DÖNEM: 22                     YASAMA YILI: 5

 

 

 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

 

CİLT : 130

 

1 inci Birleşim

1 Ekim 2006 Pazar I.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- TBMM Başkanı Bülent Arınç'ın, yeni yasama yılının ülkemize, milletimize ve Türkiye Büyük Millet Meclisine hayırlı olması temennisiyle konuşması

 II.- SÖYLEVLER

1.- Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in, 22 nci Dönem Beşinci Yasama Yılını açış konuşması

III.- SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Ankara Milletvekili Yakup KEPENEK'in, Ankara Büyükşehir ve Keçiören Belediyeleri arasındaki gerginlik iddialarına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Abdülkadir AKSU'nun cevabı (7/14656)

2.- Gaziantep Milletvekili Ömer ABUŞOĞLU'nun, Gaziantep Şehitkamil Belediyesiyle ilgili yolsuzluk iddialarına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Abdülkadir AKSU'nun cevabı (7/14672)

3.- Yalova Milletvekili Muharrem İNCE'nin, öğrencilerin aldıkları sağlık raporlarına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/14679)

4.- İstanbul Milletvekili Berhan ŞİMŞEK'in, Köylere Hizmet Götürme Birliklerinin Kamu İhale Kanunu kapsamı dışında sayılmasına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Abdülkadir AKSU'nun cevabı (7/14761)

5.- İstanbul Milletvekili Berhan ŞİMŞEK'in, Ankara Büyükşehir Belediyesinin ithal ettiği ağaçlara ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Abdülkadir AKSU'nun cevabı (7/16086)

6.- İstanbul Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU'nun, özelleştirme kapsamında istihdam fazlası personele ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali ŞAHİN'in cevabı (7/16338)

7.- İstanbul Milletvekili Berhan ŞİMŞEK'in, Türkiye İsrafı Önleme Vakfının teftişine ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali ŞAHİN'in cevabı (7/16340)

8.- Konya Milletvekili Atilla KART'ın, TOKİ tarafından Konya-Selçuklu'da yapımı sürdürülen konutlara ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali ŞAHİN'in cevabı (7/16344)

9.- Adana Milletvekili N. Gaye ERBATUR'un, AB 2007 Eşit Fırsatlar Yılı kapsamında yapılacak çalışmalara,

- Antalya Milletvekili Nail KAMACI'nın Antalya'da sokakta yaşayan ve çalışan çocuklara,

- Aydın Milletvekili Özlem ÇERÇİOĞLU'nun, Diyarbakır Valiliği ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü Gözlemevindeki çocuklara,

THY'de kadın kabin memurlarına imzalatılan sözleşmedeki bir şarta,

Anne ve bebek ölümlerinin önlenmesine yönelik çalışmalara,

İlişkin soruları ve Devlet Bakanı Nimet ÇUBUKÇU'nun cevabı (7/16375, 16376, 16377, 16378, 16379)

10.- Hatay Milletvekili Züheyir AMBER'in, özelleştirilen bir sosyal tesisin imar durumunda yapılan değişikliğe ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal UNAKITAN'ın cevabı (7/16497)

11.- Adana Milletvekili Tacidar SEYHAN'ın, kaçakçılıkla mücadele konusundaki bir kanun tasarısında yer alan bir düzenlemeye ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal UNAKITAN'ın cevabı (7/16513)

12.- Diyarbakır Milletvekili Mesut DEĞER'in, Diyarbakır'ın Dicle İlçesinin elektrik altyapısına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal UNAKITAN'ın cevabı (7/16515)

13.- Antalya Milletvekili Feridun Fikret BALOĞLU'nun, Antalya'da yaz aylarında yaşanan elektrik kesintilerine ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal UNAKITAN'ın cevabı (7/16519)

1 Ekim 2006 Pazar

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.00

BAŞKAN : Bülent ARINÇ

KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 22 nci Dönem Beşinci Yasama Yılının 1 inci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yetersayısı vardır; gündeme geçiyoruz.

  I.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- TBMM Başkanı Bülent Arınç'ın, yeni yasama yılının ülkemize, milletimize ve Türkiye Büyük Millet Meclisine hayırlı olması temennisiyle konuşması

BAŞKAN - Saygıdeğer milletvekilleri, bugün, seksenaltı yıldır, milletimizi gururla temsil eden, cumhuriyetimizin kurucu iradesi Yüce Meclisimizin yeni yasama yılını açıyoruz.

22 nci Dönem Beşinci Yasama Yılı, açılışını yaptığımız önceki dört  yasama yılından farklıdır; zira, yaklaşık yirmidört yıldır, Meclisimiz, Beşinci Yasama Yılını erken seçim kararları nedeniyle yapamamış veya tamamlayamamıştır.

Bildiğiniz gibi 1982 Anayasasında, seçimlerin beş yılda bir yapılması, dolayısıyla, Meclisimizin de buna uygun çalışması hükme bağlanmıştır. Ancak, 1982 yılından bu yana, takriben yirmidört yıl boyunca seçimler hiçbir zaman beş yılda bir yapılamamış, buna paralel olarak Meclisimiz Beşinci Yasama Yılı çalışmalarının da bir kısmına hiç başlayamamış, bir kısmını da tamamlayamamıştır.

Bu durum, Türkiye'deki siyasî istikrarın önemli bir göstergesidir. Erken seçim kararları, ya siyasî istikrarın bozulması, ülkedeki ekonomik ve sosyal gidişatın kötüleşmesi üzerine ya da iktidarların rakiplerini hazırlıksız yakalamak istemesi üzerine alınmıştır. Her iki durum da ülkeye çok da yararı olmayan durumlardır. Bugün, eğer, bir erken seçim baskısı ve atmosferi olmadan Beşinci Yasama Yılına giriyorsak, bu, ülkemizde siyasî bir istikrarın, doğru yolda ilerleyen bir ekonominin ve sağlam bir sosyal hayatın olduğunu göstermektedir.

Bu tablonun oluşumunda, Meclisimizin, iktidar ve muhalefetiyle tüm siyasî partilerimizin ve milletvekillerimizin emeği çok büyüktür. Burada, onları yoğun ve yorucu geçen; ama, ülkemizi büyük bir istikrara kavuşturan çalışmalarından dolayı kutluyorum.

Değerli milletvekilleri, Yüce Meclisimiz, geçtiğimiz dört yasama yılı boyunca âdeta bir devrim gerçekleştirmiştir. Son elli yılın en büyük reformları, yenilikleri, değişimi hep bu dönemde yapılmıştır. Bu büyük değişim hareketi beraberinde siyasî bir istikrarı getirmiş, bu da ekonomiyi ve dış politikayı doğrudan olumlu yönde etkilemiştir. Bugün, eğer, erken seçim baskısı, tartışması ve isteği yoksa, sebebi, işte bu siyasî istikrardır.

Düşünün ki, çok partili yaşama geçtiğimiz yıllardan bu yana, altmış yıl içinde, ülkemiz, on yıl bile olağan şartlarda zaman geçiremedi. Ne yazık ki, demokrasimiz sürekli yaralanmış, ülkemiz sürekli geriletilmiş ve tüm bunlardan dolayı milletimiz acı çekmiştir. Ancak, bu asla kaçınılmaz bir kader değildir. Kimse demokrasimizin ve özgürlüğümüzün ilelebet kısıtlanabileceğini düşünmesin.

İşte, bugün, bu Yüce Meclis gerçekleştirdiği sessiz devrimle ülkemizi o karanlık, makûs talihinden kopartıp, aydınlık bir geleceğe doğru taşımaktadır. Ülkenin yıllardır kangren olmuş sorunları, kördüğüm olmuş problemleri, bu yüce çatı altında tek tek çözülmüş ve milletimizin gönlünde yeni umutlar doğmuştur.

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Nereden çıktı bu?!

BAŞKAN - Bugün, bu yasama yılının açılışı vesilesiyle, Türkiye'de ve dünyada farklı düşünen kesimlere bir kez daha duyurmak isteriz ki, Türkiye, kendi yolunu çizmiş ve hedefine kilitlenmiştir.

Bizim hedefimiz, içine kapanmayan, dünyayla entegrasyon içinde olan, bölgesinde söz sahibi, sarsılmaz bir iradeyle milletinin refahını ve mutluluğunu en ön sırada tutan "bir dünya ülkesi Türkiye" kurmaktır. Bu hedefimize ulaşmak için, güçlü bir millete, özgür ve bağımsız bir ülkeye, güç, kuvvet veren bir tarihe ve bizi birbirimize bağlayan bir inanca ihtiyacımız var. Çok şükür ki, bunların hepsine sahibiz.

Bu nedenledir ki, Türkiye'nin geleceği aydınlıktır. Bu gelecek, siz saygıdeğer milletvekillerinin geceli gündüzlü çalışarak çıkarttığı reform yasalarıyla kurulacak ve çocuklarımız güzel bir ülkede yaşayacaktır.

Bugün Beşinci Yasama Yılını, saygın ve itibarlı bir Meclis, istikrarlı bir siyasî ortam, tüm dünyada saygı uyandıran bir ülkeye sahip olarak açıyoruz.

Bugüne kadar ve halen, her fırsatta milletvekillerini, Meclisi ve siyasetçileri eleştirenlere bu tabloyu bir kez daha göstermek isterim. Sahip olduğumuz bu istikrar ve saygınlık, o her şeyi eleştirilen milletvekillerinin sayesinde gerçekleşmiştir. Onların Meclis çalışmalarındaki çabaları ve fedakârlıkları olmasaydı, o sessiz devrimleri gerçekleştiremeyecek, dolayısıyla, ülkemiz dünyada bu saygınlığa ve güvene sahip olmayacaktı. Bu yüzden herkesin eleştiri ve tenkitlerinde, hem doğru hedefi seçmeleri hem de seviyelerini koruması gerekir. Bir ülkede her şeyin suçlusu, milletvekilleri ve siyaset kurumu olamaz.

Saygıdeğer milletvekilleri, bugünden itibaren başladığımız Beşinci Yasama Yılı, 22 nci Dönemin son çalışması olacaktır. Yoğun, yorucu ama başarılarla dolu 22 nci Dönem Parlamentosu, 2007 yılında çalışmalarını tamamlayacaktır. Önümüzdeki yıl, Türkiye için son derece önemli gelişmelerin olacağı bir yıldır. Yüce Meclis, yeni yılda, yeni cumhurbaşkanımızı seçecek, Yüce Milletimiz de, sandığa giderek bir kez daha iradesini beyan edecek ve ülkeyi yönetmesini istediği kişileri seçecektir. Bu nedenle, gelecek yıl Meclisimiz için çok önemlidir.

Geçtiğimiz seksenaltı yıl boyunca olduğu gibi, her zaman, milletin iradesini ve hassasiyetlerini siyasete yansıtmaya Meclisimiz devam edecektir. Büyük bir olgunlukla, sağduyu ve kararlılıkla üzerine düşen görevleri yerine getirecek, milletine yakışır en güzel kararları alacaktır.

Önümüzdeki yılı bahane ederek siyaseti yıpratmak, ortamı germek, milletin huzurunu kaçırmak isteyenlere karşı hepimizin dikkatli olması gerekir. Unutmayın ki, milletin ve ülkenin kaderini bu Meclis belirlemektedir. Dolayısıyla, bu kadar ağır bir sorumluluğun gereği olarak, hepimizin vakur ve olgun davranması gerekir. Bizler, milletin temsilcisi, ülkenin sahibi olan Meclisin birer üyesiyiz. Ülkemizin kaderine ve geleceğine, millet iradesinin tek temsil makamı olan bu Yüce Meclis karar verecektir. Bu gerçek, ne yapılırsa yapılsın, değişmeyecektir. Bu gerçeği bilip, güven içinde, sağduyuyla, sükûnetle dönemimizi tamamlamak gerekir. Hiç kimse düşünmese bile, milletvekilleri, ülkenin ve milletin geleceğini tehlikeye atacak hareketlerden kaçınmak zorundadır.

Saygıdeğer milletvekilleri, bugün vesilesiyle, Avrupa Parlamentosunda onaylanan son ilerleme raporuyla ilgili birkaç hususa değinerek konuşmamı tamamlamak istiyorum.

Raporda Avrupa Birliği hedefimizde bir rehavetin ve duraklamanın olduğunu ifade eden görüşlerin doğruları içermediğini belirtmem gerekir. Meclisimiz, Avrupa Birliği sürecini önemsediğini, olağanüstü toplanıp uyum paketlerini yeniden çıkartarak göstermiştir. Bu konudaki isteğimiz ve arzumuz, her zamanki gibi, güçlü ve tereddütsüzdür. Avrupa Birliği sürecinde bir duraklama olduğu kanaatini pekiştiren konulardan birisinin, anketlerde, Türk Halkının Avrupa Birliğine olan desteğinin azaldığı hususudur. Milletimizin desteğinin azalmasının, varsa, tek bir sebebi vardır; o da, Avrupa Birliğinin uyguladığı çifte ve samimiyetsiz standartlardır. Kıbrıs sorununda verilen sözlerin tutulmadığını, başkalarına uygulanmayan kriterlerin Türkiye'ye uygulanmak istendiğini gördükçe, Türk Milletinin Avrupa Birliğine olan inancı zayıflamaktadır. Bu nedenle, Avrupalı dostlarımız, Türkiye'ye haksızlık yapılmaması, her ülkeye uygulanan kriterlerin eşit ve objektif olarak ülkemize de uygulanması halinde, halkımızın desteğinin arttığını görecektir.

Raporun tavsiyeler bölümünde yer alan bazı hususların, yine, kriterler arasında bulunmayan siyasî talepler olduğunu üzülerek görmekteyiz. Bu siyasî taleplerin bir kısmı tartışılabilir gözükse de, bir kısmını kabullenmek mümkün değildir. Elbette, Türkiye üzerine düşen görevleri yerine getirecektir; ancak, bazı Avrupa ülkeleri, fikir özgürlüğü ve ırk ayırımcılığı konusunda çok kötü sınavlar verirken, bizi eleştirmeleri şaşkınlık vericidir. Asılsız Ermeni soykırım iddialarını inkâr edenlere hapis cezaları öngören ve hatta bu insanların siyaset yapmasını engelleyen bir Avrupa'nın, şimdi, bizden, bazı kanunlarımızı değiştirmemizi istemesi büyük bir çelişkidir. Buna rağmen, biz, Avrupa'daki bazı ülkelerin yanlış tutumlarına düşmeden, fikir özgürlüğü önündeki engellerin kaldırılması için, her zaman aydınlarımızın ve milletimizin sesine kulak vereceğiz.

Saygıdeğer milletvekilleri, sizleri, bir kez daha, dört yasama yılı boyunca yaptığınız fedakâr çalışmalardan dolayı kutlarım. Kim ne derse desin, biliniz ki sizler, yani 22 nci Dönem milletvekilleri, çıkardığınız yasalarla büyük bir devrim gerçekleştirdiniz; Meclisimizin tarihinde hep özel bir yerde anılacaksınız; gelecek kuşaklar, çocuklarınız, ülkemiz için yaptığınız bu hizmetten dolayı, sizi, hayırla ve minnetle anacaktır; bunu hiç unutmayın.

Beşinci Yasama Yılının ülkemize, milletimize ve Türkiye Büyük Millet Meclisimize hayırlı olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

Sayın milletvekilleri, Sayın Cumhurbaşkanımız, yeni yasama yılının açılış konuşmasını yapmak üzere şu anda Genel Kurul Salonunu teşrif etmektedirler.

Kendilerine, Meclisimiz adına "hoş geldiniz" diyorum. (Ayakta alkışlar)

İstiklal Marşı:

(İstiklal Marşı)

II- SÖYLEVLER

1.-Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in, 22 nci Dönem Beşinci Yasama Yılını açış konuşması

CUMHURBAŞKANI AHMET NECDET SEZER - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sizleri, yeni yasama yılının başlangıcında üstün başarı dileklerimle ve saygıyla selamlıyorum. Sözlerime başlarken, bu yüce çatı altında bir kez daha bulunmaktan duyduğum mutluluğu belirtmek istiyorum.

Laik ve demokratik rejimimizin temel kurumu Türkiye Büyük Millet Meclisi, açıldığı günden bu yana tarihsel sorumluluk üstlenmiş, varlığı ve çalışmalarıyla ulusumuza güven vermiştir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, Yüce Atatürk'ün öncülüğünde Kurtuluş Savaşını yürütmüş, Cumhuriyeti kurmuş, devrimlerin altyapısını oluşturmuş, Atatürk Cumhuriyetinin değiştirilemez nitelikleriyle sonsuza kadar yaşatılması, demokrasinin güçlendirilmesi, rejimin özünden sapma olmaksızın kurum ve kurallarıyla işlemesi, yurttaşlarımızın hak ve özgürlüklerine kavuşarak onurlu bir yaşam sürmesi yönünde önemli hizmetlerde bulunmuştur.

Türkiye, Ölümsüz Önderimiz Atatürk'ün, O'nun izinde ilerleyen kurumlarımızın ve yurttaşlarımızın çaba ve katkılarıyla, çağdaş dünyanın saygın, güvenilir bir üyesi olma yolunda önemli aşama kaydetmiştir.

Sahip olduklarımızın değerini bilerek, gücümüze inanarak, kendimize güvenerek, sorunlar karşısında yılmayarak, demokrasimize sahip çıkarak, bölünmez bütünlüğümüzü koruyarak, toplumsal barışı sürekli kılarak aydınlık yarınlara emin adımlarla ilerleyeceğiz. Bu konuda kurumlarımıza, yönetileni ve yöneteniyle tüm yurttaşlarımıza görev ve sorumluluklar düşmektedir.

Ulus egemenliğinin temsilcisi Yüce Meclisimizin bu sürece de çalışmalarıyla büyük katkıda bulunacağına yürekten inanıyoruz.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu yıl, bağımsızlık savaşımızın önderi, ulusumuzun kurtarıcısı, çağdaş Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, büyük komutan, eşsiz devlet adamı ve devrimci Yüce Atatürk'ün doğumunun 125 inci yılını kutluyoruz.

Türk Ulusu, doğumunun 125 inci yılında Yüce Atasını sevgiyle, özlemle, gönül borcuyla anarken, aynı zamanda tarihe ve insanlığa mal olmuş, eylemleri ve söylemleriyle dünyada saygınlık kazanmış örnek bir lideri yetiştirmenin övüncünü ve coşkusunu yaşamaktadır.

Yüce Atatürk, insanlığa mal olan yapıtlarıyla her gün aramızda bulunmakta, yüksek ülküleri ve ilkeleriyle yol gösterici olmakta, düşüncelerde ve yüreklerde yaşamaktadır. (Alkışlar)

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; devletlerin siyasal rejimlerini düzenleyen anayasaların üstün konumları, özenle korunmalarını zorunlu kılmıştır. Bu nedenledir ki, anayasaların bağlayıcılığı, uygulanmasının sağlanması, izlenmesi, denetlenmesi ve değiştirilmesi özel kurallara bağlanmıştır.

Anayasanın 2 nci maddesine göre, Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir.

Hukuk devleti niteliğinin ayırt edici özelliği, hukukun üstünlüğünün kabul edilmiş olmasıdır. Hukukun üstünlüğü de, Anayasanın ve yasaların eksiksiz uygulanmasını, iktidar gücünün yargı ile dengelenmesini, yasama ve yürütme organları ile yönetimin eylem ve işlemlerinin yargısal denetime bağlı tutulmasını gerektirmektedir.

Anayasada parlamenter sistem kabul edilmiş, bu sistemin gereği yasama, yürütme ve yargı erklerine yer verilmiş ve erkler ayrılığı ilkesi benimsenmiştir. Anayasanın Başlangıç bölümüne göre, erkler ayrılığı, devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasıyla sınırlı uygar bir işbölümü ve işbirliğidir.

Anayasada benimsenen sisteme göre, kuşkusuz hiçbir organ diğerine üstün değildir. Her organ, Türk Ulusu adına, Anayasada belirlenen yetki ve görev alanı içinde ulusal egemenliği kullanmaktadır.

Bunun yanında, yasama ve yürütmenin siyasal birlikteliklerinden doğacak iktidar gücünü dengelemek için Anayasada kimi düzenekler öngörülmüştür. Cumhurbaşkanına, Anayasanın uygulanmasını, devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetme bağlamında, Anayasa ile verilen yasama, yürütme ve yargıya ilişkin yetki ve görevler bu kapsamdadır.

Yine, Anayasada iktidar gücünü dengelemek için yasama, yürütme ve yönetimin tüm eylem ve işlemleri yargı denetimine bağlı tutulmuş; yargıya, gücü elinde bulunduran erklere karşı bir denge ögesi olma işlevi yüklenmiştir.

Yasalar, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü, yasama dokunulmazlığının kaldırılması ya da milletvekilliğinin düşürülmesine ilişkin yasama işlemleri ile yürütme işlemi olan yasa gücünde kararnameler, Anayasa Mahkemesinin denetimine bağlı tutulmuştur.

Diğer yürütme ve yönetim eylem ve işlemlerinin hukuka uygunluk denetimi de idarî yargının görev alanına girmektedir.

Tüm bu düzenlemeler, yargının, yasama ve yürütmeye üstünlüğü değil, hukukun üstünlüğü bağlamında iktidar gücünün sınırlandırılması, başka bir deyişle hukuka uygunluğun sağlanması anlamındadır. Çünkü, hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ilkesini benimsemiş çağdaş toplumlarda son söz yargıya verilmiştir.

