlemiştir.
Bütün bunların neticesi ortadadır; terör örgütleri hiçbir zaman bu İktidar zamanındaki kadar cüret gösterememiş, terörle mücadele uğruna büyük bedeller ödeyen büyük milletimizin morali hiçbir zaman bu Hükümet zamanında olduğu kadar bozulmamıştır. Bugün, PKK, başta İstanbul olmak üzere, büyük şehirlerimizde ve birçok vilayetimizde iç savaş provaları yapmaktadırlar.
Anavatan Partisi olarak iktidara geldiğimizde, devlet vatandaşıyla doğrudan iletişim kuracak, vatandaş, sorunlarının çözümünü devlette arayacak, devletin kudretinin gölgesi vatandaşımızın üzerine düşecektir. Vatandaşımız devletin kudretini karşısında değil, arkasında bulacaktır. Anavatan Partisinin bu yaklaşımı terör önleyici mücadele adına ciddî katkılar sağlayacak, bu Hükümetin yapamadığını yapacaktır.
Diğer yandan, bugün terörle mücadelenin en büyük zaaflarından biri de, devletin radikal gruplarla ilişkilerinin tayin edilmesidir. Anavatan Partisi olarak bizler, bugüne kadar radikallikten uzak durmaya, toplumun tümünü kucaklamaya azamî özen gösterdik. Bir ya da birkaç radikal gruba yaklaşarak, Türk Halkının çoğunluğunu oluşturan sade vatandaşımızı kavramaktan uzaklaşmak bizim kâbusumuz olmuştur; hatta, bu yolda çok ciddî bedeller de ödedik. Tüm bunların yanında, her farklı olanı da öcü görmedik, göstermedik.
Radikal gruplara bakışımıza gelince; radikal, adı üzerinde radikaldir. Genişleme, büyüme, toplum tabanına yayılma, radikalliğin doğasında yoktur; zira, o zaman, radikal gruplar radikal olmaktan çıkarlar. Bu tür grupların varlığı, yasalara uymaları, toplumun huzurunu bozmamaları şartıyla tolere edilebilmeli, farklı düşüncelere saygı duyulabilmelidir.
Radikallerin yasadışına çıkma ihtimali göz önünde bulundurulmalı, tedbir alınmalı; ama, bu ihtimal paranoyaya dönüştürülmemelidir. Diğer farklı olan herkes, her grup, devlette kuşku uyandırır. Devlet, kendi vatandaşını hasım görürse, birkısım vatandaşımız tümden sistemin dışına itilir ve terörizmin potansiyel insan kaynağı olarak toplumumuza zarar vereceği ortaya çıkar.
Biz Anavatan Partisi olarak, hoşgörü ile tedbir arasındaki ölçüyü iyi koruyoruz. Zaten, tarihimiz boyunca hep böyle yaptık; ama, görüyoruz ki, bu Hükümet ölçüyü kaçırmıştır, ta, en başından beri.
Sonuç itibariyle, değerli arkadaşlar, devletin, vatandaşıyla ilişkilerinde koyduğu ölçü önemlidir. Devlet, vatandaşın özgürlük arayışlarına cevap verebilmelidir. Derinlemesine ideolojik düşünmeyen gruplarla, kendinden farklı düşünenlere şiddet eğilimi gösteren gruplar arasında ayırım yapılabilmelidir. Bu ayırımın yapılması o kadar kolay değildir. Bu kadar hassas bir ayırım yapılabilmesi için, siyasete nereden baktığınız önemlidir, siyasî yelpazenin neresinde durduğunuz önemlidir. Anavatan Partisinin, Türk siyasetinin neresinde olduğu bellidir. Anavatan Partisi, farklı kültürden vatandaşlarının hepsini anlayabilecek, hepsinin ihtiyaçlarına cevap verebilecek ve farklı gruplar arasında tarafsız olabilecek bir konumdadır. Anavatan Partisi, hür düşüncenin yanındadır ve özgürlüklerin anasıdır.
Terör örgütlerinin kendilerine hayat sahası açtığı yer, devlet otoritesinin boş bıraktığı yerlerdir. Bunlardan en önemlisi, kavram kargaşasından kaynaklanan sorunlardır. İnsan hakları, şiddet, katliam, cinayet, hukuk gibi kavramların, hükümetlerin önderliğinde, tüm toplumca tanımlanması gerekmektedir. Hükümetler, buna öncülük etmektedirler. Hükümetler, insan hakları, hukuk devleti gibi çok kritik kavramların insanların kafasında oturması için gerekli…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Özdoğan, konuşmanızı tamamlar mısınız.
Buyurun, ek sürenizi başlattım.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Fakat, içinde bulunduğumuz süreç göstermektedir ki, bu Hükümet, yani, AK Parti Hükümeti, hukuk, insan hakları kavramlarına yeterince sahip çıkmamış, bu kavramları temsil etme noktasında yetersiz kalmıştır. İnsan hakları kavramı, bu evrensel değer, maalesef, Türkiye’de terör örgütlerinin, kendisinden başkasına yaşam hakkı tanımayan marjinal grupların elinde oyuncak olmuştur. 21 inci Yüzyıl dünyasının bu kilit kavramları, terörist eylemlere meşruiyet zemini oluşturmak için kullanılan taşeronların diline pelesenk olmuştur.
Sayın Başbakanın geçen yıl ağustos ayında “Kürt sorunu vardır, bu sorun benim sorunumdur” demesi, yangının üzerine benzin dökmesi gibi bir şey olmuştur.
Değerli arkadaşlar, terör konusundaki diğer görüşlerimizi, diğer maddelerde aktaracağız.
Hepinize saygılar sunuyorum. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Çorum Milletvekili Feridun Ayvazoğlu…
Sayın Ayvazoğlu, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA FERİDUN AYVAZOĞLU (Çorum) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; görüşmekte olduğumuz 1222 sıra sayılı Terörle Mücadele Kanununda yapılması düşünülen değişiklik tasarısıyla ilgili olmak üzere Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu nedenle, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Terörle Mücadele Kanununun 1 inci maddesindeki bir tanımdan, yani, terör tanımından bahsedilerek, daha önceki yürürlükte bulunan başlık “Terör tanımı” olarak değiştirilecektir.
Terör denildiğinde, terörün Fransızca kökenli bir kelime olduğu ve bunun anlamının “yok etmek, yıkmak, yakmak, mahvetmek” anlamını taşıdığı, sözlük olarak, bunun bu şekilde tarif edildiği gerçeği karşısında, “neyin yok edildiği, neyin mahvedilmek istendiği” diye sorulduğunda da, “insanların yok edildiği, can ve mal güvenliğinin yok edildiği, hukukun yok edildiği, devletin yok edildiği” anlamını taşıyabilecek, geniş açıdan bakılması gereken bir tanımdır diye düşünmek durumundayız.
Değerli arkadaşlar, böyle bir tasarı neden gündeme geldi, neden gündeme getirildi, ihtiyaç nereden kaynaklandı denildiğinde, elbette, hepimizin karşısına çıkacak bu sorunun cevabında, son yıllarda artan, daha doğrusu canlandığı görülen terörün karşısında bu tür bir yasa tasarısının, Hükümet tarafından ihtiyaç hissedilmiş olmasından dolayı gündeme getirildiği cevabıyla karşı karşıyayız.
Bu da şunu gösteriyor ki, şu ana kadar mevcut yasalarla terörle mücadelenin mümkün olmadığı, olamadığı gerçeğini de, üçbuçuk yıldan beri bu ülkeyi tek başına yürütmekte olan Adalet ve Kalkınma Partisinin mevcut yasalarıyla terörün önüne geçemediği gerçeğini kabul etmek durumunda kalınıyor.
Değerli arkadaşlar, peki, bununla ilgili olmak üzere, sivil toplum örgütlerinden tutunuz, toplumun tüm kesimlerine kadar, siyasî partilerin çok çeşitli yöneticilerine kadar yapılan tespitler ve teşhisler karşısında, acaba Adalet ve Kalkınma Partisi, İktidar olarak, gereken tespiti ve teşhisi doğru olarak yapabildi mi? Elbette, buna cevap olarak “tespit ve teşhisi doğru yaptı” denilebilseydi, bugün yaşanmakta olan, yaşanmaya devam edilen terörün acı yüzünü görmek mümkün olmazdı. Maalesef, her geçen gün baktığımızda, acaba ülkemizin neresinde ne şekilde bir can, bir yürek yakılacaktır, yanacaktır diye hepimizin birbirine endişeli bakışları da buna olumlu cevap vermeyi mümkün kılmamaktadır. Bu da gösteriyor ki, şimdiye kadar, siyasî partiler olarak, başta Cumhuriyet Halk Partisi olarak yapmış olduğumuz uyarıların İktidar tarafından kulakardı edilmesi sonucu bugünlere gelinmiş oldu. Şöyle bir tarihî sürece bakıldığında, İktidarın sürecine bakıldığında, Cumhuriyet Halk Partisinin, canlanmakta olan teröre karşı yapılması gereken, alınması gereken önlemlerin neler olduğu ve olması gerektiği noktasında yaptığı öneriler, İktidar tarafından, hiçbir şekilde olumlu karşılanmadı. Bunun en canlı örneği, 15 Eylülde yapılmış olan genel görüşme isteğine, Sayın Genel Başkanımız tarafından verilen genel görüşme isteğine, 19.9.2005 tarihinde, Yüce Meclis tarafından, İktidara mensup milletvekillerince ret kararı verilerek, böyle bir terörle mücadelede bilimsel olarak yapılması gereken araştırmaların gereği olmadığı noktasında, maalesef, bu şekilde cevap verilerek, şimdiye kadar gözardı edilmeye çalışılmıştır.
Değerli arkadaşlarım, bunun devamına bakıldığında, çok önemlidir, Adalet ve Kalkınma Partisinin yetkili kişilerinden, grup başkanlarından Sayın Eyüp Fatsa’nın, bir, basına vermiş olduğu beyanatı çok ilginçtir; ki, o günlerde, terör alabildiğine ivme kazanmış, alabildiğine şehitlerimiz memleketlerine geliyor, gözyaşı sel olmuş akıyor, buna karşılık, yapılan bir söyleşide Sayın Eyüp Fatsa’nın vermiş olduğu şu cevap çok ilginç ve düşündürücüdür. Vermiş olduğu cevabın tarihi 25.10.2005’tir. “Fatsa, dün gazetecilerin sorularını yanıtladı. TMY taslağıyla ilgili olarak ‘demokratik kazanımlardan geri dönüş olmayacak’ diyen Fatsa, terörle mücadele konusunda, mevcut yasalarda boşluk olmadığını söyledi. Fatsa ‘ille de TMY’de değişiklik yapalım gibi bir iddiamız ve acelemiz de yok; şu anda, acil olarak, gündemimizde böyle bir konu yok’ dedi. Fatsa, Adalet Bakanı Cemil Çiçek’in de, terörle mücadele için mevcut yasaları yeterli bulduğunu bildirdi” diyor. Dediği tarih, 25.10.2005 tarihindeki basın organı.
Değerli arkadaşlarım, aradan aylar geçtikçe, terör devam ediyor ve nihayet, hepimizin yüreğini yakan, yüreğini yakması gereken ve hepimizin düşünmesi gereken bir olayı, hep birlikte, mayıs ayı içerisinde Danıştayımıza karşı yapılan saldırıda, maalesef, gördük ve bununla devam eden terörün, dün de, Hakkâri Çukurca’da, bir şehidimizle, bunu görerek, bir kez daha yüreklerimiz dağlandı, yüreklerimiz acılandı.
Değerli arkadaşlarım, elbette, terörün, bu tasarıyla ne şekilde önleneceği konusunda, önleyici kolluk güçlerine herhangi bir imkân getirmediğini hepimiz bilmekteyiz; ancak ve ancak, çıkarılacak olan ceza kanunlarına uyum yönündeki Terörle Mücadele Kanununun, bu değişiklikle, ancak ve ancak, önleyici ve caydırıcılık açısından, suç işlendikten sonra ele alınabilecek bir noktada değerlendirilmesi gerekir. Buna bakıldığında ise, elbette, bu tasarıda getirilen, terör mağdurlarına yardımın iyi niyetli bir şekilde yer aldığını, yine terör mağdurlarının çocuklarının öğrenci olarak burs almasına olanak sağlanması gibi, uluslararası anlamdaki anlaşmalara uygun bir şekilde, yine Türk Ceza Kanununda yapılan uyuma denk gelebilecek şekildeki değişiklikleri Terörle Mücadele Kanunuyla ilgili tasarıda görebiliyoruz; ama, esas olayın, esas terörün önlenmesiyle ilgili temel çözümün bu kanunda olmadığını hepimiz görmekteyiz ve karşımıza -bir süreç yaşadık, yaşadığımız bu süreç içerisinde- Terörle Mücadele Kanunu Tasarısının 6 ncı maddesi çıkıverdi. 6 ncı maddesinde ise, bizim şimdiye kadar, Cumhuriyet Halk Partisi olarak uyardığımız konular karşımıza geldiğinde şaşırdık kaldık. Karşımıza gelen konu, maalesef, 6 Ekim 2004 tarihli Avrupa Birliği İlerleme Raporunda yer alan ve yargı sürecinin, Avrupa Birliği ülkeleri tarafından devam etmiş olacağına karar verilen ve buna şu andaki Adalet ve Kalkınma Partisi Hükümetinin de imza atmış olduğu şekilde kabul ettiği uluslararası bir anlaşmada, bölücübaşının yargı sürecinin kabul edildiği hüküm altına alınmıştı; ama, buna, Sayın Başbakan çıktı “dengeli ve olumlu bir rapor” demek suretiyle, sanki, bölücübaşının bu şekilde yeniden yargılanmasına imkân tanınmasını, bu Hükümetin, zımnen de olsa kabul ettiği anlamında beyanatta bulundu ve hatta bu konuda bayramlar da yapıldı; ama, geldik gördük ki değerli arkadaşlarım, bu getirilmek istenen 6 ncı maddenin son fıkrasında, terör örgütlerinin kurucusuna ve yöneticilerine gizli bir af getirileceği hüküm altına alınmıştı. Cumhuriyet Halk Partililer olarak biz, komisyonda yapmış olduğumuz dirençli savunma doğrultusunda olmak üzere, kurulan alt komisyona üye vermedik; çünkü, böyle bir sorumluluğun altına… Cumhuriyet Halk Partisi olarak, tarih önünde, sorumluluğu kabul etmediğimizi, etmeyeceğimizi bildirmek zorundaydık. Bunu gören; ama, aylar sonra görebilen Adalet ve Kalkınma Partisi …
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Ayvazoğlu, konuşmanızı tamamlayın lütfen.
Buyurun.
FERİDUN AYVAZOĞLU (Devamla) - … alt komisyonda 6 ncı maddenin son fıkrasını çıkarmak suretiyle, etkin pişmanlık hükümlerinin bu şekilde maddeden, tasarıdan çıkarılmasını sağlamış; ama, gerçekten, geç kalınmıştır. Bunun da Türkiye’ye nelere mal olduğunu gün geçtikçe hepimiz gördük.
Değerli arkadaşlar, bunun devamında, uluslararası hukuk kurallarının bir anlamda hiçe sayıldığı gibi bir mana çıkabilecek, Anayasanın 90 ıncı maddesine rağmen, böyle bir tasarının gündemde tutulmasının anlamının olmadığını belirten Adalet ve Kalkınma Partisi, maalesef, kendi değiştirdiği, birlikte değiştirmiş olduğumuz 90 ıncı maddeyi de görmezlikten gelerek, iç hukukumuza göre faydalanması mümkün olmadığı şeklindeki savunmasını, bir noktada, diğer eliyle reddediyor, diğer eliyle inkâr ediyor; ama, bunlar da gösteriyor ki, artık, gerçekler sıvanamıyor, gerçekler saklanamıyor. Bu doğrultuda, biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, ulusumuzla Hakkâri’den Edirne’ye kadar barış köprüsünü kurmak istiyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Ayvazoğlu teşekkür ediyorum.
FERİDUN AYVAZOĞLU (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkanım.
Biz, ülkede yetmiş milyon insan kardeşçe yaşamak istiyoruz. Terörün önlenmesiyle ilgili olmak üzere, Cumhuriyet Halk Partisi olarak üzerimize düşen neyse, onu yapmaya hazırız diyoruz.
Bu duygu ve düşüncelerle, saygılar sevgiler sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Madde üzerinde, şahısları adına dört arkadaşımızın aynı anda vermiş olduğu söz talepleri vardır. Şimdi, iki arkadaşım için kura çekeceğim; kimlere çıkarsa, onları davet edeceğim.
Sayın Ümmet Kandoğan... Yok.
Sayın Mehmet Eraslan...
Buyurun.
Diğer konuşmacı Sayın Bekir Bozdağ.
Süreniz 5 dakika.
MEHMET ERASLAN (Hatay) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlıyorum.
Gerçekten çok önemli bir kanun tasarısını görüşüyoruz. Terörle mücadele, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ve Türk Milletinin yirmi yıldan fazla bir süredir vermiş olduğu bir mücadeledir ve bu mücadelede 30 000’in üzerinde vatan evladını şehit veren bir ülkeyiz, bir Türkiye’yiz. Hemen hemen her evde, her vatandaşın ocağında mutlaka bir şehit vardır ve gerçekten, toplumumuzu, milletimizi ve bizleri derinden yaralayan bu manzaraların bir an önce bitmesi noktasında, devlet olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, etkin bir mücadele perspektifini ve stratejisini bir an önce hayata geçirme noktasında düzenlemeler de yapalım, sosyal ve ekonomik tedbirleri de beraberinde alalım; bu, bir büyük gerekliliktir diyorum.
Bugüne kadar, Türkiye, milyarlarca dolar kaynağını terörle mücadeleye harcamışken üzücü olan şudur: Türkiye'yi müttefiklerinin bile anlayamamasıdır. Terör, sadece misakımillî sınırlarımız içerisinde değil, aynı zamanda sınırlarımızın dışında da birtakım lojistik destekler alarak, eğitim kampları kurarak ve yabancı birtakım ülkelerin de desteğiyle hayat bulmaktadır, vücut bulmaktadır. Mesela, Avrupa Birliği üyesi Danimarka ülkesi bile, Türkiye'yi terörle mücadele konusunda ve terörden ne kadar zarar gördüğü konusunda, maalesef, anlayamamış ve bütün taleplere rağmen, Roj TV’yi kapatma konusunda ve yayınını durdurma konusunda hiçbir adım atmamıştır. Hükümetin bu noktada daha etkin ve daha duyarlı olması ve Avrupa Birliği üyesi olan Danimarka’nın ikna edilmesi konusunda diplomatik temasların daha yoğun bir şekilde, daha ısrarcı ve daha etkin bir şekilde sürdürülmesi gerektiği, büyük bir sorun olarak önümüzde durmaktadır.
Güvenlik güçlerinin, askerimizin ve polisimizin etkinliğini ve motivasyonunu azaltacak, onların şevklerini kıracak her türlü düzenlemelerden ve her türlü beyanatlardan ve ifadelerden herkesin kaçınması gerekmektedir. Özellikle siyasîler, söyledikleri sözü söylemeden önce defalarca düşünüp, bu şekilde söylemeleri gerekmektedir ki, aksi takdirde, güvenlik güçlerimizin etkinlik ve motivasyonunu azaltır, aynı zamanda, terör örgütlerine de bir moral desteği vermiş olur. Söylenen her şeyin önemli olduğu bilincinde olmamız gerekir ve yanlış ifadelerden ve yanlış düzenlemelerden… Bu düzenleme yasal düzenleme de olabilir, farklı düzenlemeler de olabilir, Avrupa Birliğinden gelen uyum yasaları da olabilir; biz, kamu düzenimizi, Türkiye’nin birlik ve beraberliğini, ulusal çıkarlarımızı ve bütünlüğümüzü, hiçbir temel hak ve özgürlüğe değişemeyiz, değişmemiz de mümkün değildir, bunun böyle bilinmesi gerekmektedir.
Eğer güvenlik güçlerimiz “kısıtlanmış yetkilerle terörle mücadele ediyoruz” diyorsa, orada bir defa bir durup düşünmemiz gerekiyor; çünkü, Türkiye’de, özellikle Türk Silahlı Kuvvetlerimiz ve Emniyet güçlerimiz etkin bir şekilde terörle mücadele eden en önemli kurumlarımızdır ve bu kurumlarımızdan eğer bu tür ifadeler çıkıyorsa, kısıtlanmış yetkilerle terörle mücadele ediyoruz diyorlarsa ve aradan eğer birbuçuk yıllık bir zaman geçtiği halde onların istekleri, telkin ve tavsiyeleri doğrultusunda bir yeni düzenleme yapamıyorsak ve aradan…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Eraslan, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
MEHMET ERASLAN (Devamla) – …birbuçuk yıl geçtikten sonra ancak yeniden bir Terörle Mücadele Kanunu şeklinde yeni bir düzenlemeye henüz şimdi başlıyorsak, bizim, demek ki, terörle mücadele konusundaki duyarlılığımızın ve hassasiyetimizin yeniden ele alınıp sorgulanması gerektiği kanaati hâsıl oluyor. Çok önemli bir konu, Türkiye’yi ve yetmişüç milyon ülke insanını ilgilendiren bir konu. Bu konunun yeniden, aslında, Türkiye Büyük Millet Meclisinde genel görüşme olarak ele alınması, irdelenmesi gerektiğine inanıyorum. Bununla ilgili alınması gereken, terörle mücadele konusunda alınması gereken tedbirler konusunda da ileriki maddelerde görüşlerimi, düşüncelerimi sizlere aktaracağım.
Bu vesileyle, bu kanunun ülkemize, milletimize hayırlar getirmesini temenni ediyorum ve hepinizi saygıyla ve hürmetle selamlıyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Şahsı adına, Bekir Bozdağ kendisine fırsat verdiği için, Mustafa Nuri Akbulut, Erzurum Milletvekili; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Erzurum) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan Terörle Mücadele Kanununun değiştirilmesine ilişkin tasarının 1 inci maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, terörle mücadele, dünyadaki tüm ülkelerin ortak sorunudur. Yaşanan gelişmelere paralel olarak, günümüzde, örgütlü olarak işlenen suçların ve suç örgütlerinin sayılarının giderek artmakta olduğu bir vakıadır. Bu nedenle, gelişmişlik düzeyi ne olursa olsun, dünyadaki tüm ülkeler uluslararası alanda işbirliği içinde kendi iç hukuklarında yaptıkları düzenlemelerle terörle mücadeleye çalışmaktadır. Terör eylemleri, bir yandan kişi hak ve özgürlüklerinin kullanılmasını tehdit ederken, diğer yandan sosyal ve ekonomik gelişmeyi engelleyerek toplumu derinden etkilemektedir.
Terör eylemleri, genel olarak ceza kanunlarında suç olarak yer almakla beraber, devletin varlığını tehlikeye düşüren, temel yapısını ve niteliklerini bozan, devlet otoritesini zaafa uğratan bu suçlar terör suçu olarak farklı uygulamalara tabi tutulmaktadır.
Terör tanımı konusunda uluslararası alanda kabul edilmiş bir tanım yoktur. Türkiye’nin de taraf olduğu Terörizmin Önlenmesine Dair Avrupa Sözleşmesi terör suçu olarak sayılabilecek bazı suçlara ilişkin liste içermektedir. Avrupa’da Fransa, İngiltere, Almanya, İsviçre, İtalya ve Danimarka gibi ülkeler terörle mücadele konusunda yasalarında özel düzenlemeler yapılmasına ihtiyaç duyan ülkelerdir.
Değerli arkadaşlar, ülkemizde Terörle Mücadele Kanunu ilk olarak 1991 yılında 3713 sayılı Yasayla düzenlenmiştir. Onbeş yılı aşkın bir süreden beri uygulamada olan Terörle Mücadele Kanunu zaman içerisinde 14 kez değiştirilmiş ve Anayasa Mahkemesi tarafından da bazı maddeleri iptal edilmiştir.
Milletimizin huzur ve güveninin teminatı olan güvenlik güçlerimiz üstlendikleri bu görevi insanüstü bir gayretle ve gerektiğinde canlarını feda etmekten çekinmeyerek hakkıyla yerine getirmektedir. Ancak, çağın imkânlarından yararlanmak suretiyle organize bir şekilde çalışan suç örgütleri karşısında daha etkin mücadele edilebilmesi için yaşanan süreçte ortaya çıkan ve ihtiyaç duyulan bazı düzenlemelerin yapılması gerektiği kuşkusuzdur. Bu ihtiyaç, güvenlik güçlerimizce de en üst düzeyde dile getirilmiştir. Bu amaçla, kapsamlı ve titiz bir çalışma yürütülmüş ve bu çalışma sonunda, şu anda görüşülmekte olan Terörle Mücadele Kanununda değişiklik yapan tasarı huzurlarınıza getirilmiştir.
Tasarının 1 inci maddesiyle, Terörle Mücadele Kanununun 1 inci maddesinin “Terör ve örgüt tanımı” şeklindeki başlığı “Terör tanımı” olarak değiştirilmiştir. Değiştirilme sebebi, terör örgütünün, yeni Türk Ceza Kanununun 220 nci maddesinde Türkiye’nin taraf olduğu Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesinin 2 nci maddesindeki tanıma uygun olarak yapılmış olması nedeniyledir.
Bu vesileyle, hepinize yeniden saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Akbulut.
Sayın milletvekilleri, maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
2 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2- 3713 sayılı Kanunun 3 üncü maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"MADDE 3- 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 302, 307, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 320 nci maddeleri ile 310 uncu maddesinin birinci fıkrasında yazılı suçlar, terör suçlarıdır."
BAŞKAN – Madde üzerinde, Anavatan Partisi Grubu adına, Mersin Milletvekili Hüseyin Güler.
Sayın Güler, buyurun. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
Süreniz 10 dakika.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU ADINA HÜSEYİN GÜLER (Mersin) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlar; Terörle Mücadele Kanununun 2 nci maddesi üzerine Grubum adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Böyle hassas bir kanun üzerinde yorum yaparken, bu toplumun kamplaşmasına ve kutuplaşmasına hizmet etmeden, sağduyu ve soğukkanlı bir şekilde bu kanunun yapılanmasında fayda var diye düşünüyoruz. Tabiî ki, Sayın Bakanı dinledikten sonra, hâlâ kafamızda soru işaretleri var. Biz, Anavatan olarak, kanun üzerinde, gerek Grup Başkanvekilim ve diğer sözcü arkadaşlarımız, üzerlerine düşen mesajları verdi; ama, Sayın Bakanı dinledim, ama, AKP’nin duyarsızlığını gördükçe de, burada hayretle karşılıyoruz. Bu kadar hassas, gerginlik yaratılan bir kanun üzerinde bu kadar duyarsız kalmasına da anlam vermekte zorlanıyoruz.
Evet, terörün her türlüsüne, gerek etnik gerek dinsel veya hangi kimlik ve sıfatla olursa olsun karşısındayız. Tabiî, terör bir derecede sonuç gibi algılanabilir. Bu toplum çok acılar çekti. Temennimiz, bu kanun çıkarken sağduyu ve soğukkanlı anlayışın bu Türk toplumu üzerinde hâkim olmasını bekliyoruz. Hassas konular tartışılırken kaş yapalım derken göz çıkarmayalım ya da ateşe benzinle gitmeyelim.
Bu toplum uzun yıllardır terör sıkıntısıyla baş başa; yani, bunu sıfatlandırmaktan... Ama, bunun en büyük bedelini hem canıyla, Türk Halkı, hem de maddî varlığıyla da faturalar ödenmeye devam etmekte.
Peki, bunlar çözümleniyor mu; değil, sadece bastırılıyor. Bastırmak bir çözüm mü; kısmen bir çözüm; ama, bir süre sonra, o güç mekanizması ortadan kalktıktan sonra tekrar hortluyor.
Bizim, burada, işin analizini yaparken sosyoekonomik ve kültürel değerlerle birlikte analiz etmekte fayda var; aksi takdirde, büyük bedelleri ödemeye devam ederiz. Biz, Türk toplumu hoşgörü, saygı… Hoşgörü ve saygıya evet, tavize asla. Bu ince anlayış içerisinde Türk toplumunu kucaklayan, tüm değerlerini okşayan, maddî, manevî, gelenek ve göreneklerine sahip çıkan bir anlayış içerisinde tartmakta fayda var.
Gönül istiyor, yürek istiyor, hepimiz bu sıkıntılara son verilmesi... Artık şehitlerimiz olmasın, artık analar ağlamasın, artık Türk Milleti bedel ödemesin; ama, bunun karşısında, eğer, biz siyasal duruşumuzu çözümden yana, sağduyudan yana kullanmadığınız müddetçe de, sadece birilerinin ekmeğine yağ sürülür. Etki-tepki, gerginlik, bu, topluma sadece zarar verir.
Bizim, burada, altını çizmemiz gereken değerlerden biri bu. Özellikle, ben, kendim, Mersin yöresinden, yüzde 70’i göç olan bir toplumun, bir ilin bir temsilcisi olarak, hoşgörünün ve anlayışın olduğu bir adresten aranızdayız. Bu vesileyle, Mersin’deki hoşgörü ve sağduyunun temel göstergesi barışa katkı.
Zaman zaman çıkan bir olumsuzluk, maalesef, Türkiye’yi sarsmakta. Aslında toplum sürekli cinnet safhasında, en ufak bir olguyu kıvılcım olarak algılayıp ve toplum psikolojisinde maalesef lince varan bir anlayış hâkim. Bizi bu terör konusunda son derece soğukkanlı ve bu kanun… Tabiî ki, temennimiz bu terörün bitmesi ve acıların son bulması; ama, aksayan yönlerin çok ciddî anlamda tartılması gerekiyor; çünkü, uluslararası, artık, evrensel boyutla olayı algılamak lazım. İnsan haklarından asla taviz vermeden, hoşgörü ve gelenek, göreneklerden asla taviz vermeden; ama, terörle de mücadeleyi en iyi şekilde yapmak. Bu, işte, dengeler unsuru; ama, dört yılda varılan sonuç maalesef her geçen gün artan acılar olarak karşımıza geldi. Bir dönem, AKP İktidarından önce baskılanmış bir terör olayları bugün maalesef artmaya devam etti; ama, yine de her şeye rağmen tüm toplumu kucaklayacak mesajların verilmesinde fayda vardır diye düşünüyorum ve bu terörün sorununun sadece bir yargı veya sadece bir emniyetin çözüm unsurunun tek faktör olmadığını, bununla beraber toplumun değerlerini ve özellikle, ekonomik, eğitim ve kültürel alanda toplum barışını kucaklayacak bir anlayışla harmanlanmasını bekliyoruz; aksi takdirde kanun tek başına yeterli kalmayacaktır ve bu kanunla da, mücadelede istenilen düzeyde sonuç alınmayacaktır.
Bugün, ülkedeki yaşadığımız sürece baktığımızda kimliklerin kurcalanması, kimliklerin… Tabiî ki herkesin bir alt kimliği de olabilir; ama, bir üst kimliği vardır ve Türkiyeli olmaktan, Türk olmaktan... Ve bu değerlere üniter yapı ve sistemi içerisinde, bir bütünlük içinde bakmakta fayda vardır. Bizim bugün ulusal değerlerimizi öne çıkaracak ve paydaş diyeceğimiz, duygudaş diyeceğimiz bir anlayışın hâkim kılınması gerekir. Aksi takdirde kangrenleşen süreç içerisinde birileri siyasal rantını çok çabuk almaya hazır; ama, Türk Milletinin üzerinde, Türk Halkını oluşturan tüm birimleriyle, halklarıyla beraber bunu kurcalamak ve kaşımak sadece bu topluma zarar verir. Bu süreci iyi değerlendirmek lazım. Ciddî anlamda toplumsal barışı öne çıkaracak bir siyasal iradenin ve duruşun öne çıkması gerekir. Burada en önemli unsur, burada Meclis iradesinin bu konudaki hassasiyetini, dozunu çok iyi ayarlaması lazım; verdiği her mesajda toplumu öne çıkaran, tüm değerlerine saygı duyan ve toplum barışını kucaklayacak ve toplumu kucaklayacak bir anlayışın, mesajın çıkmasını yürekten istiyoruz.
Teknik bir konu, hassas bir konu. Bu konuda, tabiî ki, AKP, tüm sevabıyla günahıyla bunu kendi birikimi sonucu Meclis gündemine getirdi. Meclis iradesi, tamamiyle AKP’nin kendi inisiyatifi dahilinde. Ne konuşurlarsa, onlar konuşuluyor.
Böyle bir hassas konu üzerinde gerek komisyon ve gerek uluslararası bir alanda, ülkemin insan hakları ölçeğinden asla taviz vermeden, terörle mücadelenin başarıya ulaşmasını bekliyoruz. Toplumun bir an önce huzura kavuşmasını diliyor, temennimiz, bu kanunun topluma hayırlı ve uğurlu olmasını bekliyor, bir an önce barışın, huzurun temel oluşturması dileğiyle hepinize saygılar sunuyorum. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Güler.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Niğde Milletvekili Orhan Eraslan.
Sayın Eraslan, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ORHAN ERASLAN (Niğde) – Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin değerli üyeleri; görüşülmekte olan tasarının 2 nci maddesi üzerine, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, önemli bir tasarı görüşülüyor; Terörle Mücadele Yasası Tasarısı. Cumhuriyet Halk Partisinin tutumu bu konuda net. Terörle mücadele iradenizi destekleyeceğiz, eğer, irade koyarsanız. Yanlışlarınızı söyleme durumundayız. Yanıldığınız noktaları belirtme durumundayız. Muhalefet olmanın gereği de budur.
Şimdi, seyirci de değiliz. Ne yaparsanız, siz yapın; biz karışmıyoruz noktasında da değiliz. Bu ülke bizim ülkemiz. Gördüğümüz yanlışlıkları söyleyeceğiz.
Doğrusu, bu yasayla ilgili ben hiçbir şekilde polemik yapma, polemik konusu yaratma ihtiyacı, arzusu içerisinde değildim. Ne ben ne Partim böyle bir ihtiyaç içerisinde değil, ne Sayın Genel Başkanımız; çünkü, biz baştan dedik. Taa ne zaman dedik; 15 Eylül 2005’te. Gelin, şu terör işini bir konuşalım; 2002’deki boyutundan farklı noktaya doğru gidiyor, buna etkin önlemler alınmazsa gelişecek dedik, bu konuda destek olacağız alacağınız ciddî, etkili önlemlere; çünkü, terör hepimizi yakıyor, ülkemizi yakıyor, yok ediyor. Bunu söyleyerek kendimizi bağladık, bundan geriye düşmemiz söz konusu değil; ama, bunu söyledik diye, getirilen her şeyi de, seyirciyiz işte, ne yaparsanız yapın, siz yaptınız, sonucuna siz katlanırsınız; böyle bir şey yok. Hataları söyleyeceğiz, iktidar olmanın olgunluğunu taşıyarak bunları göreceksiniz, kabul ettiklerinizi de düzelteceksiniz, kabul etmediklerinizin de sorumluluğuna katlanacaksınız.
Böyle bir çalışma içerisindeyken, doğrusu, 6 ncı maddenin son fıkrası, yani, 221 inci maddeye yollama yapan son fıkrasıyla ilgili bir polemik de açmak hevesi ve arzusu içerisinde değildik; geçmişte kaldı, düzeltildi. Nasıl olsa düzeltildi, AKP tarafından düzeltildi, ama hükümeti, ama bizim içinde üye bulundurmadığımız komisyonu, bu hatanın farkına vardı, düzeltti. Önemli olan düzeltilmesi diye düşünerek, böyle bir polemik içerisinde değildik, ihtiyaç içerisinde de değildik; ama, Sayın Bozdağ’ın konuşmasından sonra, konunun yeterince anlaşılamadığı ortaya çıktı. Bir kez daha anlaşılsın diye buradan anlatıyorum.
Değerli arkadaşlarım, 6 ncı maddeye yapılan etkin pişmanlık -şimdi çıkarıldı, ondan dolayı, yanlıştan dönülmesini doğru buluyorum- eğer, Sayın Bozdağ’ın iddia ettiği gibi, minareyi düzeltme olayıysa, düzeltmeyiniz, eğri kalsın, böyle bir risk yoksa; varsa, bunu bir savunma refleksi içerisinde dile getirmek doğru değildir. O zaman ben şunu anlıyorum: Ne acıdır ki, İktidar Partimiz, hâlâ, terörle mücadelenin ne noktada olması gerektiğini, ihtiyacının neler olduğunu kavrayamamış; bunu anlıyorum. Eğer kavrandı, düzeltildiyse,mesele yok. Amacımız üzüm yemek, bağcı dövmek değil, kimseyi suçlamak değil. Düzelttik dersiniz, laf biter. Düzeltilmiş, tamam; ama, bunu hatıra yaptık… Bu doğru değil, bunu kabul edemem, bunu siyasî etiğe de aykırı bulurum, çok vahim bir şey.
Şimdi, bakınız, arkadaşlar, Türk Ceza Yasasına hep yollama yapılıyor, sanki Türk Ceza Yasası anayasa! Kaldı ki, bizim, Türk Ceza Yasasını da hangi koşullar altında yaptığımızı hepiniz biliyorsunuz. Muhalefetimizi de, burada, bizzat benim ağzımdan dile getirdik; ama, Avrupa Birliği için şart koşuldu, engelleme yapmayacağız dedik; tıpkı, bugün olduğu gibi. Bugün de, Terörle Mücadele Yasasına engelleme yapmayacağız; ama, içeriğini eksik buluyoruz, yanlışlıklarla dolu buluyoruz. Bunları söyleyeceğiz. Yani, engelleme yapmamış olmamız, onu kabul ettiğimiz biçiminde yorumlanmamalıdır. Bu doğru değildir. Bu haklı değildir değerli arkadaşlarım.
Şimdi, Ceza Yasasında, örgüt maddesi 220 nci maddede düzenlenmiştir. Silahlı örgüt, yani örgütün özel bir biçimi, nitelikli bir biçimi 314’te düzenlenmiştir. Bölücü örgüt… Ona örgüt denmediği için, arkadaşlarım hep şaşırıyor. Bölücülükle ilgili madde 302’dir. O da, örgütün özel bir biçimidir, nitelikli bir biçimidir, yani, ülke topraklarını bölmek için örgüt kurmaktır. Kim diyor böyle; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi. Nerede; burada, elimizde karar. Değerli arkadaşlarım, yani, Abdullah Öcalan’la ilgili karar, burada okuduk, dinleseydi arkadaşlar, bu inceliği kaçırmazdı.
Anayasal düzeni ihlal etmek için, yani anayasal düzeni ihlal etme suçu, o da bir örgüt suçudur, o da nitelikli bir suçtur; çünkü, bu suçlar bireysel olarak işlenemez, örgüt vasıtasıyla işlenebilir. Şimdi, siz, Terörle Mücadele Yasasını çıkarıyorsunuz, yazıyorsunuz; diyorsunuz ki, şu şu suçlar terör suçu, 314 terör suçu, 302 terör suçu, 309 terör suçu, doğrudur. Altına da ekliyorsunuz, 6 ncı maddeye; örgütten kastedilen şey… Örgütün yöneticileri 221’deki yani, “niteliksiz örgütün etkin pişmanlığındaki maddeden istifade eder” diyorsunuz. Gerekçesinde de “buna teröristbaşı da dahildir” diyorsunuz. Şimdi biz bunu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi çerçevesi içerisinde gösteriyoruz. Diyoruz ki: Bu yanlıştır. Bu, şu sonucu doğurur, bunu görün. Ha, şimdi çıktı bu. Ama, bir arkadaşımız hâlâ diyor ki: “O sonucu da doğurmazdı. Filanca öyle dediydi, feşmekanca…” Arkadaşlar, her bilimsel düzeydeki toplantıda, her sempozyumda, her noktada bunu tartışmaya hazırım herkesle.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bir başka kararını -yani, kime ait olduğunu söyleyemeyeceğim, cevap verme durumunda değil- okuyorum size; bakın, Terörle Mücadele Yasası içerisine almışsınız silahlı örgütü, bölücü örgütü ve ideolojik örgütü, anayasal düzeni değiştirmek için. Bunlardan silahlı örgüte faydalandırırım, diğerine faydalandırmam diye bir şey yok. Bak ne diyor: “Farklı insan grupları arasında değil, farklı suç türleri arasında ayırım yapıldığı sonucuna varılmıştır. Sözleşmenin 10 uncu maddesinin ihlal edildiği 16’ya karşı 1 oyla” diyor Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi. Yani, bu haliyle biz bu tehlikeyi gördük ve anlattık size. Siz de düzelttiniz. Ama, bir arkadaşımız hâlâ ısrarda. Eğer İktidar Partisinin çoğunluğu bu ısrardaysa, yanlıştasınız arkadaşlar, yanlışta ve kayıptasınız. Bunu açıkça belirtmek gerekir. Polemik olsun diye konuşmuyorum.
Şimdi yine bir noktayı belirtiyorum size. Değerli arkadaşlar, terörle ilgili düzenlemeler konjonktüreldir. Konjonktür getirir, irticaî faaliyet öne çıkar; konjonktür getirir, bölücü faaliyet ortaya çıkar; konjonktür getirir, başka bir siyasî terör ortaya çıkar. Şimdi “konjonktürel değildir” deme imkânına sahip değiliz. Şimdi konjonktürel dalgalanmalara bağlı düzenlemeler yapılıyor diyor arkadaşlar. Doğrudur; yani, terör öyle bir şeydir tam da.
Şimdi bir şey yaptınız. 1 inci maddenin altında, ikinci ve üçüncü fıkrasında yazılı “cemiyet, teşekkül, silahlı teşekkül, silahlı cemiyet ve suç için anlaşma…” Bunların hepsini çıkarttınız.Burada amaç, kimi irticaî eylemcileri himaye etmekse, onunla kalmazsınız!.. Onunla kalmazsınız!.. Sivas katliamı benzeri olayları kışkırtıcı, silah kullanmadan, kışkırtıp katliam yapanları terör kapsamına alamazsınız, terör suçu kapsamına alamazsınız; sorgulama, ceza infazı yönünden farklı neticelere ulaşır. Başka ayaklanma tarzında eylem yapanları alamazsınız. Burada her şeyi tutanağa geçirtmemek için ölçülü konuşuyorum, yanlış neticelere ulaşırsınız. Bunu biz hatırlattık size. Yanlış yapıyorsunuz dedik. Bireysel terörizmle…
Şimdi şöyle bir saplantı var arkadaşlarımın kafasında, İktidar Partisi milletvekillerinin: Terörizm silahlı bir örgüt olmazsa olmaz. Hayır, bu yanlış. Terörizm bireysel de olur, silahlı örgütle de olur, silahsız örgütle de olur. Terörizm tanımlanmaz zaten, tanımlayanı da yok bunu. Önemli olan, toplum düzenini ciddî bir biçimde zedeleyen…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Eraslan, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
ORHAN ERASLAN (Devamla) - … ciddî bir biçimde sarsan, insanlara korku veren, düzeni tehdide düşüren ve kıyımı, can yakmayı, mal kaybını yaratan şeylerdir terörizm.
Şimdi bir tehlikeye dikkatinizi çektim. Bakınız, canlı bir örnekten dikkat çektim. Danıştay katliamı nedeniyle örgüt olayını, temenni ediyorum ortaya çıkarırsınız. Çıkaramazsanız, bireysel terörizmi düzenlemediğiniz için, dört gün gözaltında tutulduğu için Türkiye’yi sıkıntıya sokacaksınız. Bunu niye görmüyorsunuz? Terörizm, öyle zannedildiği gibi, kafanızdaki modele uygun şeyler değil.
Bu konuda polemik açmak gibi bir niyetimiz yok; ama, eksiğinizi söyleyeceğiz. Biz terörle mücadele iradesine destek veririz, varsa iradeniz; ama, yanlışlarınızı söylemek durumundayız. Yani, temel hakların özüne dokunuyorsanız, onu da söylemek durumundayız. Şimdi bunları söyledik, mücadele amacına destek verdik diye buna katıldık anlamını da kimse çıkarmasın.
Hepinize saygılar, sevgiler sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Saygıdeğer arkadaşlarım, aynı anda müracaat eden arkadaşlar arasından kura çekeceğim, kimlere çıkarsa onlara söz vereceğim.
Sayın Mehmet Eraslan, Sayın Bekir Bozdağ…
Sayın milletvekilleri, bu kura çekeceğimiz arkadaşlar, isterseniz, kendi aranızda oturun bir konuşun, hangi maddelerde kim konuşacaksa, her madde üzerinde tekrar tekrar kura çekme işlemi yapmayayım. Anlaşın, ona göre işleri neticelendirelim, bize de kolaylık sağlayın; herhalde, bu iyiliği esirgemezsiniz, umarım.
Buyurun Sayın Mehmet Eraslan.
MEHMET ERASLAN (Hatay) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlıyorum.
Tabiî ki, terörle mücadelede yasal düzenlemeler, kanunî düzenlemeler önemli; ama, onun dışında siyasî otoritenin bölgede alacağı sosyal ve ekonomik tedbirler de çok önemli ve yapılan yasama çalışmasının uygulanabilirliği ve rantabl olması bir o kadar daha önemli.
Terörle mücadelede gözaltı süresi… Dün de ben burada ifade ettim. Sayın Bakanımız da buradalar. Ben, terör suçundan yakalanan insanların, mesela İngiltere’de 28 gün gözaltında bulundurulup, olayın daha ciddî manada çok aşağılara inerek tetkik edilmesi konusunda daha bir duyarlı olunduğunu biliyorum; ama, bizde 24 saat. Bir terör zanlısını veya bir terör suçlusunu yakalıyorsunuz, askerimiz veya polisimiz, 24 saat içerisinde, daha onun kimliğini dahi belki tespit edemeden, kim olduğunu, nereli olduğunu, neci olduğunu, belki adını, soyadını dahi tespit edemeden, çok doğru ve sağlıklı bilgiler almadan, o kadar kısa bir süre içerisinde savcılığa götürmek zorunda kalıyor.
Değerli arkadaşlar, işte, terörle mücadelede yasama faaliyetinin veya kanun hazırlıklarının önemli olduğu bir gerçek; ama, uygulanabilirliği ve etkin bir terörle mücadeleye ne kadar yardımcı olabildiği çok önemli.
Kamu düzeninin, ülkenin birlik ve beraberliği ile bölünmez bütünlüğünü biz hiçbir şekilde… İşte, biz demokratik bir ülkeyiz, temel hak ve özgürlüğe saygı duyan bir ülkeyiz. Evet, böyle bir ülkeyiz; ama, ülkenin bölünmez bütünlüğüne saygı duymayan hiç kimseye saygı duyma imkânımız yoktur, söz konusu olamaz.
Demokrasi, hiç kimseye sınırsız ifade özgürlüğü tanımaz; demokrasi, hiç kimseye sınırsız fiil işleme özgürlüğünü tanımaz. Evet, işte, yapılan son yasal düzenlemelerden sonra -Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde birtakım düzenlemeler yapıldı- bakıyoruz, ondan sonra, birileri, birtakım çevreler ve terör örgütü mensupları, demokrasiyi, temel hak ve özgürlükleri kendilerine kalkan edinerek, emellerine ulaşmak için bir hayli gayret içerisindeler. İşte, bu düzenlemeler yapılır iken, bu kanunî hazırlıklar, düzenlemeler yapılır iken, bunların gözardı edilmemesi gerekir düşüncesindeyiz.
Ve sınırötesi harekât çok önemli. Kendi misakımillî sınırlarımız içindeki odaklara operasyon yapma konusunda bir zorluğumuz yok. Hem Türk Silahlı Kuvvetlerimiz hem de güvenlik güçlerimiz -polisimiz- işbirliği yaparak, istihbarî bilgiler doğrultusunda operasyonlarını yapıyorlar; ama, terör örgütünün beslendiği yer esasen sınırötesidir, Kandil Dağıdır, Kuzey Irak’tır. Eğitimini de oradan alıyor, lojistik desteğini de oradan alıyor; kimlerin onlara destek verdiği de belli, kimlerin onlara ekonomik, lojistik silah yardımı yaptığı da belli ve onlara kimlerin eğitim verdiği de belli.
Sınırımızın hemen yanı başında diye biz, Türkiye olarak, yüce millet adına bir operasyon yapma zorluğu içerisindeyiz ve bunun aşılması gerekiyor; çünkü, bataklığın kaynağı orada. Biz, sivrisineklerle uğraşıyoruz. Sivrisineklerle uğraşacağımıza, güçlü, yüce Türkiye Cumhuriyeti Devleti adına ilgililerle oturup, müttefiklerimizle oturup -karşılıklı menfaat ilişkisine dayalı bir diplomasi var ise- arkadaş, millet olarak artık bizim buna tahammülümüz kalmadı, biz bunu kaldıramayız; millet olarak, vatandaş olarak…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
MEHMET ERASLAN (Devamla) - …artık bizim şehit verme takatimiz sona ermiştir ve terörle mücadelede ya bizim yanımızda durarak, somut adımlar atarak operasyonlar düzenleyelim, bataklıkları kurutalım veya bizim işimize karışmayın, kendi işimizi kendimiz yapalım deme cesaretini, şecaatini göstermeliyiz; Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak göstermeliyiz, Türkiye adına ve yetmişüç milyon ülke insanı adına göstermeliyiz, bu siyasî iradeyi sergilemeliyiz. Aksi takdirde, böyle edebiyatlar parçalayarak, şiirler okuyarak hiçbir yere varmamız mümkün değil.
Hazırlanan Terörle Mücadele Kanununun uygulanabilirliği çok önemli, arazide ve yargıda özellikle. Türk Silahlı Kuvvetlerinin ve güvenlik güçlerinin ne kadar elini kolunu serbest bıraktığı ve ne kadar onların etkin mücadele edebilmesi için işe yaradığı tekrar ele alınmalı ve irdelenmelidir diyorum.
Bu düşüncelerle, hepinize saygılar sunuyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Şahsı adına Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ.
Buyurun Sayın Bozdağ. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Terörle Mücadele Kanununun bazı maddelerinde değişiklik öngören kanunun 2 nci maddesi, yürürlükteki Terörle Mücadele Kanununun 3 üncü maddesinde değişiklik öngörmektedir. Bu değişiklikle kanunun metni mukayese edildiği zaman, esasında, yapılanın, büyük bir oranda yeni Türk Ceza Kanununa uyum olduğu görülmektedir. Mevcut yasamızın 3 üncü maddesinin başlığı “Terör suçları,” yeni yasada da aynı şekildedir ve ikisinde olan maddeleri mukayese ettiğimiz zaman, 5237 sayılı yeni Türk Ceza Kanununun “Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak” başlıklı 302 nci maddesi, eski Ceza Kanunumuzun 125 inci maddesine; “Askerî tesisleri tahrip ve düşman askerî hareketleri yararına anlaşma” başlıklı 307 nci maddesi, eski Ceza Kanununun 131 inci maddesine; “Anayasayı ihlal” başlıklı 309 ve “Yasama organına karşı suç” başlıklı 311 inci maddesi, eski yasanın 146 ncı maddesine; “hükümete karşı suç” başlıklı 312 nci madde, eski yasanın 147 nci maddesine; “Yabancı hizmetine asker yazma, yazılma” başlıklı 320 nci madde, eski yasanın 148 inci maddesine; “Suç işlemeye tahrik” başlıklı 214 üncü madde ve “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine karşı silahlı isyan” başlıklı 313 üncü madde, eski yasanın 149 uncu maddesine; “Cumhurbaşkanına suikast ve fiilî saldırı” başlıklı 313 üncü madde, eski yasanın 156 ncı maddesine tekabül etmektedir. Burada fark olan, yeni olan bir husus var, o da şu: Eski yasanın 171 inci maddesi, yeni yasamızın da 316 ncı maddesi “Suç için anlaşma” başlıklı idi. Eski yasada -şimdiki yasamızın 314 üncü maddesinde yer alan- silahlı örgüt, terör amacıyla işlenen suçlar kapsamında iken, bu düzenlemeyle beraber “suç işleme” başlıklı 316 ncı madde terör amacıyla işlenen suçlar kapsamına alınırken, “Silahlı örgüt” başlıklı 314 üncü madde terör suçları kapsamına alınmıştır. Bunun dışında maddede bir yenilik yoktur.
Hayırlı olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
3 üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3- 3713 sayılı Kanunun 4 üncü maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Terör amacı ile işlenen suçlar
MADDE 4- Aşağıdaki suçlar 1 inci maddede belirtilen amaçlar doğrultusunda suç işlemek üzere kurulmuş bir terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde işlendiği takdirde, terör suçu sayılır:
a) Türk Ceza Kanununun 79, 80, 81, 82, 84, 86, 87, 96, 106, 107, 108, 109, 112, 113, 114, 115, 116, 117, 118, 142, 148, 149, 151, 152, 170, 172, 173, 174, 185, 188, 199, 200, 202, 204, 210, 213, 214, 215, 223, 224, 243, 244, 265, 294, 300, 316, 317, 318 ve 319 uncu maddeleri ile 310 uncu maddesinin ikinci fıkrasında yer alan suçlar,
b) 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunda tanımlanan suçlar,
c) 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanununun 110 uncu maddesinin dördüncü ve beşinci fıkralarında tanımlanan kasten orman yakma suçları,
ç) 10/7/2003 tarihli ve 4926 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanununda tanımlanan ve hapis cezasını gerektiren suçlar,
d) Anayasanın 120 nci maddesi gereğince olağanüstü hal ilan edilen bölgelerde, olağanüstü halin ilanına neden olan olaylara ilişkin suçlar,
e) 21/7/1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun 68 inci maddesinde tanımlanan suç."
BAŞKAN – Burada gruplar adına söz yok.
Şahsı adına söz alan milletvekili arkadaşlarım, Sayın Bozdağ, Sayın Akbulut ve Sayın Eraslan, isterseniz, ben, dönüşümlü olarak, sizler her maddede konuşacaksanız, size söz hakkı vereyim, öyle mi?
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Erzurum) – Değişerek konuşacağız.
BAŞKAN - Yani, her defasında burada kura falan çekmek gibi bir işlem olmasın.
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Erzurum) – Gerek yok.
BAŞKAN - Sayın Eraslan, konuşacak mısınız bu madde üzerinde?
MEHMET ERASLAN (Hatay) – Bu madde üzerinde konuşacağım Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın Bozdağ, siz konuşmuyorsunuz o zaman.
BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Evet.
BAŞKAN – Saygıdeğer arkadaşlarım, söz alan arkadaşlarım, Sayın Ergin -diğer grup başkanvekili arkadaşlarıma da soruyorum- şimdi, bu maddeler üzerinde başka arkadaşların da söz talepleri var; burada bir de konsensüs var, ittifak söz konusu. İsterseniz, öbür arkadaşlarımıza da, diğer milletvekili arkadaşlarımıza da bir söz sırası olsun diye ben şahsen düşünüyorum.
SADULLAH ERGİN (Hatay) – Başkanım, ayarlıyoruz.
BAŞKAN - Tamam, peki.
Buyurun Sayın Akbulut.
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Erzurum) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; görüşülmekte olan Terörle Mücadele Kanununun çerçeve 3 üncü maddesi hakkında söz almış bulunuyorum; hepinize saygılar sunuyorum.
Değerli arkadaşlar, tasarının 3 üncü maddesiyle, Terörle Mücadele Kanununun 4 üncü maddesinde bazı değişiklikler yapılıyor. Eski halinde, bir terör örgütünün, kurulmuş bir terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde ve Terörle Mücadele Kanununun 1 inci maddesindeki amaçlarla işlenmesi halinde diye on kadar suç tarif edilmişti. Bu tarif edilen suçlar, daha önceki kanunda, millî bayrağa ve alâmetlere saldırı, fesadı resmî makamlara bildirmemek, askerî komutanlıkların gaspı, askeri ve zabıtayı itaatsizliğe teşvik, halkı devlet kuvvetlerine karşı cürüm işlemeye teşvik, halkı askerlikten soğutmak gibi 10 kadar maddeydi. Yapılan değişiklikle bir terör örgütünün faaliyeti kapsamında ve Terörle Mücadele Kanununun 1 inci maddesinde belirtilen amaçlarla işlenmesi halinde diye bazı suçlar da bu kapsama alındı. Terörle Mücadele Kanununun 1 inci maddesindeki “amaçlarla işlendiği takdirde” dediği suçlar şunlar: Onları size hatırlatmak istiyorum: Cumhuriyetin temel niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzenini değiştirmek, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetinin varlığını tehlikeye düşürmek, devlet otoritesini zaafa uğratmak, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, devletin iç ve dış güvenliğini zaafa uğratmak gibi suçlar.
