DÖNEM: 22 CİLT: 156 YASAMA YILI: 5
TÜRKİYE
BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK
DERGİSİ
100üncü
Birleşim
5 Mayıs 2007 Cumartesi
İ Ç İ N D E K İ L
E R
Sayfa
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - SEÇİMLER
A) KOMİSYONLARDA
AÇIK BULUNAN ÜYELİKLERE SEÇİM
1.-
Anayasa Komisyonunda açık bulunan üyeliğe seçim
III. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN
DİĞER İŞLER
1.-
Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim
Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı
Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu
İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi)
ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)
2.-
Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine
İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (1/1030) (S. Sayısı: 904)
3.-
Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Bursa Milletvekili
Faruk Çelik'in, İmar Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Teklifi ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma
ve Turizm ile Adalet Komisyonları Raporları (2/820) (S. Sayısı:
1337)
4.-
Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Bursa Milletvekili
Faruk Çelik, Ankara Milletvekili Salih Kapusuz, Ordu Milletvekili
Eyüp Fatsa, Hatay Milletvekili Sadullah Ergin, İstanbul Milletvekili
İrfan Gündüz ve 194 Milletvekilinin; 2709 Sayılı Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasına Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair
Kanun Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/1011) (S. Sayısı:
1408 ve 1408'e 1 inci Ek)
5.-
Konut Edindirme Yardımı Hak Sahiplerine Ödeme Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma
ve Sosyal İşler ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları
(1/1195) (S. Sayısı: 1216)
6.-
Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında
Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına
İlişkin Kanun Tasarısı ve İçişleri ile
Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonları
Raporları (1/1212) (S. Sayısı: 1225)
7.-
Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in; 12/9/1960 Tarihli ve 80 Sayılı
Kanun ile 24/6/1995 Tarihli ve 552 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve
İçişleri Komisyonu Raporu (2/944) (S. Sayısı:
1400)
8.-
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Ukrayna Hükümeti Arasında
Enerji Alanında İşbirliğine İlişkin Anlaşmanın
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/1109) (S. Sayısı:
1083)
9.-
Türkiye Cumhuriyeti Ulaştırma Bakanlığı ile
Suriye Arap Cumhuriyeti Ulaştırma Bakanlığı
Arasında Yapılan Lokomotif, Vagon ve Diğer Ray Hizmetlerini
de Kapsayan Demiryolu Araç ve Gereçlerinin Yapımı, Geliştirilmesi,
Yenilenmesi, Bakımı ve Onarımı ile İlgili
Karşılıklı Anlaşma Protokolünün Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Bayındırlık,
İmar, Ulaştırma ve Turizm ve Dışişleri Komisyonları
Raporları (1/936) (S. Sayısı: 824)
10.-
Adalete Uluslararası Erişim
Hakkında Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/922) (S. Sayısı: 843)
11.-
Türkiye Cumhuriyeti ile Slovakya Cumhuriyeti Arasında Hukuki
ve Ticari Konularda Adli İşbirliği Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/939) (S. Sayısı:
845)
12.-
Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı ile Bosna-Hersek
Adalet Bakanlığı Arasında İşbirliği
Konusunda Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/964) (S. Sayısı: 847)
13.-
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Türk İşbirliği
ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı ile Özbekistan
Cumhuriyeti Dış Ekonomik İlişkiler Ajansı Arasında
İşbirliği Protokolünün Onaylanmasının Uygun
Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/970) (S. Sayısı: 853)
14.-
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kore Cumhuriyeti Hükümeti Arasında
İktisadi Kalkınma İşbirliği Fonu Kredilerine
İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/986) (S. Sayısı: 857)
15.-
Yunus Emre Vakfı Kanunu Tasarısı ile Millî Eğitim,
Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/1338) (S. Sayısı:
1394)
16.-
Nükleer Güç Santrallerinin Kurulması ve İşletilmesi
ile Enerji Satışına İlişkin Kanun Tasarısı
ve Çevre ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji
Komisyonları Raporları (1/1260) (S. Sayısı: 1360)
17.-
Türkiye Cumhuriyeti ile Amerika Devletleri Örgütü Genel Sekreterliği
Arasında Çerçeve İşbirliği Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Dışişleri
Komisyonları Raporları (1/983) (S. Sayısı: 856)
IV. - OYLAMALAR
1.-
Yunus Emre Vakfı Kanunu Tasarısı'nın oylaması
I. - GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ
TBMM
Genel Kurulu saat 11.03'te açılarak beş oturum yaptı.
Gündemin
"Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler" kısmının 440'ıncı sırasında
bulunan 1398 sıra sayılı Cumhurbaşkanlığı
geri gönderme tezkeresinin bu kısmın 5'inci, 441'inci
sırasında bulunan 1399 sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın
6'ncı, 437'nci sırasında bulunan 1394 sıra sayılı
Kanun Tasarısı'nın 19'uncu, 414'üncü sırasında
bulunan 1360 sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın
20'nci sırasına alınmasına ve diğer işlerin
sırasının buna göre teselsül ettirilmesine; 2/1015
esas numaralı Anayasanın Bazı Maddelerinde Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifi'nin kırk sekiz saat
geçmeden Anayasa Komisyonunda görüşülmesine ilişkin AK
Parti Grubu önerisi, yapılan görüşmelerden sonra, kabul
edildi.
Gündemin
"Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler" kısmının:
1'inci
sırasında bulunan, Kamu İhale Kanununa Geçici Madde
Eklenmesine Dair Kanun Teklifi'nin (2/212) (S. Sayısı: 305)
görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin
komisyon raporu henüz gelmediğinden;
2'nci
sırasında bulunan, Bazı Kamu Alacaklarının
Tahsil ve Terkinine İlişkin (1/1030) (S. Sayısı:
904),
3'üncü
sırasında bulunan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup
Başkanvekili Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, İmar Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair (2/820) (S. Sayısı:
1337),
8'inci
sırasına alınan, Konut Edindirme Yardımı Hak
Sahiplerine Ödeme Yapılmasına Dair (1/1195) (S. Sayısı:
1216),
9'uncu
sırasına alınan, Yabancıların Çalışma
İzinleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına İlişkin (1/1212) (S. Sayısı:
1225),
11'inci
sırasına alınan, Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in;
12/9/1960 Tarihli ve 80 Sayılı Kanun ile 24/6/1995 Tarihli ve
552 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik
Yapılmasına Dair (2/944) (S. Sayısı: 1400),
12'nci
sırasına alınan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Ukrayna
Hükümeti Arasında Enerji Alanında İşbirliğine
İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair (1/1109) (S. Sayısı: 1083),
Kanun
Tasarı ve Teklifleri, ilgili komisyon yetkilileri Genel Kurulda
hazır bulunmadığından;
Ertelendi.
4'üncü
sırasında bulunan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup
Başkanvekilleri Bursa Milletvekili Faruk Çelik, Ankara Milletvekili
Salih Kapusuz, Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa, Hatay Milletvekili
Sadullah Ergin, İstanbul Milletvekili İrfan Gündüz ve 194
Milletvekilinin; 2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına
Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi'nin (2/1011) (S. Sayısı:
1408), ikinci görüşmesine, birinci görüşmenin bitiminden
itibaren en az kırk sekiz saat geçtikten sonra başlanabileceği
açıklandı.
5'inci
sırasına alınan ve Cumhurbaşkanınca bir kez
daha görüşülmek üzere geri gönderilen 15/3/2007 Tarihli ve 5603
Sayılı Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme
Kurumu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun (1/1340) (S. Sayısı:
1398), görüşmelerini müteakiben, elektronik cihazla yapılan
açık oylamadan sonra;
6'ncı
sırasına alınan, İstiklal Marşının
Kabulünü ve Mehmet Akif Ersoy'u Anma Günü İlan Edilmesi Hakkında
Kanun Tasarısı ve Samsun Milletvekili Cemal Yılmaz Demir
ve 2 Milletvekilinin; Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında
Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair (1/1337, 2/845)
(S. Sayısı: 1399),
7'nci
sırasına alınan, Adana Milletvekili Ayhan Zeynep Tekin
Börü'nün, Türk Medeni Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair (2/888) (S. Sayısı: 1262),
10'uncu
sırasına alınan, Elektronik Ortamda İşlenen
Suçların Önlenmesi ile 2559 ve 2937 Sayılı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı
ve İstanbul Milletvekili Gülseren Topuz'un, Bilişim Sistemi
Üzerinden Suç Teşkil Eden Zararlı Yayınlarla Mücadele
Hakkında Kanun Teklifi (1/1305, 2/958) (S. Sayısı: 1397),
Kanun
Tasarı ve Teklifleri, yapılan görüşmelerden sonra;
Kabul
edildi.
Alınan
karar gereğince, 5 Mayıs 2007 Cumartesi günü saat 11.00'de
toplanmak üzere, birleşime 20.16'da son verildi.
Sadık
Yakut
Başkan
Vekili
Ahmet Küçük Harun
Tüfekci
Çanakkale Konya
Kâtip
Üye Kâtip
Üye
Bayram Özçelik Mehmet
Daniş
Burdur
Çanakkale
Kâtip
Üye Kâtip
Üye
5 Mayıs
2007 Cumartesi
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 11.00
BAŞKAN:
Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP
ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Bayram ÖZÇELİK (Burdur)
BAŞKAN
- Türkiye Büyük Millet Meclisinin 100'üncü Birleşimini
açıyorum.
Toplantı
yeter sayısı vardır, gündeme geçiyoruz.
Gündemin
"Seçim" kısmına geçiyoruz.
II. - SEÇİMLER
A) KOMİSYONLARDA
AÇIK BULUNAN ÜYELİKLERE SEÇİM
1.- Anayasa
Komisyonunda açık bulunan üyeliğe seçim
BAŞKAN
- Anayasa Komisyonunda boş bulunan Adalet ve Kalkınma Partisi
Grubuna düşen 1 üyelik için Manisa Milletvekili İsmail Bilen
aday gösterilmiştir.
Oylarınıza
sunuyorum.
HALUK
KOÇ (Samsun) - Karar yeter sayısı istiyorum.
BAŞKAN
- Çok heyecanlısınız Sayın Koç. Arayacağım.
Kabul
edenler
Kabul etmeyenler
Karar yeter sayısı yoktur.
Birleşime
on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati:
11.02
İKİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 11.12
BAŞKAN:
Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP
ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Bayram ÖZÇELİK (Burdur)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 100'üncü Birleşiminin
İkinci Oturumunu açıyorum.
Anayasa Komisyonuna üye seçiminde
karar yeter sayısı bulunamamıştı.
Şimdi, Anayasa Komisyonunda
boş bulunan ve Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna düşen
1 üyelik için aday gösterilen Manisa Milletvekili İsmail Bilen'i
tekrar oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Karar yeter sayısı
vardır ve kabul edilmiştir.
Gündemin "Kanun Tasarı
ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler"
kısmına geçiyoruz.
III. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN
DİĞER İŞLER
1.-
Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim
Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı
Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu
İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi)
ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)
BAŞKAN - 1'inci sırada
yer alan kanun teklifinin geri alınan maddeleri ile ilgili komisyon
raporu gelmediğinden, teklifin görüşmelerini erteliyoruz.
2'nci sırada yer alan, Bazı
Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun
Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
2.-
Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine
İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (1/1030) (S. Sayısı: 904)
BAŞKAN - Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
3'üncü sırada yer alan, Adalet
ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Bursa Milletvekili
Faruk Çelik'in, İmar Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Teklifi ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma
ve Turizm ile Adalet Komisyonları Raporlarının görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
3.-
Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Bursa Milletvekili
Faruk Çelik'in, İmar Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Teklifi ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma
ve Turizm ile Adalet Komisyonları Raporları (2/820) (S. Sayısı:
1337)
BAŞKAN - Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
4'üncü sırada yer alan, Adalet
ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Bursa Milletvekili
Faruk Çelik, Ankara Milletvekili Salih Kapusuz, Ordu Milletvekili
Eyüp Fatsa, Hatay Milletvekili Sadullah Ergin, İstanbul Milletvekili
İrfan Gündüz ve 194 Milletvekilinin; 2709 Sayılı Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasına Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair
Kanun Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu'nun ikinci görüşmesini,
alınan karar gereğince, 6 Mayıs 2007 tarihli birleşimde
yapacağız.
4.-
Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Bursa Milletvekili
Faruk Çelik, Ankara Milletvekili Salih Kapusuz, Ordu Milletvekili
Eyüp Fatsa, Hatay Milletvekili Sadullah Ergin, İstanbul Milletvekili
İrfan Gündüz ve 194 Milletvekilinin; 2709 Sayılı Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasına Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair
Kanun Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/1011) (S. Sayısı:
1408 ve 1408'e 1 inci Ek)
BAŞKAN - 5'inci sırada
yer alan, Konut Edindirme Yardımı Hak Sahiplerine Ödeme Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma
ve Sosyal İşler ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporlarının
görüşmelerine başlayacağız.
5.-
Konut Edindirme Yardımı Hak Sahiplerine Ödeme Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma
ve Sosyal İşler ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları
(1/1195) (S. Sayısı: 1216)
BAŞKAN - Komisyon ve Hükûmet?
Yok.
Ertelenmiştir.
6'ncı sırada yer alan, Yabancıların
Çalışma İzinleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı
ve İçişleri ile Sağlık, Aile, Çalışma ve
Sosyal İşler Komisyonları Raporlarının görüşmelerine
başlayacağız.
6.-
Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında
Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına
İlişkin Kanun Tasarısı ve İçişleri ile
Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonları
Raporları (1/1212) (S. Sayısı: 1225)
BAŞKAN - Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
7'nci sırada yer alan, Bursa
Milletvekili Faruk Çelik'in, 12/9/1960 Tarihli ve 80 Sayılı
Kanun ile 24/6/1995 Tarihli ve 552 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve
İçişleri Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine başlayacağız.
7.-
Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in; 12/9/1960 Tarihli ve 80 Sayılı
Kanun ile 24/6/1995 Tarihli ve 552 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve
İçişleri Komisyonu Raporu (2/944) (S. Sayısı:
1400) (x)
BAŞKAN - Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Komisyon raporu 1400 sıra sayısıyla
bastırılıp dağıtılmıştır.
Teklifin tümü üzerinde AK Parti
Grubu adına söz isteyen Selami Uzun, Sivas Milletvekili.
Buyurun Sayın Uzun. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Süreniz yirmi dakikadır.
AK PARTİ GRUBU ADINA SELAMİ
UZUN (Sivas) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Bursa Milletvekili ve Grup Başkan Vekilimiz
Faruk Çelik'in, 80 Sayılı Hal Kanunu ve 552 Sayılı
Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Teklifi üzerine Grup adına söz almış bulunuyorum.
1960 Tarihli 80 Sayılı
Hal Yasası'nın 1'inci maddesinde "1580 sayılı
kanunun 15 inci maddesinin 58 inci bendine göre tesis edilen toptancı
hal'leri, amme emlakinden sayılıp kiraya verilemezler"
hükmü var idi. Esas ana teklifteki değişiklik maddesi, bu
1'inci maddedir. Burada, buradan yola çıkılarak birtakım
maddelerde de değişiklik yapmak gerek oldu. Komisyonda,
alt komisyonda bu konu uzun uzun tartışıldı, komisyoncularla
görüşüldü, hal müdürlükleriyle görüşüldü, belediyelerle
görüşüldü, Belediyeler Biriliğiyle görüşüldü, uzun
uzun tartışıldı. Alt komisyonda hemen hemen beş
toplantıda çıkarabildik bunu. Bizce, ortaya güzel bir metin
çıktı.
(x)
1400 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Esas, Hal Yasası'yla ilgili değişiklikler
şöyle: Alt komisyon, tahsis yöntemini kaldırarak, yani,
1580 sayılı Kanun'un 15'inci maddesindeki "Belediyeler
halleri amme emlakinden sayılıp kiraya verilemez."
hükmünden sonra, 552 sayılı Kanun ise hallerde tahsis yöntemini
uygun görüyor. Yani, belediyeler, kurdukları hallerdeki
dükkânları sadece tahsis edebiliyorlar. Bizim, komisyonumuzdaki
çeşitli tartışmalar neticesinde, hem bu maddedeki
"Amme emlaki sayılır, kiraya verilemez." hükmü
kaldırılıyor hem de tahsis yöntemi korunarak kiraya
verme ve satış yöntemi getiriliyor. Alt komisyon, tahsis
yöntemini kaldırmak yerine, bu yöntemi de koruyarak, tahsisin
yanına satış ve kiralama yöntemlerini eklemiştir.
Böylece, isteyen belediye mevcut yöntemi sürdürmeye, isteyen belediye
yeni bir yöntem belirlemeye yetkili kılınmıştır.
İlgili belediye, tahsis, satış ve kiralama yöntemlerinden
birini seçmekte serbest olacaktır.
Kiralama ve satış yönteminde
tekelleşmeyi önlemek için, bir kişinin ancak bir yeri kiralayabileceği
ve satın alabileceği sınırlaması getirilmiştir.
Tahsis yönteminden diğer yöntemlerden birine geçilmesi için,
bir geçiş süresi öngörülmüş ve bu süre içerisinde tahsis
sahiplerinin kendilerini duruma uydurmalarına imkân tanınmıştır.
Yine, tahsis yönteminin değiştirilmesi hâlinde, mevcut
tahsis sahiplerinin mağdur olmamaları için kendilerine
çeşitli ayrıcalıklar tanınmıştır.
Alt komisyonda, üretilen malların birden fazla hale getirilerek
rüsuma tabii olmalarını önlemek bakımından, malların
tek hale girmeleri zorunlu kılınmıştır.
Kıymetli arkadaşlar,
şimdi, büyük şehirlerde, özellikle büyük iş yerlerinde,
süpermarketlerde, büyük marketlerde satılan yaş sebze ve
meyveler özellikle hallere girmeden geliyordu; üretildiği
yerde, küçük bir halden çıkış belgesi alarak büyük
şehirlerde satışa sunuluyordu. Şimdi, bunun önüne
geçildi. Yani, üretildiği yerin dışında perakende
satışa sunulacak yaş sebze ve meyveler... Yani, işte,
Antalya'nın bir beldesinde üretilen yaş sebze ve meyveler,
Mersin'in bir beldesinde üretilen yaş sebze ve meyveler,
eğer İstanbul'da, Ankara gibi, İzmir gibi bir şehirde
perakende satışa sunulacaksa, mutlaka o ilin haline
uğramak zorundadır. Yani, rüsumlarını, nerede
perakende satacaklarsa oranın haline vereceklerdir, oranın
belediyesine vereceklerdir. En önemli değişikliklerimizden
birisi budur.
Hal Yasası, zaten, belediyeler,
büyükşehir belediyeleri
Toptancı hallerini kurmak, kurdurmak,
işlettirmek veya bu yerlerin gerçek ve tüzel kişilerce
açılmasına izin vermek belediyelerin görevleri arasındadır;
aynı zamanda, Büyükşehir Belediye Yasası'nda da toptancı
halleri işletmek, işlettirmek, özel halleri ruhsatlandırmak
ve denetlemek yetkisi vardır.
Biz, Hal Yasası'nda tahsis yönteminin
yanında kiralama ve satış yöntemini getirirken, belediyelerin
ellerine genişlik verdik, yetki verdik. Yani, belediye eskiden
sadece tahsis yöntemine tabi idi. Orayı tahsis alan bir kişi,
başka birine hava parası karşılığında
devrederek istediği kadar rant elde edebiliyordu, ama, sadece
belediyenin orası üzerinde yetkisi yoktu. Onun için, şimdi,
belediyeler istiyorlarsa kiralama yöntemini benimseyecekler,
yani, bir dükkânı kiralayacaklar, öbür dükkânı satacaklar,
öbür dükkânı tahsis edecekler; böyle olmayacak. Belediye, hali
toptan ya kiralama yöntemini benimseyecek ya tahsis yöntemini benimseyecek
ya da satış yöntemini benimseyecek. Bu konuya getirilen
eleştirilerden bir tanesi, efendim, belediye satacak halleri,
ondan sonra gidecek bir başka yere de hal açacak eleştirisiydi
en çok. Böyle bir şeyin olması zaten mümkün değil. Belediyelerin
hal açma yetkisi her zaman var, ihtiyaç duydukları zaman, toplumun
ihtiyaçlarına göre, şehrin ihtiyaçlarına göre zaten
toptancı halleri yapmak ya da açmak, açtırmak, ruhsatlandırmak,
denetlemek yetkisi vardır. Belediyeler bunu her zaman yapabilir.
Yani, sırf sadece bu yasaya göre, efendim, belediyeler bunu satacak
yeniden hal açacak, kiralayacak yeniden hal açacak gibi eleştiriler
zaten kabul edilemez.
Onun için, bu Hal Yasası gerçekten
belediyelerimizin önünü açabilecek, belki de orada gayriyasal
dönen birtakım rantların önüne geçilebilecek, belediyelerin
ellerini güçlendirebilecek, daha iyi denetimin sağlanabileceği
bir yasa olmuştur. Hepimize hayırlı uğurlu olsun
diyor, saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Uzun, teşekkür
ediyorum.
Teklifin tümü üzerinde, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Ali Oksal, Mersin Milletvekili.
Buyurun Sayın Oksal. (CHP
sıralarından alkışlar)
Süreniz yirmi dakikadır.
CHP GRUBU ADINA ALİ OKSAL (Mersin)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bursa Milletvekili
Faruk Çelik'in, 12/9/1960 Tarihli ve 80 Sayılı Kanun ile
24/6/1995 Tarihli ve 552 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi hakkında
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım.
Bu vesileyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
1/2/2007 tarihinde, toptancı hallerinin satışıyla
ilgili olarak AKP Bursa Milletvekili Sayın Faruk Çelik, çok yüksek
bir ihtimalle, Hükûmetten gelen istek doğrultusunda bir kanun
teklifi hazırlamış ve teklif, ilgili ihtisas komisyonu
olarak, benim de üyesi bulunduğum İçişleri Komisyonuna
sevk edilmiştir. Kanun teklifi, 2/2/2007 tarihinde Komisyonumuz
gündemine alınarak olağanüstü bir hızla görüşülmeye
başlanmıştır. İçişleri Komisyonumuzda
görüşülmesi bitmiş, raporu yazılmış hayati
değerde onlarca kanun tasarısı veya teklifi varken,
sadece belediyelere gelir getirecek bir kanun teklifiyle karşı
karşıyayız.
Bu Hükûmet, halkın yararına
olan her şeyi satmayı kafaya koymuş bir kere. Tabii satacak
ki, para gelsin! Yabancıların Türkiye'deki yatırıma
dönüşmeyen sıcak paralarıyla ekonomiyi iyi gibi gösteriyorlar.
Hepsi aldatmaca, hepsi gerçek dışı. Artık, bunu
tüm halkımız da biliyor zaten. Çünkü, halkın durumunda
iyiye giden hiçbir şey yok. Alım gücü her geçen gün düşüyor.
Bunun tepkilerini zaten sandıkta da hep beraber göreceğiz.
Değerli milletvekilleri,
ben, milletvekili olmadan önce yaş sebze meyve üreticiliğiyle
uğraşan bir kişiydim. Bu yüzden, sektörün yaşadığı
problemleri yakından bildiğimi düşünüyorum. Bu nedenle,
kanun teklifi İçişleri Komisyonumuza geldiğinde, konunun
ciddiyeti nedeniyle, bir alt komisyon kurularak kanunun doğru
bir şekilde çıkarılması ve enine boyuna tartışılması,
aynı zamanda, uzmanların ve tarafların görüşlerinin
alınması hususunda ısrarcı olarak bir alt komisyon
kurulmasını sağlamış idik.
Kanunun bu şekilde çıkması
durumunda üreticilerin, tüketicilerin ve komisyoncuların
büyük bir mağduriyet yaşayacağını Sayın
Faruk Çelik'e ısrarla anlatmaya çalıştım. Hatta,
komisyonda, bir belediye başkanının, belediyeye ait
toptancı hali satarak gelir elde etmek istediği için bu kanun
teklifinin verildiğini söyledim ve bu görüşüm de doğrulandı.
Ancak, şunu sizlerle paylaşmak istiyorum ki -alt komisyonda
olan arkadaşlarımız da gayet iyi biliyor- ben ve diğer
Cumhuriyet Halk Partili komisyon üyesi arkadaşım bu kanun
teklifine karşıyız.
Muhalif olmamızın en
önemli ve ilk gerekçesi, toptancı hallerde tahsis yerine kiralama
ve satışın hallerin işleyişinde yaratacağı
sıkıntılardır. İkinci gerekçe ise, bu konuda
uzun süreli çalışma sonucunda Sanayi ve Ticaret Bakanlığınca
hazırlanan yasa değişikliğinin Başbakanlığa
sunulmuş olmasıdır. TÜSEMKOM Federasyon Başkanından,
komisyoncular dernek başkanlarından ve 53 kurumdan görüş
alınarak bir çalışma yapılmış, fakat, henüz
Türkiye Büyük Millet Meclisine gelmemiştir. Bu nedenle, Sayın
Faruk Çelik'e ait yasa teklifinin Başbakanlıktaki tasarıyla
birlikte değerlendirilmesinin daha doğru olacağını
dile getirmiş idik.
Değerli arkadaşlar, bu
kanun teklifi komisyona ilk geldiğinde de komisyon üyesi arkadaşlarımıza
aktardığım gibi, 2004 tarihinde çıkarılan
5272 sayılı Belediye Kanunu'nun 15'inci maddesinin (j) bendi
ile 2005 tarihinde çıkarılan 5393 sayılı Belediye
Kanunu'nun 15'inci maddesinin (j) bendine göre, toptancı hallerini
kurmak, kurdurmak, işletmek, işlettirmek veya bu yerlerin
gerçek ve tüzel kişilerce açılmasına izin vermek, belediyelerin
görevleri arasında sayılmaktadır.
Ancak, 2004 tarihinde çıkarılan
5216 sayılı Büyükşehir Belediye Kanunu'nda, "Her
çeşit toptancı hallerini, mezbahaları yapmak, yaptırmak,
işletmek ve işlettirmek, imar planında gösterilen yerlerde
yapılacak olan özel hal ve mezbahaları ruhsatlandırmak
ve denetlemek Büyükşehir Belediyesinin görevleri arasındadır."
denilmektedir. Yasa teklifinin genel gerekçesinde de yazıldığı
gibi, toptancı hallerinin amme emlakinden sayılıp kiraya
verilemeyeceği yönünde en son çıkan belediye kanunlarında
bir hüküm bulunmamakta, hatta, toptancı hallerinin özelleştirilmesi
yönünde bir adım atıldığı da iddia edilmektedir.
Oysa, yürürlükteki 80 sayılı
Kanun ve 552 sayılı Kanun Hükmündeki Kararnameyle, toptancı
hallerinin satılmasının kanuni olarak mümkün olmadığı
da görülmektedir. Bu yasalara göre, toptancı haller amme emlakinden
sayılıp kiraya dahi verilememekte, kiraya verilemeyen
yerin satışı da mümkün olamamaktadır. Yıllar
evvel çıkarılan bu iki kanun dahi, hal esnafını ve
üreticileri koruma açısından bu son çıkarılan,
yani yukarıda bahsettiğim yasalardan çok daha ileridedir.
Çünkü, toptancı hallerinin
tahsis yöntemiyle işletilmesi, hem üreticileri hem de tüketicileri
koruma altına almaktadır. Böylesine oturmuş bir sistemin
değiştirilmesiyle üreticiler çok büyük zararlar görecek
ve bu zararlar tüketicilere de yansıyacaktır. Çünkü, tahsis
sahibi komisyoncular, idareye teminat yatırmakta ve bu teminat
da üreticileri koruma altına almaktadır. Üretici, teminata
güvenerek ürününü gönül rahatlılığıyla komisyonculara
bırakmaktadır. Teminatın kalkmasıyla, üreticiler
alacaklarını uzun hukuksal mücadelelerle tahsil etmeye
çalışacaklarından, sistem işlemez hâle gelecektir.
Bu durum, bir taraftan üreticilerin zor durumda kalmasına neden
olacakken, diğer taraftan, küçük komisyoncuları da
mağdur edecektir.
Getirilmek istenen düzenleme daha
çok büyük sermaye sahiplerinin işine yarayacaktır. Bu durum,
üreticilerin, tekel koşullarında, mallarını tekelcilerin
belirlediği fiyattan satmalarına neden olacak, hem de tüketicilerin
daha yüksek fiyatlardan mal almalarına neden olacaktır.
Toptancı hallerindeki rüsum oranları yüzde 2'den yüzde 1'e
düşmüş olacağı için, belediyelerin uzun vadede
önemli gelir kayıpları söz konusu olacaktır.
Belediyeler, ellerindeki toptancı
hallerini satarak belki kısa vadede kaynak sağlayacaklar,
ama rüsumlardaki azalışlar nedeniyle, aslında, uzun
vadede gelir kaybına uğrayacaklardır. Buradan, üreticilerin
aleyhine olarak kim ya da kimlere rant sağlanmak isteniyor? Örneğin,
195 dükkânı olan Ankara Toptancı Halinin belediyeye ödediği
yıllık hal rüsumu 15-20 trilyon civarındadır. Bu
olayın gerçekleşmesi durumunda pay, direkt, 10 trilyona veya
1-2 trilyon aşağısına inecektir. Gerçi, Ankara Halinin
bulunduğu yer, konumu itibarıyla da satılamaz.
Bu yasa teklifiyle kamu hizmeti
başka ellere bırakılarak rekabet sistemi ortadan
kaldırılmaktadır. Oysa, devletin bazı görevleri
yapması da bir zorunluluktur. Özelleştirme, her zaman halk
yararına olmayabilir, tıpkı burada olduğu gibi.
Ancak, büyük bir çoğunluğun mutluluğu bu kanun teklifiyle
heba edilmektedir.
Ayrıca, belediyelere, gerçek
ve tüzel kişilere, hal açma yetkisinin, satış ile birlikte
verilmesi, yeni hallerin kurulmasına, denetimlerin zorlaşmasına,
üreticilerin bilinmeyen yeni hal esnafına mal yaparak, hak
kaybına uğrayabileceği de akıldan çıkarılmamalıdır.
Bu nedenlerle, bu yasa teklifinin geri çekilmesini dahi talep etmiş
idik. Ancak, AKP'li üyelerin çoğunluğu nedeniyle yasa teklifi
görüşülmeye de devam edildi. Kurulan alt komisyonun ilk toplantısına,
bu işin bizzat içinde olan kişilerin çağırılması
anlamında, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçişleri Komisyonundan
davetiye çıkarttırarak, TÜSEMKOM Federasyonu Başkanı
ve çeşitli, ilgili muhtelif dernek başkanları, Anadolu
Yakası Meyve Sebze Hali Başkanı, Avrupa Yakası
Meyve Sebze Hali Başkanı ve yönetim kurulu üyeleri Ankara
Sebze Meyve Komisyoncuları Derneği yöneticilerinin bizzat
gelerek taleplerini komisyonumuzda anlatmalarını
sağlamış idik.
Değerli arkadaşlar, haller
belediyelerin kamburu değil, halka hizmetin yanında, halkın
sağlıklı ve ekonomik beslenmesini sağlamanın
vazgeçilmez bir unsurudur. Hallerin özelleşmesi, Türkiye'nin
tarımına, üretici emeğine, alın terine ve tüketiciye
vurulan ağır bir darbedir.
Hallerin kurulmasındaki
asıl amaç, bir tarım ülkesi olan Türkiye'de, üretici ve tüketici
haklarının eşit ve dengeli biçimde gözetilerek, arz
talep dengesi içinde, kalite ve standartlara uygun ürünlerin değerlendirilmesi
ve ekonomiye pozitif katkı sağlamaktır. Tarım
ürünleri içinde meyve ve sebze, dayanıklılık ve tüketim
koşulları açısından ayrı bir önem arz etmektedir.
Devlet, bu önemi üreticinin emeğini koruyarak, tüketiciyi de
gözeterek göstermek zorundadır.
Bu sektör, üç beş şirkete
emanet edilemez. Sosyal devlet olmanın gereği bu değildir.
Değişiklik talebinin esas amacı, sebze ve meyve üreticisinin,
satıcısının ve tüketicilerimizin korunmasına,
özetle kamu yararına olması gerekirken, yalnızca bir
belediyeye kaynak yaratmaya yönelik olduğu da görülmektedir.
Bu durum hepimiz için de üzüntü vericidir. Mademki AKP'li arkadaşlar,
bu yasa teklifiyle toptancı hallerini satmayı kafalarına
koymuşlar, o zaman, en azından, satış aşamasında,
şu anda bu işi yapan komisyoncu arkadaşlarımızın
haklarını korumak için bazı maddelerde düzenlemeler
yaptık.
Bunun dışında, sektörde
yıllardır var olan ciddi sıkıntıları giderme
anlamında da şu değişiklikler yapılmıştır:
Örneğin, bir maldan 2 kere hal rüsumu kesilmesini engelledik.
Yapılan düzenlemeyle "Üretildiği il veya ilçe dışına
sevk edilen mallar satışa sunulacağı yer haline
girer ve bunlardan alınacak belediye payı, malın satışa
sunulduğu yer belediyesince tahsil edilir." kısmı
zorunlu olarak Komisyonunuzca kabul edildi.
Gölbaşı derebeyliğine
kalıcı çözümler ürettik. Şöyle ki "Malın sevkiyatında,
sevk irsaliyesi veya taşıma irsaliyesi veya müstahsil
makbuzu veya ziraat odası kaydı belgelerinden birinin bulunması
ve kontroller sırasında ibrazı zorunludur." diyerek,
kontrollerdeki keyfî uygulamalara böylelikle son verdik.
Ayrıca, bu yasa teklifiyle,
toptancı hallerde şu an komisyoncu olarak dükkânları bulunanların
bu satışlardan en az etkilenmeleri için şöyle bir düzenleme
yapıldı: "Toptancı hallerinde bulunan işyerlerinin
satışında veya kiraya verilmesinde, halde işletmecilik
yapanlara, ihale bedeli üzerinden yüzde 25 oranında indirim
uygulanır. Bu kişilere yapılan satış bedeli,
üç yılı geçmemek üzere 6 taksitte tahsil edilebilir"
şeklinde düzenlendi. Böylece, en azından, şu anda bu
işi yapan arkadaşlarımızın getirilmek istenen
değişiklikten en az etkilenmesinin teminini sağlamaya
çalıştık.
Ancak, burada "edilebilir"
kelimesi, kapsam olarak geniş bir anlam ifade etmekte ve bir keyfiyeti
göstermektedir. Bu nedenle, bağlayıcı olması
için "edilebilir" kelimesinin "edilir" şeklinde
değiştirilmesi gerekir. Bununla ilgili önergemizi de
sunduk.
Geçici bir maddeyle de getirdiğimiz
başka bir değişiklikse "Kuruluş işlemleri
23/7/2004 tarihinden önce başlatılmış olan hallerin
10/7/2004 tarihli ve 5216 sayılı Kanunun Ek 2 nci maddesine
göre Büyükşehir Belediyelerine devrinde ilgili belediyenin
muvafakati zorunludur. Devir için muvafakat verilmeyen haller,
ilgili belediye tarafından bu Kanun Hükmünde Kararname hükümlerine
göre ruhsatlandırılır ve işletilir" denildi.
Böylelikle, büyükşehir belediye başkanları ile belde
başkanlıkları arasındaki hal konusundaki
uyuşmazlıklar da ortadan kaldırılmış oldu.
Madde başlığı
"Kiralama ve satış" olan 21'inci madde, "kiralama,
satış ve tahsis" olarak değiştirildi. Buna göre,
belediyeler, toptancı hallerini kendilerinin işletebilecekleri
gibi, kiralama veya satış yoluyla da işletir veya
işlettirir.
İş yerlerinin kiralanması
veya satılmasına ilişkin işlemler, 2886 sayılı
Devlet İhale Kanunu hükümlerine göre yapılır.
Toptancı hallerinde bulunan
iş yerlerinin yüzde 10'u üretici birliklerine kontenjan olarak
ayrılır. Ankara, İstanbul ve İzmir Büyükşehir
Belediyesi sınırlarındaki haller hariç tutularak,
ayrı bir muameleye tabi tutuldu. Diğer illerdeyse halin
bulunduğu il sınırlarındaki üretici birlikleri
arasında yapılacak ihaleyle kiraya verilmesi uygun görüldü.
Üretici birliklerine kiralanmış
iş yerlerinin herhangi bir nedenle boşalması durumunda
toptancı halinde iş yeri bulunmayan diğer üretici birliklerine
tahsis yapılır. Üretici birliklerine ayrılan iş
yeri sayısı kadar talep olmaması hâlinde, diğer
talep sahiplerine kiralama yapılabilir.
Toptancı hallerinde bulunan
iş yerlerinin kiralanması veya satılması durumunda,
gerçek ve tüzel kişiler en fazla bir iş yeri kiralayabilir
veya satın alabilir. Doğrudan veya dolaylı olarak birden
fazla iş yerinin aynı kişi tarafından kiralandığının
veya satın alındığının tespit edilmesi durumunda,
kira sözleşmesi feshedilir, satış işlemi ise iptal
edilir. Ayrıca, bu kişilere belediye encümen kararı
ile 25 bin YTL idari para cezası verilir.
Kira süresi en fazla on yıldır.
Kira süresi sona erenler açılacak kiralama ihalelerine tekrar
katılabilir.
Toptancı hallerin tahsis yoluyla
işletilmesine karar verilmesi durumunda, tahsis ücreti, belediye
meclisince belirlenecektir.
Ancak, getirilen bütün bu düzenlemeler
ve yenilikler, yine de özel hallerin muhtemel etkilerini ve sakıncalarını
ortadan kaldırmaya yetmeyecektir. Örneğin:
Özel haller nedeniyle üretici ve
tüketici arasındaki denge bozulacaktır.
Özel hal yöneticileri ve güçlü
birkaç şirket piyasada tekelleşmeye gidecektir.
Sermaye gücü ile üreticiden ürünleri
istediği fiyata alacak olan bu özel hal işleticileri, zamanla
üretime de girecek, üreticinin tarlasını önce icarla, sonra
da satış yoluyla elde edecektir.
Üretime de tüketime de hâkim olmayı
amaçlayan bu güçlü sermaye şirketleri, zamanla üretici, küçük
çiftçi, pazarcı, manav, küçük ve orta ölçekli marketleri piyasadan
silecek, kendi uzantıları olan hipermarketlerle piyasayı
tekellerine alarak istedikleri ürünü, istedikleri fiyatla halka
satacaklardır.
Bu gelişmeler sonucu, hükûmetlerin
zaman zaman imdat simidi gibi sarıldığı tarla ürünü
meyve-sebzelerin enflasyona etkisi pozitiften negatife dönecektir.
Ülkemizin önemli sorunu olan
işsizlik tarlasını ve işini kaybeden tarım
sektörünün yeni işsizler ordusuyla daha da artacak, bu da ekonomiyi
olumsuz etkileyecektir.
Hallerin özelleştirilmesi,
özellikle büyük kentlerde mantar gibi yeni özel halleri doğuracak,
bunun neticesinde fiyatlarda istikrarsızlık olacak ve tüketici
çok büyük bir zarar görecektir.
Toptancı hallerinin çok fazla
olması ve devletin denetiminden uzaklaşması, bu sektörde
hallerin borsa işlevini yitirmesi anlamına da gelecektir.
Sonuç olarak, Hükûmet, 2002-2007 özelleştirme
modasına da son bir sayfa da ekleyerek, Türk köylüsünü, üreticisini,
tüketicisini ve tarımını kurban etmektedir.
Azınlıktaki bir grubun istekleri ve çıkarları
doğrultusunda büyük bir çoğunluğun menfaati görmezden
gelinmektedir. Birileri bu düzenlemeyi ısrarla istedi,
ısrarla "Çabucak çıkarın." dedi ve ısrarla
toptancı hallerin satışı kanunlaşıyor.
Birçok hayati kanun sümen altında
bekletilirken, böylesine, faydasından çok zararı olacak
bir kanun teklifiyle üreticilerimizin büyük mağduriyet yaşayacağına,
birikimlerin yok olacağına inandığımız
için, kanun teklifine muhalif olduğumuzu belirterek, yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Ancak, Sayın Başkanımızın
konuşmasında değindiği bir konuya da bir açıklık
getirmek istiyorum. Sayın Başkanımız dedi ki:
"Zaten, bu, Yasa'da var. Yani, belediyeler, gerçek ve tüzel kişiler toptancı halleri açmakla yetkilidirler,
neden yapmıyorlar?" Bunlar yapıldığı zaman,
belli bir şekilde maliyet yükleyecek belediyelere. Ama,
şimdi, satışı yoluyla belediyelere gelir elde
edileceği için, belediye başkanları yeni hallerin
açılmasını sağlayacaktır ve üreticiler de
bundan çok büyük bir mağduriyet duyacaklardır. Bunun
açıklaması budur Sayın Başkan.
Hepinize saygılar sunuyorum.
(Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Oksal.
Madde üzerinde, şahsı
adına söz isteyen Adana Milletvekili Recep Garip.
RECEP GARİP (Adana) - Konuşmayacağım
Sayın Başkan.
BAŞKAN - Başka söz talebi
yok.
Teklifin tümü üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
HALUK KOÇ (Samsun) - Karar yeter sayısının
aranmasını istiyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum, ancak karar yeter sayısı
arayacağım: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Karar yeter
sayısı vardır, kabul edilmiştir.
1'inci maddeyi okutuyorum:
YAŞ SEBZE
VE MEYVE TİCARETİNİN DÜZENLENMESİ VE TOPTANCI
HALLERİ
HAKKINDA KANUN
HÜKMÜNDE KARARNAMENİN BAZI MADDELERİNİN
DEĞİŞTİRİLEREK
KABULÜNE İLİŞKİN KANUN TEKLİFİ
MADDE 1- 24/6/1995 tarihli ve 552 sayılı
Yaş Sebze ve Meyve Ticaretinin Düzenlenmesi ve Toptancı
Halleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 4 üncü maddesi
aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"MADDE 4- Toptancı halleri;
belediye ve mücavir alan sınırları içinde belediyeler,
büyükşehir belediye sınırları içinde büyükşehir
belediyeleri tarafından açılır veya açılmasına
ruhsat verilir.
Gerçek ve tüzel kişiler tarafından
toptan ve perakende halleri açılması belediyelerin iznine
tâbidir.
Toptancı hallerin kuruluşuna
ilişkin usul ve esaslar, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı
ile İçişleri Bakanlığının uygun görüşü
alınarak Sanayi ve Ticaret Bakanlığının
çıkaracağı bir yönetmelikle düzenlenir."
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Hüseyin Ekmekcioğlu,
Antalya Milletvekili.
Buyurun Sayın Ekmekcioğlu.
(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU
(Antalya) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; görüşülmekte olan kanun teklifinin 1'inci
maddesiyle ilgili Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış
bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlarım.
Bu kanun teklifinin kabul edilmesi
sonucunda, toptancı hallerinin özelleştirilmesine
başlanmış olacaktır. Tahsislerin kaldırılmasıyla
birlikte -hallerin kiraya verilmesi veya satılması- belediyelerde
ciddi bir gelir ortaya çıkabilecektir. Ancak, bu özelleşmeyle
beraber üreticiler bu işten büyük zarar görebileceklerdir.
Bu durum sonucunda, tüketiciler ve komisyoncular da zarar görme
noktasına gelecektir.
Türkiye, dört mevsimi yaşayabilen
bir ülkemizdir. Bu nedenle, meyve ve sebze yetiştiriciliği
için büyük bir potansiyele de sahiptir.
