DÖNEM: 22 CİLT: 159 YASAMA YILI: 5
TÜRKİYE
BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK
DERGİSİ
113üncü
Birleşim
26 Mayıs 2007 Cumartesi
İ Ç İ N D E K İ L
E R
Sayfa
DÖNEM: 22 CİLT: 159 YASAMA YILI: 5
TÜRKİYE
BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK
DERGİSİ
113üncü
Birleşim
26 Mayıs 2007 Cumartesi
İ Ç İ N D E K İ L
E R
Sayfa
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) TEZKERELER
VE ÖNERGELER
1.-
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde
Değişiklik Yapılması Hakkında 10/5/2007 tarihli
ve 5660 sayılı Kanun'un bir kez daha görüşülmek üzere geri
gönderildiğine ilişkin Cumhurbaşkanlığı
tezkeresi (3/1281)
IV. - ÖNERİLER
A) SİYASİ
PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ
1.-
Gündemdeki sıralama ile 1/1368 esas numaralı Cumhurbaşkanlığınca
bir kez daha görüşülmek üzere geri gönderilen Kanun'un, Başkanlıkça
havale edildiği komisyonlardaki görüşmelerine kırk
sekiz saat geçmeden başlanmasına ilişkin AK Parti Grubu
önerisi
V. - USUL HAKKINDA
GÖRÜŞMELER
1.-
Cumhurbaşkanlığınca bir kez daha görüşülmek
üzere geri gönderme tezkeresinin Genel Kurulun bilgisine sunulmadan,
Başkanlıkça havale edildiği komisyonlardaki görüşmelerine
kırk sekiz saat geçmeden başlanmasının komisyona
tavsiye edilmesine ilişkin AK Parti Grubu önerisinin İç Tüzük'e
aykırı olduğu hakkında
VI. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN
DİĞER İŞLER
1.-
Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim
Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı
Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu
İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi)
ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)
2.-
Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine
İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (1/1030) (S. Sayısı: 904)
3.-
Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Bursa Milletvekili
Faruk Çelik'in, İmar Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Teklifi ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma
ve Turizm ile Adalet Komisyonları Raporları (2/820) (S. Sayısı:
1337)
4.-
Merkezi Finans ve İhale Biriminin İstihdam ve Bütçe Esasları
Hakkında Kanun Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu
Raporu ile İçtüzüğün 37 nci Maddesine Göre Doğrudan
Gündeme Alınma Önergesi (1/1317) (S. Sayısı: 1428)
5.-
Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma
ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (1/1230) (S. Sayısı:
1250)
VII. - AÇIKLAMALAR
VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.-
Samsun Milletvekili Haluk Koç'un, Aksaray Milletvekili Ali Rıza
Alaboyun'un, konuşmasında, partisine sataşması
nedeniyle konuşması
2.-
Erzurum Milletvekili İbrahim Özdoğan'ın, Erzurum Milletvekili
Mustafa Nuri Akbulut'un, konuşmasında, şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
VIII. - OYLAMALAR
1.-
Merkezi Finans ve İhale Biriminin İstihdam ve Bütçe Esasları
Hakkında Kanun Tasarısı'nın oylaması
I. - GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ
TBMM
Genel Kurulu saat 11.03'te açılarak yedi oturum yaptı.
Nükleer
Güç Santrallarının Kurulması ve İşletilmesi
ile Enerji Satışına İlişkin 8/5/2007 tarih ve
5654 sayılı Kanun'un bazı maddelerinin Anayasa'nın
89 ve 104'üncü maddeleri uyarınca bir kez daha görüşülmek
üzere geri gönderildiğine ilişkin Cumhurbaşkanlığı
tezkeresi Genel Kurulun bilgisine sunuldu.
Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan'ın Suriye'ye yaptığı
resmî ziyarete katılması uygun görülen milletvekillerine
ilişkin Başbakanlık tezkeresi kabul edildi.
Gündemin
"Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler" kısmının:
1'inci
sırasında bulunan, Kamu İhale Kanununa Geçici Madde
Eklenmesine Dair Kanun Teklifi'nin (2/212) (S. Sayısı: 305)
görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin
komisyon raporu henüz gelmediğinden;
2'nci
sırasında bulunan, Bazı Kamu Alacaklarının
Tahsil ve Terkinine İlişkin (1/1030) (S. Sayısı:
904),
3'üncü
sırasında bulunan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup
Başkanvekili Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, İmar Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair (2/820) (S. Sayısı:
1337),
6'ncı
sırasında bulunan, Sendikalar Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair (1/1230) (S. Sayısı: 1250),
7'nci
sırasında bulunan, Kayseri Milletvekili Taner Yıldız'ın,
Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında
(2/1016) (S. Sayısı: 1412),
8'inci
sırasında bulunan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Ukrayna
Hükümeti Arasında Uzayın Araştırma ve Kullanımı
Konularında İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğu
Hakkında (1/491) (S. Sayısı: 1380),
Kanun
Tasarı ve Teklifleri, ilgili komisyon yetkilileri Genel Kurulda
hazır bulunmadıklarından;
Ertelendi.
4'üncü
sırasında bulunan, Ankara Milletvekilleri Eyyüp Sanay
ve Nur Doğan Topaloğlu'nun, Doğal Gaz Piyasası Kanununda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi
(2/1018) (S. Sayısı: 1425) görüşmelerini müteakiben,
elektronik cihazla yapılan açık oylamadan sonra,
5'inci
sırasında bulunan, Şanlıurfa Milletvekili Mehmet
Faruk Bayrak'ın, 388 Sayılı Güneydoğu Anadolu Projesi
Bölge Kalkınma İdaresi Teşkilatının Kuruluş
ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/999) (S. Sayısı:
1424) yapılan görüşmelerden sonra,
Kabul
edildi.
Samsun
Milletvekili Haluk Koç, Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa'nın, konuşmasında,
Genel Başkanlarına sataştığı iddiasıyla
bir açıklamada bulundu.
Alınan
karar gereğince, 26 Mayıs 2007 Cumartesi günü saat 11.00'de
toplanmak üzere, birleşime 22.50'de son verildi.
Nevzat Pakdil
Başkan
Vekili
Yaşar Tüzün Mehmet Daniş Ahmet Küçük Ahmet Gökhan Sarıçam
Bilecik Çanakkale Çanakkale Kırklareli
Kâtip
Üye Kâtip Üye Kâtip Üye Kâtip Üye
No.: 153
II. - GELEN
KÂĞITLAR
26 Mayıs
2007 Cumartesi
Rapor
1.-
Kastamonu Milletvekili Hakkı Köylü'nün; Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/1020) (S. Sayısı: 1432) (Dağıtma
tarihi: 26.5.2007) (GÜNDEME )
26 Mayıs
2007 Cumartesi
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 11.06
BAŞKAN
: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP
ÜYELER : Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale), Mehmet DANİŞ (Çanakkale)
BAŞKAN
- Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
113'üncü Birleşimini açıyorum.
Toplantı
yeter sayısı vardır, gündeme geçiyoruz.
Başkanlığın
Genel Kurula sunuşları vardır.
Cumhurbaşkanlığının
bir tezkeresi vardır; okutup bilgilerinize sunacağım.
III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) TEZKERELER
VE ÖNERGELER
1.- Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik
Yapılması Hakkında 10/5/2007 tarihli ve 5660 sayılı
Kanun'un bir kez daha görüşülmek üzere geri gönderildiğine
ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1281)
25/05/2007
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
İlgi: 11.05.2007 günlü,
A.01.0.GNS.0.10.00.02-32263/71597 sayılı yazınız.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel
Kurulu'nca 10.05.2007 gününde kabul edilen 5660 sayılı
"Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun" incelenmiştir.
1- Yasa'nın,
-2. maddesinde,
"Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının
79 uncu maddesinin ikinci fıkrasında geçen 'seçim tutanaklarını'
ibaresinden sonra gelmek üzere 've Cumhurbaşkanlığı
seçimi tutanaklarını' ibaresi; son fıkrasında
geçen 'halkoyuna sunulması' ibaresinden sonra gelmek üzere,
'Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi' ibaresi
eklenmiştir."
- 4. maddesiyle değişik,
Anayasa'nın 101. maddesinde,
"Cumhurbaşkanı,
kırk yaşını doldurmuş ve yüksek öğrenim
yapmış Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri veya bu niteliklere
ve milletvekili seçilme yeterliğine sahip Türk vatandaşları
arasından, halk tarafından seçilir.
Cumhurbaşkanının görev
süresi beş yıldır. Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı
seçilebilir.
Cumhurbaşkanlığına
Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri içinden veya Meclis dışından
aday gösterilebilmesi yirmi milletvekilinin yazılı teklifi
ile mümkündür. Ayrıca, en son yapılan milletvekili genel
seçimlerinde geçerli oylar toplamı birlikte hesaplandığında
yüzde onu geçen siyasi partiler ortak aday gösterebilir.
Cumhurbaşkanı seçilenin,
varsa partisi ile ilişiği kesilir ve Türkiye Büyük Millet
Meclisi üyeliği sona erer."
- 5. maddesiyle değişik,
Anayasa'nın 102. maddesinde,
"Cumhurbaşkanı seçimi,
Cumhurbaşkanının görev süresinin dolmasından önceki
altmış gün içinde; makamın herhangi bir sebeple boşalması
halinde ise boşalmayı takip eden altmış gün içinde
tamamlanır.
Genel oyla yapılacak seçimde,
geçerli oyların salt çoğunluğunu alan aday Cumhurbaşkanı
seçilmiş olur. İlk oylamada bu çoğunluk sağlanamazsa,
bu oylamayı izleyen ikinci pazar günü ikinci oylama yapılır.
Bu oylamaya, ilk oylamada en çok oy almış bulunan iki aday
katılır ve geçerli oyların çoğunluğunu alan
aday Cumhurbaşkanı seçilmiş olur.
İkinci oylamaya katılmaya
hak kazanan adaylardan birinin ölümü veya seçilme yeterliğini
kaybetmesi halinde; ikinci oylama, boşalan adaylığın
birinci oylamadaki sıraya göre ikame edilmesi suretiyle yapılır.
İkinci oylamaya tek adayın kalması halinde, bu oylama
referandum şeklinde yapılır. Aday, geçerli oyların
çoğunluğunu aldığı takdirde Cumhurbaşkanı
seçilmiş olur.
Cumhurbaşkanı göreve
başlayıncaya kadar görev süresi dolan Cumhurbaşkanının
görevi devam eder.
Cumhurbaşkanlığı
seçimine ilişkin usûl ve esaslar kanunla düzenlenir.",
- 6. maddesiyle Anayasa'ya eklenen,
Geçici 18. maddede,
"Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının
67 nci maddesinin son fıkrası, Cumhurbaşkanlığı
seçimlerinin yapılabilmesi için; çıkarılması
gereken kanun hükümleri ile seçim kanunlarında yapılacak
değişiklikler bakımından dikkate alınmaz."
Geçici 19. maddede de,
"Onbirinci Cumhurbaşkanı
seçiminin ilk tur oylaması, bu Kanunun Resmi Gazetede yayımını
takip eden kırkıncı günden sonraki ilk Pazar günü, ikinci
tur oylaması ise ilk tur oylamayı takip eden ikinci Pazar günü
yapılır.
Anayasa'nın 101 inci maddesi
uyarınca gösterilen adaylar, yazılı muvafakatları
ve Anayasanın değişik 101 inci maddesindeki şartları
ihtiva eden ve diğer ilgili belgelerle birlikte ilk tur oylama
tarihinden otuz gün önce Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
başvururlar. Adayların başvurularında eksik bilgi
ve belgelerin tespit edilmesi halinde Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığı tarafından, eksikliklerin giderilmesi
için üç günlük kesin süre verilir. Bu süre içinde eksikliklerin giderilmemesi
halinde adaylar, kendiliğinden adaylıktan çekilmiş sayılırlar.
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığınca, Anayasanın 101 inci maddesinde
belirtilen nitelikleri taşıdıkları anlaşılan
adaylara ilişkin kesin liste iki gün içinde ilan edilir ve Yüksek
Seçim Kurulu Başkanlığına bildirilir.
Cumhurbaşkanı adayı
gösterilen kamu görevlisi, aday gösterildiği tarihten itibaren
görevinden ayrılmış sayılır. Görevinden ayrılan
kamu görevlisinin Cumhurbaşkanı seçilememesi halinde
görevine geri dönmesi konusunda ilgili kanun hükümleri uygulanır.
Birinci tur seçim sonuçlarının
kesinleşmesinden ikinci tur oylamanın sonuçlanmasına
kadar, ikinci oylamaya katılmaya hak kazanan adaylardan birinin
ölümü veya seçilme yeterliğini kaybetmesi halinde; ikinci oylama,
boşalan adaylığın birinci oylamadaki oy sıralaması
esas alınarak sıradaki adayla doldurulması suretiyle
yapılır. İkinci oylamaya tek adayın kalması
halinde, bu oylama referandum şeklinde yapılır. Aday,
geçerli oyların çoğunluğunu aldığı takdirde
Cumhurbaşkanı seçilmiş olur.
Cumhurbaşkanının seçilmesine
ilişkin usûl ve esasların kanunla düzenlenmesine kadar,
10/6/1983 tarihli ve 2839 sayılı Milletvekili Seçimi Kanunu,
26/4/1961 tarihli ve 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri
ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun, 22/4/1983 tarihli ve 2820 sayılı
Siyasî Partiler Kanunu, 23/5/1987 tarihli ve 3376 sayılı Anayasa
Değişikliklerinin Halkoyuna Sunulması Hakkında
Kanun ile diğer kanunların bu maddeye aykırı olmayan
hükümleri uygulanır."
düzenlemelerine yer verilmiştir.
Yapılan düzenlemelerdeki
temel değişiklik, Cumhurbaşkanı'nın halk tarafından
seçilmesinin öngörülmesidir. Anayasa'nın 101 ve 102. maddelerinde
buna ilişkin düzenlemeler yapılmış; 79. maddesine
ek kurallar getirilmiş; geçici maddeler ile de, değişikliğin
ilk Cumhurbaşkanlığı seçiminde uygulanmasını
sağlamak üzere gerekli düzenlemeler yapılıp, yine
ilk seçime ilişkin yöntemler ve süreler belirlenmiştir.
Anayasa değişiklikleri
Cumhurbaşkanı'nın halk tarafından seçilmesiyle
sınırlı kalmış, ilgili diğer maddelerde
herhangi bir düzenleme yapılmamıştır.
Cumhurbaşkanı seçiminin
basit bir yöntem sorunu olmaması, tersine Anayasa ile yeğlenen
siyasal sistemle doğrudan ilgili olması değişikliğin,
Anayasa'daki siyasal sistem yönünden incelenmesini gerektirmektedir.
Anayasa'nın 6. maddesinde,
egemenliğin kayıtsız koşulsuz Ulus'un olduğu
vurgulanmıştır. Devlet kudreti ya da egemenlik tek ve
bölünmezdir ve Türk Ulusu'nundur.
Anayasa'nın 80. maddesinde,
Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin, seçildikleri bölgeyi ya
da kendilerini seçenleri değil, tüm Ulusu temsil edecekleri
belirtilmiştir. Temsili rejimin dayandığı temel
ilkeyi koyan bu kural, ulusal istencin tek temsilcisinin Türkiye
Büyük Millet Meclisi olduğunu göstermektedir. Bunun içindir
ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri siyasal partiler aracılığıyla
ya da bağımsız olarak halkın seçmesiyle milletvekili
sıfatını kazanmaktadırlar.
Yine Anayasa'nın 6. maddesinde,
Ulus'un, tek ve bölünmez nitelikteki egemenliğini, Anayasa'nın
koyduğu yetkili organları eliyle kullanacağı ve
7, 8, 9. maddelerinde de yetkili organların yasama, yürütme
ve yargı olduğu açıklanmıştır.
Böylece Anayasamızda, devletin
çeşitli işlevlerinin değişik organlarca yerine
getirilmesi biçiminde tanımlanabilecek erkler ayrılığı
ilkesi kabul edilmiştir.
Erkler ayrılığını
kabul eden ülkelerde, erklerin sert ayrılığı ya da
işbirliği içinde yürümesine göre, sırasıyla
başkanlık rejimi ya da parlamenter rejim sözkonusu olmaktadır.
Anayasamızın Başlangıç
bölümünde, erkler ayrımının, Devlet organları
arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmediği,
belli Devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret
ve bununla sınırlı uygar bir işbölümü ve işbirliği
olduğu belirtilerek, parlamenter rejimin kabul edildiği
anlatılmıştır.
Anayasa'nın 8. maddesinin gerekçesinde
de, yasama ve yürütme erkleri kastedilerek, "her iki kuvvetin
Devlet faaliyetlerinin düzenlenmesinde eşitlik ve denklik
içinde işbirliği yapmalarını öngören parlamenter
hükümet sistemi bütün gerekleriyle uygulamaya konmuştur"
anlatımıyla, anayasamızda parlamenter sistemin kabul
edildiği vurgulanmıştır.
Yasama ve yürütmenin dengeli ve
yumuşak ayrılığı olarak tanımlanan parlamenter
rejimin en önemli özelliği, yürütme organının siyasal
kanadının yasama organına karşı siyasal yönden
sorumlu olmasıdır. Yasama organı, hükümetin güvenoyu
ile göreve başlamasını sağlamakta, hükümeti denetlemekte
ve gerektiğinde güvensizlik oyu ile düşürmektedir.
Parlamenter rejimin ikinci özelliği
yürütme organının yasamadan doğmasıdır.
Üçüncüsü, siyasal yönden sorumsuz,
yansız, denge ve istikrar öğesi bir devlet başkanının
varlığıdır. Parlamenter sistemin özü yönünden cumhurbaşkanının
rolü yansızlık ve hakemliktir.
Bu nedenle, yasama organına
karşı siyasal yönden sorumsuz kılınan cumhurbaşkanı
etkin siyasal bir organ değil, devletin sürekliliğini
sağlayan, devleti ve ulusu temsil eden yansız bir makamdır
ve günlük politikanın dışındadır.
Kuşkusuz, her ülkenin özel koşulları
anayasası ile belirlenen rejimine yansımaktadır. Ancak,
somut rejim soyut modelde varolan temel niteliklere uygun olmak
zorundadır.
Anayasamızda da bu zorunluluğa
uyulmuştur. Anayasa'nın 110. maddesinde, Bakanlar Kurulu'nun
güvenoyu ile göreve başlaması; 111. maddesinde, Başbakan'ın
görev sırasında Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden güven istemesi;
112. maddesinde Bakanlar Kurulu'nun yasama organına karşı
siyasal yönden sorumlu olması; 98, 99 ve 100. maddelerinde de,
yasamanın Bakanlar Kurulu'nu denetim yolları düzenlenmiştir.
Anayasa'da benimsenen siyasal
sistem klasik parlamenter rejimin niteliklerini taşımakla
birlikte, Cumhurbaşkanı'nın yetkileri yönünden bu sistemden
uzaklaşıldığı, Cumhurbaşkanı'na, iktidar
gücüne karşı bir denge ve istikrar öğesi olarak güçlü
ve etkili bir konum verildiği görülmektedir.
Anayasa'nın,
- 8. maddesinde, yürütme organı,
Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu olmak üzere iki kesimli
olarak öngörülmüş,
- 104. maddesinde, Cumhurbaşkanı'nın
Devlet'in başı olduğu, bu sıfatla Türkiye Cumhuriyeti'ni
ve Türk Ulusu'nun birliğini temsil ettiği, Anayasa'nın
uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve
uyumlu çalışmasını gözeteceği belirtilmiş,
- 102. maddesinde, Cumhurbaşkanı'nın
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nce seçilmesi öngörülmüş,
- 109. maddesinde, Cumhurbaşkanı'na
Başbakan'ı ve bakanları atama yetkisi verilmiş,
- 104. maddesinde, Cumhurbaşkanı'nın
gerektiğinde Bakanlar Kurulu'na başkanlık edeceği
vurgulanmış,
- 104 ve 105. maddelerinde, kararnameleri
imzalamakla yetkili ve görevli kılınmış,
- 89, 104 ve 150. maddelerinde, yasaları
bir kez daha görüşülmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne
geri gönderme ve Anayasa Mahkemesi'ne dava açma yetkisi verilmiş,
- 130, 146, 155, 156, 157. maddelerinde
de, kimi yüksek yargı organları üyelerini, Yükseköğretim
Kurulu Başkanı ve üyelerini, üniversite rektörlerini
seçmek ve atamakla yetkilendirilmiştir.
Görüldüğü gibi, Anayasa'da,
parlamenter hükümet sisteminin tipik temel niteliklerine yer verilmiş;
yasama ile yürütme arasında, yürütmenin iktidar gücünü dengeleyici
bir düzenek kurulmuş; Cumhurbaşkanı, anayasal düzeni
işletmek ve korumak amacıyla, seçimle işbaşına
gelen ve yasama ile yürütmeden oluşan iktidar gücüne karşı
dengeleyici ve istikrarı sağlayıcı yetkilerle
donatılıp güçlendirilmiştir.
Cumhurbaşkanı, bir denge
ve istikrar öğesi olarak öngörüldüğü için, Anayasa'nın
102. maddesinde, Cumhurbaşkanı seçilirken ilk iki turda
üye tamsayısının üçte iki çoğunluk oyu aranarak,
her kesimi temsil edecek bir Cumhurbaşkanı adayı üzerinde
uzlaşılması öngörülmüştür. Seçimin sürüncemede
kalmaması için de son iki turda, Cumhurbaşkanı seçilebilmek
için üye tam sayısının salt çoğunluğunun oyu yeterli
görülmüştür.
Anayasa'da güçlü bir yürütme erki
yaratılırken, yürütme organının hem siyasal kanadı
olan Bakanlar Kurulu, hem yansız kanadı olan Cumhurbaşkanı
geniş yetkilerle donatılmıştır.
Ayrıca, yine Anayasa'da
Başbakan, eşitler arasında birinci değil, güçlü
bir lider niteliğinde öngörülmüştür. Anayasa'nın 109.
ve 112. maddelerine göre, bakanlar Başbakan'ca seçilmekte, görevden
alınmaları önerilebilmekte, yaptıkları iş
ve işlemlerden Başbakan'a karşı sorumlu bulunmaktadırlar.
İncelenen Yasa'nın 4. maddesi
ile Anayasa'nın 101. maddesi değiştirilerek Cumhurbaşkanı'nın
halk tarafından seçilmesine olanak sağlanmaktadır.
Anayasa'nın parlamenter sistem
öngören hiçbir kuralına dokunmadan yalnızca Cumhurbaşkanı'nın
halk tarafından seçilmesinin öngörülmesi, örneği ve uygulaması
duyulmayan yeni bir sistem getirilmesi anlamına gelmektedir.
Çünkü, bu sistem, bir yandan parlamenter modelden uzaklaşırken,
öte yandan da başkanlık ya da yarı başkanlık modelinin
temel özelliklerini taşımamaktadır.
Böylesine, kuramsal olarak ve uygulaması
bilinmeyen bir sistemin ne gibi sorunlar yaratabileceğini
kestirmek güçtür. Ancak, yaratabileceği sorunların rejimi
sıkıntıya sokacağı açıktır.
Yukarıda da belirtildiği
gibi, Anayasamız, güçlü bir yürütme içinde güçlendirilmiş
bir Cumhurbaşkanı modeli öngörmektedir. Anayasa'nın
104. maddesinde, Cumhurbaşkanı'nın yasama, yürütme ve
yargıya ilişkin görev ve yetkilerine bir arada yer verilmiş;
89, 91, 93, 108, 109, 114, 116, 117, 118, 120, 121, 122, 130, 131, 146, 150,
154, 155, 156, 157, 159 ve 175. maddelerde de bu görev ve yetkiler ayrıntılı
biçimde düzenlenmiştir.
Parlamenter sistem içinde, iktidar
gücünü dengelemek için öngörülen bu geniş yetkiler, halk tarafından
seçilmiş bir Cumhurbaşkanı kullanımında çok
farklı ve rejim yönünden sakıncalı sonuçlar doğurabilecektir.
Bir yandan güçlü bir Başbakan,
bir yandan geniş yetkilerle donatılmış ve halk tarafından
seçilmiş bir Cumhurbaşkanı nedeniyle yürütme organı
iki siyasal istençten oluşacak, başka bir deyişle siyasal
yönden iki başlı olacak ve yürütme erki sorunlu duruma gelecektir.
Ayrıca, Anayasa'da yansız
niteliğiyle bir denge ve istikrar öğesi olarak öngörülen
Cumhurbaşkanı'nı halka seçtirmek, böylece yürütme organının
her iki kesimini de siyasallaştırmak Cumhurbaşkanı'nı
denge ve istikrar öğesi olmaktan çıkaracaktır.
Başka bir anlatımla, Devlet'i temsil eden Cumhurbaşkanı'nın
halk tarafından seçilmesiyle, "dengeleyici" yetkileri
"icrai" niteliğe dönüşebilecektir.
Güçlendirilmiş yetkilere
doğrudan halk istenciyle seçilmiş olmanın vereceği
manevi gücün eklenmesi de, Cumhurbaşkanı'nı kolaylıkla
siyasal sistemin egemen öğesi durumuna getirebilecektir.
Çoğunluğu oluşmayan
bir parlamento ya da Cumhurbaşkanı'nı seçenden daha az
bir çoğunluğa dayanan Hükümet karşısında,
halk oyunu doğrudan temsil eden Cumhurbaşkanı'nın,
ulusal istencin kendisinde oluştuğu bir makam durumuna
yükseleceği, çok daha güçlü bir demokratik geçerliliğe
sahip olacağı; bu durumun ise, Cumhurbaşkanı'nın
yetkilerinin siyasal yönden kullanımını kolaylaştıracağı
açıktır.
Ayrıca, egemenliği Ulus
adına ancak diğer organlar bağlamında yürütme organı
kullanmakta iken, halkın seçimiyle işbaşına gelen
Cumhurbaşkanı, Türk Ulusu'nun birliğini temsil gücünden
yararlanarak "yürütme organı" dışında
ulusal egemenliği kullanan bir makam durumuna gelebilecektir.
Bu arada, halkın seçmesiyle
göreve gelecek bir Cumhurbaşkanı'nın bulunduğu
sistemin, Türkiye Büyük Millet Meclisi karşısında ulusal
istenci temsil yönünden sorun yaratacağı da gözden uzak tutulmamalıdır.
Başka bir anlatımla, halkoyu ile seçilmiş Cumhurbaşkanı,
ulusal egemenlik ve ulusu temsil yönünden de varolan sistemle
bağdaşmayacaktır.
Halk tarafından seçilen Cumhurbaşkanı'nın,
yine seçimle işbaşına gelen yasama organı ve yürütme
organının siyasal kanadı ile aynı siyasal düşünce
ve görüşte olması dengelenemez bir iktidar gücü yaratılmasına;
tersi durum ise, çekişmelere ve Devlet otoritesinin zayıflayıp
bölünmesine neden olabilecektir.
Devlet'in ve yürütme organının
başı olan Cumhurbaşkanı ile yasama organı arasında
tam çatışma ya da tam bütünleşme değil, "mesafeli
bir uyum" bulunması gerekmektedir. Cumhurbaşkanı'nın
halkoyu ile seçilmesi, tam çatışma ya da tam bütünleşme
sonucunu doğurabilecektir. Bunun, Devlet düzeneğine zarar
vereceği açıktır.
Sistem değişikliği
yapmadan ya da anayasal sistemi tümüyle ele alıp gerekli düzenlemeleri
öngörmeden yalnızca Cumhurbaşkanı'nı halka seçtirmek
parlamenter rejimin özüyle bağdaşmamaktadır.
Anayasa'nın 102. maddesinde,
Cumhurbaşkanı'nın gizli oyla seçileceği; 101. maddesinde
de, Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisi ile ilişiğinin
kesileceği ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliğinin sona
ereceği belirtilmiştir. Böylece, Cumhurbaşkanı'nın
siyasal yönden yansız olması sağlanmıştır.
Nitekim, madde gerekçesinde,
"Parlamenter rejimde Cumhurbaşkanının tarafsızlığı
esas teşkilat hukukumuzda tartışılmaz bir ilkedir."
denilerek, Cumhurbaşkanı'nın yansızlığı
açık biçimde vurgulanmıştır.
Cumhurbaşkanı'nın
halkoyu ile seçilmesi durumunda, seçmenin önüne nasıl bir programla
çıkacağı, nasıl bir propaganda ile seçim sürecine
katılacağını da kestirebilmek güçtür.
İncelenen Yasa'nın 4. maddesiyle
yeniden düzenlenen Anayasa'nın 101. maddesinde, Cumhurbaşkanı
seçilenin, varsa partisi ile ilişiğinin kesileceğine
ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliğinin sona ereceğine
ilişkin kural aynen korunmuştur.
Ancak, yapılan düzenlemede,
yirmi milletvekilinin yazılı önerisi ya da son genel seçimlerde
aldıkları toplam oy yüzde 10'u geçen siyasal partilerin
Cumhurbaşkanlığı'na aday gösterebilecekleri belirtilmiştir.
Bu düzenleme, milletvekilleri
ya da siyasal partiler uygun görmeden Cumhurbaşkanı adayı
olunamayacağını göstermektedir. Bu durumu, halkoyu
ile seçilmenin özüyle bağdaştırmak olanaksızdır.
Öte yandan, her iki kural birlikte
düşünüldüğünde, Cumhurbaşkanı adayının
seçimi yapacak halkın önüne siyasal görüntü içinde çıkma
olgusu Cumhurbaşkanı'nın yansızlığına
gölge düşürecektir.
Ayrıca, Cumhurbaşkanı
adayını partilerin önermesi de, Cumhurbaşkanı'nın
yansızlığı ile bağdaşmamaktadır. Çünkü,
halk genellikle kişiye değil, genel seçimlerde olduğu
gibi siyasal partiye oy verecek, Cumhurbaşkanı da seçimini
sağlayan partiye olan gönülborcu nedeniyle yansız ve bağımsız
davranamayacaktır.
Demokrasilerde halktan yetki almanın
yolu, halkın karşısına siyasal programla çıkmayı
gerektirmektedir. Propaganda yapmadan seçilmek, siyasal parti örgütünden
yararlanmadan propaganda yapmak işin doğasına aykırıdır.
Böyle bir yöntemle halkın önüne çıkacak adayın siyasal
konulardan uzak durması olanaksızdır. Bu nedenledir
ki, parlamenter sistem, devlet başkanının yansızlığını
sağlayabilmek için halkoyu ile seçimi öngörmemiştir.
Seçim kampanyaları doğası
gereği Ulus'un iki ya da daha çok kampa ayrıldığı
bir ortamda seçilecek Cumhurbaşkanı'nın Ulus'un birliğini
temsil etmesi de olanaksız denilebilecek kadar güç görünmektedir.
Sorumsuzluk durumu, geniş
yetkilere sahip olması, tek başına yaptığı
işlemlerin yargı denetimi dışı bırakılması
yanında halk tarafından seçilmesi, Cumhurbaşkanı'nın
anayasal sistem üstü bir konuma gelmesine neden olabilecektir.
Başka bir anlatımla, halk tarafından seçilmesi sonucu
siyasal prestij kazanacak Cumhurbaşkanı'nın, hukuksal
yönden kullandığı yetkileri siyasal alana kaydırması
kaçınılmaz olacaktır.
Böylece, yürütme organı içinde,
Cumhurbaşkanı ile Hükümet arasında yönetim krizi
çıkabilecektir. Bu krizi önleme ya da giderme düzeneğinden
yoksun bir sistem rejime zarar verecektir.
Cumhurbaşkanı'nın
halk tarafından seçilmesi bir sistem değişikliğini
gerektirmektedir. Bunun için kapsamlı bir düzenleme yapılması,
Anayasa'nın değişmesi gereken kurallarının
birlikte ele alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir.
Böylesine önemli bir sistem değişikliğinin,
uzman akademisyenler, sivil toplum kuruluşları, meslek örgütleri,
siyasal partiler, ilgili kurum ve kuruluşlar ile kamuoyunda
tartışılıp olgunlaştırıldıktan
sonra, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde tüm önerilerin özenle değerlendirilerek
yapılması en uygun yol olacaktır.
Değişikliğin, sistem
irdelenmeden yalnızca Cumhurbaşkanı seçimine indirgenmesi,
anayasal düzeni sorunlu duruma getirecektir. Gelecek dönemde,
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin siyasal yapısındaki olası
değişme de gözönünde bulundurulursa, bu sorunların
çözümsüz kalacağı, bunun da bir rejim çıkmazı yaratacağını
söylemek yanıltıcı olmayacaktır.
Anayasalar, toplumsal oydaşmanın
sonucu oluşan istikrar belgeleridir. Bu belgelerin arkasında
tarihsel deneyimler ve kamuoyu baskısıyla biçimlenmiş
süreçler vardır.
Yapılmak istenen Anayasa değişiklikleri
ise, rejim krizinin aşılması, temel hak ve özgürlüklerin
geliştirilmesi, toplumsal gönencin artırılması
gibi haklı bir gerekçeye, kamuoyu isteğine ya da toplumsal
uzlaşmaya dayanmamaktadır.
Daha açık anlatımla, getirilmek
istenen sistem değişikliğinin haklı ve kabul edilebilir
bir gerekçesi ve gerekliliği yoktur.
Parlamenter rejimden sapma anlamına
gelen, Devlet ve Ulus yaşamında çok önemli sonuçlar yaratacak
bu Anayasa değişikliğinin, temsilde adaletin sağlanamadığı
bir Meclis tarafından ve bu kadar kısa bir süre içinde, tartışılmadan,
olgunlaştırılmadan yapılmasının uzun
erimli ve giderilmesi olanaksız sakıncalar yaratacağı
açıktır.
Üstelik bu değişiklik,
Cumhurbaşkanı'nı seçemediği için, Anayasa'nın
102. maddesi uyarınca "derhal yenilenmesi" gereken
bir Meclis tarafından gerçekleştirilmektedir. Anayasa değişikliğinin
gerektiğinde halkoyuna götürülmesi de gözönünde bulundurulduğunda,
hem halkoylamasının, hem bu oylama sonucuna göre Cumhurbaşkanı'nın
halk tarafından seçiminin, hem de genel seçimin neredeyse birlikte
ya da üst üste yapılacağı bir gerçektir. Böylesine
önemli bir konunun, bu kadar sıkışık bir süreçte
gündeme getirilmesinin haklı ve kabul edilebilir bir gerekçesi
olamaz.
Anayasa'nın 96. maddesinin değiştirilip,
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin, yapacağı seçimler de dahil
tüm işlerinde üye tam sayısının en az üçte biri ile
toplanacağının belirtilmesi, Cumhurbaşkanı
seçimine ilişkin kurallarda, bu kadar sıkışık
bir süreçte yapılmak istenen değişikliğin yersizliğini
daha açık biçimde gözler önüne sermektedir.
2- 5660 sayılı Yasa'nın
4. maddesiyle yeniden düzenlenen, Anayasa'nın 101. maddesinin
ikinci fıkrasında,
"Cumhurbaşkanının
görev süresi beş yıldır. Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı
seçilebilir.",
düzenlemesine yer verilmiştir.
Yapılan düzenleme ile Cumhurbaşkanı'nın
görev süresi 7 yıldan 5 yıla indirilmekte; ancak, bir kişiye
iki kez Cumhurbaşkanı seçilebilme hakkı getirilmektedir.
Anayasa'nın 104. maddesinde,
Cumhurbaşkanı'nın Devlet'in başı olduğu,
bu sıfatla Türkiye Cumhuriyeti'ni ve Türk Ulusu'nun birliğini
temsil ettiği, Anayasa'nın uygulanmasını ve Devlet
organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını
gözeteceği belirtilmiştir.
Ayrıca, Anayasa'da, bu işlevlerini
doğru yapabilmesi için Cumhurbaşkanı'nın tarafsız
olması gerektiği vurgulanmıştır.Cumhurbaşkanı'nın
tarafsızlığı yukarıda belirtilen işlevlerinin
herhangi bir baskı ve etki altında kalmadan yürütülmesi
yönünden çok önemli görülmüştür.
Anayasa'nın 101. maddesine göre,
bir kişi ancak bir kez Cumhurbaşkanlığı yapabilmektedir.
Cumhurbaşkanı'nın iki dönem Cumhurbaşkanlığı
yapamaması yansızlığının ve partilerüstü
konumunun gereğidir.
İkinci kez seçilme olasılığı,
Cumhurbaşkanı'nı, kimi siyasal partileri hoşnut
etme, bir siyasal partiyle, özellikle iktidarla özdeşleştirme
yoluna itebilecektir. Bu durum, Cumhurbaşkanı'nın yansızlığını
zedeleyecek, birleştirici, istikrar ve denge sağlayıcı
işlevini anlamsız kılacaktır.
Öte yandan, Cumhurbaşkanı'nın
hiçbir baskı ya da etki altında kalmadan özellikle Anayasa'nın
uygulanmasını sağlama görevini eksiksiz yerine getirebilmesi
için ikinci kez seçilme kaygısı taşımaması gerekmektedir.
İkinci kez seçilebilme kaygısı,
görev ve yetkiler yerine getirilip kullanılırken ödün verilmesi
ve baskılara boyun eğilmesi sonucunu doğurabilecektir.
Bu nedenle, bir kişiye ikinci kez Cumhurbaşkanı seçilebilme
hakkının verilmesinin uygun olmayacağı değerlendirilmektedir.
Yayımlanması yukarıda
açıklanan gerekçelerle uygun görülmeyen 5660 sayılı
"Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun",
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nce bir kez daha görüşülmesi için,
Anayasa'nın 104 ve 175. maddeleri uyarınca ilişikte geri
gönderilmiştir.
Ahmet
Necdet Sezer
Cumhurbaşkanı
BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.
Sayın milletvekilleri, Adalet
ve Kalkınma Partisi Grubunun İç Tüzük'ün 19'uncu maddesine
göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup oylarınıza
sunacağım:
IV. - ÖNERİLER
A) SİYASİ
PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ
1.- Gündemdeki
sıralama ile 1/1368 esas numaralı Cumhurbaşkanlığınca
bir kez daha görüşülmek üzere geri gönderilen Kanun'un, Başkanlıkça
havale edildiği komisyonlardaki görüşmelerine kırk
sekiz saat geçmeden başlanmasına ilişkin AK Parti Grubu
önerisi
Sayı: 138 26/05/2007
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulu,
26.05.2007 Cumartesi günü (bugün) toplanamadığından,
İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince, Grubumuzun
aşağıdaki önerisinin Genel Kurulun onayına sunulmasını
arz ederim.
Salih
Kapusuz
Ankara
AK
Parti Grubu Başkan Vekili
Öneri:
Gündemin Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler Kısmının;
441. sırasında yer alan 1428 sıra sayılı Kanun
Tasarısının bu kısmın 4. sırasına,
440. sırasında yer alan 1427 sıra sayılı Kanun
Tasarısının bu kısmın 8. sırasına,
51. sırasında yer alan 1370 sıra sayılı Geri
Gönderme Tezkeresinin bu kısmın 23. sırasına,
311. sırasında yer alan 1109 sıra sayılı Kanun
Tasarısının bu kısmın 28. sırasına,
Gelen Kâğıtlar Listesinde yayınlanan ve bastırılarak
dağıtılan 1429 sıra sayılı Kanun Teklifinin
48 saat geçmeden bu kısmın 7. sırasına alınması
ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül
ettirilmesi;
1/1368 esas numaralı Anayasanın
Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine İlişkin
Cumhurbaşkanlığı Tezkeresinin, Başkanlıkça
havale edildiği komisyonlardaki görüşmelerine 48 saat
geçmeden başlanmasının İçtüzüğün 36 ncı
maddesi gereğince komisyonlara tavsiye edilmesi,
Önerilmiştir.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Sayın
Başkan
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Başkanım.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Sayın
Başkanım, Adalet ve Kalkınma Partisinin grup önerisinin
ikinci bendi
(AK Parti sıralarından gürültüler)
BAŞKAN - Arkadaşlar, lütfen
dinleyelim.
ALİ TOPUZ (İstanbul) -
biraz
evvel Meclisimize sunulmuş bulunan Cumhurbaşkanlığı
tezkeresiyle ilgilidir. Dolayısıyla, Adalet ve Kalkınma
Partisinin buraya getirdiği grup önerisi, Danışma Kurulunda
anlaşma sağlanamadığı esasına dayalı
olarak gerçekleştirildiğine göre, henüz Mecliste okunmayan
bir tezkereyle ilgili bir karar alınmış olmaktadır.
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Almadık
daha, alacağız.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Bu
nedenle, mesnetsiz, dayanaksız bir öneri mahiyetindedir. Dolayısıyla,
bu konuyla ilgili olarak, 63'üncü madde uyarınca, bir usul tartışması
açmanızı istiyorum ve grubumuza da bu konuda söz verilmesini,
aleyhinde söz verilmesini, tutumunuzun aleyhinde söz verilmesini
rica ediyorum, çünkü, böyle bir şeyi uygulamaya koyamazsınız.
Çünkü, dayanağı yoktur bu önerinin.
BAŞKAN - Sayın Topuz,
şu anda ben sizi dinledim. AK Parti Grubunun önerisi üzerinde
lehte ve aleyhte ikişer kişiye söz vereceğim. Zaten, bu,
aynı zamanda
HALUK KOÇ (Samsun) - O ayrı
ALİ TOPUZ (İstanbul) - O
ayrı efendim
BAŞKAN - Müsaade buyurun efendim.
ALİ TOPUZ (İstanbul) -
Evet efendim
Tamam efendim
BAŞKAN - Dolayısıyla
lehte iki kişi onar dakika, aleyhte
Tabii, talep ederlerse her
kimse arkadaşlarımız, lehte veya aleyhte ikişer
kişiye onar dakika söz vereceğim.
OYA ARASLI (Ankara) - Olur mu canım
bu böyle!
BAŞKAN - Bu konuşmaların
neticesinde Genel Kurulun onayına sunacağım ve Genel
Kurulun onayını alacağım. Burada bir husus yoktur.
OYA ARASLI (Ankara) - O ayrı,
bu ayrı efendim.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Sayın
Başkanım
BAŞKAN - Arkadaşlar müsaade
edin
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Sayın
Başkanım, sizin tutumunuzun yanlış olduğunu
söylüyorum, uygulamanızın yanlış olduğunu
söylüyorum, İç Tüzük'e aykırı hareket etmiş olduğunuzu
söylüyorum.
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Neye
aykırı, neye?
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Bu
nedenle bir usul tartışması istiyorum. Sizin burada
bir takdir hakkı kullanmaya hakkınız yok. Bize onar dakika
söz vereceksiniz, anlatacağız ve sizi ikna edeceğiz
diye ümit ediyorum ben.
BAŞKAN - Sayın Topuz, ben,
şimdi, bu konuyla ilgili olarak
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Böyle
bir şey yok ya!
Sayın Başkan, Danışma
Kuruluyla alakalı olarak yapılan bir şeyin farklılığı
yok ki bugüne kadar olandan. Ne istediklerini anlamak mümkün değil.
ATİLA EMEK (Antalya) - Sen grubunu
yönet, Meclisi yönetemezsin!
AHMET YENİ (Samsun) - Ne oldu
sabah sabah be!
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Ben
burada görüşümü beyan ederim, siz karışamazsınız!
Sizden izin alacak hâlim de yok!
ATİLA EMEK (Antalya) - Meclisi
yönetemezsin, Meclis Başkanı var!
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Ben
burada konuşma hakkına sahibim. Ali Bey konuşacak da
ben niye konuşamayacağım!
BAŞKAN - Sayın Topuz, ben,
sizden şunu öğrenmek istiyorum: Yani, siz, Adalet ve Kalkınma
Partisi Grup Başkan Vekilinin yapmış olduğu bu önerisinin,
grup önerisinin, yani, bu şartlar altında buraya gelmemesiyle
ilgili mi bir görüş beyan ediyorsunuz?
ALİ TOPUZ (İstanbul) -
Evet efendim
Evet efendim
Aynen öyle efendim
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Nasıl
olur bu Sayın Başkan!
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Gelmesinin
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Nasıl
olur bu Sayın Başkan!
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Müsaade
eder misiniz efendim...
Gelmesinin mümkün olmadığını
size ifade edeyim.
OYA ARASLI (Ankara) - Konuşmayın
da bilmediğiniz çıkmasın ortaya.
SALİH KAPUSUZ (Ankara) -
Öğretirim Hocam!
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Danışma
Kurulu saat 10.30'da toplandı
BAŞKAN - Sayın Topuz, bu
konuyla ilgili olarak size, benim tutumla ilgili olarak, yani,
Başkanlık Divanının bu husustaki tutumuyla ilgili
olarak söz vereceğim, görüşlerinizi açıklama fırsatı
vereceğim.
Buyurun efendim.
SALİH KAPUSUZ - Nasıl
olur? Mümkün değil.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Yani
usul tartışması açıyorsunuz
BAŞKAN - Hayır efendim, size
HALUK KOÇ (Samsun) - Hayır, olmaz
ki
BAŞKAN - Yani, benim kendi tutumumla
ilgili
Benim tutumumda bir şey yok. Ben tutumumun normal olduğunu
kabul ediyorum. Ama, siz
ALİ TOPUZ (İstanbul) -
Efendim, usule aykırı hareket ediyorsunuz.
BAŞKAN - Evet, buyurun.
HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın
Başkan, 63'e göre takdir hakkınız yok ki sizin.
BAŞKAN - Sayın Koç, burada
bir Grup Başkan Vekiliniz konuşuyor, lütfen müdahale etmeyin.
HALUK KOÇ (Samsun) - Ben de Grup
Başkan Vekiliyim canım!
BAŞKAN - Anladım da, lütfen
müdahale etmeyin. Öbür arkadaş ayakta konuşuyor zaten.
İkinci bir şeye gerek yok.
HALUK KOÇ (Samsun) - 63'e göre takdir
hakkınız yok, onu söylüyorum.
BAŞKAN - Evet, buyurun Sayın Topuz.
İZZET ÇETİN (Kocaeli) -
Meclisi keyfî yönetemezsiniz, kuralları var!
HALUK KOÇ (Samsun) - Usul tartışması
açıyorsunuz değil mi?
BAŞKAN - Arkadaşlar, bir
arkadaşımız konuşurken herhâlde onu dinlemek hepimizin
görevidir, lütfen
İZZET ÇETİN (Kocaeli) -
Ama doğru usul açın. 63'e göre usul tartışması yapın.
BAŞKAN - Sayın Çetin, sizin
grup hakkında bir şeyiniz mi var efendim, Grup Başkan Vekilinizin
dışında? Arkadaşlar, yakışmıyor yani,
lütfen
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Sayın
Başkan
Sayın Başkanım
BAŞKAN - Evet, buyurun Sayın
Topuz.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Zatıalinizin
çalışmalarına destek olduğumuzu, size güvenimizin
geniş olduğunu biliyorsunuz, ama her insan bazen yanlış
yapabilir, o amaçla ifade ediyorum. Benim talebim 63'üncü maddeye
göre söz istemektir. Bu konuda bir usul tartışması
açılsın ve böylece, Mecliste de bu konu açıklık kazanmış
olsun.
BAŞKAN - Sayın Topuz, 63'e
göre size söz hakkı vereceğim efendim. Benim tutumumla ilgili,
buyurun.
ALİ TOPUZ (Devamla) - İlk
sözü Sayın Oya Araslı alacak efendim.
BAŞKAN - Efendim
ALİ TOPUZ (İstanbul) -
İlk sözü Sayın Oya Araslı, ikinci sözü de ben istiyorum
efendim.
BAŞKAN - Sayın Topuz, önce
bana talep eden sizsiniz. Siz tutumumla ilgili olarak buyurun konuşun,
sonra gerek görürsem öbür konuyla ilgili olarak tartışma
açacağım.
Buyurun siz konuşun efendim.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Yani,
63'e göre mi söz veriyorsunuz?
BAŞKAN - Evet, buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar)
V. - USUL HAKKINDA
GÖRÜŞMELER
1.- Cumhurbaşkanlığınca
bir kez daha görüşülmek üzere geri gönderme tezkeresinin Genel
Kurulun bilgisine sunulmadan, Başkanlıkça havale edildiği
komisyonlardaki görüşmelerine kırk sekiz saat geçmeden
başlanmasının komisyona tavsiye edilmesine ilişkin
AK Parti Grubu önerisinin İç Tüzük'e aykırı olduğu
hakkında
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; şu anda Adalet ve Kalkınma
Partisinin vermiş olduğu bir grup önerisi üzerinde tartışıyoruz.
Bunun usule uygun olmadığına ilişkin görüşlerimizi
63'üncü madde uyarınca ifade etmeye çalışıyorum,
yani Başkanın uygulamasının aleyhinde konuşuyorum.
Şimdi, değerli arkadaşlarım,
sabahleyin saat 10.30'da Danışma Kurulu toplantıya
çağrıldı. Bu toplantıda uzlaşma sağlanamadı,
anlaşma sağlanamadı. Buna dayanılarak İç Tüzük'ün
verdiği bir hakkı kullanmak amacıyla Sayın Adalet
ve Kalkınma Partisi Grubu, bir öneri sundu. Bu önerinin birinci
bölümü gündemle ilgilidir. Dolayısıyla, o konunun, burada,
gündemle ilgili bölümün konuşulmasına engel bir durum
söz konusu değildir. Yani, gündemin sıralarında yapılması
gereken değişikliklerle ilgili bir sorun yoktur. Ama, bu
önerinin ikinci bölümünü teşkil eden Cumhurbaşkanlığı
tezkeresinin komisyonlarda görüşme süresinin kırk sekiz
saat beklemeden başlamasına ilişkin bölümü usule aykırıdır.
Neden aykırıdır? Çünkü, bu grup önerisinin dayanağı
olan Danışma Kurulunun yapıldığı saatlerde,
daha, Cumhurbaşkanlığı tezkeresi Meclisin bilgisine
sunulmamıştı.
OYA ARASLI (Ankara) - Gündemine
girmemiştir.
ALİ TOPUZ (Devamla) - Meclisin
bilgisine neden sunulmaktadır tezkere? Milletvekillerinin
bundan haberdar olmasıyla ilgili bir uyarıdır bu ve de
Meclis çalışmalarının başlangıcını
sağlamak amacını güder bu. Burada okunan tezkereyle,
tezkerenin okunmasından sonra, Cumhurbaşkanlığının
tezkeresi üzerinde yapılacak çalışmaların
başlaması gerekir. Bu saatten önceki bir saatte, aşağı
yukarı bir saat önceki bir saatte, bu konuyla ilgili bir karar
alınmış olması veya alınan karara orada bir temel
hazırlanmış olması, bir yeni İç Tüzük maddesi
yazmak anlamına gelir. Bu ise bizim çalışma usullerimize
aykırıdır. Bu konuda fazlaca ısrarlı olmanın,
pratik hiçbir faydası da yoktur. Çünkü, bugün, bu iş yapılmaz.
Danışma Kurulunu yarın toplantıya çağırırsınız,
burada okunduğu için, artık, süreç başlamıştır.
O süreci yönlendirmeye dönük bir karar alma konusunda, hem Danışma
Kurulunun hem de Danışma Kurulu karar vermiyorsa grup önerisi
yaparak o grup önerisi Mecliste kabul edildiği takdirde Meclisimiz
tarafından, bu müzakere usulü süreci üzerinde kararlar alabilirsiniz
ve ne kaybedersiniz? Bir gün kaybetmiş olursunuz.Bir gün kaybetmemek,
hemen, derhâl bu işe başlama konusunda ısrar etmek, sizin,
yeniden bir İç Tüzük hatası işlemeniz sonucunu doğurur
ve burada, Meclisin tarihine yakışmayan birtakım yanlış
geleneklere sebebiyet verebilecek bir dönemi başlatmış
olursunuz. Uyarımız, usullere uyun.
Bakın, biz, size her vesileyle
birtakım usulleri hatırlatıyoruz. Siz bunları bizim
uyarılarımıza rağmen dikkate almıyorsunuz
ve o yüzden Türkiye'de birtakım gerginlikler oluyor, zaman kaybı
oluyor, partiler arasındaki ilişkiler bozuluyor ve toplumda
bir kargaşa, kaos yaratılmasına sebep oluyorsunuz.
Böylesine bir konuda, bir gün sonra yapılması mümkün bir
işi illa bugün, bütün usulleri aşarak, taşarak, çiğneyerek
yapacağız diyorsanız, o sizin bileceğiniz
iştir, ama, yaptığınız hataların altında
ezilme noktasına geldiğiniz zaman, bizim bu uyarılarımızı
hatırlarsanız, onun bir işe yaramadığını
o zaman görürsünüz.
Ben vakit geçmeden size ifade ediyorum,
bir kez daha ifade ediyorum. Cumhurbaşkanının gönderdiği
tezkere burada okunmadan, Anayasa değişikliğiyle ilgili
Meclisteki ikinci dönem müzakere süreci başlamadan, sanki
başlamış gibi kabul ederek, ondan bir saat önce bir Danışma
Kurulu toplamak, orada anlaşma olmadı diye, ona dayalı
olarak buraya bir öneri getirerek Meclisi de, Komisyonu da sıkboğaz
etmeye hakkınız yoktur. Tekrar ediyorum, bu bir İç Tüzük
ihlalidir, yeni bir İç Tüzük maddesi yazma anlamına gelir.
Bu hatadan dönün. Sayın Başkan, siz bunu önleyebilirsiniz.
Meclis Başkanı olarak, bu usulsüzlüğü burada keserseniz,
konuyu kendi hukuki mecrasına, Tüzük'ün öngördüğü mecraya
sokmuş olursunuz ve böylece de, çok önemli bir konuda Meclisin
tarihine geçebilecek, Meclis zabıtlarına geçebilecek
bir durumu siz önlemiş olabilirsiniz.
Hepinize saygılar sunuyorum
ve hepinizden bu görüşe uygun hareket etmenizi rica ediyorum,
teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Topuz.
Sayın Oya Araslı, Ankara
Milletvekili, tutumumun aleyhinde
Buyurun efendim. (CHP sıralarından
alkışlar)
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Bir
aleyhte bir lehte vermiyor musunuz?
BAŞKAN - Şu anda bir talep
yok lehte konuyla ilgili.
OYA ARASLI (Ankara) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisinin
çalışma esasları İç Tüzük'te gösterilir, ama, bunun
yanında, Başkanlık Divanının uygulamalarıyla,
burada yapılan uygulamalarla oluşmuş birtakım
gelenekler de İç Tüzük'ün birer parçası olarak buradaki çalışma
düzenimizi belirler, ama, bizim parlamenter sistemimizin gelenekleri,
gündeme girmemiş herhangi bir hususla ilgili, burada onun gündemdeki
sırasını, görüşülme sürelerindeki kısaltmaları
içeren birtakım görüşmelerin yapılmamasıdır.
Bir husus ancak Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine girdikten
sonra, bu tür öneriler üzerine, görüşülme sırası veya
görüşülmesinde uyulacak süreler hakkındaki kısaltmalar
gündeme taşınabilir, Türkiye Büyük Millet Meclisinde bunlarla
ilgili kararlar verilebilir. Ama, şu anda görüyoruz ki, ilk defa,
burada, Meclis kürsüsünde okunması sonucunda muttali olduğumuz
Cumhurbaşkanı tezkeresine ilişkin olarak bir Anayasa
değişikliği teklifinin komisyonda ikinci kere görüşülmesine
ilişkin sürelerle ilgili bir kısaltma önerisi, bir siyasi
parti grubu tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisine taşınıyor.
Bu, olmaması gereken bir husustur, çünkü, gündeme girmeyen bir
hususla ilgili bu tür görüşmelerin yapılmamasının
bir nedeni vardır. Bunun temel nedeni de, Türkiye Büyük Millet
Meclisi üyesine ve onun yasama çalışmalarına yapacağı
katkıya gösterilen saygıdır. Türkiye Büyük Millet Meclisi
üyesi neyi görüşeceğini etraflıca incelesin, hangi
katkıyı yapacağını belirlesin ve bu katkıyı
Anayasa'nın 87'nci maddesinin öngördüğü biçimde yasama çalışmalarına
yansıtabilsin diyedir.
Her kuralın bir amacı vardır.
Her kuralın yöneldiği, çalışmaları iyileştirmeye
yönelik bir husus vardır. Bu kuralın amacı da budur.
Ama, şimdi görüyoruz ki, gündeme, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
gündemine girmemiş olan bir hususla ilgili birtakım kararlar
almaya yönlendiriliyoruz. Bir önerge bizi bunu müzakereye ve bunun
üzerinde kararlar almaya yönlendiriyor. Buna imkân verirsek değerli
arkadaşlarım, buradaki varlık nedenimizi inkâr etmiş
oluruz. Bizim buradaki varlık nedenimiz, yasama çalışmalarına
katkı yapmaktır. Millet bunun için bize vekâlet vermiştir.
Bu görevimizden, bu yetkimizden sarfınazar etmemiz diye bir
olay söz konusu değil. Bu görevi Anayasa'nın öngördüğü
biçimde yerine getirmek durumundayız. Bu görevi yerine getirmemizin
temelinde de, "Görüşeceğimiz konuları iyice tetkik."
yazar. Eğer birileri, "Nasıl olsa biz getiririz,
şöyle oy da kullanırsınız deriz. Bizim de çoğunluğumuz
var, destekler bizi, her işi en kısa zamanda çıkartırız."
zihniyetiyle hareket ediyorsa, biliniz ki, buna hepimizin isyan
etmemiz gerekir. Eğer Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesi olarak
bu çatının altında görev yapıyorsak, bu görevimizi
gereğince yerine getirmek istiyorsak, böyle bir tutuma herkesten
önce, milletvekili sıfatını taşıyanlar olarak
bizim isyan etmemiz gerekir. Çünkü, bu bizim katkımızı
hiçe indirgemeye yönelik bir durumdur.
Burada yeni bir İç Tüzük kuralı
ihdas edilmiştir. Bu görüşmenin önümüze getirilmesiyle
ve görüşmeye başlanılmasıyla yeni bir İç Tüzük
kuralı ihdas edilmiş olacaktır ve bu, Anayasa'nın
87'nci maddesine aykırıdır, milletvekilliği görevimize
aykırıdır. Bizi parmak kaldıran birer mekanizmaya
indirgemeye yönelik bir uygulamadır. Böyle bir durumu kabul
edebiliyorsanız, bu önerinin peşinden gidiniz. Ama,
"ben milletvekiliyim, milletin bana verdiği görevi gereğince
yerine getireceğim her yerde" diyorsanız, size bu tür
muameleler yapılmasına isyan ediniz ve bu önergenin peşinde
gitmeyiniz, aleyhinde oy kullanınız. Bu iki seçenek bu kadar
açık ve seçik biçimde ortadadır.
Ben uyarımı yaptıktan
sonra, bu yüce Meclisin altında görev yapan siz değerli arkadaşlarımın
milletvekili sıfatının gerektirdiği doğrultuda
oyunuzu kullanacağınıza inanıyorum.
Saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Sayın
Başkan, tutumunuzun lehinde söz istiyorum.
İZZET ÇETİN (Kocaeli)
-Öğrenecek çok şeyiniz var daha.
BAŞKAN - Sayın Salih Kapusuz,
Ankara Milletvekili, tutumumun lehinde.
Buyurun. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Sayın
Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi
en derin saygı, sevgi ve hürmetlerimle selamlıyorum.İyi
bir çalışma günü hepimiz için temenni ediyorum.
Değerli arkadaşlar, AK
Parti Grubunun bir önerisi bahane edilerek bir usul tartışması
talep edilmiştir. Elbette usul tartışmalarının
bu Mecliste ilk defa yapıldığını söylemiyorum.
Ama, ilgi kurulan, bahane edilerek, ortaya getirilen bu tartışmayı
ise, gerçek anlamda yadırgadığımı da ifade etmek
istiyorum.
İç Tüzük çok açık. Meclis
çalışmalarıyla ilgili olarak herhangi bir konuda
İç Tüzük'ün 19'uncu maddesine göre, gruplar, Hükûmet, Meclis
Başkanlığı talep getirir, orada mutabakat
sağlanırsa bunun adına "Danışma Kurulu
önerisi" sağlanamaması halinde de ne yapılır?
Grup önerisi olarak getirilir.
Değerli arkadaşım
konuşmasında diyor ki: "Bu önerinin birinci kısmı
getirilebilir, ama ikinci kısmı getirilemez."
Doğrusu, bir grup önerisinin, önce getirilip getirilmeyeceğini
tartışmaya açarken, bir kısmının getirileceğini,
diğer kısmının da getirilemeyeceğini söylemek,
herhâlde bu önerinin usul tartışmasının ruh hâlini
de orta yere koyuyor.
OYA ARASLI (Ankara) - Allah, Allah!
İZZET ÇETİN (Kocaeli) -
Sen öyle de!
SALİH KAPUSUZ (Devamla) -
Evet.
Efendim, bir başka şey daha.
Yine, bir değerli konuşmacı "Milletvekillerini
isyana teşvik ediyorum." diyor. İşte, ruh hâli dediğim
şey budur. (AK Parti sıralarından alkışlar,
CHP sıralarından gürültüler)
HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU
(Antalya) - Salih Bey, yanlış yorumluyorsunuz.
İZZET ÇETİN (Kocaeli) -
Aynaya bak Salih Bey!
OYA ARASLI (Ankara) - Kendi ruh
hâlinize bakın! Millet sizi izliyor!
İZZET ÇETİN (Kocaeli) -
Sen kendi ruh hâline bak!
OYA ARASLI (Ankara) - Başka
türlü göstermeye çalışıyorsunuz siz.
SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Bu
Mecliste kimi neyin isyanına davet ettiğinizi anlamak
kadar yadırgatıcı olan bir şey olamaz.
Değerli arkadaşlar, milletvekillerinin
katkısından bahsediliyor. Doğrudur, milletvekillerinin
katkısı hangi konuda? Komisyon safhası var, Genel Kurul
safhası var. Bizim getirdiğimiz önerge nedir? Dün Cumhurbaşkanı
iade etmiş, Meclis Başkanlığı komisyona havale
etmiş, akşamdan komisyona intikal etmiş, Türk medyasında
yer almış, herkesin tartıştığı, herkesin
günlerce gereksiz yere beklemiş olduğu bir hususla ilgili
olarak bir konuyu siz buraya getiriyorsunuz.
OYA ARASLI (Ankara) - Ne demek gereksiz
yere beklemesi? "Gereksiz yere." ne demek? Gereksiz olan ne?
SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Getirirken,
efendim, biz bunu Genel Kurul için önermiş olsak ilk fırsatta
akla gelebilir, diyebilirsiniz ki, efendim, Genel Kurulda arkadaşlarımız
bunu takip etmediler.
İZZET ÇETİN (Kocaeli) -
Senin amacın Meclisi küçük düşürmek!
OYA ARASLI (Ankara) - Ne münasebet!
Cumhurbaşkanının gerekçesini öğrenmek istiyoruz,
tetkik etmek istiyoruz.
SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Bizim
önerdiğimiz şey; komisyon, gerekli görmesi hâlinde
kırk sekiz saat geçmeden gündemine alsın. Yani, Genel Kurulun
gündemine değil, komisyonun gündemine alınması önerimizdir.
OYA ARASLI (Ankara) - Cumhurbaşkanının
iade gerekçesini tetkik etmek istiyoruz.
SALİH KAPUSUZ (Devamla) -
Eğer Genel Kurulumuz bunu bekleyecek, bununla ilgili olarak,
sizlerle alakalı olarak, sizin arzınıza göre çalışacak
olsa
OYA ARASLI (Ankara) - Millî iradeye
saygınız bu kadar!
SALİH KAPUSUZ (Devamla) -
zaten
bu Meclisi yok sayıyorsunuz, "gereksiz" diyorsunuz,
"süresi bitti" diyorsunuz, halka inanmıyorsunuz, Meclise
inanmıyorsunuz. (AK Parti sıralarından alkışlar,
CHP sıralarından gürültüler)
OYA ARASLI (Ankara) - Millî iradeye
saygınız bu kadar! Saygı göstermiyorsunuz millî iradeye!
İZZET ÇETİN (Kocaeli) -
Alacağın kararların hepsi sakat şimdi.
SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Ne
yapmamızı istediğinizi anlamakta da güçlük çekiyorum
değerli arkadaşlar.
Şimdi, biz, açık bir dille
ifade etmek istiyoruz ki, bu gelen tezkere, yani iade edilmiş
olan Anayasa paketi, Anayasa Komisyonunda kırk sekiz saat geçmeden
gündeme alınması konusunda tavsiye edelim. Bunun usulle,
bunun kuralları tanımamakla
OYA ARASLI (Ankara) - Ona biz karşı
çıkmıyoruz ki.
SALİH KAPUSUZ (Devamla) -
bunun
usulleri yok etmekle bir alakasını
OYA ARASLI (Ankara) - Ona karşı
çıkmıyoruz ki.
SALİH KAPUSUZ (Devamla) -
neyle kurduklarını da bulamadım. Dikkatli bir
şeklide dinledim.
OYA ARASLI (Ankara) - Ne dediğimizi
anlamıyorsunuz.
SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Ben
size bir şey söylemeden dinledim. Lütfen dinleyin.
İZZET ÇETİN (Kocaeli) -
Bu Meclis sana büyük geliyor Salih Bey.
SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Lütfen
dinleyin. Dinlemeye de biraz dikkat edin lütfen yani. Lütfen
Lütfen
yani
İZZET ÇETİN (Kocaeli)
-Türkiye Cumhuriyeti sana yakışmıyor, başka yere
git.
SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Değerli
arkadaşlar, bir başka husus daha var, ikincisi de, milletvekili
arkadaşlarım bu konularla ilgili olarak, ben inanıyorum
ki iktidar ve muhalefet farkı gözetmeksiniz, gündemde olan bu
konulara yakın ilgi içindedirler. Önce Anayasa Komisyonu üyelerimiz,
Komisyonumuz bu konuyu kendi içinde tartışacak, daha sonra
da Genel Kurula gelecek. Bu, yıllardır bu memlekette tartışılan,
bilinen bu tartışma konuları konusunda yeni bir
şey de ihdas edilecek hâli yok, ya kabul edilecektir veyahut da
reddedilecektir.
İZZET ÇETİN (Kocaeli) -
Senin daha öğreneceğin çok şeyin var.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Yeni
geldi, 11.30'da geldi.
SALİH KAPUSUZ (Devamla) -
Ben, Anayasa'mızın ve İç Tüzük'ümüzün ilgili kuralları
gereği hiçbir usul hatası söz konusu olmadığı
gibi, İç Tüzük'te de illa okunduktan sonra bir öneri gelir, öneri
şu şekilde gelir, bu şekilde gelir, eğer Cumhuriyet
Halk Partisinin istediği gibi gelmezse diye bir kuralın
olduğunu da zannetmiyorum.
Saygılar sunuyor, teşekkür
ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
OYA ARASLI (Ankara) - Salih Bey,
İç Tüzük'te kural yoksa İç Tüzük ihdas ediyor olursunuz. O
da
BAŞKAN - Saygıdeğer
milletvekili arkadaşlarım
SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Anayasaya
götürürsünüz Hocam.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
lütfen sükûneti sağlayalım.
Saygıdeğer arkadaşlarım,
Cumhurbaşkanımızın göndermiş olduğu tezkere
25 Mayıs 2007 tarihi itibarıyla Türkiye Büyük Millet Meclisine
gelmiştir ve aynı gün Anayasa Komisyonuna havale edilmiştir.
Böylece resmî işlem başlamıştır. Tezkere, teamül
gereği olarak, Genel Kurulun bilgisine arz edilmektedir. Bu hususta
İç Tüzük'te herhangi bir hüküm yoktur ve yapmış olduğum
uygulama usule uygundur, İç Tüzük'e uygundur. Arkadaşlarımızı
da dinlediniz. Onun için, şimdi, görüşmelere kaldığımız
yerden devam ediyoruz.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Maddesi
yoksa, neresi uygun?
IV. - ÖNERİLER
(Devam)
A) SİYASİ
PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ (Devam)
1.- Gündemdeki
sıralama ile 1/1368 esas numaralı Cumhurbaşkanlığınca
bir kez daha görüşülmek üzere geri gönderilen Kanun'un, Başkanlıkça
havale edildiği komisyonlardaki görüşmelerine kırk
sekiz saat geçmeden başlanmasına ilişkin AK Parti Grubu
önerisi (Devam)
BAŞKAN - Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubunun İç Tüzük'ün 19'uncu maddesine göre verilmiş
bir önerisi vardır, okutup oylarınıza sunacağım.
Buyurun.
Sayı: 138 26/05/2007
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulu 26.05.2007
Cumartesi günü (bugün) toplanamadığından, İçtüzüğün
19 uncu maddesi gereğince, Grubumuzun aşağıdaki
önerisinin Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.
Salih
Kapusuz
Ankara
AK
Parti Grubu Başkan Vekili
Öneri:
Gündemin Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler Kısmının;
441. sırasında yer alan 1428 sıra sayılı Kanun
Tasarısının bu kısmın 4. sırasına,
440. sırasında yer alan 1427 sıra sayılı Kanun
Tasarısının bu kısmın 8. sırasına,
51. sırasında yer alan 1370 sıra sayılı Geri
Gönderme Tezkeresinin bu kısmın 23. sırasına,
311. sırasında yer alan 1109 sıra sayılı Kanun
Tasarısının bu kısmın 28. sırasına,
Gelen Kâğıtlar Listesinde yayınlanan ve bastırılarak
dağıtılan 1429 sıra sayılı Kanun Teklifinin
48 saat geçmeden bu kısmın 7. sırasına alınması
ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül
ettirilmesi;
1/1368 esas numaralı Anayasanın
Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine İlişkin
Cumhurbaşkanlığı Tezkeresinin, Başkanlıkça
havale edildiği komisyonlardaki görüşmelerine 48 saat
geçmeden başlanmasının İçtüzüğün 36 ncı
maddesi gereğince komisyonlara tavsiye edilmesi,
Önerilmiştir.
BAŞKAN - Adalet ve Kalkınma
Partisi Grup önerisinin lehinde, Sayın Salih Kapusuz, Ankara
Milletvekili.
Buyurun Sayın Kapusuz. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Sayın
Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; biraz
önce usul tartışması yapılan önerimizle ilgili
olarak, bizim, öncelikleri sizlere arz etmek ve tasdiklerinizi,
Genel Kurulun onayını almak istediğimiz husus
şunlardır:
Birinci olarak, Merkezi Finans ve
İhale Biriminin İstihdam ve Bütçe Esasları Hakkında
Kanun Tasarısı'nın belirlenmiş olan gündemin 4'üncü
sırasına çekilmesini istiyoruz.
Biliyorsunuz, geçmişte birçok
düzenlemeler yaptık. Bu düzenlemelerin bir kısmı
Bu
tasarı, mali destek konusunda Avrupa Birliğinin Türkiye'ye
yapacağı 1,3 milyar euroluk bir mali desteğin hibe
şeklinde olması ve ödemelerinin yapılabilmesi için
bir kanun tasarısıdır. Bu kanun tasarısı Türkiye
açısından önem arz etmektedir, çünkü, bu kanunla ilgili 30
Eylül tarihine kadar bu yasal düzenleme yapılmayacak olursa,
büyük oranda mali desteğin askıya alınacağı,
proje karşılığı verilen bu desteklerin bir nevi
yapılamayacağı gibi bir sıkıntıyla karşı
karşıya kalacağız.
Mart ayında Türkiye Büyük Millet
Meclisine gelen bu tasarı, yukarıda, komisyonda da, üzülerek
ifade edelim ki, engellenmek istenmiştir. Ama, şu an itibarıyla,
bununla ilgili olarak, 37'nci maddeye göre tasarı aşağıya
indirilmiştir, gündemin 4'üncü sırasına alınmasını
istiyoruz.
Bu köy koruyucularıyla ilgili
olarak yapmış olduğumuz bir düzenleme var. Biliyorsunuz,
teklif, komisyonda görüşüldü, aşağıya geldi.
Kırk sekiz saat geçmeden bunun da 7'nci sıraya alınmasını
istiyoruz.
Ayrıca, yine, 440'ıncı
sırada bulunan Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğüne ait bir kanun
tasarısı vardır ki, bu da, Erzurum'da yapılacak
olan olimpiyatlarla ilgili düzenlemenin yapılabilmesini ilgilendiren
bir kanun tasarısıdır.
Bizim önerimiz, ilave olarak, bir
de, Cumhurbaşkanımız tarafından iade edilmiş
olan, biraz önce konuşulan tezkerenin de, yani Anayasa paketinin
de kırk sekiz saat geçmeden, Anayasa Komisyonumuz tarafından
gündeme alınması tavsiyesidir.
Bu konuda desteklerinizi bekliyor,
hayırlı olmasını temenni ediyor, saygılar sunuyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Grup önerisinin aleyhinde Ankara
Milletvekili Sayın Oya Araslı.
Buyurun Sayın Araslı.
(CHP sıralarından alkışlar)
OYA ARASLI (Ankara) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; artık yasama dönemi bitmek üzere, ama milletvekilinin
katkısını asgariye indiren, yasama çalışmalarının
katkısını asgariye indiren bu uygulama hâlâ sona ermedi,
bütün hızıyla devam ediyor, hâlâ biz buraya sabahleyin evimizden
çıkıp geldiğimiz zaman ne konuşacağımızı
bilemiyoruz. Geldiğimiz gün bu uygulama başladı, gidiyoruz,
hâlâ devam ediyor.
Biraz önce söylediğim milletvekilini
sadece bir parmak kaldırma makinesine indirgeyen bir zihniyetin
eseri olarak, tezahürü olarak bu uygulama içerisinde yasama çalışmalarına
katkıda bulunmaya gayret etmeye mecbur bırakıldık
dört yıl boyunca. Muhasebesi elbette ki vatandaşlarımız
tarafından yapılacaktır bunun.
Değerli milletvekilleri, Sayın
Başkan; önümüzde Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun getirmiş
olduğu bir öneri var, iki bentten oluşuyor veya iki fıkradan
oluşuyor.
Birinci fıkra yine birtakım
kanunların sırasını değiştiriyor. Kanunların
görüşülmesi konusunda, ülkenin ihtiyacı olan kanunların
çıkartılması konusunda elbette ki bir itirazımız
olamaz, ama ben yüce Meclise şunu anımsatmak istiyorum: Bu
Meclis, artık, erken seçim sürecinden de çıkmıştır,
Cumhurbaşkanını seçemediği için derhal seçim sürecinin
içine girmiş olan bir meclistir.
Bu tür meclisler, parlamenter sistemin
geleneği, sabahtan akşama, gereken gerekmeyen her yasayı
çıkartmaya çabalamak zorunda bırakılmazlar. Çok zorunlu,
mutlaka çözülmesi gereken çok önemli konular varsa onunla ilgilenirler
ve onun dışındaki zamanda da seçim süreci içinde milletvekillerinin
yer almasına imkân tanırlar.
Bu, parlamenter sistemin, burada
atılacak adımların yeni gelecek Meclisi uzun yıllar
sürecek bağıtlarla karşı karşıya getirmemesi
için de oluşmuş olan bir geleneğidir. Ama, parlamenter
sistemin hangi geleneğine iktidar partisi riayet etti ki buna
da etsin! Edilmiyor ve burada çalışmalar sürüyor. Gerekiyorsa
katkı veriyoruz, bir itirazımız yok demek ki zorunlu
görülmüş diye, ama, burada, Cumhurbaşkanı tarafından
ikinci kere görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisine
iade edilmiş olan Anayasa değişikliğine ilişkin
Kanun'un da yer almış olduğunu görüyoruz.
Değerli arkadaşlarım,
teklif, kırk sekiz saatlik bekleme süresi geçmeden bu iade edilen
metnin Anayasa Komisyonunda görüşülmesine ilişkin. Biraz
önce söyledim, bu süreler milletvekilinin hazırlık yapmasıyla
ilgilidir. Biraz önce Sayın Salih Kapusuz "Herkes zaten biliyor."
dedi. Herkes Anayasa değişikliğini biliyor, ama Cumhurbaşkanının
hangi gerekçelerle iade ettiği dün akşam çok geç bir saatte
öğrenildi, kimi arkadaşlarımız da burada okunmakla
öğrendi. Bunun üzerinde araştırma yapmak lazım,
açılan yeni açılardan bir değerlendirme yapmak lazım.
Ama, bununla ilgili bir süre, maalesef, milletvekillerine bu teklifle
esirgeniyor, milletvekillerine böyle bir imkân tanınmıyor,
çünkü "Milletvekilleri, emir veririz, giderler orada oylarını
kullanırlar, fazla tartışma ve katkı da gerekmez."
anlayışının gene hüküm sürdüğü bir durum bu.
Değerli arkadaşlarım,
biraz önce söylediğim gibi, bu acelemiz niye? Niye daha
doğru düzgün bir şeyler ortaya çıkartmak için çok az bir
zaman kaybını, ama bize daha ileride zaman kazandıracak,
çok daha fazla zaman kazandıracak bir süreyi milletvekillerimizden
esirgiyoruz? Aceleniz nedir? Aslına bakarsanız, Sayın
Cumhurbaşkanının iade gerekçelerini okuduğumuz
zaman, hiç de bu konuda acele etmememiz lazım, bu Anayasa değişikliğini
durduğu bu noktada bırakmak lazım. Nedenini söyleyeyim:
Sayın Cumhurbaşkanımız da açıkça ifade etmişler.
Bu Meclis, artık, derhâl seçim sürecinin içinde bir Meclis. Bu Meclisin,
Türkiye'nin on yıllarını etkileyecek, önündeki on
yıllarını etkileyecek bir sistem değişikliği
getiren, parlamenter sistemi bir yarı başkanlık veya
başkanlık sistemine dönüştürecek ve yan düzenekleri
oluşturulmamış bir Anayasa değişikliğini
kabul etmesi, ülkeye iyilik değil, kötülüktür.
Değerli arkadaşlarım,
diyorsunuz ki: "Biz sandığı
halkın önüne götürmeye çalışıyoruz, demokrasiyi
yaşatmaya çalışıyoruz, Halk Partisi engel oluyor."
Demokrasiye, halka gitmeye kimsenin engel olduğu yok, ama
şunu da biliniz: Sandık her zaman demokrasi demek değildir.
Seçim yapan, ama demokrasinin hiçbir kuralını da, hiçbir
temel unsurunu da yerine getirmemiş olan eleştirdiğimiz
birtakım ülkeleri hepimiz biliyoruz. Katılma oranları
da fevkalade yüksek olmuştur, seçimleri de gayet güzel yapmışlardır.
Demokrasi çeşitli sistemlerle
gerçekleşir. Bizim Anayasa'mız, demokratik çözüm içerisinde
parlamenter sistemi benimsemiştir ve Cumhurbaşkanının
yetkilerini de biraz ağırlaştırmıştır,
biraz fazlalaştırmıştır. Başkanlık
sistemi de, yarı başkanlık sistemi de demokrasi içerisinde
gerçekleşir. Yani, "Parlamenter sistemin esaslarını
koruyalım." demek demokrasiden vazgeçelim anlamına
gelmiyor ki. Ama, böyle anlamaya çalışıyorsunuz, böyle
anlatmaya çalışıyorsunuz. "Parlamenter sistemden
vazgeçersek demokrasi olur." lafını söylemeye kimin
dili varabilir? Böyle bir şey yok. Ama, bu böyle takdim edilmeye
çalışılıyor. Anayasa'mız bir sistem benimsemiş.
Bunun bütün yan düzenekleri kurulmadan, siz, tarafsız olarak,
parlamenter sistem içerisinde, o sistemin rahat çalışabilmesi
için ihdas edilmiş olan Cumhurbaşkanlığı statüsünü
kalkıp da seçime bağlarsanız, adayların partiler
tarafından gösterilmesine imkân tanırsanız, seçim
propagandasının Cumhurbaşkanı için bir partiler
propagandası haline getirilmesinin önünü açarsanız ve
beş yıla artı bir beş yıl da imkân tanırsanız,
bu tarafsızlık nasıl gerçekleşecek değerli
arkadaşlarım? Bunları düşünebildiniz mi?
Cumhurbaşkanı, bakınız,
bunları söylüyor iade gerekçesinde, "İyice düşününüz.
Yaptığınız düzenleme önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı
seçimini iyice çapraşık, iyice içinden çıkılmaz,
iyice sorunlu bir hale getirecektir." diyor, ama inat, "Biz
dedik, biz yapacağız, çoğunluğumuz var, olacak"
inadı. Bakınız, bu inatlaşmayla Türkiye'yi Cumhurbaşkanını
seçemez konuma getirdiniz, bu nedenle seçime gidiyoruz. "Çoğunluğumuz
var, Cumhurbaşkanını biz seçeceğiz." dediniz,
seçemediniz. Şimdi, bu değişiklikle bir şey çözemeyeceksiniz.
Acele ediyorsunuz "İllaki çıkartalım." Diyorsunuz.
Bir şey çözemeyeceksiniz, daha büyük bir karışıklığa
yol açacaksınız, ama bana öyle geliyor ki siz bu karışıklığı
düşünmüyorsunuz. Siz, seçim meydanlarında geride kalan
4,5 yıl yaptığınız kötü icraatın hesabını
vermemek, dikkati Cumhurbaşkanı seçimine yöneltmek için
böyle bir düzeneği, böyle bir Anayasa değişikliğini
milletin önüne koyuyorsunuz. Ama size hemen şuradan şunu
söyleyeyim: Halk size gereken cevabı verecektir.
AHMET YENİ (Samsun) - Halktan
kaçmayın.
OYA ARASLI (Devamla) - Biz, halktan
kaçmıyoruz. Hiçbir zaman kaçmadık. Bizim mazimiz ortada.
Biz, dün kurulup da bugün Parlamentoya giren bir parti değiliz.
Bizim Cumhuriyet Halk Partisi olarak arkamızda bir tarih var ve
biz o tarih içerisinde sandıklar kurduk, sandıktan kaçmadık.
Onun için bu lafı bize söylemeniz, bizim için hiçbir şeydir,
halk için ise hiçbir inandırıcılığı yoktur.
(CHP sıralarından alkışlar)
Biz sizi, atmak üzere olduğunuz
adımın, Türkiye'yi karşı karşıya getirmek
üzere olduğunuz zorlukların ayıbı ile, hesabı
ile baş başa bırakıyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
OYA ARASLI (Devamla) - Bitiriyorum
Sayın Başkan.
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Araslı, konuşmanızı tamamlayınız.
OYA ARASLI (Devamla) - Ama, bir tarihî
uyarı yapmaktan da kendimizi alamıyoruz.
Arkadaşlar, parlamenter sistemde
de seçim var. Seçim sandığından kaçarak gelmedik buraya.
Cumhurbaşkanını, seçim sandığından kaçırarak
seçmedik, içimizden seçtik, bizi de halk seçti. Ama, demokratik sistem
içerisinde sandıktan kaçılmayan, sandığın ortaya
konulduğu, demokratik rejim içerisinde yönetenlerin yönetilenlerden
ayrıldığı bir mekanizma kurulan, bir karar mekanizması,
bir icra mekanizması oluşturulan, yasama-yürütme
ilişkileri bakımından konuşlandırılan
üç sistem var: Parlamenter sistem, yarı başkanlık sistemi,
başkanlık sistemi. Bunların hepsi de demokrasi, hiçbirinde
sandıktan kaçılmıyor. Ama biz diyoruz ki: Siz yarı
başkanlık sistemine gitmekle, onun yolunu açmakla, ne tam
bir yarı başkanlık sistemi oluşturuyorsunuz ne tam
bir parlamenter sistemin gerçekleşmesine imkân hazırlıyorsunuz,
ne deve ne kuş, eşi menendi hiçbir yerde bulunmayan bir sistem
ortaya koymaya çalışıyorsunuz ve bu hâliyle bu sistem
Türkiye'yi bunalımlara, problemlere sürükleyecektir. Biz bunun
günahına ortak olmak istemiyoruz. Siz bu günahı tarih
önünde çok uzun yıllar, eğer bu yolda devam ederseniz, vermek
durumunda kalırsınız.
Saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
AK Parti grup önerisinin lehinde
Hatay Milletvekili Sadullah Ergin.
Sayın Ergin, buyurun efendim.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
SADULLAH ERGİN (Hatay) - Sayın
Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Genel
Kurulu saygıyla selamlıyorum. AK Parti grup önerisinin lehinde
söz almış bulunuyorum.
Bilindiği gibi, Parlamentoda
kısa bir süre önce kabul edilerek Cumhurbaşkanımızın
onayına sunulan Anayasa değişiklik paketi, dün
öğleden sonra, Cumhurbaşkanımızca, Parlamentoya
bir kez daha görüşülmek üzere iade edilmişti. Dün akşam
saatleri itibarıyla Anayasa Komisyonumuza bu teklif gönderilmiş
ve komisyon gündemine girmiştir. Bugün de getirmiş olduğumuz
grup önerisiyle Anayasa Komisyonunda kırk sekiz saat geçmeden
bu Anayasa değişiklik paketinin yeniden görüşmelerinin
yapılabilmesi için Genel Kurulun tavsiye kararını
almak üzere, Danışma Kurulunu huzurlarınıza getirdik.
Değerli arkadaşlar, tabii,
burada Sayın Cumhurbaşkanımızın iade gerekçeleri
okundu, birçok basın-yayın organında yayımlandı.
Bu gerekçelere baktığımız zaman, Cumhurbaşkanımızın,
satır başlarıyla ifade etmek gerekirse, iade gerekçelerini
sizinle paylaşmak istiyorum: "Türkiye Cumhuriyeti Anayasası
parlamenter sistemi esas kabul etmiştir" diyor Sayın
Cumhurbaşkanımız. "Sorumsuz Cumhurbaşkanı
ulusu temsil eden yansız bir makamdır." tespitinde bulunmuş.
Cumhurbaşkanının günlük politikaların dışında
olduğunu tespit etmiş ve yine, Cumhurbaşkanımızın
yürütmenin iktidar gücünü dengeleyici bir konumu olduğundan
bahsetmiş ve üzülerek belirtmek gerekirse, bu Parlamentonun,
Anayasa'mızın 102'nci maddesinin son fıkrası gereğince
Cumhurbaşkanı seçemediği için derhal seçime gitmek
zorunda olan bir Parlamento olduğunu ve bu değişiklikleri
yapmaması gerektiğini beyan etmiş.
Değerli arkadaşlar, yine
bu iade gerekçeleri içerisinde, Cumhurbaşkanını
halk seçer ise iktidar ile Çankaya arasında veya Cumhurbaşkanı
arasında, yürütmeyle, Parlamento ile Cumhurbaşkanlığı
makamı arasında çatışma alanları oluşacağı
OYA ARASLI (Ankara) - Oluyor zaten.
SADULLAH ERGİN (Devamla) -
ve iki başlı bir sistem oluşacağı yönünde
eleştiriler getirmiş Sayın Cumhurbaşkanımız.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Aynen
öyle.
SADULLAH ERGİN (Devamla) - Tabii,
bu görüşler Sayın Cumhurbaşkanımızın görüşüdür,
saygıyla karşılarız, ama katılırız
ya da katılmayız, burada onları değerlendireceğiz.
Değerli arkadaşlar,
şu anda mevcut Anayasamızın 101 ve 102'nci maddesini hepimiz
biliyoruz ve bu Anayasamıza göre son dönemlerde seçilmiş
olan cumhurbaşkanlarımızın Parlamento ile ve yürütme
organıyla ilişkilerini şöyle bir gözden geçirmek gerekirse
Sayın Ahmet Necdet Sezer, şu anki Cumhurbaşkanımız,
kendisini seçen Parlamento ile ve o Parlamento içinden çıkmış
Hükûmet ile ve rahmetli Ecevit ile yaşamış olduğu süreci
şöyle bir hatırladığımızda, mevcut yapının
da Parlamento ve Hükûmet ile Cumhurbaşkanı ve makamı
arasında zaman zaman bir gerilim ve çatışma alanı
oluşturduğunu ortaya koymaktadır.
MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Zaman zaman
değil, hiç olumlu olmadı ki.
SADULLAH ERGİN (Devamla) - Yine,
bir önceki Cumhurbaşkanına gidelim: Sayın Süleyman
Demirel. Kendisini seçen Parlamento, kendisini seçen
ağırlıklı Parti Doğru Yol Partisi ve onun sayın
genel başkanıyla yaşamış olduğu gerilim
alanlarını bir hatırlamak gerekirse, mevcut 101 ve
102'nci madde, 104'üncü madde birlikte değerlendirildiğinde,
mevcut Anayasamızın zaten yürütme organı ve Parlamento
ile Cumhurbaşkanlığı makamı arasında senkronize
bir ilişki ağı kuramadığı ortadadır.
Korumaya çalıştığımız nedir? Çok mükemmel
işleyen bir yapı var da "Aman bunu kaybetmeyelim."
endişesini mi taşıyoruz?
OSMAN KAPTAN (Antalya) - Son güne
kadar niye değiştirmediniz bunu?
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Kaç
yıldır aklınız neredeydi?
OYA ARASLI (Ankara) - Aklınız
neredeydi?
ALİ TOPUZ (İstanbul) -
Dört yıldır aklınız neredeydi?
SADULLAH ERGİN (Devamla) -
Rahmetli Özal, Sayın Turgut Özal, rahmetli, bu Parlamentodan Cumhurbaşkanı
seçildi, en kısa sürede, kendisini seçen siyasi irade ve parti
ve onun genel başkanıyla zaten bir çatışma alanı
oluşturuldu.
Değerli arkadaşlar,
şunu anlatmaya çalışıyorum: Burada bir polemik
ya da siyasi söylem içerisinde değilim. Şu anda mevcut Anayasamızda
Cumhurbaşkanımızın seçim yöntemi, zaten Türkiye
Büyük Millet Meclisinde milletvekillerinin önerisiyle aday oluyor.
Şu anda Parlamento dışından kendiliğinden birisinin
aday olma şansı var mıdır? Sayın Cumhurbaşkanımızın
iade gerekçeleri arasında, Cumhurbaşkanı adayının
milletvekilleri tarafından gösterilmesinin Cumhurbaşkanını
politize edeceği tespiti vardır. Oysa, şu anki Anayasa'mızda
da Cumhurbaşkanı adayları milletvekilleri tarafından
önerilmekte ya da milletvekillerinin kendisinin aday olmasıyla
oluşmaktadır.
CEVDET ERDÖL (Trabzon) - Kim göstermiş,
milletvekili değil mi?
SADULLAH ERGİN (Devamla) - Dolayısıyla,
mevcut Anayasa'yı da bizim getirmiş olduğumuz değişiklik
paketini de insaf ölçüleri içerisinde değerlendirmenin yararlı
olacağı kanaatindeyim. Dolayısıyla, şu anki
Anayasa'mız, yakın siyasi tarihimizde, seçilmiş olan
Cumhurbaşkanlarıyla Parlamento, Cumhurbaşkanlarıyla
yürütme organı olan hükûmet arasında sürekli bir gerilim ve
çatışma alanı oluşturmayı engelleyememiştir
ve bu gerilimler içerisinde, bizim getirdiğimiz değişiklik
teklifiyle, Cumhurbaşkanının bu Parlamentoda seçilmesinin
önünde Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu karar ile fiilen
bir engel oluşmuştur ve bu Parlamentoda bu mevcut karar olduğu
sürece bir Cumhurbaşkanının seçilmesi gerçekten çok
zordur. Dolayısıyla, bu zorunluluk karşısında
cumhurun kendi başkanını seçmesini önermişiz. Dolayısıyla,
bizim getirmiş olduğumuz öneri, sadece Türkiye'ye has bir
düzenlemeyi kapsamıyor.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Bu
biçimiyle yalnız Türkiye'de var. Başka hiç bir örnek gösteremezsiniz.
SADULLAH ERGİN (Devamla) - Bakınız,
Avusturya'da, Finlandiya'da
OYA ARASLI (Ankara) - Avusturya'daki
farklı.
SADULLAH ERGİN (Devamla) -
Fransa'da
ALİ TOPUZ (İstanbul) - O
da farklı.
OYA ARASLI (Ankara) - Fransa'daki
de farklı.
SADULLAH ERGİN (Devamla) -
İrlanda'da, Polonya'da, Portekiz'de
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Onlara
bakma, onlar farklı.
SADULLAH ERGİN (Devamla) -
Rusya Federasyonunda vesair yerlerde benzer yapılar uygulanıyor.
ATİLA EMEK (Antalya) -
"Benzer" diyorsunuz.
OYA ARASLI (Ankara) - Benzer ayrı.
SADULLAH ERGİN (Devamla) -
İnsanlar, elbette
ATİLA EMEK (Antalya) - Benzemez
de üstelik.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Armutla
ayva gibi bir şey yani.
SADULLAH ERGİN (Devamla) - Peki,
ben size soruyorum: Parlamenter demokrasinin Türkiye'de uygulandığı
biçimiyle dünyada bir tek örnek gösterin. "Parlamenter demokrasi"
dediğimiz bu yapının adını ve Anayasa'mızdaki
şu yetki dağılımının bir örneğini
gösterebilir misiniz? Cumhurbaşkanının bir başkan
yetkilerini kullandığı ve aynı zamanda sorumsuz
olduğu bir tane örnek gösterebilir misiniz?
Değerli arkadaşlar, burada
hakkı teslim etmek durumundayız. Bu yapılan tespitlere
katılmadığımızı ifade ediyorum. Saygı
duymak ayrıdır, katılmak ayrı bir şeydir ve en
çok da ağırımıza giden değerlendirme şudur:
"Bu Parlamento, 102'nci madde gereğince derhâl seçimlere
gitmek zorunda kalan bir Parlamentodur." tespiti.
Değerli arkadaşlar, bu
Parlamento, kendi iradesiyle almış olduğu seçim kararı
doğrultusunda bir seçime gitmektedir. Cumhurbaşkanlığı
seçim süreci devam eder iken, henüz sona ermemiş iken, hepinizin
bildiği gibi bir seçim kararını bu Parlamento almıştır
ve bu Parlamento, bunu, tüm milletvekillerinin oy birliğiyle
almıştır, tüm grupların, tüm partilerin oy birliğiyle
almıştır.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Almaya
mecburdu zaten.
OYA ARASLI (Ankara) - Almaya mecburdu.
SADULLAH ERGİN (Devamla) -
Alınan bu karar üzerine, Yüksek Seçim Kurulu bir takvim yapmış
ve bu takvim doğrultusunda seçimlere, 22 Temmuz seçimlerine
hızla ilerlemekteyiz.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Almaya
mecbur hâle geldi.
SADULLAH ERGİN (Devamla) - Dolayısıyla,
şu anda yapmakta olduğumuz seçim, içinden geçmiş olduğumuz
süreç
Anayasa'nın 102'nci maddesi doğrultusunda değil,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin almış olduğu seçim kararı
doğrultusunda izleyen bir süreci takip ediyoruz.
Değerli arkadaşlar,
şu tespitimle beraber sözlerime son vereceğim: "Efendim,
bu Parlamento seçim kararı almış bir parlamentodur.
Bu Parlamento seçim kararı almış bir Parlamento olduğu
için, birtakım esaslı değişikliklere girişmemesi
gerekir."
Sayın Araslı da ifade etti.
"Onlarca yılı etkileyecek bir düzenlemeyi yapmak ne
kadar doğru." dediler. Evet, şayet bu sözümüzde samimiysek.
Değerli arkadaşlar, bu
Parlamento, eğer, geleceğe yönelik olarak bir karar almaması
gereken bir Parlamento ise
Ama henüz süresi bitmemiş ha. 4 Kasıma
kadar normalde süresi olduğu hâlde seçim kararı alan
OYA ARASLI (Ankara) - Parlamenter
sistemin geleneğinden bahsettim, saptırmayın olayı!
SADULLAH ERGİN (Devamla) -
ancak, 102'nci madde dolayısıyla da seçim yapılması
gerekliliği olan bir atmosferdeyiz.
OYA ARASLI (Ankara) - Önce bir parlamenter
sistemin geleneklerini okuyun anlayın
da ondan sonra
SADULLAH ERGİN (Devamla) - Peki,
16 Mayıs tarihi itibarıyla görev süresi dolmuş olan
bir Sayın Cumhurbaşkanı, Türkiye'nin gelecek beş
yılını, on yılını etkileyecek
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Anayasaya
göre devam ediyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Ergin, konuşmanızı
tamamlayınız.
SADULLAH ERGİN (Devamla) - Bitiriyorum
Sayın Başkan.
Bir Cumhurbaşkanı, görev
süresi bittikten sonra
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Devam
ediyor. Siz hâlâ okuduğunuzu anlamıyorsunuz. Siz, bu kafayla
daha çok duvara çarparsınız.
SADULLAH ERGİN (Devamla) -
on beş tane üniversite rektörü atamakta beis görmüyor ise
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Anayasa'nın
ruhuna dayanıyor, Anayasa'ya. Ayıp değil mi?
SADULLAH ERGİN (Devamla) -
temdit sürelerini kullanan bir Cumhurbaşkanı bu özelliklere
riayet etmeden şu eleştirileri yapıyor ise
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Anayasa
gereği yapıyor!
SADULLAH ERGİN (Devamla) -
ben, bunu hem Genel Kurulun hem de milletimizin takdirlerine arz
ediyorum. (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri,
alkışlar)
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Daha
çok şey öğrenmeniz lazım, hukuk öğrenmeniz lazım,
Tüzük öğrenmeniz lazım, demokrasi öğrenmeniz lazım!
BAŞKAN - AK Parti grup önerisinin
aleyhinde Adana Milletvekili Uğur Aksöz. (CHP sıralarından
alkışlar)
Sayın Aksöz, buyurun efendim.
UĞUR AKSÖZ (Adana) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri, değerli arkadaşlar;
bir parlamento döneminin sonuna geldik. Lütfen, beni dikkatle dinleyin.
Ben bu kürsüye ne zaman çıktıysam, bu grubu hukuki anlamda
uyardım ve dediğimin hepsi tek tek çıktı. İnanmayanlar
tutanaklara bakar, inanmayanlar Anayasa Mahkemesi kararlarına
bakar, bizim konuşmalarımızla yan yana getirirsiniz.
MUSTAFA DURU (Kayseri) - Ortak
mı çalışıyorsunuz? (CHP sıralarından
"Sayın Başkan" sesleri)
UĞUR AKSÖZ (Devamla) - Şimdi
Sayın Başkan, Sayın Başkan
BAŞKAN - Sayın Aksöz, birkaç
saniyenizi rica edeyim.
Saygıdeğer arkadaşlarım...
UĞUR AKSÖZ (Devamla) - Sayın
Başkan, bir dakika
Ben, bir şey söylemek zorundayım.
BAŞKAN -
sükûneti sağlayalım.
UĞUR AKSÖZ (Devamla) - Burada
parlamenterliği bilmeyen, hukuktan anlamayan arkadaşlar
var maalesef. (AK Parti sıralarından gürültüler)
BAŞKAN - Estağfurullah.
MUHARREM KARSLI (İstanbul) -
Orada da var, orada da!
UĞUR AKSÖZ (Devamla) - Bir dakika
Bakın, ben bir şey söylüyorum. (AK Parti sıralarından
gürültüler)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri
UĞUR AKSÖZ (Devamla) - Değerli
arkadaşlar, bir dakika
MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Kim bilmiyor,
kim?
UĞUR AKSÖZ (Devamla) - Evet bilmiyor,
bilmiyor!
BAŞKAN - Sayın Aksöz
MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Böyle bir
şey olur mu?
UĞUR AKSÖZ (Devamla) - Bilmiyor!
İspat edeceğim. (AK Parti sıralarından gürültüler)
Efendim, bir dakika
Başkan, susturur musunuz?
BAŞKAN - Sayın Aksöz, sizin
de herhâlde cümleleriniz arasında sürçülisan oldu, yani
"hukuktan anlamayan milletvekilleri var" ifadesi pek
şık olmadı.
UĞUR AKSÖZ (Devamla) - Efendim,
söylüyorum: Hukuktan anlamayanlar var. Çünkü, oradan bana arkadaşım
"Anayasa Mahkemesiyle ortak mısınız?" diyor.
Utanmıyor musunuz? Ayıp değil mi? (CHP sıralarından
alkışlar, AK Parti sıralarından gürültüler)
Ayıp değil mi?
Başkan, önce o arkadaşı
uyarın!
BAŞKAN - Arkadaşlar, lütfen
UĞUR AKSÖZ (Devamla) - Önce o
arkadaşı uyarın! Bir hukuk devletinde hukuktan, Anayasa'dan
bahseden bir arkadaşınıza "Ortak mısınız?"
diyemezsiniz, diyemezsiniz! Onları zabıttan çıkarın!
(AK Parti sıralarından gürültüler)
BAŞKAN - Saygıdeğer
arkadaşlarım, lütfen
Sayın Aksöz, Genel Kurula hitap
edelim.
Sayın arkadaşlarım,
lütfen sakin olunuz. (AK Parti
sıralarından gürültüler) Saygıdeğer arkadaşlarım,
lütfen dinleyelim sayın hatibi.
Buyurun efendim.
UĞUR AKSÖZ (Devamla) - Sayın
Başkan, süremi başa alır mısınız, çünkü konuşamadım.
BAŞKAN - Başladı,
başladı. Ben ek süre veririm.
Buyurun efendim.
UĞUR AKSÖZ (Devamla) - Değerli
arkadaşlar, bakın, birbirimizi incitmeye gerek yok. Yedi
gün sonra belki hiçbirimiz burada olamayız.
BAYRAM ÖZÇELİK (Burdur) - Karıştırma
onu!
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Sen kendine
bak, kendine!
UĞUR AKSÖZ (Devamla) - Bakın,
bakın
İncitmeyin
Ama, size bir şey söylüyorum. Biraz,
Allah rızası için şu tutanakları okuyun. Okuyun,
okuyun! Biz burada ne söylemişiz, Anayasa Mahkemesinden ne kararlar
çıkmış bir bakın, bakın. Bakmıyorsunuz.
Her kararınız geri geliyor, her yasanız iptal ediliyor
ve Türkiye Cumhuriyeti'nde, 360 milletvekiline yakın bir çoğunlukla,
cumhuriyet tarihinin Cumhurbaşkanı seçemeyen tek kitlesi
sizsiniz. (CHP sıralarından alkışlar) Sizsiniz
siz! Ha, bu size yeter, bu size yeter!
ABDULLAH ERDEM CANTİMUR (Kütahya)
- Bu leke size yeter! CHP'ye yeter bu leke!
BAŞKAN - Sayın Cantimur
UĞUR AKSÖZ (Devamla) - Şimdi,
bakın
BAŞKAN - Arkadaşlar, sakin
olunuz, Cumhurbaşkanını Türkiye Büyük Millet Meclisi
hep beraber seçiyor. Lütfen sakin olalım.
Buyurun Sayın Aksöz.
UĞUR AKSÖZ (Devamla) - Beceriksiz
insanlar başkalarını suçlarlar. Diyorlar ki: "Bu
leke size ait, siz seçtirmediniz." Şu güce bakın,
şu büyük gruba bakın, 150 ile 360'ı yenmiş. Alkışlayın
o zaman, alkışlayın. Alkışlayın o zaman.
(CHP sıralarından alkışlar)
ABDULLAH ERDEM CANTİMUR (Kütahya)
- İşte bu, leke!
UĞUR AKSÖZ (Devamla) - Şimdi,
sizin kafanız şu: Sizin kafanız şu arkadaşlar
CEVDET ERDÖL (Trabzon) - Hukuktan
anlayanların marifeti!
UĞUR AKSÖZ (Devamla) - Bakın,
4 Hazirandan sonra bunu hepiniz anlayacaksınız. Şimdi,
ben söyleyeyim, bakın ben söyleyeyim.
CEVDET ERDÖL (Trabzon) - Hukuktan
anlayanların marifeti!
BAŞKAN - Sayın Erdöl, lütfen
UĞUR AKSÖZ (Devamla) - Şimdi,
sizin kafanız şu: Biz 360 kişiyle Cumhurbaşkanı
seçemedik. Eyvah! Ne yapalım? Ee o zaman yasaları değiştiririm.
Önce kendinizi değiştirin, kafanızı değiştirin,
hukuk anlayışınızı değiştirin. (CHP
sıralarından alkışlar) Bunu niye değiştiriyorsunuz?
CAVİT TORUN (Diyarbakır)
- Sizi değiştireceğiz, sizi!
UĞUR AKSÖZ (Devamla) - Değerli
arkadaşlar, bakın
YEKTA HAYDAROĞLU (Van) - Halktan
korkuyor musunuz?
UĞUR AKSÖZ (Devamla) - Şimdi,
bundan sonra konuya geliyorum, tekrar, konuya geliyorum.
AHMET YENİ (Samsun) - Halktan
kaçmayın!
YEKTA HAYDAROĞLU (Van) - Milletten
korkuyor musunuz?
UĞUR AKSÖZ (Devamla) - Tamam,
tamam
YEKTA HAYDAROĞLU (Van) - Milletten
korkmayın!
UĞUR AKSÖZ (Devamla) - Şimdi
geçin bunları, geçin. 4 Hazirandan sonra hep konuşacağız
bunları
BAŞKAN - Sayın Haydaroğlu,
lütfen
UĞUR AKSÖZ (Devamla) - Şimdi
değerli arkadaşlar, bakın, tekrar, şimdi hukuka
geliyorum. Hiç bağırmayın, teknik bir şey söyleyeceğim,
teknik.
FARUK ANBARCIOĞLU (Bursa) -
Oy kullanın!
UĞUR AKSÖZ (Devamla) - Bir mahkeme,
dava dilekçesi kendisine gelmeden duruşma günü verebilir
mi?
CAVİT TORUN (Diyarbakır)
- Veriyor, veriyor...
UĞUR AKSÖZ (Devamla) - Verebilir
mi?
CAVİT TORUN (Diyarbakır)
- Anayasa Mahkemesi veriyor.
UĞUR AKSÖZ (Devamla) - Veremez. Adama gülerler, gülerler!
Peki, Cumhurbaşkanının
iade gerekçesi burada okunmadan Danışma Kurulunun gündemine
alınır mı? Adama gülerler, gülerler! Adama gülerler!
SALİH KAPUSUZ (Ankara) -
Doğru, böyle hukukçuya gülerler!
UĞUR AKSÖZ (Devamla) - Değerli
arkadaşlar, bakın...
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Sayın
Aksöz, böyle hukukçuya gülerler, doğru! Böyle hukukçuya gülerler!
UĞUR AKSÖZ (Devamla) - Doğru.
Ben de şimdi Salih Kapusuz'a gülüyorum! Biraz evvel dedi ki Salih
Bey -biz, Salih Bey'le yıllardır buradayız- bakın,
kendine hiç yakışmayan bir şey söyledi, ne dedi biliyor
musunuz? Salihçiğim, beni dinle! Çıktın, buradan biraz
önce dedin ki: "Canım niye burada okuyalım, kaç gündür
medya yazıyor, bilmiyor musunuz?" Yani, bu Meclis, medyadan
mı öğrenecek iade gerekçelerini? Sen böyle mi öğrendin
bu işi? (CHP sıralarından alkışlar)
ABDULLAH ERDEM CANTİMUR (Kütahya)
- Burada okundu, dinlemedin mi?
UĞUR AKSÖZ (Devamla) - Peki...
Değerli arkadaşlar, ben,
zaten size söylemiyorum. Ben, tutanaklara söylüyorum. O tutanaklar
bize lazım olacak.
Şimdi, tutanağa geçmek
üzere, tarihî sözlerimi söylüyorum. (AK Parti sıralarından
"Vay be" sesleri) İster kabul edin ister etmeyin; söylüyorum,
bakın...
MUSTAFA DURU (Kayseri) - Tarihî
söz söyleyene bak!
UĞUR AKSÖZ (Devamla) - Bugün,
Danışma Kurulu 10.30'da toplandı. Danışma Kurulunda,
Cumhurbaşkanının iade yasası gündeme alındı.
Hâlbuki, o saatte, Cumhurbaşkanının iade tezkeresi,
Meclis iradesi tarafından bilinmiyordu. Burada, Cumhurbaşkanının
iade tezkeresi 11.30'da okundu. Yani, olmayan, okunmayan, bilinmeyen
bir şeyi Danışma Kurulu gündemine almakla yeni bir
İç Tüzük ihdas etti ve İç Tüzük'ü ihlal etti.
İBRAHİM KÖŞDERE (Çanakkale)
- Siz Mecliste olmadığınız için duymadınız.
ABDULLAH ERDEM CANTİMUR (Kütahya)
- Dün siz yoktunuz.
UĞUR AKSÖZ (Devamla) - Buraya
geldik, bizim yetkili arkadaşlarımız, sözcülerimiz
konuştular ve Sayın Başkan, aynen şu cümleyi etti,
tutanakta var: "Arkadaşlar, benim tutumum doğru; bu konuda
hiçbir madde yok, ben uyguluyorum." İşte, itiraf etti
Başkan; hiçbir madde yoksa sen uyguluyorsan, yeni bir İç Tüzük
ihdas ettin. Size geçmiş olsun! Bu yasa da sakat doğdu. Bu kadar
basittir, bu kadar.
İBRAHİM KÖŞDERE (Çanakkale)
- İşine öyle geliyor!
MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) - Kanadoğlu
mu söyledi sana bunu?
UĞUR AKSÖZ (Devamla) - Kanadoğlu
saygın bir hukukçudur, ondan öğreneceğiniz çok
şey var.
Şimdi, arkadaşlar, bakın,
işin vahametini söylüyorum, bakın dinlemiyorsunuz;dinlemeyince
de anlamıyorsunuz arkadaşlar. Bakın, dinleyin.
Bugün, bu Genel Kurulda, çoğunluk
olmasaydı, olmadı, toplanamadı, sizin o Danışma
Kuruluna aldığınız o gündem maddesi ne olacaktı?
Havada kalacaktı. Peki.
FATİH ARIKAN (Kahramanmaraş)
- Hayalî...
UĞUR AKSÖZ (Devamla) - Peki.
Değerli arkadaşlar, bakın,
Anayasa değişiklikleri, Anayasa Mahkemesine ancak
şekil bakımından gider. Şekil noksanlığı
ve usul hataları bakımından gider. Bugün, Salih Kapusuz,
sağ olsun, çok bildiği için(!) bu usul hatasını yaptı.
Burada okunmayan tezkereyi Danışma Kurulu gündemine almakla
ve Sayın Başkanımız da "Böyle bir madde yok, ben
uyguluyorum arkadaş, uygulamam doğrudur." demekle,
yeni bir İç Tüzük ihdas ettiği zabıtlara geçti ve tekrar
söylüyorum: Bu Yasa -bugün görüşeceğimiz Anayasa Komisyonunda
ve sonra oylarsak- sakat doğmuş oldu, yeni bir İç Tüzük
ihdasıyla İç Tüzük bir kere daha ihlal edilmiş oldu.
Ben buradan, Oya Hocam ve diğer
konuşmacılar buradan, defalarca sizi uyardığımızda
yine bağırdınız, yine çağırdınız;
ama, hep bizim dediğimiz oldu. Hep bizim dediğimiz oldu.
Şimdi, değerli arkadaşlar,
bakın, biraz evvel, yine AKP'li arkadaşım "Efendim, bütün dünyada halk seçiyor,
siz buna karşı mısınız?" dedi.
Değerli arkadaşlar, demagojiye
lüzum yok. Bakın, İsviçre, İtalya, Yunanistan, Macaristan
ve Çek Cumhuriyeti'nde cumhurbaşkanını parlamento seçiyor.
Almanya'da da milletvekilleri ile eyalet temsilcilerinden meydana
gelen yine bir kurul seçiyor. Şimdi, bu Avrupa'nın yarısından
fazla olan bu ülkelerin hepsi antidemokratik de sadece Salih Kapusuz'un
önergesi mi demokratik? Böyle yapmayın. (CHP sıralarından
alkışlar) Böyle yapmayın. Halkı kandırmayın.
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ
(Elâzığ) - Avrupalı 367'yle mi seçiyor?
UĞUR AKSÖZ (Devamla) - Bakın,
Cumhuriyet Halk Partisi şunu söylüyor: Elbette halk seçsin,
halk sizi de seçiyor bizi de, Cumhurbaşkanı da seçsin.
İSMAİL BİLEN (Manisa)
- Halkı siz seçin, halkı.
UĞUR AKSÖZ (Devamla) - Ama, yüzlerce
madde olan Anayasa'dan, hiçbir altyapı yapmadan, hiçbir kurumlaştırma
yapmadan, hiçbir inceleme yapmadan o Anayasa'nın içinden bir kelimeyi
cımbızla alıp, "Parlamento"yu çıkarıp
"halk seçsin"i koyarsanız, bunun adı hukuk değil,
guguk oyunu olur.
CEVDET ERDÖL (Trabzon) - Halka
"guguk" demeyin lütfen.
UĞUR AKSÖZ (Devamla) - Buna da, ne bu Parlamento ne yüce Türk
Milleti ne yüksek mahkeme izin vermez. Oyunu kuralına göre oynarsanız,
başımız üstüne halk seçsin, ama, siz, bakın, bir tek
örnek veriyorum. Halk seçsin diyorsunuz. İç Tüzük'te üç tane madde
var; Cumhurbaşkanının -diyor- tutanağını
Başkanlık Divanı imzalar, Cumhurbaşkanına
verir, bildirir, eder
Sizin tasarıda da "YSK görevli"
diyorsunuz.
Şimdi, bakın, bu iki madde
bile çelişkiyi görmeye yetiyor. Bir tarafta Başkanlık
Divanı yetkili, bir tarafta Yüksek Seçim Kurulu. Peki, Cumhurbaşkanı
seçiminde bu iki kurul çelişkiye düşerse kim çözecek? Kim
çözecek?
MUSTAFA DURU (Kayseri) - Kanadoğlu!
UĞUR AKSÖZ (Devamla) - Onun
için, bakın, bunun altyapısını yapalım. Herkese
yetkiyi tam verelim, kuralları doğru koyalım. Halk elbette
seçsin.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Aksöz, buyurun,
konuşmanızı tamamlayınız.
UĞUR AKSÖZ (Devamla) - Değerli
arkadaşlar, bizim savunmamız bu. Yangından mal kaçırır
gibi yapmayın.
Bakın, size iki çelişki
söyleyip, sözümü bitereceğim. Belki, bir daha bir araya gelemeyiz.
Bunlar kulağınızda bir hoş seda olarak kalsın.
Değerli arkadaşlar, bakın,
Başbakan dedi ki: "Cumhurbaşkanını ben seçerim,
kimseye danışmam." Doğru mu?
ABDULLAH ERDEM CANTİMUR (Kütahya)
- Öyle bir şey demedi.
UĞUR AKSÖZ (Devamla) - "Konuşmam." dedi mi?
ABDULLAH ERDEM CANTİMUR (Kütahya)
- Öyle bir şey demedi.
UĞUR AKSÖZ (Devamla) - Peki, konuştu mu kimseyle? (AK Parti
sıralarından gürültüler) Peki, demedi; peki, demedi. Peki,
partileri ziyaret etti mi?
ABDULLAH ERDEM CANTİMUR (Kütahya)
- Etti.
UĞUR AKSÖZ (Devamla) - Etmedi,
"Ben gitmem." dedi. "Size mi danışacağım."
dedi. Bakın, bir.
Aynı Başbakanın adayı
Abdullah Gül ise, kapı kapı dolaştı. Hangisi
doğru?
ABDULLAH ERDEM CANTİMUR (Kütahya)
- İkisi de doğru.
UĞUR AKSÖZ (Devamla) - Şimdi,
bak "İkisi de doğru." derseniz, işte, yasalarınız
böyle döner. Çünkü, iki doğru olmaz, dünyada tek doğru vardır.
Tek doğru vardır.
ABDULLAH ERDEM CANTİMUR (Kütahya)
- Halkı siz seçin, halkı.
Halkı seçin!
UĞUR AKSÖZ (Devamla) - Bakın,
değerli arkadaşlar, başka bir şey söyleyeyim: Sayın
Başbakan partilerle görüşseydi "Buyurun, bizim düşündüğümüz
adaylar şunlardır." deseydi, bu partiler de birisinin
üzerinde uzlaşsaydı, biz bugün kavga ediyor olur muyduk?
İBRAHİM KÖŞDERE (Çanakkale)
- Siz uzlaşmayı sevmezsiniz.
UĞUR AKSÖZ (Devamla) - Cumhurbaşkanı
seçilirdi ve bu dava biterdi.
Şimdi, siz, bakın, kendi
hatanızdan ötürü, görüşme yapmıyorsunuz, uzlaşmıyorsunuz,
"Dediğim dedik, dediğim dedik."
ABDULLAH ERDEM CANTİMUR (Kütahya)
- CHP uzlaşamaz!
UĞUR AKSÖZ (Devamla) - Peki, o
zaman, bu büyük millet de 22 Temmuzda "Dediğim dedik."
derse ne yapacaksınız?
Saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Aksöz, teşekkür
ediyorum.
Saygıdeğer arkadaşlarım,
bir hususu açıklamama izin veriniz.
Saygıdeğer arkadaşlar,
tezkere, 25 Mayıs 2007 tarihi itibarıyla Türkiye Büyük Millet
Meclisine gelmiştir -biraz önce de ifade etmiştim- yani
dün itibarıyla ve Anayasa Komisyonuna havale edilmiştir.
İsteyen arkadaşlarımız, arzu eden arkadaşlarımız
bu hususta daha önceden de yapılmış olan işlemleri,
muameleleri görebilirler. Daha önceden de bu tip muameleler yapılmıştır
ve resmî işlem başlamıştır.
Benim ifade ettiğim husus
şudur: Tezkere, bir teamül gereği olarak Türkiye Büyük Millet
Meclisinin bilgisine arz edilmektedir, Genel Kurulun.
ALİ TOPUZ (İstanbul) -
Özel bir uygulamadır bu.
BAŞKAN - Sayın Aksöz, dinleyiniz efendim.
Tezkerenin okunması, yani,
bir teamüldür.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Herhangi
bir yasa değildir.
BAŞKAN - İç Tüzük'te okunmasını
gerektirecek amir bir hüküm yoktur. Bunu söyledim ve bu husus kayıtlarda
açıkça bellidir.
ATİLA EMEK (Antalya) - Siz,
İç Tüzük ihdası yaptınız.
BAŞKAN - Hukuki yorumları
hukukçular arasında çokça tartışılır, ama, bizim
yaptığımız işlemler İç Tüzük'e uygundur.
Anayasa Komisyonuna daha önceden de bu tip havaleler yapılmıştır
ve durumu bilgilerinize arz ediyorum. İç Tüzük hükümlerine
uygun davranmıştır Başkanlık Divanı ve
herhangi bir usulsüzlük yoktur.
Şimdi, AK Parti Grubunun önerisini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, alınan karar gereğince "Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler" kısmına geçiyoruz.
VI. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN
DİĞER İŞLER
1.- Çanakkale
Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin,
Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı Kanununa Geçici
Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa
Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)
BAŞKAN - 1'inci sırada
yer alan kanun teklifinin geri alınan maddeleriyle ilgili Komisyon
raporu gelmediğinden, teklifin görüşmelerini erteliyoruz.
2'nci sırada yer alan, Bazı
Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun
Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporunun görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
2.- Bazı
Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun
Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1030) (S. Sayısı:
904)
BAŞKAN - Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
3'üncü sırada yer alan, Adalet
ve Kalkınma Partisi Grup Başkan Vekili Bursa Milletvekili
Faruk Çelik'in, İmar Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Teklifi ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma
ve Turizm ile Adalet Komisyonları Raporlarının görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
3.- Adalet
ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Bursa Milletvekili
Faruk Çelik'in, İmar Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Teklifi ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma
ve Turizm ile Adalet Komisyonları Raporları (2/820) (S. Sayısı:
1337)
BAŞKAN - Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
Sayın milletvekilleri, 4'üncü
sıraya alınan, Merkezi Finans ve İhale Biriminin
İstihdam ve Bütçe Esasları Hakkında Kanun Tasarısı
ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu Raporu ile İçtüzüğün
37 nci Maddesine Göre Doğrudan Gündeme Alınma Önergesi'nin
görüşmelerine başlıyoruz.
4.- Merkezi
Finans ve İhale Biriminin İstihdam ve Bütçe Esasları
Hakkında Kanun Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu
Raporu ile İçtüzüğün 37 nci Maddesine Göre Doğrudan
Gündeme Alınma Önergesi (1/1317) (S. Sayısı: 1428) (x)
BAŞKAN - Hükûmet? Yerinde.
Tasarı 1428 sıra sayısıyla
bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde,
AK Parti Grubu adına, Karabük Milletvekili Mehmet Ceylan.
Sayın Ceylan, buyurun efendim.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA MEHMET
CEYLAN (Karabük) - Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; Merkezi Finans ve İhale Biriminin
İstihdam ve Bütçe Esasları Hakkında Kanun Tasarısı
hakkında AK Parti Grubu adına söz almış bulunmaktayım.
Bu vesileyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
kanun tasarısının temel amacı, Merkezî Finans ve
İhale Biriminin Hazine Müsteşarlığı ile
idarî ilişkisini, istihdam ve bütçe esaslarını düzenlemektir.
Bilindiği üzere, ülkemizin Avrupa Birliğine aday ülke
olarak tanınmasıyla birlikte, karşılıklı
yükümlülükler çerçevesinde, Avrupa Birliğinin katılım
öncesi mali yardımlarından yararlanma imkânları
doğmuş, bu yardımların yönetimi konusunda ülkemizde
de aday ülkelere benzer tarzda bir sistem oluşturulmuştur.
İşte, bu amaca yönelik olarak, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti
ve Avrupa Komisyonu arasında 14 Şubat 2002 tarihinde imzalanan
Mutabakat Zaptı, 30 Ocak 2003 tarih ve 4802 sayılı Kanun'la
uygun bulunmuş ve bu işleri yürütmek üzere Merkezî Finans
ve İhale Birimi, resmen kurulmuş bulunmaktadır.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; ifade ettiğim gibi, Merkezî Finans ve
İhale Biriminin esas görevi, Avrupa Birliğine katılım
öncesi Avrupa Birliği tarafından ülkemize sağlanan
mali yardımların yönetimi ile ilgilidir. Birim, Avrupa
Birliğine bağlı bir teşkilat olmayıp, Türk idari
yapısı içinde uluslararası anlaşma ile tanımlanmış
bulunan ve görevleri özerk statüde ifa eden, idari açıdan Hazine
Müsteşarlığına bağlı bir birimdir.
(x)
1428 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Bütün aday ülkelerde katılım
öncesi benzer birimler kurulmuş ve görev yapmış bulunmaktadır.
Ülkemizde de Merkezî Finans ve İhale Birimi, mali yardım
çerçevesinde programlanmış işler için ihaleye çıkılması,
sözleşme imzalanması, muhasebe ve ödeme işlemlerinin
yürütülmesi konularında tek sorumlu birim olarak görev yapmaktadır.
Birim, Avrupa Komisyonunun 8 Ekim 2003 tarihli kararıyla akredite
edilmiştir. Akreditasyon, kısaca, Birimin Avrupa Birliği
ve Türkiye tarafından ortak finanse edilen projeleri yönetmeye
ehil olduğu anlamına gelmektedir. Merkezî Finans ve
İhale Biriminin kurulmasına yönelik 2003 yılında
imzalanan Mutabakat Zaptı'na daha sonra 1 No.lu Ek ile değişiklikler
yapılmış ve 5500 sayılı Kanun'la bu değişiklikler
uygun bulunmuştur. Değişiklikler sonucunda, Birim daha
önce idari açıdan Avrupa Birliği Genel Sekreterliğine
bağlı iken bu sefer Hazine Müsteşarlığına
bağlanmış, personelin özlük hakları ve özel bir bütçeye
sahip olması için özel bir yasal düzenleme yapılması
benimsenmiş bulunmaktadır.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; 2005 yılında Avrupa Birliğiyle
imzalanan Ek Mutabakat Zaptı ile kabul edilen kurumun özel bir
bütçesi ve personelin özlük haklarıyla ilgili yasal düzenleme,
maalesef bu zamana kadar gerçekleştirilememiştir. 2006
sonuna kadar bütçe ve personelin dışındaki diğer
yasal sorunlara çözüm getirilebilmiş, ancak bütçe ve personel
konusu sorun olmaya bu zamana kadar devam etmiş bulunmaktadır.
Değerli arkadaşlarım,
2007 yılı Şubat ayında Avrupa Komisyonu yetkilileri
tarafından bu konuyla ilgili tekrar bir izleme denetimi yapıldı.
Bu sorunun hâlâ çözülmediği bir kez daha görülmüş bulunmaktadır
ve sorunun devam etmesi hâlinde Merkezî Finans İhale Biriminin
akreditasyonunun iptal edileceği, Türk tarafına, üç ay
içinde gerçekleşmediği takdirde iptal edileceği resmen
bildirilmiş bulunmaktadır. Şimdi ise, 6 Haziranda Ortak
İzleme Toplantısı gerçekleştirilecek Ankara'da.
Bu toplantılar altı ayda bir gerçekleştirilmektedir.
Bu toplantıda da hâlâ kanunun çıkmadığı ve düzenlemenin
yapılmadığı görülürse -ki, bu ikinci defa olacak-
bu hususta çok ciddi bir yaptırım söz konusu olabilecek ve
birimin akreditasyonunun askıya alınabileceği ve
iptal edilebileceği söz konusu olabilecektir.
Peki, Birimin akreditasyonunun
iptal edilmesi, Avrupa Birliği tarafından iptal edilmesi
durumunda ortaya ne gibi sonuçlar çıkacak? Ona değinecek
olursak, her şeyden önce 2006 yılı finasman anlaşmasının
imzalanması sıkıntıya girebilecektir değerli
arkadaşlarım. Bilindiği gibi, Türkiye aday ülke olduktan
sonra, 2002 yılından itibaren bugüne kadar çeşitli mali
yardımlar almaktadır ve 2006 yılı finansman anlaşması
da yaklaşık 453 milyon euroluk bir bütçe öngörmekte, bunun
yaklaşık 379 milyon euroluk kısmı Avrupa Birliği
katkısı olarak öngörülmektedir.
Yine, bu kanun çıkmadığı
takdirde ve Birimle ilgili Ek Mutabakat zaptı'ndaki düzenlemeler
yapılmadığı takdirde, 2006 yılı yardımı
çıkmadığı gibi, daha önceki yıllardan devam
etmekte olan programlara ait ödemeler de sıkıntıya girebilecektir.
Bu durum, yaklaşık 1 milyar euroluk yardımın sıkıntıya
girmesi anlamına da gelmektedir değerli arkadaşlarım
ve bu konuyla ilgili bundan önce yapılmış olan anlaşmaların,
düzenlemelerin, taahhütlerin de, her şeyin askıya
alınması anlamına da gelebilecektir.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; Türkiye'nin Avrupa Birliğine aday ülke
statüsü kazanmasından sonra Merkezî Finans ve İhale Birimi
tarafından yürütülen programlara ait kısa mali bilgiler
vermek istiyorum. Biraz önce de ifade ettiğim gibi, Türkiye'nin
Avrupa Birliğine aday ülke konumuna yükselmesinden sonra,
Merkezî Finans ve İhale Birimi tarafından yürütülen çeşitli
programlar söz konusudur. Bu programlar çerçevesinde, 2002 Ulusal
Programı'nda 107 milyon euroluk kısmı Avrupa Birliği
bütçesinden ve 20 milyon euroluk kısmı Türkiye bütçesinden
olmak üzere, 127 milyon euroluk bir program ve proje yürütülmektedir.
2003 yılında ise, 116 milyon euroluk kısmı Avrupa
Birliği katkısı, 21,2 milyon euroluk kısmı da
Türkiye katkısı olmak üzere, yaklaşık 134 milyon
euroluk bir program yürütülmektedir. 2004 Ulusal Programı'nda
ise 197 milyon euroluk kısmı Avrupa Birliğinden, 34 milyon
euroluk kısmı da Türkiye katkısı olmak üzere 231
milyon euroluk bir proje yürütülmektedir. 2005 Ulusal Programı'nda
ise Avrupa Birliği katkısı 232,5 milyon euro, Türkiye
katkısı ise 50,2 milyon euro olmak üzere toplam 282 milyon euroyu
bulmaktadır. Henüz imzalanmamış olan ve önümüzdeki aylar
içinde imzalanmasını beklediğimiz 2006 programına
göre ise, Avrupa Birliğinin katkısı 379 milyon euro,
Türkiye'nin katkısı ise 74 milyon euro olmak üzere toplam
453 milyon euroluk bir proje ve yardım söz konusudur. Bunlara
ilaveten Doğu Anadolu Kalkınma Programı çerçevesinde
Avrupa Birliğinin 45 milyon euroluk bir yardımı söz konusu,
İdari İşbirliği Programı'nda 2,8 milyon euroluk
yardım ve Kuş Gribi Programı'yla birlikte 10,5 milyon euroluk
katkılarla, mali yardımlarla birlikte, 2002 yılından
itibaren beş yıllık bir süreç içinde bu kapsamda Avrupa
Birliğinin mali yardımı 1 milyar 88 milyon euroyu bulmakta
ve Türkiye'nin 202 milyon euroluk katkısıyla birlikte toplam
1 milyar 290 milyonluk bir mali yardım söz konusu bulunmaktadır.
İşte, değerli arkadaşlarım,
eğer biz bu kanunu çıkaramadığımız takdirde,
bu işleri yürüten Merkezî Finans ve İhale Biriminin akreditasyonunun
askıya alınması veya iptal edilmesi söz konusu olacak,
onun ötesinde de 2006 yılı finansman programının imza
edilmemesi, yürürlüğe girmemesi söz konusu olabilecektir.
Dolayısıyla, Türkiye, eğer böylesi bir durumla karşılaşacak
olursa, diğer olumsuzlukların yanında, sadece mali
açıdan yaklaşık 1 milyar euronun üzerinde bir yardım
paketinin, bir projeler paketinin askıya alınması veya
ertelenmesi gibi ciddi anlamda bir sorunla karşı karşıya
kalmış olacağız.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; bu nedenle, kanunun bir an önce çıkarılması
takdir edersiniz ki zaruret arz etmektedir. Hâlen, kurumun özel bir
bütçesi ve personel istihdamıyla ilgili kanuni bir düzenleme
olmadığı için eleman istihdamı konusunda da maalesef
güçlükler yaşanmaktadır. Hâlen, kurumda geçici görevli
olarak 80 personel çalışmakta, kurumda çalışan bu
personel maaşlarını kendi kurumlarından almakta,
dolayısıyla kadrolarının bulunduğu kurumlardan
geldikleri kuruma bağlı olarak çalışanlar değişik
maaşlar almaktadırlar. Son derece yoğun bir mesaisi
olan ve ileri düzeyde yabancı dil gerektiren bir işin az sayıdaki
kamu görevlisinin kişisel fedakârlıklarıyla uzun süre
yürütülemeyeceği açıktır. Nitekim, birimin mevcut
durumuyla ilgili Avrupa Birliği
organları tarafından da sık sık eleştiri konusu
yapılmaktadır. Dolayısıyla, gündemdeki tasarının
kanunlaşmasıyla, sadece birimin bütçe ve personel teminine
ilişkin sorunları çözülmekle kalmayacak, Avrupa Birliği
mali yardımlarının sürekliliğinin temini
açısından da önemli bir adım atılmış olacaktır.
