DÖNEM: 22 YASAMA YILI: 5
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET
MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
CİLT : 130
1 inci Birleşim
1
Ekim 2006 Pazar
I.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI
1.- TBMM Başkanı Bülent
Arınç'ın, yeni yasama yılının ülkemize, milletimize ve
Türkiye Büyük Millet Meclisine hayırlı olması temennisiyle
konuşması
II.- SÖYLEVLER
1.- Cumhurbaşkanı Ahmet
Necdet Sezer'in, 22 nci Dönem Beşinci Yasama Yılını
açış konuşması
III.- SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Ankara Milletvekili Yakup
KEPENEK'in, Ankara Büyükşehir ve Keçiören Belediyeleri arasındaki
gerginlik iddialarına ilişkin sorusu ve İçişleri
Bakanı Abdülkadir AKSU'nun cevabı (7/14656)
2.- Gaziantep Milletvekili Ömer
ABUŞOĞLU'nun, Gaziantep Şehitkamil Belediyesiyle ilgili
yolsuzluk iddialarına ilişkin sorusu ve İçişleri
Bakanı Abdülkadir AKSU'nun cevabı (7/14672)
3.- Yalova Milletvekili Muharrem
İNCE'nin, öğrencilerin aldıkları sağlık
raporlarına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep
AKDAĞ'ın cevabı (7/14679)
4.- İstanbul Milletvekili Berhan
ŞİMŞEK'in, Köylere Hizmet Götürme Birliklerinin Kamu İhale
Kanunu kapsamı dışında sayılmasına ilişkin
sorusu ve İçişleri Bakanı Abdülkadir AKSU'nun cevabı
(7/14761)
5.- İstanbul Milletvekili Berhan
ŞİMŞEK'in, Ankara Büyükşehir Belediyesinin ithal
ettiği ağaçlara ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı
Abdülkadir AKSU'nun cevabı (7/16086)
6.- İstanbul Milletvekili Kemal
KILIÇDAROĞLU'nun, özelleştirme kapsamında istihdam fazlası
personele ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Mehmet Ali ŞAHİN'in cevabı (7/16338)
7.- İstanbul Milletvekili Berhan
ŞİMŞEK'in, Türkiye İsrafı Önleme Vakfının
teftişine ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Mehmet Ali ŞAHİN'in cevabı (7/16340)
8.- Konya Milletvekili Atilla
KART'ın, TOKİ tarafından Konya-Selçuklu'da yapımı
sürdürülen konutlara ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Mehmet Ali ŞAHİN'in cevabı (7/16344)
9.- Adana Milletvekili N. Gaye
ERBATUR'un, AB 2007 Eşit Fırsatlar Yılı kapsamında
yapılacak çalışmalara,
- Antalya Milletvekili Nail
KAMACI'nın Antalya'da sokakta yaşayan ve çalışan çocuklara,
- Aydın Milletvekili Özlem
ÇERÇİOĞLU'nun, Diyarbakır Valiliği ve Sosyal Hizmetler
İl Müdürlüğü Gözlemevindeki çocuklara,
THY'de kadın kabin
memurlarına imzalatılan sözleşmedeki bir şarta,
Anne ve bebek ölümlerinin önlenmesine
yönelik çalışmalara,
İlişkin soruları ve
Devlet Bakanı Nimet ÇUBUKÇU'nun cevabı (7/16375, 16376, 16377, 16378,
16379)
10.- Hatay Milletvekili Züheyir
AMBER'in, özelleştirilen bir sosyal tesisin imar durumunda yapılan
değişikliğe ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal
UNAKITAN'ın cevabı (7/16497)
11.- Adana Milletvekili Tacidar
SEYHAN'ın, kaçakçılıkla mücadele konusundaki bir kanun
tasarısında yer alan bir düzenlemeye ilişkin sorusu ve Maliye
Bakanı Kemal UNAKITAN'ın cevabı (7/16513)
12.- Diyarbakır Milletvekili Mesut
DEĞER'in, Diyarbakır'ın Dicle İlçesinin elektrik
altyapısına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal
UNAKITAN'ın cevabı (7/16515)
13.- Antalya Milletvekili Feridun
Fikret BALOĞLU'nun, Antalya'da yaz aylarında yaşanan elektrik
kesintilerine ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal UNAKITAN'ın
cevabı (7/16519)
1 Ekim 2006 Pazar
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 15.00
BAŞKAN : Bülent ARINÇ
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Türkân
MİÇOOĞULLARI (İzmir)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 22 nci Dönem Beşinci Yasama Yılının 1
inci Birleşimini açıyorum.
Toplantı yetersayısı
vardır; gündeme geçiyoruz.
I.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI
1.- TBMM Başkanı Bülent Arınç'ın, yeni
yasama yılının ülkemize, milletimize ve Türkiye Büyük Millet
Meclisine hayırlı olması temennisiyle konuşması
BAŞKAN - Saygıdeğer
milletvekilleri, bugün, seksenaltı yıldır, milletimizi gururla
temsil eden, cumhuriyetimizin kurucu iradesi Yüce Meclisimizin yeni yasama
yılını açıyoruz.
22 nci Dönem Beşinci Yasama
Yılı, açılışını
yaptığımız önceki dört
yasama yılından farklıdır; zira, yaklaşık
yirmidört yıldır, Meclisimiz, Beşinci Yasama Yılını
erken seçim kararları nedeniyle yapamamış veya
tamamlayamamıştır.
Bildiğiniz gibi 1982
Anayasasında, seçimlerin beş yılda bir yapılması,
dolayısıyla, Meclisimizin de buna uygun çalışması
hükme bağlanmıştır. Ancak, 1982 yılından bu yana,
takriben yirmidört yıl boyunca seçimler hiçbir zaman beş yılda
bir yapılamamış, buna paralel olarak Meclisimiz Beşinci
Yasama Yılı çalışmalarının da bir
kısmına hiç başlayamamış, bir kısmını
da tamamlayamamıştır.
Bu durum, Türkiye'deki siyasî
istikrarın önemli bir göstergesidir. Erken seçim kararları, ya siyasî
istikrarın bozulması, ülkedeki ekonomik ve sosyal gidişatın
kötüleşmesi üzerine ya da iktidarların rakiplerini
hazırlıksız yakalamak istemesi üzerine alınmıştır.
Her iki durum da ülkeye çok da yararı olmayan durumlardır. Bugün,
eğer, bir erken seçim baskısı ve atmosferi olmadan Beşinci
Yasama Yılına giriyorsak, bu, ülkemizde siyasî bir istikrarın,
doğru yolda ilerleyen bir ekonominin ve sağlam bir sosyal hayatın
olduğunu göstermektedir.
Bu tablonun oluşumunda,
Meclisimizin, iktidar ve muhalefetiyle tüm siyasî partilerimizin ve
milletvekillerimizin emeği çok büyüktür. Burada, onları yoğun ve
yorucu geçen; ama, ülkemizi büyük bir istikrara kavuşturan
çalışmalarından dolayı kutluyorum.
Değerli milletvekilleri, Yüce
Meclisimiz, geçtiğimiz dört yasama yılı boyunca âdeta bir devrim
gerçekleştirmiştir. Son elli yılın en büyük
reformları, yenilikleri, değişimi hep bu dönemde
yapılmıştır. Bu büyük değişim hareketi
beraberinde siyasî bir istikrarı getirmiş, bu da ekonomiyi ve
dış politikayı doğrudan olumlu yönde etkilemiştir.
Bugün, eğer, erken seçim baskısı, tartışması ve
isteği yoksa, sebebi, işte bu siyasî istikrardır.
Düşünün ki, çok partili
yaşama geçtiğimiz yıllardan bu yana, altmış yıl
içinde, ülkemiz, on yıl bile olağan şartlarda zaman geçiremedi.
Ne yazık ki, demokrasimiz sürekli yaralanmış, ülkemiz sürekli
geriletilmiş ve tüm bunlardan dolayı milletimiz acı
çekmiştir. Ancak, bu asla kaçınılmaz bir kader değildir.
Kimse demokrasimizin ve özgürlüğümüzün ilelebet kısıtlanabileceğini
düşünmesin.
İşte, bugün, bu Yüce Meclis
gerçekleştirdiği sessiz devrimle ülkemizi o karanlık, makûs
talihinden kopartıp, aydınlık bir geleceğe doğru
taşımaktadır. Ülkenin yıllardır kangren olmuş
sorunları, kördüğüm olmuş problemleri, bu yüce çatı
altında tek tek çözülmüş ve milletimizin gönlünde yeni umutlar
doğmuştur.
ALİ TOPUZ (İstanbul) -
Nereden çıktı bu?!
BAŞKAN - Bugün, bu yasama
yılının açılışı vesilesiyle, Türkiye'de ve
dünyada farklı düşünen kesimlere bir kez daha duyurmak isteriz ki,
Türkiye, kendi yolunu çizmiş ve hedefine kilitlenmiştir.
Bizim hedefimiz, içine kapanmayan,
dünyayla entegrasyon içinde olan, bölgesinde söz sahibi, sarsılmaz bir
iradeyle milletinin refahını ve mutluluğunu en ön sırada
tutan "bir dünya ülkesi Türkiye" kurmaktır. Bu hedefimize
ulaşmak için, güçlü bir millete, özgür ve bağımsız bir
ülkeye, güç, kuvvet veren bir tarihe ve bizi birbirimize bağlayan bir
inanca ihtiyacımız var. Çok şükür ki, bunların hepsine
sahibiz.
Bu nedenledir ki, Türkiye'nin geleceği
aydınlıktır. Bu gelecek, siz saygıdeğer
milletvekillerinin geceli gündüzlü çalışarak
çıkarttığı reform yasalarıyla kurulacak ve
çocuklarımız güzel bir ülkede yaşayacaktır.
Bugün Beşinci Yasama
Yılını, saygın ve itibarlı bir Meclis, istikrarlı
bir siyasî ortam, tüm dünyada saygı uyandıran bir ülkeye sahip olarak
açıyoruz.
Bugüne kadar ve halen, her
fırsatta milletvekillerini, Meclisi ve siyasetçileri eleştirenlere bu
tabloyu bir kez daha göstermek isterim. Sahip olduğumuz bu istikrar ve
saygınlık, o her şeyi eleştirilen milletvekillerinin
sayesinde gerçekleşmiştir. Onların Meclis
çalışmalarındaki çabaları ve fedakârlıkları
olmasaydı, o sessiz devrimleri gerçekleştiremeyecek, dolayısıyla,
ülkemiz dünyada bu saygınlığa ve güvene sahip olmayacaktı.
Bu yüzden herkesin eleştiri ve tenkitlerinde, hem doğru hedefi
seçmeleri hem de seviyelerini koruması gerekir. Bir ülkede her şeyin
suçlusu, milletvekilleri ve siyaset kurumu olamaz.
Saygıdeğer milletvekilleri,
bugünden itibaren başladığımız Beşinci Yasama
Yılı, 22 nci Dönemin son çalışması olacaktır.
Yoğun, yorucu ama başarılarla dolu 22 nci Dönem Parlamentosu,
2007 yılında çalışmalarını tamamlayacaktır.
Önümüzdeki yıl, Türkiye için son derece önemli gelişmelerin
olacağı bir yıldır. Yüce Meclis, yeni yılda, yeni cumhurbaşkanımızı
seçecek, Yüce Milletimiz de, sandığa giderek bir kez daha iradesini
beyan edecek ve ülkeyi yönetmesini istediği kişileri seçecektir. Bu
nedenle, gelecek yıl Meclisimiz için çok önemlidir.
Geçtiğimiz seksenaltı
yıl boyunca olduğu gibi, her zaman, milletin iradesini ve
hassasiyetlerini siyasete yansıtmaya Meclisimiz devam edecektir. Büyük bir
olgunlukla, sağduyu ve kararlılıkla üzerine düşen görevleri
yerine getirecek, milletine yakışır en güzel kararları
alacaktır.
Önümüzdeki yılı bahane ederek
siyaseti yıpratmak, ortamı germek, milletin huzurunu kaçırmak
isteyenlere karşı hepimizin dikkatli olması gerekir.
Unutmayın ki, milletin ve ülkenin kaderini bu Meclis belirlemektedir.
Dolayısıyla, bu kadar ağır bir sorumluluğun
gereği olarak, hepimizin vakur ve olgun davranması gerekir. Bizler,
milletin temsilcisi, ülkenin sahibi olan Meclisin birer üyesiyiz. Ülkemizin
kaderine ve geleceğine, millet iradesinin tek temsil makamı olan bu
Yüce Meclis karar verecektir. Bu gerçek, ne yapılırsa
yapılsın, değişmeyecektir. Bu gerçeği bilip, güven
içinde, sağduyuyla, sükûnetle dönemimizi tamamlamak gerekir. Hiç kimse
düşünmese bile, milletvekilleri, ülkenin ve milletin geleceğini
tehlikeye atacak hareketlerden kaçınmak zorundadır.
Saygıdeğer milletvekilleri,
bugün vesilesiyle, Avrupa Parlamentosunda onaylanan son ilerleme raporuyla
ilgili birkaç hususa değinerek konuşmamı tamamlamak istiyorum.
Raporda Avrupa Birliği hedefimizde
bir rehavetin ve duraklamanın olduğunu ifade eden görüşlerin
doğruları içermediğini belirtmem gerekir. Meclisimiz, Avrupa
Birliği sürecini önemsediğini, olağanüstü toplanıp uyum
paketlerini yeniden çıkartarak göstermiştir. Bu konudaki
isteğimiz ve arzumuz, her zamanki gibi, güçlü ve tereddütsüzdür. Avrupa
Birliği sürecinde bir duraklama olduğu kanaatini pekiştiren
konulardan birisinin, anketlerde, Türk Halkının Avrupa Birliğine
olan desteğinin azaldığı hususudur. Milletimizin
desteğinin azalmasının, varsa, tek bir sebebi vardır; o da,
Avrupa Birliğinin uyguladığı çifte ve samimiyetsiz standartlardır.
Kıbrıs sorununda verilen sözlerin tutulmadığını,
başkalarına uygulanmayan kriterlerin Türkiye'ye uygulanmak
istendiğini gördükçe, Türk Milletinin Avrupa Birliğine olan
inancı zayıflamaktadır. Bu nedenle, Avrupalı
dostlarımız, Türkiye'ye haksızlık yapılmaması,
her ülkeye uygulanan kriterlerin eşit ve objektif olarak ülkemize de
uygulanması halinde, halkımızın desteğinin
arttığını görecektir.
Raporun tavsiyeler bölümünde yer alan
bazı hususların, yine, kriterler arasında bulunmayan siyasî talepler
olduğunu üzülerek görmekteyiz. Bu siyasî taleplerin bir kısmı
tartışılabilir gözükse de, bir kısmını
kabullenmek mümkün değildir. Elbette, Türkiye üzerine düşen görevleri
yerine getirecektir; ancak, bazı Avrupa ülkeleri, fikir özgürlüğü ve
ırk ayırımcılığı konusunda çok kötü
sınavlar verirken, bizi eleştirmeleri şaşkınlık
vericidir. Asılsız Ermeni soykırım iddialarını
inkâr edenlere hapis cezaları öngören ve hatta bu insanların siyaset
yapmasını engelleyen bir Avrupa'nın, şimdi, bizden,
bazı kanunlarımızı değiştirmemizi istemesi büyük
bir çelişkidir. Buna rağmen, biz, Avrupa'daki bazı ülkelerin
yanlış tutumlarına düşmeden, fikir özgürlüğü önündeki
engellerin kaldırılması için, her zaman
aydınlarımızın ve milletimizin sesine kulak vereceğiz.
Saygıdeğer milletvekilleri,
sizleri, bir kez daha, dört yasama yılı boyunca
yaptığınız fedakâr çalışmalardan dolayı
kutlarım. Kim ne derse desin, biliniz ki sizler, yani 22 nci Dönem
milletvekilleri, çıkardığınız yasalarla büyük bir
devrim gerçekleştirdiniz; Meclisimizin tarihinde hep özel bir yerde
anılacaksınız; gelecek kuşaklar, çocuklarınız,
ülkemiz için yaptığınız bu hizmetten dolayı, sizi,
hayırla ve minnetle anacaktır; bunu hiç unutmayın.
Beşinci Yasama
Yılının ülkemize, milletimize ve Türkiye Büyük Millet
Meclisimize hayırlı olmasını diliyor, hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
Sayın milletvekilleri, Sayın
Cumhurbaşkanımız, yeni yasama yılının
açılış konuşmasını yapmak üzere şu anda
Genel Kurul Salonunu teşrif etmektedirler.
Kendilerine, Meclisimiz adına
"hoş geldiniz" diyorum. (Ayakta alkışlar)
İstiklal Marşı:
(İstiklal Marşı)
II- SÖYLEVLER
1.-Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezerin, 22 nci
Dönem Beşinci Yasama Yılını açış
konuşması
CUMHURBAŞKANI AHMET NECDET SEZER -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sizleri, yeni yasama
yılının başlangıcında üstün başarı
dileklerimle ve saygıyla selamlıyorum. Sözlerime başlarken, bu
yüce çatı altında bir kez daha bulunmaktan duyduğum mutluluğu
belirtmek istiyorum.
Laik ve demokratik rejimimizin temel
kurumu Türkiye Büyük Millet Meclisi, açıldığı günden bu
yana tarihsel sorumluluk üstlenmiş, varlığı ve
çalışmalarıyla ulusumuza güven vermiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, Yüce
Atatürk'ün öncülüğünde Kurtuluş Savaşını
yürütmüş, Cumhuriyeti kurmuş, devrimlerin altyapısını
oluşturmuş, Atatürk Cumhuriyetinin değiştirilemez
nitelikleriyle sonsuza kadar yaşatılması, demokrasinin
güçlendirilmesi, rejimin özünden sapma olmaksızın kurum ve
kurallarıyla işlemesi, yurttaşlarımızın hak ve
özgürlüklerine kavuşarak onurlu bir yaşam sürmesi yönünde önemli
hizmetlerde bulunmuştur.
Türkiye, Ölümsüz Önderimiz Atatürk'ün,
O'nun izinde ilerleyen kurumlarımızın ve
yurttaşlarımızın çaba ve katkılarıyla,
çağdaş dünyanın saygın, güvenilir bir üyesi olma yolunda
önemli aşama kaydetmiştir.
Sahip olduklarımızın
değerini bilerek, gücümüze inanarak, kendimize güvenerek, sorunlar
karşısında yılmayarak, demokrasimize sahip çıkarak,
bölünmez bütünlüğümüzü koruyarak, toplumsal barışı sürekli
kılarak aydınlık yarınlara emin adımlarla
ilerleyeceğiz. Bu konuda kurumlarımıza, yönetileni ve
yöneteniyle tüm yurttaşlarımıza görev ve sorumluluklar
düşmektedir.
Ulus egemenliğinin temsilcisi Yüce
Meclisimizin bu sürece de çalışmalarıyla büyük katkıda
bulunacağına yürekten inanıyoruz.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; bu yıl, bağımsızlık
savaşımızın önderi, ulusumuzun kurtarıcısı,
çağdaş Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, büyük komutan, eşsiz
devlet adamı ve devrimci Yüce Atatürk'ün doğumunun 125 inci
yılını kutluyoruz.
Türk Ulusu, doğumunun 125 inci
yılında Yüce Atasını sevgiyle, özlemle, gönül borcuyla
anarken, aynı zamanda tarihe ve insanlığa mal olmuş,
eylemleri ve söylemleriyle dünyada saygınlık kazanmış örnek
bir lideri yetiştirmenin övüncünü ve coşkusunu
yaşamaktadır.
Yüce Atatürk, insanlığa mal
olan yapıtlarıyla her gün aramızda bulunmakta, yüksek ülküleri
ve ilkeleriyle yol gösterici olmakta, düşüncelerde ve yüreklerde
yaşamaktadır. (Alkışlar)
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; devletlerin siyasal rejimlerini düzenleyen anayasaların
üstün konumları, özenle korunmalarını zorunlu
kılmıştır. Bu nedenledir ki, anayasaların
bağlayıcılığı, uygulanmasının
sağlanması, izlenmesi, denetlenmesi ve değiştirilmesi özel
kurallara bağlanmıştır.
Anayasanın 2 nci maddesine göre,
Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir.
Hukuk devleti niteliğinin
ayırt edici özelliği, hukukun üstünlüğünün kabul edilmiş
olmasıdır. Hukukun üstünlüğü de, Anayasanın ve
yasaların eksiksiz uygulanmasını, iktidar gücünün yargı ile
dengelenmesini, yasama ve yürütme organları ile yönetimin eylem ve
işlemlerinin yargısal denetime bağlı tutulmasını
gerektirmektedir.
Anayasada parlamenter sistem kabul
edilmiş, bu sistemin gereği yasama, yürütme ve yargı erklerine
yer verilmiş ve erkler ayrılığı ilkesi
benimsenmiştir. Anayasanın Başlangıç bölümüne göre, erkler
ayrılığı, devlet organları arasında üstünlük
sıralaması anlamına gelmeyip, devlet yetki ve görevlerinin
kullanılmasıyla sınırlı uygar bir işbölümü ve
işbirliğidir.
Anayasada benimsenen sisteme göre,
kuşkusuz hiçbir organ diğerine üstün değildir. Her organ, Türk
Ulusu adına, Anayasada belirlenen yetki ve görev alanı içinde ulusal
egemenliği kullanmaktadır.
Bunun yanında, yasama ve
yürütmenin siyasal birlikteliklerinden doğacak iktidar gücünü dengelemek
için Anayasada kimi düzenekler öngörülmüştür. Cumhurbaşkanına,
Anayasanın uygulanmasını, devlet organlarının düzenli
ve uyumlu çalışmasını gözetme bağlamında, Anayasa
ile verilen yasama, yürütme ve yargıya ilişkin yetki ve görevler bu
kapsamdadır.
Yine, Anayasada iktidar gücünü
dengelemek için yasama, yürütme ve yönetimin tüm eylem ve işlemleri
yargı denetimine bağlı tutulmuş; yargıya, gücü elinde
bulunduran erklere karşı bir denge ögesi olma işlevi yüklenmiştir.
Yasalar, Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğü, yasama dokunulmazlığının
kaldırılması ya da milletvekilliğinin düşürülmesine
ilişkin yasama işlemleri ile yürütme işlemi olan yasa gücünde
kararnameler, Anayasa Mahkemesinin denetimine bağlı tutulmuştur.