Nitekim, Anayasanın 138 inci maddesinde, yasama ve yürütme organları ile yönetimin, mahkeme kararlarına uymak zorunda oldukları, bu organlar ve yönetimin, mahkeme kararlarını hiçbir biçimde değiştiremeyecekleri, bunların yerine getirilmesini geciktiremeyecekleri; 153 üncü maddesinde de, Anayasa Mahkemesi kararlarının yasama, yürütme ve yargı organlarını, yönetim makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri, kısaca herkesi bağlayacağı belirtilmiştir.

Bu sistem, ilke ve kurallar uyarınca, bir konuda yargı kararı varken tersine işlem ya da uygulama yapılması, hukuk devletinde olanaksızdır.

Bu noktada iki konu önem kazanmaktadır. Bunlardan birincisi, yargı bağımsızlığı; ikincisi ise, seçilmişlerin yanında atanmış kamu görevlilerinin rejim yönünden önemidir.

Anayasamızın 2 nci maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin nitelikleri arasında sayılan hukuk devletinin en önemli özelliklerinden biri, yargı bağımsızlığı ilkesinin kabul edilmiş olmasıdır.

Güçler ayrılığı ilkesi benimsenen parlamenter demokrasilerde, bu ilkenin doğal sonucu olarak yargı erki, yasama ve özellikle gerçek gücü elinde bulunduran yürütmeye karşı korunmuş ve bağımsız kılınmıştır.

Yargı bağımsızlığının gerçekleştirilebilmesi için, mahkemelerin yanında, yargı erkinin en önemli ögesi ve temsilcisi olan yargıçların da bağımsız ve güvenceli olması gerekmektedir.

Bu nedenle, Anayasanın 9 uncu maddesinde, yargı yetkisinin Türk Ulusu adına "bağımsız mahkemelerce" kullanılacağı, 138 inci maddesinde de, yargıçların görevlerinde bağımsız oldukları belirtilmiştir.

Yine Anayasamızda, yargı erkinin yürütmenin etki ve karışmasından uzak tutulabilmesi için kimi düzenlemelere yer verilmiştir. 140 ıncı maddede, yargıçların, mahkemelerin bağımsızlığı ve yargıçlık güvencesi ilkelerine göre görev yapacakları; 138 inci maddesinde, yargıçların, Anayasa, yasa ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verecekleri; hiçbir organ, makam, merci ya da kişinin, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve yargıçlara emir ve talimat veremeyeceği, genelge gönderemeyeceği, tavsiye ve telkinde bulunamayacağı kurala bağlanmıştır.

Yargı organlarının kuruluşu, çalışma ilkeleri, yargıçların seçimi ve özlük hakları konularında yargı bağımsızlığını gölgeleyecek yöntemlerden uzak durulması, hukuk devleti ilkesinin gereğidir.

Yargıç ve savcıların tüm özlük ve disiplin işleri, Yargıtay, Danıştay ve Uyuşmazlık Mahkemesi üyelerinin seçimi gibi önemli yetkilerle donatılmış Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun oluşumunda, bir siyasî parti mensubu olan bakanın ve onun buyruk ve direktifleri ile hareket eden Müsteşarın yer alması yargı bağımsızlığını, dolayısıyla hukuk devleti ilkesini zedelemektedir. (CHP ve Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)

Çeşitli hükümet programlarında da vurgulandığı gibi, yargının kişiselleştirilmesi ve siyasallaştırılmasının önlenebilmesi için, yargı bağımsızlığıyla bağdaşmayan bu durumun ivedi olarak düzeltilmesi gerekmektedir.

Unutulmamalıdır ki, yargıç güvencesi yargı bağımsızlığının, yargı bağımsızlığı da devlete güvenin ön koşuludur.

Yasama ve yürütme organlarının da yargının siyasallaştırılmasından özenle kaçınmaları gerekir. Yargının siyasallaştırılması durumunda bundan zarar görecek olan başta yine devlet organlarıdır. Bununla da kalmayacak, tüm devlet kurumları, insanî değerler ve bireyler de bu zarardan paylarını alacaklardır.

Hukuk devletinde, kişilerin özel yaşamına ve özgürlük alanına yapılacak hukuka aykırı karışmalardan ve bu nedenle uğrayabilecekleri zararlardan korunabilmeleri gerekmektedir. Böylece, hukuksal güvenliğin sağlanması ve sürdürülmesi, ancak bağımsız ve dolayısıyla yansız yargı organı aracılığıyla olanaklıdır.

Yurttaşın hak arama özgürlüğünün ve hukuksal güvenliğinin her türlü siyasal karışmadan, ideolojik ve dogmatik düşüncelerden arınmış, yansız ve bağımsız yargı organı tarafından korunduğu bilindiği sürece, hukuk devletinin varlığı duyumsanabilir.

Yargılama sürecinde siyasal karar organlarının etkin kılınması, yargı kararlarının, hukukun gerekleri yerine siyasal kanaat ve düşüncelere dayandırılması, bu yönde yorumlanarak uygulanması ya da uygulanmaması yargının siyasallaştırılmasına neden olur. Bu ise, kişilerin hukuksal güvenliğinin ortadan kaldırılmasına, kamusal düzenin bozulmasına, hukuk ve devlet erkinin yok olmasına yol açar.

Hukuk devletinin varlığının toplum yaşamının her alanında yurttaşlarca duyumsanması, devlete güvenin varlık nedeni olduğuna göre, tüm organların bu alanda ödevleri, yükümlülükleri ve sorumlulukları vardır.

Öte yandan, anayasal sistemin işlerliğini sağlayacak organları oluşturan, onları somutlaştıran görevlilerden kimileri halkın, kimileri Türkiye Büyük Millet Meclisi ya da Anayasada öngörülen diğer kurumların seçmesiyle, kimileri de atamayla göreve gelmektedirler.

Anayasaya göre, üç erki temsil eden organ ya da kurumlar arasında üstünlük sıralaması yapılamayacağına göre, göreve getirilme yöntemlerine bakılarak organ ya da kurumları somutlaştıran görevliler arasında da ayrım yapılamaz.

Yine, anayasal sisteme göre, rejim yönünden denge ögesi olan kurumların kararlarının, salt o kurumu oluşturan görevlilerin getiriliş yöntemine dayanılarak eleştirilmesi ve etkisizleştirilmesi doğru değildir.

Unutulmaması gereken şey, devletin ve rejimin sürdürülebilmesi için, seçilmişler kadar atanmışların da görevi, sorumluluğu ve vazgeçilmez önemi olduğudur.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Anayasa'nın 2 nci maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin demokratik bir devlet olduğu belirtilmiş; 67 nci maddesinde, seçme, seçilme ve siyasal etkinlikte bulunma hakkı, temel hak ve ödevler arasında düzenlenmiş; 13 üncü maddesinde de, temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunulmaksızın, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmamak koşuluyla sınırlandırılabilmesi öngörülmüştür.

Yurttaşların seçme, seçilme ve siyasal etkinlikte bulunma hakkı, demokrasinin yeterli değil, gerekli koşuludur. Yine, Anayasanın 68 inci maddesinde belirtildiği gibi, siyasal partiler demokratik yaşamın vazgeçilmez ögeleridir.

Ancak, bunların yanında, Anayasanın 67 nci maddesinde, seçimler konusunda çok önemli bir kurala yer verilmiş, seçim yasalarının "temsilde adalet" ve "yönetimde istikrar" ilkelerini bağdaştıracak biçimde düzenleneceği belirtilmiştir.

Görüldüğü gibi, önemli olan, bu ilkelerin seçim yasalarına sadece yansıması değil, yasada bu iki ilke arasında denge kurulmasıdır.

Temsilde adalet, siyasal partilerin Türkiye Büyük Millet Meclisinde, seçimlerde aldıkları oy oranında temsilci bulundurmasını gerektirmekte, alınan oyla orantılı temsilci sayısıyla yaşama geçirilebilmektedir.

Yönetimde istikrar ise, oyların siyasal partiler arasında aşırı bölünerek Türkiye Büyük Millet Meclisine yansımasının yaratacağı istikrarsızlığın önlenmesini anlatmaktadır. Bu ilkenin yaşama geçirilmesi, oyların temsilci sayısına dönüşmesinde "baraj" olarak adlandırılan oransal sınırlar konulmasını zorunlu kılmaktadır.

Birbirinin karşıtı gibi görünen bu iki ilkenin, seçme ve seçilme hakkının özünü zedelemeyecek ve devlet yönetimini aksatmayacak biçimde, birbirini dengeleyerek yasaya yansıtılması anayasal zorunluluktur. Bu duyarlı denge, aynı zamanda, demokratik hukuk devleti niteliğinin de gereğidir.

Yönetimde istikrar ilkesi, salt çoğunluğu sağlayacak seçim sistemini değil, istikrarlı yönetimi olanaklı kılacak adaletli bir temsil sistemini gerektirmektedir.

Bundan amaç, seçmenin siyasal dağılımının Parlamentoya olabildiğince uygun ve adil biçimde yansımasıdır. Adalet, aynı zamanda, yönetimde istikrarın da temel koşuludur. Yalnızca ya da ağırlıklı olarak istikrarı gözetmenin, istikrarsızlık kaynağı olacağı açıktır.

Kuşkusuz, temsilde adaletin sağlanması için, seçmenin siyasal dağılımının tümüyle Parlamentoda temsil edilmesi, başka bir deyişle, siyasal partilerin tümünün Mecliste temsilci bulundurması da savunulamaz. Bu sistemin de, yönetimde istikrar ilkesine zarar vereceği ortadadır. Ne var ki, oy kullanan seçmenin siyasal görüşünün büyük oranlarda Parlamentoda temsil edilemediği seçim sistemini de, temsilde adalet ilkesiyle bağdaştırmak olanaksızdır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; birçok kez üzerinde durduğum kimi konuları, ülke rejimi ve geleceği yönünden çok önemsediğim için bir kez de Yüce Meclisin çatısı altında vurgulamak istiyorum.

Öncelikle, son yıllarda, bilinçli olarak gündemden düşürülmeyen laiklik ve laikliğin tanımı tartışmaları üzerinde durmakta yarar görüyorum.

Belirtmek gerekir ki, demokrasi, özgürlük, kamu yararı, kamu düzeni, laiklik gibi kavramların Anayasada kavramsal tanımı yapılmamış olabilir. Anayasalar, kurallarıyla bu kavramların işlevlerini ve anlamlarını ortaya koyarak çerçevesini çizip, işlevsel tanımını yaparlar. Nitekim, Anayasamızda da, laikliğin işlevsel tanımı yapılmıştır.

Bu nedenle, Anayasada, laikliğin tanımını aramak yerine, nasıl bir laikliğin öngörüldüğüne bakmak gerekir. Bu bağlamda, Anayasa Mahkemesi kararlarının konuya katkısı gözden uzak tutulamaz.

Laiklik ilkesini yaşam biçimi olarak benimseyen çağdaş ülkeler incelendiğinde, tümünün bu ilkeyi kendi toplumsal gerçeklerine göre biçimlendirdikleri görülecektir.

Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında da belirtildiği gibi, laiklik, ülkelerin içinde bulunduğu tarihsel, siyasal, toplumsal koşullara ve her dinin gerektirdiği isteklere bağlı olarak ülkeden ülkeye farklılık göstermektedir.

Bu farklılığa bağlı olarak her ülkenin laiklik anlayışı, o ülkenin Anayasasına yansımıştır. Türkiye için özellik taşıyan laiklik de, Anayasada benimsenen ve korunan içerikte bir ilkedir.

Laiklik ilkesinin, her ülkenin içinde bulunduğu koşullardan ve her dinin özelliklerinden esinlenmesi, bu koşullar ile özellikler arasındaki uyum ya da uyumsuzlukların laiklik anlayışına yansıyarak değişik nitelikleri ve uygulamaları ortaya çıkarması doğaldır.

Dini ve din anlayışı tümüyle farklı ülkelerde laiklik uygulamasının aynı anlam ve düzeyde olması beklenemez.

Türkiye Cumhuriyeti, Türk Ulusunun gelenekleri, toplumsal yapısı, sosyal gerçekleri ve koşulları karşısında laikliği kendine en uygun içeriğiyle benimsemiştir.

Devlet rejiminin ve toplumsal yaşamın laikleştirilmesi belirli bir tarihsel süreç içinde gerçekleştirilmiştir. Laiklik ilkesinin günümüzdeki anlam ve önemini kavrayabilmek için Kurtuluş Savaşı sürerken ve Türkiye Cumhuriyeti kurulurken gerçekleştirilen olayları ve olguları iyi irdelemek gerekir.

Gerçekten, daha Kurtuluş Savaşına başlangıç hazırlıkları sırasında Erzurum Kongresinde alınan kararlar içinde, ulusal egemenliğin üstün kılınacağına yer verilmiş; Kurtuluş Savaşı sürerken kabul edilen 1921 ve savaştan hemen sonra kabul edilen 1924 Anayasalarının 1 inci ve 3 üncü maddelerine "egemenlik kayıtsız koşulsuz ulusundur" kuralı konulmuştur. Bunlar, laiklik yolunda atılan ilk adımlardır. Çünkü, laikliğin özü ve temeli "egemenliğin" kaynağında yatmaktadır. Egemenlik ulusa ilişkin ise, o rejimin dayandığı sistem laik sistemdir.

Laiklik ilkesine, Türkiye Cumhuriyeti yönünden tarihsel süreçte kazandığı anlamıyla 1961 ve 1982 Anayasalarında da yer verilmiştir.

1961 ve 1982 Anayasalarının laiklikle ilgili tüm kuralları birlikte incelendiğinde, laikliğe bir ilke olarak yer verilmesinin çok ötesinde, onun işlevinin de tanımlanarak kapsamının belirlendiği görülecektir.

Anayasanın 1 inci maddesinde, Türkiye Devletinin bir cumhuriyet olduğu belirtilmiş; 2 nci maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin, "Başlangıç" bölümünde yer verilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğu vurgulanmış; 4 üncü maddesinde de, 1 inci ve 2 nci maddelerdeki cumhuriyetin ve cumhuriyetin niteliklerinin değiştirilemeyeceği, değiştirilmesinin önerilemeyeceği belirtilmiştir. Böylece, Türkiye Cumhuriyetinin niteliklerinden olan laiklik, anayasal içeriğiyle güvence altına alınmıştır.

Anayasanın 176 ncı maddesine göre "Başlangıç" bölümü, Anayasa metnine dahildir. Anayasanın dayandığı temel görüş ve ilkeleri içeren "Başlangıç" maddelerin amacını ve yönünü belirten bir kaynaktır. Madde gerekçesinde de "Başlangıç" bölümünün Anayasanın diğer kurallarıyla eşdeğer olduğu vurgulanmıştır.

Anayasanın "Başlangıç" bölümünde, laiklik ilkesi gereği, kutsal din duygularının devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı belirtilmiştir. Böylece, cumhuriyetin niteliklerinin en önemlisi ve diğer niteliklerin temeli olan laiklik, Anayasaya yön veren ilkeler arasındaki yerini almış ve anayasal tanımını bulmuştur.

Bu tanıma göre, laiklik, dinin, sosyal, siyasal ve hukuksal bir güç ve düzenleyici olmasını önleyen temel ilkedir. Bu işlevine uygun olarak, Anayasanın 24 üncü maddesinde de,

- Devletin sosyal, ekonomik, siyasal ve hukuksal temel düzeninin, kısmen de olsa, din kurallarına dayandırılamayacağı,

- Dinin ya da din duygularının yahut dince kutsal değerlerin, siyasal ya da kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla kötüye kullanılamayacağı açık biçimde kurala bağlanmıştır.

Bunun yanında, Anayasanın 13 üncü maddesinde, temel hak ve özgürlüklerin, laik cumhuriyetin gereklerine uygun olarak yasayla sınırlandırılabileceği; 14 üncü maddesinde de, Anayasada yer verilen hak ve özgürlüklerin, laik cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan etkinlikler biçiminde kullanılamayacağı belirtilmiştir.

Böylece, temel hak ve özgürlüklerin laik cumhuriyeti zedeleyecek biçimde kötüye kullanılması önlenmiş, gerekirse laik cumhuriyeti korumak için temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılabileceği kabul edilmiştir.

Öte yandan, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesi, coğrafî ve siyasal yönden, tekil devlet yapısını ve tam bağımsızlık ilkesini; yönetsel yönden, laik, demokratik, sosyal hukuk devletini; ekonomik, sosyal, kültürel ve sanatsal yönden de çağdaş bir Türkiye'yi hedeflemektedir.

Atatürk devriminin amacı, aydınlanma çağını yakalamak ve Türk toplumunu çağdaşlaştırmaktır. Bu amaç, Anayasanın 174 üncü maddesinde, "çağdaş uygarlık düzeyini aşmak" biçiminde anlatımını bulmuştur.

Devrimin temeli, amacına bağlı olarak, laiklik ilkesidir. Laiklik ilkesi, Türkiye Cumhuriyetini oluşturan tüm değerlerin temel taşıdır. Anayasada benimsenen laiklik ilkesinin, yukarıda belirtilen amaç bağlamında değerlendirilmesi ve yorumlanması zorunludur. (CHP sıralarından alkışlar)

Anayasa Mahkemesi, Anayasanın 148 ve 153 üncü maddeleri uyarınca, Anayasaya uygunluk denetimi görevi nedeniyle, anayasal kural, kavram ve ilkeleri resmen yorumlamaya yetkili tek organ olduğuna ve kararları herkesi bağladığına göre, anayasal kuralların Yüksek Mahkeme kararlarıyla birlikte değerlendirilmesi, bu kararlarla kazandırılan içerikle uygulanması zorunludur.

Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında, laikliğin hukuksal, sosyal, siyasal tanımları ve ulusal değeri geniş biçimde ele alınıp, özenle korunması gereken bir ilke olduğu vurgulanmıştır. Bu kararlara göre, laiklik ilkesi gereği;

Din, devlet işlerinde egemen olamaz.

Din, bireylerin manevi yaşamına ilişkin olan inanç bölümündeki yerinde, sınırsız özgürlük tanınarak, anayasal güvenceye alınmıştır.

Dinin, bireyin manevi yaşamını aşarak, toplumsal yaşamı etkilemesine izin verilemez; bireyin inanç ve ibadet yaşamına, kamu düzenini, güvenini ve çıkarlarını korumak amacıyla sınırlamalar konulabilir; dinin kötüye kullanılması ve sömürülmesi yasaklanabilir.

Devlete, kamu düzeninin koruyucusu sıfatıyla, dinsel hak ve özgürlükler üzerinde denetim yetkisi tanınmıştır.

Anayasa Mahkemesinin, Anayasadan kaynaklanan yorum yetkisiyle kararlarında yer verdiği bu gerekçeler, laikliğin, anayasal çerçevede işlevini ortaya koyarak tanımını yapmaktadır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; "Başlangıç" bölümünde, Anayasanın, Türk yurdu ve Türk Ulusunun sonsuza uzanan varlığını ve Yüce Türk Devletinin bölünmez bütünlüğünü belirlediği vurgulanmıştır.

"Başlangıç", devlet yönetimine ilişkin tüm anayasal kurallar yönünden çok kapsamlı, aynı zamanda çok özlü bir anlatım içermektedir. Böylece, Anayasada, tek devlet, tek ülke, tek ulus ülküsü kabul edilmiş olmaktadır.

Yine "Başlangıç"ta, hiçbir etkinliğin Türk varlığının devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esası karşısında korunma göremeyeceği; 3 üncü maddede, Türkiye Devletinin ülkesi ve ulusuyla bölünmez bütün olduğu; 4 üncü maddede, bu kuralın değiştirilemeyeceği belirtilmiş; 5 inci maddede, Türk Ulusunun tümlüğünü, ülkenin bölünmezliğini korumak devletin temel amaç ve görevleri arasında sayılmış; 14 üncü maddede, temel hak ve özgürlüklerin, devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmez bütünlüğünü bozmayı amaçlayan etkinlikler biçiminde kullanılamayacağı açıkça vurgulanmıştır.

Ayrıca, 26 ncı maddede düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün, 27 nci maddede bilim ve sanat özgürlüğünün, 28 inci maddede basın özgürlüğünün, devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmez bütünlüğünü koruma amacıyla sınırlandırılabileceği kabul edilmiş; 58 inci maddede, devlet, gençleri, devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmez bütünlüğünü ortadan kaldırmayı amaç edinen görüşlere karşı yetiştirmekle ödevli kılınmış; 68 inci maddede, siyasal partilerin tüzük, program ve eylemlerinin, devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmez bütünlüğüne aykırı olamayacağı açıklanmıştır.