Bunun haricinde, tasarıyla, Ceza Kanunundaki 50 kadar suç da yeniden bu kapsama alınmıştı; ancak, Adalet Komisyonunda, özellikle Adalet alt komisyonunda yürütülen çalışmalar sırasında, daha önceden tasarıyla bu kapsama alınması düşünülen 10 kadar suç Terörle Mücadele Kanunu kapsamı dışına çıkarıldı. Bunlardan bazıları da, çocukların cinsel istismarı, çevrenin kasten kirletilmesi, parada sahtecilik, özel belgede sahtecilik, ihaleye fesat karıştırma, banka ve kredi kartlarının kötüye kullanılması, hükümlü veya tutuklunun kaçması gibi suçlardı. Ancak, tasarının çerçeve 3 üncü maddesinin başında, geldiği şekliyle “Kasten öldürme ve yaralama suçlarıyla cebir ve şiddet içeren suçlar” diye belirtmiş, ondan sonra bazı suçları madde madde saymıştı. Bu şekilde “Kasten öldürme ve yaralama suçları ve cebir ve şiddet içeren suçlar” ibaresi, kanunun, değişikliğin yürürlüğe girmesi halinde belki uygulamada karışıklıklara sebep olacaktı; yani, Ceza Kanunundaki hangi madde cebir ve şiddet içeriyor, hangi madde içermiyor gibi. Biz, bunun mahzurlarını düşünerek Adalet alt komisyonunda, bunları, yani, Ceza Kanununda cebir ve tehdit içeren, şiddet içeren suçları saydık terörle mücadele kapsamında değerlendirilmesi gerekenler olarak. Bu haliyle, belki, tasarıya ilk bakışta, mesela, intiharın terörle mücadeleyle ne anlamı var gibi düşünebilir değerli arkadaşlarımız; ancak -Sayın Bakanımız da belirtti- özellikle, canlı bombaları terör örgütlerinin sıkça kullanması nedeniyle intihara teşvikin de Terörle Mücadele Kanunu kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini düşündük. Burada 50 kadar suç sayılıyor. Ben onlardan -tabiî, madde olarak teker teker açıp bakmak Iazım ama- bir kısmını sizlere hatırlatacağım. Göçmen kaçakçılığı, insan ticareti, kasten öldürme, intihara yönlendirme, kasten yaralama, eziyet, tehdit, şantaj, cebir; kişiyi hürriyetinden, eğitiminden, çalışma hürriyetinden, siyaset haklarını kullanmasından, inanç hürriyetinden mahrum etme; konut dokunulmazlığını ihlal, sendikal hakların kullanılması, nitelikli hırsızlık, yağma, mala zarar verme, genel güvenliği kasten tehlikeye düşürme, radyasyon yayma, atom enerjisiyle patlamaya sebebiyet verme, zehirli madde katma, uyuşturucu ve uyarıcı madde imal ve ticareti gibi suçlar. Bunlara ilaveten, daha önceki kanunda vardı, 6136 sayılı Yasa kapsamındaki suçların kurulu bir terör örgütü faaliyeti çerçevesinde işlenmesi; yine, Anayasanın 120 nci maddesinde belirtilen olağanüstü hal ilanına sebep olan olaylara ilişkin suçlar; bunlara ilaveten, kasten orman yakma suçu ilave edildi, bir de, kültür ve tabiat varlıklarının yine terör örgütleri eliyle işlenebilecek tek bir 68 inci maddesi bu kapsama alındı. Yasadaki değişiklikler bunlar.
Ben, bu vesileyle, tekrar, hepinize saygılar sunuyorum.
BAŞKAN -Teşekkür ederim.
Hatay Milletvekili Mehmet Eraslan;buyurun.
MEHMET ERASLAN (Hatay) -Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Tabiî ki, terör konusu gerçekten çok önemli bir konu olduğu için, birkaç defa söz aldım. Sürem çok kısa olduğu için, söyleyeceklerimi ve katkılarımı bitiremediğim için tekrar kürsüye çıktım.
Değerli arkadaşlar, bakın, terörle mücadelede bulunurken, terörle mücadele yaparken, bir anlayışa sahip olmamız gerekiyor ve bu anlayışın içerisinde şu vurguyu yapmamız gerekiyor: Türkiye'de, ülkemizde Kürt sorunu diye bir sorun yoktur. Birileri çıktılar “bu ülkede Kürt sorunu vardır, realitedir, bunu tanıyoruz, devlet geçmişte yanlış yaptı…”
Bu tür ifadeler sorun çözmüyor, sorun üzerine sorun getiriyor; yani, devlet nerede yanlış yaptı; 35 000 vatan evladı yanlışlıkla mı şehit oldu, yanlışlıkla mı vuruldu?! Yani, onlar mı acaba yanlış yapmıştı sorusu gelir ondan sonra akla ve işin içinden de çıkamayız ondan sonra.
İşte, anlayış çok önemli. Etkin bir terörle mücadele yapabilmemiz için, bir defa, anlayış konusunda bir neticeye, anlayış konusunda bir zemine kendimizi oturtmamız gerekiyor. Ne vardır; PKK terör örgütü sorunu vardır, Kürt sorunu yoktur. Bunu birbirinden ayırmalıyız, ayrıştırmalıyız. Terör ayrı bir şeydir. Terör, yani, dünyanın da baş belasıdır, yirmi yılı aşkın bir süredir Türkiye’nin de baş belasıdır.
Bizler, terörle mücadele yaparken, yirmi yıldan beri, doğu ve güneydoğu halkının ne denli güvenlik güçlerimize, Türk Silahlı Kuvvetlerimize yardımcı olduğunu ve beraber terörle mücadele ettiğini biliyoruz -ben de biliyorum- aynı zamanda, devletin ne kadar yanında durduklarını da biliyoruz. Terörle mücadelede topyekûn bölge halkının bizimle beraber nasıl yürüdüklerini, bizimle beraber canhıraş nasıl çalıştıklarını da çok iyi biliyoruz. Dolayısıyla, sanki, bölgede yaşayan insanların etnik yapıları dolayısıyla herkes öyleymiş anlayışı içerisinde olmamız mümkün değildir. Bunu kabul etmek, hiçbir şekilde aklıselim insanın… Akliselim olan her insanın bunu bu şekilde algılaması, anlaması ve bu anlayış çerçevesinde stratejisini geliştirmesi gerekmektedir.
Millet olarak biz hep biriz, tek vücuduz ve her zaman birlik ve beraberlik içerisinde yaşamışız. Türkiye’nin doğusundan batısına kadar, Türkiye’nin en güneyinden en kuzeyine kadar herkes, Osmanlı İmparatorluğu döneminden beri, yüzyıllarca, üçyüz yıllarca, beşyüz, altıyüz yıllarca birlik ve beraberlik içerisinde, Anadolu’da, burada yaşamış ve her zaman tek vücut olmuş, birbirimize destek vermiş bir milletiz. Dolayısıyla, etnik yapıya dayalı Türkiye’de bir sorun yoktur; Kürt meselesi yoktur, PKK terör örgütü meselesi vardır.
Şimdi, bu mücadeleyi yaparken…
Bakın, bunu nereden anlıyoruz; Çanakkale’den anlıyoruz, Çanakkale Şehitliğinden anlıyoruz. Gidenleriniz çok iyi bilirler. Çanakkale Şehitliğini ziyaret edenler, vatanın her bir köşesinden, her bir vilayetinden, her bir köyünden, her bir yerinden şehit olmuş bu vatan evlatlarının yan yana yattığını görürsünüz. İşte, az önceden beri söylemek istediklerimin de ispatı odur. Bu anlayış çerçevesinde, terörle mücadele konusundaki etkinliğimizi ve stratejimizi geliştirmemiz ve bu anlayışla hareket etmemiz gerekmektedir.
Ekonomik ve sosyal tedbirler çok önemlidir. Vazgeçilmez unsurlardır ekonomik ve sosyal tedbirler. Eğer, emekli bir polis, 650 000 000 gibi açlık sınırına yakın bir maaş alıyorsa, yani, oturup düşünmemiz gerekiyor. Hem güvenlik güçleri açısından sosyal ve ekonomik tedbirler göz önünde bulundurulmalı hem de bölge halkı açısından etnik ve sosyal tedbirler ve ekonomik tedbirler göz önünde bulundurulmalıdır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Konuşmanızı tamamlayınız.
MEHMET ERASLAN (Devamla) – Bu konuyu da bir sonraki konuşmamda izah etmeye çalışacağım ve daha sonra da konuşmalarımı bu şekilde bitirmiş olacağım.
Bu kanunun hayırlar getirmesini, ülkemize, milletimize inşallah hayırlar getirmesini Cenabı Allah’tan niyaz ediyorum, temenni ediyorum ve hepinizi saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
4 üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 4- 3713 sayılı Kanunun 5 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"MADDE 5- 3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur. Bu suretle tayin olunacak cezalarda, gerek o fiil için, gerek her nevi ceza için muayyen olan cezanın yukarı sınırı aşılabilir. Ancak, müebbet hapis cezası yerine, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur."
Suçun, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmiş olması dolayısıyla ilgili maddesinde cezasının artırılması öngörülmüşse; sadece bu madde hükmüne göre cezada artırım yapılır. Ancak, yapılacak artırım, cezanın üçte ikisinden az olamaz.
BAŞKAN – Madde üzerinde Erzurum Milletvekili Mustafa Nuri Akbulut.
Buyurun .
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Erzurum) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; tasarının çerçeve 4 üncü maddesi üzerinde söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, bu madde, bir suçun terörle mücadele kapsamına alınması halinde cezasının ne olacağı hususunu düzenliyor. Bildiğiniz gibi, suçun terörle mücadele kapsamında oluşunun çeşitli aleyhe doğurduğu sonuçlar var. Ben bunlardan kısaca bahsetmek istiyorum.
Birincisi: Bir suç, Terörle Mücadele Kanunu kapsamında değerlendirilirse, özel soruşturma ve kavuşturma usulleri olacak.
İkincisi: Bu suçla ilgili olarak yargılama yapacak mahkeme bazı suçlara bakmakla özel görevli mahkeme olacak.
Bu suçlarla ilgili olarak verilecek ceza, burada da belirtildiği üzere, kanunlarındaki karşılığı olan cezanın yarı nispetinde artırılarak hükmolunacak ve cezanın üst sınırı aşılabilecek.
Burada, müebbet hapis cezasını gerektiren bir cezaysa ve bu terörle mücadele kapsamında tekrar ağırlaştırılacaksa, verilecek ceza ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası olacak.
Bir de, bazı suçlar var ki bu Terörle Mücadele Kanunu kapsamında -zaten, Ceza Kanununda, örgütlü olarak işlenmesi halinde bir ağırlaştırıcı sebep var- ağırlaştırıcı özelliği nedeniyle cezası artırılıyor. Burada, ona işaretle, eğer, terörle mücadele kapsamında cezalandırılacak suçun Ceza Kanunundaki karşılığı, örgütle işlenmiş olması nedeniyle artırılmışsa, Terörle Mücadele Kanunu gereğince bu artırım üçte 2’den az olamayacak. Bu şekilde bir artırım var.
Diğer yandan, bir suç Terörle Mücadele Kanunu kapsamında değerlendirilir ve bundan bir mahkûmiyet alınırsa, bunun infaz süresi de normal suçlara göre ağır olacak. Biliyorsunuz, yeni Ceza ve Güvenlik Tedbirleri Hakkındaki Kanuna göre, normal suçlar, normal hükümler, cezalarının üçte 2’sini infaz etmekle, şartla tahliye olabiliyorlar. Halbuki, Terörle Mücadele Kanunu kapsamında ceza alan bir hükümlü, cezasının ancak ¾’ünün infazı halinde şartla tahliye olabilecek.
Diğer yandan, yine Terörle Mücadele Kanununda bir hüküm var; eskisinde de vardı. Yasal sınırlar içerisinde kalsa bile, Terörle Mücadele Kanunundan hüküm giymiş olan hükümlülerin cezaları yaptırıma çevrilemiyor ve tecil edilemiyor. Bir de, böyle bir aleyhe durumu var.
Daha sonra da, tabiî ki, bu suçlardan mahkûmiyetin, ileride hükümlülerin yaşamları konusunda ağırlaştırılmış durumları da cabası diyorum; tekrar saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Özdoğan, konuşacak mısınız?
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum) – Grup adına, evet, son olarak.
BAŞKAN – Buyurun. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU ADINA İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Terörle Mücadele Yasası üzerine Anavatan Partisi Grubu adına söz aldım; hepinize saygılarımı arz ediyorum.
Değerli arkadaşlar, Türkiye’de insan hakları alanında faaliyet gösteren derneklerin önemli bir bölümü, yine, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin istihbarat birimleri tarafından yasadışı örgütlerle irtibatlandırılmıştır. Bu bağlantının tartışma oluşturduğu dönemlerde de aradaki bağlar, belgelerle ortaya konulmuştur ve bu tespit de, maalesef, doğrudur.
Değerli arkadaşlar, ne yazık ki, Türkiye’de insan hakları kavramı, yasadışı örgütlerin, marjinal grupların sözde temsiline terk edilmiş, hükümetlerden ve kamuoyunun ezici bir çoğunluğunu oluşturan kitlelerden yeterince ilgi görmemiş bir kavramdır. Peki, biz bunun bedelini nasıl ödedik? Cevap çok açık: Operasyonla ölü olarak ele geçirilen terör örgütü mensubunun durumu insan hakları ihlali olarak değerlendirilirken, Taksim’de, Kızılay’da, şehirlerin göbeğinde patlayan bombalarla hayatını kaybetmiş masum vatandaşın hazin öyküsü ne Türkiye’deki insan hakları örgütlerinden ne de bunların yurtdışı bağlantılarından kabul görmüştür. Evet, biz, insan hakları gibi 21 inci Yüzyıl dünyasının en önemli kavramını terör örgütlerinin istismarına terk ettik ve bunun bedelini de çok ağır olarak ödedik. Bugün, yakın geçmişimize baktığımızda, teröre karşı en derin tahribatı, doğrudan silahlı eylemlerde değil, kavramların ve kurumların istismarına dayanan bu tür çıkışlarda yaşadık. Bu, büyük bir gaflettir ve dalalettir. Ve, bugün, hâlâ, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, insan hakları istismarı, içinde samimiyet barındırmayan bir barış edebiyatı, dernekçilik, vakıfçılık adı altında yürütülen destekleyici terörist eylemler gibi psikopolitik çıkışlara karşı geliştirdiği bir savunma mekanizması yoktur.
Şunu unutmamak lazımdır ki, değerli arkadaşlar, MOBESE gibi gelişmiş teknolojik takip sistemleri, sadece teknolojik bir donanımdır. Teknolojinin çok önemli bir özelliği vardır. Teknoloji kullanımı yararlı da olabilir, yıkıcı zararlara da yol açabilir. Teknolojiden fayda üretilebilmesi, sizin teknolojik gelişme üzerine inşa ettiğiniz politikalara ve anlayışınıza bağlıdır. İktidarın yönetim anlayışının suç dünyasına neler getirdiği ise apaçık ortadadır. Bu İktidar döneminde, suç dünyasında asla olmaz denilen şeyler olmuş, 12 yaş altı kız çocuklarının suç örgütlerinde yaptıkları ana haber bültenlerine taşınmıştır ve Sayın Adalet Bakanı da, 12 Mart 2005’te basına verdiği demeçte bunu açıkça kabul etmiştir. Soruyorum sizlere: Sekiz, dokuz, on yıl önce böyle bir şey var mıydı?
Türkiye, terörle nasıl mücadele edilemeyeceğini bu İktidarla görmüştür. Terörle etkin mücadelenin nasıl olacağını görmekse, inşallah, Anavatan Partisi iktidarı dönemine nasip olacaktır.
Anavatan Partisi iktidarında insan hakları, hukuk gibi kavramlar hükümet söyleminin merkezine oturacak, bu kavramlar söylemde de kalmayarak, en üst perdeden dünyanın gelişmiş demokrasilerinde gözlendiği biçimiyle uygulanacaktır. Anavatan Partisi iktidarında kavram kargaşasına fırsat tanınmayacak, insan hakları, barış, hukuk, adalet gibi kavramların terör örgütlerince, marjinal gruplarca sömürülmesine izin verilmeyecektir.
Terörle mücadelede önleyici tedbirlerden biri de istihbarattır. Terörist grupların eylemlerinin önceden bilinmesi ve önlem alınabilmesi için, devletimizin istihbarat örgütlerinin zaaflarının giderilmesi gerekmektedir. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin en büyük istihbarat zayıflığı, istihbarat örgütleri ile halk arasındaki diyaloğun zayıflığıdır. Gizli servis, adı üstünde, gizli servistir. Teşkilat yapısının ve faaliyetlerinin gizli kalması, işleyiş bakımından elbette ki gereklidir; fakat, ülkemizde bu anlayış o kadar tutucu bir yaklaşımla kendini göstermiştir ki, istihbarat örgütleri vatandaş için kapalı bir kutu olup çıkmıştır. Bu teşkilatlar ne yapar, ne kadar donanımlıdır, emsallerine karşı üstünlükleri ve zayıflıkları nelerdir; bunlar vatandaşça bilinmemektedir. Nitekim, bu alanda da olan olmuş, terör örgütleri vatandaş ile devletin millî istihbaratının arasına girmişlerdir.
Bugün, marjinal gruplardan istihbarat örgütlerine yönelmiş ciddî ithamlar vardır; ama, Hükümet, bu konuda hiçbir şey yapmamaktadır. İstihbarat örgütleri, Anayasanın verdiği yetkiyle kurulmuş, devletin bütçesinden finanse edilen, künyelerinin başında “millî” ibaresi yer alan teşkilatlarımızdır; ama, vatandaş arasında bu teşkilatlardan söz edilirken, sanki gizemli bir suç örgütünden, karanlık bir odaktan bahsedilir gibi bir ruh hali hüküm sürmektedir. Buradan soruyorum Hükümete: İstihbarat örgütlerinin imajının bu denli tahrip edilmesi kimin veya kimlerin işine yarar? Hükümet bu konuda bir şey yapmış mıdır? Hükümetin pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da günü kurtarmaya çalıştığı bilinmektedir; ama, Anavatan Partisi olarak söz veriyoruz, biz, bu sorunu da kolaylıkla çözeceğiz. Anavatan Partisi iktidarıyla birlikte, Türkiye’de taşlar yerine oturacaktır, halk, devletin gücünü ve vatandaşıyla el ele vermiş bir devlet yapısına kavuşacaktır.
Terörle mücadele konusunda bir diğer zafiyet, istihbarat örgütlerinin arasındaki koordinasyonun sağlanmamasıdır. Farklı istihbarat teşkilatlarımızın aynı konuda sıklıkla görüş ayrılıklarına düştükleri, hatta birbirlerinin tersi yönde görüş bildiren raporlar kaleme aldıkları bir veridir. İstihbaratçıların da bir konuda görüş ayrılığına düşmeleri bir yere kadar elbette ki normal karşılanabilir; fakat, yürütme organı, yasama organı gibi istihbarat örgütlerinin bilgisine başvuran makamlar, birbirleriyle çelişen raporla kafa karışıklığına uğratılmakta, gerçeğe ulaşmakta güçlük çekmektedirler. İstihbarat teşkilatlarının görev tanımlarının netleşmesi, tartışma götürmez bir forma sokulması ve aralarındaki koordinasyonun kesin biçimde sağlanması gerekmektedir. Maalesef, AK Parti İktidarı, bu konuda da zevahiri kurtarmak için bir iki göstermelik hamle yapmış, gerisini getirememiştir. Biz, Anavatan Partisi olarak bu başarısızlığı tuhaf karşılamıyoruz; zira, AK Parti Hükümeti, her konuda çuvallamış, hiçbir konuda derinlikli çözümler üretememiştir. Tüm yaptıkları, yapış yapış arabesk, özgürlük söylemine sığınmış, öylece devam etmektedirler.
Terörist faaliyetleri engellemeyle ilgili, son olarak, söylenmesi gereken bir nokta daha vardır. Bilindiği gibi, terör, en ucuz savaş yoludur. Bir ülke diğer bir ülkenin gelişimini yavaşlatmak niyetindeyse, yapabileceği maliyeti en düşük eylem, o ülkedeki teröristlere destek vermek veya varlıklarına göz yummaktır. Dünyada terör aleyhine esen rüzgârlara rağmen, maalesef, bu, önemli bir gerçektir. Sonuçta, terörü destekleyen dış mihraklar her zaman vardır; bunların varlığı gözardı edilemez. Bu konuda, gerekli tedbirler alınmalıdır; ama, şu da unutulmamalıdır ki, her taşın altında dış mihrak aranması, dış mihrakların gücünün abartılması, devletin elinin kolunun bağlı gösterilmesi, vatandaşımızda yetersizlik duygusu oluşturur ve siz, terör lehine, kendi vatandaşınıza karşı psikolojik savaş yürütmüş olursunuz ve maalesef, bu yetersizlik psikolojisi, AK Parti Hükümeti zamanında zirveye çıkmış, Türk Milletinin teröre karşı psikolojik direncinin kırılması operasyonu, en çok, bu Hükümet zamanında yaşanmıştır.
Şimdi, biz, Anavatan Partisi olarak diyoruz ki, teröre karşı, her şeyden önce, psikolojik üstünlüğümüzü geri kazanmalıyız. Evet, dış mihrak denen şey vardır, Türkiye’nin güzel günlerini istemeyenler vardır; ama, Anavatan Partisi olarak biz de varız ve Allah’ın izniyle, gücümüz, bu işi de halletmeye yetecektir.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Eraslan, buyurun.
MEHMET ERASLAN (Hatay) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlıyorum.
Tabiî ki, terörle mücadelede, hem Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının hem de güvenlik güçlerimizin özlük haklarının iyileştirilmesi, çalışma şartlarının iyileştirilmesi, ekonomik ve sosyal alanlarının iyileştirilmesi gerçekten önemli. Terörle mücadelenin en ucunda olan bu insanlarımız, kolluk güçlerimiz, ekonomik bir sıkıntı yaşamamalılar. Acaba ben kredi kartımı nasıl ödeyeceğim, ev kiramı nasıl ödeyeceğim, elektrik, su faturamı nasıl ödeyeceğim, çocuklarıma, aileme ve kendilerinden sorumlu olduğum çevreye karşı onur ve haysiyetimi nasıl koruyacağım ve ihtiyaçlarımı nasıl karşılayacağım düşüncesinde olmamalılar. O rahatlığı, bir defa, onlara vermek lazım.
İki; bölgede, bölge halkının ve bölgede yaşayan insanların sosyal ve ekonomik şartlarının da iyileştirilmesi gerekmektedir. Bir defa, bu, yıllardan beri süregelen bölgeler arasındaki kalkınmışlık farkının, mutlak surette bitirilmesi gerekmektedir. Bu farklılık olduğu müddetçe,” biz, tam anlamıyla etkin bir şekilde terörle mücadele ediyoruz” sloganını inandırıcı bulamayacağız, millet bu noktada inandırıcı görmeyecektir ve bölgede, zaten yoğun bir işsizlik söz konusu, gelirsizlik söz konusu, geçimsizlik söz konusu ve Türkiye genç bir nüfus, dinamik bir nüfus ve işsizlik gençliği kasıp kavururken, en azından doğu ve güneydoğu bölgelerindeki kamu iktisadî teşebbüslerini kapatmamalıyız veya özelleştirmemeliyiz veya satmamalıyız diyoruz. Bilakis, ne yapmalı; kamu iktisadî teşebbüslerini kapatıp işsizlik ordusuna biraz daha işsiz katmak yerine, aslında istihdam oluşturacak, istihdam alanları yaratacak projeleri bir an önce bölgede hayata geçirmeli ve bu noktada bölge halkına yardımcı olunmalı diye düşünüyoruz.
Devletin sosyal devlet ilkesinin, bu uygulamalarla yoğun bir şekilde bölge halkına hissettirilmesi gerekiyor. Bu çok önemli. Evet, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, aynı zamanda sosyal bir devlettir; bu sosyal devlet ilkesini, Türkiye'deki her bir vatandaşın, her bir ferdin hissetmesi gerekir; ama, özellikle bölge halkının bunu çok daha fazla hissetme gereği içerisinde olduğunu bizler biliyoruz.
Kaliteli bir eğitim hizmeti çok önemli. Eğitilmeyen; hatta, gelirsiz bırakılan, geçimsiz bırakılan insanlar her şey olurlar. Kapkaççılık da yaparlar, hırsızlık da yaparlar, yankesicilik de yaparlar, zaman gelir dağlara da çıkarlar, zaman gelir terör örgütünün aleti olurlar ve onların oyununa gelerek, gayrimeşru birtakım işlerin içerisine girerek devletin karşısına dikilir ve bir mücadele vermeye başlarlar.
Dolayısıyla, kaliteli bir eğitim hizmeti için tedbirler alınmalı ve yatırımlar konusunda, bütçeden, Hazineden ağırlıklı kaynakların oraya aktarılması gerekir ki, ülkenin doğusu ile batısı arasındaki bu kalkınmışlık farkının giderilmesi, ancak bu yöntemle ve bu yolla olur. Kaliteli bir eğitim hizmetinin yanında kaliteli bir sağlık hizmeti de vermek gerekir.
Cumhuriyetin ve demokrasinin faziletleri ve avantajları, bölge halkına verilecek hizmetlerle, eğitim hizmetiyle, sağlık hizmetiyle, sosyal ve ekonomik yardımlar ve hizmetlerle, demokrasinin, cumhuriyetin ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin faziletleri bir ebir o insanlara hissettirilmelidir, o bölge halkı, bölge insanı…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun.
MEHMET ERASLAN (Devamla) - …devletin her zaman kendilerinin yanında olduğu bilincini ancak bu şekilde onlara ciddî manada aşılamak mümkün olacaktır. Bu ülke bizim ülkemiz. Biz, bu ülkenin sahipleriyiz. Yetmişüç milyon ülke insanı bu ülkenin sahibi. Birbirimize her zaman muhtacız. Birbirimiz için varız. Birbirimiz için var olarak yolumuza devam edeceğiz; ama, iktidar ve muhalefet mantalitesiyle yaklaşıp birtakım, eğer, tavsiyeler ve katkılar söyleniyorsa, katkı yapılarak birtakım telkin ve tavsiyelerde bulunuluyorsa, gerçekten, bunun demokrasinin bir fazileti olarak algılanması gerektiğini düşünüyorum ve her birinizin ve her birimizin aslında söylediği şeylerin önemli olduğunu düşünüyorum ve üzerinde düşünülmesi ve çalışılması gereken güzel düşünceler olduğunu ifade ediyorum ve hepinizi saygıyla, muhabbetle selamlıyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
5 inci maddeyi okutuyorum:
MADDE 5- 3713 sayılı Kanunun 6 ncı maddesinin birinci, ikinci ve üçüncü fıkralarında geçen "beşmilyon liradan onmilyon liraya kadar ağır para" ibaresi "bir yıldan üç yıla kadar hapis" olarak, dördüncü fıkrası ise aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve maddeye aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
"Yukarıdaki fıkralarda belirtilen fiillerin basın ve yayın yoluyla işlenmesi hâlinde, basın ve yayın organlarının suçun işlenişine iştirak etmemiş olan sahipleri ve yayın sorumluları hakkında da bin günden onbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur. Ancak, yayın sorumluları hakkında, bu cezanın üst sınırı beşbin gündür."
"Terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde suç işlemeye alenen teşvik, işlenmiş olan suçları ve suçlularını övme veya terör örgütünün propagandasını içeren süreli yayınlar hâkim kararı ile; gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de Cumhuriyet savcısının emriyle tedbir olarak onbeş günden bir aya kadar durdurulabilir. Cumhuriyet savcısı, bu kararını en geç yirmidört saat içinde hâkime bildirir. Hâkim kırksekiz saat içinde onaylamazsa, durdurma kararı hükümsüz sayılır."
BAŞKAN – Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Antalya Milletvekili Sayın Feridun Fikret Baloğlu; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. Terörle Mücadele Yasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yasa Tasarısının 5 inci maddesine ilişkin olarak Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun düşüncelerini açıklamaya çalışacağım.
5 inci madde, bence, bu yasa içinde dikkatle tartışılması ve üzerinde durulması gereken en önemli maddelerden birini oluşturuyor. Bu değişiklikle Terörle Mücadele Yasasının 6 ncı maddesini değiştiriyoruz ve burada Türk hukukunda bir yeni uygulamayı getiriyoruz; savcıların gazeteleri kapatmasına ilişkin bir yetkiyi cumhuriyet savcılarına veriyoruz.
Şimdi, yasaya baktığımız zaman, bu değişikliğin çok açık biçimde bir yetki aşımı olduğu ortaya çıkıyor. Çok olağanüstü dönemlerde ve çok büyük özellik taşıyan dönemlerde kullanılması gereken bir yetkinin sürekli olarak verilmesinin birtakım sakıncalar yaratacağını bilmek gerekiyor.
Aslında, bu yasa, özgürlük ve güvenlik arasındaki dengeyi de yeterince oluşturamamış bir yasadır. Güvenliğin sağlanması konusunda kimsenin farklı bir şey söylediği yok. Biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, ülkenin güvenliğinin, halkımızın güvenliğinin, ülkenin bütünlüğünün savunulması yolunda en ufak bir tereddüt taşımıyoruz. Bu düşüncemizi, bu doğrultudaki inancımızı da her aşamada Türkiye Büyük Millet Meclisinde ve bütün Türkiye’de gösterdik. Ancak, güvenliğin sağlanması yolundaki çabaları yasalaştırırken, bunu kalıcı hale getirirken, özgürlük kavramının da zedelenmemesi gerektiğini düşünüyorum. Bu konuda, bu madde, bence, bizim bu yasada bir geçit noktasında olduğumuzu, bir karar noktasında olduğumuzu gösteriyor. Terörle mücadelede, doğal ki, birtakım önlemler alınacaktır. Bu önlemlerin alınması konusunda kimsenin bir tereddütü yoktur; ama, bunlar alınırken birtakım kuralların da korunması gerektiğini düşünüyorum.
Şimdi, bu maddede yapılan değişiklikte, ağır para cezaları, hapis cezalarına dönüştürülüyor; ilk bölümde bu var. Hangi konuda; terörle mücadelede görev almış kamu görevlilerinin hüviyetlerini açıklayanlar veya yayınlayanlar veya bu yolla kişileri hedef gösterenler hakkında verilen para cezaları bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına dönüştürülüyor.
Bu zorunlu bir düzenleme olarak düşünülebilir, karşı çıkanlar da olabilir; ama, bu, olağanüstü şartların getirdiği bir sonuç gibi düşünülüp, tartışma dışında bırakılabilir; ama, kalıcı bir önlem olarak, sürekli kapatma sonucunu getirebilecek bir yetkinin hâkimlerin yanında savcılara verilmiş olması, mahkeme kararıyla çözümlenmesi gereken bir konunun bir tek kişinin iradesine bırakılması, hukuk kurallarıyla bağdaşmış gibi gözükmüyor. Kaldı ki, suçun işlenişine iştirak etmemiş sahipleri ve yayın sorumlularını bu suç kapsamı içinde değerlendirmek ve bunları cezalandırmak da hukuk kavramı içinde tartışılması gereken yeni bir uygulama olarak gözüküyor.
Nitekim, Türkiye’deki basın kuruluşları, farklı siyasal eğilimleri taşıyan, farklı eğilimleri taşıyan basın kuruluşları, bu konudaki düzenlemenin doğru olmadığını söylüyorlar. Türkiye’de bu düzenleme yapılırken, bu hazırlıklar yapılırken -Sayın Bakanın bir konudaki eleştirisine katılmamak da mümkün değil- basın kuruluşları, Adalet Komisyonunda bu konu tartışılırken, yeterince görüş sunmamışlardır. Şimdi, Basın Konseyinin Sayın Başkanı, yaptığı açıklamada, Türkiye Büyük Millet Meclisindeki Adalet Komisyonunda görevli muhalefet milletvekillerinin de bu konuda özen göstermediklerini söylüyor. Basın Konseyinin Sayın Başkanı “yeni tasarıyı getiren Adalet ve Kalkınma Partisinin, basın/medya dünyasına, taammüden cinayet işlemeyi aklına koymuş bir potansiyel cani tavrıyla baktığını görüyoruz” diyor; yani, bu düzenlemeyi şiddetli biçimde eleştiriyor. Daha sonra da şunu söylüyor: “Cumhuriyet Halk Partisi de iletişim (basın) özgürlüğü boğazlanırken niye seyirci kalmıştır?” Böyle bir eleştiriyi Cumhuriyet Halk Partisi olarak kabul etmemiz mümkün değildir. Biz, Cumhuriyet Halk Partisi sözcüsü olarak, Adalet Komisyonunda, bu 5 inci madde düzenlemesinin hukuk kurallarıyla çeliştiğini, olumsuz sonuçlar getirebileceğini söyledik. Burada da tekrar ediyoruz bunu. Doğal ki, buradan kalkarak Türkiye’de medya-iktidar ilişkilerine ilişkin birtakım eleştirileri söyleme hakkımız da doğmuş olabilir; ama, konunun hassasiyeti nedeniyle ben madde üzerinde konuşmayı yeğliyorum bu aşamada.
Sayın Oktay Ekşi dışında, Türk basın dünyasının ve yayın dünyasının önemli kuruluşları da ortak bir bildiri yayınladılar. Bu bildirinin altında Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Türkiye Gazeteciler Sendikası, Türkiye Yayıncılar Birliği, Uluslararası Pen Türkiye Merkezi, Türkiye Yazarlar Sendikası, Kitap Çevirmenleri Meslek Birliğinin imzaları var; yani, farklı eğilimleri taşıyan birçok basın kurumu, bu düzenlemenin haksız sonuçlar doğurabileceğine ilişkin şerhlerini bu yasa konuşulurken kamuoyunun önüne koydular. Bu eleştirilerin hiçbirisi dikkate alınmadı. Doğal ki…
BURHAN KILIÇ (Antalya) – Türkiye’den konuş.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Devamla) – Şimdi, arkadaşlar, Türkiye’den konuşmamı istiyor bir arkadaşım; ben başka bir yerden mi konuşuyorum; Türkiye’yi konuşuyoruz.
Bu uygulama, bu uygulamanın getireceği sonuçlar yarın hepimizi mahcup edebilir. Bu 5 inci maddeye vereceğiniz her oy hepimizi mahcup edebilir.
Bakın, arkadaşlar, biraz ayrıntıya girersek bunu çok açık biçimde göreceğiz. Ne diyor maddede yapılan değişiklik; “terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde suç işlemeye alenen teşvik, işlenmiş olan suçları ve suçlularını övme, terör örgütlerinin propagandasını içeren…” Propaganda ve övme gibi kavramlar, çok izafî kavramlardır, herkese göre değişir. Siz bunun takdirini bir mahkemenin dışında bir savcıya bırakıyorsanız, bir tek kişiye, o, karar değildir. Ona bırakıyoruz ve süreli yayınları hâkim kararıyla kapatmayı da anlayışla karşılayabiliriz. Bu onbeş günden bir aya kadar olan süreci de, itirazları vardır, başka yollara gidilebilir, anlayabiliriz; ama, savcıya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde bu yetkiyi vermek ve bunu bir emir diye ifade etmek… Bakın, önünüzde var, lütfen bakın, emir; “emir” diyor, “savcının emriyle kapatılır” diyor.
Arkadaşlar, bir cumhuriyette yaşıyoruz ve demokrasinin bu cumhuriyetin temellerinden biri olduğunu söylüyoruz. Emirle gazete kapattırıyoruz biz bununla. Hangi gazetenin nasıl kapatıldığı ve kapatılan gazetenin eğilimini bir yere bırakıyorum. Bu uygulamayla kapatılacak gazetelerin hemen hemen tamamı da bize ve partimize en ağır hakaretleri yapan gazetelerdir; ama, bu uygulama bütün basını tehdit altında tutacaktır, böyle bir ayırım olmayacaktır. Herkes tehdit altında olacaktır. İletişim özgürlüğü, özgür haber alma hakkı, hepsi tehdit altında olacaktır. Emirle gazete kapatılmasının bu Mecliste kabul edilmesi, bu Meclis açısından çok acı bir sonuç verecektir.
Şu söylenebilir: Bu kapatma kararı 24 saat içinde hâkime bildirilir; 48 saat içinde de onaylamazsa, durdurma kararı hükümsüz sayılır. 72 saatlik bir süreci bir emre terk ediyoruz; bu bir. İki; bu uygulamanın ne kadar süreyle yapılacağı ve kaç kez yapılacağına ilişkin bir sınırlama koyma imkânı olmadığına göre teknik olarak, her zaman, bir savcının, muhtemelen bir gazeteye karşı defalarca bu yetkiyi kullanma olasılığı vardır ve bunun sonuçları demokrasi açısından hiç de olumlu olmayacaktır. Bu maddenin bu nedenle dikkatle gözden geçirilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Doğal ki, ülke bütünlüğü aleyhine yayın yapanlar durdurulmalıdır, ülke bütünlüğü aleyhine yapılan yayınlar toplatılmalıdır, ülke bütünlüğüne yönelik saldırıları içeren yayınlar kapatılabilir; ama, bunu bir tek savcıya ve zaruret gibi, gecikmesinde sakınca bulunan haller gibi birtakım müphem kavramların arkasında durarak vermenin hepimizi demokrasi önünde sorumlu duruma düşüreceğini düşünüyorum; bunu yapmaktan kaçınmalıyız değerli arkadaşlarım.
Tabiî, bu eleştiriler söylendiği zaman, birtakım eleştirilerin zamanının olmadığı gibi bir anlayışın da karşıma çıkabileceğini düşünüyorum. Biz geçmişimizle, kişisel olarak ve Partim olarak nerede durduğumuzu, ne yaptığımızı bilen insanlarız. Eğer, bu kalıcı olacak madde, Türkiye’ye ve Türkiye’nin demokrasisine, bize, hukuk anlayışımıza, hukuk devletine zarar verecekse, bu Meclis buna karşı direnmelidir.
Bu direnci göstermiyorsak ve bu maddeye ellerimizi kaldırarak kabul oyu vereceksek, bunun sorumluluğunu vicdanımız önünde taşımak zorundayız. Sadece milletvekili olarak değil, özgürlüğü savunan insanlar olarak da bu maddenin ne tür sakıncalar getireceğini bilmek zorundayız.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Baloğlu, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Devamla) – Eleştirilerimizi söylediğimiz zaman küsenler oluyor. Kimsenin küsme hakkı yoktur. Sayın Başbakan da küsenlerden biri olarak zaman zaman ortaya çıkıyor. Milletvekillerinin görevi, küsmelere bakmadan, inandıklarını, özgürce söylemektir. Ben düşüncelerimi bu özgürlük anlayışım içinde açıkça ifade ediyorum ve bir milletvekili olarak, bu yasanın bu maddesindeki sakıncalara Genel Kurulun dikkatini çekmeye çalışıyorum.
Doğal ki, geçmişte medyayla çok iyi ilişkileri olan ve cumhuriyet tarihinde görülmemiş biçimde bu medya tarafından desteklenmiş olan bir iktidarın, bu maddeyi önümüze getirmiş olması da hazin bir çelişkidir. Bağlarınızın koptuğu anlaşılıyor. İttifakınızın sona erdiği anlaşılıyor. Hiç olmazsa, bu ülke yararına bir gelişmedir. Daha objektif bir basın görebileceğimizi umut ediyorum bu madde sayesinde.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Şahsı adına, Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan.
Sayın Kandoğan, buyurun.
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlıyorum.
Çok önemli bir kanun tasarısı üzerinde görüşmelerimiz devam ediyor. İlk başta da yapmış olduğum konuşmada, terörle mücadelenin sadece kanunlar çıkarmakla yetmeyeceğini, bunun yanında birçok yan tedbirlerle bu mücadelenin desteklenmesi lazım geldiği düşüncemi sizlerle paylaşmıştım.
Bu 5 inci madde, biraz önce Sayın Fikret Baloğlu da gündeme getirdiler, bu kanun tasarısının en önemli maddelerinden biri ve tabiî, burada aslolan, yayın durdurma kararının hâkim tarafından verilecek olmasıdır. Kanun madde metninde bu husus çok açık bir şekilde dile getirilmiştir. Tabiî, Anayasamızın 28 inci maddesinde de bu husus düzenlenmiştir. Ancak, kanunun en önemli maddesinin, önümüzdeki günlerde Türkiye’de bu yönüyle çok tartışılacak olması da bizim için önem ifade etmektedir.
Elbette, terör örgütüyle mücadele ederken, bu mücadelede basın ve yayın organlarına da çok büyük görevler düşmektedir. Basın ve yayın organlarının da, bu mücadelede devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü yanında yer alacaklarından hiç şüphemiz yoktur; ancak, zaman zaman bunun dışına çıkılabileceği düşünülecek olursa, böyle bir düzenlemenin bu maksatla kanun metni içerisine yerleştirilmesi söz konusudur.
Tabiî, burada önemli olan husus, cumhuriyet savcısının bu yetkisini onbeş günden bir aya kadar kullanabilmesidir. Tabiî, dikkatimizi çekmesi gereken husus, bu kararın 24 saat içerisinde hâkime iletilmesidir. 24 saat içerisinde hâkime iletilmesi kanunun amir hükmü olan bir konuda, hâkimin vereceği kararın, savcının vereceği kararı onaylama veya ret şeklinde olacağı da kanunun amir hükmüdür; ancak, cumhuriyet savcılarına verilen bu yetki, belki, biraz sonra Sayın Bakanımız da ifade edecekler, Anayasanın 28 inci maddesine uygun olduğunu ifade edecekler; ama, bu meselenin bu yönüyle bir kez daha ele alınmasında, cumhuriyet savcılarına verilen bu yetkinin bir kez daha gözden geçirilmesinde, mademki 24 saat içerisinde verilen kararın hâkimliğe iletilmesinin de bu kanunun amir hükmü olarak yerleştirilmesi söz konusuysa, bunun bir kez daha değerlendirilmesinde fayda mütalaa ediyorum.
Değerli milletvekilleri, tekrar ediyorum, bu kanun, son derece önemli bir kanundur, terörle mücadele noktasında güvenlik güçlerimizin elini kuvvetlendiren, güçlendiren bir kanundur; ancak, bu mücadeleyi yaparken, bu kanun çıktı, artık bundan sonra terörle rahat bir şekilde mücadele edebiliriz anlayışı içerisine girilmemesinin de faydalı olduğu inancındayım.
Devlet olarak, hükümet olarak, bu meselede alınması gereken diğer tedbirlerin de, yapılması gereken diğer mücadelelerin de bir an önce hayata geçirilmesinin de bu terörle mücadelede son derece büyük bir önem arz ettiği hususunun altını bir kez daha çiziyor, bu düşüncelerle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Bozdağ, buyurun.
BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan tasarının 5 inci maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bu maddenin görüşmeleri sırasında konuşan arkadaşlarımız, maddenin, niteliği itibariyle basın özgürlüğüyle yakından ilgili olduğu için birtakım değerlendirmelerde bulundular. İşin doğrusu, böylesi bir maddeye ihtiyaç olmaması, böyle bir düzenlemenin yapılmamış olması, tabiî ki bizim de arzumuz. Ancak, Türkiye’nin içinde yaşadığı şartlar, uzunca bir zamandır yaşadığı terör ortamı böyle bir düzenlemenin yapılma zaruretini ortaya koymuştur. Basın özgürlüğü dahil bütün temel hak ve hürriyetlerin ancak güvenlik, huzur ve barış içerisinde teminatlı bir biçimde kullanılacağı da açık bir gerçektir.
Şimdi, burada bakarsak birkaç husus var. Bir tanesi, maddenin birinci fıkrasında daha önce para cezasıyla karşılanan hususların hapis cezasına dönüştürüldüğü görülmektedir. Nedir o diye baktığımız zaman, örneğin, 6 ncı madde diyor ki: “İsim ve kimlik belirterek veya belirtmeyerek, kime yönelik olduğunun anlaşılmasını sağlayacak surette kişilere karşı terör örgütleri tarafından suç işleneceğini veya terörle mücadelede görev almış kamu görevlilerinin hüviyetlerini açıklayanlar ve yayınlayanlar…” Ne yapıyor; bir nevi, terör örgütüyle ilgili ve terör örgütleriyle işbirliği içerisinde, onların hedef ve amaçları doğrultusunda terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde bir yayından söz ediyoruz; yoksa, eleştiri, düşünce açıklaması, haber nakli ve güncel olayları değerlendirme anlamında bir olaydan değil.
Öte yandan, ikinci fıkra daha ilginç: “Terör örgütlerinin bildiri ve açıklamalarını basanlara ve yayınlayanlara” diyor. Şimdi, bir tane gazete veya herhangi bir yayın PKK terör örgütünün bildirisini veya açıklamasını bastı, yayınladı, bunu ilan etti, duyurdu. Bunun bir cezaî müeyyideyle karşılanması doğru mudur değil midir, ona bakmak lazım. Zaman zaman gazetelerde, konuşulurken söyleniyor; bölücübaşının isminin önüne birtakım sıfatlar konularak veya bu ülkede terörü körükleyen, destek olan ve terörün bizzat içerisinde olan insanlarla ilgili birtakım değerlendirmelerin önüne birtakım sıfatlar konulduğu zaman, Türkiyemizin her bir yerinde, bu insanlar bunları söylüyor, şunu şunu söylüyor, bununla ilgili “nedir” diye denildiği zaman herkesin bundan rahatsızlık duyduğu da bir hakikattir. Biz, milletimizin rahatsızlık duyduğu bölücü ve terör eylemlerine karşı etkin ve yetkin bir mücadele açısından böyle bir gerekliliğin varlığını düşünüyor muyuz, düşünmüyor muyuz bunu değerlendirmemiz lazım ve Türkiye’nin içinde olduğu koşullar değerlendirildiğinde böyle bir düzenlemenin zarureti ortadadır.
Öte yandan, değerli arkadaşlar, zaman zaman hepimiz karşılaşıyoruz, sizler de karşılaşmışsınızdır seçim bölgelerinizde; Danimarka’dan Türkiye’ye yayın yapan bir televizyon var; ismini anmak istemiyorum; ama, siz bu televizyonu gayet iyi biliyorsunuz ve her gittiğiniz yerde “bu televizyonun yayınlarına niye mâni olmuyorsunuz” diye soruluyor ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve onun Hükümeti bu konuda gerekli girişimleri yapıyor; ama, maalesef, netice alınamadı ve onlar da dönüp diyorlar ki: “Siz kendi kanunlarınızda bunların yasal alt zeminini oluşturdunuz mu, sizde bunun karşılığında ne yaparsınız” dendiğinde, bir bakıyorsunuz, kanunlarda, sizin kanunlarınızda boşluk var. Örneğin, RTÜK ile ilgili düzenlemelerde RTÜK’ün birtakım tedbirleri vardır; ancak, o kararlar idare mahkemesi veya Danıştay yoluyla denetime tabi olduğu için, etkinliği ve neticeye olumlu tesiri ortadan kaldırıcı niteliktedir. Burada tartışılan konu, esas olan, hâkim tarafından karar verilmiş olmasıdır. Ancak, gecikmesinde sakınca bulunan hallerde bunun cumhuriyet savcısı tarafından verileceği ve bu kararın da hâkimin denetimine sunulacağı hüküm altına alınıyor.
Bakın, Adalet Komisyonu görüşmeleri sırasında, Adalet Komisyonu Başkanımız bir konuyu açıkladı. Orada, Almanya Yargıtay Başkanının…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - … Adalet Komisyonunu ziyareti sırasında Sayın Başkan şunu soruyor, diyor ki: “Almanya’da bir gazete ‘yaşasın El Kaide’ diye manşet atsa, ne yaparsınız?” “Gazeteyi derhal kapatırız ve onu toplatırız.” “Peki, buna kim karar verir” diyor. “İçişleri Bakanı karar verir.” Şimdi, Avrupa Birliği üyesi ülkede İçişleri Bakanının yaptığı bir yetkiyi biz cumhuriyet savcısına veriyoruz ve onun kararıyla da yetinmeyip, bunu mahkemenin denetimine açıyoruz. Bu, zaruretin doğurduğu bir düzenlemedir; umarım, buna ihtiyaç bulunmaz. Türkiye’de yayın yapan yayın organlarımızın bundan endişelenmelerine gerek yoktur; çünkü, yayın organları, Türkiye’nin birliği, düzeni içerisinde yayın yapmaktadırlar; yapmayanlar, yarası olanlar da bunun gereğine katlanırlar.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
HALUK KOÇ (Samsun) – Sayın Başkan, kabul etmeyenleri hiç saymadınız!
BAŞKAN – 6 ncı maddeyi okutuyorum:
MADDE 6- 3713 sayılı Kanunun 7 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"MADDE 7- Cebir ve şiddet kullanılarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemleriyle, 1 inci maddede belirtilen amaçlara yönelik olarak suç işlemek üzere, terör örgütü kuranlar, yönetenler ile bu örgüte üye olanlar Türk Ceza Kanununun 314 üncü maddesi hükümlerine göre cezalandırılır. Örgütün faaliyetini düzenleyenler de örgütün yöneticisi olarak cezalandırılır.
Terör örgütünün propagandasını yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun basın ve yayın yolu ile işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır. Ayrıca, basın ve yayın organlarının suçun işlenişine iştirak etmemiş olan sahipleri ve yayın sorumluları hakkında da bin günden onbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur. Ancak, yayın sorumluları hakkında, bu cezanın üst sınırı beşbin gündür. Aşağıdaki fiil ve davranışlar da bu fıkra hükümlerine göre cezalandırılır:
a) Terör örgütünün propagandasına dönüştürülen toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde, kimliklerin gizlenmesi amacıyla yüzün tamamen veya kısmen kapatılması,
b) Terör örgütünün üyesi veya destekçisi olduğunu belli edecek şekilde, örgüte ait amblem ve işaretlerin taşınması, slogan atılması veya ses cihazları ile yayın yapılması ya da terör örgütüne ait amblem ve işaretlerin üzerinde bulunduğu üniformanın giyilmesi.
İkinci fıkrada belirtilen suçların; dernek, vakıf, siyasî parti, işçi ve meslek kuruluşlarına veya bunların yan kuruluşlarına ait bina, lokal, büro veya eklentilerinde veya öğretim kurumlarında veya öğrenci yurtlarında veya bunların eklentilerinde işlenmesi halinde bu fıkradaki cezanın iki katı hükmolunur.
BAŞKAN – Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Konya Milletvekili Atilla Kart.
Sayın Kart, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ATİLLA KART (Konya) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan tasarının 6 ncı maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım; Genel Kurulu Grubum ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye, 1970’li yıllardan bu yana terör saldırılarına maruz kalmaktadır. 1990’lı yılların sonunda teröristbaşının yakalanmasından sonra, 2000, 2001, 2002 yıllarında fiilî ve şeklî anlamda terör olaylarında bir sükûnet sağlanmış ise de, aslında teröre yol açan sebep ve doğmuş olan sonuçların ortadan kaldırılması anlamında ciddî ve kalıcı hiçbir çalışma, maalesef, gerçekleştirilememiştir. Hükümetin temel kavramlar ve bağlı konulardaki dirayetsiz, basiretsiz ve öngörüden uzak politikaları sebebiyle, Türkiye, terör kıskacını bütün birimlerinde yeniden, şiddetli bir şekilde yaşamaya başlamıştır.
Türkiye, maalesef, terörizmle mücadelede bilinçli ve akılcı yöntemleri halen uygulayamamaktadır. Aksine, terörizmle mücadele alanında Türk Silahlı Kuvvetleri ve emniyet birimlerinin çabalarıyla, büyük zorluklarla ve özverilerle elde edilen başarılar bile kısa bir zaman içinde kayba dönüştürülmüştür.
Siyasî iktidar, terörizmle mücadelede vazgeçilmez bir unsur olan, temel bir unsur olan, inşa edici bir unsur olan siyasî mücadele ve kararlılık iradesini eksiksiz olarak, istikrarlı bir şekilde gösterememiştir. Mücadelenin, sadece silahlı mücadele boyutuyla yetinilmiş, bu konuda da kararlılık gösterilememiştir.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye, geldiğimiz aşamada terörizmle mücadele iradesini eksiksiz olarak ve mutlaka göstermesi gereken şartlarla karşı karşıyadır. Ülkemize yönelik mevcut terörizm tehditleri incelenirken bu şartlar üzerinde yeterince değerlendirme yapılmadığını yine görüyoruz. Geldiğimiz aşamada…
Sayın Başkan, lütfen, şuradaki konuşmaya müdahale ediniz, birinci sıradaki konuşma!..
BAŞKAN – Buyurunuz.
ATİLLA KART (Devamla) - …yaklaşan bir başka tehlike söz konusudur. Türkiye, kendi inisiyatifiyle eksiksiz olarak bir terörizmle mücadele iradesini sergileyemezse, bu irade başka dış unsurlar tarafından beyan ve dikte ettirilecektir. Türkiye’nin ilişkili olduğu, ancak, belirleyici olamadığı uluslararası arenada bu yönde irade hazırlandığına dair ciddîye alınması gereken işaretler görülmektedir. Türkiye Cumhuriyeti, elbette, bu organizasyonların ve planların hayata geçmesine izin vermeyecektir; ancak, olayın geldiği hassas noktaya dikkatinizi özellikle çekmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, devlet ve siyasî iktidar paralelinde terörizmin anlam ve önemi konusunda gereken anlayış birlikteliği sağlandıktan sonra; yani, siyasî iktidar, devletin bütün kurumlarıyla koordineyi ve uyumu sağladıktan sonra mutlaka şu uygulamaları yapmalıdır: Terörizmle mücadele konusundaki siyasî irade, Türkiye Cumhuriyetinin Anayasada belirtilen kuruluş ideolojisi dikkate alınarak, herhangi bir siyasal partiye ya da siyasî iktidara mal edilmeyecek bir şekilde, devleti oluşturan tüm unsurların katılımıyla beyan olunmalıdır. Başka bir ifadeyle, terörizmle mücadele konusunda siyasî iktidarların kendi eğilimleri doğrultusunda kolayca değiştiremeyecekleri bir devlet politikası oluşturulmalıdır. Terörizmle mücadele, elbette, bu iradenin yanında, sosyoekonomik, psikolojik, kültürel, sosyolojik, finansal ve yasal boyutlarıyla birlikte uygulamaya konulmalıdır. Bu mücadelenin, sadece Türk Silahlı Kuvvetleri ve iç güvenlik güçlerine ihale edilmemesi gerekir. Bu mücadele, devletin tüm organları aracılığıyla, diğer sektörlerin, medyanın ve halkın desteğiyle, en önemlisi halkın desteğiyle sürdürülmelidir. Bölge halkıyla birlikte bu mücadele sürdürülmelidir. Bu birliktelik sağlanmadığı takdirde, şunu kabul etmeliyiz ki, terörizmle mücadelede kalıcı bir sonuca ulaşamayız. Bu yolda halka güven verilmelidir.
Bunların devamında, adlî ve idarî yapılanmada, iç güvenlik ve istihbarat örgütlenmesinde, terörizmle mücadele faaliyetlerini tüm boyutlarıyla kapsayacak şekilde, gerçekleştirecek şekilde ve kıdem ve liyakate dayalı bir değişim sağlanmalıdır, bir yapısal süreç, yapısal değişim süreci gerçekleştirilmelidir. Terörizmle mücadelede başarıya ulaşıldıktan sonra da, bu mücadeleye esas olan mevzuat ve örgütlenme yapısı ilga edilmemelidir, her an faaliyete geçebilecek bir nüve olarak korunmalıdır.
Değerli arkadaşlarım, terörle mücadele, bütünlük, teknik çalışma ve koordineye dayalı bir çalışmayı gerektirir. Bu mücadeleyi organize edecek siyasî kadronun, terör ilişkilerinin mutlak anlamda dışında olması, bu olaylara, bu örgütlenmelere hiçbir şekilde sempati duymaması, bu konudaki iradesini tutarlı ve kararlı bir şekilde ortaya koyması gerekir. İşte, değerli arkadaşlarım, geldiğimiz aşamada –işin pratiğini söylüyorum, işin özünü söylüyorum- Türkiye’de temel sorun bu. Bakın, diğer birçok konuda olduğu gibi, bu konuda da, başta Sayın Başbakan olmak üzere, Hükümet, maalesef güven vermiyor, ne yapacağını bilemiyor, inisiyatif kullanamıyor, sürüklenip giden bir politikayı uyguluyor, başkaların, hükümet etme iradesi dışındaki unsurların dikte ettiği politikaların peşinde sürüklenip gidiyor.
