DÖNEM: 22 YASAMA YILI: 5
TÜRKİYE
BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK
DERGİSİ
CİLT : 157
104
üncü Birleşim
9 Mayıs 2007 Çarşamba
İ Ç İ N D E K İ L
E R
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) TEZKERELER
VE ÖNERGELER
1.-
Manisa Milletvekili Hasan Ören ve 22 milletvekilinin (2/991) esas
numaralı Kanun Teklifini geri çektiklerine ilişkin önergesi
(4/457)
2.-
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 22'nci seçim dönemi bitmeden seçimlerin
yenilenmesine dair kararı çerçevesinde; Adalet Bakanlığı
Müsteşarı Fahri Kasırga'nın Adalet Bakanlığına,
Kayseri Valisi Osman Güneş'in İçişleri Bakanlığına,
Denizcilik Müsteşarı İsmet Yılmaz'ın Ulaştırma
Bakanlığına, Anayasa'nın 114'üncü maddesi gereğince,
Başbakan tarafından atanmış olduklarına
ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1263)
3.-
Kayseri Milletvekili, Dışişleri Bakanı ve
Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül'ün, Cumhurbaşkanlığı
adaylığından çekildiğine ilişkin önergesi
(4/456)
B) ÇEŞİTLİ
İŞLER
1.-
Adalet Bakanlığına atanan Fahri Kasırga,
İçişleri Bakanlığına atanan Osman Güneş
ve Ulaştırma Bakanlığına atanan İsmet
Yılmaz'ın ant içmesi
IV. - ÖNERİLER
A) DANIŞMA
KURULU ÖNERİLERİ
1.-
Gündemdeki sıralama ile Genel Kurulun çalışma gün ve
saatlerinin yeniden düzenlenmesine ilişkin Danışma
Kurulu önerisi
V. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN
DİĞER İŞLER
1.-
Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim
Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı
Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu
İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi)
ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)
2.-
Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine
İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (1/1030) (S. Sayısı: 904)
3.-
Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Bursa Milletvekili
Faruk Çelik'in, İmar Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Teklifi ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma
ve Turizm ile Adalet Komisyonları Raporları (2/820) (S. Sayısı:
1337)
4.-
Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Bursa Milletvekili
Faruk Çelik, Ankara Milletvekili Salih Kapusuz, Ordu Milletvekili
Eyüp Fatsa, Hatay Milletvekili Sadullah Ergin, İstanbul Milletvekili
İrfan Gündüz ve 194 Milletvekilinin; 2709 Sayılı Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasına Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair
Kanun Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/1011) (S. Sayısı:
1408 ve 1408'e 1'inci ek)
5.-
Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanı Siirt Milletvekili
Recep Tayyip Erdoğan, Grup Başkanvekilleri Hatay Milletvekili
Sadullah Ergin, Ankara Milletvekili Salih Kapusuz, Bursa Milletvekili
Faruk Çelik, Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa, İstanbul Milletvekili
İrfan Gündüz ve Anavatan Partisi Grup Başkanvekili Ankara
Milletvekili Muzaffer Remzi Kurtulmuşoğlu ile 354 Milletvekilinin;
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi
ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/1015) (S. Sayısı: 1409 ve
1409'a 1'inci ek)
6.-
Bazı Kanunların Sağlık Kurulu Raporlarına
İlişkin Hükümlerinde Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı ile Sağlık, Aile, Çalışma
ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (1/1350) (S. Sayısı:
1405)
7.-
Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Kanununda Değişiklik
Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarıları ve
Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Plan ve Bütçe Komisyonları
Raporları (1/1269, 1/1248) (S. Sayısı: 1322)
8.-
Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü İş Konseyi
Uluslararası Sekretaryasının Türkiye'de Yararlanacağı
Ayrıcalıklar, Bağışıklıklar ve Kolaylıklara
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/1306) (S. Sayısı: 1377)
9.-
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Karadeniz Ekonomik İşbirliği
Örgütü Arasında Merkez Anlaşmasına Yeni Hükümler Derceden
Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/1293) (S. Sayısı: 1379)
10.-
Adana Milletvekili Vahit Kirişci ve Tokat Milletvekili Zeyid
Aslan'ın; T.C. Ziraat Bankası A.Ş. ve Tarım Kredi Kooperatifleri
Tarafından Kullandırılan Grup Kredilerinden Doğan
Kefaletin Sona Erdirilmesi Hakkında Kanun Teklifi ile Tarım,
Orman ve Köyişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları
(2/975) (S. Sayısı: 1411)
VI. - AÇIKLAMALAR
VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.-
Muğla Milletvekili Gürol Ergin'in, Tokat Milletvekili Mehmet
Ergün Dağcıoğlu'nun, konuşmasında, şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
VII. - OYLAMALAR
1.-
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Karadeniz Ekonomik İşbirliği
Örgütü Arasında Merkez Anlaşmasına Yeni Hükümler Derceden
Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı'nın oylaması
VIII. - SORULAR
VE CEVAPLAR
A) YAZILI
SORULAR VE CEVAPLARI
1.-
Eskişehir Milletvekili Cevdet SELVİ'nin, SHÇEK'e ait bir taşınmazla
ilgili iddialara ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı
Nimet ÇUBUKÇU'nun cevabı (7/20913)
2.-
Adana Milletvekli N. Gaye ERBATUR'un, Adana'daki ören yerlerinde evleri
bulunan köylülere ilişkin Başbakandan sorusu ve Kültür ve
Turizm Bakanı Atilla KOÇ'un cevabı (7/21197)
3.-
Muğla Milletvekili Hasan ÖZYER'in, Bodrum'daki bir orman yangınından
zarar gören köylülerin desteklenmesine ilişkin sorusu ve Çevre
ve Orman Bakanı Osman PEPE'nin cevabı (7/21208)
4.-
İstanbul Milletvekili Onur ÖYMEN'in, sınır dışı
edilen kaçak işçilerin uyruğuna ilişkin sorusu ve
İçişleri Bakanı Abdülkadir AKSU'nun cevabı
(7/21237)
5.-
Tekirdağ Milletvekili Enis TÜTÜNCÜ'nün, araç plakalarına
trafik cezası kesilmesine ilişkin Başbakandan sorusu
ve İçişleri Bakanı Abdülkadir AKSU'nun cevabı
(7/21495)
6.-
İzmir Milletvekili Ahmet ERSİN'in, bazı soruşturmalara
ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Abdülkadir AKSU'nun
cevabı (7/21536)
7.-
Ordu Milletvekili İ. Sami TANDOĞDU'nun, yeşil kartlılara
ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın
cevabı (7/21675)
8.-
Yalova Milletvekili Muharrem İNCE'nin, alımı yapılan
yayınlara ilişkin sorusu Kültür ve Turizm Bakanı Atilla
KOÇ'un cevabı (7/21696)
9.-
Muğla Milletvekili Hasan ÖZYER'in, kriz yönetimine ilişkin
Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı
Mehmet Ali ŞAHİN'in cevabı (7/21779)
10.-
İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in, özel güvenlik
şirketlerinin yabancılarca satın alındığı
iddialarına ilişkin sorusu
ve İçişleri Bakanı
Abdülkadir AKSU'nun cevabı (7/21802)
11.-
Denizli Milletvekili Mustafa GAZALCI'nın, Atatürk Kültür Merkezinin
yıkım kararına ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm
Bakanı Atilla KOÇ'un cevabı (7/21805)
12.-
Denizli Milletvekili Mustafa GAZALCI'nın, kütüphanelere
ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Atilla KOÇ'un cevabı
(7/21806)
13.-
Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ani Harabelerinin restorasyonuna
ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Atilla KOÇ'un cevabı
(7/21807)
14.-
Eskişehir Milletvekili Cevdet SELVİ'nin, Eskişehir'de
açılışı yapılan tesislere ilişkin
Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı
Mehmet Ali ŞAHİN'in cevabı (7/22002)
15.-
Eskişehir Milletvekili Mehmet Vedat YÜCESAN'ın, bir CD'nin
kapağındaki haritaya ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm
Bakanı Atilla KOÇ'un cevabı (7/22034)
16.-
Hatay Milletvekili Gökhan DURGUN'un, höyük ve tümülüsler ile antik
yerleşim yerlerine ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı
Atilla KOÇ'un cevabı (7/22035)
I. - GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ
TBMM
Genel Kurulu saat 11.05'te açılarak beş oturum yaptı.
Ulaştırma
Bakanı Binali Yıldırım'ın, Almanya'ya yaptığı
resmî ziyarete, Ankara Milletvekili Mustafa Tuna'nın da
iştirak etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Başbakanlık
tezkeresi kabul edildi.
Gündemin
"Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler" kısmının:
1'inci
sırasında bulunan, Kamu İhale Kanununa Geçici Madde
Eklenmesine Dair Kanun Teklifi'nin (2/212) (S. Sayısı: 305)
görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin
komisyon raporu henüz gelmediğinden;
2'nci
sırasında bulunan, Bazı Kamu Alacaklarının
Tahsil ve Terkinine İlişkin (1/1030) (S. Sayısı: 904),
3'üncü
sırasında bulunan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup
Başkanvekili Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, İmar Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair (2/820) (S. Sayısı:
1337),
4'üncü
sırasında bulunan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup
Başkanvekilleri Bursa Milletvekili Faruk Çelik, Ankara Milletvekili
Salih Kapusuz, Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa, Hatay Milletvekili
Sadullah Ergin, İstanbul Milletvekili İrfan Gündüz ve 194
Milletvekilinin; 2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına
Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair (2/1011) (S. Sayısı: 1408
ve 1408'e 1'inci ek),
7'nci
sırasında bulunan, Bazı Kanunların Sağlık
Kurulu Raporlarına İlişkin Hükümlerinde Değişiklik
Yapılmasına Dair (1/1350) (S. Sayısı: 1405),
8'inci
sırasında bulunan, Yükseköğretim Kurumları
Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına
İlişkin (1/1269, 1/1248) (S. Sayısı: 1322),
Kanun
Tasarı ve Teklifleri, ilgili komisyon yetkilileri Genel Kurulda
hazır bulunmadığından;
Ertelendi.
5'inci
sırasında bulunan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup
Başkanı Siirt Milletvekili Recep Tayyip Erdoğan, Grup
Başkanvekilleri Hatay Milletvekili Sadullah Ergin, Ankara
Milletvekili Salih Kapusuz, Bursa Milletvekili Faruk Çelik, Ordu
Milletvekili Eyüp Fatsa, İstanbul Milletvekili İrfan Gündüz
ve Anavatan Partisi Grup Başkanvekili Ankara Milletvekili Muzaffer
Remzi Kurtulmuşoğlu ile 354 Milletvekilinin; Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifi'nin (2/1015) (S. Sayısı:
1409) ikinci görüşmesine, birinci görüşmenin bitiminden
itibaren en az kırk sekiz saat geçtikten sonra başlanabileceği
açıklandı.
6'ncı
sırasında bulunan, Nükleer Güç Santrallerinin Kurulması
ve İşletilmesi ile Enerji Satışına
İlişkin Kanun Tasarısı (1/1260) (S. Sayısı:
1360), görüşmelerini müteakiben, elektronik cihazla yapılan
açık oylamadan sonra kabul edildi.
Adana
Milletvekili Tacidar Seyhan, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı
Mehmet Hilmi Güler'in,
Sinop
Milletvekili Engin Altay, Sinop Milletvekili Cahit Can'ın,
Konuşmasında
şahsına sataştığı iddiasıyla birer
açıklamada bulundular.
Cumhurbaşkanı
seçimini yapmak ve kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla
görüşmek için, alınan karar gereğince, 9 Mayıs 2007
Çarşamba günü, saat 14.30'da toplanmak üzere, birleşime
20.44'te son verildi.
Nevzat Pakdil
Başkan
Vekili
Ahmet Gökhan Sarıçam
Türkân Miçooğulları
Kırklareli
İzmir
Kâtip
Üye Kâtip
Üye
Ahmet Küçük
Çanakkale
Kâtip
Üye
No.: 140
II. - GELEN
KÂĞITLAR
9 Mayıs
2007 Çarşamba
Rapor
1.-
Adana Milletvekili Vahit Kirişci ve Tokat Milletvekili Zeyid
Aslan'ın; T.C. Ziraat Bankası A.Ş. ve Tarım Kredi Kooperatifleri
Tarafından Kullandırılan Grup Kredilerinden Doğan
Kefaletin Sona Erdirilmesi Hakkında Kanun Teklifi ile Tarım,
Orman ve Köyişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları
(2/975) (S. Sayısı: 1411) (Dağıtma tarihi: 9.5.2007)
(GÜNDEME)
9 Mayıs
2007 Çarşamba
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 14.30
BAŞKAN:
Başkan Vekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP
ÜYELER: Yaşar TÜZÜN (Bilecik), Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli)
BAŞKAN
- Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
104'üncü Birleşimini açıyorum.
Toplantı
yeter sayısı vardır, gündeme geçiyoruz.
Başkanlığın
Genel Kurula sunuşları vardır.
Kanun
teklifinin geri alınmasına dair bir önerge vardır, okutuyorum:
III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) TEZKERELER
VE ÖNERGELER
1.- Manisa
Milletvekili Hasan Ören ve 22 milletvekilinin (2/991) esas numaralı
Kanun Teklifini geri çektiklerine ilişkin önergesi (4/457)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Başkanlığa sunmuş
olduğumuz 2/991 esas numaralı 3285 Sayılı Hayvan
Sağlığı ve Zabıtası Kanununda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifimizi geri çekmek istiyoruz.
Gereğini arz ederiz.
Hasan
Ören Osman
Özcan
Manisa Antalya
Osman Kaptan Canan
Arıtman
Antalya İzmir
Atila
Emek R.
Kerim Özkan
Antalya Burdur
Vezir
Akdemir Fahrettin
Üstün
İzmir Muğla
Hüseyin
Ekmekcioğlu Nail
Kamacı
Antalya Antalya
Halil
Ünlütepe F.
Fikret Baloğlu
Afyonkarahisar Antalya
Feridun
Ayvazoğlu İsmail
Değerli
Çorum Ankara
N.
Gaye Erbatur Türkân
Miçooğulları
Adana İzmir
Hakkı
Ülkü Muharrem
Toprak
İzmir İzmir
M.
Nuri Saygun F.
Mevlüt Aslanoğlu
Tekirdağ Malatya
Mehmet
Semerci M.
Mesut Özakcan
Aydın Aydın
Mehmet
Boztaş
Aydın
BAŞKAN - Tarım, Orman ve
Köyişleri Komisyonunda bulunan teklif geri verilmiştir.
Saygıdeğer milletvekilleri,
Adalet, İçişleri ve Ulaştırma Bakanlıklarına
yapılan atamalarla ilgili bir Cumhurbaşkanlığı
tezkeresi vardır, okutuyorum:
2.-
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 22'nci seçim dönemi bitmeden seçimlerin
yenilenmesine dair kararı çerçevesinde; Adalet Bakanlığı
Müsteşarı Fahri Kasırga'nın Adalet Bakanlığına,
Kayseri Valisi Osman Güneş'in İçişleri Bakanlığına,
Denizcilik Müsteşarı İsmet Yılmaz'ın Ulaştırma
Bakanlığına, Anayasa'nın 114'üncü maddesi gereğince,
Başbakan tarafından atanmış olduklarına
ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1263)
8
Mayıs 2007
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi: Başbakanlığın,
7 Mayıs 2007 günlü, B.02.0.PPG.0.12-300-02/5335 sayılı yazısı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin,
22. seçim dönemi bitmeden seçimlerin yenilenmesine dair 3.5.2007
günlü, 891 sayılı Kararı çerçevesinde;
Adalet Bakanlığına,
Adalet Bakanlığı Müsteşarı Fahri Kasırga,
İçişleri Bakanlığına,
Kayseri Valisi Osman Güneş,
Ulaştırma Bakanlığına,
Denizcilik Müsteşarı İsmet Yılmaz'ın,
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın
114. maddesi gereğince, Başbakan tarafından atanmış
olduklarını bilgilerinize sunarım.
Ahmet
Necdet Sezer
Cumhurbaşkanı
BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.
Saygıdeğer milletvekilleri,
Anayasa'nın 114'üncü maddesine göre atanmış olan ve milletvekili
olmayan bakanların, Anayasa'nın 112'nci maddesine göre ant
içmesi gerekmektedir.
B)
ÇEŞİTLİ İŞLER
1.-
Adalet Bakanlığına atanan Fahri Kasırga,
İçişleri Bakanlığına atanan Osman Güneş
ve Ulaştırma Bakanlığına atanan İsmet
Yılmaz'ın ant içmesi
BAŞKAN - Şimdi, Adalet Bakanı
Sayın Fahri Kasırga'yı ant içmek üzere kürsüye davet
ediyorum.
Buyurun Sayın Bakan. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
(Adalet Bakanı Fahri Kasırga
ant içti)(AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Bakanım.
Hayırlı olsun.
Şimdi, İçişleri Bakanı
Sayın Osman Güneş'i kürsüye davet ediyorum.
Buyurun Sayın Bakanım.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
(İçişleri Bakanı Osman
Güneş ant içti) (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Şimdi, Ulaştırma
Bakanı Sayın İsmet Yılmaz'ı ant içmek üzere kürsüye
davet ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
(Ulaştırma Bakanı
İsmet Yılmaz ant içti) (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Her üç Bakanımızı da
tebrik ediyor ve görevlerinde başarılar diliyoruz.
Saygıdeğer milletvekilleri,
Danışma Kurulunun bir önerisi vardır; okutup oylarınıza
sunacağım:
IV. - ÖNERİLER
A)
DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ
1.-
Gündemdeki sıralama ile Genel Kurulun çalışma gün ve
saatlerinin yeniden düzenlenmesine ilişkin Danışma
Kurulu önerisi
Danışma
Kurulu Önerisi
No: 222 Tarihi:
9.5.2007
Gündemin Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler Kısmının;
423 üncü sırasında yer alan 1377 sıra sayılı Kanun
Tasarısının bu kısmın 8 inci sırasına,
424 üncü sırasında yer alan 1379 sıra sayılı Kanun
Tasarısının bu kısmın 9 uncu sırasına,
9.5.2007 tarihli (bugünkü) Gelen Kâğıtlarda yayımlanan
1411 Sıra Sayılı Kanun Teklifinin 48 saat geçmeden, bu
kısmın 10 uncu sırasına alınmasının;
ve diğer işlerin buna göre teselsül ettirilmesinin,
Genel Kurulun 10.5.2007 Perşembe
günkü birleşiminde, Gündemin Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler Kısmının
5 inci sırasındaki 1409 ve 1409'a 1'inci ek sıra sayılı
Anayasa Değişikliği Teklifinin 2 nci görüşmelerinin
tamamlanmasına kadar çalışmalarını sürdürmesinin
ve bu Birleşimde başka iş görüşülmemesinin,
11, 12, 13 ve 14 Mayıs 2007 tarihlerinde
Genel Kurul çalışmalarının yapılmamasının
ve Genel Kurulun 15 Mayıs 2007 tarihli birleşiminin saat
15.00'da başlamasının,
Genel Kurulun onayına sunulması
Danışma Kurulunca uygun görülmüştür.
Bülent
Arınç
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Başkanı
Faruk
Çelik Ali
Topuz Muzaffer R. Kurtulmuşoğlu
AK
Parti Grubu Başkanvekili CHP
Grubu Başkanvekili Anavatan
Partisi Grubu
Başkanvekili
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Danışma Kurulu önerisini oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Gündemin "Seçim" kısmına
geçiyoruz.
III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)
A)
TEZKERELER VE ÖNERGELER (Devam)
3.-
Kayseri Milletvekili, Dışişleri Bakanı ve
Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül'ün, Cumhurbaşkanlığı
adaylığından çekildiğine ilişkin önergesi
(4/456)
BAŞKAN - Kayseri Milletvekili
Sayın Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanı adaylığından
çekildiğine dair önergesi vardır, okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığı'na
Türkiye Cumhuriyeti'nin 11. Cumhurbaşkanlığı
Adaylığımdan çekiliyorum. Gereğini saygılarımla
arz ederim.
Abdullah
Gül
Kayseri
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Cumhurbaşkanı adayı kalmadığından, Cumhurbaşkanı
seçimine ilişkin oylamaların yapılma imkânı kalmamıştır.
Bu nedenle, Cumhurbaşkanı
seçimi için daha önce yapılması kararlaştırılan
oylamalar iptal edilmiştir.
Bilgilerinize sunulur.
Saygıdeğer milletvekilleri,
alınan karar gereğince, sözlü soru önergelerini görüşmüyor
ve gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan
Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.
V. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN
DİĞER İŞLER
1.-
Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim
Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı
Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu
İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi)
ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)
BAŞKAN - 1'inci sırada
yer alan kanun teklifinin geri alınan maddeleriyle ilgili komisyon
raporu gelmediğinden, teklifin görüşmelerini erteliyoruz.
2'nci sırada yer alan, Bazı
Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun
Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
2.-
Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine
İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (1/1030) (S. Sayısı: 904)
BAŞKAN - Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
3'üncü sırada yer alan, Adalet
ve Kalkınma Partisi Grup Başkan Vekili Bursa Milletvekili
Faruk Çelik'in, İmar Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Teklifi ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma
ve Turizm ile Adalet Komisyonları Raporlarının görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
3.-
Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Bursa Milletvekili
Faruk Çelik'in, İmar Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Teklifi ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma
ve Turizm ile Adalet Komisyonları Raporları (2/820) (S. Sayısı:
1337)
BAŞKAN - Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
4'üncü sırada yer alan, Adalet
ve Kalkınma Partisi Grup Başkan Vekilleri Bursa Milletvekili
Faruk Çelik, Ankara Milletvekili Salih Kapusuz, Ordu Milletvekili
Eyüp Fatsa, Hatay Milletvekili Sadullah Ergin, İstanbul Milletvekili
İrfan Gündüz ve 194 Milletvekilinin; 2709 Sayılı Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasına Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair
Kanun Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu'nun ikinci görüşmelerine
başlayacağız.
4.-
Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Bursa Milletvekili
Faruk Çelik, Ankara Milletvekili Salih Kapusuz, Ordu Milletvekili
Eyüp Fatsa, Hatay Milletvekili Sadullah Ergin, İstanbul Milletvekili
İrfan Gündüz ve 194 Milletvekilinin; 2709 Sayılı Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasına Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair
Kanun Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/1011) (S. Sayısı:
1408 ve 1408'e 1'inci ek)
BAŞKAN - Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
5.-
Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanı Siirt Milletvekili
Recep Tayyip Erdoğan, Grup Başkanvekilleri Hatay Milletvekili
Sadullah Ergin, Ankara Milletvekili Salih Kapusuz, Bursa Milletvekili
Faruk Çelik, Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa, İstanbul Milletvekili
İrfan Gündüz ve Anavatan Partisi Grup Başkanvekili Ankara
Milletvekili Muzaffer Remzi Kurtulmuşoğlu ile 354 Milletvekilinin;
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi
ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/1015) (S. Sayısı: 1409 ve
1409'a 1'inci ek)
BAŞKAN - 5'inci sırada
yer alan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanı Siirt
Milletvekili Recep Tayyip Erdoğan, Grup Başkanvekilleri
Hatay Milletvekili Sadullah Ergin, Ankara Milletvekili Salih Kapusuz,
Bursa Milletvekili Faruk Çelik, Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa,
İstanbul Milletvekili İrfan Gündüz ve Anavatan Partisi
Grup Başkan Vekili Ankara Milletvekili Muzaffer Remzi Kurtulmuşoğlu
ile 354 Milletvekilinin; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının
Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu'nun ikinci tur görüşmelerine
48 saat geçmediği için başlayamıyoruz.
6'ncı sırada yer alan, Bazı
Kanunların Sağlık Kurulu Raporlarına
İlişkin Hükümlerinde Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı ile Sağlık, Aile, Çalışma
ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine
başlayacağız.
6.-
Bazı Kanunların Sağlık Kurulu Raporlarına
İlişkin Hükümlerinde Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı ile Sağlık, Aile, Çalışma
ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (1/1350) (S. Sayısı:
1405) (x)
BAŞKAN - Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Komisyon Raporu 1405 sıra sayısıyla
bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde,
Anavatan Partisi Grubu adına, Ankara Milletvekili Muzaffer
Kurtulmuşoğlu.
Sayın Kurtulmuşoğlu,
buyurun efendim.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Ankara) - Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; sözlerime başlamadan
evvel hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bazı Kanunların
Sağlık Kurulu Raporlarına İlişkin Hükümlerinde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı
ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler
Komisyonu Raporu üzerine söz almış bulunuyorum.
Şimdi, senelerdir, bir ilaç almak
için sağlık kurullarına başvurulurdu. Bir hastanın
devamlı kullandığı ilaç olmasına rağmen
altı yedi hekimden geçer, sonra kurula gelir, buraya gelene
kadar vatandaşın üç veya dört günü gider idi. Bu arada, tabii,
mali külfeti var idi. Bunlarla da yetinmeden, ayrıca, bugün
kırtasiyeyi de kaldıran bu yasanın
Hep söylüyorum
-devletin ve milletin lehine olan yasanın buraya gelmesinde-
hem muhalefetin hem iktidarın görüşü alınarak yapılan
yasalarda ben bir konsensüsün olması taraftarı olduğum
için, bu yasanın da bu şekilde gelmesinden dolayı Sayın
Bakana ve ilgililere teşekkür ediyorum.
Zannetmeyiniz ki, muhalefet, her
gün, buraya gelip illa muhalefet olsun diye muhalefet yapılmadığını
da dört buçuk senedir anlatıyorum. İşte, bunlardan birisi
de sağlık kurulu raporu yerine, sağlık raporu,
tek hekimin verebileceği bir raporun olması hakikaten
uygun bir şeydir. Şimdi, diyebilir misiniz ki, buna niye
karşı çıkmıyorsunuz, muhalefet olarak? Niye karşı
çıkalım? Doğru yapılan şeye karşı
çıkmıyoruz, ama yanlışa da yanlış diyoruz.
Ben, her gün, burada, söylediğim lafı tekrar söylüyorum.
Doğru geldiğinde bunun iktidarı muhalefeti yoktur.
Doğru ise bir tanedir. O doğruyu getiren, kim olursa olsun,
ben ona teşekkür ederim. Ama, öyle zaman geliyor ki, bugünkü gibi,
bundan evvelki iktidarlarda, ben yaptım oluyor dediğinde
olur dediğinde, bazı şeylerin olmadığını
görürüz.
(x)
1405 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Şimdi tekrar söylüyorum:
Evet, bu sağlık kurulu raporunun sağlık raporu
hâline çevrilmesi doğrudur. Sağlık Bakanına buradan
sesleniyorum: Aile hekimliği yürümedi, aile hekimliğini
yapamadınız. Altyapıyı yapmadan aile hekimliği
olmaz dedik. Bugün, neredeyse, aile hekimliği olan yerlerde
bir reçeteyi yazdırmak için köyden ilçeye, eğer ilçede de
yoksa o uzman, şehre geliyor. Bu, vatandaşa eziyet değil
de nedir? Artı, sağlığın tek çatı altında
toplanmasına hiçbir kimse karşı değil; hem ben
şahıs olarak karşı değilim hem de Anavatan Partisi
olarak veya diğer arkadaşlarım da karşı değil.
Ama, bir şeyi yaparken altyapısını hazırlamadan
yaparsanız, zor duruma düşersiniz bugünkü olduğu gibi.
Bugün, sağlığı,
neredeyse Maliye Bakanının emrine verdik. Hiç kimse kusura
bakmasın. Maliye Bakanı diyor ki: "Bu ilacı yazarsın,
bu ilacı yazamazsın." Tabii, Maliye Bakanına da
kim dikte ettiriyor. Ben çok sevmediğim lafları söylemek
istemiyorum, ama söylemek mecburiyetindeyim. IMF diyor ki: "Sen
bunları, bunları sağlıktan keseceksin." Keseceğim
de, yani immünglobulin'i, nasıl keseyim ben bunu tedaviyi sadece
onunla yapabiliyorsam? Bunları yaşattınız bize.
Şimdi, Sayın Sağlık
Bakanı "Her hastaneye gidersiniz" diyor, istediğiniz
hastaneye gidebilirsiniz." Fakat, gittiğiniz hastane diyor
ki: "Senin Sağlık Bakanlığın veya Çalışma
Bakanlığın bana sadece muayene ücretini ödüyor."
Mesela, bir özel hastaneye gittiğinizde -her hastaneye gidiyoruz
diyorsunuz ya- onun da "muayene ücretini ödersin" diyor,
"diğerlerini ben senden alırım" diyor. Ee, üniversitede
de öyle. Üniversitede başka türlü mü? Ama, gel Sağlık Bakanına
sor, "hayır" diyor, "Aa, be Hocam, her şey günlük
gülistanlık." Ya ben bu ülkede yaşamıyorum ya Sayın
Sağlık Bakanı bu ülkede yaşamıyor veya hiçbir
hastaneye gitmiyor.
"Hastanelerde rehin kalma
yok." deniyor, "Ücretsiz, bütün hastalara bakıyoruz."
deniyor. Ben böyle bir şey görmedim, yok böyle bir şey.
"Özel hastaneye git." diyor, "Anlaşmam var." diyor,
Çalışma Bakanlığının, SSK'lıların
anlaşması var, Bağ-Kur'lunun anlaşması var. Anlaşmalı
yere gönderdiler evvelsi günü İstanbul'da bir tomografi için.
Sayın Bakan, bunu kayda geçiniz lütfen, dikkat ediniz. Tomografi
için 270 milyon para istemişler hastadan fark. Ee, hani anlaşmalıydık
biz bu özel kurumlarla. Zaten normalini, polikliniklerden gönderdiğiniz
hastanın tomografisini gerektiğinde 70 ile 80 milyona zaten
çekiyor, anlaşmayı bırakın, normalde pazarlık
ettiğinde çekiyordu, ama 270 milyon tomografi parası istemişler.
Bugün unuttum, hastaneye telefon açacağım, bu nasıl
oluyor Sayın Başhekim, gönderdiğin şu yere bak diyeceğim,
buradan çıkınca onu söyleyeceğim. Yani, bu gerçek arkadaşlarım,
bunu ben yaşıyorum her gün.
Yani, ben, şu dairede şu
müdürü, layıktır değildir demeden, buraya atayın
diye hiçbir bakanı aramıyorum, hiçbir bakanla benim böyle
bir şeyim yok, ama bütün insanlar -ben Ankara'da başhekimlik,
başhekim muavinliği yaptığım için- adamlar beni
arıyor "Hocam, şu doktora, şuraya gidebilmek için,
şunlar şunlar yapıldı, bunlar yapıldı, ama
benden bu kadar fark istediler."
Daha düne kadar Başkent Hastanesiyle
de anlaşmanız yok idi Sayın Bakanlar, ama siz buraya
çıkıyorsunuz, niye, kimi kandırıyorsunuz? Oraya
giden hastalar belli. Şimdi milletvekillerini söylüyorum.
Milletvekilleri İstanbul'da gidip de hangi hastanede fark vermedi,
özel hastanelerde?
Sayın Bakan, hangi hastanede
fark vermiyor? İstanbul Milletvekillerine bir bakın, milletvekillerine,
eskilerine yenilerine bir bakınız bakalım, ne diyecekler
size? Ama, buraya gelince, bütün hastaneler açık, herkes her istediği
yerde muayene olacak, tedavi olacak, gerekli ilaçlarını
alacak diye söylüyoruz burada. Ee, kimi kandırıyoruz? Bence,
vatandaşı kandıramıyoruz. Niye kandıramıyoruz?
O vatandaş gidiyor, hastaneyi görüyor, diyor ki, şu kadar
hesap çıktığında ödeyemiyor, "senet yap"
diyorlar. Senet yapılıyor, senedin günü geldiğinde
icra kapısına dayanıyor. Vatandaş burada bizi
gördüğünde, konuşmamızı gördüğünde diyor
ki: "Ya hu, ya bu bakanda bir şey var, ya ben de var."
Eğer, bakanda bir şey olmadığına göre, acaba
ben de mi bir eksiklik var diye düşünebiliyor vatandaş, çünkü
vatandaşın inanacağı devleti var. Devleti, vatandaşı
kandıramaz, yanlış konuşamaz, yanlış yönlendiremez.
Biz devletin söylediği her şeye inanırız, onun
ağzından çıkan kanundur gibi bilir. Ama gidiyor oraya,
diyor ki: "Bakan böyle dedi, sen bu kadar farkı benden nasıl
istersin?" Memur diyor ki: "Bendeki kanun bu, bakanı bilemem
ben, bakan ne dedi onu bilemem, ama kanun bu; sen şu kadar ücreti,
parayı ödeyeceksin." Yok ki ödesin.
Şimdi, Sayın Başbakanı
da, bir ara, bilgilendirirken yanlış bilgilendirdiler, her
şey hallediliyor dediler. Sayın Başbakan da konuşmasında,
devlet hastanelerini birleştirdi
Buna "olmaz" dedim,
ama birleşti oldu. Hastanelerde doluluk oranı yüzde 30'du,
altı ay sonraya gün veriliyordu, bugün hâlen veriliyor gün, gün
vermeler hâlen devam ediyor, bir ay, bir buçuk ay sıra bekleniyor,
ama sorduğunuzda "eksik hiçbir şey yok" deniliyor.
Sevgili arkadaşlarım,
kim bilir demiş, bunları ancak çeken bilir. Biz çekmiyoruz,
Ankara'da siz milletvekilleri çekmiyorsunuz, ama İstanbul'daki
milletvekilleri, İstanbul hastanelerine giden bütün milletvekilleri
fark ödüyor sevgili arkadaşlarım, fark ödüyor, fark ve çok
fazla fark ödüyor. Eğer bir ameliyatı Memorial'de, Florence
Nightingale'de yaptırıyorsanız, sadece sizin muayene
ücretinizi Meclis ödüyor deniyor. Geri kalan 20 milyarınızı,
30 milyarınızı sizin kendi cebinizden istiyorlar. Aldığınız
maaş 7 milyar. Bütün Türkiye'nin gözüne batan maaşınız
bu. Ama, ödemeniz gereken, 30 milyar, 20 milyar senden fark istiyor bu hastaneler. Hani
nasıl anlaştınız bununla? Sayın Bakan, nasıl
anlaştınız, bana bunu söyleyin lütfen, ben de öğreneyim.
Demek ki, bir şey var ama niye bunlar anlatılmıyor, niye
yanlış yönlendiriliyor, onu anlamış değilim.
Sevgili arkadaşlarım,
otuz sekiz senelik hekimim, otuz üç sene de yöneticilik yaptım.
Ya, bir adam sormaz mı hocam bu nasıl oluyor diye? Bunu biz yapıyoruz
ama bu nasıl olur, diye sorsanız ne olur. Ben şimdi bilmediğim
bir konuyu Sayın Yalçıntaş'a
sorsam, hocam bu böyle midir, desem çok mu küçülürüm? Nasıldır
diye sorsam bir arkadaşıma, acaba yanlış mı yaparım
ya? Doğruyu öğrenmek zor mudur, çok mu kötüdür doğruyu
öğrenmek, doğru yolda gitmek? Ama, burada yok.
Bir şey çıktı şimdi
Sayın Bakana söyledim, yalnız başına olduğu
için söyledim, yetmez, 73 milyon insan duysun. SSK'yı bağladık,
Bağ-Kur'u bağladık, Emekli Sandığını
hepsini birlikte bağladık tek çatı altında. Bakın
bakalım o kurum şu anda hiçbir şey yapıyor mu Sayın
Bakan, hiçbir şey yapıyor mu? Vatandaşa borcunu, özel
hastanelere veya devlet hastanelerine borcunu ödüyor mu? Bir bakın
bakalım. Adama hesabı yaptırıyorsunuz, Maliye
Bakanı şu kadara yaptıracaksın demiş, indire
indire indirmişsiniz fiyatları, en az seviyeye indirmişsiniz.
Adam mecburen diyor ki: "Elbette ben fark alacağım, geçinemiyorum."
Yaa, bu işi Maliye Bakanı mı biliyor, Çalışma
Bakanı mı biliyor, Sağlık Bakanı mı biliyor?
Şunu bir öğrensek, bizim sağlığımızla
kim uğraşıyor, onu bir öğrensek. Hiçbir devlet hastanesinin,
normalde geri ödemeleri yapılmıyor; hiçbir üniversite
hastanesinin geri ödemeleri yapılmıyor; hiçbir özel polikliniğin,
özel hastanenin geri ödemeleri yapılmıyor Sayın Bakan.
Ne kadar dayanacak bu insanlar? Yarın, hastane kapılarından
geri çevrilecek bu adamlar. Soruyoruz, niye ödemiyorsunuz? Üç ay
diyor, sekiz aydır ödenmiyor, altı aydır ödenmiyor.
Sağlıkta bu hâle geldiysek biz, eğer biz ilaç paramızı
da ödeyemiyorsak, eğer biz bir apandisit parasını da
Apandisit olduğumuzda ameliyat olamıyorsak, biz bu ülkede
niye yaşıyoruz yaa? Niye yaşıyoruz?
Şimdi, diyeceksiniz ki, yaa,
Doktor Bey be, gözün kör olmaya, bütün karamsar her şeyi söyledin.
Hayır, karamsar hiçbir şey söylemedim. Sizin burada söylediğiniz
her şeyin güllük gülistanlık olduğunu, söylediğiniz
şeyin yanlış olduğunu söylüyorum, yanlış
olduğunu. Öyle, lafla peynir gemisi yürümüyor, yürümüyor. Bu
insanların alacaklarını da ödeyin. Devlet müflis değildir,
devlet aldığı hizmetin karşılığını
öder. Nasıl, devlet memuruna maaşını ödüyorsan, aldığın
hizmetin karşılığını da ödeyeceksin ki,
ondan sonra, benim vatandaşım, gittiği yerde insanca
muamele görebilsin, horlanmasın.
100 bin tane doktor var Türkiye'de,
dağılımı iyi değil. Kaç defa söyledim. Türkiye'de
bir performans çıkardınız. Bu performansın yanlış
olduğunu söylüyorum. Performans demek, devletin, bir cebinden
alıp parayı diğer cebinden dağıtması demek.
Onu yaparken de, bazen doktor arkadaşlarımız da yanlış
yapabilirler. Yanlış yapılıyor, ama, sen "Doğu
ve Güneydoğu Anadolu'ya doktor gönderemiyorum." diyorsun.
Bal gibi gönderirsin, eğer doğru dürüst bir ücret skalası
uygularsan. Doğu'da Siirt'in falan yerine gidersen senin ücretin
şudur, 657 sayılı Devlet Memurları Yasası'na
göre, Ankara'da durursan budur, hesabına geliyorsa gidersin,
hesabına gelmiyorsa gitmezsin denir. 1964'te, 1965'te, benim arkadaşlarım
koşarak Doğu ve Güneydoğu Anadolu'ya gitmek için torpil
yaparlardı. İstanbul Tıpta, biz, bir an evvel mektebi
bitirsem de koşarak Doğu'ya gitsem diye beklerdik, ama, sen
burada, Ankara'nın göbeğinde bir hekime şunu vereyim
derken, aynı doktoru Siirt'e gönderirsen, gitmez kardeşim!
Gitmez!
Hemşire eksiğiniz var,
bunları tamamlayın. Sağlık teknisyenleri eksiğiniz
var. Doktor, hemşire ve sağlık personeli eksikliklerini
YÖK'le, tekrar söylüyorum, üniversitelerle birlikte oturup
-Sağlık Bakanı, Millî Eğitim Bakanı kavga etmeyecek-
bu ülkenin otuz senelik, elli senelik programını hazırlamak
mecburiyetindesiniz. Bunun vicdan sızısını çekersiniz
sonraları. Yapmayın! Geleceğimize yapmayın! Çocuklarımızın
geleceğini karartmayın. Hiç değilse, Anayasa'nın
56'ncı maddesinde söylendiği gibi, bir insanın yaşam
şartlarının, çevre şartlarının, sağlık
şartlarının, doğumundan ölümüne kadar güzel yaşamasının,
insanca yaşamasının ve hasta olduğunda insanca
tedavi olmasının sosyal devletin görevi olduğunu hepimiz
biliyoruz. Ee, bunu niye yapmıyoruz o zaman?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Kurtulmuşoğlu, konuşmanızı tamamlayınız.
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Yani, sevgili arkadaşlarım,
hep söylerim "dert çok, hemdert yok" diye, çok hoşuma gider
benim bu laf. Ee, ne olur
ABDULLAH ERDEM CANTİMUR (Kütahya)
- Dert çok?
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Devamla) - Hemdert yok.
Onun için söylüyorum, ülkem inşallah
güllük gülistanlık olur, dertsiz olur, çareleri bulunur. İktidarlar,
bundan sonra olsun, kim gelirse gelsin, devlet politikası olması
lazım sağlığın, günlük politika olmaz. Her bakan
geldiğinde, yazboz tahtasına çevirdiğinde bu iş
yürümez. Eğitimin devlet politikası olması lazım.
Sağlığın devlet politikası olması lazım.
Gelen bakanın, diğer bakanın bıraktığı
yerden, eksiklerini tamamlayarak ileriye götürmesi lazım.
Bunlar da tabii ki plan ve programla olur diyorum. Bunu, bundan sonraki
gelecek iktidarlar -kayıt düşmek için söylüyorum- kayda
alırlar da inşallah okuma lütfunda bulunurlar, bu söylemlerimizi
kısmen de olsun dikkate alırlarsa ülkemiz için iyi olacağını
düşünüyorum.
Hepinize sevgi ve saygılar
sunuyorum, hoşça kalınız. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Kurtulmuşoğlu.
AK Parti Grubu adına, Antalya
Milletvekili Osman Akman.
Sayın Akman, buyurun efendim.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA OSMAN AKMAN
(Antalya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bazı
Kanunların Sağlık Kurulu Raporlarına
İlişkin Hükümlerinde Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı hakkında AK Parti Grubu adına
söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
"Önce insan" diyerek
"insanı yaşat ki devlet yaşasın" şiarıyla
çıktığımız yolda Sağlıkta Dönüşüm
Programıyla icraatlarımıza, faaliyetlerimize
başladık.
Burada amacımız, sağlık
hizmetlerine daha kolay ulaşımın sağlanabilmesi
ve daha kaliteli sağlık hizmetinin verilebilmesiydi. 3
Kasım 2002 tarihinden itibaren bu amacımız doğrultusunda
-aslında belki genel konulara değinmemek, genel sağlık
politikalarına değinmemek gerekiyordu ama, değinildiği
için de, değinme zaruretini hissediyorum- özellikle acil hizmetlerinde
hem "112" istasyon sayılarının artırılmasında
hem de "112" ambulans sayılarının artırılmasında
neredeyse 2,5 katına varan oranda bir yükseltilme olmuştur.
Yine, insanlarımızın
daha rahat, daha sağlıklı ortamlarda poliklinik hizmeti
alabilmesi için hem sağlık ocaklarımızda hem de hastanelerimizde
1 hekime 1 poliklinik odası hedeflenerek; yüzde 95 pratisyen
hekimlerimizin çalıştığı sağlık
ocaklarında her hekime 1 poliklinik odası, muayene odası
hemen hemen sağlanmış durumdadır. Hastanelerimizde
de bu amaçla atıl kapasite değerlendirilerek veya yeni
ilaveler yapılarak poliklinik oda sayıları artırılmış
ve vatandaşlarımız daha rahat, daha sağlıklı
ortamlarda, üstelik de daha az sıra bekleyerek -çünkü, sırayı
tamamen yok etmek şu anda belki mümkün değil- ve istedikleri
hekimde muayene olabilmekte, istedikleri hekimi tercih edebilmekte.
Tercihli hekim sistemi getirilerek de, vatandaşlarımızın,
daha önceden diyaloğu olan, muhabbeti olan veya tedavisine
güvendiği hekimlerden tedavi görme, muayene olma imkânını
sağlamış olduk.
Yine, 2002'den bu yana hastanelerimizde
hem hasta oda sayısında hem de yatak oda sayısında,
üstelik de yeni yapılan hastanelerimizde tuvaleti, banyosu
içinde olan odalar olmak üzere oldukça büyük oranda artırımlar
gerçekleştirildi. Vatandaşlarımız yeni yapılan
hastanelerde yattıkları zaman, neredeyse "bir otelden
hizmet alıyoruz, otelde yatarak tedavi görüyoruz" inancıyla,
duygusuyla tedavilerini görüyorlar. Benim ilimde yeni yapılan
hastanelerde vatandaşlarımızdan bu memnuniyeti aldığımızı
özellikle ifade etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, biz,
AK Parti olarak, vatan haini olmayan her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşımızı
birinci sınıf vatandaş olarak kabul ettik ve memleketin
doğusu, batısı, güneyi, kuzeyi demeden, Atama Yönetmeliği'mizde,
özellikle doğu illerimize daha çok sağlık personeli
atanması için elimizden gelen gayreti yaptık. 1999-2002
yılları arasında 39 bin sağlık personeli ataması
yapılmışken, 2003-2006 yılları arasında 61
bin sağlık personeli ataması yapılmıştır
ve hakkaniyete uygun, adaletli, hiç kimsenin kafasında soru
işareti oluşturulmayacak biçimde, Yönetmelik'e bağlı
kalınarak yapılmıştır.
Değerli arkadaşlar, sadece
hastalanan vatandaşlarımızın tedavisi için değil,
yine, vatandaşlarımızın, hastalanmadan, özellikle
çocukluk döneminde korunmasına yönelik çalışmalarda
da -özellikle aşılamada- neredeyse Avrupa Birliği
standartlarını yakalamış durumdayız. İktidarımızdan
önce aşılama oranları yüzde 78 iken, şimdi yüzde
93'ler seviyesine çıkmıştır. Bu oran, bildiğiniz
gibi, Avrupa Birliği ülkelerinde yüzde 94'tür. Bu yıl, inşallah,
o seviyenin de üzerine çıkacağımızı umuyoruz.
Değerli arkadaşlar, biraz
önce aile hekimliği uygulamalarından bahsedildi, pilot
uygulamalar var biliyorsunuz. Aslına bakarsanız, aile
hekimliği uygulaması, gerçekten vatandaşımızın
ailesinden biri olarak görebileceği bir hekime muayene olması,
o hekim tarafından kontrollerinin yapılabilmesi, koruyucu
hekimlik uygulamalarının gerçekleştirebilmesini
hedeflemektedir. Söylenilenlerin ve iddia edilenlerin aksine,
yapılan araştırmalarda, anketlerde sağlık
hizmetlerinden genel memnuniyetin de üzerinde bir memnuniyetle
-yüzde 77,5 oranında- özellikle Düzce ilimizde, aile hekimliği
uygulamalarından vatandaş memnuniyeti net olarak gözükmektedir.
Ki, sağlığı bozulmuş insanların memnun olmasının
zor olduğu düşünülecek olursa, bu oranın oldukça yüksek
olduğunu, aslında, takdirlerinize sunmak istiyorum.
Değerli arkadaşlar, hastanelerin
tek çatı altında birleştirilmesine, tahmin ediyorum
kimsenin artık herhâlde "bu iş iyi olmadı" diyecek
bir tarafının kalmadığını düşünüyorum.
Çünkü özellikle SSK'lı vatandaşlarımız bu konudan
çok mustaripti ve şimdi her nereye gitsek -özellikle ilçelerdeki
vatandaşlarımız, taşradaki vatandaşlarımız,
elbette merkezde yaşayan vatandaşlarımız da- bu
konudaki memnuniyetlerini vatandaşımızla yüz yüze
geldiğimiz zaman bize çok net olarak ifade etmektedirler.
Performansa dayalı döner sermaye
priminde de, sanki sağlık personelinin avantajınaymış
gibi gözüken bir şey ifade ediliyor. Aslında, aslolan yine
vatandaşlarımızın, halkımızın,
sağlığı bozulmuş vatandaşlarımızın
daha sağlıklı, daha kaliteli hizmet alabilmesine yöneliktir.
Aslına bakarsanız, iktidarımızdan önce hastanelerde
bakılan, muayene edilen hasta sayısına, yani poliklinik
sayısına ve şimdiki poliklinik sayılarına
baktığımız zaman, vatandaşlarımızın
memnuniyetinden dolayı hastanelere daha fazla müracaat ettiklerini,
dolayısıyla poliklinik sayısının yükseldiğini
hep birlikte görmüş oluyoruz.
Sosyal Güvenlik Kurumunun tek çatı
altında toplanmasını hep birlikte burada kanunlaştırdık.
Ben bütün, iktidar-muhalefet, milletvekillerine teşekkür ediyorum.
Keşke genel sağlık sigortası da yılbaşından
itibaren hayata geçebilseydi de biraz önce şikâyet edilen konular
olmasaydı. Devlet hastanelerinde, Sağlık Bakanlığına
bağlı hastanelerde -burada yeri gelmişken özellikle
ifade edeyim- ben şahsen rehin kalma gibi bir şeyin artık
tarih olduğunu bir sağlık mensubu, bir doktor olarak da
böyle bir şey işitmediğimi bir kez daha buradan özellikle
ifade etmek istiyorum. Yalnız, bazen, özel hastanelerde, üniversite
hastanelerinde, bizim de basından okuduğumuz şeyler
elbette oluyor. Onu, yine, Sayın Bakanımızla istişare
ederek, onların da sorunlarını hep birlikte çözüyoruz.
Değerli arkadaşlar, aslında,
bu kısa bakıştan sonra, özellikle sağlık hizmetlerinden
genel olarak memnuniyet anketinde, Türkiye İstatistik Kurumunun
yaptığı ankette, sağlık hizmetlerindeki gelişmenin
ne kadar yerinde olduğunu çok net olarak ortaya koyan bir
araştırma var. 2003 yılında, genel olarak, sağlık
hizmetlerinde memnuniyet yüzde 39,5 iken, 2005 yılında, bu,
yüzde 55'lerin üzerine çıkmıştır. Bu da, çok net olarak
gösteriyor ki, sağlık hizmetlerindeki çalışmalar,
gelişmeler vatandaşımızın takdirini toplamaktadır.
Biz de, vatandaşımızın takdirine mazhar olmaya
gayret ediyoruz. Vatandaşımıza hizmet için iktidar olduk.
Değerli arkadaşlar, elbette,
sağlıkta dönüşüm durmuyor, devam ediyor. Şimdi görüşmekte
olduğumuz Bazı Kanunların Sağlık Kurulu Raporlarına
İlişkin Hükümlerinde Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı'yla da, insanlarımızın
daha kolay hizmet almasının sağlanması elbette
hedeflenmektedir.
Önce, sağlık kurulu nasıl
çalışır, sağlık kurulundan nasıl hizmet
alınır, sağlık kurulu niye vardır diye
eğer bir düşünecek olursak
Uzun süren bazı kronik hastalıklar
var; örneğin, şeker hastalığı gibi, hipertansiyon
gibi, kronik böbrek yetmezliği gibi, kanser gibi daha çok sayabileceğimiz
birçok hastalık var. Bu hastalarımız, bu vatandaşlarımız,
sık sık, o dört kalem ilacı geçmeyen veya bir haftalık
dozu geçmeyen ilaçlar yazılmaması için, iki aylık, üç
aylık veya daha uzun süreli ilaçlarını reçetelendirebilmesi
için sağlık kurulu raporu alması gereği vardı.
Bir de, yüzde 10 veya yüzde 20 muafiyetinden yararlanması hedefleniyordu
sağlık kurulu raporunda.
Bu sağlık kurulu raporu
nasıl alınıyor diye düşünecek olursak, sağlık
sisteminde çalışmadan gelmiş olan arkadaşlarımız
açısından söylüyorum: Böyle bir hastalığa sahip
olan vatandaşımız, ister taşrada olsun ister
şehir merkezinde olsun, ilgili uzmana veya ilgili uzmanlara
öncelikle müracaat edecek. Müracaat ettiği hekim, önce, o yaşadığı
yerde olması gerekiyor, yaşadığı yerde yoksa
bir başka merkeze hastamızın, vatandaşımızın
gitmesi gerekiyor. Dolayısıyla, hekime ulaştıktan
sonra, hekim, gerekli tetkiklerini, gerekli muayenesini yaptıktan
sonra, bu hastamızın şu hastalığı vardır,
şu, şu, şu ilaçları kullanması gerekir diyerek
-ilaçların da preparat adını da değil, jenerik
adını yazarak- sağlık kuruluna sevk eder. Şimdi,
işkence burada başlar aslında. Sağlık kuruluna
sevk eder, sağlık kuruluna gider vatandaşımız,
hastamız, o gün sağlık kurulu toplanmıyordur; haftada
iki veya üç kere toplanıyordur, küçük hastanelerde bazen her
gün topluyorlar gerçi. "Siz, üç gün sonra gelin raporunuzu
alın" diyor hastane yetkilileri. Üç gün sonra geldiğiniz
zaman, "Henüz imzadan çıkmadı
" Görüyorsunuz, hasta
için hem zaman kaybı hem de -eğer çalışıyorsa
hasta olmasına rağmen- iş gücü kaybı. Bir de, hastanede
çalışan sağlık personellerimiz ve doktorlarımız
açısından da, yine, lüzumsuz bürokratik engeller ve formaliteler.
Hasta, aslında, sağlık
kuruluna da çağrılmaz özellikle ilaç ve tıbbi malzemeler
için; çünkü, Yataklı Tedavi Kurumları İşletme Yönetmeliği'nin
27'nci maddesinin ikinci fıkrasından bir pasajı
eğer okuyacak olursak: "Kurul, buna göre, gereğinde,
hastayı veya rapor isteyen kişiyi bizzat da görerek karar
verir." deniyor. Ama, uygulama odur ki, sürekli ilaç raporu alacak
olan hiçbir vatandaş -birçok tıbbi malzemeler için- hastalar
sağlık kuruluna çağrılmaz. Aslında, çağırmanın
gereği de yoktur; çünkü, vatandaşımız zaten bir hekime
muayene olmuştur, o hekim Türkiye Cumhuriyeti devletinin yetiştirdiği
bir hekimdir, Türkiye Cumhuriyeti devletinin imkânlarıyla çalışan,
657 sayılı Devlet Memurları Yasası'na bağlı
bir hekimdir, zaten yanlış yapması beklenemez. Dolayısıyla,
o hekime de bir güvensizlik olmuş olur. Aslında, Tababet Uzmanlık
Tüzüğü'ne göre hekimler ve diş hekimleri uygulamalarında
serbesttirler, müdahale edilemez.
Ancak, elbette, zaman zaman suistimaller
de görülmüş olabilir, her konuda olduğu gibi, her sektörde
olduğu gibi yaşanmış olabilir. Bir yerde suistimalin
yaşanmış olması, bir kurumu, bir topluluğu olduğu
gibi de cezalandırmayı ve formalitelere boğmayı
da gerektirmez. Onun Türkiye Cumhuriyeti yasalarında gerekli
cezai müeyyideleri vardır. Bu, ayrıca, çok sıklıkla
da gözüken bir şey değildir, çok nadir gözüken hadiselerdir.
Benim, uzun süreli hekimlik hayatımda çok nadir karşılaştığım,
çok nadir işittiğim durumlardır bunlar.
Burada, vatandaşlarımız
açısından zaman kaybından, maddi kayıptan, iş
gücü kaybından bahsettik, bürokratik zorluklardan bahsettik.
Bir de, aslında, devletimiz ve sosyal güvenlik kurumları
açısından da bir sıkıntı var. Tek hekim raporu
15,5, artı sağlık kurulu için de 5 YTL olmak üzere bir ücreti
varken, eğer tam teşekküllü bir sağlık kurulu raporu
oluyorsa, bu, 48,5-50 YTL civarında olmaktadır. Bir de sosyal
güvenlik kurumlarımız açısından da maddi kayıp
açısından da oldukça önemlidir. Ayrıca, kırtasiye
giderleri ve kırtasiye işlemleri açısından da oldukça
önemlidir.
Aslında, bakarsanız, bu
iktidarımız döneminde Bakanlığımızca,
Hükûmetimizce birçok sıkıntıyı aşacak yönetmelikler
çıkarılmıştı. Bu şekilde, vatandaşlarımızın
sağlık kurulu raporları da öncelerine göre oldukça
kolaylaştırılmıştı. Ancak, bu durumun,
bu sıkıntının giderilmesi için, başta hekimlerimizin
onurunu korumak için, sağlık kurulu raporlarının
zaten tek hekim raporuyla çıkan
Çünkü, biraz önce de ifade ettim,
sağlık kurulu diğer hekim arkadaşına asla güvensizlik
yapmaz, sevk ettiği raporu -çok bilinen bir şey yoksa veya
bir yazım hatası yoksa- genellikle onaylar. O nedenle, bu
yasa tasarısı, oldukça önemli bir yasa tasarısıdır;
vatandaşımızı ve Bakanlığımızı,
devletimizi, birtakım bürokratik engellerden kurtaracak yasa
tasarısıdır. Ülkemize, milletimize, insanlarımıza,
vatandaşlarımıza hayırlı olmasını
öncelikle diliyorum.
Bir de -aslında yeri değil
belki ama- maluliyet raporlarında, özellikle merkezde olması
nedeniyle yaşanan sıkıntılar var, Komisyonda görüşülürken
ifade etmişti bazı milletvekili arkadaşlarım.
Bu sıkıntıyı gidermek üzere de arkadaşlarımızla
bir komisyon oluşturduk, üzerinde çalışıyoruz.
Değerli arkadaşlar, hazır,
sağlıkla ilgili gelişmeler ve Türkiye genelindeki
memnuniyetten bahsederken, ilim Antalya'dan da birkaç kelimeyle buradan
söz etmek istiyorum. Nasıl, Türkiye genelinde sağlık
hizmetlerinden memnuniyet varsa, benim ilim, seçim bölgem Antalya'da
da vatandaşlarımızla -biraz önce de ifade ettiğim
gibi- yüz yüze istişarelerimizde, özellikle yeni yapılan
hastanelerle ilgili memnuniyetlerini vatandaşlarımız
ifade etmektedirler. Biz de vatandaşlarımızı memnuniyetle
dinlemekte ve biz de memnun olmaktayız. Özellikle Kumluca Devlet
Hastanemizin açıldığını, Aşur Aksu Hastanesinin
açıldığını, 600 yataklı, beş yıldızlı
otel standardında Antalya Devlet Hastanesinin çok kısa sürede
tamamlanacak olmasını, Serik Devlet Hastanesinin yine
açılmaya hazır olduğunu ben bir kez daha buradan ifade
etmek istiyorum.
Bir de, özellikle diş hastalarımız
için ağız-diş hastanesinin faaliyete geçtiğini buradan
hem milletimize hem hemşehrilerimize, bütün herkese ifade etmek
istiyorum.
Bu yasanın tekrar hayırlı
olmasını diliyor, hepinize tekrar saygılarımı
sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Akman.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına Ordu Milletvekili İdris Sami Tandoğdu.
Buyurun Sayın Tandoğdu.
(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA İ. SAMİ
TANDOĞDU (Ordu) - Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; Bazı Kanunların Sağlık Kurulu
Raporlarına İlişkin Hükümlerinde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı
ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler
Komisyonu Raporu, sağlığa verilecek olan değişiklikler,
halkımıza verilecek olan rahatlıklar üzerine hazırlanmış
olan bu kanun tasarısı üzerinde konuşmak için Grubum
adına söz almış bulunmaktayım.
Tabii, şimdi, üniversite
yıllarından bu yana dek, talebelik yıllarımızdan
bu yana dek sağlık kurulu raporu oldukça sıkıntı
vermektedir kuruma; hastanelerimize, üniversitelerimize, devlet
hastanelerimize ve sağlık ocaklarımıza. Çünkü,
bir konuyla ilgili müracaatınızı yaptığınız
zaman, hastanenin bütün polikliniklerinden geçmek zorundasınız.
Örneğin, silah ruhsatıyla ilgili bir sağlık raporu
alacaksınız. Müracaat edilmesi gereken, bakılması
gereken tek poliklinik, klinik psikiyatri kliniğiyken, nöroloji
kliniğiyken, bütün klinikleri dolaşıyorsunuz, kuyruklara
giriyorsunuz, oradaki iş gücünü zayıflatıyorsunuz,
çalışmaları engelliyorsunuz, en sonunda geldiğiniz
yer psikiyatri ve raporda da en önemli bölüm budur. Eğer orası
sağlıklı bir rapor vermişse, o kişinin raporu
halledilmiş oluyor.