Görüldüğü gibi, Anayasamıza göre, Türkiye Cumhuriyeti, ülkesi ve ulusuyla bölünmez bir bütündür ve tekil devlet yapısına sahiptir. Kurucu öğe olarak, tek devlet, tek ülke ve tek ulus söz konusudur; bu öğelerden ve tek dil, tek bayrak ülküsünden asla vazgeçilemez. (Alkışlar)

Ulusun adı, Yüce Önder'in şu özlü sözünde belirtilmiştir: "Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye Halkına Türk Ulusu denir." (Alkışlar)

O Ulus ki, büyük bir özveriyle yurdunu yabancı işgalcilerden kurtarmış, tasada ortaklık yapmış, Türkiye Cumhuriyetini kurmuş, tüm devrimleri birlikte gerçekleştirmiş, Cumhuriyetin kazanımlarından birlikte yararlanmış, sevinci ve övüncü birlikte yaşamıştır. (CHP sıralarından alkışlar)

Çağdaş devletlerde de yurttaşlık hukuksal bağı yanında bir de ulus kimliği vardır ve bu kimlik, ortak çıkarların, ortak coşkuların, ortak duyguların ve ortak bir dilin toplamıdır.

Anayasanın Başlangıcında ve 2 nci maddesinde; Türkiye Cumhuriyetinin ve Anayasanın Atatürk ulusçuluğuna dayandığı, Türk Ulusunun çıkarlarının her türlü etkinliğin üzerinde olduğu belirtilmiştir.

Anayasadaki ulusçuluk anlayışı, ırksal ve dinsel ögelere değil, gurur ve övünmede, sevinç ve tasada, hak ve ödevlerde, nimet ve külfette ortaklık ve birlikte yaşama isteği gibi değerlere dayanmaktadır. Geçmişte yaşanan ortak acılar ve sevinçler, birlikte kazanılan zaferler, ülke ve ulus çıkarını her şeyden üstün tutma, ülkü ve amaç birliği, çağdaşlaşma yolunda verilen savaşım bu değerleri oluşturmaktadır.

Bunun doğal sonucu olarak Anayasada, Türk Devletine yurttaşlık bağıyla bağlı olan herkesi Türk sayan kuralıyla, birleştirici ve bütünleştirici bir ulusçuluk anlayışı benimsenmiştir. Devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmez bütünlüğü, çağdaş ulusçuluk anlayışının belirgin niteliklerinden birini oluşturmaktadır.

Çok kültürlü toplumlarda birlik, ulusal devletle sağlanmış ve tek ulus ilkesi bu birliği pekiştiren en önemli öge olmuştur. Toplumu oluşturan yurttaşların tek ulus çatısında toplanması, laiklikte olduğu gibi, farklılıklar korunarak birlikte yaşamanın en etkili yoludur.

Türk Devletine yurttaşlık bağıyla bağlı olan herkesin Türk sayılması, Türk Ulusunu oluşturan ögelerin etnik kimliklerinin yadsınması anlamına gelmemektedir; tam tersine, etnik kökeni, dini ne olursa olsun, tüm yurttaşların "Türk Ulusu" olarak adlandırılması, yurttaşlar arasındaki eşitliğin sağlanması, çoğunluk içinde bulunan çeşitli etnik kökenli yurttaşların azınlık durumuna düşmesini önleme amacına yöneliktir. (Alkışlar)

Anayasadaki "Egemenlik kayıtsız koşulsuz Türk Ulusunundur" kuralı da "Türk Ulusu" kavramının, çoğunluk-azınlık ya da din ve ırk ayrımı yapılmadan yurttaşların tümünü kapsadığını göstermektedir.

Türk Ulusunun birliğini ve huzurunu bozmaya yönelik uğraşlar, tekil devleti hedef alan girişimlerdir. Bu girişimlerin sonuçsuz kalmaya mahkûm olduğu bilinmelidir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Anayasanın 92 nci maddesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesine izin verme yetkisi, Türkiye Büyük Millet Meclisine tanınmıştır ve münhasır bir yetkidir. Bu niteliği, yetkinin, doğrudan Türkiye Büyük Millet Meclisince kullanılmasını, başka bir organa devredilmemesini gerektirmektedir. Hiçbir organ, kaynağını Anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz.

Bu nedenle, izin yetkisi kullanılırken, iznin süresinin, kapsamının ve sınırının da belirtilmesi gerekmektedir.

Soğuk savaş dönemi sonrası, teknoloji, iletişim, ulaşım sektörlerindeki gelişmeler, uluslararası dengeleri güçlü ülkeler yararına hızla değiştirmektedir. Bu durum, uluslararası kurumların ve uluslararası hukukun önemini belirginleştirmektedir. Güçsüz olanın güçlü karşısında korunması, ancak, bu kurumlar ve uluslararası hukuk aracılığıyla sağlanabilmektedir.

Devletlerin kendilerini uluslararası hukukla bağlı sayması, dünya barışı yönünden önemlidir. Anayasamızın 92 nci maddesiyle Türkiye Büyük Millet Meclisine verilen yetkinin uluslararası hukukun meşru saydığı durumlar için öngörülmüş olması, uluslararası ilişkilerin ulaştığı boyut yönünden de son derece anlamlıdır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; çağdaş, özgürlükçü demokrasinin temel öğelerinden olan basın, demokratik düzenin sağlıklı işlemesi yönünden vazgeçilmez bir işleve sahiptir. Basın özgürlüğü ise, düşünce ve anlatım özgürlüğünü tamamlayan bir özgürlüktür.

Halkın haber alma hakkını kullanabilmesinin aracı konumundaki basının, çıkar gruplarından ve her türlü otoriteden bağımsız, evrensel meslek ölçütleriyle çalıştığı toplumlarda, hak ve özgürlükler geniş uygulama alanı bulmaktadır.

Haber verme, denetim ve eleştiri yapma, kamuoyunu bilgilendirme ve oluşturma, kurumlarla bireyler arasında bilgi akışı sağlama, özgür tartışma ortamı yaratarak toplumsal bilinci güçlendirme, toplumu eğitme ve düşünce dünyasını zenginleştirme gibi yaşamsal sorumlulukları bulunan basın, bu yönüyle kamusal görev yapmaktadır.

Yurttaşların, toplumun geleceğinde belirleyici rol oynayabilmeleri, yönetimi denetleyebilmeleri, temel hak ve özgürlüklerinin bilincine varıp, bunları her alanda kullanabilmeleri, hukuksal ve toplumsal kuralların yanında, özgür ve yansız basının varlığını gerekli kılmaktadır.

Basının, toplum adına üstlendiği görevleri yerine getirebilmesi için özgür olması, her türlü güç ve baskı karşısında korunması zorunludur.

Basının saygınlığının ve güvenilirliğinin artması, medya gücünün kötüye kullanılmasının önlenmesine, bu gücün kişisel çıkarlardan ve ticarî kaygılardan uzak tutulmasına, yansız, doğru, ilkeli, kişilik haklarına ve özel yaşama saygılı habercilik anlayışının benimsenmesine, her koşulda meslek etiğinin gözetilmesine bağlıdır.

Türk basınının tüm çalışanları ve meslek örgütleriyle, Cumhuriyet rejiminin korunup kollanmasında, laikliğin savunulmasında, demokratik değerlerin yaşatılmasında, geçmişte olduğu gibi bugün ve gelecekte de öncü rol üstlenebileceğinden kuşku duymuyoruz.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; çağımızda bir ülke nüfusunun büyüklüğü, tek başına, o ülkenin gücünün yeterli göstergesi olmamaktadır. Gelişen teknoloji, nüfusun yapısını ve niteliğinin önemini artırmıştır. Nüfusun büyüklüğü ve özellikleri, ekonominin sektörel yapısını ve büyüme oranını etkilemektedir.

Hızlı nüfus artışı, temelde yüksek doğum oranına dayanmakta, üretim çağına ulaşmamış olan 0-14 yaş grubunun oranını artırmakta, toplam tüketimin artmasına, dolayısıyla tasarrufun azalmasına yol açmaktadır.

Nüfus politikaları, ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmanın ayrılmaz parçasıdır. Temel amaç, insanların yaşam kalitesini artırmaktır. Bu da ancak, sürdürülebilir kalkınmayla gerçekleştirilebilir. Sürdürülebilir kalkınmayı olumsuz etkileyen en önemli etmen de hızlı nüfus artışıdır.

Gelişmekte olan ülkelerde hızlı nüfus artışı tasarrufu zorlaştırmaktadır. Oysa, bu tür ülkelerin kalkınabilmesi için altyapı, eğitim, sağlık gibi alanlarda yatırımların artırılması gerekmektedir. Ayrıca, artan iş gücüne iş olanağı yaratmak yeni yatırımlara bağlıdır.

1990-2000 döneminde nüfusun yıllık ortalama artış hızı binde 18'den binde 14'e inmiştir. Ancak, yine de Avrupa ülkeleri arasında en yüksek nüfus artış hızı Türkiye'dedir.

Göstergelerin değişmemesi durumunda, 2025 yılında ülke nüfusunun yaklaşık 90 000 000'a ulaşacağı kestirilmektedir. Bunun, daha fazla yoksulluğu birlikte getireceği açıktır. Bu nedenle, halkımızın, iyi örgütlenmiş, etkili aile planlaması ve destekleyici hizmetler yoluyla bilinçlendirilmesi, kendilerinin ve ülkenin çıkarları yönünden zorunludur.

Aile planlaması kavramının salt doğum kontrolü olarak algılanması doğru değildir. Kavram, ana ve bebek sağlığı ile nüfus planlamasını birlikte içermektedir. Bu boyutuyla, ekonomik ve sosyal kalkınma yanında, yaşamsal önemi olan sağlık hakkıyla doğrudan ilgilidir.

Türkiye, Cumhuriyetin 100 üncü yılında, gönenç düzeyi yönünden Avrupa Birliği verilerine ulaşabilmek için, etkili bir aile planlaması ile sağlıklı ve kalkınmayı sürdürecek nüfus yapısı oluşturma hedefi de önemle göz önünde tutulmalıdır.

20 000 000 insanımız yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. En varsıl kesim ile en yoksul kesim arasındaki gelir farkı 17 kata çıkmıştır. Bunun temel nedenlerinden en önemlisi, aşırı nüfus artışı ve aile planlaması konusunda kesimler arası bilinç farkıdır. En yoksul illerde nüfusun yarısının 14 yaşın altında olması bu bilinç farkını ortaya koymaktadır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ülkemizin çağdaş uygarlık düzeyine erişmesi sürecinde ekonomiye büyük önem verilmesi gerekir. Sanayileşmiş ve gelişmiş bir ülke olarak küreselleşen dünyada hak ettiğimiz yeri alabilmek için, ekonomik yönden güçlü olmak zorundayız.

Türk ekonomisinin son yıllarda gösterdiği gelişmeleri yakından izliyoruz. Ekonomik anlamda yeni sıkıntılarla karşılaşılmaması ortak dileğimizdir. Toplum olarak geçmişten ders çıkarmalı, anlayış birliği içinde, iç politika kaygılarından uzak, siyaset üstü yaklaşımlarla geleceğe yönelmeliyiz.

Sayıların olumlu ya da olumsuzluğundan bağımsız olarak yapısal sorunlara eğilmemiz ve gerçekçi, bütüncül çözümler üretmemiz gerekmektedir. Bunun yolu ise, ekonomide yapısal değişimin önündeki risklerin tanısının doğru konulmasından geçmektedir.

Bu bağlamda, ülke ekonomisinin, dengeleri sağlam, üretime dayanan, siyasal yönlendirmelerden etkilenmeyen, gelir dağılımında adalet sağlayan bir yapıya kavuşturulması ve dünyadaki yapısal dönüşümlere uyumlu duruma getirilmesi önemlidir.

Ulusal sermayenin bir ülkenin büyümesinin en temel itici gücü olduğu gerçeği hiçbir zaman akıldan çıkarılmamalıdır. Unutulmamalıdır ki, ulusal sermaye, aynı zamanda bir ülkenin malî sektörünün de omurgasıdır. Ulusal sermayenin büyütülmesi ve geliştirilmesi için ulusal tasarrufların özendirilmesi ve verimli kullanılması zorunludur.

Küreselleşme adı altında uluslararası tekelci sermayenin, yerelleştirme ve özelleştirme yöntemi ile iç pazarı etkili biçimde ele geçirmesinin ulusal ekonomiye zarar vereceği de gözden uzak tutulmamalıdır. (CHP sıralarından alkışlar)

Toplumsal ya da stratejik önem taşıyan tüm kamu kuruluşlarının getirisi-götürüsü tartışılmadan özelleştirilmesi yönündeki uygulamalar, özelleştirmeyi toplumsal, mantıksal ve hukuksal temelinden uzaklaştırmakta, sosyal devlet ilkesine zarar vermekte ve hızla yabancılaşmaya dönüştürmektedir. (CHP sıralarından alkışlar)

Gelişmiş ülkelerde stratejik önemdeki tesislerin, yabancılara satılmasının önlenmesi ve bunun örneklerinin giderek artması, özelleştirme konusuna çok daha duyarlı yaklaşılmasını gerektirmektedir. (CHP sıralarından alkışlar)

Üstelik, ülkemizdeki bölgelerarası gelişmişlik farkı ve geri kalmış yörelere özel kesimin yatırım yapmaktan kaçınması, kamu girişimciliğinin önemini ortaya koymaktadır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti, sosyal bir devlettir. Anayasanın ilgili maddelerinde sosyal devletin çerçevesi çizilmiş, devletin bu kapsamdaki görev ve yükümlülükleri saptanmıştır.

Bireylerin sosyal hakları ve asgarî yaşam düzeyleriyle ilgilenerek onların gönenç, huzur ve mutluluk içinde, gelecek kaygısı taşımadan yaşamalarını sağlamak, sosyal devletin temel amaç ve görevlerindendir.

Sosyal devletin, toplumun gereksinimlerini karşılamak amacıyla üstlendiği kamu görevlerini, genel olarak sosyal güvenlik, sosyal yardım, sosyal hizmetler, eğitim ve sağlık biçiminde özetlemek olanaklıdır.

Toplumun huzur ve mutluluğu için sosyal güvenlik, eğitim ve sağlık hizmetlerini diğerlerinden ayırmak gerekmektedir. Bunlar, siyaset üstü tutulması gereken, yaşamsal önemi bulunan hizmetlerdir.

Sağlık hizmetlerinin yaygınlaştırılması, kalitesinin yükseltilmesi, tüm bireyler için erişilebilir, yeterli ve sürekli kılınması, sağlık güvencesinin herkesi kapsaması sosyal devlet olmanın koşuludur. Sağlık gibi devletin aslî görevi olan bir alanın, insanî boyutu gözardı edilerek, yalnızca parasal yaklaşımlarla ele alınması, sosyal devlet ilkesiyle örtüşmemektedir. (CHP sıralarından alkışlar)

Çağdaşlık savındaki her devlet, birey mutluluğunu amaçlayan politikalar benimsemek ve uygulamak durumundadır.

Bu nedenle Türkiye de, sağlık alanında çağdaş ölçütleri yakalamak, sağlık sisteminin aksayan yönlerini ivedilikle, toplumun beklentileri doğrultusunda düzeltmek zorundadır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yolsuzluklardan arındırılmış temiz bir toplum, nesnel kurallara göre işleyen yansız ve saydam bir yönetim, tüm yurttaşların ortak özlemidir. Ne var ki, uzun yıllardan beri yolsuzluk olayları toplumun gündeminden düşmemiş, kamuoyu sorgulama gereği duymadan her suçlamaya inanır duruma gelmiş, toplumsal sağduyu, aklama kararlarına bile kuşkuyla bakar olmuştur.

Kamu kurum ve kuruluşlarında yapılan denetimler, bilgisizlik, savurganlık, çıkar sağlama, görevi savsaklama, basiretsizlik gibi nedenlerle, kurumların çok yüksek tutarlarda zarara uğratıldığını göstermektedir.

Yolsuzlukla savaşımda mutlaka başarılı olunması gerekmektedir. Bu hedefe ulaşmak için, yasama, yürütme ve yargı organlarınca, kararlı bir tutum izlenmeli, açık bir toplum ve saydam bir yönetim olmanın gerekleri yerine getirilmeli, yolsuzluk eylemlerinin cezasız kalmayacağı uygulamalarla kanıtlanmalı, yasama dokunulmazlığına ilişkin kurallar gözden geçirilmelidir. (CHP ve Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ülkelerin gelişen dünyadaki konumlarını güçlendirebilmelerinde temel araç eğitimdir. Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan bu yana eğitime büyük önem vermiş, çocuklarımızın ve gençlerimizin, yenilikleri yakalayan, aklı ve bilimi rehber edinen, yaşamına dogmalarla ve hurafelerle değil, çağdaş değerlerle yön veren nitelikli kuşaklar olarak yetiştirilmesine özen göstermiştir.

Eğitimin temel amacı, toplumun ve bireyin niteliğinin yükselmesine hizmet etmektir. İnsanlık tarihi boyunca gelişmenin ana kaynağı bilgi olmuştur. Çağımızda bilginin önemi "bilgi toplumu" kavramının geliştirilmesini gerekli kılacak düzeyde artmıştır.

Kalkınmanın sürdürülebilmesi, bilgiyi üretme ve kullanma yetisi geliştirilmiş bireyleri yetiştirecek, nitelikli bir eğitim-öğretim sisteminin kurulmasını gerektirmektedir.

Eğitim, ülkedeki ekonomik, toplumsal, bilimsel ve siyasal kurumların üretim ve hizmet kapasitesini artıran bir süreçtir. Bu süreç, bireylerin yaşam boyu öğrenmesi olgusunu da kapsamaktadır.

Dünyada ekonomiler giderek nitelikli bir istihdam profiline, dolayısıyla daha nitelikli eğitim ve yükseköğretim almış olmayı gerektiren bir sektörel yapıya dönüşmektedir.

Sonuç olarak, eğitimin sürdürülebilir büyüme, rekabet edebilirlik, araştırma, geliştirme ve yeni iş alanlarının yaratılması, sosyal içerik, bölgesel gelişme gibi ögelerle bir arada ele alınması ve bu alanlara olan katkısını ön planda tutan bir yaklaşımla değerlendirilmesi gerekmektedir. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Kişiliğin oluşmasında önemli katkıları olan okul öncesi eğitimde, çocuklarımızın sağlığı ve beslenmesi kadar, bireysel gelişimini destekleyecek toplumsal ve fiziksel ortamlar sağlanması da önemlidir.

İlköğretimin temel hedefi, etkili bir rehberlik ve danışmanlık hizmeti sunarak, çocuklarımızı erken yaşlardan itibaren ilgi, yetenek, gelişim ve öğrenme özelliklerine göre geleceğe hazırlamaktır. Bu dönemde, çocuklara, denetimsiz ortamlarda bilim dışı, mistik ve dogmatik kimi bilgiler aşılanmasına duyarsız kalınması, bu niyetle hareket eden kişi ya da kurumların, caydırıcılığı azaltacak yaptırımlarla cesaretlendirilmeleri son derece tehlikelidir. (CHP ve Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)

İlköğretim sistemimizin en önemli sorunlarından biri de, öğrencileri ortaöğretime yönlendirmedeki yetersizliğidir. Bir meslek seçimine ilişkin kararını henüz olgunlaştıramamış çocuklarımız, ilköğretimin sonunda meslekî eğitim veren liseler yerine, genellikle üniversiteye hazırlık amaçlı genel liselere yönelmektedirler. Bu nedenle, meslekî teknik öğretimin, genel ortaöğretim içindeki payı giderek düşmektedir.

Zorunlu eğitimin 8 yıla çıkarılması ve uygulamanın kararlılıkla sürdürülmesi, eğitimde çağa uyum yönünde atılan önemli bir adım olmuştur. Fiziksel altyapı yeterli düzeye getirilerek, zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarılması bir an önce gerçekleştirilmelidir. (CHP ve Anavatan Partisi sıralarından alkışlar) Eğitimde niteliğin iyileştirilmesi ve gelişimin sürdürülmesi bunu gerekli kılmaktadır.

Ortaöğretim aşamasında, meslekî ve teknik bilgiyle donanmış gençlerimizin ilgili sektörlerde çalıştırılmalarına öncelik verilmesi, böylece ara eleman gereksiniminin karşılanması, lisans düzeyinde öğrenim yapmak isteyenlerin ise, kendi alanlarıyla ilgili yükseköğretim kurumlarına yönlendirilmeleri temel alınmalıdır.

Üniversiteye girişe hazırlık uygulaması, ortaöğretimi neredeyse amaç olmaktan çıkararak araç durumuna düşürmüştür. Bu olgu, gençlerimizin sosyal etkinliklerden uzak, araştırmacılığı önemsemeyen, sorun çözme becerisi kazanamamış kişiler olarak yetişmelerine yol açmaktadır.

Yükseköğretimdeki sorunlarımızın kalıcı biçimde çözülebilmesi için, bu alana yönlendirilen malî kaynakların çoğaltılması, üniversitelerin öğrenci kapasitesinin, ülkemizin gereksinim duyduğu yetişmiş insan gücü sayısıyla uyumlaştırılması, öğretim kalitesinin yükseltilmesi ve uluslararası geçerliliği olan bir kalite güvence sisteminin geliştirilmesi, öğretim üyeliğinin çekici duruma getirilip, üniversite kadrolarının oluşumunda kıdem ve liyakatin temel alınması önem taşımaktadır. (Alkışlar)

Ülkemizin genç ve yetenekli beyinleri, eğitim sonrası iş olanaklarının yetersizliği ve kariyer planlamasına ilişkin kaygıları nedeniyle, yaşamlarını gelişmiş ülkelerde kurmaya yönelmektedir. Oysa, bu gençler, ulusumuzun çağdaş uygarlık düzeyine yükseltilmesinde temel güvencelerimizdir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; dünyanın içinden geçmekte olduğu hızlı küreselleşme süreci, karşılıklı bağımlılığı derinleştirmekte, statükoları sarsmakta ve dünyanın jeopolitik ve jeostratejik durumuna yön vermektedir. Küresel güvenlik ve küresel ekonomi, birbiriyle yakından ilişkili iki önemli kavram durumuna gelmiştir.