Burada şu durumu açıkyüreklilikle tespit etmek gerekiyor: Türkiye’ye yönelik iç unsurlar, dış unsurlar elbete var. Bu, tarihî bir gerçek, bu, sosyolojik bir gerçek; bu, coğrafyadan kaynaklanan bir gerçek. İşte, hükümet etmek odur ki, bu unsurları öngörecek bir şekilde bunları değerlendirip gerekli yapılanmayı, gerekli mücadeleyi ortaya koymak gerekiyor, gerekli kararlılığı göstermek gerekiyor. Ama, Türkiye’de, maalesef, yönetim krizi ve kurumların içinin boşaltılması dediğimiz olayın bütün unsurlarını bu aşamada, bu süreçte yaşıyoruz. Hükümetin, terörle mücadelede görevli ve sorumlu olan anayasal kurumlar arasında gerekli koordineyi sağlayamadığını üzüntüyle ve dehşetle görüyoruz. İstihbarat birimlerinin kendi aralarındaki çekişmelerinden, Hükümetin, bakıyoruz, taraf konumuna girdiğini görüyoruz. Olayı koordine etmesi gereken Hükümetin, yürütme organının bu çekişmelerde taraf konumuna girdiğini görüyoruz.
Bütün bunlarla bağlantılı olarak, bakıyoruz, terörle mücadeleyi, terörün kaynağını ve finansman ilişkilerini Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda tartıştığımız bir dönemde Türkiye bu konuda nasıl bir yönetim anlayışı ve yapılanması içinde? Biraz evvel açıkladığım konuyla bağlantılı olarak, işin pratiği açısından, işin uygulanması açısından bunları konuşmamız, bunları değerlendirmemiz, bunları hiçbir komplekse kapılmadan, hiçbir önyargıya kapılmadan Türkiye Büyük Millet Meclisi zemininde konuşmamız, tartışmamız gerekiyor değerli arkadaşlarım.
Bakın, bugün, Grup Başkanvekilimiz Sayın Haluk Koç ve İstanbul Milletvekilimiz Kemal Kılıçdaroğlu’yla birlikte bir basın toplantısı yaptık. O basın toplantısında neler dile getirildi değerli arkadaşlarım... Neyi tartışıyoruz burada; terörün finansmanını tartışıyoruz, Terörün kaynaklarını tartışıyoruz. Bu noktada Hükümetin alması gereken tedbirler nedir; bunları tartışıyoruz. Ama ne kadar dramatiktir ki, bütün bu konularla denk gelecek bir şekilde bakıyoruz... Hükümetle elbette doğrudan ilişkili demiyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Kart, 1 dakikalık süre içinde bu konuşmanızı tamamlayınız, belki diğer maddelerde devam edersiniz.
Buyurun.
ATİLLA KART (Devamla) – Yani, bir hükümet iradesi olarak değil, bir tüzelkişilik olarak değil; ama, Hükümet içindeki unsurlarla bağlantılı bir şekilde, Hükümet içindeki birtakım unsurlar ile karapara ilişkilerinin mahiyeti nedir, içeriği nedir, kapsamı nedir; bunları kamuoyu huzurunda açıklığa kavuşturmamız gerekiyor. Değerli arkadaşlarım, bunları, ilerleyen maddelerde anlatmaya devam edeceğim.
Genel Kurulu bu aşamada saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Şahsı adına, Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ; buyurun.
BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Terörle Mücadele Kanununun 7 nci maddesinde değişiklik öngören tasarının 6 ncı maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Bu madde, esasında, Terörle Mücadele Kanununun 7 nci maddesinin bir uyarlamasıdır; ancak, içinde de birtakım yenilikler vardır. Bu yenilikler kapsamında, maddenin içerisinde, daha doğrusu, tasarıda yer alan, ikinci fıkrasında yer alan “terör örgütünün veya amacının propagandası” ifadesi, “terör örgütünün propagandası” şeklinde değiştirilmiş, suç biraz somutlaştırılmış. Cezada da üst sınır üç yıldan beş yıla çıkarılmıştır.
Öte yandan, tasarının ikinci fıkrasının (a) ve (b) bentlerinde yer alan ifadeler, birbiriyle benzerlikleri nedeniyle, tekrarın önüne geçmek adına birleştirilmiş, bu da, toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin terör örgütünün propagandası haline dönüşmesi halinde, yüzün gözün kapatılması ve benzeri birtakım hususlar suç haline getirilmiş ve cezaî müeyyideye bağlanmıştır. Bu madde, bu anlamda, yenilikler getirmektedir.
Burada bir hususun da altını çizmekte fayda görüyorum, o da şu: 6 ncı maddenin, yani, 7 nci maddede değişiklik öngören bu maddenin birinci fıkrası 314 üncü maddeye atıfta bulunuyor. Tabiî, bu atıf nedeniyle silahlı-silahsız ayırımı gibi birtakım değerlendirmeler yapıldı. 314 üncü madde silahlı örgütü düzenliyor; ancak, silahlı örgütün terör eylemlerinde giriştiği eylemleri kim yaparsa yapsın, suçtur. Bunu yapan kişi bölücü nitelikte eylem yapsın veya 309 uncu madde kapsamında anayasal düzen aleyhine bir eylem koysun, eylemi koyanların amaçları ve niteliklerine bakmaksızın, silahlı örgütse, buradan bir cezaî müeyyideyle karşılanacaktır. Eğer örgütlenme silahsız bir yapılanma içeriyorsa, 220 nci madde kapsamında değerlendirilecektir. Buraya dönük eylem yapanların da niteliğine bakılmayacaktır. Suçun oluşması halinde, bu manada bir değerlendirmenin içerisine girilecektir.
Ben, bunu ifade ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bozdağ.
Erzurum Milletvekili Mustafa Nuri Akbulut; buyurun.
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Erzurum) – Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar; tasarının çerçeve 6 ncı maddesi üzerinde söz almış bulunuyorum; hepinize saygılar sunuyorum.
Değerli arkadaşlar, bildiğiniz gibi, Terörle Mücadele Kanununun 6 ncı maddesi açıklandıktan hemen sonra kamuoyunda bazı tartışmalara sebep olacak açıklamalara muhatap olmuştu; ancak, benden önceki konuşmacı arkadaşların da söylediği gibi, Partimiz adına, bu konu hiç kimsenin rahatsızlık duyamayacağı bir şekle dönüştürüldü.
Burada amaçlanan, etkin pişmanlıktan yararlanacak kişinin birden fazla bundan yararlanmamasıydı. Şu anda Adalet Komisyonunda görüşülmesi tamamlanan ve Türk Ceza Kanununda da değişiklik yapan bir kanun topluluğu içerisinde, biz, amaçlanan maddeyi, ilgili Türk Ceza Kanununun 220 nci maddesine Komisyon olarak yerleştirdik; yani, maksat hâsıl olmuş oldu.
Düzenleme, tasarının genel amacı çerçevesinde özellikle güvenlik güçlerimizin yasadışı terör örgütlerine karşı yürüttükleri mücadelede ellerini daha güçlendirmek, yürütülen faaliyetlerde ihtiyaç duyulan düzenlemelerle onların bu çalışmalarına yardımcı olmak, katkıda bulunmaktır. Ben, yapılan düzenlemelerle bu eksikliğin büyük ölçüde giderileceğini ve inşallah yasanın da amacına ulaşacağını düşünüyor ve umuyorum.
Bu vesileyle, hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Akbulut.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
7 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 7- 3713 sayılı Kanunun mülga 8 inci maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde yeniden düzenlenmiş ve 8 inci maddeden sonra gelmek üzere aşağıdaki 8/A ve 8/B maddeleri eklenmiştir.
"Terörün finansmanı
MADDE 8- Her kim tümüyle veya kısmen terör suçlarının işlenmesinde kullanılacağını bilerek ve isteyerek fon sağlar veya toplarsa, örgüt üyesi olarak cezalandırılır. Fon, kullanılmamış olsa dahi, fail aynı şekilde cezalandırılır.
Bu maddenin birinci fıkrasında geçen fon; para veya değeri para ile temsil edilebilen her türlü mal, hak, alacak, gelir ve menfaat ile bunların birbirine dönüştürülmesinden hasıl olan menfaat ve değeri ifade eder."
BAŞKAN – Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Konya Milletvekili Sayın Atilla Kart.
Sayın Kart, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ATİLLA KART (Konya) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 7 nci madde üzerinde Grubum adına, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, 6 ncı maddede ifade ettiğim üzere, bu aşamada terörün finansmanını tartışıyoruz. Bu finansman ilişkilerinin teröre nasıl kaynak sağladığını, terörü nasıl etkili hale getirdiğini, bunları gidermenin yol ve yöntemlerini tartışıyoruz. Bu kapsamda da, bugün, Grup Başkanvekilimizle birlikte yaptığımız bir basın toplantısından, bugün yaptığımız basın toplantısından söz etmiştim. Bu basın toplantısında şu konuları dile getirdik; bunları izninizle paylaşmak istiyorum Genel Kurulla:
Terörle mücadeleyi, terörün kaynağını ve finansman ilişkilerini Meclis Genel Kurulunda tartıştığımız bir dönemde Türkiye nasıl bir yönetim anlayışı ve yapılanması içinde? Yönetim sürecindeki çelişkileri ve ikilemleri bu noktada kamuoyunun gündemine bir kez daha taşımak gerekiyor. Bu çelişkilerin yanında, siyasî iktidarın yönetim kademelerinde etkili bir bölümünün illegal yapılanmalar içinde olduğunu ve devamında da yönetim yetersizliğinin ve aczinin bulunduğunu hemen ifade etmek gerekiyor, hemen vurgulamak gerekiyor.
Türkiye’de, maalesef, kritik konularda kayıtdışı bir yönetim anlayışının, hem siyaseten hem malî yönden kayıtdışı bir yönetim anlayışının varlığını kararlı bir şekilde sürdürdüğünü görüyoruz. Bu süreci, bu ilişkileri ve yönetim anlayışını somut bir olayla anlatmak istiyorum.
Bakın değerli arkadaşlarım, Maliye Bakanlığı Malî Suçları Araştırma Kurulu; yani, kamuoyunda bilinen ismiyle MASAK, 30.11.2001 tarih ve 24626 mükerrer sayılı Resmî Gazetede yayımlanan 3483 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla, bütün para, mal, hak ve alacakları dondurulan Yasin El Kadı’nın çoğunluk hisselerine sahip olduğu iki şirket, Ella Film Prodiksiyon ve Caravan Dış Ticaret Limitet Şirketi hakkında, 4208 sayılı Kara Paranın Aklanmasının Önlenmesine Dair Kanun ve Terörle Mücadele Kanunu ve ilgili mevzuat kapsamında inceleme başlatıyor değerli arkadaşlarım.
Bir maliye başmüfettişi görevlendiriliyor. Kimin tarafından görevlendiriyor; 57 nci Hükümet döneminde Maliye Bakanı olan Sümer Oral tarafından, 2001 yılında görevlendiriliyor. Gayet olumlu bir süreç. Hukuk devletlerinde olması gereken bir süreç. Bir suç duyurusu, ihbarı yapılıyor, ciddî bir suç duyurusu; idare de, idarî aşamada inceleme sürecini başlatıyor. Doğal olarak da bu sürecin sonunda ilgili müfettişin veya müfettişlerin hazırlayacakları rapora itibar edip, bu yönde suç bulguları tespit edilmiş ise, adlî sürecin başlatılması gerekiyor. Hukuk devletlerinde olması gereken bu. Yargıya güveniyorsak, yargının önemine inanıyorsak, bağımsız yargı diyorsak, hukuk devleti diyorsak, bunu yapmamız gerekiyor.
Bakın, saygıdeğer arkadaşlarım, bu inceleme kapsamında elde edilen deliller doğrultusunda, karapara incelemesiyle bağlantılı olarak terör örgütleriyle bağlantılı kişi ve kuruluşların bilgilerini içeren listede adı geçen Suudî Arabistanlı işadamı Yasin El Kadı hakkında, mal varlıklarının dondurulması için gerekli işlemlerin yapılması yolunda Dışişleri Bakanlığı işlem tesis ediyor. Olay, böylesine ciddiyet kazanıyor değerli arkadaşlarım.
Ortada, Bakanlar Kurulu kararıyla, bütün para, mal ve haklarına tedbir konulan Yasin El Kadı’nın Usame bin Ladin’e ve El Kaide terör örgütüne malî kaynak sağladığı, gerek kendisinin ve gerek diğer kişilerin hesaplarına ciddî boyutlarda para transferinin yapıldığı yolunda iddia ve bulgular söz konusu ve olayın günümüze olan bağlantısı, olayın Hükümete olan bağlantısı, bu bağlantıların içinde değerli arkadaşlarım, Albaraka Türk Özel Finans Kurumu diye, malum özel finans kurumu burada da karşımıza çıkıyor. Maliye Bakanıyla bağlantılı olan bütün illegal yapılanmalarda ortaya çıkan bu finans kurumu, bakıyoruz, burada da karşımıza çıkıyor.
Bu iddia ve bulguların, idarî ve adlî süreç içinde, her halde ve nihaî anlamda incelenmesi ve sonuçlanması gerekir. Bunları, ilgili müfettiş, hazırlamış olduğu -ilgili Maliye başmüfettişi hazırlamış olduğu- 31 Mart 2004 tarih 53 sahifelik raporuyla şöyle açıklıyor değerli arkadaşlarım; diyor ki müfettiş: “Ticarî faaliyetten elde edilen yasal gelirlerin -yasal yoldan elde edilen gelirlerin- çeşitli yollarla terörist organizasyonların eylemlerini finanse etmek için aktarıldığı...”
Yani, değerli arkadaşlarım -Sayın Adalet Bakanımıza yönelerek ifade ediyorum- gerekçede ifade edildiği gibi, o gelir, yasal yollardan elde edilebilir, meşru yollardan elde edilebilir; ama, o gelir, terörist organizasyonların harekete geçmesinde kullanılıyor ise, burada, artık, bir karapara hareketi vardır demektir. Bunu, müfettiş, çok somut şekilde tespit ediyor, belgeleriyle tespit ediyor.
“Caravan şirketinin 1997-2001 -Sayın Maliye Bakanının da yönetim kurulu üyesi olduğu, Albarakada yönetim kurulu üyesi olduğu dönemleri kapsıyor- bu tarihlerdeki cirosunun, 10 trilyon 600 küsur milyar Türk Lirası tutarındaki cirosunun, ticarî faaliyetlerden kaynaklanmadığının anlaşıldığı; bu durumun, kaynağı belli olmayan paraların, şirket hesapları kullanılarak yasal malî sisteme sokulduğunu gösterdiği; söz konusu tutarın, karaparanın önlenmesiyle ilgili 4208 sayılı Yasanın 2/a maddesinde ifade edildiği üzere, öncül suçlardan, hazırlık suçlarından elde edilip edilmediğinin cumhuriyet savcılığı tarafından araştırılması gerektiği...” Yani, bu olayın, artık, adlî sürece taşınması gerektiği...
Yine, bağlı olarak, “Ella Film Prodüksiyon şirketi hesaplarında, benzer şekilde, 1 trilyonu aşan paranın, bu şekilde faaliyete geçirildiği, Yasin El Kadı’nın hesaplarında -kendi kişisel hesaplarında, şirket hesapları dışında, kişisel hesaplarında- 1997-2001 döneminde toplam 3 trilyon 145 milyar tutarında bir meblağın işlem gördüğü, adı geçenin ülkemizde herhangi bir ferdî işletmesinin ve vergi kaydının bulunmadığı” nı tespit ediyor. Devam ediyor Maliye müfettişi, başmüfettiş, Fatih Saraç isimli kişi hakkında da benzer suçlamalardan dolayı, yine, biraz evvel ismini telaffuz ettiğim Yasin El Kadı dahil olmak üzere 10-11 başlık altında benzer suçlamaları belgeleriyle onlarca sahifeyle tespit ediyor değerli arkadaşlarım.
Fakat neyi görüyoruz, geldiğimiz noktada dramatik olan şu, üzücü olan şu, düşündürücü olan şu: Bakıyoruz, bu çalışmaları yapıyor ilgili başmüfettiş, 22 Mart 2004 tarihinde Sayın Maliye Bakanının oluruyla deniyor ki, doğrudan müfettişe yönelik olarak yazı yazılıyor, bu çalışmaların on gün içinde bitirilmesi ve sonuçlandırılması yolunda bir emir veriliyor, yazılı talimat veriliyor. Böylesine ciddî bir çalışmadan, böylesine kapsamlı bir çalışmadan, böylesine belgelere dayalı bir çalışmadan, yani, maddî gerçeğin ortaya çıkmasından niye rahatsız oluyoruz?! Biz, Hükümet olarak bunların üstüne gitmek durumunda değil miyiz, bizim varlık sebebimiz bu değil mi?! Hani yolsuzlukların üstüne gidecektik, hani temel politikamız bu idi?! Ama, geldiğimiz noktada neyi görüyoruz; bu noktada da yine Hükümetin sabıkasını görüyoruz, yine, Hükümetin yanlış ilişkilerini görüyoruz. Peki, bütün bu ilişkilerin kaynağında, biraz evvel anlattığım ilişkilerin kaynağında ve sermaye birlikteliğini oluşturan BİM, yani, Birleşik Mağazalar Anonim Şirketinin Yönetim Kurulu, bu sözünü ettiğim tarihler boyunca -yani, üç ay değil, beş ay değil, yedi sekiz yıllık süreci kapsayacak bir şekilde söylüyorum- bu yapı içindeki bir sermaye yapısının ilişkilerini ve kimliğini, bunu herhalde kamuoyunun bilmesi gerekiyor. Bakıyoruz, bu ilişkilerin odağında anne -evlat Zapsular Ailesi, Sayın Cüneyt Zapsu başta olmak üzere. Bakıyoruz, bu ilişkilerin içinde Mustafa Latif Topbaş. Kamuoyunun ve sizlerin çok yakından tanıdığınız isimler bunlar ve bu kişilerin Albaraka Türk özel finans kurumuyla olan ilişkileri, yine, kamuoyunun bilgileri dahilinde olan konular.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Kart, konuşmanızı tamamlayın lütfen.
Buyurun.
ATİLLA KART (Devamla)- Teşekkür ederim Sayın başkan.
Bakıyoruz, değerli arkadaşlarım, çok tanıdık simalar var. Sayın Korkut Özal var bu ilişkilerde. Bakıyoruz, bütün o ilişkilerde ortak isim olarak Mehmet Fatih Saraç var.
İşte, değerli arkadaşlarım, bu gelişmeler karşısında, herhalde, kamuoyunun bilgilendirilmesini gerektiren birtakım illegal ilişkilerin varlığını takdir edersiniz, kabul edersiniz.
Bu kapsamda, biz, biraz sonra açıklayacağım, somut olarak açıklayacağım, Sayın Adalet Bakanına, Sayın Maliye Bakanına ve Sayın Başbakana yönelik olarak açıklanmasını istediğimiz soruları, bundan sonraki maddelerde, yine, madde konularıyla bağlantılı bir şekilde anlatmaya devam edeceğiz değerli arkadaşlarım.
Genel Kurulu bir kez daha saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kart.
Sayın Bozdağ, Sayın Akbulut, konuşmuyorsunuz.
HALUK KOÇ (Samsun) – Sayın Başkan…
BAŞKAN – Sayın Koç, soru mu soracaksınız?
HALUK KOÇ (Samsun) – Bir tek sorum var efendim.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Koç.
HALUK KOÇ (Samsun)- Sayın Başkan, teşekkür ederim.
Terörün finansmanıyla ilgili bir madde görüşüldüğü için, Sayın Adalet Bakanına şu soruyu yöneltmek istiyorum: Sayın Bakan, önemli bir sorumluluk noktasındasınız. Sayın Kart’ın da konuşmasında değindiği, bugün, bizim de çok geniş bir şekilde ele aldığımız bir konu hakkında şu soruları yöneltmek istiyorum:
Gerçekten, adı geçen şahıs, Cüneyt Zapsu, Yasin El Kadı’nın hesabına para yatırmış mıdır, yatırdığı para miktarı ne kadardır? Ne ilgisi var derseniz, terörün finansmanı maddesindeyiz.
BDDK’nın, para hareketlerinin saptandığı Albaraka Türk Özel Finans Kurumunun hesaplarını bu yönden incelemesi gerektiğini düşünüyor musunuz? Bir de, Albaraka Türk yetkililerinin, incelemeyi yapan Maliye müfettişine istediği belgeleri vermediği, müfettiş raporlarında var; Sayın Maliye Bakanının, ilgili müfettişe -ki, Sümer Oral zamanında başlatılmış olan süreçte- on gün içerisinde bu işi hallet şeklinde ifade verdiğini biliyorsunuz ve görevden aldığını da biliyorsunuz. Bu konuda, Maliye müfettişinin raporunda baskı altına alındığı ifadesi üzerine, sizin, Adalet Bakanı olarak takipsizlik kararı veren savcılık makamıyla ilgili herhangi bir yorumunuz olacak mı veya bu konuda cumhuriyet savcılarına, Adalet Bakanı olarak -biz, bugün, kendimize düşen görevi yaptık, açıkça bir duyuruda bulunduk- böyle bir olayda tekrar bir görev verecek misiniz?
Bir sorum da şu: Sayın Zapsu’nun adı çok geçiyor; bu konuda ifadesine başvuruldu mu? Başvurulmadıysa, başvurmadan takipsizlik kararı vermek hukuken doğru mudur; takipsizlik kararına bir itiraz yapıldı mı Sayın Bakan?
Konuyla ilgili sorulardır; teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Işık...
AHMET IŞIK (Konya) – Sayın Bakanım, Avrupa Birliği uyum sürecindeki sözleşmeler dikkate alınarak terörün finansman suçuyla ilgili olarak ne gibi düzenlemeler yapılmıştır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Koçyiğit...
MUHSİN KOÇYİĞİT (Diyarbakır) – Teşekkürler Sayın Başkanım.
Benim de bir sorum var: Terörden zarar görenlere köye geri dönüşleri nedeniyle bugüne kadar yapılan ödemeler tutarı ne kadardır? Bekleyen dosya var mıdır; bekleyen dosyalar için ne zaman ve ne kadar ödeme yapılacaktır?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Koçyiğit.
Sayın Bakanım, buyurun.
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli arkadaşlarım, evvela, Sayın Koç’un belirttiği hususlarla ilgili bir iki hususu belirtmek isterim. Tabiî, şu an itibariyle, bahsedilen konularla ilgili, benim, ayrıntılı bilgi verme imkânım yok; ancak, tevcih ettiği sorular tutanaklara geçtiği için, ben, o konuyu inceleyip, kendisine yazılı cevap vermeyi tercih ederim; çünkü, şu an vereceğim cevap en azından eksik olur.
Yalnız, şunun bilinmesinde fayda var: Basında çıkan bu tip iddialarla ilgili olarak, hiç şüphesiz, yargı makamları, herhangi bir ihbara veya bu anlamda bir şikâyete gerek olmaksızın, suç teşkil eden bir husus varsa, buna muttali oldukları andan itibaren, kendiliklerinden, gereği neyse bunu yaparlar, yapmaları gerekir. Eski Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda, -1412 sayılı Kanunun 148 inci maddesinde- bu tip gündeme gelen konularla ilgili, yargı makamları herhangi bir işlem yapmamış ise Adalet Bakanı olarak, bu konuyu soruşturma konusu yapma konusunda emir verme imkânı vardı; ancak, 1 Haziran 2005’ten itibaren, yargıya yerli yersiz siyasî müdahaleler olmasın diye, Adalet Bakanının böyle bir yetkisi yok. Dolayısıyla, şu an, yargı makamları bir suça muttali olduklarında veya kendilerine herhangi bir talep vaki olduğunda, zaten kendiliklerinden, sorumluluklarının gereği olarak bir işlem yapıyorlar, yapacaklardır, yapmaları da gerekir. Ayrıntısıyla ilgili hususları, müsaade ederseniz -çünkü, çok kapsamlı cevaplar vermek gerekiyor- ben, size yazılı olarak memnuniyetle bildiririm, gerekli bilgileri ilgili yerlerden topladıktan sonra.
HALUK KOÇ (Samsun) – Efendim, basında çıkan haberlerle ilgili değil bizim bugünkü değerlendirmemiz; uzun süredir takip ettiğimiz bir dosyanın tekâmül etmesi sonucundadır.
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – Hiç şüphesiz bunu takip ediyorsunuz; ama, bundan benim bilgim yok, kamuoyunun bilgisi de belki büyük ölçüde basın yayında yer alan hususlarla alakalıdır. Müsaade ederseniz, o yolla, size, gerekli bilgileri topladıktan sonra cevap vereceğim.
Sayın Işık’ın sorduğu soruyla ilgili olarak, konuşmamın başında da belirttim, Avrupa Konseyi çerçeve kararı var “terör örgütüyle ilişkilendirilen suçlar” diyor 2 nci maddesinde “her üye devlet, aşağıdaki kastî fiillerin cezalandırılması için gerekli tedbirleri alır.
a) Terör örgütü yönetmek
b) -Bu önemli- Terör örgütünün suç faaliyetlerine katkı sağlayacağını bilerek, örgüt faaliyetlerine bilgi veya materyal temin etmek ya da malî destek sağlamak.”
Ben de zaten şunu ifade etmeye çalıştım; bu Terörle Mücadele Yasasında biz yeni bir şey getirmedik, bize mahsus bir şey getirmedik, ilk defa bir suçu ihdas ediyor değiliz. Esasen, uluslararası camianın kabul ettiği, neticede Avrupa Konseyinin -ki, Türkiye buranın kurucu üyesidir- almış olduğu çerçeve kararında, terörün finansmanıyla ilgili olarak “devlet gerekli tedbirleri alır” diyor. Bizim yaptığımız da, yardım yapan kişi, hem yardım yaptığı kuruluşun, örgütün terör örgütü olduğunu bilecek ve bunu da isteyerek yapacak.
Şimdi, konu bu şekliyle bilinmediği için, sanki dağ başında teröristler geldi, mezrada köylü vatandaşlarımızı sıkıştırdı, o da mı suçlu olacak diye konu biraz çarpıtılıyor. Tabiatıyla, silah tehdidi altında herhangi bir yardımda bulunduysa, zaten bu istemeyerek yapılan bir iştir; suçun unsurları bakımından zaten suç teşkil etmiyor.
Yine, ifade ettim: Kamuoyunda bir tereddüt meydana gelmesin diye, eski düzenlemede “kasten” demiştik; ama, kasıt tabirinin bilmek ve istemek unsurlarının ikisinin bir arada olmasını zarurî kıldığı için, bunu kamuoyu anlayamayabilir düşüncesiyle açık hale getirdik.
Burada da, zaten, çerçeve kararın 2 nci maddesinde, suç faaliyetlerine katkı sağlayacağını, terör örgütünün, bilerek örgüt faaliyetlerine bilgi veya materyal temin etmek ya da malî destek sağlamak.
Aynı zamanda, yine, Terörizmin Finansmanının Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşme var; bu, bizim de benimsediğimiz sözleşme; yani, bu 7 nci maddede zikredilen husus, zaten sözleşmeyle taraf olduğumuz hususu ceza hükmüne bağlayan bir düzenlemedir.
Son olarak, değerli arkadaşımızın, köye dönüşle ilgili olarak, o rakamı şu an veremem, size de müsaade ederseniz yazılı cevap vereyim. Geldiğimiz nokta itibariyle biz o projeyi destekliyoruz, onu önemli buluyoruz, İçişleri Bakanlığı bünyesinde yürütülen bir faaliyet olduğu için de, müsaade ederseniz, oradan bilgi aldıktan sonra size yazılı cevap vereceğim.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakanım.
Madde 7’ye bağlı ekli 8 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
8/A’yı okutuyorum:
"Nitelikli hal
MADDE 8/A- Bu Kanun kapsamına giren suçların kamu görevinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır."
BAŞKAN – Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Konya Milletvekili Sayın Atilla Kart; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ATİLLA KART (Konya) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; madde kapsamında, 7 nci maddeyle bağlantılı, çerçeve maddeyle bağlantılı 8/A üzerinde de yine Grubum adına söz almış bulunmaktayım; Cumhuriyet Halk Partisi ve şahsım adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, biraz evvel anlattıklarım, terörün finansmanı kapsamında anlattıklarım soyut beyanlara dayalı değil. Maliye Bakanlığı başmüfettişlerinin hazırladığı raporlara dayalı olarak bu bilgileri sizlerle paylaştım. Burada, elbette, Cüneyt Zapsu, Sayın Korkut Özal ve Maliye Bakanlığının ilgili birimleri suçludur diye hüküm kurmak mevkiinde değilim; hiç kimse bunu yapamaz. Ama, nedir, neyi anlatmak istiyoruz; devletin mekanizmaları çalışsın, devletin kurumları çalışsın diyoruz. Ortada, ciddî boyutlara varan, uluslararası inceleme kapsamında ciddî boyutlara varan bir süreç var, bir idarî denetim süreci var. Siz, Hükümet olarak, bu noktada, bu süreci yargı noktasına taşımak durumundasınız; ama, neyi görüyoruz; burada, yine benzer çoğu konuda olduğu gibi, yargı sürecinin engellenmesini, yargı sürecinin sabote edilmesini sağlamaya yönelik birtakım gayretleri ve organizasyonları görüyoruz. Bu yapılanma olduğu içindir ki, orada, yine diğer birçok konuda olduğu gibi, terörle mücadele konusunda da bu Hükümetin temel zaafı olan, temel sorunu olan güven sorununu görüyoruz; yani, söyledikleri ile yaptıklarının mutlak anlamda çelişkili olduğunu görüyoruz.
Bakın, şunu çok iyi görmemiz gerekiyor: Yolsuzluk sektörüyle, yolsuzluk ilişkileriyle karapara ilişkileri birbirini besliyor değerli arkadaşlarım, birbirini sirküle ediyor, bir türbülans yaratıyor. Dolayısıyla, burada karaparayla mücadele, bir anlamda, yolsuzluk ilişkileriyle de mücadele anlamına geliyor.
İki gün evvel, burada, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda gece 02.00 civarında, ilaç sektöründeki, Başbakanlık Teftiş Kurulu raporlarına dayalı olarak 6 milyar dolar seviyesindeki bir yolsuzluk sürecini anlatmaya çalıştım; Başbakanlık Teftiş Kurulu raporlarına dayalı ve İstanbul Cumhuriyet Savcılığı iddianamesine dayalı olarak. Sayın Bakan oradan cevap veriyor konuşmam bittikten sonra: “Efendim, bunlar doğru değil. Sayın Kart okuduğunu anlamamış.” Sayın Bakan diyoruz, rapor Başbakanlık Teftiş Kurulu raporu diyoruz. “Ben, rapor falan bilmem” diyor. “Ben, rapor falan tanımam” diyor. Bunu diyen kim? Bu Hükümetin Sağlık Bakanı. Hangi raporu tanımıyor? Başbakanlık Teftiş Kurulu raporunu tanımıyor. Devam ediyoruz. Oradan da bir milletvekili kalkıyor “efendim, yalan söyleyip durma” diyor. Saygısızca, terbiyesizce, kalkıyor, oradan laf atıyor. Böyle bir yapı içinde, böyle bir sorumluluk anlayışı içinde hangi mücadeleden söz ediyoruz... Bunları, lütfen, görün; bunları, değerlendirin ve biraz ciddiyet diyoruz, biraz ciddiyet diyorum, biraz sorumluluk diyorum. Yani, oradan kalkıp ahkâm kesmekle olmuyor. Biraz sorumluluk, biraz ciddiyet ve biraz tutarlılık diyorum değerli arkadaşlarım. Bunu, tekrar vurgulamak gereğini duyuyorum.
Bakın, geldiğimiz aşamada, bu tasarıyla bağlantılı olarak geldiğimiz aşamada bir başka tereddütümü sizlerle paylaşmak istiyorum. Nedir o tereddüt; bakıyoruz, bu tasarının özünde, yine, bir taraftan, sanki “terörle mücadele” adı altında bir gayret; ama, öbür taraftan da bakıyoruz, özgürlükleri, temel özgürlükleri, anayasal özgürlükleri kısıtlamaya yönelik yaklaşımları görüyoruz.
İlgili maddelerde geçiyor. İşte, efendim, toplantı ve gösteri esnasında kimliğin kapatılması, efendim, terör örgütünün propagandasını yapmaya yönelik, eylemlere yönelik birtakım cezaî düzenlemeler getiriliyor. Tamam, bu düzenlemeler elbette yapılsın, elbette adalet ölçüleri içinde, elbette ifrat ve tefrit aşılmadan, ifrat ve tefrite yol açılmadan, bir denge içinde, etkili bir şekilde bu düzenlemeler yapılsın. Bu, bizim de öteden beri dillendirdiğimiz, anlatmaya çalıştığımız bir olgu. Gerekli etkinlikte, gerekli şiddette bu uygulamalar yapılsın. Bakıyoruz, elimde…
FİKRET BADAZLI (Antalya) – Yapılıyor…
ATİLLA KART (Devamla) – Onu paylaşmak istiyorum efendim, onu paylaşmak istiyorum.
Bakıyoruz, toplantı ve gösteri yürüyüşleri ile basın açıklamaları hakkında kanun tasarısı taslağı Hükümet tarafından hazırlanıyor. Elbette, bir taslak bu. Elbette, bu, daha müteakip aşamalarda değişecektir, değişebilecektir ve aslında, bu anlatımımın, bu açıklamamın bu anlamda bir uyarı olarak değerlendirilmesini, ben, hemen ifade ediyorum. Ne diyor burada; yine, bu görüşmekte olduğumuz tasarıdaki düzenlemelerin, daha farklı nitelik taşıyan düzenlemelerin, yine burada bu taslağa da taşındığını görüyoruz değerli arkadaşlarım; bu yanlış. Aynı konuda iki ayrı tasarıda düzenleme yapılmasının herhalde hukukla bağdaşmadığı açık.
Bakıyoruz –bunların, tabiî, bir uyarı niteliğinde değerlendirilmesini istiyorum- o taslağın “Yasaklar” başlıklı 14 üncü maddesine bakıyoruz, beşinci bendine bakıyoruz. Bu nedir; toplantı ve gösteri yürüyüşleriyle bağlantılı olarak yasakları düzenleyen madde. Bu yasaklar kapsamında herhangi bir eylem yapıldığı zaman, o toplantı ve gösteri yürüyüşünün dağıtılması, engellenmesi söz konusu. Neymiş o maddelerden birisi; efendim, toplantı sırasında alkollü içki alındığı ve toplantı alanında alkollü içki satıldığı takdirde, o gösteri ve yürüyüşün engellenmesi durumu doğacak, iptali, o yöndeki izinlerin iptali durumu doğacak.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, yani, insaf!.. 500 kişilik bir toplulukta, 1 000 kişilik bir toplulukta, 1 kişi, 2 kişi, 3 kişi alkol aldı. Yapılacak olay belli. Bu mütecaviz, saldırganlık boyutlarına varmış ise, bunun hakkında zaten münferiden yapılacak uygulama açık. O kişi hakkında gerekli tedbiri alırsınız; ama, bu, toplantının ertelenmesi için, toplantının engellenmesi için bir gerekçe olamaz, böyle bir gerekçe kabul edilemez. Bunu hemen yeri gelmişken ifade etmek gereğini duyuyorum değerli arkadaşlarım.
Bakın, değerli arkadaşlarım, bu tasarı, üzülerek ifade ediyorum, terörle mücadele adı altında, daha etkin bir mücadele adı altında getiriliyor; ama, aslında özünde ve öncelikle toplumun bilgilendirilmesini, toplumun gerçekleri öğrenmesini engellemeye yönelik ve bu kapsamda da basın özgürlüğünü ihlal etmeye yönelik çok ciddî hükümler taşıyor.
Basın yayın fiillerini doğrudan ilgilendiren ve dava açılan maddelerin başında -biraz evvel Sayın Baloğlu da ifade ettiler- 5 ve bağlantılı maddeler var. Düzenleniş biçimine göre, terörle mücadelede görev almış kişilerin isim ve kimliklerinin açıklanması, terör örgütlerine hedef gösterme olarak kabul ediliyor. Bu düzenlemeyle, basın ve yayın organlarının sahiplerine açıklama ve yayınlama yasağıyla ilgili olarak dikkat ve özen gösterme yükümlülüğü getiriliyor değerli arkadaşlarım ve buna aykırı davranış halinde de müeyyide getiriliyor.
Şimdi, hemen belirtelim ki, hükümetle olan ekonomik ilişkiler -yani, basın yayın organlarının sahiplerini kastediyorum- orada, maalesef, Türkiye neyi yaşıyor; basın yayın organı yöneticileriyle hükümetler dönemindeki, sadece bu Hükümet değil, çıkar ilişkileri üzerine şekillenen bir basın politikasının olduğunu hepimiz kabul etmeliyiz. Bu, Türkiye’nin bir gerçeği. Bu, her dönem değişik dozlarda uygulanıyor. Bu dönem de çok yüksek dozda uygulandığını ifade etmek gerekiyor. Bunların dışında -ama, bu konudaki eleştirilerimizi saklı tutarak ifade ediyorum- terör ve terörle bağlantılı konulardaki yayın politikalarına yayın organı sahiplerinin doğrudan iştirak ettiğini kabul etmek mümkün değil. Bu, gerçekçi bir yaklaşım olamaz. Bu sebeple bu haberlerden yayın organı sahiplerini de sorumlu tutmak hukuka uygun olmaz. Böyle bir durum aslında editöryal bağımsızlığı da zedeler. Esasen, basın yasasında, basın mevzuatında yayınlanan haberler ve yazılardan dolayı eser sahibinin sorumluluğu kabul edilmiş olmasına göre, yayın organı sahiplerinin ve sorumlu müdürün bu noktada sorumlu tutulması, hedef alınması doğru değildir. Burada, maalesef, basını susturmaya yönelik…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Kart, konuşmanızı tamamlayınız lütfen.
Buyurun.
ATİLLA KART (Devamla) – Şimdi, değerli arkadaşlarım; o yazı sahibini, eser sahibini zaten sorumlu tutacağız; bu konuda düzenlemeler yapılıyor. Elbette o anlamda basın özgürlüğünü ihlal eden, basın özgürlüğü hakkını kötüye kullananlara karşı elbette güvenlik ve kamu yararı adına birtakım müeyyideler uygulanacak, bundan söz etmiyorum; ama, cezaların şahsîliği ilkesi dediğimiz olay, evrensel kurallar dediğimiz olay, bütün bu sınırı aşacak bir şekilde o eserin hazırlanmasına, o eserin içeriğine hiçbir şekilde katkı ve iştirak sağlamamış olan kişilerin de cezaî sorumluluğuna yol açılması… Bu çok kötüye kullanılabilecek, siyasî iktidarlar tarafından kötüye kullanılabilecek, baskı unsuru olarak, kapatma unsuru olarak kullanılabilecek bir süreci başlatabilir; bunu uygulamadan görüyoruz, bunları biliyoruz, bunları on yıl evvelinden biliyoruz, otuz yıl evvelinden biliyoruz, iki yıl evvelinden biliyoruz. Bu noktada da yine siyasî iktidarı uyarmayı bir görev biliyorum, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Madde 8/A’yı oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Madde 8/B’yi okutuyorum:
"Tüzel kişilerin sorumluluğu
MADDE 8/B- Bu Kanun kapsamına giren suçların bir tüzel kişinin faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, Türk Ceza Kanununun 60 ıncı maddesine göre bunlara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur."
BAŞKAN – Sayın Kılıçdaroğlu, kusura bakmayın ben ekranda görmedim; artık, bu maddede sorarsınız.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Öbür maddede…
BAŞKAN – Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Konya Milletvekili Atilla Kart.
Sayın Kart, buyurun.
CHP GRUBU ADINA ATİLLA KART (Konya) – Değerli arkadaşlarım, Genel Kurulu, şahsım ve Grubum adına, bir defa daha selamlıyorum.
Önemi sebebiyle ve bağlantısı sebebiyle, basın yayına yönelik düzenlemelerden duyduğumuz endişeleri, duyduğumuz kaygıları biraz daha somut değerlendirmelerle paylaşmak istiyorum değerli arkadaşlarım.
Bakın, getirilen düzenlemelerde, burada artış maddelerinin uygulanması sürecinde “süreli yayınlar” ibaresi tasarıdan çıkarılarak, süreli ya da süresiz tüm yazılı basının yanı sıra televizyon, radyo, internet sitelerinin de yasa kapsamında cezalandırılmasının öngörülmesi, yayınlar için öngörülen onbeş günden bir aya kadar kapatma cezasının ise, her türlü basın yayın organları için daha da genişletilmesi, kaygı verici bir süreçtir.
Bu maddeler sonucunda basın özgürlüğünün kısıtlanması, beraberinde başka toplumsal gerginliklerin doğması ve artması söz konusu olacaktır. Özet ifadeyle, basın yayın fiilleri hakkındaki düzenlemeler, ifade, düşünce ve toplumun bilgilendirilmesi hakkını ihlal edecek boyutlara ulaşabilecektir.
Bakın değerli arkadaşlarım, elimde Türkiye Yayıncılar Birliği Yayınlama Özgürlüğü Komitesinin Haziran 2006 tarihli raporu var. Bu rapora dayanarak ifade ediyorum. Ne diyor bu raporda; olumlu tespitler de var; nedir o; 2004 Ekiminden bu yana, bu Hükümet zamanında kitap yasaklanma işlemlerinin, tasarruflarının, uygulamalarının azaldığını ifade ediyor. Bu gayet olumlu bir gelişme. Bunu memnuniyetle ifade ediyorum. Ancak, tahkir, tezyif edici, müstehcen, bölücü, yıkıcı, dinci, din düşmanı gibi tanımlamalarla kitaplar, yazarlar ve yayıncılar yargılanmaya devam ediyor değerli arkadaşlarım. Maalesef, Avrupa Birliği uyum yasaları kapsamında çıkan ve Avrupa Birliğinin onayını alan yeni Türk Ceza Yasası, o zamanki eleştirilerimize rağmen, yazarların ve yayıncıların yargılanmasında yeni bir süreci başlattı. Bunu, uygulamalarıyla görüyoruz. Bakıyoruz, bu dönemde, ideolojik temelli davalarda, basın yayınla bağlantılı olarak, ideolojik temelli davalarda çok büyük artışlar meydana geldi. İdeolojik amaçlı ihbarların sonucunda, yazar, gazeteci ve yayıncılara yönelik yeni bir dava patlaması süreci başladı. Bu anlamda açılan davalar sonucunda, adalet mekanizmasının da gereksiz olarak meşgul edilmesi ve imajının zedelenmesi süreci, yargının da yıpranması süreci başladı. Mahkemeler, ideolojik grupların kampanya platformuna dönüştürüldü. Bu konularda, maalesef, İçişleri ve Adalet Bakanlıklarının, üstlerine düşen önleyici görevleri, yapılan uyarılara rağmen, yerine getirmediklerini görüyoruz.
Öyle bir süreç yaşıyoruz ki değerli arkadaşlarım, Başbakan ağırlıklı olarak, özel hukuk haklarının bile ifade özgürlüğünü kısıtlamak için bir araç olarak kullanıldığını görüyoruz. Sayın Başbakan, elbette, her vatandaş gibi, özel hukukunu ve kişilik haklarını kullanmak amacıyla yasal haklarını kullanacaktır; buna, saygı duymak gerekir, bunda bir tereddüt yok. Ancak, bu aşamada, hep anlatmaya çalıştığımız süreç başlıyor; yasama organının dışında, yürütme ve yargının da üstüne düşen görevi yapması gerekiyor. Sayın Başbakanın şahsında, yürütme birimlerinin, demokratik hoşgörü ve sabır içinde olmaları, anayasal kurumlarla çatışma için girmemeleri, bu kurumları hedef göstermemeleri ve en önemlisi, yargıyı oluşturan kurumların meşruiyetini tartışmaya açmamaları gerekiyor. Bunları daha fazla isimlendirmek istemiyorum; ama, birtakım tespitleri de yapmama izin vermenizi istiyorum. Yargı organının da, yargı bağımsızlığı çerçevesinde ve siyasî iradenin yönlendirmesinde kalmadan, özgür bir şekilde, hak arama ve savunma dengesini kurması gerekiyor; Hükümetin, bu dengenin kurulmasına katkı sağlaması gerekiyor.
Değerli arkadaşlarım, yolsuzluk ve karapara ilişkileri sürecinde gelişen karanlık organizasyonlardan söz ediyoruz. Bu karanlık ilişkilerin sorgulanması sürecinden korkmayalım, bu kanalları tıkamayalım. Terörün, fizikî mücadele boyutu dışında, sosyal, ekonomik ve kültürel boyutlarıyla, hep birlikte, net, kararlı bir şekilde bu mücadelenin sürdürülmesi gerekiyor. Yapılmak istenen, bu yasal düzenlemelerin -bu anlamda, bu iradeleri, bu unsurları görmediğimiz için üzülerek ifade ediyorum- pratik bir anlamı olamayacağının, üç ay sonra, altı ay sonra, başka beklentilerin, başka taleplerin kamuoyu huzuruna getirileceğinin endişesini yaşıyorum. Hükümetin, bu konuda bir güven ortamını ve inandırıcı olma ve tutarlı olma özelliğini gündeme getirmesi gerekiyor. Bunun için de değerli arkadaşlarım, Hükümetin, bir yerlerden başlaması gerekiyor, siyaseten bir yerlerden başlaması gerekiyor. Bunu jest olarak kabul edebilirsiniz, bunu topluma yönelik bir kredi olarak kabul edebilirsiniz; ama, bunu, en önemlisi, topluma bir güven unsuru yaratmak adına değerlendirmenizi istiyorum. Nedir o; hiçbir komplekse kapılmadan, hiçbir ezikliğe kapılmadan, Hükümetin şunu yapması gerekiyor: Bakıyoruz, geldiğimiz bu süreç içinde, İçişleri Bakanının hiçbir inisiyatif kullanamadığını, olayların hep gerisinde kaldığını görüyoruz değerli arkadaşlarım. Onun için, bir yerlerden başlamak gerekiyor. O yer belli değerli arkadaşlarım. O yer, İçişleri Bakanının istifasıdır. Bir yerlerden başlamak gerekiyor. Bu mevzuat, bu uygulama, dört yıldan bu yana, bu kadronun güdümünde, bu kadronun kontrolünde; ama, bakıyoruz, hiçbir ciddî adımın atılmadığını görüyoruz. Bunun sebepleri belli aslında. Bu noktada biraz cesur olalım; bu noktada biraz dirayetli olalım; bu noktada geç kalmamış olalım değerli arkadaşlarım ve devamında da, elbette, İçişleri Bakanının istifasıyla birlikte, İçişleri Bakanının Müsteşarının da o görevden alınması gerekiyor. Varlığı ile yokluğu belli olmayan, görevini hangi yasal dayanakla sürdürdüğü belli olmayan o Müsteşarın da görevden alınması gerekiyor.
Bakın, burada İçişleri Bakanlığı müsteşarlarına yönelik bir Dahiliye Memurları Kanunu var, biliyorsunuz. Yine, bir Kuruluş Kanunu var. Bakıyoruz, her iki kanundaki yasal dayanakları da, Müsteşar, bünyesinde barındırmıyor. O zaman, neden bu kadar ısrar ediyoruz değerli arkadaşlarım? Böyle bir yapılanmayla, yani, vekâleten yönetim şartlarını dahi taşımayan bir İçişleri Bakanlığı Müsteşarıyla terör olaylarının üstesinden gelmek mümkün değildir. O zaman, burada Hükümetin iradesini sorgulamamız gerekiyor.
Hükümet, bu noktada, topluma güven vermek istiyorsa değerli arkadaşlarım -tekrar ifade ediyorum- bir yerlerden başlamalı. Bu yerlerin de -görüştüğümüz Terörle Mücadele Yasasıyla bağlantılı olarak ifade ediyorum- İçişleri Bakanı ve bu uygulamaların birinci derecede sorumlusu olan İçişleri Bakanlığı Müsteşarı olduğunu ifade ediyor, bu noktada Hükümeti, komplekse kapılmadan, sağduyulu bir şekilde karar almaya davet ediyor, Genel Kurulu, bir defa daha saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Bakanım, buyurun.
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; tavzihen, kısaca, bir durumu izah etmek isterim.
Biraz evvel, Sayın Kart’ın dile getirdiği basın yayın organlarıyla ilgili olarak Şanlıurfa Milletvekilimiz, değerli arkadaşımız Mehmet Faruk Bayrak da bir önerge vermişti; bahsettiği basın yayın organlarının suçun işlenişine iştirak etmemiş olan sahipleriyle ilgili olarak süreli basın yayın tarzında bir düzeltme yapılmasını istemiş idi. Ancak, İçtüzüğün 87 nci maddesinin ikinci fıkrasına paralellik sağlanamadığı için bu önerge sizin makamınıza intikal etmedi. Ancak, içeriğine de katılmadığımızı Hükümet olarak ifade ediyorum.
Burada, biz, şuna özellikle dikkat ettik: Her maddeyi düzenlerken, acaba bu madde uluslararası hukuk açısından, mukayeseli hukuk açısından başka ülkelerde bir düzenleme var mı yok mu; Avrupa Birliği ülkesi üyelerin uygulamalarına özellikle dikkat etmeye çalıştık.
Şimdi, İspanya Ceza Kanunu, Avrupa’daki en yeni ceza kanunlarından ve en önemli ceza kanunlarından bir tanesi. Onun için, o ülkelerde bu konular nasıl düzenlenmiş diye bu yasa metinlerini getirdik.
İspanya Ceza Kanununun 571 ve müteakip maddeleri terör suçlarını kapsıyor. 578 inci maddede şöyle bir hüküm var; onu, özellikle değerli üyelerin bilgisine sunmak isterim: “Bu Ceza Kanununun 571 ve 570 inci maddeleri kapsamındaki suçlar -yani terör suçları- veya bu suçları ifa edenleri, herhangi iletişim ya da yayın aracıyla öven ya da haklı gösterenler –süreli-süresiz ayırımını yapmıyor, televizyon-basın ayırımını yapmıyor, internet ayırımını yapmıyor- ya da terör suçları kurbanlarının veya bunların ailelerinin itibarını zedeleyen, hor gören ya da onurunu kıran faaliyetleri gerçekleştirenler bir ilâ iki yıl hapis cezasına çarptırılacaktır. Ayrıca, yargıç, bu Ceza Kanununun 57 nci maddesinde öngörülen bir veya birden fazla yasaklamayı da uygulamaya kara verebilir. Söz konusu yasaklamanın süresi, yine, yargıç tarafından belirlenir.”
57 nci madde, suçluların beş yıla kadar bir süre boyunca suçun işlendiği mahalle dönmelerinin yargıç tarafından menedilebileceği hükmünü de içermektedir.
Dolayısıyla, bir defa daha ifade ediyoruz ki, burada getirdiğimiz düzenlemelerin hiçbiri bize mahsus düzenleme değil; mutlak surette, bu terör belasına muhatap olmuş ülkelerde bizden daha ileri boyutları da vardır. Nitekim, ceza veriyor, ayrıca, o bölgeye beş yıl da girememe cezasını yargıç kararıyla verebiliyor. Halbuki biz, kendi şartlarımız ve tecrübelerimiz içerisinde, hiçbir zaman aklımızın köşesinden basın özgürlüğünü kısıtlama, ifade özgürlüğünü kısıtlama gibi bir düşünce içerisinde olmadık. Bu noktada önemli adımları atmış bir Hükümet ve bir Parlamento olarak; ama, başka arkadaşlarımızın da dile getirdiği gibi, terör örgütünü yücelten, teröristbaşını açıkça kahraman ilan eden ve bu suçları teşvik ve tahrik edenlerle ilgili hem mukayeseli hukukta hem çerçeve kararlarındaki metinleri buraya aktarmaya çalıştık.
Arkadaşlarımızın bilgisine tavzihen arz etmek isterim.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakanım.
Buyurun Sayın Kılıçdaroğlu.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakana bir soru yöneltmek istiyorum.
2001 terör eyleminden sonra, El Kaide terör örgütünün Türkiye’deki uzantılarının da incelenmesi için yurt dışından gelen bilgiler, Dışişleri Bakanlığı aracılığıyla Maliye Bakanlığına intikal ediyor ve Maliye Bakanlığı bu konuda inceleme yapıyor. Ancak, incelemeyi yapan denetim elemanı, Albaraka Türk’ten bilgi istiyor; ama, istediği bilgileri alamıyor. “Siyasî ve bürokratik makamlar tarafından baskı altındayım” diye raporda özel bir düzenleme var. Bütün bunlara karşın, hazırlanan rapor, daha hazırlık aşamasındayken, bilgi, Albaraka Türk’ten istendikten sonra, ilgili bakan tarafından “on gün içinde raporunu bitireceksin” diye bir yazılı talimat geliyor –ki, bunun kanunsuz bir emir olduğunu, yine, ilgili denetim elemanı kendi raporunda belirtiyor; ama, on günlük süre içinde raporunu yazıp gönderiyor. Rapor, savcılığa gidiyor. Şimdi, savcılığın yaptığı işlem şu:
1.- “Siyasî ve bürokratik makamlar tarafından baskı altındayım” ifadesi savcı tarafından değerlendirilmiyor.
2.- “Albaraka Türk tarafından bilgi verilmedi” diyor; ama, bu bilginin niçin verilmediği savcı tarafından soruşturulmuyor.
3.- İsmi geçenlerden, örneğin Cüneyt Zapsu, örneğin Mehmet Saraç’la ilgili olarak bu kişilerin bilgisine hiçbir zaman başvurulmuyor.
4. - Soruşturmanın gizli olmasına karşın, Sayın Zapsu’nun avukatı tarafından, müfettiş raporuyla tıpatıp uyuşan bazı bölümlerle ilgili ek açıklamalar var, bilgiler var. Bunlar nasıl oluyor, hangi kanaldan Sayın Zapsu’ya ulaşıyor, bu belli değil ve bu arada da, ilgili müfettişin bilgisine de hiç başvurulmuyor “arkadaş, sana baskıyı kim yapıyor, kimler baskı yaptı...”
Şimdi, sormak istediğim soru şu: Bütün bu olaylar bir gerçek iken ve bütün bunlar bir belgeye dayanırken, birden fazla belgeye dayanırken, ilgili savcı takipsizlik kararı veriyor. Şimdi, bir Adalet Bakanı olarak böyle bir tablodan rahatsızlık duyup bu soruşturmayı yenileyecek misiniz; yenilenmeyecek mi?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Buyurun Sayın Bakanım.
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Sayın Kılıçdaroğlu’nun tevcih ettiği soru, biraz evvel Sayın Koç’un bana yönelttiği soruyla aynı mahiyettedir ya da değişik bir şekilde ifade edilmektedir. O cevabı aynen tekrar etmek mecburiyetindeyim; çünkü, şu an itibariyle, benim, işin bu kadar ayrıntısını bilme imkânım yok. Bugün, basın toplantısında da, zannediyorum, dile getirdiğiniz hususlar. Bu konuyu inceledikten sonra bunun cevabını vereceğimi ifade ettim.
Müsaade ederseniz yazılı cevap vereceğim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakanım.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Madde 8/B’yi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Bu arada, bir hususu hatırlatayım: Konuşmalar çok sükûnet içerisinde geçtiği için, bazı arkadaşlarımız - konuşmalarında veya telefon konuşmalarında- en uzak köşelerde de olsalar, konuşmaları net olarak ta kürsüye kadar geliyor. Bunu da Genel Kurulda bulunan arkadaşların takdirlerine sunuyorum.
7 nci maddeyi ekli maddelerle birlikte oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
8 inci maddeyi okutuyorum:
MADDE 8- 3713 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi başlığıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Görev ve yargı çevresinin belirlenmesi
MADDE 9- Bu Kanun kapsamına giren suçlarla ilgili davalara, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 250 nci maddesinin birinci fıkrasında belirtilen ağır ceza mahkemelerinde bakılır. Bu suçlardan dolayı onbeş yaşın üzerindeki çocuklar hakkında açılan davalar da bu mahkemelerde görülür."
BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
9 uncu maddeyi okutuyorum:
MADDE 9- 3713 sayılı Kanunun 10 uncu maddesi başlığıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Soruşturma ve kovuşturma usulü
MADDE 10- Bu Kanun kapsamına giren suçlarla ilgili olarak, Ceza Muhakemesi Kanununun 250 ilâ 252 nci maddelerinde hüküm bulunmayan hususlarda diğer hükümleri uygulanır. Ancak;
a) Soruşturmanın amacı tehlikeye düşebilecek ise yakalanan veya gözaltına alınan veya gözaltı süresi uzatılan kişinin durumu hakkında Cumhuriyet savcısının emriyle sadece bir yakınına bilgi verilir.
b) Şüpheli, gözaltı süresince yalnız bir müdafiin hukuki yardımından yararlanabilir. Gözaltındaki şüphelinin müdafi ile görüşme hakkı, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine, hakim kararıyla yirmidört saat süre ile kısıtlanabilir; ancak bu süre içerisinde ifade alınamaz.
c) Şüphelinin kolluk tarafından ifadesi alınırken, ancak bir müdafi hazır bulunabilir.
ç) Kolluk tarafından düzenlenen tutanaklara, ilgili görevlilerin açık kimlikleri yerine sadece sicil numaraları yazılır.
d) Müdafiin dosya içeriğini incelemesi veya belgelerden örnek alması, soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecek ise, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine hakim kararıyla bu yetkisi kısıtlanabilir.
e) Bu Kanun kapsamında yer alan suçlardan dolayı yapılan soruşturmada müdafiin savunmaya ilişkin belgeleri, dosyaları ve tutuklu bulunan şüpheli ile yaptığı konuşmaların kayıtları incelemeye tâbi tutulamaz. Ancak müdafiin terör örgütü mensuplarının örgütsel amaçlı haberleşmelerine aracılık ettiğine ilişkin bulgu veya belge elde edilmesi halinde, Cumhuriyet savcısının istemi ve hâkim kararıyla, bir görevli görüşmede hazır bulundurulabileceği gibi bu kişilerin müdafiine verdiği veya müdafiince bu kişiye verilen belgeler hâkim tarafından incelenebilir. Hâkim, belgenin kısmen veya tamamen verilmesine veya verilmemesine karar verir. Bu karara karşı ilgililer itiraz edebilirler.
f) Ceza Muhakemesi Kanununun 135 inci maddesinin altıncı fıkrasının (a) bendinin (8) numaralı alt bendindeki, 139 uncu maddesinin yedinci fıkrasının (a) bendinin (2) numaralı alt bendindeki ve 140 ıncı maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinin (5) numaralı alt bendindeki istisnalar uygulanmaz.
g) 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 92 nci maddesinin ikinci fıkrası hükmü bu Kanun kapsamında yer alan suçlar bakımından da uygulanır."
BAŞKAN – Madde 9’u oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Madde 10’u okutuyorum:
MADDE 10- 3713 sayılı Kanunun 13 üncü maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
Seçenek yaptırımlara çevirme ve erteleme yasağı
MADDE 13- Bu Kanun kapsamına giren suçlardan dolayı verilen hapis cezası, seçenek yaptırımlara çevrilemez ve ertelenemez. Ancak, bu hüküm, onbeş yaşını tamamlamamış çocuklarla ilgili olarak uygulanmaz.
BAŞKAN – Madde 10’u oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Madde 11’i okutuyorum:
MADDE 11- 3713 sayılı Kanunun 15 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"MADDE 15- Terörle mücadelede görev alan istihbarat ve kolluk görevlileri ile bu amaçla görevlendirilmiş diğer personelin, bu görevlerinin ifasından doğduğu iddia edilen suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmalarda müdafi olarak belirlediği en fazla üç avukatın ücreti ödenir ve bunlara avukatlık ücret tarifesine bağlı olmaksızın yapılacak ödemeler, ilgili kuruluşların bütçelerine konulacak ödenekten karşılanır.
Avukatların ücretlerinin ödenmesine ilişkin esas ve usuller, Millî Savunma ve İçişleri bakanlıklarınca müştereken çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.”
BAŞKAN – Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Kırklareli Milletvekili Mehmet Siyam Kesimoğlu.
Buyurun Sayın Kesimoğlu. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA MEHMET S. KESİMOĞLU (Kırklareli) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan kanun tasarısının 11 inci maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini sizlerle paylaşmak üzere söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, şahsım ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın milletvekilleri, 11 inci madde, terörle mücadelede görev alan istihbarat ve kolluk görevlileri ile bu amaçla görevlendirilmiş diğer personelin bu görevlerinin ifasından doğduğu iddia edilen suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmalarda savunmalarıyla ilgili haklarını güvence altına alıyor.
Benden önce söz alan Grubumun değerli milletvekilleri, Terörle Mücadele Kanun Tasarısı hakkında, hem şahsî hem de Grubumun görüşlerini Yüce Heyetinizle paylaştılar. Ben de, terörle mücadele konusunda tüm varlıklarını ortaya koyan mülkî idare amirlerinin içinde bulunduğu koşullarla ilgili birkaç düşüncemi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Sayın milletvekilleri, bu tasarı, elbette ki yasalaşacak. İyi, güzel; ancak, bu mücadeleyi kimlerle yapacaksınız? Bir sivilleştirmedir tutuldu gidiyor, iç güvenlikte, terörle mücadelede sivilleşme deniyor. Bence, işin bir kolayı var; emniyet ve asayişten birinci derece sorumlu mülkî idare amirleri marifetiyle temel iç güvenlik politikalarını İçişleri Bakanlığında buluşturursunuz, olur biter. Yapılması gereken bu; ancak, Hükümet, bunu yapmıyor. Neden yapamıyor sayın milletvekilleri; çünkü, Hükümet üyelerinin, İktidar milletvekillerinin, valilerimizin, kaymakamlarımızın yüzüne bakacak halleri yok.
Sayın milletvekilleri, il ve ilçelerde Cumhurbaşkanını, Başbakanı, tek tek bakanları temsil eden, devlet ve hükümet politikalarını uygulamaktan sorumlu, gündeme gelen tüm sahipsiz işlerin, konuların yanında, sahipsiz kimseleri de sahiplenen mülkî idare amirleri, bugün, kendilerine sahip çıkılmamasının ezikliği, sıkıntısı ve hatta, öfkesi içindeler.
Siyasî irade ve siyasî iradenin başkent bürokrasisi, malî bürokrasinin etki ve telkinleri altında, mülkî idareyi sıradan bir meslek sınıfı olarak görmektedir. Mülkî idare mesleğini gereksiz görme ve hatta, yok sayma, yok etme siyaseti güdüldüğü kanaati, içişleri kamuoyunda ve ülke kamuoyunda her geçen gün hızla yaygınlaşıyor.
Sayın milletvekilleri, oysa, siyasî irade, taşrada devleti ayakta tutan gücün birleştirici, yönlendirici, üretici mekanizmanın mülkî idare olduğunu görmek ve bilmek durumundadır. Siyasî irade, taşrada, halkın gözünde devletin varlığının, saygınlığının, güven ve etkinliğinin, barışçıl yapısının ve birleştiriciliğinin vali ve kaymakamların şahsında simgeleştiğini hatırlamalı ve bence iyi yorumlamalıdır.
Sayın milletvekilleri, bunun nedeni nedir biliyor musunuz? Hiç sordunuz mu? Ben sordum, aldığım cevap o kadar ilginç ve o ölçüde de kaygı vericiydi; çünkü, herkes, Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın -İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı- ve onun Müsteşarının -belediyelerdeki danışmanlık, şirket yönetim kurulu üyeliği döneminden gelen- bu meslek mensuplarına karşı duruşlarından bahsediyor. Bu meslek camiasında, mülkî idare amirlerinin meslek örgütü olan Türk İdareciler Derneğinin sorunlarını dile getirmek düşüncesiyle randevu talebine, Sayın Başbakan ve Müsteşar, cevap dahi vermiyorlar.
Değerli milletvekili arkadaşlarım, keşke, Sayın İçişleri Bakanımız burada olmuş olsaydı. Az önce gördüm; ama, zannediyorum kuliste ya da Bakanlığa döndü. Benim, Sayın İçişleri Bakanımıza bir önerim var. Aslında, Sayın Adalet Bakanımız da konuyu yakından biliyor, bu konuyla ilgili sözleri var. Ne zaman var; AKP İktidarının ilk günlerinde, 10 Aralık gününde; yani, İdareciler Gününde, Sayın Çiçek, İçişleri Bakanımıza vekâleten düşüncelerini şöyle özetliyor: “Mülkî idare amirlerinin mahallî sorunlarının hâlâ halledilmemiş olmasını büyük bir eksiklik olarak değerlendiriyorum.” Aradan bunca zaman geçti, dört yıla yakın bir süreç geçti; atılan bir adım yok.
Değerli milletvekili arkadaşlarım, İçişleri Bakanlığının merkez teşkilatında görevli mülkî idare amirleri aleyhine, taşrada görevli mülkî idare amirleri arasında maaş farkı mevcuttur. Sayın İçişleri Bakanımız bunu çok iyi biliyor; ancak, bugüne kadar çözmedi, çözemedi. Çekindiği bir yer mi var, bilemiyorum; ama, bence bu işin de bir kolayı var; çünkü, benim bu konuda bir kanun teklifim var Cumhuriyet Halk Partisi olarak sunduk. Sayın Bakan ve AKP Grubu ona destek olsunlar. Aradaki adaletsizliği de bu şekilde gidermiş olalım ya da birinci sınıf mülkî idare amirliğiyle ilgili yasa teklifini biz Genel Kurula getirelim, sizler destek olun.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ben, bu konuları, çeşitli zamanlarda, çeşitli soru önergeleriyle Meclis gündemine taşıdım. Ne cevap aldığımı aynen sizlere aktarmak istiyorum:
Halihazırda, “Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda görüşülmek üzere beklemekte olan 1700 sayılı Dahiliye Memurları Kanunu Değişiklik Tasarısının kanunlaşması için gerekli çalışmalar yapılacaktır. 3152 sayılı Kanunda değişiklik yapılması suretiyle Bakanlık merkez teşkilatında görev yapan mülkî idare amirlerinin maaşlarının iyileştirilmesine ilişkin çalışmalar devam etmektedir” diyor. Kim diyor; Sayın İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu diyor. Ne zaman; bir hafta, bir ay önce değil, tam altı ay önce ve ben süreci altı aydır takip ediyorum, kımıldayan bir tek yaprak yok sayın milletvekilleri.
Bildiğiniz gibi, şu anda gündemde bulunan bir tasarıyla, Hâkim ve Savcılar Kanununda değişikliğe gidilecek. Bu değişiklikle de, yargı mensupları ile Yargıtay denetçilerinin maaşlarında iyileştirme yapılacak. Bu, Grubumuzun da destek verdiği bir iyileştirmedir, hatta, gecikmiş bir iyileştirmedir.
Ben, buna bağlı olarak da dikkat çekmek istediğim bir noktayı sunmak istiyorum, sizlerle paylaşmak istiyorum. Daha önce gündeme alınmış, ancak, görüşülememiş ve İktidar çoğunluğunun takdirini bekleyen bir yasa ve mülki idare amirlerinin onurları, haysiyetleri ve liyakatleri için önem verdikleri Birinci Sınıf Mülkî İdare Amirliği Yasa Tasarısı yıllardır Genel Kurulda beklemektedir.
Değerli milletvekili arkadaşlarım, Sayın İçişleri Bakanımız mülkî idare kökenli, bizi dikkatle izleyen Sayın Komisyon Başkanımız mülkî idare kökenli, Kabinede ve bu kutsal çatı altında mülkî idare kökenli birçok milletvekili arkadaşım var ve ben, bu arkadaşlarımıza sormak istiyorum: Meslektaşlarınız için dört yıldan bu yana ne yaptınız?! Kürsüde -umarım gelirler- düşüncelerini, bugüne kadar yaptıklarını bizlerle paylaşırlar, biz de öğrenmiş oluruz.
Ben, bu konuyu Sayın İçişleri Bakanımıza sordum değerli arkadaşlarım. Sayın Bakan “ben, Derneğin -yani, Türk İdareciler Derneğini kastediyor- tüm genel kurullarına katıldım.” Sayın Bakanımızın, dört yıldan bu yana, mülkî idare amirlerinin özlük haklarıyla ilgili olarak yaptığı, bence bu kadar. Eğer bu kadarsa, vah bu mesleğe, vah bu mesleğin mensuplarına değerli arkadaşlarım!
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Yüce Meclisimiz bu haksızlığı gidermek durumundadır. Mülkî idare kökenli arkadaşlarımız seçildiler, geldiler, milletvekili oldular, bakan oldular, kendi sorunlarını kökten çözdüler. Şu anda görev yapan önemli sayıda mülkî idare amiri olarak görevli arkadaşımız var. Önümüzdeki dönemde, onlar da aynı yolu izleyip milletvekili olamayacağına göre, yapılması gereken belli, yol belli, 1700 sayılı Dahiliye Memurları Kanunu değişikliğinin yasalaşmasını gerçekleştirmek değerli arkadaşlarım. Gelin, hep birlikte bunu gerçekleştirelim. Bu mesleğin mensupları, elimde gördüğünüz düşüncelerini, ayrıntılandırılmış bir şekilde…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Kesimoğlu konuşmanızı tamamlayın lütfen.
Buyurun.
MEHMET S. KESİMOĞLU (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
…mesleğin içinde bulunduğu koşulları, çözüm önerileriyle birlikte, üyesi olduğu Türk İdareciler Derneğine faksladılar. Bugün, Derneğin bu faksları, belki de tarihinde ilk defa kilitlenmiş bir durumda. Arkadaşlarımızın içinde bulunduğu bu zor koşulları aşmanın yolu sizde değerli arkadaşlarım.
Bu hususu, dikkatlerinize ve takdirlerinize sunuyorum. Yüce Heyetinizi bir kez daha saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kesimoğlu.
Madde üzerinde, şahsı adına, Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan; buyurun.
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlıyorum.
Bu madde üzerinde bir konuşma talebim yoktu; ancak, Sayın Kesimoğlu’nu dinledikten sonra, bir mülkî idare amiri olarak, bu konuda, ben de düşüncelerimi açıklama ihtiyacını duydum.
Terörle Mücadele Yasasını görüşüyoruz. Bu yasanın uygulanmasında, hayata geçirilmesinde, mülkî idare amirlerine büyük görev düşüyor. Yıllardan beri terörle mücadelede valilerimiz, kaymakamlarımız üzerine düşen görevi layıkıyla yerine getirmenin gurur ve onuru içerisindedirler ve bundan sonra da bütün valilerimiz ve kaymakamlarımız aynı şevk ve heyecanla çalışacaklar ve çalışmaya devam edecekler.
Ancak, bizim meslekten olmayan, mülkî idare amirliği kökeninden gelmeyen bir değerli milletvekilimizin, mülkî idareye bu kadar sahip çıkmasından dolayı ben kendilerine şükranlarımı sunuyorum, çok teşekkür ediyorum, bütün meslek mensupları adına.
Sayın Kesimoğlu, çok haklı noktalara değindi. Ben de, dört yıldan beri, bütün o toplantılara katıldım. Sayın Abdülkadir Aksu, her toplantıda hep aynı şeyleri söyledi “birinci sınıf mülkî idare amirliği kanununu bu dönemde Türkiye Büyük Millet Meclisinden geçireceğiz.” En son İdareciler Gününde, yine, aynı konuşmayı yaptı Sayın Abdülkadir Aksu ve ben şuna inanıyordum ki, güveniyordum ki, bu dönemde, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, özellikle Adalet ve Kalkınma Partisinde mülkî idareden gelen arkadaşlarımız çok önemli görevdeler, konumdalar. Böyle bir dönemde, birinci sınıf mülkî idare amirliğinin mutlaka bu dönem Parlamentosundan geçeceğine inanıyordum. Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna kadar da geldi bu kanun tasarımız; ancak, ne yazık ki, işte, Dördüncü Yasama Yılını tamamlıyoruz; bu dönemde Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine gelmedi.
Ama, ben hemen şunu söylemek istiyorum: Bu kanun gelsin veya gelmesin, bütün mülkî idare amirlerimiz -valilerimiz, kaymakamlarımız- bunu hiç mesele yapmadan, problem haline getirmeden, görevlerinin, sorumluluklarının bilincinde, eskisinden daha fazla gayret ve fedakârlık yapmaya hazırlardır. Mülkî idare amirleri, hiçbir zaman, vicdan ve cüzdan meselesini Türk kamuoyuna taşımamışlardır ve bu konuda, hiçbir mülkî idare amirimiz, kendi sosyal ve özlük haklarıyla ilgili bugüne kadar herhangi bir belgenin altına imza da atmamıştır, bunu, kamuoyu önünde de paylaşmamıştır. Hep, kol kırılır yen içerisinde kalır, kan kusarım, kızılcık şerbeti içtim düşüncesiyle, görev aşkı ve sorumluluk bilinciyle görevlerine devam etmişlerdir; ancak, bugün gelinen noktada, dengelerin, artık, Türkiye’de bozulmakta olduğunu da gören mülkî idare amirlerimiz, ciddî manada bir sıkıntı içerisine düşmüşlerdir. Bunun yolu, birinci sınıf mülkî idare amirliğini getirmektir. Orada, sadece özlük haklarıyla, sosyal haklarla ilgili düzenlemeler yok. Mülkî idare amirlerinin, özellikle, valilik müessesesinin hangi şartlarda yollarının açılacağını gösteren ve bunları belli kurallar içerisinde toplayan bir kanun tasarısı; ama, ne yazık ki, bunu bu dönemde Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine getiremedik. Ben, birçok kez bunu Türkiye Büyük Millet Meclisinin kürsüsünden dile getirdim, meslektaşlarım adına bu meseleyi burada sizlerle paylaşmaya çalıştım; ama, maalesef, hiçbir netice elde edemedik. Bugün mülkî idare amirlerimiz, bu konudan da son derece müteessirlerdir. Vuslat bir başka bahara kalmıştır.
İçişleri Komisyonu Başkanımız eski bir valimizdir, Genel Sekreterimiz mülkî idare kökenlidir, İçişleri Bakanımız mülkî idare kökenlidir, Millî Savunma Bakanımız mülkî idare kökenlidir ve birçok arkadaşımız, mülkî idare kökeninden gelen birçok arkadaşımız buradadır; ancak, bu meselenin çözümü mümkün olmamıştır.
Bütün bunlara rağmen, mülkî idare amirleri, terörle mücadele noktasında eskisinden daha da gayretli çalışmaya devam edecekler. İnşallah, arzumuz, temennimiz bunun, eğer, imkân olursa önümüzdeki dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine getirilip, bu meselenin de çözüme kavuşturulmasıdır.
Ben, bu duygu ve düşüncelerle sizlere teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. Sayın Kesimoğlu’na da, ayrıca, meslektaşlarım adına şükranlarımı sunuyorum. Saygılar sunuyorum.(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
11 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
12 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 12- 3713 sayılı Kanunun 17 nci maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Koşullu salıverilme
MADDE 17- Bu Kanun kapsamına giren suçlardan mahkum olanlar hakkında, koşullu salıverilme ve denetimli serbestlik tedbirinin uygulanması bakımından 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 107 nci maddesinin dördüncü fıkrası ile 108 inci maddesi hükümleri uygulanır.
Tutuklu veya hükümlü iken firar veya ayaklanma suçundan mahkum edilmiş bulunanlar ile disiplin cezası olarak üç defa hücre hapsi cezası almış olanlar, bu disiplin cezaları kaldırılmış olsa bile şartla salıverilmeden yararlanamazlar.
Bu Kanun kapsamına giren suçlardan mahkum olanlar, hükümlerinin kesinleşme tarihinden sonra bu Kanunun kapsamına giren bir suçu işlemeleri halinde, şartla salıverilmeden yararlanamazlar.
Ölüm cezaları 14/7/2004 tarihli ve 5218 sayılı Kanunun 1 inci maddesi ile değişik 3/8/2002 tarihli ve 4771 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanunla müebbet ağır hapis cezasına dönüştürülen terör suçluları ile ölüm cezaları ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına dönüştürülen veya ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına mahkûm olan terör suçluları koşullu salıverilme hükümlerinden yararlanamaz. Bunlar hakkında ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası ölünceye kadar devam eder."
BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
13 üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 13- 3713 sayılı Kanunun 19 uncu maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"MADDE 19- İşlenişine iştirak etmemiş olmak koşuluyla bu Kanun kapsamına giren suç faillerinin yakalanabilmesine yardımcı olanlara veya yerlerini yahut kimliklerini bildirenlere para ödülü verilir. Ödülün miktar, usul ve esasları İçişleri Bakanlığınca çıkarılacak yönetmelikte belirtilir."
BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
14 üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 14- 3713 sayılı Kanunun 20 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"MADDE 20- Terörle mücadelede görev veren veya bu görevi ifa eden adlî, istihbarî, idarî ve askerî görevliler, kolluk görevlileri, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü ve Genel Müdür Yardımcıları, terör suçlularının muhafaza edildiği ceza ve tutukevlerinin savcıları ve müdürleri, Devlet Güvenlik Mahkemelerinde görev yapmış hakim ve savcılar, Ceza Muhakemesi Kanununun 250 nci maddesiyle yetkili kılınmış ağır ceza mahkemelerinde görev yapan hakim ve savcılar ile bu görevlerinden ayrılmış olanlar ve terör örgütlerinin açık hedefi haline gelen veya getirilenler ile suçların aydınlatılmasında yardımcı olanlar hakkında gerekli koruma tedbirleri Devlet tarafından alınır.
Ceza Muhakemesi Kanununun 250 nci maddesi uyarınca Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca görevlendirilecek ağır ceza mahkemeleri başkan ve üyeleri ile bu mahkemelerin görev alanına giren suçları soruşturmakla ve kovuşturmakla görevli Cumhuriyet savcılarının korunma ve güvenlik talepleri ilgili makam ve mercilerce öncelikle ve ivedilikle yerine getirilir. Koruma için ihtiyaç duyulan araç ve gereçler Adalet ve İçişleri bakanlıklarınca temin edilir.
Bu koruma tedbirleri; talep halinde estetik cerrahi yoluyla fizyolojik görünümün değiştirilmesi dahil, nüfus kaydı, ehliyet, evlenme cüzdanı, diploma ve benzeri belgelerin değiştirilmesi, askerlik işleminin düzenlenmesi, menkul ve gayrimenkul mal varlıklarıyla ilgili hakları, sosyal güvenlik ve diğer hakların korunması gibi hususlarda düzenleme yapılır. Korumaya alınmış emekli personelden, meskende korunmaları mutlak surette zorunlu bulunanlar; görev yaptıkları bakanlık veya kamu kurum ve kuruluşlarına ait konutlardan Maliye Bakanlığınca rayiç kiralar dikkate alınarak tespit olunacak kira bedeli ile kiralama esaslarına göre yararlandırılır.
Bu tedbirlerin uygulanmasında, İçişleri Bakanlığı ile ilgili diğer kurum ve kuruluşlar gerekli her türlü gizlilik kurallarına uymak zorundadırlar.
Koruma tedbirleriyle ilgili esas ve usuller Başbakanlıkça çıkarılacak bir yönetmelik ile belirlenir.
Yukarıda sayılanlardan kamu görevlileri, görevlerinden ayrılmış olsalar dahi terör suçluları tarafından kendilerine veya eş ve çocuklarının canına vuku bulan bir taarruzu savmak için silah kullanmaya yetkilidirler."
BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
15 inci maddeyi okutuyorum:
MADDE 15- 3713 sayılı Kanunun 21 inci maddesinin birinci fıkrasında geçen "Memur ve" ibaresi madde metninden çıkartılmış ve aynı fıkranın (e) ve (ı) bentleri aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"e) Malûl olanlar ile ölenlerin dul ve yetimleri, Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığınca kendilerine verilen tanıtım kartlarını ibraz etmeleri durumunda, kamu kurum ve kuruluşlarına ait bütün hastanelerde muayene ve tedavi edilirler. Bunların her türlü tedavi giderleri; ilgililerin herhangi bir kamu kurumu veya kuruluşunda çalışmaları halinde bu kurum veya kuruluşça, emekli, yaşlılık, malûllük veya dul ve yetim aylığı almaları halinde bağlı bulundukları sosyal güvenlik kurumunca, herhangi bir kuruma tâbi olarak çalışmamaları, 1/7/1976 tarihli ve 2022 sayılı 65 Yaşını Doldurmuş Muhtaç, Güçsüz ve Kimsesiz Türk Vatandaşlarına Aylık Bağlanması Hakkında Kanun kapsamında aylık alanlar hariç emekli, yaşlılık, malûllük veya dul ve yetim aylığı almamaları durumunda Millî Savunma veya İçişleri Bakanlığınca karşılanır. Malûl olanların eksilen vücut organları, yurt içi veya yurt dışında en son teknik usûllere göre yapılması mümkün sunileriyle tamamlatılır ve gerekirse tamir ettirilir veya yenisi yaptırılır."
"ı) Terörle mücadeleden dolayı köyleri boşaltılan üniversite çağındaki öğrencilere ve ölenlerin çocuklarına yüksek öğrenimleri süresince Devletçe karşılıksız burs verilir."
BAŞKAN – Madde üzerinde, şahsı adına, Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay; buyurun.
ERSÖNMEZ YARBAY (Ankara) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bir konunun zabıtlara geçmesi açısından söz aldım; o da şu, benim şahsî görüşümdür: Türkiye, uzun yıllardır terörle mücadele ediyor ve terörle mücadele ettiği halde, bu mücadeleden kesin bir netice alınamıyor. Terörün uluslararası boyutu da var; ancak, şunun altını çizmek istiyorum: Önce güvenlik mi, önce özgürlük mü?! Özgürlükler olursa, güvenlik olur. Güvenlik olsun diye özgürlükleri gitmeye kalktığımız zaman, ilkönce güvenliği sağlayalım, sonra özgürlükler olsun dediğimiz zaman yanlış yapmış oluruz. Dünyanın gelişimi hep özgürlüklerden yana olmuştur ve özgürlükler artırıldığı oranda güvenlik artmıştır. Güvenlik için tedbir alıyoruz, güvenlik için yeni kanunlara ihtiyacımız var, güvenlik için cezaları artıralım, kapsamları artıralım dediğimiz zaman, otoriter sisteme kayma ihtimali vardır. Ancak Terörle Mücadele Kanunu gibi muğlak, tanımı muğlak, kapsamı muğlak, her şeyi muğlak olan bir ifadeyle biz vatandaşımıza muamele yapmaya başladığımız zaman, terörün sayısını azaltmayız, terörün sayısı artar. 1991 yılından bu tarafa, bu kanun 14 kez değişti, her değişişinin sebebi terör artıyor diye. Şimdi yine değiştiriyoruz; bak, kalıbımı basıyorum, azalmaz, bu kanunla terörle azalmaz; çünkü, zaten Ceza Kanununda ve Terörle Mücadele Kanununda yeterince, her türlü madde var, her türlü, güvenlik güçleri şey yapılmış… Ancak, biz, sadece sivrisinekleri öldürmekle kendimizi görevli addediyoruz. Halbuki, bataklıkları kurutmamız gerekiyor.
Elinde valiz, Ankara’dan gelecek telefonları bekleyen memurlarla, biz ne kadar hizmet götürebiliyoruz?! Yeni mezun olmuş ebe, hemşire, doktorlarla, bölgeye biz ne kadar hizmet götürebiliyoruz?! Biz ne kadar o insanlara ünsiyet sağlayabiliyoruz ve terörü bir sektör haline getirmiş gizli güçlerle, biz, ne kadar mücadele edebiliyoruz?!
Onun için, yani, benim Hükümetim getirdi bu kanunu, dolayısıyla, Hükümetimiz her konuda başarılıdır diyoruz, bu konuda da başarılı olacaktır diyoruz; ancak, şunun altını özellikle vurgulamak istiyorum: Terörle Mücadele Kanununu getiren hiçbir hükümet, hiçbir parti bundan fayda görmemiştir, hep küçülmüştür. 1991’de çıkmış, 1991’de çıkaran parti nerede bugün?! Ondan sonra, değişmiş, 1993, 1995, 1996, 1998, 2000. En sonunda, biz, paketlerle özgürlükleri genişlettik. Özgürlüklerin bir kısmı bu kanunla gidiyor; yani, bir yandan özgürlükleri verirken diğer taraftan özgürlükleri alıyoruz. Bunun içerisinde bir madde var, geçti biraz önce -söz talebim vardı, sıra gelmedi- deniyor ki, basın yayın organlarıyla ilgili, suçlu olmasa bile 5 000’den 10 000’e kadar ceza verilir. Hukukun neresinde var hiç suçu olmadığı halde, suça iştirak etmediği halde böyle ceza?! Evet, böyle bir ceza neresinde var hukukun?! O bakımdan, bu kanunla, 1993 yılında, mevcut Terörle Mücadele Kanunuyla, Batman Valisi özel ordu kurmuştur. Türk Ordusunun dışında silah ithalatı yapmıştır Bulgaristan’dan, Çin’den; kurmuş olduğu bu özel güvenlik gücüyle orada terörle mücadele etmiştir; ama, daha sonra, tabiî, bu vali yargılanmıştır, kimse sahip çıkmamıştır. Şemdinli olayı da öyle… Bugün, devlet görevlileri birtakım olayların içerisinde; ama, neden olayların içerisinde; bu kanunlar yüzünden olayların içerisinde. Türk Ceza Kanununda var, örgütler içerisine gizli görevli yerleştirme ve o görevliler sayesinde, şimdi… Mesela, DEHAP’ın otobüsleri seyahat etti. Ben, tabiî, bunları sormak istiyorum. Bu Türk Ceza Kanununa göre, Ceza Muhakemeleri Kanununa göre, bu Terörle Mücadele Kanununa göre bu terör örgütlerinin içerisine yerleştirilen bu devlet görevlilerini kim koruyacak?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Yarbay, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
ERSÖNMEZ YARBAY (Devamla) – Bunlar ortaya çıktığı zaman, kimse arkasında durmuyor. Batman Valisi “hem Başbakan hem İçişleri Bakanı, herkes, bize, haydi aslanlarım, terörü ne şekilde olursa engelleyin dediler; ondan sonra, biz, askerî uçaklarla Bulgaristan’dan Çin’den silah getirdik; ancak, hiç kimse sonra arkamızda durmadı” diyor. Dolayısıyla, biz, bu kanunlarla, terörle mücadele eden devlet görevlilerine, güvenlik güçlerine yardımcı olmuyoruz. Bu kanunun içerisinde var, terörle muhatap olan devlet güvenlik görevlisi sürekli silahını kullanır diyor. Biz, silah kullanmayı herkese serbest bıraktığımız zaman, bizim görevimiz onu korumak olmalıdır, yoksa ona silah sıktırmak olmamalıdır diye düşünüyorum.
Onun için, bu kanun, bu Terörle Mücadele Kanununun her çeşidi, özgürlükleri daraltan her çeşit kanun, bizim terörle mücadelemizi kolaylaştırmaz, daha da güçleştirir.
Benim temennim, ben yanlış çıkayım; bu Terörle Mücadele Kanunu çıkınca terör hemen kesilsin, ben öyle temenni ediyorum.
Ben yanlış çıkmayı diliyor, hepinize saygılar sunuyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yarbay.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
16 ncı maddeyi okutuyorum:
MADDE 16- 3713 sayılı Kanunun ek 2 nci maddesi aşağıdaki şekilde yeniden düzenlenmiştir.
"EK MADDE 2- Terör örgütlerine karşı icra edilecek operasyonlarda "teslim ol" emrine itaat edilmeyerek veya silah kullanmaya teşebbüs edilmesi halinde kolluk görevlileri, tehlikeyi etkisiz kılabilecek ölçü ve orantıda, doğrudan ve duraksamadan hedefe karşı silah kullanmaya yetkilidirler."
BAŞKAN – Madde üzerinde, Komisyon; buyurun.
ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ RAMAZAN CAN (Kırıkkale) – Sayın Başkanım, burada “itaat edilmeyerek” ibaresi anlatım bozukluğuna neden olmaktadır; “itaat edilmemesi” şeklinde düzeltilmesi yönünde Başkanlığınızca redaksiyon yetkisi alınması hususunu arz ve talep ediyoruz.
BAŞKAN – Tamam, gerekli not alınmıştır, gerekli düzeltme yapılacaktır.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
17 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 17- 3713 sayılı Kanunun 1 inci maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları ile 12, 16 ve 18 inci maddeleri yürürlükten kaldırılmıştır.
BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
18 inci maddeyi okutuyorum:
MADDE 18- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN – Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
19 uncu maddeyi okutuyorum:
MADDE 19- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, tasarının tümünün oylanmasından önce, lehte ve aleyhte, oyunun rengini belirtmek üzere söz talepleri vardır.
Lehte Fatih Arıkan, Kahramanmaraş... Yok.
Ümmet Kandoğan, Denizli... Yok.
İbrahim Hakkı Birlik, Şırnak... Yok.
MEHMET ERASLAN (Hatay) – Sayın Başkan, İçtüzük 86’ya göre söz talep ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Eraslan, lehte mi aleyhte mi?
MEHMET ERASLAN (Hatay) – Lehte.
BAŞKAN – Buyurun.
Oyunun rengini belirtmek üzere, Hatay Milletvekili Mehmet Eraslan, lehte.
MEHMET ERASLAN (Hatay) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlıyorum.
Tabiî ki, Sayın Milletvekilimiz Ersönmez Yarbay’ın yapmış olduğu konuşmayı dinledikten sonra, birkaç hususu ifade etmek üzere söz almış bulunmaktayım.
Sayın Milletvekilimiz şahsı adına söz aldılar, konuştular ve konuşmanın başında “önce güvenlik mi, özgürlük mü” ifadesini kullandılar. Tabiî, her milletvekilinin mutlaka bir düşüncesi vardır ve bütün düşüncelere de saygı duyuyoruz. Aslında, burada, önce güvenlik mi, özgürlük mü kavramlarının hangisinin daha önce geleceğine ilişkin bir kanunî düzenleme değil… Yani, mutlaka, Türkiye, hem demokratik bir ülke olma yolunda ilerleyecek, temel hak ve özgürlüklere mutlak surette saygı duyacak; ama, hem de, bu arada güvenliğini oluşturacak.
Bir de, Sayın Milletvekilimiz “özgürlük olmadan güvenlik de olmaz” dediler; ama, güvenliğin olmadığı yerde de özgürlük olmaz. Bugün, eğer Irak ülkesinde, eğer, güvenlik yok ise, orada özgürlüklerin de olmadığını görüyoruz. Evet, özgürlük olmadan güvenlik olmaz; ama, güvenlik olmadan da özgürlük olmaz. Güvenliğin olmadığı yerde de toplumsal huzurdan, toplumsal mutabakattan ve güvenlikten bahsetmemiz de mümkün değil. Yani, burada, güvenlik mi özgürlük mü tercihi yapmıyoruz. Hem güvenliğin hem de özgürlüğün bir arada yürümesi gerektiğini, ama, eğer, demokrasiyi, cumhuriyetin faziletlerini, temel hak ve özgürlükleri ve ifade özgürlüğünü istismar eden çevreler var ise, bunun engellenmesi cihetinde bir çalışmanın olduğu kanısındayım. Dolayısıyla, demokratik değildir ve bununla hiçbir şekilde terörle mücadele engellenemez şeklindeki kanaate katılmıyorum. Sayın Bakanımız dediler ki konuşmanın başında: “Bizim de çok içimize sinen bir kanun değil; yani, belki, biz bunun daha iyisini bekliyor, istiyorduk” şeklinde bir ifade kullandılar, bu anlamda. Tabiî, onu açmadılar, onu tam anlayamadık; ama, ben, bu kanun tasarısının Türk Silahlı Kuvvetlerinin, yargının ve polisimizin terörle etkin bir mücadele verirken onların tarafına daha da fazla yontulması gerektiğini ve bu şekilde kanunun hazırlanması gerektiği kanaatindeyim.
Dolayısıyla, eğer, Türkiye’nin başına musallat olmuş böyle bir olgu var ise, terör olgusu var ise ve bu terör olgusu Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde, işte, demokratikleşme, ifade özgürlüğü, temel hak ve özgürlükler kalkanı arkasına sığınarak daha rahat manevra yapma, daha rahat terör fiili, terör suçu işleme yetkisini kendilerinde veya rahatlığını kendilerinde buluyorlarsa, işte, o zaman, biz kalkarız, şunu deriz: Türkiye’nin ulusal bütünlüğü, kamu düzeninin korunması, Türkiye’nin çıkarları, birlik ve beraberliği, hiçbir, kesinlikle hiçbir temel hak ve özgürlüğe feda edilemez. Ama, en doğrusu, bunların ikisinin bir arada yürütülmesidir ve keşke, bu kanun tasarısı, biraz daha Türk Silahlı Kuvvetlerinin ve emniyet güçlerimizin, özellikle savcı ve hâkimlerimizin bu konudaki, terörle mücadele konusundaki zeminleri lehinde olsaydı diye düşünüyoruz; ama, bu haliyle de…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
MEHMET ERASLAN (Devamla) - …bu kanun tasarısını desteklediğimizi ifade ederek, ülkemize ve milletimize hayırlar getirmesini temenni ediyor, sizleri saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri, tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Terörle Mücadele Kanunu Tasarısı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır; güvenlik güçlerimize ve aziz milletimize hayırlar getirmesini diliyorum.
Sayın Bakanın bir konuşması olacaktır.
Buyurun Sayın Bakanım. (AK Parti sıralarından alkışlar)
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; hepinize teşekkürlerimi ve saygılarımı sunuyorum.
Güvenlik güçlerimizin ihtiyacı, beklentisi, arzusu olan ve inşallah, toplumun huzura ve barışa kavuşmasına da katkı sağlayacağına inandığımız, en azından beklentimizin, temennimizin, duamızın bu olduğu bir yasayı değerli katkılarınızla gerçekleştirmiş bulunuyoruz, yasalaştırmış bulunuyoruz. Hepinize teker teker teşekkür ediyorum, gruplarınıza teşekkür ediyorum.
Hepimizin ortak arzusu, inanıyorum ki, bu kanunun hiç uygulanmamasıdır. Bu kanunun uygulanmasını arzu etmiyoruz, bu kanun uygulansın diye de çıkarmıyoruz; ama, bir ihtiyaç sonucu bu kanun gündeme geldiğinde de uygulanmaması temennisini de, hem kendi adıma hem de sizler adına, burada ifade etmek istiyorum. Ama, öbür taraftan da, sizin adınıza, kendi adıma bir şeyi daha ifade etmek istiyorum; o da uygulamayı yapanlarla ilgili olarak.
Bakınız, bu tartışmalar sırasında gördük ki, aslında, bu düzenlemenin zaruretini kabul edenler dahi, acaba, haksız yere, hukuksuz yere birkısım insanlar bu uygulamalardan etkilenebilir mi endişesini de hep beraber taşıdık, taşıyoruz. Tabiî, marifet, bunu uygulayanlara ait olacaktır. Biz, bu tasarıyı getirirken, hiç kimsenin kılına zarar gelmesini istemedik, özgürlüklerinin kısıtlanması istemedik, hak kısıtlamalarına maruz kalmalarını da istemedik.
Nasıl, terör örgütünün eylemleri, toplumda endişe, korku, yılgınlık, bezginlik meydana getiriyor ve toplum huzurunu bozuyorsa, uygulayıcılar da, bir başka açıdan, toplumda keyfî uygulamalar yapılıyor endişesini, korkusunu bu topluma vermemelidir; verdikleri takdirde, bunların tarihî sorumluluğu da uygulayıcıların üzerinde olur. Onların da gerekli hassasiyeti bundan sonra daha fazla göstermeleri gerekir; çünkü, bu toplum, her geçen gün, biraz daha açık toplumdur. Yapılan ne varsa, hukuk çerçevesinde yapılacaktır, yapılmalıdır. Aksine bir durum söz konusu olduğunda, hem Parlamentoda hem kamuoyu önünde bu uygulamalar tartışma konusu olmaktadır.
Bu nedenle, uygulamayı yaparken, burada, Meclis iradesini, kanunun gerekçesini, konuşan arkadaşlarımızın dile getirdiği hususları çok iyi özümsemeleri ve bunları iyice içlerine sindirmeleri ve bu çerçevede bu uygulamaları yapmaları gerekmektedir. Aksine bir durum, devlet ile milletin arasını açar. Bu da, terörün beslenmesine imkân veren bir atmosferin oluşmasına sebebiyet verir. Dolayısıyla, bu endişeyi, bu beklentiyi de, bu vesileyle, sizler adına burada dile getirmek istiyorum.
Bu yasa tasarısını hep birlikte gerçekleştirdik. İnşallah, ülkemiz için hayırlı ve uğurlu olur. Barışın ve huzurun tesis edilmesine, terör belasının defedilmesine vesile olur düşüncesini ve temennisini dile getiriyorum.
Katkılarınızdan dolayı hepinize teşekkür ederim; hayırlı uğur olsun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Biz de temennilerinize katılıyoruz Sayın Bakanım. Teşekkür ederim.
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, 7 nci sıraya alınan, İzmir Milletvekili Yılmaz Kaya ile Muğla Milletvekili Ali Arslan’ın; Avukatlık Kanununun 96 ncı Maddesinin Değişikliğine Dair Kanun Teklifi ile Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve 5 Milletvekilinin; Avukatlık Kanununun 96 ncı Maddesinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Adalet Komisyonu raporunun görüşmelerine başlıyoruz.
8.- İzmir Milletvekili Yılmaz Kaya ile Muğla Milletvekili Ali Arslan’ın; Avukatlık Kanununun 96 ncı Maddesinin Değişikliğine Dair Kanun Teklifi ile Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu ve 5 Milletvekilinin; Avukatlık Kanununun 96 ncı Maddesinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Adalet Komisyonu Raporu (2/694, 2/696) (S. Sayısı: 1226) (x)
BAŞKAN – Komisyon ve Hükümet yerinde.
Komisyon raporu 1226 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Teklifin tümü üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Yılmaz Kaya.
Sayın Kaya, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA YILMAZ KAYA (İzmir) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz 1226 sıra sayılı Avukatlık Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Yasa Teklifi üzerinde söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekili arkadaşlarım, 23 Ocak 2006 tarihinde verdiğim bu yasa teklifinin, 6 Nisan 2006 tarihinde İçtüzük 37 nci madde gereği gündeme alınması için burada yaptığım konuşma sonucu gündeme alınması reddedilmiş idi; ancak, daha sonra komisyonda görüşülerek gündeme alınmış ve bugün de görüşmeye başlamış bulunuyoruz.
(x) 1226 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Değerli arkadaşlarım, Grubum adına söz almış bulunmama rağmen, bu yoğun gündem içinde bu sürenin tamamını kullanacak değilim, öncelikle onu söylemek istiyorum. Kısa bir konuşmadan sonra, bu yasa teklifini niye verdiğimizi kısaca izah ettikten sonra konuşmamı bitirmiş olacağım.
1136 sayılı Avukatlık Kanununun 96 ncı maddesinde 2001 yılından önce yer alan hüküm, baro başkanlarının, iki defayla, seçimini sınırlandırmıyor idi; ancak, 2001 yılında 21 inci Dönemde yapılan değişiklikle baro başkanlarının ikiden fazla seçilmeleri engellenmiş idi. Şimdi, bizim yasa teklifimizle bu engellemenin kaldırılması talep edilmektedir. Biz bunu niye talep ediyoruz, onu da biraz izah edeyim.
Değerli arkadaşlarım, birçok meslek odasında böyle bir sınırlama mevcut değildir. Ziraat odalarında, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinde böyle bir sınırlama mevcut değildir; ancak, Avukatlık Kanununda bu sınırlama hâlâ mevcut bulunmaktadır. En son, 22 nci Dönemde çıkarılan, Esnaf ve Sanatkârlar Konfederasyonunun başkanlık seçimini yine sayıyla sınırlandıran yasa Meclisten geçtikten sonra Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiş, bu yasanın Anayasaya aykırı olduğuna karar verilmiştir. Şimdi durum bu iken, Avukatlık Kanunundaki bu hükmün halen durması doğru değildir diye düşünüyoruz.
Değerli arkadaşlarım, Anayasa Mahkemesinin verdiği karar gereği, bu hüküm, Anayasanın 12 nci, 13 üncü, 15 inci maddelerine ve hatta 67 nci maddesine aykırı bulunmuş ve iptal kararı verilmiştir. Bunun üzerine, verdiğimiz bu yasa teklifinin gündeme alınması komisyon tarafından görüşüldükten sonra karara bağlanmış ve bugün de görüşme başlamıştır.
Değerli arkadaşlarım, bu madde nedeniyle uygulamada şöyle bir sıkıntı da sık sık karşımıza çıkmaktadır; onu da izah ettikten sonra konuşmamı bitirmek istiyorum.
Bazı barolarda, bu madde mevcutken yapılan seçimler itiraza uğramış, ilçe ve il seçim kurulları Avukatlık Kanunundaki bir hüküm nedeniyle, bu konuda esasa ilişkin karar veremeyeceğine karar vermiş ve bazı baroların yaptığı seçimler bu hükme rağmen geçerli kabul edilmiştir. Bazı barolarda yapılan seçimler ise, ilçe ve il seçim kurulları tarafından yapılan itirazlar üzerine iptal edilmiş, daha sonra da Yüksek Seçim Kurulu, bu verilen kararlar konusunda bazıları hakkında olumlu, bazıları hakkında da olumsuz karar vermiştir.
Değerli arkadaşlarım, netice itibariyle, 1136 sayılı Yasanın mevcut 96 ncı maddesi uygulamada da çok büyük bir keşmekeşliğe neden olmuştur. Bu maddenin, hem bu uygulamadaki keşmekeşlik yaratması nedeniyle, zorluklar çıkarması nedeniyle hem de Anayasanın biraz önce saydığım hükümlerine aykırılık teşkil etmesi nedeniyle yürürlükten kaldırılması gerekmektedir. Teklifimiz de bunu sağlamaya yöneliktir. Olumlu oy vereceğinizi düşünüyorum.
Konuşmamı bitirmeden önce, Sayın Adalet Bakanım da buradayken bir şey arz etmek istiyorum. Değerli arkadaşlarım, konuyla ilgili değil; ama, İstanbul’da TMSF ve BDDK avukatları, şu andaki Hükümetten önce görev yapan avukat arkadaşlarım beni sık sık aramaktalar. Kendilerinin yeni göreve başlayan avukatlardan soyutlandığını, ayrı tutulduklarını, başka bir binaya atıldıklarını ve toplanan karşı vekâlet ücretlerinin kendilerine ödenmediğini, sadece yeni gelen avukatlara ödendiğini söylemekteler ve bu konuyla ilgili bana yakınmalarını bildirmekteler. Sayın Bakanı tabiî ki tenzih ediyorum; yani, bir BDDK’nın veya TMSF’nin, orada çalışan az sayıda avukatıyla bu konuda, olumsuz anlamda uğraşacağını tahmin etmiyorum; ama, bu konuyu bilgi olarak kendilerine vermek istiyorum.
Konuşmamı da bu şekilde bitirirken, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Teşekkür ediyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Kaya, teşekkür ederim.
Teklifin maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
1 inci maddeyi okutuyorum:
AVUKATLIK KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK
YAPILMASI HAKKINDA KANUN TEKLİFİ
MADDE 1- 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanununun 96 ncı maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi yürürlükten kaldırılmıştır.
BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
2 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
3 üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır; avukatlarımız için, hukuk camiası için ve milletimiz için hayırlı olmasını diliyorum.
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, 8 inci sıraya alınan, Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun görüşmelerine başlıyoruz.
9.- Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1217) (S. Sayısı: 1203) (x)
BAŞKAN – Komisyon?.. Yerinde.
Hükümet?.. Yerinde.
Komisyon raporu 1203 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde, Anavatan Grubu adına Mersin Milletvekili Hüseyin Özcan…
ÖMER ABUŞOĞLU (Gaziantep) – Konuşmuyor.
BAŞKAN – Şahıslar adına?.. Yok.
Tasarının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
1 inci maddeyi okutuyorum:
GENEL KADRO VE USULÜ HAKKINDA KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMEDE
DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI
MADDE 1- Ekli (1) sayılı listede yer alan kadrolar ihdas edilerek 13/12/1983 tarihli ve 190 sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin eki cetvellerin Savunma Sanayii Müsteşarlığı bölümüne eklenmiştir.
BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
2 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
3 üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır; hayırlı olmasını diliyorum.
(x) 1203 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir
Sayın milletvekilleri, 9 uncu sıraya alınan, 8.6.2006 Tarihli ve 5518 Sayılı Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun ve Anayasanın 89 uncu ve 104 üncü maddeleri gereğince Cumhurbaşkanınca bir daha görüşülmek üzere geri gönderme tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun görüşmelerine başlayacağız.
10.- Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin 8.6.2006 Tarihli ve 5518 Sayılı Kanun ve Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1221) (S. Sayısı: 1227) (x)(xx)
BAŞKAN – Komisyon?.. Yerinde.
Hükümet?.. Yerinde.
Komisyon raporu 1227 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Sayın milletvekilleri, 8.6.2006 Tarihli ve 5518 Sayılı Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanunun 1 ve 2 inci maddeleri Cumhurbaşkanınca uygun bulunmayarak, bir daha görüşülmek üzere, bu hususta gösterilen gerekçeyle birlikte Başkanlığımıza geri gönderilmiştir.
Anayasanın 89 uncu maddesinin ikinci fıkrasında “Cumhurbaşkanınca kısmen uygun bulunmama durumunda, Türkiye Büyük Millet Meclisi sadece uygun bulunmayan maddeleri görüşebilir” İçtüzüğün 81 inci maddesinin son fıkrasında ise “Cumhurbaşkanınca yayımlanması kısmen uygun bulunmayan ve bir daha görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisine geri gönderilen kanunların sadece uygun bulunmayan maddelerinin görüşülmesine kanunun görüşmelerine başlamadan önce Genel Kurulca görüşmesiz karar verilebilir. Bu durumda, sadece uygun bulunmayan maddelerle ilgili görüşme açılır. Kanunun tümünün oylaması her halde yapılır” hükümleri yer almaktadır.
Bu hükümlere göre, geri gönderilen kanunun tümünün veya sadece Cumhurbaşkanınca uygun bulunmayan maddelerinin görüşülmesi Genel Kurulun kararına bağlıdır. Bu nedenlerle, söz konusu kanunun sadece Cumhurbaşkanınca uygun bulunmayan 1 ve 2 nci maddelerinin görüşülmesini Genel Kurulun onayına sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
1 inci maddeyi ve bağlı geçici 1 inci maddeyi okutuyorum:
BAZI KAMU ALACAKLARININ TAHSİL VE TERKİNİNE İLİŞKİN KANUN
Kanun No.: 5518 Kabul Tarihi: 8/6/2006
MADDE 1- 8/4/1929 tarihli ve 1416 sayılı Ecnebi Memleketlere Gönderilecek Talebe Hakkında Kanuna aşağıdaki geçici maddeler eklenmiştir.
"GEÇİCİ MADDE 1- Bu Kanun uyarınca mecburi hizmet karşılığı yurt dışına gönderilenlerden, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce, eğitimin herhangi bir aşamasında öğrencilikle ilişikleri kesilenler, öğrenim sürelerinin bitiminde mecburi hizmetlerini tamamlamak üzere görevlerine başlamayanlar, görevlerine başlayıp da yükümlü bulundukları mecburi hizmetini bitirmeden görevlerinden ayrılanlar ile göreve başladıktan sonra mecburi hizmetle yükümlü bulundukları süre içerisinde kadrolarıyla ilişiği kesilenlerden haklarında borç takibi işlemi devam edenler, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren üç ay içerisinde başvurmaları halinde, kendilerine döviz olarak yapılmış olan her türlü masraflar için, imzaladıkları yüklenme senedi ile muteber imzalı müteselsil kefalet senedi hükümleri dikkate alınmaksızın ve ilgililere ödeme yapma sonucunu doğurmaksızın, 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun ek 34 üncü maddesinin ikinci fıkrası hükümlerine göre bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önceki süreler için faiz uygulanmaksızın hesaplanacak tutarlarla yükümlü tutulurlar. Ancak, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun ek 34 üncü maddesinin yürürlüğe girdiği tarihten önce yüklenme senedi ile muteber imzalı müteselsil kefalet senedi alınanların döviz borçları, ilgili adına fiilen ödemenin yapıldığı tarihteki T.C. Merkez Bankasınca tespit ve ilân edilen efektif satış kuru üzerinden Türk Lirasına çevrilerek bunlar adına Türk Lirası olarak yapılan harcama tutarına eklenir. Bu şekilde hesaplanacak borç, sarf tarihinden bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihe kadar geçen süre için 1/1/2006 tarihinden geçerli olmak üzere tespit ve ilân edilen kanunî faiz işletilerek hesaplanır. Bu şekilde hesaplanacak borç miktarından ilgilinin bu zamana kadar yaptığı tüm ödemeler mahsup edilir; fazla ödenen tutar var ise ilgililere geri ödeme zorunluluğu doğurmaz. Kalan borç var ise ilgilinin durumu ve ödettirilecek meblağ dikkate alınarak azamî beş yıla kadar taksitlendirilebilir.
Bunlardan borçlarını mecburi hizmet yaparak ödemek isteyenler, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren üç ay içerisinde Milli Eğitim Bakanlığına müracaat etmeleri halinde, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 48 inci maddesinde belirtilen genel şartları taşımaları kaydıyla, müracaat tarihinden itibaren üç ay içerisinde atamaları yapılır ve atandıkları kurumlarında, yurt içinde veya yurt dışında görmüş oldukları öğrenim sürelerine ilişkin olarak genel hükümler çerçevesinde belirlenen mecburi hizmet yükümlülüklerini yerine getirirler ve ilgililer adına öğrenimleri nedeniyle çıkarılmış olan her türlü borç tutarlarının takibinden vazgeçilerek tahsilat işlemine son verilir. Bunların daha önce ödemiş oldukları tutarların bulunması halinde, bu meblağa isabet eden süreler faiz borcu dikkate alınmaksızın ilgililerin mecburi hizmet sürelerinden indirilir.
Bu Kanun kapsamında yurt dışına gönderilen öğrenciler, yurt dışında resmî öğrenci olarak geçirmiş oldukları öğrenim sürelerinin 18 yaşının tamamlanmasından sonraki döneme ait olan kısmını, halen tâbi oldukları sosyal güvenlik kurumuna bu maddenin yürürlük tarihinden itibaren üç ay içinde müracaat etmeleri ve müracaat tarihi itibarıyla bulundukları görev ile derece ve kademe ya da basamak ya da prime esas kazanç tutarı üzerinden bu süreye ilişkin olarak hesaplanacak prim, kesenek, kurum karşılığı gibi toplam yükümlülük tutarını müracaatın kabul tarihinden itibaren oniki ayda eşit taksitler halinde ödemek suretiyle borçlanabilirler. Taksit ödeme dönemi sonunda borcunun tamamını ödemiş olduğu tespit olunanların borçlanmış oldukları bu süreler, emekliliğe tâbi toplam hizmet süresinin hesabında ve sigortalılık ya da iştirakçiliğin başlangıç tarihinin tespitinde dikkate alınır. Aylık taksitlerini zamanında ödemeyenlerin önceki aylara ilişkin olarak ödemiş oldukları tutarlar, süresi geçen son taksit tarihinden itibaren otuz gün içinde ilgililere iade olunur. Başvuru tarihi itibarıyla herhangi bir sosyal güvenlik kurumuna tâbi olmayanlardan, daha önce herhangi bir sosyal güvenlik kurumuna tâbi çalışması olanlar en son tâbi oldukları sosyal güvenlik kurumuna, daha önce herhangi bir sosyal güvenlik kurumuna tâbi çalışması olmayanlar ise Sosyal Güvenlik Kurumuna (Bağ-Kur Genel Müdürlüğüne) müracaatta bulunurlar ve bunların borçlanacakları süreye ilişkin olarak ödeyecekleri toplam tutar, 8/5/1985 tarihli ve 3201 sayılı Yurt Dışında Bulunan Türk Vatandaşlarının Yurt Dışında Geçen Sürelerinin Sosyal Güvenlikleri Bakımından Değerlendirilmesi Hakkında Kanunun 4 üncü maddesi uyarınca Bakanlar Kurulu tarafından belirlenen günlük tutar esas alınarak tespit olunur."