Diğer yürütme ve yönetim eylem ve
işlemlerinin hukuka uygunluk denetimi de idarî yargının görev
alanına girmektedir.
Tüm bu düzenlemeler,
yargının, yasama ve yürütmeye üstünlüğü değil, hukukun
üstünlüğü bağlamında iktidar gücünün
sınırlandırılması, başka bir deyişle hukuka
uygunluğun sağlanması anlamındadır. Çünkü, hukuk
devleti ve hukukun üstünlüğü ilkesini benimsemiş çağdaş
toplumlarda son söz yargıya verilmiştir.
Nitekim, Anayasanın 138 inci
maddesinde, yasama ve yürütme organları ile yönetimin, mahkeme
kararlarına uymak zorunda oldukları, bu organlar ve yönetimin,
mahkeme kararlarını hiçbir biçimde değiştiremeyecekleri,
bunların yerine getirilmesini geciktiremeyecekleri; 153 üncü maddesinde
de, Anayasa Mahkemesi kararlarının yasama, yürütme ve yargı
organlarını, yönetim makamlarını, gerçek ve
tüzelkişileri, kısaca herkesi bağlayacağı
belirtilmiştir.
Bu sistem, ilke ve kurallar
uyarınca, bir konuda yargı kararı varken tersine işlem ya
da uygulama yapılması, hukuk devletinde olanaksızdır.
Bu noktada iki konu önem
kazanmaktadır. Bunlardan birincisi, yargı
bağımsızlığı; ikincisi ise, seçilmişlerin
yanında atanmış kamu görevlilerinin rejim yönünden önemidir.
Anayasamızın 2 nci
maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin nitelikleri arasında sayılan hukuk
devletinin en önemli özelliklerinden biri, yargı
bağımsızlığı ilkesinin kabul edilmiş
olmasıdır.
Güçler ayrılığı
ilkesi benimsenen parlamenter demokrasilerde, bu ilkenin doğal sonucu
olarak yargı erki, yasama ve özellikle gerçek gücü elinde bulunduran
yürütmeye karşı korunmuş ve bağımsız kılınmıştır.
Yargı
bağımsızlığının gerçekleştirilebilmesi
için, mahkemelerin yanında, yargı erkinin en önemli ögesi ve
temsilcisi olan yargıçların da bağımsız ve güvenceli
olması gerekmektedir.
Bu nedenle, Anayasanın 9 uncu
maddesinde, yargı yetkisinin Türk Ulusu adına
"bağımsız mahkemelerce" kullanılacağı,
138 inci maddesinde de, yargıçların görevlerinde
bağımsız oldukları belirtilmiştir.
Yine Anayasamızda, yargı
erkinin yürütmenin etki ve karışmasından uzak tutulabilmesi için
kimi düzenlemelere yer verilmiştir. 140 ıncı maddede,
yargıçların, mahkemelerin bağımsızlığı
ve yargıçlık güvencesi ilkelerine göre görev yapacakları; 138
inci maddesinde, yargıçların, Anayasa, yasa ve hukuka uygun olarak
vicdanî kanaatlerine göre hüküm verecekleri; hiçbir organ, makam, merci ya da
kişinin, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve
yargıçlara emir ve talimat veremeyeceği, genelge
gönderemeyeceği, tavsiye ve telkinde bulunamayacağı kurala
bağlanmıştır.
Yargı organlarının
kuruluşu, çalışma ilkeleri, yargıçların seçimi ve
özlük hakları konularında yargı
bağımsızlığını gölgeleyecek yöntemlerden
uzak durulması, hukuk devleti ilkesinin gereğidir.
Yargıç ve savcıların tüm
özlük ve disiplin işleri, Yargıtay, Danıştay ve
Uyuşmazlık Mahkemesi üyelerinin seçimi gibi önemli yetkilerle
donatılmış Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun
oluşumunda, bir siyasî parti mensubu olan bakanın ve onun buyruk ve
direktifleri ile hareket eden Müsteşarın yer alması yargı
bağımsızlığını, dolayısıyla hukuk
devleti ilkesini zedelemektedir. (CHP ve Anavatan Partisi
sıralarından alkışlar)
Çeşitli hükümet
programlarında da vurgulandığı gibi, yargının
kişiselleştirilmesi ve
siyasallaştırılmasının önlenebilmesi için, yargı
bağımsızlığıyla bağdaşmayan bu durumun
ivedi olarak düzeltilmesi gerekmektedir.
Unutulmamalıdır ki,
yargıç güvencesi yargı
bağımsızlığının, yargı
bağımsızlığı da devlete güvenin ön
koşuludur.
Yasama ve yürütme
organlarının da yargının
siyasallaştırılmasından özenle kaçınmaları
gerekir. Yargının siyasallaştırılması durumunda
bundan zarar görecek olan başta yine devlet organlarıdır.
Bununla da kalmayacak, tüm devlet kurumları, insanî değerler ve
bireyler de bu zarardan paylarını alacaklardır.
Hukuk devletinde, kişilerin özel
yaşamına ve özgürlük alanına yapılacak hukuka
aykırı karışmalardan ve bu nedenle uğrayabilecekleri
zararlardan korunabilmeleri gerekmektedir. Böylece, hukuksal güvenliğin
sağlanması ve sürdürülmesi, ancak bağımsız ve
dolayısıyla yansız yargı organı aracılığıyla
olanaklıdır.
Yurttaşın hak arama
özgürlüğünün ve hukuksal güvenliğinin her türlü siyasal
karışmadan, ideolojik ve dogmatik düşüncelerden
arınmış, yansız ve bağımsız yargı
organı tarafından korunduğu bilindiği sürece, hukuk devletinin
varlığı duyumsanabilir.
Yargılama sürecinde siyasal karar
organlarının etkin kılınması, yargı
kararlarının, hukukun gerekleri yerine siyasal kanaat ve
düşüncelere dayandırılması, bu yönde yorumlanarak
uygulanması ya da uygulanmaması yargının siyasallaştırılmasına
neden olur. Bu ise, kişilerin hukuksal güvenliğinin ortadan
kaldırılmasına, kamusal düzenin bozulmasına, hukuk ve
devlet erkinin yok olmasına yol açar.
Hukuk devletinin
varlığının toplum yaşamının her
alanında yurttaşlarca duyumsanması, devlete güvenin varlık
nedeni olduğuna göre, tüm organların bu alanda ödevleri, yükümlülükleri
ve sorumlulukları vardır.
Öte yandan, anayasal sistemin
işlerliğini sağlayacak organları oluşturan,
onları somutlaştıran görevlilerden kimileri halkın,
kimileri Türkiye Büyük Millet Meclisi ya da Anayasada öngörülen diğer
kurumların seçmesiyle, kimileri de atamayla göreve gelmektedirler.
Anayasaya göre, üç erki temsil eden
organ ya da kurumlar arasında üstünlük sıralaması
yapılamayacağına göre, göreve getirilme yöntemlerine
bakılarak organ ya da kurumları somutlaştıran görevliler
arasında da ayrım yapılamaz.
Yine, anayasal sisteme göre, rejim
yönünden denge ögesi olan kurumların kararlarının, salt o kurumu
oluşturan görevlilerin getiriliş yöntemine dayanılarak
eleştirilmesi ve etkisizleştirilmesi doğru değildir.
Unutulmaması gereken şey,
devletin ve rejimin sürdürülebilmesi için, seçilmişler kadar
atanmışların da görevi, sorumluluğu ve vazgeçilmez önemi
olduğudur.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Anayasa'nın 2 nci maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin
demokratik bir devlet olduğu belirtilmiş; 67 nci maddesinde, seçme,
seçilme ve siyasal etkinlikte bulunma hakkı, temel hak ve ödevler
arasında düzenlenmiş; 13 üncü maddesinde de, temel hak ve
özgürlüklerin özüne dokunulmaksızın, Anayasanın sözüne ve
ruhuna, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine
aykırı olmamak koşuluyla
sınırlandırılabilmesi öngörülmüştür.
Yurttaşların seçme, seçilme
ve siyasal etkinlikte bulunma hakkı, demokrasinin yeterli değil,
gerekli koşuludur. Yine, Anayasanın 68 inci maddesinde
belirtildiği gibi, siyasal partiler demokratik yaşamın
vazgeçilmez ögeleridir.
Ancak, bunların yanında,
Anayasanın 67 nci maddesinde, seçimler konusunda çok önemli bir kurala yer
verilmiş, seçim yasalarının "temsilde adalet" ve
"yönetimde istikrar" ilkelerini bağdaştıracak biçimde
düzenleneceği belirtilmiştir.
Görüldüğü gibi, önemli olan, bu
ilkelerin seçim yasalarına sadece yansıması değil, yasada
bu iki ilke arasında denge kurulmasıdır.
Temsilde adalet, siyasal partilerin
Türkiye Büyük Millet Meclisinde, seçimlerde aldıkları oy
oranında temsilci bulundurmasını gerektirmekte, alınan oyla
orantılı temsilci sayısıyla yaşama
geçirilebilmektedir.
Yönetimde istikrar ise, oyların
siyasal partiler arasında aşırı bölünerek Türkiye Büyük
Millet Meclisine yansımasının yaratacağı istikrarsızlığın
önlenmesini anlatmaktadır. Bu ilkenin yaşama geçirilmesi,
oyların temsilci sayısına dönüşmesinde "baraj"
olarak adlandırılan oransal sınırlar konulmasını
zorunlu kılmaktadır.
Birbirinin karşıtı gibi
görünen bu iki ilkenin, seçme ve seçilme hakkının özünü zedelemeyecek
ve devlet yönetimini aksatmayacak biçimde, birbirini dengeleyerek yasaya
yansıtılması anayasal zorunluluktur. Bu duyarlı denge,
aynı zamanda, demokratik hukuk devleti niteliğinin de gereğidir.
Yönetimde istikrar ilkesi, salt
çoğunluğu sağlayacak seçim sistemini değil, istikrarlı
yönetimi olanaklı kılacak adaletli bir temsil sistemini
gerektirmektedir.
Bundan amaç, seçmenin siyasal
dağılımının Parlamentoya olabildiğince uygun ve
adil biçimde yansımasıdır. Adalet, aynı zamanda, yönetimde
istikrarın da temel koşuludur. Yalnızca ya da
ağırlıklı olarak istikrarı gözetmenin,
istikrarsızlık kaynağı olacağı açıktır.
Kuşkusuz, temsilde adaletin
sağlanması için, seçmenin siyasal
dağılımının tümüyle Parlamentoda temsil edilmesi,
başka bir deyişle, siyasal partilerin tümünün Mecliste temsilci
bulundurması da savunulamaz. Bu sistemin de, yönetimde istikrar ilkesine
zarar vereceği ortadadır. Ne var ki, oy kullanan seçmenin siyasal
görüşünün büyük oranlarda Parlamentoda temsil edilemediği seçim
sistemini de, temsilde adalet ilkesiyle bağdaştırmak
olanaksızdır.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; birçok kez üzerinde durduğum kimi konuları, ülke
rejimi ve geleceği yönünden çok önemsediğim için bir kez de Yüce
Meclisin çatısı altında vurgulamak istiyorum.
Öncelikle, son yıllarda, bilinçli
olarak gündemden düşürülmeyen laiklik ve laikliğin tanımı
tartışmaları üzerinde durmakta yarar görüyorum.
Belirtmek gerekir ki, demokrasi,
özgürlük, kamu yararı, kamu düzeni, laiklik gibi kavramların Anayasada
kavramsal tanımı yapılmamış olabilir. Anayasalar,
kurallarıyla bu kavramların işlevlerini ve anlamlarını
ortaya koyarak çerçevesini çizip, işlevsel tanımını
yaparlar. Nitekim, Anayasamızda da, laikliğin işlevsel
tanımı yapılmıştır.
Bu nedenle, Anayasada, laikliğin
tanımını aramak yerine, nasıl bir laikliğin
öngörüldüğüne bakmak gerekir. Bu bağlamda, Anayasa Mahkemesi
kararlarının konuya katkısı gözden uzak tutulamaz.
Laiklik ilkesini yaşam biçimi
olarak benimseyen çağdaş ülkeler incelendiğinde, tümünün bu
ilkeyi kendi toplumsal gerçeklerine göre biçimlendirdikleri görülecektir.
Anayasa Mahkemesinin çeşitli
kararlarında da belirtildiği gibi, laiklik, ülkelerin içinde
bulunduğu tarihsel, siyasal, toplumsal koşullara ve her dinin
gerektirdiği isteklere bağlı olarak ülkeden ülkeye
farklılık göstermektedir.
Bu farklılığa
bağlı olarak her ülkenin laiklik anlayışı, o ülkenin
Anayasasına yansımıştır. Türkiye için özellik
taşıyan laiklik de, Anayasada benimsenen ve korunan içerikte bir ilkedir.
Laiklik ilkesinin, her ülkenin içinde
bulunduğu koşullardan ve her dinin özelliklerinden esinlenmesi, bu
koşullar ile özellikler arasındaki uyum ya da uyumsuzlukların
laiklik anlayışına yansıyarak değişik nitelikleri
ve uygulamaları ortaya çıkarması doğaldır.
Dini ve din anlayışı
tümüyle farklı ülkelerde laiklik uygulamasının aynı anlam
ve düzeyde olması beklenemez.
Türkiye Cumhuriyeti, Türk Ulusunun
gelenekleri, toplumsal yapısı, sosyal gerçekleri ve
koşulları karşısında laikliği kendine en uygun
içeriğiyle benimsemiştir.
Devlet rejiminin ve toplumsal
yaşamın laikleştirilmesi belirli bir tarihsel süreç içinde
gerçekleştirilmiştir. Laiklik ilkesinin günümüzdeki anlam ve önemini
kavrayabilmek için Kurtuluş Savaşı sürerken ve Türkiye
Cumhuriyeti kurulurken gerçekleştirilen olayları ve olguları iyi
irdelemek gerekir.
Gerçekten, daha Kurtuluş
Savaşına başlangıç hazırlıkları
sırasında Erzurum Kongresinde alınan kararlar içinde, ulusal
egemenliğin üstün kılınacağına yer verilmiş;
Kurtuluş Savaşı sürerken kabul edilen 1921 ve savaştan
hemen sonra kabul edilen 1924 Anayasalarının 1 inci ve 3 üncü
maddelerine "egemenlik kayıtsız koşulsuz ulusundur"
kuralı konulmuştur. Bunlar, laiklik yolunda atılan ilk
adımlardır. Çünkü, laikliğin özü ve temeli
"egemenliğin" kaynağında yatmaktadır. Egemenlik
ulusa ilişkin ise, o rejimin dayandığı sistem laik
sistemdir.
Laiklik ilkesine, Türkiye Cumhuriyeti
yönünden tarihsel süreçte kazandığı anlamıyla 1961 ve 1982
Anayasalarında da yer verilmiştir.
1961 ve 1982 Anayasalarının
laiklikle ilgili tüm kuralları birlikte incelendiğinde, laikliğe
bir ilke olarak yer verilmesinin çok ötesinde, onun işlevinin de
tanımlanarak kapsamının belirlendiği görülecektir.
Anayasanın 1 inci maddesinde,
Türkiye Devletinin bir cumhuriyet olduğu belirtilmiş; 2 nci
maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin, "Başlangıç" bölümünde
yer verilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk
devleti olduğu vurgulanmış; 4 üncü maddesinde de, 1 inci ve 2
nci maddelerdeki cumhuriyetin ve cumhuriyetin niteliklerinin
değiştirilemeyeceği, değiştirilmesinin
önerilemeyeceği belirtilmiştir. Böylece, Türkiye Cumhuriyetinin niteliklerinden
olan laiklik, anayasal içeriğiyle güvence altına
alınmıştır.
Anayasanın 176 ncı maddesine
göre "Başlangıç" bölümü, Anayasa metnine dahildir.
Anayasanın dayandığı temel görüş ve ilkeleri içeren
"Başlangıç" maddelerin amacını ve yönünü belirten
bir kaynaktır. Madde gerekçesinde de "Başlangıç"
bölümünün Anayasanın diğer kurallarıyla eşdeğer
olduğu vurgulanmıştır.
Anayasanın
"Başlangıç" bölümünde, laiklik ilkesi gereği, kutsal
din duygularının devlet işlerine ve politikaya kesinlikle
karıştırılamayacağı belirtilmiştir. Böylece,
cumhuriyetin niteliklerinin en önemlisi ve diğer niteliklerin temeli olan
laiklik, Anayasaya yön veren ilkeler arasındaki yerini almış ve
anayasal tanımını bulmuştur.
Bu tanıma göre, laiklik, dinin,
sosyal, siyasal ve hukuksal bir güç ve düzenleyici olmasını önleyen
temel ilkedir. Bu işlevine uygun olarak, Anayasanın 24 üncü
maddesinde de,
- Devletin sosyal, ekonomik, siyasal ve
hukuksal temel düzeninin, kısmen de olsa, din kurallarına
dayandırılamayacağı,
- Dinin ya da din
duygularının yahut dince kutsal değerlerin, siyasal ya da
kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla kötüye
kullanılamayacağı açık biçimde kurala
bağlanmıştır.
Bunun yanında, Anayasanın 13
üncü maddesinde, temel hak ve özgürlüklerin, laik cumhuriyetin gereklerine
uygun olarak yasayla sınırlandırılabileceği; 14 üncü
maddesinde de, Anayasada yer verilen hak ve özgürlüklerin, laik cumhuriyeti
ortadan kaldırmayı amaçlayan etkinlikler biçiminde
kullanılamayacağı belirtilmiştir.
Böylece, temel hak ve özgürlüklerin
laik cumhuriyeti zedeleyecek biçimde kötüye kullanılması
önlenmiş, gerekirse laik cumhuriyeti korumak için temel hak ve
özgürlüklerin sınırlandırılabileceği kabul
edilmiştir.
Öte yandan, Türkiye Cumhuriyetinin
kuruluş felsefesi, coğrafî ve siyasal yönden, tekil devlet
yapısını ve tam bağımsızlık ilkesini;
yönetsel yönden, laik, demokratik, sosyal hukuk devletini; ekonomik, sosyal,
kültürel ve sanatsal yönden de çağdaş bir Türkiye'yi hedeflemektedir.
Atatürk devriminin amacı,
aydınlanma çağını yakalamak ve Türk toplumunu
çağdaşlaştırmaktır. Bu amaç, Anayasanın 174 üncü
maddesinde, "çağdaş uygarlık düzeyini aşmak" biçiminde
anlatımını bulmuştur.
Devrimin temeli, amacına
bağlı olarak, laiklik ilkesidir. Laiklik ilkesi, Türkiye
Cumhuriyetini oluşturan tüm değerlerin temel taşıdır.
Anayasada benimsenen laiklik ilkesinin, yukarıda belirtilen amaç
bağlamında değerlendirilmesi ve yorumlanması zorunludur.
(CHP sıralarından alkışlar)
Anayasa Mahkemesi, Anayasanın 148
ve 153 üncü maddeleri uyarınca, Anayasaya uygunluk denetimi görevi
nedeniyle, anayasal kural, kavram ve ilkeleri resmen yorumlamaya yetkili tek
organ olduğuna ve kararları herkesi bağladığına
göre, anayasal kuralların Yüksek Mahkeme kararlarıyla birlikte
değerlendirilmesi, bu kararlarla kazandırılan içerikle
uygulanması zorunludur.
Anayasa Mahkemesinin çeşitli
kararlarında, laikliğin hukuksal, sosyal, siyasal tanımları
ve ulusal değeri geniş biçimde ele alınıp, özenle
korunması gereken bir ilke olduğu vurgulanmıştır. Bu
kararlara göre, laiklik ilkesi gereği;
Din, devlet işlerinde egemen
olamaz.
Din, bireylerin manevi
yaşamına ilişkin olan inanç bölümündeki yerinde,
sınırsız özgürlük tanınarak, anayasal güvenceye
alınmıştır.
Dinin, bireyin manevi yaşamını
aşarak, toplumsal yaşamı etkilemesine izin verilemez; bireyin
inanç ve ibadet yaşamına, kamu düzenini, güvenini ve
çıkarlarını korumak amacıyla sınırlamalar
konulabilir; dinin kötüye kullanılması ve sömürülmesi yasaklanabilir.
Devlete, kamu düzeninin koruyucusu
sıfatıyla, dinsel hak ve özgürlükler üzerinde denetim yetkisi
tanınmıştır.
Anayasa Mahkemesinin, Anayasadan
kaynaklanan yorum yetkisiyle kararlarında yer verdiği bu gerekçeler,
laikliğin, anayasal çerçevede işlevini ortaya koyarak
tanımını yapmaktadır.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; "Başlangıç" bölümünde, Anayasanın,
Türk yurdu ve Türk Ulusunun sonsuza uzanan varlığını ve
Yüce Türk Devletinin bölünmez bütünlüğünü belirlediği vurgulanmıştır.
"Başlangıç", devlet
yönetimine ilişkin tüm anayasal kurallar yönünden çok kapsamlı,
aynı zamanda çok özlü bir anlatım içermektedir. Böylece, Anayasada,
tek devlet, tek ülke, tek ulus ülküsü kabul edilmiş olmaktadır.
Yine "Başlangıç"ta,
hiçbir etkinliğin Türk varlığının devleti ve ülkesiyle
bölünmezliği esası karşısında korunma
göremeyeceği; 3 üncü maddede, Türkiye Devletinin ülkesi ve ulusuyla
bölünmez bütün olduğu; 4 üncü maddede, bu kuralın
değiştirilemeyeceği belirtilmiş; 5 inci maddede, Türk
Ulusunun tümlüğünü, ülkenin bölünmezliğini korumak devletin temel
amaç ve görevleri arasında sayılmış; 14 üncü maddede, temel
hak ve özgürlüklerin, devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmez bütünlüğünü
bozmayı amaçlayan etkinlikler biçiminde kullanılamayacağı
açıkça vurgulanmıştır.
Ayrıca, 26 ncı maddede
düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün, 27 nci maddede bilim
ve sanat özgürlüğünün, 28 inci maddede basın özgürlüğünün,
devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmez bütünlüğünü koruma amacıyla
sınırlandırılabileceği kabul edilmiş; 58 inci
maddede, devlet, gençleri, devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmez
bütünlüğünü ortadan kaldırmayı amaç edinen görüşlere
karşı yetiştirmekle ödevli kılınmış; 68 inci
maddede, siyasal partilerin tüzük, program ve eylemlerinin, devletin ülkesi ve
ulusuyla bölünmez bütünlüğüne aykırı olamayacağı
açıklanmıştır.