İstatistik Kurumu verilerine
göre, ülkemizde sebze üretimi 26,5 milyon ton, meyve üretimi de 14,5
milyon tondur. Dünyada üretilen incirin yaklaşık yüzde
27'si, kayısının yüzde 17'si, kavunun yüzde 12'si, karpuzun
yüzde 11'i, yeşil fasulyenin yüzde 14'ü, patlıcan ve domatesin
yüzde 9'u, turunçgillerin ise yüzde 13'ü ülkemizde üretilmektedir.
Dünya sebze üretiminde Türkiye'nin payı yüzde 3'ler dolayındadır.
Ancak, ne yazık ki, ülkemiz
yaş sebze ve meyve üretiminin yalnızca yüzde 5'ini ihracata
konu yapabilmektedir. Aynı oranda, bizimle birlikte, aynı
iklime sahip İspanya'da bu oran yüzde 45'tir. Yaş sebze ve meyve
ihracatımızı artıracak tedbirlerin mutlaka artırılması
gerekmektedir. Bu anlamda üretilen yaş sebze ve meyvenin çok büyük
bir kısmı ülke içinde kalmakta, bu miktarın yüzde 25 ila
yüzde 30'u tüketim merkezlerine ulaşmadan çürüyebilmektedir.
AKP Hükûmeti, beş yıldır,
yaş sebze ve meyve ihracatını artırmak için bir çaba
göstermemiştir, üreticimiz perişan olmuştur. Aksine,
tarımla uğraşan çiftçilerimize girdi fiyatlarını
yükselterek, kotalar koyarak, destekleme primlerini yeterli oranda
vermeyerek, âdeta, sen burada üretim yapma denilmiştir.
Ülke nüfusunun yarıdan fazlası
tarımdan geçinmektedir. Bu insanlarımız son beş
yıllık dönemde perişan edilmişlerdir. Ancak, artık,
AKP dönemi sona ermektedir. Bundan sonra ülkemizin önü, tarım sektörümüzün
önü açılacaktır. Bu da, Cumhuriyet Halk Partisi iktidarıyla
olacaktır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Antalya Finike'de, Sahilkent'te, Hasyurt'ta, Kumluca'da,
Merkez, Beykonak, Mavikent ve diğer sahil ilçelerimizde bulunan
toptancı halleri, ülkemiz ekonomisi için çok önemli bir yer tutmaktadır.
Bu ilçe ve beldelerimizde, ülkemizin yaş meyve ve sebzesinin
yaklaşık yüzde 40'ı üretilmektedir ve bu hallerden pazarlara
gitmektedir. Ülkemizde bu ve benzeri hallerde yapılan yaş
sebze ve meyve ticareti, bu ürünlerin üretimiyle uğraşan
üreticileri, üretici birlikleri ve kooperatifleri, taşıyıcı,
aracı ve komisyoncuları, toptan ve perakende çalışan
tüccarları, ithalat ve ihracatçıları, yerel ve merkezî
kamu örgütünü ve en önemlisi, bu ürünlerin tüketicisi konumundaki
geniş halk yığınlarını çok yakından
ilgilendirmektedir. Bu yüzden, toptancı halleri, ülkemiz ekonomisi
için çok hassas bir noktadır. Buradaki düzenlemeleri yaparken
çok dikkatli olmalıyız.
Şu anda görüşmüş olduğumuz
teklif, hallerin özelleştirilmesini öngörüyor. Az önce de bahsetmiştim.
Bu anlamdaki bir çabanın, gelecekte, üretimden perakendeye
tüm zincire el koymak isteyen büyük mağaza zincirlerine hizmet
edeceği çok açıktır; hem üreticinin hem de tüketicinin
bundan zarar göreceği de ortadadır.
Sorun, sosyal devlet ilkesi ile tekellerin
kârları arasındaki çatışmadır. Önceliğin,
toplumun kaliteli, sağlıklı, ama daha da önemlisi ucuz
beslenebilmesi olması gerekmektedir. Büyük mağazalarda
yaş sebze ve meyve fiyatları üretici fiyatlarına göre
6 katına dek çıkabilmektedir, hallere göre bu oran 2-3 katına
dek çıkabilmektedir. Örneğin, bir büyük mağazada 199
kuruşa satın alınan starking cinsi elma toptancı
halinde 80 kuruşa satılmaktadır.
Değerli milletvekilleri,
Türkiye'de yaş meyve ve sebze sektörünün üretim yapısı,
fiziki altyapısı ve pazarlama altyapısından kaynaklanan
sorunlar bulunmaktadır. Özellikle, muhafaza, ambalaj, girdi
kullanımı, etiketleme, organik tarım, yetiştiricilik
sistemleri, pazarlama altyapısının uygunsuzluğu
ve eksikliği, üretici örgütlenmesindeki yetersizlik sorunları
öne çıkmaktadır.
Alanla ilgili olarak daha önce yapılan
yasal düzenlemeler, bu sorunların çözümüne yönelik yaklaşımlar
içermekten öte zincirin ilk ve son halkası olan üretici ve tüketici
aleyhine bir eğilim sergilemiştir.
Meyve ve sebze üretiminin artırılması
asıl hak sahibi üreticilerin sistemden aldığı payı
artırırken, fiyatların düşürülmesi yasal düzenlemelerin
temel ekseni hiçbir zaman olmamıştır.
AB ile Türkiye'nin sebze ve meyve
üretimi karşılaştırıldığında
tartışmasız bir üstünlüğe sahip olduğumuz da
görülecektir. Gelecekte bu durumumuzu koruyabilmemiz ve geliştirebilmemiz
için, acil ve önemli önlemler almamıza ihtiyaçlar vardır.
Bunun için de meyve yetiştirme ve ambalajlama teknikleriyle
yetiştiricilerin buluşturulması ve yetiştiricinin
ürününü değerinde pazarlayabileceği bir sistemin kurulması
gerekmektedir. Bu anlamda, üreticiye yönelik belirlenebilecek
politikalarda, üreticiyi söz sahibi kılacak düzenlemelerin
yapılmasında sayısız yararlar olduğu da ortadadır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; üretim yerlerinde tüm meyve ve sebzelerin halden
geçmesi gerekmesine rağmen, üretilen ürünlerin, yaklaşık,
sadece yüzde 30'luk kısmı hallere gitmektedir. Büyük bir
kısım, hallere girmeden, büyük mağazalara gidebilmektedir.
Bu büyük mağaza zincirleri ki, çoğu yabancı sermayeli
veya ortaklık konumundadır. Bu durum, komisyoncular
açısından bir haksız rekabeti ortaya koymaktadır.
Örneğin, 100 kilograma kadar olan malları hale uğratmadan
semt pazarlarına götürme ayrıcalığını
suistimal eden kaçak komisyoncular korsan haller oluşturulmasına
yol açmaktadırlar. Belediyelerin bu konuyu çözmeleri için denetimlerini
sıklaştırmaları gerekmektedir. Ama, gerçek rekabet,
haller ile büyük mağaza zincirleri arasındadır.
Türkiye genelinde, resmî 117 sebze
ve meyve hali mevcuttur. Haller, bir borsa işlevi görmektedir.
Ülkede tarımla uğraşan nüfusun aileleriyle birlikte
yüzde 55'leri bulduğunu, Türkiye'de yılda 41 milyon ton sebze
ve meyve üretildiğini düşünürsek, hallerin önemini algılamak
daha da kolaylaşacaktır. Ancak, bu miktarların ancak
yüzde 20'si kayıtlı olarak toptancı hallerinde pazarlanmaktadır.
Her gün, mevsimine göre, 50-80 çeşit sebze-meyve giriş
çıkışının olduğu hallerde, dağıtım
yapılan malların toplam hacmi 50 bin tonu bulabilmektedir.
İstanbul'daki Haller Müdürlüğünün denetimindeki ticaret
hacminin yılda 3 milyar doları bulduğu söylenmektedir.
Ürünlerin yüzde 99'u yerli olurken, sadece ananas ve avokado gibi
yüzde 1'lik tropik ürünler ithalat yoluyla sağlanabilmektedir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; toptancı hallerinin özelleştirilmesinin
çok önemli sakıncaları da bulunmaktadır. Bunların
en önemlisi, üretici-aracı-tüketici arasındaki denge, hem
üreticinin hem de tüketicinin aleyhine dönecektir ve üreticinin
küsmesi üretimi düşürecektir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Ekmekcioğlu.
HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU
(Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Bununla birlikte, özel hal yöneticileri
ve güçlü birkaç şirket piyasada tekelleşmeye gidecektir.
Özel hal işletmecileri, sermaye gücü ile üreticiyi tarım
işçisi hâline getirebilecektir. Ayrıca, manav, küçük market
sahipleri, pazarcı gibi diğer küçük aracılar sahneden
silinebilecektir. Tarım ürünlerinin enflasyonu yükseltici
etkisi artabilecektir. İşsizlik, başta tarım sektörü
olmak üzere giderek artış gösterecektir.
Üretici kendine göre, komisyoncu
kendine göre, tüccar kendine göre bir hal yasası yapmak istemektedir.
Burada yapılması gereken en uygun şey, yapılacak
küçük değişikliklerle mevcut Yasa'nın uygulanmasıdır.
Mevcut Yasa'yla birlikte, mali denetimler mutlaka daha ciddi bir
şekilde yapılmalıdır. Bununla birlikte, malların
üretim bölgelerindeki hallerden direkt olarak tüketim bölgelerindeki
pazarlara inmesi gerekmektedir.
Bu yasa, bu sıkıntıları
gidermeye yetmeyecektir. Burada temel amaç, üreticileri desteklemek
ve rahatlatmak olmalıydı. Bu yasa bunu sağlamamaktadır.
Değerli arkadaşlarım,
bu duygu ve düşüncelerle yüce Türk milletini ve yüce Meclisi
sevgiyle saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Ekmekcioğlu.
Başka söz talebi yok, ancak soru-cevap
işlemi yapılacaktır.
Sayın Gazalcı, buyurun.
MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Teşekkür
ederim Sayın Başkanım.
Şimdi, Haller Yasası'ndaki
değişiklikte, ben üreticinin konumunu düşünüyorum.
Hallerde belediyelerin etkisi azaltılarak, bir çeşit,
bir özelleştirmeye doğru bir adım. Ama, doğrudan üreten
kişi ürününü hale getirdiği zaman, belirli bir miktarın
üstünde olduğunda daha çok vergi alınıyor. Denizli'de,
özellikle bu çok yaşandı. Örneğin Honaz'da, domatesini,
salatalığını getiren kişi, kendi malının
hırsızlığını yapıyordu âdeta; 100 kilodan
daha fazla olduğu zaman, vergi biraz az olsun diye çeşitli
yollara başvurur. Bu düzenlemede, üretici, doğrudan üretici
malının değer bulması için caydırıcı
bir vergi olmadan hale gelip malını teslim edebilecek mi?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Gazalcı.
Sayın Bakan, buyurun.
DEVLET BAKANI MEHMET AYDIN
(İzmir) - Yazılı cevap vereceğiz Sayın
Başkan.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Bakan.
HALUK KOÇ (Samsun) - Karar yeter sayısı
BAŞKAN - Arayacağım
Sayın Koç.
Maddeyi oylarınıza sunacağım
ve karar yeter sayısı arayacağım.
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Karar yeter sayısı vardır, madde kabul edilmiştir.
2'nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2- 552 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnamenin 17 nci maddesinin 11/6/1998 tarihli ve 4367 sayılı
Kanunla değişik üçüncü fıkrası aşağıdaki
şekilde değiştirilmiştir.
"Üretildiği il veya ilçe
dışına sevkedilen mallar satışa sunulacağı
yer haline girer ve bunlardan alınacak belediye payı, malın
satışa sunulduğu yer belediyesince tahsil edilir. Malın
sevkiyatında, sevk veya taşıma irsaliyesi veya ziraat
odası kaydı belgelerinden birinin bulunması ve kontroller
sırasında ibrazı zorunludur. Belediye sınırları
ve mücavir alanlar içinde toptancı hal dışında malların
toptan veya her ne şekilde olursa olsun toptancı halden satın
alınmadan perakende satışa sunulduğunun tespiti
halinde, malların toptancı hale girişi sağlanarak
hal müdürlüğünce açık artırma ile satışı
yapılır veya yaptırılır. Bu durumda belediye
veya işletme payı yüzde yirmibeş olarak uygulanır."
BAŞKAN - Oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
3'üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3- 552 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnamenin 21 inci maddesi, başlığıyla
birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Kiralama, satış ve
tahsis
MADDE 21- Belediyeler toptancı
hallerini tahsis yoluyla işletebilecekleri gibi kiralama
veya satış yoluyla da işletir veya işlettirir.
İşyerlerinin kiralanması
veya satılmasına ilişkin işlemler, 2886 sayılı
Devlet İhale Kanunu hükümlerine göre yapılır.
Toptancı hallerinde bulunan
işyerlerinin yüzde onu üretici birliklerine kontenjan olarak
ayrılır ve Ankara, İstanbul ve İzmir Büyükşehir
belediyesi sınırlarındaki haller hariç, halin bulunduğu
il sınırlarındaki üretici birlikleri arasında
yapılacak ihale ile kiraya verilir. Üretici birliklerine kiralanmış
işyerlerinin her hangi bir nedenle boşalması durumunda,
toptancı halinde işyeri bulunmayan diğer üretici birliklerine
tahsis yapılır. Üretici birliklerine ayrılan işyeri
sayısı kadar talep olmaması halinde, diğer talep
sahiplerine kiralama yapılabilir.
Toptancı hallerinde bulunan
işyerlerinin kiralanması veya satılması durumunda,
gerçek ve tüzel kişiler en fazla bir işyeri kiralayabilir
veya satın alabilir. Doğrudan veya dolaylı olarak birden
fazla işyerinin aynı kişi tarafından kiralandığının
veya satın alındığının tespit edilmesi durumunda,
kira sözleşmesi feshedilir, satış işlemi ise iptal
edilir. Ayrıca, bu kişilere belediye encümeni kararı
ile 25.000 YTL idarî para cezası verilir.
Kira süresi en fazla 10 yıldır.
Kira süresi sona erenler açılacak kiralama ihalelerine tekrar
katılabilir. Kira bedeli her yıl aylık olarak 4/1/1961
tarihli 213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 298 inci
maddesi hükümleri uyarınca tespit ve ilan edilen yeniden değerleme
katsayısı oranında artırılarak uygulanır.
Toptancı hallerinin tahsis
yoluyla işletilmesine karar verilmesi durumunda, tahsis ücreti,
3/7/2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanununun 18 inci
maddesinin birinci fıkrasının (f) bendine göre belediye
meclisince belirlenir. Tahsisin usul ve esasları Sanayi ve Ticaret
Bakanlığının görüşü alınarak
İçişleri Bakanlığınca çıkarılacak
Yönetmelikle düzenlenir.
Bu Kanun Hükmünde Kararname hükümlerine
ve kira sözleşmesine aykırı hareket ettikleri tespit
edilenler yazılı olarak uyarılır. Tespit edilen eksiklik
ve aykırılık en fazla 20 gün içinde giderilmez ise kira
sözleşmeleri feshedilir.
İlgililer, sözleşmenin
fesih bildiriminden itibaren işyerini 30 gün içinde tahliye
etmek zorundadır. Tahliye, öngörülen sürede yapılmadığı
takdirde, belediye tarafından yapılır.
Kendilerine işyeri tahsis
edilenlerin, Yönetmelikte öngörülen şartları taşımadıkları
veya sonradan kaybettiklerinin tespiti durumunda, belediye encümeni
tarafından tahsisin iptaline ve haldeki işyerinden
çıkarılmasına karar verilir.
İlgililer kararın tebliği
tarihinden itibaren haldeki yerini 30 gün içinde tahliye etmeye
mecburdur. Bu süre sonunda tahliye edilmeyen yerler, belediye zabıtası
tarafından tahliye edilir."
BAŞKAN - Madde üzerinde Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Necati Uzdil, Osmaniye
Milletvekili.
Buyurun Sayın Uzdil.
CHP GRUBU ADINA NECATİ UZDİL
(Osmaniye) - Sayın Başkanım, değerli arkadaşlarım;
öncelikle sizleri sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Ayrıca,
22 Temmuzda yapılacak genel seçimlerin Türk milletine hayırlı
olmasını, hayırlar getirmesini diliyorum.
Değerli arkadaşlarım,
22 Temmuzda seçim kararı aldık, ama, maalesef, sanki bir
şeyler yapacakmışız da cezaevine düşen çiftçilerimizi
kurtaracakmışız gibi
Onları sağlamayı
bir tarafa bıraktık, Hal Yasası'nda değişiklik
yapıyoruz.
Değerli arkadaşlarım,
yeni bir hal yasası taslağı hazırlığı
var mı yok mu? Soruyorum sizlere. Haberiniz var mı?
NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul) -
Var, var.
NECATİ UZDİL (Devamla) -
Yeni bir hal yasası taslağı hazırlığı
var. Nerede bu hazırlık?
NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul) -
Hükûmette.
NECATİ UZDİL (Devamla) -
Bu Yasa niye değiştirilmedi toptan? Peki, 2007 yılının
ikinci
SELAMİ UZUN (Sivas) - Burada,
burada.
NECATİ UZDİL (Devamla) -
Var; onu niye getirmiyorsun, kaç yıldır elinde tutuyorsun?
Şimdi, kapkaç gibi seçim kararı alınmış, sadece
ve sadece iki konuyu sağlamak için buraya değişiklik
yapan kanun getiriyorsun.
Değerli arkadaşlarım,
bir bakın komisyonların toplandığı tarihe,
lütfen. Alt komisyonun ve İçişleri Komisyonunun toplandığı
tarihe lütfen bir bakmanızı öneriyorum size. Bu, sağlıklı
bir iş mi, doğru bir iş mi, yoksa, bu toplumu kandırmak
için yapılan iş mi veyahut da birilerini aldatmak mı?
Değerli arkadaşlarım,
bu, haldeki işlemlerin tamamı tarımsal üretim üzerine
kurulmuş bir sistem. Peki, ben size soruyorum: Hal Yasası'nda
değişiklik yapıyoruz. Alt komisyonda herkesleri çağırıyorsunuz
da, çiftçilerin temsilcileri niye yok? Benim malımın pazarlanacağı
yerde nasıl bir düzen kuracağınızı yazıyorsunuz
da, benim üreticim niye yok bu alt komisyonda? Onun düşüncelerine
niye müracaat edilme ihtiyacı hissedilmiyor?
Ayrıca, yine söyleyeyim değerli
arkadaşlarım, burada üretici birlikleri var. Üretici birlikleriyle
de ilgili değişiklik yapılıyor güya -anlatacağım
zaman içerisinde- üretici birliklerini niye çağırmadınız
acaba? Kimsenin haberi yok ki. Kooperatifler var, köylerde kalkınma
kooperatifleri var; onların malları da pazarlanıyor,
niye çağırmıyorsunuz? Hayır, çünkü, bu yasanın
konusu olan ürün sanki fabrikalarda yetişiyor, değil mi arkadaşlarım?
Tüccarlar kendi iş yerlerinde yetiştiriyor sanki. Bunun
bir mantığı, bir yakışıklı tarafı,
bir güzel tarafı var mı?
Lütfen, lütfen, milletvekili arkadaşlarım,
çıkan yasalarda ne var ne yok hiç olmazsa birazcık ilgilenin
de ne olduğunu öğrenin. Yine istediğiniz oyu verin,
ama buralarda neler getiriliyor, bunu öğrenin sevgili arkadaşlarım.
Size söylemek istiyorum, burada
okuyalım, buyurun: Üretici birliklerine de kontenjanlar ayrılacakmış
hallerde; iş yerlerinde, üretici birliklerine yüzde 10 kontenjan
ayrılacakmış.
Sevgili arkadaşlarım,
peki, biz Üretici Birlikleri Yasası'nı çıkardık,
bu Meclis çıkardı, olumlu oy verildi, Üretici Birlikleri
Yasası çıktı. Peki, Üretici Birlikleri Yasası'nda
sevgili hemşehrim, ne var? Siz, Üretici Birlikleri Yasası'na
"üretici birlikleri ticaret yapamaz" diye madde koydunuz
mu koymadınız mı? Üretici Birlikleri Yasası'nda
"ticaret yapamaz" diyeceksiniz, ama, geleceksiniz
"hallerde üretici birliklerine yüzde 10 kontenjan verelim
iş yeriyle" diyeceksiniz. Bu nasıl iştir? Üretici
birliği ticaret yapamıyor ise, halde nasıl iş yeri
vereceksiniz? Halde yapılan iş ticaret değil mi, soruyorum
sizlere? Lütfen, lütfen, arkadaşlarım, burada okunan, geçen
şeylerin ne olduğunu bari, hiç olmazsa dinleyelim veyahut
da elimize gelince üstünkörü bile olsa bakalım.
Bir yasa taslağı hazırlıyor.
Komisyonu var, bürokratı var. Bir arkadaşımız
önerge vermiş, Komisyonda çıt yok, bürokratta çıt yok.
Üretici birlikleri ticaret yapamaz. Ancak, hallerde iş yeri
tahsis edilir yüzde 10. Ne mantığı var? Neyi anlatmak istiyorsunuz
değerli arkadaşlarım?
Değerli arkadaşlarım,
bu yasa, narenciye Dörtyol'da 150 kuruş iken, 150 yeni kuruş
iken, biz, burada, marketlerde 2 milyon liraya narenciye yememizi
önleyecek bir yasa mı? Bu kadar acil madem, bunu önleyecek bir
yasa ise kabul. Seçim kararı alınmış, ama, yine de
çıkaralım. Peki, bu yasa bunu önlüyor mu? Bununla, zerre
kadar buna bir katkısı, faydası var mı? Hayır.
Peki, ne getiriyor sevgili arkadaşlarım?
Bu yasanın getirdiği en önemli şey değerli arkadaşlarım,
haldeki iş yerlerini belediyeler satarlar, isterlerse satarlar.
Kaynak yaratacaklarmış, kaynakları yokmuş! Onun
için, bu alelacele getirilen yasa bunu getiriyor. Esas yapılmak
istenen şeylerden bir tanesi bu sevgili arkadaşlarım.
Yoksa, çiftçilere, üretici birliklerine veya tüketicilere bir
katkı getirsin diye getirilmiş bir yasa kesinlikle değildir
sevgili arkadaşlarım. Bunu, burada, sizleri düşünmeye
davet ediyorum milletvekili arkadaşlarım. Konuşacağınıza,
çıkardığınız yasalarda ne var, bari onları
öğrenmeye çalışın sevgili arkadaşlarım.
Peki, başka ne getiriyor? Arkadaşlar,
özel haller kurulabilecek. Neye, kime yarayacak sevgili arkadaşlarım?
Bu özel haller kurulacak. Hayhay
Alalım, ürünün yetiştirilmesinden,
nakliyesinden, muhafazasından, hayhay, özel haller de kuralım.
Ama, hiçbir şey yapmayacaksın, sıkboğaz ettiğin,
perperişan ettiğin çiftçinin ürünü üzerinden buraya geleceksin.
Bir de, sanki belediyelerin hallerini çok güzel çalıştırdık
da, çiftçilerimize, üreticilerimize, tüketicilerimize büyük
katkılar sağladı da, bir de özel haller kuralım.
İşte, bu yasanın verilişinde, alelacele, kaptıkaçtı
gibi herkesten gizlenerek çıkarılmasındaki amaç bu
iki şeydir sevgili arkadaşlarım. Dikkatinizi özellikle
çekiyorum.
Değerli arkadaşlar, bir
de son fıkraya dikkatinizi çekiyorum. İçimizde, Meclisimizde
hukukçu arkadaşlarımın bir hayli çok olduğunu biliyorum.
Özellikle avukat arkadaşlarıma, hukukçu arkadaşlarıma
sesleniyorum -ben tarım mühendisiyim, benim sadece dikkatimi
çekti, doğru mu, yanlış mı, bilmiyorum, bu taslağı
ilk defa görüyorum, dikkatimi çekti- hukukçu arkadaşlarıma
sesleniyorum: Lütfen, son fıkrayı bir okuyun. Değerli
arkadaşlarım, sanki bana öyle geldi. Hukukçu arkadaşlarım
çıksın, cevap versinler. Artık hukuku da mı belediye
meclislerine emanet edeceğiz acaba diye düşündüm. Doğru,
yanlış, bilmiyorum. Lütfen, hukukçu arkadaşlarım
bu konuya açıklık getirirlerse sevinirim.
Değerli arkadaşlarım,
bu yasada bir başka şey daha var: "Ankara, İstanbul
ve İzmir hariç yüzde 10'u iş yerlerinin, ihaleyle verilir"
diyor. Bunun da açıklığa kavuşturulmasında
yarar olduğu inancındayım.
Bu seçim kararından sonra Meclisteki
bu çalışmaların ne kadar zor olduğunu sizler kadar
ben de biliyorum. Biraz sonra yine Başkanımız bu maddeyi
oylarken "karar yeter sayısı" diyecek, biraz sonra
sevgili arkadaşlarım, bu kapıdan içeriye bir sürü arkadaşımız, dostumuz, milletvekili sevgili arkadaşlarım
hücum edecek
FİKRET BADAZLI (Antalya) -
Birçok, birçok.
NECATİ UZDİL (Devamla) -
ve tutacaklar ellerini kaldıracaklar. Neye el kaldırdıklarını
maalesef bilmiyorlar. Kime hizmet ettiklerini bu yasayla bilmeden,
sadece grup başkan vekillerinin işaretiyle oy veriyorlar.
Şu anda seçim kararı alınmış
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Uzdil, lütfen
toparlayınız.
NECATİ UZDİL (Devamla) -
Bitiriyorum efendim.
Şu anda seçim kararı
alınmış, sandık milletin önüne konmuş, ne yaparsanız
yapın sonuçta o millete gideceksiniz, "anasını
alıp git" dediğiniz çiftçiye gideceksiniz. Bu sefer onlar,
analarının yanında babalarını da alıp,
kardeşlerini de alıp inşallah o sandığa gelecek.
Vatandaşımızın dediğine de bizler de saygı
duyacağız.
AHMET YENİ (Samsun) - Bize gelecekler,
bize sandıkta oy verecekler.
NECATİ UZDİL (Devamla) -
Bekle, rüyanda inşallah! Hayal et, inşallah görürsün diyeyim,
ne diyeyim başka ki!
Sizlere ve tüm milletimize seçimin
hayırlı olmasını diliyorum, tümünüze sevgiler,
saygılar sunuyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Uzdil.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
HALUK KOÇ (Samsun) - Önerge vardı
Sayın Başkan.
BAŞKAN - Sayın Koç, önerge
5'inci maddede.
4'üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 4- 552 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnamenin 29 uncu maddesi, başlığıyla
birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Yürürlükten kaldırılan
hükümler
MADDE 29- Bu Kanun Hükmünde Kararnamenin
23 üncü maddesi ile 12/9/1960 tarihli ve 80 sayılı 1580 sayılı
Belediye Kanununun 15 inci maddesinin 58 inci Bendine Tevfikan
Belediyelerce Kurulan Toptancı Hallerinin Sureti İdaresi
Hakkında Kanunun 1 inci, 3 üncü, 6 ncı maddeleri yürürlükten
kaldırılmıştır."
BAŞKAN - Oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
5'inci maddeyi okutuyorum.
MADDE 5- 552 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnameye aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.
"GEÇİCİ MADDE 3- Toptancı
hallerinde bulunan işyerlerinin satışında veya
kiraya verilmesinde, halde işletmecilik yapanlara, ihale bedeli
üzerinden yüzde 25 oranında indirim uygulanır. Bu kişilere
yapılan satış bedeli, üç yılı geçmemek üzere
altı taksitte tahsil edilebilir.
Kuruluş işlemleri
23/7/2004 tarihinden önce başlatılmış olan hallerin
10/7/2004 tarihli ve 5216 sayılı Kanunun Ek 2 nci maddesine
göre Büyükşehir Belediyelerine devrinde ilgili belediyenin
muvafakati zorunludur. Devir için muvafakat verilmeyen haller,
ilgili belediye tarafından bu Kanun Hükmünde Kararname hükümlerine
göre ruhsatlandırılır ve işletilir."
BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?
Yok.
Ancak, aynı mahiyette iki
önerge vardır. Önergeleri sırasıyla okutup, her iki
önergenin işlemlerini ve oylamalarını birlikte yapacağım.
Şimdi, önergeleri okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan Bursa Milletvekili
Faruk Çelik'in 12/9/1960 tarihli ve 80 Sayılı Kanun ile
24/6/1995 tarihli ve 552 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi'nin 5.
Maddesinde düzenlenen Geçici Madde 3'ün birinci fıkrasının
aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz
ve teklif ederiz. Saygılarımızla.
Ali
Oksal Vahit Çekmez Mustafa Gazalcı
Mersin Mersin Denizli
Muharrem
İnce Necati Uzdil Hüseyin Ekmekcioğlu
Yalova
Osmaniye Antalya
Toptancı hallerinde bulunan
işyerlerinin satışında veya kiraya verilmesinde,
halde işletmecilik yapanlara, ihale bedeli üzerinden yüzde
25 oranında indirim uygulanır. Bu kişilere yapılan
satış bedeli, üç yılı geçmemek üzere 6 taksitte
tahsil edilir.
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1400 sıra
sayılı Kanun Teklifinin çerçeve 5 inci maddesinin düzenlendiği
geçici 3 üncü maddenin birinci fıkrasının sonunda geçen
"edilebilir" ibaresinin "edilir" biçiminde değiştirilmesini
arz ve teklif ederiz.
Selami
Uzun Gürsoy Erol Mehmet Yüksektepe
Sivas İstanbul Denizli
Mehmet
Ceylan Recep Garip
Karabük Adana
BAŞKAN - Komisyon önergelere
katılıyor mu?
İÇİŞLERİ KOMİSYONU
BAŞKANI TEVFİK ZİYAEDDİN AKBULUT (Tekirdağ)
- Uygun görüşle takdire bırakıyoruz Sayın
Başkan.
BAŞKAN - Hükûmet katılıyor
mu?
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI
ATİLLA KOÇ (Aydın) - Katılıyoruz efendim.
BAŞKAN - Sayın Oksal, konuşacak
mısınız, gerekçeyi mi okutayım?
ALİ OKSAL (Mersin) - Konuşacağım.
BAŞKAN - Gerekçesini
açıklamak üzere Ali Oksal, Mersin milletvekili.
Buyurun Sayın Oksal.
ALİ OKSAL (Mersin) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Bu yasa teklifini, zaten komisyonda
komisyon üyesi arkadaşlarımızla paylaşmış
idik. Orada değiştirme şansı olmamıştı,
ama, kısmet, Genel Kurula geldi. 80 sayılı Hal Yasası'yla,
552 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede toptancı halleri
amme emlakinden sayılmaktaydı ve halde iş yapan komisyoncularımızın
hak ihlali olmaması nedeniyle, altı eşit taksitte ve
üç yılda bir ödeme planı yapmış idik, fakat, buradaki
"edilebilir" kelimesi kapsam, anlamı itibarıyla
çok geniş bir alana yayılmakta, bir keyfiyeti ortaya koymakta,
belediye başkanlarını istedikleri gibi davranmaya
sevk edebilmekteydi; "edilir" kelimesi ise bağlayıcı
bir hüküm ifade etmektedir. Önergemizi bu şekilde verdik.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Oksal.
Diğer önergenin gerekçesini
okutuyorum:
Gerekçe:
Taksitlendirme konusunda takdir
yetkisi kaldırılmakta keyfiliğin önüne geçilmektedir.
BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Kabul edilen önergeler doğrultusunda
maddeyi
HALUK KOÇ (Samsun) - Karar yeter sayısı
istiyoruz.
BAŞKAN -
oylarınıza
sunuyorum.
Arayacağım Sayın
Koç.
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Madde kabul edilmiştir. Karar yeter sayısı vardır.
6'ncı maddeyi okutuyorum:
MADDE 6- Bu Kanun yayımı
tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN - Kabul edenler
Kabul
etmeyenler
Kabul edilmiştir.
MADDE 7- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar
Kurulu yürütür.
BAŞKAN - Kabul edenler
Kabul
etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Teklifin tümünü oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Teklif kabul edilmiş
ve kanunlaşmıştır.
8'inci sırada yer alan, Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ve Ukrayna Hükümeti Arasında Enerji
Alanında İşbirliğine İlişkin Anlaşmanın
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine
başlayacağız.
8.-
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Ukrayna Hükümeti Arasında
Enerji Alanında İşbirliğine İlişkin Anlaşmanın
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/1109) (S. Sayısı:
1083)
BAŞKAN - Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
9'uncu sırada yer alan, Türkiye
Cumhuriyeti Ulaştırma Bakanlığı ile Suriye
Arap Cumhuriyeti Ulaştırma Bakanlığı Arasında
Yapılan Lokomotif, Vagon ve Diğer Ray Hizmetlerini de Kapsayan
Demiryolu Araç ve Gereçlerinin Yapımı, Geliştirilmesi,
Yenilenmesi, Bakımı ve Onarımı ile İlgili
Karşılıklı Anlaşma Protokolünün Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Bayındırlık,
İmar, Ulaştırma ve Turizm ve Dışişleri Komisyonları
Raporlarının görüşmelerine başlıyoruz.
9.-
Türkiye Cumhuriyeti Ulaştırma Bakanlığı ile
Suriye Arap Cumhuriyeti Ulaştırma Bakanlığı
Arasında Yapılan Lokomotif, Vagon ve Diğer Ray Hizmetlerini
de Kapsayan Demiryolu Araç ve Gereçlerinin Yapımı, Geliştirilmesi,
Yenilenmesi, Bakımı ve Onarımı ile İlgili
Karşılıklı Anlaşma Protokolünün Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Bayındırlık,
İmar, Ulaştırma ve Turizm ve Dışişleri Komisyonları
Raporları (1/936) (S. Sayısı: 824)
BAŞKAN - Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
10'uncu sırada yer alan, Adalete
Uluslararası Erişim Hakkında Sözleşmenin Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine başlayacağız.
10.-
Adalete Uluslararası Erişim
Hakkında Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/922) (S. Sayısı: 843)
BAŞKAN - Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
11'inci sırada yer alan, Türkiye
Cumhuriyeti ile Sovakya Cumhuriyeti Arasında Hukuki ve Ticari
Konularda Adli İşbirliği Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine
başlıyoruz.
11.-
Türkiye Cumhuriyeti ile Slovakya Cumhuriyeti Arasında Hukuki
ve Ticari Konularda Adli İşbirliği Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/939) (S. Sayısı:
845)
BAŞKAN - Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
12'nci sırada yer alan, Türkiye
Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı ile Bosna-Hersek Adalet
Bakanlığı Arasında İşbirliği Konusunda
Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu'nun
görüşmelerine başlıyoruz.
12.-
Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı ile Bosna-Hersek
Adalet Bakanlığı Arasında İşbirliği
Konusunda Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/964) (S. Sayısı: 847)
BAŞKAN - Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
13'üncü sırada yer alan, Türkiye
Cumhuriyeti Başbakanlık Türk İşbirliği ve
Kalkınma İdaresi Başkanlığı ile Özbekistan
Cumhuriyeti Dış Ekonomik İlişkiler Ajansı Arasında
İşbirliği Protokolünün Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine başlıyoruz.
13.-
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Türk İşbirliği
ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı ile Özbekistan
Cumhuriyeti Dış Ekonomik İlişkiler Ajansı Arasında
İşbirliği Protokolünün Onaylanmasının Uygun
Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/970) (S. Sayısı: 853)
BAŞKAN - Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
14'üncü sırada yer alan, Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Kore Cumhuriyeti Hükümeti Arasında
İktisadi Kalkınma İşbirliği Fonu Kredilerine
İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine başlıyoruz.
14.-
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kore Cumhuriyeti Hükümeti Arasında
İktisadi Kalkınma İşbirliği Fonu Kredilerine
İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/986) (S. Sayısı: 857)
BAŞKAN - Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
15'inci sırada yer alan, Yunus
Emre Vakfı Kanunu Tasarısı ile Millî Eğitim, Kültür,
Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine başlıyoruz.
15.-
Yunus Emre Vakfı Kanunu Tasarısı ile Millî Eğitim,
Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/1338) (S. Sayısı:
1394) (x)
BAŞKAN - Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Komisyon raporu 1394 sıra sayısıyla
bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Mustafa Gazalcı,
Denizli Milletvekili.
Buyurun Sayın Gazalcı.
(CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz yirmi dakikadır Sayın
Gazalcı.
CHP GRUBU ADINA MUSTAFA GAZALCI
(Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım;
Yunus Emre Vakfının kurulmasına ilişkin yasa tasarısı
üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım. Tümünüzü
saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, bu
Vakfın kurulma amacı, Türk kültürünü, sanatını
dışarıda tanıtmak. Dilini, kültürel mirasını
çeşitli etkinliklerle tanıtacak bu Vakıf yurt dışında.
Başka ülkelerle kültür alışverişinde bulunacak
bu Vakıf aracılığıyla, orada merkezler açacak,
yurt dışında. Paralı-parasız eğitim çalışmaları
yapacak.
Bu amaç güzel, adı da güzel; yani,
Yunus Emre, tam Anadolu kültürünü temsil eden çok güzel bir ad. Ancak,
bu tasarı komisyonda görüşülürken, üzerinde durduk, bizim,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak, böyle bir vakfın kurulmasına
evet
Türk dilinin, kültürünün, sanatının dışarıda
tanıtılması tamam; ancak, bu Vakfın yapısına
ilişkin söyleyeceğimiz birtakım sözler var.
Değerli arkadaşlar, elinizde
tasarı var. Tasarının "genel gerekçe" bölümünde,
Vakfın, işte, olabildiğince sivil toplum örgütlerinin
katıldığı bir yapı oluşturmasından
söz ediliyor. Ama, hemen maddelere bakıyorsunuz, Vakfın yapısına
ilişkin organlara bakıyorsunuz, orada oluşan üyelere,
genel gerekçede söylenen sivil toplum kuruluşlarının
bu yapıya yansıması, maalesef, yok. Şimdi, Vakıf,
doğal olarak, kimi organlardan oluşuyor. İşte, Mütevelli
Heyet var, Yönetim Kurulu var, Denetim Kurulu var, Danışma
Kurulu var. Aslında, bu kurullar, belki heyet yerine, başlangıçta
da bir dil birliği gerekli.
Arkadaşlar, bu yasalar getirilirken
hep söylüyorum, Türkçesi varsa, önce Türkçesini kullanmaktır
görevimiz. İki: Yasanın bütünlüğü içinde bir söz birliğinin
de olması gerekir. O, işin bir başka boyutu, ama,
şimdi, bakıyorsunuz, örneğin Mütevelli Heyet; madde
4'te kimlerden oluştuğunu söylüyor. Şu bakan, şu bakan,
şu bakan, şu bakan, şu bakan, şu bakan, şu bakan,
8 tane bakanın adını sayıyor ve yalnızca, bakanın
dışında burada Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği
Başkanı var, eğer bakan gelemezse müsteşar ya da
temsilcisi gelir, diyor.
Değerli arkadaşlar, Bakanlar
Kurulu 23 kişiden oluşuyor, üçte 1'inden fazlası, bu
Vakıfta, Mütevelli Heyette temsil ediliyor.
Şimdi, Sayın Bakan orada
dedi ki: "Mütevelli Heyet, yılda, işte çok az toplanıyor."
Ama, karar organı arkadaşlar, bu Vakfın karar organı
Mütevelli Heyet. Yani burada ortaya çıkıyor her şey.
Bu, bir çeşit -komisyonda da söyledik- mini Bakanlar Kurulu gibi,
yani bırakın toplanma güçlüğünü, demokratik yapısını
alıp götürüyor Vakfın. Genel gerekçede söylenen, yani Türk
kültürünü dışarıda kim temsil edecek? Dün burada arkadaşlar
da konuştular, resmî görüşün her zaman hükûmetlerin Türk kültürünü,
sanatını, kültürel mirasını en iyi temsil ettiğine
ilişkin bir kanı oluşmayabilir. O yüzden, bu yapı,
demokratik bir yapı değildir, sivil bir yapı değildir.
Toplanma güçlüğünün dışında, o yapıdan, Türk
kültürünü bütünüyle kucaklayacak bir anlayış çıkmaz.
Başka ülkelerde böyle tanıtım yolları, vakıflar,
şirketler var, tamam. Biz, zaten, kurulma amacına bir
şey söylemiyoruz, gerçekten, Türk kültürü dışarıda
tanıtılmalı diyoruz.
(x)
1394 S. Sayılı Basmayazı
tutanağa eklidir.
Yönetim Kuruluna bakıyorsunuz,
Vakfın yürütme işlerini yapan kurul, orada da, gene, bakanlığın
üst bürokratları var, hepsini saymak istemiyorum, Odalar ve
Borsalar Birliğinden 1 kişi var, üniversitelerin Türkçe
dil merkezleri başkanları ile diğer sivil toplum kuruluşlarının
temsilcilerinden yalnızca 1 kişi. Yani, üniversiteler,
öteki sivil kuruluşlardan 1 kişi.
Arkadaşlar, buradaki yapı
da, gene, özlenen, kuruluş amacında ortaya konan, gerekçede
ortaya konan yapıya uygun bir yapı değil. Yani, bakanların
Türk sanatına, kültürüne, diline ilişkin neyse eğilimleri,
düşünceleri ya da üst bürokratlarının düşünceleri,
bu Vakfa bütünüyle yansımış.
Denebilir ki, bir de Danışma
Kurulu var. O da yılda bir kez toplanıyor, adı üstünde,
Danışma Kurulu. Burada da, yine, o yapı, bakanlık
yapısı, üst bürokratların yapısı korunuyor.
Mütevelli Heyetin seçeceği, demin söylediğim Türkçe dil
merkezleriyle üniversitelerden bu sefer 5 üyeyi seçer. Kim seçer?
Mütevelli Heyet. Biz Mütevelli Heyetin yapısına karşıyız.
Değerli arkadaşlar,
AKP'li arkadaşlar, burada bulunanlar; bir şeyi yaparken,
ruhuna uygun, özüne uygun yapmak gerekir. Biz, kültürümüzün,
dışarıda, sanatımızın, dilimizin tanıtılmasını
yürekten istiyoruz. Ama bu yapının gerçekten Türk kültürünü
bütünüyle kucaklayacak sivil bir yapıdan, demokratik bir yapıdan
oluşması gerekir. Bu yapı demokratik bir yapı değil,
bu yapı bürokratik bir yapı. Bu yapı bürokratik bir yapı,
demokratik bir yapı değil. Önce bunun üzerinde durmak istiyorum.
Hemen gene biçimsel olarak kaygılarımızdan
birisi de Anayasa'mızın 82'nci maddesinde Türkiye Büyük
Millet Meclisi üyelerinin yapamayacağı işler sayılmış,
yani üyelikle bağdaşmayacak işler neler diye. Devletten
yardım sağlayan ve vergi muafiyeti olan vakıfların,
kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ile
sendikalar ve bunların üst kuruluşlarına katılamayacaklarını
söylüyor milletvekilleri için.
Şimdi, bakan da bir çeşit
milletvekilidir. Onun da iyi incelenmesi hukuksal olarak gerekir diye
düşünüyoruz. O konuda da bir kaygı var. Bir, yapıya
ilişkin. İki, orada bakanların bulunması hukuksal
açıdan da ne derecede doğrudur, bilmiyorum. Çünkü parasal
olarak etkinliklerde bulunacak kendisi kişisel olarak yapmasa
bile.
Değerli arkadaşlar, bu
tür konularda yapıyı oluştururken gerçekten önce iyi
danışılması, konuşulması gerekir.