Aynı şekilde, ehliyet meselesinde
de, ehliyet için de istenen sağlık raporunda bütün poliklinikleri,
bütün servisleri geziyorsunuz, en önemlisi göz. Gözdeki daltonizmi,
renk körlüğünü ortaya çıkaracak olan muayeneyi eğer
sağlıklı atlatmışsanız, sağlık
raporunuz, sağlık kurulu raporunuz sağlıklı
demektir. O nedenle, diğer bölümlerde uğraşmak hem hekim
için hem hasta için çok büyük bir zaman kaybı olacağı
için, bu tasarının, bu kanunun hazırlanmasında
özünde samimiyetine inancımla, samimiyetine inanarak, bu kanun
tasarısının değişimine ve hazırlanmasına
onay veriyorum.
Fakat, Sağlık Bakanlığı,
yarın bu kürsüye çıktığında, bu halkın kürsüsünde
veyahut da herhangi bir yerde sağlık hizmetlerini överken,
eksik bırakmış olduğu yerleri veyahut da
aşıyla ilgili, çocuk aşılarıyla ilgili meseleleri
anlatırken, sağlık hizmetlerindeki devrimlerini,
Sağlıkta Dönüşüm Projesi'nin başarılarını
anlatır ki, bu da, bizim çok zorumuza gider.
Biraz evvel arkadaşımın,
meslektaşımın dediği gibi: "Önce insan."
Evet, fakat, en yüce değerin insan olduğunu unutarak,
"insan" dememek lazım. En yüce değer, evrende, sistemde
insandır. Bu insanın da en iyi hizmet alacağı yer,
sağlığıdır. Sağlığa bakan yerin
en iyi oluşuma sahip olması gerekir.
Ama, maalesef, Türkiye'de, Sayın
Bakanın devamlı olarak söylemiş olduğu ve buradan
da cevap vereceğini tahmin ettiğim, "Ben sağlıkta
dönüşümü uyguladım, reformlar, devrimler yaptım."
derken, şimdi, ben buradan soruyorum. Sizler de bu olayı yaşıyorsunuz.
Bölgenizden gelen hastaların sıkıntılarını
yaşayan milletvekilleri olarak sizler bunlarla her gün karşılaşıyorsunuz.
Elinize, yanınıza gelmiş olan hemşehrilerinizden
SSK'lı, Bağ-Kur'lu, yeşil kartlı ve hasta tümöral veyahut
da üniversite hastanelerinde tedavi edilmesi gereken özel bir hasta.
Peki, nasıl tedavi ettireceğiz? Hani sağlıktaki
reform, hani sağlıktaki değişim? Bu vatandaşın
parası yoksa, oradan içeriye, o hizmetin verilmesi mümkün değil.
Yani, oradan içeriye giriyor, ama, ekonomik olarak oradan hizmet alması
mümkün değil. Nasıl alacak? Vatandaş cebinden parasını
ödeyecek, Bağ-Kur'lu ise, SSK'lı ise, yeşil kartlı ise
ödemesini yapacak. Ne kadar bu ödeme? 8 milyar, 16 milyar, 36 milyar,
120 milyar, 130 milyar, bunu, kurumundan, fatura edilmiş olan bu
parayı alacaktır. Esas sıkıntı burada. Bunu
halletmeden, bir sağlık kuruluşunun başında
olan kişinin "Ben devrim yaptım." demesini kabul etmemiz
mümkün değil.
Ve ayrıyeten, aile hekimliği
içerisinde, mecburi hizmetin yanına aile hekimliğini de
koyarak, "Eğer sen bu aile hekimliğini yapacaksan, bu
mecburi hizmetini de yerine getireceksin." sözleriyle tehditvari
şekilde
Arkadaşlarımızdan, meslektaşlarımızdan
hizmet almanın çok büyük sıkıntısını yaşıyoruz.
Aile hekimliği problemlerini biraz önce arkadaşım
-maalesef- anlatırken, Düzce'de yüzde 77'yle başarı oranından
bahsediyor. Ben göremiyorum; bir doktor milletvekili olarak, yüzde
77 başarı kazanmış bir aile hekimliğinin pilot
uygulamasındaki başarısını görmüş değilim.
Ben de gidiyorum, inceliyorum, sıkıntılar bitmiyor.
Neden bitmiyor? Çünkü, aile hekimliği olarak hizmet veren, yani,
eski sağlık ocağının halk üzerinde güven vermemesinden.
Orada bir laboratuvarın, orada bir röntgen cihazının,
orada bir tahlil laboratuvarının, diyabeti ölçecek bir
sistemin olamaması, oradaki hastaların merkeze gitmesine
neden oluyor. O zaman gidiyorsunuz, merkezde, bakıyorsunuz ki,
Düzce Devlet Hastanesi dolu, Düzce Özel Hastanesi dolu, üniversite
hastanesine gidiyorsunuz, orası da dolu. Neden? Çünkü, birinci
basamak sağlık hizmetlerini veren kuruluşların
yeterli olmamasından ve güven telkin etmemesinden kaynaklanıyor.
Peki, ne olmalıdır? Avrupa'da
nasıl oluyor bu işler? Avrupa'da, bunun altyapı çalışmalarını
tamamlamış, on bir sene uğraşmış Almanya
ve aile hekimliği programına öyle geçmiş. Fransa sekiz
buçuk sene uğraşmış, aile hekimliği uygulamasına
geçmiş, şimdi de yavaş yavaş uzaklaşıyor.
Peki, oradaki sağlık ocakları
sayısı ne? Almanya'da, 75 milyon nüfuslu Almanya'da 70 bin
tane sağlık ocağı var. Fransa'da, 68 milyon nüfuslu
Fransa'da 60 bin tane sağlık ocağı var ve tam teşekküllü.
Türkiye'de, 73 milyon Türkiye'de kaç tane sağlık ocağı
var arkadaşlarım? 7 bin tane.
Peki, bu 7 bin tane sağlık
ocağıyla nasıl hizmet vereceksiniz de, büyük merkezlerdeki,
sağlık merkezlerindeki gerekli olan, ihtiyaç olan, hakikaten
yapılması gereken hizmeti versin o hastane? Ben gidiyorum,
Ordu Devlet Hastanesi dolu, Umut Hastanesi diye bir özel hastane açtı
arkadaşlarımız, dolu. Şimdi, Fatsa'ya geliyorsunuz
-Fatsa'da iki tane özel hastane açılmak üzere- Fatsa Devlet Hastanesi
ağzına kadar dolu.
Peki, sağlık ocaklarında
ne var? Sağlık ocaklarındaki doktor arkadaşlarımız,
maalesef, oturuyor. Fatsa'daki Verem Savaş Dispanserine gidiyorsunuz,
röntgen cihazının otomatik banyo sistemi yok, kalibrasyonu
yapılamıyor, film çekilemiyor. Nerede çekilecek filmi?
Devlet hastanesine gidecek. Devletin hastanesine gitse ne yapıyor?
Gerekli olan hastanın sırasını ve zamanını
almış oluyorsunuz, doktorun da zamanını almış
oluyorsunuz. Bu şekilde, sağlıktaki reform veyahut da
sağlıktaki aşamalar veya değişimlerden bahsedilmesi
mümkün değildir.
Yüz binlerce defa söyledik, kendisine
şifahi olarak da söyledik Sağlık Bakanının ve
nihayet altı ay süre vererek, Türkiye'deki radyoloji teknisyenlerinin
durumlarını altı ay erteleyerek, altı ay sonra
getirerek, AB standartlarına uygun şekilde çalışmasını
sağlayacaklar. Şimdi, soruyoruz, gidiyorsunuz herhangi
bir hastaneye, herhangi bir üniversite hastanesinin radyoloji
kliniğinin önünden geçerken "hamile hanımlar buradan
geçmesin, dikkat etsin." Peki, oranın, tam, bir Atom Enerjisi
Kurumundan veyahut da üst kurumlardan, radyasyondan izole edildiğini
belgeleyen belgeleri var mı? Yok. Bundan bir ay bir buçuk ay evvelki
konuşmamda burada elimdeki belgelerle gösterdim. Özel hastanelerde
ruhsatsız çalışan muayenehane sayısı ve hastane
sayısı yüzde 60. Devlet hastanelerindeki oran ise daha fazla.
Peki, burada çalışan personelin sağlık güvencesini
nasıl güven altına alacaksınız? Alamıyorsunuz.
Çünkü, özel hastaneler sağlık personelini ne kadar ucuz çalıştırırsa,
o kadar büyük kâr edeceği için, oradaki kalite ve kantitenin düşüklüğünü
görmemek mümkün değildir. İşte, bu sağlık raporlarında
da zaten endişemiz, sıkıntımız buradan kaynaklanmakta.
Ben burada, özel hastanelerdeki veya orada çalışan arkadaşlarımı
mağdur durumda veyahut da herhangi bir itham altında bulundurmak
istemiyorum. Onlar benim meslektaşım, gayet canpare bir
şekilde çalışıyorlar. Ekonomilerini gayet tabii
ki, ön planda tutacaklardır, ama, bu verilen raporlarda çok yanlışlıklar
yapılacağı kanısındayım. Bunların
da çok iyi bir denetim ve denetleme altında kalması gerekir.
Şimdi, devamlı olarak,
ben bir doktor milletvekili olarak, seçim bölgemden ve etrafından
şikâyetler alıyorum. "Sayın vekilim" diyor,
"benim bir ilaçla ilgili raporum hazır elimde. Gidiyorum
eczaneye, eczaneden ilaçlarımı aldıktan sonra benden
60 milyon lira fark istiyorlar." Neden? Diyor ki, "eczanenin
bilgisayarında diyelim ki (A) ilacını yazmış,
neden (B) ilacını yazmamış; (B) ilacı 10 lira,
yazılan (A) ilacı eğer 30 liraysa, aradaki farkı
alıyor." Neden? İlaçta tasarruf. Peki, Sayın Bakanım,
lütfen, buradan şimdi size soruyorum. Bugün kaçmadınız,
eğer dinliyorsanız beni, eğer dinleme lütfunda bulunuyorsanız,
bu belgelerime, bu sözlerime bu kürsüden cevap vermenizi bekliyorum.
Peki, siz, iki üç ay evvel bir genelge
gönderdiniz bütün hastanelere, bütün üniversite hastanelerine,
devlet hastanelerine, göz hastanelerine, bilhassa göz hastanelerine,
ilaçta tasarruftan bahsediyorsunuz. İlaçların isimlerini
burada söylemeyeceğim, siz daha iyi biliyorsunuz. "Bu ilacı
kullanamazsınız, bu ilacı kullanacaksınız.
Eğer bu ilacı yazarsanız, özel, Sağlık Bakanlığından
rapor almak, izin almak zorundasınız." diyorsunuz.
Şu anda Amerika'da, Avrupa'da ve bütün gelişmiş ülkelerde
kullanılan, sarı nokta hastalığında kullanılan
bu ilacın maliyeti ne biliyor musunuz arkadaşlar? 50 milyon
lira. Eski parayla söylüyorum, 50 milyon lira. Amerika'da, Avrupa'da
kullanılıyor. Bu jenerik bir ilaç, yani benzer bir ilaç; o
hastalık için icat edilmiş, keşfedilmiş bir ilaç değil,
ama ona faydalı geldiği için bütün Amerika, Avrupa tıp
mecmualarında "Çok tasarruflu bir ilaç, çok faydalı bir
ilaç ve iyi neticeler alıyoruz." diye yayınlıyorlar.
Sayın Sağlık bakanı bir genelge gönderiyor,
"Bunu kullanamazsınız, bu ilaçları kullanacaksınız."
O ilaçlar kaç lira biliyor musunuz? Bir tanesi 1,5 milyar lira.
Sevgili arkadaşlarım,
değerli milletvekili arkadaşlarım, sağlıkta
tasarruf yapılmalıdır, ilaçta tasarruf yapılmalıdır,
ama bu şartlarda, bu şekilde değil. Hemen akla gelecek
olan şudur: Acaba, Sağlık Bakanlığının
bu firmalarla bir diyaloğu mu var? Hayır, inanın ben bunu
söylemiyorum, akla gelen budur ama. Ama, bunu burada kendisinin
açıklamasını istiyorum. Neden yaptığını,
neden o genelgeleri gönderdiğini, ilaçta tasarrufun ne demek
olduğunu size anlatıp aydınlatması lazım,
siz de Bakanınızın ne yaptığını, ne
işlediğini veyahut da hayranlığınızı
veya hayransızlığınızı ortaya koymanız
lazım. Sayın Başbakanımız da "En iyi bakanlarımdan
biridir." diyor. Evet, insan olarak ben de seviyorum. Hepimiz
birbirimizi seviyoruz, birbirimize saygılıyız, ama
hizmet konusundaki eksikliklerini görmemezlikten gelmek çok yanlıştır.
Şimdi, Sayın Bakanımızın
en büyük eksikliklerinden birisi de, kürsüyle alan farkını
ayırt edemiyor. Kürsüde konuşma veyahut da herhangi bir yerde
sağlık hizmetlerini anlatırken, güzel bir şey.
Ama, alanda bu hizmeti görememek en büyük, eksikliktir ve en büyük
bu eksikliği de kabul etmek, bu öz eleştiriyi yapmak da büyüklüktür.
Maalesef, her ikisinden de mahrum bir şekilde hizmet verdiği
için, hizmetleri yeterli değildir.
Şimdi, buradan, kendisine gene
soruyorum. Radyasyonla ilgili olan sıkıntıları
halledemeden, radyasyon hakkında kanun tasarısı
çıkaramazsınız. Burada, en güzel örneği: Numune
Hastanesinde Girişimsel Radyoloji Bölümünü kapatmak zorunda
kalmıştır Numune Hastanesi. Ankara'nın merkezinde,
bütün Anadolu'ya hizmet veren ve hizmetinde hiç eksikliğini
görmediğimiz bu hastanede, maalesef bu bölüm kapatılmıştır.
Neden? Tiroit hastaları, doktorlar olarak, çalışan
personel ve yardımcı personelde tiroit vakaları artmaya
başladı. Tiroit iltihapları, yani guatrın -halkın
anlayacağı şekilde söylüyorum- o bölümde arttığını
görüyoruz. Peki neden oluyor bu? Radyasyondan tam hâlledilmemiş,
radyasyondan arındırılmamış bu bölgenin hizmet
vermesinden. Ne yapıldı? Orası kapatıldı.
Şimdi, defalarca söylememe
rağmen, Atom Enerjisi Kurumunu da bu konuda uyarmama rağmen,
bir radyoloji cihazının düğmesine buradan bastığınızdaki
çıkan radyasyonla hastaya varan radyasyon arasında fark
var, kalibrasyon farkı var. Bunların tespitini yapacak bir
cihazı, bir sistemi yok Bakanlığın, bir arşivi
zaten hiç yok.
Defalarca, bana Karadeniz Bölgesi'nden
hastalar geldiği zaman, 10 hastanın 8 tanesinin kanser olduğunu,
gerek kanser araştırma merkezine gerekse Sağlık
Bakanlığına dört buçuk seneden beri söyleye söyleye
"ağzımda ot bitti" tabirini kullanmak zorunda kalıyorum.
Bir girişimde, bir iyilikte
Bir kanser araştırma merkezinin
oluşmasını sağlamamış ve kanser araştırma
heyetinin oluşmasını engellemiş, bununla ilgili
komisyon çalışmalarımızı kulak ardı etmiş,
sadece "Ordu'ya bir kanser araştırma merkezi kurdum"
diyerek bir yer tutmuş ve üzerine de "Kanser Merkezi"
yazmakla yetinmiş. Lütfen, bu insanların gözlerine baka
baka, o bölgedeki insanların, belki seçim bölgesindeki o milletvekili
arkadaşlarımızı rahatlatabilirsiniz, ama halkı
rahatlatamazsınız.
Mecburi hizmet kuralarında
devamlı olarak ben sizi uyardım. "Ne olursunuz, Karadeniz
Bölgesi'nde, Samsun'a, Ordu'ya, Giresun'a kanser mütehassısı
gönderin, kuralara koyun." diye. Hayır, hiçbir zaman koymadınız
ve kalkıp da, evinin karşısındaki hastanesinde
hizmet veren doktorları çalıştırdınız.
Çok ayıp ettiniz. Ama, bunun ayıbının hesabını,
er geç seçim bölgenizde ve halk verecektir. Bakın, seçim bölgenizdeki
insanlar da verecektir, bu halk da size bunu hesabını soracaktır.
Burada biz hepimiz, doktor milletvekilleri
olarak 25-30 kişiyiz, hizmet veriyoruz. Biz, insanlara aynı
mesafedeyiz. Ben bölgeme gittiğim zaman, şahsen, hiçbir zaman
yakamda Cumhuriyet Halk Partisi rozetiyle gezmem, milletvekili
rozetiyle geziyorum. Neden öyle geziyorum dediğim zaman arkadaşlarıma,
çoğu kendi cevap veriyor. Çünkü, ben, insanlarla aynı mesafedeyim,
herkes benim için aynı mesafede, aynı eşitlikte, aynı
partiden insanlardır, çünkü ben doktorum. Doktor olan insanın
diğer milletvekillerinden daha farkı vardır. Biri avukattır,
biri eğitmendir, biri tüccardır, bir başka meslektendir,
onlar takabilirler. Ama, tıp mensubu bir milletvekili, hiçbir
zaman bölgesinde partisinin rozetini değil, milletvekili rozetini
takarak gezeriz, çoğu arkadaşlarım da öyle yaparlar.
Çünkü, biz insanlara "Sen bana oy verdin, vermedin, ben sana bakmam,
bakamam." sözlerini, biz, doktorlar olarak kullanamayız.
Biz, okuldan mezun olurken yemin etmişiz bütün insanlara hizmet
edeceğimize, paralı-parasız herkese bakacağımıza.
Biz, diğer milletvekili arkadaşlarımızdan farklıyızdır.
Halk onu için de zaten bizi tercih etmiştir.
Sevgili arkadaşlarım,
Sağlık Bakanlığının bu düşüncelerime
ve bu görüşlerime, bu kürsüden, bu halkın kürsüsünden cevap
vermesini istiyorum. Ama, bu yasayı, hazırlanmış
olan, bu "sağlık kurulu raporu"nun, "sağlık
raporu" şeklinde değiştirilmesini destekliyor,
hepinize saygılar, sevgiler sunuyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Tandoğdu.
ALİM TUNÇ (Uşak) - Kanser mütehassısı
hiç duymamıştım.
İ. SAMİ TANDOĞDU (Ordu)
- Sen ihtisas yap da gel!
BAŞKAN - Sayın İrfan
Yazıcıoğlu
Sayın İnci Özdemir
Yok.
Sayın Haluk Koç
Yok.
Sayın Ferit Mevlüt Aslanoğlu,
buyurun.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Malatya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tabii,
konu sağlık kurulu raporları, ama bir de bununla ilintili,
özürlülerle ilgili bir problem var. Bunun tutanaklara geçmesi
açısından, demin Sosyal Güvenlik Bakanım buradaydı,
olsaydı onun konusu, bir problem var
SABRİ VARAN (Gümüşhane)
- Bakan burada.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Devamla) - Sayın Bakanım, özürlülere zannediyorum ayda
50 veya 60 milyon bir maaş veriyoruz. Daha sonra özürlü kontenjanından
bunların bazılarına iş bulunmuş -yaklaşık
60 bin kişi Türkiye'de- ama, Özürlüler İdaresi, bu insanların
maaşlarını yine göndermiş. Bunlardan hiç kimse maaşa
bağlı verilen bir maaş olarak yorumlamamış,
bu insanlar bilmiyor. Şimdi, yaklaşık 60 bin özürlüye
mektup gitmiş: "Eğer faiziyle beraber, verdiğimiz
özürlü maaşlarını iade etmezseniz, hepinizi icraya
vereceğiz."
Değerli milletvekilleri,
bunlar özürlü. Devlet, sosyal devlet anlayışıyla bunlara
bir maaş vermiş veya bir harçlık vermiş. Yani, bunun
miktarı zannediyorum ki ya 50 lira veya 60 lira. Şimdi, bir
şekilde -bunların belki içinde bilenleri vardır- bir
iş bulduğu zaman, yani bir sosyal güvenlik kurumuna
bağlı bir yerde çalıştığı zaman, gidip
"bu maaşımı kesin" dememişler. Aslında,
bunlar, İş Kurumu kanalıyla iş buluyorlar biliyorsunuz,
kurumlar bunları İş Kurumundan çağırıyor,
İş Kurumu kimlerin özürlü maaşı aldığını
biliyor. Devlet olarak, işe yerleştirilen bir kişinin
de bir şekilde özürlü maaşını kesmek bizim görevimizdi.
Ama, bu insanların banka hesaplarına, özürlülerin banka
hesaplarına sürekli gitmiş. Şimdi, bunlara, yaklaşık
Türkiye'de 60 bin özürlüye "icraya verilecek" diye mektup
gitmiş.
Sayın milletvekilleri, bunlar
özürlü. Allah kimseyi elden avuçtan bırakmasın.
ABDULLAH ERDEM CANTİMUR (Kütahya)
- Komisyonda görüşüldü biraz önce, onlar hakkında bir yasal
düzenleme önümüzdeki hafta gelecek.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Devamla) - Teşekkür ediyorum.
Ben bunu
Sayın Milletvekilim,
Sayın Cantimur diyor ki: "Biraz önce komisyonda görüşüldü,
haftaya böyle bir yasal düzenleme gelecek." Ben, özürlüler
adına teşekkür etmekten başka bir şey yapamıyorum.
Hepinize saygılar sunarım.
(Alkışlar)
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA
VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI CEVDET ERDÖL
(Trabzon) - Sayın Başkan
BAŞKAN - Komisyon adına
kürsüden açıklama yapın, buyurun.
Komisyon adına, Trabzon Milletvekili
Sayın Cevdet Erdöl, buyurun.
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA
VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI CEVDET ERDÖL
(Trabzon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
kısa bir açıklama yapma ihtiyacı duydum. Sayın Aslanoğlu'na,
bu fırsatı verdiği için teşekkür ediyorum.
Konu, hakikaten özürlü vatandaşlarımızı
ilgilendiren bir konu. Bunlardan, öyle veya böyle maaş almakta
olanlardan, bu maaşları geri talep ediliyor. Bununla ilgili
düzenlemeyi, Hükûmetimizin, Sayın Bakanımızın
olumlu görüşleri çerçevesinde biz, bugün görüştüğümüz
Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonumuzda,
düzeltme yolunda bir madde ekledik. En kısa zamanda, ümit ediyorum
ki, sizlerin huzuruna gelir ve kanunlaşır.
NURETTİN SÖZEN (Sivas) - Gelecek
dönemde inşallah.
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA
VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI CEVDET ERDÖL (Devamla)
- İnşallah gelecek hafta içinde düşünüyoruz Sayın
Hocam.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Erdöl.
Tasarının maddelerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul
etmeyenler
Kabul edilmiştir.
1'inci maddeyi okutuyorum:
BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA
DAİR KANUN
TASARISI
MADDE 1- 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı
Devlet Memurları Kanununun 209 uncu maddesinin dördüncü
fıkrasında yer alan "sağlık kurulu raporu"
ibaresi ile ek 22 nci maddesinde yer alan "resmi sağlık
kurulu raporu" ibaresi "sağlık raporu" olarak;
2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer
Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu
Kanununun ek 18 inci maddesinde yer alan "sağlık kurulu
raporlarının" ibaresi "sağlık raporlarının"
olarak; 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun
ek 25 inci maddesinde yer alan "sağlık kurulu raporu"
ibaresi "sağlık raporu" olarak; 8/6/1949 tarihli ve
5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı
Kanununun geçici 139 uncu maddesinin dördüncü fıkrasında
yer alan "resmi sağlık kurulu raporu" ibaresi
"sağlık raporu" olarak; 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı
Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun
69 uncu maddesinin birinci fıkrasının (d) bendinde
yer alan "sağlık kurulu raporu" ibaresi
"sağlık raporu" olarak değiştirilmiştir.
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına Samsun Milletvekili ve Grup Başkan
Vekili Sayın Haluk Koç, buyurun.
CHP GRUBU ADINA HALUK KOÇ (Samsun)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte
olan kanun tasarısı hakkında Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına 1'inci maddede söz aldım ve baştan bir özür
dileyerek başlamak istiyorum, çünkü kanun maddesiyle ilgili
konuşmayacağım, ama sürenin tamamını da kullanmayacağım.
Sadece, 22'nci Dönemin yasama faaliyetlerinin son günlerini geçiriyoruz,
bu süre içerisinde, dört yıldır gözümüzden kaçan bir haksızlığı
dile getirerek, bunun düzeltilmesi için, kalan sürede bir adım
atılması talebini, konuyla ilgili olan mağdurlar
adına dile getirmeye çalışacağım.
Değerli arkadaşlarım,
tümü hakkında söz alan arkadaşlarımız görüşlerini
ifade ettiler. Bu konuda çok büyük bir problem olduğunu zannetmiyorum.
Ama, esas önemli konu... Bakın, dört yıldır hepimizin gözünden
kaçan, bizim kaçmayan, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun kaçmayan,
değişik fırsatlarda bunu ifade eden, açıklamalarımız
olan, kanun teklifleriyle konuyu gündeme taşıdığımız
bir sorun var, o da İmar Bankası bonozedelerinin durumu.
Değerli arkadaşlarım,
Sayın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı buradalar.
Sayın Abdüllatif Şener umarım tutanakları
alır ve değerlendirir. Ve daha önce, Sayın Abdüllatif
Şener'in, değişik vesilelerle, değişik
fırsatlarla bu konuda toplumu önünde verdiği sözleri
22'nci Dönem bitmeden, madem, daha hâlâ yasama faaliyetine devam etme
ısrarı gösteriyoruz, o zaman, bu konunun hâlledilmesi noktasında
da bir irade ortaya koymanın bu dönem içerisinde tamamlanmasını
ben sizlerle paylaşmak istiyorum.
Değerli arkadaşlarım,
şimdi, Devlet Denetleme Kurulu raporu ile BDDK'nın ve
SPK'nın, konuda, suçları ortaya çıktı. Bunlar yargıda
belirlendi ve sonuçlandı. Tam sayısını da söyleyeyim:
22.095 kişilik bir bono, devlet iç borçlanma senedi alıp da
hakkını kaybeden mağdur var ortada.
Değerli arkadaşlarım,
bunların çoğu emekli memur, bunların çoğu emekli
olmuş kıdem tazminatı almış işçi, bunların
çoğu dar gelirli insanlar. Çok küçük birikimlerle, içlerinde
büyük olan olabilir, onu daha önce de dile getirdik, elinizde her türlü
yetki var, "nereden buldun, nasıl buldun" onu araştırın,
ama, 20 milyarlık, 25 milyarlık, 15 milyarlık, en fazla
30-35 milyarlık birikimleri olan insanlara dört yıldır
kan kusturuyoruz. Bunların içinde hastalananlar oldu, bunların
içinde intihar edenler oldu, bunların içinde aile düzenleri bozulanlar
oldu, bunlar içerisinde, varlık ellerinde varken, küçük de olsa,
dışarıya muhtaç olanlar oldu.
Değerli arkadaşlarım,
şimdi bir kanun tasarısı Başbakanlıktan sevk
edilmiş durumda. Plan ve Bütçe Komisyonu bunu çağırmadı.
Biz, Moritanya'yla ilgili uluslararası anlaşmayı burada
görüşüyoruz, biz bu dönemde ele alınmasa da olabilecek
olan yasa tasarılarını burada görüşüyoruz, ama,
bu sistemin hatasından ve bu da yargıyla kanıtlanmış
olan, 22.095 mağdurun hakkını burada geri verecek, yargı
kararları ortada olmasına rağmen, bir yasama adımı
atmıyoruz. Değerli arkadaşlarım, bunu bir an önce
gidermek zorundayız.
Sonra, şunu da belirtmek istiyorum:
İktidar grubu Sayın Grup Başkan Vekili buradalar. Sunulan
tasarı, yargı kararları çerçevesinde, bu insanların
maruz kaldığı haksızlığı gidermiyor,
yeni haksızlıklar getiriyor. Eğer çıkaracaksak,
Plan ve Bütçe Komisyonunda bu görüşülsün. Nasıl ki Anayasa
değişiklik tekliflerini, Türkiye Büyük Millet Meclisi
teamüllerini bozarak, dışına çıkarak, dayatarak,
direnerek, kırk sekiz saatleri hiç göz önüne almayarak, konuşma
haklarını dikkate almayarak, ille çıksın, çıkacak,
bunun peşindeyiz tavrını, siyasi iradesini gösteriyorsunuz
da, 22 bin mağdurun hakkını teslim alması konusunda
niye bir siyasi irade göstermiyorsunuz?
Değerli arkadaşlarım,
bunun inşallahı maşallahı kalmadı. İnşallahı
maşallahı kalmadı, bu insanlar artık tükenme noktasında.
Ya bunu yaparsınız
Bu bir tespittir, 22 bin mağdur
adına konuşuyorum, bir tane de akrabam yok içlerinde, sadece
geldiğim kökenden biliyorum o insanların neler çektiklerini.
Onlar için 15 milyar liranın ve onun faiz getirisinin hayatlarında
ve yaşamlarını idame ettirmede ne kadar önemli olduğunu
biliyorum. Ne kadar önemli olduğunu biliyorum.
Ve bu getirilen yasa tasarısının,
Cumhuriyet Halk Partisinin daha önce bu konuda verdiği yasa
teklifleriyle birleştirilerek ve düzenlenerek, bir an önce
çıkartılıp, önümüzdeki hafta bunun burada görüşülüp,
Parlamentonun o şekilde kapanması talebimi sizlerle paylaşmak
istiyorum.
Değerli arkadaşlarım,
Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanı Sayın Sait Açba'ya seslenmek
istiyorum. Sayın Abdüllatif Şener'e, Sayın Başbakan
Yardımcısına seslenmek istiyorum: Tutanaklarda verdiğiniz
sözler duruyor. Meclis kürsüsünde verdiğiniz sözler duruyor.
Cumhuriyet Halk Partili milletvekillerinin size sorduğu sorulara
verdiğiniz cevaplar duruyor. Hepsi tutanaklarda. Sanmayın
ki unutuldu bunlar. O zaman gereğini yapın. Gereğini
yapın ve bu konuda, bu insanların haklı feryatlarına,
Türkiye Büyük Millet Meclisi 22'nci Dönemi kapanmadan çare olmak
zorundayız.
Konunun dışında konuştuğum
için Sayın Başkandan, Sayın Bakandan ve Komisyon
Başkanından ve değerli milletvekillerinden özür diliyorum,
ama önemli bir konuydu, bunu da, bu arada, bu fırsatta ifade etme
fırsatı buldum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Madde üzerinde bir adet önerge vardır.
Önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1405 Sıra
Sayılı Bazı Kanunların Sağlık Kurulu Raporlarına
İlişkin Hükümlerinde Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısının 1 inci maddesinin sonunda yer
alan "sağlık raporu" ibaresinden sonra gelmek üzere
aşağıdaki düzenlemenin eklenmesini arz ve teklif ederiz.
İrfan
Gündüz Recep Garip İnci Özdemir
İstanbul Adana İstanbul
M.
Necati Çetinkaya Nusret Bayraktar Gülseren Topuz
Elâzığ İstanbul İstanbul
"ve 108 inci maddesindeki
"1/1/2007" ibaresi "1/1/2008" olarak; 506 sayılı
Sosyal Sigortalar Kanununun Geçici 91 inci maddesinin yedinci
fıkrasında yer alan "31/12/2005" ibaresi
"31/12/2007" olarak; 24/7/2003 tarihli ve 4956 sayılı
Kanunun 56 ncı maddesinin (d) bendi ile aynı Kanunun geçici
3 üncü maddesinde yer alan "1/1/2005" ibareleri ile 22/1/2004
tarihli ve 5073 sayılı Kanunun 17 nci maddesinde yer alan
"1/1/2005" ibaresi "1/1/2008"
BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor
mu?
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA
VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI CEVDET ERDÖL
(Trabzon) - Uygun görüşle takdire bırakıyoruz Sayın
Başkanım.
BAŞKAN - Hükûmet?
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI MURAT BAŞESGİOĞLU (İstanbul) - Katılıyoruz
Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
5510 sayılı Sosyal Sigortalar
ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun bazı maddelerinin
Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi nedeniyle;
anılan Kanunun 01/01/2007 olan yürürlük tarihi, 2007 Yılı
Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu ile 01/07/2007 tarihine kadar ertelenmiştir.
Ancak, Anayasa Mahkemesinin iptal kararı dikkate alınarak
özellikle kamu görevlilerine ilişkin olmak üzere 5510 sayılı
Kanunla ilgili yapılacak düzenlemelerin ilgili sosyal tarafların
katılımı ile etraflıca değerlendirilebilmesi
için 5510 sayılı Kanunun yürürlük tarihinin 01/01/2008 tarihine
ertelenmesine ve bu doğrultuda 506, 4956 ve 5073 sayılı
Kanunlarda da gerekli ertelemelerin yapılmasına yönelik
olarak söz konusu önerge hazırlanmıştır.
BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Kabul edilen önerge doğrultusunda
1'inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul
etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Saygıdeğer milletvekilleri,
yeni madde ihdasına dair bir önerge vardır. Malumları
olduğu üzere, görüşülmekte olan tasarı veya teklife
konu kanunun komisyon metninde bulunmayan, ancak tasarı veya
teklif ile çok yakın ilgisi bulunan bir maddesinin değiştirilmesini
isteyen ve komisyonun salt çoğunlukla katıldığı
önergeler üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açılacağı,
İç Tüzük'ün 87'nci maddesinin dördüncü fıkrası hükmüdür.
Bu nedenle, önergeyi okutup, Komisyona
soracağım. Komisyon önergeye salt çoğunlukla -13 üyesiyle-
katılırsa, önerge üzerinde yeni bir madde olarak görüşme
açacağım. Komisyonun salt çoğunlukla katılmaması
hâlinde ise önergeyi işlemden kaldıracağım.
Şimdi, önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1405 Sıra
Sayılı Bazı Kanunların Sağlık Kurulu Raporlarına
İlişkin Hükümlerinde Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısına aşağıdaki düzenlemenin
2 nci madde olarak eklenmesini ve müteakip maddelerin teselsül ettirilmesini
arz ve teklif ederiz.
İrfan
Gündüz İnci Özdemir M. Necati Çetinkaya
İstanbul İstanbul Elâzığ
Gülseren
Topuz Nusret Bayraktar
İstanbul İstanbul
"Madde 2- 17/7/1964 tarihli ve
506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 140 ıncı
maddesinin dördüncü ve beşinci fıkraları aşağıdaki
şekilde değiştirilmiştir.
"İdari para cezaları
ilgiliye tebliğ edilmekle tahakkuk eder ve tebliğ tarihinden
itibaren on beş gün içinde Kuruma ödenir veya aynı süre içinde
Kurumun ilgili ünitesine itiraz edilebilir. İtiraz takibi
durdurur. Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine
tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde yetkili idare mahkemesine
başvurabilirler. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış
olması hâlinde idari para cezası kesinleşir. Mahkemeye
başvurulması cezanın takip ve tahsilini durdurmaz.
Tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde Kuruma ödenmeyen
idari para cezaları, bu Kanunun 80 inci maddesi hükmü gereğince
hesaplanacak gecikme cezası ve gecikme zammıyla birlikte
tahsil edilir. İdari para cezalarının, Kuruma itiraz
ve yargı yoluna başvurulmaksızın tebliğ tarihinden
itibaren on beş gün içinde ödenmesi hâlinde, bunun dörtte üçü tahsil
edilir. Peşin ödeme, idari para cezalarına karşı
Kuruma itiraz etme veya yargı yoluna başvurma hakkını
etkilemez. Ancak, Kurumca itirazın reddedilmesi veya mahkemece
Kurum lehine karar verilmesi hâlinde, daha önce tahsil edilmemiş
olan dörttebirlik ceza tutarı 80 inci madde hükmü de dikkate alınarak tahsil edilir."
"Fiilin işlendiği
günden itibaren beş yıl içinde tebliğ edilemeyen idari
para cezaları zamanaşımına uğrar. İdari
para cezaları hakkında bu Kanunda hüküm bulunmayan hâllerde
30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu hükümleri
uygulanır."
BAŞKAN - Sayın Komisyon, önergeye
salt çoğunlukla katılıyor musunuz?
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA
VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI CEVDET ERDÖL
(Trabzon) - Katılıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
komisyon önergeye salt çoğunlukla katılmış olduğundan
önerge üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açıyorum.
Bu önerge üzerinde söz talebi olan
arkadaşımız var mı? Yok.
Evet, önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Önerge, 2'nci madde olarak eklenmiş
oluyor böylece.
Sayın milletvekilleri, yeni
madde ihdasına dair bir diğer önerge vardır. Malumunuz
olduğu üzere, görüşülmekte olan tasarı veya teklife
konu kanunun komisyon metninde bulunmayan, ancak, tasarı veya
teklifle çok yakın ilgisi bulunan bir maddesinin değiştirilmesini
isteyen ve komisyonun salt çoğunlukla katıldığı
önergeler üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açılacağı,
biraz önce ifade ettiğim gibi, İç Tüzük'ün 87'nci maddesinin
dördüncü fıkrası hükmüdür. Bu nedenle, önergeyi okutup komisyona
sunacağım. Komisyon salt çoğunlukla katılırsa
önerge üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açacağım.
Komisyonun salt çoğunlukla katılmaması halinde ise
önergeyi işlemden kaldıracağım.
Şimdi önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1405 Sıra
Sayılı Bazı Kanunların Sağlık Kurulu Raporlarına
İlişkin Hükümlerinde Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısına aşağıdaki düzenlemenin
3 üncü madde olarak eklenmesini ve müteakip maddelerin teselsül
ettirilmesini arz ve teklif ederiz.
İrfan
Gündüz İnci Özdemir Recep Garip
İstanbul İstanbul Adana
M.
Necati Çetinkaya Nusret Bayraktar Gülseren Topuz
Elâzığ İstanbul İstanbul
Madde 3- (1) 2/9/1971 tarihli ve
1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız
Çalışanlar Sosyal sigortalar Kurumu Kanununun 36 ncı
maddesinin üçüncü ve dördüncü fıkraları ile 50 nci maddesinin
ikinci cümlesi hükmü ve 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı Tarımda
Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar
Kanununun 33 üncü maddesinin birinci fıkrası hükmü 2007
yılı için uygulanmaz.
(2) 2926 sayılı Kanuna tabi
sigortalılardan, 2007 yılında aynı Kanunun 33 üncü
maddesine göre belirlenen gelir basamaklarından ilk altı
basamakta bulunanlardan altıncı basamak gösterge tutarının,
yedi ve daha yukarı basamaklarda bulunanlardan ise bulundukları
basamak gösterge tutarının % 20'si oranında sağlık
sigortası primi tahsil edilir.
(3) 1479 sayılı Esnaf ve
Sanatkarlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar
Sosyal Sigortalar Kurumu Kanununun Geçici 27 nci maddesinde geçen
"Bu Kanun ve 2926 sayılı Kanuna göre kayıt ve tescilleri
yapılmış olan" ibaresi "Bu Kanun ve 2926 sayılı
Kanuna göre kayıt ve tescilleri yapılan" olarak ve aynı
maddede geçen "31/12/2006" ibareleri "31/12/2007" olarak
değiştirilmiştir.
BAŞKAN - Sayın Komisyon,
salt çoğunlukla önergeye katılıyor musunuz?
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA
VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI CEVDET ERDÖL
(Trabzon) - Katılıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Komisyon önergeye salt çoğunlukla katılmış olduğundan
önerge üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açıyorum.
Söz talebi? Yok.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir ve bu önerge
tasarıya 3'üncü madde olarak eklenmiştir.
Eski 2'yi 4'üncü madde olarak okutuyorum:
MADDE 4- Bu Kanun yayımı
tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN - Madde üzerinde, Anavatan
Partisi Grubu adına, Ankara Milletvekili Muzaffer Kurtulmuşoğlu.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Ankara) - Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; sözlerime başlamadan
evvel hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Dört buçuk sene burada ne dedik?
Gelin, yasaları günübirlik çıkarmayalım, yasaları
çıkarırken muhalefetin, iktidarın birlikte konsensüsünü
alalım, birlikte görüşlerini alarak çıkaralım dedik.
Şimdi hemen bir madde eklendi ve bu maddeye de, ben, komisyon üyesi
olarak kalktım, orada oturdum, evet dedim. Niye biz ileriyi göremiyoruz
hiç? Hep niye önümüzü, böyle bir metre uzağını göremiyoruz?
Siyaset demek illa benim dediğim doğrudur demek değil
ki.
Sevgili arkadaşlarım,
buna "evet" dedim, bundan evvelkine de "evet" diyorum,
yani çıkacak yasaya da "evet" diyorum, çıktığı
için de teşekkür ediyorum, ama, bir şey içimde yanıyor,
onu söyleyeceğim. Anlaşsaydık da
550 milletvekili
bir Cumhurbaşkanını seçemedik be bu Mecliste. Bunun
bizim için çok mu şık olduğunu zannediyorsunuz? Niye
seçemedik?
AHMET YENİ (Samsun) - Kaçtınız!
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Devamla) - Kusura bakmayın iktidar, biraz bu sizin çok bilmenizden
diyorum. Onun karşıtını bilirsiniz. Ne olur idi?
Şimdi, iki senedir biz söyledik.
Her yedi sene sonra Cumhurbaşkanlığı tartışması
oluyor, bunun olmaması için gelin Cumhurbaşkanını
halka seçtirelim dedik, ama hiç dinlemediniz, hiç umursamadınız.
Ta ne zamana kadar? Meclis dağılırken ve iş işten
geçtikten sonra buraya Anayasa değişikliği getirdiniz
ve bu Anayasa değişikliğine de biz "evet" diyoruz.
Ama, sevgili arkadaşlarım, cumhurun başını
cumhur seçsin, halk seçsin dediğimizde, onun da bugün altyapısını
hazırlayalım, ondan sonra seçsin dedik. Ne yaptınız?
İşte genel sağlık sigortası gibi koşarak
getirdiniz. Genel sağlık sigortasının ertelenmesiyle
bu maddeyi buraya ekliyoruz şimdi.
Ee -çok bilen hukukçu arkadaşlarım
kusura bakmasınlar- demek ki yasalarda konsensüsün aranmasında
yarar var. Bir şey yaparken bilene sormak lazım, bilene sormak
lazım. Kavga etmek kolay. Kavgayı edersiniz, ama, eğer
bir düşünceniz var ise, kafanızda bir düşünce oluşuyorsa,
kavgayı edersiniz bir saniye, bir saniye sonra da pişman
olursunuz. Pişman olmamak için ve Türkiye'yi iyi yönetmek için,
muhalefetiyle iktidarıyla birlikte olmakta yarar var olduğunu
dört buçuk senedir söylüyorum.
Gelirim gelmem. Gelirsem bu Meclisi
yine geldiğim günden itibaren muhalefetin de
Ben iktidarda
olsam, ilk önce muhalefete gideceğim, buradan söz veriyorum, onun görgüsünü
bilgisini alacağım.
AHMET YENİ (Samsun) - Muhalefet
nerede? CHP mi?
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Devamla) - Canım siz buradan oraya geçeceksiniz, ne değişir?
Ben burada durayım iktidardayken dedim, ama, dediler ki, böyle
oluyor, bu tarafta oluyormuş iktidar. Biz buraya geçince, siz
buraya geçeceksiniz. Ben, yine size
gelir
İBRAHİM KÖŞDERE (Çanakkale)
- İnanıyor musunuz?
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Devamla) - Akıl almak güzel şeydir, öğrenmek güzel
şeydir. Ben, öğrenmek için, nerede bilgi varsa oraya giderim,
oradan alırım. Kavga etmek kolaydır. Beni konuşturmayın.
354 kişiyle burada Cumhurbaşkanını seçemediniz.
Böyle şey olur mu, böyle bir şey olur mu?
İBRAHİM KÖŞDERE (Çanakkale)
- Kaçtınız! Kaçtınız!
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Devamla) - Ondan sonra 367 diye tutturur, 367'yi burada tamamlayacak
aşağı yukarı geri kalan milletvekili buradaydı.
İBRAHİM KÖŞDERE (Çanakkale)
- Muzaffer Bey, yan çizdiniz, yan çizdiniz.
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Devamla) - Neden anlaşmadınız? Neden birini getirmediniz?
AHMET YENİ (Samsun) - Kaçtınız.
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Devamla) - Şimdi, söylüyorum: Bakın
İBRAHİM KÖŞDERE (Çanakkale)
- Kaçtınız.
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Devamla) - Anayasa değişikliğini getirdiniz, biz de
burada...
Biz size şey olacak hâlimiz
yok, öyle alet olacak hâlimiz yok. Ben ne biliyorsam onu yaparım,
bildiğim doğru neyse onu yaparım. Hiç kimseye de
Akıl öğrenirim de, ne bildiğimi, neyi biliyorsam, bana
tesir edecek bir Allah'ın kulu yoktur. Doğru bir tanedir, üç
tane doğru yoktur.
FAHRİ KESKİN (Eskişehir)
- Meclise gelip oy kullansaydınız.
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Devamla) - Şimdi, Anayasa değişikliğini getirdiniz,
iki gündür burada oylama yapıldı. Dün -aşağı
yukarı 353, 354 tane milletvekiliniz var, 18 de bizim vardı,
371 eder- neden 351'de kaldı? Demek ki, siz kendiniz istemiyorsunuz
Anayasa'nın değişmesini.
İBRAHİM KÖŞDERE (Çanakkale)
- Siz gelmediniz.
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Devamla) - Yarınki oylamada hepinizi göreceğim. Ben 18
milletvekiliyle, Genel Başkanıyla burada olacağım,
oy vereceğim, siz de göreceksiniz, ama sizi göreceğim!
ABDULLAH ERDEM CANTİMUR (Kütahya)
- Niye 18 de 20 değil?
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Devamla) - Onun için, günlük yapmayın. Günlük siyaset olmaz. Son
zamana getirdiniz. Şimdi hâlen tutuyorsunuz "Anavatan Partisinde
fire var
" "Gözünüz kör olmaya." der adam adama,
"İnsafınız kurusun." derler adama, çünkü, biz,
benim arkadaşlarıma, burada, göstererek oy verilmez diye
söyledim. Orada oyu saydım, ama, Salih Kapusuz, sevgili kardeşim,
"6 tane mazeretli var." dedi. Ee, gerisi nerede? Gerisi nerede?
Yarın -eğer sahip çıkıyorsanız- 353 tane milletvekilini
burada istiyorum. Ben kendi grubumu burada tutacağım, burada
olacaklar.
İBRAHİM KÖŞDERE (Çanakkale)
- Genel Başkan dâhil.
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Devamla) - Sözünüzde durunuz! Sözünüzde durunuz!
İşte, yasaları da yaparken
böyle yapıyorsunuz, eksik yapıyorsunuz, her tarafınız
eksik, ama ne yapalım, bu eksikleri, inşallah, 2008 yılında,
biz bunları tamamlayacağız. Sizler böyle gülmeye devam
ediniz. Şairin söylediği lafı hep söylüyorum, yine söylüyorum:
"Çok güvendiniz kendinize."
FAHRİ KESKİN (Eskişehir)
- Kaçtınız
Kaçtınız
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Devamla) - Böyle mağrur olmayınız. Güçlü adam mağrur
olmaz, güçlü adam mütevazı olur, güzel olur, hoşgörülü olur.
O hoşgörüyü siz
454 tane milletvekilinin çoğunluğunu
elinizde tutmanıza rağmen hoşgörülü olamadınız
sevgili arkadaşlarım.
ABDULLAH ERDEM CANTİMUR (Kütahya)
- 454 dedin bak!
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Devamla) - Olamadınız da ben ne yapayım! Ama, zararın
neresinden dönerseniz dönünüz, hoşgörülü olmak, insanı sevmek, insanca düşünebilmek,
o insanları kucaklayabilmek, kendinden başkasının
da aklı olduğunu, kendinden başka bir insanın da
fikri olduğunu bilebilmek, onu anlayabilmek arifliktir, onu
anlamak büyüklüktür, onu anlamak güzelliktir, insanlıktır,
ama yapamadınız. Şimdi, Anayasa'yı da son zamanda getirdiniz, çıkmaması
için uğraşıyorsunuz, ama biz sözümüzde duruyoruz,
çıkması için uğraş veriyoruz.
FAHRİ KESKİN (Eskişehir)
- Meclise girmediniz, kaçtınız!
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU
(Devamla) - Yarın hepinizi burada istiyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum,
hoşça kalın. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Madde üzerinde bir adet önerge vardır.
Önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1405 Sıra
Sayılı Bazı Kanunların Sağlık Kurulu Raporlarına
İlişkin Hükümlerinde Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısının yürürlük maddesinin aşağıdaki
şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Madde 4 - Bu Kanunun 3 üncü maddesinin
birinci ve ikinci fıkraları 18.4.2007 tarihinden geçerli
olmak üzere yayımı tarihinde, diğer hükümleri yayımı
tarihinde yürürlüğe girer.
İrfan
Gündüz Alaettin Güven Hamit Taşcı
İstanbul Kütahya Ordu
Mustafa Nuri Akbulut Nusret Bayraktar Mehmet
Güner
Erzurum İstanbul Bolu
BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor
mu?
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA
VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI CEVDET ERDÖL
(Trabzon) - Uygun görüşle takdire bırakıyoruz Sayın
Başkanım.
BAŞKAN - Hükûmet?
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI MURAT BAŞESGİOĞLU (İstanbul) - Katılıyoruz
Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Söz konusu düzenlemeler 5565 sayılı
2007 yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanununda düzenlenmiştir.
Ancak Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir. Bu
nedenle, aradaki boşluğun giderilmesi amacıyla düzenleme
yapılmıştır.
BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza
arz ediyorum: Kabul edenler
Kabul
etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Kabul edilen önerge doğrultusunda,
4'üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul
etmeyenler
Kabul edilmiştir.
3'üncü maddeyi, 5'inci madde olarak
okutuyorum:
MADDE 5- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar
Kurulu yürütür.
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA
VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI CEVDET ERDÖL
(Trabzon) - Sayın Başkan
BAŞKAN - Açıklama mı
yapacaksınız?
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA
VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI CEVDET ERDÖL
(Trabzon) - Açıklama yapacaktım Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Buyurun.
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA
VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI CEVDET ERDÖL
(Trabzon) - 1'inci maddede, bir önergede, okunmayan bir kısım
oldu. Onunla ilgili bir
Tamam, vazgeçtik Sayın
Başkanım, devam ediyoruz.
BAŞKAN - 5'inci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, tasarının
tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Tasarı kabul edilmiş ve
kanunlaşmıştır, milletimiz için ve Bakanlığımız
için hayırlı olmasını diliyorum.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, 7'nci sırada yer alan, Yükseköğretim
Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik
Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarıları ve
Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Plan ve Bütçe Komisyonları
Raporlarının görüşmelerine başlayacağız.
7.-
Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Kanununda Değişiklik
Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarıları ve
Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Plan ve Bütçe Komisyonları
Raporları (1/1269, 1/1248) (S. Sayısı: 1322)
BAŞKAN - Komisyon?..
Birleşime, beş dakika
ara veriyorum.
Kapanma Saati
: 16.16
İKİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 16.26
BAŞKAN:
Başkan Vekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP
ÜYELER: Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 104'üncü Birleşiminin
İkinci Oturumunu açıyorum.
7'nci sırada yer alan Yükseköğretim
Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik
Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarıları ve
Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Plan ve Bütçe Komisyonları
raporlarının görüşmelerine başlayacağız.
7.-
Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Kanununda Değişiklik
Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarıları ve
Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Plan ve Bütçe Komisyonları
Raporları (1/1269, 1/1248) (S. Sayısı: 1322) (x)
BAŞKAN - Komisyon ve Hükûmet?
Yerinde.
Komisyon Raporu 1322 sıra sayısıyla
bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde,
AK Parti Grubu adına, İstanbul Milletvekili Alaattin Büyükkaya.
Sayın Büyükkaya, buyurun
efendim.
AK PARTİ GRUBU ADINA ALAATTİN
BÜYÜKKAYA (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik
Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı üzerinde
AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum. Konuşmama
başlamadan önce yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Bilindiği gibi, Anayasa'mızın
130'uncu maddesinde "Kanunda gösterilen usul ve esaslara göre,
kazanç amacına yönelik olmamak şartı ile vakıflar
tarafından, Devletin gözetim ve denetimine tabi yükseköğretim
kurumları kurulabilir" denmektedir. Dolayısıyla,
2547 sayılı Kanun'da vakıfların hangi şartlarla
üniversite kurabilecekleri de açıklanmıştır. Bu
hükme uygun olarak, 16'sı İstanbul'da olmak üzere ülkemizde
25 tane vakıf üniversitesi kurulmuştur. 7 tanesi İstanbul'da
olmak üzere 68 tane de devlet üniversitesi ülkemizde faaliyet göstermektedir.
Dolayısıyla, toplam 93 üniversiteyle yükseköğrenim
hizmeti verilmektedir.
Gene bildiğiniz gibi, her
yıl 1,5 milyondan fazla gencimiz yükseköğrenim görmek için
üniversiteye başvurmaktadır, ancak, bunların sadece
yüzde 5'i üniversiteye girebilme hakkı elde edebilmektedirler,
gerisi bu hakkını maalesef bugünkü düzende kullanamamaktadır.
Dolayısıyla, devletin yükünü de zayıflatacak vakıf
üniversitelerinin önemi açıkça ortaya çıkmaktadır.
Keşke, vakıf üniversiteleri dışında daha
farklı, daha çok üniversite kurulabilseydi.
Bugün, yükseköğrenim kurumlarında
okuyan öğrencilerimizin yüzde 95,4'ü devlet üniversitelerinde,
sadece yüzde 4,6'sı vakıf üniversitelerinde okumaktadır.
Bu oran ülkemiz açısından son derece düşüktür ve yükü
devlet taşımaktadır. Mesela -bazı örnekler vermek
istiyorum- Japonya'da vakıf üniversitelerinin payı toplam
öğrenim kurumları içerisinde yüzde 81'dir. Kore'de yüzde
74, Amerika Birleşik Devletleri'nde yüzde 26, en düşük olanlarda
bile, İsviçre'de yüzde 10 civarındadır. Avrupa'nın
hiçbir ülkesinde yüzde 10'un altında değildir. Dolayısıyla,
bu alanda yapılacak her yatırım, her girişim, her
konulacak taş, ülkemizin gençlerinin aydınlanması
bakımından büyük önem taşımaktadır. Dolayısıyla,
biz bu girişimleri Hükûmet olarak ve AK Parti Grubu olarak destekliyoruz
ve bu tip vakıf üniversitesi kuracak herkese de şimdiden
teşekkür ediyoruz. Allah kendilerinden razı olsun. Çünkü,
bu ülkenin aydınlık kafalara ihtiyacı var, aydınlık
insanlara ihtiyacı var, okumuş insanlara ihtiyacı
var. Bu yönde gayret gösteren herkes başımızın üstündedir.
(x)
1322 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Ülkemizin jeopolitik yapısına
baktığımız zaman, biz bu alanda hizmetlerimizi çoğalttığımızda
sadece Türk kültürünün yayılması değil, Türkiye'nin
tanıtılması değil, ayrıca, yükseköğrenimden
de ülkemizin ekonomik olarak da çok büyük bir kazanç elde etmesi mümkündür.
Dolayısıyla, bu konuda da çok büyük imkânlara sahip olduğumuzu
da söylemeliyim. Ancak, maalesef, bugün her yıl 70 binden fazla
gencimiz yurt dışında okumaktadır, yurt dışına
öğrenim görmek için gitmektedir ve milyonlarca dolar paramız
da, bu alanda yurt içinde yeni öğrenim kurmak için harcanacak paralar
yurt dışındaki başka kurumlara aktarılmaktadır.
Bunun da bir gerçek olduğunu söylemeliyim. Bir hesaba göre,
yıllık harcanan para yaklaşık 2,5 milyar dolardır
ve bu bizim insanımızın cebinden çıkmaktadır.
Bunu hiçbir zaman için unutmamalıyız.
Yükseköğrenim tabii ki pahalı
bir öğrenim safhasıdır. Ucuz bir öğrenim safhası
değildir yükseköğrenim. Dolayısıyla, bu alanda
biz, vakıf üniversitelerinin önünü açmadıkça ve hatta vakıf
üniversiteleri, Anayasa'mızda hüküm olduğu için, onun
dışında girişimcilerin üniversite kurabilmeleri
mümkün değildir, ancak bunları hiç olmazsa teşvik ederek,
devletin yükünün mutlaka azaltılması lazım.
Bakın, vakıf üniversiteleri,
1986 yılında 426 öğrenciyle başlamışlar,
öğrenime başladıkları sayı 426 öğrenci,
bugün 108 bin öğrenci vakıf üniversitelerinde okumaktadır.
426-108 bin! Bu alanda sağlanan gelişme, unutmayalım ki
108 bin gencimiz aydınlık bir dünya için kapı açmıştır
ve bu sayede birçok insanımızın hem eğitimde hem
dünyasında hem de geleceğinde önemli mesafe sağlamasını
da bu üniversiteler kanalıyla yürütmekteyiz.
İşte, bu tasarıyla
-şu anda Plan ve Bütçe Komisyonundan geçen tasarıyla- Hüsnü
Özyeğin Vakfı bir üniversite kurmaktadır İstanbul'da,
"Özyeğin Üniversitesi" adı altında. Anadolu
Eğitim ve Kültür Vakfı tarafından da, İstanbul'da,
gene "İstanbul Aydın Üniversitesi", Acıbadem
Eğitim ve Sağlık Vakfı tarafından, İstanbul'da
"Acıbadem Üniversitesi", Doğanata Eğitim ve
Kültür Vakfı tarafından, İzmir'de "İzmir Üniversitesi"
ve Kemal Gözükara Eğitim ve Kültür Vakfı tarafından
da, İstanbul'da "İstanbul Arel Üniversitesi"nin kurulması
kararlaştırılacaktır inşallah. Komisyonumuzdan
geçmiştir, şimdi yüce Meclisimizin kararına gelmiştir
ve bu konuda Meclisimizin sağlayacağı, sayın üyelerin
verecekleri oylarla buna destek olmaları, bu üniversiteler
sayesinde binlerce öğrencimizin tekrar imkân kazanmasının
da yolu açılmış olacaktır.
Bütün bu vakıf sahiplerine,
bu paralarını
Çünkü vakıf bir amaca dönüktür ve kâr
amacı gütmeden gençlerin okuması için bu paranın tahsis
edilmesi gerçekten alkışlanacak bir durumdur. Dolayısıyla
şimdiden hayırlı, uğurlu olmasını diliyorum.
Ve daha önce de belirttiğim
gibi biz AK Parti olarak yükseköğrenimin yaygınlaştırılmasına
da ayrı bir önem veriyoruz. Şu anda Plan ve Bütçe Komisyonunda
görüşülüyor on yedi tane yeni üniversitenin daha kurulması
için. İnşallah bugün onun Plan ve Bütçede kararı alınacak.
Böylece ülkemizde sadece dokuz ilimiz hariç her ilimizin üniversitesi
olacaktır. Bu çok önemli bir gelişme. Üniversite bir şehirde
kuruldu mu o şehrin kültür hayatı da, ekonomisi de, insanların
düşünce yapısı da, her şeyi de daha aydınlık
hâle geliyor.
Ve denebilir: "Efendim, bunlar
lise gibi mi oluyor?" Hayır. Her atılan tohum mutlaka yeşeriyor
ve yeşerdiği için de daha sonra binlerce öğretim üyesi,
binlerce insanımız daha kaliteli eğitim alıyor.
Bir şeyi kurmadan geliştirmek mümkün mü? Yolu açmadan asfaltlamak
mümkün mü? Dolayısıyla buraya yapılan, kurulan her
üniversite bir müddet sonra diğerini destekleyen bir üniversite
hâline dönüşecektir.
Ve biz bütçeden de Hükûmet olarak daima
üniversitelerimizi destekledik. Bakın 2002 yılında
bütçeden üniversitelerimize ayrılan pay sadece 2,69 iken,
2006 yılında 3,35. Bu sene de bunun üzerinde. 2007 yılında
daha büyük bir rakam ayrıldı. Dolayısıyla burada
biz sözde değil esasta da onları desteklemeye özen gösterdik.