Dünyada oluşan yeni güvenlik ortamı, geleneksel tehdit algılamalarının değişmesine yol açmış, güvenlik, bir yerde küreselleşmiştir. Bu çerçevede "güvenlik boyutu" ülke güvenliği kavramından, uluslararası güvenlik biçiminde tanımlanan bölgesel ve küresel güvenlik anlayışına kaymıştır.

Türkiye, ülke bütünlüğüne, ulusal birliğe ve siyasal rejime yönelik çok boyutlu ve giderek artan iç ve dış tehdit ve risklerle karşı karşıyadır. Bu risk ve tehditlerin kaynağını, bölücü ve irticaî etkinlikler, uluslararası terörizm, kitle imha silahlarının yayılması ve bölgesel sorunlar oluşturmaktadır.

Karşılaşılan bu güvenlik sorunlarına karşın Türkiye, istikrarını ve gönencini korumada başarılı olmuştur. Bunda en önemli etkenler, sağlam temeller üzerine kurulmuş laik ve demokratik devlet yapımız ile her türlü etnik ve dinsel ayırımcılığı reddeden, hoşgörü, dayanışma, birlik ve beraberliği öngören toplumsal tavrımızdır.

Terörizmin hesaplı ve siyasal amaçlı bir şiddet hareketi olduğu genel kabul görmektedir. Terörle savaşımın başarılı olması, küresel düzeyde tam bir iş birliğinden geçmektedir. Bu iş birliğinin başarısı, her türlü terör örgütünün, hiçbir ayırım yapılmaksızın, ortak hedef olarak değerlendirilmesi ve tanımlanmasıyla olanaklıdır. Terörün desteklenmesinin ya da başka ülkelere yönelmiş terörist etkinlikler karşısında sessiz kalınmasının, terörle küresel savaşımı olumsuz etkilediği kuşkusuzdur. Hiçbir ülkenin küresel terörizmle savaşımı tek başına kazanması olanaklı değildir.

Türkiye, terörden en çok zarar gören ülkelerden biri olarak, terörle küresel savaşımı tüm gücüyle desteklemektedir. Ancak, Türkiye Cumhuriyetinin üniter yapısını değiştirmek ve ülkeyi parçalamak amacıyla giderek artan eylemler gerçekleştiren terör örgütüne karşı savaşımında Türkiye'ye, dost, komşu ve bağlaşıklarınca yeterince yardım ve destek verilmemektedir.

Irak'ın kuzeyinden kaynaklanan bölücü teröre karşı, ayırım yapmaksızın ortak bir karşı duruş ve güçlü bir eylemsel iş birliği tek çözüm yolu olarak görülmektedir. Sorunun ivediliğinin ve öneminin kavrandığına ilişkin kimi gelişmeler yaşansa da, Türkiye'nin dış teröre karşı meşru savunma hakkı saklı tutulmaktadır. (Alkışlar)

Türkiye Cumhuriyeti, iç barışına ve huzuruna yönelik ve evrensel bir insanlık suçu olan bölücü terörü tümüyle yok edene kadar, hukuk devleti kuralları içinde, büyük bir kararlılıkla savaşımını sürdürecektir. (Alkışlar)

Bu bağlamda, teröre karşı silahlı savaşım yanında, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimizin sosyoekonomik sorunlarını hızla iyileştirmek ve bölgelerarası gelişmişlik farklılıklarını ortadan kaldırmak amacıyla hazırlanan eylem planlarının etkin biçimde uygulanmasının önemini de vurgulamak istiyorum.

Terörle savaşımda, güvenlik güçlerimizin özverili çabalarını, halkımızın tümüyle teröre karşı gösterdiği birlik ve kararlılığı, yönetim birimlerimizin üstün çalışmalarını, Yüce Meclisimizin terörle savaşımda sağladığı destek ve katkıları takdirle karşılıyoruz. (Alkışlar)

Terörle savaşımda yitirdiğimiz şehitlerimize bir kez daha Tanrı'dan rahmet diliyor, gazilerimizi gönül borcuyla anıyorum. (Alkışlar)

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ülkemizin iç güvenliğine yönelik bir diğer tehdit de, cumhuriyetimizin kuruluşundan beri var olan, bugün de etkinliğini artırarak sürdüren irtica tehlikesidir. (CHP sıralarından alkışlar) Türkiye'de irticaî tehdidi yeterince algılayamayanların, özellikle son yirmi yılda yaşanan olayları üst üste koyup birlikte değerlendirmesi, Türkiye'deki toplumsal ve bireysel yaşamın nereden nereye geldiğini iyi çözümlemesi gerekmektedir.

İrticaî tehdidin, devletin temel niteliklerini değiştirme hedefinden sapmadığı gözlenmektedir. Bu çerçevede, cumhuriyetin kazanımlarının ortadan kaldırılması, laiklik kavramının çeşitli biçimlerde yorumlanarak içinin boşaltılması, irticaî tabanın giderek genişletilmesi, kadrolaşma ve dini bireysellikten çıkararak toplumsallaştırma ve siyasete yansıtma çabalarının yoğunlaşmasının, toplumda gerginliği artırdığı dikkati çekmektedir. (CHP sıralarından alkışlar)

İrticaî tehdide karşı savaşımın kilit taşı laikliktir. Unutulmamalıdır ki, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesi laik düzene dayanmaktadır. (CHP sıralarından alkışlar)

İrticayla savaşımda, cumhuriyetimizin laik yapısının korunması, dinin, din duygularının ve dince kutsal sayılan değerlerin siyasal amaçlı olarak kötüye kullanılmasının önlenmesi, toplumun bu yönde bilinçlendirilmesi, devrim yasalarının ödünsüz uygulanması ve devlet organlarının yetkilerini duraksamaya düşmeden etkin biçimde kullanmaları zorunludur. (Alkışlar)

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ulusal güvenliğimiz yönünden Silahlı Kuvvetlerin güçlü tutulması, geçmişten günümüze en önemli temel önceliğimiz olmuştur.

Silahlı Kuvvetlerimiz, ülkemizin ve siyasal rejimimizin varlığının ve sürekliliğinin güvencesidir. Türk Silahlı Kuvvetlerinin, Anayasada ve yasalarda belirlenmiş görev ve sorumluluklarını yerine getirecek biçimde güçlü olmasına, cumhuriyet hükümetleri ve parlamentolarımız büyük önem vermiş ve özen göstermiştir. Bunu, burada bir kez daha belirtmekten mutluluk duyuyorum. (Alkışlar)

Bununla birlikte, ulusunun büyük güven ve sevgisine erişmiş olan ordumuzun saygınlığının korunmasını ve siyaset üstü tutulmasını, temel bir görev ve sorumluluk olarak algılamalıyız. (Alkışlar)

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; dış siyasada önemli gelişmelerin yaşandığı bir dönemden geçiyoruz. Bu gelişmelerin niteliği ne olursa olsun, çevremizde ülkemizin güvenlik içinde gelişimini sürdürebilmesine elverişli bir ortamın sağlanması, kuşkusuz ulusal çıkarlarımızın gereğidir.

Batı ile Doğu arasındaki benzersiz konumumuz, sık sık çatışma ve bunalımlarla karşılaşılan bölgemizde gerçekçi, etkin ve çok boyutlu bir dış siyasa izlememizi gerektirmektedir. Bu nesnel gerekliliklerin yaşama geçirilmesi yönünde izlediğimiz dış siyasaya, çağdaş değerleri benimseyen, barışçıl ve hukukun üstünlüğüne dayalı bir anlayış egemen olmuştur.

Türk Ulusu, çevresinde yaşanmakta olan sorunların olumsuz etkilerini birlik ve dayanışma içinde karşılayacak, uluslararası ilişkilerde barışçıl, saydam ve içten tutumunu kararlılıkla sürdürecektir.

Avrupa Birliğine üyelik hedefimiz, her zamanki canlılığını ve dış siyasadaki öncelikli yerini korumaktadır.

Avrupa Birliği, Türkiye ile katılım görüşmelerini başlatma kararı alarak, Birliğin ortak değerlere bağlı her Avrupa ülkesine açık olduğunu göstermiş, stratejik bir bakış açısı ortaya koyabilmiştir. Katılım sürecinin aksamadan ilerlemesi ve yapay sorunlarla engellenmesine izin verilmemesinin, Türkiye ve Birlik üyesi ülkelerin ortak yararına olduğu kadar, küresel barışa da katkıda bulunacağına inanıyoruz. (AK Parti ve CHP sıralarından alkışlar)

Ancak, ülkemizin Avrupa Birliği üyeliğine kültür ve din farklılığını öne sürerek karşı çıkan kimi çevrelerin, Kıbrıs Rum gemi ve uçaklarına ülkemiz limanlarının açılması yönündeki Rum çabalarına arka çıktıkları da gözlenmektedir. (AK Parti ve CHP sıralarından alkışlar) Bu çabalar, Avrupa Birliğine katılım sürecinde ülkemizden tek yanlı ödün almayı hedefleyen Rum yönetiminin uzlaşmaz tutumunu yüreklendirmektedir. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Avrupa Birliğinin üzerine düşen, Rum tarafını, yerleşmiş Birleşmiş Milletler parametreleri doğrultusunda, siyasal eşitlik ve iki kesimliliğe dayalı kapsamlı bir çözüme yönlendirmektir.

Avrupa Birliğine üyelik hedefimiz gibi, Amerika Birleşik Devletleriyle köklü ilişkilerimiz de dış siyasamızın temel eksenini oluşturmaktadır. Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleriyle ilişkilerimiz birbirini tamamlamakta ve Avrupa-Atlantik bağımızı oluşturmaktadır.

Günümüz koşulları Türk-Amerikan ilişkilerinin önemini daha da artırmıştır. Amerika Birleşik Devletleriyle ortak yarar temelinde sürdürdüğümüz istikrar, iş birliği ve barışa dayalı genel amaç birliği, ilişkilerimizin geleceğinin de güvencesidir. Bu çerçevede, Amerika Birleşik Devletleri ile terör ve Kuzey Irak bağlamında sürdürmekte olduğumuz iş birliğinin, sonucu Türk kamuoyu tarafından da titizlikle izlenen önemli bir sınav oluşturacağını vurgulamak isterim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Çevremizde bir uyum ve istikrar kuşağı oluşturulması başlıca hedefimizdir. Komşularımızla ilişkilerimiz de bu anlayış üzerine kuruludur.

Türk-Yunan ilişkilerinin, içtenlik, karşılıklı güven ve dostluk temelinde gelişmesinin ikili sorunların çözümünü kolaylaştıracağına inanıyoruz. Bu yöndeki ilerlemelerin Akdeniz bölgesine olumlu yansımaları olacağından kuşku duymuyoruz.

Yunanistan'ın uluslararası antlaşmalardan kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmesini ve Batı Trakya Türk azınlığının sorunlarını çözmesini bekliyoruz. (Alkışlar)

Balkanların istikrarı, ülkemiz için de büyük önem taşımaktadır. Türkiye, Balkan ülkeleri arasında karşılıklı anlayış, iş birliği ve barış içinde birlikte yaşamaya dayalı bir ortamın oluşturulmasına önem vermektedir. Bu anlayışla, bölge istikrarını korumaya ve bölgenin yeniden yapılandırılmasına katkılarımızı sürdüreceğiz.

Rusya Federasyonu, tarih boyunca önemli bir komşumuz olmuştur. Artan karşılıklı güven ve dostluğa koşut olarak, ortak hedefimizi oluşturan "çok boyutlu güçlendirilmiş ortaklık" yönündeki iş birliğimiz hızla ilerlemektedir. Avrasya ve Karadeniz bölgesinin iki önemli ülkesi olan Türkiye ve Rusya Federasyonu arasında gelişen iş birliği, tüm bölgenin barış, istikrar ve gönencine katkıda bulunacaktır.

Türkiye'nin merkezinde yer aldığı Avrasya coğrafyasının bir istikrar ve iş birliği alanına dönüştürülmesi, dış siyasa hedeflerimiz arasında yer almaktadır.

Geçtiğimiz temmuz ayında hizmete açılan Bakü-Tiflis-Ceyhan ham petrol boru hattı, bölgesel iş birliğinin anlamlı bir simgesini oluşturmaktadır. Kazakistan'ın da katılmasıyla bu iş birliği ağı Ortaasya'ya kadar uzanacaktır. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Güney Kafkasya'da sağlam bir dostluk ve iş birliği ortamı yaratılmasını istiyoruz. Bölgede kalıcı istikrar, güvenlik ve gönencin sağlanması yönündeki çabalarımız sürmektedir.

Dost ve kardeş Azerbaycan'ın uluslararası toplumdaki saygın yerini pekiştiren adımlar attığını ve hızla geliştiğini görmekten kıvanç duyuyoruz. Yukarı Karabağ sorununun çözüme kavuşturulmasını ve Azerbaycan'ın toprak bütünlüğünün yeniden sağlanmasını istiyoruz. (Alkışlar)

Bölgede iş birliğine önem verdiğimiz Gürcistan'ın sorunlarının barışçı yollarla, toprak bütünlüğü gözetilerek ve ileride yeni uyuşmazlıklara yol açmayacak biçimde çözülmesini diliyoruz.

İran'ın nükleer programına ilişkin gelişmeleri kaygıyla izlemekteyiz. Türkiye, İran'ın barışçı amaçlarla nükleer teknoloji geliştirme hakkına saygı duymaktadır. Ancak, İran'ın, uluslararası toplumda oluşan güven eksikliğini gidermesi ve ilgili uluslararası kuruluşlarla tam ve saydam bir iş birliğine girmesi gerekmektedir. (CHP sıralarından alkışlar)

Her gün çok sayıda kişinin yaşamını yitirdiği Irak'ta durum, bir insanlık trajedisine dönüşmüştür. Türkiye, bu zor günlerinde Irak'ın ve Irak Halkının yanında olmayı sürdürecektir. Bu ülkedeki tüm kesimlerle sürdürdüğümüz ilişkilerin başlıca amacı, Irak'ın toprak bütünlüğünün ve siyasal birliğinin korunmasıdır. (Alkışlar)

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Ortadoğu, sorunlarla örülü kabuğunu ne yazık ki kıramamış görünmektedir. Birbiriyle yakından bağlantılı, bu kökleşmiş sorunlar, bölgede kalıcı istikrara ulaşılmasını engellemektedir. Uygarlıklar beşiği Ortadoğu'nun bir dostluk ve iş birliği alanına dönüştürülmesi, bölgenin siyasal, ekonomik ve kültürel birikiminin verdiği güçle barış ve gönence ilerlemesi, Türkiye'nin amacını ve Ortadoğu'ya bakışını yansıtmaktadır.

Günümüzde, askerî ve ekonomik yeteneğe dayalı somut güç kavramı yanında, evrensel nitelikli siyasal ve toplumsal değerlerin önem kazandığına; demokratik ve çağdaş değerlerin, ülkelerin saygınlığını, uluslararası iş birliği ve istikrarı artırdığına kuşku yoktur. Türkiye, evrensel demokratik değerlerin Ortadoğu'daki tüm ülkelerce özümsenmesinin, barış ve iş birliğine önemli katkı sağlayacağına yürekten inanmaktadır. Bununla birlikte, bu yüksek amaç için siyasal coğrafyaların genişletilmesine, demokrasi ve çağdaşlık gibi evrensel değerlerin "ılımlı İslam" gibi eklemelerle yeniden tanımlanmasına gerek bulunmamaktadır. (Alkışlar) Ne İslamın ne de demokrasinin kendini tanımlamakta diğerine gereksinimi vardır. (Alkışlar) Bu kavramların her biri, bireylerin yaşamının farklı boyutlarını oluşturmaktadır. Tüm dinlerde olduğu gibi, İslam ile demokrasi arasındaki ilişkiyi düzenleyen çağdaşlık ölçütü, laikliktir. (Alkışlar) Genişletilmiş coğrafyalar için demokratik dönüşüm tasarılarının, evrensel değer ve ölçütlere, göreli ve bölgesel nitelikler vermesi, çağdaşlaşma yolundaki çabalara katkıda bulunmaktan uzaktır.

Fas'tan Afganistan'a uzandığı söylenen "geniş Ortadoğu" coğrafyasında demokratik dönüşüm, bölge ülkelerinin kalkınma ve diğer toplumsal sorunlarından soyutlanamaz. Dünya yeraltı enerji kaynaklarının yaklaşık üçte 2'sini barındıran bu bölgede gerçekleşmesi istenen demokratikleşme ve iş birliğinin, yeniden üretilen kavramlar yerine, bireylerin gönencine yansıyan toplumsal adaletin sağlanması, çatışma ve el atmaların sona erdirilmesi gibi somut ilerlemelerle yaşama geçirilebileceğine inanıyoruz. Kimi ülkelerin son on onbeş yıl içinde bölgeye yönelik olarak uyguladığı politikaların, bölgedeki sorunları çözmek yerine yeni ve daha ağır sorunların ortaya çıkması sonucunu verdiği, üzerinde önemle durulması gereken bir olgudur.

Türkiye, 11 Eylül 2001'de Amerika Birleşik Devletlerine karşı girişilen terörist saldırıları lanetlerken, kimi çevrelerce İslam ve terör arasında kurulmak istenen koşutluğun anlamsızlığını da vurgulamıştı. (Alkışlar) Ortadoğu'daki sorunların çözümsüz kalması, masum insanların yaşamına yönelik terörist eylemleri hiçbir biçimde haklı kılmaz. Bununla birlikte, çözümsüz kalan bu sorunları gerekçe edinen terörist eylemlerin İslam diniyle yan yana anılmasının da, aynı ölçüde tehlikeli sonuçlar getirebileceği açıktır. (Alkışlar) Bu çerçevede, Hıristiyan dünyası önderlerinin, içinde bulunduğumuz bu duyarlı dönemde, farklı inanca sahip kişilerin rencide olması sonucunu doğurabilecek beyan ve davranışlardan kaçınmaya özen göstermesi, kuşkusuz büyük önem taşımaktadır. (Alkışlar)

Ortadoğu'nun karmaşık görüntüsü içinde Filistin sorunu, bölgede kalıcı barış ve istikrara açılan kapının anahtarıdır. Bu sorunun çözüm çerçevesi, Birleşmiş Milletlerce ortaya konulan "uluslararası toplumca tanınmış sınırlarda yan yana güvenlik içinde yaşayan İsrail ve Filistin Devleti"dir.

Türkiye bu çözüm çerçevesine inanmaktadır. İsrail Devleti ve Filistin Ulusal Yönetimiyle sürdürdüğümüz yakın ilişkiler, bize bu amaç doğrultusunda yapıcı katkılarda bulunabilme olanağı sağlamaktadır. Bu yöndeki çabalarımızı inanç ve kararlılıkla sürdüreceğiz.

Ortadoğu'daki sorunların İsrail-Lübnan boyutu ve bu sorunun ağır insancıl ve toplumsal bedeli, uluslararası toplumun gündeminde öncelik kazanmıştır. Hepimizin belleğinde canlılığını koruyan çatışmalara dönülmesinin önüne geçilmesi amaçlanmaktadır. Bunun için, öncelikle bölge ülkelerinin üzerlerine düşen görevleri yerine getirmelerini ve seçimlerini barıştan yana kullanmalarını diliyoruz.

Aramızda geçmişten kaynaklanan yakın bağların bulunduğu Orta Asya ülkeleriyle ilişkilerimizi daha da geliştirme amacındayız. Bölge ülkeleri, kalkınma, demokratikleşme ve insan hakları alanındaki çabalarında, Türkiye'yi yanlarında bulacaklardır. Bu alanlarda atacakları her adımın, bu ülkeleri uluslararası toplumla daha çok bütünleştireceğini ve bölgede kalıcı istikrar ve gönenci pekiştireceğini düşünüyoruz. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Türkiye'nin boyutları ve uluslararası ilişkilerdeki saygınlık ve ağırlığı, bölgemizdeki önemli konumumuzun ötesinde, bir dünya devleti niteliğini de birlikte getirmektedir. Dünyanın farklı bölgelerine yapmakta olduğumuz insancıl ve kalkınma amaçlı yardımlar, merkezî konumumuz, ilkeli yaklaşımlarımız, bugün Türkiye'yi küresel sorunlarda desteği aranan bir ülke durumuna getirmiştir. (AK Parti ve CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye'nin, tarihin akışı içinde ilerlemesine, cumhuriyetimizin kurucusu Büyük Önder Atatürk'ün ulusa gösterdiği iki temel ilke yön vermektedir: Bunlardan birincisi "Yurtta barış, dünyada barış" ilkesi; ikincisi ise "çağdaş uygarlık düzeyine ulaşma" hedefidir. (Alkışlar)

Atatürk'ün "çağdaş uygarlık düzeyine erişme" ülküsü, ancak bu savaşımı vermeye kararlı, çağdaşlığın ve ilericiliğin savunucusu cumhuriyet kuşaklarıyla gerçekleşecektir. (Alkışlar) Bu bağlamda, millî eğitim sisteminin, Atatürk ilke ve devrimleri ile Öğretim Birliği Yasası doğrultusunda yürütülmesi, bireylerin ulusal ve evrensel değerler ile bilgi toplumunun gereksinimlerine göre yetiştirilmelerinin temel alınması ve ülkenin geleceğinin eğitim-öğretimde yattığı gerçeğinin akıllardan çıkarılmaması büyük önem taşımaktadır. (Alkışlar)

Türkiye, yolunu ve yönünü seksenüç yıl önce belirlemiştir. Bu yol, Atatürkçü düşünceyle temelleri atılmış, çağdaşlaşma ve aydınlanma yoludur. (Alkışlar) Türkiye, tarihe dayanan sağlam bağlarını sürdürdüğü çağdaş toplum içinde, cumhuriyetin temel niteliklerini koruyarak ve önündeki her türlü güçlükleri ödün vermeden aşarak hak ettiği yeri alacak, konumunu pekiştirecek, yeni yüzyılın uygarlık oluşumları içinde daha seçkin düzeylere ulaşacak ve sonsuza dek var olacaktır. (Alkışlar)

Sözlerimi bitirirken, yeni yasama yılının ulusumuza kutlu olmasını diliyorum. (Alkışlar)

Meclisimizin varlığımızı güçlendiren, geleceğimizi aydınlatan, toplumumuza umut veren çalışmalarını, sorumlu ve duyarlı yaklaşımlarını, geçmişte olduğu gibi, bugün ve gelecekte de, aynı bilinç ve kararlılıkla sürdüreceğine inanıyor, Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (Ayakta alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Cumhurbaşkanım çok teşekkür ederiz.