Şimdi, Kültür Bakanlığı bunun sahibi, ama başkanlığını
Dışişleri Bakanlığı yapıyor birçok
yerde. Tabii ki Kültür Bakanı -doğal olarak- kültürü, turizmi
ilgilendiren dışarıda tanıtacak bir konuda önde
olması gerekir, ama o da burada yapılmamış. Efendim,
Bakanlar Kurulunda bakanlar demiş ki, ben de olmak istiyorum.
Maliye Bakanı para için herhâlde buraya konmuş. İşte,
ekonomiden sorumlu Bakan kim bilir niçin konmuş? Ben istiyorum,
ben istiyorum, ben istiyorum
Arkadaşlar, burada yasa yapıyoruz,
geleceğe dönük bir şey yapıyoruz. Bunun, önce, çerçevesi
demokratik oluşması gerekir, işleyişi demokratik
olması gerekir, amacın bu yapıda, gerçekten, işlemesi
gerekir. Bunda kaygılarımız olduğunu söylüyorum.
Değerli arkadaşlar, Anadolu
kültürü, ne yazık ki, içeride yeterince korunamıyor. Anadolu,
gerçekten, uygarlıklar beşiği, Ahmet Arif'in söylediği
gibi. Onlarca uygarlık burada milattan önceden beri olmuş.
Batı'nın bildiği Grek uygarlığından önce
Anadolu uygarlığı var. Burada Frigya var, Lidya var, Hititler
var, Bizans var, Selçuklu var, Osmanlı var, Urartu var ve binlerce
uygarlığa beşiklik etmiş bu topraklar. Gerçekten,
bu kültürün içeride ve dışarıda korunması gerekir.
Ama bizim höyüklerimiz, toprağın altındaki, toprağın
üstündeki kültürel yapımız içeride de yeterince korunamamıştır.
Biliyorsunuz, Uşak'taki bu Karun
Hazinesinden kimi değerli kültürel eserlerin çalınmasından
sonra müzelerin durumu ortaya çıktı. Bakan da, orada,
açık sözlü davrandı. Ben, gerçekten, kendisini kutluyorum.
Millî Eğitim Bakanı gibi, örtmedi bazı şeyleri. Dedi
ki: "Bizim müzelerimizin durumu şudur: Birçoğunda
elektronik gözetleme yok, şu personel eksikliği var, kayıt
eksikliği var
" Doğrusu, yaklaşımı, benim
hoşuma gitti. Eksiğini açıkça söyledi.
Değerli arkadaşlar, yurt
dışından, nice çabalarla, devletin değil, bazen
bizim dışımızda, Özgen Acar gibi -burada hemen bir
tanesinin adı aklıma geldiği için söylüyorum- yaza yaza,
yurt dışından kimi eşyalarımızı, değerli
parçaları bize getirdiler. Ama biz, onlara gene sahip çıkamadık.
Hatta kimilerinde şöyle bir kanı oluştu: Türkiye'ye geleceğine
yurt dışında kalsın -Nazım'ın mezarı
gibi- biz burada ona sahip çıkamayız! Ne kadar acı bir
durum arkadaşlar bu. Yani, Türkiye, kendi kültürünü, kendi mirasını,
bin yıllardan süzülüp gelen değerli varlıklarını
koruyamıyor, koruyamadığını söylüyor, müzelerde
bunları yeterince sağlıklı bir biçimde koruyamıyor,
ee, orada kalsın.
Değerli arkadaşlar, bu
kültürel mirası koruma bilinci, önce, kafalarda ve gönüllerde
Türkiye'de işlenmesi gerekir. Yani, bakan olabilirsiniz, ama,
o bilinçten de yoksun olabilirsiniz. Sizin bakan olmanız, ekonomiden
sorumlu olmanız, paraya hükmetmeniz, kültürel mirası koruma
bilincine de sahip olduğunuzu göstermez. O yüzden, önce, bizim,
bu bilinci, bireyler olarak, kamu görevlileri olarak, yerel yöneticiler
olarak, okullarda, öğrenciler, öğretmenler, herkesin bu
kültürel mirasa sahip çıkma bilincinin işlenmesi gerekir.
Bu bilinç yeterince yoksa, bakan olur
"Efendim, bizi Bizans'ın
kültürel kalıtı ilgilendirmez, onlar taştır."
demişti bir zamanlar bir bakan, adını şimdi söyleyip
de üzmek istemiyorum kendisini, dinliyorsa
Hani, Kültür Bakanı
oluyor, bu topraklardaki uygarlığın sahiplenmesini
yapamıyor. Bu ne kadar acı bir durum. Demek ki, Kültür Bakanı
da olsanız, bu topraklarda yerleşmiş uygarlıkların
bizim varlığımız olduğunu kabul etmiyorsunuz,
edemiyorsunuz.
Değerli arkadaşlar, bu
bilincin bütün Türkiye'de yerleşmesi gerekir ki, önce içeride
sahip çıkalım, dışarıda da göğsümüz kabara
kabara
Böyle, turist gelsin diye değil. Gerçeği anlattığımız
zaman, zaten, insanlar buraya geleceklerdir. Yani, Dolmabahçe'yle
ilgili, Topkapı'yla ilgili, başka yerlerdeki müzelerle
ilgili, zaman zaman gazetelere de yansıyan acı haberleri
duyuyorsunuz. Yani, önce, burada, buna sahip çıkmak, o mirası
kabul etmek gerekir.
Şimdi, Yunus Emre Vakfını
kuracağız, dışarıda bizim dilimizi anlatacak.
Acaba, Yunus'un 13'üncü yüzyılda ortaya koyduğu o insancıl,
hümanist kültürü, biz, bugün, kendimiz uygulayabiliyor muyuz?
Şu günlerde, şu aylarda, bu yıllarda yeterince uygulayamıyoruz.
Yunus'ta büyük bir hümanizma var.
Yani, Yunus diyor ki:
"Bir kez gönül yıktın
ise
Bu kıldığın namaz
değil,
Yetmiş iki millet dahi
Elin, yüzün yumaz değil."
Arkadaşlar, gönül yıkmayı
Yunus o kadar güzel anlatıyor ki, yani şuradaki felsefeye
bak:
"Adımız miskindir bizim,
Düşmanımız kindir bizim,
Biz kimseye kin tutmayız,
Kamu âlem birdir bize."
Şimdi, buradaki derinlik, buradaki
insancıl düşünce, buradaki gerçekten hümanist felsefe
Anadolu uygarlığı ki, Türkiye'de, Halikarnas Balıkçısı
(Cevat Şakir), Sabahattin Eyüboğlu, Azra Erhat gibi kişiler,
Anadolu uygarlığının büyüklüğünü, geçmiş
uygarlıklarla beslendiğini hep anlatmışlardır
Türkiye'ye. Bu konuda güzel eserler de ortaya çıkmıştır.
Yani, biz ne olduk da, bu Kahramanmaraşları,
Çorumları, Sivasları, acıları yaşadık?
Ne olduk da, birbirimizin düşüncesine dayanamadan birbirimize
kıymaya başladık?
Değerli arkadaşlar, bu
kültür, insancıl kültür, çoğulcu kültür, demokratik kültür,
önce bilinç olarak, eğer ders kitaplarımızda yoksa,
okullarda yoksa, bakanların kafasında yoksa, uygulamalarınızda
yoksa, "aman efendim, işte, ben şunu yapıvereyim,
burada bu olsun, burada bu olsun, başkası yanlış
yapar" derse, asıl yanlışı o zaman siz yaparsınız.
Devletin parasıyla, devletin gücüyle, demokratik yapı
oluşturmazsanız yanlış yaparsınız. Bugün
siz olursunuz, yarın başkaları olur. Yani, hükûmet, Bakanlar
Kurulu çok değişir. Yapıyı öyle kurmalı ki,
Anadolu'nun bütününü kucaklayacak, bu konudaki kültürel varlıklarımıza
sahiplenmede o kuruluşların temsilcilerini alacak bir
yapıya kavuşturmak gerekir. Bakın, paranızın
bolluğu, teknikte ilerlemeniz, sizin uygar olmanızı,
kültürlü olmanızı göstermez. Amerika Birleşik Devletleri
Irak'ı işgal etti, Bağdat Müzesi'ni yağmaladı
ilkin. Bence, insanın öldürülmesi kadar acı, göz yaşartıcı
bir durumdu o. Binlerce yıllık o kültürel kalıtlar
yağmalandı, Amerika'ya kaçırıldı, başka
yerlere gidildi, şu oldu, bu oldu.
Değerli arkadaşlar, onlar
nasıl toplanacak bir daha, nasıl gelecek o? Yani, yalnız
Bağdat bölünmedi, yalnız her gün insanlar orada ölmüyor.
600 binin üstünde insanın ölümü çok büyük acı tabii, ama, orada
bir tarih de yok edildi, orada bir kültürel miras da yok edildi.
Amerika dünyanın en büyük ordularına
sahip olabilir -ki, öyledir- Birleşmiş Milletleri hiçe sayarak,
emperyalist bir düşünceyle oraya girmiştir, ama Bağdat
Müzesi'ni yağmalatmıştır.
Anadolu kültüründe, gerçekten uygarlıklara
beşiklik etmiş Anadolu kültüründe bir sevme vardır, insana
ve insanın ürettiğine değer verme vardır. Bu kim tarafından
yapılırsa yapılsın, geçmişte bu topraklarda
yaşamış hangi -adı- ülkeden olursa olsun, onlar bizim
olmuşlardır. Ki, Mustafa Kemal, Çanakkale'de, bunun en güzel
konuşmasını da yapmıştır; yani, orada
ölenleri bile kendimizden kabul etmiştir ki...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Gazalcı,
lütfen toparlar mısınız.
Buyurun.
MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - Peki
Sayın Başkanım.
Değerli arkadaşlar, biz,
buradaki yasanın amacına karşı değiliz. Karşı
olduğumuz yapısına ilişkindir, yeterince kucaklama
olmadığına ilişkindir. İyi bir amaçla kurulmuş
bir düşüncenin
İyi araç bulamazsanız, iyi bir mekanizma
bulamazsanız, o iyi amaç gerçekleşmez. Hatta tam tersi amaçlar
gerçekleşebilir. Yurt dışında öyle bir etkinlik
yaparsınız ki bir kuruluşla, öyle bir proje yaparsınız
ki, sizin tasarladığınızın çok ötesinde olabilir.
Başka bir amaçla orada örgütlenmiştir. Bir tarikat bağı
vardır, başka bir bağı vardır, ticaret bağı
vardır. Bunlarda bizim amacımız, Türk kültürünün, Anadolu
kültürünün, uygarlığının, dilinin buraya yansımasıdır.
Bir iki düşüncem daha var, ama,
onu belki fırsat olursa başka maddelerde anlatırım.
Tümünüze saygılar sunuyorum arkadaşlar. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Gazalcı.
Tümü üzerinde AK Parti Grubu
adına söz isteyen Nevzat Yalçıntaş, İstanbul Milletvekili.
Buyurun Sayın Yalçıntaş.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
Süreniz yirmi dakikadır Sayın
Yalçıntaş.
AK PARTİ GRUBU ADINA NEVZAT
YALÇINTAŞ (İstanbul) - Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
Sayın Başkan, çok değerli
arkadaşlar; zannediyorum ki, şu dört buçuk sene içerisinde
çıkardığımız çok sayıda kanunlar içerisinde
en önemli, ehemmiyetli on tane kanun ayırsak, bu kanun onlardan
biridir. Burada kabul ettiğimiz kanunlardan bir kısmı
icrayı devam ettirmek, yani rutin denilen kanunlardır.
Bir kısmı esasen yerleşmiş, uygulanan kanunlarda
bazı değişikliklerden ibarettir.
Bu kanun, bir yenilik getiriyor.
Bu kanun, diğerleri gibi paraya, pula müteallik, terfiye ve
birtakım avantajlar dağıtmaya müteallik değil.
Bu kanun, değerlerimize, kültürümüze, dilimize ve bütün insanlığa
sunabileceğimiz tepsimizde ne varsa ona müteallik, onu ilgilendiriyor.
Bundan dolayı, Sayın Bakanımıza, Bakanlığımıza
teşekkür ediyor ve tebrik ediyorum. İsmi de güzeldir, Sayın
Gazalcı'ya iştirak ediyorum, kim bulmuşsa bu ismi, fevkalade
sempatik, güzel bir isim bulmuş. Yani, Yunus'un hangi şiirini
şurada, hangi arkadaşımız -ki, çok güzel şiir
okuyan arkadaşlarımızın olduğunu dün gördük-
okusa hepsini anlarız.
Sayın Gazalcı, haklı
olarak bir sual sordu: "Ne oldu bize?" Yani, bu hümanist, bu
insancıl, bu insanı sevme felsefesine dayanan bu topraklar
üzerinde bu vahşetler niye? Bunlar nasıl oluyor? Hem de bazıları
bu değerler adına bu vahşeti
Yunus Emre, cevabını
vermiş. Hani, Yunus Emre'nin şiirlerini Molla Kasım
ayıkladı, ayıkladı, sonunda kendisi gelince
"Bir Molla Kasım gelir" deyince dehşete düştü.
Yunus diyor ki, hepimizin bildiği, "Yaratılanı
severiz Yaradandan ötürü." Yani, aşkın, sevginin bir
ilahi, bir elle tutulmayan, bir maddeyle ölçülmeyen, bir menfaatler
skalasının tamamen dışında bir manevi merkezi
var, bir manevi kaynağı var. Biz o kaynağa bir isim koymuşuz,
"Yaradan" diyoruz, İngiliz başka bir şey söylüyor,
Rus başka bir şey söylüyor, ama, aynı şey. Buradan koparırsanız,
insanlar manevi değerlerden ceste ceste her yerden kopmaya
başlarsa, hatta, o değerleri referans aldığını
söyleyenler dahi vahşet numuneleri vermeye başlarlar.
Gördük, şehir ismi zikretmeyelim, alınganlıklar oluyor,
siz eski örnekleri verdiniz, yeni örnekler var Sayın Gazalcı.
Önce, demek, biz aşkın, sevginin ana kaynağı Yaradana,
ilahî kaynağa doğru gidelim. Yunus bunu söylüyor asırlar
evvel. O zaman, bu mahkemelerimizin de işlerinin yüzde 80'i
azalır.
Dolayısıyla, bu tasarı
fevkalade ileri bir adımdır. Yeni müesseseler getiriyor,
Türk kültürünü, Türkçeyi dünyaya açmak, tanıtmak, yani dost
edinmek fiilini müesseseleştiriyor. Nitekim "Amaç"
maddesinde de -Sayın Gazalcı söyledi, tekrarlamıyorum-
hem sanatımızı hem kültürümüzü hem dilimizi
Ve maddede
aynen şu var: "Diğer ülkelerle dostluğunu geliştirmek."
Bunu kim yazmışsa bir düşünce adamıdır, bir fikir
adamıdır. Malum, Arapçada da bir atasözü vardır:
"İnsan bilmediğinin düşmanıdır." Bilmeye
başladığı zaman, tanımaya başladığı
zaman birtakım sempatiler, sevgiler doğar.
Bu maddeler üzerinde konuşulacak,
o kısımları atlıyorum. Ama, şunu unutmayalım:
İki ana kuruluş getiriyor. Birisi, Yunus Emre Araştırma
Enstitüsü. Bunun yeri zikredilmemiş, "Türkiye'de" deniyor.
Tabiatıyla, burada, Türk sanatı, Türk dili, Türk kültürü verilebilecek,
şekilleriyle anlatılacak.
Bir de, asıl, yurt dışında
Yunus Emre Türk kültür merkezleri getiriyor. Ben de incelediğim
zaman Gazalcı'nın üzerinde durduğu durumu gördüm.
Ağırlık kamu sektörüne verilmiş, kuruluşlara.
MUHARREM İNCE (Yalova) - Hocam,
personeli de incelemişsinizdir herhâlde.
NEVZAT YALÇINTAŞ (Devamla) -
Ne yapayım? İnceleyeceğim efendim. Buraya, birisi
"çıkın" deyince alacağız, inceleyeceğiz,
okuyacağız. Ben de inceledim.
Benim de, doğrusunu söyleyeyim
-Sayın Bakan mutlaka dikkat buyuruyorlar- neden böyle yaptık?
O bakan, bu bakan
Hepimizin burada, zannediyorum, belki istisnasıyla,
bürokrasi tecrübemiz var, bunlar yazılır, işi fiilen
görecek bakanlıkta toplantı olunca o bakanlar gelmez, yerlerine
birtakım insanlar gönderirler. Ee, bunun sahibi Kültür Bakanlığı,
bunun başında Kültür Bakanının olması lazım.
Yani, on tane, Sayın Bakanım, toplantı yapsanız,
belki bir tanesine Dışişleri Bakanı gelecektir,
onun yerine Müsteşarını gönderecektir. Maliye Bakanı,
tamam, ama, her Maliye Bakanının kültürden, sanattan, manevi
değerlerden anladığını nasıl garanti
edeceğiz? Maliye Bakanı bunun finansmanıyla ilgilidir,
niye bu şeyde bulunur? Ben de aynı duygular içerisinde oldum.
Ama, herhâlde, Türkmen göçü gide gide düzelir. Bu kanunu ertelemeyelim
bu iş için, kadük olur ve şu güzel fırsat elimizden kaçar.
Bu kanunu kabul edelim, ama, Gazalcı'nın buyurduğu, benim
arz ettiğim, benden sonra, söylenecek birtakım noksanlıklarını
da gidermeye, sonra çalışalım.
Peki, başka ülkelerin böyle
kuruluşları var mı? Tabii, var, bunu bilmeyenimiz yok.
İngilizler, hem kendi dillerini ve kültürlerini yaymak için
British Council'ı kurmuşlardır, teşvik ederler, herkes
gelsin. Fransızlar, Alliance Française'i, İtalyanlar Casa
d'İtalia'yı, İspanyollar, Almanlar Goethe Enstitüsünü,
Ruslar vesaire, saymayayım. Yani, medeni seviyelerini ve kültürel
birikimlerini kendileri için evrensel bir güç görüp -ki, öyledir
bir birikim varsa- buna resmen el koymuşlardır senelerce
önce. Neyse, hatanın neresinden dönersek kârdır. Bazı
arkadaşlar düşünebilir ki, bu tip hizmetleri yapan kuruluşlarımız
var: TÖMER, TİKA, dış üniversitelere gönderdiğimiz
Türkçe öğreten hocalar ve diğerleri. Fakat, bunların
hepsi perakende, hepsi, çok belirli dar gayelere yönelmiştir.
Nedir onlar? İşte, üniversite, yabancı öğrenciye
dil öğretmek için TÖMER gayrette bulunur. TİKA, daha çok yardım,
ekonomik ve diğer yardımlara yönelmiştir. İşte,
ilk defa, Batı'da olduğu gibi, ilk defa, kendi kültürlerinin
kendileri için büyük bir değer olduğunu idrak etmiş
milletlerin yaptığı gibi biz de bir şey kuruyoruz.
Bir vakıf şeklinde kuruyoruz. Velev ki, resmî ağırlık
var. Resmî ağırlık azaltılmalıdır, aynı
kanaatteyim. Elbette, orada ve Kültür Bakanlığının
başkanlığında olmalı, sahibi bu işi götürmelidir.
Ama, bu ileri adımı, hepsini toparlayıcı olarak
görmemiz lazım.
Bu, Türkiye'ye ne kazandırıyor?
Elimizde çok müşahhas -yeni tabiriyle somut- bir örnek var, o örneğin
de öncüsü burada, Sayın Köksal Toptan Beyefendi. 10 bin öğrenci
getirilecek denildiği zaman, herkes bir hayalden bahsediliyor
zannediyorlardı. Hayal, 10 bin öğrenciyi Türkiye'ye getirecek,
okutacak, besleyecek, yerleştirecek
Ondan sonra geldi, bu oldu.
Aksamalar olmadı mı? Oldu. Ama, unutmayalım -Köksal
Bey'den bu izahatı Sayın Kültür Bakanımız alabilir-
onların bu gayretlerine sivil toplum örgütleri el verdi, yardımcı
oldu. Hatta, zannediyorum, yanılmıyorsam, kendileri de
sonra bir vakıf kurdu bu konuda. Yani, bu iş el birliğiyle
Büyük projeler sadece memurlara
havale edilmez, memuriyetten gelen birisi olarak söylüyorum. Hepimiz
devlette bulunduk, devlet memuru olmakla iftihar ederiz. Ama, siz
büyük bir proje getiriyorsanız, ister ekonomik olsun ister kültürel
olsun, toplumu buna angaje etmeniz lazımdır. Bunun örnekleri
çoktur. Dolayısıyla, bu perakende çabalar ilk defa toplanıyor.
Kültür Bakanlığının
da ve diğer teşekküllerimizin de bu tanıtımda yerleri
ve rolleri olmuştur. Önemli bir ikisini hatırlayalım:
Muhteşem Kanuni Sergisi çok büyük ilgi görmüştür. Aylarca
Londra'da, Paris'te, Amerika şehirlerinde kuyrukları gördüm
ben. Yani, birkaç sene sürdü bu. Ne zaman gitsem "Ne oluyor?"
diye gitmişimdir. Aynı malzemeyi görüyorum ama, merakla,
insanlar bunun kendileri için kültürlerine ve dünya görüşlerine
bir katkı yaptığını görünce buralarda kuyruklar
yapmışlardır.
Şimdi bu daha da zaruri, çünkü
Türkiye kuşatılmak isteniyor. Bu Ermeni tasarısını
dün
Şimdi kendileri burada değiller, Sayın Büyükelçimiz
Şükrü Elekdağ, bir "kollek ( meslektaş ) " olarak
son temaslarını -Amerika'da- rica ettim, lütfettiler anlattılar.
Askıya alınmış sadece, bir Demoklesin kılıcı
gibi tepemizde.
Bu arada, işte Sarkozy'nin durumu.
Açıkça, hem kampanyada Türkiye aleyhtarlığı yaptı
sebeplerini söyleyerek hem de şimdi ikinci tura girerken rakibesiyle
yaptığı açık oturumlarda Türkiye'yi, tu kaka, elinin
tersiyle itiyor. Tabiatıyla, öyle bir tutarsızlığı
da var ki bu şahsın, Macaristan'da karma bir aileden gelme,
ırkçılığın kurbanı olmuş bir etnik kökenden
gelme, Fransa'ya gelmiş; yine kendisi gibi göçmenlere ve yine
ırkçılık bazında aleyhte tutum takınıyor.
Peki, biz, bunların üstesinden
nasıl geleceğiz? Çıkarmalarla. Yani ne gibi çıkarmalar?
Paris'e çıkarma, Lyon'a çıkarma yapacağız; onların
kazandığı en büyük şehirlerde Türk kültürünü,
Türk medeniyetini
İki yüze yakın devlet var Birleşmiş
Milletler listesinde ve içeride, harbin sonunda sadece kırk küsurdu.
Meşhur beyanname neşredildikten sonra gelenler, kırk
kadar, kırk beş kadar devlet. Yirmi beş-otuz sene tarihin
derinliklerine gittiğimiz zaman, ancak yirmi kadar devleti
ve millet topluluğunu sayabiliriz. Londra'daki "Türkler"
sergisi, onun da önünde kuyruk var, bin yıllık tarih ve kültür
sergisi bunu ispat ediyor Londra'nın ortasında. Böyle sergiler
açabilecek kaç millet var? Çinliler açabilir, Ruslar açabilir, Araplar
açabilir, Mısırlılar, Yunanlılar filan, liste bitiyor.
Bugün büyük kültür ve medeniyetinden bahsettiğimiz Almanya,
birliğini ancak 19'ucu asırda yaptı, İtalya deseniz
öyledir, diğer milletler yeni doğdular. Dolayısıyla,
bu, bizim en büyük gücümüzdür; bu gücü kullanmakta fayda vardır
ve bu bir zaruret hâline gelmiştir. Canlı yaşadığım
bir olayı söyleyeyim ve dil meselesine geçelim. Senelerce evvel
Londra'da büyükçe bir resepsiyona ben de davetliydim ve gittim; kalabalık,
büyükelçiler, devlet ricali, vesaire, başka tanıdıklarım
var. Birisi böyle kıpırdadı falan, neyse, bir baktım
beni buldu. Dedi ki: "Burada, geleceğini tahmin ediyorduk.
Habeşistan Büyükelçisi sizinle görüşmek istiyor."
Tabii, önce anlamakta güçlük çektim. Habeşistan'la benim bir
alakam yok, Habeşistan'da araştırma da yapmıyorum.
Gittim. Habeşistan Büyükelçisi dedi ki: "Bize yardım
etmenizi istiyoruz." Buyurun ekselansları, ne gibi bir
yardım? "Biz
" Bakın, rahmetli Atatürk'ün dehasını,
bir daha, burada zikretmemiz gerekir. "Tarihimizi
" Habeş,
tabii onlar "Etiyopya" diyorlar, artık isim değişti.
"Tarihimizi yeniden yazıyoruz. Bunun için bir komisyon,
encümen kurduk ve tarihimizin derinliklerine gittikçe, Osmanlılarla
karşılaştık." Çünkü, meşhur, Osmanlı
Habeş eyaleti vardır. Habeş eyaleti üzerine de Türkiye'de
güzel etütler vardır. Bir tanesi de İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesinde yapılmıştır, bu isimle.
"Orada, Osmanlılar gelmişler, şu şu şehirlerimizin
bulunduğu yerde şu kadar süre kalmışlar. Elimizde
arşiv vesikası olmadığı sürece bir şey
yazmamız mümkün değil. Arşivleri almak istiyoruz, karşımıza
yüz tane müşkülat çıkıyor." Türkiye'den almak istiyorlar.
Tabii, bunları, rutin kanalla, yani, büyükelçi, büyükelçilikteki
kültür ataşesi filan
O kültür ataşelerinin büyük çoğunluğu,
öğrenci işinin altında ezilmektedirler, çünkü, kültür
ataşesi, talebe müfettişliği aynı sıfatta
bulunuyor birçok
Tabii, gitmişler, tabii, zorluklarla karşılaşmışlar.
"Sizin Ankara'da ve İstanbul'da da ilişkilerinizi biliyoruz,
bize yardım eder misiniz?" Bir örnek olarak veriyorum. Tabii,
yardım ettik, tabii, bizzat üzerimize meseleyi aldık. Buna
benzer otuz küsur ülke var bölgemizde, tarihleri Türkiye'yle irtibatlı.
Bu Türkiye'deki arşivleri, vesikaları, belgeleri elde
edemezlerse
Bu tasarı onu getiriyor. İnceleyen arkadaşlar
biliyor. Burada, belgeler verilecek onlara, temin edilecek. Oralarda
açılmış olan Yunus Emre Türk Kültür Merkezleri bunu yerine
getirecek. Tabii, en önemli fonksiyonlardan birisi bu.
Tasarının, Türkçeyi yaygınlaştırma
ve ortak Türkçe
Şimdi, buna çok kısa bakalım. Gerçi zaman
doluyor, ama çok kısa bir iki şey söylemek istiyorum.
Dil bilimcilerin incelemeleri
dünyada 2.200'e yakın dil olduğunu gösteriyor, 2.200. Bu civarda
dil var. Bunun sadece 200'e yakını Hindistan'dadır. Hindistan'daki
resmî dil 9 civarındadır, yanlış kalmadıysa,
ama, bu diller konuşuluyordu. Afrika'da öyle. Kafkasya'da, Kafkas
dağlarında Arap coğrafyacıları, o dağların
o çok lisan konuşulan tarafına "cebeli elsine"
demişlerdir, "cebel" malum, dağ, "elsine"
lisanlar. Buradan Elmadağ, Elmadağ'ı aşın,
Kırıkkale'ye kadar gideceğiniz alanda 15-20 dil konuşuluyor
o mıntıkada, Dağıstan'a girişte. Her bir köyün
neredeyse bir dili var. Ölen diller de var. İşte bir tanesi
Ubıhça. Ölmemesi için lengüistler çalışıyor. Bu
2.000 küsur dilin içerisinde 1 milyonun üzerinde insanın konuştuğu
dil sayısı 75. Öbürleri, kabileler, köyler, vesaire. Bu 75
dil incelenmiştir UNESCO tarafından, yayınlanmıştır.
En fazla konuşulan 10 dil vardır. Dünyada en fazla konuşulan,
bu 2.200 içerisinde 75, onun içinde 10 lisan vardır.
Benim bir başka sebeple yurt
dışında yaptırdığım bir araştırma
da -vakit yok onlara girmeye- bunu teyit etti. Hangi lisanlar bunlar?
Sırayla arz ediyorum, UNESCO'nun tespit ettiği en çok konuşulan
lisanlar: Birincisi İngilizce, Yaymışlar, tabii, Kuzey
Amerika en önemli payı alıyor. İspanyolca, bütün güney
kıtası Latin İspanyası. Çincenin Mandarin lehçesi.
Çince dediğimiz şey, birçok dilden müteşekkil; Mandarin
lehçesi. Sonra, Bahasa Endonezya. O mıntıkaya ben hasbelkader
gittim. Endonezya'da ve Malezya'da konuşulan dil. Sonra? Sonra,
Türkçe. Sıralamada 5'inci geliyor. Dünyada 180 milyon ve 200
milyon arasında kişi Türk menşeli dil konuşuyor.
Sonra Arapça, Portekizce -Portekizce, Brezilya sebebiyle- Rusça,
Fransızca, Almanca. Yani, modern diller bakın Türkçe'nin ne
kadar arkasında. Öyleyse arkadaşlar, dilimizi dünyanın
büyük dilleri arasında görmeliyiz, öğretmeliyiz, uluslararasında
konuşulan dil hâline getirmeliyiz. Bazı harcamalar kaçınılmazdır,
ama bu harcamalar bize çok daha fazlasıyla döner. Bunu da hemen
refere edeyim ki, 40-50 bin dolar için bir uluslararası kuruluştan,
önemli bir kuruluştan, Türkçenin, o parayı ödemeyelim diye
çıkarılması da çok büyük bir hata olmuştur.
İşte, buna ilaveten
Birkaç dakika verebilir misiniz
Sayın Başkan?
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Yalçıntaş.
NEVZAT YALÇINTAŞ (Devamla) -
Sağ olun.
iki önemli problemimiz daha var:
Niçin dilimizi işleyeceğiz, yayacağız, öğreteceğiz,
müesseseler açacağız, burslar vereceğiz ve yayınlar
yapacağız? Birincisi, ortak dil için. Türk havzası da
oldu, Adriyatik'ten Çin Seddi'ne. Rahmetli Atatürk'ün rüyası.
1930'larda, burada, Ziraat Bankasındaki bir törende söylediği
sözleri hatırlayın. Ama, bu havzada, Adriyatik'ten Çin Seddi'ne
kadar olan havzada, batı Türkçesi hariç -yani Hazar'ın batısında
bulunan Azerbaycan, Türkiye, Kırım, Kıbrıs,
İran, Irak vesaire, bunlar hariç- doğuya gittiğimizde,
yani Kıpçak dünyasına geçtiğimiz zaman, ortak Türkçede
epey bir kayıplar var. Öyleyse, bu ortak Türkçenin yaygınlaştırılması
bir kültürel programa ve teşebbüse bağlı.
İkincisi, dilimizin yabancı
istilasından kurtarılması için bu gayret lazım.
İnelim şuradan, Ulus'a doğru gitmeye de lüzum yok,
Kızılay'da manzara meydana çıkar: İngilizce, Fransızca,
hem de onların imlalarıyla. Hele, İstanbul gibi Türk
kültürünün merkezi olan bir yerde, benim yaşadığım
caddede -geçen gün merak ettim, saydım- altmış küsur
dükkân, mağaza vesaire var. Nişantaşı'nın Abdi
İpekçi Caddesi. Sadece altı tane Türkçe levha gördüm. Hepsi
ya Fransızcadır, ya İngilizcedir, üstelik de onların
yazış şekliyle. Demek ki, bir de kültürel istila karşısındayız.
Bundan yüz sene evvel Gaspıralı İsmail "dilde, fikirde,
işte birlik" dedi. Önce dili koydu. Dilleri anlaşamayan
insanlar arasında hangi birliği kuracaksın? İktisadi
birliği dahi kuramazsın.
Dolayısıyla, bugün, bu
acil mesele bu tasarı ile gelmiştir. Tebrik ediyoruz, teşekkür
ediyoruz. Türkçenin bozulmasını önlemek için de bir komisyon
kuruldu, çalışıyor: Türkçenin bozulma ve yabancılaşmasını
önleme
Sayın İstanbul Milletvekili Ekrem Bey bunun başındadır.
İnşallah, güzel sonuçlar alacaklar.
Şimdi bir yeni kuruluş doğuyor.
Yunus Emre Vakfı doğuyor, Türk kültür merkezleri doğuyor,
enstitüsü doğuyor. Kültür Bakanlığını tekrar
tebrik ediyorum ve fakat aynı zamanda arz ediyorum ki, Meclisimiz
önemli bir hizmeti yerine getiriyor. Biz yepyeni bir müessese kuruyoruz,
kültürümüzü, sanatımızı, tarihimizi dünyaya sunmak
için. Hayırlı olsun ve sağlam bir kuruluş meydana
getirelim ve etkili bir şekilde bu kuruluşu yürütelim.
Hepinize en kalbî duygularımla
selamlarımı arz ediyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Yalçıntaş.
Sayın milletvekilleri, birleşime
saat 14.30'a kadar ara veriyorum.
Kapanma Saati:
13.09
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma
Saati: 14.34
BAŞKAN:
Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER:
Harun TÜFEKCİ (Konya), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 100'üncü Birleşiminin Üçüncü
Oturumunu açıyorum.
1394 sıra sayılı Kanun
Tasarısı'nın görüşmelerine kaldığımız
yerden devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Tasarının tümü üzerinde
şimdi söz sırası Denizli Milletvekili Mehmet Yüksektepe'ye
aittir.
Buyurun Sayın Yüksektepe.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
MEHMET YÜKSEKTEPE (Denizli) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 1394 sıra sayılı
Yunus Emre Vakfı Kanunu Tasarısı üzerinde söz almış
bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, Yunus
Emre, şimdiye kadar yeterince bilinmemiş, yeterince anlaşılmamış
ve bu noktada iki hususu sizlerle paylaşmak istiyorum. Yunus
Emre'deki, birincisi, insan ve evren sevgisi; ikincisi ise, Türkçe
bilinci. Yunus Emre milletimizin yetiştirdiği en önemli
gönül ve hâl adamı ve hayatına dair hemen hemen pek bir
şey bilinmiyor. Ancak, halkımız hayatı hakkında
fazla bir şey bilmediği hâlde Yunus Emre'yi çok sevmiştir.
Hatta, Anadolu'nun birçok yerinde Yunus Emre'ye ait mezarlar vardır.
Bu gönül adamını neredeyse her yöre kendi hemşehrisi
olarak kabul etmiştir. Hatta, Yunus'tan sonra pek çok halk tekke
şairi Yunus Emre adını kullanarak şiir söylemiş,
Yunus gibi şiir söylemeyi geleneği hâline getirmiştir.
Bu noktada tarihsel ve diğer
verilere baktığımızda en kuvvetli görüş Yunus
Emre'nin mezarı ve türbesiyle ilgili, bugün Ankara ve Eskişehir
yolu üzerinde Sarıköy yakınlarında mezarı ve türbesi
bulunmaktadır. Tabii, bunu söylerken Anadolu'nun diğer bölgelerindeki
"Yunus Emre bizim bölgemizdedir, bizim beldemizdedir." diyenlere
de saygı göstermekteyim.
Değerli arkadaşlar, Türk
halkı Ömer Seyfettin'in deyişiyle arifane bir halktır.
Halkımız gönül penceresinden bakar, sezgileri kuvvetlidir,
kendini seveni, kendisi gibi olanı çok sever. İnsanımızın
Yunus sevgisi çok anlamlıdır. Bu sevgiyi iyi okumak gerekir.
Onun bazı mısralarından, tasavvuf edebiyatının
büyük üstadı Mevlânâ Celâleddin Rûmî'yle karşılaştığı
anlaşılmaktadır.
Yunus Emre'nin 13'üncü yüzyılın
ikinci yarısı ile 14'üncü yüzyılın ilk yarısı
arasında yaşadığı söylenebilir. Yaşadığı
dönem, Anadolu Selçukluların sonu ile Osman Gazi devrine rastlamaktadır.
Bu dönem, Anadolu'da bir devrin bitip bir devrin başladığı
dönemdir. Hatta bu dönem, devlet otoritesinin kaybolduğu, büyük
bir boşluk ve karmaşanın yaşandığı dönemdir.
Yunus, böyle bir karmaşa ortamında kaybolan otorite
boşluğunda gönülleri de sevgiyle doldurur. Şiirlerinin
çoğunda insan sevgisine vurgu yapması da bundandır.
Bu anlamda, özellikle çağımızda
ve şiddetin son dönemde tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde
de giderek artması ve bugünkü geldiğimiz çağda özellikle
gençlerimizin, yeni nesillerimizin, Yunus Emre'nin bu engin insan
sevgisiyle mutlaka buluşturulması gerekmektedir.
Yunus Emre şöyle diyor:
"Bir kez gönül yıktın
ise,
Bu kıldığın namaz
değil.
Yetmiş iki millet dahi
Elin yüzün yumaz değil. "
Yunus Emre, ortaya koyduğu
böyle bir insan sevgisiyle, dünya kültürüne de büyük katkı yapar.
Üstat, üstün bir düzey ve aşılmaz bir değer oluşturur.
Kendi kültürümüzün olduğu gibi, dünya kültürü ve medeniyetinin
de en değerli yapı taşı insan sevgisinin üst
sınırını çizer. Bu bakımdan, o, sadece yaşadığı
devirde değil, çağımızın ve gelecek çağların
da yol göstericisidir. Bütün yaratılmışları kapsayan
engin sevgiyle düşünceleri, insanlık var oldukça devam
edecektir. O, bütün insanların hem kendileriyle hem de evrenle
kaynaşmasını sağlamak, insanın evrenin bir
parçası olduğuna, evrenle uyum içinde olması gerektiğine
inanır ve bu düşünceleri dile getirir.
Yine, Yunus Emre bir şiirinde
şöyle der:
"Sözü bilen kişinin, yüzünü
ak ede bir söz,
Sözü pişirip diyenin işini
sağ ede bir söz.
Söz ola kese savaşı, söz
ola bitire başı,
Söz ola ağulu aşı,
yağ ile bal ede bir söz.
Kişi bile söz demini, demeye
sözün kemini,
Bu cihan cehennemini, sekiz cennet
ede bir söz.
Yunus şimdi söz yatından,
söyle sözü gayetinden,
Pek sakın o şah katından,
seni ırak ede bir söz."
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; kültür ve medeniyetimiz için onun en önemli özelliği
Türkçe bilincidir. Yunus, sayfalarca açıklama gerektiğinde
-zor durumlar ve karmaşık ayrıntılar- en kısa
ve etkili bir biçimde söyleyebilecek bir gönül adamıdır.
Yunus Emre Anadolu'da gönül adamı
olarak tek midir? Elbette hayır. Bu kapsamda baktığımızda
özellikle öne çıkan isimler, Harezmi, Farabi, Biruni, İbni
Sina, Kaşkarlı Mahmut, Ahmet Yesevi, Uluğ Bey, Ali
Kuşçu, Mevlânâ, Hacı Bektaş Veli, Fuzulî ve diğerleri.
Kültür Bakanlığımız
bu adımı atmakla, tüm bu değerleri de hem Anadolu'da hem
de tüm dünyada bu engin bilgi birikimini, engin deneyimi ve medeniyet
birikimini yaymak noktasında çok olumlu bir adım atmıştır.
Bunlar, bu saydığım
şahsiyetler, yıllarca, hem Asya'nın göklerini aydınlattılar
hem de insanlığın ufkunu genişlettiler. Bu muhterem
insanlar bilgelik evinin sultanları idiler. Bugün dünyada çok
insan var, ama, insanlık çok az. Dolayısıyla bu insanlar,
bu âlimlerden, bu bilgelerden alacakları çok insanlık dersleri
var.
"Kişi doğdu, öldü, sözü
kaldı bak!
Özü gitti insanın, adı kaldı
bak!"
Değerli dostlar, Anadolu halkını
bir yandan dinî inceliklerle buluşturan Yunus, söyleşi
özellikleriyle Orta Asya'da konuştuğumuz öz Türkçeyle buluşturur.
Başka bir ifadeyle şöyle demek gerekir: Bizler, Yunus'tan,
insani, dinî inceliklere ulaşır ve kendimizi buluruz. Bu
bakımdan, insanımız, medeniyetimiz ve düşünce
dünyamız için temel belirleyendir Yunus.
Bir ara, Yunus, Mevlânâ'yla karşılaşır.
Bu sıralarda Mevlânâ, başyapıtı kabul edilen Divan-ı Kebir'i yeni bitirmiştir. Yeni bitirdiği
bu eseri incelemek üzere Yunus'a verir. Yunus, şöyle bir bakar,
biraz inceler. "Divan-ı Kebir'i çok söylemişsin. Ben olsaydım,
'ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm' derdim."
Saygılar sunuyorum. Bu yasanın
hayırlı olmasını diliyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Yüksektepe.
Tümü üzerinde şahsı
adına söz isteyen Sami Güçlü, Konya Milletvekili.
Buyurun, Sayın Güçlü. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
SAMİ GÜÇLÜ (Konya) - Sayın
Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; hepinizi, saygıyla
selamlıyorum.
Bugün, Yunus Emre Vakfı Kanunu
Tasarısı'nı görüşüyoruz. Dün, İstiklal Marşının
Kabulü ve Mehmed Akif Ersoy'u Anma Günü İlan Edilmesi Hakkında
Kanun Tasarısı'nı görüştük. Dün de ifade ettim, Sayın
Enis Tütüncü Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, AK Parti Grubu
adına Sayın Nevzat Yalçıntaş, çok dikkate değer
konuşmalar yaptılar. Kültürümüzün ve ortak değerlerimizin
ne kadar önemli olduğuna dikkat çektiler, hepimizi etkilediler.
Dolayısıyla, teşekkürlerimi tekrar yineliyorum burada.
Bugün, aynı konuya yönelik
olarak önemli bir kanun tasarısını görüşeceğiz,
Yunus Emre Vakfı Kanunu Tasarısı'nı. Evvela, Yunus
Emre hakkında birkaç söz söylemek istiyorum. Dünkü konuşmamda
da ifade etmiştim, bugün tekrar edeceğim. Anadolu topraklarında,
Türk yurdunda, uzun tarihî geçmiş içerisinde, düşünce, sanat
ve tasavvuf adamları içerisinde en çok sevilen kim dersek, Anadolu
halkının söyleyeceği söz, Yunus Emre'dir. Tabii, bu büyük
ve uzun zaman aşıp gelen sevginin kolayca oluşmayacağını,
oluşsa bile bu kadar uzun bir süre taşınmayacağını
hepimiz tahmin edebiliriz. Yani, bir düşünce zemini, bir fikir
zemini, gönüllerde yer eden kuvvetli bir etkisinin olduğu ortadadır,
yani, Mevlânâ gibi, Hacı Bektaş Veli gibi, Şeyh Edebali
gibi.
Yunus Emre'nin düşünceleriyle
ilgiyi birkaç cümle ifade etmek istiyorum. Evvela, ana fikir, sevgiyi
felsefe hâline getirmiş bir insandır. Yaklaşık yedi
yüz yıldır, Türk milleti tarafından dilden dile aktarılmış,
türkü ve ilahilere söz olmuş, yer yer atasözü misali dilden dile
dolaşmış mısralarıyla Yunus Emre, Türk kültür
ve medeniyetinin oluşumuna büyük katkılar sağlamış
bir gönül adamıdır.