Görüldüğü gibi, Anayasamıza
göre, Türkiye Cumhuriyeti, ülkesi ve ulusuyla bölünmez bir bütündür ve tekil
devlet yapısına sahiptir. Kurucu öğe olarak, tek devlet, tek
ülke ve tek ulus söz konusudur; bu öğelerden ve tek dil, tek bayrak ülküsünden
asla vazgeçilemez. (Alkışlar)
Ulusun adı, Yüce Önder'in şu
özlü sözünde belirtilmiştir: "Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye
Halkına Türk Ulusu denir." (Alkışlar)
O Ulus ki, büyük bir özveriyle yurdunu
yabancı işgalcilerden kurtarmış, tasada ortaklık
yapmış, Türkiye Cumhuriyetini kurmuş, tüm devrimleri birlikte
gerçekleştirmiş, Cumhuriyetin kazanımlarından birlikte
yararlanmış, sevinci ve övüncü birlikte
yaşamıştır. (CHP sıralarından alkışlar)
Çağdaş devletlerde de
yurttaşlık hukuksal bağı yanında bir de ulus
kimliği vardır ve bu kimlik, ortak çıkarların, ortak
coşkuların, ortak duyguların ve ortak bir dilin
toplamıdır.
Anayasanın
Başlangıcında ve 2 nci maddesinde; Türkiye Cumhuriyetinin ve
Anayasanın Atatürk ulusçuluğuna dayandığı, Türk
Ulusunun çıkarlarının her türlü etkinliğin üzerinde
olduğu belirtilmiştir.
Anayasadaki ulusçuluk
anlayışı, ırksal ve dinsel ögelere değil, gurur ve
övünmede, sevinç ve tasada, hak ve ödevlerde, nimet ve külfette ortaklık
ve birlikte yaşama isteği gibi değerlere dayanmaktadır.
Geçmişte yaşanan ortak acılar ve sevinçler, birlikte
kazanılan zaferler, ülke ve ulus çıkarını her şeyden
üstün tutma, ülkü ve amaç birliği, çağdaşlaşma yolunda
verilen savaşım bu değerleri oluşturmaktadır.
Bunun doğal sonucu olarak
Anayasada, Türk Devletine yurttaşlık bağıyla
bağlı olan herkesi Türk sayan kuralıyla, birleştirici ve
bütünleştirici bir ulusçuluk anlayışı benimsenmiştir.
Devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmez bütünlüğü, çağdaş ulusçuluk
anlayışının belirgin niteliklerinden birini oluşturmaktadır.
Çok kültürlü toplumlarda birlik, ulusal
devletle sağlanmış ve tek ulus ilkesi bu birliği
pekiştiren en önemli öge olmuştur. Toplumu oluşturan
yurttaşların tek ulus çatısında toplanması, laiklikte
olduğu gibi, farklılıklar korunarak birlikte yaşamanın
en etkili yoludur.
Türk Devletine yurttaşlık
bağıyla bağlı olan herkesin Türk sayılması, Türk
Ulusunu oluşturan ögelerin etnik kimliklerinin yadsınması
anlamına gelmemektedir; tam tersine, etnik kökeni, dini ne olursa olsun,
tüm yurttaşların "Türk Ulusu" olarak
adlandırılması, yurttaşlar arasındaki
eşitliğin sağlanması, çoğunluk içinde bulunan
çeşitli etnik kökenli yurttaşların azınlık durumuna
düşmesini önleme amacına yöneliktir. (Alkışlar)
Anayasadaki "Egemenlik
kayıtsız koşulsuz Türk Ulusunundur" kuralı da
"Türk Ulusu" kavramının, çoğunluk-azınlık ya
da din ve ırk ayrımı yapılmadan yurttaşların
tümünü kapsadığını göstermektedir.
Türk Ulusunun birliğini ve
huzurunu bozmaya yönelik uğraşlar, tekil devleti hedef alan
girişimlerdir. Bu girişimlerin sonuçsuz kalmaya mahkûm olduğu
bilinmelidir.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Anayasanın 92 nci maddesinde, Türk Silahlı
Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesine izin verme yetkisi, Türkiye
Büyük Millet Meclisine tanınmıştır ve münhasır bir yetkidir.
Bu niteliği, yetkinin, doğrudan Türkiye Büyük Millet Meclisince
kullanılmasını, başka bir organa devredilmemesini
gerektirmektedir. Hiçbir organ, kaynağını Anayasadan almayan bir
devlet yetkisi kullanamaz.
Bu nedenle, izin yetkisi
kullanılırken, iznin süresinin, kapsamının ve
sınırının da belirtilmesi gerekmektedir.
Soğuk savaş dönemi
sonrası, teknoloji, iletişim, ulaşım sektörlerindeki
gelişmeler, uluslararası dengeleri güçlü ülkeler yararına
hızla değiştirmektedir. Bu durum, uluslararası kurumların
ve uluslararası hukukun önemini belirginleştirmektedir. Güçsüz
olanın güçlü karşısında korunması, ancak, bu kurumlar
ve uluslararası hukuk aracılığıyla
sağlanabilmektedir.
Devletlerin kendilerini
uluslararası hukukla bağlı sayması, dünya
barışı yönünden önemlidir. Anayasamızın 92 nci
maddesiyle Türkiye Büyük Millet Meclisine verilen yetkinin uluslararası
hukukun meşru saydığı durumlar için öngörülmüş
olması, uluslararası ilişkilerin ulaştığı
boyut yönünden de son derece anlamlıdır.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; çağdaş, özgürlükçü demokrasinin temel
öğelerinden olan basın, demokratik düzenin sağlıklı
işlemesi yönünden vazgeçilmez bir işleve sahiptir. Basın
özgürlüğü ise, düşünce ve anlatım özgürlüğünü tamamlayan
bir özgürlüktür.
Halkın haber alma
hakkını kullanabilmesinin aracı konumundaki basının,
çıkar gruplarından ve her türlü otoriteden bağımsız,
evrensel meslek ölçütleriyle çalıştığı toplumlarda,
hak ve özgürlükler geniş uygulama alanı bulmaktadır.
Haber verme, denetim ve eleştiri
yapma, kamuoyunu bilgilendirme ve oluşturma, kurumlarla bireyler
arasında bilgi akışı sağlama, özgür tartışma
ortamı yaratarak toplumsal bilinci güçlendirme, toplumu eğitme ve
düşünce dünyasını zenginleştirme gibi yaşamsal
sorumlulukları bulunan basın, bu yönüyle kamusal görev
yapmaktadır.
Yurttaşların, toplumun
geleceğinde belirleyici rol oynayabilmeleri, yönetimi denetleyebilmeleri,
temel hak ve özgürlüklerinin bilincine varıp, bunları her alanda
kullanabilmeleri, hukuksal ve toplumsal kuralların yanında, özgür ve
yansız basının varlığını gerekli
kılmaktadır.
Basının, toplum adına
üstlendiği görevleri yerine getirebilmesi için özgür olması, her
türlü güç ve baskı karşısında korunması zorunludur.
Basının
saygınlığının ve güvenilirliğinin artması,
medya gücünün kötüye kullanılmasının önlenmesine, bu gücün
kişisel çıkarlardan ve ticarî kaygılardan uzak tutulmasına,
yansız, doğru, ilkeli, kişilik haklarına ve özel
yaşama saygılı habercilik anlayışının
benimsenmesine, her koşulda meslek etiğinin gözetilmesine
bağlıdır.
Türk basınının tüm
çalışanları ve meslek örgütleriyle, Cumhuriyet rejiminin korunup
kollanmasında, laikliğin savunulmasında, demokratik
değerlerin yaşatılmasında, geçmişte olduğu gibi
bugün ve gelecekte de öncü rol üstlenebileceğinden kuşku duymuyoruz.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; çağımızda bir ülke nüfusunun büyüklüğü,
tek başına, o ülkenin gücünün yeterli göstergesi olmamaktadır.
Gelişen teknoloji, nüfusun yapısını ve niteliğinin
önemini artırmıştır. Nüfusun büyüklüğü ve özellikleri,
ekonominin sektörel yapısını ve büyüme oranını
etkilemektedir.
Hızlı nüfus
artışı, temelde yüksek doğum oranına dayanmakta,
üretim çağına ulaşmamış olan 0-14 yaş grubunun
oranını artırmakta, toplam tüketimin artmasına,
dolayısıyla tasarrufun azalmasına yol açmaktadır.
Nüfus politikaları, ekonomik,
sosyal ve kültürel kalkınmanın ayrılmaz parçasıdır.
Temel amaç, insanların yaşam kalitesini artırmaktır. Bu da
ancak, sürdürülebilir kalkınmayla gerçekleştirilebilir.
Sürdürülebilir kalkınmayı olumsuz etkileyen en önemli etmen de
hızlı nüfus artışıdır.
Gelişmekte olan ülkelerde
hızlı nüfus artışı tasarrufu
zorlaştırmaktadır. Oysa, bu tür ülkelerin kalkınabilmesi
için altyapı, eğitim, sağlık gibi alanlarda
yatırımların artırılması gerekmektedir.
Ayrıca, artan iş gücüne iş olanağı yaratmak yeni
yatırımlara bağlıdır.
1990-2000 döneminde nüfusun
yıllık ortalama artış hızı binde 18'den binde
14'e inmiştir. Ancak, yine de Avrupa ülkeleri arasında en yüksek
nüfus artış hızı Türkiye'dedir.
Göstergelerin değişmemesi durumunda,
2025 yılında ülke nüfusunun yaklaşık 90 000 000'a
ulaşacağı kestirilmektedir. Bunun, daha fazla yoksulluğu
birlikte getireceği açıktır. Bu nedenle,
halkımızın, iyi örgütlenmiş, etkili aile planlaması ve
destekleyici hizmetler yoluyla bilinçlendirilmesi, kendilerinin ve ülkenin
çıkarları yönünden zorunludur.
Aile planlaması
kavramının salt doğum kontrolü olarak algılanması
doğru değildir. Kavram, ana ve bebek sağlığı ile
nüfus planlamasını birlikte içermektedir. Bu boyutuyla, ekonomik ve sosyal
kalkınma yanında, yaşamsal önemi olan sağlık
hakkıyla doğrudan ilgilidir.
Türkiye, Cumhuriyetin 100 üncü
yılında, gönenç düzeyi yönünden Avrupa Birliği verilerine
ulaşabilmek için, etkili bir aile planlaması ile
sağlıklı ve kalkınmayı sürdürecek nüfus
yapısı oluşturma hedefi de önemle göz önünde
tutulmalıdır.
20 000 000 insanımız
yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. En
varsıl kesim ile en yoksul kesim arasındaki gelir farkı 17 kata
çıkmıştır. Bunun temel nedenlerinden en önemlisi,
aşırı nüfus artışı ve aile planlaması
konusunda kesimler arası bilinç farkıdır. En yoksul illerde
nüfusun yarısının 14 yaşın altında olması bu
bilinç farkını ortaya koymaktadır.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; ülkemizin çağdaş uygarlık düzeyine
erişmesi sürecinde ekonomiye büyük önem verilmesi gerekir.
Sanayileşmiş ve gelişmiş bir ülke olarak küreselleşen
dünyada hak ettiğimiz yeri alabilmek için, ekonomik yönden güçlü olmak
zorundayız.
Türk ekonomisinin son yıllarda
gösterdiği gelişmeleri yakından izliyoruz. Ekonomik anlamda yeni
sıkıntılarla karşılaşılmaması ortak
dileğimizdir. Toplum olarak geçmişten ders çıkarmalı,
anlayış birliği içinde, iç politika kaygılarından
uzak, siyaset üstü yaklaşımlarla geleceğe yönelmeliyiz.
Sayıların olumlu ya da
olumsuzluğundan bağımsız olarak yapısal sorunlara
eğilmemiz ve gerçekçi, bütüncül çözümler üretmemiz gerekmektedir. Bunun
yolu ise, ekonomide yapısal değişimin önündeki risklerin
tanısının doğru konulmasından geçmektedir.
Bu bağlamda, ülke ekonomisinin,
dengeleri sağlam, üretime dayanan, siyasal yönlendirmelerden etkilenmeyen,
gelir dağılımında adalet sağlayan bir yapıya
kavuşturulması ve dünyadaki yapısal dönüşümlere uyumlu
duruma getirilmesi önemlidir.
Ulusal sermayenin bir ülkenin
büyümesinin en temel itici gücü olduğu gerçeği hiçbir zaman
akıldan çıkarılmamalıdır. Unutulmamalıdır
ki, ulusal sermaye, aynı zamanda bir ülkenin malî sektörünün de
omurgasıdır. Ulusal sermayenin büyütülmesi ve geliştirilmesi
için ulusal tasarrufların özendirilmesi ve verimli kullanılması
zorunludur.
Küreselleşme adı altında
uluslararası tekelci sermayenin, yerelleştirme ve özelleştirme
yöntemi ile iç pazarı etkili biçimde ele geçirmesinin ulusal ekonomiye
zarar vereceği de gözden uzak tutulmamalıdır. (CHP
sıralarından alkışlar)
Toplumsal ya da stratejik önem
taşıyan tüm kamu kuruluşlarının getirisi-götürüsü
tartışılmadan özelleştirilmesi yönündeki uygulamalar,
özelleştirmeyi toplumsal, mantıksal ve hukuksal temelinden
uzaklaştırmakta, sosyal devlet ilkesine zarar vermekte ve hızla
yabancılaşmaya dönüştürmektedir. (CHP sıralarından
alkışlar)
Gelişmiş ülkelerde stratejik
önemdeki tesislerin, yabancılara satılmasının önlenmesi ve
bunun örneklerinin giderek artması, özelleştirme konusuna çok daha
duyarlı yaklaşılmasını gerektirmektedir. (CHP
sıralarından alkışlar)
Üstelik, ülkemizdeki bölgelerarası
gelişmişlik farkı ve geri kalmış yörelere özel kesimin
yatırım yapmaktan kaçınması, kamu
girişimciliğinin önemini ortaya koymaktadır.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti, sosyal bir devlettir. Anayasanın
ilgili maddelerinde sosyal devletin çerçevesi çizilmiş, devletin bu
kapsamdaki görev ve yükümlülükleri saptanmıştır.
Bireylerin sosyal hakları ve
asgarî yaşam düzeyleriyle ilgilenerek onların gönenç, huzur ve
mutluluk içinde, gelecek kaygısı taşımadan
yaşamalarını sağlamak, sosyal devletin temel amaç ve
görevlerindendir.
Sosyal devletin, toplumun
gereksinimlerini karşılamak amacıyla üstlendiği kamu
görevlerini, genel olarak sosyal güvenlik, sosyal yardım, sosyal
hizmetler, eğitim ve sağlık biçiminde özetlemek
olanaklıdır.
Toplumun huzur ve mutluluğu için
sosyal güvenlik, eğitim ve sağlık hizmetlerini
diğerlerinden ayırmak gerekmektedir. Bunlar, siyaset üstü
tutulması gereken, yaşamsal önemi bulunan hizmetlerdir.
Sağlık hizmetlerinin yaygınlaştırılması,
kalitesinin yükseltilmesi, tüm bireyler için erişilebilir, yeterli ve
sürekli kılınması, sağlık güvencesinin herkesi
kapsaması sosyal devlet olmanın koşuludur. Sağlık gibi
devletin aslî görevi olan bir alanın, insanî boyutu gözardı edilerek,
yalnızca parasal yaklaşımlarla ele alınması, sosyal
devlet ilkesiyle örtüşmemektedir. (CHP sıralarından
alkışlar)
Çağdaşlık savındaki
her devlet, birey mutluluğunu amaçlayan politikalar benimsemek ve
uygulamak durumundadır.
Bu nedenle Türkiye de, sağlık
alanında çağdaş ölçütleri yakalamak, sağlık sisteminin
aksayan yönlerini ivedilikle, toplumun beklentileri doğrultusunda
düzeltmek zorundadır.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; yolsuzluklardan arındırılmış temiz
bir toplum, nesnel kurallara göre işleyen yansız ve saydam bir
yönetim, tüm yurttaşların ortak özlemidir. Ne var ki, uzun
yıllardan beri yolsuzluk olayları toplumun gündeminden
düşmemiş, kamuoyu sorgulama gereği duymadan her suçlamaya inanır
duruma gelmiş, toplumsal sağduyu, aklama kararlarına bile
kuşkuyla bakar olmuştur.
Kamu kurum ve kuruluşlarında
yapılan denetimler, bilgisizlik, savurganlık, çıkar
sağlama, görevi savsaklama, basiretsizlik gibi nedenlerle, kurumların
çok yüksek tutarlarda zarara uğratıldığını
göstermektedir.
Yolsuzlukla savaşımda mutlaka
başarılı olunması gerekmektedir. Bu hedefe ulaşmak
için, yasama, yürütme ve yargı organlarınca, kararlı bir tutum
izlenmeli, açık bir toplum ve saydam bir yönetim olmanın gerekleri
yerine getirilmeli, yolsuzluk eylemlerinin cezasız kalmayacağı
uygulamalarla kanıtlanmalı, yasama dokunulmazlığına
ilişkin kurallar gözden geçirilmelidir. (CHP ve Anavatan Partisi
sıralarından alkışlar)
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; ülkelerin gelişen dünyadaki konumlarını
güçlendirebilmelerinde temel araç eğitimdir. Türkiye Cumhuriyeti
kuruluşundan bu yana eğitime büyük önem vermiş,
çocuklarımızın ve gençlerimizin, yenilikleri yakalayan,
aklı ve bilimi rehber edinen, yaşamına dogmalarla ve hurafelerle
değil, çağdaş değerlerle yön veren nitelikli kuşaklar
olarak yetiştirilmesine özen göstermiştir.
Eğitimin temel amacı,
toplumun ve bireyin niteliğinin yükselmesine hizmet etmektir.
İnsanlık tarihi boyunca gelişmenin ana kaynağı bilgi
olmuştur. Çağımızda bilginin önemi "bilgi toplumu"
kavramının geliştirilmesini gerekli kılacak düzeyde
artmıştır.
Kalkınmanın sürdürülebilmesi,
bilgiyi üretme ve kullanma yetisi geliştirilmiş bireyleri
yetiştirecek, nitelikli bir eğitim-öğretim sisteminin
kurulmasını gerektirmektedir.
Eğitim, ülkedeki ekonomik,
toplumsal, bilimsel ve siyasal kurumların üretim ve hizmet kapasitesini
artıran bir süreçtir. Bu süreç, bireylerin yaşam boyu öğrenmesi
olgusunu da kapsamaktadır.
Dünyada ekonomiler giderek nitelikli
bir istihdam profiline, dolayısıyla daha nitelikli eğitim ve
yükseköğretim almış olmayı gerektiren bir sektörel
yapıya dönüşmektedir.
Sonuç olarak, eğitimin
sürdürülebilir büyüme, rekabet edebilirlik, araştırma,
geliştirme ve yeni iş alanlarının yaratılması,
sosyal içerik, bölgesel gelişme gibi ögelerle bir arada ele alınması
ve bu alanlara olan katkısını ön planda tutan bir
yaklaşımla değerlendirilmesi gerekmektedir. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Kişiliğin
oluşmasında önemli katkıları olan okul öncesi
eğitimde, çocuklarımızın sağlığı ve
beslenmesi kadar, bireysel gelişimini destekleyecek toplumsal ve fiziksel
ortamlar sağlanması da önemlidir.
İlköğretimin temel hedefi,
etkili bir rehberlik ve danışmanlık hizmeti sunarak,
çocuklarımızı erken yaşlardan itibaren ilgi, yetenek,
gelişim ve öğrenme özelliklerine göre geleceğe
hazırlamaktır. Bu dönemde, çocuklara, denetimsiz ortamlarda bilim
dışı, mistik ve dogmatik kimi bilgiler
aşılanmasına duyarsız kalınması, bu niyetle
hareket eden kişi ya da kurumların, caydırıcılığı
azaltacak yaptırımlarla cesaretlendirilmeleri son derece
tehlikelidir. (CHP ve Anavatan Partisi sıralarından
alkışlar)
İlköğretim sistemimizin en
önemli sorunlarından biri de, öğrencileri ortaöğretime
yönlendirmedeki yetersizliğidir. Bir meslek seçimine ilişkin
kararını henüz olgunlaştıramamış çocuklarımız,
ilköğretimin sonunda meslekî eğitim veren liseler yerine, genellikle
üniversiteye hazırlık amaçlı genel liselere yönelmektedirler. Bu
nedenle, meslekî teknik öğretimin, genel ortaöğretim içindeki
payı giderek düşmektedir.
Zorunlu eğitimin 8 yıla
çıkarılması ve uygulamanın kararlılıkla
sürdürülmesi, eğitimde çağa uyum yönünde atılan önemli bir
adım olmuştur. Fiziksel altyapı yeterli düzeye getirilerek,
zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarılması bir an önce
gerçekleştirilmelidir. (CHP ve Anavatan Partisi sıralarından
alkışlar) Eğitimde niteliğin iyileştirilmesi ve
gelişimin sürdürülmesi bunu gerekli kılmaktadır.
Ortaöğretim aşamasında,
meslekî ve teknik bilgiyle donanmış gençlerimizin ilgili sektörlerde
çalıştırılmalarına öncelik verilmesi, böylece ara
eleman gereksiniminin karşılanması, lisans düzeyinde
öğrenim yapmak isteyenlerin ise, kendi alanlarıyla ilgili
yükseköğretim kurumlarına yönlendirilmeleri temel
alınmalıdır.
Üniversiteye girişe
hazırlık uygulaması, ortaöğretimi neredeyse amaç olmaktan
çıkararak araç durumuna düşürmüştür. Bu olgu, gençlerimizin
sosyal etkinliklerden uzak, araştırmacılığı
önemsemeyen, sorun çözme becerisi kazanamamış kişiler olarak
yetişmelerine yol açmaktadır.
Yükseköğretimdeki
sorunlarımızın kalıcı biçimde çözülebilmesi için, bu
alana yönlendirilen malî kaynakların çoğaltılması,
üniversitelerin öğrenci kapasitesinin, ülkemizin gereksinim duyduğu
yetişmiş insan gücü sayısıyla
uyumlaştırılması, öğretim kalitesinin yükseltilmesi ve
uluslararası geçerliliği olan bir kalite güvence sisteminin
geliştirilmesi, öğretim üyeliğinin çekici duruma getirilip,
üniversite kadrolarının oluşumunda kıdem ve liyakatin temel
alınması önem taşımaktadır. (Alkışlar)
Ülkemizin genç ve yetenekli beyinleri,
eğitim sonrası iş olanaklarının yetersizliği ve
kariyer planlamasına ilişkin kaygıları nedeniyle,
yaşamlarını gelişmiş ülkelerde kurmaya yönelmektedir.