Değerli arkadaşlarım,
tasarıyla kadro ihdası söz konusu olmayıp, birimin
üstlendiği işin tabii bir neticesi olarak geçici görevli
kamu personeli ve kamu kesimi dışından eleman temini
öngörülmektedir. Her iki sınıf personel de sözleşmeli
olarak istihdam edilecek, devlet memurları, birimde görevli
bulundukları sürece, kendi kurumlarından ücretsiz izinli
sayılacaklardır. Birimin personel sayısı için önceden
bir kadro ihtiyacı tespit edilmesi mümkün olmadığından,
ülkemize ayrılan fonların türü ve parasal büyüklüğüne
göre hazırlanan iş yükü analizleri esas alınmaktadır.
Örneğin, 2005 yılı finansman anlaşmasının
imzalanabilmesi için, Birimin personel sayısının 80
kişi olması şart koşulmuş iken 2006 yılı
için bu sayı 100 olarak belirlenmiştir.
Tasarıda geçen "ara yönetici"
deyimi, Birimde hâlihazırda çalışmakta olan kıdemli
finans ve ihale yöneticisi ile sektör koordinatörlerini ifade etmekte
olup bunların sayısı ve nitelikleri, Birimin sorumluluğundaki
programların türüne ve büyüklüğüne göre değişebilmektedir.
Bu yüzden, Mutabakat Zaptı'nda, Birimin organizasyon şemasının,
Avrupa Birliği delegasyonu ve ulusal yetkilendirme görevlisinin,
yani Hazine Müsteşarının eş onayıyla belirlenmesi
esası getirilmiştir. Dolayısıyla, söz konusu unvanlar,
kadro unvanı olmayıp o personelin yaptığı
işin niteliğine göre belirlenen görev unvanlarıdır.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; hemen belirtmeliyiz ki, bu tasarı, Birimin
kuruluş kanunu olmayacaktır. Birim, yukarıda değindiğimiz
gibi, zaten, uluslararası anlaşmayla önceden kurulmuş
olup, bu tasarıyla, bütçe ve personel istihdamına ilişkin
sorunların çözülmesi amaçlanmaktadır. Bilindiği üzere,
bu gibi konuların, uluslararası anlaşmalarla değil
özel kanunlarda düzenlenmesi gerekmektedir.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; biraz önce ifade ettim, bu kanun çıkmadığı
takdirde ve Ek Mutabakat Zaptı'nın gerekleri yerine getirilmediği
takdirde, Avrupa Birliği yardımlarını idare
eden, yöneten Merkezi Finans ve İhale Biriminin Avrupa Birliği,
Avrupa Konseyi tarafından akreditasyonunun iptal edilebileceğini
veya askıya alınabileceğini ifade etmiştim. Bu
sakıncanın dışında, değerli arkadaşlarım,
akreditasyon bir şekilde iptal edilmese ve finansman anlaşmaları
imzalanmaya devam edilse bile, tasarının genel gerekçesinde
de açıklandığı üzere, hâlihazırda Birimin idari
giderleri Avrupa Birliği tarafından sağlanan bir hibe
kapsamında karşılanmakta olup, hibe sözleşmesinin
süresi de 30 Eylül 2007 tarihinde sona ermektedir. Bu açıdan,
bu kanun çıkmadığı takdirde ve akreditasyon da askıya
alındığı takdirde, Birim, idari giderlerini karşılayabileceği
bir bütçeye kavuşamaması hâlinde, bu tarihten sonra fiilen
çalışamaz hâle gelecektir ve dolayısıyla, bu zamana
kadar 1,3 milyar euroluk bir yardımı yöneten ve yine, bu zamana
kadar 400 ihale gerçekleştiren, 1.960 adet sözleşme imzalayan
kurumun da maalesef görevleri sıkıntıya girebilecektir.
İşte, açıklanan bu nedenlerle,
yüce Meclisimizin gündeminde bulunan tasarının bir an evvel
kanunlaşması, ülkemizin mali çıkarları ve Avrupa
Birliğiyle olan ilişkiler açısından hayati önem
arz etmektedir.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; Merkezî Finans ve İhale Birimi bugün itibarıyla
837,4 milyon euroluk fonun yönetiminden sorumlu olarak görev yapmaktadır.
Birimin sorumluluğundaki fonların toplamı, biraz önce
de ifade ettiğim gibi, 2006 yılı finansman anlaşmasının
imzalanmasıyla birlikte yaklaşık 1,3 milyar euroya
ulaşacaktır.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; ifade etmeye çalıştığım
tüm bu gerekçelerle, Merkezî Finans ve İhale Birimimizin özel
bir bütçeyi haiz olması ve personel çalıştırmasıyla
ilgili düzenlemeyle ilgili olan bu kanunun bir an önce yasalaşması,
Avrupa Birliğiyle olan ilişkilerimiz ve Avrupa Birliğinden
elde ettiğimiz yardımlar açısından zaruret arz etmektedir.
Eğer bu kanun biraz daha gecikecek olursa, çok ciddi anlamda
sıkıntılar ortaya çıkabilecektir.
İşte tüm bu nedenlerle,
bu kanunun iktidar ve muhalefetimizin gayretleriyle, destekleriyle
çıkmasını, bir an önce çıkmasını ve yürürlüğe
girmesini arzu ediyoruz. Katkıda bulunan bütün gruplarımıza,
milletvekillerimize
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Ceylan, konuşmanızı tamamlayınız.
MEHMET CEYLAN (Devamla) - Kanunun
çıkmasında emeği geçen bütün kuruluşlara,
başta Bakanlığımız olmak üzere, Hazine Müsteşarlığımıza,
Merkezî Finans İhale Kurumumuza ve destek verecek olan iktidarımıza,
muhalefetimize teşekkür ediyorum.
Bu kanunun ülkemiz için, Merkezî
Finans İhale Kurumumuz için ve Avrupa Birliği ilişkilerimiz
açısından hayırlı olmasını diliyor, hepinize
saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Ceylan.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, saat 14.30'da toplanmak üzere, birleşime
ara veriyorum.
Kapanma Saati:
13.04
İKİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 14.33
BAŞKAN
: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP
ÜYELER : Harun TÜFEKCİ (Konya), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 113'üncü Birleşiminin
İkinci Oturumunu açıyorum.
1428 sıra sayılı Kanun
Tasarısı üzerindeki görüşmelere kaldığımız
yerden devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Tasarının tümü üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili
Onur Öymen.
Sayın Öymen, buyurun efendim.
CHP GRUBU ADINA ONUR ÖYMEN (İstanbul)
- Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; Merkezi
Finans ve İhale Biriminin İstihdam ve Bütçe Esasları
Hakkında Kanun Tasarısı hakkında Cumhuriyet Halk
Partisi Grubunun görüşlerini yüce Meclise arz etmek üzere söz
almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce Meclisi saygılarımla
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, ilk
bakışta, gündemimizdeki bu yasa teknik bir mesele gibi gözükebilir.
O bakımdan, değerli arkadaşlarımın da daha önce
bu kürsüde söyledikleri gibi, teknik açıdan bunu değerlendirmek
kabildir. Bunu yapmak lazım, bunu yapacağız. Ama, bundan
ibaret değil mesele. Bu yasa çerçevesinde şimdiye kadarki
gelişmeler nasıl oldu, ne gibi sorunlar yaşadık
ve bütün bu çalışmalar hangi genel çerçeveye oturuyor buna
bakmak lazım.
Bir kere, Çok Değerli Bakana
sormak istiyoruz. Bu yasanın özünü teşkil eden Türkiye Cumhuriyeti
Hükûmetiyle Avrupa Birliği Komisyonu arasındaki Mutabakat
Zaptı ve ulusal fonun kurulmasına ilişkin Mutabakat
Zaptı, Bakanlar Kurulu tarafından 24 Şubat 2003 tarihinde
imzalanmış. O tarihten bugüne kadar bu yasayı niçin
Meclise getiremedik acaba? Bu yasal düzenlemeyi şimdiye kadar
niçin yapamadık? Değerli arkadaşım Mehmet Ceylan,
biraz önce söyledi, "Çok sıkıntılı bir durum
var, bunu bir an önce geçirmemiz lazım" dedi. Doğrudur,
ama, bu kadar zamanı acaba niçin boşa harcadık?
Değerli arkadaşlar,
şimdi, uygulamada ne oldu? Yani, bu yasayı zamanında
geçiremediğimiz için ne oldu size söyleyeyim: Mevzuatımız
yeterince düzenlenemediği için, bu alanda görevlendirdiğimiz
bazı devlet görevlilerinin maaşını Avrupa Birliği
ödedi biliyor musunuz? Türkiye Cumhuriyeti'nin memurlarının
bir bölümünün maaşını uzunca bir süre Avrupa Birliği
bütçesinden ödediler. Olacak iş değil! Türkiye Cumhuriyeti'nde
biz böyle bir şeyi ne zaman yaptık? Ne zamandan beri devlet
görevlilerimizin maaşlarını, ücretlerini yabancılara
ödettik? İşte, bu yaşanmıştır. Niçin?
"Efendim, mevzuat müsait değil." Başka? "Efendim,
başka ülkelerde de var böyle yöntemler. İşte, biz onları
uygulamak zorundayız Türkiye'de, onun için bu kuruluşu meydana
getirdik." Çok güzel! Bu kuruluşun esas işi ne? Avrupa
Birliğinden gelen paraları Türkiye'de nasıl kullanacağız,
nasıl ihale yapacağız, bu ihalelere kim katılacak,
hangi koşullarda katılacak falan
Onunla ilgi başka
bir düzenleme yüce Meclisten geçti. Bu konuyu görüşürken, Meclis
Dışişleri Komisyonunda, bir de baktık ki değerli
arkadaşlarım, öyle bir sistem kuruluyor ki, Avrupa Birliğinin
parasıyla ve aynı zamanda Türk Hükûmetinin de katkısıyla
oluşturulacak fonlardan yararlanarak proje üstlenecek yabancı
firmalar varsa, bu yabancı firmalar hiç vergi ödemeyecek; ne gelir
vergisi ödeyecek ne katma değer vergisi ödeyecek, ama Türk firmaları
yararlanacaksa, onlar hem gelir vergisi ödeyecek hem de katma değer
vergisi ödeyecek. Dedik: "Böyle bir şey olabilir mi?" Yani,
bu kadar haksız bir rekabet ortamı yaratabilir miyiz?
Doğrudan doğruya Türk firmalarına zarar verecek böyle
bir sistemi siz nasıl yaparsınız? "Efendim, işte
uygulama öyledir, böyledir filan." dediler. "Peki, diğer
aday ülkelerde de böyle bir uygulama olmuş mu, orada nasıl
olmuş bu iş?" dedik. "Efendim, işte inceledik."
dediler. Orada hem Avrupa Birliği firmaları hem de kendi
ülkelerinin firmaları, yani Polonya firması, Çek firması
filan hepsi vergiden muaf. Yani, bir Polonya firması Avrupa
Birliği parasıyla bir iş yapacaksa vergiden muaf olacak,
ama Türk firması yapacaksa vergisini ödeyecek. Bir tek Türkiye.
"Başka hangi ülke bunu yapıyor?" dedik, başka
hiçbir ülkeyi çıkaramadılar ve bu vesileyle şunu da
üzüntüyle söyleyeyim ki, bu işlerin yürütülmesinde çeşitli
kuruluşlarımız arasında bazı önemli görüş
ayrılıkları, yaklaşım farklılıkları
olduğuna da gördük.
Şimdi, değerli arkadaşlar,
bu konunun fazla ayrıntısına girmek istemiyorum, birkaç
önemli konuda söyleyeceklerim var, ama bu konuyla ilgili olarak
şunu belirtmek istiyorum: Avrupa Uyum Komisyonunda bu iş
görüşüldükten sonra, değerli arkadaşımız Sayın
Gaye Erbatur bir muhalefet şerhi notu imzalamıştır.
Tavsiye ediyorum -önünüzdeki belgeye eklidir- lütfen okuyunuz. Göreceksiniz
ki, hazırlanan bu yasa tasarısı bizim devlet usullerimizle,
devlet geleneklerimizle hiç bağdaşmamaktadır. Yani,
başlangıçta, eski metinde "Merkezi Finans ve İhale
Birimi Türk idare sisteminin tamamlayıcı bir parçasıdır."
diyoruz, şimdiki metinde, hayır öyle demiyoruz, Merkezi
Finans ve İhale Birimi Hazine Müsteşarlığına
bağlı bir birim olacak... Yani, nasıl olacak, bu nasıl
bağlı olacak? Belli değil. Hazinenin bir birimi mi olacak?
Öyle bir ifade yok. Hazinenin bir genel müdürlüğü mü olacak? O
da belli değil. Yani devlet memuru mu olacak bunun yöneticileri?
Hayır, o da olmayacak, sözleşmeyle gelecekler.
Yani o kadar çok hüküm var ki bunun
içinde bizim devlet anlayışımızla bağdaşmayan,
devlet sistemimizle bağdaşmayan, başka benzeri kuruluşlarımızda
örneğini bizim bulamadığımız. Birçok aykırılıklar
var devlet sistemimize. Bunlardan, en önemlilerinden bir tanesi
şu: Hazinenin destek birimi değil, hizmet birimi değil,
tüzel kişiliği yok; yani bu gibi eksikleri olan bir kuruluşu
meydana getiriyoruz, hayata geçiriyoruz; denetimle ilgili hüküm
yok. Yani bunların kimin tarafından denetleneceği
tam olarak açık değil. Denetimle ilgili açık bir düzenlemeye
de yer verilmemiş.
Şimdi, değerli arkadaşlarım,
bu konunun teknik ayrıntıları için daha fazla zamanınızı
almak istemiyorum. Böyle bir birim kurulması gerektiğini
biz de biliyoruz, ilke olarak buna karşı değiliz, ama
biz isterdik ki, bir, bunu zamanında yapalım, dört seneyi
boşa harcamayalım ve bu süre içinde bu çalışmaları
düzenli bir biçimde yürütelim. İki, yaptığımız
iş Anayasa'mıza, devlet anlayışımıza,
devlet personeliyle ilgili düzenlemelerimize uygun olsun. Bu da
değil maalesef. Yani, yapılan iş hem geç yapılmıştır
hem eksik yapılmıştır hem de yanlış yapılmıştır
maalesef.
Ama işin esasına gelelim.
Değerli arkadaşlar,
şimdi bizim burada konuşmamız gereken bu meselenin
aslıdır. Meselenin aslı şudur
Zannediyorum ki
çok değerli milletvekillerimizi de ilgilendiriyor bu, onların
da dinlemekten öğrenecekleri bazı unsurlar olabilir.
Şimdi, burada, Avrupa Birliğinden
sağlanan hibeler nasıl hayata geçirilecek, nasıl kullanılacak
filan, bunu tartışıyoruz. Esas konuşmamız gereken
şu: Türkiye'ye Avrupa Birliği ne kadar mali katkıda bulunuyor
ve diğer ülkelere, benzeri ülkelere ne kadar katkıda bulunuyor?
Bir bakalım.
Şimdi, bizim komşumuz Yunanistan
var biliyorsunuz. 1981 yılında üye oldu. Yunanistan Avrupa
Birliğinden kaç para aldı? Yunanistan 1981 yılından
bu yana Avrupa Birliğinden tam 84 milyar euro para almıştır,
84 milyar! Türkiye'nin onda 1'i kadar nüfusu var. İspanya ne kadar
almıştır? 110 milyar euro. Türkiye ne kadar almıştır
bu süre içinde? Türkiye'nin 1963 yılından 2005 yılının
sonuna kadar, kırk iki yılda aldığı para toplam
1 milyar 700 milyon eurodan ibarettir. Yani bu, gerçekten, son derece
hazin bir tablodur. Bunu savunmak kabil değil. Bu, bugünün meselesi
değil. Yani bu, birikimin sonucudur ve Türkiye'nin nasıl bir
muameleye maruz kaldığını gösteriyor.
"Şimdi, onları bırakalım efendim, onlar üye ülkedir,
biz üye değiliz filan."
Peki, diğer aday ülkeler ne almış,
bakalım. Görüyoruz ki, on tane üye var, yeni üye olan. Bunlar, adaylık
döneminde, 1990 yılından 2005 yılına kadar
Bunların
nüfusu toplam 75 milyon, yani, Türkiye'nin nüfusu civarında,
bizimki de 73 milyon. 75 milyonluk aday ülkeler toplam olarak 31 milyar
251 milyonluk bir hibe katkısı almışlar. Türkiye'nin
aldığı para toplam 1 milyar 702 milyon, demin de söylediğim
gibi. Demek ki, değerli arkadaşlar, bu konuda ciddi bir mesele
var karşımızda.
Şimdi denilebilir ki:
"Efendim, işte, onlara o kadar vermişler, bize bu kadar
vermişler, uğraştık, daha fazlasını alamadık,
ne yapalım." Öyle değil. Bu, doğrudan doğruya,
Türkiye'nin üyeliğiyle ilgili bir meseledir değerli arkadaşlar.
Dikkatle incelerseniz, Avrupa Birliğinin 2004 yılının
Aralık ayında aldığı zirve kararını
dikkatle okursanız, orada şöyle ifadeler var, -diğer unsurları
çok söyledik burada, onları bırakıyoruz- deniyor ki:
"Türkiye, Avrupa Birliği bir mali reform yapmadan üye olamaz.
Bu da, 2014 yılından önce olamaz." Yani şunu demek
istiyor: "Siz bütün yükümlülüklerinizi yerine getirseniz,
her şeyi yapsanız, biz mali reform yapmadan, sizi üye yapmayacağız."
Acaba niçin? Çünkü, size verecek paraları yok, mesele bu kadar
açık, bu kadar basit.
Avrupa Birliğinin bütçesi,
yaklaşık 125 milyar eurodur ve bu bütçenin özlü biçimde artırılmaması
konusunda da ilke mutabakatları var. Şimdi, Türkiye bugün üye olsa, Avrupa
Birliğinin bütçesinden yaklaşık 16 milyar euro para
alacak, yaklaşık 5,5 milyar euro Avrupa Birliği bütçesine
katkıda bulunacak, yani, net olarak -kredi, borç filan değil,
doğrudan doğruya Avrupa Birliğinin bütçesinin katkısı
olarak- Türkiye'ye yılda 11,5 milyar euro para verilecek. Bunun
8,5 milyar eurosu da tarım sektörüne gidecek.
Değerli arkadaşlar, Avrupa
Birliğinde bu parayı verecek kaynak yok. Onun için size diyorlar
ki: "Biz mali reform yapacağız, yani, bugünkü usulleri
değiştireceğiz, size bugün vermemiz gereken parayı
vermeyeceğiz ve o nedenle, ancak, size çok daha düşük bir
para verebileceğimiz bir duruma gelirsek, o zaman bakacağız."
Yani, Türkiye'nin üyeliğine karşı çıkanların
her zaman dile getirmedikleri, ama, bu gibi belgelerden okuduğumuz
gerçekler bunlardır. Biz, böyle teknik meselelerle, teknik belgelerle
boğuşurken, bu meselenin özünü gözden uzak tutamayız.
Bir şeyi daha size söyleyeyim:
Aynı zamanda Dünya Ticaret Örgütünde ne olduğuna bakacaksınız.
Doha'da Dünya Ticaret Örgütünün aldığı karar, 2014
yılına kadar tarım sektörüne yapılan katkıların
azaltılacağını, hatta, mümkünse sıfıra
indirileceğini söylüyor. Yani, demin size söyledim, şimdi,
Türkiye bugün üye olsa, bizim çiftçimizin cebine, aynen, Yunan çiftçisinin,
Polonya çiftçisinin, Bulgar çiftçisinin cebine girdiği gibi
çok büyük bir katkı girecek, borç filan değil, kredi değil,
Avrupa Birliği parası olarak bir katkı girecek 8,5 milyar.
Ama, bir taraftan da öyle bir sistem geliştiriliyor ki Dünya Ticaret
Örgütünde, bu katkılar tamamen sıfıra indiriliyor,
o da 2014 yılında. Tesadüf o ki, bizim zirve kararında
da "2014 yılından önce Türkiye üye olamaz." deniliyor.
İşte, bunları, bizim burada konuşmamız lazım
değerli arkadaşlarım, yüce Mecliste bunları konuşacağız.
Üyeliğimizin önündeki bu engelleri konuşacağız.
Bunlar bizim meselelerimiz.
Şimdi, bununla bitmiyor. Yeni
bir gelişme var. Bazı arkadaşlarımız bunu biliyor,
Avrupa Uyum Komisyonunda üye olanlar, ama, zannediyorum ki, yüce
Meclisin önünde bunlar tartışılmadı. Şimdi,
önümüze her gün yeni bir engel çıkarılıyor. En son
çıkarılan engeli müsaade ederseniz size arz edeyim. O da
şudur: Almanya, kısa bir süre önce, bir çerçeve kararı
tasarısı sundu Avrupa Birliği Konseyine, Parlamento
filan değil, doğrudan doğruya Avrupa Birliğinin
icra makamına. İlk başta bakıyorsunuz, ne diyor
bu tasarı: Efendim, bu tasarı, ırkçılıkla mücadele,
yabancı düşmanlığıyla mücadele, Yahudi
düşmanlığıyla mücadele
Bunlara itirazımız
yok, ama bir hüküm daha koymuş. O da şu: "Soykırımı
inkâr edenleri hapis cezasına çarptıracaksınız"
diyor. Ve bütün AB ülkelerini bağlayacak bir karar bu. Burada
konuştuk, Fransız meclisinin aldığı kararı
hepimiz oy birliğiyle takbih ettik, çok şiddetle tepki gösterdik.
Bu, Fransa'ya özgü olmayacak. Bu tasarı kabul edilmek üzere
şu sırada. Kabul edildiği anda, bütün Avrupa Birliği
ülkeleri soykırım iddiasını inkâr edenleri cezalandırmak
zorunda kalacaklar, bunun için ceza kanunlarını değiştirmek
zorunda kalacaklar.
Değerli arkadaşlar, bunları
konuşmak zorundayız. Ve bunu yaparken çok önemli bir noktaya
dikkatinizi çekeyim -Meclis zabıtlarına bunu mutlaka
kaydettirmemiz lazım ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi bunun
farkında değil miydi demesinler- uluslararası alanda
soykırım konusundaki en temel belge olan 1948 tarihli Soykırımı
Önleme Sözleşmesi'ni tamamen devre dışı bırakıyorlar.
Buna hiçbir atıf yok. Öyle anlaşılıyor ki, Türk
Hükûmeti teknik düzeyde "Aman ne yapıyorsunuz! İşte,
bunun esası 1948 Sözleşmesi'dir. Bunu mutlaka buraya yazmanız
lazım." diye itirazda bulunmuş, ciddiye almamışlar
Türkiye'nin itirazını. Tek bir satırla, tek bir cümleyle
bahsetmiyorlar bundan.
Neticede ne olacak? İşte,
Fransa gibi ülkelerin parlamentolarında aldıkları
sözde soykırım iddialarına dayanarak, üye ülkeler,
"soykırım olmamıştır" diyenleri cezalandırma
yoluna gidecekler.
"Efendim, Ermeni demiyor."
Ermeni demiyor, ama Ermeni meselesini de kapsayacak şekilde
kaleme alınmış. Nereden biliyoruz? Çünkü, 1948 Sözleşmesi'ne
atıfta bulunsa bu Ermeni iddialarını dışarıda
bırakıyor. Çünkü, uluslararası hukuk, millî hukuk gibi,
makabline şamil olmuyor, geçmişe geçerli olmuyor. Halbuki,
bu, hazırlanan metin, doğrudan doğruya geçmişe de
geçerli oluyor, yani geçmişteki soykırım iddialarına
da geçerli oluyor. İşte, biz, Avrupa Birliğinin Ankara'daki
temsilcisini davet ettik, bazı büyükelçileri davet ettik, Avrupa
Birliği Uyum Komisyonu olarak çalışıyoruz, ama tatile
girmeden yüce Meclisin bilgisine bunu getirmek istedik.
Yani, neticede ne olacak? Bu metin
kabul edildiğinde -belki bir iki aya kadar kabul edilecek- Avrupa
hukukunun bir parçası olacak ve siz, üye olmak istediğiniz
zaman, üyelik sürecinde karar aşamasana geldiğiniz zaman
size diyecekler ki, bak, Avrupa hukukunun tamamını kabul
etmek zorundasınız, bunu da kabul edeceksiniz, yani soykırımın
inkârını siz de yasaklayacaksınız Ceza Kanunu'nuzda.
Yani, Fransa ne yaptıysa, Türkiye de onu yapmak zorunda kalacak.
Bunun daha ayrıntıları var, girmiyorum; millî mahkeme
kararına bağlıyorlar, bu da 1948 Sözleşmesi'ne aykırı.
Yani, değerli arkadaşlarım,
biz, zamanımızı bu işlere ayırmak zorundayız.
Meclisin son günlerini, biz, zannediyorum ki, bu gibi konuları
tartışmaya ayırsak çok isabetli bir iş yapmış
olurduk. Çok değerli arkadaşım Yaşar Yakış
büyük bir titizlikle bu konuyu takip ediyor, kendisine teşekkür
ediyorum bu vesileyle, ama, bu, hepimizin sorunudur, hepimizin konusudur
ve zannediyorum ki, biz Meclis olarak bunların üstüne gideceğiz.
Bunu yapmıyoruz. Ne yapıyoruz? Alelacele bir Anayasa değişikliği
yoluna gidiyoruz. Bu konu benim şu andaki konuşmamın
konusu değil, değerli arkadaşlarım da görüşlerimizi
çok iyi bir şekilde, ayrıntılı bir şekilde anlattılar,
onlara bir şey söylemeyeceğim. Yalnız, çok değerli
Adalet ve Kalkınma Partisi sözcüsü arkadaşım dünyadan
örnekler verdi, işte, halkın cumhurbaşkanını
seçtiği ülkelerden örnekler verdi filan.
Şimdi, bu vesileyle, mademki
dünyadan bahsediyoruz, müsaade ederseniz size bir cümleyle şunu
hatırlatayım: Türkiye Büyük Millet Meclisinin seçim kararı
aldıktan sonra Anayasa değişikliği yoluna gitmesinin
dünyada bir tane örneği yoktur. Biz çok aradık, bulamadık.
Seçim kararı almış bir parlamentonun anayasa değişikliğine
gittiğinin örneğini biz bulamadık. Siz bulursanız
lütfen bize de söyleyin, bizim de irfanımız artmış
olur, biz de öğrenmiş oluruz. Bu gibi konularda, daima, gelecek
parlamentoya bırakılır görev. Bırakınız
anayasa değişikliği gibi konuları, önemli ihaleler
yapmazlar hükûmetler. Bırakınız onu, hükûmetler, siyasiler
devlet parasıyla uçağa binmezler meclis seçim kararı
aldıktan sonra. Bu kadar titizlikle hareket edilir, çünkü, yetki,
artık, belli ki, kısa bir süre sonra oluşturulacak meclise
aittir.
Şimdi, biz, bunları bilmeden,
bunları düşünmeden, alelacele, gece yarısı çalışmalarıyla
Anayasa değişikliğine gidersek, şunu biliniz
-içeriği hakkında çok şey söylendi, daha da söylenecek
ama, şunu bilhassa tescil ettirmek istiyorum, vatandaşlarımızın
da bilgisine sunuyorum ki- dünyada bir tek örneği yoktur. Artı,
gene, arkadaşım, halkın doğrudan seçtiği ülkelerden
bahsetti Avrupa'da ve bu arada, Fransa'dan bahsetti.
Değerli arkadaşlarım,
size bu konuda da kısa bir bilgi vereyim. Bahsettiği Fransa
Anayasası, 1958 tarihli İkinci Cumhuriyet Anayasası'dır
ve Fransız hukukçularının oy birliğiyle belirttiği
görüş şudur: Bütün Avrupa ülkeleri arasında en antidemokratik
anayasa Fransız Anayasası'dır. Niçin? Çünkü, öyle yetkiler
vermişler ki o zaman De Gaulle Cumhurbaşkanı olacak diye,
hiçbir uygar ülkede, hiçbir demokratik ülkede örneği yok. Dilediği
zaman meclisi feshediyor, altı ay süreyle Fransa'yı kararnamelerle
idare ediyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun, konuşmanızı
tamamlayınız.
ONUR ÖYMEN (Devamla) - Tamamlıyorum.
1958 Anayasası çerçevesindeki
bu yetkilerini De Gaulle'ün kullanmasına ramak kalmıştı
68 olayları sırasında, gitti Almanya'ya, oradaki Fransız
Birlikleri Komutanı Massu'yle konuştu. Doğrudan
doğruya askerî idare kuracaktı Fransa'da, bu Anayasa'ya dayanarak.
Onun için, katiyen zannetmeyin ki, halkın seçtiği, doğrudan
doğruya cumhurbaşkanını seçtiği rejimler
çok demokratik rejimlerdir, fakat, parlamentonun seçtiği rejimlerin
demokrasiyle alakası yoktur. Hiç doğru değil.
Bu arada, bir son cümle olarak
şunu da söyleyeyim: Değerli arkadaşlar, bütün ülkeleri,
büyük ve küçük, müttefik olan ve olmayan, bütün ülkeleri uyarıyoruz:
"Türkiye'deki iç politika tartışmalarına lütfen
karışmayın; lütfen, bunların dışında
kalın." Kalkıp da, yabancı ülkeler, Türkiye'de Anayasa
öyle mi olsun, böyle mi olsun, bu konuda, lütfen görüşlerini
kendilerine saklasınlar, bu konuda Türkiye Büyük Millet Meclisi
karar verir, Türk halkı karar verir. (CHP sıralarından
alkışlar) Biz, yabancıların telkiniyle, teşvikiyle,
önerisiyle Anayasa değiştirecek bir millet değiliz.
Onun için uyarıyoruz: Hiç kimse Türkiye'ye neyi nasıl yapacağını
öğretmeye kalkmasın, hiç kimse Türk halkına kime oy vereceğini
söylemeye kalkmasın. Türk halkı bunu çok iyi bilir ve ben inanıyorum
ki, bu Mecliste görev yapan hiçbir milletvekili yabancıların
desteğiyle seçilip bir kere daha bu koltuklara oturmak istemez.
Bu görüşlerimi de bu vesileyle ifade etmek istiyorum.
Bizim tavrımız, bu yasayla
ilgili bu söylediğim nedenlerle bellidir. İlke olarak,
böyle bir kurumun kurulmasına karşı değiliz. Biz
de oy verirdik; eğer, bizim devlet sistemimize, personel rejimimize,
Anayasa'mıza uygun bir metin olarak hazırlanmış olsaydı.
Bu vesileyle, değerli arkadaşlarım,
yüce Meclise en içten saygılarımı sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Şahsı adına, Batman
Milletvekili Afif Demirkıran.
Buyurun Sayın Demirkıran.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
AFİF DEMİRKIRAN (Batman)
- Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım;
Merkezi Finans ve İhale Biriminin İstihdam ve Bütçe Esasları
Hakkında Kanun Tasarısının geneli üzerine
şahsım adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Değerli Büyükelçi Onur Öymen Beyefendi, biraz
önce bir cümle kullandılar, dediler ki: "Dünyanın hiçbir
parlamentosunda seçim kararı alındıktan sonra anayasa
değişikliği, böyle bir şeyi biz aradık, bulamadık,
vaki değildir."
Ben de buna şu şekilde mukabelede
bulunmak istiyorum: Dünyanın hiçbir parlamentosunda -bizim
de tespitlerimize göre- "seçilir" ile "toplanır"
sayılarının eşteş olduğu, yani, herkesin
"184" olarak öngördüğü
Anayasa Mahkemesi kararını
vermiş, onun için burada yorum yapabilme hakkımız var.
Her ne kadar saygıyla uyguladık, ancak bütün hukukçular,
bütün Anayasa hukukçuları "184" olarak toplantı
sayısını öngörmekte iken, Anayasa Mahkemesi aksine
karar verdi. Bir başka parlamentoda da bir başka dünya parlamentosunda
da böyle bir husus yoktur, ben de bunu ifade etmek istiyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
CAVİT TORUN (Diyarbakır)
- "Seçilir" kelimesi ile "toplanır" kelimesi
birbirine karıştı.
AFİF DEMİRKIRAN (Devamla)
- Evet, yani "seçilir" ile "toplanır" veyahut
da "karar" ile "toplantı yeter sayıları"nın
aynı olması hususu.
RASİM ÇAKIR (Edirne) - Burhan
Kuzu'nun dışında hiç kimse öyle bir şey demedi.
AFİF DEMİRKIRAN (Devamla)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; esasen, kanunlaşmasını
beklediğimiz tasarı, Merkezî Finans ve İhale Biriminin
kuruluşuna ilişkin bir tasarı değildir, bir kuruluş
kanunu söz konusu değildir. Zaten kurulu bulunan ve beş
yıldır hizmet veren bir kurumun personel yapısının
güçlendirilmesi, kendi bütçe imkânlarına sahip olması ve
böylece, AB mali yardımlarının maksimum ölçüde kullanılabilmesi
için yapılması gereken düzenlemeler söz konusudur.
AB mali yardımları derken,
Türkiye-AB ilişkilerine baktığımız zaman, bu
mali ilişkilerin üç dönem hâlinde tesis edilmiş olduğunu
görüyoruz. Bir tanesi, gümrük birliği öncesi Türkiye verilen
yardımlar, yani 1963-1995 yılları arası.
Miktarına baktığımız
zaman, kredi ve hibelerin toplamı -taahhüt edilen- 1,6 milyar
dolar. Biraz önce, Değerli Büyükelçim, Değerli Milletvekilim
ifade etti toplamı, ama ben de bölümlere, periyotlara bölerek
ifade edeyim: Ancak 1 milyar doları kullanılmış.
Bu da Ankara Anlaşması Ek Mali Protokolü çerçevesinde yürütülmüş.
Gümrük Birliği dönemine geldiğimizde,
yani 1996-1999 yılları arasında Ortaklık Konseyi
kararıyla, Gümrük Birliği sonrasında Türkiye'ye AB
bütçe kaynaklarından ve Topluluğun Akdeniz ülkelerine
yönelik programından kredi ve hibe yapılması öngörülmüştür.
Taahhüt edilen miktar 2 milyar 275 milyon avro, kullanılan ise
sadece 690 milyon avro. Bu, ağırlıklı olarak Yunanistan
vetosu nedeniyledir.
Adaylık dönemi: Katılım
Öncesi Mali Protokol, malumunuz olduğu gibi, Avrupa Birliğinin
10-11 Aralık 1999 tarihinde gerçekleştirdiği Helsinki
Zirvesi'nde ülkemizin tam üyeliğe adaylığının
kabul edilmesiyle Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri yeni
bir sürece girmiştir ve buradaki mali yardımlar, MEDA programı
çerçevesinde oluşturulmuş ve bu mali programın 2002,
2003, 2004 yıllarındaki gerçekleşmeleri, 2005 yılında
imzalanan ve fakat henüz sözleşmeye
bağlanmayan miktarı ve 2006 yılı -henüz imzalanmamış,
ki, imzalanması için bu biraz önce ifade ettiğimiz ve
şu anda görüştüğümüz kanunun çıkması gerekiyor-
ile beraber 1,3 milyar dolarlık bir miktara tekabül etmektedir.
Değerli arkadaşlar, 2007
yılından itibaren 2013 yılına kadar Avrupa Birliğiyle
mali işbirliğimiz bir "Katılım Öncesi Mali
Yardım Aracı" İngilizce kısaltılmış
ismiyle IPA dönemine girmiş bulunuyoruz. 2010 yılına
kadar her sene alacağımız miktar aşağı yukarı
belirlenmiş bulunup, 2 milyar 250 milyon dolardır ortalama.
Yani, 500 milyon dolardan başlayıp artan bir seyir ile toplam
2 milyar 250 milyon dolara baliğ olacaktır. Ancak, 2013
yılına kadarki Avrupa Birliğinin katılım öncesi
mali yardımı toplamı 11,4 milyar dolardır. Bu, Türkiye'nin
yanı sıra, Hırvatistan, Arnavutluk, Bosna-Hersek,
Sırbistan-Karadağ ve Makedonya'yı kapsamaktadır.
Eğer, mali bünyemizi güçlendirir, kurumlarımızı
doğru dürüst çalışır vaziyete getirir, eleman takviyesi
yaparsak bu mali yardımdan maksimum seviyede istifade edebilme
imkânımız var, önü açıktır. Ne kadar çok proje üretebilirsek
o kadar çok kullanabilme imkânı var. Öngörü, ortalama yıllık
600 milyon dolar civarında olmakla beraber -ki, bu 4 milyar dolar
civarında bir rakama baliğ oluyor- ben, arkadaşlarımızla
yapmış olduğumuz görüşmelerde de 5-6 milyar dolarını
rahatlıkla, hatta daha fazlasını da rahatlıkla
kullanabilme imkânında olduğumuza inanıyorum.
Tabii ki, Avrupa Birliğiyle
ilişkilerde mali yardım her şeyin başında değil.
Biraz önce Sayın Öymen, uzun bir süre içinde çok az bir miktar yardımın
kullanılabildiğini ifade ettiler. Yani, biz zamanında
eğer Avrupa Birliğine üye olabilmiş olsaydık,
İspanya'nın, Yunanistan'ın, diğer ülkelerin almış
olduğu yardımlar kadar biz de alacaktık. Ha, ileride
olabilecekmiş o da ayrı. Bu, biraz önce ifade ettiğim
5-6 milyar avroluk yardımı kullanabilecek miyiz o da ayrı.
Ama, burada önemli olan, bir hedef konmuştur, ulusal bir hedeftir,
Avrupa Birliğine üyeliktir. Yardımlar vesaire ikinci planda
gelir. Ama, mademki bu yola çıkmışız, mademki kurumsal
yapımızı ona göre adapte edeceğiz, mademki bölgeler
arasındaki farklılıkları ortadan kaldıracağız,
mademki istihdamı artıracağız, mademki sınır
ötesi komşularımızla çeşitli projeler geliştireceğiz,
o zaman, bunu bihakkın yapmak lazım, buna göre organize olmak
lazım ve Merkezî Finans ve İhale Birimini de buna göre güçlendirmek
lazım, kendi bütçesine kavuşturmak lazım, kendi personel
alımını sağlamak lazım.
Şu anda burada çalışan,
bu kurumda çalışan personel aşağı yukarı
80 civarındadır. Bu rakam, esasen, o yılki yardımların,
mali yardımların miktarı ve karakteriyle bağımlı
olarak artırılmaktadır. Mesela, 2006 yılındaki
paket için, 100 tane eleman öngörülmektedir. Ancak, elemanların
her birisi değişik kurumlardan gelmiş, burada istihdam
edilmiştir. Çünkü, kendi ücretlerini kendi kurumlarından
almış oldukları için, her birinin değişik ücretleri
var, her birinin değişik statüsü var. Eğer, biz, bu kanunu,
bugün, burada yüce Parlamentonun oylarıyla geçirir isek, hem
mevcut orada çalışan arkadaşlarımız kendi kurumlarında
kadroları kalmak kaydıyla -burada sözleşmeli- buranın
ücretini alabilecekler- Devlet Planlama Teşkilatı, Hazine
Müsteşarlığı, Başbakanlıkta olduğu
gibi- ve ilave, sözleşmeli, kaliteli, iyi lisan bilen gençler
de alınabilecek ve ona göre, biraz önce bahsettiğim, 11,4
milyar avro, -2013 yılına kadarki- Avrupa Birliği katılım
öncesi mali yardımından çok daha fazla istifade edebilme
imkânımız olacaktır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; ben, konuşmamı burada noktalayayım.
Maddeler üzerinde, olayın teknik detaylarına biraz daha
gireceğiz.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Demirkıran.
Şahsı adına, Karabük
Milletvekili Mehmet Ceylan.
Buyurun Sayın Ceylan.
MEHMET CEYLAN (Karabük) - Sayın
Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; bugün,
Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinde, Avrupa Birliğinin
mali kaynaklarından yararlanma noktasında önemli bir kanun
tasarısını görüşmekteyiz.
Daha önce de ifade ettiğim gibi,
Türkiye Avrupa Birliğine aday olduktan sonra, Avrupa Birliğinin
mali yardımlarından yararlanma açısından, Türkiye
ile Avrupa Konseyi arasında imzalanan bir mutabakat zaptıyla,
bu işlerin yürütülmesi, ihalelerin yapılması, sözleşmelerin
imzalanması, tüm bu işlerin yürütülmesi açısından,
Merkezî Finans ve İhale Birimi, Hazine Müsteşarlığına
bağlı olarak 2003 yılında kurulmuş ve bugüne
kadar da görevlerini yürütmektedir.
Ancak, zaman içinde Avrupa Konseyiyle
imzalanan ikinci bir Ek Mutabakat Zaptı'yla, bu alanda görülen
eksikliklerin giderilmesi açısından bazı düzenlemelere
ihtiyaç olduğu ortaya çıkmış ve bu, Türkiye ile Avrupa
Konseyi arasında imzalanan ikinci ek bir Mutabakat Zaptı'yla
da kayıt altına alınmıştır.
Dolayısıyla, Avrupa Birliğinin
Türkiye'den beklediği konu, özellikle Merkezi Finans ve
İhale Biriminin, istihdam ve özel bir bütçeye sahip olması
açısından kanuni bir düzenleme beklenmektedir.
İşte, böylesi bir düzenleme bu zamana kadar yapılamamıştır.
Tabii ki, daha fazla gecikmesi durumunda, bu Birimimizin çalışmasını
da aksatacak ve Avrupa Birliğinden yardımlar konusunda
önemli tıkanmalar yaşanabilecektir.
İşte, bu maksatla bu kanun
tasarısı huzurunuza getirilmiştir. İnşallah,
sizlerin değerli oylarıyla kanunlaştığı
takdirde, Merkezî Finans ve İhale Biriminin görevleri daha
sağlıklı bir şekilde bundan sonra da yapılabilecek
ve Avrupa Konseyi tarafından da akreditasyon sorunu ortadan
kalkmış olacaktır. Aksi takdirde, daha önce de ben ve arkadaşlarımın
ifade ettiği gibi, şu anda 2002 yılından itibaren
bu zamana kadar kullandırılan ve 2006 yılı programıyla
kullandırılacak olan toplam 1,3 milyar dolarlık bir yardımın
da askıya alınması veya kullandırılmaması
gibi ciddi anlamda sıkıntılar söz konusu olabilecektir.
Onun ötesinde, şu anda Merkezî
Finans ve İhale Biriminin bütün harcamaları Avrupa Birliği
tarafından hibe yoluyla sağlanmaktadır ve bu süre de
eylül ayında dolmaktadır. Dolayısıyla, eğer
biz bu kanunu çıkaramazsak veya gecikecek olursa, bu anlamda
da ciddi sıkıntılarla karşı karşıya
kalmış olacağız. Bu açıdan, bu kanun bir an önce
yasalaştırılarak, Merkezî Finans ve İhale Birimimizin
daha sağlıklı bir yapıya kavuşturulması
amaçlanmış bulunmaktadır.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; Değerli Onur Öymen Beyefendi, konuşmasında,
tabii, haklı olarak, kanun tasarısında Birimin Hazine
Müsteşarlığına bağlılığı
konusunda bazı tereddütlerini ifade etti ve onun ötesinde denetim
konusuyla ilgili bazı tereddütlerini ifade etti. Şunu
ifade etmek isterim: Merkezî Finans ve İhale Birimi, özerk bir yapıda
kurulmuştur ve kurulmaktadır. Hazine Müsteşarlığına
sadece idari açıdan bağlı olmaktadır. Yani, Müsteşarlıkla
idari ilişkisi, Birimin fonksiyonel özerkliğine hiçbir zaman
zarar getirmeyecek bir şekilde düzenlenmiş olup, Birim
Başkanının ve diğer çalışanlarının
mutabakat zaptındaki düzenlemelere uygun şekilde atanmalarının
sağlanması, gerekli bütçe kaynağının aktarılması
konularıyla sınırlıdır. Yani, özetle, Hazine
Müsteşarlığına idari açıdan bağlantısı,
ifade ettiğim gibi, sadece bütçe kaynağının aktarılması
konularıyla sınırlıdır. Onun ötesinde, Mutabakat
Zaptı'nda da ifade edildiği şekliyle, birimin görevlerini
ifa ederken, yani ihalelerin yapılması ve sözleşmelerin
imza edilmesi gibi tüm bu işlemlerde, raporlama işlemlerinde,
asla hiçbir makamdan, merciden izin alması gerekmiyor. Bu anlamda,
tam manasıyla fonksiyonel bir özerkliğe sahiptir. Özetle
-tekraren söylüyorum- Müsteşarlıkla ilişkisi, sadece
idari bir bağlantıdır.
Diğer taraftan, kurumun denetimiyle
ilgili bazı tereddütler ifade edildi. Bu konuda da tereddüde
mahal yok değerli arkadaşlarım, çünkü Birimin yönetimindeki
bütün fonların denetimi, yine, ayrı bir mutabakat zaptıyla
kurulmuş bulunan Hazine Müsteşarlığı bünyesindeki
ulusal fon kayıtları üzerinden Sayıştay tarafından
gerçekleştirilmektedir. Yani, kurumun denetimsiz kalması
gibi bir konu asla söz konusu değil, Sayıştay tarafından
denetimi söz konusudur. Yine, bu Birimin tasarının kanunlaşmasıyla
kavuşacağı bütçe kaynağı da idari açıdan
bağlı bulunduğu Hazine Müsteşarlığı
bütçesinden karşılanacağından dolayı, aynı
kapsamda denetime tabidir.
Değerli arkadaşlarım,
bu duygu ve düşünce içinde, kanun tasarısının, tekrar,
Merkezî Finans ve İhale Birimimize, ülkemize hayırlı
olmasını diliyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Tasarının maddelerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul
etmeyenler
Kabul edilmiştir.
1'inci maddeyi okutuyorum:
MERKEZİ
FİNANS VE İHALE BİRİMİNİN İSTİHDAM
VE BÜTÇE ESASLARI
HAKKINDA KANUN
TASARISI
Amaç
MADDE 1- (1) Bu Kanunun amacı,
Merkezi Finans ve İhale Biriminin Hazine Müsteşarlığı
ile idarî ilişkisini, istihdam ve bütçe esaslarını düzenlemektir.
BAŞKAN - Madde üzerinde Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Kemal
Kılıçdaroğlu.
Sayın Kılıçdaroğlu,
buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz on dakika.
CHP GRUBU ADINA KEMAL KILIÇDAROĞLU
(İstanbul) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Öymen, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına konuşmasını yaparken, bu tasarının
niçin bu kadar geciktiğine vurgu yaptı. Gerçekten, şunu
anlamak mümkün değil: 14 Şubat 2002 tarihinde Mutabakat
Zaptı'nı imzalıyorsunuz, 2002; 30 Ocak 2003'te bu Mutabakat
Zaptı Parlamentodan geçiyor ve yasalaşıyor; 29 Mart
2007'de Avrupa Birliği Uyum Komisyonunda görüşülüyor;
2003-2007, tam dört yıl...
Şimdi, sormak gerekiyor: Sayın
Ceylan, konuşmasını yaparken "Bu çok önemlidir. Bunun
bir an önce çıkması lazım. Yoksa, 1 milyar euroluk alacağı,
hibeyi alamayacağız." dedi. İki açıdan, bir sefer,
doğru değil bu. Bunun, eğer çıkması bu hibeye
bağlı ise bu hibenin bir an önce gelmesi lazımdı ve
AKP Hükûmeti -hatırlarsınız- 1 milyar dolarlık bir
yardımı alabilmek için, Dubai'de, "Kuzey Irak'a girmeyeceğiz"
diye anlaşma imzaladı, bu Hükûmet, Sayın Ali Babacan.
Sayın Ali Babacan'a Plan Bütçe Komisyonunda sordum: "Sayın
Bakan, siz, 1 milyar doları almak için siyasi şart koştunuz
bu ekonomik anlaşmanın içine, dediniz ki: 'Biz, Kuzey Irak'a
girmeyeceğiz, bu parayı verirseniz bize.' Siz, bu anlaşmayı
imzalarken, Hükûmetin haberi var mıydı, Sayın Başbakanın
haberi var mıydı?" Sayın Bakan uzun süre dolaştı,
sonunda da "Evet, biz bir hükûmetiz, Hükûmetin de haberi vardır."
dedi.
Şimdi, Sayın Bakana sormak
isterim: Gerçekten de Kuzey Irak'a girmeme koşulunu, o imzayı
atarken Sayın Bakan, biliyor muydu, bilmiyor muydu? Bu kürsüye
gelsin, burada Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarına ve Parlamentoya
hesabını versin! Ben eminim ki, Adalet ve Kalkınma Partisi
Grubu, bu anlaşmadan ötürü rencide olmuştur. Nasıl,
böyle bir anlaşmayı Türkiye Cumhuriyeti'nin bir bakanı
imzalar?
Şimdi, geliyorum başka
bir konuya. Efendim, 1,3 milyar avro yardım gelecekmiş bize.
Şimdi, Türkiye Cumhuriyeti, dünyanın yirmi büyük ekonomisinden
birisidir. Avrupa Birliğinin, Türkiye'yi dilenci konumuna
getirmesine kimsenin izin vermemesi lazım ve biz, bu yasa burada
görüşülürken de "efendim, 1 milyar avro gelecek, bu acele
çıksın." Ne demek 1 milyar avro? 1 milyar avro, ben
şimdi size rakam vereyim: Romanya ve Bulgaristan, AB'nin bunlara
yaptığı yardım ne kadar biliyor musunuz? 10,4 milyar
avro, 10,4 milyar
Türkiye'ye ne veriyor? 1,3 verecekmiş de, biz
bu yasayı çıkaralım da bir an önce gelsin.
Değerli arkadaşlar, Avrupa
Birliği ile ilişkilerde Türkiye Cumhuriyeti'ni edilgen durumuna
düşüren, her talimata başüstüne diyen bir hükûmet var
şu anda. Bu Hükûmetten kurtulmadıkça Türkiye ile Avrupa Birliği
ilişkileri dengeli, düzenli ve tutarlı yürümez, yürümediğini
de görüyoruz. Her şeye talimat veriyorlar, Hükûmet de "başüstüne"
diyor. Bu anlayışı kırmamız lazım.
Bakın, ben size Sayın Ali
Babacan ile ilgili bir konuyu daha aktaracağım: Bu teklif
Plan Bütçe Komisyonunda görüşülürken geldi. Sayın Ali Babacan
kürsüye geldi, Hükûmet sıralarında oturdu. Plan Bütçe Komisyonunda
Sayın Bakana şu soruyu sorduk: Dedik ki: "Sayın Bakan,
siz, Sayın Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanı adayı ilan
edildiği gün, AKP Grubunda siz şu lafı ettiniz mi: 'Vatana,
millete ve İslam âlemine hayırlı olsun.' Söylediniz
mi söylemediniz mi?"
Şimdi, Sayın Bakan gene
pas geçti: Tekrar sorduk. "Sayın Bakan, siz bu lafı ettiniz
mi etmediniz mi? Biz, Türkiye Cumhuriyeti'ne halife seçiyorsak
söylediğiniz laf doğrudur. Ama, Türkiye Cumhuriyeti'ne
Cumhurbaşkanı seçiyorsak, hele hele başmüzakereci
olarak bu yanlıştır. Bunu nasıl ve hangi gerekçeyle
söylediniz?"
Şimdi, ben buradan, yine Sayın
Bakana soruyorum: Sayın Bakan, bu laf sizin yakanızda kalacak.
Gelin, burada o lafınızı düzeltin. Geleceksiniz bu
kürsüde düzelteceksiniz.
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Talimat
mı veriyorsunuz?
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Türkiye Cumhuriyeti Parlamentosu
halife seçmez. Türkiye Cumhuriyeti Parlamentosu Türkiye Cumhuriyeti'ne
Cumhurbaşkanı seçer. Siz, bunu
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Elbette.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Ama Sayın Bakan söyleyecek. Sayın Bakan gelip, bu kürsüde
düzeltecek ve Türkiye Cumhuriyeti halkından özür dileyecek,
özür dileyecek.
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Sayın
Başkan, bu birazcık haddi aşan bir ifade, bu yanlış.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Haddi aşan Sayın Bakan.
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Tarzınız
yanlış. Böyle talimat verir gibi konuşamazsınız.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Sayın Bakan gelecek, burada diyecek ki: "Ben haddimi
aştım, çok özür dilerim ve düzeltiyorum."
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Ama,
siz de haddinizi aşıyorsunuz dikkat ederseniz, siz de haddinizi
aşıyorsunuz.
ABDULLAH ERDEM CANTİMUR (Kütahya)
- Böyle bir şey söylediğini duydunuz mu?
BAŞKAN - Sayın Kılıçdaroğlu
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Bende kaseti var, siz meraklanmayın. Ben bir şeyi burada
söylüyorsam, mutlaka bende belgesi vardır. Belgeyi ben size
söyleyeyim nereden alacaksınız: Açacaksınız
RTÜK'e, NTV'nin o yayınını isteyeceksiniz, orada Sayın
Bakanın sesini dinleyeceksiniz. Yetiyor mu bu arkadaşlar? İnanmıyorsanız bana, açarsınız
-RTÜK'te sizin üyeleriniz var, AKP Grubunu temsil eden üyeler var, sizler
seçtiniz- oradan istersiniz.
CAHİT CAN (Sinop) - Kanaltürk'te
yayınlatıyorsunuz ya her şeyi, onu da yayınlat
işte.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Şimdi, değerli arkadaşlar, geliyorum bir başka
noktaya daha.
MUSTAFA ÜNALDI (Konya) - Ne demiş,
onu da söyle de madem, anlaşılsın.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Sayın Bakan mı?
MUSTAFA BAŞ (İstanbul) -
Ne demiş?
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Söyledim arkadaşlar.
MUSTAFA ÜNALDI (Konya) - Tekrar
et, tekrar et.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Sayın Kılıçdaroğlu
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- "Vatana, millete ve İslam âlemine hayırlı olsun."
diye Bakanın
MUSTAFA BAŞ (İstanbul) -
Ne var? Ne mahzuru var? Yani, hayırsız mı olsun?
BAŞKAN - Saygıdeğer
arkadaşlarım, karşılıklı konuşmayalım.
Sayın Kılıçdaroğlu, Genel Kurula hitap ediniz.
Buyurun. (AK Parti sıralarından
gürültüler)
Arkadaşlar
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Dini siyasete alet etmek doğru bir olay değildir.
MUSTAFA BAŞ (İstanbul) -
İslam'dan ne kadar korkuyorsunuz!
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- İslamiyet'ten asla korkmayız. İslam olduğumuz,
Müslüman olduğumuz için de gurur duyarız.
MUSTAFA BAŞ (İstanbul) -
İslam'dan ne kadar korkuyorsun. Senin dinin İslam değil
mi?
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Müslümanlığımızdan
da hiçbir zaman vazgeçmeyiz, ama, sizin gibi, Müslümanlığı,
gidip, Almanya'da Müslümanlığı kullanıp, milletin
cebinden para alan insanlar da değiliz biz. (AK Parti sıralarından
gürültüler) Evet
Evet
CAHİT CAN (Sinop) - Kim yapmış
öyle? Ayıp oluyor bak
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- O zaman müdahale etmeyeceksiniz.
CAHİT CAN (Sinop) - Bu grupta
öyle bir şey yapan kimse yok.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Müdahale etmeyeceksiniz
Müdahale etmeyeceksiniz
Müdahale
ederseniz, kaybedersiniz arkadaşlar. Müdahale etmeyin.
Sayın Bakan başmüzakerecidir,
ben bu soruyu Sayın Bakana soruyorum. Biz hiçbir zaman
Dünyaya
hayırlı olur. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı
bütün dünyaya hayırlı olur. Niye dünyayı ayırıyorsunuz
arkadaşlar? İslam dünyası da bizim için hayırlıdır,
Avrupa da, Amerika da, Rusya da, Türki cumhuriyetler de. Niçin onları
söylemiyoruz?
ABDULLAH ERDEM CANTİMUR (Kütahya)
- Bu Müslüman takıntısından vazgeçin. Müslümanları
aşağılamaktan vazgeçin. Müslümanları aşağılamayın!
BAŞKAN - Sayın Cantimur,
lütfen...
RESUL TOSUN (Tokat) - "Dünyaya
hayırlı olsun." desin, ne olur yani?
ABDULLAH ERDEM CANTİMUR (Kütahya)
- Bırakın şu İslam düşmanlığını.
Yapmayın
Yapmayın lütfen.
RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Burdur)
- Ya, aşağılayan mı var ya? Ne biçim laf? Aşağılayan
mı var?
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Müslümanlığı siyasete alet etmek
ALİ RIZA ALABOYUN (Aksaray) -
Siz ediyorsunuz, siz.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
-
Müslümanlığı ticarete alet etmek, dünyanın en
aşağılık işidir. Bunu da buradan söylüyorum.
Tabii
RESUL TOSUN (Tokat) - Yaşar Nuri'yi
aday gösterdiniz
(AK Parti sıralarından gürültüler)
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
-Evet, gerçekten de Müslümanlığı ticarete ve siyasete
alet etmek dünyanın en aşağılık işidir, çünkü
Müslümanlığa saygı duyan birisi asla bu işe tevessül
etmez.
Sayın Bakanı buraya çağırıyorum.
Sayın Bakan gelsin, "Ben bu lafı ettim, şu gerekçeyle
"
Niye gocunuyorsunuz? Gelsin, burada açıklasın.
ABDULLAH ERDEM CANTİMUR (Kütahya)
- Size ne! Cevap verdik işte. Gelir, gelmez, size ne!
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Şimdi, geliyorum bir başka noktaya, değerli arkadaşlar,
başka bir noktaya geliyorum.
MÜCAHİT DALOĞLU (Erzurum)
- Peygamber lafını siz kullandınız.
BAŞKAN - Sayın Daloğlu,
arkadaşlar; konumuza dönelim.
Buyurun Sayın Kılıçdaroğlu.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Benim bu anlatımlarımdan rahatsız olanlar -bundan
sonra 7 madde daha var- bu kürsüye gelirler, anlatırlar, biz de
mutlu oluruz değerli arkadaşlar.
Şimdi, bakın, Adalet ve
Kalkınma Partisi ve AKP Hükûmeti, Avrupa Birliğinin, Amerika'nın,
IMF'nin bütün talimatlarını eksiksiz yerine getiriyor ve
size şunu söyleyeyim: Bugün Ege Cansen'in bir güzel yazısı
var, Hürriyet gazetesinde çıktı, diyor ki: "Bu seçim öncesinde
beni esas şaşkınlığım, ABD ve AB'nin, AKP'nin
tekrar iktidar olması için yürüttükleri müthiş kampanya."
Yani, siz, Türkiye'de kampanya yapmanıza gerek yok. Amerika Birleşik
Devletleri ve Avrupa Birliği sizin adınıza bu kampanyayı
yürütüyor: Bunlar tekrar iktidar olsun...
Bakın, o kadar korkuyorlar
ki, CHP iktidar olursa bütün bu ilişkiler bitecek. Neden bitecek?
CHP iktidar olursa bu ilişkiler Türkiye Cumhuriyeti'nin çıkarları
doğrultusunda gelişecek, bundan korkuyorlar.
CAHİT CAN (Sinop) - Hayali konuşuyorsun.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Bakın ne diyor Ege Cansen: "Batı kamuoyunu oluşturan
medyanın büyük gazete ve dergileri, AKP iktidarda kalmalıdır
diye makale üzerine makale döşeniyor."
CAHİT CAN (Sinop) - Çok mu
doğru yazdıkları?
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- "Tam tersi olurken, ABD'nin Ankara Büyükelçisi, pek yakında,
ABD'nin desteğiyle PKK terörünün biteceğini söylüyor
Gırtlağına kadar dolara gark olmuş Türkiye'ye IMF,
1,2 milyar dolar daha kredi veriyor. Hem de IMF'ye verilen sözlerin
çoğu tutulmamışken. Gazetelerimiz, her gün mutlaka
bir iki Batılı işadamının Türkiye'ye nasıl
hayran kaldığı haberi yapmaktan yorgun düştü.
Dış ve iç sermaye çevrelerinden, AKP'ye nasıl bir gaz veriliyor,
hayret! Batılı büyüklerimiz, AKP'yi iktidarda tutun, yoksa
sonunuz kötü olur; kriz çıkar, aç ve açıkta kalırsınız
diye Türk milletini korkutuyor."
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
CAHİT CAN (Sinop) - Size çalışıyor
bunlar yahu zaten!
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Kılıçdaroğlu, konuşmanızı tamamlayınız.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Size Avrupa Birliğinden, Amerika Birleşik Devletleri'nden,
IMF'den ne kadar destek gelirse gelsin, 22 Temmuzda hep beraber göreceğiz.
Türkiye Cumhuriyeti'nin yurttaşları kendi ulusal çıkarlarına
sonuna kadar bağlı kalacaklardır. Amerika'nın,
AB'nin önünde önlerini ilikleyip onların her talimatına
"evet" diyen iktidarı da sandığa gömeceklerdir.
Saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
MUSTAFA BAŞ (İstanbul) -
23 Temmuzda görüşürüz. Unutma bu sözlerini.
BAŞKAN - Saygıdeğer
arkadaşlarım, konuşmalarda biraz sükûnet sağlayalım.
22 Temmuzda halkın iradesine hep beraber boyun eğeceğiz.
Onun için -buna herkes saygı gösteriyor galiba- bunu da teyit etmiş
olalım.
MUSTAFA BAŞ (İstanbul) -
Herkes aynada kendini görecek.
BAŞKAN - Evet, şahsı
adına Aksaray Milletvekili Ali Rıza Alaboyun.
Sayın Alaboyun? Buradasınız.
Buyurun. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
ALİ RIZA ALABOYUN (Aksaray) -
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım;
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Görüşülmekte olan 1428 sayılı
Merkezi Finans ve İhale Biriminin İstihdam ve Bütçe Esasları
Hakkında Kanun Tasarısı'nın 1'inci maddesi üzerinde
şahsım adına söz almış bulunuyorum. Saygılarımı
sunuyorum.
Değerli arkadaşlar, bu
tasarıyla beş yıldır hizmet veren bir kurumun personel
yapısının güçlendirilmesi, kendi bütçe imkânlarına
sahip kılınması, böylece AB mali yardımlarının
maksimum ölçüde kullanılabilmesi için yapılması gereken
düzenlemeler söz konusudur.
Birimin kuruluşu zaten 30
Ocak 2003 tarihinde 4802 sayılı Kanun'la uygun bulduğumuz
Mutabakat Zaptı'yla gerçekleşmiştir. Söz konusu zabıtta
daha sonra yapılan değişiklikler de 5500 sayılı
Kanun'la uygun bulunmuştu. Bu değişikliklerden biri
de, Birimin Hazine Müsteşarlığı ile idari
ilişkisinin, personel alımının, personelin statüsünün,
personelin mali hakları ve bütçe gibi konularının
kapsamı ve detaylarının uygun bir yasal düzenlemeyle
tanzim edilmesi şeklinde düzenlemedir. Tasarının
sevk ediliş amacı budur. Uluslararası anlaşma ile
yapılması öngörülen yasal düzenlemenin gerçekleştirilmesi,
hem AB'nin bu alandaki eleştirilerini ortadan kaldıracak
hem de ülkemizin AB üyelik sürecindeki kararlılığını
teyit etmiş olacaktır.
Dolayısıyla, tasarıya
salt bir personel istihdamı veya ücret sorununun çözülmesi
olarak bakmak yanlış olur. Bu tasarının kanunlaşması
ile bilime sağlanacak bütçe imkânı, aday ülke olmamız
dolayısıyla hak ettiğimiz yardımların yanında
küçük bir şeydir. Salt personel sayısının yetersizliği
ve bütçe yokluğu gibi ülkemizin aslında kolayca üstesinden
gelebileceği sorunlar yüzünden AB fonlarından yararlanma
imkânımızın kısıtlanmasına razı olmayacağımıza
dikkatlerinizi çekmek istiyor ve yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Şahsı adına Karabük
Milletvekili Mehmet Ceylan.
MEHMET CEYLAN (Karabük) - Sayın
Başkan, değerli arkadaşlarım; tekrar hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Görüşmekte olduğumuz
Merkezi Finans ve İhale Biriminin İstihdam ve Bütçe Esasları
Hakkında Kanun Tasarısı'nın 2'nci maddesini görüşmekteyiz.
Bu 2'nci maddede "Tanımlar" maddesi yer almış
bulunmaktadır. Aslında bu maddeyle getirilen tanımlar,
esas itibarıyla Merkezî Finans ve İhale Biriminin kuruluşunu
düzenleyen Mutabakat Zaptı'nda yer almakta olup burada yeniden
tanımlanmaları söz konusu değildir. Maddede, Avrupa
Birliği mali yardımlarının yönetimi alanındaki
temel fonksiyonları ifa edecek kamu görevlileri tanımlanmaktadır.