Bazı kaynaklarda, Anadolu'ya
gelen Türk boylarından birine bağlı olup 1238 dolaylarında
doğduğu rivayet edilirse de bu kesin değildir. Tıpkı,
1320 dolaylarında Eskişehir'de öldüğü yolundaki rivayetlerde
olduğu gibi.
Yunus Emre'yi öne çıkaran önemli
bir özellik, şiirlerinde işlediği konuları ve
telkinleri bizzat kendi hayatında uygulamasıdır.
"Din tamam olunca doğar muhabbet." diyen Yunus, İslam'ın
sabır, kanaat, hoşgörürlük, cömertlik, iyilik, fazilet değerlerini
benimsemeyi telkin eder. Yunus'un sanat anlayışı, dinî
ve millî değerleri bağdaştırdığı
mısralarında kendini gösterir. Tasavvufa, Türkçenin en
güzel ve en güçlü özelliklerini kullanarak tercüman olur. Gerçekten,
11, 12 ve 13'üncü asırlarda Türkistan ve Anadolu Türkleri arasında
çok yayılan tasavvufun Türk şairleri arasında iki büyük
sözcüsü vardır: Türkistan'da Ahmet Yesevi, Anadolu'da Yunus Emre.
Yunus'un insan sevgisini ilahi
sevgiyle nasıl bağdaştırdığını
gösteren en çarpıcı ifadesi, bir mısrada kendisini bulur:
"Yaratılanı hoş gör, Yaradandan ötürü." Yunus
Emre'ye göre insanlar, din, mezhep, ırk, millet, renk, mevki,
sınıf farkı gözetilmeksizin sevilmeyi hak etmektedirler.
Mademki insanoğlu ruh yönüyle Allah'tan gelmektedir, öyleyse
insanlar, hiçbir şekilde birbirinden bu anlamda ayrılmazlar.
Dolayısıyla, sözün özü, Yunus Emre adı, her Türk ve Türk
kültürünü tanıyan, seven herkes için çok şey ifade eder.
Bu tasarı üzerinde, benden önce,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Sayın Mustafa Gazalcı,
AK Parti Grubu adına da Sayın Nevzat Yalçıntaş grup
adına görüşmeler yaptılar; Sayın Mehmet Yüksektepe
de şahsı adına söz aldı. Ben, daha teknik bir konuşma
yapacağım, yalnız bunun sebebi ise alt komisyonda yaptığımız
çalışmalarla ilgili biraz bilgi vermek, ama, ondan önce,
birkaç hususa dikkat çekmek istiyorum. Onları da şöyle ifade
ediyorum, yorum yapmadan aktaracağım:
2006 yılında, Fransız
Cumhurbaşkanı Jacques Chirac "Türkiye Avrupa Birliğine
girmek isterse, bir kültürel reform yapmalıdır
" Aynı
yıl, 9'uncu Türk Kurultayında, Sayın Başbakanın
ortaya attığı yeni hedeflerden bir tanesi, Türkçe konuşan
devletler arasında ortak ders kitaplarının yazılmasıdır.
Bunu bir adım ileriye götürürsek, ortak bir alfabenin kurulması,
geliştirilmesi, kabul edilmesi konusu gelmektedir.
2007 yılı UNESCO tarafından
"Mevlânâ Yılı" olarak ilan edilmiş ve kutlanmaktadır.
2008 yılı, Frankfurt Kitap Fuarında "Türkiye Yılı"
olarak kutlanılacaktır ve 2010 yılı için de İstanbul
"Avrupa Kültür Başkenti" ilan edilmiştir. Dolayısıyla,
kültürümüzü korumak, geliştirmek, anlatmak, aktarmak ve bu konuda
yeni çalışmalar yapmanın zamanıdır. Bu, zaten
geçmişte de devam eden bir faaliyettir. Ama, içinde bulunduğumuz
zaman diliminde daha yoğun bir çalışmaya ihtiyaç vardır.
Ortak paydamızı büyütmek, bunun etrafında güçlenmek,
kendimize olan öz güvenimizi kazanmak ve başkalarına tanıtmak;
Mevlânâ'yla, Yunus Emre'yle ve kitap dünyamızla ve Türk dünyası
arasında alfabe birliğini sağlayarak ortak düşünceyi
geliştirmek üzere.
29 Martta Millî Eğitim, Kültür
Komisyonuna gelen tasarı, gerek amacı gerekse hedefleri
itibarıyla, kapsamı itibarıyla Komisyon üyelerimiz
tarafından geniş olarak kabul gördü. Çünkü, kültürel mirası,
Türk dilini, kültürünü, sanatını tanıtmak, yabancı
ülkelerle dostluğu geliştirmek, kültürel alışverişi
artırmak, gerekli olan bilgi ve dokümantasyonu istifadeye
sunmak ve Türk dilini öğrenmek isteyenlere hizmet vermek amacıyla
yurt dışında, yabancı ülkelerde Yunus Emre Türk
kültür merkezlerini açmak, Türkiye'de Yunus Emre araştırma
enstitüsü kurmak üzere bir vakıf kurulmasıydı hedef.
Bugüne kadar bu yönde faaliyet gösteren ülkeleri biliyoruz. Almanların,
Fransızların, Amerika Birleşik Devletleri'nin, İspanyolların
yoğun faaliyetini, ülkemize de yansıyan faaliyetlerini
biliyoruz. Biz de bu konuda faaliyetlerde bulunduk. Dışişleri,
Kültür Bakanlığımız, Millî Eğitim Bakanlığımız
bünyesinde bu faaliyetler oldu. Ama, çok etkin ve yaygın bir
şekilde yapamadık. İşte geçmişte bu yapamadığımız
faaliyetlere katkı sağlamak üzere bazı düşünceler,
oluşumlar da ortaya çıktı. Bunlardan bir tanesi, 1961
yılında Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü kuruldu
ve bir bakıma, yukarıda ifade edilen amaçları gerçekleştirmek
üzere yayın faaliyetine geçti. Bir dernek statüsündeydi ve devletten
yardım alarak bu faaliyeti çıkarıyordu. 1970'lerde gerekli
kaynak sağlayamayınca bu faaliyet durdu. 1992 yılında
Sovyet blokunun dağılmasından sonra ortaya çıkan
Türk dünyası ve Türk cumhuriyetlerine yönelik, özellikle Balkanlar,
Kafkaslar ve kültür dünyamızla ilgisi olan ülkelerde gelişmeleri
takip etmek, onlara teknik destek vermek amacıyla Türk
İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı
kuruldu. Bu birliğin amaçlarından bir tanesi de, eğitim
ve kültür alanlarındaki iş birliği programlarının
yurt dışında Türk kültür merkezleri aracılılığıyla
yürütülmesi için gerekli düzenlemeleri yapmak, şeklindeki
bir amaç yer aldı. Ama, sadece eğitim ve kültür değildi
TİKA'nın amacı, onun dışında daha çok teknik
projeler ağırlıklıydı. Bunun dışında,
Türk kültür ve sanatları ortak yönetimi "TÜRKSOY"
adıyla, 1993 yılında, Türk dilini konuşan altı
ülkenin kültür bakanlarının öncülüğünde TÜRKSOY
oluşturuldu.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Güçlü, lütfen
toparlayınız.
Buyurun.
SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) - Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
TÜRKSOY da, Türk dili konuşan
ülkeler arasında ortak Türk kültürünü, dilini, sanatını,
tarihini, sanat ürünlerini, tarihî mirasını, kültürel değerlerini
araştırmak, geliştirmek, tanıtmak, gelecek kaynaklara,
gelecek nesillere aktarmak ve kalıcı kılmak, gibi ifadelerle
amacını tarif etti. Bunlar çok önemli faaliyetler, arayışlar,
ama, burada da arzu ettiğimiz neticeyi alamadık.
Bakanlığımız,
bunun üzerine, yeni bir tasarı daha hazırladı; 29 Martta
Komisyonumuza intikal etti, Meclise intikal ettikten sonra. Burada
yeni bir model arayışında olduklarını ve bir
model geliştirdiklerini söylediler. Çünkü, geçmişte sivil
toplum kuruluşlarına devredilen bir kısım kültürel
faaliyetlerin arzu edilen anlamda sonuç vermediğini, benim
biraz önce saydığım Türk Kültürünü Araştırma
Enstitüsünün belli bir müddet sonra faaliyetini durdurmak zorunda
kaldığını, TÜRKSOY'un bazı sebeplerle sadece
sınırlı altı ülke içerisindeki faaliyetlerde de
yine belli bazı başarılar dışında sürekliliği
sağlayamadığını ifade ettiler ve dolayısıyla,
bir devlet vakfı, devletin desteğini, kaynaklarını
kullanacak, kanunla kurulmuş bir vakıf... Tabii, bu, Komisyonumuza
geldiğinde, oluş şekli, organizasyon şekli konusunda
-biraz önce Mustafa Gazalcı'nın ifade ettiği gibi- o
gün Komisyonda bulunan arkadaşlarımız, başta Muharrem
İnce olmak üzere, hepimiz, bu kuruluş şekli konusunda,
Mütevelli Heyete, Yönetim Kuruluna, Denetleme Kuruluna ve yurt
dışında olacak Koordinasyon Kuruluna acaba biraz sivil
karakter katılamaz mı diye düşündük ve alt komisyona
havale edildi. Alt komisyonda yaptığımız çalışmalarda
-Muharrem Bey söz alacaksa ifade edecektir- büyük ölçüde mutabakat
sağlayarak, evvela, yapıyı bütünüyle değiştiremedik.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Güçlü, lütfen
Teşekkür için açıyorum.
Buyurun.
SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) - Peki
efendim, ben de özetleyerek konuşmamı tamamlayayım müsaade
ederseniz.
Alt komisyonda yaptığımız
çalışmalarda, Yunus Emre Mütevelli Heyetinin bize geldiğinde
9 üyesi vardı, TOBB üyesi hariç, bakanlardan oluşuyordu. Yani,
8 tane bakan vardı. Yönetim Kurulu ise 7 üyeden oluşuyordu;
yine, sadece TOBB üyesi ve üniversitelerden gelecek 1 üye dışında,
yani 5 üyesi bu defa genel müdür ve müsteşarlardan oluşuyordu.
Denetleme Kurulunun da yapısı, yine, 5 üyeden oluşuyor
ve tamamen bakanlık temsilcilerindendi. Danışma Kurulu
ise 11 üyeden oluşuyordu. Bunların içerisinde, yine, sivil
karakterli Odalar ve Borsalar Birliği temsilcisi ile üniversitelerden
gelen 5 üye vardı.
Ben çok özetle şu ifadeyi sunmak
istiyorum: Bakanlar Kurulundan Meclise intikal eden, Komisyonumuza
intikal eden Vakfın yapısı konusunda bütünüyle bir değişiklik
yapmadık. Komisyonumuz bu görüşü, Bakanlıktan aldığımız
bilgilerle tamamen değiştirmedi, ancak yapıyı
büyük ölçüde sivilleştirdi. Örnek şöyle: Mütevelli Heyetin
9 üyesine 6 sivil ilave ettik. Bu üyeler; Üniversitelerarası
Kurulun seçtiği 2 üye, eğitim, kültür, sanat alanlarında
faaliyet gösteren dernek ve vakıf yöneticilerinden 2 üye, kültür,
sanat ve dil alanında çalışmalarıyla tanınmış
2 üye, toplam 6 üye ilave edildi. Yönetim Kuruluna ise, aynı
şekilde 7 üyeye 3 yeni üye daha katıldı. Bunlar yine
üniversitelerden gelen 1 temsilci, dernek ve vakıflardan gelen
1 temsilci, kültür, sanat ve dil alanında çalışmalarıyla
tanınmış kişiler arasından seçilen 1 üye olmak
üzere 10'a çıkartıldı. Özellikle, Denetleme Kurulu konusunda,
Cumhuriyet Halk Partisine mensup arkadaşlarımız
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Bakan, teşekkür
ediyorum.
SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) - Sayın
Başkan, ben, bir dakika daha
BAŞKAN - Lütfen Sayın Bakan,
hayır; iki dakika fazla süre verdim.
Teşekkür için açıyorum Sayın
Bakan, buyurun.
SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) - Peki.
Efendim, Denetleme Kurulu konusunda,
arkadaşlarımızın teklifiyle, iktidar ve ana muhalefet
partisi tarafından belirlenecek 2 üyenin bu Vakfın Denetleme
Kurulunda yer almasını ifade ettik. Danışma Kurulundaki
üye sayısı da 11'den 35'e çıktı, 24 yeni sivil üye ilave
edildi.
Ben, vakti çok aştığım
için Sayın Başkanımdan özür diliyorum. Konuyla ilgili
diğer arkadaşlarım ilave açıklamalar yapacaklardır.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Güçlü.
Tasarının tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini
HALUK KOÇ (Samsun) - Karar yeter sayısı
istiyorum.
BAŞKAN - Karar yeter sayısı
arayacağım Sayın Koç.
oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Karar yeter sayısı yoktur.
Birleşime beş dakika ara
veriyorum.
Kapanma Saati:
15.00
DÖRDÜNCÜ
OTURUM
Açılma
Saati: 15.08
BAŞKAN:
Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP
ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 100'üncü Birleşiminin Dördüncü
Oturumunu açıyorum.
1394 sıra sayılı Kanun
Tasarısı'nın görüşmelerine kaldığımız
yerden devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Tasarının maddelerine
geçilmesinin oylanmasında karar yeter sayısı bulunamamıştı.
Şimdi tasarının maddelerine geçilmesini tekrar oylarınıza
sunacağım ve karar yeter sayısını arayacağım.
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Karar yeter sayısı vardır ve kabul edilmiştir.
1'nci maddeyi okutuyorum:
YUNUS EMRE
VAKFI KANUNU TASARISI
BİRİNCİ
BÖLÜM
Amaç,
Kapsam ve Tanımlar
Amaç ve kapsam
MADDE 1- (1) Bu Kanunun amacı;
Türkiye'yi, kültürel mirasını,
Türk dilini, kültürünü ve sanatını tanıtmak, Türkiye'nin
diğer ülkeler ile dostluğunu geliştirmek, kültürel
alışverişini artırmak, bununla ilgili yurt içi ve
yurt dışındaki bilgi ve belgeleri dünyanın istifadesine
sunmak, Türk dili, kültürü ve sanatı alanlarında eğitim
almak isteyenlere yurt dışında hizmet vermek Türkiye'de
Yunus Emre Araştırma Enstitüsü ve yurt dışında
Yunus Emre Türk Kültür Merkezleri açmak için merkezi Ankara'da olan
Yunus Emre Vakfının kurulmasına ilişkin esas ve
usûlleri belirlemektir.
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Muharrem İnce, Yalova
Milletvekili.
Buyurun Sayın İnce.
CHP GRUBU ADINA MUHARREM İNCE
(Yalova) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sizleri
saygıyla selamlıyorum.
Öğleden önceki oturumda, her
zaman kendisinden çok şey öğrendiğimiz Değerli Hocamız
Sayın Yalçıntaş'ı dinlerken, şu dönemde on tane
kanun saysak, bir tanesini bunu sayacağını, o kadar
önemsediğini söyledi; keşke, kendisine katılabilseydim.
Yine, Sayın Sami Güçlü'nün uzlaşmacı
kişiliğiyle alt komisyonda çekincelerimizin önemli bir
kısmını giderdik. Fakat, yine, çekincelerimiz devam
ediyor burada. Nedir bunlar? Vakfın adının "Yunus
Emre" olması, vakfın hemen iyi olduğunu, güzel olduğunu
göstermez. Bir parti kursa birisi, biz temiz partiyiz dese, başlangıçta
daha hemen onu temiz olarak kabul edemeyiz. Yeni bir şeyin hemen
iyi olduğunu kabul etmek, onun güzel olduğunu kabul etmek,
yeninin eskileşme sürecini hızlandırır.
Nedir buradaki yanlışlıklar?
Ben, Sayın Bakandan, bu kürsüye çıkıp, şunu
açıklamasını istiyorum: Israrla, İspanyol modelini,
İngiliz modelini, Alman modelini örnek aldığınızı
söylediniz. Siz, sadece şunu söyleyin Sayın Bakan, çıkın,
bu kürsüye gelin, deyin ki, İspanyol modelinde de, Alman modelinde
de, İngiliz modelinde de yönetimlerde, mütevelli heyetlerinde
8 tane bakan var. Bir tane gösterin bana. Bırakın 8 bakanın
olmasını, 1 tane bakan var mı buralarda? Siz mademki
bir sivil oluşum oluşturmak istiyorsunuz, ama, bu, devletin
sivil girişimi gibi oluyor. Nedense, başlangıçta iyi
bir düşüncenin içine öyle bir şey sıkıştırıyorsunuz
ki; işte, örneğin, illere üniversite kurmak. Herkes ister
üniversiteyi, ama, bir geçici madde ekliyorsunuz, diyorsunuz ki:
"Kurucu rektörleri Bakanlar Kurulu atar." Hemen amacınız
ortaya çıkıyor. Demek ki, derdiniz, Üniversitelerarası
Kurulu ele geçirmek.
Burada da, yine, ülkemizin tanıtımının
yıllardır bir sorun olduğunu hepimiz biliyoruz.
Dışişleri bunu yapamadıysa, eksiklikler varsa,
giderelim. Yani, Sayın Cumhurbaşkanı adayımızın
yapamadığını bir anlamda siz yapacaksınız
burada Sayın Bakan. Bu anlamda da sizi kutluyorum tabii ki.
Elçiliklerimizin olduğu ülkelerde
kültür merkezleri açamıyor muyuz, buralarda dil kursları
düzenleyemiyor muyuz? Nedir eksikliğimiz? Bunları kapatabiliriz.
Dışişleri Bakanlığının
bazı yetkilerini teşkilat kanununu değiştirmeden
devretmiş oluyorsunuz burada. Kültür etkinlikleri düzenleyecek
birimler sivil örgütler olmalı, doğru. Fakat, az önce de dediğim
gibi, 8 bakandan şimdi vazgeçmek üzere olduğunuzu duyuyorum,
bunu 4'e düşürmek üzeresiniz herhâlde. Bu, neden? Yani, biz muhalefet
etmeseydik, siz Bakanlar Kurulunun tümünü yazacaktınız
oraya, azalta azalta 4'e kadar geldiniz. Ülkemizi temsil edecek, tanıtacak
kişilerin, uzmanların her türlü siyasi baskıdan uzak
olmaları gerekir ki, bu, çok temel bir kuraldır. Yani
-Dışişleri, Maliye, Millî Eğitim, Kültür Turizm Bakanı,
4 tane Devlet Bakanı- bu nasıl bir sivil oluşumdur,
doğrusu anlayabilmiş değilim.
Yine, Anayasa'mız açısından
da sakıncalı bir durum söz konusudur. Şimdi, bakınız,
benim elimde bir yazı var. Ben 2004 yılında Meclis
Başkanlığına -hem de Millî Eğitimin uygulamalarını
protesto etmek için- bir dilekçe verdim. Hemen Dışişleri
Bakanlığının arkasında Ömer Seyfettin Lisesinde
dersler boş geçiyor, fizik dersi boş geçiyor. Ben buradaki
derslere girmek istiyorum, ücret de istemiyorum, dedim. İzin
istedim Meclis Başkanlığından. Amacım iki
şeyi göstermekti: Bıraktım Doğu'yu, Doğu Karadeniz'i,
Güneydoğu'yu, Ankara'nın ortasında, Dışişleri
Bakanlığının arkasında derslerin boş geçtiğini
göstermek istedim.
Meclis Başkanlığından
bana gelen yanıt: "Milletvekilinin yürütme organına
karşı bağımsızlığını koruma
altına alan Anayasa hükmü karşısında milletvekilinin
yürütme organı emrinde görevlendirilmesi, ücret alınmasa
dahi mümkün bulunmamaktadır."
Şimdi, nasıl oluyor da siz
bu Mütevelli Heyetinde görev alacaksınız? Anayasa'nın
82'nci maddesi açık: Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri
şu şu görevleri yapamazlar, diyor.
Bizim bakanlarımız aynı
zamanda yasamanın bir üyesi, yasama üyelerinin sahip oldukları
bütün haklara sahipler. Yani, bir taraftan milletvekiline diyeceksiniz
"Ücret almadan da olsa okulda gidip ders veremezsin..." Ama,
siz nasıl burada, yönetimde görev alacaksınız, bunu
doğrusu anlayabilmiş değilim.
Ayrıca, diyeceksiniz ki:
"Millî Eğitim Vakfı da var." Millî Eğitim Vakfı
kanunla kurulmuş bir vakıf değil, yani doğrudan
anayasal denetime muhatap olmamıştır o. Ayrıca,
Millî Eğitim Vakfında neler döndüğünü yargı kararıyla
biliyoruz. Teftiş Kurulu Başkanı başkan, Personel
Genel Müdürü yardımcısı. Millî Eğitim bürokratlarının
bu kadar sıkı sıkıya sahip oldukları, teslim
aldıkları o Vakıfta, belgelerde tahrifat yapıldığı,
sahte evrak düzenlendiği mahkeme kararıyla bellidir. Bunları
hepimiz biliyoruz. "Milletvekilleri olmaz." diyorsunuz,
bakanları yazıyorsunuz. Bunu daha önce tartışmıştık.
Yine, çalışanların
durumu
Arkadaşlar, size bir müjde vereyim: Yetiştirebilirseniz
seçimlere kadar, çok güzel kadrolar çıkacak size. Yani, akrabaları
falan
Onar tane falan düşer adam başı. Kesinlikle
Çalışanları
devre dışı bırakacaklar, tazminatlarını
verecekler. Ne olacak? Bir, Dışişlerinin personeli olmayacak
artık bunlar. Kim olacak? Vakfın personeli. İki, güvenlik
soruşturmasından da yırtmış olacağız,
yani kimi isterseniz onu alacaksınız. Yani, 10 taneden
aşağı kadro verirlerse inanmayın, Bakan kendisine
kullanıyor demektir. Onar tane dağıtmaları lazım.
Tabii, ömrünüz yeterse buna.
Yine, bu giderayak bir kadrolaşma
harekâtıdır. Ama, bu vakıf bir çiftlik olacak arkadaşlar.
Bir şey söyleyeyim mi? Bunu inanarak söyleyeyim. Kim iktidar
olursa olsun orası çiftlik olur. Bu sadece size özgü olmaz. Kim
olursa olsun orası çiftlik olur.
MUSTAFA DURU (Kayseri) - Biz size
hazırlık yapıyoruz.
MUHARREM İNCE (Devamla) - Çünkü,
devre dışı bırakıyorsunuz. Bunu kabullenebilmek
mümkün değil.
Yine, genel müdürler, müsteşarlar
filan da var. Sayın Bakana "Vermeden almak Allah'a mahsustur."
diyen genel müdürleriniz var sizin. "Vermeden almak Allah'a mahsustur."
diyen genel müdürleriniz var. Ne demek istediğimi çok iyi bilirsiniz
Sayın Bakan, daha fazlasını açıklayamam burada.
Herhâlde, bu tür genel müdürleri burada görevlendirmeyeceksiniz
diye düşünüyorum.
MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU
(Tokat) - Almadan vermek mi, dediniz?
MUHARREM İNCE (Devamla) - Nasıl?
Nasıl dedim?
MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU
(Tokat) - Kayıtlara yanlış geçmesin.
BAŞKAN - Sayın Dağcıoğlu,
lütfen.
MUHARREM İNCE (Devamla) - Vermeden
almak
Yanlış söyledim herhâlde.
Sayın Dağcıoğlu,
isterseniz Sayın Bakanın yanına gidin, ne demek istediğimi
o size anlatacaktır.
BAŞKAN - Sayın İnce,
lütfen Genel Kurula hitap eder misiniz, karşılıklı
konuşamazsınız, lütfen.
MUHARREM İNCE (Devamla) -
Herhâlde bunları bulmayacaksınız Sayın Bakan.
Yine, Sayın Bakan, size iki ay
önce bir soru önergesi verdim. Dedim ki: "Yandaş yayınevlerini
korudunuz mu? Kütüphanelere kitapları hangi yayınevlerinden
aldınız?" Sayın Bakan, ben anayasal görevimi yapıyorum.
İki aydır bu soru önergeme cevap vermediniz. Bunu istiyorum
Sayın Bakan. Halkın kürsüsünden istiyorum. Bunu istemek
benim hakkım. Kadük olacak yakında, seçim var, gidiyor. Hangi
yayınevlerinden aldınız kütüphanelere kitapları?
Lütfen Sayın Bakan bunları açıklayınız.
Şu mantıktan vazgeçmemiz
lazım değerli arkadaşlarım: "Parayı ben
verdim, düdüğü ben çalarım." "Mühür kimde, Süleyman
o." Kültür işleri böyle yürümez. Tabii ki, devlet burada olsun,
organizasyonlara yardımcı olsun, hiç itirazım yok,
katkı sağlasın, yönlendirsin, ama yönetmesin.
Şimdi, yurt dışında
ülkenizi tanıtacaksınız, bir şair şiir okuyacak.
Hangi şiiri okuyacağına siz mi karar vereceksiniz, devlet
mi karar verecek? Böyle bir şey olamaz. Bakanların burada
olmaması gerekir. Siz, o 8 sayısını 4'e düşürseniz
de sorunu çözmüş sayılmazsınız.
Ayrıca, burada, yine şirketler
kurulacak, paralar konuşacak, personel alınacak. Bunları
daha net bir şekilde önümüzdeki günlerde tartışacağız,
hep birlikte göreceğiz.
Benim çekincelerim buraya personel
alımıyla ilgilidir. Burada, buna güveniyor musunuz, derseniz;
güvenmiyorum Sayın Bakan. Size de güvenmiyorum, sizden öncekilere
de, sizden sonrakilere de. Kişilerin güveni üstüne kurulmaz
bu. Bu bir sivil örgüt değil, "devlet" adıyla kurulmuş,
yeni alınacak personeli Dışişleri Bakanlığının
kadrosundan ayırarak Vakıf personeli yapmak için getirilmiş
bir tasarıdır. Üzüldüğüm taraf ise şudur: Burada
"Yunus Emre" adının olmasıdır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın İnce,
lütfen, toparlayınız.
MUHARREM İNCE (Devamla) -
Üzüldüğüm taraf ise, burada "Yunus Emre" adının
olmasıdır. "Yunus Emre" adı hepimiz için çok
saygındır, çok saygıdeğerdir. Keşke, daha
doğru dürüst bir kanunda olmuş olsaydı diyorum, çok teşekkür
ediyorum Sayın Başkan, saygılar sunuyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın İnce.
Madde üzerinde Anavatan Partisi
Grubu adına söz isteyen İbrahim Özdoğan, Erzurum milletvekili.
Buyurun Sayın Özdoğan.
MUSTAFA DURU (Kayseri) - Kim
adına, onu da söyle.
ZAFER HIDIROĞLU (Bursa) - Demokrat
Parti mi, devlet partisi mi, hangisi, adı ne, adı?
AHMET YENİ (Samsun) - Kim
adına konuştuğunu da söyle!
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum) - Sayın Başkan,
değerli milletvekili arkadaşlarım; 1394 sıra sayılı,
Yunus Emre Vakfı Kanunu Tasarısı hakkında,
şimdilik, Anavatan Grubu adına söz almış bulunmaktayım.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. [AK Parti sıralarından
alkışlar (!)] Madem bahis açtınız, ben de Demokrat
Partinin kapatıldıktan kırk yedi yıl sonra, yani,
yarım asır sonra büyük milletimizin başına bir güneş
gibi doğduğunu size ve büyük milletimize müjdeliyorum.
Hayırlı, uğurlu olsun. [AK Parti sıralarından
alkışlar (!)]
MUSTAFA DURU (Kayseri) - Güneşe
bak!
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Değerli arkadaşlarım, milletimiz bunu iyi algılamıştır.
Büyük milletimiz Demokrat Partinin ruhunu genlerinde taşımaktadır.
İnşallah, 22 Temmuzda hepimiz boy ölçüşeceğiz, boyunuzun
ölçüsünü Allah'ın izniyle alacaksınız. (AK Parti
sıralarından gürültüler)
TEVFİK AKBAK (Çankırı)
- Özal'ın kemikleri sızlıyor!
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Değerli arkadaşlarım, bakın, Yunus Emre Vakfının
kuruluşu, Türk dil, kültür ve sanatının promosyonunda
muhakkak çok önemli bir işlev görecektir ve bu kanun tasarısını,
hakikaten, ayakta gururla ve onurla selamladığımı
hepinize en derin saygılarımla tekrar bildirmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, bizim
büyük milletimiz, çok önem verdiği zatların, mezarlarını,
kabirlerini Anadolu'nun çeşitli yerlerinde göstermektedirler.
Elbette ki, başımızın tacı, çok büyük değerimiz,
manevi dinamiklerimizden Yunus Emre'nin de Anadolu'nun çeşitli
yerlerinde kabri gösterilmektedir. Bu kabirlerden birisi de, belki
insanımızın birçoğu bilmez, Erzurum'un güneybatısında,
en fazla 10 kilometre uzaklıktaki Tuzcu köyünde Yunus Emre'nin
kabri vardır ve şeyhi Taptuk Baba ile birlikte yan yana yatmaktadır
ve de bir Erzurumlu olarak, gerçek Yunus Emre'nin mezarının
Erzurum'un Tuzcu köyünde olduğunu ben sizlerle paylaşmak
istiyorum değerli arkadaşlarım.
Değerli arkadaşlar,
şurası açıktır ki, milletleri millet yapan ve onları
diğer milletlerden ayıran, her şeyden önce, ruhlarıdır
ve milletlerin ruhları, dilleri, kültürleri ve sanatları
bedenlerinde ancak bir mana ifade edebilirler.
Biz, dil, tarih ve kültür konusunda
çok şanslı bir milletiz. Çünkü, ruhumuz, tarihin çeşitli
zamanlarında toprağımızın kültürel zenginliğinde
dilimizin yalınlığı ve gücünde çağlar boyu
birikmişliğin bir eseridir de ondan. Ancak, bu esere bakmadan,
onu korumadan, geliştirmeden ve millî yapımızı
gürbüzleştirecek bir temele dönüştürmeden başarılı
sayılmamız da elbette ki mümkün değildir.
59'uncu Hükûmet döneminde Türkiye'nin
aklında kültür ve sanata dair, Sayın Kültür ve Turizm Bakanı
Atilla Koç ve onun, "Kıyıların turşusunu mu kuracağım?"
ve "Dinini şey ederim!"i ve sadece sanatçılarla
kavgaları akılda kalmıştır.
Değerli arkadaşlar, bir
de neyi akılda kalmıştır, onu da burada tekrar bir
hafıza tazeliği yapmak istiyorum: Bildiğiniz gibi,
Akdamar Ermeni Kilisesi'ni restore ederek açmıştır,
fakat İstanbul Kasımpaşa'daki tarihî Piyale Paşa
Kur'an Kursu'nu da o insanlarımızın gözyaşları,
ağlamaları arasında da kapatmıştır ve
yıkmıştır. Bunları, milletimizin hafızasında
tekrar tazelemek istiyorum değerli arkadaşlarım.
Değerli arkadaşlarım,
yine, son olarak, bir de alfabedeki harfleri artırma fikri vardı.
Hafızalarımızda, Türk kültür ve sanatı adına
tat ve umut verici başkaca bir mutluluğun sahibi olmadık
bu Hükûmet döneminde.
Hatırlarsınız değerli
arkadaşlar, AK Parti İstanbul Milletvekili Sayın Ekrem
Erdem'in vermiş olduğu ve Meclis Genel Kurulunda geçtiğimiz
şubat ayında ele alınan "Türkçenin bozulması
ve giderek yabancılaşmasının nedenlerinin
araştırılarak bulunması ve önlem alınması"
konulu önerge görüşüldü ve kabul edildi Meclisimizde. Değerli
arkadaşlarım, bu önerge, Hükûmetin, Türkçenin sorunlarına
yaklaşma seviye ve kapasitesini çok iyi anlatan bir göstergedir.
Çünkü, Türkçedeki bozulma en az yirmi senedir bu memlekette konuşuluyor
ve hâlâ, Meclisin gündemine gelen "nedenleri bulunsun" konulu
bir araştırmadan öteye de gidemiyor. Aklımca beklerdim
ki, değerli arkadaşlar, hangi kurumsal önlemlerin alınacağı
konusuna gelmiş olsunlar en azından.
Yine, şöyle düşündüm:
Hâlâ, Türkçenin sorunlarını tespitle değil Türkçeyi
hangi yasal ve kurumsal önlemlerle uygulamaya koyacağız;
bunu konuşalım diye çok arzu ederdim, bunun nedenlerini
araştıralım diye çok arzu ederdim. Üstelik, değerli
arkadaşlar, AK Partiden arkadaşlar, söz konusu önergede,
restoranlara konulan yabancı isimlerle sadece meşgul oldu.
Türkçeyi korumak için restoran sahiplerine kaldıysak arkadaşlar,
işimiz bu konuda maalesef çok zordur.
Türkiye'de acilen yapılması
gereken, Türkçeyi Koruma Kanunu'nu tavizsiz bir biçimde uygulamak
ve millî eğitimi, tüm öğrencilere, Türkçeyi, belli bir standartta
ve eksiksiz öğretmenin eğitimini verebilmektir. Restoran
isimleriyle vakit geçiren Hükûmetin yaptığı ise, sadece
ve sadece "laf ola beri gele" veya "dostlar alışverişte
görsün"den ibarettir.
Bakınız, bundan yaklaşık
iki hafta önce, 23 Nisanda, 23 Nisan kutlamalarına dair haber
veren TRT-3'te, yani devletin televizyonunda ne gördüm değerli
arkadaşlar, sizlerle paylaşmak istiyorum: 23 Nisan kutlamalarına
dair geçen bir alt yazı "ilk kutlama Ulus'daki Meclis'teydi"
şeklindeydi. "Ulus" kelimesi (s) harfiyle bitiyor değerli
arkadaşlar, "Meclis" de; ama, "Ulus"tan sonra gelen
(-da) eki (d) harfiyle, "Meclis"ten sonra gelen (d) ise (t) ile
yazılmış. Burada bir kuralsızlık ve imla hatası
mevcuttur değerli arkadaşlarım ve bu hatayı yapmayı
engelleyen unsurun ortalama bir lise eğitimi olması beklenir.
Devletin televizyonu bu tür yazı hatası yaparsa başkaları
ne yapsın?
Değerli arkadaşlarım,
ülkemiz, maalesef, lise mezununa asgari bir standartta Türkçe
eğitimi verme başarısından yoksun bir hâldedir. Yani,
hâlimiz içler acısıdır. Hatta, ülkemizde yeterli uzmanlıkta
ve sayıda Türkçe öğretmeni de istihdam edilememektedir
değerli arkadaşlarım. Kırsal bölgelerimizde bu
yoksunluk çok daha katmerli ve dayanılmaz boyutlardadır.
Değerli arkadaşlarım,
bunun da dışında, ülkemizde çocuklarımıza
ve öğrencilerimize farklı kategorilerde eğitim sunulmaktadır.
Şunu dile getirmek ağırıma gidiyor, ama ülkemizde
millî bütünlüğe uygun bir eğitim sunulamamaktadır değerli
arkadaşlarım. Okul tiplerine, sosyal dokulara, vesaireye
göre farklı edebiyat eğitimleri söz konusudur. Bir milletin
asla yapamayacağı şeylerden bir tanesi de, şüphesiz
ki, eğitimde farklı kültürel formasyonlara ve edebî eğitimlere
müsaade edilmesidir. Bazı liseler İngiliz edebiyatı,
bazıları Fransız edebiyatı öğretirken, Anadolu'da
durum çok daha bambaşka bir hâldedir. Birkısım Türk
öğrencisi Rus edebiyatını tanır, bir kısmı
tanımaz, bir kısmı Arap kültürünün formasyonuna tabi
tutulur, bir kısmı Fransız'ınkine. Bunun adına
"millî eğitim" demek, elbette ki mümkün değildir.
Şaşırtıcı
olan bir husus da şudur ki: Avrupa Birliği ülkeleri kendi
dilleri dışında eğitime hiç prim vermezken, bizde
bu, bir tercih ve sosyal statü meselesidir. Avrupa ülkeleri kendi
dilleri dışında bir üniversiteye dahi müsaade etmezler,
bizde ise hiç Türkçe eğitimi görmeden ilkokuldan üniversiteye
ve oradan hayata akış bir övünç meselesi yapılmaktadır.
Bir devletin, vatandaşlarına
farklı kategorilerde, farklı gruplar hâlinde eğitim vermesi
veya buna müsaade etmesi akıl alacak bir iş değildir ve
ülkemizde olan, maalesef, budur.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Özdoğan,
lütfen toparlayınız.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)-
Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım .
Değerli arkadaşlarım,
Türkçemizin kullanımında yaşanan sorun, devletin sunmakta
yetersiz kaldığı eğitim standardı ile doğrudan
alakalıdır.
Kötü Türkçe kullanımı konusunda,
bizzat halkın Türkçe algısında dolaysız bir rol oynayan
televizyon yayıncılığı büyük bir rol oynamaktadır.
Türkiye'de medya, Türkçenin kullanımında
en etkili modellerden birisidir ve bu model, maalesef, Türkçemizi
zehirleyen bir araç hâline gelmiştir.
Okulların öğrenciye sunduğu
Türkçe eğitimi ise iddiasız, sevgisiz ve seviyesizdir. Avrupa
ülkelerinde lise mezuniyeti ana dilde eğitim rüştüne katı
kurallarla bağlanmışken, bizde Türkçe rüştüne değer
verilmemekte, lisede Türkçe hâkimiyetini garantilemekle
meşgul olması gereken öğrenci, üniversite sınavının
ve dershanelerin kıskacında, Türkçeyi es geçerek lise diploması
almaktadır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Özdoğan.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Değerli arkadaşlar, bu
durum, ziyadesiyle kabul edilemez ve bizleri derin endişeye
sevk etmesi gereken bir durumdur. 59'uncu Hükûmet, eğitimin Türkçeyi
koruyucu bir standarda ulaşması konusunda sıfır
mesafe kaydetmiştir. AK Parti Hükûmeti, bu konuda da diğer
alanlarda olduğu gibi, hiçbir vizyonun ve başarının
sahibi olmamıştır. Mesele, dilimize karışan
yabancı kelimelerde değildir esas olarak.
Uzun tutmak istemiyorum, ama,
kısaca, Türkçemizi kıskaca alan sorun alanına bir göz
atmak istiyorum. Bu konudaki düşüncelerimi de 2'nci maddede
anlatmak istiyorum değerli arkadaşlarım.
Hepinize en derin saygılarımı
sunuyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Özdoğan.
Madde üzerinde şahsı
adına söz isteyen Recep Garip, Adana Milletvekili.
Buyurun Sayın Garip.
RECEP GARİP (Adana) - Sayın
Başkan, çok değerli milletvekili arkadaşlarım;
1394 sıra sayılı Yunus Emre Vakfı Kanun Tasarısı'nın
1'inci maddesi hakkında söz aldım. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Aslında, Yunus Emre'yle ilgili
böyle bir vakıf kurulması konusundaki sözlerimizin içerisine
siyasal söylemlerimizi yerine getirmenin veya ifadelendirmenin,
Yunus Emre'nin tevazusuna, anlayışına çok fazla
sığdığını düşünemiyorum. Çünkü, düşünüyorum,
eğer Yunus Emre'de birleşemiyorsak, Mevlânâ'da birleşemiyorsak,
tarihî sorumluluklarımızda birleşemiyorsak, ülkemizin
çıkarlarında birleşemiyorsak, birlik ve beraberlikte
birleşemiyorsak, hemen hemen her şeyi siyasetin diliyle
ele almak gibi bir noktaya giriyorsak, Yunus'un ruhaniyetini incittiğimizi
düşünüyorum, Anadolu'yu incittiğimizi düşünüyorum.
Bu doğrultuda, Yunus Emre'nin,
özellikle böyle bir kanun tasarısıyla bir vakıf etrafında
Türkiye'nin içte ve dıştaki yapılanmasında Türk
dilinin, Türk kültürünün anlatılmasına çok önemli bir hizmet
vereceği konusundan kuşku duymadığımı
belirtmek istiyorum.
"Aşkın aldı benden
beni
Bana seni gerek seni
Ben yanarım dün ü günü
Bana seni gerek seni." diyen
Yunus Emre, gerçekten birlik ve beraberliği her şeyden çok
önemsemiştir. Halk şiirimizin tartışmasız öncüsü
olan Yunus Emre, yaklaşık yedi yüz yıldır, şiirleriyle
Türk Edebiyatına ve Türk diline eşsiz katkılar sağlamıştır.
Tüm bunların yanı sıra
İslam'a ve insanlığa bakış açısıyla,
barışın, kardeşliğin ve umudun kapısı
olmuştur. Birçok şiiri türkü ve ilahilere konu olan şairimiz,
ince ve naif duygu iklimiyle esenlik muştusunu çağlar ötesine,
yani günümüze taşımıştır.
Türkiye'yi, kültür mirasımız
Türk dilinin ve kültür ve sanatının, ulusal ve uluslararası
noktalara tanıtmak amacıyla Yunus Emre Vakfının
kurulmasına yönelik kanun tasarısının, bugün,
yüce Meclisimizin çatısı altında görüşülüyor
olmasından son derece mutlu olduğumuzu, bu anlamda, kanunun
oluşmasında Sayın Kültür Bakanımız Atilla Koç
Bey'in katkılarına gönülden, yürekten teşekkürlerimi
arz etmek istiyorum.
Bu çalışmayla, mutlak surette
yurt içinde ve yurt dışında önemli hizmetlerin başarıyla
yürütüleceğine inanmaktayız. Bu çalışma sayesinde
Yunus Emre'yle ilgili tüm dokümanların tek merkezde toplanması,
yayımı ve dağıtımı da mutlak surette
sağlanmış olacak.
Yunus Emre misyonunun, yapılacak
faaliyet ve çalışmalarla uluslararası düzeyde tanıtımı
da mutlak surette büyük önem taşıyacak. Tarihsel sorumlulukta
bize ait olan bütün değerlerin yanında, Yunus'un kendi divanının
ve Yunus Emre anlayışının, mutlak surette, dünya
ülkelerinde, Türk dilinin anlatılmasında son derece önemli
hizmetler vereceğini ifadelendirmekte de yarar görmekteyiz.
Aramızdan hiç ayrılmamış
gibi, şiirleri, felsefesi, din ve ahlak anlayışıyla,
günümüz toplumuna önemli katkılarda bulunmaya devam ediyor.
Türk kültür ve medeniyetinin
oluşmasında Yunus Emre büyük izler bırakmış
ve Türk milletinin gönül kapısı hâline gelmiştir.
"Taştın yine deli gönül,
Sular gibi çağlar mısın?
Aktın yine kanlı yaşım,
Yollarımı bağlar
mısın?" diye mısralarıyla bize yön gösterir.
Onda bitmeyen bir sevgi pınarının
sürekli çağladığını, aşk kapılarının
yeni doğan bir güneş gibi, hiç eskimeden, solmadan,her gün
yeniden doğduğunu söyler durur.
"Biz her gün yeniden doğarız,
Bizden kim usanası" diye
mısralarıyla, her yeni günle her insanın yeniden, yeni
bir günle yeni doğuş gerçekleştirdiğini ifade
eder.
Aşk kapısını asla
kapatmayan, aşkta kaybolan Yunus Emre;
"Ben yürürüm yane yane
Aşk boyadı beni kane
Ne akilem ne divane
Gel gör beni aşk neyledi."
diyen Yunus, şiiriyle sonsuz gizemin içinde tanımlar kendisini
ve aşkın sonsuz iklimlerine doğru yol almamızı
sağlar.
"Bir garip öldü diyeler,
Üç gün sonra duyalar.