Oysa, bu gençler, ulusumuzun çağdaş uygarlık düzeyine
yükseltilmesinde temel güvencelerimizdir.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; dünyanın içinden geçmekte olduğu hızlı
küreselleşme süreci, karşılıklı
bağımlılığı derinleştirmekte,
statükoları sarsmakta ve dünyanın jeopolitik ve jeostratejik durumuna
yön vermektedir. Küresel güvenlik ve küresel ekonomi, birbiriyle yakından
ilişkili iki önemli kavram durumuna gelmiştir.
Dünyada oluşan yeni güvenlik
ortamı, geleneksel tehdit algılamalarının
değişmesine yol açmış, güvenlik, bir yerde
küreselleşmiştir. Bu çerçevede "güvenlik boyutu" ülke
güvenliği kavramından, uluslararası güvenlik biçiminde
tanımlanan bölgesel ve küresel güvenlik anlayışına
kaymıştır.
Türkiye, ülke bütünlüğüne, ulusal
birliğe ve siyasal rejime yönelik çok boyutlu ve giderek artan iç ve
dış tehdit ve risklerle karşı karşıyadır. Bu
risk ve tehditlerin kaynağını, bölücü ve irticaî etkinlikler,
uluslararası terörizm, kitle imha silahlarının
yayılması ve bölgesel sorunlar oluşturmaktadır.
Karşılaşılan bu
güvenlik sorunlarına karşın Türkiye, istikrarını ve
gönencini korumada başarılı olmuştur. Bunda en önemli
etkenler, sağlam temeller üzerine kurulmuş laik ve demokratik devlet
yapımız ile her türlü etnik ve dinsel
ayırımcılığı reddeden, hoşgörü,
dayanışma, birlik ve beraberliği öngören toplumsal
tavrımızdır.
Terörizmin hesaplı ve siyasal
amaçlı bir şiddet hareketi olduğu genel kabul görmektedir.
Terörle savaşımın başarılı olması, küresel
düzeyde tam bir iş birliğinden geçmektedir. Bu iş birliğinin
başarısı, her türlü terör örgütünün, hiçbir ayırım
yapılmaksızın, ortak hedef olarak değerlendirilmesi ve
tanımlanmasıyla olanaklıdır. Terörün desteklenmesinin ya da
başka ülkelere yönelmiş terörist etkinlikler
karşısında sessiz kalınmasının, terörle küresel
savaşımı olumsuz etkilediği kuşkusuzdur. Hiçbir
ülkenin küresel terörizmle savaşımı tek başına
kazanması olanaklı değildir.
Türkiye, terörden en çok zarar gören
ülkelerden biri olarak, terörle küresel savaşımı tüm gücüyle
desteklemektedir. Ancak, Türkiye Cumhuriyetinin üniter yapısını
değiştirmek ve ülkeyi parçalamak amacıyla giderek artan eylemler
gerçekleştiren terör örgütüne karşı savaşımında
Türkiye'ye, dost, komşu ve bağlaşıklarınca yeterince
yardım ve destek verilmemektedir.
Irak'ın kuzeyinden kaynaklanan
bölücü teröre karşı, ayırım yapmaksızın ortak bir
karşı duruş ve güçlü bir eylemsel iş birliği tek çözüm
yolu olarak görülmektedir. Sorunun ivediliğinin ve öneminin
kavrandığına ilişkin kimi gelişmeler yaşansa da,
Türkiye'nin dış teröre karşı meşru savunma hakkı
saklı tutulmaktadır. (Alkışlar)
Türkiye Cumhuriyeti, iç
barışına ve huzuruna yönelik ve evrensel bir insanlık suçu
olan bölücü terörü tümüyle yok edene kadar, hukuk devleti kuralları
içinde, büyük bir kararlılıkla savaşımını
sürdürecektir. (Alkışlar)
Bu bağlamda, teröre
karşı silahlı savaşım yanında, Doğu ve
Güneydoğu Anadolu Bölgelerimizin sosyoekonomik sorunlarını
hızla iyileştirmek ve bölgelerarası gelişmişlik
farklılıklarını ortadan kaldırmak amacıyla
hazırlanan eylem planlarının etkin biçimde
uygulanmasının önemini de vurgulamak istiyorum.
Terörle savaşımda, güvenlik
güçlerimizin özverili çabalarını, halkımızın tümüyle
teröre karşı gösterdiği birlik ve
kararlılığı, yönetim birimlerimizin üstün
çalışmalarını, Yüce Meclisimizin terörle
savaşımda sağladığı destek ve katkıları
takdirle karşılıyoruz. (Alkışlar)
Terörle savaşımda
yitirdiğimiz şehitlerimize bir kez daha Tanrı'dan rahmet
diliyor, gazilerimizi gönül borcuyla anıyorum. (Alkışlar)
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; ülkemizin iç güvenliğine yönelik bir diğer tehdit
de, cumhuriyetimizin kuruluşundan beri var olan, bugün de etkinliğini
artırarak sürdüren irtica tehlikesidir. (CHP sıralarından
alkışlar) Türkiye'de irticaî tehdidi yeterince
algılayamayanların, özellikle son yirmi yılda yaşanan
olayları üst üste koyup birlikte değerlendirmesi, Türkiye'deki
toplumsal ve bireysel yaşamın nereden nereye geldiğini iyi
çözümlemesi gerekmektedir.
İrticaî tehdidin, devletin temel
niteliklerini değiştirme hedefinden sapmadığı
gözlenmektedir. Bu çerçevede, cumhuriyetin kazanımlarının
ortadan kaldırılması, laiklik kavramının çeşitli
biçimlerde yorumlanarak içinin boşaltılması, irticaî
tabanın giderek genişletilmesi, kadrolaşma ve dini
bireysellikten çıkararak toplumsallaştırma ve siyasete yansıtma
çabalarının yoğunlaşmasının, toplumda
gerginliği artırdığı dikkati çekmektedir. (CHP
sıralarından alkışlar)
İrticaî tehdide karşı
savaşımın kilit taşı laikliktir.
Unutulmamalıdır ki, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesi
laik düzene dayanmaktadır. (CHP sıralarından alkışlar)
İrticayla savaşımda,
cumhuriyetimizin laik yapısının korunması, dinin, din
duygularının ve dince kutsal sayılan değerlerin siyasal
amaçlı olarak kötüye kullanılmasının önlenmesi, toplumun bu
yönde bilinçlendirilmesi, devrim yasalarının ödünsüz uygulanması
ve devlet organlarının yetkilerini duraksamaya düşmeden etkin
biçimde kullanmaları zorunludur. (Alkışlar)
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; ulusal güvenliğimiz yönünden Silahlı Kuvvetlerin
güçlü tutulması, geçmişten günümüze en önemli temel önceliğimiz
olmuştur.
Silahlı Kuvvetlerimiz, ülkemizin
ve siyasal rejimimizin varlığının ve sürekliliğinin
güvencesidir. Türk Silahlı Kuvvetlerinin, Anayasada ve yasalarda
belirlenmiş görev ve sorumluluklarını yerine getirecek biçimde
güçlü olmasına, cumhuriyet hükümetleri ve parlamentolarımız
büyük önem vermiş ve özen göstermiştir. Bunu, burada bir kez daha
belirtmekten mutluluk duyuyorum. (Alkışlar)
Bununla birlikte, ulusunun büyük güven
ve sevgisine erişmiş olan ordumuzun
saygınlığının korunmasını ve siyaset üstü
tutulmasını, temel bir görev ve sorumluluk olarak
algılamalıyız. (Alkışlar)
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; dış siyasada önemli gelişmelerin
yaşandığı bir dönemden geçiyoruz. Bu gelişmelerin
niteliği ne olursa olsun, çevremizde ülkemizin güvenlik içinde gelişimini
sürdürebilmesine elverişli bir ortamın sağlanması,
kuşkusuz ulusal çıkarlarımızın gereğidir.
Batı ile Doğu arasındaki
benzersiz konumumuz, sık sık çatışma ve bunalımlarla
karşılaşılan bölgemizde gerçekçi, etkin ve çok boyutlu bir
dış siyasa izlememizi gerektirmektedir. Bu nesnel gerekliliklerin
yaşama geçirilmesi yönünde izlediğimiz dış siyasaya,
çağdaş değerleri benimseyen, barışçıl ve hukukun
üstünlüğüne dayalı bir anlayış egemen olmuştur.
Türk Ulusu, çevresinde yaşanmakta
olan sorunların olumsuz etkilerini birlik ve dayanışma içinde
karşılayacak, uluslararası ilişkilerde
barışçıl, saydam ve içten tutumunu kararlılıkla
sürdürecektir.
Avrupa Birliğine üyelik hedefimiz,
her zamanki canlılığını ve dış siyasadaki
öncelikli yerini korumaktadır.
Avrupa Birliği, Türkiye ile
katılım görüşmelerini başlatma kararı alarak,
Birliğin ortak değerlere bağlı her Avrupa ülkesine
açık olduğunu göstermiş, stratejik bir bakış
açısı ortaya koyabilmiştir. Katılım sürecinin
aksamadan ilerlemesi ve yapay sorunlarla engellenmesine izin verilmemesinin, Türkiye
ve Birlik üyesi ülkelerin ortak yararına olduğu kadar, küresel
barışa da katkıda bulunacağına inanıyoruz. (AK
Parti ve CHP sıralarından alkışlar)
Ancak, ülkemizin Avrupa Birliği
üyeliğine kültür ve din farklılığını öne sürerek
karşı çıkan kimi çevrelerin, Kıbrıs Rum gemi ve
uçaklarına ülkemiz limanlarının açılması yönündeki Rum
çabalarına arka çıktıkları da gözlenmektedir. (AK Parti ve
CHP sıralarından alkışlar) Bu çabalar, Avrupa
Birliğine katılım sürecinde ülkemizden tek yanlı ödün
almayı hedefleyen Rum yönetiminin uzlaşmaz tutumunu
yüreklendirmektedir. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Avrupa Birliğinin üzerine
düşen, Rum tarafını, yerleşmiş Birleşmiş
Milletler parametreleri doğrultusunda, siyasal eşitlik ve iki
kesimliliğe dayalı kapsamlı bir çözüme yönlendirmektir.
Avrupa Birliğine üyelik hedefimiz
gibi, Amerika Birleşik Devletleriyle köklü ilişkilerimiz de
dış siyasamızın temel eksenini oluşturmaktadır.
Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleriyle ilişkilerimiz
birbirini tamamlamakta ve Avrupa-Atlantik bağımızı
oluşturmaktadır.
Günümüz koşulları
Türk-Amerikan ilişkilerinin önemini daha da
artırmıştır. Amerika Birleşik Devletleriyle ortak
yarar temelinde sürdürdüğümüz istikrar, iş birliği ve
barışa dayalı genel amaç birliği, ilişkilerimizin geleceğinin
de güvencesidir. Bu çerçevede, Amerika Birleşik Devletleri ile terör ve
Kuzey Irak bağlamında sürdürmekte olduğumuz iş
birliğinin, sonucu Türk kamuoyu tarafından da titizlikle izlenen
önemli bir sınav oluşturacağını vurgulamak isterim.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
Çevremizde bir uyum ve istikrar
kuşağı oluşturulması başlıca hedefimizdir.
Komşularımızla ilişkilerimiz de bu anlayış
üzerine kuruludur.
Türk-Yunan ilişkilerinin,
içtenlik, karşılıklı güven ve dostluk temelinde
gelişmesinin ikili sorunların çözümünü
kolaylaştıracağına inanıyoruz. Bu yöndeki
ilerlemelerin Akdeniz bölgesine olumlu yansımaları
olacağından kuşku duymuyoruz.
Yunanistan'ın uluslararası
antlaşmalardan kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmesini ve
Batı Trakya Türk azınlığının
sorunlarını çözmesini bekliyoruz. (Alkışlar)
Balkanların istikrarı,
ülkemiz için de büyük önem taşımaktadır. Türkiye, Balkan
ülkeleri arasında karşılıklı anlayış,
iş birliği ve barış içinde birlikte yaşamaya dayalı
bir ortamın oluşturulmasına önem vermektedir. Bu
anlayışla, bölge istikrarını korumaya ve bölgenin yeniden
yapılandırılmasına katkılarımızı
sürdüreceğiz.
Rusya Federasyonu, tarih boyunca önemli
bir komşumuz olmuştur. Artan karşılıklı güven ve
dostluğa koşut olarak, ortak hedefimizi oluşturan "çok
boyutlu güçlendirilmiş ortaklık" yönündeki iş
birliğimiz hızla ilerlemektedir. Avrasya ve Karadeniz bölgesinin iki
önemli ülkesi olan Türkiye ve Rusya Federasyonu arasında gelişen
iş birliği, tüm bölgenin barış, istikrar ve gönencine
katkıda bulunacaktır.
Türkiye'nin merkezinde yer
aldığı Avrasya coğrafyasının bir istikrar ve
iş birliği alanına dönüştürülmesi, dış siyasa
hedeflerimiz arasında yer almaktadır.
Geçtiğimiz temmuz ayında
hizmete açılan Bakü-Tiflis-Ceyhan ham petrol boru hattı, bölgesel
iş birliğinin anlamlı bir simgesini oluşturmaktadır.
Kazakistan'ın da katılmasıyla bu iş birliği
ağı Ortaasya'ya kadar uzanacaktır. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Güney Kafkasya'da sağlam bir
dostluk ve iş birliği ortamı yaratılmasını
istiyoruz. Bölgede kalıcı istikrar, güvenlik ve gönencin
sağlanması yönündeki çabalarımız sürmektedir.
Dost ve kardeş Azerbaycan'ın
uluslararası toplumdaki saygın yerini pekiştiren adımlar
attığını ve hızla geliştiğini görmekten
kıvanç duyuyoruz. Yukarı Karabağ sorununun çözüme
kavuşturulmasını ve Azerbaycan'ın toprak bütünlüğünün
yeniden sağlanmasını istiyoruz. (Alkışlar)
Bölgede iş birliğine önem
verdiğimiz Gürcistan'ın sorunlarının barışçı
yollarla, toprak bütünlüğü gözetilerek ve ileride yeni
uyuşmazlıklara yol açmayacak biçimde çözülmesini diliyoruz.
İran'ın nükleer
programına ilişkin gelişmeleri kaygıyla izlemekteyiz.
Türkiye, İran'ın barışçı amaçlarla nükleer teknoloji
geliştirme hakkına saygı duymaktadır. Ancak, İran'ın,
uluslararası toplumda oluşan güven eksikliğini gidermesi ve
ilgili uluslararası kuruluşlarla tam ve saydam bir iş
birliğine girmesi gerekmektedir. (CHP sıralarından
alkışlar)
Her gün çok sayıda kişinin
yaşamını yitirdiği Irak'ta durum, bir insanlık
trajedisine dönüşmüştür. Türkiye, bu zor günlerinde Irak'ın ve
Irak Halkının yanında olmayı sürdürecektir. Bu ülkedeki tüm
kesimlerle sürdürdüğümüz ilişkilerin başlıca amacı,
Irak'ın toprak bütünlüğünün ve siyasal birliğinin korunmasıdır.
(Alkışlar)
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Ortadoğu, sorunlarla örülü kabuğunu ne yazık ki
kıramamış görünmektedir. Birbiriyle yakından
bağlantılı, bu kökleşmiş sorunlar, bölgede
kalıcı istikrara ulaşılmasını engellemektedir.
Uygarlıklar beşiği Ortadoğu'nun bir dostluk ve iş
birliği alanına dönüştürülmesi, bölgenin siyasal, ekonomik ve
kültürel birikiminin verdiği güçle barış ve gönence ilerlemesi,
Türkiye'nin amacını ve Ortadoğu'ya bakışını
yansıtmaktadır.
Günümüzde, askerî ve ekonomik
yeteneğe dayalı somut güç kavramı yanında, evrensel
nitelikli siyasal ve toplumsal değerlerin önem kazandığına;
demokratik ve çağdaş değerlerin, ülkelerin
saygınlığını, uluslararası iş birliği
ve istikrarı artırdığına kuşku yoktur. Türkiye,
evrensel demokratik değerlerin Ortadoğu'daki tüm ülkelerce
özümsenmesinin, barış ve iş birliğine önemli katkı
sağlayacağına yürekten inanmaktadır. Bununla birlikte, bu
yüksek amaç için siyasal coğrafyaların genişletilmesine,
demokrasi ve çağdaşlık gibi evrensel değerlerin "ılımlı
İslam" gibi eklemelerle yeniden tanımlanmasına gerek
bulunmamaktadır. (Alkışlar) Ne İslamın ne de
demokrasinin kendini tanımlamakta diğerine gereksinimi vardır.
(Alkışlar) Bu kavramların her biri, bireylerin
yaşamının farklı boyutlarını
oluşturmaktadır. Tüm dinlerde olduğu gibi, İslam ile
demokrasi arasındaki ilişkiyi düzenleyen çağdaşlık
ölçütü, laikliktir. (Alkışlar) Genişletilmiş
coğrafyalar için demokratik dönüşüm tasarılarının,
evrensel değer ve ölçütlere, göreli ve bölgesel nitelikler vermesi, çağdaşlaşma
yolundaki çabalara katkıda bulunmaktan uzaktır.
Fas'tan Afganistan'a
uzandığı söylenen "geniş Ortadoğu"
coğrafyasında demokratik dönüşüm, bölge ülkelerinin
kalkınma ve diğer toplumsal sorunlarından soyutlanamaz. Dünya
yeraltı enerji kaynaklarının yaklaşık üçte 2'sini
barındıran bu bölgede gerçekleşmesi istenen demokratikleşme
ve iş birliğinin, yeniden üretilen kavramlar yerine, bireylerin
gönencine yansıyan toplumsal adaletin sağlanması,
çatışma ve el atmaların sona erdirilmesi gibi somut
ilerlemelerle yaşama geçirilebileceğine inanıyoruz. Kimi
ülkelerin son on onbeş yıl içinde bölgeye yönelik olarak
uyguladığı politikaların, bölgedeki sorunları çözmek
yerine yeni ve daha ağır sorunların ortaya çıkması
sonucunu verdiği, üzerinde önemle durulması gereken bir olgudur.
Türkiye, 11 Eylül 2001'de Amerika
Birleşik Devletlerine karşı girişilen terörist
saldırıları lanetlerken, kimi çevrelerce İslam ve terör
arasında kurulmak istenen koşutluğun
anlamsızlığını da vurgulamıştı. (Alkışlar)
Ortadoğu'daki sorunların çözümsüz kalması, masum insanların
yaşamına yönelik terörist eylemleri hiçbir biçimde haklı
kılmaz. Bununla birlikte, çözümsüz kalan bu sorunları gerekçe edinen
terörist eylemlerin İslam diniyle yan yana anılmasının da,
aynı ölçüde tehlikeli sonuçlar getirebileceği açıktır.
(Alkışlar) Bu çerçevede, Hıristiyan dünyası önderlerinin,
içinde bulunduğumuz bu duyarlı dönemde, farklı inanca sahip
kişilerin rencide olması sonucunu doğurabilecek beyan ve
davranışlardan kaçınmaya özen göstermesi, kuşkusuz büyük
önem taşımaktadır. (Alkışlar)
Ortadoğu'nun karmaşık
görüntüsü içinde Filistin sorunu, bölgede kalıcı barış ve
istikrara açılan kapının anahtarıdır. Bu sorunun çözüm
çerçevesi, Birleşmiş Milletlerce ortaya konulan
"uluslararası toplumca tanınmış sınırlarda
yan yana güvenlik içinde yaşayan İsrail ve Filistin Devleti"dir.
Türkiye bu çözüm çerçevesine
inanmaktadır. İsrail Devleti ve Filistin Ulusal Yönetimiyle
sürdürdüğümüz yakın ilişkiler, bize bu amaç doğrultusunda
yapıcı katkılarda bulunabilme olanağı sağlamaktadır.
Bu yöndeki çabalarımızı inanç ve kararlılıkla
sürdüreceğiz.
Ortadoğu'daki sorunların
İsrail-Lübnan boyutu ve bu sorunun ağır insancıl ve
toplumsal bedeli, uluslararası toplumun gündeminde öncelik
kazanmıştır. Hepimizin belleğinde
canlılığını koruyan çatışmalara dönülmesinin
önüne geçilmesi amaçlanmaktadır. Bunun için, öncelikle bölge ülkelerinin
üzerlerine düşen görevleri yerine getirmelerini ve seçimlerini
barıştan yana kullanmalarını diliyoruz.
Aramızda geçmişten
kaynaklanan yakın bağların bulunduğu Orta Asya ülkeleriyle
ilişkilerimizi daha da geliştirme amacındayız. Bölge
ülkeleri, kalkınma, demokratikleşme ve insan hakları
alanındaki çabalarında, Türkiye'yi yanlarında
bulacaklardır. Bu alanlarda atacakları her adımın, bu
ülkeleri uluslararası toplumla daha çok bütünleştireceğini ve
bölgede kalıcı istikrar ve gönenci pekiştireceğini
düşünüyoruz. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Türkiye'nin boyutları ve
uluslararası ilişkilerdeki saygınlık ve
ağırlığı, bölgemizdeki önemli konumumuzun ötesinde,
bir dünya devleti niteliğini de birlikte getirmektedir. Dünyanın farklı
bölgelerine yapmakta olduğumuz insancıl ve kalkınma amaçlı
yardımlar, merkezî konumumuz, ilkeli yaklaşımlarımız,
bugün Türkiye'yi küresel sorunlarda desteği aranan bir ülke durumuna
getirmiştir. (AK Parti ve CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Türkiye'nin, tarihin akışı içinde ilerlemesine,
cumhuriyetimizin kurucusu Büyük Önder Atatürk'ün ulusa gösterdiği iki
temel ilke yön vermektedir: Bunlardan birincisi "Yurtta barış,
dünyada barış" ilkesi; ikincisi ise "çağdaş
uygarlık düzeyine ulaşma" hedefidir. (Alkışlar)
Atatürk'ün "çağdaş
uygarlık düzeyine erişme" ülküsü, ancak bu
savaşımı vermeye kararlı,
çağdaşlığın ve ilericiliğin savunucusu cumhuriyet
kuşaklarıyla gerçekleşecektir. (Alkışlar) Bu
bağlamda, millî eğitim sisteminin, Atatürk ilke ve devrimleri ile
Öğretim Birliği Yasası doğrultusunda yürütülmesi,
bireylerin ulusal ve evrensel değerler ile bilgi toplumunun
gereksinimlerine göre yetiştirilmelerinin temel alınması ve
ülkenin geleceğinin eğitim-öğretimde yattığı
gerçeğinin akıllardan çıkarılmaması büyük önem
taşımaktadır. (Alkışlar)
Türkiye, yolunu ve yönünü seksenüç
yıl önce belirlemiştir. Bu yol, Atatürkçü düşünceyle temelleri
atılmış, çağdaşlaşma ve aydınlanma yoludur.