BAŞKAN – Geçici madde 1 üzerinde Anavatan Partisi Grubu adına Şanlıurfa Milletvekili Sayın Turan Tüysüz; buyurun. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU ADINA TURAN TÜYSÜZ (Şanlıurfa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Anayasanın 89 uncu ve 104 üncü maddeleri gereğince, Cumhurbaşkanınca bir daha görüşülmek üzere geri gönderilen Bazı Kamu Alacaklarının Tahsili ve Terkinine İlişkin Kanunun geçici 2 nci maddesi hakkında Anavatan Partisi adına söz almış bulunmaktayım; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, Hükümetin çok çalıştığının ifadesi olarak Meclisimize getirmiş olduğu yasalar, ne ilginçtir ki, bir bir ya Anayasa Mahkemesinden ya da Cumhurbaşkanından geri dönmektedir. Bu getirilen Kanun da Sayın Cumhurbaşkanından geri dönmüştür. İtiraz halinde, yarın bu Yasa Anayasa Mahkememizden de geri dönecektir.
Bu kanun tasarısı, Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı değildir. Sadece ismi vardır, içeriği son derece özensiz hazırlanmış, oradan ve buradan geceyarısı önergeleriyle desteklenmiş, kamu alacaklarıyla ilgisi olmayan bir yasa tasarısı olarak karşımıza getirilmiştir.
“Bazı kanunlarda”, “çeşitli kanunlarda” gibi kelimelerle başlayan kanunları çıkarmak AKP Hükümetinde moda oldu. Son bir yıl içerisinde benzer başlıklı kanun tasarısı 14’tür. Oysa, kanunlar, tanımlanan bir konuyu ele almalı ve o konuyla ilgili kurumu, hizmet alanını ya da eylem ve işlemleri düzenlemelidir. Bu tasarıda yirmiden fazla konu var ve çoğu da hukuk devleti ilkelerine, hak ve özgürlükleri koruyup kollamaya, adaletli bir hukuk düzenini kurup geliştirmeye, yargı denetimine açık, Anayasanın eşitlik ilkelerine aykırı düzenlemelerden oluşmaktadır.
Hükümeti tekrar uyarıyoruz: Birilerine şirin gözükmek için hukuksuzluğu, adaletsizliği Yüce Meclisin önüne getirmeyin! Yüce Meclis, her zaman milletin çıkarlarını, her şeyden önce, herkesten üstün tutmuştur.
Değerli milletvekilleri, bu kanunun memurlar ve yurttaşlar tarafından doğru anlaşılması çok zor olduğu gibi, doğru uygulanması da söz konusu değildir. Uygulamada kanunun dışına çıkılacak, birçok hükmünün gereğinin yapılmasından çekinilecektir. Bu kanunun çıkışının sorumlusu sadece tasarıya imza atan Hükümet üyelerimizdir. Parlamentonun İktidar milletvekilleri, karmakarışık ve belirsizliklerle dolu böyle bir kanun tasarısına el kaldıranlar da bu sorumluluğun altına girmişlerdir. Meclisimizi “Meclis torba kanun yapar, torbaya da istediğini koyar” diye anlama hakkımız olduğunu sanmıyorum.
Biz, Anavatan Partisi olarak alışılmış, yıkıcı bir muhalefet tarzını benimsemediğimizi, aksine ülkemiz ve halkımızın menfaatına uygun konularda iktidara destek vereceğimizi daha önce de belirtmiştik. Tasarının 1 inci ve 2 nci maddelerinde dile getirilen hususlar ne tam anlamıyla karşı çıkacağımız ne de tam anlamıyla destekleyeceğimiz hususlardır.
Geçici 53 üncü maddenin (a) bendi lisansüstü eğitim-öğretim amacıyla yurt dışında kalmaları gereken süre içerisinde öğrenimlerini tamamlayamadıkları için kadrolarıyla ilişkileri kesilenlerin affedilmesini öngörmektedir.
Yurt dışında lisansüstü eğitime gönderilmiş ve devlet tarafından hiç azımsanmayacak harcamalar yapılmış başarısız öğrencilerin öncelikle neden gereken süre içerisinde öğrenimlerini tamamlayamadıkları iyi araştırılmalıdır.
Bu konuda yeterince bir bilgi olmadan bunların kayıtsız, şartsız affedilerek kurumlarına geri dönmesi, başarılı, yükümlülüklerini yerine getirmiş öğrencilerin çabalarına bir haksızlık olacak ve kamu vicdanını rahatsız edecektir.
Değerli milletvekilleri, bu madde, Sayın Cumhurbaşkanımızın gerekçeleriyle birlikte seçici bir işlemi haiz olacak şekilde yeniden düzenlenmedikçe kamu vicdanını rahatsız edecektir. Kuşkusuz, yurt dışındaki öğrencilere kefil olmuş insanların, o öğrencilerin başarısızlıklarıyla, epeyce yüklü bir borcun altına girdiklerinin farkındayız. Bu insanların çoğu, borçlarını karşılamayacak durumdadırlar. Bunların da mağduriyetinin önlenmesi gerekir. Bu nedenle, bu insanların mağduriyetlerinin giderilmesi, bizim de arzu ettiğimiz bir şeydir. Buna hiçbir vicdan sahibi itiraz edemez, etmemelidir. Ancak, kurunun yanında yaşın da yanmayacağı, ilkeli bir düzenleme yapmak da görevimiz, Yüce Meclisin görevi olmalıdır.
Bugün bu yasal düzenlemeyi yaparken, 5518 sayılı Yasa ile 1416 ve 2547 sayılı Yasalara eklenen geçici 1 ve 53 üncü maddenin, hukuk devletinde bulunması gereken adalet anlayışıyla, eşitlik ilkesiyle, kamu yararı ve hizmetin gerekliliğiyle bağdaşmadığını düşünmekteyiz.
Aceleye getirilmiş, sadece günü kurtarmaya yönelik yasal düzenlemelerin yerine, olayın sosyolojik, ekonomik ve psikolojik boyutlarının ve kamu vicdanında yer edecek hâkim bir yasal düzenleme yapılması konusunda ısrarımızı tekrar tekrarlıyor, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ediyorum. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Samsun Milletvekili Sayın Haluk Koç; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA HALUK KOÇ (Samsun) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; çok kısa bir açıklama için söz almış bulunuyorum.
Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından bazı maddelerinin tekrar görüşülmesi istemiyle Türkiye Büyük Millet Meclisine geri gönderilen kanun tasarısının, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak, daha önceki görüşmelerinde de duruşumuzu ifade etmiştik.
Önemli bir insan kaynağının, akademik dünyada Türkiye’ye katkı verebilecek bir insan kaynağının, bugün, yükümlülükleri dolayısıyla, burslarından doğan yükümlülükleri dolayısıyla, hem kendileri -şu anda çalışanlar- hem aileleri hem de kefilleri çok ağır bir borç yükü altındalar.
Burada, atamayla ilgili husus konusunda Sayın Cumhurbaşkanının iade gerekçeleri üzerinde bir görüş belirtmek istemiyorum, saygıyla karşılıyorum.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak, bu sorunun artık çözülmesi gerektiğine inanıyoruz ve arkadaşlarımızla birlikte olumlu oy vereceğimizi ifade ediyorum.
Genel Kurulu saygılarımla selamlıyorum. (CHP ve AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Koç, teşekkür ediyorum.
Sayın Kandoğan, Sayın Eraslan, konuşacak mısınız?
MEHMET ERASLAN (Hatay) – Konuşmayacağım.
BAŞKAN – Geçici madde 1’i oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Geçici madde 2’yi okutuyorum:
"GEÇİCİ MADDE 2- Bu Kanun uyarınca mecburi hizmet karşılığı yurt dışına gönderilenlerden, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce, borcunun tamamını ödemeden veya mecburi hizmetini tamamlamadan vefat edenlerin borç yükümlülükleri ortadan kalkar. Buna bağlı olarak, borçlunun kendisi, mirasçıları ve kefilleri hakkındaki her türlü borç yükümlülükleri ortadan kaldırılır ve her türlü borç takibi işlemlerine son verilir."
BAŞKAN – Geçici madde 2’yi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, görüşülmekte olan 1227 sıra sayılı kanun tasarısının 1 inci maddesinin oylamasının açıkoylama şeklinde yapılmasıyla ilgili olarak bir talep vardır. Milletvekili arkadaşlarımın ismini okuyacağım ve Genel Kurul Salonunda bulunup bulunmadıklarını arayacağım.
Sadullah Ergin?.. Burada.
Bekir Bozdağ?.. Burada.
Zülfü Demirbağ?.. Burada.
Mahmut Kaplan?.. Burada.
Alaettin Güven?.. Burada.
Nusret Bayraktar?.. Burada.
Muharrem Karslı?.. Burada.
İbrahim Köşdere?.. Burada.
Fahri Keskin?.. Burada.
Muharrem Tozçöken?.. Burada.
İlyas Arslan?.. Burada.
Tevhit Karakaya?.. Burada.
Mehmet Çiçek?.. Burada.
Alaattin Büyükkaya?.. Burada.
Eyüp Ayar?.. Burada.
Muharrem Candan?.. Burada.
Ali Öğüten?.. Burada.
Osman Aslan?.. Burada
Ali Öğüten?.. Burada.
Osman Aslan?.. Burada.
Öner Ergenç?.. Burada.
Fikret Badazlı?.. Burada.
Sayın milletvekilleri, tasarının 1 inci maddesinin açıkoylama şeklinde yapılmasına dair önergeyi okudum, imza sahiplerini de aradım.
Açıkoylamanın şekli hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.
Açıkoylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Oylama için 4 dakika süre vereceğim. Bu süre içerisinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını, oylama için öngörülen 4 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.
Ayrıca, vekâleten oy kullanacak sayın bakanlar var ise, hangi bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy pusulasını, yine, oylama için öngörülen 4 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.
Oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 8.6.2006 tarihli ve 5518 sayılı Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanunun 1 inci maddesinin açıkoylama sonucu:
Kullanılan oy sayısı : 381
Kabul : 381(x)
Sayın milletvekilleri, 2 nci maddeye bağlı Geçici Madde 52’yi okutuyorum:
MADDE 2- 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununa aşağıdaki geçici maddeler eklenmiştir.
"GEÇİCİ MADDE 52- Kısmî statüde görev yapanlara 15/3/2004 tarihinden önceki dönem için ödenmiş olan makam ve görev tazminatları geri alınmaz; ödendiği halde herhangi bir nedenle geri alınanlara geri alınan tutar iade edilir. Bunlara, 15/1/2003 ile 14/3/2004 tarihleri arasındaki dönem için ödenmeyen makam ve görev tazminatları, müstahak olunan tarihteki miktarlar üzerinden ödenir."
BAŞKAN – Geçici Madde 52’yi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Geçici Madde 53’ü okutuyorum:
"GEÇİCİ MADDE 53- 33 üncü maddeye göre lisansüstü eğitim-öğretim amacıyla yurt dışına gönderilenler ile 35 inci maddeye göre yurt içinde başka bir üniversiteye lisansüstü eğitim-öğretim amacıyla gönderilenlerden veya üniversitelerinde görev yapanlardan bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihe kadar;
(x) Açıkoylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağın sonuna eklidir.
a) Lisansüstü eğitim-öğretim amacıyla yurt dışında kalmaları gereken süre içerisinde öğrenimlerini tamamlayamamaları nedeniyle kadroları ile ilişikleri kesilenlerden veya ilişiği kesilmeyip devam edenler ile başka bir kamu kurumuna naklen atananlardan,
b) Eğitimin herhangi bir aşamasında, her ne sebeple olursa olsun Türkiye'ye çağrılmış olanlardan,
c) Lisansüstü eğitim-öğretim amacıyla yurt içindeki başka bir üniversitede kalmaları gereken süre içerisinde öğrenimlerini tamamlayamamaları nedeniyle kadroları ile ilişikleri kesilenlerden,
d) Eğitimlerinin herhangi bir aşamasında istifa etmiş olmaları nedeniyle kadrolarıyla ilişikleri kesilenler, sürelerinin bitiminde mecburi hizmetlerini tamamlamak üzere görevlerine başlamayıp çekilmiş sayılanlar ile görevlerine başlayıp da yükümlü bulundukları mecburi hizmetini bitirmeden görevlerinden ayrılanlardan,
e) Herhangi bir üniversitede görev yaparken yeniden atanmamak suretiyle üniversite ile ilişiği kesilenlerden,
en az yükseklisans (master) eğitimini başarıyla tamamlamış olanlar; bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren üç ay içerisinde Yükseköğretim Kuruluna müracaat etmeleri halinde, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 48 inci maddesinde belirtilen genel şartları taşımaları kaydıyla, Yükseköğretim Kurulunca atanmalarının uygun bulunması üzerine müracaat tarihinden itibaren üç ay içerisinde, (öncelikle daha önce kadrolarının bulunduğu kurumlar olmak üzere) Kurulun belirleyeceği yükseköğretim kurumlarındaki durumlarına uygun öğretim elemanı kadrolarından birine atanabilirler. Bunlardan durumları yukarıdaki (a), (b), (c), (d) ve (e) bentlerine uyanlar için kullanılmak üzere yılda bir defa yapılmasına ilişkin sınırlamaya tâbi olmaksızın 78 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin ek 1 inci maddesi hükmü uyarınca Bakanlar Kurulu kararıyla ihtiyaca göre öğretim elemanları kadrolarında unvan ve derece değişiklikleri yapılabilir. Yükseköğretim Kurulunca atanması uygun görülmeyenler altmış gün içerisinde yargı yoluna başvurabilirler. Yükseköğretim Kuruluna başvurmayanlar ile Yükseköğretim Kurulunca ataması uygun görülmeyenlerden, yargı yoluna müracaat etmeyenler ve yargı kararı ile öğretim elemanı olarak atanmaları uygun görülmeyenler ise bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içerisinde Devlet Personel Başkanlığına müracaat ederler. Bunlar, personel ihtiyacı dikkate alınarak anılan Başkanlıkça belirlenecek kamu kurum ve kuruluşlarının boş memur kadrolarına sınav şartı aranmaksızın ve açıktan atamaya ilişkin sınırlamalara tâbi tutulmaksızın altı ay içinde atanırlar.
Ancak bunlardan yükseklisans eğitimini başarıyla tamamlayamamış olanlar, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren üç ay içerisinde Devlet Personel Başkanlığına müracaat etmeleri halinde, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 48 inci maddesinde belirtilen genel şartları taşımaları kaydıyla müracaat tarihinden itibaren üç ay içerisinde, personel ihtiyacı dikkate alınarak anılan Başkanlıkça belirlenecek kamu kurum ve kuruluşlarının boş memur kadrolarına sınav şartı aranmaksızın ve açıktan atamaya ilişkin sınırlamalara tâbi tutulmaksızın atanırlar. Bunlardan halihazırda Devlet memuru statüsünde çalışanların ise çalıştıkları kurumlarda mecburi hizmetlerini yapmalarına müsaade edilir.
Bunlar, atandıkları kurumlarında, halihazırda kamu kurumlarında görev yapanlar ise bu kurumlarında yurt içinde veya yurt dışında görmüş oldukları öğrenim sürelerine ilişkin olarak genel hükümler çerçevesinde belirlenen mecburi hizmet yükümlülüklerini yerine getirirler ve ilgililer adına öğrenimleri nedeniyle çıkarılmış olan borç tutarlarının takibinden vazgeçilerek tahsilat işlemine son verilir. Bunların daha önce ödemiş oldukları tutarların bulunması halinde, bu meblağa isabet eden süreler ilgililerin mecburi hizmet sürelerinden indirilir. Ancak, üniversiteye veya başka bir kamu kurumuna dönmek istemeyenlerden mecburi hizmet karşılığı olarak, hizmetleri karşılığında aldıkları yurt içi maaşlar talep edilemez. Bu maaşlar haricinde eğitimleri için yapılan diğer ödemeler talep edilir.
Birinci fıkranın (a), (b) veya (c) bentlerinde sayılan durumların gerçekleşmesine rağmen, geçici 47 nci madde uyarınca öğrenim hakkı tanınanlardan ataması yapılmış olanlar ile kadrolarıyla ilişikleri kesilmeyenlerden haklarında borç takibi yapılanlar kadrolarında bırakılır; bunlar hakkında da yukarıdaki fıkra hükmü uygulanır. Bunların yükseköğretim kurumlarında çalışmış oldukları süreler mecburi hizmetlerinden indirilir.
Bu madde kapsamına girenlerden öğretim elemanı kadrosuna atananlardan tekrar mecburi hizmet yükümlülüğü öngörülen bir görevlendirme yapılmış veya yapılacakların, söz konusu görevlendirme çerçevesinde lisansüstü eğitim-öğretimlerini başarılı bir şekilde tamamlamış olmaları veya tamamlamaları halinde, bu görevde çalışmış oldukları süreler ilk görevlendirmeye ilişkin mecburi hizmetlerinden indirilir ve ikinci görevlendirmeye ilişkin mecburi hizmet yükümlülüğü devam eder; başarısız olmaları halinde ise bu görevlendirmeden kaynaklanan mecburi hizmet yükümlülük süreleri önceki mecburi hizmet yükümlülük sürelerine ilave edilir.
Yukarıda belirtilen hükümler çerçevesinde öğretim elemanı veya memur kadrolarına atandıktan sonra yükümlü bulundukları mecburi hizmeti bitirmeden görevlerinden ayrılan veya bir ceza sebebiyle görevine son verilenler ile bu madde kapsamına girdiği halde müracaat etmemeleri veya Devlet Memurları Kanununun 48 inci maddesinde belirtilen genel şartları taşımadıkları için atanamamaları nedeniyle mecburi hizmet yükümlülüğünü yerine getirmeyenlerin yükümlü tutulacakları tutar, imzaladıkları yüklenme senedi ile muteber imzalı müteselsil kefalet senedi hükümleri dikkate alınmaksızın ve ilgililere ödeme yapma sonucu doğurmaksızın, kendilerine döviz olarak yapılmış olan her türlü masraflar için;
a) Bunlardan 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun ek 34 üncü maddesinin yürürlüğe girdiği 5/8/1996 tarihinden sonra yüklenme senedi ile muteber imzalı müteselsil kefalet senedi alınanlar hakkında, anılan maddenin ikinci fıkrası hükümlerine göre bu Kanunun yayımı tarihinden önceki süreler için faiz uygulanmaksızın hesaplama yapılır.
b) 5/8/1996 tarihinden önce yüklenme senedi ile muteber imzalı müteselsil kefalet senedi alınanlar hakkında, ilgili adına fiilen ödemenin yapıldığı tarihteki T.C. Merkez Bankasınca tespit ve ilân edilen efektif satış kuru üzerinden Türk Lirasına çevrilerek bulunacak tutar ile bu tutara sarf tarihinden bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihe kadar geçen süre için 1/1/2006 tarihinden geçerli olmak üzere tespit ve ilân edilen kanunî faiz işletilerek hesaplama yapılır. Ancak, bu hükümlere göre hesaplama yapılması sonucunda borçlunun aleyhine bir durum ortaya çıkması halinde (a) bendi hükümleri uygulanır.
Hesaplanan borç miktarı, ilgilinin durumu ve ödettirilecek meblağ dikkate alınarak azamî beş yıla kadar taksitlendirilebilir. Bunların daha önce ödemiş oldukları tutar ile mecburi hizmetlerinde değerlendirilen sürelere isabet eden tutar, anılan madde uyarınca belirlenecek tutardan düşülür."
BAŞKAN – Geçici madde 53 üzerinde, Anavatan Grubu adına Gaziantep Milletvekili Sayın Ömer Abuşoğlu; buyurun. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU ADINA ÖMER ABUŞOĞLU (Gaziantep) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; üzerinde tartıştığımız tasarı, biliyorsunuz, bazı maddeleri itibariyle Cumhurbaşkanlığından geri gönderilen birtakım maddeler içeriyor. Bu 53 üncü maddenin kapsamı içerisinde yer alan kişiler, devlet adına veya üniversiteler adına yurt dışına gönderilip de başarısızlıkları nedeniyle yurt içerisine dönmemiş veya bir kısmı başarılı oldukları halde dönmemiş birtakım kişileri, birtakım yeni durumlarıyla devlet memuru olmayan, eski durumları itibariyle devlet memuru olup da görevlerine son verilen ve her biri birbirine benzemeyen çok farklı statüdeki kişileri kapsıyor.
Ben, bu tasarı görüşülürken, daha önceki konuşmamda, bunlarla ilgili, bunların niçin bu tür bir mağduriyete uğradığını ifade etmiştim.
Arkadaşlar gürültüye devam edecek olurlarsa, 10 dakikamın tamamını kullanacağım; eğer gürültüye devam etmezlerse, meramımı kısaca anlatıp, süreyi doldurmadan…
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, saygıdeğer arkadaşlarım; bakınız, milletvekilli arkadaşlarımızın gidecekleri yerler var, çalışmalar var. Onun için, bir an önce tamamlayalım konuşmaları. Ondan sonra, oylamalar yapacağız, açıkoylamalar. Lütfen, üç beş dakika sabırlı olalım.
ÖMER ABUŞOĞLU (Devamla) – Bu madde kapsamına giren üniversite asistanları, YÖK tarafından yapılan merkezî bir sınavla, tüm Türkiye genelinde, Türkiye’deki isteyen herkesin müracaat etmesine imkân sağlayacak şekilde, YÖK tarafından yapılan bir sınavla, çeşitli üniversiteler adına asistan olarak alınmışlar ve kadrolara atanmışlar ve daha sonra, bunlar, kadrolarına atandıktan sonra da yurt dışına gönderilmişler. Yaklaşık iki sene boyunca, bunlara, devlet, hem okul paralarını hem kitap paralarını hem oradaki burslarını ödemek üzere, çok ciddî masraflarda bulunmuş; ama, iki yıl sonra, dönemin YÖK Başkanı Sayın Kemal Gürüz, yurt dışına, Amerika’ya giderek, orada güya bir inceleme gezisinde bu öğrencilerin Türkiye aleyhine zararlı ve yıkıcı faaliyetlerde bulunduğunun farkına varmış ve Türkiye’ye döndükten sonra… Bu, şuna çok iyi bir örnek; devlet gücünü eline geçirenlerin, yetkiyi eline geçirenlerin bu yetkiyi nasıl kötüye kullanmak istedikleri zaman önlerinin açık olduğunu göstermesi açısından çok açık bir örnek teşkil ediyor. Onun için, burada yasa yapılırken, yasalar üzerinde, tasarılar üzerinde konuşulurken ucu açık yetkinin verilmemesi konusunda Yüce Heyetin dikkatini çekmek istiyorum. Sayın YÖK Başkanı yurt dışından döndükten sonra üniversitelere birer yazı yazıyor; falanca falanca öğrenciler -isim belirterek- Türkiye aleyhine yıkıcı faaliyetlerde bulunuyor ve bunların derhal öğrenimlerini yarıda keserek Türkiye’ye dönmelerinin sağlanması... Elde hiçbir belge yok, hiçbir mahkeme kararı yok, hiçbir müfettiş raporu yok, hiçbir soruşturma yok. O zaman idareciyim ben; rektör yardımcısı olarak, özellikle bu yurt dışına giden öğrencilerin işlemleriyle ilgileniyorum, sorumluluğu bende. Ortada apaçık bir haksızlık var. Bir kısmı yükseklisanslarını bitirmeye üç dört ay kalmış, bir kısmı yükseklisansını bitirmiş doktoraya başlamış, not ortalamaları itibariyle oldukça başarılı. Bunları görevlerinin başına dönmeye geri çağırmak noktasında hem insanî olarak hem vicdanî olarak hem de Türkiye’nin o güne kadar yaptığı masrafları dikkate alarak böyle bir çağrıyı yapmak içimden gelmedi yahut en azından yönetim kurulunda bu konu görüşülürken itiraz ettim; en azından YÖK Başkanı bu konuyla ilgili bize yazılı bir yazı göndersin, yazılı bir ifade göndersin... Sadece sözlü ifade.
Yazılı ifade, falanca falanca kişilerin görevlerine geri çağrılmaları. Gerekçe?.. Hiçbir gerekçe yok; hiçbir soruşturma raporu yok, hiçbir mahkeme kararı yok, hiçbir müfettiş raporu yok. Bu öğrenciler bu şekilde Türkiye’ye çağrıldılar. Bir kısmı tazminat ödemek noktasındaki attıkları imzanın ağırlığından çekinerek görevlerini yarıda bırakıp Türkiye’ye döndüler, bir kısmı bu çağrıya uymayıp yurt dışında öğrenimlerine devam ettiler. Dönmeyenlerin memuriyetlerine son verildi. Bunları niye anlatıyorum; Cumhurbaşkanının çünkü iade gerekçesinde birtakım ifadeler var, bunlar, sınavsız tekrar memuriyete alınamazlar falan noktasında. Bunlar, zaten, memuriyete girerken belli sınavlardan, merkezî bir sınavdan geçmişler. O bakımdan, bu öğrencilere yapılan... Devletin, kamunun ve kamuyu temsil eden kişilerin ve otoritenin yaptığı açık bir haksızlık sonucu bu mağduriyetler ortaya çıkmış. Dolayısıyla, sayın milletvekilleri, Cumhurbaşkanının iade gerekçesindeki hususları dikkate almak bu mağduriyetlerin devamına yol açmaktadır.
Ben, gönül rahatlığı içerisinde, Sayın Cumhurbaşkanının ileriye sürdüğü gerekçelere uymadan, bu tasarıyı, bu maddeyi yeniden kabul etmek yönünde içim rahat ve bu noktada da bu maddeye lehte oy vereceğimi ifade etmek üzere huzurlarınıza çıktım; hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Madde üzerinde, şahsı adına İstanbul Milletvekili Tayyar Altıkulaç; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Süreniz 5 dakika Sayın Altıkulaç.
TAYYAR ALTIKULAÇ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; sözlerime başlamadan önce hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Cumhurbaşkanının anayasal yetkisini kullanarak Meclisimizde bir kere daha görüşülmek üzere iade ettiği bir yasa tasarısının maddeleri üzerinde müzakere ediyoruz. Sayın Cumhurbaşkanının, tabiî ki, anayasal hak ve görevi olarak bunu iade onun için ne kadar bir haksa, bu tasarı üzerinde Sayın Cumhurbaşkanının iade gerekçelerini değerlendirmek, ona katılmak ya da katılmamak Yüce Meclis için ve hepimiz için en tabiî bir hak.
Değerli arkadaşlarım, bu öğrencilerin yurt dışında, Yükseköğretim Kurulu veya kamu kuruluşları tarafından yurt dışına gönderilen öğrencilerin, benden önceki konuşmacıların da ifade ettiği gibi, çok değişik, çok farklı durumları var. Yükseköğretim Kurulunun bunları geri çekme gerekçelerinin, ne yazık ki, hiçbir yasal dayanağı da yok.
Aslında yaptığımız iş, bu öğrenciler için bir af yasası çıkarmak değil, bir ihkakı hak olayıdır. Yani, haksızlığa uğramış bir gençliğin haklarının kendilerine iadesidir; ama, ne yazık ki, buna biz bir af yasası demek durumundayız.
Bu yasayla biz neyi sağlamış oluyoruz; çok ağır borç yükü altına girmiş, ödenemez rakamlarla faiz borcu altına girmiş aileleri, gençleri bu sıkıntıdan kurtarıyoruz, bir.
İkincisi; devleti, tahsil etmesi çok imkânsız hale gelmiş, neredeyse imkânsız hale gelmiş bir alacağını tahsil etme imkânına kavuşturuyoruz.
Bir diğer önemli nokta da, yurt dışında eğitim yapmış, yükseklisans yapmış, doktora yapmış, dil öğrenmiş bu gençlerden ülkemizin yararlanması, yükseköğretim kurumlarımızın yararlanması imkânını bu yasayla getirmiş oluyoruz. Bu itibarla, içimize sine sine bir af yasası ya da ihkakı hak yasasını Meclisimizde kabul etmiş olacağız.
Ben, şahsen, bu yasa lehinde oy kullanacağımı bildiriyor; bu gençlere, ülkemize, maliyemize, devletimize hayırlı olması dileğiyle Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Geçici madde 53’ü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Geçici madde 54’ü okutuyorum:
"GEÇİCİ MADDE 54- Bu Kanun uyarınca mecburi hizmet karşılığı yurt dışına gönderilenlerden, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce, borcunun tamamını ödemeden veya mecburi hizmetini tamamlamadan vefat edenlerin borç yükümlülükleri ortadan kalkar. Buna bağlı olarak, borçlunun kendisi, mirasçıları ve kefilleri hakkındaki her türlü borç yükümlülükleri ortadan kaldırılır ve her türlü borç takibi işlemlerine son verilir."
BAŞKAN – Geçici madde 54’ü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, 2 nci maddeyle ilgili olarak bir açıkoylama talebi vardır.
Açıkoylama talebinde bulunan sayın milletvekillerinin isimlerini okuyup, Genel Kurulda olup olmadıklarını arayacağım:
Sayın Sadullah Ergin?..
Bekir Bozdağ?..
Zülfü Demirbağ?..
Mahmut Kaplan?..
Alaettin Güven?..
Nusret Bayraktar?..
Muharrem Karslı?..
İbrahim Köşdere?..
Fahri Keskin?..
Muharrem Tozçöken?..
İlyas Arslan?..
Tevhit Karakaya?..
Mehmet Çiçek?..
Alaattin Büyükkaya?..
Eyüp Ayar?..
Muharrem Candan?..
Ali Öğüten?..
Osman Aslan?..
Öner Ergenç?..
Fikret Badazlı?..
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, açıkoylamanın şekli hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.
Açıkoylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Oylama için 3 dakika süre vereceğim. Bu süre içinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini; bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını, oylama için öngörülen 3 dakikalık süre içinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.
Ayrıca, vekâleten oy kullanacak sayın bakanlar var ise, hangi bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy pusulasını, yine oylama için öngörülen 3 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.
Sayın milletvekilleri, bir oylama daha vardır; lütfen, Genel Kuruldan ayrılmayınız.
Oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 8.6.2006 tarihli ve 5518 sayılı Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanunun 2 nci maddesinin açık oylama sonucu:
Kullanılan oy sayısı : 386
Kabul : 385
Çekimser : 1(x)
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, kanunun bazı maddeleri af içerdiğinden, tümünün oylamasını açık oylama şeklinde yapacağız.
Açık oylamanın şekli hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.
Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Oylama için 3 dakika süre vereceğim.
Oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN – Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, 8.6.2006 tarihli ve 5518 sayılı Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun ve Anayasanın 89 uncu ve 104 üncü maddeleri gereğince Cumhurbaşkanınca bir daha görüşülmek üzere geri gönderme tezkeresinin tümü üzerinde yapılan açıkoylama sonucunu açıklıyorum:
Kullanılan oy sayısı : 398
Kabul : 398(x)
Böylece, kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır; öğrencilerimiz için, yakınları için ve milletimiz için hayırlar getirmesini diliyorum.
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, şimdi ara vereceğiz; ama, ara verdikten sonra tekrar iki kanun üzerindeki görüşmelerimiz devam edecektir.
Saat 21.05’te toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.
Kapanma Saati: 20.03
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 21.14
BAŞKAN: Başkanvekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP ÜYELER: Mehmet DANİŞ (Çanakkale), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)
BAŞKAN – Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 122 nci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
Kanun tasarı ve tekliflerini görüşmeye devam edeceğiz.
10 uncu sıraya alınan, Hâkimler ve Savcılar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun görüşmelerine başlıyoruz.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
11.- Hâkimler ve Savcılar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1220) (S. Sayısı: 1217) (x)
BAŞKAN – Komisyon ve Hükümet?.. Yerinde.
Komisyon raporu 1217 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde -bir konuşmacı- Anavatan Grubu adına Malatya Milletvekili Sayın Süleyman Sarıbaş; buyurun. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU ADINA SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Değerli arkadaşlar, 1217 sıra sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde Anavatan Partisi adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Ayrıca, televizyonları başında bu önemli kanunun çıkmasını bekleyen meslektaşlarımıza, hâkim arkadaşlarımıza ve yargı mensuplarımıza da saygılarımı sunuyorum.
Değerli arkadaşlar, hâkimlik ve savcılık mesleği istisnaî bir meslektir, hem istisna bir meslek hem de müstesna bir meslektir; yani, hâkimlerimizi ve savcılarımızı devlet memuru kategorisinden ayrı tutmamız lazım, yaptıkları görev itibariyle, toplumdaki saygınlıkları itibariyle. Karar verme erkini; yani, adalet dağıtma, hak dağıtma erkini elinde bulunduran bu kutlu mesleğin mensuplarının, hakikaten, ekonomik ve sosyal hayatlarının çok zor olduğunu…
Salih Bey, sen, tabiî, bunu getirmeyi fazla düşünmüyordun; ama, zannediyorum, Cumhuriyet Halk Partisi ile bizim ısrarımızla…
İRFAN GÜNDÜZ (İstanbul) – Alakası yok Sayın Başkan.
SALİH KAPUSUZ (Ankara) – Biz getirdik…
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Devamla) – Siz getirdiniz de, ekime kalma ihtimali vardı da, onun için gülüyorsun.
AHMET YENİ (Samsun) – AK Parti getirmezse olmaz.
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Devamla) – Biz bunun gelmiş olmasına, görüşülmüş olmasına, gerçekten… Siz de getirmiş olsanız, bütün siyasî parti gruplarımızın desteği var; çünkü…
İRFAN GÜNDÜZ (İstanbul) – Biz getirdik.
(x) 1217 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Devamla) – Hayır, ben Salih Bey güldüğü için söylüyorum. Gülüş sebebini izah edeceksin o zaman çıkıp buraya.
Şimdi, değerli arkadaşlar, hakikaten, şaka bir tarafa, hâkimlerimiz ve savcılarımız hakikaten zor şartlarda yaşıyorlar. Şimdi, bu meslek öyle bir meslek ki, çoğu eşimiz, dostumuz, arkadaşımız, meslektaşımız; parası bitse kimseden para isteyemez, borç alamaz -kendi kanunlarında zaten var, Sayın Bakan da bilir- borçlanamaz; mutlaka, bulunduğu yerde, cebinde, kendi kıt kanaat geçimiyle, kıt kanaat aldığı ücretle geçinmek mecburiyetinde. Hele hele, mesleğe ilk başladıklarında, Anadolu’nun en ücra köşelerinde, kuş geçmez, kervan geçmez yerlerde keşifler yapan, kadastro çalışmaları yapan, suç işleyene ceza müeyyideleri koyan ve toplumun huzur ve barışı için adalet dağıtan bu insanları, bu Meclisin, Türkiye’nin, Türkiye Devletinin, bu büyük devletin, mutlaka, hak ettikleri statüye, hak ettikleri sosyal ve ekonomik hayata kavuşturmaları gerekir diye düşünüyorum.
Bu tasarıyı hazırlayan Bakanlığımıza, bu tasarının hazırlanmasına talimat veren Sayın Başbakana, bu tasarının hazırlanmasına katkı sağlayan Sayın Bakana çok teşekkür ediyorum. Hakikaten, yıllardır… Son dönemde, zannediyorum, Seyfi Bey bir zam yapmıştı, Seyfi Oktay Beyin bakanlığı döneminde bir iyileştirme getirilmişti. Ondan bugüne, paranın satın alma gücündeki kayıplar, paranın değer kaybı karşısında, hâkim ve savcılarımız, hakikaten, ekonomik yönden çok zor durumda idiler.
Şimdi, üç erkten, üç temel erkten birini kullanıyorlar. Yargıtayda, biliyorsunuz, arkadaşlar, 32 dairemiz var, senede 500 000 dosya. Yani, bu demektir ki, hemen hemen, her dairemiz, günde yüzde 100’e yakın dosyayı -ki, bunlar hakikaten önemli dosyalar- karara bağlıyorlar. Bunların içinde çeteler var, bunların içinde banka hortumlayanlar var, bunların içinde mafyalar var. Bu kadar ağır dosyalara karar veren insanlarımızın, sosyal yönden de, ekonomik yönden de çok rahat, çok dik olmaları lazım. Onun için, bu tasarı önemli bir tasarıdır. Bu tasarıyla, inşallah, arzu edilen noktaya gelmiş olurlar.
Ancak, tasarının içeriğine baktığımız zaman, tasarının içeriğinde eleştireceğimiz yönler de var. Ben, açık söylüyorum, buradaki hiyerarşik düzene çok katıldığımı söyleyemem Sayın Bakanım. Yani, Anayasa Mahkemesi üyesi ile Yargıtay üyelerinin sınıfsal bir ayırımları yok. Yani, Anayasa Mahkemesi üyelerimiz de Yargıtay üyelerimizle aynı statüde olmasına rağmen… Anayasa Mahkemesi üyelerimize neden çok verildi demiyorum; ama, Yargıtay üyelerimizin de o noktaya çekilmesi lazım; yani, ne diyor tasarının 103 üncü maddeyi değiştiren 2 nci maddesinde: “Anayasa Mahkemesi Başkanı, Yargıtay Başkanı, Danıştay Başkanı, Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Danıştay Başsavcısına yüzde 100…” Doğru, bunlar en üst yargı görevleri, yüzde 100; ama, hemen bir altında; Anayasa Mahkemesi Başkanvekili, Anayasa Mahkemesi üyeleri, Yargıtay ve Danıştay Birinci Başkanvekilleri, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcı Vekilleri, Yargıtay ve Danıştay Daire Başkanları ile Adalet Bakanlığı müsteşarları hemen 86’ya düşüyor, 14 puan; bu çok fazla bir fark. Bunun, en azından 96 olması lazım. Bunu 96 yapmamız lazım. Yargıtay üyelerimizi de en azından 94 ile, yani, çok cüzî bir farkla araya koymamız lazım; çünkü, ne yapıyoruz: Biz, Anayasa Mahkemesi üyelerimize 86 veriyoruz, Yargıtay üyelerimize 83 veriyoruz. İlk gelen taslakta 84 idi, sonradan bunun 1 puan düşürüldüğünü gördük. Bu düşürülmemeliydi ve biz, bu konuda, bir önerge vereceğiz. Anayasa Mahkemesi Başkanı ve Yargıtay Başkanı, yani yüksek yargının başkanları yüzde 100 alırken, hemen bir alt sınıfta, (b) şıkkında sayılan arkadaşlarımızın 96, Yargıtay üyelerimizin ve Danıştay üyelerimizin de 94’e çıkartılması lazım; çünkü, bununla getirilen birtakım hakların, zaten Sosyal Güvenlik Yasasıyla da, birtakım kayıpları olacak; dolayısıyla, bunun, bir önergeyle düzeltilmesi lazım.
Adlî yargıda görev yapan, birinci sınıfa ayrılmış, yani, birinci sınıfta altı yılını doldurmuş, Yargıtay ve Danıştay üyeliğine seçilme hakkı kazanmış olan arkadaşlarımızın da 79’da olması, o da kabul edilebilir bir durum değil; çünkü, eğer kadro olsa, bu arkadaşlarımız da seçilme yeterliliğine sahipler ve seçilselerdi, bunların da belki 94’lere, 96’lara gelme ihtimalleri varken, bunları 79’da bırakmanın da adaletle bağdaşan bir tarafı olmadığı kanaatindeyim. Bunları, kendi aralarında 2’şer puan silsileyle farklılaştırarak daha uyumlu hale getirmiş oluruz diye düşünüyorum.
Tabiî, denilebilir ki, diğer devlet memurlarımız da bu ülkede hakikaten zor şartlarda yaşıyorlar, aldıkları ücretler, hakikaten onların da yaşamasına, rahat hayat yaşamasına veyahut da geçimlerini sağlamasına zorlanıyorlar; ancak, onların da mutlaka iyileştirilmesi lazım. Bütçe Kanununda da söyledik, ondan sonraki bu tür düzenlemelerde de hep söylüyoruz; bu düzenlemelerin bir sistematik içerisinde, yani, ücret artışlarının bir sistematik içerisinde bütün kamu görevi yapan insanlarımızı da kapsayacak şekilde yapılması lazım.
Sayın Bakanım, bilirsiniz ki, yılbaşında biz kamu memurlarına yüzde 2,5 zam yaptık, işte, temmuz ayında da bir yüzde 2,5 yapacağız; ama, son bir ayda paramızın ekonomik alım gücünün yüzde 30’lar oranında değer kaybettiğini görünce, yüzde 2,5 zamları, artık, memura verilmiş bir zam olarak telaffuz etmek doğru bir şey değil. O iyileştirmenin de bir an önce gelmesi lazım.
Ancak, diğer memur ve kamu görevlilerimizin, hâkimlerimize, yargı mensuplarımıza yapılan bu iyileştirmeyi hiç kıskanmamaları lazım; çünkü, hakikaten, yargı mensubu olmak, hak dağıtmak, adalet dağıtmak, ayrı bir, müstesna bir meslek. O mesleği, memurluk mesleğinden ayırmamız lazım. Zaten onun içindir ki, hâkimlerimiz ve savcılarımız 657 sayılı Yasaya tabi değil, kendilerine ait özel yasaları, özel statüleri vardır; çünkü, yaptıkları iş özeldir, yaptıkları hizmet statüsü özel bir statüdür.
Bu bakımdan, bu yasayı sonuna kadar desteklediğimizi, açık olarak desteklediğimizi ifade ediyorum; ancak, ücret sistematiği içerisinde bu bir dengesizlik görüyorum; onun düzeltilmesini, ona katkı sağlanmasını, en azından, yüzde 100’den başlayarak 2’şer puanlık bir düşmeyle neticeye kavuşturulmasını… Yargı arasında, hele hele, yüksek yargı üyeleri arasında bir farkın, çok fazla farkın orada tartışma konusu yaratacağını düşünüyorum. Zira, en büyük itiraz o tabiî; Anayasa Mahkemesi üyeleri ile Yargıtay ve Danıştay üyelerimizin, sanki, farklı sınıflardanmış gibi ayrı ayrı ücret skalasına tabi tutulması çok doğru değil. Yüksek yargı mensubu olan bütün hâkimlerimiz, yaptıkları görev itibariyle eşit şartlardadırlar. Zaten, Anayasa Mahkememiz, diğer yargı, yüksek yargımızın bir üstlük-altlık ilişkisi içerisinde bulunmamaktadır; eşitler içerisinde, sadece protokolde bir üstünlük vardır. Dolayısıyla, bu aradaki farkın mutlaka kaldırılması gerekir diye düşünüyorum. En alt grupta görev yapan 7 nci derecedeki, 8 inci derecedeki hâkimlerimizin de bir miktar daha artırılmasında fayda var; çünkü, her zaman bu zamları yapmak, her zaman bu tür kanunları Meclisten geçirmek mümkün olmuyor. Mademki, bir defa yapıyorsak, bunu, hiç değilse, insanca yaşam koşullarını ortaya koyacak, devletimizin de olanakları itibariyle... Ki, bunların sayısı çok değil; yani, Türkiye’de 10 000’e yakın hâkim ve savcımız var. Netice itibariyle bir erki idare ediyorlar, bir erki kullanıyorlar. Dolayısıyla, bu devlet, bu büyük devlet, adalet dağıtan 10 000 hâkim ve savcısına sahip çıkabilecek, onların sosyal ve ekonomik şartlarını iyileştirebilecek güçtedir, kudrettedir. Bunu onlara bir lütuf olarak değil, onların yaptığı görevin ehemmiyetine, onların yaptığı görevin istisnalığına ve onların yaptığı görevin müstesnalığına bağlamak gerekir diye düşünüyorum.
Bu duygularla, hepinize saygılar sunuyorum. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Sarıbaş, teşekkür ediyorum.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Mersin Milletvekili Sayın Mustafa Özyürek; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle, Meclisin tatile girmesinden önce hâkimler ve savcılarımızla ilgili bir iyileştirme yasasının gündeme gelmiş olmasından mutluluk duyduğumuzu ifade etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, Plan ve Bütçe Komisyonunda bu tasarı görüşülürken de ifade ettiğimiz bazı eksikleri tekrar belirtmek üzere huzurunuzdayım.
Öncelikle, başta da belirttiğim gibi, yetersiz bulmamıza rağmen, belli bir iyileştirmenin yapılmış olması son derece olumlu; çünkü, hâkim, yargıç ve diğer yüce mahkemelerin üyelerinin çok önemli bir görev yaptıklarından hiç kuşku yok. Dünyanın her yerinde hâkimlik, savcılık mesleği son derece saygın bir meslektir ve toplumda herkesin saygı duyması gereken mesleklerdir; çünkü, yaptıkları işler son derece önemlidir. Elbette, toplumda görev alan herkesin yaptığı iş önemlidir; ama, hâkim ve savcıların yaptıkları işler başka görevlerle, başka işlerle kesinlikle karşılaştırılamaz.
Çok güzel bir deyim vardır: Et kokarsa tuz var derler, tuz kokarsa ne var derler. Eğer, yargı erki bir ülkede tam çalışırsa, iyi çalışırsa, oradaki haksızlıkları, adaletsizlikleri kesinlikle önlersiniz; ama, yargıda bir bozulma, siyasallaşma gündeme geldiği zaman, işte, toplum, artık çığırından çıkar, yönetilemez hale gelir. Ne yazık ki, Türkiye’de yargıyla ilgili, yargıyı siyasallaştırmayla ilgili bazı olumsuz gelişmelere tanık olmaktan büyük üzüntü duyuyoruz; çünkü, yargıçlar, her türlü tartışmanın dışında, her türlü siyasal etkinin dışında tutulması gereken insanlardır; çünkü, adalet, sonunda herkese lazım olur. Başbakan da olsanız, bakan da olsanız, milletvekili de olsanız, sade vatandaş da olsanız, sonunda, yargı, herkes için vazgeçilmez bir kurumdur. Nitekim, Türkiye’de Başbakanların da yargılandığını gördük. O nedenle, hâkimlerin, savcıların, toplumda çok müstesna bir konumda tutulması gerekir ve bir Yargıtay Başkanımızın ifade ettiği gibi, vicdanı ile cüzdanı arasında kesinlikle sıkışıp kalmamalıdır. Onun için, yargıçlarımızın ve savcılarımızın özlük haklarını iyileştiren bu yasayı olumlu karşılıyoruz; ama, yetersiz olduğunu da baştan ifade etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, Sayın Sarıbaş da ifade etti; burada, bir iyileştirme yapılırken, belli yargıçlarımızın, yüksek mahkemelerin üyelerinin özlük hakları düzeltilirken, bunların arasında var olan dengeyi bozan bazı düzenlemeler var. Bürokraside ücretin miktarından daha önemlisi, ücretin adil olmasıdır. Eğer, herhangi bir bürokrat, herhangi bir yargıç, kendisiyle aynı görevi yaptığını düşündüğü bir kimseden daha az ücret alırsa, sizin verdiğiniz paranın, ona sağladığınız imkânın hiçbir değeri kalmaz; o dengesizlik, o adaletsizlik büyük tartışmalara neden olur. Burada da böylesi önemli tartışmalara neden olan düzenleme var. Bizim de bir önergemiz var. Özellikle birinci sınıf hâkimler ile yüksek mahkemelerin üyeleri arasındaki ücret farkının mutlaka giderilmesi lazım.
Değerli arkadaşlarım, içimizde yargıdan gelen arkadaşlarımız var, hâkimlik, savcılık yapmış arkadaşlarımız var. Hepsi bilirler ki, kürsü hâkimlerinin yükü son derece ağırdır. Kürsü hâkimidir katille karşı karşıya kalan, kürsü hâkimidir hırsızla, dolandırıcıyla karşı karşıya kalan. Onun için, bu hâkimlerimizin, bu savcılarımızın durumlarını mutlaka iyileştirmemiz lazım.
Buradaki tasarıyla, Danıştay ve Yargıtay üyeleri ile, birinci sınıf hâkimler arasındaki fark açılmaktadır. Bu, dengesizliğe yol açacaktır, bu, haksızlığa yol açacaktır. Bunu mutlaka gidermemiz gerekiyor değerli arkadaşlarım.
Bir diğer önemli nokta; diyebilirsiniz ki, işte, birisi üye olmuş, Danıştaya, Yargıtaya üye olarak seçilmiş, öbürü seçilmemiş. Tabiî, seçilme hakkına, seçilecek konuma gelen kimseler yeteri kadar kadro olmadığı için oralara seçilemiyorlar. Onların bir eksikliğinden kaynaklanan farklılık değil. O nedenle, önergemize ilgi gösterilmesini, bu noktadaki adaletsizliğin mutlaka giderilmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Değerli arkadaşlarım, hâkimler ve savcılarla ilgili bir iyileştirme yaparken, hâkimlik ve savcılık mesleğinden emekli olanları düşünmemek büyük haksızlık, büyük dengesizliktir. O nedenle, bu iyileştirme, hâkimler ve savcılara getirdiğimiz bu ücret artışı, ne yazık ki, emekli hâkim ve savcılara yansımamaktadır. Onları da mutlaka düşünmemiz gerekir. Diyelim, bu kanun çıkmadan -özellikle temmuz ayı, biliyorsunuz, yaş nedeniyle önemli emekliliklerin meydana geldiği bir aydır- önce emekliye ayrılan yüzlerce hâkimimiz, savcımız, yüksek mahkemelerin üyeleri bu yasaların getirdiği olanaklardan hiçbir şekilde yararlanamayacaklar; çünkü, bu olanakları, yaptığımız bu zamları emeklilere yansıtmıyoruz. Bu, büyük haksızlıktır; bu, büyük dengesizliklere yol açar. Onun için, burada getirdiğimiz artışı aynen emeklilere de -tabiî, emeklilik maaşlarına uygulanan katsayılar kapsamında- yansıtmamız kaçınılmazdır.
Değerli arkadaşlarım, bu yasa tasarısı Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülürken, merkezî denetim elemanlarının, müfettişlerin, hesap uzmanlarının, gelirler kontrolörlerinin, bakanlık müfettişlerinin de ücretlerinde, yetersiz de olsa bir iyileştirme yapılması görüşü hâkim olmuştu. Bu çerçevede, alt komisyonda benimsenen, kabul edilen bir maddeyle merkezî denetim elemanlarına da bir iyileştirme yapılması karara bağlanmıştı. Ne yazık ki, özellikle Başbakanlıktan gelen telkinler doğrultusunda, o maddeye oy veren; yani, merkezî denetim elemanlarının da maaşlarına belli ölçüde zam yapılmasını kabul eden arkadaşlarımızın bile farklı oy vermeleriyle, madde, metinden çıkarıldı. Yani, biz, müfettişlere, merkezî denetim elemanlarına, sizlere de bir iyileştirme yapıyoruz, bir ücret artışı getiriyoruz dedik, onları sevindirdik; fakat, daha sonra komisyona gelince bunu geri aldık.
Değerli arkadaşlarım, bu camiayı, müfettişleri, hesap uzmanlarını, gelirler kontrolörlerini, bakanlık müfettişlerini bu davranışımızla rencide ettik. Diliyorum ki, Genel Kurul, bu arkadaşlarımızın, bu camianın hakkını teslim etsin.
Şöyle bir önemli dengesizlik oluyor değerli arkadaşlarım. Biliyorsunuz, Sayıştay bir mahkeme sayıldığı için, Sayıştay denetçilerinin bu yasa nedeniyle ücretlerinde bir artış olacak, onlar bundan yararlanacak. Buna karşılık, bir bakanlık müfettişi, bir maliye müfettişi, bir hesap uzmanı, bir gelirler kontrolörü bundan yararlanamayacak ve hepiniz, müfettişlikten gelen arkadaşlarım varsa çok iyi bilirler, özellikle taşraya gidildiğinde aynı mekânlarda kalınır, aynı yerlerde çalışılır, aynı defterdarlıklarla çalışılır. Sayıştay üyesi veya Sayıştay denetçisi çok yüksek ücret alacak -alsın, daha fazlasını da keşke verebilsek- ama, buna karşılık aynı işi yapan bir maliye müfettişi, bir bakanlık müfettişi, bir hesap uzmanı, bir gelirler kontrolörü ondan çok daha az ücret alacak!.. Bunu hakkaniyetle, bunu eşitlikle izah etmek kesinlikle mümkün değildir.
Plan ve Bütçe Komisyonunun alt komisyonu bu haksızlığı, bu adaletsizliği gördü, bunu düzeltmek üzere bir maddeyi metne ilave etti; ama, ne yazık ki, komisyonda, şimdi görüşmekte olduğumuz tasarıda, bu çıkarıldı. Diliyorum ve bekliyorum ki, bu haksızlık düzeltilsin ve müfettişlerin, merkezî denetim elemanlarının da hakkı teslim edilsin.
Değerli arkadaşlarım, tabiî, yargı bir bütün. Bu yargının içinde, çeşitli, hâkimler ve savcıların yardımcısı konumunda olan, eski deyimiyle zabıt kâtibi olan, mübaşirlik yapan, çeşitli hapishanelerde görev yapan ve gece gündüz çalışan, icra memurluklarında çalışan insanlarımız var. Yani, bu insanların gözü hâkimin, savcının aldığı zamda olmamalıdır. Gece gündüz birlikte çalışan o insanların da durumlarını iyileştiren bir düzenlemeyi mutlaka yapmamız lazım. Bunu yapmadığımız zaman da, adliye camiasının, Anayasa Mahkemesi Başkanından başlayarak mübaşirine kadar giden, bir bütünlük arz eden adliye camiasının sorunlarını çözmüş olmayız. Çözmediğimiz gibi, aralarında, işte, zam alanlar-alamayanlar, az zam alanlar-çok zam alanlar gibi büyük adaletsizlikleri, haksızlıkları beraberinde getirmiş oluyoruz.
Elbette, Türkiye’nin kamu reformuna ihtiyacı var. Bu Hükümete, işte, üniversite hocalarının durumunu ne zaman düzelteceksiniz dediğimiz zaman, hep derler ki, bekleyin, personel reformu yapacağız, o zaman düzelteceğiz. Kaymakamların, valilerin, mülkiye müfettişlerinin durumunu ne zaman düzelteceksiniz dediğimiz zaman, derler ki, bekleyiniz, personel reformu yapacağız. Doktorlar için böyle, ziraat mühendisleri için böyle. Bütün kamu görevlileri için bir personel reformu edebiyatıdır gider; ama, hepimiz biliyoruz ki, dört yıl geçti, AKP İktidarının dört yılı geçti, hâlâ, personel reformuyla ilgili bir tek adım atılmadı. Arada bir, son derece antidemokratik, kamu personelinin haklarını elinden alan bazı taslakların orada burada dolaştığını görürüz. Bu taslaklara yönelik olumsuz tepkiler artınca da, bu taslaklar geri çekilir ve personel reformu tekrar uyumaya terk edilir.
Değerli arkadaşlarım, elbette, başta da ifade ettim, hâkimlerimize ve savcılarımıza daha fazla imkân tanımak bizim dileğimizdir; mutlaka, bunu vermeliyiz, tanımalıyız; ama, dengeleri de gözetmek lazım. Şimdi, kaymakam ile bir ilçedeki savcı arasında önemli dengesizlikler kendini gösterecektir. Bir birinci sınıf hâkim ile valinin maaşı arasında dengesizlikler görülecektir. İster istemez; vali, devletin oradaki temsilcisidir; onun, her bakımdan, özellikle özlük hakları yönünden de önemli bir konumda, farklı bir konumda olması gerekirken, şimdi, daha alt bir konuma doğru onları itmiş oluyoruz. O nedenle, bu düzenleme, eksiklerine rağmen, yetersizliklerine rağmen, desteklediğimiz bir düzenleme; fakat, bu düzenleme, yeni yeni düzenlemeleri kaçınılmaz hale getiriyor ve personel reformunu acil hale getiriyor. O nedenle, Hükümetin, bir an önce, tüm kamu personelinin özlük haklarını yeni baştan düzenleyen ve özellikle, kamu personeli arasında var olan dengesizlikleri gideren bir personel reformunu bu Yüce Meclisin önüne gecikmeden getirmesi lazım. Gecikmeden getirsin ki, bu dengesizlikleri ortadan kaldıralım. Gecikmeden gelsin ki, kamu personeli, artık, sürekli, çoluğuna çocuğuna nasıl ekmek götüreceğini düşünen insanlar değil, devlete, halka nasıl daha çok hizmet vereceğini düşünen görevliler haline gelsin. Bunları getirmediğimiz takdirde, bu şekilde kısmî iyileştirmelerle iyileştirme yaptığımız insanlar mutlu olur, memnun olur; ama, onun dışında, çok büyük bir kesim de mutsuz olur ve bu hakları, bu iyileştirmeleri sağladığımız insanlara karşı, hiç hak etmedikleri halde, o kişilerin bu özlük hakları, verdiğimiz bu zamlar hakları olduğu halde, bir haset, bir kıskançlık kendini gösterir. Bunları da ortadan kaldırmak Yüce Meclisin görevidir; ama, öncelikle, başta da ifade ettiğim gibi, bizim, birinci sınıf hâkimler ile, Danıştay ve Yargıtay üyeleri arasındaki dengesizliklerin giderilmesini, bu yaptığımız iyileştirmelerin emeklilikte de savcılara ve hâkimler ile yansıtılmasını ve adliye camiasının ayrılmaz bir parçası olan diğer personele, adliye çalışanlarına da bu iyileştirmeden mutlaka bir pay verilmesi gerektiğini ifade ediyorum.