Burada görüldüğü gibi, bu kanunun uygulanmasında işte
ara yönetici kimdir, bakan, birim, birim başkanı, destek
personeli, komisyon kimlerden oluşur, Mutabakat Zaptı nedir,
müsteşarlık hangi müsteşarlık, ulusal yardım
koordinatörü, ulusal yetkilendirme görevlisi, uzman personeli
tanımlamaktadır.
Aslında birimde çalışmakta
olan personele ilişkin tanımlamalar da esasen yeni getirilmiş
değildir. Mutabakat zaptının değişik 4'üncü
maddesinde, Birimin organizasyon şemasının Avrupa
Birliği delegasyonu ve ulusal yetkilendirme görevlisinin
eş onayıyla belirleneceği öngörülmüş olup, hangi
nitelikteki personelin, hangi unvanlar altında, hangi görevleri
ifa edeceği her iki tarafın ortak onayıyla belirlenmektedir.
Bu sistem, Birimin yürüttüğü görevlerin farklı niteliğinden
kaynaklanmaktadır.
Tekrar teşekkür ediyorum, maddenin
de hayırlı olmasını diliyorum, saygılar sunuyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Madde üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
Maddeyi oylarınıza
HALUK KOÇ (Samsun) - Karar yeter sayısı
istiyorum
BAŞKAN - Arayacağım.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Karar yeter sayısı vardır,
madde kabul edilmiştir.
2'nci maddeyi okutuyorum:
Tanımlar
MADDE 2- (1) Bu Kanunun uygulanmasında;
a) Ara Yönetici: Mutabakat Zaptındaki
usûl çerçevesinde belirlenen Birim organizasyon şemasında
gösterilen sayı ve unvanda, Birim Başkanı ile uzman
personel arasında yer alan personeli,
b) Bakan: Hazine Müsteşarlığının
bağlı bulunduğu bakanı,
c) Birim: Merkezi Finans ve
İhale Birimini,
ç) Birim Başkanı: Merkezi
Finans ve İhale Birimi Başkanını,
d) Destek personeli: 27/9/1984 tarihli
ve 3046 sayılı Kanunda yardımcı birimlere
ilişkin olarak sayılan görevler çerçevesinde, idarî, malî,
güvenlik ve sivil savunma gibi destek hizmetlerini yerine getirmek
üzere istihdam edilen personeli,
e) Komisyon: Ulusal Yetkilendirme
Görevlisinin onayı ile Birim Başkanının başkanlığında,
Birimden iki ara yönetici ve Müsteşarlıktan en az daire başkanı
düzeyinde iki yönetici olmak üzere toplam beş kişiden
oluşturulan komisyonu,
f) Mutabakat Zaptı: Birimin
kuruluşuna dair 30/1/2003 tarihli ve 4802 sayılı Kanunla
uygun bulunan ve 24/2/2003 tarihli ve 2003/5313 sayılı Bakanlar
Kurulu Kararı ile onaylanan
Mutabakat Zaptı ile ek ve değişikliklerini,
g) Müsteşarlık: Hazine
Müsteşarlığını,
ğ) Ulusal Yardım Koordinatörü:
Avrupa Birliği Genel Sekreterini,
h) Ulusal Yetkilendirme Görevlisi:
Hazine Müsteşarını,
ı) Uzman personel: Mutabakat
Zaptında belirtilen görevlerin yerine getirilebilmesi için
geçici görevli olarak veya hizmet sözleşmesi ile istihdam edilecek
hukuk müşaviri, bilgisayar programcısı ve çözümleyicisi
dahil personeli,
ifade eder.
BAŞKAN - Madde üzerinde Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Onur Öymen.
Sayın Öymen, buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ONUR ÖYMEN (İstanbul)
- Çok teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Değerli milletvekili arkadaşlarım,
bu madde, 2'nci madde, Sayın Bakandan başlayarak müsteşarları,
efendim Birim merkezinin başkanını, destek personelini
filan uzun uzun anlatıyor. Şimdi, biz bu metni okuyunca zannettik
ki bu makamların her birinin önemli görevleri olacak, fakat, biraz
önce Değerli Arkadaşımız Mehmet Ceylan'ı dinledik
ve onun söylediklerinden anladığımıza göre bu kuruluşun
özerk bir yapısı olacak, hiç kimse bunlara bir söz söyleyemeyecek,
yani, bu kadar makamın adı buraya yazılmış
ama, Sayın Bakan dâhil hiç kimsenin bir söz hakkı olmayacak,
öyle anlaşılıyor.
Hazineyle bağı da sadece
-kendi sözlerini naklediyorum, hatırlatıyorum- bütçe
kaynağının aktarılması, yani bu kadar kurumun bir tek fonksiyonu var, bu kuruluşa
para aktarmak, onun dışında hiçbir şeye karışmayacaklar.
Yani, bu isimlerin buraya niye bu kadar yazıldığını
da doğrusunu isterseniz çok merak ediyoruz.
Şimdi diyor ki arkadaşlarımız:
"Avrupa Birliği bizden bu yasal düzenlemeyi bekliyor."
Yapmazsak ne olacak? Yapmazsak, Avrupa Birliği yardımı
askıya alınacak. Bunun için bir an önce yasalaştıralım
diyor. Yani, bu parayı almak bizim için o kadar önemli ki, bu yasayı
çıkarmazsak bize para vermezler. Yani, bizi tehdit ediyorlar,
ya bu yasayı çıkarırsın veya size para vermem. Türkiye
Büyük Millet Meclisi ne zamandan beri dış baskılarla,
tehditlerle kanun çıkarıyor? Buna benzer başka durumlar
yaşadık. Sayın Bakanın 22 Eylül 2003 tarihinde imzaladığı
bir anlaşma var. Biraz önce, Değerli Arkadaşım Kemal
Kılıçdaroğlu hatırlattı, Amerika'yla bir anlaşma
imzaladık, 8,5 milyar dolarlık kredi alacağız ve
karşılığında da Kuzey Irak'a asker göndermeyeceğiz.
Bu arada, ben birkaç ay önce, Sayın Bakana yazılı bir soru
önergesi verdim, "Neydi şu anlaşma? Bunun bir metnini
bize gönderin." Dedim, hâlâ gelmedi. Öyle anlaşılıyor
ki, bu metinleri okumak biz iktidara gelince nasip olacak. O zaman,
Yüce Mecliste sizlere bunu açıklayacağız.
Şimdi, ne oldu sonra? Biraz basına
sızdı bu anlaşma ve biz çok büyük bir tepki gösterdik,
Hükûmet Meclise getiremedi onay için. Meclise getiremedi, onaylanmadı,
kadük oldu, yürürlüğe giremedi. Hani bu paraya bu kadar ihtiyacınız
vardı? Bakan diyor ki: "Bizim o paraya ihtiyacımız
yoktu." O zaman niye imzaladınız? Paraya ihtiyacınız
yok da, bu kredi anlaşmasını niye imzaladınız?
Belli ki tepkiyi görünce paradan vazgeçebildiniz. O bakımdan,
böyle, biz bu kanunu geçirmezsek bize para vermezler filan gibi gerekçeleri
dile getirmek zannediyorum ki bizim itibarımızı artırmıyor,
yüce Meclisin itibarını artırmıyor.
Önümüze gelen bir yasa, bir anlaşma,
ülkemizin çıkarına uygunsa onu onaylarız. Değilse,
efendim, onaylamazsak parayı kaybederiz gibi gerekçelerle
onaylamak zorunda, yüce Meclisi, bırakmayalım.
Şimdi, değerli arkadaşlarım,
bütün bunları tartışırken bir şeyi gözden uzak
tutmayalım. Sayın Bakanın, bu kürsüdeki, daha önceki
demeçlerini hatırlıyoruz, yani, her şey yolunda gidiyor,
merak etmeyin; işte, öngörülen süreç, baştan düşünüldüğü
gibi yürüyor; işte, şu işlemleri yaptık, bu işlemleri
yaptık, tarama sürecini bitirdik, müzakere sürecine girdik
filan gibi, gayet iyimser beyanlarda bulundu. Onun güzel sözlerini
Mecliste dinlerken bir Polyanna kitabını okuduğumuz
izlenimini zaman zaman aldık. Ama, son zamanlarda duyduğumuz
bazı demeçler, zannediyorum ki, bu güzel masalların etkisiyle
uyuyanları da uyandırmıştır. Fransa Cumhurbaşkanlığına
seçilen Nicolas Sarkozy ne diyor? "Türkiye'yi, hiçbir zaman Avrupa
Birliğine almayacağız." diyor. Niçin? Çünkü, Türkiye,
Asya ülkesiymiş, böyle söylüyor ve "Müzakereleri derhâl
kesmeliyiz." diyor.
Şimdi, düşünebiliyor musunuz,
Fransa gibi, Avrupa'nın en önemli ülkelerinden birinin Cumhurbaşkanı,
kalkacak ve size diyecek ki, hiç çekinmeden, Türk halkı ne tepki
gösterir, Türk Parlamentosu ne tepki gösterir, Türkiye'nin Başbakanı,
Türk Hükûmeti ne tepki gösterir, bunları hiç kale almadan, gözünüzün
içine baka baka: "Sizi, hiçbir zaman üye yapmayacağız,
çünkü, siz Asyalısınız." diyecek. Peki, ondan önceki
Fransız Cumhurbaşkanları ne diyordu? Türkiye, Avrupa
Konseyine girerken o zamanki Fransız Cumhurbaşkanları
ne diyordu? Onlar da mı Türkiye'nin Asyalı olduğunu düşünüyorlardı?
Onların coğrafyadan haberi yoktu da ilk defa sizin mi haberiniz
oldu? Türkiye, Avrupa Konseyine girerken siz neredeydiniz kuzum?
Türkiye'yi, Avrupa Konseyine, Avrupa Ekonomik Kalkınma
Teşkilatına alırlarken, NATO örgütüne alırlarken
siz nerelerdeydiniz? Kalkmışsınız, diyorsunuz
ki: "Türkiye Asyalıdır, Avrupa'da yeri yoktur." Ne
kadar incitici, ne kadar küçültücü bir sözdür. Kıbrıs Avrupa
Birliğine üye yapılırken siz neredeydiniz? Sizin,
okullarda okuduğunuz hangi haritada Kıbrıs Avrupa
Kıtası'nın bir parçası sayılıyor? Onu niye
aldınız? Niçin demediniz ki, Kıbrıs'ı üye yapamayız,
çünkü Kıbrıs Avrupa Kıtası'nda değildir? Türkiye'ye
gelince hatırlıyorsunuz coğrafyayı, Kıbrıs'a
gelince coğrafyayı hatırlamıyorsunuz, Türkiye'ye
gelince coğrafya hatırlıyorsunuz. Coğrafyayı
da yanlış hatırlıyorsunuz.
Şimdi, değerli arkadaşlar,
bunlara tepki göstereceksiniz. Yani, bu gibi
CAVİT TORUN (Diyarbakır)
- Gelin, birlikte müracaat edelim deyince, CHP neredeydi?
ONUR ÖYMEN (Devamla) - Müsaade
edin. CHP çok kuvvetli tepki gösterdi. Kıbrıs'ın üyeliğine
en büyük tepkiyi Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleri ve bakanları
göstermiştir. Bu konuda görüşlerimizi biz Birleşmiş
Milletlere tescil ettirdik. Merak eden arkadaşlarımız
varsa, ben onlara belgesini veririm. Sizden önceki hükûmetler,
Kıbrıs'ın niçin üye olamayacağı konusunda yalnız
kendi sözlerini değil, bu konuda uluslararası ünlü uzmanların
raporlarını Birleşmiş Milletlere tescil ettirdiler.
Şimdi, değerli arkadaşlar,
işin can alıcı tarafı şu: Sarkozy böyle diyor.
Angela Merkel ne diyor, Almanya Başbakanı? "Türkiye'nin
üyeliğine elli yıl sonra bakarız." diyor. Ömür çok,
bekleriz! Elli yıl sonra bakarmış! Düşünebiliyor
musunuz?
Peki, değerli arkadaşlarım,
biz buna ne tepki gösteriyoruz? Gazetelere bakınız: Sayın
Başbakan Sarkozy'e telefon etmiş "Aman, bunları basına
açıklamayın." diyor. Yani, halk bilmesin, biz sizinle
gizli olarak bunları kapalı kapılar arkasında görüşelim,
ama, sakın Türk halkı sizin ne düşündüğünüzü bilmesin.
Sizin demokrasi anlayışınız bu mu? İyi ki söylüyor.
İyi ki söylüyor da, haberimiz oluyor. En azından ne olacağımızı
biliyoruz. Bu olacak şey midir arkadaşlar? "Siz
açıklamayın." diyor. Tepki göstereceksiniz. Bu ülkenin
Başbakanı, birisi kalkıp da "Türkiye'yi hiçbir zaman
Avrupa Birliğine almayacağız." deyince, çıkacak
"Sizin bunu söylemeye hakkınız yok, haddinize düşmemiştir."
diyecek. "1963 yılında imzaladığımız
anlaşmanın 28'inci maddesi Türkiye'nin üyeliğini öngörüyor."
diyecek. "Sizin aklınız neredeydi o zaman." diyecek.
"Kırk yıldan fazla zamandır bizi boşuna mı
oyaladınız." diyecek. Türkiye'nin Başbakanından,
Türk halkı bu sözleri bekliyor. Nerede Başbakan? "Aman,
sakın halk duymasın, bu düşüncelerinizi sizinle gizlice
konuşalım." diyor. Böyle şey olur mu? Nerede Dışişleri
Bakanının tepkisi? Yok. Nerede çok Değerli Müzakerecimizin
tepkisi? Belki şimdi çıkar da söyler; o da yok. Değerli
arkadaşlar, biz bu duruma hiç düşmedik, hiçbir ülke bunu
yapmaz. Yani, bir ülkeye bu kadar hakaret anlamına gelecek sözler
söyleyeceksiniz, o ülkeden tepki çıkmayacak, bu, bizim gururumuza
dokunuyor. Bırakın şimdi iktidarı muhalefeti
bir tarafa, milletimize hakarettir bu sözler. Bazıları,
onları haklı çıkartmak için diyorlar ki: "Efendim,
siz bakmayın, seçim konuşmasıdır. Bir kazansın
seçimi, göreceksiniz hemen tutumunu değiştirecek. Biz
de anlayış gösterelim, seçim zamanı olur böyle şeyler."
Ya, öyle mi? Ne oluyor sonra? Seçimden sonra, kazanmış, Cumhurbaşkanı
olmuş; gidiyor Brüksel'e orada beyanat veriyor "Görüşlerimde
hiçbir değişiklik yoktur, bunların hiçbiri seçim konuşması
değildir. Ben, böyle, seçimden önce başka, seçimden sonra
başka konuşacak adam olsaydım seçilemezdim." diyor.
Buyurun! Ne yapacaksınız? Tepki göstereceksiniz, Meclis
olarak tepki göstereceğiz, hepimizi tek tek tepki göstereceğiz.
İşte, biz gösteriyoruz ve sizi davet ediyoruz. Şimdi,
bundan sonraki maddelerde sizin de söz hakkınız var. Çıkınız,
burada bizim gösterdiğimiz cesareti siz de gösteriniz, siz de
kınayınız. Yüzyıllardan beri devam eden Türk-Fransız
dostluğunu bir kişi çıkıp tahrip ediyor. Ne hakkı
var? Ne hakkı var? Yani, nesillerden
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
ONUR ÖYMEN (Devamla) - Bitiriyorum
Sayın Başkan.
Nesillerden beri gelen bir dostluğu
tahrip etmeye ne hakkınız var? Nasıl yaparsınız
bunu? Ve aynı derecede vahim olan, Türkiye'den kimsenin kalkıp
da buna tepki gösterememesi. Ondan önceki Cumhurbaşkanı
Chirac gitti, Erivan'da demeç veriyor gazetecilere: "Bence,
Türkiye, Ermeni soykırımını kabul etmeden Avrupa
Birliğine giremez." diyor. Dışişlerinden sureta
yapılmış bir açıklama. Başbakandan tepki yok.
Dışişleri Bakanından tepki yok. Müzakereciden
tepki yok. Böyle devlet olur mu arkadaşlar? Hangi devlet bunu sineye
çeker? Yani, bu kadar da mı cesaretimizi kaybettik biz? İnsaf
ediniz. Bu memleket hepimizin, bu millet hepimizin. Yani, bu millet
rencide oluyor. Sokaklarda, meydanlarda bu kadar büyük tepki gösteriliyorsa
altında bunlar yatıyor. Bir taraftan, ülkemize yapılan
bu büyük haksızlıklar, küçültücü sözler, bir taraftan da,
onlara tepki gösterilememesi yatıyor. Lütfen tepki gösterin.
Bu millet, Türk milleti sizden gür sesle tepki bekliyor.
Kim demiş "Türkiye hiçbir
zaman Avrupa Birliğine giremez.", kim demiş "Türkiye
Asyalıdır." Bizimle oyun mu oynuyorsunuz siz elli
yıldan beri? İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana kim
söyledi bu sözü bakalım? Sizden başka söyleyen çıktı
mı? Bunu niye söyleyemiyorsunuz, neyiniz eksik, neden korkuyorsunuz?
Söylerseniz size hangi kötülüğü yapacaklar, daha ne yapacaklar?
"Sizi almayacağım." diyor, daha ne yapacak? Ve
şimdi biz kalkıyoruz, efendim, 2'nci madde, 3'üncü madde, her
şey yolundaymış gibi Avrupa Birliğiyle ilgili
bir teknik anlaşmayı müzakere ediyoruz ve bunlardan hiç
söz etmeyeceğiz. Hayır arkadaşlar, bunu kabul etmiyoruz,
Türk milleti olarak bunu kabul etmiyoruz. Duysun Fransızlar diye
söylüyoruz.
Biz, Fransız kültürünü alarak
yetiştik, okullarda bunu okuduk. Ama, biz Fransa'yı böyle tanımadık.
Fransa ne zannediyor? Dünyaya tepeden bakacak! Hiç kimsenin dostluğuna
ihtiyaçları yok; Türk milleti dost olmuş olmamış,
umurunda değil; Türk halkı tepki göstermiş göstermemiş,
umurunda değil. Her türlü küçültücü lafı söyleyecek ve ondan
sonra da Türkiye'den hiçbir tepki gelmeyeceğinden emin olarak
hayatını devam ettirecek ve Türkiye'den hiçbir tepki
çıkmayacak! Böyle şey olur mu?
BAŞKAN - Sayın Öymen, konuşmanızı
tamamlayın lütfen.
ONUR ÖYMEN (Devamla) - Bitiriyorum,
son cümlemi söylüyorum.
Değerli arkadaşlar, Sayın
Başbakan "Nereden nereye geldik." diyor. Ben size soruyorum:
Cumhuriyeti kuran Atatürk'ün döneminden nereye geldik?
Çok teşekkür ediyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Şahsı
adına, Aksaray Milletvekili Ruhi Açıkgöz.
Buyurun Sayın Açıkgöz.
RUHİ AÇIKGÖZ (Aksaray) - Sayın
Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım, hepinizi
saygıyla selamlıyorum. Kanun tasarısı üzerinde
şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu konuda,
biraz önce, Cumhuriyet Halk Partisi Sözcüsünün bıraktığı
yerden devam etmek istiyorum. Atatürk'ün bıraktığı
yerden, bugün, çağdaş, uygarlık seviyesinin gereklerini
yerine getiren, aşağı yukarı yakalamış
olan bir Türkiye'deyiz, bu konuda emin olabilirsiniz.
Değerli arkadaşlarım,
görüşmeler başladığından bu tarafa Cumhuriyet
Halk Partisi sözcülerini izliyorum. Sanki Avrupa'daki bize karşı
olan muhalif grupla bir iş birliği içindeymiş gibi konuşuyorlar.
Sanki onların niyetlerine katkı sağlar, beraber düşünüyorlarmış
gibi bir hava seziliyor.
Arkadaşlar, eğer karşıysanız
Avrupa Birliğine, gelirsiniz, burada, biz karşıyız
dersiniz. Niye karşı olanların sözlerini getirip getirip
burada söylüyorsunuz?
FERİDUN FİKRET BALOĞLU
(Antalya) - Dikkat edin diye.
RUHİ AÇIKGÖZ (Devamla) - Yoksa,
son zamanlardaki miting meydanlarındaki Avrupa Birliği
karşıtı söylemlerden dolayı etkilendiniz mi? Biliyorsunuz,
dört yıl boyunca, dört buçuk yıl boyunca Avrupa Birliğiyle
ilgili çok önemli kanunları sizlerle birlikte yaptık.
Değerli arkadaşlar, Avrupa'da,
tabii ki, muhalifleri var Türkiye'nin. Nasıl Türkiye'de Avrupa
Birliği muhalifleri varsa, Avrupa'da da Türkiye'nin muhalifleri
var. Üstelik, biz, Avrupa'ya yarın girmeyeceğiz. Bir müzakere
süreci var, onlar bizim eksikliklerimizi görecek tamamlayacağız,
biz onların fazlalığını, eksikliğini
söyleyeceğiz. Dolayısıyla, Atatürk'ün de işaret
ettiği o çağdaş uygarlık seviyesinde buluşacağız.
MEHMET KARTAL (Van) - Aşağılamalarına
da izin vermeyin.
RUHİ AÇIKGÖZ (Devamla) - Bunun
için muhalefetin de, iktidarın da yardımcı olması
gerekir. Avrupa'daki muhalif sesleri burada dillendirmenin hiçbir
anlamı yok, bu biliniyor.
MEHMET KARTAL (Van) - Suskun kalıyorsun
sen. Aşağılıyorlar suskun kalıyorsunuz.
RUHİ AÇIKGÖZ (Devamla) - Biz,
Avrupa Birliğinin demokrasiye geçtiğinden bu tarafa üyesiyiz
bir şekilde. Avrupa kurumlarına demokrasiye geçtiğimizden
beri üye olmuşuz. Avrupa Konseyi öyledir, OECD öyledir, NATO
öyledir. Bu son aşaması Avrupa Birliğidir. Bunun da bugün
müzakere yapan adayıyız.
Değerli arkadaşlar, maddeyle
ilgili olarak da şunları dile getirmek istiyorum: Bu Birim,
2002 yılından beri, hatta 1999 yılından beri yaklaşık
bin altı yüz civarında projeyi yöneten bir birim; Mutabakat
Zaptı'yla kurulmuş, kanunu olmayan, kanunu olmadığı
için de belli sıkıntıları olan bir birim. Bu Birimimize
kendi mevzuatımız içerisinde bir yer bulmuş oluyoruz
bu tasarıyla. Ya değilse, projeler yürüyor, biraz önce bahsedilen
Avrupa Birliğinin Türkiye'ye ayırmış olduğu
rakamlar kullanılıyor, fakat bizim kanunumuzda yeri olmadığı
için, kurum hukuken kurulmadığı için sıkıntıları
var, onu gidermeye çalışıyoruz. Bu konuda CHP'nin de
destek verdiğini biliyorum, teşekkür ediyorum kendilerine.
Ben, bu kanunun, bu maddenin hayırlı
olmasını diliyor, saygılar sunuyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Şahsı adına Batman
Milletvekili Afif Demirkıran.
Buyurun Sayın Demirkıran.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
AFİF DEMİRKIRAN (Batman)
- Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım;
hepinizi saygıyla tekrar selamlıyorum.
Görüştüğümüz tasarının
2'nci maddesi üzerinde şahsım adına söz almış
bulunuyorum.
Madde -biraz önce Sayın Ceylan
da ifade etti, gerçi 1'inci maddedeydi ama- tanımlarla ilgilidir.
Bu tanımlardan önemsediğim, sizlerle de paylaşmak istediğim
birkaç tane tanım var, onları açmak istiyorum. Şimdi,
burada bu mali yardımların, koordinasyonların uygulamasıyla
ilgili üç tane aktör var, üç tane oyuncu var: Bir tanesi Ulusal Yardım
Koordinatörü, biri Ulusal Yetkilendirme Görevlisi, bir diğeri
de Program Yetkilendirme Görevlisi.
Daha önce 2002 yılında imzalanan
Mutabakat Zaptı, bilahare 2006 yılında, malumunuz,
-biraz önce arkadaşlarımız ifade ettiler- yeniden
bir ek protokolle bazı maddelerinde değişiklikler yapıldı
ve bunlar Parlamentomuzda kanunlaştı, Resmî Gazete'de de
yayınlandı.
Şimdi, Ulusal Yardım Koordinatörü
nedir diye sorarsak, yardımdan faydalanan ülkede
Çünkü bu Merkezî
Finans ve İhale Birimi bütün aday ülkelerde olan bir birimdir,
katılım öncesi mali yardımları kullanmak üzere.
Bu, esasen, 2001 yılındaki Avrupa Komisyonunun bir regülasyonuna
bağlı olarak, katılım öncesi mali yardımdan
yararlanacaksa bir ülke merkezî olmayan bir uygulama sistemi
oluşturacak ve o sistem, ki burada da Merkezî Finans ve İhale
Birimidir. Dolayısıyla yardımdan faydalanan ülkede
programlamayla görevlendirilmiş Avrupa Birliği Genel
Sekreteri Ulusal Yardım Koordinatörüdür. Ulusal Yardım
Koordinatörü, aynı zamanda topluluk mali yardımının
kullanımıyla genel katılım süreci arasında
yakın bir ilişki kurulmasını sağlar ve Avrupa
Birliği programlarının izlenmesinden ve değerlendirilmesinden
sorumludur.
Bir şart daha var, biraz önce
ifade ettiğim üç oyuncudan hiçbiri diğer ikinci bir şapkayı
da giyemiyor. Yani, Ulusal Yardım Koordinatörü, aynı zamanda
Ulusal Yetkilendirme Görevlisi olamıyor veya bir Program Yetkilendirme
Görevlisi olamıyor; ayrı ayrı unsurlar olması gerekiyor.
Ulusal Yetkilendirme Görevlisi
ise Ulusal Fona başkanlık eden -ki Ulusal Fon, malumunuz, mali
yardımların toplandığı hazineye bağlı
bir fondur- Hazine Müsteşarıdır. Ulusal Yetkilendirme
Görevlisi Avrupa Birliği fonlarının sağlam
şekilde mali yönetiminin genel sorumluluğunu üstlenmiştir.
Ulusal Yetkilendirme Görevlisi, aynı zamanda Ulusal Yardım
Koordinatörü veyahut da Program Yetkilendirme Koordinatörü olamaz.
Bir de Program Yetkilendirme Koordinatörü
vardır; bu da, fonların ihalelerinin yapılmasından,
takibinden, izlenmesinden sorumlu ve aynı zamanda, Merkezî Finans
ve İhale Biriminin başkanı konumundaki aktördür. Bu
üç aktör, Türkiye'de ve diğer ülkelerde de Avrupa Birliği
mali yardımlarının koordinasyonunu yapmaktadırlar.
Dolayısıyla, biz, bugün
bu kanunu geçirerek, biraz önce de ifade edildiği gibi, eylül
ayına kadar
Şu anda bu Birimimiz, Merkezî Finans ve İhale
Birimimiz, Avrupa Birliğinin hibeleriyle hayatiyetini devam
ettiriyor. Türkiye'ye de, bence, bu yakışmaz. Çünkü çok büyük
miktarlardan bahsetmiyoruz. Eylül ayına kadar buranın hayatiyetini
devam ettirebilecek olan bir miktar hibe vardır. Ama eylül
ayından itibaren, eğer biz bu kanunu bugün burada geçiremezsek,
bütçesi olmayacak ve arzu edilen fonksiyonları icra edemeyecek
ve yeteri kadar elemanla beslenip, arzu edildiği miktarda proje
üretemeyecek.
Bunu tekrar yüce Meclisin gündemine
getirerek, saygılarımla selamlıyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Ekranda görüyorum, Sayın Osman
Coşkunoğlu'nun soru sormak için bir talebi var.
Buyurun Sayın Coşkunoğlu.
OSMAN COŞKUNOĞLU
(Uşak) - Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, aracılığınızla
Sayın Bakana bir soru sormak istiyorum. Bu Yedinci Çerçeve
Programı içerisindeki fonlar da bu birimin görev kapsamının
içerisine mi giriyor?
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Sayın Bakanım, buyurun.
DEVLET BAKANI ALİ BABACAN(Ankara)
- Hayır, girmiyor.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.
Sayın milletvekilleri, maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Birleşime beş dakika ara
veriyorum.
Kapanma Saati:
15.56
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma
Saati: 16.08
BAŞKAN
: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP
ÜYELER : Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale), Mehmet DANİŞ (Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 113'üncü Birleşiminin Üçüncü
Oturumunu açıyorum.
1428 sıra sayılı Kanun
Tasarısı üzerindeki görüşmelere kaldığımız
yerden devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Tasarının 3'üncü maddesini
okutuyorum:
İstihdam esasları
MADDE 3- (1) Birimin görevleri,
hizmet sözleşmesi kapsamında istihdam edilen uzman personel ve destek personeli ile
geçici olarak görevlendirilecek kamu görevlileri eliyle yürütülür.
Destek personelinin sayısı, Birimin toplam personel sayısının
yüzde yirmisini geçemez.
(2) Birim Başkanı, Ulusal
Yetkilendirme Görevlisi tarafından, Ulusal Yardım Koordinatörünün
görüşü alınarak atanır. Ara yönetici pozisyonlarına
Birim Başkanının teklifi üzerine Ulusal Yetkilendirme
Görevlisinin onayı ile görevlendirme yapılır. Uzman
personel Komisyon marifetiyle seçilir ve Ulusal Yetkilendirme Görevlisinin
onayı ile Birimde istihdam edilir. Söz konusu personelin görevine
son verilmesinde de aynı usûller izlenir.
(3) Birimde hizmet sözleşmesi
ile veya geçici görevli olarak istihdam edilecek bütün yerli personelin
657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 48 inci maddesinde
belirtilen genel şartları taşıması zorunlu
olup, ara yöneticiler ile yerli uzman personelde ayrıca;
a) En az dört yıllık
eğitim veren siyasal bilgiler, hukuk, iktisadî ve idarî bilimler,
iktisat, işletme ve mühendislik fakülteleri ile üniversite
ve fakültelerin matematik ve istatistik bölümlerinden veya bunlara
denkliği Yüksek Öğretim Kurulu tarafından onaylanmış
yabancı fakülte veya yüksek okullardan mezun olmak,
b) Kamu Personeli Yabancı
Dil Bilgisi Seviye Tespit Sınavında İngilizce, Almanca
veya Fransızca dillerinden en az 80 puan almak veya dil yeterliliği
bakımından buna denkliği kabul edilen uluslararası
geçerliliği olan bir belgeye sahip olmak,
şartları aranır.
(4) Sözleşmeli olarak çalışan
personelden Birim Başkanına Müsteşarlıkta görev
yapan Genel Müdür; ara yöneticilerden Kıdemli Finans ve Kıdemli
İhale Yöneticilerine Müsteşarlıkta görev yapan Genel
Müdür Yardımcısı, diğerlerine Müsteşarlıkta
görev yapan Daire Başkanı; Uzman personele Müsteşarlıkta
1 inci dereceli kadroda görev yapan Hazine uzmanı; destek personeline
ise Müsteşarlıkta görev yapan emsali personele her türlü
ödemeler dahil ödenmekte olan tutarı geçmemek üzere ücret ödenir.
Bu personele ödenecek ücret Birim ile aralarında imzalanacak
hizmet sözleşmesinde belirlenir.
(5) Birim personelinin çalışma
usûl ve esasları, izinleri, hakları, yükümlülükleri ve hangi
hallerde işlerine son verileceği ile yabancı uzmanlara
ödenecek ücretler Maliye Bakanlığı ile Devlet Personel
Başkanlığının görüşü alınmak suretiyle
çıkarılacak yönetmelikle belirlenir.
(6) Genel bütçe kapsamındaki
kamu idareleri, özel bütçeli idareler ve sosyal güvenlik kurumlarında
çalışanlar kendilerinin isteği ve kurumlarının
muvafakati ile Birimde hizmet sözleşmesi ile istihdam edilebilirler.
Birimin bu konudaki talepleri, ilgili idarelerce öncelikle sonuçlandırılır.
Bu kapsamdaki personel hizmet sözleşmesinin yapılmasıyla
birlikte kurumlarından aylıksız izinli sayılır.
Bu şekilde istihdam edilenler, Birimdeki görevleri sona erdiğinde,
öğrenim durumları, hizmet yılı ve unvanları
dikkate alınarak önceki kurumlarında kariyerlerine veya
durumlarına uygun boş bir kadro veya pozisyona en geç üç ay
içinde atanırlar ve herhangi bir işleme gerek kalmaksızın
en geç bir ay içerisinde göreve başlatılırlar. Ancak,
bu kişilerin atanmalarında, önceki kurumlarındaki
idarî unvanlar dikkate alınmaz. Bu fıkra kapsamındaki
kişilerden, önceki kamu kurum ve kuruluşlarındaki
kadrolarına müşterek kararname ile atananların, bu
fıkraya göre yapılacak atama
işlemleri ilgili bakanın onayı ile yapılır.
Bu fıkra uyarınca önceki kurumlarına dönen kişilerin
Birimde geçen hizmetleri kazanılmış hak aylık derece
ve kademelerinde değerlendirildiği gibi emeklilik ikramiyesinin
hesabında da dikkate alınır.
(7) Altıncı fıkrada
belirtilen idarelerde istihdam edilen personel kendilerinin isteği
ve kurumlarının muvafakati üzerine aylık, ödenek,
her türlü zam ve tazminatları ile diğer malî ve sosyal hak ve
yardımları kurumlarınca karşılanmak kaydıyla
Birimde geçici olarak görevlendirilebilirler. Üniversite
öğretim elemanları da 2547 sayılı Yükseköğretim
Kanununun 38 inci maddesine göre Birimde görevlendirilebilirler.
Bu madde uyarınca görevlendirilenler hariç olmak üzere, bu
fıkraya göre görevlendirilmiş olması halinde, Birim
Başkanına 3000, ara yöneticilerden Kıdemli Finans ve
Kıdemli İhale Yöneticilerine 2000 gösterge rakamının
memur aylıklarına uygulanan katsayı ile çarpımı
sonucu bulunacak tutar, diğer kanunların kısıtlayıcı
hükümlerine tabi olmaksızın her ay ayrıca Birim tarafından
ödenir. Bu ödemelerden damga vergisi hariç herhangi bir kesinti yapılmaz.
(8) Birim personeline 657 sayılı
Devlet Memurları Kanununun disiplin ve sicil hükümleri uygulanır.
BAŞKAN - Madde üzerinde Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Osman Coşkunoğlu,
Uşak Milletvekili.
Buyurun Sayın Coşkunoğlu.
CHP GRUBU ADINA OSMAN COŞKUNOĞLU
(Uşak) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri,
1428 sıra sayılı Yasa Tasarısı'nın 3'üncü
maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini ifade
etmek için söz aldım. Yüce Meclisi saygıyla selamlarım.
Daha önce birkaç kez ifade edildi.
Bu, çok önemli olduğu AKP sözcüleri tarafından ifade edilen
yasa tasarısı, dört yıllık bir gecikmeden sonra
gündemimize girmiştir. Bu saptandı. Ben, elimizdeki
sıra sayısının 1'inci sayfasında, sizlerin
de okuyabileceği, Sayın Başbakan imzalı cümleyi
de buradan tekrarlayayım: "İlgide kayıtlı yazımız
ekinde Başkanlığınıza sunulan -Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına sunulan- 'Merkezi Finans
ve İhale Biriminin İstihdam ve Bütçe Esasları Hakkında
Kanun Tasarısı'nın, Plan ve Bütçe Komisyonundaki görüşmeleri
kırkbeş gün içinde sonuçlandırılamadığından,
Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 37 nci maddesi
uyarınca doğrudan Genel Kurul gündemine alınması
hususunda gereğini arz ederim." demiş Sayın
Başbakan bu yasa tasarısını Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına sunarken. Kırk beş
gün içerisinde Plan ve Bütçe Komisyonunda sonuçlandırılamamış.
Plan ve Bütçe Komisyonu gündemine alınıp alınmaması,
bildiğiniz gibi, Hükûmetin telkinleri sonucunda karar verilen
bir konudur. Bu keyfî bir durum olmuştur, bunu gösteriyor.
Şimdi, tartıştığımız
3'üncü madde, tasarının tümü üzerinde konuşan Sayın
Öymen'in de ifade ettiği gibi, bizim, Türkiye Cumhuriyetinin
devlet gelenek ve usulleri ile bağdaşmayan, uyum göstermeyen
niteliklerinden birini bu maddede görebiliyoruz.
3'üncü maddenin ikinci fıkrasını
dikkatinize getirmek isterim. "Birim Başkanı, Ulusal
Yetkilendirme Görevlisi tarafından, Ulusal Yardım Koordinatörünün
görüşü alınarak atanır. Ara yönetici pozisyonlarına
Birim Başkanının teklifi üzerine Ulusal Yetkilendirme
Görevlisinin onayı ile görevlendirme yapılır."
Yani, ara yönetici görevlendirmesi yapılıyor. Devam edelim:
"Uzman personel Komisyon marifetiyle seçilir ve Ulusal Yetkilendirme
Görevlisinin onayı ile Birimde istihdam edilir."
Şimdi, burada, özetle,
başkan atanacak, ara yöneticiler görevlendirilecek, uzman
personel ise istihdam edilecek. Şimdi, bu kavramlar personelin
statüsünü de belirleyen kavramlardır kamu hukukunda. Alt yöneticilerin
memur statüsünü haiz olup olmayacakları burada belli değildir.
Çünkü "atama" sözcüğü kullanılmıyor "görevlendirme"
sözcüğü seçiliyor. Oysa, alt yöneticilerin yürüttükleri görevler
devletin asli ve sürekli görevleri, niteliğinde olduğundan
alt yöneticilerin de memur statüsünde olmaları gerekiyor.
Burada bir belirsizlik var. Diğer bir belirsizlik de söz konusu
sözleşmeler 657 sayılı Kanun'a tabi personel ile mi yapılacak,
İş Kanunu'na tabi personel ile mi yapılacak? Bu konuda
da en azından ben bir belirsizlik görüyorum bu kadar geciktirildiği
ve Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmeden gündeme getirilen
bu yasa tasarısında.
Değerli arkadaşlar, ayrıntılarda
birtakım açık olmayan noktalar var. Onun ötesine giderek,
Avrupa Birliği fonları konusunda, bu fonların miktarı
konusunda Sayın Öymen konuşmasında çarpıcı
rakamları verdi. Türkiye'nin hem çok düşük bir fon ile karşı
karşıya olduğunu, diğer aday ülkelerle, yeni üye
olmuş ülkelerle karşılaştırılınca,
Türkiye'ye sağlanan fonların son derece düşük olduğunu
dikkate getirdi. Ben, biraz da bu fonların kullanılışı
üzerinde konuşmak istiyorum.
Özellikle son zamanda, Avrupa Birliği,
bu fonları, sivil toplum kuruluşlarının güçlendirilmesi
için kullanılması konusunda bir telkinde bulunuyor, bu
yönde proje çağrılarında bulunuyor. Sivil toplum kuruluşlarının
gelişmesi, elbette demokrasi açısından önemlidir.
Hatta, onların etkisini, gerçek demokrasiyi, katılımcı
demokrasiyi içine sindirebilmiş ülkelerde, onların etkisini
parlamento da hisseder. Maalesef, Meclisimizin çoğunluğunu
teşkil eden Hükûmet bunu pek hissetmiyor. Oysa, sivil toplum kuruluşları,
katılımcılıklarıyla, demokrasinin seçimden
seçime oy vermek olmadığı, iki seçim arasında da
etkilerini ve baskılarını hissettirebilmesi gereken
kuruluşlardır. Demokrasilerde, bu, iyi bilinen bir gerçektir.
Avrupa Birliği kaynaklarının,
fonlarının dağıtımında, prosedür oldukça
karışıktır. Bu karışık prosedürden
yararlanabilecek sivil toplum kuruluşları çok sınırlı
olmaktadır. Özellikle, desteklenmesi gereken, özellikle dezavantajlı
durumda olan kitleleri temsil eden sivil toplum kuruluşları,
örneğin kadınların sivil toplum kuruluşları,
bu fonlardan yararlanmak için, o yoğun ve zorlu prosedürden, o
sayısız formların doldurulması sürecinden
yılgınlığa düşebilmektedir. O zaman, güçlünün
ve olanaklarının daha iyi olduğu sivil toplum kuruluşlarının
bu fonlardan yararlanması daha kolay olmaktadır.
İşte, o zaman da, güçlü ile güçsüz arasındaki fark biraz
daha açılma eğilimine girmektedir.
Dolayısıyla, bu vesileyle,
önemli ölçüde bilgi, önemli ölçüde çaba gerektiren bu fonlara
başvurma sürecinde, devletin de, özellikle çeşitli nedenlerle
daha dezavantajlı olan, çeşitli nedenlerle elinde bu gücü,
bu prosedürün üstünden gelebilme gücünü bulunduramayan sivil
toplum kuruluşlarına şimdiye kadar olduğundan
daha yardımcı, daha çok yardımcı olmasını
da bu vesileyle belirtmek ister, hepinize saygılar sunarım.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Coşkunoğlu.
Madde üzerinde, şahsı
adına söz isteyen Ali Rıza Alaboyun, Aksaray Milletvekili.
Buyurun Sayın Alaboyun.
ALİ RIZA ALABOYUN (Aksaray) -
Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Görüşülmekte olan 1428
sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın 3'üncü maddesi
üzerinde, şahsım adına söz almış bulunuyorum.
Şahsınızı ve Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Arkadaşlar, bildiğiniz
gibi, Avrupa Birliğiyle ilgili, Avrupa Birliği destekli
projeleri biz çok uzun süredir yürütmekteyiz. Bunlara baktığımız
zaman iki çerçeve içerisinde bunları görüyoruz. 1996-2001
yıllarını kapsayan MEDA çerçeve anlaşması
dönemidir ki, hazırlık çalışmaları bu dönemde
yapılmış, fakat, uygulamaları hâlâ sürdürülen
otuz üç adet projeyle ilgili kurum ve kuruluşlarımız
tarafından başarıyla yürütülmektedir. Çeşitli
alanlardaki bu projeler, AB'ye uyum çerçevesinde, amaç, hedef ve proje
beklentilerine uygun olarak zamanında tamamlanmaları
için periyodik olarak izlenip değerlendirilmektedir.
Değerli arkadaşlar, Avrupa
Birliğinin Türkiye'ye sağladığı mali yardımlara
ilişkin olarak toplumun çeşitli kesimlerinde bu mali yardımların,
daha doğrusu hibelerin miktarları, kullanılış
prosedürleri ve uygulanışları hakkında yanlış
kanaatler vardır. Hatta, bu hibelerin Türkiye tarafından
kullanılmadığından Avrupa Birliği bütçesine
geri döndüğü şeklindeki kanaat oldukça yaygındır
ve yanlış bir kanaattir. Topluluk programları veya Avrupa
Yatırım Bankasının kredileri de bazen bu kapsamda
değerlendirmektedir. AB mali yardımları, AB Komisyonu
tarafından, diğer aday ülkeler için olduğu gibi, her
yıl Türkiye'ye de tahsis edilen hibe niteliğindeki yardımlardır.
Söz konusu yardımlar, doğrudan nakdî bir yardım niteliğinde
olmayıp, Avrupa Komisyonu ve Türkiye'nin birlikte seçtikleri
proje ve programlara mali destek sağlamak amacıyla kullanılmaktadır.
Proje seçimindeki en önemli kriter,
mali yardımların AB üyeliğine yönelik uyum esasları
doğrultusunda kullanılabilecek olmasıdır. Bu
nedenle, programlama süresi, Katılım Ortaklığı
Belgesi, İlerleme Raporu, Ulusal Program ve Ön Ulusal Kalkınma
Planı'nda ifade edilen öncelik alanları çerçevesine giren
proje fikirlerinin tespit edilmesi ve bunların belirli bir formatta
geliştirilmesi çalışmalarını kapsamaktadır.
Hâlihazırda, 1996 - 2001 MEDA
Çerçeve Anlaşması, 2002, 2003, 2004 ve 2005 katılım
öncesi mali yardım programları kapsamında, AB uyum çerçevesinde
öncelikle ele alınması gereken çeşitli sektörlerde
olmak üzere birçok proje yürütülmektedir ve bu projelerin toplam
büyüklüğü de 1,5 milyar eurodur.
Kuruluşumuzun hayırlı
olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Alaboyun.
Madde üzerinde şahsı
adına söz isteyen Hüsnü Ordu, Kütahya Milletvekili.
Buyurun Sayın Ordu. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
HÜSNÜ ORDU (Kütahya) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; şahsım adına
3'üncü maddede söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Şimdi, bu konu tabii ki çok teknik
bir konu. Ancak, buraya çıkan değerli sözcülerimizin bazıları,
konu Hazineyle de ilgili olduğu için, Hazineye yönelik, Türkiye'ye
yönelik birtakım tespitlerde bulundular. Şimdi ben
şöyle bir analiz yapmak istiyorum değerli arkadaşlar.
Hükûmetimizden evvelki son hükûmet dönemine, şöyle bir geriye
gitmek istiyorum: Nedir Türkiye'nin tablosu, hazinenin durumu nedir,
geldiğimiz noktadaki Hazine Müsteşarlığımızın
durumu nedir?
Değerli arkadaşlar, yüzde
100'e varan döviz artışları yaşayan bir Türkiye.
Çok iyi hatırlıyorum, 690 bin lirayken döviz fiyatı,
bir ay içerisinde bu ülkede 1 milyon 300 binleri gören bir Türkiye.
NURİ ÇİLİNGİR
(Manisa)- Şimdi de düştü!
HÜSNÜ ORDU (Devamla) - Bir ay sonraki
maaşlarını ödeme zorluğu düşünen bir Türkiye,
bir hazine.
Türk parasına olan güvensizlik
-borç istemeyle ilgili- bırakın Türk parasını, dövizle
bile, kardeş kardeşe -eşi dostu bırakın- borç
alıp vermekte tereddüt eden bir Türkiye.
Özel bankalarda, kamu bankalarında
milyarlarca doları batırılan, iç edilen bir Türkiye,
bir hazine.
Ücretlilerine verilen zamları
bir ayda, iki ayda, cebinden, yapılan zamlarla geriye alınan
bir hazine, bir Türkiye.
Gecelik faizleri 7.500'leri gören
bir hazine, bir Türkiye.
HALUK KOÇ (Samsun) - Muhalefeti
özlediniz galiba!
HÜSNÜ ORDU (Devamla) - Vergi gelirlerinin
-DSP Hükûmetinin de içinde olduğu bir dönemde- tamamına yakın
bir kısmı -değerli sözcüm- sadece faizleri ödemeyen
bir Türkiye.
Mevduatta toplanan paraları,
hazinede, hazinenin, o dönem hükûmette, sadece hazinenin borçlarını
karşılamakta yetmeyen bir Türkiye, bir hazine.
Şirketlere bakıyoruz,
gelirlerinin yüzde 85'i faaliyet dışı gelirlerle oluşan
bir Türkiye, bir hazine.
İçeriden ve dışarıdan
aldığı borçlarla borçlarını döndürmekte zorluk
çeken bir hazine, bir Türkiye.
Gününü, geleceğini, geçmişini,
moralini, her şeyini kaybeden bir hazine, bir Türkiye.
Böyle bir Türkiye'den, devraldığı
sorunlarla beraber, başta, batan bankalarda milyarlarca dolar
paraların üzerine yüklenen yükümlülüğü alan bir Hükûmetin
üzerine, dünyada yaşanan sorunlar, problemler, Irak krizi,
Kıbrıs süreci, Avrupa Birliği süreci, petrol fiyatları
20 dolarlardan 70 dolarları gören bir Türkiye.
Sosyal güvenlik açıkları...
Bütün bu sıkıntılar da bu problemlerin üzerine gelmiş
olmasına rağmen, 2006 bütçesinde neredeyse, bütçesini
denk hâle getiren bir hazine, bir Türkiye.
Doğrudan yatırımı
1 milyar dolarlardan bir yılda 20 milyar doları bulan bir
Türkiye.
Cumhuriyet tarihi boyunca ihracatı
36 milyar dolarlık bir ihracatken, dört yılda 49 milyar dolarlık
bir artışla 85 milyar doları bulan bir Türkiye.
ALİ KEMAL DEVECİLER (Balıkesir)
- İthalat, ithalatı da söyle! Onu es geçme, ithalatı!
HÜSNÜ ORDU (Devamla) - Bankalardaki
mevduatını, Hazinenin dışında, piyasaya,
Toplu Konuta...
BAŞKAN - Sayın Deveciler,
lütfen...
HÜSNÜ ORDU (Devamla) - ... taşıt
kredilerine ve bütün bu ülkenin esnafına bırakan bir Türkiye,
bir hazine.
İ. SAMİ TANDOĞDU (Ordu)
- Dış borç ne oldu? Bir de ona değin.
BAŞKAN - Sayın Ordu, lütfen,
toparlar mısınız.
HALUK KOÇ (Samsun) - Yorma kendini,
Kütahya dolu, dolu!
HÜSNÜ ORDU (Devamla) - Bugüne kadar,
zorunlu tasarruflarla ilgili, 14 katrilyonluk bir borç yükümlüğünü
ödeyen bir hazine, bir Türkiye.
İ. SAMİ TANDOĞDU (Ordu)
- Yani, ortalık tozpembe, tozpembe!
HÜSNÜ ORDU (Devamla) - İnsanlarına
250 bin konutu kira öder gibi sunan bir hazine, bir Türkiye.
Bugüne kadar 3.500 kilometrelik
bir duble yoldan dört yıl, beş yılda bunun 2 katına
kadar duble yol üreten bir hazine, bir Türkiye.
İ. SAMİ TANDOĞDU (Ordu)
- Nerede, hani nerede?
HÜSNÜ ORDU (Devamla) - Peki ne oldu?
Ne oldu biliyor musunuz? Şu oldu sadece: Bu aziz millet bunları
not ediyor, seyrediyor. Ya bu kadar güzel şeyler var, olumlu
şeyler var da, acaba gerilimi tetikleyen şey nedir? Bu aziz
millet çok iyi biliyor ki onun arkasındaki zihniyeti, Cumhurbaşkanlığı
süreciyle ilgili bir vesvesedir bu. Sizler diyorsunuz ki, bu konuyla
ilgili bizim istediğimiz tarzda bir Cumhurbaşkanı
olacak. Millet de diyor ki, milli irade ne istiyorsa, sistem ne istiyorsa
siz onu yapın bize. Bu süreç bununla ilgilidir aziz millet.
Burada, ben bu duygu ve düşüncelerle,
ülkemizi moralsiz, geleceksiz günlerden bugünlere taşıyan
hazinemizi, ülkemizi, Hükûmetimizi, kutluyorum. İnşallah,
geleceğe çok daha güvenle bakacak, çok daha istikrarla yönetilecek
bir Türkiye olmasını bir milletvekili olarak arzu ediyorum.
Yüce Meclisinizi sevgi ile saygı ile selamlıyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Ordu.
Madde üzerinde iki adet önerge vardır.
Önergeleri, önce, geliş sırasına göre okutup, aykırılıklarına
göre işleme alacağım.
İlk önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan Kanun Tasarısının
"İstihdam esasları" başlıklı 3 üncü
maddesinin 3 üncü fıkrasının (b) bendinin aşağıdaki
şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Salih
Kapusuz Telat Karapınar Gülseren Topuz
Ankara Ankara İstanbul
Mehmet
Ceylan Alaettin
Güven
Karabük Kütahya
"b) Kamu Personeli Yabancı
Dil Bilgisi Seviye Tespit Sınavında İngilizce dilinden
en az 80 puan almak veya dil yeterliliği bakımından buna
denkliği kabul edilen uluslararası geçerliliği olan
bir belgeye sahip olmak,"
BAŞKAN - Aykırı önergeyi
okutup, işleme alıyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan "Merkezi
Finans ve İhale Biriminin İstihdam ve Bütçe Esasları
Hakkında Kanun Tasarısı"nın 3 üncü maddesinin
(6) ncı fıkrasının aşağıdaki şekilde
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Salih
Kapusuz Telat Karapınar Gülseren Topuz
Ankara Ankara İstanbul
Mehmet
Ceylan Alaettin
Güven
Karabük Kütahya
"(6) Genel bütçe kapsamındaki
kamu idareleri, özel bütçeli idareler ve sosyal güvenlik kurumlarında
çalışanlar kendilerinin isteği ve kurumlarının
muvafakati ile Birimde hizmet sözleşmesi ile istihdam edilebilirler.
Birimin bu konudaki talepleri, ilgili idarelerce öncelikle sonuçlandırılır.
Bu kapsamdaki personel, hizmet sözleşmesinin yapılmasıyla
birlikte kurumlarından aylıksız izinli sayılır.
Personel kanunlarına tabi olarak çalışmakta iken bu
fıkra uyarınca aylıksız izinli sayılanların
aylıksız izinli sayıldıkları sürece önceki
statüleri ile ilgili sosyal güvenlik hakları aynı şekilde
devam ettiği gibi, bu süreler kendi kurumlarında çalışıyormuş
gibi addedilerek, terfilerinde hesaba katılır ve herhangi
bir işleme gerek kalmaksızın süresinde terfileri yapılır."
BAŞKAN - Hükûmet önergeye katılıyor
mu?
DEVLET BAKANI ALİ BABACAN (Ankara)
- Evet, katılıyoruz.
BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe: Birimde hizmet sözleşmesi
ile istihdam edilecek ve kurumlarından aylıksız izinli
sayılacak personelin, Birimdeki görevleri ve dolayısıyla
aylıksız izinleri sona erdiğinde yeniden atanmaları
söz konusu olmadan eski görevlerine başlamaları gerekeceğinden,
anılan fıkrada bu çerçevede gerekli değişikliklerin
yapılması uygun görülmektedir.
BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan Kanun Tasarısının
"İstihdam esasları" başlıklı 3 üncü
maddesinin 3 üncü fıkrasının (b) bendinin aşağıdaki
şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Salih
Kapusuz (Ankara) ve arkadaşları
"b) Kamu Personeli Yabancı
Dil Bilgisi Seviye Tespit Sınavında İngilizce dilinden
en az 80 puan almak veya dil yeterliliği bakımından buna
denkliği kabul edilen uluslararası geçerliliği olan
bir belgeye sahip olmak,"
BAŞKAN - Sayın Hükûmet önergeye
katılıyor mu?
DEVLET BAKANI ALİ BABACAN (Ankara)
- Evet, katılıyoruz.
BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Avrupa Komisyonu Delegasyonu'nun
Birimle olan yazışma ve müzakere dili İngilizce olduğu
gibi, Birim tarafından yönetilen sözleşmelerin de İngilizce
dilinde hazırlanmakta olması karşısında, Almanca
ve Fransızca bilen kişilerin istihdamına yer olmadığı
anlaşıldığından; Kanun metninde ihtilaf ve
tereddütlere yol açan nitelikte hükümlere yer verilmemesi
açısından söz konusu değişiklik gerekli görülmektedir.
BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
HALUK KOÇ (Samsun) - Karar yeter sayısı
BAŞKAN - Kabul edilen önergeler
doğrultusunda maddeyi oylarınıza sunuyorum, aynı
zamanda karar yeter sayısı arayacağım: Kabul edenler
Sayın milletvekilleri, Kâtip
Üyeler arasında anlaşmazlık olduğu için elektronik
cihazla oylama yapacağız. Üç dakika süre veriyorum,
başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
karar yeter sayısı vardır, madde kabul edilmiştir.
4'üncü maddeyi okutuyorum
Sayın milletvekilleri, sistemdeki
arıza nedeniyle birleşime beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati:
16.43
DÖRDÜNCÜ
OTURUM
Açılma
Saati: 16.57
BAŞKAN
: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP
ÜYELER : Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale), Mehmet DANİŞ (Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 113'üncü Birleşiminin Dördüncü
Oturumunu açıyorum.
1428 sıra sayılı Tasarı'nın
görüşmelerine devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Tasarının 4'üncü maddesini
okutuyorum:
Birimin giderleri
MADDE 4- (1) Birimin bütün giderleri,
Müsteşarlık bütçesinde gösterilen transfer ödeneğinden
karşılanır. Ödenek tutarı, her mali yıl başında,
Başbakanlık Merkez Muhasebe Birimince Türkiye Cumhuriyet
Merkez Bankası veya muhabiri olan Ziraat Bankası nezdinde
Birim adına açılacak özel hesaba yatırılır.
(2) Söz konusu özel hesaptan yapılacak
harcamalarda Harcama Yetkilisi Birim Başkanıdır.
BAŞKAN - Madde üzerinde Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Kemal Kılıçdaroğlu,
İstanbul Milletvekili.
Buyurun Sayın Kılıçdaroğlu.
(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA KEMAL KILIÇDAROĞLU
(İstanbul) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Tasarının 4'üncü maddesi,
harcamaların nasıl yapılacağı konusunda
açıklık getiren bir madde, ama, yüce Parlamentonun değerli
milletvekilleri de gayet iyi hatırlarlar, daha önce çıkan
bir Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Yasası vardı ve bu Yasa,
5018 sayılı bu Yasa, Türk mali sisteminin anayasası
olarak adlandırılır.
Sayın Ceylan bu yasa tasarısını
savunurken, kurumun özerk bir yapıya sahip olduğunu ifade
etti. Doğrudur, ama, özerklik biraz dozu kaçırılan bir
özerklik -yani, gerçi önergelerinizi gördüm, bazı maddeleri
değiştiriyorsunuz, dolayısıyla o değişikliklerin
de olumlu olduğunu ifade edeyim- ama, özerklik hiçbir yerde ve
hiçbir zaman denetimsizlik anlamına gelmez. Özellikle bir kamu
kaynağı eğer harcanıyorsa, o kamu kaynağının
da denetiminin mutlaka olması gerekiyor. Her ne kadar iktidar
kanadının sözcüsü bu konuda Sayıştay denetiminin
varlığından söz ettiyse de, bu, maddede açıklıkla
ifade edilmiyor. Eğer iktidar kanadı lütfedip destek verirse,
denetime açıklık getiriyoruz hem iç denetim hem
dış denetim bağlamında, hazinenin bu konuda görevini
daha sağlıklı yapacağı ve kaynakların daha
sağlıklı kullanılacağını vurgulamak
açısından.
Değerli milletvekilleri, Avrupa
Birliği sürecini tartıştığımız bir
ortamda bir arkadaşımız, Sayın Açıkgöz dedi
ki: "Türkiye çağdaş uygarlığı yakalamış
bir ülkedir." Çağdaş uygarlığın, tabii, tanımı
çok önemli. Eğer çağdaş uygarlık şu demekse, Türkiye
Cumhuriyeti devletinin memurlarının maaşını
başka bir ülke ödemişse, bu çağdaş uygarlık değildir.
Eğer Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanlığının
bir kitapçığını İngiliz Büyükelçiliği
ödüyorsa, masrafını karşılıyorsa, bu,
çağdaş bir ülke değildir. Çağdaşlıktan söz
edilemez. Çağdaşlık, aç kalırsınız, yoksul
kalırsınız, ama ülkenin onurundan asla ve asla ödün vermezsiniz.
Nasıl oluyor da, 21'inci yüzyılda Ulusal Kurtuluş Savaşı
vermiş bir ülkenin Başbakanlığı çok ince bir
kitapçığı, üstünde Başbakanlığın
adı yazılı olan çok ince bir kitapçığı, bu
masrafı karşılayamıyor, İngiltere Büyükelçiliği
bu masrafı karşılıyor ve kapağında da
şu yazıyor: "Bu kitapçığın basım masraflarını
İngiliz Büyükelçiliği finanse etmiştir, karşılamıştır."
Şimdi bana söyler misiniz değerli
arkadaşlar, bunun çağdaşlık neresindedir? Nasıl
oluyor da Türkiye Cumhuriyeti'nin Hükûmeti çok küçük bir bedeli dahi
finanse etmekten kaçınmıştır? Bunu eğer tanımlamak
gerekiyorsa, bu, yüz karası bir olaydır arkadaşlar.
Türk siyasi tarihinde yüz karası bir olaydır.
Şimdi, bakın, AB müzakereleriyle
ilgili de ne eksiğimiz var? AB müzakerelerini yürütüyoruz.
Yine, Sayın Açıkgöz dedi ki: "Bir eksiğimiz varsa
zaten Avrupa Birliği yetkilileri bize söylüyorlar."
Baştan eksiğimizi kabul ediyoruz zaten. Doğrudur,
uyum sağlamakla siz bunu kastetmiyorsunuz, ama eğer gerçekten
de biz uyum sürecini, onurlu ve iki ülkenin karşılıklı
çıkarlarını, yani Birlikle ülkenin çıkarlarını,
diğer ülkelerin üye olduğu koşullarda yapabiliyorsak
hiçbir sorunumuz yok. Biz, hiçbir zaman şu kürsüye gelip, her
şeyi reddeden bir düşünceyi savunmadık. Doğruları
savunduk, Hükûmeti uyardık, yanlış varsa uyarılarımızı
yaptık. Bunun bir kısmı dikkate alınır veya dikkate
alınmaz. Nitekim Dubai'de imzalanan sözleşmeyi bizim müdahalemiz
üzerine ve şiddetli tepkimiz üzerine Hükûmet Parlamentoya getirmedi
ve uygulamaktan vazgeçti. Ama, önemli olan, siyasi iradenin orada
belirlenmiş olmasıydı. Kuzey Irak'a, nasıl olur da
Türkiye Cumhuriyeti, bir terör bölgesine ben girmeyeceğim diye
anlaşma imzalar? Ne karşılığında? 1 milyar
dolar karşılığında. İnsaf arkadaşlar!
Şimdi, Sayın Ordu dedi ki
-burada, güzel bir konuşma yaptı, sanıyorum, kendi taraftarlarını
da çok mutlu etmiştir- işte, faiz 1.500'dü, dolar şöyleydi,
böyleydi diye. Yaa, arkadaşlar, ben merak ediyorum, siz, Hükûmeti
devraldığınız zaman, faiz oranının, enflasyon
oranının yüzde 34 olduğunu nasıl bilmezsiniz? Devraldığınızda,
enflasyon oranı yüzde 34'tü, Devlet Planlama Teşkilatı
orada, veriler orada. Haa, 1.500 olmadı mı? Oldu tabii, ama,
onunla mücadeleyi siz mi yaptınız? İnsaf denen bir
şey var. Siz, o programı aldınız, şimdi sürdürüyorsunuz.
Haa, o programı sürdürüyorsunuz, o programı yenileyemediniz.
Zaten, sorun oradan başlıyor. Nasıl oluyor da yenilemiyorsunuz
siz bu programı? Bu programın getirdiği tablo nedir biliyor
musunuz? 3 tane dolar milyarderimiz vardı, sizin uyguladığınız
program sonucunda, 26 tane dolar milyarderimiz çıktı. Bunu,
biz söylemiyoruz, açın, uluslararası dergilere bakın.
26 dolar milyarderinin elde ettiği gelirle 25 milyon yurttaşın
elde ettiği gelir eşitlenmiş durumda.
Şimdi bakın, bu Hükûmet,
her şey söylenebilir tabii, bardağın dolusu, yarısı,
yarısı dolu, yarısı boş diye, güzel laflar da
ediliyor zaman zaman. Bir ekonomi, insan için vardır arkadaşlar.
Siz, ne kadar güzel şey yaparsanız yapın, insan mutlu değilse
orada ekonomi mutlu değildir. Siz, hiç düşünebiliyor musunuz,
efendim, işsizlik dostu büyüme yok. Ne demek işsizlik dostu
büyüme yok? Şimdi, işsizlik var mı bu ülkede? Var. Üniversiteyi
bitirmiş insanlarda işsizlik oranı yüzde 34'lere
ulaşmış vaziyette.
Değerli arkadaşlar, üniversiteyi
bitiren birisi iş bulamazsa ne olacak? Hangi ekonomiden bahsediyorsunuz
siz?
HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar)
- Avrupa'da da var, dünyada da var!
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Yoksulluk! Ben, size, yoksulluk rakamını vereyim değerli
arkadaşlar. Bingöl nüfusunun yüzde 68,5'i, Siirt nüfusunun yüzde
60,1'i, Ağrı nüfusunun yüzde 58,7'si, Hakkâri nüfusunun yüzde
58,7'si, Van'ın yüzde 57,5'i, Batman'ın yüzde 56'sı, Adıyaman'ın
yüzde 48,3'ü, Kars'ın yüzde 48,3'ü, Iğdır'ın yüzde
46,9'u, Bitlis'in yüzde 45,8'i, Ardahan nüfusunun yüzde 44,2'si,
Muş nüfusunun da yüzde 44,2'si yeşil kartlı. Ne demektir
yeşil kart, biliyor musunuz? Asgari ücretin yarısından
daha az gelir sahibi olan bir nüfus var. Sayın Başbakanın
seçildiği Siirt Türkiye sıralamasında 2'nci sırada.
Siz hangi parlak tablodan söz ediyorsunuz arkadaşlar? Hangi parlak
tablo bunu anlatıyor size? Siz Teşvik Kanunu çıkardınız,
doğu ve güneydoğudaki illere yatırım gitsin,
özel sektör gitsin oraya
Şırnak, Tunceli, Hakkâri, Batman, Siirt
ne oldu arkadaşlar? Gidin bakın Devlet Planlama Teşkilatının
verilerine, yatırım sıfır. Hani teşvik vardı!
MEHMET KARTAL (Van) - Ölü doğdu
bu Yasa.