(Alkışlar) Türkiye, tarihe dayanan sağlam bağlarını
sürdürdüğü çağdaş toplum içinde, cumhuriyetin temel
niteliklerini koruyarak ve önündeki her türlü güçlükleri ödün vermeden
aşarak hak ettiği yeri alacak, konumunu pekiştirecek, yeni
yüzyılın uygarlık oluşumları içinde daha seçkin
düzeylere ulaşacak ve sonsuza dek var olacaktır. (Alkışlar)
Sözlerimi bitirirken, yeni yasama
yılının ulusumuza kutlu olmasını diliyorum.
(Alkışlar)
Meclisimizin
varlığımızı güçlendiren, geleceğimizi
aydınlatan, toplumumuza umut veren çalışmalarını,
sorumlu ve duyarlı yaklaşımlarını, geçmişte
olduğu gibi, bugün ve gelecekte de, aynı bilinç ve
kararlılıkla sürdüreceğine inanıyor, Yüce Meclise
saygılar sunuyorum. (Ayakta alkışlar)
BAŞKAN - Sayın
Cumhurbaşkanım çok teşekkür ederiz.
Sayın milletvekilleri, bugünkü
gündemimizde başkaca bir konu bulunmamaktadır.
Sözlü soru önergeleri ile diğer
denetim konularını sırasıyla görüşmek için, 3 Ekim
2006 Salı günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi
kapatıyorum.
Kapanma Saati:16.34
1 Ekim 2006 Pazar
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 15.00
BAŞKAN : Bülent ARINÇ
KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Türkân
MİÇOOĞULLARI (İzmir)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 22 nci Dönem Beşinci Yasama Yılının 1
inci Birleşimini açıyorum.
Toplantı yetersayısı
vardır; gündeme geçiyoruz.
I.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI
1.- TBMM Başkanı Bülent Arınç'ın, yeni
yasama yılının ülkemize, milletimize ve Türkiye Büyük Millet
Meclisine hayırlı olması temennisiyle konuşması
BAŞKAN - Saygıdeğer
milletvekilleri, bugün, seksenaltı yıldır, milletimizi gururla
temsil eden, cumhuriyetimizin kurucu iradesi Yüce Meclisimizin yeni yasama
yılını açıyoruz.
22 nci Dönem Beşinci Yasama
Yılı, açılışını
yaptığımız önceki dört
yasama yılından farklıdır; zira, yaklaşık
yirmidört yıldır, Meclisimiz, Beşinci Yasama
Yılını erken seçim kararları nedeniyle yapamamış
veya tamamlayamamıştır.
Bildiğiniz gibi 1982
Anayasasında, seçimlerin beş yılda bir yapılması,
dolayısıyla, Meclisimizin de buna uygun çalışması
hükme bağlanmıştır. Ancak, 1982 yılından bu yana,
takriben yirmidört yıl boyunca seçimler hiçbir zaman beş yılda
bir yapılamamış, buna paralel olarak Meclisimiz Beşinci
Yasama Yılı çalışmalarının da bir
kısmına hiç başlayamamış, bir kısmını
da tamamlayamamıştır.
Bu durum, Türkiye'deki siyasî
istikrarın önemli bir göstergesidir. Erken seçim kararları, ya siyasî
istikrarın bozulması, ülkedeki ekonomik ve sosyal gidişatın
kötüleşmesi üzerine ya da iktidarların rakiplerini hazırlıksız
yakalamak istemesi üzerine alınmıştır. Her iki durum da
ülkeye çok da yararı olmayan durumlardır. Bugün, eğer, bir erken
seçim baskısı ve atmosferi olmadan Beşinci Yasama
Yılına giriyorsak, bu, ülkemizde siyasî bir istikrarın,
doğru yolda ilerleyen bir ekonominin ve sağlam bir sosyal
hayatın olduğunu göstermektedir.
Bu tablonun oluşumunda,
Meclisimizin, iktidar ve muhalefetiyle tüm siyasî partilerimizin ve
milletvekillerimizin emeği çok büyüktür. Burada, onları yoğun ve
yorucu geçen; ama, ülkemizi büyük bir istikrara kavuşturan çalışmalarından
dolayı kutluyorum.
Değerli milletvekilleri, Yüce
Meclisimiz, geçtiğimiz dört yasama yılı boyunca âdeta bir devrim
gerçekleştirmiştir. Son elli yılın en büyük
reformları, yenilikleri, değişimi hep bu dönemde yapılmıştır.
Bu büyük değişim hareketi beraberinde siyasî bir istikrarı
getirmiş, bu da ekonomiyi ve dış politikayı doğrudan
olumlu yönde etkilemiştir. Bugün, eğer, erken seçim
baskısı, tartışması ve isteği yoksa, sebebi,
işte bu siyasî istikrardır.
Düşünün ki, çok partili
yaşama geçtiğimiz yıllardan bu yana, altmış yıl
içinde, ülkemiz, on yıl bile olağan şartlarda zaman geçiremedi.
Ne yazık ki, demokrasimiz sürekli yaralanmış, ülkemiz sürekli
geriletilmiş ve tüm bunlardan dolayı milletimiz acı
çekmiştir. Ancak, bu asla kaçınılmaz bir kader değildir.
Kimse demokrasimizin ve özgürlüğümüzün ilelebet
kısıtlanabileceğini düşünmesin.
İşte, bugün, bu Yüce Meclis
gerçekleştirdiği sessiz devrimle ülkemizi o karanlık, makûs
talihinden kopartıp, aydınlık bir geleceğe doğru
taşımaktadır. Ülkenin yıllardır kangren olmuş
sorunları, kördüğüm olmuş problemleri, bu yüce çatı
altında tek tek çözülmüş ve milletimizin gönlünde yeni umutlar
doğmuştur.
ALİ TOPUZ (İstanbul) -
Nereden çıktı bu?!
BAŞKAN - Bugün, bu yasama
yılının açılışı vesilesiyle, Türkiye'de ve
dünyada farklı düşünen kesimlere bir kez daha duyurmak isteriz ki,
Türkiye, kendi yolunu çizmiş ve hedefine kilitlenmiştir.
Bizim hedefimiz, içine kapanmayan,
dünyayla entegrasyon içinde olan, bölgesinde söz sahibi, sarsılmaz bir
iradeyle milletinin refahını ve mutluluğunu en ön sırada
tutan "bir dünya ülkesi Türkiye" kurmaktır. Bu hedefimize
ulaşmak için, güçlü bir millete, özgür ve bağımsız bir
ülkeye, güç, kuvvet veren bir tarihe ve bizi birbirimize bağlayan bir
inanca ihtiyacımız var. Çok şükür ki, bunların hepsine
sahibiz.
Bu nedenledir ki, Türkiye'nin
geleceği aydınlıktır. Bu gelecek, siz saygıdeğer
milletvekillerinin geceli gündüzlü çalışarak
çıkarttığı reform yasalarıyla kurulacak ve
çocuklarımız güzel bir ülkede yaşayacaktır.
Bugün Beşinci Yasama
Yılını, saygın ve itibarlı bir Meclis, istikrarlı
bir siyasî ortam, tüm dünyada saygı uyandıran bir ülkeye sahip olarak
açıyoruz.
Bugüne kadar ve halen, her
fırsatta milletvekillerini, Meclisi ve siyasetçileri eleştirenlere bu
tabloyu bir kez daha göstermek isterim. Sahip olduğumuz bu istikrar ve
saygınlık, o her şeyi eleştirilen milletvekillerinin
sayesinde gerçekleşmiştir. Onların Meclis
çalışmalarındaki çabaları ve fedakârlıkları
olmasaydı, o sessiz devrimleri gerçekleştiremeyecek, dolayısıyla,
ülkemiz dünyada bu saygınlığa ve güvene sahip olmayacaktı.
Bu yüzden herkesin eleştiri ve tenkitlerinde, hem doğru hedefi
seçmeleri hem de seviyelerini koruması gerekir. Bir ülkede her şeyin
suçlusu, milletvekilleri ve siyaset kurumu olamaz.
Saygıdeğer milletvekilleri,
bugünden itibaren başladığımız Beşinci Yasama
Yılı, 22 nci Dönemin son çalışması olacaktır.
Yoğun, yorucu ama başarılarla dolu 22 nci Dönem Parlamentosu,
2007 yılında çalışmalarını tamamlayacaktır.
Önümüzdeki yıl, Türkiye için son derece önemli gelişmelerin
olacağı bir yıldır. Yüce Meclis, yeni yılda, yeni
cumhurbaşkanımızı seçecek, Yüce Milletimiz de,
sandığa giderek bir kez daha iradesini beyan edecek ve ülkeyi
yönetmesini istediği kişileri seçecektir. Bu nedenle, gelecek
yıl Meclisimiz için çok önemlidir.
Geçtiğimiz seksenaltı
yıl boyunca olduğu gibi, her zaman, milletin iradesini ve
hassasiyetlerini siyasete yansıtmaya Meclisimiz devam edecektir. Büyük bir
olgunlukla, sağduyu ve kararlılıkla üzerine düşen görevleri
yerine getirecek, milletine yakışır en güzel kararları
alacaktır.
Önümüzdeki yılı bahane ederek
siyaseti yıpratmak, ortamı germek, milletin huzurunu kaçırmak
isteyenlere karşı hepimizin dikkatli olması gerekir.
Unutmayın ki, milletin ve ülkenin kaderini bu Meclis belirlemektedir.
Dolayısıyla, bu kadar ağır bir sorumluluğun
gereği olarak, hepimizin vakur ve olgun davranması gerekir. Bizler,
milletin temsilcisi, ülkenin sahibi olan Meclisin birer üyesiyiz. Ülkemizin
kaderine ve geleceğine, millet iradesinin tek temsil makamı olan bu
Yüce Meclis karar verecektir. Bu gerçek, ne yapılırsa
yapılsın, değişmeyecektir. Bu gerçeği bilip, güven
içinde, sağduyuyla, sükûnetle dönemimizi tamamlamak gerekir. Hiç kimse
düşünmese bile, milletvekilleri, ülkenin ve milletin geleceğini
tehlikeye atacak hareketlerden kaçınmak zorundadır.
Saygıdeğer milletvekilleri,
bugün vesilesiyle, Avrupa Parlamentosunda onaylanan son ilerleme raporuyla
ilgili birkaç hususa değinerek konuşmamı tamamlamak istiyorum.
Raporda Avrupa Birliği hedefimizde
bir rehavetin ve duraklamanın olduğunu ifade eden görüşlerin
doğruları içermediğini belirtmem gerekir. Meclisimiz, Avrupa
Birliği sürecini önemsediğini, olağanüstü toplanıp uyum
paketlerini yeniden çıkartarak göstermiştir. Bu konudaki
isteğimiz ve arzumuz, her zamanki gibi, güçlü ve tereddütsüzdür. Avrupa
Birliği sürecinde bir duraklama olduğu kanaatini pekiştiren
konulardan birisinin, anketlerde, Türk Halkının Avrupa Birliğine
olan desteğinin azaldığı hususudur. Milletimizin
desteğinin azalmasının, varsa, tek bir sebebi vardır; o da,
Avrupa Birliğinin uyguladığı çifte ve samimiyetsiz
standartlardır. Kıbrıs sorununda verilen sözlerin
tutulmadığını, başkalarına uygulanmayan
kriterlerin Türkiye'ye uygulanmak istendiğini gördükçe, Türk Milletinin
Avrupa Birliğine olan inancı zayıflamaktadır. Bu nedenle,
Avrupalı dostlarımız, Türkiye'ye haksızlık
yapılmaması, her ülkeye uygulanan kriterlerin eşit ve objektif
olarak ülkemize de uygulanması halinde, halkımızın
desteğinin arttığını görecektir.
Raporun tavsiyeler bölümünde yer alan
bazı hususların, yine, kriterler arasında bulunmayan siyasî
talepler olduğunu üzülerek görmekteyiz. Bu siyasî taleplerin bir
kısmı tartışılabilir gözükse de, bir
kısmını kabullenmek mümkün değildir. Elbette, Türkiye
üzerine düşen görevleri yerine getirecektir; ancak, bazı Avrupa
ülkeleri, fikir özgürlüğü ve ırk
ayırımcılığı konusunda çok kötü sınavlar
verirken, bizi eleştirmeleri şaşkınlık vericidir.
Asılsız Ermeni soykırım iddialarını inkâr
edenlere hapis cezaları öngören ve hatta bu insanların siyaset
yapmasını engelleyen bir Avrupa'nın, şimdi, bizden,
bazı kanunlarımızı değiştirmemizi istemesi büyük
bir çelişkidir. Buna rağmen, biz, Avrupa'daki bazı ülkelerin
yanlış tutumlarına düşmeden, fikir özgürlüğü önündeki
engellerin kaldırılması için, her zaman
aydınlarımızın ve milletimizin sesine kulak vereceğiz.
Saygıdeğer milletvekilleri,
sizleri, bir kez daha, dört yasama yılı boyunca
yaptığınız fedakâr çalışmalardan dolayı
kutlarım. Kim ne derse desin, biliniz ki sizler, yani 22 nci Dönem
milletvekilleri, çıkardığınız yasalarla büyük bir
devrim gerçekleştirdiniz; Meclisimizin tarihinde hep özel bir yerde
anılacaksınız; gelecek kuşaklar, çocuklarınız,
ülkemiz için yaptığınız bu hizmetten dolayı, sizi,
hayırla ve minnetle anacaktır; bunu hiç unutmayın.
Beşinci Yasama
Yılının ülkemize, milletimize ve Türkiye Büyük Millet
Meclisimize hayırlı olmasını diliyor, hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
Sayın milletvekilleri, Sayın
Cumhurbaşkanımız, yeni yasama yılının
açılış konuşmasını yapmak üzere şu anda
Genel Kurul Salonunu teşrif etmektedirler.
Kendilerine, Meclisimiz adına
"hoş geldiniz" diyorum. (Ayakta alkışlar)
İstiklal Marşı:
(İstiklal Marşı)
II- SÖYLEVLER
1.-Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezerin, 22 nci
Dönem Beşinci Yasama Yılını açış
konuşması
CUMHURBAŞKANI AHMET NECDET SEZER -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sizleri, yeni yasama
yılının başlangıcında üstün başarı
dileklerimle ve saygıyla selamlıyorum. Sözlerime başlarken, bu
yüce çatı altında bir kez daha bulunmaktan duyduğum
mutluluğu belirtmek istiyorum.
Laik ve demokratik rejimimizin temel
kurumu Türkiye Büyük Millet Meclisi, açıldığı günden bu
yana tarihsel sorumluluk üstlenmiş, varlığı ve
çalışmalarıyla ulusumuza güven vermiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, Yüce
Atatürk'ün öncülüğünde Kurtuluş Savaşını
yürütmüş, Cumhuriyeti kurmuş, devrimlerin altyapısını
oluşturmuş, Atatürk Cumhuriyetinin değiştirilemez
nitelikleriyle sonsuza kadar yaşatılması, demokrasinin
güçlendirilmesi, rejimin özünden sapma olmaksızın kurum ve
kurallarıyla işlemesi, yurttaşlarımızın hak ve
özgürlüklerine kavuşarak onurlu bir yaşam sürmesi yönünde önemli
hizmetlerde bulunmuştur.
Türkiye, Ölümsüz Önderimiz Atatürk'ün,
O'nun izinde ilerleyen kurumlarımızın ve
yurttaşlarımızın çaba ve katkılarıyla,
çağdaş dünyanın saygın, güvenilir bir üyesi olma yolunda
önemli aşama kaydetmiştir.
Sahip olduklarımızın
değerini bilerek, gücümüze inanarak, kendimize güvenerek, sorunlar
karşısında yılmayarak, demokrasimize sahip çıkarak,
bölünmez bütünlüğümüzü koruyarak, toplumsal barışı sürekli
kılarak aydınlık yarınlara emin adımlarla
ilerleyeceğiz. Bu konuda kurumlarımıza, yönetileni ve
yöneteniyle tüm yurttaşlarımıza görev ve sorumluluklar
düşmektedir.
Ulus egemenliğinin temsilcisi Yüce
Meclisimizin bu sürece de çalışmalarıyla büyük katkıda
bulunacağına yürekten inanıyoruz.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; bu yıl, bağımsızlık
savaşımızın önderi, ulusumuzun kurtarıcısı,
çağdaş Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, büyük komutan, eşsiz devlet
adamı ve devrimci Yüce Atatürk'ün doğumunun 125 inci
yılını kutluyoruz.
Türk Ulusu, doğumunun 125 inci
yılında Yüce Atasını sevgiyle, özlemle, gönül borcuyla
anarken, aynı zamanda tarihe ve insanlığa mal olmuş,
eylemleri ve söylemleriyle dünyada saygınlık kazanmış örnek
bir lideri yetiştirmenin övüncünü ve coşkusunu
yaşamaktadır.
Yüce Atatürk, insanlığa mal
olan yapıtlarıyla her gün aramızda bulunmakta, yüksek ülküleri
ve ilkeleriyle yol gösterici olmakta, düşüncelerde ve yüreklerde
yaşamaktadır. (Alkışlar)
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; devletlerin siyasal rejimlerini düzenleyen anayasaların
üstün konumları, özenle korunmalarını zorunlu
kılmıştır. Bu nedenledir ki, anayasaların
bağlayıcılığı, uygulanmasının
sağlanması, izlenmesi, denetlenmesi ve değiştirilmesi özel
kurallara bağlanmıştır.
Anayasanın 2 nci maddesine göre,
Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir.
Hukuk devleti niteliğinin
ayırt edici özelliği, hukukun üstünlüğünün kabul edilmiş
olmasıdır. Hukukun üstünlüğü de, Anayasanın ve
yasaların eksiksiz uygulanmasını, iktidar gücünün yargı ile
dengelenmesini, yasama ve yürütme organları ile yönetimin eylem ve
işlemlerinin yargısal denetime bağlı tutulmasını
gerektirmektedir.
Anayasada parlamenter sistem kabul
edilmiş, bu sistemin gereği yasama, yürütme ve yargı erklerine
yer verilmiş ve erkler ayrılığı ilkesi
benimsenmiştir. Anayasanın Başlangıç bölümüne göre, erkler
ayrılığı, devlet organları arasında üstünlük
sıralaması anlamına gelmeyip, devlet yetki ve görevlerinin
kullanılmasıyla sınırlı uygar bir işbölümü ve
işbirliğidir.
Anayasada benimsenen sisteme göre,
kuşkusuz hiçbir organ diğerine üstün değildir. Her organ, Türk
Ulusu adına, Anayasada belirlenen yetki ve görev alanı içinde ulusal
egemenliği kullanmaktadır.
Bunun yanında, yasama ve
yürütmenin siyasal birlikteliklerinden doğacak iktidar gücünü dengelemek
için Anayasada kimi düzenekler öngörülmüştür. Cumhurbaşkanına,
Anayasanın uygulanmasını, devlet organlarının düzenli
ve uyumlu çalışmasını gözetme bağlamında, Anayasa
ile verilen yasama, yürütme ve yargıya ilişkin yetki ve görevler bu
kapsamdadır.
Yine, Anayasada iktidar gücünü
dengelemek için yasama, yürütme ve yönetimin tüm eylem ve işlemleri
yargı denetimine bağlı tutulmuş; yargıya, gücü elinde
bulunduran erklere karşı bir denge ögesi olma işlevi yüklenmiştir.
Yasalar, Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğü, yasama dokunulmazlığının
kaldırılması ya da milletvekilliğinin düşürülmesine
ilişkin yasama işlemleri ile yürütme işlemi olan yasa gücünde kararnameler,
Anayasa Mahkemesinin denetimine bağlı tutulmuştur.
Diğer yürütme ve yönetim eylem ve
işlemlerinin hukuka uygunluk denetimi de idarî yargının görev
alanına girmektedir.
Tüm bu düzenlemeler,
yargının, yasama ve yürütmeye üstünlüğü değil, hukukun
üstünlüğü bağlamında iktidar gücünün
sınırlandırılması, başka bir deyişle hukuka
uygunluğun sağlanması anlamındadır. Çünkü, hukuk
devleti ve hukukun üstünlüğü ilkesini benimsemiş çağdaş
toplumlarda son söz yargıya verilmiştir.
Nitekim, Anayasanın 138 inci
maddesinde, yasama ve yürütme organları ile yönetimin, mahkeme kararlarına
uymak zorunda oldukları, bu organlar ve yönetimin, mahkeme
kararlarını hiçbir biçimde değiştiremeyecekleri,
bunların yerine getirilmesini geciktiremeyecekleri; 153 üncü maddesinde
de, Anayasa Mahkemesi kararlarının yasama, yürütme ve yargı
organlarını, yönetim makamlarını, gerçek ve
tüzelkişileri, kısaca herkesi bağlayacağı
belirtilmiştir.
Bu sistem, ilke ve kurallar
uyarınca, bir konuda yargı kararı varken tersine işlem ya
da uygulama yapılması, hukuk devletinde olanaksızdır.
Bu noktada iki konu önem
kazanmaktadır. Bunlardan birincisi, yargı
bağımsızlığı; ikincisi ise, seçilmişlerin
yanında atanmış kamu görevlilerinin rejim yönünden önemidir.
Anayasamızın 2 nci
maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin nitelikleri arasında sayılan hukuk
devletinin en önemli özelliklerinden biri, yargı
bağımsızlığı ilkesinin kabul edilmiş
olmasıdır.
Güçler ayrılığı
ilkesi benimsenen parlamenter demokrasilerde, bu ilkenin doğal sonucu
olarak yargı erki, yasama ve özellikle gerçek gücü elinde bulunduran
yürütmeye karşı korunmuş ve bağımsız
kılınmıştır.
Yargı
bağımsızlığının gerçekleştirilebilmesi
için, mahkemelerin yanında, yargı erkinin en önemli ögesi ve
temsilcisi olan yargıçların da bağımsız ve güvenceli
olması gerekmektedir.