Soğuk su ile yuyalar,
Şöyle garip bencileyin."
diyen Yunus, kendi yaşamını mütevazı bir anlayışla,
bilge birkaç mısrayla ifadelendirir...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Garip, lütfen
toparlayın.
RECEP GARİP (Devamla) -
birkaç
mısrayla toparlar ve anlatır. Her ne kadar, vefat ettiği
yerlerle ilgili birden fazla rivayetler olsa da, kesin olan şu
ki, büyük halk şairimizin bulunduğu yerin tüm milletimizin
kalbinde olduğudur.
Anadolu coğrafyasının
bütüne sığmayan bu coşkun insanlar ve Yunus Emre ve
Mevlânâ gibi, Hoca Ahmet Yesevi gibi insanlar, bu tek bir yere hapsedilemeyen,
sığdırılamayan büyük deha çaplı insanlardır.
Yunus Emre, tarih sayfalarında
barış elçisi olarak yerini almış. Tarihin derinliklerinden
gelen bu ses, dün olduğu gibi bugün de hepimiz için büyük bir hassasiyetle
kulak verilmesi gereken önemli mesajları taşımıştır.
Anadolu'da acı ve gözyaşının
yaşandığı, halkın üstünde karamsarlık bulutlarının
dolaştığı bir dönemde, savaş ve istilalardan
yorgun düşen halkın acılarına merhem olmak için karış
karış, tıpkı Mehmed Âkif Ersoy gibi Anadolu'yu ve
İslam coğrafyasını, bu coğrafyayı gezen
Yunus Emre, gerçekten şiirlerini Anadolu'ya, bu coğrafyaya
hasreder.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Garip, eksiğinizi
tamamlayın; teşekkür için açıyorum.
RECEP GARİP (Devamla) - Peki
Sayın Başkanım, çok teşekkür ediyorum.
Yunus Emre üzerine sözlerimizi
sürdüreceğiz.
Hepinize saygılar sunuyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Garip.
Madde üzerinde şahsı
adına söz isteyen Ayhan Sefer Üstün, Sakarya Milletvekili
Yok.
Haluk Koç, Samsun Milletvekili.
Buyurun Sayın Koç.
HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan, bence çok
önemli, belki de en önemli kanun tasarılarından biri olan
kanun tasarısı hakkında şahsım adına söz
aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
fırsat bulursam birkaç konuşmada daha ben de dün Nevzat Hoca'nın
değindiği boyutuyla konuyu ele almaya çalışacağım.
Kısaca küreselleşme sürecine
değinmek istiyorum, ama, küreselleşmeyi, böyle, klasik,
ekonomik kitaplarının ya da günümüz siyaset jargonunun
bize talep ettiği ya da önümüze getirdiği boyutuyla almamaya
çalışacağım. Yani, salt ekonomik pencereden dünyadaki
para hareketlerinin ya da dünyadaki ticari dengelerin, sermaye
hareketlerinin günümüzdeki analizlerini yaparak küreselleşme
budur demek ve borsa, faiz, döviz kıskacına kapılıp
kalmak bence küreselleşmeyi hiç anlamamak demektir.
Değerli arkadaşlarım,
küreselleşme dediğimiz sürecin yaşadığımız
tarih diliminde en önemli etkilerinden bir tanesi, ülkelerin,
ulusların millî varlıklarına, millî geçmişlerine
ve millî yapılarına, kültürlerine olan olumsuz etkileridir.
Değerli arkadaşlarım,
sermayenin yaşam şeklimize hükmettiği bir dönemden
geçiyoruz. Bunu da klasik sol kültürden gelen bir politikacı
olarak "sermaye" lafını, ne olur, 1980 öncesi sol literatür
çapıyla değerlendirmeyin. Benim bahsettiğim sermaye,
bugün, demin konuşmamın başında söylediğim
gibi, millî kimliğimizi kuşatmaya başlayan ve bizi
farklı bir toplum, farklı gelenekleri hazmetmiş, farklı
kimliklerde birleşmiş, hocamın dediği gibi, Coca
Cola'laşmış bir kimliğin etrafında düğümlenmiş
bir toplum hâline dönüştürmeye çalışan sermayeden bahsediyorum.
Değerli arkadaşlarım,
dikkat edin, hepimiz belli bir yaşın üzerindeyiz. Yaşadığımız
yakın dilime bakın, bizden öncekilere değil. Bizden
öncekileri okuyoruz, değerlendiriyoruz. Bizden yaşı
daha büyük olanlar o süreci bilakis kendileri de yaşayarak
geldiler. Sadece kendi aklımızın erdiği dönemleri
bir alt alta koyalım ve bugüne nasıl geldik, bakalım.
Dikkat ediyor musunuz?
Değerli arkadaşlarım,
gittikçe, ülkelerin, şehirlerin, şehirlerdeki binaların,
köylerin, oralarda yaşayan insanların tüketim
alışkanlıklarının, yaşam biçimlerinin,
müzik dinleme alışkanlıklarının, yemek yeme
alışkanlıklarının, giyinme alışkanlıklarının
hepsinin tekdüzeleştiği ve o büyük bahsettiğim sermaye
yapısının bize emrettiği gibi, kendi kârını
hedef alan yaşam biçimine doğru hızla dönüştüğünü göreceksiniz.
Eğer bunu görmüyorsak çok büyük bir aymazlık içindeyiz. Altımızdaki
halı da, masa da, gemi de her şey gidiyor demektir.
Değerli arkadaşlarım,
bizim siyaseten de söylemek istediğimiz bunlar. Sayın Garip'e
burada bir iki söz söylemek istiyorum. Tabii ki, bunları siyaseten
tercüme edeceğiz Sayın Garip. Bundan hiç alınmaya gerek
yok ve dün Hoca'nın da söylediği gibi, eğer sizin de iktidar
partisi grubu olarak bu süreçte bazı tahlillerde ve onun sonucu
olan siyasi davranışlarda hatalarınız varsa, bu
sürecin bizi etkileyen olumsuz noktalarında belki bir öz
eleştiri yapma fırsatı getirecektir size de. Doğru
algılamak gerekiyor. Bizim söylediğimiz bu. Yoksa, günlük
siyasi tartışmaların içerisinde bir taraf olarak bunları
söylemiyorum. Çok geniş bir pencereden bunu
Dün, artık,
Parlamentonun zorlama yasalarının çıktığı
bugünlerde biraz daha felsefi, biraz daha geniş boyutlu konuşmalarla,
hem buradaki tansiyonu hem bir seçim öncesi topluma da gerekli olacak
o hoşgörüyü sunma görevi içerisinde değerlendirin lütfen.
Değerli arkadaşlarım,
benim bu konuda söyleyeceklerim var. Bu süreci
Kimlik nedir tartışmasına
girmek istiyorum ve Yunus'u, ben, çağını aşan bir
kimlik olarak, bizzat rahmetli Hocam, Galatasaray Lisesinden Tahir
Alangu'nun anlatımıyla biraz Yunus Emre'yi
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Koç, buyurun.
HALUK KOÇ (Devamla) -
çağını
aşan çok nadir kimliklerden biri olarak anlatmasından aklımda
kalanları sizlerle paylaşmak istiyorum.
Rahmetli Tahir Alangu, son derece
önemli, Türk edebiyatı antolojileri düzenleyen ve derslerinde
sınıf geçme kaygısı olmayan ve inanılmaz bir
diyalektikle ders anlatan ve o sınıfta olmayan öğrencilerin
de o derse katıldığı -lise düzeyinde bu, üniversite
amfilerinden bahsetmiyorum- bir kişiydi. Bu arada, onu da burada
tekrar Allah'tan rahmet dileyerek anmak istiyorum huzurunuzda ve
onun bakışıyla da Yunus Emre'yi kısaca değerlendirmek
gerekiyor ve kanun tasarısında "Yunus Emre"
adının amaçla nasıl bütünleştiğinin altını
çizmemiz gerekiyor.
Evet, şimdilik teşekkür
ediyorum, saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Koç.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
2'nci maddeyi okutuyorum:
Tanımlar
MADDE 2- (1) Bu Kanunda geçen;
a) Bakanlık: Kültür ve Turizm
Bakanlığını,
b) Başkanlık: Yunus Emre
Vakfı Başkanlığını,
c) Enstitü: Bu Kanunun amaçlarını
gerçekleştirmek üzere eğitim ve öğretim ile bilimsel
araştırma ve uygulama yapan Vakfa bağlı kuruluşu,
ç) Kültür Merkezi: Vakfın amaçlarını,
her türlü tanıtım, kültür, sanat, eğitim ve sosyal faaliyetleri
gerçekleştirmek için yurt dışında Vakfa bağlı
olarak kurulan ve Yunus Emre Türk Kültür Merkezi olarak isimlendirilecek
birimleri,
d) Mütevelli Heyet: Yunus Emre
Vakfı Mütevelli Heyetini,
e) Onur kurulu: Kültür Merkezinin
bulunduğu şehirde tanınmış Türk ve yabancı
iş adamları, bilim adamları, sanatçılar gibi Kültür
Merkezine ve kültürel alışverişe katkıda bulunacak
kişilerden oluşan kurulu,
f) Vakıf: Yunus Emre Vakfını,
g) Yönetim Kurulu: Yunus Emre Vakfı
Yönetim Kurulunu,
ifade eder.
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Enis Tütüncü, Tekirdağ
Milletvekili. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ENİS TÜTÜNCÜ
(Tekirdağ) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Son derece önemli, bize göre, bir
yasa tasarısı üzerinde görüşüyoruz. Benden önce bu
kürsüde bu konudaki görüşlerini dile getiren arkadaşlarıma
teşekkür ediyorum.
Bu yasa tasarısı çok önemli
gerçekten. Neden önemli? Çünkü, biz, ne yazık ki, geçmişimizdeki
güzelliklerin, zenginliklerin, hatta üstünlüklerin, bize göre,
pek farkında değiliz. İşte, bu yasa tasarısı,
hem Türk dilinin evrensel bir dil hâline dönüşmesine katkı
yapacaktır hem de geçmişimizin inanç, kültür ve felsefi zenginliklerini
günümüze, hatta geleceğe daha da geliştirerek taşıyacaktır.
Türk dili ve edebiyatının
en büyük şairlerinden biri, Anadolu felsefesinin ünlü ozanı
Koca Yunus hakkında konuşmak hem çok kolay hem de çok zor. Yunus'un
derinliğini kavramak gerekiyor konuşmak için.
Yunus'un çok ünlü bir özdeyişi
var, onunla başlamak istiyorum. Demiş ki koca Yunus:
"Dünya benim rızkımdır/ Halkı kendi halkımdır."
Yineliyorum: "Dünya benim
rızkımdır/ Halkı kendi halkımdır."
Yunus Emre bu özdeyişiyle,
kanımızca, hümanizma felsefesini neredeyse bir inanç
hâline getirmeye çalışmıştır. Yunus'u anlamak
için, -az önce dediğim gibi- 13'üncü yüzyıldaki Anadolu hümanizmasını
13'üncü yüzyılda yükselen o insanlık ışığını,
o felsefeyi iyi kavramak gerekiyor.
Anadolu düşünürleri, -daha
13'üncü yüzyılda- insanın, bilginin, emeğin, sevginin,
hoşgörü ve dayanışmanın en önemli değerler olduğunu
13'üncü yüzyılda insanlığa kazandırmışlardır.
İnsan-devlet ilişkilerinde, insanın devletten önce
geldiğini, devletin insanın hizmetinde olması gerektiğini
dile getirmişlerdir. Kimi zaman siyasal iktidarları sorgulayan,
güçlüleri sorgulayan, halka zulmedenlere başkaldıran
bir dayanışma içinde, bir tepki içinde, bir hak arayan anlayış
içinde olmuşlardır. Bu temelde sevginin önemi, bilginin değeri,
özgürlüğün anlamı, kadının saygınlığı,
dayanışma ve paylaşımın erdemi gibi konularda
-Sayın Haluk Koç'un da ifade ettiği gibi- çağını
ve coğrafyasını çok aşan düşünsel açılımlar
insanlık tarihine kazandırılmıştır. Bu
açılımlar -dün de ifade etmeye çalıştım- hem
dünya felsefe tarihi hem de insan hakları tarihi açısından
son derece önemlidir. Bu açılımlar, Anadolu insanının
yaşam felsefesini şekillendirmiştir ve Anadolu'nun
insan odaklı, insan merkezli, dayanışmacı halk kültürünün
de temelini oluşturmuştur. Daha sonraları Osmanlı
coğrafyasının önemli bir bölümüne yayılan bu dayanışmacı
halk kültürü nesilden nesile aktarılarak günümüz Türkiye'sine
miras kalmıştır.
Dün de ifade etmeye çalıştığım
gibi, bu düşünsel açılımların Batı dünyasındaki
Rönesans hareketinden iki yüz yıl önce yapılmış olması
son derece önemlidir. Çünkü, Batı insanının Orta
Çağ karanlığı içinde bunaldığı bir dönemde,
Anadolu'da dinsel dogmaları aşmaya çalışan, katı
dincilikten uzak; cinsiyet, soy, sop ve kabile farklılığı
gözetmeyen bir insan ve sevgi anlayışı savunulmuştur.
Anadolu hümanizmasının evrensel boyutları, ne yazık
ki, az önce de ifade ettiğim gibi, hem felsefe tarihi hem de insan
hakları tarihi açısından yeterince algılanabilmiş
değildir. Bu durum, bu toprağın insanı bizler
açısından son derece üzüntü verici bir durumdur, bunun altını
çizmek durumundayız. İşte, bu yasa tasarısı,
geç de olsa, öyle sanıyorum, bu eksikliği belirli ölçüde
giderecektir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bu konuşmadan yararlanarak şu anda, konuşmamın
bu bölümünde, Yunus'un felsefesindeki insan varlığının
ne anlama geldiğini kısa da olsa sizle paylaşmak istiyorum.
Yunus'un felsefesinde, insan varlığı, diğer tüm
varlıklardan üstün tutulmuştur, hatta, bir yönüyle kutsal
görülmüştür. Bu durumun, Tanrı'nın insanı yaratırken
kendisinden insana önemli nitelikler aktarmış olduğundan
kaynaklandığı düşünülmüştür. Bu nedenle, bu
dünya görüşüne göre insan, sahip olduğu akıl, düşünce
gücü ve yetenekleri açısından, Tanrı'nın, Allah'ın
kendisine aktardığı değerlerin anlamını
ve değerini çok iyi kavramalıdır. Bakınız, bu
konuda, Yunus Emre ne demiş:
"Çok aradım özledim, yeri
göğü aradım,
Çok aradım bulamadım, buldum
insan içinde."
Yine, bu çerçevede demiş ki
Koca Yunus:
"Bu tılsımı
bağlayan
Türlü dilde söyleyen
Yere göğe sığmayan
Sığmış bir can
içinde."
Yine, bu çerçevede Yunus'a göre,
insan varlığı, Tanrı ve evrenle öylesine bütünleştirilmiştir
ki, insan, sanki Tanrı'dan -ki, Tanrı yüce Allah- o felsefi
inanca göre, bir yüce nur, sonsuz bir enerji kaynağı olarak
görülmüştür; bu yüce enerji kaynağından, sonsuz enerji
kaynağından dışa fışkırmayla
oluşmuştur. Bir dışa fışkırma olmuş
evrenin bir bölümü, bir dışa fışkırma olmuş
bir diğer bölümü ve insan
Bu şekilde ve bu nedenledir ki,
Yunus "Bir ben var bende, benden içeru." diyebilmiştir
bu inançla ve bu mesaja Mevlânâ, aynı zaman kesitinde şöyle
eşlik etmiştir, Anadolu felsefesinin tümünün görünmesi
açısından:
"Gönlümdeki iç ve dış
O'dur. Bende can O.
Gövdem, damarım, ruhum O'dur.
Bende kan O.
Tek Tanrıya, çok tanrıya
tapmak bir mi?
Bak benzeri yok varlığımın:
Var olan O." Ve Mevlânâ'nın bu mesajına Hacı Bektaş
Veli "İncinsen de incitme." demiş, "Düşmanınızın
da insan olduğunu unutmayınız." demiş 13'üncü
yüzyılda.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; dün de ifade etmeye çalıştım, ünlü
şairimiz, ozanımız Mehmed Âkif'le ilgili yasa tasarısı
görüşülürken, bu düşünceler, şu anda, dünyada İslam
ile demokrasiyi en fazla ve en iyi şekilde bağdaştırma
olanağını Türkiye'ye sağlamıştır, bize
sağlamıştır. Biz, şu anda, İslam ile demokrasiyi
evrensel boyutta en iyi bağdaştıran bir ülke konumunda
isek, bu felsefeye borçluyuz.
Sayın Bakanımız Aydın
buradalar, Sayın Kültür Bakanımız buradalar ve Plan
ve Bütçe Komisyonunda bu konuda yapmış olduğumuz bir
açılıma Sayın Aydın'ın da coşkuyla katıldığına
tanık olmaktan memnuniyetimi, bir daha, burada sizlerle paylaşmak
istiyorum.
Bu Anadolu felsefesinin, bu insanlık
âleminde erken Rönesans ışığının çakılmasında,
yakılmasında alın teri olan koca Yunus'un, Türk diline
yaptığı katkılarla bir arada, önümüzdeki yıllarda
insanlık âlemine, bu felsefe açısından çok daha geniş
açılımlar ve ufuklar sağlayacağına inanıyorum
ve bu yasa tasarısının da, burada, bu konuda, bize
önemli olanaklar ve fırsatlar sağladığını
görüyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Tütüncü,
lütfen toparlayınız.
ENİS TÜTÜNCÜ (Devamla) - Bu yasa
tasarısını hazırlayan Sayın Bakanımıza,
Hükûmete ve bu yasa tasarısının olgunlaşmasında alın teri döken bütün arkadaşlara
teşekkürlerimi ve şükranlarımı sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Tütüncü.
Madde üzerinde, Anavatan Partisi
Grubu adına söz isteyen İbrahim Özdoğan, Erzurum Milletvekili.
Buyurun Sayın Özdoğan.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum) - Sayın Başkan,
değerli milletvekili arkadaşlarım; 1394 sıra sayılı,
Yunus Emre Vakfı Kanunu Tasarısı'nın 2'nci maddesinde,
Anavatan Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım.
Hepinizi, tekrar, saygıyla selamlarım.
Değerli arkadaşlar, hakikaten,
bu yasa tasarısı üzerinde, ben de hissiyatımı
şöyle bildirmek istiyorum, belirtmek istiyorum yüce huzurunuzda:
Dört buçuk yıllık süreç içerisinde burada çok kanunlar
çıkardık. Hakikaten çok önemsediğim yasa tasarılarından
bir tanesidir. İnşallah, bugün kanunlaşacak. Ben de bu
konuda bu yasa tasarısını hazırlayan herkese, katkısı
olan herkese teşekkürlerimi tekrar bildirmek istiyorum.
Tabii, bu Vakfın adının
Yunus Emre olması hasebiyle buraya çıkan değerli konuşmacılar
Yunus Emre hakkında çeşitli görüşler bildirmişlerdir;
kimisi, Yunus Emre felsefesi olarak bahsetmiştir, Yunus Emre
düşüncesi olarak bahsetmişlerdir.
Değerli arkadaşlar, ben
bu konuda bir iki cümle konuşmak istiyorum. Yunus Emre'nin
öğretisine her kim ne ad verirse versin, şurası muhakkaktır
ki, Yunus Emre bu öğretisinin ışığını,
ışığının temelini tamamıyla İslamiyet'ten
ve hak din olan İslamiyet'in Kur'an-ı Kerim kitabından almıştır
değerli arkadaşlarım. Bir insan Yunus Emre felsefesini
öğrenirken, eğer Kur'an-ı Kerim'i bilmiyorsa bile, kesinlikle,
o insan, o bilim adamı, Kur'an-ı Kerim'le iştigal ediyor
demektir. Bir defa, bunu, burada paylaşmak istiyorum ve yine,
Türkçe üzerine hazırladığım bazı notlara huzurlarınızda
devam etmek istiyorum değerli arkadaşlarım.
Değerli arkadaşlar, yabancı
kökenli kelime, kavram kullanımı, bütün dillerde, alana,
dili kullanan grubun mesleki ve eğitimsel olarak paydalarına
bağlı olarak yaygın olan bir durumdur. Anglosakson ülkelerde
fikir üretiminde ve değişik alanlardaki akımlarda önde
oldukları için, İngilizce, uluslararası alanda terminolojik
olarak hâkim durumdadır. Bu bahsettiğim durum, dil kişiliği
çok güçlü olan başka diller için de elbette geçerlidir. Örneğin
Almanca, dil kişiliği olarak, en az İngilizce kadar,
hatta daha da güçlüdür. Lakin, terminolojik olarak yeni düşünsel
gelişimleri ifade eden alanlarda İngilizce'nin etkisi çok
daha önemlidir. Almanca konuşan ülkelerin call center'ları
var. Mesela, new economy kavramı gündeme hâkim. Center mainstreaming,
bunun Almancası yok, ancak yorumlanabilir, çünkü düşünsel
formasyonun ilk çıkışı Almanca da değil ve yerine
başka da bir şey konulmamış, sağlık ve toplum
politikasının belli yönlerini belirlemede kullanılmaktadır.
Değerli arkadaşlar, Almanca
konuşulan ülkelerde, muhafazakâr kesimler, genelde, bu tür
kavramlardan uzak duruyorlar. Hristiyan demokratların liberal
kesimleri bu terminolojiyi kullanmaktan imtina etmezken, daha
muhafazakâr olan kanatlar kullanmıyor bu tür kavramları.
Dil ve yabancı terminoloji
kullanımında iki husus var: Birincisi, yukarıda bahsettiğim
uluslararası etkileşimin artmasına bağlı
olan ve güçlü dilleri de kapsayan olgu; diğeri ise, Türkçe kullanımının
temel bazı meseleleri.
Türkçenin dil olarak bir meselesi
yok elbette ki. Zihinsel, entelektüel ve duygusal anlamda ifade
için, her anlamda da Türkçe yeterli. Edebî tadı yüksek edebî eserlerin
başka dillere tercümesi kolay ve etki gücünü tercüme sonrası
da muhafaza ediyoruz. Lakin, dilini bu kadar kötü kullanan başka
bir millet de bulmak mümkün değildir. Bu bakımdan, elbette
ki milletçe ve heyetçe hepimiz bu konuda çok üzgünüz.
Değerli arkadaşlarım,
bu da son yirmi beş senenin toplum gelişimi süreciyle alakalı
bir meseledir. Bakanlıkların İnternet sayfalarında
dahi düşük cümle ve yazılım hatası maalesef mevcuttur.
Bunu, Sayın Bakanların dikkatlerine arz etmek istiyorum.
Bakanlıklara ait sayfaların ciddi kontrollerden geçmeden
yayınlanması, esasen, hiç olmaması gereken bir durumdur
da. Onun için, Sayın Bakanlarımızın pürdikkat kesilmeleri
lazım bu konuda.
Değerli arkadaşlar, televizyonlarda
veya başka yerlerde konuşan insanların, bozuk cümlelerin
yanı sıra, konuşurken yüz kaslarını kullanışları,
zaten sorunun kişilik boyutunu gösteriyor. Asimetrik, abartılı
ağız hareketleri, tonlama bozuklukları veya size geri
dönen telefonistler, sizi yönlendiren hava limanı görevlileri,
bunlar çok çiğ olarak başka dillerden alınmış kalıplar
ve suni kelimeler kullanıyorlar.
Bir başka nokta da, öz Türkçe
akımlarının, bilhassa aşırıya kaçtıkları
zaman, dilin doğal dokusuna zarar veriyor ve toplumun duygusal
birleşimine bariyer teşkil ediyor olmalarıdır.
Eski Türkçenin okullarda, en azından iyi eğitim verme iddiasında
olan okullarda öğretilmesinin çok önemli olduğunu düşünüyorum.
Türkçe nasıl geliştiyse, o hâliyle, oturmuş bir dil gelişiminin
garantisi olarak öğretilmeli.
Değerli arkadaşlar, bir
diğer husus da şu: Meclisimizde şubat ayında kabul
edilen, Türkçenin bozulması ve giderek yabancılaşmasının
nedenlerinin araştırılarak bulunması ve önlem
alınması konulu önerge tartışılırken,
"tıp kavramları Türkçeleşsin" gibi bir fikir
ortaya atıldı. Uzman dili diyebileceğimiz alanlarda
yabancı kavram kullanımının dil üzerinde yıkıcı
bir etkisi olamaz, zaten başka türlüsü mümkün değildir. Değerli
arkadaşlar, bir eczacı olarak, eczacılık terimleri
de vardır Latince. Ben, bunu, buradan da bildiğim için, bu konuyu
ortaya attım değerli arkadaşlarım. Uzman dillerinin
kullanıldığı alanlar zaten belli, dar sınırları
temsil ettikleri için, terminolojik olarak dil üzerinde sosyolojik
bir gösterge olamazlar. Kaldı ki, tıp terminolojisini Türkçeleştirirseniz
bile, kavram netliği ve iletişim sağlayamazsınız.
Tıp terminolojisinin temsil ettiği olguları görsel
olarak şekillendirecek bir eğitim alınmadan, kullanılan
kavram ne olursa olsun, bir algı sağlayamaz. Kafatasındaki
bin tane deliğin adını Türkçe de söyleseniz, o bin tane
deliğin görsel eğitimini almayan birisi için, kullanılan
kavramlar hangi dilde olursa olsun işe yaramaz. Doktor hastasına,
o deliklerle ilgili bir şey anlatacaksa, bunu, kavramsaldan
ziyade başka bir şekilde izah etmek zorundadır.
Dolayısıyla, değerli
arkadaşlarım, mesele, bunun çok ötesinde olan bir meseledir.
Bu mesele, sunulan eğitimin garantisinin sağlanması
ve ayrıca en önemli hususlardan birisi olarak da, Türkçeyi Koruma
Kanunu'nun en tavizsiz bir biçimde uygulanmasıdır. Nasıl
ki, Türk bayrağı buruşturulamazsa, Türkçe de kurumlarda
buruşturulamaz, eğilemez, bükülemez değerli arkadaşlar.
Bunu yapmanın bir müeyyidesinin olması gerekmektedir.
Yüce Meclisimizin, üzerinde çalışması gereken husus
da budur.
Âdeta bir tartışma programında
olduğu gibi, Meclisimizin, hâlâ, bugün de, bu saatte Türkçenin
sorunlarını tartışıyor olması ve son
beş seneyi de bu işle heba etmiş olması, ziyadesiyle
elem verici bir durumdur.
Değerli arkadaşlarım,
ana dilimiz Türkçe, yeryüzünün en eski ve en geniş coğrafya
parçasında konuşulan, gelişmiş, zengin bir kültür,
bilim ve sanat dilidir. Türkçe, en eski, en köklü dillerdendir diyoruz;
çünkü, bugünkü dillerin çoğu ortada yokken, hatta, bugünkü bazı
dillerin ataları sayılan diller bile ortada yokken, Türkçe
vardı değerli arkadaşlarım. Türkçe, en geniş
coğrafya parçasında konuşuluyor; çünkü, bugün, artık,
Türk dili, sadece Anadolu'da ve Balkanlarda değil, sadece Türkistan'da
ve Sibirya'da değil, çalışmak amacıyla, Avrupa'ya,
Amerika'ya, Avustralya'ya giden vatandaşlarımız sayesinde,
dünyanın dört bir bucağında konuşuluyor değerli
arkadaşlarım.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Özdoğan,
lütfen, toparlayın.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Değerli arkadaşlar, Türkçenin
lehçeleri dediğimiz çeşitli kolları Balkanlardan
Uzak Doğu'ya kadar geniş coğrafyada yazı ve konuşma
dili olarak kullanılıyor. Yaklaşık 75 milyon kişinin
konuştuğu Türkiye Türkçesi, sadece Türkiye Cumhuriyeti
sınırları içerisinde değil, diğer bölgelerde
de konuşulan ve yazılan dillerdendir.
1980'lerin ortalarında, UNESCO,
hazırladığı bir raporda, Türkçenin, konuşucu
bakımından dünyanın beşinci büyük dili olduğunu
açıklamıştı. Bu raporu hazırlayanlar, Türk dilinin
bütün kollarını, yani, dil ve lehçelerini bir bütün olarak
kabul ederek bu sonuca ulaşmışlardır.
Kesin nüfus sayımı sonuçlarına
dayanmasa da, Türk dilinin çeşitli kollarını konuşan
200 milyonu aşkın insan bulunduğu sanılmaktadır.
Ancak, UNESCO, daha sonraki yıllarda hazırladığı
raporlarda, Türk dil ailesini bir bütün kabul etmeyerek, her Türk
lehçesini sıralamada ayrı ayrı değerlendirdi.
Böylece, Türk dilinin sıralamadaki yeri değişti. Bu
durum, gerçeği değiştirmez değerli arkadaşlarım.
Yaklaşık 12 milyon kilometrekarelik bir alanda Türk dilinin
birbirine uzak veya yakın lehçeleri konuşulmakta, yazı
dili olarak kullanılmaktadır.
Değerli arkadaşlarım,
herhangi bir dilde yazılmış bir romanın Türkçeye
çevirisi yapılabiliyorsa, felsefe eserleri Türkçeye çevrilebiliyorsa,
Türk yazarlarının eserleri yabancı dillere çevrilebiliyorsa,
Türkçe, bir kültürdür, sanat ve edebiyat dilidir. Bilim eserlerinin
yazılabildiği, çevrilebildiği, yeni terimlerin türetilebildiği
ve her aşamada öğretimin yapılabildiği Türkçe
bir bilim dilidir aynı zamanda. Türkçe, gelişmiş bir
dildir diyoruz; çünkü, Türkçenin söz varlığı, bugün, 75
bine ulaştı.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Özdoğan,
lütfen tamamlayınız.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Türk Dil Kurumunun 1945'te çıkardığı
birinci baskı Türkçe Sözlük'te, 20 bin civarında söz vardı.
1998'de çıkan Türkçe Sözlük'te ise 75 bin söz var.
Türkçe, kavramlar yönünden son derece
zengindir. Akrabalık ilişkilerimize verdiğimiz önemin
sonucu, akrabalıkla ilgili sözler başka hiçbir dilde görülemeyecek
kadar fazladır, zengindir. Pek çok dilde, bırakınız
baldız, görümce, elti gibi sözlerin karşılıklarını,
teyze ile halayı ayırt edecek sözler bile yoktur. Renk adlarımız
renklerinin en küçük ayrıntısına kadar tonlarını
verecek şekilde çok zengindir; yavruağızı, gülkurusu,
gök mavisi gibi.
Peki, bu zengin söz varlığından
yararlanabiliyor muyuz? En azından yeterince yararlandığımızı,
maalesef, söyleyemiyoruz değerli arkadaşlarım.
Türkçe Sözlük'ün son baskısında,
madde başı olarak 75 bin söz var dedik az önce. Ne yazık
ki, bu söz varlığından yeterince yararlanamıyoruz.
Her toplumda gündelik hayatta kullanılan söz sayısı,
o dilin genel söz varlığına göre düşüktür. Ancak,
yapılan araştırmalara göre, Türkiye'de bu oran çok daha
düşük, sokaktaki insanın söz varlığı elbette
onun dünyasına göre olacaktır, ama, kitle iletişim araçlarının
söz varlığı daha geniş olmalıdır. Birkaç
yüz sözle, en fazla 500-600 sözle haber programları, hatta, diziler
çekiliyor değerli arkadaşlarım.
Değerli arkadaşlarım,
Türkçenin sorunları üzerinde elbette ki çok şey konuşulabilir,
ancak bunları çözmenin yoluna mutlak surette bakmalıyız
değerli arkadaşlarım.
Ben, burada sözlerimi bitirirken
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Sayın Başkan, yarım dakika
BAŞKAN - Buyurun Sayın Özdoğan.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Sayın Başkanımın müsamahasına sığınarak
değerli arkadaşlarım, sözlerimi Türk dili ve edebiyatının
ölümsüz üstadı, Sultân-üş- şuâra Necip Fazıl'ın
bir şiiriyle noktalamak ve bu yolla Türkçemizi selamlamak istiyorum:
"Ne azap ne sitem bu yalnızlıktan,
Kime ne, aşılmaz duvar bendedir,
Süslenmiş gemiler geçse
açıktan,
Sanırım gittiği diyar
bendedir.
Yaram var, havanlar dövemez merhem;
Yüküm var, bulamaz pazarlar dirhem.
Ne çıkar, bir yola düşmemiş
gölgem;
Yollar ki, Allah'a çıkar, bendedir."
Hepinizi değerli arkadaşlarım,
saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Özdoğan.
Madde üzerinde şahsı
adına söz isteyen Nusret Bayraktar, İstanbul milletvekili.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın Bayraktar.
NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul) -
Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; 1394
sıra sayılı, Yunus Emre Vakfı Kanunu Tasarısı'yla
ilgili, 2'nci maddesi üzerinde şahsım adına söz almış
bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Millî birlik ve beraberliğimizin
çimentosu olan ve her yerde, her zaman iftiharla yâd etmiş olduğumuz
ve en önemli zamanlarda âdeta hep beraber sarıldığımız
yüce değerlerimizden biri olan Mehmed Âkif Ersoy'la ilgili kanun
tasarısı dün, Yunus Emre'yle ilgili kanun tasarısı
bugün, inşallah, gelecekte de Mevlânâ gibi, Hacı Bektaş-ı
Veli gibi bizim gerçek değerlerimizi, kültürümüzü, insanımıza,
günümüze ve geleceğimize köprü olacak değerlere ulaşacak
şekilde sahip çıkabilme çalışmalarını
birlikte yürüteceğiz.
Böyle güzel bir kanun tasarısı
dolayısıyla emeği geçenleri kutlarken, böyle güzel
bir olayı, millî bir duyguyu, dinî ve kültürel anlayışlarımızın
da ortaya konduğu bir ortamda, Anavatan Partisi sözcüsü Sayın
İbrahim Özdoğan -ayrıldılar
Lütfen, ayrılmazsanız
sevinirim- böyle bir günde, doğru bilmediği bir gerçeği,
kamuoyuna ve Türkiye Büyük Millet Meclisi sayesinde bu çatıda,
bir kere daha akıllara koymak için, yanlış bir ifadeyi
kullandı. Düzeltme gereği duydum, onun için özellikle söz aldım.
Nedir bu? Böyle bir, millî değerlere,
kültüre, inanca saygıda bulunan Hükûmetimizin temsilcileri
ve Parlamentomuzun üyeleri ve özellikle Kültür Bakanımıza
atfen, Akdamar Kilisesi'nin açılışıyla ilgili övgüyü
söylerken "anlayışınız ve zihniyetinizde,
İstanbul Kasımpaşa'da Kur'an Kursu'nu yıkan bir anlayış
"
Dedi.
Olayın aslını, bu vesileyle
Türk milletine ve yüce Meclisimize aktarmak istiyorum. Çünkü, Kasımpaşa'daki
Piyale Paşa Kur'an Kursu ve Camisi ile ilgili, 1994 yılında,
benim o bölgede belediye başkanı bulunduğum andan bu
yana neler olup bittiğini nokta nokta bilenlerden biriyim. Bir
sorumluluk hissi içerisinde açıklıyorum.
Piyale Paşa Camisi, Mimar Sinan
tarafından yapılan, İstanbul'un ve Türkiye'nin en önemli
tarihî ve kültürel ibadethanesidir. Haliç'ten İplikçi deresi
vasıtasıyla sandallarla dahi ulaşılabilen Fatih
Camisi gibi büyük bir cami. Ama, ne yazık ki, uzun yıllardan
bu yana, ona gerçek sahiplik yapılamadığı için, Vakıflar
Genel Müdürlüğümüz veyahut Kültür Bakanlığımız
veyahut bütçemiz veyahut belediyelerimiz gerçek sahipliğini
yapamadığı için, Fatih Camisinin orta avlusuna bir
Kur'an kursu kondursaydık ne diyeceklerdi? Kırk beş
yıl önce orada bir Kur'an kursu yapılmış, caminin avlusuna
ve kırk beş yıl önce olduğu için, zaten, dayanıklılığı
açısından da tartışma konusu olduğunu, muhtemel
bir deprem olduğu takdirde yıkılabileceğini, Mimar
Sinan'ın o kültürel, sanatsal eserinin bahçesine bunun yakışmadığını,
buranın mutlaka boşaltılarak başka taraflara taşınması
gerektiğini o dönemlerde ben başlatmıştım,
ve Kur'an kursu yöneticileriyle bir anlaşma yaptık. Dedik
ki: "Size ayrı bir yer gösterelim, oraya sizi taşıyalım,
burayı boşaltalım, çevirelim. Büyükşehir Belediye
Başkanımız da bize destek verecek. Bu Cami'nin etrafını
tamamen boşaltacağız. Vakıflar Genel Müdürlüğüyle
birlikte de böyle tarihî eserleri onaracağız." Onlar,
dediler ki: "Nereye taşıyacaksınız? Nereyi
istiyorsunuz?" 150 metre hemen aşağısında bir
arsaları vardı. Orada imar durumları da müsaitti.
"İnşaatları yapın, biz, size, Vakıflar kanalıyla
destek vereceğiz
" ve altı katlı binayı yaptılar,
oraya taşındılar. Dediler ki: "Bize bu yetmeyecek."
Emir Efendi'de, Kulaksız'da, Emir Efendi Camisi'nin hemen arkasında
"Beyoğlu İnsan ve Çevre Vakfı" diye benim kurduğum
bir vakfın öncülüğünde, 400 metrekare temelli, altı
katlı, asansörlü, kaloriferli, sosyal tesisli, modern bir binayı
yaptık. Bunu da bunlara tahsis ettik, meşru olarak. "Tamam,
bundan sonra boşaltacağız" dediler ve sürekli istismar
ettiler, istismar ettiler. Benim dönemim bitti, benden sonra Kadir
Topbaş Bey aynı şeyi devam ettirdi. Dedi ki: "Artık,
siz bunu boşaltmalısınız." "Tamam, ama, bize
yine yetmeyecek" dediler. "Yetmeyecekse, Sinan Paşa
Camisi'nin yanında da kaba inşaatı bitmiş bir yer
vardır; maliyetine, size, bunu da tahsis edelim, gelin, oraya
gelin" denmiş olmasına rağmen, "tamam" dediler
söz verdiler ve netice itibarıyla, on iki yıl bizi oyalaya
oyalaya bu noktaya gelindikten sonra, Kültür Bakanlığımız
ve Vakıflar Genel Müdürlüğümüzün ve İstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanımızın, hassasiyetle, tarihî ve
kültürel eserleri korumaya matuf atmış oldukları
adımların devamına yönelik Piyale Paşa Camisi'nin
aslına uygun bir hüviyete kavuşturulması için, o binanın
artık yıkılması gerektiğini, daha fazla istismar
etmemeniz gerektiğini söyleyerek
"Tamam" dediler,
"boşaltıyoruz" dediler. Ne zaman ki, dozerler oraya
geldi, bir istismarcı, provokatörler geldiler "efendim,
bunlar Kur'an kursu yıkan
"
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
NUSRET BAYRAKTAR (Devamla) - Bitiriyorum
Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Sayın Bayraktar,
isterseniz bu süre içerisinde de konudan bahsedelim.
Buyurun.
NUSRET BAYRAKTAR (Devamla) - Tabii,
ben başta bu konuyu anlattım, ama çok önemli olduğu
için, bir iftiraya matuf kalınmıştır, bunu burada
anlatmam gerekiyor.
İşte, din istismarcılığının
ne olduğunu anlamak açısından, bazı sağ gazetelerde
de yazıyorlar "bunlar Kur'an kursu yıkan
"
Değil arkadaşlar, biz, daha
güzelini, daha iyisini, plana, programa, projeye, zamana, çağdaşlığa,
anlayışımıza, kültürümüze uygun olarak yaptık,
verdik. Bu eski eserleri de onarmaya yönelik bu işlemleri yapıyoruz.
Bunu, kimse istismar etmesin. Türkiye'de de CD'yle dağıtarak
"bunlar Kur'an kursu yıkan insanlar" diyerek, böyle, arkadaşlarımızın
söylediği gibi, yüce çatının bu önemli kürsüsünden anlatmanın
yanlış olduğunu, hele hele Yunus Emre adına -o Yunus
ki dizeleriyle, anlatımlarıyla, yaşantısıyla
insanlarımıza barışı, sevgiyi, hoşgörüyü,
kaynaşmayı, dayanışmayı, geleceği, ümidi
ve sevgiyi aşılayan bir anlayışın ortaya konduğu
bir ortamda- böyle, gerçek dışı olayları anlatmanın
üzücü olduğunu belirtmek zorundayım.
Bu vesileyle, kanunun hayırlı
uğurlu olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Bayraktar.
Madde üzerinde, şahsı
adına söz isteyen Haluk Koç, Samsun Milletvekili.
HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın
Başkan, teşekkür ediyorum.
Yıkılan Piyale Paşa
Kur'an Kursu hakkındaki kanun tasarısı üzerinde
şahsım adına söz aldım. Özür diliyorum. Konu o
şeklide bağlandığı için daha önceki konuşmacı
tarafından, bu şekilde bir giriş yaptım.
Konu, Yunus Emre Vakfı Kanunu
Tasarısı. Şahsım adına söz aldım ve demin
yarım kalan bazı tahlillerimi müsaade ederseniz tamamlamak
istiyorum, grup adına değil ama şahıs adına daha
kolay olabileceği düşüncesiyle.
Değerli arkadaşlarım,
küreselleşmenin millî kültürleri erozyona uğrattığını
ve yaşamı "coca-cola"laştırdığını,
benzeştirdiğini binaları, insanları, giysileri,
yemeği, kültürü, yaşayış biçimini ve bizim toplumumuz
üzerindeki küreselleşmenin en önemli riskinin de bunun olduğunu
belirtmiştim.
Değerli arkadaşlarım,
bakın, bu sürecin, ulusal yapımız
Hiç siyasi, ekonomik
boyutlarına girmiyorum, yani, Türkiye coğrafyasının
bugün tartışılan bir coğrafya olduğu noktasına
girmiyorum, ekonomik sürecine girmiyorum, sadece kültürel boyutuna
giriyorum. Onun için, Yunus Emre Vakfının önemi de burada
yatıyor; gizli, açık bir saldırı karşısında,
bizim ulusal kültürümüzde millî yapımızda.
Bu tespiti yaparken, 1895 ile 1910
arasına kısaca bir gidelim isterseniz. İngiltere-Fransa
koalisyonu, Osmanlı İmparatorluğu üzerinde, Balkanların
elimizden çıkma sürecinde, Rusya bir tarafta, iyi polis kötü polis
oynuyorlar, -oradaki ayrılıkçı terörü- çeteleşmeleri
bir yandan Rusya'nın kışkırtmasını sağlıyorlar,
bir yandan da o süreç başladıktan sonra, klasik davranış
şekilleriyle, kendi kültürlerini de devreye katarak, onlara
hamilik yaparak, Osmanlıdan kopan parçacıkları kendilerine
bağlı, emperyal zincirdeki devletler hâlinde tutma gayretini
inatla sürdürüyorlar. Bir yanda da sanayileşme sürüyor dünyada,
endüstrileşme var. Dolayısıyla, sonuç: Yeni alanlar,
yeni pazarlar aranıyor, o günkü sanayileşmenin pazarı
olabilecek alanlar ve Osmanlı da hâlâ bir din ve tarım toplumu
ve çok büyük bir coğrafya. Almanya uyanıyor, Prusya uyanıyor
ve Kayser II. Wilhelm tahta çıkıyor ve bütün gözünü, kültür
emperyalizmi boyutunda Orta Doğu'ya, Osmanlının Orta
Doğusu'na, bizim topraklarımız olan Orta Doğu'ya
dikiyor. İki kez İstanbul'u ziyaretten sonra, belli kültür
anlaşmaları, belli askerî anlaşmaları, belli Osmanlı
elitinin değişik alanlarda eğitimini Almanya'da
sağlayacağı anlaşmaları, altyapıları
sağladıktan sonra, sonuçta, bir gezi düzenliyor 1908'de. Nereye?