Ayrıca, üniversitelerin
2006 yılındaki ar-ge çalışmalarına yapılan
bütçedeki katkı yüzde 153 oranında artırılmıştır.
Gene, ayrıca söylemeliyim
ki, 2000-2001 eğitim yılında öğretim üyesi sayısı
bu ülkede 63 binken, 2006 sonunda 74 bine ulaşmıştır.
Vakıf üniversitelerinde ise, aynı dönemde 3.700 iken, 2006
sonunda 7.900 öğretim üyesi olmuştur. Bunlar, kurulmadan
mümkün mü? Hayır, asla mümkün değil. Dolayısıyla,
bu adımlar hep atılmıştır.
Biz, yükseköğrenimi, her safhasında
destekledik. Bakın, 2001 eğitim yılında 390 bin
öğrenciye aylık 30 YTL kredi verilirken, eğitim yardımı
yapılırken, biz, bunu 600 bin öğrenciye çıkardık
ve 150 YTL'ye yükselttik. Hangi safhasından tutarsanız tutun,
enflasyonu -ki, beş yıllık dönemde yüzde 50'yi bile bulmadı-
buna vurduğumuz zaman, yapılan artış açıkça
görülmektedir.
Gene, yükseköğrenim yurtlarının
kapasitesi de artırılmıştır, fiziki durumları
da iyileştirilmiştir. Odalarda kalacak insan sayısı,
televizyondan buzdolabına kadar her türlü modern araçlarla geliştirilmiştir.
Böylece, okuyan öğrencilerimizin insan gibi yaşamaları,
insan gibi bir eğitim görmelerinin yolu da açılmıştır.
Bakın, hep söylüyorum, şekil,
söz bir şeyi ifade etmiyor. Mesela, 2001 yılında TÜBİTAK'a
hazineden yapılan yardım sadece 64 milyon dolarken, 2006
yılında 577 milyon dolar olmuştur. Bu, bizim, eğitime,
araştırmaya verdiğimiz önem değildir de nedir?
Bunları niçin söylüyorum?
Çünkü, üniversiteler, bir toplumun her alanda öncüleri ve yol göstergeleridir.
Üniversiteler olmadan bilimsel kalkınma olamaz, kültürel kalkınma
olamaz, ekonomik kalkınma olamaz, hukuk devleti standartları
asla oluşturulamaz ve bunların sıkıntılarını
da yaşamıyor muyuz? Onun için, demokratik bir toplum olacaksak,
demokratik, sosyal, hukuk devleti olacaksak, kültürümüzle övüneceksek,
üniversitelerin önünü mutlaka açmalıyız ve bu toplumla
barışık üniversiteler kurmalıyız. Bu toplumun
kültürüyle, inancıyla, değerleriyle barışık
üniversiteler kurmalıyız. Bunları yapmadan, son zamanlarda
çok moda olduğu için söylüyorum, şekle değil, öze önem
vermeden üniversiteler kuruyorsak ne manası var? Hep şekli
konuşan, ama, özü unutmuş üniversitelerden ne bekleyebiliriz?
Eğer, biz, sadece, kişilerin kafasının üstündekiyle,
giyimiyle uğraşıyorsak, sadece buysa bütün derdimiz,
kafasının içini aydınlatmayı düşünmüyorsak,
kafasının üstüne ne koyarsak koyalım, o, karanlık
kalmaya mahkûmdur. Onun için, kısaca, sözde değil, özde üniversite
kurmak zorundayız ve bu konu da, sadece Hükûmetimize düşmüyor.
Unutmayın ki, Yükseköğrenim Kurumu, YÖK de bunun için
Sözde
değil, özde üniversite olsun diye bu YÖK kuruldu. Dolayısıyla,
bizim attığımız bu adımları, bu Parlamentonun,
bu Hükûmetin attığı adımları, YÖK, taçlandırmalıdır.
Kısır çekişmeler yerine, şekle yenik bir anlayış
yerine öze dönmelidir, aydınlık insanların yetişmesi
için, bu üniversiteleri, mutlaka, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilkelerine
uygun, ama, aydınlık kafalarla yönetmenin yolunu açmalıdır
ve korku üzerine siyaset yerine, insanları rahatlatan, herkesi
daha rahat düşünmeye sevk eden bir anlayışa, demokratik
toplumun yapısına uygun insanlar hâline getirmek için
uğraşmalıyız. Yoksa, unutmayın ki, biz, üç günlük
devlet değiliz. Devlet geleneğimizde
Bakın, bu sene,
devletimizin aslında 936'ncı yılını kutluyoruz.
1071'de bu devlet kuruldu. Selçuklu hanedanı idare etti, Osmanlı
hanedanı idare etti, Atatürk'ün en büyük devrimi, hanedanlıklardan
bizim seçtiklerimizle idare olacak cumhuriyeti kurdu. Bu manada,
tarih bütünlüğü içerisinde baktığımız zaman
936'ncı yılını kutluyoruz devletimizin.
Bu kadar büyük bir devlet geleneğine
sahip bir ülkede, unutmayalım, biz, üniversitelerimizi, o dönemdeki
adı ne olursa olsun bu eğitim kurumlarımızı
hep el üstünde tuttuk, hukuku hep üstün tuttuk ve bu sayede bu devlet
936 yıldır ayakta kaldı. Onun için, artık, başındakine
değil, içindekine bakan üniversitelere ihtiyacımız
var. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Hayırlı, uğurlu olmasını
diliyorum. Teşekkür ediyorum.
İnşallah bunların sayısı
artar.
Saygıyla selamlarım yüce
heyetinizi. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Anavatan Partisi Grubu adına,
Erzurum Milletvekili İbrahim Özdoğan, buyurun.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum) - Sayın Başkan,
değerli milletvekili arkadaşlarım; görüşülmekte
olan 1322 sıra sayılı Yükseköğretim Kurumları
Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına
İlişkin Kanun Tasarıları üzerinde Anavatan Partisi
Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle
yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
hangi ülkede olursa olsun o ülkenin insanları, vatandaşları,
devleti, milleti yönetmek, idare etmek için belirli süreler verirler.
O süre bitiminde eğer gerekli işleri yapmazlarsa hükûmetler,
o siyasi partiler hükûmetten tasfiye edilirler. İşte, AK
Parti Hükûmetinin durumuna baktığımız zaman, AK
Partinin durumu aynen böyledir. Bunu nereden anlıyoruz? Sayın
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, seçim meydanlarında
"Üçüncü senenin sonunda cebinize yavaş yavaş bir
şeylerin gireceğini göreceksiniz." demişti. Yani,
aslında, üç yıllık bir süre istemişti. Fakat, üçüncü
sene bitti, uzatmalar da bitti, geldiğiniz süre itibarıyla,
durum, fiyaskoyla neticelendi. Dolayısıyla, bundan sonra
aziz milletimizin AK Partiye bir daha 75 milyonluk Türkiye Cumhuriyeti
devletini yönetmek için fırsat vermesi mümkün değildir.
Değerli arkadaşlar, Erzurumlu
Naim Hoca hakikaten 20'nci asrın Nasreddin Hoca versiyonudur.
Bakın, bununla alakalı olarak, Erzurumlu Naim Hoca'dan bir
fıkra anlatmak istiyorum. Tabii ki, Erzurumlu Naim Hoca'nın
anlattığı şeyler gerçek, yani, yaşanmış
hadiseler. Naim Hoca entelektüel bir insandır. Yani, Erzurum'a
gelen valiyle tanışır, emniyet müdürüyle tanışır,
bütün devlet ricaliyle tanışır ve onlarla oturur kalkar,
hep birlikte olurlar. Bir gün Naim Hoca maça gider, Erzurumsporun maçına
gider ve Erzurumspor taraftarları Naim Hoca'ya derler ki:
"Hocam, dua et de Erzurumspor yenilmesin."
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Malatya) - Küme düşmesin, aman ha!
AHMET RIZA ACAR (Aydın) - Oynamasını
bilmeyen yenilsin.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Ve Naim Hoca şöyle sorar: "Evladım, bu maçın süresi
ne kadardır?" der. Der ki: "Hocam, doksan dakikadır."
ve dua eder Naim Hoca. Doksan dakika biter, Erzurumspor 0-0 berabere
kalır ve uzatmalar oynanır. Uzatma neticesinde de Erzurumspor
gol yer, yenilir ve Erzurumspor taraftarları Naim Hoca'ya döner,
derler ki: "Hocam, dua ettiniz, kabul olmadı. Bakın, Erzurumspor
yenildi." Naim Hoca der ki: "Evladım, ben doksan dakika
için dua ettim. Uzatmaları hesaba katmadınız. Eğer
onları da katsaydınız, ona göre dua ederdim, yenilmezdi."
diye cevap verir. Yani, bu millet de size doksan dakika için mühlet
vermiştir. Bundan sonra kesinlikle size bu fırsatı, bu
mühleti vermeyecektir.
Değerli arkadaşlar, bu
anekdotu anlattıktan sonra, bu yasa tasarısı üzerindeki
görüşlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
AHMET YENİ (Samsun) - Hangi
parti adına?
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Anavatan Partisi Grubu adına ve dolayısıyla, büyük
bir güç olarak gelmekte olan Demokrat Partinin sesini buradan, bayrağını
buradan dalgalandırmak üzere.
AHMET YENİ (Samsun) - Beşinci
parti mi bu?
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Haksızlık yapma Ahmet Yeni kardeşim, haksızlık
yapma!
Değerli arkadaşlar, üzerinde
tartıştığımız kanun tasarıları,
üniversiteleri bitirme ve birer yüksek meslek lisesine dönüştürme
yasa tasarısından başka bir şey değildir. Bizler,
Anavatan Partisi Grubu olarak, kaliteli üniversite istiyoruz değerli
arkadaşlar. Bu tasarılar AK Parti Hükûmetinin üniversite
olgusunu yok etme çabalarının bir devamı ve bilimi
Unakıtan usulü ticarileştirme zihniyetinin bir iz düşümünden
başka bir şey değildir değerli arkadaşlarım.
ZEYNEP KARAHAN USLU (İstanbul)
- Elli sene öncede kaldı o anlayış!
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Bu tasarılar, bu ülkenin Avrupa Birliği koşusunda
ayağına çember dolama tasarılarıdır. Bu tasarılar,
Hükûmetin üniversite olgusunu parayla kurulan bir binada yüksek
meslek lisesine dönüştüren zihniyetinin üniversiteyi öldürerek
çağdaş Batı ülkeleriyle bilim yarışında
Türkiye'yi topal bırakma tasarılarıdır. Bu tasarılar,
üniversite nedir bilmeyen bir hükûmetin Türkiye'yi uluslararası
planda beyin gücünden yoksun bırakmasının tasarılarıdır.
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Kim
yazdı bunları, kim?
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Hiç şaşırılmaması gereken de şudur ki,
AK Parti Hükûmeti her şeye dar ve bezirgân bakışlı
bir hesapçılıkla ve siyaseten çok cüce bir ruhla bakmaktadır
ve bu tasarılar, bu siyasi cüceliğin ruhunu taşıyan
tasarılardır.
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - O yazıları
kim yazdı verdi eline?
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Hükûmet, bu ruh cüceliği nedeniyle, ardında bıraktığı
beş yılda üniversiteyle sadece kavga etmiş ve üniversite
dünyasının, bir nebze olsun, ne gönlünü ne güvenini ne de
saygısını kazanabilmiştir. Her alanda olduğu
gibi, büyük bir ihtiras içinde, üniversiteyi kendi hıfzına
sokmaya ve bilimden yana özgürlüğünü zincirlemeye uğraşmıştır
sadece.
Değerli milletvekili arkadaşlarım,
görüştüğümüz tasarılar vakıfların üniversite
açmasına imkân sağlamayı amaçlamaktadır. İsterseniz
bir boş vaktinizde, değerli arkadaşlarım, İstanbul
başta olmak üzere, büyük şehirlerimizde dolaşıp,
pıtırcık gibi ortalığı sarmış sözüm
ona üniversiteleri bir görünüz. Bir ara sokakta, iki katlı bir
bina, üzerinde "üniversite" yazıyor. Ben bunlara
şahsen çok üzülüyorum.
İşte, değerli arkadaşlarım,
bu tasarılar, bu gidişatı kurumlaştırma ve
kökleştirmenin tasarılarıdır. Bu gidişat,
Türkiye'de üniversite olgusunu tehdit eden bir gidişattır.
Bir diğer husus da şudur
değerli arkadaşlarım: Vakıf üniversitelerinde
üniversite kalitesinin sağlanması garanti altına
alındığı müddetçe, bunda prensip olarak karşı
olduğumuz bir husus asla ve katiyetle yoktur ve vakıfların
üniversite kurmasına Anavatan Partisi olarak kesinlikle karşı
değiliz. Biz, ancak kaliteden yanayız.
Vakıf üniversiteleri ile devlet
üniversiteleri arasında haksız rekabet oluşturulmaktadır.
Vakıf üniversitelerinin 2547 sayılı Kanun içinde yer
almaları uygun değildir. Vakıf üniversiteleri hem
özel sektör gibi çalışmaktadır hem de devlet gibi. Vakıf
üniversiteleri paralı eğitim yapmaktadırlar. Dolayısıyla,
devletin bu üniversitelere çok büyük bir katkıda bulunması
doğru değildir ve ortada da çelişkili bir durum vardır.
Üniversite kavramı, değerli
arkadaşlarım, Latince bir kelime olan universitas'tan gelir.
Üniversite, evrensel demektir ve evrensel düzeyde serbest fikir,
düşünce ve araştırmayı ifade eder. Üniversite, dünya
tarihinin en eliter kurumlarından birisidir ve buna uygun bir
çerçeveyi gerektirir ve hak eder.
Üniversite, köklülük ve derinlik
demektir her şeyden önce değerli arkadaşlarım.
Üniversite olgusunu iki sokak arasında mesleki eğitim veren
binaya indirgemek, bir toplumun beynini sıkıştırmak
ve kelepçelemek demektir. Avrupa'da üniversiteler, geniş
mekânlara yayılmış, tarihî özelliklerini muhafaza
eden, kadrosu elit beyinlerden müteşekkil, devlet tarafından
korunan, bakılan, saygı gösterilen, özgürce hareket etmesinin
şartları sağlanan müstesna kurumlardır. Bilim ve
onun öğretisi, özgürlüktür. Şiarı, Avrupa'nın
şiarı da budur değerli arkadaşlarım. Üniversitelerin
bu müstesna konumlarına uygun olarak gelişmelerine imkân
veren siyasi yönetimler, ülkelerinin uluslararası plandaki
saygınlığını taşıyabilen yönetimlerdir
aynı zamanda.
AK Parti Hükûmeti ise, bilime ve
üniversiteye karşı tahakkümcü, küçültücü ve kavgacı
tavrıyla, üniversite olgusuyla barışık ve üniversite
gelişim konusunda ehil olmadığını bizlere
dört buçuk sene içerisinde yeterince göstermiştir. AK Parti
Hükûmeti üniversitelerle o denli kavgalıdır ki, Türkiye'de
her kesimden insanın ve siyasinin kabul edebileceği bir
asgari payda olan YÖK reformunu dahi gerçekleştirebilecek güven
ortamını bugüne kadar sağlayamamıştır.
AK Parti Hükûmeti, bunun yanı
sıra, üniversitelere ayrılan bütçe konusunda hem çok cimri
hem de çok hasmane davranmıştır şimdiye kadar.
AK Partinin bilim ve üniversite
şiarı, "Hıfzıma girmeyene para yoktur."
olmuştur şimdiye kadar. Üniversite olgusunun evrensel labirent
ve derinliklerine çok yabancı olan AK Parti Hükûmeti, kendi tarzında
bir üniversite modeli geliştirmenin yoluna gitmiştir. Bu
yol, iki sokak arası bir bina yoludur; bu yol, üniversitenin evrenselliğini,
sınırsızlığını, özgürlüğünü ve
derinliğini yok etmenin yoludur; bu yol, Türkiye'yi Avrupa Birliği
sürecinde handikaplı yapmanın ve ülkenin beyin gücünü ezmenin
yoludur. AK Partinin bu yolunda kurulan sözüm ona üniversiteler,
her şeyden önce, bir kalite sorununa sahiptir. AK Parti, üniversite
kuruyorum havası pompalarken, kurulan sözüm ona üniversitelerde
kalite güvencesi sağlayacak hiçbir altyapı oluşturamamaktadır.
Üniversite, bir bina değildir
arkadaşlar, bir mekânın içidir. O mekânın içi, dizi dizi
aynı anda kurulamayacak kadar çok substansı gerektiren
bir alandır, çeşitli özellikleri olması gerekli olan
bir alandır. Üniversite kurma havası pompalayan Hükûmet,
her alanda olduğu gibi yine hava pompalamaktadır.
"Türkiye'yi AB'ye biz soktuk" havası gibi bir havadır
bu pompalama da. AK Parti Hükûmeti, Türkiye'de üniversiteleri destekleme
ve onların sorunlarını çözmede hiçbir adım atmamışken,
mevcut üniversiteler dermansız bırakılmışken,
yapılan bu üniversite atraksiyonları ziyadesiyle komik
ve gayriciddidir.
Değerli milletvekilleri,
Türkiye'de çok önemli bir öğretim üyesi açığı vardır
ve hâlihazırda yakın bir dönem öncesinde kurulmuş çok
sayıda üniversite, eğitim kadrosundan yoksun olarak varlığını
sürdürmeye çalışmaktadır. Bu devasa açığa çözüm
bulma yönünde Hükûmetten gelmiş olan bir çabanın şahidi
olamadık maalesef bugüne kadar. Yurt dışına
öğrenci götürüp onları öğretim üyesi yapma gibi planlamaların,
gönderilenlerin yüzde 60'ının geri gelmemesinden sonuç
vermeyip kamuyu zarara uğratmaktan başka bir işlevi
olmadığı da bugüne kadar ortaya çıkmıştır.
Kamudan toplanan vergilerle yurt dışında okuyanlar,
kazandıkları deneyimi kamu yararına değil, kendi
çıkarlarına uygun, yurt dışında, iş bulmakta
kullanmaktadırlar. Bu nedenle, yurt dışına gitmek
isteyenlerin binlercesinin arasından bir avuç öğrenciyi
seçip göndermek yerine, üniversitelere uluslararası bir hüviyet
kazandırılmalıdır ve fırsat eşitliği
sağlanarak, kaliteli eğitim isteyen binlerce gence, kendi
ülkesinde bu fırsatı yakalamaları sağlanmalıdır.
Değerli milletvekili arkadaşlarım,
Hükûmet üniversitelere kaynak sağlamamakta ve özerkliklerine
de kem gözle bakmaktadır. Türkiye'de acilen gerekli bir üniversite
reformunun en önemli ayaklarından birisi mali ve idari özerkliktir.
Avrupa Birliği ülkeleriyle mukayese içerisinde Türkiye'de
üniversiteler kurumsal özerklik konusunda çok geridedir ve üniversitelerin
idari ve mali özerkliğinin sağlanması, üniversite olgusunun
gelişimi açısından bir olmazsa olmazıdır.
Üniversitelerimiz, hem idari hem
ekonomik açıdan, DPT'ye, Başbakanlığa ve Maliye Bakanlığına
bağlıdır. Ancak, mali özerkliğin sağlanamaması
nedeniyle üniversiteler ayrılan ödeneği dahi kullanamamaktadırlar,
her şey izne bağlıdır. Ayrıca, üniversiteler
kendi kaynaklarını da oluşturamıyorlar. Mevcut
yasada "Devlet gelirleri özel gelirlerle takviye edilmez."
ibaresi yer almaktadır. Bu "dışarıdan kaynak
sağlayamazsınız" anlamına gelmektedir.
İdari yönden de kadrolar devletin elindedir. Bu nedenle üniversiteler,
sık sık kendi ihtiyaçları doğrultusunda personel
istihdamı sağlama durumunda değillerdir.
Değerli arkadaşlarım,
Avrupa Birliğine uyum sürecinde bize "Neden Türk üniversitelerinde
özerklik yok?" diyeceklerdir. Biz ne diyeceğiz değerli
arkadaşlar o zaman Avrupa Birliğine? Kusura bakmayın,
en uzun siyasi iktidar dönemimiz 2002-2007 seneleri arasında
oldu, ama "İktidarı ve Türkiye'yi Avrupa Birliğine
biz soktuk." demeyi pek seven bu dönem Hükûmeti özerk üniversite
işini pek sevemedi mi diyeceğiz Avrupa Birliğine?
Değerli milletvekili arkadaşlarım,
AK Parti Hükûmeti, üniversitelere karşı hep "Biz iktidarız"
edasında oldu ve onları kara listeye aldı. İktidar
duygusunun ihtirası ve şeytani egosu tarafından sarılan
Hükûmet, eline geçen her fırsatta üniversiteden öç almaya çalıştı.
Bu kara listeyi meydanlarda duvara asmadı belki, ama kafasının
içinde sakladı ve hep taşıdı. Üniversite çevreleriyle
olan ilişkilerde hep ipleri kopma noktasına getirdi.
Bu Hükûmet, değerli arkadaşlar,
üniversiteleri ele geçirmeye çalıştı, hatta Hükûmetin
Acil Eylem Planı, üniversiteleri ele geçirme planıdır,
tıpkı sivil toplum örgütlerini ele geçirme planı gibi
değerli arkadaşlarım. Bu, ne vahim bir durumdur.
"Üniversitelere özerklik getireceğiz"
diyen Hükûmet, bunu, daha da daraltmıştır. Hükûmet, kendisini,
YÖK'e bir rakip olarak görmektedir. Hükûmetin amacı, üniversiteleri
YÖK'e bağımlı olmaktan çıkarıp, kendisine bağımlı
hale getirmek olmuştur. Hükûmet, vakıf üniversitelerini,
kendisine daha kolayca bağımlı hale getirebileceği
bir alan ve kavgalı olduğu üniversiteye alternatif bir üniversite
oluşturmanın bir aracı olarak görmektedir. Bu tasarılar,
bu nedenle de endişe verici özellikler taşımaktadırlar.
AHMET YENİ (Samsun) - İnanmıyor
sana kimse.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Senin arzun öyle Ahmet Yeni.
AHMET YENİ (Samsun) - Hiç kimse
inanmıyor.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Samsunlu da sana inanmıyor. Bu seçimlerde, Ahmet Yeni, boyunun
ölçüsünü Samsun'dan alacaksın.
AHMET YENİ (Samsun) - Bakacağız
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Bugün için üniversitelerin en önemli sorunu, idari ve mali özerkliğin
bulunmamasıdır. Ama, nedense, bu, hiç gündeme gelmemiştir.
Anayasa'nın 130 ve 131'inci maddeleri değiştirilmeden
üniversite özerkliğini gerçekleştirmek mümkün değildir.
Oysa, iktidarın reform paketinde bu durum hiç yer almamıştır.
AK Parti Hükûmeti "üniversitelere özerklik getireceğiz"
derken, ortaya koyduğu tavırla, bu alanı daha da bağımlı
bir hale getirmeye çalışmaktadır. Üniversiteye girişle
ilgili kriterler, Avrupa Birliği ülkelerinde, parlamentolar
tarafından belirlenmemektedir. Genel eğilim, üniversitelerin
nasıl öğrenci alacaklarına kendilerinin karar vermeleri
yönündedir. Türkiye gibi, başvuran öğrenci sayısının
kontenjandan fazla olduğu ülkelerde ise, öğrenci alımına
YÖK ve benzeri kurumlar karar vermektedir. Dünyadaki özerklik parametrelerine
göre bir değerlendirme yapıldığında, Türkiye'nin
durumu gerçekten içler acısıdır. Türkiye, özerkliğin
giderek geliştiği ülkeler arasında değil, giderek
yok olduğu ülkeler kategorisinde yer almaktadır.
Üniversiteler, 1960 Anayasası'yla
elde ettikleri kazanımlarının pek çoğunu 12 Eylül
sonrasında YÖK Yasası'yla kaybettiler. Ancak, AK Parti
Hükûmetinin AB'yle müzakerelere hazır bir pozisyonda devraldığı
Türkiye'de üniversitelerin idari, mali ve bilimsel özerkliğini
artırıcı yönde değil de kendi güdümüne sokma yönündeki
gayretleri, Avrupa Birliği normlarına da ters düşmektedir.
Avrupa Birliğinin ABD ve Japon teknolojisi karşısında
bilimsel yetersizliğini kabul edip ar-ge'ye ayrılan kaynakların
bütçenin en az yüzde 3'ü oranında olması kararı da bizde
tam aksi yönde yaptırımlar getirmiştir. Binde 6 oranındaki
pay artırıcılığına, üniversitelerin
araştırma görevlileri kadroları dondurulmuş,
araştırma fonlarına da el konulmuştur. Bu da bilimin
gelişmesine ve bilimsel özerkliğe indirilen darbelerin
en büyüğü, en katmerlisi olmuştur.
Değerli arkadaşlarım,
özerkliğin olmadığı bir ortamda bilimin gelişmesi
mümkün değildir. İdari, mali ve bilimsel özerklikle birlikte
öğrenci alımı da üniversite özerkliğinin temel parametrelerindendir.
OECD ülkelerinin neredeyse tamamı buna yönelik yoğun bir
çaba içerisindedir. 2002'de düzenlenen tabloda Türkiye'nin notu 8
üzerinden 1,5 idi. Araştırma görevlileri kadrolarının
dondurulması ve öğrenci alımına müdahale edilmesiyle,
şimdiki notun 1'in altına düştüğü kaydedilmektedir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Özdoğan,
konuşmanızı tamamlayınız.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- "Türkiye'yi AB'ye biz soktuk" havasıyla Kızılay'da
havai fişek patlatan Hükûmetin hakiki AB karnesi işte budur
değerli arkadaşlarım. AK Parti Hükûmeti, üniversitelerimizin
sorunlarının çözümüyle uğraşacağı yerde
üniversitelerin kendisiyle uğraşmıştır. Türkiye'nin
bir beş yılı, işte, üniversite alanında bu
şekilde heba edilmiştir.
Değerli milletvekili arkadaşlarım,
en üst eğitim ve araştırma kurumu olarak üniversiteler,
her türlü sorunların en üst düzeyde incelenip irdelendiği,
elde edilen bulguların yine öğretim ve yayın yoluyla
aktarıldığı merkezler olarak, evrensel ölçekte
insanlığa hizmet vermektedirler. Eğitimin tek yetkili
kurumu olan üniversitelerin, bilimsel ve teknik geliştirme
merkezleri olmanın ötesinde, birer felsefi tartışma
ortamı olarak çevrelerini bilinçlendirme ve bu yönüyle, bulunduğu
bölgenin bilinç ve kültür düzeyini yükseltme sorumlulukları
bulunmaktadır.
Üniversitelerin öncü gücü olan
bilim insanlarının görevi ise, gözlemleyen, düşünen,
araştıran, sorgulayan ve kuram geliştirerek bilinmeyeni
bilinir hâle getirip bütün bunlardan faydalanarak, yaşamı
kolaylaştırmak için gerekli yöntem ve teknikleri geliştirmektir.
Üniversitelerin tarihsel misyonuna
bakıldığında, bulunduğu çağın önünü
açması, sorunları doğru tespit etmesi ve yaşamı
kolaylaştırması için uygun modeller oluşturmasıyla
anılırlar. Bu yönüyle üniversiteler, en üst düzeyde teknik
imkânlarla donatılmış ve örgütlenmiş, geleceğe
yönelik planı ve projesi olan, vizyonu açık, maddi ve manevi
sorunu olmayan kurumlar olmak zorundadır.
Değerli arkadaşlarım
-konuşmamın başında da söylediğim gibi- biz
vakıfların üniversite kurmasına karşı değiliz,
sadece kaliteli üniversite istiyoruz. İşte, bu nedenle
ben
Anadolu Eğitim ve Kültür Vakfı, İstanbul'da İstanbul
Aydın Üniversitesini kuruyor; Acıbadem Eğitim ve
Sağlık Vakfı, yine İstanbul'da Acıbadem Üniversitesini
kuruyor; Doğanata Eğitim ve Kültür Vakfı, İzmir'de
İzmir Üniversitesini kuruyor; Kemal Gözükara Eğitim ve
Kültür Vakfı, İstanbul'da İstanbul Arel Üniversitesini
kuruyor; Hüsnü M. Özyeğin Vakfı da yine Özyeğin Üniversitesini
kuruyor. Ben, bu vakıf yöneticilerine, bu hassasiyetlerinden
dolayı teşekkür ediyorum, kendilerine başarılar
diliyorum ve kaliteli üniversite kurma konusunda azami gayret
göstereceklerini umuyor ve hepinizi en derin saygılarımla
selamlıyorum. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına, Bursa Milletvekili Mustafa Özyurt.
Sayın Özyurt, buyurun efendim.
(Alkışlar)
CHP GRUBU ADINA MUSTAFA ÖZYURT
(Bursa) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekili arkadaşlarım;
görüşmekte olduğumuz 1322 sıra sayılı Yükseköğretim
Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik
Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı hakkında
Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini sizlerle paylaşmak
için söz almış bulunuyorum. Bu bağlamda hepinizi en içten
saygılarımla selamlarım.
Değerli arkadaşlarım,
bildiğiniz gibi Anayasa'nın 130'uncu maddesine göre, her
düzeydeki yükseköğretim kamu hizmeti niteliğindedir.
Aynı maddenin ikinci fıkrasında ise, kanunda gösterilen
usul ve esaslara göre, kazanç amacına yönelik olmamak koşuluyla,
vakıflar tarafından, devletin denetimi ve gözetiminde
yükseköğretim kurumlarının kurulabileceği de
hükme bağlanmıştır.
Tartıştığımız
yasa tasarısıyla, İstanbul'da Aydın, Acıbadem,
Arel ve Özyeğin üniversiteleri ile İzmir'de İzmir Üniversitesi
olmak üzere beş tane vakıf üniversitesinin kuruluşunu
tartışacağız burada.
Değerli arkadaşlarım,
yükseköğretim eğitimin pahalı bir kademesidir ve yarı
kamusal nitelik taşımaktadır. Devlet üniversitelerinde
kamusal finansman, vakıf üniversitelerinde ise özel finansman
sistemi benimsenmiştir.
Üniversiteler, bir toplumun
çağdaşlaşması ve aydınlanması sürecinde
en önemli öğretim kurumlarıdır. Bu kurumlara önem veren
toplumlar pek çok alanda büyük başarılar elde etmiş, sorunların
çözümünü daha akılcı yöntemlerle çözmüşlerdir.
Bizim üniversite geleneğimiz
-üzülerek de söylesem- çok uzun değildir. Nereden bakarsanız
bakın, aşağı yukarı iki yüz yıla varan bir
üniversite geçmişimiz vardır ve her ne kadar medreseyi üniversite
gibi kabul ederlerse de, çağdaş düşünceyle, medrese
hiçbir zaman bir üniversite karakterinde değildir.
Bu bağlamda, yeni üniversitelerin
kurulması büyük önem taşımaktadır. Biz de bunu candan
destekliyoruz. Ancak, birkaç seferdir bu Parlamentoya getirilen,
önce, bildiğiniz gibi, on beş yeni üniversite kurulması
hakkındaki kanun tasarısı buradan geçtikten sonra,
üniversite rektörlerinin atanması için, arkadaşlar, iktidarın
ısrarından ve inadından dolayı, Parlamentoda 4
kez görüşmek zorunda kaldık ve hâlâ bu üniversitelerin rektörleri
atanamamıştır. Bunu da bilginize sunmak istiyorum.
Gerçi, yeni on yedi üniversitenin kurulması hakkındaki
kanun tasarısı yine geliyor. Ama, dediğim gibi, kurulmuş
olan on beş yeni üniversitenin rektörü hâlen atanmamıştır.
Öte yandan, üniversitenin, üniversite
oluşturmanın pek çok koşulunun bir araya gelmesi gerekmektedir.
Örneğin, parasal kaynak yönünden, öğretim elemanları
yönünden ve altyapı yönünden hepsinin bir araya getirilmesiyle
üniversite ancak üniversite olur. Biraz evvel arkadaşımın
söylediği gibi, şehrin bir köşesinde iki katlı binayı
tutup, üzerine bir tabela koymakla üniversite üniversite olmaz.
Ayrıca, yeni üniversite kurarken
üniversitenin öğretim bütünlüğüne dikkat edilmesi gerekmektedir.
Bizim yasalarımıza göre de bir üniversitenin kurulabilmesi
için mutlaka Yükseköğretim Kurulunun görüşünün alınması
gerekmektedir. Bu açıdan, Yükseköğretim Kurulu düzenleyici,
yol gösterici ve denetleyici bir kurumdur; ister beğenin ister
beğenmeyin, yasalarımıza göre böyledir.
Değerli arkadaşlarım,
örneğin, bu tasarı komisyondan geçerken hiç beklenmedik
bir şey oldu. Üniversitenin içinde tıp fakültesi olmadığı
hâlde bir diş hekimliği fakültesi ilave edildi. Bugüne kadar
böylesine ters bir işlem bizim üniversite geleneğimizde
olmadığı gibi, dünya üniversitelerinde de yoktur. Yani,
bünyesinde tıp fakültesi olmayan bir üniversiteye diş hekimliği
fakültesi açamazsınız. Çünkü, yalnızca şekil olarak
değil bilimsel olarak da yanlıştır. Genel tıp
eğitimi verdirmediğiniz bir öğrenciyi diş hekimi
yapamazsınız. Bunu şu şekilde de açıklayabilirim:
Matematik kürsüsü olmayan, matematik ana bilim dalı olmayan
bir mühendislik fakültesi kuramazsınız arkadaşlar.
Orada, mutlaka matematik kürsüsü, fizik kürsüsü bulunmalıdır.
Burada da böyle yapılmıştır.
AKP'li arkadaşlar "Biz dedik, oldu. Bal gibi olur. Niye olmasın?"
demişlerdir ve bu tasarı böyle gelmiştir karşınıza.
Bunu söylüyorum, bu çok büyük bir yanlıştır, tıp fakültesi
olmayan bir üniversitede diş hekimliği fakültesi kuramazsınız.
NEVZAT YALÇINTAŞ (İstanbul)
- Hangisinde Hocam? Hangi üniversitede diş hekimliği fakültesi
kurulmuş?
MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Onu bulurum
Hocam, size gösteririm.
2005 yılı verilerine göre,
arkadaşlar, devlet üniversitelerinin gelirlerinin yüzde
57'si devlet bütçesinden, yüzde 38'i döner sermayeden karşılanmaktadır.
Öğrenci katkı payı yalnız yüzde 4'tür.
5018 sayılı Yasa'yla, 31
Aralık 2007 tarihinden itibaren üniversitelerde döner sermaye
sistemi kaldırılmakta, yani üniversitelerin yüzde 38 dolayında
olan geliri ortadan kalkmaktadır.
Bugüne kadar, Hükûmet, bu konuda
herhangi bir şey getirmemiştir. Bu yüzde 38'i şuradan
karşılayacağız, buradan tamamlayacağız
dememiştir. Bu yılın sonunda böyle bir şeyle karşılaşacağız.
İnşallah, sizler olmazsınız da, biz düşünmeye
çalışırız bunu.
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Siz düşünmeye
çalışamazsınız! Şimdiye kadar düşünmediyseniz,
daha çalışamazsınız!
MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Değerli
arkadaşlarım
Kusura bakmayın, size bir cümleyle
cevap vermek istiyorum: Derler ki, yaşamın sonuna geldiğinizde
hayat hızlı dönmeye başlar. Aynı, tuvalet
kâğıdının hızlı dönmesi gibidir, sonuna
doğru geldikçe hızlı döner. Onun için, AKP İktidarının
bu telaşını da ben ona bağlıyorum.
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Sizden
bahsetmişler, bizden değil!
MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Biz, bu
Mecliste, dört yıldır, gündüz saat 15.00'te başlayıp
20.00'de bitirdiğimiz toplantılarımızı, bugün
11.00'de başlıyoruz, gece 24.00'te bitiriyoruz. Bu telaşınızı
anlamıyorum, çünkü gidiyorsunuz, kayıyorsunuz, telaşınız
ondan.
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Yapacak
işlerimiz var, yapacağız!
MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Geç kaldınız,
çok geç kaldınız! Geç kaldınız!
SONER AKSOY (Kütahya) - Her şeyi
bir anda yapmak mümkün mü?
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Nereye
geç kaldık?
MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Değerli
arkadaşlarım, bir şey daha söyleyeyim: Beş yıl
oldu, konuşmasını da, dinlemesini de öğrenemediniz.
Yüreğiniz varsa, çıkar bu kürsüde konuşursunuz, derdinizi
burada anlatırsınız, oradan üç beş cümleyle laf
atılmaz.
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Erzurum)
- Çok yürekli şeyler mi söylüyorsunuz?
MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Varsa
yüreğiniz çıkar konuşursunuz. Benim yüreğim var
konuşuyorum.
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Erzurum)
- Ne söyledin ki yürekli?
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Senin
söylediğini herkes söyler.
MUHARREM İNCE (Yalova) - Sen
anlayamadıysan!
MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Peki,
niye laf atmak ihtiyacı duyuyorsunuz öyleyse? Bu heyecanınız
neden? Kalkar gelirsiniz buraya, buyurun.
Değerli arkadaşlarım,
vakıf üniversitelerinin kurulmasını ben de takdirle
karşılıyorum; gayet güzel, çok normal.
Şu anda, vakıf üniversitelerinin
yükseköğrenime katkısı yalnız yüzde 7'dir. Daha
evvel arkadaşlarım bazı rakamlar verdiler, onlar
doğru değil. Bunlar Yükseköğretim Kurulundan alınan
rakamlardır; yalnız yüzde 7'dir. 2025 yılında bu
oran yüzde 16'ya çıkarılmalıdır. Bunun için de, mutlaka
yeni vakıf üniversitelerinin açılması şarttır.
Değerli arkadaşlarım,
hemen söyleyeyim, vakıf üniversiteleri denildiğinde,
devletten hiçbir katkı almayan üniversiteler demek değildir.
Her yıl devletten belli oranda katkı alırlar. Ama, bunun
da bir ölçüsü vardır, bir ölçüyle katkı alınır.
Örneğin, vakıf üniversiteleri,
her yıl yaklaşık olarak 10 bin YTL veya 10 trilyon lira
katkı almaktadırlar. Ama, bu yardımın da bazı
koşulları vardır. Onları da hemen, isterseniz
şöyle birkaç tane sıralayayım:
Örneğin, en az iki yıl
eğitim yapmış olması şarttır. Öğrencilerinin
yüzde 15'ine burs vermesi şarttır. Öğrenci başına
düşen kadrolu öğretim üyesi ile öğretim üyelerinin
uluslararası düzeyde yayın yapmış olması
şarttır ve yine, ÖSS sınavında ilk yüzde 5'ten de
öğrenci alması gerekmektedir bunları alabilmek için.
Hangi üniversiteler ne alıyor
derseniz, hemen onu da söyleyebilirim: Başta Bilkent, Başkent,
Koç, Sabancı, Kültür ve Çağ Üniversiteleri en başta gelmektedir.
İçlerinde Fatih, Doğuş, Haliç gibi üniversiteler altı
yılda bir kez katkı almışlardır.
2006 yılı verilerine göre,
Bilkent Üniversitesi 2 milyon 917 bin, Başkent 2 milyon 64 bin,
Koç 803 bin, Işık 537 bin, Çankaya 833 bin gibi, rakamlar böyle
devam ediyor arkadaşlar.
Bu arada, hemen şunu da söyleyeyim:
Bu üniversiteler, katkı alan üniversiteler, gerçekten ne kadar
bilimsel yayın yaptı derseniz: Başkent Üniversitesi
2005 yılı verilerine göre 379, Bilkent Üniversitesi 297,
Koç 114, Yeditepe 107, Sabancı 98, Fatih 66, Atılım 50,
Çankaya 44, Işık 37, TOBB 30, Kadir Has 23, Doğuş 21,
Bilgi 21, Maltepe 16, Kültür 14, Bahçeşehir 10 diye gidiyor bu
rakamlar. Yani, bu katkıyı alabilmek için, uluslararası
düzeyde de yayın yapmış olmanız gerekiyor.
Değerli arkadaşlarım,
üniversitelerimiz hep kötülenir nedense; işte, üniversitelerimiz
kalitesizdir, üniversitelerimiz şöyledir diye. Aslında,
hiç de öyle değildir bizim üniversitelerimiz, son derece kaliteli
üniversitelerdir. Geçen yılki verilere göre, dünya üniversiteleri
arasında 20'nci sıradan 19'uncu sıraya yükselmiş
oluyoruz, ama, bu arada, iktidarın yaptığı bazı
şeylerden bahsetmek istiyorum. Örneğin, devlet üniversitelerinde
2002 yılı sonunda araştırma görevlisi sayısı
20.650 iken, 2005 yılı sonunda 20.736 olmuştur. Bu rakamı
bir daha söylemek istiyorum: 20.650 iken, beş yıl sonra arkadaşlar,
20.736 olmuştur. Yalnızca 86 tane kadro verilmiştir.
Bu, binde 4 oranında bir artıştır, ama, aynı dönemde,
öğrenci sayısındaki artış yüzde 22 olmuştur.
Biraz evvel arkadaşlarım
geldiler, "iktidar şu kadar şöyle yaptı, bu kadar
böyle yaptı
" İşte, ben de size söylüyorum. İktidarınız
döneminde öğrenci sayısında yüzde 22 artış
olmuş, ama, asistan kadrosu sayısında veya araştırma
görevlisi kadrosundaki artış yalnız binde 4'tür. 86 tane
kadro verilmiştir arkadaşlar, bütün döneminizde; asistan
kadrosu 86'dır. Lütfen bunu iyice not edin.
Bu arada hemen söyleyeyim. Yine
iktidarınız döneminde özellikle öğretim üyelerinin
maaş durumunda hiçbir iyileştirme olmamıştır.
Yani, bir profesör daha önce ne alıyorsa bu dönemde de aynısını
almaktadır, hiçbir iyileştirme olmamıştır.
Ama, şurası da iftihar edilecek bir şeydir: Öğrenciler
arasında yapılan bir ankette "Ne olmak istersiniz?"
diye sorulduğunda öğrencilerin büyük çoğunluğu
öğretim üyesi olmak istediklerini söylemektedir. Bu, aslında,
yararlanılacak olan bir durumdur, istifade edilecek, önümüze
açılmış olan bir durumdur. Bakın, on beş tane yeni
üniversite açıldı, on yedi tane daha açmayı düşünüyorsunuz.
Bu arada hemen söyleyeyim: Öğretim üyelerinin yüzde 60'ı
üç büyük şehirdedir arkadaşlar. Profesörlerin yüzde
46'sı üç büyük şehirdedir ama, yardımcı doçentlerin
de yüzde 70'i üç büyük şehrin dışındadır. Bununla,
bu kurduğunuz üniversiteleri, yeni kurduğunuz üniversiteleri
kesinlikle kaliteli bir üniversite düzeyine getiremezsiniz.
Bu, benim kişisel görüşüm.
Grubuma sormadan söylemek istiyorum bunu: Bildiğiniz gibi,
arkadaşlar, rektörler görevleri başındaysa yetmiş
yaşlarına kadar devam edebilirler. Üniversite öğretim
üyelerinin emeklilik yaşı altmış beştir, biliyorsunuz;
ama, rektör görevindeyse yetmiş yaşına kadar devam edebilir.
Bu, sizin iktidarınızda veya bizim iktidarımızda
yapılabilir; kendi üniversitesinde olmamak koşuluyla,
şu yeni açılan on beş artı on yedi üniversitede görev
almak koşuluyla, altmış yedi yaşında emekli
olan öğretim üyelerine "Bu yeni üniversitelerde görev
alır mısınız?" diye teklif edilebilir, bir kanunla
bu düzenlenebilir
NEVZAT YALÇINTAŞ (İstanbul)
- Bravo!
MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) -
Sağ olun Hocam.
ve böylece, bu altmış yedi
yaşını geçmiş, ama, kendilerinden yararlanabileceğimiz
düzeyde olan hocalarımızı yeni açılan, yeni kurulan
üniversitelerde çok rahatlıkla istihdam edebiliriz. Üç
yıl, üç yıldır. Üç yılda, yanına gelmiş olan
yardımcı doçent doçent olacaktır veya o hocanın yanındaki doçent profesör
olacaktır. Onun için, bundan istifade edebiliriz. Altmış
yedi yaşında hocaları emekli etmek, bence akıllıca
bir iş değildir bu sıkıntılı dönemimizde.
AHMET RIZA ACAR (Aydın) - Bu fikir
güzel.
MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Takdiriniz
için teşekkür ediyorum Hocam, sağ olun.
NEVZAT YALÇINTAŞ (İstanbul)
- Öbür fikirleri de güzel.
MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Bu, benim
kişisel görüşüm. Grubuma sormadım, açık söyleyeyim.
Ama, Allah kısmet eder de 22 Temmuzdan sonra bu iktidar koltuklarında
biz oturur da şey yaparsak, bunu ilk kanun tasarısı olarak
karşınıza getireceğim, merak etmeyin.
AHMET RIZA ACAR (Aydın) - Üniversite
hayal
ZEYNEP KARAHAN USLU (İstanbul)
- Biz getiririz, siz de desteklersiniz.
HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar)
- Biz getiririz, siz desteklersiniz.
MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Hayır,
siz de getirirseniz desteklerim, onu söyleyeyim. Bugüne kadar
keşke getirseydiniz. Bakın, beş yıl doldu. Keşke
getirseydiniz bunu, desteklerdim. Niye desteklemeyeyim? Ülkem
için iyi bir şey yapıyorsunuz.
YAHYA BAŞ (İstanbul) - Siz
muhalefetteyken getirin, biz yine destekleriz.
MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Peki,
sağ olun efendim.
Değerli arkadaşlarım,
bizim üniversite öğrencilerimiz okul, ev ve dershane üçgeninin
içinde gidip gelmektedirler ve son üç yılını çocuklar
buralarda geçirmektedir. Hemen söyleyeyim. OECD ülkeleri arasında
yapılan bir sınavda
Üniversiteye girecek olan çocuklarımız
OECD ülkeleri arasında bir sınava alınmıştır.
50 ülke arasında 48'inci olduk arkadaşlar. Yani, "bu kadar
iyi yetiştiriyoruz, bu kadar şöyle hazırlıyoruz"
dediğimiz çocuklarımız 50 OECD ülkesi arasında
48'inci olmuştur. İşte, bilgi düzeyimiz, yetiştirme
düzeyimiz bu.
Bu arada şunu da söyleyeyim:
2004 yılında ÖSS'ye giren öğrencilerin üniversite kapısına
gelinceye kadar hazırlık için harcadıkları paraya
baktığınızda 8,4 milyar dolar. 2005 yılında
bu 9,2 milyar dolardır arkadaşlar. Oysa, yılda üniversitelere
ayırdığımız paramız yalnız 2,7 milyar
dolardır. Bu çarpık düzeni böyle devam ettirirseniz, bu
dershaneler alabildiğine artacaktır. Yine resmî rakamlara
göre 1984 yılında 174 olan dershane sayısı,
2002-2003 eğitim yılında 2.122'ye, 2004 yılında
2.984'e ve 2005 yılında ise 3.650'ye çıkmıştır.
Böylece, katlana katlana gitmektedir.
Rakamlara çok fazla boğmak istemiyorum
sizi. Çünkü, her yıl üniversite sınavına giren öğrenci
sayımız 1 milyon 800 bin civarında. Bunun ancak 200 bini,
örgün öğretim dediğimiz, yani bizim anladığımız
anlamda dört yıllık eğitim verdiğimiz üniversitelere
girebilmekte, 400 bini de açık öğretime girmekte.
Burada hemen şunu da vurgulayayım:
Açık öğretim dünyanın hiçbir yerinde bu kadar yaygın
değildir arkadaşlar. Bizdeki açık öğretim, şu
anda üniversite öğretiminin yüzde 30'unu tutmaktadır. Bunun
mutlaka yüzde 10'lara, yüzde 15'lere çekilmesi gerekir. Açık
öğretimin bu kadar yaygın olması
Açık öğretim
şu olabilir: Sürekli eğitim dediğimiz şekilde, insan
elli yaşına da geldiğinde, altmış yaşına
da geldiğinde bu eğitimi görebilir, ama bununla meslek edinemezsiniz.
Onun için, mutlaka, üniversite öğretiminin çoğaltılması,
yani hem kamu üniversitelerinde hem vakıf üniversitelerinde
üniversite sayısının çoğaltılması, ama
bu çoğalmayı sağlarken, sayıyı sağlarken
mutlaka eğitim ve öğretimin kaliteli olması şarttır.
Komisyonda bunu söylediğimde
arkadaşlarım bana biraz sitem ettiler. Üniversite öğrenciliği
ve üniversite öğretim üyeliği bana göre çok ayrı meziyetleri
olan bir meslektir. Yine dünyaya gelsem yine üniversite öğretim
üyesi olurum. Çocuk yirmi yaşında üniversiteye geldiğinde
hocanın giyiminden, kuşamından, konuşmasından,
davranışından etkilenir ve o yönde hareket eder. Ben
tıp fakültesi öğrencisiyim, ama Sıddık Sami
Onar'ın dersini de dinledim ben, Hüseyin Nail Kubalı'yı
da dinledim, Ali Fuat Başgil'i de dinledim. Hukuk fakültesi ile
tıp fakültesi yan yanaydı, okul arkadaşlarım geçerken
"gel, bugün Hüseyin Nail Kubalı şunu anlatacak"
derlerdi ve gider ben Hüseyin Nail Kubalı'nın dersini dinlerdim.
Üniversite eğitimi böyle olur. Yoksa, at gözlükleri gibi
"yalnız bunu okuyacaksınız, yalnız bunu bilecek"
dersiniz, o üniversite eğitimi, üniversite öğrenimi olmaz
arkadaşlarım.
Avrupa Birliği ülkeleri arasında
falan -bu rakamlara çok girmiyorum- aslında, çok parlak değil
durumumuz. Yani, işte az evvel söyledim, OECD ülkeleri arasında
yapılan bir sınavda 50 ülke arasında 48'inci olmuşuz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Özyurt, konuşmanızı
tamamlayınız.
Buyurun efendim.
MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Sağ olun.
Öyle çok ahım şahım,
parlak bir durumumuz yok arkadaşlar, ama, bunun içinden çıkamaz
mıyız iktidarıyla muhalefetiyle? Bu, iktidar muhalefet
meselesi değil. Önümüzdeki yıllar hepimiz için, çocuklarımız
için, aslında kendimiz için
Ben size söyleyeyim, er veya geç hepiniz
hekime muhtaç olacaktır. Eğer iyi hekim yetiştirmişseniz
O gittiğiniz yerde tesadüfen bir kaza geçirdiniz, hiç bilgisiz
bir hekimle karşılaştınız. Onun için, hepimize,
bu üniversite öğrencilerimiz, üniversitede yetişen çocuklarımız
lazım olacaktır, yani, bizim yaşamımız için lazım
bunlar. O bakımdan, gelin, bunları kaliteli yetiştirmeye
çalışalım, öğretim üyelerinin maaşlarına
yapılabildiği kadar zam yapmaya çalışalım.
Bakın, burada, hâkimler ve savcılar
için iyileştirici, zam yapıcı bir tasarı geçti, hiçbirimiz itiraz
etmedik. Üniversite öğretim üyeleri için de böyle bir şey
yapabilirdiniz. Üniversite öğretim üyelerinin maaşlarını
da artırıcı bir şey yapabilirdiniz, seve seve desteklerdik;
niye desteklemeyelim? Ama, dediğim gibi, artık çok geç; geç
kaldınız. Hani, bir şarkı var "Daha önceleri
neredeydiniz?" diye; öyle, daha önceleri neredeydiniz?
NEVZAT YALÇINTAŞ (İstanbul)
- Tabii, tabii, doğru söylüyorsunuz.
ÖNER ERGENÇ (Siirt) - Buradaydık.
MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Buradaydınız, ama, istenileni
yapmadınız efendim, gerekeni yapmadınız. Burada
çekişmekle, kavga etmekle, laf atmakla bir yere varılmaz.
Evet, parlamenter günlerimizin
belki sonuna geliyoruz. İyisiyle kötüsüyle bu dört yılı
birlikte geçirdik. Burada birlikte olduk, belki laf attık, kavga
ettik, ama, dışarıda bir gün karşılaştığımızda
el sıkışacağız, "ne günlerimiz de oldu"
diyeceğiz.
Bu duygularla, hepinize saygılar
sunuyorum, çok teşekkür ediyorum. Sağ olun. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Özyurt.
Şahsı adına, Trabzon
Milletvekili Aydın Dumanoğlu.
Buyurun Sayın Dumanoğlu.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
ALİ AYDIN DUMANOĞLU (Trabzon)
- Sayın Başkan, çok değerli milletvekili arkadaşlarım;
hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Bugün şu andaki Meclisimizin
konusu, ülkemizde beş tane daha yeni vakıf üniversitesi
açılması konusundadır ve konuşmalarımın
özünü bu noktaya toplamak istiyorum.
Bir defa, sözlerime başlarken,
çok değerli meslektaşım, Hocam Mustafa Özyurt'a da teşekkür
ederek başlamak istiyorum, çünkü, bu sorunun temeline inerek konuşmak
lazım. Türkiye'de üniversite açılması gerekli mi, değil
mi; açılması için şartlar var mıdır, yok mudur;
neden bu bir zorunluluk hâline geliyor, bunu genel hatlarıyla
değerlendirmek gerekiyor.
Kabaca bir değerlendirme yaptığımız
zaman, Türk toplumunda ortalama yaş, yani, insan ömrünün yetmiş
sene olduğunu düşünürsek ve 73 milyon da nüfusumuz olduğunu
düşündüğümüzde, demek ki her yaş grubumuzda 1 milyon
insan var demektir ve 18-21 veyahut da 18-22 yaş grupları arasında
da dört sene içerisinde ve buna belki de bir sene daha ilave edersek,
demek ki üniversiteye gitmesi gereken ve ortaöğretimi tamamlatmakta
olduğumuz hemen hemen 5 milyon insan var. Her sene üniversite
sınavlarına da baktığımız zaman, 1 milyon
700 bin kişinin üniversite sınavına girdiğini de
görüyoruz. Bunların arasından örgün eğitime 250 bin kişi
ve 150 bin kişi de açık öğretime aldığımızı
düşünürsek, her sene 1 milyon 400 bin kişi ülkemizde üniversiteye
gidememektedir ve o 1 milyon 700 bin kişi arasından da üniversiteye
gitmek için aileler büyük bir yarış içerisindedir. Bakın
ne oluyor bunu yapmak için: İşte, her aile, kendi çocuğunu
üniversite sınavında kazandırmak için, ta ilkokuldan
itibaren bu çocuklara, çocukluk hayatını yaşatmaksızın,
gençlik yaşını yaşatmaksızın, okullardan
sonra da sürekli olarak kurslara göndermektedir. Bu, çocukların
âdeta gençliğini yaşamadıkları, çocukluklarını
yaşamadıkları bir nesil ortaya çıkartıyor.
Neden? Üniversitelerin sayısı az, üniversitedeki yer sayısı
az, aman benim çocuğum bu üç saatlik sınavı zorla kazanarak
üniversiteye gitsin diye. Maalesef, bu, çocuklarda ne bir sosyal hayat
bırakıyor ne de fikrî ve zekâlarını geliştirebilecek
bir hayat bu öğrencilere bahşediyor. İşte, bunun
da kökeninde, ülkemizdeki az miktarda olan üniversitelerden kaynaklanıyor.
Şimdi, vatandaşlar ne yapıyor?
Bakın, yükseköğretimden almış olduğum bilgilere
göre, maksimum olarak, her sene, vatandaşlarımız 8 katrilyon
para kurslara harcıyor, 8 katrilyon! Bunun minimum olarak düşünülmesi
hâlinde de 2,5 katrilyon. Ben bir ortalama olarak düşünürsem bunu,
5 katrilyon kadar bir para vatandaşlar, çocuklarını
üniversiteye koyması için, üniversite sınavını
kazanmaları için ayrıca harcıyorlar. Bir kere, ülkemizde
bulunan şu andaki altmış sekiz tane üniversite ve yirmi
iki tane de vakıf üniversitesi için
Vakıf üniversitelerini
de bir tarafa bırakırsak,
altmış sekiz tane üniversite için devletimizin harcamış
olduğu para 6,5 katrilyon. Şu rakam hemen şunu ortaya
koyuyor: Değerli arkadaşlarım, demek ki, vatandaşlarımızın
çocuklarını üniversiteye koymak için dershanelere harcamış
olduğu para, hemen hemen devletin bütün üniversitelere -altmış
sekiz tane üniversiteye- 2 milyon öğrencimizi okutmak için harcadığı
paraya denk. Daha da ötesi, her sene, Türkiye'den 70 bin de öğrencimiz
-ki, bunun 22 bini kayıtlıdır, 50 bin civarında kayıtsızdır-
yurt dışında okuyor ve bunlara, ortalama olarak 20 bin
dolar harcandığını düşünürsek, bu da 1,5 milyar
dolar yapar ve bu para da Türk parası olarak 2 katrilyon bir para.
Vatandaşların harcadığı parayla, 5 katrilyon
da onlar harcıyor, 7 katrilyon ve bunu, bu kadar bir parayı,
ayrıca devletin mekanizmasından geçmeyerek, vatandaşlarımız,
çocuklarına harcıyor. Bu, doğal olarak şunu ortaya
koyuyor ki, üniversiteler kurulmalıdır, üniversitedeki
yerlerin sayıları artırılmalıdır. Bu,
Türkiye'nin bir gerçeği. Onun için, şu anda yapılmış
olan, vatandaşlarımızın, beş tane vakıf
üniversitesi kurmak için, YÖK'ün ve Hükûmetin ortaya koymuş olduğu
kurallara uyarak Meclisimize gelmesini, ben, fevkalade saygıyla
karşılıyorum. Kaldı ki, vakıf üniversiteleri
de çok hızlı olarak gelişen kurumlardır.
Biraz önce, bir arkadaşım
"üniversite kurmalıyız, fakat, maalesef, bunun tabela
üniversitesi olmaması lazım geldiği" şeklinde
bir ifade kullandı. Bunu, fevkalade yadırgıyorum. Yadırgıyorum,
çünkü, ülkemizde ilk üniversite, 1933 yılında İstanbul
Üniversitesi olarak kurulmuştur. 1946'da Ankara Üniversitesi,
1948'de İstanbul Teknik Üniversitesi, Dördüncü üniversite,
1955 yılında Karadeniz Teknik Üniversitesi kuruldu. Bu
üniversite de sadece 1963'te eğitim öğretime başladı,
bir ilkokulda, iki dershaneli bir ilkokulda, 9 tane idari personeli,
1 rektörü ve 90 tane de öğrencisi.
Değerli arkadaşlar, bugün
var olan altmış sekiz tane üniversite, bu şekilde çoğu
kuruldu. Birçokları, o günlerde geliştiğini iddia
eden üniversiteler, bunların hepsini tabela üniversitesi olarak
söylediler. Ama, şu anda, Karadeniz'de, o 1955'te kurulan, dördüncü
üniversite olarak kurulan Karadeniz Teknik Üniversitesinde,
öğrenci sayısı 48 bin, Ünye'den Artvin'e kadar Doğu
Karadeniz'in her ilinde ve ilçesinde fakültesi ve yüksekokulu var
ve bu üniversiteden üç tane üniversite doğmuştur, bir tane
daha üniversite doğmak üzeredir. Ordu'da, Giresun'da ve Rize'de
doğan üniversiteler, birkaç ay önce yasasını kabul ettiğimiz
üniversiteler, hep bu üniversiteye bağlı olarak kurulmuştur.
Diğer üniversiteler de böyledir. Son kırk yılda mazisi
olan üniversitelerimizin çoğu böyle kurulmuştur ve böyle
hızlı bir şekilde gelişmektedir. Bugün, eğer,
ülkemizde 2 milyon gencimiz eğitim, öğretim alıyorsa,
bu şekilde kurulan üniversitelerimiz sayesindedir.