Bu nedenle, Anayasanın 9 uncu
maddesinde, yargı yetkisinin Türk Ulusu adına
"bağımsız mahkemelerce" kullanılacağı,
138 inci maddesinde de, yargıçların görevlerinde
bağımsız oldukları belirtilmiştir.
Yine Anayasamızda, yargı
erkinin yürütmenin etki ve karışmasından uzak tutulabilmesi için
kimi düzenlemelere yer verilmiştir. 140 ıncı maddede,
yargıçların, mahkemelerin bağımsızlığı
ve yargıçlık güvencesi ilkelerine göre görev yapacakları; 138
inci maddesinde, yargıçların, Anayasa, yasa ve hukuka uygun olarak
vicdanî kanaatlerine göre hüküm verecekleri; hiçbir organ, makam, merci ya da
kişinin, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve
yargıçlara emir ve talimat veremeyeceği, genelge
gönderemeyeceği, tavsiye ve telkinde bulunamayacağı kurala bağlanmıştır.
Yargı organlarının
kuruluşu, çalışma ilkeleri, yargıçların seçimi ve
özlük hakları konularında yargı
bağımsızlığını gölgeleyecek yöntemlerden
uzak durulması, hukuk devleti ilkesinin gereğidir.
Yargıç ve savcıların tüm
özlük ve disiplin işleri, Yargıtay, Danıştay ve
Uyuşmazlık Mahkemesi üyelerinin seçimi gibi önemli yetkilerle
donatılmış Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun
oluşumunda, bir siyasî parti mensubu olan bakanın ve onun buyruk ve
direktifleri ile hareket eden Müsteşarın yer alması yargı
bağımsızlığını, dolayısıyla hukuk
devleti ilkesini zedelemektedir. (CHP ve Anavatan Partisi
sıralarından alkışlar)
Çeşitli hükümet
programlarında da vurgulandığı gibi, yargının
kişiselleştirilmesi ve
siyasallaştırılmasının önlenebilmesi için, yargı
bağımsızlığıyla bağdaşmayan bu durumun
ivedi olarak düzeltilmesi gerekmektedir.
Unutulmamalıdır ki,
yargıç güvencesi yargı
bağımsızlığının, yargı
bağımsızlığı da devlete güvenin ön
koşuludur.
Yasama ve yürütme
organlarının da yargının
siyasallaştırılmasından özenle kaçınmaları
gerekir. Yargının siyasallaştırılması durumunda
bundan zarar görecek olan başta yine devlet organlarıdır.
Bununla da kalmayacak, tüm devlet kurumları, insanî değerler ve
bireyler de bu zarardan paylarını alacaklardır.
Hukuk devletinde, kişilerin özel
yaşamına ve özgürlük alanına yapılacak hukuka
aykırı karışmalardan ve bu nedenle uğrayabilecekleri
zararlardan korunabilmeleri gerekmektedir. Böylece, hukuksal güvenliğin
sağlanması ve sürdürülmesi, ancak bağımsız ve
dolayısıyla yansız yargı organı
aracılığıyla olanaklıdır.
Yurttaşın hak arama
özgürlüğünün ve hukuksal güvenliğinin her türlü siyasal
karışmadan, ideolojik ve dogmatik düşüncelerden
arınmış, yansız ve bağımsız yargı
organı tarafından korunduğu bilindiği sürece, hukuk
devletinin varlığı duyumsanabilir.
Yargılama sürecinde siyasal karar
organlarının etkin kılınması, yargı
kararlarının, hukukun gerekleri yerine siyasal kanaat ve
düşüncelere dayandırılması, bu yönde yorumlanarak
uygulanması ya da uygulanmaması yargının
siyasallaştırılmasına neden olur. Bu ise, kişilerin
hukuksal güvenliğinin ortadan kaldırılmasına, kamusal
düzenin bozulmasına, hukuk ve devlet erkinin yok olmasına yol açar.
Hukuk devletinin
varlığının toplum yaşamının her
alanında yurttaşlarca duyumsanması, devlete güvenin varlık
nedeni olduğuna göre, tüm organların bu alanda ödevleri,
yükümlülükleri ve sorumlulukları vardır.
Öte yandan, anayasal sistemin
işlerliğini sağlayacak organları oluşturan,
onları somutlaştıran görevlilerden kimileri halkın,
kimileri Türkiye Büyük Millet Meclisi ya da Anayasada öngörülen diğer
kurumların seçmesiyle, kimileri de atamayla göreve gelmektedirler.
Anayasaya göre, üç erki temsil eden
organ ya da kurumlar arasında üstünlük sıralaması
yapılamayacağına göre, göreve getirilme yöntemlerine
bakılarak organ ya da kurumları somutlaştıran görevliler
arasında da ayrım yapılamaz.
Yine, anayasal sisteme göre, rejim
yönünden denge ögesi olan kurumların kararlarının, salt o kurumu
oluşturan görevlilerin getiriliş yöntemine dayanılarak
eleştirilmesi ve etkisizleştirilmesi doğru değildir.
Unutulmaması gereken şey,
devletin ve rejimin sürdürülebilmesi için, seçilmişler kadar
atanmışların da görevi, sorumluluğu ve vazgeçilmez önemi
olduğudur.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Anayasa'nın 2 nci maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin
demokratik bir devlet olduğu belirtilmiş; 67 nci maddesinde, seçme,
seçilme ve siyasal etkinlikte bulunma hakkı, temel hak ve ödevler
arasında düzenlenmiş; 13 üncü maddesinde de, temel hak ve
özgürlüklerin özüne dokunulmaksızın, Anayasanın sözüne ve
ruhuna, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine
aykırı olmamak koşuluyla
sınırlandırılabilmesi öngörülmüştür.
Yurttaşların seçme, seçilme
ve siyasal etkinlikte bulunma hakkı, demokrasinin yeterli değil,
gerekli koşuludur. Yine, Anayasanın 68 inci maddesinde
belirtildiği gibi, siyasal partiler demokratik yaşamın
vazgeçilmez ögeleridir.
Ancak, bunların yanında,
Anayasanın 67 nci maddesinde, seçimler konusunda çok önemli bir kurala yer
verilmiş, seçim yasalarının "temsilde adalet" ve
"yönetimde istikrar" ilkelerini bağdaştıracak biçimde
düzenleneceği belirtilmiştir.
Görüldüğü gibi, önemli olan, bu
ilkelerin seçim yasalarına sadece yansıması değil, yasada
bu iki ilke arasında denge kurulmasıdır.
Temsilde adalet, siyasal partilerin
Türkiye Büyük Millet Meclisinde, seçimlerde aldıkları oy
oranında temsilci bulundurmasını gerektirmekte, alınan oyla
orantılı temsilci sayısıyla yaşama
geçirilebilmektedir.
Yönetimde istikrar ise, oyların
siyasal partiler arasında aşırı bölünerek Türkiye Büyük
Millet Meclisine yansımasının yaratacağı
istikrarsızlığın önlenmesini anlatmaktadır. Bu ilkenin
yaşama geçirilmesi, oyların temsilci sayısına
dönüşmesinde "baraj" olarak adlandırılan oransal
sınırlar konulmasını zorunlu kılmaktadır.
Birbirinin karşıtı gibi
görünen bu iki ilkenin, seçme ve seçilme hakkının özünü zedelemeyecek
ve devlet yönetimini aksatmayacak biçimde, birbirini dengeleyerek yasaya
yansıtılması anayasal zorunluluktur. Bu duyarlı denge,
aynı zamanda, demokratik hukuk devleti niteliğinin de gereğidir.
Yönetimde istikrar ilkesi, salt
çoğunluğu sağlayacak seçim sistemini değil, istikrarlı
yönetimi olanaklı kılacak adaletli bir temsil sistemini
gerektirmektedir.
Bundan amaç, seçmenin siyasal
dağılımının Parlamentoya olabildiğince uygun ve
adil biçimde yansımasıdır. Adalet, aynı zamanda, yönetimde
istikrarın da temel koşuludur. Yalnızca ya da
ağırlıklı olarak istikrarı gözetmenin,
istikrarsızlık kaynağı olacağı açıktır.
Kuşkusuz, temsilde adaletin
sağlanması için, seçmenin siyasal
dağılımının tümüyle Parlamentoda temsil edilmesi,
başka bir deyişle, siyasal partilerin tümünün Mecliste temsilci
bulundurması da savunulamaz. Bu sistemin de, yönetimde istikrar ilkesine
zarar vereceği ortadadır. Ne var ki, oy kullanan seçmenin siyasal
görüşünün büyük oranlarda Parlamentoda temsil edilemediği seçim
sistemini de, temsilde adalet ilkesiyle bağdaştırmak
olanaksızdır.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; birçok kez üzerinde durduğum kimi konuları, ülke
rejimi ve geleceği yönünden çok önemsediğim için bir kez de Yüce Meclisin
çatısı altında vurgulamak istiyorum.
Öncelikle, son yıllarda, bilinçli
olarak gündemden düşürülmeyen laiklik ve laikliğin tanımı
tartışmaları üzerinde durmakta yarar görüyorum.
Belirtmek gerekir ki, demokrasi,
özgürlük, kamu yararı, kamu düzeni, laiklik gibi kavramların
Anayasada kavramsal tanımı yapılmamış olabilir.
Anayasalar, kurallarıyla bu kavramların işlevlerini ve
anlamlarını ortaya koyarak çerçevesini çizip, işlevsel
tanımını yaparlar. Nitekim, Anayasamızda da, laikliğin
işlevsel tanımı yapılmıştır.
Bu nedenle, Anayasada, laikliğin
tanımını aramak yerine, nasıl bir laikliğin
öngörüldüğüne bakmak gerekir. Bu bağlamda, Anayasa Mahkemesi
kararlarının konuya katkısı gözden uzak tutulamaz.
Laiklik ilkesini yaşam biçimi
olarak benimseyen çağdaş ülkeler incelendiğinde, tümünün bu
ilkeyi kendi toplumsal gerçeklerine göre biçimlendirdikleri görülecektir.
Anayasa Mahkemesinin çeşitli
kararlarında da belirtildiği gibi, laiklik, ülkelerin içinde
bulunduğu tarihsel, siyasal, toplumsal koşullara ve her dinin
gerektirdiği isteklere bağlı olarak ülkeden ülkeye
farklılık göstermektedir.
Bu farklılığa
bağlı olarak her ülkenin laiklik anlayışı, o ülkenin
Anayasasına yansımıştır. Türkiye için özellik
taşıyan laiklik de, Anayasada benimsenen ve korunan içerikte bir
ilkedir.
Laiklik ilkesinin, her ülkenin içinde
bulunduğu koşullardan ve her dinin özelliklerinden esinlenmesi, bu
koşullar ile özellikler arasındaki uyum ya da uyumsuzlukların
laiklik anlayışına yansıyarak değişik nitelikleri
ve uygulamaları ortaya çıkarması doğaldır.
Dini ve din anlayışı
tümüyle farklı ülkelerde laiklik uygulamasının aynı anlam
ve düzeyde olması beklenemez.
Türkiye Cumhuriyeti, Türk Ulusunun
gelenekleri, toplumsal yapısı, sosyal gerçekleri ve
koşulları karşısında laikliği kendine en uygun
içeriğiyle benimsemiştir.
Devlet rejiminin ve toplumsal
yaşamın laikleştirilmesi belirli bir tarihsel süreç içinde
gerçekleştirilmiştir. Laiklik ilkesinin günümüzdeki anlam ve önemini
kavrayabilmek için Kurtuluş Savaşı sürerken ve Türkiye Cumhuriyeti
kurulurken gerçekleştirilen olayları ve olguları iyi irdelemek
gerekir.
Gerçekten, daha Kurtuluş
Savaşına başlangıç hazırlıkları
sırasında Erzurum Kongresinde alınan kararlar içinde, ulusal
egemenliğin üstün kılınacağına yer verilmiş;
Kurtuluş Savaşı sürerken kabul edilen 1921 ve savaştan
hemen sonra kabul edilen 1924 Anayasalarının 1 inci ve 3 üncü
maddelerine "egemenlik kayıtsız koşulsuz ulusundur"
kuralı konulmuştur. Bunlar, laiklik yolunda atılan ilk
adımlardır. Çünkü, laikliğin özü ve temeli "egemenliğin"
kaynağında yatmaktadır. Egemenlik ulusa ilişkin ise, o
rejimin dayandığı sistem laik sistemdir.
Laiklik ilkesine, Türkiye Cumhuriyeti
yönünden tarihsel süreçte kazandığı anlamıyla 1961 ve 1982
Anayasalarında da yer verilmiştir.
1961 ve 1982 Anayasalarının
laiklikle ilgili tüm kuralları birlikte incelendiğinde, laikliğe
bir ilke olarak yer verilmesinin çok ötesinde, onun işlevinin de
tanımlanarak kapsamının belirlendiği görülecektir.
Anayasanın 1 inci maddesinde,
Türkiye Devletinin bir cumhuriyet olduğu belirtilmiş; 2 nci
maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin, "Başlangıç" bölümünde
yer verilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk
devleti olduğu vurgulanmış; 4 üncü maddesinde de, 1 inci ve 2
nci maddelerdeki cumhuriyetin ve cumhuriyetin niteliklerinin
değiştirilemeyeceği, değiştirilmesinin
önerilemeyeceği belirtilmiştir. Böylece, Türkiye Cumhuriyetinin
niteliklerinden olan laiklik, anayasal içeriğiyle güvence altına
alınmıştır.
Anayasanın 176 ncı maddesine
göre "Başlangıç" bölümü, Anayasa metnine dahildir.
Anayasanın dayandığı temel görüş ve ilkeleri içeren
"Başlangıç" maddelerin amacını ve yönünü belirten
bir kaynaktır. Madde gerekçesinde de "Başlangıç"
bölümünün Anayasanın diğer kurallarıyla eşdeğer
olduğu vurgulanmıştır.
Anayasanın
"Başlangıç" bölümünde, laiklik ilkesi gereği, kutsal
din duygularının devlet işlerine ve politikaya kesinlikle
karıştırılamayacağı belirtilmiştir. Böylece,
cumhuriyetin niteliklerinin en önemlisi ve diğer niteliklerin temeli olan
laiklik, Anayasaya yön veren ilkeler arasındaki yerini almış ve
anayasal tanımını bulmuştur.
Bu tanıma göre, laiklik, dinin,
sosyal, siyasal ve hukuksal bir güç ve düzenleyici olmasını önleyen
temel ilkedir. Bu işlevine uygun olarak, Anayasanın 24 üncü
maddesinde de,
- Devletin sosyal, ekonomik, siyasal ve
hukuksal temel düzeninin, kısmen de olsa, din kurallarına
dayandırılamayacağı,
- Dinin ya da din
duygularının yahut dince kutsal değerlerin, siyasal ya da
kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla kötüye
kullanılamayacağı açık biçimde kurala
bağlanmıştır.
Bunun yanında, Anayasanın 13
üncü maddesinde, temel hak ve özgürlüklerin, laik cumhuriyetin gereklerine
uygun olarak yasayla sınırlandırılabileceği; 14 üncü
maddesinde de, Anayasada yer verilen hak ve özgürlüklerin, laik cumhuriyeti
ortadan kaldırmayı amaçlayan etkinlikler biçiminde kullanılamayacağı
belirtilmiştir.
Böylece, temel hak ve özgürlüklerin
laik cumhuriyeti zedeleyecek biçimde kötüye kullanılması
önlenmiş, gerekirse laik cumhuriyeti korumak için temel hak ve
özgürlüklerin sınırlandırılabileceği kabul
edilmiştir.
Öte yandan, Türkiye Cumhuriyetinin
kuruluş felsefesi, coğrafî ve siyasal yönden, tekil devlet
yapısını ve tam bağımsızlık ilkesini;
yönetsel yönden, laik, demokratik, sosyal hukuk devletini; ekonomik, sosyal,
kültürel ve sanatsal yönden de çağdaş bir Türkiye'yi hedeflemektedir.
Atatürk devriminin amacı,
aydınlanma çağını yakalamak ve Türk toplumunu
çağdaşlaştırmaktır. Bu amaç, Anayasanın 174 üncü
maddesinde, "çağdaş uygarlık düzeyini aşmak"
biçiminde anlatımını bulmuştur.
Devrimin temeli, amacına
bağlı olarak, laiklik ilkesidir. Laiklik ilkesi, Türkiye Cumhuriyetini
oluşturan tüm değerlerin temel taşıdır. Anayasada
benimsenen laiklik ilkesinin, yukarıda belirtilen amaç
bağlamında değerlendirilmesi ve yorumlanması zorunludur.
(CHP sıralarından alkışlar)
Anayasa Mahkemesi, Anayasanın 148
ve 153 üncü maddeleri uyarınca, Anayasaya uygunluk denetimi görevi
nedeniyle, anayasal kural, kavram ve ilkeleri resmen yorumlamaya yetkili tek
organ olduğuna ve kararları herkesi bağladığına
göre, anayasal kuralların Yüksek Mahkeme kararlarıyla birlikte
değerlendirilmesi, bu kararlarla kazandırılan içerikle
uygulanması zorunludur.
Anayasa Mahkemesinin çeşitli
kararlarında, laikliğin hukuksal, sosyal, siyasal tanımları
ve ulusal değeri geniş biçimde ele alınıp, özenle
korunması gereken bir ilke olduğu vurgulanmıştır. Bu
kararlara göre, laiklik ilkesi gereği;
Din, devlet işlerinde egemen
olamaz.
Din, bireylerin manevi
yaşamına ilişkin olan inanç bölümündeki yerinde,
sınırsız özgürlük tanınarak, anayasal güvenceye
alınmıştır.
Dinin, bireyin manevi
yaşamını aşarak, toplumsal yaşamı etkilemesine
izin verilemez; bireyin inanç ve ibadet yaşamına, kamu düzenini,
güvenini ve çıkarlarını korumak amacıyla
sınırlamalar konulabilir; dinin kötüye kullanılması ve
sömürülmesi yasaklanabilir.
Devlete, kamu düzeninin koruyucusu
sıfatıyla, dinsel hak ve özgürlükler üzerinde denetim yetkisi
tanınmıştır.
Anayasa Mahkemesinin, Anayasadan
kaynaklanan yorum yetkisiyle kararlarında yer verdiği bu gerekçeler,
laikliğin, anayasal çerçevede işlevini ortaya koyarak
tanımını yapmaktadır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
"Başlangıç" bölümünde, Anayasanın, Türk yurdu ve Türk
Ulusunun sonsuza uzanan varlığını ve Yüce Türk Devletinin
bölünmez bütünlüğünü belirlediği vurgulanmıştır.
"Başlangıç", devlet
yönetimine ilişkin tüm anayasal kurallar yönünden çok kapsamlı,
aynı zamanda çok özlü bir anlatım içermektedir. Böylece, Anayasada,
tek devlet, tek ülke, tek ulus ülküsü kabul edilmiş olmaktadır.
Yine "Başlangıç"ta,
hiçbir etkinliğin Türk varlığının devleti ve ülkesiyle
bölünmezliği esası karşısında korunma göremeyeceği;
3 üncü maddede, Türkiye Devletinin ülkesi ve ulusuyla bölünmez bütün
olduğu; 4 üncü maddede, bu kuralın değiştirilemeyeceği
belirtilmiş; 5 inci maddede, Türk Ulusunun tümlüğünü, ülkenin
bölünmezliğini korumak devletin temel amaç ve görevleri arasında
sayılmış; 14 üncü maddede, temel hak ve özgürlüklerin, devletin
ülkesi ve ulusuyla bölünmez bütünlüğünü bozmayı amaçlayan etkinlikler
biçiminde kullanılamayacağı açıkça
vurgulanmıştır.
Ayrıca, 26 ncı maddede
düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün, 27 nci maddede bilim
ve sanat özgürlüğünün, 28 inci maddede basın özgürlüğünün,
devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmez bütünlüğünü koruma amacıyla
sınırlandırılabileceği kabul edilmiş; 58 inci
maddede, devlet, gençleri, devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmez bütünlüğünü
ortadan kaldırmayı amaç edinen görüşlere karşı
yetiştirmekle ödevli kılınmış; 68 inci maddede,
siyasal partilerin tüzük, program ve eylemlerinin, devletin ülkesi ve ulusuyla
bölünmez bütünlüğüne aykırı olamayacağı
açıklanmıştır.
Görüldüğü gibi, Anayasamıza
göre, Türkiye Cumhuriyeti, ülkesi ve ulusuyla bölünmez bir bütündür ve tekil
devlet yapısına sahiptir. Kurucu öğe olarak, tek devlet, tek
ülke ve tek ulus söz konusudur; bu öğelerden ve tek dil, tek bayrak
ülküsünden asla vazgeçilemez. (Alkışlar)
Ulusun adı, Yüce Önder'in şu
özlü sözünde belirtilmiştir: "Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye
Halkına Türk Ulusu denir." (Alkışlar)
O Ulus ki, büyük bir özveriyle yurdunu
yabancı işgalcilerden kurtarmış, tasada ortaklık
yapmış, Türkiye Cumhuriyetini kurmuş, tüm devrimleri birlikte
gerçekleştirmiş, Cumhuriyetin kazanımlarından birlikte
yararlanmış, sevinci ve övüncü birlikte
yaşamıştır. (CHP sıralarından alkışlar)
Çağdaş devletlerde de
yurttaşlık hukuksal bağı yanında bir de ulus
kimliği vardır ve bu kimlik, ortak çıkarların, ortak
coşkuların, ortak duyguların ve ortak bir dilin
toplamıdır.
Anayasanın
Başlangıcında ve 2 nci maddesinde; Türkiye Cumhuriyetinin ve
Anayasanın Atatürk ulusçuluğuna dayandığı, Türk
Ulusunun çıkarlarının her türlü etkinliğin üzerinde
olduğu belirtilmiştir.
Anayasadaki ulusçuluk
anlayışı, ırksal ve dinsel ögelere değil, gurur ve
övünmede, sevinç ve tasada, hak ve ödevlerde, nimet ve külfette ortaklık
ve birlikte yaşama isteği gibi değerlere dayanmaktadır. Geçmişte
yaşanan ortak acılar ve sevinçler, birlikte kazanılan zaferler,
ülke ve ulus çıkarını her şeyden üstün tutma, ülkü ve amaç
birliği, çağdaşlaşma yolunda verilen savaşım bu
değerleri oluşturmaktadır.