Kudüs'e. Oraya gidiyor, oradaki Müslümanların, oradaki Katoliklerin,
oradaki Protestanların, oradaki İbranilerin, hepsinin
ruhani majestesi, ruhani lideri havasında bir atmosfer estiriyorlar.
Hatta, Müslümanlar arasında "Hacı Wilhelm" diye geçiyor,
hacı oldu diye geçiyor.
Daha sonra, başımıza,
o 1908 sürecinin Birinci Dünya Savaşı'nda neler getirdiğini
yaşadık ve gördük. Yani, kültür emperyalizmi bir ülkeye
girdiği zaman, sadece o millî kimliği zayıflatmakla,
gelenekleri kemirmekle kalmıyor; dil, din, bayrak, toprak bütünlüğü,
ekonomi, tümünü elinizden alacak bir sürecin parçası oluyor.
Bu tespitte, ne olur, geçen günkü polemikler içerisindeki konuşmam
sırasında da -o polemik doğrudan benden kaynaklanmamıştı,
bir kere daha onu ifade edeyim- polemik yapıldığı
için polemikle cevap verebileceğimizi söylediğim için
demiştim ve şunu ifade ediyorum, orada da söylemiştim:
Ne olur, ister siyaset yapın, ne yaparsanız yapın, ne
olur, şu yakın tarihimizi bir öğrenelim. Yakın tarihimizi
detaylarıyla, ayrıntılarıyla bir öğrenelim.
Neler yaşamış bu toprak, bu ulus neler yaşamış
ve bugüne nasıl gelmişiz, bugün nereye gitmek istiyoruz,
nerelere sürükleniyoruz, bunu çok daha iyi değerlendiririz.
Değerli arkadaşlarım,
şimdi, küresel baskılara karşı ulusal kimliğin
korunması son derece önemli.
Nedir kimlik? Herkes "Kimlik
nedir?" sorusuna çok farklı cevaplar verebilir. Kimlik dildir.
Çok önemli. Kimlik, dinî inançlar sistemidir o toplumu ayakta tutan.
Kimlik nedir?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Koç, toparlayınız
lütfen.
HALUK KOÇ (Devamla) - Keşke on
dakika alsaydım.
Teşekkür ederim.
Bölüm bölüm oluyor, ama ben, kendi
düşüncelerimi, Sayın Yalçıntaş'ın "Hiç olmazsa
bu düzeyde konuşalım." davetinden sonra sürdürmeye
çalışıyorum.
Kimlik nedir? Dildir dedim, dinî
inançlar sistemidir, bütünüdür dedim. Kimlik, aynı zamanda vatandır.
Vatansız, ne dil olur ne din olur. Batı Trakya'daki soydaşlarımızın,
ziyaretlerim sırasında, başka bir bayrak altında
bu kimliği yaşamanın imkânsız olduğu yakarışlarını,
o konuyla ilgili de burada dile getirmiştim. Yaşayanlar
var, vatansız yaşayanlar var. Vatanları var, ama, kimlikle
bütünleşmeyen toprak vatan olmuyor.
Başka nedir? Kimlik bayraktır.
Tabii, kimlik, Osmanlı Türk geleneğinde kimlik, birlikte,
kardeşçe yaşamak geleneği ve hoşgörüsüdür. Bu,
bu toprakların bize bıraktığı en büyük mirastır.
En büyük mirastır. O yüzden, böyle, günlük siyasetlerle -yok Akdamar,
yok şu, yok İstanbul, yok bilmem ne- bunları erozyona
uğratmadan, bu değerlerin hepsi Anadolu'nun ortak kültürüdür,
varlığıdır, mirasıdır ve biz, onların
üzerinde, onları koruyarak yola devam etme becerisini hep beraber
göstermek zorundayız.
Değerli arkadaşlarım,
bakın, Yunus Emre ve Magna Carta. 1214 Magna Carta'nın yayınlanışı.
Kelimeler var, maddeler var, yazılı bir metin, ama, onun felsefi
boyutu Anadolu'da ve aynı tarih diliminde. On yıl önce, on
yıl sonra, yirmi yıl önce, yirmi yıl sonra. Felsefi boyutu,
insan haklarına da temel oluşturacak, demokrasiye de temel
oluşturacak, hoşgörüye de temel oluşturacak o felsefi
boyutu Anadolu'da var, o tarihte var. Nerede var? Yazılı
bir belge değil bu, maddeler hâlinde ele alınmamış,
belirtilmemiş: Ama nerede var? Dizelerinde var, felsefesinde
var. Ben onları söylemiyorum arkadaşlarım dile getirdiği
için.
Onun için, Yunus, rahmetli Tahir
Alangu Hoca'nın söylediği gibi "Çağını
aşan bir kimlik." Hadi kendi değerlerimizden bahsediyoruz,
dünyada da değerler var. Yine, bir kere daha bir konuşmam
sırasında söylemiştim. Meşhur İspanyol yazar
Cervantes, Don Kişot'un yazarı, o da çağını
aşan bir kimliktir. Her olayda, siyasi, ekonomik her süreçte Cervantes'in
Don Kişot'unu bulabilirsiniz. Dikkat edin, her olayda bir Don Kişot
vardır; her olayda yel değirmenleri vardır, her olayda
Sancho Panza'lar vardır. Her olayda, her senaryoda, her dekorda
bunlar vardır. Cervantes de, tıpkı Yunus gibi çağını
aşan bir dünya yazarıdır.
Değerli arkadaşlarım,
dün Âkif'ten bahsettik. Âkif'ten çok güzel dizeler okundu, ama Âkif'in
özünü bu dönemdeki siyasi uygulamalarda da yaşamamız gerekiyor.
Onun için, bu dönemin envanterini
yaparken -Adalet ve Kalkınma Partili kardeşlerime söylüyorum-
bu dönemin siyasi envanterini yaparken, nelerin altına imza
attık, nelere siyasi sorumluluk içerisinde, disiplin içerisinde
"evet" dedik, bunları da bir ruh huzuruyla, vicdan huzuruyla,
Âkif'in ve Yunus'un size verdiği öğretiyle o miras üzerinde
bir kere daha vicdanınızla tartın, gelecek dönemlerde çok daha farklı yaklaşacaksınız
konulara.
Çok teşekkür ediyorum, saygılarımı
sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Koç.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
3'üncü maddeyi okutuyorum:
İKİNCİ
BÖLÜM
Vakfın
Amaçları ve Organları
Vakfın amaçları
MADDE 3- (1) Vakfın amaçları
şunlardır:
a) Türkiye'yi, kültürel mirasını,
Türk dilini, kültürünü ve sanatını tanıtmak, Türkiye'nin diğer ülkeler ile dostluğunu
geliştirmek, kültürel alışverişini artırmak
için yurt dışında kültür merkezleri kurulmasını
ve işletilmesini sağlamak,
b) Türkiye, kültürel mirası,
Türk dili, kültürü ve sanatı konularında yurt dışında
ücretli veya ücretsiz eğitim vermek veya verdirmek, bu alanlarda
sertifika vermek, verilmesini sağlamak,
c) Türkiye, kültürel miras, Türk
dili, kültürü ve sanatına ilişkin yurt içi ve yurt dışındaki
bilgi ve belgeleri dünyanın istifadesine sunmak için,
araştırmalar, etkinlikler yapmak veya yaptırmak, yurt
içinde ve yurt dışındaki üniversite ve sivil toplum örgütleri,
ilgili diğer gerçek ve tüzel kişiler ile ortak projeler yürütmek
ve yazılı ve görsel medyada süreli veya süresiz yayınlar
yapmak veya yaptırmak,
ç) Yurt dışında benzer
kuruluşlar ve uluslararası kuruluşlarla işbirliği
yapmak,
d) Yurt içi ve yurt dışında
bu Kanunun amacını gerçekleştirmek için araştırma-
geliştirme ile ilgili kurum ve kuruluşlarla ve bilgi bankalarıyla
işbirliği yapmak, toplanan bilgileri dünyanın istifadesine
sunmak, tanıtma büroları, enstitü ve dokümantasyon merkezleri
kurmak,
e) Türkiye'yi, kültürel mirasını,
Türk dilini, kültürünü ve sanatını tanıtmaya
ilişkin etkinlikler hakkında yurt içinde kişi ve kuruluşların
bilgilendirilmesi, katılımın sağlanması ve
yönlendirilmesi için gerekli çalışmaları yapmak,
f) Bu Kanunun amaçlarını
gerçekleştirmek için; Vakfa ve kuruluşlarına sivil
toplum örgütlerinin ve üniversitelerin katılımını
sağlamak, kültür, sanat, eğitim alanlarında kurulmuş
vakıflarla veya derneklerle işbirliği yapmak, bu alandaki
akademik çalışmalara aynî veya malî destek sağlamak,
g) Türk dilinin, kültürünün ve sanatının
tanıtımına ilişkin yarışmalar düzenlemek
ve ödüller vermek,
ğ) Kültür Merkezlerinin kurulmadığı
yerlerde bu Kanunun amaçlarının gerçekleşmesi için
yurt dışında faaliyet gösteren diğer kamu kurum ve
kuruluşları ile birlikte çalışmalar yürütmek.
(2) Vakıf tarafından yurt
dışında Kültür Merkezi açılan şehirlerde diğer
kamu kurum ve kuruluşları aynı amaçla başka birimler
oluşturamaz.
(3) Vakfın yurt dışındaki
ilişkileri bakımdan 8/6/1984 tarihli ve 227 sayılı
Vakıflar Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin ek 3 üncü maddesi uyarınca
Dışişleri Bakanlığının uygun görüşü
yeterli sayılır, İçişleri Bakanlığının
izni aranmaz.
BAŞKAN - Madde üzerinde Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Enis Tütüncü, Tekirdağ
Milletvekili.
Sayın Tütüncü, buyurun.
CHP GRUBU ADINA ENİS TÜTÜNCÜ
(Tekirdağ) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Hepinizi sevgiyle, saygıyla
selamlıyorum.
3'üncü madde, Vakfın amaçları
ve organlarını düzenliyor. Burada Vakfın, Yunus Emre
Vakfının amaçları, bence, güzel bir şekilde sıralanıyor.
Ben, bu amaçlara bir başka açıdan katkıda bulunmak istiyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak, son on yıllık
dönemde, Mustafa Kemal'in düşünce ve söylemlerini, hümanist
düşünce açısından, insancıllık açısından
incelemeye çalıştık. On yıllık ciddi ve iddialı
bir araştırma sonucunda gördük ki, Mustafa Kemal'in dünyasında
insanın yüceliği son derece anlamlı bir şekilde
ön planda tutulmaktadır.
31 Ağustos 1922 sabahı,
Mustafa Kemal, Dumlupınar muharebe alanını dolaşıyor.
O savaşın bütün içler acısı sonuçları ortada.
Mustafa Kemal yürüyor, uzaklaşıyor yanındaki insanlardan.
Bakıyorlar, Mustafa Kemal'in gözlerinde yaş, damlıyor;
ağlıyor Mustafa Kemal ve dudaklarından şu sözler
dökülüyor Gazi Mustafa Kemal'in: "Böyle mi olmalıydı?
Ne gerek vardı buna? Zavallı insanlık!" Mustafa Kemal'in
Dumlupınar Meydan Savaşı alanındaki sözleri.
Yine, Mustafa Kemal'in dünyasında
insanın ne kadar yüce bir değer oluşturduğuna bir
örnek olarak da, bir anıyı sizinle paylaşmak istiyorum:
Cumhuriyeti kuranlar Mustafa Kemal'e gelmişler belirli bir zaman
sonra, devlet oturuyor, demişler ki: "Paşam, şimdi,
Türkiye Cumhuriyeti devletinin armasını oluşturmamız
lazım." Öyle ya, Osmanlı İmparatorluğu'nun,
Osmanlı Devleti'nin arması var. O zamanki devletlerin armaları
var. İmparatorlukların bir bölümü tarihe karışmış
olmasına rağmen armalar var, hâlâ armalar var. "Peki"
demiş Mustafa Kemal "Türkiye Cumhuriyeti devletinin arması
üzerinde çalışın." Çok titiz, uzun, iddialı çalışmalar
yapılmış ve elemeden sonra, Mustafa Kemal'in önüne örnekler
getirilmiş. Mustafa Kemal örnekleri incelemiş, incelemiş,
incelemiş, hepsini bir tarafa koymuş "Hayır, bunların
hiçbiri yaşadığımız çağda kurulan bir
devletin arması olamaz. Türkiye Cumhuriyeti devletinin arması,
sembolü insan başı olmalı." demiş. Sembol, sembol,
sembol
"İnsan başı olacak Türkiye Cumhuriyeti
devletinin arması." demiş ve "Bir insanın, insan
başının, insan zekâsının ifade edemeyeceği
hiçbir şey yoktur, hiçbir yücelik yoktur." demiş.
Şimdi, Mustafa Kemal'deki böylesine
derin ve anlamlı insan sevgisinin kökünde ne var diye baktık;
Anadolu felsefesi var, Yunus Emre var, Mevlânâ var, Hacı Bektaş
Veli var, Ahi Evran var; Anadolu erenlerinin anlayışı
bu insan.
Mustafa Kemal, bakınız,
24 Aralık 1930 tarihinde Edirne'de yaptığı bir konuşmada
aynen şöyle söylemiş: "En iyi fert, kendinden çok mensup olduğu
sosyal toplumu düşünen, onun varlığını korumaya
ve mutluluğuna kendini adayan insandır."
Ankara'da 5 Kasım 1931 yılında
şunu söylemiş Mustafa Kemal: "Türk siyasetinin esaslı
ilkeleri barış ve insanseverliktir. Biz, bunlar için çalışıyoruz
ve çalışmaya devam edeceğiz."
Yine Mustafa Kemal, Anadolu felsefesi
ışığındaki incelemelerimiz sonucunda yakaladığımız
bir söyleşisinde de şunu söylemiş 26 Ekim 1931 günü Ankara'da:
"İnsanları mutlu edeceğim diye onları birbirine
boğazlatmak, insanlıktan uzak ve son derece üzüntü duyulacak
bir yoldur. İnsanları mutlu edecek tek vasıta, onları
birbirine yakınlaştırarak, onlara birbirlerini sevdirerek
karşılıklı maddi ve manevi ihtiyaçlarını
sağlamaya yarayan hareket ve enerjidir."
Mustafa Kemal'in dünyasındaki
insanın ne kadar yüce bir konumda olduğunu göstermesi
açısından son bir örnek: 26 Eylül 1932 yılında Diyarbakır'da
konuşmuş ve Diyarbekir Gazetesi'nde yer almış. Bu
söylemi biliyoruz; bu kürsülerde dile getirildi, ancak o söylemin
içeriğindeki bir ayrıntı var ki, oraya dikkatinizi
çekmek istiyorum. "Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu,
Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı, hep
bir soyun evlatları, hep aynı cevherin damarlarıdır
-aynı cevherin damarlarıdır- Bizim yeni işimiz budur.
Bu damarlar, birbirini duysun ve birbirini tanısın. Bu dediğim
şey gerçek olacak, çünkü gerçektir. Bu dediğim şey olduğu
zaman, başka bir âlem görülecek ve bu âlem, dünyaya hayret verecek;
ışığı ve feyzi insanlığa saçacaktır."
Bu kürsüden zaman zaman dile getirilen, bu söylemdeki ayrıntı
gibi duran küçük bir kelime üzerine dikkatlerinizi çekiyorum.
"Hep aynı cevherin damarlarıdır Diyarbakırlı,
Vanlı Erzurumlu
Damar, cevher
Buradaki "damar" ve
"cevher" insan varlığını ifade etmektedir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; biz, aslında, insanlık âlemine Yunus Emre'yi
tanıtırken, Yunus Emre'nin coşkusunu, Yunus Emre'nin
felsefesini tanıtırken, bu Yunus Emre Kültür Vakfı
aracılılığıyla, bir bakıma da, Mustafa
Kemal'in düşüncelerini, Mustafa Kemal'in insan sevgisini, Mustafa
Kemal'in dünyasındaki hümanizma anlayışını
da öyle sanıyorum ki, yansıtmak durumundayız.
Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı'nı,
Anadolu hümanizması değerleriyle yoğrulan -dikkatinizi
çekiyorum- Anadolu ve Rumeli insanıyla başarıya götürmüştür.
O değerlerle yoğrulan yeni Türkiye'yi bu kültürel değerlere
dayanarak kurmuş ve çağdaşlaşmayı bu anlayış
üzerinde gerçekleştirmiştir. Anadolu'nun insan odaklı,
dayanışmacı halk kültürü, Mustafa Kemal'in çocukluk
düşünce dünyasının temelini oluşturmuştur.
Bunu açık bir şekilde ortaya koyduk, açık bir şekilde
görülüyor. Mustafa Kemal, bu çocukluk ve delikanlılık dünyasının
bu güzelliklerini Batı dünyası felsefe sistemleriyle bütünleştirmiş,
özellikle 1789 Fransız Devrimi ile bunu takip eden düşünce
akımlarını özümseyerek, muhteşem bir düşünce
sentezi oluşturmuştur. Mustafa Kemal'in düşünce, söylem
ve eylemleri zaman sürecinde yoğrularak Atatürkçülüğün
genel esaslarını, temel esaslarını oluşturmuştur.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Yunus'tan hareket ettik, Anadolu düşünürlerinden,
felsefesinden hareket ettik Mustafa Kemal Atatürk'e geldik ve bu
Meclis çatısı altında konuşuyoruz. Öyle sanıyorum
ki, Yunus Emre Vakfı Kanunu Tasarısı'nın 3'üncü
maddesindeki Vakfın amaçlarında, burada belki yazmıyor
ama, Atatürk'ün insana bakışı, Atatürk'ün Anadolu hümanizmasıyla
nasıl yoğrulmuş olduğu gerçeği
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Tütüncü.
ENİS TÜTÜNCÜ (Devamla) -
Anadolu
felsefesiyle nasıl yoğrulmuş olduğu gerçeği,
Mustafa Kemal'in savaş meydanlarında Yunus'u yaşamakta
olduğu gerçeği, Mevlânâ'yı yaşamakta olduğu
gerçeği, Hacı Bektaş Veli'yi yaşamakta olduğu
gerçeği, öyle sanıyorum ki dünyaya bu Vakıf aracılığıyla
da anlatılacaktır.
Teşekkür ederim Sayın
Başkan. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Tütüncü.
Madde üzerinde şahsı
adına söz isteyen Atilla Maraş, Şanlıurfa Milletvekili.
Sayın Maraş, buyurun. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
MEHMET ATİLLA MARAŞ
(Şanlıurfa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
1394 sıra sayılı, Yunus Emre Vakfı Kanunu Tasarısı
hakkında söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla
selamlarım.
Türkiye'nin kültür mirasını
korumak ve tanıtmak, Türk dilini korumak, geliştirmek, dünyada
en çok konuşulan diller arasına girmesi için tanıtımına
katkıda bulunmak, Türk dilinde yaratılan sanatın bütün
şubeleriyle yurt dışında tanıtımını
sağlamak, kültür ve sanatın aracılığıyla
ülkeler arasında kültür köprüleri kurarak dostluklar geliştirmek,
bu amaçlarla, yani Türk dilini, kültürünü ve sanatını tanıtmak
amacıyla yurt dışında kültür merkezlerinin kurulması,
bu kanun tasarısıyla gerçekleşecektir. Hedef, ülkeler
arası dostluğun gerçekleştirilmesi, ülkeler arası
kültür alışverişinin gerçekleştirilmesi, bunun
için uluslararası çapta etkinliklerin düzenlenmesi düşünülmüştür.
Bu gibi konularda, süreli ve süresiz yayın yapılması
da düşünülen hedefler arasındadır. Bugün bir çok ülke,
özellikle Akdeniz'e kıyısı olan ülkeler -ki, İspanya,
Fransa, Yunanistan- tanıtım faaliyetlerini, yurt dışındaki
teşkilatları aracılığıyla yapmaktadırlar.
Bu teşkilatlar, vakıf, birlik ve birtakım şirketlerdir.
Kurulacak olan Yunus Emre Vakfı
bünyesinde kültürel nitelikli faaliyetler icra edilecek ve ülkemizin
dış dünyada tanıtımı yapılacaktır.
Kurulacak olan bu Vakfın bünyesinde, kültür merkezleri ve enstitüler
oluşturulacaktır. Bu kuruluşlara, çeşitli kolaylıklar
ve birtakım muafiyetler getirilecektir. Vakıflarımıza
tanınan bütün hak ve yetkiler, kurulacak olan Yunus Emre Kültür
Vakfına da tanınacaktır.
Kurulması düşünülen vakfın
adı Yunus Emre; bu isim, bu Vakfa, isabetle seçilmiş ve verilmiştir.
Peki kimdir Yunus? Kendi diliyle şöyle diyor: "Ete kemiğe
büründüm/Yunus diye göründüm."
Bir başka şiirinde de
şöyle diyor: "İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır."
Böyle devam edersek, tabii, Yunus'tan
çok şiir var, ezberimde de çok şiir var. Esasen, bir dönemin
sonunda hepimiz çok yorulduk, siyaset de çok ağır bir yük,
ağır bir ortam. O hâlde, bugün Yunus'tan şiirler okuyarak
ruhlarımızı biraz dinlendirelim istiyorum. Ben,
şiirlerle devam etmek istiyorum müsaade ederseniz.
Yunus bir şiirinde diyor ki:
"Yûnus'durur benim adım
Gün geldikçe artar odum
İki cihanda maksûdum
Bana seni gerek seni.
Eğer beni öldüreler
Külüm göğe suvuralar
Toprağım anda çağıra
Bana seni gerek seni.
Cennet cennet dedikleri
Birkaç köşkle birkaç huri
İsteyene sen ver anı
Bana seni gerek seni."
Yine, başka bir dizesinde de
"Severem seni candan içeri/ Bir ben var ki bende, benden içeri."
Yani, Yunus, ete kemiğe büründüğünü, esasen ruh dünyasının
etsiz ve kemiksiz bu yeryüzü yuvarlığında dolaşamayacağını
biliyor. Hepimiz aslında ete kemiğe büründük ve bu yeryüzü
coğrafyasında Yunus diye, Ahmet diye, Mehmet diye göründük.
Bu dünya, gurbeti
Esasen bizim öz ülkemiz değil, bir gün bu
kılıftan, bu et ve kemikten sıyrılıp, esas ruhlar
dünyasına hepimiz, bir bir, bizden öncekiler gibi geçip gideceğiz.
Günümüzden yedi yüz yıl önce,
bu topraklarda yaşamış, Anadolu coğrafyasını
bir baştan bir başa dolaşarak, arı, duru bir dille
Türkçe şiirler söylemiş olan koca Türkmen dervişi Yunus,
büyük şair, büyük insan.
Fransız şairi Bodler
şöyle diyor: "Hayatta üç kişiye saygı duyunuz,
şair, savaşçı ve derviş." Yunus Emre'de bunun
üçü de var; hem şairdir hem savaşçıdır hem derviştir.
Nasıl savaşçı? Bir şiirinde diyor ki:"Kastım
odur, şehre varam/Feryad u figan koparam." İşte size
bir savaşçı örneği. Olumsuzluklara, kötülüklere bir
iç isyan, bir başkaldırı var Yunus'un şiirlerine
baktığımız zaman. Bir taraftan da, Yunus, dervişçe
söyleyişler içerisindedir. Der ki bazı şiirlerinde
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Maraş,
lütfen, toparlayınız.
MEHMET ATİLLA MARAŞ (Devamla)
- Yani, müsaade edin de okuyayım Başkanım, bir iki dakika.
BAŞKAN - Buyurun.
MEHMET ATİLLA MARAŞ (Devamla)
- "Dövene elsiz gerek
Sövene dilsiz gerek
Derviş gönülsüz gerek
Sen derviş olamazsın"
diyor.
Dolayısıyla derviş
Yunus, zaman zaman derviş kılığında, zaman zaman
savaşçı kılığında Anadolu'yu, bu coğrafyayı
baştan başa dolaşmış ve bütün insanları
"Ben kimim, bu hâl neyin nesi" diye ayaklandırmış.
İç isyanını, millete, olumsuzluklara karşı
her dizelerinde göstermiştir.
Şimdi, bu şair
Yunus Emre
ozan değil, bir defa onu söyleyeyim. Yunus Emre şairdir,
şiir söyledi ve şuuru başında olan bir insan,
akıllı bir insan. Ozan diye bunları ayırmam lazım
bir şair olarak, çünkü ozan kopuz çalana derler, kopuz biliyorsunuz
üç telli, ilkel bir saz ve ozanlar da ümmidir, okuma yazması yoktur.
Onun için ben şair diyorum Yunus Emre'ye.
Bir şiirinde şöyle diyor
yine: "Benim burada kararım yok
" Bizim gibi, yani, bir
zaman sonra çekip gideceğiz, bu mekanlar bizim değil,
başka arkadaşlar gelecek.
"Benim burada kararım
yok.
Ben buradan gitmeye geldim.
Bezirganım metaım çok,
Alana satmaya geldim.
Ben gelmedim davi için,
Benim işim sevi için,
Gönüller dost evi için,
Gönüller yapmaya geldim."
İşte, Yunus böyle bir insan, gönül yapan bir insan ve gönülleri
birleştiren dost bir ses.
Birleşmiş Milletlerin
kültürel bir kuruluşu olan UNESCO, 1991 yılını, hatırlayacaksınız
"Yunus Emre Yılı" ilan etmişti. O yıl, Türkiye'de,
İstanbul'da "Dünya Şairler Kongresi" düzenlenmişti
ve bendeniz de Kültür Bakanlığı adına o şairler
kongresine delege olarak katılmıştım. O tarihte,
Brüksel'deki UNESCO'nun giriş kapısına aynen Yunus Emre'nin
şu dizeleri yazılmıştı: "Sevelim, sevilelim,
dünya kimseye kalmaz." Bu yıl Mevlânâ Yılı, ama 1991
de Yunus Yılı idi
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Maraş,
teşekkür için açıyorum.
Buyurun.
MEHMET ATİLLA MARAŞ (Devamla)
- Evet, bitiriyorum ben de.
Şöyle bitirelim o zaman, yine
Yunus'un iki dörtlüğü ile bitireyim, hoşgörü ve dünyanın
geçiciliğiyle ilgili diyor ki:
"Elif okuduk ötürü
Pazar eyledik götürü.
Yaratılanı severiz,
Yaradan'dan ötürü."
Ve son olarak şöyle diyor:
"Bu dünyadan gider olduk.
Kalanlara selam olsun.
Bizim için hayır dua
Edenlere selam olsun."
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
(Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Maraş.
Madde üzerinde şahsı
adına söz isteyen Ali Yüksel Kavuştu, Çorum Milletvekili.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
Sayın Kavuştu, buyurun.
ALİ YÜKSEL KAVUŞTU (Çorum)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1394 sayılı,
Yunus Emre Vakfı Kanunu Tasarısı'nın 3'üncü maddesinde
söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle, Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum.
Yunus Emre Vakfı Kanunu Tasarısı,
uluslararası olan Türkiye'nin kültür mirasının, Türk
dili, kültürü ve sanatının tanıtılması, yaşatılması,
geliştirilmesi ve benimsenmesi, Türkiye'nin diğer ülkelerle
dostluğunun geliştirilmesinde ülkemizin millî, manevi,
tarihî, kültürel ve sanatsal varlıklarının korunmasında,
tanınmasında, ayrıca, yurdun turizme elverişli
bütün imkânlarının ülke ekonomisine olumlu katkı
sağlayacak şekilde değerlendirilmesinde büyük önem
arz etmektedir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; eski Arap toplumlarında, Mısır'da,
Bizans'ta ve Roma'da vakfa benzer müesseseler bulunmaktaysa da, vakıfların
etkin hizmet etmesi, İslam'ın doğuşuyla birlikte
başlamıştır. İslam medeniyetinde vakıfların
doğuş ve gelişmesinde birçok siyasi, ekonomik ve sosyal
şart söz konusudur. İslam'ın tarihler yoluyla hızla
yayılıp refah seviyesinin yükselmesi, vakıfların
kurulması için gerekli ekonomi ortamını hazırlamıştır.
İslam'ın hayır ve yardımlaşmayı teşvik
eden temel ilkelerinin ahiret hayatına yönelik telkinleri,
bir dinî ve hayri müessese olarak vakıfların gelişimini
sağlamıştır. Özellikle, Peygamber Efendimizin vakfiyesindeki
teşvik eden hadislerin yanı sıra, bizzat kendisinin de
vakıf kurması, vakıf düşüncesinin yerleşip
gelişmesinde büyük etkisi olmuştur. Peygamber Efendimizin
ashabının da çeşitli vakıflar kurması Müslümanlara
örnek olmuş ve insanlığa hizmet etmiştir.
Vakıf müessesesinin hukuki
temelleri de Peygamber Efendimizin döneminde atılmıştır.
Vakıf kuranlardan kendi vakfına bizzat nezaret edenlerin
ilki de Hazreti Ebubekir'dir.
Emeviler ve Abbasiler döneminde
vakıflar büyük gelişme gösterdi ve çok genişledi. Abbasiler
döneminde özellikle vakıf hukuku tanzim edildi. Vakıfların
idaresi için "Vakıflar Nezareti" adı altında
bütün vakıfları kontrol eden ve onları düzene bağlayan
bir teşkilat kuruldu.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; vakıflar, Selçuklular ve Osmanlılar döneminde
de geniş yelpazede yaptıkları büyük hizmetlerle kâmil
seviyeye ulaşmışlardır. Vakıflar, bu nedenle,
özellikle Batılı tarihçiler, Osmanlı Devleti için
"vakıf cenneti" tabirini kullanmışlardır.
Bu dönemlerdeki vakıf hizmetlerinde "İnsanlığın
en hayırlısı insanlara faydalı olanıdır;
malın en hayırlısı Allah yolunda harcanandır
ve vakfın en hayırlısı da insanların en çok duydukları
ihtiyacı karşılamaktır" prensibi hareket
noktası olmuştur. Bu sayede vakıflar toplumsal hizmetin
zirvesine ulaşmıştır.
Vakıf kurumuyla benzerlik
gösteren başka sosyal yardımlaşma kurumları da bulunmaktadır.
Ancak, yüzyıllar boyunca vakfın sınırlarını
çizen ve muhtevasını belirleyen temel prensipler olmuştur.
Bu prensipler, onu diğer sosyal yardımlaşmalardan
ayırt etmiştir. Bu nitelikler, aynı zamanda vakfın
kökünü maziden alan, ama günümüzün sosyal ihtiyaçlarına da cevap
verebilecek bir yapıya kavuşturmuştur. Bu sayede vakıflar,
sosyal güvenlik kurumlarının en gelişmişi, en kapsamlısı
ve en sistemlisi hâline gelmiştir.
Görüşmekte olduğumuz tasarının
hayırlı olmasını temenni ediyor, Genel Kurulu
tekrar saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ederim. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Kavuştu.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler
HALUK KOÇ (Samsun) - Karar yeter sayısı
istiyorum Başkan.
BAŞKAN - Arayacağım
Sayın Koç.
Kabul etmeyenler
Karar yeter sayısı
yoktur.
Sayın milletvekilleri, birleşime
17.15'e kadar ara veriyorum.
Kapanma Saati:
16.58
BEŞİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 17.16
BAŞKAN
: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP
ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 100'üncü Birleşiminin Beşinci
Oturumunu açıyorum.
1394 sıra sayılı Kanun
Tasarısı'nın görüşmelerine kaldığımız
yerden devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Tasarının 3'üncü maddesinin
oylamasında karar yeter sayısı bulunamamıştı.
Şimdi, 3'üncü maddeyi tekrar oylarınıza sunacağım
ve karar yeter sayısını arayacağım.
3'üncü maddeyi kabul edenler
Kabul
etmeyenler
Karar yeter sayısı vardır, madde kabul
edilmiştir.
BAŞKAN - 4'üncü maddeyi okutuyorum.
Organlar
MADDE 4 - (1)Vakıf aşağıdaki
organlardan oluşur:
a) Mütevelli Heyet: Mütevelli Heyet,
Vakfın karar organıdır. Dışişleri Bakanı,
Maliye Bakanı, Milli Eğitim Bakanı, Kültür ve Turizm
Bakanı, Hazine Müsteşarlığının bağlı
bulunduğu Bakan, Vakıflar Genel Müdürlüğünün bağlı
bulunduğu Bakan, Başbakanlık Tanıtma Fonu Başkanlığının
bağlı bulunduğu Bakan, Türk İşbirliği ve
Kalkınma İdaresi Başkanlığının
bağlı bulunduğu Bakan, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği
Başkanı Mütevelli Heyetin tabii üyeleridir. Ayrıca,
kültür, sanat, Türk dili ve edebiyatı alanında çalışan
profesör öğretim üyeleri arasından üniversitelerarası
kurulun seçeceği iki kişi, eğitim, kültür ve sanat alanında
kamu yararına faaliyet gösteren dernek ve vergi muafiyeti tanınmış
vakıfların üyeleri arasından Bakanlar Kurulu'nun seçeceği
iki kişi, kültür, sanat, ve Türk dili alanında çalışmalarıyla
tanınmış kişiler arasından Bakanlar Kurulu'nun
seçeceği iki kişi, üç yıl süre ile Mütevelli Heyet üyeliğini
yürütür. Herhangi bir nedenle toplantıya katılamayan Mütevelli
Heyet üyesi yerine, ilgili bakanlık müsteşarı veya
heyet üyesini vekâlete yetkili temsilci, toplantılara katılabilir.
Dışişleri Bakanı Mütevelli Heyetin başkanıdır.
Dışişleri Bakanının bulunmaması durumunda,
Heyete Kültür ve Turizm Bakanı başkanlık eder.
b) Yönetim Kurulu: Yönetim Kurulu,
Vakfın icra organıdır. Bakanlık Müsteşarı,
Dışişleri Bakanlığı Tanıtma Genel
Müdürü, Milli Eğitim Bakanlığı Dış
İlişkiler Genel Müdürü, Türk İşbirliği ve Kalkınma
İdaresi Başkanı, Yunus Emre Enstitüsü Başkanı,
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği temsilcisi Yönetim Kurulunun
tabii üyeleridir. Ayrıca, üniversitelerin Türkçe dil öğretim
merkezleri başkanları arasından Mütevelli Heyetin
seçeceği bir kişi, eğitim, kültür ve sanat alanında
faaliyette bulunan ve Bakanlar Kurulunca kamu yararına faaliyet
gösterdiği kabul edilmiş dernek veya vergi muafiyeti tanınmış
vakıfların üyeleri arasından Mütevelli Heyetin seçeceği
bir kişi, kültür, sanat, ve Türk dili alanında çalışmalarıyla
tanınmış kişiler arasından Mütevelli Heyetin
seçeceği bir kişi üç yıl süreyle Yönetim Kurulu üyeliğini
yürütür. Bakanlık Müsteşarı Yönetim Kurulunun
başkanıdır.
c) Denetleme Kurulu: Bakanlık,
Dışişleri Bakanlığı ve Maliye Bakanlığı
tarafından görevlendirilecek birer üye ile iktidar ve ana muhalefet
partisi tarafından üç yıl süreyle seçilecek birer üyeden
oluşur. Maliye Bakanlığı temsilcisi Denetleme
Kurulunun başkanıdır.
ç) Danışma Kurulu: Vakfın
danışma organı olup, yılda bir kez toplanarak Vakfın
bir önceki yıl yaptıklarını değerlendirir ve
bir sonraki yıl için önerilerde bulunur. Bakanlık Müsteşarı,
Mütevelli Heyeti ve Yönetim Kurulunun seçilmiş üyeleri,
Başbakanlık Tanıtma Fonu Genel Sekreteri, Türkiye
Radyo ve Televizyon Kurumu Genel Müdürü, Basın Yayın ve Enformasyon
Genel Müdürü, Diyanet İşleri Başkanlığı
temsilcisi, Danışma Kurulunun tabii üyeleridir. Ayrıca,
İşçi Sendikaları Konfederasyonlarının seçeceği
birer kişi, İşveren
Sendikaları Konfederasyonunun seçeceği üç kişi,
kültür, sanat, Türk dili ve edebiyatı alanında görev yapan
öğretim üyeleri arasından Vakıf Yönetim Kurulunca seçilecek
on kişi ile Türk dili, kültürü ve sanatı alanındaki yazar
ve düşünürler arasından Vakıf Yönetim Kurulunun seçeceği
beş kişi üç yıl süre ile Danışma Kurulu üyeliğini
yürütür. Bakanlık müsteşarı Danışma Kurulunun
başkanıdır.
(2) Birinci fıkra uyarınca
seçimle görevlendirilecek üyeliklerin boşalmasından altı
ay önce Bakanlık Resmi Gazetede duyuruda bulunur. Seçimi yapacak
merciler asil ve aynı sayıda yedek üyeyi yedek sıralamasını
da belirterek kararlarını ilanı takibeden üç ay içerisinde
Bakanlığa bildirir. Bakanlık onbeş gün içerisinde
ilgililere tebligat yapar. Bir kişi birden fazla organda asil
veya yedek üye olamaz. Asil üyeliğin süresinden önce boşalması
durumunda, onbeş gün içerisinde, yedek üyelere beş gün süre
verilerek göreve başlamaları yedek sırasına göre
Vakıf Yönetim Kurulu başkanınca bildirilir. Süresinde
göreve başlamayan yedek üye çekilmiş sayılır ve
bir sonrakine tebligat yapılır, yedek üyeler asil üyeden kalan
süreyi tamamlar. Bu fıkranın uygulanması ile ilgili
esas ve usûller Bakanlıkça belirlenir.
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Mustafa Gazalcı, Denizli
Milletvekili.
Buyurun Sayın Gazalcı.
CHP GRUBU ADINA MUSTAFA GAZALCI
(Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Türk kültürünü yurt dışında tanıtmak için kurulacak
Yunus Emre Vakfı Yasa Tasarısı'nın 4'üncü maddesi
üzerine Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım. Tümünüzü
saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, bu
madde, Vakfın organlarının kimlerden oluşacağını
ve hangi organlardan oluşacağını belirliyor.
Sabahki oturumda, bu konuda tümü
üzerinde konuşurken görüşlerimizi söylemiştim. Yani,
bu yapının yeterince demokratik olmadığını,
bürokratik olduğunu söylemiştim. Sonra, AKP Grubu adına
konuşan Sayın Nevzat Yalçıntaş ve başka arkadaşlar
da bu ortak görüşü dile getirdiler. Sanıyorum bir önerge
hazırlanıyor. Bir ölçüde daha bu yapı daha sivilleştirilecek,
daha demokratikleştirilecek. Çünkü, Hükûmetten tasarı
geldiği biçimde, Komisyona ilk geldiğinde, gerçekten, Bakanlar
Kurulundan oluşan bir yapı vardı büyük ölçüde. Arkadaşlarla
orada, Komisyonda konuştuktan sonra bir alt komisyon kuruldu.
Burada birazcık daha bu yapı sivilleştirildi, demokratikleştirildi.
Şimdi Genel Kurulda da aynı kanı söylenince -sanıyorum
bir önerge hazırlanıyor iktidar partisince- biraz daha,
bir adım daha ileri gitmiş olacak. Özlediğimiz biçimde
olmayacak yine de bu. Yani, tam bir demokratik yapıya kavuşmayacak,
ama söylediğimiz gibi, bu, amaç olarak güzel. Türk kültürünü, sanatını,
Türk kültür mirasını dışarıda tanıtmak,
bunun için etkinlikler düzenlemek, kültür alışverişi
yapmak, içeride bir enstitü kurmak, dışarıda da kültür
merkezleri oluşturmak. Bu amaç çok güzel. Eğer, bu amaç iyi bir
araçla ve iyi bir yapıyla yapılabilirse, tabii, doğru
sonuç alınır.
Anadolu kültürü -arkadaşlarım
da söylediler- hümanizmi kucaklayan ve bu konuda çeşitli uygarlıkların,
kültürlerin oluşturduğu bir büyük sentezdir, kültürdür. Bunun
dışarıda tanıtılması ve içeride sahiplenilmesi
gerekir. Ancak, dışarıda tanıtırken, bir kez
daha söylemek istiyorum, içeride de biz bu kültüre sahip çıkmalıyız.
Yani, ulusal kültürü ve onu korumayı geliştirme bilincini
içeride, okullarda, üniversitelerde, toplumda eğer kazandırmazsak
yeni kuşaklara, yurt dışında yapılacak çalışmalar
yetersiz olur.
"Yunus Emre" adının
yakıştığını söyledik, çünkü, UNESCO, bizim
kültür değerlerimize, kültür insanlarımıza zaman zaman
bütün dünyada o kişilerin adına bir yıl düzenlenmesini kabul etmiştir. Bunlardan
birisi de -burada söylendi-
Yunus Emre'dir. Atatürk için böyle bir kabul yapmıştır
UNESCO 1997'de, doğumunun 100'üncü yılında yine büyük
kültür adamı Hasan Âli Yücel için yapmıştır ve bu
yıl da Mevlânâ için. Bunlar bizim Türk kültürümüzün temel taşlarıdır.
Bunların, içeride ve dışarıda tanıtılması
gerekir gerçekten.
Atatürk "Türkiye Cumhuriyeti'nin
temeli kültürdür." demiştir değerli arkadaşlar.
Onuncu Yıl Söylevi'nde ortaya koymuştur ve Türkiye'nin temel
niteliklerinden birisinin güzel sanatları sevmek ve onda yükselmek
olduğunu söylemiştir aynı söylevinde. Dolayısıyla,
ulusal kültürümüz hem cumhuriyetin temelidir hem de bunu yükseltmek,
güzel sanatlar alanında içeride ve dışarıda tanıtıcı
çalışmalar yapmak bize yakışan bir durumdur. Sanıyorum,
bu yasayla, eğer iyi amaçlar için kullanılabilirse çok güzel
çalışmalar yapılabilir diye düşünüyorum. Ama,
niyet kötü olursa, yani, Anadolu kültürünün büyüklüğünü
dışarıya taşımak yerine kendi siyasal görüşünü,
orada birtakım, bizim kültürümüze yakışmayan çalışmalar
yapan kişilerle, kuruluşlarla iş birliği yaparak
çalışmaya başlarsa, o zaman, bu güzellik bozulur, Yunus'un
adı -burada şiirler okundu, hepimiz o güzelliği söyledik-
onun hümanist kişiliği, barışçı kişiliği
gerçekten gölgelenmiş olur. Çünkü, Yunus Emre, bizim her bakımdan
sahip çıkacağımız bir değerdir. Onun adına
yapılan çalışmaların da öyle olması gerekir.
1942 yılında, biliyorsunuz, Adnan Saygun, Yunus Emre Oratoryosu'nu
yazmıştır.
Değerli arkadaşlar, Yunus'un
kullandığı dil -arkadaşlarım burada şiirler
de okudular- eğer o güzellik, Türkçedeki o duruluk o günden bu
yana dilimiz kirlenmeden işlenip geliştirilebilseydi,
yalnız coğrafya değil, kullanıldığı,
o Türkçeyi kullanan insan sayısı değil, bilim ve kültür
dili olmada çok daha ileri bir durumda olurdu Türkçemiz.