Bakın, üniversitelerimizin
sayısını artırmak zorundayız, çünkü, toplumun
dinamikleşmesi için toplumdaki üniversiteleşme oranının
yüzde 40'ların üzerine çıkması gerekir. Hâlbuki, ülkemize
baktığımız zaman, bu rakam, örgün eğitimde
-2006 yılına göre- yüzde 25'tir; Amerika'da yüzde 80, her Avrupa
Birliği ülkesinde ise yüzde 60'ın üzerindedir. Bu rakam
esas alındığı zaman, ülkemizde bile üniversite sayısını
hiç değilse 2 katına çıkarmamız lazım.
Ayrıca, dünyaya baktığımız
zaman, her 500 bin kişiye 1 üniversite düşmektedir. Türkiye'de
68 tane üniversite olduğunu düşünürsek, 73 milyon nüfusumuz
olduğunu düşündüğümüzde, demek ki, Türkiye'de 146 üniversite
olması lazım dünya normları için. Pekâlâ, Avrupa Birliği
normları için de
Avrupa Birliğinde her 250 bin nüfusa 1 üniversite
düştüğüne göre, Türkiye'deki üniversite sayısının
da 300 olması lazım. Hiç kimsenin bunu tartışmaması
lazım. Kaynak dediğimiz şey, sözlerimin başında
izah ettim, vatandaşlarımız kendi çocuklarını
üniversiteye göndermek için büyük bir atılım içindedir, büyük
bir gayret içindedir. Özellikle, Türk toplumu, Türk ailesi, çocuklarını
prens ve prensesler olarak gören bu aileler, bütün varlığını
bu çocukların eğitimine hasretmekten de geri kalmıyorlar.
Onun için, üniversitelerin sayısını mutlaka artırmalıyız
ve kaynağın da hemen yanı başımızda olduğunu
düşünüyorum.
Vakıf üniversitelerindeki
öğrenci sayısının az olduğundan şikâyet
etmeyelim, çünkü, bunlar zaman içinde gelişecektir. Devlet üniversitelerinin
bile ancak yüzde 90'ının mazisi son kırk seneye dayandığına
göre, bu üniversiteler de zaman içerisinde mutlaka gelişeceklerdir.
İkinci bir konuya da değinmek
istiyorum çok basit olarak.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Dumanoğlu,
konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun efendim.
AYDIN DUMANOĞLU (Devamla) -
Bitiyorum Sayın Başkan.
Bakın, daha 2001 yılında,
Türkiye'deki uluslararası düzeyde yapılmış olan
yayınların miktarı 5 bin civarındayken, bugün,
2006'da, bu 17 bine çıkarak Türk üniversiteleri dünya sıralamasında
17'nci sıraya yükselmiştir. Bunun da nedeni nedir biliyor
musunuz değerli arkadaşlar, bakın, 2002 yılına
nazaran, 2006 yılına geldiğim zaman Türkiye'deki
araştırmalara ayrılan para tam 46 kat artmıştır.
Bunların da daha ötesinde, Türkiye, Avrupa Birliğinde
12,5 milyar euroluk bir yatırım için, 200 milyon euro Avrupa
Birliği fonlarına yatırarak 12,5 milyar euro fondan
pay almasını sağlamıştır. Dolayısıyla,
mevcut olan Hükûmetimizin araştırma fonlarına yapmış
olduğu bu katkılardan ötürü araştırma sayısı
artarak Türk devletinin yücelmesine neden olmuştur. Ayrıca,
son altı yılında araştırma görevlilerinin sayısını
8 bin artırdığı için Türk Hükûmeti, araştırmalara
ayrılan insan potansiyeli de artmıştır. Bütün bunlar,
Türk üniversitelerinin yücelmesine doğru giden yoldur.
Bu düşüncelerle, hepinizi
sevgi ve saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Dumanoğlu.
Tasarının tümü üzerinde
-ekranda bir kısım arkadaşlarımızın ismini
görüyorum- soru-cevap işlemi gerçekleştireceğiz.
Sayın Kılıç, buyurun.
MUHARREM KILIÇ (Malatya) - Sayın
Başkan, aracılığınızla, Sayın Bakana
sorum olacak.
Görüşülmekte olan kanun tasarısıyla
beş tane yeni vakıf üniversitesi kurulmaktadır. Yeni
üniversitelerin kurulmasına, Cumhuriyet Halk Partisi olarak
herhangi bir diyeceğimiz yoktur. Bunları önemsiyoruz. Ancak,
bundan önce on beş tane yeni üniversite açılmıştı.
Bu üniversitelerin rektörlerini "Biz seçemedik." diye,
ne yazık ki, yeteri kadar kaynak vermeyerek bir anlamda cezalandırmış
oluyorsunuz.
Yine, daha önceki üniversitelerden,
örneğin, Malatya İnönü Üniversitesinin Turgut Özal
Tıp Merkezinin -Sayın Bakanım, siz bunu biliyorsunuz-
kadro kanunuyla ilgili -şu anda beş yılınızı
dolduruyorsunuz- hâlâ bir gelişme gösteremediniz. Üniversitemizin
kadro kanunu hâlâ çıkmadı. Kaynak olarak yeterli kaynak
sağlanmıyor. Halk arasında deniliyor ki: "Acaba Malatya'mız
ve üniversitemiz cezalandırılıyor mu?" Malatya'da
sizin iktidarınıza karşı böyle bir şey var.
Sayın Bakanım, iktidar
olmak, hükûmet olmak ciddi bir iştir. Üniversitemizin bu kadro
ve kaynak sorununu çözmeyi düşünüyor musunuz? Bunu, kısa
ve net olarak öğrenirsem memnun olacağım.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Kılıç.
Sayın Aslanoğlu
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Malatya) - Sayın Bakanım, beş yıldır Maliye
Bakanlığı, "Evet, Malatya İnönü Üniversitesinin
kadro ihtiyacı var." dedi. Bakanlığınız
Yüksek Öğretim Genel Müdürlüğünün norm kadrosunda,
"Bu üniversitenin bin tane öğretim görevlisi
açık." dedi. Maliye Bakanlığı kabul etti, Devlet
Personel kabul etti, Başbakanlık kanunu buraya gönderdi,
Plan ve Bütçe Komisyonu kabul etti. Ama, iki yıldır hep
şunu söylüyorsunuz: "Tüm üniversitelerle birlikte getireceğiz."
Bitti... Onun için, ben artık kime inanacağım, bilmiyorum.
Malatya İnönü Üniversitesinin çocuklarını cezalandırıyor
musunuz? Ben bunu öğrenmek istiyorum.
Bu üniversitenin
Bakanlığınız
Diyorsunuz ki: "Evet, acil." Bizim çocuklarımız orada
cezalandırılıyor. Sayın Bakanım, her seferinde
dediniz ki, Sayın Başbakan söylemesine rağmen:
"Getiriyoruz en kısa sürede." Ama, dönem bitti. Acaba
Meclis çalışmaları bitmeden Malatya İnönü Üniversitesinin
dört buçuk yıldır bekleyen, kanun haline getirilmiş
kadro yasasını getirecek misiniz, getirmeyecek misiniz?
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Aslanoğlu.
Sayın Gazalcı, buyurun
efendim.
MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Teşekkür
ederim Sayın Başkanım.
Sayın Bakana
Üniversite
öğretim elemanlarının ekonomik durumunu iyileştirmeyle
ilgili ne gibi bir düzenleme yaptınız? Yaklaşık
10 YTL ders ücretleri var. Bu, niçin artırılmadı?
Şimdi, yukarıda, Plan ve
Bütçede on yedi üniversite kurulmasına ilişkin görüşmeler
yapılıyor. Daha önce on beş üniversitenin rektör atamaları,
bir yıl sonra mahkeme kararıyla o ek geçici 1'inci madde
durduruldu. Bu on yedi üniversitede de aynı yanlışı
mı yapacaksınız?
"Yurt dışına 5
bin öğrenci göndereceğim." dediniz, bin tanesini gönderdiniz,
ama orada yapılan sınav biçimlerini mahkeme durdurdu. YÖK
açıklamalar yaptı. Bu çocuklar gitti. Sonuçta ne oldu bu konu?
Son olarak: Bir atama yönetmeliği
yaptınız, yıldırım hızıyla geçirdiniz
bunu. Atama yönetmeliğini çıkardınız, iki saat
sonra personel genel müdürü bir genelge çıkardı, okullara
faks çektiniz ve 20 binin üstünde geçici görevli kişiyi müdür
yaptınız. Şimdi, iki saat önce mahkeme bunu durdurdu.
Sayın Bakan, Türkiye bizi izliyor.
Bakın, bütün mahkeme kararlarına karşın bir inatlaşma
içindesiniz. Bir kere daha, halkın huzurunda, bu Mecliste mahkeme
kararlarına uyacağınızı, yanlışları
düzelteceğinizi söyleyebiliyor musunuz?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Gazalcı.
Sayın Işık
AHMET IŞIK (Konya) - Sayın
Başkan, teşekkür ediyorum.
Vasıtanızla, Sayın
Bakanıma şu soruları yöneltmek istiyorum:
Sayın Bakanım, üniversite
öğrencilerinin eğitimlerinin bir kısmını
yurt dışında yapabilmelerine imkân oluşturulmuştur.
2006-2007 yılında bu sayı ne kadardır?
Yine, bir kısım öğrencilere,
mesleki eğitim için, Avrupa ülkelerinde staj yapma fırsatı
sağlanmıştır. Bunun da sayısını istiyorum.
Son olarak: Konya Selçuk Üniversitesi,
sizin de yakından takip ettiğiniz gibi, Selçuk Üniversitesinin
Tıp Fakültesi Selçuklu Tıp Fakültesi, yirmi yıldır
yılan hikâyesine dönen tıp fakültesi bitmiştir, mefruşatı
döşenmiştir, hiçbir eksikliği yoktur. Şu an kadro
noktasında bir yasa tasarısı Plan ve Bütçede beklemektedir.
Bununla ilgili değerlendirmenizi almak istiyorum. Bu dönemde
bu tasarı yetişecek midir?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Sayın Özyurt
MUSTAFA ÖZYURT (Bursa) - Sayın
Başkanım, aracılığınızla Sayın
Bakanıma bir soru yöneltmek istiyorum.
Ben konuşurken bilmiyorum burada
mıydınız Sayın Bakanım? Aşağı yukarı
beş yıl oluyor üniversite öğretim üyelerinin maaşları
için hiçbir girişiminiz olmadı, hiçbir ciddi girişiminiz
olmadı. Böyle bir girişim düşünüyor musunuz veya düşündünüz
de uygulayamadınız mı?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Özyurt.
Sayın Bakanım, buyurun.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkanım teşekkür
ederim.
Sayın Kılıç ile Sayın
Aslanoğlu'nun soruları aynı mahiyette olduğu
için ikisine birden cevap veriyorum: Bizim, hiçbir üniversiteyi,
hiçbir kamu kurumunu, bir şehri veya onun ahalisini cezalandırmak
gibi bir niyetimiz ve bir eylemimiz olamaz; biz, bütün şehirlerimizi
mükâfatlandırmak için var olan bir siyasi kadroyuz. Hükûmetimizin
icraatları bu yöndedir.
Şimdi bakın, biraz önce
hem Sayın Işık'ın sorusunun o kısmına da cevap
vermiş olacağım, Anadolu Üniversitesinden ayrılan
Osmangazi Üniversitesinin çok ciddi bir kadro sıkıntısı
vardı. Ayrıca Selçuk Üniversitesi, malumunuz, çok büyüyen
bir üniversite ve iki hastanesi olan, iki tıp fakültesi olan bir
üniversite. Buralarda çok ciddi bir kadro eksikliği vardı.
Diğer bütün kurumlarla da iş birliği yapıldı,
bunların eksiklikleri tespit edildi, Plan ve Bütçe Komisyonunda
biraz önce on yedi üniversiteyi görüşürken bu iki üniversitenin
de kadro ihtiyaçları giderildi ve bu Plan ve Bütçe Komisyonundan
geçti. Türkiye Büyük Millet Meclisine gelecek ve Genel Kurulda da
bu kabul edilecek.
Turgut Özal Tıp Merkezinde kadro
ihtiyacı olduğunu biliyorum. Ancak, bildiğiniz gibi,
bu bazı geçici işçilerin kadrolu yapılmasıyla
ilgili çalışma esnasında Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığımızın yapmış olduğu
bir çalışma var. Değişik statülerde çalıştırılan
memurların, özellikle üniversite bünyesinde çalıştırılan
devlet çalışanlarının veya geçici statüde çalışanların
4/B kapsamına alınarak bu ihtiyacın giderilmesiyle
ilgili üniversitelerle de bir mutabakata varıldı. Meseleyi
bu çerçeve içerisinde değerlendirmenizi özellikle istirham
ediyorum.
Sayın Gazalcı'nın
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Malatya) - Gelecek mi, gelmeyecek mi üniversitelerle beraber?
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Ben, arkadaşlar, bakın, bu
MUHARREM KILIÇ (Malatya) - Sayın
Bakan, o üniversitelerin kadroları işçilerden mi oluşuyor?
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Hayır, ben öyle bir şey söylemedim.
Hangisine, nerede ihtiyaç duyulacağını
Dediğim
gibi, Maliye Bakanlığında, Devlet Personel Başkanlığında,
Devlet Planlama Teşkilatında bütün hazırlıklar,
çalışmalar yapılır. Üniversiteleri temsilen,
ben, bu, eğer gündeme getirilecekse
Türkiye Büyük Millet Meclisinin
gündemini ben tek başıma belirlemiyorum. Bunun gündeme
gelmesi gerekiyorsa, gelir. Sizin, özellikle grup başkan vekilleriniz,
iktidar partisinin grup başkan vekilleriyle Danışma
Kurulunda bunu müzakere ederler. Genel Kurula geldiği zaman
da, ben gelir buraya otururum. Mesele bundan ibarettir.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Malatya) - Sayın Bakan, Osmangazi Üniversitesi ve Selçuk Üniversitesi
onunla beraber gelmeyecek mi?
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Gazalcı'nın sorularına
gelince. Bu, atama ve görevde yükselme yönetmeliğiyle ilgili
sorunuz, yükseköğretimle ilgili bir mesele değil, buna
cevap vermiyorum.
MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Mahkeme
kararı olduğu için Sayın Bakan
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Ayrıca, ekonomik durumun iyileştirilmesiyle
ilgili olarak arkadaşlarımın soruları var. Sayın
Özyurt "Üniversite öğretim üyelerinin durumunda hiçbir
iyileştirme yapılmadı." diye bir ifade kullandı.
Değerli arkadaşlar, kümülatif
enflasyon çıktıktan sonra, yani enflasyonu bir tarafa
bıraktığınız zaman, Türkiye'de en az zam yapılan
devlet memurlarının maaşında yüzde 12 iyileştirme
yapılmıştır. Öğretim üyelerini bırakın
bir tarafa, bu rakamlar kesinlikle doğru değildir.
Rektör atamalarıyla ilgili
olarak, malumunuz, şu anda on beş üniversiteye rektör atamasıyla
ilgili, on yedi üniversiteye rektör atamasıyla ilgili, yeni
kurulan üniversitelere rektör atamasıyla ilgili prosedür askıda
kalmıştır Anayasa Mahkemesinin iptal kararından
dolayı. Bununla ilgili ayrıca bir düzenleme yapılacaktır.
O da -zaten siz Millî Eğitim Komisyonu üyesisiniz- oraya geldiğiniz
zaman siz de katkı sağlarsınız ve fikirlerinizi
de söylersiniz.
Yurt dışına gönderdiğimiz
öğrencilerle ilgili olarak, hiçbir zaman için mahkemenin bozma
sebebi, yapılan sınavların şekli değildi,
çünkü bu sınavları biz yapmadık. Bu sınav ÖSYM tarafından
yapıldı. Bütün kriterler yükseköğretim kurumlarının
belirlediği kriterlerdi. "Mülakat olmasın" dedi
"Sübjektiflik devreye girer." dedi, biz mülakatı kaldırdık.
Daha sonra "Yükseköğretim Kurulunun devreye girmesi gerekiyor"
denildi, Yükseköğretim Kuruluyla da bir protokol imzalandı,
böyle bir problem yok Sayın Gazalcı, problem aşılmıştır,
hayırlı olsun.
Yine, değerli arkadaşlarım,
Sayın Özyurt
Sayın Başkan, ben, öncelikle
Sayın Işık'a dönmek istiyorum. Sayın Işık,
bu birinci ve ikinci sorunuz, özellikle, Erasmus ve diğer programlar
çerçevesinde yurt dışına giden yükseköğretim
öğrencileri veya Mesleki Eğitim Projesi (MEGEP) çerçevesinde yurt dışına
giden insanlarla ilgili olarak, ulusal ajans bünyesindeki faaliyetler
ciddi dokümanlar gerektirir, o rakamları arkadaşlarımız
tespit edip, zatıalinize sunarlar.
Sayın Özyurt, bir ifade kullandınız.
Bütün değerli milletvekili arkadaşlarımın, ben,
dikkatlerini bu noktaya çekmek istiyorum. Zatıaliniz dediniz
ki: "2002 yılından 2007 yılına kadar üniversitelere
tahsis edilmiş olan araştırma görevliliği kadrosu
sadece 86'dır." Bakın, Mustafa Bey, bir hususun altını
çizmek istiyorum. Benim bu size vereceğim rakamlar YÖK'ün vermiş
olduğu rakamlardır. 2002 yılının sonunda
araştırma görevlisi sayımız 27.380'dir. Değerli
arkadaşlar, buraya dikkatinizi çekerim. Araştırma
görevlisi dediğiniz insan, ya master yapıyor, ya doktora
yapıyor ve araştırma görevlilerinin, beş yıl
sonra, yedi yıl sonra, sekiz yıl sonra tekrar araştırma
görevlisi kalması söz konusu değil. O insanlar meslekte
yükselirler. Bakın, buna rağmen, eğer, bütün araştırma
görevlileri aynı kalsa bile, böyle bir varsayımdan hareket
etseniz bile, 2006-2007 öğretim yılında araştırma
görevlisi sayısı üniversitelerimizde 30.495'tir.
Bir başka şeyi belirteyim.
Profesör sayısı 10 bindir 2002'nin sonunda, bugün 12.600'dür,
2.600 adet profesör sayısında artış olmuştur,
doçent profesör olmuştur. Bakın, doçentler de 5.200 iken
5.900 olmuştur. Yardımcı doçent 12 bin iken, 15.600 olmuştur.
Peki, bunlar nereden geldi? Araştırma görevlisi doktorasını
bitirdi, yardımcı doçent oldu, yardımcı doçent doçent
oldu, doçent profesör oldu.
Şimdi, bunu hesaba katmazsanız,
sanki araştırma görevine başlayan bir kimse kıyamete
kadar araştırma görevlisi kalıyormuş gibi bir varsayımdan
hareket etmiş olursunuz, bu, yanlıştır.
NURETTİN SÖZEN (Sivas) - Üniversite
büyümüyor mu? Yeni fakülteler, yeni yüksekokullar açılmıyor
mu?
MUSTAFA ÖZYURT (Bursa) - Ama, üniversite
sayısı büyüyor, öğrenci yüzde 22 artmış.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Efendim, bakın: Ben böyle bir iddiada
bulunmuyorum arkadaşlar. Sadece bizim iktidarımız
döneminde 112 adet lisans programı veren yükseköğretim kurumu
kurulmuştur. Elbette kuruluyor, ama ben diyorum ki: Bakın,
sizin verdiğiniz 86 rakamı Sayın Özyurt, kesinlikle
gerçekle uzaktan yakından bağdaşmamaktadır.
MUSTAFA ÖZYURT (Bursa) - Bakın
Sayın Bakanım: Yüksek Öğretim Kurulunun çıkardığı
"Yükseköğretim Stratejisi" kitabını yarın
buraya getiririm. Bütün bu milletvekillerinin içinde söylüyorum.
Rakamı tekrar söyleyebilirim, bu rakam ondan alınmıştır.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Peki, tekrarlar mısınız?
MUSTAFA ÖZYURT (Bursa) - Evet efendim,
söyleyeyim. Bakın, size verenler yanlış vermişler,
söyleyeyim.
BAŞKAN - Sayın Özyurt, Sayın
Bakanıma da hitap ederek konuşuyorum: Böyle bir usul yok bu
Genel Kurul içinde, ama
MUSTAFA ÖZYURT (Bursa) - Hayır,
rakamı yanlış verdi Sayın Bakan da, onun için söylüyorum.
BAŞKAN - Buyurun.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Şimdi, Sayın Özyurt, siz, lütfen
Sayın Özyurt size şunu söyleyeyim: Siz, ikisi arasındaki,
2000'le
Bakın, öyle bile olsa, 2002 ile 2007 arasında böyle
bir fark ortaya koysanız bile, bu, üniversitelere tahsis edilen
araştırma görevlisi kadrosunun sadece 86 olduğu anlamına
gelmez.
MUSTAFA ÖZYURT (Bursa) - 2005 Sayın
Bakanım. 2002-2005
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Efendim, 2005 olabilir, tamam 2005 olabilir.
Ama, bu arada, araştırma görevlisi olup da yardımcı
doçent olan insanlar vardır, araştırma görevlisi olup da
üniversiteyi terk eden insanlar vardır, bu hesaba katıyor
musunuz bunu siz?
MUSTAFA ÖZYURT (Bursa) - Sayın
Bakanım, öğrenci sayısı yüzde 22 artmış.
BAŞKAN - Sayın Bakanım
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Teşekkür ediyorum Sayın
Başkanım.
BAŞKAN - Sayın Bakanım,
Sayın Özyurt, aranızda müzakere edebilirsiniz, ikiniz de
üniversiteden, akademisyenlikten gelmiş olan arkadaşlarımızsınız.
Ben, her ikinize de katkılarınız için teşekkür ediyorum.
Tasarının maddelerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul
etmeyenler
Kabul edilmiştir.
1'inci maddeyi okutuyorum:
YÜKSEKÖĞRETİM
KURUMLARI TEŞKİLATI KANUNUNDA
DEĞİŞİKLİK
YAPILMASINA İLİŞKİN KANUN TASARISI
MADDE 1- 28/3/1983 tarihli ve 2809
sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı
Kanununa aşağıdaki ek maddeler eklenmiştir.
Özyeğin Üniversitesi
EK MADDE 72- İstanbul'da Hüsnü
M. Özyeğin Vakfı tarafından 2547 sayılı Yükseköğretim
Kanununun vakıf yükseköğretim kurumlarına ilişkin
hükümlerine tâbi olmak üzere, kamu tüzel kişiliğine sahip
Özyeğin Üniversitesi adıyla bir vakıf üniversitesi
kurulmuştur.
Bu Üniversite, Rektörlüğe
bağlı olarak;
a) Fen-Edebiyat Fakültesinden,
b) İktisadi ve İdari Bilimler
Fakültesinden,
c) Mühendislik Fakültesinden,
ç) İletişim Fakültesinden,
d) Uygulamalı Bilimler Yüksekokulundan,
e) Fen Bilimleri Enstitüsünden,
f) Sosyal Bilimler enstitüsünden,
oluşur.
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına Yalova Milletvekili Muharrem İnce.
Sayın İnce, buyurun efendim.
(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA MUHARREM İNCE
(Yalova) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sizleri
saygıyla selamlıyorum.
Az önce Sayın Gazalcı'nın
sorduğu soruya Sayın Bakan "Millî Eğitimle ilgili
bir konu, cevap vermeyeceğim." dedi ama, ben de kayıtlara
geçmesi açısından şunu söylüyorum: Yönetici atama yönetmeliğinde
değişiklik yaparak, sınavsız bir şekilde, hafta
sonu, AKP il binalarında kimin hangi okula müdür olacağını...
Ve bunları iki gün içinde atadınız. Mahkeme bugün yürütmeyi
durdurma verdi. Ben de buradan sesleniyorum: 22 Temmuzdan sonra,
Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında, o atanan müdürlerin hepsini
sınava alacağız.
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Gelirseniz
alırsınız.
MUHARREM İNCE (Devamla) -
Şimdiden bilsinler, o görevi kabul etmesinler.
SABRİ VARAN (Gümüşhane)
- Gelirsen, al!
MUHARREM İNCE (Devamla) -
Sınavla gelenlere hiç itirazımız yok. Ama sınavsız
bir şekilde gelenler varsa, bunlar partizandır, onların
hepsini sınava alacağız. Kayıtlara geçmesi
açısından bunu belirteyim.
MUSTAFA ÜNALDI (Konya) - Gelirsen
al!
MUHARREM İNCE (Devamla) - Yine,
ayrıca, Millî Eğitim Bakanlığının 28 üst
düzey yöneticisinin istifa edip milletvekili olmak istemesini,
bu Bakanlığın ne kadar partizanlaştığının,
ne kadar kadrolaşmanın merkezi haline geldiğinin bir
göstergesi olarak da bunları sizlerle paylaşmak istiyorum.
Yine -şu anda Plan Bütçede bitti
yanılmıyorsam- on yedi yeni üniversiteyle ilgili. Yalova'nın
olmamasının hesabını da seçim meydanlarında
Yalova halkının size soracağını çok iyi biliyorum.
Yani, İstanbul'a, İzmit'e, Bursa'ya bir saat mesafedeki,
yüzde 60'ı ormanlarla kaplı, eğitim düzeyi çok yüksek,
üniversitede, OKS'deki, sınavlarındaki başarılarıyla
kendini kanıtlamış bir kente üniversitesini çok görmenizin
bedelini 22 Temmuzda ödeyeceksiniz.
Şimdi, neden siz dört buçuk
yıldır eğitim ve bilim kurullarıyla sürekli kavga
halindesiniz? Ben bazı bilgileri sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bakınız, YÖK ve Millî
Eğitim Bakanlığı arasında bir mücadele var.
YÖK, 1987 ile 2005 arasında 3.776 kişiyi yurt dışına
göndermiş öğretim üyesi yetiştirmek için; Millî Eğitim
Bakanlığı da 1994 ile 2005 arasında 1.755 kişiyi
göndermiş. YÖK'ün gönderdiklerinin içinde başarı oranı
yüzde 70,26; Millî Eğitim Bakanlığının gönderdiklerinin
içinde başarı oranı yüzde 52,42. Demek ki YÖK daha
doğru tespitler yapmış, demek ki Millî Eğitim Bakanlığı
daha partizanca seçimler yapmış. Bu yalnızca sizin iktidarınızı
da kapsamıyor, sizden önceki iktidarları da kapsıyor.
Yine, bütçeyi
Siz Türk yükseköğretimini
ne hâle getirdiğinizin farkında değil misiniz Allah
aşkına? YÖK bütçesinin Millî Eğitim bütçesine oranı
2002 yılında yüzde 25'tir -Millî Eğitim bütçesinin yüzde
25'i YÖK'e aittir- 2003'te yüzde 25'tir, 2004'te yüzde 23'tür, 2005'te yüzde
21'dir. 25'ten alıp 21'e düşürdünüz. Yine, 2005 verilerine göre,
Türk yükseköğretiminde öğrenci başına harcama
Türkiye'de 1.460 dolardır. OECD
ortalaması 10.052 dolardır, Amerika Birleşik Devletleri'nde
22.234 dolardır, Yunanistan'da 4.280 dolardır. Siz de diyorsunuz
ki: "Bütçeyi artırdık."
Sayın Bakan, bütçe tekniğinden
kaynaklanan sanal bir artış var. Öğrenci harçlarını
ve döner sermayeyi bütçe tekniğinden kaynaklanarak bütçenin
içinde gösteriyorsunuz, sanal bir artış varmış gibi
gösteriyorsunuz. Asla böyle bir artış söz konusu değildir.
Yine, şunun hesabını
vermelisiniz: Bugün meslek yüksekokulunda okuyan bir gencimize
Türkiye Cumhuriyeti devletinin ödediği para, kişi başına,
öğrenci başına 730 YTL'dir. Eğitim fakültesinde
öğretmen adayına Türkiye Cumhuriyeti devletinin ödediği
para 1.100 YTL'dir, imam-hatip lisesinde okuyan bir delikanlımıza
ödenen para 3.037 YTL'dir. Bunlar, bu ülkenin gerçekleridir. Siz, bunları,
yanılmıyorsam kürsüye çıktığınızda
açıklayacaksınız.
On beş yeni üniversiteye 500
bin YTL para verdiniz, yani dalga geçer gibi bir şey bu. 500 bin
YTL ile üniversite kurulur mu? Sonra "Kaynak aktardık."
diyorsunuz. Bunları bozdur bozdur harca, 500 bin YTL ile üniversite
kuracaksınız! Milyon dolarların gerektiği bir
üniversite kurulmasında, bunları nasıl yapıyorsunuz
ve bunları nasıl başarıymış gibi gösteriyorsunuz,
doğrusu anlayamıyorum.
Son beş yıldır
araştırma görevlileri için verilen yurt dışı
burslara bakalım: 1999'da
Daha önceden başlayayım:
1993'te 1.380 kişi, 1994'te 500 kişi, 1995'te 300 kişi,
1999'da 100 kişi, 2002'de 80 kişi, 2004'te 80 kişi, 2005'te
80 kişi. Araştırma görevliliği kadrosu: 2001'de
4.250 kişi, 2002'de 4.250 kişi, 2003'te 1.410 kişi, 2004'te
1.410 kişi, 2005'te de
Mahkeme kararıyla aldılar, aralık
ayına denk geldiği için de bunu tam olarak kullanamadılar.
Israrla -Sayın Başbakan
dahil- Türk üniversitelerine haksızlık etmektedirler.
"Başarı mı var?" diyorlar. Peki, bütün bu yokluklara
rağmen, Amerika'daki saygın bir kuruluş, Bilimsel Bilgi
Enstitüsü, dünyadaki üniversiteleri toplam makale sayısı
bakımından denetliyor, yorumluyor, bu konuda bir sıralama
yapıyor. Türkiye, 1990'da 40'ıncı sırada, 2006'da
20'nci sırada, 2007'de 19'uncu sırada. Yani, bu üniversitelerimiz
bu kadar yoksulluğa rağmen, bu kadar kaynak kıtlığına
rağmen, bu kadar altyapı eksikliğine rağmen, bu kadar
partizanlaşmanın kol gezmesine rağmen, yine de başarılarını
kanıtlamışlardır.
Şimdi, değerli arkadaşlarım,
biz, asla ve asla bu üniversitelerin kurulmasına karşı
değiliz. Ama, Hükûmetin de, özellikle Millî Eğitim Bakanlığının
da -üniversiteleri nasıl ele geçirmek, buraları işgal
etmek- buraları bir kale gibi görmesini, bunu anlayamıyoruz.
Buraların özerk kurumlar olarak algılanması lazım,
buraların bilim yuvası olarak algılanması lazım.
Bizim sıkıntılarımız burayla ilgilidir.
Tabii ki, üniversitelerle kavgalısınız,
ama Bakanlar Kurulunda da birçok arkadaşımız, akademisyen,
üniversitede hocalık yapmış. Bunu, bu kavgayı nasıl
önleyemiyorlar, doğrusu, anlayabilmiş değilim.
TÜBİTAK'ı mahkemelerde
süründürdünüz, yandaşlarınızı doldurarak yasa
dışı hâline ettiniz. Yurt dışından getirilen
kitaplara bile -özellikle tıp kitapları- lüks tüketim vergisi
var, yüzde 40 vergi var yurt dışından gelen kitaplara.
Bunu çözememiş bir ülkede bilim yapılabilir mi? Bunu çözememiş
bir ülkede "Yükseköğretimin sorunlarını bu dönemde
biz çözdük." denilebilir mi, anlayabilmiş değilim.
Eğer, bir ülkede, bilimsel
hırsızlık suçundan mahkûm olmuş birisi Başbakana
danışman oluyorsa, bu ülkede üniversiteler sorgulanamaz
arkadaşlar. Eğer, siz, Yüzüncü Yıl Üniversitesinde, Ondokuz
Mayıs Üniversitesinde yapmak istediklerinizi şöyle bir
düşündüğünüzde, sizin, bilim adına konuşma hakkınız
yoktur. Ondokuz Mayıs Üniversitesinde komisyonlar kurdunuz;
ne oldu, ne buldunuz, neyi çözdünüz?
Değerli arkadaşlarım,
bütün bunlardan sonra sizlere şunu söylemek istiyorum: Bakınız,
Cumhuriyet Halk Partisi tarafından, eğitim ve bilimle ilgili
8 kanunu Anayasa Mahkemesine taşımışız. Bunlardan
4'üyle ilgili karar vermiş Anayasa Mahkemesi; ya yürütmeyi
durdurma vermiş ya iptal vermiş. Diğer 4'üyle ilgili,
henüz, görüşmemiş diğer 4'ünü. Eğer, 8 tane kanunu
Anayasa Mahkemesine gidiyorsa, belli olan, sonucu kesinleşen
4 kanuna, mahkeme iptal ya da yürütmeyi durdurma veriyorsa, demek
ki siz, danışmadan yapıyorsunuz, demek ki siz, muhalefetin
sesini dinlemiyorsunuz, demek ki siz, hukuk dışı uygulamalar
yapıyorsunuz.
22 Temmuzdan sonra en büyük idealimiz,
hemen şu aşağıdaki Millî Eğitim Bakanlığında
hukuku egemen kılmaktır. Çünkü, hukuk hepimize lazımdır.
Ama, ne yazık ki, Millî Eğitim Bakanlığı, bugün,
hukuksuzluğun merkezi hâline gelmiştir.
Bakın, değerli arkadaşlarım,
yıl 2003, 7 Eylül; 7 Eylül 2003 günü, Hükûmet, YÖK Yasasını
gündeme getiriyor. 14 Eylül 2003 günü Genelkurmay açıklama yapıyor.
Bu, son muhtıra, 27 Nisan muhtırası değil, Millî
Eğitimle ilgili üç tane muhtıra var. 14 Eylül 2003 günü
açıklama yapıyor, deniyor ki: "Türk Silahlı Kuvvetleri,
Anayasa'mızın 42'nci maddesinde de açık ifade edildiği
gibi, Türkiye'de 'Eğitim ve öğretim, Atatürk ilke ve inkılâpları
doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına
göre, devletin gözetim ve denetimi altında yapılır.'
temel ilkesini yürekten benimsemektedir." Ben, o gün TRT-2'de
konuşma yapmaya gidiyorum, Genelkurmay bildiri yayımladı,
on beş dakika sonra Hükûmet tasarıyı geri çekti; muhtıra
1.
Muhtıra 2: 6 Mayıs 2004,
açıklıyor: 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu'nun
32'nci maddesi
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
ASIM AYKAN (Trabzon) - Demokrasiye
aykırı konuşuyorsun!
MUHARREM İNCE (Devamla) - Tabii,
oraya da geleceğim.
BAŞKAN - Muharrem Bey, Sayın
İnce, hitabet sırasında, bu tabirler, demokrasiye uygun
olan tabirler değil, sizin de bunları alkışlayacağınızı
zannetmiyorum, böyle bir şey de yok.
MUHARREM İNCE (Devamla) -
Açıklamamı yapacağım Sayın Başkan.
ASIM AYKAN (Trabzon) - Burası
milletin kürsüsü!
BAŞKAN - Onun için, yani, lütfen,
ifadelerde düzeltmeler yaparsanız, daha iyi olur.
AHMET YENİ (Samsun) - Düzeltin
onu, düzeltin.
BAŞKAN - Buyurun.
MUHARREM İNCE (Devamla) - Bakınız,
6 Mayıs 2004 tarihli bildiri: "1739 sayılı Millî
Eğitim Temel Kanunu'nun 32'nci maddesi ve 430 sayılı Tevhid-i
Tedrisat Kanunu'nun 4'üncü maddesiyle tesis edilen sistemin dışına
çıkacak uygulamaların, söz konusu maddelerin amaçladığı
öğrenim birliği ve laik eğitim ilkelerini zedeleyeceği
açıktır."
Şimdi, gelelim 27 Nisan tarihli
açıklamaya: "Okullarda kutlanacak etkinlikler Millî
Eğitim Bakanlığının ilgili yönergelerinde
belirtilmiştir. Ancak, bu tür kutlamaların yönerge dışı
talimatlarla yerine getirildiği tespit edilmiş ve Genelkurmay
Başkanlığınca yetkili kurumlar bilgilendirilmesine
rağmen, herhangi bir önleyici tedbir alınmadığı
gözlenmiştir."
Takdirlerini size bırakıyorum.
Sayın Bakan, üç kez bu konuda
uyarı alıyorsunuz; takdirlerini size bırakıyorum,
halkımıza bırakıyorum.
Tabii ki, bunları alacağınıza
bizi dinleseydiniz, bu uyarıların hiçbirisi olmazdı.
Biz, onlardan önce, Genelkurmayın açıklamalarından
önce sizi bu kürsüden uyardık zaten.
Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
Yüce Meclise saygılar sunuyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın İnce.
Anavatan Partisi Grubu adına
İbrahim Özdoğan? Yok.
HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin) - Sayın
Başkan, 1'inci maddede "Hüseyin Özcan" olarak bildirilmişti.
BAŞKAN - Saygıdeğer
arkadaşlarım, saygıdeğer grup başkan vekili
arkadaşlarımız da bu teklifleri verirken çok açık
olarak bilinmeli, yani buradaki ifadelerde zaman zaman yanlışlıklar
oluyor. Çünkü, karalamalar oluyor, diğer şeyler oluyor, yani
arkadaşlar da tereddüde düşüyor.
Yoksa, bütün arkadaşlarımız tabii ki konuşacaklar.
Yani, bu hata, biraz da grup başkan vekillerinin veya belki başka şekilde mi oluyor?
Oradan kaynaklanan bir şey var, bizden bir şey yok. Yani, bizdeki
rakamlarda Sayın Özdoğan gözüküyor.
Anavatan Partisi Grubu adına
buyurun Sayın Özcan.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 1322 sıra sayılı Yükseköğretim
Kurumları Teşkilat Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı'nın 1'inci maddesi üzerinde Anavatan
Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, biraz
önce bir arkadaşımız, özellikle -belki bu mevzunun
dışındadır, ama- "Türkiye'de musluk ve batarya
imalatçılarının sıkıntılarını
ne olursunuz Mecliste dile getirin." dedi.
Müteaddit defalar getirdik, ama
AHMET YENİ (Samsun) - Bataryayla
ne ilgisi var?
HÜSEYİN ÖZCAN (Devamla) -
Evet, onların vermiş olduğu mesajı burada sadece
seslendireceğiz.
"Bunlar, dışardan gelen
Çin malları Türk halkının sağlığını
bozuyor. Binlerce musluk, batarya imalatçılarının
sıkıntı içerisinde olduğunu ne olursunuz Mecliste
bunu dile getirinin Meclis kapanırken." demişlerdi,
o insanların sorunlarını dile getiriyoruz. Binlerce
batarya işçisinin, batarya üreticisinin, musluk üreticisinin
sıkıntılarını dile getiriyoruz. Ayrıca,
Türkiye'yi ithal cenneti haline getiren ve sağlığımızla
oynayan bir anlayış içerisinde buna göz yuman Hükûmet bunu
dikkate alsın diye konuştum. Yoksa, yükseköğrenimle
bunun alakası olmadığını ben de biliyorum ve
onun farkındayım.
AHMET YENİ (Samsun) - Okumayan
batarya yapamaz zaten.
HÜSEYİN ÖZCAN (Devamla) - Değerli
arkadaşlar, bizler, yükseköğretimde, özellikle üniversitelerin
açılmasından yanayız. Ne kadar üniversitemiz çok olursa,
o kadar, bu ülkede eğitim seviyesinin yüksek olacağına
ve bu ülkede çağdaşlığı yakalamanın daha
kısa zamanda olacağına inanıyoruz. Bugün, üniversiteyi
açmak, elbette belli mali külfetler getirmektedir. Ama, eğitim
çok önemlidir. Bizim, eğer, eğitim seviyemiz, hâlâ eğitim
ve öğretimimiz -yüzde olarak oranladığınızda
veyahut da sınıflandırdığınızda,
baktığımızda- ilkokul dört seviyesindeyse,
eğitimimize yeteri kadar destek vermediğimizin, yeteri
kadar önem vermediğimizin bir delilidir bu.
Değerli arkadaşlar, üniversiteleri
elbette açalım, çoğaltalım sayıları, bu yetmiyor.
Ama, bunları yaparken de, bugün üniversitelerimizin bağırdığı
seslere de kulak vermek zorundayız. Öğretim kadrosundan,
araştırmacısından, fiziki yapısından,
her yönüyle yoksun olan üniversitelerimiz bağırıyor,
diyor ki: "Bizim hizmetlimiz yok, öğretim üyemiz yok, personelimiz
yok. Fiziki olarak yetersizlik içerisindeyiz. Bizlerin bu çağrısına,
bağırışına kulak verilmesi gerekir."
Avrupa Birliğine gittiğimizde,
bakıyoruz ki, Avrupa Birliği ülkelerinde, okullaşma
oranının bizim çok çok üzerimizde olduğunu görüyoruz.
Üniversite imtihanlarına giren öğrencilerimizin
sıkıntılarını görüyoruz. Dünyanın hiçbir
yerinde, üniversite öğrencisinin ve velisinin ıstırap
içerisinde, yokluk içerisinde, geleceğe umutsuzca bakan hiçbir
Avrupa ülkesi görüyor musunuz? Her yıl, 1 milyon 800 bine yakın
öğrencimizi bir maraton yarışı içerisinde koşuya
sokuyoruz ve onların ancak 200 bine yakını, istemeyerek
de olsa, o üniversitelere girmek zorunda kalıyor -bu öğrencilerimizi
üç saatlik bir imtihana tabi tutarak- bir yerde, istemekte oldukları,
ideallerinde olan okullara yerleştirilemiyorsa, bunun
acısını bütün veliler ve öğrenci ömür boyu çekiyor.
Onu mahkûm ediyorsunuz o puanlama sistemiyle. Oysa, üniversite imtihanını
kaldırarak "Ben, üniversite öğrenimi yapmak istiyorum."
diyen vatandaşın önünü açarsak daha iyi olmaz mı?
Bu öğrenci velilerinin cebinden
senede 10 milyara yakın eğer masraf oluyorsa, evini satıyor,
boğazından kesiyor, doktor parasından bile kesip çocuğunu
dershanelere gönderen velilerin durumunu hiç düşünüyor musunuz?
Tek ideali "Çocuğum bir
üniversiteyi bitirsin." diyen bu velinin, üniversite imtihanını
kazanmadığında, geriye dönüp de evinde hâlâ gelecek
seneki imtihana hazırlanan öğrencinin psikolojik durumunu
biliyor musunuz?
Bunun için yapılacak şey,
kardeşim, özellikle üniversite imtihanlarının kaldırılmasının
yollarını aramak zorundayız. Biz, Anavatan olarak
açık ve net söylüyoruz: Üniversite imtihanları kaldırılmalı.
"Ben üniversite okuyacağım, yükseköğrenimde devam
edeceğim." diyen her vatandaşın önü açılmalıdır.
Üniversite okuyan öğrencilerimize
baktığımızda, soruyoruz: O krediyle bu öğrenci
acaba bir araştırma imkânı bulabiliyor mu, bir okuma
imkânı bulabiliyor mu, bir tiyatro veya sinemaya gidip, yerine
göre bir lokantada oturup da arkadaşlarıyla yemek yiyebiliyor
mu verilmiş olan bu kredilerle? Elbette yok.
Bunları gördüğümüzde,
bu çocukların ıstırabını, bununla da yetmiyor
Bu çocuklar üniversiteyi bitiriyor, ondan sonra KPSS imtihanına
tabi tutuyoruz. O zaman üniversitelerin ne özelliği kalıyor?
KPSS imtihanına tabi tuttuğunuz bir öğrenci öyle üniversiteyi
bitirmiş ki, yedi yıldan beri beden eğitimi öğretmenliğini
bekleyen, tarih öğretmenliğini bekleyen ve branşıyla
ilgili olmayan, okumuş olduğu üniversitenin dışında
başka yerlere girip de çalışmak zorunda kalan, asgari
ücretle çalışan üniversite mezunlarını görmüyor
muyuz? Bunları yaşıyoruz, çevremizde görüyoruz, kendi
çocuklarımızda da görüyoruz. Bu sıkıntıyı
eğer bu velilere, bu insanlara yaşatıyorsak bunun tedbirini
almak zorundayız. Yoksa, bu Hükûmet, kendi kadrolarını
getirmek için, göz göre göre kadrolaşarak, üniversite ve
eğitim sistemimizi kendi amaçları doğrultusunda kullanmak
gibi bir çalışmanın içerisindeyse, eğitime ve
öğretime en büyük zararı veriyor. Çünkü, üniversitede
okuyan her öğrencinin velisi, o çocuğunun geleceğini,
bu ülkenin geleceğini sizden, bizden belki de daha fazla düşünüyor
ve fedakârlığa katlanıyor.
Değerli milletvekilleri,
Meclis olarak bizlerin yapacağı, öncelikle, üniversitelerimizin
daha fazla çoğalmasını, öğretim üyesinden
araştırmacısına, hizmetlisine kadar her yönüyle
daha fazla desteklenmesini sağlamak, fiziki olarak yetersiz
olan üniversitelerin sayısını azaltmak ve millî
eğitimimize daha fazla pay ayırmanın yollarını
aramaktır. Millî Eğitim Bakanlığı, üniversitelere
her yıl düşen oranları sayı olarak, rakam olarak,
yüzde olarak aşağıya çekiyorsa, demek ki, bu Hükûmetin
yükseköğrenime bakış açısı, maalesef, her geçen
gün daha aşağıya doğru gidiyor.
AHMET YENİ (Samsun) - Hangi
parti adına konuşuyorsunuz?
HÜSEYİN ÖZCAN (Devamla) - Ben
Anavatan Partisi adına konuşuyorum, ben halkın
adına konuşuyorum; o yoksulluk çeken, o perişanlık
çeken velinin hakkını savunmak için konuşuyorum.
AHMET YENİ (Samsun) - Partini
söyle!
HÜSEYİN ÖZCAN (Devamla) - O
dershanelerde sömürülen velinin alın terinin hesabını
soruyoruz.
AHMET YENİ (Samsun) - Hangi
parti adına söylüyorsun? Anavatan değişti.
ZEYNEP KARAHAN USLU (İstanbul)
- Üniversiteler kurulunca dershanelere ihtiyaç azalacak, siz merak
etmeyin.
HÜSEYİN ÖZCAN (Devamla) - Onu
duyamazsın, onu şey yapamazsın Sayın Ahmet Bey! Göreceksin,
Samsun'dan gelemeyeceksin, çünkü kadrolarınız, bu söz atma
kadrolarınız yavaş yavaş tükeniyor, gelecekte
belki de kümeden düşeceksiniz. Senin kulağını
çınlatırız bu Mecliste, göreceksin. Sen kadrolaşmaya
devam et, laf atmaya devam et; çünkü, oradaki milyonlarca veli, sizlerin
bu velilere bakış açınızı, üniversiteye bakış
açınızı, millî eğitime bakış açınızı
görüyor ve sizlere notlarını veriyor.
AHMET YENİ (Samsun) - Ben partiyi
sordum, bir şey demedim.
HÜSEYİN ÖZCAN (Devamla) - Bu
millî eğitim karnesiyle siz sınıfta kaldınız.
Dileğimiz
22 Temmuzda halkın size vereceği notla,
gerçekten, sınıfta kaldığınızı göreceksiniz
ve laf atma fırsatını da bulamayacağınıza
inanıyoruz.
MÜCAHİT DALOĞLU (Erzurum)
- Hüseyin Bey, bir istatistik verir misiniz? Ama, bak, hiç bir rakam
veremiyorsun.
HÜSEYİN ÖZCAN (Devamla) - Rakamlar
burada, istersen rakam vereyim.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
karşılıklı konuşmayalım.
MÜCAHİT DALOĞLU (Erzurum)
- Rakam vermeden söylüyor, öyle bir şey var mı?
HÜSEYİN ÖZCAN (Devamla) -
Eğer Türkiye'de, yüzde 70 üniversite mezunu hâlâ boştaysa,
bugün Avrupa Birliğinde bir öğrencinin maliyeti 10 bin dolarsa,
Türkiye'de hâlâ 650 dolarsa, bu aradaki fark sana rakam, al sana vereyim
istiyorsan. Bu rakamı verdiğimizde iyice kümenin altında
kalacaksınız, çünkü bu rakamlar, sizin karnenizin zayıf
olduğunu gösteriyor; millî eğitime bakış açınızın,
öğretim ve eğitime bakış açınızın bir
karnesi. Bu karneyi soracağınıza, kadrolaşmanın
hesabını verin. Bu ülkedeki insanların kadrolaşması
konusunda
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Özcan, konuşmanızı
tamamlayınız lütfen.
Buyurun.
HÜSEYİN ÖZCAN (Devamla) -
İnsanlara ayırım yaparak "bizden ve ötekiler"
diyerek, kurumları ayırarak bir yere varamadınız,
varmadığınız da görülüyor, gözle görülüyor. Bu
kadrolaşmaktan, niteliksiz, kifayetsiz, liyakatsiz yandaşlarınızdan
bazılarını kadrolara yerleştirerek bu ülkenin
millî eğitimine ve kurumların gelişmesine faydanız
olmayacaktır diye düşünüyor, Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyor, kamuoyuna da şunu açıklıkla belirtiyoruz:
Millî eğitimden, millî eğitimin güçlenmesinden, öğretiminden,
eğitimin güçlenmesinden korkarak, hurafeler peşinde koşan
mantık içerisinde olduğunuz sürece, halk size 22 Temmuzda,
dersini sandıkta verecektir.
Saygılar sunuyorum.
AHMET YENİ (Samsun) - Size
şimdiden verdi dersini!
HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin) - Kime
vereceğini görürsünüz siz!
BAŞKAN - Sayın Aydın
Dumanoğlu, grup adına konuşma talebiniz var, konuşacak
mısınız efendim?
ALİ AYDIN DUMANOĞLU (Trabzon)
- Konuşmayacağım.
BAŞKAN - Sayın Ali Aydınlıoğlu,
şahsı adına
Yok.
Sayın Cemal Uysal
Yok.
Sayın Ensar Öğüt, buyurun.
(CHP sıralarından alkışlar)
ENSAR ÖĞÜT (Ardahan) - Sayın
Başkan, değerli arkadaşlar; on yedi ile üniversiteyle
ilgili -bir çalışma veya karar, bir kanun- bu Büyük Millet
Meclisi bir karar aldı. Ancak, 5/11/2003 tarihinde, Ardahan'a Ardahan
üniversitesi kurulmasıyla ilgili bir kanun teklifi vermiştim.
Bu kanun teklifim, ne yazık ki,
Hükûmet partisinin oylarıyla reddolundu ve Ardahan gibi,
sınırda, sekiz ay karlar altında, göç vermiş, yoksullaşmış
bir ile üniversite kurulması çok görüldü. Üniversite kurulması
çok görüldüğü gibi, YÖK, bir yıl önce Ardahan'a fakülte kurulmasıyla
ilgili karar verdi, Bakanlar Kuruluna gönderdi; Bakanlar Kurulu,
ne yazık ki, o fakülteyi de kurmadı.
Şimdi değerli arkadaşlar,
on yedi ilde -gelişmiş ilde- üniversite kuruldu. Ardahan
için 2003 yılında verdiğimiz kanun teklifi kabul edilmedi.
Şimdi soruyorum: Bölge boşalmış, göç vermiş,
iklim şartları ve coğrafi şartları nedeniyle
bölgenin yoksullaşmasından dolayı, bir üniversite kurulması,
Sayın Bakanım, AKP Hükûmeti tarafından niçin çok görüldü?
Bakın, sizden rica ediyorum, bu kürsüye gelin, biz Ardahan'a üniversite kurulmasını
bu nedenlerle reddettik diye, lütfen bunu bir açıklayın,
halk bilsin.
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Reddetmedik,
gelecek
ENSAR ÖĞÜT (Devamla) - Evet, bakın,
2003 tarihinde, on birinci ayda, AKP oylarıyla reddedildi.
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - O ayrı.
ENSAR ÖĞÜT (Devamla) - Bakın,
kanun teklifim burada arkadaşlar.
Ama, bugün, ne yazık ki, on yedi
ile kuruluyor, Ardahan'a bir üniversite kurulması çok görülüyor.
Üniversiteden vazgeçtik, fakülte kurulsun dedik, o da görülmüyor,
o da kurulmuyor.
Değerli arkadaşlar, bu
ülkede bölgeler arasındaki ekonomik dengeyi ve ekonomik uçurumu
kapatmak için, mutlak surette, gelişmemiş ve kalkınmamış
bölgelere üniversiteler kurulması lazım. Niçin? Çünkü,
değerli arkadaşlar, eğer bizler, Büyük Millet Meclisi
Türkiye genelindeki bölgeler arasındaki kalkınmışlığı
ve kalkınmamışlığı düşünürsek, burada
kalkınmamış bölgelerdeki kalkınmamış illere
öncelik tanınması lazım. Ardahan, kalkınmamış
bölgeler içerisinde birinci. Gayrisafi millî hasılada 846 dolar
yıllık bir geliri var. Ardahan çok mu zengin ki, Ardahan'a
üniversite kurulmasını veya fakülte kurulmasını
bu Hükûmet çok gördü?
Şimdi, on yedi ile kuruluyor.
Ben çok görmüyorum, o illere kurulması da hayırlı olsun,
çok da güzel, destekliyoruz da; ama, sınırda, gece-gündüz,
yaz-kış, zemheri ayında bekçilik yapan, parasız bekçilik
yapan, parasız askerlik yapan ile, ne yazık ki, bu Hükûmet üniversite
kurulmasını çok gördü.
Şimdi, Sayın Bakandan rica
ediyorum. Kendisi Ardahan'a geldi. Ardahan'ın durumunu gördü.
Ardahan'da korkunç bir göç var. Ben, burada, daha önce konuştum.
Diyorum ki, göç var, bölge boşaldı; bölgemize başka ülkenin
insanları, başka ülkeler talip. Yani, Ermenistan kendi
sınırları içerisinde benim bölgemi gösteriyor. Bölgenin
göç etmesine, boşalmasına, ne yazık ki, bu Hükûmet seyirci
kalıyor. Buranın boşalmaması için, göçün önlenmesi
için, değerli arkadaşlar, orada yaşayan insanların,
esnafın para kazanması lazım. Yaşayan insanların
durması için orada sanayi olması lazım. Coğrafi
nedenlerle, iklim nedenleriyle, yedi-sekiz ay karlar altında
kalması nedeniyle, bölgede, mutlak surette, insanların
ekonomik durumlarının iyi olması lazım. Peki, ekonomik
durumları iyi değil.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Öğüt,
süreniz tamamlandı, lütfen konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
ENSAR ÖĞÜT (Devamla) - Şimdi,
bölgede insanlar göç veriyor. Bölgeyi, Ermenistan kendi sınırları
içerisinde gösteriyor ve bu devlet, ne yazık ki -ben üzülüyorum-
devleti yönetenler, bölgenin boşalması için ne varsa onu
yapıyor. Yani, böyle bir şey olabilir mi? Hem benim topraklarımı
başka bir ülke istiyor hem benim devletim bölgeye yatırım
yapmadığı gibi, bölgeye kurulacak üniversiteyi, fakülteyi
de çok görüyor, onunla ilgili de hiçbir karar almıyor. Yani, bu
bölgenin, o zaman, sahibi yok mu? Bu bölge, Türkiye Cumhuriyeti devletinin
sınırları içerisinde değil mi? Oradaki insanlar
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı değil mi? Parasız
bekçilik yapıyorsa, insanlarımız parasız orada
vatanı bekliyorsa, lütfen, bunu çok görmeyin, Ardahan'a üniversite
kurulmasını da destekleyin ve bunun on yedi il değil,
on sekiz il olmasını Sayın Bakandan ve Hükûmetten rica
ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Sayın Öğüt, ayrıca
sisteme girmişsiniz, Sayın Bakana soru sormak istiyorsunuz.
Soru soracak mısınız ayrıca?
ENSAR ÖĞÜT (Ardahan) - Evet.
BAŞKAN - Buyurun.
ENSAR ÖĞÜT (Ardahan) - Ben,
şimdi niye soru sormak istedim? Sayın Bakanım belki
kürsüye çıkmaz, ama soruma cevap vermesiyle ilgili
Selami Bey,
müsaade eder misiniz.
Şimdi, Sayın Bakanım,
özür diliyorum, üniversite kurulmasıyla ilgili kanun teklifim
niçin reddoldu? Kanun teklifim reddoldu madem, fakülte kurulmasını
YÖK onayladı, Hükûmete gönderdi, Hükûmet, bu fakülte kurulmasını
niçin bu zamana kadar engelledi? Şimdi, sizden açık, net rica
ediyorum, üniversite mi kurulacak? Üniversite kurulmayacaksa,
insani bilimler ve fen-edebiyat fakültesi için YÖK karar aldı,
bakanlığa gönderdi, Bakanlar Kuruluna. Bu fakülte kurulacak
mı?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Sayın Öğüt,
sorunuzu sordunuz. Diğerleri de var çünkü, açıklamaya gerek
yok, on dakika da kürsüde konuştunuz.
Sayın Özyurt, buyurun efendim.
MUSTAFA ÖZYURT (Bursa) - Sayın
Başkanım, aracılığınızla Sayın
Bakanıma bir soru sormak istiyorum.
Gerçi, bundan önceki sorumu cevaplandırmadınız.
Öğretim üyelerinin maaşlarını artırmayı
düşünüyor musunuz? Bu beş yıl içinde bir artırmayı
düşündünüz mü, yoksa, artırmaya
gücünüz yetmedi mi?
Bir de Sayın Bakanım, bir
şey daha öğrenmek istiyorum. Kusura bakmayın, belki,
bilgisizliğimden olacak, ama, tıp fakültesi olmayan bir
üniversitede diş hekimliği fakültesi olan bir örnek gösterebilir
misiniz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Özyurt.
Sayın Işık, buyurun.
AHMET IŞIK (Konya) - Sayın
Başkan, teşekkür ediyorum.
Sayın Bakanım, 2002 ile
2006 yılları arasında -mukayese olarak cevap vermenizi
istiyorum- üniversitelerdeki öğrencilere kişi başına
düşen pay YTL cinsinden ne kadardır?
TÜBİTAK'a ayrılan payla,
üniversitelerin araştırma fonlarına ayrılan payı
da aynı şekilde rica ediyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Buyurun Sayın Bakanım.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkan, teşekkür
ediyorum.
Öncelikle, Sayın Öğüt'ün
sorusuna cevap veriyorum: Sayın Öğüt, bildiğiniz gibi,
on yedi üniversitenin kurulmasıyla ilgili prosedür şu anda
devam ediyor Türkiye Büyük Millet Meclisinde; Plan ve Bütçe Komisyonunda
görüşüldü ve geçti. Zatıaliniz, herhâlde, on yedi üniversitenin
burada kurulduğunu zannediyorsunuz, ama gündemimiz o değil.
Biz, beş vakıf üniversitesi kurmak için görüşüyoruz.
Başkan size müsamaha etti, aslında, siz gündemle ilgili
konuşmadınız. Yani, Meclis bunun farkındadır.
Sizin daha önceki teklifiniz niye
reddedildi diye soruyorsunuz. Türkiye Büyük Millet Meclisinde bugüne
kadar reddedilen kanun teklifleri niye reddedildiyse onun için reddedildi;
bir.
İkincisi; dokuz vilayet var
üniversitesi olmayan, Ardahan bunların içindedir. Ardahan,
Iğdır, Hakkâri, Şırnak, Bartın, Yalova, Tunceli
gibi altyapısı henüz hazır olmayan, henüz birçoğunda
bir fakülte bile bulunmayan illerimiz var. Bunlarda şu anda
üniversite kurmayı 2007 yılında düşünmüyoruz, on
yedi üniversiteyi kurduktan sonra, önümüzdeki dönem buralarda da
üniversite kurulur.