FATİH ARIKAN (Kahramanmaraş)
- 1,5 milyar dolar Kahramanmaraş'ta yatırım var.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Şimdi, arkadaşlar, halka doğruları söyleyeceğiz,
eksiklerimiz varsa onları da söyleyeceğiz.
HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar)
- Artıları da söylesene.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Sizin getirdiğiniz bu sistemden kim memnun? Hiç bu soruyu sordunuz
mu kendinize? IMF memnun, çünkü, dünyada tek müşterisi kaldı,
o da Türkiye. En yüksek faizi alıyor, Türkiye'den çok memnun IMF.
Başka? Arkadaşımız
burada dedi ki, "1 milyar dolardan 30 milyar dolara sıcak
para geldi." Niye gelmesin? Gelmezlerse enayiler zaten adamlar.
HÜSNÜ ORDU (Kütahya) - Ben sıcak
para demedim, 20 milyar dolar doğrudan yatırım dedim.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Haa, şimdi geliyorum oraya.
HÜSNÜ ORDU (Kütahya) - Önce, iyi
anlayın.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Güzel! Özür dilerim. Özür dilerim. Sizin dediğinize geliyorum.
20 milyar dolar yatırım
geldi, değil mi, doğrudan yatırım? Sıfırdan
doğrudan yatırımı 1 milyar dolar olarak iddia ediyorsanız
Bakın, sıfırdan doğrudan yatırımı 1
milyar dolar olarak iddia ediyorsanız, bu Parlamentonun önünde,
çağıralım Planlama yetkililerini
Sayın Bakanın
Plan ve Bütçe Komisyonunda yaptığı açıklama vardır;
sıfırdan doğrudan yatırım sıfır arkadaşlar!
Ne diyorsunuz siz?
HÜSNÜ ORDU (Kütahya) - Ben sıfırdan
doğrudan yatırım demedim.
BAŞKAN - Sayın Ordu, lütfen
Sayın Ordu
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Adam gelip Telekom'u alıyor, PETKİM'i alıyor
HÜSNÜ ORDU (Kütahya) - Sıfırdan
doğrudan yatırım demedim.
BAŞKAN - Sayın Ordu
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Çünkü, hazır yatırımı almak, doğrudan yatırım
değildir. Doğrudan yatırım, gelir buraya, oturur,
fabrikayı kurar, işçi istihdam eder, teknoloji getirir
HÜSNÜ ORDU (Kütahya) - Kemal Bey
BAŞKAN - Sayın Ordu, lütfen
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
-
biz de o yatırımı yapanın alnından öperiz.
HÜSNÜ ORDU (Kütahya) - Sıfırdan
doğrudan yatırım demedim, lafları düzeltin.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Hayır, ben söylüyorum, siz söylemediniz.
BAŞKAN - Sayın Ordu
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Onu ben söylüyorum. Ben söylüyorum, diyorum ki, yabancı sermaye
BAŞKAN - Sayın Kılıçdaroğlu,
lütfen, karşılıklı konuşmayalım.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
-
. Türkiye'ye hazırı almaya gelmesin, gelsin, her türlü
teşviki verelim sıfırdan yatırım yapsın.
O yatırım için yabancı sermaye gelmiyor arkadaşlar.
HÜSNÜ ORDU (Kütahya) - O da olacak.
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Kemal
Bey, ona da gelmiyorlardı.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Bakın, bir şey daha söyleyeceğim.
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Dün
ona da gelmiyorlardı.
BAŞKAN - Sayın Kapusuz,
lütfen
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Değil
mi, dün ona da gelmiyorlardı, onu da söyleyin.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Bir şey daha söyleyeceğim size.
HÜSNÜ ORDU (Kütahya) - Biz ne söylediğimizi
çok iyi biliyoruz.
BAŞKAN - Sayın Ordu
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Dün
bunun için de gelmiyorlardı, tenkit ettiğin noktada da gelmiyorlardı.
BAŞKAN - Sayın Kılıçdaroğlu,
lütfen, karşılıklı konuşmayalım. Genel
Kurula hitap eder misiniz lütfen.
Buyurun.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- "Dün onun için de gelmiyorlardı" diye Sayın Salih
Kapusuz söylüyor. Doğrudur, ama, bugün niye geliyorlar? Dünyanın
en yüksek faizini veriyorsunuz, hem de vergisiz veriyorsunuz.
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Saptırıyorsunuz.
ALİ AYDINLIOĞLU (Balıkesir)
- Daha önceden kaçtı faiz? 83'te faiz kaçtı?
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Faiz
başka bir şey, o başka bir şey.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Bu sistemden o adamlar da çok memnun, çünkü, dünyanın en yüksek
faizini Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti veriyor. Kimin cebinden veriyorsunuz
bunu biliyor musunuz Sayın Salih Kapusuz? O sizin, Sayın
Başbakanın söylediği şey var ya, sık sık
kullandığı, garip gureba, fakir fukara, işte onların
cebinden alıp o insanlara aktarıyorsunuz. Bu insanlar nasıl
dünyanın en yüksek faizini ödüyorlar? İşte bunlar aracılığıyla
ödüyorlar. Bu sistemden kim mağdur? Siz bana işçileri, çiftçileri,
emeklileri söyleyin bakayım, gerçek sanayiciyi söyleyin bakayım,
memnun mu bu sistemden, bu düzenden?
Rifat Hisarcıklıoğlu'nun
yaptığı açıklama var, diyor ki: "Biz kendi ülkemizde
bu ülkenin taşeronu konumuna gelmek istemiyoruz. Yabancının
taşeronu olmak istemiyoruz." Kim söylüyor? Türkiye Odalar
Borsalar Birliği Başkanı söylüyor arkadaşlar.
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Yatırımlara
engel mi var Sayın Kılıçdaroğlu?
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Yatırımlara sizin izlediğiniz politikayla engel
var.
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Nedir
o?
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Sıcak paraya net yüzde 25 faiz verirseniz adam yatırım
yapmaz. Niye yatırım yapsın? Siz başka bir ülkenin
bu kadar yüksek faiz verdiğini gördünüz mü? Avrupa Birliği
sizden niye memnun? IMF niye memnun? Amerika niye memnun? Sermaye
çevreleri niye memnun? Bunu niye kendinize sormuyorsunuz?
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Yüksek
faiz nasıl oldu da düştü söyleyin Allah aşkına!
HÜSNÜ ORDU (Kütahya) - Sayın
Kılıçdaroğlu kaçtan düştüğünü söyleyin ya.
Yüzde 70'lerden düştü.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Siz
Değerli arkadaşlar, dünyanın en yüksek faizini
Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ödüyor.
HÜSNÜ ORDU (Kütahya) - Nereden nereye
geldin? Onu söyle.
BAŞKAN - Sayın Ordu, niye
müdahale ediyorsunuz?
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Ha, nereden nereye geldi?
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - 7.500'ten geldi,
7.500. Hatırlıyor musunuz?
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Sayın Başkan, izin verir misiniz, nereden nereye geldiğimizi
anlatayım.
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Kanaltürk'te
anlatırsın!
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Nereden nereye geldik? 2002'de 89 milyar dolardı iç borcumuz
2006'da 187 milyar dolar.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Kaçla borçlandın
oraya geldin? Onu da bir söyle. Kaçla borçlandın?
BAŞKAN - Sayın Öksüz
OSMAN ÖZCAN (Antalya) - Siz ne
ağzı gevşek adamsınız.
MEHMET KARTAL (Van) - Sizin yeriniz
sağlam ama, gelme şansınız yok.
BAŞKAN - Sayın Kılıçdaroğlu,
lütfen
Teşekkür için açıyorum. Buyurun.
HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar)
- Kanaltürk'te söyler!
OSMAN ÖZCAN (Antalya) - Yerinizde
duramıyorsunuz!
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Hayır,
kaçtan borçlandığını söylesin.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Nereden nereye geldiğimiz konusunda da açıklamaları
yapacağım. Onu da yapacağım ama, şimdi vaktim
yok, Sayın Başkanı da istismar etmek istemiyorum.
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Tabii vaktin
olmaz! Kanaltürk'te devam edersin!
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Doğrulardan rahatsız olmayacaksınız. Eğer
rahatsız oluyorsanız, o zaman yanlışta ısrar
etmeyeceksiniz.
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Hayır,
sen yanlış bilgi veriyorsun.
BAŞKAN - Sayın Öksüz
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Yanlışta ısrar ederseniz bunları her yerde söyleyeceğiz.
Teşekkür ediyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
RECEP GARİP (Adana) - Doğru
söylemiyorsun.
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Yüzde 90'la,
yüzde 120'yle borçlandınız.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Kılıçdaroğlu.
Madde üzerinde şahsı
adına söz isteyen Ruhi Açıkgöz, Aksaray Milletvekili.
Buyurun Sayın Açıkgöz.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
RUHİ AÇIKGÖZ (Aksaray) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan
tasarının 4'üncü maddesi üzerinde şahsıma ait görüşleri
açıklayacağım.
Bu madde, birimin harcamalarıyla
ilgili. Nasıl, nereden karşılanacağı burada
belirtiliyor. Bu maddeyle ilgili, muhalefetten arkadaşlarımız
denetimin olmadığını söylüyorlar. Bu, Hazine
Müsteşarlığının bütçesinden buraya konulacağı
için, hazine zaten Sayıştay denetiminde. Dolayısıyla,
bu bütçe denetim altındadır demek doğru olur.
Değerli arkadaşlar, buraya
gelen muhalefet sözcüleri, tabii, bardağın boş tarafını
anlatıyorlar. Ben de dolu tarafını anlatayım.
OSMAN COŞKUNOĞLU
(Uşak) - Boş tarafı epey büyük!
RUHİ AÇIKGÖZ (Devamla) - Biz
iktidara geldiğimizde Aksaray'da bir Mercedes kamyon fabrikası
vardı. Kapatalım mı-başka yere taşıyalım
mı kararını vermek üzereydiler. Yılda 1.400 kamyon
üretiliyor. Tek vardiyaya düşmüş, birçok çalışanına
izin vermiş. Bugün ne kadar biliyor musunuz, arkadaşlar? Bugün,
yıllık 16 bin kamyon üretiliyor.
OSMAN ÖZCAN (Antalya) - Kamyoncular
da çok rahat!
RUHİ AÇIKGÖZ (Devamla) - Vardiyası
zaman zaman üçe çıkıyor. Şimdi, doğru, bardağın
boş tarafını tarif ederken, yani "Bu bardak
boş." demeyin.
NAİL KAMACI (Antalya) - Ya,
kimin kamyonunu üretiyorsun ya? Başka ülkeden getirdiğin
kamyonları üretiyorsun burada.
BAŞKAN - Sayın Kamacı
Lütfen Sayın Kamacı
RUHİ AÇIKGÖZ (Devamla) - Değerli
arkadaşım, daha önce o kamyonlar kendi ülkelerinde üretiliyordu,
katma değer o ülkede kalıyordu, yine de sen o kamyonu
alıyordun. Bırakın şimdi bunları, bırakın
bunları. Biz, iş yapıyoruz
NAİL KAMACI (Antalya) - Ne
katma değeri katıyorsun kardeşim? Ne bardağın
dolusundan bahsediyorsun?
BAŞKAN - Sayın Kamacı
RUHİ AÇIKGÖZ (Devamla) - Biz iş
yapıyoruz, tüm göstergeler de, bu yaptığımız
işi gösteriyor. İster bunu, uluslararası göstergelerle
test edin, ister kendi göstergelerinizle. Şimdi, Allah aşkına,
34 milyar ihracattan, sen, tutar, 100 milyar dolara çıkarırsan
bunun farkını neyle izah edeceksiniz? Yalan mı diyeceksiniz?
RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Burdur)
- İthalat ne kadar? İthalatı söyle.
RUHİ AÇIKGÖZ (Devamla) - Değerli
arkadaş, ithalat da bu oranda artmıştır, hatta ihracatın
ithalatı karşılama oranı da gün geçtikçe düzelmektedir.
Bu ithalatın kalemlerine baktığında, Türkiye'nin
kalkınmasına yardımcı olan araçların geldiğini
de görürsünüz.
Değerli arkadaşlar, burada
tabii, akı kara göstermek kolay değil, millet bunu yaşıyor.
Biraz önce arkadaşımız, burada "Bitlis'te şu
kadar fakir vardı, bilmem
" Bu fakirler daha önce de vardı,
yeşil kartları yoktu, hastanelerde rehin kalıyorlardı.
(CHP sıralarından "Şimdi de kalıyorlar"
sesleri)
Şimdi, yeşil kartıyla
gidiyor, hastanesinde tedavi oluyor, hiç kimse de rehin kalmıyor.
Yani, bu iyiye gitmeyi, sizin buradaki polemiklerinizle kapatmak
mümkün değil.
YAVUZ ALTINORAK (Kırklareli)-
Şu anda Bağ-Kur'lular hastanelere gidemiyor, ölüyor, ölüyor.
RUHİ AÇIKGÖZ (Devamla) - Vatandaş
her gün bunu yaşıyor ve 22 Temmuzda da bu yaşadıklarını
sandığa yansıtacak. Bundan eminim.
Ben, bu duygularla hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
YAVUZ ALTINORAK (Kırklareli)
- Sen ne konuşuyorsun? Senin sokağa çıktığın
yok. Gidemiyorsun herhâlde, çık sokağa da gör.
RUHİ AÇIKGÖZ (Aksaray) - Daha
dün Aksaray'dan geldim.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Açıkgöz.
Madde üzerinde şahsı
adına söz isteyen Afif Demirkıran, Batman Milletvekili.
Buyurun Sayın Demirkıran.
AFİF DEMİRKIRAN (Batman)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tabii, vatandaşlarımız
sokakta dolaşmıyor, artık, evlerinde oturuyorlar
ama, 22 Temmuzu da dört gözle bekliyorlar. İnşallah, o zaman
her şey anlaşılacak.
Biraz önce, Cumhuriyet Halk Partisinin
Değerli Sözcüsü Kemal Bey, "Borçlar arttı." diyecekti
herhâlde; fırsatı olmadı, sözü bitti ama, borcun, gayrisafi
millî hasılanın nereden nereye geldiğini hep beraber
biliyoruz, Maastricht Kriterlerine kadar indiğini biliyoruz.
Onun için, ben sadece bunu söyleyeyim.
İkincisi -biraz önce, Yabancı
Sermaye Genel Müdürü arkadaşımla çek ettim- öyle 1 milyar
dolarlar falan değil, Türkiye'ye gerek kapasite artırımına
gerek modernizasyona gerekse yeni "greenfield" dediğimiz
RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Burdur)
- Sıfırdan yatırım, sıfırdan.
AFİF DEMİRKIRAN (Devamla)
-
sıfırdan yatırıma gelen miktar öyle 1 milyarlar
falan değil, çok daha fazlasıdır. İnşallah,
önümüzdeki hafta içinde yapacağım bir konuşmada bunların
detaylarını size vereceğim.
Denetlemeyle ilgili olarak da
2002 yılında hazırlanan Mutabakat Zaptı'nın
12'nci maddesinde, zaten hazinenin kontrolörlerinin denetimine
tabi olduğu ifade edilmektedir. Ayrıca, verilecek olan
bütçesi zaten hazineden verileceği için -biraz sonra önergede
olur mu bilmiyorum- hazine Sayıştayın denetimine tabidir.
Dolayısıyla, bu da, dolaylı olarak Sayıştayın
denetimine tabi olacak. Sadece bu kadar açıklama yapayım.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) - Niye oraya koymuyorsunuz?
AFİF DEMİRKIRAN (Devamla)
- Değerli arkadaşlar, tabii, bu hibelerden bahsederken,
gerçekten, gerek kendi kendimizi gerek halkımızı, vatandaşlarımızı
bilgilendirmemiz gerekir ki, çok daha fazla proje üretilebilsin,
çok daha fazla mali yardımlar kullanılabilsin. Şu anda
uygulaması devam eden 2002, 2003, 2004 yıllarına ait projelere
baktığımız zaman, biraz önce arkadaşlarımız
da söylediler, 2002 yılı için 127 milyon avro, 2003 için 138,
2004 için 231 milyon avro proje demeti uygulaması devam ediyor.
2005'in imzası yapıldı, henüz sözleşmeler yapılmadı,
2006 da imza bekliyor. Bu 2002, 2003, 2004'e baktığımız
zaman, bir dağılımını yaptığımız
zaman, Türkiye İş Kurumunun Türkiye genelinde uyguladığı
bir proje var, Sivil Toplum Kuruluşlarının Kamu Kuruluşlarıyla
İşbirliğini Geliştirme Projesi var, Türkiye geneli
için. Samsun, Kastamonu, Erzurum, Düzey 2 Bölgeleri Kalkınma
Programı var, birçok ilimizi kapsayan. Sınır Ötesi
İşbirliği, hem 2003'te var, hem 2004'te var, bu Edirne'nin,
Kırklareli'nin Bulgaristan ile olan ortak bir projesi. Doğu
Anadolu Kalkınma Projesi var, Van, Hakkâri, Bitlis ve Muş'u
içeren. Yine, Sivil Toplumun Geliştirilmesi Projesi var, Türkiye
genelinde uygulanan bir proje. Kültürel Hakları Destek Projesi
var. Sürdürülebilen Kalkınma Projesi var, Sosyal Diyaloğun
Güçlendirilmesi var. Bunlar tamamen Türkiye'nin her tarafına
uygulanan
Ayrıca, Ağrı, Konya, Kayseri, Malatya, Düzey
2 Bölgeleri Kalkınma Programları var, yine birçok ilimizi
kapsayan bir proje var ve Bilgi Köprüleri diye bir proje demeti var,
MEDA kapsamında. Bunların tamamı 212 milyon avro ve
projelerin uygulaması devam ediyor.
İller bazında baktığımız
zaman, hangi il, bu süreç içinde, 2002, 2003, 2004 yıllarına
ait fonlardan en fazla istifade etmiş, en çok dersini çalışmış,
en çok proje üretmiş diye baktığımız zaman: Konya
ilimiz başta geliyor, yüzde 7,94, Van onu takip ediyor yüzde
7,89'unu kullanıyor, Kayseri yüzde 6,60 ile onu takip ediyor.
Sektörel olarak baktığımız
zaman: Belediyeler en fazla fon kullanmışlar yüzde 32,35
ile, KOBİ'ler yüzde 14,48 ile ikinci sırada geliyor ve köye
hizmet birlikleri, muhtarlıklar üçüncü sırada, yüzde 7,5
ile bu Avrupa Birliği mali yardım fonlarını kullanmışlar.
Şimdi, hâlen yürürlükte olan
bu projeleri
Sürem bitecek. Peki, ben burada keseyim, bir sonraki
maddede, 2007-2013 arasında ne tür projelere, kimin sorumluluğunda,
ne kadar yardım yapılacak, mali yardım, hibe yapılacak,
onlarla ilgili bilgi vereceğim.
Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Demirkıran.
Madde üzerinde iki adet önerge vardır.
Önergeleri önce geliş sırasına göre okutup aykırılığına
göre işleme alacağım.
İlk önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan Kanun Tasarısının
"Birimin giderleri" başlıklı 4 üncü maddesinin
aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz
ve teklif ederiz.
Salih
Kapusuz Telat Karapınar Gülseren Topuz
Ankara Ankara İstanbul
Mehmet
Ceylan Alaettin
Güven
Karabük Kütahya
Madde 4 -(1) Birimin bütün giderleri,
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası veya muhabiri olan Ziraat
Bankası nezdinde Birim adına açılacak özel hesaba yatırılır.
(2) Birim giderlerini karşılamak
amacıyla Birim hesabına aktarılması gereken tutar
genel bütçeden karşılanır.
(3) Söz konusu özel hesaptan yapılacak
harcamalarda Harcama Yetkilisi Birim Başkanıdır."
BAŞKAN - En aykırı
önergeyi okutup işleme alıyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1428 Sıra
Sayılı Yasa Tasarısının 4'üncü maddesine
aşağıdaki fıkranın eklenmesini arz ve teklif
ederiz.
Haluk
Koç Kemal Kılıçdaroğlu Rasim Çakır
Samsun İstanbul Edirne
Mehmet
Küçükaşık Muharrem
Kılıç Atila
Emek
Bursa Malatya Antalya
Ensar
Öğüt
Ardahan
"(3) Birimin iç denetimi Hazine
Müsteşarlığınca, dış denetimi Sayıştayca
yapılır."
BAŞKAN - Sayın Hükûmet önergeye
katılıyor mu?
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ
(Erzurum) - Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Merkezi Finans ve İhale Birimi'nin
denetimine açıklık getirilmektedir.
BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Önerge reddedilmiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan Kanun Tasarısının
"Birimin giderleri" başlıklı 4 üncü maddesinin
aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz
ve teklif ederiz.
Salih
Kapusuz (Ankara) ve arkadaşları
Madde 4 - (1) Birimin bütün giderleri,
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası veya muhabiri olan Ziraat
Bankası nezdinde Birim adına açılacak özel hesaba yatırılır.
(2) Birim giderlerini karşılamak
amacıyla Birim hesabına aktarılması gereken tutar
genel bütçeden karşılanır.
(3) Söz konusu özel hesaptan yapılacak
harcamalarda Harcama Yetkilisi Birim Başkanıdır."
BAŞKAN - Sayın Hükûmet önergeye
katılıyor mu?
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ
(Erzurum) - Katılıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Önerge ile maddenin bütçe tekniğine
uygun hale getirilmesi amaçlanmaktadır.
BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza
sunuyorum
HALUK KOÇ (Samsun) - Karar yeter sayısı
istiyorum.
BAŞKAN - Arayacağım
Sayın Koç, aynı zamanda karar yeter sayısı arayacağım.
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Karar yeter sayısı yoktur.
Birleşime 5 dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati:
17.22
BEŞİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 17.30
BAŞKAN
: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP
ÜYELER : Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale), Mehmet DANİŞ (Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 113'üncü Birleşiminin Beşinci
Oturumunu açıyorum.
1428 sıra sayılı Kanun
Tasarısı'nın görüşmelerine kaldığımız
yerden devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Tasarının 4'üncü maddesi
üzerinde verilen, Ankara Milletvekili Salih Kapusuz ve arkadaşlarının
önergesinin oylamasında karar yeter sayısı bulunamamıştı.
Şimdi, önergeyi tekrar oylarınıza
sunacağım ve karar yeter sayısını arayacağım.
Önergeyi kabul edenler
Kabul etmeyenler
Karar yeter sayısı vardır ve önerge kabul edilmiştir.
Kabul edilen önerge doğrultusunda
maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Madde kabul edilmiştir.
5'inci maddeyi okutuyorum:
Düzenleyici işlem yapma yetkisi
MADDE 5- (1) Bu Kanunda belirtilen
hususların uygulanmasına ilişkin her türlü düzenleyici
işlemleri yapmaya Müsteşarlığın bağlı
olduğu Bakan yetkilidir.
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına söz isteyen, Osman Coşkunoğlu,
Uşak Milletvekili.
Sayın Coşkunoğlu, buyurun.
CHP GRUBU ADINA OSMAN COŞKUNOĞLU
(Uşak) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 5'inci madde, daha önce de sözünü ettiğimiz,
özerklik konusundaki ve denetleme konusundaki kaygılarımızı
biraz daha perçinleyen bir madde. Her türlü düzenleyici işlemleri
yapmaya Müsteşarlığın bağlı olduğu
Bakan yetkili oluyor burada.
Şimdi, denetleme konusunda,
Sayıştayın Hazineyi denetlediği, dolayısıyla
da, bu birimi denetleyici olduğu otomatik olarak varsayılıyor.
Fakat, bunun, neden açıkça belirtilmediği de söylenmiyor.
Bu vesileyle, Sayıştayın denetlemesi konusunda da
bir iki hatırlatma yapmak isterim. Sayıştayın tek
görevi, sadece mali denetleme değildir. Biliyorsunuz, yeni
yasayla Sayıştaya, aynı zamanda "performans denetlemesi"
görevi de verilmiştir. Bu görevi veren de, bu dönemin Türkiye
Büyük Millet Meclisidir.
Bu görev verilmiştir Sayıştaya.
Fakat, Sayıştayın yaptığı denetlemeleri
Türkiye Büyük Millet Meclisi görüşmemiştir. Sayıştay,
e-Devlet, e-Dönüşüm Projeleri, yani, Elektronik Devlet, Dönüşüm
Projelerini -Hükûmetin- denetlemiştir, e-Devlet Kapısı
Projesi'ni denetlemiştir. Bununla ilgili çok etraflı ve
çok yararlı bir raporla gelmiştir. Bu raporun, yasaya göre
Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmesi, ondan sonra da Plan ve
Bütçe Komisyonunun görüşleriyle birlikte Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kurulunda görüşülmesi gerekiyordu, bunlar yapılmamıştır.
Sayıştaya hem denetleme
görevi veren yasa çıkarıyoruz. Ondan sonra Sayıştayın
bu görevi yapması üzerine, hiç oralı olmayan bir Meclis durumuna
düşüyoruz. Bunun hiçbir açıklaması olamaz. Bu çok ciddi
bir ihmaldir veya başka bir deyişle, çok gayriciddi bir davranıştır.
Bunu dikkate getirmek isterim.
Genellikle madde üzerinde, bu teknik
yasa üzerinde konuşuyordum. Fakat, benden önce konuşan
AKP milletvekilleri, bu maddeden önce konuşan AKP milletvekilleri,
Hazineyle ilgili olan bu yasa nedeniyle Hazinenin ne kadar iyi durumda
olduğunu, ekonominin ne kadar iyi yönetildiğini söylemeye
çalıştılar.
Sayın Açıkgöz dedi ki:
"Biz, tabii, bardağın dolu tarafını göstereceğiz,
siz boş tarafını göstereceksiniz." Şimdi, dolu
tarafını da gösterelim. Hükûmet son derece başarılı
oldu bazı konularda. Örneğin, Sayın Kılıçdaroğlu
sözünü etti, dolar milyarderi sayısı bu Hükûmet döneminde
3'ten 26'ya çıktı diye rakamı verdi Sayın Kılıçdaroğlu.
Ben, bu rakama bir ekleme daha yapayım: Dünya sıralamasında
dolar milyarderi sayısına göre, Türkiye, geçen yıl
6'ncılığa yükselmiştir, dünyada 6'ncıyız
dolar milyarderi sayısına göre. Böyle yükselmiştir,
AKP İktidarının o başarılı ekonomi yönetimi
sayesinde. Dünya 6'ncısı
Japonya'dan çok dolar milyarderi
bizdedir, Fransa'dan çok dolar milyarderi Türkiye'dedir. Ee, bu da,
bazılarına göre başarı olabilir.
ALİ RIZA ALABOYUN (Aksaray) -
Yatırım yapıyor işte, ne güzel!
OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla)
- Ama "Bu ekonomik büyüme ne zaman bize yansıyacak?" diyen
köylümüze ve esnafımıza göre, işte, bu başarı
değildir. Bazılarına ve sizlere göre
SONER AKSOY (Kütahya) - Zengin
düşmanlığı yapma!
OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla)
- Haa, bak "sermaye düşmanlığı" diyor.
ALİ RIZA ALABOYUN (Aksaray) -
Evet, sermaye düşmanlığı
OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla)
- Dolar milyarderi yaratmak sermaye dostuymuş
Bol bol, dünyada
ALİ RIZA ALABOYUN (Aksaray) -
Yatırım yapmış, ihracat yapmış, para kazanmış.
OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla)
- O zaman, Japonya sermaye düşmanı, demek bizim kadar dolar
milyarderi yaratamamış; Fransa sermaye düşmanı,
bizim kadar dolar milyarderi yaratamamış. O da bir başarı
o şekilde bakarsak.
Şimdi, öte yandan, bunun da konusu
edildi, onu da tamamlayayım. Yabancı sermayeyi çektik, diye
övünüldü. 20 milyar dolarlara yaklaşan yabancı sermaye,
tek bir fabrika kurmadan, tek bir temel atmadan
Var olan değerlerimizi
ona, buna satmak başarıysa, onun için de bu Hükûmeti kutlamak
gerekir, ama bunu kutlayanlar yine sizin yarın önüne çıkacağınız
halk olmayacaktır, bunu kutlayanlar IMF olacaktır, uluslararası
sermaye olacaktır. Onların kutlamasını, onların
gözünde başarı ölçülerini çok iyi gerçekleştirdiğinizi
hepimizin teslim etmesi gerekir.
SONER AKSOY (Kütahya) - Demagoji
alfabesi böyle başlarmış!
OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla)
- Ama, dün akşam aldığım bir haberi söyleyeyim: Benim
seçim bölgemde bir köye giden bir aday adayımız
TEVFİK AKBAK (Çankırı)
- DSP'mi?
OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla)
-
Cumhuriyet Halk Partisi aday adayımızı
köyün dışında karşılamışlar "Siz
hangi partidensiniz?" diye, "Cumhuriyet Halk Partisi"
deyince, "İyi, buyurun." demişler, "AKP olsaydınız
almayacaktık köye." demişler. Bunu da
Yarın öbür
gün
ALİM TUNÇ (Uşak) - Atıyorsun,
atıyorsun!
OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla)
- "Madem bu ekonomi bu kadar iyi gidiyor, biz niye siftahsız
kepenk kapatıyoruz?" diyen esnafın önünde konuşun.
CAVİT TORUN (Diyarbakır)
- İsmi ne? Onun ismini söyle!
OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla)
- Şimdi bana bağırırsınız, kolay.
CAVİT TORUN (Diyarbakır)
- İsmini söyle!
BAŞKAN - Sayın Torun
Sayın
Torun
OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla)
- Hadi, o esnafın önünde konuşun bakalım!
SONER AKSOY (Kütahya) - Hangi köy?
OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla)
- Hadi, o köylümüzün önünde konuşun!
SONER AKSOY (Kütahya) - Köyün
adını söyle!
OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla)
- Hadi, onların önüne çıkın da "dolar milyarderi
yarattık, biz sermaye dostuyuz" deyin bakalım, nasıl
karşılayacaklar?
SONER AKSOY (Kütahya) - Köyün
adını söyle, adını!
OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla)
- Şimdi burada
AHMET YENİ (Samsun) - Köyün ismini
söyle!
OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla)
-
bana bağırmak kolay, o vatandaşın önünde bunu
açıklayın bakalım, o zaman göreceğiz sizleri. Bunu,
sermaye dostluğu olarak değerlendiriyorsanız dolar
milyarderliğini, buyurun, açıklayın. "Ne zaman bu
ekonomik büyüme bize yansıyacak?" diyen esnafımıza
açıklayın. "Ne zaman bu ekonomik büyüme bize yansıyacak?"
diyen köylümüze açıklayın.
MUZAFFER BAŞTOPÇU (Kocaeli)
- Çoktan yansıdı.
OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla)
- Nerede yansıdı? 1,5 milyon köylümüz yerinden yurdundan
oldu, kentlere göç etti; gittiği yerde de perişan duruma
düştü. Onların mı...
ASIM AYKAN (Trabzon) - İstanbul'un
zenginleri nereye oy veriyor..
OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla)
- Efendim?
ASIM AYKAN (Trabzon) - İstanbul'un
zengin mahallerinde oylar nereye veriliyor? CHP'ye mi AK Partiye
mi?
BAŞKAN - Lütfen sayın milletvekilleri
OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla)
- Efendim, bilmiyorum. Onu siz değerlendirin.
ALİM TUNÇ (Uşak) - Osman
Bey, hangi köy olduğunu söylemeniz lazım.
OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla)
- Şimdi, değerli arkadaşlar, söylerim size, hangi köy
olduğunu söylerim Değerli Dostum, söylerim. Bak, dün akşam
Değerli Dostum, şimdi gördüm seni orada, uyarayım, "AKP'liler gelirse almayız."
diyorlar
ALİM TUNÇ (Uşak) - Mümkün değil
Mümkün değil
BAŞKAN - Lütfen Genel Kurula
hitap eder misiniz Sayın Coşkunoğlu.
OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla)
- Yapmayın! Sizin suçunuz olmayabilir ama, o şekilde
Hükûmeti uyarmanız gerekir.
Evet, değerli dostlarım,
Hükûmetin başarıları da var; doğru -Sayın
Açıkgöz dostumun söylediği gibi- dolar milyarderinde bizi
Fransa'nın, Japonya'nın önüne geçiren başarıları
var, ama bu başarıları biz başarı olarak görmüyoruz
Cumhuriyet Halk Partisi olarak.
Hepinize saygılar sunarım.
(CHP sıralarından alkışlar)
CAVİT TORUN (Diyarbakır)
- İsmini öğrendik, Kadıköy'müş!
FAHRETTİN POYRAZ (Bilecik) -
Kadıköy mü, Bakırköy mü?
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Coşkunoğlu.
Madde üzerinde şahsı
adına söz isteyen Ali Rıza Alaboyun, Aksaray Milletvekili.
Buyurun Sayın Alaboyun.
ALİ RIZA ALABOYUN (Aksaray) -
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Görüşülmekte olan kanun tasarısının
5'inci maddesi üzerinde şahsım adına görüşlerimi
belirtmek istiyorum. Fakat, buradan, Osman Bey'in görüşlerine,
birtakım cevap vermek istiyorum.
BAŞKAN - Sayın Alaboyun,
lütfen Genel Kurula hitap eder misiniz.
NURİ ÇİLİNGİR
(Manisa) - Madde üzerinde konuş.
BAŞKAN - Madde üzerinde konuşun lütfen.
ALİ RIZA ALABOYUN (Devamla) -
Efendim, Türkiye'de dolar milyarderi birden 26'ya çıkıyorsa
eğer, bu ülkede ihracat yapılıyordur, yatırım
yapılıyordur, gelir sağlanıyordur. Benim memleketimde
trafiğe tescilli araç sayısı, dört sene içerisinde 2
katına çıkmıştır.
NAİL KAMACI (Antalya) - Neresi
o?
BAŞKAN - Sayın Kamacı...
ALİ RIZA ALABOYUN (Devamla) -
Bu, ekonominin geliştiğini gösterir, kalkınmanın
geliştiğini gösterir. (CHP sıralarından gürültüler)
Bu ülkede, 2.100 dolardan 5.500 dolarlara çıkmıştır
gelirler. Bunu göz ardı edemezsiniz.
RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Burdur)
- Gelecek, ipotek altına girdi.
ALİ RIZA ALABOYUN (Devamla) -
Hiç kimse geleceği ipotek altına almamıştır.
OSMAN COŞKUNOĞLU
(Uşak) - Dostlar alışverişte görsün!
ALİ RIZA ALABOYUN (Devamla) -
Burada Avrupa Birliğini tartışıyoruz, teknik
bir konu tartışıyoruz, fakat, burada spekülasyon yapıyorsunuz.
(CHP sıralarından gürültüler)
NAİL KAMACI (Antalya) - Adamın
harcayacak parası yok ya...
ALİ RIZA ALABOYUN (Devamla) -
Bütün yaptığınız şey, gerginlik yapmak.
Ben, iki gün önce kızımı
getirdim buraya, televizyonda konuşan bir CHP'liyi görünce,
bana dedi ki: "Baba, bu CHP'li mi?" Baktım, "Evet
kızım." dedim. "Niçin?" dedim. "Çok kavgacı
görüşüyorlar bunlar, kavga eder gibi konuşuyorlar."
dedi. Bu imajı silin bir kere, çocukların zihninden. Kavgacı
imajını silin. (AK Parti sıralarından alkışlar,
CHP sıralarından gürültüler)
OSMAN ÖZCAN (Antalya) - Siz de Türkiye'yi
soyma imajını silin!
ALİ RIZA ALABOYUN (Devamla) -
Bu ülke hepimizin. Bu ülkede kavga etmeye gerek yok.
OSMAN ÖZCAN (Antalya) - Soymayın siz de!
ALİ RIZA ALABOYUN (Devamla)
- Zaten, demokrasiyi de katlettiniz.
O yüzden, 22'sinde, sandıkta bu millet sizden hesabını
soracaktır. (CHP sıralarından gürültüler)
Saygıyla selamlıyorum
hepinizi. (AK Parti sıralarından alkışlar)
NAİL KAMACI (Antalya) - Göreceğiz!
Göreceğiz!
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Alaboyun.
HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın
Başkan...
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Koç.
HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın
Başkan, şimdi, burada her şey söyleniyor, kürsü özgürlüğü
vardır. Ama, "demokrasiyi katlettiniz" şeklinde
bir ifade, hepimizi var eden ortak bir değere dönük bir ifadededir
ve bizim grubumuza dönük söylenmiştir. Müsaade ederseniz,
kısa bir açıklama yapmak istiyorum.
BAŞKAN - Sayın Koç, yeni
bir sataşmaya mahal vermeden, sataşma nedeniyle, buyurun.
Üç dakikalık süre veriyorum.
VII. -
AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.-
Samsun Milletvekili Haluk Koç'un, Aksaray Milletvekili Ali Rıza
Alaboyun'un, konuşmasında, partisine sataşması
nedeniyle konuşması
HALUK KOÇ (Samsun) - Teşekkür
ediyorum Sayın Başkan.
Öncelikle, Sayın Alaboyun'un
son cümlesinde sarf ettiği sözler için üzüntümü bildirmek istiyorum.
Çünkü, demokrasi, kurum ve kurallarıyla bizleri var eden, iktidarı
da var eden muhalefeti de var eden ve bu Parlamentonun bu şekilde
çalışmasını da var eden, parlamenter sistemin temelinde
olan kavramdır. Şimdi, "katlettiniz" şeklindeki
bir ifadeyi burada neye dayanarak söylüyorsunuz? Sanıyorum,
son bir aydaki gelişmelere göre, kendi düşüncesinize,
pencerenize göre söylüyorsunuz.
ALİ RIZA ALABOYUN (Aksaray) -
Vatandaş gördü ne olduğunu.
HALUK KOÇ (Devamla) - Sayın
Alaboyun, siz, son derece çağdaş, uygar, iyi düşünen,
ufuk ötesi düşünebilen bir arkadaşsınız. Bu kavram
içerisinde öz eleştiri kavramı çok önemli. Bakın, birçok
arkadaşınız öz eleştiri yapıyor. Yaa, bu süreç
içerisinde acaba biz ne hata yaptık da nasıl bir uzlaşma
zemininden kendimiz uzaklaştık da bu Parlamentonun Cumhurbaşkanı
seçiminde tıkanmasına yol açtık, bunda bizim hiç payımız
yok mu, diye hiç düşünmüyor musunuz?
Değerli Arkadaşım
ALİ RIZA ALABOYUN (Aksaray) -
Anayasa'mızda uzlaşma diye bir şey yok ki Sayın Koç.
HALUK KOÇ (Devamla) - Değerli
Arkadaşım, bakın, ben sizi dinledim. O ifadelerinizin
yanlış olduğunu, onu burada düzelteceğinize
inancımı belirterek, sizi de överek, size de saygılı
davranarak düşüncelerimi söylüyorum.
Demokrasiyi tarif etmeye çalıştım.
Demokrasiyi var eden kurumları söylemeye çalıştım.
Demokrasinin içinde, demokrasinin gereği olarak bulunanların
demokrasiyi katletmek gibi bir sürecin parçası olarak suçlanmalarının
yanlış olduğunu söyledim. Bu yanlışlığı
siz de kabul ediyorsunuz. O kabulün sonrasında da buraya gelip
bunu bir kere daha ifade etmek görevi düşüyor size. Ve bu süreç
eğer tıkandıysa, demokrasinin temelinde olması
gereken uzlaşma kültürünü biz yeterince kullanamadık
mı diye bir sorgulamanız gerekir.
HAKAN TAŞCI (Manisa) - Dayatma
var, dayatma. Uzlaşma yok.
HALUK KOÇ (Devamla) - Ben düşüncemi
söylüyorum. Dayatma
Sizin yaptığınız dayatmadır.
Bakın, bir kere daha söylüyoruz. "Bu Parlamento içerisinden
Adalet ve Kalkınma Partisine mensup bir Cumhurbaşkanı
seçilemez." şeklindeki bir ifadeyi biz hiçbir zaman kullanmadık,
hiçbir şekilde kullanmadık.
HAKAN TAŞCI (Manisa) - Seçilemez
diye dayatma yapıldı.
HALUK KOÇ (Devamla) - Sadece bazı
isimlere, Sayın Başbakana
-eğer böyle bir niyeti varsa- Sayın Bülent Arınç'a,
Sayın Abdullah Gül'e ve belli düşüncelerini daha önce Türkiye
önünde belirlemiş, ifade etmiş insanlara, kişilere
karşı bu düşüncemizi söyledik.
ALİM TUNÇ (Uşak) - Niye onlar?
Onlar Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı değil mi?
BAŞKAN - Sayın Tunç
HALUK KOÇ (Devamla) - Ama, Adalet
ve Kalkınma Partisi içerisinde
ALİM TUNÇ (Uşak) - Onlar bu Meclisin milletvekilleri değil
mi? Onlar bu devletin bakanı değil mi?
HALUK KOÇ (Devamla) - Sen de Cumhurbaşkanı
adayı olabilirdin, sana da olumlu bakabilirdik. Sana da olumlu
bakabilirdik. Yani, Adalet ve Kalkınma Partisi içerisinde, bu
koşullar içerisinde Cumhurbaşkanı çıkartabilirdiniz.
Düşünün, taşının, öz eleştirinizi yapın,
ondan sonra demokrasiye dönük bazı ifadeleri CHP'ye dönük kullanın.
ALİM TUNÇ (Uşak) - Siz düşünün, taşının.
HALUK KOÇ (Devamla) - Sayın
Alaboyun, sözlerinizi düzelteceğinize ben inanıyorum.
ALİM TUNÇ (Uşak) - Bundan
sonra, 22 Temmuzda vatandaş düşünecek.
HALUK KOÇ (Devamla) - Sayın
Tunç
HAKAN TAŞCI (Manisa) - Seksen
senedir dayatıyorsunuz
HALUK KOÇ (Devamla) - Sayın
Tunç, bırakın bu İdris
Küçükömer yorumlarını.
Bırakın Allah aşkına. Seksen senedir dediğiniz,
hepimizi var eden ortak değerlere, hepimizi var eden ortak değerlere
saygılı olun. Demokrasi bir şekilde çoğunluğu
ele geçirerek
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
HALUK KOÇ (Devamla) - Bitiriyorum
Sayın Başkan.
BAŞKAN - Lütfen Sayın Koç,
teşekkür için açıyorum.
Buyurun.
HAKAN TAŞCI (Manisa) - Burada
rahat rahat konuşuyorsanız demokrasi sayesinde, bizim
istediğimiz demokrasi sayesinde konuşuyorsunuz.
HALUK KOÇ (Devamla) - Arkadaş gelecek herhâlde kürsüye,
ifade edecek düşüncelerini.
Değerli arkadaşlarım,
bakın, demokrasinin yarattığı ortamda, demokrasinin
kuralları içerisinde, demokrasinin size sağladığı
olanaklarla demokratik ortamda belli bir yürütme görevini, belli
bir erk kullanma görevini sağlamaya dönük bir pozisyon elde ettiğinizde,
geriye dönüp o yolu tahrip etmek gibi bir hakkı kullanamazsınız
demokrasilerde.
HAKAN TAŞCI (Manisa) - Siz tahrip
ettiniz.
HALUK KOÇ (Devamla) - Bu vardır. Bunu çok iyi değerlendirin ve şuna inandırın kendinizi,
lütfen inandırın
ALİM TUNÇ (Uşak) - Biz inanıyoruz
zaten.
HALUK KOÇ (Devamla) - Bakın,
bu sizin, sizin
ALİM TUNÇ (Uşak) - İnanıyoruz
zaten.
HALUK KOÇ (Devamla) - Ya, sus bir dakika
da, dur ya! Dur Allah aşkına kardeşim be! Bir dur da dinle,
ne söyleyeceğimi dinle ya!
BAŞKAN - Sayın Tunç, niye
müdahale ediyorsunuz? Lütfen
HALUK KOÇ (Devamla) - Dur bir dakika,
dinle ya! Öz eleştiri yap, öz eleştiri yapın, değerlendirin.
ALİM TUNÇ (Uşak) - Sen öz
eleştiri yap.
HALUK KOÇ (Devamla) - Ben yapıyorum.
Ben doğruyu yaptım. Dayatmayla olmaz dedim.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
HAKAN TAŞCI (Manisa) - Dayatmayla
olmuyor zaten.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Koç.
HALUK KOÇ (Devamla) - Sadece teşekkür
için
BAŞKAN - Teşekkür için
açıyorum.
Buyurun.
HALUK KOÇ (Devamla) - Peki, Sayın
Başkan, teşekkür ediyorum.
Bu düşüncelerle yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
VI. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN
DİĞER İŞLER (Devam)
4.-
Merkezi Finans ve İhale Biriminin İstihdam ve Bütçe Esasları
Hakkında Kanun Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu
Raporu ile İçtüzüğün 37 nci Maddesine Göre Doğrudan
Gündeme Alınma Önergesi (1/1317) (S. Sayısı: 1428)
(Devam)
BAŞKAN - Madde üzerinde
şahsı adına söz isteyen, Mehmet Ceylan, Karabük Milletvekili.
Buyurun Sayın Ceylan.
MEHMET CEYLAN (Karabük) - Sayın
Başkan, değerli arkadaşlarım, ben siyaseten değil,
madde üzerinde teknik olarak konuşacağım.
Tabii, gönül arzu ediyor ki, Sayın
Osman Hocam da çok sevdiğimiz bir arkadaşımızdır,
o da akademisyenlikten gelen birisi, o da, keşke teknik olarak
konuşsaydı.
Değerli arkadaşlarım,
bu maddede, Merkezî Finans ve İhale Biriminin düzenleyici işlem
yapma yetkisi, Hazine Müsteşarlığının
bağlı olduğu bakana verilmektedir. Tabii, bizden önce
konuşan Değerli Osman Coşkunoğlu Beyefendi, konuşmasında,
bu kanun tasarısıyla getirilen hususlarda, Merkezî Finans
ve İhale Biriminin özerklik konusu ve denetleme konusuna yine
atıfta bulundu, endişelerini ifade etti, ama, daha önce
de ifade ettik, bu konularda endişeye mahal yok.
Birim, Sayıştayın denetimine
tabi, çünkü, Hazine Müsteşarlığından aktarılacak
transfer ödemesiyle harcamalar yapılacak. O açıdan, Hazine
Müsteşarlığı da Sayıştay denetimine tabi
olduğuna göre, Birim de Sayıştayın denetimine
tabidir elbette ki.
Özerklik konusunda da, bu konuda
da endişeye mahal yok. Sadece, kurulacak Birim, idari açıdan
Hazine Müsteşarlığına bağlıdır, ancak,
burada, biz, biraz sonra grup olarak vereceğimiz önergeyle bu
maddenin de kaldırılmasını öneriyoruz. Tabii, sizin
de desteklerinizi bekliyoruz, çünkü, burada, böyle bir düzenleme,
yani, Bakana düzenleyici işlem yapma yetkisi veren böylesi
bir düzenleme çeşitli tereddütlere de yol açabilir endişesini
de biz de taşıyoruz. O açıdan, bunu da ortadan kaldırmak
üzere, zaten buna yönelik düzenleme kanun tasarısının
3'üncü maddesinin 5'inci fıkrasında yer almaktadır.
Orada, "Bütün bu işlemler çıkarılacak bir yönetmelikle
düzenlenecektir." diyor. O açıdan, böylesi bir maddeye de
gerek yok diye düşünüyoruz. Biraz sonra okunacak önergemizle
de bu maddenin tasarıdan çıkarılmasını öneriyoruz.
Bu şekilde de endişeye de mahal olmadığını
düşünüyoruz.
Teşekkür ediyorum. Saygılar
sunuyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Ceylan.
Madde üzerinde bir adet önerge vardır,
okutup işleme alıyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan Kanun Tasarısının
"Düzenleyici İşlem Yapma Yetkisi" başlıklı
5'inci maddesinin tasarı metninden çıkarılması
ve diğer maddelerin buna göre teselsül ettirilmesini arz ve
teklif ederiz.
Salih
Kapusuz Ünal Kacır Alaettin Güven
Ankara İstanbul Kütahya
Mehmet
Ceylan Afif Demirkıran Ali Rıza Alaboyun
Karabük Batman Aksaray
BAŞKAN - Sayın Hükûmet önergeye
katılıyor mu?
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ
(Erzurum) - Katılıyoruz Değerli Başkanım.
BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Kanunda belirtilen hususların
uygulanması, zaten 3 üncü maddenin 5 inci fıkrası uyarınca
hazırlanacak yönetmelikte gösterileceğinden; uygulamaya
dönük işlemlerin ise Birim Başkanlığınca yürütülmesi
tabi bulunduğundan; Bakana "her türlü düzenleyici işlemleri
yapma" şeklinde kapsamı tereddüde yol açar nitelikte
bir yetki tanınmasına mahal bulunmamaktadır.
BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza
sunuyorum
HALUK KOÇ (Samsun) - Karar yeter sayısı
BAŞKAN - Kabul edenler
Aynı
zamanda karar yeter sayısı arayacağım. Kabul etmeyenler
Karar yeter sayısı yok.
Birleşime beş dakika ara
veriyorum.
Kapanma Saati:
17.51
ALTINCI OTURUM
Açılma
Saati: 17.54
BAŞKAN
: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP
ÜYELER : Mehmet DANİŞ (Çanakkale), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 113'üncü Birleşiminin Altıncı
Oturumunu açıyorum.
1428 sıra sayılı Kanun
Tasarısı'nın görüşmelerine kaldığımız
yerden devam edeceğiz.
Hükûmet yerinde.
Tasarının 5'inci maddesi
üzerinde verilen önergenin oylanmasında karar yeter sayısı
bulunamamıştı. Şimdi, önergeyi tekrar oylarınıza
sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım.
Önergeyi kabul edenler
Kabul etmeyenler
Karar yeter sayısı vardır, önerge kabul edilmiştir,
5'inci madde metinden çıkartılmıştır.
Teselsül nedeniyle 6'ncı maddeyi
5'inci madde olarak okutuyorum:
Muafiyet
MADDE 5- (1) Birim, bu Kanunun uygulanmasıyla
ilgili iş ve işlemlerde her türlü vergi, resim ve harçtan
muaftır.
BAŞKAN - Madde üzerinde Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Kemal Kılıçdaroğlu,
İstanbul Milletvekili.
Buyurun Sayın Kılıçdaroğlu.
(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA KEMAL KILIÇDAROĞLU
(İstanbul) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri,
madde önemli bir istisna getiriyor, vergi ayrıcalığı
getiriyor, bir kuruma, yeni oluşturulacak olan Birime. Bunun
doğru bir uygulama olmadığı belli. Ama, hemen söyleyeyim,
bir önergeniz var, bu muafiyeti kaldırıyorsunuz. Bu
açıdan, önergeyi imzalayan arkadaşlara da teşekkür
ediyorum. Çünkü, vergi yasalarında yapılacak olan değişikliklerin
ancak ilgili yasasında yapılması en doğru olanıdır.
Eğer böyle yapılmadığı takdirde de sorun
çıkıyor, özellikle yasaların izlenmesi açısından.
Afif Bey'in, özellikle bu "greenfield"
dediğimiz, sıfırdan doğrudan yatırımla
ilgili olarak rakamı biz Plan ve Bütçe Komisyonunda sunuş
yapılırken Merkez Bankası Başkanından aldık
ve Sayın Başkana şu soruyu yönelttik: "Gelen rakam,
yani yabancı sermayeden ne kadarı sıfırdan
doğrudan yatırım şeklinde gelip Türkiye'de yatırım
yapılmıştır, bu rakamı alabilir miyiz?"
diye."Bu rakam sıfıra yakın, çok düşük bir rakam.
Dolayısıyla, "Rakamı vermeye değmez." diye
bir ifadesi var; ki, aynı toplantıda Adalet ve Kalkınma
Partisinin değerli milletvekilleri de vardı. Daha sonra
edindiğimiz rakamlarda da benzer sonuca ulaştık. Ama,
bu anlatım bundan yaklaşık altı ay önceki bir rakamdı.
Ama, bu altı ay içinde bir sermaye gelip Türkiye'den yatırım
yapmışsa -hele 20 milyar dolarlık veya 10 milyar dolarlık-
bundan ancak sevinç duyabiliriz, ama benim gördüğüm kadarıyla
böyle bir rakam söz konusu değil.
Değerli arkadaşlar, bir
başka önemli nokta, arkadaşlarımız burada konuyu
aktarırlarken "dolar milyarderi sayısının
fazla olması, artması güzel bir rakamdır" diye
"güzel bir uygulamadır" diye ifade ettiler. Dolar milyarderi
sayısı
Eğer herkes dolar milyarderi olursa bir sorunumuz
yok zaten. Keşke onu yakalayabilsek. Ama, içimizden bazıları
yoksullaşıp bazıları zenginleşirse orada sorunumuz
var demektir. Bunun kalkınmayla bir ilgisi yok, ihracatla da
bir ilgisi yok. Eğer Japonya bizden daha fazla ihracat yapıyor,
artı dış ticaret açığı değil, fazlası
veriyor ve bizden daha az dolar milyarderi varsa, gelir dağılımı
bizden daha iyiyse, o zaman bir sorunumuz var demek. Bu sorunu çözmemiz
gerekiyor. O açıdan, dolar milyarderinin sayısının
artmış olması, özellikle 3'ten 26'ya gibi olağanüstü
bir artış göstermesi, Türkiye'de gelir dağılımındaki
bozukluğu göstermesi açısından çok ilginçtir.
Bakınız, değerli arkadaşlar,
Sayın Mustafa Mutlu, bundan -yanlış hatırlamıyorsam-
bir ay önce bir yazısında şöyle bir açıklama yapıyordu:
Tıraş olurken bir arabanın bir hırsız tarafından
çalındığını görüyor. Hemen koşuyorlar.
Arabanın camlarını kıran hırsızın
eli yüzü kan içinde ve gelen kişilere şunu söylüyor:
"Ne olursunuz ağabeyler" diyor," bu arabayı ben
çalacaktım, ben hırsızım, beni şikâyet edin, karakola
götürün, davadan vazgeçmeyin, çünkü açım ve yatacak yerim
yok." diyor. Şimdi, bu sorun Türkiye'nin temel sorunudur.
Yoksulluk sorunu Türkiye'nin temel sorunudur. Bizim bu sorunu çözmek
gibi bir işlevimizin olması lazım. Sadaka devletten
söz etmiyorum arkadaşlar, yani onun gidip o gün karnını
doyurup, tamam senin işte karnın doydu
Bu sorun değil.
Bunu aşmak lazım. Eğer siz sosyal devleti egemen kılamazsanız,
gelir dağılımını dengeleyemezseniz, o zaman
bu sorunu çözemezsiniz. Kapkaç olayları artıyor. Neden artıyor?
Kimse, gönüllü gidip kapkaç olaylarına girmez ki. Avrupa Birliğine
eğer biz üye olacaksak, Avrupa Birliği bizi kabul edecekse,
temelde bu sorunları çözmemiz hâlinde bizi kabul edecektir.
Kapkaçı olmayan, gelir dağılımı düzgün olan,
hırsızlığı olmayan, yolsuzluğu olmayan
bir ülke yaratmamız lazım ve bunu da el birliğiyle yapmamız,
el birliğiyle geliştirmemiz gerekiyor.
Yine bir değerli milletvekilimiz
"Siz kavgacısınız, kavgacı olduğunuz sürece
de bu imajı yıkamazsınız." Şimdi
HAKAN TAŞCI (Manisa) - Kayıt
dışı trilyonları aktardığınız
kanala da bir değin de
Nasıl oluyor, vergisini mergisini
ödemeden?
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Sesiniz gayet güzel geliyor ama
BAŞKAN - Sayın Taşcı
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Değerli milletvekilim, lütfedip gelip burada konuşsanız.
HAKAN TAŞCI (Manisa) - Ona da
gelecek misin? Oraya da gelecek misin?
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Geleceğiz tabii efendim. Bakın, siz Hükûmetsiniz. Geçen
gün burada yoktunuz, şimdi, gelmiş ön sıralarda oturuyorsunuz.
Aynen şunu söyledim
HAKAN TAŞCI (Manisa) - Ben,
her zaman buradayım!
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- İktidar olup da hesap sormayan namerttir.
HAKAN TAŞCI (Manisa) -
İşte, bakın, hesabını soruyoruz.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- İktidar olup da hesap sormayan namerttir. Eğer bunu yaparsanız,
sizi kutluyoruz.
HAKAN TAŞCI (Manisa) - Bakın,
size soracağız!
BAŞKAN - Sayın Taşcı,
lütfen
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Hesap vermeyen de
Bakın, hesap vermeyen de namerttir.
HAKAN TAŞCI (Manisa) - Dünyada,
tek, bankası olan partisiniz. Bunun hesabını verin bakalım!
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Tek, bankası olan parti değiliz, hiçbir bankamız yok.
HAKAN TAŞCI (Manisa) - Sizin
var bankanız!
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Sizin, dünyadan haberiniz yok! Siz, ne biçim milletvekiliniz? Gerçekten
hayret ediyorum, ne biçim milletvekilisiniz? Doğruyu bilmezsiniz,
konuşmasını bilmezsiniz, araştırma yapmasını
bilmezsiniz, gelir, burada laf atarsınız! İnsan biraz
utanır be! (CHP sıralarından alkışlar)
HAKAN TAŞCI (Manisa) - Trilyonların
belgelerini bir çıkartın bakalım! Trilyonların
belgelerini getir bir bakalım! Yalan mı konuşuyoruz?
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- İnsan biraz utanır ya! Bir de eğitiminizi bilmiyorum
ben sizin. Gerçekten, siz, ne tür bir eğitim gördünüz? (AK Parti
sıralarından gürültüler)
HAKAN TAŞCI (Manisa) - Trilyonların
belgelerini bir getir bakalım, kayıtsız kayıtsız
yaptığınız trilyonların!
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Eğitim, her şeyin başıdır.
HAKAN TAŞCI (Manisa) - Hayır,
yalan mı konuşuyoruz?
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Evet, yalan söylüyorsun. Evet, bakın, açın tazminat davası,
ben, sizin yalan söylediğinizi iptal edeceğim.
HAKAN TAŞCI (Manisa) - Hadi
Kanaltürk'e verdiğiniz trilyonları nereden, hangi hesaptan
verdiniz? Hazineden mi verdiniz o parayı, nasıl verdiniz?
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Sayın Başkan, laf atmak olabilir, hiç yadırgamam, biz
de zaman zaman söylüyoruz. Ama, söylerken söylediğimiz lafın
da ne olduğunu bilmemiz lazım.
HAKAN TAŞCI (Manisa) - Hikâye
anlatıyor, hikâye!
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Şimdi, eğer, siz, kalkıp "CHP'nin bankası
var" diyorsanız, sizin bankacılıkla hiç ilginizin
olmadığı çıkıyor ortaya.
HAKAN TAŞCI (Manisa) - Kim yönetiyor?
Yönetim Kurulunda kim var?
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Siz, kalkıp da kayıt dışı bir para aktardığımızı
söylüyorsanız, sizin dünyadan haberiniz yok! (AK Parti sıralarından
gürültüler)
HAKAN TAŞCI (Manisa) - Kanaltürk'e
nasıl verdiniz paraları?
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Efendim, bakın, orada, şu anda, 6 tane denetim elemanı
var değil mi?
HAKAN TAŞCI (Manisa) - Nasıl
verdiniz paraları?
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- 6 tane denetim elemanı var, değil mi?
HAKAN TAŞCI (Manisa) - Tabii,
söyleyemiyorsunuz.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Ben size ne söylüyorum?
HAKAN TAŞCI (Manisa) - Söyleyemiyorsunuz.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Olur mu efendim!
BAŞKAN - Sayın Kılıçdaroğlu,
bir saniye
OSMAN ÖZCAN (Antalya) - Kılıçdaroğlu'na
soruyor
Çık orada konuş.
İZZET ÇETİN (Kocaeli) -
Milletvekili mi o? Hiç görmedim beş senedir!
BAŞKAN - Bir saniye milletvekilleri
Sayın Taşcı, maksadınız
nedir, bir anlatır mısınız? Lütfen
HAKAN TAŞCI (Manisa) -
"Vergisiz" diye bahsediyor
BAŞKAN - Susar mısınız
lütfen. Hakkınız var mı sizin?
Buyurun Sayın Kılıçdaroğlu.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Yine, şunu açık yüreklilikle
söylüyoruz: Hesap sormayan namerttir, hesap vermeyen namerttir. Bakın,
bu kadar açık ve net. Siz iktidarsınız, hesap soracaksınız.
Ama, hesap sorarken
HAKAN TAŞCI (Manisa) - Soracağız,
soracağız, seçim meydanlarında soracağız.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Hayır, hayır
Hesap sorarken, dürüst, namuslu hesap soracaksınız
ve hesap vereceksiniz.
HAKAN TAŞCI (Manisa) - Onların
da hesabını soracağız sizden.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Şimdi, kavgacı imajınızı silin. Ben şimdi
size bir şey söyleyeyim değerli arkadaşlar.
MURAT YILDIRIM (Çorum) - Siz kavgacısınız
be!
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Biz, hiçbir zaman "Cibiliyetsiz" lafını kullanmadık.
Kullanan kim? Kullanan kim arkadaşlar? Başbakanınız.
MEHMET KARTAL (Van) - "Çürük yumurta!"
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Biz hiçbir zaman "Sahtekâr" sözcüğünü kullanmadık.
Kullanan kim? Başbakanınız.
BAYRAM ÖZÇELİK (Burdur) - Ne
alakası var?
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Şimdi, "Çelik çomak oynama oyununu
" kullanan kim?
Başbakanınız. Biz hiçbir zaman kullanmadık. (AK
Parti sıralarından gürültüler) "İki koyun güdemiyorsunuz."
lafını kullanan kim? Başbakan. Biz hiçbir zaman kullanmadık.
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ
(Elâzığ) - Boş yere kullanmaz.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Bakın, arkadaşımız da diyor ki: "Boş yere
kullanmıyorlar." Şimdi, bu noktaya geldikten sonra, kimin
kavgacı olup olmadığı daha net çıkıyor ortaya.
HAKAN TAŞCI (Manisa) - Anayasa
Mahkemesini tehdit eden kim?
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Eğer, siz sokak kültürünü devlet katına taşırsanız,
orada demokrasiden söz edemezsiniz.
ZEKİ KARABAYIR (Kars) - O sokak
kültürü sizin geleneğinizde vardır.
İZZET ÇETİN (Kocaeli) -
Senin ağzında var o sokak kültürü.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Anayasa Mahkemesine "Ayağına kurşun sıktı."
demek doğru değildir.
ZEKİ KARABAYIR (Kars) - Cumhuriyet
Halk Partisinin ahlakıdır sokak kültürü.
İZZET ÇETİN (Kocaeli) -
Sizin ahlakınız bozuk. Ahlaksızlık diz boyu!
HAKAN TAŞCI (Manisa) - Anayasa
Komisyonunda saldıran kim?
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Cumhuriyet Halk Partisi bütün tarihi boyunca Türk demokrasisine
hizmet etmiştir.
HAKAN TAŞCI (Manisa) - Anayasa
Komisyonunda saldıran kim? Tarihi boyunca provokasyon yapmış.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Cumhuriyet Halk Partisi, bütün yaşamı ve tarihi boyunca
Türkiye'nin ulusal çıkarlarını her ortamda ve her yerde
savunmuştur.
TELAT KARAPINAR (Ankara) - 27 Mayısta
neredeydiniz?
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Cumhuriyet Halk Partisi IMF'ye teslim olmamıştır.
ASIM AYKAN (Trabzon) - 27 Mayısta
neredeydiniz?
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Cumhuriyet Halk Partisi, ekonomi yönetimini IMF'ye teslim etmemiştir.
Cumhuriyet Halk Partisi, yolsuzlukların üzerine gitmiştir.
Cumhuriyet Halk Partisi, yoksullardan, varoşlardan yana olmuştur.
ZEKİ KARABAYIR (Kars) - Halktan
destek almamıştır.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Cumhuriyet Halk Partisi, dini siyasete alet etmemiştir. Cumhuriyet
Halk Partisi, dini ticarete alet etmemiştir.
ZEKİ KARABAYIR (Kars) - Haktan
yana olmamıştır, haklıdan yana olmamıştır.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Cumhuriyet Halk Partisi, adı da üstünde olduğu gibi, cumhuriyetin
sahibidir, bekçisidir.
Cumhuriyet Halk Partisi, bu tutarlılığını
her yerde her ortamda korumuştur. Cumhuriyet Halk Partisi, takiyeci
bir parti olmamıştır. Cumhuriyet Halk Partisi, sağ
gösterip sol vurmamıştır. Cumhuriyet Halk Partisinde,
tarihini iyi değerlendiren siyaset bilimciler vardır.
Cumhuriyet Halk Partisi, her yönden, Türkiye Cumhuriyeti'nin gururla
yakasında taşıdığı bir rozet olmuştur.
AHMET YENİ (Samsun) - Yaşar
Nuri gitti mi sizden?
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Cumhuriyet Halk Partisi
Yaşar Nuri Öztürk istifa etti,
ama, onu bana değil, onu ona soracaksınız. Değil mi?
Ona soracaksınız.
MURAT YILDIRIM (Çorum) - Takiyeci.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Ayrıca, Cumhuriyet Halk Partisi, milletvekili transferi yapmamıştır,
ihale verip milletvekili transferi yapmamıştır. (CHP
sıralarından alkışlar)
TELAT KARAPINAR (Ankara) - Tuncay
Mataracı
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Eğer
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Kılıçdaroğlu.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- İhale transferi yapıp
TELAT KARAPINAR (Ankara) - Güneş
Motel ne oldu?