Sayın milletvekilleri, bugünkü gündemimizde başkaca bir konu bulunmamaktadır.

Sözlü soru önergeleri ile diğer denetim konularını sırasıyla görüşmek için, 3 Ekim 2006 Salı günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

 

Kapanma Saati:16.34

     

1 Ekim 2006 Pazar

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.00

BAŞKAN : Bülent ARINÇ

KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 22 nci Dönem Beşinci Yasama Yılının 1 inci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yetersayısı vardır; gündeme geçiyoruz.

  I.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- TBMM Başkanı Bülent Arınç'ın, yeni yasama yılının ülkemize, milletimize ve Türkiye Büyük Millet Meclisine hayırlı olması temennisiyle konuşması

BAŞKAN - Saygıdeğer milletvekilleri, bugün, seksenaltı yıldır, milletimizi gururla temsil eden, cumhuriyetimizin kurucu iradesi Yüce Meclisimizin yeni yasama yılını açıyoruz.

22 nci Dönem Beşinci Yasama Yılı, açılışını yaptığımız önceki dört  yasama yılından farklıdır; zira, yaklaşık yirmidört yıldır, Meclisimiz, Beşinci Yasama Yılını erken seçim kararları nedeniyle yapamamış veya tamamlayamamıştır.

Bildiğiniz gibi 1982 Anayasasında, seçimlerin beş yılda bir yapılması, dolayısıyla, Meclisimizin de buna uygun çalışması hükme bağlanmıştır. Ancak, 1982 yılından bu yana, takriben yirmidört yıl boyunca seçimler hiçbir zaman beş yılda bir yapılamamış, buna paralel olarak Meclisimiz Beşinci Yasama Yılı çalışmalarının da bir kısmına hiç başlayamamış, bir kısmını da tamamlayamamıştır.

Bu durum, Türkiye'deki siyasî istikrarın önemli bir göstergesidir. Erken seçim kararları, ya siyasî istikrarın bozulması, ülkedeki ekonomik ve sosyal gidişatın kötüleşmesi üzerine ya da iktidarların rakiplerini hazırlıksız yakalamak istemesi üzerine alınmıştır. Her iki durum da ülkeye çok da yararı olmayan durumlardır. Bugün, eğer, bir erken seçim baskısı ve atmosferi olmadan Beşinci Yasama Yılına giriyorsak, bu, ülkemizde siyasî bir istikrarın, doğru yolda ilerleyen bir ekonominin ve sağlam bir sosyal hayatın olduğunu göstermektedir.

Bu tablonun oluşumunda, Meclisimizin, iktidar ve muhalefetiyle tüm siyasî partilerimizin ve milletvekillerimizin emeği çok büyüktür. Burada, onları yoğun ve yorucu geçen; ama, ülkemizi büyük bir istikrara kavuşturan çalışmalarından dolayı kutluyorum.

Değerli milletvekilleri, Yüce Meclisimiz, geçtiğimiz dört yasama yılı boyunca âdeta bir devrim gerçekleştirmiştir. Son elli yılın en büyük reformları, yenilikleri, değişimi hep bu dönemde yapılmıştır. Bu büyük değişim hareketi beraberinde siyasî bir istikrarı getirmiş, bu da ekonomiyi ve dış politikayı doğrudan olumlu yönde etkilemiştir. Bugün, eğer, erken seçim baskısı, tartışması ve isteği yoksa, sebebi, işte bu siyasî istikrardır.

Düşünün ki, çok partili yaşama geçtiğimiz yıllardan bu yana, altmış yıl içinde, ülkemiz, on yıl bile olağan şartlarda zaman geçiremedi. Ne yazık ki, demokrasimiz sürekli yaralanmış, ülkemiz sürekli geriletilmiş ve tüm bunlardan dolayı milletimiz acı çekmiştir. Ancak, bu asla kaçınılmaz bir kader değildir. Kimse demokrasimizin ve özgürlüğümüzün ilelebet kısıtlanabileceğini düşünmesin.

İşte, bugün, bu Yüce Meclis gerçekleştirdiği sessiz devrimle ülkemizi o karanlık, makûs talihinden kopartıp, aydınlık bir geleceğe doğru taşımaktadır. Ülkenin yıllardır kangren olmuş sorunları, kördüğüm olmuş problemleri, bu yüce çatı altında tek tek çözülmüş ve milletimizin gönlünde yeni umutlar doğmuştur.

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Nereden çıktı bu?!

BAŞKAN - Bugün, bu yasama yılının açılışı vesilesiyle, Türkiye'de ve dünyada farklı düşünen kesimlere bir kez daha duyurmak isteriz ki, Türkiye, kendi yolunu çizmiş ve hedefine kilitlenmiştir.

Bizim hedefimiz, içine kapanmayan, dünyayla entegrasyon içinde olan, bölgesinde söz sahibi, sarsılmaz bir iradeyle milletinin refahını ve mutluluğunu en ön sırada tutan "bir dünya ülkesi Türkiye" kurmaktır. Bu hedefimize ulaşmak için, güçlü bir millete, özgür ve bağımsız bir ülkeye, güç, kuvvet veren bir tarihe ve bizi birbirimize bağlayan bir inanca ihtiyacımız var. Çok şükür ki, bunların hepsine sahibiz.

Bu nedenledir ki, Türkiye'nin geleceği aydınlıktır. Bu gelecek, siz saygıdeğer milletvekillerinin geceli gündüzlü çalışarak çıkarttığı reform yasalarıyla kurulacak ve çocuklarımız güzel bir ülkede yaşayacaktır.

Bugün Beşinci Yasama Yılını, saygın ve itibarlı bir Meclis, istikrarlı bir siyasî ortam, tüm dünyada saygı uyandıran bir ülkeye sahip olarak açıyoruz.

Bugüne kadar ve halen, her fırsatta milletvekillerini, Meclisi ve siyasetçileri eleştirenlere bu tabloyu bir kez daha göstermek isterim. Sahip olduğumuz bu istikrar ve saygınlık, o her şeyi eleştirilen milletvekillerinin sayesinde gerçekleşmiştir. Onların Meclis çalışmalarındaki çabaları ve fedakârlıkları olmasaydı, o sessiz devrimleri gerçekleştiremeyecek, dolayısıyla, ülkemiz dünyada bu saygınlığa ve güvene sahip olmayacaktı. Bu yüzden herkesin eleştiri ve tenkitlerinde, hem doğru hedefi seçmeleri hem de seviyelerini koruması gerekir. Bir ülkede her şeyin suçlusu, milletvekilleri ve siyaset kurumu olamaz.

Saygıdeğer milletvekilleri, bugünden itibaren başladığımız Beşinci Yasama Yılı, 22 nci Dönemin son çalışması olacaktır. Yoğun, yorucu ama başarılarla dolu 22 nci Dönem Parlamentosu, 2007 yılında çalışmalarını tamamlayacaktır. Önümüzdeki yıl, Türkiye için son derece önemli gelişmelerin olacağı bir yıldır. Yüce Meclis, yeni yılda, yeni cumhurbaşkanımızı seçecek, Yüce Milletimiz de, sandığa giderek bir kez daha iradesini beyan edecek ve ülkeyi yönetmesini istediği kişileri seçecektir. Bu nedenle, gelecek yıl Meclisimiz için çok önemlidir.

Geçtiğimiz seksenaltı yıl boyunca olduğu gibi, her zaman, milletin iradesini ve hassasiyetlerini siyasete yansıtmaya Meclisimiz devam edecektir. Büyük bir olgunlukla, sağduyu ve kararlılıkla üzerine düşen görevleri yerine getirecek, milletine yakışır en güzel kararları alacaktır.

Önümüzdeki yılı bahane ederek siyaseti yıpratmak, ortamı germek, milletin huzurunu kaçırmak isteyenlere karşı hepimizin dikkatli olması gerekir. Unutmayın ki, milletin ve ülkenin kaderini bu Meclis belirlemektedir. Dolayısıyla, bu kadar ağır bir sorumluluğun gereği olarak, hepimizin vakur ve olgun davranması gerekir. Bizler, milletin temsilcisi, ülkenin sahibi olan Meclisin birer üyesiyiz. Ülkemizin kaderine ve geleceğine, millet iradesinin tek temsil makamı olan bu Yüce Meclis karar verecektir. Bu gerçek, ne yapılırsa yapılsın, değişmeyecektir. Bu gerçeği bilip, güven içinde, sağduyuyla, sükûnetle dönemimizi tamamlamak gerekir. Hiç kimse düşünmese bile, milletvekilleri, ülkenin ve milletin geleceğini tehlikeye atacak hareketlerden kaçınmak zorundadır.

Saygıdeğer milletvekilleri, bugün vesilesiyle, Avrupa Parlamentosunda onaylanan son ilerleme raporuyla ilgili birkaç hususa değinerek konuşmamı tamamlamak istiyorum.

Raporda Avrupa Birliği hedefimizde bir rehavetin ve duraklamanın olduğunu ifade eden görüşlerin doğruları içermediğini belirtmem gerekir. Meclisimiz, Avrupa Birliği sürecini önemsediğini, olağanüstü toplanıp uyum paketlerini yeniden çıkartarak göstermiştir. Bu konudaki isteğimiz ve arzumuz, her zamanki gibi, güçlü ve tereddütsüzdür. Avrupa Birliği sürecinde bir duraklama olduğu kanaatini pekiştiren konulardan birisinin, anketlerde, Türk Halkının Avrupa Birliğine olan desteğinin azaldığı hususudur. Milletimizin desteğinin azalmasının, varsa, tek bir sebebi vardır; o da, Avrupa Birliğinin uyguladığı çifte ve samimiyetsiz standartlardır. Kıbrıs sorununda verilen sözlerin tutulmadığını, başkalarına uygulanmayan kriterlerin Türkiye'ye uygulanmak istendiğini gördükçe, Türk Milletinin Avrupa Birliğine olan inancı zayıflamaktadır. Bu nedenle, Avrupalı dostlarımız, Türkiye'ye haksızlık yapılmaması, her ülkeye uygulanan kriterlerin eşit ve objektif olarak ülkemize de uygulanması halinde, halkımızın desteğinin arttığını görecektir.

Raporun tavsiyeler bölümünde yer alan bazı hususların, yine, kriterler arasında bulunmayan siyasî talepler olduğunu üzülerek görmekteyiz. Bu siyasî taleplerin bir kısmı tartışılabilir gözükse de, bir kısmını kabullenmek mümkün değildir. Elbette, Türkiye üzerine düşen görevleri yerine getirecektir; ancak, bazı Avrupa ülkeleri, fikir özgürlüğü ve ırk ayırımcılığı konusunda çok kötü sınavlar verirken, bizi eleştirmeleri şaşkınlık vericidir. Asılsız Ermeni soykırım iddialarını inkâr edenlere hapis cezaları öngören ve hatta bu insanların siyaset yapmasını engelleyen bir Avrupa'nın, şimdi, bizden, bazı kanunlarımızı değiştirmemizi istemesi büyük bir çelişkidir. Buna rağmen, biz, Avrupa'daki bazı ülkelerin yanlış tutumlarına düşmeden, fikir özgürlüğü önündeki engellerin kaldırılması için, her zaman aydınlarımızın ve milletimizin sesine kulak vereceğiz.

Saygıdeğer milletvekilleri, sizleri, bir kez daha, dört yasama yılı boyunca yaptığınız fedakâr çalışmalardan dolayı kutlarım. Kim ne derse desin, biliniz ki sizler, yani 22 nci Dönem milletvekilleri, çıkardığınız yasalarla büyük bir devrim gerçekleştirdiniz; Meclisimizin tarihinde hep özel bir yerde anılacaksınız; gelecek kuşaklar, çocuklarınız, ülkemiz için yaptığınız bu hizmetten dolayı, sizi, hayırla ve minnetle anacaktır; bunu hiç unutmayın.

Beşinci Yasama Yılının ülkemize, milletimize ve Türkiye Büyük Millet Meclisimize hayırlı olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

Sayın milletvekilleri, Sayın Cumhurbaşkanımız, yeni yasama yılının açılış konuşmasını yapmak üzere şu anda Genel Kurul Salonunu teşrif etmektedirler.

Kendilerine, Meclisimiz adına "hoş geldiniz" diyorum. (Ayakta alkışlar)

İstiklal Marşı:

(İstiklal Marşı)

II- SÖYLEVLER

1.-Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in, 22 nci Dönem Beşinci Yasama Yılını açış konuşması

CUMHURBAŞKANI AHMET NECDET SEZER - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sizleri, yeni yasama yılının başlangıcında üstün başarı dileklerimle ve saygıyla selamlıyorum. Sözlerime başlarken, bu yüce çatı altında bir kez daha bulunmaktan duyduğum mutluluğu belirtmek istiyorum.

Laik ve demokratik rejimimizin temel kurumu Türkiye Büyük Millet Meclisi, açıldığı günden bu yana tarihsel sorumluluk üstlenmiş, varlığı ve çalışmalarıyla ulusumuza güven vermiştir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, Yüce Atatürk'ün öncülüğünde Kurtuluş Savaşını yürütmüş, Cumhuriyeti kurmuş, devrimlerin altyapısını oluşturmuş, Atatürk Cumhuriyetinin değiştirilemez nitelikleriyle sonsuza kadar yaşatılması, demokrasinin güçlendirilmesi, rejimin özünden sapma olmaksızın kurum ve kurallarıyla işlemesi, yurttaşlarımızın hak ve özgürlüklerine kavuşarak onurlu bir yaşam sürmesi yönünde önemli hizmetlerde bulunmuştur.

Türkiye, Ölümsüz Önderimiz Atatürk'ün, O'nun izinde ilerleyen kurumlarımızın ve yurttaşlarımızın çaba ve katkılarıyla, çağdaş dünyanın saygın, güvenilir bir üyesi olma yolunda önemli aşama kaydetmiştir.

Sahip olduklarımızın değerini bilerek, gücümüze inanarak, kendimize güvenerek, sorunlar karşısında yılmayarak, demokrasimize sahip çıkarak, bölünmez bütünlüğümüzü koruyarak, toplumsal barışı sürekli kılarak aydınlık yarınlara emin adımlarla ilerleyeceğiz. Bu konuda kurumlarımıza, yönetileni ve yöneteniyle tüm yurttaşlarımıza görev ve sorumluluklar düşmektedir.

Ulus egemenliğinin temsilcisi Yüce Meclisimizin bu sürece de çalışmalarıyla büyük katkıda bulunacağına yürekten inanıyoruz.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu yıl, bağımsızlık savaşımızın önderi, ulusumuzun kurtarıcısı, çağdaş Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, büyük komutan, eşsiz devlet adamı ve devrimci Yüce Atatürk'ün doğumunun 125 inci yılını kutluyoruz.

Türk Ulusu, doğumunun 125 inci yılında Yüce Atasını sevgiyle, özlemle, gönül borcuyla anarken, aynı zamanda tarihe ve insanlığa mal olmuş, eylemleri ve söylemleriyle dünyada saygınlık kazanmış örnek bir lideri yetiştirmenin övüncünü ve coşkusunu yaşamaktadır.

Yüce Atatürk, insanlığa mal olan yapıtlarıyla her gün aramızda bulunmakta, yüksek ülküleri ve ilkeleriyle yol gösterici olmakta, düşüncelerde ve yüreklerde yaşamaktadır. (Alkışlar)

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; devletlerin siyasal rejimlerini düzenleyen anayasaların üstün konumları, özenle korunmalarını zorunlu kılmıştır. Bu nedenledir ki, anayasaların bağlayıcılığı, uygulanmasının sağlanması, izlenmesi, denetlenmesi ve değiştirilmesi özel kurallara bağlanmıştır.

Anayasanın 2 nci maddesine göre, Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir.

Hukuk devleti niteliğinin ayırt edici özelliği, hukukun üstünlüğünün kabul edilmiş olmasıdır. Hukukun üstünlüğü de, Anayasanın ve yasaların eksiksiz uygulanmasını, iktidar gücünün yargı ile dengelenmesini, yasama ve yürütme organları ile yönetimin eylem ve işlemlerinin yargısal denetime bağlı tutulmasını gerektirmektedir.

Anayasada parlamenter sistem kabul edilmiş, bu sistemin gereği yasama, yürütme ve yargı erklerine yer verilmiş ve erkler ayrılığı ilkesi benimsenmiştir. Anayasanın Başlangıç bölümüne göre, erkler ayrılığı, devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasıyla sınırlı uygar bir işbölümü ve işbirliğidir.

Anayasada benimsenen sisteme göre, kuşkusuz hiçbir organ diğerine üstün değildir. Her organ, Türk Ulusu adına, Anayasada belirlenen yetki ve görev alanı içinde ulusal egemenliği kullanmaktadır.

Bunun yanında, yasama ve yürütmenin siyasal birlikteliklerinden doğacak iktidar gücünü dengelemek için Anayasada kimi düzenekler öngörülmüştür. Cumhurbaşkanına, Anayasanın uygulanmasını, devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetme bağlamında, Anayasa ile verilen yasama, yürütme ve yargıya ilişkin yetki ve görevler bu kapsamdadır.

Yine, Anayasada iktidar gücünü dengelemek için yasama, yürütme ve yönetimin tüm eylem ve işlemleri yargı denetimine bağlı tutulmuş; yargıya, gücü elinde bulunduran erklere karşı bir denge ögesi olma işlevi yüklenmiştir.

Yasalar, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü, yasama dokunulmazlığının kaldırılması ya da milletvekilliğinin düşürülmesine ilişkin yasama işlemleri ile yürütme işlemi olan yasa gücünde kararnameler, Anayasa Mahkemesinin denetimine bağlı tutulmuştur.

Diğer yürütme ve yönetim eylem ve işlemlerinin hukuka uygunluk denetimi de idarî yargının görev alanına girmektedir.

Tüm bu düzenlemeler, yargının, yasama ve yürütmeye üstünlüğü değil, hukukun üstünlüğü bağlamında iktidar gücünün sınırlandırılması, başka bir deyişle hukuka uygunluğun sağlanması anlamındadır. Çünkü, hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ilkesini benimsemiş çağdaş toplumlarda son söz yargıya verilmiştir.

Nitekim, Anayasanın 138 inci maddesinde, yasama ve yürütme organları ile yönetimin, mahkeme kararlarına uymak zorunda oldukları, bu organlar ve yönetimin, mahkeme kararlarını hiçbir biçimde değiştiremeyecekleri, bunların yerine getirilmesini geciktiremeyecekleri; 153 üncü maddesinde de, Anayasa Mahkemesi kararlarının yasama, yürütme ve yargı organlarını, yönetim makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri, kısaca herkesi bağlayacağı belirtilmiştir.

Bu sistem, ilke ve kurallar uyarınca, bir konuda yargı kararı varken tersine işlem ya da uygulama yapılması, hukuk devletinde olanaksızdır.

Bu noktada iki konu önem kazanmaktadır. Bunlardan birincisi, yargı bağımsızlığı; ikincisi ise, seçilmişlerin yanında atanmış kamu görevlilerinin rejim yönünden önemidir.

Anayasamızın 2 nci maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin nitelikleri arasında sayılan hukuk devletinin en önemli özelliklerinden biri, yargı bağımsızlığı ilkesinin kabul edilmiş olmasıdır.

Güçler ayrılığı ilkesi benimsenen parlamenter demokrasilerde, bu ilkenin doğal sonucu olarak yargı erki, yasama ve özellikle gerçek gücü elinde bulunduran yürütmeye karşı korunmuş ve bağımsız kılınmıştır.

Yargı bağımsızlığının gerçekleştirilebilmesi için, mahkemelerin yanında, yargı erkinin en önemli ögesi ve temsilcisi olan yargıçların da bağımsız ve güvenceli olması gerekmektedir.