Bu eksikliklerin, bu yanlışlıkların mutlaka buradaki önergelerle giderileceğine inanıyor, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Özyürek, teşekkür ediyorum.
Tümü üzerinde AK Parti Grubu adına Denizli Milletvekili Osman Nuri Filiz.
Sayın Filiz, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA OSMAN NURİ FİLİZ (Denizli) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Hâkim ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının tümü üzerinde Grubum adına söz almış bulunuyorum. Hepinize Grubum ve şahsım adına saygılar sunarım.
Sayın Başkan, bilindiği üzere, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 2 nci maddesi uyarınca, Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir. Yine, Anayasanın 7 nci maddesinde yasama yetkisi, 8 inci maddesinde yürütme yetkisi ve görevi, 9 uncu maddesinde de yargı yetkisi düzenlenmiş, “Cumhuriyetin Temel Organları” başlıklı Üçüncü Kısmın Birinci Bölümü yasamaya, İkinci Bölümü yürütmeye, Üçüncü Bölümü ise yargıya ayrılmıştır.
Görüldüğü gibi, Anayasamız hem organik hem de fonksiyonel anlamda kuvvetler ayırımı ilkesini benimseyerek üç kuvveti birbirinden ayrı ayrı düzenlemiştir. Anayasanın “Başlangıç” bölümünde, kuvvetler ayırımının, devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medenî bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu vurgulanmıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına göre, devletin üç bağımsız erkinden biri olan yargının temel unsurunu hâkim ve savcılar oluşturmaktadır. Kariyer meslek olması nedeniyle, hâkimlik ve savcılık teorik ve pratik bakımdan yoğun bilgi birikimi gerektirmektedir. Hâkim ve savcıların aylık ve ödeneklerinin, yüklendikleri görev ve sorumluluklarla uyumlu hale getirilmesi, hem yargı organının verimliliğini artıracak hem de daha nitelikli kişilerin hâkimlik ve savcılık mesleğini seçmeleri özendirilmiş olacaktır. Bu suretle, yargılama faaliyetlerinin etkin bir biçimde sürdürülerek sonuçlandırılması sağlanmış olacaktır.
Avrupa Birliğiyle yürütülen müzakere sürecinde ülkemize ilişkin hazırlanan raporlarda hâkim ve savcıların özlük haklarının artırılmasına ilişkin tavsiyeler yer almakta olup, mevcut iş yükü nedeniyle Türkiye’de adlî sistemin verimli olması ve işlevinin artırılması gerektiği belirtilmektedir.
Sayın Başkan, 2802 sayılı Kanunda hâkim ve savcıların malî ve özlük haklarına ilişkin mevcut hükümler, bunların da bir nevi memur olduğu izlenimi verdiğinden, yargının konumu ve işlevini yansıtmaktan uzaktır. Bu durum, Anayasa ve uluslararası hükümlere ve Anayasa Mahkemesinin içtihatlarına, hâkim ve savcıların memur ve diğer kamu görevlilerinden farklı olduğuna ilişkin temel ilkeyle bağdaşmamaktadır. Bu durumun mutlaka düzeltilmesi ve bu işin bir an önce yapılması gerekiyordu. Tasarı bu amaca hizmet etmek için hazırlanmış ve Yüce Meclisimize sunulmuştur.
Tasarıyla, yukarıda kısaca açıklamaya çalışılan gerekçelerle yeni bir sistem kurulmak suretiyle hâkim ve savcıların özlük haklarında iyileştirme yapılması amaçlanmaktadır.
Hâkim ve savcıların özlük hakları konusunda, Hükümet tasarısı üzerinde Plan ve Bütçe Komisyonu ve alt komisyonda ciddî bir çalışma yapılmıştır. Bu çalışmayla, kıstas aylığına fazla mesai de dahil edilerek hâkim ve savcıların maaşlarında bir miktar daha artış sağlanmıştır.
Ayrıca, adliye çalışanlarının mesaisi 3 misli artırılmış ve vergisiz olarak düzenlenmiştir. Böylece, onların da maaşlarında az da olsa bir iyileştirme sağlanmaktadır.
Bu tasarıyla, en yüksek yargı organının başındaki kişi ile bir hâkim adayı arasında 500 ile 1 000 YTL arasında bir artış sağlanmaktadır. Böylece, bu mesleğe cazibe daha da artırılmış olacaktır.
Bu tasarıyla, hâkim ve savcılar ile Yargıtay ve Danıştay üyeleri arasında bir fark olduğu söylenmektedir. Halbuki, birinci sınıfa ayrılmış ve kırkbeş yaşını doldurmuş, hem Yargıtay hem de Danıştay üyeleri ve hem de birinci sınıfa ayrılmışlar aynı ücreti almaktadırlar; dolayısıyla, ücretlerde bir fark yoktur. Dolayısıyla, burada, Yargıtay üyeleri ile birinci sınıfa ayrılmış hâkimler arasında bir ücret farkı varmış gibi telakki ediliyor. Halbuki, böyle bir yönden bir sıkıntı yoktur.
Bu düzenlemeyle, kariyer meslekler arasında makas açılmıştır; bunu kabul ediyoruz. Denetim elemanları, uzmanlar, kaymakamlar ve diğer kariyer uzmanlar arasındaki ücretlerin yeniden düzenlenmesi gerekir. Bu konuda Hükümetimizin en kısa zamanda bir çalışma yapmasını ve bu mesleklerde çalışan arkadaşlarımızın ve memurlarımızın mutlaka durumlarının düzeltilmesi gerekiyor. Biz, AK Parti olarak, bir taraftan, hâkim ve savcıların daha iyi mekânlarda çalışması için yeni ve modern adliye sarayları yaparken, bir diğer taraftan da, yine, ücretlerinin yargı bağımsızlığına uygun olarak artırılmasıyla daha iyi bir imkâna kavuşturmuş oluyoruz.
Değerli Başkan, cüzdanı ile vicdanı arasında sıkışıp kalma konusunda -gerçekten, bu kelimeyi kullanmak fevkalade üzüntü vericidir; çünkü, bizim hâkimlerimiz vicdanıyla hareket eder, hukuka riayet eder- göz önünde bir cüzdanı ortaya koymaz. Dolayısıyla, bu ikisinin arasında böyle bir sıkıştırma yapmanın hâkimlere saygısızlık olduğu inancındayım.
Bu duygu ve düşüncelerle, hâkimlerimize ve yargı camiasına bu düzenlemenin hayırlı, uğurlu olmasını diler, hepinize saygılar sunarım. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Filiz, teşekkür ediyorum.
Tasarının tümü üzerinde, şahsı adına, Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ.
Sayın Bozdağ, buyurun.
Süreniz 10 dakika; verimli kullanınız lütfen.
BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hâkimler ve Savcılar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu raporu hakkında şahsım adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, 22 nci Dönem Yasama Meclisi, her alanında olduğu gibi adalet alanında da önemli çalışmalar gerçekleştirmiştir. Belki ismine reform denebilir, büyük değişim denebilir, şu denebilir, bu denebilir; ama, bundan önceki dönemlerde yapılanlarla mukayese edildiği zaman, fevkalade ileri düzeyde çalışmaların yapıldığını, adımların atıldığını görüyoruz. Bir yandan Türk Ceza Kanunu, Ceza Muhakemesi Kanunu, Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun, Kabahatler Kanunu gibi temel yasalar değiştirilirken, öte yandan, yargıda görev yapan hâkim ve savcılarımızın daha uygun ortamlarda, daha etkin, daha verimli hizmet yürütebilmesi için gerekli şartların oluşturulması yönünde de önemli adımlar atılmıştır.
UYAP Projesi hayata geçirilmiş ve şu anda pilot bölge olarak bazı illerimizde uygulanmakta. Bu hem uzun zaman süren yargılama sürecini kısaltmakta hem halk arasında “geciken adalet adalet değildir” şeklinde şikâyete neden olan bu uzama sürecini kısaltma noktasında önemli bir adımdır. Umarım, önümüzdeki yıllar içerisinde 81 ilimize ve bütün adliyelerimize bu projenin tamamı yaygınlaştırılacak ve mekanizma daha da hızlı bir hale gelecektir.
Yine bu çerçevede, hâkim ve savcılarımızın tamamına birer tane bilgisayar verildiği gibi, kalemde kullanılmak üzere, hepsine de, yine kaleme, bilgisayarlı bir döneme geçiş de bu dönemde yapılmıştır.
Yine bu tasarının 4 üncü maddesinde, hâkim ve savcılara verilen bilgisayarların mülkiyetinin devriyle ilgili de bir imkân getirilmekte; bu da, bu noktada atılmış bir başka önemli ve yararlı adım olarak görülmektedir.
Öte yandan, hâkim ve savcılarımızın, hem değişen mevzuatı daha iyi özümsemeleri hem pratik açıdan yargıda birliği ve daha verimi temin etmeleri bakımından Türk Adalet Akademisinin kurulması gerçekleştirilmiş ve Adalet Akademisi de şu anda faaliyetlerine devam etmektedir.
Öte yandan, aile mahkemeleri kurulmuş, bu anlamda da önemli değişimler yaşanmış ve bunlardan daha da önemlisi, belki pek çoğunuzun memleketinde, ilinde, ilçesinde, âdeta bir kahve odası gibi, âdeta bir ev odası gibi birtakım izbe yerlerde, adaletin büyüklüğüne ve yapılan hizmetin önemiyle bağdaşmayan fizikî mekânlarda hizmet üretiliyordu, oralarda adalet dağıtılıyordu. Avukatlık yapan bir arkadaşınız olarak oraya gittiğimizde, adaletin dağıtıldığı bir mekânda mıyız, yoksa kahvehanede miyiz, yoksa bir evde misiniz, yoksa bir başka yerde misiniz… Yani, yargı müessesesinin psikolojisini, manevî havasını orada hissetme imkânı bulunamıyordu. Maalesef, adaletin dağıtıldığı yerler, adalete uygun değildi, hâkim ve savcılarımıza uygun değildi. İşte, bu dönemde, Hükümetimizin ve Sayın Bakanımızın özellikle ve ısrarla takibi ve meseleye el koymasıyla, pek çok ilimizde ve ilçemizde adalet sarayları inşa edilmiş, bunların bir kısmı hizmete açılmıştır. Şu anda -elimdeki rakam- sadece 2006 yılı için, 51 tanesinin hizmete açılır hale geleceği söylenmektedir ve daha önce açılanlar, bundan sonraki dönemler için planlananlar dikkate alındığı zaman, fizikî mekân açısından da önemli bir değişimin, dönüşümün yaşandığı, izbe yerlerden adalet saraylarına doğru önemli bir geçişin olduğu gözlenmektedir. Bu da, yararlı ve faydalı bir gelişmedir.
Öte yandan, yine, Türk hukuk sisteminde “bölge adliye mahkemeleri” adı altında, Yargıtay ile ilk derece mahkemeleri arasında yeni bir denetim mekanizması yine bu dönemde oluşturulmuş, Türk yargısının hizmetine sunulmuştur.
Ben, bunların hepsini burada sayıp vaktinizi almak istemiyorum; ama, bir şeyin altını çizmek için söylüyorum: Bu dönemde yapılan bu değişimler, dönüşümler, geliştirmeler, Türk Anayasasının gereği olarak, yasama, yürütme ve yargı, bu üçü birbiriyle ılımlı, uyumlu bir etkileşim içerisinde, aralarında da bir hiyerarşi gibi bir durum söz konusu değil, kendi arasında bir dengesi var; ama, maalesef, bugüne kadar, yargı, âdeta, bunların dışında, sanki birinin kontrolündeymiş gibi bir görüntü vardı. Yargıya, sağlanan bu imkânlarla, Anayasamızın yargıya yüklediği üç güçten biri olma noktasında, önemli fonksiyonların gereği olarak gereken değer verilmiştir. Marifet, iltifata tabidir esası gereği, yargıya, gereken yardımlar imkânlar ölçüsünde yapılmaya çalışılmıştır.
Şu anda görüşmekte olduğumuz tasarı özlük haklarında birtakım iyileştirmeler getirmektedir. Tabiî, tamamıyla herkesi dört dörtlük mutlu edecek bir iyileştirme değil. Bütün memurlarımızın ve kamuda çalışanların hepsinin beklentisi var; gönül isterdi ki, hepsine de iyileştirmeler yapılsın; ancak, bütçe imkânları çerçevesinde, şu anda üçüncü güç olan yargıda görev yapan hâkim ve savcılarımızın özlük haklarında birtakım iyileştirmeler yapılmakta ve onların hizmetlerinde daha etkin, daha verimli, daha rahat bir ortamda çalışmalarına zemin hazırlanmaktadır.
Ben, bu vesileyle, tasarının yargı camiasına hayırlı, uğurlu olmasını diliyor, başta Hükümetimiz, Sayın Bakanımız olmak üzere emeği geçen herkese teşekkür ediyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bozdağ.
Şahsı adına Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan.
Sayın Kandoğan, buyurun.
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlıyorum.
Hâkim ve savcılarımız açısından son derece önemli olan bir kanun tasarısını görüşüyoruz. Hâkim ve savcılarımız için bu kadar önemli olan bir tasarının üzerinde konuşurken, gerekçedeki hâkim ve savcılarımızı son derece üzen bir cümleden alıntı yapmak istiyorum.
Ben, kanunlarla ilgili olarak gerekçeleri çok dikkatli okuyorum, bu tasarı niçin Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine getirilmiştir, hangi sebeplerle böyle bir tasarı hazırlanmıştır. Gelen bütün kanunlarda öncelikle genel gerekçeyi okuyorum. Ancak, söylemeyecektim; ama, Denizli Milletvekili Sayın Osman Nuri Filiz de bu gerekçedeki aynı cümleleri okuyunca, bunu söyleme ihtiyacı hissettim.
Bakınız, Sayın Başbakanımızın imzasıyla sunulan gerekçede ne söyleniyor: “Hâkim ve savcıların aylık ve ödeneklerinin, yüklendikleri görev ve sorumlulukla uyumlu hale getirilmesi hem yargı organlarının verimliliğini artıracak, hem de daha nitelikli kişilerin hâkimlik ve savcılık mesleğini seçmeleri özendirilmiş olacaktır.” Ne kadar… (AK Parti sıralarından “Doğru” sesi)
Bir arkadaşımız “doğru” diyor; ama, ne kadar yanlış bir cümle; yani, bunu Sayın Başbakan nasıl imzalayıp, Türkiye Büyük Millet Meclisine getirdi?! Yani, şimdiye kadar hâkim ve savcılık mesleğine gelenler nitelikli değildi, bundan sonra maaşlar yükselince nitelikli kişiler hâkimlik ve savcılık mesleğini seçecekler; böyle bir anlayışı kabul etmek mümkün mü değerli milletvekilleri?! (AK Parti sıralarından gürültüler)
NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul) – Yanlış yorumluyorsunuz!..
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) – Hayır, burada aynısını yazıyor, ben buradan okuyorum.
NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul) – Yanlış yorumluyorsunuz, öyle olur mu?! Niye ters yorumluyorsun?!
TEVHİT KARAKAYA (Erzincan) – Ayıp ayıp!..
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) –Hayır, buradan okuyorum.
NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul) – O sizin yorumunuz!
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) – Hayır… “Hem de daha nitelikli kişilerin hâkimlik ve savcılık mesleğini seçmeleri özendirilmiş olacaktır.”
Yani, bunu yaptıktan sonra olacak, yani, bu kanun tasarısı yürürlüğe girdikten sonra, nitelikli kişilerin, maaş artışını gördükten sonra hâkimlik ve savcılık mesleğine girişi özendirilirmiş!.. Böyle bir mantığı, böyle bir anlayışı reddediyorum, kabul etmiyorum ve sizlerin de kabul etmeyeceğine inanıyorum. O bakımdan, bu gerekçeler hazırlanırken, ne olur daha dikkatli hazırlansın. Bunun altında, çünkü, Sayın Başbakanın imzası var.
Değerli milletvekilleri, bakınız, ben yirmiüç yıl boyunca, hâkim ve savcılarımızın en yakınında olan isimlerden birisi oldum; hep aynı kaderi paylaştık, birlikte sevindik, birlikte üzüldük. Evet, şimdi, bazı arkadaşlarımız oradan tebessüm ediyor; ama, benim görev yaptığım yerdeki hâkim ve savcılarımızla bir gün karşılaşma imkânınız olursa, nasıl bir mesai içerisinde olduğumuzu onlardan sorunuz. Hele hele Ünye’de -Sayın Bakanım da çok iyi bilirler- Sayın Başsavcımız ve adliyedeki görevli arkadaşlarımızla beraber, ben de Ünye Kaymakamı olarak el ele verdik, Türkiye’nin o dönemde en modern adliye binalarından birini yaptık, hem de rayiç bedelin, keşif bedelinin çok çok altında bir fiyatla, birlikte yaptık.
Şimdi, değerli milletvekilleri, ben, hâkim ve savcılarımızın hangi şartlarda çalıştıklarını çok iyi bilen birisiyim.
TELAT KARAPINAR (Ankara) – Bilmediğini söyle, bilmediğini!
ÜMMET KANDOĞAN (Deamla) – Biraz önce Sayın Bozdağ da söyledi, hakikaten, hükümet konaklarında, 6 metrekarelik küçücük odalarda, zor şartlar altında görev yapan hâkim ve savcılarımız hâlâ var. Bu dönemde birçok adliye sarayı yapıldı, onun için de Sayın Bakanımıza teşekkür ediyorum; inşallah, bunlar artarak devam eder. Araç ve gereç yönünden çok ciddî sıkıntılar içerisindedir hâkim ve savcılarımız. Türkiye’nin her köşesindeki hâkim ve savcılarımız böyledir. Daha geçenlerde gazetelerde yazıyordu; İstanbul’daki adliyelerde üç hâkim ve savcının o küçücük odalarda birlikte oturup mesai yaptıkları yazıyor. Yani, çok zor şartlar altında, çok güç koşullar altında, personel, gereç, araç gereç sıkıntısı içerisinde, Türkiye için çok önemli kararların altına imza atan bir meslek mensubu bunlar. Yeri geldiğinde trilyonluk davaların altına imza atıyor, yeri geldiğinde en ağır cezaları veren arkadaşlarımız. Bu arkadaşlarımızın hiçbir maddî sıkıntı ve mesele içerisinde olmamaları gerekiyor.
İşte, böyle bir kanun tasarısı önümüze gelmiş. O bakımdan, en azından, böyle bir kanun tasarısının, buradaki milletvekilleri, hepimiz altına imza atıyoruz. Keşke, imkânlarımız olsa, hâkim ve savcılarımızın durumunu daha iyi hale getirebilelim. Dünyada, bu mesleği icra eden bütün hâkim ve savcılar, o ülkedeki maaş sıralamasında en önde gelen meslek grubudur. Onun için, hâkim ve savcılarımıza ne kadar imkân verirsek azdır arkadaşlar.
AHMET YENİ (Samsun) – Hep kader arkadaşlarınızı bırakıp gittiniz mi böyle?
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) – Şimdi, Sayın Samsun Milletvekilim, ben seni ciddiyete davet ediyorum.
AHMET YENİ (Samsun) – Hep kader arkadaşlarınızı bıraktınız mı?
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) – Sayın Yeni, bak, Meclisin 4 üncü yılı. Allahaşkına, şu Mecliste hatiplere en fazla laf atan milletvekili olarak rekor kırdınız!
AHMET YENİ (Samsun) – En pasifi de sizsiniz!
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) – Bununla ayrılacaksınız bu Meclisten. Onun için, lütfen sesinizi kesin!
AHMET YENİ (Samsun) – Samsunlular biliyor.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) – Böyle ciddî bir konuda, böyle ciddî bir meselede, bu kadar önemli bir meseleyi sulandırmayın! Sulandırmayın Samsun Milletvekilim, Sayın Yeni!
AHMET YENİ (Samsun) – Kader arkadaşlarınızı bırakıp gittiniz mi?
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) – Evet, kader arkadaşlığı yaptık. Şirvan’da -saygıyla anıyorum hâkim ve savcılarımızı- o terör ortamında, terörle mücadele noktasında bizimle beraber göğüslerini siper eden o hâkim ve savcılarıma buradan şükranlarımı sunuyorum. Çok fedakârca görev yaptılar. Siirt’teki arkadaşlarıma buradan saygılar sunuyorum, beraber görev yaptığımız. Evet, birlikte, aynı kaderi paylaşan insanlar olarak ne büyük sıkıntılar ve zorluklar içerisinde görev yaptığımı sen takdir edemezsin; ama, biz bunu birlikte yaşamış insanlarız.
AHMET YENİ (Samsun) – Hep bırakıp gittin mi?
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) – Değerli milletvekilleri, şimdi, bu kanunla ilgili olarak, herhangi bir sağlık nedeniyle 15 gün rapor alan bir hâkim ve savcımızın, 15 günü aşan günlerdeki bu rapor meselesinden dolayı yargı ödeneğini yüzde 50 eksik ödeyeceğiz.
Yani, şimdi, niye hâkim ve savcılarımıza güvenmiyoruz?! Yani, bir hâkim ve savcımız, gidip, keyfî olarak rapor mu alacak?! Yani, herhangi bir sağlık nedeniyle 20 gün rapor aldığını düşünün; 15 günden sonrası için yargı ödeneğini yüzde 50 kesiyoruz. Ne olacak, devlet ne elde edecek bu kadar şeyden?! Yani, bu kadar hasis davranmanın anlamı nedir değerli milletvekilleri?! Yani, burada hâkim ve savcılarımıza bir güvensizlik var. Sanki, keyfî rapor alacaklarmış gibi bir düşüncenin içerisine girip, 15 günden sonrası raporlarla ilgili böyle bir uygulamanın bu Kanun içerisine yerleştirilmesinin de haklı ve mantıklı bir gerekçesi yok.
Şimdi, 4 üncü maddede “Hâkim ve savcılara görevlerinde kullanmak üzere zati demirbaş olarak bir adet bilgisayar verilebilir” diyor. Şimdi, kanunlarda böyle “verilebilir, olabilir, atanabilir” gibi hükümler olmaz değerli milletvekilleri. Hâkim ve savcılarımıza zati bir bilgisayar verilecekse, bir bilgisayar verilir. “Verilebilir...” Amirin takdirine bırakılan bir hususun, bu madde metni içerisinde olmasını da ben kabullenemiyorum.
AYHAN SEFER ÜSTÜN (Sakarya) – Almak istemezse ne yapacaksınız, zorla mı vereceksiniz?!
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Bunun düzeltilmesi lazım Sayın Milletvekillim. Bu “verilebilir” ibaresi “verilir” hale getirilmesi lazım. Eğer, biz, bunlara vereceksek, bu maddede amir bir hüküm olarak yer alması lazım.
Şimdi, bu kanun tasarısı, Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine geldiğinden beri, emekli olan hâkim ve savcılarımız, sizleri de çok aradılar, bizleri de çok aradılar ve şimdi hâkim ve savcılarımızın emekli maaşlarının ne kadar olduğunu hepimiz biliyoruz. Şimdi, meslekte bu görevi icra eden hâkim ve savcılarımıza bir ölçüde rahat nefes aldırırken, emekli olan arkadaşlarımıza bu imkândan, bunu mahrum bırakmanın da sağlıklı olduğu inancında değilim. O nedenle, belki, bugün, bu fırsatı kaçırıyoruz; ama, ilk fırsatta, emekli olmuş hâkim ve savcılarımızın da durumlarını düzeltecek tedbirlerin mutlaka bu Meclisçe alınması gerekmektedir.
Yine, yıllardan beri hâkim ve savcı maaşları ile vali ve kaymakam maaşları eşit seviyelerde olmuştur. Şimdi, bu düzenlemeden sonra ilçede yan yana, ilde yan yana görev yapan mülkî idare amirleri ile hâkim ve savcılarımız arasında bir maaş uçurumu olacaktır. Birinci Sınıf Mülkî İdare Amirliği Kanunu Tasarısı Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemindedir.
Benim gönlüm arzu ediyor ki, emekli bir mülkî idare amiri olarak, mülkî idare mesleğinde olan arkadaşlarımızın da durumlarının düzeltilmesi için önümüzdeki dönem Meclis açıldığında, ne olur sizlerin de desteğiyle, Birinci Sınıf Mülkî İdare Amirliği Kanun Tasarısının da burada mutlaka kanunlaşması için hep beraber, elbirliğiyle gayret göstermemizin faydalı olacağı inancındayım. Ben, bu duygu ve düşüncelerle, bu kanun tasarısının hazırlanmasında emeği geçen Hükümetimize ve bunun buradan geçmesine katkı sağlayan bütün milletvekillerimize, huzurlarınızda teşekkür ediyorum ve bütün savcı ve hâkimlerimize de çalışmalarında başarılar diliyor, sizleri de saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kandoğan.
TEVHİT KARAKAYA (Erzincan) – Nitelikli selam… Selamın nitelikli olsun!
BAŞKAN – Sayın Akgün, soru mu soracaksınız efendim?
MEVLÜT AKGÜN (Karaman) – Evet.
BAŞKAN – Konuşmayı tercih etmez misiniz?
MEVLÜT AKGÜN (Karaman) – Hayır.
BAŞKAN – Buyurun; Sayın Mevlüt Akgün soru soracak.
MEVLÜT AKGÜN (Karaman) – Sayın Başkan, delaletinizle, Sayın Bakanımıza bir soru yöneltmek istiyorum.
Bu tasarıyla, hâkim ve savcılarımızın özlük haklarında, kısmen de olsa bir iyileştirme yapılıyor; öncelikle, hayırlı olsun diyorum.
Diğer taraftan, özellikle, savunma görevini üstlenen çilekeş kamu avukatlarının durumu hazin verici durumda. Kamu avukatlarının özlük hakları konusunda Bakanlığımız herhangi bir iyileştirme çalışması yapmayı düşünüyor mu?
Yine, adliyenin diğer yükünü çeken personeli olan kâtip, mübaşir ve cezaevi personelinin durumunun iyileştirilmesi konusunda da herhangi bir çalışma yapmayı düşünüyor mu?
Saygılar sunuyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Bakanım, buyurun.
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – Sayın Başkan, yazılı cevap vereceğim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri, tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini oylarınıza arz ediyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
1 inci maddeyi okutuyorum:
HÂKİMLER VE SAVCILAR KANUNU İLE BAZI KANUNLARDA
DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI
MADDE 1- 24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununun 102 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"MADDE 102- Bu Kanunun 2 nci maddesinde belirtilenlerin; aylık ve yargı ödeneği toplamından oluşan malî hakları bu Kanun hükümlerine tabidir.
Bu Kanunda geçen:
a) Kıstas aylık: En yüksek Devlet memuruna malî haklar kapsamında fiilen yapılmakta olan her türlü ödemeler toplamının brüt tutarını,
b) Yargı ödeneği: Görevin niteliği ve gereği olarak brüt aylığın 106 ncı maddede gösterilen oranda hesaplanan tutarını,
ifade eder."
BAŞKAN – Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Çorum Milletvekili Sayın Feridun Ayvazoğlu; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz 10 dakika.
CHP GRUBU ADINA FERİDUN AYVAZOĞLU (Çorum) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz 1217 sıra sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, görüşülmekte olan kanun tasarısının özünde hâkimler ve savcılar, yani, yargı mensubu kişilerle ilgili bir tasarı. Yargı denildiğinde, hepimizin bildiği gibi, Anayasamızda yer alan üç temel erkin, bağımsız erkin birisini temsil eden yargının mensupları olarak hâkim ve savcıların bu tasarıyla özlük haklarında ne gibi iyileştirilmeler getiriliyor, getirilmek isteniyor; bu, gündemde.
Değerli arkadaşlarım, gerçekten, Anayasamıza göre ele almış olduğumuz bu erkten yargı erkinin ne kadar önem taşıdığını, yargı olmadan devletin olmadığını, olamayacağını ve “adalet mülkün temelidir” derken, gerçekten, yargının öneminin her zaman vurgulanmakta olduğunu ve bu temelden, bu ilkeden hukuk devleti olarak vazgeçilemeyeceğini hepimiz biliyoruz, bilmek zorundayız. Fakat, yıllardan beri, ne yazıktır ki, böyle bir erkin mensupları olan hâkim ve savcılarla ilgili, özellikle malî haklarının düzenlenmesi konu edildiğinde, gündeme geldiğinde, gündeme getirildiğinde hep tartışılagelmiştir. Tartışılagelen konu da, acaba hâkim ve savcılara malî hakları, maaşları, almakta olduğu ücretler, aylıklar ne şekilde artırılırsa kamu kesiminin diğer yetkilileri ve görevlileri tarafından bu artırılan veya artırılacak olan maaşları nasıl bir tepki çeker diye bu hep tartışılagelmiştir. Ne yazıktır ki, eğer bir ülkede yargı ve yargı mensuplarıyla ilgili olmak üzere özlük hakları gündeme geldiğinde bunlar tartışılıyor ise, bunlar çok gözüküyor ise yargı mensuplarına, burada oturup hepimizin düşünmesi gerekir. Çoğu Avrupa ülkelerinde, hep duyduğumuz, işittiğimiz, okuduğumuz, teoride tartışıp bunun kabul edilmesi gerektiği noktasında gerçek olarak yargı mensuplarının, çoğu Avrupa ülkelerinde olması gerektiği gibi, Türkiye’de de özlük haklarının, malî haklarının, maaşlarının hiçbir şekilde tartışma konusu yapılmaması gerekir diye bu ülkede hukuk devletine inanmış olan, Anayasamızda yerini almış olan bu ülkemizde böyle bir kural, maalesef, şimdiye kadar hiç uygulanagelmemiştir. Bu, en başta, yargı mensubu kişiler olarak hâkim ve savcılarımızı bugüne kadar hep rencide eder duruma gelmiştir. Elbette, gelip geçen iktidarlar ve şu andaki İktidar böyle bir amacı taşıyor iddiasında değiliz, böyle bir suçlamada bulunmayız; ama, isteyerek veya istemeyerek bunlar gündeme geldiğinde, mutlaka ve mutlaka, hâkim ve savcılarımızın onurlarının incindiğini de, lütfen, bilelim. Olaylara bu şekilde gidelim, bu şekilde bakalım, bu şekilde getirilmek istenilen yasa tasarılarını bu şekilde Mecliste ele alıp değerlendirelim değerli arkadaşlarım.
Şimdi, görüşülmekte olan tasarıya bir bakıldığında, yüksek yargı mensuplarının başkanlarından tutunuz başkanvekillerine kadar, daha da alt rütbe olarak –demek istemiyoruz, ama, tasarıda bu şekilde ele alındığı için diyoruz- üyeleri arasındaki farklılık yer alıyor. Dahasında, emeklilerle ilgili yansıtılmayan iyilikler bu tasarıda yer almıyor.
Yine, şimdiye kadar hiçbir şekilde gündeme getirilmemiş olan, ama, gecesini gündüzüne katarak, yerine göre, ceza yargıçları olarak, ceza mahkemeleri olarak, en ağır cezaları vermeye yetkili hâkim ve savcılarla ilgili konularla beraber, en sonsuz bir şekilde rakamlara hükmedebilecek hukuk hâkimlerini de nazara aldığımızda, bunlara verilebilecek ne gibi imkânların bugüne kadar somut bir şekilde ele alındığını da görmüş değiliz ve burada bir çelişkinin olduğunu, bu tasarıda da bir daha görmüş oluyoruz.
Bunun devamında, hâkim ve savcıların her zaman yanı başlarında olan ve bir mahkeme kararının veya verilen herhangi bir savcılık kararının kesinleşip kesinleşmediği noktasında imzaları olmadan kesinleşme şerhi verilemeyen, mahkeme kararlarına imza atan yazı işleri müdürü olsun, kâtipler olsun ve diğer adliye personeliyle ilgili olsun, bunlara paralel bir şekilde bu tasarıda ele alınamayan malî hakların iyileştirilmesine dönük bir iyilik getirilmeyiş olması da bu tasarıda bir eksiklik olarak görülmektedir.
Yine, değerli arkadaşlarım, burada, yargı dediğimizde, yargının elbette hâkim, savcı ve yanında hemen avukatların yer aldığını biliyoruz; ama, bunların içerisinde öyle bir avukatlar grubu olarak yer alan, devlet adına görev yapan, kamu adına görev yapan kamu avukatlarının da bu tasarıda en azından ne gibi imkânlarla bunlara bir iyilik getirilebilmesi olanağının da tartışılmamış olması, bu tasarıda eksikliktir diye düşünüyoruz.
Kamu avukatlarının gerçekten yapmış olduğu görev icabıyla, görevin kapsamı icabıyla ne derece önem taşıdığını hepimiz biliyoruz. Çoğumuzun burada, şahsım adına da söylüyorum, mesleğinin avukatlık, savcılık olmuş olmasından dolayı bunları yaşayan kişileriz. Bu nedenle de bir mahkemede eğer hâkim, savcı, avukat olarak -kamu avukatları ve serbest avukatlar olarak- ve yine, mahkemede görev yapan yazı işleri müdüründen tutunuz kâtiplere kadar, diğer kamu görevlilerine kadar ele alınmayış durumu var ise, bu tasarıda da mutlaka eksiklik vardır demek zorundayız değerli arkadaşlarım.
Yine, şimdiye kadar hiçbir şekilde tartışılmayan hâkim ve savcılara ve bu meslekten sayılan diğer gruba fiilî hizmet zammının bugüne kadar uygulanmayış olmayışı ve bunun tartışılmayarak böyle bir tasarıda hiç olmazsa ele alınmayış olması da bir eksikliktir diye düşünüyoruz.
Değerli arkadaşlar, gerçekten, biz, şimdiye kadar hâkim ve savcılarımızın hangi güvencelerle görev yaptığını çok iyi biliyoruz ve bu güvencelerinin başında da vicdanlarıyla baş başa kalan, vicdanlarıyla güvence arasında, güvenceyi kendilerinde gören hâkim ve savcılarımızı şimdiye kadar hep gördük ve onları her zaman, her yerde takdirle karşıladık, takdirle karşılamak zorunda kaldık; çünkü, bir zamanlar, 1789 Fransız İhtilalinden bugüne kadar söylenen veciz bir sözün altında, eğer, Fransa’da hâkimler varsa, bugün Türkiyemizde de hâkimlerimiz vardır, Türkiyemizde de savcılarımız vardır. Bunu ispat eden, ispat edebilecek durumda olan şimdiye kadar verilmiş olan kararların altında imzası bulunan yargıçlarımıza, bizler, burada, Türkiye Büyük Millet Meclisinin üyeleri olarak her zaman, her yerde minnet ve şükran duymak zorundayız. Eğer güvence olarak, koruma olarak bir hâkimin ve savcının sadece ve sadece korunması, vicdanen vermiş olduğu karara güvenerek kendi vicdanıyla korunabiliyorsa burada hepimizin onların önünde gerçekten bir kez daha şükranlarımızı ifade etmek zorunda olduğumuzu, hepimizin ifade etmek zorunda olduğunu belirtmek istiyorum değerli arkadaşlarım. O nedenle, böyle bir tasarıyla hâkim ve savcılarımız da az da olsa, ne de olsa iyi niyetli bir şekilde hazırlanarak…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Ayvazoğlu, konuşmanızı tamamlayınız lütfen.
Buyurun.
FERİDUN AYVAZOĞLU (Devamla) – …getirilmiş bulunan böyle bir tasarıya Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz de destek veriyoruz. Gönül ister ki, hâkim ve savcılarımıza, adliye mensuplarımıza, az önce saymış olduğumuz yargıya emeği geçen, alınteri geçen bu sektörde demiyoruz; ama, kamu sektörünün ve Anayasamızda yer alan bu erkin görevlilerine böyle bir imkânı verebiliyorsak, bunları biz hiçbir şekilde çok görmeyelim. Daha fazlasını verebilmek için, daha layık olduğu şekilde verebilmek için, onurlarını rencide etmeden verebilmek için yapılan çalışmaları bizler de olumlu olarak karşılayacağız. Bu uğurda Hükümetin, Adalet Bakanlığının yapmış olduğu iyi niyetli çalışmalara Cumhuriyet Halk Partisi olarak destek veriyoruz.
Bu konuda yapılan bu tasarıya olumlu oy vereceğimizi bildiriyoruz ve Türkiye’de görev yapan, bugüne kadar onurlarıyla, vicdanlarıyla görev yapan hâkim ve savcılarımızı huzurlarınızda saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Teşekkür ediyorum, sağ olun, var olun diyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ayvazoğlu.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
2 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2- 2802 sayılı Kanunun Dokuzuncu Kısmının İkinci Bölüm başlığı "Aylık Tablosu ve Aylıklar" şeklinde; 103 üncü maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Aylık tablosu:
MADDE 103- Kıstas aylığı oluşturan her bir ödeme unsurunun;
a) Anayasa Mahkemesi Başkanı, Yargıtay Başkanı, Danıştay Başkanı, Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Danıştay Başsavcısına % 100'ü,
b) Anayasa Mahkemesi Başkanvekili, Anayasa Mahkemesi Üyeleri, Yargıtay ve Danıştay Birinci Başkan Vekilleri, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekili, Yargıtay ve Danıştay Daire Başkanları ile Adalet Bakanlığı Müsteşarına % 86'sı,
c) Yargıtay ve Danıştay Üyelerine % 83'ü,
ç) Birinci sınıf hâkim ve savcılara % 79'u,
d) Birinci sınıfa ayrılmış hâkim ve savcılara % 65'i,
e) Birinci derecede bulunan diğer hâkim ve savcılara % 55'i,
f) İkinci derecede bulunan hâkim ve savcılara % 53'ü,
g) Üçüncü derecede bulunan hâkim ve savcılara % 51'i,
ğ) Dördüncü derecede bulunan hâkim ve savcılara % 49'u,
h) Beşinci derecede bulunan hâkim ve savcılara % 47'si,
ı) Altıncı derecede bulunan hâkim ve savcılara % 45'i,
i) Yedinci derecede bulunan hâkim ve savcılara % 43'ü,
j) Sekizinci derecede bulunan hâkim ve savcılara % 41'i,
oranında aylık ödeme yapılır. Bu madde kapsamındaki ödeme unsurları arasında yer alan ikramiyenin hesabında, kıstas aylık içindeki ikramiyenin bir malî yıldaki toplam tutarının onikide biri dikkate alınır.
Birinci sınıf hâkim ve savcıların almakta oldukları aylık oranlarına, ödemeye esas olacak olan oran birinci fıkranın (c) bendindeki oranı geçmemek üzere, Yargıtay ve Danıştay üyeliklerine seçilebilme yeterliliklerini kaybetmedikleri sürece her üç yılda bir iki puan ilave edilir.
Sınıfları ve dereceleri yükselen hâkim ve savcılar, yeni sınıf ve derecelerine ilişkin aylığa, söz konusu yükselmelerinin geçerlilik tarihlerini takip eden ayın onbeşinden itibaren hak kazanırlar.
Kıstas aylığı oluşturan ödeme unsurlarından vergi ve diğer kesintilere tâbi olmayanlar, bu maddeye göre yapılacak ödemelerde de aynı şekilde vergi ve diğer kesintilere tâbi olmaz."
BAŞKAN – Madde üzerinde, şahsı adına, Hatay Milletvekili Mehmet Eraslan; buyurun.
Aynı anda müracaat eden sayın milletvekillerine sırasıyla söz vereceğim; çünkü, her defasında kura çekmeye gerek yok.
Buyurun Sayın Eraslan, bu madde üzerinde sıra sizin.
MEHMET ERASLAN (Hatay) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlıyorum.
Gerçekten, önemli bir kanun tasarısını görüşüyoruz ve başta da ifade edeyim, bizlerin de destek vereceği, destekleyeceği ve olumlu oy vereceği bir kanun tasarısı.
Devletin üç bağımsız erkinden biri de bağımsız yargı organıdır. Hâkim ve savcılarımız da bağımsız yargı organlarının temel unsurudur ve Yüce Türk Milleti adına karar veren hâkim ve savcılarımızın özlük haklarını iyileştirme cihetinde olan bu kanun tasarısı, aradan üçbuçuk yıl sonra Türkiye Büyük Millet Meclisine gelmiş olmasına rağmen, geç de olsa ben bunun Türk yargısı adına bir kazanım olduğunu düşünüyorum.
Tabiî ki, gerekçeye baktığımız zaman: “Avrupa Birliğiyle yürütülen müzakere sürecinde, ülkemize ilişkin hazırlanan raporlarda hâkim ve savcıların özlük haklarının artırılmasına ilişkin tavsiyeler yer almakta olup –yani, Avrupa Birliği bu noktada bizlere tavsiyede bulunmuş, genel gerekçede ifade edildiği gibi- mevcut iş yükü nedeniyle Türkiye’de adlî sistemin verimliliği ve işlevinin artırılması gerektiği belirtilmektedir.
Tasarıyla, yukarıda kısaca açıklanmaya çalışılan gerekçelerle, yeni bir sistem kurulmak suretiyle, hâkim ve savcıların özlük haklarında iyileştirme yapılması amaçlanmaktadır.”
Yani, bu ifadenin burada yer almaması gerekiyor idi. Avrupa Birliği bizlere önerdi, Avrupa Birliğinin önerisi olduğunu da açık açık gerekçede yazıyoruz. Bu kısa gerekçeye istinaden böyle bir düzenlemenin, hazırlığın olduğu vurgulanıyor. Tabiî, bu, onurumuza dokunuyor; bunu da ifade edeyim. Dolayısıyla, kanun tasarıları hazırlanır iken, bu gerekçeler bölümünün daha titiz, daha dikkatli ve daha doğru ifadelerle donatılması uygun olacaktır düşüncesindeyim.
Değerli milletvekilleri, bu düzenlemelerde, Sayıştay denetçilerimizin özlük hakları düzenlenirken, kamuda benzer görev yapan diğer personelimiz, merkezî denetim elemanlarımız kapsamdışı bırakılmıştır. Onların da, kanun tasarısının içerisine dahil edilmesi gerekiyor idi.
Diğer taraftan, 15 gün üstü rapor alan hâkim ve savcılarımızın yargı ödeneğinin kesilmesi çok makul değildir. Gerçekten, hâkim ve savcılarımıza bir güvenimiz ve güven duygumuz söz konusu ise, yani hasta olmadığı halde 15 günün üzerinde, 20 gün veya 1 ay rapor alırlar mantalitesiyle yaklaşılıp hazırlanmış bir hükümdür. Bu hükmün, aslında, kanun tasarısından çıkarılması gerekmektedir.
Ayrıca, tasarıda, kamuda çalışan avukatlar dahil edilmemiştir. Onlar, unutulan kesimlerdir; çünkü, kamuda çalışan avukatlar, yine yargı sürecinde var olan personellerdir ve yargı mekanizmasının da birer parçasıdır.
Hâkim ve savcılarımızın çalışma şartları, çalışma ortamları iyileştirilmelidir. Öyle adliyeler, adliye sarayları, hükümet konakları biliyorum ki, gerçekten, çok ilkel, çok dar ve etkin bir yargı hizmeti yapılamayacak ortamlarda çalışan hâkim ve savcılarımızın olduğunu bizzat, ben kendim görmüşümdür. Araç ve gereç yönünden eksikliklerin giderilmesi, onlara en büyük katkı olacaktır.
Değerli arkadaşlar, hâkim ve savcılarımıza yapılan bu iyileştirmeler yeterli midir; değildir. Ama, ben, ileriki süreçte, hâkim ve savcılarımızın özlük hakları ve ekonomik ve sosyal şartlarının daha da iyileştirileceği kanaatindeyim. Fakat, unuttuğumuz bir şey var; Türkiye’de, 2 300 000 diğer kamu personeli var. Diğer kamu personeli, aynı şekilde, hâkim ve savcılara yapılan özlük haklarının iyileştirilmesine ilişkin çalışmayı da hak ediyorlar diye düşünüyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Eraslan, lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
MEHMET ERASLAN (Devamla) –Türkiye Cumhuriyeti Devletine ve milletine hizmet eden, polisiyle, askeriyle, doktoruyla, öğretmeniyle, avukatıyla, memuruyla, sözleşmeli işçisiyle, gerçekten, vatan evlatlarına, bu millete hizmet eden 2 300 000 kamu personelinin, yine, ücretlerinin iyileştirilmesi gerekmektedir. Yüzde 90’ı yoksulluk sınırının altında ücret alır iken, önemli bir kesimi de açlık sınırına eşdeğer ücret almaktadır ve en kısa zamanda, kamu personeli reformu kanunu getirilmelidir. Aradan üçbuçuk yıl geçmiştir; ama, her defasında, geleceği söylenen kamu personeli reformu geciktirilmiş ve getirilmemiştir. Kamu personeli reformuyla, eşit işe eşit ücret ve adil ücret uygulaması getirilecek idi; fakat, gelmediği için, eşit işe eşit ücret ve adil ücret uygulamasına maalesef geçilememiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET ERASLAN (Devamla) –En kısa zamanda bu kanun tasarıları aynı şekilde düzenlenir, diğer kamu personelinin de, diğer kamu çalışanlarının da özlük hakları bu kanun tasarısında olduğu gibi, getirilir ve yeniden düzenlenir ve diğer kamu çalışanları da rahatlatılır temennisiyle, bu kanunun, milletimize ve yargı camiasına hayırlar getirmesini temenni ediyorum ve hepinizi saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, birleşime 5 dakika ara veriyorum.
Kapanma saati: 22.34
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 22.46
BAŞKAN: Başkanvekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP ÜYELER: Mehmet DANİŞ (Çanakkale), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 122 nci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.
1217 sıra sayılı kanun tasarısının görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
11.- Hâkimler ve Savcılar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1220) (S. Sayısı: 1217) (Devam)
BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.
Tasarının 2 nci maddesi üzerindeki konuşmalar tamamlanmıştı.
Şimdi önerge işlemini gerçekleştireceğiz.
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, konuşacak hatipler için de bilgiyi Genel Kurula sunuyorum: Bundan sonraki görüşmeler tamamlanıncaya kadar -biraz önce Grup Başkanvekili arkadaşlarımızla konuştuk- hiçbir konuşmacının hiçbir gerekçeyle 1 dakikalık süresi dahi uzatılmayacaktır, 5 dakika bittiği anda mikrofon kesilecek ve arkadaşımız teşekkürü de, artık kapanmışsa, öylece yapacaktır.
Bilgilerinize sunarım.
Madde üzerinde 3 adet önerge vardır.
Önergeleri okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1217 sıra sayılı tasarının 2 nci maddesinde yer alan “% 79” oranının “% 83” olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
M. Akif Hamzaçebi Kemal Kılıçdaroğlu Halil Akyüz
Trabzon İstanbul İstanbul
Enis Tütüncü Feridun Baloğlu Mustafa Özyurt
Tekirdağ Antalya Bursa
Mustafa Özyürek
Mersin
BAŞKAN – Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1217 sıra sayılı yasa tasarının 2 nci madde, madde 103 kıstas aylığı oluşturan her bir ödeme unsurunun;
(b) bendindeki % 86 oranının % 96
(c) bendindeki % 83 oranının % 93
(ç) bendindeki % 79 oranının % 89
(d) bendindeki % 65 oranının % 75’i
(e) bendindeki % 55 oranının % 65’i
(f), (g), (ğ), (h), (ı), (i), (j) bentlerindeki oranların 5’er puan artırılmasını arz ederiz.
Muhsin Koçyiğit Hüseyin Özcan İbrahim Özdoğan
Diyarbakır Mersin Erzurum
Ömer Abuşoğlu Miraç Akdoğan Hasan Özyer
Gaziantep Malatya Muğla
Süleyman Sarıbaş
Malatya
BAŞKAN – Diğer önergeyi okutup işleme alacağım:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1217 sıra sayılı tasarının 2 nci maddesiyle 2802 sayılı Kanunun değiştirilmesi öngörülen 103 üncü maddesinin sonuna aşağıdaki fıkranın eklenmesini arz ve teklif ederiz.
M. Akif Hamzaçebi Kemal Kılıçdaroğlu Mustafa Özyürek
Trabzon İstanbul Mersin
Feridun Baloğlu Halil Akyüz Enis Tütüncü
Antalya İstanbul Tekirdağ
Mustafa Özyurt Haşim Oral
Bursa Denizli
“Yüksek yargı organları, mahkemeler ve icra dairelerinde çalışmakta olan genel idare hizmetleri sınıfına dahil personel ile sözleşmeli personele sekizinci derecede bulunan hâkim ve savcılara verilen yargı ödeneği miktarının yüzde 50’sini geçmemek üzere tazminat ödenir. Tazminatı unvanlar itibariyle belirlemeye Adalet Bakanı yetkilidir.”
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SAİT AÇBA (Afyonkarahisar) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Hükümet?..
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – Katılmıyoruz.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) – Konuşacağım.
BAŞKAN – Konuşacaksınız.
Buyurun Sayın Baloğlu.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; aslında, son derece zor bir görevi yerine getiriyorum; ne kadar çok anlatırsam anlatayım bu önergenin kabul edilmeyeceğini biliyorum; ama, zabıtlara geçsin diye konuşacağım.
Adliye binaları, sadece bina değildir, içinde insanlar da yaşar; yalnız hâkimler ve savcılar da yaşamaz, onun dışında, o binaların içinde, mübaşirler yaşar, yazı işleri müdürleri yaşar, kâtipler, hizmetliler, santral memurları yaşar -icra müdür ve yardımcıları, memurlar, cezaevi müdürleri, infaz koruma memurları o binaların dışında, cezaevlerinde- idarî işler müdürleri yaşar. Bu önerge, o binaların içinde yaşayan insanların bir bölümünü görüyor bir bölümünü görmüyor. Oysaki, hepsini görmemiz gerekiyor. Hiçbir teknik gerekçe, adliye çalışanlarını ikiye bölmeyi haklı gösteremez. Çünkü, adliye bir bütündür. Eğer, bugün, yargıya ayrı bir değer veriyorsak, Anayasada ayrı biçimde yorumladıysak, ayrı bir yer ayırdıysak, onu önemli bir güç sayıyorsak, bunun nedenleri sadece hâkimler ve savcılar değildir, bütün çalışanlardır. Ortak bir emektir kararlar.
Demin bir faks ulaştı önüme, onu okumak istiyorum. Adliye çalışanları aynı kararı, “aynı zaptı imzalıyoruz; imzamızın yokluğu Yargıtayın bozma nedenidir” diyorlar “birlikte üretiyoruz” diyorlar; ama, biz, sadece hâkim ve savcıları görüyoruz.
Yanlış anlaşılmak istemiyorum; ben, kürsünün iki tarafından da baktım, hâkim olarak da gördüm o insanları, avukat olarak da gördüm. Ama, hep aynı insanları gördüm, o fedakâr insanları gördüm. Çok az bir maaşla, hiçbir zaman fazla mesai talep etmeden çalışan insanları gördüm. O insanlara hak ettiğini vermek zorundayız. Bugün, bunu yapmayacağınızı biliyorum; ama, bunu ilk fırsatta yapmamız gerektiğini bildiğim için bu önergeyi savunuyorum, bu önergeyi verdik. Bunu anlatmaya çalışıyorum.
Bakın, hepsini okuyacak zamanım yok; ama, önümde, seçtiğim 4 tane faks var, bugün bana ulaşan. Çoğunuza ulaşmıştır. Aynı değeri vermenizi bekliyorum. Birisi, bir hâkimin. Altında bir savcının da notu var. Diyorlar ki “birlikte çalıştığımız insanların da bizim kazandığımız haklardan yararlanmasını istiyoruz. Biz onların yüzüne daha rahat bakmak istiyoruz.” Bu özlemi birlikte karşılamak zorundayız. Bakın, bu, bir hâkimin faksı.
Bir ikinci faks, Büro Emekçileri Sendikasından geliyor. Uzun uzun okuyamayacağım; ama, diyorlar ki “adalet hizmetlerinin yürütülmesi bir bütündür. Bu bütünü gerçekleştiren bütün insanları eşit görmeliyiz.” Bu da çok haklı bir talep.
Üçüncüsü, bir cumhuriyet başsavcılığı yazı işleri müdürünün faksı. Burada çok ciddî bir iddia var; bunu, bu konuşmanın dışında da Meclise getireceğim ilk fırsatta. Fazla çalışmaya ilişkin nöbet tazminatlarının ödenmesindeki haksızlığı söylüyorlar, örnekler veriyorlar, belgeler ekliyorlar. Bütün bu haksızlıkları giderecek bir fırsatı bugün yakalıyoruz; ama, kullanamayacağız.
Bir faks da, bir cezaevi, kurum müdüründen geliyor, ceza infaz kurumunda kurum müdürü, cezaevi müdürü olarak çalışıyor ve infaz koruma memurlarının sıkıntılarını anlatıyor, dertlerini anlatıyor.
Bunları üst üste koyduğumuz zaman ortaya çıkan manzara şudur arkadaşlar: Biz, olayın bir tarafını görüyoruz. Bir tarafını görmemizin de nedeni, fizikî bakışımızdır. Biz, hâlâ, adalet binalarına saray kavramıyla isim koyuyoruz. Ben, önce, Sayın Adalet Bakanını kutluyorum; çünkü, Sayın Adalet Bakanı, binaların, adalet hizmetlerinin fizikî konumlarını değiştirmekte büyük çaba göstermiştir. Ama, bir de eleştirim var. Biz, onlara “saray” diyoruz. Saray kavramı, içinde farklı şeyleri barındırır. Saray kavramı, bir cumhuriyet kavramı değildir. Saray kavramı, üst katıyla, alt katıyla, farklı kavramları taşır içinde. Saray kavramı, kralları, padişahları, ama, onun yanında, hizmetlileri, köleleri barındırır. Bir cumhuriyet toplumunda saray kavramından hareket ederseniz, vardığınız nokta bu olur. O saray kavramının vardığı sonuç, sadece hâkim ve savcıları görmeniz olur. Hâkim ve savcılar görülmelidir. Gerçekten, kutsal bir değeri, adaleti dağıtıyorlar. Onlara verilecek her kuruşun yanındayız, onlara sağlanacak her olumlu değişikliğin yanındayız; ama, bununla yetinmemek gerektiğini düşünüyorum.
Bütün umutsuzluğuma rağmen, bu önergeye “evet” oyu verecek, adaleti bilen, adalet binalarındaki acıları bilen milletvekillerinin bu Genel Kurulda olduğunu düşünüyorum. O nedenle, bu önergeye “evet” oyu vermenizi bekliyorum.
Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1217 sıra sayılı tasarının 2 nci maddesinde yer alan “% 79” oranının “% 83” olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Mehmet Akif Hamzaçebi (Trabzon) ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SAİT AÇBA (Afyonkarahisar) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Hükümet?..
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – Katılmıyoruz.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) – Gerekçe okunsun Sayın Başkan.
BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe: Birinci sınıf hâkim ve savcılar ile Yargıtay ve Danıştay üyeleri arasında denge sağlanmaktadır.
BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1217 sıra sayılı yasa tasarının 2 nci madde, madde 103 kıstas aylığı oluşturan her bir ödeme unsurunun;
(b) bendindeki % 86 oranının % 96
(c) bendindeki % 83 oranının % 93
(ç) bendindeki % 79 oranının % 89
(d) bendindeki % 65 oranının % 75’i
(e) bendindeki % 55 oranının % 65’i
(f), (g), (ğ), (h), (ı), (i), (j) bentlerindeki oranların 5’er puan artırılmasını arz ederiz.