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
-
iki ihale vererek milletvekili transfer edenleri hiçbir zaman
unutmadık biz.
AHMET YENİ (Samsun) - Güneş
Motel nerde?
KEMAL KILIÇDAROĞLU (Devamla)
- Türkiye Cumhuriyeti unutmayacaktır.
Size iyi ihaleler arkadaşlar.
Hepinize saygılar sunuyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Sayın
Başkan
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Kılıçdaroğlu.
Buyurun Sayın Kapusuz.
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Sayın
Başkan, Değerli Konuşmacı bir iddiada bulunuyor,
iddiasını ispat etmesi lazım. Hiçbir arkadaş, hiçbir
şekliyle, kendisinin ifade ettiği tarzla bizim aramızda
olmamıştır. Bu ifadelerini geri alması kendisi
açısından da doğru olur kanaatini taşıyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Kapusuz, sözleriniz tutanaklara geçmiştir.
Madde üzerinde şahsı
adına söz isteyen Mehmet Dülger, Antalya Milletvekili.
Buyurun Sayın Dülger. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
MEHMET DÜLGER (Antalya) - Sayın
Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Sayın
Kılıçdaroğlu her zaman dikkatle dinlediğim
Her zaman
ince sözler söylüyor. Son, tabii, Meclis kürsüsünde, bir seçim propagandasının
gerektirdiği şeyleri söylemesini bir kenara bırakıyorum.
Bir nokta üzerinde hakikaten AK Partiye çok büyük ölçüde haksızlık
ettiğini duyduğum için söz alıp huzurunuza gelme durumunda
bulundum. Hepinizi bilvesile sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Sosyal politikalar açısından
en önemli işlerden bir tanesi, tabii, gelir dağılımı.
Gelir dağılımı meselesi son derece kolaylıkla,
hem seçmen nezdinde itibar bulan hem de tenkitleri kolayca kaldırması
mümkün olan bir konu. Ama, müsaade ederseniz, ben, eski bir plancı
olarak, Devlet Planlama Teşkilatından aldığım
son rakamları arz etmek suretiyle size bilgi vermek istiyorum.
Pek çok arkadaşımız da bunları biliyordur.
Malumunuz, gelir dağılımı
meselesi nüfusun yüzde 20'lik beş ayrı parçaya bölünmesi
ve millî gelirin bu her bir yüzde 20'nin ne kadarını aldığı
suretiyle belli olur. Şimdi, rakamlar, bu konuda AK Partinin neler
yaptığını da çok rahatlıkla gösteriyor. 1994
yılında ilk yüzde 20 millî gelirden yüzde 54,9 pay alıyordu.
İkinci yüzde 20 yüzde 19, üçüncüsü yüzde 12,6; dördüncüsü 8,6; beşincisi
4,9. 2002 yılında iktidara geldiğimiz zaman bu yüzde
54,9 yüzde 50'ye düştü ilk yüzde 20 için. İkinci yüzde 20 için
19; 20,8'e, üçüncü için 12,6 yüzde 14'e, dördüncü yüzde 20 için 8,6;
9,8'e, beşinci yüzde 20 de 4,9'dan 5,3'e çıktı.
Elimizde 2005'in rakamları
var. 2006 henüz daha konmamış. Onun için son rakamlar. İlk
yüzde 20, yüzde 44,4; ikinci yüzde 20 yüzde 22,6; üçüncü yüzde 20 yüzde
16,8; dördüncü yüzde 20 yüzde 11,1; beşinci yüzde 20 de yüzde 6,1
alıyor. Gördüğümüz, en yüksek gelirden pay alanın payının
gittikçe küçüldüğü, en küçükten pay alanın da payının
gittikçe yükseldiği şeklindedir. Türkiye'de, yavaş yavaş,
gelir itibarıyla, yeni bir orta sınıf teşekkül etmeye
başlamıştır. Bu orta sınıf, bir taraftan
hem ekonominin teminatı hem de demokrasinin teminatıdır.
Bundan eminim ki, Halk Partili arkadaşlarımız da memnun
olacaklardır. Belirtmek istediğim, çok ince bir sosyal politika.
İsabetsizliği ileriye sürülen şeylerin, aslında,
halkımızın gelir seviyesini yükseltmiş olduğu
keyfiyetidir. Bunu rakamlarla söylemek daha kolay. Seçim yakın,
biz, düşüncelerimizi, tabii çok daha kitleleri harekete geçirecek
şekilde, romantik bir şekilde söyleyeceğiz. Ama, bu hususların
bilinmesinde herkes için fayda var.
Bilvesile saygılarımı
sunuyorum hepinize.
Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Dülger.
Madde üzerinde şahsı
adına söz isteyen Ruhi Açıkgöz, Aksaray Milletvekili.
Buyurun Sayın Açıkgöz.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
RUHİ AÇIKGÖZ (Aksaray) - Sayın
Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım;
6'ncı madde üzerinde şahsım adına söz almış
bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlarım.
Bu madde, kamu düzeninde farklılıklar
oluşturacağı gerekçesiyle çekiliyor. Onun için, bu
madde üzerinde bir şey söylemeyeceğim. Fakat, bir hususu
dikkatlerinize sunmak istiyorum: Burada konuşurken, bazı
arkadaşlarımız, hakikaten, hani, "karşı
kaleye gol atıyorum" diye maksadını aşan kelimeler,
cümleler kullanıyorlar.
Değerli arkadaşlar, siz
buraya delilsiz bir şekilde çıkar, karalama olsun diye
söylerseniz, aynı zamanda bu karalama size de yapışır.
Sayın Kılıçdaroğlu,
siz, deneyimli bir bürokratsınız, deneyimli bir siyasetçisisiniz.
Yani, eğer, bu hususta delilsiz konuşursanız, hakikaten
tüm siyaset kurumunu yıpratırsınız. Bu hususlara
dikkat edelim. Bu siyaset kurumunun altında hepimiz siyaset
yapıyoruz. Bu kurum yıkılırsa altında biz kalırız.
Dolayısıyla, bundan sonraki konuşmalarda, umarım,
bunlara dikkat edilecektir.
Ben hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ederim Sayın
Başkan. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Açıkgöz.
Madde üzerinde bir adet önerge vardır,
okutup işleme alıyorum.
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görülmekte olan Kanun Tasarısının
"Muafiyet" başlıklı 5 inci maddesinin kaldırılmasını
arz ve teklif ederiz.
Salih
Kapusuz Telat Karapınar
Gülseren Topuz
Ankara Ankara İstanbul
Alaettin
Güven Mehmet Ceylan
Kütahya Karabük
BAŞKAN - Sayın Hükûmet önergeye
katılıyor mu?
DEVLET BAKANI ALİ BABACAN (Ankara)
- Evet, katılıyoruz.
BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Vergi kanunlarıyla tesis edilen
mükellefiyetlere diğer kanunlarla istisna ve muafiyetler getirilmesi
vergi sistemimizin bütünlüğünü olumsuz yönde etkilediğinden;
söz konusu değişiklik gerekli görülmektedir.
BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Önerge kabul edilmiştir
ve böylece, madde metinden çıkartılmıştır.
Geçici madde 1'i okutuyorum:
Geçici hükümler
GEÇİCİ MADDE 1- (1) Bu Kanunun
yürürlüğe girdiği tarihte Birimde çalışmakta
olan geçici görevli personel, Birim ile hizmet sözleşmesi imzaladıkları
tarihten itibaren, kadrolarının bulunduğu kurumlarından
ayrıca bir işleme gerek kalmaksızın aylıksız
izinli sayılır. Bunlardan geçici görevli olarak çalışmaya
devam etmek isteyenler ile sözleşme imzalanmaz ve aynı statüde
çalışmaya devam edebilirler.
(2) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği
tarihte Birimde çalışmakta olan sözleşmeli personelin
sözleşmeleri, sözleşme süresi sonuna kadar devam eder.
Sözleşme süresinin sonunda bu personel ile 3 üncü madde uyarınca
hizmet sözleşmesi yapılabilir.
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına söz isteyen Ali Kemal Kumkumoğlu, İstanbul
Milletvekili.
Buyurun Sayın Kumkumoğlu.
CHP GRUBU ADINA ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU
(İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; görüşmekte olduğumuz kanun tasarısının
geçici 1'inci maddesi üzerinde söz aldım. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
seçime gitmek üzereyiz, ama uygulamalarınızda ve tavrınızda
en küçük bir değişiklik yok.
AHMET YENİ (Samsun) - Onu da
siz değiştirin yani!
HAKAN TAŞCI (Manisa) - Seksen
yıldır değişmiyorsunuz ki, biz değişelim!
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla)
- Israrınız var, ama değişikliği hâlâ başkalarından
bekliyorsunuz. Bu düzenlemede iki temel unsur var, hiçbir şekilde
değiştirmediğiniz ve bu düzenlemeyle de hâlâ devam ettirdiğiniz:
Bir, kurduğumuz bu kurum, her türlü denetimden muaf olsun.
İki, kurduğumuz bu kurum, mutlaka bizim istediğimiz
kadrolardan oluşsun.
Şimdi, arkadaşlarımız
gerekçe söylüyorlar, bir şeylerin öyle olabileceği ihtimaliyle
ilgili yorum yapıyorlar: Efendim, Hazine Müsteşarlığı
zaten Sayıştay denetimine tabidir, dolayısıyla
bu kurum da Hazine Müsteşarlığı aracılığıyla
Sayıştay denetimine tabi olmak durumundadır, bunu
buraya yazmaya gerek yoktur.
O zaman, şöyle söyleyelim değerli
arkadaşlarım: Hazine Müsteşarlığı da
bir şekilde Başbakanlığa bağlıdır,
eğer biz, Başbakanlık Sayıştay denetimine tabidir
dersek, o zaman başka hiçbir kurum, hiçbir bakanlık için bunun
Sayıştay denetimine tabi olduğunu yazmaya gerek yoktur.
Bu mantıkla sizin şu söylediğiniz
mantığın arasında ne fark var değerli arkadaşlarım?
Peki, hiçbiriniz çıkıp "Evet bu doğru bir şey,
Başbakanlık Sayıştay denetimine tabidir."
dedikten sonra, herhangi bir kurumun veya bakanlığın
ayrıca Sayıştay denetimine tabidir denmesine gerek
yoktur diyebilir misiniz? Burada niye diyorsunuz? Yani, madem Sayıştay
denetimine tabi olacaksa, bu kadar ısrara rağmen, buraya
bir kelime ekleyerek "Bu kurum Sayıştay denetimine
tabidir." demenin sizce nasıl bir mahzuru var?
HAKAN TAŞCI (Manisa) - Tasarruf
yapılıyor.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla)
- Yani, şeyden, evet kelimeden tasarruf yapıyoruz. Arkadaşım
böyle söyledi. Hakikaten, çok gayriciddi bir davranış. Yani,
bunu anlayabilmek, algılayabilmek mümkün değil değerli
arkadaşlarım. Yani, şu ifade, aynı zamanda, bu iddianın
veya bu eleştirinin bir şekilde kabulü anlamına gelir.
Şu anlama gelir: "Evet, biz, bu kurumun Sayıştay tarafından
veya herhangi bir birim tarafından denetlenmesini istemiyoruz."
HAKAN TAŞCI (Manisa) - O anlama
gelmez o, sen okumasını bilmiyorsun!
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla)
- Peki niye istemiyorsunuz denetlenmesini, niye istemiyorsunuz
değerli arkadaşlar? Yani bunun içerisine "Bu kurum Sayıştay
denetimine tabidir." diye, eğer Sayıştay denetimine
zaten tabi olacak ise, bunca ısrara rağmen, bunun içerisine,
iki kelimeyle "Sayıştay denetimine tabidir." diye
yazmanın nasıl bir mahzuru var? Şöyle bir mahzuru var:
Siz, devletin her türlü denetim yapmasına... Sizin, bu kurumlarda
istediğiniz gibi, böyle bakkal hesabı misali, "Biz iktidarız,
biz nasıl istersek ona göre olsun, biz kime istersek ona göre verilsin
"
HAKAN TAŞCI (Manisa) - Bakkal
hesabını CHP yapıyor!
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla)
- "
öyle bir şekilde yapılsın ki, kimse bunlardan,
kimse bu uygulamalardan bize hesap soramasın." Peki, bu
kiminle yapılabilir?
ALİM TUNÇ (Uşak) - Bakkallara
hakaret ediyorsun.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla)
- Bu kiminle yapılabilir?
ALİM TUNÇ (Uşak) - Bakkallara
hakaret ediyor.
HAKAN TAŞCI (Manisa) - Bak gözüme,
bak da konuş!
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla)
- Bu, ancak, her anlamda sizin denetiminizde olan, her şekliyle
sizin arzularınızı yerine getirebilecek özel seçilmiş
bir personelle yapılabilir.
HAKAN TAŞCI (Manisa) - Bakkal
hesabını CHP yapıyor, CHP!
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla)
- Dolayısıyla, personelin de herhangi bir sınava tabi
tutulmadan, sadece yabancı dili varsa, sizin herhangi bir kurumdan
alıp getireceğiniz bir personel aracılığıyla
yapılması lazım. Aksi halde, vicdan sahibi, aksi halde,
sizin söylediğiniz her şeyi kendisi için talimat olarak algılamayacak,
kendisini devletin memuru olarak sayan vicdan sahibi personelin
aracılığıyla bu işlemleri bu şekilde yaptırabilmeniz
mümkün değildir.
Yani, dört buçuk yıldan bu yana
uyguladığınız her türlü denetimden muaf ve uzak,
sizin her talimatınızı yerine getirebilecek kadrolar
aracılığıyla oluşturulabilecek bir kurum daha
oluşturma çabası ve gayreti içerisindesiniz. Bunun
başka hiçbir izahı olamaz.
Değerli arkadaşlarım,
devletin kurumlarını bu anlamda öyle bir güvenilmez hâle
getirdiniz ki, biraz önce buradan, iktidar partisine mensup bir
milletvekili arkadaşım birtakım rakamlar telaffuz
ederek, AKP İktidarı döneminde Türkiye'nin nasıl bir
gelişme seyri izlediğini bize ifade etmeye çalıştı.
Değerli arkadaşlarım,
Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı'nı hazırlayan
devlet kurumları ortaya bir rakam çıkardılar, dediler
ki: "2013 yılında kişi başına düşen
millî gelir 9 bin dolar olacak." Başbakan itiraz etti, talimat
verdi: "Olmaz, kabul etmiyorum, geri gönderin. Gidin 10 bin doların
üzerine çıkarın, gelin." İki gün sonra, aynı kurum,
kişi başına düşen millî geliri 10.500 dolar olarak
ilan etti, 2013 yılıyla ilgili olarak,
HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar)
- Hedef, hedef
HAKAN TAŞCI (Manisa) - Hedef
gösteriyor. Muasır medeniyetler hedefini gösteriyor Başbakan.
Siz CHP'siniz, bunu bile gösteremiyorsunuz.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla)
- Şimdi, bu nasıl bir anlayış? Yani, öbür kurumun
kendisinin belirlediği şey hedef değil miydi? Devletin
bütün rakamlarını elinde bulunduran devletin bu konudaki
en önemli kuruluşu, hiçbir şeye bakmadan, hiçbir veriye
bakmadan mı bunları yaptı? Başbakan neye bakarak
10 bin doların üzerinde olacağını söyledi?
HAKAN TAŞCI (Manisa) - Siz, ancak
seksen yıl öncesinin hedefini gösterirsiniz, seksen yıl.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla)
- Şimdi bakın arkadaşlar, hangi noktaya geldiniz biliyor
musunuz?
ALİ RIZA ALABOYUN (Aksaray) -
Büyük liderler büyük hedefler koyar.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla)
- Hangi noktaya geldiniz biliyor musunuz? Maliye Bakanı dün
bir açıklama yapıyor, diyor ki: "TÜİK'in açıkladığı
rakamlar yanlıştır. Türkiye'de satın alma paritesi
açısından kişi başına düşen millî gelir 9
bin doların üzerine çıkmıştır."
HAKAN TAŞCI (Manisa) - Tabii.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla)
- Maliye Bakanı, ilgili kurumun açıkladığı
rakamları yeterli görmüyor, diyor ki: "Yanlış."
İlgili kurum da açıklama yapıyor: "Henüz, Sayın
Bakanın söylediği konularla ilgili olarak bu artışı ortaya çıkaracak
uygulamalara kurumumuz geçmediği için, henüz kişi başına
düşen millî geliri oraya çıkaramadık." Ya arkadaşlar,
siz 19 bin dolar bile deseniz, yani buğdayın fiyatı değişmiş
mi olacak? Sen beş yılda buğdayın fiyatını
1 lira yukarı çıkarmazsan, sen beş yılda pamuğun
fiyatını yarı yarıya indirirsen, sen kişi başına
düşen millî gelir 9 bin dolar oldu desen ne olur, 19 bin dolar oldu
desen ne olur? Sen kimi kandırıyorsun değerli arkadaşım?
ALİM TUNÇ (Uşak) - Sen kimi
kandırıyorsun?
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla)
-Bakın, değerli arkadaşlar, şimdi size bir soru soruyorum:
Ben, son bir yılda, en az, siyasetin tartışıldığı,
köylünün, esnafın, işçinin, diğer siyasi parti temsilcilerinin
bulunduğu elli tane televizyon programına katıldım.
İçinizde, son bir yılda -grup başkan vekilleriniz dahil-
Türkiye'nin ekonomisine ilişkin sorunların, çiftçinin, sanayicinin,
işçinin, emeklinin, memurun problemlerinin, turizmcinin problemlerinin,
tekstilcinin problemlerinin tartışıldığı
bir televizyon programına bir muhalefet partisinin sözcüsüyle
birlikte çıkmış kim var? Kim var kim?
HAKAN TAŞCI (Manisa) -
Boş konuşuyorsun, boş
AHMET YENİ (Samsun) -
İş yapıyoruz burada iş
Problemleri çözüyoruz burada.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla)
- Değerli arkadaşlarım, bir yılı aşkın
bir süredir, şu söylediğiniz konuları bir muhalefet
partisinin sözcüsüyle, bir televizyonun programına çıkıp
konuşmaya cesaretiniz yok. İlgililerin bulunduğu
bir ortamda -muhalefet sözcüsü olmasın- mesela bir çiftçiyle,
mesela bir çiftçi odasının temsilcisiyle, mesela bir sendika
temsilcisiyle, mesela sanayicilerin temsilcisiyle çıkıp,
bir televizyon programında kim varsa parmak kaldırsın.
AHMET YENİ (Samsun) -
İş yapıyoruz iş, laf değil.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla)
- "Son bir yılda, ben şu programa çıktım ve
şu muhalefet partisinin sözcüsüyle, Türkiye'nin şu sorununu
konuştum." diyecek kim varsa, parmağını kaldırsın.
Nelerle ilgili tartışıyorsunuz? (AK Parti sıralarından
gürültüler) Var olan parmağını kaldırsın, laf
atmak yok. Herkes düşünüyor ki, herhalde ben çıkmadım,
ama birileri çıkmıştır canım. Bir çıkan
vardır. Televizyon kameraları çekiyor. Kim çıktıysa
bir parmak kaldırsın, desin ki, ben şu televizyon programına
çıktım.
Değerli arkadaşlarım,
ana muhalefet partisinin genel başkanı çıkıp diyor
ki: "Sayın Başbakan ile Türkiye'nin meselelerini konuşalım."
Sayın Başbakan diyor ki: "Konuşmayız." Konuşamayız
diyemiyor tabii!
HAKAN TAŞCI (Manisa) - Siz önce
TÜSİAD'ın önüne çıkın bakalım. Ekonomi öğrenin!
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla)
- Değerli arkadaşlarım, biz, toplumun bütün kesimlerinin
önüne çıkıyoruz, hiç öyle bir sorunumuz yok. Hiç öyle bir sorunumuz
yok.
HAKAN TAŞCI (Manisa) - TÜSİAD'ın
karşısına çıkamıyorsunuz, halkın karşısına
nasıl çıkacaksınız?
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla)
- Değerli arkadaşlarım, bir hatırlayın,
şu geçmişe dönüp bir bakın: Bu ülkede, en az üç ayda bir
defa, Başbakan ile ana muhalefet partisinin de, muhalefet partilerinin
genel başkanları çıkar
HAKAN TAŞCI (Manisa) - Hangi
çözümünüz var sizin?
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla)
-
Türkiye'nin problemlerini bir şekilde tartışırlardı.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla)
- Toparlıyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Sayın Kumkumoğlu,
lütfen toparlayınız.
Buyurun.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla)
- Başbakan, sorunlara dönük ne tür çözümler ürettiklerini anlatırdı,
ana muhalefet partisi ve muhalefet partilerinin sözcüleri de, genel
başkanları da kendi iddialarını ve eksik olduğunu,
eksik kaldığını düşündüğü yanları
açıklarlardı. İktidar partilerinin sözcüleri ile muhalefet
partilerinin sözcüleri her gün televizyonlardaydılar. Televizyonlarda,
siyaset meydanlarında onlarca siyasetçi, iktidarından,
muhalefetinden çıkar, Türkiye'nin problemlerini, Türkiye'nin
sorunlarını, iktidarıyla, muhalefetiyle, ilgilileriyle
birlikte tartışır, birlikte konuşurdular. (AK Parti
sıralarından gürültüler) Bir yıldan bu yana, ne
Başbakanınız ne bakanlarınız ne milletvekilleriniz
AHMET YENİ (Samsun) -
İş yapıyoruz, iş
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla)
-
Türkiye'nin hiçbir problemini muhalefet sözcüleriyle tartışamıyorlar.
HAKAN TAŞCI (Manisa) - Siz neyi
düzelteceksiniz?
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla)
- Şimdi buradan açıkça söylüyorum: Hangi iktidar partisi
milletvekili veya bakanı, en iddialı olduğu konu hangisiyse,
ben sıradan bir Cumhuriyet Halk Partisi milletvekili olarak,
en iddialı olduğunuz konuyu, onunla, istediği televizyonda
tartışmaya davet ediyorum; buyurun gelin. (AK Parti sıralarından
gürültüler)
İSMAİL SOYLU (Hatay) -
Ben gelirim!
CEVDET ERDÖL (Trabzon) - Ben varım!
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla)
- Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar,
AK Parti sıralarından gürültüler)
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Sen kimsin!
Sen kimsin!
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Haydi!..
Haydi!.. Ancak gidersin oraya!
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Kumkumoğlu.
Madde üzerinde şahsı
adına söz isteyen Ali Rıza Alaboyun, Aksaray Milletvekili.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
ALİ RIZA ALABOYUN (Aksaray) -
Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Görüşülmekte olan 1428
sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın geçici
1'inci maddesi hakkında şahsım adına söz almış
bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Siyaseten konuşmalar devam
ederken, biz, sanıyorum işin özünü kaçırıyoruz;
ben yine işin özüne dönmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, Avrupa
Birliğinin Türkiye'ye sağladığı mali yardımlara
ilişkin olarak bugüne kadar yaşanan bazı önemli gelişmelere
değinmekte yarar vardır.
Bilindiği gibi, Avrupa Birliğinin
Aralık 1999 tarihinde gerçekleştirdiği Helsinki Zirvesi'nde
ülkemizin tam üyeliğe adaylığının kabul edilmesiyle
birlikte, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri yeni bir sürece
girmiştir. Bu süreçte Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki
mali işbirliği mekanizmasının da, diğer aday
ülkelerde olduğu gibi yeniden yapılandırılması
gerekmiştir. Bu süreçte Türkiye'ye adaylık perspektifiyle
tahsis edilen AB kaynaklarının, Katılım Ortaklığı
Belgesi'nde, İlerleme Raporu'nda, Ulusal Program'da ve Ön Ulusal
Kalkınma Planı'nda yer alan hukuki, idari, ekonomik ve sosyal
önceliklere uygun olarak değerlendirilmesi zorunludur.
"Katılım öncesi mali
yardım" adı altında 2002 ve 2006 yılları arasında
programlı olan bu yardımlardan, sadece AB'ye uyum amacıyla
tanımlanan projelerden yararlanılabilecektir. Bu projeler
genel olarak şu hedefler doğrultusunda kullanılacaktır:
Müktesebat uyumu, yani, siyasi
ve ekonomik kriterlere uyum konuları ve sivil toplum kuruluşlarına
sağlanan destekler de dahil olmak üzere.
İki: Müktesebat uyumu için gerekli
idari kapasite oluşturulması ve bunun için gerekli yatırım
ihtiyacı.
Üç: Ekonomik ve sosyal uyum projeleri,
bölgesel kalkınma, sınır ötesi işbirliği ve
KOBİ projeleri gibi.
Bu nedenle, AB hibeleri kullanılarak
yürütülecek olan projelerin, kesinlikle bu stratejik belgelerdeki
önceliklere uygun olmaları gerekmektedir. Ayrıca, ülkemize
adaylık statüsü tanınmasından önce taahhüt edilmiş
olan MEDA projelerinin de, uygulamalar esnasında mümkün olduğu
ölçüde söz konusu önceliklerle uyumlu hâle getirilmesi, Türkiye'nin
AB'ye uyum çalışmalarına olumlu katkı sağlayacaktır.
Merkezî Finans ve İhale Biriminin
kurulmasına ihtiyaç duyulmasının nedenlerini şu şekilde özetlemek mümkündür:
AB mali yardımlarının kademeli bir geçiş süreciyle
Avrupa Komisyonu yerine bizzat ülkemiz tarafından programlanması
ve uygulanması, izlenmesi ve değerlendirilmesi, kısacası,
yönlendirilmesini sağlamak. AB mali yardımlarının
kullanımının ulusal bütçelerden farklı bir yapı
içerisinde gerçekleşmesini sağlamak ve kullanım esaslarını
farklılaştırmak.
AB mali yardımlarının,
programlama, sözleşme, hazırlama, ihale ve finansman uygulama,
izleme ve değerlendirme aşamalarının ve işlemlerinin
birbirinden bağımsız birimler tarafından eş
güdümlü olarak yürütülmesini sağlamak. Bu yasa tasarısıyla
Merkezî Finans ve İhale Biriminin önemli bir eksiği giderilmiş
olacaktır.
Değerli arkadaşlar, burada
konuşmacılardan Sayın Kılıçdaroğlu'nun
milletvekili transferiyle ilgili bir sözüne atıfta bulunmak
istiyorum. Ben, Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısında
olan hiçbir kimsenin, Cumhuriyet Halk Partisi üyesi olsun, diğer
parti üyesi olsun, böyle bir yakıştırmaya maruz kalması
gerektiğine inanmıyorum. Bu çok yanlış bir kelime,
çok çirkin bir kelime. Güneş Motel modeli veyahutda 28 Şubat
döneminde yapılan şeyler bu Mecliste asla olmadı, olmayacaktır.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de bize bu tür teklifleri
getirenleri Başbakanımız elinin tersiyle de itmiştir.
Ayrıca, Sayın Haluk
Koç'un demokrasi konusunda söylediği şeyleri takdir ediyorum,
teşekkür ediyorum. Yalnız, Genel Başkanlarının
Anayasa Mahkemesi konusundaki tehditkâr tutumları da demokrasimize
ağır bir darbe vurmuştur, yargıya müdahale olmuştur.
Bunun da unutulmaması gerektir
diye düşünüyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Alaboyun.
Madde üzerinde şahsı
adına söz isteyen Mehmet Ceylan, Karabük Milletvekili.
Buyurun Sayın Ceylan. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
MEHMET CEYLAN (Karabük) - Sayın
Başkanım, değerli arkadaşlar; hepinizi bir kez daha
saygıyla selamlıyorum.
Doğrusu, böylesi teknik bir
kanun tasarısında konu nerelere çekildi, o konuda
şaşırmamak mümkün değil. Ama, ben, daha fazla sürenizi
almamak açısından teknik olarak cevap vermek istiyorum.
Öncelikle, en son, muhalefetten
konuşmacı Ali Kemal Kumkumoğlu Beyefendi ve ondan önce
de Osman Coşkunoğlu Beyefendi, bu birimin, Merkezi Finans
ve İhale Kurumunun denetimiyle ilgili olarak Sayıştayın
denetim yapması hususunu açıklıkla buraya yazmak gerektiğini
ifade ettiler, bu endişelerini dile getirdiler.
Şunu ifade etmemizde yarar
var değerli arkadaşlar: Anayasa'nın 160'ıncı
maddesi Sayıştayın görevlerini, burada, açık bir
şekilde ifade etmektedir. Dolayısıyla, Anayasa'nın
160'ıncı maddesi, merkezî yönetim bütçesi kapsamındaki
bütün kamu kurum ve kuruşlarına, ayrıca sosyal güvenlik
kurumlarının bütün gelir ve giderlerini denetleme yetkisini
Sayıştaya vermektedir. Dolayısıyla, bu kapsamda,
bu kurum da bir kamu kuruluşu olacağına göre, Sayıştayın
denetimi kapsamındadır, Anayasa'nın 160'ıncı
maddesi bunu emretmektedir. Diğer kuruluşların da,
kamu kuruluşlarının da örnek verdikleri gibi,
Başbakanlığın kuruluş teşkilatında,
Hazine Müsteşarlığının kuruluş teşkilatında
"bu kuruluşların bütün hesapları Sayıştayın
denetimine tabidir" yazmaz. Dolayısıyla Sayıştay,
bütün bu kuruluşların denetiminden sorumludur, görevlidir,
Anayasa'nın amir hükmüdür 160'ncı madde gereği.
Değerli arkadaşlarım,
geçici madde 1'de bu kanunla getirilen iki önemli husus dile getirilmektedir.
Bu kanunun iki temel amacından bir tanesi, kurumun, bu zamana
kadar, çeşitli kuruluşlardan geçici görevli olarak eleman
çalıştırmasının sıkıntı vermesi
nedeniyle, artık, bu kanunun yürürlüğe girmesinden sonra,
kurum, bu geçici elemanları sözleşmeli olarak çalıştırma
yetkisine sahip olacak. Bilindiği gibi, şu anda, kurumun
80 adet çeşitli kamu kurum, kuruluşlarından geçici
olarak görevlendirdikleri elemanlarla yürütülmektedir. Tabii
ki, bu, çeşitli sıkıntılara neden olmaktadır.
Her şeyden önce, bu kişiler, bu elemanlar, maaşlarını
geldikleri kurumlarından, yani kadrolarının bulunduğu
kurumlarından almakta ve çok çeşitli maaş seviyeleri
ortaya çıkmaktadır. Tabii ki, sözleşmeli statüde çalışamadıkları
için de maaşları oldukça da düşük kalmaktadır. Bu
kurum, tamamen yazışmasını İngilizce yapan,
bütün elemanları yoğun bir şekilde, ileri derecede
İngilizce bilen elemanlardan oluşmaktadır. Bu derece
düşük maaşla bu elemanları istihdam etmek de, takdir
edersiniz ki, son derece zordur. İşte, bu geçici maddeyle,
artık, kurum, bu geçici elemanları veya dışarıdan
alacakları elemanları sözleşmeli statüde akit yapmak
suretiyle çalıştırma yetkisini haiz olacaktır
ve böylece, tabii ki, hem Avrupa Konseyiyle yapılan Mutabakat
Zaptı yerine gelmiş olacak ve bu boşluk da doldurulmuş
olacaktır.
Ben, bu vesileyle, bir kez daha bu
kurumun, bu Birimin, Merkezi Finans ve İhale Biriminin ülkemize,
bu düzenlemeyle birlikte, yeniden hayırlı olmasını
diliyorum. Kanun'un kurumumuza hayırlı olmasını
diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Ceylan.
Madde üzerinde bir önerge vardır,
okutup işleme alıyorum:
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan Kanun Tasarısının
"Geçici hükümler" başlıklı Geçici 1 inci maddesinin
(2) fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini
ve madde başlığının çıkarılmasını
arz ve teklif ederiz.
Salih
Kapusuz Ünal Kacır
Alaettin Güven
Ankara İstanbul Kütahya
Cavit
Torun Mehmet Ceylan Afif Demirkıran
Diyarbakır Karabük Batman
Ali
Rıza Alaboyun
Aksaray
"(2) Bu Kanunun yürürlüğe
girdiği tarihte Birimde çalışmakta olan sözleşmeli
personelin sözleşmeleri, sözleşme süresi sonuna kadar
devam eder. Sözleşme süresinin sonunda bu personel ile 3 üncü
maddenin 4 üncü fıkrası uyarınca hizmet sözleşmesi
yapılabilir."
BAŞKAN - Sayın Hükûmet önergeye
katılıyor mu?
DEVLET BAKANI ALİ BABACAN (Ankara)
- Evet, katılıyoruz.
BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe
Birimde, halihazırda sözleşmeli
olarak çalışan personelin ücretleri, Birimle AB Delagasyonu
arasında imzalanmış hibe anlaşması uyarınca
düzenlenen sözleşmeler kapsamında ödenmekte olup; Tasarının
genel gerekçesinden, sözleşmelerin süresinin 30 Eylül 2007 tarihinde
sona ereceği anlaşılmaktadır. Bu sürenin sonunda
söz konusu personelle "3 üncü madde uyarınca" sözleşme
yapılabileceği öngörülmüş olmakla birlikte, söz konusu
madde toplam sekiz fıkradan oluştuğundan; muhtemel tereddütlerin
giderilmesi açısından 3 üncü maddenin hangi bendine atfen
sözleşme imzalanabileceğinin açıkça belirtilmesi
gerekli görülmektedir.
BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Önerge kabul edilmiştir.
Kabul edilen önerge doğrultusunda
HALUK KOÇ (Samsun) - Karar yeter sayısı
BAŞKAN - Arayacağım
Sayın Koç.
Kabul edilen önerge doğrultusunda
maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Karar yeter sayısı vardır, madde kabul edilmiştir.
7'nci maddeyi 5'inci madde olarak
okutuyorum:
Yürürlük
MADDE 5- (1) Bu Kanun yayımı
tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN - Madde üzerinde Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Kemal Kılıçdaroğlu,
İstanbul Milletvekili.
Buyurun Sayın Kılıçdaroğlu.
CHP GRUBU ADINA KEMAL KILIÇDAROĞLU
(İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli arkadaşlar, burada
konuşma yaparken, elbette ki, muhalefetin temel görevlerinden
birisi iktidarı eleştirmektir. Dolayısıyla, biz
eleştirimizi yaptığımız zaman iktidar kanadının
bunu beğenmemesi de gayet doğaldır, yani bizim
eleştirilerimizi kabul edin diye bir kural yok. Şimdi, bakın,
bir eleştiri yaptım, özellikle milletvekili transferlerine
dikkat çekmek açısından, Sayın Kapusuz itiraz etti; haklıdır,
itiraz edebilir. Ama, hepimiz gayet iyi biliyoruz ki, bir değerli
milletvekilimiz bu nedenle Parlamentonun dışına
çıktı ve bu da Türk demokrasisi açısından bir kazanımdır,
bunu da kabul etmek gerekir.
Yalnız, benim dikkatinizi
çekmek istediğim temel bir konu var: Az önce konuşan milletvekili
arkadaşımız bu olaya değinirken, dedi ki:
"Cumhurbaşkanlığı seçiminde bize bu tür talepler
geldi ve biz bunları reddettik." Şimdi, bu çok önemli bir
itiraf. Kim, acaba kimler "Biz, sizin Cumhurbaşkanlığı
adayınızı destekleyeceğiz, ama bize bir şekliyle
çıkar sağlayın
" Bunu, o milletvekili arkadaşımdan
özellikle istirham ediyorum gelip bu kürsüde, Parlamentoya saygısı
varsa, açıklasın.
Hepinize saygılar sunuyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Kılıçdaroğlu.
ALİ RIZA ALABOYUN (Aksaray) -
Sayın Başkan söz istiyorum.
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Alaboyun.
NAİL KAMACI (Antalya) - O
şerefsiz kimse söyleyin! Teklif eden de şerefsiz, o teklifi
alan da şerefsiz!
BAŞKAN - Bir saniye sayın
milletvekilleri
ALİ RIZA ALABOYUN (Aksaray) -
Müsaade ederseniz orada bir açıklama yapmak istiyorum, yanlış
anlaşılma
BAŞKAN - Ne için açıklama
yapacaksınız Sayın Alaboyun?
ALİ RIZA ALABOYUN (Aksaray) -
Konuşmamla ilgili olarak Sayın Kılıçdaroğlu,
gereğinden fazla, yanlış yönlendirerek, bir olayı
yönlendirdi. Ona bir açıklık getirmek istiyorum.
BAŞKAN - Hangi olayı yönlendirdi
Sayın Alaboyun? Ne söyledi daha doğrusu?
ALİ RIZA ALABOYUN (Aksaray) -
Milletvekili transferleriyle ilgili.
Siz orada konuşurken, benim bir konuşmamı farklı
şekilde yönlendirdi. Bir açıklamada bulunmak istiyorum.
KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul)
- Tutanakları isteyelim.
MEHMET KARTAL (Van) - Teklifler gelmiş
dediler
BAŞKAN - Sayın Alaboyun,
sözleriniz tutanaklara geçmiştir,
teşekkür ediyorum.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
8'inci maddeyi 6'ncı madde olarak
okutuyorum:
Yürütme
MADDE 6- (1) Bu Kanun hükümlerini
Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN - Madde üzerinde Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Haluk Koç, Samsun Milletvekili.
Buyurun Sayın Koç. (CHP sıralarından
alkışlar)
CHP GRUBU ADINA HALUK KOÇ (Samsun)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte
olan tasarının ya da doğrudan gündeme alınma önergesinin
son maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyorum.
Öncelikle, daha önceki görüşmeler
sırasında, ortamın havasına uyarak, Kütahya Milletvekili
Sayın Hüsnü Ordu'yu üzecek bir iki söz söylediysem kendisinden
özür dilerim, kusura bakmasın eğer buradaysa, salondaysa.
Değerli arkadaşlarım,
görüşülmekte olan doğrudan gündeme alma önergesinin -ben,
sizi heyecanlandıracak hiçbir siyasi söylemde bulunmayacağım-
sadece teknik içeriği konusunda, son maddede konuşacağım.
Bu, Avrupa Birliği ile ülkemiz
arasında yürütülmekte olan katılım öncesi mali
iş birliğinin etkin bir şekilde sürdürülebilmesi bakımından
büyük önem taşıyan bir doğrudan gündeme alma önergesi.
Merkezî Finans ve İhale Birimi, esas olarak, Avrupa Birliğinden
ülkemize mali iş birliği kapsamında sağlanan kaynaklarla
finanse edilen projeler kapsamındaki mal ve hizmet alımı
ile yapım işlerine ilişkin ihale, sözleşme ve ödemelerin
Avrupa Birliği ihale mevzuatı çerçevesinde yerine getirilmesi
işlevini görmektedir. Avrupa Birliği Genel Sekreterliğinin
2006 yılı sonunda bununla ilgili yayınladığı
çok geniş -müzakere aşamasındaki ülkeler, aday ülkeler,
aday statüsündeki konumlarını sürdüren ülkelerle ilgili
bu tip mali yardımların, protokollerin kapsamına
ilişkin- bir yayını da mevcuttur.
Değerli arkadaşlarım,
ülkemize 1999 yılında, biliyorsunuz, aday ülke statüsü tanınmıştı.
Bununla birlikte, Avrupa Birliğinin mali iş birliği
çerçevesinde sağlanan fonlarından yararlanılmaya
başlanmıştı ve bu çerçevede, diğer aday ülkelerde
olduğu gibi ülkemizde de bir merkezî olmayan uygulama sistemi
oluşturulmuştu. Kısaca DİS olarak adlandırılan
sistem, Avrupa Komisyonu tarafından 8 Ekim 2003 tarihinde akredite
edilmişti. Bu tarihten itibaren, mali iş birliğinin yürütülmesi
konusunda komisyonca yürütülen birçok işlem kendi kurumlarımızca
üstlenilmeye başlanmıştı.
Merkezî Finans ve İhale Birimi,
söz konusu sistem çerçevesinde yürütülen projelerin gerçekleştirilmesi
için ihaleye çıkılması, sözleşme imzalanması,
muhasebe ve ödeme işlemlerinin yürütülmesi konularında
işlevsel bağımsızlığa sahip bir birim
olup 2002 yılından bu yana hizmet vermektedir. Birim, bu görevleri
hâlihazırda, temel olarak kamu kurumlarından geçici statüde
istihdam edilen personel eliyle yürütmektedir. Kurumların
sağladığı farklı ücret düzeyleri nedeniyle,
aynı işi yapan personel arasında önemli ücret farklılıkları
ortaya çıkmaktadır. Bu durum, mevcut personelin muhafazasında
ve bütün kurumlarımızda olduğu gibi, kamu kurumlarımızda
olduğu gibi nitelikli personel temininde güçlüklere yol açmaktadır.
Birim, bugün itibarıyla, yaklaşık
840 milyon avro tutarında fonun yönetiminden sorumludur. Finansman
anlaşmaları kapsamında toplam 1.960 adet sözleşme
imzalanmıştır. Bu rakamlar, Birimin iş yükünü göstermesi
açısından da son derece dikkat çekicidir. Birimin sorumluluğundaki
fonların toplamı, 2006 yılı finansman anlaşmasının
imzalanmasıyla birlikte 1,3 milyar avroya ulaşacaktır.
Yönetilen fonların yüzde 21'lik kısmı bölgesel kalkınma
programlarına ayrılmış olup, bu kapsamda 2006
yılının sonu itibarıyla, yaklaşık 180 milyon
avro kullandırılmıştır. Bu hibelerden, kendi
seçim bölgem Samsun, Kastamonu, Erzurum, Ağrı, Konya, Kayseri,
Malatya, Hakkâri, Muş, Van, Bitlis gibi illerin bulunduğu 27
ilimizdeki KOBİ'ler, belediyeler, il özel idareleri, köyler,
sivil toplum kuruluşları, üniversiteler ve odalar yararlanmıştır.
2005 yılı programı
kapsamında bulunan ve kısa bir süre önce teklif çağrısına
çıkılmış bulunan Trabzon, Ordu, Rize, Giresun, Artvin,
Gümüşhane illerini kapsayan DOKAP dediğimiz Doğu Karadeniz
Kalkınma Programı'nın tamamlanmasıyla birlikte,
bölgesel kalkınma programları kapsamında kullandırılan
hibe miktarı 200 milyon avroyu aşmış olacaktır.
Avrupa Birliğinden sağlanan
kaynakların tamamı hibe niteliğinde olduğundan,
yararlanıcılar tarafından herhangi bir geri ödeme
söz konusu değildir. AB'den sağlanan bu hibeler, AB mevzuatına
uyum, kurumsal kapasitenin güçlendirilmesi gibi alanların yanı
sıra, iş gücünün niteliğinin yükseltilmesi ve görece
düşük gelirli illerden oluşan bölgelerimizin kalkınması
için geliştirilen projelerin finansmanı için kullanılmaktadır.
Değerli arkadaşlarım,
teknik olarak söyleyebileceğimiz, bu kanun tasarısı
ile ya da bu doğrudan gündeme alma önergesiyle AB ile mali
işbirliği kapsamındaki programların uygulanması
esnasında temel olarak ihale ve ödeme işlevlerini yerine
getirmekle yükümlü Merkezî Finans ve İhale Biriminin nitelik
ve nicelik itibarıyla daha istikrarlı ve motivasyonu yüksek
bir personel yapısına kavuşturulması istenmektedir.
Fakat bu arada, bu arada, Cumhuriyet
Halk Partisi üyelerinin Avrupa Birliği Uyum Komisyonunda bu
tasarı görüşülürken koydukları karşı oy yazısını
-bu nasıl olsa kabul edilecek, ama- bir milletvekili sorumluluğu
içerisinde, eğer zaman bulursanız, lütfen, okumanızı
istirham ediyorum. Burada birtakım uyarılar var. Her
şey düz siyaset mantığı içerisinde olmuyor. Bu uyarılara
dikkat etmek gerekiyor. Bu uyarıların haklı olanları
varsa bunu yaşama geçirmek gerekiyordu. Ama, bunlar ben dikkat
ettim -pek tartışılma noktası- Sayın Öymen'in
ve Sayın Kılıçdaroğlu'nun ilk konuşmalarında
belirttiği bazı uyarılar dışında pek dikkate
alınmadı. Ben, bu sorumluluk içerisinde, burada, bilhassa
denetimle ilgili mekanizmalarda, burada, koyduğumuz bu ayrışık
oy yazısının sadece zabıtlarda kalmamasını,
buna oy verecek olan milletvekillerinin, "bunu okusunlar, ondan
sonra oy versinler" isteğini de sizlerle paylaşmak istiyorum.
İyilikler getirmesini diliyorum
bu tasarının ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsım
adına, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Koç.
Madde üzerinde şahsı
adına söz isteyen, Alaettin Güven, Kütahya Milletvekili.
Sayın Güven, buyurun.
ALAETTİN GÜVEN (Kütahya) - Konuşmayacağım
Sayın Başkan.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Güven.
Ali Rıza Alaboyun, Aksaray
Milletvekili.
ALİ RIZA ALABOYUN (Aksaray) -
Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Bir önceki konuşmamda, milletvekili
transferleriyle ilgili, Sayın Kılıçdaroğlu'nun
konuşmasına atıfta bulunmuştum. Ben dedim ki:
"Bu Parlamento çatısında bulunan her bir milletvekili
-ister Cumhuriyet Halk Partisinden olsun başka partiden olsun-
şereflidir, haysiyetlidir ve onurludur. Hiçbirisi de böyle
bir transfere asla ve asla meyil vermez. Bunu açıkça söyledim,
ama, bizim gezdiğimiz yerler, karşılaştığımız
insanlar, hatta ve hatta kimi basın mensuplarının
"Neden böyle bir transfer yapmadınız?" gibi sorularına
her zaman muhatap olduk. Ben onun vurgulamak istedim, fakat, Kılıçdaroğlu,
sanki buradan bir milletvekili bize gelmiş de, transfer için bizden
bir şeyler istemiş, biz onu yapmamışız gibi bir
şey vurguladı.
MEHMET KARTAL (Van) - "Başbakanımız
kabul etmemiş" dediniz.
ALİ RIZA ALABOYUN (Devamla) -
Ona bir açıklık getirmek için söz aldım. Buradaki bütün
milletvekilleri haysiyetli ve şereflidir. Transfer gibi, milletvekili
transferi gibi ucuz politikayı da artık terk etmemiz gerektiğine
inanıyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Alaboyun.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Madde kabul edilmiştir.
Tasarının tümü açık
oylamaya tabidir.
Açık oylamanın şekli
hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.
Açık oylamanın elektronik
oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Oylama için üç dakika süre veriyorum.
Bu süre içerisinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden
yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen
üyelerin, oy pusulalarını, oylama için öngörülen üç dakikalık
süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını
rica ediyorum.
Ayrıca, vekâleten oy kullanacak
sayın bakanlar var ise, hangi bakana vekâleten oy kullandığını,
oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını
da taşıyan oy pusulasını, yine oylama için öngörülen
üç dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını
rica ediyorum.
Oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Merkezi Finans ve İhale Biriminin İstihdam ve Bütçe Esasları
Hakkında Kanun Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonu
Raporu ile İçtüzüğün 37 nci Maddesine Göre Doğrudan
Gündeme Alınma Önergesinin açık oylama sonucunu açıklıyorum:
Kullanılan oy sayısı : 276
Kabul :
270
Ret : 1
Çekimser : 5 (x)
Böylece, tasarı kabul edilmiş
ve kanunlaşmıştır.
Birleşime 20.30'a kadar ara veriyorum.
Kapanma Saati
: 18.54
(x)
Açık oylama kesin sonucunu gösteren tablo tutanağın sonuna
eklidir.
YEDİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 20.45
BAŞKAN
: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP
ÜYELER: Mehmet DANİŞ (Çanakkale), Ahmet KÜÇÜK(Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 113'üncü Birleşiminin Yedinci
Oturumunu açıyorum.
5' inci sırada yer alan, Sendikalar
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı
ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu
Raporu'nun görüşmelerine başlayacağız.
5.-
Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma
ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (1/1230) (S. Sayısı:
1250) (x)
BAŞKAN - Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Komisyon Raporu 1250 sıra sayısıyla
bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen İzzet Çetin,
Kocaeli Milletvekili.
Buyurun Sayın Çetin. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA İZZET ÇETİN
(Kocaeli) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım;
1250 sıra sayılı Sendikalar Kanununda Değişiklik
Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı'nın
tümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, tabii,
önümüze gelen tasarıya baktığımız zaman, sanki
çok kısa bir metin. Sadece, Sendikalar Yasası'nda, sendikaların
seçilmeye ilişkin hükümlerinde, merkez yöneticisi olabilmek
için on yıl fiilî işçilik bulunup bulunmamasıyla ilgili
bir düzenlemeyi normal şekline getirmek amacıyla böyle
bir yasa tasarısıyla karşı karşıyayız.
Esasında, bu Yasa, 2821 ve 2822 sayılı Yasalar, 12 Eylül
döneminin yasaları. Yani, 12 Eylül döneminde 274 sayılı
Yasa ve 275 sayılı Yasa yürürlükten kaldırılmıştı.
Biliyorsunuz, 12 Eylülün gerçek amacı, esasında çalışma
yaşamı üzerinde yapmış olduğu tahribatla anlaşılabilir.
O dönemde özellikle sendikaların hem nitelik olarak hem nicelik
olarak büyümesi ve giderek güçlenmeleri küresel kapitalizmle buluşma
arzusunda bulunan güçleri rahatsız etmişti ve o nedenle
de, 12 Eylülde ilk önce hemen hemen bütün sendikalar kapatıldı,
sendikalara üye olmak, sendikalardan üyelikten ayrılmak yasaklandı.
Toplu sözleşmeler, bildiğiniz gibi, hemen hemen hepsi, bitmiş
olanlar yürürlüğe girecek, bitmemiş olanlar -enflasyon o
dönemde yüzde 160'larda seyrederken- yüzde 70 gibi bir artış
verilerek sonlandırıldı. DİSK kapatıldı.
Sendikacıların pek çoğu hapse atıldı.
İşçiler âdeta örgütsüz bırakıldı. Öyle bir dönemden
geçti Türkiye. Çalışma yaşamını
o günlerde ünlü bir iş adamımızın deyimiyle,
"Şimdiye kadar işçiler güldü, şimdiden sonra gülme
sırası bizde." diye tanımlamışlardı.
Değerli arkadaşlar, tabii,
yirmi yedi yıldan bu yana hâlâ 12 Eylülün izlerinin çalışma
yaşamında sürüyor olması gerçekten Türkiye açısından,
ülkemiz açısından utanç verici bir tablo. Sendikalar, çalışanların
ekonomik, sosyal ve demokratik örgütleri, yani, çalışanların
kurmuş olduğu örgütler.
Bilindiği gibi, bu kanun tasarısına
ilişkin olarak değişikliğe bir bakacak olursak,
sendikacı olabilmek için Sendikalar Yasası'ndaki seçilebilme
şartlarını taşımış olmak gerekiyor.
Bu tasarı geçtiğimiz sonbaharda önümüze geldi, komisyonlarda
tartışıldı, konuşuldu. Bu mayıs ayının
son günlerinde Meclisin gündemine taşınmasının
bir tek nedeni var. O da, iki sendika hakkında, bir konfederasyon hakkında, yöneticilerinin içerisinde on
yıllık fiilî işçiliği bulunmadığı
için sendika kapatılacakmış, dava
açılacakmış! Bu
gerekçe değil. Asıl gerekçe AKP'nin mantığında
gizli. Nedir o
(x)
1250 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
mantık? O mantık, Türkiye'nin
ihtiyaçları değil, toplumun ihtiyaçları değil,
çalışanların ihtiyaçları değil, diğerlerinin
istemleri. Kimdir bunlar? ABD'dir, Dünya Bankasıdır,
IMF'dir. Burada da biz, Türkiye, demin değindiğim 1980 12 Eylülden
bugüne kadar, her yıl toplanan Uluslararası Çalışma
Örgütü ILO'nun genel kurulunda pek çok kez, çalışma yaşamındaki
hak ihlalleri nedeniyle, sendikal hak ihlalleri nedeniyle, grev
haklarındaki ihlaller nedeniyle ya kara listeye alınır
ya aplikasyon komitelerinde hırpalanır, hemen hemen her
yıl, bu Türkiye ameliyat masasına yatırılır.
Şimdi de ILO'ya gideceğiz,
geçtiğimiz yıl açılan davalar nedeniyle. ILO Haziran
ayında toplanıyor, belki, Çalışma Bakanlığının
teknik personeli şu günlerde gitmiştir de. Bu konuda iki
sendika hakkında açılan dava nedeniyle -muhtemeldir ki o
sendikalar da Avrupa'daki sendikalara, ILO'ya şikâyette bulunmuşlardır
resmî olmasa bile- orada Hükûmet yetkilisi olarak Sayın Çalışma
Bakanı Aplikasyon Komitesine davet edildiğinde, "Niye
hâlâ, Türkiye'de on yıl fiilî işçiliği olmayan sendika
yöneticisi merkez yöneticisi olamıyor?" diye sorgulanacak.
Şimdi, bizim bugün burada yapacağımız
düzenleme, gerçekten, Türkiye'yi dışarıda bir
ayıptan kurtaracak bir düzenleme. Yani, Cumhuriyet Halk Partisi
olarak bizim de, böyle bir engelden çalışma yaşamının
kurtarılması gerektiği inancımız nedeniyle
destek vereceğimiz bir düzenleme.
Ama, değerli arkadaşlarım,
bu, sadece bununla sınırlı değil. Bakınız,
önceki yıl beraber gittik Çalışma Bakanımızla
ILO'ya. Orada, bir kamu çalışanları sendikasının
kapatılması davası nedeniyle Aplikasyon Komitesinde
zorlanacak idik; o konuyu orada birlikte çözdük iktidar-muhalefet
giden arkadaşlar. Tabii, buna benzer pek çok hak ihlalleri var.
Şimdi, isterseniz, bu kısıtlı
süre içerisinde, birazcık o hak ihlallerine girmeden önce çalışma
yaşamının sıkıntılarına, sorunlarına
birazcık değinelim.
Değerli arkadaşlarım,
demin de söyledim, 12 Eylül asıl gücünü çalışanlara
gösterdi; işçi, memur, yoksul kesimleri hırpaladı,
toplu sözleşmeleri yasakladı, yıllarca, iş yerlerinde
yemekhanelerde yenilen yemek bile gramla verilir konuma geldi.
Oysa, Türkiye'yi 12 Eylüle taşıyan
sürecin sorumlusu işçiler ve memurlar, çalışanlar değildi.
O zaman da -hepimizin yaşı o dönemi hatırlamaya yeter-
Türkiye üzerinde oyunlar oynanıyordu. O zaman da kardeş
kavgası had safhaya çıkarılmıştı belli
güçler tarafından. Tıpkı şimdiki gibi hem siyasal
kriz hem ekonomik kriz birbirini kovalıyordu ve netice itibarıyla,
çalışanların hakları budandı, sendikalar kapatıldı.
Tekrar söylüyorum: O dönemden sonra, 1980'li yıllardan itibaren
sendikalar cılız da olsa ayağa kalkmanın belki yolunu
buldular. Toplu sözleşmeyle ekonomik kazanımlarını
belki alabildiler ve sendikalar kamu kesiminde örgütlü oldukları
için kamuda imzalanan toplu sözleşmelerde alınan haklar,
sanki tüm işçilerin hakları, ekonomik hakları o kadar
iyiymiş gibi, asgari ücretle çalışan, asgari ücretle
çalışmaya razı olduğu hâlde, o ücreti bulamadığı
için onun yarısının bile altında ücretle çalışanlar
da sanki kamu kesiminde toplu sözleşmelilik hakkından yararlanıyormuş
gibi değerlendirilerek sendikalara ve işçilere saldırı
başladı. O dönemden itibaren, belli bir süreden sonra yeniden
sendikalar durağan bir dönemin içine girdiler.
Değerli arkadaşlarım,
tabii, Türkiye'de sendikaları tehdit eden esas unsurların
başında işsizlik geliyor. Gerçekten, toplu sözleşme
masasında bir sendika sözleşmeye oturduğu zaman,
işverenlerin açık tehdidi -ister devlet olsun ister özel
şahıs olsun- söz konusu. İşverenler "Çalışırsanız
çalışırsınız, çalışmazsanız çalışacak
milyonlar var." diyerek, işsizliği, örgütlenmenin önüne
bir tehdit unsuru olarak hep koyageldiler.
Şimdi, içinde bulunduğumuz
dönemde, şu günlerde kamu toplu sözleşmeleri görüşülüyor,
görüşülecek. Böyle bir dönemde sendikaları anlayabilmenin
de olanağı yok. Gerçekten, sadece 12 Eylül dönemi değil,
12 Eylül döneminden sonra, 1980'li yılların ikinci yarısından
sonra sendikalar fiilen ayağa kalktı. Bahar ve yaz eylemleriyle
birlikte çalışma yaşamında yeni bir kıpırdama
getirdi. Ama, 1990'lı yılların sonundan sonra 2000'li
yıllarla birlikte sendikacılık yeni bir durağan
döneme girdi.
Şimdi, çok açıkça söyleyeyim:
Bu dönem içerisinde, yani içinde bulunduğumuz dönemde, sendikaların,
çalışanların nitel olarak gücü yüzde 70'lere varmış
olmasına rağmen, iş gücü içerisindeki güçleri yüzde
70'leri bulabilecek kapasitede olmasına rağmen, ne örgütleri
tam olarak onların haklarını savunabiliyor ne çalışanlar
kendilerini güçlendirecek sendikal örgütlerini yaratabiliyor
ne kendi güçlerini hissettirebilecekleri siyasal örgütlerini
gerçekleştirebiliyor; âdeta kendilerine yabancılaşmış,
çocuklarına, ülkesine yabancılaşmış bir konumda.
Bunun nedeni, tabii ki, sadece çalışanların içinde bulunduğu
durum değil. Özellikle son yıllarda yapılan uygulamalarla
bizim ülkemizde toplu sözleşmeden yararlanan işçi sayısı,
çalışan nüfus içerisindeki işçi sayısı 700
binler dolayında. Bu, aynı zamanda fiilî sendikalı
işçi sayısı. Yani, toplam 24 milyon iş gücü içerisinde
700 bin işçi sendikalı, toplu sözleşmelilik hakkından
yararlanıyor. 2 milyon 300 bin dolayındaki memur içerisinde
de, bu memurların da ancak yüzde 38-40'ı memur sendikalarında
örgütlenebilmiş. Ama, kamu çalışanları sendikalarından
sendika diye söz edebilmenin olanağı yok. Ne grev hakları
var, ne toplu sözleşme hakları var. Reva görülen hak, onlara,
sadece toplu görüşme. O da, toplu görüşmede bir yere varılamaz
ise ne olacaktır? Hükûmetin dediği olacaktır.
Değerli arkadaşlarım,
bakınız, bu, "PSI" dediğimiz (Public Services
International) Uluslararası Kamu Çalışanları
Sendikasına üye Türkiye'deki sendikalarla, PSI'ın ortak
olarak Türkiye'deki sendikal hak ihlallerine ilişkin bir çalışma,
"Sendikal Hak ve Özgürlükler Raporu." Öyle, sadece bir maddeyi
getirip "İşte sendikacıların seçilme yasağını
kaldırdık." diyerek, sanki bir şey yapıyormuşuz
gibi gece yarısı toplanıp ulufe vermek, şimdiye
kadar olduğu gibi, sağ siyasal partilerin de pek çok kez yaptıkları
gibi ya da IMF ve Dünya Bankası savunucularının
"Türkiye'de demokratik haklar da kullanılıyormuş."
diyebilmek için, kimi zaman küçük ödünler vererek sendikaları
ve işçileri susturdukları gibi, işte, Sendikalar Kanunu'nda
bir maddeyi getirip bir değişiklik yaparak, hem AKP Grubunu,
bu konuyla ilgisiz olan ya da çalışma yaşamındaki
gerilemeden rahatsız olan arkadaşlara "Bak, Sendikalar
Kanunu'nda da iyi şeyler yapıyoruz." diyebilmek hem sendikalara
"Bakın, sizinle ilgili bir düzenlemeyi de yaptık
ha." diyebilmek için
Doğaldır, sosyal demokrat partiler,
özü itibarıyla, sendikalarla eşitlik, özgürlük, adalet gibi
kavramlarda ve mücadelede aynı geleneği sürdürürler ve
bizim de desteğimizi alabileceğiniz bir düzenleme. Yani,
zannediyorsunuz ki, çalışma yaşamının sorunları,
DİSK'te ve DİSK'e bağlı Gıda-İş Sendikasında
2 kişinin on yıldan az çalışma yaşamında
süreleri olduğu için kalkarsa, o iki sendika kurtulursa çalışma
yaşamının sorunları biter. Ne DİSK'in böyle
bir talebi vardır ne de öbür sendikanın. Bu, demin söylemeye
çalıştığım gibi, ILO'ya giderken, ILO'dan önce
"Biz o yasağı da kaldırdık." diyebilmek ve
Hükûmet olarak gelip "İşte dönemimizde Aplikasyon Komitesinde
ya da kara listede yer almadık." diyebilmek içindir.
Değerli arkadaşlar, bakınız,
eğer bir toplu sözleşme hakkı grev hakkıyla desteklenmiyorsa,
toplu sözleşmeyle elde edilen bir hak ihlal edildiğinde -örnek
olarak veriyorum, belediyelerde olsun, kamuda olsun, özelde olsun,
zamanında ücretler ödenmiyorsa, var olan bir hak yerine getirilmiyorsa-
işçilerin ortak eylem koymaları yasaklanmışsa,
yani hak grevi yasaksa ya da herhangi bir iş kolunda ya da herhangi
bir işletmede büyük haksızlığa uğrayan çalışanlara
karşı, aynı statüdeki çalışanların, o
haksızlığa uğrayanların haklarını
koruyabilmeleri için onlara destek amaçlı grev yapmaları
yasaksa, yani dayanışma grevi yasaksa, yine, toplu sözleşme
yapabilmek için aylar öncesinden başvurduğunuzda işverene,
sendikalar olarak üyelerinizi "Ben senin işletmenden
şu kadar insanı üye yaptım ey işveren, al bunları."
diye bildirmek mecburiyeti varsa ve de işveren onları, daha
toplu sözleşmede yetki işlemi bitmeden kapı dışarı
koyabiliyorsa ve sendikalaşmayı engelleyebiliyorsa,
yine aynı şekilde, sendikaya üye olma özgürlüğü
kâğıt üzerindeyse, yani herhangi bir fabrikada işçiler
olumsuz çalışma koşullarına karşı güçlerini
birleştirmişler, bir sendikaya üye olmuşlar ise ve o
sendika üye yapabilmek için milyonları harcayarak emek sarf etmiş,
toplu sözleşme prosedürünü yürütmeye başlamış,
işçileri işverene bildirmiş -bildirme mecburiyeti
var çünkü- eğer o mecburiyet varsa -yani, ILO denetim organlarının
kararlarına aykırı bir tutum- değerli arkadaşlar,
bunlar düzeltilmeden, buna benzer, şimdi, yine sayacağım
bir sürü konuya ilişkin düzenlemeler yapılmıyorsa,
bir tek konuda, sendikacıların genel merkez yöneticisi
olabilmek için on yıllık işçilik süresinin olması
gerekmez diye buraya gelmek, zevahiri kurtarmaktan başka hiçbir
amaca hizmet etmez. Bakınız değerli arkadaşlar,
2821 sayılı Yasa'nın ILO sözleşmelerine aykırı
hükümleri:
Konfederasyon kurmak için değişik
iş kollarında kurulan en az beş sendikanın bir araya
gelmesi zorunluluğu var, madde 2; ILO standartlarına aykırı,
87 sayılı ILO Sözleşmesi'ne aykırı.
Yine, işçi sendikalarının
iş kolu temeline dayalı olarak kurulmasının zorunlu
tutulması, madde 3/1; aykırı.
Tüzüklerde bulunması zorunlu
hususlar ayrıntılı olarak düzenlenmiş, ILO
"yapamazsınız" diyor. Sendika seçimlerine katılacak
adaylardan -bu konu işte- iş kolunda on yıl fiilen çalışmış
olma zorunluluğu; aykırı.
Üyelik ve istifada noter zorunluluğu;
aykırı.
Birden çok sendikaya üye olamama;
aykırılık teşkil ediyor.
Sendika üyelik ödentisinin tutarının
kanunla belirlenmesi; aykırı.
Mahallî idareler ve milletvekili
seçimlerinde aday olan sendika ve konfederasyon yöneticilerinin
sendika ve konfederasyon organlarında görevlerinin adaylık
süresince askıda kalması ve seçilme durumlarında görevlerinin
son bulması; aykırı.
Yine, 2822 sayılı Yasa'da,
konfederasyonlara toplu sözleşme yapma yetkisi tanınmaması;
aykırı.
Ama, bizim ülkemizde, 1988'den bu
yana, kamu kesimi toplu iş sözleşmelerini, yasalara aykırı
olarak, tersine söylüyorum, ILO normlarına da uygun olarak konfederasyonlar
yapıyor. Ben, sendikacılığımda -şimdi beraber
milletvekilliği yapıyoruz, Türk-İş Başkanımızdı
Bayram Meral o dönemde- "Konfederasyonlar sözleşme yapamaz."
dedim, o dönemde, Türk-İş'le müthiş bir kavgamız, gürültümüz
koptu. Yani, bunlar...
Yine, toplu görüşme süresinin
altmış günle sınırlı olması, sözleşme
görüşmelerinin, rap rap rap rap rap altmış günde, sendikayı
ya greve ya Yüksek Hakem Kuruluna getirmiş olması ILO sözleşmelerine
aykırı.