Şimdi, YÖK, efendim, onayladı,
Bakanlık
YÖK onaylamaz, YÖK teklifte bulunur. Fen-edebiyat fakültesi
geldi. Ben bunu Maliye Bakanlığına, Devlet Personel
Başkanlığına, Devlet Planlama Teşkilatına
gönderdim. Oradan cevapları bizzat kendimiz takip ettik. Bu, Ardahan
için yapılan bir şeydir. Zatıaliniz milletvekili olarak
bunu talep ettiğiniz için değil, Ardahan'a bu yapılması
gerektiği için yapıldı ve Bakanlar Kurulunda imzaya
açılması için sevk edildi. Fen-edebiyat fakültesini de Ardahan'a
bizim Hükûmetimiz kuracaktır, insani bilimler fakültesi kurulacaktır;
önümüzdeki Bakanlar Kurulunda da bu imzalanıp, tamamlanmış
olacaktır. Bunu, bütün Ardahanlı hemşehrilerimize
de duyururum.
Bir başka şey, Sayın
Özyurt, tıp fakültelerinin kurulmasından söz ettiniz.
Efendim, bu tıp, şu anda vakıf üniversitesi, İstanbul'da
bulunan bir vakıf üniversitesidir. Takdir edersiniz ki, İstanbul
Biraz önce zatıaliniz de kürsüden bunu kendiniz ifade ettiniz;
İstanbul, özellikle tıpçı öğretim üyesi açısından,
Türkiye'nin neredeyse potansiyelinin yüzde 60'ını bünyesinde
bulunduran bir şehirdir. Vakıf üniversitelerimizin büyük
bir kısmı diğer üniversitelerden gerekli destekleri
alıyorlar. Yani, "tıp fakültesi eğer yoksa, diş
hekimliği fakültesi kurulmaz" diye bir Anayasa hükmü de
yok, yasa hükmü de yok, tüzük hükmü de yok, yönetmelik hükmü de yok. Bu
yaptığımız, kesinlikle
MUSTAFA ÖZYURT (Bursa) - Varsa,
bir örneğini istiyorum Sayın Bakan.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Efendim, siz bulun, getirin o zaman.
MUSTAFA ÖZYURT (Bursa) - Hayır,
ben sizden öğrenmek istiyorum, soruyu ben sordum.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Işık, bakın, biraz
önce, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına konuşan bir milletvekilimiz
dedi ki: "Efendim, öğrenci başına düşen harcamada
da AK Parti döneminde düşüş yaşanmıştır."
Arkadaşlar, bu rakamları söylerken, birilerinin çıkıp,
sizi yalanlayacağını hiç hesaba katmıyor musunuz?
Bakın, şu kitap, Yüksek Öğretim Kurulunun 2005 yılında
yayınladığı istatistiklerdir, 2005 yılında
YÖK'ün yayınladığı istatistiklerden size okuyorum.
Hem dolar bazında hem Türk lirası bazında size okuyabilirim.
Bakın, dolar olarak, cari fiyatlarla, Amerikan doları olarak, örgün öğretimde 1.463 dolar,
2002'de öğrenci başına yapılan harcama. Peki, 2005
yılında ne? 2007 yılında demiyorum, 2005 yılında
bu rakam 3.072 dolardır; 1.463 dolar-3.072 dolar. Bakın, toplamda,
sadece örgün öğretim değil, toplamda 989 dolardır
2002'de. 2005 yılında 2 katından fazla çıkmış,
yüzde 100'den fazla bir artış sağlanmış, 1.898 dolardır.
Bunu Türk lirası olarak da söyleyeyim size, arkadaşlar,
Türk lirası olarak da 2002 yılında 3.076 yapılırken,
2005 yılında bu 4.095 YTL'ye çıkmıştır.
Şimdi, bu hesaplar ortadayken, bu rakamlar ortadayken burada
kalkıp gerçekleri saptırmanın hiçbir anlamı yok.
Araştırma fonlarıyla
ilgili olarak da, bakın, bir rakam söylüyorum, bütün Türkiye Büyük
Millet Meclisi bunu bilsin
MUSTAFA ÖZYURT (Bursa) - Sayın
Bakanım, benim soruma cevap vermediniz. Bakın, ikinci defadır
soruyorum.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Efendim, müsaade edin, hangi soruya nasıl
cevap vereceğimi benim takdirime bırakın.
MUSTAFA ÖZYURT (Bursa) - Öğretim
üyelerinin maaşına zam yapmayı düşündünüz mü diye
ikinci defa sordum, üçüncü defadır soruyorum.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Özyurt, biraz önce
"Öğretim üyelerinin maaşlarında en ufak bir iyileştirme
yapılmamıştır. 2002'de neyi alıyorlarsa
2007'de de onu alıyorlar." dediniz. Ben şimdi size rakam
veriyorum: Bakın, kümülatif enflasyon çıktıktan sonra,
enflasyon payı çıktıktan sonra net iyileştirme payı
üniversite öğretim üyelerinde yüzde 12,17'dir. Nasıl bunu
söyleyebiliyorsunuz?
MUSTAFA ÖZYURT (Bursa) - Diğer
memurlarda da aynı şeyi yaptınız Sayın Bakanım,
diğer memurlar da aynı şeyi aldı.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Efendim, bakın, ben teker teker söylüyorum.
Her branşa göre öğretmenin başka, mühendisin başka,
öğretim üyesinin ayrı ayrı olarak buradadır; bunu
sizinle paylaşıyorum.
Diğer taraftan, değerli
arkadaşlar, bakın, 2000 yılında, toplam, kamunun
ar-ge harcaması 150 trilyon Türk lirasıdır. Toplam, kamunun
ar-ge harcaması 150 trilyon Türk lirasıdır. 2007 yılında,
bu, 2 katrilyon 300 trilyon Türk lirasıdır. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Yani, bu, bu kadar
arkadaşlar ya!
Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Bakan.
Ek madde 72'yi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati:
18.37
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma
Saati: 18.56
BAŞKAN:
Başkan Vekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP
ÜYELER: Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 104'üncü Birleşiminin Üçüncü
Oturumunu açıyorum.
1322 sıra sayılı Kanun
Tasarısı'nın görüşmelerine kaldığımız
yerden devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Tasarının 1'inci maddesine
bağlı ek madde 73'ü okutuyorum:
İstanbul Aydın Üniversitesi
EK MADDE 73- İstanbul'da Anadolu
Eğitim ve Kültür Vakfı tarafından 2547 sayılı
Yükseköğretim Kanununun vakıf yükseköğretim kurumlarına
ilişkin hükümlerine tâbi olmak üzere, kamu tüzel kişiliğine
sahip İstanbul Aydın Üniversitesi adıyla bir vakıf
üniversitesi kurulmuştur.
Bu Üniversite, Rektörlüğe
bağlı olarak;
a) Fen-Edebiyat Fakültesinden,
b) İktisadi ve İdari Bilimler
Fakültesinden,
c) Mühendislik-Mimarlık Fakültesinden,
ç) Diş Hekimliği Fakültesinden,
d) Güzel Sanatlar Fakültesinden,
e) İletişim Fakültesinden,
f) Yabancı Diller Yüksekokulundan,
g) Anadolu Bil Meslek Yüksekokulundan,
ğ) Fen Bilimleri Enstitüsünden,
h) Sosyal Bilimler Enstitüsünden,
oluşur.
BAŞKAN - Madde üzerinde Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına Antalya Milletvekili Hüseyin Ekmekcioğlu.
Sayın Ekmekcioğlu, buyurun
efendim.
CHP GRUBU ADINA HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU
(Antalya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte
olan tasarının ek 73'üncü maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi
saygıyla selamlarım.
Ömrünü tamamlamış bir
Parlamentoyu yasa çıkarmaya zorlayarak hata üzerine hata yapılıyor,
yanlış üzerine yanlış yapılıyor. Anayasa'ya
ve teamüllere aykırılığı bilindiği
hâlde, bütün uyarılara rağmen yanlış yapılmaya
devam ediliyor. Anayasa değişiklikleri yapılmaya devam
edilmektedir.
Değerli arkadaşlarım,
Hükûmetin vermiş olduğu, beş yeni vakıf üniversitesinin
kurulması hakkındaki tasarıyı görüşüyoruz.
Bu uygulama seçimlere yönelik bir yatırımdan ibarettir.
Hiçbir hazırlık yapılmadan, akademik ve bilimsel
eğitim verecek kurumları alışveriş merkezi
açarmış gibi açmak gerçekçi bir yaklaşım değildir.
Üniversiteler, bir toplumun çağdaşlaşması, aydınlanması
sürecinde en önemli öğretim kurumlarıdır. Bu kurumlara
önem veren tüm toplumlar pek çok alanda büyük başarılar elde
etmiş ve sorunların çözümüne daha akılcı davranmışlardır.
Çünkü, üniversiteler, bilgi üreten, toplumun hizmetine sunan kurumlardır.
Bu bağlamda yeni üniversitelerin kurulması büyük önem taşımaktadır.
Öte yandan, yeni bir üniversite açmak için evrensel ölçütlerle belirlenen
altyapı hazırlıklarını tamamlamak, ekonomik
kaynak, akademik ve idari personel planlaması gerçekleştirmek
gerekmektedir. Bütün bunlar yapılmadan üniversite açılması,
liseler düzeyinde öğrenim veren niteliksiz, diplomalı
işsizler mezun eden üniversite sayısını artırmak
dışında hiçbir şeye yaramayacaktır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri, Türkiye'de eğitimin sorunlarının
çözülmesi, eğitim ve yükseköğrenim kurumlarının
nicelik ve nitelik olarak gelişmesi, kuşkusuz, gerekli ve
zorunludur. Hükûmetler de asıl olarak bunları yapmakla yükümlüdür,
ancak, AKP Hükûmeti, bu yükümlülüğünü şimdiye kadar yerine
getirmek bir yana, eğitimde ve yükseköğrenimde yer alan sorunları
daha da içinden çıkılmaz bir hâle getirmiştir. Mevcut
üniversitelerin ekonomik, akademik ve idari sorunlarının
çözümü için hiçbir adım atılmamıştır.
Bu dört buçuk yıllık dönemde,
eğitimin diğer alanları gibi yükseköğrenim de iyice
paralı hâle getirilerek üniversitelerimiz de diğer
eğitim kurumlarımız gibi ticarethaneye dönüştürülmeye
başlanmıştır. Türkiye'de üniversite mezunları
arasında işsizlik oranı gittikçe yükselmektedir. Umut
kapısı olarak görülen üniversiteler artık gençlerin
hayatını karartan yerlere dönüşmektedir. Bilimsellikten
gittikçe uzaklaşan, akademik ve ekonomik yetersizlikler içerisinde
eğitim veren birçok üniversitemiz bulunmaktadır. Yeni üniversite
açmak yerine, öncelikle yeterli kaynağın kamu bütçesinden
ayrılarak mevcut üniversitelerin sorunlarının çözülmesi
gerekmektedir.
Önemli olan, yeni tabela üniversiteleri
kurmak değil, mevcut üniversitelerin akademik ve bilimsel ölçütlerle
var olabilmesidir. AKP Hükûmeti, tabela üniversitesi projesinden
derhal vazgeçmeli, siyasi amaçlar için, yine yüksekokul, lise konumunda
kalacak üniversiteler açılmamalıdır. Geçen yıl
açılan üniversitelerimiz arasında şu anda profesör
kadrosu olmayanlar vardır. Son derece tehlikeli bir durumdur.
Yeni üniversite açmak kesinlikle çözüm değildir. Mevcut
öğretim üyelerimizin de motivasyonlarını mutlaka
artırarak, onların da daha verimli şekilde çalışmalarını
sağlamamız gerekmektedir.
Biz, Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında
daha düzenli ve verimli bir yükseköğretim tarzını benimseyeceğiz.
Bunun için de acil bir şekilde vakıf üniversitelerine yönlendirilen
araştırma fonlarının yeniden kamu üniversitelerine
yönlendirilmesini sağlayacağız. Bunun yanında,
bilimsel araştırmalar için ayrılan fonları mutlaka
artıracağız. Üniversitelerimizin her türlü teknik,
araç ve gereç ihtiyaçlarını da gidereceğiz.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; devamlı yeni üniversite açmak, ancak, bu arada
öğretim görevlileri kadrolarını artırmamak,
öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısını
fazlalaştırmaya çanak tutmak demektir. Ülkemizde 1
öğretim görevlisine 30-35 öğrenci düşerken, gelişmiş
ülkelerde bu sayı 10-15 öğrenci arasında değişmektedir.
Bununla birlikte, yine de, öğretim görevlileri haftada 25-30
saat ders vermek durumunda kalmaktadır ki, bu, Avrupa ortalamasının
yaklaşık 5 katıdır. Aynı şekilde, üniversitelerdeki
akademik ve idari personel açıkları bir an önce tespit edilerek,
nitelikli eğitim hizmeti verebilmek için gerekli akademik ve
idari personel ihtiyacı mutlaka karşılanmalıdır.
Antalya Akdeniz Üniversitesine
bu yıl, okutman, öğretim görevlisi ve uzman için toplam 29 kişilik
kadro verilmiştir. Bu sayı çok yetersizdir. Yine, aynı
üniversitemize bağlı olarak yapılan fizik tedavi ve
rehabilitasyon hastanesi de gerekli kadrolar verilmediği
için faaliyet gösterememektedir. Diğer üniversitelerimizde
durum farklı değildir. Yükseköğrenim kurumlarımızda
araştırma görevlisi ve personel yetersizlikleri had safhadadır.
Bunun bir an önce düzeltilmesi gereği ortadayken, Hükûmet plansız
bir şekilde yeni üniversiteler açarak bir yanlışı
daha körüklemektedir.
Değerli milletvekilleri,
personel yetersizliği işin sadece bir boyutudur.
İşin diğer boyutu, yatırım yetersizlikleridir.
Akdeniz Üniversitesinin Hukuk, Mühendislik ve İletişim
Fakültelerinin hâlihazırda binaları yok, ama, mezunlarını
vermeye devam etmektedir. Burada okuyan öğrencilerimiz zor
koşullarda öğrenimlerini sürdürmektedir. Bu binaların
projeleri tamamlanmadan yeni üniversitenin açılması çok
sağlıklı bir bakış açısı değildir.
Bir de, Antalya ülkemizin en çok gelişen illeri arasında
ve üniversitesi bu durumda. Diğer illerimizdeki üniversitelerin
durumlarını siz düşünün. Bu okullarımızdan
mezun olacak öğrenciler ülkemizin geleceğidir.
İşin diğer bir boyutu
da öğrenci yurtlarında yaşanan sorunlardır. Üniversitelerimiz
bünyesindeki öğrenci yurtları kesinlikle talebi karşılayamamaktadır.
Öğrencilerimiz, bu yüzden tarikat yurtlarının kucağına
itilmektedir. Yine, Akdeniz Üniversitesi bünyesinde bulunan Elmalı
ilçesindeki -meslek yüksekokulundaki- yurt sorunu had safhadadır.
Okulun kapasitesi 3.500 kişi olmasına rağmen, şu
anda okuyan öğrenci sayısı 768'le sınırlı
kalmaktadır. Burada 50 öğrenci yerli olmasına karşın,
çok büyük bir kısmı dışarıdan
gelmektedir. Yurt sorunu yüzünden okullardaki bölümler kapatılmaktadır.
Çeşitli bölümlerde kontenjanlar
düşürülmektedir. Yurt sorunu, kesin olarak çözülmelidir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; son dört buçuk yıl içerisinde sadece üniversiteleri
değil bütün eğitim sistemini laçkalaştırdınız.
Yine, kafanızın arkasındaki düşüncelerinize
göre, bir ülke, buna bağlı olarak da bir eğitim sistemi
getirebilmek için çaba gösterdiniz. Bununla ilgili onlarca örnek
verilebilir, ama sadece bir tanesini hatırlatarak bu söylediklerimizin
ne kadar doğru olduğu ve haklı olduğunu tüm kamuoyu
da değerlendirecektir diye düşünüyorum.
Millî Eğitim Bakanlığı
13/4/2007 tarihli yönetmelikle giderayak 20 bin müdürü atamıştır.
Bu, sizin millî eğitime bakış açınızı ve bizim
ne kadar haklı olduğumuzun göstergesidir. Hiçbir hükûmet
döneminde böyle bir uygulama yapılmamıştır. Bugün
Danıştay 2. Dairesi, atama yönetmeliğinin bazı hükümlerinin iptali istemiyle
açılan davada Millî Eğitim Bakanlığından savunma
alıp, yeniden bir karar verilinceye kadar dava konusu hükümlerini yürütmeyi
durdurma kararı almıştır. Cumhuriyet Halk Partisi
yine haklı çıkmıştır.
Bütün bunları, dört buçuk
yıl boyunca, Cumhuriyet Halk Partisi sözcüleri bu kürsüden defalarca
dile getirdi, ama maalesef, bütün söylediklerimiz duymazlıktan
gelindi. Tam tersi uygulamalar inadına yapılmaya devam
edildi ve bu uygulamalar, maalesef, ülkeyi nereden nereye getirdi,
ülkeyi büyük sıkıntıların içerisine soktu. Sayın
Genel Başkanımız Deniz Baykal'ın söyledikleri kulak
ardı edildi. Gerçekçi olmayan, hayalci yaklaşımlarla
ülkenin ne hâle geldiği yaşanarak görüldü. Bu sürecin
acısını, Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik ve
Sayın Başbakan çekse hiç önemli değil
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Ekmekcioğlu,
konuşmanızı tamamlayınız.
HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU
(Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
ama, bunun acısını,
73 milyon yüce Türk insanı ödedi. Yazıklar olsun!
Yukarıda söylemiş olduğum
bu çekincelerin dikkate alınacağını umut eder, yüce
Türk milletini ve yüce Meclisi sevgiyle, saygıyla selamlarım.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Ekmekcioğlu.
Şahsı adına, İstanbul
Milletvekili Zeynep Karahan Uslu.
Buyurun Sayın Uslu. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
ZEYNEP KARAHAN USLU (İstanbul)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; içinde bulunduğumuz
bilgi çağında, bilgi ve teknolojinin toplumsal yarara dönüşmesinin
ana kaynağı ve ülkemizin en büyük sermayesi olan beşerî
sermayenin işlendiği üniversitelerimize, görüşmekte
olduğumuz bu yasa tasarısıyla beş yeni vakıf
üniversitesi eklenmektedir.
Cumhuriyet tarihi boyunca
eğitime bütçeden en yüksek payı ayıran, eğitimde
sessiz devrimler gerçekleştiren, öğrencilerimizi kurduğu
teknoloji sınıflarıyla yeni iletişim teknolojileriyle
buluşturan, "Haydi Kızlar Okula" kampanyaları,
şartlı nakit transferleri uygulamalarıyla okullaşma
oranını yükselten AK Parti Hükûmeti, yükseköğretimde
de kurduğu ve kuracağı toplam 32 üniversite ve kuruluşuna
katkı sağlayacağımız 5 yeni vakıf üniversitesiyle,
binlerce gencimizin daha yükseköğrenim hakkı kazanmasına
imkân tanımaktadır ve bu imkân tanımanın haklı
gururuyla, AK Parti Hükûmetinin iktidarı devraldıktan sonra,
76 üniversiteye sahip olan ülkemizin 2006 yılı sonu itibarıyla
93 üniversiteye sahip olduğu da belirtilmelidir. Şu an görüşmekte
olduğumuz 5 yeni vakıf üniversitesinin açılmasıyla
ve hâlihazırda komisyonda görüşülmekte olan 17 vakıf
üniversitesiyle -ki, kabul edileceğine inancım tamdır-
dönemimizde bu sayının 115'e ulaşacağı ve üniversitesi
olmayan sadece dokuz ilimizin kalacağı da belirtilmelidir
ve bu yaşanan ilerlemenin cumhuriyet tarihi açısından
da bir rekor olduğu, hiçbir hükûmet döneminde yükseköğrenimde
bu kadar çok sayıda üniversitenin ülkemize kazandırılmadığı
da ifade edilmelidir.
Günümüzde, ülkelerin gelişmişlik
düzeyi insan kaynaklarının zenginliği ve eğitimiyle
ölçülmektedir ve genç nüfuslu bir ülke olarak, eğitimin salt kamu
eliyle sunulmasıyla uluslararası çağdaş kriterleri
yakalamanın mümkün olmadığı da belirtilmelidir.
Bu bakımdan, vakıf üniversitelerinin sayısının
daha da artmasının gerekliliğini ifade etmek isterim.
Bilgi ekonomisine geçtiğimiz
bu dönemde, insan kaynaklarının geliştirilmesi ve yaşam
boyu eğitim ülkelerin öncelikli hedefidir. Bu bağlamda,
eğitimdeki makro hedeflerimizden olan 2010 yılına dek
eğitimimizin Bologna kriterleriyle uyumlu hâle gelmesinin
sağlanabilmesi için de üniversite sayımızın artmasının
gerekliliği açıktır, ancak, vakıf üniversiteleri
konusunda, ülkemiz diğer ülkelere göre çok geridedir. Türkiye'de
vakıf üniversitelerinin öğretim kurumlarında
öğrenim gören öğrenci sayısının toplam
öğrenci sayısına oranı 4,6'dır ve biraz önce
de ifade edildiği gibi, bu oran pek çok ülkenin çok gerisindedir.
Mevcut 93 üniversitenin 25'inin vakıf üniversitesi olması,
yani, bu üniversitelerin toplam üniversitelerin yüzde 26'sını
oluşturmasına rağmen, 2006-2007 akademik yılı
itibarıyla üniversite öğrencilerimizin sadece yüzde
4,9'unun bu üniversitelerde öğrenim görmesi anlaşılabilir
değildir. Yükseköğretim Kurumu, vakıf üniversitelerine
kapasiteleri nispetinde kontenjan artırımı yaparak,
gençlerimizin daha iyi bir gelecek elde etmelerine daha fazla katkı
sağlamalıdır. Böylelikle, kamu üniversitelerinin
üzerindeki yük de azaltılacak, paylaşılacak, eğitimde
kalite ibresi yükselecek ve eğitim almak isteyen gençlerimiz
ülke dışına gitmek zorunluluğunda kalmayacaklardır.
Bu çerçevede yapılması gereken, yeni iletişim teknolojilerini
kullanarak eğitim ve öğretimde verimliliği artıran,
sosyal sorumluluk anlayışına sahip eğitim girişimcilerinin
desteklenmesidir.
Şu anda görüşmekte olduğumuz
İstanbul Aydın Üniversitesi de yükseköğretim alanında
öncü bir kuruluşumuzdur. 2003 yılından beri Türkiye'nin
ilk vakıf meslek yüksekokulu olarak hizmet vermekte, uluslararası
akademik iş birlikleriyle, öğrencilerini dünyadaki yeni
gelişmelere hâlihazırda da açmakta, uygulamalı
eğitim aracılığıyla, sanayi-yükseköğretim
kurumu iş birliğinden ülke için kendi alanında bir sinerji
yaratmaktadır.
Bu anlamda, şu anda görüşmekte
olduğumuz Özyeğin, İstanbul Aydın, İzmir,
İstanbul Arel ve Acıbadem Üniversitelerimizin tamamının,
Avrupa Birliğine üyelik sürecinde olan ülkemizin insan kaynağı
kalitesinin geliştirilmesi için yeni ve gerçekten ihtiyaç
duyduğumuz katkıları ortaya koyacakları da belirtilmelidir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Uslu.
ZEYNEP KARAHAN USLU (Devamla) -
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Bu duygu ve düşüncelerle, geleceğimiz,
gençlerimiz ve eğitim gönüllülerimiz için büyük önem taşıyan
bu beş yeni üniversitenin açılmasına olanak sağlayan
bu kanunun kabul edileceğine inanıyor, hazırunu saygıyla
selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Uslu.
Şahsı adına, Balıkesir
Milletvekili Ali Aydınlıoğlu.
Buyurun Sayın Aydınlıoğlu.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
ALİ AYDINLIOĞLU (Balıkesir)
- Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım;
bugün görüşülmekte olan beş yeni vakıf üniversitesiyle
ilgili şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu
vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
ülkemizde 2 milyona yakın üniversite sınavına giren
öğrencimiz var ve maalesef, üniversite sınavına giren
öğrencilerimizin ancak yüzde 10'u üniversiteye girebilmektedir.
Ayrıca, dört yıllık lisans eğitimine girebilen
öğrencimiz çok az bulunmaktadır. Çağ nüfusumuza göre,
Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı'nda ve Dokuzuncu
Plan'a göre hedeflerin çok çok gerisinde kalındığı
da bir gerçektir. Ayrıca, yurt dışında tahminî 70
bin ile 100 bin civarında Türk öğrenci kendi imkânlarıyla
eğitim-öğretimini görmektedir. Yine, ayrıca, Türkiye'de
üniversitelerimizin belli bölgelerde yoğunlaştığı,
yurt çapında dengeli dağılmadığı, üniversitesi
bulunmayan illerin kültürel yapısının da gelişmediği
bir gerçektir. Yine, kalkınmada öncelikli illerin altyapılarının
üniversitelerin kurulmasıyla birlikte güzelleştiği,
sosyal hayatın da geliştiği önemli bir gerçektir.
Ülkemizin aslında her ilinde
bir üniversitesi olması gerektiği, bu olduğu takdirde
iç göçün de önemli ölçüde azalacağı, aynı zamanda, kurulan
üniversitelerin ilk kuruluşta bütün imkânları olmasa bile,
bunun zaman içinde oluştuğu, mevcut üniversitelere bakıldığında
görülmektedir.
Değerli arkadaşlarım,
Türkiye, gerçekten büyük ve güçlü bir ülkedir. Üniversite sayımızın
artmasından kesinlikle korkulmamalıdır. Zaman içinde
Türkiye bunların altyapısını geliştirebilecek
güçtedir.
Bu dönemde 15 devlet üniversitesi,
2 vakıf üniversitesi kurulmuştu. Şimdi ise, Türkiye
Büyük Millet Meclisi gündeminde olan 5 yeni vakıf üniversitesi
kuruluşu ve bundan sonra gelecek olan 17 yeni üniversitenin kurulmasıyla
da, bu dönemde oldukça önemli ölçüde üniversite kurulmuş olacaktır.
Hakikaten cumhuriyet tarihinde bir dönemde kurulan üniversite
sayısı en fazla dönem olarak tarihe geçecektir.
Üniversitelerimizin yetiştirdiği
master ve doktora öğrencileri ile yurt dışında okuyan
binlerce öğrencimizin ülkemizdeki üniversitelerde görev almak
üzere dönmeye başladığı da bir gerçektir. Biz,
öğretim elemanını, yetişen öğrencilerimizden
ve yurt dışından gelen öğrencilerimizden iyi bir
koordineyle kesinlikle sağlayabiliriz.
Değerli arkadaşlarım,
üniversitede okumak artık ülkemizde de bir kâbus ve korku olmaktan
kesinlikle çıkarılmalıdır. Türk cumhuriyetlerinde
bile, aşağı yukarı herkes bir ya da iki üniversite
mezunudur. Oralarda çağ nüfusuna göre gençlerin okullaşmasındaki
oran ülkemizden bile çok yüksektir. Bu bile ülkemizle kıyaslandığında
hakikaten bizler için üzüntü verici bir gerçektir. Ülke olarak genç
nüfusumuzun hızla artmış olduğu da bir gerçektir.
Ayrıca, Anayasa'mızın 130'uncu maddesi, üniversitelerin
kanunla kurulmasını ve ülke genelinde dengeli bir şekilde
dağılmasını öngörmektedir.
Değerli arkadaşlarım,
CHP'den konuşan arkadaşlarımız, hiçbir hazırlık
olmadan bu üniversitelerin kurulduğundan bahsettiler. Bu,
doğru bir yaklaşım değildir, gerçekçi bir yaklaşım
değildir. Bugün Türkiye'mizin en saygın üniversitelerinden
olan Orta Doğu ve Hacettepe, başlangıçta barakalarda
öğretime başlamıştır, şimdi ne duruma
geldiği hepimizin bildiği bir gerçektir. Siyasetçi, bir işi
yapmak için de yapmamak için de bir sürü gerekçeler ortaya koyabilir.
Bizler, yapmamak için gerekçeler ortaya koyan bir zihniyeti temsil
etmiyoruz. Ayrıca, yükseköğretim ile araştırma,
geliştirme, yani ar-ge çalışmaları için ayrılan
ödenek 4 katına çıkarılmıştır. 2002'de
ar-ge'ye ayrılan pay 150 trilyon olduğu hâlde, 2007'de bu pay
1,5 katrilyon liraya çıkarılmıştır.
Değerli arkadaşlarım,
yine, bunun yanında, daha önce bu Mecliste üniversitelerin kuruluşu
konuşulurken yaşadık, yeni üniversite kurulan illerde
üniversitelerin kurulması oradaki halk tarafından büyük
bir sevinçle, bayram mutluluğuyla âdeta karşılanmaktadır.
Yeni kurulacak olan vakıf üniversitelerimizin de ülkemize,
milletimize, genç kuşaklarımıza hayırlı,
uğurlu olmasını temenni ediyor, hepinize sevgiler,
saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Aydınlıoğlu.
Ek madde 73'ü oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Ek madde 74'ü okutuyorum:
Acıbadem Üniversitesi
EK MADDE 74 - İstanbul'da Acıbadem Eğitim ve Sağlık
Vakfı tarafından 2547 sayılı Yükseköğretim
Kanununun vakıf yükseköğretim kurumlarına ilişkin
hükümlerine tâbi olmak üzere, kamu tüzel kişiliğine sahip
Acıbadem Üniversitesi adıyla bir vakıf üniversitesi
kurulmuştur.
Bu Üniversite, Rektörlüğe
bağlı olarak;
a) Fen-Edebiyat Fakültesinden,
b) Mühendislik Fakültesinden,
c) İktisadi ve İdari Bilimler
Fakültesinden,
ç) Tıp Fakültesinden,
d)
İletişim Fakültesinden,
e) Sağlık Bilimleri Fakültesinden,
f) Sağlık Hizmetleri Meslek
Yüksekokulundan,
g) Fen Bilimleri Enstitüsünden,
ğ) Sosyal Bilimler Enstitüsünden,
h) Sağlık Bilimleri Enstitüsünden,
oluşur.
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına Ankara Milletvekili Yakup Kepenek.
Sayın Kepenek, buyurun efendim.
(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA YAKUP KEPENEK (Ankara)
- Çok teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri,
1322 sıra sayılı Yükseköğretim Kurumları
Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına
İlişkin Kanun Tasarısı'nın ek 74'üncü maddesi
üzerinde CHP Grubu adına söz aldım. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, sözlerime
başlamadan önce bir noktanın altını çizeyim. Biraz
önce Başbakanımız yirmi beş yaşını
bitiren gençlerimizin milletvekilliği adaylığına
başvurabileceklerini açıkladı. Orada bir yazılım
hatası olduğunu, bunun düzeltilebileceğini söyledi.
Haberlere düştü bu. Peki, öbür taraftan, kamu kesiminde çalışan,
kamuda görevli gençlerin durumunun ne olacağı boşlukta
kaldı.
Bunu şunun için söylüyorum:
Biz, üzülerek belirteyim ki, bu yasa yapma işini beş yıldan
beri düzeniyle, diliyle, yapısıyla, anlatımıyla,
açıklığıyla çok da doğru yürütmedik, çok da
doğru yapmadık. Aceleye getirdik, yanlışlar yaptık
ve yasal yapının daha çok karmaşaya sürüklenmesine
neden olduk gibime geliyor. Dilerdim ki böyle olmasın.
Yasama dönemimizin sonuna geldiğimiz
günlerde yükseköğretimle ilgili yeni bir yasa önerisiyle karşı
karşıyayız. Tıpkı, bundan önce, devlet eliyle,
önce on beş, sonra da on yedi üniversite kurulmasıyla ilgili
yasal düzenlemelerde de yanlışlar yaptık, eksikli
işler yaptık. Rektör atamalarıyla ilgili Hükûmetin ataması
gerektiği yönündeki dayatmalarına üniversitelerle ilgili
yasalarımızı kurban ettik. Gelişmeler hiç de beklendiği
gibi olmadı. Yeni kurulan, kurulmakta olan üniversiteler, üzülerek
belirteyim ki, kargaşaya sürüklendi. Hiç de böyle olmamalıydı.
Burada şu noktayı belirteyim:
Acıbadem dâhil, burada öngörülen beş vakıf üniversitesinin
kurulmasının, bu kaygılarla birlikte, kuşkusuz,
doğru olduğunu düşünüyoruz. Bunların yararlı
olmasını diliyoruz. Ancak, gene, AK Parti Hükûmetinin, AKP
Hükûmetinin, ne derseniz deyin, ülkenin yükseköğretiminde son
dört yılda yaptıklarını kısaca anımsatmakta
yarar görüyorum.
Hükûmet, YÖK'le, üniversitelerle,
üniversite rektörleriyle savaşmaktan bir an olsun geri durmadı.
Bazı noktalarını bunun anımsatalım. Önce, döner
sermaye gelirleri kesildi üniversitelerin. Sonra, öğretim
üyesi yetiştirilmesi yönünde hiçbir ciddi adım atılmadı.
Daha sonra, yeterli asistan, öğretim üyesi kadrosu verilmedi.
Üniversiteler bir kenara bırakıldı ve özellikle de
Van Yüzüncü Yıl, Malatya İnönü ve Samsun Ondokuz Mayıs
Üniversiteleri üzerinde değme diktatörlük yönetimlerinin
göremeyeceği ölçüde, bilim düşmanı hükûmetlerin yapmayacağı
türden baskılar yapıldı, üniversiteler baskı altında
tutuldu.
Burada bir noktaya daha değinmek
gerekiyor. YÖK'ün uluslararası bilimsel katkılarla hazırlattığı
yükseköğretim raporunu da Hükûmet, elinin tersiyle bir tarafa
bıraktı, bilimden ve bu konudaki hazırlıklardan,
YÖK'ün yaptığı girişimlerden bilerek kaçındı.
Vakıf üniversitelerinin kuruluşunda
da büyük bir yanlışlık var. Şöyle bir yanlışlık
var: Bunların bölgesel dağılımı, konumunda
da büyük yanlışlık var. Yeni kurulacak 5 vakıf üniversitesinden
4'ünü İstanbul'a, 1'ini İzmir'e kuruyoruz. Değerli arkadaşlar,
bu yaklaşım hiç doğru değil. Şöyle doğru değil:
Sayın Başbakan ve Millî Eğitim Bakanı, tıpkı,
inanmayanların dua etmesi gibi, özellikle son aylarda "Mustafa
Kemal" sözünü dillerinden düşürmüyorlar. Ne güzel, iyi de,
bakın, yeni üniversite açılması konusunda, Mustafa
Kemal, 1 Kasım 1937 yılında yaptığı Meclisi
açış konuşmasında ne diyor: "Büyük davamız,
en medeni ve en müreffeh millet olarak, varlığımızı
yükseltmektir. İşaret ettiğim kuralları Türk gençliğinin
dimağında, beyninde ve Türk milletinin bilincinde daima
canlı bir halde tutmak, üniversitelerimize ve yüksekokullarımıza
düşen başlıca vazifedir. Bunun için, memleketi,
şimdilik üç büyük kültür bölgesi hâlinde mütalaa ederek, Garp,
Batı bölgesi için İstanbul Üniversitesinde başlanmış
olan ıslahat programını daha radikal bir tarzda tatbik
ederek, cumhuriyete, cidden modern bir üniversite kazandırmak,
merkez bölgesi için Ankara Üniversitesini az zamanda kurmak lazımdır
ve Doğu bölgesi için Van gölü sahillerinin en güzel bir yerinde,
her şubeden ilkokullarıyla ve nihayet üniversitesiyle
modern bir kültür şehri yaratmak yolunda şimdiden fiiliyata
(yani, harekete) geçilmelidir. Bu hayırlı teşebbüsün
Doğu vilayetlerimizin gençliğine bahşedeceği
feyiz, cumhuriyet hükûmeti için ne mutlu bir eser olacaktır."
Peki, 38'den bu yana -kırk dört
yıl sonra Van'da bir üniversite kurduk da- yalnız bu Hükûmet değil,
ama bundan önceki hükûmetler zamanında da yükseköğretim kurumlarının
bölgesel dağılımında ne büyük yanlışlar
yapıldığı, yükseköğretimin, özellikle vakıf
üniversitelerinin neredeyse tamamının İstanbul ve
Ankara'ya yerleştirildiği, büyük sermaye sahiplerinin
Anadolu'dan çıkmasına rağmen, Adana'dan, Kayseri'den,
başka yerlerden gelmelerine karşın, bunların kendi
bölgelerinde üniversite kurmalarının bir türlü sağlanamadığı
görülmektedir.
Şunu demek istiyorum: Yaptığımız
iş, kuruluş yerlerinin seçimi bakımından doğru
değildir, yanlıştır. Hükûmetin görevi, hükûmetlerin
görevi, yükseköğretimi tüm ülkeye dengeli bir biçimde dağıtmak
ya da bunun dağılmasını sağlamaktır.
Değerli milletvekilleri, yeri
gelmişken birkaç noktaya daha değineyim: 12 Eylül döneminde
çok ayrı bir gelişme oldu, çok yanlış bir gelişme
oldu. 12 Eylül, üniversitelerden yüzlerce kişiyi tasfiye ederken,
atarken, kolay yoldan doçent ve profesörler yarattı. Türkiye
üniversiteleri bu olumsuzluklardan bir türlü kurtulamıyor.
Başka bir şey daha oluyor
değerli milletvekilleri: Bu Hükûmet zamanında da üniversite
öğretim üyesi yetiştirilmesi konusunda ciddi, verimli
ve köktenci, temelden çözücü bir yol izlenmedi. Ortalama doktora
süresinin dört yıl olduğu düşünülürse, iş başına
geldiğiniz gün üniversitelerin öğretim üyesi ihtiyacı
dikkate alınarak bir program geliştirilseydi, bugün bu
Hükûmetin döneminde binlerce, doktoralı bilim insanı yetiştirilmiş
olurdu. Türkiye üniversitelerinin bu gereksinimi, bu ihtiyacı,
bu büyük eksiği giderilmiş olurdu ve Türkiye, Hükûmetiniz
döneminde, yine gururla, üniversitelerinin öğretim üyesi ihtiyacını
karşılamış bir ülke durumuna gelirdi. Şunu
diyorum: Çok zaman kaybedildi ve üniversitelere yazık oldu.
Benden önce konuşan Hükûmet
yanlısı arkadaşlarımızın "Biz çok
şey yaptık." dediklerinde en büyük eksiğin öğretim
üyesi yetiştirilmesi olduğunu hiç unutmamak gerekir.
Değerli arkadaşlar, aslına,
gerçeğe bakarsanız, gerçekte bu Hükûmet, benim kanımca,
yalnızca üniversitelerle kavgalı değildir.
İşin gerçeğine bakarsanız... Bunu kayıtlara
geçmesi için söylüyorum.
AHMET YENİ (Samsun) - Geçirmeyin
hocam ya. Kavga işini bırakalım. Kavgayı bırakalım.
YAKUP KEPENEK (Devamla) - Geçsin.
Kavga çıkarmıyorum.
Bu Hükûmetin yapması gereken...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
YAKUP KEPENEK (Devamla) - Bitiriyorum
Sayın Başkan.
BAŞKAN - Buyurun Sayın Kepenek.
YAKUP KEPENEK (Devamla) - Bu
Hükûmet, üzülerek belirteyim ki, diğer işlerinde de bilimselliği
dikkate almıyor, ihalelerde, tasarımlarda, yeni girişimlerde
bilimselliğe, ön hazırlığa dayalı iş yapmıyor.
Yapmadığı için de birçok yasal düzenleme kaçınılmaz
olarak boşlukta kalıyor. Bilimsellikten uzak olmanın,
her gün yaşadığımız, yerel yönetimlerde, kamu
yönetiminin değişik birimlerindeki yansımalarını
görüyoruz, ama başka bir şeyi daha görüyoruz. Eğitimin
hemen tüm basamaklarında bilimsellikten uzak davranışlar,
tutumlar kendini gösteriyor. Millî Eğitim Bakanlığı,
neredeyse, evrim kuramına karşı, evrim teorisine karşı
çok olumsuz bir tutum sergileyerek bilimsel yönden yanlı davranmakta
ve ülkemizin bilimsel gelişmesine bu yönden de olumsuz örnek
oluşturmakta, daha doğrusu, ülkemizin geleceğini bu
yönden de çok olumsuz noktalara taşıyacak bir politika,
bir yol izlemektedir. Hükûmet bilimsellikten uzaklaşınca,
toplumun diğer kesimlerinin de bilimsellikten uzaklaşması
kaçınılmaz olmaktadır.
Geçen dört yıl, genelde
eğitim, özelde de üniversiteler için bilimsellikten uzaklaşma
yönünden hiç de parlak olmamıştır. Umarım, seçimlerden
sonra bu bilimsellikten uzak gidiş tersine döner, bu yanlışlar
sona erer.
Bu duygularla, hepinize saygılar,
sevgiler sunuyorum.
Teşekkür ediyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Ek madde 74'ü oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum)
- Efendim, ben konuşmadım.
BAŞKAN - Affedersiniz.
Anavatan Partisi Grubu adına,
Erzurum Milletvekili İbrahim Özdoğan.
Kusura bakmayın.
Buyurun Sayın Özdoğan.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum) - Sayın Başkan,
değerli milletvekili arkadaşlarım; görüşülmekte
olan 1322 sıra sayılı Yükseköğretim Kurumları
Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına
İlişkin Kanun Tasarılarının ek 74'üncü maddesi
üzerinde Anavatan Partisi Grubu adına söz aldım. Yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
bu yasa tasarısı üzerinde yine Anavatan Partisi Grubu
adına söz almış ve görüşlerimi bildirmiştim
ve "kaliteli üniversite" olgusundan bahsetmiştim. Benim
bu konuşmalarımı, kaliteli üniversite konusundaki
konuşmalarımı eleştiren son derece değerli
akademisyen AK Parti Trabzon Milletvekili Sayın Aydın Dumanoğlu
Bir iki cümleyle de olsa eleştirmişti beni. Kendisine tabii
ki bu konuda -elbette- hak veriyorum, ama benim demek istediklerim
son derece farklıydı. Sayın Profesör Aydın Dumanoğlu,
geçmişte İstanbul Üniversitesinden ve İstanbul Teknik
Üniversitesinin kuruluşlarından bahsetmiş, bunları
örnek olarak göstermişti.
Değerli arkadaşlarım,
şunu bilhassa görüşlerinize sunmak istiyorum: Ben burada
zarftan değil, mazruftan bahsediyorum, içerikten bahsetmek istiyorum.
Bu üniversiteler, AK Parti Sözcüsünün bahsettiği üniversiteler
devlet üniversitesi. Ben vakıf üniversiteleri üzerine konuşuyorum.
Bakın, maalesef, biz, Anavatan
Partisi Grubu olarak vakıfların üniversite kurmasına
karşı olmamakla birlikte, genellikle şu iki amaç için
kurulmasına biz karşıyız: Bir, ticari amaçla kurulmasına,
bir de sükse yapmak, isim yapmak amacıyla kurulmasına kesinlikle
karşıyız. Dolayısıyla, kalitesiz bir öğretim
oluyor. Kalitesizliğin en büyük başlangıcı da
öğretim üyeliği konusundaki kalitesizliktir değerli
arkadaşlarım.
Yine, az önce konuşan AK Parti
Grubundan Balıkesir Milletvekili Sayın Ali Aydınlıoğlu'da
Ortadoğu Teknik Üniversitesini örnek vermiş ve burada
ilk önce barakalarda öğretim yapıldığından
bahsetmiş. Doğrudur, barakalarda da öğretim yapılabilir,
ama o gün için ders veren hocaların mutlak surette kariyerleri
vardı, akademik kariyerleri vardı.
Bakın, bu neye benziyor değerli
arkadaşlarım: Yani, burada üniversiteler söz konusu olunca,
üstat Necip Fazıl'ı anmamak hiç mümkün değil değerli
arkadaşlarım. Üstat Necip Fazıl, profesörler konusunda
şöyle bahseder. Der ki üstat Necip Fazıl değerli arkadaşlarım:
"Türkler bir şeyi büyük gördükleri zaman, büyütecekleri
zaman, çok önemli gördükleri zaman kalın sesli harfleri kullanırlar,
yani o'yu, u'yu kullanırlar. Küçük gördükleri için de i'yi kullanırlar.
Mesela 'otobüs' yerine 'otobos,' mesela 'profesöre' 'profesör' değil
de 'profosor' derler." Ve peşinden eleştirisini ekler:
"Kitabı olmayan, bilimsel yayını olmayan profesörler
için de, işte Türklerin küçük görmesi manasında 'prifisir'
denmesi gerekir."
İşte, değerli arkadaşlarım,
biz, bu yeni kurulan vakıf üniversitelerinde akademik kariyerleri
olmayan prifisirlerin ders vermesini istemiyoruz Anavatan Partisi
Grubu olarak. Çünkü, üniversitelerin amacı o ülke insanına
hizmet etmektir ve yaşamı kaliteli bir hâle getirmektir.
Bizim bütün savaşmamız bunun üzerinedir.
Değerli arkadaşlarım,
mesela, bir üniversite kuruluyor ve o üniversitenin içerisinde
fakülte olarak hukuk fakültesi var. Hoca bulunamıyor, ticaret
hukuku dersine mesela avukatlar getiriliyor, okutman olarak getiriliyor.
Dolayısıyla, başarısız bir öğretim
yılı veya başarısız bir öğretim dönemi
geçirmiş oluyor ve oradan mezun olan genç avukatlarımız
da, maalesef, yetişmeden çıkmış oluyorlar. Kendi
mesleğimden örnek vereyim. Son zamanlarda çeşitli üniversitelere
eczacılık fakülteleri kurulmuştur. Misal veriyorum:
Farmasötik botanik dersi dediğimiz, yani, ilaç bitkileri dersi.
Ben, bir üniversitenin fakültesinde oraya ders veren bir kişinin
farmasötik botanikle hiçbir alakası olmadığını,
bitkilerin ismini dahi telaffuz edemediğini
Bırakın
yani ismini telaffuz etmek, değerli arkadaşlarım, o
bitkileri, o ilaç bitkilerini bire bir tanıması gerekir.
Bu, son derece kalitesizliktir ve üniversite öğretiminde olmaması
gereken şeylerdendir değerli arkadaşlarım. Bizim,
Anavatan Partisi olarak üzerinde durmak istediğimiz konu budur.
Bu konuyla alakalı diğer
görüşlerimiz şunları içermektedir değerli arkadaşlar:
Üniversite gerçeğiyle ülkemiz üniversitelerinin gerçeğinin
birbirine pek de uymadığı görülmektedir. Bugün üniversiteler
kendisine yakışır şekilde, etkin, sorun çözen ve
saygın bir kurum olma yerine, kendi kendisiyle uğraşan,
maddi gücü olmayan, öğretim üyelerinin bir kısmı
"Gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım." veya
"Salla başını, al maaşını." anlayışında
kendisine biçilen alanın dışına çıkmayan, yani,
bilim üretmeyen, felsefi ve dünya görüşü daraltılmış
bir konuma gelmişlerdir. Bizim eleştirilerimiz bunlar üzerinedir.
Üniversiteler, değerli arkadaşlar,
genç, fikir sahibi ve yüksek kapasiteli insanların bulunduğu
ortamlarda değişik fikirlerin ve bakış açılarının
doğması aykırı bulunmuş ve bir tür sindirmeyle,
üniversiteler, fikirlerin tartışıldığı
yerler olmaktan çıkarılıp doğru kabul edilen fikirlerin
öğretildiği yerler olarak toplum nezdinde küçültülerek
etkinliği düşürülmeye
çalışılmıştır. Bu, vahim bir durumdur.
Öğretim üyeleri ekonomik yönden
yoksulluk sınırına getirilmiş, zamanının
büyük çoğunluğunu laboratuvar ve kütüphanede geçirmek
yerine geçinmek için kısmen ek iş yapmaya zorlanmışlardır.
Yani, lise ve ortaokul öğretmenlerinden sonra üniversitelerde
eğitim öğretim yaptıran hocalarımızı da
bu hâle düşürmüştür. Bu, çok acı bir durumdur.
Türkiye'de üniversitelerin en
ciddi sorunu geleceğe yönelik bilimsel program ve hedeflerinin
olmaması olarak görülmüş ve birçok sorun da bilimsel bakış
açısının olmamasıyla ilişkilendirilmiştir.
Birçok üniversiteler, ana bilim dalı düzeyinden başlayarak
üst örgütü rektörlük makamına kadar, geleceğe yönelik hedeflerden,
projelerden ve stratejilerden yoksun bulunmaktadırlar. Toplumun
en örgütlü ve vizyonu olması gereken kurumu, hâlen bulundukları
ortamda planı projesi olmayan ve hangi misyona hizmet ettiğinin
bilincinden yoksun, okyanusta pusulasız yüzen bir gemiyi andırmaktadır
üniversiteler.
Gelişmiş üniversitelerde
uzun ve kısa vadeli projeksiyonlar çizilir ve aralıklarla
bunların gerçekleşme durumu tespit edilir. Başarılı
olan birimler ve kişiler ödüllendirilir, başarısızlar
ise zamanla işini kaybetmekle yüz yüze kalırlar. Üniversiteler
en alt biriminden en üst kuruluşuna kadar aralıklarla hedefler
belirlemeli ve hedeflerin gerçekleşmesi izlenmelidir.
Değerli milletvekili arkadaşlarım,
üniversitelerimizin bir diğer ciddi sorunu da beyin fırtınasının
oluşmasına imkân tanınmamasıdır. Farklı
düşüncelerin oluşmaması, evrensellikten ismini alan
üniversitelerde, gerek yöneticiler ve gerekse yetkili ve etkili
makamlar tarafından farklı düşünceye hiç tahammül gösterilmemesi,
elbette ki üniversitelere yakışmayan hadiselerdir.
Üniversitelerin hemen hemen hiçbirinde
geleceğe yönelik fikirlerin geliştirildiği, tartışıldığı,
düşünme ve gelişme merkezlerinin oluşmadığı
gözlenmektedir. Oysa, üniversitelerin en önemli özelliği yeni
ve özgün düşünceye değer verilmesidir. Aykırı düşünmeyen
hiçbir beynin bilimsel anlamda buluş yapması mümkün değildir.
Farklı düşüncenin gelişememesinin
bir nedeni de yaygın olan akademik hiyerarşinin kendisini
üniversitenin her alanında hissettirmesidir. Genelde, idari
ve ekonomik konularda akademik hiyerarşi bütün dünyada dikkate
alınarak yapılırken, bilimsel stratejilerin ve politikaların
geliştirilmesinde ve projelerin değerlendirilmesinde
ise bilimsel hiyerarşi ön plana çıkmaktadır. Ülkemizde
ise, yalnızca akademik hiyerarşi ön planda tutulduğu
için, konum olarak düşük düzeydeki araştırıcıların
görüşleri çoğu zaman dikkate alınmamaktadır. Bugün,
katı ve sıkı bir hiyerarşik yapının hâkim
olduğu üniversitelerimizde
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Özdoğan,
konuşmanızı tamamlayınız.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
hiyerarşilerin mümkün olduğunca
daha esnek hâle getirilmesi ve yönetimlerin aşağıdan
yukarıya doğru demokratik bir şekilde yeniden yapılanması
artık bir zorunluluk hâline gelmiştir.
Beş yıllık iktidarı
döneminde açıkça görülmüştür ki, üniversite reformu ve bütünüyle
üniversite konusu bu Hükûmetin işi değildir. Bu iş, 2007
genel seçimlerinin sonuna kalmıştır artık ve bu
iş, Anavatanın öncelikli işi arasındadır. Bu
konudaki ehliyetimizin, parti olarak, kurum olarak ehliyetimizin
garantisi geçmişimiz ve geçmişte bu konuda yaptığımız
ve bu Hükûmet tarafından boğulan girişimlerimizdir.
Ama, her girişimi engelleyebilecek kadar büyük bir Meclis hâkimiyetini
Allah insanlara bir kere nasip eder. Bu süreyi muhterisliğiniz
için kullandınız. Bu güç ellerinizden kayar ve sonradan içinizde
derin bir pişmanlığa dönüşür ve yakında da dönüşecektir.
İşte, bunun adına, değerli arkadaşlar, imtihan
denir. Oturur, belki ileride bu gibi hatalarınızı ve
hatıralarınızı yazarsınız, Sayın
Samsun Milletvekilinin, Ahmet Yeni'nin yapacağı gibi.
AHMET YENİ (Samsun) - İkide
birde Samsun demeyin ya!
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Güç ihtirasına bu kadar çok kapılmış olmanın
romanını da yazarsınız.
Değerli arkadaşlar, inşallah,
ileride bu hatalarınızı ve hatıralarınızı
yazacağınız romanınızı okuyacağımızı
burada belirtir, hepinizi tekrar saygıyla selamlarız.
(Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Ek madde 74'ü oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, saat
20.45'te toplanmak üzere birleşime ara veriyorum.
Kapanma Saati:
19.45
DÖRDÜNCÜ
OTURUM
Açılma
Saati: 20.54
BAŞKAN:
Başkan Vekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP
ÜYELER: Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 104'üncü Birleşiminin Dördüncü
Oturumunu açıyorum.
1322 sıra sayılı Kanun
Tasarısı'nın görüşmelerine kaldığımız
yerden devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Tasarının 1'inci maddesine
bağlı ek madde 75'i okutuyorum:
İzmir Üniversitesi
EK MADDE 75 - İzmir'de Doğanata Eğitim ve Kültür Vakfı tarafından
2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun vakıf yükseköğretim
kurumlarına ilişkin hükümlerine tabi olmak üzere, kamu
tüzel kişiliğine sahip İzmir Üniversitesi adıyla
bir vakıf üniversitesi kurulmuştur.
Bu Üniversite, Rektörlüğe
bağlı olarak;
a) Fen-Edebiyat Fakültesinden,
b) İktisadi ve İdari Bilimler
Fakültesinden,
c) Mühendislik Fakültesinden,
ç)
Mimarlık Fakültesinden
d) Güzel Sanatlar Fakültesinden,
e)
Konservatuvardan,
f)
Meslek Yüksekokulundan,
g)
Fen Bilimleri Enstitüsünden,
ğ)
Sosyal Bilimler Enstitüsünden,
oluşur.
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı.
Sayın Gazalcı, buyurun.
CHP GRUBU ADINA MUSTAFA GAZALCI
(Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
beş yeni vakıf üniversitesinin kurulmasına ilişkin
Hükûmet tarafından verilen tasarının 1'inci maddesinin
ek 75'inci maddesine ilişkin görüşlerimi Cumhuriyet Halk
Partisi adına açıklamak için söz aldım. Tümünüzü saygıyla
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, üniversite,
bir ülkenin gelişmesinde, insanın nitelikli olarak yetişmesinde
en önemli bir eğitim kurumudur. Böylesine, insan için, ülke için
çok önemli olan üniversitelerimiz için beş yıla yaklaşan
bir dönemde ne yaptık diye düşünüyorum. Daha doğrusu,
Hükûmet önümüze ne getirdi üniversitelere ilişkin? Üniversiteler
önündeki her yıl yaklaşık sınavlara giren yaklaşık
1,5 milyon öğrencinin sorununa bir çözüm mü getirdi? Yoksa,
öğretim elemanlarının eksikliğini gidermek için
bir kolaylık mı getirdi? Kaynak sıkıntısı
çeken üniversitelere kaynak yaratmak için bir çözüm mü getirdi? Yoksa,
üniversitenin özerkliğini pekiştirecek bir düzenleme mi
yaptık? Hayır, bunların hiçbiri olmadı bu beş
yıldır. Ama, ne oldu? Tam tersine, beş yıldır, Sayın
Başbakan, üniversite rektörlerini, Yükseköğretim Kurumu
üyelerini kamuoyunda suçladı. Kadrolarını kıstı
Hükûmet, araştırma fonlarına el koydu, haklarını
mahkeme kararıyla almak zorunda bıraktı.
Millî Eğitim Bakanlığı,
Hükûmetle üniversiteler arasında uyumlu bir işbirliği
için köprü olacakken, tam tersine, Hükûmetle YÖK arasındaki kavgayı
kızıştırdı, artırdı. Öyle ki, üniversiteyi
dışlayarak, yurt dışına, üniversitelere eleman
yetiştirme amacıyla öğrenci göndermeye kalktı ve
mahkemeden döndü sınav yapılış biçimi. Yine,
Millî Eğitim Bakanlığı, Açık Lise Yönetmeliği'ni
değiştirerek üniversiteye girişi düzenlemeye kalktı,
o da mahkemeden döndü. Ayrıca, buraya, Hükûmet, öğrencilerin
affını getirdi, üniversiteden, yani, YÖK'ten ayrı olarak.
Değerli arkadaşlar, sonuçta,
YÖK'le Hükûmet kavgalı bir duruma geldi. Bundan da, hem öğrenciler
hem halkımız olumsuz etkilendi.
Değerli arkadaşlar, aslında,
üniversitelerle ilgili araştırma önergeleri var burada,
biz de verdik; öğrencilerin üniversiteye girişini gelin
araştıralım, üniversite özerkliklerini daha da pekiştirelim
diye, ama, sonuçta akılda kalan, Hükûmet YÖK'le kavgalı oldu,
kadrolarına el koydu, fonlarına el koydu. Sonunda, belki
de, bu kışkırtmalarla, toplumun içinden çıkan bir
kişi, YÖK Başkanı Sayın Erdoğan Teziç'i öldürmeye
kalktı. Hepimiz bunları yaşadık. Oysa, AKP sözcüsü
arkadaşlar, burada, her alanda olduğu gibi, o kadar değişik
şeylerden söz ettiler ki! İşte, eğitimde sessiz devrim
yapılmış, üniversitelere görmediğimiz kadar büyük
paralar ayrılmış, sözde değil özde üniversite kurmak
gerekirmiş, eğitime en büyük payı biz ayırdık
iddiaları bir kere daha, buradan, bu yasa dolayısıyla
sergilendi.
Değerli arkadaşlar, bunu
hep söylüyorsunuz, belki seçim sırasında da söyleyeceksiniz.
Bir kere, Millî Savunma bütçesine ayrılan pay yüzde 10'lardan,
yaklaşık on yıl içinde, yüzde 6'lara çekildi. Keşke,
Millî Savunma Bakanı burada olsaydı. Millî Eğitim bütçesine
ayrılan pay da olduğu yerde, yüzde 10 civarında kaldı,
hatta 1990'lı yıllara göre daha da azaltıldı. Bu,
üniversiteye ayrılan pay için de böyle, Millî Eğitim Bakanlığına
ayrılan bütçe için de böyle, ama, Millî Savunma bütçesi yarı
yarıya neredeyse küçülürken, Millî Eğitim bütçesi aynı
yerde kaldı, sanki en büyük pay ayrılıyormuş gibi
bir izlenim yarattı. Oysa, hiçbir zaman, AKP dönemindeki kadar,
Millî Eğitim Bakanlığı bütçesinden yatırımlara
bu kadar az pay ayrılmadı. Yani, bu dönemde, kamu hizmeti
olmaktan çıkarıldı âdeta eğitim.
Şimdi, beş tane yeni vakıf
üniversitesi kuruyoruz, bunları İstanbul'da ve İzmir'de
kuruyoruz, ben de İzmir'de kurulan vakıf üniversitesi üzerine
söz aldım.
Değerli arkadaşlar, bir
kere, tabii ki yeni üniversiteler kurmayı herkes ister. Bakın
"açma" değil, "kurma." Siz diyorsunuz ki
"en çok bizim dönemimizde üniversite açıldı." Üniversiteler
kurulur, bir fiziki altyapı gerekir, öğretim elemanı
gerekir. Yoksa tabela olarak -yani, bir arkadaşımız
burada söyledi- sözde değil, özde üniversiteler açılması
için onun altyapısının hazır olması gerek.
Şimdi bakıyorsunuz bu beş tane vakıf üniversitesine,
YÖK'e soruyorsunuz, şu şu şu fakülteler açılsın
deniyor, ama, komisyona geliyor, bir şeyler oluyor, bir önerge
veriliyor, orada yeni fakülte açılıyor.