Bunun doğal sonucu olarak
Anayasada, Türk Devletine yurttaşlık bağıyla
bağlı olan herkesi Türk sayan kuralıyla, birleştirici ve
bütünleştirici bir ulusçuluk anlayışı benimsenmiştir.
Devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmez bütünlüğü, çağdaş ulusçuluk
anlayışının belirgin niteliklerinden birini
oluşturmaktadır.
Çok kültürlü toplumlarda birlik, ulusal
devletle sağlanmış ve tek ulus ilkesi bu birliği
pekiştiren en önemli öge olmuştur. Toplumu oluşturan
yurttaşların tek ulus çatısında toplanması, laiklikte
olduğu gibi, farklılıklar korunarak birlikte yaşamanın
en etkili yoludur.
Türk Devletine yurttaşlık
bağıyla bağlı olan herkesin Türk sayılması, Türk
Ulusunu oluşturan ögelerin etnik kimliklerinin yadsınması
anlamına gelmemektedir; tam tersine, etnik kökeni, dini ne olursa olsun,
tüm yurttaşların "Türk Ulusu" olarak
adlandırılması, yurttaşlar arasındaki
eşitliğin sağlanması, çoğunluk içinde bulunan
çeşitli etnik kökenli yurttaşların azınlık durumuna
düşmesini önleme amacına yöneliktir. (Alkışlar)
Anayasadaki "Egemenlik
kayıtsız koşulsuz Türk Ulusunundur" kuralı da
"Türk Ulusu" kavramının, çoğunluk-azınlık ya
da din ve ırk ayrımı yapılmadan yurttaşların
tümünü kapsadığını göstermektedir.
Türk Ulusunun birliğini ve
huzurunu bozmaya yönelik uğraşlar, tekil devleti hedef alan
girişimlerdir. Bu girişimlerin sonuçsuz kalmaya mahkûm olduğu
bilinmelidir.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Anayasanın 92 nci maddesinde, Türk Silahlı
Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesine izin verme yetkisi, Türkiye
Büyük Millet Meclisine tanınmıştır ve münhasır bir
yetkidir. Bu niteliği, yetkinin, doğrudan Türkiye Büyük Millet
Meclisince kullanılmasını, başka bir organa
devredilmemesini gerektirmektedir. Hiçbir organ, kaynağını
Anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz.
Bu nedenle, izin yetkisi
kullanılırken, iznin süresinin, kapsamının ve sınırının
da belirtilmesi gerekmektedir.
Soğuk savaş dönemi
sonrası, teknoloji, iletişim, ulaşım sektörlerindeki
gelişmeler, uluslararası dengeleri güçlü ülkeler yararına
hızla değiştirmektedir. Bu durum, uluslararası kurumların
ve uluslararası hukukun önemini belirginleştirmektedir. Güçsüz
olanın güçlü karşısında korunması, ancak, bu kurumlar
ve uluslararası hukuk aracılığıyla
sağlanabilmektedir.
Devletlerin kendilerini
uluslararası hukukla bağlı sayması, dünya
barışı yönünden önemlidir. Anayasamızın 92 nci
maddesiyle Türkiye Büyük Millet Meclisine verilen yetkinin uluslararası
hukukun meşru saydığı durumlar için öngörülmüş
olması, uluslararası ilişkilerin ulaştığı
boyut yönünden de son derece anlamlıdır.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; çağdaş, özgürlükçü demokrasinin temel
öğelerinden olan basın, demokratik düzenin sağlıklı
işlemesi yönünden vazgeçilmez bir işleve sahiptir. Basın
özgürlüğü ise, düşünce ve anlatım özgürlüğünü tamamlayan
bir özgürlüktür.
Halkın haber alma
hakkını kullanabilmesinin aracı konumundaki basının,
çıkar gruplarından ve her türlü otoriteden bağımsız,
evrensel meslek ölçütleriyle çalıştığı toplumlarda,
hak ve özgürlükler geniş uygulama alanı bulmaktadır.
Haber verme, denetim ve eleştiri
yapma, kamuoyunu bilgilendirme ve oluşturma, kurumlarla bireyler
arasında bilgi akışı sağlama, özgür tartışma
ortamı yaratarak toplumsal bilinci güçlendirme, toplumu eğitme ve
düşünce dünyasını zenginleştirme gibi yaşamsal sorumlulukları
bulunan basın, bu yönüyle kamusal görev yapmaktadır.
Yurttaşların, toplumun
geleceğinde belirleyici rol oynayabilmeleri, yönetimi denetleyebilmeleri,
temel hak ve özgürlüklerinin bilincine varıp, bunları her alanda
kullanabilmeleri, hukuksal ve toplumsal kuralların yanında, özgür ve
yansız basının varlığını gerekli
kılmaktadır.
Basının, toplum adına
üstlendiği görevleri yerine getirebilmesi için özgür olması, her
türlü güç ve baskı karşısında korunması zorunludur.
Basının
saygınlığının ve güvenilirliğinin artması,
medya gücünün kötüye kullanılmasının önlenmesine, bu gücün
kişisel çıkarlardan ve ticarî kaygılardan uzak tutulmasına,
yansız, doğru, ilkeli, kişilik haklarına ve özel
yaşama saygılı habercilik anlayışının
benimsenmesine, her koşulda meslek etiğinin gözetilmesine
bağlıdır.
Türk basınının tüm
çalışanları ve meslek örgütleriyle, Cumhuriyet rejiminin korunup
kollanmasında, laikliğin savunulmasında, demokratik
değerlerin yaşatılmasında, geçmişte olduğu gibi
bugün ve gelecekte de öncü rol üstlenebileceğinden kuşku duymuyoruz.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; çağımızda bir ülke nüfusunun büyüklüğü,
tek başına, o ülkenin gücünün yeterli göstergesi olmamaktadır.
Gelişen teknoloji, nüfusun yapısını ve niteliğinin
önemini artırmıştır. Nüfusun büyüklüğü ve özellikleri,
ekonominin sektörel yapısını ve büyüme oranını
etkilemektedir.
Hızlı nüfus
artışı, temelde yüksek doğum oranına dayanmakta,
üretim çağına ulaşmamış olan 0-14 yaş grubunun
oranını artırmakta, toplam tüketimin artmasına,
dolayısıyla tasarrufun azalmasına yol açmaktadır.
Nüfus politikaları, ekonomik,
sosyal ve kültürel kalkınmanın ayrılmaz parçasıdır.
Temel amaç, insanların yaşam kalitesini artırmaktır. Bu da
ancak, sürdürülebilir kalkınmayla gerçekleştirilebilir.
Sürdürülebilir kalkınmayı olumsuz etkileyen en önemli etmen de
hızlı nüfus artışıdır.
Gelişmekte olan ülkelerde
hızlı nüfus artışı tasarrufu
zorlaştırmaktadır. Oysa, bu tür ülkelerin kalkınabilmesi
için altyapı, eğitim, sağlık gibi alanlarda
yatırımların artırılması gerekmektedir.
Ayrıca, artan iş gücüne iş olanağı yaratmak yeni
yatırımlara bağlıdır.
1990-2000 döneminde nüfusun
yıllık ortalama artış hızı binde 18'den binde
14'e inmiştir. Ancak, yine de Avrupa ülkeleri arasında en yüksek
nüfus artış hızı Türkiye'dedir.
Göstergelerin değişmemesi
durumunda, 2025 yılında ülke nüfusunun yaklaşık 90 000
000'a ulaşacağı kestirilmektedir. Bunun, daha fazla
yoksulluğu birlikte getireceği açıktır. Bu nedenle,
halkımızın, iyi örgütlenmiş, etkili aile planlaması ve
destekleyici hizmetler yoluyla bilinçlendirilmesi, kendilerinin ve ülkenin
çıkarları yönünden zorunludur.
Aile planlaması
kavramının salt doğum kontrolü olarak algılanması
doğru değildir. Kavram, ana ve bebek sağlığı ile
nüfus planlamasını birlikte içermektedir. Bu boyutuyla, ekonomik ve sosyal
kalkınma yanında, yaşamsal önemi olan sağlık
hakkıyla doğrudan ilgilidir.
Türkiye, Cumhuriyetin 100 üncü
yılında, gönenç düzeyi yönünden Avrupa Birliği verilerine
ulaşabilmek için, etkili bir aile planlaması ile
sağlıklı ve kalkınmayı sürdürecek nüfus
yapısı oluşturma hedefi de önemle göz önünde tutulmalıdır.
20 000 000 insanımız
yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. En
varsıl kesim ile en yoksul kesim arasındaki gelir farkı 17 kata
çıkmıştır. Bunun temel nedenlerinden en önemlisi,
aşırı nüfus artışı ve aile planlaması
konusunda kesimler arası bilinç farkıdır. En yoksul illerde
nüfusun yarısının 14 yaşın altında olması bu
bilinç farkını ortaya koymaktadır.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; ülkemizin çağdaş uygarlık düzeyine
erişmesi sürecinde ekonomiye büyük önem verilmesi gerekir. Sanayileşmiş
ve gelişmiş bir ülke olarak küreselleşen dünyada hak
ettiğimiz yeri alabilmek için, ekonomik yönden güçlü olmak
zorundayız.
Türk ekonomisinin son yıllarda
gösterdiği gelişmeleri yakından izliyoruz. Ekonomik anlamda yeni
sıkıntılarla karşılaşılmaması ortak
dileğimizdir. Toplum olarak geçmişten ders çıkarmalı,
anlayış birliği içinde, iç politika kaygılarından
uzak, siyaset üstü yaklaşımlarla geleceğe yönelmeliyiz.
Sayıların olumlu ya da
olumsuzluğundan bağımsız olarak yapısal sorunlara
eğilmemiz ve gerçekçi, bütüncül çözümler üretmemiz gerekmektedir. Bunun
yolu ise, ekonomide yapısal değişimin önündeki risklerin
tanısının doğru konulmasından geçmektedir.
Bu bağlamda, ülke ekonomisinin,
dengeleri sağlam, üretime dayanan, siyasal yönlendirmelerden etkilenmeyen,
gelir dağılımında adalet sağlayan bir yapıya
kavuşturulması ve dünyadaki yapısal dönüşümlere uyumlu
duruma getirilmesi önemlidir.
Ulusal sermayenin bir ülkenin
büyümesinin en temel itici gücü olduğu gerçeği hiçbir zaman
akıldan çıkarılmamalıdır. Unutulmamalıdır
ki, ulusal sermaye, aynı zamanda bir ülkenin malî sektörünün de
omurgasıdır. Ulusal sermayenin büyütülmesi ve geliştirilmesi
için ulusal tasarrufların özendirilmesi ve verimli kullanılması
zorunludur.
Küreselleşme adı altında
uluslararası tekelci sermayenin, yerelleştirme ve özelleştirme
yöntemi ile iç pazarı etkili biçimde ele geçirmesinin ulusal ekonomiye
zarar vereceği de gözden uzak tutulmamalıdır. (CHP
sıralarından alkışlar)
Toplumsal ya da stratejik önem
taşıyan tüm kamu kuruluşlarının getirisi-götürüsü
tartışılmadan özelleştirilmesi yönündeki uygulamalar,
özelleştirmeyi toplumsal, mantıksal ve hukuksal temelinden
uzaklaştırmakta, sosyal devlet ilkesine zarar vermekte ve hızla
yabancılaşmaya dönüştürmektedir. (CHP sıralarından
alkışlar)
Gelişmiş ülkelerde stratejik
önemdeki tesislerin, yabancılara satılmasının önlenmesi ve
bunun örneklerinin giderek artması, özelleştirme konusuna çok daha
duyarlı yaklaşılmasını gerektirmektedir. (CHP
sıralarından alkışlar)
Üstelik, ülkemizdeki bölgelerarası
gelişmişlik farkı ve geri kalmış yörelere özel kesimin
yatırım yapmaktan kaçınması, kamu
girişimciliğinin önemini ortaya koymaktadır.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti, sosyal bir devlettir. Anayasanın
ilgili maddelerinde sosyal devletin çerçevesi çizilmiş, devletin bu
kapsamdaki görev ve yükümlülükleri saptanmıştır.
Bireylerin sosyal hakları ve
asgarî yaşam düzeyleriyle ilgilenerek onların gönenç, huzur ve
mutluluk içinde, gelecek kaygısı taşımadan
yaşamalarını sağlamak, sosyal devletin temel amaç ve
görevlerindendir.
Sosyal devletin, toplumun
gereksinimlerini karşılamak amacıyla üstlendiği kamu
görevlerini, genel olarak sosyal güvenlik, sosyal yardım, sosyal
hizmetler, eğitim ve sağlık biçiminde özetlemek
olanaklıdır.
Toplumun huzur ve mutluluğu için
sosyal güvenlik, eğitim ve sağlık hizmetlerini
diğerlerinden ayırmak gerekmektedir. Bunlar, siyaset üstü
tutulması gereken, yaşamsal önemi bulunan hizmetlerdir.
Sağlık hizmetlerinin
yaygınlaştırılması, kalitesinin yükseltilmesi, tüm
bireyler için erişilebilir, yeterli ve sürekli kılınması,
sağlık güvencesinin herkesi kapsaması sosyal devlet olmanın
koşuludur. Sağlık gibi devletin aslî görevi olan bir
alanın, insanî boyutu gözardı edilerek, yalnızca parasal
yaklaşımlarla ele alınması, sosyal devlet ilkesiyle
örtüşmemektedir. (CHP sıralarından alkışlar)
Çağdaşlık savındaki
her devlet, birey mutluluğunu amaçlayan politikalar benimsemek ve
uygulamak durumundadır.
Bu nedenle Türkiye de, sağlık
alanında çağdaş ölçütleri yakalamak, sağlık sisteminin
aksayan yönlerini ivedilikle, toplumun beklentileri doğrultusunda
düzeltmek zorundadır.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; yolsuzluklardan arındırılmış temiz
bir toplum, nesnel kurallara göre işleyen yansız ve saydam bir
yönetim, tüm yurttaşların ortak özlemidir. Ne var ki, uzun
yıllardan beri yolsuzluk olayları toplumun gündeminden
düşmemiş, kamuoyu sorgulama gereği duymadan her suçlamaya
inanır duruma gelmiş, toplumsal sağduyu, aklama kararlarına
bile kuşkuyla bakar olmuştur.
Kamu kurum ve kuruluşlarında
yapılan denetimler, bilgisizlik, savurganlık, çıkar
sağlama, görevi savsaklama, basiretsizlik gibi nedenlerle, kurumların
çok yüksek tutarlarda zarara uğratıldığını
göstermektedir.
Yolsuzlukla savaşımda mutlaka
başarılı olunması gerekmektedir. Bu hedefe ulaşmak
için, yasama, yürütme ve yargı organlarınca, kararlı bir tutum
izlenmeli, açık bir toplum ve saydam bir yönetim olmanın gerekleri
yerine getirilmeli, yolsuzluk eylemlerinin cezasız kalmayacağı
uygulamalarla kanıtlanmalı, yasama dokunulmazlığına
ilişkin kurallar gözden geçirilmelidir. (CHP ve Anavatan Partisi
sıralarından alkışlar)
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; ülkelerin gelişen dünyadaki konumlarını
güçlendirebilmelerinde temel araç eğitimdir. Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan
bu yana eğitime büyük önem vermiş, çocuklarımızın ve
gençlerimizin, yenilikleri yakalayan, aklı ve bilimi rehber edinen,
yaşamına dogmalarla ve hurafelerle değil, çağdaş
değerlerle yön veren nitelikli kuşaklar olarak yetiştirilmesine
özen göstermiştir.
Eğitimin temel amacı,
toplumun ve bireyin niteliğinin yükselmesine hizmet etmektir.
İnsanlık tarihi boyunca gelişmenin ana kaynağı bilgi
olmuştur. Çağımızda bilginin önemi "bilgi toplumu"
kavramının geliştirilmesini gerekli kılacak düzeyde
artmıştır.
Kalkınmanın sürdürülebilmesi,
bilgiyi üretme ve kullanma yetisi geliştirilmiş bireyleri
yetiştirecek, nitelikli bir eğitim-öğretim sisteminin
kurulmasını gerektirmektedir.
Eğitim, ülkedeki ekonomik,
toplumsal, bilimsel ve siyasal kurumların üretim ve hizmet kapasitesini
artıran bir süreçtir. Bu süreç, bireylerin yaşam boyu öğrenmesi
olgusunu da kapsamaktadır.
Dünyada ekonomiler giderek nitelikli
bir istihdam profiline, dolayısıyla daha nitelikli eğitim ve
yükseköğretim almış olmayı gerektiren bir sektörel
yapıya dönüşmektedir.
Sonuç olarak, eğitimin
sürdürülebilir büyüme, rekabet edebilirlik, araştırma,
geliştirme ve yeni iş alanlarının yaratılması,
sosyal içerik, bölgesel gelişme gibi ögelerle bir arada ele
alınması ve bu alanlara olan katkısını ön planda tutan
bir yaklaşımla değerlendirilmesi gerekmektedir. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Kişiliğin
oluşmasında önemli katkıları olan okul öncesi
eğitimde, çocuklarımızın sağlığı ve
beslenmesi kadar, bireysel gelişimini destekleyecek toplumsal ve fiziksel
ortamlar sağlanması da önemlidir.
İlköğretimin temel hedefi,
etkili bir rehberlik ve danışmanlık hizmeti sunarak,
çocuklarımızı erken yaşlardan itibaren ilgi, yetenek,
gelişim ve öğrenme özelliklerine göre geleceğe hazırlamaktır.
Bu dönemde, çocuklara, denetimsiz ortamlarda bilim dışı, mistik
ve dogmatik kimi bilgiler aşılanmasına duyarsız
kalınması, bu niyetle hareket eden kişi ya da kurumların,
caydırıcılığı azaltacak yaptırımlarla
cesaretlendirilmeleri son derece tehlikelidir. (CHP ve Anavatan Partisi
sıralarından alkışlar)
İlköğretim sistemimizin en
önemli sorunlarından biri de, öğrencileri ortaöğretime
yönlendirmedeki yetersizliğidir. Bir meslek seçimine ilişkin
kararını henüz olgunlaştıramamış çocuklarımız,
ilköğretimin sonunda meslekî eğitim veren liseler yerine, genellikle
üniversiteye hazırlık amaçlı genel liselere yönelmektedirler. Bu
nedenle, meslekî teknik öğretimin, genel ortaöğretim içindeki
payı giderek düşmektedir.
Zorunlu eğitimin 8 yıla
çıkarılması ve uygulamanın kararlılıkla sürdürülmesi,
eğitimde çağa uyum yönünde atılan önemli bir adım
olmuştur. Fiziksel altyapı yeterli düzeye getirilerek, zorunlu
eğitimin 12 yıla çıkarılması bir an önce
gerçekleştirilmelidir. (CHP ve Anavatan Partisi sıralarından
alkışlar) Eğitimde niteliğin iyileştirilmesi ve
gelişimin sürdürülmesi bunu gerekli kılmaktadır.
Ortaöğretim aşamasında,
meslekî ve teknik bilgiyle donanmış gençlerimizin ilgili sektörlerde
çalıştırılmalarına öncelik verilmesi, böylece ara
eleman gereksiniminin karşılanması, lisans düzeyinde
öğrenim yapmak isteyenlerin ise, kendi alanlarıyla ilgili
yükseköğretim kurumlarına yönlendirilmeleri temel
alınmalıdır.
Üniversiteye girişe
hazırlık uygulaması, ortaöğretimi neredeyse amaç olmaktan
çıkararak araç durumuna düşürmüştür. Bu olgu, gençlerimizin
sosyal etkinliklerden uzak, araştırmacılığı
önemsemeyen, sorun çözme becerisi kazanamamış kişiler olarak
yetişmelerine yol açmaktadır.
Yükseköğretimdeki
sorunlarımızın kalıcı biçimde çözülebilmesi için, bu
alana yönlendirilen malî kaynakların çoğaltılması,
üniversitelerin öğrenci kapasitesinin, ülkemizin gereksinim duyduğu
yetişmiş insan gücü sayısıyla
uyumlaştırılması, öğretim kalitesinin yükseltilmesi ve
uluslararası geçerliliği olan bir kalite güvence sisteminin
geliştirilmesi, öğretim üyeliğinin çekici duruma getirilip,
üniversite kadrolarının oluşumunda kıdem ve liyakatin temel
alınması önem taşımaktadır. (Alkışlar)
Ülkemizin genç ve yetenekli beyinleri,
eğitim sonrası iş olanaklarının yetersizliği ve
kariyer planlamasına ilişkin kaygıları nedeniyle,
yaşamlarını gelişmiş ülkelerde kurmaya yönelmektedir.
Oysa, bu gençler, ulusumuzun çağdaş uygarlık düzeyine
yükseltilmesinde temel güvencelerimizdir.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; dünyanın içinden geçmekte olduğu hızlı
küreselleşme süreci, karşılıklı
bağımlılığı derinleştirmekte,
statükoları sarsmakta ve dünyanın jeopolitik ve jeostratejik durumuna
yön vermektedir. Küresel güvenlik ve küresel ekonomi, birbiriyle yakından
ilişkili iki önemli kavram durumuna gelmiştir.
Dünyada oluşan yeni güvenlik
ortamı, geleneksel tehdit algılamalarının
değişmesine yol açmış, güvenlik, bir yerde
küreselleşmiştir. Bu çerçevede "güvenlik boyutu" ülke
güvenliği kavramından, uluslararası güvenlik biçiminde
tanımlanan bölgesel ve küresel güvenlik anlayışına
kaymıştır.
Türkiye, ülke bütünlüğüne, ulusal
birliğe ve siyasal rejime yönelik çok boyutlu ve giderek artan iç ve
dış tehdit ve risklerle karşı karşıyadır. Bu
risk ve tehditlerin kaynağını, bölücü ve irticaî etkinlikler,
uluslararası terörizm, kitle imha silahlarının
yayılması ve bölgesel sorunlar oluşturmaktadır.
Karşılaşılan bu
güvenlik sorunlarına karşın Türkiye, istikrarını ve
gönencini korumada başarılı olmuştur. Bunda en önemli
etkenler, sağlam temeller üzerine kurulmuş laik ve demokratik devlet
yapımız ile her türlü etnik ve dinsel
ayırımcılığı reddeden, hoşgörü,
dayanışma, birlik ve beraberliği öngören toplumsal
tavrımızdır.
Terörizmin hesaplı ve siyasal
amaçlı bir şiddet hareketi olduğu genel kabul görmektedir.