Bu nedenle, Anayasanın 9 uncu maddesinde, yargı yetkisinin Türk Ulusu adına "bağımsız mahkemelerce" kullanılacağı, 138 inci maddesinde de, yargıçların görevlerinde bağımsız oldukları belirtilmiştir.

Yine Anayasamızda, yargı erkinin yürütmenin etki ve karışmasından uzak tutulabilmesi için kimi düzenlemelere yer verilmiştir. 140 ıncı maddede, yargıçların, mahkemelerin bağımsızlığı ve yargıçlık güvencesi ilkelerine göre görev yapacakları; 138 inci maddesinde, yargıçların, Anayasa, yasa ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verecekleri; hiçbir organ, makam, merci ya da kişinin, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve yargıçlara emir ve talimat veremeyeceği, genelge gönderemeyeceği, tavsiye ve telkinde bulunamayacağı kurala bağlanmıştır.

Yargı organlarının kuruluşu, çalışma ilkeleri, yargıçların seçimi ve özlük hakları konularında yargı bağımsızlığını gölgeleyecek yöntemlerden uzak durulması, hukuk devleti ilkesinin gereğidir.

Yargıç ve savcıların tüm özlük ve disiplin işleri, Yargıtay, Danıştay ve Uyuşmazlık Mahkemesi üyelerinin seçimi gibi önemli yetkilerle donatılmış Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun oluşumunda, bir siyasî parti mensubu olan bakanın ve onun buyruk ve direktifleri ile hareket eden Müsteşarın yer alması yargı bağımsızlığını, dolayısıyla hukuk devleti ilkesini zedelemektedir. (CHP ve Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)

Çeşitli hükümet programlarında da vurgulandığı gibi, yargının kişiselleştirilmesi ve siyasallaştırılmasının önlenebilmesi için, yargı bağımsızlığıyla bağdaşmayan bu durumun ivedi olarak düzeltilmesi gerekmektedir.

Unutulmamalıdır ki, yargıç güvencesi yargı bağımsızlığının, yargı bağımsızlığı da devlete güvenin ön koşuludur.

Yasama ve yürütme organlarının da yargının siyasallaştırılmasından özenle kaçınmaları gerekir. Yargının siyasallaştırılması durumunda bundan zarar görecek olan başta yine devlet organlarıdır. Bununla da kalmayacak, tüm devlet kurumları, insanî değerler ve bireyler de bu zarardan paylarını alacaklardır.

Hukuk devletinde, kişilerin özel yaşamına ve özgürlük alanına yapılacak hukuka aykırı karışmalardan ve bu nedenle uğrayabilecekleri zararlardan korunabilmeleri gerekmektedir. Böylece, hukuksal güvenliğin sağlanması ve sürdürülmesi, ancak bağımsız ve dolayısıyla yansız yargı organı aracılığıyla olanaklıdır.

Yurttaşın hak arama özgürlüğünün ve hukuksal güvenliğinin her türlü siyasal karışmadan, ideolojik ve dogmatik düşüncelerden arınmış, yansız ve bağımsız yargı organı tarafından korunduğu bilindiği sürece, hukuk devletinin varlığı duyumsanabilir.

Yargılama sürecinde siyasal karar organlarının etkin kılınması, yargı kararlarının, hukukun gerekleri yerine siyasal kanaat ve düşüncelere dayandırılması, bu yönde yorumlanarak uygulanması ya da uygulanmaması yargının siyasallaştırılmasına neden olur. Bu ise, kişilerin hukuksal güvenliğinin ortadan kaldırılmasına, kamusal düzenin bozulmasına, hukuk ve devlet erkinin yok olmasına yol açar.

Hukuk devletinin varlığının toplum yaşamının her alanında yurttaşlarca duyumsanması, devlete güvenin varlık nedeni olduğuna göre, tüm organların bu alanda ödevleri, yükümlülükleri ve sorumlulukları vardır.

Öte yandan, anayasal sistemin işlerliğini sağlayacak organları oluşturan, onları somutlaştıran görevlilerden kimileri halkın, kimileri Türkiye Büyük Millet Meclisi ya da Anayasada öngörülen diğer kurumların seçmesiyle, kimileri de atamayla göreve gelmektedirler.

Anayasaya göre, üç erki temsil eden organ ya da kurumlar arasında üstünlük sıralaması yapılamayacağına göre, göreve getirilme yöntemlerine bakılarak organ ya da kurumları somutlaştıran görevliler arasında da ayrım yapılamaz.

Yine, anayasal sisteme göre, rejim yönünden denge ögesi olan kurumların kararlarının, salt o kurumu oluşturan görevlilerin getiriliş yöntemine dayanılarak eleştirilmesi ve etkisizleştirilmesi doğru değildir.

Unutulmaması gereken şey, devletin ve rejimin sürdürülebilmesi için, seçilmişler kadar atanmışların da görevi, sorumluluğu ve vazgeçilmez önemi olduğudur.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Anayasa'nın 2 nci maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin demokratik bir devlet olduğu belirtilmiş; 67 nci maddesinde, seçme, seçilme ve siyasal etkinlikte bulunma hakkı, temel hak ve ödevler arasında düzenlenmiş; 13 üncü maddesinde de, temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunulmaksızın, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmamak koşuluyla sınırlandırılabilmesi öngörülmüştür.

Yurttaşların seçme, seçilme ve siyasal etkinlikte bulunma hakkı, demokrasinin yeterli değil, gerekli koşuludur. Yine, Anayasanın 68 inci maddesinde belirtildiği gibi, siyasal partiler demokratik yaşamın vazgeçilmez ögeleridir.

Ancak, bunların yanında, Anayasanın 67 nci maddesinde, seçimler konusunda çok önemli bir kurala yer verilmiş, seçim yasalarının "temsilde adalet" ve "yönetimde istikrar" ilkelerini bağdaştıracak biçimde düzenleneceği belirtilmiştir.

Görüldüğü gibi, önemli olan, bu ilkelerin seçim yasalarına sadece yansıması değil, yasada bu iki ilke arasında denge kurulmasıdır.

Temsilde adalet, siyasal partilerin Türkiye Büyük Millet Meclisinde, seçimlerde aldıkları oy oranında temsilci bulundurmasını gerektirmekte, alınan oyla orantılı temsilci sayısıyla yaşama geçirilebilmektedir.

Yönetimde istikrar ise, oyların siyasal partiler arasında aşırı bölünerek Türkiye Büyük Millet Meclisine yansımasının yaratacağı istikrarsızlığın önlenmesini anlatmaktadır. Bu ilkenin yaşama geçirilmesi, oyların temsilci sayısına dönüşmesinde "baraj" olarak adlandırılan oransal sınırlar konulmasını zorunlu kılmaktadır.

Birbirinin karşıtı gibi görünen bu iki ilkenin, seçme ve seçilme hakkının özünü zedelemeyecek ve devlet yönetimini aksatmayacak biçimde, birbirini dengeleyerek yasaya yansıtılması anayasal zorunluluktur. Bu duyarlı denge, aynı zamanda, demokratik hukuk devleti niteliğinin de gereğidir.

Yönetimde istikrar ilkesi, salt çoğunluğu sağlayacak seçim sistemini değil, istikrarlı yönetimi olanaklı kılacak adaletli bir temsil sistemini gerektirmektedir.

Bundan amaç, seçmenin siyasal dağılımının Parlamentoya olabildiğince uygun ve adil biçimde yansımasıdır. Adalet, aynı zamanda, yönetimde istikrarın da temel koşuludur. Yalnızca ya da ağırlıklı olarak istikrarı gözetmenin, istikrarsızlık kaynağı olacağı açıktır.

Kuşkusuz, temsilde adaletin sağlanması için, seçmenin siyasal dağılımının tümüyle Parlamentoda temsil edilmesi, başka bir deyişle, siyasal partilerin tümünün Mecliste temsilci bulundurması da savunulamaz. Bu sistemin de, yönetimde istikrar ilkesine zarar vereceği ortadadır. Ne var ki, oy kullanan seçmenin siyasal görüşünün büyük oranlarda Parlamentoda temsil edilemediği seçim sistemini de, temsilde adalet ilkesiyle bağdaştırmak olanaksızdır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; birçok kez üzerinde durduğum kimi konuları, ülke rejimi ve geleceği yönünden çok önemsediğim için bir kez de Yüce Meclisin çatısı altında vurgulamak istiyorum.

Öncelikle, son yıllarda, bilinçli olarak gündemden düşürülmeyen laiklik ve laikliğin tanımı tartışmaları üzerinde durmakta yarar görüyorum.

Belirtmek gerekir ki, demokrasi, özgürlük, kamu yararı, kamu düzeni, laiklik gibi kavramların Anayasada kavramsal tanımı yapılmamış olabilir. Anayasalar, kurallarıyla bu kavramların işlevlerini ve anlamlarını ortaya koyarak çerçevesini çizip, işlevsel tanımını yaparlar. Nitekim, Anayasamızda da, laikliğin işlevsel tanımı yapılmıştır.

Bu nedenle, Anayasada, laikliğin tanımını aramak yerine, nasıl bir laikliğin öngörüldüğüne bakmak gerekir. Bu bağlamda, Anayasa Mahkemesi kararlarının konuya katkısı gözden uzak tutulamaz.

Laiklik ilkesini yaşam biçimi olarak benimseyen çağdaş ülkeler incelendiğinde, tümünün bu ilkeyi kendi toplumsal gerçeklerine göre biçimlendirdikleri görülecektir.

Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında da belirtildiği gibi, laiklik, ülkelerin içinde bulunduğu tarihsel, siyasal, toplumsal koşullara ve her dinin gerektirdiği isteklere bağlı olarak ülkeden ülkeye farklılık göstermektedir.

Bu farklılığa bağlı olarak her ülkenin laiklik anlayışı, o ülkenin Anayasasına yansımıştır. Türkiye için özellik taşıyan laiklik de, Anayasada benimsenen ve korunan içerikte bir ilkedir.

Laiklik ilkesinin, her ülkenin içinde bulunduğu koşullardan ve her dinin özelliklerinden esinlenmesi, bu koşullar ile özellikler arasındaki uyum ya da uyumsuzlukların laiklik anlayışına yansıyarak değişik nitelikleri ve uygulamaları ortaya çıkarması doğaldır.

Dini ve din anlayışı tümüyle farklı ülkelerde laiklik uygulamasının aynı anlam ve düzeyde olması beklenemez.

Türkiye Cumhuriyeti, Türk Ulusunun gelenekleri, toplumsal yapısı, sosyal gerçekleri ve koşulları karşısında laikliği kendine en uygun içeriğiyle benimsemiştir.

Devlet rejiminin ve toplumsal yaşamın laikleştirilmesi belirli bir tarihsel süreç içinde gerçekleştirilmiştir. Laiklik ilkesinin günümüzdeki anlam ve önemini kavrayabilmek için Kurtuluş Savaşı sürerken ve Türkiye Cumhuriyeti kurulurken gerçekleştirilen olayları ve olguları iyi irdelemek gerekir.

Gerçekten, daha Kurtuluş Savaşına başlangıç hazırlıkları sırasında Erzurum Kongresinde alınan kararlar içinde, ulusal egemenliğin üstün kılınacağına yer verilmiş; Kurtuluş Savaşı sürerken kabul edilen 1921 ve savaştan hemen sonra kabul edilen 1924 Anayasalarının 1 inci ve 3 üncü maddelerine "egemenlik kayıtsız koşulsuz ulusundur" kuralı konulmuştur. Bunlar, laiklik yolunda atılan ilk adımlardır. Çünkü, laikliğin özü ve temeli "egemenliğin" kaynağında yatmaktadır. Egemenlik ulusa ilişkin ise, o rejimin dayandığı sistem laik sistemdir.

Laiklik ilkesine, Türkiye Cumhuriyeti yönünden tarihsel süreçte kazandığı anlamıyla 1961 ve 1982 Anayasalarında da yer verilmiştir.

1961 ve 1982 Anayasalarının laiklikle ilgili tüm kuralları birlikte incelendiğinde, laikliğe bir ilke olarak yer verilmesinin çok ötesinde, onun işlevinin de tanımlanarak kapsamının belirlendiği görülecektir.

Anayasanın 1 inci maddesinde, Türkiye Devletinin bir cumhuriyet olduğu belirtilmiş; 2 nci maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin, "Başlangıç" bölümünde yer verilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğu vurgulanmış; 4 üncü maddesinde de, 1 inci ve 2 nci maddelerdeki cumhuriyetin ve cumhuriyetin niteliklerinin değiştirilemeyeceği, değiştirilmesinin önerilemeyeceği belirtilmiştir. Böylece, Türkiye Cumhuriyetinin niteliklerinden olan laiklik, anayasal içeriğiyle güvence altına alınmıştır.

Anayasanın 176 ncı maddesine göre "Başlangıç" bölümü, Anayasa metnine dahildir. Anayasanın dayandığı temel görüş ve ilkeleri içeren "Başlangıç" maddelerin amacını ve yönünü belirten bir kaynaktır. Madde gerekçesinde de "Başlangıç" bölümünün Anayasanın diğer kurallarıyla eşdeğer olduğu vurgulanmıştır.

Anayasanın "Başlangıç" bölümünde, laiklik ilkesi gereği, kutsal din duygularının devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı belirtilmiştir. Böylece, cumhuriyetin niteliklerinin en önemlisi ve diğer niteliklerin temeli olan laiklik, Anayasaya yön veren ilkeler arasındaki yerini almış ve anayasal tanımını bulmuştur.

Bu tanıma göre, laiklik, dinin, sosyal, siyasal ve hukuksal bir güç ve düzenleyici olmasını önleyen temel ilkedir. Bu işlevine uygun olarak, Anayasanın 24 üncü maddesinde de,

- Devletin sosyal, ekonomik, siyasal ve hukuksal temel düzeninin, kısmen de olsa, din kurallarına dayandırılamayacağı,

- Dinin ya da din duygularının yahut dince kutsal değerlerin, siyasal ya da kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla kötüye kullanılamayacağı açık biçimde kurala bağlanmıştır.

Bunun yanında, Anayasanın 13 üncü maddesinde, temel hak ve özgürlüklerin, laik cumhuriyetin gereklerine uygun olarak yasayla sınırlandırılabileceği; 14 üncü maddesinde de, Anayasada yer verilen hak ve özgürlüklerin, laik cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan etkinlikler biçiminde kullanılamayacağı belirtilmiştir.

Böylece, temel hak ve özgürlüklerin laik cumhuriyeti zedeleyecek biçimde kötüye kullanılması önlenmiş, gerekirse laik cumhuriyeti korumak için temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılabileceği kabul edilmiştir.

Öte yandan, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesi, coğrafî ve siyasal yönden, tekil devlet yapısını ve tam bağımsızlık ilkesini; yönetsel yönden, laik, demokratik, sosyal hukuk devletini; ekonomik, sosyal, kültürel ve sanatsal yönden de çağdaş bir Türkiye'yi hedeflemektedir.

Atatürk devriminin amacı, aydınlanma çağını yakalamak ve Türk toplumunu çağdaşlaştırmaktır. Bu amaç, Anayasanın 174 üncü maddesinde, "çağdaş uygarlık düzeyini aşmak" biçiminde anlatımını bulmuştur.

Devrimin temeli, amacına bağlı olarak, laiklik ilkesidir. Laiklik ilkesi, Türkiye Cumhuriyetini oluşturan tüm değerlerin temel taşıdır. Anayasada benimsenen laiklik ilkesinin, yukarıda belirtilen amaç bağlamında değerlendirilmesi ve yorumlanması zorunludur. (CHP sıralarından alkışlar)

Anayasa Mahkemesi, Anayasanın 148 ve 153 üncü maddeleri uyarınca, Anayasaya uygunluk denetimi görevi nedeniyle, anayasal kural, kavram ve ilkeleri resmen yorumlamaya yetkili tek organ olduğuna ve kararları herkesi bağladığına göre, anayasal kuralların Yüksek Mahkeme kararlarıyla birlikte değerlendirilmesi, bu kararlarla kazandırılan içerikle uygulanması zorunludur.

Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında, laikliğin hukuksal, sosyal, siyasal tanımları ve ulusal değeri geniş biçimde ele alınıp, özenle korunması gereken bir ilke olduğu vurgulanmıştır. Bu kararlara göre, laiklik ilkesi gereği;

Din, devlet işlerinde egemen olamaz.

Din, bireylerin manevi yaşamına ilişkin olan inanç bölümündeki yerinde, sınırsız özgürlük tanınarak, anayasal güvenceye alınmıştır.

Dinin, bireyin manevi yaşamını aşarak, toplumsal yaşamı etkilemesine izin verilemez; bireyin inanç ve ibadet yaşamına, kamu düzenini, güvenini ve çıkarlarını korumak amacıyla sınırlamalar konulabilir; dinin kötüye kullanılması ve sömürülmesi yasaklanabilir.

Devlete, kamu düzeninin koruyucusu sıfatıyla, dinsel hak ve özgürlükler üzerinde denetim yetkisi tanınmıştır.

Anayasa Mahkemesinin, Anayasadan kaynaklanan yorum yetkisiyle kararlarında yer verdiği bu gerekçeler, laikliğin, anayasal çerçevede işlevini ortaya koyarak tanımını yapmaktadır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; "Başlangıç" bölümünde, Anayasanın, Türk yurdu ve Türk Ulusunun sonsuza uzanan varlığını ve Yüce Türk Devletinin bölünmez bütünlüğünü belirlediği vurgulanmıştır.

"Başlangıç", devlet yönetimine ilişkin tüm anayasal kurallar yönünden çok kapsamlı, aynı zamanda çok özlü bir anlatım içermektedir. Böylece, Anayasada, tek devlet, tek ülke, tek ulus ülküsü kabul edilmiş olmaktadır.

Yine "Başlangıç"ta, hiçbir etkinliğin Türk varlığının devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esası karşısında korunma göremeyeceği; 3 üncü maddede, Türkiye Devletinin ülkesi ve ulusuyla bölünmez bütün olduğu; 4 üncü maddede, bu kuralın değiştirilemeyeceği belirtilmiş; 5 inci maddede, Türk Ulusunun tümlüğünü, ülkenin bölünmezliğini korumak devletin temel amaç ve görevleri arasında sayılmış; 14 üncü maddede, temel hak ve özgürlüklerin, devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmez bütünlüğünü bozmayı amaçlayan etkinlikler biçiminde kullanılamayacağı açıkça vurgulanmıştır.

Ayrıca, 26 ncı maddede düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün, 27 nci maddede bilim ve sanat özgürlüğünün, 28 inci maddede basın özgürlüğünün, devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmez bütünlüğünü koruma amacıyla sınırlandırılabileceği kabul edilmiş; 58 inci maddede, devlet, gençleri, devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmez bütünlüğünü ortadan kaldırmayı amaç edinen görüşlere karşı yetiştirmekle ödevli kılınmış; 68 inci maddede, siyasal partilerin tüzük, program ve eylemlerinin, devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmez bütünlüğüne aykırı olamayacağı açıklanmıştır.

Görüldüğü gibi, Anayasamıza göre, Türkiye Cumhuriyeti, ülkesi ve ulusuyla bölünmez bir bütündür ve tekil devlet yapısına sahiptir. Kurucu öğe olarak, tek devlet, tek ülke ve tek ulus söz konusudur; bu öğelerden ve tek dil, tek bayrak ülküsünden asla vazgeçilemez. (Alkışlar)

Ulusun adı, Yüce Önder'in şu özlü sözünde belirtilmiştir: "Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye Halkına Türk Ulusu denir." (Alkışlar)

O Ulus ki, büyük bir özveriyle yurdunu yabancı işgalcilerden kurtarmış, tasada ortaklık yapmış, Türkiye Cumhuriyetini kurmuş, tüm devrimleri birlikte gerçekleştirmiş, Cumhuriyetin kazanımlarından birlikte yararlanmış, sevinci ve övüncü birlikte yaşamıştır. (CHP sıralarından alkışlar)

Çağdaş devletlerde de yurttaşlık hukuksal bağı yanında bir de ulus kimliği vardır ve bu kimlik, ortak çıkarların, ortak coşkuların, ortak duyguların ve ortak bir dilin toplamıdır.

Anayasanın Başlangıcında ve 2 nci maddesinde; Türkiye Cumhuriyetinin ve Anayasanın Atatürk ulusçuluğuna dayandığı, Türk Ulusunun çıkarlarının her türlü etkinliğin üzerinde olduğu belirtilmiştir.

Anayasadaki ulusçuluk anlayışı, ırksal ve dinsel ögelere değil, gurur ve övünmede, sevinç ve tasada, hak ve ödevlerde, nimet ve külfette ortaklık ve birlikte yaşama isteği gibi değerlere dayanmaktadır. Geçmişte yaşanan ortak acılar ve sevinçler, birlikte kazanılan zaferler, ülke ve ulus çıkarını her şeyden üstün tutma, ülkü ve amaç birliği, çağdaşlaşma yolunda verilen savaşım bu değerleri oluşturmaktadır.

Bunun doğal sonucu olarak Anayasada, Türk Devletine yurttaşlık bağıyla bağlı olan herkesi Türk sayan kuralıyla, birleştirici ve bütünleştirici bir ulusçuluk anlayışı benimsenmiştir. Devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmez bütünlüğü, çağdaş ulusçuluk anlayışının belirgin niteliklerinden birini oluşturmaktadır.