Değerli arkadaşlar,
şimdi, bakın, burada biraz önce konuşuldu, tıp fakültesi
olmadan dişçilik fakültesi açma, tıp fakültesi açma, iletişim
fakültesi açma, bunlar komisyonlarda arkadaşların önerisiyle
eklendi, YÖK'ten gelen önerilerde bu yok. Şimdi, insaf edin! Üniversite
kurmaya kalkıyorsunuz, Yükseköğretim Kurulundan bir öneri
geliyor, siz bir dilekçe veriyorsunuz, diyorsunuz ki "Buraya
şu fakülteyi de ekleyin." Peki, o Yükseköğretim Kurulu
inceleme yapmamış mıdır bu konuda? Değerli
arkadaşlar, bizim getirdiğimiz bu tasarılarda, maalesef,
buraya yapıştırma fakülteler eklendi. "Efendim,
olsun." "Olsun" derseniz, o zaman, gerçekten özde bir
üniversite kurmuş olmazsınız. Üniversiteler, bir toplumun
aydınlanmasında, çağdaşlaşmasında en büyük
işlevi gören kurumlardır; orada bilim üretilir, orada uzmanlık
öğretilir. Orada eğer özerklik yoksa, insanı özgür yetiştiremezsiniz.
Bu beş yıllık dönemde
Hükûmet olarak sizin yaptığınız en büyük izlenimlerden
birisi, üniversiteleri ele geçirme; yani, AKP'nin bir YÖK'ü olsun istediniz
siz. Birkaç kez bunu denediniz. Düşünebiliyor musunuz, kat sayıları
bile burada yasayla belirlemeye çalıştınız. Yani,
üniversiteye girişteki kat sayıyı burada biz yasayla
belirlemeye kalktık.
Değerli arkadaşlar, sonuçta,
dört buçuk yıldır üniversite için yapılan, üniversiteye
siyasal bir müdahale oldu, üniversiteyle kavga oldu, YÖK toplum
karşısında âdeta küçük düşürüldü. Yani, bunların
kafası basmaz, bunlar bunu anlamaz
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Gazalcı,
konuşmanızı tamamlayınız.
MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - Değerli
arkadaşlar, Anayasa'mız bile, kazanç amacı gütmeden,
devletin denetiminde bir üniversite kurmaktan söz ediyor. Siz de diyorsunuz
ki: "Hayır, üniversiteyi herkes açabilsin." Yani, parası
olan pulu olan gelsin bir üniversite açsın! Hayır, böyle bir
şey dünyanın hiçbir yerinde olmaz. Bakın, üniversitede
nitelik düşmez. Üniversitede gerekli inceleme yapıldıktan
sonra, koşullar uygunsa üniversite açılır.
Şimdi İzmir Üniversitesi
Dilerim iyi inceleme yapılmıştır bu üniversiteye
ilişkin. Yani, o üniversitenin, belki bugün girişimde bulunan
yöneticileri için söylemiyorum ama, geçmişine ilişkin,
İzmir'de iyi bir inceleme yapılıp yapılmadığına
ilişkin kuşku duyuyoruz.
Değerli arkadaşlar, biz,
toplumun, öğrencilerin iyi üniversitelerde okumasını
istiyoruz. Bakın, üniversiteleri her önüne gelen açmamalı,
üniversiteler tarikatların elinde olmamalı, üniversiteler
kazanç amacıyla açılmamalı. Çünkü, artık üniversiteden
sonra o eğitimi düzeltecek bir başka yer yoktur. Yani, oradan
insan nasıl yetişirse yaşama atılır, orada artık
biçimlenir. O yüzden, örneğin, bu İzmir Üniversitesinin,
bu Kestanepazarı ile ya da başka birtakım kuruluşlarla
ilişiğinin olup olmadığının bir kez daha
incelenmesini istiyoruz Hükûmet tarafından. Ben, bu Meclisin
son günlerinde bir önerge verip bunun geri alınmasını
istemeyi de düşündüm, ama bir yere kadar gelmiş. Değerli
arkadaşlar, bu incelemenin bir kez daha yapılmasını
diliyorum.
Üniversiteler, dünyanın her
yerinde özerktir, bilim kurumlarıdır. Siyaset, dar siyaset
orada yer bulamaz. Siyasete karşı asıl özerk olması
gerekir, hem parasal yönden hem yönetsel yönden hem de bilim öğretmesi
yönünden üniversiteler özerk olmalıdır.
Üniversitelerin sayısını
bir çırpıda artırmak, ilk planda, belki seçime giderken
hoş gelebilir. Eğer onların içi dolmazsa, oralara yeterli
eleman gönderilemezse, yeterli kaynak aktarılamazsa, yeterli
fiziki altyapı sağlanamazsa, o üniversiteler üniversite
olmaz. Üniversitelerin evrensel ölçütleri var, onlara uymak gerekir
diyorum.
Bu vakıf üniversitelerinin,
tabii ki, başarı getirmesini diliyorum. Özellikle bir kez
daha bu İzmir Üniversitesi üzerinde inceleme yapılmasını
diliyorum.
Tümünüze saygılar sunuyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Gazalcı.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Ek madde 76'yı okutuyorum:
İstanbul Arel Üniversitesi
EK MADDE 76- İstanbul'da Kemal Gözükara Eğitim ve Kültür
Vakfı tarafından 2547 sayılı Yükseköğretim
Kanununun vakıf yükseköğretim kurumlarına ilişkin
hükümlerine tâbi olmak üzere, kamu tüzel kişiliğine sahip
İstanbul Arel Üniversitesi adıyla bir vakıf üniversitesi
kurulmuştur.
Bu Üniversite, Rektörlüğe
bağlı olarak;
a) Fen-Edebiyat Fakültesinden,
b) İktisadi ve İdari Bilimler
Fakültesinden,
c) Mühendislik-Mimarlık Fakültesinden,
ç) Güzel Sanatlar Fakültesinden,
d) İletişim Fakültesinden,
e) Uygulamalı Bilimler Yüksekokulundan,
f) Yabancı Diller Yüksekokulundan,
g) Meslek Yüksekokulundan,
ğ) Fen Bilimleri Enstitüsünden,
h) Sosyal Bilimler Enstitüsünden,
oluşur."
BAŞKAN - Madde üzerinde Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına Sivas Milletvekili Nurettin Sözen.
Sayın Sözen, buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA NURETTİN SÖZEN
(Sivas) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım;
konuşmama başlamadan önce hepinizi saygılarımla
selamlıyorum.
1322 sıra sayılı Yasa
Tasarısı'nın ek 76'ncı maddesi üzerinde konuşacağım.
Bu madde, Kemal Gözükara Eğitim
ve Kültür Vakfının İstanbul'da "İstanbul Arel
Üniversitesi" adında bir vakıf üniversitesi kurma maddesidir.
Bu üniversite içinde dört fakülte, üç yüksekokul, iki enstitü yer
alacaktır. Bu fakültenin altyapısı, bu üniversitenin
altyapısı vardır. Yani, bu vakıf yıllardan beri
ortaöğretimde öğrenci yetiştirmektedir, ilköğretimde
öğrenci yetiştirmektedir. Dolayısıyla, geniş
bir eğitim ve kültür birikimi vardır. Benim anlayışıma
göre, vakıf üniversitelerinin kurulabilmesi için o vakfın
daha önceden eğitimle, kültürle bir ilişkisinin olması,
bir birikiminin olması gerekmektedir.
Bugün kurulmasına karar vereceğimiz
beş vakıf üniversitesinden bildiğim iki tanesinden birisi
İstanbul Arel Üniversitesidir, diğeri de bir gelişmiş
hastane sistemine sahip olan Acıbadem Üniversitesidir. Dolayısıyla,
bu üniversitelerimizin toplumumuza ve yükseköğrenimimize
ciddi katkılar vereceği inancını taşıyorum
ve şimdiden hayırlı olsun diyorum.
Değerli arkadaşlarım,
üniversite, bilimsel özerkliğe ve kamu tüzel kişiliğine
sahip, yüksek düzeyde eğitim, öğretim, bilimsel araştırma,
yayın ve danışmanlık yapan fakülte, enstitü ve yüksekokulları
bünyesinde bulunduran yükseköğretim kurumlarıdır.
Üniversitenin, toplumun çağdaşlaşmasında, toplumun
bilgi düzeyinin artırılmasında, sosyal, kültürel düzeyinin
yükseltilmesinde kuşkusuz çok önemli işlevi vardır.
Ayrıca, YÖK'ün uygun görmesi
hâlinde ve yükseköğrenime yeni kaynaklar yaratacağını
varsayarak, vakıf üniversitelerinin kurulmasını Grup
olarak olumlu buluyoruz, olumlu karşılıyoruz, dolayısıyla
da bu yasa tasarısına olumlu oy vereceğiz.
Değerli arkadaşlarım,
YÖK, anayasal bir kurumdur, bildiğiniz gibi ve özerktir. Dolayısıyla,
"YÖK ne derse desin, ben bildiğimi yaparım" anlayışı
çarpık bir anlayıştır, Anayasa'ya aykırı
bir anlayıştır, dolayısıyla da doğru bir
yöntem, doğru bir anlayış değildir. Oysa, bu yasanın
gelişimini izlediğimiz zaman görüyoruz ki, YÖK'ün onayından
sonra, Millî Eğitim Komisyonunda, hem de son derece önemli ve hassas
olan bir fakülte, bir üniversiteye diş hekimliği fakültesi
eklenmiştir.
Biraz evvel bir milletvekili arkadaşım,
Millî Eğitim Bakanına "Türkiye Cumhuriyeti devleti
sınırları içerisinde tıp fakültesi olmayan ve sadece
diş hekimliği fakültesi olan herhangi bir üniversite var
mıdır?" diye sordu. Kuşkusuz, yok olduğu için
de Millî Eğitim Bakanı bu soruyu yanıtlayamadı.
Oysa, diş hekimliği fakültesinin tıp fakültesiyle beraber
eğitim görmesinde zorunluluk vardır, bir mecburiyet vardır;
çünkü, temel birimleri, alt düzeydeki eğitimi ve çalışma
süresinde araştırmalarını ve tedavilerini
tıp fakültesiyle beraber yapar; araştırmalarını
beraber yapar, zaman zaman tedavilerini beraber yapar, acil ve olağanüstü
konularda ortaya çıkacak sorunlar karşısında da
tıp fakültesiyle iş birliği yapar. Dolayısıyla,
tıp fakültesi olmayan bir üniversitede diş hekimliğinin
kurulması her bakımdan yanlıştır.
Üniversite kurmak için altyapı
son derece önemlidir, insan açısı bakımından, bilim
adamı açısından altyapı önemlidir, mekân, bina bakımından
altyapı önemlidir, laboratuvar ve sosyal tesisler bakımından
altyapı son derece önemlidir. Örneğin, uluslararası
üniversite çalışmalarında, üniversitelerde, standartlara
göre, öğrenci başına, örneğin 20 metreküplük bir
mekân olması gerekir. Oysa, ülkemizdeki tüm vakıf üniversitelerini
incelediğiniz zaman göreceksiniz ki, hiçbir öğrenciye,
böylesine, 20 metreküplük bir mekân maalesef tanımamıştır.
Üniversiteler, özellikle vakıf
üniversiteleri açılırken, ekonominin ihtiyacı olan
iş gücünün dikkate alınması gerekir, istihdam durumu
göz önünde bulundurulması gerekir. Vakıf üniversitesi de
olsa, mutlaka, bilimsel ve idari özerkliğe özen gösterilmesi
gerekir. Bir vakıf yönetim kurulunun veya mütevelli heyetinin
tamamen kontrolüne giren vakıf üniversitelerinin özerk ve özgür
öğrenci yetiştirmesi beklenilemez. Öğrenci sayısı
kadar, öğrencinin kalitesi son derece önemlidir. Eğitimde
ve araştırmada ve yayında, sadece sayıya değil,
yayının, eğitimin kalitesine de özen göstermek gerekir.
Bugün ülkemizde öğrenci başına
harcanan para OECD ülkeleri arasında 3 kat daha azdır, gelişmiş
ülkelere göre, Amerika Birleşik Devletleri, Danimarka, Avusturya
gibi ülkelere göre bu oran, gelişmiş ülkeler lehine 10 kat
daha fazladır. Üç yıllık döneme bakacak olursak -bu konuda
Millî Eğitim Bakanımız, yine, eksik ve yanlış
bilgiler verdi- 2007 yılında, 2006 yılına göre üniversiteye
ayrılan ödenekler sadece yüzde 1,96 oranında artırılmıştır
ki, bu, enflasyonun çok altındadır. 2008 yılında
ise, 2007'ye göre ödenekler 3,39 gibi oldukça düşük oranda artırılmıştır.
Oysa bu arada, üniversiteler, yeni fakülteler, yeni yüksekokullar
ve yeni öğrencilere hizmet vermek durumundadır. Bu ödeneklerin
bu kadar düşük oranda artırılması kuşkusuz
hizmeti büyük ölçüde aksatmaktadır.
Maalesef AKP İktidarı
tüm anayasal kurumlarla, özellikle YÖK'le çatışmayla süresini
tamamlamıştır. YÖK'le sık sık mahkemelik olmuştur
ve bu çatışma, bu mahkemelik olma durumu da ne AKP İktidarına
yaramıştır ne de ülkemize ve halkımıza yaramıştır.
Anayasal ve
Anayasa Mahkemesinin kararlarına rağmen,
hiç gerek yokken, üniversite türban olayı yeniden gündeme getirilmek
istenmiş, bu konuda birkaç kez YÖK yasası hazırlanmış,
ama hiçbir YÖK yasası gerçekleşememiştir. Sadece onunla
kalınmamış, üniversitelere, mevcut düzeni değiştirerek,
mevcut yasaları değiştirerek daha çok sayıda
imam-hatip okulu mezunu öğrenciler yerleştirilmeye çalışılmış,
bunda da muvaffak olamamıştır. Çünkü, Millî Eğitim
Bakanı YÖK'le mahkemelik olmuş, bütün bu mahkemeler sonunda
da Millî Eğitim Bakanı iddiasını gerçekleştirememiştir.
Dolayısıyla, Hükûmetin diğer bölümlerinde, devletin
diğer bölümlerinde yapmak istediğiniz bu kadrolaşma
hareketi üniversitede başarıya ulaşamamıştır.
Aslında YÖK'le olan kavganızın bu noktaya ulaşmasının
gerçek nedeni budur. Yapısı gereği özgür, bağımsız,
laik olan üniversiteler kuşkusuz bu kadrolaşmaya müsaade
edemezdi, etmedi bugüne kadar, bundan sonra da etmesi beklenemez.
Değerli arkadaşlarım,
biraz evvel ifade ettiğim gibi -diğer konuşucu arkadaşlarımız
da söyledi- üniversitelerle bu çatışmanın doğal
sonucu olarak, Hükûmet, üniversitelerden intikam alır gibi ödeneklerini
kesti, bütçelerini sınırlı kıldı, kadroları
sınırlandırdı. Bir örnek vermek istersem, Cumhuriyet
Üniversitesinde, üniversite hizmetlerini sürdürebilmek için
1.000 çalışanla sözleşme imzalamış durumda.
Onlara ödenen ücretler yüzünden de normal işlevlerini ve hizmetlerini
yerine getiremez durumundadır. Yani, tıbbi malzeme
alınamamakta, normal hizmetler yerine getirilememektedir.
Bir başka örnek: Bolu'daki, Allah
rahmet eylesin, çok önemli bir bağışçının yaptığı
tüm üniversite binalarının bazıları hazine arazisi
üzerine yapılmıştır. Hazine arazisi üzerine yapıldığı
için de, Orman Bölge Müdürlüğü, her ay, Bolu Üniversitesinden
500 milyar lira ecrimisil istemektedir. Üniversite yetkilileri,
Maliye Bakanlığına başvurarak, dar bütçe olanakları
içerisinde, ek bütçe yapmadan bu ödemenin yapılamayacağını
ifade etmişlerdir. Fakat, Maliye Bakanlığı, bir
türlü, bu hazine arazisinin üniversite mülkiyetine geçmesini
sağlayamamıştır, mümkün kılmamıştır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Sözen,
konuşmanızı tamamlayınız.
HAMİT TAŞCI (Ordu) -
2/B'yi halledelim, olsun.
NURETTİN SÖZEN (Devamla) - Müsaade
edin efendim
Dolayısıyla, üniversitelere
karşı bu bakış açısı -yani, Maliye Bakanlığından
para alınacak, Orman Bakanlığına yatırılacak-
çarpık bir anlayıştır, eziyet etmekten başka
hiçbir anlam taşımaz.
Değerli arkadaşlarım,
üniversitenin çok önemli sorunu, kuşkusuz, üniversite önünde
bekleyen gençlerdir. Bu yapıyı ve bu sistemi değiştirmeden
üniversite olayını çözmek mümkün değildir. Onun için,
gelecek dönemde yapılması gereken şey, üniversitenin
önüne gelen öğrencilerin 1/3, 2/3 oranında, yani 2/3'ü, üniversite
çağına gelmiş gençler mesleki ve teknik okullara yönlendirilerek,
üretimle ve sanayiyle işbirliği yapmalarını
sağlayarak, üniversite önündeki birikimin azaltılması
gerekir. Bunu çözmeden, hiçbir iktidarın ve hiçbir toplumun,
üniversite sorununu çözmesi beklenemez.
Son olarak, üniversiteyle ilgili
-zamanımın kısalığını da düşünerek-
bir öneriyle bitirmek istiyorum: Şimdi, vakıf üniversiteleri,
maalesef, öğretim üyelerine ödedikleri yüksek ücretler yüzünden,
devlet üniversitelerinden değerli bilim adamlarını
istihdam etmektedir. Devlet üniversitelerindeki büyük kentlerde
birçok öğretim üyeleri, özellikle, emeklilik süresini doldurup,
yaş bakımından emekli olamayacak olan öğretim üyeleri,
özel üniversitelerde veya vakıf üniversitelerinde görev almaktadır.
Bu da, devlet üniversitelerindeki üretimi, hizmeti ve kaliteyi
düşürmektedir. Bunun çözümü, vakıf üniversitelerindeki
ücretleri azaltmak değil, devlet üniversitelerindeki görev
yapan öğretim üyelerinin ücretlerini ayarlamaktır, düzenlemektir.
Aksi takdirde, vakıf üniversiteleri çoğaldıkça, devlet
üniversitelerinin büyük ölçüdeki kaliteli öğretim üyesi
akışı durdurulamayacaktır ve bu çarpıklık
yüzünden de, eğitim kalitesi bozulacaktır.
Araştırma konusunda da,
devlet üniversitelerindeki araştırmaya paralel, vakıf
üniversitelerinin de araştırmalarını artırmaları
gerekmektedir. Oysa, bugünkü acı gerçek, vakıf üniversiteleri
araştırmaya yeterince ödenek ayırmamaktadırlar.
Merak etmeyin, zamanınızı
aşmadım, diğer arkadaşlara tanınan süre kadar
konuşuyorum, saatinizi göstermenize gerek yok.
Değerli arkadaşlarım,
yeni kurulan beş üniversitemizin yükseköğrenime, toplumumuza,
insanımıza, ülkemize hayırlı olmasını
diliyorum.
Keza, 22 Temmuzun demokrasimize,
ülkemize, ulusumuza hayırlı olmasını diliyorum.
Hepinize sağlıklar ve başarılar
diliyorum.
Sağ olun. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Madde üzerinde, AK Parti Grubu
adına, Ordu Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın
Eyüp Fatsa.
Buyurun Sayın Fatsa. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA EYÜP FATSA
(Ordu)- Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım;
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Kurulmakta olan beş vakıf
üniversitesiyle alakalı düşüncelerimi sizlerle ve kamuoyuyla
paylaşmak üzere söz aldım.
Kurulacak bu yeni beş vakıf
üniversitesinin ilim, kültür, bilim hayatımıza hayırlı
olmasını temenni ediyorum.
Değerli arkadaşlar, bu
kanun vesilesiyle, iktidar ve muhalefet grubuna mensup arkadaşlarımız,
konuyla ilgili görüşlerini gerekçeleriyle beraber ifade ettiler.
Ben de, bu konuşmalardan anlamakta zorluğa düştüğüm,
doğrusunu isterseniz çok da gerçekleri yansıtmayan bazı
iddialara huzurlarınızda açıklık getirmek üzere
söz aldım.
Değerli arkadaşlar, Ulu
Önder Mustafa Kemal Atatürk, irfanı hür, vicdanı hür, aklı
hür nesillerin yetişmesini bizlere hedef olarak göstermiş
ve Türk gençliğinin bu donanımla yetiştirilmesini,
teçhiz edilmesini, yarınlara, geleceğe ve çağdaş
uygarlığa bu bilgilerle, bu birikimlerle hazırlanmasını
hedef olarak hepimize göstermiştir.
Bizde üniversite denildiğinde,
çoğu zaman, işte, eğer illerimizde üniversite yoksa,
vatandaşın bu konudaki beklentisine bakıyoruz. Bir
üniversite kurulursa, işte, buraya şu kadar öğrenci
gelir, buraya bu kadar ekonomik katkı sağlar, şu kadar
ev kiraya verilir, ilimizin ekonomisine şu kadar ilave katma
değer sağlar gibi, doğrusunu isterseniz, üniversitenin,
bilimin, ilmin, irfanın mantığıyla örtüşmeyen
gerekçeler ortaya konuluyor. Bunlar, üniversitelerimizin anlaşılması
noktasında çok eksik ve yanlış bilgilerdir. Elbette
ki, üniversitelerin olduğu yerde bu tür ekonomik katma değer
de birlikte, beraberinde geliyor; ama, biz biliyoruz ki, üniversitelerin
olduğu illerde hem eğitim hayatının hem bilim hayatının
hem kültür hayatının hem sosyal hayatın fevkalade ilerlediğini,
yükseldiğini, üniversitenin kurulu olduğu illerde bu bakımdan
fevkalade yüksek bir performansın, gelişmenin de olduğunu
hep beraber görüyoruz. Aslında bizi ilgilendiren tarafı,
üniversitelerin kurulduğu yerlerde, ilme, bilime, sosyal hayata,
kültürel hayata sağlayacağı ilave katkılardır.
Eğer üniversiteleri bu şekliyle anlamazsak, gerçekten, bu
bilim, ilim, irfan yuvasına haksızlık etmiş, sadece
bunu ekonomik katma değer üreten bir meta gibi algılamış
oluruz ki, bu doğruyu ifade etmez.
Bir diğer konu da şudur,
deniliyor ki: "Efendim, bu kadar üniversite var, bu kadar da
öğrenci mezun oluyor. Bunların her birisine nerede iş
vereceksiniz, nasıl iş vereceksiniz?" Benim, doğrusunu
isterseniz, üniversitelerin sadece iş ve istihdam kapısı
olmadığı noktasında da samimi bir kanaatim var.
Burada biraz önce ifade ettiğim yetişmiş, vasıflı
insan, bilim adına, ilim adına, kültür adına vasıflı
insan yetiştirmektir. Hepimiz, eski Doğu bloku ülkelerinde
görmüşüzdür; Türki cumhuriyetlerde görmüşüzdür; yani,
sıradan işleri yapan gençlerin bile, insanların bile,
en az bir üniversite mezunu olduğunu, en az iki tane yabancı
dil bildiğini, yetişmiş, vasıflı insanların,
hayatın bütün alanlarında, sosyal hayatın bütün alanlarında
faaliyet gösterdiğini. Gelişmiş Batı ülkelerinde
de aynı şekilde bunu müşahede etmemiz mümkündür. Yani,
üniversiteye giden gençler -ki, ben uzun yıllar kaldım, hocam
da bilir, Batı'yı tanıyan arkadaşlarımız
mutlaka içimizde var, bunların hepsi buna hak verecektir- kimse
iş bulmak amacıyla üniversiteye gitmiyor, ama, üniversite
diploması olan -yetişmiş, vasıflı- hayata
atılırken, ister kamuda olsun ister özel sektörde olsun isterse
kendi şahsi işinde olsun, gerçekten, böyle, vasıflı,
yetişmiş, fevkalade donanımlı insan olarak, hayata
hazır olarak, bilgilerle mücehhez edilmiş insan olarak hayata
atılmak istiyor. Dolayısıyla, bazı iddiaların
-işte, iş konusundaki iddiaların filan- ben, biraz,
böyle, askıda kaldığı kanaatindeyim, doğruyu
yansıtmadığı kanaatindeyim. Bizim, hayatın,
sosyal hayatın her alanında görev alan gençlerimizin, insanlarımızın
üniversite mezunu olmasından, en az bir veya iki tane yabancı
dil konuşuyor ve biliyor olmasından kimin, ne zararı
olabilir, bu toplumun ne zararı olabilir?
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Malatya) - Hah
Hah
EYÜP FATSA (Devamla) - Ama, aksini
düşünürsek, herkesin, fert fert herkesin bundan kârı olur,
ama en fazla da bu ülkenin kârı olur.
Lütfen, bazı şeyleri ifade
ederken, böyle, gerçekleri yansıtmayacak şekilde, insanların
kafasında yanlış istifhamlar oluşturacak şekilde
ifade etmenin de, doğrusunu isterseniz, çok hakkaniyetle
bağdaştığı kanaatinde değilim.
Değerli arkadaşlar, buraya
çıkan arkadaşlarımızın her birisi -özellikle
muhalefete mensup arkadaşlarımızın- bizim, üniversiteyle
kavgalı olduğumuz gibi bir intibaı ısrarla ifade
etmeye çalışıyorlar. Doğrusunu isterseniz, buna
katılmamız mümkün değil. Üniversiteyle neden kavgalı
olalım?
NURETTİN SÖZEN (Sivas) - Millî
Eğitim Bakanına sorun.
EYÜP FATSA (Devamla) - Çocuklarımızın
okuduğu, kardeşlerimizin okuduğu, ülkemizin insanlarının
okuduğu üniversitelerle niye kavgalı olalım? Ama, her
alanda olduğu gibi, toplumun her alanında olduğu gibi,
eğer bazı kurumlarda birtakım yanlış uygulamalar
varsa, kamu vicdanını kanatan yanlış uygulamalar
varsa -bunun iktidarla, muhalefetle de alakası yok- milleti
temsil makamında olan her milletvekilinin, açık yüreklilikle,
ama bir husumete kapılmadan, ama bir ayrıştırmaya
tabi tutmadan yanlışları da ifade etmesinden daha tabii
bir şey olamaz.
Şimdi, arkadaşlarımız
dedi ki: "Üniversitelerin bütçelerini kıstınız."
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Malatya) - Evet.
EYÜP FATSA (Devamla) - Değerli
arkadaşlar, bakın, rakamlar veriyorum size. 2002 yılında
NURETTİN SÖZEN (Sivas) - Biz
de verdik rakam.
EYÜP FATSA (Devamla) - Müsaade
edin
2002 yılında, üniversitelere
ayrılan bütçe 2 katrilyon 495 trilyon 767 bin 700 Türk lirasıdır.
2006 yılında, bu rakam 5 katrilyon 846 trilyon 822 bin 761 Türk
lirasıdır. 2007 yılında ayrılan ödenek de -eski
ifadeyle söylüyorum- 6 katrilyon
586 trilyon 692 bin Türk lirasıdır. Dolayısıyla, 2
katrilyonla, 7 katrilyonun aynı şeyler olmadığını,
herhalde buradaki arkadaşlarımız da fevkalade biliyorlar.
MUHARREM KILIÇ (Malatya) - Geçen
sene Malatya Tıp Merkezine ayda 40 bin YTL
EYÜP FATSA (Devamla) - Dolayısıyla,
arkadaşlar, bunlar devletin, maliyenin resmî rakamlarıdır.
Dolayısıyla, lütfen, -tenkitleriniz olabilir, eleştirileriniz
olabilir, ama- 2 katrilyon ile 7 katrilyon arasındaki farktan dolayı
da hiç olmazsa bu farklılığı ortaya koyan maliye
yönetimine, Hükûmete bir teşekkür edin. Eğer, husumetimiz
olsa, niye 2 katrilyonu 7 katrilyona çıkartalım! Böyle
bir şey olabilir mi? Böyle bir şey nasıl düşünülebilir?
Doğrusunu istersen bunu anlamakta fevkalade zorlanıyoruz.
Bakın, 2002-2003 öğretim
yılında 74.134 personel var üniversitelerimizde. 2006-2007
öğretim yılında 86.522 personel var. Eğer, kadro vermemiş
olsaydık, bu binlerce kadro kendi kendine, kendi içinde amip gibi
bölünerek üremediler ki bunlar? Bu kadroyu biz verdik. Lütfen, bu
kadroyu
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Fatsa,
konuşmanızı tamamlayınız.
EYÜP FATSA (Devamla) - Sayın
Başkan bitiriyorum.
Bu kadroyu veren iradeyi de bu kararlılığından
dolayı, hiç olmazsa, takdir edin, teşekkür edin. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Yani, bu üniversiteler bizim
üniversitelerimizdir, bu ülkenin üniversiteleridir. Dolayısıyla,
üniversitelerde kadro yokluğunun, ödenek yokluğunun, sadece,
bunu iddia edenler için bir zararı yok ki! 73 milyon Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşının her biri için bir zararı vardır.
Dolayısıyla, insanların kendi zararına olacak,
ülkesinin zararına olacak konularda devletin imkânlarını
yine devletin kurumlarından esirgemiş olmasının
mantıklı bir izahı olamaz.
HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU
(Antalya) - Zaten mantıklı değil.
EYÜP FATSA (Devamla) - Değerli
arkadaşlar, lütfen, eleştirileri yapalım, hayhay, memnuniyetle;
ama, doğru olanları da söyleyelim. Bak, rakamlar bunlar. Devletin
rakamlarını söylüyorum.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Malatya) - Malatya İnönü Üniversitesine
EYÜP FATSA (Devamla) - Sayın
Aslanoğlu, bu sürede, bu ilave kadrodan Malatya İnönü Üniversitesi
de kendi payına düşeni almıştır, bütün üniversiteler
gibi.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Malatya) - Kaç tane? Nerede, nerede?
EYÜP FATSA (Devamla) - Bütün üniversiteler
gibi, bu ilave on binleri aşan kadrodan Malatya İnönü Üniversitesi
de kendi payına düşeni almıştır.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Malatya) - Asla, asla!
HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU
(Antalya) - Sayın Başkan, yapmayın!
EYÜP FATSA (Devamla) - Değerli
arkadaşlar, bakın, çıktınız, konuştunuz.
Samimiyetle, sabırla dinledik.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Malatya) - Ama, sanki başka bir dünyada yaşıyoruz.
EYÜP FATSA (Devamla) - Siz iddialarınızı
ortaya koydunuz. Biz de rakamlarla gerçekleri ortaya koyduk. Üniversitelerle
alakalı samimi düşüncelerimizi sizlerle beraber paylaşmış
olduk.
HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU
(Antalya) - Koskoca Akdeniz Üniversitesine 26 personel gönderilmiş,
yeterli mi?
EYÜP FATSA (Devamla) - Dolayısıyla,
söylediğimiz, devletin gerçek rakamlarıdır, maliyenin
gerçek rakamlarıdır. Bunlar, hayalî, uydurulmuş, ortaya
atılmış rakamlar değildir ki. Lütfen, tenkitler yapılırken,
eleştiriler yapılırken bazı gerçekleri de ifade
etmekten kaçınmayalım. Bunlar bir eksiklik değildir.
Gerçekleri ifade etmek, bir erdemliliktir. Ben, o noktada, burada
söz alan arkadaşlarımın her birisinin eleştirilerine
saygı duyarım, elbette ki olacaktır. Sizinle biz aynı
şeyleri düşünmüş olsaydık, herhâlde sıralarımız
da yan yana olurdu. Farklı siyasi partilere mensup insanlarız.
Farklı görüşlerimiz var.
HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU
(Antalya) - Sayın Başkan, rakamla alakası yok. Bunlar
reel gerçek. Ortada duruyor.
EYÜP FATSA (Devamla) - Elbette ki,
olaylara yaklaşım noktasında farklılıklarımız
olacaktır, olmaması mümkün değil; ama, bu kadar, siyah
ve beyaz kadar birbirinden uzak görüşler ve düşünceler,
doğrusunu isterseniz, bu, konuşan için de, konuşulan
için de, konuşulan kurum için de, bu ülke için de faydalı
şeyler değildir. Hiçbir hayra hizmet etmez. Doğruları
söyleriz, eksikleri talep ederiz, yanlışlar noktasında
da uyarırız; ama, kimsenin, bu ülkenin bir başka kurumuna
karşı ön yargılı olduğunu, husumet içerisinde
olduğunu söylemek, doğrusunu isterseniz, bu, milletvekilliği
sorumluluğu taşıyan insanlara, arkadaşlarımıza,
yani, yakışmaz demek istemiyorum, uygun düşmez. Yani,
biraz ileri ifade olabilir, uygun düşmez. Ama, eleştirilerinizi
mutlaka yapın, tavsiyelerinizi yapın, tenkitlerinizi
yapın, ama, olayları böyle, siyah ve beyaz tonlarında,
eğer gri tonları oluşturamazsak, aradaki diğer
renkleri bulamazsak, siyah ve beyaz tonlarındaki tartışmanın
bu ülkeye, bu millete, bunu yapanlara, bu kurumlara bir faydası
olabilir mi? Lütfen, ben bütün arkadaşlarımdan hassaten istirham
ediyorum.
Değerli arkadaşlar, tenkitlerimiz
olabilir, şikâyet ettiğimiz konular olabilir, her kurumla
alakalı olabilir. Kaldı ki, Türkiye Büyük Millet Meclisiyle
ilgili de herkes farklı tenkitler ortaya koyacaktır, olacaktır,
bunlar olması lazım. Demokrat insan, hoşgörülü insan
bunları samimiyetle, bunlardan faydalanılacak birer düşünce
olarak algılaması lazım, alması lazım. Yoksa,
bunu bir kırılma noktası olarak, bir husumet noktası
gibi takdim etmek, doğrusunu isterseniz, çok uygun olmuyor,
çok samimi olmuyor, çok inandırıcı da olmuyor.
BAŞKAN - Sayın Fatsa, konuşmanızı
tamamlar mısınız.
EYÜP FATSA (Devamla) - Aksi takdirde,
bizi izleyen insanlar burada iki ayrı zıt görüşün ifade
edilmiş olmasından da, bilinen gerçeklerin de bu kadar birbirinden
uzak bir şekilde ifade edilmesinden de, ben, aziz milletimizin
de çok mutlu olduğu kanaatinde değilim.
Ben, bu vesileyle, düşüncelerimi,
fikirlerimi, üniversitelerden anladıklarımı, üniversiteyle
ilgili samimi düşüncelerimi -grubum adına söz aldım-
grubum adına ifade ediyorum. Bu vesileyle de, Genel Kurulu ve
Başkanlık makamını saygıyla selamlıyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, ek madde 76'yı oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Saygıdeğer milletvekilleri,
yeni madde ihdasına dair bir önerge vardır. Malumlarınız
olduğunuz üzere, görüşülmekte olan tasarı veya teklife
konu kanunun komisyon metninde bulunmayan, ancak tasarı veya
teklif ile çok yakın ilgisi bulunan bir maddesinin değiştirilmesini
isteyen ve komisyonun salt çoğunlukla katıldığı
önergeler üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açılacağı,
İç Tüzük'ün 87'nci maddesinin dördüncü fıkrası hükmüdür.
Bu nedenle önergeyi okutup Komisyona
soracağım. Komisyon önergeye salt çoğunlukla, 21 üyesiyle
katılırsa önerge üzerinde yeni bir madde olarak görüşme
açacağım. Komisyonun salt çoğunlukla katılmaması
hâlinde ise önergeyi işlemden kaldıracağım.
Şimdi önergeyi okutuyorum:
TBMM
Başkanlığı'na
Görüşülmekte olan 1322 sıra
sayılı yasanın 1. maddesinin sonuna aşağıdaki
ek maddenin ilave edilmesini arz ederiz.
Saygılarımızla.
Ferit
Mevlüt Aslanoğlu Muharrem
İnce Mevlüt
Coşkuner
Malatya
Yalova Isparta
Mustafa
Gazalcı Necati Uzdil
Osman Özcan
Denizli
Osmaniye Antalya
Ek Madde 77.- Yeni kurulacak üniversiteler
kuruluşları ile birlikte, diğer üniversiteler ise 5
yıl içerisinde tüm öğrencilerine en az bir yabancı dil
öğretecek hazırlık sınıfları kurarlar.
BAŞKAN - Sayın Komisyon,
önergeye salt çoğunlukla katılıyor musunuz?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ
SABAHATTİN YILDIZ (Muş) - Sayın Başkan, katılamıyoruz.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Malatya) - Gerekçeyi okutun.
BAŞKAN - Usul böyle Sayın
Aslanoğlu, İç Tüzük böyle. Tutanaklara geçmiştir önergeniz.
Komisyon önergeye salt çoğunlukla
katılmamış olduğundan, önergeyi işlemden kaldırıyorum.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, Madde 1'i ek madde 72, 73, 74, 75, 76'ncı
maddelerle birlikte oylarınıza arz ediyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
2'nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2- 2809 sayılı Yükseköğretim
Kurumları Teşkilatı Kanununun ek 47 nci maddesinin
ikinci fıkrasına aşağıdaki (e) bendi eklenmiş ve müteakip bentler
teselsül ettirilmiştir.
" e) Tıp Fakültesi,"
BAŞKAN - Madde üzerinde Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına Burdur Milletvekili Ramazan Kerim Özkan.
Sayın Özkan, buyurun.
CHP GRUBU ADINA RAMAZAN KERİM
ÖZKAN (Burdur) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
görüşülmekte olan kanun tasarısının 2'nci maddesinde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum.
Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Tasarıyla, 4'ü İstanbul'da,
1'i İzmir'de olmak üzere 5 vakıf üniversitesi kurulmaktadır.
Türkiye, genç nüfusuna nitelikli eğitim veremeyen, istihdam
olanakları yaratamayan, nitelikli sağlık hizmeti veremeyen
bir ülke durumundaydı. Bu olumsuzluklar sizin döneminizde artarak,
katlanarak devam etti ve devam etmeyi sürdürüyor. Üniversite seçme
sınavlarına her yıl 2 milyona yakın gencimiz girmektedir.
Bu öğrencilerimizin her 100'ünden ancak 12'si dört yıllık
bir yükseköğrenim programına yerleştirilebilmektedir.
Vakıf üniversiteleri yoluyla
üniversite mezunu sayısını artırmaya devam ediyorsunuz,
ancak, vakıf üniversitelerini görüşürken bir noktayı
ifade etmek istiyorum. Vakıf üniversiteleri, devlet üniversitelerinde
yetişmiş kaliteli öğretim üyelerini yüksek ücretler
karşılığında transfer etmektedir. Bu durum,
devlet üniversitelerinde eğitimin niteliğinin düşmesine
ve ar-ge çalışmalarının istenildiği ölçüde
olmamasına neden olmaktadır. O nedenle, vakıf üniversitelerinde
öğretim üyesi yetiştirme programlarının zorunlu
hâle getirilmesi gerekmektedir.
Bir diğer konu, devlet üniversitelerinde
yetişen, görev yapan öğretim üyelerimizin, yani, doçentlerimizin,
profesörlerimizin, öğretim görevlilerinin maaşlarının
mutlaka artırılması gerekmektedir. Bin YTL ücret
alan, 500 YTL'sini kira veren bir öğretim görevlisinin evini nasıl
geçindireceğini düşünmenizi isterim. Ki, o öğretim
görevlisi, öğrencileri için nasıl verimli olacaktır,
anlaşılacak gibi değildir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bu Parlamento döneminde hem vakıf hem de devlet
üniversiteleri sayısı artırılmıştır.
Onbeş üniversite kurulmasına ilişkin kanun tasarısının
yasalaşmasından sonra da geçtiğimiz günlerde onyedi
üniversite kurulmasına ilişkin kanun tasarısı,
Millî Eğitim Komisyonunda görüşülmüştür. Yeni üniversiteler
kurulması kararı, yükseköğretime talebin çok yüksek,
eğitimin bu aşamasında okullaşma oranının
ise düşük olduğu gibi gerekçelere dayandırılarak
istense de, asıl nedenin siyasi gerekçelerden kaynaklandığı
ve bu kuruluşların altyapı, araç gereç, yeterli sayı
ve düzeyde öğretim elemanı gibi gereksinimlerinin büyük
ölçüde göz ardı edildiği görülmektedir.
Göller, güller ve gönüller diyarı
Burdur'umuza bir üniversite kazandırdık geçtiğimiz dönemlerde,
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi. Sayın Bakana soru yöneltmiştim
görüşmelerde. "Sayın Bakanım, üniversiteyi açtık,
ancak, bizim orada bir tabir var, hamamı var kurnası yok, davulu
var zurnası yok. Bizim öğretim elemanı eksikliğimiz
var, paramız yok, sosyal tesislerimiz yok." Bunu sorduğumda
Sayın Bakan "Önümüzdeki günlerde Burdur'un üniversitesinin
hamamı da olacak, kurnası da olacak, zurnası da olacak."
demişti, ama, ne yazık ki, aradan bir yıl geçti hâlâ sosyal
tesislerimiz anlamında gerekli para ayrılmadı, ödeneklerimiz
gönderilmedi, öğretim elemanı ihtiyacımız yerine
getirilmedi, güvenlik sistemleri için, güvenlik elemanları
için gerekli olan para bulunamadığı için hâlâ özel bir
şirketle anlaşma yapılamadı. Ne yazık ki,
hâlâ Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitemiz, öğretim görevlisi
yönünde, araç ve gereç yönünde eksiklerini sürdürmeye devam ediyor.
Açtığımız üniversiteler bunlar.
Biliyoruz, bir üniversitenin
açılması o ilin sosyoekonomik yapısını, gelirini,
kültürünü geliştirir bir çalışmadır, kutluyoruz,
ancak, yarım yamalak bir üniversiteyle bunlar olmuyor. Dikkatlerinizi
çekmek isterim.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yine, on yedi üniversite kurulmasına
ilişkin kanun tasarısıyla belirlenen illerin bilimsel
yöntemler kullanılarak belirlenmediği ortadadır.
Oy kaygısıyla, seçmenin gözünü boyamak amacıyla üniversiteler
kuruyorsunuz, ama, bu iller arasında Bayburt yok, Gümüşhane
yok, Bartın yok, Iğdır yok, Tunceli yok, Ardahan yok, Yalova
yok, Şırnak yok, Hakkâri yok.
AHMET YENİ (Samsun) - 22 Temmuzdan
sonra onları açacağız.
RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Devamla)
- Bu illerdeki altyapı, üniversite kurulan diğer on yedi
ilden az mıdır? Her şeyi bitirdiğinizi söylüyorsunuz
Nereden nereye geldik? Nereden nereye geldiğiniz görülüyor.
FAHRİ KESKİN (Eskişehir)
- Davul zurna olmaz o zaman işte onları açarsak.
NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul) -
Her şeyin bir zamanı var.
RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Devamla)
- Zamanı var
Beş yıl geçti hâlâ o zamanı bulabilmiş
değilsiniz. Beş yıl geçti. "En uzun Parlamento sürecini
yaşadık." diye bir de övünüyorsunuz. Ne yaptık değerli
arkadaşlarım?
ALAETTİN GÜVEN (Kütahya) -
Çok güzel şeyler yaptık.
RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Devamla)
- Çok güzel şeyler yaptınız
Sınıfta kaldınız.
367 dediniz, hukukun tokadını yediniz. Üniversite kurulacak
olan iller neye göre belirlenmiştir? Gümüşhane'ye ve Bayburt'a
üniversite kurulmaması, Gümüşhane ve Bayburt'u, bu illerimizde
yeterli olan altyapıyı yok saymak mıdır?
NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul) -
Sırası gelince yapılacak.
RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Devamla)
- Bayburt'u, Gümüşhane'yi oy deposu olarak gördüğünüz için
"Nasıl olsa bize oy verdiler, verecekler." dediğiniz
için, bu illerimizde üniversite kurulmasına ilişkin verdiğimiz
önergeleri reddettiniz. Tunceli'yi ise "Zaten bize oy vermiyorlar,
onun için oraya da yapmıyoruz." dediniz. Bayburtlu, Gümüşhaneli,
Bartınlı seçmen de, AKP'yi, inşallah, seçimde cezalandıracaktır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; on beş üniversite kurulmasıyla ilgili
kanun, bu üniversitelerin kurucu rektörlerinin AKP tarafından
atanıp atanamayacağı tartışması için bu
Mecliste dört defa görüşüldü. Hâlâ, Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesinin, sizin yüzünüzden,
rektörü atanmış değil. Diğer on beş üniversitenin
de rektörleri atanmadı, çünkü, Meclisi fuzuli gündemlerle oyaladınız.
Yine, AKP, her konuda olduğu gibi o konuda da sınıfta
kaldı. Atamalar, YÖK kapsamında devam ediyor. Sayın
Millî Eğitim Bakanı o tarihlerde yaptığı bir
açıklamada kabzımallara haksızlık ederek
"Kabzımalları rektör atamayacağız ki."
demişti. Biz, kabzımal atayacaksınız dememiştik.
Değerli arkadaşlarım,
ama, AKP kadrolaşması yapacaksınız demiştik.
Şunu da belirtmiştik: "Liyakatı önder bilin sadakati
bırakın. Ayaklar baş, başlar ayak olmasın.
Başlar baş olsun." demiştik. Bugün, seçimlerde aday
olmak için istifa eden bürokratlar, Millî Eğitim Bakanı Hüseyin
Çelik'in Bakanlığında nasıl bir AKP kadrolaşması
yapıldığını ortaya çıkarmıştır.
Millî Eğitim Bakanlığı Müsteşarı, Müsteşar
Yardımcısı, daire başkanı, genel müdürleri,
AKP'den milletvekili aday adayı olmak için istifa etmişlerdir.
Hayırlı uğurlu olsun, ancak, bir noktayı sizinle
paylaşmak istiyorum değerli arkadaşlarım: Birçok
bürokratın, sadece Millî Eğitim Bakanlığı değil,
Maliye Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı,
Başbakanlık
MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU
(Tokat) - İstifa eden bürokratların yüzde 70'i CHP'den aday
olacak.
BAŞKAN - Sayın Dağcıoğlu,
lütfen
FAHRİ KESKİN (Eskişehir)
- Ahmet Necdet Sezer'in damadı da sizden gelecek.
RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Devamla)
- Mahkeme kararlarını uygulamadığı için yargılandığını,
ceza aldığını biliyoruz. Bu cezaların ertelenmesi
ve yargılama aşamasında olan davaların dönem sonuna
bırakılması ve dokunulmazlık zırhından
faydalanmak amacıyla bu bürokratlar aday oluyorlarsa boşuna
heveslenmesinler. Bizim orada bir tabir vardır, bu bürokratların
hevesleri kursaklarında kalacaktır. Önümüzdeki dönem
oluşacak yeni Parlamentoda, yani, Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında,
mutlaka, dokunulmazlıklar sınırlandırılacaktır
ve o arkadaşlarımızdan, mutlaka ve mutlaka, hesap sorulacaktır.
Bu duygu ve düşüncelerle, yüce
Meclisi tekrar saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
ALAETTİN GÜVEN (Kütahya) -
Varsa, hesabını versin, ne yapalım!
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Özkan.
FAHRİ KESKİN (Eskişehir)
- Ramazan, sana yakışmadı!
RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Burdur)
- Yapmıyorsunuz; yapın, yakıştıralım.
BAŞKAN - Anavatan Partisi Grubu
adına, Erzurum Milletvekili İbrahim Özdoğan, buyurun.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum) - Sayın Başkan,
değerli milletvekili arkadaşlarım; 1322 sıra sayılı
Yüksek Öğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı'nın 2'nci maddesinde
söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi en derin saygılarımla
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, bu
yasa tasarısının geneli üzerinde ve bir maddesi üzerinde
konuşurken, Anavatan Partisinin görüşlerini genel anlamda
dile getirmiştik ve Hükûmete, Hükûmete mensup sayın milletvekillerine
birtakım serzenişte bulunmuştuk, fakat, maalesef, az
önce, AK Parti Grup Başkan Vekili Sayın Eyüp Fatsa'nın konuşmasıyla
bunların hâlâ daha anlaşılmadığını
görmekten, hakikaten ben üzüntü duymuş bulunmaktayım. Sayın
Eyüp Fatsa, burada konuşurken, üniversitenin, üniversitelerin
iş bulma yerleri olmadığını, bir bilgi toplama
yeri olduğunu, hayata atılırken daha donanımlı
bir şekilde hayata atılmanın nedenleri olabildiğini
söyledi. Elbette ki, bunda herkes hemfikirdir değerli arkadaşlarım.
Elbette ki, öyle. Ben mesela, çocuklarımı üniversiteye
kaydettirirken -dört çocuğum vardır, dördü de üniversite
mezunudur- şunları söylemişimdir: "Çocuklarım,
siz isterseniz ileride ayakkabı boyacılığı
yapın, ama, mutlaka üniversite diplomanızın olması
gerekmektedir, çünkü, o zaman, hayata bakış açınız
çok daha farklı olacaktır."
Değerli arkadaşlarım,
buna katılıyoruz, ama, Sayın Fatsa'nın Avrupa ülkeleriyle
Türkiye'yi iş bulma bakımından kıyaslaması
son derece yadırganacak bir tutumdur değerli arkadaşlar.
Avrupa'da, ileri Batı ülkelerinde, bir defa üniversite mezunu
gençlerin iş bulma sorunu yoktur, fakat, Türkiye'de, üniversiteyi
bitiren gençlerin büyük sorunları vardır, iş bulma sorunları
vardır. Dolayısıyla, Türkiye'de, devleti idare eden
hükûmet daha sosyal olmak zorundadır ve üniversiteyi bitiren
gençleri daha kayırıcı olmak durumundadır.
Şimdi, burada, Hükûmet yetkilileri
ve Hükûmete mensup sayın milletvekilleri, tabii, bu işin üstesinden
gelemiyorlar, altından kalkamıyorlar; dolayısıyla
bu tür bahanelerin altına maalesef saklanıp duruyorlar.
Bunu aziz milletimizin, yüce milletimizin sindirmesi, amiyane tabirle
yutması mümkün değildir, bir defa bunun adını koymak
mecburiyetindeyiz değerli arkadaşlar. Ve yine, Sayın
Fatsa, işte "Biz, üniversitelerle kavgalı değiliz."
Evet, doğru söylüyor, hakikaten de öyle. Üniversitelerle kavgalı
olma durumu yoktur, fakat "miş gibi" yapıyorlar,
oy getirecek konularda kavga yapıyor görüntüsüne giriyorlar.
Peki, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörüyle kavganız
neydi, sonucu ne oldu? Bunu bir defa hatırlatmak istiyorum.
İkinci bir mesele, işinize
gelmeyen konularda da, maalesef, sizi buraya iktidar olarak gönderen
yüce milletimizin isteklerini yerine getirecek kavgalar yapmıyorsunuz.
Bakın, sizi buraya gönderen yüce milletimizin en büyük isteklerinden
birisini, üniversitedeki baş örtüsü sorununu da çözmeniz gerekirdi.
Bu konuda kavga yaptınız mı? Size soruyorum. Yapmadınız,
çünkü, işinize gelmiyor.
Yine, meslek liseleri ve imam-hatip
lisesi mezunlarının üniversiteye girmelerinin önündeki
engelleri kaldırdınız mı? Size buradan soruyorum.
FAHRİ KESKİN (Eskişehir)
- Meclise girseydiniz, kaldıracaktık.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Bu konuda kavga verdiniz mi? Soruyorum değerli arkadaşlarım.
Hiçbir kavga vermediniz, çünkü, işinize gelmiyor. Belki iktidarınızdan
olacağınızdan korktuğunuz için kavga vermiyorsunuz.
NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul) -
Kavga için gelmedik.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Yani, bazı konularda kavga veriyorsunuz, bir kısım
konularda da kavga vermiyorsunuz değerli arkadaşlarım.
HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar)
- Son konuşmalarını yapıyor.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Değerli arkadaşlar
Allah vekildir, Afyon seni silecek.
Tamam mı? Afyon seni silecek. Bak, söyleyeyim ben.
AHMET YENİ (Samsun) - Hangi
parti adına konuşuyorsun?
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- 22 Temmuzdan sonra göreceğiz hangi parti adına olduğumuzu.
İnşallah, sen televizyonun başında, böyle, ağzını
açarak beni yine bu kürsüden izleyeceksin.
BAŞKAN - Sayın Özdoğan
Sayın Yeni
Arkadaşlar, lütfen, Meclis mehabetine uygun
davranalım.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Bunu izleyeceksin Ahmet Yeni, ağzını açarak izleyeceksin.
FEHMİ ÖZTÜNÇ (Hakkâri) - Hangi
parti adına konuştuğunu sordu.
BAŞKAN - Lütfen, arkadaşlar
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Değerli arkadaşlarım, bakın, hakikaten başörtü
sorununu çözmediniz. Üniversitelerimizin en önemli sorunu, başörtü
sorunudur, bunu çözmediniz, çünkü, yüreğiniz yetmedi buna,
çünkü, korktunuz, çözemediniz. Değerli arkadaşlar, bunu
şimdiye kadar çözmeniz gerekirdi.
NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul) -
İstismar etmeyin yeter yahu! Hep istismar ediyorsunuz.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Bakın, istismar etmiyoruz. Ben bunu yaşıyorum.
NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul) -
Herkes yaşıyor.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Ben bunu yaşıyorum. Ben imam-hatipte çocuk okutmuş insanım.
İstismarcı olamam ben. Sen imam-hatipte çocuk okuttun mu peki?
Soruyorum sana: Okuttun mu sen?
NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul) -
Evet, okuttum. Hiç bilmediğin şeyler üzerine konuşuyorsun.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Niye konuşmadın peki? Niye konuşmuyorsun?
NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul) -
Konuşmakla değil, icraat yapmakla
BAŞKAN - Arkadaşlar, lütfen
karşılıklı konuşmayalım. Böyle bir üslup
yok sayın milletvekilleri, lütfen.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- İcraatın başında sizdiniz, bugüne kadar bunu maalesef
gerçekleştirmediniz.
BAŞKAN - Sayın Özdoğan,
siz de Genel Kurula hitap ediniz.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Bakın değerli arkadaşlar, halkım bunu biliyor.
AHMET YENİ (Samsun) - Erzurum'da
İstasyon Meydanı'nda bekliyoruz seni!
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- İmam-hatip liselerinde meslek dersleri yanında, yani,
ilahiyat dersleri yanında bütün dersler de okutulmaktadır.
Bugün 21'inci asırda, bilgi çağında bilgi evrenseldir;
al gülüm ver gülüm meselesidir; ben bilgiyi getiririm, siz bunun
karşılığını vereceksiniz.
AHMET YENİ (Samsun) - Cumartesi
günü Erzurum'a gel, Erzurum'a!
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Fakat, bugünkü sistem buna engel oluyor ve bu engel olan sistemi de
AK Parti Hükûmeti bugüne kadar çözemedi.
AHMET YENİ (Samsun) - Cumartesi
Erzurum'a bekliyoruz!
BAŞKAN - Sayın Yeni, istirham
ediyorum. Arkadaşlar, bırakın...
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Yarın seçim meydanlarında, bu nedenlerle sizi iktidar
yapan halka ne cevap vereceksiniz? Cumartesi günü Erzurum'da mitinginiz
var.
AHMET YENİ (Samsun) - Gel oraya,
gel!
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Erzurumluya ne cevap vereceksiniz, soruyorum. Dindar ve muhafazakâr
Erzurumluya. Buradan sesleniyorum: Elbette o miting meydanlarında
mutlaka size bir cevapları olacaktır. Bunu yaşayacaksınız
Allah'ın izniyle.
Değerli arkadaşlarım,
başörtü meselesi
Çözebildiniz mi bunu? Çözemediniz.
AHMET YENİ (Samsun) - İstasyona
gel!
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Bakın, bugün Anavatan Partisi Genel Başkanı Sayın
Erkan Mumcu Millî Eğitim Bakanı iken kapsamlı YÖK reformu
getirdi. Maalesef, daha sonra Sayın Recep Tayyip Erdoğan
Bitlis'ten milletvekili seçildikten sonra
(AK Parti ve CHP sıralarından
"Siirt
Siirt" sesleri)
AHMET YENİ (Samsun) - Siirt
MEHMET YILDIRIM (Kastamonu) - Siirt
Siirt...
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Siirt'ten. Özür diliyorum. Ha Bitlis ha Siirt, ikisi de bizimdir. Ha
Bitlis ha Siirt
Önümüzdeki seçimlerde Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın
nereden aday olacağını da doğrusu çok merak ediyorum.
(AK Parti sıralarından "İstanbul
İstanbul
"
sesleri) Acaba İstanbul'dan mı yoksa Rize'den mi aday olacaktır?
Bunu bilemiyorum.
NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul) -
İstanbul
İstanbul
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Bunu bilemiyorum.
AHMET YENİ (Samsun) - Cumartesi
Erzurum'a gel, Erzurum'a!
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Cumartesi
Buradan bakacağız. Çalışıyoruz.
Sizin boş işlerinizle bizim meşgul olacak bir durumumuz
yoktur.
Başörtü meselesini çözemediniz
değerli arkadaşlar. Bakın, bu konuyla alakalı bir
anekdot anlatmak istiyorum. Sayın Abdullah Gül Başbakan,
Leyla Şahin davası Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde
devam etmektedir ve o zaman Türkiye Cumhuriyeti devletinin Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesindeki avukatı Şükrü Alpaslan
-bu dava görülüyor- telefon açıyor Sayın Başbakana:
"Biz, bu meseleyi halledeceğiz, ne emir buyurursunuz?"
diyor, Sayın Başbakana söylüyor, yani Sayın Abdullah
Gül'e. "Nasıl?" diyor. Diyor ki: "Centilmen bir
şekilde halledeceğiz, yani ilkokuldan başlamak üzere
üniversite bitinceye kadar baş örtüsü meselesi kalmayacak."
O zaman Başbakan bulunan Sayın Abdullah Gül, "Böyle saçma
sapan bir şey olmaz, bunun aksini savunacaksınız."
diyor. İşte, bu nedenlerle Sayın Abdullah Gül de cumhur
reisi seçilememiştir.
FAHRİ KESKİN (Eskişehir)
- Genel Kurula girseydiniz.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Allah nelere kadirdir, Allah nelere kadirdir! Yüce Allah'ıma
ben şükrediyorum. Buradan da, Abdullah Gül'ün -bu konularda dindar
halkıma sesleniyorum- bir melek olmadığını
söylemek istiyorum. Sayın Abdullah Gül, cennetle müjdelenen
10 kişiden birisimidir ki, cumhurbaşkanı seçilebilsin.
(AK Parti sıralarından gürültüler)
BAŞKAN - Sayın Özdoğan
Sayın Özdoğan, istirham ediyorum, şahısla ilgili
böyle bir şey olmaz.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Değerli arkadaşlarım, dolayısıyla, istismar
EYÜP FATSA (Ordu) - Sayın
Başkan, lütfen hatibe müdahale edin, lütfen hatibi uyarın,
konuya gelsin.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Değerli arkadaşlar, durum budur.
EYÜP FATSA (Ordu) - Böyle şey
olmaz!
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Hayır. Ben, burada bir olayı anlatıyorum. İstediğiniz
zaman kavgalı oluyorsunuz, istediğiniz zaman kavgasız
oluyorsunuz, bu durumu anlatıyorum. Niye inkâr ediyorsunuz değerli
arkadaşlarım, niye inkâr ediyorsunuz? (AK Parti sıralarından
gürültüler)
FAHRİ KESKİN (Eskişehir)
- Dedikodu yapıyorsun.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Her şeyi siyaset çerçevesinde rol almayın değerli
arkadaşlarım, bunu anlatmak istiyorum. Yüce milletimize
doğruları söyleyin, doğru siyaset yapın.
BAŞKAN - Sayın Özdoğan
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK parti sıralarından
gürültüler)
BAŞKAN - Saygıdeğer
arkadaşlarım
Sayın milletvekilleri, yerlerinde oturan
arkadaşlar, bakınız, biteviye giden bir konuşmayı
ne hâle getirdiğinizi takdirlerinize sunuyorum.
Sayın Özdoğan, Sayın
Abdullah Gül, bildiğim kadarıyla, kendisinin melek olmadığını
biliyordur, yani insandır ve Allah'ın bir kuludur. Dolayısıyla,
burada olmayan bir Bakanımızla ilgili olarak, bu sözleriniz
için teessüflerimi bildiriyorum. Yani, yok, şahıs burada
yok, bir şey yok. Yani, öyle rivayet
de olmaz, şeyin içinde olmaz.