Terörle savaşımın başarılı olması, küresel
düzeyde tam bir iş birliğinden geçmektedir. Bu iş birliğinin
başarısı, her türlü terör örgütünün, hiçbir ayırım
yapılmaksızın, ortak hedef olarak değerlendirilmesi ve
tanımlanmasıyla olanaklıdır. Terörün desteklenmesinin ya da
başka ülkelere yönelmiş terörist etkinlikler
karşısında sessiz kalınmasının, terörle küresel
savaşımı olumsuz etkilediği kuşkusuzdur. Hiçbir
ülkenin küresel terörizmle savaşımı tek başına
kazanması olanaklı değildir.
Türkiye, terörden en çok zarar gören
ülkelerden biri olarak, terörle küresel savaşımı tüm gücüyle
desteklemektedir. Ancak, Türkiye Cumhuriyetinin üniter yapısını
değiştirmek ve ülkeyi parçalamak amacıyla giderek artan eylemler
gerçekleştiren terör örgütüne karşı savaşımında
Türkiye'ye, dost, komşu ve bağlaşıklarınca yeterince
yardım ve destek verilmemektedir.
Irak'ın kuzeyinden kaynaklanan
bölücü teröre karşı, ayırım yapmaksızın ortak bir
karşı duruş ve güçlü bir eylemsel iş birliği tek çözüm
yolu olarak görülmektedir. Sorunun ivediliğinin ve öneminin
kavrandığına ilişkin kimi gelişmeler yaşansa da,
Türkiye'nin dış teröre karşı meşru savunma hakkı
saklı tutulmaktadır. (Alkışlar)
Türkiye Cumhuriyeti, iç
barışına ve huzuruna yönelik ve evrensel bir insanlık suçu
olan bölücü terörü tümüyle yok edene kadar, hukuk devleti kuralları
içinde, büyük bir kararlılıkla savaşımını
sürdürecektir. (Alkışlar)
Bu bağlamda, teröre
karşı silahlı savaşım yanında, Doğu ve
Güneydoğu Anadolu Bölgelerimizin sosyoekonomik sorunlarını
hızla iyileştirmek ve bölgelerarası gelişmişlik
farklılıklarını ortadan kaldırmak amacıyla
hazırlanan eylem planlarının etkin biçimde
uygulanmasının önemini de vurgulamak istiyorum.
Terörle savaşımda, güvenlik
güçlerimizin özverili çabalarını, halkımızın tümüyle
teröre karşı gösterdiği birlik ve
kararlılığı, yönetim birimlerimizin üstün
çalışmalarını, Yüce Meclisimizin terörle
savaşımda sağladığı destek ve katkıları
takdirle karşılıyoruz. (Alkışlar)
Terörle savaşımda
yitirdiğimiz şehitlerimize bir kez daha Tanrı'dan rahmet
diliyor, gazilerimizi gönül borcuyla anıyorum. (Alkışlar)
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; ülkemizin iç güvenliğine yönelik bir diğer tehdit
de, cumhuriyetimizin kuruluşundan beri var olan, bugün de etkinliğini
artırarak sürdüren irtica tehlikesidir. (CHP sıralarından
alkışlar) Türkiye'de irticaî tehdidi yeterince
algılayamayanların, özellikle son yirmi yılda yaşanan
olayları üst üste koyup birlikte değerlendirmesi, Türkiye'deki
toplumsal ve bireysel yaşamın nereden nereye geldiğini iyi
çözümlemesi gerekmektedir.
İrticaî tehdidin, devletin temel
niteliklerini değiştirme hedefinden sapmadığı
gözlenmektedir. Bu çerçevede, cumhuriyetin kazanımlarının
ortadan kaldırılması, laiklik kavramının çeşitli
biçimlerde yorumlanarak içinin boşaltılması, irticaî
tabanın giderek genişletilmesi, kadrolaşma ve dini
bireysellikten çıkararak toplumsallaştırma ve siyasete yansıtma
çabalarının yoğunlaşmasının, toplumda
gerginliği artırdığı dikkati çekmektedir. (CHP
sıralarından alkışlar)
İrticaî tehdide karşı
savaşımın kilit taşı laikliktir.
Unutulmamalıdır ki, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesi
laik düzene dayanmaktadır. (CHP sıralarından alkışlar)
İrticayla savaşımda,
cumhuriyetimizin laik yapısının korunması, dinin, din
duygularının ve dince kutsal sayılan değerlerin siyasal
amaçlı olarak kötüye kullanılmasının önlenmesi, toplumun bu
yönde bilinçlendirilmesi, devrim yasalarının ödünsüz uygulanması
ve devlet organlarının yetkilerini duraksamaya düşmeden etkin
biçimde kullanmaları zorunludur. (Alkışlar)
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; ulusal güvenliğimiz yönünden Silahlı Kuvvetlerin
güçlü tutulması, geçmişten günümüze en önemli temel önceliğimiz
olmuştur.
Silahlı Kuvvetlerimiz, ülkemizin
ve siyasal rejimimizin varlığının ve sürekliliğinin
güvencesidir. Türk Silahlı Kuvvetlerinin, Anayasada ve yasalarda
belirlenmiş görev ve sorumluluklarını yerine getirecek biçimde
güçlü olmasına, cumhuriyet hükümetleri ve parlamentolarımız
büyük önem vermiş ve özen göstermiştir. Bunu, burada bir kez daha
belirtmekten mutluluk duyuyorum. (Alkışlar)
Bununla birlikte, ulusunun büyük güven
ve sevgisine erişmiş olan ordumuzun
saygınlığının korunmasını ve siyaset üstü
tutulmasını, temel bir görev ve sorumluluk olarak
algılamalıyız. (Alkışlar)
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; dış siyasada önemli gelişmelerin
yaşandığı bir dönemden geçiyoruz. Bu gelişmelerin
niteliği ne olursa olsun, çevremizde ülkemizin güvenlik içinde gelişimini
sürdürebilmesine elverişli bir ortamın sağlanması,
kuşkusuz ulusal çıkarlarımızın gereğidir.
Batı ile Doğu arasındaki
benzersiz konumumuz, sık sık çatışma ve bunalımlarla
karşılaşılan bölgemizde gerçekçi, etkin ve çok boyutlu bir
dış siyasa izlememizi gerektirmektedir. Bu nesnel gerekliliklerin
yaşama geçirilmesi yönünde izlediğimiz dış siyasaya,
çağdaş değerleri benimseyen, barışçıl ve hukukun
üstünlüğüne dayalı bir anlayış egemen olmuştur.
Türk Ulusu, çevresinde yaşanmakta
olan sorunların olumsuz etkilerini birlik ve dayanışma içinde
karşılayacak, uluslararası ilişkilerde
barışçıl, saydam ve içten tutumunu kararlılıkla
sürdürecektir.
Avrupa Birliğine üyelik hedefimiz,
her zamanki canlılığını ve dış siyasadaki
öncelikli yerini korumaktadır.
Avrupa Birliği, Türkiye ile
katılım görüşmelerini başlatma kararı alarak,
Birliğin ortak değerlere bağlı her Avrupa ülkesine
açık olduğunu göstermiş, stratejik bir bakış
açısı ortaya koyabilmiştir. Katılım sürecinin
aksamadan ilerlemesi ve yapay sorunlarla engellenmesine izin verilmemesinin, Türkiye
ve Birlik üyesi ülkelerin ortak yararına olduğu kadar, küresel
barışa da katkıda bulunacağına inanıyoruz. (AK
Parti ve CHP sıralarından alkışlar)
Ancak, ülkemizin Avrupa Birliği
üyeliğine kültür ve din farklılığını öne sürerek
karşı çıkan kimi çevrelerin, Kıbrıs Rum gemi ve
uçaklarına ülkemiz limanlarının açılması yönündeki Rum
çabalarına arka çıktıkları da gözlenmektedir. (AK Parti ve
CHP sıralarından alkışlar) Bu çabalar, Avrupa
Birliğine katılım sürecinde ülkemizden tek yanlı ödün
almayı hedefleyen Rum yönetiminin uzlaşmaz tutumunu
yüreklendirmektedir. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Avrupa Birliğinin üzerine
düşen, Rum tarafını, yerleşmiş Birleşmiş
Milletler parametreleri doğrultusunda, siyasal eşitlik ve iki
kesimliliğe dayalı kapsamlı bir çözüme yönlendirmektir.
Avrupa Birliğine üyelik hedefimiz
gibi, Amerika Birleşik Devletleriyle köklü ilişkilerimiz de
dış siyasamızın temel eksenini oluşturmaktadır.
Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleriyle ilişkilerimiz
birbirini tamamlamakta ve Avrupa-Atlantik bağımızı
oluşturmaktadır.
Günümüz koşulları
Türk-Amerikan ilişkilerinin önemini daha da
artırmıştır. Amerika Birleşik Devletleriyle ortak
yarar temelinde sürdürdüğümüz istikrar, iş birliği ve
barışa dayalı genel amaç birliği, ilişkilerimizin geleceğinin
de güvencesidir. Bu çerçevede, Amerika Birleşik Devletleri ile terör ve
Kuzey Irak bağlamında sürdürmekte olduğumuz iş
birliğinin, sonucu Türk kamuoyu tarafından da titizlikle izlenen
önemli bir sınav oluşturacağını vurgulamak isterim.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
Çevremizde bir uyum ve istikrar
kuşağı oluşturulması başlıca hedefimizdir.
Komşularımızla ilişkilerimiz de bu anlayış
üzerine kuruludur.
Türk-Yunan ilişkilerinin,
içtenlik, karşılıklı güven ve dostluk temelinde
gelişmesinin ikili sorunların çözümünü
kolaylaştıracağına inanıyoruz. Bu yöndeki
ilerlemelerin Akdeniz bölgesine olumlu yansımaları
olacağından kuşku duymuyoruz.
Yunanistan'ın uluslararası
antlaşmalardan kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmesini ve
Batı Trakya Türk azınlığının
sorunlarını çözmesini bekliyoruz. (Alkışlar)
Balkanların istikrarı,
ülkemiz için de büyük önem taşımaktadır. Türkiye, Balkan
ülkeleri arasında karşılıklı anlayış,
iş birliği ve barış içinde birlikte yaşamaya dayalı
bir ortamın oluşturulmasına önem vermektedir. Bu
anlayışla, bölge istikrarını korumaya ve bölgenin yeniden
yapılandırılmasına katkılarımızı
sürdüreceğiz.
Rusya Federasyonu, tarih boyunca önemli
bir komşumuz olmuştur. Artan karşılıklı güven ve
dostluğa koşut olarak, ortak hedefimizi oluşturan "çok
boyutlu güçlendirilmiş ortaklık" yönündeki iş
birliğimiz hızla ilerlemektedir. Avrasya ve Karadeniz bölgesinin iki
önemli ülkesi olan Türkiye ve Rusya Federasyonu arasında gelişen
iş birliği, tüm bölgenin barış, istikrar ve gönencine
katkıda bulunacaktır.
Türkiye'nin merkezinde yer
aldığı Avrasya coğrafyasının bir istikrar ve
iş birliği alanına dönüştürülmesi, dış siyasa
hedeflerimiz arasında yer almaktadır.
Geçtiğimiz temmuz ayında
hizmete açılan Bakü-Tiflis-Ceyhan ham petrol boru hattı, bölgesel
iş birliğinin anlamlı bir simgesini oluşturmaktadır.
Kazakistan'ın da katılmasıyla bu iş birliği
ağı Ortaasya'ya kadar uzanacaktır. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Güney Kafkasya'da sağlam bir
dostluk ve iş birliği ortamı yaratılmasını
istiyoruz. Bölgede kalıcı istikrar, güvenlik ve gönencin
sağlanması yönündeki çabalarımız sürmektedir.
Dost ve kardeş Azerbaycan'ın
uluslararası toplumdaki saygın yerini pekiştiren adımlar
attığını ve hızla geliştiğini görmekten
kıvanç duyuyoruz. Yukarı Karabağ sorununun çözüme
kavuşturulmasını ve Azerbaycan'ın toprak bütünlüğünün
yeniden sağlanmasını istiyoruz. (Alkışlar)
Bölgede iş birliğine önem
verdiğimiz Gürcistan'ın sorunlarının barışçı
yollarla, toprak bütünlüğü gözetilerek ve ileride yeni
uyuşmazlıklara yol açmayacak biçimde çözülmesini diliyoruz.
İran'ın nükleer
programına ilişkin gelişmeleri kaygıyla izlemekteyiz.
Türkiye, İran'ın barışçı amaçlarla nükleer teknoloji
geliştirme hakkına saygı duymaktadır. Ancak, İran'ın,
uluslararası toplumda oluşan güven eksikliğini gidermesi ve
ilgili uluslararası kuruluşlarla tam ve saydam bir iş
birliğine girmesi gerekmektedir. (CHP sıralarından
alkışlar)
Her gün çok sayıda kişinin
yaşamını yitirdiği Irak'ta durum, bir insanlık
trajedisine dönüşmüştür. Türkiye, bu zor günlerinde Irak'ın ve
Irak Halkının yanında olmayı sürdürecektir. Bu ülkedeki tüm
kesimlerle sürdürdüğümüz ilişkilerin başlıca amacı,
Irak'ın toprak bütünlüğünün ve siyasal birliğinin korunmasıdır.
(Alkışlar)
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Ortadoğu, sorunlarla örülü kabuğunu ne yazık ki
kıramamış görünmektedir. Birbiriyle yakından
bağlantılı, bu kökleşmiş sorunlar, bölgede
kalıcı istikrara ulaşılmasını engellemektedir. Uygarlıklar
beşiği Ortadoğu'nun bir dostluk ve iş birliği
alanına dönüştürülmesi, bölgenin siyasal, ekonomik ve kültürel
birikiminin verdiği güçle barış ve gönence ilerlemesi,
Türkiye'nin amacını ve Ortadoğu'ya bakışını
yansıtmaktadır.
Günümüzde, askerî ve ekonomik
yeteneğe dayalı somut güç kavramı yanında, evrensel
nitelikli siyasal ve toplumsal değerlerin önem kazandığına;
demokratik ve çağdaş değerlerin, ülkelerin
saygınlığını, uluslararası iş birliği
ve istikrarı artırdığına kuşku yoktur. Türkiye,
evrensel demokratik değerlerin Ortadoğu'daki tüm ülkelerce
özümsenmesinin, barış ve iş birliğine önemli katkı
sağlayacağına yürekten inanmaktadır. Bununla birlikte, bu
yüksek amaç için siyasal coğrafyaların genişletilmesine,
demokrasi ve çağdaşlık gibi evrensel değerlerin "ılımlı
İslam" gibi eklemelerle yeniden tanımlanmasına gerek
bulunmamaktadır. (Alkışlar) Ne İslamın ne de
demokrasinin kendini tanımlamakta diğerine gereksinimi vardır.
(Alkışlar) Bu kavramların her biri, bireylerin
yaşamının farklı boyutlarını
oluşturmaktadır. Tüm dinlerde olduğu gibi, İslam ile
demokrasi arasındaki ilişkiyi düzenleyen çağdaşlık
ölçütü, laikliktir. (Alkışlar) Genişletilmiş
coğrafyalar için demokratik dönüşüm tasarılarının,
evrensel değer ve ölçütlere, göreli ve bölgesel nitelikler vermesi, çağdaşlaşma
yolundaki çabalara katkıda bulunmaktan uzaktır.
Fas'tan Afganistan'a
uzandığı söylenen "geniş Ortadoğu"
coğrafyasında demokratik dönüşüm, bölge ülkelerinin
kalkınma ve diğer toplumsal sorunlarından soyutlanamaz. Dünya
yeraltı enerji kaynaklarının yaklaşık üçte 2'sini
barındıran bu bölgede gerçekleşmesi istenen demokratikleşme
ve iş birliğinin, yeniden üretilen kavramlar yerine, bireylerin
gönencine yansıyan toplumsal adaletin sağlanması,
çatışma ve el atmaların sona erdirilmesi gibi somut
ilerlemelerle yaşama geçirilebileceğine inanıyoruz. Kimi
ülkelerin son on onbeş yıl içinde bölgeye yönelik olarak
uyguladığı politikaların, bölgedeki sorunları çözmek
yerine yeni ve daha ağır sorunların ortaya çıkması
sonucunu verdiği, üzerinde önemle durulması gereken bir olgudur.
Türkiye, 11 Eylül 2001'de Amerika
Birleşik Devletlerine karşı girişilen terörist
saldırıları lanetlerken, kimi çevrelerce İslam ve terör
arasında kurulmak istenen koşutluğun
anlamsızlığını da vurgulamıştı. (Alkışlar)
Ortadoğu'daki sorunların çözümsüz kalması, masum insanların
yaşamına yönelik terörist eylemleri hiçbir biçimde haklı
kılmaz. Bununla birlikte, çözümsüz kalan bu sorunları gerekçe edinen
terörist eylemlerin İslam diniyle yan yana anılmasının da,
aynı ölçüde tehlikeli sonuçlar getirebileceği açıktır.
(Alkışlar) Bu çerçevede, Hıristiyan dünyası önderlerinin,
içinde bulunduğumuz bu duyarlı dönemde, farklı inanca sahip
kişilerin rencide olması sonucunu doğurabilecek beyan ve
davranışlardan kaçınmaya özen göstermesi, kuşkusuz büyük
önem taşımaktadır. (Alkışlar)
Ortadoğu'nun karmaşık
görüntüsü içinde Filistin sorunu, bölgede kalıcı barış ve
istikrara açılan kapının anahtarıdır. Bu sorunun çözüm
çerçevesi, Birleşmiş Milletlerce ortaya konulan
"uluslararası toplumca tanınmış sınırlarda
yan yana güvenlik içinde yaşayan İsrail ve Filistin Devleti"dir.
Türkiye bu çözüm çerçevesine
inanmaktadır. İsrail Devleti ve Filistin Ulusal Yönetimiyle
sürdürdüğümüz yakın ilişkiler, bize bu amaç doğrultusunda
yapıcı katkılarda bulunabilme olanağı sağlamaktadır.
Bu yöndeki çabalarımızı inanç ve kararlılıkla
sürdüreceğiz.
Ortadoğu'daki sorunların
İsrail-Lübnan boyutu ve bu sorunun ağır insancıl ve
toplumsal bedeli, uluslararası toplumun gündeminde öncelik
kazanmıştır. Hepimizin belleğinde
canlılığını koruyan çatışmalara dönülmesinin
önüne geçilmesi amaçlanmaktadır. Bunun için, öncelikle bölge ülkelerinin
üzerlerine düşen görevleri yerine getirmelerini ve seçimlerini
barıştan yana kullanmalarını diliyoruz.
Aramızda geçmişten
kaynaklanan yakın bağların bulunduğu Orta Asya ülkeleriyle
ilişkilerimizi daha da geliştirme amacındayız. Bölge
ülkeleri, kalkınma, demokratikleşme ve insan hakları
alanındaki çabalarında, Türkiye'yi yanlarında
bulacaklardır. Bu alanlarda atacakları her adımın, bu
ülkeleri uluslararası toplumla daha çok bütünleştireceğini ve
bölgede kalıcı istikrar ve gönenci pekiştireceğini
düşünüyoruz. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Türkiye'nin boyutları ve
uluslararası ilişkilerdeki saygınlık ve
ağırlığı, bölgemizdeki önemli konumumuzun ötesinde,
bir dünya devleti niteliğini de birlikte getirmektedir. Dünyanın
farklı bölgelerine yapmakta olduğumuz insancıl ve kalkınma
amaçlı yardımlar, merkezî konumumuz, ilkeli
yaklaşımlarımız, bugün Türkiye'yi küresel sorunlarda
desteği aranan bir ülke durumuna getirmiştir. (AK Parti ve CHP
sıralarından alkışlar)
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Türkiye'nin, tarihin akışı içinde ilerlemesine,
cumhuriyetimizin kurucusu Büyük Önder Atatürk'ün ulusa gösterdiği iki
temel ilke yön vermektedir: Bunlardan birincisi "Yurtta barış,
dünyada barış" ilkesi; ikincisi ise "çağdaş
uygarlık düzeyine ulaşma" hedefidir. (Alkışlar)
Atatürk'ün "çağdaş
uygarlık düzeyine erişme" ülküsü, ancak bu
savaşımı vermeye kararlı,
çağdaşlığın ve ilericiliğin savunucusu cumhuriyet
kuşaklarıyla gerçekleşecektir. (Alkışlar) Bu
bağlamda, millî eğitim sisteminin, Atatürk ilke ve devrimleri ile
Öğretim Birliği Yasası doğrultusunda yürütülmesi,
bireylerin ulusal ve evrensel değerler ile bilgi toplumunun
gereksinimlerine göre yetiştirilmelerinin temel alınması ve
ülkenin geleceğinin eğitim-öğretimde yattığı
gerçeğinin akıllardan çıkarılmaması büyük önem
taşımaktadır. (Alkışlar)
Türkiye, yolunu ve yönünü seksenüç
yıl önce belirlemiştir. Bu yol, Atatürkçü düşünceyle temelleri
atılmış, çağdaşlaşma ve aydınlanma yoludur.
(Alkışlar) Türkiye, tarihe dayanan sağlam bağlarını
sürdürdüğü çağdaş toplum içinde, cumhuriyetin temel
niteliklerini koruyarak ve önündeki her türlü güçlükleri ödün vermeden
aşarak hak ettiği yeri alacak, konumunu pekiştirecek, yeni
yüzyılın uygarlık oluşumları içinde daha seçkin
düzeylere ulaşacak ve sonsuza dek var olacaktır. (Alkışlar)
Sözlerimi bitirirken, yeni yasama
yılının ulusumuza kutlu olmasını diliyorum.
(Alkışlar)
Meclisimizin
varlığımızı güçlendiren, geleceğimizi
aydınlatan, toplumumuza umut veren çalışmalarını,
sorumlu ve duyarlı yaklaşımlarını, geçmişte
olduğu gibi, bugün ve gelecekte de, aynı bilinç ve
kararlılıkla sürdüreceğine inanıyor, Yüce Meclise
saygılar sunuyorum. (Ayakta alkışlar)
BAŞKAN - Sayın
Cumhurbaşkanım çok teşekkür ederiz.
Sayın milletvekilleri, bugünkü
gündemimizde başkaca bir konu bulunmamaktadır.
Sözlü soru önergeleri ile diğer
denetim konularını sırasıyla görüşmek için, 3 Ekim
2006 Salı günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi
kapatıyorum.
Kapanma Saati:16.34