Grev yasakları çok geniş.
Kamu çalışanlarına ne toplu sözleşme hakkı
vermişiz ne grev hakkı vermişiz; kesinlikle aykırı.
Eğer aykırılık
istiyorsanız, yani, saymakla bitmez değerli arkadaşlar.
Şimdi, kalkıp da bütün bunların içerisinden bir tek konuyu
getirerek bu yüce Meclisi gece yarısı saatlerce oyalamak
hiç mantıklı, hiç hakkaniyete uygun bir davranış
değil.
Değerli arkadaşlarım,
gerçekten, çalışma yaşamı çok sıkıntılı
bir alan. Yani, geçtiğimiz yüzyılın en başarılı
örgütleri olarak seçilen sendikalar bütün dünyada can çekişiyor
belki, ama, Türkiye'de çok derin yaralar aldılar. Eğer demokratik
bir ülkede sendikalar bu kadar zayıflamışsa, demokrasinin
güvencesi olan kurumlarda büyük bir erozyon başlamış
demektir. O nedenle, sendikaların bu dönemde gerçekten uluslararası
standartlarda örgütlenebilmeleri, çalışabilmeleri, çalışanların
hem sözleşmelilik hem sendikal haklarını kullanabilmeleri
için bir tek maddelik düzenleme yetmez. Buna ilişkin ne gerekir?
Çalışma Bakanı ve Hükûmet olarak, siz ilk geldiğinizde
yaptığınız iş, İş Güvencesi Yasası'nı,
57'nci Hükûmetin on ve daha fazla işçi çalıştıran
işletmeler için öngördüğü iş güvencesini otuz ve daha
fazla işçi için değiştirdiniz, kullanılmaz hâle getirdiniz.
Arkasından, İş Yasası'nı
bütün çalışanlar
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Çetin, lütfen
toparlayınız.
İZZET ÇETİN (Devamla) -
İş Yasası'nı, bütün çalışanlar gibi ben de
kölelik yasası, Ortaçağ'ın kölelik yasası olarak
görüyorum ve değerlendiriyorum, o hâle getirdiniz.
O günlerde -tarihini de vereyim
size- değerli arkadaşlarım, İş Güvencesi Kanunu
çıktıktan sonra, bilim komisyonuna, 24 Eylül 2004'te
"2821 sayılı Sendikalar Yasası ve 2822 sayılı
Grev ve Toplu Sözleşme Yasalarını da derhal çıkaracağız."
dediniz, ama, 2004 yılında bilim kurulu hazırlattırdınız.
Bunu da Sayın Bakan, 2005 yılında, aynı yıl bütün
taraflara gönderdi. Aradan iki buçuk yıl geçmesine rağmen,
bugüne kadar Sendikalar Yasası ve Toplu Sözleşme Yasalarını
değiştirmek için Meclisin önüne getirmediniz. Niye? Çünkü,
IMF, Dünya Bankası izin vermiyor, çünkü, Türkiye'de, örgütlü kesimlerden
korkuluyor, örgütlenmeden korkuluyor. Gerçekten, Türkiye'de insanın
zenginini sevenler, işçinin de sendikasızını,
eğer mümkünse sosyal güvencesizini, sosyal güvencesi olmayanını
seviyor. Çünkü, "Alın teri kurumadan emeğin hakkı
verilecektir." deyip iktidar olmak ve iktidar olduktan sonra
da emekçinin çanına ot tıkmak ancak AKP'ye yakışır
bir uygulama olabilir. Onun için -Sayın Çalışma Bakanı
burada yok bildiğim kadarıyla ama- buraya, Çalışma
Bakanı 2821 ve 2822 sayılı Yasalardaki değişiklikleri
getirememenin utancıyla gelememiştir, ben o inançtayım.
Belki kendisi getirmek istedi ama, ne Başbakandan ne Hükûmetten
izin alamadı ya da sözünü geçiremedi; tıpkı hastanelerin
özelleştirilmesinde, hastanelerin, sağlık kuruluşlarının
devredilmesinde olduğu gibi. O zaman dokuz sayfalık bir
muhtıra yazmıştı Çalışma Bakanı,
"Yapmayın, hastanelerin devri
"
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA
VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI CEVDET ERDÖL
(Trabzon) - Teşekkür et, teşekkür et.
İZZET ÇETİN (Devamla) -
Teşekkür ediyorum.
Sen işaret ettin oradan
"kes" diye Sayın Komisyon Başkanı; değilse,
Başkanım böyle bir şey yapmazdı.
BAŞKAN - Buyurun.
İZZET ÇETİN (Devamla) -
Değerli arkadaşlar, tıpkı o zaman olduğu gibi,
Çalışma Bakanı bu eksiklikleri geçirememenin belki
de ezikliğiyle buraya gelemedi. Bilemiyorum nedenini.
Değerli arkadaşlar, bu
değişikliğe biz "evet" oyu kullanacağız
ama, AKP'nin çalışma yaşamında yaptığı
olumsuzluklar, Kenan Evren ve Özal döneminden hiç aşağı
değil.
Bunu belirterek, yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Çetin.
Tasarının tümü üzerinde
söz isteyen, Anavatan Partisi Grubu adına İbrahim Özdoğan,
Erzurum Milletvekili.
Sayın Özdoğan, buyurun.
(Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum) - Sayın Başkan,
değerli milletvekili arkadaşlarım; 1250 sıra sayılı
Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı hakkında Anavatan Partisi Grubu adına
söz almış bulunmaktayım. Hepinizi en derin saygılarımla
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, bütün
inançlarda emek kutsaldır. Bizim inancımızda da emek kutsaldır
ve şu cümlelerle ifade edilmiştir: "İşçinin alnının
teri kurumadan hakkını veriniz." diye. Fakat, işçinin
hakkı insanoğlunun insafına terk edildiği zaman,
birçok zaman, işçinin hakkı, maalesef, alnının teri
kurumadan verilmiyor. Dolayısıyla, insanlık, insanoğlu,
sendikalaşma denilen kurumu, müesseseyi meydana getirmiştir.
Yani, işçinin hakkının alnının teri kurumadan
verilebilmesi için, bugün günümüzde "sendika" denilen müesseselere,
kurumlara kesinlikle ihtiyaç olduğu biliniyor, ta 18'inci
yüzyıldan itibaren.
Değerli arkadaşlar, sendikalaşma
ve işçi hakları meselesi, çağımızda, artık,
ideolojik olarak ele alınmayan, toplumların şekillenmesinde
uygarlaştırıcı ve sosyal bütünleşmeyi
sağlayan bir olgu olarak ele alınmaktadır. İşçilerin
çok önemli bir bölümünün hâlen 19'uncu yüzyıl çalışma
şartlarında bulunduğu ülkemizde, bu meselenin, artık,
ideolojik değil, az önce sözünü ettiğimiz eksende ele
alınmasının zamanı gelmiş, hatta, geçmiştir
bile. İşçi hakları ve sendikalaşma, bir toplumda
sosyal barışı tesis etmenin ve insanların hakça
ve değerbilirlik duygusuna mazhar bir şekilde yaşayabilmesinin
vazgeçilmez şartlarındandır. İnsanların insanca
yaşadıkları duygusundan yoksun olmaları hem bir
ülkenin birlik ve dirliğine zarar verir hem de o toplumun sosyal
ahlak terbiyesinin oluşmasını engelleyerek toplumu
ve ülkeyi zayıf kılar. Ülkemizde, maalesef, işçi hakları
ve sendikalaşma konusu önem atfedilmeyen, kıyıya köşeye
itilen ve hor görülen bir hususiyet olarak telakki edilmektedir. Avrupa
Birliğine uyum sürecinde bulunan ülkemizin bu alanda kat etmesi
gereken hayli bir yol bulunmaktadır.
Değerli milletvekili arkadaşlarım,
ülkemizde işçi hakları o kadar geri ve seviyesi o kadar
düşüktür ki, bu durumumuz Avrupa ülkelerinin kraliçeleri tarafından
dahi sorgulanır olmuştur. Bilindiği gibi, geçtiğimiz
mart ayında Hollanda Kraliçesi Türkiye'yi ziyaret etmişti.
Hollanda Kraliçesinin Türkiye'yi ziyaretinde çok ilginç bir
şey olmuştu. Hollanda Kraliçesi Beatrix, kendisine
Dışişleri Bakanı Sayın Abdullah Gül'ün eşlik
ettiği -basın- Kayseri ziyareti esnasında, bir fabrikada
verilen brifing esnasında, "işçiler nasıl örgütleniyor,
işçilere eğitim veriyor musunuz?" şeklinde sorular
sormuştu. Sendikal örgütlenmeyle hiçbir alakası olmayan
bir kraliçenin dahi Türkiye'de işçi haklarını sorgulaması
kesinlikle tesadüfi değildir. Hollanda Kraliçesinin bu soruları,
Avrupa içerisinde Türkiye'de işçi hakları ve işçilerin
durumuyla ilgili çok olumsuz kanaatin bir göstergesinden başka
bir şey değildir değerli arkadaşlarım ve bu kanaat,
maalesef, haksız bir kanaat de değildir. Bunu hepimiz biliyoruz.
Türkiye, AK Parti İktidarı döneminde, kraliçelere dahi
işçi haklarını sorgulatan bir ülke hâline gelmiştir
maalesef.
Ve değerli arkadaşlarım,
Türkiye'de mesela tekstil işçilerinin durumu bilhassa içler
acısıdır. Örnek olsun diye bunu anlatmak istiyorum.
Ülkemizde tekstil işçileri, her türlü haktan yoksun işçilerimize
kesit olarak çok iyi bir örnek teşkil ediyor. Tekstil sektöründe
çalışan işçilerimiz iş güvencesinden ve sendikal
haklardan neredeyse tamamen yoksundur. Tekstil işçilerimiz
19'uncu yüzyılın acımasız şartlarına benzer
şartlar altında hayatlarını idame ettiremeyecek
olmanın korkusu içerisinde ve bu Hükûmet tarafından yapayalnız
bırakılmış vaziyettedirler. AK Parti Hükûmeti döneminde
tekstil işçileri binlerce, toplu hâlde maalesef işten
çıkarılmışlardır. AK Parti Hükûmeti dönemi,
tekstil işçilerinin yüzlerce eylemine sahne olmuş ve tekstil
işçileri bu dönemde Hükûmetin hiçbir koruması ve alakasına
mazhar olamamışlardır.
Çocuk ve kadın istihdamının
en ağırlıklı olduğu sektörlerden birisi olan
tekstil sektöründe işten çıkarmaların en önemli sebeplerinden
birisi, girdi maliyetlerinin yüksekliği ve Türk firmalarının
Çin gibi devler karşısında rekabet gücünü korumada
hiçbir piyasa düzenleyici siyasi destek almayışlarıdır.
Örneğin, havlu ve bornoz ihracatıyla dış pazarda
marka olma yolunda ilerleyen Denizli'de tekstil sektöründe istihdam
daralması yaşanmıştır. Girdi maliyetleri,
vergi ve sigorta primi oranları gibi temel sıkıntılar
nedeniyle ve Çin gerçeğinin dış pazarda iyiden iyiye
hissedilmesiyle birlikte ortaya çok ağır sorunlar çıkmıştır.
Hem Denizli'de hem Uşak'ta hem de Türkiye'nin değişik illerinde
hem işveren hem de işçi temsilcileri, işten çıkarmaların
önemli rakamlara ulaştığının altını
çizmiş ve Hükûmeti gerekli önlemlerin alınmaması hâlinde
toplu işten çıkarmaların devam edeceği yolunda
uyarmışlardır.
AK Parti İktidarı boyunca,
hem işçi hem işveren temsilcileri, Hükûmetin hem girdi maliyetleri
konusunda hem de Çin tehdidi konusunda acilen işvereni koruyan
tedbirler alması gerektiğinin altını çizmişler,
ama, kendileri söylemiş, maalesef kendileri de dinlemişlerdir.
Hükûmet, her alandaki vurdumduymazlık ve disiplinsizliğini
tekstil alanında da sürdürmüş ve hem Türk tekstil sanayii hem
de tekstil işçileri önemli yıkımlar yaşamışlardır
ve çok zengin patronlarımız da bunları gülümseyerek
karşılamışlardır.
Değerli milletvekili arkadaşlarım,
Türkiye'de tekstil sanayisinin dışa açılması ve
bu sektörün hızlı sanayileşme politikasının
lideri seçilmesi Güney Kore ve Tayvan ile aynı tarihlere rastlar,
ancak, Türkiye orta, uzun vadeli ve sağlıklı bir tekstil
politikası ortaya koyamadığı, eğitim ve
öğretime gereken önemi veremediği ve sonuçta, tekstil makineleri
ve kimyasalları sanayisini geliştiremediği için,
bugün Güney Kore ve Tayvan'ın gerisinde kalmıştır.
Türkiye'de tekstil kaybettiği zaman acilen bunun kazanılması
için çalışılması gerekmektedir. Bunun için öncelikle
tekstil sektörünün noksanlıkları acilen giderilmeli, sektöre
sağlıklı bir yapı kazandırılmalıdır.
Değerli arkadaşlarım,
AK Parti Hükûmeti eğer tekstil sanayisini ihmale devam ederse,
daha da zayıflatır ve küçültürse, Türkiye'de yeni ekonomik
ve sosyal krizlere yol açabilir. Hükûmetin acilen katma değeri
yüksek, daha kaliteli, modaya uygun görünüm ve özelliklerde kumaş,
özgün mal üretmek ve pazarlamak hedefine ulaşmayı sağlayıcı
düzenleme tedbirlerini alması gerekmektedir.
Tekstil sektörü ensesinde devamlı
sallanan döviz kuru baskısının yanı sıra enerji,
su ve yakıt gibi diğer kamu girdileri maliyetlerinin rakip
ülkelere göre daha yüksek olmasından, eğitim, öğretim
kalitesinin düşüklüğü, iyi eleman yetersizliğinden,
kayıt dışı işçi çalıştıran
işletmelerin haksız rekabetinden, kimyasal maddelerde
dışa aşırı bağımlılıkları,
işçinin yüksek istihdam maliyetinden, sektör için özellikle pamukta
sağlıklı ve tutarlı bir destekleme politikası
meydana getirmediğinden, mevzuat ve bürokrasi engellemelerinden,
dış tanıtım ve tanıtım fonu yetersizliğinden
ve yurt dışı ticaret ve müşavirliklerinin reorganize
edilememesinden azami derecede mustariptir.
Değerli arkadaşlar, ülkemizde
işçi emeklilerinin durumu da maalesef içler acısıdır.
Sayıları 4 milyon 356 bini aşan işçi emeklisi, dul
ve yetimlerimiz sabırla sorunlarının çözülmesini
şimdiye kadar hep bekleyip durdular, maalesef bir sonuç alamadılar.
Çünkü, AK Parti İktidarının başka meşguliyetleri
vardı. AK Parti Hükûmeti kendisini hiçbir zaman işçi emeklilerinden
yana hissetmedi bugüne kadar.
Değerli arkadaşlarım,
AK Parti iktidara gelir gelmez ilk iş olarak İş Güvencesi
Yasası'nı rafa kaldırmıştır. Bu, AK Partinin
işçiye bakışının somut bir göstergesidir.
Ömürlerini fabrikada, köprüde, yolda, değişik imalathanelerde
ve türlü iş yerlerinde, üreterek, ter dökerek geçirmiş olan
işçilerimiz, işçi emeklilerimiz muhakkak ki AK Partinin
onlara yaptığı muameleden çok daha farklı ve kucaklayıcı emek ve kadirbilirlik,
bir saygı ve korumayı hak etmektedirler.
İşçi emeklilerimiz,
yıllarca çalıştıkları kurumlarda gösterdikleri
mütevazı, saygılı ve hoşgörülü anlayışlarını
emeklilik hayatlarında da devam ettirmektedirler ve artık
öyle bir hâldeler ki işçi emeklileri, ekmek paralarını
çıkarmak için günde 3-5 YTL karşılığında
bir işte çalışmayı dahi istemektedirler.
Değerli milletvekilleri, Avrupa
Birliğine uyum sürecinde işçi emeklilerine sendikal haklar
yolunda hiçbir adım da atılmamıştır. Avrupa
Birliğiyle bütünleşme yolunda atılacak adımların başında emeklilerimiz için yapılacak
düzenlemeler de yer almalıydı, ancak bu konuda maalesef
somut bir adım atılmadı. Yapılacak küçük bir ek düzenlemeyle
emeklilerimize çağdaş ülkelerde ve Avrupa Birliği
ülkelerinde olduğu gibi sendika hakkı tanıyan bir
hükmün Anayasa'mıza tek bir kelimeyle eklenmesi yeterli olacağı
hâlde, Hükûmet cephesinde bu konuda hiçbir çözüm niyeti bugüne kadar
gösterilmemiştir.
Değerli arkadaşlarım,
zaten açlık sınırının altında bir gelir
düzeyiyle hayatlarını idame ettirmeye çalışan
emeklilerimizden sağlık hizmetleri sırasında
her ne ad altında olursa olsun katkı payı alınmasını
önleyecek yasal düzenlemeler yapılması aciliyetle gerekli
olduğu halde, Hükûmet bu hususta da kulaklarını tıkamış
ve çözüm yönünde hiçbir adım atmamıştır. Hatta,
işçi emeklileri, bu katkı paylarının kaldırılmasını
beklerken kapsamdaki ilaçların sayısının azaltılması
gündeme gelmiştir. Hükûmetin emekliye yönelik sağlık
politikaları, emeklilerimizi çileden çıkarmaktadır
ve bu konularda, emeklilerimizin beklentilerine cevap verebilecek
hiçbir samimi gayret göremedik şu ana kadar. Hükûmet, işçi
emeklilerine karşı izlediği politika ile de halkın
gözündeki yerini, olumsuz yerini almıştır. Hükûmet,
işçi emeklisinin değil, IMF'nin temsilcisi olduğunu
göstermiştir.
Değerli milletvekili arkadaşlarım,
şunun hiç kimse tarafından unutulmaması gerekir ki,
günümüzde, ulusların gelişmişliği ve dünyadaki
saygınlığı, işçi haklarının gelişmişliğiyle
ölçülmektedir. Ülkemizi değerlendiren Avrupalı, bizim
lüks otellerimize veya dar bir grubun istifade ettiği sosyal
standartlara değil, dar gelirli insanlarımızın,
işçilerimizin, emeklilerimizin nasıl yaşadıklarına
bakmaktadır. Ülkelerin uygarlık düzeyi, günümüzde buna
bakılarak bir kriter kazanmaktadır ve Avrupa Birliğiyle
ilişkilerimizde en belirleyici noktalardan birisi, işçi
hakları ve sendikalaşmada kat edeceğimiz veya kat etmeyeceğimiz
mesafe olacaktır.
Değerli milletvekili arkadaşlarım,
geçtiğimiz bir iki seneden beri, sendikal haklar, Türkiye-Avrupa
Birliği ilişkilerinde ön plana çıkmaya başlamıştır.
Avrupa Birliğiyle müzakere sürecinde, sosyal ve sendikal hakları
geliştirme imkânı, önemli açmazları da içinde barındırmaktadır.
Sendikal haklarımızın Avrupa Birliği cephesine
yansıyış biçimini biraz örneklemek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, Brüksel'de,
28-29 Kasım 2005 tarihleri arasında yapılan Türkiye-Avrupa
Birliği Karma İstişare Komitesi Toplantısı'nda,
sendikal haklar gündeme damgasını -hatırlarsanız-
vurmuştu. 1995'te iki taraftaki ekonomik ve toplumsal örgütler
arasında diyaloğun sağlanması amacıyla
oluşturulan Karma İstişare Komitesi Toplantısı'nda,
Türkiye ve Avrupa Birliğinden emek örgütleri, işverenler
ve diğer sivil toplum örgütleri yer alıyor. Bir sosyal diyalog
zemini olman Karma İstişare Komitesi Toplantısı'ndan
iki gün önce ise Türkiye'de farklı bir sosyal diyalog örneği
yaşandı. Sendikal haklar için barışçı bir gösteri
düzenlemek isteyen Eğitim-Sen üyesi öğretmenler, polis tarafından
şiddet kullanılarak engellenmişti, bütün kamuoyu bunu
hatırlar. Bu, Karma İstişare Komitesi Toplantısı'nda
konuşan Avrupa Birliği Genişleme Komiseri Olli
Rehn, Türkiye'de sendikal hakların, özellikle sendikalaşma,
toplu pazarlık ve grev hakkının tam olarak sağlanması
gerektiğini vurgulayıp öğretmen gösterilerine yönelik
polis şiddetini eleştirirken, Sayın Başbakan Erdoğan,
öğretmenlere yönelik şiddeti âdeta sahipleniyor ve polisi
değil, öğretmenleri suçluyordu. Bu şaşırtıcı
ve yeni bir tablo değil. Zira, sendikal haklar ,Avrupa Birliği
uyum sürecinin en çok ihmal edilen alanıdır.
Değerli arkadaşlarım,
2005 Ekim ve Kasım aylarında açıklanan Müzakere Çerçeve
Belgesi, Katılım Ortaklığı Belgesi ve
İlerleme Raporu Avrupa Birliği uyumunun klasik hak ve özgürlükler
yaklaşımıyla sınırlı bir süreç olmadığının,
sosyal haklara ve yeni kuşak haklara da en az klasik haklar kadar
saygı gösterilmesi gerektiğinin altını da çiziyordu.
AK Parti Hükûmeti sendikal haklar konusunda vurdumduymaz, hatta sistematik
bir ihlal tutumu sergilerken, Avrupa Birliği belgelerinin
eleştiri dozunun arttığı da görülüyordu. Önümüzdeki
yıllar boyunca, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinde,
sosyal ve sendikal haklar alanında özel bir yoğunlaşma
yaşanacaktır muhakkak. Nitekim, bunun izlerini, müzakere
sürecinin temel belgelerinde de görmek ve müşahede etmek mümkündür.
Avrupa Birliğinin 2005 belgelerinde Türkiye'deki sendikal
hak sınırlamalarına özel bir vurgu yapıldığı
gözleniyor değerli arkadaşlarım. Müzakere Çerçeve
Belgesi, Avrupa Birliğinin Türkiye'den diğer alanlardaki
demokratikleşme yanında Uluslararası Çalışma
Örgütü standartlarında sendikal hakların sağlanmasını
talep ettiğinin altını da çizmiştir.
Değerli arkadaşlar, bunun
da ötesinde, Çerçeve Belgesi'nde, aralarında ifade özgürlüğü,
kadın hakları ve sendikal hakların da bulunduğu
konularda ciddi ve sürekli ihlallerin görülmesi durumunda müzakerelerin
askıya alınabileceği de belirtilmişti. Müzakere
sürecinde yol haritası niteliği taşıyan 2005 Katılım
Ortaklığı Belgesi önceki yıllardan çok daha net
biçimde sendikal haklara "Siyasi kriterler" bölümünde ve
ayrı bir başlık altında yer verdi ve tam saygı
istedi buna.
Katılım Ortaklığı
Belgesi, sendikal örgütlenme, toplu pazarlık ve grev haklarını
özellikle sayarak, bu konularda normlarına ve ilgili Uluslararası
Çalışma Örgütü sözleşmelerine noksansız uyum
sağlanmasını istedi. Böylece, Avrupa Birliği
sendikal haklarda çıtayı tartışmasız bir biçimde
ILO, yani Uluslararası Çalışma Örgütü standartları
düzeyine yükseltti.
Değerli milletvekili arkadaşlarım,
2005 İlerleme Raporu da önceki ilerleme raporları gibi
sendikal hakları ILO standartları temelinde ele aldı
ve bu konuda "Siyasi kriterler" bölümünde kapsamlı değerlendirmelerde
bulundu. Bu rapora göre, sendikalaşma hakkı, toplu pazarlık
hakkı ve grev hakkı üzerinde ciddi kısıtlamalar
varlığını sürdürüyor ve Türkiye hâlâ ILO standartlarını
karşılamada yetersiz.
Ve değerli arkadaşlar,
bu tespit 2005 müzakere tarihinden sadece bir ay önce ERDEMİR
Maden İşletmesindeki grevi millî güvenlik gerekçesiyle
engelleyen Hükûmete açık bir cevap niteliğini de taşıyordu.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Özdoğan
lütfen toparlayınız.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Değerli arkadaşlar,
İlerleme Raporu'nda çok sayıda sendikal hak ihlali ve
kısıtlama örneklenerek, değiştirilmesi talep
ediliyordu. İlerleme Raporu'nda yer alan eleştirilerden biri
de yine son derece önemli: Rapor, sendikal faaliyetleri nedeniyle
işçilerin işten atıldığına ve kamu görevlilerinin
sürüldüğüne işaret ediyordu. Türk-İş tarafından
hazırlanan ve Eylül 2005'te Avrupa Komisyonuna sunulan bir raporda
2004 yılında 11.968 işçinin sendikalaşma nedeniyle
işten atıldığı belirtilmişti.
Tabii, bu zulümleri görüyorsunuz
değerli arkadaşlar. Bunları hiçbir vicdan kabul etmez
diyorum. Avrupa Birliği müzakere süreci, Türkiye'de sosyal
ve sendikal hakların geliştirilmesi açısından
önemli imkânlar içeriyor aynı zamanda. Ancak, bu imkânın gerçekleştirilmesinin
bazı açmazları da bulunmaktadır. Açmazlardan birincisi,
Avrupa Birliği sürecini sosyal ve sendikal haklardan hazzetmeyen,
sevmeyen, her türlü liberalizmin sınırlarını
aşmış bir iktisat politikasına sahip bir siyasal
parti, yani AK Parti, geçtiğimiz beş seneyi heba etti.
AK Partinin dayandığı
sosyal dinamikler de sendikal ve sosyal haklar bakımından
ve bunlarla barışık bulunmamaktadır. Tam tersine,
küresel sermayeyle eklemlenmelerinin, rekabet güçlerinin önünde
sendikaları ve sosyal hakları tehdit olarak görüyorlar.
Avrupa Birliği müzakere sürecinin
sosyal duyarlılıkları olan bir iktidar aracılığıyla
yürütülemiyor olması, sosyal haklar açısından en büyük
açmazlardan birisidir ve değerli arkadaşlar, ülkemizde
müzakere sürecinin sosyal boyutunu sahiplenen ve bu konuda çaba
harcayan etkin bir partinin yokluğu her aşamada kendini
hissettirmektedir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Özdoğan,
lütfen
Teşekkür için buyurun.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Değerli arkadaşlar, yüce
Meclisin önüne getirilen bu kanun tasarısını biz de
Anavatan Partisi olarak elbette ki destekliyoruz, ama, burada bir
benzetme yapmadan geçemeyeceğim. Türkiye'deki sendikacılığın
ve işçilerin, sendikacıların o kadar büyük sorunları
var ki, ancak devede bir kulak misali değil, devede bir tüy misali
bir mesele alınmış, yüce Meclisin önüne getirilmiştir.
Yani, buna kargalar bile güler diyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Özdoğan.
Tasarının tümü üzerinde
AK Parti Grubu adına söz isteyen Mustafa Nuri Akbulut, Erzurum
Milletvekili.
Buyurun Sayın Akbulut. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA MUSTAFA
NURİ AKBULUT (Erzurum) - Sayın Başkanım, değerli
arkadaşlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, Sendikalar
Kanunu'nun bir maddesinin değiştirilmesiyle ilgili bir
kanunu görüşüyoruz. Biraz önce Anavatan Partisi Grubu
adına konuşan arkadaşı dikkatle izledim. Yapılan
değişiklikle ilgili olarak tek bir kelime söylemedi, sadece
sonunda "Bu değişiklik devede tüy misali kalır bir değişiklik."
diye eleştirdi, konuşmasının ağırlıklı
bölümünü Adalet ve Kalkınma Partisini kendi gözüyle yerden yere
vurarak tamamladı.
Değerli arkadaşlar, bildiğiniz
gibi, bu arkadaşımız Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı
altına AK Partiden Erzurum milletvekili olarak girdi, 2005
yılında istifa etti, Doğru Yol Partisine katıldı.
Doğru Yol Partisinin iki ay sonra yapılan genel kurulunda
genel idare kuruluna seçilememesi üzerine apar topar Türkiye Büyük
Millet Meclisinde bir basın toplantısı yaptılar
üç milletvekili ve orada Türk siyasi tarihine
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum)
- Üç değil dört.
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla)
-
kara bir sayfa olarak geçecek utanç verici kirli çamaşırları
ortaya döktüler. Allah edecek, kendi elleriyle kendilerini -tabiri
caizse- Türkiye'ye rezil ettiler. Orada dediler ki: "Biz
Doğru Yol Partisine katılırken Doğru Yol Partisi
Genel Başkanı bize...
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum)
- Ben kimsenin malını çalmadım. Utanç verici olan odur.
Sen kendine bak!
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla)
- ..."Seçileceğiniz illerden birinci sıra milletvekilliği
sırası vereceğiz..."
BAŞKAN - Sayın Akbulut...
Sayın Akbulut.
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla)
- Değerli Başkanım, hemen geleceğim.
BAŞKAN - Lütfen Sayın Akbulut...
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla)
- "...ve genel idare kuruluna alacağım." dedi.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum)
- Sen, cin olmadan çarptın!
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla)
- Bu arkadaşımız orada dedi ki: "Ben, sümüklü bir
çocuk ve konu mankeni olmadığımı göstermek için
istifa ettim." Bir müddet sonra Anavatan Partisine geçti. Her
fırsatta kürsüye geliyor, Anavatan Partisinin aleyhine konuşuyor.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum)
- AK Partinin, AK Partinin...
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla)
- AK Parti aleyhine konuşuyor.
Allah edecek, son günlerde... Tabii,
seçimler yaklaşıyor, yapılan anketlerde Anavatan Partisi
yüzde 1'lerde, katılmaya çalıştıkları
Doğru Yol Partisi yüzde 4 civarında. Bunlar bir araya gelirlerse,
güya, barajı aşacaklar ve bu arkadaşımız da o
zaman "yalancı" dediği, "sözünde durmaz"
dediği Doğru Yol Partisinin Genel Başkanının
Başkanı olduğu partinin çatısı altında
siyaset yapmaya devam ediyor.
Değerli arkadaşlar, bir
milletvekili, belki, şartların gerektirdiği, çok olumsuz
şartlar altında belki partisinden istifa edebilir, belki
bir başka partiye de katılabilir. Bunu anlayışla
karşılamak mümkündür.
İZZET ÇETİN (Kocaeli) -
Sendikacılıktan bahset kardeşim, biz onları
mı dinleyeceğiz ya?
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla)
- Ama...
İZZET ÇETİN (Kocaeli) -
AKP'nin çalışma yaşamına bakışını
bir göreyim ben bu yasada. Bu yasadan ne anladın sen? Bir onu anlat.
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla)
- Burada siz de hikâye anlattınız. Ben şimdi geleceğim.
Ama, Türkiye Büyük Millet Meclisi
gibi onurlu bir çatının altına girdikten sonra, kendisini
buraya taşıyan parti aleyhine konuşmasını...
BAŞKAN - Sayın Akbulut...
Sayın Akbulut, lütfen konuya gelir misin.
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla)
- Tamamlıyorum Değerli Başkan.
BAŞKAN - Sayın Akbulut,
lütfen...
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla)
- ...insani değerlerle bağdaştırmak mümkün mü? Bunu
yüce milletimizin takdirine sunuyorum.
Değerli arkadaşlar, biraz
önce yine Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına...
BAŞKAN - Sayın Akbulut...
Sayın Akbulut...
NAİL KAMACI (Antalya) - Konuşsun,
konuşsun.
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla)
- Ben konuya geldim Sayın Başkan.
BAŞKAN - Lütfen Sayın Akbulut...
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla)
- Evet, şimdi, Sendikalar Kanunu'yla ilgili konuşacağım.
NAİL KAMACI (Antalya) -
İyi iyi, devam et!
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla)
- Konu şu: Sendikalar Kanunu'nun 14'üncü maddesinin 14'üncü
fıkrasında bir değişiklik yapılıyor. Orada,
şu andaki Sendikalar Kanunu hükmüne göre, sendika veya konfederasyonun
genel kurul dışındaki zorunlu organlarında görev
alabilmek için en az on yıl çalışmış olmak
şartı getiriliyor.
Şimdi, Cumhuriyet Halk Partili
arkadaş geldi buraya, "Bu sadece bir maddelik sendika kanunu
değişikliği, işte çok fazla değişiklikler
olması lazımdı." diye,
taa 12 Eylülden başlayıp, 12 Eylülün acısını
-herhâlde şimdi aklına gelmiş olacak- yirmi yedi yıl
sonra burada, kürsüden ifade etme gereğini duydu.
Değerli arkadaşlar...
İZZET ÇETİN (Kocaeli) -
"12 Eylül'den bu yana sağ siyasetçiler" dedim.
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla)
- Değerli arkadaşlar, şimdi, bu değişikliğin
sebebi ne? 2001 yılında, 57'nci Hükûmet zamanında Anayasa'da
kapsamlı bir değişiklik yapılıyor
İZZZET ÇETİN (Kocaeli) -
Kapsamlı mı?
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla)
-
ve 34 maddelik, 35 maddelik bir değişiklik yapılıyor.
İZZZET ÇETİN (Kocaeli) -
Ne zaman?
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla)
- Burada, 2001 yılında.
Burada, Anayasa'nın 51'inci
maddesi sendikal faaliyetlerle ilgili. Oradaki değişiklik
yapılmadan önceki husus şöyle: "İşçi sendika
ve üst kuruluşlarında yönetici olabilmek için en az on
yıl bilfiil çalışmış olma şartı aranır."
diyor. 2001 yılında Anayasa'daki bu hüküm çıkarılınca,
Anayasa'nın 51'inci maddesiyle Sendikalar Kanunu'nun 14'üncü
maddesindeki bu fıkra birbiriyle çelişir hâle geliyor.
Şimdi, değerli konuşmacı
buraya geldiğinde, "Efendim, niye kapsamlı değişiklik
yapılmadı?", "Niye şimdiye kadar değişiklik
yapılmadı?" gibi sözler söylediler. Değerli milletvekillerimiz
de çok iyi biliyorlar, bütün milletimiz de şahit. Arkadaşlar,
22'nci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde
hem süre olarak hem de kapsam olarak en fazla çalışan ve en
kapsamlı yasaları Türkiye Büyük Millet Meclisinden geçiren
bir dönem olmuştur, sayı itibarıyla da böyledir, kapsam
itibarıyla da böyledir.
Evet, bu tek maddelik bir değişikliktir,
ama Anayasa'da yapılan değişikliğe uygun olarak
zorunlu olarak yapılması gereken bir değişikliktir.
Tek maddenin dışında
biz yüzlerce maddelik kanunlar da geçirdik. Burada, Türk Ceza Kanunu'nu
tümüyle değiştirdik, Ceza Muhakemesi Kanunu'nu tümüyle
değiştirdik. Yine, buna paralel olarak İnfaz Kanunu'nu
değiştirdik, çok kapsamlı Bankalar Kanunu'nu değiştirdik.
İZZZET ÇETİN (Kocaeli) -
Sermayeye hizmet etmedin demedik ki sana, işçi sınıfına
hizmet etmedin sen.
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla)
- Yani, Türkiye Büyük Millet Meclisi, demin de söylediğim gibi,
hem kanun adedi olarak çok fazla kanun çıkaran çalışkan
bir Meclistir hem de toplumun geniş kesimlerini düzenleyen çok
kapsamlı kanunları geçiren, hakikaten çok verimli çalışan
bir Meclis olmuştur.
Şimdi, değerli arkadaşlar,
Sendikalar Kanunu'nda başka değişiklikler yapılması
gerekmez mi? Evet, gerekir. Şimdi, 2003 yılı ile 2005
yılları arasında Dernekler Kanunu'nda kapsamlı değişiklikler
yapıldı, Medeni Kanun'da değişiklikler yapıldı.
Anayasa'nın 90'ıncı maddesinin son fıkrası ki,
bu çok önemli. Bildiğiniz gibi, usulüne uygun olarak yürürlüğe
girmiş olan uluslararası sözleşmeler temel hak ve hürriyetler
noktasında iç hukuk hükümleriyle çelişirse, uluslararası
sözleşme hükümlerine üstünlük tanınıyor. Gerek bu durum
gerek Avrupa Birliğinin ilerleme raporları gerek ILO örgütünün
önerileri doğrultusunda, Sendikalar Kanunu taslağı,
tasarısı hazırlandı. Bunu değerli sendikacı
arkadaşımız da biliyor. Bilim Kurulunun hazırladığı
bu taslak üzerinde çalışıldı ve sosyal tarafların
görüşlerine sunuldu. Hatta 2005 yılı sonunda bir de
toplantı düzenlendi. Bu toplantıda, Toplu İş Sözleşmesi,
Grev ve Lokavt Kanunu'nda da değişiklikler yapılması
gerektiğine, bu nedenle hem 2821 hem 2822 sayılı yasaların
birlikte ele alınması gereğine işaret edildi ve
gerçekten çok kapsamlı bir çalışma yapıldı.
İZZET ÇETİN (Kocaeli) -
Beş yıldır niye getirmediniz?
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla)
- Efendim?..
İZZET ÇETİN (Kocaeli) -
Niye getirmediniz bunu beş yıldır?
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla)
- Ha, onu ben de söylüyorum.
Değerli arkadaşlar,
iş hayatını, çalışma hayatını çok geniş
bir şekilde ilgilendiren çok kapsamlı bu iki yasa tasarı
taslağı üzerinde yapılan çalışmalar sendikalara
sunuldu ve sendikalar bunlara zaman içerisinde cevap verdiler. Mesela,
Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu 2006
yılı sonu ortalarında cevap verdi. Yine, Türkiye
İşçi Sendikaları Konfederasyonu 2006 yılı
Ekim ayında cevap verdi. İşveren Sendikaları Konfederasyonu,
yine 2006 yılının Aralık ayında cevap verdi,
Hak-İş de 2007'nin başlarında verdi. Yani, hem 2821 sayılı
Sendikalar Kanunu tasarı taslağı hem de Toplu
İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu üzerinde çalışmalar
son aşamaya geldi.
Değerli arkadaşlar, hepimiz
biliyoruz ki, bugüne kadar yapılan işler Cumhuriyet Halk
Partisine rağmen yapıldı. Yani, Türkiye Büyük Millet
Meclisini gerek Genel Kurulunu gerek komisyonları çalıştırmamak
için arkadaşlarımız yoğun gayret içerisinde. Ben
geçenki bir konuşmamda da söyledim. Yani, milletimiz Cumhuriyet
Halk Partisinden bir şey beklemiyor "zarar vermeyin yeter"
diyor, ama ne yazık ki, zarar vermemeyi bile millete çok görüyorlar.
Şimdi, niye getirmediler?
Biz hangi kanunu getirsek "Bu kanunun görüşülmesine gerek
yok. Niye Meclisi bu kadar çok çalıştırıyorsunuz?
Bu çalışma işçi haklarına da, sendikal haklara da
aykırıdır." falan diyorlar.
NAİL KAMACI (Antalya) - Cenevre
Sözleşmesi'ne aykırı.
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla)
- Ama, diğer taraftan da
İZZET ÇETİN (Kocaeli) -
Senin tercümene gerek yok. Biz Türkçe konuşuyoruz hem de çok da
güzel kullanırız Türkçe'yi.
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla)
-
kürsüye kim çıkarsa çıksın, şu kanun niye gelmedi,
bu kanun niye gelmedi, bir de hesap sormaya çalışıyorlar.
Değerli arkadaşlar, Adalet
ve Kalkınma Partisinin nasıl çalıştığını
bu milletimiz biliyor, Türkiye'yi nereden nereye getirdiğini
herkes biliyor. Onun için, burada, Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsüne
çıkıp, milletin gözünün içine baka baka gerçekleri saptırmaya
hiç kimsenin hakkı yoktur diye düşünüyorum
OSMAN ÖZCAN (Antalya) - Getirdiniz
Memleketi teröre boğdunuz.
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla)
-
ve herkesin şunu çok iyi bilmesi gerekir: Artık, Türk milletini
olmadık şeylerle avutmaya, kandırmaya kimsenin muvaffak
olması mümkün değildir.
İZZET ÇETİN (Kocaeli) -
Çok iyi becerdiğiniz bir konuyu söylüyorsun, aferin sana. En
iyi siz yapıyorsunuz o işi.
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Devamla)
- Şu anda bizi izleyen, Türkiye'nin en uzak, en ücra köşesindeki,
köyü bırakın, mezradaki vatandaşlarımız bile,
bu sıralarda oturan milletvekilleri gibi, Türkiye'de olan biteni,
dönen dolapları çok iyi değerlendiriyor. Bunu da, inşallah,
gelecek 22 Temmuzdaki seçimlerde de gösterecektir. O gün, ak ve karanın
ne olduğunu, herkes saçı önüne döküldüğünde görecektir.
Yasa, demin de söylediğim gibi,
Anayasa değişikliği gereği, zorunlu olarak yapılan
bir değişikliktir, yerinde bir değişikliktir.
Hayırlı uğurlu olmasını
diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar)
İZZET ÇETİN (Kocaeli) -
Sizin dolapları değerlendirecek.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Akbulut.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum)
- Sayın Başkan, sataşma var, söz istiyorum.
BAŞKAN - Buyurun Sayın Özdoğan.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum)
- Sayın Akbulut bana hakaret etti, sataşmada bulundu.
AHMET YENİ (Samsun) - Yanlış
mı söyledi? Doğru.
BAŞKAN - Bir saniye sayın
milletvekilleri.
Ne diye hakaret etti Sayın Özdoğan,
ne söyledi?
NAİL KAMACI (Antalya) - Hakaret
etti. Yani, parti değiştiren sadece o değil ki.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum)
- Yani, parti değiştirmişim, kendimi rezil etmişim,
büyük suçlar işlemişim. Bir cevap vermek istiyorum.
BAŞKAN - İç Tüzük'ün 69'uncu
maddesine göre, üç dakikayı geçmemek üzere Sayın Özdoğan.
Yalnız, sataşmaya yol açmamak üzere, buyurun.
Sayın Özdoğan, lütfen, yeni
bir sataşmaya mahal vermeden.
VII. -
AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
(Devam)
2.-
Erzurum Milletvekili İbrahim Özdoğan'ın, Erzurum Milletvekili
Mustafa Nuri Akbulut'un, konuşmasında, şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum)
- Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım;
hepinizi en derin saygılarımla selamlıyorum.
Ben, az önce buraya, kürsüye
çıktım ve Türkiye'nin önemli bir meselesi hakkında söz
aldım, sendikalaşma hakkında söz aldım, milyonlarca
insanın problemleri hakkında söz aldım, fakat bu, hemşehrim
de olan Sayın Akbulut tarafından dinlenmedi. Bakın, bu
ülkede 14 yaşın altında çalışan, tezgâhta çalışan
bir yığın çocuk var. Çöplüklerden ekmek toplayan, sebze
toplayan, meyve toplayan insan var. İşçiler aç ve yoksul.
İnsafı olmadığı için bu yöne dikkatini çekmemiş,
sadece şahsi hıncından dolayı burada bana hakaret
ediyor. Evet, ben AK Partiden ayrıldım, Doğru Yol Partisine
gittim. Orada bana haksızlık edildiği için oradan da ayrıldım,
Anavatan Partisine geçtim. 75 milyon insan duysun.
AHMET YENİ (Samsun) - En son nereye
geçeceksin, onu söyle.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Ben AK Partiden niye ayrıldım? Millî olmadığı
için ayrıldım, rantiyecileri desteklediği için ayrıldım,
ben hırsızlık yapmadığım için ayrıldım
AK Partiden. (AK Parti sıralarından gürültüler)
AHMET YENİ (Samsun) - Hadi be!
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Onun için ayrıldım ben. Ben kendim için söylüyorum. Bunun
için ayrıldım ve fahri hortumcu olmamak için AK Partiden ayrıldım.
BAYRAM ÖZÇELİK (Burdur) - Yakışmıyor!
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Ben her zaman haksızlıkların karşısındayım.
Ama, kendisi iki üç aylık milletvekiliydi, Erzurum'da, gidin,
Cumhuriyet Caddesi'nde o zaman Aycell Doğu Anadolu Bölge Bayisini
kendi sülalesine aldırmıştır. Akbulut Doğu
Anadolu Bölge Bayiliği vardır. Önce kendisini sorgulasın.
Ben, böyle şeylere hiçbir zaman tevessül etmedim. Kendisinin
de hiçbir oyu yoktur Erzurum'da. Aslen de Bingöllüdür kendisi. Ben
kendisine yakıştıramıyorum. Asıl, bu kürsüye
çıkarak kendi kendisini rezil etmiştir. Ben ne diyeyim?
Bir tane, yarım tane dahi oyu yoktur.
Hepinize teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Özdoğan.
VI. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN
DİĞER İŞLER (Devam)
5.-
Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma
ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (1/1230) (S. Sayısı:
1250) (Devam)
BAŞKAN - Tümü üzerinde
şahsı adına söz isteyen Tevfik Akbak, Çankırı
Milletvekili
Recep Garip, Adana Milletvekili
Mehmet Eraslan, Hatay Milletvekili
Ümmet Kandoğan, Denizli Milletvekili
İzzet Çetin, Kocaeli Milletvekili.
Buyurun Sayın Çetin.
İZZET ÇETİN (Kocaeli) -
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Değerli arkadaşlarım,
görüşülmekte olan kanun tasarısının tümü üzerinde
şahsım adına söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, önce
bir iki düzeltme yapmak istiyorum. Sayın AKP Grup Sözcüsü arkadaşım
vaatlerini sıraladı burada, Sendikalar Yasası'na
ilişkin olarak, Toplu Sözleşme, Grev ve Lokavt Yasası'na
ilişkin olarak. Ben konuşmamda, iki buçuk yıl önce
başlayan çalışmalar sonuçlanmış olmasına
rağmen hâlâ Meclis gündemine getirilemedi demiştim. Tabii,
bir soruyla -milletvekili olmamız nedeniyle- Çalışma
Bakanımıza verdiğim bir soru nedeniyle yapılan
değişikliklerin içeriğini öğrenme fırsatı
bulmuştum. Daha sonra bir sendikadan elde ettim metinlerin tamamını.
Tabii, tümü gelmiş olsaydı, yani bir maddede nasıl bir
kanun tasarısının tümü üzerinde bütün gruplar söz
alıyor, bu kadar zaman harcanıyor, eğer bütün maddeler
bir arada gelseydi aynı zaman harcanmış olacaktı.
İçeriğine baktığım zaman, gerçekten yine bilim
kurulu tarafından hazırlanmış, ama Meclisin gündemine
gelmemiş bir tasarı taslağını konuşmanın,
anlatmanın hiçbir yararı yok. Arkadaşımız burada
-tabirimi mazur görsün- laf salatası yapmaya çıkmış,
başka da bir şey söylemedi.
Değerli arkadaşlar, bakınız,
ben grup adına yapmış olduğum konuşmada demiştim
ki -işte, aldığım bilgi o yöndeydi- iki sendikada çalışma yaşamına
ilişkin olarak Sendikalar Yasası'nın 14'üncü maddesinin
14'üncü fıkrasındaki koşulda değişiklik öngörülüyor.
Gerekçede on yıllık fiilî işçilik yasağı olmadığı
için böyle bir yola başvuruldu demiş idim.
Pek çok kez bu kürsüden söyledim değerli
arkadaşlarım, AKP Hükûmeti döneminde sendika seçme özgürlüğünü
engellemeye dönük partizan uygulamalarda bulunuldu, çalışanları
yandaşı sendikalara geçmeye zorlamalara tanık olundu.
Özellikle, başta genel hizmetler, orman ve tarım iş kolları
olmak üzere kimi kamu kuruluşlarında, yerel yönetimlerde
ve bakanlıklarda çalışanlara sendikalarını
değiştirmesi için baskılar yapıldı. Bunu buradan
gösterdik. Yani, 2005 yılında Ağustos ayı, Temmuz
ayında yangın varken Mersin'de işçiler notere itfaiye
aracıyla götürüldüler. Nereye götürüldüler? Orman-İş
Sendikasından Hak-İş'e bağlı Tarım Orman-İş'e
geçmeleri için.
Şimdi, dururken notlarımda
buldum, baktım, gerçekten bu kanun
Ben demiştim ki ILO'ya gidiyoruz,
ILO'da yarın sorgulayacaklar, sendikalar bu nedenle yargılanıyor,
onun için değişiklik geldiği zannettiğimi söylemiş
idim. Yanılmışım, düzeltiyorum. Bu değişiklik,
Hak-İş'e bağlı sendikalarda, örneğin Tarım
Orman-İş'te genel başkanlık yapan arkadaş dahi,
AKP'nin kurdurduğu sendikanın genel başkanı dahi,
on yıllık fiilî işçiliği olmadığı
için sendika hakkında kapatılma davası açılmış
idi. Onları kurtarmak adına getirdiniz, sendikalara hizmet,
işçilere hizmet için değil. Hak-İş'e bağlı
bazı sendikaları kurtarmak için getirildiğini
öğrenmiş bulunuyorum. Bunu bilgilerinize sunuyorum.
Değerli arkadaşlar, bir
başka konuya daha değinmek istiyorum. Gerçekten
Yani,
ben bir başka partinin grup sözcüsünün sözlerine katılıp
katılmama konusunda bir şey belirtmek istemem, ama gerçekten
CAVİT TORUN (Diyarbakır)
- Karşı çıkman gerekir bu aşamadan sonra.
İZZET ÇETİN (Devamla) -
Nasıl?
CAVİT TORUN (Diyarbakır)
- Bu aşamadan sonra kanuna karşı çıkman gerekiyor.
İZZET ÇETİN (Devamla) -
Kanuna karşı çıkmayacağım. Niye karşı
çıkmayacağım? Ama, sizin gerçek yüzünüzü de topluma,
halka, işçilere, çalışanlara, işsizlere, bütün
Türkiye'ye duyurmak zorundayım. İkiyüzlü yasa teklifiyle
karşı karşıyayız.
MUSTAFA ÜNALDI (Konya) - Hem karşı
çıkmıyorsun
İkiyüzlülük bu!
İZZET ÇETİN (Devamla) -
Bir yandan sendikaların bu yasağını bir maddeyle
kaldırmayı getiriyorsunuz, ama öbür yandan bütün yasalarda
işçi sınıfına hizmet varken, size açık destek
sağlayan bir konfederasyona bağlı sendikaları,
sendikacıları kurtarma adına kanun teklifi getiriyorsunuz,
ondan sonra da destek. Tabii ki Sayın Sözcü onu düzeltmeni isterdim.
Değerli arkadaşlar, bakınız,
sürem kısaldığı için, ben
Gerçekten çalışma
yaşamının çok büyük sorunları var Türkiye'de. O sorunlar
çözüm bekliyor. İş yerlerinde çalışma koşulları
çok ağır, defalarca söyledim. Şu anda sendikalı
işçi sayısı 700 binlerde dolaşıyor. Sendikalaşabilir
oran, bunun çok çok üzerinde. Normal, yani gerçek sendikalaşma
oranımız yüzde 9,6, ama, Çalışma Bakanlığı
istatistiklerine bakarsanız, yüzde 60'la dünya rekoruna gidiyoruz
örgütlülükte. Yani, bu da bir saptırma, bir aldatmaca. Bunun da
düzeltilmeye ihtiyacı var.
Şimdi, sendikanın olmadığı
işletmelerde, örneğin tekstil iş kolunda, örneğin
kimya iş kolunda, metal iş kolunda, inşaat iş kolunda,
deniz taşımacılığında, asgari ücretin
altında, sosyal güvenceye dahi kavuşturulamamış
insanlar çalıştırılıyor. İş yerlerinde
İş Sağlığı, Güvenliği Tüzüğü olmadığı
için hiçbir önlem alınamıyor. İş yerlerinin denetimi,
teftişi yetersiz, yapılamıyor.
Bütün bunlara karşın, gerçekten,
daha evvel yaşamının büyük bölümünü ülkesinin kalkınması
için harcamış emeklilerimiz perişan konumda. Beş
yıldan bu yana TÜFE farkları yargı kararlarına
rağmen ödenmedi, aykırı yargı kararı alabilmek
için yargıçlara bile baskılar yapıldı. Bugün itibarıyla,
emeklilerimizin yüzde 90'ı açlık sınırının
altında yaşıyor. Özellikle işçi emeklileri aylıkları,
izahı mümkün olmayacak şekilde eşitsizlik içerisinde.
İntibak yasalarını yıllardır savunurlar,
hiçbir şekilde, AKP, nedir bu intibak diye gündeme almadı.
Yani, intibak dedikleri olay çok basit. Eşitsizliği gidermek
de intibak yasasının içinde. Yani, hizmet süresine göre,
yaşına göre değil, ödediği prim/gün sayısına
göre ve de ödediği prime göre bunları derecelendirmek, barem
sistemine yeniden geçirmek ve bugün en üst düzeyden emekli maaşı
almaya başlayan bir işçi emeklisinin beş yıl sonra
en dibe vurmasını engellemekten geçiyor. Yine, bunların,
2006 yılındaki enflasyon farklarını ödemediniz.
Sizden yüzde 2,25 oranında 2006 yılından da alacaklılar.
Değerli arkadaşlarım,
çalışma yaşamının gerçekten büyük sıkıntıları,
sorunları var. Bunlar çözüm beklerken, Hak-İş'e bağlı
bir iki sendikacıyı kurtarma adına böyle bir düzenlemeyle
gelmek ancak size yakışır.
Ben, bu arada, bir küçük düzeltmeyi
de aynı konunun içinde
Çalışanlara ilişkin bir konu,
geçici işçiler meselesi. Gerçekten 657 sayılı Yasa'ya
göre 4/C sistemindeki çalıştırma biçimi AKP İktidarının
ve Meclis Başkanının ürünü. Mecliste binden fazla insan
sözleşmeli çalışıyor, üstelik de gece yarılarına
kadar çay ocaklarında, bürolarda, meydanlarda bizim gibi bekliyorlar.
Aldıkları ücrete bir bakınız, sizin emeğe bakışınızı
ortaya koymaya yeter.
Geçtiğimiz günlerde bir kanun
çıkarttık -21 Nisan tarihinde, 5620 sayılı Yasa,
geçici işçilere kadro verilmesi- biz de destekledik, ama orada
bir adaletsizliği gidermek için biz Anayasa Mahkemesine
başvurduk. Nedir o adaletsizlik? On beş, yirmi yıldan bu
yana geçici olarak çalışmış, ama sadece 2006
yılında altı ay çalışmamışsa,
beş ay yirmi dokuz gün çalışmışsa, o işçiye
kadro verilmedi. Bu adaletsizliktir, dedik. Bu adaletsizliği
gidermek gerekir, geçmiş yıllarda on- on beş yıldan
bu yana geçici çalışan bir işçinin kadroya alınması
bir günle engellenemez, dedik. Konuyu Anayasa Mahkemesine götürdük.
Anayasa Mahkemesine götürdüğümüz konu, sadece 2005 ve 2006
yılları ibarelerinin düzeltilmesine, çıkartılmasına
ilişkin. Ha, bunu istismar ettik, ediliyor. "Nasıl? Efendim,
CHP Anayasa Mahkemesine başvurdu, kadroya geçmeye hak kazanan
işçilerimiz kazandığı haklardan mahrum olacak."
ÖNER ERGENÇ (Siirt) - Doğru değil
mi?
İZZET ÇETİN (Devamla) -
Böyle bir şey yok. Doğru değil, külliyen yanlış,
zinhar yanlış. Nedir doğrusu? Bizim Anayasa Mahkemesinde
başvurumuz, 2006 yılında altı aydan fazla çalışmış
olma koşulunu, "2006'da altı aydan fazla" ibaresinin
çıkartılarak olayın genişlemesini istedik. Olay
bundan ibarettir. Olayı saptırmaya hiç gerek yok. Yani
adınızda adalet olacak, ama adaletsizliği savunacaksınız.
Bunu izah edemezsiniz değerli arkadaşlar. Hakkaniyete dayalı
değilsiniz.
Bakınız, Meclis Başkanlığı
bile Türkiye'de değil, dünyada olmadık çalıştırma
biçimini yasama organında reva görüyor çalışanlara.
Hükûmet ne yapsın, Çalışma Bakanı ne yapsın? Maliye
Bakanı izin vermiyor, hastaneler
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Çetin lütfen
toparlayınız.
Buyurun.
SABRİ VARAN (Gümüşhane)
- Bakan Bey burada, geldi.
İZZET ÇETİN (Devamla)
- Tabii, Çalışma Bakanımız
gelmiş, hoş gelmiş. Gerçekten konunun sahibi, elbette
gelecek.
Değerli arkadaşlar, yani
ben tekrar söylüyorum, Çalışma
yaşamının çok ağır sorunları var.
Dört buçuk yıllık süre içerisinde dişe dokunur, emeğe,
alın terine, işçiye, çiftçiye, yoksula yönelik olumlu bir
düzenlemeden söz edebilmenin olanağı yok. Bir tek istisnası
var, o da, bizim zorla Meclisin gündemine
getirttiğimiz Özürlüler Yasası. Eğer Özürlüler Yasası
da olmamış olsa, karnenizde çalışma yaşamına
ilişkin notunuz gerçekten çok zayıf olacaktı.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Teşekkürler. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Çetin.
Tasarının tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
1 inci maddeyi okutuyorum.
SENDİKALAR
KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA
DAİR KANUN
TASARISI
MADDE 1- 5/5/1983 tarihli ve 2821 sayılı
Sendikalar Kanununun 14 üncü maddesinin ondördüncü fıkrası
aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"İşçi sendikası,
sendika şubesi ve konfederasyonların genel kurul dışındaki
zorunlu organlarına seçilebilmek için 5 inci maddede aranan
şartları haiz olmak gerekir."
BAŞKAN - Madde üzerinde Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Osman Kaptan, Antalya Milletvekili.
Buyurun. (CHP sıralarından
alkışlar)
Sayın Kaptan, süreniz on dakikadır.
CHP GRUBU ADINA OSMAN KAPTAN (Antalya)
- Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım;
Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı'nın 1'inci maddesi hakkında Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi,
saygıyla selamlarım.
Sayın arkadaşlarım,
12 Eylül öncesinde yükselen işçi hareketi, sendikalaşma
mücadelesi ve işçi sınıfının politik olgunluğu,
sınıf bilinci, 12 Eylülle birlikte durdurulmuştur. 12
Eylül, öncelikle, işçi hareketini ezdi, DİSK'i kapattı,
yöneticilerini hapse attı, grev ve toplu sözleşme hakkını
yasakladı. O dönemde, sendikacı bir profesör, bir otel çalışanına
soruyor: "Sendikalı mısın?" Aldığı
cevap "Ağabey, ben Vanlıyım." diyor.
Sayın arkadaşlarım,
1982 Anayasasında da antisendikal unsurlar yer aldı. Grev,
nerede ise olanaksız hâle geldi. Sendikal örgütlenmelere göz
açtırılmadı. İşten atma, açlığa terk
etme tehditleri ile çalışanlar sindirildi. 12 Eylülün devamı
iktidarlarda ve AKP Hükûmetinde de bu sendikalaşmalara karşı
tutumlar, baskılar giderek artmıştır.
8 Kasım 2006 tarihli Türkiye-AB
İlerleme Raporu'nda, AKP Hükûmeti döneminde yapılan sendikal
haklarla ilgili olarak bakınız neler diyor:
"1) Sendikal haklarda hiçbir
ilerleme olmamıştır.
2) Sendikalaşma hakkı ve
grev hakkını da içeren toplu pazarlık hakları konusundaki
ciddi sınırlamalar varlığını korumuştur.
3) Türkiye, ILO standartlarını
karşılamaktan uzak kalmıştır.
4) Türkiye, Gözden Geçirilmiş
Avrupa Sosyal Şartı'nı onaylamış, fakat, sendikalaşma
hakkıyla ilgili 5'inci maddeye, toplu pazarlıkla ilgili
6'ncı maddeye çekincelerini koymuştur.
5) Sosyal diyalog zayıf kalmış,
Ekonomik Sosyal Konseyin yapısı iyileştirilmemiştir.
6) Sendikal hakların tam olarak
güvence altına alınmasına özel bir önem verilmemiştir."
İşte, sayın arkadaşlarım,
AKP Hükûmetinin sendikalaşma karnesi budur. Yani, karne zayıftır
hem de çok zayıftır. Her konuda olduğu gibi, bu konuda
da Hükûmet sınıfta kalmıştır.
Bu Hükûmet döneminde, sendikacılığı
önlemek için taşeron firmaların kullanılması yaygınlaştırılmıştır.
Taşeron firmaları bizzat devlet kullanır hâle gelmiştir.
Sağlık Bakanlığının hastanelerinde 1
milyona yakın işçi taşeron tarafından çalıştırılmaktadır.
Bu işçilerin sendikal hakları olmadığı için,
bunlar yaşam boyu asgari ücretle çalışmaya mahkûm edilmişlerdir.
Sayın arkadaşlarım,
bir başka önemli konu da kayıt dışı çalışmadır.
Kayıt dışı çalışanların oranı
yaklaşık yüzde 50'dir. 4,5 milyon işçi kayıt dışı
çalışmaktadır. Bunlar hem sigortasız hem de sendikasızdırlar.
Bu Hükûmetin yine bir başka uygulaması da Orman Bakanlığındaki
tarım işçilerinin sendikasını
Türk-İş'ten Hak-İş'e geçirme baskısıdır.
Sayın arkadaşlarım,
AKP Hükûmeti, Türkiye Cumhuriyetinin hiçbir devrinde, hükümetinde
görülmeyen "Sendikanı bırak, seni işten atarım;
Hükûmete yakın sendikaya geç, yoksa yakarım." diyerek,
Türkiye'nin değişik illerinde, özellikle de Antalya'da,
Muğla'da orman işçilerinin tehditle, baskıyla
Türk-İş'ten Hak-İş'e geçmelerini sağlamıştır.
Sayın arkadaşlarım,
bu Hükûmet "Ben" eksenli bir Hükûmettir. "Medya mı? Benim
medyam olsun Gazete mi? Benim gazetem olsun. Televizyon mu? Benim,
yani AKP'yi versin. İş adamı mı? Benim iş adamım
olsun. İşçi mi? Benim işçim olsun. Sendika mı? Benim
sendikam olsun. Memur mu, amir mi? Benim memurum, benim amirim olsun."
Hükûmet, "Önce ben, önce AKP." diyor, "Sonra Türkiye."
diyor. "Cumhurbaşkanı mı? Benim partimden olsun,
benim dediğim kişi Cumhurbaşkanı olsun; ben olmazsam
benim yakın arkadaşım olsun, Abdullah Gül kardeşim
olsun." Ne oldu? 352 milletvekiliyle Cumhurbaşkanı seçemeyen
Türkiye'nin ilk hükûmeti AKP oldu.
NAİL KAMACI (Antalya) - Söyleme,
adamların ciğeri yanıyor.
OSMAN KAPTAN (Devamla) - Şimdi
de, "Parlamentoya seçtiremedik, öyleyse Anayasa'yı değiştirelim,
yine benim dediğim olsun." diyorsunuz.
ERDAL KARADEMİR (İzmir)
- Ya, beceriksizliklerini yüzlerine söyleme!
OSMAN KAPTAN (Devamla) - Dünyanın hiçbir ülkesinde, seçim
kararı alındıktan sonra Anayasa değişikliğine
giden başka bir hükûmet yoktur.
Sayın arkadaşlarım,
bu Hükûmetin, "Dediğim dedik" sevdasından vazgeçmediği
için, tüm kurumları ve yasaları AKP'lileştirme sevdasından
vazgeçmediğiniz için sonunuz gelmiştir. Geldiniz
"Ben" dediniz, gidiyorsunuz "Ben" dayatmacılığında
ısrar ediyorsunuz, "Önce ben, önce partim, önce AKP" diyorsunuz.
Cumhuriyet Halk Partisi olarak
biz, önce Türkiye diyoruz, önce Türkiye'nin ulusal birliği, ulusal
bütünlüğü, kalkınması, huzuru, güvenliği diyoruz.
Onun için, biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak, halkımızı
ezdirmeyeceğiz, ülkemizi soydurmayacağız ve Türkiye'yi
böldürmeyeceğiz diyoruz.
Hepinize saygılar sunuyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Kaptan.
Madde üzerinde Anavatan Partisi
Grubu adına söz isteyen Hüseyin Özcan.
Buyurun Sayın Özcan.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; görüşülmekte olan 1250 sıra sayılı
Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı üzerinde Anavatan Grubu adına söz almış
bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, tasarıyla
3/10/2001 tarihli ve 4709 sayılı Kanun'la değiştirilen
Anayasa'nın 51'inci maddesine uygun olarak işçi sendikası
ve konfederasyonlarının zorunlu organlarına seçilebilmek
için en az on yıl bilfiil çalışmak şartı kaldırılmaktadır.
Yapılan değişikliğin özü itibarıyla doğru
olduğunu ifade etmek istiyorum. İşçilerimizin
işçi sendikası ve konfederasyonların zorunlu organlarına
seçilebilmek için on yıl bilfiil çalışmalarını
zorunlu tutmak, demokratik sendikalar anlayışıyla
bağdaşmamaktadır. Milletvekilliğine seçilme yaşının
yirmi beş olmasını savunduğumuz bir dönemde genç
ve istekli işçilerimizin önünün açılması, aynı
zamanda sendikalara taze bir kan getirecek ve başarı
şansını artıracaktır. Ancak, salt işçi
gençlerimizin işçi sendikası ve konfederasyonların
zorunlu organlarına seçilebilmelerinin kolaylaştırılmasının
sendikal faaliyetteki bir yığın sendikalara çözüm
olacağını düşünmek de biraz safdillik olacaktır.