Hüseyin Özcan (Mersin) ve arkadaşları
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SAİT AÇBA (Afyonkarahisar) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Hükümet?..
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe: Çalışan kamu görevlileri arasında ücret yönünden adaletin sağlanması.
BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
2 nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
3 üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3- 2802 sayılı Kanunun 106 ncı maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Yargı ödeneği ve ek ödeme:
MADDE 106- 103 üncü maddede unvanları belirtilenlere aynı maddeye göre ödenmekte olan brüt aylıklarının % 10'u oranında yargı ödeneği verilir.
Sağlık kurulu raporu üzerine verilen hastalık izinleri ile kanser, verem, akıl hastalığı, şeker hastalığı, açık kalp ameliyatı gibi uzun süreli bir tedaviye ihtiyaç gösteren hastalığa yakalananların kullandıkları hastalık izinleri ve hastalıkları sebebiyle yataklı tedavi kurumlarında yatarak gördükleri tedavi süreleri hariç olmak üzere, bir takvim yılı içinde kullanılan hastalık izin süreleri toplamının onbeş günü aşması halinde, aşan günlere isabet eden yargı ödeneği % 50 eksik ödenir.
Hâkim ve savcı adaylarına kıstas aylığın % 25'i oranında ek ödemede bulunulur.
Adalet Müfettişlerine, 103 üncü maddeye göre ödenmekte olan brüt aylık tutarlarının % 5'i oranında ek ödemede bulunulur.
Bu maddeye ve 103 üncü maddeye göre ödeme yapılanlara; 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname kapsamında yapılan ödemeler ile temsil, makam ve yüksek hâkimlik tazminatları ödenmez ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 152 nci maddesi uyarınca ödeme yapılmaz.
Bu maddeye göre yapılacak ödemeler hakkında aylıklara ilişkin hükümler uygulanır ve damga vergisi hariç herhangi bir vergiye tâbi tutulmaz.
Yargı ödeneği, her ne şekilde olursa olsun başka bir ödemenin hesaplanmasında dikkate alınmaz."
BAŞKAN – Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Konya Milletvekili Sayın Atilla Kart.
Sayın Kart buyurun.
CHP GRUBU ADINA ATİLLA KART (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan tasarının 3 üncü maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım; Grubum ve şahsım adına Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, hâkim ve savcıların özlük haklarında iyileştirmeyi amaçlayan bir düzenlemeyi tartışıyoruz. Doğal olarak, böyle bir düzenlemeyi olumlu gördüğümüzü, öncelikle, peşinen ifade ediyorum.
Tabiî, bu vesileyle, bu getirilen düzenlemenin yeterli olup olmadığının tartışılması bir yana, yargının temel sorunlarının, temel konularının tartışılması gerektiği açık. Bu çerçevede, ben, konuyla ilgili, bağlantılı değerlendirmelerimi bilgilerinize sunmak istiyorum.
Sayın milletvekilleri, ülkemizde 2005 yılında ve devamında, daha önce örneği görülmemiş bir biçimde, yargı organları, yargıda siyasallaşma konusundaki kaygılarını kamuoyuyla paylaşma gereğini duydular. Geçen temmuz ayında, Yargıtay, Danıştay, Türkiye Barolar Birliği ile Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, siyasî iktidardan yargıda siyasallaşma yaratacak çatışmalardan uzak durmasını istediler. Yargıdan böylesine kapsamlı bir ses çıkması, kabul etmek gerekir ki, iktidarın yaklaşımlarından kaynaklanmıştır. Bu açıklamalara konu endişeler bugün halen varlığını sürdürmektedir. Yargının bağımsızlık ve güvenceden yoksun bırakılması, yargıda görev yapan kişileri memurlaştırmakta.
Aslında, yargıdaki temel sorun bugüne özgü değil; 1982 Anayasasının yarattığı en büyük tahribat bu. Bu 1982 Anayasasının yarattığı tahribat sebebiyledir ki, bir yargının en büyük aşınması olan, en olumsuz özelliği olan yargının bürokratlaşması, yargıcın memurlaşması süreciyle Türkiye karşı karşıya. Bu sorunu aşmamız gerekiyor. Bu sorunu aşamadığımız takdirde hukuk devleti yapılanmasında mesafe almamız mümkün değil.
Bunu tekrar ifade etmek istiyorum: Günümüzün siyasal iktidarının uygulamalarıyla sınırlı olmayan, son derece kapsamlı, anayasal düzenlemelerden kaynaklanan ve yargıcın memurlaştırılmasını, yargının bürokratlaşmasını sağlayan bir süreçle karşı karşıyayız.
Burada şunu hemen ifade etmek istiyorum değerli arkadaşlarım: Yargıç, devlet memuru değildir. Bunu, siyasî iradenin kabullenmesi gerekir; bunu, bürokratik yapının, kamu yönetiminin kabullenmesi gerekir; bu anlayışı, bu iradeyi devletin bütün yönetim kademelerine, askerine, siviline anlatmamız ve benimsetmemiz gerekir. Tekrar ifade ediyorum: Yargıç, devlet memuru değildir. Dolayısıyla, yargıcın özlük haklarını tartışırken, diğer kamu yönetimi birimleriyle kıyaslama yapmaktan kaçınmalıyız; bu, doğru bir yaklaşım değil. Bu nereden kaynaklanıyor; yargıcın yaptığı görevin niteliğinden kaynaklanıyor. Yargıcın yaptığı görev, tüm sosyal birim katmanlarından uzak bir şekilde, her türlü dış müdahaleye kapalı bir şekilde görev yapmasını zorunlu kılıyor. Onun için, siyasî irade olarak, bürokrasi olarak, kamu yönetimi olarak, bu konuda, inançlı bir şekilde, kararlı bir şekilde, samimî bir şekilde topluma mesaj vermeliyiz; ama -bunu yine siyasî iktidarla sınırlı olmayarak söylüyorum, tüm sosyal birim katmanlarını kastederek söylüyorum- bu anlayış toplumda halen yerleşebilmiş değil değerli arkadaşlarım.
Bu yaklaşım içinde değerlendirme yaptığımız zaman, yargıç ve savcılar, bu sorunların sadece maaş sorunu olarak topluma yansıtılmasından rahatsızlar, bundan inciniyorlar. Bundan kaçınmamız gerekiyor değerli arkadaşlarım; yani, hâkim ve savcıların sorununu sadece maaş sorunundan ibaretmiş gibi sunma yanlışlığına düşmememiz gerekiyor.
Burada, değerli arkadaşlarım, geldiğimiz aşamada, bununla bağlantılı olarak, yargıç adaylarının mesleğe kabullerine Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu karar vermekteyse de, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun iki yıl adaylık eğitiminden geçmiş kişileri mesleğe kabul etmeme seçeneğinin, ihtimalinin uygulamada olmadığını hemen ifade etmek istiyorum. Bu aşamada, ÖSYM tarafından yapılan sınavda yeterli bulunanlar arasından Bakanlıkça empati kurulanların… O empatinin de, maalesef, sağlıklı bir empati olmadığını, siyasî irade ve ilişkilere dayalı olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz. Bu yapılanma, hâkimlik ve savcılık mesleğinin yapılanmasındaki nitelikli yapılanmayı olumsuz bir şekilde etkiliyor. Bu işin özü şu: İktidar yargıyı şekillendiriyor. Türkiye’deki vakıa bu, Türkiye’deki fiilî durum bu. Bu yolun sonu tehlikelidir. Bu sebeple, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, yargıç alımlarının yanında, yargıç adaylığına alımlarda da mutlaka söz sahibi olmalıdır. Siyasî iktidar, yürütme organı, hukuk devleti yapılanmasında samimî ise, geçmişin uygulamalarına sığınmadan, buna tenezzül etmeden, bu noktada iradesini ortaya koymalıdır.
Değerli arkadaşlarım, istinaf mahkemeleri uygulamasına değinmek istiyorum. Bakın, yapılmak istenen uygulamayla istinaf mahkemeleri uygulamasıyla, Yargıtayın yaklaşık olarak yüzde 75, yüzde 80 civarındaki iş hacminin aktarılması amaçlanıyor. Peki, bu iş hacmini hangi bölge mahkemelerine aktaracağız, hangi istinaf mahkemelerine aktaracağız? Adalet Bakanlığının teftişi altında olan ve yasayla yeterlilik verilen yargıç ve savcılardan kurulu olan bölge mahkemelerine aktaracağız; yani, mevcut vesayet ilişkisi bize yetmiyor, bu vesayet ilişkisini daha ileri boyutlara götüreceğiz, daha da bağımlı hale getireceğiz. Yapılmak istenilenin özü bu. Onun için, bu noktada, Adalet Bakanlığını daha ciddî, daha hukuk devleti yapılanmasına uygun arayışlar içine girmeye bir defa daha davet etmek gereğini duyuyorum değerli arkadaşlarım.
Bölge mahkemeleri, Bakanlık teftişinden mutlaka çıkarılmalıdır. Teftiş altında, teftiş mekanizması altında, Adalet Bakanlığının teftişi altında bölge mahkemesi yapılanması olamaz. Bu, yargı kavramıyla bağdaşmaz. Bundan kesinlikle kaçınmamız gerekir. Bu arayışlara tenezzül etmememiz gerekir değerli arkadaşlarım.
Tabiî, elbette, Anayasal bir sorun, Teftiş Kurulu Başkanlığının Adalet Bakanlığına bağlı olmaktan çıkarılması gerekiyor. Bu bağımlılığı sürdürdüğümüz takdirde, gerçekten hiçbir mesafe almamız mümkün değil. Bu olay yargı kavramıyla bağdaşmaz, hukuk devleti kavramıyla bağdaşmaz. Bu noktada mutlaka yeni bir düzenleme yapılması gerekiyor.
Aynı şekilde, Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulunun idarî ve malî özerkliğini ve sekreteryasını sağlamamız gerekiyor.
Bunları anlatıyoruz, üç yıldır anlatıyoruz, üç buçuk yıldır anlatıyoruz; ama, maalesef bu noktada hiçbir ciddî yaklaşımı göremiyoruz ve bu, ayrıca bir üzüntü durumu.
Bu mevcut yapı içinde Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulu, Bakanlık taslaklarını fiilen denetleyemiyor; bu mümkün değil. Bu noktada, Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulundan iki doğal üyenin mutlaka çıkması gerekiyor. Bu iki doğal üyenin kim olduğu gayet açık, bunu tekrarlamak istemiyorum; ancak, bunun dışında, Sayın Bakanın, Adalet Bakanının, özellikle Yargıtay ve Danıştaya üye seçimlerinde bu Kurula katılmaktan kaçınması gereğini, siyasî etik adına bir defa daha hatırlatmak istiyorum.
Ayrıca, geldiğimiz dönemdeki temel bir çelişkiyi, temel bir yanlışı bir defa daha ifade etmek istiyorum. Böylesine vesayet ilişkisi içindeki bir yargı yapılanmasında, böylesine hiyerarşik bir yapılanma içindeki bir yargı yapılanmasında Adalet Bakanının Hükümet Sözcüsü olarak görev yapması; bu, kabul edilebilir bir hal değil değerli arkadaşlarım. Sayın Adalet Bakanının bu görevi layıkıyla yaptığına yürekten inanıyorum; bu ayrı bir mesele. Mesele, kişisel bir mesele değil, sistemdeki yanlıştan söz ediyorum. Bu iki gücü…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Kart, teşekkür ediyorum.
ATİLLA KART (Devamla) – Sayın Başkan, ben teşekkür edeyim, yine kapatın; ben teşekkür edeyim lütfen…
BAŞKAN – Efendim, siz teşekkür…
ATİLLA KART (Devamla) - Lütfen efendim, anlayışlı olalım.
BAŞKAN - Bakınız…
ATİLLA KART (Devamla) – Yani, vur deyince öldürmeyelim. Ben teşekkür edeyim, yine kapatın.
METİN KAŞIKOĞLU (Düzce) – Duyduk biz teşekkürünü Atilla Bey.
BAŞKAN – Buyurun, siz teşekkür edin.
ATİLLA KART (Devamla) – Şimdi, değerli arkadaşlarım, tamam, kuralı uygulayalım da, ifratı ve tefriti sağlayalım.
Ben, bu düşüncelerle -müteakip maddede yine düşüncelerimi anlatacağım- Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum, teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Sayın Bilgiç… Sayın Bilgiç yok mu? Peki.
Madde üzerinde 1 adet önerge vardır; önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1217 sıra sayılı tasarının 3 üncü maddesiyle 2802 sayılı Kanunun değiştirilmesi öngörülen 106 ncı maddesinin sonuna aşağıdaki fıkranın eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Mehmet Akif Hamzaçebi Kemal Kılıçdaroğlu Halil Akyüz
Trabzon İstanbul İstanbul
Enis Tütüncü Feridun Baloğlu
Tekirdağ Antalya
“Bu kanuna göre hâkimler, savcılar ve diğer personelin aylıklarında meydana gelen artışlar emekli aylıklarının hesaplanmasında dikkate alınır.”
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SAİT AÇBA (Afyonkarahisar) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Hükümet?..
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Aylıklarda meydana gelen artışların emekli aylıklarına yansıtılması amaçlanmaktadır.
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
4 üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 4- 2802 sayılı Kanunun 112 nci maddesinin başlığı "Meslekî Kıyafet, Kitap ve Bilgisayar Yardımı:" şeklinde değiştirilmiş ve aynı maddeye aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
"Hâkim ve savcılara görevlerinde kullanmak üzere zati demirbaş olarak bir adet bilgisayar verilebilir. Bilgisayarların hakim ve savcılara verilmesi ve devrine ilişkin usûl ve esaslar, Sayıştayın ve Maliye Bakanlığının görüşü üzerine Adalet Bakanlığınca belirlenir."
BAŞKAN – Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Adana Milletvekili Sayın Ziya Yergök; buyurun.
CHP GRUBU ADINA MEHMET ZİYA YERGÖK (Adana) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; 1217 sıra sayılı yasa tasarısının 4 üncü maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; yüce meclisimizi ve yüce milletimizi saygıyla selamlayarak sözlerime başlamak istiyorum.
4 üncü maddeyle, hâkim ve savcılara, mesleğe atandıklarında, görevlerinde kullanılmak üzere, zati demirbaş olarak 1 adet bilgisayar verilebileceği ve belirli şartlarla bunların ilgililere devredileceği öngörülmektedir. Bu, doğru ve yerinde bir düzenlemedir. Yargımızı ve yargıcımızı, içinde bulunduğumuz bilgi çağında teknolojinin tüm olanaklarıyla donatmalıyız. Adliyelerimizi, adliye binalarımızı teknolojinin tüm olanaklarıyla donatmamız gerektiği açıktır. Bu konuda atılan olumlu adımları da takdirle karşıladığımızı belirtmek istiyorum.
Bu tasarıyla, görüşmekte olduğumuz tasarıyla yeni bir sistem kurulmak suretiyle hâkim ve savcıların özlük haklarında iyileştirme yapılması amaçlanmaktadır. Bu, genel gerekçede de bu şekilde vurgulanmıştır. Ancak, bir noktaya dikkati çekmek istiyorum.
Yine, genel gerekçede “Avrupa Birliği ile yürütülen müzakere sürecinde, ülkemize ilişkin hazırlanan raporlarda hâkim ve savcıların özlük haklarının artırılmasına ilişkin tavsiyeler yer almakta olup, mevcut iş yükü nedeniyle Türkiye'de adlî sistemin verimliliği ve işlevinin artırılması gerektiği belirtilmektedir” denmektedir ve Avrupa Birliği süreciyle ilgili sanki bu iyileştirmenin yapıldığı da genel gerekçede yer almaktadır. Halbuki, buna gerek yok, buna dayanmaya gerek yoktu. Biz, Cumhuriyet Halk Parti Grubuna mensup milletvekilleri olarak, 22 nci Dönemin başından bu yana, her vesileyle bu kürsüde yargımızın içinde bulunduğu koşullara dikkati çekmiş, ağır iş yükü altında bulunduklarını, çok önemli görev yaptıklarını, özlük haklarının iyileştirilmesi gerektiğini, yargı bağımsızlığının sağlanması gerektiğini her fırsatta vurgulamıştık. Sadece bizim açıklamalarımıza, taleplerimize, isteklerimize de kulak verilmiş olsaydı, bu noktaya gelinirdi.
Ayrıca, sadece bizim söylemlerimizle değil, Avrupa Birliğinin taleplerinden önce, Anayasamızda gerekli hükümler vardır. Anayasamızın “ücrette adalet sağlanması” başlıklı 55 inci maddesinde böyle bir vurgu yapılmaktadır. Bu maddede “Devlet, çalışanların yaptıkları işe uygun adaletli bir ücret elde etmeleri ve diğer sosyal yardımlardan yararlanmaları için gerekli tedbirleri alır” denmektedir.
Yine, Anayasamızın yargı erkini ulus adına kullanan yargıç ve savcıların aylık ve ödeneklerinin de yargı bağımsızlığı ve yargıçlık güvencesi esaslarına göre ayrı bir yasayla düzenlenmesi gereğini emretmektedir. Bu, Anayasanın 140 ıncı maddesinin üçüncü fıkrasında yer almaktadır.
Değerli milletvekilleri, özellikle içinde bulunduğumuz hayat şartlarının çok zorlaştığı dönemde, tüm memurlarımızın hayat standartları, kuşkusuz, olumsuz yönde etkilenmektedir. Öğretmenimizin de, polis memurunun da, üniversite öğretim üyesinin de, doktorun da, mühendisin de, vergi memurunun da, kaymakamın da, kısaca, tüm kamu personelinin özlük haklarında iyileştirme gerektiği ortadadır; ancak, kabul edelim ki, yargıç, herhangi bir devlet memuru değildir, yargıç sıradan bir meslek memuru değildir. Yargıç, millet adına karar vermekte ve bu nedenle hiçbir kamu görevlisinde olmayan bir sorumluluğu taşımaktadır. Yargıç ve savcılarımıza diğer kamu görevlilerinden daha fazla bir ücret vermek, onlara sağlanan bir imtiyaz, bir ayrıcalık değil, aslında millete, aslında vatandaşa sağlanan bir güvencedir. Bunu böyle görmek durumundayız.
Gerçekten de, yargımız, yargıçlarımız, yargı mensuplarımız çok sıkıntılı durumlar yaşamışlardır. 18 Mayıs 2004’te yine ilgili bir yasayla ilgili, ben, bu kürsüde konuştuğumda, 5 Nisan 2004 tarihli Sabah Gazetesindeki bir manşete Genel Kurulun dikkatini çekmiştim, onu yine hatırlatmak istiyorum: "İngiliz Konsolosluğu, yargıç anne ile savcı babanın oğluna 'sizin ailenin maaşı bizim kapıcıdan az' diye vize vermedi. Genç A.G. yabancı dilini ilerletebilmek amacıyla İngiltere'de kursa gitmek istedi. Altı aylık vize için İngiltere'nin İstanbul Başkonsolosluğuna belgelerle başvurdu. Görevli, anne ve babasının maaşlarını görünce vize vermedi.” Şimdi, böyle acıklı bir durumdan geçmiştir yargıçlarımız ve savcılarımız.
Ayrıca, diğer ülkelere baktığımızda, oralarda da yargıçlarımızın ve savcılarımızın, yargı mensuplarının, yüksek mahkeme mensuplarının diğer kamu görevlilerinden çok farklı bir ücret aldıklarını görüyoruz. Bazı örnekler vermek istiyorum. Örneğin, Finlandiya’da tüm memurların yıllık ortalama maaşı 28 000 euro iken, mesleğin başında bir hâkimin yıllık aldığı maaş 48 000 eurodur, yine, aynı ülkede yüksek mahkeme ya da temyiz mahkemesi hâkiminin yıllık aldığı maaş ise 99 000 eurodur; böyle 2’ye katlanarak gitmektedir. Almanya’da, yine, tüm memurların yıllık ortalama maaşı 25 500 euro iken, mesleğin başındaki bir hâkimin yıllık aylığı 35 542 euro, bir yüksek mahkeme üyesinin yıllık ortalama aldığı maaşı ise 83 000 eurodur. Yine, bir başka örnek vermek istiyorum. İsviçre’de tüm memurların yıllık ortalama maaşı 51 000 euro iken, mesleğin başında bir hâkimin yıllık aldığı maaş 100 000 eurodur, yüksek mahkeme ya da temyiz mahkemesi hâkiminin yıllık aldığı maaş ise 200 000 euroyu bulmaktadır. Yani, bütün bunlar, yargıca bir imtiyaz için değil, biraz önce söylediğim gibi, vatandaşa bir güvence için sağlanmıştır.
Şimdi getirilen düzenlemede olumlu artışlar vardır; ama, kendi içinde de dengesizlikler olduğunu kabul etmek lazım. Bunu arkadaşlarımız belirttiler ve bu konuda bunları giderecek, iyileştirecek önergeleri de yine verilmektedir. Örneğin, Anayasa Mahkemesi başkanvekili, Anayasa Mahkemesi üyeleri ayrı bir statüde; ancak, yüksek yargı dediğimizde aklımıza gelen nedir; Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay; ancak, görüyoruz ki, Anayasa Mahkemesi başkanvekili, Anayasa Mahkemesi üyeleri, Yargıtay ve Danıştay birinci başkanvekilleri, daire başkanları bir üst grupta, aynı yüksek mahkeme kategorisinde olan Yargıtay ve Danıştay üyeleri ise bir alt kategoride. Hatta birinci sınıf hâkim konumunda olan Adalet Bakanı müsteşarı bile Yargıtay ve Danıştay üyelerinin üzerinde görülmektedir. Bu yanlıştır. Buna da dikkati çekmek istiyorum.
Ayrıca da, arkadaşlarım değindi, yardımcı adalet personelinin konumu da iyi değildir. Yine, yargının ayrılmaz bir unsurunu oluşturan kamu avukatlarının özlük hakları, ücretleri de son derece yetersizdir. Yine, zorunlu müdafilikten doğan ücretler var -Ceza Muhakemesi Kanunundan doğan- binlerce avukat para olmadığı için, gerekli para verilmediği için uzun süredir bu ücretlerini alamamaktadır, Bakanlık bu durumdan haberdardır; bunun da giderilmesi gerekir.
Fakat, asıl önemli bir noktaya daha değinmek istiyorum. Gerçekten, emeklilere yansıtılmamış olması bu iyileştirmelerin, son derece yanlış olmuştur, haksızlık olmuştur. Bu noktada, Yüce Önderimizin emeklilere dönük sözleriyle bu haksızlığa dikkati çekiyor ve sözlerimi tamamlamak istiyorum. “Bir milletin emeklilerine karşı tutumu, o milletin yaşama kudretinin en önemli kıstasıdır. Mazide muktedirken bütün kudretiyle çalışmış olanlara karşı minnet hissi duymayan bir milletin istikbale güvenle bakmaya hakkı yoktur. Böyle bir toplumda adalet hissi kaybolmuş demektir.” Bu yanlışlığın da umarım ki, vereceğimiz önergeler doğrultusunda değiştirilmesi söz konusu olur.
Sonuç olarak, yapılan düzenlemenin tüm yargı camiasına hayırlı ve uğurlu olmasına diliyor, emeği geçen herkese teşekkür ediyor, Yüce Meclisi, tekrar, saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Süreye gösterdiğiniz özen için, ben de size ayrıca teşekkür ediyorum Sayın Yergök.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
5 inci maddeyi okutuyorum:
MADDE 5- 2802 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici maddeler eklenmiştir.
"GEÇİCİ MADDE 16- Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu yürürlüğe girinceye kadar, 103 üncü maddede unvanları belirtilenlerin emekli kesenek ve karşılıkları ile emekli aylıkları ve ikramiyelerinin hesaplanmasında, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önceki bu hususlara dair hükümlerin uygulanmasına devam olunur.
BAŞKAN – Geçici madde 16 üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Niğde Milletvekili Orhan Eraslan.
Sayın Eraslan, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ORHAN ERASLAN (Niğde) – Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin değerli üyeleri; çerçeve 5 inci maddeyle ilgili söz almış bulunuyorum Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına; hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlarım.
Değerli arkadaşlarım, hâkim ve savcıların, yargıçlarımızın ekonomik durumlarında, ödeneklerinde olumlu gelişme sağlamak için bir yasa çıkarmaya uğraşıyoruz. Bunda, gruplar arasında bir birlik var, birlikte hareket ediliyor. Bu olumlu bir şey; yalnız, bu yasada olumsuz bulduğumuz noktaları da belirtmek durumundayız.
Şimdi, televizyonları başında çok sayıda hâkim ve savcı arkadaşımız yasanın çıkmasını bekliyor. Yani, niye uzatılıyor diye de düşünülebilir; ama, konuşmalar ve görüşmeler sırasında bazı kavramlar bulanıklaştı. Onu arkadaşlarım açıkladı; ama, bir kez de ben açıklayarak, buna bir bağlantı yapmak istiyorum.
Şimdi, Anayasamız, kuvvetler ayrılığı prensibini benimsemiştir. Kuvvetler ayrılığı prensibinde yargı, öyle üçüncü kuvvet falan değil, çok esaslı bir kuvvettir. Mutlaka bağımsız olması gereken bir kuvvettir. Onun için, hâkimlik teminatını Anayasa 139 uncu maddesinde ve hâkimlik ve savcılık mesleğini de 140 ıncı maddesinde ayrı ayrı düzenlemiştir.
Hâkimlik mesleği, herhangi bir memuriyet değildir, kamu personeli değildir. Kamu personeli olmak kötü değil; bu, başka bir şey. Hâkimlik, millî egemenliği kullanan, millet adına karar veren bir mercidir. Yani, düşünebiliyor musunuz, iki organ eliyle millî egemenlik kullanılır; hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir diyoruz, iki organ kullanır bunu, birisi, TBMM; yani, yasa koyar, kural koyar millet adına. Birisi de, yargıçlardır; onlar da, hüküm verir millet adına. Onun içindir ki, hâkimlerin kararının üstünde “Türk Milleti adına” diye yazar.
Şimdi, hâkimler karar verirken, ne devletten ne bir üst makamdan, Reisicumhur dahil, hiç kimseden -Anayasamızda da açıktır- emir almazlar; talimat almazlar, talimat verilemez, tavsiyede bulunulamaz, telkinde bulunulamaz. Bir kamu alanında çalışan bir meslek düşünün ki, kendi oturduğu binayı tahliye etsin. İşte, bunu hâkim yapar. Devlete karşı da karar verir; yani, devletin hukuka riayet etmediği noktada da karar verir. Onun için, hâkimlik teminatı, aynı zamanda vatandaşın teminatıdır. Aslında, hâkimin teminata, güvenceye ihtiyacı değildir aslolan, demokrasinin, hukuk devletinin kurulabilmesi için, vatandaşın teminatıdır hâkimlik teminatı bir anlamda; olay bu şekilde değerlendirilmelidir. Hâkimlerin maaşları, ödenekleri değerlendirilirken şu alışkanlığımızdan vazgeçmeliyiz: Başbakanlık Müsteşarının, yani, idarenin bir memurunun maaşına endeksleme alışkanlığından vazgeçmeliyiz. Şimdi, bu, Türkiye’den başka bir ülkede oluyor mu bilmiyorum, zannetmiyorum; yani, bir idarî memurun, unvanı ne olursa olsun, onları küçümsediğim değil, yani, mutlaka onlar da çok büyük, önemli işler yapıyorlar; ama, mesleğin özelliği, yapılan işin özelliği budur. Bir idarî memurun maaşına endekslenmez millet adına egemenlik kullananın maaşı, ödeneği; Anayasada güvence altında. Bakın, 139 uncu maddesi Anayasanın ne diyor: “Hâkimlik ve savcılık teminatı: Hâkimler ve savcılar azlolunamaz, kendileri istemedikçe Anayasada gösterilen yaştan önce emekliye ayrılamaz; bir mahkemenin veya kadronun kaldırılması sebebiyle de olsa, aylık, ödenek ve diğer haklarından yoksun kılınamaz.” Bu, 139 uncu maddenin birinci fıkrası; bu mesleği yeteri kadar tarif ediyor. Bu, aynı zamanda yurttaş için güvence, demin söylediğim gibi.
140 ıncı maddesinde de diyor ki, hâkimlerin, işte, yargılanmaları, meslekten çıkarılması vesairesi, vesairesi, “...meslek içi eğitimleri ile –burayı okuyorum- diğer özlük işleri mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esasına göre kanunla düzenlenir.”
Şimdi, değerli arkadaşlarım, bu maddede, geliyoruz, geçici 16 ncı maddede, hâkimler bir anda kamu personeli durumuna düşürülüyor. Arkadaşlar, Anayasanın hiçbir yerinde, hâkim emekli olana kadar hâkim, emekli olduktan sonra kamu personelidir diye bir şey yok. Yani, bu düzenleme, geçici 16 ncı maddedeki düzenleme, hâkimi memur raddesine indiriyor; bu itibarla, Anayasamızın 139 ve 140 ıncı maddelerine aykırıdır. Aynı zamanda, bugün emekli olan aynı derecedeki hâkim ile yarın emekli olacağın arasında eşitliği de yok edici niteliktedir; dolayısıyla Anayasanın 10 uncu maddesine de aykırıdır.
Birazdan, Anayasaya aykırılık önergemiz okunacak. Ben, yasanın çıkmasını arzu ediyorum, eksiklikleri var içinde -Ziya Bey söylediği için tekrar etmiyorum, arkadaşım söylediği için- orantısızlıklar var, yanlışlıklar var, bunlar bir yana; ama, yasa çıksın. Yani, namı büyük Kozanoğlu haline geldi, sanki hâkimlere çok şeyler veriliyormuş gibi, bir şey haline geldi.
Değerli arkadaşlarım, kuşkusuz, diğer kamu personelimizin, insanlarımızın kazancı da az; ama…
MEHMET SARI (Osmaniye) – Öğretmenler…
ORHAN ERASLAN (Devamla) - Bakınız, şimdi, siz, yapılan işin ehemmiyetinin farkında değilsiniz, onun için laf atıyorsunuz. Yapılan işin ehemmiyetinin farkında değilsiniz. Yani, oraya verilen para, aynı zamanda yurttaşların hepsine verilen paradır, güvencedir, o anlamda değerlendirin lütfen.
Şimdi, emeklilikle ilgili konuda yapılan düzenleme Anayasaya aykırıdır, 16 ncı madde. Geçici 16 ncı maddenin yasa metninden çıkması lazım. Yani, bir gün, çalışan herkes emekli olacaktır, her hâkim emekli olacaktır. Hâkimin emeklilikte teminatının olmaması, aynı zamanda, Anayasanın 139 uncu maddesinde ifade edilen hâkimlik ve savcılık teminatının zarar görmesi anlamına gelir. Yani, önergede olacak hususu izah ediyorum ki, zaman ekonomisi, usul ekonomisi yapalım. Yeniden önergeyi açıklamak üzere bir daha söz almak istemiyorum.
Verilecek önergeyi desteklemenizi istiyoruz. Bu önemli bir olaydır. Hakikaten Anayasaya aykırı bir düzenleme yapılmamalıdır biline biline. Anayasanın 139, 140 ve 10 uncu maddeleri açıktır. Geçici 16 ncı maddenin yasa metninden çıkması gerekir. Çıkmaması halinde Anayasaya aykırı olacağı da gayet açıktır diyorum, hepinize saygılar, sevgiler sunuyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Eraslan.
Geçici madde 16 üzerinde 1 adet önerge vardır.
Önergeyi okutup işleme alacağım.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1217 sıra sayılı yasa tasarısının çerçeve 5 inci maddesiyle getirilen geçici 16 ncı maddenin madde metninden çıkartılmasını arz ve teklif ederiz.
Orhan Eraslan Kemal Kılıçdaroğlu Mustafa Özyurt
Niğde İstanbul Bursa
Atilla Kart M. Mesut Özakcan
Konya Aydın
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SAİT AÇBA (Afyonkarahisar) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Hükümet?..
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – Katılmıyoruz.
BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Maddede yapılan düzenleme Anayasanın 139, 140 ve 10 uncu maddelerine aykırılık oluşturduğundan madde metninden çıkarılması gerekmektedir.
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Geçici madde 16’yı oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Geçici madde 17’yi okutuyorum:
GEÇİCİ MADDE 17- 103 üncü maddenin ikinci fıkrasında Yargıtay ve Danıştay üyeliklerine seçilebilme yeterliliklerini kaybetmedikleri sürece birinci sınıf hâkim ve savcılar için her üç yılda bir verilmesi öngörülen ilave puanlar, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte birinci sınıf olan ve hâlen meslekte bulunanların 33 üncü madde uyarınca birinci sınıf olma tarihlerinden itibaren üç yıllık hizmet dilimlerine göre kendiliğinden eklenir. Ancak bu uygulamanın yapılabilmesi için ilgililerin inceleme tarihi itibarıyla Yargıtay ve Danıştay üyeliğine seçilme hakkını kaybetmemeleri gerekir. 22/12/2005 tarihli ve 5435 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği 24/12/2005 tarihinden önce birinci sınıf olan ve halen görevde bulunan hâkim ve savcıların birinci sınıfa ayrılma ve birinci sınıf olma tarihleri de bu Kanunun 5435 sayılı Kanunla değişik 13, 15 ve 32 nci maddelerine göre düzeltilir. Birinci sınıfa ayrılma ve birinci sınıf olma tarihlerinin düzeltilebilmesi için ilgili hâkim ve savcılar hakkında yapılan ilk incelemede birinci sınıfa ayrılmış ve birinci sınıf olmuş olmaları gerekir.
BAŞKAN – Madde üzerinde 1 adet önerge vardır.
Önergeyi okutup işleme alacağım.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan Hâkimler ve Savcılar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının çerçeve 5 inci maddesiyle 2802 sayılı Kanuna eklenmesi öngörülen geçici 17 nci maddesinde yer alan “33 üncü madde uyarınca” ibaresinin madde metninden çıkarılması ve son fıkra olarak aşağıdaki hükmün eklenmesini arz ve teklif ederiz.
“Bu uygulamalar, geçmişe yönelik malî hak doğurmaz.”
İrfan Gündüz Ramazan Toprak Mahmut Kaplan
İstanbul Aksaray Şanlıurfa
Murat Yıldırım İrfan Rıza Yazıcıoğlu Cüneyit Karabıyık
Çorum Diyarbakır Van
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SAİT AÇBA (Afyonkarahisar) – Katılamıyoruz.
BAŞKAN – Hükümet?..
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – Katılıyoruz.
BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe: Maddede, Plan ve Bütçe Komisyonunda değişiklik yapılarak, birinci sınıf hâkim ve savcılara her üç yılda ilave puan verilebilmesi performans kriterine bağlı tutulmayıp, Yargıtay ve Danıştay üyeliklerine seçilebilme yeterliliklerini kaybetmeme şartına bağlandığından, anlamı kalmayan ve çelişki doğuran “33 üncü madde uyarınca” ibaresinin metinden çıkarılması amaçlanmıştır.
Maddenin yürürlüğe girmesiyle halen birinci sınıf olan hâkim ve savcılara, birinci sınıf olma tarihlerinden itibaren verilmesi öngörülen ilave puanların geçmişe yönelik malî hak doğurmayacağı vurgulanmaktadır.
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Kabul edilen önerge istikametinde geçici madde 17’yi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Geçici madde 18’i okutuyorum:
GEÇİCİ MADDE 18- Yeni bir düzenleme yapılıncaya kadar; ekli (I) sayılı ek gösterge cetveli, 103 üncü maddeye göre aylık alanlar için 6245 sayılı Harcırah Kanunu yönünden uygulanmaya devam olunur."
BAŞKAN – Geçici madde 18 üzerinde 2 adet önerge vardır; ama, önergeler bu kanunun konusuna girmemektedir. Diğer, sair kanunlarda bir değişikliği öngörmektedir. Önergelerin sadece isimlerini okutacağım; ama, işleme almayacağım.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1217 sıra sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 5 inci maddesiyle 2802 sayılı Kanuna eklenen geçici 18 inci maddeye aşağıdaki fıkranın eklenmesini arz ve teklif ederiz.
M. Akif Hamzaçebi (Trabzon) ve arkadaşları
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1217 sıra sayılı yasa tasarısının 5 inci madde, geçici 18 inci maddesine aşağıdaki fıkranın ikinci fıkra olarak eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Süleyman Sarıbaş (Malatya) ve arkadaşları
BAŞKAN – Geçici madde 18’i oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Çerçeve 5 inci maddeyi geçici madde 16, 17, 18’le birlikte oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
6 ncı maddeyi okutuyorum:
MADDE 6- 2802 sayılı Kanunun ek geçici 2 nci maddesinin birinci fıkrasına "kadar," ibaresinden sonra gelmek üzere "aylık," ibaresi eklenmiş, aynı fıkranın (b) ve (c) bentleri aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"b) Birinci sınıfa geçirildikten sonra, bu sınıfta üç yılını tamamlamış ve askerî yüksek yargı organı üyeliklerine seçilme niteliklerini kaybetmemiş olan askerî hâkim ve savcılar; 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu hükümleri uyarınca birinci sınıf hâkim ve savcılar,
c) Birinci sınıfa geçirilmiş ve askerî yüksek yargı organı üyeliklerine seçilme hakkını kaybetmemiş olan askerî hâkim ve savcılar; birinci sınıfa ayrılmış ve Yargıtay-Danıştay üyeliklerine seçilme hakkını kazanmış diğer hâkim ve savcılar,"
BAŞKAN – Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Konya Milletvekili Atilla Kart.
Sayın Kart, buyurun.
CHP GRUBU ADINA ATİLLA KART (Konya) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 6 ncı madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, yine, bu maddeyle bağlantılı olarak 3 üncü maddede sözünü ettiğim konuları anlatmaya devam etmek istiyorum. Sayın Adalet Bakanının Hükümet Sözcüsü olma sıfatının yargı bağımsızlığı ile yürütme ve yargı organlarının fonksiyonlarıyla bağdaşmadığını ifade etmiştim. Bunu bir cümleyle tamamlamak istiyorum. Sayın Adalet Bakanı, görevinin gereği olarak, kritik davalarda, kritik olaylarda Hükümet adına, zaman zaman da kişisel görüşlerini de ifade ediyor. Böyle bir süreç içinde o yargılamanın sıhhatinden söz edemezsiniz, o yargılamanın selametinden söz edemezsiniz. Bu noktada Sayın Bakanı ve Hükümeti ciddî bir sorgulama ve değerlendirme yapmaya bu vesileyle bir kez daha davet ediyorum. (AK Parti sıralarından “ne ilgisi var” sesi)
Maddeyle bağlantılı değerli arkadaşım; biraz kanunu incelerseniz, biraz gerekçeleri incelerseniz, biraz, biraz incelerseniz o bağlantıları kavrarsınız.
Değerli arkadaşlarım, sayın milletvekilleri, Adalet Bakanlığı bünyesinde yargıç sınıfında görevli çalıştırılmamalıdır. Hukuksal bilgi gerektiren konularda hukuk fakültesini bitirmiş olan uzmanları elbette çalıştırabiliriz; ancak, yargıçların çalıştırılması onları Adalet Bakanlığının vesayeti altına sokuyor. Bu, Avrupa Birliğinin tavsiye kararlarıyla da bağdaşmıyor. Ancak, böylesine bir uygulamaya girmek nedense Hükümetin işine gelmiyor.
Yargı bağımsızlığı için yürütmenin söz sahibi olmadığı Yargıçlar Birliğinin kurulması zorunludur. Ne mutludur ki, ne güzel bir gelişmedir ki, bu Yargıçlar Birliği bir hafta evvel, on gün evvel, üç gün evvel kuruldu değerli arkadaşlarım. Bu aşamada, Adalet Bakanlığınca hazırlanmakta olan Türkiye Hâkimler ve Savcılar Birliği, daha doğrusu -Genel Kurul gündemine veya Meclis Başkanlığına sunulduğunu biliyoruz- Türkiye Hâkimler ve Savcılar Birliği Yasa Tasarısının kanunlaşması anlayışında ısrar edilmemesi gerektiğini yeri gelmişken ifade etmek istiyorum. Bırakın yargıçlar kendi sorunlarını ideoloji olmadan, siyasallaşmadan kendileri çözsünler. Bırakalım kendi iradeleriyle bu kararlarını versinler.
Yargıçlara coğrafî teminat sağlanmalıdır değerli arkadaşlarım, istekleri olmaksızın bir başka yere ve göreve atanmaları söz konusu olmamalıdır. Yargıç ve savcıların kişisel veya görevle ilgili suçlarında ayrı soruşturma yöntemine bağlı olmaları Birleşmiş Milletler ilkeleri çerçevesinde yargıç güvencesinin doğal bir sonucudur. Yargıç ve savcıların milletvekili seviyesinde olduğu gibi bir dokunulmazlıkları söz konusu değildir. Bu kapsamda, örneğin, trafik suçlarında bile dokunulmazlıkları varmış gibi kamuoyuna yansıtılması, haksız bir uygulamadır. Yargıç ve savcıların -tekrar ifade ediyorum- dokunulmazlıkları yoktur. Kişisel suç niteliğindeki trafik suçlarında bile, ağır ceza mahkemelerinde ya da Yargıtayda yargılanmaktadırlar; ancak, polis, ceza tutanağı değil, tespit tutanağı düzenlemektedir.
Kavram ve kurumlar karıştırılarak, yargıda meslekî dokunulmazlık varmış gibi kamuoyu yönlendirilmemelidir. Yargıdaki özel soruşturma usulü, Birleşmiş Milletler ilkelerinin, evrensel hukukunun zorunlu kıldığı bir sonuçtur.
Değerli arkadaşlarım, bu aşamada kısa bir talep değerlendirmesi yaparak, konuşmamı bitirmek istiyorum. Yargıçların maaş değerlendirmelerinin, diğer devlet memurlarıyla karıştırılmaması gereğini konuşmamın başında ifade etmiştim. Aslında, bu konuda, kamuoyunda genel bir uzlaşma da doğmuş durumda. Yeter ki, siyasî irade olarak, siyasî iktidar olarak, bu konuda samimî bir tavır içinde olalım. Zaman zaman “efendim, askerî hâkimlerden dolayı, askerî savcılardan dolayı Genelkurmay bu konuya karşı çıkıyor” gibi gerekçelere sığınıldığını üzüntüyle görüyoruz. Oysaki, Genelkurmay Başkanlığının bile bu konuda bir karşı çıkışının olmadığını kamuoyu çok iyi biliyor, bu konudaki değerlendirmeler kamuoyunun görüşlerine yansıdı.
Bir diğer önemli konu şu: Adlî hizmeti sadece yargıç ve savcı yapmıyor. Adlî hizmeti, orada çalışan zabit kâtibi yapıyor, orada çalışan yazı işleri müdürü yapıyor, mübaşirler yapıyor. Ceza ve infaz kurumu görevlilerinin de o adlî hizmete öyle veya böyle bir katkısı var. Dolayısıyla, bu noktada, bu hizmetin oluşumuna katkı sağlayan bu yardımcı personele de, mutlaka, hâkim ve savcılar kadar olmasa da, bir düzenleme, bir artış, bir iyileştirme yapılması gerekir.
Antalya Milletvekilimiz Sayın Feridun Baloğlu’nun, gerçekten, o mükemmel sunuşunu burada tekrarlamaya gerek görmüyorum; ama, sadece Konya Adliyesinden, bu noktada, son bir hafta içinde onlarca faksın, feryadın ve talebin geldiğini bilgilerinize sunmak istiyorum değerli arkadaşlarım.
Bunun dışında, şu konuyu kabul etmemiz gerekiyor: Kamu avukatları da -yine, arkadaşlarımız ifade ettiler- adlî hizmetin, adlî kararın oluşmasına katkı sağlıyorlar; ama, kamu avukatlarının ne kadar mağdur edildiğini ve bu konuda, maalesef, Hükümetin hiçbir ciddî gayretin içinde olmadığını üzülerek bir defa daha ifade ediyorum.
15 Temmuz 2003 tarihinde Sayın Mehmet Ali Şahin, burada, Genel Kurulda söz verdi “2004 yılı içinde bu konuyu halledeceğini” ifade etti; ama, 2006 yılı bitecek, bu konuda hiçbir çalışmanın olmağını görüyoruz.
Yine, müfettişlerin ve teftiş elemanlarının, bunların hizmetlerini de adlî hizmetlere, yargı kararlarına katkı sağlayan kamu görevlileri olarak görmemiz gerekiyor. Dolayısıyla, bu konuda da, hâkim ve savcılar düzeyinde olmamakla birlikte, mutlaka, müfettişler açısından ve denetim elemanları açısından bir düzenleme yapılması gerektiği düşüncesindeyim değerli arkadaşlarım.
Bu değerlendirmelerle, bu tasarının yararlı olmasını, verimli olmasını diliyor, bu değerlendirmelerimizin Hükümet tarafından göz önüne alınmasını, bundan sonraki çalışmalarda göz önüne alınması talebimi bir defa daha ifade ediyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
7 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 7- 2802 sayılı Kanunun 54 üncü maddesinin son fıkrası ile 104 üncü ve 105 inci maddeleri yürürlükten kaldırılmıştır.
BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
8 inci maddeyi okutuyorum:
MADDE 8- 8/5/1991 tarihli ve 3717 sayılı Kanunun 2/A maddesinde yer alan "Adalet Bakanlığı merkez ve taşra teşkilâtı (ceza ve infaz kurumları hariç)" ibaresinden sonra gelmek üzere "ile Türkiye Adalet Akademisi" ibaresi eklenmiş; aynı maddede yer alan "iki katına" ibaresi "üç katına" şeklinde değiştirilmiş ve aynı maddenin sonuna aşağıdaki cümle eklenmiştir.
"Bu madde uyarınca yapılacak ödeme, damga vergisi hariç herhangi bir vergiye tâbi tutulmaz."
BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
9 uncu maddeyi okutuyorum:
MADDE 9- 27/1/2000 tarihli ve 4505 sayılı Kanunun 5 inci maddesinin (c) bendine, ikinci cümleden sonra gelmek üzere aşağıdaki cümle eklenmiştir.
“Ancak mahsup işleri, görev tazminatına uygulanan mahsupla ilgili hükümler esas alınarak yürütülür.
BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Madde 10’u okutuyorum:
MADDE 10- Bu Kanun 15/7/2006 tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Madde 11’i okutuyorum:
MADDE 11- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN – Saygıdeğer arkadaşlarım, bu, son maddedir.
Madde üzerinde, Anavatan Partisi Grubu adına, Diyarbakır Milletvekili Sayın Muhsin Koçyiğit.
Sayın Koçyiğit, buyurun. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU ADINA MUHSİN KOÇYİĞİT (Diyarbakır) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 1217 sıra sayılı yasa tasarısı üzerinde Anavatan Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; hepimizin bildiği gibi, Anayasamıza göre üç tane erkimiz bulunmaktadır; yasama, yürütme ve yargı. İşte, bugün, burada, yargıya mensup hâkim ve savcılarımızın özlük haklarının iyileştirilmesine ilişkin düzenlemeleri görüşüyoruz. Bunlarla beraber, aynı şekilde, Sayıştay meslek mensuplarının durumlarının iyileştirilmesi de görüşülmektedir.
Hepimizin bildiği gibi, yargı erkini yerine getiren hâkim ve savcılık meslekleri sıradan bir meslek değildir; bunlar kariyer mesleği olduğundan, bilgi, birikim ve deneyim gerektirmektedir. Bunların çok iyi yetişmesi Türkiye’nin menfaatınadır; çünkü, hâkimlerimiz ne kadar iyi yetişirse o kadar bağımsız, o kadar adil kararlar verebilirler; çünkü, bir ülkede adaletin, devletin temeli hukuktur. Hukuk olmayınca kaos olur, düzensizlik olur, hukuk olmayınca demokrasi olmaz, özgürlükler olmaz. O halde, bu tüm yüce kavramların, özgürlüklerin, demokrasinin, adaletin yerine getirilebilmesi için bu yüce yargı mensuplarının durumunun düzeltilmesi tüm Türk Ulusunun menfaatınadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu yasa tasarısıyla, bir yandan yargı ödeneği artırılmakta, öte yandan da eködeme yapılmaktadır. Ayrıyeten, bilgisayar verilmesi de yasa tasarısı metninde yer almaktadır.
Elbette, hâkimlerimize, savcılarımıza verelim, daha fazlasıyla verelim. Bunlar çok fazlasını hak etmektedirler. Ancak, bunların kararlarının alınmasına yardım eden, katkıda bulunan adliyenin diğer emekçilerinin durumunun da düzeltilmesi gerekir; çünkü, sadece kararlar hâkim ve savcılarımızın vicdanında değil, bunlara alt birimlerde hizmet veren mübaşirler, kâtipler, daktilolar, bilgisayar işletmenleri, hepsi, bir yerde, bu kararların alınmasında yardım etmektedir. Bu bakımdan, en yüksek yargı organına yüzde 100 verirken, en azından diğer meslek mensuplarına da yüzde 50, yüzde 30 oranında bir ödeneğin verilmesi adaleti gerektirmektedir.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; elbette, yargı bağımsızdır. Yargı ve yasamanın, milletvekillerinin, hâkimlerin maaşlarının, özlük haklarının, yürütmenin, Başbakanlık Müsteşarının maaşına bağlanması bir yerde yargı bağımsızlığıyla bağdaşmaz. Doğrusu, hem milletvekillerinin ve hem de yargının, hâkimlerin maaşlarının Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanının maaşına bağlanmasıdır, doğrusu budur. O zaman, yargımız daha bağımsız olur.
Tabiî, yargının bağımsız olması iyidir; ama, önemli olan, bağımsız yargının verdiği kararları da uygulamaktır. Eğer bağımsız yargı karar veriyorsa, o kararlar uygulanmıyorsa, yargının bağımsızlığından bahsedilemez. Aslında, yargı kararlarının uygulanması bir yerde anayasal zorunluluktur; ama, maalesef, bazı yargı kararlarının uygulanmadığı da gözlenmektedir. Bunu da dikkatlerinize sunmak istiyorum.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; hâkim ve savcılarımız sadece meslekteyken değil, bunlar emekli olunca da yaşam mücadelesi vermekte, çocuklarını okutmakta, sağlıkla uğraşmakta, ulaşım sorunları bulunmakta. O halde, bunların sadece görev başındayken değil, görevden ayrıldıktan sonra da, emekliyken de durumlarının iyi olması gerekir. Ama, bu yasa tasarısında, bu, emekliliğe ilişkin hüküm bulunmamaktadır. Bunu bir eksiklik olarak görüyoruz. İnşallah, ileride bu düzeltilir.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; bu yasa tasarısıyla, Sayıştay meslek mensuplarının durumları iyileştirilmektedir. Sayıştay, elbette, çok önemli görev yapmakta. Bir kariyer mesleğidir; ama, aynı şekilde, Sayıştay gibi, kariyer mesleği olan diğer merkezî denetim birimleri de vardır. Örneğin, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu denetçileri, Maliye Bakanlığı hesap uzmanları, müfettişleri ve Başbakanlık müfettişleri, bakanlık müfettişleri; bunlar da kariyer mesleklerdir.
Bir hesap uzmanı çok önemli görevler yapmaktadır. Yazdığı raporlar trilyonları bulmakta, bilirkişilik yapmakta, inceleme, soruşturma, teftiş yapmakta, yolsuzlukla mücadelede Türkiye Büyük Millet Meclisi komisyonlarında görev almakta; ama, maalesef, bugün, bu yasa tasarısıyla, Sayıştay denetçileri ile diğer merkezî denetim elemanları arasındaki uçurum açılmaktadır, arada 1 200 000 000 fark bulunmaktadır. Bu bir eksikliktir, bunun düzeltilmesi gerekir. Aslında, bu konuda bir önerge verdik; ama, önergemiz dikkate alınmadı. Ümit ediyorum ki, önümüzdeki Beşinci Yasama Yılında, bu meslek mensuplarının da durumlarının düzeltilmesi, aradaki makasın kapatılması gerekmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; elbette, ülkemizde, kamu personel rejiminin yapılması gerekmektedir; ama, bugüne kadar, adından sıkça bahsedilmesine rağmen, Meclis gündemine getirilememiştir; çünkü, kamu personel rejiminin yapılması büyük meblağlarda parayı gerektirmektedir; en azından, 3-4 katrilyon lirayı. Eğer biz gerçek büyüme rakamlarını bulup bütçemizi büyütürsek, inanıyorum ki, çok rahat şekilde kamu personel reformu gelir ve bu kamu personel reformundan tüm çalışanlar en iyi şekilde haklarını alırlar, durumlarını düzeltirler.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; bu yasa tasarısı görüşülürken, Plan ve Bütçe Komisyonunda Anavatan Partisi olarak desteklerimizi verdik, alt komisyonda da desteklerimizi verdik. Bizim gönlümüz daha kapsamlı ve daha yüksek meblağlarda zamların yapılmasından yanaydı; ama, maalesef, önergelerimiz kabul edilmedi, görüşlerimiz kabul edilmedi; ama, biz, bunu da yeterli bulmuyoruz. İnşallah önümüzdeki dönemlerde daha da artırılır. Bu Yasa Tasarısıyla yargıçlarımıza, hâkimlerimize getirilen iyileşmelerin kendilerine hayırlı, uğurlu olmasını diliyorum; Yüce Genel Kurulumuzu saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Koçyiğit, teşekkür ediyorum.
Saygıdeğer arkadaşlarım, maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, tasarının tümü açıkoylamaya tabidir.
Açıkoylamanın şekli hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.
Açıkoylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Oylama için 4 dakika süre vereceğim. Bu süre içerisinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını, oylama için öngörülen 4 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.
Ayrıca, vekâleten oy kullanacak sayın bakanlar var ise, hangi bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy pusulasını, yine, oylama için öngörülen 4 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.
Oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN – Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, gecenin bu saatlerine kadar çok özverili bir şekilde, gayretli bir şekilde çalışarak bir neticeye ulaştık.
1217 sıra sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının açıkoylama sonucunu açıklıyorum:
Kullanılan oy sayısı : 227
Kabul : 225
Ret : 1
Çekimser : 1 (x)
Böylece, hâkimler ve savcılarımızla ilgili olan kanun kabul edilmiş ve yasalaşmıştır; kendileri için, aileleri için, milletimiz için hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum. Bu hususta büyük emekleri geçen yargı mensuplarına ve bu hususta emeklerini inkâr edemeyeceğimiz Adalet Bakanımız Sayın Cemil Çiçek’e de, sizin namınıza şükranlarımı, takdirlerimi sunuyorum.
Sayın Bakanımı, bir teşekkür konuşması yapmak üzere, kürsüye davet ediyorum.
Buyurun Sayın Bakanım. (AK Parti sıralarından alkışlar)
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Çok değerli arkadaşlarım, biraz evvel değerli oylarınızla, katkılarınızla yasalaştırdığınız Hâkimler ve Savcılar Kanunu sebebiyle hepinize teker teker teşekkür ediyorum; yargı camiasına, bu yasanın, hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ediyorum.
Tabiatıyla, hem size teşekkür ederken bir teşekkürüm de, en evvel, Sayın Başbakana ve Hükümetimizedir. Gerçekten, onların desteği, talimatı, bu noktadaki gücü olmasaydı, bunca sıkıntı içerisinde, bunca zorluk içerisinde bu yasayı çıkarma imkânımız olmazdı. Keza, Plan ve Bütçe Komisyonunun Değerli Başkan ve üyeleri, özellikle alt komisyonda görev yapan arkadaşlarımıza, Maliye Bakanına, Maliye Bakanlığı Müsteşarına ve değerli Maliye bürokrasisine de huzurunuzda teşekkür ediyorum. Onlar da, gerçekten, birçok kamu görevlisinin beklediği bir noktada, hâkim ve savcılarımızla ilgili olarak, büyük bir özveriyle bu yasanın çıkmasına katkı sağladılar.
(x) Açıkoylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağın sonuna eklidir.
Hepimiz şunu biliyoruz ki, yargı, her toplum için önemlidir. Türk Milleti adına yasama yetkisini biz kullanıyoruz, Türk Milleti adına yargılama yetkisini de yargı mensupları kullanıyor. Demek ki, bizim yaptığımız iş ile -Yasama Meclisi olarak- yargının yaptığı iş, ikisi de millet adınadır. O nedenledir ki, yargının öneminin hepimiz farkındayız ve bu önemin gereği olarak da bu yasa tasarısı huzurunuza getirildi ve yasalaştı.