MEHMET ERGUN DAĞCIOĞLU
(Tokat) - Meşhur olmak için illa dayak yemek şart değil
Sayın Başkan.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum)
- O yiğit doğdu mu?
AHMET YENİ (Samsun) - Erzurum'a
gel, Erzurum'a; cumartesi gel açılışlara.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum)
- Erzurumlular beni çok seviyor.
BAŞKAN - Saygıdeğer
milletvekili arkadaşlarım, şahsı adına, Gümüşhane
Milletvekili Sabri Varan.
Buyurun Sayın Varan. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
SABRİ VARAN (Gümüşhane)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi en
kalbî duygularımla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, bugün,
yine, üniversitelerimizle ilgili çok güzel kanunlar yapıyoruz.
Biraz önce konuşma yapan muhalefetten arkadaşlarımız,
bizim ilimiz, temsilcisi olduğumuz ilimiz Gümüşhane'de
üniversite kurulmadığını, Bayburt'ta niye üniversite
kurulmadığını sordu. Ben de, hem kamuoyunu hem de
soruyu soran arkadaşımızı bilgilendirmek için
söz aldım. Söz fırsatı verdiği için de değerli
Başkanımıza teşekkür ediyorum.
Değerli arkadaşlar, Gümüşhane,
okuma-yazma oranı Türkiye'de en yüksek olan illerden birisi. Gümüşhanelinin
iki seçeneği var: Ya gurbete gidecek işçi olacak ya da tahsil
hayatını tamamlayıp hayata atılacak, iş kuracak,
devlet dairesinde çalışacak. Bu manayla, Gümüşhane
kamuoyu çocuğundan büyüğüne, yedisinden yetmiş yedisine
kadar herkes eğitimle ilgili ve alakalı.
Gümüşhane, ilköğretimde,
ortaöğretimde, lise çağında altyapısını
tamamlamış, gerçeklerle ifade edersek, Avrupa Birliği
seviyesinde sınıf mevcutları, bilgisayar teknolojileriyle
üniversite kurulmaya da hazır bir il haline gelmiştir. Ancak,
üniversite kurmak demek, üniversite istiyoruz demek, üniversiteyi
kurmaya yetmiyor. Geçmişte, Gümüşhane'yle alakalı,
üniversiteyle ilgili çalışmalar yapıldı. Yapıldı
ama, yeterli bir altyapı tamamlanmış olsaydı, bugün
bizim dönemimize sadece bir levhasını asmak kalırdı,
Gümüşhane üniversitesi derdik, işi bitirirdik. Biz de popülizm
yapmış olurduk o zaman, muhalefetin dediği şekliyle
ama biz bunu yapmadık. Biz biliyoruz, Gümüşhane'de geçmiş
dönemden bugüne kadar -70'li yıllardan 2002'ye kadar- sadece meslek
yüksekokulu ve mühendislik fakültesi dışında hiçbir
altyapı yoktu, ama iktidar olduğumuz günden sonra, bütün
birikimimizi, bütün emeğimizi "Gümüşhane'ye nasıl
bir üniversite kurarız, Gümüşhane'ye nasıl üniversite
kazandırırız"a yorduk. Önce, Gümüşhane'ye 1
milyon 52 bin metrekarelik bir kampüs alanını tahsis ettik.
Bunu biz yaptık. Dekanımızın, oturacağı
makamı yoktu, dekanımızın makamını, mühendislik
fakültemiz
Millî Eğitim Bakanlığımıza ait
bir binada hâlâ oturuyor. Bunun alternatifi olan mühendislik binamızı
da bu sene bitiriyoruz. Bütün bunlar bizim iktidarımız döneminde
yapıldı.
Yine, Sağlık Bilimleri
Yüksekokulu, dört yıllık, bizim dönemimizde kuruldu; kurucu
müdürü atandı, bu yıl öğrenci almak için hazırlanıyor.
Yine, Şiran ilçemizde meslek
yüksekokulunu, üç bölümle alakalı -ki, bölgemizde madencilik
vardır, madenciliği de ön plana tutan bölümler açıldı-
meslek yüksekokulunu da kurduk. Ancak, sadece binaları yapmakla
üniversite kurmak olmuyor, üniversite kurmanın altyapısı
hazırlanmalıydı. Biz, dört yıl içerisinde bu yapıyı
tam manasıyla hazır etmeye çalıştık, ama geçmişten
hiçbir şeyi hazır bulamadığımız için,
biz, üniversite kurulan iller içerisinde olamadık. Ama,
Başbakanımızın bir sözü var: "Ne aldanan olacağız
ne aldatan olacağız." Biz, bu söze, sonuna kadar Gümüşhaneliler
olarak güveniyoruz. Millî Eğitim Bakanımız, on yedi yeni
üniversite kurulmasının aşamasında, kendisine,
Gümüşhane'yle ilgili, üniversite niye kurulmadığı
sorulduğunda, "Bu eksiklikleri tamamlayacağız
ve iki yıl sonra Gümüşhane'ye de üniversiteyi kuracağız."
açıklamasını yapmıştır. Biz, buna Gümüşhaneliler
olarak bütün kalbimizle inanıyoruz. Eğer biz de, vaktiyle
hazırlığı yapıp ikinci fakülteyi ilimize açmış
olsaydık, Gümüşhane de, Bayburt da, Bartın da üniversite
kurulan iller arasında olacaktı.
MEHMET YILDIRIM (Kastamonu) - Sinop,
Sinop
SABRİ VARAN (Devamla) - Yoksa,
"Gümüşhane AK Partiye çok oy veriyor, nasıl olsa bunlar
oy deposu, bunlar oy nasıl olsa verecekler, üniversite kurmayalım
"
Böyle bir şey yok. Tunceli'ye de oy vermedikleri için kurmadı
deniliyor. Oysa, bizim iktidarımızın, bu hizmetleri
yapıyorken, oy verecek, vermeyecek ayırımı yapması
mümkün değildir. Eğer, öyle bir düşünce içinde olsaydı,
9 il kaldı, 81 ilin tamamına der geçerdi. Ama altyapısı
olmayan, sadece levhadan ibaret olan bir çalışma olmuş
olur
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Varan, konuşmanızı
tamamlayınız. Gümüşhane'ye üniversite açılması
önümüzdeki dönemde mümkün olacak, anlaşılıyor.
Buyurun.
SABRİ VARAN (Devamla) -
İnşallah, Gümüşhane'ye, önümüzdeki dönemde muhakkak
Gümüşhane üniversitesi kurulacaktır.
Belki, bir tevafuk oldu, bu hafta
da, Karadeniz Teknik Üniversitesi Senatosu, Gümüşhane iktisadi
idari bilimler fakültesinin kurulması, Torul'umuza da meslek
yüksekokulu kurulmasının kararını cuma günü
çıkarıyor ve üç yıldır, Gümüşhane'ye bir
eğitim fakültesi kurulmasıyla ilgili senato kararı
da YÖK'te bekliyor. YÖK siyasete bulaşıyor, bulaşmıyor
yorumu yapmak istemiyorum ama, Gümüşhane'ye, eğer, o
eğitim fakültesi kararımızı YÖK, üç yıldır,
üç buçuk yıldır tutmamış olsaydı, Gümüşhane'de
de iki fakülte olmuş olacaktı ve bugün Gümüşhane de üniversite
kurulan iller arasında olacaktı.
Son söz, ben, Gümüşhanelilerin
adına şunu söylüyorum: Üniversite kurulsa da, üniversite
kurulmasa da -ki, üniversitenin önümüzdeki iki yıl içinde kurulacağına
inanıyoruz ama kurulsa da, kurulmasa da- Gümüşhane AK Partiyle
beraberdir, Gümüşhane Recep Tayyip Erdoğan'la beraberdir,
oyunu da 22 Temmuzda gerektiği şekliyle kullanacaktır.
Hepinize en derin saygılarımı
sunuyorum, Başkanıma da teşekkür ediyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Ümit ediyoruz ki, önümüzdeki dönem
içinde Türkiye'nin bütün illerine üniversite kurulur ve bu tartışma
biter, darısı bütün illerimizin başına.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, 2'nci maddeyi oylarınıza arz ediyorum:
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
3'üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3- Bu Kanun yayımı
tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu.
Sayın Aslanoğlu, buyurun.
CHP GRUBU ADINA FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Malatya) - Sayın Başkan, yüce Meclisin değerli
milletvekilleri; demin bir önerge verdim. Hepinizin çocuğu
var. Çok kolay, basit geçtiniz. Önergem şuydu: Üniversiteyi bitiren
her çocuğumuz en az bir lisan bilsin.
Değerli milletvekilleri, hepimizin
çocuğu var.
FARUK ÇELİK (Bursa) - Olmayan
da var.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Devamla) - Olmayana da Allah versin Faruk Bey.
Eğer bu çocuklarımız,
en az, üniversiteyi bitirdiği zaman işsizler ordusu yaratmak
yerine
Çok övünüyoruz, "on beş üniversite kurduk, on yedi
üniversite kurduk
" İşsizler ordusu yaratıyorsunuz.
Eğer benim çocuklarım en
az bir lisan bilse
MUSTAFA ÜNALDI (Konya) - Üniversite,
iş kapısı değil.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Devamla) -
dünyanın her yerinden ekmeğini sağlar beyefendi.
Lütfen
Siz bir bilim adamısınız.
Lisan bilen insana karşı gelmeyin. Yani size yazık oluyor.
Siz bir bilim adamısınız. İlim ve bilim ancak lisan
bilen insanla öğrenilir. Örnek veriyorum beyler: Hukuk fakültesini
bitiren bir avukat
ALAETTİN GÜVEN (Kütahya) - Sadece
lisan bilmeyle ilim adamı olmaz
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Devamla) - Hayır, öğrenmenin bir yoludur efendim.
Hukuk fakültesi bitiren bir avukatımız
eğer lisan biliyorsa, avukat arkadaşlarım var
Dünyadaki
değişik şirketlerin, artık, belli hukuk büroları
var, artık, tüm işleri onlara veriyorlar beyler. Yani ekmeğini
bulma açısından, ekmeğini temin etme açısından
bu insanlarımız, bu çocuklarımız bir lisan bilse,
dünyanın her tarafına giderler. Geçen de söyledim, Hindistan'da
1 milyon çocuk Amerika'daki şirketlerin call center'ında çalışıyor,
ama yeri Hindistan.
Değerli milletvekilleri, burada,
bir yerinden başlayalım diyorum. Şimdi, demin öğrendim,
bu kurulan üç üniversitemizde hazırlık sınıfları
varmış, ama iki üniversitemizde yokmuş. Şimdi yukarı
çıktım komisyona, on yedi üniversite kuruluyor. Gelin,
eğer çocuklarımızın geleceğini düşünüyorsak,
ilköğretimden itibaren liseyi bitirene kadar bir yabancı
dil, üniversiteyi bitiren çocuklarımıza ikinci yabancı
dil zorunluluğu getirirsek, bizim çocuklarımız dünyanın
her tarafından ekmeğini sağlar. Bu önergede bunu söylemek
istiyordum sayın milletvekilleri. Demin Sayın Eyüp Fatsa
"Benim çocuklarım iki lisan bilse sevinirim." diyordu,
ama önerge okunduğu zaman, önergeye hiçbiriniz destek olmadınız,
"Bir an evvel bitse de gitsek." diyorsunuz.
Değerli milletvekilleri, bu
önergeyle, eğer, biz, bu kurulan üniversitelere zorunlu olarak
-üçünde varmış, ama iki üniversitede yokmuş- yabancı
dil hazırlık sınıfı koysaydık, en azından,
bu beş üniversiteye girecek çocuklarımız yarın
birer lisan sahibi olacaktı değerli milletvekilleri. Ama
yazık ediyoruz, yazık ediyoruz, devlet üniversitelerine
aynı şekilde yazık ediyoruz. Bunun bir yerinden
başlamak zorundayız.
Ben, burada, çocuklarım
adına âdeta haykırıyorum. Üç yıl sonra başlayalım,
beş yıl sonra başlayalım, ama bugünden bunu planlayalım.
Gelin, bu dönem çok geç değil, bir sürü yasa çıkarıyoruz.
Bir madde, bir madde
Üç yıl sonra, beş yıl sonra her üniversitemiz
hazırlık sınıfı kuracaktır diye bir yasa
çıkaralım. Çok mu zor bu? En azından beş yıl sonra
üniversiteye girecek çocuklar bir beş yıl sonra üniversiteyi
bitirdiği zaman, bu çocukların hepsi, artık, lisan
öğrensin değerli milletvekilleri. Bu önergedeki hedef
buydu, ama dikkate almadınız. Ben, o çocuklarımızın
geleceği, o çocuklarımızın
Beş yıl sonraki
geleceklerinde, tüm çocuklar yabancı dil bilecekti, ama en
azından, onların vebalini almamak adına, ben bunu burada
dile getirmek zorundaydım sayın milletvekilleri.
Değerli milletvekilleri, yine,
tabii, burada beş vakıf üniversitesi kuruluyor. Bir kere,
tebrik ediyorum, teşekkür ediyorum; ilim adına, bilim
adına eğitim yapacak vakıf üniversitelerime, kâr amacı
peşinde koşmayan ve bu ülkemizin çocuklarına ilim
adına bir şey veren insanlara teşekkür ediyorum, saygıyla
önlerinde eğiliyorum.
Ancak, on beş yeni üniversite
kurduk, on yedi daha kuruyoruz. Acaba mevcut devlet üniversitelerinin
sorunlarını giderdik mi? Önemli olan üniversite kurmak değil.
Demin, bir sayın milletvekilim söyledi "Ne aldatmak, ne aldatılmak
"
Arkadaş, bizi resmen aldattınız.
Değerli milletvekilleri,
şu yasa teklifi, 2003 yılında, bu Mecliste, tüm siyasi
partilerde Malatya doğumlu 17 kişi tarafından imzalandı.
İnönü Üniversitesindeki tüm arkadaşlarıma teşekkür
ediyorum. Onlar, Meclisin birer milletvekiliydi, onlara teşekkür
ediyorum. Ama, 2003 yılında
Daha sonra, bu yasa, Maliye Bakanlığından
geçti; bu yasa, Devlet Personelden geçti; bu yasa, Millî Eğitim
Bakanlığı, Yükseköğretim Kurumundan geçti
"Evet, bu üniversitenin ihtiyacı vardır." diye. Bu
yasa, Plan ve Bütçe Komisyonundan geçti. Bu yasa, iki yıl önce
Meclis tarafından bastırıldı, iki yıldır
bekliyor beyler. On yıldır, on beş yıldır, orada,
ebe, hemşire, röntgen teknisyeni, temizlik şirketi kadrosunda
çalışan insanlardan özür diliyorum ben.
FAHRİ KESKİN (Eskişehir)
- Rektör özür diler inşallah.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Devamla) - Beyefendi, orada benim çocuklarım okuyor. O üniversite
Malatya'nın üniversitesi, o üniversite kimsenin babasının
malı değil.
FAHRİ KESKİN (Eskişehir)
- Onu rektöre söyle sen.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Devamla) - O üniversitede benim çocuklarım okuyor. O üniversite
Malatya'nın üniversitesi.
FAHRİ KESKİN (Eskişehir)
- Rektörüne söyle onu.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Devamla) - Bir kişiye kızıp Malatya'ya bu ihaneti yapıyorsunuz,
ihanet ediyorsunuz. (AK Parti sıralarından gürültüler)
MUZAFFER BAŞTOPÇU (Kocaeli)
- Bağırmadan konuş! bağırmadan konuş! Sakin
sakin konuş!
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Devamla) - Hayır efendim, o benim üniversitem.
MUZAFFER BAŞTOPÇU (Kocaeli)
- Ne bağırıyorsun sen?
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Devamla) - Benim üniversitem!
MUZAFFER BAŞTOPÇU (Kocaeli)
- Yakışıyor mu sana? Bağırarak konuşma!
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Devamla) - Ama orada söylediği kelimeyi duymuyorsunuz.
FAHRİ KESKİN (Eskişehir)
- Bağırarak konuşma, kendine gel.
MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) - Bağırma
Mevlüt.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Devamla) - Bağırıyorum, ama söylediği kelimeyi
duymuyorsunuz.
BAŞKAN - Saygıdeğer
milletvekilleri
MUZAFFER BAŞTOPÇU (Kocaeli)
- Bağırma Mevlüt.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Devamla) - Oradan laf atmasın.
MUZAFFER BAŞTOPÇU (Kocaeli)
- Ayıp oluyor! Ayıp oluyor!
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Devamla) - Laf atmasın ama.
MUZAFFER BAŞTOPÇU (Kocaeli)
- Bağırma!
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Devamla) - O üniversitede benim çocuklarım okuyor. Bir kişiye
kızıp da, benim çocuklarıma ihanet edemezsiniz. Orada
benim hastalarım yatıyor. Eğer saygınız varsa
(AK Parti sıralarından gürültüler)
FAHRİ KESKİN (Eskişehir)
- Şov yapma!
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Devamla) - Demin Sayın Bakan "Biz, iki üniversitemize kadro
getiriyoruz." dedi.
MUZAFFER BAŞTOPÇU (Kocaeli)
- Senin, önce Meclise saygın olsun!
FAHRİ KESKİN (Eskişehir)
- Şov yapma!
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Devamla) - Ben kıvanç duyarım, biri Konya Selçuk Üniversitesi
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
lütfen sakin olalım.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Devamla) -
biri Eskişehir Orhangazi Üniversitesi, ihtiyacı
varsa teşekkür ederim, saygı duyarım. Ama, beş
yıldır, beş yıldır, beş yıldır
Ben
isyan ediyorum arkadaşlar, isyan ediyorum, beş yıldır
sen getirmeyeceksin, bu yasa beş yıldır bekleyecek, benim
hastalarım, ameliyathanelerim açılmayacak, benim
(AK Parti sıralarından gürültüler)
MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) - Sakin
konuş, sakin!
FAHRİ KESKİN (Eskişehir)
- Siyasetle uğraşıyor
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Devamla) - Yahu, hasta adına, eğitim adına siyaset yapan
şerefsizdir. Tamam mı!
HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU
(Antalya) - Hah, al bakalım! Cevap verin bakalım!
FİKRET BADAZLI (Antalya) - Malatya
Üniversitesi babasının malı mı?
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Devamla) - Kendi adıma söylüyorum
Kendi adıma söylüyorum,
kendi adıma
Ben, hastalarım adına
Ben, ameliyathaneleri
açamıyorsam
BAŞKAN - Sayın Aslanoğlu
İRFAN RIZA YAZICIOĞLU
(Diyarbakır) - Niye bu kadar celallendin?
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Devamla) - Celallenirim ya!
Sayın Bakan, demin
Hayır
arkadaşlar
Demin Millî Eğitim Bakanım aynen şu kelimeyi
kullandı: "Yukarıda Eskişehir Orhangazi ve Konya
Selçuk Üniversitesi kadro kanununu görüştük, haftaya getireceğiz,
buradan geçireceğiz."
MEVLÜT AKGÜN (Karaman) - Tamam,
çok güzel, çok güzel!
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Devamla) - Yahu kardeşim, peki, tamamsa, o üniversitelerin
ihtiyacı varsa helal olsun. Ama, iki buçuk yıldır bu kanun
burada bekliyorsa, iki buçuk yıldır bu kanunu getirmiyorsan,
ben de isyan ederim arkadaş. Benim hakkım kardeşim, Malatya'nın
hakkı
(AK Parti sıralarından gürültüler)
BAŞKAN - Sayın Aslanoğlu,
lütfen sakin şekilde hitap ediniz.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Devamla) - Değerli milletvekilleri, istediğiniz kadar
itiraz edin. Ben, kendi adıma konuşmuyorum. "Aldatmak
ve aldatılmak" dedi ve beyefendi dedi ki: "Erdemlilik
"
Evet erdemlilik
Ben de bir kelime
Yanlış yapmak -yine o kelimeyi
kullanmayacağım- yalan söylemek demiyorum ama yanlış
yapmak bize uygun düşmez. "Erdemlilik" dedi. Ben de erdemlilik
adına, ne aldatan ne aldatan
Bizi aldattınız.
Hepinize saygılar sunuyorum.
Teşekkür ediyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
FAHRİ KESKİN (Eskişehir)
- Rektörün aldatıyor, rektörün!
BAŞKAN - Saygıdeğer
arkadaşlarım -Sayın Aslanoğlu, size de yönelik-
böyle bir konuşma üslubu, böyle bir tavır...
Arkadaşlar, bakın, ne dinleyenler
açısından ne konuşan açısından böyle bir
şey olmaz, kusura bakmayın. Bizi televizyonları başında
vatandaş izliyor. Böyle bir üslup olabilir mi arkadaşlarım
ya? İstirham ediyorum size yani.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Malatya) - Oradan laf atıyor Başkanım ya!
RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Burdur)
- Elini kaldırıyor bir de, ayağa kalkıyor da
BAŞKAN - Hayır. Burada
söz atan, sataşan arkadaşlara da diyorum, Sayın Aslanoğlu,
size de diyorum. Ne kadar olursa olsun...
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Malatya) - Ama oradan laf atıyor Başkanım.
BAŞKAN - Sayın Aslanoğlu,
bu şekilde bir konuşma üslubu olmaz. İstirham ediyorum!
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Malatya) - Ama atmasın. Ben sakin sakin konuşuyordum.
BAŞKAN - Lütfen... Lütfen...
RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Burdur)
- Hem elini kaldırıyor, hem laf atıyor.
MEHMET YILDIRIM (Kastamonu) -
Çıldırttınız adamı ya.
BAŞKAN - Bundan sonra konuşacak
olan arkadaşların daha sakin olması...
Arkadaşlar, dinleyen arkadaşlar
sizi anlasın. Başka türlü olmaz, istirham ediyorum. Yani,
mikrofonunuzu kapatmıyoruz, müsamahalı davranıyoruz,
mikrofonlar açık. Sakin sakin konuşsanız, daha çok anlarlar.
Şahsı adına, Malatya
Milletvekili Sayın Ahmet Münir Erkal, buyurun. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
AHMET MÜNİR ERKAL (Malatya) -
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım;
bugün, burada, Malatya'mızın değerli üniversitesiyle
ilgili birtakım değerlendirmeler yapıldı. Tabii,
bu değerlendirmeler ilgili arkadaş tarafından ilk defa
yapılmıyor. Bu, birçok defa Türkiye Büyük Millet Meclisinin
gündemine geldi ve biz de burada gereken cevabı verdik. Fakat,
bunun, popülizm kokan bir yaklaşımla ve Meclisin ciddiyetine
yakışmayacak bir şekilde, bu tarzda ifade edilmesinden
utanç duyuyorum.
RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Burdur)
- Malatya'yı savunuyor canım.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Malatya) - Kendinle utanç duy! Kendinle!..
AHMET MÜNİR ERKAL (Devamla) -
Ama, bir taraftan da...
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Malatya) - Kendinle utanç duy!
AHMET MÜNİR ERKAL (Devamla) -
...bu saldırgan zihniyeti de...
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Malatya) - Tabii, tabii.
AHMET MÜNİR ERKAL (Devamla) -
...Türk milletinin önünde deşifre ediyorum. Meselesini anlatmaktan
bile âciz bu arkadaşımızı kamuoyu gayet dikkatli
bir şekilde izliyor. (AK Parti sıralarından alkışlar,
CHP sıralarından "Aaa!" sesleri, gürültüler)
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Malatya) - Sayın Başkan... Sayın Başkan...
GÜROL ERGİN (Muğla) - Hakaret!
Hakaret!
Neyi alkışlıyorsunuz?
RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Burdur)
- Sayın Başkan, olur mu?
AHMET MÜNİR ERKAL (Devamla) -
Şimdi... Şimdi...
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Malatya) - Âciz sensin! Bunu engelleyen de sensin!
AHMET MÜNİR ERKAL (Devamla) -
Şimdi... Şimdi...
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Malatya) - Âcizin ta kendisisin!
BAŞKAN - Saygıdeğer
arkadaşlarım
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Malatya) - Terbiyeni takın!
BAŞKAN - Sayın Erkal
Sayın
Aslanoğlu
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Malatya) - Ama, ayıptır ya! Ben tek kelime ettim mi?
BAŞKAN - Arkadaşlar, böyle
bir üslup yok
İstirham ediyorum
Yapmayın
Lütfen
NECATİ UZDİL (Osmaniye)
- Sataşma var, sataşma!
GÜROL ERGİN (Muğla) - Utanılacak
şey! Yazıklar olsun! Konuşma mı bu? Üslup mu bu, üslup
mu?
BAŞKAN - Buyurun Sayın Erkal,
Genel Kurula hitap ediniz.
AHMET MÜNİR ERKAL (Devamla) -
Değerli arkadaşlar, İnönü Üniversitemiz bizim üniversitemiz,
Malatya'mızın Üniversitesi ve onun her alanda en yüksek seviyeye
gelmesi Malatya Milletvekili olarak bizim boynumuzun borcu ve zaten,
bu husustaki her türlü meseleyle ilgilenen, her türlü meseleyle
alakadar olan ve bunu Türkiye'nin ve Malatya'nın gündemine getirmek
için bir gayret içindeyiz.
Fakat, üniversitelerin bilim yuvası
olması gerekirken, akademik potansiyeli en üst seviyeye
çıkaran bir bilim merkezi olması gerekirken, Malatya'mızın
sanayicisine, insanına, KOBİ'sine, özel sektörüne her
türlü bilgi akışını sağlayan, küreselleşme
dolayısıyla dünyayla entegre olmasını temin
eden bir fonksiyon ifa etmesi gerekirken, Özal Tıp Merkezinin,
rahmetli Özal'ın çerçevesini çizdiği Orta Doğu'ya hitap
eden bir sağlık kenti, bir sağlık merkezi olmasını
biz isterken, ama, birileri, gelip, burada, bu üniversitenin akademik
potansiyelini artıracağı yerde, ideolojik bir körlük
mantığıyla hareket ederek, oradaki üniversite görevlilerinin,
üniversite öğretim üyelerinin huzurunu bozarak, sırf
Tıp Merkezinden 90 tane doçent ve prof. seviyesindeki arkadaşlarımızın
üniversiteden gitmesini temin ederek, her fırsatta, üniversitedeki
gelişimi bir tarafa bırakıp Türkiye'nin siyasi yapısı
üzerine görüşler ortaya koyarak ve kendisine her fırsatta
"Siyaset yapacaksanız, buyurun siyaset meydanı, lütfen
burada yapın, ama Malatya Üniversitesinin akademik potansiyelini
istismar etmeyin." dediğimiz hâlde, maalesef, ısrarla
bunu sürdüren bir zihniyet Malatya için bir üzüntü kaynağıdır.
Hele, özellikle son olaylardan sonra
yapılan bir açıklama var ki, gerçekten, Türkiye Cumhuriyeti
adına, Anayasa adına, millet egemenliği adına bir
utanç kaynağıdır. Bu kişi diyor ki
"Yüzde 30'la
değil, yüzde 90'la da gelseniz sizi orada oturtmayız."
diyen bir zihniyetin, millet iradesini bu kadar hafife alan, bu kadar
dayatmacı, zorba, totaliter bir zihniyetin üniversitenin başında
olması utanç kaynağıdır Türkiye için! (AK Parti
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
Burada Meclisin vekillerinin bu
cümleleri sorgulaması gerekirken, ilgili kişiye bunu
sorması gerekirken
Hatta şu ifade kullanılıyor
"Onurunuzla seçime gidin, yoksa sizleri onursuz indiririz."
diyen, gerçekten, tarif edemediğim
bu çarpık zihniyeti, bu ilgili arkadaşın sorgulaması
gerekirken, şu Meclisin çatısı altında millet iradesi
adına yaptığı bu ihaneti sorgulaması gerekirken,
dönüp dönüp bu meseleyi gündeme getirmesi ayrı bir utanç vesilesidir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, her
şeyden önce, millet iradesine yönelik her türlü saldırıyı,
her türlü tecavüzü burada tesirsiz bırakacak bir fonksiyon birinci
fonksiyonudur ve bunu ifa etmelidir. Bunu söylemeyip, yapılan
yanlışları gündeme getirmeyip, üniversiteyi mecrasından
saptıran bu zihniyete, biz gereken dersi, Türkiye Büyük Millet
Meclisi veriyor. Dün buraya geldi bu kadro kanunu ve Türkiye Büyük
Millet Meclisinin değerli üyeleri olarak biz size oradaki olayı
anlatmaya çalıştık. Kırk dört tane soruşturma
geçiren, her vesileyle
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Malatya) - Niye açtıramadın soruşturmayı? Niye
getirmedin?
AHMET MÜNİR ERKAL (Devamla) -
Türkiye Cumhuriyeti'nin temel ilkelerini sorgulayan, Avrupa
Birliği sürecini sorgulayan bu zihniyeti, burada, bir kez daha
protesto ettiğimi, değerli arkadaşlar, ifade ediyor
ve sürekli bunu gündeme getiren arkadaşa, her şeyden önce
çifte standart davranmamasını
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
AHMET MÜNİR ERKAL (Devamla) -
Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapması gereken asıl görevini
yapmasını, millî iradeyi temsil etmesini hatırlatıyor,
yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, birleşime beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati:
22.26
BEŞİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 22.38
BAŞKAN:
Başkan Vekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP
ÜYELER: Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 104'üncü Birleşiminin Beşinci
Oturumunu açıyorum.
1322 sıra sayılı Kanun
Tasarısı'nın görüşmelerine kaldığımız
yerden devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Evet, tasarının 3'üncü
maddesini görüşüyoruz.
Saygıdeğer arkadaşlarım
(Gürültüler)
Arkadaşlar, sayın milletvekilleri;
dinler misiniz.
Bakınız, 22'nci Yasama Döneminin
son günlerine geldik. Önümüzde bekleyen, bütün vatandaşlarımızı
ilgilendiren, çiftçilerimizi ilgilendiren yasalarımız
var. Burada birbirimize karşı daha müsamahakâr olalım.
Birbirimize laf atmakla, söz atmakla bir yere varamayız. İnsicam
bozuluyor, konuşma üslubu bozuluyor. Kimse, yani, milletvekili
arkadaşlarımız bazılarının farkında
olmadan ağzından çıkan kelimelere hâkim olamıyor,
nahoş olaylar oluyor. İstirham ediyorum, daha müsamahalı
olalım, daha sakin olalım. Tenkitlerimizi yapalım,
ama, bir ölçü içerisinde yapalım ve çalışmalarımızı
da bir an önce neticelendirelim.
3'üncü madde üzerinde, şahsı
adına, Malatya Milletvekili Muharrem Kılıç.
Sayın Kılıç, dün Sinop
muhabbeti vardı, bugün de Malatya muhabbeti olmasın.
İstirham ediyorum, sataşma olmadan, düzgünce, konuları
izah edelim.
Buyurun efendim.
MUHARREM KILIÇ (Malatya) - Sayın
Başkanım, değerli milletvekilleri; görüşülmekte
olan Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunla ilgili görüşlerimi
arz edeceğim.
Demin yapılan konuşmalarda,
saygıdeğer milletvekili arkadaşım Sayın Mevlüt
Aslanoğlu, Malatya'daki İnönü Üniversitesinin kadro ve
kaynak sorununu dile getirmişti. Yine, saygıdeğer arkadaşımız
Sayın Münir Erkal da, bunun karşısında, Sayın
Rektörün bir anlamda konumunu dile getirerek iktidarın kadro
ve kaynak anlamında niçin yardımcı olmadığının
gerekçelerini sıralamaya çalıştı.
Değerli arkadaşlarım,
devlet yönetimi ciddiyet ister. Devlet yönetiminde duygusallık,
devlet yönetiminde kızgınlık olmaz. Ben, milletvekili
olduktan sonra ilk verdiğim kanun tekliflerinden bir tanesi Malatya'nın
büyükşehir olmasına yönelikti. Ben kanun teklifini verdiğimde
Malatya'nın Belediye Başkanı Milliyetçi Hareket Partisindendi,
Sayın Yaşar Çerçi'ydi. Daha sonra yönetim değişti,
Adalet ve Kalkınma Partisinden Sayın Cemal Akın seçildi.
Biz, yine, Malatya'nın büyükşehir olması yönünde
ısrarla çaba sarf ettik -gerçi başaramadık- çünkü, bizi
oradaki yöneticiler, belediye başkanları ilgilendirmiyor;
bizi Malatya ilgilendiriyor, bizi Malatyalı ilgilendiriyordu.
O şahıslar gelip geçicidir. Yani, şahıslara
kızarak, şahısları hedef alarak eğer biz devlet
yönetiminde kadroları vermiyorsak, devlet yönetiminde kaynak
aktarmıyorsak, bu, bir anlamda, suçüstü yakalandığımızın
itirafıdır. Yani, siz burada şunu mu diyorsunuz: Biz
kızdığımız yöneticilere kaynak da vermeyiz,
kadro da vermeyiz.
Değerli arkadaşlarım,
böyle bir anlayış olamaz. 2006 yılında Malatya
İnönü Üniversitesi Turgut Özal Tıp Merkezine ayrılan
kaynak 40 bin YTL idi. Üstelik de bu Üniversitenin, bu Tıp Merkezinin
26 tane ameliyathanesi var. Bunun şu anda 16'sı çalışıyor,
10'u çalışamıyor. Niçin? Çünkü, yeterli kadro yok, yeterli
kaynak yok. O ameliyathaneler açılamıyor. Peki, bundan kim
zarar görüyor? Malatyalı zarar görüyor, Adıyamanlı
zarar görüyor, Elâzığlı zarar görüyor, çevre iller zarar
görüyor. Hatta, çevre iller demeyeceğim, çevre ülkeler zarar
görüyor. Çünkü, şu anda Turgut Özal Tıp Merkezine çevre ülkelerden
hasta geliyor. Karaciğer nakli yapılıyor, organ nakilleri
yapılıyor. Yani, o kaynak yokluğuna rağmen, kadro
yetersizliğine rağmen, şu anda, üniversitemiz fevkalade
çalışıyor. Oysa, biz, şu anda, Malatya milletvekilleri
olarak, muhalefetiyle iktidarıyla, tek yumruk olmamız gerekiyor.
Yani, sorun, hem Türkiye sorunu olunca hem Malatya sorunu olunca bu
yararlar için iktidar-muhalefet ayrımı olmaması gerekir
değerli arkadaşlarım. Biz, hatta bu teklifleri verirken
-gerek Malatya büyükşehir kanunu'nda gerekse üniversitemizin
kadro kanunu- bunu sadece muhalefete mal etmesinler diye, verdiğimiz
kanun teklifine, iktidar partisindeki arkadaşlarımızın
da imzalarını almıştık, yani, bunu sadece bize
mal etsinler istemedik. Çünkü, bu bizim şahsi sorunumuz değildi,
bu Malatya'nın sorunuydu, Malatya'nın yararıydı.
Ancak, hâlâ karşı çıkışlar devam ediyor.
Sayın Bakan demin konuşurken,
Konya Selçuk Üniversitesinde ve Eskişehir Osmangazi Üniversitesinde
kadroyla ilgili sorunların çözüleceğini, bununla ilgili
şu anda teklifin komisyonda beklediğini ve Meclise getirileceğini
söyledi. Peki, bunun yanında değerli arkadaşlarım,
Malatya Turgut Özal Tıp Merkezinin de kadro kanunu beraber getirilse,
beraber görüşülse kötü mü olurdu? Üstelik her şey hazır,
kanun teklifimiz komisyondan geçmiş, şu anda Mecliste görüşülecek
duruma gelmiş. Bu nedenle değerli arkadaşlarım,
sizden tekrar tekrar istirham ediyorum, bu işler kızgınlıkla,
bu işler kavgayla
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kılıç,
konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun efendim.
MUHARREM KILIÇ (Devamla) - Bu Parlamento
sona ermeden -dönemimizin de artık sonuna geliyoruz, bu duygusallıktan
bir anlamda uzaklaşalım- Malatya'mızın kadro kanununu,
üniversitemizin kadro kanununu çözerseniz Malatya'ya çok büyük
bir iyilik etmiş olursunuz. Çünkü, Malatyalı size kötülük
etmedi. Malatyalı 2002 seçimlerinde size 5 tane milletvekili
vermişti, ancak kıymetini bilemediniz. (AK Parti sıralarından
"Yine verir" sesi) İnşallah, inşallah! Ben sizlerden
bu jesti bekliyorum. Üniversitemizin kadro sorununu çözerseniz
Malatyalılar hepimize, yüce Meclise teşekkür edeceklerdir.
Bu düşüncelerle sizlere en
derin saygılarımı sunuyorum, iyi akşamlar diliyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
4'üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 4- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar
Kurulu yürütür.
BAŞKAN - Sayın Çorbacıoğlu?
Yok.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, tasarının tümünü oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Tasarı kabul edilmiş
ve kanunlaşmıştır. Hayırlı uğurlu olsun
üniversitelerimiz ülkemize.
Sayın milletvekilleri, 8'inci
sırada yer alan, Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü
İş Konseyi Uluslararası Sekretaryasının Türkiye'de
Yararlanacağı Ayrıcalıklar, Bağışıklıklar
ve Kolaylıklara Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine başlayacağız.
8.-
Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü İş Konseyi
Uluslararası Sekretaryasının Türkiye'de Yararlanacağı
Ayrıcalıklar, Bağışıklıklar ve Kolaylıklara
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/1306) (S. Sayısı: 1377) (x)
(x)
1377 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
BAŞKAN - Komisyon? Burada.
Hükûmet? Burada.
Komisyon raporu 1377 sıra sayısıyla
bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde
söz talebi? Yoktur.
Maddelerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
1'inci maddeyi okutuyorum:
KARADENİZ
EKONOMİK İŞBİRLİĞİ ÖRGÜTÜ
İŞ KONSEYİ ULUSLARARASI
SEKRETARYASININ
TÜRKİYE'DE YARARLANACAĞI AYRICALIKLAR,
BAĞIŞIKLIKLAR
VE KOLAYLIKLARA DAİR KANUN TASARISI
Tüzel kişilik
MADDE 1- (1) 20/4/2005 tarihinde imzalanan
"Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü İş
Konseyi Tüzüğü ve Usul Kuralları" ile İstanbul'da
oluşturulması kararlaştırılan Karadeniz
Ekonomik İşbirliği Örgütü İş Konseyi Uluslararası
Sekretaryası Türkiye Cumhuriyeti'nde tüzel kişiliğe
sahiptir.
BAŞKAN - Kabul edenler
Kabul
etmeyenler
Kabul edilmiştir.
2'nci maddeyi okutuyorum:
Sekretarya ile Sekretarya çalışanlarının
yararlanacağı ayrıcalıklar, bağışıklıklar
ve kolaylıklar
MADDE 2- (1) Sekretarya, Türkiye
Cumhuriyeti'nin 21 Mart 1950 tarihinde katıldığı,
13 Şubat 1946 tarihli Birleşmiş Milletlerin Ayrıcalık
ve Muafiyetlerine Dair Sözleşmenin I inci maddesinin hükümlerine,
II nci maddesinin 5, 7 ve 8 inci bent hükümlerine mümasil hükümlere
tâbidir.
(2) Sekretaryada çalışan
Genel Sekreter, Genel Sekreter Yardımcıları, Direktör,
Direktör Yardımcıları, Uzman, Uzman Yardımcıları,
idari ve teknik personel, Türkiye Cumhuriyeti'nin 21 Mart 1950 tarihinde
katıldığı, 13 Şubat 1946 tarihli Birleşmiş
Milletlerin Ayrıcalık ve Muafiyetlerine Dair Sözleşmenin
V inci maddesinin 18, 20 ve 21 inci bentlerinde ifade edilen mümasil
hükümlere tâbidir.
BAŞKAN - Kabul edenler
Kabul
etmeyenler
Kabul edilmiştir.
3'üncü maddeyi okutuyorum:
Uygulama
MADDE 3- (1) Dışişleri
Bakanlığı, bu Kanundaki dokunulmazlık, ayrıcalık,
bağışıklık ve kolaylıkların uygulanmasına
ilişkin usulleri yönetmelik ile tespit eder.
BAŞKAN - Kabul edenler
Kabul
etmeyenler
Kabul edilmiştir.
4'üncü maddeyi okutuyorum:
Kapsam
MADDE 4- (1) Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşları ile Türkiye'de daimi ikamet eden kimseler, yukarıda
öngörülen ayrıcalık, bağışıklık, dokunulmazlık
ve kolaylıklardan yararlanamazlar.
BAŞKAN - Kabul edenler
Kabul
etmeyenler
Kabul edilmiştir.
5'inci maddeyi okutuyorum:
Yürürlük
MADDE 5- (1) Bu Kanun yayımı
tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN - Kabul edenler
Kabul
etmeyenler
Kabul edilmiştir.
6'ncı maddeyi okutuyorum:
Yürütme
MADDE 6- (1) Bu Kanun hükümlerini
Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN - Kabul edenler
Kabul
etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Tasarının tümünü oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, 9'uncu sıraya alınan, Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü
Arasında Merkez Anlaşmasına Yeni Hükümler Derceden
Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine
başlayacağız.
9.-
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Karadeniz Ekonomik İşbirliği
Örgütü Arasında Merkez Anlaşmasına Yeni Hükümler Derceden
Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu (1/1293) (S. Sayısı:
1379) (x)
BAŞKAN - Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Komisyon raporu 1379 sıra sayısıyla
bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde
söz talebi? Yok.
Maddelerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
1'inci maddeyi okutuyorum:
TÜRKİYE
CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ İLE KARADENİZ EKONOMİK
İŞBİRLİĞİ
ÖRGÜTÜ ARASINDA
MERKEZ ANLAŞMASINA YENİ HÜKÜMLER DERCEDEN
ANLAŞMANIN
ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA
DAİR KANUN
TASARISI
MADDE 1- 21 Kasım 2006 tarihinde
İstanbul'da nota teatisi yoluyla imzalanan, "Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü
Arasında Merkez Anlaşması"na yeni hükümler derceden
Anlaşmanın onaylanması uygun bulunmuştur.
BAŞKAN - Kabul edenler
Kabul
etmeyenler
Kabul edilmiştir.
2'nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2- Bu Kanun yayımı
tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN - Kabul edenler
Kabul
etmeyenler
Kabul edilmiştir.
3'üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar
Kurulu yürütür.
BAŞKAN - Kabul edenler
Kabul
etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Saygıdeğer milletvekilleri,
tasarının tümü açık oylamaya tabidir.
Açık oylamanın elektronik
oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Oylama için iki dakika süre veriyorum
ve oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN - Saygıdeğer
milletvekili arkadaşlarım, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti
ile Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü Arasında
Merkez Anlaşmasına Yeni Hükümler Derceden Anlaşmanın
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı'nın
açık oylama sonucunu açıklıyorum:
(x)
1379 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Kullanılan oy sayısı
:
217
Kabul : 217 (x)
Hayırlı olmasını
diliyorum.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, 10'uncu sıraya alınan, Adana Milletvekili
Vahit Kirişci ve Tokat Milletvekili Zeyid Aslan'ın; T.C. Ziraat
Bankası A.Ş. ve Tarım Kredi Kooperatifleri Tarafından
Kullandırılan Grup Kredilerinden Doğan Kefaletin Sona
Erdirilmesi Hakkında Kanun Teklifi ile Tarım, Orman ve Köyişleri
ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporlarının görüşmelerine
başlayacağız.
10.-
Adana Milletvekili Vahit Kirişci ve Tokat Milletvekili Zeyid
Aslan'ın; T.C. Ziraat Bankası A.Ş. ve Tarım Kredi Kooperatifleri
Tarafından Kullandırılan Grup Kredilerinden Doğan
Kefaletin Sona Erdirilmesi Hakkında Kanun Teklifi ile Tarım,
Orman ve Köyişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları
(2/975) (S. Sayısı: 1411) (xx)
BAŞKAN - Komisyon? Yerinde.
Hükûmet? Yerinde.
Komisyon raporu 1411 sıra sayısıyla
bastırılıp dağıtılmıştır.
Teklifin tümü üzerinde Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına, Muğla Milletvekili Gürol Ergin.
Sayın Ergin, buyurun efendim.
CHP GRUBU ADINA GÜROL ERGİN
(Muğla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Adana Milletvekili Vahit Kirişci ve Tokat
Milletvekili Zeyid Aslan'ın, Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası
Anonim Şirketi ve Tarım Kredi Kooperatifleri
Sayın Başkan, bu uğultuda
konuşmanın bir anlamı var mı?
TEVHİT KARAKAYA (Erzincan) -
Hayır, biz sizi dinliyoruz.
GÜROL ERGİN (Devamla) - Bu
uğultuda konuşmanın bir anlamı var mı Sayın
Başkan?
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri
Ben, sükûneti sağlarım Sayın
Ergin, konuşmanıza devam ediniz.
Sayın Hatibi sükûnetle dinleyelim.
Buyurun Sayın Ergin.
GÜROL ERGİN (Devamla) - Türkiye
Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi ve Tarım
Kredi Kooperatifleri Tarafından Kullandırılan Grup
Kredilerinden Doğan Kefaletin Sona Erdirilmesi Hakkında
Kanun Teklifi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz
almış bulunuyorum. Sözlerime başlarken, Sayın
Başkan sizi, değerli milletvekillerini ve yüce Türk ulusunu
saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası AŞ ve tarım kredi
kooperatifleri tarafından kullandırılan grup kredilerinden
doğan kefaletin sona erdirilmesini amaçlayan bu kanunun hükümlerinden
son iki hüküm hariç, 2'nci, 3'üncü maddeler hariç, 1'inci maddesi üzerinde,
yani Türk çiftçisinin haksız bir biçimde, hatta çoğu zaman birbirlerinden
habersiz olarak birbirlerine kefil hâle getirilmelerinin ortadan
kaldırılmasını amaçlayan hükmü üzerinde bu öneriyi
veren arkadaşlarımızla aynı düşünceleri taşıyoruz.
Bu bakımdan, bu düşünceyi ve bu kanun teklifini Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu olarak olumlu karşılıyoruz, ancak,
Cumhuriyet Halk Partisi olarak, biz, her şeyden önce, Türk çiftçisinin
ne için borçlarını ödeyemez duruma getirildiğinin de
konuşulması, tartışılması gerektiğine
inanıyoruz. Çünkü, biliyoruz ki, Türk çiftçisi borcuna sadıktır,
borcunu namusu bilir, öder, ama, siz aldığınız önlemlerle
veya almadığınız önlemlerle Türk çiftçisini borcunu
ödeyemez hâle getirmişseniz, bugün, böyle bir yasa teklifini
buraya sunmak durumunda kalırsınız.
(x)
Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağın
sonuna eklidir.
(xx)
1411 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Değerli arkadaşlarım,
Türk çiftçisi, gerçekten, 1980'li yılların ortalarından
itibaren Türkiye'yi kasıp kavuran küreselleşme felsefesinin
etkisiyle, o felsefeyi sanki Tanrı buyruğu gibi kabul eden
iktidarların davranışlarıyla bugün yaşadığı
duruma gelmiştir. Yalnız, 2000 yılından sonra
başlayan süreç ve bugün süren süreç ise, 1980'li, 1990'lı
yılları da aratır hâle gelmiştir.
Değerli arkadaşlarım,
eğer siz çiftçinin ürettiği hiçbir ürünün fiyatını
artırmıyorsanız, ama onun kullandığı girdilerin
hepsinin fiyatına her gün zam getiriyorsanız, ondan borcunu
ödemesini beklemeye de hakkınız yoktur. Bu bakımdan,
bu teklif esas itibarıyla haklı olmakla birlikte, bizim,
birçok tarım konusunu da burada gündeme getirme ve Türk çiftçisinin
niçin bu duruma düştüğünü söyleme zorunluluğumuz
vardır.
Değerli arkadaşlarım,
bakınız, Türk çiftçisi gerçekten -çok ciddi miktarda- her
gün fiyatı artan girdilerle karşı karşıya.
2002 Kasımında Adalet ve Kalkınma Partisi iktidara
geldiği zaman 190 bin lira olan amonyum sülfatı, çiftçi, bugün,
tam yüzde 100 artışla 380 bin liraya alıyor; 2002 Kasımında
260 bin liraya aldığı üre bugün 700 bin lira; 2002 Kasımında
385 bin liraya aldığı diamonyum fosfat gübresi bugün
740 bin lira ve kompoze gübre 2002 Kasımında çiftçi tarafından
275 bin liraya alınırken, bugün 550 bin lira. Siz girdileri
bu kadar yükselttikten sonra, kalkıp da, bu çiftçiye "gel borcunu
öde" deme hakkını kendinizde göremezsiniz.
Bakın, Türk çiftçisinin kullandığı
mazotun fiyatı nereden geliyor? Bugün mazot 2 milyon 300 bin lira,
İzmit Rafinerisinden çıkış fiyatı 687 bin lira.
2 milyon 300 bin liraya çiftçinin aldığı mazotun
İzmit Rafinerisinden çıkış fiyatı 687 bin lira.
Sizin bunun üzerine koyduğunuz özel tüketim vergisi 834 bin lira,
üstelik yalnız özel tüketim vergisiyle yetinmeyip, hem rafineri
çıkış fiyatına hem de aynı zamanda özel tüketim
vergisine de yüzde 18 KDV ekleyerek, bayide mazotun fiyatının
2 milyon 300 bin lira olmasını sağlıyorsunuz.
Değerli arkadaşlarım,
bütün bunların yanında, Türk çiftçisine, altından kalkamayacağı
katma değer vergileriyle girdi satmakta, sattırmaktasınız.
Bakın, Türk çiftçisinin aldığı gübrede katma değer
vergisi yüzde 18, mazotta yüzde 18, elektrikte yüzde 18; zirai mücadele
ilacında, tohumlukta, yemde yüzde 8. Bakın, siz Hükûmet olarak,
bu kadar zavallı duruma düşürdüğünüz Türk çiftçisinden
2006 yılında gübre için 430 trilyon, zirai mücadele ilacı
için 134 trilyon, mazot için 1 katrilyon 450 trilyon, elektrik için 78
trilyon, tohumluk için 50 trilyon, yem için 388 trilyon, toplam 2 katrilyon
530 trilyon yalnızca katma değer vergisi almışsınız.
Ayrıca, çiftçinin kullandığı mazottan -ki, bu yaklaşık
3,5 milyar litredir- aldığınız özel tüketim vergisi
de 2 katrilyon 919 trilyon lira.
Değerli arkadaşlarım,
çiftçiye bu ağır yükü yükledikten sonra, onun ürettiği
ürüne verdiğiniz fiyatlara bakalım. Bir yıl önce 515
bin lira verilen ayçiçeğine, verilen fiyat 500 bin lira. Bir
yıl önce 99 bin lira verilen şeker pancarı fiyatı
89 bin lira. Bu fiyatları geriye götürüp 2002'yle karşılaştırdığımız
zaman çok daha vahim durumlarla karşı karşıya geliyoruz.
Değerli arkadaşlarım, hiçbir ürün fiyatında artış
yok; ama, girdi fiyatları astronomik olarak artmış.
İşte Türk çiftçisinin ürettiğinden kâr edemeyişi
onun bugün bu sıkıntılı durumla karşı karşıya
gelmesi durumunu doğurmuş.
Biz bütün bunları söylerken
ilgili Sayın Bakan ve Sayın Başbakan Türkiye'de tarımda
kullanılan traktör satış miktarlarından söz ediyorlar
ve şunu söylüyorlar: "2001 yılında on binlere,
2002'de 6 binlere inen traktörler, şimdi, 2006 yılında satış
miktarı 50 bine kadar ulaştı." diyorlar. Ben, size
Otomotiv Sanayicileri Derneğinin resmî rakamlarını
açıklıyorum: 1997'de Türkiye'de satılan traktör 49.274,
1998'de satılan traktör 48.568. Son üç yılda satılan traktör:
2004'te 27.925, 2005'te 27.008, 2006'da 28.386.
Değerli arkadaşlarım,
satılan traktör miktarında, siz daha, 97, 98 yıllarının
yarısını zor yakalamışsınız.
Şimdi, ben, bunu söyleyince bir arkadaşım dedi ki:
"İyi de, bu traktörlere bir de ithal traktörleri eklemek gerekir."
Değerli arkadaşlarım,
2006'dakinin içinde ithal traktör miktarı yok, ama verdiğim
97, 98 rakamları içinde de ithal traktör miktarı yok. Bunlar
tamamen yerli üretilip satılan traktör miktarları. Ben, size
Türkiye'de üretilen traktör miktarlarını da vermek istiyorum:
1997'de 56 bin, 1998'de 61 bin traktör üretilmiş Türkiye'de. Çok övündüğünüz
2005'te bu 35 bin, 2006'da 37 bin. Yani, "Çiftçinin durumu iyi, onun
için çok traktör üretiliyor, çok traktör satılıyor." sözleri
gerçeği hiçbir biçimde yansıtmıyor.
Değerli arkadaşlarım,
size son zamanlarda yaşadığımız bir olayı
da, özellikle aktarmak istiyorum, Türk çiftçisini uyarma anlamında
aktarmak istiyorum. Tarım Bakanlığı, pamuk primi
ödemelerinde sıkıntıya düşünce, iki kez, bütün illere
yazı yazdı. Bu yazılardan birinde, ortalama olarak,
650 kilo olarak alınan bir dönümde pamuk miktarını birinci
üründe 600 kiloya, ikinci üründe 520 kiloya düşürdüler. Ama, bununla
da yetinmediler, mayıs ayının başında yazdıkları
ve bütün illere gönderilen bir yazıyla, pamuk desteklemelerine
esas olmak üzere dekara verimin 407 kilo alınmasını
-azami olarak bu kadar alınmasını- 407 kilonun üstündeki
verimlere hiçbir şekilde destekleme ödemesi -prim ödemesi- yapılmayacağını
resmen yazdılar. Nasıl ki, çiftçi ayaklandı ve nasıl
ki, Sayın Başbakan devreye girdi "Ne yapıyorsunuz?
Önümüzde seçim var." dedi ve Bakanlık buradan geri dönmek
durumunda kaldı. Bu genelgeler benim elimde. Bunu, Türk çiftçisini
uyarmak için söylüyorum. Önümüzdeki günlerde bu Hükûmet Türk çiftçisini
kandırmak, gözünü boyamak için akla hayale gelmedik, kim bilir,
onu kandırıcı ne yöntemlere başvuracaktır.
Değerli arkadaşlarım,
Tarım Bakanının 2007 yılı bütçe konuşmasından
size iki cümle okuyacağım. Nasıl bir şaşkınlık
içerisinde böyle bir yazının kaleme alındığını
göreceksiniz. Bakınız, giriş kısmında Sayın
Bakan ne diyor: "Ülkemiz, tarım sektöründe son otuz kırk
yılda birçok ürünün üretim ve veriminde önemli artışlar
sağlamıştır. Ürün çeşitliliği ve verimin
yükselmesine paralel olarak tarıma dayalı sanayinin gelişmesi
ülkemiz tarım sektörünün dünya pazarlarına açılmasını
sağlamıştır." Son otuz kırk yılı övüyor
Sayın Bakan. Ama, Bakanlığın hedeflerini sayarken
de aynı Bakan şöyle söylüyor: "Tarım sektörü uzun
yıllar ihmal edilmiş olmanın da belirginleştirdiği
verim, kalite ve gelir düşüklüğü yanında, sanayi ve
pazarla entegre olmama gibi sorunlar yaşamaktadır."
Değerli arkadaşlarım,
ya başta söylenen yanlış ya sonradan söylenen yanlış.
Böyle bir şey olabilir mi? Bir bakanın altında imzası
olan bir yazıda böyle yanlışların olmaması gerekir.
Yine, aynı 2007 bütçe görüşmesinden
okuyorum, Sayın Bakan diyor ki: "Kasım ayı itibarıyla
1999-2000 döneminde mazot fiyatı yüzde 359 arttı. Yine, kasım
ayı itibarıyla, 2002-2006 döneminde bu artış yüzde
171 oldu." Sayın Bakanın ifadesi: "2002-2006 Kasım
tarihleri arasında mazottaki fiyat artışı yüzde
171 arttı." Aynı Bakan, dört cümle sonra şöyle söylüyor:
"ÜFE yıllık ortalaması yüzde 9,2 iken bu dönemde,
mazot fiyatı ortalama yüzde 14,5 arttı."
Değerli arkadaşlar,
14,5'u 4'le çarptığınız zaman ne yapar? Yüzde 58 yapar.
Hani, yüzde 171 nere, yüzde 58 nere! Aynı sayfada Sayın Bakanın
birbiriyle çelişen bu ifadeleri, Tarım Bakanlığının
hangi ciddiyet ölçüsünde yönetildiğinin çok net, açık göstergelerini
ortaya koyuyor.
Değerli arkadaşlarım,
biz, yine söylüyorum, çiftçilerimizin bu, kendilerinin iradeleri
dışında oluşmuş olan kefalet sorunundan kurtarılmasının
yanındayız, buna "evet" diyoruz, ama şunu da
söylüyoruz: Çiftçinin bu kefaletten kurtulması için, ya borcunu
ödemesi ya bu yılın sonuna kadar bunu ödeyeceğini taahhüt
etmesi gerekiyor. Çiftçi bunu ödeyemez, çiftçinin durumu buna uygun
değil. Hiç olmazsa bunun borcuyla faizini toplayayım, yüzde
50'sini indirelim, Türk çiftçisi bu borcunu rahat ödeme şansını
elde etsin. Yaptığımızın bir anlamı olsun,
yoksa, aynen bundan önce yapılan düzenlemeler gibi göstermelik
olur.
Bakın, siz çiftçi borçlarını
ertelerken biz size söyledik "faizleri almayın" dedik,
siz "almıyoruz" dediniz, tarımsal TEFE diye bir
şeyi kuyruğuna eklediniz o borçların, bir acayip durumu;
çiftçi, bugün, işte borcunu ödeyemez durumda karşımızdadır.
Cumhuriyet Halk Partisi olarak Türk çiftçisine kesin sözümüz var:
İktidara geldiğimizde kesinlikle borcunu beş yıla
da yayacağız, borcundan faiz de almayacağız. Bunu
çok net olarak da bu kürsüden söylemenin bahtiyarlığını
yaşıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Gelirseniz
yaparsın.
GÜROL ERGİN (Devamla) - Değerli
arkadaşlarım, sözlerim dokununca hepinizin uyandığını
görüyorum, bundan da mutlu oluyorum.
Değerli arkadaşlarım,
bunun yanında, Türk çiftçisi için yapılması gereken o
kadar çok şey ve sizin yapmadığınız, yapmaktan
kaçındığınız, size yurt dışından
emir buyuranların size yaptırmadığı çok
şey var. Bakınız, şunu özel olarak söylüyorum: Türkiye'nin
tarım topraklarının satılmasını, yabancıya
satılmasını kesinlikle yasaklayacağız.
Siz, tam aksini yaptınız; seksen üç yıllık cumhuriyetin
getirdiğini yakıp yıktınız, sulanan topraklara
su götürmediniz. On yılda, Türkiye'de sulanmayan bir karış
toprak bırakmayacağız. Türk halkına vadediyoruz.
Mayınlı arazileri, gittiniz,
İsrail'e temizletmeye kalktınız, İsraillilere
o toprağı vermeye kalktınız. O toprakları
Türk askerine temizletip, o yörenin fakir, fukara çiftçisine bedelsiz
vereceğiz, bedelsiz. O insanlara orada tarım yaptıracağız.
AHMET YENİ (Samsun) - Hocam seçim
başlamadı daha.
GÜROL ERGİN (Devamla) - Bunların
hepsini yapmanız gerekirdi, tam aksini yaptınız.
Çiftçinin kullandığı
bütün girdilerden, burada rakam verdim, 5 katrilyonun üstünde katma
değer vergisi ve özel tüketim vergisi alıyorsunuz. Özel tüketim
vergisini kaldıracağız, bütün girdilerdeki katma değer
vergilerini yüzde 1'e indireceğiz. Çiftçi, en azından, bu
yolla yılda 5 katrilyonun üstünde gelir elde etmiş olacak.
Bunları çok net olarak söylüyoruz.
Şimdi, gelelim yasanın
2'nci ve 3'üncü maddelerine.