Bugün, Yunus'un kullandığı
dil, kendi ülkemizde ne yazık ki kullanılmıyor. Sokaklarda
levhalara baktığınız zaman, Türkçe değil. Kimi
okullarda Türkçe eğitim yapılmıyor. Yani, Türkçeyi geliştirme,
koruma bilinci, bazen devlet politikası olarak, bazen yurttaşlarca
ya da başka alanlarda yeterince sahiplenilmiyor.
Dolayısıyla, Yunus Emre
adına bir vakıf kurulurken, bir enstitü kurulurken, dışarıda
kültür merkezleri kurulurken, onun felsefesi, kullandığı
dil de göz önünde tutulmalıdır. Yani, o felsefe nedir? O felsefede
büyük bir açılım vardır, insanları kucaklama vardır,
hoşgörü vardır, sevgi vardır. Onun dili nasıldır?
Dili Türkçedir ve yabancı dillerin etkisinden büyük ölçüde
kurtulmuş bir dildir. Yoksa, yedi yüz yıldır nasıl
ayaktadır? Yunus'u şiirleri okunduğu zaman -burada örnekler
verildi, ben de verdim- öylesine arı, duru bir dille yazılmış
ki, yüz yıllardan sonra hâlâ ışılıyor, hâlâ onun
adına bir oratoryo kuruluyor. İşte, biz büyük bir çalışma
içindeyiz, enstitüler kurulacak, vakıflar kurulacak. Dolayısıyla,
Yunus Emre'nin bu büyüklüğüne yakışır çalışmalar
olmasını diliyoruz.
Değerli arkadaşlar, bu
Yönetim Kurulunda, Mütevelli Heyette, Danışma Kurulunda
oluşacak kişilerin, alt komisyonda ve burada verilecek
önergelerle, bir ölçüde, bakanların ve bürokratların etkisi
azaltılıyor, ama bunu yeterli bulmadığımızı
bir kez daha söylüyoruz. Ortak bir kanı oluştu. Demek ki, kimi
zaman, eğer oldubittiye getirilmezse, içtenlikle üzerinde görüşmeler
yapılabilirse, kimi ilerlemeler yapılabiliyor.
İşte, bu, Yunus Emre'nin Türk kültürünü dışarıda
tanıtmada kullanılacak Vakıfta olduğu gibi. Çünkü,
alt komisyonda bir çalışma yapıldı, yeterli bulunmadı,
buraya geldi, burada da konuşmacıların bir ortak paydasıyla
bir adım daha atılıyor.
Değerli arkadaşlar, kültürümüz
zengin, kültürümüz yalnız bize değil, belki dünyanın
birçok yerindeki insanlara, burada söylenen, işte, o hümanist
sevgi, hoşgörü anlayışını taşıyabilir
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Gazalcı,
lütfen toparlayın.
MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - Peki
Sayın Başkanım.
ülkemiz ve insanlık bundan
kazanır, kendiliğinden, doğal olarak turizmimiz, kültürümüz
gelişmiş olur. Buna sahip çıkmak gerekir. Bu bilinci
içeride ve dışarıda geliştirmek gerekir. Diliyorum,
umuyorum, bu yasa bu amaca hizmet eder.
Tekrar, emek verenlere teşekkür
ediyorum ve önerilerimizi, uyarılarımızı göz
önüne alıp adım atanları da tekrar kutluyorum.
Teşekkür ediyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Gazalcı.
Madde üzerinde Anavatan Partisi
Grubu adına söz isteyen İbrahim Özdoğan, Erzurum Milletvekili.
Buyurun Sayın Özdoğan.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum) - Sayın Başkan,
değerli milletvekili arkadaşlarım; 1394 sıra sayılı,
Yunus Emre Vakfı Kanunu'nun 4'üncü maddesi üzerinde Anavatan
Partisi adına görüşlerimi bildirmek istiyorum. Hepinizi
tekrar saygıyla selamlamak istiyorum.
Değerli arkadaşlar, Türkçe
üzerine konuşmalarıma geçmeden önce, 1'inci maddede bu
yasa tasarısı vesilesiyle, Hükûmetimizin ve Sayın
Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç'un millî meseleler üzerindeki
hassasiyetsizliğine, dikkatsizliğine dair örnekler vermiştim.
Bunlardan bir tanesi de Piyale Paşa Camisi içerisindeki Kur'an
kursunun ve talebe yardım derneğinin yıkılışıyla
ilgili bir konuyu anlatmıştım. Bunun üzerine, çok değerli
İstanbul Milletvekilimiz Sayın Nusret Bayraktar Beyefendi
bu kürsüye çıkmış ve bana cevap vermişlerdi. Kendilerine
açıklamalarından dolayı teşekkür ediyorum. Yalnız,
bu konuşmasında "provokatör" kelimesi filan, bunlardan
kullandı. Tabii, bunu basınla ilgili olarak kullandı,
ama
NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul) -
Anlaşma yapıldığı hâlde birileri provoke etti
orayı.
BAŞKAN - Sayın Bayraktar,
lütfen.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Ben de birazcık bunu üstüme aldım. Hayatımda hiçbir
zaman bir şeyde provokatörlük yapmadım.
NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul) -
Sizi kastetmedim.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Tamam. Teşekkür ediyorum. Teşekkür ediyorum.
Çünkü, hiçbir zaman ifsat edici
olamayız inancımız gereği, ifsat edici olamayız.
Cenabı Allah Kur'an-ı Kerim'de öyle buyuruyor "Yeryüzünde
fesat çıkarmayın." diye. Bu, bu anlamdadır.
Şimdi, Sayın Bayraktar,
bakın, Piyale Paşa Camisi içerisindeki bu tarihî Kur'an
kursunu, sabahleyin, dozerlerle yıkım ekibi gidiyor ve
yıkmaya başlıyorlar. Oradaki talebeler, halk yığılıyor.
Bir taraftan bağrışmalar, ağlamalar. Bunlar tabii
ki provokatör değil. Ben sizin dediğinizi anladım.
NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul) -
O olayı provoke ediyorlar.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Tamam, tamam.
NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul) -
Anlaşma sağlanmıştı.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Değil, ama bakın, ben hukukun
ASIM AYKAN (Trabzon) - Nusret Bey'i
iyi dinleyin.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Dinliyorum. Ben hukukun üstünlüğüne inanırım, hukuka
inanırım.
NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul) -
Anıtlar Kurulu yıkımına karar verdi. Yoksa
BAŞKAN - Sayın Bayraktar,
lütfen
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Şimdi, bakın, o gün, Sayın Bayraktar, bu Vakfın Piyale
Paşa Camisi Kur'an Kursunun avukatı Sayın Suat Kaya
İstanbul 5. İdare Mahkemesinden yürütmeyi durdurma kararı
getirdi ve yıkım ekibi gitti, ama
NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul) -
Onlar yanlış. Yanlış.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
-
öğleden sonra tekrar geldiler, yıktılar dozerlerle
BAŞKAN - Sayın Özdoğan,
konu anlaşılmıştır. Lütfen, konuya döner misiniz.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
-
ve oradaki halkın üzerine
BAŞKAN - Sayın Özdoğan
NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul) -
Yine yanlış.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
-
biber gazı sıktılar. Ayıplanan şey budur.
Ayıplanan, hukukun çiğnenmesidir.
Değerli arkadaşlarım
NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul) -
Yanlış, hayır. Anıtlar Yüksek Kurulu kararının
gereği yapıldı. Olur mu öyle şey?
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Tamam, teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Sayın Özdoğan,
lütfen, konuya döner misiniz.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Teşekkür ediyorum.
Şimdi, bizim kültürümüzün
üzerine, sadece Sayın Atilla Koç'un -kendisini de çok severim,
ama, milletim adına eleştirmek zorundayım- hassasiyetsizlikleri
bu noktada bitmiyor değerli arkadaşlar. Bakın, 9 Ekim
2005. Dubai Şeyhi El Maktum gelmiş ve Sayın Bakan, Sakal-ı
Şerif'i Atatürk Havalimanı'na ayağına kadar götürmüştür.
Ne karşılığı? İstanbul'a 5 milyar dolarlık
yatırım yapacakmış! Yani, bu Hükûmet döneminde, bu
bakanlar döneminde her şey para için satılıyor.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI
ATİLLA KOÇ (Aydın) - Yalan.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Değerli arkadaşlar, bizim milletimiz, bizim inanan insanımız,
bırakın Hazreti Peygamberin Sakal-ı Şerifi'ni,
ayakkabısının tozuna bile kendisini kurban eder. Böyle
bir anlayış olabilir mi değerli arkadaşlarım?
İşte biz bunlara karşıyız.
Bir de, Sayın Nusret Bayraktar,
siz buna cevap verirken, peki, Akdamar Kilisesinin restore edilmesini
de ben eleştirdim, buna neden cevap vermediniz? Bu işinize
gelmedi mi Sayın Bayraktar?
BAŞKAN - Sayın Özdoğan,
lütfen, karşılıklı konuşmayı bırakalım.
Genel Kurula hitap eder misiniz konuyla ilgili.
NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul) -
Sayın Başkanım
BAŞKAN - Sayın Bayraktar,
lütfen
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Teşekkür ederim.
Şimdi, değerli arkadaşlar,
Türkçe üzerine konuşmalarımı, görüşlerimi devam
ettirmek istiyorum.
Değerli milletvekilleri,
sözlük kullanma alışkanlığımız da, maalesef,
tam olarak gelişmemiştir. Sözlere kendimize göre anlamlar
yükleyip kullanıyoruz. Bu durum yalnızca yabancı kaynaklı
sözleri değil, Türkçe kökenli sözleri de birbirine karıştırıp
yanlış kullanmamıza yol açıyor. Söz gelişi
"gözaltına almak" ile "gözlem altına almak"
sözleri yerli yerinde kullanılmıyor. Bu yanlışı
kitle iletişim araçları yapınca yanlış kullanış
toplumda hızla yayılıyor.
Sözleri yerli yerinde, bilerek
kullanmak gerekir değerli arkadaşlar. Anlamı bilinmeyen
sözler için mutlaka sözlüğe başvurulmalıdır. Bunun
eğitimi ilkokuldan başlayarak yapılmalıdır.
Zaten bu işin temeli de eğitimdir. Okullarımızda
Türkçe eğitimi gözden geçirilmeli ve bilişim teknolojilerinden
de yararlanılarak düzenlenmelidir. Ama, değerli arkadaşlar,
bu işler için istek, niyet ve vizyon sahibi yönetimler gerekir.
Türkçenin kullanımıyla
ilgili olarak yaşanan sorunların başında söyleyiş
bozuklukları gelmektedir. Türkçe kökenli sözlerde söyleyiş
bozukluğu fazla görülmüyor, ama yabancı kaynaklı
alıntı sözlerde söyleyiş bozukluğuna çok sık
rastlıyoruz. Bu yanlışlardan kurtulmak için kullandığımız
sözün doğru söylenişini bilmemiz gerekir. Dilimizde karşılığı
bulunan sözlerin Türkçesini kullanmak da bu yanlışlardan
kurtulmamızı sağlayacaktır.
Dilimizde karşılığı
olmayan sözleri de kullanırken Türkçe'de kabul görmüş ve
yaygınlaşmış şekilleri kullanmalıyız.
Mesela "hâkem" değil "hakem," râkip" değil
"rakip" demeliyiz. Bu yanlışları radyo-televizyon
sunucuları yapınca tabii, yanlışlıklar da
hızla yayılıyor.
RECEP GARİP (Adana) - Arapça
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Türkçe de öyle. Biz Arapça konuşmuyoruz Sayın Garip.
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ
(Elâzığ) - Senin kadar Türçemiz yok!
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Radyo ve televizyon sunucularına, spikerlerine bu konuda
büyük görevler düşüyor. Sunucular ve spikerler sözleri
doğru biçimlerde söylerlerse, doğru biçimler toplumda daha
hızlı olarak yayılır.
Yabancı dillerin etkisinin
artması, Türkçenin söz varlığını, söz dizimi
özelliklerini olumsuz yönde etkiliyor. "Divan Oteli" demek
dururken "Hotel Divan," "Marmara Oteli" demek dururken
"The Marmara" demek söz dizimi özelliklerini zorlamaktadır.
Son zamanlarda bir de çeviri yoluyla
anlatım türü ortaya çıktı. Sözler Türkçe, ama anlatım
kalıbı yabancı kaynaklı. Doğru olmayan bu kullanışlar
da maalesef yaygınlaşıyor. "Çay içmek, kahve içmek"
yerine "çay almak, kahve almak," "özür dilerim" yerine
"üzgünüm" gibi kullanışlar bunlara sadece birkaç
örnektir. Türkçenin yapısına ve mantığına aykırı
bu yanlışlardan kurtulmamız gerekiyor.
Türkçemize son yıllarda Batı
dillerinden, özellikle de İngilizceden bir söz akını
olduğunu herkes biliyor. Sözlerin bir bölümü, tabii, teknolojiyle
birlikte geldi. Dolayısıyla, bu konuda da teknolojik gelişmelere
uygun olarak çıkan yeni araçlara, hızla, yeni isimler bulmak
ve bunu basın yayın araçlarıyla topluma yaymak mecburiyetindeyiz.
Mesela, çok şükür ki, buzdolabı, bilgisayar, derin dondurucu
ve bu gibi şeyleri yabancı isimlerin etkisinden kurtardık.
Buna karşılık, yabancı kaynaklı sözlerin dilimize
girişi her geçen gün biraz daha artıyor. Yeni bulunan ve
üretilen aletlerin adları girmekle kalmadı, bu aletlerin
çeşitli özellikleri, parçaları, kullanıcılarıyla
ilgili sözler de, maalesef, dilimize geçmeye başladı değerli
arkadaşlar.
Günlük hayatta, çarşıda,
pazarda, radyoda, televizyonda, basında, okulda, sporda,
kısacası her yerde yabancı sözleri, artık, bilinçsizce
kullanır olduk. Bu olumsuz duruma karşılık toplumda
Türkçe bilincini uyandırmak ve canlı tutmak zorundayız.
Türkçedeki yabancı ögelerin artmasında kitle iletişim
araçlarının da çok büyük etkisi vardır. Türkçenin bozuk
ve kulak tırmalayıcı bir biçimde kullanılması
çok rahatsızlık verici ki, aklı başında herkes
Türkçedeki bu yabancılaşmadan rahatsızdır, milletçe
rahatsızız değerli arkadaşlar.
Dilin söz varlığının
zenginleştirilmesi, bütün bilim dallarında öğrenim
ve araştırmanın sürdürülmesi için dile terimlerin kazandırılması,
dildeki gereksiz yabancı ögelerin ayıklanması gereklidir.
Bunlar yapıldığında dilde iyileştirme, daha
doğru bir söyleyişle gelişme, zenginleşme yaşanacaktır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Özdoğan,
lütfen toparlayın.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Değerli arkadaşlarım,
Türkçenin katledilmesine seyirci kalınmasının mümkün
olmaması gerekiyor, bunu mutlaka önlemeliyiz. Türkçe, hepimizin
kutsal varlıklarından bir tanesidir. Türkçe, bizim kimliğimizdir,
adımızdır, soyadımızdır, türkümüzdür,
şarkımızdır, sevgimizdir, şairin dediği
gibi "Türkçe, ses bayrağımızdır."
Türkçeyle biz dinimizi de öğreniyoruz
değerli arkadaşlar. Hakikaten, onun için Türkçe, aynı
zamanda mübarek bir dildir.
Bir de, biz, bu dilimizi atalarımızdan
miras aldığımız kadar, gelecek kuşaklardan
da ödünç aldık. El ele verelim, dilimize sahip çıkalım,
gelecek kuşaklara Türk'e yakışır bir Türkçe bırakalım
değerli arkadaşlar.
Seçimlerin -Hükûmet buna hâlâ
alışmamış olsa da- iyice yaklaşmış olmasına
sevinmek için çok sayıda sebepleri vardır. Bunlardan birisi
de, iktidarımızda Türkçemiz ve yaygın iyi bir eğitim
için çok yapılacak şey olmasıdır.
59'uncu Hükûmetin mensupları
bunu iyi bilir. Vizyon sahibi çok iyi bir Millî Eğitim Bakanı
vardı değerli arkadaşlar, bırakılsaydı
bu alanda devrim yapacak ve dilimizin eğitiminde büyük ve kalıcı
adımlar atacaktı. İşte, o adımlar, değerli
arkadaşlar, hâlâ alışamadığımız ve
yasını tuttuğumuz bu genel seçimlerin sonrasına
kaldı. O adımların heyecanıyla genel seçimi bekliyoruz.
Türkçenin bayrağını, Türk kültürünün bayrağını
dalgalandırmak için bekliyoruz değerli arkadaşlar bu
seçimi.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Özdoğan.
Sayın Bayraktar, bir dilekçe
vererek, Sayın Özdoğan'ın sataştığını
söylüyorsunuz. Ne söyledi de sataştı size?
NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul) -
Üç kere ismimden bahsederek
BAŞKAN - Evet, isminizden bahsetti.
NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul) -
yanlış bilginin aktarıldığını, yürütme
kurulunun orada durdurma kararı olmasına rağmen
yıktığımızı söyledi. Oysa öyle değil.
Düzeltmek istiyorum yerimden.
BAŞKAN - Sayın Bayraktar,
ben o konuşmayı dinledim, Sayın Özdoğan sizin bir
önceki konuşmanıza cevap mahiyetinde konuşmalar
yaptı, herhangi bir sataşma olarak değerlendirmedim.
Teşekkür ediyorum.
NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul) -
Ben düzeltme istiyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Hükûmet adına Kültür
ve Turizm Bakanı Atilla Koç söz istemişlerdir.
Buyurun Sayın Bakan. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI
ATİLLA KOÇ (Aydın) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
dün de bahsettiğim gibi, Mehmed Âkif Kanunu'ndan sonra Yunus Emre
Vakfıyla Türk dilini ve Türkçeyi ve Türk kültürünü bütün dünyaya
yaymak üzere kuracağımız bir teşebbüsün, bir vakfın
kanunlaştırılması için çalışmalarda bulunuyoruz
ve sabahtan beri, iktidarı olsun muhalefeti olsun, bütün konuşanları
gayet nezih konuştular.
İlk konuşmasında Sayın
Erzurum Milletvekilimiz, herhâlde sehven olacak, bazı şeyler
söyledi. Yine bu günün hoşgörüsüyle cevap vermek niyetinde değildim,
ama ikinci defa söyleyince, bazı meseleleri açık ve seçik
ortaya koymanın şart olduğuna inandım ve daha da
önemlisi, eğer bilmeden iftira ettiyse tövbe etsin ve özür dilesin,
bilerek yaptıysa gereğini, gerekleri yerine getiren Ulu
Allah cevabını verecektir.
Birinci mesele: Dil çalışmaları
için kurulan komisyon beni çağırdı Türk dilinin gelişmeleri
hususunda. Halk Partili milletvekillerimiz de vardı. Gayet
ariz amik, Türk dilinin ve linguistik açısından bütün dünya
dillerinin durumu ve dilimizin ve alfabelerimizin gelişmelerini
açıkça beyan ettikten sonra, bir arkadaşımız soru
sordu. Dedi ki: "Her yerde din bahçeleri yapmak, dinler bahçesi
yapmak gibi bir çalışma var. Bu hususta ne düşünüyorsunuz?
İstanbul'da da yapacak mısınız?" "İstanbul'da
herhangi bir şey, böyle bir şey yapmaya gerek yok, zaten
İstanbul bir dinler bahçesidir. Sadece Antalya'da yapıldı.
Ama, şunu unutmayalım: -cümlemi söylüyorum, yani aynen tekrar
ediyorum. Şunu unutmayalım- Bugün Strasbourg'da 72 tane cami
vardır ve Alanya'da eğer 20 bin Alman varsa onların da dinlerine
-işte orada sehven ve hiç de farkına varmadan- şey etmemiz
lazım
" Oradaki "şey etmemiz" gayet açık ve
seçik ki, onların da dinlerine hürmet edip kilise kurulması
gerekiyorsa kiliseyi kurmak gerekir. Bir arkadaşım, yine
bizim partimizden bir arkadaşımız "Ağabey, bu
'şey' lafı yanlış kaçtı, başka bir çağrışım
yapar, düzeltin." dedi. Dedim: "Bunun düzeltecek bir şeyi
yok ki, -yine 'şey' le konuşuyoruz. Bunun düzeltecek bir
şeyi yok ki- Benim şimdiye kadar, bütün Anadolu toprağının
ve -örnekleri de vermiştim, tekrar vereyim- bizim bu husustaki
toleransımızın en önemli örneği de Ulus'tadır.
Hacı Bayram Veli Hazretleri, Anadolu'nun Müslümanlaşmasına
ve Türkleşmesine vesile olan büyük veli, değil tek tanrılı
dinlerin, çok tanrılı dinlerin mabedi olan Ogüst Mabedini
bile yıkmamıştır, yanına dergâhını
yapmıştır. Biz bu anlayıştan geliyoruz. Bu anlayıştan
gelenlerin Alanya'daki insanların dinî ihtiyaçlarına cevap
vermesi gayet normaldir" dedim. Mesele bu. Anladınız
mı Beyefendi? Hah!
BAŞKAN - Sayın Bakan, lütfen,
Genel Kurula hitap edelim, karşılıklı konuşmak
yok.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI
ATİLLA KOÇ (Devamla) - Peki.
İkinci husus: Sakal-ı
Şerifler meselesinde, Türkiye'nin her tarafında -galiba
550 tane- Sakal-ı Şerif var, ama ben, yüz yetmiş yıldır
Topkapı Sarayı'nda bir düzenleme yapılmıyor, onları
yapıyorum -ki, iki senedir de 100 trilyonun üzerinde para harcadık-
ve bunları yaparken Sakal-ı Şeriflerin bulunduğu
sandukaların gayet harap olduğunu, onları düzeltmemiz
gerektiğini İl Müdürümüze söylemiştim. Bir gün, sabahleyin
uçaktan indim, karşımda Sakal-ı Şerif'i gördüm ve
-tekrar söylüyorum huzurunuzda ben- bu bir şey olarak değil,
hepimiz aynı şeyde, bir Müslüman olarak, Sakal-ı Şerif'e
hürmet eden bir insan olarak doğrusu çok da tuhafıma gitti.
"Efendim, bu
" dedi; -gazetecilerin, kameraların çalıştığını
filan da görmedim- "Yerine götürün oğlum, orada görürüz."
dedim. Mesele bundan ibaret. Bu bir.
Bundan sonra, kıymetli arkadaşım,
"Dubaililerden 5 milyar dolar almak için" diyorsunuz. Bir
defa, mantık
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum)
- Yatırım yapmak için, almak için değil.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI
ATİLLA KOÇ (Devamla) - Bir dakika
Bir dakika
BAŞKAN - Sayın Özdoğan,
Sayın Bakan, lütfen karşılıklı konuşmayalım.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI
ATİLLA KOÇ (Devamla) - Bir dakika
Bir dakika
Eğer
Ben sizi
dinledim, siz de dinleyin.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum)
- "Yatırım yapmak için" dedim, ayrı anlamlar taşıyor.
BAŞKAN - Sayın Özdoğan,
lütfen.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI
ATİLLA KOÇ (Devamla) - Bir dakika
Yatırım yapmak için,
tamam, peki, sizin dediğiniz gibi olsun. Siz, yalnız Türkiye'yi
bilmediğiniz gibi dünyayı da bilmiyorsunuz. O bölgenin
insanlarının Sakal-ı Şerif hürmeti bizim gibi değildir,
onlara bu yapılmaz. Önce kendi ülkenin sosyolojisini bildiğin
gibi, bilmen gerektiği gibi İslam ülkelerinin de sosyolojisini
bilmen lazım.
Hepinize saygılar sunuyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Bakan.
Madde üzerinde şahsı
adına söz isteyen Faruk Anbarcıoğlu, Bursa Milletvekili.
Buyurun Sayın Anbarcıoğlu.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
FARUK ANBARCIOĞLU (Bursa) -
Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım;
1394 sıra sayılı kanunun 4'üncü maddesi üzerinde söz
almış bulunuyorum. Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, dün
yüce Parlamentomuz, İstiklal Marşı'mız ve onun yazarı
Mehmed Âkif Ersoy hakkında kanun çıkararak geç de olsa gereğini
yerine getirdi. Birleşmiş Milletler, 2007 yılını
Mevlânâ Hazretleri'nin 800'üncü doğum tarihi dolayısıyla
Mevlânâ Yılı ilan ederek, onlar da gereğini yerine getirdi.
Bugün de yine, yüce Parlamentomuz Yunus Emre adını ölümsüzleştirecek
bir kanuna imza atarak gereğini yerine getiriyor. Türk kültürümüzü
dünyaya tanıtan bu yüce şahsiyetlerin ve kültür elçilerimizin
önünde saygıyla, sevgiyle eğiliyor, rahmetle anıyoruz.
Bu Vakfın amacı nedir? Vakfın
amacı, Türkiye'yi, kültür mirasını, Türk dilini, Türk
kültürünü ve sanatını tanıtmak, Türkiye'nin diğer
ülkelerle dostluğunu geliştirmek, kültürel alışverişini
artırmak ve yurt dışında kültür merkezlerinin kurulmasını,
işletilmesini sağlamaktır.
Değerli arkadaşlar, bu
4'üncü maddede, biraz önce muhalefetten Sayın Gazalcı'nın
da belirttiği gibi, bir önergeyle -biraz sonra önerge huzurlarınıza
gelecek- Mütevelli Heyetin 11 üyeye inmesi düşünülüyor. Burada
4 bakanımız ve 7 sivil toplum örgütünün temsilcisinin olması
kararlaştırılıyor.
Yunus Emre, Türk halk şairlerinin
tartışmasız öncüsü, Türk'ün İslam'a bakışını,
Türk dilinin tüm sadelik ve güzelliğiyle ortaya koyan Yunus Emre,
sevgiyi felsefe hâline getirmiş örnek bir insandır. Türk tasavvufunun
dilde ve şiirde kurucusu olan Yunus Emre'nin şiirlerinde
ahlak, hikmet, din, aşk gibi konuların hemen hemen hepsi tasavvuftan
çıkar ve tasavvuf görüşü çerçevesinde bir yerlere oturtulur.
Yunus Emre'nin tasavvuf anlayışında dervişlik olgunluktur,
aşktır, Allah katında kabul görmektir; nefsini yenmek,
iradeyi eritmektir; kavgaya, nifaka, gösterişe, riyaya,
düşmanlığa ve şekilciliğe karşı
çıkmaktır. İşte, gelin, bu Yunus Emre'nin bir kültür
dünyası olarak onun zamanına gidelim ve neler yaşanmış,
bizlere neler demiş, onlara bir bakalım. İnsan aşkını,
tabiat aşkını ve Allah aşkını o kadar güzel
işlemiştir ki, yüzyıllar boyunca Anadolu'nun dört bir
tarafında seslendirilmiştir.
"Ben yürürüm yane yane,
Aşk boyadı beni kane,
Ne akılem ne divane,
Gel gör beni aşk neyledi.
Ben Yunus'u biçareyim,
Baştan ayağa yareyim,
Aşk elinden avareyim,
Gel gör beni aşk neyledi."
Bir başka şiirinde, malı,
mülkü, parayı her şeyi terk eder, onun hiç umurunda değildir.
O, hep gerçek aşkı, gerçek sevgiliyi özlemiştir.
İşte, onun için de şöyle der:
"Aşkın aldı benden
beni,
Bana seni gerek seni.
Ben yanarım dünü günü,
Bana seni gerek seni.
Ne varlığa sevinirem,
Ne yokluğa yerinirem,
Aşkın ile avunuram,
Bana seni gerek seni.
Sufilere sohbet gerek,
Ahilere ahret gerek,
Mecnunlara Leyla gerek,
Bana seni gerek seni."
Bir başka şiirinde, ilim
öğrenmenin asıl amacının insanın kendini
keşfetmesini düşünerek, bizlere bir şeyler demiştir:
"İlim, ilim bilmektir.
İlim kendini bilmektir.
Sen kendini bilmezsin,
Bu nice okumaktır.
Dört kitabın manası,
Bellidir bir elifte.
Sen elifi bilmezsin,
Bu nice okumaktır.
Yunus Emre der hoca
Gerekse bin var Hacca
Hepsinden iyice
Bir gönüle girmektir."
Bir başka şiirinde ise
ölüm ötesini sorgular, "Oralardan haber var mı?" diyenlere
de şöyle seslenir:
"Yalancı dünyaya konup
göçenler,
Ne söylerler ne haber verirler.
Üzerinde türlü türlü otlar bitenler,
Ne söylerler ne bir haber verirler.
Kiminin başında biter
ağaçlar,
Kiminin başında sararır
otlar,
Kimi masum, kimi güzel yiğitler,
Ne söylerler ne bir haber verirler."
Bu kanunun hazırlanmasında
emeği geçen bütün arkadaşlarımızı yürekten
tebrik ediyorum. Kanunun hayırlara vesile olmasını
diliyor, saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Anbarcıoğlu.
Madde üzerinde soru-cevap işlemi
yapılacaktır.
Sayın Karapaşaoğlu,
buyurun.
MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU
(Bursa) - Sayın Başkanım, Sayın Bakanımıza
delaletinizle bir soru yöneltmek istiyorum.
Sorum şöyle: Milletimiz, biliyorsunuz,
Orta Asya'dan çeşitli kavimleri, çeşitli kültürleri geçerek
Anadolu'daki mevcut kültürlerin üzerine yerleşmiş bir millet.
Dolayısıyla, gerek kültürümüzde gerek geleneklerimizde
gerekse dilimizde çok önemli değişiklikler vuku bulmuş, o günden bugüne gelmiş. Fakat, bugün
hâlâ, baktığımızda, en üst kademedeki yöneticimizden
halkımıza kadar çeşitli kademelerde konuşan,
Türkçe konuşan insanlarımızda bu kültür farklılıklarının
getirdiği, bu çeşitli kültürlerin etkileri altında
kalmışlığın getirdiği dilde bir karmaşa
var. Bugün hâlâ bir tedbir alınarak "dilde bu konuşulacak"
şeklinde Türk Dil Kurumunun yayınladığı müşahhas
bir belge, bilgi niteliğinde bir sözlükten başka bir
şey yok.
Acaba, Kültür Bakanlığımız
bu konu üzerinde bilimsel bir çalışma yaptırıyor
mu, yaptırmak niyetinde mi? Bu çalışmaların sonuçlarını
basılı bir yayın şeklinde bilgisayar ortamında
veya basılı olarak bizlere de intikal ettirmeyi düşünüyor
mu?
Teşekkür ediyorum efendim.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Karapaşaoğlu.
Sayın Bakan, buyurun.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI
ATİLLA KOÇ (Aydın) - Sayın Karapaşaoğlu'na çok
teşekkür ederim.
Bakanlık olarak, benim bu husustaki
kanaatim, aynı cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk'ün kanaati
gibidir. Atatürk, gerek Türk Dil Kurumunu gerek Tarih Kurumunu bir
sivil toplum kuruluşu olarak kurmuştur.
Bunun devlet eliyle değil, sivil
toplum kuruluşları eliyle yapılması gerektiğine
inanıyorum. Çünkü, fevkalade dinamik bir, etkin, devinimli
bir yapıdır dil, hatta Allah'ın bir mucizesidir. Onun
için, zamana, mekâna göre eskimeler ve yenilenmeler beraber olur.
Bunu devlet müdahalesiyle değil, ama, fevkalade bir kültür, daha
doğrusu, üniversite ve üniversitenin desteklediği enstitüler
aracılığıyla müdahale edilmesi veyahut da katkıda
bulunulması kanaatindeyim. O sebepten, ben, sadece güzel Türkçe
eserlerin dünyaya yayılması için çalışmalar yapmaktayım;
ama, esas görev de Türk Dil Kurumunundur. Ben, onların yaptıkları
çalışmalara Bakanlığım olarak sadece maddi
katkılarda bulunuyorum ve bu şekilde davranmaya da devam
edeceğim.
Arz ederim efendim.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Madde üzerinde bir adet önerge vardır,
okutup işleme alıyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1394 sıra
sayılı Kanun Tasarısı'nın 4 üncü maddesinin
(a) bendinde yer alan "Hazine Müsteşarlığının
bağlı bulunduğu Bakan, Vakıflar Genel Müdürlüğünün
bağlı bulunduğu Bakan, Başbakanlık Tanıtma
Fonu Başkanlığının bağlı bulunduğu
Bakan, Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi
Başkanlığının bağlı bulunduğu
Bakan" ibaresinin madde metninden çıkartılmasını
arz ederiz.
İrfan
Gündüz Recep Garip M. Atilla Maraş
İstanbul Adana Şanlıurfa
Hacı
Biner Eyyüp Sanay
Van Ankara
BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor
mu?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR,
GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI TAYYAR ALTIKULAÇ
(İstanbul) - Takdire bırakıyoruz efendim.
BAŞKAN - Hükûmet katılıyor
mu?
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI
ATİLLA KOÇ (Aydın) - Katılıyoruz.
BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Mütevelli Heyetteki siyasi
ağırlığın azaltılması amaçlanmıştır.
BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Önerge kabul edilmiştir.
Kabul edilen önerge doğrultusunda
maddeyi oylarınıza sunuyorum.
HALUK KOÇ (Samsun) - Karar yeter sayısı
istiyorum.
BAŞKAN - Arayacağım
Sayın Koç.
Kabul edenler... Kabul etmeyenler
Karar yeter sayısı vardır, madde kabul edilmiştir.
5'inci maddeyi okutuyorum:
Kültür Merkezi koordinasyon kurulları
MADDE 5- (1) Kültür Merkezi koordinasyon
kurulları, Kültür Merkezlerinin bulunduğu ülkelerdeki
büyük elçinin veya o şehirdeki temsilcisinin başkanlığında
Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı
temsilcisi, Kültür ve Tanıtma Müşaviri ile Eğitim Müşaviri,
Kültür Merkezinin kurulduğu şehirde veya ülkede yaşayan
tanınmış Türk işadamları, bilim adamları,
kültür ve sanat adamları arasından Yönetim Kurulunun üç
yıl için seçeceği üç üyeden oluşur. Kararlarını
oy çokluğu ile alır. Görevleri
şunlardır:
a) Kültür Merkezinin bulunduğu
ülkenin özellikleri dikkate alınarak yerinin belirlenmesi,
çalıştırılacak sözleşmeli personelin ve Kültür
Merkezi müdürünün seçimi, bütçesi, yapılacak faaliyetlerin
belirlenmesi hususunda Vakfa önerilerde bulunmak,
b) Kültür Merkezinin faaliyetlerini
desteklemek, tanıtmak, Vakfın kuruluş amacı, bulunulan
ülkenin mevzuatıyla veya ülke menfaatleriyle bağdaşmayan
herhangi bir eylem veya faaliyetin varlığının tespiti
durumunda, durdurulması için
gereken acil önlemleri almak ve Vakfı durumdan haberdar etmek,
c) Onur kurulunun oluşumu ve
etkin olarak çalışması için gerekli işbirliği
ve çalışmaları yapmak.
ç) Vakıf tarafından belirlenecek
usûl ve esaslar çerçevesinde kültür merkezinin yönetimine destek
sağlamak,
d) Kültür Merkezinin yönetimi
için, bulunduğu ülke mevzuatına uygun olarak kuruluş
işlemlerini yürütmek, denetimi konularında Vakıfla
işbirliği sağlamak.
BAŞKAN - Madde üzerinde Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Mustafa Gazalcı, Denizli
Milletvekili.
Buyurun Sayın Gazalcı.
(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA MUSTAFA GAZALCI
(Denizli) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; Türk
kültürünü dışarıda tanıtmak için kurulacak Yunus
Emre Vakfı Yasa Tasarısı'nın 5'inci maddesi üzerine
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım. Tümünüzü
saygıyla selamlıyorum.
5'inci madde, dışarıda
oluşturulacak kültür merkezlerinin eş güdümüyle ilgili,
nasıl çalışacağıyla ilgili bir düzenlemeyi
yapıyor.
Burada, maddede de görüleceği
gibi, o kültür merkezlerinin açılacağı kentte büyükelçi,
büyükelçi yoksa temsilciliğin başkanlığında
kültür ve tanıtma müşaviri, danışmanı, tanınmış
Türk iş adamları, bilim adamları, sanat adamlarından
seçilecek üç yıllığına 3 üyeden oluşacak bu
eş güdüm. Bu kurulun görevi, bu kültür merkezinin yerinin belirlenmesi,
personel alımı ve çalışılacak etkinlikler,
kimin müdür olacağına ilişkin önerilerle ilgili çalışmalar
yapacak, yani, Vakfa önerilerde bulunacak. Orada Türk kültürüyle
ilgili yanlış bir şey yapılıyorsa, onu Vakıfla
beraber, haber vererek düzeltmeye çalışacak, doğrusunu
yapacak.
Değerli arkadaşlar, tabii,
burada -önce bir arkadaşım da söyledi- bu sözleşmeli
personelde, müdürde, sanıyorum, dar siyasal bir anlayış
güdülmez. Kültür ve sanat işi, dar siyasetleri de aşan büyük
bir olaydır ve zaten Türk kültürünü, sanatını dışarıda
tanıtmak için bu merkezler oluşturuluyor, içeride bir enstitü
oluşuyor.
Sanıyorum, 30'lu yıllarda,
genç Türkiye Cumhuriyeti, dışarıda, yeni oluşan cumhuriyeti,
devleti tanıtmak için bir gemi kiralar ya da görevlendirir. Bu
gemiye Türkiye'yi tanıtacak birtakım değerlerimiz
konur, dünyayı dolaştırılır. Büyük yankı
yapar bu olay ve ben, bunu okuduğum zaman, çok heyecanlanmıştım.
Değerli arkadaşlar, böyle,
özellikle kültür ve sanat etkinliklerini tanıtmada, işte,
çok güzel şeyler yapıyor Anadolu Ateşi, "Sultanların
Dansı" diye. Bizim folklorumuzdan, bizim ulusal oyunlarımızdan
çağdaş yorumla, böyle, çok hareketli bir dans topluluğu
çıktı. Zaman zaman başka sanatçılar da, "Ben
Anadolu'yum" diye -Yıldız Kenter birden aklıma geliyor-
çok güzel oyunlar sergiledi. Şimdi, bu Vakıf, bu gemi örneğinde
olduğu gibi, belki bizim değerlerimizi, gemiler dolaştırarak
ya da grupları dolaştırarak, oralarda Türk kültürünü,
sanatını tanıtmak için kimi çalışmalar yapabilir.
Değerli arkadaşlar, bugüne
değin yurt dışındaki bu çalışmalarda, ne
acı ki, devlet fazla yoktu, yani, biraz oluruna bırakmıştı.
Biz Sayın Bakanla Hindistan'a gittik. Bizi orada birtakım
gençler karşıladılar. O karşılayanlar, oradaki,
Türk kültürünü devlet adına temsil eden kişiler değildi.
İyiydi kötüydü ayrı bir konu, ama, dışarıda
birtakım eğitim alanında şimdi etkinlikler yapılıyor,
okullar açıldı. Bu kimi ülkelerde kapatıldı, yasaklandı,
mahkemeye düştü, kimi ülkelerde de devam ediyor, ama, devlet burada
öncü olamadı. Oysa, devletin birçok konuda örnek, öncü olması
gerekir. Kültür ve sanatın tanıtılmasında da bu.
Bu yalnız şu demek değil: Yalnız resmî olarak şöyle
bir kültür vardır, onun dışındakilere kapıyı
kapamak değil. Örnek olacak, fırsat verecek, bazen özel girişimin,
kuruluşların yaptığı güzel etkinlikleri,
kültürümüzü tanıtan, yansıtan çalışmaları
da içeride ve dışarıda belki alacak, onlarla birlikte
projeleri geliştirecek. Ben bunun, bu Vakfın bu çalışmalarını
düzenlerken, yani kültür merkezlerinin oluşturacağı
etkinliklerde enstitünün yapacağı bilimsel çalışmalarda,
gerçekten, kültürümüzü, sanatımızı büyük boyutlarıyla
ortaya koymak gerekir. Geçmişte örneğin -birden aklıma
geldi gene- Anadolu'nun çeşitli yerlerine ressamları göndererek
o yurt köşelerinden tablolar getirilmiş Türkiye'ye.
Şiir yarışmaları düzenlenmiş. Yani, Kültür
Bakanlığımız, belki, yurt dışında,
yurt içinde böyle kültürümüzü ve sanatımızı geliştirecek
birtakım yeni değerlerin ortaya çıkmasında öncülük
de yapabilir. Bu Vakıf da bunu yapabilir.
Değerli arkadaşlar, o çalışmaların
bir kısmı sonradan korunamamış -yine öyle okumuştum-
o tabloların büyük bir kısmı kaybolmuş gitmiş.
Şimdi bizde süreklilik de olmuyor çok fazla. Yani, bir arşiv,
müze, korumak, geliştirerek onu ülkemizde ve dünyada tanıtmak.
Bu da yeterince yapılmıyor. Eğer bu çalışmalar
dar siyasi anlayıştan, günlük siyasi anlayıştan
uzak olarak gerçekten sanat ve kültür öne çıkarılarak bilim
ve akılla yapılırsa çok güzel şeyler yapılabilir,
çünkü Türk kültürü çok zengin bir kültürdür. Anadolu uygarlıkları
-burada hep söyledik, konuştuk- çok büyük bir uygarlıklar
beşiğidir. Bunun dışarıda tanıtılması,
bize çok büyük olumluluklar kazandıracaktır. Yani, bugün
gelişmiş kabul edilen kimi ülkeler var, orduları var,
paraları var, ama dışarıya götürdükleri nedir?
Ölümdür ya da o ülkenin huzurunu, barışını bozmaktır.
Biz, tam tersine, insanlığı, barışı
aşılamak istiyoruz. Bu, orduların dışında
bir şey, yani, kültürü taşıyarak, oradaki insanları
gerçekten o sanatla, kültürle buluşturarak, müzikle, resimle,
tiyatroyla ya da eserlerimizi onlara göstererek
Bu konuda geçmişe
dönük ihmallerimiz çok oldu. Özellikle Türk dili konusunda, ben, Almanya'da
biliyorum en çok insanımız orada var, bu dil nedeniyle, yani,
Türkçe orada zorunlu diller arasına sokulamadığı
için ve bir ikinci kuşak çocuk orada Almancayı yeterince
öğrenip eğitime katılamadığı için, hak
etmediği bir biçimde cezalandırıldı eğitim
yönünden. Yani, orada yapılan çalışmalar da Almanların
uyum çalışmaları da yeterli olmadı, daha sonra
kendi ırkından gelen insanlar, bu Sovyetlerin dağılmasından
sonra, ülkelerine geçince yabancılarla çok fazla ilgilenmez
oldular.
Değerli arkadaşlar, Türkçenin
dışarıda öğretilmesi, kendi çocuklarımızın
dil sorunları, özellikle sanat ve kültür anlayışı
Bakın, buradaki yazarlarımızın eserleri yurt
dışına götürülebilir, bir Yaşar Kemal'i, bir Orhan
Kemal'i, bir Fakir Baykurt'u yurt dışındaki çocuklar da
tanımalıdır. Yalnız, kendiliğinden, çevirmesi
beklenmeden
Bir Nâzım Hikmet, bunlar bizim değerlerimiz;
bir Fazıl Hüsnü Dağlarca, bunlar bizim değerlerimiz.
Değerli arkadaşlar, bunların
yurt dışında tanıtılması, gerçekten çok
iyi niyetle yapılacak çalışmaya bağlıdır.
Bu kültür
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Gazalcı,
lütfen toparlayalım.
MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - Toparlıyorum
efendim.
Bu maddeyle, kültür merkezleri,
çeşitli kentlerde oluşacak kültür merkezlerinden söz ediliyor.