Maalesef bugün, demokratik devlet
anlayışının vazgeçilmez unsurlarından birisi
olan sendikal faaliyetler ciddi yapısal sıkıntılar
yaşamaktadır. Bu nedenle, yüce Meclis bahse konu yapısal
sorunların çözümü için de gayret göstermelidir.
Öncelikle, ülkemizdeki sendikalaşma
oranı dahi sağlıklı bir şekilde tespit edilmemiştir.
Değerli milletvekilleri, Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığının 18/1/2005 günü 25705 sayılı
Resmî Gazete'de yayımladığı sendikaların üye
sayısına ilişkin verilerle Türk ve dünya kamuoyunu yanılttığı,
ilgililer tarafından ifade edilmiştir. Bakanlığın
verilerine göre 2005 yılı başında ülkemizde 4
milyon 970 bin 784 işçi çalışmakta ve bunların 2 milyon
901bin 943'ü işçi sendikalarına üye bulunmaktadır. Bu
ise yüzde 58,37 oranında bir sendikalaşma oranıdır
ve demokratik ülkeler arasında bir dünya rekorudur. Elbette
ki bu oran ve sayılar çok yanlış ve kamuoyunu fena halde
yanıltıcı niteliktedir. Gerçekte, Türkiye İstatistik
Kurumu verilerine göre, ülkemizde çalışan toplam nüfus
sayısı 22 milyon 401 bindir. Bunların 11 milyon 723 bini
memur, kendi hesabına çalışan ve ücretsiz aile işçilerinden
oluşmaktadır. Doğal olarak, geriye, bir iş sözleşmesine
dayalı olarak çalışan 10 milyon 698 kişi kalmaktadır.
Bunun ancak 5 milyon 602 bini İş Yasası ve SSK kapsamına
alınmıştır. O hâlde geriye kalan 5 milyon 96 bin kişi
maalesef kayıt dışında ve kölelik koşullarında
çalışmaktadır.
Ülkemizde, Bakanlık verilerine
göre, 28 iş kolunda 104 işçi sendikası bulunmaktadır
ve bunların ancak yüzde 51'i toplu sözleşme yapabilme yetkisine
sahiptir. İşçi sendikalarının gerçek üye sayısını
saptayabilmek için, bu sendikaların 2006 yılı itibarıyla
son iki yılda bağıtladıkları toplam iş sözleşmeleri
ve bu sözleşmelerin kapsadığı işçi sayısına
bakmak gerekir. TİSK aylık yayın organı İşveren
Dergisi'ne göre, ülkemizde 2004, 2005 yılları içinde genellikle
iki yıllık süre için yapılan 3.300 toplu iş sözleşmesi
bağıtlanmış ve sözleşmelerden 895 bin işçi
yararlanmaktadır. Ancak, Sendikalar Yasası, işçilere,
sendika üyesi olmadan ve sadece dayanışma aidatı ödeyerek
toplu sözleşmeden yararlanma hakkı tanıdığından,
bu yolla toplu sözleşmelerden yararlanan işçi sayısını
yüzde 20 olarak varsayarsak bugün ülkemizde gerçek anlamda sendikalı
olan işçi sayısının 717.302 olduğu ortaya
çıkmaktadır. İş sözleşmesine dayalı olarak
emeğiyle geçinen işçilerin sayısını esas
alırsak, bu bize, yüzde 6,7 oranında bir sendikalaşmanın
gerçekleştiği sonucunu vermektedir. Bu sonuç, ülkemizde,
işçi sendikalarının fevkalade zayıf ve dolayısıyla
etkisiz olduğunu göstermektedir. Zaten, uygulamanın da
bu yolda olduğu, ne kamuoyunun ne de siyasi partilerin, işçi
sendikalarını yeteri kadar önemsemediği gerçeğini
doğurmaktadır.
Değerli milletvekilleri, liberal
demokraside işçi ve memur sendikalarının demokratik
yaşama sağladıkları katkı yadsınamaz.
Ancak, biraz önce de bahsetmiş olduğumuz gibi, yapısal
aksaklıklar nedeniyle, "sendika ağalığı"
diyebileceğimiz bir sistem ortaya çıkmıştır.
Kuşkusuz, demokratik sendikacılık anlayışıyla
bağdaşmayan ve yandaş kayırmacılığına
dayanan böyle bir sendikal anlayış, işçi haklarıyla
ekonomik dinamizmi dengelemek ve çalışma yaşamını
verimli kılmak yerine, aksine, çalışma sistemini bozan,
türlü adaletsiz uygulamaya yol açan bir durum oluşturmaktadır.
Bu nedenle, Meclisimizin, sendikal faaliyetlerde yaşanan
sıkıntıları daha ciddi ele alması gerekmektedir.
Memurların toplu sözleşme haklarının ve grev haklarının
olmamasını ve bu taahhüt edildiği hâlde bir türlü yerine
getirilmemesini de Türkiye için bir kayıp olarak görüyoruz.
Değerli milletvekilleri,
20'nci yüzyılda gelişen sendikal faaliyet, birçok olumsuzluklara
rağmen, gerçekten de kapitalist sistemin, liberal demokrasinin
girdiği yörüngede rahatça ilerlemesi bakımından
önemli bir fonksiyon elde etmiştir. Yani, bir taraftan işçilerin
diğer taraftan işverenlerin belli oranda frenlenmesi bakımından
fevkalade önemi olmuştur.
Ayrıca, sendikaların
önemli bir sivil inisiyatif olarak siyaset yaşamına
sağladıkları katkı ve getirdikleri öneri de göz
ardı edilmemelidir. Bunun ta başlangıcına gittiğimizde,
1700'lü yıllarda buhar makinesinin tatbikiyle başlayan sanayi
devriminden sonra, özellikle 18'inci yüzyılın sonunda ve
19'uncu yüzyılda ortaya çıkan büyük hareketler, özellikle
köylerden şehirlere koşan ve şehirlerde çok kötü
şartlarda çalışan ve yaşayan işçilerin haklarının
korunmasında fevkalade önemli olmuştur. Sendikalar, bu
anlamda, son dönemlerde çok ciddi sıkıntılar yaşamaktadır.
O da, özellikle, 20'nci yüzyılın sonlarına doğru,
globalleşme kültürünün, globalleşme paradigmasının
artmasıyla birlikte, tüm dünyada, sendikal faaliyette bir yavaşlama
ve bir zayıflama olmuştur. Ama, inancım, bunun bir geçiş
dönemi olduğudur. Bu nedenle, sendikal faaliyetlerin mutlaka
güçlenmesi gerekmektedir.
Bugünün önemli sorunlarından
biri de "işçi kimdir?", "memur kimdir?" ayrımının
sıhhatli olarak yapılmamasıdır ve yeni tanımlara
ihtiyaç duyulmaktadır. Anayasa'mızın 128'inci maddesinde
"
kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler
memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür. Memurların
ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları,
görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve
ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir."
denilmek suretiyle statü hukukunu belirlemiş olmaktadır.
Kimler bu hukuka tabi olacaktır?
Bütün sorun burada ortaya çıkmaktadır. Bazı kurumlarda
hizmetli, çaycı gibi işler memur statüsüyle yürütülürken,
diğer bazı kurumlarda ise asli ve nitelikli kamu hizmetlerini
yürüten kişiler işçi statüsünde çalışmaktadır.
Diğer önemli bir sorun da, ülkemizde
işçi-memur arasındaki gelir dağılımının
dengeli tutulmamasından kaynaklanmaktadır. Memurlar
aleyhine bozulan ücret ve gelir dengesi iş barışını
bozmaktadır.
Değerli milletvekilleri, demokrasinin
olmazsa olmaz birtakım unsurları vardır. Bağımsız
ve tarafsız yargı, bağımsız ve tarafsız basın,
özerk ve tarafsız üniversiteler gibi güçlü ve çalışma
yaşamına hizmet eden sendikalar da en az bu kurumlar kadar
demokrasinin kök tutması için önemli ve gereklidir. Ülkenin
tüm yörelerinde örgütlenebilecek, ekonomik, sosyal ve siyasal yaşamı
etkileyebilecek kadar önemli sivil kuruluşlar, sendikalar...
Bugün, Türkiye'de hem sendikaların güçsüz ve etkisiz oluşundan
hem de sendika ağalığından demokrasi çok ciddi zarar
görmektedir. Küreselleşme ve bunun doğal sonucu olarak
sınır tanımayan çok uluslu büyük sermayenin işçi
sendikalarını önemli ölçüde kan kaybına uğrattığı
bilinmektedir. Bu nedenle, 18'inci ve 19'uncu yüzyıllarda olduğu
gibi çalışma yaşamında da bazı sorunların
ortaya çıkması ve yeni bir köleliğin baş göstermesi
muhtemeldir. Bu nedenle, klasik sendikal anlayışın da
sorgulanması ve çağın gereklerine ve küreselleşmenin
etkilerine göre yeniden ele alınması gerekmektedir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Özcan, lütfen
toparlayınız.
HÜSEYİN ÖZCAN (Devamla)- Ayrıca
bu konuda, gerek ILO'nun gerekse Avrupa Birliği'nin, işverenleri,
işçileriyle birlikte iş yerlerini ortak yönetmeye zorlayan
çabalarından da yararlanılması gerekmektedir.
İşçilerin çalıştırıldıkları
iş yerleriyle ilgili bilgi edinme ve iş yeriyle ilgili düşünce
ve birikimlerini işverenle paylaşmak hakkını
her iki kuruluş da kabul etmektedir.
Kayıt dışında çalışmak
zorunda bırakılan ve bugün sayıları 6 milyonu
aşan işçinin varlığı, Anayasa'sında devletin
sosyal bir devlet olduğunu yazan ülke için gerçekten büyük bir
acıdır.
Bu işçilerin her türlü yöntem
kullanılarak kayıt altına alınması hem çalışma
barışı bakımından hem de verilere bakıldığında
önem arz etmektedir.
Değerli milletvekilleri, görüyoruz,
sendikalaşma konusunda bazı belediyeler de -siyasi davrananların-
işçileri kendi isteklerine göre sendikalaşmaya zorlamaktadır.
Bu da doğru değildir. Çünkü, işçi, emeğiyle çalışabilen,
yerine göre de yoksulluğun en perişan olan kesimi; insanları
kendi isteklerine bırakmadan, baskıyla başka sendikalar
emrine vermek çok yanlıştır,
dayatmacı bir anlayıştır.
Bu dileklerle yüce Meclisi saygıyla
selamlar, bütün işçilere, bütün emekçilere, bütün sendikalara
başarılar dilerim.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Özcan.
Madde üzerinde başka söz talebi
yok.
Soru-cevap işlemi yapılacaktır.
Sayın Çetin, buyurun.
İZZET ÇETİN (Kocaeli) -
Sayın Bakanım, iki buçuk yıl önce, Bilim Kurulu olarak
hazırlayıp taraflara gönderdiğiniz, tarafların
da Bakanlığınıza gönderdiği, 2821 ve 2822 sayılı
Yasalara ilişkin değişiklik tasarılarının
Meclis gündemine getirilemeyişinin nedenini sizden öğrenmek
istiyorum, bir.
İkincisi: Neden bu değişiklik
tek maddeyle sınırlı olarak gelmiştir?
Üçüncü sorum da: İşçi emeklilerinin
TÜFE'den doğan alacakları, uzun yıllardan bu yana emekliler
tarafından dikkatle izlenmekte ve bir an önce ödenmesi beklenilmektedir.
Bugün geçim şartlarının zorluğu içerisinde, kapılarına
icra dayanmış emeklilerimiz, gerçekten, her gün, öyle zannediyorum,
size de ulaşarak, bu alacaklarının artık ödenmesini
bekliyor. Bu konuda, ödemeyi neden yapmadınız? Ne zaman
yapmayı düşünüyorsunuz? Emeklilere ne söyleyeceksiniz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Çetin.
Sayın Ersin
.
AHMET ERSİN (İzmir) - Teşekkür
ederim Sayın Başkanım.
Benim soracağım soruyu
İzzet Bey sordu. Ben de emeklilerin TÜFE farklarının neden
ödenmediğini, bunca yıldan beri neden ödenmediğini
soracaktım. Sanıyorum, Sayın Bakan bu konuyu cevaplandıracak.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Ersin.
Sayın Bakan, buyurun.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI MURAT BAŞESGİOĞLU (İstanbul) - Teşekkür
ederim Sayın Başkanım.
Soru soran Sayın Çetin'e ve Sayın
Ersin'e de çok teşekkür ediyorum.
Önce, bu TÜFE konusunda Genel Kurulu
aydınlatmak istiyorum.
Değerli arkadaşlar, TÜFE
konusu, 2000 yılında bir sistem değişikliği
neticesi ortaya çıkmış bir konudur. Yani, biz Hükûmete
geldiğimizde önümüzde bulduğumuz bir konudur. Peki, bu süreçte
ne oldu? Bu süreçte davalar açıldı. Münferit birkaç dava
emekliler tarafından kazanıldı. Ama, son bir yıldır
bu anlamda açılan bütün davalarda, Yargıtay da dâhil olmak
üzere, kurumun lehine karar verildi, tek cümle: "Bu konuda TÜFE
farkı doğmamıştır." denildi.
Şimdi, bu konuyu, ben çeşitli
platformlarda defalarca anlattım. Ama, buna rağmen, hâlâ
"Emeklinin TÜFE farkını vermediniz." diye böyle
biraz insafı da zorlayan hükümler var. Hepimiz hukukla bağlıyız.
Eğer mahkemeler "TÜFE farkı var" deyip de biz tek kuruşunu,
emekliden bu parayı esirgediysek boynumuz kıldan ince.
Ama, mahkeme kararlarına rağmen, mahkeme kararlarında
"TÜFE farkı yoktur." diye Yargıtayın neredeyse
içtihat hâline gelmiş kararlarına rağmen, bizim bürokrat
arkadaşlarımıza bir emir verip, onların yarın
nafakasından kesilecek bir zimmet anlayışına
girmemizi herhâlde siz de istemezsiniz. Bir kez daha altını
çizerek söylüyorum ki, TÜFE farkı konusunda Yargıtayın
kararları ortadadır, kazanılmış davalar ortadadır.
Lütfen, Yargıtayın bu konudaki kararlarını bir
zahmet açıp, okuyun ve ondan sonra da, bir daha lütfen bu konuyu
gündemden kaldıralım ve emeklilerimizin de o güzel duygularını
lütfen istismar etmeyelim, bir.
İkincisi: Bu değişiklik
niye geldi? Bu değişiklik 2006 yılında Meclis gündemine
gelmiş bir konudur. Anayasa'mızda değişiklik yapılmıştır.
Denilmiştir ki "Sendika başkanı ve yöneticisi
olabilmek için on yıl bilfiil çalışmak şartını
kaldırıyoruz." denilmiştir 2001, 2002 yılında
yapılan Anayasa değişikliğinde. Onun üzerine, kanunlarda
buna uygun olarak bir düzeltme yapmamız gerekiyordu. Bu, gecikmiş
bir değişikliktir.
Demin kürsüde bir şey söylediniz.
"Bu, Tarım Orman-İş ile ilgili" diye. Hayır,
katiyen Tarım Orman-İş ile ilgili değildir. Tarım
Orman-İş'le ilgili açılan dava bitmiştir, neticelenmiştir.
Hiç bununla uzaktan yakından alakası yoktur. Kaldı ki,
o davanın açılış gerekçesi de on yıl konusu değildir.
Aynı iş kolunda çalışmadıkları için, yine
konfederasyonun başka sendikasından -siz daha iyi biliyorsunuz
gerçi- açılmış bir davadır. O dava neticelenmiştir,
bununla ilgisi yoktur.
Üç; 2821, 2822 niye Meclise gelmedi?
Doğrudur, bir gecikme söz konusu. Ancak, bu gecikme bizden değil
Sayın Çetin. Takdir edersiniz ki, iki tane önemli kanun. 2821 ve
Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu'nu düzenleyen
iki tane önemli kanun. İstiyorum ki, burada işçi ve işveren
konfederasyonları olabildiğince geniş bir uzlaşma
içerisine girsinler. Ancak, bugün itibarıyla, hâlâ konfederasyonlarımız
arasında çok temel noktalarda ayrılık, farklar var.
Mesela, siz de hep şikâyet ettiniz
zamanında noter şartı kaldırılsın. Tamam,
amenna dedik, kaldırılsın noter şartı. Ama,
şu anda konfederasyonlarımızın bazılarının
noter şartının muhafaza edilmesi konusunda yazılı
görüşleri var. Yüzde 10 barajı kaça indireceğiz,
sıfırlayacak mıyız, 5'te mi kalacak? Bu konuda da
aralarında görüş ayrılıkları var. Bunun gibi
birçok noktada uzlaşmaya muhtaç konular var.
Onun için, biraz daha onların
sabırlarını zorluyoruz. Biz, aslında, mutfak çalışmasını
bitirdik. Yani, onlar uzlaşsalar, ben yarın Bakanlar Kuruluna
bu tasarıları sevk edecek durumdayım. Ama, konfederasyonlarımız
arasında geniş anlamda bir uzlaşma sağlanmadan
bir tasarının uğrayacağı akıbeti siz benden
daha iyi biliyorsunuz. Onun için, biraz daha olgunlaşmaya ihtiyacı
var. Bunun dışında, aslında birçok kanunda biz değişiklik
yaptık. Dernekler Kanunu'nda yaptık, Ceza Kanunu'nda yaptık.
Ceza Kanunu'nda yapılan değişiklik aslında tam algılanmadı.
Ceza Kanunu'nda yapmış olduğumuz değişiklikle,
sendikal hak ve hürriyetlerin kullanılmasına engel olanlara
hapis cezası öngören Ceza Kanunu'nun temel hak ve hürriyetlerle
ilgili bölümüne çok önemli bir madde koyduk. Çoğu ülkede böyle
bir hüküm yoktur. Bir sendikaya üye olmaya zorlamak, bir sendikadan
insanları çıkarmaya zorlamak konusunda hapis cezası,
hürriyeti bağlayıcı ceza çoğu ülkede yok. Ama,
Türk Hükûmeti olarak, Türk Parlamentosu olarak sendikal örgütlenmeye
vermiş olduğumuz önem gereği bunu Ceza Kanunu'muza
dercettik.
Değerli arkadaşlarım,
biz, Hükûmet olarak, sendikaları sadece meslek kuruluşu
olarak değil, demokrasimizin de vazgeçilmez unsurları
olarak görüyoruz. Şu anda, siz de biliyorsunuz, bütün dünyada
sendikal hareket bir zafiyet içerisinde. Sadece Türk sendikacılığının
sorunu değil bu. Fransa'sında, Almanya'sında, çoğu
ülkelerde sendikal yoğunlukta, sendikal harekette, sendikal
örgütlenmelerde önemli zafiyetler var. Umarız ve dileriz ki,
Türk sendikacılığı bu zafiyet dönemini aşacak,
ama, bu konuda kendilerine yardımcı olmamız lazım.
Parlamentomuzun, işveren kesimimizin, toplumumuzun diğer
kesimlerinin, sendikal harekete yardımcı olmamız gerekiyor.
Dediğim gibi, onlar sadece meslek kuruluşları değil,
bir anlamda demokrasimizin de önemli aktörleridir. Ancak, şunu
da kabul etmemiz lazım: Eski alışkanlıklarla, eski
tutumlarla, eski pozisyonlarla bugün sendikacılık yapmak
mümkün değildir. Sendikacılarımız da rollerini
ve pozisyonlarını yeniden tanımlamak zorundadırlar.
Çünkü, küreselleşmenin getirdiği bu büyük dalga karşısında
yeni konumlanma, yeni rol, yeni tanımlanma olmadan sadece ücret
sendikacılığı yapan, işletmelerin hayatiyetini,
işletmelerin rekabet edebilme imkânlarını düşünmeyen
bir sendikal anlayışın bugün yaşaması mümkün
değil. İnşallah, bu birlikteliği, Parlamentomuzun
da katkısıyla beraber yapacağız. Sendikalarımızı,
hem güçlü bir sivil toplum örgütü hem de bir meslek kuruluşu hâline
getirmek, Bakanlığımızın da, Hükûmetimizin
de öncelikleri arasında yer almaktadır.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Bakan.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Birleşime beş dakika ara
veriyorum.
Kapanma Saati:
22.27
SEKİZİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 22.42
BAŞKAN
: Başkan Vekili Sadık YAKUT
KÂTİP
ÜYELER : Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 113'üncü Birleşiminin Sekizinci
Oturumunu açıyorum.
1250 sıra sayılı Tasarı
üzerinde görüşmelere kaldığımız yerden devam
edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
2'nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2- Bu Kanun yayımı
tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN - Madde üzerinde Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Enver Öktem, İzmir Milletvekili.
Buyurun Sayın Öktem. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ENVER ÖKTEM
(İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
2821 sayılı Yasa'nın on yıl bilfiil çalışma
süresiyle ilgili değişiklik tasarısı üzerinde
söz almış bulunuyorum. Sizi şahsım ve partim
adına saygıyla selamlıyorum.
Konuşmama başlamadan önce,
çalışma hayatıyla ilgili, 1963 yılında rahmetli
Bülent Ecevit döneminde çıkartılan yasal düzenlemelerden
dolayı kendisini bir kez daha rahmetle anıyorum.
Bu yasal düzenleme, Cumhuriyet
Halk Partisi olarak bizim de desteklediğimiz bir düzenlemedir,
ancak, 2821 sayılı ve 2822 sayılı Yasalar, çalışma
hayatını derinden ilgilendiren düzenlemelerdir. Anlaşılıyor
ki, Hükûmet, bunların içerisinden cımbızla bir maddeyi
seçerek çalışma hayatının yeniden düzenlenebileceğini
ortaya koymaya çalışmaktadır. Bu, elbette ki, gerçekleri
yansıtmıyor.
Değerli arkadaşlarım,
yaklaşık bundan üç yıl önce, Cumhuriyet Halk Partisi
olarak, hem Sendikalar Yasası'yla ilgili hem de Grev ve Toplu
İş Sözleşmesi Yasası'yla ilgili toptan bir değişikliği
içeren ve ILO standartlarına uygun, Avrupa normlarına uygun
bir yasal değişiklik içeren kanun tekliflerimiz yaklaşık
üç yıl önce Parlamentoya sunulmuş olmasına rağmen,
şu ana kadar komisyonlara intikal etmiş bir olay söz konusu
değildir.
Hükûmet birçok konuda özellikle
IMF'nin, Dünya Bankasının dayattığı kanun tasarı
ve tekliflerini alelacele Parlamento gündemine getirmeyi başarırken,
2821 sayılı ve 2822 sayılı Yasaları Parlamento
gündemine getirmemesini anlamak gerçekten güç gözükebilir, ancak,
aslında bu uygulamayı AKP'nin bakış açısı
açısından değerlendirdiğimiz zaman çok fazla yadırgamamak
lazım; çünkü, işin doğasında çalışma hayatıyla
ilgili düzenlemeler öz itibarıyla, sosyal demokrat partilerin
gerçekleştirmesi gereken düzenlemelerdir. Çalışma
hayatının tarihine bakıldığı zaman da,
sağ partilerin hiçbir dönem işçi sınıfının
kazanımlarını zenginleştiren bir tavır içerisinde
olmadığı, tam tersine, onun kazanımlarını
eline fırsat geçtikçe budamaya çalışan, elinden almaya
çalışan, gittikçe ortadan kaldırmaya çalışan
bir anlayışı temsil ettikleri için, sağ partilerin
oluşturduğu hükûmetlerden çalışma hayatını
düzenleyecek güzel gelişmeler beklemek mümkün değildir.
Dolayısıyla, 2821 sayılı
Yasa'nın getirdiği sıkıntılar sadece on
yıl çalışma süresiyle ilgili değildir. Bunun
Milyonlarca
emekli olan işçilerimiz var, sendikal örgütlenmelere, grev ve
toplu sözleşme hakkına sahip değillerdir. Bir sendikaya
üye olabilmek, gerçekten, yasanın içeriğine çok iyi girildiği
zaman görülecektir ki, hemen hemen olanaksız hâle getirilmiştir.
Bir işçi, sendikaya üye olabilmek için notere gidecektir, notere
para ödeyecektir, o paranın karşılığında
da üye olacaktır. Halbuki, aynı zamanda bir işveren sendikasına
üye olmak isterseniz, sadece düz bir kâğıda imza atmanız
ve üyelik talebinde bulunmanız yeterlidir. Aynı şekilde,
istifa müessesesi de işçiler için noter zorunluluğuna
bağlanmıştır, ama işverenler açısından
böyle bir zorunluluk söz konusu değildir. Grev haklarını
incelediğiniz zaman göreceksiniz ki, bir sendikanın herhangi
bir iş yerinde grevi başlatabilmesi için ne kadar engel var
ise, akla hayala gelmedik bütün engelleri orada görmeniz mümkündür.
Sendikaların toplu iş sözleşmeleriyle elde ettiği
birçok kazanımlar ihlal edildiğinde bir hak grevini hayata
geçirmeleri de asla mümkün değildir. İşverenler, yaşamın
her alanında kendilerini ilgilendiren bir konuda en üst düzeyde
dayanışmalarını hayata geçirebilirken, işçilerin
emekten gelen güçlerini kullanarak dayanışmalarını
ortaya koymaları da yasaktır.
Değerli arkadaşlarım,
2821 sayılı Yasa'yı açıp baktığınız
zaman orada göreceğiniz birçok maddede bir sürü yasakla karşı
karşıya kalırsınız. Aslında burada yapılmak istenen
şudur: Tarih boyunca sağ partiler örgütlü toplumdan korkmuşlardır.
Çünkü, örgütlü toplum hakkını arayan bir toplumdur, haksızlığa
uğradığı zaman örgütlülüğün kendisine verdiği
gücü kullanarak o haksızlığı önlemeyi başarabilecek
durumdadır. Türkiye'de bunun tam tersi uygulamalarla karşı
karşıyayız. Aslında bu felsefe sağ partilerin
felsefesine çok ters bir felsefe de değildir, çünkü siyaseten
yaşama geçirmek istediğiniz dünya görüşünüzün özünde
örgütsüz bir toplum söz konusu olur ise başarılı olma
şansınız daha fazladır. Aç insanların sayısı
ne kadar fazla ise, size muhtaç olacak insan sayısı ne kadar
fazla ise, o insanları sevk ve idare etmeniz çok daha kolaydır
ve ilkelerinizi hayata geçirmeniz çok daha kolaydır. Bu felsefe,
size ters bir felsefe değil aslında, çok da yadırgamamak
lazım. Önemli olan, burada, çalışan kesimin bunu görebilmesidir,
kamu çalışanının bunu görebilmesidir.
Memurlarımızın da
elde ettiği haklara baktığınız zaman,
kâğıt üzerinde, bir sendikal hakları söz konusudur,
ama, bunu grev aşamasına getirmek, bunu toplu iş sözleşmesi
aşamasına getirmek mümkün değildir. Dolayısıyla,
burada bizim vereceğimiz mesaj, aslında, AKP'li milletvekili
arkadaşlarımızı ikna etmekten çok, AKP'nin kendi
sınıflarını temsil etmedikleri gerçeğiyle
yüz yüze gelen çalışanlarımızın, 22 Temmuzda,
buna dur diyecek bir oy mekanizmasını hayata geçirmelerine
bağlıdır. Çünkü, çalışma hayatını,
ancak, demokratik solcular düzeltebilir, sosyal demokratlar düzeltebilir.
Çalışma hayatını, geriye, ancak sizin gibi düşünceye
sahip olan partiler geriye götürebilirler.
Bu nedenle, 22 Temmuzda yapılacak
genel seçimlerde, yoksul halkımızı, işçilerimizi,
memurlarımızı, esnaflarımızı, çiftçilerimizi,
dar gelirli olan bütün yurttaşlarımızı kendi siyasal
partilerine destek vermeye çağırıyorum ve bugüne kadar
yapılan yanlışlardan kendilerini alıkoymalarını
talep ediyorum. Çünkü, bu düzen, ancak, sosyal demokratların mücadelesiyle
değiştirilebilecek bir düzendir. Sosyal demokratların
düzeninde de bu saydığımız çalışma hayatındaki
insanların iktidarı şeklinde oluşacaktır.
Bu görüş ve düşüncelerle,
hepinizi saygılarla selamlıyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Öktem.
Madde üzerinde, Anavatan Partisi
Grubu adına söz isteyen İbrahim Özdoğan, Erzurum Milletvekili.
Buyurun Sayın Özdoğan.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU
ADINA İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum) - Sayın Başkan,
değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
önemli bir konu üzerindeyiz. Geneli üzerinde Anavatan Partisi
adına görüşlerimizi bildirmiştik. 2'nci maddede tekrar
söz aldım. Kısmen bazı konulara da değinmek istiyorum
değerli arkadaşlar.
Az önce, Değerli Cumhuriyet
Halk Partisi Milletvekili arkadaşımız sadece sosyal
demokratların sendikaya önem verdiklerinden bahsettiler. Bizim
de, merkez partisi olarak, sendikalaşma hususunda, sendikaların
önemi hakkında, Anavatan Partisi olarak çok hassas olduğumuzu,
işçilerimizin yanında olduğumuzu özellikle belirtmek
isteyerek, sözlerime başlamak istiyorum.
Değerli arkadaşlar, AB
süreci sosyal ve sendikal haklar açısından elbette ki bir
kaldıraç olabilir. Son yıllarda, Türk-İş ve
DİSK'in yürüttüğü girişimler sonucunda, sendikal hakların
Avrupa Birliği-Türkiye ilişkilerinde daha fazla yer tuttuğu
görülmektedir. Sendikal ve sosyal haklar müzakere sürecinin çok
önemli bir parçası, ancak, bu sürecin başarıyla ilerleyebilmesi
için, Türkiye'nin ilk olarak bu Hükûmetten, AK Parti Hükûmetinden kurtulması
gerekmektedir. Ülkemizdeki işçi haklarını ve sendikaların
örgütlülük düzeyini geliştirmeden uygar dünyadaki yerimizi
almamız ve birinci lige yükselmemiz mümkün değildir. Bunu
haykırmak istiyorum. Kaldı ki, ülkemizde, sendikal örgütlenmeleri
ve işçi haklarını geliştirme çabalarının
asla küçümsenmeyecek bir tarihi de vardır değerli arkadaşlar.
Bu tarihe izninizle birazcık değinmek istiyorum.
Türkiye'de bilinen ilk işçi
hareketi, Osmanlı İmparatorluğu döneminde, 1830'lu
yıllarda tarım işçilerinde görüldü. 1871 yılında
kurulan Ameleperver Cemiyeti, yani İşçiseverler Derneği
ilk sendika olarak tanımlanmıştır. Ancak bu cemiyet,
aslında, yardımlaşma sandığı işlevine
sahip bir örgütlenmeydi. Türkiye'de ilk sendika 1908'de İstanbul'da
kuruldu. 1913'de Mahmut Şevket Paşa'nın öldürülmesi üzerine
tüm sendikal faaliyetler durduruldu. Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk
kuruluş yıllarında, 1919-1925 arasında yeniden kurulan
sendikalar, bu kez, Kurtuluş Savaşı'na karşı
işgalcilerle iş birliği yaptıkları gerekçesiyle
cezalandırıldı. Sendikaların cumhuriyet döneminde
yeniden ortaya çıkışı, 1930'lu yıllarda Sümerbank,
KARDEMİR gibi ilk sanayi kuruluşlarının kurulmasından
sonra oldu.
Türkiye ilk kez 1947'de Sendikalar
Kanunu ile tanıştı ve ilk yasal sendikalar kuruldu. Bu
sendikalar da 1952'de bir konfederasyon çatısı altında
birleşerek Türk-İş'i oluşturdular.
Türkiye'de gerçek anlamda sendikacılık
ve sendikal örgütlenmeler ise 1961 Anayasası'ndan sonra başladı.
1967'de Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu kuruldu.
1970'li yıllarda Türkiye'deki siyasi hayata damgasını
vuran işçi örgütleri 12 Eylül 1980 askerî darbesiyle yasaklanınca,
sendikal hareket de ağır darbe almış oldu.
Türk-İş dışındaki tüm sendika konfederasyonlarının
faaliyetleri durduruldu, DİSK kapatıldı ve yöneticileri
on iki yıl yargılandı. 1982 Anayasası'yla, Türkiye'de
sendikal haklar önemli ölçüde gerilemiş, memurların grev
ve toplu sözleşme hakları ellerinden alınmıştır.
Memurların Türkiye'deki ilk
örgütlenme girişimi, 1946'da mahallî öğretmen derneklerinin
Türkiye Öğretmen Dernekleri Millî Federasyonunu kurmasıyla
başlamıştır. Türkiye'de 1965 yılına kadar
yaşanan dönemde cemiyetçilik, dernekçilik ve federasyonculuk,
1965-1971 yılları arasında sendikacılık,
1971-1980 yılları arasında dernekçilik, 1980'den sonra
yeniden sendikacılık hareketleri yürütülmüştür.
1961 Anayasası memurların
da örgütlenmesine fırsat verince, bu durum, sendika enflasyonuna
neden oldu ve 1971'e kadar altı yüz civarında memur sendikası
kuruldu. Türkiye Öğretmenler Sendikası, İlk-Sen gibi
eğitimci sendikaların 1969'daki eylemine 160 bin öğretmenin
110 bini katılmıştı. 12 Mart 1971 darbesiyle Anayasa
"memur, siyasi parti ve sendikalara üye olamaz" diye değiştirildi.
Sonraki yıllarda memur sendikalarının misyonunu
öğretmenlerin örgütlendiği TÖB-DER, polislerin örgütlendiği
POL-DER gibi değişik görüşlerdeki onlarca etkili dernek
aldı. DİSK ve Türk-İş ve memur dernekleri 12 Eylül
1980'e kadar olan döneme damgasını vurmuştur. Söz konusu
dönemde işçi haklarında
önemli gelişmeler de kaydedilmiştir.
Türkiye'de 1980 yılından
itibaren etkinlikleri bütünüyle durdurulan öğretmen örgütlerine
657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 27'nci ve Türk Ceza
Kanunu'nun 236'ncı maddesiyle kısıtlamalar getirilmiştir.
Değerli arkadaşlarım,
12 Eylülle memur dernekleri de kapatıldı. 1982 Anayasası
memura sendika hakkı tanımayınca, 1988'de sadece çalışan
öğretmenlerin fahri üye olabildiği Eğit-Der kuruldu.
Kamu görevlilerinin Türkiye tarafından onaylanmış
uluslararası sözleşmelerde yer alan örgütlenme hakkını
kullanmalarıyla 1989'dan itibaren memur sendikaları da kurulmaya
başlanmıştır.
Öğretmenlerin sendikal faaliyetleri
1990'dan sonra yeni bir sürece girmiş, grev hakkı gibi temel
örgütlenme haklarını içermese de, 12/07/2001 tarihli Kamu
Görevlileri Sendikaları Kanunu'yla 1980'li yıllara göre
ileri bir adım da atılmıştır. Daha sonra,
1990'larda, örgütlenme çalışmaları konfederasyonlaşmaya
dönüşerek hız kazandı ve üç kamu görevlileri sendikaları
konfederasyonlaşmaya dönüşerek hız kazandı ve
üç kamu görevlileri sendikaları konfederasyonu faaliyet
göstermeye başladı. 1990'da Ankara'da kurulan ilk memur sendikası
Eğitim-İş'i Temmuz 1990'da İstanbul'da KAMU-SEN, Kasım
1990'da da İstanbul'da Eğit-Sen izledi. Ardından, kamu çalışanları
sendikaları kuruldu ve böyle bir platform oluşturuldu.
1995'te Anayasa'nın 53 üncü maddesinde
yapılan değişiklikle memurların sendikalaşma
hakları anayasal düzeyde tanındı. Aynı yıl,
sol eğilimli Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu,
yani KESK kuruldu, Altı yıl sonra da grev ve toplu sözleşme
hakkı içermeyen 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları
Kanunu TBMM'de kabul edildi.
Değerli arkadaşlar, Türkiye
de daha sonra Avrupa Birliği aşamasına geldi. Avrupa
Birliğinin sendikal haklar konusunda çok hassas olduğu bilinmektedir.
Ancak, Avrupa Birliğiyle tam üyelik müzakereleri kapsamında
pek çok konuda önemli yasal değişiklikleri başlatan
Türkiye, sendikal haklar alanında Avrupa Birliğine uyum
konusunda ise bugüne kadar maalesef kayda değer bir adım atmamıştır.
Değerli arkadaşlarım,
konunun diğer bir boyutu da şudur: Uluslararası Çalışma
Örgütünün sendikal haklara ilişkin sözleşme ve tavsiyelerinden,
Türkiye'nin onaylayarak taraf olduğu 87, 98 ve 151 sayılı
sözleşmeler, ilkece tüm çalışanları kapsayacak
şekilde sendikal hak ve özgürlükleri güvence altına almıştır.
Bu sözleşmeler, Avrupa Birliğinin dayandığı
"insan haklarına ve temel özgürlüklere saygı" ilkesi,
dolayısıyla Avrupa Birliği hukuku ile de bütünleştirilmiştir.
Bu nedenle, bu sözleşmeler, sendikal hak ve özgürlüklerin dayanakları
arasında yer alır.
17 Haziran 1948 tarihinde ILO tarafından
kabul edilen 87 sayılı Örgütlenme Özgürlüğüne ve Örgütlenme
Haklarının Korunmasına İlişkin Sözleşme
Türkiye tarafında 8 Ocak 1993 tarih ve 93-3967 sayılı Bakanlar
Kurulu kararıyla onaylanmış ve 25 Şubat 1993 tarih
ve 21507 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanmıştır.
87 sayılı Sözleşme, örgütlenme, yani sendika hakkının
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Özdoğan,
lütfen toparlayın.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
olağan ve özgür kullanımını
güvence altına almayı amaçlar. Bu güvence, sendikal özgürlüğün
gerek bireysel gerekse toplu yönleriyle korunmasını kapsamaktadır.
Sözleşme "örgüt" terimini "çalışanların
yada işverenlerin çıkarlarını savunma ve geliştirme
amacı güden her türlü çalışan yada işveren örgütleri"
anlamında tanımlamıştır. Sözleşme, yaptıkları
iş ya da hizmetin niteliği, çalıştıkları
sektörler, bağlı oldukları istihdam biçimleri yada
"memur, işçi, sözleşmeli" gibi çalışanlar
arasında hiçbir ayrım yapılmamasını öngörmüştür.
Sözleşme, sendikal örgütlere tanıdığı bu hakların
kamu yetkililerine karşı özgürce kullanılmasını
sağlamak için de şu güvenceleri vermiştir: "Kamu
makamlarının sendika hakkını sınırlayacak
ya da bu hakkın yasaya uygun biçimde kullanılmasına
engel olacak nitelikteki her türlü müdahaleden kaçınması,
ulusal yasaların, sözleşmenin öngördüğü güvencelere
zarar verecek nitelikte olmaması ya da zarar verecek biçimde
uygulanmaması."
Değerli arkadaşlar, 87
sayılı Sözleşme, grev hakkının da uluslararası
dayanaklarından birini ve başlıcasını
oluşturur. Gerek Uzmanlar Komisyonu, gerekse Sendika Özgürlüğü
Komitesi, yerleşik ilke kararlarında, sözleşme anlamında
"örgüt" teriminin tanımı ile sendikaların etkinliğini
düzenleme ve eylem programları oluşturma hakkı ile ilgili
kurallarına dayanarak, grev hakkının, çalışanların
yasal ve meşru hakkı olduğunu vurgulamış ve
87 sayılı Sözleşmenin grev hakkının dayanağı
olduğunu belirtmiştir.
Arkadaşlarım, Avrupa
Birliğine giriş sürecindeki Türkiye'de, memur sendikaları,
hâlen, grevli ve toplu sözleşmeli sendikal haklardan yoksundurlar.
Görüşme uygulamasına son verilmeli ve memurlara grevli,
toplu sözleşmeli sendika hakkı tanınmalıdır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN- Buyurun Sayın Özdoğan.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sendikal haklar insan hakları
çerçevesinde ele alınmalıdır ve Avrupa Birliğine
uyum çerçevesinde Türkiye'de sendikal haklarda iyileştirme yapılması
çok ciddi bir ihtiyaçtır.
Ancak, değerli arkadaşlarım,
AK Parti Hükûmeti beş yıl boyunca bu işler için de,
tıpkı diğer temel meselelerimizde olduğu gibi
uygun olmadığını bizlere göstermiştir. Sevindirici
olan tek şey, seçim vaktinden sonra, Türkiye'nin her alanda olduğu
gibi bu alanda da yeni bir başlangıç yapabilecek olmasıdır.
Anavatanın en temel hassasiyetlerinden
birisi, yurdumuzun işçi kesimlerinin sosyal hakları konusu
olacaktır diyorum ve bir şeyi de hatırlatmak istiyorum
değerli arkadaşlarım: Yarın, inşallah, 27 Mayıs
darbesine bir nazire olarak büyük "Demokrat Parti" kurulacaktır
ve büyük milletimizin başına bir güneş gibi doğacaktır.
(AK Parti sıralarından "Anavatana ne oldu?" sesleri)
Bu konuda büyük milletimizi müjdeliyor, hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Özdoğan.
Başka söz talebi yok.
Madde üzerinde on dakika süreyle
soru-cevap işlemi yapılacaktır.
Sayın Bayındır, buyurun.
HÜSEYİN BAYINDIR (Kırşehir)
- Teşekkürler Sayın Başkan.
Sayın Bakan, İş
Sağlığı ve İş Güvenliği Tüzüğünü
yönetmelik hâline getirdiniz, şimdi yasa olarak çıkarılması
gündemde. O da bugüne kadar çıkartılmadı, hatta Meclise
bile gelmedi. Bu alan çok istismar edilen bir alandır. Danıştayın
iptal ettiği yönetmelik yerine yasa ya da tüzük ne zaman
çıkarılacak?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Bayındır.
Sayın Çetin
İZZET ÇETİN (Kocaeli) -
Sayın Bakan, bildiğiniz gibi, kayıt dışı
ekonomi devlet için vergi geliri kaybı, Sosyal Sigortalar için
prim geliri kaybı, işçi için ücret kaybı ve sendika için
de üye ve aidat kaybı anlamına geliyor. Kazananı bir
tek, kaybedeni pek çok olan bu kayıt dışı ekonomiyle
ilgili olarak Çalışma Bakanlığı ne tür engelleme
girişimlerinde bulundu? Bunu öğrenmek istiyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Çetin.
Sayın Ülkü.
HAKKI ÜLKÜ (İzmir) - Sayın
Bakan, biraz önce de sizin de söylediğiniz gibi, Türk Ceza Kanunu'nun
"Sendikal hakların kullanılmasının engellenmesi"
başlıklı 118'inci maddesinde, bir kimseye karşı
bir sendikaya üye olmamaya, sendikanın faaliyetlerine katılmamaya,
sendika yönetimindeki görevinden ayrılmaya zorlamak amacıyla
tehdit kullanan kişinin altı aydan iki yıla kadar hapis
cezasıyla cezalandırılması öngörülmesine
rağmen, Sabah gazetesi ve ATV'ye Tasarruf Mevduatı ve Sigorta
Fonu tarafından el konulmasından sonra, bu iş yerlerinde
başlayan sendikal örgütlenmenin adı geçen kuruluş tarafından
engellendiği, bu yolla sendikalı olma hakkının
yöneticiler tarafından ihlal edildiği doğru mudur?
Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Ayrıca, ülkemizde 7,5 milyona
yakın emekli var, kimileri maaş günü kuyruklarda bile canlarını
veriyor. Bunlar "Emekli-Sen" adı altında 1995'te örgütlendiler,
ama örgütlenmeleri yasaklandı fiilen çalışanlar olmadıkları
için. Oysa, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi "Herkesin
çıkarlarının korunması için sendikalar kurmaya
ve bunlara katılmaya hakkı vardır" diyor. Bu konuda
ne düşünüyorsunuz?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Ülkü.
Sayın Işık.
AHMET IŞIK (Konya) - Sayın
Başkan, teşekkür ediyorum. Vasıtanızla Sayın
Bakanıma şu soruyu yöneltmek istiyorum:
Sayın Bakanım, biraz önce
muhalefet sözcüsü, kürsüden, işçilerin dört buçuk yıllık
süreçte şartlarında hiçbir iyileşmenin olmadığını
ifade etti. Ben şunu öğrenmek istiyorum: Kamu işçilerinin
dört buçuk yıllık süreç sonucundaki maaşlarında
kümülatif olarak enflasyonu dikkate aldığımızda,
maaş artışları yüzde kaç olmuştur? Aynı
şekilde, yine, işçi emeklilerinin dört buçuk yıllık
süreçteki emeklilik maaş artışları ne olmuştur
kümülatif enflasyonu dikkate alarak?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Işık.
Sayın Bakan, buyurun.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI MURAT BAŞESGİOĞLU (İstanbul) - Teşekkür
ederim Sayın Başkanım.
Soru soran arkadaşlarıma
da teşekkür ediyorum.
İş sağlığı
ve güvenliği konusunda değerli arkadaşım bir soru
tevcih ettiler. Doğrudur, iş sağlığı ve güvenliği
konusu çalışma hayatımızın en önemli konularından
biridir. Göreve geldiğimizde, Bakanlığımızdaki
bu birimi genel müdürlük seviyesine çıkarttık.
İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürlüğü
olarak, genel müdürlük olarak teşkilatlandırdık. Bundan
da daha öte, hazırlamış olduğumuz bir taslakla, sadece
hizmet akdiyle çalışanları değil, tüm çalışanlarımızı
iş sağlığı ve güvenliği kapsamı içerisine
dâhil etme konusunda geniş bir taslak hazırladık. Ancak,
bu konuda verilen eğitimlere ilişkin -sizin de belirttiğiniz
gibi- bir yargı kararı söz konusu. Bu konuda yasal bir zemin
oluşturmak amacıyla bir milletvekili arkadaşımızın
vermiş olduğu bir kanun teklifi şu anda gündemde,
eğer yasama takvimimiz uygun olursa, yetiştirebilirsek,
bunu bir an önce çıkartmayı biz de istiyoruz, bu konuda bir
boşluk var. Onun için çok teşekkür ediyorum ikazınıza
ve sorunuza.
Sayın Çetin, kayıt dışı
istihdamla ilgili bir soru yönelttiler. Kayıt dışı
ekonomi ve özelde de kayıt dışı istihdam, hepimizin
üzerine kararlı bir şekilde gitmemiz gereken bir konudur.
Sayın Başbakanımızın talimatıyla
"KADİM" adlı bir proje başlattık. Bütün birimlere,
bu şekilde bir genelge yayınlandı. Bütün denetim elemanlarının,
kayıt dışı istihdama karşı daha duyarlı
olma konusundaki görevleri tekrar hatırlatıldı. Çalışma
Bakanlığımızın denetim elemanları, bu
konuda, gerek genel planlamada gerekse özel projelerle kayıt
dışı istihdamı önleme konusunda üstün bir gayret
içerisindeler. Tabii, yıllardır, sadece denetimlerle kayıt
dışı istihdamın önlenmediği, maalesef, bir
gerçek. Bunun için, Hükûmet olarak bir istihdam paketi hazırladık.
Yani, kayıt dışı istihdamla mücadelede, hem kayıtlılığa
özendirme, kayıtlı istihdama geçişte cezbedici tedbirleri
almak hem de denetim ayağını iki ayaklı bir şekilde
yürüterek kayıt dışı istihdamı azaltmayı
amaçlıyoruz.
Bu istihdam paketimizde, zorunlu
istihdam konusu, özürlü ve hükümlü çalıştırmanın
hangi hadlere inebileceği, işletmelerin üzerinden bu yükün
hangi oranda alınabileceği konusunda çeşitli tedbirler
var. İşsizlik Sigortası
Fonu'nun kullanımı konusunda, yine bu istihdam paketimizde
çeşitli alternatifler var. Onun dışında, iş gücü
maliyetlerinin düşürülmesi konusunda, gerek vergi gerekse
SSK primlerinin düşürülmesi konusunda bir çalışmamız
var. Ancak, bütün bunları, seçim atmosferi de olması dolayısıyla,
açıkçası, yanlış anlamalara meydan vermemek için
gündeme getirmedik. Ama, umuyorum, seçimden sonra, Parlamentomuzun
ilk yapacağı işlerden biri bu olması lazım.
Bizim bu konudaki hazırlıklarımız tamam ve dediğim
gibi, seçim sonrası gündeme getirilecek ilk konulardan biri
budur.
Sayın Ülkü'nün bir sorusu var,
emeklilerin sendika hakkı konusunda. Sizin de bildiğiniz
gibi Sayın Ülkü, şu anda sadece "çalışanlar"
kavramı sendikal hukuk açısından geçerli. O "herkes"
tanımı, yine, çalışanı tarif ettiği
için, emeklilerimize şu anda sendika kurma konusunda yasal
bir imkân yok. Yine hatırlayacaksınız, Yargıtay da
bu konuda bir karar verdi, yani, emeklilerin sendika kuramayacağı
konusunda bir karar verdi. Ama, umarım ileride, yani bir iş
ilişkisi olmasa bile sendikaya üye olma konusunda toplumda
bir açılım söz konusu. Biz de buna hoşgörüyle bakıyoruz,
ama şu andaki yasalarımız, maalesef, bu tür örgütlenmelere
imkân vermiyor.
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'nda,
arkadaşlarımızın verdiği bilgiye göre, yetki
müracaatı için Bakanlığımıza başvurulmuş,
ama, sendikal baskı konusunda herhangi bir şikâyet söz konusu
değil. Ama, biz, sizin bu ifadenizi bir şikâyet olarak kabul
ettik ve arkadaşlarımıza da gerekli incelemeyi yapması
için buradan da kendilerine talimat veriyorum.
Sayın Işık, gerek çalışanlarımızın
gerekse emeklilerimizin ücretlerindeki iyileştirmenin hangi
boyutlarda olduğunu sordular. Bir kere, enflasyonun çok çok
üzerinde, hem çalışanlarımıza hem emeklilerimize
maaşlarında iyileştirme yaptık.
Örneğin, Sosyal Sigortalar
Kurumunda asgari yaşlılık aylığı 2002 Kasımında
-dolar olarak ifade etmemiz gerekirse- 245,25 iken, 2007 Mayısında
yine yabancı para birimiyle 502,37'ye ulaşmış. Artış
oranını ifade etmem gerekirse, Türk lirası bazında,
yüzde 104,84.
Başka bir rakam daha vereyim
size: SSK ve Bağ-Kur emeklilerinin aylık artışları
TÜFE'ye bağlıydı. Yani, 4447 sayılı Yasa'ya göre
TÜFE oranında, yani, bir ay önce ne gerçekleşmişse, aylıklarına
o oranda zam yapılıyordu, 3 milyon, 2 milyon, 1 milyon. Biz
Hükûmete geldiğimizde bunu pek uygun görmedik açıkçası.
Bu zammın çok komik olacağını gördük. İşte,
ilk geldiğimizde 75 milyon, 100 milyon seyyanen zamlar yapıldı.
2007'ye geldiğimizde TÜFE'ye bağlı kalmaksızın
yapmış olduğumuz aradaki fark ne diye baktığımız
zaman, yaklaşık 14 milyar YTL daha emeklilerimize bir imkân
sağlamış durumdayız. Yani, TÜFE'ye bağlı
kalsaydık, 14 milyar az verecektik, TÜFE'ye bağlı kalmaksızın
yapmış olduğumuz iyileştirmelerle 14 milyar YTL
daha emeklilerimize bir imkân sağlamış olduk.
BAŞKAN - Sayın Bakanım,
süre tamamlanmıştır.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
BAKANI MURAT BAŞESGİOĞLU (İstanbul) - Peki, teşekkür
ederim.
Öbür kısımlara da yazılı
cevap vermek istiyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Bakan.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum
İZZET ÇETİN (Kocaeli) -
Karar yeter sayısının aranmasını istiyoruz.
BAŞKAN - Arayacağım
Sayın Çetin. Bunca
Yetiştiniz yani!
İZZET ÇETİN (Kocaeli) -
Yok.
MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Nerde
yok?..
İZZET ÇETİN (Kocaeli) -
Evde hepsi!.
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Var
efendim, var.
BAŞKAN - Kabul edenler
Kabul
etmeyenler
Karar yeter sayısı vardır. Madde kabul
edilmiştir.
3'üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar
Kurulu yürütür.
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Hakkı Ülkü, İzmir
Milletvekili.
Buyurun Sayın Ülkü.
CHP GRUBU ADINA HAKKI ÜLKÜ (İzmir)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1250 sıra
sayılı Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı'nın 3'üncü maddesi üzerinde Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına söz aldım. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Görüşmekte olduğumuz tasarı
ile 2821 sayılı Sendikalar Kanunu'nda öngörülen işçi
sendikası ve konfederasyonlarının zorunlu organlarına
seçilebilmek için gerekli olan en az on yıl bilfiil çalışma
şartı kaldırılmaktadır. Kuşkusuz bu düzenlemeyle,
ülkemizdeki sendikal özgürlükler adına önemli bir adım
atılıyor. Tasarının gerekçesinde, bu düzenlemeyle,
87 sayılı Sendika Özgürlüğüne ve Örgütlenme Hakkının
Korunmasına İlişkin Uluslararası Çalışma
Örgütü Sözleşmesine uyum sağlanacağı belirtiliyor.
Çok geç kalmış bir düzenleme.
Çünkü, 1992'de imzalanmış bir hükümdür bu. 1992'de, o günün Çalışma
Bakanı, SHP'li bakanı, 92 yılında ILO ile 21 maddelik
bir sözleşme imzalamış ve bunların içerisinde bu
da var idi. Daha sonra, Anayasa değişikliği yapılmış.
Ancak, Sendikalar Yasası'nda değişiklik yapılmadığı
nedeniyle askıda bulunmakta idi. Şimdi bu durum düzeltilmekte.
Ancak, 21 maddeden oluşan o, 87 sayılı ILO Sözleşmesinde
gönül ister ki diğer maddeler de gündeme gelsin ve izin verilmeyen
düzenlemeler de düzenlensin ve dolayısıyla demokratik
topluma giden yolda bir adım daha atılsın.
Şimdi, geçtiğimiz eylül
ayında Meclise getirilen, aralarında adil ücret hakkı,
örgütlenme hakkı, grevli toplu pazarlık hakkı gibi sosyal
devlet adına çok önemli düzenlemeler içeren gözden geçirilmiş
Avrupa Sosyal Şartı'nın bu en önemli maddelerine çekince
koydunuz, kabul etmediniz. Güya, Türkiye'yi Avrupa Birliğine
taşıyacaksınız. Bakın, Türkiye bir taraftan
demokratikleşme ve 12 Eylül yasalarından, bu eskiyen yasalardan
arınmaya çalışırken, Ceza Kanunu'nu değiştirirken,
örneğin, Sendikalar Kanunu'nda, Toplu Sözleşme Kanunu'nda
topyekûn bu değişikliğe ısrarla gitmemektedir.
Her ne kadar, Sayın Bakan bunlar hakkında kendi Bakanlarıyla
bile bir ara çelişkiye düşmüş olsa bile, yine de, getirmediği
için görüşülemedi, dolayısıyla da kabul edilemedi.
Avrupa Birliği üyeliği
yolunda sekiz tane uyum paketi çıkartan ülkemiz ve Parlamento,
bu uyum paketlerinin içerisinde sendikal yaşama ilişkin
tek düzenleme, serbest bölgelerdeki grev yasağının
kaldırılmasıyla gerçekleşti. Türk Ceza Kanunu'nu
bile değiştirdik, ama, Sendikalar Kanunu'nda gerekli değişiklikleri
yapamadık. Oysa, sendikal özgürlükler, çalışma ve örgütlenme
hakkı, buna dair koruyucu düzenlemeler bir ülkenin demokratik
yapısının olmazsa olmazları arasındadır.
AKP gibi bir zihniyet iktidarda oldukça, ülkemiz, insanımız
sosyal haklara, sosyal devlete gerçek anlamda kavuşamayacak
gibi görünmekte. Örneğin, demin sormuş olduğum emeklilerin
sendika kurma hakkı da ve buna verilen cevap da bunun bir belirtisidir.
Şimdi, değerli arkadaşlar,
belki "Hakkı Ülkü niçin işçi sorunları hakkında
daha önce herhangi bir konuşma yapmadığı halde,
bugün böylesine bir konuşma yaptı?" diye bazı arkadaşlarımızın
aklından geçebilir. Özellikle belirtmek istiyorum ki, ben,
1963 yılında Çalışma Bakanı olan merhum Bülent
Ecevit'in o dönemde çıkartmış olduğu grevli ve toplu
sözleşmeli sendikal hak konusundaki ilk greve, ilk TEKSİF grevine katılan sendikalı
işçilerden birisiyim. Dolayısıyla, örgütlenmenin
ne demek olduğunu, sendikanın ne demek olduğunu, grevli
toplu sözleşmenin nasıl bir hak olduğunu iyi bildiğimi
zannediyorum ve "bir ülkede çalışanların demokratik
hakları gasbedilirse, o ülkede demokrasi genişletilemez"
diye on altı-on yedi yaşında bu durumu öğrenmiş
olan bir kişiyim. Şimdi, bakalım, daha sonraki zamanlarda
Türkiye'de neler oldu, 1963'ten sonra?
Ben, 12 Martta zorunlu nedenlerle
yurt dışına gittim. Orada da dünyanın sınıf
ve kitle sendikacılığında ilk örgütlenmesini yapan
Fransız CGT Sendikasına üye oldum, yani Fransa Genel Çalışma
Konfederasyonuna. Orada da tekstil işçileri arasında bulunurken
yine hak ve özgürlükler anlamında, işçi hakları anlamında
orada da greve katıldım. Dolayısıyla, grevin ve
onun karşılığında toplu iş sözleşmesinin
ne demek olduğunu orada da gördüm. İkisi arasında
kıyaslama yapıldığında, tabii ki oradaki enflasyonun
daha az olduğu, Türkiye'de çok fazla olduğu, o nedenle Türkiye'deki
sendikal hak ve özgürlüklerde belki görece olarak daha fazla ücret
verildiği söylenebilir, ama, orada sadece ücret sendikacılığı
yapılmamakta, aynı zamanda sosyal anlamda da sendikacılık
yapılmaktaydı. Şimdi, tabii ki, daha ileri düzeyde yapılmakta.
Yani, nedir bu? İşte, çocukların kapılarının
önüne süt bırakmak, çocukların okul ihtiyacını
karşılamak, ortaokul, lisedeki çocukların tüm yatılı
olanların ihtiyacını karşılamak ve onları
parasız okutmanın çaresini bulabilmek gibi. Ama, Türkiye'de,
hep, sendikacılık ücret sendikacılığı
anlamında algılandığı için, bunu da 24 Ocak kararlarıyla
birileri gündeme getirdiği için, daha sonra da 12 Eylülle sendikacılık
kesintiye uğratıldığı için, bu, ne yazık
ki, doğru dürüst anlaşılamadı. Ama, 12 Eylülden
sonra da 12 Eylül öncesiyle bir kıyaslama yaparsak, yaklaşık
5-6 milyon işçinin çalıştığı bir alanda 1
milyon kadar sendikalı varken, şimdilerde aşağı
yukarı 20 milyon kadar işçi çalışırken, bunların
ancak 1 milyonu kadar sendikalı olduğu, bunun en az yarısının
belediyelerde olduğu düşünülürse, 12 Eylülden sonra sendikacılığın
geldiği bugünkü acıklı durumu görebilmek mümkün. Peki,
ne yapılmalı? O zaman, sendikal hak ve özgürlükler konusundaki
yasaların acil çıkartılması ve örgütlenme hakkının
mutlak surette serbestleştirilmesi lazım.
Bakın, Parlamentoda hepimizin
şikâyeti olan, 4,4'e tekabül eden kadın milletvekilimizin
sayısının azlığından şikâyet ediyoruz,
bunu sık sık da vurguluyoruz. Peki, bunun karşılığında,
sormak lazım, sendikalardan gelen, sendikal alanda çalışmış
olan, yönetici olmuş olan ya da sendikalı işçi olmuş
olan kaç kişi var Parlamentoda? Herhâlde bunların sayısı
da 10'u geçmez. O nedenle, çalışanların az temsil edildiği
bir Parlamentoda, tabii, çalışanlar lehine yasa çıkartmak
oldukça güç. Biz, o nedenle, onların haklarını savunma
adına, çalışanların haklarının verilmesi
adına, çalışanların, tekrar, eski güçlerine kavuşması
adına konfederasyonların da gayretleriyle Türkiye'de sendikal
hareketin tekrar eskisi gibi canlanmasının taraftarıyız
ve o nedenle, getirilmiş olan bu yasa ya da bu on yıllık
şartın kaldırılmasına yönelik istem, tabii
ki, tarafımızdan desteklenmekte.
Biz, biliyoruz ki, şu anda,
bir kişinin, -demin de bir arkadaşımız söyledi-
sendikalı olabilmesi için mahalle muhtarından nüfusa, nüfustan
notere kadar bir dizi yerlere başvurması lazım. Noterden
almış olduğu o kaydın sendikaya iletilmesi esnasında,
eğer noterdekilerden birisiyle işveren anlaşmalı
ise, o zaman yandı o sendikaya başvuran işçi; daha
başlamadan, hem sendika yaşamı bitiyor hem iş yaşamı
bitiyor. Bunlar, bizim, Avrupa Birliği kapısında olduğumuzu
iddia ettiğimiz şu günlerde en büyük ayıplarımızdan
birisidir diye düşünüyorum.
Bir kişinin, bu kadar zor, sendikaya
üye olmasına karşılık -eğer kıyaslama yaparsak-
bir kişinin Cumhurbaşkanı
(Mikrofon otomatik cihaz tarafında
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Ülkü, lütfen
toparlar mısınız.
Buyurun.
HAKKI ÜLKÜ (Devamla) - Toparlıyorum
efendim.
Eğer yüksek tahsili varsa, üniversite
mezunuysa, kırk yaşını doldurmuşsa, sabıkası
yoksa, Cumhurbaşkanı olması için bir dilekçe vermesi
yeterli.
Şimdi, böylesine bir kıyaslamada,
işçi örgütlenmesini nasıl becerebileceğiz? Nasıl
becerebileceğimize ilişkin başta da söyledim, yirmi
bir tane ILO sözleşmesine imza atmışız, Anayasa'da
da değişiklik yapmışız, ama, Sendikalar Yasası'nda
yapmadığımız değişiklikler nedeniyle
tıkanmışız. Diğer sözleşmelerin de bir an
önce Genel Kurula getirilip, bir defa bunun önünün açılması
lazım. Daha sonra 2821 ve 2822 sayılı Yasalarda aksayan
bölümlerin çok acele görüşülmesi lazım ve belki de ondan
sonra sendikalaşma anlamında, sınıf ve kitle sendikacılığı
anlamında gereken hareketlilik olur ve demokrasimiz de genişlemeye
yüz tutar eğer iyi niyetliysek. Ha, kötü niyetliysek, şu anda,
sanırım
Amerika Birleşik Devletleri'nde
her başkanlık seçimi zamanında 50-60 tane başkan adayı çıkar,
ama, bunlardan 2 tanesinin ismi duyulur. 1 tanesi Cumhuriyetçi
Partidendir, 1 tanesi Demokrat Partidendir, diğerlerinin ismi
duyulmaz. Bunların içerisinde sosyal demokratları vardır,
sosyalistleri vardır, komünistleri vardır, ama bunların
izale edilmesini sağlayacak önlemleri de almışlardır.
Nasıl? Tarikatları vasıtasıyla. Yani, tarikatlar
hükmeder ve orada diğer adayları çıkarmazlar, sendikalaştırmazlar,
örgütlemezler.
Şimdi, Türkiye'de de buna benzer
bir duruma doğru gidildiği görülmekte. Yani, şimdiye
kadar Türkiye'de, devlet, belli ölçülerde tarikatları kontrol
altında tutarken, şimdi tarikatlar devleti kuşatmaya
çalışmaktadırlar ve o nedenle de bu yasalar çıkartılmamaktadır.
(AK Parti sıralarından "ne alakası var" sesleri)
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Ayıp
ayıp!
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Ülkü teşekkür
ediyorum.
HAKKI ÜLKÜ (Devamla) - Sayın
Başkan beş dakika daha, bitiriyorum.
BAŞKAN - Teşekkür için Sayın
Ülkü, lütfen
HAKKI ÜLKÜ (Devamla) - Evet, bunları
özellikle hatırlatıyorum.
Bir an önce yasaların getirilip
çıkartılması dileğiyle hepinize iyi akşamlar
diliyorum. Teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Çok
ayıp oldu ama, çok ayıp oldu!
FAHRİ KESKİN (Eskişehir)
- Yakışmadı!
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Ülkü.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir.
Tasarının tümünü oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler
Kabul etmeyenler
Kabul edilmiştir ve
tasarı kanunlaşmıştır.
Sayın milletvekilleri, çalışma
süremizin tamamlanmasına az bir süre kalması ve aynı
zamanda, grupların da mutabakatı nedeniyle, alınan
karar gereğince kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla
görüşmek için 27 Mayıs 2007 Pazar günü saat 11.00'de toplanmak
üzere birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati : 23.31