Çok kültürlü toplumlarda birlik, ulusal devletle sağlanmış ve tek ulus ilkesi bu birliği pekiştiren en önemli öge olmuştur. Toplumu oluşturan yurttaşların tek ulus çatısında toplanması, laiklikte olduğu gibi, farklılıklar korunarak birlikte yaşamanın en etkili yoludur.

Türk Devletine yurttaşlık bağıyla bağlı olan herkesin Türk sayılması, Türk Ulusunu oluşturan ögelerin etnik kimliklerinin yadsınması anlamına gelmemektedir; tam tersine, etnik kökeni, dini ne olursa olsun, tüm yurttaşların "Türk Ulusu" olarak adlandırılması, yurttaşlar arasındaki eşitliğin sağlanması, çoğunluk içinde bulunan çeşitli etnik kökenli yurttaşların azınlık durumuna düşmesini önleme amacına yöneliktir. (Alkışlar)

Anayasadaki "Egemenlik kayıtsız koşulsuz Türk Ulusunundur" kuralı da "Türk Ulusu" kavramının, çoğunluk-azınlık ya da din ve ırk ayrımı yapılmadan yurttaşların tümünü kapsadığını göstermektedir.

Türk Ulusunun birliğini ve huzurunu bozmaya yönelik uğraşlar, tekil devleti hedef alan girişimlerdir. Bu girişimlerin sonuçsuz kalmaya mahkûm olduğu bilinmelidir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Anayasanın 92 nci maddesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesine izin verme yetkisi, Türkiye Büyük Millet Meclisine tanınmıştır ve münhasır bir yetkidir. Bu niteliği, yetkinin, doğrudan Türkiye Büyük Millet Meclisince kullanılmasını, başka bir organa devredilmemesini gerektirmektedir. Hiçbir organ, kaynağını Anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz.

Bu nedenle, izin yetkisi kullanılırken, iznin süresinin, kapsamının ve sınırının da belirtilmesi gerekmektedir.

Soğuk savaş dönemi sonrası, teknoloji, iletişim, ulaşım sektörlerindeki gelişmeler, uluslararası dengeleri güçlü ülkeler yararına hızla değiştirmektedir. Bu durum, uluslararası kurumların ve uluslararası hukukun önemini belirginleştirmektedir. Güçsüz olanın güçlü karşısında korunması, ancak, bu kurumlar ve uluslararası hukuk aracılığıyla sağlanabilmektedir.

Devletlerin kendilerini uluslararası hukukla bağlı sayması, dünya barışı yönünden önemlidir. Anayasamızın 92 nci maddesiyle Türkiye Büyük Millet Meclisine verilen yetkinin uluslararası hukukun meşru saydığı durumlar için öngörülmüş olması, uluslararası ilişkilerin ulaştığı boyut yönünden de son derece anlamlıdır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; çağdaş, özgürlükçü demokrasinin temel öğelerinden olan basın, demokratik düzenin sağlıklı işlemesi yönünden vazgeçilmez bir işleve sahiptir. Basın özgürlüğü ise, düşünce ve anlatım özgürlüğünü tamamlayan bir özgürlüktür.

Halkın haber alma hakkını kullanabilmesinin aracı konumundaki basının, çıkar gruplarından ve her türlü otoriteden bağımsız, evrensel meslek ölçütleriyle çalıştığı toplumlarda, hak ve özgürlükler geniş uygulama alanı bulmaktadır.

Haber verme, denetim ve eleştiri yapma, kamuoyunu bilgilendirme ve oluşturma, kurumlarla bireyler arasında bilgi akışı sağlama, özgür tartışma ortamı yaratarak toplumsal bilinci güçlendirme, toplumu eğitme ve düşünce dünyasını zenginleştirme gibi yaşamsal sorumlulukları bulunan basın, bu yönüyle kamusal görev yapmaktadır.

Yurttaşların, toplumun geleceğinde belirleyici rol oynayabilmeleri, yönetimi denetleyebilmeleri, temel hak ve özgürlüklerinin bilincine varıp, bunları her alanda kullanabilmeleri, hukuksal ve toplumsal kuralların yanında, özgür ve yansız basının varlığını gerekli kılmaktadır.

Basının, toplum adına üstlendiği görevleri yerine getirebilmesi için özgür olması, her türlü güç ve baskı karşısında korunması zorunludur.

Basının saygınlığının ve güvenilirliğinin artması, medya gücünün kötüye kullanılmasının önlenmesine, bu gücün kişisel çıkarlardan ve ticarî kaygılardan uzak tutulmasına, yansız, doğru, ilkeli, kişilik haklarına ve özel yaşama saygılı habercilik anlayışının benimsenmesine, her koşulda meslek etiğinin gözetilmesine bağlıdır.

Türk basınının tüm çalışanları ve meslek örgütleriyle, Cumhuriyet rejiminin korunup kollanmasında, laikliğin savunulmasında, demokratik değerlerin yaşatılmasında, geçmişte olduğu gibi bugün ve gelecekte de öncü rol üstlenebileceğinden kuşku duymuyoruz.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; çağımızda bir ülke nüfusunun büyüklüğü, tek başına, o ülkenin gücünün yeterli göstergesi olmamaktadır. Gelişen teknoloji, nüfusun yapısını ve niteliğinin önemini artırmıştır. Nüfusun büyüklüğü ve özellikleri, ekonominin sektörel yapısını ve büyüme oranını etkilemektedir.

Hızlı nüfus artışı, temelde yüksek doğum oranına dayanmakta, üretim çağına ulaşmamış olan 0-14 yaş grubunun oranını artırmakta, toplam tüketimin artmasına, dolayısıyla tasarrufun azalmasına yol açmaktadır.

Nüfus politikaları, ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmanın ayrılmaz parçasıdır. Temel amaç, insanların yaşam kalitesini artırmaktır. Bu da ancak, sürdürülebilir kalkınmayla gerçekleştirilebilir. Sürdürülebilir kalkınmayı olumsuz etkileyen en önemli etmen de hızlı nüfus artışıdır.

Gelişmekte olan ülkelerde hızlı nüfus artışı tasarrufu zorlaştırmaktadır. Oysa, bu tür ülkelerin kalkınabilmesi için altyapı, eğitim, sağlık gibi alanlarda yatırımların artırılması gerekmektedir. Ayrıca, artan iş gücüne iş olanağı yaratmak yeni yatırımlara bağlıdır.

1990-2000 döneminde nüfusun yıllık ortalama artış hızı binde 18'den binde 14'e inmiştir. Ancak, yine de Avrupa ülkeleri arasında en yüksek nüfus artış hızı Türkiye'dedir.

Göstergelerin değişmemesi durumunda, 2025 yılında ülke nüfusunun yaklaşık 90 000 000'a ulaşacağı kestirilmektedir. Bunun, daha fazla yoksulluğu birlikte getireceği açıktır. Bu nedenle, halkımızın, iyi örgütlenmiş, etkili aile planlaması ve destekleyici hizmetler yoluyla bilinçlendirilmesi, kendilerinin ve ülkenin çıkarları yönünden zorunludur.

Aile planlaması kavramının salt doğum kontrolü olarak algılanması doğru değildir. Kavram, ana ve bebek sağlığı ile nüfus planlamasını birlikte içermektedir. Bu boyutuyla, ekonomik ve sosyal kalkınma yanında, yaşamsal önemi olan sağlık hakkıyla doğrudan ilgilidir.

Türkiye, Cumhuriyetin 100 üncü yılında, gönenç düzeyi yönünden Avrupa Birliği verilerine ulaşabilmek için, etkili bir aile planlaması ile sağlıklı ve kalkınmayı sürdürecek nüfus yapısı oluşturma hedefi de önemle göz önünde tutulmalıdır.

20 000 000 insanımız yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. En varsıl kesim ile en yoksul kesim arasındaki gelir farkı 17 kata çıkmıştır. Bunun temel nedenlerinden en önemlisi, aşırı nüfus artışı ve aile planlaması konusunda kesimler arası bilinç farkıdır. En yoksul illerde nüfusun yarısının 14 yaşın altında olması bu bilinç farkını ortaya koymaktadır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ülkemizin çağdaş uygarlık düzeyine erişmesi sürecinde ekonomiye büyük önem verilmesi gerekir. Sanayileşmiş ve gelişmiş bir ülke olarak küreselleşen dünyada hak ettiğimiz yeri alabilmek için, ekonomik yönden güçlü olmak zorundayız.

Türk ekonomisinin son yıllarda gösterdiği gelişmeleri yakından izliyoruz. Ekonomik anlamda yeni sıkıntılarla karşılaşılmaması ortak dileğimizdir. Toplum olarak geçmişten ders çıkarmalı, anlayış birliği içinde, iç politika kaygılarından uzak, siyaset üstü yaklaşımlarla geleceğe yönelmeliyiz.

Sayıların olumlu ya da olumsuzluğundan bağımsız olarak yapısal sorunlara eğilmemiz ve gerçekçi, bütüncül çözümler üretmemiz gerekmektedir. Bunun yolu ise, ekonomide yapısal değişimin önündeki risklerin tanısının doğru konulmasından geçmektedir.

Bu bağlamda, ülke ekonomisinin, dengeleri sağlam, üretime dayanan, siyasal yönlendirmelerden etkilenmeyen, gelir dağılımında adalet sağlayan bir yapıya kavuşturulması ve dünyadaki yapısal dönüşümlere uyumlu duruma getirilmesi önemlidir.

Ulusal sermayenin bir ülkenin büyümesinin en temel itici gücü olduğu gerçeği hiçbir zaman akıldan çıkarılmamalıdır. Unutulmamalıdır ki, ulusal sermaye, aynı zamanda bir ülkenin malî sektörünün de omurgasıdır. Ulusal sermayenin büyütülmesi ve geliştirilmesi için ulusal tasarrufların özendirilmesi ve verimli kullanılması zorunludur.

Küreselleşme adı altında uluslararası tekelci sermayenin, yerelleştirme ve özelleştirme yöntemi ile iç pazarı etkili biçimde ele geçirmesinin ulusal ekonomiye zarar vereceği de gözden uzak tutulmamalıdır. (CHP sıralarından alkışlar)

Toplumsal ya da stratejik önem taşıyan tüm kamu kuruluşlarının getirisi-götürüsü tartışılmadan özelleştirilmesi yönündeki uygulamalar, özelleştirmeyi toplumsal, mantıksal ve hukuksal temelinden uzaklaştırmakta, sosyal devlet ilkesine zarar vermekte ve hızla yabancılaşmaya dönüştürmektedir. (CHP sıralarından alkışlar)

Gelişmiş ülkelerde stratejik önemdeki tesislerin, yabancılara satılmasının önlenmesi ve bunun örneklerinin giderek artması, özelleştirme konusuna çok daha duyarlı yaklaşılmasını gerektirmektedir. (CHP sıralarından alkışlar)

Üstelik, ülkemizdeki bölgelerarası gelişmişlik farkı ve geri kalmış yörelere özel kesimin yatırım yapmaktan kaçınması, kamu girişimciliğinin önemini ortaya koymaktadır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti, sosyal bir devlettir. Anayasanın ilgili maddelerinde sosyal devletin çerçevesi çizilmiş, devletin bu kapsamdaki görev ve yükümlülükleri saptanmıştır.

Bireylerin sosyal hakları ve asgarî yaşam düzeyleriyle ilgilenerek onların gönenç, huzur ve mutluluk içinde, gelecek kaygısı taşımadan yaşamalarını sağlamak, sosyal devletin temel amaç ve görevlerindendir.

Sosyal devletin, toplumun gereksinimlerini karşılamak amacıyla üstlendiği kamu görevlerini, genel olarak sosyal güvenlik, sosyal yardım, sosyal hizmetler, eğitim ve sağlık biçiminde özetlemek olanaklıdır.

Toplumun huzur ve mutluluğu için sosyal güvenlik, eğitim ve sağlık hizmetlerini diğerlerinden ayırmak gerekmektedir. Bunlar, siyaset üstü tutulması gereken, yaşamsal önemi bulunan hizmetlerdir.

Sağlık hizmetlerinin yaygınlaştırılması, kalitesinin yükseltilmesi, tüm bireyler için erişilebilir, yeterli ve sürekli kılınması, sağlık güvencesinin herkesi kapsaması sosyal devlet olmanın koşuludur. Sağlık gibi devletin aslî görevi olan bir alanın, insanî boyutu gözardı edilerek, yalnızca parasal yaklaşımlarla ele alınması, sosyal devlet ilkesiyle örtüşmemektedir. (CHP sıralarından alkışlar)

Çağdaşlık savındaki her devlet, birey mutluluğunu amaçlayan politikalar benimsemek ve uygulamak durumundadır.

Bu nedenle Türkiye de, sağlık alanında çağdaş ölçütleri yakalamak, sağlık sisteminin aksayan yönlerini ivedilikle, toplumun beklentileri doğrultusunda düzeltmek zorundadır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yolsuzluklardan arındırılmış temiz bir toplum, nesnel kurallara göre işleyen yansız ve saydam bir yönetim, tüm yurttaşların ortak özlemidir. Ne var ki, uzun yıllardan beri yolsuzluk olayları toplumun gündeminden düşmemiş, kamuoyu sorgulama gereği duymadan her suçlamaya inanır duruma gelmiş, toplumsal sağduyu, aklama kararlarına bile kuşkuyla bakar olmuştur.

Kamu kurum ve kuruluşlarında yapılan denetimler, bilgisizlik, savurganlık, çıkar sağlama, görevi savsaklama, basiretsizlik gibi nedenlerle, kurumların çok yüksek tutarlarda zarara uğratıldığını göstermektedir.

Yolsuzlukla savaşımda mutlaka başarılı olunması gerekmektedir. Bu hedefe ulaşmak için, yasama, yürütme ve yargı organlarınca, kararlı bir tutum izlenmeli, açık bir toplum ve saydam bir yönetim olmanın gerekleri yerine getirilmeli, yolsuzluk eylemlerinin cezasız kalmayacağı uygulamalarla kanıtlanmalı, yasama dokunulmazlığına ilişkin kurallar gözden geçirilmelidir. (CHP ve Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ülkelerin gelişen dünyadaki konumlarını güçlendirebilmelerinde temel araç eğitimdir. Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan bu yana eğitime büyük önem vermiş, çocuklarımızın ve gençlerimizin, yenilikleri yakalayan, aklı ve bilimi rehber edinen, yaşamına dogmalarla ve hurafelerle değil, çağdaş değerlerle yön veren nitelikli kuşaklar olarak yetiştirilmesine özen göstermiştir.

Eğitimin temel amacı, toplumun ve bireyin niteliğinin yükselmesine hizmet etmektir. İnsanlık tarihi boyunca gelişmenin ana kaynağı bilgi olmuştur. Çağımızda bilginin önemi "bilgi toplumu" kavramının geliştirilmesini gerekli kılacak düzeyde artmıştır.

Kalkınmanın sürdürülebilmesi, bilgiyi üretme ve kullanma yetisi geliştirilmiş bireyleri yetiştirecek, nitelikli bir eğitim-öğretim sisteminin kurulmasını gerektirmektedir.

Eğitim, ülkedeki ekonomik, toplumsal, bilimsel ve siyasal kurumların üretim ve hizmet kapasitesini artıran bir süreçtir. Bu süreç, bireylerin yaşam boyu öğrenmesi olgusunu da kapsamaktadır.

Dünyada ekonomiler giderek nitelikli bir istihdam profiline, dolayısıyla daha nitelikli eğitim ve yükseköğretim almış olmayı gerektiren bir sektörel yapıya dönüşmektedir.

Sonuç olarak, eğitimin sürdürülebilir büyüme, rekabet edebilirlik, araştırma, geliştirme ve yeni iş alanlarının yaratılması, sosyal içerik, bölgesel gelişme gibi ögelerle bir arada ele alınması ve bu alanlara olan katkısını ön planda tutan bir yaklaşımla değerlendirilmesi gerekmektedir. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Kişiliğin oluşmasında önemli katkıları olan okul öncesi eğitimde, çocuklarımızın sağlığı ve beslenmesi kadar, bireysel gelişimini destekleyecek toplumsal ve fiziksel ortamlar sağlanması da önemlidir.

İlköğretimin temel hedefi, etkili bir rehberlik ve danışmanlık hizmeti sunarak, çocuklarımızı erken yaşlardan itibaren ilgi, yetenek, gelişim ve öğrenme özelliklerine göre geleceğe hazırlamaktır. Bu dönemde, çocuklara, denetimsiz ortamlarda bilim dışı, mistik ve dogmatik kimi bilgiler aşılanmasına duyarsız kalınması, bu niyetle hareket eden kişi ya da kurumların, caydırıcılığı azaltacak yaptırımlarla cesaretlendirilmeleri son derece tehlikelidir. (CHP ve Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)

İlköğretim sistemimizin en önemli sorunlarından biri de, öğrencileri ortaöğretime yönlendirmedeki yetersizliğidir. Bir meslek seçimine ilişkin kararını henüz olgunlaştıramamış çocuklarımız, ilköğretimin sonunda meslekî eğitim veren liseler yerine, genellikle üniversiteye hazırlık amaçlı genel liselere yönelmektedirler. Bu nedenle, meslekî teknik öğretimin, genel ortaöğretim içindeki payı giderek düşmektedir.

Zorunlu eğitimin 8 yıla çıkarılması ve uygulamanın kararlılıkla sürdürülmesi, eğitimde çağa uyum yönünde atılan önemli bir adım olmuştur. Fiziksel altyapı yeterli düzeye getirilerek, zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarılması bir an önce gerçekleştirilmelidir. (CHP ve Anavatan Partisi sıralarından alkışlar) Eğitimde niteliğin iyileştirilmesi ve gelişimin sürdürülmesi bunu gerekli kılmaktadır.

Ortaöğretim aşamasında, meslekî ve teknik bilgiyle donanmış gençlerimizin ilgili sektörlerde çalıştırılmalarına öncelik verilmesi, böylece ara eleman gereksiniminin karşılanması, lisans düzeyinde öğrenim yapmak isteyenlerin ise, kendi alanlarıyla ilgili yükseköğretim kurumlarına yönlendirilmeleri temel alınmalıdır.

Üniversiteye girişe hazırlık uygulaması, ortaöğretimi neredeyse amaç olmaktan çıkararak araç durumuna düşürmüştür. Bu olgu, gençlerimizin sosyal etkinliklerden uzak, araştırmacılığı önemsemeyen, sorun çözme becerisi kazanamamış kişiler olarak yetişmelerine yol açmaktadır.

Yükseköğretimdeki sorunlarımızın kalıcı biçimde çözülebilmesi için, bu alana yönlendirilen malî kaynakların çoğaltılması, üniversitelerin öğrenci kapasitesinin, ülkemizin gereksinim duyduğu yetişmiş insan gücü sayısıyla uyumlaştırılması, öğretim kalitesinin yükseltilmesi ve uluslararası geçerliliği olan bir kalite güvence sisteminin geliştirilmesi, öğretim üyeliğinin çekici duruma getirilip, üniversite kadrolarının oluşumunda kıdem ve liyakatin temel alınması önem taşımaktadır. (Alkışlar)

Ülkemizin genç ve yetenekli beyinleri, eğitim sonrası iş olanaklarının yetersizliği ve kariyer planlamasına ilişkin kaygıları nedeniyle, yaşamlarını gelişmiş ülkelerde kurmaya yönelmektedir. Oysa, bu gençler, ulusumuzun çağdaş uygarlık düzeyine yükseltilmesinde temel güvencelerimizdir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; dünyanın içinden geçmekte olduğu hızlı küreselleşme süreci, karşılıklı bağımlılığı derinleştirmekte, statükoları sarsmakta ve dünyanın jeopolitik ve jeostratejik durumuna yön vermektedir. Küresel güvenlik ve küresel ekonomi, birbiriyle yakından ilişkili iki önemli kavram durumuna gelmiştir.

Dünyada oluşan yeni güvenlik ortamı, geleneksel tehdit algılamalarının değişmesine yol açmış, güvenlik, bir yerde küreselleşmiştir. Bu çerçevede "güvenlik boyutu" ülke güvenliği kavramından, uluslararası güvenlik biçiminde tanımlanan bölgesel ve küresel güvenlik anlayışına kaymıştır.

Türkiye, ülke bütünlüğüne, ulusal birliğe ve siyasal rejime yönelik çok boyutlu ve giderek artan iç ve dış tehdit ve risklerle karşı karşıyadır. Bu risk ve tehditlerin kaynağını, bölücü ve irticaî etkinlikler, uluslararası terörizm, kitle imha silahlarının yayılması ve bölgesel sorunlar oluşturmaktadır.

Karşılaşılan bu güvenlik sorunlarına karşın Türkiye, istikrarını ve gönencini korumada başarılı olmuştur. Bunda en önemli etkenler, sağlam temeller üzerine kurulmuş laik ve demokratik devlet yapımız ile her türlü etnik ve dinsel ayırımcılığı reddeden, hoşgörü, dayanışma, birlik ve beraberliği öngören toplumsal tavrımızdır.