Bakın, bir işe nasıl başlanırsa öyle gider.
Eğer, orada, bu oluşacak, eş güdümlü sanat ve kültür insanı
seçmezseniz, benim adamım var orada, filanca firmanın sahibi,
bu işin içinde olsun derseniz, oraya iyi bir müdür atamazsanız,
olaya yalnız dar bir açıdan bakarsanız, dağ fare doğurur,
burada Yunus'tan okuduğumuz şiirler, hep söylediğimiz
güzel sözler boşa gider.
Ben bir daha söz almayacağım,
ama, arkadaşlar, bir ekonomik emperyalizm gibi kültürel emperyalizm
olduğunu bilmeliyiz. Bakın, film yoluyla, başka yollarla
sizi öyle avlarlar ki, içerisine biraz sanat, kültür de koyarlar,
selamlaşmanız değişir, bugün olduğu gibi, en
yakınlarınıza davranışınız değişir,
bugün olduğu gibi. Yani, siz, kendi kültürünüzü içeride ve
dışarıda geliştirip koruyamazsanız başkaları
sizi tutsak alır, bugün olduğu gibi. İşte, bu güzel
amaç, iyi bir araçla, iyi bir başlangıçla, gerçekten kendi kültürümüzü
başkalarını etki altına almak için değil, insanlığın
dayanışması için, sevgi için, barış için
Çünkü,
benim kültürümde o var ve o yüzden UNESCO beni örnek gösteriyor, o
yüzden benim kültür adamlarıma, dünya yılı olarak, bütün
dünyada tanınması için fırsat veriyor. Bu fırsatı
iyi kullanalım diyorum.
Yasanın, tekrar, Türk kültürünün,
sanatının yurt dışında gelişmesi, tanınması
için yararlı çalışmalar yapmasını diliyorum.
Tümünüze saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Gazalcı.
Madde üzerinde şahsı
adına söz isteyen Fahri Keskin, Eskişehir Milletvekili.
Buyurun Sayın Keskin. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
FAHRİ KESKİN (Eskişehir)
- Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım;
Yunus Emre Vakfı kuruluş kanun tasarısının
5'inci maddesi hakkında görüşlerimi arz etmek üzere huzurlarınızdayım.
Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Türk milletinin yüzyıllar içerisinde
yetiştirmiş olduğu en büyük şahsiyetlerden birisi
de, mutasavvıf şair Yunus Emre'dir. 1240 yılında Eskişehir
Sivrihisar yakınlarındaki Sarıköy'de doğmuştur.
Yine Sivrihisar'a bağlı Sarıköy'de 1320 senesinde vefat
etmiştir.
Dönemin en büyük sufilerinden
olan Taptuk Emre tarafından yetiştirilmiştir. Gençliğinde
Mevlânâ Celalettin Rumi, Hacı Bektaş Veli gibi kutsal gönül
ehli kişilerle görüşmüştür.
Yunus'un bilinen iki eseri vardır;
Divan ve Risaletü'n Nushiyye.
Her yıl -Osmanlı döneminde-
padişahlar tarafından, Sarıköy'deki dergâha kaynak aktarımı
sağlanarak, buranın açık tutulması yüzyıllar
içerisinde sağlanmıştır. Günümüze kadar gelinmiştir.
Her yıl, bu yıldan başlanmak üzere, devlet töreniyle, artık,
Yunus Emre Hazretleri, kabrinin başında anılacaktır.
Bununla ilgili olarak 6 Mayıs günü seçilmiştir. Yarın
başlayacak olan saat ondaki anma törenleri, Eskişehir
ilinde düzenlenecek etkinlikle hafta boyunca devam edecektir.
Yunus, bir aşk ve irfan adamıdır.
Ona göre, insanın kötülüklerden arınıp Tanrı'ya
yolculuk yapabilmesi için tek şeye ihtiyacı vardır, o
da sevgidir. Sevgiye dayanan felsefesi şu mısra ile özetlenmektedir:
"Hakkı gerçek sevenlere
Cümle âlem kardeş gelir."
Başka bir beytinde:
"Sevelim sevilelim,
Dünya kimseye kalmaz." demektedir.
Şu hâlde, sevmek her şeyin
başıdır. Sevilmek için sevmesini bilmemiz gerekir.
Noksanlıklarımızdan uzaklaşıp mükemmeliyete
ulaşmanın yolu sevgiden geçmektedir.
Yunus'un şiirleri gökkuşağını
saran ses gibidir. Gönül gözünü açanlar, can kulağıyla dinleyenler,
bu seste nice dünyalar, nice âlemler bulurlar.
Mevla'sını "Dağlar
ile taşlar ile /seherde öten kuşlar ile" çağıran
Yunus, insana, arıya, kurda, kuşa, sarı çiçeğe,
mutlak sırrın A,B,C'sini öğretmektedir. İşte
bu, hayatın kendisidir. Onu bu özelliğinden dolayı, Yunus'u,
milletimiz bağrına basıp "Bizim Yunus" diye
anar.
Dünyaya dava için değil mana
için, kavga için değil sevgi için gelen Yunus, ölü canlarımıza
üflediği nefesle gönüller yapmaya devam etmektedir.
Manevi dünyamızın aydınlatılması
için her zaman Yunus ve Yunus gibi gönül adamlarına büyük ihtiyacımız
vardır.
Yunus'a göre insan, bu dünyaya kendisini
bilmek için gönderilmiştir. Ona göre kendisini tanımayan
kişi, en aşağılık yaratıktan daha aşağıdır.
İnsanın hedefi insan olmalıdır. O hâlde gelin hepimiz
insan olalım, hepimiz bir Yunus olalım, bu zor bir şey değildir.
Bunun sermayesi sevgi ve irfandır. "Yaratılanı
severiz Yaradan'dan ötürü." ifadesi bunu ne güzel ifade etmektedir.
Dünyaya bakış açısı
da Yunus'un, hepimize örnek teşkil etmektedir.
"Mal da yalan mülk de yalan
Gel sen de biraz oyalan
Mal sahibi mülk sahibi
Hani bunun ilk sahibi"
mısraları da bize çok
şeyler ifade etmektedir.
Yunus Emre'nin bu yılla birlikte
devlet töreniyle kabri başında anılması, kendisine
verilen ehemmiyetin, önemin bariz bir şükranesi olarak kabul
edilebilir. Gönül istiyor ki, Eskişehir'de bir Yunus Emre enstitüsünün
açılması, uluslararası yarışmaların düzenlenmesi,
çeşitli iletişim araçlarıyla gençliğimize, gençlerimize,
halkımıza, Yunus'la ilgili olarak görüşlerin aktarılması,
küçük çocukların belleğine şiddet değil, Yunus'tan
mısraların yerleştirilmesi en büyük hedefimiz olmalıdır
diyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Keskin.
Sayın Komisyonun madde üzerinde
bir düzeltmek talebi vardır.
Buyurun Sayın Komisyon.
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR,
GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI TAYYAR ALTIKULAÇ
(İstanbul) - Sayın Başkanım, 5'inci maddenin (b)
fıkrasındaki ağırlığı biraz gidermek
ve daha anlaşılır hâle getirmek üzere "tanıtmak"
kelimesinden sonra bir noktalı virgül koymaya ve hemen ardından
gelen "vakıf kuruluş amacı" ifadesini de
"amacıyla" şeklinde düzeltmeye ihtiyaç var.
Arz ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Komisyon, konu anlaşılmıştır, tutanaklara
geçmiştir.
Komisyonun düzeltme talebiyle
birlikte maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul
etmeyenler
Kabul edilmiştir.
6'ncı maddeyi okutuyorum:
ÜÇÜNCÜ
BÖLÜM
Gelirler
ve Muafiyetler
Gelirler
MADDE 6- (1) Vakfın gelirleri
şunlardır:
a) Vakfın yapacağı
hizmetler karşılığında alınacak ücretler,
b) Genel Bütçeden ve ilgili kamu
kurum ve kuruluşlarınca aktarılacak miktarlar,
c) Her türlü yardım ve bağışlar,
ç) Vakfa ait taşınmazların
gelirleri,
d) Enstitü ve iktisadî işletmelerden
elde edilecek gelirler,
e) Diğer gelirler.
(2) Vakıf, amaçlarını
gerçekleştirmek ve yurt dışındaki Kültür Merkezlerinin
işleyişini sağlamak için enstitü, iktisadi işletme
veya sermaye şirketi kurabilir.
BAŞKAN - Madde üzerinde Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Enis Tütüncü, Tekirdağ
Milletvekili.
Buyurun Sayın Tütüncü. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ENİS TÜTÜNCÜ
(Tekirdağ) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Madde üzerindeki konuşmamı,
koca Yunus'taki toplumsallığa açılım konusu üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak düşüncelerimizi sizinle
paylaşmak istiyoruz.
Yunus'un felsefesinde, insan yüceliğinin
doğal bir sonucu olarak, toprağın, üretimin, paylaşımın,
hem de din, ırk ve cinsiyet ayırımı gözetilmeksizin
tüm insanlar için muhteşem bir biçimde savunulduğunu görüyoruz.
Şöyle demiş koca Yunus:
"Çalış kazan ye yedir
Bir gönül ele getir
Yüz Kâbe'den yeğrektir
Bir gönül ziyareti."
Yani, çalışacaksın,
kazanacaksın, kazandığını da efendi gibi yiyeceksin,
yaşayacaksın bu dünyada, ama paylaşacaksın. Sosyal
adaleti gözeteceksin. Bu, öylesine önemlidir ki, yüz kez Kâbe'ye gidip
de kazanacağın sevaptan çok daha fazlasını, bir
insanın gönlüne girmekle, bir insana yardımcı olmakla
kazanırsın. "Yüz Kâbe'den yeğrektir/Bir gönül ziyareti."
Yunus Emre'nin bu düşüncesine,
yüz yıl sonra, yine, Anadolu'da, Şeyh Bedrettin hareketinin
yeni açılımlar kazandırmakta olduğunu görüyoruz.
Şeyh Bedrettin ve Börklüce Mustafa, bakınız, 14'üncü
yüzyılın başlangıcında neler söylemişler
insanlığa; demişler ki: "Yeryüzü bütün insanların
ortaklaşa yararlanmalarına açık bir yaşama alanıdır.
Bu alanda çalışan geçinir, çalışma esastır, diyor,
çalışamayan kendiliğinden silinir gider. Toplum, bütün
bireylerin oluşturdukları ortaklaşa bir kuruluştur.
Bu nedenle, bütün toplum malları ortaktır. Mülkiyet bu
hâliyle" -o zamanki hâliyle- doğaya aykırıdır.
Bir kimsenin bir başkasını baskı altına almaya,
özgürlüğünü ortadan kaldırmaya ya da kısıtlamaya
yetkisi yoktur." 14'üncü yüzyılın başlangıcından
söz ediyoruz değerli milletvekilleri. Aile kurumuyla ilgili
yeni açılımlar getiriyor 14'üncü yüzyılda bu düşünce
akımı. Diyor ki: "Aile kurumu da bu hâliyle doğaya
aykırıdır. Kadın, erkeğin tutsağı değildir,
özgür insandır
" 14'üncü yüzyılın başlangıcında.
"
Bu özelliği dolayısıyla, kadının da kendi
istenciyle ortak olmasında, dilediği gibi davranmasında
bir sakınca yoktur. Kadın özgürlüğünü bugünkü anlamıyla
savunuyor Şeyh Bedreddin ve Börklüce Mustafa.
Bu anlatımda, sayın milletvekilleri,
Anadolu hümanizmasındaki din, ırk ve cinsiyet ayırımı
gibi farklılıkların toplumsallıkla yoğrularak
nasıl dengelenmek istendiğini, hatta, nasıl
aşılmak istendiğini çok somut bir biçimde görüyoruz.
Bu arada, bu düşüncelerin,
Fransız sosyalistler ve sosyal demokratlar açısından,
sosyalist hareketin başlangıçlarından ya da ilk örneklerinden
biri olarak kabul edildiğini -bazı Fransız düşünürleri
tarafından da- bu vesileyle dikkatlerinize sunmak istiyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Yunus'un felsefesinin bir başka özelliği
var. Bu felsefe, belli kuralları olan bir insanlık disiplinidir.
Bu felsefede, kötü düşüncelerden arınmak, ölüm korkusunu
yenip insanlık yolunda çaba göstermek gerekir. Elde tespih,
dilde dua, her şeyden elini ayağını çekmiş insanlara,
softalara Yunus şiddetle karşı çıkmıştır
ve şiirlerinde sürekli olarak bunları yermiştir. Bakınız,
nasıl yermiştir:
"Dervişlik dedikleri
hırka ile taç değil
Gönlünü derviş eden hırkaya
muhtaç değil
Çeşmelerden bardağın
doldurmadan kor isen
Bin yıl dahi beklesen, kendi
dolası değil" demiştir koca Yunus.
Böylece, Yunus Emre, 13'üncü yüzyılda,
bağnazlık ile körü körüne kaderciliği, gerçek din düşüncesiyle
-kendisinin inancıyla- bağdaştıramamıştır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Yunus Emre Vakfının, bu yasa tasarısının
kabulüyle birlikte kurulacak olan Yunus Emre Vakfının,
Anadolu felsefesinin özünü yansıtan bu düşünsel açılımları
da insanlığa tanıtması gerektiğine inanıyoruz.
Bu Vakfın böyle bir sorumluluk altında olduğuna inanıyoruz.
Son olarak, Anadolu hümanizmasından
20'nci yüzyıla yansımış bazı örneklere değinerek
sözlerimi noktalamak istiyorum.
"Toprak vatanım -yani,
dünya vatanım- nevi beşer -yani, tüm milletler- milletim,
İnsan olur ancak, buna izanla
inandım."
Tevfik Fikret
20'nci yüzyıla
yansımış Yunus.
"Ben ezelden beridir hür yaşadım,
hür yaşarım,
Hangi çılgın bana zincir
vuracakmış? Şaşarım."
Mehmed Âkif Ersoy'a yansımış.
CAVİT TORUN (Diyarbakır)
- "
vatanım ruyi zemin."
ENİS TÜTÜNCÜ (Devamla) - Beyefendi,
sizin dediğiniz Şinasi'yle ilgilidir, "
vatanım
ruyi zemin."
CAVİT TORUN (Diyarbakır)
- "Milletim nevi beşerdir, vatanım ruyi zemin."
ENİS TÜTÜNCÜ (Devamla) - Evet,
o Şinasi'nindir. O Şinasi'nindir, ben Tevfik Fikret'i söylüyorum.
O Şinasi'nindir, bakarsak
Neyse, Anadolu felsefesinin o
19'uncu yüzyıla yansımasıdır. Ben, Tevfik Fikret'ten
söz ediyorum, 20'nci yüzyıla yansıma.
Ve yine 20'nci yüzyıla yansıma:
"Yok edin insanın insana kulluğunu,
Bu davet bizim.
Yaşamak bir ağaç gibi tek
ve hür,
Ve bir orman gibi kardeşçesine,
Bu hasret bizim."
Nazım Hikmet
Aynı felsefenin
ozanlarıdır bunlar.
Bakınız, Nazım Hikmet'in
Mevlânâ'yla ilgili bir başka dörtlüğü var:
"Ebede set çeken zulmeti deldim,
Aşkı içten duydum, arşa
yükseldim.
Kalpten temizlendim, huzura geldim,
Ben de müridinim, işte
Mevlânâ."
Son olarak, bu konuda Mustafa Kemal'in
bir sözünü sizinle paylaşmak istiyorum. Demiş ki Mustafa
Kemal: "İnsanlar arasında kin ve hırs denilen olumsuz
duyguları boğmak, öldürmek gerekir. Onun yerine, insan denen
varlığın büyüklüğü fikri ve bu büyüklüğü sevmek
esası konulmalıdır."
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bundan önceki konuşmamda da ifade ettiğim
gibi, 13'üncü yüzyıldan, Yunus Emre'den hareket ettik. Yunus Emre
ve 13'üncü yüzyıl felsefesinin, dün Mehmed Âkif Ersoy'la ilgili
konuşurken, bu felsefenin altında yatan ana dayanaklarını,
Maveraünnehir'den gelen düşünce akımlarını, Kuzey
Irak'tan gelen düşünce akımlarını, Magrip ve Endülüs'ten
gelen düşünce akımlarını ve aynı zamanda Anadolu'nun
tarih öncesindeki binlerce yıllık dönemdeki inanç, felsefe,
kültür birikimlerinden uzanan düşünce akımlarını
ve bu düşünce akımlarının İsevilik ve Musevilikteki
tasavvuf biçimlendirmelerini, hepsini hepsini bir arada Anadolu
hümanizmasını, Anadolu felsefesini nasıl yarattığını
dile getirmeye çalıştık.
İşte, öyle sanıyorum
ki, Yunus Emre Vakfı, Türkçenin evrensel, yaygın, özgün bir
dil hâline getirilmesinin ötesinde, bizim kendimize özgü inanç sistemimiz
ve felsefe, düşünce akımlarımızın, üstünlüklerimizin,
güzelliklerimizin, tarihsel zenginliklerimizin de insanlığa
ve dünyaya tanıtılması açısından yaşamsal
bir rol oynayacaktır diye düşünüyorum.
Tekrar, bu yasa tasarısının
ülkemize, milletimize ve insanlığa hayırlı
uğurlu olmasını diliyorum, hepinizi, tekrar, sevgiyle,
saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Tütüncü.
Madde üzerinde şahsı
adına söz isteyen Alaettin Güven, Kütahya Milletvekili. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
ALAETTİN GÜVEN (Kütahya) - Sayın
Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım;
görüşmekte olduğumuz 1394 sıra sayılı, Yunus
Emre Vakfı Kanunu Tasarısı'nın 6'ncı maddesi
üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum.
Bu vesileyle, hepinizi, yüce Meclisi ve yüce milletimizi saygıyla
selamlıyorum.
Dün Mehmed Âkif Ersoy'u anma ve
İstiklal Marşı'mızın kabulünün resmî kutlama
günü olarak yasalaşması, bugün Yunus Emre Vakfı kurulması
kanunu tasarısının yasalaşması, inanıyorum
ki, 22'nci Dönem milletvekillerinin yarınlara hoş bir seda
bırakabilmesi adına yapılan önemli faaliyetler arasında
yerini alacaktır diye düşünüyorum.
Sayın Başkanım, değerli
milletvekili arkadaşlarım; sürekli anılmak, kalıcı
olmak, hoş bir seda bırakmak ve özellikle hayırla, iyilikle
yâd edilmek her insanın temel hedefi olsa gerektir. Bu duyguları
özen ve arzuya dönüştüren de örnek şahsiyetlerin örnek ve
anlamlı hayatlarını gün yüzüne çıkarmaktır,
sürekli kılmaktır. Bu bağlamda, Mevlânâ, Hacı Bektaş
Veli, Yunus Emre ve şahlı mazimizin birçok yüz akı bilge
kişiler sürekli yaşamayı yakalayabilmiş örnek
şahsiyetlerdir. Ölümsüzdür onlar, onların mezarı gönüllerdedir,
otlardadır, çiçeklerdedir, güllerdedir. Sevgi varlığın
sesi soluğu, hayatın temel azığı ve gıdası,
yaşamanın anafor gücü ve varoluş sebebi olduğunda
tadılan şey de ölümsüzlük olsa gerek. Kuşkusuz, ölümle
ölümsüzlüğü tadan öncülerden biri Yunus Emre'de hayatın
ana fikri sevgidir. O "Ben gelmedim davi için
Benim işim sevi için
Dostun evi gönüllerdir
Gönüller yapmaya geldim" derken,
hayatı ve yaratılış sebebimizi ve yaratılış
sırrımızı da ifşa ediyor.
Sayın Başkanım, değerli
milletvekili arkadaşlarım; Yunus, 13'üncü asrın Anadolusu'ndan
zamanımıza uzanan bir soluk, herkese açık bir pencere
ve sonsuz bir ufuktur. Yunus, hür fikirli, serbest düşünceli,
şekle değil manaya değer veren, varlık birliği
inanışını ve ilahi aşkı terennüm eden bir
şairdir. O, Türk milletinin en büyük aşk ve samimiyet adamıdır.
O, aşkın kaynağı ve pınarıdır. Bir
aşk adamıdır. Bu dünyaya kavga değil sevgi için geldiğine
inanır. Gönüllere derman olarak Allah aşkını sunar.
Çağrısı, Anadolu yaylalarının pınarları
kadar durudur, arıdır ve "yaratılanı sev Yaradan'dan
ötürü" der.
Yunus Emre'nin hayat amacı, insanlığın
bütün kirlerini aşk ateşiyle temizleyip bütün anlaşmazlıkları
birde, birlikte çözmektir. Yolculuğu, aklı, aksiyonu,
dış dünyaya değil, özlere, ruhlara, insanın iç dünyasına
doğrudur. O, gönüllerin fethine memurdur. Yücelikleri ve yüce
değerleri toplumun orta yerinde feryadı figan kopararak
saçmaya, ekmeye gelmiştir. Yunus, insanı Allah'ın en
mükemmel eseri olduğu için sever, yüceltir. Bu dünyada insanı
en aziz varlık bilir. İnsanın acz ve kusurunu hoş görür.
İnsanlarla ilişkilerinde ivazsız, garazsız,
çıkarsız, öfkesiz ve ihtirassız olup, kendini gönüller
yapmakla görevli sayar ve
"Bir kez gönül yıktın
ise
Bu kıldığın namaz
değil
Yetmiş iki millet dahi
Elin yüzün yumaz değil
Yol oldur ki doğru vara
Göz oldur ki Hakk'ı göre
Er oldur ki alçakta dura
Yüceden bakan göz değil."
derken
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Güven, lütfen.
ALAETTİN GÜVEN (Devamla) -
sözlerimi, koca Yunus'un insanlığın ortak soluğu
"Sevelim, sevilelim, dünya kimseye kalmaz." özdeyişiyle
bitirirken, çağımız bilgi çağının ve tüm
çağların sevgi çağı boyasıyla boyanması
dileklerimle, yüce Meclisimizi ve yüce milletimizi tekrar selamlıyor,
saygı ve sevgilerimi sunuyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Güven.
Madde üzerinde şahsı
adına söz isteyen Haluk Koç, Samsun Milletvekili.
Buyurun Sayın Koç.
HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bu, 3'üncü kez şahsım
adına söz alışım; öncelikle zamanınızı
aldığım için özür diliyorum, ama, bence önemli açılımlar
oldu bu konuşmalar sırasında ve bir hususa değinmek
istiyorum.
Demin, küresel baskılara karşı
millî, kültürel kimliğin korunması noktasında bazı
değerlendirmelerim olmuştu ve ondan sonra da "Kimlik
nedir?" diye açmıştım. "Kimlik dildir, dinî
inançlar sistemidir, kimlik vatandır, bayraktır ve birlikte
kardeşçe yaşama geleneği ve hoşgörüsüdür."
demiştim. Ben, bu şekilde özetlemiştim ve burada
"Kimlik dildir." derken, Türk dili üzerinde ve bu kanun tasarısının
konusuyla ilgili olarak bazı görüşlerimi ifade etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım,
Türkiye'nin büyük kentlerinde, Ankara'da hemen Kızılay'da,
bir Fransız Kültür Merkezi'yle veya British Council'la veya Amerikan
Kültür Merkezi'yle, keza İstanbul'da, bu söylediğim ülkelerin
kültür merkezleriyle, İtalyan Kültür Merkezi'yle, Alman Kültür
Merkezi'yle, dil merkezleriyle karşılaşıyorsunuz.
Bu ülkelerin hepsi, bir süreç içerisinde emperyal hedefleri olan
ve uygulamaları olan ülkelerdir ve Türkiye coğrafyasında
da bunların -Kayser Wilheim II'yi söylemiştim, Kudüs ziyaretiyle-
o süreçten başlayan Alman etkisi de, günümüzde Fransız etkisi
ve İngiliz etkisinden sonra artan İkinci Dünya Savaşı
sonrasındaki Alman yapılanmasıyla Türkiye'nin gündemine
girmiştir.
Şimdi, biz, Türkiye olarak bakalım.
Bir de dünyaya bakalım. Dünyaya, Latin Amerika'ya baktığımız
zaman, İspanyolca ve Portekizcenin, bütün Latin Amerika
kıtasındaki ülkelerde yaygın olarak kullanıldığını
biliyorsunuz. Fransızcanın, Kuzey Amerika'nın Quebek
bölümü ve Louisiana ve aşağıda New Orleans kısmında
egemen olduğunu ve daha sonrasında, yine Anglosakson kültürü
dolayısıyla o bölgede İngilizcenin egemen olduğunu
görüyoruz.
Yeni Zelanda ve Avustralya'da, oranın
yerel dillerinin üzerine İngilizcenin, nasıl bir kültürel
hegemonya ile dayatıldığını ve bugün resmî
dil olduğunu biliyoruz.
Peki, Osmanlı? Bakın, altı
yüz yıl çok önemli bir aktif, etkin, her zaman üzerinde kültür
olan, gelişme olan bir coğrafya parçasını kullanan
Osmanlı İmparatorluğu, ne Osmanlıcayı ne
Türkçeyi bu bölgelerde etkin bir şekilde, maalesef, miras olarak
bırakamamıştır. Yani, biz, Osmanlı, acaba egemenliği
altındaki topraklarda, bir İngiltere'nin, bir Fransa'nın,
Portekiz'in, hatta Belçika'nın merkezî Afrika'da bıraktığı
gibi, bu, toprak parçası olarak egemenliğinde bulundurduğu
bölgelerde bir emperyal devlet olmuş mudur olmamış
mıdır tartışması çıkıyor.
Osmanlı, kendi sarayında
bile Türkçeyi bir miktar örselemiştir, ötelemiştir ve ikinci
planda bırakmıştır. Bu, bir gerçektir. Daha karmaşık,
daha ağdalı bir dil olan Osmanlıcayı ön plana almıştır.
Peki, Türkçe nerede kalmıştır?
Türkçe, gariban Anadolu'da kalmıştır. Yani, Türkmen boylarında
kalmıştır, Türk boylarında kalmıştır,
Anadolu'da kalmıştır. Horasan'dan gelen erenlerin öz
Türkçesi ile Anadolu'da, o dokuda kalmıştır, yörüklerde
kalmıştır.
Şimdi, baktığımız
zaman, iddialı bir ülke olmak, gelecek yüzyılda, kim ne derse
desin, dünyadaki bütün bölüşmenin, dünyadaki bütün savaşların
temelinde ekonomi vardır, ama, burada milletlerin rolü inkâr
edilmemelidir. Klasik, sosyolojik görüşlerin çatışmasını
burada yansıtmak istemiyorum; ekonomi kadar, milletlerin kimliği,
varlığı ve gelenekleri, kültürleri de önemlidir dünyadaki
çatışmalarda.
Onun için, Türkiye olarak, Türk milleti
olarak, mutlaka, demin örneklerini verdiğim kültür merkezleri
gibi, çok iyi bir yapılanmayla, dünyanın çeşitli yerlerinde,
çeşitli bölgelerinde, mutlaka, Yunus Emre Vakfına
bağlı olarak oluşacak kültür merkezlerini, aktif olarak,
bir yasa tasarısının üstüne kalmadan, verilen görevi
yerine getirecek şekilde yapılandırmak zorundayız.
Biz, diğer devletler gibi bir emperyal hedefin peşinde değiliz,
ama, dünyanın neresinde Türk yaşıyorsa, orası,
Türk ulusunun bir parçasıdır, kalbinin köşesinde yer
edinen bir coğrafyadır görüşü doğrultusunda, bunun
içini mutlaka doldurmak zorundayız.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Koç.
HALUK KOÇ (Devamla) - Bunun içini
mutlaka doldurmak zorundayız. Bunu siyasete kurban etmemeliyiz
ve gelecekte kim, nerede, ne şekilde yürütme görevi alacak
olursa olsun, bu kanunun gereklerini mutlaka yerine getirmesi,
birinci asli siyasi görevi olmalıdır diye, tutanaklara
bir iz bırakmak istiyorum.
Bu vesileyle de tekrar, Türkiye'ye
hayırlı olmasını diliyor, yüce heyetinizi saygılarımla
selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Koç.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
7'nci maddeyi okutuyorum:
Muafiyetler
MADDE 7- (1) Vakıf ve Vakıf
tarafından kurulacak Kültür Merkezleri ile enstitüler;
a) Kurumlar Vergisinden (iktisadî
işletmeler hariç),
b) Yapılacak bağış
ve yardımlar sebebiyle Veraset ve İntikal Vergisinden,
c) Sahip oldukları taşınır
ve taşınmaz mallar ile yapacakları tüm muameleleri
her türlü vergi, resim ve harçtan,
ç) Vakıflar Genel Müdürlüğünce
vakıflardan tahsil edilen teftiş ve denetleme masraflarına
katılma paylarından,
muaftır.
(2) Vakıf, Bakanlar Kurulunca
vergi muafiyeti tanınan vakıflara diğer kanunlarla
tanınan vergi, resim ve harç istisnalarından yararlanır.
(3) Vakfa ve enstitüye yapılacak
bağış ve yardımlar Gelir ve Kurumlar Vergisi matrahından
indirilebilir.
BAŞKAN - Madde üzerinde Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Hüseyin Bayındır,
Kırşehir Milletvekili.
Buyurun Sayın Bayındır.
CHP GRUBU ADINA HÜSEYİN BAYINDIR
(Kırşehir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
sözlerime başlamadan önce hepinizi yürekten sevgiyle, saygıyla
selamlıyorum.
Bugüne kadar Meclis kürsüsünde
yaptığım konuşmaların bana göre en anlamlısı
olan, bizim birikimimizin, bizim kültürümüzün, bizim değerlerimizin
ortak noktasındaki Yunus'umuzu ben de o bölgenin, yani Kırşehir'in,
Yunus Emre'nin kabrinin yattığı Kırşehir'in,
Hacı Bektaşı Veli'nin kabrinin yattığı
Kırşehir'in, Ahi Evranı Veli'nin kabrinin yattığı
Kırşehir'i ve oradaki bu anlayışı sizlerle
paylaşmak istiyorum.
Daha 13'üncü yüzyılda, Avrupa
Orta Çağ karanlığını yaşar iken, Anadolu'nun
göbeğinde, benim de Kırşehir'imde, bir yanda hümanizmasıyla
bizi biz yapan değerlerde buluşturmaya çalışan
Hünkâr Hacı Bektaşı Veli, diğer yandan sevginin adresi,
sevginin adı Yunus Emre'm ve Osmanlıyı yedi yüzyıl
ayakta tutan, loncalar sistemiyle sendikacılığın
öncülüğünü yapan, toptan kaliteyi getiren, üretimi teşvik
eden esnaf Ahi Evranı Veli'nin, o pirlerin, o kültür adamlarının
şehrinde, bölgesinde doğmaktan, o şehirden milletvekilliği
yapmaktan onur duyduğumu söylüyorum.
Büyük şairimiz ve düşünürümüz
Yunus Emre, tarih derinliklerinden günümüze kadar gelen ve
asırların ötesinden yükselen coşkun bir ses, iz, heyecan
ve düşünce şelalesi gibi, ta şimdiye kadar ve 21'inci
yüzyılda Türkiye'de Parlamento çatısı altında
onun adına bir vakıf kurmaya çalışmanın engin
mutluluğunu yaşayarak hazzını aldığımı
söylüyorum. Ne kadar hoş söylemiş. Yedi yüzyıl öncesinde,
günümüze, insanlığa, daha da insanlık var oldukça binlerce
yıl okunacak şiirlerini nasıl yazmış Yunus'um.
Bir düşünün, bir hissedin diye kendimi de, sizi de teşvik
ediyorum. (Alkışlar)
Bakın ne demiş:
"Bir kez gönül yıktın
ise
Bu kıldığın namaz
değil
Yetmiş iki millet dahi
Elin yüzün yumaz değil."
Manadaki, şiirdeki, dörtlükteki
anlamı kavrayan insanın hümanist olmaması için, insanlığa
sevgi göndermemesi için bir sebep olabilir mi diye düşünüyorum.
O, hayatını da, eserleri
gibi halkın gönlüne bırakıp gitmiştir. Çünkü, o,
benlik tuzağından hep kaçmıştır. Kendisini
hiçbir zaman ön plana çıkarmamış, tıpkı
"Bir garip öldü diyeler
Üç günden sonra duyalar
Soğuk su ile yuyalar
Şöyle garip bencileyin."
dizelerinde olduğu gibi. Bu
dörtlüğünde de arzu ve temenni ettiği gibi bir ölümle de
dünyadan göçüp gitmiştir.
Bugün yurdumuzun birçok yerinde,
Yunus Emre mezarının olduğu inancıyla anma törenleri
düzenlenmekte ve onların kabrinin başında anma programları
yapılmaktadır. Ben de diyorum ki, bu ne büyük sevgi. İster
Kırşehir'de olur, ister Eskişehir'de, ister Azerbaycan'da,
ama, bunun tek bir çağrısı var: Sevgi. "O sevgiye biz
de varız" diyen illerin yaptığı bu kutlamaları
da takdirle karşıladığımı ifade etmek istiyorum.
Ne diyor yine bir dörtlüğünde:
"Ben gelmedim davi için
Benim işim sevi için
Dostun evi gönüllerdir
Gönüller almaya geldim."
diyordu Yunus. Ne zaman? Yedi yüzyıl
önce. Ne zaman? Avrupa Orta Çağ karanlığı yaşarken.
Avrupa aydınlanma dönemine -ben iddia ederim- bizden çok sonra
geçmiştir. Neden? Biraz evvel saydığım ve bölgemin
de insanı olmaktan onur duyduğum o insanlara demiş ki
Hacı Bektaş Veli:
"Erkek dişi sorulmaz muhabbetin
dilinde
Hakk'ın yarattığı
her şey yerli yerinde
Benim nazarımda kadın erkek
farkı yok
Noksanlıkla eksiklik senin
görüşlerinde."
diyordu. Kim? Hünkâr Hacı Bektaş
Veli.Yine bir dörtlüğünde Yunus'um,
"Gelin tanış olalım
İşi kolay kılalım
Sevelim, sevilelim
Dünya kimseye kalmaz."
diyordu.
Yunus Emre, gönlümüzde ve sevgisinden
ve kardeşliğinden uzaklaşmaya çalışan günümüz
toplumlarını da ortaya koyduğu hümanist düşüncelerle,
aynı görüş etrafında birleştirecek kuvvetli bir
kudret ve güçtür diye düşünüyorum.
Yunus'un telkin ettiği gibi,
onun dile getirdiği ulvi düşünceler etrafında bizlerin
de bu sevgiden bu toplumun nasiplenmesine katkı sunmak da bana
göre bu anlayışı, bu felsefeyi o gönül gözünü gören
tüm insanların da ortak özelliğidir, özlemidir, görevidir
diye düşünüyorum. İyi ki onlar varmış, iyi ki onlar
Anadolu'da Anadolu aydınlanmasının öncülüğünü
yapmışlar.
Size yine aynı yaşdaşı,
aynı akranı, yani 13'üncü yüzyılın bir başka
felsefecisi, bir başkası Ahi Veli Hazretlerinden de bahsetmek
istiyorum. Türk esnafının yüzlerce yıldır gönülden
bağlı olduğu Ahilik kültürünü yaşatmak adına
ve onun bugün tanıtılmasını, bugün de onun değerlerini,
bize sunmaya çalıştığı değerlerinin ortak
noktasının da bana göre, Avrupa ülkeleri, daha bir
çağdaş olduğunu söyleyen ülkeler, bizden ileri olduğunu
söyleyen ülkelerin, o felsefenin yaratıcılığından
da bizden önce davrandıklarını, o hassasiyeti onların
gösterdiğini burada rahatlıkla söyleyebilirim. Anadolu'nun
mert ve cesur halkına alın teriyle geçinme, başı
dik, kendine güvenli ve minnetsiz yaşama yeteneği kazandıran
Ahilik, tarihi süreç içerisinde çok önemli işlevler de üstlenmiştir.
Kalite
İnsanlar üretim yaptıklarında, Ahilik anlayışında,
onları denetleyen bir otokontrol sistemi vardı. Bu otokontrol
sisteminde hileli ya da çalıntı mal üreten bir esnaf olur
ise, huzura geldiğinde ona bakılır, onun kalite kontrolü
yapılır, eğer, bu kalitede eksik malzeme ya da hatalı
malzeme kullanıldığı, art niyetli olduğu ortaya
çıkar ise, bu sefer de o esnafın pabucunun biri ayağından
çıkartılıp ibretiâlem için dama atılırdı.
Yani, biz büyük bir kültürün, büyük bir kültür hazinesinin odak noktasındaki
bir toplumun insanlarıyız. Onun için, üretimi, kaliteyi,
sevgiyi, hoşgörüyü, dostluğu, barışı, kardeşliği,
el ele, yan yana birlikte yaşama becerisini gösterebilme, algılayabilme,
öncelikle Türk milletinin, Türk toplumunun işidir diye de aldığım
bu felsefe ışığında bu kürsüden rahatlıkla
söyleyebiliyorum.
Ben, buradan, sizleri, tüm parlamenterleri
Gerçi yarın farklı bir çalışma sistemimiz var ama
Yarın, benim ilçem Kırşehir'imin Mucur'unda Güzyurdu köyünde
Anadolu Türkmenlerinin bir festivali var. Ben o festivale eğer
grubumdan izin alırsam katılacağım. Buradan da o
festivali düzenleyenlere teşekkür ediyorum. Sizleri de o kültür
hazinesinin, o birikimin, o 13'üncü yüzyıldaki değerlerden
sonra o dilini bize bahşeden, Muharrem Ertaşları yetiştiren,
Âşık Paşa'yı yetiştiren, Neşet Ertaşları
yetiştiren, o türkü tadında yaşamak için türküyü sevenlerin,
türkü sevenlerin orada da bulunması adına davet ediyorum.
Sayın Başkana, Sayın
Grubuma ve hepinize de beni dinlediğiniz için teşekkür
ediyorum, saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Bayındır.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Geçici madde 1'i okutuyorum:
DÖRDÜNCÜ
BÖLÜM
Çeşitli
ve Son Hükümler
Vakfın kuruluş işlemleri
GEÇİCİ MADDE 1- (1) Bu Kanunun
yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içerisinde
Vakfın kuruluşu, Vakıf resmi senedi ve Vakfın Türk
Medenî Kanunu hükümlerine göre tesciline ilişkin işlemler
Bakanlıkça sonuçlandırılır.
(2) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği
tarihten itibaren bir ay içerisinde Vakfın kuruluş işlemlerinde
kullanılmak ve kalanı kuruluş tamamlandıktan sonra
Vakfa aktarılmak üzere Bakanlığa, Tanıtma Fonundan
bir milyon Yeni Türk Lirası aktarılır.
BAŞKAN - Oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Geçici madde 2'yi okutuyorum:
Devir
GEÇİCİ MADDE 2- (1) Vakfın
kurulmasından sonra, Vakıf tarafından Kültür Merkezlerinin
kurulduğu yerlerde kamu kurum ve
kuruluşlarına ait olup, bu Kanunun amaçlarına
uygun faaliyet gösteren birimler, araç ve gereçleri, alacak ve borçları
ile birlikte bu ülkede faaliyet
göstermek üzere Vakıf tarafından kurulan Kültür Merkezlerine
devredilir. Devredilen birimlere ait taşınmazlar ise, Vakıf tarafından kurulan Kültür Merkezlerinin
bedelsiz kullanımına bırakılır. Devir
işlemlerine ilişkin esas ve usûller ilgili kamu kurum ve kuruluşu
ile Bakanlık arasında belirlenir.
(2) Bu birimlerde sözleşmeli
veya işçi olarak çalışan personelin tüm yasal hakları
ödenmek suretiyle sözleşmeleri sona erdirilir.
BAŞKAN - Oylarınıza
sunuyorum : Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
8'inci maddeyi okutuyorum :
Yürürlük
MADDE 8- (1) Bu Kanun yayımı
tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN - Oylarınıza
sunuyorum : Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
9'uncu maddeyi okutuyorum :
Yürütme
MADDE 9- (1) Bu Kanun hükümlerini
Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN - Oylarınıza
sunuyorum : Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Tasarının tümü açık
oylamaya tabidir.
Açık oylamanın elektronik
oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Oylama için üç dakika süre veriyorum.
Oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN - Yunus Emre Vakfı
Kanunu Tasarısı'nın açık oylama sonucunu
açıklıyorum:
Oy sayısı : 290
Kabul : 290 (x)
Böylece, tasarı kabul edilmiş
ve kanunlaşmıştır. Hayırlı olsun.
Kültür ve Turizm Bakanı Atilla
Koç teşekkür konuşması yapacaklardır.
Buyurun Sayın Bakan. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI
ATİLLA KOÇ (Aydın) - Sayın Başkanım, sayın
milletvekili arkadaşlarım; bugün çok mutluyum, çünkü, ses
bayrağım Türkçeyi bütün dünyada yaymak için, bugün, hep beraber,
bu Meclis çatısı altında bir başlangıç yaptık.
Türkçe ses bayrağım. 26 zamanıyla,
küçük ve büyük armonisiyle Türkçem, ahengin büyük dili. Bunu bütün
dünyaya yaymak için, bütün dünyanın bu güzelliğe sahip olması
için, kültürümüzle beraber Türkçemizi yayacağız, Türk kültürümüzü
yayacağız. Bugün, aşağı yukarı -öğleden
sonradan- üç saatten, dört saatten beri, iktidar olsun, muhalefet
olsun, bütün konuşan arkadaşlarımız hep Yunus'tan
bahsettiler.
Yunus bir başkadır. Elbet
kıyaslamaları sevmeyiz, ama, hep "Hacı Bayram Veli
Hazretleri" deriz, "Hacı Bektaş Veli Hazretleri"
deriz, "Mevlânâ Hazretleri" deriz, ama "Yunus Emre Hazretleri"
demeyiz, "bizim Yunus" deriz. Bugün, bizim Yunus, bütün olanca
ağırlığı -o ağırlık manevi
ağırlıktır ve ufuneti dağıtan bir
ağırlıktır, yoğunluktur- bugün üzerimizdeydi
ve bize birliğin, beraberliğin ve sevginin yüceliğini
gösterdi. Sizler de bugün onun temsilcileri oldunuz. Hepinize, ama
hepinize çok teşekkür ediyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Bakan.
16'ncı sırada yer alan Nükleer
Güç Santrallerinin Kurulması ve İşletilmesi ile Enerji
Satışına İlişkin Kanun Tasarısı ve
Çevre ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji
Komisyonları Raporlarının görüşmelerine
başlıyoruz.
16.-
Nükleer Güç Santrallerinin Kurulması ve İşletilmesi
ile Enerji Satışına İlişkin Kanun Tasarısı
ve Çevre ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji
Komisyonları Raporları (1/1260) (S. Sayısı: 1360)
BAŞKAN - Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
(x)
Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağın
sonuna eklidir.
17'nci sıraya alınan Türkiye
Cumhuriyeti ile Amerika Devletleri Örgütü Genel Sekreterliği
Arasında Çerçeve İşbirliği Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Dışişleri
Komisyonları Raporlarının görüşmelerine
başlıyoruz.
17.-
Türkiye Cumhuriyeti ile Amerika Devletleri Örgütü Genel Sekreterliği
Arasında Çerçeve İşbirliği Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Dışişleri
Komisyonları Raporları (1/983) (S. Sayısı: 856)
BAŞKAN - Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
Komisyonun olmadığı
anlaşıldığından, alınan karar gereğince,
Cumhurbaşkanlığı seçimi yapmak ve kanun tasarı
ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 6 Mayıs
2007 Pazar günü saat 11.00'de toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati: 19.07