Değerli arkadaşlarım,
hiç ilgisi yokken, yasaya bir madde eklediniz. Neydi bu madde? Güya
Türk çiftçisini koruyucu, güya onu zahmetten kurtarıcı
bir madde. Neymiş bu? Çiftçi, ziraat odalarından belge almamalıymış.
Cumhuriyet Halk Partisi olarak
net ve açık söylüyoruz: Elbette ki, çiftçi, her işlemi için
ziraat odasına gitmemeli ama, yılda bir kez de bir insanın
çiftçilik yaptığı belgelenmeli ve bu belgeyi de
yılda bir kez olsun ziraat odaları vermeli. Siz böyle yapmakla
aklınız sıra yönetimini ele geçiremediğiniz
FİSKOBİRLİK gibi, yönetimini ele geçiremediğiniz
ziraat odalarından intikam alıyorsunuz. Siz aslında
-nasıl ki- FİSKOBİRLİK'i altüst ederek fındık
üreticisinin trilyonlarına değil, katrilyonlarına,
gasbederek, el koydunuz. Ama el koyduğunuz para senin de cebine
gitmedi, elin gâvurunun cebine gitti. Aynı şeyi şimdi
Türk çiftçisini örgütsüz bırakarak, Türk çiftçisini sahipsiz
bırakarak bir Manisa mitingi yapılmasın diye, bir Ordu
mitingi yapılmasın diye ziraat odalarını ortadan
kaldırmaya çalışıyorsunuz. Buna gücünüzün yetmediğini
göreceksiniz. İstediğiniz yasayı çıkarın,
son günlerde ölüm iyiliği olarak bunları yapın, ama ölüm
yakın. Bunu Türk halkı da Türk çiftçisi de size gösterecek.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Ergin.
AK Parti Grubu adına, Adana
Milletvekili Vahit Kirişci.
TEVHİT KARAKAYA (Erzincan) -
Hocam çok hiddetlisin.
BAŞKAN - Saygıdeğer
arkadaşlarım, lütfen
Buyurun Sayın Kirişci.
MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU
(Tokat) - Gel de sen Hocamı Bütçede bir seyret.
BAŞKAN - Sayın Dağcıoğlu
Lütfen, arkadaşlar, tasarıyı
GÜROL ERGİN (Muğla) - Yahu,
milleti perişan ettiniz, nasıl öfkeli olmayayım?
AK PARTİ GRUBU ADINA VAHİT
KİRİŞCİ (Adana) - Sayın Başkan, çok değerli
milletvekili arkadaşlarım; öncelikle hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
1411 sıra sayılı Yasa
Teklifi'miz üzerinde AK Parti Grubumuz adına söz almış
bulunuyorum. Bu vesileyle yüce Meclisimizi bir kez daha saygıyla
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, bugünkü
görüşmekte olduğumuz teklif gerçekten oldukça önemli bir
teklif. Biraz önce muhalefet sözcüsü değerli milletvekili arkadaşımızı
dinledik. Geçmişte bunun çok örneklerini bu ülke yaşadı.
Bu politikanın adı, popülist politikadır. Türk çiftçisi
buna yabancı değildir. Ancak bizim şu dört buçuk
yıllık icraat süremiz içerisinde ortaya koymuş olduğumuz
birtakım yasal düzenlemelerle artık bu kapı kapanmıştır.
Bugünkü görüşmekte olduğumuz kanun teklifi, değerli
arkadaşlar, geçmişte Ziraat Bankası ve tarım kredi
kooperatifleri tarafından anlamsız bir şekilde uygulanmış
olan ve âdeta, birbirini tanımayan insanların birbirlerine
kefil yapılarak kredi kullandırıldığı
bir uygulamadır. Bu uygulama Ziraat Bankası tarafından
yapılan işlemlerde toplu köy ikrazatı olarak adlandırılmış,
tarım kredi tarafından ise grup kredisi olarak nitelendirilmiştir.
Öyle bir noktaya gelmiştir ki, Ziraat Bankası 20/8/2002 tarihinde
bu uygulamaya son verirken, tarım kredi kooperatifleri de 30
Ocak 2004 tarihinde bu uygulamayı sonlandırmıştır.
Ziraat Bankasının
oluşturmuş olduğu, köy içerisindeki müşterilerinden
5-6 müşterisi arasında yapmış olduğu bu uygulama,
tarım kredide 13 ila 20 ortağının bir araya getirilmesi
suretiyle gerçekleştirilmiştir.
Değerli arkadaşlar, bu
teklife konu olan borçla alakalı, asıl borçlu ve müteselsil
kefille alakalı birkaç rakam vermek istiyorum. Bu rakamları
eğer dikkatle izlersek, o zaman görürüz ki, gerçekten, çok vahim
bir tablo vardı, ta ki bu kanun bu noktaya gelene kadar.
Asıl borçlu sayısı,
Ziraat Bankası ve tarım kredi olarak, toplam olarak söylüyorum,
68.257, kefil sayısı ise yaklaşık 580 bin. Yani, topladığınızda,
yuvarlak rakam 650 bin civarında bir üretici kitlesini ilgilendiren
bir konu.
Buradaki ana borç stoku yaklaşık
108 milyon YTL, faiz ve ferîleri toplamı ise 278 milyon YTL. Yani
toplama baktığınızda, faiz ve ferîleriyle birlikte
ana borç stokunu da dikkate aldığınızda, 388 trilyona
tekabül eden bir borç stoku.
Değerli arkadaşlar, bunlardan
kooperatif grup kredisi uygulaması çerçevesinde 27.804 adet,
Ziraat Bankasının gerek öz kaynak gerekse de fon kaynaklı
olarak kullandırmış olduğu kredilerden doğan
asıl borçlu sayısı da, yaklaşık 40.453 civarındadır.
Bütün bu rakamlar bize göstermektedir ki, 68 bin civarındaki
asıl borçluyla, bir anlamda, Türkiye'de, 650 bin insanın ayağına
pranga vurulmuştur. İşte, bu kanun teklifi, bu prangayı
bir anlamda çözecek bir düzenlemedir.
Burada, teklifimiz, esas itibarıyla,
1'inci ve 2'nci maddeleri noktasında önem arz etmektedir. 3'üncü
madde ve diğer izleyen maddeler, Plan ve Bütçe Komisyonumuzda
çalışmalar sırasında eklemlenmiş olan maddelerdir.
Burada altını çizmem gereken
birkaç husus vardır. Teklif ile asıl borçluların borcunda
herhangi bir silinme söz konusu değildir, bunun altını
çizerek ifade ediyorum, ama, müteselsil ve müştereken sorumlu
olan, kefalete tabi olan insanlarımızın bu manadaki
kefaletleri de sona ermektedir.
Borcunu ödeyen üreticilerimizin
hapis cezaları veyahut da haciz işlemleri de, bir anlamda,
31/12/2007 tarihine kadar bu borçlarıyla ilgili yapılandırmayı
gerçekleştirdikleri ve bu konuya ilişkin süreci takip ettikleri
takdirde askıya alınmış olacak ve böylelikle, 68
bin civarındaki borçlularımızla ilgili de bir rahatlama
gerçekleştirilmiş, sağlanmış olacaktır.
Bu 68 bin üretici içerisinde herhangi bir şekilde ödeme
imkânı bulunmayan, bunları ödeme durumunda bulunmayan üreticilerimize
ise, kesin aciz vesikası olarak adlandırdığımız
bir vesikayla, bunların, artık, üzerindeki sorumluluk hazineye
aktarılmış ve hazine tarafından buradaki borçlar
üstlenilmiş olacaktır. Ama, bu üreticilerimizin kendi
üzerlerine herhangi bir taşınır, taşınmaz
edinmeleri durumunda da, tekrar, bu borçlarının hazine tarafından
tahsili gündeme gelecektir.
Bir kez daha ifade etmek gerekirse,
teklifte herhangi bir şekilde bir af söz konusu değildir,
faizlerde bir indirim mevcut değildir ve her borçlu kendi borcunu
öder hâle gelecektir.
Teklifimizin 2'nci maddesine gelince,
açıkçası, bu Mecliste, bu yüce Mecliste yaklaşık
dört buçuk yıllık sürede, sürekli çıkarmış olduğumuz
yasalarla Türk çiftçisinin daha rahat yaşaması ve özellikle
kırsaldaki insanlarımızın refah seviyesinin
yükseltilmesi amaçlanmıştır. Yapılan düzenlemeler
daha çok bunlara yöneliktir. Ama, böyle olmasına rağmen,
geçmişteki bir popülist politikanın neticesi olarak bu
tür bir uygulama, inşallah, bugün sizlerin oylarıyla yasalaştığında
da bu sorun ortadan kalkmış olacak.
Ama bir başka konu, 2'nci maddede
burada düzenlenmektedir. Bir önceki muhalefet sözcüsü değerli
milletvekili arkadaşımız bu konuya karşı olduklarını
belirttiler. Ama, net olarak tavrımızın çiftçiden yana,
çiftçinin rahatından, çiftçinin refahından yana olma zorunluluğu
vardır. Türkiye'de 3 milyon tarım işletmesi vardır.
Bu 3 milyon tarım işletmesinde Türkiye nüfusunun bir anlamda
üçte 1'i istihdam edilmektedir, yaşamaktadır.
Biz, burada
Ziraat Odaları
Birliğiyle ilgili olarak, eğer bugün geldikleri bir nokta
varsa, ekonomik olarak bugün yaşadıkları bir rahatlık
varsa o rahatlığı da bu Meclise borçludurlar. Zira -aynı
Meclis, aynı komisyon- ziraat odalarının bugünkü elde
etmiş oldukları gelirleri düzenleyen birtakım düzenlemeler
de, yine, 22'nci Dönem milletvekilleri olarak bizim tarafımızdan
gerçekleştirilmiştir. Dolayısıyla, burada ziraat
odalarının herhangi bir şekilde önünün kesilmesi veyahut
da ziraat odalarının pasifize edilmesi asla söz konusu
değildir. Burada aslolan çiftçidir, aslolan çiftçinin mutluluğu,
refahı ve her türlü bürokrasiden arındırılmasıdır.
Dolayısıyla, 2'nci maddede yapılan işlem, alınacak
bir tarımsal girdi için 200-250 kilometre mesafeden kalkıp
gelip, bir ilçe merkezindeki varsa bir ziraat odasından, yoksa
ilçe tarım müdürlüğünden çiftçilik belgesinin alınması
ve bunun götürülüp o ilgili yere verilmesi zahmetinden çiftçiyi
kurtarmaktır. Dolayısıyla, bu 3 milyon tarım
işletmesi ve bu işletmelerdeki Türk çiftçisini dikkate
aldığınızda, herhâlde burada yanlış bir
işlemin yapılmadığını da rahatlıkla
belirtmiş oluruz.
Sayın Ergin burada konuşurken
Antalya'dan bir üretici vatandaşımız bizi aradı
ve hatibi insafa davet etti. Özellikle Antalya'da sebze fiyatlarının,
meyve fiyatlarının çok astronomik düzeylere ulaştığını
ve tabir yerindeyse altın yılını yaşadığını
vatandaşımız, çiftçimiz kendisi ifade etti ve onu
da...
HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU
(Antalya) - Sayın Başkan...
VAHİT KİRİŞCİ
(Devamla) -
bunları da benim bu kürsüden ifade etmemi istedi.
Elçiye zeval olmaz diye, bunları da sizlerle paylaşmış
oluyorum.
HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU
(Antalya) - Sebze şu anda dökülüyor Sayın Başkan.
VAHİT KİRİŞCİ
(Devamla) - Değerli arkadaşlar, şimdi burada bir başka
konu daha dile getirildi. O da "Çiftçiler acaba bu duruma nasıl
geldi?" denildi. Başında da belirttim konuşmamın.
Bu çiftçilerin bu mağduriyetleri bizim iktidar dönemimizde
gündeme gelmiş bir mağduriyet değildir. Bunlar, 1980'li
yıllara kadar uzanır ve 2002 yılında Ziraat Bankası,
2004 yılında da tarım kredi tarafından sonlandırılmış,
yanlış bir uygulama olduğu için sonlandırılmış
uygulamalardır. Dolayısıyla, AK Parti Hükûmetlerinin,
ne 58 ne de 59'uncu Hükûmetlerimizin herhangi bir şekilde bu konuda
bir sorumluluğu söz konusu değildir. Dolayısıyla,
burada, geçmişin o yanlış uygulamalarının
mağduru olan üreticilerin sorunlarının çözümüne yönelik
bir düzenleme vardır; bu düzenlemenin gerçekten aciliyeti vardır,
önemi vardır. Bu konuda şu anda bizi dikkatle dinleyen -binlerce,
on binlerce demiyorum- 650 bin insan olduğunu bir kez daha bilgilerinize
sunuyor, yüce heyetinize saygılar sunuyorum.
Teşekkür ediyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Kirişci.
Şahsı adına Kars Milletvekili
Sayın Selahattin Beyribey, buyurun. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
YUSUF SELAHATTİN BEYRİBEY
(Kars) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben,
Anadolu'da köyleri gezerken, o köylülerin yaşadıkları
bir sorunla, bugün Meclisten çıkan kararla neler olduğunu
sizlerle kısaca paylaşmak istiyorum.
1980'li yıllardan, 1990'lı
yıllar, 2002'ye kadar, Türkiye'de, zaman zaman "faizler kaldırılacak,
indirilecek, dondurulacak, af çıkacak"larla, maalesef ve
maalesef, çiftçiler, kangren olmuş bir pozisyona girmişti.
2002 yılında, seçimlerden önce, seçim meydanlarında
-ben o dönemlerde söylediğimi şimdi de söylemek istiyorum-
halkla biz el sıkışacağız, faizleri silmeyeceğiz,
ama uzlaşacağız dedik, 2003 yılındaki kanunla
uzlaştık.
NECATİ UZDİL (Osmaniye)
- "Faizleri sileceğiz." dedin. "Faizleri sileceğiz."
dedin, unutma. Dört buçuk sene oldu neredeyse.
YUSUF SELAHATTİN BEYRİBEY
(Devamla) - Ama, uzlaşma neticesinde, maalesef ve maalesef,
sistem bozukluğunu düzeltemedik. Bugünse, sistemin bozukluğunu
düzeltiyoruz, tamamlamış oluyoruz.
NECATİ UZDİL (Osmaniye)
- Sistemin nesi bozuk?
YUSUF SELAHATTİN BEYRİBEY
(Devamla) - Nerede sistem bozukluğu olduğunu şimdi
anlatacağım, dinleyeceksiniz.
1988'den 2002 yılına kadar,
yatırılan, daha doğrusu, alınmış olan paraların
ancak ve ancak -Ziraat Bankasından veya tarım kredi kooperatiflerinden-
ortalama olarak yüzde 62'leri dönüyordu, bugünse yüzde 98'leri dönüyor.
Sistem farklılığı dediğim bu. Sistem kurarsanız,
yüzde 98, çiftçi aldığı parayı geri getirir.
Ne oluyor? Bu neyi getirdi? 2002
yılında Ziraat Bankası ve tarım kredi kooperatifleri
kanalıyla çiftçilere verilen toplam destek aşağı
yukarı 700 milyon YTL idi; bugünse, bu değer, Ziraat Bankasında
4 milyar YTL -yani 4 katrilyon- tarım kredi kooperatiflerinde
ise 1,6 katrilyon lira -yani milyar YTL- olmuştur.
Değerli arkadaşlar, sistem
kurmanın neyi getirdiğini gördük. Ben, bu kanunla başka
bir şeyin daha ortaya çıktığını ve
sağlandığını paylaşmak istiyorum. Köylerde
müteselsil kefillikten dolayı kardeş kardeşe düşman
oldu, komşu komşuya düşman oldu, arabaları, traktörleri,
tarlaları, evleri, televizyonları, buzdolapları haciz
oldu ve yazıldı, bundan dolayı hapis yatanlar oldu.
Bunları ortadan kaldırıyoruz.
Ben müteselsil kefilliğin
doğru olmadığı kanaatini taşıyordum,
mutlaka bireysel, bir iki kişiyle kefillik doğrudur diye düşünüyordum.
Bunu da AK Parti düzenledi ve buraya getirdi.
Çiftçiler için beyaz bir sayfa
açılmıştır. 2003 yılından bu tarafa tarımla
ilgili neler verdiğimizi biraz evvel söyledim, devam edeceğiz.
Çiftçilerimize, doğrudan gelir desteğiyle, desteklemelerle,
hayvancılıkta, her türlü alanda destekler veriyoruz. Onlar,
bizlerin bu getirdikleriyle, bir ineği olanın beş ineği
oldu ve güçlendiler.
Ben, toplumdaki çiftçilerin sıkıntılarını
bildiğim için onların heyecanıyla konuşuyorum,
onların bu gece, bu saatte bile, uyuma saatleri olmasına
rağmen, köylerde televizyonlarının başında
bu yasayı beklediklerini bildiğim için sözlerimi kısa
kesiyorum ki, bu yasamız çıksın diyorum. Hepinize saygılar,
hürmetler sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Şahsı adına Konya Milletvekili
Özkan Öksüz.
Buyurun Sayın Öksüz. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Sayın
Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinize
sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Arkadaşlar, şu anda çok
hayırlı bir iş yapıyoruz. Aşağı yukarı
650 bine yakın çiftçimizi ilgilendiren bir tasarıyı
ele almış bulunuyoruz. İnşallah, bugün, buna, hayırlara
vesile olması kaydıyla imza atacağız.
AK Parti olarak çiftçilerimizi
bu durumdan kurtarmak için, öncelikle çiftçilerin borçlarını
ele almakla başladık, iktidara gelir gelmez. İktidara
geldiğimizde 211 bin üreticimiz haciz kıskacı altında
idi. Hapis tehlikesiyle karşı karşıya idiler. Biz
bunların 2,7 katrilyon, o zamanki parayla, yeni parayla, 2,7
milyar olan borçlarını 1,5 milyar yeni Türk lirasına indirdik.
Geri kalan borçlarını ise, üç yılda ödemeli yapılandırarak
ödemeleri sağlamış olduk.
2002 yılında Ziraat Bankasından
kredi kullanan çiftçi sayısı 77 bin iken, bu rakam, şu anlarda
500 binlere ulaşmıştır. Geldiğimiz günden beri
Depoculuk, Organik Tarım, Sertifikalı Tohumculuk, Tarım
Sigortası Kanunu, Toprak Kanunu gibi çiftçilerimizin en önemli
kanunlarını çıkarmış olduk. Tarım kredi
kooperatifleri, çiftçilerin kimyevi gübre, tohumluk, yem, motorin,
zirai mücadele ilacı, zirai alet, makine, küçük ve büyükbaş
hayvan ve diğer zirai girdi ihtiyaçları ile nakdi kredi ihtiyaçlarını
karşılayabilmek amacıyla kısa ve orta vadeli krediler
kullandırdı. Ortakların ürünlerini değerlendirmek,
üretim materyalleri ve ekipman taleplerini karşılamak,
ortakları eğitmek ve sigorta acenteliği yapmak suretiyle
kırsal alanda çok önemli işlevlere sahip bulunmaktadır.
Tarım kredi kooperatifleri, ayrıca, gübre, yem, gıda
gibi alt sektörlerde faaliyet gösteren sanayi tesisleri ile de istihdamda
önemli katkılarda bulunmuştur. Çiftçi borçlarını,
tarım kredi kooperatiflerine borcu olan çiftçi borçlarını
yeniden yapılandırmışlardır. Ortaklık
payları yüzde 10'dan yüzde 5'lere düşürülmüştür. Müteselsil
kefaletleri kaldırılmıştır.
Arkadaşlar, yeniden öbür maddede
de söz almak üzere hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.
Tasarının maddelerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul
etmeyenler
Kabul edilmiştir.
1'inci maddeyi okutuyorum:
TÜRKİYE
CUMHURİYETİ ZİRAAT BANKASI ANONİM ŞİRKETİ
VE TARIM
KREDİ
KOOPERATİFLERİ TARAFINDAN KULLANDIRILAN TOPLU KÖY
İKRAZATI/GRUP
KREDİLERİNDEN DOĞAN KEFALETİN SONA ERDİRİLMESİ
HAKKINDA KANUN
TEKLİFİ
Kefaletin sona ermesi
MADDE 1- (1) Türkiye Cumhuriyeti
Ziraat Bankası Anonim Şirketinden 20/8/2002, Tarım Kredi
Kooperatiflerinden 30/1/2004 tarihinden önce birden çok üreticinin/kooperatif
ortağının birbirlerine karşı müşterek
borçlu ve müteselsil kefil sıfatı ile sorumlu olarak toplu
köy ikrazatı/grup kredisi şeklinde kullandıkları
tarımsal kredilerden, bu Kanunun yürürlüğe girdiği
tarih itibariyle Tasfiye Olunacak Alacaklar/Takip Hesaplarında
kayıtlı borcu bulunanların (borcu yeniden yapılandırılmış
olanlar dahil) bu sözleşmelerden doğan kendi borçlarını,
Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi ve Tarım
Kredi Kooperatifleri mevzuatında yer alan ödeme esaslarına
göre; faiz, masraf, yargılama gideri, vekâlet ücreti ve diğer
her türlü fer'ileri ile birlikte 31/12/2007 tarihine kadar tamamen
ödemeleri ya da bu tarihe kadar yeniden yapılandırmaları
ve yeniden yapılandırılan borçların yapılandırma
koşullarında tamamen ödenmesi şartıyla, aynı
sözleşmedeki diğer tarımsal kredi borçlularına
olan kefalet sorumluluğu ödeme tarihi itibariyle son bulur.
Kendilerine ait tarımsal kredi borçlarını bu Kanunun
yürürlüğe girdiği tarihten önce faiz, masraf, yargılama
gideri, vekâlet ücreti ve diğer her türlü fer'ileri ile birlikte
tamamen ödeyenlerin tarımsal kredilerden kaynaklanan ve aynı
sözleşmedeki diğer borçlulara olan kefaletten sorumluluğu
ise, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte sona erer.
(2) Bu Kanun hükümlerinden,
18/4/2001 tarihli ve 2001/2312 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı
kapsamında Hazine kaynağına dönüştürülmüş
tarımsal kredilerin borçluları da yararlanır.
(3) Bu Kanun kapsamındaki sözleşmeleri
kredi kullanmadığı halde müşterek borçlu müteselsil
kefil olarak imzalamış olanların kefalet sorumluluğu
bu Kanunun yayımı tarihinde sona erer.
(4) Bu Kanun kapsamındaki
borçlular hakkında başlatılmış bulunan idarî
veya kanunî takibat işlemleri, hangi aşamada olursa olsun
kendiliğinden durur, mahkûmiyet kararlarının infazı
ertelenir, infazı devam edenler derhal tahliye edilir. Bu Kanun
kapsamındaki borcunu ödeyenler hakkında daha önce
başlatılan dava ve takipler ile mahkûmiyet kararları
ayrıca harç ve masraf ödenmeksizin ve herhangi bir işleme
gerek kalmaksızın ortadan kalkar. Ancak 31/12/2007 tarihine
kadar borcunu ödemeyenler ile borçlarını yapılandırmayanlar
hakkında bu tarihten itibaren; yapılandırma koşullarına
uygun ödeme yapmayanlar hakkında ise taahhüdü ihlal tarihinden
itibaren takibata kaldığı aşamadan devam olunur.
(5) Türkiye Cumhuriyeti Ziraat
Bankası Anonim Şirketine ve
Tarım Kredi Kooperatiflerine olan borcu devam eden borçlular
hakkındaki yasal takipler neticesinde, alacağın kesin
aciz vesikasına bağlanması halinde, kesin aciz vesikasına
bağlanan faiz dahil, Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası
Anonim Şirketinin ve Tarım Kredi Kooperatiflerinin alacakları
(18/4/2001 tarihli ve 2001/2312 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı
kapsamındakiler hariç) Hazine tarafından karşılanır.
Kesin aciz vesikasına bağlanan alacaklar Hazine adına
Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketince/Tarım
Kredi Kooperatiflerince takip edilir ve yapılan tahsilat, tahsilatın
yapıldığı ayı izleyen ayın ilk haftası
içerisinde Hazinenin hesabına aktarılır. Kesin aciz
vesikasına bağlanan alacakların bu safhadan sonraki
takip işlemleriyle ilgili masraflar Hazine hesabına aktarılacak
tahsilattan mahsup edilir.
(6) Bu Kanun, toplu köy ikrazatı/grup
kredisi şeklinde kullandırılan tarımsal krediler
dışındaki kredileri kapsamaz ve bu Kanunun yürürlüğe
girdiği tarihten önce yapılan ödemeler için bu Kanun hükümlerine
dayanılarak iade yapılmaz.
(7) Bu Kanunda yer almayan hususlar
hakkında Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim
Şirketinin ve Tarım Kredi Kooperatiflerinin mevzuatı
uygulanır.
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına Şanlıurfa Milletvekili Mehmet
Vedat Melik.
Sayın Melik, buyurun efendim.
CHP GRUBU ADINA MEHMET VEDAT MELİK
(Şanlıurfa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası ve Tarım Kredi Kooperatifleri
Tarafından Kullandırılan Grup Kredilerinden Doğan
Kefaletin Sona Erdirilmesi Hakkında Kanun Teklifi'nin 1'inci
maddesi üzerinde düşüncelerimi ifade etmek üzere Cumhuriyet
Halk Partisi adına söz almış bulunuyorum. Öncelikle
hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, benden
önceki çok değerli konuşmacıların da belirttiği
gibi, bu gerçekten çok önemli bir yasa, on binleri, yüz binlerce insanı
ilgilendiren bir yasa teklifi. İnşallah, biraz sonra hepimizin
oylarıyla yasalaşacak ve kısa sürede de bu sorunu çözecektir.
Yalnız, değerli arkadaşlar,
şimdi, çiftçinin, üreticinin sorunlarına temel ve kalıcı
çözümler bulabilmek için, öncelikle, bu insanlarımızın
yaptıkları faaliyetlerin ülke ve toplumumuz için gerçekten
önemini anlamak gerekir. Sözle değil. Daha doğrusu, tarımın,
çiftçinin yaptıkları üretim faaliyetleri sadece kendi geçimlerini
sağlamaya mı yöneliktir; yoksa bu faaliyette bulunmazlar
ise, yani bu ülkedeki tarım toprakları işlenmez, hayvancılık
yapılmaz ise bütün ülke sıkıntıya mı girer? Bu
sorulara öncelikle net bir cevap vermek gerekir ki, tarımın
sorunlarına ciddi anlamda çözüm bulabilelim. Ama, şimdi,
dört yıldır -beş yıldır yaklaşık- defalarca
biz bunu söylüyoruz, ama konuya böyle bir şekilde yaklaşılmadığı
için, beş yıllık AK Parti Hükûmetinin sonunda da -biraz
önceki değerli konuşmacılar her ne kadar tarımla
ilgili çok önemli yasalar çıkardıklarını söyleseler
de- bugün tarımla uğraşan insanların durumu apaçık
ortadadır. İşte, zaten -bu kanun teklifi de- 59'uncu
Hükûmetin son günlerinde, 22'nci Parlamentonun son günlerinde, gece
yarısı böyle bir yasa çıkarma gereği hasıl olmuştur.
Şimdi, bir ülkede çiftçinin
ürettiği ürün her yıl bir önceki yıla göre değer kaybediyorsa,
çiftçinin yaşam seviyesinde her yıl gözle görülür bir düşüş
varsa, buna karşılık üretim yapmak için gerekli olan girdi
fiyatları her yıl artıyorsa, çiftçinin tarım kredi
kooperatifleri ve Ziraat Bankasına
Bakın, biraz önce buradaki
değerli konuşmacılar, çiftçinin kendi dönemlerinden,
AK Parti döneminden önce aldığı krediler ve bugün aldığı
kredilerden bahsettiler övünerek, ama ben bir şey söylemek istiyorum:
Eğer çiftçinin tarım kredi kooperatifleri ve Ziraat Bankasından
aldıkları işletme kredisi taleplerinde her yıl
artış varsa çiftçinin iyi olduğundan kim bahsedebilir?
Yani, işletme kredisini, eğer o arazisini sürmek için, mazot
için kredi arıyorsa, gübre almak için krediyi her yıl almak
zorunda kalıyorsa o çiftinin herhâlde, sanıyorum ki, durumunun
iyi olduğundan bahsetmek mümkün değildir.
Dolayısıyla, çiftçinin
bu yasayla getirilen müteselsil kefaletini ortadan kaldıran
ve çiftçileri mahkemeden, hacizden kurtaracak böyle bir yasayla
faizlerin de affedilmesini istemek, hiç de popülist bir politika
değildir. Popülist politika, bana göre, dört beş yıldır
hiçbir şey yapmadan, temel olarak hiçbir şey yapmadan
Onu belirteyim,
çünkü, burada çıkarılan yasaları hepimiz gördük, hepimiz
beraber oyladık, kısmen karşı çıktık,
kısmen beraber oyladık, ama eğer temel olarak hiçbir değişiklik
yapmamışsanız, yapamamışsanız, ondan
sonra da çıkıp faizlerin affını isteyenleri popülizmle
suçluyorsanız, ben bunu hayretle karşılıyorum.
Değerli arkadaşlar,
"işten artmaz, dişten artar" diye tutumlu olmayı
tavsiye eden bir atasözümüz vardır, güzel bir atasözümüz vardır,
ama bence bu daha çok çiftçi için geçerli bir atasözüdür. Yani, çiftçi
çok çalışacak, ama az harcayacaktır. Zaten çiftçi
işi gereği böyle davranmazsa değil ürününü, her
yıl ürettiği ürününü veya traktör başta olmak üzere bütün
mal varlığını da kaybeder. Ancak, bugün gelinen
noktada çiftçi malını, yani onun için her şeyden önemli
olan tarlasını dahi satmak istemekte, ama müşteri bulamamaktadır.
Şimdi, biz bunu söylediğimiz
zaman, sanki sırf muhalefet yapmak için söylüyoruz gibi cevaplar
alıyoruz ve dönüp gelip diyorsunuz ki: "Efendim, çiftçinin
durumu iyidir, biz bu kadar kanun çıkardık." O zaman herkesin
aklına şöyle bir soru gelecek: İnsanlar niye tarlasını
satıyor? Yani, tarla işletilemeyecek kadar küçüldüğü
için mi, bir gelir elde edemeyecek kadar önemini kaybettiği
için mi, yoksa gerçekten ihtiyacı olduğu için mi arazisini
satmaktadır?
Bakın, şimdi, burada, bölgeden
değerli milletvekili arkadaşlarım var. Türkiye'nin
en önemli projesi olan -biz hâlâ öyle görüyoruz, sizin için öyle olmasa
bile- GAP bölgesinde, Harran Ovası'nda geçtiğimiz yıllarda,
evvelki yıl arazinin dekarı 4-5 milyar Türk lirası civarındaydı,
bugün 2,5 milyara satabilen yoktur. Ana cadde üzerinde birinci
sınıf taban arazi en fazla 2,5 milyara satılmaktadır.
Şimdi kalkıp da "Çiftçinin, üreticinin durumu bizim dönemimizde
daha iyi oldu." diyebiliyorsanız -ki diyorsunuz, maalesef,
diyebiliyorsunuz- biz bunun cevabını şu anda bizi izleyen
çiftçilerimize ve köylülerimize bırakıyoruz.
Değerli milletvekilleri,
şimdi, ayrıca, çiftçinin kredi alması, kredi talep etmesi
de çok kolay değildir. Bakın, şimdi ben Urfa örneğini
veriyorum size: Kredi talebiyle ilgili elbette ki bir insan bir
bankaya başvurduğu zaman, bankanın, vereceği kredi
için birtakım kefiller veya ipotekler istemesi doğaldır,
bunun aksini de savunan yoktur. Geçmişte de olduğu gibi
-geçmişte bir yanlış olmuş- Ziraat Bankasının
kredileri geri dönememiştir, doğrudur, biz bunu da inkâr
etmiyoruz. Ama, şimdi, çiftçi bankaya gittiği zaman -tabii
Ziraat Bankası olacaktır bu- neyini ipotek edecektir? Tarlasını
ipotek edecektir. Ama gelin görün ki, Ziraat Bankasına 10 milyardan
daha fazla bir kredi için başvuran çiftçiden bir de belediye
sınırları içinde bulunan bir gayrimenkul ipoteği
istenmektedir. Bunu veremeyen çiftçiye tek kuruş kredi verilmemektedir.
Yani, Harran Ovası'nda, birinci sınıf taban arazide 100
dekar, mülkiyetinin tamamı bir kişiye ait olan, yani
müşterek mülkiyette olmayan ve rayiç bedeli 200 ile 300 milyar
arasında olan bir parça sulu arazi götüreceksiniz, ama banka
sizden illaki belediye sınırları içinde gayrimenkul
isteyecektir.
Bu konunun yüzlerce kez değerli
milletvekilleri aracılığıyla Hükûmete iletildiğini
ben çok iyi biliyorum, çünkü bizim kadar bundan AK Partili arkadaşlarımız
da rahatsızdır bu çiftçinin isteminden. Peki, bugüne kadar
niye bu çözülememiştir? Şimdi, bunları çözmüyorsunuz,
ondan sonra buraya gelip diyorsunuz ki: "Biz bu kanunları
çıkardık, çiftçinin durumu iyidir." O zaman bu çiftçi
ne söylüyor yani? Bakın, ben geçmişteki bir sayın bakanın
dediği gibi "Toprak gözünü doldursun." lafını
da kullanmak istemiyorum.
Şimdi, esas mesele değerli
arkadaşlar, sizin Hükûmetiniz döneminde, bakın, bütün bakanlık
kadroları defalarca yurt dışına gitmiş, bunları
incelemiş, orada eğitim almış, uzun süreler çalışmış,
milletvekili arkadaşlarımızın içinde de defalarca
tarımdan gelişmiş ülkelere giden arkadaşlarımız
olmuş, ama, çok üzülerek söylüyorum, makro düzeyde tarımın
nasıl şekillendirilmesi yönünde, ülkede bir karar alacak,
bilgiye sahip olamadan dönmüşler. Şimdi, bu tarım
Bu
ülkenin buna ihtiyacı var mı yok mu; konuşmamın başında
da söylediğim gibi, varsa, biz bunu gerçekten önümüze alıp
-yani, biraz önce bir değerli konuşmacının dediği
gibi- popülizm yapmadan, yani "Bizim dönemimizde bu kanun
çıktı, bizden önce bu iş berbattı..". Hayır,
sizden önce de bozuktu
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Melik, buyurun,
konuşmanızı tamamlayınız efendim.
MEHMET VEDAT MELİK (Devamla)
-
sizin döneminizde de kanunlar çıkarmakla kaldı.
Şimdi, ben sizin yerinizde olsam
Hepiniz Türkiye'yi tanıyorsunuz
ve bizim gibi Türkiye'nin değişik bölgelerinden gelmişsiniz.
Lütfen, kendi taraftarlarınızla değil veya şimdi
burada otururken bana da telefon geliyor bakın, sizin gibi hepimize
telefon geliyor. "Bir çiftçi bana bunu söyledi, bir çiftçinin
durumu gayet iyiymiş." gibi, bu laflara gerek yok. Lütfen,
Hükûmetsiniz, yapmanız gerekirdi, geçmiş olsun, yapamadınız.
Onu söyleyeyim, büyük bir fırsat kaçırdınız. Yapmanız
gereken, ciddi anlamda örnekleme yaparak ülkenin belli bölgelerinde,
hakikaten çiftçinin temel şikâyetleri nedir
? Yoksa, ayaküstü,
kahve toplantılarında bunu öğrenemezsiniz.
Ben, inşallah, önümüzdeki seçimdeki
iktidarların, bu söylediğim anlamda, çiftçinin temel sorunlarını
dikkate alacak politikalar üreteceğine inanıyorum. Bu
yasanın, müteselsil kefaleti ortadan kaldıracak yasanın
da ülke çiftçimize hayırlı olmasını diliyorum.
Ama, bizim, burada bir şey yapmamız daha gerekirdi: Bir de
bu acil belgesi var tabii. Sayın Başkan, bitiriyorum konuşmayı
hemen. Acil belgesi olayına çok değinemedik, çünkü, benden
önceki değerli konuşmacılar, maalesef, ülkenin temel
tarım sorunlarında yaptıklarını anlatmaya
çalıştılar. Bizim, Ziraat Bankası ve tarım
kredi kooperatifine borcu olan çiftçilerin faizlerini silmedikçe
bunları rahatlatamayız. Bu, popülist bir laf değildir.
Bundan sonra gelecek ilk iktidarın yapacağı, işte
bu olacaktır.
Hepinizi saygılarımla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Melik.
Şahsı adına, Tokat
Milletvekili Ergün Dağcıoğlu.
Buyurun Sayın Dağcıoğlu.
Süreniz beş dakika.
MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU
(Tokat) - Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım;
gönlümüz isterdi ki, Türk çiftçisinin büyük bir heyecanla beklediği
bu hayırlı kanun bu gece on ikiden önce bitirilebilseydi.
Ancak, değerli arkadaşlarımızdan çok rica etmemize
rağmen, zamanı sıkıştıramadığımız
için yetiştirememenin üzüntüsünü de sizlerle paylaşmak
durumundayız.
NECATİ UZDİL (Osmaniye)
- Dört buçuk yıla sığdıramadın değil mi?
Beş dakikaya
MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU
(Devamla) - Şimdi, burada, az önce Sayın CHP Milletvekili
Vedat Melik Bey'in de ifade ettiği gibi, çok hayırlı ve
çok önemli bir yasayı görüşüyoruz ve kendisine teşekkür
ediyorum, bir muhalefet partisi milletvekili olarak, bu yasanın
ne kadar önemli ve hayırlı olduğunu bir kez daha kayıtlara
geçirdiği için. Ancak, Sayın Gürol Hocamız mazot fiyatlarının
yüzde 171 arttığını ve Türk çiftçisinin büyük
sıkıntıya düçar edildiğini söyledi. Ben de aramızdaki
akaryakıt işiyle uğraşan arkadaşlarımıza
sorayım, bu konunun uzmanları doğruluyor mu acaba diye
sorduğumda, orada
GÜROL ERGİN (Muğla) - Sayın
Başkan, ben öyle demedim. Ben burada yazanı söyledim. Bakanın
lafını söyledim.
MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU
(Devamla) - Yani, bırakın siz
BAŞKAN - Sayın Dağcıoğlu,
bir sataşmaya sebebiyet vermeyelim.
GÜROL ERGİN (Muğla) - Sayın
Bakan diyor onu, ben demiyorum. Sayın Bakan diyor, Bakan. Burada
yazılı. Bilmeden konuşmayın.
MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU
(Devamla) - Burada, uzmanlar, biz iktidara geldiğimiz zaman
mazot fiyatları 1.370 liraydı, şimdi 2.300 lira diyorlar,
bu işin satışını yapan arkadaşlarımız.
GÜROL ERGİN (Muğla) - Kardeşim,
Sayın Bakan diyor onu.
NECATİ UZDİL (Osmaniye)
- Petrol ticareti yapana uzman denilmez.
BAŞKAN - Arkadaşlar, lütfen
GÜROL ERGİN (Muğla) - Sayın
Başkan, bana söz vereceksiniz şimdi
MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU
(Devamla) - Dolayısıyla, burada, bu işin üstatları
bunu söylüyor, siz ne söylerseniz söyleyin. Dolayısıyla,
1.370 liradan 2.300 liraya çıkan mazotun, nasıl oluyor da
yüzde 171 gibi eksantrik bir matematik hesabıyla bir yerlere
ulaştırıldığını anlamakta zorluk çekiyorum.
NECATİ UZDİL (Osmaniye)
- Bakanlığın hesabı! Becerememişler!
MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU
(Devamla) - Şimdi, arkadaşlar, hakikaten hayırlı
bir kanunun tadını çıkaralım istiyorum, çünkü,
Türk çiftçisi bizi, bu geceyi heyecanla bekliyor.
Bakın, geçmiş yıllardaki
yapılan uygulama neydi, biz buna niye ihtiyaç hissettik, tarım
kredi kooperatifleriyle uzun uzun, bir buçuk aydır neyi tartıştık:
Geçmiş dönemlerde -ki, biz bunu, bu dönemde kaldırdık
bu yanlış uygulamayı- sabahın köründe tarım
kredi kooperatifine giden bir çiftçi "Benim kredi ihtiyacım
var." dediğinde, kredi kooperatifinin müdürü
"Hoş geldiniz." deyip adamcağızın adını
yazıyordu Ahmet bilmem kim diye. Bir saat sonra başka birisi
geliyor, Mehmet bilmem kime yazıyor. Üç saat, beş saat sonra,
o günün sonunda defterin altını topluyor, 20 kişiye
sayı ulaşınca "Evet, bugünkü işlem bitti."
diyor. Hiç birbirini görmeyen insanları, birbirleriyle hiçbir
ilişkisi olmayan insanları, birbirlerinin haberi olmadan,
müteselsil kefaletle, bir zincirle birbirine bağlıyor.
Aradan yıllar geçiyor, hiçbirisinin birbirinden haberi olmadığı
için, içlerinden birisinin babasını diğerinin
oğlunun öldürdüğü bir ortamda, Tokat Adliyesine geliyorlar.
Birbirlerini görünce, birbirlerinin üstüne yürüdüklerinde
"Bir dakika dur." diyor insanlar ve bunları çekip
ayırıyor. Sonra, mübaşir bunları aynı dava
için içeriye çağırıyor ve diyor ki: "Ey Ahmet, sen
bu Mehmet'e kefil olmuşsun, borcunu öde, ödemezsen hapsen tazyik
edeceğim." Ya, adamcağızın babasını
öldürmüş Ahmet, haberi olmadan kefil olmuş bir de babasını
öldüren adama!
NECATİ UZDİL (Osmaniye)
- Dört buçuk yıl sonra yapıyorsun, dört buçuk yıl!
MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU
(Devamla) - İşte, geçmiş iktidarların popülist politikalarıyla,
Türk çiftçisi, hiç istemememize rağmen, bu garip, bu üzüntülü,
bu sıkıntılı duruma düşürülmüştür. (AK
Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
NECATİ UZDİL (Osmaniye)
- Bravo! Helal olsun sana!
MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU
(Devamla) - Şimdi, biz ne yapıyoruz?
NECATİ UZDİL (Osmaniye)
- Son günde aklına geldi.
MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU
(Devamla) - Geçmişteki bu sıkıntıyı, bugün burada
çıkaracağımız kanunla ortadan kaldırıyoruz.
İşlem bu arkadaşlar.
NECATİ UZDİL (Osmaniye)
- Bravo! Son günde ayıktın ya, helal olsun sana!
BAŞKAN - Sayın Uzdil
MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU
(Devamla) - Geldiğimiz noktada, faiz kaldırmanın popülizm
olduğunu söylüyorsunuz dediler ya. Arkadaşlar, belki siz
farkında değilsiniz, ama
NECATİ UZDİL (Osmaniye)
- Sen daha yeni farkına vardın, biz farkındayız. Daha
yeni farkına vardın, yeni!
MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU
(Devamla) -
biz 2003 yılında Türk çiftçisinin tarım kredi
borçlarını, bu kefalet borçlarını yeniden yapılandırarak,
hem de yüzde 90 oranında başarıyla, tarihî bir başarıyla
barış elde ettik (AK Parti sıralarından "Bravo"
sesleri, alkışlar) ve faizlerini de kaldırdık,
borçlarını da yeniden yapılandırdık, ama siz
olayın farkında değil, hâlâ bugün yeni bir iş yaptığımızı
zannediyorsunuz. Biz, geçmişte temizlenememiş
Ama, nasıl?
Adamcağızın borcu yok.
ENSAR ÖĞÜT (Ardahan) - Nasıl
yok? 40 milyar, 279 milyar olmuş.
MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU
(Devamla) - Fakat, kefil olduğu insanın, hem de borcu olmadığı
hâlde, kefil olduğu insanın borcundan ötürü hapsen tazyik
edilen çiftçimizi de biz bu borçtan kurtaralım diye bu kanunu
getirdik.
NECATİ UZDİL (Osmaniye)
- Yeni mi farkına vardın?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Dağcıoğlu,
beş dakikanız doldu. Diğer arkadaşa söz vereceğim.
Lütfen teşekkür cümlenizi alabilir miyim efendim.
MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU
(Devamla) - Hemen bitiriyorum efendim.
BAŞKAN - Teşekkür cümlenizi
alayım.
Buyurun.
MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU
(Devamla) - Şimdi, en son olarak pancar ekicilerinin paralarının
bu borçlara gitmemesi için şayet kanun yetişmezse diye tedbir
aldık ve geçtiğimiz on gün içerisinde, kefil olan kardeşlerimizin,
borcu olmayan müteselsil kefillerin de paralarını borca
kestirmeyerek bir emanet hesaba aldık.
NECATİ UZDİL (Osmaniye)
- Saatine bak saatine!
MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU
(Devamla) - İşte, dolayısıyla, bu insanların
kanunun çıkmama tehlikesine, geç kalma tehlikesine rağmen
yeni bir mağduriyetle karşı karşıya gelmemesini
de temin ettik.
NECATİ UZDİL (Osmaniye)
- Mahsus mu uzatıyorsun? Yasa çıkmasın diye mi uzatıyorsun?
MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU
(Devamla) - Şimdi bu kanun 1/4 tarihi itibarıyla yürürlüğe
gireceği için de, Allah'a şükür, pancar ekicilerinin de,
fiğ ekicilerinin de kefalet borçlarını bu kanun
çıktıktan sonra geri alma imkânını getiriyor.
Bu müjdeyi veriyor, hayırlı
olsun diyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Şahsı adına
GÜROL ERGİN (Muğla) - Sayın
Başkan, 69'uncu maddeye göre söz istiyorum.
BAŞKAN - Tamam, aynı oturum
GÜROL ERGİN (Muğla) - Benim
sözlerim çarpıtıldı. Tamamen benim söylediğimden
farklı şeyler söylendi. Tutanaklar elinizde, bakın.
BAŞKAN - Sayın Ergin, aynı
oturum içinde ben size söz verebilirim. Lütfen oturunuz.
GÜROL ERGİN (Muğla) - Ben,
böyle oldu demedim. Ben, Sayın Bakan böyle söylüyor dedim. Onun
için, bu konuda söz istiyorum.
BAŞKAN - Bunlar kayıtlara
geçti, tutanaklara geçti zaten Sayın Ergin.
GÜROL ERGİN (Muğla)- Sayın
Başkan, vermek zorundasınız. 69'uncu madde açık.
(AK Parti sıralarından gürültüler)
BAŞKAN - Arkadaşlar
Sayın Ergin, oturur musunuz.
İstirham ediyorum. Bütün Genel Kurul duyuyor zaten sizi.
GÜROL ERGİN (Muğla) - Niye?
Söz istiyorum.
BAŞKAN - Benim gözlerim görüyor.
Kitapçığı da görüyorum, evet.
Saygıdeğer arkadaşlarım
Sayın Uzdil, size de söylüyorum. Yani, bugünlerde milletvekili
arkadaşlara bir şey oldu; ayakta, yüksek sesle
Yani, söylediğiniz
sözü bütün Genel Kurul duyuyor arkadaşlar. İşaret ederek
konuşabilirsiniz, söyleyebilirsiniz, bunda bir şey yok.
Yani, hatibin sözünü ayakta kesmenin bir anlamı falan yok.
OSMAN UZDİL (Osmaniye) - Söz
atmak yasak mı?
BAŞKAN - Şahsı
adına
GÜROL ERGİN (Muğla) - Sayın
Başkan, benim istemimi dikkate almıyor musunuz?
BAŞKAN - Sayın Ergin, söz
vereceğim. Aynı oturum içinde söz takdir etme hakkı
Başkanlığındır. Ben mi sözümü ifade edemiyorum,
size mi anlatamıyorum, siz mi anlamıyorsunuz? İstirham
ederim
Şahsı adına, Sayın
Özkan Öksüz, buyurun.
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; bu maddenin iyice anlaşılması
için
Arkadaşlar, bu madde, 2004 yılından önce kullanılan
grup kredilerini, müşterek kredi kullanan kişiler, kendi
borçlarını ödemiş olsalar dahi, başkasına
eğer kefil olmuşlar ise bu kefaletleri düşüyor. Borcu
ödeyemeyenler de aciz vesikasına bağlanıyor ve bu
şekilde bizim çiftçilerimiz
Şimdi, arkadaşlar, ülkemizde
tarım sektörü yıllardır desteklenmekte, gelen tüm
hükûmetler tarafından desteklenmekte, ancak AK Parti Hükûmeti
geldiğinden beri popülist politikaları bir tarafa
bırakarak çiftçilerimizle ilgili stratejileri belirlemiş,
iktidarımız döneminde tarım ve hayvancılığa
önem verilmiş ve ciddi destekler sağlanmıştır.
Bu zaman zarfında hayvancılığa verdiğimiz
destekler yüzde 729'luk bir artış sağlamıştır.
Yine, kırda yaşayanların
yaşam düzeyinin yükseltilmesi için çalışılmış,
Su Ürünleri Kooperatifler Merkez Birliği kurulmuş, süt
teşvik primlerinde kooperatifler lehine düzenlemeler yapılmış,
tarımsal amaçlı kooperatiflere kullandırılan
kredilerde Ziraat Bankasının komisyon oranı yüzde
2,5'tan 1'e indirilmiş, 1990-2002 yılları arasında
kurulan kooperatif sayısı 7.668 iken, bizim zamanımızda
2.117 kooperatif daha kurulmuştur.
Tarım reformu uygulaması
kapsamında Çiftçi Örgütleri Kurumsal Destekleme Projesi yürütme
çalışmaları devam etmiş.
Bu duygularla hepinizi selamlıyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Sayın
Başkan, tasarıyı bitirelim.
BAŞKAN - Sayın Ergin'in konuşmasının
bitimine kadar uzatacağım. Süre alacağım sizden,
endişe etmeyin.
Sayın Ergin, yanlış
anlaşılmayı düzeltmek üzere, yerinizden, buyurun
efendim.
VI.
- AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.-
Muğla Milletvekili Gürol Ergin'in, Tokat Milletvekili Mehmet
Ergün Dağcıoğlu'nun, konuşmasında şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
GÜROL ERGİN (Muğla) - Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, benim ifademde
söylediğim aynen şudur
Sayın Tarım Bakanının
2007 yılı bütçe sunuş konuşmasında şöyle
bir ifade vardır
Sayfasını da şimdi söyleyeyim:
18'inci, 19'uncu sayfalarda. Sayın Bakan aynen şöyle söylüyor:
"Kasım ayı itibarıyla 1999-2002 döneminde mazot fiyatlarında
yüzde 359 artış meydana gelmişken, yine kasım
ayı itibarıyla 2002-2006 döneminde bu artış yüzde
171 düzeyinde kalmıştır." Bu Sayın Bakanın
ifadesidir.
Şimdi, aynı Sayın Bakan
üç cümle aşağıda şöyle söylüyor: "Hükûmetimiz
döneminde mazot fiyatları yıllık ortalama yüzde 14,5
artmıştır." Diyorum ki, yüzde 14,5'u 4'le çarpın,
bir de yüzde 171'le karşılaştırın. Bir Sayın
Bakan bu yanlışı yapmamalı. Bu yanlışı
yaparsa onun Tarım Bakanlığını hangi ciddiyet
içerisinde yönettiği konusunda kafalarda kuşku doğar.
Sonra, arkadaşımın
söylediği bir konu, burada, bu kanunun bu gece yetişmesi.
BAŞKAN - Sayın Ergin
GÜROL ERGİN (Muğla) - Peki,
alt komisyonda görüştükten sonra bir buçuk ay niye komisyona
getirmediniz konuyu?
BAŞKAN - Sayın Ergin, teşekkür
ediyorum.
GÜROL ERGİN (Muğla) - Niye
beklettiniz? Hangi amaçla beklettiniz?
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Ergin.
GÜROL ERGİN (Muğla) - Bir
buçuk ay beklettiniz, bir buçuk ay! Alt komisyondan Komisyona bir buçuk
ayda getirmediniz.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.
GÜROL ERGİN (Muğla) - Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
V.
- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN
DİĞER İŞLER (Devam)
10.-
Adana Milletvekili Vahit Kirişci ve Tokat Milletvekili Zeyid
Aslan'ın; T.C. Ziraat Bankası A.Ş. ve Tarım Kredi Kooperatifleri
Tarafından Kullandırılan Grup Kredilerinden Doğan
Kefaletin Sona Erdirilmesi Hakkında Kanun Teklifi ile Tarım,
Orman ve Köyişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları
(2/975) (S. Sayısı: 1411) (Devam)
BAŞKAN - Saygıdeğer
milletvekilleri, 1'inci maddenin görüşmeleri tamamlayıncaya
kadar Genel Kurulun çalışma süresinin uzatılmasını
oylarınıza arz ediyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Madde üzerinde iki adet önerge vardır
önergeleri okutup işleme alacağım.
Buyurun.
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte
olan Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi
ve Tarım Kredi Kooperatifleri Tarafından Kullandırılan
Toplu Köy İkrazatı / Grup Kredilerinden Doğan Kefaletin
Sona Erdirilmesi Hakkındaki Kanun Teklifinin (1) maddesinin
(3) fıkrasında yer alan "yayımı tarihinde"
ifadesinin "yürürlüğe girdiği tarihte" şeklinde
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Faruk
Çelik A. Müfit Yetkin Y. Selahattin Beyribey
Bursa Şanlıurfa Kars
Ahmet
Yeni Kenan Altun Muharrem Karslı
Samsun Ardahan İstanbul
BAŞKAN - Diğer önergeyi
okutup işleme alacağım.
Buyurun.
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1411 Sıra
Sayılı Kanun Teklifinin 1 inci maddesinin sonuna aşağıdaki
fıkranın eklenmesini arz ve teklif ederiz.
M.
Akif Hamzaçebi Gürol Ergin Bülent Baratalı
Trabzon Muğla İzmir
Ensar
Öğüt Sami Tandoğdu Muharrem İnce
Ardahan Ordu Yalova
Mehmet
Küçükaşık R. Kerim
Özkan
Bursa Burdur
"Bu kanun kapsamına giren
tarımsal kredi borçlarını 31.12.2007 tarihine kadar defaten
ödemek isteyen çiftçilerin, ana para ve faiz toplamından oluşan
borçlarına, % 50 indirim uygulanır."
BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor
mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Katılmıyoruz Sayın
Başkan.
BAŞKAN - Hükûmet?
TARIM VE KÖYİŞLERİ
BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) - Katılmıyoruz
Sayın Başkan.
BAŞKAN - Gerekçeyi mi okutayım
Hocam?
GÜROL ERGİN (Muğla) - Hayır
efendim, konuşmak istiyorum.
BAŞKAN - Buyurun.
GÜROL ERGİN (Muğla) - Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; verdiğimiz önerge üzerinde konuşmak üzere
söz almış bulunuyorum. Sizleri ve yüce ulusumu saygıyla
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
bu teklifin tümü üzerinde yaptığım konuşmada da
ifade ettiğim gibi, aslında, elbette ki bu yasa teklifiyle
getirilen, gerçekten Türk çiftçisini büyük bir sıkıntıdan
kurtaracak bir durumdur. Bu bakımdan, biz, bunun yanındayız,
en büyük destekçisiyiz. Yalnız, biz diyoruz ki, çiftçiyi, durumu
çok bozuk olduğu için, ne şekilde biz bu kefillikten kurtarmaya
çalışırsak çalışalım, o borcu ödeyemeyeceği
için, bugün, borcunu bu yılın sonuna kadar ödeyeceğini
ifade etse bile, gücü bunu ödemeye yetmeyecektir, ödeyemediği
anda da, yine, bunun karşısına aynı durum çıkacaktır.
Çiftçinin, borcunu ödeyebilmesi için, buna kolaylık göstermek
gerekir. Burada yapılacak kolaylık, en basit biçimiyle,
bunun borç anaparası ve faizini yüzde 50 indirmektir diyoruz.
Bunun yapılmasını istiyoruz. Bu himmeti sizden bekliyoruz.
Milletimiz için sizden bekliyoruz. Gelin, evet diyelim, bunu yapalım
diyoruz. Çünkü, bu çiftçimiz, çok ve inanılmaz bir sıkıntı
içinde yaşıyor değerli arkadaşlar, ödeyebilme
şansı yok. Bu bakımdan, biz, bu önergemizin kabul edilmesini
sizlerden ciddi olarak rica ediyoruz.
Bu arada, şunu da söylemek istiyorum:
Antalya'daki sebze üreticimiz telefon etmiş, çok mutlu olduğunu
söylemiş
Değerli arkadaşlarım,
Antalya'da bugün domatesin fiyatı 200 bin lirayla 400 bin lira
arasında, siz neyi konuşuyorsunuz? Limonu alan yok, limon,
limon! Limonu alan yok.
MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU (Antalya)
- Şimdi limon yok, limon yok.
GÜROL ERGİN (Devamla) - Onun
için, hiç, burada, gerçek olmayan şeyleri söylemeyin, kendinizi
kandırırsınız, halkı kandıramazsınız.
MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU (Antalya)
- Portakalı söyle, portakalı söyle.
GÜROL ERGİN (Devamla) -
İnsanlar, yaşadığını biliyor. Kendinizi
kandırırsınız; yapmayın, kendinizi kandırmaya
çalışmayın.
Değerli arkadaşlarım,
eğer gece mutlu uyuyabilmek için kendinizi kandırmaya çalışıyorsanız
haklısınız, ama değilse, kesinlikle yanlışsınız,
haksızsınız. Bunu özellikle söylemek istiyorum ve
şunu da söylüyorum: Eğer çiftçinin yanındaysanız,
fındık üreticisinin anasının ak sütü kadar helal
olan kanundan doğan hakkını, 252 trilyonunu verin.
BAŞKAN - Sayın Ergin'i dinleyelim
Sayın Çavuşoğlu, Sayın Uzdil.
GÜROL ERGİN (Devamla) - Niye
vermediğini Sayın Bakan burada açıklasın. 252
trilyon üç senedir verilmiyor çiftçiye, kanuni hakkı, kanuni.
Kanuni
Ve sizin, evet, "hakkındır" dediğiniz
para o adamlara.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan Türkiye
Cumhuriyeti Ziraat Bankası Anonim Şirketi ve Tarım
Kredi Kooperatifleri Tarafından Kullandırılan Toplu
Köy İkrazatı / Grup Kredilerinden Doğan Kefaletin Sona
Erdirilmesi Hakkındaki Kanun Teklifinin (1) maddesinin (3)
fıkrasında yer alan "yayımı tarihinde"
ifadesinin "yürürlüğe girdiği tarihte" şeklinde
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Faruk
Çelik (Bursa) ve arkadaşları
BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor
mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Takdire bırakıyoruz
Sayın Başkan.
BAŞKAN - Hükûmet?
TARIM VE KÖYİŞLERİ
BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) - Katılıyoruz Sayın
Başkan.
BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Yürürlük maddesiyle uyum sağlanması
için.
BAŞKAN - Kabul edenler
Kabul
etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Kabul edilen önerge istikametinde
1'inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
TARIM VE KÖYİŞLERİ
BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) - Sayın Başkan
BAŞKAN - Buyurun Sayın Bakanım.
TARIM VE KÖYİŞLERİ
BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) - Sayın Başkan,
biraz önce Sayın Gürol Ergin'in iki defa işaret ettiği,
söylediği hususla ilgili bir açıklama yapmam gerekiyor.
Burada bahsettiği husus, "yüzde 171," baştaki
"1" matbaa hatası olarak "1" yazılmıştır,
doğrusu "yüzde 71." Doğrusu yüzde 71'dir, yüzde 171
değil. Orada 1 fazla olmuştur.
MUHARREM KILIÇ (Malatya) - Sayın
Bakan, şimdi mi fark ettiniz, aylar sonra?
TARIM VE KÖYİŞLERİ
BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) - Hayır, daha önce
de fark edilmişti de o sizin büyüttüğünüz gibi değil.
Onun için, teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Bakanım.
Saygıdeğer arkadaşlarım,
çalışma süremiz dolmuştur.
Kanun tasarı ve tekliflerini
sırasıyla görüşmek için 10 Mayıs 2007 Perşembe
günü, alınan karar gereğince saat 11.00'de toplanmak üzere
birleşimi kapatıyorum.
Sizlere ve bizleri televizyonları
başında izleyen vatandaşlarımıza hayırlı
geceler diliyorum.
Kapanma Saati: 00.07