Bugüne kadar yargıyla ilgili çok şey söylendi, yargının önemi adına çok vurgu yapıldı; ama, kabul etmek gerekir ki, şu dönemdeki kadar da yargıya önemli hizmet verilmemiştir. Eğer bu ülkede hak varsa, hakşinaslık varsa, bir gün gelip yargının tarihini yazanlar, bu döneme ayrı bir sayfa ayırmaları gerekecektir; hak, hukuk bunu gerektiriyor.
Açıkça ifade ettik hükümeti kurarken de, Adalet Bakanlığı bütçeleri vesilesiyle; dedik ki, yargı dünden daha iyi olacaktır ve insaf sahibi herkes kabul eder ve etmelidir ki -dört sene evvelinin yargısı ile- bugünün yargısı, imkân itibariyle de, mekân itibariyle, sağlanan kolaylıklar itibariyle, dört sene evveliyle kıyas kabul etmeyecek derecede önemli imkânlara kavuşmuştur; helal olsun, daha fazlasını da vermek istiyoruz. Bu, bizim, hukuka bakışımızın, yargıya bakışımızın, ona, bu kuruma verdiğimiz önemin bir göstergesidir.
Tabiatıyla, milletimizin, yaşadığımız süreç içerisinde, yargıdan beklentileri de her geçen gün artmaktadır. En evvel demokratik standartların yükseltilmesi, hak ve özgürlüklerin teminat altına alınması, daha çağdaş bir Türkiye’nin inşası noktasında bugüne kadar yargının gösterdiği özveri her türlü takdirin üstündedir, çaba her türlü takdirin üstündedir; ama, bugün ondan daha fazlasını beklemektedir; çünkü, içinden geçtiğimiz süreç, doğrudan doğruya, bire bir yargıyla alakalıdır. O nedenledir ki, hemen hemen her gün yargının bir kararı, bir tasarrufu Türkiye’de tartışma konusudur, övgü konusudur veya çeşitli tartışmalara vesile olmaktadır.
Açık bir toplum olmanın gereği olarak, Türk Milleti adına yetki kullanan her kurumun kararları bir beş sene evveline nazaran, bir on sene evveline nazaran toplumun gündeminde daha çok tartışılmaktadır. O nedenle, yargı, bugün, daha çok toplumun dikkatinin çevrildiği bir kurum haline gelmiştir. Tabiatıyla, yargıdan beklenen bu görevlerin ve sorumluluğun yerine getirilebilmesi adına, biz elimizden geleni yapıyoruz. Tabiatıyla, biz yapıyoruz, yargımız da yapıyor ve yapmalıdır.
Burada yargıyla ilgili ve bizim uygulamalarımızla ilgili bazı değerlendirmeler oldu. Gecenin bu saatinde bunlara cevap vermek gibi bir durum içerisinde olmayacağım. Bunları başka bir zeminde enine boyuna tartışırız. Cevap vermemiş olmamız, bunların çok doğru olduğu anlamına gelmiyor. Bunları ayrı bir platformda veya burada yine, bir başka vesileyle bunları tartışmaya devam ederiz; ama, bilelim ki, yargıyla ilgili söylenen birkısım hususlar gerçeği tümüyle yansıtmıyor ya da gerçeğin sadece bir yönünü gösteriyor.
Şunu yapmamamız gerektiği kanaatindeyim: Tabiatıyla, yargı kararını verirken Anayasaya, yasalara, hukuk kurallarına ve vicdanî kanaatine göre verecektir. Yargı siyasallaşmamalıdır. Bir ülkede yargının başına gelebilecek en büyük felaket yargının siyasallaşmasıdır ki, o, ülke için de en büyük felakettir. Yargı ne dışarıdan siyasallaşmalıdır ne de kendi içinden siyasallaşmalıdır. Bu ikisi de önemlidir. Biz buna azamî hassasiyeti gösteriyoruz ve göstermeliyiz. Yargı mensuplarından da, hiç şüphesiz, bunu beklersek, çok fazla bir şey beklemiş olmayız. Tam tersi, yargının daha da itibarlı hale gelebilmesi noktasında bunu bir önşart olarak görüyoruz; çünkü, yargı siyasallaştığı anda Türkiye’de yargıya güven azalır, yargı itibar kaybeder ve hak ve hukuku korumakta, özgürlükleri korumakta sıkıntılar meydana gelir.
Bir başka şey daha yapılmamalıdır; onu da ifade etmek istiyoruz. Yargı, ideolojilerin bağnazlığına da kurban edilmemelidir. O da en büyük tehlikedir. Yargı, kararını verirken, Anayasadaki ilkelere göre karar vermesi durumundadır. Geçmişte, bazı devlet kurumlarının içine düştüğü sıkıntıları, bölünmeleri, parçalanmışlıkları gördük. Dolayısıyla, yargıyı, bu türlü bölünmüşlüklerden, parçalanmışlıklardan korumak da bizim, hepimizin görevidir; bizim görevimizdir, kendilerinin de görevidir.
O nedenle, bunları da bu vesileyle söyleme ihtiyacını duydum. Bu yasa tasarısı değerli oylarınızla yasalaşmış oldu. İnşallah, yargı camiası için hayırlı olacaktır. Bununla her şeyi düzelttiğimizi söyleyemem. Yargı dediğimiz zaman, sadece hâkim ve savcılarımızdan ibaret değil, yardımcı personel de var; ama, şunu açıklıkla ifade ediyoruz. Bizim burada değişiklik yaptığımız kanun 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunudur. Halbuki bahsedilen personel 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tabidir. O konuyla ilgili geçmişte bazı adımlar attık, yeterlidir-değildir; ama, bundan sonra da bu çalışmalarımız devam ediyor. İnşallah, önümüzdeki dönemde onları da sevindirecek bir çabayı hep birlikte gerçekleştiririz ve o mutluluğu da birlikte paylaşırız.
Bu düşüncelerle, hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Bakanım, teşekkür ediyorum.
Biz de, bu vesileyle, bu tasarıyı getiren Hükümetimize ve bunu kanunlaştıran Meclisimize takdir ve şükranlarımızı sunuyoruz; milletimize hayırlı olmasını diliyoruz.
HALUK KOÇ (Samsun) – Sayın Başkan, tatil et, yoklama isteyeceğim, yeter…
BAŞKAN – Efendim Sayın Başkan?..
HALUK KOÇ (Samsun) – Tatil et artık, yarın devam eder. Yoklama isteyeceğim, tamam… Bu kadar mutabakat yeter bir haftadır, yeter. (Gürültüler)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 11 inci sırada yer alan İstanbul Milletvekili Gülseren Topuz’un, Karayolları Trafik Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan’ın, 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanununun 41 inci Maddesinin (b) Fıkrasının Değiştirilmesi ile İlgili Kanun Teklifi ile İçişleri Komisyonu raporunun görüşmelerine başlıyoruz.
12.- İstanbul Milletvekili Gülseren Topuz’un; Karayolları Trafik Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan’ın; 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanununun 41 inci Maddesinin (b) Fıkrasının Değiştirilmesi ile İlgili Kanun Teklifi ile İçişleri Komisyonu Raporu (2/781, 2/785) (S. Sayısı: 1194) (x)
BAŞKAN – Komisyon ve Hükümet yerinde.
Komisyon raporu 1194 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Teklifin tümü üzerinde, Anavatan Grubu adına Muğla Milletvekili Hasan Özyer.
Sayın Özyer, buyurun efendim.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU ADINA HASAN ÖZYER (Muğla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanununun 41 inci Maddesinin (b) Fıkrasının Değiştirilmesi ile İlgili Kanun Teklifi üzerinde Anavatan Partisinin görüşlerini ifade etmek üzere huzurlarınızda bulunuyorum; hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, görüşmekte olduğumuz kanun teklifi, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununda, eski adıyla ilkokul, şimdiki haliyle ilköğretim okullunun 5 inci sınıfına kadar eğitimini tamamlamış olanların da sürücü belgesi almasına imkân tanıyacak bir değişikliği öngörmektedir.
Bilindiği gibi, söz konusu kanunda 1997 yılında yapılan bir değişiklikle sürücü belgesi alınabilmesi için en az ortaokul veya sekiz yıllık ilköğretim okulu mezunu olma şartı getirilmiş; ancak, bunun 1999 yılından sonra uygulanacağı hükme bağlanmıştır. 2000 yılı başında yapılan bir geçici düzenlemeyle, bu hükmün uygulama tarihi 2004 yılı sonuna kadar ertelenmiştir. Dolayısıyla, 2005 yılı başından beri ilkokul mezunları ehliyet alamamaktadırlar.
Ancak, bu durum, uygulamada çeşitli sıkıntılara ve adaletsizliklere yol açmıştır. Her şeyden önce, kanunun söz konusu hükmünün yürürlüğe girdiği tarihe kadar sürücü belgesi alan ilkokul mezunları ile bu tarihten sonra sürücü belgesi alma hakkı kazanan veya bu yönde talepte bulunan vatandaşlarımız arasında eşitsizlik durumu ortaya çıkmıştır. Aynı şartlara sahip oldukları halde, kanunun yürürlük tarihi sebebiyle bu hakkı kullanamayanlar mağduriyete uğramışlardır.
(x) 1194 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Bir başka sıkıntı da, diğer ülkelerdeki uygulamalar ile ülkemizdeki uygulama arasındaki farkın yol açtığı karmaşadır. Avrupa Birliği üyesi ülkeler dahil olmak üzere, diğer ülkelerin çoğunda sürücü belgesine sahip olmak için okuryazarlık yeterli bir şarttır. Bu ülkelerde sürücü belgesi almış olanlar, bu belgelerinin ülkemizde de geçerliliğini talep ettiklerinde, ister istemez öğrenim şartı ortadan kalkmaktadır. Bu da, ülkemizde aynı şartlara sahip olduğu halde sürücü belgesi alamayan vatandaşlarımız aleyhine bir eşitsizliğe yol açmaktadır. Özellikle sınır bölgelerindeki vatandaşlarımızın bir bölümünün öğrenim şartı sebebiyle diğer devletlerde ehliyet alıp, bunu ülkemizde değiştirmek suretiyle, gereksiz zaman ve para kaybına uğradıkları bilinmektedir.
Bir başka sorun da, ilkokul mezunlarının ekonomik ve sosyal statüleri dikkate alındığında, şoförlük mesleğinin bu kişiler için en çok tercih edilen meslekler arasında yer almasından dolayı ortaya çıkan mağduriyetleridir. Bu insanlar, sürücü belgesine sahip olmamaları halinde hayatlarını idame ettirebilecekleri bir meslekten mahrum kalmaktadırlar.
Ayrıca, ilkokul mezunu olup da imkânı elverip araç sahibi olan vatandaşlarımızın bu araçlarından yararlanamama veya bunları ehliyetsiz kullanma durumuyla karşılaşmaları da söz konusudur.
Bu sorun, özellikle kırsal kesimde ciddî bir sıkıntı olarak görülmektedir. Esasen, sürücü belgesi alınabilmesi için böyle bir öğrenim şartı getirilmesi en baştan yanlış bir düzenleme olmuştur. Ülkemizde çağ nüfusunun öğrenim düzeyinin sürekli arttığı bilinmektedir. Önümüzdeki yıllarda zaten nüfusun tamamı ilköğretim mezunu olacaktır. Dolayısıyla, ilkokul mezunlarına sürücü belgesi verilmemesi, mevcut nüfusla ilgili bir sınırlamadır. Sürücülerin daha bilinçli hale getirilmesi gibi bir amaçla konulduğu anlaşılan sekiz yıllık okul şartının pratikte yol açacağı sıkıntı ve mağduriyetlerin yeterince değerlendirilmediği açıktır. Dolayısıyla, sürücü belgesi almak için sekiz yıllık okul bitirme şartının kaldırılmasının, gelecekte kanunun uygulanması konusunda herhangi bir eksikliğe ve sakatlığa yol açmayacağı düşünülebilir.
Değerli milletvekilleri, halihazırda Meclis gündeminde 933 sıra sayılı bir tasarı bulunmaktadır. Bu tasarı, Karayolları Trafik Kanununda köklü değişiklikler öngörmekte, hatta daha da ötesinde, bu kanunu yeni baştan düzenlemektedir. Toplam 109 maddelik bu tasarının 18 inci maddesinin (b) fıkrası, burada görüşmekte olduğumuz kanun teklifiyle getirilen değişikliği zaten yapmaktadır. Görüştüğümüz kanun teklifi, geçtiğimiz aylarda verilmiştir. Oysa, sözünü ettiğimiz 109 maddelik kapsamlı tasarı, 2005 yılı haziran ayında İçişleri Komisyonunda kabul edilerek Genel Kurulda görüşülmeye hazır hale gelmiştir. Yani biz, söz konusu kapsamlı tasarıyı geçtiğimiz bir yıl içinde Genel Kurulda ele alıp kanunlaştırabilmiş olsaydık, bugün görüştüğümüz kanun tekliflerinin verilmesine de, burada görüşülmesine de gerek kalmayacaktı. Üstelik, 109 maddelik bu tasarı, Avrupa Birliği mevzuatına uyum, mevcut 2918 sayılı Kanunun eksiklerinin ve uygulamadaki aksaklıkların giderilmesi, cezaların caydırıcı hale getirilerek trafik güvenliğinin artırılması ve bu alanda günümüz gereksinimlerinin karşılanması gibi fevkalade önemli amaçları gerçekleştirmeye yöneliktir.
Ülkemizde trafik anlayışı ve uygulamasında esaslı değişiklikler yapacak bu düzenleme, geçtiğimiz haftalarda temel yasa olarak Meclis gündeminde yer almıştır. 109 maddelik kapsamlı bir düzenleme olmasına karşılık temel yasa olarak kabul edildiği için toplam 5 bölüm halinde görüşülecek olan bu tasarının daha sonra gündemden çıkarıldığını gördük. Söz konusu tasarıyla, burada görüştüğümüz kanun teklifiyle amaçlanan düzenleme dahil, trafikle ilgili var olan tüm sorunların çözülmesi ve eksiklerin giderilmesi mümkündür; ama, bu yapılmamış, kapsamlı bir düzenlemenin sadece bir fıkrasını oluşturan ve iki yıl süreyle daha ilkokul mezunlarının sürücü belgesini alabilmesini sağlayan bir düzenleme Meclis Genel Kuruluna gelmiştir. Halbuki, tasarıdaki düzenleme, süre tahdidi olmaksızın ilkokul mezunlarının sürücü belgesi almasına imkân tanımakta, yani sorunu kökten çözmektedir. Bu kanun teklifinin görüşülmesi için harcanacak zamandan biraz daha fazlasını feda ederek, 933 sıra sayılı tasarıyı görüşmekten bizi neyin alıkoyduğunu anlamak mümkün değildir.
Maalesef, burada karşılaştığımız durum, Hükümetin genel olarak iş yapma tarzını ortaya koyan bir örnektir. Yani, sorunları kökten çözmek yerine, palyatif, günü veya burada olduğu gibi birkaç yılı kurtarmaya yönelik düzenlemelerle yasama kurumunun ve yürütmenin zamanı ve enerjisi en verimsiz şekilde kullanılmaktadır. Türkiye, zamanını ve imkânlarını bu derece hoyratça harcama lüksüne sahip bir ülke değildir. Türk Milletinin çözüm bekleyen sorunları tahammül sınırlarını zorlayacak düzeylere ulaşmıştır.
Bir taraftan, gerçekten reform niteliğinde bir düzenleme vardır ve bunu şu anda görüşme iradesi elimizde bulunmaktadır; diğer tarafta ise, bu düzenlemede zaten kökten çözülen spesifik bir sorunu iki yıl süreyle erteleyen bir düzenleme vardır. Mantıklı ve doğru olan, temel yasa haline getirildiği için görüşme süresi zaten fevkalade kısalmış olan reform niteliğindeki düzenlemeyi gündeme getirmektir. Mantıksız ve yanlış olan ise, spesifik düzenlemeyi gündeme getirmektir.
Değerli milletvekilleri, bizim, Anavatan Partisi Grubu olarak, ilkokul mezunlarının da sürücü belgesi sahibi olabilmelerine imkân tanıyan bu kanun değişikliği teklifine hiçbir itirazımız yoktur; tam tersine, bu kanunu destekliyoruz.
Burada anlatmaya çalıştığım konu, görüştüğümüz teklifin içeriğine karşı olup olmamak meselesi değil, bu iş için harcayacağımız zaman ve emekle diğer tasarıyı görüşme ve hayata geçirme şansına sahip olduğumuzdur.
Değerli milletvekilleri, Türkiye, trafik altyapısı ve trafik güvenliği bakımından maalesef iyi bir sicile sahip değildir. Ülkemizde, yolcu ve yük taşımacılığında karayollarının ağırlığının yüzde 95 düzeyinde olması bu durumun en önemli sebeplerinden biridir; ama, tek sebebi değildir.
Bilindiği gibi, taşımacılıkta karayolunun payı Amerika’da yüzde 27, Almanya’da yüzde 58 düzeyindedir; ama, 82 000 000 nüfusa ve 54 000 000 taşıta sahip Almanya’da yılda 362 000 kaza olurken, 72 000 000 nüfusa ve 9 500 000 araca sahip Türkiye’de 407 000 kaza yaşanmaktadır. Yani, ülkemizdeki kazalar hem adet hem de ölüm itibariyle çok daha fazladır. Ayrıca, burada 8 800 diyerek geçtiğimiz yıllık ölüm sayısı, fevkalade dehşet verici bir rakamı ifade etmektedir. Ülkemizde yaşanan trafik kazalarındaki ölüm sayısı, bizden 10 kat fazla araca sahip Japonya’dakine yakın bir rakamdır. Dolayısıyla, trafik kazalarının sebep olduğu ölüm sayısı, neyle karşılaştırırsanız karşılaştırın, izahı mümkün olmayan bir çarpıklığı ortaya çıkarmaktadır.
Bu sorunun çözümü, sadece bir iki unsurda yapılacak iyileştirmelerle mümkün değildir. Yapılması gereken, topyekûn bir bilinçlendirme ve yeniden yapılandırma çalışmasıdır. Bu kapsamda, bir yandan insanlarımızın eğitimi, diğer yandan karayollarının iyileştirilmesi ve taşımacılıktaki payının azaltılarak demir, denizyollarının güçlendirilmesi, öte taraftan trafikteki araçların niteliğinin yükseltilmesi, beri yandan sürücü ve araç faktöründen bağımsız olarak kazaya sebebiyet veren yolların düzeltilmesi gibi pek çok iş yapılması gerekmektedir. Esasen trafik kazalarının sayı ve ölüm oranı itibariyle yüksek olmasının sebebi, diğer birçok ekonomik ve sosyal gösterge gibi, gelişmişlikle ilgilidir.
Dünyada meydana gelen trafik kazalarında yılda yaklaşık 1 000 000 insan ölmektedir. Bunların dağılımına baktığımızda, yüzde 30’unun kalkınmış ülkelerde, yüzde 70’inin ise diğer ülkelerde meydana geldiğini görüyoruz. Oysa, motorlu araçların büyük bölümü kalkınmış ülkelerdedir. Yani, geri kalmışlık ve trafik kazalarındaki ölüm oranının yüksekliği arasında doğrusal bir ilişki vardır. Türkiye’nin durumunu da bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Biz kalkındıkça, geliştikçe, eğitim düzeyimiz yükseldikçe, altyapımız güçlendikçe trafik kazalarındaki ölüm oranı mutlaka azalacaktır.
Değerli milletvekilleri, ateş düştüğü yeri yakmaktadır. Her yıl trafik kazalarında ölen binlerce insanla birlikte binlerce ocak sönmekte, çocuklar yetim, öksüz, analar babalar evlatsız kalmakta, eşler hayat arkadaşlarını kaybetmektedir. Trafik kazalarının maddî sonuçlarını hiç zikretmiyorum. Sadece can kaybının yol açtığı trajediler bir araya getirilse, karşımıza dünyada yazılmış en önemli dram eserinden daha etkileyici bir manzara çıkmaktadır. Hiçbir devletin toplumunu, hiçbir toplumun da fertlerini böyle bir zulme terk etmesi düşünülemez.
Trafik sorununu bütün boyutlarıyla ele alıp çözecek bir mekanizmayı, maliyeti ne olursa olsun kurmalıyız; çünkü, hiçbir maliyet, halihazırda katlandığımız maliyetten daha fazla olamaz. Yasal düzenlemeler bu işin önemli bir parçasıdır; ama, tek başlarına yeterli değildir.
Bu konudaki çalışmaları koordine edecek, ilgili resmî ve gönüllü kuruluşların faaliyetlerinde eşgüdüm sağlayacak bir yapı oluşturmak zorundayız. Bu yapı, yeni bir bürokratik kurum oluşturma şeklinde değil, küçük ama sözünü ettiğim misyonu getirecek etkinlikte bir nüve olarak teşekkül ettirilmelidir.
Mevzuattan mucize bekleme hastalığına hiç değilse bu konuda yakalanmamamızı diliyorum, hepinize sevgi ve saygılar sunuyorum.
BAŞKAN – Sayın Özyer, teşekkür ediyorum.
Madde üzerinde, AK Parti Grubu adına İstanbul Milletvekili Gülseren Topuz.
Sayın Topuz, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA GÜLSEREN TOPUZ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1194 sıra sayılı Karayolları Trafik Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifiyle ilgili olarak AK Parti Grubu adına konuşma yapmak üzere söz almış bulunuyorum; Grubum ve şahsım adına hepinizi saygıyla selamlarım.
Yaklaşık yirmiiki yıldır yürürlükte bulunan 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununda, ülkemizin şartları, günün ihtiyaçları, gelişen teknoloji, araç, sürücü ve personel sayısıyla uygulamada görülen eksiklik ve sorunlar dikkate alınarak, çeşitli tarihlerde muhtelif değişiklikler yapılmıştır.
Bilindiği üzere yurt dışında okuma yazma bilenlere sürücü belgesi verilmekte ve bu belgeler Türkiye’de değiştirilebilmektedir. Bu durum, ilkokul mezunu olmasalar dahi okuma yazmayı bilenlerin ehliyet sahibi olmalarını sağlarken, Türkiye’deki ilkokul mezunu vatandaşlarımıza sürücü belgesi verilmemesi büyük bir eşitsizliğe neden olmaktadır.
Şu anda yürürlükte olan 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunundan dolayı 1.1.2005 tarihinden itibaren ülkemizde 100 000’lerce ilkokul mezunu vatandaşımız sürücü belgesi alamadıkları gibi, ehliyeti olanlar da mevcut ehliyet sınıfını yükseltememektedirler. Hatta, ağır vasıta ehliyet sahibi bir ilkokul mezunu sürücü, motosiklet ehliyeti alabilmek için başvuru dahi yapamamaktadır. Bu durumun, ilkokul mezunlarının mağduriyetlerine neden olduğu gibi, ülkemizin vergi gelirlerinde düşüş, katmadeğerde azalma, istihdam eksiği gibi kayıpların doğmasına da neden olduğu herkes tarafından bilinmektedir.
Bunun sonucunda, ülkemizde ehliyet alamayan ilkokul mezunu vatandaşlarımız yurt dışına yönelmişlerdir. Komşu ülkelerden 2 000 – 2 500 euro bedelle sürücü belgesi aldıkları çeşitli basın kuruluşlarında ilgililer tarafından dile getirildiği gibi, bana da bu konuda son derece somut bilgiler ve belgeler gelmiştir. Ayrıca, aldıkları sürücü belgelerini Karayolları Trafik Kanunu ve Yönetmeliği hükümleri uyarınca ülkemizde değiştirebilmektedirler.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizde ilkokul eğitimini almış ve bu eğitimini bir şekilde devam ettirememiş son derece büyük sayıda vatandaşımız bulunmaktadır. Bunların her biri yetişkin ve kendi yaşamlarını sürdürebilir niteliklere sahiptirler. İşte, mevcut kanunla, örneğin bir araç edindiklerinde eğer ehliyetleri yoksa bu aracı kullanamamaları da söz konusudur. Ayrıca, ülkemizde uzun yol şoförlerinde -ki, bunlar kamyon, TIR, otobüs- malum olduğu üzere usta-çırak ilişkileri geçerlidir. Çeşitli nedenlerden dolayı okuyamayan ve ilkokulu bitirdikten sonra muavin olarak hayata atılan birçok insanımız da bulunmaktadır. Bunlar da uzun yol tecrübelerine sahip oldukları gibi, çekirdekten yetişmiş, alaylı tabir ettiğimiz kişilerdir. Bu durum da eğitim düzeyi ilkokul seviyesinde olan vatandaşlarımızı mağdur etmektedir.
Diğer yandan, ilkokul mezunu olduğu halde ehliyet almış ve halen trafiğe çıkan milyonlarca vatandaşımız bulunmaktadır. Onların trafiğe çıkma şansı bulmuş olmaları, aynı durumda olan ve şu anda yürürlükte olan Trafik Kanununun 41 inci maddesi nedeniyle ehliyet edinemeyenlere karşı eşitsiz bir durum yaratmaktadır. Dolayısıyla, 1.1.2005 tarihinden itibaren ilkokul mezunlarının sürücü belgesi alamamalarından dolayı yaklaşık 450 -500 bin vatandaşımız ve yine, yaklaşık olarak da 600-700 bin vatandaşımız da mevcut ehliyet sınıflarını değiştiremediklerinden yine son derece büyük bir mağduriyet yaşamaktadırlar.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu kanun teklifinde 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 41 inci maddesinin (b) bendinde öngörülen A-1, A-2, B, C, D ve E sınıfı sürücü belgesi alacak olanlarda aranan en az ortaokul veya sekiz yıllık temel eğitimi bitirmiş bulunmaları şartı bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren iki yıl süreyle aranmayacak, ilkokul mezunu olmaları yeterli sayılacaktır ve nihayet bu eşitsizlik, çıkarılacak işte bu kanunla giderilecektir.
Konuşmama burada son verirken, bu kanun teklifinin ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını diler, hepinizi saygılarımla selamlarım. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Topuz, çok teşekkür ederim.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Mersin Milletvekili Ali Oksal.
Sayın Oksal, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ALİ OKSAL (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İstanbul Milletvekili Gülseren Topuz’un, Karayolları Trafik Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan’ın, 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanununun 41 inci Maddesinin (b) Fıkrasının Değiştirilmesi ile İlgili Kanun Teklifleri üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, ülkemizde, ilkokul eğitimini beş yıl olarak almış ve bundan sonra eğitimine devam etmemiş ya da edememiş çok sayıda vatandaşımız mevcuttur. Üniversite mezunlarının bile işsiz olduğu bir ortamda bu kişiler hayatlarını, tüm zorluklarına rağmen, devam ettirmeye çalışmaktadır. Öğrenim derecesi ilkokul olan bir kişinin yapabileceği işler son derece kısıtlıdır. İşsizliğin sosyal boyutları ve yansımaları düşünüldüğünde, ülkemiz açısından çok önemli bir tehdittir. Elbette, hepimiz ülkemizdeki eğitim seviyesinin en üst düzeyde olmasını isteriz. Ne var ki, bu durumdaki vatandaşlarımız için bu mümkün gözükmemektedir. Eğitimi ilkokul olan birinin yapabileceği en iyi işlerden biri de şoförlüktür. Ancak, eğitimi bu düzeyde olan birinin 2004 yılından bu yana sürücü belgesi alması maalesef mümkün değildir. Zaten çok zor şartlarda yaşayan vatandaşlarımızı böylesine bir çıkmazın eşiğine itmek, son derece anlamsız ve eşitlik ilkesine aykırıdır. İlkokul mezunu olduğu halde ehliyeti olan ve trafikte araç kullanan milyonlarca insanımız vardır. Ancak, bugün, iki yıllık yasal boşluktan dolayı, ilkokul mezunu 500 000 vatandaşımız mağdur olmaktadır; çünkü, 2918 sayılı Kanunda 17.10.1996 tarihinde 4199 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle, ilkokul mezunu olma koşulu en az ortaokul veya sekiz yıllık temel eğitimi bitirmiş olma koşuluna dönüştürülmüştür. Ancak, gelen her hükümet, bu şartı, 2004 yılına kadar, değişik zamanlarda çıkardığı yönetmeliklerle ertelemiştir. Şöyle ki: 21.5.1997 tarihinde 4292 sayılı Kanunla geçici bir düzenleme yapılmış ve bu koşulun 31.12.1999 tarihine kadar aranmayacağı ve bu tarihe kadar ilkokul mezunu olmanın sürücü belgesi almada yeterli sayılacağı belirtilmiştir. Daha sonra, 8.3.2000 tarihli ve 4550 sayılı Kanunla yeni bir geçici düzenleme yapılmış ve 31.12.2004 tarihine kadar ilkokul mezunu olmanın sürücü belgesi almada yeterli sayılacağı hüküm altına alınmıştır.
Ayrıca, Avrupa Birliğine üye ülkelerde bu tür bir öğrenim sınırlaması da bulunmamaktadır. Sadece ilkokul mezunları değil, okuryazar olanlar bile sürücü belgesi alabilmektedirler.
Bunun dışında, uluslararası hukuktan doğan yükümlülüklerimiz nedeniyle, yurt dışında alınmış olan sürücü belgelerinin ülkemizde ulusal sürücü belgesine dönüştürülmesi zorunluluktur. Dolayısıyla, yurt dışında öğrenim koşulu aranmadan verilen sürücü belgeleri, ülkemizde de öğrenim koşulu aranmadan sürücü belgesine dönüştürülmektedir. Bu durumda, sürücü belgelerini yurt içinden alanlar ile yurt dışından alanlar arasında bir adaletsizlik doğmaktadır.
Ayrıca, ilkokul mezunu olan bazı vatandaşlarımızın, sürücü belgesi alabilmek için hiç de kolay olmayan değişik yollara başvurduklarını duymaktayız. Yurt dışında sürücü belgesi alabilmek için ilkokul mezunu olmak yeterli sayıldığından, bazı vatandaşlarımız, büyük bir bedel karşılığında yurt dışına giderek sürücü belgesi almaktadırlar. Aldıkları sürücü belgelerini, 2918 sayılı Kanunun 40 ıncı maddesinde yer alan “yurt dışından alınan sürücü belgeleri ulusal sürücü belgelerine dönüştürülür” hükmü gereğince, belirli bir süre zarfında, ilgili yönetmelik hükümlerine dayanarak, ulusal sürücü belgesine dönüştürülebilmektedirler. Vatandaşlarımızı böylesine büyük bir maddî külfete sevk etmenin hiçbir açıklaması yoktur.
Değerli arkadaşlar, bugüne kadar yapılan geçici düzenlemeler dikkate alındığında, sürücü belgesi alma hakkından sadece belli bir kesimin yoksun bırakıldığı görülmektedir; çünkü, sekiz yıllık temel eğitimin zorunlu hale gelmesinden sonra doğanlar ve bu yasanın kapsamına girenler sürücü belgesi almada öğrenim koşulu bakımından herhangi bir sorunla karşılaşmayacaklardır.
Diğer taraftan, biraz evvel bahsettiğim geçici düzenlemelere dayanarak sürücü belgelerini önceden almış olanların da mağdur olmaları söz konusu değildir. Sadece bunların dışında kalanlar hak kaybına uğramışlardır; çünkü, 2004 yılında, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu Tasarısı İçişleri Komisyonumuza gelmiş, kurulan alt komisyonlarda uzun zaman tartışılmış, üst komisyonda olgunlaştırılmış ve Genel Kurulda görüşülmeye hazır hale getirilmiştir.
Bugüne kadar geçici düzenlemelerle uygulanmış olan ilkokul mezunu olmanın yeterli sayılması şartı, 2918 sayılı kanun tasarısıyla, ilkokul ve ilköğretim mezunu olma şartı şeklinde sürekli hale getirilmiştir. Kanun tasarısının son hale getirilmesinin üzerinden altıbucuk ay geçmesine rağmen, henüz, Genel Kurulda görüşülememiştir. İki hafta önce Danışma Kurulunun aldığı karar gereğince 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu Tasarısının Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda temel yasa olarak görüşülmesi gündeme alınmış olmasına rağmen, anlaşılamayan bir nedenle, görüşülmekten vazgeçilmiş ve yerine bu kanun teklifi getirilmiştir. Eğer, bunu, zaman yetersizliğiyle açıklarsanız, geçerli bir mazeret olarak kabul edilemez; çünkü, kanun tasarısı temel yasa olarak getirilecek ve 5 bölüm, yani, 5 madde gibi görüşülecekti. Getirmiş olduğunuz kanun teklifi ise 3 madde. Böylesine önemli ve tüm vatandaşlarımızı bu kadar yakından ilgilendiren, hayatın ta içinden olan bir kanun tasarısını topu topu 2 madde yüzünden mi ertelediniz?
Değerli milletvekilleri, bugün burada görüşmekte olduğumuz teklifler toplumsal bir sorunu çözmeye yöneliktir; ancak, komisyon üyesi olarak benim ve diğer arkadaşlarımın anlamakta zorluk çektiğimiz şudur: Artık nedense, tüm Türkiye’nin bildiği gibi, bir yılı aşan bir süre, İçişleri Komisyonumuzda, alt komisyonlar da kurarak, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun tamamını günün şartlarına uyarladık. Kanun tasarısını 8.12.2005 tarihinde çoğunluğun üzerinde uzlaştığı bir duruma getirdik. Komisyondaki bütün arkadaşlarımızın bu konuda çok büyük emekleri oldu; ancak, ilginç bir şekilde ve bilinmeyen bir nedenle, kanun o gün bu gündür Genel Kurulda görüşülemiyor.
Kanun tasarısı İçişleri Komisyonumuzda ele alınırken ulusal programı, Avrupa Birliği mevzuatını dikkate aldık, günün gereksinimlerine göre eksiklikleri ve aksaklıkları giderici önlemler getirdik, cezaların caydırıcılığını artırıp, yasayı Yeni Türk Lirası, yeni Türk Ceza Yasası, Kabahatler Kanununa uyarladık. Belediye Kanunu ve Büyükşehir Belediye Kanunlarına da uyumlu olması sağlanarak, yasanın uzun zaman vatandaşlarımızın ve devletimizin ihtiyaçlarına cevap vermesini amaçladık; fakat, bugün geldiğimiz nokta hiç de bizim düşündüğümüz gibi olmamıştır; çünkü, bugün burada görüştüğümüz düzenleme kanun tasarısının içinde zaten yapılmıştır.
Ayrıca, yaklaşık iki ay önce, 3 Mayıs 2006’da, Sayın Tevfik Akbak’ın 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi görüşülürken, ilkokul mezunlarının ehliyet alabilmesini sağlamak anlamında, Cumhuriyet Halk Partililer olarak bir önerge vermiştik. Buna göre, geçici bir maddeyle, ilkokul diploması bulunanların iki yıl içinde ehliyet alabilmelerinin önünü açmak anlamında teklifimizi Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunmuştuk. Amacımız, oluşmuş olan yasal boşluğu gidermekti; ancak, önerge CHP’liler tarafından verildiği için kabul edilmedi; çünkü, Ulaştırma Bakanı, yanında bulunan İçişleri Komisyonu Başkanının verdiği bilgiye dayanarak, önergeyi reddetme gerekçesini şöyle açıkladı: “Biz, bu hakkı 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu Tasarısında iki yıllığına değil, ömür boyu veriyoruz, böyle bir önergeye gerek yok” dedi. Peki, şimdi, AKP’li bir milletvekilimiz, hem de komisyon üyesi olmayan bir vekilimiz öyle bir teklif getirdiğinde, nasıl gerek oldu?! Bu teklifleri hazırlayan Sayın Topuz’un ve Kandoğan’ın şahıslarına söyleyecek tek bir sözüm yok. Ancak, bu düzenlemeyi bekleyen 500 000 vatandaşımız üzerinden bu şekilde siyaset yapılmasını içimize sindiremiyoruz. Biz, CHP’liler olarak iki ay önce bu konuyla ilgili önerge verdiğimizde “tasarıda var” diyordunuz. Sizin vekiliniz kanun teklifi verince anında gündeme alıyorsunuz. Bu nasıl bir çelişkidir, bu nasıl bir anlayıştır?! Ama, varsın öyle olsun, bu olayın siyasî rantı da sizin olsun, yeter ki bu sıkıntıyı çeken vatandaşlarımızın sorunu ortadan kalksın.
Bilinmelidir ki, bizim siyasetimizin özünde Türkiye sevdası vardır, bizim siyasetimizin özünde insan sevgisi vardır ve insanların sorunlarını çözme arzusu vardır. Bu nedenle, ülkemizde yaşayan tüm ilkokul mezunlarının sürücü belgesi alabilmelerinin önündeki engeli bir an önce kaldırmak anlamında verilmiş olan kanun tekliflerine Cumhuriyet Halk Partisi olarak olumlu oy vereceğiz.
2918 sayılı kanun tasarısının genel kaderi bu olmalı ki, teklifler yine yasanın önüne geçti. İlgili tasarıyı tekliflere bölerek çıkarmak âdeta moda haline geldi. Her kanun teklifiyle de bir vekiliniz şöhret oluyor; doğrusu, sizi gönülden tebrik ediyoruz.
RAMAZAN TOPRAK (Aksaray) – Sizin şöhretinizi elinizden mi aldık?
ALİ OKSAL (Devamla) – O şöhret size ait.
Değerli milletvekilleri, son derece geniş kapsamlı olan 2918 sayılı kanun tasarısını bekleyen milyonlarca insanı mağdur etmenin, bu tasarı üzerinde özveriyle çalışmış tüm bürokratların, sivil toplum örgütlerinin ve komisyon üyesi 24 milletvekilinin emeklerini görmezden gelmenin ne gibi bir gerekçesi vardır?
Madem tasarıyı tekliflere bölüyorsunuz, yasanın Genel Kurulda görüşülmesinden de artık herkes ümidini kesti, öyleyse, bizim de 2 000 000 vatandaşımızı mutlu edecek bir teklifimiz var: Gelin, o zaman, hep birlikte, bunu da, ek maddeyle, görüşmekte olduğumuz tekliflere ekleyelim. Sağlık sorunlarına rağmen sürücü belgesi almaya hak kazananlara, örneğin, monoküler, yani, tek gözü görenler ve tek kolu olan gibi kişilere de sürücü belgesi alma yolunu açalım. Zaten yaşamları boyunca birçok zorlukla karşı karşıya kalan bu vatandaşlarımıza, bugün, hep birlikte, bekledikleri güzel haberi verelim.
Daha önce CHP İzmir Milletvekilimiz Sayın Erdal Karademir ile 18 milletvekili tarafından İçişleri Komisyonumuzda 2918 sayılı kanun tasarısı görüşülürken verilen bu konudaki ek madde teklifi tasarıya eklenmişti; ancak, tasarı Genel Kurulda görüşülemediğinden, bu durumdaki vatandaşlarımızın mağduriyeti devam etmektedir. Uluslararası sözleşmeler, Avrupa Birliği müktesebatı ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasası kapsamında, kişilerin temel hak ve özgürlükleri arasında bulunan seyahat özgürlüğünün sağlanması anlamında, bu durumdaki vatandaşlarımızın da sürücü belgesi almasının yolunu, gelin, hep birlikte açalım.
Değerli arkadaşlar, İçişleri alt komisyonunda, tasarı üzerindeki görüşmeler sırasında, özellikle tek gözü görmeyen sürücülerin bütün Avrupa ülkelerinde sürücü belgesi alabildikleri ve insan haklarının bir parçası olan sürücü belgesine sahip olma hakkının ülkemizde tek gözü görmeyenlere verilmemesinin insan hakkı ihlali olduğu belirtilmişti. Ayrıca, tek gözü görmeyen vatandaşlarımız yurt dışından sürücü belgesi alabilmekte ve bu sürücü belgesini, ülkemizde, ulusal sürücü belgesiyle değiştirebilmektedir. Bu durum, ilkokul mezunlarında olduğu gibi, yurt dışına çıkabilen vatandaşlar ile yurt dışına çıkamayanlar arasında eşitsizlik yaratmakta ve eşitlik ilkesinin ihlali anlamını taşımaktadır. Diğer taraftan, tek gözü görmeyen kişilerin görme duyularının iki gözü görenlerden ancak geçici bir süreyle farklı olduğu bilimsel deneylerle ispatlanmış bulunmaktadır. Tek göz altı ay gibi kısa bir sürede kendisini çift gözün görebildiği alanı görmeye uyarlayabilmekte ve dolayısıyla, tek göz görme engeli kısa bir sürede ortadan kalmaktadır. Ülkemizde, araç kullanma yetenekleri göz önüne alınmadan, birçok vatandaşımız bu haktan mahrum bırakılmıştır.
Avrupa ülkelerinde renk körleri de sürücü belgesi alabilmektedir; ancak, ülkemizde, bu durumdaki kişilere de sürücü belgesi verilmemektedir. Sağlık Bakanlığı yetkilileri tarafından yapılan açıklamalarda, bu konuda yönetmelikle düzenleme yapmanın daha doğru olacağı belirtilmiştir; çünkü, sağlık sorunları olduğu halde, sürücü belgesi alma hakkı kazanabilecek çok farklı durumlarda vatandaşlarımız bulunmaktadır.
Sağlık Bakanlığımızın, bu konuda, bilimsel verilere dayalı çalışmalar yürüttüğü ve yasal dayanak kazandırıldıktan sonra, çıkarılacak bir yönetmelikle, bu düzenlemelerin yapılabileceği, o günlerde bizlere belirtilmişti. Hepimizin bildiği gibi, yasal dayanak kısmı, bundan altıbuçuk ay önce tamamlandı ve bu kişiler kanun tasarısının Genel Kurulda görüşülmesini büyük bir umut ve heyecanla beklemektedirler.
Hatta, bu konuda almış olduğum ve tahminime göre birçoğunuza da gelmiş olan bir e-maili okumak istiyorum: “İlkokul mezunlarının da sürücü belgesi almasıyla ilgili tek maddelik bir kanun teklifinin, Meclisimize verildiğini ve bunun da hemen gündeme alındığını basından öğrendik. Oysa, sayısı aileleriyle birlikte 2 000 000’u aşan tek gözü görmeyen bizler, 2004 yılında Meclisimize gelen Karayolları Trafik Kanununun, iki yıldır yasalaşmamasına anlam verebilmiş değiliz. 1983 yılında yürürlüğe giren mevcut yasada, ehliyet almamızı engelleyen açık bir madde olmadığı halde, Sağlık Bakanlığı bizim ehliyet almamızı engelleyen yönetmelik maddesini değiştirerek, kolay bir şekilde problemimizi çözmeyi istememektedir. Bizler, bu kanunun ivedilikle çıkarılmasını istiyoruz. Şu anki durumda tek gözü görmeyen vatandaşlarımız yönetmelik maddesi nedeniyle ehliyet alamazken, tek gözü görmeyen yabancı turistler ve ehliyetini yabancı ülkelerden alan ülkemiz vatandaşları, Türkiye’de serbestçe araç kullanabilmektedirler. En azından, bizler de, kendi ülkemizde, yabancıların sahip olduğu hak ve özgürlüklere kavuşmak istiyoruz. Bunu engelleyen hiçbir hukuksal ve bilimsel engel olmadığı halde, bizim sorunumuza çare neden bulunmuyor?”
Değerli arkadaşlar, sizin de dinlediğiniz gibi, bu konumda olan vatandaşlarımız da feryat içerisindedir. Konuyla ilgili önergemizi biraz önce Yüce Meclisimize vermiş bulunmaktayız. Gelin, hep birlikte bu sorunu da ortadan kaldıralım, vatandaşlarımızı mutlu edelim. Hadi gelin buyurun. Bu olayın da siyasî rantı, siyasî katkıları sizlerin olsun; ama, yeter ki, bu durumdaki vatandaşlarımızın da yüzleri gülsün, sorunları çözülsün, mutlu olsun, yarına umutla baksın, yaşama sevinci artsın.
Hepinize saygılar sunuyor, kanun teklifinin hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ediyorum.
Ben, tabiî, bu yazıyı hazırladım; ama, biraz evvel birlikte önerge verdik hem AKP Grubu hem CHP Grubu olarak, birleştirildi. O nedenle, bazı yerleri de atlayarak geçtim.
Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
HALUK KOÇ (Samsun) – Aferin Ali!..
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Şahsı adına Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan.
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlıyorum.
İstanbul Milletvekili Gülseren Topuz ve benim vermiş olduğum bir kanun teklifini görüşüyoruz. Çok uzun zamandan beri binlerce vatandaşımızı yakından ilgilendiren bir konuydu. En azından, bu konunun çözüme kavuşacak olması bizleri son derece mutlu etmektedir. Binlerce vatandaşımız ehliyet alabilmek için yurt dışına gidip, oralarda büyük paralar harcayarak ehliyet almış olduklarını üzüntüyle öğrendik. İşte, bu meselenin önüne geçebilmek, vatandaşlarımızın belirli bir süre, ilkokul mezunu vatandaşlarımızın ehliyet alabilmelerine imkân sağlayan böyle bir kanun teklifini verdik. Bu kanun teklifi üzerinde bütün siyasî partiler mutabakat sağlamıştır. O bakımdan, biraz sonra hepimizin oylarıyla, bu, kanunlaşacaktır.
Sayın Ali Oksal’ın temennilerine de katılıyorum; Karayolları Trafik Kanunu Tasarısının bir an önce Mecliste görüşülmesi gerekiyordu. Keşke, tatile çıkmadan önce bunu burada kanunlaştırabilseydik; ama, bu imkânı bulamadık. En azından, ilkokul mezunu vatandaşlarımızın bu imkândan faydalanması için böyle bir imkânı onlara sunduk.
Ben, bu duygu ve düşüncelerle, bu kanun teklifinin hayırlı olmasını temenni ediyorum; ilkokul mezunu kardeşlerimizin, ehliyet aldıktan sonra çok dikkatli araç kullanmalarını kendilerinden özellikle istirham ediyorum ve kendilerine de kazasız belasız günler temenni ediyor, sizleri de saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Teklifin tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Saygıdeğer milletvekilleri, yeni bir madde ihdasına dair bir önerge vardır. Malumları olduğu üzere, görüşülmekte olan tasarı veya teklife konu kanunun komisyon metninde bulunmayan, ancak, tasarı veya teklifle çok yakın ilgisi bulunan bir maddesinin değiştirilmesini isteyen ve komisyonun salt çoğunlukla katıldığı önergeler üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açılacağı, İçtüzüğün 87 nci maddesinin dördüncü fıkrası hükmüdür. Bu nedenle, önergeyi okutup Komisyona soracağım. Komisyon önergeye salt çoğunlukla, 13 üyesiyle katılırsa önerge üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açacağım. Komisyonun salt çoğunlukla katılmaması halinde ise önergeyi işlemden kaldıracağım.
Şimdi, önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkalığına
Görüşülmekte olan 1194 sıra sayılı kanun teklifine aşağıdaki maddenin 1 inci madde olarak eklenmesini ve mevcut maddelerin buna göre teselsül ettirilmesini arz ve teklif ederiz.
Gülseren Topuz Salih Kapusuz Ramazan Toprak
İstanbul Ankara Aksaray
Ali Oksal Hakkı Ülkü Nadir Saraç
Mersin İzmir Zonguldak
Abdülaziz Yazar Mehmet Kesimoğlu Mahmut Kaplan
Hatay Kırklareli Şanlıurfa
Ünal Kacır İrfan Rıza Yazıcıoğlu Murat Yıldırım
İstanbul Diyarbakır Çorum
Madde 1- 13/10/1983 tarihli ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 41 inci maddesinin (c) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
c) Sağlık şartları:
Sağlık şartları bakımından kimlere hangi tür sürücü belgesi verilebileceği hususu yönetmelikle düzenlenir. Sürücü belgesi alacakların ilgili yönetmelikte belirtilen hekimden sürücü olur raporu almaları zorunludur. Bu maddede sözü edilen yönetmelik İçişleri ve Sağlık Bakanlıklarınca müştereken hazırlanarak yürürlüğe konulur.
BAŞKAN – Sayın Komisyon, önergeye salt çoğunlukla katılıyor musunuz?
İÇİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKANI TEVFİK ZİYAEDDİN AKBULUT (Tekirdağ) – Salt çoğunluğumuz vardır Sayın Başkanım, katılıyoruz.
BAŞKAN – Evet, ben de saydım, 13 kişi var.
Komisyon önergeye salt çoğunlukla katılmış olduğundan, önerge üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açacağım.
HALUK KOÇ (Samsun) – Sayın Başkan, öteki önergeyi de okutun lütfen.
BAŞKAN – İsimler müştereken okundu. Bu önerge üzerinde mutabakat sağlamış arkadaşlarımız.
Önerge üzerinde söz isteyen var mı?
HALUK KOÇ (Samsun) – Hakkı Ülkü konuşacak Sayın Başkan.
BAŞKAN – Yeni madde üzerinde, Sayın Hakkı Ülkü; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
HAKKI ÜLKÜ (İzmir) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; bundan yaklaşık bir yıl önce gündemde bulunan ve sekiz ay uğraşa uğraşa bir şekle getirmiş olduğumuz Karayolları Trafik Kanunundaki değişikliği içeren ve epey maddeyi bir arada görüşmüş olduğumuz komisyon çalışmalarımızın emeğinin karşılığını almak ve burada Karayolları Trafik Kanununun tümünün görüşülerek yeni bir Karayolları Trafik Yasası çıkartmak varken, 31 Mayıs 2006 tarihinde komisyona gelen ve bu tarihten sonra da bugün gündemimize gelen, yani, bir ay sonra gündemimize gelen bir değişikliği görüşüyoruz.
Şimdi, bu Meclisin, çalışmalarının ya da Meclise emek verenlerin emeğinin karşılığını almak değil, biraz da emeğini çalmak gibi geliyor bize; çünkü, uzun zamandır üzerinde durulan bir yasanın, üzerinde çalışılan bir yasanın gelmemesi, içinden cımbızlanarak bazı maddelerinin gündeme getirilmesi, doğrusunu söylemek gerekirse, şık değil, hoş değil. Üstelik, kaldı ki, Maliye Bakanı sık sık buralara geldiğinde, çıktığında ya da başka bakanlar da olmuş olsa, bazı arkadaşlarımız da buna katılıyorlar; deniliyor ki, bir günlük Meclis çalışmasının bedeli 3 trilyon Türk Lirasıdır. Şimdi, böylesine bir masraflı Mecliste, yasaların içerisinden, yasa tekliflerinin içerisinden, yasa taslakları içerisinden cımbızla bazı maddeleri çekilip de yasa şeklinde ya da teklif şeklinde getirip de yasalaşmasını sağlamak istemek, doğrusunu söylemek gerekirse, Meclisin büyük çoğunluğuna saygısızlık olarak niteliyorum ben. O nedenle, bunun bir alışkanlık haline gelmesinin uzağında durmak gerekiyor.
Şimdi, 15 000 kişiyi ilgilendiriyor bu ilkokul mezunlarıyla ilgili değişikliği içeren yasa; ama, tabiî ki, 2918 sayılı Yasa çıkartılmış olsa, o 70 000 000 insanı ilgilendiriyor. Şimdi getirmiş olduğumuz ve komisyonun çoğunluğu tarafından da önerilen, hep beraber önerdiğimiz madde de aşağı yukarı 3 000 000 kişi, yani, yaklaşık 10 000 000 kişiyi ilgilendiriyor.
Bu yeni getirilen, hadi, toplumun beklentileri diyelim; çünkü, yurt dışından alınan bir ehliyetin, yani, bir gözü görmeyen arkadaşlarımızın ehliyetinin, Türkiye’de bulunduğu zaman zarfında, diyelim ki, bir yıl bulundu, bir yıl sonra yenilemeye çalışıyor ehliyetini; ancak, bu yenilemeye çalıştığı ehliyeti kabul edilmiyor ve dolayısıyla kişi ehliyetsiz kalıyor Türkiye’de. Bunun değiştirilmesi, düzeltilmesi ve bu konuda ortak önerge verilmesi çok doğal. Zaten, biz de, onun için, komisyon sıralarında oturup, bunun yasalaşması için elbirliğiyle yardım ediyoruz; ama, diğerinin, doğrusunu söylemek gerekirse, tekrar ediyorum, yasanın içerisinden bir maddenin cımbızlanarak getirilmesi, belki kısa bir süre içerisinde bir arkadaşımıza ya da bir siyasî partiye rant kazandırıyor görülebilir; ama, geneline baktığımızda, kötü bir alışkanlık olabilir diye düşünüyorum. Zaman zaman, siz, bu alışkanlığı buralara getirip taşıyorsunuz. Bundan böyle yapmamanızı diliyorum.
Yarın bu dönem sona eriyor. Önümüzdeki dönem zarfında da böylesi bir şey getirmeyeceğinizi umarak, hem sizlere iyi tatiller diliyorum hem de yasanın hayırlı olmasını diliyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Önergenin kabulüyle yeni bir madde ihdas edilmiş oldu.
Yeni 1 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
1 inci maddeyi kanun başlığıyla birlikte, 2 nci madde olarak okutuyorum:
KARAYOLLARI TRAFİK KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR
KANUN TEKLİFİ
MADDE 2- 13/10/1983 tarihli ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununa aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.
GEÇİCİ MADDE 20 - 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 41 inci maddesinin (b) bendinde öngörülen A1, A2, B, C, D ve E sınıfı sürücü belgesi alacak olanlarda aranan en az ortaokul veya sekiz yıllık temel eğitimi bitirmiş bulunmaları şartı, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren iki yıl süreyle aranmaz. İlkokul mezunu olmaları yeterli sayılır.
BAŞKAN – Sayın Sarıbaş, Sayın Tüysüz yok; konuşma olmuyor.
Madde üzerinde 1 adet önerge vardır.
Önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1194 sıra sayılı kanun teklifinin 2 nci çerçeve 1 inci maddesiyle düzenlenen geçici 20 nci maddede geçen “iki” ibaresinin “beş” olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Salih Kapusuz Ünal Kacır Ramazan Toprak
Ankara İstanbul Aksaray
Mahmut Kaplan İrfan Rıza Yazıcıoğlu
Şanlıurfa Diyarbakır
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?
İÇİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKANI TEVFİK ZİYAEDDİN AKBULUT (Tekirdağ) – Katılıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Hükümet?..
İÇİŞLERİ BAKANI ABDÜLKADİR AKSU (İstanbul) – Katılıyoruz efendim.
BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe: İlkokul mezunlarının iki yıl yerine beş yıl süreyle sürücü belgesi almalarına olanak tanınmaktadır.
BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Kabul edilen önerge istikametinde madde 2’yi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Madde 2’yi 3 üncü madde olarak okutuyorum:
MADDE 3- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Madde 3’ü madde 4 olarak okutuyorum:
MADDE 4- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN - Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, teklifin tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Teklif, kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır.
Buyurun Sayın Bakanım. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Sayın milletvekilleri, gecenin bu vaktine kadar beklediniz, iki üç dakika daha bekleyin, Sayın Bakanımız konuyla ilgili bir teşekkür konuşması yapsın.
İÇİŞLERİ BAKANI ABDÜLKADİR AKSU (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; hepinize teşekkür ediyoruz.
Gerçekten önemli, toplumun büyük bir kesminin beklediği önemli bir konu oylarınızla kabul edildi. Ben bu teklifi getiren arkadaşlarıma da huzurlarınızda teşekkür ederken, burada da ifade edildiği gibi, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu üzerinde çok kapsamlı bir tasarımız İçişleri Komisyonumuzda ve alt komisyonda uzun süre görüşüldü; çok değerli arkadaşlarımın bu tasarıya çok değerli katkıları oldu; kapsamlı, güzel bir tasarı hazırlanmıştı. İnşallah, umut ediyorum ki, tatilden sonra ilk hafta bu tasarı da görüşülür, yine oylarınızla kanunlaşmış olur.
Ben bu önemli konudaki desteğinizden ve oylarınızdan dolayı hepinize tekrar teşekkür ediyor, şükranlarımı sunuyorum; hayırlı uğurlu olsun diyorum efendim. (Alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Bakanım, teşekkür ederim.
Bu yasanın ilkokul mezunu vatandaşlarımız için hayırlı uğurlu olmasını temenni ediyor ve emeği geçen bütün milletvekili arkadaşlarıma ve grup başkanvekili arkadaşlarımıza da teşekkürlerimi sunuyorum.
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, alınan karar gereğince, kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 30 Haziran 2006 Cuma günü saat 14.00’te, yani bugün toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati: 00.57