Terörizmin hesaplı ve siyasal amaçlı bir şiddet hareketi olduğu genel kabul görmektedir. Terörle savaşımın başarılı olması, küresel düzeyde tam bir iş birliğinden geçmektedir. Bu iş birliğinin başarısı, her türlü terör örgütünün, hiçbir ayırım yapılmaksızın, ortak hedef olarak değerlendirilmesi ve tanımlanmasıyla olanaklıdır. Terörün desteklenmesinin ya da başka ülkelere yönelmiş terörist etkinlikler karşısında sessiz kalınmasının, terörle küresel savaşımı olumsuz etkilediği kuşkusuzdur. Hiçbir ülkenin küresel terörizmle savaşımı tek başına kazanması olanaklı değildir.

Türkiye, terörden en çok zarar gören ülkelerden biri olarak, terörle küresel savaşımı tüm gücüyle desteklemektedir. Ancak, Türkiye Cumhuriyetinin üniter yapısını değiştirmek ve ülkeyi parçalamak amacıyla giderek artan eylemler gerçekleştiren terör örgütüne karşı savaşımında Türkiye'ye, dost, komşu ve bağlaşıklarınca yeterince yardım ve destek verilmemektedir.

Irak'ın kuzeyinden kaynaklanan bölücü teröre karşı, ayırım yapmaksızın ortak bir karşı duruş ve güçlü bir eylemsel iş birliği tek çözüm yolu olarak görülmektedir. Sorunun ivediliğinin ve öneminin kavrandığına ilişkin kimi gelişmeler yaşansa da, Türkiye'nin dış teröre karşı meşru savunma hakkı saklı tutulmaktadır. (Alkışlar)

Türkiye Cumhuriyeti, iç barışına ve huzuruna yönelik ve evrensel bir insanlık suçu olan bölücü terörü tümüyle yok edene kadar, hukuk devleti kuralları içinde, büyük bir kararlılıkla savaşımını sürdürecektir. (Alkışlar)

Bu bağlamda, teröre karşı silahlı savaşım yanında, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimizin sosyoekonomik sorunlarını hızla iyileştirmek ve bölgelerarası gelişmişlik farklılıklarını ortadan kaldırmak amacıyla hazırlanan eylem planlarının etkin biçimde uygulanmasının önemini de vurgulamak istiyorum.

Terörle savaşımda, güvenlik güçlerimizin özverili çabalarını, halkımızın tümüyle teröre karşı gösterdiği birlik ve kararlılığı, yönetim birimlerimizin üstün çalışmalarını, Yüce Meclisimizin terörle savaşımda sağladığı destek ve katkıları takdirle karşılıyoruz. (Alkışlar)

Terörle savaşımda yitirdiğimiz şehitlerimize bir kez daha Tanrı'dan rahmet diliyor, gazilerimizi gönül borcuyla anıyorum. (Alkışlar)

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ülkemizin iç güvenliğine yönelik bir diğer tehdit de, cumhuriyetimizin kuruluşundan beri var olan, bugün de etkinliğini artırarak sürdüren irtica tehlikesidir. (CHP sıralarından alkışlar) Türkiye'de irticaî tehdidi yeterince algılayamayanların, özellikle son yirmi yılda yaşanan olayları üst üste koyup birlikte değerlendirmesi, Türkiye'deki toplumsal ve bireysel yaşamın nereden nereye geldiğini iyi çözümlemesi gerekmektedir.

İrticaî tehdidin, devletin temel niteliklerini değiştirme hedefinden sapmadığı gözlenmektedir. Bu çerçevede, cumhuriyetin kazanımlarının ortadan kaldırılması, laiklik kavramının çeşitli biçimlerde yorumlanarak içinin boşaltılması, irticaî tabanın giderek genişletilmesi, kadrolaşma ve dini bireysellikten çıkararak toplumsallaştırma ve siyasete yansıtma çabalarının yoğunlaşmasının, toplumda gerginliği artırdığı dikkati çekmektedir. (CHP sıralarından alkışlar)

İrticaî tehdide karşı savaşımın kilit taşı laikliktir. Unutulmamalıdır ki, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesi laik düzene dayanmaktadır. (CHP sıralarından alkışlar)

İrticayla savaşımda, cumhuriyetimizin laik yapısının korunması, dinin, din duygularının ve dince kutsal sayılan değerlerin siyasal amaçlı olarak kötüye kullanılmasının önlenmesi, toplumun bu yönde bilinçlendirilmesi, devrim yasalarının ödünsüz uygulanması ve devlet organlarının yetkilerini duraksamaya düşmeden etkin biçimde kullanmaları zorunludur. (Alkışlar)

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ulusal güvenliğimiz yönünden Silahlı Kuvvetlerin güçlü tutulması, geçmişten günümüze en önemli temel önceliğimiz olmuştur.

Silahlı Kuvvetlerimiz, ülkemizin ve siyasal rejimimizin varlığının ve sürekliliğinin güvencesidir. Türk Silahlı Kuvvetlerinin, Anayasada ve yasalarda belirlenmiş görev ve sorumluluklarını yerine getirecek biçimde güçlü olmasına, cumhuriyet hükümetleri ve parlamentolarımız büyük önem vermiş ve özen göstermiştir. Bunu, burada bir kez daha belirtmekten mutluluk duyuyorum. (Alkışlar)

Bununla birlikte, ulusunun büyük güven ve sevgisine erişmiş olan ordumuzun saygınlığının korunmasını ve siyaset üstü tutulmasını, temel bir görev ve sorumluluk olarak algılamalıyız. (Alkışlar)

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; dış siyasada önemli gelişmelerin yaşandığı bir dönemden geçiyoruz. Bu gelişmelerin niteliği ne olursa olsun, çevremizde ülkemizin güvenlik içinde gelişimini sürdürebilmesine elverişli bir ortamın sağlanması, kuşkusuz ulusal çıkarlarımızın gereğidir.

Batı ile Doğu arasındaki benzersiz konumumuz, sık sık çatışma ve bunalımlarla karşılaşılan bölgemizde gerçekçi, etkin ve çok boyutlu bir dış siyasa izlememizi gerektirmektedir. Bu nesnel gerekliliklerin yaşama geçirilmesi yönünde izlediğimiz dış siyasaya, çağdaş değerleri benimseyen, barışçıl ve hukukun üstünlüğüne dayalı bir anlayış egemen olmuştur.

Türk Ulusu, çevresinde yaşanmakta olan sorunların olumsuz etkilerini birlik ve dayanışma içinde karşılayacak, uluslararası ilişkilerde barışçıl, saydam ve içten tutumunu kararlılıkla sürdürecektir.

Avrupa Birliğine üyelik hedefimiz, her zamanki canlılığını ve dış siyasadaki öncelikli yerini korumaktadır.

Avrupa Birliği, Türkiye ile katılım görüşmelerini başlatma kararı alarak, Birliğin ortak değerlere bağlı her Avrupa ülkesine açık olduğunu göstermiş, stratejik bir bakış açısı ortaya koyabilmiştir. Katılım sürecinin aksamadan ilerlemesi ve yapay sorunlarla engellenmesine izin verilmemesinin, Türkiye ve Birlik üyesi ülkelerin ortak yararına olduğu kadar, küresel barışa da katkıda bulunacağına inanıyoruz. (AK Parti ve CHP sıralarından alkışlar)

Ancak, ülkemizin Avrupa Birliği üyeliğine kültür ve din farklılığını öne sürerek karşı çıkan kimi çevrelerin, Kıbrıs Rum gemi ve uçaklarına ülkemiz limanlarının açılması yönündeki Rum çabalarına arka çıktıkları da gözlenmektedir. (AK Parti ve CHP sıralarından alkışlar) Bu çabalar, Avrupa Birliğine katılım sürecinde ülkemizden tek yanlı ödün almayı hedefleyen Rum yönetiminin uzlaşmaz tutumunu yüreklendirmektedir. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Avrupa Birliğinin üzerine düşen, Rum tarafını, yerleşmiş Birleşmiş Milletler parametreleri doğrultusunda, siyasal eşitlik ve iki kesimliliğe dayalı kapsamlı bir çözüme yönlendirmektir.

Avrupa Birliğine üyelik hedefimiz gibi, Amerika Birleşik Devletleriyle köklü ilişkilerimiz de dış siyasamızın temel eksenini oluşturmaktadır. Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleriyle ilişkilerimiz birbirini tamamlamakta ve Avrupa-Atlantik bağımızı oluşturmaktadır.

Günümüz koşulları Türk-Amerikan ilişkilerinin önemini daha da artırmıştır. Amerika Birleşik Devletleriyle ortak yarar temelinde sürdürdüğümüz istikrar, iş birliği ve barışa dayalı genel amaç birliği, ilişkilerimizin geleceğinin de güvencesidir. Bu çerçevede, Amerika Birleşik Devletleri ile terör ve Kuzey Irak bağlamında sürdürmekte olduğumuz iş birliğinin, sonucu Türk kamuoyu tarafından da titizlikle izlenen önemli bir sınav oluşturacağını vurgulamak isterim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Çevremizde bir uyum ve istikrar kuşağı oluşturulması başlıca hedefimizdir. Komşularımızla ilişkilerimiz de bu anlayış üzerine kuruludur.

Türk-Yunan ilişkilerinin, içtenlik, karşılıklı güven ve dostluk temelinde gelişmesinin ikili sorunların çözümünü kolaylaştıracağına inanıyoruz. Bu yöndeki ilerlemelerin Akdeniz bölgesine olumlu yansımaları olacağından kuşku duymuyoruz.

Yunanistan'ın uluslararası antlaşmalardan kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmesini ve Batı Trakya Türk azınlığının sorunlarını çözmesini bekliyoruz. (Alkışlar)

Balkanların istikrarı, ülkemiz için de büyük önem taşımaktadır. Türkiye, Balkan ülkeleri arasında karşılıklı anlayış, iş birliği ve barış içinde birlikte yaşamaya dayalı bir ortamın oluşturulmasına önem vermektedir. Bu anlayışla, bölge istikrarını korumaya ve bölgenin yeniden yapılandırılmasına katkılarımızı sürdüreceğiz.

Rusya Federasyonu, tarih boyunca önemli bir komşumuz olmuştur. Artan karşılıklı güven ve dostluğa koşut olarak, ortak hedefimizi oluşturan "çok boyutlu güçlendirilmiş ortaklık" yönündeki iş birliğimiz hızla ilerlemektedir. Avrasya ve Karadeniz bölgesinin iki önemli ülkesi olan Türkiye ve Rusya Federasyonu arasında gelişen iş birliği, tüm bölgenin barış, istikrar ve gönencine katkıda bulunacaktır.

Türkiye'nin merkezinde yer aldığı Avrasya coğrafyasının bir istikrar ve iş birliği alanına dönüştürülmesi, dış siyasa hedeflerimiz arasında yer almaktadır.

Geçtiğimiz temmuz ayında hizmete açılan Bakü-Tiflis-Ceyhan ham petrol boru hattı, bölgesel iş birliğinin anlamlı bir simgesini oluşturmaktadır. Kazakistan'ın da katılmasıyla bu iş birliği ağı Ortaasya'ya kadar uzanacaktır. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Güney Kafkasya'da sağlam bir dostluk ve iş birliği ortamı yaratılmasını istiyoruz. Bölgede kalıcı istikrar, güvenlik ve gönencin sağlanması yönündeki çabalarımız sürmektedir.

Dost ve kardeş Azerbaycan'ın uluslararası toplumdaki saygın yerini pekiştiren adımlar attığını ve hızla geliştiğini görmekten kıvanç duyuyoruz. Yukarı Karabağ sorununun çözüme kavuşturulmasını ve Azerbaycan'ın toprak bütünlüğünün yeniden sağlanmasını istiyoruz. (Alkışlar)

Bölgede iş birliğine önem verdiğimiz Gürcistan'ın sorunlarının barışçı yollarla, toprak bütünlüğü gözetilerek ve ileride yeni uyuşmazlıklara yol açmayacak biçimde çözülmesini diliyoruz.

İran'ın nükleer programına ilişkin gelişmeleri kaygıyla izlemekteyiz. Türkiye, İran'ın barışçı amaçlarla nükleer teknoloji geliştirme hakkına saygı duymaktadır. Ancak, İran'ın, uluslararası toplumda oluşan güven eksikliğini gidermesi ve ilgili uluslararası kuruluşlarla tam ve saydam bir iş birliğine girmesi gerekmektedir. (CHP sıralarından alkışlar)

Her gün çok sayıda kişinin yaşamını yitirdiği Irak'ta durum, bir insanlık trajedisine dönüşmüştür. Türkiye, bu zor günlerinde Irak'ın ve Irak Halkının yanında olmayı sürdürecektir. Bu ülkedeki tüm kesimlerle sürdürdüğümüz ilişkilerin başlıca amacı, Irak'ın toprak bütünlüğünün ve siyasal birliğinin korunmasıdır. (Alkışlar)

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Ortadoğu, sorunlarla örülü kabuğunu ne yazık ki kıramamış görünmektedir. Birbiriyle yakından bağlantılı, bu kökleşmiş sorunlar, bölgede kalıcı istikrara ulaşılmasını engellemektedir. Uygarlıklar beşiği Ortadoğu'nun bir dostluk ve iş birliği alanına dönüştürülmesi, bölgenin siyasal, ekonomik ve kültürel birikiminin verdiği güçle barış ve gönence ilerlemesi, Türkiye'nin amacını ve Ortadoğu'ya bakışını yansıtmaktadır.

Günümüzde, askerî ve ekonomik yeteneğe dayalı somut güç kavramı yanında, evrensel nitelikli siyasal ve toplumsal değerlerin önem kazandığına; demokratik ve çağdaş değerlerin, ülkelerin saygınlığını, uluslararası iş birliği ve istikrarı artırdığına kuşku yoktur. Türkiye, evrensel demokratik değerlerin Ortadoğu'daki tüm ülkelerce özümsenmesinin, barış ve iş birliğine önemli katkı sağlayacağına yürekten inanmaktadır. Bununla birlikte, bu yüksek amaç için siyasal coğrafyaların genişletilmesine, demokrasi ve çağdaşlık gibi evrensel değerlerin "ılımlı İslam" gibi eklemelerle yeniden tanımlanmasına gerek bulunmamaktadır. (Alkışlar) Ne İslamın ne de demokrasinin kendini tanımlamakta diğerine gereksinimi vardır. (Alkışlar) Bu kavramların her biri, bireylerin yaşamının farklı boyutlarını oluşturmaktadır. Tüm dinlerde olduğu gibi, İslam ile demokrasi arasındaki ilişkiyi düzenleyen çağdaşlık ölçütü, laikliktir. (Alkışlar) Genişletilmiş coğrafyalar için demokratik dönüşüm tasarılarının, evrensel değer ve ölçütlere, göreli ve bölgesel nitelikler vermesi, çağdaşlaşma yolundaki çabalara katkıda bulunmaktan uzaktır.

Fas'tan Afganistan'a uzandığı söylenen "geniş Ortadoğu" coğrafyasında demokratik dönüşüm, bölge ülkelerinin kalkınma ve diğer toplumsal sorunlarından soyutlanamaz. Dünya yeraltı enerji kaynaklarının yaklaşık üçte 2'sini barındıran bu bölgede gerçekleşmesi istenen demokratikleşme ve iş birliğinin, yeniden üretilen kavramlar yerine, bireylerin gönencine yansıyan toplumsal adaletin sağlanması, çatışma ve el atmaların sona erdirilmesi gibi somut ilerlemelerle yaşama geçirilebileceğine inanıyoruz. Kimi ülkelerin son on onbeş yıl içinde bölgeye yönelik olarak uyguladığı politikaların, bölgedeki sorunları çözmek yerine yeni ve daha ağır sorunların ortaya çıkması sonucunu verdiği, üzerinde önemle durulması gereken bir olgudur.

Türkiye, 11 Eylül 2001'de Amerika Birleşik Devletlerine karşı girişilen terörist saldırıları lanetlerken, kimi çevrelerce İslam ve terör arasında kurulmak istenen koşutluğun anlamsızlığını da vurgulamıştı. (Alkışlar) Ortadoğu'daki sorunların çözümsüz kalması, masum insanların yaşamına yönelik terörist eylemleri hiçbir biçimde haklı kılmaz. Bununla birlikte, çözümsüz kalan bu sorunları gerekçe edinen terörist eylemlerin İslam diniyle yan yana anılmasının da, aynı ölçüde tehlikeli sonuçlar getirebileceği açıktır. (Alkışlar) Bu çerçevede, Hıristiyan dünyası önderlerinin, içinde bulunduğumuz bu duyarlı dönemde, farklı inanca sahip kişilerin rencide olması sonucunu doğurabilecek beyan ve davranışlardan kaçınmaya özen göstermesi, kuşkusuz büyük önem taşımaktadır. (Alkışlar)

Ortadoğu'nun karmaşık görüntüsü içinde Filistin sorunu, bölgede kalıcı barış ve istikrara açılan kapının anahtarıdır. Bu sorunun çözüm çerçevesi, Birleşmiş Milletlerce ortaya konulan "uluslararası toplumca tanınmış sınırlarda yan yana güvenlik içinde yaşayan İsrail ve Filistin Devleti"dir.

Türkiye bu çözüm çerçevesine inanmaktadır. İsrail Devleti ve Filistin Ulusal Yönetimiyle sürdürdüğümüz yakın ilişkiler, bize bu amaç doğrultusunda yapıcı katkılarda bulunabilme olanağı sağlamaktadır. Bu yöndeki çabalarımızı inanç ve kararlılıkla sürdüreceğiz.

Ortadoğu'daki sorunların İsrail-Lübnan boyutu ve bu sorunun ağır insancıl ve toplumsal bedeli, uluslararası toplumun gündeminde öncelik kazanmıştır. Hepimizin belleğinde canlılığını koruyan çatışmalara dönülmesinin önüne geçilmesi amaçlanmaktadır. Bunun için, öncelikle bölge ülkelerinin üzerlerine düşen görevleri yerine getirmelerini ve seçimlerini barıştan yana kullanmalarını diliyoruz.

Aramızda geçmişten kaynaklanan yakın bağların bulunduğu Orta Asya ülkeleriyle ilişkilerimizi daha da geliştirme amacındayız. Bölge ülkeleri, kalkınma, demokratikleşme ve insan hakları alanındaki çabalarında, Türkiye'yi yanlarında bulacaklardır. Bu alanlarda atacakları her adımın, bu ülkeleri uluslararası toplumla daha çok bütünleştireceğini ve bölgede kalıcı istikrar ve gönenci pekiştireceğini düşünüyoruz. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Türkiye'nin boyutları ve uluslararası ilişkilerdeki saygınlık ve ağırlığı, bölgemizdeki önemli konumumuzun ötesinde, bir dünya devleti niteliğini de birlikte getirmektedir. Dünyanın farklı bölgelerine yapmakta olduğumuz insancıl ve kalkınma amaçlı yardımlar, merkezî konumumuz, ilkeli yaklaşımlarımız, bugün Türkiye'yi küresel sorunlarda desteği aranan bir ülke durumuna getirmiştir. (AK Parti ve CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye'nin, tarihin akışı içinde ilerlemesine, cumhuriyetimizin kurucusu Büyük Önder Atatürk'ün ulusa gösterdiği iki temel ilke yön vermektedir: Bunlardan birincisi "Yurtta barış, dünyada barış" ilkesi; ikincisi ise "çağdaş uygarlık düzeyine ulaşma" hedefidir. (Alkışlar)

Atatürk'ün "çağdaş uygarlık düzeyine erişme" ülküsü, ancak bu savaşımı vermeye kararlı, çağdaşlığın ve ilericiliğin savunucusu cumhuriyet kuşaklarıyla gerçekleşecektir. (Alkışlar) Bu bağlamda, millî eğitim sisteminin, Atatürk ilke ve devrimleri ile Öğretim Birliği Yasası doğrultusunda yürütülmesi, bireylerin ulusal ve evrensel değerler ile bilgi toplumunun gereksinimlerine göre yetiştirilmelerinin temel alınması ve ülkenin geleceğinin eğitim-öğretimde yattığı gerçeğinin akıllardan çıkarılmaması büyük önem taşımaktadır. (Alkışlar)

Türkiye, yolunu ve yönünü seksenüç yıl önce belirlemiştir. Bu yol, Atatürkçü düşünceyle temelleri atılmış, çağdaşlaşma ve aydınlanma yoludur. (Alkışlar) Türkiye, tarihe dayanan sağlam bağlarını sürdürdüğü çağdaş toplum içinde, cumhuriyetin temel niteliklerini koruyarak ve önündeki her türlü güçlükleri ödün vermeden aşarak hak ettiği yeri alacak, konumunu pekiştirecek, yeni yüzyılın uygarlık oluşumları içinde daha seçkin düzeylere ulaşacak ve sonsuza dek var olacaktır. (Alkışlar)

Sözlerimi bitirirken, yeni yasama yılının ulusumuza kutlu olmasını diliyorum. (Alkışlar)

Meclisimizin varlığımızı güçlendiren, geleceğimizi aydınlatan, toplumumuza umut veren çalışmalarını, sorumlu ve duyarlı yaklaşımlarını, geçmişte olduğu gibi, bugün ve gelecekte de, aynı bilinç ve kararlılıkla sürdüreceğine inanıyor, Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (Ayakta alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Cumhurbaşkanım çok teşekkür ederiz.

Sayın milletvekilleri, bugünkü gündemimizde başkaca bir konu bulunmamaktadır.

Sözlü soru önergeleri ile diğer denetim konularını sırasıyla görüşmek için, 3 Ekim 2006 Salı günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

 

Kapanma Saati:16.34